27 Haziran - 3 Temmuz 2010
|
CAMİLİ HÖYÜK'TE KAZILAR BAŞLADI
Kayseri ve Nevşehir il sınırına yakın Bayram Hacılı mevkiinde yapılacak olan baraj nedeniyle, sular altında kalacak Avanos İlçesindeki Camili Höyük'de kurtarma kazılarının bu yıl ki bölümü başladı.
Nevşehir Müzesi Müdürü Arkeolog Murat Gülyaz'ın başkanlığında 20 kişilik bir ekip tarafından, Kayseri sınırları içerisinde bulunan Bayramhacılı mevkiinde yaptırılacak baraj nedeniyle sular altında kalacak Nevşehir'in Avanos İlçesinin Göynük beldesi yakınlarındaki Camili Höyükte gerçekleştirilen kurtarma kazılarında Eski Tunç döneminden Roma dönemine ait çeşitli izlerin yer aldığı ortaya çıkmıştı.
Geçen yıl başlatılan kurtarma kazıları ile Camili Höyük'de Eski Tunç Çağı, Demir Çağ, Pers, Hellenistik ve Roma dönemine kadar uzanan tarihi çizgide önemli bir yerleşim merkezi olduğu belirginlik kazandı. Yaklaşık 1 hafta önce başlatılan bu yılki kurtarma kazılarının Eylül ayında tamamlanması planlanıyor. Kazıda ortaya çıkan Pers dönemine ait Mask ise büyük ilgi görüyor.
Kazılarda ortaya çıkan çeşitli tarihi değerdeki çanak ve çömlek ürünleri ve çeşitli kullanım gereçleri Nevşehir Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesi'nde sergileniyor.
Bu arada Nevşehir'in Gülşehir İlçesi'ne bağlı Ovaören beldesinde 3 yıldan beri Ankara Üniversitesi tarafından sürdürülen kazı çalışmalarının da Temmuz ayı içerisinde başlayacağı belirtildi.
Nevşehir Kent Haber, 02.07.2010
|

 |

|
WARHOL'A 10 MİLYON DOLAR
Christie’s Müzayede Evi, Andy Warhol’un efsanevi Hollywood yıldızı Elizabeth Taylor’ı resmettiği portresinin Londra’da 10 milyon dolara satıldığını açıkladı.
Silver Liz” (Gümüş Liz) isimli portre, Taylor’ın bir film için 1 milyon dolar kazanan ilk kadın oyuncu olduğu 1963’te yapıldı.
Portre yaklaşık 20 yıldır özel bir koleksiyonda bulunuyordu. Christie’s yetkilileri, “Silver Liz”in Warhol’un oyuncuyu o ünlü menekşe gözlerini gösterir şekilde resmettiği iki portreden biri olduğunu belirttiler.
Habertürk, 02.07.2010
|
NEMRUT'A MALATYA'DAN GİRİŞ ÜCRETSİZ Mİ?
İsmi Adıyaman'la özdeşleşen Nemrut Dağı'na Malatya’dan turistler gelmeye devam ederken turistlerin Malatya bölgesinden ücretsiz giriş yaptıkları iddia edildi.
Adıyaman’ın Kahta İlçesi sınırlarında bulunan Nemrut Dağı Milli Park alanına girişlerde ücretli olmasına karşın Malatya bölgesinden girişlerin ücretsiz olduğu iddiaları tartışmaları alevlendirecek nitelikte. Her yıl binlerce turistin Milli Park girişinde ücret ödeyerek Nemrut Dağına girmesine karşın binlerce turistin Malatya bölgesinden ücretsiz giriş yaptığı dedikoduları kamuoyunda çalkanmaya başlandı.
Nemrut Dağının tepesine kadar gelen Malatya yoluna çare bulunamazken Malatya’nın anlamsız tavrına Nemrut Dağına çıkan bürokratların verdikleri sözlerini de yerlerine getirmemeleri tepkilere yol açıyor. Kommagene Uygarlığına ait eserler olana Nemrut, Arsemia, Karakuş ve Pere Antik Kentinin Adıyaman sınırlarında bulunmasına rağmen Malatyalıların Nemrut Dağına girişleri kolay yoldan yapması ve bu girişlere de hiç kimsenin müdahale etmemesi dikkat çekiyor.
Turizm sezonunun başlaması ile birlikte Adıyaman ve Malatya kamuoyu tarafından gündeme getirilen ve iki komşu kenti adeta birbirine küstüren 'Nemrut Dağı'na Adıyaman'dan da, Malatya'dan da Gidilmeli' polemiği bu kez ücretli mi? ücretsiz mi? girişler var polemiğine dönecek gibi.
Adıyaman Haber, 02.07.2010
|
|
GÖZYAŞI ŞİŞELERİ
VATANINA DÖNÜYOR
Irak'ta savaş sırasında kaçırılan 4 tarihi 'gözyaşı
şişesi' ana vatanına geri dönüyor. Habur Sınır
Kapısı'nda gümrük kontrolleri sırasında ele
geçirilerek Mardin Müzesi'nde muhafaza edilen
şişeler, Irak'tan gelen heyete teslim edildi.
Anadolu Medeniyetleri Müzesi'ne gelen Irak Müzeleri
Müdürü Amira Edan başkanlığındaki heyet, 4 parça
eseri Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları
ve Müzeler Genel Müdürü Murat Süslü'den teslim aldı.
Süslü, şişelerden bazılarının ülkeye kaçak olarak
sokulurken tahrip olduğunu söyledi. Türk polisi ile
Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkililerine teşekkür
eden Irak Müzeleri Müdürü Amira Edan da, 'Burada
olmaktan çok mutluyum. Bu, gerçek bir işbirliğinin
ilk adımıdır. Irak ve Türk müze yetkilileri arasında
da gerçek bir işbirliğidir' diye konuştu.
Yeni Şafak, 02.07.2010
|
 |
DOZERE DİRENEN ARKEOLOG SÜRÜLDÜ
Bölge Koruma Kurulu kararı gereği inşaat izni verilemeyen Sulukule’de kazı yapan inşaat şirketini engellemek için dozerin önüne geçen arkeolog Şeniz Atik, geçici olarak Kilis’e tayin edildi.
Kültür ve Tabiat Varlıkları Bölge Koruma Kurulu kararına rağmen inşaat temeli atılan İstanbul Sulukule’de çalışmaları aralıksız devam ediyor.
Arkeolojik çalışmaların da devam ettiği bölgede kazı yapan inşaat şirketini engellemek için dozerin önüne geçen İstanbul Müzeler Müdürlüğü uzmanı, arkeolog Şeniz Atik’e sürgün kararı çıktı. Müzeler Müdürlüğü, Atik’i geçici görevle Kilis’e tayin ederken, İstanbul’a birkaç ay sonra dönebileceğini söyledi. Oysa Bölge Koruma Kurulu, arkeolojik bulguların tespiti için geo-radar taraması yapılmasına ve sonuçları alınıncaya kadar yapılaşmaya gidilmeyeceğine karar vermiş, buna rağmen Fatih Belediye Başkanı temel atmıştı.
Arkeolojik kazıların sürdüğü alanlardan birinde, önceki gün yüzeye yakın bir noktada 6 iskelete ulaşıldı. 100 yıldır Sulukule’de yaşayan bir ailenin bahçesinde bulunan iskeletlerin önce Osmanlılara ait olduğu düşünüldü. Fakat arkeologlar, daha eski bir tarihe ait olup olmadığını araştıracak. Anıtlar Kurulu’nun kararından sonra iskeletler korunmak üzere Arkeoloji Müzesi’ne gönderilecek.
Hürriyet, Haber: Ali Dağlar, 02.07.2010
|
ANTİK ISIRIK
Peru sahillerinde,
yazar Herman Melville’in ünlü Moby Dick romanına
konu olan balina cinsi kaşalotun atalarına ait dev
bir fosil bulundu.
Fosile, yazar Melville’e gönderme yapılarak “Leviathan melvillei” adı verildi. 12-13 milyon yıllık fosilin 36 santimetrelik dişleri bulunuyor.
13 metrelik dev balinanın, diğer balinalarla beslendiği ve insan
boyutundaki bir avı tek hamlede yutabildiği tahmin
ediliyor.
Hürriyet, 02.07.2010
|
|
ATATÜRK BU EVDE KALDI

M. Kemal Atatürk,
Erzurum’a geldiği 3 Temmuz 1919’da, 6 gün boyunca
Cumhuriyet Caddesi üzerindeki Müstahkem Mevkii
Konağı’nda kaldı. Söz konusu konağa yerleşen M.
Kemal Atatürk, Büyük Kongre’yi toplamak için çok
sevdiği askerlik görevinden de, yine bu evde kaldığı
dönemde istifa etti.
Tarihi kayıtlarda,
Atatürk’ün, Cumhuriyet Caddesi’ndeki Cimcime Hatun
Türbesi’nin hemen karşısında bulunan Mevki-i
Müstahkem Konağı’nda, 6 gün boyunca kaldığı
bilgisine yer verilirken, Erzurum Kongresi’nin
toplanması yönündeki ilk planların da, yine bu
binada yapıldığı kaydediliyor. Mevki-i Müstahkem
binasıyla ilgili olarak Prof.Dr. Fahrettin
Kırzıoğlu’nun da bir araştırmasının bulunduğu
öğrenilirken, bu hususta Doç.Dr. İbrahim Ethem
Atnur’un da, ayrıca bir çalışma yaptığı öğrenildi.
Erzurum’a ‘Tuğgeneral’ rütbesiyle gelen M. Kemal
Atatürk’ün, askeri bina olması nedeniyle konakladığı
Mevki-i Müstahkem Komutanlığı binası, hükümet
konağına yakın oluşuyla dikkat çekerken,
Erzurumlular, söz konusu tarihi yapının, kongre
kutlamalarının dışında bırakılmaması gerektiğini
kaydettiler.

