28 Mart - 3 Nisan 2010
|
BANKALARI DURDURUN!
Hasankeyf gibi çok önemli bir "Dünya Mirası’nın" Ilısu baraj projesi nedeniyle yok edilmesini kabul etmeyen Avrupa bankaları projeden çekilirken, Türkiye'nin en "çevreci" bankası Garanti ve "kültürel sorumluluk çalışmaları" ile tanınan Akbank, baraj için eksik kalan krediyi sağlayarak Hasankeyf'in yok oluşuna önayak oluyor.
Bankaların baskısı altındaki büyük medya kuruluşları, bu haberin Türkiye’de duyulmaması için kendi kendine sansür uygulamak zorunda kalıyor.
Çin Seddi 5, Mısır Piramitleri 3 ve Kapadokya 2 kriter ile UNESCO Dünya Mirası ilan edilmiş. Hasankeyf ve Dicle Vadisi, UNESCO’nun on Dünya Mirası şartının 9’unu sağlayan dünyadaki tek yer olmasına rağmen Ilısu Barajı’nın suları altında bırakılmak isteniyor.
Bölge halkı ve Doğa Derneği gibi pek çok sivil toplum kuruluşu, Ilısu baraj projesinin iptal edilerek Hasankeyf ve Dicle Vadisi’nin UNESCO Dünya Mirası Alanı olarak koruma altına alınmanı talep ediyor.
Doğa Derneği Bülteni, 4.4.2010 |
 |
"ESERLER TALAN
EDİLMİŞ"

Kültür Bakanı Ertuğrul
Günay Resim ve Heykel Müzesi'nde gerçek olmadığı
farkedilen eserler ile ilgili konuştu.
"Bizim milli kütüphane
koleksiyonumuzda 327 adet kara kalem, sulu boya ve
yağlı boya Hoca Ali Rıza eseri var. Hepsi gerçek,
taklit değil".
Bakan Günay,
İstanbul'da Hoca
Ali Rıza Sergisi'ni açtı ve burada ünlü sanatçının
Ankara'da Resim ve
Heykel Müzesi'nde denetim sırasında farkedilen
gerçek olmayan 12 kara kalem eseri hakkında konuştu.
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay,
Kültür ve Turizm Bakanlığı Milli Kütüphane özel
koleksiyonlarında yer alan ve birçoğu daha önce hiç
sergilenmemiş olan ünlü ressam Hoca Ali Rıza'nın
1800-1900'lü yıllarda yaptığı 64 eserinden oluşan
serginin açılışını yaptı. Yenibosna'daki Airport
AVM'nin içerisinde yeralan sergi salonunda konuşma
yapan Günay, bir toplumun gelişmişlik düzeyinin
kültüre, sanata, kültür sanat insanlarına ve
eserlerine verilen değerle ölçülebildiğini dile
getirerek, Türkiye'nin bu alandaki ürünleri sadece
kamu mekanlarında değil, özel kesimin mekanlarında
da sergileme imkanı bulduğunu, bunu toplumdaki
gelişim ve güzelleşmenin bir örneği olarak gördüğünü
ifade etti. Sergide Hoca Ali Rıza'nın 64 eserinin
sergileneceğini söyleyen Günay, "Hoca Ali Rıza, Türk
resminin önemli isimlerinden birisidir. Onun
resimlerine bakarken 20. yüzyılın başındaki
İstanbul'u da mekan
mekan, doğası bozulmamış ve tarihi tahrip olmamış
biçimde hep birlikte görme imkanına sahip olacağız.
Hoca Ali Rıza, bugünlerde ayrıca ünlü biliyorsunuz.
Ankara'da
geçenlerde Resim ve Heykel Müzesi'nde yaptığımız
denetim çalışmaları sırasında onun 12 kara kalem
eserinin gerçek olmadığını ve önceki yıllarda
kopyalanmış olduğunu müfettişlerimiz ortaya çakardı.
Biz savcılığa ve emniyete bunu suç duyurusuyla
bildirdik ama basın, her zamanki gibi önümüzden
gitti, önceki yıllarda geriye doğru 10-20-25 yıl
içinde ne kadar kayıp eser varsa bir ölçüde yeniymiş
gibi tekrar gündeme getirdiler. Sanki toplumda
birden bire elimizdeki bütün değerli eserler
kaybolmuş gibi bir duygu yaratıldı. Daha önce
yaptığım basın toplantısında bunları belirttim.
Aslında böyle bir şey yok. Biz sadece 12 kara kalem
eserin gerçek olmadığını yaptığımız denetimlerde
ortaya çıkarıp ilgili birimlere aktardık. Bunun
dışında yeni kayıp eser yok ama ne yazık ki daha
önceki yıllara ait, 96-98'li yıllardaki denetimlerde
ortaya çıkmış kayıp eserler var. Şimdi onları da
mümkün olduğu kadar toparlamaya, bulmaya,
sahiplerinin elinden hangi yollardan çıktıysa meşru
yöntemlerle geri almaya çalışıyoruz. Fakat bu arada
basında bir yanlış
haber daha çıktı;
'Milli Kütüphane koleksiyonundaki Hoca Ali Rıza
eserleri Resim Heykel Müzesi'ne verilmiş, birkaç yüz
ve bunlar bir daha geri dönmemiş'. Bu sergi
vesilesiyle bu bilginin doğru olmadığını ifade etmek
istiyorum. Bizim Milli Kütüphane koleksiyonumuzda
327 adet kara kalem, sulu boya ve yağlı boya Hoca
Ali Rıza eseri var. Hepsi gerçek, taklit değil.
Bunlar Resim Heykel Müzesi'nin koleksiyonunda değil,
Milli Kütüphane'nin koleksiyonunda Allah'a şükürler
olsun duruyor. Allah'a şükürler olsun ki Milli
Kütüphane'nin koleksiyonunda duruyor. Çünkü daha
önce de söyledim, 12 Eylül'ün hemen eşiğinde açılmış
bulunan Resim Heykel Müzemiz ne yazık ki o günlerin
'ben yaptım oldu' ortamında, 5 kişinin ülkeyi kanun
koyarak yönettiği ortamda büyük ölçüde talan
edilmiş. Milli Kütüphane koleksiyonunda kalmamış ve
eğer Resim Heykel Müzesi'ne gitmiş olsaydı,
sanıyorum çok daha büyük kayıplarla karşı karşıya
kalabilirdik." dedi.
Sanayi ve Ticaret
Bakanlığının yeni açılacak alışveriş merkezleriyle
ilgili çalışmasına bir öneride bulunduklarını
belirten Günay, bütün alışveriş merkezlerinde
kültür-sanat merkezi bulunmasını istediklerini
vurguladı. Günay, konuşmasının ardından açılışı
yaparak, katılımcılarla birlikte sergiyi gezdi.
Sergi, 18 Nisana kadar
ücretsiz olarak izlenime açık kalacak.
Hürriyet, 03.04.2010
|
SULTANAHMET CAMİİ'NİN AVİZELERİ KUBBEYİ YORUYORMUŞ
İstanbul İl Genel Meclisi Kültür ve Sosyal Hizmetler Komisyonu, Sultanahmet Camii’nin kubbesine 300 adet zincirle tutturulan 1 tonluk avizenin, kubbeyi yorduğu belirtilerek, tarihi dokusu korunmak şartıyla, caminin ihtişamını ortaya çıkaracak çağdaş bir aydınlatma ve ses sistemi yapılması yönünde rapor hazırladı.
İstanbul İl Genel Meclisi Kültür ve Sosyal Hizmetler Komisyonu’nun 8 Mart 2010’da hazırladığı, Başkan Necati Göksu, Başkan Vekili Muharrem Sarıkaya, Sözcü Hüseyin Yüksek ve Üyeler Zeynel Varis ile Abdülaziz Çakabey imzalı raporda, karar gerekçesi şöyle açıklandı:
"Yerinde yapılan incelemeye göre kubbeden aşağıya sarkan avizelerin 1 ton civarında ağırlığı olduğu, 300 civarında da kubbelerden aşağıya sarkan zincirlerle tutturulmuş olduğu görülmüştür. Ses hoparlörlerinin de avize demirlerinin üstüne çok şık olmayan bir şekilde konulmuştur. Caminin ihtişamını ve görüntüsünü gölgelemektedir. Ayrıca bu kadar ağırlık caminin kubbelerini yormaktadır. Cami görevlileri ile yaptığımız görüşmelerde günümüz çağına uygun bir aydınlatma yapılarak avizelerin kaldırılmasını onlarda istemektedir."
Sultanahmet Camii’nin restorasyon ihalesinin kısa süre önce yapıldığına dikkat çekilen Komisyon Raporu’nda, firma ile görüşülerek alternatif çözüm üretilmek suretiyle caminin tarihi dokusu korunarak günümüze uygun ışıklandırma yapılmasının uygun olacağı belirtildi. İstanbul İl Genel Meclisi Kültür ve Sosyal Hizmetler Komisyonu hazırladığı raporu, İstanbul Valiliği’ne gönderilmek üzere İstanbul İl Özel İdaresi Genel Sekreterliği’ne havale etti.
Radikal, Haber: Mustafa Küçük, 03.04.2010
|
KÜLTÜR BAŞKENTİNDE SALON
KIRIMI

Müjdeler olsun, eski
Cercle d'Orient binasının kiracıları, resmi tebliği
aldılar. En geç 30 Mayıs'ta mülkleri boşaltıp teslim
edecekler. Artık hangisi açılır, hangisi açılmaz,
belli değil. Aslında kimileri belli. Örneğin Yeni
Rüya'ya onca yatırım yapmış olan Şahin Dilbaz,
sinemasının binanın restorasyon projesi uyarınca
yıkılacağını biliyor, söylemişler. Festivalden sonra
sinema kapanacak. Gerçi belli bir tazminat
ödenecekmiş, ama o daha çok işin manevi yanı
üzerinde duruyor: "Orası da bir tarih. Eski Sümer
sineması, kaç kuşağın hatırladığı. Güzel bir salon
yapmıştık, ama kısmet bu kadarmış". Evet, eski
Cercle d'Orient bu salondan çok daha eski. Ama yine
de binayla bütünleşmiş ve yepyeni olmuş bir salon,
her şeye karşın korunamaz mıydı? Demek ki o
güvendiğimiz Anıtlar Kurulu da onaylamış. Ama yok
olan tek salon o değil. Beyoğlu'na eski ve tarihi
Saray ve Lüks sinemalarını yıkarak, dev bir AVM inşa
etmekte olan 'Demirören İmparatorluğu', inşaatın
yanı başındaki Sinepop binasını da aldı. O da
festivalden hemen sonra kapılarını kapatacak. Daha
önce aynı nedenle kapanan ünlü Ağa Restoran gibi
tıpkı... Ayrıca Emek'in de ne olacağı tam olarak
belli değil. Birçok kişinin gözünde hâlâ İstanbul'un
en güzel salonu olan Emek alçaltılacak mı,
yükseltilecek mi? Yoksa sahibi olan sermaye grubu
daha akıllıca davranıp, olduğu gibi koruyacak mı?
Bakalım, takipçisi olacak ve göreceğiz. En eski
salonlardan güzelim Alkazar da kapandı,
biliyorsunuz. Ne olacağı belli değil. Ben belki
başarırım diye, salonunu bir sinemacı şirkete (ya da
Devlet veya Şehir tiyatrolarına) kiralamak isteyen
sahibine kulak vererek, bir büyük ithalci şirketin
tanıdığım sahibini aradım, burasını tutmalarını
önerdim. Bakalım ne olur? Ama dahası var. Yine
eskilerden Lale bir süredir kapalı duruyor.
Taksim'deki eski Taksim, sonraki yılların Venüs
sineması, daha yakın yıllarda ise Devlet
Tiyatroları'nın Taksim Sahnesi olan salon da kapalı.
Yanı başındaki, o güzelim fasadıyla tarihi Maksim
gazinosu ile birlikte... Taksim parkını geçince eski
Şan sineması, sonraki yılların ünlü Egemen Bostancı
müzikallerinin mekânı Şan Tiyatrosu da yıllar önce
yandı, öylece duruyor. Bitti sanırsanız
aldanırsınız. Bir zamanların ünlü Yeni Melek
sineması güzelce onarılıp gösteri merkezi olarak
açılmıştı. Galiba tutturamadılar, şimdi kapalı
duruyor. Yine tarihi Elhamra yanmıştı, onarılıp gece
kulübü olarak açıldı. Ama artık bir salon değil...
Görüyorsunuz ki 10'u aşkın salon saydım. Bunlara
kapalı duran AKM salonları da eklenebilir. Bu artık
bir salon sorunu değil, bir kıyım sözkonusu. Beyoğlu
elden gidiyor, eskinin tüm salonları yok oluyor.
Başkan Ahmet Misbah Demircan bu konuda hiç etkili
olamıyor. Ve ben kentin asıl sahibine, sevgili Kadir
Topbaş'a seslenmek istiyorum. Siz ki Beyoğlu
Belediye Başkanlığı'ndan geliyorsunuz. Bu kıyıma dur
deyin lütfen! Bitirirken son bir soru. Acaba
onarımlardan sonra, tarihi İnci Pastanesi yerinde
olacak mı? Yoksa artık profiterolsüz de mi
kalacağız?
Sabah, Yazı: Atilla
Dorsay, 03.04.2010
|
MAYINLAR ARASINDAKİ
KARKAMIŞ ANTİK KENTİ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR
Karkamış Antik Kenti'ni
gün yüzüne çıkaracak mayın temizleme projesi
başladı. Gaziantep'in Karkamış ilçesinde yer alan
arkeolojik kazılara zemin hazırlayabilmek için 670
dönümlük (dekar) arazi mayınlardan arındırılacak.
Uzun süre kamuoyunda
tartışılan mayınlı bölgenin temizlenmesi ihalesine
katılan 15 firmadan en yüksek teklifi veren Nokta
Yatırım İnşaat Limited Şirketi, hemen işe
başlayacağını duyurdu. Fırat Nehri'nin batı
kıyısında, Türkiye-Suriye sınır hattı üzerinde yer
alan Antik Kent, en geç 10 ay (300 gün) sonra
mayınlardan kurtulmuş olacak. Yakındoğu
Arkeolojisi'nin en önemli yerleşimlerinden birisi
olan yerleşim merkezinin tarihi MÖ 3 binli yıllara
kadar uzanıyor.
Dünyanın en önemli antik
kentlerinden birini turizme kazandırmanın
mutluluğunu yaşadıklarını belirten Gaziantep Valisi
Süleyman Kamçı, mayınların güvenli bir şekilde
temizleneceğini söyledi. Kamçı'nın verdiği bilgiye
göre Milli Savunma Bakanlığı, Maliye Bakanlığı,
Genelkurmay Başkanlığı ve valilik tarafından
imzalanan protokol kapsamında bölgede koordineli bir
şekilde gerekli emniyet tedbirleri alınacak.
Yüklenici firma 3 aylık dönemler halinde mayın
temizleme işlemlerinin Birleşmiş Milletler'in
belirlediği standartlara uygun olduğunu, NATO
tarafından akredite edilmiş sertifikasyon
kuruluşunca tespit ettirecek. Çıkarılan mayın ve
mayın artıkları ile patlamamış mühimmat yerleşim
yerlerinden uzakta güvenli bir alanda imha edilecek.
Temizlik işleminin bitmesinin ardından çıkarılan tüm
mayın ve patlayıcıların cins ve miktarları valilikçe
bitiş tarihinden itibaren 10 gün içerisinde yazılı
olarak bölgeden sorumlu komutanlığa ve Milli Savunma
Bakanlığı'na bildirilecek. Sahada bin 830 mayın
bulunduğu tahmin ediliyor.
Mayın temizleme ihalesi
24 Temmuz 2009'da yapıldı. İhaleye,
ulusal-uluslararası ölçekli 15 firma teklif
verirken, işi 1 milyon 111 bin 111 lira ile Nokta
Yatırım İnşaat aldı. İşin toplam süresinin 300 gün
olacağını aktaran Gaziantep İl Özel İdare Genel
Sekreteri Cafer Yılmaz, "Mayın temizliği
faaliyetinden sonra arkeolojik kazı yapılacağından
yüklenici tarafından kazı ekibine sahada bulunan
mayınların tanıtılması ve mayından korunma
yöntemleri hakkında kurs verilecek. Kazının
başlangıcında bir ay süre ile sahada mayın uzmanı
görevlendirilecek." diye konuştu.
Zaman, Haber: Nurullah
Kaya, 03.04.2010
|
ÇAKMA KAYA MEZARI

İzmir'in Selçuk İlçesi
yakınlarındaki Şirince Köyü'nde inşa ettiği
yapılarla dikkat çeken ve bu yapılar nedeniyle
2001'de 10 ay hapis yatan Ermeni asıllı Yazar Sevan
Nişanyan, şimdi de köyün yakınlarındaki
Kayserdağı'na Muğla Dalyan'daki tarihi kaya
mezarlarına benzeyen kaya mezarı yaptırmaya başladı.
Bir dönem boşandığı eşinin üzerine dışkı döktüğü
için ünü tüm Türkiye'ye yayılan Nişanyan, bu kaya
mezarı nedeniyle devletle mahkemelik oldu.
Muğla'nın Dalyan İlçesi'nde bulunan kral
mezarlarının benzerini, 1 yıl önce Kayserdağı'ndaki
dev bir kaya önüne iskele koyarak yaptırmaya
başlayan Nişanyan'a ilk olarak İzmir Valiliği İl
Özel İdaresi müdahale etti. Önce anıt mezarı, imar
mevzuatına aykırı olduğu gerekçesiyle mühürleyen İl
Özel İdaresi, daha sonra olayın kendi görev sahasına
girmediği gerekçesiyle konuyu Orman İşletme
Şefliği'ne havale etti. Selçuk Orman İşletme
Şefliği'nin ihbarı üzerine Savcılık, kayayı oyan
Nişanyan hakkında ormana zarar verme suçundan 6
aydan 2 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açtı.
50 bin liraya mal edeceği kaya mezarını, sadece
güzel bir şeyler yapmak için inşa ettiğini belirten
Sevan Nişanyan, ne imar mevzuatında ne de orman
kanununda kaya mezarı ile ilgili bir madde
bulunmadığını belirterek, "Bu işlemin mevzuatta yeri
yok. Orman Kanunu'na göre ne bir tek ağaca zarar
veriyorum ne de ormanı mülküme geçiriyorum.
Bürokrasiyi ve hakkımda açılan davayı yok sayıyorum"
dedi.
Şirince'de kendisine ait otelin işletmeciliğini
sürdüren Nişanyan, geçen yıl, 15 Nisan'da köye
cephesi bulunan Kayserdağı'ndaki dev bir kayaya, bir
anıt mezar yaptırmaya başladı. Mezarın inşaatı
sürerken köylerdeki yapıların imar kanununa
uygunluğundan sorumlu olan İl Özel İdaresi
görevlileri, tutanak tutarak çalışmayı mühürledi.
Bunun üzerine Nişanyan, 3194 Sayılı İmar Kanunu'nda
kaya mezarıyla ilgili bir madde bulunmadığını
belirterek İl Özel İdaresi hakkında İdare
Mahkemesi'ne dava açtı. Bu süreçte İl Özel İdaresi,
"Olay görev alanımızda değil" dedi ve konuyu
Kayserdağı orman alanında kaldığı için Selçuk Orman
İşletme Şefliği'ne havale etti. Selçuk Orman İşletme
Şefliği ise, Nişanyan'ın ormana zarar verdiği
gerekçesiyle Selçuk Cumhuriyet Savcılığı'na suç
duyurusunda bulundu.
Savcılık bunun üzerine Nişanyan'a ormana zarar verme
suçundan 6 aydan 2 yıla kadar hapis cezası istemiyle
dava açtı. Savcılığın açtığı davanın geçtiğimiz
haftalarda görülen ilk duruşmasında davaya bakan
Selçuk Sulh Ceza Mahkemesi Hakimi, ormana zarar
verilip verilmediği sorusunu sordu.
Buna net bir yanıt alamayan hakim, anıt mezarın
yapıldığı Kayserdağı'nda keşif yapılmasını istedi.
Önümüzdeki bir kaçgün içinde bilirkişiler, anıt
mezarın ormana zarar verip vermeyeceği yönünde
inceleme yapacak. İncelemenin ardından mahkemenin
mezarla ilgili kararını vermesi bekleniyor. İzmir
Orman Bölge Müdürü İbrahim Çiftçi ise, "Böyle bir
şeyle ilk kez karşılaştık. Yasamız içinde böyle bir
detay yok. Biz orman ekosistemine zarar verir diye
düşündüğümüz için dava açtık. Mahkeme gerekli kararı
verecektir" dedi.
'Kendime yapmıyorum'
Anıt mezarı kendisi için yapmadığını, nereye
gömüleceğinin de umurunda olmadığını dile getiren
Nişanyan, tek amacının güzel bir şeyler yapmak
olduğunu söyledi. Kayayı oyarak müdahalede
bulunmanın imar kanununa ve Orman Kanunu'nda yeri
olmadığını belirten Nişanyan, buna rağmen
yargılanmasının mantık dışı olduğunu söyledi.
Nişanyan, "Mevzuatta bunu yasaklayacak bir şey yok.
Ormana gittim, kayayı oydum. Bir işlem yapılırken
'mevzuat izin vermiyorsa demek ki yasaktır' deniyor.
Ben de 'yasak değilse, demek ki serbesttir' diyorum.
Zaten bürokrasiyi ciddiye alırsak hayatımız bu gibi
konularla mücadele etmekle geçer" dedi.
10 yıl hapis cezası var
Sevan Nişanyan, 1995'te yerleştiği Şirince'de eski
köy evlerini restore ederek kendi otelini kurdu.
1999 yılında açtığı otelinin işletmeciliğini
sürdüren Nişanyan, izinsiz restorasyon yaptığı için
2001 yılında 10 ay hapis yattı. Sevan Nişanyan'ın
Avukatı Salih Tosya, Nişanyan'ın köyde işlettiği
otelin odalarının yapımıyla ilgili imara aykırı
inşaat yapmak ve benzer suçlardan 7-8 davasının daha
sürdüğünü söyledi. Bu davalardan Nişanyan hakkında
yaklaşık 10 yıllık hapis cezası bulunduğunu belirten
Tosya, bu ceza kararlarıyla ilgili Yargıtay'a
müracaat ettiklerini ve yanıt beklediklerini
söyledi. Tosya, "Kaya mezarıyla ilgili dava açılması
da zırva bir şey ve hukukla alakası yok" dedi.
Önceki gün son ceza kesildi
Nişanyan'a son olarak önceki gün toplanan İl Özel
İdaresi Encümeni, Şirince'nin Mağara Deresi
mevkisinde izinsiz olarak yaptırdığı tek katlı taş
yapının imar mevzuatına aykırı olduğu gerekçesiyle 5
bin 253 lira para cezası verdi. Encümen üyeleri
Nişanyan'a bir kaç kez daha para cezası
kestiklerini, yasalar gereği bu kararı almak zorunda
olduklarını söyledi.
Yeni Asır, Haber: İlker Çoban, 03.04.2010
|
|
TARİHİ ESERLERİN ENVANTERİ ÇIKARILACAK
Mudurnu’da bulunan tarihi eserler ve Mudurnu kültürü bir kitapta toplanacak.
Bolu Müze Müdürlüğü ve Mudurnu Belediye Başkanlığı tarafından yapılan ortak bir çalışma ile Mudurnu'da bulunan 227 tescilli ev, cami ve türbeler ilgili olarak envanter çalışması başlatıldı. Yapılan çalışmalar kapsamında bu eserlerin tek tek tarihi yapıları ön plana çıkacak şekilde fotoğraflanıyor. Yapılan çalışmaların sonuçlanması ile Mudurnu Tarihi ve Kültürü bir kitapta toplanacak. Kitap içerisinde çekilen resimler ve resimlere ait bilgiler yer alacak. Yetkililer, kitapla ilgili olarak çalışmaların devam ettiğini ve en kısa süre içerisinde tamamlanacağını söyledi.
Bolu Olay, 03.04.2010
|
ÜFTADE TEKKESİ AYAĞA
KALKIYOR

Üftade Tekkesi'nin
restorasyon çalışmaları başladı. Büyükşehir Belediye
Başkanı Recep Altepe, Bursa'yı yaşayan canlı bir
müze haline getirerek marka haline getireceklerini
söyledi.
Molla Fenari
Mahallesi'ndeki Üftade Tekkesi'nin restorasyon
çalışmaları törenle başladı.
Osmanlı'nın kurulduğu bir
şehir olan
Bursa`da medeniyetin doğduğunu belirten Büyükşehir
Belediye Başkanı Recep Altepe, “Bursa, bir tarih
şehri ve ruhaniyeti olan kimlikli bir kenttir.
Manevi değerleriyle gözde şehirlerden biri olan
Bursa, inanç turizmiyle de ilgi çekmektedir” dedi.
Bursa'daki birçok tarihi yapının zamanla
yıprandığını kaydeden Başkan Altepe, kentin gerçek
kimliğini gün yüzüne çıkaracak tarihi mirası koruma
projelerine, ilçe belediyelerinin de işbirliğiyle
devam edeceklerini belirterek, “Bursa`yı yaşayan
canlı bir müze
kent haline getirerek marka olacağız” diye konuştu.
Üftade Tekkesi hakkında
bilgiler veren Başkan Altepe, restorasyon
çalışmalarını 2010 yılı sonunda tamamlamayı
planladıklarını kaydetti. Vakıflar Müdürlüğü
mülkiyetinde olan yapının restorasyonu için önceki
yıllarda cami derneğinin Osmangazi Belediyesi'nin de
desteğiyle girişimde bulunduğunu ancak çeşitli
nedenlerle kısmi olarak başlatılan bu çalışmanın
tamamlanamadığını hatırlatan Altepe, inanç turizmi
açısından Bursa`nın en önde gelen mekanları arasında
bulunan ve Aziz Mahmud Hüdai gibi önemli sufilerin
yetiştiği yapının, restorasyon çalışmaları
kapsamında, “Üftade Hazretleri'nin restorasyona tabi
tutulacak olan özel eşyaları ve tekke malzemelerinin
sergileneceği bir müze bölümünün de oluşturulacağını
söyledi.
Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar da tarihi
mirasa yönelik çalışmalarla ciddi mesafe kat eden
Bursa`nın turizm kimliğiyle de öne çıktığını ifade
ederek, “Bursa, bugüne kadar sanayi ile geldiği
noktada, hizmet ve turizm sektörüyle yeni bir yola
girdi. Bu yolda tarihi yapılarla ilgili yatırımlar
büyük önem taşıyor” dedi.
Bursa Olay, 03.04.2010
|
DNA RAPORU:
BİLİNMEYEN İNSANSI

Sibirya'daki bulunan bir
fosilin DNA analizi, 40 bin yıl önce yaşamış bu
insansı 'torunu'nun ne Neandertal'e ne de modern
insanın atalarına benzediğini gösterdi. Orta
Asya’daki bir mağarada bulunan bir serçe parmağından
elde edilen DNA örneklerinin, şimdiye kadar
bilinmeyen bir insan tipine ait olduğu açıklandı.
Çeşitli uluslardan bilimcilerin Denisova
Mağarası’nda yaptıkları kazıların bulguları, soyu
tükenmiş bu insanların 48.000-30.000 yılları
arasında yaşamış olduklarını ortaya koyuyor. Parmak
fosiliyle birlikte aynı toprak katmanında bir
bilezik ve başka süsü eşyalarına da rastlanmış.
Araştırmacılarca X-Kadın diye adlandırılan bir
dişiye ait serçe parmak fosilinden elde edilen
mitokondriyel DNA örnekleri (yalnızca annelerden
çocuklara aktarılan özel bir DNA türü), sözkonusu
insanın bilinen insan türleri olan Homo sapiens
sapiens (modern insan) ve Homo sapiens neandertalis
(Neandertal insan) farklı olduğunu gösteriyor.
Geçtiğimiz yıllarda da bilimciler, modern insanın
Asya’ya yayılmasından çok sonra, yaklaşık 12.000 yıl
önce Endonezya’ya ait Flores adasında yaşamış cüce
bir insan türüne rastlamışlardı.

Araştırmayı
yürütenlerden Almanya’daki Max Planck Everimsel
Antropoloji Enstitüsü’nden Svante Paabo, “ Bu
mitokondriyel genomu 1 milyon yıl önce kim
çıkardıysa, bu şimdiye kadar radar ekranlarımızda
görünmeyen yeni bir yaratık” diyor.
Neandertaller de Modern insanın Afrika’dan Dünya’ya
yayılmasının ardından, yaklaşık 28.000 yıl önce
ortadan kalkmıştı. Neandertallerin modern insanlarla
cinsel kaynaşmaya girip girmedikleri, antropologlar
arasında tartışma konusu. Bulgular büyük ölçüde bir
bölgeye, örneğin İberya Yarımadası’na modern insanın
gelmesinden kısa süre sonra neandertallerin yok
olduğunu gösteriyor. Buna karşılık Denisova
Mağarası’ndaki bulgular, bu iki insan türüyle
birlikte yeni insan tipinin de bir arada yaşadığının
bir kanıtı.
Buna rağmen keşfi yapan bilimciler, X-Kadın’ı yeni
bir insan “türünün” temsilcisi olarak nitelemek
konusunda ihtiyatlı davranıyorlar.

Araştırmacılara göre,
X-kadın ile modern insanlar ve neandertallerin ortak
atası 1 milyon yıl önce yaşamış. Bu tarih, Denisova
hominininin 2 milyon yıl önce Afrika’dan Asya’ya göç
etmiş olan Homo erectus’tan soy almış olmak için
fazla genç. Buna karşılık, 650.000 yıl önce ortaya
çıkmış olan Homo heidelbergensis soyundan gelmek
için de fazla yaşlı. Modern insan ile
neandertallerin ortak atadan farklılaşma tarihiyse
500.000 yıl öncesine gidiyor.
Habertürk, 02.04.2010
|
"ÇİN'DEKİ 'TÜRK
PİRAMİTLERİ' TARİHİ EZBERİ BOZACAK"

Çin’in orta
kesimindeki Şaanşi eyaletinin başkenti Şian şehrinin
100 kilometre yakınında bulunan Çin piramitleri
hakkında araştırmalarda bulunan ve piramitlerin
içine giren ilk Türk araştırmacı yazar Oktan Keleş,
piramitlerdeki materyallerin Türk tarihi açısından
büyük önem arz ettiğini ve "bütün ezberleri bozacak
kadar dünya tarihi açısından önemli olduğunu"
söyledi.
"Beyaz piramitler" ya da "Türk piramidi" diye de
anılan piramitlere giren ve orada araştırmalarda
bulunan Keleş, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
"Buradaki materyaller konunun uzmanları tarafından
incelendiğinde şunu söyleyebiliriz: Tarihin tekrar
yazılması gerekebilir" dedi ve piramitlerdeki
materyallerin Türk tarihi açısından büyük önem arz
ettiğini belirtti.
Keleş, bölgeye daha önce de araştırma yapmak için
başkalarının gittiğini ancak araştırmacıların
görüntü almasına izin verilmediğini ve şimdi
yayımlanan fotoğrafların, "şu ana kadar
yayımlananlar arasında bir ilk" olduğunu vurguladı.
Yaşlı bir
Çinli rehberliğinde
piramitlerin iç kısımlarına girdiklerini belirten
Keleş, piramitlerin içinde Türklere ait olduğunu
düşündükleri sembol, heykel ve tabletler olduğunu
kaydetti.
Keleş, kendilerinin ortaya koyduğu deliller
karşısında Çinli yetkililerin, "Eski dönemlerde
Uygurlar, Çinliler adına paralı asker olarak görev
yapıyorlardı. Buradaki semboller ve işaretler
onlardan kalma" dediğini aktardı ve "Bu düşünce
tabii kendilerine ait" diye konuştu.

Piramitlere giderken ve piramitlerin içinde
yaşananları aktaran Oktan Keleş, yaşlı bir Çinli
rehber eşliğinde piramitlere yakın bir yerden doğal
bir mağaranın içerisinde girdiklerini ve karanlıkta
40-50 metre kadar yürüdüklerini anlatarak, "Mağarada
3 kanallı bir girişe geldik. Sonra dikey bir yerden
7-8 metre aşağı kaydık. Geniş bir alana geldiğimizde
Çinli rehber bize ’Piramidin içindeyiz’ dedi" diye
konuştu.
Keleş, piramidin tabii bir oluşumun üzerine inşa
edildiğini belirtti ve Çinli rehber eşliğinde bir
mezar odasına ulaşıldığını aktardı.
Mezar odasında yerde boyu 2 metreye yakın bir
mumya olduğunu
belirten Keleş, mumyanın başında bulunan bir kayada
çeşitli işaret ve yazıların yanı sıra "ay yıldız,
kurt başları" gördüklerini söyledi. Keleş, alana
ışık tutulduğunda "şoke olduklarını" ve "3 metre
boylarında, muhtemelen granit taştan yapılma bir baş
heykeli" ile karşılaştıklarını kaydetti.
Keleş, heykelin üst kısmında çift boynuza benzer bir
objenin bulunduğunu, kafasının ortasında da bir
"ay-yıldız" simgesinin göze çarptığını anlattı.
Heykelin yanında da kucağında çocuk olan başka bir
kadın heykelinin ve yerde bir mumyanın bulunduğunu
belirten Keleş, şöyle devam etti: "İhtiyar Çinli,
dizlerinin üzerine çöküp bir şeyler mırıldanıyor.
Gördüğümüz mumya bir erkeğe ait. 30 sene kadar önce
yüzü daha net seçiliyormuş hatta ayaklarında çizmeye
benzer şeyler olduğunu söylüyor, yaşlı Çinli.
İçeride yaklaşık 7-8 dakika kadar kaldık ki, ihtiyar
Çinli acele çıkmamız gerektiğini işaret ediyor. Biz
biraz daha kalıp, etrafı iyice incelemek istiyoruz.
Yaşlı Çinli sertleşiyor, teklifimizi kabul etmiyor.
Aşağı doğru merdivenle inilen bir yer görüyoruz ve
oraya inmek istiyoruz. Yaşlı Çinli, ’oraya inişin
çok zor olduğunu, indikten sonra çıkışın daha da zor
olduğunu, buradan acele çıkmamız gerektiğini’
söylüyor. Çinli’nin bu kadar telaşlı olmasından ve
sinirlenmesinden dolayı aşağı inemedik. Ancak
fenerle şöyle etrafı bir taradığımızda, duvarlarda
yazılar ve şekillerle üst üste dizilmiş ve
birbirlerine yapışmış tabletleri gördük daha
fazlasını seçemedik."

Keleş, yaşlı
Çinlinin verdiği bilgiye göre, mumyanın yüzünün
önceden daha net olduğunu, ancak zaman içerisinde
köylülerin mumyanın bazı parçalarını koparması
nedeniyle bozulmaya başladığını söyledi.
Çift boynuzlu granit taştan üç metrelik baş figürünü
sorduklarında ise şaşırtıcı bir cevap aldıklarını
belirten Oktan Keleş, Çinli’nin "O sizin atanız Oğuz
Kağan’ın temsili suretidir" dediğini nakletti.
Keleş, Çinli’nin piramidin alt kısmında başka bir
mumya olduğunu ve onun hiç bozulmadığını ileri
sürdüğünü, ayrıca var olan binlerce tabletten
bazılarının zaman içerisinde aşınarak birbirine
yapıştığını söylediğini aktardı.
Piramitlerin bulunduğu bölgenin yasak olduğuna dair
söylentilerin sorulması üzerine Keleş, bölgenin
tamamen yasaklanmış bir bölge olmadığını, ancak
içeride araştırma ve çekim yapmak konusunda izin
verilmediğini belirtti.
Keleş, özellikle Alman bilim adamlarının yaptığı
çalışmaların "oldukça önemli" olduğunu, ellerinde
bazı bilgiler olmakla beraber görüntü olarak kanıt
sunamadıklarını vurgulayarak, "Bildiğimiz kadarıyla
bizim yayımladığımız görüntüler bu alanda en
kapsamlı görüntüler olma özelliğine sahiptir" diye
konuştu.
Şian şehrinin 100
kilometre yakınında bulunan Çin piramitlerinin,
diğer adıyla "Türk piramitlerinin" keşfi konusunda
birçok iddia bulunuyor. Bunların arasında en yaygın
olanı ise
İkinci Dünya Savaşı
sırasında Amerikalı pilot James Gaussman’ın
Hindistan’dan Çin’e
uçarken piramitleri gördüğüne dair iddialar olmasına
karşın, bu iddiaları doğrulayacak bir kanıt
bulunmuyor.
Gaussman’ın iddialarının aslında Trans World
Havayolları’nın Uzak Doğu yöneticisi Binbaşı Maurice
Shehan’a ait olduğu düşünülüyor.
Keleş, Gaussman’ın bölgedeki piramitleri görmesinin
ardından Alman araştırmacı yazar Hartwig HausDorf’un
bölgeye gittiğini ve piramitler hakkında birçok
materyal topladığını aktardı.
Keleş, Hausdorf’un bu piramitlerde, ön Türklere ait
"yazılar ve çok değişik mumyalar olduğunu"
söylediğini, ancak bunları delillendiremediği için
bilgilerinin kuşkuyla karşılandığını belirtti.
Piramitlerin sayısının irili ufaklı 100 civarında
olduğu belirtilirken, söz konusu piramitlerin kime
ait olduğu ve içindekiler hakkında kesin bilgi
bulunmuyor.
Milliyet, 03.04.2010
|
ÜSKÜDAR'DAKİ İSKELE
HAMAMI, SPOR MAĞAZASI OLDU

Intersport Türkiye'de
hizmete açtığı 23'üncü mağazasında, spor ile tarihi
buluşturan bir konseptle müşterilerinin karşısına
çıkıyor.
Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırıldıktan sonra,
Ayasofya kayıtlarına göre 1489 yılında hizmete
açılan, 1500'lerin ortalarında Mimar Sinan
tarafından yeniden inşa edilen hamam, en son 1994
yılında yenilendi. 2008 yılında Üçler Market
tarafından işletmesi alınan hamam Intersport'un
Üsküdar'daki yeni mağazasına ev sahipliği yapıyor.
Mağazanın işletmecisi Murat ve Hüseyin Parlak
kardeşler. Tarihi yapının, 650 metrekarelik orta
katında açılan mağaza, aslına sadık kalınarak
onarılan kubbeler altında, dünya markalarının farklı
ürünlerini barındırıyor.
Intersport mağazalarında Adidas, Nike, Puma,
Converse, Asics, O'Neill, Rucanor, Salomon, Arena,
Speedo, Nordica, Elan, Spyder, Wilson, Head,
Rollerblade, Columbia, McKinley, Tecno Pro, Pro
Touch ve Energetics gibi markaların ürünlerini
tüketiciye sunuyor. Intersport'un, dünyada 37 ülkede
5 bin 500'ün üzerinde satış noktası var. Ancak
Üsküdar'da açılan mağaza tarihi dokuya uyumlu olduğu
için diğerlerinden farklı.
İskele Hamamı'nın tarihi
Hamam, Mihrimah Sultan Camii'nin sağ tarafından
biraz ileride, Mihrimah Sultan Mektebi'nin önünde.
Eskiden tam bir çarşı hamamı niteliğindeymiş ve bu
nedenle çok işlekmiş. Önünde sıra ile dükkanlar ve
bunlar arasında meşhur Moskoşu Fırını ile ünlü Çil
Horoz Şekerlemecisi ve cami meşrutasının altında
kesmetaş ve tuğla hatıllı, tonoz damlı, Benzinci
Celal Bey'in dükkanı varmış. Biraz ileride ise
Arasta Çarşısı... İstanbul'un eski Balıkpazarı ne
ise Üsküdar'ın bu semti de o imiş. Ayasofya
vakıfları muhasebe defterinde Üsküdar'da bir hamamın
bulunduğuna işaret edilmiş. Kira başlangıcı da 894
(1489) tarihi. Bu durumda hamam, ilk önce Fatih
Sultan Mehmet tarafından yaptırılmış ve sonra harap
olduğundan Mimar Sinan'ca yenilendiği düşünülebilir.
Hamam tahrir defterinde de Ayasofya Camii vakfı
olarak gösterilmiş.
Zaman, Haber: Kazım
Pıynar, 02.04.2010
|
MISIR ÇARŞISI
YENİLENİYOR

Vakıflar Genel
Müdürlüğü, 350 yıllık tarihi boyunca çeşit çeşit
otların ve yüzlerce tür baharatın buluştuğu Mısır
Çarşısı'nın restorasyonu
için ilk adımı
attı.
Çarşının restorasyonu,
rölöve ve restitüsyon projelerinin koruma kurulunca
onaylanmasının ardından başlayacak. AA muhabirinin
Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden aldığı bilgiye göre
Mısır Çarşısı, 350 yıl önce Yeni Cami Külliyesi'nin
bir parçası olarak Bizans devrinden itibaren yoğun
bir pazar alanı özelliğini taşıyan Eminönü'nde inşa
edildi.
Yeni Cami'nin ileride kendi kendine yetmesini
sağlayacak olan geliri getirmesi için cami vakfiyesi
olarak inşa ettirilen "L" şeklindeki Mısır Çarşısı,
Hatice Turhan Sultan tarafından mimar Hassa Baş
Mimarı Mustafa Ağa'ya yaptırıldı. İlk açıldığı
dönemlerde "Yeni Çarşı" veya "Valide Çarşısı"
adlarıyla anılan çarşı, dükkanlarda satılan malların
genellikle Mısır üzerinden gelmesi üzerine 18.
yüzyılın ortalarından itibaren "Mısır Çarşısı" adını
aldı.
Çarşıda
iki büyük yangın
Mısır Çarşısı, 1691 yılının Ocak ayında bir gece
yarısı çıkan yangında, neredeyse tamamen yandı. Tüm
çarşıyı etkisi altına alan ve iki gün süren
yangında, sadece demir kapılı bir kaç dükkan
kurtarılabildi, esnaf büyük maddi kayba uğradı.
Mısır Çarşısı, tarihindeki en büyük ikinci yangını
1940 yılında yaşadı.
Mısır Çarşısı'nın dükkan düzeni ve kullanım
alanının, 1940-1943 yılları arasında yapılan
restorasyonda özgünlüğünü kaybettiği düşünülüyor.
Arasta düzeninde, doğu-batı doğrultusunda uzanan
kolu daha uzun olan Mısır Çarşısı'nın, uzun ve kısa
kenarın birleştiği noktada çapraz tonoz ile örtülmüş
dua meydanı yapıldı.
Çarşının inşasında, tonozu taşıyan kemerler
duvarlara oturtulmayarak, taşıyıcı ayaklar
kullanıldı. Çarşının güneydoğusunda yer alan
ayakların yanına ezan köşkü inşa edildi. Yapının
özgün halinde çarşıdaki her dükkanın mallarını
sergilediği raflar ile satıcının oturduğu sedirin
yer aldığı eyvan kısmı ve arkasında ahşap kapısı
kapanan, önündeki alanın 2 misli derinliğinde bir
oda bulunuyordu. Eskiden bu odalar ve hücre
girişleri genellikle depo olarak kullanılıyordu
Son restorasyonda eyvanlar, arkalarındaki odalara
bağlandı. Odalar ile eyvanları ayıran duvarlar
yıkıldı ve depo olarak kullanılan bu mekanlar dükkan
haline getirildi. Yeni Cami'nin avlusundan 1941
yılında yol geçirilmesiyle Mısır Çarşısı ile Yeni
Cami birbirinden ayrıldı.
Restorasyon
Vakıflar Genel Müdürlüğü, Mısır Çarşısı'nın
onarımının yapılabilmesi için rölöve, restitüsyon ve
restorasyon projelerini aslına uygun olarak
hazırladı. İstanbul Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulunca onaylanan projeler, Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kuruluna gönderildi.
Restorasyon projelerinin koruma kurulunca
onaylanmasının ardından Mısır Çarşısı'nın onarımına
başlanacak. Mısır Çarşısı'nda yapılacak onarım
projesi kapsamında, değişik malzemelerden yapılan
pencere doğramaları ahşap olarak yapılacak,
dükkanların vitrin düzenleri onaylı projeye göre
yenilenecek, yapının cephesinde cephe temizliği,
cephelerdeki çimento esaslı harçlar alınarak,
horasan harçlı derzleme yapılacak.
Orijinaline yapılan yanlış müdahaleler projeye göre
düzeltilecek, statik problemleri bulunan kısımlarda
gerekli sağlamlaştırma yapılacak, sokak tonozlarında
varlığı eski fotoğraflardan bilinen kalem işleri
yeniden işlenecek. Özgün demir kapılar onarılacak,
sokak zemini taş kaplanacak, üst örtüde kurşun
işleri ve buna bağlı imalatlar yapılacak, çimento
sıvalar raspa edilerek, yerine horasan sıva
kullanılacak.
Radikal, 02.04.2010
|
"ILISU BARAJI'NDAN
DERHAL VAZGEÇİN"
Boğaziçi Üniversitesi’nden 111 öğretim üyesi, tarihi
Hasankeyf’i sular altında bırakacak Ilısu
Barajı’ndan vazgeçilmesi için ortak bir açıklama
yaptı.
Açıklamada özetle şöyle
denildi: “Ilısu Barajı inşaatına uluslararası
finansman yaratmak üzere bundan önce oluşturulan iki
farklı konsorsiyum, 2002 ve 2009 yıllarında dağılmak
durumunda kalmıştır. Bu iki konsorsiyum, Ilısu
Barajı doğa, kültür ve yerleşimle ilgili
uluslararası standartları sağlamadığı
için projeden
geri dönüşsüz olarak çekilmiştir. Daha açık bir
ifadeyle, Ilısu Barajı’nın, bazı çevresel, toplumsal
ve kültürel etkileri itibariyle en başta Dünya
Bankası İhtiyat Politikaları’na ve bu politikaları
temel alan OECD’nin tavsiyelerine aykırı olduğu
görülmüştür. Dicle Vadisi ve Hasankeyf, UNESCO’nun
Dünya Mirası kriterlerinin onda dokuzunu sağladığı
bilinen yer yüzündeki tek alandır. Bizler, hükümeti
Ilısu Barajı inşaatından vazgeçmeye, projeye
finansman sağladığı iddia edilen Akbank, Garanti ve
Halkbank’ı ise desteklerini çekmeye davet ediyoruz.”
Hürriyet, 02.04.2010
******
HASANKEYF İÇİN
E-İSYAN
Doğa Derneği’nin, Ilısu
Barajı çalışmalarının durdurulması ve Hasankeyf’in
UNESCO Dünya Mirası ilan edilmesi için başlattığı
kampanya kapsamında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a
60 bin elektronik posta gönderildi.
Ilısu Barajı için
uluslararası konsorsiyumun projeden desteğini
çektiğini anımsatan Doğa Derneği Yönetim Kurulu
Başkanı Güven Eken “Projeye Sezen Aksu, Tarkan,
Orhan Gencebay, Okan Bayülgen gibi önemli isimler de
destek veriyor” dedi.
Hürriyet, 03.04.2010
|
ELAZIĞ ARKEOLOJİ
MÜZESİ'Nİ YILDA SADECE 1 KİŞİ GEZDİ
Türkiye'de, yerli
ziyaretçiden çok yabancıların rağbet gösterdiği
müzelerin yaşadığı sıkıntı, Elazığ'da ilginç bir
sonuçla daha net ortaya çıktı.
Elazığ Arkeoloji ve
Etnografya Müzesi'ni yılda sadece bir kişi gezdi.
Şaşkınlık uyandıran sonuç, Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın geçtiğimiz yıl Türkiye'nin farklı
bölgelerindeki 110 müze ve örenyerini ücretsiz hale
getirmesinin de işe yaramadığını gösterdi.
Kültür Bakanlığı, 2009
yılında müzelerin ziyaretçi sayılarını yayınladı.
Bakanlık verilerine göre, Elazığ'daki Arkeoloji ve
Etnografya Müzesi'ni ücretli olarak tek bir kişi
gezdi, ücretsiz olarak ise hiç kimse gezmedi.
Elazığ'ın bir diğer müzesi Harput Müzesi ise kapalı
olduğundan yine hiçbir ziyaretçinin müzeyi gezme
imkanı olmadı. Elazığ'ın bu rekorunu, Hatay'daki Atçana Örenyeri takip etti. Buradaki örenyeri ise
sadece 13 kişi tarafından ücretsiz olarak gezildi.
Adıyaman'daki Pirin Örenyeri'ni ise ücretli olarak
yine Elazığ'daki gibi 1 kişi gezdi ancak örenyeri
ücretsiz ziyaretçi konusunda daha şanslı, burayı
ücretsiz gezen kişi sayısı 16 bin 497 olarak
gerçekleşti. Sofraz Anıt Mezarı da ücretli ziyaretçi
sayısında oldukça şanssız bir yıl geçirdi. Ücretli
olarak 3 kişiyi ağırlayan Sofraz'ı, ücretsiz olarak
ise 812 kişi ziyaret etti.
Zaman, Haber: Aslıhan
Aydın, 02.04.2010
|
ŞEHİTLER ABİDESİ'NDE 6
PARMAKLI KOMUTAN RÖLYEFİ

Çanakkale Şehitler
Abidesi’nin ayaklarında bulunan ve Mehmetçiğin
kahramanlığını anlatan rölyefte, askerlerine düşmanı
hedef gösteren bir komutanın elinin 5 yerine 6
parmaklı oluşu yıllar sonra farkedildi.
“Çanakkale Geçilmez”
destanını yazan ve gösterdiği kahramanlıkla, Türk’ün
adını dünyaya duyuran Mehmetçik’i ölümsüzleştiren
Şehitler Abidesi’ndeki bir hata şaşkına çevirdi.
Morto Koyu’nun gerisinde yükselen Hisarlık Tepe’de
yapımına 1954 yılında başlanan 41.7 metre
yüksekliğindeki Şehitler Abidesi 1960 yılında bazı
eksikleriyle birlikte ziyarete açıldı. Geceleri de
görülebilmesi için 1998 yılında ışıklandırılan
abidenin ayaklarında bulunan 8 rölyef, Kültür ve
Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Galerisi
Müdürlüğü’nün açtığı yarışma sonucunda, ünlü
heykeltıraş Prof.Dr. Ferit Özşen’e yaptırıldı ve 27
Kasım 1999 tarihinde törenle açıldı.
Her yıl 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi ve 24 Nisan
Çanakkale Kara Savaşları törenlerine ev sahipliği
yapan Şehitler Abidesi’nin ayaklarındaki rölyeflerde
yapılan bir hata ise 11 yıl sonra ortaya çıktı.
Abidenin ayaklarındaki 8 rölyeften biri olan ve hem
Seyit Onbaşı’nın kahramanlığını anlatan, hem de bir
komutanın savaşı sevk ve idaresini gösteren
rölyefte; komutanın, askerlerine düşmanı hedef
gösteren elinin 5 yerine 6 parmaklı olarak yapıldığı
yıllar sonra bir ziyaretçinin gözüne takıldı.
Komutanın, gözükmeyen başparmağı, düşmanı gösteren
işaret parmağı ve geriye kalan 4 parmağıyla toplam 6
parmaklı olduğu saptandı.
Bu iddiayı ilk kez duyduğunu anlatan rölyeflerin
mimarı ünlü heykeltıraş Prof.Dr. Ferit Özşen, 1998
yılında açılan yarışmada kendisine ait proje
seçildikten sonra 1999 yılı şubat ayında yontma
çalışmasına başladıklarını ve kasım ayında
rölyefleri tamamladıklarını söyledi. Şehitler
Abidesi’nin kara tarafına bakan ayaklarına kara
savaşlarından sahneler, deniz tarafına bakan
ayaklarına ise deniz savaşından sahneler
yaptıklarını anlatan Prof.Dr. Özşen, en kısa sürede
Çanakkale’ye gelerek komutanın elindeki bir parmağı
yontarak yok edip hatayı düzelteceğini belirtti.
Hürriyet, Haber: Burak
Gezen, 02.04.2010
|
KANALİZASYONDAN 800 YILLIK TARİHİ ESER ÇIKTI
Erzincan merkeze bağlı Kavakyolu Belediyesi tarafından yapılan kanalizasyon çalışması sırasında, bir küpün içerisinde, Osmanlı erken dönemi veya Selçuklular dönemine ait olduğu sanılan seramikten 28 parça testi, tabak ve kaseler bulundu.
Bulunan tarihi eserlerin müze müdürlüğü ve arkeolojik eserler envanterine kaydedilebilmesi için İl Kültür Müdürlüğü'nce gerekli çalışmaların yapıldığını belirten Erzincan Valisi Abdulkadir Demir, "Renkli ve çoğunlukla zarar görmemiş olan kase, tabak ve testiler, Osmanlı erken dönemi veya Selçuklu dönemlerinde kullanılan motifler içeriyor. Bu ürünler, pişmiş topraktan oluşturulmuş, sağlamlık ve zarafetinden hiçbir şey kaybetmemiş." dedi. Maddi değerinden çok, tarihi miras olmasıyla ilgilendiklerini ifade eden Demir, eserlerin, kentte kurulma işlemleri devam eden müzede sergilenmesi için Erzincan'da muhafaza altında tutulacağını ifade etti.
Zaman, 02.04.2010
|
 |
PERU, ANTİK KENT MACHU
PICCHU'YU TEKRAR ZİYARETE AÇIYOR

Peru'nun en önemli ve en
çok turist çeken antik kenti Machu Picchu'nun, iki
ay kapalı kaldıktan sonra yeniden açılması
bekleniyor.
Ocak ayı sonundaki
şiddetli yağmurlar ve toprak kaymaları, Inka
medeniyetine ait 15. yüzyıl kalıntılarına demiryolu
ile ulaşımı engellemişti.
Machu Picchu Latin
Amerika'da turistlerin en çok ziyaret ettiği
yerlerden biri. Antik kentin kapalı
kalması, Peru'nun turizm gelirinden gün başına bir
milyon dolar kaybetmesi anlamına geliyordu.
Kalıntılara ulaşımı
sağlayan demiryolunun hasar görmesi üzerine, ülkede
eşine az rastlanır bir tamirat çalışması
başlatılmıştı.
Antik kentin kapalı
kalması, Peru'ya, Machu Picchu'nun turizm endüstrisi
için önemini tekrar hatırlattı. Latin America For Less
adlı turizm acentası direktörü Bernard Schleien,
Peru'ya yönelik satışların yüzde elli oranında
düştüğünü söyledi.
Machu Picchu'nun kapalı
kaldığı iki aylık süre içinde Peru'ya giden
turistlerin sayısında 60 bin civarında bir azalma
olduğu tahmin ediliyor.
Machu Picchu antik
kentinin bulunduğu Cuzco bölgesinin ticaret odası,
bölgedeki yerli nüfusun yarısından fazlasının
doğrudan ya da dolaylı olarak turizm endüstrisi için
çalıştığını belirtiyor.
Antik kentin yeniden
açılmasının, Peru'yu yalnızca turizm açısından
değil, ülkenin imajı açısından da etkiliyordu.
BBC Türkiye, Haber: Dan
Collyns, 01.04.2010
|
 |
TEMEL KAZISINDA 6 TARİHİ MEZAR
Amasya'da bir inşaatın temel kazısı sırasında "Geç Roma dönemine" ait olduğu belirlenen 6 mezar ortaya çıkartıldı.
Edinilen bilgiye göre, Kirazlıdere Mahallesi’nde Tahir Köse’ye ait yaklaşık 1 dönümlük arsa üzerinde başlatılan temel kazısı sırasında tarihi mezarlara rastlandı. Olay yerine gelen Amasya Müze Müdürlüğü ekipleri, mezarların bulunduğu yerden çıkartılması için çalışma başlattı.
Yapılan çalışma ve incelemeler sonucu, bulunan 6 mezarın "Geç Roma dönemine" ait olduğu ve içerisinde yetişkin kişilere ait 7 iskelete rastlandı.
Amasya Müze Müdürü Celal Özdemir, kurtarma kazısı sırasında üzeri tonozlu taş kapaklı 6 adet mezarda iskeletlerin dışında bir bulgu elde edilemediğini bildirdi.
Mezarların daha önce açılmış olabileceğini, araştırmaların sürdüğünü ifade eden Özdemir, "Amasya’da Roma dönemine ait çok sayıda mezar olduğu biliniyor. Roma dönemine ait sıradan ve çok sık rastlanan mezarlar var" dedi.
Özdemir, inşaat çalışmalarının durdurulduğunu, buradaki çalışmalarla ilgili kararı Samsun Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu’nun vereceğini kaydetti.
Radikal, 01.04.2010
|
TARİHİ KASTAMONU KALESİ TURİZME KAZANDIRILACAK
Kastamonu Kültür ve Turizm Müdürlüğü ve Kastamonu Valiliğinin girişimleri sonucu kalede inceleme yapmak üzere Kastamonu'ya gelen Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü'nden (MTA) 4 kişilik teknik ekip, sabah saatlerinde kalenin içindeki mağaraya girdi.
Jeomorfolog Cangül Acar başkanlığında jeoloji mühendisleri Koray Türk ve Fatih Şavaş ile topoğraf İsmail Kahraman'dan oluşan ekip, lazerli metre ile ölçümlerini yaparak mağara içinde bir süre ilerledi ve kalenin kuzeydoğusundaki çıkış noktasına ulaştı.
Mağaranın 3 metre genişliği, yaklaşık 4 metre de tavan yüksekliği olduğunu söyleyen ve mağara içinde bazen 10 santimetre bazen 30 santimetre yüksekliğinde basamaklar olduğunu ifade eden Türk, ''55 derece eğim var. 90 metre gittik. En sonunda odacık gibi bir yer var, girişi yukarıdan dökülen malzeme ile tıkanmış. Dar bir yer var oradan geçilebilir ama kazılması gerekir. Hava sıkıntısı yok. Merdivenlerin dışında herhangi bir kabartıya rastlamadık. Kanal gibi alt geçit gibi açılmış'' dedi.
Ekipler, yaptıkları çalışmayla kalenin içindeki mağaranın ''Kastamonu şehir merkezine, Ağlı Kalesi gibi mekanlara bağlandığı, içinde hazineler olduğu, mağaranın içinden dere geçtiği'' gibi efsaneleri de çürütmüş oldu.
Kastamonu Kalesi'ndeki çalışmalara katılan Kültür ve Turizm İl Müdürü Ziver Kaplan da arkeologların kalede inceleme yapacağını belirterek, bundan sonraki sürecin daha da hızlanacağını söyledi.
Kastamonu Kalesi ve mağaranın turizme kazandırılacağını ifade eden Kaplan, mağara içindeki dehlizin sığınma, erzak taşıma ve güvenlik amacıyla kullanılmış olabileceğini söyledi.
Ntvmsnbc, 01.04.2010
|
KOÇ, MÜZE İÇİN YER
ARIYOR

Koç Vakfı, Türkiye'nin
ilk özel müzesi olan Sadberk Hanım Müzesi için şehir
merkezinde daha geniş bir bina veya müze inşa
edebileceği arsa arayışına girdi.
Sadberk Hanım Müzesi,
yeni yerin bulunması ile birlikte yaklaşık 30 yıldan
buyana mülkiyeti Koç Vakfı'na ait olan Sarıyer'deki
tarihi Azaryan Yalısı'ndan taşınacak.
Türkiye'nin zengin ve
köklü aileleri açtıkları müzelerle modern sanat
konusunda adeta yarışıyor. Bu konuda ilk geleneği
başlatan isim Koç Ailesi oldu. 1980 yılında
Sarıyer'de Sadberk Hanım Müzesi'ni kuran Koç Ailesi
ardından, Haliç kıyısında Rahmi Koç Sanayi Müzesi'ni
hayata geçirdi.
Koç Ailesi'ni daha sonra
sırasıyla Eczacıbaşı Ailesi(İstanbul Modern), İnan
Kıraç(Pera Müzesi) ve Sabancı Ailesi(Sabancı Müzesi)
takip etti.
Yine bunların dışında
yine elinde geniş bir resim koleksiyonu bulanan
Demsa Grup'un patronu Demet Sabancı Çetindoğan ile
eşi Cengiz Çetindoğan'ın da müze kurma projesi
olduğu biliniyor.
Türkiye'nin ilk özel
müzesi olan Sadberk Hanım Müzesi ile sanata verdiği
değeri kanıtlayan Koç Vakfı, Sadberk Hanım Müzesi
için şehir merkezinde daha geniş bir bina veya müze
inşa edebileceği arsa arayışına girdi. Yeni binan
bulunması ile birlikte Sadberk Hanım Müzesi,
mülkiyeti Koç Vakfı'na ait olan Sarıyer'deki tarihi
Azaryan Yalısı'ndan taşınacak.
Koç Vakfı Genel Müdürü
Erdal Yıldırım, yeni yer araşışını doğrulayarak, bu
konuda şu bilgileri veriyor: "Müzeyi şehir merkezine
yakın bir yere taşıma isteğimiz var. Ama buradan
taşınma kararı almak da çok kolay değil. Bunun için
bir yer arayışına geçtik. Şehir merkezinde bir bina
alıp müze yapma düşüncemiz vardı. Bu düşüncemiz yine
de geçerliğini koruyor. Ama bu ölçekte bir bina
bulmak zor. Bu yüzden yeni bir bina da inşa
edebiliriz. Bunun için İstanbul'un tarihi yarımadası
civarında arsa arayışındayız. Bu tabii uzun soluklu
bir arayış; iki yılda sürebilir, üç yılda"
Öte yandan Sadberk Hanım Müzesi'nin Haliç
kıyısındaki Rahmi Koç Müzesi'nin yanına taşınmasının
gündemde olduğu ifade ediliyor. Erdal Yıldırım,
Sadberk Hanım Müzesi için Haliç bölgesinde yer
arayışı içerisinde olduklarını vurguladı.
Sarıyer, Büyükdere Caddesi üzerinde yer alan ve
merhum Vehbi Koç'un eşi yine merhume Sadberk
Hanım'ın adını taşıyan müze, iki aynı yapıdan
oluşuyor. Müzenin ana binası, 19'uncu yüzyılın
başında yanmış olan eski bir konak arsası üzerine
tüccar Bedros Azaryan tarafından yaptırıldı. Kagir
zemin üzerine ahşap/bağdadi tarzda inşa edilen bu
bina "Azaryan Yalısı" olarak biliniyor.
1950 yılında Koç Ailesi
tarafından satın alınan yalı, müzeye
dönüştürülmesine karar verilen 1978 yılına kadar da,
yazlık olarak kullanıldı. 1978-1980 yılları
arasında, Sedat Hakkı Eldem'in hazırladığı bir
restorasyon projesinin uygulanmasıyla bina müzeye
dönüştürülerek, 14 Ekim 1980 tarihinde ziyarete
açıldı.
Vehbi Koç Vakfı, 1983 yılında Sadberk Hanım Müzesi
koleksiyonlarına kattığı Kocabaş eserlerinin
sergilenebilmesi için, mevcut binanın hemen yanında
bulunan ve 20'inci yüzyıl başlarında inşa edildiği
sanılan, yarı yıkık durumdaki başka bir yalıyı daha
satın aldı. Bu yalının ön cephesi aslına uygun
olarak, yeniden inşa edildi. Restorasyon projesi
İbrahim Yalçın tarafından hazırlanan ikinci binanın
inşaatı iki yıl sürdü. 24 Ekim 1988 tarihinde "Sevgi
Gönül Binası" adıyla açılan bu ikinci binada, İslam
öncesi arkeolojik eserler sergileniyor.
Bahçesiyle birlikte 4
bin 280 metrekare olan Azaryan Yalısı, 400
metrekarelik bir alana oturmakta. Yalı, 33 oda, 4
sofadan oluşuyor. Azaryan Yalısı, arkasındaki yazlık
Rus Sefareti'nin sınırlarına kadar uzanan çok geniş
bir bahçe içerisinde yer alıyor.
Hürriyet, Haber: Okhan
Şentürk, 01.04.2010
|
BATIDAKİ İSLAM ESERLERİ VATANINA DÖNÜYOR
Christie's Müzayede Evi'nin İslam Eserleri ve Halı
Departmanı Direktörü William Robinson, İslam
eserleri pazarının İslam dünyasındaki alıcılar
tarafından yönlendirildiğine dikkati çekerek, "19.
yüzyılda Avrupalılar buraya gelir, eserler alırdı.
Şimdi Türk, Arap ve İranlılar Londra'ya gelip,
eserler alıp ülkelerine götürüyorlar." dedi.
Christie's, Londra'da 13 Nisan'da 'İslam ve Hint
Sanatı', 16 Nisan'da 'Hint ve İslam Eserleri ve
Tekstiller' müzayedelerini gerçekleştirecek. Satışa
sunulacak İslam ve Hint coğrafyasından eserler
arasında resimler, el yazmaları ve İznik çinileri
yer alıyor. Müzayedede en dikkat çekici eser ise
200-300 bin sterlin tahmini bedelle satışa sunulacak
boyalı ve yaldızlı oyma 'Şam Odası'.
Zaman, 01.04.2010
|
 |
SÜTUNLAR KORUMA ALTINA ALINDI
Muğla'nın Bodrum İlçesi'ndeki, altyapı çalışmaları sırasında bulunan Hellenistik Dönem'e ait 16 mermer sütunun Antik Tiyatro'nun sahnesine ait olduğu belirlenerek, korumaya alındı.
Devlet Su İşleri (DSİ) tarafından yürütülen Bodrum Yarımadası İçme Suyu Projesi çalışmaları kapsamında Kıbrıs Şehitleri Caddesi'ndeki Amfitiyatro önündeki 300 metrekarelik alanda 15 sondaj kuyusu kazıldı. Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi denetiminde, arkeolog Hande Savaş gözetiminde geçen Cuma günü yapılan çalışmalarda Hellenistik Dönem'e ait geniş tabanlı 16 mermer sütun bulundu. 35 yıl önce Bodrum-Turgutreis Karayolu'nun yapımı sırasında bir kenara atıldığı ortaya çıkan sütunların Antik Tiyatro'nun sahnesine ait olduğu belirlendi. Toprak altından çıkartılan sütunlar Antik Tiyatro'ya taşınıp, koruma altına alındı.
Çalışmalara eşlik eden arkeolog Hande Savaş, sondaj çalışmalarının tamamlanmasının ve bölgede tarihi eser olmadığından emin olunmasının ardından su kanalı açmaya kalınan yerden devam edileceğini söyledi.
Tarihi sütunların toprak altından çıkartılmasını turistler ve çevredekiler ilgiyle izledi. Bu sırada çöplerden plastik atık toplayan 45 yaşındaki Mehmet Selim, dikkatsizlik sonucu sondaj kuyularından birine düştü. Selim şans eseri yara almadan kurtuldu.
haberler.com, 01.04.2010
|
SERTARİKZADE TEKKESİ, KÜLTÜR MERKEZİ OLUYOR
İstanbul'un Eyüp İlçesi'ndeki en eski tarihi
yapılardan biri olan ve aslına uygun olarak restore
edilen Sertarikzade Tekkesi, önümüzdeki ay
içerisinde kültür merkezi olarak açılacak.
Nişanca Mahallesi'nde yer alan ve Vakıflar Genel
Müdürlüğü tarafından bakım, onarım ve restorasyonu
yapılarak sosyal-kültürel faaliyetlerde kullanılması
için Eyüp Belediyesi'ne tahsis edilen tesiste
kültür, sanat aktiviteleri ile çeşitli kurslar
düzenlenecek.
Zaman, 01.04.2010
|
LEONARDO DA VİNCİ,
ASKERİ BİR DEHA MIYDI?
Floransalı ünlü ressam,
bilimadamı Leonardo da Vinci, "İsa'nın Son Akşam
Yemeği"ni resmetti, efsanevi "Sforza Atı"nı
tasarladı, insan anatomisine ilişkin ilk önemli
çalışmaları yaptı.
Peki da Vinci acaba aynı
zamanda keşifleri, 16'ıncı yüzyılın Avrupası'nda
yaşanan savaşlarda korkunç ölümlere yol açan; kötü
niyetli, askeri bir deha mıydı?
"Kayıp Savaşlar:
Leonardo, Michelangelo ve Rönesansı tanımlayan
Artistik Düello" adlı kitabım için araştırma
yaparken karşı karşıya kaldığım bir soru bu.
Kitap, 1504'ten 1506'ya
kadar bu iki sanat devinin Floransa'nın göbeğindeki
Büyük Konsey Salonu'ndaki muazzam savaş sahnelerini
resmetme mücadelelerini konu alıyor.
Michelangelo, aralarında
soğukluk başgösterdiğinde daha sadece 29 yaşındaydı
ve hiç bir savaş görmemişti; fiziki anlamda narin ve
askeri yaradılıştan uzak olduğu anlaşılıyor.
Diğer yanda Leonardo da
Vinci ise sertliğe, şiddet yanlısı erkeklere
hayrandı- Rönesans'ta İtalyan siyasetine hakim
askerler ve savaşçı prensler çok ilgisini çekiyordu.

Da Vinci dev bir yay tasarlamıştı
"Anghiari Savaşı"
tablosu için sipariş aldığında ellili yaşlarındaydı
ve Milan Dükü Sforza'nın emrinde yirmi yıl
geçirmişti.
Sforza'nın hizmetine
girmek için yazdığı iş başvurusunda örneğin
Leonardo, kendisini "sanatı ek iş olarak yapan
askeri kaşif" olarak tasvir eder; aralarında zırhlı
bir aracın, kaleleri çökertme tekniklerinin ve diğer
savunma ve taarruz yöntemlerinin yer aldığı sırlarını
paylaşma önerisinde bulunur.
Peki Leonardo'nun tüm o
tank tasarımları, dev yay, kundak gemisi çizimleri
hatta buharla çalışan top projelerinin gerçekle bir
ilgisi var mıydı acaba?
Çünkü bazı yorumcular
tarafından, çizdiği savaş makinelerinin sürreal bir
eğlence şekli olduğu görüşü de dile getirilmiştir.
Bunun sebebi belki de
Leonardo da Vinci'nin modern bilimin kahramanı
haline gelmesiydi.
Leonardo da Vinci'nin
merakı gerçekten bir kahramanlık gösterisiydi ama
belki de o bilimsel bilginin karanlık yanlarını,
insanlığın doğaya hakim olma arzusunu önceden
sezmişti.
Ya da belki o zamanlar,
araştırmaları için fon bulmasının en kolay yoluydu
bu.
Leonardo'nun keşifleri
ile savaş gerçeği arasındaki ilişkiyi araştırırken
kendisini örnek alan ve 16'ıncı yüzyıl Avrupasında
etkin olan bir İtalyan askeri mühendislik
geleneğinin peşine düştüm.

1588'de İtalyanların
yaptığı bu çalışmalar, Leonardo'nun yakın çalışma
arkadaşı Francesco di Giorgio'dan hatırı sayılır
ölçüde "askeri bilimin öncüsü" diye bahsediyordu.
Kitaplarda tasvir edilen
havaifişekler ya da yangın çıkaran silahlar,
Leonardo'nun bazı çalışmalarını çok andırıyordu.
8'inci Henry'nin savaş
gemisi Mary Rose'da İtalyan yapımı siperli
tabancalar bulunuyordu, bunlarda Leonardo'nun
çizimlerini andırıyordu ama bütün bunlar hiç de
şaşırtıcı değil.
Bununla Leonardo'nun,
Rönesans dönemindeki korkunç keşiflerinin geriye
dönük izinin sürülebileceği bir tür münzevi guru
olduğunu kastetmiyorum, o daha çok, bazı fikirleri,
rahatsız edici bir değişim çağındaki savaş ortamının
parçası olmuş bir mühendisti.
1494'de Fransızlar
İtalya'yı işgal ettiklerinde beraberlerinde top da
getirdiler ve zaferleri, kazanan tarafı, barutun
belirlediğini kanıtladı: Bu durum Leonardo'yu
doğrudan etkiledi, çünkü Milano'da dev at heykelini
yapması için kendisine ayrılan bronz, top dökümünde
kullanıldı.
Bütün bunların ötesine
bakarsak aslında Leonardo ve çağdaşları ağır
silahlara dayanan bu yeni çağı anlamaya
çalışıyorlardı.
Bu merak beraberinde
sayısız, ürkütücü savaş araçlar keşfetmelerini,
tasarımlar yapmalarını getirdi demek yanlış olmaz.
BBC Türkiye, Yazı:
Jonathan Jones - Guardian gazetesi, sanat
eleştirmeni, 01.04.2010
|
ERKEKLER BİRAYI KADINLARA BORÇLU
Erkeklerin temel
içkisi biranın aslında bir kadın icadı olduğu ve
binlerce yıl boyunca birayı sadece kadınların içtiği
belirtildi.
Tarihçi ve yazar Jane Peyton, biranın tarihi üzerine
yaptığı geniş araştırmada, birayı kadınların
bulduğunu ve binlerce yıl boyunca bira içme ve bira
imalathanelerini işletme yetkisinin sadece
kadınların elinde bulunduğunu saptadı.
Daily Telegraph'taki habere göre Peyton, bundan
sadece 200 yıl öncesine kadar biranın bir "gıda
maddesi" olarak düşünüldüğünü ve kadınların alanına
girdiğini, ancak ondan sonra erkeklerin bira içmeye
başladığını ve biranın bir "erkek içkisi" haline
geldiğini söyledi.
Peyton'ın yeni kitabı için yaptığı araştırmaya göre,
7000 yıl kadar önce Mezopotamya'da ve Sümerlerde
kadınların maharetlerine öylesine önem veriliyordu
ki, bira yapma izni sadece onlara aitti.
Hemen hemen tüm antik toplumlarda da, bira
tanrıçaların bir armağanı olarak görülüyordu.
İskandinav toplumunda kadınlar seçkin bira
üreticisiydiler ve bununla ilgili tüm araç-gereç
yasayla kadınların mülkiyetine verilmişti.
İngiltere'de de, bira geleneksel olarak evde
yapılıyordu ve biracı kadınlar bira satışından iyi
para kazanıyorlardı.
Bira, kısa zamanda beslenmenin önemli bir parçası
haline geldi. Kraliçe 1. Elizabeth, bölgedeki çoğu
çağdaşı gibi, birayı kahvaltıda da tüketiyordu.
Ancak, 18. yüzyılın sonları ve sanayi devrimiyle
birlikte, yeni bira imalatı yöntemlerinin
bulunmasıyla kadının bira yapımındaki katkısı
giderek azalmaya başladı ve daha sonra tamamen
unutuldu.
Habertürk, 31.03.2010
|
BU TABUTTA NE VAR?

İtalya’daki tarihi Gabii kenti kalıntılarında
bulunan kurşun bir tabutun esrarını Amerikalı
mühendislerce uygulanacak gelişkin yöntemlerin
çözeceği umuluyor.
Arkeoloji camiasının ilgisinin tabut üzerinde
odaklanmasının nedeni,
Roma İmparatorluğu’nun anayurdu İtalya’da
ölülerin genelde tabutlarla gömülmemesi, istisna
olarak da tahta tabutların kullanılması. Gerçi MS 2.
ve 4. yüzyılların arsındaki bu döneme ait birkaç
kurşun tabut da bulunmuş, ama Gabii’deki kurşun
tabutun özelliği, diğerlerinden çok daha büyük ve
ağır olması. Gabii, Roma’nın 18 km doğusunda
günümüzde Lazio kentinin bulunduğu yerde kurulmuş.
Roma’nın kuruluşundan önce bölgenin büyük bir
kentiyken, daha sonra Roma İmparatorluğu’nun
gölgesinde kalmış.
500 kg ağırlığındaki tabut, 2,5 cm kalınlığında
yekpare kurşun bir levhanın kendi üzerine
katlanmasıyla oluşturulmuş. Kazıları yürüten
Michigan Üniversitesi Klasik Araştırmalar Kürsüsü
profesörü Nicola Terrenato, “Bu çağlarda 500 kiloluk
metal, muazzam bir servet demek; bu serveti bir
cenaze için harcamak alışılmış bir şey değil” diyor.
Terrenato, tabutun içindeki ölünün bir askere, bir
gladyatöre ya da bir din adamına ait olabileceği
görüşünde; ama başka olasılıkları da göz ardı
etmiyor.
Kurşun tabutlar içindeki insan kalıntıları iyi
korunmakla birlikte bunlara erişim zor. Kurşun
çeperleri kırmak için gereken güç, tabutun içindeki
kalıntılarda hasara neden oluyor. Dolayısıyla tabut
Roma’daki Amarikan Akademisi’ne nakledilerek burada
termografi ve
endoskopi yöntemleriyle içerdiği kalıntıların
incelenmesine çalışılacak.
Termografi yönteminde tabut birkaç derece ısıtılarak
içeriğinin verdiği termal tepkiler incelenecek.
Tabut içindeki kemikler ve cesetle birlikte tabuta
konmuş olabilecek değerli eşyanın sıcaklığa farklı
tepkiler vermesi bekleniyor. Endoskopi yöntemindeyse
tabuta küçük bir delik açılarak içine bir kablo
ucunda bir minikamera sokulacak. Ancak yöntemin
başarısı, tabutun katlanmış uçlarından içeriye fazla
toprak dolmamış olmasına bağlı.
Ntvmsnbc, 31.03.2010
|
TARİHİ ŞAPELDE TALAN
Muğla'nın
Yatağan İlçesi'ne bağlı Karaltı
Köyü'nde bulunan
200 yıllık tarihi şapel, define avcılarınca harap
edildi. Bakımsızlık ve ilgisizlik nedeniyle yıkılmak
üzere olan şapelin etrafının
tarihi eser kaçakçılarınca kazılarak köstebek
yuvasına çevrilmesi görenlerin tepkisini çekiyor.
Köklük Mahallesi'nde bulunan ve halen tescillenip
koruma altına alınmadığı ifade edilen 200 yıllık
şapelin hali, görenleri hayrete düşürüyor.
Bakımsızlık ve ilgisizlik nedeniyle yıkılmak üzere
olan şapelin etrafının da tarihi eser kaçakçıları
tarafından kazıldığı, köstebek yuvasına çevrildiği
ve duvarlarından yazıtların söküldüğü görüldü.
Rumlar tarafından 19'uncu yüzyılın başlarında
Değirmendere Mevkii'ne yapılan şapelin, define
avcılarının istilasına uğradığını ve
bir an
önce tedbir alınması gerektiğini vurgulayan Köklük
Mahallesi Muhtarı Birol Turan, “Tarihi şapeli Rumlar
ibadet amacıyla yaptırmış. Rumlar mübadele döneminde
göç edip gitmişler. Ancak bizlere kültür mirası
olarak bıraktıkları kilise ve şapel de o gün bugün
bakımsız ve sahipsiz bırakılmış. Define avcıları
burayı talan etmiş. Bizim çocukluğumuzda duvarlarda
resimler ve işlemeler vardı. Artık hiçbiri yok.
Tarihi eser kaçakçıları, Rumlar'ın değerli
eşyalarını şapele sakladıklarına inanarak her yeri
kazmış, köstebek yuvasına çevirmiş. Her yer çukur
dolu. Şapelin hali içler acısı. Buranın bir an önce
tescillenerek koruma altına alınmasını ve kültür
turizmine kazandırılmasını istiyoruz” dedi.
Milliyet, Haber: Cavit Yıldırım, 31.03.2010
|
TARİHİ ESERLERİ SATMAK İSTERKEN YAKALANDILAR
Denizli'de Jandarma ekipleri, tarihi eser satmaya
çalıştıklarını tespit ettiği 2 kişiyi yakaladı.
jandarma ekipleri, Çal İlçesi'nde V.A., U.D. ve
H.T.'de, Roma ve Osmanlı dönemine ait tarihi eserler
bulunduğunu ve bunları satmak istedikleri
istihbaratını aldı. Bunun üzerine düzenlenen
operasyonda tarihi eserleri satmaya çalışan U.D. ve
H.T. yakalandı.
Zanlıların evlerinde yapılan aramalarda, 3 Roma
dönemine ait mermer taş eser, 5 toprak vazo, 21 süs
eşyası, 60 adet tarihi nitelikte obje, 11 Osmanlı
dönemine ait bronz sikke, 1 dedektör, 2 büyüteç, 1
sikke kataloğu kitabı, 26 sayfalık define
işaretlerini gösteren doküman, 2 kurusıkıdan çevirme
tabanca ve 11 tabanca fişeği ele geçirildi.
Zanlılar, ifadelerinin ardından mahkemeye çıkarıldı.
Bu arada, yakalanan V.A.'nın arandığı bildirildi.
Haber Ekspres, 31.03.2010
|
BURSA 'UNESCO DÜNYA MİRASI LİSTESİ' İÇİN YARIŞACAK
Bursa'nın Hanlar Bölgesi ile 700 yıllık geçmişe
sahip Cumalıkızık, Osmanlı kentsel ve kırsal
yerleşimlerinin UNESCO
Dünya
Mirası Listesi'ne alınması için adaylık başvuru
süreci başlattı.
Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe,
kent ziynetlerinin dünyaya tanıtılması
için,
‘UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girmenin büyük önem
taşıdığını söyledi.
Başkan Recep Altepe, ‘UNESCO Dünya Mirası
Listesi'ne adaylık başvuru sürecinin başlaması
nedeniyle BUSKİ Konferans Salonu'nda toplantı yaptı.
Başkan Altepe, Bursa'nın Hanlar bölgesi ile
Cumalıkızık Osmanlı Kentsel ve Kırsal
yerleşmeleriyle bu listeye girmeyi hak ettiğini
söyledi. Osmanlı'nın ilk eserlerini verdiği ve
dünyaya medeniyetin ihraç edildiği kent olan
Bursa'nın, zengin tarih ve kültür mirasını içinde
barındırdığını anlatan Başkan Altepe, şöyle dedi:
“Var olan değerlerimiz ve bu değerleri ayağa
kaldırmak ve korumak için yaptığımız çalışmalarla
Bursa, UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne girmeyi hak
ediyor. Bu listeye girdiğimiz takdirde kent
ziynetlerimizi dünyaya tanıtmak için önemli bir şans
yakalayacağız.”
Tarihi değerlerin ayağa kaldırılması ve Bursa'nın
dünyaya tanıtılması noktasında kent dinamiklerinden
de destek aldıklarını dile getiren Başkan Altepe,
“Bu listede yer almak her yönden Bursa'nın
gelişmesine önemli katkılar sağlayacak. Kentin
dünyaya tanıtımı sağlanırken, Uludağ gibi doğal
güzelliklerimizi de pazarlama konusunda önemli
avantaj
elde edeceğiz. Bu kent turizmi ne de önemli katkılar
sağlayacak” diye konuştu.
Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Seyfettin
Avşar ve Genel Sekreter Yardımcısı Bayram Vardar'ın
katıldığı toplantıda söz alan Kültür Varlıkları
Müzeler Genel Müdürlüğü UNESCO Birimi'nde görevli
Yüksek Şehir Plancısı Evrim Ulusan ise, adaylık
sürecinde izlenecek yol haritası hakkında teknik
bilgiler verdi. Kültür ve Turizm Bakanlığı uzmanları
tarafından incelenen bölgelerle ilgili dosya
önümüzdeki aylarda hazırlanarak UNESCO'ya
gönderilecek.
Radikal, 31.03.2010
|
ERMENİ MİMARA VEFA
Vali
Hasan Duruer, Mardin’e
sayısız mimari eser kazandıran
Ermeni asıllı
mimar Löle Serkiz Gizo’nun adını bir sokağa
vereceklerini söyledi. Löle Serkiz Gizo’nun adını
Sakıp Sabancı
Müzesi’nin
önünden geçen sokağa vermek için belediyeye
başvurduklarını açıklayan Vali,
“Mardin’deki
her sokakta imzası bulunan Mimar Löle’ye karşı vefa
borcumuzu ödemek için ismini bir sokağa verme kararı
aldık. Mimar Löle Serkiz Gizo bizim için Mardin’in
Mimar Sinanı'dır” dedi. Sokakta ayrıca mimar
Löle’nin eserlerinin fotoğrafları da sergilenmesi
düşünülüyor.
Radikal, 31.03.2010
|
ANTİK KENTE SAHİP ÇIKAMADILAR

Bakanlar Kurulu kararı ile 2009 Ağustos ayında
kazı çalışmaları durdurulan Yatağan'daki Lagina antik kenti bakımsızlık yüzünden harabeye döndü.
Kentin antik giriş kapısı bölümü sular altında
kalırken, kazı çalışmaları yarım kalan bölgelerde
otlar ve çalılar eserlerin çevresini sardı.
Yatağan'a bağlı Turgut Beldesi'nde ‘iş makinesiyle
arkeolojik kazı yapılarak eserlere zarar verildiği,
tandır kuyusu yapıldığı, sit alanına fidan
dikildiği’ iddiaları üzerine başlatılan soruşturma
kapsamında, Kazı Başkanı Prof.Dr. Ahmet Tırpan’ın
2009 Ağustos ayında kazı lisansının iptal
edilmesiyle Lagina kaderine terk edildi. Kazı
çalışmalarının devam etmesi yönünde Prof.Dr.
Tırpan'ın Danıştay'a açtığı davadan ‘yürütmeyi
durdurma’ kararı çıkmasına rağmen Kültür ve Turizm
Bakanlığı yeni kazı iznini halen vermedi.
2008 yılında eser şampiyonu olan ve her yıl yaklaşık
10 bin turistin ziyaret ettiği antik kent harabeye
döndü. Çok tanrılı dinlere inanan paganların dini
merkezi olarak kabul edilen Lagina’da binlerce
yıllık mezarlar ve tarihi eserler define avcılarının
hedefi haline geldi. Kentin antik giriş kapısı
bölümü sular altında kalırken, kazı çalışmalarının
yarım kaldığı bölgelerde eserlerin çevresini otlar
ve çalılar sardı.
Turgut Belediye Başkanı MHP'li Salih Özen, Muğla
turizmine katkı sağlayan ve her yıl eser şampiyonu
olan Lagina antik kentinin turizme açılması için
yetkililere çağrıda bulundu. Antik kentte kazı
çalışmalarının yeniden başlaması için olumlu sonuç
beklediklerini söyleyen Özen, “Çünkü köyümüzde 100
kişinin ekmek kapısı oldu bu yer. Şu anda köydeki
gençlerimiz işsiz kaldı. Her yıl 12 ay kazı
çalışması yapılan ve eser şampiyonu olan Lagina antik
kentinin açılması ve ülke turizmine katkı
sağlaması için yetkililer üzerine düşen görevi
yerine getirmelidir. 7 aydır çalışma yapılmayan
antik kent bakımsızlıktan harabeye dönmüş durumda”
dedi.
Radikal, Haber: Cavit Yıldırım, 31.03.2010
|
TARİHİ MEZARLAR TAŞINDI

Daha önceden Muğla Üniversitesi Milas Sıtkı
Koçman Meslek Yüksekokulu yanındaki araziye konulan
MÖ 3.-4. yüzyıldan kaldığı tahmin edilen 8 tarihi
mezar Milas Müze Müdürlüğü bahçesine taşındı.
2005 yılında Muğla'nın Milas İlçesi İsmet Paşa
Mahallesi'ndeki bir dershanenin inşaatı sırasında
ortaya çıkarılan ve sonrasında Muğla Üniversitesi
Milas Sıtkı Koçman Meslek Yüksekokulu yanındaki
araziye konulan tarihi mezarlar taşındı.
Milattan Önce 3.-4. yüzyıllardan Hellenistik dönemden
kaldığı tahmin edilen tarihi 5 lahit ve 3 lahit tipi
mezar, Milas Müze Müdürlüğü personeli tarafından
kepçe yardımıyla traktör römorkuna yüklenerek Milas
Müze Müdürlüğü bahçesine götürüldü. Müze bahçesinde
mezarların indirilmesini Milas Müze Müdürü Erol Özen
de yakından takip etti.
Yaklaşık 5 yıl önce özel bir dershanenin inşaat
alanında çıkan, müzede yer olmadığı için Milas Sıtkı
Koçman Meslek Yüksekokulu bahçesine konulan tarihi
mezarların müzede gerekli restorasyon çalışmaları
yapılacak. Gerekli çalışmaları yapılan mezarlar
sonrasında dershanenin bahçesinde muhafaza altına
alınan yerlerine taşınacaklar.
Müze yetkililerinden edinilen bilgiye göre; Milas
Müze Müdürlüğü'ndeki kazı restoratörleri tarafından
müze bahçesinde mezarların restorasyonları
yapılacak. Çalışmaların ardından çıkarıldıkları yere
konulacaklar. Restorasyonlarının yapılabilmesi için
belki de yurt dışından malzemeler getirilecek.
Milas'ta teşhire açılabilecek ilk proje olması
bakımından da ayrı bir öneme sahip. Muğla Koruma
Bölge Kurulu Müdürlüğü kararı doğrultusunda
çalışmalar yürütülecek.
Mezarlar gerekli çalışmaları tamamlandıktan sonra
gün yüze çıkarıldıkları yer olan özel bir
dershanenin bahçesine konularak tarih severler
tarafından gezilebilecek.
haberfx.com, 30.03.2010
|
DEPREMDE HASAR GÖREN TARİHİ YAPILAR ONARILACAK