M. Kemal Atatürk, 8
Temmuz 1919’u, 9 Temmuz’a bağlayan gece, Mevki-i
Müstahkem binasında beraberinde Kazım Karabekir,
Rauf Bey, Kurmay Binbaşı Kazım, yaverleri ve emir
erleriyle birlikte, İstanbul’dan gelecek haberi
beklerlerken, Yaver Cevat Abbas’ın; Padişah’ın,
telgraf makinesinin başında beklediği yönünde
getirdiği haberle harekete geçtiler. Mevki-i
Müstahkem binasından çıkarak, Erzurum Postanesi’ne
kadar yürüyen Atatürk ve arkadaşları, İstanbul’daki
Yıldız Sarayı Telgrafhanesi ile ilk teması gece
yarısında kurdular. Padişah adına Harbiye Nazırı
Ferit Paşa’dan gelen ilk mesaj; “Padişahımız
efendimiz hazretlerinin selam-ı şahanelerini tebliğ
ederim. Muhabbet ve itimad-ı hümayunlarını
bildiririm.” şeklinde olurken, ardından gelen ikinci
mesajda, Atatürk’ten derhal İstanbul’a dönmesi
istenmektedir. Gölbaşı’ndaki Erzurum Postanesi’nden
İstanbul’a gönderilen cevap; “Dönmem!” olunca, gelen
sonraki telgrafta Atatürk’e hitaben; “Erzurum’dan
hastalık raporu al; fakat derhal oradan ayrıl.
İstediğin yere git!” önerisi sunulur. Gazi’nin
cevabı, bunun kesinlikle mümkün olmayacağı yönünde
şekillenirken, Yıldız Sarayı Telgrafhanesi’nden
gelecek olan cevap, Paşa’nın askerlik hizmetinden
azledildiği yönünde olacaktır. Ancak M. Kemal,
İstanbul’dan önce davranarak, istifa dilekçesini
yazar ve altını imzalar.
M. Kemal Atatürk’ün,
Mevki-i Müstahkem Binası’nda kaldığı dönemde
Gölbaşı’ndaki Erzurum Postanesi’nden İstanbul’a
gönderdiği telgraf şöyle: “9 Temmuz 1919 – Erzurum…
Mübarek vatan ve milleti parçalanmak tehlikesinden
kurtarmak, Yunan ve Ermeni isteklerine kurban
etmemek için açılan milli savaşmalar uğrunda
milletle beraber serbest surette çalışmağa askeri ve
resmi sıfatım artık engel olmaya başladı. Bu gaye-i
mukaddese (kutsal amaç) için milletle beraber
sonsuza kadar çalışmağa mukaddesatım (kutsal
şeylerim) adına söz vermiş olduğum cihetle, pek
aşıkı bulunduğum yüce askerlik mesleğine bugün veda
ve istifa ettim. Bundan sonra milli ve kutsal
gayemiz için her türlü fedakarlıkla çalışmak üzere
sine-i millette (milletin bağrında) bir ferd-i
mücahit (savaşçı kişi) suretiyle bulunmakta olduğumu
tamimen arz ve ilan eylerim.”
Erzurum Kent Haber,
01.07.2010
|
YEREBATAN SARNICI TAHRİP EDİLİYOR!
"Kültürel değerlerimize saygı gösteren tüm yurttaşlarımıza duyurulur,
Yerebatan sarnıcı ilk olarak 4.yy'da Konstantin tarafından yaptırılmış olup, 6. yy'da kentin giderek artan nüfusu yüzünden baş gösteren şu gereksinimini karşılamak üzere Justinyen tarafından da genişletilmiş ve zamanımıza dek gelmiş bir tarih, kültür mirasidir.
Yerli yabancı milyonlarca ziyaretçide derin duygusal izlenimler bırakan bu tarihi yapı, ne yazık ki, bugün büyük bir tehditle karşı karşıyadır. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Belediye'nin ortaklaşa kararıyla ,nihayet, tarihi yarımadanın trafik keşmekesinden arındırılmasına yönelik proje yaşama geçirilmiş, Sultanahmet Meydanı araç trafiğine kapatılmıştır. Turist acentalarına grupları belli noktalarda indirmesi ve bindirmesi yönünde talimat verilmiştir. Ancak bu indirme bindirme noktalarından biri olan Yerebatan Şarnıcı'nin önündeki, polis karakolunun da bulunduğu yol, aynı zamanda bu tarihi sarnıcın üzerine denk gelmektedir. Hergün yüzlerce ton ağırlığındaki turist otobüsleri burada durup, gruplarını almakta. Bir taraftan periyodik olarak geçen tranvayın öte tarafta bu çok sayıda otobüsün ağırlığı, yaydığı titresim ve sıcaklıkla tarihi sarnıç tehlike alarmı vermektedir.
Ayrıca, Sarnıcın içi otantık yapısıyla bağdaşmayan , estetik dışı, son derece çirkin bazı uygulamalara da sahne olmaktadır. Gereksiz eklemeler, fotoğraf çekimleri, maketlerle ziyaretçilerin yapıya odaklanması engellenmektedir.
Tarihe ve kültüre duyarlı herkesi Bakanlığı ve Belediyeyi Yerebatan Şarnıcına zarar veren bu uygulamaları düzeltmeleri yönünde uyarmak için tepki vermeye çağırıyoruz. Saygılarımızla.
Bağımsız Rehberler Platformu
"
TAYHaber, 1.7.10 |
113 YILLIK SAAT KULESİ
ONARILIYOR

Çanakkale’de
1897 yılında dönemin
İtalyan konsolosu Vitalis tarafından
yaptırılan tarihi
saat kulesi onarılacak. Konu ile ilgi
açıklamalarda bulunan belediye yetkilileri
İl Özel İdaresi'nin
mülkiyetinde olan tarihi saat kulesinin mülkiyetinin
tekrar Çanakkale Belediyesi’ne devredildiğini
belirterek, “100 yılı aşkın süredir ayakta olan
yapının çevresinde gelişen meydan inşa edildiği
tarihin mimari üslubunu yansıtmakta, kentlilerin ve
kente gelen ziyaretçilerin buluşma mekanı olarak
toplumsal bir işlevi yerine getirmektedir. Ancak
uzun yılların verdiği tahribat nedeniyle yapının
bakımsız ve yıpranmış göründüğü, yapı üzerinde tuz
ve kirlenmelerin olduğu giriş kapısı, pencere ve
diğer demir aksamlarının onarım gerektirdiği tespit
edilmiştir. Bu bakımsız ve yıpranmış görüntüyü
ortadan kaldırmak için belediyemiz tarafından
kulenin iç ve dışında bakım onarım, restorasyon ve
meydanda peyzaj düzenlemeleri yapılması
planlanmıştır. Saat kulesinin iç kısmında saat
mekanizması ve çalar kampası yeniden işleyişe
geçirilerek, iç temizlik, bakım ve kadran
aydınlatması yapılması planlanmıştır” dedi.
Belediye yetkilileri saat kulesinin dış cephesinin
bakım onarımı için
İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı İmar ve
Şehircilik Daire Başkanlığı Koruma Uygulama ve
Denetim Müdürlüğü’ne (KUDEB) restorasyon
çalışmalarında izlenecek yöntem ve yapının fiziksel
durumunun tespiti konusunda rapor hazırlatıldığını
da belirterek, “Bu kapsamda saat kulesinin onarım
talebi Çanakkale
Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulunun
onayına sunulmuştur. 22 Haziran 2010 tarihinde
onaylanan kurul kararı doğrultusunda restorasyon
çalışmaları uzman bir firma tarafından yapılacaktır.
Çalışmalar ise bu ay içinde başlayacak” dedi.
Habertürk, 01.07.2010
|
KEÇİ KALESİ YIKILMAK
ÜZERE
Kırşehir'de, Baharat
Yolu'nu gözlemek ve kollamak için yapılan Keçi
Kalesi'nin yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu
belirtildi.
Kırşehir'in Özbağ
Kasabası Kızılca Köyü sınırları içerindeki Keçi
Kalesi, 2 bin yıllık bilinen tarihi ile ayakta kalma
mücadelesi veriyor. Müze araştırmacısı Mehmet
Göktürk kale ile ilgili yaptığı araştırmaları İHA'ya
anlatırken, kalenin eski Baharat Yolu'nu gözlemek ve
kollamak için yapıldığını ve Roma Dönemi izlerine
rastlandığını söyledi.
Araştırmalar sırasında
Keçi Kalesi ve çevresinin tarihinin çok daha
öncelere dayandığını tahmin ettiğini belirten
Göktürk, "Roma dönemine ait Keçi Kalesi'ni civarda
bulunan diğer bir kale olan Cemele Kalesi ile
karşılaştırmak gerekirse, Cemele Kalesi daha
muntazam kesme taşlarla yapılmış bir kale olarak
göze çarpıyor. Fakat Keçi Kalesi öyle değil, daha
çok yassı taşlar ve moloz taşlarla inşa edilmiş bir
kale. Büyük bir kale değil, kenar yerleşimleri yok.
Şehir değil, sadece bir kale ve askeri bir nokta"
dedi.

Surların yüksekliğinin
eğer yıkılmamış olsaydı 5 metreyi geçeceğini tahmin
ettiğini söyleyen Göktürk, "Surların 7 metreyi
bulduğu rivayet ediliyor. Burası askeri bir nokta,
bu askeri noktanın karşısında Cemele Kalesi var.
Cemele Roma döneminin eseri fakat ne kadar eski
olduğunu bilmiyoruz. Keçi Kalesi Cemele'ye göre daha
ulaşılmaz bir yerde" diye konuştu.
Göktürk, "Kalenin
batısında eski Baharat Yolu var. Eski Mısır'dan
gelip Şam'dan ve Antep'ten geçerek Kırşehir ve
Ankara üzerinden Eskişehir ve sonrasında İstanbul'a,
yani batıya ulaşan kervan yolu var. Bu yol bir süre
Kılıçözü Vadisi'ni takip eder. Bu kale bu yolu takip
ve kontrol eden askeri bir nokta idi. Karşıda Cemele
ve Omala Kaleleri'ndeki askeri noktalar ile birlikte
yönetilirdi" şeklinde konuştu.
Göktürk, kalenin
doğusunda yapılan incelemelerde ise çok sayıda
tümülüs (mezar) olduğu bilgisini verdi.
Kalenin son zamanlarda
yıkımının hızlandığı ve çevrede yapılan kaçak
kazılarla kaderine terk edildiğini söyleyen Göktürk,
Keçi Kalesi'ne ulaşmak için herhangi bir yol
bulunmadığını, bulunduğu tepenin hemen altında
kayaları parçalamak için kullanılan dinamitleme
işleminin kaleye çok zarar verdiğini söyledi.
Kırşehir Kent Haber,
01.07.2010
|
30 YILLIK REZALET
Zonguldak’ta,
uzmanların yaptığı incelemede her tarafı sarkıt,
dikit, sütün, örtü, duvar damlataşları ve damlataş
havuzları ile kaplı olduğu belirlenen ve turizme
açılması düşünülen 793 metre uzunluğundaki doğa
harikası İnağzı Mağarası’nın, 30 yılı aşkın süredir
kanalizasyon çukuru olarak kullanıldığı ortaya
çıktı. Mağarada yaşanan kirliliğe çevre halkı tepki
gösterirken, İl Kültür ve Turizm Müdürü Zekai Kasap,
mağaranın kanalizasyondan kurtarılması için
belediyeye başvurduklarını, ancak bir sonuç
alamadıklarını söyledi. Belediye Başkan Vekili
Gürbüz Kanber ise konuyla ilgili bilgisinin
olmadığını söyledi.
Zonguldak merkezdeki
İnağzı Mahallesi’nde bulunan İnağzı Mağarası,
belediyenin kanalizisyon çukuruna dönüştü.
Mahalledeki bin 200 civarındaki konutun kanalizasyon
suyunun, belediyenin döşediği borularla mağaranın
üzerinde oluşturulan depoda toplanıp, buradan yine
boruyla mağaranın içine boşaltılması çevre halkını
isyan ettirdi. 1995’te, İl Kültür ve Turizm
Müdürlüğü’nün talebi üzerine kentteki 19 mağarada
inceleme yapan Maden Teknik Arama Genel Müdürlüğü
uzmanlarının İnağzı Mağarası’na ilişkin
hazırladıkları rapor, turizm açısından son derece
uygun olan
mağaranın bakımsızlık nedeniyle nasıl tahrip edilip
kirletildiğini ortaya koydu.

Raporda, genişliği 5 ve
12 metre, yüksekliği 4 ve 8 metre arasında değişen
793 metre uzunluğundaki mağaranın her tarafının
sarkıt, dikit, sütün, örtü, duvar damlataşları ve
damlataş havuzları ile kaplı olduğu belirtildi.
Raporda, bütünüyle şehrin içinde kalan mağaranın
büyük bir kirlenme ve bozulma ile yüz yüze olduğu da
vurgulandı. Çevresindeki evlerin kanalizasyonlarının
mağara içine verildiği belirtilen raporda,
bu yüzden
mağaranın dar ve alçak geçitlerinde kötü bir koku
hissedildiği, ayrıca yer altı suyunun yükselmesine
bağlı olarak da kirlenmenin yaşandığı kaydedildi.
Mahalle sakinleri,
rapora rağmen mağarada hiçbir çalışma yapılmamasına
ve kanalizasyonun hala mağara içine boşaltılmasının
devam etmesine tepki gösterdi. İnağzı
Köksal Toptan
İlköğretim Okulu’na yaklaşık 20 metre uzaklıktaki
alanda açılan çukurdan mağaraya kanalizasyon
akıtıldığını belirten mahalle sakinlerinden
Ahmet Kurt, “Daha
önce mağarayı üstten delerek mahallenin lağımını
mağaranın içine verdiler. Sonra burası tıkanınca
yanına başka bir depo yaptılar. Burada toplanan
lağımı boruyla mağaraya verdiler. Ancak önce
açtıkları çukuru böyle bıraktılar. Üzerini emaneten
kapattılar. Şimdi bu çukura bir çocuk düşse, bunun
sorumluluğunu kim üstlenecek?” dedi. Mağaraya
girdiğini, ancak kokudan ileriye gidemeden dönmek
zorunda kaldığını belirten Kurt, mağaranın bir an
önce kanalizasyondan kurtarılıp turizme
kazandırılmasını istedi.

İnağzı Mahallesi Muhtarı
Mustafa Hamzaçebi ise, mağaranın çok
güzel olduğunu,
ancak içine girmenin mümkün olmadığını belirtti.
Hamzaçebi, “1987 yılından bu yana mahallenin tüm
kanalizasyonları mağaraya bağlı. Bu mağara çok
güzel, gezilip görülmesi gereken bir doğal güzellik.
Bütün yetkililere sesleniyorum; Gelin, görün burayı.
Burası, Zonguldak Gökgöl Mağarası’ndan geri değil.
İçinde değişik odaları olan bir yer. Ama 50 metreden
sonra ileriye gitmek mümkün değil” diye konuştu.
İl Kültür ve Turizm
Müdürü Zekai Kasap, 1995’teki raporun ardından
mağaranın kanalizasyondan kurtulması için belediyeye
müracaat edildiğini, ancak bir sonuç alınamadığını
söyledi. Kasap, “Belediyelerin bu kanalizasyonu
başka tarafa alma konusunda bir gecikmesi olduğu
ortada. Bu kanalizasyonlar mağaradan alınıp başka
tarafa verilirse, biz mağaramıza gerekli uzmanları
görevlendirerek, gerekli incelemeleri yaptırırız ve
mağarayı kurtarmaya çalışırız. Biz oranın
kurtarılması için, turizme açılması için elimizden
gelen tüm gayreti göstereceğiz” dedi.
Belediye Başkan Vekili
Gürbüz Kanber, Zonguldak Belediye Başkanı
CHP'li İsmail
Eşref’in il dışında bulunduğunu, kendisinin de
konuyla ilgili bilgisinin olmadığını söyledi.
Milliyet, Haber: Seçkin
Kırarslan, 01.07.2010
|
KARANLIK DÖNEM
AYDINLATILACAK