Elazığ’da 8 Mart 2010 tarihinde meydana gelen
depremden ağırlıklı olarak Palu İlçesinde
bulunan tarihi eserlerin durumları İl Kültür
Müdürlüğü tarafından oluşturulan teknik bir ekip
ile incelendi ve hasar durumları tespit edildi.
Elazığ Valiliği'nin talimatı depremden Palu’da
bulunan kültür varlığı olarak tescilli eserlerin
etkilenip etkilenmediği konusunda incelemelerde
bulunmak ve rapor hazırlamak üzere
görevlendirilen İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü
teknik ekibi çalışmalarını tamamlayarak bir
rapor halinde Elazığ Valisi Muammer Erol’a
sundu. Raporda eserlerin deprem sonrası
durumları ile ilgili bilgiler verilirken hızla
onarılması gerektiği belirtildi.
İl Kültür Müdürlüğü’nün hazırladığı rapor şöyle:
“Ulu Camii: Eski Palu’da Çarşıbaşı Mahallesi'nde
bulunan Ulu Cami'nin iç kısmında bulunan kemerler
ayaktadır. Bu kemerlerin doğu tarafında bulunan
en sondaki kemer depremden etkilenerek
yıkılmıştır. Kalıntıların kimi duvarlarında
çatlaklar, özellikle de minarenin gövdesinde ve
kaidesinin hemen üstünde derin çatlaklar ve
yıkıntılar meydana gelmiştir. Caminin son derece
zarif ve güzel kemerleri, çökmek üzere olan ve
ikinci bir depremde tamamen yıkılabilecek
durumdadır.
Küçük Camii: Eski Palu’da Çarşıbaşı
Mahallesi'ndeki camiinin kalan duvarlarında ve
minarenin gövdesinde deprem sonrası önemli
deformasyonlar ve çatlakların olduğu
görülmüştür. Caminin önemli bir kısmı çökmüştür.
Hamam: Eski Palu’da Çarşıbaşı’ndaki hamam
kullanılmadığından bir hayli tahrip olmasına
rağmen, restorasyonu halinde kurtarılabilecek
durumdadır. Son derece güzel ve geleceğe
taşınması gereken Harput’ta bulunan Cimşit
Hamamı ile benzer özellikler taşıyan Hamamın
depremden etkilendiği duvarlarından
anlaşılmaktadır.
Cemşit Bey Türbe ve Mescidi: Eski Palu’da
bulunan Cemşit Bey Camii, Türbe ve Mescidi
depremden en çok etkilenen mekanlardan
birisidir. Binanın taşıyıcı kemer sisteminde
derin çatlaklar ve kopmalar gerçekleşmiştir.
Kemer yay sisteminin bozulmuş olması nedeniyle
strüktürel açıdan problem arz etmektedir. Yapı
genel hatları ile sağlam görülmekle birlikte
taşıyıcı sistemde oluşan problemler yapının şu
an için kullanıldığı da düşünüldüğünde büyük bir
tehlike olduğu gözükmektedir. Ayrıca zeminin
heyelan bölgesinde olması yapıyı tehdit eden
ikinci bir unsur olarak ortaya çıkmaktadır.
Merkez Camii: Eski Palu’da bulunan camide deprem
nedeniyle taşıyıcı kemerler ve sütunlar
çökmüştür. Ayrıca yapının beden duvarlarında
temelden tavana kadar ayrışmalar oluşmuştur.
Yapının kesme taş kemerli giriş kısmında ve yan
duvarlarında çatlamalar ve çökmeler mevcuttur.
Depremden sonra Palu’da en çok zarar gören
yapılardan biridir. Yapının mevcut hali
düşünüldüğünde yok olma tehlikesi ile karşı
karşıyadır.
Alacalı Mescit: Eski Palu’da bulunmaktadır.
Mescidin daha önceki depremlerde bir kısmı
toprak altında kalmıştır. Son depremde yapının
giriş kısmındaki tonozunda, beden duvarlarında
ve kubbesinde derin çatlaklar oluşmuştur.
Çatlaklar yapının birçok noktasında mevcuttur.
Yapı mevcut haliyle çökme tehlikesi ile karşı
karşıyadır.
Safa Camii: Bugünkü Palu merkezinde bulunan
camii sağlam olup, deprem sonrası minaresinde
bazı taşlar düzleminden çıkmıştır. Minarenin bu
bölgesindeki taşların elden geçirilmesi
gerekmektedir.
Seydili Köyü Camii : Palu İlçesi'nin Seydili
Köyü'ndedir. Ana yapıya sonradan ilave yapılan
giriş kısmında bazı çatlakların olduğu
görülmüştür.
Kilise: Eski Palu’da Çarşıbaşı Mahallesi'nde
bulunan kilise, yaşanan depremde kilisenin
girişine göre sol tarafta kalan duvar çökmüştür.
Depremden önce ayakta olan duvar çöküntüsüne ait
yıkıntılardan yıkımın yeni olduğu
anlaşılmaktadır.
Tarihi Palu kenti MÖ
2000 yıllarına dayanan eski bir yerleşim yeridir.
Tarihi süreçte birçok medeniyete ev sahipliği
yapmıştır. Her medeniyetin kendi kültürü ile yapmış
olduğu mimari eserler neticesinde bölge zengin
kültürel kalıntılara sahiptir. Bu eserlerden bir
kısmı günümüze ulaşmayı başarmıştır. Kalesi,
Köprüsü, Camisi, Türbesi Kilisesi, Mescidi, Hamamı,
Bedesteni ile büyük bir yerleşim yerinin izlerini
taşıyan tarihi Palu yerleşkesindeki eserlerin ayağa
kaldırılması gerekmektedir. Bu paralelde Cemşit Bey Camisi ve Türbesi restore
edilmiş, Palu köprüsünün restorasyonu 2008
yılından beri devam etmektedir. Bunun dışındaki
diğer eserler restorasyona ihtiyaç duymaktadır.
Bölgede son yıllarda meydana gelen farklı
şiddetteki çok sayıdaki deprem neticesinde bu
yorgun yapılarda hasarlar meydana gelmektedir.
Her geçen gün biraz daha yok olan bu eserlerin
kurtarılması büyük önem arz etmektedir. Nitekim
08.03.2010 tarihinde meydana gelen deprem
felaketinde bu hasarlar daha fazla artmış ve
yapılar büyük oranda tehlikeye girmiştir.
Yapıların mevcut durumu ve bölgenin
depremselliği düşünülerek ayakta kalmış az
sayıdaki yapılara müdahale edilerek restorasyonu
sağlanmalı ve kültür hayatımıza
kazandırılmalıdır.”
Elazığ Günışığı, 30.03.2010
|
OSMANLI ALTINLARI HAYALİ BOŞ ÇIKTI!
Tekirdağ'ın Malkara İlçesi'ne bağlı Çavuşköy'de, Osmanlı İmparatorluğu döneminden kalma olduğu iddia edilen altınları bulmak için izinli olarak yapılan kazıdan sonuç çıkmadı.
İstanbul Bayrampaşa'da yaşayan emekli 61 yaşındaki Lütfü Gül, Çavuşköy'de toprağa gömülü Osmanlı döneminden kalma hazinenin olduğunu iddia etti. Bunun üzerine Lütfü Gül'e inanan 18 köylü, hep birlikte gerekli izinleri aldı. Lütfü Gül ile birlikte köye gelen bir arkadaşı ise kazı yapılacak yerde metal arama dedektörü ile arama yaptı.
Daha sonra da bu sabah saatlerinde jandarma ve Müze Müdürlüğü yetkilileri gözetiminde iş makinesiyle, 100 metrekarelik bir bölümde 5 metre derinliğine kadar kazı yapıldı. Ancak 3.5 saat süren kazıda iddia edilen altınlar bulunamadı.
Yıllar önce kazı yapılan bu bölgede yuvarlak bir taş gördüğünü belirten Lütfü Gül, "Ben bu köydenim ve yıllar önce İstanbul'a taşındım. Burada yaşadığım yıllarda yuvarlak bir taş görmüştüm. Bu taşın gömünün nişanı olduğunu düşündüm. Burada altın olduğunu düşündüğümüz için bu işe el attık ve köy halkı ile konuyu değerlendirmek istedik. Ancak altın çıkmadı" dedi.
Cnn Türk, 30.03.2010
|
 |
ÇAĞDAŞ TÜRK SANATI LONDRA'DA
Dünyaca ünlü
İngiliz müzayede evi Sotheby's Müzayede Evi, Türk
çağdaş Sanatı’nı Londra’da görücüye çıkarıyor.
15 Nisan'da Londra'da gerçekleşecek müzayedede,
aralarında Mübin Orhon, Fahrelnissa Zeid, Ömer Uluç
gibi ustalara ait olanların yanı sıra Bedri Baykam,
Ömer Uluç, Arslan Sükan, Fırat Neziroğlu gibi
sanatçıların da çalışmalarının bulunduğu 101 eser
yer alacak.
Sotheby’s, 2009 Mart ayında gerçekleştirdiği ve
sonucundan memnun olduğu Çağdaş Türk Sanatı
Müzayedesi’nin ardından bu senede
bir Türk
Sanatı müzayedesi yapacağını daha önceden
duyurmuştu. 15 Nisan’da gerçekleşecek müzayedede yer
alacak eserler ve katalog heyecanla beklenirken
Sotheby’s önceki gün bir basın duyurusu yaparak
satışa sunulacak eserlerin bazılarını tanıttı.
Geçen müzayededen bu yana Türk Sanat pazarının
büyümeye devam ettiğini ve
İstanbul’un enerjik sanat ortamının onları
heyecanlandırdığını söyleyen Sotheby’s yetkilileri,
önceki müzayedeye oranla sanatçı ve eser olarak daha
geniş bir katalog hazırladıklarını söylüyorlar.
Ancak müzayedenin 15 Nisan Perşembe sabah 10:30’da
başlayacak olması geçen sene olduğu gibi bu sene de
kafalarda soru işareti yaratıyor.
Sotheby’s tarafından sunulan seçkiye göre
müzayedede yer alacak bazı eserler ve fiyatları
şöyle: müzayedenin en önemli eserlerinden biri
olarak gösterilen Fahrelnissa Zeid’in “İsimsiz”
çalışması 300,000-500,000 sterlin, Mübin Orhon’un
“İsimsiz” çalışması 60,000-80,000 sterlin, geçen
müzayedede her iki eserinin de uluslar arası
koleksiyonerler tarafından satın alındığı söylenen
Hale Tenger’in “We Are So Lightly Here” adlı eseri
25,000-35,000 sterlin, Belçikalı bir koleksiyonerden
gelen, Abidin Elderoğlu’nun “Un Altro Siren” adlı
eseri 12,000-18,000 sterlin,İngiliz bir koleksiyoner
tarafından satışa sunulan Canan Tolon’un “Glitch VI”
adlı eseri 12,000-18,000 sterlin,Haluk Akakçe’nin
“Another Station” ve “Breakfast” adlı eserlerinin de
her biri 8,000-12,000 sterlin.
Hürriyet, 30.03.2010
|
250 YILLIK KÖY, BARAJ GÖLÜ ALTINDA KALACAK
Aydın’ın İncirliova İlçesi'nde yapımı süren İkizdere
Barajı nedeniyle su altında kalacak 250 yıllık
İkizdere Köyünde, evlerin yıkımına başlandı.
Köy Muhtarı Sebahattin Özcan, 250 yıllık geçmişe
sahip
olan
köylerinin barajın yapımı nedeniyle su altında
kalacağını söyledi.
Köy nüfusunun 550’den 150’ye kadar düştüğünü anlatan
Özcan, "Köyümüzün başka bir yere nakledilmesi için
75 adet konut yapılıyor. Ancak bu konutlar Ağustos
ayında bitecek" diye konuştu.
Köyü terk etmeleri için kendilerine 20 Nisana kadar
süre verildiğini kaydeden Özcan, "Bu yıkım
karşısında şaşırmış haldeyiz. Köylü, yıkılan
evlerindeki eşyalarını
kurtarmak
için çabalıyor" dedi.
Köylülerden Zuhal Atar da yaşanan durumdan üzüntülü
olduğunu ifade ederek, şunları söyledi:
"Geçimlerimizi sağlayacak gerekli şartlar
oluşturulmadı. Çocuklarımızın geleceğini bırakın,
yarınlarımızı bile göremez olduk. Biz ne yer ne
içeriz? Evler bitmeden nereye gideceğimizi şaşırdık.
Biz köyde tüp nedir bilmezken şimdi şehirde
ekmeğimizi, aşımızı nasıl yapacağız. Verdikleri kira
parası 250 lira. Bu parayla kiralık
ev bulmak
çok zor. Sadece kira parası ile de olmuyor."
Öte yandan Aydın Valisi Hüseyin Avni Voş, geçtiğimiz
hafta içinde yaptığı açıklamada, İkizdere Barajı’nın
su tutmaya başlamasıyla su altında kalacak İkizdere
Köyüne ikinci kez tebligat yapmalarına rağmen
evlerin boşaltılmadığını ve evleri icra marifetiyle
tahliye etmek durumunda kalabileceklerini
bildirmişti.
Radikal, 30.03.2010
Nano-Yorum:
İkizdere Köyü, belki de 250 değil 10.000 yıllık bir köy olabilir. Bölgede yapılan yüzey araştırmalarında Neolitik ve Kalkolitik çağlara ait çanak çömlek parçaları;
taş baltalar ve çok sayıda obsidiyen aletler
bulunmuştur. Barajın kapsama alanını, projeyi
görmediğimiz için bilemiyoruz ama İncirliova
İlçesi'nin kuzeyinde bulunan ve dağınık Neolitik Çağ
buluntuları veren Köprüova Kültür ve Turizm
Bakanlığı tarafından hazırlanmış tescilli arkeolojik
sit alanları listesinde yer almaktadır. |

|
İZMİT'TE 200 YILLIK SU SARNICI BULUNDU
İzmit'te yapılan son kazı çalışmasında 200 yıllık olduğu sanılan sarnıç gün yüzüne çıkarıldı.
Yerleşim birimi olarak 3 bin yıldan fazla geçmişi olan ve birçok medeniyetin izlerini taşıyan İzmit'te yapılan son kazı çalışmasında 200 yıllık olduğu sanılan sarnıç ortaya çıkarıldı.
İzmit Belediyesi'nin Akçakoca Mahallesi Kapanca Sokak'ta yaptığı çalışma sırasında ortaya çıkarılan ve en az 200 yıllık olduğu sanılan sarnıçla ilgili bilgiler Yüksek Anıtlar Kurulu'na bildirildi. Sarnıcın içi ve çevresi belediye ekiplerince temizlenerek koruma altına alındı. Ancak yapılan tespitlerde daha önce define bulmak amacıyla bazı kişilerin buraya girdikleri anlaşıldı. Sarnıcın çevresi, yeni tarihi eserler olabileceği olasılığı nedeniyle koruma altına alındı.
Radikal, 30.03.2010
|
'AŞK YAĞMURU' ESKİ YERİNE DÖNECEK

Kemer’in MHP’li Başkanı,
müstehcen bulup kaldırdığı ve tepkiler üzerine 3 ay
sonra başka bir yere diktiği heykeli mahkeme
kararıyla eski yerine koyacak.
Antalya’nın Kemer
İlçesi'nde
MHP’li Belediye Başkanı
Mustafa Gül tarafından müstehcen olduğu
gerekçesiyle yerinden kaldırılan, tepkiler üzerine
bir parka konulan Aşk Yağmuru heykeliyle ilgili
olarak açılan davada mahkeme, heykelin ilk yerine
konulmasına karar verdi.
Kemer merkezindeki Çınarlı Kavşağı’na 2007’de
dönemin Belediye Başkanı
CHP’li Hasan Şeker tarafından yerleştirilen
heykeltıraş Zafer Sarı’nın yaptığı heykel, 29 Mart
seçimlerinde başkan seçilen Gül tarafından iş
makineleriyle kaldırıldı.
Müstehcen bulduğu için söktürdüğünü belirten Gül,
tepkiler üzerine heykeli üç ay sonra Kuğulu Park’ın
içindeki havuza yerleştirdi.
Sarı’nın avukatları, heykelin yerinden kaldırılması
ve sanatçının izni olmadan başka yere konulması
üzerine Antalya 2. İdare Mahkemesi’ne iki ayrı dava
açtı.
Sarı, mahkemede, “Heykelde cinsel organ bile yoktur.
Bir adamın, bir kadını kendisinden yukarı kaldırıp
yücelten bir yönü vardı. Altta havuzun üzerinde
kimsenin fark etmediği, herkesin sıradan çubuklar
zannettiği demirlerle ‘Kemer’ yazılıdır. Yani heykel
iki bölüm halinden oluşmaktaydı. Ancak ikiye
ayrılmış. Alt bölümü kavşakta, üst kısmı parkta.
Heykel ile havuz bir bütündü. Bunu birleştirmeleri
gerekiyor. Saddam heykeli gibi eserimin boynuna ip
geçirip söktüler” dedi.
Antalya 2. Bölge İdare Mahkemesi, heykelin, aynı
konsept içinde aynı yerine dikilmesine karar verdi.
Gül hakkında ceza ve tazminat davaları açacaklarını
da belirten Sarı’nın avukatı Zeki Kahraman,
“Belediye başkanı hukuka uygun olmayan emirler
vererek hem belediyeyi zarara uğratmış, hem de
görevini kötüye kullanmıştır. Bununla ilgili ceza
davası açacağız. Sanatçının onuru ile oynamıştır.
Heykelin boynuna ip atılarak yere indirilmiştir. Bu
da en büyük hakaretlerden birisidir. Bu da bizim
tazminat davamıza konu olacaktır” dedi.
Heykel mahkemenin gerekçeli kararının ardından ilk
yerine konulacak
Milliyet, Haber: Teslime
Tosun, 30.03.2010
|
NERON'UN 'ALTIN EVİ'NİN TAVANI ÇÖKTÜ
Roma İmparatoru Neron tarafından yaptırılan "Domus Aurea"nın (Altın Ev) tavanı kısmen çöktü. İtalyan haber ajansları, tavanın sabah saatlerine çökmesi sırasında ilk belirlemelere göre yaralanan olmadığını bildirdi.
Roma İmparatoru Neron tarafından yaptırılan "Altın Ev", yapının sağlamlığına ilişkin endişeler nedeniyle 18 yıl kapalı kaldıktan sonra 1999 yılında yeniden ziyarete açılmış, turistlerin en önemli uğrak yerlerinden biri olmuştu.
Cnn Türk, 30.03.2010
|

|
LEVENTLERİN NAMAZGAHI İLGİSİZLİKTEN HARABEYE DÖNDÜ

Gelibolu'da sefer hazırlığı yapan leventlerin
ibadethane olarak kullandığı namazgahın hali içler
acısı. Ayyaşların yatıp kalktığı, duvarları karalama
tahtasına dönen 600 yıllık ata yadigarının
bakımsızlığı, yarımadayı ziyarete gelenleri hayrete
düşürüyor. Osmanlı vakıf geleneğinin nadide
örneklerinden olan açık hava mescidi, hak ettiği
ilgiyi görmeyi bekliyor.
Osmanlı'nın donanma merkezi Gelibolu'dan sefere
çıkan leventlerin ibadethane olarak kullandığı
namazgah, ayyaşların mekanı oldu. 600 yıllık Osmanlı
tarihine tanıklık eden ve yıllara meydan okuyan
tarihi açık hava mescidinin hali içler acısı. İlçe
merkezinde olmasına rağmen yerel yönetimlerin
sahipsiz bıraktığı namazgah, yok olma tehlikesiyle
karşı karşıya. Yazı tahtasına çevrilen duvarlarına
hayvan resimleri, aşk ilanları ve saçma sapan sözler
karalanan mescit, kendisine sahip çıkacak vefalı
insanları bekliyor.
Tarih araştırmacısı Mehmet İhsan Gençcan,
namazgahın, dünyanın dört bir yanından Gelibolu'yu
görmeye gelen ziyaretçilerin uğrak yeri olduğunu
söylüyor. Yarımada gezisinde ata yadigarı namazgahın
merak uyandırdığını belirten Gençcan, "Namazgah
görüldükten sonra şehitliğe geçilir. Buranın koruma
altında olduğunu sananlar, kendi haline terk
edildiğini, duvarlarının karalandığını görünce
hayrete düşüyor. Yerel yöneticileri, buraya sahip
çıkmaya davet ediyoruz." diyor.
Gelibolu Kaymakamı Namık Kemal Nazlı da
namazgahın Vakıflar Bölge Müdürlüğü koruması altında
olduğunu kaydediyor. Güvenlik için gece gündüz
kontrol ettirdiklerini aktaran Nazlı, "Bazen
yazıları siliyoruz ancak yeniden yazılıyor. Tel
örgüyle çevirmeyi düşündük ancak hoş bir görüntü
olmayacağı kanaatine vardık. Gelibolu
Belediyesi'nin, bu çevrede bir düzenleme çalışması
var. Tamamlandıktan sonra biz de bu tarihi eserin
korunması için bir önlem geliştireceğiz." diye
konuşuyor.
1407 yılında İskender Bey tarafından yaptırılan
namazgah, sefere çıkan deniz erleri için ibadethane
olarak inşa edilmiş. Gelibolu'nun Fener mevkiinde,
boğaz manzarası olan bir tepededir. Girişindeki
mermer kapı, Ladikli Süleymanoğlu Aşık tarafından
yaptırılmıştır. Kapının üzerinde kitabe de vardır.
Osmanlı'da vakıf geleneğinin nadide örneklerinden
biri olan ve hacca, sefere, askere gidenlerin
uğurlandığı namazgahlar, birlik ve beraberliğin
sağlanmasında da önemli roller oynamıştır.
Zaman, Haber: Muzaffer Altunay, 30.03.2010
|
"ALLIANOI ANTİK KENTİ YOK OLMASIN"

Uluslararası Frontinus Cemiyeti Başkanı Prof.Dr. Hans Mehlhorn, Başbakan
Recep
Tayyip Erdoğan ile Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay'a
yazdığı
mektupta, İzmir'in Bergama İlçesinde inşa
edilen Yortanlı Barajı'nın su toplamaya
başlamasıyla, Roma döneminden kalan en iyi korunmuş
termal tedavi merkezi olma özelliği taşıyan
1800 yıllık Allianoi Antik
Kenti'nin sular altında kalacağını ifade ederek,
yardım istedi.
Almanya'nın Bonn kentinde 34 yıl önce kurulan ve
kurulduğu günden bu yana su temini, hamamlar,
kanalizasyon, enerji ve boru hattı teknolojisi
tarihi konularında bilimsel araştırmalarda bulunan
Uluslararası Frontinus Cemiyeti'nin Başkanı olan
Prof.Dr. Mehlhorn, tarihi Allianoi Antik Kenti ile
ilgili ''açık mektup'' kaleme aldı.
Prof.Dr. Mehlhorn, mektubunda, Başbakan Erdoğan ve
Bakan Günay'a hitaben ''Bu emsalsiz kültür anıtının
kurtarılması için son anda inisiyatifinizi
kullanmanızı rica ediyoruz. Söz konusu baraj devreye
sokulmadığı takdirde dünyaya, ülkenizin muhteşem
tarihine de ışık tutan, Roma dönemine ait çok önemli
bir tarihi eseri armağan etmiş olacaksınız'' dedi.
Cemiyetin, su tedariki ve boru hattı teknolojisi
olmak üzere teknoloji tarihine katkıda bulunmayı
kendine görev edindiğini bildiren Mehlhorn,
MS 1. yüzyılda Roma İmparatorluğunda tanınan
en yüksek hidrolik mühendisi olan Sextus
Julius Frontinus'u örnek aldıklarını ifade
etti.
Türkiye'de gerçekleştirilen
11. Uluslararası
Cura Aquarum Sempozyumu'nun organizasyonuna
katkıda bulunduklarını kaydeden Mehlhorn, ''Bu 8
günlük sempozyum süresi içinde üyelerimizin birçoğu
ile Allianoi'yi de ziyaret etme fırsatı bulduk. Bu
muhteşem tesisin boyutu, kalitesi ve günümüze kadar
ulaşmış hali karşısında adeta büyülendik''
ifadelerini kullandı.
Mehlhorn, ''Bu olağanüstü, dünya çapında
başka emsali olmayan, Roma dönemi kaplıca ve hamam
kültürüne tanıklık eden bu eserin''
korunmasıyla ilgili endişe duyduklarını belirttiği
mektubunda şunları da kaydetti:
''Yortanlı Barajı'nın su toplamaya başlamasıyla bu
kültür anıtı yok olup bir daha gün ışığına
çıkmayacaktır. Bununla birlikte, Türkiye, yakın bir
zamanda Bergama ve Allianoi'ye çok daha fazla turist
kazandıracak kültürel ve turistik bir çekim
alanından da yoksun bırakılmış olacaktır. İşte bu
nedenle sayın Başbakanım,
Frontinus Cemiyeti
olarak sizden, bu emsalsiz kültür anıtının
kurtarılması için son anda inisiyatifinizi
kullanmanızı rica ediyoruz. Söz konusu baraj devreye
sokulmadığı takdirde, dünyaya, ülkenizin muhteşem
tarihine de ışık tutan, Roma dönemine ait çok önemli
bir tarihi eseri armağan etmiş olacaksınız.''
Kazı başkanı Yaraş'ın açıklaması
Bu arada, Allianoi Antik Kenti'nde yürütülen kazı
çalışmalarının başkanı ve
Trakya
Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü Klasik Arkeoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
Yrd. Doç.Dr. Ahmet Yaraş, antik kentin
sular altında kalmaması için yurt içi ve yurt
dışından desteklerin devam ettiğini bildirdi.
Prof.Dr. Hans Mehlhorn'un, Başbakan ve Kültür ve
Turizm Bakanı'na açık mektubuna destek verdiğini
ifade eden Yaraş, şöyle konuştu:
''İhalelerle oldu bittiye getirilen ve hiçbir
bilimsel ve hukuksal dayanağı olmayan Allanoi'yi
katletme projesine, bugüne kadar imza atanlar, göz
yumanlar, sessiz kalanların sadece tarih önünde
vicdanları ile baş başa kalmayacaklarını da
bilmeleri gerekir. Dünya döndükçe Allianoi konusu
her zaman önlerine gelecek. Dün Zeus Sunağını,
'gavur eseri' diye veren insanlar,
bugün bunun ne kadar ahmakça bir iş olduğunu görüyor
ve eleştiriyorsa, yarın da bu kararlara imza
atanları, göz yumanları çocuklarımız, tarih layık
oldukları yerlere koyacak. Ve bugün bu mektupları
yazanlardan, on yıldır Allianoi'nin geri dönüşü
olmayacak şekilde katledilmesinin yanlış olduğunu
gören, haykıran Allianoi Girişim Grubu'ndan
özür borçları olacak.''
Yaraş, Prof.Dr. Mehlhorn'un mektubunun, Başbakanlık
ile Kültür ve Turizm Bakanlığına ulaştırıldığını
sözlerine ekledi.
Allianoi
Antik yazarlardan Aristides'in ''Hieroi Logoi''
isimli eserinde de anılan, Roma döneminden kalan en
iyi korunmuş termal tedavi merkezi olma özelliği
taşıyan 1800 yıllık Allianoi Antik Kenti, İzmir'in
Bergama İlçesinin 18 kilometre kuzeydoğusunda ve
Paşa Ilıcası olarak anılan merkezde yer alıyor.
1998'den bu yana kazı çalışmaları yapılan antik
kentin MÖ 2. yüzyılda kurulduğu, bölgede, MS 2.
yüzyıldaki Hadrian Dönemi'nde büyük bir bayındırlık
hareketi yaşandığına dair tespitler bulunuyor. Doğu
Roma döneminde kısmen yerleşime sahne olan antik
kent, Anadolu mozaiğinin en güzel parçalarından biri
olarak değerlendiriliyor.
Allianoi, Türkiye'de sağlam kalmış, halen
kullanılabilecek sıcak suyu olan, dünyanın doğa
tarafından en iyi korunmuş sağlık yurtlarından biri
olarak tanımlanıyor.
Uzmanlar, kentin, halen sıcaklığı 45-47 derece olan
termal suyu, sağlık ve kültür turizmine hizmet
edebilecek olanaklarıyla ekonomiye büyük katkıda
bulunacak zenginlikte olduğunu belirtiyor.
Ntvmsnbc, 29.03.2010
|
DEFİNE HALA UMUT
Eskişehir'de son 5 yılda
Müze Müdürlüğü'nce izin verilen, 98 gün süren 17
define kazısının sadece birinde tarihi eser bulundu.
AA muhabirinin aldığı bilgiye göre,
Eskişehir Müze Müdürlüğüne 2005-2010
yıllarında define kazısı yapmak için 37 başvuru
yapıldı.
Müze Müdürlüğü yetkilileri, başvuranlardan sadece
17'sine define kazası yapmak için izin verdi.
Toplum 98 gün süren 17 define kazısında sadece
birisinde mezar steline rastlandı. Diğer kazılarda
kazı sahipleri hiçbir tarihi esere rastlayamadı.
2008'deki bir define kazısı içinde 1 kişi tam 46 gün
aynı yeri kazdı.
Eskişehir'de define aramak
için izin isteyenler genellikle
Sivrihisar,
Seyitgazi ve
Sarıcakaya ilçelerinde arama yapıyor.
Özel şirketlerden kiraladıkları iş makineleri
yardımıyla define arayanların 30 metre derinliğe
kadar çukurlar açtığı görüldü.
Ellerine bir yerden geçirdikleri, dedelerinden
kendilerine miras kalan, yakın arkadaşlarının
kendilerine verdiği, satın aldıkları kroki veya
haritalarla define arayan kişiler, kazıda eser
bulamamaları durumunda bile umutlarını genellikle
yitirmiyorlar. Bir kez define aramak için izin
isteyen kişilerin bir süre sonra tekrar izin için
Müze Müdürlüğüne başvurdukları bildirildi.
Define aramak için izin isteyenlerin tamamının da
erkek olması dikkati çekiyor. Define aramak için
çeşitli yollara başvuran defineciler, evlerinin
zeminin kazmaktan bile çekinmiyor. Define olduğuna
inandığı evi veya arsayı satın alarak kazı yapanlar
bile var.
Aynı zamanda kaçak kazı yapanlar, define aramasında
kazma, kürek, balyoz, metal murç gibi aletlerle
kullanıyor. Kaçak kazı yapanlar, suç üstü
yakalandıklarında 'Rüyamda gördüğüm bir kişi bana
burayı kazmamı söyledi', 'Kazdığımız yerde bir ışık
gördük. Işığın görüldüğü yeri kazdık', 'Köpeğim
sürekli ağacın altına gidip yatıyordu. Ben de orayı
kazıyorum' gibi yalanlara başvuruyor.
İzinsiz define kazılarının önüne geçmek isteyen
emniyet ve güvenlik güçleri, tarihi mekanların
çevresinde kaçak kazılara karşı çalışma yapıyor.
Mahmudiye İlçesi'nde yaşayan
bir çiftçi, 8 Martta tarlasını traktörle sürerken
Roma Dönemi'ne ait 4 heykel bulmuştu.
İsminin açıklanmasını istemeyen bu kişi, heykelleri
Eskişehir Arkeoloji Müzesine
götürmüş, müze yetkilileri, mermerden yapılma
heykellerin
Roma Dönemi'ne ait olduğunu, 2'sinin
Zeus, diğerlerinin Kybele ve boğa heykeli olduğu
tespit etmişti. Müze Müdürlüğü yetkilileri, Kültür
ve Turizm Bakanlığının evinde, çevresinde veya
tarlasında tarihi eser bulan ve yetkililere teslim
edenlere Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu
kapsamında para ödediğini belirterek, define
aranması için bu yıl daha fazla izin başvurusunda
bulunulmasını beklediklerini bildirdi.
haberler.com, 29.03.2010
|
EVİNDEN YERALTI ŞEHRİNE TÜNEL KAZMIŞ
Aksaray'ın Gülağaç İlçesi'nde,
evinden yer altı şehrine tünel kazarak kaçak kazı
yapan bir kişi, düzenlenen operasyonda çok sayıda
tarihi eserle birlikte yakalandı.
Edinilen bilgiye göre, jandarma ekipleri ilçeye
bağlı Saratlı beldesinde Veli Pala'nın (42) evinin
yanında bulunan Saratlı Kırk Göz Yer Altı Şehri'nin
temizlenmemiş bölgelerinde kazı yaptığı ihbarını
aldı.
Jandarma ekipleri üç aylık takip sonucu, evinin bir
bölmesinden tünel kazarak yer altı şehrine gidip,
kaçak kazı yapan Veli Pala'yı suçüstü yakaladı.
Veli Pala'nın evinde yapılan aramada tarihi değeri
bulunan 3 adet bakır obje, bir adet bakır kase,
Bizans dönemine ait arkeolojik ağırlık taşı, 5 adet
kemik obje, bir adet vazo, 4 adet tarihi testi ve
tarihi paralar ile 6 adet tabanca, 8 adet şarjör, 16
adet mermi ele geçirildi.
Pala, Gülağaç Jandarma Komutanlığı'ndaki işlemlerin
ardından adliyeye sevk edildi.
Ele geçirilen tarihi eserler, Aksaray Müzesi'ne
teslim edildi.
Cnntürk, 29.03.2010
|
İSTANBUL'UN 'İLK'LERİ VE 'EN'LERİ
2700 yıllık
yazılı tarihi içerisinde üç büyük medeniyet ve
imparatorluğa başkentlik etmiş İstanbul, birçok
özelliği nedeniyle de kendi tarihi ile dünya
tarihinde birer ilk ve en olarak yer alacağı çok
fazla olaya şahitlik etmiştir.
İstanbul'un tarihinden bu yana ilklerini ve enlerini
bir araya getiren Süleyman Faruk Göncüoğlu, bu
sayede İstanbul'un kültürel ve tarihi zenginliğini
de gözler önüne sermiş oluyor. Ötüken Yayınları
arasından çıkan "İstanbul'un İlkleri Enleri" (Ötüken
Neşriyat) kitabı, fotoğraflarla desteklenerek şehrin
anatomisini ve hafızasını gözler önüne seriyor.
Toplam 307 sayfadan oluşan kitabın içerisinde ilk
denizaltıdan ilk uçan insana, ilk köprüden ilk
kütüphaneye, en büyük mezar taşı müzesinden en büyük
akıl ve ruh sağlığı hastanesine kadar İstanbul'la
ilgili çok ilginç bilgiler bir araya getiriliyor.
İstanbul'un
İlkleri
İstanbul'daki ilk org: İngiltere Kraliçesi
1. Elizabeth, Sultan III. Mehmed'e tahta çıkışından
beş yıl sonra altın, gümüş ve kıymetli taşlarla
süslenmiş saatli bir org hediye etmiştir.
İstanbul'daki ilk nüfus sayımı:
İstanbul nüfusu 4. yüzyılda 200 bin civarında idi.
Fetihten önceki nüfus ise 50 bin idi. 1455'te Fatih
Sultan Mehmed'in emriyle yapılan ilk bina ve nüfus
sayımının ardından 1477 yılındaki kayıtlara göre
İstanbul yakasında 14.803 hanelik nüfusun 8.501'ini
Müslüman Türkler, Galata'da ise 1.521 hanelik
nüfusun 535'ini Müslüman Türkler oluşturuyordu.
Nüfus toplamda 100 bine ulaşıyordu.
İstanbul'da füze ile uçan ilk adam: Lagari
Hasan Çelebi (1623-1640) kartal kanatlarından
faydalanarak yaptığı füze ile elli okkalık bir barut
macunu ile çalışan yedi kollu roketin itiş gücünden
yararlanarak IV. Murat'ın kızı Kaya Sultan'ın doğum
şenliklerinde uçmuştur. Fişeklerdeki barut bitince
kollarındaki kartal kanatlarını açıp Sarayburnu
önlerinde denize inmiştir.
İstanbul'un ilk kıraathanesi: Okçular
Kıraathanesi ismiyle Beyazıt'ta açılan kıraathanede
dönemin birçok meşhur isimleri buluşmuştur.
İstanbul'daki ilk otomobil: Özel izinle
Hotchkiss ve Mercedes marka iki otomobil Sultan
Abdülhamid'e hediye edilmiştir. Bunun dışında 1895
yılında halk ilk otomobili Fenerbahçe'de görmüştür.
İlk otomobil sahibi ise Meclisi-i Mebusan'ın Basra
Mebusu Zehirzade Ahmed Paşa idi. İlk şoför ise Acem
Abdurrahman'dı. Acemi kelimesi bu kişinin at
ahırlarındaki seyislik görevinden şoförlüğe
geçişinden sonra ortaya çıkmıştır.
İlk trafik kazası: 1912 yılında Şişli Camii
önünde olmuştur. İtalyan elçiliğinin şoförü bir
Arnavut vatandaşa çarparak yaralanmasına sebep
olmuş, kazayı yaptıktan sonra kaçarken Pangaltı'da
arabası ile polisler tarafından yakalanmıştır.
İlk alafranga çatal-kaşık kullanımı:
Serasker Hüsrev Paşa 1829 yılında İngilizlerin
verdiği bir baloda ilk kez gördüğü çatal ve kaşığı
Sultan II. Mahmud'a özendirerek anlatmış ve Topkapı
Sarayı'na süslü bir çatal-bıçak takımı armağan etmiş
ve ilk kez yemekte çatal-kaşık kullanılmıştır.

İstanbul'da ilk kahve ve kahvehane
İstanbul'un Enleri
En büyük kapalı sarnıcı: 6. yüzyılda
yapılan Yerebatan Sarnıcı'dır.
En büyük sarayı: İstanbul'daki sarayların
en büyüğü Topkapı Sarayı'dır.
En büyük elmas: 1679 yılında Eğrikapı
çöplüğünde 84 kıratlık Kaşıkçı Elması bulunmuş ve
padişahın emriyle Topkapı Sarayı'na getirtilmiştir.
Anneye ithaf edilen en gözde çeşme: Sultan
III. Selim'in 1806 yılında Beykoz'da Küçüksu
Kasrı'nın yanına yaptırdığı Küçüksu Çeşmesi,
sultanın annesi Mihrişah Sultan'a sunulmak üzere
inşa edilmiştir.
En garip cemiyet: Kimyager Nureddin Münsi
ve Müderris Salih Murat Bey tarafından 1931 yılında
kurulan Ölüleri Yakma Cemiyeti'dir. 1930'lu yılların
başında Zincirlikuyu Mezarlığı'nın yapıldığı sırada
mezarlık içerisine bir de krematoryum yapılmış ancak
bunun bizim geleneklerimize uymadığı görülüp
kullanımından vazgeçilmiştir.
En eski tıraş bıçağı fabrikası: 1917
yılında İstanbul'da Süleymaniye Tahtakale'de Zaza
Han'da üretilmiştir.
İstanbul'un en büyük kubbesi: 30,31 metre
çapındaki kubbesi ile Ayasofya'dır.
Zaman, Haber: Süha Yıldız, 29.03.2010
|
ATATÜRK'ÜN KÖŞKÜ RESTORE EDİLİYOR
Atatürk
tarafından 1929 yılında Yalova’nın Termal İlçesi'nde
38 günde yaptırılan tarihi köşkte restorasyon
çalışması başlatıldı. Müze olarak kullanılan köşkün
çalışmalar sebebiyle ziyarete kapatıldığı
bildirildi. TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı
Yalova Köşkleri ve Kasır Amiri Birol Şenol, 1 yıl
olarak planlanan restorasyon çalışmalarının 2 yılı
bulabileceğini söyledi. Köşkte 2 bin civarında
tarihi eşya olduğunu belirten Şenol, binanın daha
önce 1984 yılında restore edildiğini söyledi.
Türkiye Gazetesi, 29.03.2010
|


|
'ÖBÜR DÜNYAYA AÇILAN KAPI' MISIR'DA BULUNDU
Mısır'da MÖ 1500'lü yıllardan kalma ve
halk tarafından "ölümden sonraki hayata açıldığına"
inanılan eski bir kapı bulundu. Mısır Kültür Bakanı
Faruk Hüsni, Luxor'da bulunan kapının, 18. Kraliçe
Hatshepsut'un güçlü danışmanı User'in mezarında
ortaya çıkarıldığını belirtti.
Mısır'ı MÖ 1479 - 1458 yılları arasında yöneten
Kraliçe Hatshepsut, en uzun tahtta kalan kadın
Firavun olarak biliniyor.
Kırmızı renkli granitten yapılma büyük kapının
uzunluğu 1,75 metre kalınlığı ise 50 santimetre
olarak açıklandı. Kapını yanındaki kazılarda ayrıca
dini metinlerin ve User, şehir valisi, prensler ve
vezirler tarafından kullanılmış başlıkların da
ortaya çıkarıldığı aktarıldı.
Kazı çalışmalarını yürüten arkeolog Mansur Boraik
ise kapının, Roma döneminde tekrar kullanılmış
olduğunu belirtti. Boraik, "Kapı User'in mezarından
taşınmış ve bir Roma yapısının duvarında
kullanılmış." dedi.
turkishny.com, 29.03.2010
|
ZEUGMA ANTİK KENTİNE 30 MİLYON LİRALIK YATIRIM
Gaziantep’in Nizip
İlçesi Belkıs Köyü yakınlarında
bulunan, dünyanın en değerli mozaiklerinin
çıkarıldığı Zeugma Antik Kenti’nde, Birecik Baraj
Gölü’nün kıyısında Türkiye’nin ilk Arkeolojik
Eserler Restorasyon Merkezi kuruluyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığının onay verdiği, 30
milyon liraya mal olması beklenen merkezin 10 ayda
tamamlanması planlanıyor.
Gaziantep Kültür ve Turizm Müdürü Salih Efiloğlu,
Türkiye’nin ve
Orta Doğu’nun en büyük Arkeolojik Eserler
Restorasyon Merkezinin 270 bin metrekare alanda inşa
edileceğini, bölge ve komşu ülkelerdeki potansiyelin
değerlendirileceğini söyledi.
Efiloğlu, şöyle devam etti:
"Kültür ve Turizm Bakanlığı'na teklifte bulunduk,
’Arkeolojik Eserler Restorasyon Merkezine
ihtiyacımız var’ dedik. 2006 yılında bize tahsisli
270 dönüm arazimiz göl kenarında. Bu arazide böyle
bir oluşum olabilir mi diye istişarede bulunduk,
bakanlık ’olabilir’ dedi. Hatta bu projeyi
bakanlığımız çok beğendi, ’Gaziantep’in ihtiyacıdır’
dedi ve onayladı. Biz de bu karar üzerine hemen
çalışmaya başladık. Bu nedir, hem ülkemizdeki hem
komşu ülkelerde bulunan arkeolojik eserlerin
restorasyonu, konservasyonu yapılması, depolanması,
hayata geçirilmesi, korunması, pahalı ama getirisi
çok olan bir yatırım. Çünkü komşu ülkelerde de böyle
bir oluşum, böyle bir restorasyon merkezi, depo müze
anlayışı yok. Önce peyzaj çalışması yapılacak, bunun
sonunda bu yılın ortalarında sanıyorum projeyi
başlatacağız, 2011 yılında biter diye düşünüyorum."
Suriye ve
Irak’ın da son derece zengin kültür varlığına,
arkeolojik eserlere sahip olduğunu ifade eden
Efiloğlu, şunları kaydetti:
"Bu iki ülkenin de böyle bir talebi olacağını
biliyorum. O bölgeye sıkça gidiyoruz. Bakanlığımız
da bölgede böyle bir potansiyel olduğunu göz önünde
bulundurdu, Gaziantep tercihi doğru bir tercih diye
düşündük. Tabii diğer ülkelerde de böyle bir talep
olabilir. Çünkü bu anlamda böyle geniş kapsamlı, hem
depo müze hem kazı evi hem restorasyon merkezi hem
konservasyon merkezi ve birlikte böyle bir komple
oluşum başka bir ülkede yok, Türkiye’de de yok.
Bölgesel olarak araştırdığımızda
Mardin’den tutun da
Diyarbakır’a kadar Suriye’de olsun, komşu
ülkeler Irak’ta olsun, hele savaş sonrasında Irak’ta
büyük talan oldu, müzelerin yağmalanması, yıkılması,
bu konuda o bölgelere yardımcı olabiliriz diye
düşünüyorum. Dönüşümü de son derece hızlı olacaktır
bunun. Çünkü depomuz mozaik ve diğer tarihi eserler
bakımından son derece zengin.
Depomuzda 450-500
metrekare mozaik bulunuyor. Bunlar restorasyon ve konservasyon bekleyen eserler. En kısa sürede geri
dönüşümü olur. 5 yıldan daha aşağı bir sürede bunun
dönüşümü gerçekleştirilecektir. Gaziantep için
ekonomik olarak büyük bir girdi, istihdam bakımından
büyük bir kazanç olacak."
Zeugma Antik Kenti, MÖ 300’de Büyük İskender
tarafından "Selevkeia ad Euphrates" adıyla kuruldu.
Romalı Komutan Pompeius MÖ 64’te kendine yaptığı
yardımlar karşılığında kenti 1. Antiokhos’a verdi.
Kommagene Krallığı’nın 4 büyük şehrinden olan kent,
MÖ 31’den itibaren tamamıyla
Roma İmparatorluğu’na bağlandı ve "köprü",
"geçit" anlamına gelen "Zeugma" adını aldı.
Roma döneminde büyük bir zenginlik ve ihtişam
yaşayan Zeugma, MS 256’da Sasani Kralı 1. Şapur
tarafından ele geçirilerek yakıldı ve yıkıldı.
Zeugma’da ilk kazı, kaçak kazı ihbarı üzerine
Gaziantep
Arkeoloji Müzesi Müdürlüğünce 1987’de yapıldı.
Kazıda oda biçimli aile kaya mezarı, mezarın
sahiplerine ait heykeller bulundu. Antik kentte
ikinci kazı 1992’de yine kaçak kazı ihbarı üzerine
Gaziantep Arkeoloji Müzesince yaptırıldı. Bu kazıda
taban mozaiği ve ilk villa gün ışığına çıkarıldı.
Antik kentin önemli bir bölümünün
GAP kapsamında inşa edilen Birecik Barajı’nın
göl suları altında kalacak olması nedeniyle 1993’ten
itibaren yerli ve yabancı bilim adamlarından oluşan
çok sayıda ekip, Zeugma Antik Kenti’nde kurtarma
kazıları yürüttü. Bu kazılarda gün ışığına çıkarılan
eserlerin en önemlileri olan mozaikler,
Mars heykeli, duvar resimleri ve kil mühür baskı
koleksiyonu, Gaziantep Arkeoloji Müzesinde
sergileniyor.
Milliyet, 29.03.2010
|
YEŞİL CAMİ PASTAN ARINDIRILIYOR

Bursa'da erken Osmanlı döneminin eşsiz
mabetlerinden Yeşil Camii'ndeki restorasyon
çalışmalarında birbirinden ilginç kıymetler gün
yüzüne çıkartılıyor.
Caminin arka odasında toz boya altından çıkan
eski kalem işi süsleme ve hatlardan sonra pencere
parmaklıklarının üzerindeki gümüş kakma nakışlar da
üzerindeki boya ve paslardan arındırılarak fark
edilir hale getiriliyor.

Uludağ Üniversitesi tarafından 2003 yılında
baskısı yapılan arkeolog Bedri Yalman'a ait "Yeşil
Cami Pencere Parmaklıklarındaki Gümüş Kakma
Motifler" kitabına konu olan yaklaşık 17 bin gümüş
kakma motif, yapılan temizlik çalışması ile gözle
görülür hale gelecek. Harput Grubu'nun sponsorluğunu
üstlendiği restorasyon çalışmalarında camiye ait
ziynetler bir bir temizlenerek ortaya çıkartılıyor.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün keşfinde yer alan ancak
bu kadar teferruatı bilinmeyen gümüş kakmaların
ortaya çıkartılması işi için özel bir ekip kuruldu.
Konusunda uzman restoratörler, üzerine daha önce
boya atılan ve paslanma sebebiyle de oksitlenen
pencere parmaklıkları ile lokmalardaki katmanları
özel bir usulle temizliyor. Yer yer gümüş kakmaların
ortaya çıkmaya başlamasıyla çalışma daha da heyecan
verici bir hal alıyor. Üzerine kitap yazılan,
Türkiye'de başka bir örneği olmayan bu gümüş
kakmalar için daha hassas bir çalışma yapılması
hedefleniyor.
Araştırmayı yapan Bedri Yalman'ın kitabında yer
alan bilgilere göre, çerçevelerdeki motif adedinin
17 bin 832 olduğu tahmin ediliyor. Parmaklıkların
dikey ve yatay kesimlerinin birleştiği, topuz
şeklindeki lokmalarda Allah-ü Teala'nın isimleri yer
alırken, parmaklıkların içlerinde mekik şeklinde ve
her biri farklı geometrik şekiller bulunuyor.
Yalman'ın kitap için araştırma yaparken demir
üzerindeki kalın toz ve pas tabakasını nemli bir
bezle silerek temizlediği ve altında rastladığı
desenleri kayıt altına alarak kitaba kaydettiği
öğrenildi.
Restorasyonu yapan Usra İnşaat'ın sahibi Ramazan
Uslu, Yeşil Camii'nde bütün detayların muhteşem bir
inceliğe sahip olduğuna dikkat çekerek, "Erken
Osmanlı döneminin muhteşem bir eserinin
restorasyonunu yapmakla iftihar ediyoruz. Çinisi,
kalem işi, mermer ve ahşap oymaları muhteşem camide
dış cephedeki demir parmaklıklarda bile insanı
hayrete düşüren bir işçilik ortaya çıkması,
ecdadımızın sanatkarlığının zirvesini gösteriyor.
Dış cephedeki pencere parmaklıklarında nakşedilmiş
gümüş kakmaları, önce nemli bir bezle kaba kirinden arındırıyoruz. Ardından
özel fırçalarla üzerindeki pas ve tozları alıyoruz.
Hiçbir kimyasal kullanmadan mekanik olarak cam
tülünden elde edilmiş fırçalarla pasları gidererek
motiflere ulaşıyoruz" dedi.
Kitapta yer alan bilgilere göre, Türk ve İslam
maden sanatı konusunda bir cami parmaklığında ilk ve
tek olan nakışların dönemin ünlü nakkaşlarından
Nakkaş Ali bin İlyas Ali'ye at olduğu tahmin
ediliyor. İlk defa Yeşil Camii'nde görülen ve sayısı
onbini aşan gümüş kakma motiflerin bir benzerine
başka yerde rastlanmadığı ifade edildi. Uludağ
Üniversitesi'nin bastığı katalogda yer alan dörtgen,
üçgen, çok köşeli yatay ve dikey, eşkenar dörtgen,
oval ve mekik çerçeveli motiflerin çok sert olan
demir üzerine gümüş kakma olarak tatbik edilmesi
büyük bir titizlik ve sabır gerektiriyor.
Caminin inşaatı 1420 yılında Sultan Çelebi Mehmet
tarafından başlatıldı, 2. Murat döneminde Ağustos
1424 yılında tamamlandı. 14 pencereden 10 tanesi
demirden yapılırken, 4 pencere korkuluğu bronzdan
yapıldı. Parmaklıkların bezemesinde ise gümüşün
dışında altın ve civadan faydalanıldı.
Bursa Kent Haber, 28.03.2010
|
GÖBEKLİTEPE'YE HAVA SEFERİ

Güneş bulutların arasından yüzünü göstermiş,
ısıtsam mı ısıtmasam mı diye tereddüt içindeydi. Biz
seninle sundurmada kahvaltı ediyorduk. Masada duran
kitaba bakıyor, o kitabın anlattığı ören yerinin
Türkiye’de neden hala doğru dürüst tanınmadığını
düşünüyordum. Sevdiğimiz kadın türkücünün harika
sesi küçük radyomuzdan bir çağlayan gibi akıyor, Ruhsati’nin sözleriyle gönlüne sitem ediyordu:
“Mevlam kanat vermiş uçamıyorsun, bu nefsin elinden
kaçamıyorsun...”
O sırada şöminenin içine bacadan çerçöp döküldüğünü
fark ettik. Sen “Bu da ne? Çıkıp bacaya bir baksan?”
dedin. Sözünü ikiletmedim, doğru çatıya çıktım.
Baktım, şöminenin bacasına uzun gagalı bir misafir
yuva yapmıştı, oturduğu için uzun bacaklarını
göremiyordum. Misafir, geldiğimi fark eder etmez
kaçacağına, beni hiç görmemiş gibi durmayı tercih
etti. Yanına gidip “Merhaba” dedim, başını lütfen
çevirdi, tokalaşmak için yavaşça kanadını uzattı,
bana “Merhaba, bu evde yaşıyor olmalısınız. Umarım
bacanıza yuva yapmamın bir sakıncası yoktur?” dedi.
Cevap beklemeden devam etti: “İnsanlardan uzak
olmayı tercih ederiz ama, ben artık eskisi kadar
genç değilim, kendime uzun uzun yer arayamadım.”
Fırsat bulur bulmaz atladım: “Ya, öyle mi? Bir dönem
bir kırlangıç ailesi her yıl balkonumuzun altına
yuva yapardı, birkaç mevsimdir yoklar. Ama bacamızda
bir leylek! Bu ilk kez oluyor!” Tedirgin olmuş gibi
değildi, konuşmayı sürdürdü: “Leylek ha? İşte bir
başka yakıştırmanız daha. Gagamızdan ‘lag lag’ diye
sesler çıktığını duyup bize Arapçada da, Farsçada da
böyle ad verilmesini anlıyorum, ama siz boş
konuşmaya da ‘laklak etmek’ diyorsunuz, o niye?
Sanki sizden daha gevezeymişiz gibi! Sonra nedir o
bebek taşıma hikayeleri filan?” Mağrur bir edayla
devam etti: “Adım ‘Alaca’, tüylerim siyahlı beyazlı
olduğundan bana öyle derler. Bacanıza yerleşmeme
gelince... Size kira veremem ama, bir şekilde
borcumu öderim.” Birden aklıma bir fikir geldi:
“Belki beni bir yerlere götürürsünüz?” Dileğimi
ciddiye almış olacak ki, beni alıcı gözle süzmeye
başladı, galiba ağırlığımı tahmin etmeye
çalışıyordu, “Ağır gelirsem birkaç arkadaş beni
çekebilirsiniz” dedim. Alaca güldü,
“Saint-Exupéry’nin dokuzuncu bölümde çizdiği resmi
hatırladınız değil mi? Güya göçeden bir yaban
kuşları sürüsü Küçük Prens’i iplerle çekerek
taşımış! Emin olun, o çizim tamamen hayal ürünü.
Fakat Nils, yani Selma Lagerlöf’ün küçük Nils’i uçan
kazın sırtında nasıl gezmişti bilirsiniz, öylesi çok
daha gerçekçi.” Heyecanlanmıştım: “Yani beni
sırtınıza alıp taşıyabilirsiniz?” Cevap hemen geldi:
“Atla bakalım, bir deneyelim.” Artık senli benli
konuşuyorduk.
Bilinen en eski tapınak
Az sonra Alaca’nın sırtındaydım, bulutların üzerinde
süzülüyorduk. “Pek kanat çırpmıyorsun?” dedim, “Her
yıl o kadar uzun yollar katederiz ki, enerji
tasarrufu gerekir, bunun için olabildiğince,
kanatlarımızın yerine, yukarı tabakalardaki hava
akımlarını kullanırız.” Onu yormayayım diye fazla
konuşmadım, epey bir süre sessiz kaldık. Bulutların
bir üstüne çıkıyorduk, bir altına iniyorduk, ama
asıl keyifli olan pamuk yataklar gibi duran bulut
kümelerinin içinden geçmekti. Sonunda dayanamadım,
nereye gittiğimizi sordum, “Göbekli Tepe’ye” dedi,
“Biliyor musun orayı?” Kalbim çarpmaya başladı,
“Evet, elbette... Şanlıurfa’ya 15 kilometre
uzaklıktaki ören yeri, değil mi? Arkeoloji tarihinin
en önemli buluşlarından biri, Alman arkeolog Klaus
Schmidt kazıyor, 12-13 bin yıl öncesinden kalma bir
yer”. Devamını Alaca getirdi, “Doğru, bilinen en
eski tapınak, avcı insanın yerleşik tarım toplumuna
geçiş döneminden. İngiltere’deki Stonehedge’den
altı-yedi bin yıl daha eski. Göbekli Tepe’de üç dört
metre yüksekliğinde, T harfi biçiminde onlarca
dikilitaş bulundu, taşların üzerlerine çok sayıda
hayvan şekli işlenmiş, yılanlar, tilkiler, aslanlar,
böcekler, kuşlar, karışık hayvanlar... Hatta leylek
kabartmaları da var.” Bir yandan Alaca’nın bütün
bunları nereden öğrenmiş olabileceğini düşünürken,
bir yandan da yeryüzünü gözlüyordum. Sonunda uzaktan
Göbekli Tepe göründü, tepeyi kitapta gördüğüm
fotoğraflardan tanıdım. Alaca ustaca bir manevrayla
yere yaklaştı, beni indirdi. Bu saatte kimseler
yoktu etrafta, çevreyi gezmeye başladım. Baktım
Alaca beni bir yere çağırıyor, “Gel, şu 38 numaralı
dikilitaşa bak lütfen, tilkiyle domuzun altındaki üç
kuştan ortadaki leylek kabartması değil mi? Gagası
uzun, bacakları uzun”. Baktım, “Gerçekten leyleğe
benziyor!” dedim. Alaca açıkladı: “Schmidt bunun
turna mı, leylek mi olduğu konusunda mütereddit.
Lütfen söyle ona, bu bölge bizim o zamanlar göç
sırasında mola verdiğimiz yer, bu kabartma da
leylektir mutlaka.” Alaca’nın niye beni oraya
getirdiğini anlamıştım, “Burada kalıntıların sadece
yüzde 5’i çıkarılmış, yeni buluntularda başka leylek
kabartmaları da olabilir” dedim, “Schmidt’le şahsen
tanışmıyorum ama, ona ulaşabilecek bir yazı
yazabilirim belki”. Alaca bana oraları gezmem için
zaman tanıdı, resimlerini gördüğüm dikilitaşları,
üzerlerindeki kabartmaları gözlerimle görmek çok
hoşuma gitti. Schmidt’in sorularını düşündüm: Burası
eski bir tören yeri miydi? Turnalar, aslında turna
kılığında insanlar mıydı? Civarda büyük bir mezarlık
ortaya çıkacak mıydı? Acaba on yıl sonra burası...
Baktım Alaca sabırsızlanıyor, atladım sırtına.
Dönüşümüz çok daha kolay oldu, kendimi rahat
hissediyordum, ara sıra uyukladım bile. Bir baktım,
bizim bacadayız. Alaca’ya “Kira ödenmiştir” dedim
gülerek, “Burada istediğin kadar kal!” Tokalaşıp
ayrıldık.
Hemen sundurmaya indim. Sen hala kahvaltı
masasındaydın, radyodaki türkü devam ediyordu:
“Ruhsati, dünyadan geçemiyorsun, topraklar başına,
vay deli gönül...” Bana sordun: “Sence Ruhsati neden
‘Mevlam kanat vermiş’ diyor, insanların kanatları
yok ki?” “Kimbilir?” diye cevap verdim: “Şairler
dünyayı bizden farklı algılar, anlaşılan Ruhsati de
insanların uçabildiğini düşünüyor!” Sonra masadan
kalktım, yanağına bir öpücük kondurup senden izin
istedim: “Şimdi bilgisayarın başına oturmalıyım, bir
yazı yazacağım, birine söz verdim de...”
Radikal İki, Haber: Caner Fidaner, 28.03.2010
|
HÜSEYİN AĞA CAMİİ RESTORE EDİLECEK
Beyoğlu
Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan’ın himaye ve
koordinasyonunda başkanlık binasında düzenlenen
törende, Taksim Gayrimenkul Yatırım Geliştirme ve
İşletmecilik A.Ş adına Tayfun Demirören ve İstanbul
Vakıflar 1. Bölge Müdürü İbrahim Özekinci arasında
caminin restorasyonunu kapsayan protokol imzalandı.
Sponsor firma Taksim Gayrimenkul Yatırım Geliştirme
ve İşletmecilik A.Ş’nin, zeminindeki çökmeler ve
duvarında meydana gelen çatlaklar sebebiyle restore
edilecek camideki çalışmaları 13 ay içerisinde
bitirmesi öngörülüyor. Başkan Demircan, “Böylesine
önemli bir olaya öncülük etmekten mutluyuz” dedi.
Türkiye Gazetesi, 28.03.2010
|
TARİHİ KÖPRÜ BAKIMSIZLIKTAN ÇÜRÜYOR
Ağrı'nın Doğubayazıt İlçes'nde bulunan tarihi Alaca Köprüsü (Pıra Belek) adeta kaderine terk edildi. Doğubayazıt'a 9 kilometre uzaklıktaki Ağrı Dağı eteklerinde, İran yolu kenarında bulunan 133 yılık tarihi köprü yıkılmaya yüz tuttu.
Karayolları sorumluluk bölgesinde olduğu dile getirilen tarihi köprünün 1877 yılında Osmanlı - Rus Savaşı sırasında Rus Generali Hugossov tarafından kızları anısına yapıldığı söyleniyor.
İpek Yolu güzergahı üzerinde Sarısu Deresi üzerindeki köprünün yapımında iki renkte kesme taş kullanılmış. Tek kemerli köprü bakımsızlıktan yıkılma tehlikesi geçiriyor.
Birgün, 28.03.2010
|

|
"SÜMELA İBADETE AÇILACAK"
Kültür Bakanı Ertuğrul Günay,
Trabzon’daki Sümela Manastırı ve Mersin’deki Saint
Pauls Kilisesi’nin de yılda
bir kez
ibadete açılacağını söyledi.
Yılda bir gün ibadet izni verilen müze statüsündeki
Akdamar Kilisesi gibi benzer bir uygulamayı Kültür
ve Turizm Bakanlığı Trabzon’daki Sümela
Manastırı’nda ve Mersin’deki Saint Paul Kilisesi’nde
de gerçekleştirmeye hazırlanıyor. Açıklamayı Kültür
ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay yaptı.
Günay, “Akdamar Kilisesi hala bir müzedir. Müze
olarak işlev görmeye de devam edecek. Ama aynı
zamanda tarihen de bir kilisedir. Benzer bir
uygulamayı Sümela’da, daha kapsamlısını St. Paul
Kilisesi’nde gerçekleştirebiliriz. Türkiye’de
çeşitli inançlar için duraklar var. Mevlana, Hacı
Bektaş nasıl bir inanç dünyası için
özel bir
ilgi yakalıyorsa, Meryem Ana, Akdamar, St. Pierre,
Sümele de ilgi yakalıyor. Ve burada yılda 1 gün,
birkaç saat insanlar gelip kendi ibadet ritüellerini
yerine getirmek istiyorlar” dedi. Ancak Ayasofya
bunlardan çok farklı ve çok özel. İnsanlığın en eski
mabetlerinden birisi. Uzun yıllar kilise, uzun
yıllar cami olarak kullanılmış fakat şu an müze
olarak kullanılıyor. İçinde çok önemli restorasyon
çalışmaları vardı ancak kısmen tamamladık. Ayasofya
ayakta durduğu sürece müze olarak devam etmesi,
herhangi bir başka ritüelle meşgul edilmemesi
ziyaretçi sirkülasyonu açısından da çok zorunlu.
Çünkü 2.5 milyondan fazla ziyaretçi alıyor.
Vatan, 28.03.2010
|
TARİH YAĞMACILIĞINA GEÇİT YOK
Ilkbaharın gelmesiyle
birlikte define avcılarının tarihi eserleri
yağmalamaya başladığı bildirildi.
Erzurum Müze Müdürü Mustafa Erkmen, tarihi eser
kaçakçılarının ve define avcılarının ilkbaharda
tarihi taşınmaz varlıklara ve kültürel eserlere
yönelik saldırılarına hız verdiğini açıkladı.
Erkmen, özellikle definecilerin gözlerden uzak
yerlerdeki tarihi köprü, türbeler, mezarlıklar ve
tümülüsleri tahrip edip yağmaladığına dikkat çekti.
Personel eksikliğinden dolayı dağ başlarındaki
tarihi ve kültürel eserleri koruyamadıklarına vurgu
yapan Müze Müdürü Erkmen, "İlkbaharın gelmesiyle
birlikte defineciler elde ettikleri sahte define
haritaları ya da kulaktan duyma yanlış bilgilerle
tarihi eserleri tahrip etmeye, yağmalamaya başlıyor.
Binlerce yıllık tarihi ve kültürel eserler bir gece
içerisinde define umuduyla yok edilmekte. Her yıl
onlarca tarihi ve kültürel eserimiz bu nedenle ya
yok oluyor ya da ağır şekilde tahrip ediliyor."
dedi.
Erzurum Gazetesi, 27.03.2010
|
|
BAKANLIKTAN RESSAMLARA: MÜZEDE UNUTTUĞUNUZ TABLOLARI
ALIN
Son günlerde hırsızlık olayı ile gündeme
gelen Devlet Resim ve Heykel Müzesi'nde ünlü olmayan
ressamların da tablosunun bulunduğu ortaya çıktı.
Müzede 'yer işgal eden' 600 civarında tablo
olduğu belirtilirken, Kültür Bakanlığı, eserlerin
sahiplerine çağrıda bulunarak, tablolarını bir an
önce almalarını istedi. Bakanlık, tabloların
alınması için Resmi Gazete'de ilana çıkacak. İlanda,
ressamlara belirli bir süre verilerek, bu zaman
zarfında alınmayan tabloların tüm hakları bakanlığa
devredilmiş sayılacak. Kalan resimler, okul gibi
kamu kurumlarına gönderilmesi, hatta imha edilmesi
bile gündeme gelebilecek. Tabloların, daha önce
bakanlıkça açılan resim yarışmalarına katılanların
resimleri olduğu öğrenildi.
Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 27.03.2010
|
AYİOS HARALAMBOS KİLİSESİ RESTORE EDİLECEK
İzmir'in Çeşme İlçesi'nde bulunan tarihi Ayios
Haralambos Kilisesi'nin restorasyonu için hazırlık
çalışmalarına başlandı.
Ayios Haralambos Kilisesi'nin restorasyonu öncesi,
tarihi yapıyla ilgili veri toplamak üzere Çeşme Müze
Müdürlüğü denetiminde sondaj çalışması başlatıldı.
Restorasyon sondaj çalışmasını yürüten firmanın
sorumlusu Ömer Üstünkaya, 1832 yılında yapılmış olan
kilisenin, önemli dini yapılar arasında yer aldığını
ifade ederek, bu kilisenin benzerinin, Yunanistan'ın
Başkenti Atina'nın "Smyrna (İzmir)" adı verilen
bölgesinde de inşa edildiğine söyledi.
Sondajın, yapılması düşünülen restorasyon
çalışmaları için yol gösterici olacağını ifade eden
Üstünkaya, şunları kaydetti:
"Tarihi kilisenin tavanında bulunan ve oldukça
yıpranmış olan resimlerin birçoğunu ortaya çıkardık.
Şu anda yaptığımız çalışmada da kilisenin 'narteks'
adı verilen ek binasını ortaya çıkarmaya
çalışıyoruz. Burada kazı yapılan alanda, kilisenin
kemer izlerini takip ederek binanın sınırlarını
belirleyeceğiz. Yaklaşık bir ay sürecek çalışmaların
ardından hazırlayacağımız projeyi Rölöve ve Anıtlar
Kuruluna sunacağız. Onaylandığı takdirde, mülk
sahibi görünen belediye tarafından çıkılacak
ihaleyle restorasyon çalışmasına başlanacak."
Üstünkaya, şu ana kadar elde ettikleri bilgiler
ışığında, projenin onaylanması halinde kilise
restorasyonunun yaklaşık 2 yıl sürmesini ve 5 milyon
liraya mal olmasını tahmin ettiklerini sözlerine
ekledi.
Haber Ekspres, 27.03.2010
|
DANİMARKALI 'KÜÇÜK DENİZKIZI' 96 YILDIR OTURDUĞU
YERDEN KALKTI
Danimarka’nın simgesi ‘Küçük Denizkızı’ heykeli,
Çin’deki Şanghay
Dünya
Fuarı’nda sergilenmek üzere ilk kez ülkesinden
ayrılıyor.
Danimarkalı masalcı Hans Christian Andersen’in
‘Küçük Denizkızı’ adlı masalından yola çıkılarak
yapılan 1.5 metre boyundaki heykel ve üzerinde
oturduğu taş, önceki gün belediye başkanı ve hükümet
yetkililerinin de katıldığı
bir
törenle vinçle yerinden kaldırılıp bir kamyona
yerleştirildi. Heykel 1 Mayıs’ta başlayacak fuardan
önce Danimarka pavyonunda sergilenecek.
Ancak simge heykelin 96 yıldır bulunduğu yerden
geçici de olsa kaldırılıp ülke dışına çıkarılacak
olması, ülkede bazı kesimlerin sert tepkisini
topladı. Kararı eleştirenler, heykelin kendisi
yerine kopyasının Çin’e gönderilmesi gerektiğini
savunuyor. Danimarkalı heykeltıraş Edvard Eriksen
tarafından yapılan heykel, Ağustos 1913’te bugünkü
yerine yerleştirilmişti.
Radikal, 27.03.2010
|
|
KÜÇÜK ABDEST BOMBARDIMANI ANTİKA YAPMAYA YETMEDİ

Tarihi eser kaçakçılarının 3 milyon
dolara satmaya çalıştığı 40 santimlik bronz heykeli
eskitmek için iki ay boyunca üzerine işedikleri
anlaşıldı.
Ankara Emniyet Müdürlüğü Mali Suçlar Bürosu
ekipleri, iki kişinin tarihi eser kaçakçılığı
yaptığı ve bronz bir heykeli satmaya hazırlandığı
yönünde bilgilere ulaştı. Savcılığın talimatıyla
polis, A.Y. (39) ve M.S. (41) adlı şüphelileri
takibe aldı. Gözaltına alınan A.Y.'nin Keçiören'deki
evinde yapılan aramada bronz bir heykel bulundu. 40
santimetre boyundaki heykel, incelenmek üzere
Anadolu Medeniyetler Müzesi'ne gönderildi.
Uzmanlar, heykelin üzerindeki oksitlenmenin
toprak altında yaklaşık 2000 yılda
gerçekleşebileceğini, ancak o dönemlerde bu tür
heykellerin yapılmasının mümkün olmadığını
belirleyerek eserin taklit olduğu sonucuna vardılar.
İfadeleri alınan A.Y. ve MS ekonomik
sıkıntılarının olduğu için taklit tarihi eser
yaparak satmaya çalıştıklarını kabul etti. İki
şüpheli, bir tornacıya yaptırdıkları bronz heykele
eski görünümü vermek için iki ay süreyle üzerine
işediklerini anlattı. A.Y. ifadesinde şunları
söyledi:
“İnternette kısa bir araştırma yaptık ve bronzun
asitle eskimiş hale getirildiğini öğrendik. Bazı
sitelerde idrarın aynı işlevi gördüğünü öğrendik.
İlk günlerde heykeli, idrar dolu kap içerisinde
beklettik. Hava almayınca oksitlenme yavaş
ilerliyordu. Daha sonra tuvalete koyup üzerine
işemeye başladık. İki ay sonra tarihi eser
görünümünü alınca satmak için müşteri aramaya
başladık.”
Adliyeye sevk edilen iki arkadaş, heykel tarihi eser
kapsamına girmediği için sahtecilik suçundan
çıkarıldıkları mahkemece serbest bırakıldı.
Hürriyet, Haber: Arda Akın, 27.03.2010
|
 |
TMSF, TARİH SATACAK
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF), Antik A.Ş. aracılığıyla resim, tablo, zaman aşımına uğrayan muhtelif kıymetler, antika ve sanat eserlerinin satışı için açık teklif alma toplantısı yapacak.
TMSF'nin açık teklif alma toplantısına ilişkin duyurusu, Resmi Gazetede yayımlandı. Duyuruya göre 9 adet resim, tablo ve antika 14 bin 680, 8 adet tablo 139 bin 250, 73 adet Atatürk Fotoğrafı 516, 103 adet zaman aşımına uğrayan muhtelif kıymetler (altın ve mücevher) 5 bin 895 lira toplam muhammen bedel üzerinden satılacak.
Açık teklif alma toplantısı, 11 Nisan 2010 tarihinde Antik A.Ş. tarafından İstanbul Maçka'da bulunan Swissotel The Bosphorus Asuka Salonunda saat 14.00'te gerçekleştirilecek. Teklifler, açık teklif alma toplantısında alınacak. Katılım teminat bedeli bin lira olarak belirlendi. Açık Teklif Alma toplantısına katılmak isteyenler satış şartnamesini resim, tablo, zaman aşımına uğrayan muhtelif kıymetler, antika ve sanat eserlerinin listesini, isim ve özelliklerini, muhammen bedelleri hakkında daha ayrıntılı bilgiyi tmsf.org.tr internet adresi ile TMSF İştirakler ve Gayrimenkuller Daire Başkanlığı ile Antik A.Ş'den temin edebilecek.
Resim, tablo, sanat eseri, antikalar ile ilgili bilgiler ve fotoğraflar Antik A.Ş.'nin Maçka İstanbul'da Süleyman Seba Caddesi Talimyeri Sokak adresinde 29 Mart 2010 tarihinden itibaren müzayede gününe kadar istekliler tarafından görülebilecek.
Habertürk, 26.03.2010
|
TRALLEIS KAZI EVİ YER SORUNU

Aydın Valiliği, Aydın Belediyesi ve Adnan
Menderes Üniversitesi (ADÜ) arasında imzalanan
protokol ile 15 yıllığına Tralleis Kazı Evi olarak
kullanılan bina 27 Mart'a sürenin dolmasının
ardından protokolün uzatılmaması halinde yer sorunu
ile karşı karşıya kalacak.
1994 yılında Aydın Valiliği ve ADÜ ile dönemin
Belediye Başkanı Hüseyin Aksu tarafından imzalanan
protokol ile Aydın Belediyesi yükümlülükleri
arasında Tralleis kazısının geleceği konusunda kazı
evi, restorasyon merkezi ve depo olarak Kemer
Mahallesi'nde kompleks bir yapı tasarlanmış, daha
sonra bu bina kazıda görev alan öğrencilerin
çalışabileceği, konaklayabileceği ve kazı
malzemelerinin depolanabileceği bir duruma
getirilmişti. 3 kurum arasında imzalanan protokol
ile bu bina 15 yıllığına Tralleis Antik Kenti
Kazılarına tahsis edilmişti.
Sözleşmenin sona ereceği 27 Mart 2010 tarihi öncesi
Aydın Belediyesi'ne bir yazı gönderen ADÜ Rektörü
Prof.Dr. Şükrü Boylu, Tralleis kazısının sağlıklı
bir şekilde yürütülebilmesi için Aydın Valiliği,
Aydın Belediyesi ve ADÜ tarafından yürütülen "TC
Aydın Belediyesi Tralleis Antik Kenti, Kazı ve Veysipaşa Kentsel Sit Koruma ve Islah Projesi
Protokolünün" 3. maddesi gereğince 27 Mart'ta dolacak
protokolün süresinin uzatılmasını talep etti.
Protokolün uzatılması için Aydın Belediyesine
gerekli bilgilendirmeyi yapan Tralleis Antik Kenti
Kazı Başkanı Yrd. Doç. Rafet Dinç, belediyenin
sözleşmeyi uzatmak istemediği yönündeki
söylentilerin ortaya atılması üzerine bir basın
toplantısı düzenleyerek, belediye yetkililerinden
anlayış talep etti. Aynı zamanda Menderes Havzası
Kültürlerini Araştırma ve Yaşatma Derneği (MEKYAD)
başkanı da olan Dinç, açıklaması sırasında MEKYAD 2.
Başkanı Akın Çelebioğlu ve yönetim kurulu üyeleri de
eşlik etti.
Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu'nun seçim beyannamesinde ve basın önünde sürekli olarak Tralleis kazılarına yardım vaat edeceğini açıkladığını iddia eden Rafet Dinç, Çerçioğlu'nun seçimi kazanmasında bu vaatlerinin de etkili olduğunu savundu. Çerçioğlu'nun bugünlerde kendilerini kazı evinden çıkarmayı ve kazı evini farklı şekilde değerlendirmeyi düşündüğü yönünde duyumlar aldıklarını belirten Dinç, "DÜ Rektörlüğü ile Kültür ve Turizm Müdürlüğü aracılığıyla bu konuda hazırladığım dilekçeyi belediyeye ilettik. Ancak kendisini çok sevdiğimiz ve bize çeşitli konularda bize destek olan Sayın Başkanımızın kazı evini farklı bir amaçla kullanacağını öğrendik. Sözünü ettiğimiz protokol 27 Mart 2010 tarihinde sona ermektedir. Amacımız halen kazı evi olarak kullanmaya devam ettiğimiz bu yapının söz konusu protokol çerçevesinde 15 yıllığına 'Kazı ve Restorasyon Merkezi' olarak kullanılmak üzere Sayın özlem Çerçioğlu'dan olur alabilmektir" dedi.
Aydın
Belediyesi tarafından hazırlanan 2010-2014 Stratejik
Planı'nda Tralleis Antik Kazılarına destek verilmesi
yönünde bir taahhüdün yer aldığını anımsatan Dinç,
şunları söyledi: "Sayın Başkanın Aydın Belediyesi
2010-2014 Stratejik Planında Tarihi Mirasın
Korunması alt başlığı altında; "Tralleis'e maddi
destek sağlanmalı, kazı çalışmalarına destek vererek
ilimizin tarihi mirası ve kültürü gün ışığına
çıkarılmalı ve tanıtıma destek verilmeli" şeklinde
ifadeler yer almaktadır. Biz Sayın Başkan'ın
programa uygun olarak hareket edeceğine inanıyoruz".
MEKYAD 2. Başkanı Akın Çelebioğlu da, Tralleis Antik
Kenti'nin Aydın'ın tanıtımı ve ekonomisi bakımından
çok önemli olduğuna işaret ederek, Aydın
Belediyesi'nin daha önce 2 kez uzatılan protokolün
yeniden uzatılması konusunda kendilerine yardımcı
olmasını beklediklerini kaydetti.
Aydınlı Haber, 26.03.2010
|
KARAMAN'DA TARİHİ HAMAMIN KUBBELERİNİ SÖKTÜLER
Karaman'da tarihi Yeni Hamam'ın üstündeki baca ve havalandırma pencerelerindeki camlar kırılırken kubbelerdeki kurşunların kimliği belirsiz kişilerce sökülerek çalınmak istendi.
Tapucak Mahallesi'nde bulunan tarihi Yeni Hamam'ın Karamanoğlu Beyliği döneminde yapıldığı, Hamam Osmanlı dönemine tarihlendirilmektedir. Nuh Paşa Hamamı ve Nasuh Bey Hamamı gibi isimlerle de adlandırılan hamamın 2005 yılında Konya Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından restore edilirken, 1990 yılı başlarına kadar Tapucak Mahallesi'nde hamam olarak Karaman halkına hizmet veriyordu.
Konya Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından restore edilen Hamam'ın üstüne çıkıldığında havalandırma bacalarının üzerlerinde bulunan cam kapaklar tüm kırılmış. Kubbelerdeki kurşun kaplamalar sökülmeye çalışıldığı sırada amaçlarına ulaşamayan kişiler kubbeye büyük zarar vererek kaçtıkları öğrenildi.
Konya Vakıflar Müdürlüğü'ne ait hamamın 2006 yılında restoresi bitirildikten sonra Karaman İl Özel İdaresi tarafından kiralandığı, fakat 2009 yılı sonunda sözleşmenin bittiği ve 2010 yılı için kiralanmadığı öğrenildi.
karaman.org, 26.03.2010
|

 |

|
HİLAR'DA KAZI ÇALIŞMALARI SÜRÜYOR
Dünyanın en eski arkeolojik yerleşimlerinden olan Diyarbakır'ın Ergani İlçesi Sesverenpınar Köyü civarında bulunan Hilar mağaralarında 4. etap kazı çalışmalarına başlandı.
Yakındoğu'nun tarımcı en eski topluluğuna ait kalıntıları barındıran tarihi sit alanında "Hilar Mağaraları ve Çayönü'nün Turizme Açılması" projesi kapsamında yeniden başlayan ve 6 ay sürecek kazı çalışmaları sonrasında Hilar'ın tarihi gün yüzüne çıkarılacak. "Hilar Mağaraları ve Çayönü'nün Turizme Açılması" projesi kapsamında 2006 yılından bu yana aralıklarla yapılan arkeolojik kazıların 4. etabı 6 ay sürecek. Kazı çalışmalarında birçok mezarın açığa çıkarılacağını belirten kazı sorumlusu Arkeolog Zafer Han, yapılan kazı çalışmalarına ilişkin şunları söyledi:
"6 aylık bir sürece yayılacak 4. etap kazı çalışmalarımıza 41 kişiyle başladık. Bu çalışmalara paralel olarak başlatılan çevre düzenlemesi çalışmaları da eş zamanlı olarak devam etmektedir."
Kazı çalışmalarını yerinde inceleyen Ergani Kaymakamı Ramazan Yıldırım ise, "Hilar Mağaraları ve Çayönü'nün turizme açılması" projesi kapsamında 6 ay sürecek 4. etap kazı çalışmalarına paralel olarak yürütülen çevre düzenlemesi çalışmasının da aralıksız devam ettiğini belirterek, "Yapılan çalışmalar tarihi dokuyu taşıyan Hilar Köyü'nde yaygın şekilde devam edilerek bölgenin turizme kazandırılması sağlanacak. Bu bağlamda örnek bir köy haline getirilecek Hilar, ilçedeki diğer köylerle de etkileşim içine girerek bölgenin aktif turizm merkezi haline gelmesine katkı sağlanacaktır" diye konuştu.
internethaber.com, 26.03.2010
|
ARKEOLOGLARDAN BODRUM'DA TARİH NÖBETİ
Bodrum'daki Antik Tiyatro önünde, arkeologlar
gözetiminde gerçekleştirilen “Bodrum Yarımadası İçme
Suyu Projesi” kapsamında yapılan kazı çalışmaları
sırasında tiyatroya ait olduğu tahmin edilen mimari
bloklar bulundu.
Bodrum Kalesi ve Sualtı Arkeoloji Müze
Müdürlüğü'nde görevli arkeolog Hande Savaş,
gazetecilere,
proje
kapsamında DSİ tarafından gerçekleştirilen kazı
çalışmalarını dikkatle izlediklerini söyledi.
Kazı yapılacak bölgede öncelikle sondaj çalışması
yapılmasının
uygun
görüldüğünü belirten Savaş, şunları söyledi:
“Kazı yapılan bölgenin hemen arkasında
bir antik
yapı var. Dolayısıyla öncelikle araştırma yapıyoruz,
altında ne olduğuna bakıyoruz. Ondan sonra çıkan
buluntulara göre kazı çalışmaları devam edecek ya da
etmeyecek. Şu ana kadar yapılan kazılarda antik
tiyatroya ait olduğunu düşündüğümüz mimari bloklar
bulundu. Ancak bunlarda orijinal yerlerinde
değiller. Daha sonradan buraya atılmış. Toprak
içindeler. Büyük ihtimalle antik tiyatroya aitler.
Sonradan buraya atıldıkları için şu anda kazı
çalışmalarını engelleyecek bir durum yok.”
Sondaj çalışmalarının 15 gün daha devam edeceğini
ifade eden Savaş, Bodrum Kalesi'ndeki arkeologlarla
birlikte dönüşümlü olarak görev yaptıklarını ifade
etti.
Antik tiyatroyu her
yıl
binlerce yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiğini
aktaran Savaş, “Burası özellikle turistlerin büyük
ilgisini çeken bir bölge. Antik kentten çok fazla
yapı gün yüzünde yok. Bu nedenle antik tiyatro çok
önemli” diye konuştu.
Hürriyet, 26.03.2010
|
TARİHİ DUVAR ZARAR GÖRÜYOR