Yaklaşık 15 yıldır
'Sinop Bölgesel Arkeoloji Projesi'ni yürüten
Kaliforniya Devlet Üniversitesi'nden Prof.Dr. Owen
Doonan, eski çağlarda Karadeniz'in ticaret merkezi
olan Sinop'ta, yeni bir araştırmaya imza atıyor.
Sinop'un bölgesel
ekonomik geçmişini araştırmak üzere dünyanın çeşitli
ülkelerinden 25 kişilik bir ekiple, 5 haftalık bir
çalışma yürütmek üzere Sinop'a gelen Prof.Dr. Owen
Doonan, yeraltı radarıyla yapılacak jeofizik
çalışmayla, bilim dünyasınca karanlık zaman dilimi
olarak bilinen milattan önce 800 yıllarına ait
dönemi aydınlatacak.
Beraberindeki bakanlık
gözlemcisiyle birlikte İl Kültür ve Turizm Müdürü
Hikmet Tosun'u makamında ziyaret eden Prof.Dr. Owen
Doonan, yapacakları çalışma hakkında teknik bilgi
verdi. Uzun süredir Sinop'un ekonomik tarihi, antik
çağlardan günümüze ticaret ve ekonomi bağlantılarını
araştırdıklarını kaydeden Prof.Dr. Doonan, çalışmaya
Moskova ve Polonya başta olmak üzere daha bir çok
ülkeden katılım olacağını belirtti. Bu yıl ki
çalışma kapsamında Sinop'ta bitkisel ve çevresel
tarihi inceleyeceklerini anlatan Owen Doonan, "Bu
çalışma kapsamında Sarıkum gölünde çalışacağız. 12
metrede sondaj yapacağız. Biz bu çalışmamızda sadece
toprak topluyoruz. Polen ve mikro hayvanların
fosillerini inceleyeceğiz. Yani başka bir değişle,
bu bölgenin bitkisel ve çevresel bakımdan 5 bin
yıllık sürecini ve gelişimini izleyeceğiz. Örneğin
Romalılar bu bölgede ciddi manada tarım ve ziraatla
uğraşmış. Bu çalışma Sinop bölgesinin bitkisel ve
çevresel geçmişini gözler önüne çıkartacak" dedi.
İkinci olarak eski
otogar ve yanındaki Sinop Kalesi mevkisinde jeofizik
araştırma yapacaklarını dile getiren Prof.Dr. Owen
Doonan, "Burada da jeofizik araştırma yapacağız.
Çalışmamızda yeraltı radarı kullanacağız. Böylelikle
nerede duvar yada boşluk var görebileceğiz. Bu
süreçte ilginç buluntulara rastlayabiliriz.
Çalışmamız 15-20 metreyi bulabilir. Burada milattan
önce 800 yıllarına ait bir çok buluntu var. O dönem
bizim için karanlık. Bu çalışmaların o dönemi
aydınlatmasını umuyoruz" diye konuştu.
Sinop Kent Haber,
01.07.2010
|
SATMIŞIM SANATINI!
Kültür sanat alanındaki
son darbesi müze gişelerinin özelleştirilmesi kararı
olan AKP’nin bu alandaki siciline piyasacılık damga
vuruyor.
Özel sektörle işbirliği yaparak müze gişelerini
yenileyeceğini duyuran Kültür ve Turizm Bakanlığı,
müze ve ören yerleri ile ilgili özelleştirme
uygulamasında yeni bir adım atmış oldu.
Daha önce, müzelerin satış mağazası sayısını
9’dan 55’e çıkaran Bakanlık bu mağazaları da
özelleştirmişti.
AKP’nin kültür ve sanat alanındaki icraatlarına
bakıldığında, yapılanların halkı sanatla
buluşturmaktan çok soğutmaya hizmet ettiğini
gösteriyor. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay
ise, her tartışmalı uygulamayı ısrarla savunmaya ve
kamu yararının gözetildiğini iddia etmeye devam
ediyor.
Bilete zam salona
yıkım kararı
Geçtiğimiz Ocak ayında, Devlet Tiyatroları
biletleri yapılan yüzde 44,44’lük zamla fiyatı en
fazla artan kalem olurken, Harbiye’deki Muhsin
Ertuğrul Sahnesi’nin kurul kararlarına rağmen
yıkılması, Bakanlığın kültür sanata yönelik
darbelerinden biri oldu. Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu Kararına göre sit alanı
içinde olan Muhsin Ertuğrul Sahnesi, karar yok
sayılarak, tiyatro sanatçılarının tüm itirazlarına
rağmen, Kongre vadisi Projesi için yıkılmıştı.
Sanatçıya güvencesizlik dayatması
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın
özelleştirmede güvencesizleştirme girişimi, kuruma
bağlı çalışanların özlük haklarına aykırı
uygulamaları hayata geçirerek, sanatçılara
‘performans değerlendirme kriterlerini’ dayatmak
oldu. Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğüne bağlı
sanatçılara uygulanan bu kriterlerin, Anayasa ve 657
sayılı Kanunun disiplin ve sağlık hakkı hükümlerine
aykırı olduğunu dile getiren Kültür-Sanat –Sen
uygulamanın durdurulmasını talep ediyor.
Geçtiğimiz Mart ayında Diyarbakır’a giden Bakan
Günay, Devlet Tiyatrosu’nda 100 kişinin çalıştığını
öğrenince, “Bu tür işleri özelleştirmek gerekir.
Personele verdiğimiz bu paraları amatör tiyatrolara
versek, bütün bölge tiyatro olur” diyerek kadrolu
çalışan sanatçılara bakışını ortaya koymuştu.
AKM’den nasıl para kazanılır?
Öte yandan, önce yıkılması daha sonra tadilatı ile
gündeme gelen ve Kültür ve Tabiat Varlıklarının
Korunma Kanunu’na aykırı bir şekilde yapılan
tadilatı mahkemece durdurulan Atatürk Kültür Merkezi
(AKM) hakkında geçen yıl Bakan Ertuğrul Günay’ın
yaptığı açıklama dikkat çekiciydi. Bakan, “Fazla
kapsamlı bir çalışma yapıldı ve çok uzadı. Geçen
hafta 60 milyon TL’nin üzerinde bir ihale
gerçekleştirildi” demişti. AKM için düzenlenen
ihaleler, bina içine restoran, dış cepheye reklam
gibi projeler, Bakanlığın sanatı bir rant alanına
dönüştürdüğünün göstergeleri olarak yorumlanıyor.
Aspendos’a zarar vermekten korkmuyorlar!
Her fırsatta Türkiye’nin tarihi zenginliklerine
vurgu yapmayı ihmal etmeyen Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın akıllarda kalan bir diğer darbesi de
Aspendos için geliştirdiği ‘Aspendos Arena Projesi’.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Koruma Yüksek Kurulu’nun
birinci derece arkeolojik sit alanları için sadece
zorunlu altyapı uygulamalarının yapılabileceğine
dair kararına rağmen, Bakanlık Türkiye Seyahat
Acenteleri Birliği'yle (TÜRSAB) birlikte sit alanına
açık hava tiyatrosu yapmak üzere protokol imzaladı.
Böylece Bakanlık gerektiğinde kendi çıkardığı yasayı
da çiğneyebileceğini göstermiş oldu.
Emek Sineması’nı yıkıp alışveriş merkezi
yapmak istiyorlar
İstanbul’daki tarihi Emek Sineması’nın
yıkılıp yerine alışveriş merkezi inşa edilmesi
planını sessizce hayata geçirmeye çalışan AKP'li
Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan,
muradına eremedi. Multi Turkmall adlı şirket
tarafından yapılacak alışveriş merkezi projesi,
İstanbul 9. İdare Mahkemesi’nin projenin yürütmesini
durdurmasından ötürü şimdilik rafa kalktı.
85 yıllık tarihi binanın yıkılması ile ilgili
Demircan’ın kullandığı ifadeler sanata bakışı
hakkında fikir veriyor. Binanın üst katına sinema
salonu yapılacağını söyleyen Demircan, “ Sonuçta ha
bodrumda durmuş, ha ikinci katta. Önemli olan o
binanın içinde Emek Sineması'nın olması" demişti.
Haber Sol, 01.07.2010
|
MÜZEDEN TARİHİ ESER AÇILIMI
Erzurum Arkeoloji Müze Müdürlüğü geçen yıl çoğunluğu
Ağrı ve Muş'tan olmak üzere 53 tarihi eseri satın
alarak, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na kazandırdı.
Erzurum Arkeoloji Müze Müdürü Mustafa Erkmen,
kaçakçılıkla mücadele kapsamında tarihi eser satın
aldıklarını açıkladı. Erkmen, bu amaçla geçen yıl
çeşitli dönemlere ait 16 sikke, 3 tane etnografik
eser (tabak, çanak, bilezik) ile 34 tane arkeolojik
eser satın alımı yaptıklarını söyledi. Erkmen,
tarihi eserleri piyasa değeri üzerinden
sahiplerinden aldıklarını ifade etti. Her geçen yıl
arkeolojik müzelere satılan eser sayısında artış
yaşandığını anlatan Müze Müdürü Erkmen, bunun da
sevindirici olduğunu kaydetti.
Kaçak ya da izinli kazı yapanlardan veya başka
türlü eline tarihi eser geçen kişilerden gerçek
değeri karşılığında tarihi eserleri satın
aldıklarına vurgu yapan Erkmen, "Geçen yıl 53 tane
eseri müzemize kazandırdık. Tarihi eserlerimizin
yurt dışına kaçırılmasının önüne geçebilmek amacıyla
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın onayı ile sınırsız
sayıda eseri satın alma hakkına sahibiz. Geçmiş
yıllara göre müzemize satılan eser sayısında yüzde
15 oranında bir artış yaşandı." dedi.
Kaçak define avcıları ile mücadelenin kolluk
güçleri tarafından sıkı bir şekilde yapıldığını da
dile getiren Erzurum Arkeoloji Müze Müdürü Mustafa
Erkmen, geçen yıl kaçak kazı sonucu yakalanan 133
tarihi eserin mahkeme kararıyla müzeye bırakıldığını
anlattı. Müzelere tarihi eser hibe oranının yok
denecek kadar az olduğunu da sözlerine ekleyen
Erkmen şöyle dedi: "Geçen yıl müzemize 192 tarihi
eseri kazandırdık. Bunların çoğu kaçak kazılarda ele
geçirilen sikke ve diğer arkeolojik materyaller.
Sadece bir tane vatandaşımız elindeki bir tarihi
eseri müzemize hibe etti. Polis ve jandarmanın
yaptığı denetim ve operasyonlarda ele geçirdiği
tarihi eserler de mahkeme yoluyla envanterimize
kaydedildi."
Erzurum Gazetesi, Haber: Orhan Yıldırım,
01.07.2010
|
|
KLEOPATRA GÜZEL ÖLMEK İSTEMİŞ
Antik Mısır
dönemi kraliçesi Kleopatra, bilinenden farklı
şekilde intihar etmiş olabilir.
MÖ 30’da ölen Kleopatra’nın engerek yılanıyla
zehirlenerek yaşamına son verdiği biliniyordu. Ancak
Trier Üniversitesi’nden Alman tarihçi Christoph
Schaefer’e göre Kleopatra, yüzünü çirkinleştiren bir
yöntemle intihar etmiş olamaz. Schaefer, “Kleopatra
öldüğünde de efsanesinin devamı için güzel kalmak
istiyordu. Muhtemelen afyon, baldıranotu ve
kurtboğan karışımı bir kokteyl aldı. Kısa sürede
acısız bir şekilde öldüren bu karışım o zamanlar da
biliniyordu. Yılan zehriyle ölümün günler
sürebildiği ve acı verici olduğu da biliniyordu”
diyor.
Hürriyet, 01.07.2010
|
43 YIL SÜREN ARKEOLOJİK KAZI ÇALIŞMASI
ABD’deki Pensilvanya Üniversitesi’nden arkeolog Prof. Kenneth Sams, tam 43 yıldır her Mayıs ayında farklı öğrenci gruplarıyla Polatlı’da kazı çalışmaları yapıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı görevlilerinin de katılımıyla Eylül ayının sonuna kadar süren kazı çalışmaları, Gordion antik kentinde yapılıyor.
Anadolu’da yaşayan medeniyetlerin gün yüzüne çıkarılması amacıyla yurdun dört bir köşesinde devam eden arkeolojik kazıların en önemlilerinden biri de Polatlı’ya yapılıyor. 1954 yılında Amerikalılar tarafından başlatılan kazılar, zaman zaman ara verilmesine rağmen devam etti.
Prof.Dr. Sams, 1967 yılında Polatlı’ya geldiğinde Yassıhöyük’te elektriğin bulunmadığını belirtirken, 43 yıllık süreçte Türkiye’nin, Polatlı’nın ve Yassıhöyük’ün çok geliştiğini belirtti. 1988 yılında Gordion Kazı Heyeti Başkanı olan Prof.Dr. Kenneth Sams, Frigya halkının Güneydoğu Avrupa’dan Anadolu’ya geldiğini söyledi.
Büyük İskender’in MÖ 333 yılında geldiğinde Frig kalesinin var olduğunu belirten Prof.Dr. Sams, “Burası Büyük İskender için önemli bir noktaydı. Gordion’dan güneye sefer yaptı, en son da Pers Kralı 3. Darius ile karşılaştı” dedi.
Antik Gordion Kenti’nde Prof. Kenneth Sams başkanlığında devam eden kazı çalışmaları, kalabalık bir arkeolojik ekip tarafından yürütülüyor. Aynı zamanda ziyaretçilere de açık olan antik kent, görenleri şaşırtacak yeni bulgularla heyecan oluşturduğu belirtiliyor.
Hürriyet, Haber: Metin Özdemir, 01.07.2010
|
 |
|
'KEŞİŞİN EVİ' DE
ONARILACAK
Arapgir Kaymakamlığı,
Arapgir Belediyesi, İstanbul Arapgir Kültür Derneği,
İTÜ Mimarlık Fakültesi ve ÇEKÜL Vakfı Malatya
Temsilciliğinin iş birliği ile Arapgir İlçesi'ndeki
tarihi eserlerin restorasyonu ile ilgili çalışma
başlatıldı.
Arapgir İlçesi'ne 28 kişilik heyet ile gelen İTÜ
Mimarlık Fakültesi Mimari Bölüm Başkanı Prof.Dr.
Gülen Çağdaş, ve İTÜ Mimarlık Bölümünden Prof.Dr.
Kemal Kutgün Eyüpgiller, ilçedeki Ulu Camii,
Ispanakçı Mustafa Paşa Kütüphanesi, Lütfi Kulu
Konağı, Serkis Miraşoğlu Konağı, Kaşkaloğlu Konağı
ve Keşişin Evi diye adlandırılan konakta restorasyon
projelerinin çalışmalarına başlandı.
Çalışmalar kapsamında eserlerin restorasyon
projeleri çizilecek.
Malatya Haber,
30.06.2010
|
NAMAZGAHI İLAN TAHTASINA ÇEVİRDİLER
Çanakkale'nin Gelibolu İlçesi'nde, 1407 yılında Beşeoğlu İskender Bey tarafından sefere çıkan denizci askerler için yaptırılan ve ilk açık hava camii olarak da bilinen namazgah kendini bilmez kişiler tarafından ilan tahtası haline getirildi.
Özellikle hafta sonları Bayraklı Baba türbesi ve çilehanenin bulunduğu fener mevkiini ziyarete gelenler, namazgahı da ziyaret ediyor. Açık hava camii olarak bilinen namazgaha ilginin her geçen gün artmasına rağmen bazı kişilerin burada duvarları adeta ilan tahtası haline getirmesi hoş olmayan görüntüler oluşturuyor. 1407 yılında Beşeoğlu İskender Bey tarafından sefere çıkan deniz tüfekçi erleri için yaptırılan ve ilk açık hava camii olarak da bilinen namazgahın buraya gelen erlerin 603 yıl önce namazlarını kıldıktan sonra sefere çıktıklarını tarih kitaplarından bildiklerin ifade eden vatandaşlar, "Namazgahın girişini oluşturan taş biçimindeki mermer kapı ise Ladikli Süleymanoğlu Aşık tarafından yaptırılmış. Bu tarihi yerin korunması gerekir" dedi.
Çanakkale Kent Haber, 30.06.2010
|
 |
HASANKEYF'TE MAĞARA SAVAŞI

Hasankeyf'teki kazıları yürüten Prof.Dr. Uluçam,
halka TOKİ konutlarına taşınmalarını önerdi.
'Hasankeyfliler yeni yerleşim birimine layık' diyen Uluçam'a AKP'li Belediye Başkanı Kusen tepki
gösterdi: 'Baraj yüzünden 50 yıldır huzursuzuz.
Mağaradaki yaşamı süslü evlere değişmeyiz'.
TOKİ
Batman’ın Hasankeyf İlçesi'nde 1000 konut yapımı için
temel atmaya başladı ve tartışma başladı. Ilısu
Barajı’nın suları altında kalma tehdidi altındaki
kazıları yürüten Batman Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Abdüsselam Uluçam, ilçe sakinlerine TOKİ
konutlarına yerleşmelerini önerdi. Hasankeyf
Belediye Başkanı Ak Partili Abdulvahap Kusen ise
lüks konutlarda yaşamaktansa mağarada yaşamayı
tercih ettiklerini söyledi.
Prof.Dr. Uluçam’ın verdiği bilgiler arasında bir
nokta dikkat çekiciydi:
Uluçam, ‘arkeoloji kazıları bitmeden barajda su
tutulmaya başlanmayacağını, bugüne kadar bölgenin
yüzde 20’sini kazabildiklerini, kazıların bitmesinin
ise 15-20 yıl sürebileceğini’ söyledi.
TOKİ, Ilısu Barajı’nın sularından etkilenmeyecek bir
bölgede 1000 konut için temel attı. Sekiz yıldan
beri bölgede kazıları yürüten Prof.Dr. Uluçam, kazı
çalışmalarının hızlanması için ilçe halkından yeni
konutlara geçmelerini istedi.
Uluçam, “Hasankeyf’te kültür varlıklarını ortaya
çıkarmak, belgelemek zorundayız. Değişik alanlarda
bugüne dek 142 tarihi eser gün yüzüne çıkardık.
Birçok yerde vatandaşın arazisi diye kazı
yapamıyoruz. Hasankeyfliler yeni yerleşim yerine
layık. Küçük yapılarda kalabalık nüfusun barınması
beni üzüyor” dedi.
Hasankeyf Belediye Başkanı
Abdulvahap Kusen
ise “Hasankeyfliler yeni yerleşim birimine layık”
diyen Prof.Dr. Uluçam’a tepki gösterdi. Uluçam’ı
insanları ilçeden çıkarmaya çalışmakla suçlayan
Kusen, Hasankeyflinin bir yaşam biçimi olduğunu,
baraj projesi konuşulmaya başladığından beri, yani
50 yıldır halkın psikolojisinin bozulduğunu
anlattı:
“Rektör sayın Uluçam, her şeyi bırakmış yeni
yerleşim biriminin peşine düşmüş. Baraj karşılığında
bu konutlar rüşvet olmamalı diyoruz. Biz de
Hasankeyf’teki birçok tarihi eserin ortaya
çıkarılmasından yanayız. Hasankeyf’in değeri bu
kadar ucuz olmamalı. Mağaradaki yaşamı süslü evlere
değişmeyiz. Bizler yıllardır tarihle iç içe olan
Hasankeyfliler, şaşaalı evlerin peşinde değiliz.
Ilısu barajı 50 yıldır psikolojimizi bozdu. 11
yıldır Hasankeyf Belediye Başkanlığı’nı görevini
sürdürüyorum. Hep Hasankeyf’in yaşam mücadelesini
dillendiriyoruz. Hizmet ve diğer çalışmalar ikinci
planda kaldı. Hasankeyf’te daha kazılacak çok yer
var. Rektörün görüşüne katılmıyoruz. Burası altı
kazılacak bir yer değil, kültürel dokunun hakim
olduğu bir bölgedir. Kazı başkanının açıklamaları
bizi rahatsız ediyor. Bu mağaralarımızı villa,
konutlara değiştirmeyiz. Biz yerimizden son derece
memnunuz. Biz yatırımlara karşı değiliz. Büyük
şirketlerin dayattığı devasa projelere karşıyız.
Tarih ve kültürü yok edecek projeleri istemiyoruz.
Günümüzde çevre dostu projeleri de hayata geçirmek
zor değil. GAP bölgesinin kalbi Hasankeyf’tir.”
Kazı Başkanı Prof.Dr.
Abdüsselam Uluçam,
İslam ve Hıristiyanlık aleminin önemli
merkezlerinden biri olan bölgenin sekiz yılda yüzde
20’lik bölümünde kazı çalışması yaptıklarını
söyledi.
Bölgede arkeoloji kazıları bitmeden su tutma
çalışmasına başlanamayacağını vurgulayan Rektör
Uluçam “Bu iş 15-20 yıl sürebilir. Kültür
varlıkları tescil edilmeden Hasankeyf sular altında
bırakılamaz. Her şeyden önce kültür varlıklarını
korumak için Hasankeyf'teyim. Dünya kültür mirasını
korumak zorundayız. Hasankeyf'i sular altında
koruyarak da yaşatabiliriz. Birçok proje gündemde.
Benim gönlümden geçen Hasankeyf'in sular altında
kalmamasıdır. Fakat baraj yapılsa da bu devlet
politikasıdır” dedi.
Radikal, Haber: Arif Aslan, Fotoğraf: Serkan Ocak,
30.06.2010
|
 |
DİKKAT, GAUDI VAR!
Gaudi’nin tamamlanmamış başyapıtı Sagrada Familia’nın yakınına inşa edilecek yüksek hızlı tren tüneli nedeniyle tehlike altında olduğu söylüyor.
Şehrin sakinleri ise pencerelerine protesto afişleri astı ve bu durumdan endişe duyanlar küçük bir zafere imza attı. Bağımsız uzmanlar, Gaudi’nin eserini tehlikeye atmayacak alternatif bir tren yolu tasarlarken, İspanya Parlamentosu tünelin inşasını acilen durdurmak için uyarıcı tedbir niteliği taşıyan bir oylama gerçekleştirdi. Kilisenin inşasını bitirmeyi amaçlayan Sagrada Familia Vakfı Başkanı Joan Rigol, hükümetin çalışmalarını gözden geçirmesi gerektiğini söyledi.
Oylama bağlayıcı olmamasına rağmen, İspanya Başbakanı Jose Luis Rodriguez Zapatero’nun hükümeti üzerinde politik baskı oluşturuyor. Oylamadan sonra, tünelin inşasına karşı olan Yurttaş Platformu Başkanı Pere Vallejo, hükümetin halkın isteğini göz ardı etmesinin demokrasi ile bağdaşmayacağını söyledi. Vallejo’nun grubu, sadece Gaudi’nin çalışmasının geleceğiyle ilgilenmiyor aynı zamanda tünelin inşa edileceği bölgede bulunan kendi dairesinin de içinde olduğu 18 bin apartman dairesinin kaderinden endişe duyuyor. Hükümetin anlaşmazlığıyla karşı karşıya kalan Uluslararası Gaudi Beatification Society’nin üyeleri ise bir mucize gerçekleşmesi için Gaudi’den medet umacak.
Taraf, 30.06.2010
|
GÜZEL SANATLAR GALERİSİ
RESTORE EDİLİYOR
Çanakkale'de tarihi
özelliği bulunan ve bakımsızlık sebebiyle
vatandaşların tepkisine sebep olan kordon boyundaki
Devlet Güzel Sanatlar Galerisi, restore edilmeye
başlandı.
Yaklaşık 8 yıl önce
restore edilmesine rağmen dış cephesinin ahşap
olması sebebiyle yeniden zarar görmesi üzerine
devreye giden Kültür Turizm İl Müdürlüğü yetkilileri
binayı yeniden eksi görünüme kavuşturmak için
çalışma başlattı. Bakanlık ile yapılan görüşmelerden
sonra binanın restorasyonu konusunda ihalenin
yapıldığını belirten yetkililer, “Bu ihalenin
ardından ilgili firma binanın restorasyonu ile
ilgili çalışmalara başladı. Yaklaşık 6 ay sürecek
çalışmada binanın dış cephesi ile iç kısmı restore
edilecek. Yaklaşık 500 bin TL’ye malolacak
çalışmanın ardından tarihi bina yeniden eski güzel
görünümüne kavuşacak” dedi.
Çanakkale Kent Haber,
30.06.2010
|
|
YANLIŞLIKLA ANTİK KENT BULDULAR