Hacı
Bayram Camisi’ndeki restorasyon
çalışmalarında kullanılan inşaat malzemelerinin
gelişigüzel bir şekilde hemen yakınlarındaki
“tarihi duvar kalıntısı”nın önüne yığılması
dikkat çekiyor. Restorasyon alanına halkın girişini
engellemek için yapılan bariyerler de uçlarına
takılan sivil demirlerle tarihi duvara çakılmış
durumda.
Anakent Belediyesi,
Augustus Tapınağı’nın yanındaki
çalışmalarını sürdürürken, diğer yandan da
Hacı Bayram Camisi’nin restorasyonunu
gerçekleştiriyor. Bu kapsamda caminin yanındaki
eklenti kısım yıkılarak yeniden yapılacak. Cami
ayrıca restore edilecek. Çalışmaların Ramazan ayına
kadar bitirilmesi planlanıyor. Bu nedenle ibadete
kapatılan caminin yanına iki tane dev çadır kuruldu.
Çadırın birinde kadınlar diğerinde ise erkekler
ibadetlerini gerçekleştiriyor. Restorasyon nedeniyle
ibadete kapatılan caminin etrafı da halkın girişini
engellemek için demir bariyerlerle çevrilmiş
durumda. Ancak caminin restorasyonu konusunda
gerekli duyarlılığı ortaya koyan belediyenin, aynı
duyarlılığı hemen yakınlardaki tarihi duvar
kalıntısı konusunda göstermediği gözleniyor. Caminin
etrafının çevrildiği bariyerlerin ayakta durmasını
kolaylaştırmak için uçlarına kaynaklanan demirlerin
tarihi surlara çakıldığı görülüyor. Yine gözlerden
kaçmayan bir başka nokta ise restorasyon
çalışmalarında kullanılan tahta, demir gibi inşaat
malzemelerinin duvarın bitişiğine yığılması oldu.
Birçok demir levha da yine surlara yaslatılmış
şekilde duruyor.
Öte yandan suru andıran bu tarihi duvar
kalıntılarını çevreden gelebilecek etkilere karşı
korumak için herhangi bir önlemin alınmadığı
gözleniyor. Etrafında duvar için ne bir koruyucu
bariyer ne de uyarıcı levha bulunuyor. Yıllardır
korumasız bir şekilde doğaya ve insanlara karşı
ayakta kalma mücadelesi veren tarihi kalıntıların
uğradığı tahrip de gözlerden kaçmıyor. Sadece
duvardan düşen taş parçalarının gelişigüzel şekilde
kenarda toplanılmasıyla yetinilmiş. Hacı Bayram
Camisi’nin fotoğrafını çekmek isteyen bazı
yurttaşlar bu tarihi surun üzerine rahatlıkla
çıkabiliyor. Bu konuda gerekli uyarıyı yapacak bir
görevli de bulunmuyor. Duvarın tarihi olduğunun
anlaşılmasını, sadece yanında dikili olan tabela
sağlıyor.
Diğer yandan bu tarihi surun dolmuş duraklarına
yakın olan kısmında bir “yapı” daha olduğu
görülüyor. Ancak tarihi olduğu izlenimi veren bu
yapının, hangi döneme ait olduğu anlaşılamıyor.
Çevresinde herhangi bir bilgilendirici tabela da yer
almıyor. İnsanlardan gelebilecek müdahalelere açık
olan bu yapının etrafına koruyucu bariyer de
yapılmamış. Yüksekliği üç metreyi bulan ve eski bir
evin parçasını andıran yapının içinde ateş
yakıldığı, duvarlarına yazı yazıldığı gözleniyor.
Söz konusu yapının çatısında çatlaklar olduğu fark
edilirken, zamanla yapıdan düşen taş parçaları
kenarında biriktirilmiş. Sonuç olarak gerek tarihi
duvar kalıntısı gerekse ne olduğuna ilişkin bilginin
yer almadığı bu yapı, koruma altına alınmadığı için
tehdit altında bulunuyor.
Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı
Fatih
Söyler, restorasyon veya herhangi bir
inşaat çalışması sırasında sadece eski eserlerin
değil, çevredeki her şeye karşı zarar verici
çalışmalardan uzak durulması gerektiğini belirtti.
Herhangi bir boya-badana işinde dahi çevreye zarar
verilemeyeceğini dile getiren Söyler, alanda
korunması gereken ne varsa tümünün koruma altına
alınması gerektiğini vurguladı. Bu tür çalışmaların
son derece dikkatli yapılması gerektiğini anlatan
Söyler, “Sadece korunması gereken şeyler değil,
etraftaki yaya geçişi, trafik gibi bütün çevre
koşulları birlikte düşünülerek çalışmalar
yürütülmeli. Orada bir ağaç varsa buna dahi zarar
verilmemeli” dedi.
Cumhuriyet Ankara, Haber: Alican Uludağ
26.03.2010
|
"HELİKOPTERLER TARİHİ YIKIYOR"
Arkeolog Altan
Türe, Muğla Dalyan’daki 2 bin 500 yıllık ünlü kaya
mezarlarının hava koşulları ve yakından geçen
helikopterlerin yıpratıcı etkisi nedeniyle her geçen
gün eridiğini söyledi.
Türe, “Bu çevreden bazen
çekimler için bazen de turist gezdirmek için sık sık
helikopterler Kaya Mezarları’nın çok yakınlarına
sokuluyorlar. Pervanelerinin yarattığı vibrasyon da
bu tahribatı hızlandıran nedenlerden biri.
Helikopter neredeyse kaya mezarının 100-150 metre
yakınından geçiyor” dedi. Türe, Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay’ın ‘turistler mezarlı daha iyi
görsün’ diye bölgeye yaptırmak istediği ahşap seyir
teraslarından da hemen vazgeçilmesi gerektiğini
savundu.
Radikal, 26.03.2010
|
ŞANLIURFA, KABE'NİN REVAKLARINA TALİP OLDU
Suudi Arabistan Krallığı'nın Osmanlı'nın Kabe'nin çevresine yaptırdığı revakları (küçük kubbe) yıkmaya hazırlanması, Türkleri harekete geçirdi.
Kutsal mekandaki son Osmanlı eserine talip olan Şanlıurfa Ticaret ve Sanayi Odası (ŞUTSO), Kabe'deki mukaddes atmosferin Şanlıurfa'da yaşatılması için girişimde bulundu. ŞUTSO Başkanı E.Sabri Ertekin, İslam Konferansı Örgütü Genel Sekreteri Prof.Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu'na bir mektup yazarak Arap hükümetinin yıkacağı 500 revakın peygamberler şehri Şanlıurfa'ya verilmesini istedi. Ertekin, bu girişimini Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Devlet Bakanı Faruk Çelik'in yanı sıra Diyanet ve Şanlıurfalı milletvekilleriyle de paylaşarak destek istedi.
Zaman, 26.03.2010
|

|
ANKARA İÇİN YENİ BİR BAŞLANGIÇ

Ankara'daki
eski tren bakım atölyeleri yirmi
yıllık sürecin sonunda çağdaş sanat müzesi oldu.
1 Nisan'da
Cer Modern
adıyla açılacak müzenin ilk sergisi
Ebru
Özdemir koleksiyonu. Müze bünyesinde
sanatçı rezidans programı
da var.
Almanlar tarafından trenlerin bakım ve onarımı için
1892 yılında yapılan ve eski kültür
bakanı İstemihan Talay’ın
Çağdaş Sanatlar Müzesi (ÇSM) olması için
tahsis ettiği tarihi cer atölyesi,
nihayet sanatın hizmetinde. Müze, 1 Nisan Perşembe
günü Başbakan Recep Tayyip Erdoğan
tarafından açılacak.
Ankara’da eski Cer Atölyeleri binalarının yenilenip
bir çağdaş sanat müzesi kurulması çalışmaları
1990 yılında başlamıştı. Müze için
Çağdaş Sanat Vakfı’nın (ÇAĞSAV)
çaba göstermiş ancak ödenek bulunamaması üzerine
çalışmalar durmuştu.
Bir türlü tamamlanmayan ve terkedilen inşaat,
zamanla tinercilerin ve başıboş köpeklerin barınağı
haline gelmişti. İki bekçiyle korunan inşaat
alanında çalışmaların durması ve mekanın perişan
hali üzerine Radikal’in haberleri
de etkili olmuş, Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay devreye girmişti. Günay,
müzenin işletmesinin Turizm Otelciler
Birliği’ne (TURSAB) verildiğini, onların
inşaatı bitireceğini açıklamıştı. Nitekim TÜRSAB’ın
desteğiyle Cer Modern kısa sürede tamamlandı.
TÜRSAB’dan yapılan açıklamada, Ankara’nın kent
kimliğine önemli bir katkı yapacak olan Cer
Modern’in, Başkent’in sanatsal ve kültürel bir
vitrini olacağı vurgulanıyor. Cer Modern’in çok
yönlü ve farklı sanat disiplinlerini sanat
izleyicisiyle buluşturarak kültürel ve sanatsal
üretimin gelişmesine katkıda bulunması, ulusal ve
uluslararası sanat etkinlikleri ile eserlerinin
sergilenmesine olanak sağlaması hedefleniyor. Cer
Modern’de süreli sergiler galerisi, fotoğraf
galerisi, müze mağazası, konferans salonu, kafe ve
heykel park alanı yanı sıra sanatçı rezidansları da
bulunuyor. Müzenin giriş katında da büyük kütüphane
bir kütüphane var.
Müzedeki ‘rezidans’ yani sanatçı ikamet programı
kapsamında ana bina içerisinde yer alan beş adet
işlik, yerel ve uluslararası sanatçıların
kullanımına açılacak. Sanatçılar bu stüdyoları altı
aylık dönemlerle kullanacak. Cer Modern’in kültürel
kimliğinde önemli bir yer tutacak olan ikamet
programı, sanatçılarla ortak projelerin üretimini de
destekleyecek.
Metin And kütüphanesi
‘Cer Modern’in kütüphanesi ise, iki yıl önce
kaybettiğimiz kültür araştırmacısı
Metin
And’ın 10 bin kitaptan oluşan
kütüphanesini de kapsıyor.
Kütüphanenin getirilmesi için özel çaba sarfeden
Günay, Radikal okurlarına, “Önemli bir sanat
adamının kitaplığını buraya bütünüyle alıp onun
adını vererek, araştırmacılara hizmet verecek bir
sanat kitaplığı kuruyoruz” diyerek duyurmuştu.
Kütüphanede, Metin And’ın gölge oyunları arşivi ve
sanat objelerinin de sergileneceği açıklandı.
Açılış sergisi, Ebru Özdemir
koleksiyonundan yapılan bir seçki olacak. Ebru
Özdemir, Ankara merkezli
Limak Holding’in
yönetim kurulu üyesi.
Ayrıca, Ankara Devlet Resim Heykel Müzesi’nin
depolarındaki eserlerin de Cer Modern’de
sergilenmesi planlanıyor. Resim Heykel Müzesi geçen
haftalarda çalınan tablolarla gündeme gelmişti...
Radikal, Haber: Behzat Miser, 26.03.2010
******
ANKARA'NIN MODERN SANAT
MÜZESİ AÇILDI
Ankara'nın
modern sanatlar müzesi
CerModern dün
açıldı. 'Bugün bir
rüyam gerçekleşiyor' diyen Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay,
müzenin Ankara'nın çehresini değiştirecek bir kurum
olduğunu da söyledi. Sıhhiye’deki CerModern’de sergi
ve çok amaçlı etkinlik salonları, kütüphane, kitapçı
dükkanı ve kafe var.
Başkent’in modern yüzü olmaya aday
CerModern,
Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan ve Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay’ın
katılımıyla açıldı. Dün öğlen saatlerindeki törende
Şef Rengim Gökmen
yönetimindeki Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası
küçük bir konser verdi. Konserin ardından söz alan
Günay, “Bugün iki yılı aşkın süreden beri hayal
ettiğim bir rüya, gerçekleşiyor” dedi. Günay, emeği
geçen herkese teşekkür etti. Erdoğan ise, “2008 yılı
sonunda yaşanan küresel krize rağmen bizim ruh
dünyamızı zenginleştirecek, kültür dünyamızı
zenginleştirecek olan atılımları hiçbir zaman geri
bırakmadık.” dedi.
1926-1927
yıllarında
demiryollarının bakım istasyonu olarak inşa
edilen Sıhhiye
semtindeki yapı topluluğu uzun süre metruk vaziyette
kalmış, 90’larda
kültür varlığı olarak tescil edilmişti.
2000’li yıllarda
İstemihan Talay’ın Bakanlığı döneminde
başlanan proje ise ekonomik kriz nedeniyle yarım
kalmış. Bu dönemde
Ankara Çağdaş Sanatlar Vakfı (ÇAĞSAV) da
mekanın Ankara çağdaş sanatlar merkezi olması için
çaba göstermişti.
Kültür Bakanlığı’nın işletmesini
TÜRSAB’a
vererek tamamlanmasını sağladığı müze 3 bin
metrekaresi tarihi, 7 bin metrekare ek binalarla
birlikte toplam 11
bin metrekarelik alana yayılıyor. Müze, sergi
salonları ve sürekli sergi salonları, çok amaçlı
etkinlik salonu, kafeteryası, kitap ve hediyelik
eşya dükkanları ve kütüphanesi var. Açılış sergisi
ise Ebru Özdemir
koleksiyonundan bir seçki.
Bakan Günay, açılıştan önce düzenlediği, müzeyi
tanıtan basın toplantısında
Metin And’ın
kitaplığını buraya taşımak istediklerini ama
olmadığını da anlattı. “Biz aslında rahmetli Metin
And’ın kitaplarını getirmeyi amaçlamıştık. Fakat
kitapların bir kütüphane sergisi için henüz hazır
olmadığı inceleme sırasında ortaya çıktı. Ayrıca
aile de sanıyorum içinde bir tereddüt yaşadı
kütüphaneyi devredip devretmeme konusunda, şimdilik
o proje ertelendi. Ama biz yine buraya kültür ve
sanat meraklılarının temel disiplinlerde
aradıklarını bulabilecekleri, bir sanat kitaplığı
için girişimlerimizi yaptık. Bir-iki ay içinde
mükemmel bir kitaplık burada sanat
araştırmacılarının hizmetinde olacak.” dedi.
Açılış sırasında Bakan Ertuğrul Günay ve Başbakan
Tayyip Erdoğan bir başka
müzenin daha müjdesini verdi. Ertuğrul Günay,
Mamak Kültür Merkezi
olarak hizmet veren
eski Ankara Konservatuarı binasının da müze
yapılmasını istediklerini söyledi. Ardından kürsüye
gelen Tayyip Erdoğan ise ‘Oranın da devrini inşallah
gerçekleştiririz’ dedi ve daha sonra belediye
başkanıyla görüştüğü öğrenildi.
Radikal, 02.04.2010
|
ANTİK KENTTE YENİ TEHLİKE

Birinci derece Arkeolojik Sit alanı olan İzmir
Bergama'daki Allianoi Antik Kenti sular altında
bırakacak olan Yortanlı Barajı'nın yerinin
değiştirilmesi ve Allianoi'nin sular altında
kalmasının önlenmesi için açılan davalar devam
ederken, yeni bir iddia ortaya çıktı. Antik kenti
korumak için kurulan Allianoi Girişim Grubu
üyelerinden Avukat Arif Cangı ve Doç.Dr. Ahmet
Yaraş, 10 Nisan'da baraj kapaklarının kapatılacağı
ve bu işlem öncesi tarihi eserlerin korunması
ihalesinin de Koçoğlu Holding'e verildiği yönünde
duyum aldıklarını ancak, her iki duyumu da resmi
olarak doğrulatamadıklarını açıkladı.
Doç.Dr. Yaraş, davaların sürdüğü sırada baraj
kapaklarının kapatılmasının ve barajın su ile
doldurulmasının yasal olmadığını belirterek,
seçimler öncesi Allianoi'nin oldu bittiye getirilmek
istendiğini söyledi. İhaleyle ilgili net bir bilgi
alamadıklarını dile getiren Yaraş, "Eğer böyle bir
ihale yapılmışsa bu ihaleden kimsenin haberinin
olmaması ilginç olur. Çünkü ihaleler açık bir
şekilde yapılır. Aksi halde ihalenin gizli kapaklı
yapıldığı kanısı ortaya çıkar. Şu anda bu duyumların
doğru olup olmadığı yönünde çabalarımız sürüyor.
Ancak maalesef muhatap bulmakta zorlanıyoruz" dedi.
Cangı ise, "Tarihi eserlerin korunması adı altında
mimlenmesi yasal değildir. İdari Mahkeme'de
açtığımız dava hala sürüyor. İptal kararı çıktığında
‘artık baraj faaliyet gösteriyor, tarihi eserler
mimlendi' bahanesiyle iptal kararı yok sayılacak"
diyerek usulsüzlüğe dikkat çekti.
1970'li yıllarda projelendirilen, ancak inşaat ve
uygulamasına başlanmayan Yortanlı Barajı'nın su
toplama havzasında bulunduğu için, Antik kente
ilişkin yapılan kurtarma kazıları 1998 yılında
başladı. İzmir 1 Numaralı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından 2001'de
‘Birinci Derece Arkeolojik Sit Alanı' olarak ilan
edildi. Ancak bu gelişme sonrası Devlet Su İşleri
(DSİ), kurul kararına rağmen, yıllardır uygulamasını
yapmadığı barajın ihalesini yaptı ve hızla gövde
inşaatına başlandı. 2005'te ise Allianoi'nin
korunması için çözüm bulunana kadar barajda su
tutulmamasına karar verildi.
Koçoğlu Holding, ihalelerde ‘nam' salıyor
İddialara göre antik kentteki tarihi eserlerin
korunması için ihalenin verildiği Koçoğlu Holding,
adını Bolu'da düşen ve iki pilotun ölümüne neden
olan Sağlık Bakanlığı'na bağlı ambulans helikopter
ile duyulmuştu. Helikopterin düşmesi üzerine gözler,
hizmet alım ihalesine çevrilmiş ve ihale sürecinde
ilginç tartışmaların yaşandığı ortaya çıkmıştı.
İhaleye katılmak isteyen firmalar, Sağlık Bakanı
Recep Akdağ ile görüşerek, ihale tarihinin global
ekonomik krizi ve AKP hakkında açılan kapatma
davasını gerekçe göstererek, 20 gün ertelenmesini
istemişti. Fakat Koçoğlu Holding tekliflerinin hazır
olduğunu belirtmişti. Bakanlık erteleme talebini
reddedince ihaleye sadece Koçoğlu Holding
katılmıştı. 17 helikopter için 135 milyon euroluk
teklif veren Koçoğlu Holding böylece ihaleyi
kazanmıştı. Bunun üzerine firmalar, ihalede
haksızlık yapıldığı gerekçesiyle ihaleyi itiraz
etmişti.
Birgün, 26.03.2010
|
AKDAMAR KİLİSESİ'NE AYİN İZNİ ÇIKTI

Müze olarak korunan Akmadar Adası’ndaki tarihi kilisede her yıl eylül ayının ikinci pazar günü ayin düzenlenebilecek.
Akdamar Kilisesi’nde ayin izni verildi. Van
Gölü’ndeki Akdamar adasında bulunan kilisede, yılda
bir kez eylül ayının ikinci pazar günü ayin
yapılacak. Van Valisi Münir Karakoğlu, “Bu kadar
bölgede inanç turizminin gelişmesine önemli
avantaj
sağlayacak” dedi.
Akdamar Kilisesi’nde ayin konusu Van Valiliği
tarafından gündeme getirilmişti. Valilik
20 Aralık
2009 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğüne
başvurdu. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay başvuruya
onay verdi.
Ertuğrul Günay imzalı kararda “Van Akdamar Anıt
Müzesinin (Akdamar Kilisesi) ziyaretçi
sirkülasyonuna engel teşkil etmeyecek bir bölümünde,
sınırlı sayıda ziyaretçinin katılımıyla, yılda bir
kez olmak üzere eylül ayının ikinci haftasında günü,
saati ve süresi Valilikçe belirlenmek kaydıyla dini
içerikli
etkinlik
düzenlenmesine izin verilmesi Bakanlığımızca uygun
görülmüştür” denildi. Kararı, Ukrayna’nın başkenti
Kiev de öğrenen Vali Münir Karaloğlu, “Bu karar
Van’ın turizm alanında yeni bir destinasyon
olmasındaki çalışmalara, çok önemli bir katkı
sunacaktır” dedi.
BBC, haberi ‘Türkiye’deki Ermenilere mini açılım’
diye duyurdu. BBC Türkçe Servisi’nin haberinde
“Erdoğan’ın sınır dışı açıklamasının ardından Ermeni
kilisesinde yılda
bir kez
ibadete onay verildi. Kilisenin ibadete açılması,
Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleşmesi için
Ekim’de imzalanan protokollerin ardından gündeme
gelmişti” denildi.
Sabah, Fotoğraflar: Ali İhsan Öztürk, AA/Reuters,
26.03.2010
|
ANTEP'İN HAMAMLARI TARİH OLUNCA MÜZELERİ TARİH
YAZMAYA BAŞLADI
Baklavaydı, fıstıktı, hamamdı
derken Gaziantep şimdi de müzeleriyle gündemde.
Şehirde farklı konularda eserlerin biraraya
toplandığı pek çok müze var.
Bundan sonra şehri anlamak isteyenlerin müzelere
daha fazla zaman ayırması gerekecek.
Geçmişte hamamları ile türkülere konu olan
Gaziantep, son yıllarda müzeleriyle dikkat çekiyor.
Kentin dört bir yanında farklı içerik ve konseptte
pek çok müze var. Panorama Müzesi, Savaş Müzesi,
Kent Müzesi... Şehre hangi noktadan girerseniz
girin, yolunuz bir müzeye çıkıyor. Öyle ki hepsini
görmeye kalksanız bir gününüzü geziye ayırmanız
gerekli. Zeugma kazı alanından çıkarılan eserler,
Gaziantep Savunması'nda kullanılan silahlar,
etnoğrafik eserler, mutfak aletleri birer birer
vitrinlerde yerini alıyor. Tarih, kültür, sanat,
yemek adına bütün müzelerin mevcut olduğu şehir,
gizli hazinelerini bir bir keşfediyor. Bunu şehrin
yöneticileri de dillendiriyor.
Bugüne kadar sanayisi ve mutfağı ile ün kazanan
Gaziantep, bundan sonra ziyaretçilerini müzeleri ile
ağırlamak istiyor. Gaziantep Kalesi içerisine
kurulan Panorama Müzesi'ne girmeden Karayılan,
Şehitkamil ve Şahinbey karşılıyor şehri gezmeye
gelenleri. "Ben Antepliyim, Şahinim ağam, mavzer
omzuma yük, ben yumruklarımla dövüşeceğim." sözleri
yankılanıyor müzenin girişinde. Kalenin, yazın serin
kışın ılık ortamında, Gaziantep Savunması'nın
unutulmaz günlerini yaşıyorsunuz. Kapıdan çıkarken
bir Fatiha okuyup, en yakındaki bir başka müzeye
adım atıyorsunuz.
Kalenin çevresinde iki müze var: Cam Eserler
Müzesi ve Emine Göğüş Mutfak Müzesi. Cam Eserler'de
birbirinden güzel çalışmalar, ziyaretçilerin içini
aydınlatıyor. Emine Göğüş Müzesi ise Gaziantep
yemeklerini anlatıyor. Burayı gezerken hoşunuza
giden yemek tariflerini almanız da mümkün.
Bayazhan Kent Müzesi'ne uğramadan Gaziantep
Mozaik Müzesi'ne düşüyor yolunuz. Birçok eserin
yanında Zeugma kazı alanından çıkarılan eserlerin
sergilendiği müze, bugüne kadar birçok devlet
büyüğünü ağırladı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan,
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, IMF Türkiye Masası Şefi
Lorenzo Giorgianni yakın dönemde müzeyi
gezenlerden... Zeugma mozaikleri hakkında bilgi alan
ziyaretçiler, Bayazhan Kent Müzesi'ne gidiyor.
Burada şehrin gelenek görenekleri ve sanatları enine
boyuna anlatılıyor.
Ardından yolunuz Hasan Süzer Etnografya Müzesi'ne
düşüyor. 45 yıllık bir hasretin ardından, 2 yıl önce
açılan Gaziantep Savaş Müzesi ise işgal günlerini
anlatıyor. Gelen her ziyaretçiye, Fransız ordusunu
bozguna uğratan 'taktakı' gösteriliyor. Bu alet,
Gaziantepli'nin en zekasının bir ürünü. Güçlü
Fransız ordusuna karşı silah bulamayan Antepliler,
tahtadan yaptıkları ve G3 sesini çıkaran 'Taktakı'
ile karşılık verir. Şehrin her köşesinden aynı sesi
duyan düşman askeri şaşırıp kalır. Şehir
merkezindeki müzelerin yanı sıra Yesemek Açık Hava
Müzesi, Zeugma kazı alanı da uğrak yerlerinden.
Gaziantep'e birçok müze kazandıran Büyükşehir
Belediye Başkanı Asım Güzelbey, kültüre saygılı bir
yönetim anlayışıyla çalıştıklarını belirtiyor.
Güzelbey, "Gaziantep bilindiği gibi önemli bir
sanayi şehri. Yatırım teşviklerini çok iyi
değerlendiren halk, devlet desteği olmadan 4
organize sanayi bölgesini yaptı. 3 milyar dolar
ihracat girdisi olan bir şehrimiz, 65 bin kişiyi
istihdam ediyor." diyor. Gaziantep'in bir başta
yönüne dikkat çeken Güzelbey, şehrin birçok
medeniyete ev sahipliği yaptığını anlatıyor.
"Gaziantep, Hz. Ömer ile fethedildikten sonra Türk
İslam medeniyetlerinin beşiği olmuş. Daima, sanayi
ticaret, huzur ve barış şehri, kültür ve turizm
şehri olmuş. Sanayi kültürünün yerleşmesi ile
birlikte sanayi ön plana çıkarılmış. Gaziantep'in
kültürel değerlerine yakın geçmişe kadar kimse el
atmamıştı. Şimdi kültür ve sanatta da önemli bir
şehiriz." diyor.
Geçmişten gelen kültüre sahip çıktığını anlatan
Başkan Asım Güzelbey, diğer taraftan da geleceğe
güvenle bakmak gibi bir misyon üstlendiklerini ifade
ediyor: "Son yıllarda Gaziantep'e 5 büyük müze
kuruldu. Gaziantep Kalesi'ni merkez almak üzere kale
çevresindeki tarihi eserler restore edildi. Şu anda
yabancı turist konusunda çok fazla bir portföye
sahip değiliz. Ama yerli turist konusunda son 2
yıldır altın çağ yaşanıyor. Müzeler, kale ve
çevresindeki tarihi eserler, yemeklerimiz, insanları
buraya bağlıyor."
Yabancı turistleri çekmek için dünyanın ikinci
mozaik müzesinin tamamlanmasını beklediklerini
söyleyen Güzelbey, "Müzenin hizmete girmesiyle,
yabancı turist sayısında artış bekliyoruz. Önceki
yıllarda Gaziantep'e çok sayıda yabancı turist
gelirdi. Gaziantep yabancı turistlerin merkezi
noktasındaydı. Burayı gezdikten sonra çevreyi
gezerlerdi. Ancak Türkiye'nin yaşadığı sıkıntılar ve
terör yabancıların özellikle bu bölgeye gelmesini
engelledi. Bizim çabalarımız, Gaziantep'in müzeler
şehri olarak tanınması." ifadelerini kullanıyor.
Zaman Cuma, 26.03.2010
|
4. İNSAN TÜRÜ ORTA ASYA'DA ORTAYA ÇIKTI

Orta Asya’daki Altay
Dağları’nda bulunan bir el kemiği bilim dünyasını
heyecanlandırdı. Bilim adamlarına göre kemik
neanderthal, homo sapiens ile ‘hobbitinsanı’ diye
adlandırılan türlerin dışında yeni bir türe, 4. insan
türüne ait...
Orta
Asya’daki Altay Dağları’nda yeni bir insan
soyuna ait olabilecek bir el kemiği bulundu. Bilim
dünyasında heyecan yaratan
gelişme
“4. insan türü bulundu” diye yorumlandı. Neanderthal,
homo sapiens ile birkaç yıl önce
Endonezya’da kemikleri bulunan
ve
boyutları nedeniyle
J.R.R. Tolkien’in mitolojisine göndermede
bulunarak “hobbit
insanı” diye adlandırılan insan türü olmak üzere
kayıtlarda 3 insan türü yer alıyordu.
Paleoantropoli ve zooloji bilim adamlarının
araştırması sırasında, Altay Dağları’nda
bir
mağarada bulunan 30-50 bin yıllık bir kız çocuğuna
ait serçe parmağı kemiğinin DNA’sı ve hücre organ eli
mitokondri yapısı incelendi. Mitokondri, kas-sinir
hücrelerinde enerji iletimini sağlıyor.
Leipzig’deki Max Planck Evrim Antropolojisi
Enstitüsü uzmanı Johannes Krause, “Neanderthal
insanı ve günümüze uzanan homo sapiens (Bilen İnsan)
insanından farklı gözüken bu soyun (veya türün)
gerçekten apayrı olup olmadığının anlaşılması için
derinlemesine araştırmalar olacak” dedi. Neanderthal
insanı ile “modern insan” homo sapiens’in 500 bin
yıl önce
genetik olarak farklılaşma ihtimalinin kuvvetli
olduğu düşünülüyor.
“Gerçekten daha önce hiç görmediğimiz yeni insan
soyuna benziyor. 40 bin yıl geriye gidebilen bu tür
homo sapiens’e çok benziyor; ancak genetik olarak
farklı” diyen antropoloji genetiği uzmanı Krause,
“Dik Yürüyen İnsan” homo erectus’tan çok daha genç
Altay insanı soyunun 1.9 milyon yıl önce
Afrika’dan türemiş olabileceğini belirtti.
Bilim, bu kadar yaşlı bir kemiğe
DNA testi yapıp, farklı bir tür olduğunu ortaya
çıkarabilmeyi, bölgedeki olağanüstü soğuk havaya
borçlu. Bu coğrafyadaki -40’lara varan hava
sıcaklığı, DNA’nın bozulmadan günümüze ulaşmasını
sağladı.
4. türün
Avrasya’nın ortasında tespit edilmesinin bir
diğer önemi de bu türün izole bir toplum olmadığına
işaret etmesi. Bilim insanları, kemiğin bulunduğu
bölgede, aynı zaman diliminde homo sapiens ve
neanderthallerin de yaşadığına inanıyor.
Bilim insanları, insanlığın beşiğinin Afrika
olduğunu ve ilk insanların Afrika’dan dünyaya
yayıldığını düşünüyor. Ancak
Orta Doğu ve Uzak Doğu’da bulunan bazı kemikler,
insan öncesi türlerin bu bölgelerde de yaşamış
olabileceğini gösteriyor.
Milliyet, 26.03.2010
|

 |
TARİHİ MEZAR TAŞLARI GÜN YÜZÜNE ÇIKTI
Kocaeli'nde bulunan Yumurtacı Mescidi haziresinde eski mezar taşları gün yüzüne çıkarıldı.
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi İmar ve Şehircilik Dairesi Başkanlığı Tarihi Mekanlar ve Kent Estetiği Şube Müdürlüğü'nün 2 yıllık çalışması neticesinde 17. yüzyılın günümüze kadar varlığını koruyan tarihi yapılarından Yumurtacı Mescidi'nin haziresinde eski mezar taşları bulundu. Hazire duvarında yer alan Osmanlı dönemi mezar taşları, uzmanlar denetiminde, duvar içerisinden çıkarıldı. Mezar taşlarının önümüzdeki günlerde temizliği ve onarımı yapılarak hazirendeki yerlerine konulması planlanıyor. Ayrıca mezar taşlarının üzerindeki Osmanlıca yazılar da okunarak mezarların yanına bilgi panoları konulacak.
İzmit Hacı Hasan Mahallesi Sırrı Paşa Caddesi'nde bulunan Yumurtacı Mescidi, 1631 yılında inşa edildi. Osmanlı Dönemi küçük mahalle mescitlerinden Yumurtacı Mescidi'nin mimarisi hakkında net bir bilgi bulunmuyor. Dikdörtgen planlı, duvar bünyesi kagirden tavanı ve çatısı ahşaptan oluşan mescidin sonraki dönemlerde önüne bir cemaat yeri eklenmiş. Mescidin bir de küçük haziresi bulunuyor. Bu haziredeki mezar taşları tespit edilemeyen bir dönemde kaldırılarak hazire duvarı içerisine alınmış.
Kocaeli Kent Haber, 24.03.2010
|
EN PAHALI SOYGUNCU
Avustralya'da 19. yüzyılda
yaşamış bir banka soyguncusunu resmeden tablo,
Avustralya'nın Sydney kentinde yapılan açık
artırmada 4.9 milyon dolara satıldı.
Sidney
Nolan adlı ressamın 1946 yılında yaptığı, 19.
yüzyılda yaşamış, banka soygunları yapan bir çetenin
lideri olan Ned Kelly'i zırhlı kask giymiş halde
silahıyla nişan alırken resmeden yağlı boya tablo,
''Menzies Art Brands'' adlı müzayede evinde
düzenlenen açık artırmada rekor fiyata satın alındı.
Açık artırmaya telefonla katılan, ismi gizli tutulan
alıcı, Nolan'ın Kelly'i resmeden tablosuna, müzayede
evinde şimdiye kadar bir sanat eseri için ödenen en
yüksek fiyat olan 5.4 milyon Avustralya doları (4.9
milyon ABD doları) ödeyerek sahip oldu.
Avustralya'nın Viktorya eyaletinde banka soygunları
yapan bir çetenin lideri olan Kelly, Avustralyalı
tarihçilerce, 19. yüzyıldaki sömürgeci İngiliz
yönetimine meydan okuyan Robin Hood benzeri bir
şahsiyet olarak görülüyor.
Sabah, 26.03.2010
|
|
ECDAT YADİGARI MEKANLARDA TÜRKÇE İSİM KULLANILACAK

Osmanlı Devleti'nin ilk başkenti Bursa'da ecdat
yadigarı tarihi mekanlarda Türkçe adlar
kullanılacak.
Dünyanın ilk alışveriş merkezleri arasında yer
alan tarihi mekanların bulunduğu Hanlar bölgesi
esnafı dernekleşti. Geçtiğimiz yıl İngiltere
Kraliçesi Elizabeth'in ziyaret etmesiyle adını
dünyaya duyuran Koza Han'daki dernek merkezi, Bursa
Valisi Şahabettin Harput ve protokolün katılımıyla
açıldı. Tarihi Hanlar bölgesindeki çalışmaları
anlatan Birlik Başkanı Şeref Akgün, bölgenin
tanıtımını yapmak, sorunların çözümü amacıyla yola
çıktıklarını söyledi. Osmangazi Belediye Başkanı
Mustafa Dündar da bölgenin aslına uygun olarak
muhafaza edilmesinin önemine dikkat çekti. Tarihi
Hanlar bölgesinde birçok proje başlattıklarını
belirten Başkan Dündar, Koza Han'daki tuvaletlerin
de sökülerek tarihi yapıya uygun olarak yeniden inşa
edileceğini söyledi.
Konuşmasına başladığı sırada,
Koza Han'ın duvarlarındaki pankartı gören Vali
Şahabettin Harput ise kürsünün tam karşısındaki bir
işyerinin isminin yabancı olduğunu görünce, "Burası
tarihi bir mekan, kendi kimliğimizi, kültürümüzü,
değerlerimizin yansıdığı bir mekan, burada Türkçe
isimler kullanılacak. Yabancı isimler istemiyoruz."
dedi.
Vali Harput, esnaf grubuna, Türk kültürünün
tanıtımında birer elçi olduklarını hatırlatarak,
tarihi mekanların ecdattan miras kaldığına işaret
etti. Tüm esnaf ve işyeri sahiplerinden Türkçe isim
konusunda duyarlı davranmasını isteyen Vali Harput,
turizmle ilgili çalışmaların da hızlandığını
kaydetti.
Rusya ve Berlin'deki temasların ardından bölgeye
yabancı televizyon kanallarının gelerek özel program
yapacaklarını açıklayan Vali Harput, şehre gelen
turist sayısının bir önceki yıla oranla yüzde 25
arttığını vurguladı. Bursa Tarihi Çarşı ve Hanlar
Birliği yetkilileri de Vali Harput'un talimatları
doğrultusunda hareket edeceklerini açıkladı.
Konuşmaların ardından Mehter Takımı mini bir konser
verdi.
Zaman, Haber: Fatih Karakılıç, 26.03.2010
|
21 - 27 Mart 2010
|
MEZARDAN TARİH ÇIKTI
Kocaeli Büyükşehir
Belediyesi’nin 2 yıllık çalışması sonucunda kentin
en eski mescitlerinden biri olan İzmit Hacı Hasan
Mahallesi’ndeki Yumurtacı Mescidi haziresinde eski
mezar taşları gün yüzüne çıkarıldı. Bu mezar
taşlarının mescitte görev yapmış imam, müezzin ve
bunların yakınlarına ait mezar taşları olduğu tespit
edildi. Kocaeli Büyükşehir Belediyesi İmar ve
Şehircilik Dairesi Başkanlığı Tarihi Mekanlar ve
Kent Estetiği Şube Müdürlüğü’nün 2 yıllık çalışması
meyvelerini verdi. 17. yüzyılın günümüze kadar
varlığını koruyan tarihi yapılarından Yumurtacı
Mescidi’nin haziresinde (dinsel yapıların yanında
yer alan etrafı çevrili mezarlık) yapılan çalışmada
eski mezar taşları bulundu. Hazire duvarında yer
alan Osmanlı dönemi mezar taşları, uzmanlar
denetiminde, duvar içerisinden çıkarıldı.
Mezar taşlarının önümüzdeki günlerde temizliği,
bakım, onarım ve tümlemesi ile konservasyonu
yapılarak mescit haziresindeki yerlerine konulması
planlanıyor. Ayrıca mezar taşlarının üzerindeki
Osmanlıca yazılarda okunarak mezarların yanına bilgi
panoları halinde konulacak. Bu çalışma ile de
özellikle İzmit’in önemli bir mahallesi olan Hacı
Hasan Mahallesi ile ilgili birçok bilinmeyen tarihi
gerçek ortaya çıkmış olacak. İzmit Hacı Hasan
Mahallesi Sırrı Paşa Caddesi’nde bulunan Yumurtacı
Mescidi, 1631 yılında (17. yy) inşa edildi. Osmanlı
Dönemi küçük mahalle mescitlerinden Yumurtacı
Mescidi’nin mimarisi hakkında net bir bilgi
bulunmuyor. Dikdörtgen planlı, duvar bünyesi
kagirden tavanı ve çatısı ahşaptan oluşan mescidin
sonraki dönemlerde önüne bir cemaat yeri eklenmiş.
Mescidin bir de küçük haziresi bulunuyor. Bu
haziredeki mezar taşları tespit edilemeyen bir
dönemde kaldırılarak hazire duvarı içerisine
alınmış.
Özgür Kocaeli,
25.03.2010
|
TARİHİ ESER BULUNDU
Bursa’nın Karacabey
İlçesi'nde bir ağılda yapılan aramada çok sayıda
tarihi eser ele geçirildi.
Bursa İl Jandarma
Komutanlığı ekipleri, A.Ş., A.Ç., M.K. ve S.K.
isimli şahısların birinci derecede arkeolojik SİT
alanı olan bölgelerde kazı yaparak buldukları tarihi
eserleri pazarlamaya çalıştıklarını tespit etti.
Şahısların kalmış olduğu ağıllarda arama yapan
ekipler; eski dönemlere ait 36 adet sikke, 1 adet
yüzük, 2 adet gözyaşı şişesi, 2 adet vazo ile
ruhsatsız 3 adet av tüfeği, 2 kuru sıkı tabanca ele
geçirdi.
Şahıslar, ifadeleri
alındıktan sonra serbest bırakıldı.
Yeni Bursa, 25.03.2010
|
|
KOLEKSİYONCUYA AĞIR
BEDEL
Kültür ve Turizm
Bakanlığı, kültür ve tabiat varlıkları
koleksiyonculuğuna disiplin getirdi. 1984 yılında
çıkarılan yönetmelik değiştirilerek,
koleksiyoncularla ilgili sıkı denetimler hükme
bağlandı. Yeni düzenleme ile koleksiyoncular çalınan
veya kaybolan eserlerinin bedelini ödeyecek.
Yönetmelik ile getirilen yenilikler şöyle:
- Koleksiyoner belgesi alanların isimleri İçişleri
Bakanlığı'na bildirilecek.
- Kültür varlığı ticareti yapanlar, özel müze
sahipleri ve Kültür Bakanlığı personeli artık
korunması gerekli taşınır kültür ve tabiat varlığı
koleksiyonculuğu yapamayacak. Koleksiyoncular birden
fazla koleksiyon izni alamayacak.
- Eserlerin kaybı, çalınması veya zarar görmesi
halinde durum derhal ilgili mercilere ve müzeye
bildirilecek. Bu tür olaylarda koleksiyoncunun
ihmali olduğu kanaatine varılması halinde izin
belgesi iptal edilecek, tespit edilen eser bedeli
koleksiyoncudan alınacak, Cumhuriyet savcılığına
hakkında suç duyurusunda bulunulacak.
- Eserlerin zarar görmesi halinde yedi gün içinde
müze müdürlüğüne, kaybı ve çalınması halinde ise
aynı gün polis-jandarmaya bildirilerek, bağlı olunan
müzeye belge ibraz edilmemesi halinde koleksiyon
belgesi iptal edilecek. Daha önce bunun için bir
aylık başvuru süresi tanınıyordu.
- Koleksiyonerin ölmesi halinde eserlerin
güvenliğinden mirasçılar sorumlu olacak.
Akşam, Haber: Volkan
Yanardağ, 25.03.2010
|
 |
AUGUSTUS TAPINAĞI CİNAYETİ
Ankara'nın göbeğinde, Dünya Anıtları Vakfı'nın 2002 yılında dünyada korunması gereken 100 anıt arasına aldığı “Augustus Tapınağı” zor bir dönemden geçiyor.
Augustus'un metni Ankara'daki tapınağın duvarlarında yalnızca Latince değil, üstelik Yunanca ile birlikte iki dilde kazınmış olarak günümüze ulaşmıştır. Arkeoloji dünyasına “Yazıtların Kraliçesi” olarak geçen bu yazıt, Roma imparatorluk tarihinin belirli bir dönemini aydınlatan tek belge olma özelliğini taşıyor.
Uzun yıllardır ihmal edilen ve bir türlü restore edilmeyen bu tapınak şimdide etrafına yapılan havuz ve tuvalet dolayısı ile yeniden gündemde.
Ankara Hhaber, 24.03.2010
|
KAYIP ESERLER YENİDEN
GÜNDEMDE

Son günlerde ülkemizin
farklı yerlerinde gelen müzelerdeki kayıp eserler
haberleri, Yalvaç Müzesi'nde hala aydınlatılamayan
eser kayıplarını yeniden gündeme getirdi.
Kültür ve Turizm
Bakanlığı kayıtlarına göre, Yalvaç Müzesi
envanterinden kaybolan 13 eser ve envanterden
değiştirilen 13 eser olmak üzere 26 eserin aslı
kaybolmuş durumda.
Konuyla ilgili olarak Kültür ve Turizm İl Müdürü
Abdullah Kılıç da, durumu doğrulayarak, söz konusu
eserlerin kaybolması ile ilgili sorumluluğun 2004
yılından önceki müze müdürlerine ait olduğunu ifade
etti ve konunun halen yargı aşamasında olduğunu
açıkladı.
1953 ile 1973 yılları arasındaki eserlerle ilgili
2004 yılında yapılan sayımda o günkü müdür Ali
Harmankaya’nın söz konusu eksiklikleri tespit
ettiğini kaydeden Kılıç, konuyla ilgili yargı
işlemlerinin sürdüğünü söyledi.
Yalvaç Müzesi’nde 13 eserin kayıp olduğunu belirten
Müdür Kılıç, etnografik seksiyona dahil 11 eserden 2
tanesinin mahkemesinin sürdüğünü, 9 tanesinin ise
bakanlıktan alınan onay gereği kaydının
düşürüldüğünü söyledi. Sikkelerden ikisi ile ilgili
bakanlık onayının da gerçekleştiğini ve kayıtlardan
düşüldüğünü kaydeden Kılıç, arkeolojik 13 eksik
eserin, Türkiye’deki tüm müzelerde, yurt içindeki
tüm aramalarda bulunamadığını, emniyet, valilik,
jandarma ve müfettiş raporlarına göre ilgili müze
müdürlerine kayıp olan eserlerin ödettirilmesi
hususundaki işlemlerin sürdüğünü söyledi.
Kültür ve Turizm İl Müdürü Abdullah Kılıç, ilde
bundan sonra bu tür olayların yaşanmaması için her
türlü tedbirleri aldıklarını kaydederek, “Geçen
hafta da gazetenize açıklamasını yaptım, Yalvaç
Müzesi’nin güvenlik önlemlerinin arttırılmasına
yönelik ihalemiz bugünlerde çıkacak. Alınacak
önlemlerle Yalvaç Müzemiz daha güvenli hale
gelecektir. Yine geçen hafta söylediğim gibi, Yalvaç
Müzesi’nin kapalı alanını da büyüterek depolardaki
üst üste yığılmış eserleri de gün yüzüne çıkarmayı
hedefliyoruz. Bu eserler ülkemizin hazineleridir. Bu
eserleri hem korumalı, hem de turizmin hizmetine
sokmalıyız. Çabalarımız bu yönde artacaktır.” dedi.
İŞTE KAYBOLAN ESERLER VE
ÖZELLİKLERİ:
Envanter No: 28'de kayıtlı 23x61x34cm. Boyutlarında
Roma çağına ait beyaz mermerden yumurta, boncuk ve
örgü motifleriyle süslü bir binaya ait parça
özelliklerine sahip Mimari Parça-Mermer
Envanter No: 30'da kayıtlı 47x80x14cm. Boyutlarında
Roma çağına ait Mimari Parça-Mermer
Envanter No:110'da kayıtlı 53x72x46cm. Boyutlarında
Roma çağına eseri binaya ait parça olup üzerinde
halmet, yumurta ve boncuk frizleri bulunan Mimari
Parça-Mermer
Envanter No: 165'te kayıtlı 6 cm yüksekliğinde Roma
çağına ait eser, siyah renkte topraktan yapılmış
küçük bir heykel olup çıplak bir şahıs görülmekte.
Bir kaide üzerine oturur vaziyette. Alt kısmın
yarısı kırık.
Envanter No: 249'da kayıtlı 0,83x0,46x0,20cm
boyutlarında Roma çağına ait Sütun Parçası, Mermer.
Beyaz mermerden bir sütunun dip kısmı olup üst
tarafı biraz kopmuş durumda.
Envanter No: 353'te kayıtlı 0,25x0,25x0,10
boyutlarında Yüksek Kabartma Mermer.
Envanter No: 557'de kayıtlı En: 0,01, Boy:0,02 m
boyutlarında Roma çağına ait boncuk, taş. Beyaz
taştan yapılmış üzeri açık mavi, kahve renkli
motiflerle süslü olup ikisi bitişik bir durumdadır.
Ortası deliktir.
Envanter No: 835'te kayıtlı Yük 0,07, En:0,05,
Kalınlık:0,03 m boyutlarında Kuş figürü- P.Toprak.
Pişmiş topraktan yapılmış bir kaide üzerinde kuş
figürini olup, siyah renkte boyalıdır.
Envanter No: 1683'te kayıtlı Yük: 0,05, En:0,03 m
boyutlarında Figürin- P.Toprak. Pişmiş topraktan
yapılmış oturur bir hayvan figürini olup sağ kaide
kısmı kırılmış haldedir. Sırtta ve altta delik yeri
vardır.
Envanter No: 1811'de kayıtlı Yük:0,40, En:0,28 m
boyutlarında Roma çağına ait Akroter taşı-Mermer.
Roma dönemi 3. yüzyıl eseri olup iki cepheli
üzerinde ön köşeden yukarıya doğru çıkan kenger
yaprağı şeklinde motifler vardır.
Envanter No: 1812'de kayıtlı Yük:0,43, En:0,27
boyutlarında Roma çağına ait Akroter taşı-Mermer.
Roma Dönemi MS 3. yy iki cepheli işlenmiştir.
İşlenti alttan yukarı doğru yükselen yaprak
motifleri altta bir spiral meydana getirmektedir.
İki cephesi de aynıdır.
Envanter No: 1840'de kayıtlı Uzunluk: 0,92x 0,48,
Yükseklik: 0,61 m boyutlarında Mimari Parça-Aktaş.
Roma devri MS. 1839 envanter numara ile aynı
arşitrava aittir. Yazı kakma çukurları burada da
mevcuttur.
Envanter No: 1858'de kayıtlı Uz: 0,63, Yük:0,43 m
boyutlarında Roma çağına ait Mimari Parça-Aktaş.
Binanın arşitrav kısmına aittir. Aşağı ve yukarı
doğru giden düz şeritler mevcut olup fazla tahrip
olmuştur.
Bunların yanı sıra Yalvaç Müzesi’nin envanterinde
kayıtlı olan aşağıdaki eserlerin değiştirildiği
tespit edildi:
Envanter No:131'de kayıtlı Makas(Madeni), Envanter
No: 254'de kayıtlı Tabaka (Sarı Pirinç), Envanter
No: 371'de kayıtlı Bursa Bıçağı, Envanter No: 636'da
kayıtlı Sigara Takımı, Envanter No: 687'de kayıtlı
Av Tüfeği (Madeni), Envanter No: 812'de kayıtlı Saat
(Cep Saati), Envanter No: 898'de kayıtlı Tabaka
(Gümüş), Envanter No: 1000'de kayıtlı Muskalık
(Gümüş), Envanter No: 1154'de kayıtlı Sigara
Ağızlığı, Envanter No: 1232'de kayıtlı Ağızlık
(Kehribar), Envanter No: 1342'de kayıtlı Tesbih
(Kehribar), Envanter No: 2441'de kayıtlı Altın,
Envanter No: 2554' de kayıtlı Altın.
Gündem 32, 24.03.2010
|
BU MÜZEYİ MUTLAKA
GÖRMELİ

Gaziantep'te bilimsel
değere sahip olduğu bildirilen, 2500 yıllık Arkaik
Yunan dönemine ait 24 parçadan oluşan gümüş ve
altın işlemeli kolye ile 1200 yıllık paskalya
yumurtası, Medusa Cam Eserler ve Arkeoloji
Müzesi'nde sergilenmeye başladı.
Koleksiyonunda
biriktirdiği tarihi eserleri restore ettirdiği
tarihi Antep evinde sergileyen sanatsever Füsun
İşsever, açıldığı günden bu yana müzede yerli
yabancı 200 bin ziyaretçiyi ağırladıklarını
bildirdi.
Bu yıl daha fazla ilgi
beklediklerini ifade eden İşsever, müzeye son
olarak bilimsel değere sahip olduğu belirtilen 2
arkeolojik eser kazandırdıklarını söyledi.
İşsever, eserlerle
ilgili şu bilgileri verdi: ''Arkaik Yunan dönemine
ait olup Grek kralına ait 24 parçadan oluşan gümüş
ve altın işlemeli kusursuz kolye, yaklaşık 2500
yıllık bir geçmişe sahip. Altın ve gümüşten
yapılmış kolyenin her parçasının üzerinde Grek
kralının emrinde hizmet veren bir savaş
komutanının kabartma ayakta durur şekilde boy
resmi bulunmakta. Kolyenin kenarları ayrıca el
işlemesi gümüş bezemelerle süslenmiş.
Diğer önemli eser ise
1200 yıllık paskalya yumurtası. Bu eserden
Türkiye'de birkaç müzede daha var. Fakat bizim
müzemizde sergileneni diğerlerinden ayıran en
önemli özelliği yıldırım taşından yapılmış olması.
Muhtemelen saraydaki üst düzey bir görevli için
yapılmış. Bu yazıların içeriği ile ilgili bilgimiz
yok. Şimdi yumurtanın üzerindeki yazıları çözmeye
çalışıyoruz.''
Füsun İşsever, 2009
yılında Medusa Cam Eserler ve Arkeoloji Müzesine,
Roma ve Hitit İmparatorluğu dönemlerine ait 15
önemli eser daha kazandırmıştı.
Gaziantep Güncel,
24.03.2010
|
YERİN ALTINDA TARİH
YATIYOR

Anadolu'daki en eski
yerleşim yerlerinden biri olan Konya’da arkeolojik
çalışmalar yapılması gerekiyor. Birçok medeniyete ve
kültüre kucak açan kentte, bu medeniyet ve
kültürlerden kalan izlerin zaman içinde yok olduğu
ve tekrar günyüzüne çıkartılması gerektiği
kaydediliyor. Konya kent merkezinde yüzlerce tarihi
kalıntı olduğu biliniyor, bunların ortaya
çıkartılması için ise yerel yönetimlere görev
düşüyor.
kaydeden Vakıflar Bölge
Müdürü İbrahim Genç, “Konya kent merkezinde mutlaka
arkeolojik kazılar yapılması gerekiyor. Mademki
başkentlik yapmış ve medeniyetlere kucak açmış bir
şehirde yaşıyoruz, bunun kanıtı olan tarihi
kalıntıları ortaya çıkarmalıyız” dedi.
Konya kalesinin
sınırlarının geçtiği yerlerin zamanında imara
açılmaması gerektiğine dikkat çeken Konya Vakıflar
Bölge Müdürü İbrahim Genç, “Şimdi bazı yapıların
temellerinde dış kalenin kalıntılarına rastlanıyor.
Konya kent merkezinde mutlaka arkeolojik kazı
yapılmalı.”diye konuştu. Tarihi değerlerin yok
olmasından herkesin yakındığına vurgu yapan Genç,
Konya kent merkezinde yüzlerce tarihi kalıntı
olduğunu söyledi.
Genç, “Yıkılan medreseler, tarihi yapılar ve kale
sınırları var. Bunlar mutlaka gün yüzüne
çıkartılmalı. Büyükşehir Belediye Başkanımız sürekli
Selçuklu Devleti’nin başkentiyiz diyor. Mademki
başkentiz Büyükşehir Belediyesi de bu işin
planlaması ve projelendirmesini yapsın. Tarihi
değerlerimize sahip çıksın. Biz de bu işte bize
düşen görevi yapmaya hazırız.”şeklinde konuştu.
Alaaddin Camii’nin yıkılma tehlikesi ile karşı
karşıya olduğu iddialarına da açıklama getiren
Vakıflar Bölge Müdürü Genç, “Bilindiği gibi Alaadin
Tepesi bir hüyük. Alaaddin Camii’nde köklü
sağlamlaştırma yapılmıştır. Sağlamlaştırma için
camiinin temeline 900 ton çimento enjekte
edilmiştir. Ancak tramvay güzergahı bu şekilde
kaldığı sürece zarar görür. Şu anda bir tehlike yok.
Ancak tepenin hüyük olması ve zamanla tramvayın
yarattığı titreşimler sebebiyle zarar görmesi
muhtemeldir.”değerlendirmesinde bulundu.
Alaaddin Camii’nde tekrar restorasyona
girişeceklerini kaydeden Genç, zaman için farklı
dönemlerde gerçekleştirilen farklı restorasyonlar
Alaaddin Cami’nin yapı bütünlüğünü bozmuş. Alaadin
Cami ve Konya’nın sembol eserlerini bütün olarak ele
alacağız. Yapıdaki mimari bütünlüğü ve ait olduğu
dönemi yakalamak istiyoruz. “
Türkiye’de en fazla restorasyon yapan bölgenin Konya
Vakıflar Bölge Müdürlüğü olduğuna işaret eden Genç,
bugüne kadar 300’e yakın eserin restorasyonunu
yaptıklarını sözlerine ekledi.
Manşet Gazetesi,
24.03.2010
|
NEMRUT TANRI
HEYKELLERİNE 'NANO' KORUMA

Ortadoğu Teknik
Üniversitesi (ODTÜ) Mimarlık Fakültesi öğretim üyesi Doç.Dr. Neriman Şahin Güçhan, UNESCO tarafından
‘Dünya Kültür Mirası’ listesine alınan Nemrut
Dağı'nda bulunan tanrı heykellerinin, testlerin
başarıyla sonuçlanmasının ardından sonbahardan
itibaren yağmur, kar ve nemden nano teknolojisi ile
üretilen kılıflarla korunacağını söyledi.
Kommagene Krallığı'na ait devasa kral ve tanrı
heykellerinin bulunduğu, dünyanın 8'inci harikası
olarak kabul edilen Adıyaman'ın Kahta İlçesi'nde
bulunan 2 bin 206 metre yükseklikteki, güneşin
doğuşunun en
güzel
seyredildiği yerlerden olan Nemrut Dağı, her yıl
binlerce yerli ve yabancı turist tarafından ziyaret
ediliyor. Ancak özellikle Atatürk Barajı'nın
yapımıyla bölgede değişen iklim şartları,
heykellerin üzerinde çatlaklar oluşmasına neden
oldu. Bunun üzerine 2007 yılında Kültür ve Turizm
Bakanlığı ile ODTÜ arasında, ‘Kommagene- Nemrut
Koruma ve Geliştirme Programı’ anlaşması imzalandı.
Programın başkanlık görevini yürüten ODTÜ Mimarlık
Fakültesi öğretim üyesi Doç.Dr. Neriman Şahin Güçhan,
heykellerdeki tahribatı en aza indirmek için
heykeller üzerinde bakterili koruma çalışması
yürüttüklerini, çalışmada su geçirmeyen ama buharla
ısı sağlayan nano
teknoloji özel
kumaşlarla deneme yaptıklarını söyledi. Nano
teknolojisiyle üretilen kumaşların verimliliği
konusunda kış döneminde, laboratuarda ve Nemrut
Dağı'ndaki bazı taşlarda denemeler yaptıklarını
vurgulayan Doç.Dr. Neriman Şahin Güçhan, şunlar
söyledi:
“Net sonuçları
Nisan ayı
içerisinde almış olacağız ama şu ana kadar
edindiğimiz bilgiler uygulamanın verimli olduğunu
gösteriyor. İklim şartları nedeniyle üzerlerinde
çatlaklar oluşan heykellerin korunması için titiz
bir çalışma yürütüyoruz. Bakterimi korumada
aldığımız sonuçların ardından kış mevsiminde
heykellerin nano teknolojisi ile üretilen kumaşlar
ile korunması için yaptığımız çalışmalardan olumlu
sonuçlar aldık. Kış mevsiminde, laboratuarda
denediğimiz özel kumaş kılıflarını, dağdaki bazı
taşlarda da uyguladık. Geçtiğimiz eylül ayında
dağdaki örnek taşlara sardığımız nano teknoloji
kılıfların sonuçlarını yerinde gördükten sonra, su
geçirmeyen ama su buharını geçiren ısı sağlayan bu
kumaşlarla heykelleri giydirebilirsek heykelleri kış
koşullarında ıslanma, donma ve buna bağlı
çatlamalardan dolayı zarar görmesini engelleyeceğiz.
Bu sağlandığında Nemrut için çok önemli bir eylem
olacak. Eğer bunu başarabilirsek en azından dağdaki
kral ve tanrı heykelleri ile önemli taşlara bu özel
kumaşlardan giydirdiğimizde, kışın olabilecek
olumsuzluklardan kurtarmış olacağız.”
Heykeller geleceğe nano koruma ile taşınacak
Daha önce bakterili uygulama tekniği ile korunan
ancak nano kılıflar ile iklim şartlarından
oluşabilecek zararlarının önlenmesiyle Nemrut
Dağı'ndaki devasa heykellerin geleceğe
sağlıklı şekilde
taşınabileceğini vurgulayan Doç.Dr. Güçhan şöyle
konuştu:
“Nemrut Dağı'ndaki heykellerde iki uygulama yaptık.
Öncelikle, bakterili koruma heykeller üzerinde
uygulandı. Hem laboratuarda hem de dağdaki
uygulamalarda başarılı sonuçlar aldık. Bu yıl dağda
denediğimiz nano teknoloji kumaşların sonuçlarını da
alacağız ve bu iki uygulama Nemrut Dağının gelecekte
daha iyi şartlarda korunabilmesi için çok büyük önem
taşıyacak. Bu uygulamalar birbirlerine alternatif
değil. Biri olursa, diğeri olmaz gibi algılanmamalı.
Çünkü her iki alternatifi birlikte uygulayacağız.
Ekibimiz ve bilimsel danışma kurulumuz tüm sonuçları
aldıktan sonra hayata geçirilecek olan uygulamaya
karar verecek. Uygulamanın taşların dolayısıyla da
heykellerin korunmasına ciddi katkı sağlayacağını
düşünüyorum. 2010 yılında bir bütün deneylerimizi
tamamlamayı düşünüyoruz. Umuyorum ki bundan sonraki
uygulamalarda; nano teknoloji ile üretilmiş
kumaşlardan hazırlanacak kılıflar bakteri üremesini
engelleyeceğiz.”
Çevre düzenlemesine
10 milyon TL harcanacak
Doç.Dr. Güçhan, 2010 yılı içerisinde AB fonları ile
Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan sağlanacak olan
kaynaklar ile Nemrut Dağı’nın çevre düzenlemesi ve
hizmet evi yapımına 10 milyon lira harcanacağını da
kaydetti. Özellikle Nemrut Dağı’na gelen yaşlı ve
engelli ziyaretçilerin dağa tırmanışta sorun
yaşamaması için bir proje yaptıklarını da anlatan
Doç.Dr. Güçhan, şöyle devam etti:
“Özel olarak tasarlanmış bir uzay kapsülü ile
ziyaretçi girişinden, doğu terasına giden yol
üzerine iki ray sistemi döşenecek ve bu kapsül
rayların üzerine yerleştirilecek. Nemrut Dağı'nda
böylesine teknolojik bir sistemin doğal yapıya da
uyum sağlamasını istiyoruz. Bu nedenle döşenen
rayların arasındaki boşlukta bu uzay kapsülünü
zirveye katırlar çekecek. Böylece uzay kapsülünün
tarihi yapı içersinde daha iyi görünmesini
sağlayacağız. Buna paralel olarak, koruma açısından
devam ettirdiğimiz restorasyon projesi tamamlanacak.
Çevre düzenlemesiyle birlikte hizmet evleri de
yapacağız. Hem Adıyaman hem de Malatya tarafında
yapılacak iki hizmet evinde; ziyaretçilere hem daha
sağlıklı sunum sağlanacak, hem de bölge güvenlik
kameraları ile izlenebilecek. Çevre düzenlemesi,
Malatya ve Adıyaman tarafına yapılacak hizmet evi ve
diğer çalışmalar ile 10 milyon lira civarında bir
para harcanacak. Bu parayı Kültür ve Turizm
Bakanlığı ile AB fonlarından karşılamayı
düşünüyoruz. Bu çok ciddi bir rakam; ama hem
Adıyaman, hem de Türkiye’de turizm anlamında çok
önemli bir projenin hayat geçirilip, Nemrut Dağının
gelecek nesillere daha iyi şekilde taşınmasının
sağlanması anlamına geliyor.”
Radikal, Haber: Fadıl
Binzet, 24.03.2010
|
İSA'NIN BEREKETLİ SOFRASI
ABD'nin New York eyaletindeki Cornell Üniversitesi'nden uzmanlar, "Son Yemek" tablolarındaki porsiyonların giderek büyüdüğünü keşfetti.
ABD'nin New York eyaletindeki Cornell Üniversitesi'nden uzmanlar, "Son Yemek" tablolarındaki porsiyonların giderek büyüdüğünü keşfetti. Orijinali İtalyan ressam Leonardo Da Vinci'ye ait olan ve binlerce farklı versiyonu yapılan tablodaki porsiyonlar, özellikle son binyılda büyüdü.
Araştırmayı da yöneten yemek davranışı uzmanı Brian Wansink, bilgisayarda kullandığı programla çeşitli zamanlarda yapılan 52 farklı tablodaki porsiyonları karşılaştırdı. Porsiyonlar, İsa'nın kafa büyüklüğüyle oranlandı. Wansink, 1000-2000 yılları arasında, ana yemeğin yüzde 69, tabağın yüzde 66, ekmeğin de yüzde 23 büyüdüğünü ortaya koydu. Duke Üniversitesi'nden Martin Binks de bu değişikliğin çok anlamlı olduğunu, gerçek hayatta porsiyonların giderek büyümesinin ve artan obezitenin sanata da yansıdı.
Hürriyet, 24.03.2010
|

 |
|
HACIÖMER DEĞİRMENİ
ONARILDI
Espiye'deki tarihi
Hacıömer Değirmeni onarıldı. Hacıköy'de bulunan ve
Beydioğulları tarafından yaptırılan tarihi
değirmenin onarım çalışmalarıyla ilgilenen
Beydioğulları ailesinden Ali Rüştü Akpınar, yaptığı
açıklamada, "Değirmenimizin yıllardır suskun kalması
bizleri çok üzüyordu. Çok sıkıntı çekiyorduk. Bu
değirmenin onarımına maddi ve manevi olarak katkıda
bulunan gurbetçi akrabalarımız Mustafa Yıldırım ve
Rıza Yıldırım'a çok teşekkür ederim" dedi.
Vatandaşlar ise
değirmenin onarılarak hizmete girmesinin kendilerini
mutlu ettiğini kaydettiler.
Giresun Işık, 24.03.2010
|
BU TABLO REKOR FİYATA
SATILDI
Çinli bir ressamın 17.
yüzyıldan kalma yağlı boya resmi, ABD'de dün gece
2,9 milyon dolara satıldı.
Sotheby's müzayede şirketi, New
york'ta düzenlenen açık artırmada, Bada Şanren adlı
ressam, kaligraf ve şairin 1692
yılında yaptığı tablonun,
tahminlerin çok üzerinde bir
fiyata alıcı bulduğunu
bildirdi. Alıcının kimliği açıklanmadı.
Aynı Çinli sanatçının başka
bir eseri, 2008 aralığında Hong Kong'da düzenlenen
açık artırmada 4,4 milyon
dolara
satılmıştı.
Sabah, 24.03.2010
|
|
SANAT AKSİYONU AKİM
KALDI

Hafriyat Grubu,
paramparça, unutulmuş heykellere dikkat çekmek için
iyi bir 'aksiyon' planladı. Tophane'deki İşçi
Heykeli bir gece çalınacaktı. Ancak mahallelinin
heykeline sahip çıkacağı tuttu...
“Daha heykel bir yılını doldurmadan, önce
parmaklarını kırdılar, sonra balyozun sapını.
Yetmedi, ziftle yüzünü boyadılar. Sonra, zifti
silmek bahanesiyle, yüzünü yok ettiler. Birkaç kez
tamir ettim. Ama artık bıraktım yakasını. Kaç
yıldır, her gün bir yerini kırıyorlar. Yine de
tükenmedi. Ne zaman, bir makine gelip kökünden söküp
götürse, ‘oh tükendi’ diyeceğim.”
Bu sözler 2007 yılında hayatını kaybeden heykeltraş
Muzaffer Eronat’a
ait, bahsi geçen heykel ise
1973 yılında
İstanbul’un en gelen-geçeni bol yerlerinden biri
olan Tophane Parkı’na
yerleştirdiği ‘İşçi’
heykeli. Eronat göremedi ama, belki vasiyet
sayılabilecek sözlerini duyan birileri çıktı.
Hırsızlık amaç değil
araç
15 Mart Pazartesi
gecesi 23.00 sularında bir grup sanatçı
Tophane Parkı’ndan söküp almak istediler yılların
eskittiği ama yıkamadığı heykeli. Amaçları bu
unutulmuş heykele dikkat çekmek, sanatçının hakkını
verip değeri bilinmeyenin değerini göstermekti.
Hafriyat Grubu
önderliğinde Yeni
Sinemacılar ve
Hazzavuzu’nun da katılımıyla oluşan grup, çok
ilgi çekecek bir
‘sanat aksiyonu’ planlamıştı.
Yapmak istedikleri şey, her gün herkesin önünden
geçtiği, bakıp da görmediği Muzaffer Eronat’a ait
‘İşçi’ heykelini görünür kılmaktı.
‘Bir şeyin değeri yok olunca anlaşılır’
diyerek heykeli bir gece operasyonuyla yerinden
alacaklardı. Heykel, parktan bir kaç yüz metre
ilerideki Hafriyat galerisinde bir hafta
tutulacaktı. Sonra da kendilerini deşifre ederek
heykeli aldıkları yere bırakacaklardı. Ama işler
planlandığı gibi gitmedi.
Belediye görevlisi
olmasa...
Tam heykelin etrafını kazmış, hatta heykeli
kaldıracak vinç de parka yanaşmıştı ki, birileri
gruba müdahale etti. Heykeli taşımak için
belediyeden izinleri olup olmadığını soran grup ‘var
ama yanımızda değil’ cevabını tatmin edici bulmadı.
Heykeli götürmeye çalışanları engellemeye çalışan
Tophaneliler,
polisi de çağırınca sanatçılar heykelin etrafındaki
toprağı kapatıp olay mahallinden ayrılmak zorunda
kaldı... Hesap edilmeyen şey, o sırada parkta halı
saha maçı seyreden
Beyoğlu Belediyesi görevlileri oldu.
Hafriyat Grubu’ndan Murat Akagündüz heykeli yerinden
alamasalar da sonuçta hedeflerine ulaştıklarını
söylüyor ve “bence iyi de oldu,” diyor. “Heykelin
üzerinde taşımış olduğu, yılların birikmiş
tahribatını tüm boyutlarıyla görünür kılmaktı
amacımız. Biz bu heykele, işçiler üzerine tüm
yaklaşımı ve tutumu gösteren bir özne olarak
bakıyoruz. İşçi ve İş
Bulma Kurumu önundeki bir
‘İşçi’ heykeli
olduğunun bilincine varılmasını istiyoruz. İşçiler
ve aynı zamanda göçmen işçiler adına dikilmiş bu
heykelin, 2010 Avrupa
Kültür Başkenti olan İstanbul’un içerisindeki
yerinin farkedilmesini istiyoruz.
Aslında 1973 yılında dikilmiş 20 heykel var. Bu 20
heykelin bugün yalnızca dört tanesi duruyor.
Diğerleri ortadan kalkmış ya da tahrip edilmiş yani
kamu kurumları üzerlerine düşen görevi yapmamış. Biz
yok olan diğer heykeller için de bir şeyler yapmış
olduk.”
Hüzünlü 50. yıl
heykelleri
Cumhuriyet’in ilanının 50. yılı nedeniyle kentin
çeşitli yerlerine yerleştirilen 20 adet heykelden
bazıları: Metin Haseki’nin Gümüşsuyu Parkı’na
yerleştirdiği ‘Negatif Form’, Yavuz Görey’in Maçka
Taşlık Parkı’na yerleştirilen bronz soyut heykeli,
Tamer Başoğlu’nun Bediha Muvahhit anısına Yenikapı
sahil parkına yerleştirdiği soyut heykel, Mehmet
Uyanık’ın ‘Birlik’ isimli heykeli, Kuzgun Acar’ın
‘Tavus’ heykeli, Bihrat Mavitan’ın ‘Yükseliş’ adlı
çalışması, Namık Denizhan’ın ‘İkimiz’ adlı heykeli,
Nusret Suman’ın Mimar Sinan heykeli, Ferit Özşen’in
‘Yağmur’ isimli heykeli, Fisun Onur’un Fındıklı
Parkı’ndaki soyut kompozisyonu, Kamil Sonad’ın
Gülhane Parkı’na yerleştirilen heykeli, Zerrin
Bölükbaşı’nın ‘Figür’ isimli beton heykeli Hüseyin
Anka Özkan’ın ‘Yankı’ isimli soyut heykeli, Zühtü
Müridoğlu’nun ‘Mühür’ isimli betonarme heykeli ve
Gürdal Duyar’ın ‘Güzel İstanbul’ adlı yapıtı. Bu
heykellerin bazıları 80 sonrası dönemin mevcut
belediyeleri tarafından gereksiz görülerek
kaldırılmış, bazıları çalınmış, bazıları kırılmış ve
bazılarıysa 12 Eylül’e kurban giderek yok olmuş.
Radikal, Haber: Ceren
Akardaş, 24.03.2010
|
TÜRSAB'DAN TOBB'A:
SAVARONA'YI SİZ ALIN, YABANCILARA GİTMESİN

Armatör Kahraman
Sadıkoğlu'nun 49 yıllığına kiraladığı ancak yüksek
maliyeti nedeniyle devretmek istediği Atatürk'ün
anılarını yansıtan Savarona yatı alıcı bekliyor.
Türkiye Odalar ve
Borsalar Birliği (TOBB) yatı almak konusunu
gündeminde tutarken, bu konudaki karar, gelecek ayki
yönetim kurulu toplantısına kaldı. Türkiye Seyahat
Acenteleri Birliği (TÜRSAB) Başkanı Başaran Ulusoy,
Savarona yatının yabancılara satılmaması,
Türkiye'den bir alıcı bulması için üç yıldır
uğraştığını belirterek, TOBB'un bu yatı alması
gerektiğini söyledi. Yatın Atatürk'ün hatırası
olduğunu ve dünyada eşi bulunmadığını vurgulayan
Ulusoy, “Savarona yatında düğün, toplantı
yapılmasını kimse istemiyor. Bu yatın Dolmabahçe
Sarayı'nın önünde müze olarak kullanılması
gerekiyor. En fazla Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı
misafirlerinin gezdirilmesi için kullanılabilir”
dedi.
TOBB'un bu yatı artık alması gerektiğini vurgulayan
Ulusoy, şöyle konuştu: “TOBB yatı alınca Turizm
Bakanlığı'na devreder, ondan sonra biz de
işletilmesine katkı yaparız. Savarona'nın şu anki
sahibi Kahraman Sadıkoğlu, daha fazla masraflarını
karşılayamadığı için satmak istiyor. Ama yurtdışına
çıkmasını istemiyor. Kimsenin bu yatın yurtdışına
satılmasına gönlü razı gelmez. Maliyeti 25-30 milyon
dolar civarında. Türkiye Cumhuriyeti'nin bu
hatırasının yabancıya satılmaması gerekir. Sadıkoğlu
satmamak için direniyor ama o da artık masraflarının
altında kalkamıyor.”
Armatör Kahraman Sadıkoğlu da, Savarona'nın 30 yıl
daha kullanım hakkının kendisinde olduğunu dile
getirerek, şunları anlattı: “Rus ve Arap taliplileri
var ama onlara satmak istemiyorum. TOBB'un satın
alma kararını yönetime sokarak onaylamasını
bekliyoruz. Fiyatını TOBB için 22.5 milyon dolara
düşürdük. Yabancı taliplerin verdiği para daha
fazla. Ama artık masraflarını karşılayamıyorum. Yata
bugüne kadar 50 milyon dolarlık harcama yaptım.”
Yatın olası alıcılarından biri olarak görülen
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) konuyu iki
kişilik ekip kurarak incelemesine karşın, bu haftaki
yönetim kurulu toplantısında gündemine almadı. TOBB
Yönetim Kurulu Üyesi İlhan Parsaker, yönetim kurulu
toplantılarının yapıldığını ancak yatın alımının bu
ayki toplantının gündeminde yer almadığını
belirterek, “Alım kararı önümüzdeki ayki toplantıya
kaldı. Hala incelemelerimiz sürüyor. Savarona'yı
alacak olursak kendimiz için değil sadece manevi
değer olarak sahip çıkmak adına alırız. En uygunu
yatın Başbakanlığa ya da Cumhurbaşkanlığına tahsis
edilmesi” dedi.
Hürriyet, Haber: Hanife
Baş, 24.03.2010
|

 |
TARİHİ ESER BASKINI
Aydın Emniyet Müdürlüğü'ne bağlı ekiplerin yaptığı operasyonda çok sayıda tarihi eser ele geçirildi. Çeşitli dönemlere ait olduğu tespit edilen bronz sikkelerin yanı sıra, tarihi yazıt, çeşitli süs eşyası ve ok uçlarının da ele geçirildiği operasyon kapsamında iki kişi gözaltına alındı.
Aydın Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ve Asayiş Şube Müdürlüğü görevlilerince yapılan çalışmalar neticesinde, H.A. isimli şahsın elinde tarihi eser bulunduğu ve bu tarihi eseri satmak istediği tespit edildi. Bunun üzerinde şahsın önceden tespit edilen ikametine yapılan baskında evin çeşitli yerlerine gizlenmiş çok sayıda tarihi eser ele geçirildi. Polis tarafından yakalanan şüpheli H.A.’nın yapılan sorgulamasında olayla ilgisi olduğu tespit edilen Ö.T. isimli şahıs da yakalanarak gözaltına alındı. Şahısların emniyetteki sorgulamalarının ardından Adliyeye sevk edilecekleri öğrenildi.
Polis ekiplerinin H.A. isimli şahsın ikametinde yaptıkları aramalarda; 1 adet Roma dönemine ait pişmiş topraktan Unguentairum, 1 adet Roma dönemine ait pişmiş topraktan kandil, 3 adet Roma dönemine ait bronz yüzük, 1 adet Roma dönemine ait bronz fibula parçası, 4 adet Roma dönemine ait bronz ok ucu, 1 adet klasik çağa ait gümüş sikke, 1 adet Hellenistik dönemine ait gümüş sikke, 1 adet Roma dönemine ait gümüş sikke, 5 adet Hellenistik dönemine ait bronz sikke, 8 adet Roma dönemine ait bronz sikke, 6 adet Bizans dönemine ait bronz sikke, 4 adet Osmanlı dönemine ait bronz sikke, 7 adet Osmanlı dönemine ait gümüş sikke, 1 adet kapaklı ve üzerinde yazıt yer alan Roma dönemine ait mermer çocuk mezarı, 1 adet Roma dönemine ait kırık mermer yazıt parçası, 1 adet Bizans dönemine ait kurşun bulla parçası, 12 adet Hellenistik dönemine ait bronz sikke, 66 adet Roma dönemine sikke, 18 adet Bizans dönemine ait bronz sikke ve 20 adet İslami sikke ele geçirildi. Olayla ilgili tahkikatın sürdürüldüğü bildirildi.
Aydın Kent Haber, 24.03.2010
|
AYASOFYA'NIN SIRRI
ÇÖZÜLDÜ

Ayasofya'nın
inşasında kullanılan harcın deprem sırasında ortaya
çıkan enerjiyi emerek hasarı önlediği belirlendi.
Ulusal Atina Teknik
Üniversitesi adına Ayasofya'da çalışan Prof.Dr.
Antonia Moropolou, Ayasofya'nın inşasında kullanılan
harcın deprem sırasında ortaya çıkan enerjiyi emerek
hasarı önlediğini belirterek, "1999 depreminden
önce, bu kompozisyon ve yapısal özellikteki bir
anıtın 7 şiddetindeki bir depreme dayanabileceğinden
emin olmuştuk" dedi.
Ulusal Atina Teknik,
Princeton ve Boğaziçi üniversitelerinin,
Ayasofya'nın yapı malzemesi ve yapının statik
değerlendirmesi üzerine 16 yıldır yürüttüğü
çalışmaların sonuçları "Ayasofya'nın
Konservasyonunda Yunan İşbirliği" adlı Yunanca ve
İngilizce bir bilimsel yayında toplandı.
Boğaziçi Üniversitesi
Kandilli Rasathanesi Müdürü Prof.Dr. Mustafa Erdik
ve Princeton Üniversitesinden Prof.Dr. Ahmet
Çakmak'ın önsözünü yazdığı kitabın İstanbul
Arkeoloji Müzesi Konferans Salonu'nda gerçekleşen
tanıtım toplantısında çalışmalarla ilgili bir sunum
yapan Prof.Dr. Moropolou, sorularını da yanıtladı.
Prof.Dr. Moropolou,
Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Yunanistan
Parlamentosunun himayesinde 4 Temmuz 2000 tarihinde
Atina'da imzalanan "Türkiye Yunanistan Kültürel
İşbirliği Anlaşması" kapsamında yapılan bu
çalışmalarda elde ettikleri bilgilere değindi.
15 yüzyıldır tüm
depremlere direnç gösteren Ayasofya'nın ilk
inşasından sonra, kubbe tuğlalarında kullanılan
malzemenin Rodos'taki tarihi yapılarda
kullanılanlara yüzde 97 oranında benzerlik
gösterdiğine dikkati çeken Prof.Dr. Moropolou,
tuğlaların aynı zamanda Anadolu'da geliştirilmiş
yangına karşı dayanıklı bir malzeme içerdiğine de
dikkati çekti."Bu ilk anıtın, Anadolu ile Bizans ve
Erken Yunan yapı teknolojisinin karışımının bir
ürünü olduğunu gösteriyor' diye konuşan Prof.Dr.
Moropolou, yapının tuğlalarının strese dayanıklı
olduğunu, aynı zamanda alelade tuğla ağırlığının
12'de biri kadar hafif oldukları için yapıya yönelik
bir stres unsuru oluşturmadıklarını söyledi.
Yapının harcının ise
depreme karşı belli dozlara göre hazırlanmış özel
bir kompozisyona sahip olduğunu dile getiren Prof.Dr.
Moropolou, "Ayasofya'da kullanılan harcın yarı
kristalize bir yapısı var. Bu özel harç, yapının
deprem anında ortaya çıkan enerjiyi hasar görmeden
emmesine yol açıyor. Çalışmalarımızda bu
materyallerin bir simülasyonunu da yaptık. Boğaziçi
ve Princeton ile yürüttüğümüz çalışmalar kapsamında
bu kompozisyon ve yapısal özellikteki bir anıtın 7
şiddetindeki bir depreme dayanabileceğinden emin
olmuştuk. Ve bu çalışma 1999 depreminden önceydi"
şeklinde konuştu.
Prof.Dr. Moropolou,
incelemeler sonunda anıtın başlangıçtaki yapısal
devamlılığının en az seviyede rahatsız olabilmesi
için, tapınağın bakımı sırasında ilk inşa edilirken
kullanılan orijinal malzeme ile uyumlu malzeme
kullanılmasını öngördüklerini vurguladı.
Binanın korunması
yönündeki çalışmalar sırasında "Büyülü Kubbe"sinde
meydana gelen problemleri de incelediklerini anlatan
Prof.Dr. Moropolou, şunları söyledi.
"Kubbedeki su emilimi
gibi aşınmaya yol açan birçok etken incelendi. Bu
problemler etkin bir şekilde azaltıldı. Kubbe
içindeki sıva ve dış tarafını kaplayan beton da
kaldırıldı. İsviçreli mimar Fossati'nin 19. yüzyılda
koruma amacıyla mozaikler üzerine yaptığı sıva
korozyona uğruyordu. Sıvayla kapanmış mozaiklerin
yeniden ortaya çıkması, çalışmalar sırasında
kubbedeki meleğin keşfedilmesi bu doğrultuda çok
büyük adım oldu."
UNESCO'nun Dünya Kültür
Mirası Listesi'nde yer alan Ayasofya'nın korunması
için büyük bir bilinç oluşturmayı hedefleyen
çalışmayı konu alan bilimsel kitabın İstanbul 2010
Avrupa Kültür Başkenti Ajansınca gerçekleştirilen
tanıtımına Fener Rum Patriği Bartholomeos da
katıldı.
Ayasofya'nın
Hristiyanlar için "büyük kilise" sayıldığını
belirten Bartholomeos, "Ayasofya, İstanbul'u
İstanbul yapan değerlerden biridir. Şehrin 2010
Avrupa Kültür Başkenti seçilmesine katkısı büyüktür.
İstanbul, yalnız 2010 senesi için değil, ebedi bir
kültür başkenti olarak kalacaktır. Bu ruhu hepimiz
devam ettirelim, yaşatalım" şeklinde konuştu.
Bartholomeos, daha
birkaç ay önce Ayasofya'nın duvarlarında asırlar
sonra keşfedilen "Serafim Melekleri" mozaiklerinin
ortaya çıkarıldığını belirterek, "Bu keşif bu büyük
anıtın daha nice değerleri muhafaza ettiğinin
kanıtıdır" dedi.
Hürriyet, 24.03.2010
|
POLLIO SU KEMERİNİN
AYAĞINDA TAHRİBAT OLUŞTU
İzmir’in Selçuk
İlçesi'ndeki Roma dönemi yapılarından Pollio Su
Kemeri’nin ayaklarında yapılan kaçak kazı nedeniyle
tahribata uğradığı bildirildi.
Dokuz Eylül Üniversitesi
(DEÜ) Fen Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü
Öğretim Görevlisi Dr. Onur Gülbay, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, Selçuk Belediyesi arkeoloğu
Yusuf Yavaş ile Pollio Su Kemeri’nde yaptıkları
incelemede, kaçak kazı sonucu tarihi yapının
ayaklarından birinde ciddi tahribat oluştuğunu
gözlemlediklerini söyledi.
Kemerin ayak bölümünden büyük bir mermer blokun
çıkarılarak altında kaçak kazı yapıldığını belirten
Gülbay, "Bu tahribatın yanı sıra kemer ayağı
üzerindeki başka bir kaplama bloku kırılarak yine
içinde define arandığı anlaşılmaktadır. Kemer
ayağının altında kazıyla boşalan alanın en kısa
zamanda doldurulması gerekir. Kemerin ayağındaki
tahribat devam ederse depremlerin etkisiyle
yıkılabilir" dedi.
Selçuk ilçe merkezinin yaklaşık 4 kilometre dışında,
Meryemana Evi’ne giden yol ayrımından sonraki
rampanın hemen solunda bulunan vadide yer alan
Pollio Su Kemeri,
Efes Antik
Kenti’nin en önemli su yollarından biri. Kemerin
üzerindeki yazıttan MS 4 ve 14 yılları arasında
Sextilius Pollio, karısı Ofillia Bassa ve üvey oğlu
Offilius Proculus tarafından
Roma İmparatorları
Augustus ve Tiberius ile Efes halkının onuruna inşa
ettirildiği anlaşılıyor.
Milliyet, 23.03.2010
|
EMEK'İN DURUMU, PLANA
RAĞMEN HALA BELİRSİZ

Emek Sineması ve Cercle
d'Orient binasının onarım planına göre, Yeni Rüya ve
Komedi Tiyatrosu yıkılacak. Emek'in nasıl bir
tadilata gireceği ise belli değil.
Beyoğlu'nda neler
oluyor? Tarihi sinema salonları teker teker
'kapatılıyor'. Rantın eli bu semtteki tarihi sinema
salonlarını yok etmeye mi sıvanıyor? Bu konuda
çeşitli görüşler ve iddialar var. Ama her şeyin
temelini oluşturan plan, yani Emek Sineması'yla
birlikte, tarihi Cercle d'Orient kompleksinin
onarımını içeren plan görünürde yok. Bu planın
peşine düştük. Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah
Demircan'la bir araya geldik. Önümüze gelen ve
sayısız paftadan oluşan planı inceledik.
Bu, bir restitüsyon-yeniden canlandırma planı. Yani
hem olası bir yeniden inşa, hem de her türlü onarım
için gerekli olan temel plan. Cercle d'Orient
blokunu, onu çevreleyen Emek, Yeni Rüya ve şu anda
bir yangın mezbeleliği olarak duran eski İpek,
sonranın Komedi Tiyatrosu olan salonu da kapsıyor.
Planda ayrıca tüm bu yapılarla ilişkili rölöveler
var. Yani kesitler, inşai detaylar ve ayrıca tüm
Cercle d'Orient blokunun sayısız oda/salonundaki hiç
bilmediğimiz (çünkü bu bina yıllardır gezilemiyor)
ve de Emek'te çok daha iyi bildiğimiz tüm o duvar,
tavan, kubbe süslemeleri, kapı ve pencere
detayları...
Öncelikle Cercle d'Orient binasının onarımını
amaçlayan, Mim Yapı-Mimarlık tarafından hazırlanan
plan, Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından onaylanmış.
Şimdi sorun, bunun nasıl hayata geçirileceği.
Mülkiyeti Sosyal Güvenlik Kurumu'nun olan binada
toplam beş kültür varlığı var. En eskisi Cercle
d'Orient. Emek dahil, tüm salonlar, çok daha sonra
geliyor. Örneğin Emek, Melek adıyla, 1924 yılında
eski Rus buz pateni sahasının üzerine açılmış.
Amaç, söylentinin tersine, sadece dış duvarları
koruyup içinde istediğini yapmak değil. Tersine, tüm
o salonların da onarılıp binanın içi ve dışıyla eski
fonksiyonlarına kavuşturulması amaçlanıyor:
Toplantı, eğlence, konukevi, dükkan...
Anıtlar Kurulu onaylamış
Mim Yapı-Mimarlık'ın sahiplerinden mimar Fatih
Keskin heyecanlı. "İstiklal'in tüm kimliğiyle
korunmuş tek yapısı olacak" diyor. Ama Komedi
Tiyatrosu'nu yıkmayı da öngörüyor. Çünkü sonradan
eklenen bu yapı, tüm arka cepheyi örtüyor. Oysa arka
cephenin de ön cephe kadar güzel olduğunu söylüyor.
Plana göre eski Sümer, şimdiki Yeni Rüya Sineması da
yıkılacak. Çünkü o salon da Cercle d'Orient'ı yarıp
geçerek zedelemiş.
Devlete ait yapı
Peki, Emek'e ne olacak? Emek ile ilgili, çatısı
felaket, yangına açık, önündeki Melek Apartmanı
çökme tehlikesi taşıyor gibi çeşitli iddialar söz
konusu. Altının kullanılması veya rantabl olması
için etrafında sekiz salondan oluşacak bir sinema
kompleksi yapılması gereğinden söz ediliyor. (Tüm
iyimserliğimi inatla korusam da, geçmişteki
örnekleri bildiğim için biraz şüpheleniyorum.
Devlet, hele kendi malı olan bir dev yapının başına
gelecekleri büyük bir dikkatle izlemeli diyorum.)
Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan, asıl
amacının Yeşilçam Sokağı'nı tümüyle onarıp yeniden
Türk sinemasının merkezi haline getirmek olduğunu
söylüyor. Bunun için Emek'i, tüm festival ve ödül
törenlerinin de yer alacağı, sokağın kalbi haline
getirmeyi hedefliyor. Demircan ayrıca, cadde
üzerinde onarımı bitmek üzere olan Anadolu Han ve
'en yakın zamanda açılacağını umduğu' Demirören
binası (eski Saray-Lüks Sinemaları) ile birlikte,
Beyoğlu'nun tam 10 bin metrekare kültür alanı
kazanacağını ve gerçek bir sanat semti olacağını
söylüyor. Mimar Fatih Keskin ise "Emek bizim
gözbebeğimiz" diyor.
Emek, Yeşilçam'ın kalbi olacak
Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan,
amaçlarının Yeşilçam Sokağı'nı tümüyle onarıp
yeniden Türk sinemasının merkezi haline getirmek
olduğunu söylüyor. Emek de Yeşilçam'ın kalbi olacak.
Sabah, Yazı: Atilla
Dorsay, 23.03.2010
|
İZMİT'TE ARKEOLOGLARI HEYECANLANDIRAN DEV TÜNELLER

İzmit'te Roma Dönemi'nden kalma ve
muhtemelen içinden atlı arabaların da geçebileceği
büyüklükte tüneller ortaya çıkarıldı.
Tarihi kayıtlara göre yerleşim birimi olarak
yaklaşık 3 bin yıllık geçmişi olan ve Roma
İmparatorluğu'na da antik dönemdeki ismi Nicomedia
olarak bir dönem başkentlik de yapan İzmit'te
yapılan kazılarda tarih fışkırmaya devam ediyor.
Arkeoloji ve Etnografya Müzesi Müdürlüğü'nün
İzmit'in Çukurbağ Mahallesi'nde geçen yıl başlattığı
ve MS 3'üncü Yüzyıl'dan kalma, Roma
İmparatorluğu'na başkentlik yaptığı dönemde
yaptırılan büyük bir yapı ortaya çıkarıldı.
Kazanılan zaferlerin kutlandığı alanda olduğu
anlaşılan yıkılmış yapıya ait dev sütunlar ve
panolar gün ışığına çıkarıldı. Eserler, Kültür
Müdürü Adnan Zamburkan ve Müze Müdürü İlksen Özbay
gözetiminde bugünden itibaren Müze Müdürlüğü
bahçesine götürülmeye başlandı. Müze Müdürü Özbay,
bugünkü İzmit'in bir dönem Roma İmparatorluğu'na da
başkentlik yaptığını hatırlatırken, buradan çıkan
eserlerin çok değerli olduğunu, panolarda ayrıca
Athena'nın da ilk kez savaşçı kadın kıyafetiyle
renkli kabartmalarının bulunduğunu söyledi. İlksen
Özbay, bu bölgenin bir ören yeri haline
getirileceğini, ancak eserlerin tamamının ortaya
çıkarılabilmesi için birkaç evin daha istimlak
edilmesi gerektiğini anlattı.