Define avcılarının yaptığı kaçak kazılarla ilgili
incelemelerde bulunmak üzere Ankara’nın
Şereflikoçhisar İlçesinde çalışmalar başlatan
Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ne bağlı arkeologlar,
tesadüf eseri Roma dönemine ait "Parnassos
antik kenti"ne ait kalıntılara ulaştı.
Beraberindeki bir ekiple Şereflikoçhisar’a gelen
Anadolu Medeniyetleri Müzesi Müdürü Melih Arslan,
Kaymakam Hasan Kürklü ve Belediye Başkanı Hakverdi
Altuğ ile Değirmenyolu (Parlasan) Köyündeki kazı
alanına geldi. Bölgede yaptıkları çalışmalar
hakkında bilgiler veren Arslan, bir süre önce kaçak
kazılar yapılan alanda araştırma yaptıkları sırada
Roma dönemine ait Parnassos antik kenti’nin izlerine
ulaştıklarını söyledi.
Köydeki kazıları
3 arkeolog
ve 12 işçi ile birlikte yürüttüklerini ifade eden
Arslan, "Parlasan Köyünde bulduğumuz Roma ve Bizans
dönemine ait kalıntılar Parnassos antik kentinin
100 dönümlük bir alanda kurulduğunu gösteriyor"
dedi.
Şereflikoçhisar’da arkeoloji ve Anadolu tarihi
açısından çok önemli bir keşfin başlangıcında
olduklarını vurgulayan Arslan, kazıların
Değirmenyolu Köyünde çiftçilikle uğraşan Fatma Görgülü’nün verdiği bir dilekçe ile başladığını dile
getirdi. Melih Arslan, "Söz konusu kişinin buğday ve
kavun ekili tarlası bugüne kadar kaçak kazı yapan
kişiler tarafından tahrip edilmiş. Kendisi de
tarlasının kullanılamaz hale gelmesinden dolayı
dilekçe ile ilgili makamlara başvurarak burada kazı
yapılmasını istemiş. Bu başvuru üzerine Kültür ve
Turizm Bakanlığının onayını alarak, kurtarma kazısı
yapmak üzere Parlasan’a geldik. Onlarca dönümlük
arazi içinde kazmayı vurduğumuz
ilk yerde
kayıtlarda yer alan Parnassos antik kentinin
izlerine ulaştık. Zaten bu kentin varlığı Bizans ve
Roma dönemi kayıtlarında vardı. Tarihi kayıtlardaki
bir kenti ortaya çıkarmanın mutluluğunu yaşıyoruz"
diye konuştu.
Kazı yaptıkları alanın antik haritalarda eski
Kudüs’e giden yol güzergahında bulunduğunu ve "Hacı
Yolu" olarak kullanılan bir güzergahta yer aldığını
ifade eden Arslan, o dönemde bölgenin en
büyük
kiliselerinden birinin de burada yer aldığı
bilgisinin tarihi kaynaklarda da görüldüğünü,
çalışmaların büyük bir heyecanla devam ettiğini
bildirdi.
Melih Arslan, şu ana kadar kazı yapılan alanda 10
metrekarelik yer mozaiğini gün ışığına
çıkardıklarını belirterek, bu mozaiğin devamı olan
yaklaşık 10 metrekarelik bir alanı da tamamen ortaya
çıkarmak üzere olduklarını dile getirerek, sözlerini
şöyle sürdürdü:
"Burada
Türkiye'nin
en büyük yer mozaiğini ortaya çıkarıyoruz. Alandaki
kazılarımız ilerledikçe mozaiğe ait yapının devam
ettiğini görüyoruz. Şu ana kadar ulaştığımız alan 20
metrekarenin üzerinde. Mozaik üzerinde geyikler,
keklikler ve çeşitli hayvanlara ait figürler mevcut.
Bugüne kadar Türkiye’nin en büyük yer mozaiğine
Zeugma’da yapılan kazılarda ulaşılmıştır ve
büyüklüğü 12 metrekaredir."
Arslan, kazıların kısıtlı ödenek ve imkanlarla
yaklaşık 100 yıl kadar sürebileceğini ifade etti.
Radikal, 30.06.2010
|

|
CARAVAGGIO'NUN ÇALINAN TABLOSU BULUNDU
2008 yılında Ukrayna’da sergilendiği müzeden çalınan İtalyan sanatçı Michelangelo Merisi da Caravaggio‘nun “The Taking of Christ” adlı tablosu Almanya’nın başkenti Berlin’de bulundu.
Üçü Ukraynalı, biri Rus dört kişi, eseri ismi açıklanmayan bir kişiye satmak üzereyken operasyonla yakalandı. 20 kişi daha gözaltına alındı.
Tablo 2008 yılının temmuz ayında Ukrayna’nın Odessa kentindeki Batı ve Doğu Sanatları Müzesi'nden çalınmıştı.
Habertürk, 30.06.2010
|
HAVARİLER İÇİN MÜTHİŞ İDDİA
Gazeteci yazar
Yaşar İliksiz, bugün üzerinde Fatih Külliyesi ve
Camisi'nin bulunduğu alanda Bizans İmparatoru 1.
Konstantin döneminde inşa edilen Havariler
Kilisesi'ne 13 tabut yerleştirildiğini, tabutlardan
12 tanesine Hz. İsa'nın havarilerinin mezarlarından
kemiklerinin getirilmesinin planlandığını, kimi
rivayetlere göre de bazı havarilerin kemiklerinin
getirilmesinin sağlandığını iddia etti.
Marmara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih
Bölümü mezunu olan İliksiz, yaptığı yazılı
açıklamada, Profil Yayınlarınca yayımlanan
“Konstantin'in Sırrı” adlı eserinde, tarihin
bilinmeyen sayfalarına dair ilginç iddialara yer
verdiğini belirtti.
Tarihte göz ardı edilen belgelerin varlığına
dikkati çeken İliksiz,
İstanbul'un kuruluşu ile ilgili efsanelerle
başladığı eserinde, Hıristiyanlığı resmi din kabul
etmiş ilk imparatorluğun
İstanbul'da kurulduğuna dikkati çekti.
Doğu Roma İmparatorluğu'nun kurucusu “Büyük
Konstantin” diye de bilinen 1. Konstantin'in, inanan
bir Hıristiyan olduğunu savunan yazar, onun Pagan
olarak öldüğü ya da son nefesinde vaftiz edildiği
rivayetlerini, inancını herkesten gizlemesine yordu.
İliksiz, “İmparator, tek tanrı inancını
açıkladığı takdirde, hayallerini
gerçekleştiremeyeceğinden korkuyordu. O yüzden
inandığını son ana kadar saklamış olabilir ama
ortaya koyduğu devletin resmi din kimliği ve Hz.
İsa'nın havarilerinin mezarını
İstanbul'da toplama girişimi, onun inançsız
olmadığının göstergeleridir” ifadelerini kullandı.
Yapılan tarihi araştırmalarda ulaşılan bazı
bilgilere göre, Hz. İsa'nın havarilerinden
bazılarının mezarlarının
İstanbul'a taşındığına inanıldığını belirten
İliksiz'e göre,
İstanbul'un Kudüs'ten sonra en önemli dini
merkez kabul edilmesini sağlamak için ilk Doğu Roma
imparatorları büyük çaba sarf etti. Bu nedenle bugün
üzerinde Fatih Külliyesi ve Camisi'nin bulunduğu
alanda inşa edilen Havariler Kilisesi'ne 13 tabut
yerleştirildi. Tabutlardan 12'sine Hz. İsa'nın
havarilerinin mezarlarından kemiklerinin getirilmesi
planlandı. Kimi rivayetlere göre bazı havarilerin
kemiklerinin getirilmesi de sağlandı.

Yaşar İliksiz,
İstanbul'un fethi hazırlıklarına 1452'de
başlandığı, Hisar'ın yerini Fatih Sultan Mehmet'in
belirlediği iddialarının hamasi olduğunu savunarak,
o bölgede daha önce Osmanlı yerleşimi olduğunu
belirtti.
İstanbul Rumelihisarı'nda 1451 tarihli Osmanlı
mezar taşı bulunmuş olmasının bu iddiayı bilimsel
olarak çürüttüğünü belirten yazar, şu bilgileri
verdi:
“1451'de burada ölen kişi, mezar taşındaki bilgilere
göre, Hacı Bayram-ı Veli'nin müridi ve
Akşemseddin'in arkadaşı Kızılca Bedrettin'dir. Bu da
İstanbul'da bugün Rumelihisarı'nın yapıldığı
araziye ilk Osmanlı yerleşiminin sanılandan daha
eski dönemde başladığını gösteriyor. Buraya yerleşen
ilk kafile bir Bektaşi dergahının müritleridir. Ve
sözlü kaynaklara göre, muhtemelen onlar bugün Durmuş
Dede Tekkesi olarak bilinen tekkede yaşayanların
atalarıdır.”
İLK ERMENİLER DE FETİH'TEN ÖNCE GELDİ
İstanbul'da Bizans sınırları içinde yaşayan
Ermeni varlığı istisna edildiği takdirde kente ilk
Ermeni kafilesinin gelişinin de 1451 veya öncesine
rastladığına dikkati çeken İliksiz, romanında
bölgeyi Müslümanlaştırmak için ilk Bektaşi kafilesi
ile birlikte Ermeni duvar ustalarının da geldiğinin
kuvvetle muhtemel olduğunu savundu. İliksiz'e göre
bölgede bulunan Ermeni Mezarlığı bunun kanıtı.
İliksiz, bugün ibadete açık olan Surp Sanktuht
Kilisesi'nin de Durmuş Dede Tekkesi gibi 1450'li
yıllara kadar gittiğini iddia etti.
İstanbul'un fethinde sadece Müslüman güçlerin
değil Bizans'ın zulmünden yılan gayrimüslim
unsurların da kısmen yer aldığını söyleyen İliksiz,
bu nedenle
İstanbul'a gelen ilk Ermeni kafilesinin o
yıllarda olmasının sürpriz sayılmaması gerektiğini
dile getirdi.
MEHMET SİYAH KALEM, FATİH SULTAN MEHMET Mİ?
İliksiz'in kitabında dikkati çeken tarihi iddialar
arasında öne çıkanlardan biri de eserleri dünya
çapında meşhur, ama hakkında adından başka hiçbir
şey bilinmeyen Mehmet Siyah Kalem adlı olağanüstü
yetenekli nakkaşın kimliği.
Mehmet Siyah Kalem'in Orta Asya steplerinden
gelmiş olabileceğini savunan sanat tarihçilerinin
sadece bir iki resimden hareketle bu tezi ortaya
attığını belirten Yaşar İliksiz'e göre, ressamın,
Topkapı Sarayı dışında eserinin bulunmaması bile o
varsayımları havada bırakıyor.
İliksiz, resimlerine adı sonradan başkaları
tarafından yazılan ünlü ressamın,
İstanbul'da yaşamış biri olduğunu savunuyor.
Bazı ünlü ressamların, Mehmet Siyah Kalem'in bizzat
Fatih Sultan Mehmet olabileceğine inandığını, ama
bunu dillendirmeye çekindiğini belirten İliksiz,
“Eğer Topkapı Sarayı'ndaki Fatih'in çocukluk
defterindeki çizimler ile Mehmet Siyah Kalem'e ait
olduğu belirtilen çizimler bilimsel metotlarla
karşılaştırılır ve eksperlerin oluşturacağı bir
komisyona incelettirilirse bu şüphenin sağlık
derecesi aydınlanır” ifadelerini kullandı.
İliksiz'e göre, ressam,
İstanbul'a fetih öncesi getirilmiş ve Boğaz'da
iskan ettirilmiş Bektaşi dergahının müritlerinden
biri de olabilir. Bu da resimlerdeki Orta Asya
etkisini anlaşılır kılabilir.
SİLİVRİ'DEKİ NAKKAŞHANE
İliksiz, ünlü tarihçilerin araştırmalarında ortaya
koyduğu verilere ve belgelere göre Fatih Sultan
Mehmet zamanında
İstanbul'da yeri tam olarak tespit edilemeyen
bir Nakkaşhane kurulduğunu ve “Nakkaş Baba” denilen
ünlü Nakkaş'ın orayı yönettiğini ifade etti.
Kendisine tımar arazisi olarak verilen Çatalca'ya
giden Nakkaş Baba'nın oradaki türbesinin bugün de
varlığını sürdürdüğünü belirten yazara göre, asıl
tuhaf olan Nakkaş Baba'nın varlığının kanıtlanmasına
rağmen Nakkaşhane'ye ve orada çalışanlara ne
olduğuna dair evrak ve belge bulunamaması.
İliksiz, “Şahsen bu nakkaşhanenin kasıtlı olarak
ortadan kaldırıldığına inanıyorum, çünkü daha
sonraki dönemde Fatih'in döneminde yapılmış bazı
resimlerin, hatta Bellini'ye yaptırdığı kendi
portresinin bile saraydan çıkartılıp haraç mezat
satıldığını biliyoruz” ifadelerini kullandı.
Hürriyet, 29.06.2010
|
HESAP SORMA ZAMANI
Atatürk Kültür Merkezi, AKP
tarafından hayalet bina olmaya dönüştürülüyor.
Yapının tüm aksamları tahrip edilip, ölüme terk
edildi.
Bir yandan Kültür Bakanı, diğer yandan 2010 AKB
Ajansı sorumluluğu birbirlerine atıyorlar.
Ama kent operasız, balesiz, senfonisiz iki koca
yıl geçirdi.
Bu kentin gerçek sahipleri, bir kültürel varlık
olduğu tescillenmiş olan AKM’nin de gerçek
sahipleridir.
Sanatçılar ve sanat alanlarının örgütleri,
bilinerek ve isteyerek sanat üretme ve insanla
buluşturma özgürlükleri ellerinden alınanlar, rant
avcılığının sistemleri uygulamaları yüzünden
onurları çiğnenen yurttaşlar, kendi gelecekleri için
yeniden birleşmeli ve aşağıdaki suç duyurusuna ortak
olmalıdırlar.
‘Kültür Sanat ve Turizm Emekçileri Sendikası’
hukukçuları tarafından kaleme alınan aşağıdaki suç
duyurusu metni, yaşadığımız tüm süreçlerdeki
kanunsuzluğun, keyfiliğin ve suçun da belgesidir.
Bugüne dek yaptığımız tüm çağrıları yanıtsız
bırakan sorumlular, zaman geçmeden yargı önüne
çıkartılmalıdır.
“İSTANBUL CUMHURİYET SAVCILIĞI’NA
Sanıklar :
1- Kültür ve Turizm Bakanlığı
2- İstanbul 2010 Avrupa Kültür Ajansı Hakkında Kanun
( 5706 sayılı Kanun ve 26700 sayılı, 14 Kasım 2007
Tarihli Resmi Gazete kurulan geçici teşkilat)
Hadise :
İstanbul Beyoğlu Gümüşsuyu mahallesinde 79 pafta
750 ada 104 parselde bulunan İstanbul Atatürk Kültür
Merkezi, İstanbul I numaralı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 07.07.1993 tarih 4720
sayılı kararıyla Beyoğlu kentsel sit alanı içersinde
kalmaktadır.(Ek 1) Aynı kurul 06.01.1999 gün 10521
sayılı kararla Atatürk Kültür Merkezini korunması
gerekli kültür varlığı olarak tescil etmiştir.(Ek 2)
İstanbul II numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu 30.10.2007 gün 1344 sayılı
kararla da koruma grubunu 1. grup olarak
belirlemiştir.(Ek 3)
Kentsel sit alanında ve tescilli bir yapıda 2863
sayılı yasa, yönetmelik, yönerge, ilke kararları ve
kararların devamlılığı ilkelerine aykırı olarak
koruma kurulu üyeleri; rölövesi 06.12.2006 gün 689
sayılı kararla onaylı yapıda, rölövesine genel
hatlarıyla uyan (bir iki değişiklik hariç) avan
projeyi 14.05.2008 gün 1783 sayılı kararla
onaylamıştır.(Ek 4) Kurul bu kararında tasdik edilen
avan projeye göre uygulama projelerini istemiş,
ancak 24.12.2008 gün 2268 sayılı kararla yapının
rölövesine göre çok farklı, 660 ve 665 sayılı ilke
kararları, yönetmeliğe aykırı başka bir avan proje
onaylamıştır.(Ek 5)
Koruma Bölge Kurulu Cumhuriyet dönemi mimari
eseri olarak tescilli olan bu yapıyla ilgili çeşitli
zamanlarda çelişkili kararlar almıştır.
Atatürk Kültür Merkezi cephesine bez afiş
asılmasını 16.06.2006 gün 374 sayılı kararla uygun
bulmayan (Ek 6), aynı konuda bakanlığın diğer
başvurusunu 27.07.2006 gün 473 sayılı kararla uygun
bulmayan (Ek 7), 18.06.2008 gün 1869 sayılı kararla
yine aynı isteği 665 sayılı ilke kararına göre
reddeden (Ek 8) koruma kurulu üyeleri, 04.07.2008
gün 1918 sayılı kararla (Ek 9) bu kez Atatürk Kültür
Merkezi binasının cephesine reklam panosu
asılamıyacağına, ancak AKM’de yapılacak tamir ve
tadilat için kurulacak iskeleye, İstanbul 2010
Avrupa Kültür Başkenti kapsamında kültür ve sanatla
ilgili, Türkiye’yi tanıtıcı bilgilendirici olmak
kaydıyla ve iskele söküldüğünde kaldırılmak üzere
tanıtım ve bilgilendirme panosu asılabileceğine
karar vermiştir. Aynı kurul 12.11.2008 gün 2185
sayılı kararla da (Ek 10) daha önce almış olduğu
kararından vazgeçerek Atatürk Kültür Merkezi’nin ön
cephesine yapının restorasyonu sırasında kurulacak
iskeleye, restorasyon süresi ile sınırlı olarak
reklam panosu asılmasında sakınca olmadığı kararını
vermiştir.
Bu karar 665 sayılı ilke kararına aykırıdır.
Koruma kurulu daha önce aldığı kararlarla reklam
asılmasının 665 sayılı ilke kararına aykırı olduğunu
vurgulamış, ancak daha sonra aykırı olduğunu
belirttiği konuda geçici olarak reklam asılabileceği
iznini vermiştir.
Yasalara aykırı bir husus varken, yasak olan bir
şeyi belli bir süre için de olsa, yasağı kaldırdım
diye bir yetki Koruma Kurulu'nda yoktur.
Tüm bunların sonucunda Atatürk Kültür Merkezinde
proje kapsamında yapılan yıkım çalışmasında İstanbul
9. İdare mahkemesinin 2009 /79 E: 2009 /2088 K.
Sayılı dosyasında yaptırmış olduğu bilirkişi
incelemesi sonucunda Atatürk Kültür Merkezi'nin yıkım
ve tadilat çalışmalarını yasaya ve mevzuata aykırı
bularak iptal etmiştir.
Atatürk Kültür Merkezi'nde sanıklar eliyle
yaptırılan yasaya aykırılıklar şöyledir :
Yerinde yapılan incelemeye ait değerlendirmede;
duvar, döşeme ve kolonlarda büyük tahribatlar
yapıldığı 2863 sayılı yasanın 9. maddesinin ihlal
edildiği, büyük salonun döşemelerinin koltuklar ve
ahşap duvar kaplamalarının gerekli koruma kararı
olmadan söküldüğü saptanmış, yapının 1. Grup
korunması gerekli yapı (kültür varlığı) olması ve
Kültür ve Tabiat varlıklarını Koruma Yüksek
Kurulu’nun 05.11.1999 tarih ve 660 sayılı Taşınmaz
Kültür varlıklarının gruplandırılması Bakım ve
Onarımla ile ilgili İlke kararı, ayrıca Bayındırlık
Bakanlığının Kültür ve Turizm Bakanlığı’na yapının
bakım, onarım ve yenileme çalışmaları için
verdiği telif hakkının şartları incelendiğinde, söz
konusu avan proje tadilatının uygun olmadığı,
Cumhuriyetin ve modernizmin hakim düşünce yapısı
doğrultusunda Kültür ve sanat faaliyetlerinin önemli
bir odağı ve sembolü olan Atatürk Kültür Merkezi’nin
sosyo kültürel ve tarihsel kimliğini oluşturan
mekansal, biçimsel ve yapısal özelliklerinin, söz
konusu avan proje tadilatı ile değiştirildiği,
yapının genel karakterinde değişikliğe yol açan ve
özgün yapısını bozan önerilerin yapıldığı, avan
proje tadilatında özgün mekansal kurgu, plan
özelliği, malzeme özelliklerinin göz ardı edildiği,
korunması gereken en önemli değer olan “özgünlük
değeri”nin ise biçim ve tasarım, malzeme ve doku,
kullanım ve işlev , gelenekler ve teknikler, yer ve
konum, ruh ve duygudan oluşmakta olup kültür
varlığının kimliğini oluşturduğu, dolayısıyla koruma
yaklaşımının vazgeçilmezi ve varlık nedeni olduğu,
söz konusu kültür varlığının yapılacak esaslı
onarımında kütle ve kontur özelliği, cephe özelliği
ve plan kurgusuna zarar vermeden, yapı için çok
gerekli olan mekanik ve tesisat açısından çağdaş
sistemlerin yapıya uyarlanıp, gerekli yalıtım ve
detay hatalarının da giderilerek yapının döneminin
özellikleri, mimari kimliğini ve özgünlüğünü
bozmadan onarımının yapılması gerektiği, Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu
Müdürlüklerinin Çalışma Esaslarına İlişkin
Yönergenin (30.06.2006 tarih, 306448 sayılı Bakanlık
onaylı) kararlara ilişkin esaslar başlıklı 8.
maddesinde yer alan 'Karar benzer konularla ve varsa
daha önce alınmış koruma Bölge kurulu ve yargı
kararlarıyla çelişki göstermez, kendi içinde
bütünlük sağlar' kuralına uygun olmadığı, sonuç
olarak kentsel sit alanında kalan kültür varlığı
olarak tescil edilen koruma grubu 1 olan Atatürk
Kültür merkezi olarak adlandırılan yapının ,
önerilen avan proje tadilatı ile günümüze ulaşmış
sosyo-kültürel , tarihi kimliğini oluşturan
mekansal, biçimsel, yapısal özellikleri ile çevre
içindeki özgün konumunun korunmadığı, ilgili mevzuat
hükümleri ile ilke kararlarına uygun olmadığı
kanaatine varılmış.
Tanımlamaya çalıştığımız, yasaya aykırı yıkım ve
tadilat çalışmaları sonucunda Atatürk Kültür Merkezi
şu anki haliyle kullanılamaz durumda bırakılmış ve
mahkemenin söz konusu projeyi iptal etmesinden sonra
Atatürk Kültür Merkezi yıkımı yapan sanıklar
tarafından eski haline getirilmeden bırakılmıştır.
Bunun sonucu olarak da söz konusu yerde sanat
çalışmaları icra edilemez hale gelmiş ve sanat
çalışmalarının yapılması için İstanbul’un çeşitli
yerlerinde kiralık mekanlar tutularak devlet hiçbir
lüzum yokken zarara uğratılmıştır ve halen de devam
etmektedir. Bunun yanında Atatürk Kültür Merkezinin
yapılan yıkım sebebiyle kapalı olması nedeniyle
İstanbul halkının da Bale, Tiyatro ve benzeri
sanatsal etkinliklerden mahsur kalmasına meydan
bırakılmıştır.
Yukarıda izah ettiğimiz ve resen gözetilecek
nedenlerle sanıklar ve ilgili kurumlar hakkında Türk
Ceza Kanununun ilgili maddeleri gereği haklarında
kamu davası açılarak cezalandırılmalarını
saygılarımızla arz ederiz. “
Şimdi sıra, suç duyurusuna ortak olacak olan
özgür bireylerin, sanat alanları örgütlenmelerinin
ve İstanbul halkınındır.
Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, 2010 AKB Ajansı’nın
başı Şekip Avdagiç, Ajans’ın yürütücüsü bakanlar,
vekiller ve diğer kamu yöneticileri hesap
vermelidirler.
AKM, Koruma Kurulu kararları gereğince
onarılmalı, önümüzdeki sezona yetiştirilmelidir.
Bu yurttaşlık hakkını umursamayan AKP ve
yandaşları sabrımızı sınamaktan, İstanbul ve ülke
halkını aptal yerine koymaktan bir an önce
vazgeçmelidirler.
AKM için de sanat üreten sanatçı dostlar,
geleceklerine sahip çıkmalıdırlar.
Daha iki gün önce Parlamento’da ilgili
komisyondan geçen ‘Kütüphaneler, Kültür Merkezleri,
Danışma Büroları, Güzel sanatlar Galerileri ve
Müzelerin İl Özel İdarelere Devri’ yasasının
ardından gelecek olan tasarı, ‘Opera-Bale ve
Senfoni’nin özelleştirilme’ yasasıdır.
Bugün sanat üretim mekanları kimsesizliğe
itilenlerin, yarın meslekleri satılığa çıkartılacak
ve uluslararası sanat pazarlamacılarının kirli
ellerinde yitip-yok olup gidecekler.
Bu madrabazlığa göz yummak, bir sorumsuzluk değil
ise nedir?
Sanatçılar, sanat emekçileri, örgütleri ve
İstanbul halkı, Kültür Sanat ve Turizm Emekçileri
Sendikası’nın yürüttüğü hukuksal süreçlere dahil
olmalıdırlar.
Bu kör düğüm çözülmelidir.
Haber Sol, Yazı: Orhan Aydın, 29.06.2010
|
HOŞAP KALESİ TURİZME KAZANDIRILDI