Bu arada Müze Müdürü İlksen Özbay, kazı alanının
yakın çevresinde bazı evlerin altında çok geniş
tüneller olduğunu ve bazı kişilerin buralarda mantar
yetiştirdiğini belirledi. Kültür Müdürü Adnan
Zamburkan ve İlksen Özbay basın mensuplarıyla
birlikte, Gülümser Sokak'taki 4 katlı apartmanın
sahibini güçlükle ikna ettikten sonra apartmanın
bodrumundan geçilen tünellere girdi. 6 metre
genişliğinde, orijinalinin yüksekliği ise 3 metreyi
bulduğu anlaşılan tünellerin bazı evlerin altından
geçtiği görüldü. Tünellerin zemininde ise deniz kumu
ve midye kabuklarının alması, bu bölgede yaşanan ve
sadece efsanelerde anlatılan büyük deprem ve
tsunamilerden kaynaklandığı izlenimi doğurdu.
Müze Müdürü İlksen Özbay, bina sahiplerinin daha
önceden içeriye girilmesine izin vermediğini,
kendisinin de ilk kez buraya girdiğini belirterek,
“Muhteşem bir yapı. Bunların içinden atlı arabaların
geçtiği efsanelerde anlatılıyor. Ancak nerelere
kadar uzandığını bilmiyoruz. Çok geniş çaplı
inceleme gerekiyor. Bazı noktalarda üzerinde bina
inşa edilirken delikler açılmış ve muhtemelen içine
girildikten sonra tekrar beton atılarak kapatılmış”
dedi.
Hürriyet, Haber: Mustafa Bağdiken - Ergün
Ayaz, 23.03.2010
|
"OSMANLI GELENEKSELİNDE UNUTMA YOK"
Mimarlık ve
sanat kuramcısı Aykut Köksal'a kulak vermenin tam
sırası. Bunu yaparken bir yandan ‘Arkeoloji ve
Sanat' yayınlarından çıkan iki kitabı, ‘Anlamın
Sınırı' ve ‘Karşı Notlar'ı okumanın da. Köksal'ın
başta müzik ve mimarlığı kucaklayan mukayeseli
müzakereci tavrından öğrenecek çok şey var.
Köksal'la hem kentsel olarak dönüşen ve dönüştükçe
tahrip olan İstanbul'u, hem de özensiz yorumlandıkça
ipliği pazara çıkan geleneğimizi, kesintiye uğrayan
modernleşmemizi konuştuk...
Osmanlı gelenekselini diğer geleneklerden
ayıran en büyük özelliği nedir sizce?
Öncelikle Osmanlı geleneksel kültürünün son derece
incelmiş bir kent kültürü olduğunu belirtmek gerek.
Ayırıcı özelliklerinin başında da anonim bir kültür
olmaması geliyor. Mimarlıktan müziğe dek anonim
olmayan bir kültürdür, bu özellik onu tüm diğer
geleneksel kültürlerden ayırır. Cem Behar, Osmanlı
müziğinde eserlerin yüzde 99'unun anonim olmadığını
söyler. Osmanlı anıtsal yapıları anonim değildir.
Osmanlı gelenekseli ciddi bir hafıza sürekliliğine
dayanır. Unutma yoktur Osmanlı gelenekselinde. Bir
başka özelliği ise, başka geleneksel kültürlerde
görmediğimiz ‘özgün olma durumu'na sahip olmasıdır.
Bu yüzden öteki geleneksel kültürlerde olmayan
‘intihal' kavramı Osmanlı gelenekselinde vardır. Bir
Osmanlı bestecisi, kendi yapıtının, daha önce
bestelenmiş bir başka yapıta benzememesini ister.
Klasik dönem Osmanlı mimarlığına bakın, bir yandan
tekil bir dil kullanır ama bir yandan da hiçbir yapı
diğer yapıya benzemez. Mimar Sinan döneminin hiçbir
camisi diğerine benzemez.
İstanbul Modern'deki ‘Gelenekten Çağdaşa'
sergisine gittiniz mi?
Evet, gezdim o sergiyi.
Nasıl buldunuz?
Şunu söylemeliyim ki ana hatlarıyla Zeynep Sayın'ın
Radikal'de söylediklerine katılıyorum. Gelenek
sadece ve sadece biçim üzerinden okunmaya
kalkılırsa, gelenekle ilişki kurma da geleneksel
olanın içerdiği, bugün artık sorunsuz olmuş biçim
kalıplarını yeniden üretmek olarak algılanırsa,
anlam bir yana bırakılır, görünenin dekoratif
yorumunun peşine düşülürse bu çıkar ortaya.
Aslında iki kitabınızdaki yazılarda hep
vurguladığınız bir şey var, hazır gelenek
konuşuyorken, o da şu: "Aslında Osmanlı'da dışa
açık, çoğulcu bir modernleşme sürecinin olduğu ve bu
sürecin Cumhuriyet'le kesintiye uğradığı..." Hala
tartıştığımız bütün kriz buradan mı çıkıyor?
Bilindiği gibi, Türkiye'nin modernleşme serüveni
Cumhuriyet'le başlamıyor. Örneğin mimarlıkta 18.
yüzyılın ikinci yarısına kadar gidiyor. Osmanlı
müziğinde 19. yüzyılda modernleşmenin ciddi temel
adımlarını görüyoruz. Mevcut kent kültürü ortamında
kendini gösteriyor. Bir yandan da kültürel üretimin,
mimarlıkta da gördüğümüz gibi Batı dünyasının
sözlüğüne açıldığını, ama o sözlüğü alırken de ciddi
bir şekilde içselleştirdiğini görüyoruz. Yani
Osmanlı modernleşmesinin Batı'yla olan ilişkisi
içselleşmiş bir ilişkidir.
Cumhuriyetin ulus devlet paradigması ise, dışarıdan
taşınmış olan ve otoriter diyebileceğimiz bir
paradigmadır ve kendisini kültür siyasetinde de
gösterir. Kültürel planda paradigmanın tanımlanması,
1930'lar başında 1. Türk Tarih Kongresi ve 1. Türk
Dil Kurultayı'nda gerçekleşir. Osmanlı'nın dışa açık
modernleşme çizgisi, yerini ulus devlet paradigması
üzerinden yürüyen, ulusalcı tezleri ileri süren,
daha yüzyıl başında Avrupa'da temelleri atılmış olan
modernizmle de hiçbir ilişkisi olmayan bir dönemi
başlatıyor. Bu yüzden ben 1930'larda başlayıp
1940'lar sonuna kadar giden bu dönemi Türkiye'nin
modernleşme sürecinde geriye gidiş olarak görüyorum.
İki isim sayıyorsunuz, çok ilginç bence,
Ankaralı Adnan Saygun ve İstanbullu Cemal Reşit Rey.
Bu ikilinizin bize bugün söyleyecek çok şeyi
olduğunu düşünüyorum...
Adnan Saygun, merkezde konumlanan, ulusalcı çizginin
taşıyıcılığını yapan, genellikle de Halkevleri'yle
ilişki içinde olan bir besteci. Nedir o dönemin
ulusalcı çizgisinin müziğe yansıması? Birincisi
doğrudan doğruya halk müziğine gidilecektir ve bu
yapılırken soyutlamaya olabildiğince az
başvurulacaktır. Ulusalcı tez, kaynağın kendisini
göstermesini ve mümkün olduğunca anlaşılır olmasını
ister, soyutlamanın karşısında durur. Bu yüzden
Avrupa müziğinde çoktan aşılmış tonal armoni
kullanılır. Ve sonunda benim ‘köçekçe estetiği'
dediğim bir estetik üretilir.
Cemal Reşit Rey'in bu programla bir ilgisi yok. O
bir İstanbul bestecisi. Pek çok anektod vardır, ‘tek
sesli' diye aşağılanan müziği yasaklamaya kadar
giden kararlara mizahla yaklaştığını aktaran...
Rey'in soyutlamacı bir çizgisi var. Yeniden Osmanlı
modernleşmesine dönersek... Bu modernleşmenin
müzikte ve kent kültüründe kendini gösterdiği
kanallardan biri de operetlerdi. O damarı
cumhuriyette hakiki, sahici bir biçimde sürdüren
Cemal Reşit Rey olmuştur. Bugün Saygun'un ulusalcı
operasını sahneye koymak kimsenin aklına gelmiyor
ama Cemal Reşit Rey'in ‘Lüküs Hayat'ı bilmem kaçıncı
kezdir oynanıyor. Bu kadar sahici bir üretimdir
Rey'in üretimi, ister popüler kültüre eklemlenen
operet üretiminde olsun ister bir üst kültür üretimi
olan müziğinde, tümüyle merkezi siyasetin dışında
konumlanır.
Mimaride Adnan Saygun'u Sedad Hakkı
Eldem'le aynı kefeye koyuyorsunuz 1950'lere kadar
yaptığı işleriyle. Peki mimarideki Cemal Reşit Rey
kim?
Seyfi Arkan'dır. Bu paralellik çok önemlidir. Bakın,
Adnan Saygun bu resmi programda müzik alanında ne
anlam ifade ediyorsa, Sedad Hakkı onun mimarlıktaki
karşılığıdır. 1930'larda milli mimari seminerlerini
başlatır. O da kaynak olarak halk mimarisine yönelir
ve soyutlamaya başvurmaz. Halbuki, Cemal Reşit Rey
gibi Seyfi Arkan da resmi söylemle ilgilenmez,
modernist çizgisini hep korur. Bunun bir sonucu
olarak Sedad Hakkı Eldem hep önde olmuş, resmi
ideolojinin savunuculuğunu yapmayan Seyfi Arkan ise
hep geride kalmıştır. O kadar ki, Güzel Sanatlar
Akademisi'nde, cumhuriyetin en önemli mimarlarından
biri olan Seyfi Arkan'a sadece şehircilik dersleri
verdirilmiş ve hiçbir zaman proje hocası
yapılmamıştır. Akademi için büyük bir kayıp...
Bugünün siyasetine uygun ilerde
anabileceğimiz bina var mı?
E-5'in kenarındaki adliye sarayı mesela. (Gülüyor)
Tekil örneklerin temsil edicilik taşıdığı bir
dönemde değiliz. Bu dönemi tanımlayacak olan
çoğulluktur.
Bence bu dönemi tanımlayacak şey yıkım.
Sırada AKM var. Uzun bir zamandır gündemimizi işgal
ediyor. Ne diyorsunuz, AKM korunmalı mı yıkılmalı
mı?
AKM, kentsel mekanla ilişki kuran ön yüzü ve
önündeki boşlukla korumaya değer bir kent öğesidir
ama onun dışında, açılan davada verilen kararda
tanımlandığı gibi dokunulmaz bir ‘koruma nesnesi'
değildir. Kentin hafızasında önemli bir yeri olduğu
için ve belirli bir dönemi belgelediği için ön
cephesini önemli bulurum, önündeki alan da
anlamlıdır. Kaç kez sevgililerimize orada randevu
vermişizdir... Kentin hafızasında bir yeri vardır
ama onun dışında bir koruma fetişizminin içinde ele
almanın anlamı yok.
Asıl tartışmamız gereken şey program, yani bu
yapının yerine gelecek yapının programının ne
olacağı. İstanbul gibi metropollerde çokişlevli
salonlara değil, her işlev için ayrı yapıya ihtiyaç
vardır. Paris'te opera salonu başka bir yapı, konser
salonu başka bir yapıdır. Zaten bir konser salonunun
mekan düzeniyle, operanın mekan düzeni birbirinden
tamamen ayrıdır. Önce, bu metropolün bir konser
salonuna ihtiyacı var mı, yok mu buna karar verelim.
Varsa, oraya bir konser salonu yapalım. Burada, hem
kongre, hem opera, hem konser, hem sergi olacak
demek, aslında burada hiçbir şey olmayacak demektir.
Hatta mümkünse biz burada hep kongre yapalım
demektir. İstanbul'un bugün konser salonuna da,
opera salonuna da, kongre merkezlerine de ihtiyacı
var. Bunlar farklı programlardır ve farklı mimariler
gerektirir. İstanbul 100 bin, 50 bin nüfuslu bir
kent değil ki çokişlevli tek bir yapı yapılsın...
Aykut Köksal'dan kısa kısa...
1930'lardan 1950'ye kadar süren içe kapanmacı dönem,
1950'lerin Batı'yı nakleden modernizmi, 1960
sonrasında yerelliği öne süren yeni bir ulusalcı
söylem... Türkiye, modernleşme süreciyle
hesaplaşmasını gerçekleştirebilmiş değil. O yüzden
‘Gelenekten Çağdaşa' gibi anlamsız sergiler ortaya
çıkıyor.
Santralistanbul'daki müze, içinde yer aldığı
bağlamla çok doğru bir ilişki geliştiren başarılı
bir yapı ama ne yazık ki fazla kat elde etme tutkusu
nedeniyle kat yükseklikleri düşük tutulmuş ve tüm
mekan düzeni ciddi tahribat görmüş bir yapı.
Çağdaş sanat metropolle ilişkiye girdiğinde
kalıcılığın peşine düşerse faka basar. O ancak,
sorusunu geçicilik üzerinden sorduğunda sözünü
söyler.
Osmanlı geleneksel sivil mimarlığında ahşabın
geçiciliğinin bir neden değil, bir sonuç olduğunu
düşünüyorum. Sonuçta ahşap yapı malzemesi
kullanıldığı için, o mimarlık geçici bir mimarlık
değil, onun arkasındaki düşünce dünyası geçiciliği
işaret ettiği için, geçici bir mimarlık. Orada ahşap
bir sonuç, bir neden değil!
Menderes döneminin İstanbul tahribatı
acımasızdır, sayısız tarihi yapı yok edilir. Özal
dönemi merkezde ne kadar liberaldir ama aynı dönemde
İstanbul, Dalan felaketini yaşar: Arnavutköy,
Tarlabaşı, Haliç yıkımları, otellere verilen çok kat
izinleri. İstanbul, en büyük tahribatı merkez-çevre
çatışmasının olduğu dönemlerde yaşadı. Yaşadığımız
dönemi de bu bağlamda ele alabiliriz.
Turgut Cansever'in Bodrum Sualtı Araştırma
Enstitüsü en beğendiğim tasarımların başında gelir.
Ama ne yazık ki Türkiye mimarlığında tek kalmış bir
örnektir.
Sulukule, Balat, Tarlabaşı'ndaki kentsel dönüşüm
projeleri, hepsi önde gelen genç mimarların imza
attığı ama ne yazık ki kuşkuyla yaklaşılması gereken
projeler. Sosyal ve kentsel boyutu hiç sorgulamadan
girişilmiş, korumayı yanlış biçimde araçsallaştıran
gayrı-etik projeler...
Radikal, 23.03.2010
|
TEOS AYDINLATILACAK

İzmir Valisi Cahit Kıraç, Türkiye'nin ilk ve tek
"Sakin Şehir"i (Cittaslow) Seferihisar'ı ziyaret
etti. Teos Antik Kenti, Yat Limanı inşaatı ve
Sığacık Organik Pazarı'nda incelemelerde bulunan
Vali Kıraç, vatandaşlarla sohbet etti, kentin
yetkilileriyle fikir alışverişinde bulundu.
Seferihisar Kaymakamı Şakir Erden ve Belediye
Başkanı Tunç Soyer'le birlikte, 12 İyon kentinden
biri olan Teos'a hayran kalan Vali Kıraç, bu
bölgenin turizmden hak ettiği payın daha fazlasını
alması için önerilerde bulundu. Teos'un tarihi ve
Dionysos Tapınağı etrafında yapılan kamulaştırmalar
hakkında bilgi alan Vali Kıraç, "Teos, daha iyi
korunmalı ve panayır yerine getirilmeli. Bu amaçlara
ulaşabilmek için de Teos'un aydınlatılması lazım.
Buraya hemen elektrik hattı çekilsin ve tarihi mekan
aydınlatılsın. Her yer ışıl ışıl olsun" talimatı
verdi. Belediye Başkanı Tunç Soyer de Teos'a yapmak
istedikleri işler arasında oraya elektrik götürmek
de olduğunu anlattı.
Nisan ayı sonunda hizmete açılması planlanan Sığacık
Yat Limanı'nı da gezen Vali Kıraç, Kolin İnşaat
yetkilisi Fırat Koloğlu'ndan çalışmalarla ilgili
bilgi aldı. Limanın açılış tarihini soran Vali
Kıraç'a, "30 Nisan" yanıtını veren Koloğlu, çekçek
alanı yoluyla ilgili Anıtlar Kurulu ve
Karayolları'ndan onay beklediklerini bildirdi.
Naylon torba yerine kese kağıdı ve filenin
kullanıldığı, pazar günleri açılan ve İzmir halkının
büyük ilgi gösterdiği Sığacık Kaleiçi Organik
Pazarı'nı gezen Vali Kıraç, pazarda satılan
ürünlerden satın aldı. Başkan Soyer, halden
Sığacık'a mal girişinin yasak olduğunu hatırlatarak,
orada sadece Seferihisar'ın köylerinde yaşayan
çiftçilerin ve Sığacık'taki vatandaşların ürettiği
malların satıldığını anlattı. Kıraç, esnafla ve
alışverişe gelen vatandaşlarla bol bol sohbet etti.
Yeni Asır, Haber: Mustafa Karabulut, 23.03.2010
|
MÖ 5. YÜZYILA AİT ALTIN KEMERİ SATAMADAN
YAKALANDILAR
Gaziantep'te şüpheli görülen bir
araçta yapılan aramada, paha biçilemez tarihi bir
altın kemer ele geçirildi.
İslahiye İlçe Emniyet Müdürlüğü ekipleri, Beyler
Mahallesi'nde şüpheli görülen bir otomobili
durdurdu. Araçta yapılan aramada, 131 gram ağırlında
altın bir kemer bulundu. Üzerinde çeşitli hayvan,
insan ve saray figürleri olan kemerin, birbirine
kancalarla takılı olduğu belirtildi.
Gaziantep Müze Müdürlüğü ekiplerinin kemer
üzerinde yaptığı incelemede, eserin üzerindeki
tasvirlerin sanatsal ve stil özellikleri göz önüne
alındığında MÖ 4. veya 5. yüzyıllara ait
olabileceği bildirildi. Paha biçilmez kemerin, 2863
Sayılı yasa kapsamında, taşınır kültür varlığı
vasfında olduğu ve tarihi belge niteliği taşıdığı
kaydedildi. Olayla ilgili yakalanan 4 şüpheli
hakkında "tarihi eser kaçakçılığı" suçundan yasal
işlem başlatıldı.
Zaman, 23.03.2010
|
OSMAN HAMDİ BEY, ŞEKER AHMED PAŞA'YI SEVMEZ MİYDİ?

İş Bankası Kibele Sanat Galerisi'nde açılan "Hoca
Ressamlar, Ressam Hocalar: Sanayi-i Nefise'den
MSGSÜ'ye Akademi Resim Hocaları" adlı sergi, Türk
sanatının 127 yıllık serüvenini ortaya koyuyor.
Sergide, kurulduğu günden bu yana yolu akademiden
geçen seksen beş sanatçının eserleri yer alıyor.
Türk resim sanatının ilk kuşağıdır Şeker Ahmed,
Osman Hamdi ve Süleyman Seyyid. Bu üç ressam,
sultanın omuz vermesiyle Paris'e doğru yollara
koyulur, orada usta sanatçılardan bir süre eğitim
alırlar. Pek çok ressamla tanışırlar. Sanat
anlayışları da gelişir. Şeker Ahmed manzara,
Süleyman Seyyid natürmort ve Osman Hamdi figür
resmine eğilir. Kendi üsluplarını kurmaya
çalışırlar. Daha sonra 'yurda' dönerler. Osman Hamdi
daha çok oryantalist konular üzerine eserler verir.
Talih bu ya ne Şeker Ahmed Paşa ne de Süleyman
Seyyid, Osman Hamdi kadar bilinmez. Hikaye burada
bitmez tabii.
Yıl 1883... Türkiye'nin ilk güzel sanatlar
akademisi, Sanayi-i Nefise-i Mekteb-i Alisi (Mimar
Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) kurulur. Kurumun
müdürlüğüne Osman Hamdi getirilir. Osman Hamdi
Bey'in döneminde okulda Adolphe Thalasso, Salvator
Valeri, Leonardo de Mango, Philippo Bello gibi
hocalar ders vermektedir. Bu sanatçılar da Osman
Hamdi Bey gibi oryantalist konular üzerine
çalışmaktadırlar. Buraya kadar her şey yerli yerinde
gibi gözükse de 'böyle bir okulda Şeker Ahmed Paşa
ve Süleyman Seyyid gibi iki usta ressamın neden
hocalık yapmadığı' kışkırtıcı sualini fısıldamanın
tam yeridir. Sorunun cevabı, İş Bankası Kibele Sanat
Galerisi'nde açılan "Hoca Ressamlar, Ressam Hocalar:
Sanayi-i Nefise'den MSGSÜ'ye Akademi Resim Hocaları"
adlı sergide saklı diyebiliriz.
'Hoca Ressamlar, Ressam Hocalar' sergisi Türk
sanatının 127 yıllık serüvenini ortaya koyuyor.
Sergide kurulduğu günden bu yana yolu akademiden
geçen seksen beş sanatçının eserleri var. Osman
Hamdi Bey'den Halil Paşa'ya, Ömer Adil'den Mihri
(Müşfik) Hanım'a, İbrahim Çallı'dan Namık İsmail'e,
Avni Lifij'den Cemal Tollu'ya, Bedri Rahmi'den Adnan
Çoker'e, Devrim Erbil'den Neşe Erdok'a çok sayıda
sanatçının işleri bir arada sunuluyor. Çeşitli
koleksiyonlardan derlenen eserler, halen okulda
görev yapan hocaların işlerine kadar uzanıyor.
Sergide yıllar içinde sanat ortamının ne yönde
ilerlediğini, öncü tavırları, toplumsal ve kültürel
alandaki dönüşümleri, yeni arayışları bir bir okumak
mümkün.
Türk resim sanatının tarihi resmi geçide çıkmış
Yukarıdaki kışkırtıcı soruya dönelim. Serginin
kataloğunu hazırlayan akademisyen Burcu Pelvanoğlu,
Osman Hamdi Bey'in oryantalist konular üzerine eser
veren, kısacası kendi tarzını çalışan ressamlara yer
vermesinin kaçınılmaz olduğunu söyleyerek şöyle
devam ediyor: "Osman Hamdi Bey'in döneminde Şeker
Ahmet Paşa, Süleyman Seyyid ve Hüseyin Zekai
Paşa'nın da sanat ortamında aktif olduğu
bilinmektedir. Şeker Ahmet ve Süleyman Seyyid,
Paris'te tıpkı Osman Hamdi Bey gibi akademik
eğitimden geçmiş, fakat Paris'te bulundukları
yıllarda Barbizon Okulu'nun etkisinde kalarak
manzara ve natürmorta yönelmiş sanatçılardır.
Dolayısıyla Osman Hamdi Bey, Şeker Ahmed Paşa ve
Süleyman Seyyid'i, yıllardır yazıldığı gibi, figür
ressamı olmadıkları için değil, kendi konularından
uzak oldukları için hoca olarak görevlendirmemiş
olmalıdır." Osman Hamdi Bey'in 'yandaş' tavrı o
dönemde de eleştirilmişti. Ali Sami Boyar, yıllar
sonra M. Valeri'yi kastederek "Merhum Hamdi Bey
bilmem onun nesini beğenmiş de mektebe hoca olarak
almıştı." diye söylenir. Ne demişti Cemal Süreya
'Tabanca' isimli şiirinde: "Tutalım yanılıp ateş
ettiniz/ Şeker Ahmed Paşa'nın resimlerini/ Eski
hececilerin şiirlerini bir de/ Ben çok seviyorum siz
de seviniz." Yoksa Osman Hamdi Bey, Şeker Ahmed
Paşa'yı sevmez miydi? Akademide hocalık yapmaması da
buna bağlanabilir mi?
Türk resim sanatının tarihini yazan kurumun
sergisine bir yolunu bulup uğrayın. 1954'te Kuyucu
Murat Paşa Medresesi'nde açılan "Yirmi Yeni Türk
Ressamı" adlı serginin davet metninde dediği gibi
"sergiye aracısız, içinize doğduğu gibi hüküm
vermeye buyurun". Sergi 24 Nisan'a kadar
görülebilir.
Zaman, Haber: Musa İğrek, 22.03.2010
|
OSMAN HAMDİ'NİN İKİ TABLOSU BULUNDU

Osman Hamdi
Bey hakkında araştırmalar yapan Dr. Wm. McRae büyük
rastlantı sonucunda, kayıp tablolarına ulaştı.
Dünyanın farklı yerlerinde yüzlerce arşive girerek
Osman Hamdi Bey hakkında bilgiler toplamaya çalışan
araştırmacı McRae hayatının en heyecanlı anlarından
birini Philadelphia’da bir müzede yaşadı. 5 yıldır
üzerinde çalıştığı büyük keşfini Antik A.Ş. Müzayede
Evi’nin kültür yayını AntikDekor’un Nisan sayısında
açıkladı.
“Bir araştırmacının en büyük hayalinin gerçeğe
dönüştü an” olarak tanımladığı buluşunu Dr. McRae
şöyle açıklıyor: “2005 yılında Amerikan arşivleri
üzerinde çalışmalarım devam ediyordu. Her geçen gün
Osman Hamdi Bey hakkında daha çok bilgiye
ulaşıyordum. Philedelphia’da yer alan Pensilvanya
Arkeoloji Müzesi’nin arşivlerinde rutin çalışmamı
tamamlamış çıkıyordum ki, arşiv sorumlusuna
görmediğim başka bir şey var mı diye sordum. Bir
şeyler olabilir, getireyim dedi ve büyük bir rulo
ile geri geldi. Yılların yorgunluğu olan tozlu tuval
açılırken içinden ne çıkacağını hissetmiştim.
Kitaplarda siyah beyaz olarak yer alan, kimsenin
nerede olduğunu bilmediği Cami Kapısı adlı tablo
karşımdaydı.”
Tabloların Osman Hamdi Bey tarafından Nippur
kazıları sırasında arkadaş oldukları Amerikalı
Asurbilimci Hermann Von Hilprecht’e hediye edildiği
sanılıyor.
Antik AŞ. Müzayede Evi yöneticisi Olgaç Artam,
2004’te Kaplumbağa Terbiyecisi’nin 5 milyon, 2008
yılında ise Bir
İstanbul Hanımefendisi’nin de 7.5 milyon liradan
alıcı bulduğunu belirterek bu tabloların bugün
müzayedeye çıkması durumunda 10-15 milyon lira
arasında başlangıç fiyatlarının olacağını söyledi.
Hürriyet, 22.03.2010
******
TABLOLAR 2011'DE
İSTANBUL'A GELİYOR
Osman Hamdi Bey’in
Amerika’da bulunan kayıp iki tablosu, ölümünün 100.
yılı nedeniyle Pennsylvania Üniversitesi Müzesi’nde
açılacak “Osmanlı Topraklarında Arkeologlar ve
Seyyahlar” başlıklı sergide yer alacak. Resimler,
2011 yılında Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera
Müzesi’nde açılacak “Osman Hamdi Bey ve
Amerikalılar” konulu arkeoloji eksenli sergiyle de
ülkemiz sanatseverleriyle buluşacak.
ÜNLÜ ressam ve arkeolog
Osman Hamdi Bey’in kayıp iki resminin Pennsylvania
Üniversitesi Müzesi’nde bulunuşunun ve resimlerin
gerçek hikayelerinin ayrıntıları ortaya çıktı.
Suna ve İnan Kıraç Vakfı Kültür Sanat İşletmesi
Genel Müdürü M. Özalp Birol, 2011 yılında Pera
Müzesi’nde açacakları 19. yüzyıl sonunda,
Amerikalılar tarafından Osmanlı topraklarında
yapılan kazılara odaklanan, “Osman Hamdi Bey ve
Amerikalılar” konulu sergide bu iki eserin yer
alacağını bildirdi.
Pera Müzesi’ndeki serginin küratörlüğünü ve bilimsel
danışmanlığını yapacak Prof.Dr. Robert Ousterhout da
eserlerin Amerika’ya gidişinin ayrıntılarını yazdığı
bir yazı ile açıkladı.

Osman Hamdi Bey
tarafından yapılan söz konusu iki resim, 100 yılı
aşkın bir süre önce, Müze-i Hümayun ve Pennsylvania
Üniversitesi arasındaki ilişkiler çerçevesinde
Pennsylvania Üniversitesi tarafından alındı.
“Cami Kapısında’’ resmi 1891 tarihli ve tipik bir
Osman Hamdi resmi. Resim, üniversitenin “Babil
Araştırma Fonu” tarafından 6000 Fransız Frangı’na
satın alınmadan önce Berlin, Paris, Chicago ve
Philadelphia’daki çeşitli sergilerde sergilenmişti.
Geri planda Bursa Muradiye Camisi’nin yer aldığı
resimde, sanatçı geleneksel giysiler içinde kendi
portresini yapmış. Resmin satın alındığı dönemde
üniversite, Osman Hamdi Bey’e fahri doktorluk unvanı
vermişti.
“Nippur Tapınak Sarayı Kazısı” resmi ise, o dönemde
açılması planlanan Nippur Galerisi için 1903 yılında
üniversite tarafından Osman Hamdi Bey’e ısmarlanmış
bir eserdir. J.H. Haynes tarafından 1893’te çekilen
bir fotoğrafa dayanılarak yapıldı. Ancak Nippur
kazılarıyla ilgili tartışmalar ve ihtilaf nedeniyle
söz konusu galeri açılamamış ve üniversite resmi
sergilemekten kaçınmıştı. Resim daha sonra
Philadelphia sosyetesinden bayan Sallie Crozer
Robinson Hilprecht tarafından, kocası arkeolog
Hermann Vollrath Hilprecht’e armağan olarak alınmış
ve Almanya’ya, evlerine götürülmüştür. “Nippur
Tapınak Sarayı Kazısı” resmi en sonunda, bayan
Hilprecht’in torunu Elise Robinson Paumgarten
tarafından 1948’de Pennsylvania Üniversitesi
Müzesi’ne bağışlandı.
“Cami Kapısında” adlı tablonun şu anda temizlik ve
konservasyon süreci devam ediyor.
Her iki resim, Eylül 2010’da Osman Hamdi Bey’in
ölümünün 100. yılı nedeniyle Pennsylvania
Üniversitesi Müzesi’ne açılacak “Osmanlı
Topraklarında Arkeologlar ve Seyyahlar” başlıklı
sergide yer alacak.
Resimler, 2011 yılında Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera
Müzesi’nde açılacak, Osman Hamdi Bey’in Arkeoloji
Müzesi’nin direktörü olduğu 19. yüzyıl sonunda,
Amerikalılar tarafından Osmanlı topraklarında
yapılan kazılara odaklanan, “Osman Hamdi Bey ve
Amerikalılar” konulu arkeoloji eksenli sergide
ülkemiz sanatseverleriyle buluşacak.
Resimlerin serüveni AntikDekor dergisinin Nisan
sayısında yer alıyor.
En pahalı Türk
ressamı
Ölümünün 100’üncü yılında çeşitli etkinliklerle
anılan ressam ve müzeci Osman Hamdi Bey Türkiye’nin
en pahalı ressamı. Son bulunan iki tablosunun her
birine 10-15 milyon lira arasında değer biçiliyor.
Hürriyet, Haber: İhsan
Yılmaz, 25.03.2010
|

Akseki İlçesi'nin Sarıhacılar
Köyü'nde bulunan 350
yıllık tarihi caminin minaresinin restorasyonunun
ardından çatı ve dış cepheleri de restore edilmeye
başlandı.
Sarıhacılar Köyü muhtarı Mahmut Karahan
geçtiğimiz günlerde caminin minaresinin sıvalarının
dökülmeye başladığını belirterek, koruma altındaki
caminin restore edilmesi için Antalya Valiliği'ne
başvurduklarını, Koruma kurulu tarafından yerinde
yapılan incelemenin ardından cami minaresinin
restorasyonu için çalışmalara başlandığını ve
minarenin restore edildiğini bildirdi.
Caminin minaresinin restorasyonunun ardından çatının da
restorasyonuna başlandığını kaydeden Karahan şunları
söyledi: ''Caminin çatı ve dış cephe restorasyonunu da
en kısa zamanda tamamlayacağız. Restorasyon
çalışmalarının masrafları, Sarıhacılar Köyünün
İstanbul, İzmir, Ankara gibi Türkiye'nin çeşitli
illerinde yaşayan hayırsever iş adamları tarafından
karşılanmaktadır.'
Haber Antalya, 22.03.2010
|
 |
TOPKAPI SARAYI ALTINDA DERİN KEŞİF
İstanbul Teknik Üniversitesi'nin (İTÜ) 2005'te başlattığı "Ayasofya, Arkeoloji Müzesi ve Topkapı Sarayı, Tarihi Akropol Bölgesi Sarnıçlar, Kuyular ve Su Sistemleri Araştırması"nda, Topkapı Sarayı ve Ayasofya'nın altındaki su kanalları ve sarnıçlar ortaya çıkarıldı. Arkeolog, mağaracı, mimar ve su altı fotoğrafçılarından oluşan ekibin yürüttüğü çalışmada, Kutsal Emanetler'in bulunduğu Hırka-i Saadet Dairesi önünde içi su dolu sarnıçta, haç motiflerinin bulunduğu tespit edildi. İTÜ Fen-Edebiyat Fakültesi İnsan ve Toplum Bilimleri Öğretim Üyesi Dr. Çiğdem Özkan Aygün'ün yürüttüğü çalışmada, tarihi yarımadanın su yolları haritası çıkarılıyor.
Bu çalışma çerçevesinde deneyimli mağaracılar normal bir insanın geçemeyeceği deliklerden bile geçerek yeraltındaki kanallara girerek, kuyuları ve sarnıçları keşfetti. Su dolu alanlar ise dalgıçlar tarafından Engin Aygün'ün bu proje için ürettiği robot kamera ile araştırıldı. İnsan giremeyecek kadar dar olan kanallar ise yine Aygün'ün ürettiği ve benzerleri Mısır piramitlerinin keşfinde kullanılan paletli robot kamerayla görüntülendi. Çalışmaya Anadolu Speleoloji Grubu üyesi mağaracılar ve profesyonel sualtı fotoğrafçıları da destek verdi. Ekibin başındaki Dr. Çiğdem Özkan Aygün, "Çalışmaya 2005'te Ayasofya'dan başladık. Şimdiye kadar burada herhangi bir araştırma yapılmamıştı. Sarnıçlar ve kanallar yoluyla su sistemlerini ortaya çıkarırken, yer altındaki yapılarla ilgili çok önemli bilgilere de ulaştık. Su kanalları hem drenaj sistemi olarak kullanılmış hem de temiz su getiren kanallar var. Ayasofya'nın özellikle batı bahçesinde çift katlı giden kanallar tespit ettik. 1500 yıllık yapıların altında ilk kez bir araştırma yapıldı" dedi.
Sabah, Haber: Hasan Ay, 22.03.2010
|
SULUKULE ARTIK
ARKEOLOJİK SİTTİR

Sulukule’de önce
insanlar süpürülüp atıldı. Sonra evler yıkıldı.
Hayat silindi. Hoyrat bir rüzgar Edirnekapı’dan
Topkapı’ya engelsiz esiyor. Tarihi Yarımada’da 90
bin metrekarelik devasa bir alan uzanıyor. Sıra
İstanbul’un bağrındaki çocuklarının ruhlarını
deşmeye geldi. Sulukule, 5. yüzyılda yapılan II.
Theodosios surlarının Porta Charisius (Edirnekapı)
ve Porta Pempton (Sulukule Kapısı) arasındaki
bölümüne bitişik. Burası şu günlerde İstanbul’un
kalmak için son çabalarını harcaması gereken Dünya
Miras Listesi’ndedir. Şehrin ana su kaynağı Lykos
deresi, şehre buradan girer. Sulukule arkeolojisinde
akla ilk gelen konu su sistemidir. Kazım Çeçen
tarafından yayımlanan veriler, Sulukule’nin hemen
altında Roma ve Osmanlı dönemlerinde geliştirilerek
günümüze kadar ulaşan iki ana su sistemini, İ.S. 2.
yüzyıla ait İmparator Hadrinaus su sistemi ile 16.
yüzyıla ait 2. Bayezid su yollarını belgeliyor. 2.
Bayezid su yolları haritaları su şebekesinin şehre
ana giriş noktasının Sulukule bölgesi olduğunu,
hatta hangi evin altından nereye uzandığını
gösteriyor. Manastırların şehrin dışına
çıkarılmasını kapsayan yasayla (‘loca deserta’)
Erken Bizans döneminde ve devamında bu bölgede çok
sayıda manastır inşa edilmiş. Bunların bir bölümünü
biliyoruz.
Öte yandan Sulukule bölgesi, Blakherna ve Tekfur
saraylarının yer aldığı bir coğrafyanın uzantısı. Bu
bölgedeki yapılaşmaya ilişkin elimizde somut
bilgiler yok. En önemli iddia Deutoron Sarayı.
İmparator II. Iustinos’un, içinde gösterişli
bahçeleri olan, heykellerle donatılmış sarayının
bulunduğu Deuteron bölgesi, bazı araştırmacılara
göre Sulukule çevresindeydi. Öte yandan
Yenikapı’daki, günümüzden 8500 yıl önceye giden
Neolitik kültüre ait buluntular tam Lykos deresinin
denize döküldüğü noktada ortaya çıkarıldı. Lykos
deresi çevresi, Sulukule’de de Bizans’tan çok daha
gerilere giden buluntular vermeye aday. Ve elbette
bir de İstanbul’un toprağının hep sürprizlere gebe
olduğu unutulmamalı.
Arkeolojik karar
gerekir
Tarihi Yarımada yalnızca topraküstü mirasıyla değil,
toprak altında barındırdığı mirasla da dünyanın en
değerli alanlarından biri. Eğer süregiden yaşam
olmasaydı hiç şüphesiz Efes gibi, Bergama gibi bir
arkeolojik sit olarak kabul edilecek ve buna uygun
kararlarla ele alınacaktı. İronik olsa da Kentsel
Yenileme Projesi, bu alanı bir arkeolojik site
dönüştürdü. Yaşam bütünüyle silindi, kentsel doku,
korunması gereken tescilli evler dahil, yıkıldı.
Kentsel arkeolojik sitlerde yapılaşma ve yeni proje
üretme kararları, Türkiye’nin imzalamış olduğu
UNESCO’nun çeşitli sözleşmeleri ve Türkiye’nin
girmeye aday olduğu AB normlarına göre verilir. Bu
belgelerin tümü, kentsel alanlarda, gelişme ile
toprak altı miras arasında bir dengeyi öğütlerken,
bu dengenin arkeolojik değerlerin korunmasından yana
olmasını şart koşarlar. Ancak süregiden bir hayatın
olmadığı alanlar için artık kentsel proje kaygısı
değil, arkeolojik kaygılar esastır. Kentsel
arkeolojide de esas, kamu yararıdır. Sulukule
Kentsel Yenileme Projesi’nin kamu yararını
gözetmediği, tam tersine bir “soylulaştırma” projesi
olduğu UNESCO Dünya Miras Komitesi, AB İnsan Hakları
Komiseri, Helsinki Komitesi, AB İlerleme, HABITAT-AGFE
Raporlarında da ifade edildi. Bir başka deyişle,
Yenileme Projesi bir zorunluluk değil, tam tersine
şehircilik disiplini açısından bir suç oluşturuyor.
Vazgeçilemezliği değil, vazgeçilmesi gerektiği esas.
Tarihi alanların
sorumlusu kim?
İstanbul’un tarihi alanlarının sorumlusu kim? En
sonuncusu Yenikapı Marmaray inşaatı olmak üzere
bütün projeler, çok önemli buluntular verdi. Her
defasında, bunlar bir sürprizmiş gibi sonradan çözüm
üretilmeye çalışıldı. Yenileme Kurulu’nun onayladığı
Sulukule Yenileme Projesi’nin, Romanları
yüzyıllardır ait oldukları topraklardan sürdüğü
gibi, topluluğun soyut mirasını yok etmesi, tarihi
kentsel dokuyu parçalayıp izleri silmesi gibi köklü
sorunlarının yanında arkeolojik tahribatı da
öngördüğünü baştan beri söylüyoruz. Proje, Sulukule
evlerinin sığ temelleri ile korunmuş olan bu
arkeolojik alana derin temelli yapılar, yeraltı
otoparklarını yerleştiriyor.
Oysa, böylesi bir alanda girişilecek her türlü
projenin en önemli ayağı arkeolojidir. Kültür
Bakanlığı’na bağlı olan Yenileme Kurulu, tarihi
miras konusundaki kararları projeden hareketle
alıyor. Yani, tersten gidiyor. Bir arkeolojik
envanter çalışması, literatür taraması bile
yapılmadan proje onaylanıyor. Anlaşılan o ki, 90 bin
metrekarelik bir alandaki kazının planlaması,
alışılagelen sistemle, inşaatın ilerleyişine göre
yapılacak.
Baştaki soruya dönersek: İstanbul’un tarihi
alanlarının sorumlusu kim? Arkeolojik kazıyı finanse
edecek olan TOKİ mi, Kültür Bakanlığı mı? İstanbul
Arkeoloji Müzeleri öyle görünüyor ki, böylesi geniş
ve prehistorik buluntuların bile beklendiği bir
alanda yapması gereken özenli çalışmayı hep olduğu
gibi müteahhitle cebelleşerek ilerletme durumunda
kalacak. Müze, daha şimdiden, henüz kazı ruhsatı
alınmamış olmasına karşın alanda moloz hafriyatına
girişen şirketi birkaç kez uyarmak zorunda kaldı
bile.
Boşluk unutmaya izin
vermez
Üzerinde yaşamın kalmadığı ve üretilen kentsel
projenin kamu yararı taşımadığı, dünyanın en önemli
arkeolojik alanlarından biri için verilecek karar,
bir tarihi miras yönetimi konusudur. Yukarıda sözünü
ettiğim uluslararası sözleşmeler, kentsel projelerde
arkeologların taraflardan biri olarak yer almasını
şart koşar. Bizdeki uygulamada ise arkeologlara
yalnızca “kazıcılık” işi düşerken, müze ve bu
alandaki çeşitli disiplinler sürecin planlamasına
dahil edilmiyorlar.
Her arkeolojik sit, kazılmak zorunda değildir.
Kazıldıktan sonra nasıl korunacağı en büyük
sorundur. Sulukule için de bu karar verilmek
zorunda. Oysa proje başladığı anda otomatikman bir
arkeolojik kazı başlamış olacak. O zaman başka
soruların yanıtları verilmek zorunda kalınacak:
Proje mi değişecek, buluntular müzeye mi taşınacak,
buluntuların sunduğu bilgi topluma nasıl
aktarılacak, nasıl görünür kılınacak vb. Miras
yönetimi insanoğlunun belleği ile bugünkü varoluşunu
buluşturup geleceğe yansıtma işidir aynı zamanda.
Sulukule arkeolojik siti yüzlerce yıldır uyuyan
ruhların anısını, dünyanın sürgün Romanlarının
hüzünleriyle buluşturan, kendi anlamıyla dolu
kocaman bir boşluk olarak duruyor şu an. Bu boşluk,
koruma politikalarının en temel prensibi olan
“aidiyet duygusu” ile bu toprağa bağlı olan Sulukule
halkıyla dolmalı yeniden. Aksi halde boş kalmalı.
Boşluk, unutmaya izin vermez, yüzleştirir.
ICOMOS 2008 Quebec Deklarasyonu, ‘Mekanın Ruhu”
derken korumacılıkta yepyeni bir kapı açtı, bu
unutulmamalı.
Son söz: Bu yazı Sulukule’yi kapsıyor ama
İstanbul’da hızla ilerleyen bütün yenileme projeleri
için de geçerli. Fener-Balat Projesi de yeraltı
otoparklarıyla ve kapsadığı alanla aynı yazının
konusu.
Radikal İki, Yazı:
Derya Nüket Özer: Sanat Tarihçisi, Yeditepe Üni.,
GSF, öğretim görevlisi, 21.03.2010
|
PICASSO'NUN TUTKULARI,
ARZULARI VE ZEVKİ

Yıllardır çalışma
masamın üzerinde bir kart duruyor: Dora Maar ve
Minotauros. Her şeyden önce, müthiş erotik bir
resim. O resmin orada durup yazımı gözlemesi hoşuma
gidiyor. Picasso’nun çelişkiye yer vermeyecek
şekilde yaslandığı tek konunun cinsellik olduğu,
hayatını eserlerine taşacak şekilde cinsellik
eksenli yaşadığı bilinen bir olgu. Erotizmle sanat
arasındaki ilişkiyi soranlara, Picasso’nun “ikisi de
aynı şey” dediğini hatırlıyorum.
Minotauros erkeğin, cinselliğin hayvansı yanını
temsil ediyor doğal olarak. Minotauros’un şehveti,
Picasso’nun o sıralar yeni ilişkiye girdiği Dona
Maar’a yönelik. Tersten başladım galiba, ama söz
konusu kişi Picasso olduğuna göre, döngü bir şekilde
kapanır nasıl olsa. Minotauros gravürlerinin tarihi,
dizinin Vollard’a teslim edilmesinden hemen öncesine
denk geliyor. O sıralarda, Picasso yeni bir aşkla
yeni bir dönüşüm gerçekleştiriyor, 60’a merdiven
dayamışken, yeniden taşıyor; son değil. Picasso,
bedenini, ruhunu ona açan her kadınla yeni bir
dönüşüm geçiriyor, tükeninceye kadar. Dora Maar da,
daha öncekiler, daha sonrakiler gibi, Picasso’ya
açılırken, sanatçının hiç sektirmeden her kadında
tek olana yönelen, tek olanı bulup çıkaran bakışını
tetikliyor. Dora Maar, belki de hayatında ilk ve son
kez bütünüyle başka, yepyeni, biricik oluyor.
Picasso, bakışını ondan başka yere çevirdiği andan
itibaren yokluğun yamacına yanaşmaya başlıyor.
Kadının tek olma, tek görünme ayrıcalığını
yitirmesinin ardında kapkaranlık bir boşluk
algılanıyor. Picasso’nun umacı gibi algılanmasının
ardındaysa, sadece bir dikkat dağınıklığı yatıyor.
Picasso’nun Suite Vollard’a çalışmaya başladığı
yıllarda çıkan gravürler ağırlıklı olarak
Heykeltıraş’ın Atölyesi dizisini oluşturuyor. O
sırada, Picasso karısı Olga’dan gizli, Marie-Thérèse
ile yaşadığı kavurucu bir aşkın orta yerinde
duruyor. O dönemde, Picasso Boisgeloup’da heykele
vermiş kendini, yaptığı heykelleri desenlerinde,
gravürlerinde kullanıyor, yorumluyor. Alçıyı
yoğuran, okşayan eller, kendilerini kaybetmiş, bir
bağımlılığı, gizli bir büyüyü öğütmeye çalışıyor,
yorulmaksızın. Cinsel bir zevk hissediliyor dönemin
heykellerine bakıldığında. Oysa gravürlerde model
heykeltıraşa sığınmış dinleniyor, heykeltıraşın
bakışı eserinde ya da uzaklarda. Az önce bir hazzı
yaşadıkları anlaşılan bir erkek bir kadın kendi
dünyalarına dalmışlar, birbirlerinden kopmuşlar.
Tutku, arzu durulmuş, dinmiş. Marie-Thérèse bir
süredir Picasso’nun hayatında, Olga’nın göremediği
bir yerde saklanıyor ama Dora Maar o sahneye girmeye
hazırlanıyor. Bir-iki yıl sonra Olga da, Marie-Thérèse
de geçmişte kalacak. Suite Vollard’ın da
tamamlanması gerekiyor. Hayat yeni patlamalar,
farklı tutkular istiyor, bekliyor, diretiyor.
Dekorun değişmesi gerekiyor. Arzunun yönü eser
olmalı, arzu eserde tüketilmeli sonunda.
Kadının adı var
Suite Vollard’ın başı ucu, her zaman olduğu gibi
Picasso’nun tutkularına, arzularına, zevkine
varıyor. Buna karşın, gerçek doyumu yakalayamıyor
bir türlü. Bütünüyle farklı bedenlerin bir bütüne
varması doğalarına ters düşüyor. Bir bütünde erimek,
tek bir yoğunlukta birleşmek olası değil. Kaldı ki
aşkın doyuma ulaşması, tükenmesi de olası değil:
Yeniden başlamak gerekiyor kısa bir süre sonra.
Durup bakınca, belki Picasso’nun herkesin görmek
istediği gibi kadınların ruhuyla beslenmeye alışık,
daha doğrusu kadın ruhuna ve bedenine bağımlı bir
vampir olmadığı görülebilir. Belki, her yeni aşkla
kendi de derin bir değişimin sarsıntılarını yaşayan,
teninden geçenlerin ruhuna sökün ettiği, en yüce
coşkuyu en derin hüzünle harmanlayan, bu sayede
kendisini tüketmeden yaratan bir adamdan söz
ediyoruz. Picasso, her aşkta bir dönüşüm geçiriyor.
Her fırsatta kadından, onun getirdiği tehlikelerden
dem vuruyor. Boşuna değil her aşkın yıkımla bitmesi,
bir başkasının bu küllerden canlanması. Picasso, her
aşkı derinden, içtenlikle, tüm varlığıyla, tüm
benliğiyle yaşıyor, her aşkta acı çekiyor. Sanatı da
her aşkta dönüşüme uğruyor, her yenilik bir şeytan
kovma ayiniyle açılıyor. Erkeğin arzusu, kadının
tekinsizliğinde yitiyor, eser filizleniyor. Picasso
kesiyor, biçiyor, saklıyor, ifşa ediyor, kuruyor,
yıkıyor, durup dinlenmeden çoğula yayılıyor.
Çoğul, süreklilik, tekrar: Bu sözcükler Picasso’nun
eserini bir uçtan ötekine aşabilir kuşkusuz. Picasso
bitmiş, tamamlanmış, kusursuzluğuna varmış tek bir
tabloya, başyapıta varmayı, onunla yetinmeyi
kesinlikle reddediyor. Aynı sahne, aynı duygu, aynı
düşünce, aynı deneyim, ufak farklarla onlarca,
yüzlerce farklı çehreye bürünebiliyor, farklı esere
akıyor. Durmadan kıpırdayıp değişiyor, tükenmeyen
bir güçle yenileniyor. Her seferinde bir önceki
esere, oradan bir sonrakine uzanıyor, bağlanıyor.
Picasso’nun eserleri sanatçının yalnızlığına,
genelgeçer değerlerin yozluğuna, aştığı yüzyılın
karmakarışıklığına, öncelikle de asla kendine ihanet
etmeksizin sürdüğü hayata, yara bere içinde kalmak
pahasına yaşadığı tutkulara ayna tutuyor. Sabartés’e
kulak verirsek, “Picasso’nun sanatının her yeni aşk
deneyiminde ilerlediği, geliştiği, yeni bir biçimin,
yeni bir dilin ortaya çıktığı görülüyor. Bu yeni
anlatıma bir geometrik biçim ya da renk adı
vermektense, bir kadının adını vermek daha yerinde
olur”.
Suite Vollard, Picasso’nun uçsuz bucaksız yapıtının
ufacık bir kesiti sadece, ama bütünün yansısını
taşıyor, her titremede bir tekrarı açığa vuruyor,
yepyeni bir kimliğe bürünüyor. Bir mikrokozmos
kısaca.
Sergi, Pera Müzesi’nde 18 Nisan 2010 tarihine kadar
açık.
Radikal İki, Yazı: Münir
Göle, 21.03.2010
|
BAYRAK: "JULYOPOLİS ANTİK KENTİNİ TURİZME AÇACAĞIZ"
Çayırhan Beldesi Belediye Başkanı Ömer Bayrak, ''Julyopolis antik kentini turizme açacağız'' dedi.
Belediye Başkanı Bayrak, beldelerinde geçen sene resmi olarak başlatılan kazılar sayesinde kayıp olduğu bilinen antik kent Julyopolis'in kalıntılarına rastlandığını anımsatarak, şunları söyledi:
''Tarihi ipek yolu üzerinde bulunan beldemizde birçok tarihi kalıntıların bulunduğunu, yapılan kazılar sayesinde 2000 yıllık sırda bu sayede ortaya çıkmış oldu. Çayırhan beldesi çevresindeki doğal torak yapısı sayesinde oldukça ilgi çekerken, kuş cenneti, Baraj gölü, antik kentin bulunuşu bölgenin tarihi eserlerine zenginlik katmıştır. İnsanlara tarihi görsellik sunacak antik kentini turizme kazandıracağız.''
''Beldemizde bulunan mimarı açıdan Beypazarı evlerinin aynısı olan ahşap evlerimiz için de çalışma başlatacağız'' diyen Bayrak, evlerin korunması için çalışma başlatacaklarını söyledi.
Beypazarı Gündem, 21.03.2010
|
|
BÜYÜKŞEHİR YENİDEN TALİP
Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, daha önce devri için iki kez ret cevabı aldıkları Muradiye Külliyesi’nin restorasyon ve işletmesi için yeniden başvuruda bulunduklarını söyledi.
Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Altepe, İHA muhabirine yaptığı açıklamada, restorasyon ve bakım çalışması yapılması gereken Muradiye Külliyesi’nin İstanbul’da olduğu gibi Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne devrini istedi. Muradiye Külliyesi’nin Büyükşehir Belediyesi’ne devri için iki kez başvuruda bulunduklarını belirten Altepe, "Muradiye Külliyesi’nin yerel yönetimlere devredilerek restorasyonu ve işletmesi ile ilgili daha önce müracaatlarımız olmuştu. Fakat Kültür Bakanlığı ve ilgili birimlerden bu teklifimize ret cevabı geldi. En son sayın bakanlarımızla devreye girdik. Onlar da bu tekliften haberleri olmadığını ve yazının tekrar yazılmasını istediler. Bizde yazıyı tekrar yazdık. Şuanda onay bekliyoruz" dedi.
İstanbul’da olduğu gibi külliyelerin belediyeye devredilmesini gerektiğini söyleyen Altepe, "Buraların bakım onarımları, restorasyonlarının belediyemiz tarafından yapılmasını ve hükümet tarafından bu konuda sadece destek olunmasını istiyoruz. Ancak bu şekilde ayakta kalıp işletilebileceğini belirttik. Onlar da bunu kabul ettiler. İnşallah önümüzdeki günlerde bu tahsis onayını bekliyoruz" diye konuştu.
Yeni Bursa, 21.03.2010
|
CAMİ TAMAM, SIRA KİLİSEDE
1915 olaylarına ilişkin
soykırım tasarıları ABD ve İsveç parlamentolarında
kabul edilirken, Malatya'da örnek bir olay yaşandı.
Suikasta kurban giden gazeteci Hrant Dink'in
memleketinde bir araya gelen vatandaşlar, tarihi
Ermeni kilisesinin restorasyonu için kolları sıvadı.
Çarmuzu Tepebaşı Camii Yaptırma ve Yaşatma Derneği
yönetimi, bundan bir yıl önce Çarmuzu
Mahallesi'ndeki 250 yıllık Taşhoron Kilisesi ve
Ermeni mezarlığının restorasyonu için Başbakanlık ve
Turizm Bakanlığı'na müracaatta bulundu. 2008
yılından itibaren Başbakanlık, Kültür ve Turizm
Bakanlığı, patrikhane ve iş adamlarıyla yapılan
yazışmaların ardından da çalışmalar başladı. Dernek
Başkanı Latif Yıldırım, örnek projenin hikayesini
şöyle anlattı: 'Yıllar önce, Çavuşoğlu Mahallemiz'de
Ermeni vatandaşlarımız oturuyordu, bu insanların
ibadethanelerinin atıl durumda olmasından
rahatsızdık. Camii cemaati olarak, kilise ve
mezarlığın onarımı için karar aldık. 2008 yılında
Başbakanlık ve Kültür Bakanlığı'na yazı yazdık,
ardından İstanbul'da bulunan Ermeni Patrikhanesi ve
Ermeni işadamlarıyla görüştük. Çok mutlu oldular ve
destek sözü verdiler.' Yıldırım, restorasyon
çalışmasını 2009 yılı programına alan Bakanlık
ödenek sıkıntısı yaşayınca, masrafları derneğin
karşılaması yönünde karar aldıklarını da söyledi.
Akşam, Haber: Ömer Yalçın, 21.03.2010
******
HRANT DİNK'İN
MAHALLESİNDEN BİR BAŞVURU

Hrant Dink, Malatya’da Çavuşoğlu Mahallesi’nde
doğdu. Bir zamanlar Ermeniler ve Alevilerin iç içe
yaşadığı mahallenin tarihi kilisesi
Cami yaptırma
derneği, Malatya'da Hrant Dink'in doğduğu
mahalledeki tarihi Ermeni kilisesini restore
ettirmek için başvurdu.
Malatya Çarmuzu Kaynarca Mahallesi
Tepebaşı Cami
Yaptırma ve Yaşatma Derneği, Çavuşoğlu
Mahallesi’nde bulunan Ermeni
Taşhoran Kilisesi’ni
restore etmek için
Kültür ve Turizm Bakanlığı’na başvurdu.
Dernek Başkanı Latif
Yıldırım’ın verdiği bilgiye göre kilisenin
dernek eliyle restorasyonu kararı aslında
2009 başında
alındı. Dernek, konuyu sivil toplum örgütleri ve
kentte yaşayan gayrimüslimlerle de paylaştı.
2010 yılıyla
birlikte proje adım adım ilerledi. Dinler arası
hoşgörü ve diyalog olması gerektiği fikrinden yola
çıktıklarını ifade eden Yıldırım, Avrupa’da çok
sayıda cami bulunduğunu hatırlattı. Yıldırım
çalışmalarını anlattı:
“Taşhoran Kilisesi,
Osmanlı döneminde inşa edilmiş. Bu da ne kadar
hoşgörülü ve inanç özgürlüğünün olduğu bir kültürden
geldiğimizi gösteriyor. O zaman insanlar bir arada
yaşıyor, ibadetlerini özgürce yapıyorlardı. Bu,
bugün de oluyor ve olmalı da.
Kültür Turizm İl
Müdürlüğü aracılığıyla Bakanlığa
müracaatımızı yaptık. Şu aşamada önümüzde bir engel
görünmüyor. Sivas
Koruma Kurulu’nun da gözetiminde önce
kilisenin kapısı açılacak ve restore bedeli
çıkarılacak, ardından çalışmalar başlayacak.
Restorasyon Malatya
Belediyesi’nin desteği ile yapılacak.”
Malatya Kültür ve Turizm İl Müdürü
Bahaettin
Kabahasanoğlu başvuruyla ilgili tüm
yazışmaları yaptıklarını söyledi:
“Kilise yerinin üçte biri belediyeye, üçte ikisi
Milli Emlak Genel
Müdürlüğü’ne ait. Sonuç raporu hazırlandı.
Sonuç raporunda belediyeye ait olan kilisenin
yerinin üçte birinin kesinlikle devredilmesi
gerekiyor. Ayrıca projeyi Sivas Bölge Kurulu’na
gönderdik. Projenin kurul tarafından kabul görmesi
ve belediyenin hissesini devretmesiyle kilise
restore edilebilecek.”
Kabahasanoğlu, “Kent içindeki kilisenin taş ve
duvarlarının sağlıklı olduğunun farkındayız.
Restorasyonun yapımının çok kolay olduğunu da
biliyoruz. Umarım kent merkezindeki kilise, diğer
tarihi eserler gibi aslına uygun onarılır. Bununla
ilgili takiplerimizi sürdürüyoruz” dedi. (aa)
Ermeni Taşhoran Kilisesi’nin restore edilmesini
isteyenler arasında,
Hrant Dink de vardı. Silahlı saldırı sonucu
katledilen Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant
Dink, Malatya’nın Çavuşoğlu Mahallesi’nde doğdu.
Dink’in hayatının ilk yıllarını geçirdiği mahallede
bulunan kilisenin 18.
yüzyılda yapıldığı tahmin ediliyor.
Zaman içinde kilisenin ahşap kubbesi çökmüş ve
kitabeler okunmayacak hale gelmiş. Binanın kapısı ve
pencereleri taşlarla örülmüş. Hrant Dink, doğduğu
mahalleyi 2002’de ziyaret ederken kiliseye
uğradığında restore edilmesi gerektiğini söylemişti.
Radikal, Fotoğraf:
Yasemin Uslu/AA, 24.03.2010
|
ARTEMİS VE HERMES SON ANDA KURTARILDI
Bodrum’da, düzenlenen operasyonda 52 parça tarihi eser ele geçirildi. 2 kişi gözaltına alındı. Şüphelilerin, tarihi eserleri Yunanistan’ın İstanköy (Kos) Adası üzerinden İtalya’ya götürmeye çalıştıkları belirlendi. İhbarla birlikte takibin ardından dün öğle saatlerinde Muğla İl Jandarma Komutanlığı’nın da desteğiyle şüphelilerin iki ay önce kiraladığı belirlenen Konacık Beldesi’ndeki tripleks villaya operasyon düzenlendi. Villanın bodrumunda yapılan aramada, Artemis heykelciği, Hermes tanrıçası heykelciği, üzerinde Hellenistik dönemde kutsal evliliği temsil eden figürünün bulunan bir ayin kabı, 39 kandil, 4 yağdanlık, 6 testicik ele geçirildi. Eserler Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’ne teslim edildi. Burada arkeolog Emre Savaş tarafından yapılan incelemede, Bizans, Roma ve Hellenistik Döneme ait olduğu belirlenen tarihi eserlerin paha biçilemez olduğu belirlendi.
Vatan, 21.03.2010
|
 |
 |
DÜNYA MİRAS ŞEHİRLERİ TEŞKİLATI'NDAN BÜYÜKŞEHİR'E TEŞEKKÜR SERTİFİKASI
UNESCO’nun Dünya Miras Listesi’nde yer alan 122 şehrinin, “doğal üye” olarak katıldığı Dünya Miras Şehirleri Teşkilatı (Organisation of World Heritage Cities - OWHC), İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne teşekkür sertifikası gönderdi.
Dünya Miras Şehirleri Teşkilatı (OWHC) Başkanı Marcelo Cabrera Palacios ve Genel Sekreteri Danis Richard imzalı sertifikada; “İstanbul’un bütün sorumluluklarını hakkıyla yerine getirdiğini ve Dünya Miras Şehirleri Teşkilatı’nın iyi bir üyesi olduğunu onaylarız” ifadeleri yer aldı.
Danis Richard imzalı teşekkür yazısında; “2009 yılı için iyi durumda olan bir üye olarak size sertifika göndermekten memnuniyet duyuyoruz. OWHC, İstanbul’u iyi üyeleri arasında saymaktan mutlu ve gururludur” denildi.
OWHC, tarihi alanların korunması ve kalkındırılmasına ilişkin problemlerin çözümünde BM, UNESCO, Dünya Bankası ve Avrupa Konseyi ile ortak çalışmalar yapmaktadır.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 20.03.2010
|
GAZİMİHAL KÖPRÜSÜ'NÜ KURTARALIM

Edirne Valiliği İl Özel İdaresi
bütçesinden bakım ve onarımları yaptırılan ve
Karayolları 1. Bölge Müdürlüğü denetimde olan
tarihi köprülerimizden Gazimihal Köprüsü 6 asırlık
yükü taşımanın yanı sıra son onarımın sıkıntılarını
çekiyor.
Nehirlerimiz üzerinde bulunan tarihi taş köprülerin
bakımsız olduğu gerekçesi ile elden geçirilmesi
kararı alan Edirne Valiliği başlattığı onarım
çalışmalarını tamamlarken ortaya çıkan onarım
manzaraları gerek yetkilileri gerekse vatandaşları
kara kara düşündürüyor.Yapılan onarımlar sonrasında
asfalt kaplamaları ile parka taşları sökülen
köprüler yeni döşenen zemin taşlarına pek alışamamış
gibi duruyor.Döşenen zemin taşlarında bir yıl gibi
bir süre içinde ciddi manada tahribat olduğunu gören
vatandaşlar onarımların hatalı olduğu fikrinde
birleşiyor ve eski halinin daha iyi olduğunu
savunuyorlar.Köprülerin yıllara meydan okuduğunu
belirten yetkililer ise artık köprülerin yorulduğunu
ancak alternatifleri yapılana
kadar yapacak bir şey olmadığını ifade
ediyorlar.Geçmişten günümüze ışık tutan ve geçmişi
geleceğe taşıyan köprülerimizden olan Gazimihal Köprüsü ise diğer köprülerden biraz farklı.En eski
taş köprülerimizden biri olan tarihi köprü
diğerlerinden de daha yorgun bir
köprü.Karayolu taşımacılığının yoğun olarak
yaşandığı Avrupa yolu olarak bilinen E-5 karayolu
üzerinde bulunan ve 1985 li yıllara kadar tır
araçlarının yoğun olarak kullandığı Gazimihal Köprüsü ise gerek tonaj bakımından gerekse yılların
verdiği tahribat bakımından en
yorgun köprü görünümünde.Söz konusu köprünün
alternatifi olduğunu gördüğümüz Gazimihal Köprüsü'nün
bir an önce araç trafiğine kapatılması
gerektiğini ifade eden vatandaşlar köprünün
yaya trafiğine açık tutulmasının daha mantıklı bir
hareket olacağını ve tarihi değerimize bu sayede
sahip çıkıldığının gösterileceğini belirtiyorlar.Taş
köprülerde tonaj uygulamasının yapıldığı
düşünüldüğünde söz konusu köprünün yine en ağır yükü
çektiği ve gece gündüz kum kamyonları ile ağır
tonajlı araçların bu köprüyü kullanarak tahribat
yaratmaya devam ettiği görülüyor.1980 yılından sonra
yeni köprünün yan tarafa yapılması ile rahatlayan ve
sonrasında Tem otoyolunun açılması ile bir nebzede
olsa nefes alan Gazimihal Köprüsü üzerinde bulunan
tüm yükünü yardımcısı
niteliğindeki köprüye atacağı günü dört gözle
bekliyor.Gazimihal Köprüsü'nün araç trafiğine
kapatılması durumunda alternatifi olan Tunca
köprüsünün geliş gidiş olarak her iki yönde
kullanılması ise bu yönde atılacak en mantıklı adım
gibi görünüyor.
Edirne
Haberci, 19.03.2010
|
TARİHİN BİLİNEN İLK BEZİ MISIR KRALİÇESİYMİŞ
Resmi kayıtlara geçen ilk obez hastasının bir Mısır kraliçesi olduğu ispatlandı.
1903’te Krallar Vadisi’nde bulunan ve uzun yıllar kime ait olduğu belirlenemeyen mumyanın DNA analizleri sonucu Mısır’ın efsanevi kraliçelerinden Hatşhepsut’a ait olduğu anlaşıldı. Ellili yaşlarda şeker hastalığından öldüğü sanılan kraliçenin 150-175 kilo arasında olabileceği uzmanlar tarafından söyleniyor. Kahire Üniversitesi’nden arkeolog Celal El Behiri, kraliyet odasında bir kutu içerisinde 1911’de bulunan azı dişinin dişerinin çoğunu kaybetmiş kraliçenin ağzında kalan birkaç dişle tamamen benzerlik gösterdiğini söyleyerek, hem mumyanın kime ait olduğu hem de tarihin ilk obez kadınının bir Mısır kraliçesi olduğu görüldü dedi.
Hatşhepsut kimdir?
Eski Mısır’ın 18. Hanedanlığı döneminde yaşamıştır. Babası I. Thutmose olup, bir erkek gibi yetiştirilmiştir. Babasının ölümünden sonra bir süre firavunlukta yapan kraliçe, üvey erkek kardeşiyle evlenmiş, onun da ölümü ile yaklaşık 22 yıl firavunluk yapmıştır. Sudan’ı Mısır topraklarına kadar Hatşhepsut, sakal takarak erkek kıyafetleri giymiştir.
Dünya, 19.03.2010
|
 |

|
BİR DİNOZORUMUZ DAHA OLDU
Bilimciler velociraptor türü dinozorun yakın akrabası olan, kafasından kuyruğuna 1,8 metre uzunluğundaki "dromaeosaurid" ailesine mensup yeni bir tür dinozor keşfetti. Dinozora ait fosil, Moğolistan iç kesimlerinde Üst Kretaseus dönemine ait kaya katmanları arasında bulundu.
Zootaxa bilimsel dergisinde yayımlanan makalede, pençe ve dişleri tam durumda fosilleşmiş iskeletin 145 ila 65 milyon yıl öncesine ait olmasına rağmen çok iyi korunmuş olmasına dikkat çekildi.
Pekin'deki Çin Bilimler Akademisinde yapılan incelemelerde, yeni tür dinozorun, özellikle çene ve ayaklarında belirgin özelliklere sahip bulunduğu görüldü.
Ayaklarında dinozorlara özgü pençeler bulunan bu yırtıcıyı "koşan kertenkele" anlamına gelen dromaeosaurid ailesine dahil eden bilim adamları, bu dinozora "Linheraptor exquisitus" adını verdi.
Ntvmsnbc, 19.03.2010
|
MEZARLIKTA KAÇAK KAZIYA
SUÇÜSTÜ
Kocaeli'nde jandarma
ekipleri, tarihi eser bulmak için mezarlıkta kazı
yapan 2 kişiyi suçüstü yakaladı.
Kocaeli İl Jandarma
Komutanlığı ekipleri tarafından yapılan istihbarat
çalışmaları sonrası, Körfez İlçesinde İlimtepe
Mahallesi Mezarlığı bölgesinde kaçak kazı yapıldığı
tespit edildi. Mezarlıkta kazı yapan M.Y ve E.H.
suçüstü yakalanarak gözaltına alınırken, şahıslarla
beraber tarihi eser aramakta kullanılan 1 adet
jeneratör, 1 adet hilti, 3 adet kırıcı ucu, 1 adet
çekiç, 2 adet toz makinesi, kablo ve seyyar lamba
ele geçirildi. Şahıslar, sorgularının ardından adli
makamlara sevk edildi.
Kocaeli Kent Haber,
19.03.2010
|
|
14 - 20 Mart 2010
|
İSTANBUL DEPREMİ TARİHİ
DE VURACAK
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Meclis
Deprem Komisyonu’na sunduğu rapor, olası İstanbul
depreminin başka bir boyutunu ortaya koydu.
7.5 şiddetindeki bir
depremde, kültürel varlıkların zarar görme olasılığı
yüzde 80. Her üç kültür varlığından biri ağır hasar
görecek, her beşinden biri de yıkılacak.
Hürriyet, Haber: Turan
Yılmaz, 20.03.2010
|
TARİHİ ESER
KAÇAKÇILIĞI İŞKENCEYLE ORTAYA ÇIKTI
İstanbul'da
bir evden gelen çığlık sesleri, tarihi eser
kaçakçılığını ortaya çıkardı. Aldığı altın takının
imitasyon olduğunu fark eden R.C.S., 40 bin lira
kaparo verdiği E.K.'yi evinde sandalyeye bağlayıp
çekiç, sopa ve bıçakla işkence yaparken yakalandı.
R.C.S.'nin evinde Bizans dönemine ait amfora, 3 el
yazması fıkıh kitabı, Yunanistan'daki bir müzeye ait
bir su kabı ve kendisine satılan imitasyon takı seti
bulundu. Evdeki 2 şüpheli gözaltına alındı.
Sabah, 20.03.2010
|
TÜRKİYE ÜZERİNDEN ESKİ
ESERLER KAÇIRILDI

Ortadoğu'da en fazla
tarihi eseri barındıran Irak Müzesi'nden en az 15
bin parça yağmalandı. Müze müdürü, eserlerin Türkiye
üzerinden de Avrupa'ya çıkarıldığını öne sürdü.
İşgalin ilk başladığı
günlerdi. Saddam Hüseyin çoktan Bağdat'ı terk etmiş,
kentte güvenlik adına hiçbir şey kalmamıştı. Her yer
bombalanıyordu. Kimileri ABD askerine karşı
savaşıyordu, kimileri de evlerine kapanmıştı.
Bazıları ise hepsinden de açıkgözdü... Bu başıboşluk
içinde nasıl zengin olabileceğinin hesabını yapmış,
hatta harekete bile geçmişti. Yolları, Kahire ile
Nasır caddelerinin kesiştiği yerde bulunan Irak
Ulusal Müzesi'ne düştü. İçeride Taş Devri'ne,
İslam'ın ilk dönemlerine, Osmanlı günlerine,
Sümerlere ve Mezopotamya'da yaşamış daha
sayamayacağımız yüzlerce uygarlığa ait eserler
vardı. Koskoca bir tarih vardı. Ortadoğu'nun en
muhteşem müzesinde koskoca bir dünya vardı.
Yağmacılar içinse 'tarih' sadece bir kelimeydi. Daha
ötesini ifade etmiyordu. ABD askerlerine henüz
"müzeyi koruyun" talimatı da gelmemişti. Yağmacılar
bir anda müzeye daldılar. Kapılarını kırdılar,
ardından da eserleri...
Saddam Hüseyin zamanında eserleri yurtdışına
kaçıranlar hemen asılarak idam ediliyordu. Yıllarca
bunu yapamamışlardı ama artık Saddam yoktu, ABD
vardı. Ceplerine doldurduklarını, sırt çantalarına
attıklarını bir hışımla önce müzeden, sonra
Bağdat'tan, sonra da Irak'tan kaçırdılar. Sadece
"birkaç heykelcikti" onlar için ve karşılığında
binlerce dolar kazandılar. Hiçbir şey yapmamakla
suçlanan işgal güçlerinin aklına müzeyi korumak,
ancak arkalarından bakakaldıkları zaman geldi.
"1978'den beri bu müzedeyim. Eserlerin tamir edilip
yenilenmesinde çalışıyorum. Yağmalamayı duyduğumda
evdeydim. Zaten işgal başlamıştı. Televizyonlarda
gördüm. Saatlerce ağladığımı hatırlıyorum. Hepsi
benim göz nurumdu" diye anlatıyor yaşananları
Buthayna Hüseyin. Iraklı müze görevlisi Hüseyin,
eserlerin uluslararası çabalarla geri getirilmeye
başlanmasının ardından yurtdışına, "özel renovasyon
eğitimine" çağrılmış: "Artık biraz düzeliyor işte.
Biraz da olsa mutlu oluyoruz" diyor, uzaklara dalan
bakışlarla... Asıl endişeli kişiyse müze için en
fazla ter döken, müdür Hüssen Raşid. Müzenin
geçtiğimiz yıl halka açılmasını sağlayan ve gittiği
her ülkede "Eserlerimizi geri verin" diye baskı
yapan Raşid, "Her ülke ellerindekini geri getirmeye
başladı. Geçen yıla kadar 15 bin parça kayıptı. 4
bin 461 tanesi artık Bağdat'ta. En çok ABD ve
İtalya'ya götürdüler" diyor. Ülke içindekileri geri
almak için de bin dolar kadar ödül veriyorlar.
Yakalanan kaçakçılar ise hızlıca yargılanıp doğruca
darağacına gidiyor.
Iraklı müze müdürü, bizi de ilgilendiren bir iddia
da ortaya atıyor: "Buradan eserlerin kaçırılma
rotası en çok Ürdün ve Suriye üzerindendi. Ama şunu
da söyleyebilirim ki; çok sayıda eserin Türkiye
topraklarından da Avrupa'ya çıkarıldığını biliyoruz.
Irak polisi, Türk İnterpolü ile defalarca temasa
geçti. Bize yardım ettiklerini söylüyorlar, ancak
henüz sizden hiçbir yardım göremedik. Tek parça bile
bize teslim edilmedi." Şu anda müzede bulunan, en
eskisi MÖ 10 bin yıllarına ait 500 bin eser, 24
saat kameralarla izleniyor. En fazla eser Kuzey Irak
ve Babil'deki eski medeniyetlere ait. Asurlulara ait
taslar, Aramca yazılar bulunan taşlar, Osmanlı
dönemine ait de mihraplar müzeyi süslüyor. Müzenin
yenilenmesi için en büyük parayı 10 milyon dolarla
ABD harcamış. Yine de daha fazla finans desteğine
ihtiyaçları var. Daha önce sadece diplomatların ve
gazetecilerin girebildiği müze, geçen yılın şubat
ayından beri halka da kapılarını açmış durumda.
Saray çarşısı eski görkeminden uzak
Irak toprakları
16'ncı yüzyılın başından 1918'e kadar Osmanlı
yönetiminde kaldı. Bu sürede imparatorluk, Bağdat'ın
dört bir yanını cami, medrese, çeşmelerle donattı.
Savaş nedeniyle Bağdat'ta birçok eser yerle bir
olurken, genel anlamda Osmanlı'nın tarihi hâlâ
ayakta duruyor. Osmanlı'nın görevlendirdiği Davut
Paşa'nın 1826'da yaptırdığı Haydarhane Camisi, mavi
kubbesiyle herkesi büyülüyor. Sünnilerin tercih
ettiği caminin hemen arkasındaki, sahaflar ile
ayakkabı ve çanta üreticilerinin bulunduğu Saray
çarşısının çıkışı, bombalardan nasibini almış. Biraz
restore edilen çarşıda ne yazık ki satışlar çok
azalmış. Kentin elektrikle aydınlatılan ilk caddesi
El Reşit ise artık tanınmayacak halde. Ancak bunun
nedeni bombalar değil, bakımsızlık ve pislik.
Osmanlı'nın sadece eserleri değil, kelimeleri de
hâlâ Iraklılar tarafından kullanılıyor. En bilindik
örnekler tophane, çayhane, hastane...
Çarşının çıkışında karşılaştığımız Hacı Halil Celal
(75), "Çarşı eskiden çok görkemliydi. Hele Kral
zamanında, burada adım atılmazdı. Şimdi her yer
bomboş" diye eski günleri anıyor. Kitapçılarda,
kentin geçmişine ait siyah-beyaz resimler satılıyor.
Sabah, Haber: Bilge Eser, 20.03.2010
|
KAPISI BULUNDU, SIRA
HEYKELİNDE
Roma İmratarotoru
Konstantin tarafından yaptırılan surların
batıya açılan
Protokol Kapısı bulundu. Arkeologlar şimdi
de, İmparator'un bu kapının yakınında bulunduğu
düşünülen heykelinin izini sürüyor. Roma İmparatoru
Konstantin, 324 yılında, Bizantion'u (İstanbul)
ikinci başkent seçti ve şehrin sınırlarını
genişleterek surlarla çevirdi. Tarihi kayıtlarda sık
sık adı geçen Konstantin surlarının bir kısmı
depremlerle, bir kısmı da tsunami sonucu yıkıldı.
Yerlerini ise Jüstinyen ve Teodosius tarafından
yaptırılan yeni surlar aldı. Konstantin'in
surlarının nereden başlayıp nereye kadar uzandığı
asırlarca araştırıldı ama tek bir parçasına bile
rastlanmadı. Ta ki 2006 yılına kadar...
Kayıp surlar, 2006'da İstanbul Arkeoloji Müzeleri
arkeologlarının,
Metin Gökçay başkanlığında,
Yenikapı'daki
"Marmaray Projesi"
kapsamında yaptığı kazılarda ortaya çıkarıldı.
Ardından, Kocamustafapaşa'daki İbrahim Paşa Mescidi
ve Medresesi'nin avlusunda, surların batıya açılan
Protokol Kapısı'nın olabileceği düşüncesiyle kazı
başlatıldı. Yaklaşık 1 yıl süren kazının ardından,
Konstantinos Surları'na ait Protokol Kapısı'na
ulaşıldı. Tarihi kapıya ait 3 metre uzunluğunda ve 5
ton ağırlığındaki pembe profir (kapının dikdörtgen
beton bloğu) gün yüzüne çıkartıldı. Profirin 4'üncü
yüzyılda Kral Konstantin tarafından Mısır'dan
getirtildiği tahmin ediliyor. Arkeologlara göre,
Konstantin döneminde yapılan surların İsa Kapı
Mescidi'nin yakınlarından geçtiği ihtimali, bu
buluntuyla ağırlık kazandı. Surların geçtiği hattı
netleştiren bu buluntu ile İstanbul'un topografyası
da belirginleşti.
Acımasızlığıyla tanınan İmparator Konstantin, 324
yılında Roma İmparatorluğu'nun mutlak hakimi oldu.
İskoçya'dan Kızıldeniz'e, Fas'tan Dicle Irmağı'na
kadar uzanan imparatorluğun Roma'dan yönetmek için
fazla büyük olduğunu görünce Byzantion'u (İstanbul)
yeni başkent ilan etti (13 Mayıs 330). Kente "Yeni
Roma" anlamına gelen Nova Roma adını veren I.
Konstantin, Senato ve diğer tüm kurumları buraya
taşıyarak tarihin en büyük kentsel gelişim
planlarından birini hazırladı. 330 yılından 337'ye
kadar olan yedi yıllık süreçte tam bir şantiye
alanına dönen kentte; çok sayıda dini bina, yeni yol
ve su kemeri inşa edildi. I. Konstantin, yeni
başkentin planını da bizzat kendi çizdi.
Sabah, Haber: Mediha
Olgun, 19.03.2010
|
HAMAM KALINTILARI
YAĞMURUN HIŞMINA UĞRADI

Tarihi zenginliği ile Türkiye’nin önde gelen illeri
arasında yer alan Sivas’ta, en önemli eserler
arasında yer alan tarihi Kale Hamam Kalıntıları
yağmurun hışmına uğruyor.
Restore durumunda bulunan Çifte Minare ve Şifaiye
Medresesi’nin yanı sıra, aynı alan içerisinde yer
alan tarihi hamam kalıntısı ve Osmanlı Mimarisi
özelliği taşıyan Kale Cami’nin de restorasyon
kapsamına alınarak onarılmasını isteyen Sivaslılar,
bu eserlerinde Çifte minare ve Şifahiye Medresesi
ile beraber bitirilerek hizmete açılması gerektiğini
savunurken, Kent Meydanında bulanan tarihi hamam
kalıntılarının durumu ise içler acısı durumda.
Geçtiğimiz yıllarda meydan düzenlemesi kapsamında
bir kısmı elden geçirilerek üzerindeki sonradan
dökme betonları kaldırılan tarihi kalıntılar dış
şartlara korumasız bir şekilde bırakıldı.
Yağmur, kar ve rüzgar derken tarihi hamamın
duvarları gözle görülür şekilde erimeye başladı.
Özellikle yağan yağmurların ardından, korumasız
bırakılan kalıntıların ufalanarak erimeye başladığı
gözlendi.
Osmanlı Padişahlarından III. Murat Han'ın
Vezirlerinden Mahmud Paşa tarafından 1580 yılında
yaptırılan ve bugüne sadece bir metrelik duvarları
kalan Kale Hamamı kalıntılarının da onarılarak,
tarihe kazandırılması Sivaslılar tarafından
isteniyor.
Öte yandan hamamın içerisi adeta çöplüğü andırırken,
çalışmalar kapsamında üzeri sacla örtülen hamam
külhanın için de her türden çöpü görmek mümkün
oluyor.
Sivas Hürdoğan,
19.03.2010
|
MEĞER MİNİATÜRK MÜNİF
PAŞA'NIN PROJESİYMİŞ

Türkiye'nin ilk minyatür
parkı 2003 yılında İstanbul'da açılmıştı. Türkiye ve
Osmanlı coğrafyasından seçilmiş eserlerin 1/25
ölçekli maketlerinin yer aldığı Miniatürk'ün projesi
meğer 19. yüzyılda ortaya konmuş.
Dr. Ali Budak'ın 1453
dergisindeki yazısına göre, Münif Paşa "Minyatür bir
Osmanlı Devleti Parkı" kurulmasını önermiş ve
kurulacağı alanın özelliklerinden parkın maliyetine
kadar birçok ayrıntıdan bahsetmiş.
Sadece İstanbulluların
değil tüm Türkiye'nin beğenerek gezdiği minyatür
park (Miniatürk), meğer Münif Paşa'nın projesiymiş.
Dr. Ali Budak, bugünkü "minyatür park" konseptinin
dünyada ilk kez Münif Paşa tarafından önerildiğini
belirtiyor. Budak'ın İstanbul Büyükşehir Belediyesi
Kültür AŞ tarafından yayınlanan 1453 Kültür ve Sanat
Dergisi'nde kaleme aldığı makaleye göre Paşa, bu
projeyi dünyada hiçbir örneğinin bulunmadığı 19.
yüzyılda sunmuş.
Münif Paşa "Minyatür bir
Osmanlı Devleti Parkı" önerisini yaparken kurulacağı
alanın özelliklerinden parkın maliyeti ve Osmanlı'ya
kazandıracağı gelirden de ayrıntılarıyla bahsetmiş.
Budak, pek çok kaynaktan derleyerek kaleme aldığı
yazısına, Münif Paşa'nın çok yönlü kişiliği ve engin
birikimini anlatarak başlamış. Yazıda, Paşa'nın, II.
Abdülhamid döneminin eğitim siyasetini belirlemiş
etkili bir devlet adamı, halkçı bir gazeteci ve
gerçek bir sivil toplum önderi olduğu, yazdığı
gazeteler, çevirdiği yayınlar ve örgütlediği
cemiyetler örnek gösterilerek anlatılıyor.
Münif Paşa, elyazması
belgede, projenin ayrıntılarına da vermiş. Buna
göre, Paşa'nın "Minyatür Parkı" üç bin metre
genişliğinde, dikdörtgen bir alan üzerine kurulacak;
Avrupa, Asya ve Afrika'daki Osmanlı İmparatorluğu
topraklarını kapsayacak. Projede, Osmanlı'nın hangi
devletlerle komşu olduğunun anlaşılması için söz
konusu devletlerin topraklarının bir miktarı da
parkta gösterilecek. Denizler, ırmaklar, dağlar ve
ormanların da gösterildiği projede denizler ve
göllerin havuz şeklinde yapılıp deniz suyuyla
doldurulacağı, ırmakların küçük mecralar halinde
gösterilerek içinden tatlı su akıtılacağı
belirtilmiş.
Münif Paşa, Minyatür
Osmanlı Devleti Parkı projesinin orijinal bir
düşünce olduğunu da ifade ederek böyle bir parkın
Saltanat'ın şanını yükselteceğini ve yine bu park
sayesinde dünyada güzel bir yakınlaşma olacağını
ifade etmiş. Projesinin finansmanı ile ilgili de
çalışma yapan Münif Paşa, ziyaretçilerden makul
miktarda ücret alınacağını ve bu gelirin parkın
işletme giderlerini karşılayacağını belirtmiş.
Münif Paşa'nın diğer
teklifleri
Münif Paşa'nın,
çalışmanın ve üretimin artırılabilmesi için ilk
teklifi sokakların aydınlatılması. Bunun,
halihazırda geceleri atıl durumda olan büyük bir iş
gücünü harekete geçireceğini düşünüyor.
Paşa'nın ikinci teklifi
yolların düzeltilmesiyle ilgili. Böylece hem yayalar
rahat yürüyecek hem arabalar hızlı yol alabilecek
hem de nakliye giderleri azalarak ticaret gelişecek.
Nakliye işleri için şehirde bulunan binlerce hamal
kendilerine ihtiyaç kalmayacağı için köylerine
dönecek, böylece kent rahatlayacak. Münif Paşa'nın
üçüncü teklifi ise karışıklıkların önlenmesi ve
tariflerin düzgün yapılabilmesi için, caddelerin
isimlendirilmesi ve konutlarla dükkanların
numaralandırılması...
Münif Paşa, İstanbul'a
yeni bir düzen verilmesini de istiyor. Paşa, işe
eski usul ahşap yapılar, dar sokaklar ve uygunsuz
kaldırımlardan başlanmasını istiyor.
Şehir içinde kolaylıkla
gezilebilmeli, kötü kokular ve manzaralarla halkın
rahatsızlık duyacağı her şey ortadan kaldırılmalı,
görüntüsüyle zevk veren yapılar hızla çoğaltılmalı.
Paşa'nın İstanbul'la
ilgili bir başka somut önerisi ise; Karaköy
Köprüsü'nden Babıali'ye varacak ve oradan da Aksaray
üzerinden Topkapı'ya uzanacak bir divan yolu caddesi
açılması. İki tarafında muntazam kargir evlerin yer
alacağı, kanalizasyon ve gaz borularının içinden
geçeceği böyle büyük ve geniş bir cadde, iş hayatını
da çok olumlu etkileyecek.
***
Münif Paşa(1830-1910),
çok yönlü kişiliği ve engin birikimiyle XIX.
yüzyılın ikinci yarısına damgasını vurmuş birkaç
Osmanlı aydınından biri. Edebi tarafı bir yana, hem
II. Abdülhamid devrinin eğitim siyasetini belirlemiş
etkili bir devlet adamı hem de öncü bir mütercim,
halkçı bir gazeteci ve gerçek bir sivil toplum
önderi. Münif Paşa'nın felsefe ve aydınlanma
alanındaki kitapları onu, Tanzimat sonrası düşünce
hayatının topluma yol açıcı önderleri arasına
sokmuş.
Zaman Cuma, haber: Özge Yalın, 19.03.2010
|
KÜLTÜR ENVANTERİ

Mardin'de ÇEKÜL gönüllülerinden oluşan, aralarında
arkeolog ve sanat tarihçilerinin bulunduğu 5 kişilik
ekip, Mardin Valiliğinin desteğiyle kentin tümünü
tarayarak kültürel değerleri kayıt altına aldı. 418
eserin eserin belgelendiği çalışma, kitaba
dönüştürülecek.
Vakfın Bölge Koordinatörü ve aynı zamanda Diyarbakır
Arkeoloji Müzesi Müdürü Nevin Soyukaya
2007'de ''Mardin Kültür Envanteri'' adıyla
proje geliştirilerek, ÇEKÜL Vakfı ve Valiliğin
ortaklığında çalışma yapılmasına karar verildiğini
söyledi.
Bunun üzerine ÇEKÜL gönüllülerinden arkeolog ve
sanat tarihçilerinden oluşan 5 kişilik ekip
oluşturduklarını ifade eden Soyukaya, 6 ay süreyle
hafta sonları çalışarak kent merkezini tarayarak tüm
kültürel değerleri tespit ettiklerini bildirdi.
Belirledikleri tüm eserlerin bilgi fişlerini
doldurduklarını ve fotoğrafladıklarını anlatan
Soyukaya, şöyle konuştu:
''Envanter çalışmamızı tamamlamıştık. Ancak
çalışmanın yayınlanması konusunda netlik yoktu.
Sonra Mardin Valimiz Hasan Duruer kitabı basacağını
belirtince hemen tekrar çalışmalara başladık.
Yaptığımız bütün tescil çalışmalarının
düzenlemelerini yapıyoruz. Kitap basıma
hazırlanıyor. Bütün bilgiler yeniden güncellendi,
bazı fotoğraflar yenilendi. Yakın bir zamanda
çalışmalarımız bitecek. Çalışma tamamlanınca Mardin
Kültür Envanteri'nin 1. cildi yayınlanmış olacak. Bu
çalışma, merkezi kapsamıştı. Daha sonra da
ilçelerdeki eserler kayıt altına alınacak.
Ayrıca daha önce tescillenmemiş, tespiti yapılmamış
eserlerin de tespiti yapılıp onlar da tescile
sunuldu. Envanter çalışması yaptığımız tüm yapıları
fiş, bilgi ve belgeleriyle Mardin Müzesi'ne
gönderiyoruz. Mardin Müzesi üzerinden de Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Müdürlüğünde bunların
tescili yapılıp hem mevcutların bilgileri
güncellenmiş olacak, hem de önerilen yeni yapılar
tescillenecek. Dolayısıyla bu çalışmamızdan Kültür
ve Turizm Bakanlığının ilgili birimleri de
yararlanmış olacak.''
Vali Yardımcısı Şenol Koca da kültürel değerleri
geleceğe aktarma noktasında yapılan çalışmanın
önemli olduğunu ifade ederek, ''Kültürümüzü gelecek
nesillere aktarmak ve bunların unutulmasına engel
olmak istiyoruz'' dedi.
Diyarbakır Söz,
18.03.2010
|
PERGE'NİN SORUNLARI
TBMM'DE

CHP Antalya Milletvekili
Hüsnü Çöllü, Perge Antik Kenti’ndeki güvenlik
sorunlarını TBMM gündemine taşırken, Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, antik kentte bir
bekçinin görev yaptığını, son 3 yılda 3 kaçak
kazının tespit edildiğini, Perge Antik Kenti’ne
mobese sisteminin kurulması çalışmalarının sürdüğünü
söyledi.
CHP Antalya Milletvekili
Hüsnü Çöllü’nün, Perge Antik Kenti ile ilgili
önergesini, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay
yanıtladı. Perge’yi 2008 yılında 235 bin 145, 2009
yılında 220 bin 526 kişinin ziyaret ettiğini, 2008
yılında 1 milyon 294 bin TL, 2009 yılında da 1
milyon 447 bin TL gelir elde edildiğini kaydeden
Günay, ören yerinde biri bekçi olmak üzere 12
personelin görev yaptığını belirtti. Antik kentin
görevliler tarafından düzenli olarak kontrol
edildiğini belirten Günay, “Son 3 yılda antik kentte
gece yapılan 3 adet basit yüzeysel kaçak kazı ören
yeri görevlilerince tespit edilmiş ve gerekli işlem
yapılmıştır. Bunun yanında 3 yılda toplam 45 kişi
tarafından yapılan izinsiz inşai faaliyet hakkında
yasal işlem yapılmıştır” dedi.
Antalya İl Genel Meclisi
Kültür ve Turizm Komisyonu’nca Perge ile ilgili
hazırlanan raporda yer alan tespitlerin Bakanlık
tarafından bilindiğini kaydeden Günay, “Tiyatro
önünden geçen mevcut Yurtpınar yolunun Aksu Koruma
Amaçlı İmar Planına uygun olarak araç trafiğine
kapatılması, ören yerinin özellikle batısında yer
alan özel mülkiyetteki arazilerin kamulaştırması,
kaçak girişlerin önlenmesi için ören yeri çevresinin
korunaklı tel ile çevrelenmesi, özellikle gece
denetiminin yapılabilmesi için ışıklandırma ve
mobese sisteminin kurulması için çalışmalar
sürdürülmektedir” ifadelerini kullandı.
Bakan Günay’ın yanıtını
değerlendiren Çöllü, şunları söyledi:
“Bu yanıt, Perge Antik
Kenti ile ilgili ihmalin itirafı niteliğindedir.
Sayın Bakan bir yandan, akropol alanı oldukça geniş
bir vadiye yayılmaktadır diyor, bir yandan da bir
bekçi ile güvenliğin sağlandığını söylüyor. O kadar
büyük bir alanın bir bekçi ile korunması mümkün
değildir. Antik kentin kameralı güvenlik önleminin
bugüne kadar alınmamış olması da anlaşılır bir durum
değildir. Çalışmaları sürdüğü açıklanan mobese
sisteminin bir an önce kurulması, güvenlik açısından
büyük önem taşımaktadır. Bu çalışma 2010 yılı içinde
mutlaka tamamlanmalıdır.”
Antalya Kent Haber,
18.03.2010
|
DEĞERİ ÖDENİYOR

Tarihi eser bulanlar
veya evinde olanların bunları müzelere götürmesi
halinde parası ödenip alındığı bildirildi.
Malatya Müze Müdürü Ziya Kılınç yaptığı açıklamada,
"Bize zaman zaman vatandaşlar tarafından evlerinde,
tarlalarında buldukları veya hasbelkader ellerine
geçirdikleri eserleri 2860 sayılı Kültür ve Tabiat
Varlıkları'nı Koruma Kanunu kapsamında müzelerimize
alıyoruz. Bu eserleri müzemize satabilirler.
Bunların parası yasal olarak ödeniyor" dedi.
Vatandaşların buldukları tarihi eserleri kimseye
vermeden müzeye teslim edilmesi gerektiğini söyleyen
Kılınç, "Tarihi eser bulanlar 3 gün içinde Müzeye
vermeleri gerekiyor. Müze olmayan yerlerde ise
tarihi eser bulanların köy muhtarlarına veya mülki
güvenlik birimine bilgi verilmelidir" ifadelerini
kullandı.
Vatandaşlarda yanlış bir kanı olduğunu söyleyen Ziya
Kılınç, "Eğer tarihi serleri resmi makamlara
bildirirsek, devlet el kor, bize yasal işlem yapılır
diye yanlış kanı var. Bunların kesinlikle yanlış
şeyler. Bunlar, biraz da antikacı ve definecilerin
yaygarasından kanı oluşmuş. Tarihi değeri olan veya
olmayan eserler her şekilde Müze'ye getirilip analiz
yapılmalıdır" şeklinde konuştu.
Bu arada, Koyunoğlu Mahallesi'nde oturan G.Y isimli
kadın, oğlunun hurdacından aldığı sikke ve
etnografik eserleri Müzeye getirerek teslim etti.
Müze Müdürü Kılınç, getirilen bazı eserlerin süs
eşyası olarak kullanılan ve tarihi değeri olmayan
eşyalar olduğunu belirtti.
Kılınç, değersiz eşyaları G.Y isimli kadına teslim
ederken, tarihi değeri olan sikkeleri ise tutanak
ile aldı ve değerinin daha sonra G.Y'ye ödeneceğini
söyledi.
Malatya Haber,
18.03.2010
|
TAKLİDİ YAPILAN TARİHİ
ESERLER İÇİN VERİ TABANI OLUŞTURULDU
Suç örgütlerince bir
sektör haline getirilen ve ülke gündeminde önemli
bir sorun teşkil eden kültür ve tabiat varlıkları
kaçakçılığı konusunda emniyet önemli bir çalışmaya
imza attı.
Kaçakçılık ve Organize
Suçlarla Mücadele (KOM) Daire Başkanlığı tarafından,
özellikle son yıllarda yaygınlaşan tarihi eser
dolandırıcılığı suçlarıyla mücadelenin önüne
geçilebilmesi amacıyla sıklıkla taklidi
gerçekleştirilen tarihi eserlerin dijital ortamda
mukayesesinin yapılabileceği bir veri tabanı
oluşturuldu.
KOM Daire Başkanlığı,
2009 yılında 44'ü planlı olmak üzere toplam 385
operasyonel çalışma gerçekleştirdi. Bu çalışmalar
neticesinde, 969 şüpheli gözaltına alındı. 3 bin 939
adet eser ile 8 bin 731 adet sikke olmak üzere
toplam 12 bin 670 adet tarihi eser ele geçirildi.
2009 yılı verilerine göre ele geçirilen tarihi eser
sayısında bir azalma oldu. Bu durumun son dönemde
vatandaşın tarihi eserlerin korunması konusunda
gösterdiği duyarlılığının artması ve bu suçla etkin
mücadele ile doğrudan ilişkili olduğu
değerlendiriliyor.
Türkiye'nin tarih öncesi
devirlerden başlayarak çok sayıda farklı
uygarlıklara ev sahipliği yapmış olması, kültür ve
tabiat varlıkları kaçakçılığı suç faaliyetlerinde
cazip bir ülke konumuna getiriyor. Kaçakçılık, genel
olarak eski uygarlıkların yerleşim alanlarında
yoğunlaşıyor. Türkiye kökenli tarihi eserlerin
özellikle yurt dışında büyük paralar karşılığında
alıcı bulmasıyla tarih ve kültür varlıkların illegal
yollardan yurtdışına çıkarılmasına zemin hazırlıyor.
Kaçakçılık
faaliyetlerini tetikleyen en önemli faktör olan
'talep' kısmında eski eser kaçakçılığı, "kaçak kazı
ve soygunlar; elde edilen kültür varlıklarının
taşınması; bir başka gerçek veya tüzel kişinin eline
geçmesi" şeklinde üç aşamada gerçekleştiriliyor.
Bununla birlikte, gelişen teknolojinin de
paralelinde günümüzde tarihi eser kaçakçılığının
internet üzerinden gerçekleştirildiği görülüyor.
Özellikle değeri yüksek olan tarihi eserlerin
tanıtımının, internet ortamında yapılarak
alıcılarına ulaşıldığı biliniyor. Taklidi yapılan
bazı tarihi eserlerin de aynı şekilde internet
ortamı aracılığıyla alıcılarına gösterilerek son
yıllarda yaygınlaşan tarihi eser dolandırıcılığı
suçlarına da konu oluyor.
KOM Daire Başkanlığı
kültür ve tabiat varlıkları kaçakçılığı ile mücadele
çalışmaları kapsamında; Kültür Bakanlığı ile
birlikte 2005 yılında hayata geçirilen "Aranan
Kültür Varlıklarımız" isimli projenin daha detaylı
ve kullanışlı versiyonu geliştirilerek il KOM
birimlerinin aranan eserlerin ayırt edici
özellikleri hakkında doğru, detaylı ve hızlı bilgi
sahibi olmaları sağlandı. Ayrıca, özellikle son
yıllarda yaygınlaşan tarihi eser dolandırıcılığı
suçlarıyla mücadelenin önüne geçilebilmesi amacıyla,
KOM Daire Başkanlığı tarafından, sıklıkla taklidi
gerçekleştirilen tarihi eserlerin dijital ortamda
mukayesesinin yapılabileceği bir veri tabanı
oluşturuldu.
İnternet üzerinden
gerçekleştirilen kültür ve tabiat varlıkları
kaçakçılığı ile daha etkin mücadele edilmesi
amacıyla bu suçun 5651 sayılı "İnternet Ortamında
Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar
Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında
Kanun"da sayılan katalog suçları arasında yer
almasına ilişkin gerekli hukuki düzenlemelerin
yapılabilmesi için çalışmalar yürütülüyor.
Zaman, 18.03.2010
|
AGORAYI ÖRTEN PERDE KALKIYOR
İzmir’de kent
merkezindeki tarihi hazine Agora’yı hem gün ışığına
hem de göz önüne çıkarmak için çalışılıyor. Bir
yandan kazılarla tarih keşfi sürdürülüyor diğer
yandan da bu eşsiz yeri bir perde gibi çevreleyen
çirkin yapılar temizleniyor. Büyükşehir Belediyesi
ekipleri şimdiye kadar onlarca binayı kamulaştırıp
yerle bir etti. Eski yapılar, kepçelerin küçük bir
darbesiyle kağıttan kuleler gibi birkaç saniye
içinde yıkılıyor. Bu sırada ortalığı toz bulutu
kaplıyor. Ortadan kaldırılan evlerden geriye
tonlarca moloz kalıyor. Tahta parçaları yakılmak,
demirler de hurdacılara satılmak üzere adeta
kapışılıyor. Yıkılan her yapının ardından Agora
biraz daha belirginleşiyor.
Milliyet, Haber: Mustafa Oğuz, 18.03.2010
|
|
JANDARMA TARİH HAZİNESİ BULDU
Kocaeli İl Jandarma
Komutanlığı, başarılı bir tarihi eser kaçakçılığı
operasyonuna daha imza attı.
Gebze Eskihisar’da
düzenlenen operasyonda adeta bir tarih hazinesi ele
geçirildi. Önceki gün saat 11.45 sıralarında
ellerindeki tarihi eserleri satmak isteyen kişilerle
buluşma sağlayan jandarma, bu esnada suçüstü yaptı.
266 adet sikke, 2 adet yüzük, 1 adet madalyon, 1
adet büyük, 1 adet küçük aslan kafası figürü ve 5
adet çeşitli obje olmak üzere 276 parça tarihi eser
ele geçirilirken, Ç.T., Y.Ç. ve S.E. adlı kişiler
yakalanarak gözaltına alındı. Şüpheliler
sorgularından sonra adliyeye sevk edildi.
Özgür Kocaeli, 18.03.2010
|
KAYNAK BULUNURSA MÜZE OLACAK

Atatürk'ün direktifleriyle, Ali Numan Kıraç
tarafından kurulan Türkiye'nin ilk Tarımsal
Araştırma Merkezi binasının restorasyonu için kaynak
aranıyor.
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi (ESOGÜ) Ziraat
Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Hasan Tosun, Sazova
Mahallesi'nde bulunan fakültenin yanındaki binanın
zamanla kullanılamaz hale geldiğini belirtti.
Büyük Önder Atatürk'ün emriyle 1930'lu yıllarda
Türkiye'den seçilen kişilerin yurt dışında eğitime
gönderildiklerini ifade eden Tosun, şöyle konuştu:
''Eğitime gidenlerden biri de Ali Numan Kıraç'tır.
ABD'de tarım üzerine eğitim alan Kıraç, ihtisasının
ardından Türkiye'ye dönerek Atatürk'ün emriyle
Ankara'da orman çiftliğinin kurulmasında yer aldı.
Kıraç, o zamanlarda, uzmanlık alanı olan sulu
olmayan alanlarda üretilen tahıllarla ilgili çalışma
yapmak yönündeki isteğini Atatürk'e bildirir.
Atatürk de Kıraç'ı Eskişehir'e gönderir ve burada
ilk Tarım Araştırma Merkezi kurulur. İşte bu bina
Ziraat Fakültesi yerleşkesinin içinde yer
almaktadır.''
Türkiye'nin önemli sanayicileri Can ve İnan Kıraç
kardeşlerin cumhuriyetin öncü ziraatçılarından olan
babaları Ali Numan Kıraç adına bu yıl Eskişehir'de
1. Ulusal Ali Numan Kıraç Ziraat Kongresi düzenlemek
istediklerini anlatan Prof.Dr. Tosun, bu etkinliğe
hazırlandıklarını bildirdi.
Prof.Dr. Tosun, Türkiye'de ilk Tarımsal
Araştırma Merkezi olma özelliği taşıyan binanın
restorasyonu için kaynak bulunması halinde burayı
Tarım Müzesine dönüştürüp öğrencilerin ve halkın
hizmetine sunmayı planladıklarını sözlerine ekledi.
Ntvmsnbc, 18.03.2010
|
TARİHE KAZINAN HEDİYE
Mustafa Kemal Atatürk'ün, Çanakkale Savaşları ile ilgili en bilinen fotoğrafını, cephede yer alan Haydar Mehmet Alganer'in çekerek kendisine hediye ettiği ortaya çıktı. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Ahmet Esenkaya, o dönem yaşananları imkanları ölçüsünde fotoğraflayan Alganer'in, 17 Haziran 1915'te 19. Tümeni ziyareti esnasında Kurmay Albay Mustafa Kemal'in Conkbayırı'nda siperdeyken fotoğrafını çekip kendisine hediye ettiğini söyledi. Alganer'in olayları kendi çerçevesinden anlatması nedeniyle, aynı zamanda "anı portre'' niteliğinde bir günlük tuttuğunu anlatan Esenkaya, Türkçe'ye çevrilip, yeniden düzenlenen günlüğün Çanakkale Askeri Müzesi yayını olarak okuyucuya sunulduğunu, içinde farklı boyutlarda 4 harita, 2 kroki, anılar ile 27 fotoğrafın bulunduğunu ifade etti. Esenkaya, Atatürk'ün en çok bilinen fotoğrafının çekildiği makinenin de Çanakkale Askeri Müze'de sergilendiğini belirtirken Alganer'in yaşantısı hakkında şu bilgileri verdi: "1880'de İstanbul'da doğdu ve 1966'da hayatını kaybetti. Çanakkale cephesinde bulunduğu dönemde binbaşıydı ve 35 yaşındaydı. Cephedeki son görevi 1 Kasım 1915'te Uzunköprü civarında bulunan 3'üncü Piyade Tümeni Kurmay Başkanlığı'ydı.''
Sabah, 18.03.2010
|
 |
BU PARA PICASSO'YA DEĞER

Christie's müzayedeevi, Nazi dönemindeki
sahibi nedeniyle tartışmalara yol açan İspanyol
ressam Pablo Picasso'nun "Angel Fernandez de
Soto'nun Portresi" tablosunun satışa çıkarılacağını
bildirdi.
Londra'da 23 Haziran'da açık artırmaya
çıkarılacak tablonun, 45 ile 65 milyon dolar
arasında bir fiyata satılması bekleniyor.
Picasso'nun Mavi Dönemine (1901-1903) ait, 1903
yılı imzalı eserinin besteci Andrew Lloyd Webber'in
Yardım Vakfı tarafından satılacağı ve elde edilecek
gelirin sanatın geliştirilmesi çalışmalarında
kullanılacağı belirtildi.
Tablo, 2006 yılında New York'ta çıkarıldığı
müzayedede, eserin Nazi dönemindeki sahibiyle ilgili
tartışmalar üzerine satıştan çekilmişti.
Eserin 1930'lardaki sahibi olan bir Alman
bankacının varisi, atasının tabloyu Nazilerin
tehdidi altında satmaya zorlandığını ileri sürmüştü.
Açılan dava,
ABD mahkemeleri tarafından reddedilmişti.
Christie's de sorunun "varılan anlaşmayla"
çözüldüğünü bildirdi, ancak nasıl bir anlaşma
sağlandığı hakkında bilgi vermedi.
Hürriyet, 18.03.2010
|
VAKIFLAR MÜZAYEDELERİ TAKİBE ALDI, 734 ESER MÜZEYE
KALDIRILDI
Kültürel varlıkları korumada
teknolojiden yararlanan Vakıflar Genel Müdürlüğü,
önemli bir başarıya imza attı.
Yurtiçi ve yurtdışındaki tüm müzayedeleri 24 saat
elektronik ortamda takip eden müdürlük, 2003-2010
yılları arasında 734 vakıf eserini ele geçirdi.
Genel müdürlük bünyesinde 2002 yılından bu yana
faaliyet gösteren Kaçakçılıkla Mücadele Birimi
sayesinde kazanılan eserler, konservasyon
çalışmaları yapılarak Vakıf Eserleri müzelerinde
sergilenmeye başlandı.
Kaçakçılıkla Mücadele Birimi, vakıf eserlerinde
herhangi bir hırsızlık olduğunda, anında ilgili
kurum ve kuruluşlara bilgi veriyor. Bunun için,
Dışişleri, İçişleri Bakanlığı, Interpol, Jandarma,
Gümrük Muhafaza, Sahil Güvenlik, valilik, müzeler ve
medya organları gibi kuruluşları uyarıyor. Ayrıca
yurtiçi ve yurtdışındaki tüm müzayedeler sürekli
taranarak 24 saat elektronik ortamda takip ediliyor.
Taşınabilir eserleri saydırarak her birine birer
kimlik veren Genel Müdürlük, bu kimlik kartları ile
yurtiçi ya da yurtdışında çalınan bir eser
bulunduğunda bu eserin Türkiye Cumhuriyeti
Devleti'ne ve Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne ait
olduğunu kanıtlayabiliyor.
Zaman, Haber: Pınar Kaman, 18.03.2010
|

 |
KİLİSE TAŞ OCAĞINI KAPATTIRDI
Gümüşhane-Trabzon karayolunun İkisu Köyü yakınlarında faaliyet gösteren taş ocaklarının, Mağara Hanları diye bilinen bölgede kaya kilisesi tespit edilmesinin ardından faaliyetleri durduruldu.
Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na yapılan ihbarın ardından kurul Gümüşhane Valiliği'ne konuyla ilgili müracaat etti. Valilik tarafından bölgede yapılan keşifle birlikte taş ocaklarının faaliyetleri geçici olarak durduruldu. Kurul, ilk yapacağı toplantıya kadar taşınmaza zarar verilmemesi açısından taş ocaklarının faaliyetlerini durdurma talebinde bulundu.
Madencilik Faaliyetleri İzin Yönetmeliği'nin 50. maddesinde belirtilen, "Madencilik faaliyetleri esnasında Kültür ve Tabiat Varlıklarına rastlanılması halinde, Kültür ve Tabiat Varlığının olduğu alandaki faaliyet Kültür Varlığı olarak tescili ve koruma alanı sınırının belirlenmesine kadar geçici olarak durdurulur" hükmü gereği bölgede faaliyet gösteren taş ocaklarının faaliyetleri geçici olarak durduruldu. Kurul, önümüzdeki günlerde yapacağı toplantı ile taş ocaklarının çalışıp çalışmayacağına karar verecek.
Bölgede Alemdar İnşaat ve Aşkale Çimento adına kayıtlı işyeri açma ve çalışma ruhsatlı II. Grup Doğal Taş ocakları sahası bulunuyor.
Gümüşhane Kent Haber, 18.03.2010
|
TARİHİ KİLİSE VE TEKKEYE RESTORASYON
İstanbul
Büyükşehir Belediyesi, İl Özel İdaresi ile işbirliği
yaparak hazırladığı restorasyon programı kapsamına
Eyüp Vezir Tekkesi ile Bulgar Kilisesi'ni aldı.
Restorasyon projesi İstanbul II Numaralı Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından
onaylanan Eyüp Sofular mahallesindeki Vezir Tekkesi,
geçirdiği son yangında kısmen yıkılmış, kısmen de
harap olmuştu. Fatih'te bulunan ve Demir Kilise
olarak da bilinen Bulgar Kilisesi Sveti Stefan da
Ayastefanos Antlaşması ile Balkanlar'da oluşturulan
özerk Bulgar Prensliği'nin isteği ve Bulgar
hükümetinin finansıyla 1898 yılında inşa edilmiş ve
ibadete açılmıştı. Eyüp Vezir Tekkesi ve Haliç'teki
Bulgar Kilisesi'nin restorasyon bütçesinin yüzde
60'ı İl Özel İdaresi tarafından karşılanacak.
Sabah, Haber: Zeynel Yaman,
18.03.2010
|
|
MEÇHUL ŞEHİTLİĞİN SIRRINI ÇÖZDÜLER
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Burhan
Sayılır, Halileli Köyü sırtlarında Şehitler Çeşmesi
yanındaki Meçhul Şehitlik’in sır perdesini araladı.
Sayılır, yaptığı araştırmalar sonucunda, şehitliğin
Üsteğmen Hilmi Efendi’ye ait olduğunu belirledi.
Sayılır, “Arşiv çalışması sonunda, kayıtlara kayıp
olarak geçen Üsteğmen Hilmi Efendi’nin şehit olduğu
ve yine o bölgede üsteğmen olarak görev yapan Mehmet
Efendi tarafından enkazdan çıkarılarak bugün meçhul
şehitlik olarak bilinen yere defnedildiği bilgisine
ulaştım” dedi.
Hürriyet Ege, 18.03.2010
|
RUSYA MÜZELERİNDEN 25
BİN PARÇA ESER KAYIP
Rusya Kültür Bakanı
Alaksander Avdeyev, parlamentonun alt kanadı Duma'da
yaptığı değerlendirmede müzelerden yaklaşık 25 bin
parça eserin kaybolduğunu açıkladı.
Müzelerdeki
koleksiyonların yeniden toparlanması için çalışma
başlattıklarını ifade eden Bakan, müzelerden
eserlerin en çok 1970 ve 1980'li yıllarda
kaybolduğuna dikkat çekti. Kaybolan eserler arasında
resim tabloları, biblolar, küçük heykeller ve diğer
ikinci derecede değerli tarihi vesikalar yer alıyor.
Müzelerde tarihi
eserlerin korunması ile ilgili sıkı uygulamalar
Rusya'nın dünyaca ünlü Ermitaj Müzesi'nde 2006
yılında 220 eserin birden ortadan kaybolmasının
ardından başlatıldı. Ancak, tarihi eser kaçakçıları
ve müze hırsızlarının önü alınamıyor. Ağustos ayında
St. Petersburg'da bulunan tarihi müzede
gerçekleştirilen incelemede mücevher ağırlıklı bir
koleksiyona ait eserlerin değerinin 10 milyon
doların üzerinde olduğu ifade edilmişti.
Zaman, 18.03.2010
|
ILISU'DA CEVAPSIZ SORULAR

Batılı çevre
kuruluşları bağır çağır son 15 yılda
Ilısu
Barajı’nın yapımını iki defa engellediler.
Şimdi barajın yapımı için üçüncü girişim yapılıyor
ve çevre kuruluşları gene protestoya başladı. Ama bu
defa sonuç alabilecekler mi, o kadar emin değilim.
Bundan önce başarılı oldular çünkü karşılarında
Avrupa devletlerin ihracat garanti kurumları ile
Batılı bankalar vardı. Halkın çevreye karşı duyarlı
olduğu Avrupa’da çevrecilerin hükümetleri ve
bankaları dize getirmesi zor olmadı. Bu defa
karşılarında sadece Ankara ve Türk bankaları ve
müteahhitler var.
İşin ilk ayağı için gerekli 1.1 milyar euro
civarındaki krediyi Ak, Garanti ve Halk sağladı.
Krediyi Hazine aldı ve iş ilerledikçe inşaatı
gerçekleştirecek olan Cengiz İnşaat ve Nurol ortak
girişimine verecek.
Batı’da hükümetler halktan korkar
Batı’da hükümetler halktan korkar, Doğu’da halklar
hükümetlerden. Bu kural, ne yazık ki, ülkemiz için
de geçerlidir. Hükümet vergi memurlarını harekete
geçirip ona kafa tutan herhangi bir şirketi iflasla
yüz yüze bırakmaya muktedirdir. Bu nedenle Türk
bankalarının isteseler de Ilısu için sağladıkları
finansmanı geri çekme şansları yoktur. Zaten Ak ve
Garanti Almanya, Avusturya ve İsviçre’nin başını
çektiği ikinci Ilısu girişiminde yer alan bankalar
arasındaydılar. Her biri 375 milyon euro civarında
kredi taahhüt etti. Her birinin hesabından 90’ar
milyon euro çekilip kullanıldı bile.
Halk Bankası Batılı devletler ve bankalar
çekildikten sonra hükümetin dürtmesiyle onların
boşluğunu doldurmak için devreye girdi. Bankacılık
kaynaklarına Halk’ın 350 milyon euro civarında bir
kredi tahsis ettiğini söylüyor.
Aslında, hangi bankanın kredi verdiğinden çok daha
önemli olan başka bir şey var: Hükümetin baraj
inşaatını bir grup özel şirkete ihalesiz vermesi ve
iş için gerekli finansman açığını kapatmak için bir
devlet bankasını devreye sokması.
Devletler aradan çekildi
Ilısu Barajı Nurol, Cengiz ortak girişimine ihalesiz
olarak verilmişti. O zaman buna bir kılıf uydurulmuş
ve devletten devlete krediyle yapılan işlerde ihale
zorunluluğu yoktur denmişti. Ama devletler aradan
çekildi. O zaman iş hangi ihalesiz vermenin yasal
dayanağı nedir? Bu sorunun cevabını işin sahibi olan
Çevre Bakanlığı’ndan öğrenmeye çalıştığımda bana
Hazine’nin adresini verdiler. Ama işin esas adresi
Hazine de değildir. Hükümettir. Hükümet hangi yasaya
dayanarak Ilısu’yu ihalesiz verdi? Bu işi için
Hazine’yi 1.1 milyar euro borca soktu?
Milliyet, Yazı: Metin Münir, 17.03.2010
******
AK PARTİ, SİYAH PROJE
Hükümet
Ilısu Barajı’nı neden ısrarla ihalesiz
gerçekleştirmek istiyor? Barajı gerçekleştirecek
olan Çevre Bakanlığı’na göre, proje “dış
kredilidir”, bu nedenle
ihale yapılmasına gerek yoktur. Bakanlık Ilısu
ile ilgili bir dava
Danıştay’da görüşülürken mahkemeye sunduğu
dilekçede de aynı beyanda bulundu.
Ancak bu beyan doğru değildir.
Bir projenin dış kredili olması ihalesiz
gerçekleştirilmesini gerektirmez. “Dış kredili
projeler ihalesiz gerçekleştirilir” şeklinde bir
yasa yoktur. Bakanlığın dış krediyle
gerçekleştirdiği birçok barajda ihaleye
çıkılmıştır.
Dış kredi Hazine’ye ve belirli bir projeye
verilir, şirketlere değil. Borç devletin borcudur.
Hükümetin bu borcu alıp projeyi ihaleye çıkmasını
engelleyecek hiçbir neden yoktur. Paşa gönlünden
başka.
Kredi açan devletler “İhale açmayın, işi de şu
Türk şirketlerine yaptırın, aksi takdirde kredi
yok” demezler. Onları ilgilendiren, krediyle kendi
ülkelerinden mal alınması, işin bir bölümünün
kendi firmalarına yaptırılmasıdır. Gerisi
umurlarında değil.
Ama bir an dış krediyi ihale yapmamak için geçerli
bir neden sayalım.
Ilısu’nun üçte bir kadarı
Almanya,
Avusturya ve
İsviçre kredileriyle gerçekleştirilecekti.
Ancak bu ülkeler caydılar ve kredilerini geri
çektiler.
Kredi yerli bankalardan
Bu da bakanlığın kendisinin icat etmiş olduğu “dış
kredi” bahanesini ortadan kaldırmış oldu.
Proje finansmanının tamamı gibi Türk bankaları
tarafından yapılacak.
Yerli bankalardan alınacak krediyle yapılacak bir
baraj, nasıl ihalesiz yapılabilir?
“Buna yasalarda bir destek, dayanak, açıklık
bulmak olanaksızdır” diyor bu konuda konuştuğum
bir uzman.
“Haydi diyelim ki ‘dış kredi bulmak için’ ihalesiz
yapmak zorunda kaldık diye Danıştay’ı
kandırmışlar” diyor bir başka uzman. “Şimdi ortada
dış kredi de yok. Bu durumda ihalesiz is çevirmek
için bahane de kalmıyor demektir. Ya ayrı bahane
üretmeleri lazım ya da bu işin yasal olmadığını
kabul etmeleri.”
Geldiğimiz aşamada bakanlığın Ilısu Projesi’ni
ihaleye çıkmaksızın istediği bir özel girişimci
grubuna vermesi hukuksuzdur.
Hukuksuz olmaktan başka, şaibelidir. Rekabet
ilkesine ve girişimde bulunma özgürlüğüne,
açıklığa ve saydamlığa aykırıdır. Maliyetin
şişirilmesine, Hazine’nin zarara sokulmasına neden
olacaktır. Mukavelenin ucunun açık olması zararı
astronomik boyutlara ulaştıracak.
İhalesiz iş vermek rekabet ortamının dışında
gerçekleşmiş sayılır ve meşruiyeti her zaman
sorgulanmaya açıktır.
MHP’li
Adana Belediye Başkanı’nın aleyhindeki
yolsuzluk iddialarını “sütten çıkmış ak kaşık”
havasına bürünmek için bir fırsat olarak
kullanmaya hazırlanan AKP’nin bunu hatırlaması iyi
olur.
Milliyet, Yazı: Metin Münir, 18.03.2010
******
ILISU: HAZİNE BENİ
İLGİLENDİRMEZ DİYEBİLİR Mİ?
Ilısu Barajı’nın
yapımını Çevre
Bakanlığı’na bağlı
Devlet Su İşleri genel Müdürlüğü (DSİ)
gerçekleştirecek. Ama işin ilk ayağı için gerekli
için gerekli 1.2 milyar euro’yu borçlanan
Hazine’dir. Bu
borçla yapılacak işin yönteminin doğru olmadığına
dair şüpheler var. Çevre Bakanı
Veysel Eroğlu
özel bir gayretle işi ihaleye çıkmadan bir
Avusturyalı şirkete ve bir grup Türk müteahhide
verdi. Eski bir hazine müsteşarının deyimiyle,
“İhalesiz iş vermek de, ihaleye fesat karıştırmanın
bir yoludur.”
Bu durumda Hazine, “İşi veren ben değilim,
verilmesinin doğru yapılıp yapılmadığına bakmak da
bana düşmez” diyebilir mi? Diyebilir. Ama ikna edici
olamaz. Hazine açısından durum şudur: Hazine
kendisine bir borçlanma talebiyle gelindiğinde (bu
örnekte DSİ) önce Devlet Planlama Teşkilatı’na
projenin “öncelikli olup olmadığını” sorar. Sonra
oturur, müteahhit firmanın getirdiği kredi teklifini
bankalarla müzakereye başlar. Bir işin ihaleyle
yapılıp yapılmadığını doğrudan incelemek Hazine’nin
görevi değildir.
“Ama” diye uyarıyor Hazine bağlantılı bir üst düzey
kamu görevlisi, “İşlemlerin yasaya aykırı olduğuna
dair bir işaret varsa Hazine’nin bunu ilgili kamu
kurumundan sorması beklenir... Her ne kadar görev
tanımında ‘bir bak bakalım, usulüne uygun bir ihale
yapılmış mı’ diye hüküm olmasa da.
Bakanlar Kurulu
kararı gerek
Sonuçta işlemler usulüne uygun yapılmamışsa ya da iş
kitabına uydurulmuşsa, yani, işte bir sakatlık
seziliyorsa, Hazine `Valla ben görmek zorunda
değilim` deyip de görmezden gelirse, sokaktaki kızı
taciz edenlere ‘bekçi görevim yok, görmek zorunda
mıyım’ diyen trafik polisinin durumuna düşer.”
Bunun için Ilısu konusunda Hazine “Görmedim” de
diyemez. Şu nedenle: Çevre Bakanlığı dış krediyle
finanse ediliyor diye Ilısu Barajı’nın ihalesiz
yapılmasına dair Danıştay’dan karar çıkardı. Bu
karar (eğer birileri tarafından ortadan
kaldırılmadıysa) Hazine’nin dosyalarında vardır. Ama
şimdi gelinen noktada Almanya, Avusturya ve İsviçre
devletleri ve bankaları krediden caymış oldukları
için dış kredi diye bir şey kalmadı. Bu finansman
modeli ve o modele dayandırılmış olan ihale de
havada kaldı.
Gelinen aşamada Ilısu Barajı tamamen Hazine’nin Türk
bankalarından temin ettiği bir kredi paketiyle
yapılacak. Bu da bu yapıya uygun, yasal bir ihale
yapılmasını gerektirir. En azından yeni bir bakanlar
kurulu kararı alınmalıdır.
“Bakanlar Kurulu yoksa o zaman derin sulara girdiler
demektir” dedi üst düzey eski bir bürokrat. Barajı
inşa edecek olan konsorsiyumun lideri olan Nurol
İnşaat’ın sahibi Oğuz Çarmıklı Ilısu Barajı’nın
1997’de Bakanlar Kurulu’nun Devlet İhale Kanunu’nun
89. maddesine dayanarak çıkardığı bir kararnameyle
Avusturyalı Sulzer-Hydro‘nun kuracağı bir
konsorsiyuma verildiğini söyledi. Kararname müzakere
edilecek sözleşmenin Hazine Müsteşarlığı’nca uygun
bulunmasını şart koşmuştu. Sulzer Hydro’nun isminin
Vatech Hydro olarak değiştirilmesinden sonra 2004’te
yenilenmiş. Çarmıklı Karkamış, Muratlı, Borçka
Ermenek ve Deriner barajlarında aynı usulün
kullanıldığını söyledi.
Milliyet, Yazı: Metin
Münir, 19.03.2010
|
 |
MİLATTAN ÖNCENİN BİLGİSAYARI!
1900 yılında Ege Denizi'nde bulunan gizemli bir mekanik cihazın ne olduğu günümüze kadar çözülememişti. Onun adı Antikythera cihazı.
Bir Roma batığında bulunan ve karaya çıkartılan eşyalar arasında hasar görmüş bir makine bulundu. İçinde irili ufaklı çarklar olan bu karmaşık mekanizma zamanın etkisiyle çok yıpranmıştı ve ne işe yaradığını çözmek, üzerindeki antik Yunanca yazıları okumak mümkün olmamıştı.
Milattan önce 87 yılından kalma bu cihazı, zamanında sahip olduğuna inanılan teknolojinin çok ötesinde ve kimin yaptığı bilinmiyor. Bu cihazın gizemleri ancak gelişmiş X ışınları, farklı ışık türleri ve şekilleri ile taranarak yakın zamanda çözüldü.
3D modellemesi yapılan ve çarkların üzerindeki talimatlar okunan aracın gelgit zamanlarını mükemmel bir şekilde hesaplayabildiğini ortaya koydu.
Bununla da kalmıyor, artık yılları da hesaba katıyor, Ay'ın, Güneş'in ve Mars, Jüpiter, Satürn gibi gezegenlerin konumunu doğru hesaplayabiliyor.
İçindeki bir küçük göstergede ise Olimpiyatlar gibi önemli olayların tarihleri gösteriliyor. Farklı işlevler yandaki kol çevrilerek kullanılabiliyor. 2087 yıllık bu antik bilgisayar, aslında etkileyici bir astronomik hesap makinesi...
Milliyet, 16.03.2010
|
SAHTE MOZAİK ELE GEÇİRİLDİ
Malatya'da sahte mozaik
ele geçirildiği bildirildi. Dinsel bir ayini
gösteren mozaik esere el konuldu.
Müze Müdürü Ziya Kılınç konuyla ilgili olarak
yaptığı açıklamada, "Merkez Çavuşoğlu Mahallesi'nde
bir araçta Jandarma tarafından yapılan çalışmada İ.K
(39) isimli şahısta sahte mozaik ele geçirildi.
Gerçek ve sahte olup olmadığını araştırdık. Sahte
olduğunu tespit ettik. Eserin orijinali Tunus Bordo
Müzesi'nde sergilendiğini tespit ettik.
Bu da kopya, imitasyon eser olduğu görüldü"
ifadelerini kullandı. Sahte eserde işlenen konunun,
bir ayini gösterdiğini aktaran Kılınç, "Diyonüsos'un
sahneye çıkışı ve
sahneden inişi konu alan bir mozaik eser. Yani
dinsel bir ayini gösteren mozaik. Normalde, orijinal
olması halinde çok değerli bir eserdir" şeklinde
konuştu.
İnsanların aldatılmaması için, sahteciliğe meyil
verilmemesi için Müze Müdürlüğü'nde böyle eserleri
sergileyeceklerini söyleyen Kılınç, "İmitasyon Eser
diye müzemizde bölüm açmayı düşünüyoruz. Bu ve buna
benzer, depomuzdaki imitasyon eserleri, sahte
eserler diye ayrı bir bölümde sergilemeyi
planlıyoruz" dedi.
Malatya Güncel, 17.03.2010
|
|
|
İLK OLİMPİYATLARDA VERİLEN MADALYA MÜZEDEN ÇALINDI
Atina'da 1896'da düzenlenen ilk modern olimpiyat
oyunlarında verilen altın madalyalardan biri,
Japonya'da sergilendiği Tokyo Spor Müzesi'nden
çalındı.
Japon spor ajansının haberine göre, 68 gram
ağırlığındaki gümüş madalya, müzenin kilitli olmayan
ve güvenlik kamerasıyla kontrol edilmeyen bir
bölümünde sergileniyordu.
Madalyayı, 1896'da barfikste birinci olan Alman
Hermann Weingartner kazanmıştı. Weingartner'in
ailesinin bu madalyayı, 1964'te Tokyo'daki
olimpiyatlarda 3 altın madalya kazanan Japon
jimnastikçi Yukio Endo'ya armağan ettiği belirtildi.
Uluslararası Olimpiyat Komitesi, 1908'deki Londra
Olimpiyat oyunlarından itibaren birinciye altın,
ikinciye gümüş, üçüncüye bronz madalya verilmesine
karar vermişti.
Habertürk, 16.03.2010
|
TARİHİ KÖŞK SATILACAK AMA...

Çiftehavuzlar'ın en değerli mülklerinden biri
olan tarihi İpar Köşkü için 21 milyon Euro'luk
teklif az geldi.
110 yıllık bir geçmişe sahip köşk, 12 dönüm arazi
üzerinde yer alıyor. Köşkü, 1997 yılında ünlü
armatör Şadan Kalkavan ile MNG Holding'in patronu
Mehmet Nazif Günal, 8.5 milyon dolara Abidin Cevher
Özden'den satın almıştı.
Ekonomist'in haberine göre; Köşkte Kalkavan ve
Günal'ın yüzde 50'şer oranında hissesi bulunuyor.
Köşkün arazisi içerisinde yer alan daha önce Abidin
Cevher Özden tarafından inşa ettirilen tek katlı
blokta Şadan Kalkavan ailesiyle birlikte oturuyor.
Köşkü satmayı düşünmeyen her iki ortak, bir yandan
da köşk için ortaklık ve satın alma yönünde
teklifler alıyor.
Bu yöndeki teklifleri doğrulayan Mehmet Nazif
Günal, dergimize "Burayla ilgili şimdilik hiçbir
projemiz yok. Satmayı planlamıyoruz. Satın alma
teklifleri ev olarak kullanmak amacıyla yapıldı.
Ortaklık teklifi aldık, ancak proje geliştirmeyi
düşünmüyoruz." şeklinde açıklamada bulundu
Aldığımız duyumlar, Kalkavan ve Günal'ın İpar Köşkü
için 25 milyon Euro(52 milyon lira) istedikleri
yönünde. Bu konuda açık kapı bırakan Günal, "Şu ana
kadar 21 milyon Euro öneren oldu. Çok daha iyi bir
teklif gelirse satmayı düşünebiliriz." diyor.
Öte yandan İpar Köşkü'nün komşusu olan Büyük
Kulüp, bir dönem bu köşkü satın alma yönünde yoğun
bir uğraş vermişti. Büyük Kulüp'ün Yönetim Kurulu
Başkanı Duran Akbulut, bu konuda şu bilgileri
veriyor:
"Burayı alıp, kulüp bünyesinde bir sosyal tesise
dönüştürme projemiz vardı. Buraya 13 milyon dolar
verdik, Sayın Kalkavan ve Günal 15 milyon dolar
istedi. 15 milyon dolar verdik, bu sefer fiyatı 20
milyon dolara çıkardılar. Biz de bunun üzerine satın
almaktan vazgeçtik. Şimdi ise 25 milyon Euro
istiyorlar."
İpar Köşkü, 1901 yılında, Cemil Paşa (Topuzlu)
tarafından mimar Vallaury'e yaptırılmıştı. Bu yüzden
uzun yıllar "Cemil Topuzlu Paşa Köşkü" diye bilindi.
Köşk, 30 dönümlük bir arazi içerisine, art nouveau
tarzında inşa edilmişti. Köşk, 1931 yılında
Türkiye'nin ilk sanayicilerinden şeker kralı Hayri
İpar'a satıldı. 1960 askeri darbesinde yurtdışına
kaçmak zorunda kalan Hayri İpar, köşkü önce
çocukları üzerine kaydettirmesine rağmen, ölümüne
yakın kararını değiştirip karısı Emine Tevhide
İpar'a devretti.
Abidin Cevher Özden, Emine İpar'a yaklaşmayı
başarıp, 1980 yılında köşkü üzerine geçirdi. O
sırada oğul Ali İpar, 6 ay önce annesinin hacir
altına alınması davası açtığını belirterek,
işlemlerin durdurulması için mahkemeye başvursa da
dava sonuçlanana kadar Özden, köşkün mülkiyetini
aldı.
Özden, 1980 yılında 70-90 milyon lira edecek İpar
Köşkü'ne 175 milyon lira ödeyerek satın aldığını,
imar izni olmadığı için amacının ailesiyle burada
oturmak olduğunu belirtse de, 1986 yılında Kadıköy
Belediyesi'nden köşk için imar izni çıkarttı. Köşkün
ıhlamur, çınar, kestane ve çam ağaçları içindeki
geniş bahçesinde bir anda 6 katlı 6 blok
yükseliverdi. 1997 yılında bir kez daha el
değiştiren köşkün yeni sahipleri ise Şadan Kalkavan
ve Mehmet Nazif Günal oldu.
Ntvmsnbc Emlak, 16.03.2010
|
MISIR'DA 3400 YILLIK 2 HEYKEL BULUNDU
Mısır'ın
güneyinde yapılan arkeolojik kazıda 3400 yıllık
iki heykel
bulundu.
Mısır Kültür Bakanlığından yapılan açıklamada,
bulunan heykellerden birinin 4 metre boyunda ve
Bilgelik Tanrısı Thoth’un heykeli olduğu bildirildi.
Diğer heykelin, Firavun Amenhotep III’ün heykelinin
üst kısmı olduğu belirtildi.
Kırmızı granitten yapılma heykellerin, Nil’in batı
kıyısında Luksor kentinde Firavun’un anıt mezarında
yapılan kazıda bulunduğu kaydedildi.
28 Şubat’ta da aynı tapınakta Amenhotep III’e ait
kırmızı granitten bir heykelin başı bulunmuştu.
Büyük ölçüde yıkılmış olan tapınakta yapılan
kazılarda 2009 yılının Mart ayında da Amenhotep’in
siyah granitten yapılmış iki heykeli bulunmuştu.
Amenhotep III, çocuk Firavun Tutankhamun’un
büyükbabasıydı.
Radikal, 16.03.2010
|
|
TARİHİ KONAKLAR İLGİ BEKLİYOR

Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde inşa edilen
tarihi konaklar, yeni neslin eski evleri kullanmak
istememesi yüzünden yıkılacakları günü bekliyor.
Eski evlerde oturan çok az sayıdaki ailenin son
fertleri de artık bu binaları terk ediyor. Şehrin en
eski mahalleleri olarak bilinen Hisar, Reyhan,
Kayhan, Yeşil ve Muradiye`de Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından tescillenen
200 civarındaki büyük ev
veya konak,
içinde ikamet eden insan kalmadığı için çökme
tehlikesi ile karşı karşıya. Bursa'nın eski
semtlerindeki sağlam binalar ise, kimse tercih
etmediği için satılık veya kiralık pankartları ile
yeniden kıymetlerinin bilineceği günü bekliyor.
Ancak Bursa`da TOKİ kredisi ile restorasyonlar
yapılması ise dikkati çekiyor.
Bursa Eski Eserleri Sevenler Kurumu Başkanı Mimar
Zafer Ünver, bu tip ayakta kalan eski yapıların
Valilik İl Özel İdaresi öncülüğünde çeşitli kurumlar
tarafından satın alınarak misafirhane, butik otel,
iş yeri olarak kullanılması için
kampanya
başlatılmasını istedi. Ünver, `Bu konuda valiliğimiz
bir ekip oluşturdu. Mahalli idarelerle iş birliği
yaparak bu binaların mal sahipleri ile görüşebilir.
Fiyatlarını makul hale getirdikten sonra, şehrin
önde gelen firmalarına ve turizm yatırımcılarına bu
yerler restorasyon projeleri hazırlanarak
satılabilir” dedi.
Böyle bir sinerjinin oluşması ile eski güzel
binaların çok kolaylıkla kurtarılabileceğini
belirten Ünver, “Aksi halde kullanılmayan tarihi
yapıların çöküşü çok hızlı oluyor. Oysa günümüzde bu
eski mahallelerde o kadar sağlam, o kadar güzel,
manzarası
harika,
kullanımı rahat binalar var ki, bunların her geçen
gün göz göre göre yok olması eski eser severleri
üzüyor` diye konuştu.
Bursa Olay, 16.03.2010
|
|
TARİHİ HAMAM ORTAYA ÇIKTI
Bartın'ın Amasra
İlçesi'nde, 2 yıl
önce
inşaat kazısı sırasında kalıntılara rastlanıldı.
İnşaat çalışmaları durdurulurken, yapılan kazı
çalışmaları sonucunda Roma dönemine ait hamam ortaya
çıktı.
Amasra Kum Mahallesi General Mithat Ceylan
Caddesi üzerinde 2 yıl önce yapılan inşaat temeli
kazısı sırasında kalıntılara rastlandı. Amasra
Müzesi’ne haber verilmesi üzerine gelen arkeologlar,
çalışmaları durdurdular. Amasra Müzesi’nin
başkanlığında Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür
Varlıkları ve Müzeler
Genel
Müdürlüğü’nün izni ile kurtarma kazı çalışmalarına
başlandı. Yapılan kazılarda Roma dönemine ait hamam
gün ışığına çıkmaya başladı. Hamamın dış duvar
kalıntıları, yer karoları ve testiler bulunurken,
kurnaların bulunduğu alanda ise kazı çalışmaları
devam ediyor.
Radikal, Haber: Halil Tekin, 16.03.2010
|
DÜNYANIN EN İYİ 'SAKLANAN' SIRRI

Göbeklitepe’de küçük bir arazisi olan Şavah amca,
1986 senesinde arazisini sürmeye başladığında,
arkeoloji tarihinde bilinen her şeyi alt üst
edeceğini bilmiyordu. O gün küçük bir heykel buldu.
Bir süre elinde tutuktan sonra, Şanlıurfa Arkeoloji
Müzesi’ne götürdü. Heykelin milattan
önce 6-7
binlere ait olduğu belirlendi.
Aradan yıllar geçti. 1995 yılında Alman Arkeoloji
Enstitüsü’nden Harald Hauptmann tarafından,
Şanlıurfa Müze Müdürlüğü başkanlığında yüzey
çalışmaları yapıldı, heykelin bulunduğu yerin birkaç
metre ötesinde ‘bir şeyler’ vardı. 1996 yılından bu
yana Alman arkeolog Klaus Schmidt önderliğinde
sürdürülen kazılarda, her yıl birkaç yüzyıl geriye
gidildi. Göbeklitepe’de bugün gelinen nokta
büyüleyici. Şanlıurfa’nın 17 km doğusunda, bereketli
Harran Ovası hilalinin tam göbeğinde dünyanın en
eski tapınağı var; tam 12 bin yıllık..
2005 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca birinci
derece sit alanı ilan edilen Göbeklitepe
insanlarının Neolitik Dönem’de yaşadıkları tespit
edildi. Neolotik Dönem Paleotik ve Mezolitik
dönemlerden sonra gelen, ‘Yeni
Taş’; en bilinen adıyla da ‘Cilalı Taş Devri’ne denk
düşüyor. İnsanoğlu ilk kez bu dönemde doğa ile
ilişkisini kendi lehine çevirdi avcılık,
toplayıcılık ile birlikte tarıma geçti. Göbeklitepe,
insanoğlunun ilk kez tarım yaptığı, deneme yanılma
yoluyla arpa, buğday, mercimek türü ürünleri
yetiştirmeye çalıştığı bir yer.
Heykelcikler depolarda
Kazıda ortaya çıkan tapınak yapılarındaki kurt
kafaları, yaban domuzları, leylek, tilki, ceylan,
akrep, yılan ve kafası olmayan insan kabartması o
dönem benimsenen inançla ilgili önemli bulguları
oluşturuyor. Kazıdan çıkan heykelcikler, şimdilik
Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi’nin deposunda saklanıyor.
Erkeklik organının abartılı tasvirleri ise,
erkek
egemenliğinin Cilalı Taş Devri’nde de var olduğunu
düşündürüyor.
Ne inanç belli, ne de kimlik
MÖ 10 bin yılına konumlanan tapınak, dairesel bir
yapıya sahip. Harran Ovası’nı tepeden gören
tapınağın bölgenin merkezi olduğu tahmin ediliyor.
Ama sadece tahmin edilebiliyor, çünkü; eşi benzeri
yok buradaki tarihin. Karşılaştırıp, yorumlayabilme
şansı olmadığından ne o dönem benimsenen inancı
tanımlayabilmek mümkün, ne de kimlerin yaşadığını.
Bu bilinmezliğin çözülmesi için her bilim dalından
ekiplerin işbirliği içinde olması gerektiğini
vurgulayan Harran Üniversitesi Arkeoloji Bölümü
Öğretim Üyesi Sabri Kürkçüoğlu çalışmaları şöyle
anlatıyor: “Tapınak yapılarından sekizi gün yüzüne
çıkarıldı; 16
yapı hala
toprak altında. Burada dünyada bilinen en eski
heykel atölyesi de var. Aynı zamanda hayvanların
evcilleştirildiği ilk dönemden bahsediyoruz. Göbeklitepe, arkeoloji alanında bir çığır açtı.
Dünyadaki arkeologlardan bölgeye yönelik geniş bir
ilgi var. Ancak Türkiye’de sadece stajyer
öğrencilerin ilgisini çekiyor! İnsanoğlunun yerleşik
yaşama geçişinde açlık korkusu ve korunma
içgüdüsünün etkili olduğu bilinirdi. Ancak
Göbeklitepe bu tabuyu yıktı. Artık dinsel
inanışların da yerleşik yaşama geçiş de etkili
olduğu ispatlanmış oldu.”
Turizmciler de yeni tanıyor
Bilinen en eski tapınak, MÖ 5 bin yılına
tarihlenen Malta Adası’ndaki tapınak. Göbeklitepe,
ondan 7 bin yıl daha eski! Arkeoloji tarihinin
yeniden yazılmasına sebep olan Göbeklitepe’nin
turizm pazarında neredeyse hiç yeri yok. Şanlıurfa
Belediye Başkanı Ahmet Eşref Fakıbaba, basın ve
turizm camiasından geniş katılım gören Şanlıurfa
Kültür ve Turizm Tanıtım günlerinde Göbeklitepe’yle
ilgili olarak yaşanan sıkıntıları anlattı:
“Buraya gelen turlar, önce turistlere bir sıra
gecesi yaptırıp, bir de Balıklı Göl’ü gösterip
turistleri götürüyorlar. Göbeklitepe’nin değeri paha
biçilmez. Bir an önce ortak bir çalışmayla turizme
kazandırılmalı.”
Şanlıurfa Valisi Nuri Okutan da, “Göbeklitepe, tüm
dünya için oldukça önemli bir alan. Şanlıurfa’yı
turizme kazandırma yolunda da en güvendiğimiz
noktalardan biri olacak” dedi.
Toplantıda yer alan turizmciler, iki gün boyunca
gördükleri karşısında hayrete düştüklerini
gizlemeyerek aynı noktada birleşti: “Doğru bir
tanıtım yolu izlenirse, Göbeklitepe’ye Avrupa’dan
Amerika’dan turist yağar.”
Radikal, Yazı: Mehmet Özdoğan, 16.03.2010
|
BAŞKENTTE YENİ SANAT SKANDALI

Devlet Resim Heykel Müzesi’ndeki
skandalın yankıları dinmeden Ankara Hürriyet,
Başkent’teki bir başka kültür skandalının perdesini
araladı.
TCDD’yi Geliştirme ve TCDD Personeli Dayanışma ve
Yardımlaşma Vakfı’nın yaptırdığı Sakarya Meydan
Savaşı Panoraması ve Müzesi’nin altından skandallar
zinciri çıktı. TCDD Vakfı’nın çalışmalarına 2009
yılı başında başladığı müze için kurulan komisyon,
projeyi 3 milyon 100 bin TL teklifle Kültür
Bakanlığı personeli ressam Vural Yurdakul’a verdi.
Vakfa, Ulaştırma Bakanlığı ve
Genelkurmay Başkanlığı işbirliğiyle yürüttüğü
proje için Tanıtma Fonu’ndan Kültür Bakanlığı’nın
oluruyla 1 milyon 155 bin TL kaynak aktarıldı.
Ressam Yurdakul, proje kapsamında Sakarya Meydan
Savaşı ile ilgili olarak 85x15 metre ebadında asıl
panorama tablosunun yapımına yardımcı olmak üzere
savaşı detayı ile gösteren siyah beyaz, karakalem
eskizler ile beş de renkli kesin eskiz yaptı.
Anıtkabir’den alıntı
Projeyle ilgili başlatılan inceleme kapsamında
tabloları inceleyen yetkililer, dev panorama için
önerilen ve 125 bin TL ödenen siyah beyaz çizimlerin
yeni bir çizim olmayıp Anıtkabir Müzesi’ndeki
panorama ile diğer savaş bölümlerinden yan yana
kurgulanmış olduğunu tespit etti. Aynı panoramanın
kesin renkli eskizleri için TCDD Vakfı’na 350 bin TL
karşılığında beş adet yağlı boya tablosu veren
Yurdakul’un sunduğu bu tabloların da dijital baskı
üzerine boyama resimler olduğu anlaşıldı.
Tuval bezine yüksek ödeme
Müze için önerilen ve proje kabul heyetinde yer alan
Genelkurmay Sanat Danışmanı Mehmet Özel’in, bu
tablolar hakkında komisyona “yüksek sanat eseri”
diye rapor sunduğu da anlaşıldı. Yetkililer ayrıca,
dev panoramada kullanılacak olan ve maliyeti
yaklaşık 15 bin TL olan tuval bezine de 700 bin TL
ödendiğini tespit etti.
Ressam Vural Yurdakul’un KDV hariç TCDD Vakfı’ndan
aldığı 287 bin 875 TL karşılığında vakfa sunduğu beş
adet renkli kesin eskiz, şu anda TCDD depolarında
bekletiliyor.
Hürriyet, Haber: Eray Görgülü, 16.03.2010
|
İŞTE SON ŞİFRE
Ajandanıza kaydedin! Bir Vatikan uzmanı, “Leonardo Da Vinci’nin Dünya’nın sonunun 1 Kasım 4006’da geleceği öngörüsünde bulunduğunu” söyledi. Da Vinci’nin İsa’nın çarmıha gerilmeden önceki havarileriyle son buluşmasını tasvir eden “Son Yemek” tablosunu inceleyen Sabrina Sforza Galitzia, “Son Yemek” tablosunun merkezinde yer alan yarım ay şeklindeki pencerenin matematiksel ve astrolojik bir bulmaca içerdiğini söyledi.
California Üniversitesi’nde Da Vinci’ye ait el yazmalarını inceleyen, bugün de Vatikan arşivlerinde çalışan Galitzia, Da Vinci’nin, 21 Mart 4006’da “evrensel bir sel” başlayacağını, Dünya’nın sonunun da aynı yıl 1 Kasım’da geleceğini öngördüğünü iddia etti. Galitzia, Da Vinci’nin gerçek şifrelerini deşifre eden bir kitap hazırladığını açıkladı. Da Vinci, 460*880 santim ebatlarında olan “Son Yemek” tablosuna 1495 yılında başlamış, 1498’de bitirmişti. Tablo, 1978-1999 yılları arasında restorasyon görmüştü.
Milliyet, 16.03.2010
|
 |
|
ŞARHÖYÜK'E AÇIK HAVA MÜZESİ
Eskişehir Anadolu Üniversitesi (AÜ)
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi
Doç.Dr. Taciser Sivas, Şarhöyük'te kazı çalışmalarıyla
kentin ilk yerleşim yerini açık hava müzesi haline
getirmeyi hedeflediklerini söyledi.
İki yıl önce İngilizce ve Türkçe olarak yayın
hayatına başlayan Aktüel Arkeoloji Dergisi'nin mart
sayısında, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Anadolu
Üniversitesi (AÜ) adına yürütülen Eskişehir Şarhöyük
kazısı çalışmaları ve Frigya Bölgesi'ndeki Frig kaya
anıtlarının yer aldığını belirten Sivas, Şarhöyük'ün
450 metre çapı ve 17 metre yüksekliğiyle ülkede bu
büyüklükteki az kazı merkezinden biri olduğunu ifade
etti.
Doç.Dr. Taciser Sivas, buluntulara göre bölgede
kesintisiz 5 bin yıl boyunca iskan sağlandığını
saptadıklarını açıklayarak, "Kazı çalışmalarının en
önemli hedeflerinden biri, Anadolu Üniversitesi'nin
iki yerleşkesi arasında yer alan ve Eskişehir'in
kent kimliğine kavuştuğu ilk yerleşme yeri olan bu
alanı yapılan çalışmalar neticesinde bir açık hava
müzesi haline getirip, ortaya çıkartılan eserleri
Eskişehirlilere ve Eskişehir'i ziyaret eden tüm
konuklara sunmaktır" dedi.
Eskişehir Kent Haber, 16.03.2010
|
ERMENİ KİLİSESİ ONARILACAK
Sivas’ın Hafik
İlçesi’ne bağlı Tuzhisar Köyü’nde 18’inci yüzyılda
inşa edilen ancak şu anda depo olarak kullanılan
Ermeni kilisesi onarılacak.
Hafik Belediye Başkanı AKP'li Zeki Aydın
“Kültür ve Turizm Bakanımıza bu konuyu arz edeceğiz.
Kilisenin onarılması ve turizme açılması
için
elimizden geleni yapacağız” dedi. Köydeki Ermeni
kilisesinin arazi hissedarlarından biri olan
Selahattin Gül de bu yaklaşıma sıcak baktıklarını
söyledi.
Hürriyet, 16.03.2010
|
|
PANORAMİK ESERİ DEVLETE 7 KAT FAZLASINA SATMIŞLAR
Ankara Polatlı'da yer alan ve 3,5 milyon liraya mal
olan Sakarya Meydan Savaşı Panoraması hakkında
yolsuzluk iddiasıyla çifte soruşturma açıldı.
Genelkurmay sanat danışmanı Mehmet Özel'in
yürüttüğü proje için açılan soruşturmaları TCDD
Vakfı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı yürütüyor.
Uzmanlar, Başbakanlık Tanıtma Fonu'ndan sağlanan
ödenekle 3,5 milyon liraya yaptırılan panoramanın
değerinin 500 bin lirayı aşmayacağını öne sürüyor.
Soruşturma kapsamında bakanlık izni olmadan ihale
komisyonunda ve maliyet hesap tutanaklarında imzası
olan memurlar mercek altına alındı. İhaleye teklif
veren memurlar ile 3,5 milyon liralık ihaleyi alan
devlet memuru Vural Yurdakul da inceleniyor. Projeyi
yürüten, ihale komisyonunda yer alan, maliyet
hesapları ile tabloların kabul tutanaklarına imza
koyan hakkında da soruşturma açıldı. Eserin çizimi
için yapılacak ihaleye 4 teklif verilirken,
tekliflerden 3'ünü Mehmet Özel'in Güzel Sanatlar
Genel Müdürlüğü döneminde yanında görev alan
memurların verdiği görüldü. Restoratör Vural Yurdakul
dışındakilerin ise ressam olmadığı, teknik memurlar
olduğu belirtiliyor. Panorama tablosu yapım ihalesi
3,5 milyon liraya alan Yurdakul'a, devlet memuru
olmasına rağmen bugüne kadar 2 milyon lira kadar
ödeme yapıldığı ortaya çıktı. Bu arada Yurdakul'a
ödeme yapılmasına dayanak teşkil eden çalışmaların
Rus ressam Prof.Dr. Sergey Prisekin tarafından
gerçekleştirildiği de iddia ediliyor.
Zaman, 16.03.2010
|
MEKKE'DEKİ TÜRK KIŞLASI KURTARICISINI BEKLİYOR

Mekke'de bundan sekiz sene önce bir tarih ve
kültür cinayeti yaşanmış, buldozerler kutsal
topraklarda kalan en önemli Türk eserlerinden
birini, Ecyad Kalesi'ni yerle bir etmişler ve
kalenin yerine gökdelenler dikmişlerdi. Mekke'de
sadece duvarlarıyla hala ayakta kalmakta direnen
Osmanlı kışlası da şimdi Ecyad'ın akıbetine
uğrayacağı günü bekliyor. Çok yakında yıktırılacak
olan kışlanın yerinde bir otel yahut otopark inşa
edilecek.
Mekke'de bundan sekiz sene önce meydana gelen bir
tarih cinayetinin benzeri, çok yakında yaşanacak.
Sultan Abdülhamid tarafından Kabe'nin birkaç yüz
metre ilerisinde yaptırılmış olan ve bugün harap
halde bulunan Türk kışlası, Suudi yönetiminin
kararıyla 2002 Ocağında yıktırılan Ecyad Kalesi gibi
ortadan kaldırılıp otopark veya otel haline
getirilecek.
Arabistan'daki Türk hakimiyetinin son döneminde
kışla olarak kullanılan bina, 1890'lı yıllarda
İkinci Abdülhamid tarafından fakir hacılara
mahsus bir misafirhane olarak inşa ettirilmişti.
İnşaat, Abdülhamid'in Mekke'nin baştan aşağı
elden geçirilmesini, eskiyen altyapısının
yenilenmesini ve Kabe'nin sellerden korunması için
yeni su yolları inşa edilmesini içerisine alan bir
projenin parçasıydı.
Misafirhane, birkaç yüz hacıyı barındıracak şekilde
yapılmıştı. Abdülhamid'in iktidarı boyunca
dünyanın dört bir tarafından Mekke'ye giden fakir
hacılar bu binada para vermeden kaldılar ve yemek
masrafları da, hükümdarın bu iş için ayırdığı
ödenekten karşılandı.
1908'de İkinci Meşrutiyet'in ilanı, bir yıl sonra
Sultan Abdülhamid'in tahtından indirilmesi ve
Mekke'nin bazı isyancı kabileler tarafından tehdit
edilmesi üzerine, misafirhane kışla haline
getirildi. Bazı birliklerimiz Birinci Dünya
Savaşı'nın ortalarına kadar burada kaldılar ve
Şerif Hüseyin'in başlattığı isyanın başarıya
ulaşması üzerine, diğer müstahkem mevkilerle beraber
kışlayı da terkettik.
Türk birliklerinin Mekke'den çekilmeleri sırasında
hüznün yanısıra büyük acılar da yaşandı:
Mekke Şerifi Hüseyin, Osmanlı
İmparatorluğu'na karşı başlattığı isyanı, Türkler'i
hedef alan cihad fetvasını yayınlamasından önce,
1916'nın 10 Haziran sabahının erken saatlerinde
tabanca ile duyurdu: İsyanını, Mekke'deki konağının
penceresinden dışarıya bir el ateş ederek ilan etti.
Konağın etrafı bir anda 5 bin kadar isyancı ile
doldu ve gelenler Mekke'deki Türk karakollarına ateş
etmeye başladılar.
Mekke'deki Türk birliklerinin olup bitenlerden
habersiz bulunan kumandanı, karargahından telefonla Şerif Hüseyin'in konağını aradı; isyanı
bizzat ayaklanmanın liderinden öğrendi ve Şerif
Hüseyin, Türk askerlerinin derhal teslim
olmalarını istedi.
Kumandanın isteği reddetmesi üzerine yoğun bir
çatışma başladı.
Ertesi gün Kabe'nin hemen yanı başındaki Safa
mevkiinde bulunan Başkarakol, isyancı Beni Haşim
kabilesinin eline geçti. Ertesi gün Hamidiye'deki
valilik binası işgal edildi, vali muavini
karakollardaki askerlerden teslim olmalarını istedi
ama subaylar yine reddettiler.
Mekke'deki çatışmalar tam 24 gün boyunca devam etti.
İsyana karşı direnişin sürdüğü Cirval Kışlası'nın da
4 Temmuz 1916 günü Şerif Hüseyin'in
birliklerinin eline geçmesi üzerine, Mekke'de 399
senelik Türk hakimiyeti sona erdi.
Çok yakında yıktırılması ve yerine bir otelin yahut
bir otoparkın inşa edilmesi beklenen kışla binası,
Mekke'deki savunmamızın bugüne kadar ayakta
kalabilen tek ve son sembolüdür.
Dışarıdan bakıldığında sağlam gibi görünen binanın
içi tam bir harabe halinde, bazı kısımlarında ise
artık sadece dış duvarlar bulunuyor. Binanın
girişindeki salonun çatısı şimdilik yerinde ama ana
çatı çok daha önceden çökmüş, Mehmetçiğin bir
zamanlar talim yaptığı arka avlu çöplük niyetine
kullanılıyor, avlunun henüz çöp dökülmemiş
köşelerini ise yer yer yabani otlar bürümüş.
Kutsal topraklarda dört asır devam etmiş olan
varlığımızın son sembolü olan bu bina çok yakında
Kabe'nin hemen yanı başındaki Ecyad Kalesi'nin
akıbetine uğrayacak, yani yerle bir edilecek.
Bu yazıyı Türk kışlasının son durumunu Türkiye'deki
resmi kurumları veyahut Diyanet Vakfı gibi mali güce
sahip kuruluşları haberdar etmek için yazdım. Malum,
Suudi Arabistan ile aramız bugünlerde pek iyi,
dostluğumuz ve kardeşliğimiz mükemmel... Dolayısıyla
birileri binayı Kral Abdullah'tan istese ama
öyle beleş, hediye yahut lütuf olarak değil,
parasını ödeyeceğimizi vurgulayarak talep etse,
talep kabul edildiği takdirde kışlayı iyice bir
elden geçirsek, ilk haline getirip en azından
hacılarımız için misafirhane olarak kullansak...
Hem bize layık olanı yapmış, hem de kışlada 1916
Haziran'ında can veren askerlerimizin ruhlarını şadetmiş oluruz...
'Ecyad Kalesi'ni aynen yapacağız' deyip yerine
gökdelenler diktiler
Mekke'de 3 Ocak 2002 günü bir tarih ve kültür
cinayeti işlenmiş, Kabe'nin hemen yanıbaşında
bulunan ve iki asır boyunca Türk birlikleri
tarafından muhafaza edilen Ecyad Kalesi
buldozerlerle yerle bir edilmişti.
Kale, Kabe'nin revaklarıyla beraber Mekke'de
zamanımıza gelebilmiş son Türk eserlerinden biri idi
ve Arap yarımadasının elimizden çıktığı Birinci
Dünya Savaşı'na kadar, birliklerimiz tarafından ana
garnizon olarak kullanılmıştı.
Suudi yönetimi kaleyi yıkıp yerine bir gökdelen inşa
etmeyi önce 1980'de denedi, hatta projeden
Türkiye'yi haberdar bile etti ama Ankara her nedense
tepki göstermedi. Yıkımdan, Pakistan'ın o yıllardaki
lideri Ziya ül Hakk'ın "Bu kalenin sahibi
İslam Tarihi'dir, yıkılması tarihe saygısızlık
olur'' diye araya girmesi üzerine vazgeçildi.
Derken, 2002'ye gelindi. Türk Dışişleri'ne kalenin
yıkılacağı yolunda bazı haberler ulaşmış, Suudi
tarafı ile temas edildikten sonra "bakanlığın
girişimleri sayesinde yıkımın durdurulduğu"
açıklanmış, hatta "kalenin korunmasına karar
verildiği" için Suudi tarafına üstüne üstlük bir
de teşekkür edilmişti.
Diplomatlarımız böylesine derin bir uykuda oldukları
sırada, Suudiler 2002'nin 3 Ocak günü Ecyad
Kalesi'ni buldozer kepçeleriyle yerle bir ettiler.
Söylemesi belki tuhaf olacak ama, yazılarımla ve
televizyonlarda yaptığım konuşmalarla ortalığı ayağa
kaldırdım. Ankara ile Riyad arasında diplomatik bir
kriz çıktı, Suudi tarafı Ecyad meselesinin
"içişleri" olduğunu ileri sürdü, hatta daha da
küstah bir ifade kullanarak "Tarihten söz
edebilecek son ülke Türkiye'dir ve önce Ermeni
meselesini halletmesi gerekir" gibisinden
açıklamalar bile yaptı.
Yıkıma uluslararası kültür örgütlerinin de karşı
çıkması üzerine, yalanlar birbirini takip etti.
Suudiler kalenin Kral Fahd'ın emriyle
yıktırıldığını duyurdular ve "Ecyad'ın bulunduğu
alana hacıların ihtiyacı olan bazı binalar inşa
edilecek, kale de aynı şekilde tekrar yapılacak"
dediler ama birkaç ay sonra, bütün bu söylenenlerin
tam aksi yaşandı.
Önce, Ecyad'ın kimin ve neyin uğruna yerle bir
edildiği ortaya çıktı: Suudi Arabistan'ın o zamanki
kralı Fahd'ın en küçük oğlu Abdülaziz
işadamı olmuş, kalenin bulunduğu tepeye gökdelenler
dikmek istemiş, Fahd da en sevdiği karısından
olan küçük oğlunun hevesini kıramamıştı.
Kalenin yerine, birkaç sene içerisinde Kabe
manzaralı gökdelenler dikildi; inşaatı da
Amerika'nın senelerden buyana dünyanın dört bir
yanında aradığı Usame bin Ladin'in ailesine
ait olan "Ben Laden Construction Group"
adındaki Suudi şirketinin öncülüğünde kurulan bir
konsorsiyum yaptı. "Zemzem Kulesi" adını
taşıyan gökdelenlerden birindeki daireler 24
yıllığına devremülk olarak, dönem fiyatları 5 bin
972 dolar ile 284 bin 273 dolar arasında değişen
meblağlardan satışa çıktı, üstelik İstanbul'da
faaliyet gösteren bir Türk şirketi, bazı daireleri Türkler'e de satma başarısını gösterdi!
Zemzem Kulesi'ndeki devremülklerin sahipleri, şimdi
Kabe'yi metrelerce tepeden seyrediyorlar...
Habertürk, Yazı: Murat Bardakçı, 15.03.2010
|
ST PETERSBURG'UN 100 YILLIK CAMİSİ

Rusya'nın Batıya açılan penceresi olarak
adlandırılan
ve 1703
yılında Çar Petro tarafından kurulan St Petersburg
şehrindeki tarihi cami, inşasının 100. yıldönümünü
kutluyor.
Rusya İmparatorluğu’nun başkenti St Petersburg’da
cami yapılmasına 2. Nikolay’ın izin vermesi ardından
1910 yılında kentin merkezinde Petro Kalesi’nin
hemen karşısındaki
bir
arazide temeli atılan cami, 1913 yılında
tamamlandığında zamanın Avrupa’daki en büyük camisi
sayılıyordu.
Kule şeklinde 49 metre yüksekliğinde iki minaresi,
39 metre yüksekliğinde turkuaz
renkli
çinilerle süslü kubbesi ile dikkat çeken caminin
inşası, akademisyen Aleksander Von Gogen gözetiminde
mimar Nikolay Vasilev ve mühendis Stepan Kriçinski
tarafından gerçekleştirildi. Orta Asya’dan birçok
usta ve çini sanatkarının da görev aldığı St
Petersburg Camisi, Semerkand’da Timurleng’in
türbesinin bulunduğu Guri Emir Camisine
benzerliğiyle dikkat çekiyor.
St Petersburg Camisi’nin 100. kuruluş yıldönümü
yarın camide yapılacak konferans ve törenle
kutlanacak. Törene, Rusya Cumhurbaşkanlığı ve
Parlamentodan temsilciler, St Petersburg kentinin
önde gelenleri, din adamları, Müslüman ülkelerin
büyükelçiliklerinden temsilciler katılacak.
34 yıldır caminin imamlığını da yapan St Petersburg
müftüsüsü Cafer Nasibullahoğlu, ikinci
dünya
savaşında depo olarak kullanılan ve kapatılan
caminin 1955 yılı sonunda tekrar açıldığını
belirtti.
Müftüye göre caminin yeniden ibadete açılmasında
Endonezya’nın
ilk
Cumhurbaşkanı Sukarno’nun kente yaptığı ziyaret
etkili olmuş. Müftü Cafer Nasibullahoğlu, şunları
söyledi:
"Endonezya Cumhurbaşkanı, Rusya’ya resmi ziyareti
çerçevesinde o zamanki adıyla Leningrad’a gelmiş ve
aracının içinden camiyi görmüş ve ziyaret etmek
istemiş. Ancak cami kapalı olduğu için, gezi
programında yer almadığı gerekçesiyle camiye
götürülmemiş. Moskova’ya döndüğünde Kremlin’de
kendisine Leningrad kentini beğenip beğenmediğini
sormuşlar. O da iki gün kaldığı Leningrad’ı hiç
göremediğini söyleyerek, caminin gösterilmeyişinden
yakınmış ve bu caminin tekrar açılması ricasında
bulunmuş. Daha sonra Rusya ziyareti gerçekleştiren
Hindistan Başbakanı Jawaharlal Nehru’nun da aynı
yönde talepte bulunduğu söyleniyor. Bunun üzerine
Kremlin, camiyi 18 Ocak 1956 tarihinde tekrar
Müslümanlara vererek ibadete açılmasına izin verdi."
Müftü, Endonezya Cumhurbaşkanı Sukarno’nun kızı ve
ülkenin 5. Cumhurbaşkanı Megawati Sukarnoputri’nin
de camiyi ziyarete geldiğini ve tek bir ağaçtan oyma
yapılarak işlenmiş, ayetlerin yer aldığı bir büyük
bir tablo hediye ettiğini belirtti.
St Petersburg Camisi yapıldığında kentte 8 bin
dolayında Müslüman bulunduğunu anlatan Müftü, şu
anda ise 5 milyon nüfuslu kentte resmi veri
olmamakla birlikte 600 ile 700 bin dolayında
Müslüman yaşadığını kaydetti ve beş bin kişiyi
alabilecek kapasitedeki caminin yeterli gelmediğini,
ikinci bir cami daha yaptıklarını anlattı.
Camide, Cuma günleri hutbenin önce ayet ve hadis
kısımlarının Arapça olarak okunduğunu, arkasından
Tatar dilinde ve Rus dilinde devam ettiğini belirten
Müftü Cafer Nasibullahoğlu, "Tatarca kendi dilimiz,
bunu Özbekistan, Kazakistan gibi ülkelerden gelen
Müslümanlar da anlıyor ancak başka milletlerden olan
Müslümanlar, mesela Kafkaslardan gelenler Türk
dilini, Tatar dilini anlamıyor, o yüzden Rusça
kullanıyoruz" diyor.
St Petersburg kentinde, çoğunluğu Tatarlar olmak
üzere, Azeri, Kazak, Özbek, Kırgız, Tacik, Çeçen,
Arap gibi toplam 22 değişik milletten Müslüman
yaşadığını kaydeden Müftü Cafer Nasibullahoğlu,
Ruslarla ilişkiler konusunda şöyle konuştu:
"Atalarımız bu kent ilk kurulmaya başladığından
itibaren buraya davet edilmişler. 310 yıldır burada
yaşıyoruz. Müslümanlar, Ruslar, Yahudiler, Budistler
bir arada yaşıyorlar ve tarihimizde hiçbir zaman
başkalarıyla bir kavga, çatışma olmamış."
1976 sonunda camide göreve başladığını belirten
Müftü Cafer Nasibullahoğlu, "34 yıl önce geldiğimde
cami bu halde değildi. Kubbenin dış yüzeyindeki
çinilerin hepsi dökülmüştü. Cami, 1980’de büyük
tamir gördü ve o zamanlar hem St Petersburg meclisi
hem de Cumhurbaşkanı Putin’den epey yardım aldık"
dedi.
Radikal, 15.03.2010
|
SULTANAHMET'TEKİ MÜZE ARAZİSİ ÇAY BAHÇESİ OLDU
Milli Emlak Dairesi Başkanlığı'nın
Sultanahmet'te müze yapılması için tahsis ettiği
arsaya çay bahçesi yapıldı.
Bundan altı yıl önceydi... Eminönü Belediyesi,
Sultanahmet Camii'nin hemen yakınında bulunan, ancak
gecekondular tarafından işgal edilen Hazine'ye ait
yeşil alana talip oldu. Milli Emlak Dairesi
Başkanlığı ise, arazinin kültür merkezi ve taş
eserlerin sergileneceği açık müze yapılması kaydıyla
belediyeye tahsisine izin verdi. Belediye, bu şartı
kabul ederek denize nazır araziyi aldı. Arsadaki
gecekondular kısa süre içinde tahliye edildi. Çevre
sakinleri, arazinin kültür merkezi ve müze olmasını
bekliyordu ki ilginç bir gelişme oldu. Arazi, ani
bir karar değişikliğiyle otopark olarak kiraya
verildi.
Arazi, uzunca bir süre otopark olarak kullanıldı.
Eminönü Belediyesi'nin kapatılıp bölgenin Fatih
Belediyesi'ne bağlanmasıyla, bu kez de, üzerindeki
ahşap binayla birlikte özel şahıslara tahsis edildi.
İşletme hakkını alanlar ise, izin almadan çivi bile
çakmanın yasak olduğu arazideki ahşap binayı yıkıp,
yerine çelik konstrüksiyondan çay bahçesi yapmaya
başladı. Müze arazisinin çay bahçesine
dönüştürülmesine karşı çıkan, arazinin altında
Bizans Sarayı kalıntıları olduğunu iddia eden çevre
sakinleri ayaklandı, inşaatın durdurulmasını istedi,
ancak sonuç alınamadı.
Habertürk, Haber: Ercan Sarıkaya,
15.03.2010
|
TARİHİ BÜYÜK OTEL'İN RESTORASYONU BİTİYOR
Kaplıcalarıyla ünlü Yalova'nın Termal
İlçesi'nde,
1907'de inşa edilen, Cumhuriyet'in kuruluşunda
önemli olaylara tanıklık eden, Mustafa Kemal
Atatürk'ün sık sık ziyaret ettiği tarihi Büyük Otel
ve Gazino'nun restorasyonunda son aşamaya gelindi.
Tarihi Büyük Otel ve Gazino, 1980'den sonra adeta
kaderine terk edildi. İşlevsiz kaldığı yaklaşık 30
yıllık süreçte, iki yapı da gerek bakımsızlık
gerekse fiziksel etkiler yüzünden harabe haline
geldi. Tamamı ahşap olduğu için muhtemel bir
yangında büyük tehlike oluşturabilecek tarihi
yapılar için ilk adım, 2 yıl önce atıldı. Sağlık
Bakanlığı'ndan, 2007'de Termal Belediyesi'ne
devredilen tarihi yapılar için 25 Nisan 2008'de
restorasyon ihalesi yapıldı. Aslına sadık kalınarak,
tamamen ahşap malzemeyle yapılan iki tarihi binanın
kaba inşaatının tamamlandığını belirten restoratör
firma yetkilileri, şöyle konuştu: "Geçmiş dönemde
çekilmiş fotoğraflardan da yararlanılarak
hazırlanmış olan projelere uygun olarak binaların
bire bir aynısını yaptık. Çalışmalarda sona gelindi.
3-4 ay içerisinde tesis hizmete girmeye hazır hale
gelecek."
Zaman, 15.03.2010
|
17 YIL SONRA KALDIĞI YERDEN AYASOFYA

Ayasofya Müzesi'nin içindeki 181 tonluk iskelenin
son parçaları da söküldü. Müze restorasyonu nihayet
bitti. İstanbul Life, mart sayısında konuyu
sayfalarına taşıdı.
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti'yle ilgili
çalışmalar devam ediyor. Bu çalışmaların en
önemlilerinden biri de Ayasofya'daki
restorasyonlarının tamamlanması. İstanbul 2010
Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, 2009 yılının ocak
ayında başlattığı kapsamlı restorasyon
çalışmalarıyla, İstanbul'un köklü tarihinin bin 500
yılına tanıklık etmiş, yazılı tarihin
kaydedemediklerini duvarlarında taşıyan Ayasofya'nın
öyküsünü önümüzdeki nesillere aktarmayı amaçlıyor.
Bu çalışmalar kapsamında geçtiğimiz ay, 17 yıldır
Ayasofya Müzesi'nin içinde bulunan 181 ton
ağırlığındaki demir iskelenin son parçaları söküldü.
Restorasyon çalışmaları sürerken bulunan ‘Serafim
figürü', müzeyi yeniden dünya gündeminin üst
sıralarına taşımış, Ayasofya'nın derin tarihini bir
kez daha gözler önüne sermişti. İstanbul 2010 Avrupa
Kültür Başkenti Ajansı'nın Ayasofya'daki
çalışmalarının ikinci aşamasını ise, galeri katının
onarımı oluşturuyor. Ayrıca, I. Mahmut Kütüphanesi,
I. Mahmut Şadırvanı ve Sıbyan Mektebi'nin
restorasyonları da çalışmalar arasında yer alıyor.
Üzerlerinde 'Hz. Allah, Hz. Muhammed, Hz. Ebubekir,
Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz.
Hüseyin' isimlerinin yazılı olduğu, 7.5 metre
çapındaki dünyanın en büyük hat levhaları kabul
edilen sekiz levhanın konservasyonu ve
restorasyonuyla Ayasofya'nın iç mekan aydınlatmasını
sağlayan kandilliklerin restorasyonu da ajansın
çalışmaları kapsamında. Ayrıca, Ayasofya Bilim
Kurulu'nun denetiminde gerçekleştirilecek cephe
restorasyonuyla uzun yıllardır yapıya zarar veren
çimento esaslı derzler ve sıvalardan yapı
arındırılacak.
Restorasyonda gerçekleştirilen çalışmalar
- 520 metrekare genişliğinde, 55 metre yüksekliğinde
ve 181 ton ağırlığındaki çelik iskele söküldü.
- Ana kubbe kuzeydoğu çeyreğinde yaklaşık 500
metrekare bezemeli yüzeylerde yer alan mozaik ve
mozaik taklitlerinin restorasyonu gerçekleştirildi.
- Bu çalışmalar esnasında müzenin kuzeydoğu
kubbesinde yer alan, 160 yıl sonra gün yüzüne
çıkarılan ve 700 yaşında olduğu tahmin edilen altı
kanatlı melek yüzü Serafim ortaya çıktı.
- Ayasofya iç narteks tonoz yüzeylerinde bulunan
yaklaşık 600 metrekare mozaik ve mozaik taklidi
yüzeylerde konservasyon ve restorasyon
gerçekleştirildi.
- Mozaikleri Justinianus dönemine ait iç nartekste
uzun yıllar sonra ilk defa bir restorasyon ve
konservasyon çalışması başlatıldı.
Milliyet Cadde, Haber: Burcu Özbek, 15.03.2010
|
ÇÖLDEN CADDE ÇIKTI
Mısır’ın antik
Luksor kentinde kazı yapan
Mısırbilimciler, binlerce yıldır kumların altında
yatan “Sfenksler Caddesi”ni ortaya
çıkardı. Dünyanın en büyük dini ayin geçidi caddesi
olma özelliğini taşıyan yolda
yüzlerce
sfenks bulunuyor. Dini törenlerin
gerçekleştirildiği iki büyük tapınakla bağlantılı
olduğu düşünülen üç bin yıllık sfenkslerin ilk
bölümü, önümüzdeki haftalarda ziyarete açılacak.
Ancak kimi yabancı uzmanlar, proje için kullanılan
ağır iş makineleri ve buldozerlerden şikayetçi.
Mısırlı yetkililerin korkusundan ismini veremeyen
Amerikalı bir arkeoloğun iddialarına göre, kazı
aceleye getirildi. Arkeolog, olayı rezalet olarak
tanımlayarak “Burayı turizme açabilmek için çok
acele ettiler, çok özel bazı yapılar kasten yok
edildi. Bu yerin ruhunu katlettiler” diye konuştu.
Milliyet, 15.03.2010
|
|
MARMARAY-METRO KURTARMA KAZILARI KİTAPLAŞTI

İstanbul 2010
Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın sponsorluğunda,
İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ve İstanbul
Arkeoloji Müzeleri’nce yayına hazırlanan “İstanbul
Arkeoloji Müzeleri 1. Marmaray –Metro Kurtarma
Kazıları Sempozyumu Bildiriler Kitabı”,
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Yürütme
Kurulu Başkanı Şekib Avdagiç ve
İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürü
Prof.Dr. Ahmet Emre Bilgili’nin ev sahipliğinde,
22 Mart 2010 Pazartesi günü, İstanbul İl Kültür ve
Turizm Müdürlüğü, Alay Köşkü binasında, saat
17.30’da düzenlenecek bir toplantı ile kamuoyuna
sunulacak.
8500 yıllık gizemin kitabı
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Kültürel
Miras ve Müzeler Direktörlüğü ile İstanbul Arkeoloji
Müzeleri işbirliğiyle hazırlanan ve İstanbul’un 8500
yıllık gizemli arkeolojik tarihini kapsamlı bir
içerikle belgeleyen kitabın editörlüğünü İstanbul
Üniversitesi Sualtı Kültür Kalıntılarını Koruma
Anabilim Dalı Başkanı
Yrd. Doç.Dr. Ufuk
Kocabaş, koordinatörlüğünü İstanbul
Arkeoloji Müzeleri Vekil Müdürü
Zeynep
Kızıltan yapıyor.
Sadece 600 adet bastırılan
kitapta
bildirileriyle yer alan yazarlar şöyle
sıralanıyor: Oya Algan, Hasan Alpak, Bedri Alpar,
Altan Armutak, Selim Balcısoy, Sait Başaran, Ümit
Çelik, Günhan Danışman, Feza Demirkök, Emel Oybak
Dönmez, Elmas Kırcı Elmas, Yalçın Eyigün, Cem
Gazioğlu, Metin Gökçay, M. Ece Işık, İsmail Karamut,
Ahmet Emrah Kavlak, Ceren Kayalar, Zeynep Kızıltan,
Ufuk Kocabaş, Işıl Özsait Kocabaş, Vedat Onar, Demet
Ongan, Hadi Özbal, Mehmet Özdoğan, Uzlifat Özgümüş,
Kurultay Öztürk, Gülsün Pazvant, Doğan Perinçek,
Erol Sarı, Otto Spaargaren, Denizhan Vardar, M.
Namık Yalçın, Özlem Bulkan Yeşiladalı, İsak Yılmaz,
Yücel Yılmaz.
Kitabın içeriği
“İstanbul Arkeoloji Müzeleri 1. Marmaray –Metro
Kurtarma Kazıları Sempozyumu Bildiriler Kitabı”,
Marmaray Tüp Geçit Projesi ile Metro Projesi
çalışmaları sırasında, 2004’te ortaya çıkan
arkeolojik buluntular ışığında İstanbul’un 8500
yıllık süreçte geçirdiği kültürel, sanatsal ve
jeolojik değişimi ele alan Marmaray – Metro Kurtarma
Kazıları Sempozyumu’nda sunulan gemi ve tekne
arkeolojisi, kent arkeolojisi, jeo-arkeoloji, osteo-arkeoloji,
arkeo-botanik, sanat tarihi, deniz ticareti,
filoloji ve dendrokronoloji konularındaki makaleleri
kapsıyor.
Marmaray ve Metro Projeleri kapsamında yapılan
kazılarda gün ışığına çıkarılan taşınır ve taşınmaz
kültür varlıklarının doğru yorumlanması ve doğru
bilgiye ulaşılması için birçok üniversitenin ilgili
bölümleri ve konularında uzman akademisyenlerle
birlikte çalışılıyor.
Ulaşım sorununun çözümünden tarihe yolculuk
İstanbul’un ulaşım sorununa çözüm üretebilmek, kent
yaşamının sağlıklı yürümesini sağlayabilmek ve aynı
zamanda kentin doğal, tarihi özelliklerini
koruyabilmek amaçlarıyla Ulaştırma Bakanlığı
tarafından başlatılan Marmaray Projesi ile İstanbul
Büyükşehir Belediyesi’nin başlattığı Metro
Projesi’nin Tarihi Yarımada’da kalan Yenikapı,
Şehzadebaşı ve Sirkeci ile tarihi dokuya sahip
Üsküdar’da sürdürülen ve büyük bir bölümü tamamlanan
arkeolojik kazılar; İstanbul Arkeoloji Müzeleri
başkanlığında ve müze uzmanlarının sorumluluğu
altında, ilgili alanlardan dahil olan uzman
ekiplerce yürütüldü.
Bu çalışmalarda Yenikapı kazı alanında açığa
çıkartılan Theodosius Liman kalıntıları, tekneler,
Neolitik yerleşme; Sirkeci ve Üsküdar’da tespit
edilen Osmanlı ve Bizans mimari kalıntıları ile bu
kalıntılar altında bulunan Arkaik Klasik,
Hellenistik
ve Roma Dönemlerine ait buluntular kent tarihinin
yanı sıra dünya kültür tarihine de çok önemli
katkılarda bulunuyor.
Yapı, 15.03.2010
|
BERTA KÖPRÜSÜ'NDE HES PROTESTOSU

Artvin'de, HES
karşıtlarının "Nehirlerimize ve Sularımıza Sahip
Çıkalım" protestosu Berta Köprüsü üzerinde
gerçekleştirildi. Protesto gösterisine Erzurum’dan
çok sayıda sivil toplum üyesi de katıldı.
Protesto gösterisini Yeşil Artvin Derneği, Derelerin
Kardeşliği Platformu ve Türkiye Su Meclisi organize
ederken, çok sayıda Artvinli de protestoya destek
verdi.
Yeşil Artvin Derneği Yönetim Kurulu Üyesi
Bedrettin Kalın, Çoruh ve dereleri için Rize ve
Erzurum'dan gelen ve kendilerine destek veren 58
sivil toplum örgütü adına açıklama yaptığını
söyledi. Suyun, sanılanın aksine sınırlı bir kaynak
olduğunu anlatan Kalın, şöyle konuştu: "Bu nedenle
günümüzde su kaynaklarının etkin kullanımı ve
yönetimi en önemli problemlerden birini oluşturur.
Türkiye, kuraklık ve beraberinde meydana gelebilecek
hastalıklar için tehlikeli yıl olarak görülen
2025'te su sıkıntısı çekecek ülkeler arasında
gösterilmektedir. 'Su berekettir, sudan elde edilen
enerji temiz enerjidir, dünyanın en temiz, verimli
enerjisidir' şeklinde lanse edilen HES'lerin yapım
aşamasında akarsuya karışan betonarme ve yan katkı
kimyasalları, dere yatağına moloz dökümü ve binlerce
beton hafriyat nedeni ile işletme aşamasında
akarsuyun akış dengesinin ortadan kalkması sonucu
sucul, yarı sucul organizmalar ve ekosistemlerin yok
olması nedeniyle, birer çevre felaketi olduğu
görmezlikten gelinmektedir.Enerji üretiminde
kullanılacak kaynakların seçiminde çevresel etki
değerlendirmesi her geçen gün daha belirleyici hale
gelmektedir. Ancak, yapılan HES projelerinde
hazırlanan ÇED'ler, sadece ruhsat alınan HES alanı
için yapılıp havzaya etkisi irdelenmemektedir.
Mevcut ÇED uygulamaları zaten yeterince duyarlı
hazırlanmamakta, özellikle en çok zarar gören akarsu
ekosistemi ya hiç ya da çok az irdelenmektedir.''
Bedrettin Kalın, tarihi Berta Köprüsü'nün de
Deriner Barajı'nın göl havzasında sular altında
bırakılmak istendiğini belirterek köprünün onlarca
tarihi eser gibi yok olma tehlikesiyle karşı karşıya
olduğunu söyledi.
Açıklamanın ardından davul zurna eşliğinde halay
çeken katılımcılar, kollarına kırmızı kurdele
takarken araçlarına da değişik pankartlar ve yazılar
yazdı. Çoruh Nehri'ne siyah çelenk bırakılırken,
jandarma ekiplerinin yoğun güvenlik önlemi aldığı
protesto gösterisi olaysız sona erdi.
Erzurum Gazetesi, 15.03.2010
|
|
BU TABLO 1 MİLYON LİRAYA ALICI BULDU
Alif Art
Antikacılık A.Ş. tarafından düzenlenen “Bahar
Müzayedesi”nde 500 bin liraya satışa sunulan Şeker
Ahmet Paşa’nın “Natürmort” tablosu, 1 milyon 350
liradan alıcı buldu.
Müzayedede
ayrıca, 250 bin liradan satışa çıkarılan “Edirne
Kari Celi Muhakkak Besmele” 350 bin liraya, 280 bin
liradan satışa çıkarılan tuğralı gümüş aşurelik 300
bin liradan, 225 bin liradan satışa çıkarılan
“Osmanlı tombak -bir çift sahan” açılış fiyatından
alıcı buldu. Bu arada, müzayedeye katılan komedyen
Cem Yılmaz 12 tablo satın aldı.
Türkiye Gazetesi, 15.03.2010
|
YÜZBAŞI DİMİTROYATİ'NİN MEZAR TAŞI, HAYAL ÜRÜNÜ
OLDUĞU GEREKÇESİYLE KALDIRILDI
Her cephesinde, her
siperinde ayrı ayrı kahramanlıkların yaşandığı
Çanakkale Savaşı'nda Mehmetçikler ile birlikte
mücadele eden ve hayatını kaybeden az sayıdaki gayri
müslimlerin sembolü olan Alay Tabibi Yüzbaşı
Dimitroyati'nin isminin yazılı olduğı mezar taşı,
hayal ürünü olduğu gerekçesi ile 57. Alay
Şehitliği'nden kaldırıldı.
Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı içerisinde
yer alan kanlı sırt bölgesine yaklaşık 20 yıl önce o
dönemin hükümeti tarafından yaptırılan 57. Alay
Şehitliği'nde ziyarete gelenlerin en çok dikkatini
çeken ve üzerinde 'Alay Tabibi Yüzbaşı Dimitroyati'
yazan mezar taşının başında hatıra fotoğrafı
çektiren vatandaşlar, mezar taşının yerinden
söküldüğünü görünce hayrete düştü.
Çanakkale Savaşı'nı 7 düvele karşı Kürdü, Lazı,
Çerkezi ve gayri müslimleriyle Osmanlı'nın
kazandığını, gelen ziyaretçilere büyük bir gurur ile
anlatan ve ziyaretçileri Rum vatandaşı
Dimitroyati'nin mezar taşının başında toplayan
rehberler, 20 yıldır alay şehitliğinde duran ve
sembol haline gelen mezar taşının kaldırılmasına
tepkili.
Bölgede yapılan işlerden bihaber olduklarını
kaydeden rehberler, şehitlikle ziyaretçiler arasında
köprü durumunda olduklarını, bölgede yapılan
değişikliklerden en son kendilerinin haberdar
edildiğini, son yaşanan olayda mezar taşının
kaldırıldığını ziyaretçilerden öğrendiklerini
söyledi.
Yaptıkları araştırmalarda, Dimitroyati'nin mezar
taşının Tarih Kurulu'nun yaptığı araştırma
sonrasında böyle bir ismin savaşta yer almadığının
tespit edilmesi üzerine kaldırıldığını hatırlatan
Alan Kılavuzlarından Hikmet Toylan, 57. Alay
Şehitliği yapılırken bu konunun neden
araştırlmadığını ve neden 20 yıl sonra araştırılma
ihtiyacı hissedildiğini merak ettiklerini sordu.
Çanakkale Savaşı'na katılmış ve hayatını
kaybetmiş onlarca gayri müslim olduğunu vurgulayan
Toylan, Dimitroyati isminin o insanların sembolü
olduğunu, bu nedenle mezar taşının yerinden
kaldırılmasının kendilerince doğru bulunmadığını
ifade etti. Dimitroyati yazılı mezar taşının artık
fotoğraflarda anı olarak kaldığını vurgulayan Toylan,
aynı yere şehit Mehmetçiklerden birisi olan 'Çetmi
Alioğlu İbrahim 1893-22 yaşında' yazılı mezar
taşının konulduğunu, bu durumdan habersiz olan bir
çok ziyaretçinin şehitlikte diğerlerinden farklı
olan Dimitroyati mezar taşını aradığını ifade etti.
57. Alay'ın en küçük erinden en sorumlu
komutanına kadar tüm askerlerinin şehit düştüğünü ve
Dimitroyati için bir de Çanakkale Savaşı'nı anlatan
kitaplarda yer alan hikaye bulunduğunu belirten
Toylan, "57. Alay'ın kapısından içeri girildiğinde
sağ ve sol taraflarında alayın şehit komutanlarının
isimleri bulunmaktadır. Sağ taraftaki adada ilginç
bir komutan ismi var. Bu kişi, Yüzbaşı Dimitroyati,
57. Alay doktorudur. Savaş devam ederken Dimitroyati
ağır yaralanmış ve başında Ali Çavuş o sırada
Dimitroyati Ali Çavuşa der ki, 'Bak ben ağır
yaralandım her an ölebilirim. Sakın bana gavur,
mavur deyip beni sizinkilerin yanından ayırma' der.
İşte Osmanlı'nın milletleri nasıl birleştirdiğini ve
devlete hizmet eden vatandaşlar haline getirdiğine
ilginç bir örnek Yüzbaşı Dimitroyati. Daha önceden
burayı gezdirdiğim bazı ziyaretçiler beni arayarak
anlattığınız Dimitroyati'nin mezarı şehitlikte yok
dediler. Ben de onlara yanlış yere bakıyorsunuzdur
dedim. Ben de meraklandım ve baktığımda mezar
taşının kaldırıldığını ve yerine başka bir
şehidimizin isminin yazılı olduğu mezar taşının
konduğunu gördüm." diye konuştu.
Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı'nın bağlı
olduğu Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, alayda
olmayan birin orada varmış gibi göstermenin bir
anlamı olmadığını ve daha önce yapılmış olan bir
yanlışın kurul tarafından bugün için düzeltildiğini
söyledi.
Zaman, 15.03.2010
******
DİMİTROYATİ ÇANAKKALE'DE
DEĞİL, ERZURUM'DA ÖLDÜ

Çanakkale'de 20 yıl önce yaptırılan 57'nci Alay
Şehitliği'nde bulunan "Alay Tabibi Yüzbaşı
Dimitroyati" yazılı mezar taşının kaldırılması,
tartışmaları da beraberinde getirdi. Aynı zamanda
Gelibolu Milli Parkı Danışma Kurulu üyesi de olan ve
12 yıldır Çanakkale Savaşları üzerine araştırmalar
yapan Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Tarih Bölümü
öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Burhan Sayılır, mezar
taşının kaldırılması kararının isabetli olduğunu
savundu. Sayılır, Mazhar Osman ve Kemal Özbay'a ait
arşivler ile ordu arşivinde yaptığı çalışmalarda,
Osmanlı Ordusu'nda görevli Tabip Yüzbaşı
Dimitriyati'nin 7 Haziran 1916'da Erzurum Aziziye
Hastanesi'nde öldüğü bilgisine ulaştığını kaydetti.
Sayılır, şöyle devam etti: "Dimitroyati isminin
57'nci Alay Şehitliği'ni yapan kişiler tarafından,
'ne farkeder' düşüncesiyle konulduğunu düşünüyorum.
'Böyle bir kişi yoktur, vatan için ölmemiştir' demek
doğru değil ama Çanakkale'de değil, Aziziye'deki bir
yere bu mezar taşının konulması gerekir. Tarihi bir
yanlış düzeltilmiştir."
Türkiye'de Rumca yayımlanan Apoyevmatini
Gazetesi'nin Genel Yayın Yönetmeni Mihail
Vasilliadis ise Çanakkale Savaşı'nda, Osmanlı
İmparatorluğu'nun tebaası olan Rum, Ermeni, Yahudi,
Kürt ve Türk'ün birlikte savaştığını kaydederek,
şunları söyledi: "Dimitri olmadıysa, Yorgo şehit
oldu. Bunun konu edilmesi bile beni rahatsız ediyor.
İsmi Dimitri değil de, Mehmet Ali olsaydı aynı
araştırma yapılacak mıydı? Bir yanlışlık varsa
bunun sorumlusu olanlar soruşturulsun." Mezar
taşının kaldırılmasıyla ilgili diğer görüşler şöyle:
* Şinasi Haznedar (Çanakkale Kültür ve Turizm
İl Müdürü): Yapılan işgüzarlık. Üzücü bir
durum. Bir vatandaş olarak yapılanı yakışıksız ve
yersiz buluyorum. O yüzbaşı 1915 yılında, cephede
savaşan yaralı askerlerimize ve diğer askerlere
müdahale etmiş bir kişidir.
* Ercan Yavuz (Çanakkale Rehberler Derneği
Başkanı): Şehitlik Milli Savunma
Bakanlığı'nın kayıtlarına göre düzenlenmiştir. Rum
asıllı Dimitroyati, 57'nci Alay'ın tabibidir ve
Çanakkale'de şehit düşmüştür. Buradaki rehberlere
sürekli olarak, 'Bu savaş sadece Müslüman Türklerle
kazanılmadı vurgusu yapın' deniyor. Kimin
talimatıyla böyle bir karar alındığını öğrenemedik.
Burayı gezmeye geleceklere bu konu ile ilgili nasıl
bir açıklama yapacağız bilemiyorum. Ufak bir
araştırmayla, Dimitroyati'nin Sarıkamış'ta değil,
Çanakkale'de şehit düştüğü anlaşılacaktır.
Sabah, 16.03.2010
|
BİRGİ'DE RESTORASYON ATAĞI
Tarihi MÖ 7. yüzyıla
kadar dayanan Ödemiş’in Birgi Beldesi’nde kültürel
varlıkların ayağa kaldırılması için başlatılan
çalışmalarda yeni adımlar atıldı.
CHP’li Belediye Başkanı Cumhur Şener, çürümeye
yüz tutan kültürel varlıkları kurtarmak için büyük
bir çaba gösterdiklerini belirtti.
Bu çerçevede
bugüne kadar kaderiyle başbaşa bırakılan 347 yıllık
Dervişağa Medresesi’ne el attıklarını kaydeden
Şener, yedi odalı binanın sanat tanıtım merkezi
olması için hazırlanan proje çerçevesinde Vakıflar
İl Müdürlüğü ile temasa geçtiklerini belirtti.
Şener, “İl Müdürü Muzaffer Ataseven ile yapılan
görüşmelerin sonunda bir protokol yaparak tarihi
binayı belediyemize kazandırdık. Hazırlanan projeye
göre, maliyetleri çıkarıp Haziran ayında Vali Cahit
Kıraç’a sunarak, kültür varlıklarının onarılması ile
ilgili katkı payı yönetmeliği çerçevesinde ödenek
talebinde bulunacağız. 2011 yılı sonuna kadar
projenin hayata geçirilmesini hedefliyoruz. Binada
Birgi’de yetişen ürünlerin ve el sanatlarının
tanıtımı ile satışını yaparak beldeyi ekonomik
yönden kalkındırmayı planlıyoruz” dedi.
Benzer bir çalışmanın 18. yüzyıl mimarisi Sadıoğlu
Konağı için yapıldığını bildiren Şener, binanın
restorasyonu için Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi (MSGSÜ) Rektörü Prof. Rahmi Aksungur
ile temasa geçtiklerini söyledi. MSGSÜ Mimarlık
Fakültesi araştırma görevlisi Tiğin Töre de Birgi’ye
gelerek proje çalışmalarına başladı.
Hürriyet Ege, 15.03.2010
|
SİDE MÜZESİ BİR YIL İÇİNDE 3 BİN 239 TARİHİ ESERİ
ONARDI

Antalya'nın
Manavgat İlçesi Side Müze
Müdürlüğü, 2009 yılında 3 bin 239 tarihi eserin
restorasyon ve konservasyonunu (tarihi
metal eserlerin onarımı) yaptı. Side
Müze Müdürlüğü, 5 yıl içinde 3 bin 600 tarihi eserin
konservasyonu ve restorasyonunu gerçekleştirerek Türkiye'de bir ilke imza attı. Side
Müze Müdürü Güner Kozdere gözden geçirdikleri 3 bin
239 tarihi eserin 6'nın restorasyon, 3 bin
30'nun sikke konservasyonu ve 203'nün eser temizliği olduğunu kaydetti.
Müzelerinin 2008 yılında 120 heykel onarımı ve 500 sikke
konservasyonundan ötürü Kültür ve Turizm
Bakanı
Ertuğrul Günay tarafından onur plaketiyle ödüllendirildiğini hatırlatan Kozdere, 2
yıl içinde 9 bin 688 sikkenin temizlemesini biterek
sergiye açacaklarını kaydetti. Kozdere, "Geçen yıl 3
bin 239 tarihi eserin onarımını gerçekleştirerek Türkiye'de bir ilke imza attık. Yaptığımız
araştırma neticesinde bu
kadar tarihi eser onaran başka bir müze ve kurum yok.
Müzemizin laboratuarında restorasyon çalışmalarımız aralıksız
devam ediyor. Müzemizde 9 bin 776 sikke, 2 bin 128 tarihi eser olmak üzere toplam 11 bin
904 eser bulunmakta." diye konuştu.
Kozdere, müzelerinin sorumluluk alanında 43
arkeolojik, 5 doğal, 3 kentsel olmak üzere 51 sit
alanının bulunduğunu söyledi. Kozdere, bunun yanı
sıra müzelerine bağlı 328 tescili kültür ve tabiat
varlığını bulunduğunu ifade etti. Anadolu Beylikleri
dönemine ait sandukaların restorasyon çalışmasının tamamladığını
belirten Kozdere,
Manavgat Belediyesi'nin yapılacağı çevre düzenlemesi sonrası
sandukaları kazı yaptıkları yerde sergileyeceklerini
kaydetti.
haberler.com, 15.03.2010
|
BİR MUCİZENİN ÖYKÜSÜ!..
Tam 40 yıl önce
Afyonkarahisar yöresinde incelemelerim sırasında,
yolum kentin müzesine de düşmüştü. Müzeyi gezdiren
Müdür Hasan Tahsin Uçankuş, bir-iki hafta önce Dinar
yakınlarında yaptığı bir “tümülüs (anıtmezar)”
kazısını yeni bitirmişti. Ahşap mezar odası, Polatlı
yakınında Gordion’da Kral Midas’ın görkemli
tümülüsünde olduğu gibi, doğa koşullarına dayanıklı
“ardıç” ve “sedir” ağaçlarından yapılmıştı.
1969’da kaçak kazı yapanlar içeride beklediklerini
bulamamışlardı. Çünkü mezar önceki çağlarda
soyulmuştu. Ancak hiçbir şey bulamayınca mezar
odasını oluşturan kalasların üzerlerindeki renkli
resimler nedeniyle bazılarını kesip almışlardı.
Kaçakçılar, şu ana değin, Anadolu’da bulunmuş ahşap
üzerine yapılmış “en eski” ve hatta “tek örnek”
resimler olduklarını elbette bilmiyorlardı! İyi ki
öteki kalasları yerinde bırakmışlardı!
Durumu Ankara’ya bildiren Uçankuş, bir yıl sonra
gelen izinle, tümülüsü inceleyip kazdığında sonraki
yüzyıllarda Romalıların da yeni gömüleri mezar
odasına eklediklerine ilişkin kanıtlar bulmuştu. Ama
en önemlisi, kazıcıların geride bıraktıkları bazı
kalasların üzerindeki renkli boyalar dikkat
çekiyordu. İşte o günlerde müzeyi ziyaret ettiğimde
Uçankuş, şu ana değin dahi benzeri bulunmayan,
ahşaplar üzerine 2500 yıl önce yapılmış resimlerden
duyduğu heyecanı benimle paylaşmıştı.
Ne var ki Ankara’daki yetkililer, bu buluntulara
ilgi göstermeyecek; onarılarak depoya kaldırmak
yerine, korumasız olarak “müzenin çatı arasına”
atılacaklardı.
ABD Cornell Üniversitesi’nden, yatay dairesel
eğrilerinden ağaçların ve dolayısıyla mimari
kalıntıların tarihlerini saptayan “dendrokronoloji”
profesörü Peter Ian Kuniholm, 20 yıl sonra müzeye
uğradığında bu kalaslar kendisine gösterildiğinde
bazı kesitler alıp laboratuarına götürecekti.
Bir şans
Aradan yine bir 20 yıl daha geçer… Münih
Üniversitesi Arkeoloji Profesörü Latife Summerer,
Bavyera Eyalet Arkeoloji Müzesi’nin deposundaki
incelemelerinde bir kutudaki dört boyalı kalasa ilgi
duyar. Müze kayıtlarından, bunların bilinmeyen
kişilerce Münih’teki bir taşıma şirketine
bırakıldığını, sonraki yıllarda depoda temizlik
yapılırken bazı yerleri çürümeye yüz tutmuş bu
kalasların atılmasına karar verildiğini, ancak
üzerinde bazı resimler algılanınca 1989’da müzeye
teslim edildiğini belirler.
Prof. Summerer, 2003 Haziran’ında Afyonkarahisar
Müzesi’nde öteki parçaları görünce, belleğinde
Münih’tekilerle birleştirir! Keresteler arasındaki
Afyon-Münih bağlantısına emindir. Prof. Kuniholm ile
laboratuar müdürünü davet ederek Münih’teki öteki
parçaları gösterir. Amerikalı uzmanlar, Afyon ve
Münih’teki ağaçların; gerek aynı tarihte, hatta aynı
ağaçtan; MÖ 474-471 tarihlerinde kesildiklerini
saptarlar.
2500 yıl öncesinden günümüze ulaşan bu eşsiz
tarihsel ve sanatsal kalıntının yeniden keşfi bir
“şans” olmasının ötesinde, bir bilim insanının
“dikkati” sayesinde gerçekleşir. Yazılı kaynaklardan
antik dünyada ahşap üzerine boyalı resimlerin
yaygınlığı bilinmekle birlikte, yapıldıkları organik
kerestelerin doğa koşullarında zamanla çürümeleri
nedeniyle günümüze ulaşmamışlardır. Günümüze
ulaşanlar ise el kadar küçük parçalardır.
Tatarlı tümülüsünün renkli resimlerin günümüze
ulaşmalarını Prof. Summerer “Bir mucize!” olarak
yorumluyor. Tabii mucizenin gerçekleşmesini de onun
“dikkatine” borçluyuz.
Genç arkeolog, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile
Münih’teki müzeden aldığı izinlerle, mimarlık tarihi
uzmanı Dr. Aleksander von Kienlin ile birlikte
parçalar üzerinde çalışmaya başlar. Cornell
Üniversitesi’ne giden parçaları Münih’e getirten
Prof. Summerer bundan sonraki çalışmaları şöyle
anlatıyor:
“Sökülmüş, bölünmüş ve kesilmiş ahşapları bir araya
getirerek, onları parça parça birleştirip Afyon
Müzesi’nde ‘klima kontrollü’ bir salonda mezar
odasını tekrar ayağa kaldırmak için bir çalışma
başlattık. Ahşaplar ve boyalı resimleri Münih Teknik
Üniversitesi’nden Prof. Erwin Emmerling ve Stefan
Demeter sağlamlaştırarak onarıyorlar. Eşsiz boyalı
ahşap mezar odasını gelecek kuşaklara bırakmak
amacıyla bu tasarımın ilk aşaması Gerda-Henkel
Vakfı’nın parasal desteği ile gerçekleşiyor.”
Çalışmalarda boya pigmentler de araştırılıyor. İlk
sonuçlar boyaların doğal minerallerden ve kimyasal
maddelerden oluşturulduğunu gösteriyor.
Bavyera Müzesi'nin anlayışı!
Bavyera Müzesi, kalasları gönüllü olarak Münih
Başkonsolosluğumuza verdi. Özel hazırlanan paketler
konsoloslukça şubat sonunda uçakla Ankara’ya
gönderildi. 40 yıl sonra resimler talan edildiği
topraklarına döndü. Çeşitli dallardan Alman bilim
insanları, kesilmiş kalasların, mezar odasının hangi
duvarında bulunduklarını, çürüyen bölümlerinin
onarılarak güçlendirilmesine, kaybolmaya yüz tutan
resimlerdeki boyaların 4 ay sürecek koruma ve
bütünleme çalışmalarına Afyonkarahisar Müzesi’nde
başladılar. Kalasların boyları 20-30 cm.
genişliğinde 200-250 cm. uzunluğunda değişiyor.
Dönemin marangozlarının ahşaplar üzerine çizdikleri
işaretlerden de yararlanan uzmanlar, önce “bozyap”
bilmecelerine benzer bir çalışmayı bilgisayarda
yarattılar. Sanal ortamda oluşturulan ahşap mezar
odasının mimarisi daha şimdiden kendisini göstermeye
başladı.
Görkemli Pers cenaze alayı!
Münih’ten gelen “doğu” duvarının kalaslarında 17
erkek, 4 kadın, 16 at ve iki arabanın yer aldığı bir
cenaze alayı sahnesi görülüyor. Altındaki kalasta
ise Perslerle İskitler arasında bir savaş
betimleniyor. Pers Kıralı Darius MÖ 519’da ve 513’te
İskitlerle savaşmıştı. Resimde belki Darius’un o
zaferi anlatılıyor ya da o savaşa katılıp Dinar
yakınındaki Kelainai antik kentine “satrap (vali)”
olarak gönderilen ve o savaşa da katılmış bir Pers
komutanının (!) yaşamöyküsü anlatılıyor.
Kral/komutan-satrap, her kim ise, düşmanı olan bir
İskit’in karnına kamasını saplarken yansıtılıyor.
Böyle resimlerde dönemin askeri konularının,
giysilerinin, atlarının, silahlarının ve öteki savaş
araçlarının, cenaze alayının ayrıntılı olarak
çizildiği ve değişik renklerle gerçekçi bir biçimde
boyandığı görülüyor.
Lidya Kralı Krezus (Karun), Pers Kralı Kirus’a MÖ
547’de yenilince, Anadolu yaklaşık iki yüzyıl Pers
egemenliğine geçti. Bandırma’dan Bodrum’a ve İç
Anadolu’ya kadar Pers “satraplar (valiler)”
Anadolu’yu yönetir oldu.
Dinar’da Menderes Nehri’nin kaynağında “Kelainai (Apameia
Kibitos)” kentinde Perslerin Frigya’daki en büyük ve
en zengin sarayı vardı. İki Pers kralının, satrap
(vali) Farnabazsos’un, Büyük İskender’in, Romalı
Komutanların ayak izlerini bıraktıkları bu antik
kentte, Atinalı devlet adamı Alkibiades de
öldürüldükten sonra Dinar’da gömülmüştü.
Kılıç-kalkan geleneği
Tatarlı mezar odasının “Batı” duvarında kurban ya da
bir kült sahnesinin varlığı düşünülüyor. “Güney”
duvarı ile bağlantılı, mezar odasına ulaşımı
sağlayan yörede yalnız “söve” kalasları kullanılmış
olup ele geçirilen tek parçanın üzerinde karşı
karşıya duran iki yırtıcı hayvan görülüyor.
“Kuzey” duvarı ise aşağı yukarı tamamlanmış durumda.
Yukarıdan aşağıya, karşı karşıya durmuş
aslan-kaplan-sfensk(?), kılıç kalkan oynayan (!)
dört savaşçı, üç savaş arabasından oluşan bir alay
ve altı kanatlı boğanın yer aldığı bir av sahnesi de
yer alıyor.
Gordion’da Kral Midas’ın görkemli tümülüsündeki
ahşap mezar odası, MÖ 5. yy’ın ortası ile son
çeyreğine tarihlenen Tatarlı tümülüsünden birkaç
yüzyıl daha eskidir. Ancak Tatarlı mezar odasını
“eşsiz” kılan, onun “tek örnek” olarak günümüze
ulaşabilen renkli resimlerden oluşudur!
“İstanbul -2010 Kültür Başkenti” bağlamında, Alman
Dışişleri Bakanlığı’nın da desteğiyle onarılmış,
korunmuş, eşsiz 25 yüzyıllık ahşap mezar odası
haziranda Yapı Kredi Vedat Nedim Tör Müzesi’nde
yeniden yapılacak cenaze arabası ile sergilenecek.
Sonra da bu kez çatı arasında tozlar içinde değil de
Afyonkarahisar Müzesi’nde gelecek kuşakların
bilinçlenmesine ve aydınlanmasına sunulacak. Kültür
ve Turizm Bakanlığı da herhalde çalışmalara gereken
olumlu destek ve katkıyı sağlıyordur! l
Cumhuriyet Dergi, Yazı: Özgen Acar, 14.03.2010
|
KAZIYA ASİSTANKEN GİRDİ, PROFESÖR ÇIKTI

Yabancı
arkeologların Anadolu'nun en eski yerleşim
merkezlerinden Hierapolis ve Laodikya antik
kentlerindeki kazıları tam 53 yıldır sürüyor.
Hierapolis Antik
Kenti Kazı Heyeti Başkanı Ord. Prof.Dr. Francesco
D'Andria asistan olarak başladığı kazılarda
Ordinaryus Profesör oldu. 67 yaşındaki D'Andria, 37
yıldır katıldığı kazı çalışmalarında 17 Denizli
valisini eskitti.
Hierapolis Antik
Kenti Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr.Francesco D'Andria
İtalya'nın Lecce Üniversitesi'nde asistan olarak
Hierapolis Antik Kenti'nde göreve başladı. D'Andria
kazılar sonrasında akademik olarak en üst sevide
unvan olan Ordinaryus Profesör unvanını yakaladı. 37
yıldır kazı çalışmalarını yürüten D'Andre 1974
yılından bu yana tam 17 Denizli valisi gördü.
Laodikya Antik Kent
kazı çalışması şimdi yerli arkeologlar tarafından
sürdürülüyor. Yabancıların aksine kışın da kazı
çalışmaları sürdürülen Laodikya Antik Kenti'ndeki
Suriye Çarşısı'nı Türk arkeologlar ortaya çıkardı.
Ağustos ayına ismini veren "August"un heykeli de
bulundu. Türk arkeologları soğuk Mart ayındaki
çalışmalarında ana girişteki sütunları birleştirdi.
Sıra yeni keşfedilen stadyumun ayağa
kaldırılmasında. Kazılarda Roma ve Bizans
kalıntılarının bulunduğu antik kentte Osmanlı'dan
kalma barakalarda bulundu. Antik kentin Osmanlı
döneminde bir kısmının kullandığı o bölümde yapılan
küçük barakaları ticaret yollarında konaklayan
kişilerin yaptığı belirtiliyor.
Kültür ve Turizm
Bakanlığı ve Pamukkale Üniversitesi'nin (PAÜ)
ortaklaşa sürdürdükleri kazı çalışmalarında büyük
antik tiyatrodan gün yüzüne çıkarılması
hedefleniyor. 7 yıldır kazı çalışmalarının sürdüğü
Laodikya Antik Kenti'nde bugüne kadar çok sayıda
eser çıkarıldı. Kazı Heyeti'nin başkanlığını PAÜ
Arkeoloji Bölümü Ana Bilim Dalı Başkanı Prof.Dr.
Celal Şimşek yapıyor.
Yeni Şafak, Haber: Murat Palavar, 14.03.2010
|
ÇAKMA BERGAMA İÇİN PARA İSTEDİLER

Almanlar 19’uncu yüzyılda Türkiye'den 12 yıl
boyunca taşıdıkları tarihi eserlerle oluşturdukları
dünyaca ünlü Bergama Müzesi’nin (Pergamon Museum)
kopyasını yapmaya hazırlanıyorlar. Yıllardır
Türkiye’den gelen eserlerin iadesi yönündeki
talepleri duymazdan gelen müzede yönetimi, kopya
yapı için Turizm Bakanlığı’na “sponsor ol” teklifi
ile geldi.
Bergama Müzesi yönetimi tarafından 2.5 milyon
Euro’ya yapılması planlanan 2 bin metrekarelik müze
eserlerin bire bir küçültülmüş replikalarıyla,
ilüstrasyon çizimleri bulunacak. Bu da ziyaretçiler
tarafından izlenebilecek.
Dünyanın en büyük panorama şirketleri arasında
bulunan Almanya merkezli Asisi Visual Culture adlı
şirket tarafından yapılacak olan çalışma,
Bergama’nın antik çağdaki şehir yaşamını anlatacak.
Müze yönetimi tarafından eserlerin 1 yıl Berlin’de
sergilendikten sonra 2012 yılında Türkiye’den
götürülüş yeri olan Bergama’da sergilenmesi teklif
ediliyor.
Ancak 2.5 milyon Euro’luk yapım maliyeti müze
yönetimi için fazla gelince, sponsor arayışına
girildi. Alınan bilgilere göre müze yönetimi
tarafından Türkiye Kültür ve Turizm Bakanlığı’na
yapılan ‘sponsor ol’ çağrısı yapıldı. Yıllardır
orijinal eserleri geri almayan çalışan bakanlığın,
‘Almanlar’ın yıllardır bu müzeden elde ettiği
gelire” işaret ederek böyle bir sponsorluğa uzak
baktığı konuşuluyor. Bergama Belediye Başkanı Mehmet
Gönenç de 2011 yılının Ekim ayından 2012 yılına
kadar 1 yıl boyunca Berlin’deki müzede sergilenecek
olan eserlerin daha sonra Bergama’ya gönderilmesi
için müze yetkililerinden kendilerine de teklif
geldiğini söyledi. Gönenç, “19’uncu yüzyılda bir
misyonerlik faaliyeti gibi Almanlar bu eserleri
bölgeden toplamışlar. Osmanlı da verdiği yasal
izinle bunların gitmesine göz yummuş. Bu çok üzücü
bir durum” dedi.
Almanya tarafından yapılan açıklamalarda “Bergama
Sunağı’nın dünya kültürünün bir parçası olduğu,
bunun sahibinin dünya üzerindeki insanların tümü
olduğu” belirtilirken, eserlerin vergi verilmesinin
mümkün olmadığı belirtiliyor.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, geçen hafta
Berlin’deki ITB Fuarı’nda 100 yıl önce tamir için
Türkiye’den alınan ve bir daha geri verilmeyen
Hattuşa Boğazköy’deki Sfenks’in Almanya’yla olan iyi
ilişkilerin bir göstergesi olarak 2010 yılı sonuna
kadar Türkiye’ye getirileceğini açıklamıştı. Günay,
bunun Bergama Sunağı’nın da Türkiye’ye tekrar
taşınması için bir başlangıç olup olamayacağı
hakkında ise “Bergama’daki tüm eserleri isteyecek
olsak müzeyi olduğu gibi Türkiye’ye götürmemiz
gerekir. Bergama’yı daha uzun vadeli bir tartışma
konusu yapacağız” dedi.
Alınan bilgilere göre Berlin’deki Bergama Müzesi
yetkilileri geçen hafta Almanya’da gerçekleştirilen
ve Türkiye’nin konuk ülke olarak katıldığı ITB
Uluslararası Turizm Fuarı’nda Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay ile görüştüler. Müze
yetkilileri görüşme kapsamında İstanbul başta olmak
üzere Türkiye’deki müzelerde sergilenen diğer
Bergama kalıntılarının da Berlin’e götürülmesi
isteklerini ortaya koydular.
Bu çerçevede Berlin’e götürülen fakat sergilenemeyen
müzedeki kalıntıların, Türkiye’den geleceklerle
birleştirilip müzenin yeni bir odasında sergilenmesi
planlanıyor. Müze yönetimi, Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın konu hakkındaki kararını bekliyor.
Habertürk, Haber: Ünsal Ereke, 14.03.2010
|
ÇAĞDAŞ TÜRK SANATININ SOTHEBY'S ÇIKARMASI

Sotheby's Müzayede Evi ikinci kez Türk çağdaş
sanatını arenaya çıkarıyor. 15 Nisan'da Londra'da
gerçekleşecek müzayedede, aralarında Fahrelnissa
Zeid, Ömer Uluç gibi ustalara ait olanların yanı
sıra Arslan Sükan, Fırat Neziroğlu gibi genç
sanatçıların da işlerinin bulunduğu 101 eser yer
alacak.
Türk
çağdaş sanatı bir kez daha uluslararası arenada
görücüye çıkıyor. İlgili olanlar hatırlayacaktır,
ünlü müzayede evi Sotheby's
geçen yıl mart ayında 'Contemporary
Art/Turkish' yani Türk çağdaş sanatı başlığıyla
Londra'da bir müzayede düzenlemiş, burada da
tahminlerin üzerinde, 1.3 milyon sterlinlik satış
yapılmıştı. Her ne kadar bu girişim, bazı kesimler
tarafından çeşitli sebeplerle eleştirilere hedef
olduysa da, sanat camiasında çoğunluk bu müzayedeyi
'başarılı' olarak
addetmişti. Zira, tanınmış müzayede evinin bu
girişimi yabancı arenada bir ilkti. Üstelik satılan
eserler beklenenin üzerinde değerlerden alıcı
bulmuştu. Kıyaslandığında henüz genç denilecek bir
ömre sahip çağdaş Türk sanatının, global sanat
piyasasında daha gideceği yol olduğu düşünülmüş
olacak ki, Sotheby's 15 Nisan'da yine Londra'da,
aynı isimle, ikinci bir müzayede düzenleyeceğini duyurdu.
Müzayedeye konacak 101 eserin 14 kadarının 23 Mart'ta İstanbul, Esma
Sultan Yalısı'nda sergileneceği bilgisi de bu
duyuruda yer alıyordu. Haberi alır almaz
Sotheby's'e ulaştım. Beni
kurumun Başkan Yardımcısı Ali Can
Ertuğ'a yönlendirdiler. Genç bir sima olan Ertuğ'un
uzun yıllardan bu yana Sotheby's, hatta öncesinde de
selefi Christie's'de çeşitli kademelerde yöneticilik
yaptığını,
başarılı bir kariyere sahip
olduğunu biliyordum. New York merkezli yaşayan ancak
işi gereği pek
hareketli olan Ertuğ'a
e-posta üzerinden birkaç
soru yöneltebildim.
YENİ SANAT ESERLERİNE YER VERİLDİ
İlk sorum, çokça merak edilen, eserlerin
hangi kriterlere dayanarak seçildiği yönünde oldu.
Sotheby's'in herhangi bir müzayedesine olduğu üzere,
Türk sanatı söz konusu olduğunda da, satılacak
eserlerin artistik ve pazarlanılabilirlik değeri ile
fiyatlandırmasına ve ayrıca o
anki müzayedenin geneline uygunluğuna bakıldığını
öğrendim. Merak ettiğim bir
konu daha vardı. Bu ikinci
müzayedede daha çok sayıda, değişik isimler göze
çarpıyor. Mübin Orhon, Bedri Baykam çokça tanıdık
isimler tamam ama, Arslan Sükan, Beyza Boynudelik,
Gökçe Çelikel gibi genç ve yeni isimlerin işleri de
bu müzayedede yer alıyor. Sanki bu ikinci sefer
Sotheby's, çağdaş Türk sanatına daha fazla
güveniyor. İkinci sorum da bu oluyor. "Öyle mi?"
diyorum Ertuğ'a. Bana müzayede için toplanan
eserlerden memnun olduklarını söylüyor. Bu ikinci
müzayede için eserleri bir araya getirirken hem
satılacak eser sayısını artırdıklarını hem de modern
ustalarla genç sanatçıları bir araya getirerek
yelpazeyi
genişlettiklerini anlatıyor.
Geçen yıl müzayedeye
katılan sanatçıların işlerinin
yanı sıra Türk çağdaş sanat koleksiyonerlerini heyecanlandıracak yeni sanat eserlerine de
yer verdiklerini bir kez daha hatırlatarak: "Geçen
yıl Türk sanat piyasası büyümeye ve gelişmeye devam
etti. Örneğin, İstanbul Bienali'ne dünyanın her bir
köşesinden sanatçı, küratör, eleştirmen ve koleksiyonerin
katıldığını gördük. Bu da
Türk Çağdaş Sanatı'nın ve merkezi İstanbul'un
dünyanın ilgisini çektiğini bir gösteriyor." Ayrıca
geçen yıl ilki
düzenlenen müzayedenin
ertesinde, eserlerin çoğunlukla Türk koleksiyonerler
tarafından alınması pek bir tartışılmıştı. Eserleri
kimlerin aldığı yönündeki soruma, "2009'da
düzenlediğimiz müzayedede
sadece Türk koleksiyonerlerin değil, dünya
genelinden, Asya, Ortadoğu, Avrupa ve Kuzey
Amerika'dan koleksiyonerlerin alıcı olduğunu
gördük," cevabı geliyor Ertuğ'dan. Herkesin merak ettiği konuya
değinmeden de bırakmıyorum Ertuğ'u. İlk müzayededen
1.3 milyon sterlin gelir elde edilmişti, ki
bu rakam beklenilenin üzerindeydi. Acaba bu sefer
için öngörüleri neydi? "Önümüzdeki müzayedede elde
edilecek
gelirin tahmin edilen alt
limiti 1.9 milyon sterlin. Bunun üzerine çıkacağını
umut ediyoruz," diyor. Bu müzayedelerin dünya
genelinde görünürlüğü artan çağdaş Türk sanatına farklı bir boyut
kazandıracağını umduğunu da sözlerine ekleyerek.
HANGİ ESERLER YER ALIYOR?
Müzayedenin en
önemli eserlerinden biri
Fahrelnissa Zeid'in İsimsiz eseri. Sanatçı Sotheby's
tarafından Türk sanatının duayeni olarak
adandırılıyor. Eseri 300-500 bin sterlinden, en yüksek tahmini değere
sahip. Tahmini değeri en yüksek ikinci eser ise
Mübin Orhon'a ait. Burada ilk müzayedenin en yüksek değerden alıcı
bulan eserinin 193 bin sterlin ile Orhon'a ait
olduğunu da hatırlatmak isterim. Bu eserleri,
tahmini fiyatlar baz alınırsa,
Ömer Uluç ve Bedri Baykam'ın işleri takip ediyor.
Ayrıca Hale Tenger, Abidin Elderoğlu ve Haluk
Akakçe'nin müzayedede dikkat çekmesi bekleniyor
Sabah Pazar, Haber: Zeynep
Subaşı, 14.03.2010
|
İZMİR'DE TARİHİ ESER OPERASYONU

İzmir'deki operasyonda, Adana'dan kargoyla
gönderilen Roma, Doğu Roma, Hellenistik ve Osmanlı
dönemlerine ait 139 parça tarihi değeri olan eser
ele geçirildi, 1 kişi gözaltına alındı.
Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube
Müdürlüğü Mali Suçlar Büro Amirliği ekipleri, tarihi
eser kaçakçılığına yönelik sürdürdükleri istihbarat
çalışmaları sonucunda, H.Z'nin (45) tarihi eser
satmak istediği bilgisine ulaştı.
H.Z'yi takibe alan polis, Adana'dan kargoyla tarihi
eser gönderildiğini belirleyince operasyon
düzenledi. Kargodan paketi teslim alan H.Z, polis
ekiplerince gözaltına alındı.
Açılan pakette, krallara ait olduğu değerlendirilen
kurşundan 4 posta mührü, 2 mühür, bronz ve gümüş 3
kase, 1 aplik, 3 haç, 7 süsleme tokası, 5 kurşun
Amphoniskos, 1 fibula, 1 kurşun baş, 9 bronz ve
gümüş yüzük, çok sayıda bronz ve gümüş sikkenin de
aralarında bulunduğu toplam 139 parça eser ele
geçirildi.
Zanlının evinde ise 7 gümüş sikke ile 8 obje
bulundu.
İzmir Müze Müdürlüğü'nde yapılan incelemede, ele
geçirilen eserlerin Roma, Doğu Roma, Hellenistik ve
Osmanlı dönemlerine ait oldukları belirlendi.
Sorgusunun ardından zanlı, İzmir Adliyesine sevk
edildi.
Soruşturmanın devam ettiği bildirildi.
Sabah, 14.03.2010
|
OSMANLI'DAN KALMA ESERLER RESTORE EDİLECEK
Vakıflar Genel Müdürlüğü, Kuzey Afrika'dan
Balkanlara uzanan coğrafyada başlattığı projeyle
Osmanlı zamanında yapılan vakıf eserlerine sahip
çıkacak.
Eserlerin tespit ve teciline başlayan Genel
Müdürlük, vakıf akarlarından elde edilen gelirlerle
ecdat yadigarlarını restore ederek, ihtişamlı
günlerine kavuşturacak.
Vakıflar Genel Müdürü Yusuf Beyazıt, Macaristan’dan
Bosna-Hersek’e, Kosova’dan Yunanistan’a,
Bulgaristan’dan Kuzey Afrika’ya kadar geniş
bir
coğrafyada Osmanlı zamanında inşa edilen vakıf
eserleri bulunduğunu söyledi.
Osmanlı’nın yol, köprü, çeşme, sebil, han, hamam,
medrese ve camileri mutlaka vakıf eliyle
yaptırdığına işaret eden Beyazıt, başlattıkları
projeyle bu geniş coğrafyadaki ecdad yadigarlarını
tespit ve tecil edeceklerini, envanter
çıkaracaklarını kaydetti.
Geçen yıl kabul edilen Vakıflar Kanunu’nun Vakıflar
Genel Müdürlüğünü bu konuda doğrudan
yetkilendirdiğini anlatan Beyazıt, eskiden bu tür
restorasyonlara
sadece
teknik destek verdiklerini, vakıflar kanunu ile
ülkeler arasında doğrudan protokol yapmaya yetkili
hale geldiklerini belirtti.
Yabancı ülkelerdeki vakıf eserlerinin restore
edilmesi için bu hükümetlerin bütçesinden kaynak
ayırmalarına da ihtiyaç kalmadığını vurgulayan
Beyazıt, eserlerin restorasyon giderlerinin vakıf
akarlarından sağlandığını ifade etti.
Önümüzdeki hafta Bosna-Hersek’i ziyaret edeceğini
belirten Beyazıt, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Biz öncelikle Bosna Hersek’te kurulmuş ne kadar
vakıf varsa bunların belgelerini vakfiyelerini,
huccetlerini, fermanlarını, beratlarını kendi
arşivlerimizden ve tapu kadastrodan yararlanarak
çıkardık. Bosnalılar, bu konuda bizden yardım
istemişti. Biz bu çalışmaları yaptık. Bunları Bosna
diline çevirmek suretiyle o bölgelere göndereceğiz.
Ayrıca orada bir medrese ve cami var. Onların proje
çalışmalarını da başlattık. Ziyaret sırasında
gerekli protokolleri imzalayacağız. Ata yadigarları
bu şekilde değerlendirmiş olacağız."
Vakıflar Genel Müdürü Beyazıt, benzer bir çalışmayı
Kosova’da yapacaklarını ve gerekli protokolleri
imzalamak üzere
gelecek ay
bu ülkeye gideceklerini kaydederek, projeyi Kuzey
Afrika’dan Balkanlara kadar uzanan coğrafyaya
yaymayı planladıklarını sözlerine ekledi.
Radikal, 14.03.2010
|
BÜYÜKŞEHİR'DEN RESTORASYON ATAĞI
Büyükşehir,Eyüp Vezir Tekkesi, Atıf Efendi
Kütüphanesi, Aşiyan Müzesi, Bulgar Kilisesi ve
Sultanahmet Sosyal Tesisini restore ediyor.
Türk Edebiyatının önemli
isimlerinden biri olan Tevfik Fikret'’in 1906 ile
1915 yılları arasında yaşamını sürdürdüğü Beşiktaş
Rumelihisarı’ndaki Aşiyan Müzesi, İstanbul
Büyükşehir Belediyesi’nin restorasyon atağı
kapsamında yenilenerek yaşatılacak. İstanbul
Büyükşehir Belediye Meclisi, 11 Mart’taki
birleşiminde Aşiyan Müzesi’nin restore edilmesini
oybirliğiyle kabul etti.
Müze; 5216 sayılı Büyükşehir
Belediyesi Kanunu’nda yer alan “Kültür ve Tabiat
Varlıkları ile tarihi dokunun ve kent tarihi
bakımından önem taşıyan mekanların ve işlevlerinin
korunmasını sağlamak, bu amaçla bakım ve onarımını
yapmak, korunması mümkün olmayanları aslına uygun
olarak inşa etmek” maddesi kapsamında restore
edilecek. Restorasyon maliyetinin yüzde 60’ı İl Özel
İdaresi, yüzde 40’ı da İstanbul Büyükşehir
Belediyesi tarafından karşılanacak.
Müzede yakın tarih ve
edebiyat iç içe…
1961 yılında müzeye dönüştürülen
eserin giriş katında kadın şairlerimizden Nigar
Hanım'a ait fotoğraf, resim ve eşyaların
sergilendiği Şair Nigar Hanım Odası, Edebiyat-ı
Cedide yazarlarına ait eserlerin ve belgelerin
sergilendiği Edebiyat-ı Cedide odası, ünlü şair
Abdülhak Hamit’e ait eşya ve belgelerin sergilendiği
Abdülhak Hamit Salonu bulunuyor.
Tevfik Fikret’e ayrılan ikinci
katta ise; yazarın hayata gözlerini yumduğu yatağı
ve özel eşyalarının bulunduğu yatak odası yer
alıyor. Tevfik Fikret’in koltuğunun ve çalışma
masasının yanında şaire ait eşyaların ve tabloların
bulunduğu, yazılarını ve şiirlerini kaleme aldığı
yazarın çalışma salonu bulunuyor.
Belediye Bülteni, 13.03.2010
|
BANDIRMA'DA TARİHİ ESER OPERASYONU
Balıkesir’in Bandırma İlçesi’nde yolcu otobüsü
bagajında çanta içinde Roma ve Bizans dönemine ait
sikke, ok ucu, kemer tokası ve haç kaçırmaya çalışan
iki kişi yakalandı. Aksakal Beldesi'nde de Yunan Aşk
Tanrısı Eros heykelini güvenlik güçlerine satmaya
çalışan bir kişi suçüstü yakalanarak gözaltına
alındı. Tarihi eser kaçakçılığı suçundan Adliye’ye
çıkarılan üç şüpheli, tutuklanarak cezaevine
konuldu.
Bandırma İlçe Jandarma Komutanlığı ekibi, bir
ihbarı değerlendirerek Bandırma- Balıkesir
karayolunun 10'uncu kilometresi ve ilçeye bağlı
Aksakal Beldesi’nde dün iki ayrı operasyon
gerçekleştirdi. Bandırma- Balıkesir arasında
çalışan yolcu otobüsü, güvenlik güçleri tarafından
Bandırma çıkışında durduruldu. Otobüsün bagajında
yapılan aramada çanta içinde Roma ve Bizans
dönemlerine ait 100 sikke, 10 ok ucu, 2 kemer
tokası ve 2 haç bulundu.
Çantayı bagaja veren ve akraba olan 32
yaşındaki Emin E. ile 39 yaşındaki Emrah E.
yakalanarak gözaltına alındı. Şüpheliler, nöbetçi
mahkeme tarafından tutuklanarak Bandırma M Tipi
Cezaevi’ne konuldu.
Bandırma’nın Aksakal Beldesi'nde de alıcı gibi
davranan güvenlik güçleri, Yunan Aşk Tanrısı
Eros’un heykelini satmaya çalışan 41 yaşındaki
Halil T.’yi suçüstü yakaladı. Halil T., İlçe
Jandarma Komutanlığı'ndaki ilk ifadesinin ardından
çıkarıldığı mahkemece tutuklanarak cezaevine
gönderildi.
Hürriyet, 13.03.2010
|
DEFİNECİLER DADANDI
Karabaşi Veli Tekkesi’nin
bitişiğindeki evin bahçesinde bulunan incir ağacına
defineciler dadandı. Ağacın dibi son bir ayda iki
kez kazıldı. Bursa’nın Osmangazi İlçesinde, sit
alanı kapsamındaki tekkenin hemen yanında oturan 78
yaşındaki Neriman ve 80 yaşındaki Mustafa Yılmazer
çok tedirgin. Bahçelerinde birilerinin kol gezdiğini
söyleyen Neriman Yılmazer, “Aynı yer geçen yıl da
kazı yapılmıştı. Korkuyoruz” dedi. Polis
şüphelilerin kimliğini araştırırken Karabaşi Veli
Tekkesi’nde bulunan sekiz güvenlik kamerasından
altısı çalışmadığı için olayın görüntülenemediği
öğrenildi
Radikal, 13.02.2010
|
KARAMAN KALESİ RESTORE EDİLİYOR
Karaman Kalesi'nin
içi ile çevre düzenlemesi ve aydınlatma ihalesi
yapıldı.
Konuyla ilgili olarak yapılan açıklamada, geçtiğimiz
günlerde Konya Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü ile
Karaman İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü teknik
elemanlarının da katıldığı ihalenin il müdürlüğünde
davet usulü firmalar çağrılarak yapıldığı
belirtilerek, "Katılan firmalardan Gür&Ya İnşaat
Proje ve Restorasyon Sanayi Ticaret Ltd. Şti.'nin
komisyonun kriterlerine uygun teklifi kabul edilerek
ihaleyi kazanmıştır. Karaman İl Kültür ve Turizm
Müdürlüğü'nde yapılan sözleşme ile işin tamamlama
süresi 120 gün olarak belirlenmiştir" denildi.
Haber Fx, 13.03.2010
|
|
TALAN, BU SEFER DE
DEVLET FOTOKOPİ VE İMİTASYON MÜZESİ'NDE
(Devam...)
|
RESİM HEYKEL'DE YAĞMA 12 EYLÜL'DE BAŞLAMIŞ

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Ankara
Resim ve Heykel Müzesi'ndeki kayıp tablolar ile
ilgili bir basın toplantısı düzenledi.
Birkaç gündür gündemi meşgul eden haberlerde Hoca
Ali Rıza Bey'in 13 eserinin çalındığı ve yerine de
fotokopilerinin bırakıldığı ortaya çıkmış, daha
sonra kayıp tabloların sayısının 500'ü bulduğu ileri
sürülmüştü. Günay, toplantıda müze ile ilgili
tartışmaların 12 Eylül dönemine kadar gittiğini
belirterek, "O dönemde devletin üst makamlarına
gelmiş olanlara, devletin zenginliklerini armağan
etmek, yerini sağlamlaştırmanın temel yollarından
birisi olmuş." dedi. Günay, Resim ve Heykel
Müzesi'nin Nisan 1980'de kurulduğunu, buraya
devredilmesi istenen eserlerin bir kısmının eksik ya
da röprodüksiyon olarak geldiğini, gelenlerin de
düzgün biçimde kayda geçmediğini söyledi. 12
Eylül'den sonra da bazı eserlerin hediye edildiğini
belirtti. Günay'ın verdiği bilgilere göre bu durum
1996 ve 1998'de raporlarla tespit edilmesine rağmen
ilgililer hakkındaki soruşturmalar zamanaşımına
uğratılmış. 2000-2008 arasında restorasyon nedeniyle
kapalı olan müzede kayıp olduğu bilinen eserler
dışındakilerin yerinde olduğuna dair 2008 yılında
bir müfettiş raporu tutulmuş. Raporu yeterli
görmeyen Bakanlık, yeni bir çalışma başlatmış. Günay,
Hoca Ali Rıza'nın tablolarıyla ilgili bilginin devam
eden bu çalışma kapsamında emniyete intikal
ettirildiğini anlattı.
Son yıllara ait müze ile ilgili yaşanan 3 olay
bulunduğunu belirten Günay, restorasyon sırasında
bahçeden iki obje çalındığı için dönemin
yöneticilerinin değiştirildiğini, 2009'da da üç
tablonun İstanbul'da satılmaya çalışılırken ele
geçtiğini söyledi. Bakan, 2000 yılından bu yana ise
yeni bir tartışma olmadığını belirtti. Bakan
Ertuğrul Günay, geçmişte yaşanan olaylar sebebiyle
bugün müzeyi iyileştirmeye çalışan personelin
moralinin bozulmamasını da istedi.
Bu arada CHP milletvekilleri Yılmaz Ateş ve Canan
Arıtman, kayıp eserlerle ilgili Meclis'te bir soru
önergesi de verdi
Zaman, 13.03.2010
******
"TABLO HIRSIZI KORUNDU"
Eski
TBMM Başkanvekili Uluç Gürkan, Kültür Bakanı
Ertuğrul Günay'ın, Ankara Resim ve Heykel
Müzesi'ndeki sorunların 12 Eylül döneminde
başladığına ilişkin sözlerinden sonra ilginç
açıklamalar yaptı.
"Devletin zirvesine tablo
hediye eden bürokrat
korundu" diyen Gürkan, Refahyol hükümeti döneminde
Kültür Bakanı İsmail Kahraman'ın müze hırsızlığı
konusunda ciddi
mücadele ettiğini
belirterek şunları söyledi:
"Sayıştay'ı devreye soktuk. Bir rapor
hazırlandı. Bu Sayıştay raporuna rağmen soygun
düzeninin sorumlularını
görevden alıp haklarında
cezai ve mali işlemleri başlatma çabaları fiilen
engellendi. Bu engelleme eylemleri,
Güzel Sanatlar Genel
Müdürlüğü yöneticilerinin uzun süredir en tepe
noktalarına kadar uzanan bir zincirde devletin
yöneticilerinin evlerine ve çalışma odalarına müze
envanterindeki paha biçilmeyen tabloları
hediye ettikleri, bu
nedenle de korundukları yolundaki kuşkuları
körükledi." Bakan Günay ve Gürkan'ın
suçladığı isimler
arasında yer alan, 12 Eylül döneminin
Güzel Sanatlar Genel
Müdürü Mehmet
Özel, SABAH'ın ısrarlı
sorularına, "Bu konuda hiçbir şey söylemek
istemiyorum" karşılığını verdi.
Ankara Resim ve Heykel Müzesi'nden 2009'da üç
resmi çaldığı iddiasıyla bir müze görevlisi hakkında
dava açıldığı da ortaya çıktı. Müze müdürünün
şikayetinin ardından Ankara 16. Asliye Ceza
Mahkemesi'nde açılan davanın, 11 Mart'ta yapılan son
duruşmasında, olayın aydınlatılabilmesi için
bilirkişi eşliğinde müzede keşif yapılmasına karar
verildi. Çalınan eserlerin ressam Şevket Dağ ve
İbrahim Çallı'ya ait olduğu bildirildi.
Sabah, Haber: Hülya
Karabağlı, 14.03.2010
******
MEĞER KİMSEYE YAR OLMAMIŞ

Hoca Ali Rıza’nın eserleri de dahil,
Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nden kaybolan
tablolarla ilgili ilginç bir gerçek daha ortaya
çıktı.
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, 6 Mart
2009’da bir yazıyla, Kültür ve Turizm
Bakanlığı’ndan,
Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’ndeki 10
tabloyu istedi.
Cumhurbaşkanlığı’nın talep ettiği tablolar başta
Hoca Ali Rıza olmak üzere Süleyman Seyit, Nazmi
Ziya, Halil Paşa (İki tablosu), Ahmet Uzelli,
Ayetullah Sümer ve Hikmet Onat’a (İki tablosu) ait
eserlerdi ve hepsi “manzara” temalıydı.
Yazıda, tabloların, Cumhurbaşkanlığı Örgütü
Hakkındaki Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 77.
maddesi hükmünce istendiği kaydedildi.
Ancak Bakan
Ertuğrul Günay, bu talebi, müzede yapılan
envanter sayımını gerekçe göstererek reddetti.
Geçtiğimiz yıllarda da müzeden toplam 76 tablo alan
Cumhurbaşkanlığı, 56 tabloyu 10. Cumhurbaşkanı Ahmet
Necdet Sezer, 2008 yılı içerisinde iade etmişti.
Köşk, 2008’de de
TBMM’den Dolmabahçe Sarayı’ndaki eserleri
istemişti. Hayrünnisa Gül, 1 Nisan 2008’de
Dolmabahçe Sarayı’nı gezerken beğendi
Hürriyet, 16.03.2010
******
MÜZE SOYGUNUNDA GÜVENLİKÇİ GÖZALTINDA
Ankara Devlet Resim
ve Heykel Müzesi'nden ünlü Ressam Hoca Ali Rıza'ya
ait 13 karakalem eseri çalıp yerine taklitlerinin
koyulmasının ardından hırsızlık polisi yürüttüğü
soruşturmada dün bir kişiyi gözaltına aldı. Kayıp
eserlere ilişkin soruşturma yapan Ankara Emniyet
Müdürlüğü Hırsızlık Büro Amirliği ekipleri, Veli T.
adlı müzenin eski güvenlik görevlisini gözaltına
aldı. Ocak 2009'da üç resmi çaldığı iddiasıyla
'hırsızlık' suçlarından hakkında dava açılan Veli
T.'nin 2003 yılında da Topkapı Sarayı'nda bir soyguna
karıştığı ve milyon dolarlık tarihi eserleri çalan
kişilerle bağlantısı olduğu iddia edilmişti. Bu
olayın ardından Veli T. 750 milyon dolarlık tarihi
eserin bulunduğu Ankara Resim ve Heykel Müzesine
sürülmüştü. Veli T.'nin 13 Ocak 2009'da Ankara Devlet
Resim ve Heykel müzesinde 3 adet tabloyu çaldığı
ileri sürülmüştü. Geçen yıl kaybolan tabloların
değerinin ortalama 700 bin TL olduğu öğrenildi. Veli
T.'nin emniyette susma hakkını kullandığı öğrenildi.
Yeni Şafak, 18.03.2010
******
SANKİ DEVLET MALZEME OFİSİ

Geçen hafta
Ankara Devlet Resim Heykel Müzesi
hakkındaki haberleri eğlenerek okumuş olabilirsiniz.
Çalınan resimlerin yerine fotokopi konması, bahçeye
dalan bir kamyonun iki heykeli alıp gitmesi,
kameraların pencereleri göstermediğinin farkedilmesi,
koleksiyonda toplam kaç resmin olduğu ve tabii ki
kaç tanesinin kayıp olduğu konusunda net rakamlara
sahip olunamaması filan gibi durumlar insana tabii
ki gülünç geliyor. ‘Müze’nin o en
basit tanımını ‘toplumsal değeri olan
nesnelerin saklandığı ve sergilendiği yer’
olma durumunu bile, yerle bir eden gelişmeler
bunlar. Sanki Ankara Resim Heykel Müzesi,
başkentte, Kültür Bakanlığı’nın
hemen yanı başında bir kurum değil de barbarların
insafına kalmış Bağdat Müzesi.
Aslında Ankara’daki müzenin başına gelenler hiç de
eğlenceli değil. Burada saklanan resimler 90’lardan
bu yana sanat piyasasında büyük paralar etmeye
başladığı için bir kere büyük çapta bir hırsızlık
şüphesi söz konusu. Sonra, içinde sanat tarihinin
temel taşlarını barındıran o koleksiyonun harap
olmasının insanın içini sızlatan bir yanı var. Bir
de bizim devletin özellikle ‘görsel sanatlar’ söz
konusu olduğunda ne kadar lakayıt olduğunu yeniden
hatırlamak var. Yani aslında komik değil gayet sinir
bozucu bir durum bu.
Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın
Cuma günü yaptığı açıklamalardan da iyice anlaşıldı
ki, devletin elindeki koleksiyonlar kamu kurumları
için bir nevi dekorasyon deposu gibi kullanılmış.
Müzeler, galeri bile değil, mahalledeki çerçeveci
dükkanı muamelesi görmüş. Yeni bir elçilik
açıldığında, makam odası yeniden dekore edildiğinde
‘bir kaç manzara resmi, İstanbul görüntüsü, olmadı
paşa portresi yollayıverin’ demişler;
sorumlular da yollamış. Hani bir adım ötesi,
Devlet Malzeme Ofisi... Eğer
Hoca
Ali Rıza’nın, İbrahim Çallı’nın,
Şeker Ahmet Paşa’nın kim olduğunun farkında
olsalar, giden gelen resmin kaydını kuydunu mutlaka
tutarlardı. Bahçesindeki hurda kamyonu bile gerekli
yazışmaları yapmadan elden çıkartmayan
‘devlet geleneği’, ‘nerede, kimde, kaç tane, ne
tablosu var?’ bir türlü içinden çıkamıyor.
Resimlere bu kadar az değer verilmesi,
bilgisizlikten ve ilgisizlikten başka neyle izah
edilebilir ki.
Sanat piyasası coşup taşarken, işin içine özel
müzeler hatta uluslararası sergiler filan da
girdikten sonra artık devletin kültür
politikalarının köhneliği iyice ortaya çıkıyor.
Böyle komik ya da sinir bozucu başka gelişmelere de
hazır olmak lazım. Bakan Ertuğrul Günay’ın bazı
kurumların elini yüzünü düzeltme, onları sanat
ortamına katma gayretlerinden olumlu bir sonuç
alınması zor görünüyor. O reformlardan,
açılımlardan birini de belli ki memleketin kültür
kurumları için gündeme getirmek lazım. Düşünün ki
2007 yılında restorasyona giren Ankara Resim Heykel
Müzesi’nin salonları gıcır gıcır yapılmış, ama
deponun saklama ve güvenlik koşulları düzelmemiş. O
zaman neden dört milyon lira harcanmış? Bu yenileme
projelerini kim, nasıl hazırlamış?
Devletin sanat kurumlarını, illerdeki kültür
merkezlerinden büyük kentlerdeki resim heykel
müzelerine kadar tamamını, sanatla ilgili
profesyonellerin yönetmesi gerekiyor. Kültür
kurumlarının yöneticiliğine devlet içinde kariyer
yapan bürokratların atandığı bu sistemin yaşadığımız
dünyada bir karşılığı yok.
Resim-heykel
ya da arkeoloji
farketmez, bütün
müzelerin ilgi çekici sergiler düzenleyen, başka
müzelerle, sanatçılarla dünyadaki benzerleriyle
ilişki kuran canlı kurumlar halini alması gerek.
Oysa bu müzelerde elindeki koleksiyonu korumayı,
hatta envanterini çıkartmayı bile beceremeyen ya da
daha vahimi umursamayan kişiler çalışıyor.
Tabii çalışanlardan bir beklentisi olmayan işvereni
de hesaba katmak lazım. Düşünün ki, Ankara Resim
Heykel Müzesi için kayıp ya da çalıntı eserler
hakkında teftiş raporları var ve bunlar işleme
konmamış, sorumluların cezalandırılması düşünülmemiş
bile. ‘Üç beş resim için kimsenin canını
yakmayalım’ diye düşünülmüş herhalde.
Bakanlık bu son skandaldan sonra, İstanbul’daki
resim heykel müzesini de içine alacak bir projeyle
memleketin müze meselesini çözmeli, herkesin
beklentisi bu. ‘Reform’
denilebilecek iddialı adımlar atılır mı, bunu
göreceğiz. Ama söz konusu personel sorununu aşmak
zor değil. Bu konuda eğitim almış, sanat dünyasını
tanıyan çok sayıda genç insan var Türkiye’de.
Onların farkına varmak, yani doğru kişileri
görevlendirmek birinci ve en önemli adım olur.
Radikal, Yazı: Cem Erciyes, 18.03.2010
|
|
MYRA'NIN ALTINI RADARLA GÖRÜYORLAR

Myra-Andriake Kazısı Başkanı ve Akdeniz
Üniversitesi (AÜ) Fen-Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi
Prof.Dr. Nevzat
Çevik, "Myra'nın altını radarla ölçerek 4-6 metre
aşağıda neler var onu buluyoruz. Kent yavaş yavaş
kendini gösteriyor" dedi.
Antalya Müzesi'nde konferans veren Çevik,
Antalya'nın Demre İlçesi'ndeki Myra Antik Kenti ve bu
kentin limanı olan Andriake Antik Kenti'nde geçen
yıl kazı çalışması başlatıldığını söyledi.
Granaryumun (buğday silosu) kazısının tamamlandığını
belirten Çevik, "Orayı müze yapmak istediğimiz için
restorasyon çalışması başlatılacak. Bölgeye muhteşem
güzellikte bir antik müze kazandırabiliriz" dedi.
Nimfeumu da kazdıklarını söyleyen Prof.Dr. Çevik,
buradaki sanayi bölgesini kaldırarak Demre Parkı
yapmak istediklerini söyledi.
Demre'ye 600 bin
turist geldiğine dikkati çeken Çevik, "Kültür ve
doğası muhteşem olmasına rağmen Demre bu kadar
turiste karşılığını verecek güzelliğe sahip" diye
konuştu.
Demre'de Artemis Tapınağı, piskoposluk sarayı,
katedral, kiliseler, caddeler, tapınaklar ve kamu
binalarıyla toprağın altında büyük bir kent
bulunduğunu belirten Çevik, görünmeyen kenti görünür
hale getirmeyi amaçladıklarını kaydetti.
Çalışmalar kapsamında 1.5
ay önce 300 bin TL'lik arkeojeofizik çalışması
başlatıldığını ifade eden Çevik, ilçedeki evler,
seralar, portakal bahçeleri ve caddelerde radarlarla
tarama yaparak yer altında alüvyonlar dışındaki
anomalileri tespit ettiklerini söyledi.
Kazı başkanı Çevik, "Myra'nın altını radarla ölçerek
4-6 metre aşağıda neler var onu buluyoruz. Kent
yavaş yavaş kendini gösteriyor" dedi.
Arkeolojik olmayan kazılara yönelik sözlü tarih
anketi gerçekleştirdiklerini bildiren Çevik, bugüne
kadar açılan kuyulardaki buluntuların da sonuçlarını
aldıklarını söyledi.
Myra'nın yüzey buluntuları envanterini
çıkardıklarını belirten Prof.Dr. Çevik, tüm bu
çalışmalarla ortak veri tabanı oluşturduklarını
sözlerine ekledi.
Cnn Türk, 13.03.2010
|
MİMAR SİNAN'IN BİR SIRRI DAHA ÇIKTI

Mimar Sinan'ın, Kanuni Sultan Süleyman'ın kızına
aşkını anlatmak için yaptığı Mihrimah Sultan
Camii'nin 10 yıldır süren bakım ve onarım
çalışmaları sırasında, ünlü mimarın bir mühendislik
sırrı daha gün yüzüne çıktı.
1999'daki Gölcük depreminde gördüğü hasar
nedeniyle restorasyon çalışmaları süren caminin
etrafında yüzden fazla kuyu bulunduğu tespit edildi.
Uzmanlar, Mimar Sinan'ın, eski İstanbul'un en yüksek
tepesine inşa ettiği camiinin zeminindeki su
dengesini sağlamak için temelin etrafına kuyular
açtığını, böylece temeli korumaya aldığını belirledi.
16. yüzyılda inşa edilen Mihrimah Sultan Camii,
dönemin üç padişahına mimarbaşılık yapan ve hala
birçok eserinde kullandığı mühendislik tekniği
sırrını koruyan Mimar Sinan tarafından Kanuni Sultan
Süleyman'ın kızı Mihrimah Sultan adına 1562-1565
tarihleri arasında inşa edildi.
Yenilendi
1998 yılında restorasyon programına alınan caminin
rölöve, restorasyon, restitüsyon ve temel
güçlendirme projeleri hazırlanarak, onay için ilgili
koruma kuruluna sunuldu. 2007'de çıkan onayın
ardından restorasyon için gerekli olan hasarlı
minarenin yeniden yapılması tamamlanarak cami
tepeden tırnağa yenilendi.
Star Gazetesi, 13.03.2010
|
KONYA'NIN KAPADOKYASI DEFİNECİLERDEN KURTARILARAK
TURİZME KAZANDIRILACAK

Konya'nın Meram İlçesi'ne
bağlı Gökyurt Köyü'nde bulunan ve Kapadokya'ya
benzerliğiyle dikkat çeken Kilistra, yabancı
turistlerin yoğun ilgisiyle karşılaşıyor.
Hellenistik ve Roma çağında yerleşim yeri olarak
kullanıldığı tespit edilen Kilistra, Hz. İsa'nın
havarilerinden Saint Paul'ün ilk vaaz verdiği
yerlerden biri olarak kabul ediliyor.
Konya'ya 49 kilometre uzaklıkta bulunan ve
Hıristiyanlar tarafından hac maksadıyla ziyaret edilen
Kilistra'nın turizme kazandırılması için, İl Genel
Meclisi harekete geçti. Volkanik
tüf kayalardan oluşan ve yapılan arkeolojik
çalışmalar sonucu Hellenistik ve
Roma çağında (MÖ II. Yüzyıl-MS III. Yüzyıl)
yerleşimin başladığı tespit edilen Kilistra çok
sayıda turist ağırlıyor.
İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından hazırlanan
proje kapsamında Konya İl Genel Meclisi ve Özel İdarenin ödenek desteği
ile yeniden yapılandırılarak
turizme kazandırılacak. Tarihi bölge için ilk etapta
150 bin TL ödenek ayrıldı. Turistlik yol güzergahı
ile bağlantılı yol çalışması
devam ediyor. Projenin ikinci etabında tarihi
kalıntıların turistler tarafından gezilmesi için
bölgede konaklama, oturma ve diğer ihtiyaçlar için tesisler
yapılacak.
Konya İl Genel Meçlisi Başkanı Ali Selvi, bölgenin
kalkınması ve ikinci bir Kapadokya olması için
Kültür Bakanlığı yetkililerine çağrıda bulundu.
Başkan Selvi, meclis olarak Kilistra'nın güzelliklerinin gün yüzüne çıkartılması
için çalışma başlattıklarını anlattı.
Yemyeşil bir doğanın içindeki mağaraların ve
yükseklerde kayalara oyulmuş inziva odalarının
bulunduğu bilgisini veren Selvi, "Kilistra,
Hıristiyanlığın ilk yayılmasında ve Bizans devrinde
yoğun bir şekilde kullanılmış. Bazı kaynaklarda Kilistra'ya
Hz. İsa'nın havarilerinden olan Aziz Paulos'un
da uğradığı ve bir süre burada ikamet ettiği ifade
ediliyor. Lystra ve Glistra Hristiyanlarca hac
maksadı ile ziyaret edilmektedir." açıklamasında bulundu.
sondakika.com,
13.03.2010
|
YASAK KENTTEN ANTİK KENTE

Gaziantep’in Suriye sınırındaki mayınlı sahada
bulunan tarihi Karkamış Antik Kenti’nde mayınların
elle temizlenmesi için açılan ihaleyi kazanan Nokta
Yatırım İnşaat Gıda Tekstil Petrol Sanayi ve Ticaret
Limited Şirketinin 20 Mart’ta çalışmalarına
başlayacağını bildirdi.
Antik kentte bulunan 663 bin 800 metrekarelik alanda
mayınların temizlenmesi ihalesine katılan 15 yerli
ve yabancı firmanın arasından 1 milyon 111 bin 111
lira teklifle ihaleyi kazanan Nokta Yatırım İnşaat
şirketi, çalışmaları başlatıyor. Şirket yetkilisi
Murat Keklik, çalışmalara 25 kişilik uzman ekibin
katılacağını duyurdu. Murat Keklik, işi çok kısa
sürede bitirmeyi hedeflediklerini, şartnamede
verilen yasal süre 10 ay olmasına rağmen 6 ayda
mayınları temizlemeyi planladıklarını söyledi.
Murat Keklik açıklamasında, “Orada 663 bin 800
metrekarelik alan var yani mayınlı alan. 1949 ile
1954 yılları arasında döşenmiş mayın sayısı yaklaşık
600 olmasına rağmen bunun yangınlarla veya değişik
nedenlerle yok olduğunu düşünürsek sadece 250–300
mayın bulunduğunu tahmin ediyoruz. Türkiye’de mayın
temizleme işini yapan ilk yerli firma olmanın
gururunu yaşayacağız. Mayın temizliği sonrası orada
büyük bir tarih ortaya çıkarılacak” dedi. Mayınları
temizleme işini kendi uzman ekiplerinin yapacağını
belirten Keklik, mayın temizleme işi süresince
arkeolog ve sanat tarihçilerinin de aralarında
bulunduğu 20 uzman kadro çalıştırma zorunluluğu
olduğunu hatırlattı.
Keklik, ”Sahada kesinlikle mayın konusunda uzman
kişiler çalışacak. Geri planda ise bölge insanından
yararlanacağız. Güvenlik tedbiri aldıktan sonra
bölgeyi santim santim tarayacağız” dedi. Personel
görüşmelerini bitirdiklerini ifade eden Keklik, ”Şu
anda elimizde sertifikalı birçok personel var.
Onların arasından 25 kişilik uzman ekip oluşturduk.
Ekipte Türk Silahlı Kuvvetleri'nden emekliler ve
sertifikalı mayın temizleme timi de yer alıyor” diye
konuştu. Karkamış Antik Kenti’nin sit alanı olduğuna
işaret eden Keklik, mayın temizleme işinin insana,
tarihi dokuya, tabiata ve çevreye zarar vermeyecek
şekilde yürütüleceğini sözlerine ekledi.Hakimiyet
Gaziantep Haberler, 12.03.2010
|

|
KAÇAK KAZIYA SUÇÜSTÜ
Malatya'da bir mağarada kaçak kazı yaptıkları bildirilen 2 kişinin suçüstü yakalandığı bildirildi.
Alınan bilgiye göre, Akçadağ'ın Kürecik Jandarma Komutanlığı ekiplerine yapılan bir ihbar sonucunda Akçadağ'ın Kozluca Kasabası'ndaki İnönü mevkiinde bir mağarada kaçak kazı yapan İ.G. (66) ile R.D. (44) adlı şahıslar, suç aletleriyle birlikte yakalandılar.
Çıkartıldıkları mahkemece tutuklanan 2 kişinin mağara içerisinde 80 metre ilerledikleri öğrenildi.
Malatya Haber, 11.03.2010
|
MERKEL, GELİRKEN SFENKSİMİZİ DE GETİR LÜTFEN
Almanya ile Türkiye arasında yılan hikayesine dönmüş
“Boğazköy Sfenksi” diye bir mesele var.
Hikayenin özü şu:
1905 ile 1912 yılları arasında Hititlerin başkenti
Hattuşa’da kazılar yapan Almanlar Hitit Kraliyet
Arşivi’ne ait 10 binden fazla tablet ve iki sfenks
buluyorlar.
Bunlar Osmanlı tarafından 1917 yılında temizleme,
restorasyon için Almanya’ya gönderiliyor.
1924-1942 yılları arasında tabletlerden 3 bini ve
iki sfenksten biri iade ediliyor.
Araya İkinci Dünya Savaşı’nın girmesi ve eserlerin
Doğu Berlin’de kalmaları nedeniyle geri kalanlar bir
türlü iade edilemiyor.
Türkiye 1974 yılından itibaren tekrar 7 bin kadar
tablet ile sfenksin peşine düşüyor.
İkili görüşmeler bir işe yaramayınca çaresiz
UNESCO’yu devreye sokuyor.
UNESCO’nun bastırmasıyla tabletler 1987 yılında
Türkiye’ye veriliyor.
Ama “Boğazköy Sfenksi” diye bilinen eserden bir ses
seda yok.
UNESCO’NUN TAVSİYE KARARI
Halen Berlin’deki Bergama Müzesi’nin Ön Asya
Bölümü’nde sergilenmekte olan sfenksin onarım için
Almanya’ya götürüldüğüne ilişkin onlarca belge var.
Ancak Almanya, Türkiye’den izinsiz bir şekilde
Bergama Müzesi’nin envanterine geçirdiği eser için
Nuh diyor, peygamber demiyor.
Türkiye “Boğazköy Sfenksi”nin iadesi için yıllardan
beri gerçekten çetin bir mücadele veriyor.
Sfenksin iadesi için önceleri Doğu Almanya ile
sürdürülen temaslar iki Almanya’nın birleşmesinden
sonra aralıksız devam etmiş günümüze kadar.
Konu defalarca UNESCO Kültürel Varlıkların Ait
Oldukları Ülkelere İadesi Komitesi’nin (İCPRCP)
toplantılarında ele alınmış.
Komite “Boğazköy Sfenksi”nin iadesi için tavsiye
kararı almış.
BU KEZ GÜNAY SORDU
Gazetelerimizde defalarca “Sfenks bu kez iade
ediliyor” diye başlıklar atılmış.
En son geçtiğimiz ağustos ayında Almanya 2011
yılında Berlin’de gerçekleştirilecek “Hellenistik Pergamon” sergisi için işbirliği talebinde bulununca
Ankara yeniden “Boğazköy Sfenksi”nin iadesini
gündeme getirmiş.
Alman yetkililer Ankara’nın bu talebini de yanıtsız
bırakmış.
Nihayet ITB Fuarı nedeniyle geldiği Berlin’de
temaslarda bulunan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay, Alman Dışişleri Bakanlığı’nda bir araya
geldiği Devlet Bakanı Cornelia Pieper’dan “Boğazköy
Sfenksi”ni bilmem kaçıncı kez talep ediyor.
Bakan Günay sohbetimizde “Bu konuyu çok
önemsediğimizi ilettim” diyor.
“Bergama’yi daha uzun vadeli bir tartışma konusu
yapacağız. Ama Boğazköy Sfenksi’yle ilgili talebin
yıl sonuna kadar sonuçlanmasını istiyoruz” diye
ilave ediyor.
TÜRKİYE’NİN KOZU VAR MI?
Anladığım kadarıyla Ertuğrul Günay, muhatabına
Türkiye’nin “Boğazköy Sfenksi” konusunda sabrının
artık taşma noktasında olduğunu hissettirtmiş.
Sfenks iade edilmezse Türkiye’nin Almanya’ya tavır
koyabileceği bazı konular var.
Örneğin Türkiye’nin dört bir yanında Alman
arkeologlar tarafından sürdürülen kazılar.
Bunların izinleri pekala iptal edilebilir.
Sanırım arkeolojik kazılar Türkiye için önemli bir
koz olabilir.
Onarım için gönderilmiş sfenkse el koyduğu
yetmiyormuş gibi konuyu yıllardan beri duymamazlığa
gelen Almanya’yı dize getirmenin çaresi vardır
mutlaka.
Kalabalık bir işadamı grubuyla önümüzdeki 29-30 Mart
tarihleri arasında Türkiye’yi ziyaret edecek olan
Başbakan Merkel’in gündeminde ekonomik ve kültürel
konular ağırlıkta olduğu özellikle vurgulanıyor.
MERKEL’İN GÖNLÜNDEKİ ASLAN
İstanbul’un 2010 Avrupa Başkenti olması nedeniyle
Ankara’daki resmi temaslarından sonra İstanbul’a
geçecek olan Merkel, Sarıyer’de kurulacağı söylenen
Türk-Alman Üniversitesi’ne ayrı bir önem veriyor.
Almanya, Türkiye ile daha kapsamlı kültürel
ilişkiler arzusunda.
2011 yılında Türklerin Almanya’ya gidişlerinin 50.
yıldönümünde de çeşitli kültürel etkinlikler söz
konusu.
İki ülke arasında kültürel bir yakınlaşmaya hız
verilecekse eğer bazı pürüzlerin halledilmesi
gerekmez mi?
Bu yüzden benim ricam Merkel’in gelirken beraberinde
“Boğazköy Sfenksi”ni de getirmesi.
Önce o gelsin, sonra izinsiz Türkiye’den Almanya’ya
kaçırılmış diğer eserlere de sıra gelecek.
Hürriyet, Yazı: Gila Benmayor, 11.03.2010
|
ESKİYEN KİTAPLAR DİJİTAL ORTAMDA
Arama motoru
Google, İtalya'nın Roma ve Floransa kentlerindeki
kütüphanelerde bulunan bir milyon kadar eski kitabı
dijital ortama aktaracak.
Google ve İtalya Kültür Bakanlığı yetkilileri,
projenin Google Kitapları ile Kültür Bakanlığı
arasında ilk ortak girişim olduğunu söyledi.
Kültür Bakanlığı yetkilisi Mario Resca, aralarında
astronom Galileo Galilei’nin eserlerinin de
bulunduğu kitaplar için yapılan anlaşmayla,
kitapların içeriğinin sonsuza kadar korunmasının
sağlanacağını ifade etti.
Resca, 1868 yılından önceki kitapların dijital
ortama aktarılmasının, İtalyan kültürünün dünyaya
yayılmasına yardım edeceğini belirtti.
Kitapların tarama işleminin maliyetini Google
karşılayacak.
Trt/Haber, 11.03.2010
|
YÜZLERCE YILLIK GEMİ ENKAZLARI BULUNDU
Baltık
Denizi'nde yüzlerce yıllık gemi enkazları bulundu.
İsveç
hükümetine bağlı Ulusal Miras Dairesi, Baltık Denizi'nde
Rusya ile Almanya arasında deniz altına boru
yerleştirmeye hazırlanan bir gaz şirketi tarafından
bulunan gemi enkazlarının çoğunun 18. ve 19.
yüzyıldan kalma oldukları bildirdi.
Açıklamada, gemi
enkazlarından birinin bin yıllık olabileceği, üçünün
gövdelerinin bozulmadan kaldığı ve 130 metre
derinlikte baş aşağı konumda bulundukları
belirtildi.
Gemi enkazlarının, dalgıçlar tarafından incelenmesinin
beklendiği kaydedildi.
Sabah, 09.03.2010
|
|
7 - 13 Mart 2010
|
TARİHİ EVLER TURİZME KAZANDIRILACAK
Giresun’un Görele İlçesi'nde sayıları 45’i bulan Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından tescillenmiş Rum mimari yapısı özelliklerini taşıyan tarihi evlerin restore edilmesi için Görele Belediyesi tarafından çalışma başlatıldı.
Görele’de beton yığınlarına karşı adeta meydan okurcasına ayakta kalmaya çalışan, tarihin izlerini ve kokusunu günümüze kadar ulaştırabilen evleri turizme kazandırmak gerektiğini kaydeden Görele Belediye Başkanı Mimar Ertuğrul Melikoğlu, bu konuda örnek bir çalışma yapıldığını söyledi. Başkan Melikoğlu, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından tescil edilen tarihi evlerin yakılıp yeniden yapılmasının mümkün olmadığını hatırlatarak “İlçemizde sayıları 45 adet olan Rum mimari yapı özelliğini taşıyan tarihi evler tescillendiği için kullanılmayacak halde olsa dahi yıkılamıyor. Bu durum karşısında da ilçemize sadece görüntü kirliliği vermektedir. Ancak bu evleri aslına uygun olarak restore edebiliriz. Bu şekilde sahipleri hem kullanabilir hem de ilçemize tarihi bir görsellik katmış olabiliriz. Biz bu konuda bir çalışma yaparak Hendekbaşı Mahallesi’nde bir vatandaşımıza ait evi Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan aldığımız destekle restore ettik. Bu evin örnek teşkil etmesini istiyoruz. Bu konuda belediyemiz tarihi evini restore etmek isteyenlere yardımcı olacaktır. Turizme kazandıracak kadar tarihi ev potansiyelimiz bulunmaktadır” dedi.
Tarihi evlerini restore ettirmek isteyenlere bilgi de veren Başkan Melikoğlu,” Kültür Bakanlığı tarihi evlerin aslına uygun şekilde restore edilmesi halinde katkı sağlamaktadır. İsteyen herkes bu imkandan faydalanabilir. Belediye olarak gerekli desteği vermeye hazırız” diye konuştu.
Giresun Kent Haber, 12.03.2010
|
 |

|
6 YILDA 62 MİLYONA 300 ESER
Konya Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından son 6 yılda 62 milyon TL harcanarak yaklaşık 300 vakıf eseri restore edildi.
Konya Vakıflar Bölge Müdürü İbrahim Genç, "Konya ve bölgesinde 6 yıl içerisinde 300'e yakın eserin restorasyonunu gerçekleştirdik. Bu eserlerin 200'e yakının bir belge olarak saklanması açısından projesini çizdirdik ve arşivimize koyduk. Çalışmalarımız halen devam ediyor. Şu an da çalışmaları devam eden 5 restorasyon işi var. Son 5-6 yılda vakıf eserlerinin restorasyonu için 62 milyon TL'lik bir harcama yapıldı. 300 eserin dışındaki eserlerin tamamı köklü bir onarıma ihtiyacı yok. Ama her eserin dönem içerisinde bakıma ihtiyacı oluyor ve biz de dönem dönem bunların da restorasyon işlemleri yapıyoruz." dedi.
Selçuklu döneminin simge eserlerinden Alaeddin Camisi'nde 2010 yılı içerisinde restorasyon çalışması yapılacağını belirten İbrahim Genç, "2010 yılındaki en önemli projelerimizden bir tanesi Alaeddin Cami'nin restorasyonudur. Burada rölöve ve restorasyon projesinde gecikmeler yaşandı. Mart veya Nisan ayı gibi bu projeyi ihaleye çıkarmayı düşünüyoruz. Haziran ayında çalışmalarına başlayıp 2011 yılı sonlarına doğru da restorasyonu tamamlamayı hedefliyoruz." diye konuştu.
İpek Yolu güzergahında bulunan hanların da 'Restore et-işlet-devret' modeli ile restorasyonun yapıldığını ifade eden İbrahim Genç, bu çalışmalar noktasında 2 yıl içerisinde Aksaray, Nevşehir, Karaman ve Konya bölgesindeki hanların faaliyete geçeceğini söyledi. Hanlarla ilgili restorasyon çalışmalarının halen devam ettiğini vurguladı.
Manşet Gazetesi, 12.03.2010
|
ŞAHESERE KARŞI KUTSAL
İTTİFAK
Selçuklu döneminin
Konya’daki en önemli eserlerinin başında gelen
Nizamiye (Nalıncı Baba) Medresesinin 1929 yılında
dönemin Konya Belediye Başkanı Halis Ulusan ve 2’nci
Ordu Komutanı Fahrettin Altay tarafından yol açmak
için yıktırıldığı ortaya çıktı. Halkın tepkisinden
çekinen Belediye Başkanı Ulusan, yıkımın
karşılığında ise Ordu Komutanına bir konak hediye
etmiş
Kürkçü Mahallesi'nde şu
anda TEKEL Başmüdürlüğü’nün bulunduğu alanda yer
alan ünlü Medreseden Evliya Çelebinin
seyahatnamesinde bile bahsedildiğini belirten
İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü Öğretim Üyesi Yard. Doç Dr Caner Arabacı, “Dönemin Belediye
Başkanı, Ordu komutanının da desteğiyle Selçuklu
Şaheseri olan bu medreseyi tarih sahnesinden silmiş”
dedi.
Selçuklu döneminin Konya’daki en önemli eserlerinin
başında gelen Nizamiye (Nalıncı Baba) Medresesinin
1929 yılında dönemin Konya Belediye Başkanı Halis
Ulusan ve 2’nci Ordu Komutanı Fahrettin Altay
Paşa'nın yol açmak için yıktığı ortaya çıktı.
Kürkçü Mahallesi'nde şu anda TEKEL Başmüdürlüğü’nün
bulunduğu alanda yer alan ünlü Medrese, Şehrin İmar
Nazım planını çıkaran ve bölgeden yol geçirmek
isteyen Dönemin Belediye Başkanı Halis Ulusan ve
Konya merkezli 2’nci Ordu Komutanı Fahrettin Altay
tarafından yıkılarak tarih sahnesinden silinmiş.
Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik
Bölümü Öğretim Üyesi Yard. Doç Dr Caner Arabacı,
yıkım olayının halkın tepkisinden çekinen Belediye
Başkanının Ordu Komutanından yardım istemesiyle
başladığını söyledi.
Belediye başkanının talebiyle 2’nci orduda görev
yapan askerlerin yıkım çalışmalarında görev aldığını
belirten Caner Arabacı, “Dönemin belediye başkanı
bölgeden yol geçirmek istemiş. Yolun açılması içinde
medresenin yıkılması gerekiyor. Halkın medresenin
yıkılmasına tepki göstermesinden çekinen Başkan,
dönemin 2’nci Ordu Komutanı Fahrettin Altay Paşa’dan
yardım istiyor. Paşanın da olumlu cevap vermesinden
sonra askerler medresenin yıkımında çalışıyorlar.
Böylece bu önemli şaheserin bir kısmı yol olarak
kullanılıyor. Bir kısmı da şu anki TEKEL
Başmüdürlüğü’nün arsası oluyor” dedi.
Ordu komutanının desteğini Belediye Başkanının
karşılıksız bırakmadığına dikkati çeken Arabacı,
Paşaya yıkım sonrası belediye tarafından bir konak
hediye edildiğini kaydetti.
Hediye edilen konağın günümüze kadar ulaştığını dile
getiren Arabacı, “Belediye başkanı komutanın
desteğini karşılıksız bırakmamış. Paşaya İnce Minare
arkasında bulunan ve günümüzde de Osmanlı Çarşısı
olarak kullanılan konağı belediye adına hediye
etmiş. Ordu Komutanı da Konya’da kaldığı süre
içerisinde ikamet ettiği konaktan, Alaeddin Tepesini
göremediği gerekçesiyle İnce Minarenin bazı
bölümlerini ve öğrenci hücrelerini yıktırmış” diye
konuştu.
Selçuklu döneminin en görkemli ilim merkezlerinden
biri olan Nizamiye Medresesi, III. Murad
zamanındaki tahrir defterlerine göre, Emir
Nizameddin Ebi’l-Hasan Ali İbn-i il-Almis bin İdris
tarafından 1237’de yaptırılmış.
Nizamiye Medresesi günümüze kadar ulaşamadığı için
mimari özelliği de bilinmiyor. Ancak Evliya Çelebi
Konya’ya geldiği zaman medreselerin en meşhurunun
Nizamiye Medresesi olduğunu yazar.
Nizamiye Medresesi kubbeli, kargir, gösterişli ve
şark aleminde çok meşhur bir ilim merkezi olarak
biliniyor. Son zamanlara kadar ayakta kalan büyük
kubbesiyle, kuzey ve batı yönündeki Tak kapısının ve
kitabesinin bazı kısımları ile bir kemeri Konya İnce
Minare Müzesi’nde bulunuyor.
Eserin Keluk bin Abdullah tarafından yapıldığına
dair medresenin batı tarafında bir kitabe bulunduğu
biliniyor. Halen Konya Rehberi de bu medreseyi
kıymetli eserler arasında göstermektedir.
Manşet Gazetesi,
12.03.2010
|
KOYUNBABA KÖPRÜSÜ TARİHİ KİMLİĞİNE KAVUŞTU
Osmancık’ta tarihi Koyunbaba Köprüsü (II. Beyazıt Köprüsü) üzerinde bulunan elektrik direkleri söküldü. Anıtlar Yüksek kurulunun tarihi bina ve eserleri koruma kararına uygun olarak tarihi Koyunbaba Köprüsü üzerinde bulunan aydınlatma direkleri yerlerinden sökülerek alındı.
Hatırlanacağı üzere yaklaşık 3 ay önce çıkan fırtınada Köprü üzerinde bulunan direklerden 3’ü dibinden kırılarak sökülmüştü. O zamandan bugüne kadar köprü karanlığa mahkum olmuş, belediyenin çalışmaları ile Köprünün her iki başına 2 şer adet kuvvetli projektör takılarak aydınlatılması yapılmıştı. Belediye Başkan Vekili Alaattin Uğur’un talimatları üzerine geride kalan elektrik direkleri sökülerek yerlerinden alındı. Böylece Tarihi Osmancık Koyunbaba Köprüsü (II. Beyazıt Köprüsü) tarihi kimliğine kavuşmuş oldu.
Çorum Haber, 12.03.2010
|
 |
ADIYAMAN'DA TESCİLLER

Adıyaman Müze Müdürü
Fehmi Erarslan, Tut İlçesi meydanında bulunan ve
ilçenin simgesi haline gelen çınar ağacının ve ulu
caminin tescillendiğini bildirdi. Tut Belediyesi'nin
talebi üzerine Adıyaman Müze Müdürlüğü tarafından
tutulan raporun ardından, Şanlıurfa Kültür ve Tabiat
Varlıkları Koruma Kurulu, çınar ağacının korunması
gereken tabiat varlığı olarak tescillerken Osmanlı
Dönemine ait Ulu Cami'nin de caminin yıkılarak yeni
cami yapılması talebine uygun olmadığına karar
vererek tescilledi.
Belediye tarafından
meydanda yapılacak olan çalışmalar öncesinde çınar
ağacının tescillenmesi için yaptığı müracaat üzerine
Müze Müdürü Arkeolog Fehmi Eraslan, 600 yıllık
olduğu tahmin edilen çınar ağacında incelemelerde
bulunduklarını söyleyerek, Müze müdürlüğü tarafından
Şanlıurfa Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma
Kuruluna, çınar ağacının tescillenmesi için sunulan
dosya karara bağlandı. Kurul tarafından tescillenen
ikinci çınar ağacı oldu. Daha önceden
Adıyaman-Çelikhan yolu üzerindeki Doğanlı Köyündeki
700 yıllık olduğu belirtilen çınar ağacı
tescillenmişti. Kurul, ağacın tahmini yaşı, cinsi ve
anıt ağaç olduğu için koruma altına alındığına dair
bilgi veren tabelanın belediye tarafından
hazırlanarak asılması, diğer tabelaların
kaldırılmasına, ağacın gövdesine bitişen ve ağacı
fiziksel olarak etkileyen taş ve beton kaplamaların
en az 50 santimetre uzaklıkta olması ve korunması
için gerekli tedbirlerin alınması kararını
verdi.”dedi.
Erarslan, ayrıca Tut
İlçesi'nde bulunan Ulu Cami'nin de tescillendiğini
ifade ederek, “ Adıyaman ili Tut İlçesi Ayniye
Mahallesi Fikret Otyam Meydanı'nda bulunan Ulu Cami
Tut belediyesinde yıkılarak yeniden inşa edilmesine
ilişkin İl Kültür ve Turizm Müdürlüğümüze
başvurmuşlardı. Yapılan incelemeler sonucunda
caminin korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı
özelliği göstermesinden dolayı yasa kapsamında
tescillenmesine karar verildi. Caminin de yıkılarak
yeni cami yapılması talebinin uygun olmadığına karar
verildi.”dedi.
Erarslan, “ Adıyaman İli
Gölbaşı İlçesi Harmanlı Beldesinde bulunan mağarayla
ilgilide Şanlıurfa Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulunun yaptığı incelemeler sonucunda
çıkan raporda Mitraium Tapınağı olarak bilinen yerin
tescillenmesine karar verdi. Arsemia'daki tapınakla
benzerliğiyle dikkat çeken tapınak kısmen insan
eliyle yapılmış.”dedi.
Adıyaman Haber,
12.03.2010
|
TESCİLLİ BİNALAR EHİL
ELLERE

Tescilli binalarının
restorasyonunda eleman eksizliği çeken ilimizde
başlatılan, “Restorasyon uzmanı yetiştirme projesi”
kapsamında 20 işsiz gence teorik ve pratik eğitim
verilerek vasıflı hale getirilmeye
çalışılıyor.Tarihi ve doğal güzelliklerinin yanı
sıra çok sayıda tescilli yapının bulunduğu Hatay’da,
restorasyon elemanı eksikliğini gidermek amacıyla
başlatılan proje kapsamında, 20 işsize teorik ve
pratik eğitim verildiği bildirildi.
İŞKUR İl Müdürü Ahmet Bulanık, yaptığı açıklamada,
aralık ayında başlatılan ve önümüzdeki ay sona
erecek ”Restorasyon Uzmanı Yetiştirme Projesi”
kapsamında işsiz kişilere eğitim vererek vasıflı
hale getirmeye çalıştıklarını söyledi.
Kentte yaklaşık 500 tescilli yapının bulunduğunu,
ancak bunların çoğunun bakımsızlık nedeniyle kötü
bir görünümde olduğunu ve kaderlerine terk
edildiğini ifade eden Bulanık, başlattıkları
projeyle eski yapıların ruhunu ortaya
çıkaracaklarını kaydetti.
Proje kapsamında Mimarlar Odası Antakya Şubesiyle
yaptıkları işbirliğiyle öncelikle İŞKUR’a kayıtlı 20
işsize taş, ahşap işlemeciliği ve onarımı konusunda
bir aylık teorik eğitim verdiklerini belirten
Bulanık, amaçlarının restorasyon konusunda çalışacak
eleman eksikliğini gidermek olduğunu söyledi.
Kursiyerlerin aldıkları teorik eğitimin ardından
Mimarlar Odası’nın hizmet binasının restorasyonunu
yaparak pratik yaptıklarını ifade eden Bulanık, ”Çok
sayıda medeniyete ev sahipliği yapmış kentimizde
tescilli birçok yapımız var. Ancak bu yapılar,
bakımsızlık nedeniyle kaderlerine terk edilmiş
durumda. Bu yapılara ruh vermek, gelecek nesillere
aktarmak için kolları sıvadık. Mimarlar Odası ile
yaptığımız işbirliği kapsamında 100 bin TL ödenekle
tarihi kentimizde büyük eksikliği olan restorasyon
işçisi açığını kapatacağız” dedi.
Proje kapsamında kursiyerlere günlük 15 TL ücret
ödediklerini, ayrıca sigorta yaptıklarını belirten
Bulanık, yetişmiş elemanların kentteki tescilli
yapıların onarımı konusunda çalışacağını söyledi.
Mimarlar Odası Şube Başkanı Yaşar Coşkun da,
projeyle tescilli yapıları turizme kazandırmayı
hedeflediklerini belirtti.
Kentin, denizden yaylalarına, kaplıcalarından
mağaralarına kadar çok sayıda unsuru bir arada
bulundurduğunu ifade eden Coşkun, ”Tescilli
yapılarımızda alternatif turizm seçenekleri arasında
yer alabilir. Projeyle, yıllardır bakımsızlık
nedeniyle harabe görünümde bulunan, yıkılmaya yüz
tutmuş binalarımızı canlandırmayı hedefliyoruz.
Eğitim almış elemanlar sayesinde yapıların bakım ve
onarımında yapılan yanlışların da önüne geçeceğiz”
diye konuştu.
Coşkun, kentteki her kurumun tescilli yapı alarak
restore etmesi gerektiğini, bu şekilde ”Eski Antakya
Evleri’nden de adından söz ettireceğini ve turizmden
daha çok pay alınacağını söyledi.
Hatay Gazetesi,
12.03.2010
|
YAPMAKLA ÖVÜNÜYORUZ AMA
YIKMAKLA YERİNMİYORUZ
Doğan Hasol’un
Sürekli Yıkıyoruz!..
yazısı(*)
mimarlığa, mimarlara saygısızlığımızın utandırıcı
örneklerini veriyor.
Yeni bina yapmakla övünüyoruz, görkemli açılışlarla
bunları kamuoyuna duyuruyoruz ediyoruz.
Peki sessiz sedasız yapılan yıkımlardan haberdar
mıyız? Hayır!
Bu olumsuz anlayışımız yüzünden, ödül almış birçok
binanın yerinde yeller esiyor.
Bunlar ne eskidiğinden, ne yıkılma tehlikesinden
ötürü yıkılıyor.
Arsasının üzerine daha çok katlı yapıların
yükselmesi amacıyla kazma vuruluyor.
Üstelik mimarlık ödülü kazanmış yapıların o kente
bir özellik kazandırdığı görüşüne de itibar
etmiyoruz.
Hasol’un yazısından alıntıladığım aşağıdaki bölüm,
İstanbul ve Ankara’daki rant hırsının vardığı
noktayı gösteriyor:
“Yepyeni binalar, arsasına tamah edilerek yıkılıyor.
Bu durum eski yıllarda da yok değildi. Örneğin,
başkent Ankara kaç kez yıkılıp yeniden yapıldı.
Sıhhiye-Kızılay arası yani eski adıyla Yenişehir kaç
kere çehre değiştirdi. Bu bölge, iki katlı evlerden
8-9 katlı işyerlerine dönüştü.
Bugünkü durum eskisinden farklı: İmar durumları
yürürlükteki imar planlarından koparılarak parsel
bazına indirildi ve değişim süreci hızlandı. Böylece
yıkımlar artmaya başladı. Ve sonuçta, artık gencecik
binalar yıkılır oldu. İsterseniz hemen birkaç örnek
verelim. İstanbul Beylikdüzü Tatilya Binası; bina 14
yıl yaşayabildi yerine alışveriş merkezi yapılmak
üzere yıkıldı. Levent’teki otomatik kat otoparkı, 10
yıl yaşayabildi. İstanbul Maslak’taki Vestel
(sonradan Garanti Bankası) binası, 16 yıl
yaşayabildi.
İlk iki yapı ödül kazanmış yapılardı. Tatilya ve Kat
Otoparkı Avrupa Çelik Birliği Ödülü’nü
kazanmışlardı.”
Bugün yitirilmiş 20.
yy mimarlık yapılarının birkaçı ise şöyle:
Taksim Belediye Gazinosu (Rüknettin Güney), yerine
bugünkü Ceylan İntercontinental yapıldı.
TBMM Lojmanları (Behruz Çinici), yerine yüksek konut
blokları yapıldı.
Kervansaray Oteli (Muhteşem Giray, Affan Kırımlı),
yıkıldı.
İstanbul Şark Kahvesi (Sedad H. Eldem), yıkıldı,
yerine 3/4 ölçeğinde replikası yapıldı.
Maçka Oteli (Yılmaz Sanlı, Yılmaz Tuncer),
özelleştirildi, yıkıldı, öylece duruyor.
Uşaklıgil Yalısı (Sedad H. Eldem) bozuldu.
Tatilya (Oktay Nayman), yıkıldı yerine AVM yapıldı.
Levent’teki 612 araçlık otopark (Levent Aksüt, Yaşar
Marulyalı) işletilmediği için yıkıldı.
Büyük Ankara Oteli (Marc Saugey, Yüksel Okan), bina
özelleştirildi, mimarisi bozuldu.
Yalova Termal Otel (Sedad H. Eldem), 1984’te Kenan
Evren’in emriyle yıkıldı.
Maltepe Havagazı Fabrikası ve Elektrik Santralı,
yıkıldı.
* * *
Yıkımlar hem özel kesimde, hem devlet kesiminde
sürüyor. Behruz
Çinici’nin yaptığı Ankara’daki
Milletvekili
Lojmanları 3 katlı imiş ve 2 bin nüfus
yaşıyormuş. Şimdi 10 bin nüfus yaşıyor. Binalar 35
kata kadar çıkmış.
Yıkılanların yerine güzel örnekler yapılmıyor.
Çirkin yapılar ayrıkotu gibi büyüyor. Türkiye,
gökdelenler ve alışveriş merkezleri cehennemine
dönüştü. Yıkım histerisinin ve çok katlı binaların
trajikomik romanını Tahsin Yücel’in Gökdelen’inde
okuyun. Hepimizin bildiği, gördüğü ama zamanla
unuttuğu yıkımlardan birkaçını okuyun, belki önlemek
için çabalarda bulunursunuz.
(*) Sürekli Yıkıyoruz!.., Doğan Hasol, Yapı 340,
Mimarlık-Tasarım-Kültür-Sanat, Mart 210, s. 46.
Hürriyet, Yazı: Doğan
Hızlan, 12.03.2010
|
TOPKAPI SARAYI'NDA DERİN
KEŞİF

Topkapı Sarayı’nın
altındaki su yolları ilk kez canlı yayında
NTV ekranına
geldi. Hırka-i Saadet Dairesi’nin önündeki içi su
dolu sarnıç, haç motifleri taşıyor. Konuya ilişkin
detaylar ayrıca
National Geographic Türkiye dergisinin
bu ayki (Mart 2010)
sayısında yer alıyor.
Arkeolog, mimar ve su altı fotoğrafçılarından oluşan
bir ekip bir süredir Topkapı Sarayı’nda hummalı bir
çalışma yürütüyor.
Topkapı Sarayı ve Ayasofya’nın altındaki su
kanalları ile sarnıçlar araştırılıyor.

Tarihi
yarımadanın altındaki su yollarının haritası
çıkarılıyor. Su yollarının uzunluğu
3 kilometreyi
buluyor. Hırka-i
Saadet Dairesi’nin önünde içi su dolu sarnıç,
haç motifleri taşıyor.
Araştırmayı yapan ekibin başındaki İstanbul Teknik
Üniversitesi (İTÜ) Fen-Edebiyat Fakültesi İnsan ve
Toplum Bilimleri Öğretim Üyesi
Dr. Çiğdem Özkan
Aygün, çalışmaları anlattı:
“Yalnızca bu çalışma için üretilmiş teknik cihazlar
var ve onları kullanıyoruz. Benzerleri Mısır
piramitlerinin araştırmasında da kullanılmıştı.
Bunlar yer altında çalışan paletli kameralar ve su
altında gezebilen robot kameralar. Ekibimizin içinde
arkeologlar, mimarlar, inşaat mühendisleri de var.
Çalışmaya 2005’te Ayasofya’dan başladık. Taa Roma
döneminden bu yana Istranca Dağları ve Belgrat
Ormanları’ndan İstanbul’a su getiren su yolları ve
kanallar var. Su kanallarının ulaştığı son nokta
çalışmayı yaptığımız alan. Şimdiye kadar burada
herhangi bir araştırma yapılmamıştı.
Kazı yapılması hemen hemen imkansız bir bölge.
Sarnıçlar ve kanallar yoluyla su sistemlerini ortaya
çıkarırken, yer altındaki yapılarla ilgili çok
önemli bilgilere de ulaştık. Su kanalları hem drenaj
sistemi olarak kullanılmış hem de temiz su getiren
kanallar var. Ayasofya’nın özellikle batı bahçesinde
çift katlı giden kanallar tespit ettik. Bu kadar
küçük alandaki kanalların uzunluğu 1 kilometreyi
geçti.
Literatürde hiç olmayan yeni mekanlara ulaştık.
Bugünkü turist tuvaletinin altında başka bir yapıya
rastladık.
Sarnıçlara şu an maalesef lağım suyu akmakta, lağım
suyu su kanalları yoluyla binanın temellerine de
ulaşıyor.
Mimar Sinan’ın bölgede çok büyük restorasyonlar
yapmış olduğunu biliyorduk, biz bu kanallarda
rastladık ve hayretler içinde kaldık. Süleymaniye
Camii’nin altında benzer su kanallarını kullandığını
biliyoruz.
Araştırma yurtdışında da yankı buldu. 1500 yıllık
yapıların altında ilk kez bir araştırma yapılıyordu
ve hemen Sorbonne Üniversitesi’nden davet aldık.
Çalışmalarımızı hiçbir bütçe olmadan, tamamen
araştırmacıların katkılarıyla gerçekleştirdik. Kendi
cihazlarımızı üniversitede veya yurtdışında ürettik.
Ayasofya’nın altında araştırma için izin sorunu
yaşıyoruz. 2005 yılında izin aldık ve sadece 3 gün
çalışabildik. 2009 yılında yeniden izin aldık ve
çalışma yine kısa sürdü. İzin verilirse zaten
araştırmaya yardım edecekler kapıda bekliyorlar.
Örneğin İsviçre ve Yunanistan’dan üniversiteler,
başta yer altını gösteren cihazları kullanıma vermek
üzere yardım etmeye hazırlar.”
Topkapı Sarayı Müdürü Prof.Dr. İlber Ortaylı da,
Ayasofya’nın müthiş bir yer altı yapılanmasının
üzerinde yükseldiğini belirterek, şu bilgileri
verdi:
“İstinat duvarları ve su kanalları, dışarıdan veya
çatıdan gelen suları götürmek için kurulmuş. Zaten
Ayasofya’da bundan başka bir su harcama kapasitesi
de olmamalı. Tuvaletler falan da bulunmamalı.
Ayasofya, Topkapı Sarayı’nın komşusu. Bu kanal
sisteminin saraya, oradan da Marmara Denizi’ne bağlı
olduğunu düşünüyorduk. Araştırmada yıkılan bağlantı
kanalı bulundu, bir an önce düzeltilmesi gerekiyor.
Binaların selameti açısından yer altı haritası
bilinmeli. Birçok sarnıç var ve bunların haritasını
çıkarmak zorundayız. Bütün Sultanahmet semti için bu
önemli.”
Tarihi su kanalları ve sarnıçlar hakkında daha
detaylı bilgiyi National Geographic Türkiye
dergisinin Mart sayısında bulabilirsiniz.
Ntvmsnbc, 12.03.2010
Nano-Yorum:
Perşembe günü öğle saatlerinde NTV’deki haberlerin sunucusu, tarihe tanıklık ettiğimizi söylüyordu, canlı yayında. Bir grup bilim insanı hiçbir bütçe olmadan, kendi ceplerinden ayırdıklarıyla Topkapı Sarayı’nın “altını üstüne” getiriyorlarmış. Bütçeleri yokmuş ama bir izin alabilseler, yurtdışından pek çok üniversite destek olmak için sırada bekliyormuş. Destek olmak istiyorlarmış, çünkü “şimdiye kadar burada herhangi bir araştırma yapılmamış”.
Bir kamera bulanık suyun
altında belli ki eski yapıların içinde dolaşırken,
ilgisizine “Vay babeyn” dedirtecek bu gösteri de
Başbakan bilmem ne açılımıyla ya da operasyonuyla
ilgili konuşuyor diye bitiverdi. Tarihe tanıklığımız
da spikerin koruyalım bu eserleri, yazıktır,
günahtır şeklindeki sözleriyle son buldu.
Velhasıl kelam, Çiğdem
Hanım’ın yaptığı ilk değildir. Türkiye
arkeolojisinde -yurdum insanının gözünde birazcık
olsun yer edinebilmek için diyelim, başka çıkarları
karıştırmayalım- sürekli olarak en büyükleri, en
eskileri ve sayısız ilkleri gündeme getiren aynı
düşüncenin çok sayıda paydaşı vardır. Evet, söz
konusu alanda çalışma eksikliği bir gerçektir, ama
ilk bulundukları bilgisi pek doğru değildir. Bahsi
geçen yapıların pek çoğu bilinmektedir. Dolayısıyla
orijinal aletlerle beraber su dolu sarnıçlara dalıp
fotoğraf çekiyor olmak, ilk biz bulduk, haksızlık
etmeyin bize deme hakkını vermez, insana. Bilim,
sistemli bir iştir. Yoğun emek ister. İzin
vermiyorlar, izin verseler daha kaç yapı buluruz
Allah kerim diyerek ortaya çıkmanın da bilimdeki
karşılığı kolaycılıktır, ciddiyetsizliktir. Önce
kurumsal bir yapı altında bütçe hazırlanır, sonra
işinin ehli bir ekip koordinatörlüğünde program
oluşturulur, süresi, nelere ihtiyaç duyulacağı ve
sınırları belirlenir, gerekli izinler alındıktan
sonra yine alanında uzmanlarla birlikte yola
çıkılır. Birkaç ay önce Ayasofya’dan dalıp, Topkapı
Sarayı’ndan çıkmak bu anlamıyla “bilimsel” bir
marifet değildir. (TAYHaber, Özgen Kurt)
|
MEVLANA MÜZESİ'NDEKİ
DERVİŞ HÜCRELERİ ONARILIYOR

Mevlana Müzesi'ndeki
restorasyon çalışmaları kapsamında derviş hücreleri
üzerindeki kubbelerde yer alan moloz atılarak,
hücreler orijinal haline dönüştürülüyor.
Ziyaretçilerin müzeye daha rahat giriş çıkış
yapmaları için turnikeler yerleştirilecek.
Konya İl Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Çıpan,
Mevlana Müzesi'nde bulunan derviş hücrelerinin
yenilenerek orijinal haline kavuşturulacağını
söyledi.İl Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Çıpan,
Mevlana Müzesi'ndeki restorasyon çalışmaları
hakkında bir basın toplantısı düzenledi. Hz.
Mevlana'nın 1273 yılında vefatı üzerine yaptırılan
türbesinin etrafında Mevlana Külliyesi
oluşturulduğunu, semahane, mescit ve derviş
hücrelerinin 16. yüzyılda inşa edildiğini kaydeden
Çıpan, 1925 yılında tekke ve zaviyelerin kapatılması
üzerine 1927 yılında Atatürk'ün isteğiyle 'Konya
Assr-ı Atika Müzesi' olarak hizmete açılan türbenin
1954 yılında yeni bir düzenleme ile 'Mevlana Müzesi'
adını aldığını kaydetti. Çıpan, Topkapı Müzesi'nden
sonra en çok turist alan Mevlana Müzesi'nde rölöve,
restorasyon ve restitüsyon projelerinin
onaylanmasının ardından çalışmalara başlandığını
belirtti.
Derviş hücrelerinde kubbelerin üzerindeki fazla
molozların atılarak kubbe kemerlerinde oluşan
baskıların kaldırıldığını dile getiren Çıpan,
"Derviş hücrelerinin duvarlarındaki çürümüş olan
ahşap hatıllar değiştirilerek yerine yenileri
konulmuştur. Hücrelerin dış duvarlarının derzleri
tamamen sökülerek, Horasan harcı ile yenilenmiştir.
Dervişan kapısının dış kısmında güney yönde üst
bölümde bozulmuş olan taşlar değiştirilmiştir.
Kubbelerin üzerindeki kurşun örtü kaldırılmıştır,
restorasyon çalışmaları bittikten sonra yeniden
kapatılacaktır. Hücrelerde bulunan ocak bacalarının
kulelerinin tamiratları yapılacaktır. Hücrelerin
birleştiği geçiş mekanının altında dönem dönem
kullanılmış orijinal su şebeke sistemi ortaya
çıkarılmıştır. Derviş hücrelerinin orijinal iç
duvarlarına ulaşılmış, hücrelerin her birinin iç
kısmı 45 ile 165 santimetre kazılmış, kemer
aralıklarının duvar temelleri tespit edilmiş ve
özgün malzemeyle tamamlanmıştır. Yapılan kazı
çalışmaları sonucunda derviş hücrelerinin orijinal
zeminine ulaşılmıştır. Kasnak sistemine ulaşmak için
kubbelerin üzerindeki fazla molozlar atılmış, kubbe
kemerlerinde oluşan baskı kaldırılmıştır. Kubbelerin
dış kısmında yapılan çalışmalarda orijinal durumu
bozulmamış kubbe kasnağının kirpi saçakları tespit
edilmiş ve diğer kubbe kasnakları buna göre
yenilenmiştir" şeklinde konuştu.
Yeni bir tadilat projesine ihtiyaç duyulduğunu ve bu
nedenle restorasyon faaliyetlerinin bir müddet
geciktiğini dile getiren Çıpan, derviş hücrelerinin
orijinal durumuna dönüştürülerek bağımsız birer oda
haline getirileceğini bildirdi. İl Kültür ve Turizm
Müdürü Çıpan, Mevlana Müzesi'ndeki mevcut giriş
turnikelerinin kaldırılarak açık sema alanı
yanındaki duvardan ziyaretçilerin daha rahat giriş
yapabilecekleri turnikeler yerleştirileceğini de
ifade etti.
Yeni Şafak, 12.03.2010
|
AĞA CAMİİ TAHRİBATI
YARGIYA TAŞINDI
Taksim’in tek camisi olan tarihi Hüseyin Ağa Camii,
yanında yapılan inşaat çalışması yüzünden yıkılma
tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Vakıflar Bölge
Müdürlüğü olaya el koyarak, Beyoğlu Belediyesi’ne
resmi yazı yazıp, inşaatın durdurulmasını istedi.
Vakıflar ayrıca, Beyoğlu Sulh Hukuk Hakimliği’ne de
camiye verilen zararın tespiti için başvuruda
bulundu. Vakıflar Bölge Müdürlüğü, kendilerine gelen
şikayetleri araştırmak üzere Ağa Camii’ne inşaat
mühendislerinden oluşan teknik elemanlar gönderdi.
Camii çevresinde gerekli araştırmalar yapan teknik
elemanlar, camideki çatlakları tespit ederek konuyla
ilgili ayrıntılı bir rapor hazırladı. Raporda, devam
eden inşattaki hafriyat çalışmaları sebebiyle camii
beden duvarlarında, çatısında ve avlu döşemelerinde
çatlaklar meydana geldiği belirtildi.
Türkiye Gazetesi, Haber: Cüneyt Bitikçioğlu,
12.03.2010
|
|
YİVLİ MİNARE CAMİİ YENİLENDİ
Antalya Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından Ağustos
2006’da restorasyonuna başlanan Yivli Minare
Camii’nde (Alaeddin Camii) çalışmaların tamamlanma
aşamasına geldiği, 800 yıllık yapının yaklaşık 15
gün sonra ziyarete açılacağı bildirildi.
Eski bir
Bizans kilisesiyken camiye dönüştürülen Yivli Minare
Camii, Antalya’nın ilk İslami yapılarından biri.
1372 yılında Hamitoğlu Mehmet Bey tarafından Balaban
Tavaşi’ye inşa ettirilen yapı, Selçuklu Sultanı
Alaeddin Keykubat tarafından yaptırılan minaresiyle
tanınıyor.
Türkiye Gazetesi, 11.03.2010
|
BÖLGENİN TEK BAĞDADİ
MİMARİLİ CAMİSİ

Adıyaman’ın en eski
camileri arasında yer alan Kab Camii'nin minaresinin bağdadi sanatıyla yapıldığı bildirildi.
Adıyaman Müze Müdürü
Fehmi Erarslan, 1768 yılında yapılan caminin
Adıyaman Çarşısı ile Hükümet Konağı arasında Kab
Mahallesi’nde bulunduğunu belirterek, “ Kitabesine
göre 1768 yılında yapılmış, 1923 yılında da Hacı
Mehmet Ali isimli bir kişi tarafından yeniden
yapılmıştır. Bunları belirten kitabeler kuzey ve
güney yönündeki kapıların üzerindedir. Dikdörtgen
planlı caminin önünde son cemaat yeri, yazlık ve
kışlık olmak üzere iki tanedir. Cami ve son cemaat
yeri kesme taştan yapılmış olup, üzerini kasnaktan
itibaren bağdadi sıvalı ahşap bir kubbe örtmektedir.
İbadet mekanındaki iki payenin yardımıyla ve bunları
birbirine ve duvarlara bağlayan kemerlerle içerisi
kare şekline dönüştürülmüştür. Bunun dışında kalan
bölümler, önceden caminin bütününde olduğu gibi
ahşap tavanla örtülmüştür. Caminin kuzey kenarında
kare kaide üzerinde silindirik tek şerefeli minaresi
bulunmaktadır. 1934 yılında yıldırım düşmesi sonucu
yıkılan minaresi yenilenmiştir. Ayrıca çevresinde
hamam, çeşme ve helalar bulunmaktadır. Adıyaman İl
merkezi Dokuz Eylül Caddesinde bulunan bin kişi
kapasiteli Kab Camii'nin içerisindeki çatlaklar ve
bozulmalar nedeniyle başlanılan restorasyon ve
güçlendirme çalışmaları tamamlandı.1764 yılında Hacı
Mehmet Ali Efendi tarafından inşa edilen Kab
Camii'ne 100 yıldır bir çivi dahi çakılmamıştı.
Yaklaşık bir yıl süren çalışmaların sonunda ibadete
açılan caminin, 1934 yılında yıldırım düşmesi sonucu
yıkılan minaresi, Vakıflar Genel Müdürlüğü
tarafından orijinal haliyle yapıldı. Kab Camii
ayrıca ilimizde tek Türkiye’de de ender bulunan
ahşap kubbeli camiler arasındadır.”dedi.
Bina yapımında uygulanan
bir yapı tekniğinin mimarlık literatüründeki
adıdır. Ahşap üzerine 1-2cm aralıklarla yatay olarak
çakılan çıtaların üstüne sıva vurulması şeklinde
yapılır. Ahşap karkas yapılarda duvar yüzeylerinin
sıva ile kaplanabilmesi için boşlukların tuğla,
kerpiç vs malzemelerle doldurulması ya da sıva
taşıyıcı ahşap çıtaların çakılması gerekir. Sıva
harcının bu çıtaların arasına girip yüzeye tutunması
ile yapılan sıva tekniği "bağdadi sıva"dır. Bugün
ise; bağdadi usulünde yapılar yapılmakta fakat daha
çok tel ile yapılmış kafes örgüler kullanılmaktadır.
Çıtaların yerini, tel kafes örgüler ve kontrplaklar
almıştır.
Adıyaman Haber,
11.03.2010
|
KARUN HAZİNESİ ÇALINDIKTAN SONRA GÜVENLİK ARTIRILDI
Uşak
Müzesi'nde de Karun Hazineleri'nin en gözde
parçalarından Kanatlı Denizatı Broşu'nun sahtesiyle
değiştirilmesinin ardından güvenlik görevlisi sayısı
artırıldı.
Daha önce 5 olan güvenlik görevlisi
sayısı 9'a çıkarılırken, ayrıca güvenlik kamerası
sayısı da artırıldı. Kültür ve Turizm Bakanlığı
yetkilileri de yılın belli dönemlerinde müzede sayım
yaparak eserleri kontrol ediyor. Bu arada Kanatlı
Denizatı Broşu'nun sahtesiyle değiştirilmesiyle
ilgili davada eski müze müdürü Kazım Akbıyıkoğlu'nun
da aralarında bulunduğu 6 sanığın, Yargıtay'ın
isteği doğrultusunda yeniden yargılanmalarına
başlandı. Sanıklar, "Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kanunu'na Muhalefe, Görevi İhmal" suçlarından
Uşak Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılanıyor. Sanıklar,
Yargıtay'ın bozma kararına itiraz etti.
Sabah, 11.03.2010
|
BAKAN GÜNAY: KAÇIRILAN SFENKSİ GERİ
ALABİLİRİZ
Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Türkiye'den kaçak
olarak götürülen eserlerle oluşturulan Bergama
Müzesi'ndeki eserlerin iadesinin gündemde olmadığını
söyledi.
Türkiye'nin
konuk ülke olarak katıldığı 44.
Uluslararası Turizm Borsası Fuarı'nın açılışını
yapan Günay, Bergama Müzesi'ndeki eserlerin
iadesiyle ilgili bir soruya cevap verdi.
"Türkiye'den gelen eserleri isteyecek olsak, Bergama
müzesini olduğu gibi Türkiye'ye götürmemiz gerekir"
diyen Günay, temasları sırasında 'uzun bir tartışma'
olarak nitelendirdiği bu konuya girmediklerini
söyledi. "Ama daha kolay bir çözebileceğimiz bir
tartışmamız var. 100 yıl kadar önce Boğazköy
yöresinden buraya bakım için getirilmiş ve dönmemiş
bir sfenks var" diyen Bakan Günay, yılsonuna kadar
bu sfenksin iadesinin kuvvetle muhtemel olduğunu
dile getirdi.
Sabah, 11.03.2010
|
TARİHİ KİLİSE HARABEYE DÖNDÜ
Hakkari'de koruma altına alınmayan tarihi kilise defineciler tarafından harabeye dönüştürüldü.
Kilisenin içini ve dışını kazan defineciler hazine bulmak umudu ile binanın duvar taşlarını dahi yerinden söktüler.
Kent merkezine 10 kilometre uzaklıktaki Halil mevkiinde bulunan ve Nesturilere ait olduğu sanılan Halil Kilisesi define arayan kimliği belirsiz kişiler tarafında tahrip edildiği belirtildi. Üzerinde kitabe bulunmadığında ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmeyen kiliseye giren defineciler kilisenin içi ve çevresinin yanı sıra duvar taşlarını dahi yerinden söktü. Bir harabeyi andıran kilisenin bu şekilde tahrip edilmesine üzülen vatandaşlar yetkililerin Halil Kilisesini koruma altına almaları gerektiğini söylediler.
Konu ile ilgili İHA muhabirine bilgi veren İl Kültür ve Turizm Müdürü Emin Özatak, Halil Kilisenin Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından tescillendiğini söyledi. Kilise ile ilgili şuanda herhangi bir çalışmalarının olmadığını belirten Özatak, "Yakın zamanda diğer kiliselerimiz ile ilgili restorasyon çalışmamız olacak" dedi.
Hakkari Kent Haber, 11.03.2010
|

 |
DÜNYANIN YEDİ HARİKASININ İLKİ KEOPS'UN GİZEMİ

Dünyanın yedi harikasından günümüze kadar ulaşan
tek eserin, Mısır'daki Keops Piramidi olduğunu
öğreniyoruz. Kahire'de Nil Nehri'nin batısına düşen
piramitlerin bulunduğu alanın, Giza Yaylası olarak
adlandırıldığından bahsediyor rehberimiz.
Giza Yaylası'na adım attığımız andan itibaren sanki
büyülü bir dünyaya girmiş gibi hissediyoruz
kendimizi. Biz makinelerimizin deklanşörüne arka
arkaya basarken, bir yandan da rehberimiz anlatmaya
devam ediyor; Keops Piramidi'nin yanında biraz daha
küçük olan iki piramidin Kefren ve Mikorinos
piramitleri olduğunu öğreniyoruz. Ayrıca, içlerinde
prenseslere ve firavunun en yakın yardımcılarına ait
mumyaların bulunduğu beş piramit daha var.
Büyük Piramit de denen Keops Piramidi, MÖ 2800
yıllarına doğru hüküm süren Mısır'ın 4. Sülale devri
hükümdarlarından Keops'un mezarıymış. İkinci büyük
piramit, Keops'un kardeşi olan ve O öldükten sonra
firavun olan Kefren'e aitmiş. Küçük piramit ise MÖ
2500'lü yıllarda hüküm süren Mikerinos'a...
Mısır piramitleri yeryüzündeki anıt-kabirlerin en
eskileri ve en büyükleriymiş. Bunların en haşmetlisi
olan Keops Piramidi dış görünüşü ile de "Dünyanın
Birinci Harikası" olma niteliğine hak kazanmış.
Piramitler, firavunun mumyası ile hepsi birbirinden
değerli eşsiz nitelikteki sanat eserlerini; kral,
kraliçe, prens heykellerini de içlerinde saklıyordu
ve bu eşsiz hazineleri saklamak için yapılmışlar.
Keops Piramidi'nin yüksekliği 138 metreymiş, ancak
tepeden 10 metre kadar aşınmış. Bazıları 10-15 ton
ağırlığında olan 2 milyon 300 bin adet blok taşın
üst üste yığılmasıyla oluşturulmuş. Bir kenarı 227
metre olan dörtgen tabanı 50 bin 524 metrekarelik
bir alanı kaplıyormuş. Piramidin iç ortasında,
tepeden 100 metre kadar aşağıda ve tabandan 40 metre
kadar yukarıda firavunun odası varmış. Firavunun
mumyası, hazinesi ve özel eşyası bu odaya konmuş.
Oda 10.5 metre uzunlukta, 5 metre genişlikte ve 6
metre yükseklikteymiş. Buraya 50 metrelik bir
dehlizden giriliyormuş ve biri kraliçeye ait olan
iki oda daha varmış.
Kefren Piramidi'nin taban kenarlarının uzunluğu 216
metre, yüksekliği 143 metreymiş.
Mikorinos adına yapılan 66 metre uzunluğundaki
piramidin taban kenarlarının uzunluğu 109 metreymiş.
Tarihçi Herodot'a göre, ağır granit blokları,
piramidin üst bölümlerine çıkarmak için 925 metre
boyunda, 19 metre genişlikte bir rampa yapılmış.
Sadece bu rampanın yapılması bile 10 yıl sürmüş. Bu
muazzam mezar, üç ayda bir toplanan 100.000 esirin
çalışmasıyla 30 yılda tamamlanmış. Daha sonra da
Keops'un ve eşinin mumyalanmış cesetleri bu mezara
yerleştirilmiş.
Giza Yaylası'na kadar gelip de dev piramidin hemen
yanında bulunan Solar Boat Müzesi'ni gezmeden dönmek
olur mu hiç? Müzenin önünde yüzlerce turist var.
Elbette Mısırlılar, bu kalabalığı da paraya
çevirmeyi ihmal etmemişler. Solar Boat Müze'nin
giriş ücreti, piramitlere giriş ücretinin yarısı
kadar. Girişte görevliler ziyaretçilere galoş
veriyorlar. Ancak bu galoşlar bildiğimiz galoşlara
pek benzemiyor. Bildiğiniz çuval bezinden yapılmış
ve çıkışta iade ediyorsunuz. İçerdeki tarihi gemi
gerçekten görülmeye değer. Parçaları 1954 yılında,
Keops Piramidi'nin içinde bulunmuş. 1958 yılında
uzun uğraşlar sonucu bir araya getirilmiş. Gerçek
bir gemi halini alması ise 10 yıl kadar sürmüş.
İçerideki bilgilerden teknenin boyunun 43.3 metre,
genişliğinin ise 5.9 metre olduğunu öğreniyoruz.
Piramitlerle ilgili olarak sürekli güzelliklerden,
bahsederken olumsuzlukları da anlatmadan
geçemeyeceğim. Bir kere bölge inanılmaz derecede
pis. Deve ve at pisliklerinin kokusundan neredeyse
burnunuzun kemiği kırılır. Gördüğümüz kadarıyla
Mısırlı dostlarımız temizlik konusunda pek de
dikkatli değil.
Bir diğer husus ise seyyar satıcılar. Bir kez
yapıştılar mı bırakmak bilmiyorlar. Bizim de Türk
olduğumuzu öğrenince, kendilerinin Türkleri çok
sevdiğini anlatmaya çalışıyorlar son derece sınırlı
Türkçe kelime hazneleriyle. Sözün özü Mısırlılar bu
tarihi mirasın pek de hakkını veremiyor.
Piramitler yöresinde develere binip fotoğraf
çektiriyor ve son olarak hem piramitleri hem de
sfenksleri aynı kareye sığdırabildiğimiz bir açıdan
hatıra fotoğrafları çektirdikten sonra öğle
sıcağında oralara veda ediyoruz.
Piramitlerle ilgili birkaç not
** Her biri 20 ton olan taşlardan inşa edilmiştir.
Ve bu taşları temin edilebilecek en yakın mesafe
yüzlerce kilometre uzakta.
** Bu taşların nasıl getirildiği bilinmiyor.
** Piramit kimin adına yapıldıysa, onun bulunduğu
odaya, yılda iki defa güneş giriyormuş. (Doğduğu ve
tahta çıktığı günler.)
** Mumyalarda radyoaktif madde bulunduğundan;
mumyaları ilk bulan 12 bilim adamı kanserden ölmüş.
** Piramitlerin içerisinde ultra sound, radar, sonar
gibi cihazlar çalışmıyor.
** Kirletilmiş suyu, birkaç gün "piramit"in içine
bırakırsanız, suyu arıtılmış olarak buluyormuşsunuz.
** Piramitlerin içinde süt birkaç gün süreyle taze
kalır ve daha sonra hiç bozulmadan yoğurt haline
gelir.
** Bitkiler piramidin içinde daha çabuk büyür.
** Piramidin içine bırakılmış su, beş hafta
bekletildikten sonra yüz losyonu olarak kullanılır.
** Çöp bidonu içindeki yemek artıkları hiç koku
yaymadan piramitler içinde mumyalaşır
** Kesik, yanık, sıyrık gibi yaralar bir piramidin
içinde daha çabuk iyileşme eğilimi gösterir.
** Piramitlerin bazı odalarının içinde ne olduğu
hakkında bir bilgi yoktur. Araştırmacıların çoğu ya
içinde kayboldu yada aynı yerde birkaç tur attılar
fakat içlerini göremediler.
Yeni Asır, Yazı: Fatih Şendil, 11.03.2010
******
MISIR'IN ANTİK
DÜNYASININ KALBİ KAHİRE MÜZESİ

Kahire Müzesi'nde, yüz
yıllar önce de yaşamış olsalar gerçek insanların
dünyasına misafir oluyorsunuz.
Rotamızı dünyanın en önemli müzelerinden biri olan
Kahire müzesine çeviriyoruz. Kahire Müzesi'ne
yaklaştığımızı dört bir yandan hareket etmeye
çalışan turist otobüslerinden, olağanüstü güvenlik
önlemlerinden ve insan kalabalığından anlıyoruz.
Görkemli müze binasının bahçesi de aslında yine bir
müzeden farksız. Bize rehberlik eden arkadaşımız
içeriye fotoğraf makinesi sokulmasının yasak
olduğunu, makinelerimizi emanet bırakmamız
gerektiğini söylüyor. Herkes bırakıyor ama ben küçük
makinemi pantolonumun cebine sokuyorum; belki içerde
bir iki kare de olsa fotoğraf çekme imkanı olur diye
düşünüyorum. Yine ücretini ödeyip bilet alıyoruz ve
ikinci güvenlik kapısının önünde sıraya giriyoruz.
Ve evet şimdi bu görkemli yapının içindeyiz. Dört
bir yanımız kelimenin tam anlamıyla inanılmaz
eserler ve hazinelerle dolu. Piramitlerden çıkarılan
mumyalar, altın masklar, kabartmalar... Bu
muhteşem eserleri görme fırsatı yakaladığımız için
kendimizi farklı hissediyoruz. Kahire Müzesi,
Mısır'ın antik dünyasının kalbi neredeyse. Ramses,
Tutankhamun, Nefertiti hakkında bilgiler alıyoruz
arka arkaya. Doğrusunu söylemek gerekirse Kahire
Müzesi'nin çağdaş müzecilikle anlayışından çok ama
çok uzak olduğu bir gerçek. Ne var ki içinde bulunan
eserleri izlerken bunu çok da fazla düşünmüyorsunuz.
Yüzlerce insan adeta sırt sıra geziyor müzeyi.
İçerdeki atmosfer gerçekten sanki büyülü. Yüz yıllar
önce de yaşamış olsalar gerçek insanların dünyası.
Giysileriyle, kap kaçaklarıyla, silahlarıyla, hatta
ve hatta hayvan bağırsağından yapılmış
prezervatifleriyle kanlı canlı insanlar. Hele altın
ve ve değerli taşların sergilendiği özel bir bölüm
var ki insanın canı ayrılmak istemiyor. Ama vakit
geçiyor ve yavaş yavaş olsa müzeden ayrılıyoruz.
Kahire Müzesi'nden çıkıp hemen sağa dönüyoruz birkaç
yüz metre bile gitmeden başka bir büyülü dünyanın
yanıbaşında buluyoruz kendimizi; üzerine destanlar
yazılan Nil Nehri'nin...
Gün batmak üzere ve artık bir hayli acıktık. Nil'in
havası iştahımızı açmış olmalı. Hemen nehrin
kenarında lüks bir balık restoranında alıyoruz
soluğu. Önce birer Barbun... Ardından Levrek
söylüyoruz. Pişirme tekniği içinde baharatları da
unutmamak gerek. Ayrıca nefis karidesler, mavi
yengeçler ve istiridyeler adeta yeme de yanında yat.
Mısırlıların mezelerini pek beğendiğimizi
söyleyemeyeceğim. Ayrıca küçük bir de bilgi vereyim
bu yediklerimiz için sadece 400 dolar ödedik ki,
yemeği yediğimiz yer düşünüldüğünde hiç de fazla bir
rakam değil.
Yemek sonrası artık gezimizin sonuna
yaklaşıyoruz. Son olarak gideceğimiz yer El Halil
çarşısı. Akşam oldu. Yollarda adeta kıyamet kopuyor.
Ne trafik ışığı, ne polis trafik kendi düzeninde
yolunu buluyor. Binlerce araç ciddi kazalar olmadan
nasıl hareket ediyor bu kentte anlamak mümkün değil.
El Halil'de alışveriş öncesi tarihi El Ezher
Camii'ni geziyoruz. Çarşıda her şey pazarlığa tabi.
Mısır'a özgü hediyelik eşyaların yer aldığı çarşı
inanılmaz şekilde canlı. Alışverişte ödediklerimiz
esnafın istediğinin üçte birinden fazla değil. Gece
yarısına doğru yatağa güç atıyoruz kendimizi. Rüyada
elbette bütün gün anlatılan tarihi bilgilerden olsa
gerek sanki Eski Mısır'a bir yolculuk yapıyoruz.
Sabah Mısır'da bizi konuk eden arkadaşlarımızla
vedalaştıktan sonra İstanbul uçağı pist başından
havalanıyor. O anda uçağı sol penceresinden
piramitlere son kez el sallarken, en kısa sürede
yeniden Kahire'ye gelmenin hesaplarını yapmaya
başlıyoruz.
Nil Gezisi için tekne arayan arkadaşlarıma
katılıyorum. Nil Nehri'de gezinti yapmanın çeşitli
alternatifleri var. Bazıları lüks nehir gemileri ile
günlerce bile sürebiliyor. Ne yazık ki bizim süremiz
saatlerle sınırlı. Rengarenk gezi tekneleri kıyıya
bağlanmış müşterileri bekliyor. Bazıları bizim
dolmuş tabir ettiğimiz cinsten. Belli bir ücret
ödeyip tanımadığınız bir grup insanla belirli bir
saat gezmeniz mümkün. Ya da sevgiliniz veya eşinizle
birlikte çok küçük bir tekne kiralayıp bu büyülü su
yolunda romantik anlar yaşamanız da hiç zor değil.
Ya da bizim gibi arkadaşlarınızla 8-10 kişilik
tekneler kiralayabilirsiniz. Nehrin suyu bulanık.
Çok da soğuk sayılmaz. Kaptanın CD çalara koyduğu
oynak Arap müziği eşliğinde gezimiz devam ediyor,
küçüklü büyüklü birçok tekne gibi. Merhum Devlet
Başkanı Enver Sedat'ın yalısının önünden geçiyor.
Zaman su gibi akıp gidiyor.
Yeni Asır, Yazı: Fatih
Şendil, 12.03.2010
|
 |
VIII. KONSTANTİN'İN SİKKESİNİ POLİSE SATMAYA KALKTI
Bizans İmparatoru VIII. Konstantin'in 1025 yılında kendi adına bastırdığı altın sikkeyi 2 bin euroya, alıcı kılığındaki polise satmaya çalışan Adnan U. yakalandı. İstanbul Fatih İlçe Emniyet Müdürlüğü ekipleri bir ihbar üzerine, tarihi eser kaçakçısı Adnan U. ile irtibata geçti. Kendini öğretim görevlisi olarak tanıtan Adnan U., elinde bulunan Bizans dönemine ait altın sikkeyi satmak için alıcı kılığındaki polis ile Beyazıt Meydanı'ndaki bir çay bahçesinde buluştu. Sikke için 2 bin euro isteyen kaçakçı ile polis arasında süren yarım saatlik pazarlık kameralar tarafından da kayıt altına alındı.
Pazarlığın ardından polisin işaretiyle pusuda bekleyen ekipler harekete geçerek kaçakçıyı suçüstü yakaladı. Beyazıt Polis Merkezi'ne götürülen Adnan U.'nun öğretim görevlisi olmadığı ortaya çıktı. Adnan U., sikkeyi üç ay önce tanıştığı ve soyadını bilmediği Mehmet adlı bir kişiden aldığını söyledi. Zanlı ifadesinin ardından adliyeye sevk edilirken, 4.38 gram ağırlığındaki saf altın olan sikkenin 1025 yılında Bizans imparatoru olan VIII. Konstantin tarafından kendi adına bastırıldığı belirtildi. Tarihi sikke gerekli işlemlerin ardından Arkeoloji Müzesi'ne teslim edildi.
Sabah, Haber: Ali Çetinkaya, 11.03.2010
|
BU DA KADIN MÜZESİ

İzmir'e bir kadın müzesi kazandırmak için
çaba gösteren Konak Belediye Başkanı Hakan Tartan,
bu amaçla 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü
etkinlikleri için İzmir'e gelen, Almanya'nın Bonn
kentindeki Kadın Müzesi'nin Müdürü Gudrun Angelis ve
Alman Boşkonsolosu Stefan Schneider ile görüştü.
Konak Belediyesi, Almanlarla işbirliği yaparak
İzmir için örnek bir projeye imza atmaya
hazırlanıyor. Konak Belediye Başkanı Hakan Tartan,
Amozanlar'ın kurduğu dillerden düşmeyen,
kadınlarının güzelliğinin yanında çağdaş yapısıyla
da her zaman adından söz ettiren
İzmir'e bir ‘kadın
müzesi’ kazandırmak için harekete geçti. Tartan 8
Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü etkinlikleri için
İzmir'e gelen, Bonn Kadın Müzesi Müdürü Gudrun
Angelis ve Almanya'nın
İzmir Başkonsolosu Stefan Schneider ile bir
araya gelerek, en kısa sürede hayata geçirmeyi
istediği bu projeyi konuştu.
Başkan Tartan, Türkiye'nin gülen yüzü
İzmir'e onun aydınlık yüzlü çağdaş kadınlara,
sanatçılara yakışacak, tüm ülkeye örnek olacak bir
kadın müzesinin kendisinin de hayali olduğunu
söyledi. Açtıkları Oyuncak Müzesi'nin büyük ilgi
gördüğünü belirten Tartan, “İzmir'i bir sanat,
müzeler kenti yapmak için çalışıyoruz. Alman Bonn
Müzesi yetkilileri ile bu konuda görüşmelerimiz
sürüyor. Kadınların kurduğu bir kente, onların adını
taşıyan bir müze kurmak bizleri çok mutlu edecek”
dedi.
Bonn Kadın Mü zesi Müdürü Gudrun Angelis, kadın
müzesinin Almanya'da 1981 yılında kurulduğunu, ana
fikrinin kadını sanata teşvik etmek, temasının da
kadın ve politika olduğunu belirterek, “Müzemizde
sanatçı kadınlarımız sanat eserlerini sergiliyor,
sanat tarihi konularında çalışılıyor. Ayrıca
sağlık
konuları da işleniyor. Başka ülkelerden sanatçılar
da bu çalışmalara sanatları ile katılıyor. Amatör
sanatçıların profesyonelleşmesi için kurslar
düzenleniyor. Ayrıca müzenin bir bölümünde çocuk
atölyesi bulunuyor, iki de pedagog görev yapıyor.
Kadına şiddet sorunu Almanya'da da var. Almanya'da
erkekler kadını dövünce sığınma evlerine gönderilip,
evlerinden uzaklaştırılıyor. Dünyada farklı 28
ülkede kadın müzesi var. Bir yenisinin
İzmir Konak'ta kurulması için Konak Belediye
Başkanı Dr. Hakan Tartan ile işbirliği yapacağız”
dedi.
Alman Başkonsolos Stefan Schneider de
İzmir'in çağdaşlıkta bir Avrupa ülkesi
seviyesinde olduğunu belirterek, “Ben de
İzmir gibi aydın ve çağdaş kentte görev
yapmaktan çok mutluyum. Kadınlar bu çağdaşlığın
öncülüğünü yapıyorlar. Üstelik bir o kadarda kibar
ve güzeller. Kadın müzesinin güzel
İzmir'e kazandırılmasına en çok sevinenlerden
biri de ben olacağım. Bu konuda her türlü desteği
vereceğim, üzerime düşen görevi seve seve yerine
getireceğim” diye konuştu.
Hürriyet, 11.03.2010
|
MAĞARADA KAÇAK KAZIYA
SUÇÜSTÜ
Malatya'da bir mağarada
kaçak kazı yaptıkları bildirilen 2 kişinin suçüstü
yakalandığı bildirildi.
Edinilen bilgiye göre,
Akçadağ'ın Kürecik Jandarma Komutanlığı ekiplerine
yapılan bir ihbar sonucunda Akçadağ'ın Kozluca
Kasabası'ndaki İnönü mevkiinde bir mağarada kaçak
kazı yapan İ.G. (66) ile R.D. (44) adlı şahıslar,
suç aletleriyle birlikte yakalandılar.
Çıkartıldıkları
mahkemece tutuklanan 2 kişinin mağara içerisinde 80
metre ilerledikleri öğrenildi.
Malatya Kent Haber,
11.03.2010
|
|
HASBAHÇE'DE SOSYETE DÜĞÜNÜNE YASAK GELDİ
TBMM Başkanlık Divanı, milli saraylardaki
faaliyetleri düzenleyen yönetmeliği değiştirdi.
Saray ve kasırların bahçelerinde yapılan ve çevreye
zarar verildiği iddialarına neden olan görkemli
sosyete düğün ve nişanlarına yasak geldi.
Saray
ve
kasırlarda para karşılığı yapılan etkinlikler
arasından düğün ve nişanlar çıkarıldı.
TBMM Başkanlık Divanı dünkü toplantısında, milli
saraylardaki faaliyetleri düzenleyen yönetmelik
değişikliklerini kabul etti. Dolmabahçe Sarayı,
Beylerbeyi Sarayı, Hasbahçe ve Harembahçe, yalnızca
uluslararası prestij sağlayan etkinliklere, Meclis
Başkanlığı’nın onayı ile tahsis edilecek. Buralar
kültürel, bilimsel, sosyal etkinlikler için
kiralanabilecek. Yönetmeliklerde yapılan
değişikliklerle
TBMM Başkanlığı’na bağlı Dolmabahçe, Beylerbeyi
sarayları, Yıldız Şale, Maslak kasırları, Ihlamur ve
Küçüksu kasırlarının iç mekanlarında reklam filmi
çekimleri yapılamayacak. Dış mekanlardaki çekimlere
izin
vermek için ise 5 kişiden oluşan komisyon
oluşturulacak. Bu mekanlarda bilimsel araştırma,
belgesel ya da tanıtım amaçlı film ve fotoğraf
çekimleri ücretsiz, ancak izne bağlı olarak
yapılabilecek.
Hürriyet, Haber: Nuray Babacan, 11.03.2010
|
|
ÇİN SEDDİ'NİN EN ESKİ KALINTILARI BULUNDU
Çin'in orta kesimindeki Hınan eyaletinde Çin
Seddinin bilinen en eski kalıntıları bulundu.
China
Daily gazetesinin
haberine göre, Kültür
Mirasları İdaresi, eyaletin Yeşian kentinde bulunan
kalıntıların, antik Çu Devleti dönemine ait olduğunu
açıkladı.
Yetkililer, "Çin Seddinin atası" olarak
nitelendirdikleri Çu devleti dönemi seddinin MÖ 770
ile 476 yılları arasındaki döneme ait olduğunu,
bulunan diğer bölümlerin ise Muharip Devletler
döneminde (MÖ 403-221) inşa edildiğini aktardı.
Birçok imparator tarafından yüzyıllar boyunca inşa
edilen ve "Çin'in sembolü" olarak 1987 yılında Dünya
Mirasları Listesine alınan Çin Seddi, kuzey Çin
boyunca 8851 kilometre uzanıyor. Bugün ayakta duran
ve birçok restorasyon geçirmiş
kısım, Ming Hanedanlığı
(1368-1644) devrinden kalan 2500 kilometrelik duvar.
Sabah, 11.03.2010
|
4 BİN YILLIK BEYİNLERİ BOR MADENİ KORUMUŞ

Kütahya Seyitömer Höyüğü'nde bulunan ve yaklaşık
4 bin yıllık oldukları belirlenen insan beyinlerinin
bor madeni sayesinde günümüze kadar bozulmadan
kaldığı saptandı.
Höyüğün kazı grubu başkanlığını yürüten
Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ) Arkeoloji Bölüm
Başkanı Prof.Dr. Nejat Bilgen, AA muhabirine,
2006'dan bu yana her yıl 6'şar aylık dönemler
halinde devam ettikleri kazı çalışmalarını bu yıl
planlanan tarihten 1 ay 10 gün önce sonlandırmak
zorunda kaldıklarını söyledi.
Prof.Dr. Bilgen, höyükte buldukları yaklaşık 4
bin yıllık 6 insan iskeletindeki beyinlerin
küçülmeye başladığını gözlemlediklerini, normal
yaşam koşullarında tahrip olmaya yüz tutunca çeşitli
kimyasal maddeler kullanarak muhafaza etmeye
çalıştıklarını bildirdi.
Daha önce beyin kalıntılarını yerinde inceleyen
Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Ana
Bilim Dalı öğretim üyesi Prof.Dr. Aydın Sav ile
Haliç Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik
Bölümü öğretim üyesi Dr. Meriç Adil Altınöz'ün,
bunlardan bir miktar parçayı İstanbul'a götürdüğünü
anlatan Prof.Dr. Bilgen, ''Yapılan incelemede beyin
kalıntılarında DNA ve sıvı örnekleri tespit edildi''
dedi.
Haliç Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Meriç Adil
Altınöz de Prof.Dr. Bilgen'in korunmuş beyinler
olduğunu bildirmesinin ardından bu yönde çalışmalara
başladıklarını söyledi.
Cesetler üzerinde ilk olarak DNA izlerine
rastladıklarını bildiren Dr. Altınöz, daha sonraki
çalışmalarda çok enteresan bulgular rastladıklarını
belirtti.
Bu enteresan bulguların başında bir dokunun nasıl
korunabileceği konusunda çevre koşullarının
saptanması olduğunu anlatan Dr. Altınöz, şöyle
konuştu:
''Bugüne kadar hep korunmuş bedenler ve
cesetlerle ilgilenilmiş. Çünkü hep ölümsüzlüğün
sırrını aramışlar. Mumyalama da insanların ilgisini
çekmiş. Bugüne kadar dünya üzerinde bulunan
bulgulara, ya çok yüksek rakımlardaki büyük dağların
tepesinde veya dokuların suyunun alınması
neticesinde çöllerde rastlanmış. İlk defa toprağın
içinde bu derecede çürümeden kalmış ve beyin gibi
yumuşak ve kolay yok olabilecek dokuya rastlandı.
Ülkemizin bor madeninde büyük rezerve sahip olduğunu
biliyoruz. Bu konuda da Kütahya borlu toprak
açısından belki de en zengin il. Nitekim cesette de
ciddi miktarda bora rastladık ve bu bor cesetleri
korumada etkin olarak ön plana çıktı.
Bunun dışında daha önce çürümemiş cesetlerde ve
beyinlerde ulaşılmadık seviyelerde yağ sisteminin
korunduğunu, hala sinir sistemine ve beyne özgü bir
yağ sisteminin bulunduğunu gördük. Bu ülkem adına
çok sevindirici bir bulgu.''
Dr. Altınöz, beynin toprağın altında neden
korunduğunu bulmanın, normal dokuların ve beynin
korunmasına yönelik çalışmalarda adeta çığır
açacağını söyledi.
Yağ asitleri, bor, alüminyum ve magnezyum
açısından buradaki toprağın zengin olduğunu, cesette
ve beyin dokusunda da bunlara rastladıklarını
anlatan Dr. Altınöz, şöyle devam etti:
''Dokulardaki yağların sabunlaşarak korunması da
bor madeninden kaynaklanıyor. Yapılan yağ analizi de
bunları gösterdi. İncelediğim cesette DNA izleri
bulundu ve erkek olduğu saptandı. Türkiye'de ilk
defa 3 bin 800 yıllık bir cesette DNA varlığı da
tayin edilmiş oldu. Borun toprak altında zengin
olarak bulunması ve bunu bir cesedi koruyup
çürümesini engellemesi dünyada ilk olarak görünen
bir bulgudur.''
Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Ana
Bilim Dalı öğretim üyesi Prof.Dr. Aydın Sav da
Prof.Dr. Nejat Bilgen ve Dr. Meriç Altınöz'ün
daveti üzerine bu araştırmaya katıldığını söyledi.
Kendisine gelen beyin parçalarında çıplak gözle
çıkan sonucun, hem kemik örneklerinde hem de beyin
örneklerinde bulunan bulguların, bugünkü çağdaş
insanın bulgularıyla tamamen örtüştüğünü anlatan
Prof.Dr. Sav, şunları kaydetti:
''Nero görüntüleme teknolojinden yararlandık. 3
bin 800 yaşındaki bir beynin bugünkü çağdaş
insanlığın beyniyle örtüşmesi çok önemli bir
bulgudur. Böylece Türkiye'nin ciddi anlamda bilim
üretilebildiği, çağdaşlarıyla yarışabilecek
kapasitede olduğu bir kere daha ortaya konmuş
oldu.''
Zaman, 11.03.2010
|
KÜTAHYA-GEDİZ BÖLGESİNDEKİ SAKLI TARİH

Almanya'nın Freiburg Üniversitesi Klasik
Arkeoloji Bölümü ve Aizanoi Antik Kenti Kazı
Grubu Başkanı Prof.Dr. Ralf Von Den Hoff, "Kütahya
ve Gediz çevresinde Hellenistik dönem yapılarının çok
olmasına karşın daha önce kazı yapılmamış" dedi.
Prof.Dr. Hoff, Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ) Fen
Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümünce, Merkez Kütüphane Konferans
Salonunda düzenlenen "İç Batı Anadolu
Arkeoloji Araştırmaları" konulu sempozyumda,
Aizanoi Antik Kentindeki yeni dönem kazı çalışmaları
hakkında bilgi verdi.
Aizanoi'deki kazıların yaklaşık 30 yıldır Alman
Arkeoloji Enstitüsünce yapıldığına işaret eden
Prof.Dr. Hoff, şöyle konuştu:
"Bu yapı halk arasında 'İkinci Efes' olarak
nitelendiriliyor. Aizanoi Antik Kenti'ndeki kazılar,
1926 yılından beri, aralıklarla Alman
Arkeoloji Enstitüsünce yürütülüyor. Buranın,
antik çağlarda 'Penkalas' diye adlandırılan Kocaçay
Irmağı'nın yukarı kesiminde bulunan ve adını
mitolojik kahraman Azan'dan aldığı sanıyoruz. Burası
ayrıca Frigya'ya bağlı yaşayan Aizanitislerin temel
yerleşim alanı olarak biliniyor."
Yapının 1824 yılında Avrupalı gezginlerce
keşfedildiğini, Alman
Arkeoloji Enstitüsünce 1926'da kazılara
başlandığını anlatan Prof.Dr. Hoff, bir süre ara
verilen kazıların 1970 yılında yeniden aynı enstitü
tarafından başlatıldığını anımsattı.
Antik kentin çok önemli bir yapı olduğunu vurgulayan
Hoff, şunları söyledi:
"Aizanoi'de Zeus Tapınağı ile 20 bin kişilik amfi
tiyatro, buna bitişik 13 bin 500 kişilik stat,
mozaikli hamam, sütunlu cadde, nekropol, halen
kullanılan köprüler ve dünyanın ilk borsası gün
ışığına çıkarıldı. Kütahya ve Gediz çevresinde
Hellenistik dönem yapılarının çok fazla olmasına
karşın daha önce kazı yapılmamış. Çok derinlerde
eserler bulunduğunu biliyoruz. Bunları gün ışığına
çıkarmak için Hellenistik, Roma ve Bizans dönemlerini
iyi araştırmak gerekiyor."
Edinburgh Üniversitesinden sempozyuma katılan
Prof.Dr. Ulf Schoop da Batı Anadolu platosunda MÖ 4 ve 3
binli yıllarda sosyal ve kültürel gelişimdeki
sorunlar hakkında bilgiler verdi.
Sempozyuma DPÜ
Arkeoloji Bölümü ve Seyitömer Höyüğü Kazı Grubu
Başkanı Prof.Dr. Nejat Bilgen, Kütahya Müze Müdürü
Metin Türktüzün ve DPÜ
Arkeoloji Bölümü öğretim üyeleri de katıldı.
Cnn Türk, 10.03.2010
|
ÜÇ MÜHENDİS ÇÖKEN TARİHİ BİNANIN ALTINDA KALDI
Üsküdar'da restorasyon çalışması yapılan
tarihi binanın bir bölümü bugün saat 17.00
sıralarında çöktü.
İcadiye Mahallesi, İcadiye Caddesi, No 121'deki
binada restorasyon çalışması yapan üç harita
mühendisi göçük altında kaldı. Mühendis Serap Ata
Akkoca ile Suat Eryılmaz, itfaiye erleri tarafından
kurtarıldı. İtfaiye, üçüncü mühendis İbrahim Pet'i
de kurtarmaya çalışıyor.
Akşam, 10.03.2010
|
TARİHİ BİNANIN ALTINDA KALDILAR
Süleymaniye Doğum ve
Kadın Hastalıkları Hastanesi eski binasındaki
restorasyon çalışmaları sırasında sundurmanın
çökmesi sonucu 1'i ağır 3 işçi yaralandı. Alınan
bilgiye göre, Fatih Süleymaniye Mahallesi Prof.
Sıddık Sami Onaran Caddesi'ndeki Süleymaniye Doğum
ve Kadın Hastalıkları Hastanesi eski binasında
yapılan restorasyon çalışmaları kapsamında
sundurmalar sökülmeye başlandı. İş makinesi
yardımıyla bir kısmı sökülen sundurma, aniden
tümüyle çöktü. Bu sırada sundurmanın üzerinde
bulunan işçilerden Ahmet Turan Aktaş, Savaş Kamber
ve İlyas Tanrıverdi yaralandı. Çevredekilerin
yardımıyla Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesine
kaldırılan işçilerden Ahmet Turan Aktaş'ın durumunun
ağır olduğu bildirildi. Görgü tanıkları bir işçinin
binanın altında kaldığını anlattı.
Yeni Şafak, 10.03.2010
|
KARUN HAZİNELERİ DAVASINDA YENİ YARGILAMA
Uşak Arkeoloji Müzesi'nde sergilenen Karun
Hazineleri'nin en değerli parçalarından kabul edilen
“Kanatlı Denizatı Broşu”nun sahtesiyle
değiştirilmesiyle ilgili davada, 6 sanığın
Yargıtay'ın kararı doğrultusunda, “Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kanunu'na Muhalefet, Görevi
İhmal” suçlarından yeniden yargılanmalarına
başlandı.
Uşak Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmaya hükümlü
sanık Uğuz Sağlan, tutuklu sanık eski Uşak Arkeoloji
Müzesi Müdürü Kazım Akbıyıkoğlu, sanıklar Bülent
Yücel ve Halil Eker ile sanık avukatları katıldı.
Tutuksuz sanıklar Mehmet Polat ile Fuat Ergün ise
duruşmada yer almadı.
Söz alan sanıklar, Yargıtay 5. Ceza Dairesinin
davayla ilgili bozma kararını kabul etmediklerini
ifade ederek, Uşak Ağır Ceza Mahkemesince verilen
önceki kararda direnilmesini talep ettiler.
Eski Uşak Arkeoloji Müzesi Müdürü Akbıyıkoğlu, “Daha
önceki savunmamı tekrar ediyorum. Üzerime atılı bu
suçları kabul etmem mümkün değil. Yargıtay'ın bozma
ilamını mahkemenizin takdirine bırakıyorum” dedi.
Mahkeme heyeti, duruşma sonunda eski Müze Müdürü
Kazım Akbıyıkoğlu'nun tutukluluk halinin devamına,
hükümlü sanık Uğuz Sağlan'ın gelecek celse mahkemede
hazır edilmesine, sanıklar Mehmet Polat ile Fuat
Ergün'ün mahkeme huzuruna çıkarılması amacıyla
haklarında CMK'nın 98. maddesince yakalama emri
çıkarılmasına karar verdi.
Mahkeme ayrıca, Yargıtayın bozma ilamı hakkında
Polat ve Ergün'ün beyanı alındıktan sonra karar
verilmesine hükmetti.
Duruşma 5 Mayıs 2010'a ertelendi.
Uşak Arkeoloji Müzesi'nde sergilenen Karun
Hazineleri'nin en değerli parçalarından kabul edilen
“Kanatlı Denizatı Broşu”nun sahtesiyle
değiştirilmesiyle ilgili biri tutuklu 10 sanık, Uşak
Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanmış, mahkeme 13 Şubat
2009'da, eski Uşak Arkeoloji Müzesi Müdürü Kazım
Akbıyıkoğlu'na “nitelikli zimmet ve görevi ihmal”
suçlarından 12 yıl 11 ay hapis cezası vermişti.
Uğuz Sağlan, “nitelikli zimmet ve haksız menfaat”
suçundan 12 yıl 6 ay, Mehmet Polat, Fuat Ergün ve
Halil Eker, “nitelikli zimmet suçuna yardım”
suçundan 6'şar yıl 3'er ay, Ahmet Düzyer, Fehmi
İşler ve Suat Yenmez, “zimmete iştirak” suçundan
6'şar yıl, Bülent Yücel, suçu bildiği halde gerekli
kurumlara bildirmeme suçundan 2 yıl 6 ay, İsmail
Bilgin “suçu bildirmeme” suçundan 10 ay hapis
cezasına çarptırılmış, sanıkların tutuklu kaldıkları
sürenin cezalardan indirilmesi yönünde karar
alınmıştı.
Sanık avukatların itirazı üzerine Yargıtay 5. Ceza
Dairesi, dava dosyası üzerinde inceleme yapmış,
Akbıyıkoğlu'nun da bulunduğu 10 sanıkla ilgili
“nitelikli zimmet” suçundan verilen hapis cezalarını
onamıştı.
Aynı Daire, Akbıyıkoğlu ile 5 sanığın “Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'na Muhalefet,
Görevi İhmal” suçundan eksik yargılandıkları
kanaatine varmış, tekrar yargılanmalarına
hükmetmişti.
Hürriyet, 10.03.2010
|
BODRUM'DAKİ TARİHİ KAZIDA KEMİKLER ÇIKTI
Muğla'nın Bodrum İlçesi Gümüşlük beldesinde içme suyu projesi için yapılan kazı çalışmaları sırasında kemikler bulunduğu bildirildi.
Gümüşlük Belediye Başkanı Mehmet Tire, AA muhabirine yaptığı açıklamada, DSİ tarafından Yalı mevkisinde yaptırılan Bodrum Yarımadası İçme Suyu Projesi kapsamındaki kazı çalışmaları sırasında kemikler bulunduğunu söyledi.
Kazı yapan ekibin durumu Bodrum Kalesi ve Sualtı Arkeoloji Müze Müdürlüğü yetkililerine haber verdiğini ifade eden Tire, ''Kazılar sırasında bazı kemik parçaları bulundu. Müze yetkilileri kemikleri götürdü. Bölgede tarihi bir mezarlık olabileceğini düşünüyoruz. Kazılar durduruldu'' diye konuştu.
Bodrum Kalesi ve Sualtı Arkeoloji Müze Müdürü Yaşar Yıldız ise müze görevlilerinin bölgede inceleme yaptıklarını, kemiklerin hangi döneme ait olduğunu belirlemeye çalıştıklarını kaydetti.
Star Gündem, 10.03.2010
|
 |
BATMAN'A İLK MÜZE MÜDÜRÜ ATAMASI YAPILDI
Kültür ve
Turizm Bakanlığı tarafından yani kurulun Batman
Müzesi Müdürü olarak ataması yapılan Tenzile
Uysal resmen göreve başladı. Daha önce Muğla/Milas
Müze Müdürlüğünü vekaleten yürüten Tenzile Uysal Ege
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü
mezunu.
Şimdiye kadar Batman ve çevresinde
çıkarılan tarihi eserler, Mardin ve Diyarbakır
müzelerinde sergileniyordu. Batman Müzesi’nin
kurulması ile bundan sonra Batman ve çevresinde
çıkarılan tarihi eserlerin, Batman’da teşhir
edilecek olması Batman kamuoyunca sevinçle
karşılandı.
Geçici olarak
Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nde faaliyetlerini
sürdürecek olan Müze Müdürlüğü, yeni Kültür Merkezi
binasının bitirilmesinden sonra asıl yerinde
faaliyetlerine devam edecek.
İlke Haber Ajansı, Haber:
Muhyeddin
Beyca, 10.03.2010
|

|
ALACA ESKİ CAMİ İBADETE AÇILACAK
Çorum'un Alaca İlçesi'nde 1763 yılında Ömer Paşa tarafından yaptırılan ve Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce koruma altına alınan Eski Cami'de restore çalışmaları hızla devam ediyor.
Aslına uygun bir şekilde ahşap görünüm kazandırılacak olan camideki restore çalışmalarını yerinde incelemek üzere Alaca'ya gelen Vakıflar Bölge Müdürü İsmail Aktaş, caminin restorasyonun Ramazan ayına kadar bitirileceği açıkladı.
Alaca Kaymakamı Şahin Arsal, Belediye Başkanı Muhammet Esat Eyvaz, İlçe Müftüsü İsa Solmaz ile birlikte camide yapılan restorasyon çalışmalarını inceleyen Vakıflar Bölge Müdürü Aktaş, Eski Cami'nin restorasyonunun tamamen aslına uygun bir şekilde yapıldığına dikkat çekti.
Eski Cami restore çalışmalarını Ramazan ayına kadar bitirmeyi planladıklarını açıklayan Aktaş, restoreyi yapan şirketlere de bu yönde talimatta bulunduklarının altını çizdi.
Eski Cami'nin merkezi bir yerde olması itibariyle cemaatin yoğun olduğunu dile getiren Alaca Belediye Başkanı Muhammet Esat Eyvaz, Vakıflar Bölge Müdürü Aktaş'tan cami bahçesine tuvalet yapılması konusunda yardım istedi.
Aktaş da bu talebi değerlendirmeye alarak Anıtlar Kurulu'na sunacaklarını belirterek, yapılacak olan şadırvanın caminin ön tarafına yapılması konusunda da hemfikir olduklarını sözlerine ekledi.
Çorum Kent Haber, 10.03.2010
|
HASANKEYF'İ YAŞATMA GİRİŞİMİ: ILISU BARAJI
DEPREMLERİ TETİKLEYECEK

Büyük barajların depremleri tetiklediğini ileri
süren
Hasankeyf'i Yaşatma Girişimi, olası
depremlerin düz ovada kurulu bulunan ve jeolojik
açıdan büyük risk taşıyan kent merkezlerini tehdit
edeceğini ileri sürdü.
Hasankeyf'i Yaşatma Girişimi, yaptığı
açıklamada
Karakoçan'da meydana gelen deprem
neticesinde yaşanan can ve mal kayıplarından ötürü
üzüntülerini dile getirip, yaşamını yitirenlerin
yakınlarına başsağlığı diledi.
Deprem sonrası gözlerin Doğu Anadolu Fay Hattı'na
çevrildiğine dikkat çeken
Hasankeyf'i Yaşatma Girişimi Sözcüsü İpek
Taşlı, barajların fay hattı üzerindeki tetikleyici
etkilerinin görmezden gelindiğini iddia etti.
Karakocan ve
Keban Baraj bölgelerine yakın olan
Karakocan merkezli depremin, barajların depremleri
tetiklediğinin bir kanıtı olduğunu ileri süren
Taşlı, "Keban
Baraj Gölü'nün su tutmaya başlamasından sonra
bölgede irili ufaklı depremler meydana gelmiş,
Atatürk Barajı'nın inşa edilmesi
sonrasında ise deprem hareket şiddeti artış
göstermiştir." dedi.
Ayrıca, bilim adamlarının dünyada büyük ölçekli
barajların depremleri tetiklediğine dair bilimsel
tespitleri bulunduğunu hatırlatan Taşlı
açıklamasında şu ifadelere yer verdi: "Atatürk,
Karakaya ve
Keban barajlarının yapımından sonra
bölgedeki depremlerin sayısı ve şiddetinde ciddi
artışlar olduğu uzmanlarca da kabul edilmektedir. Bu
durum Ilısu Baraj Projesi'nin inşa edilmesi halinde,
zaten fay hattı üzerinde yer alan bölgemizin büyük
ölçekli depremler yaşaması riskini açıkça ortaya
koymaktadır."
Kentleşme ve imar planı deprem riskine karşı
yeteri kadar sağlam olmayan bölgede yaşanacak bir
depremin, ciddi oranda can ve mal kaybına neden
olacağına dikkat çeken Taşlı, depremlerin özellikle
düz ovada yer alan kent merkezlerini tehdit
edeceğini ileri sürdü.
Taşlı, "Hasankeyf'te
yapılan arkeolojik kazılar sonucunda da uzmanlar
geçmişte
Hasankeyf kent merkezinde büyük çaplı iki
depremin meydana geldiğini ve burada pasif fay
hatlarının halen var olduğu bulgusuna ulaşmışlardır.
Ilısu Baraj Göleti'nin böylesi bir deprem bölgesinde
kurulacak olması bizleri ilerde yaşanacak depremler
konusunda endişelendirmektedir. 11 milyar metreküp
su tutacak olan Ilısu Baraj Gölü özelikle düz ovada
kurulu bulunan ve jeolojik açıdan büyük risk taşıyan
Batman kent merkezini tehdit edecektir."
iddiasında bulundu.
Ilısu Barajı'nın ÇED raporuna yönelik İsviçre'nin
Zürich kentindeki ETH Üniversitesi, EAWAG
Enstitüsü'nün yazdığı yorumdan alıntı yapan Taşlı
şunları kaydetti: "EAWAG Enstitüsü'nün yazdığı
yorumda CED raporundaki verilerin eksik ve çelişkili
olduğunu ve oluşturulması planlanan 10,4
kilometreküplük baraj gölünün depremlere neden
olmayacağının kesin bir ifadeyle
belirtilemeyeceğinin altını çiziyor. 'Su' konusunda
Avrupa'da en yetkin kuruluşlardan biri olan EAWAG'ın
ve bilim adamlarının Ilısu Barajı'na ilişkin
uyarılarının gelecekteki felaketleri önleyebilmek
adına dikkate alınmasını talep ediyoruz."
Dicle Havzası ve alternatif enerji
projeleri konusunda araştırmaları ile bilinen
Van Yüzüncü yıl Üniversitesi Öğretim
Görevlisi Prof.Dr. İlyas Yılmazer de yapılması
planlanan Ilısu Barajı'nın depremsellik açısından
olumsuz sonuçlar meydana getireceğinin altını çizdi.
Prof. Yılmazer, Ilısu Barajı'nın yapılması halinde
yer altı ve yer üstü sularının
Dicle Vadi'sinde çok büyük bir su kütlesi
oluşturacağını ve bu rezervuarın yer kabuğunda hızlı
çöküşe neden olacağını belirtti.
haberler.com, 10.03.2010
|
TARLASINDA 4 ROMA HEYKELİ BULDU
Eskişehir'in Mahmudiye İlçesi'nde yaşayan bir çiftçi, tarlasını traktörle sürerken Roma Dönemi'ne ait 4 heykel buldu. Heykelleri topraktan çıkaran ve adının açıklanmasını istemeyen kişi, eserleri Eskişehir Arkeoloji Müzesi'ne götürdü. Müze Müdürlüğü yetkilileri, 4 heykeli teslim aldı. Müze yetkilileri, eserlerin Roma Dönemi'ne ait olduğunu belirledi. Mermer heykellerin 2'sinin Zeus, diğerlerinin Kybele ve boğa heykeli olduğu tespit edildi. Müzede sergilenecek heykellerin uzunluklarının 22 ile 64 santimetre arasında olduğu bildirildi.
Sabah, 10.03.2010
|

|
FREUD PARİS'TE
Psikanalizin kurucusu
Avusturyalı doktor ve psikolog Sigmund Freud'un
torunu İngiliz ressam Lucian Freud'un 50 tablosu,
yarından itibaren Fransa'nın başkenti Paris'teki
Pompidou merkezinde sergilenmeye başlayacak.
Sergilenecek tabloların nü ve otoportrelerden
oluştuğu, resimlerin arasında, Mayıs 2008'de Rus
milyarder Roman Abramoviç tarafından 34 milyon
dolara satın alınan 1995 tarihli,
iş bulma
kurumunda çalışan Sue Tilley adlı bir kadını
külüstür bir kanepe üzerinde uyur halde gösteren
tablosunun da yer aldığı bildirildi.
Almanya'nın başkenti Berlin'de doğan, 1934
yılında Nazilerin iktidara gelmesiyle anne ve
babasıyla Londra'ya yerleşen Lucian Freud,
profesyonel modellerle çalışmıyor.
Londra'daki Sotheby's müzayede salonunda 10 Şubat
tarihinde, Lucian Freud'un 1978'de yaptığı
otoportresi açık artırmada 4,4 milyon dolara
satılmıştı.
Hürriyet, 10.03.2010
|
TALAN, BU SEFER DE
DEVLET FOTOKOPİ VE İMİTASYON MÜZESİ'NDE
|
HOCA ALİ RIZA'NIN 18 TABLOSU ÇALINDI

Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nden ünlü
Ressam Hoca Ali Rıza’nın koleksiyonuna ait olduğu
öğrenilen 18 tablo çalındı.
Yapılan sayımlar sırasında ortaya çıkan skandalı
araştıran uzmanlar, çalınan tablolardan 13’ünün
yerine taklitlerinin konulduğunu belirlediler.
İlginç soygun olayı Devlet Resim ve Heykel Müzesi
Müdürü Ömer Osman Gündoğdu’nun,
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na
başvurmasıyla ortaya çıktı. Gündoğdu, müzede Hoca
Ali Rıza’ya ait 13 tablonun çalınarak, yerlerine
taklitlerinin konulduğunu bildirdi. Savcılığın
talimatıyla harekete geçen polis, müzede yaptığı
incelemede, ayrıca 5 çerçevenin de içinin boş
olduğunu tespit etti. Taklit tablolar üzerinde
parmak izi incelemesi yapan polisler, çalışan
personelin tek tek ifadelerini aldı.
Müzede güvenlik görevlisi olarak çalışan ve ismi
açıklanmayan bir kişi 2009 yılında tarihi eser
çaldığı iddiasıyla gözaltına alındı. Polis,
güvenlik görevlisini gözaltına alarak ifadesine
başvurdu. Müzedeki sayım işlemi sürdüğünden henüz
başka eserlerin de çalınıp çalınmadığı bilinmiyor.
Müzeden, 1997’den itibaren çalınan 31 eserin de
bulunamadığı bildirildi.
Kurşunkalem çalışmalarında üstat olarak bilinen
Hoca Ali Rıza, 1858’de
İstanbul’da dünyaya geldi. Üsküdarlı Hoca Ali
Rıza olarak tanınan ressam, küçük yaşlardan
itibaren resim yeteneğiyle dikkat çekti. Osman
Nuri Paşa ve Süleyman Seyyid Bey gibi ressamlardan
ders aldı. Hoca Ali Rıza, İkinci Meşrutiyet’ten
sonra kurulan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’ne
başkanlık yaptı. Rıza, 1930’da yaşamını yitirdi.
Hürriyet, 10.03.2010
******
MÜZEDEN HOCA ALİ RIZA ÇALIP FOTOKOPİ BIRAKTILAR
Ankara
Resim Heykel Müzesi'nde Hoca Ali Rıza'ya ait 13
karakalem eserin yerine fotokopi bırakıldığı,
5 tablonun ise kayıp olduğu anlaşıldı.

Esrarengiz hırsızlık olayı önceki gün yapılan
envanter sayımında ortaya çıktı.Sayım sırasında daha
önce "bulunamayanlar" listesinde yer alan 13
karakalem çalışma bulundu. Ancak A4 boyutundaki bu
çalışmaların bazılarının sahte olduğu, bazılarının
yerine ise fotokopilerinin konulduğu anlaşıldı.
Sayımı gerçekleştiren komisyon ayrıca 5 adet
paspartunun (çerçeve) da boş olduğunu belirledi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilileri SABAH'a, daha
önce bu ölçüde ayrıntılı bir envanter sayımı
yapılmadığı, muhtemelen önceki sayımlarda A4 kağıt
büyüklüğündeki karakalem eskizlerin fark edilmediği,
bu kez hem eserler hem de orijinalleri aynı anda
sayılınca gerçeğin ortaya çıktığı açıklamasını
yaptı.
Müze Müdürü Ömer Osman Gündoğdu Ankara
Emniyeti'nden parmak izi incelemesi için uzman ekip
çağırdı. Çalışanları sorgulamaya başlayan polis,
hırsızlık olayının dört yıllık zaman dilimi içinde
birkaç kez yapıldığını düşünüyor. Müzenin bir
bekçisinin, geçtiğimiz yıl gerçekleşen başka bir
tarihi eser hırsızlığında gözaltına alındığı ve
zanlı olarak sorgulandığı ifade edildi.
Eserlerin bulunması için Ankara Emniyet Müdürlüğü
Asayiş Şubesi, eski ve yeni müze çalışanlarını
sorgulamaya ve parmak izlerini almaya başladı.

Yıldız Teknik Üniversitesi Müzecilik Yüksek
Lisans Programı Kurucusu Prof.Dr. Tomur Atagök:
Dünya müzelerinde depoya girilirken görevliye
"kayıtçı" dediğimiz, belgelemeden sorumlu bir kişi
eşlik eder. Ancak bizde bu uygulama yok. Müzeler
onarılırken güvenliğe özel önem verilmesi şart.
Ayrıca küçük eserlerin küçük depolarda saklanması
gerek. Olayın uzun süre fark edilmemesi ise görev
ihmalinden kaynaklanıyor.

Artium Sanatevi sahibi Rüştü Sungur: Biz de haberi
aldık ve şu anda sanat eseri alıp satan piyasa
alarma geçti. Çünkü Hoca Ali Rıza çok önemli bir
ressamdır. Bugün bir yağlı boya eseri 300-500 bin,
kara kalemleri 15-20 bin liradan alıcı bulur.

Hoca Ali Rıza'nın ilham kaynağı Kız Kulesi, Çamlıca,
Üsküdar'ın ahşap evleri ve Beykoz'du. 30 yıl Kuleli
Askeri Lisesi ve Harbiye'de, emekli olduktan sonra
da Çamlıca Kız Lisesi'nde resim öğretmenliği yapan
Hoca Ali Rıza yaşarken tablolarını satışa çıkarmadı.

Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık Genel Müdür
Yardımcısı Veysel Uğurlu: Pek çok sanatçı
yetiştirmiş, "Hoca" lakabını bu nedenle almıştır.
Yurtdışına çıkacağı zaman kolera salgını olmuş,
Türkiye'de kalmıştır. O dönem çıksa, dünyaca ünlü
isimlerden biri olurdu.
Sabah, Haber: Hülya
Karabağlı - Alper Sancar, 10.03.2010
******
İBRAHİM
ÇALLI'NIN TABLOSUNUN YERİNE DE SAHTESİ KONULMUŞ
Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nde, 2009 Sayım
Komisyonu’nun yaptığı çalışma sonucu ortaya çıkan
hırsızlık olayının ardından ilginç ayrıntılar
gün yüzüne çıktı.
Müzede, 2007-2008 arasında
yapılan restorasyonda çalışan yaklaşık 100 işçinin,
müzenin en önemli teşhir salonlarından Fahri
Korutürk Galerisi’nde yatıp kalktığı öğrenildi.
Restorasyon sırasında eserler için özel bir koruma
önlemi alınmadığı bildirildi. Bu arada, müzedeki
eserlerin sigortasız olduğu da ortaya çıktı.
Müzedeki, Hoca Ali Rıza’ya ait 13 karakalem
eskizinin sahteleriyle değiştirildiği ve içlerinde
hangi sanatçılara ait olduğu bilinmeyen 5 paspartu
kartonunun da boş olduğunun ortaya çıkmasının
ardından, başlatılan soruşturma sürüyor. Müzedeki
ünlü ressam İbrahim Çallı’ya ait bir manzara
tablosunun da sahte olduğu belirlendi.
Milliyet, Haber: Sertaç
Koç, 11.03.2010
******
"HOCA ALİ RIZA'NIN 700
ESERİ DEVİR SIRASINDA KAYBOLDU"
Hoca Ali Rıza uzmanı
Artium Sanatevi'nin sahibi Rüştü Sungur, "Ailesi
binlerce eserini Milli Kütüphane'ye bağışladı.
Bakanlığa devredilirken kayboldu" dedi.
Türk Resim Sanatı'nın en önemli
isimlerinden biri olan Hoca Ali Rıza'nın 13 eserinin
Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi'nden
çalınmasını değerlendiren Artium Sanatevi'nin sahibi
Rüştü Sungur, "Hoca'nın ailesi, ölümünün ardından
bine yakın eserini Milli Kütüphane'ye bağışladı.
Yıllarca bu eserler çok kötü koşullarda saklandı.
Çoğu Kültür Bakanlığı'na devredilirken ortadan
kayboldu. Önce bunların akıbeti sorulsun" dedi.
Hoca Ali Rıza Efendi'nin yaşamı ve eserleri üzerine
uzun süre inceleme yaptığını anlatan Rüştü Sungur, o
yıllarda Milli Kütüphane'de bulunan eserleri
fotoğraflamak istediğini anlattı. "Bir tanıdık
vasıtasıyla müze müdürüne ricacı olduk. 740 adet
eser olduğu ve dosyalar içinde tutulduğu bilgisini
almıştık, fotoğraf çekimine de izin verilmişti"
diyen Sungur, "İşlerimin yoğunluğu nedeniyle
yapamadım. Keşke fotoğraflasaymışız şimdi koleksiyon
kurtulurdu" diye konuştu. "Daha sonra Milli
Kütüphane eserleri koruyamayınca Kültür Bakanlığı'na
devri gündeme geldi" diyen Sungur şöyle devam etti:
"Ancak eserlerin çoğu devir esnasında yok oldu.
Sadece 30-40 eser müzeye teslim edildi. Asıl koskoca
Ali Rıza Hoca koleksiyonu nereye gitti, bunun hesabı
sorulsun. Bu gibi hırsızlıkların ardından hademeler,
güvenlik görevlileri sorumlu tutuluyor, ufak para
cezaları ile olay kapatılıyor." Hoca Ali Rıza
Efendi'nin çok zor bir hayat sürdüğünü anlatan Rüştü
Sungur, "Kibrit kutusuna dahi inci gibi resim
yapmıştır. Türkiye'de desen konusunda akla gelen ilk
isimlerden biridir. 10 binden fazla kara kalem ve
sulu boya eseri olduğu tahmin ediliyor" diyor.
Alif Art Antikacılık A.Ş.'nin sahibi Bingül Tezer: "Bu gibi olaylarda zor durumda kalmamak için
mümkün olduğunca eserlerin geçmişine ve bize getiren
kişilerin kimliğine yönelik araştırmalar yapıyoruz.
Eser kimden satın alınmış, onlara nasıl ulaşmış,
öğreniyoruz. Kişiler, eserleri nereden aldıklarını
kanıtlamak durumunda. Kimin koleksiyonu olduğuna
bakıyoruz, nereden satın aldıklarını ya da miras
yoluyla ellerine geçip geçmediğine bakıyoruz, belge
istiyoruz. Ayrıca fotoğraf, adres, kimlik bilgileri
alınıyor, resmi işlemler yapılıyor ve eser
sigortalanıyor. Müzayede düzenlenmeden önce
eserlerin katalogu basılıp il kültür müdürlüklerine
gönderiliyor. Bu bildirim her müzayede için
zorunludur. Katalogun içindeki eserlere bakılıp
araştırılıyor. Eğer ihbar varsa hemen eser orada
tespit ediliyor ve gerekli resmi işlem uygulanıyor."
İstanbul Müzayede'nin sahibi Uğur Yeğin:
"Müzayedeler sürekli müzelerle işbirliği içinde. Bir
hırsızlık gerçekleştiğinde, eserlerin bilgileri
paylaşılıyor. Buna göre önlem alıyoruz. Türkiye'de
çalınan bir eseri biri satın alıp evine koymadığı
sürece, eserin ticari dolaşıma sokulması, iç
piyasada ticari meta olması hemen hemen imkansız.
Yani eserin ortaya çıkmaması mümkün değil. Bence
müzelerde yeteri kadar iç denetim yok. Esas sorun
bu. Biz önlem olarak tanımadığımız kişilerden,
ticari piyasada yer almayan veya koleksiyoner
olmayan kimselerden eser satın almıyoruz."
Sanat Galericileri Derneği Başkanı Doğan
Paksoy: "Genelde, satmak üzere bir eserle
gelen kişilerin tüm bilgileri alınıyor. Eseri
nereden aldığını, nasıl eline geçtiğini öğreniyoruz.
Kimlik bilgilerini istiyoruz. Dahası tanımadığımız
kimselerden eser satın almıyoruz! Güvenlik
sağlanıyor. Müzenin hatası burada. Bir kere kamera
kayıtları yok en başta. Kamera kayıtlarının mutlaka
olması gerekir. Kimlerin içeri girdiği belli değil.
Bakanlık işe aldığı kişilere dikkat etmeli."
Sabah,
Haber: Nurdeniz Erken, 11.03.2010
******
MÜZEDEKİ 4 BİN ESERDEN 2 BİNİ SAĞLAM
Ankara Devlet Resim ve
Heykel Müzesi'ndeki skandalın yeni boyutları ortaya
çıktı. 4 bin tablo ve resim bulunan müzede 2 bin
eser sağlam. 500 eserde ağır tahrip saptanırken, 100
eserin de bilinçsiz restorasyon kurbanı olduğu
belirlendi.
Ankara Devlet Resim ve Heykel
Müzesi'nde Türk resim sanatının önemli ismi Hoca Ali
Rıza'nın 13 eserinin kaybolmasının ortaya çıkmasıyla
başlayan skandallar zinciri büyüyor.
20 gün önce de Namık İsmail'in
'Manolya' isimli tablosunun çalındığı ve
çerçevesinin de müzenin arka bahçesinde bulunduğu
belirlendi. Ancak müzeye ilişkin şok bilgileri, Müze
Tespit Komisyonu üyesi Dr. Osman Altıntaş verdi.
SABAH'a konuşan Altıntaş, 4 bin tablo ve resmin
bulunduğu müzede ancak 2 bin eserin sağlam olduğunu
söyledi. 500 eserde ağır tahrip tespit edildiğini
belirten Altıntaş, 100 eserin de bilinçsiz
restorasyon kurbanı olduğunu ifade etti.
Sayım çalışması sırasında müzenin deposuna girmekte
zorlandıklarını belirten Altıntaş, "İflas etmiş bir
taşıma şirketi düşünün. Eşyalar her tarafa
saçılmıştır. Müzenin deposu da aynen öyleydi. Nefes
almanın imkanı yok, çok rutubetli bir yer, maske ve
eldiven takıp çalıştık" dedi. Altıntaş, yanlış
saklama koşulları yüzünden resimlerin yırtıldığını,
boyaların döküldüğünü de söyledi. Dr. Altıntaş'ın
şok açıklamaları bununla sınırlı da değil. Altıntaş,
teşhirdeki İbrahim Çallı eserinin sahte olduğunu,
sanat tarihi uzmanlarının uyarılarına rağmen bir
türlü teşhirden indirilmediğini de ifade etti. Resim
ve Heykel Müzesi'nde İbrahim Çallı'nın yanı sıra
Osman Hamdi, Şeker Ahmet Ali Paşa, Şevket Dağ, Hoca
Ali Rıza, Hikmet Onat, Şeref Akdik, Bedri Rahmi
Eyüboğlu, Abidin Dino, Turgut Zaim, Eşref Üren,
Nazlı Ecevit, Şefik Bursalı, Fikret Mualla, Elif
Naci, Nuri İyem, İbrahim Balaban ve Yalçın Gökçedağ
gibi ressamların eserleri bulunuyor.
Resim ve Heykel Müzesi'nde çok sayıda eser tespitine
uzmanlardan oluşan ekiple katılan Haliç Üniversitesi
öğretim üyelerinden Prof.Dr. Dinçer Erimez, SABAH'a
başından geçen bir olayı anlattı. İki yıl önce
müzede, eserler üzerinde orijinal olup olmadıkları
konusunda kapsamlı bir çalışma yapan Erimez şunları
söyledi: "Müzede tespitini yaptığım eser çok kısa
bir zaman sonra bana getirildi. Neye uğradığımı
şaşırdım. Getirenler, 'Kaç para eder?' dedi. Korkan
kişilere, 'Siz bunu nereden buldunuz?' demeye
kalmadan kaçıp gittiler. Hemen polise haber verdim."
Sabah,
Haber: Hülya Karabağlı, 11.03.2010
******
"KAMU
KURULUŞLARINDA OLABİLİR"
Müzedeki skandalla ilgili
konuşan eski Kültür Bakanı Fikri Sağlar, şok
iddialarda bulundu. Sağlar, Türkiye'de sanat
eserleriyle ilgili geçmişten beri bir envanter
eksikliği yaşandığına dikkat çekerek, şöyle konuştu:
"Dönemimizde
ülkemizin önemli eserleri kamuda çeşitli binalara
en fazla Başbakanlık ve dış temsilciliklerdeki büyükelçilik binalarına
dağıtıldığını tespit ettik. Her kurum kendi envanterine
bu eserleri almış. Israrlı bir şekilde bunların
Kültür Bakanlığı'na bildirilmesini istedim.
Titizlikle takipte bulunulmasına rağmen
bilmediklerinden kendi ellerinde bulundukları
eserler hakkında doğru
bilgi vermemişlerdir. Çalındı
zannedilen eserler, onların envanterinde yer alıyor
olabilir. Oralarda aranması gerekir. Başbakanlık'ta,
Cumhurbaşkanlığı'nda, okullarda hatta Meclis
binasında dahi olabilirler. Ya da bir
büyükelçiliğin duvarını
süslüyor olabilirler." Dolmabahçe Sarayı'ndan
dönemin Cumhurbaşkanı Evren'in bile masa
çıkarttığını söyleyen Sağlar, "Kim vermiş, kime
sormuş bilmiyorum. Tamamen o dönemin siyasi
idaresinin işi" dedi. Sağlar, bakanlıklarda tam bir
envanter olmadığı için, kayıp eserlerin ne
zaman, ne şekilde ve kimler
tarafından alındığına dair bir takip söz konusu
olamadığını da belirtti. Sağlar, müzelerdeki
güvenlik önlemlerinin yeterli olmadığını söyledi.
Sabah,
Haber: Gül Kireklo, 11.03.2010
*******
MÜZENİN
GÜVENLİĞİ YETERLİ Mİ?
SABAH Ankara'nın geçen
yıl temmuz ayında "Cezalık İhmal" başlıklı haberle,
depolarında 17 yıldır sayım yapılmadığını duyurduğu
müzede, Hoca Ali Rıza'ya ait çok değerli 30
karakalem eskizden 13'ünün fotokopileri ile
değiştirilmiş olduğu sonucuna varıldı. Müze Müdürü
Ömer Gündoğdu, şimdilik net bir şey söylemenin
mümkün olmadığını belirterek, "Teftiş Kurulu
incelemesini sonuçlandırdığında kamuoyuna açıklama
yapacaktır. Şimdilik birilerini suçlamak yanlış
olur. İdari soruşturmanın ardından adli bir
soruşturmanın gelip gelmeyeceğini zaman gösterecek"
diye konuştu. Yıllardır büyük ihmallerle karşı
karşıya kalan müzede son dönemde çok ciddi tedbirler
alındığını ve göreve gelir gelmez ilk işlerinin
depolarda sayıma başlamak olduğunu belirten Gündoğdu,
"Şimdi güvenlik sayımız ve kameralarımız yeterli
düzeyde. Şu anda böyle bir şey olması mümkün değil"
diye konuştu. Depolarında yaklaşık 6 bin eser olduğu
tahmin edilen müze, ne yazık ki Türkiye'nin en
önemli resim ve heykel arşivine sahip bir müze gibi
korunmuyor.
Sabah,
Haber: Fatih Yılmaz, 11.03.2010
******
BAKANLIKTAN APAR TOPAR
MÜZE İHALESİ
Kültür Bakanlığı,
Devlet Resim Heykel Müzesi’ndeki hırsızlığın ortaya
çıktığı gün, apar topar güvenlik ihalesi başlattı.
Müzedeki mevcut güvenlik
kameralarının hiçbirinin, yüzlerce tarihi eserin
saklandığı deponun açıldığı pencereleri görmediği ve
bu pencerelerden rulolar halinde resimlerin
çıkarılabileceği
zaman zaman
basında yer aldı. Müze Müdürü Ömer Gündoğdu da
göreve geldiği 2008 Mayıs’ından itibaren güvenlikle
ilgili bu açık da dahil olmak üzere eksiklikleri
defalarca resmi yazılarla Kültür Bakanlığı’na
bildirmesine rağmen hiçbir bir işlem yapılmadı.
Ancak Gündoğdu’nun emniyete giderek müzedeki son
hırsızlığı bildirdiği 8 Mart Pazartesi günü, Kültür
ve Turizm Bakanlığı da müzeye yönelik güvenlik
ihalesi için düğmeye bastı.
Ankara İl Özel İdaresi’ne kaynak aktaran
bakanlık, ihalenin
bir an önce
yapılmasını istedi.
Ankara İl
Genel Meclisi
Başkanı Ahmet Arslanoğlu, müzenin güvenliğiyle
ilgili dosyanın 8 Mart Pazartesi günü ellerine
ulaştığını belirterek, “Bekletmeden projelendirme ve
ihale sürecini başlattık. Projeyi üç ay sonra
tamamlanmış oluruz” dedi.
Hürriyet, Haber: Eray
Görgülü, 12.03.2010
******
HOCA ALİ RIZA'NIN
TABLOSU MECLİS'TEN ÇIKTI

Resim Heykel Müzesi'nden
eserleri çalınan ressam Hoca Ali Rıza Efendi ile
ilgili ilginç bir olay da Meclis'te yaşanmış. AK Parti Zonguldak
Milletvekili Köksal Toptan, Meclis Başkanlığı
yaptığı dönemde yaşadığı bu olayı SABAH'a anlattı.
Bir
gün bir
arkadaşının telaş içinde
yanına geldiğini ve "Kütüphanenizin bir odasında
yerde duvara dayanmış olarak Hoca Ali Rıza Efendi'ye
ait bir tablo duruyor" dediğini belirten Toptan, bu
uyarı üzerine tabloyu durduğu yerden aldırmış. Ancak
tabloyu ilk gördüğünde perişan bir halde olduğunu ve
"bir kenara itildiğini" görmüş... Milli Saraylar'da
tablonun bakımının yapıldığını,
çerçevesinin de değiştirildiğini belirten Köksal
Toptan, "Belki çerçeveyi değiştirmemek gerekiyordu
ama zaten çerçeve değil etrafında kötü çıtalar
vardı. Muhtemelen bu çıtalar da orijinal değildi"
dedi. Bir diğer ilginç bilgi ise Meclis'te bulunan
bu kadar değerli bir eserin envanterde kayıtlı
olmamasıydı. Toptan, tabloyu
hemen Meclis'in envanterine
kayıt ettirdiklerini belirtti. Bu arada Ankara Resim
ve Heykel Müzesi'nden 20 yıl önce Çankaya Köşkü'ne
gönderilen 40 eserin kaybolduğu öne sürüldü. İddiayı
ortaya
atan ve Sayıştay'ın o dönem kurduğu ekibin
üyesi olan Prof.Dr. Kaya Özsezgin, şunları anlattı:
"Semra Özal istemişti. Ancak Hoca Ali Rıza'ya ait
eserler geri dönmemişti. O yıllarda
inceleme yapılmadı."
Sabah, Haber: Yalçın Bel, 12.03.2010
******
"İÇERİDEN YARDIM ALMADAN ÇALAMAZLAR"

Restorasyonu süren
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi'nin depolarında yer
alan 12 bin eser, çok sıkı korunuyor. Depolar, gece
görüşlü kameralarla takip ediliyor.
Dolmabahçe Sarayı'nın
bitişiğindeki Veliaht Dairesi, 73
yıl önce, İstanbul Resim ve Heykel
Müzesi olarak kapılarını açtı. Türkiye'nin en geniş
resim ve heykel koleksiyonuna ev sahipliği yapan
müze, tarihinde ilk kez 2006 yılında restorasyona
alındı ve çalışmalar son hız sürüyor. Bu yılın
aralık ayında kapılarını yeniden sanatseverlere
açacak olan müzede hummalı bir çalışma var bu
aralar. Müze müdürü Prof.Dr. Aydın Ayan, hem müzeyi
gezdirdi hem de Ankara'daki Resim ve Heykel
Müzesi'nden Hoca Ali Rıza Efendi'ye ait eserlerin
çalınmasını SABAH'a değerlendirdi.
Prof. Ayan, Ankara'da geçtiğimiz günlerde yaşanan
hırsızlık skandalı için, "Bu tip hırsızlıklar
içeriden
yardım olmadan asla yapılamaz"
yorumunu yapıyor. Aydın Ayan, 2003'te yine Hoca Ali
Rıza'nın "Manzara" adlı eserinin kendi müzelerinden
çalındığını ve yerine sahtesinin bırakıldığını
anlatıyor. Olay çok titizlikle araştırmış hatta
rektörü bile sorgulamışlar ancak tablonun orijinali
bulunamamış.
Daha sonra müze müdürü Prof.Dr. Aydın Ayan'la
birlikte, paha biçilmez eserlerin saklandığı depolar
bölümüne iniyoruz. Kurşun mühürle kapatılmış çelik
kapılar en az 3 görevlinin refakatinde açılıyor, o
anda da serin hava yüzümüze çarpıyor. Odanın nem
oranı yüzde 55 ile 60 seviyesinde sabitlenmiş.
Orijinallikleri kanıtlanıp tek tek bilgisayar
ortamında envantere alınmış toplam 12 bin resim ve
heykelin saklandığı depoların her birinde en az
2 güvenlik kamerası bulunuyor. Çıkışta
da dev kapı tekrar kapanıyor ve kurşun mühür
dökülüyor.
Sırada restorasyon çalışmalarının devam ettiği alan
var... İhtişamlı binanın solmuş tavanlarının tek tek
elden geçtiğini anlatan ekiple birlikte iskeleye
tırmanıyoruz. Gerçek altın varak kullanılarak ince
ince yeniden renklendirilen tavan oymalarının
tamamlanmak üzere olduğunu öğreniyoruz, müze müdürü
Prof.Dr. Aydın Ayan'dan....
Prof. Ayan, müzenin bütçesini sorduğumuzda ise acı
acı gülümseyerek vahim tabloyu anlatıyor: "Tek bir
liramız bile yok. Biz Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Fakültesi'ne bağlıyız ve bir dosya kağıdı için
bile rektörlüğe muhtacız." Türkiye'nin en büyük
plastik sanatlar koleksiyonuna sahip müzenin 70. yıl
özel kitapçığını bile Japonya'dan sponsor bularak
bastırdığını anlatan Aydın Ayan, "1980 sonrası
koleksiyona neredeyse hiç yeni eser eklenmemiş.
Açığı kapatmak için kampanya başlattık. Dönem
arkadaşlarımıza ve öğrencilerimize eserlerini
bağışlamaları için çağrıda bulunduk. Bağış eser
arıyoruz" diyor.
Sabah, Haber: Nurdeniz Erken, 12.03.2010
******
"EVREN DÖNEMİNDE KOKTEYLDE ÇALDILAR"
Dünyanın her yerinde, en modern
müzelerde bile hırsızlık olaylarına rastlandığını
belirten müze müdürü Aydın Ayan, Kenan Evren'in
Cumhurbaşkanlığı döneminde bir sergi açıldığını ve
kokteyl sonrası küçük boyutlu bir tablonun
kaybolduğunu anlatıp ekliyor: "Birçok eserimiz
çeşitli kurumlara ödünç verilmiş. Bu eserlere ait
kayıtlarımız var, nereye gönderildiğini de biliyoruz
ancak eserler daha sonra yine farklı farklı yerlere
gönderildiği için takibini yapamıyoruz."
Sabah, 12.03.2010
******
"DEDEM GİBİ BÜYÜK DEĞERLER KORUNMALI"
Dedesi Hoca Ali Rıza'nın 13
eserinin Ankara Resim ve Heykel Müzesi'nden
çalındığı haberini SABAH'tan öğrenen torunu Cem
Ener, çok üzüldüğünü ve bir o kadar da şaşkın
olduğunu dile getirdi. Dedesinin Türk resim tarihi
için önemli değerlerden biri olduğunun altını çizen
Ener, "Dedem ve onun gibi pek çok sanatçı ve
eserleri kültürümüz için önemli değerlerdir. Ancak
bu değerlerin gördüğü muamele beni çok üzüyor. Bu
haber benim için üzüntü kaynağından başka bir şey
olmadı" diye konuştu.
Mimar Cem Ener, 2005'te, ünlü ressamın ölümünün
75'inci yılı nedeniyle düzenlenen anma gününde şu
anıyı aktarmıştı: "Dedemi hiç tanımadım fakat annem
hep bahsederdi. Vasıfsız konuşmaları hiç sevmezmiş.
Uzun bayram ziyaretlerinden çok sıkılırmış ve uzayıp
giden konuşmalara engel olmak için kendince bir
çözüm geliştirmiş. Lokum almaya gittiğinde,
lokumları kendisi gibi sakin misafirler ve konuşkan
misafirler için iki ayrı şekilde kestirirmiş.
Dedemin büyük lokumları ikram ettiği konuşkan
misafirler, lokumu midelerine indirene kadar epeyce
zaman geçer, bayram ziyareti de sona erermiş."
Sabah, 12.03.2010
******
MÜZEDEN TABLO ÇALAN! HAZİNE'DEN BESLENEN!
Bu iki tür aynı tarlanın ürünü, aynı kumaşın farklı renkte iki ipliği, aynı dokunun yan yana yerleşmiş damarı gibiler. Devlet müzesinden "tarihi eser ve tablo çalan" kravatlı hırsızlar ile "devlet hazinesinden beslenen" bildik, tanıdık, eş-dost-yandaş-akraba-kardeş takım elbiseli, kravatlı soyguncular, eskiden de vardı.
Bugün de varlar.
Bugün daha çoklar.
Tayyip Erdoğan, 8 yıl önce "milletin hakkını kimseye yedirmeyeceğiz-hortumları keseceğiz" sözleri vererek iktidara gelmişti. Bugün "müzeden tablo çalan ile hazineden beslenenlerin" sayısında bir azalma, eksilme, düşme olmadı.
Hangisi daha pislik!
Müze soyan mı!
Hazine'den beslenen mi!
Ayrım yapılamaz; devletin yani milletin malının soyulmasında "müzeden yapılan ile hazineden koparılan" fark etmez. Devlet Resim ve Heykel Müzesi'nden Hoca Ali Rıza'nın kara kalem 18 tablosunu çalan ile TMSF'nin (Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu) mallarını ve parasını talan edenler, "aynı tornadan çıkma" aynı tezgâh sahibinin kolladıklarıdır.
***
İkisi de koruma altında.
Müzeden tablo çalanlar; o kadar korunuyorlar ki, çaldıkları tabloların kopyasını bile yaptırmamış yerine fotokopilerini çektirip müze duvarındaki çerçeveye yerleştirmişler.
TMSF Hazinesi'nden geçinenler de o kadar korunuyorlar, gizleniyorlar, örtünüyorlar ki, Meclis'teki milletvekilleri bile bunların isimlerine ulaşamıyor.
Bir milletvekili çıktı.
Peşine düştü, araştırdı; "Devleti zarara uğrattıkları ve içlerini boşalttıkları için TMSF'nin el koyduğu şirketler, bankaların, kurumların mal varlıklarından, mülklerinden kimlere, hangi fiyata satışlar yapılmıştır ve devletin malı haline gelen TV'lerde, gazetelerde, dergilerde, radyolarda kimler programcılık yapmıştır ve bu programcı yazarlara hangi maaşlar ödenmiştir? Bu ödemeler hangi ölçülere göre yapılmıştır" sorusunu en yetkili bakana sordu. Yetkili bakan da cevap verdi.
Soran: Atilla Kart.
Cevaplayan: Ali Babacan.
Atilla Kart, CHP Milletvekili.
Ali Babacan, Devlet Bakanı.
***
Millet adına sorgulayıcı milletvekili Atilla Kart, dün bir basın toplantısı yaparak, milletin malını korumaktan sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan'ın 170 sayfalık cevap gönderdiğini, bu 170 sayfalık cevabın 49 sayfalık bölümünde; milletin satılan mallarının türü ve özellikleri ile alıcılarının isminin boş bırakıldığını açıkladı.
Milletvekili ağır suçladı.
"Karartma yapıldı" diyor.
"Karambol yaratıldı" diyor.
Ve şu tabloyu veriyor:
Star TV'nin 170 kalem (beyaz eşya, mobilya, otomobil gibi) malının alıcısı belli değildir. Uzan Grubu'na ait, 372 kalem eşyanın (motorlu araç, atölye tezgâhı, asansör, beyaz eşya, av tüfekleri, tabanca, otomobil, otobüs gibi) belli değildir. Mehmet Albayrak isimli kişinin satın aldığı 82 kalem (video, klavye, klima gibi) eşyanın satış bedeli belli değildir. Hüseyin Kartal isimli kişinin satın aldığı 574 kalem eşyanın (elektronik cihazlar) satış bedeli belli değildir. TMSF'nin 12 milyon 875 bin TL'ye neyi satın aldığı belli değildir. Vodafone'un 15 milyon 645 bin TL'ye neyi satın aldığı belli değildir. Muhammen bedelinin (piyasa değeri) 30 milyon TL olduğu belirtilen gayri menkul, 1 milyona satılmıştır. TMSF'nin el koyduğu TV'ler, gazeteler, dergiler ve radyolarda hangi gazeteci yazarlara, hangi yüksek maaşlarla program yaptırıldığı, yazı yazdırıldığı da belli değildir.
Müzeden tablo çalan!
Hazine'den beslenen!
İkisi de aynı.
İkisinin de isimleri gizleniyor.
Ne garip tesadüf!
Necati Doğru, Vatan, 12.3.2010
|
|
KAYHAN HAMAMI AYAĞA
KALKACAK

Bursa'da 15. yüzyılda 2.
Sultan Murad'ın veziri Koca Mehmed Paşa tarafından
yaptırılan Kayhan (Dülgerler) Hamamı, 600 yıl sonra
Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından restore
edilerek hizmete açılacak.
Koca Mehmed Paşa
tarafından yaptırılan ve 70 yıl önce İsa Özhamarat
tarafından satın alınan Kayhan Hamamı, Bursa
Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edilecek.
Kayhan Hamamı'nı 10 yıllık kira karşılığından
restore edecek olan Büyükşehir Belediyesi, tarihi
yapıyı bir yıl içerisinde hizmete açmayı planlıyor.

Kayhan Hamamı'nda
belediye ile mülk sahipleri arasında yapılan
protokolün imza törenine çok sayıda vatandaş
katıldı. Törende konuşan Bursa Büyükşehir Belediye
Başkanı Recep Altepe, tarihi yapının sosyal ve
kültürel hayata kazandırılmasıyla ilgili projeyi
başlattıklarını söyledi.
Bursa'nın şanslı bir şehir
ve medeniyetin başkenti olduğunu belirten Altepe,
"Bursa'nın yaşanabilir bir kent olmasıyla ilgili
çalışmalarımız sürüyor. Tarih başkent kimliğinin
ortaya konulması, kent ziynetlerinin ayağa
kaldırılması için 6 yıldır büyük bir hamle yapıldı.
Bizim için en önemli bölge Hanlar Bölgesi'dir.
Burası için çalışmalarımız sürüyor. Özellikle
anıtsal yapı, han, hamam ve medreselere yönelik
projelerimiz dört koldan devam ediyor. Bursa'nın
tanıtımında en çok Kayhan bölgesini kullanacağız.
Bundan dolayı buraya önem veriyoruz. Kayhan Caddesi
ve Kayhan sokaklarındaki iyileştirmeler sürüyor.
Önümüzdeki günlerde TEKEL binasının da yıkılmasıyla
burası tarihi görünümüne kavuşacak" dedi.
Tarihi yapıları gelecek
kuşaklara ziynet olarak bırakmak istediklerini ifade
eden Altepe, "Mülkiyet kime ait olursa olsun
buraların Bursa'ya kazandırılması gerekiyor.
Eserleri gerek kurumlardan tahsis yoluyla, gerekse
belediye olarak yapıp yer sahiplerine vererek
restore etti. Kayhan Hamamı için de farklı bir metot
uyguladık. Tarihi hamamı kiralama yöntemiyle
Özhamaratlar ailesinden aldık. Yaklaşık 10 yıl kira
karşılığında restore edilecek. Buranın bir an evvel
restorasyonuna başlatılması için çalışıyoruz. En geç
bir yıl içerisinde burasının Bursa'nın sosyal ve
kültürel hayatına katkısı olacak" diye konuştu.
Tarihi hamamda sosyal ve
kültürel etkinlikler yapılacağını ifade eden Altepe,
önemli olanın binaya güzellik katmak olduğunu
söyledi. Özhamarat ailesi adına konuşan Selçuk
Sözüçetin ise belediyeyle yaptıkları anlaşmanın tüm
tarihi eserlerin korunmasında emsal olacağını
belirtti.
Bursa Kent Haber,
09.03.2010
|
TÜRKİYE'NİN İLK ARKEOLOJİK ESERLER RESTORASYON
MERKEZİ KURULUYOR
Türkiye'nin ilk Arkeolojik
Eserler Restorasyon Merkezi, Gaziantep'te kuruluyor.
İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından yapımına
başlanacak olan merkez, 2011 yılında faaliyete
geçecek. Zeugma Antik Kenti'nin bulunduğu Birecik
Baraj Gölü kıyısında 270 dönümlük arazide 30-40
milyon liraya yapılması planlanan merkezde, hem
Türkiye'deki hem de komşu ülkeler Suriye ve
Irak'taki tarihi eserlerin restorasyonu
hedefleniyor.
İl Kültür ve Turizm Müdürü Salih Efiloğlu, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, 2010 yılında en
önemli projelerinin Karkamış ile Fırat Kültür Vadisi
projeleri, bunun da en önemli ayağının Arkeolojik
Eserler Restorasyon Merkezi olduğunu söyledi.
Arkeolojik eserler restorasyon merkezinin
bölgenin en büyük ihtiyacı olduğunu belirten
Efiloğlu, ''Merkez, Türkiye'de değil belki dünyada
ilk olacak. Komşu ülkelerimizde de yok. Herhangi bir
eser çıktığında bunun restore edilmesi veya
konservasyonlarının yapılması başlı başına uzmanlık
isteyen ve pahalı bir yatırım''dedi.
Kültür ve Turizm Bakanlığına, Zeugma Antik
Kenti'nin bulunduğu baraj gölü kenarındaki 270
dönümlük arazinin tahsisini hazineden aldıklarını
belirten Efiloğlu, şu bilgileri verdi:
''Oraya depo, açık hava müzesi, konservasyon ve
restorasyon merkezi yapacağız. Bu ay başlayacağız.
2010 yılında biter ve 2011 yılında faaliyete geçer.
Hem laboratuar hem atölyeler kurulması 30-40 milyon
liralık bir iş, ama bunu 2 yılda amorti ederiz.
Bizim bile şu anda 10 milyon liralık restorasyonu
bekleyen eserlerimiz var. Suriye ve Irak da var.''
Yeni müzenin yanında bin kişilik bir kongre
merkezi yapıldığını, ancak gelen taleplere bunun
yetmeyeceğini belirten Efiloğlu, ''Gaziantep bir
fuarlar ve kongre şehri olacaksa büyük bir kongre
sarayına ihtiyacımız var. Büyükşehir Belediyesi ile
2-3 bin kişilik bir kongre sarayı yapacağız.
Projenin şu anda yer ve proje çalışmaları devam
ediyor. 2010 sonunda projemizi uygulamaya
başlayacağız, 2011 yılının temmuz-ağustos aylarında
kongre sarayına kavuşuruz'' dedi.
Kongre sarayının bölge için gerekli olduğuna
işaret eden Efiloğlu, ''2010-2011 yılında burada 2
bin kişinin katılacağı, bir hafta sürecek ortopedi
kongremiz var. Büyükşehir Belediye Başkanımız bunu
önerdi. Birlikte bu kongreyi yapacağız. Başka
fuarlar ve kongrelerle ilgili de bize talepler
geliyor'' diye konuştu.
Kongre turizminin çok önemli olduğunu ifade eden
Salih Efiloğlu, kongre katılımcılarının normal bir
turistin yaklaşık 4,5 katı harcama yaptığını,
katılımcıların uçak, otel, eğlence, alışveriş göz
önüne alındığında daha fazla döviz bıraktıklarını,
daha uzun süre konakladıklarını vurguladı.
Salih Efiloğlu, kongre turizminin Gaziantep ve
bölgeye büyük katkı sağlayacağını sözlerine ekledi.
Zaman, 09.03.2010
|
EŞ ZAMANLI TARİHİ ESER OPERASYONU: 31 GÖZALTI
AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, jandarma,
Antalya'nın Kumluca, Demre, Korkuteli ve Elmalı
ilçelerinde bazı tarihi alanlarda kazılar
yapıldığını tespit etti. Kazılar sonucu elde edilen
Roma Dönemi'ne ait çeşitli eserlerin, suç örgütü
oluşturan bir grup tarafından pazarlandığını
belirleyen ekipler, üç ay süren planlı takip
çalışması başlattı.
Teknik ve fiziki takiple, kazı yapan, kazı sonucu
elde edilen tarihi eserlerin satışını ve satışına
aracılık yaptıkları ileri sürülen kişileri tespit
eden jandarma ekipleri, Antalya, Mersin, Konya,
İstanbul, Denizli ve Eskişehir'de eş zamanlı
operasyonlar düzenledi. Operasyonlarda, 31 kişi
yakalandı.
Antalya'nın Elmalı İlçesinde yaşayan ve dedektör
satıcılığı yapan A.D'nin liderliğinde kurulduğu
iddia edilen suç örgütü üyelerinin yanı sıra
operasyonda, Elmalı'da görevli polis memuru M.K,
Konyada görevli polis memuru E.B, Antalya 3. Piyade
Er Eğitim Tugay Komutanlığı'nda görev yapan astsubay
Başçavuş T.K, Elmalı'da bir dershanede görev yapan
M.A. ile Korkuteli İlçesinde bir ilköğretim okulunda
görevli öğretmen A.A. gözaltına alındı.
Zanlıların adreslerinde ise, Antalya'nın
ilçelerindeki kazılarla çıkarıldığı belirlenen Roma
Dönemi'ne ait 95 adet tarihi süs eşyası, 40 adet
bronz sikke, kazı için kullanılan 10 dedektör ve
eserlerin çıkarıldığı alanların işaretlendiği
krokilerin, ayrıca 10 ruhsatsız av tüfeği, 4
tabanca, 150 mermi ve 300 fişek ve bilgisayarların
ele geçirildiği bildirildi.
Elmalı İlçesi'ne getirilen zanlıların sorgusu
devam ederken, gözaltındaki 5 kamu görevlisinin,
kazılardan elde edilen tarihi eserlerin satışı için
alıcı bulma ve satışa aracılık etme konularında suç
örgütü ile bağlantılı oldukları iddia edildi.
Soruşturma ile zanlıların sorgusunun devam ettiği
belirtildi.
Haber 7, 09.03.2010
|

 |
ARASTALI BEDESTEN MÜZE OLUYOR
Tokat'ın tarihi mekanlarından Arastalı Bedesten'in müze olacağı bildirildi.
Tarihi Sulu Sokak Çarşısı’nda restorasyonu Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından bir süre önce tamamlanan Arastalı Bedesten'nin müze yapılması için Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay Tokat ziyaretlerinde girişimleri olduğunu kaydetmişti.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü arasında yapılan anlaşma ile Arastalı Bedesten'in aylık 4 bin TL kira ile müze olmasına karar verildi. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yapılacak çalışmalarla tarihi mekana müzenin bu sene içinde taşınması bekleniyor. Müzenin tarihi Sulu Sokak Çarşısı’na taşınması ile birlikte bölgenin ise canlanarak kültürel faaliyetlere ev sahipliği yapması bekleniyor. Tokat Müzesi’nin bulunduğu Gök Medrese'nin ise taşınma işlemlerinin ardından Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilmesi planlanıyor.
Evliya Çelebi'nin "Halep ve Bursa çarşıları gibi gayet tertip üzere kurulmuştur" dediği bedestenleri İstanbul Kapalı Çarşısı’nın bedesten bölümünü anımsatmaktadır. Tuğladan örülmüş tonozlar üzerinde 11 kubbenin yer aldığı bu Osmanlı ticaret merkezinin yapıldığı tarih belli değildir. 15 veya 16. yüzyılda yapıldığı anlaşılan Bedestenin güney ve kuzey yönünde birer kapısı vardır. Günümüzde depo olarak kullanılmaktadır. İnce harçla örülmüş kolon ve tonozlardaki ustalık son derece ileridir.
Tokat Kent Haber, 09.03.2010
|
1600 YILLIK ŞEREFİYE SARNICI ORTAYA ÇIKIYOR
Fatih Belediyesi ile birleştirilince lağvedilen Eminönü Belediyesi'nin binası tarihi Şerefiye Sarnıcını ortaya çıkarmak amacıyla yıkılıyor. Binanın yıkım çalışmasını başlatan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş sarnıcın restore edilerek turizmin hizmetine sunulacağını söyledi.
Bizans İmparatoru Theodosius tarafından 428- 443 yılları arasında Bozdoğan Kemeri vasıtasıyla su depolama amacıyla inşa edilen sarnıcın, Binbirdirek Sarnıcı ile bağlantısı bulunuyor. Tarihi yarımadada iki belediyenin birleştirilmesinin tahliyeyi kolaylaştırdığını kaydeden Kadir Topbaş, tekniğe ve bilime saygı duyulmadan yapılan bir yapı nedeniyle tarihi esere yük bindiğini ifade etti. Topbaş, "Sarnıcın üst alanı arkeolojik park niteliği taşıyan bir park haline getirilecek. Böylece turistlerin gelebileceği tarihin yansıtıldığı bir alan olarak İstanbullulara hizmet verecek" diye konuştu.
Sabah, 09.03.2010
|
 |
TARİHİ HAMAM CANLANACAK
İzmir Büyükşehir
Belediyesi, yıllardır atıl durumda olan, yıkılmaya
yüz tutmuş tarihi Pınarbaşı Hamamı’nı kente
kazandırmak için kolları sıvadı.
Restorasyon hazırlık çalışmaları sürdürülen 15.
yüzyıldan kalma hamam için, Vakıflar Bölge
Müdürlüğü ile 30 yıllığına “restorasyon karşılığı
kiralama” sözleşmesi imzalandı. Pınarbaşı’nda 443
metrekarelik arazide yer alan tarihi hamam, restore
edildikten sonra eski işlevine uygun olarak
İzmirlilere yeniden hizmet vermeye başlayacak.
Milliyet Ege, 09.03.2010
|
KAÇAK KAZI YAPANLARA
SUÇÜSTÜ
Nevşehir’de kaçak olarak
define arayan 4 kişi,jandarma tarafından yakalanarak
gözaltına alındı.
Alınan bilgilere
göre,Nevşehir İl Jandarma Komutanlığı Kaçakçılık ve
Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri
gelen bir ihbarı değerlendirerek Nevşehir’in merkez
ilçeye bağlı Kavak beldesinde kaçak olarak define
hazinesi aramak amacıyla kazı yapan A.İ.,S.S.,H.T.
ve N:D:’yi kaçak kazı yaparken suçüstü yakalandı.
Kaçak kazı yapan
kişilerle beraber,kazı çalışmalarında kullanılan bir
jeneratör, kazı aletleri ile kazma ve küreklere de
el konuldu.
Kaçak define aramak
amacıyla kazı yapan 4 kişi,jandarmadaki ifadelerinin
ardından Adliye’ye sevk edildiler.
Nevşehir Kent Haber,
08.03.2010
|
ÜRGÜP'TE TARİHİ ESER OPERASYONU

Nevşehir’in Ürgüp İlçesi'nde bir işyerinde yapılan
aramada Bizans, Roma ve Hellenistik döneme ait tarihi
eser ele geçirildi.
Edinilen bilgilere göre, Ürgüp Sulh Ceza
Mahkemesi’nin arama kararı ile V.K.
isimli şahsa ait Kayseri Caddesi, Antikite Veli Baba
İsimli İşyerinde arama yapıldı.
Yapılan arama sonunda ,6 Adet Bizans dönemine ait
altın sikke, 12 adet Roma dönemine ait altın sikke,
2 Adet Bizans dönemine ait altın sikke, 8 adet gümüş
Hellenistik döneme ait sikke, 8 adet gümüş Klasik
döneme ait sikke, 24 adet Roma dönemine ait gümüş
sikke, 1 adet gümüş Hicri 1115 tarihli Osmanlı
sikkesi, 2 adet bronz Bizans dönemi sikkesi, 74 adet
albüm içerisinde bakır ve bronz Bizans dönemine ait
sikke, 130 adet albüm içerisinde gümüş, bronz ve
bakır Roma, Hellenistik dönemlerine ait sikke, aynı
albüm içerisinde 11 adet Roma ve Bizans dönemlerine
ait sikkeler, 306 adet albüm içerisinde bakır, bronz
ve gümüş Bizans ve Roma dönemine ait sikkeler, 18
adet pişmiş toprak Klasik döneme ait bulla, 1 adet
pişmiş toprak çivi yazılı tablet, 90 adet demir ve
bronz ok ucu, 42 adet bronz saç ve elbise iğnesi, 30
adet bronz tıp aletleri ile spatula, 10 adet cam
Roma dönemine ait bilezik, 1 adet pişmiş toprak koku
şişesi, 1 adet cam küçük anfora, 1 adet cam kuş
biçimli koku şişesi, 1 adet cam Fenike koku şişesi,
1 adet cam Fenike koku şişesi, 1 adet cam Fenike
koku şişesi, 6 adet cam koku ya da ilaç şişesi, 14
adet bronz fibula, 65 adet bakır, bronz ve gümüş
muhtelif dönemlere ait yüzük, 80 adet bakır, bronz
ve gümüş muhtelif dönemlere ait yüzük, 100 adet
bakır, bronz ve gümüş muhtelif dönemlere ait
yüzük,12 adet taşlı bakır, bronz ve gümüş muhtelif
dönemlere ait yüzük, 12 adet muhtelif dönemlere ait
motifli yüzük kaşı, 28 adet bakır ve bronz hayvan ve
insan biçimli muhtelif dönemlere ait figürler ve
mobilya aksamı, 10 adet Bizans dönemine ait taş ve
kurşun kalıp, 28 adet Bizans dönemine ait kurşun
ağırlık, 14 adet muhtelif dönemlere ait bronz
boncuk, 1 adet Bizans dönemine ait fibula, 2 adet
bronz muhtelif döneme ait boncuk, 1 adet bronz ve
çivi biçimli muhtelif döneme ait aksam, 12 yaprak
tezhipli her sahifesi 15 satırdan oluşan Kur’an-ı
Kerim parçaları, 25 yaprak sayfalarında minyatür
çalışılmış el yazması Arap alfabesi ile yazılmış
kısmen tezhipli ve renkli kitap parçaları olmak
üzere toplam 1180 adet yasak
kapsamında olduğu değerlendirilen tarihi eser ele
geçirildi.
Olayla ilgili tahkikatın devam ettiği bildirildi.
Haber 50, 08.03.2010
|
"SOKULLU'NUN SOYUNDAN GELİYORUZ"
Aralarında tiyatro sanatçısı Ayşegül Atik ile 2
oğlunun da bulunduğu 16 kişi, Sokullu Mehmet
Paşa’nın soyundan geldiklerinin tespit edilmesi için
mahkemeye başvurdu
Aralarında, asıl adı Mürşide Ersoy olan ünlü tiyatro
sanatçısı Ayşegül Atik ile oğulları Alper ve Argun
Atik’in de bulunduğu toplam 16 kişi, Sarıyer 2.
Asliye Hukuk Mahkemesi’ne başvurarak, Vakıflar Genel
Müdürlüğü ve 4 asır önce kurulan Şehit Sokullu
Mehmet Paşa Vakfı mütevellisi (bir vakfın yönetimi
kendisine verilmiş olan kimse) Abdülkadir Sokullu’ya
dava açtı. Mahkemeye sundukları, Türkçe ve Osmanlıca
yazılı belgelerin Sokullu Mehmet Paşa’nın soyundan
geldiklerini kanıtladığını iddia eden davacılar,
dilekçelerinde taleplerini şöyle dile getirdi:
“Sokullu Mehmet Paşa Vakfı’nın, davalı idare
uhdesindeki kayıtlarına göre, mirasçıların vakıf
gelirlerinden istifade edecekleri derpiş edilmiş
(öngörülmüş) bulunmaktadır.
Bizim de bu haklardan istifade edebilmemiz ve vakıf
evladı olarak kayıtlara geçirilmemiz gerekmektedir.”
“Vakıf evladı” olarak tespitlerini ve kayıtlara
tescillerini isteyen davacılar, Sokullu’nun soyundan
geldiklerini gösterdiğini öne sürdükleri bir soy
ağacını da mahkemeye delil olarak sundu. Sokullu
Mehmet Paşa Vakfı’nın; Üsküdar, Büyükçekmece,
Gelibolu, Çorlu, Bursa, Niğde, Pınarhisar, Kurtköy,
Hayrabolu, Antakya, Gaziantep, Kilis, Üsküp,
Selanik, Şiraz, Trablus ve Halep’te çok sayıda
taşınmazının bulunduğu sanılıyor.
“Sokullu’nun torunlarıyız” diyerek dava açan 16
kişinin önünde bir “emsal” var. 1984 yılında Ankara
7. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne başvuran Şükrü Sokullu
adlı vatandaş, bu iddiasını bilirkişi raporlarıyla
kanıtladı. Sokullu’nun torunları arasında AKP
İstanbul Milletvekili İnci Gülser Özdemir de
bulunuyor. 400 yıl önce kurulan vakıfta yöneticilik
yapmak için Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne başvuran
Özdemir’e, “Sokullu Mehmet Paşa, vakfını kurarken
şartnameyle ’en büyük erkek çocuk vakfı
yönetir’ koşulu getirmiş. Vakıf şartına aykırı
hareket edemeyiz. Bu nedenle kadın olduğunuz için
yöneticilik yapmanız mümkün değil” yanıtı
verilmişti.
Sokullu Mehmet Paşa, 1506’da Bosna’daki Sokol
kasabasında doğdu. Asıl adı Bayo Sokoloviç olan ve
çobanlık yapan Sokollu, 14 yaşında devşirilerek
Edirne Sarayı’na getirildi ve Mehmet adını aldı.
Türk ve Müslüman kültürü ile yetişen Sokullu,
saraydaki “Kapıcıbaşılık” görevinin ardından,
Barbaros Hayrettin Paşa’nın ölümü üzerine “Kaptanı
Deryalığa” getirildi ve bir süre sonra da Rumeli
Valisi oldu. İlk büyük başarısı olan Tameşvar
Kalesi’nin fethinden sonra vezirlik verildi. 1561’de
üçüncü vezir iken, Kanuni Sultan Süleyman’ın torunu
ve 2. Selim’in kızı Esma Sultan ile evlendi. İkinci
Vezir iken, Semiz Ali Paşa’nın ölümü üzerine,
1564’te sadrazamlığa getirildi. Bu tarihten ölümüne
kadar Osmanlı devletinin idaresini elinde tuttu.
Devlet teşkilatı içinde önemli düzenlemeler yapan
Sokullu Mehmet Paşa, 1579 yılında hançerlenerek
öldürüldü ve Eyüp’te defnedildi.
Vatan, 08.03.2010
|
TRALLEIS'E ZİYARETÇİ AKINI

Aydın merkez Kemer Mahallesi sınırları içerisinde
bulunan Tralleis Antik Kenti’nde devam eden kazı
çalışmalarında ortaya çıkarılan eserler, Aydınlılar
tarafından ilgiyle takip ediliyor. Özellikle hafta
sonlarında olmak üzere Tralleis Antik Kenti’ne
gruplar halinde gelen vatandaşlar, kentin en önemli
yapısı Üçgözler ve kazı alanını gezerek;
görevlilerden antik kentin tarihi ve devam eden kazı
çalışmaları hakkında bilgiler alıyor.
Turist çekebilmek için tanıtımın çok öneli olduğuna
dikkat çeken Aydın Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu,
Tralleis’e turist çekebilmek için yapılan çekimlerin
bir ulusal kanalda yayınlandığına anımsattı.
Çerçioğlu, yabancı televizyon kanallarıyla da
görüşmeler yaparak yurt dışında da Tralles’i
tanıtmak için çaba göstereceklerini ifade etti.
Turist gelmesi için kentin bir an önce gün yüzüne
çıkarılmasının çok önemli olduğunun altını çizen
Vali Hüseyin Avni Coş da, çıkarılan eserlerin
korunaklı alanlarda sergilenme imkanı yoksa eserleri
gün yüzüne çıkarmanın bir anlamı olmadığını dile
getirdi. Tarihi kazıların bilimsel bir çalışma
olduğunu dikkat çeken Vali Coş, kazı işleminin
sarrafın altını işlemesi kadar çok dikkat edilmesi
gerektiren bir işlem olduğunu belirtti.
Efsaneye göre Argoslular ve barbar Trakyalı
Tralleislilerce kurulmuştur. Ancak daha önceleri
Karialılarca kullanılmış bir kent olmalıdır. MÖ
334'te İskender tarafından alınmasından sonra, Hellenistik kralıklar arasında sık sık el
değiştirmiştir. Bergama krallık çağında ise
yontuculukta zirveye ulaşmış. Bergama Zeus sunağında
çalıştıkları bilinen Apollonios ve Tauriskos isimli
iki büyük yontu ustasını yetiştirmiştir. Strabon
tarafından halkının zenginliği anlatılan kent
üzerinde bugün ayakta kalan tek yapı, Aydınlılarca
Üçgözler olarak adlandırılan MS II. yüzyılda
yapılmış gymnasiona ait kalıntıdır. Nekropol kentin
güneyinde modern Aydın'ın üzerinde yer alıyor.
Yapılan kazılarda ele geçen yazıtlardan ve antik çağ
yazarlarının anlattıklarından, Hellenistik Dönemde
Zeus Larasios tapınağı ve buna bağlı Zeus Larasios
kültünün varlığı anlaşılmaktadır. Ancak yeri bugün
kesin olarak belli değildir. Bunun dışında agora,
tiyatro, stadion kentin diğer yapılarındandır.
Aydın Net Haber, 08.03.2010
|
MÜZEDEKİ İKİ SİKKE KAYIP
Kültür Bakanlığı’nın
açtığı Müze Müdürü sınavında başarısız olan Alanya
Müze Müdürü Vekili Seher Türkmen’in sorumluluğu
altındaki Alanya Müzesi'nde de iki
sikkenin kaybolduğu iddia edildi.
Alanya Müzesi
envanterlerine 1993 yılında alınan 2 sikkenin Kültür
ve Turizm Bakanlığı'nın internet
sitesinde yayınlanan listeye göre kayıp. Aurelianus
döneminden ait gümüş Roma sikkesi ile klasik döneme
ait bronz sikke envanterde olmasına rağmen müzede
bulunamadı. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın açtığı
Müze Müdürlüğü sınavına giren 72 müze müdürü
arasında yer Alanya Müzesi Müdür Vekili Seher
Türkmen sınavdaki 70 puanlık barajı geçemedi.
Müdürler sınavı geçemediği için vekiller görevleri
sürdürüyor. Deneyimli olanların bir süre sonra
asaleten atanacakları öğrenildi. Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay müdür bulmakta zorlandıklarını
belirterek, "Sınav açtık lakin sınavı kazanamadılar"
şeklinde konuyla ilgili bir açıklama yapmıştı.
Alanya Müzesi Müdür Vekili Seher Türkmen sınavdan 65
puan almıştı.
Haber Alanya, Haber: Nurşen Sınav, 08.03.2010
|


 |
URARTU ESERLERİ BERLİN'DE SERGİLENİYOR
Van'ın Toprakkale bölgesinde 20. yüzyılın başlarında yapılan kazılarda bulunan Urartu dönemine ait yaklaşık 100 eser, dünyanın en büyük ve en önemli arkeoloji koleksiyonlarından birini barındıran Almanya'nın başkenti Berlin'deki Pergamon Müzesi'nde sergileniyor.
Van Valiliği'nin İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ile birlikte başlattığı kentin tanıtım atağı devam ediyor. Van Valiliği'nin Vanlı turizmcilerle birlikte İzmir, Ankara ve İstanbul'daki fuarların ardından bu kez dünyanın en büyük turizm fuarı olarak gösterilen Uluslararası Turizm Borsası (ITB) Fuarı'na da katılıyor. Almanya'nın başkenti Berlin'de 10 Mart'ta Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın da katılacağı törenle açılacak olan fuar öncesi kente gelen ekip, ilk olarak dünyanın en büyük ve en önemli müzelerinden olan Pergamon Müzesi'ni gezdi.
Berlin'deki Müzeler Adası mevkiinde bulunan Pergamon Müzesi'ni fuarda görevli olan İl Kültür ve Turizm Şube Müdürü Mahmut Yamaç ve Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü doktora öğrencisi aynı zamanda Milli Piyango Anadolu Lisesi Almanca Öğretmeni Özgür Cangüleç gezdi. Günde yaklaşık 5 bin kişinin ziyaret ettiği ve çoğunluğunu Türkiye'den götürülen eserlerin oluşturduğu Berlin Pergamon Müzesi'ne ismini veren de yine Türkiye'den götürülen Bergama Tapınağı'nın orijinali yer alıyor. Ayrıca Osmanlı döneminde Irak'tan taşınılan İştar Kapısı ve Türk-İslam eserleri koleksiyonu da yine aynı müzede sergileniyor.
Pergamon Müzesi'nde 20. yüzyılın başlarında Van-Toprakkale'de yapılan kazılarda Urartu dönemine ait bulunan yaklaşık 100 eser de sergileniyor. Kimler tarafından getirildiği bilinmeyen Urartu eserlerinden öne çıkanlar ise ünlü bir tahtın parçalarından olan Kartalbaşlı Aslan heykeli, Hadımağası'na ait olduğu düşünülen heykel, Altın Madalyon, Pektoral Kemer parçaları, Sadak ve seramikler. Bu eserlerle birlikte yine Urartular tarafından Tuşba'ya su götürmek için yaptırılan baraj gölü olan Keşiş Gölü yazıtının orijinali de sergilenen eserler arasında yer alıyor.
Van Kent Haber, 08.03.2010
|
DEVLET İKİ BİN YILLIK MANASTIRIN YOLUNU SATTI
Tuhaf zamanlardayız doğrusu. Bu hafta size tuhaf bir
satıştan söz etmek istiyorum.
Devlet, Midyat'a bağlı Hapsunnes (Mercimekli)
Köyü'nde bulunan iki bin yıllık manastırın yolunu,
ihale açıp sattı. Hapsunnes ne Peru'da ne de
Portekiz'de bir yer adı. Hapsunnes Köyü, Mardin ili
Midyat İlçesi'ne bağlı bir köy. İki bin yıla uzanan
bir tarihe sahip. Devlet adını değiştirdi bu köyün,
Mercimekli yaptı. Şimdi de bu köyün içinde bulunan
manastırın yolunu, ihale açıp sattı. Duyduğumda
inanamadım.
Mardin'den o yana olup biten tuhaf olayları
anlamanın birtakım zorlukları var tabii.
Benim, Affet Bizi Mardin adıyla yayımlanan
kitabımı okuyanların bana yazdıklarından biliyorum.
Süryanileri az çok duymuştu herkes, ama
Mıhallemileri ilk kez duyduğunu yazan çok sayıda
okur vardı.
Hapsunnes de öyle bir ad aslında. Dağın taşın
Türkçeleştirildiği bir coğrafyanın içinde geçen eski
adları hatırlamak ve bilmek kolay değil elbette.
Hapsunnes dediğinizde, yahu bu ne garip bir ad
diye şaşırıp kalabilir birçok okur.
Merak edenler ve yaz ayları için Mardin'i
düşünenler için yazmak isterim, görülmesi gereken
harika bir yer. Yağmaya rağmen bu böyle. Köylülerin
arazi talebiyle dava ettikleri Mor Gabriel'e de çok
yakın. Hapsunnes'e Mardin'den ve Batman'dan da
gidilebiliyor.
Gelelim şu satış işine. Satışa konu olan ada ve
parsel numaraları köylülerin verdiği bilgiye göre
şöyle:
1- ada n 108, parsel: 24 (rahbey zerkey - sarışın
rahibe) 97 bin TL'ye satılmış.
2- ada n 107, parsel: 68 (hawka mevkii) 31 bin TL.
Söylendiğine göre her
iki parsel de Mehmet Zeki Alan'a geçen yılın eylül
ayında satılmış.
Arazilerin esas
sahibinin Mehmet Ata Alan olduğu söyleniyor.
Hapsunnes Köyü bir tarih ve uygarlıklar merkezi
aslında. Ama buna aldırış eden yok. Der Qayım-Mor
Loozor Manastırı burada inşa edildi. Manastırın inşa
edildiği yer aslında çok eski.
Asurlular döneminde Kameriler ve Şemsilerin
ibadet ettikleri yer olarak biliniyor. Manastır ise
daha sonraları ve bölgeye Hıristiyanlığın yayıldığı
500'lü yıllarda inşa edildi.
Manastırın avlusunda bulunan inziva kulesinin bir
eşi daha yok ve burada eğitim gören rahipler eğitim
saatleri bittiğinde bu kulede inzivaya
çekiliyorlardı. İhale usulüyle satılan Hazine
arazisinin içerisinde yer alan bölgede, çok sayıda
tarihi kuyu, mağara ve mezarlıklar bulunuyor. Bu
tarihi alana 1989 yılında Hazine arazisi statüsü
verildi ve sonra da satıldı. Tarihi kıymetini
hatırlayan olmadı bu arada.
Satılan yolun kapatılması durumunda manastıra
araçlarla ulaşım mümkün olamayacak, köydeki
tepelerin etrafından ve yaya olarak dolaşmak zorunda
kalınacak. Köylüler, şimdi manastırı ziyarete
gelenler helikopterle mi gelecekler diye soruyorlar
haklı olarak.
Hapsunnes bölgedeki 70'e yakın Mıhallemi
Köyü
içinde, Hıristiyan halkın yaşadığı tek köy. Köyde
Kürtler de yaşıyor. Hapsunnes'te 35 ve yukarı yaş
grubunda bulunan herkes dört dili de biliyor ve
konuşuyor. Süryanice, Mıhallemice, Kürtçe ve Türkçe.
İki bin yıldır burada yaşayan halklar karşılıklı
saygı içinde yaşayıp gitmişler. O kadar ki, köyün
camiini 700'lü yılarda Hapsunnesli bir rahip, Mor
Şemun Dı Zeyte yaptırmış.
Tarihi mirasa saygı olsa, Hapsunnes gibi bir
yerleşim alanı koruma altına alınırdı, buradaki
tarihi eserler, Hazine malı diye satılan topraklarla
birlikte satılmazdı. Ama galiba bu ülkenin kültür
politikası 1071'den önceki tarihi mirası, tarihi
mirastan saymıyor. 1071 yılından önceki tarihi
mirasa karşı tutum akıl almaz bir yağma kültüründen
ibaret..
Hapsunnes'teki tarihi eserlere ilk saldırı, köye
su getirildiğinde gerçekleşti. Su için kanallar
açılacak bahanesiyle, köyün doğal bir parçası
sayılan kayalıklar parçalandı, mağaralar dozerlerle
yıkıldı ve yerle bir edildi. Köyün çok eski taş
değirmenleri kırılıp atıldı.
Hapsunnes'teki Deyr Loozor Manastırı zaman zaman
define avcıları tarafından yağma edildi. Manastırın
görkemli inziva kulesinin üstünde yer alan ve her
biri bir çalışma masası büyüklüğünde tarihi ve
işlenmiş iki taş, kuleden aşağıya atılarak
paramparça edildi.
Kültür Bakanı, Sayın Ertuğrul Günay'ın bu
konularda ne kadar duyarlı olduğunu biliyorum.
Galiba ona seslenmekten başka çare de yok gibi.
Sayın Günay, Hapsunnes, tarihin bir emaneti, bu
emanetin bu kadar ucuz ve pervasız yağma edilmesine
seyirci kalmayın lütfen.
Taraf, Haber: Orhan Miroğlu, 08.03.2010
|
EROL AKYAVAŞ'IN 'KUŞATMA'SI 2.1 MİLYON LİRAYA GİTTİ

Usta ressam Erol Akyavaş'ın 'Kuşatma' adlı büyük
boy tablosu dün düzenlenen Antik AŞ müzayedesinde 2
milyon 100 bin liraya satıldı. Tablo yine bilindik
bir müzayede geleneği olan 'telefondaki şahsa'
gitti. Kuşatma bu fiyatıyla Türk müzayedelerinde
satılan en pahalı dördüncü eser tahtına oturdu.
Ülkece yüksek fiyatlı müzayedelere artık
aşinayız. Önce Burhan Doğançay'ın 'Mavi Senfoni'si 2
milyon 200 bin liraya satıldı. Günlerdir
söylentileriyle sanat dünyasını 'kuşatan', usta
ressam Erol Akyavaş'ın 'Kuşatma' adlı devasa tablosu
ise dün gerçekleştirilen müzayedede 2 milyon 100
bine yeni sahibine kavuştu. Akyavaş'ın 266x385 cm
boyutlarındaki 1982 imzalı Kuşatma adlı tablosu yine
bilindik bir müzayede geleneği olan 'telefondaki
şahsa' gitti.
Antik AŞ dün Swiss Otel'de düzenlediği müzayede
epey kalabalıktı. Gerek basın gerekse sanat dünyası
heyecanlı bekleyişe ortak olmuştu. Bir bir satılan
eserlerin ardından sıra Kuşatma'ya gelince sessizlik
hakim oldu. 1 milyon beş yüz bin ile başlayan fiyat
gitgide arttı. Rakam 2 milyona yaklaştıktan sonra,
müzayedeyi yöneten Olgaç Ortam bir ara telefondaki
şahsa hitaben "Kuşatma, Mavi Senfoni'nin yanına çok
yakışır." diye bir söz sarf etti. Biraz
gidiş-gelişlerin ardından Kuşatma, 2 milyon 100 bine
satıldı. Salonda yine dedikodular yükseldi.
Kimilerine göre Kuşatma'yı Mavi Senfoni gibi Murat
Ülker aldı, kimilerine göre almadı. Olgaç'ın sözünün
sanat hafiyelerine iyi bir malzeme olacağı kesin.
Herkesin gözü, kulağı Akyavaş'ın bir şaheser olarak
tanımlanan eserini kimin aldığında. Esere 49
numaranın sahip olduğunu söylemek belki biraz
merakları dindirebilir!
Müzayedede yine yüksek fiyatlar uçuştu. Burhan
Doğançay, Ömer Uluç, Abdurrahman Öztoprak, Bedri
Rahmi, Mübin Orhon, Mehmet Güleryüz müzayedenin
gözdesiydi. Doğançay'ın Telefon Kutuları adlı işi
210 bine, Öztoprak'ın soyut tablosu 300 bine,
Güleryüz'ün Ayağımı Yerden Kestim tablosu 161 bine,
Alaettin Aksoy'un Sonsuz Bahar'ı 140 bine, Mubin
Orhon'un Kırmızı'sı 240 bine satıldı. Yabancı
sanatçılara ait eserler de yeni sahiplerini bekleyen
işler arasındaydı. Armand Fernandez ve Julian Opie
bu kategoride başı çekti.
Zaman, Haber: Kenan Karasu, 08.03.2010
Nano-Yorum:
Hep bekliyorum, bir gün biri de paradan değil de sanattan söz eder diye... Nasıl bir ülkede yaşadığımızı hep unutuyorum. ADB
|
OSMANLI'YA ALMAN AKINI
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile Alman mevkidaşı Guido Westerwelle’nin Dresden’de önceki gün açılışını yaptığı “Türckische Cammer” (Türk Odası) adlı Osmanlı sergisi, ilk gününde ziyaretçi akınına uğradı.
15 ila 19. yüzyıla ait 600 eser sergide yer alıyor. Davutoğlu, Almanya Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle ve Saksonya Eyaleti Başbakanı Stanislaw Tillich ile birlikte Dresden kentindeki “Türckische Cammer” (Türk Odası) adlı Osmanlı sergisinin resmi açılışını önceki gün yaptı. Bakan Davutoğlu açılışta yaptığı konuşmada, Westerwelle ve Tillich’e teşekkür ederek, serginin açılışına katılmaktan büyük onur duyduğunu söyledi. Davutoğlu, serginin Türkiye ve Almanya, ayrıca Türkiye ve Saksonya arasındaki ilişkilerin tarihten bu yana ne kadar köklü olduğunu gösterdiğini söyledi.
Davutoğlu, “Türkiye ve Almanya arasındaki ilişkiler sadece devletler arası ilişkiler değil, aynı zamanda halklar ve uluslar arası köklü ilişkilerdir. Türk-Alman ilişkilerinin gelecekte daha da gelişeceğini teyit ediyorum” diye konuştu. Westerwelle ise “Bu sergi sadece Saksonya ve Dresden’i değil, tüm Almanya’yı süslüyor. Bu sergi ayrıca Türkiye’nin ne kadar büyük bir kültür ulusu olduğunu gösteriyor” dedi. Serginin sadece büyük bir kültür tarihinin aynası olmakla kalmadığını, aynı zamanda Almanya ve Türkiye’nin geleceğinin de bir sembolü olduğunu kaydeden Westerwelle “Türkiye tüm bölgemizde kilit rol oynayan bir ülkedir. Türkiye’deki ekonomik, kültürel ve siyasi gelişmelere destek vermek istiyoruz. Ortak geleceğimizin büyük öneminin bilincindeyiz” dedi.
Hürriyet, Haber: Süleyman Selçuk, 08.03.2010
|
 |

|
MEVLANA MÜZESİ'NE ZİYARETÇİ AKINI
Türkiye genelinde en çok gezilen müzeler arasında yer alan ve "Ne olursan ol gel" sözleriyle tüm insanları kucaklayan Mevlana'nın türbesinin bulunduğu Mevlana Müzesi, her yıl yerli ve yabancı turistlerin ziyaretçi akınına uğruyor.
Mevlana'nın birlik, beraberlik ve barış mesajlarına kulak veren farklı dinlere ve inanışlara mensup milyonlarca insan, Türkiye'nin ve dünyanın dört bir yanından Konya'ya gelerek Mevlana Müzesi'ni ziyaret ediyor.
Geçen yıl küresel kriz nedeniyle yerli ve yabancı turist sayısı önemli oranda düşen müzede, bu yılın ilk iki ayında büyük bir canlılık yaşanıyor.
Geçen yılın ocak ve şubat aylarında 98 bin 517 yerli, 16 bin 188 yabancı olmak üzere toplam 114 bin 705 ziyaretçinin geldiği Mevlana Müzesi'ni bu yılın aynı döneminde 25 bin 267'si yabancı olmak üzere toplam 127 bin 412 turist gezdi.
Bu dönemde ziyaretçi sayısında, geçen yılın aynı dönemine göre yaklaşık yüzde 11 artış yaşandı. Müze yetkilileri, 2009 yılında özellikle kriz nedeniyle yabancı ziyaretçi sayısının ciddi oranda düştüğünü anımsatarak, bu yılın ilk iki ayında gelen yabancı turistlerin gelecek aylar için umut verdiğini bildirdi.
Yabancı ziyaretçi sayısının da bu yıl yaklaşık yüzde 56 artışla 16 bin 188'den 25 bin 267'ye yükseldiğini anlatan yetkililer, Müze'de Japonların dışında bu yıl ilk defa Portekiz ve İspanyol turistlere yoğun şekilde rastladıklarını belirtti. Yetkililer, bunda, her yıl Aralık ayında düzenlenen Şeb-i Arus törenlerinde sağlanan üst düzey katılımın büyük etkisi olduğunu dile getirdiler.
Cnn Türk, 07.03.2010
|
OSMANLI İKİ TÜCCARA BORCUNU ÖDEYEMEYİNCE MİDİLLİ'Yİ
VERMİŞTİ
Alman siyasilerin Yunanistan'a 'Ada sat
borcundan kurtul' önerisi tartışma yaratırken, akla
Midilli'yi getirdi. Osmanlı Devleti, iki tüccardan
aldığı borcu ödeyemeyince şimdi Yunanistan'ın olan
Midilli Adası'na Fransızlar el koymuştu.
İflastan kurtulmak için çabalayan Yunanistan'a mali
destek vermek yerine Ege adalarını satmalarını
öneren, hatta Korfu Adası'nı istedikleri öne sürülen
Almanların tavsiyesi tartışma yarattı. Komşu'nun
sıkıntılarını bir dönem biz de yaşamıştık. Osmanlı
Devleti, iki tüccardan aldığı borcu ödeyemeyince
şimdi Yunanistan'ın olan Midilli (Lesvos) Adası'na
Fransızlar el koymuştu. 1900'ün ilk yıllarında borcu
borçla kapatmaya çalışan devlet, Abdülaziz devrinin
sonlarında d'Loranda ve Tubine adlı Fransız uyruklu
iki bankerden borç almıştı. Abdülaziz'in tahttan
indirilmesinde kullanılan para 25 yıl boyunca
ödenmeyince yüksek bir meblağa ulaşmıştı.
Fransız sefiri Constans, 1901'in temmuz ayından
itibaren bu borcu alabilmek için hükümeti
sıkıştırırken, alacaklılar İstanbul'da mahkemeye
başvurmuş ve davayı da kazanmıştı. II. Abdülhamid,
sefir ile görüşmesinde borcun ödeneceğine dair
teminat vermişti. Ancak hazine tamtakırdı. Aradan
bir buçuk ay geçmiş, borç tahsil edilemeyince Fransa
hükümeti, 7 savaş gemisinden kurulu filosunu Midilli
Adası'na yollamış ve 5 Kasım 1901'de bu adanın
gümrüğüne el koymuş, borcunu böyle tahsil edeceğini
Babıali'ye bildirmişti. Fransızlar, Midilli'yi
boşaltmak için sborcun ödenmesinin de yetmeyeceğini
belirtip yeni imtiyazlar talep etmişti. II.
Abdülhamid, Fransa'nın tüm isteklerini kabul
ettiğini açıklamış ve Lorando'ya 340 bin ve
Tubini'ye de 162 bin olmak üzere yarım milyon küsur
paranın ödeneceğini bildirmiş ve ödemişti. Midilli
Adası, 30 Mayıs 1913'teki Londra Antlaşması'yla
Yunanistan'a bırakıldı.
Haber Ekspres, 07.03.2010
|
ARKEOPARK İÇİN ULUSLARARASI YARIŞMA
İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve İstanbul 2010
Ajansı, "Yenikapı Transfer Noktası ve Arkeopark
Alanı Projesi" için düzenlenecek uluslararası
yarışmanın protokolünü imzaladı. Marmaray ile
İstanbul Metrosu'nu entegre edecek Yenikapı Transfer
Noktası, kazılarda ortaya çıkan arkeolojik alanı ve
çevresiyle birlikte modern bir metro istasyonuna
dönüşecek. Avrupa'nın en büyük transfer
merkezlerinden birini ortaya çıkaracak olan çalışma
için uluslararası boyutta bir planlama yarışması
düzenlenecek.
Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, protokolün
imza törenindeki konuşmasında Yenikapı Metro
İstasyonu'nun Marmaray ile
bağlantı noktası olması
nedeniyle ulaşımın çok önemli bir düğüm noktası
olduğunu vurguladı. Topbaş şunları söyledi: "Burada
11 bin civarında bulguya rastlandı. Bugüne kadar bu
alanda iğnenin ucuyla kuyu kazar gibi bulgulara
zarar vermemek adına 26 milyon TL civarında harcama
yaptık. Şehzadebaşı ve diğer bölgeleri de katarsak
41 milyon TL'ye ulaşıyor bu rakam. 1998'de temeli
atılan bu metro çalışması 2005'te bitecekti. 2005'te
bitmiş olsaydı bugüne 1,5 milyar insan bu hattı
kullanmış olacaktı. Parasal değere bakarsanız 1.5
milyar TL olacaktı. Buradaki bulgular adına bu
gecikmeyi göze aldık." İstanbul 2010 Ajansı Yürütme
Kurulu Başkanı Şekip Avdagiç ise Marmaray
Projesi'nin İstanbul tarihindeki en önemli ulaşım
projelerinden biri olduğunu ve kazılarda Theodosius
Limanı'nın kalıntılarının bulunduğu hatırlattı. "Marmaray
kazıları sayesinde kentin 8 bin 500 yıllık tarihi
aydınlanıyor'' diyen Avdagiç, kullanıcı sayısı
itibariyle Avrupa'nın en büyük transfer
merkezlerinden birinin Yenikapı'da ortaya çıkacağını
da vurguladı.
Sabah, 07.03.2010
|
ORASI CAMBRIDGE: ÜNİVERSİTENİN KAPISI HERKESE AÇIK
İngiltere’nin prestijli eğitim kuruluşu Cambridge
Üniversitesi de, tarihi binalarının kapılarını
turistlere açtı. Üniversiteden yapılan açıklamada,
isteyen ziyaretçilerin, tatile çıkan öğrenciler için
ayrılan odalar ve yurtlarda konaklayabilecekleri
belirtilerek, ‘bed and breakfast’ (BB, oda-kahvaltı)
imkanından faydalanmak isteyen turistlerin 41 ila
100 sterlin (95 TL ila 234 TL) ödemeleri gerektiği
açıklandı. Turistlerin konaklayacağı binalarda
Charles Darwin, Isaac Newton, William Wordsworth
gibi ünlü bilim insanları kalmıştı.
Radikal, 07.03.2010
|
|
 |
100 PARÇA TARİHİ ESERİ AVRUPA'YA KAÇIRACAKLARDI
İstanbul Mali Suçlarla Mücadele Şubesi ekiplerinin düzenlediği operasyon sonucu Bizans dönemine ait 100 parça tarihi eseri Belçika’ya kaçırmak istedikleri öne sürülen 4 kişi gözaltına alındı.
Alınan bilgiye göre, bir ihbarı değerlendiren İstanbul Mali Suçlarla Mücadele Şubesi Müdürlüğü’ne bağlı ekipler, Bizans dönemine ait çeşitli tarihi eserleri Belçika’ya kaçırmak istedikleri belirlenen kişilere yönelik teknik ve fiziki takip başlattı.
Araştırma sonucu polis, Fatih ve Şişli semtlerinde belirlenen adreslere operasyon düzenledi. Operasyon sırasında, aralarında bir ABD’linin de bulunduğu 4 kişi gözaltına alındı.
Bu kişilerin ev ve işyerlerinde yapılan aramada, Bizans dönemine ait 55’i dini tasvirli resim olan ikona ile çok sayıda seramik, gümüş ve altın haç ile dini objelerden oluşan toplam 100 parça tarihi eser ele geçirildi. Tarihi eserler incelenmek üzere İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne gönderildi.
Polisteki sorgu ve işlemleri tamamlanarak adliyeye sevk edilen 4 şüpheli ise mahkemece serbest bırakıldı.
Milliyet, 07.03.2010
|
KRALİÇE ÇİÇEK DEĞİL YILAN TUTUYORMUŞ
Kraliçe I.
Elizabeth’in 16. yüzyılda yapılmış bir portresinde,
elinde sarmal şekilde duran bir yılan tuttuğu ortaya
çıktı.
National Portrait Gallery’den yapılan açıklamaya
göre, resmin orijinalinde Kraliçe elinde bir yılan
tutuyor, daha sonra o yılan birkaç gülle kamufle
edilmiş. Tablo bozulmaya başlayınca yılan belli
olmaya başlamış. Tablo 13 martta Londra’da açılacak
bir sergiyle sanatseverlerle buluşacak. Tablo,
1921’den beri ilk kez sergileniyor. Ressamı belli
olmayan tablonun, 1580’lerde ya da 1590’ların
başında yapıldığı tahmin ediliyor.
Tablo, Concealed and Revealed: The Changing Faces
of Elizabeth I/Gizlenmiş ve Ortaya Çıkmış: Kraliçe
I. Elizabeth’in Değişen Yüzleri adlı sergi
kapsamında izlenebilecek. Sergi 26 eylüle kadar
ziyaret edilebilir.
Taraf, 06.03.2010
|
|

Ezine’de 2 ayrı yerde
kurulacak rüzgar santrallerinin antik kent
Aleksandra Truva yerleşim alanı içersinde kaldığına
dikkat çekilerek, EPDK’nın verdiği izin tartışma
konusu oldu.
İl Genel Meclisinin dünkü
toplantısında CHP’li üyelerin sert eleştirilerine
neden olan imar plan değişikliği teklifinde CHP’li
üyeler güçlü sermayenin tarihi olduğu kadar köy
halkının kullandığı meraları da kendi tekeline
geçirme çabası içinde oldukları iddiasında
bulundular.
Rüzgarıyla ünlü Çanakkale ve çevresine dev firmalar
birbiri ardından rüzgar enerjisi elde etmek için
milyon dolarlık yatırımlar yapmak için adeta
yarışırken, Ezine İlçesine kurulmak istenen rüzgar
tribünleri tartışmalara yol açtı. 2 ayrı yere
kurulacak rüzgar tribünleri için ilgili firma bir
süre önce EPDK’na başvurarak ölçüm yaptığı
Aleksandra Truva’ya yakın bir alanı almak istedi.
Bununla ilgili imar plan tadilatları yapılırken,
yerelde yapılacak imar plan tadilatı ve onayı için
İl Genel Meclisine yazı gönderildi. Talep geçen Ocak
ayı meclisinde kabul edildi, son aşaması için dün
ele alındı.
Aleksandra Truva antik kentiyle bitişik alana
kurulacak enerji santrallerinin bölgenin SİT
konumuna ters olduğu ve korunması gereken bir alana
tribün yapılmasının doğru olmayacağı öne sürülünce
tartışma çıktı. İl Genel Meclisinin dünkü
toplantısında CHP’li üyelerin sert eleştirilerine
neden olan imar plan değişikliği teklifinde CHP’li
üyeler güçlü sermayenin tarihi olduğu kadar köy
halkının kullandığı meraları da kendi tekeline
geçirme iddiasında bulundular. Temiz ve
yenilenebilir enerjiye kimsenin karşı olmadığı,
ancak; yer tespitinde Çanakkale’nin mitolojik
özelliklerinin korunması için gerekli hassasiyet
gösterilmediğini savunan CHP’li üyeler tadilat
değişikliğine direnseler de bir önceki plana onay
verdikleri için Aleksandra Truva antik kenti
girişine yapılacak enerji santraline de oy vermek
zorunda kaldılar.
Çanakkale Olay, 06.03.2010
|
YUNANİSTAN'DA MALİ KRİZ MÜZELERİ KAPATTIRDI
Grevler ve borç batağı içinde sarsılan Yunanistan'da
hayat ekonomik kriz yüzünden durma noktasına geldi.
Mali durum nedeniyle, ülkedeki müzelerin büyük
bölümünün kapandığı, arkeolojik bölgelerin de
kaderlerine terk edildiği belirtiliyor. Yunanistan
Başbakanı Yorgo Papandreu ise krizden çıkma
konusunda umutlu.
Yunan basınında çıkan haberlerde, ekonomik kriz
nedeniyle ödemelerin kesilmesi ve sözleşmeli
personelin işten çıkarılması sonucunda ülkenin en
önemli müzelerinin tamamen kapandığı
belirtildi.Atina'nın en önemli turistik
mekanlarından biri olan Akropolis'te çöp yığınları
oluştuğunu yazdı.Kriz için alınan önlemler de Yunan
halkını ikiye bölmüş durumda. Son kamuoyu
yoklamaları, halkın yüzde 46'sının önlemleri
desteklerken, yüzde 47'si karşı.
Yunanistan Başbakanı ve
Dışişleri Bakanı Yorgo Papandreu, "ülkesinin üç yıl
içerisinde mali krizden çıkarak farklı bir ülke
olacağını" söyledi.Papandreu, "Kozmos tu Ependiti"
gazetesine verdiği demeçte, Yunanistan'ın içinde
bulunduğu mali krize değinerek, "Ülkenin kurtulması
ve böyle bir olayın tekrarlanmaması için hepimiz tüm
benliğimizi ortaya koyacağız" dedi."Yunan halkının
bu konudaki fedakarlıklarının boşa gitmeyeceğini ve
en çok üç yılda kalkınmada yeniden yapılanma
sağlanarak, ülke ekonomisinin düze çıkacağını"
savunan Papandreu, "Yunanistan üç yıl içerisinde,
belki de daha erken vatandaşları için ümit vaat eden
onurlu başka bir ülke olacak" ifadesini kullandı.
Papandreu,
"Hükümetin ve Yunan halkının bu konuda insanüstü
çaba gösterdiğini, ancak ülke üzerinde vurguncu
oyunlar oynamaya çalışan çevreler bulunduğunu" öne
sürdü."Bu çevrelerin cezalandırılmalarının sadece
Yunanistan'ın değil, aynı zamanda AB'nin meselesi
olduğunu" ifade eden Papandreu, hükümetin ve halkın
bu çabalarına karşı olanlarla savaşacaklarını
söyledi.Papandreu, "Her şeyden önce vurgunculara
karşı mücadele edeceğiz. Hükümet insanüstü çaba
gösterirken, New York'ta ya da başka yerde bazı
çocukların, bilgisayarların önüne geçerek bu
çabaları sabote etmeleri sadece haksızlık değil,
aynı zamanda da antidemokratiktir. Bunların
oyunlarının engellenmesi için Avrupa'da başı ben
çekeceğim" diye konuştu.
gggemedya.com, 06.03.2010
|