Van'ın Gürpınar İlçesi'nde bulunan ve yıkılma
tehlikesi nedeniyle 2005 yılında ziyarete kapatılan
Hoşap Kalesi'ndeki restorasyon çalışmaları
tamamlandı. Muhtar Sadrettin Çekici, köy halkının
kalenin kapatılmasından sonra ekonomik açıdan büyük
kayıp yaşadığını ifade etti.
Van'ın Gürpınar İlçesinde bulunan ve yıkılma
tehlikesi nedeniyle 2005 yılında ziyarete kapatılan
Hoşap Kalesi'ndeki 3 ay süren restorasyonun ardından
turizme kazandırıldı. 1643 yılında Mahmudi aşireti
lideri Sarı Süleyman Bey tarafından Urartu Kalesi
temelleri üzerine inşa ettirilen Hoşap Kalesi'nde, 3
ay önce başlatılan restorasyon çalışmalarını
üstlenen firmanın şantiye şefi Adnan Vural, titiz
bir çalışma yürütüldüğünü söyledi. Vural, 'İhale
şartnamesine göre Aralık ayında tamamlanması gereken
restorasyonu, 60 kişilik ekiple yoğun tempoda
çalışarak 3 ayda tamamladık' dedi. Vural, kalenin
giriş bölümünden başlayarak, kuzey ve güney
kesimlerdeki burçların orijinaline uygun taşlarla
kaplatıldığını anlattı.
Adnan Vural, restorasyonda, kalenin özellikle
kuzeybatı bölümüne ağırlık verildiğini dile
getirerek, şu bilgileri verdi: 'Kuzeybatı
bölümündeki iki burçta yapısal sorun vardı ve
burçlar ziyaretçiler için tehlike arz ediyordu.
Enjeksiyon yöntemi ile burçlardaki çatlakları
kapatarak, güçlendirme çalışması yaptık.
Restorasyonda kullandığımız harcın malzemesini
İtalya'dan getirdik. Kirece benzer bir malzeme,
fakat suya daha dayanıklı olduğu için bu malzemeyi
kullanıyoruz. Restorasyon sırasında kaleden
aldığımız taş ve toprak örneklerini de analize
göndererek, hangi türde olduğu belirlendi. Bunun
tespit edilmesinin ardından kaplamalarda aynı
taşları kullandık. Burası çok büyük bir kale.
Kalenin tamamını restore etmemiz için bu yıl
yaptığımız çalışmanın 10 katını yapmamız gerekiyor.'
Güzelsu Köyü muhtarı Sadrettin Çekici de, her yıl
çok sayıda yerli ve yabancı turisti ağırlayan
kalenin 2005 yılında ziyarete kapatılmasıyla köy
halkının ekonomik açıdan büyük kayıp yaşadığını
ifade etti.Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Van
Valiliğinin aldığı karar doğrultusunda, yıkılma
tehlikesi bulunduğu ve ziyaretçilerin can güvenliği
olmadığı gerekçesiyle 2005 yılında ziyarete
kapatılan Hoşap Kalesi'nde, 2006'da Yüzüncü Yıl
Üniversitesi (YYÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Sanat
Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Mehmet Top başkanlığında
kazı çalışması yapılmıştı.
Yeni Şafak, 29.06.2010
|
SİİRT ULU CAMİİ RESTORE EDİLECEK
Siirt Ulu Camii'nde, restorasyon çalışmalarına başlanıyor. Anadolu'nun en eski camilerinden biri olan ve Selçuklu mimarisinin özelliklerini taşıyan tarihi Ulu Camii'nde restorasyon çalışmalarına başlanıyor. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 16 Nisan'da ihaleye çıkarılan Siirt Ulu Camii'ni Üzel İnşaat Ticaret Koll. Şti'nin kazandığı öğrenildi. Vakıflar Bitlis Bölge Müdürlüğü tarafından Siirt İl Müftülüğüne gönderilen yazıda; ihalenin sonuçlandığını, caminin restorasyon süresince kapalı tutulması gerektiğine dikkat çekildi. Yaklaşık 770 bin TL'ye mal olacak restorasyon çalışmalarında, kubbe kısımlarında yer alan kurşunların yenileneceğini, iç kısım ve abdest bölgesinin tamamen restore edileceği belirtildi. İhalesi sonuçlanan Ulu Camii ile Şeyh Ma'ruf Camii'nin restorasyon çalışmaları nedeniyle, camide bulunan halı ve diğer malzemeler kaldırıldı. Siirt Müftüsü Faruk Arvas, Ulu Camii'nin Anadolu'nun en eski camilerinden biri olduğunu, restorasyon çalışmaları nedeniyle caminin kapalı tutulması yönünde Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından restorasyon yazısının kendilerine tebliğ edildiğini belirtti. Arvas, her iki caminin 15 Haziran'dan itibaren restorasyon çalışmaları nedeniyle geçici olarak ibadete kapatıldığını sözlerine ekledi.
Yeni Şafak, Haber: Şakir Özmazı, 29.06.2010
|
 |
KENDİ KENDİNİ YENİDEN KEŞFEDEN KARS

Issızlığın
ortasındaki Ani Harabaleri'nde turist gruplarına
rastlanıyor
Kars’a
sadece 45 kilometre uzaklıkta, Doğu Anadolu’nun en
ihtişamlı antik kentini,
Ani’yi
gezerken, 938 yıl önce yaptırılan
Ebul
Menucehr Camisinin penceresinden, günümüzde
sadece Türkiye’ye ve Ermenistan’a basan ayakları
ayakta kalan İpek Yolu köprüsünü, iki ülke
arasındaki sınırı kıvrıla kıvrıla çizen Arpaçay
Nehri’ni seyrediyor ve Türkiye’nin 15 marka
kentinden biri olmasına karşın, Kars’ın neden
‘sürgün yeri’ ilan edildiğine anlam vermeye
çalışıyoruz.
Kars sadece Ani’den ibaret değil. Sarıkamış, kar
kalitesi, kayak pisti ve ulaşım bakımından dünyanın
en iyi kayak tesislerinin başında gösteriliyor.
Türkiye’deki 400 kuş çeşidinden 250’sine ev
sahipliği yapan Kuyucuk Kuş Gölü, damaklara bayram
ettiren yemekleri, Kars denilince ilk akla
gelenlerden sadece birkaçı. Nobel ödüllü yazar
Orhan Pamuk’a da ilham veren kent,
bugünlerde, silkinip ayağı kalkmak için büyük bir
mücadele veriyor.

Kars’taki
potansiyeli ve değişimi görmek için birkaç günlüğüne
geldiğimiz kentte, ‘Doğu Anadolu’da Kültür
Turizmi İçin İttifaklar Birleşmiş Milletler Ortak
Programı’nı da yakından görme fırsatı
buluyoruz. BM Ortak Programı İletişim Uzmanı
Ayşegül Oğuz, programın doğal ve kültürel
zenginliklerinden yararlanarak Kars’ta turizm
sektörünü geliştirmeyi, istihdam yaratmayı ve gelir
getirici faaliyetlerin artmasını hedeflediğini
anlatıyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ve BM kuruluşları teknik
destek ve uzmanlıklarını sunarak Kars’ta kamu ve
özel sektör tarafından yürütülen çabalara destek
sağlıyor.
Kars’ın zengin ve renkli kültürel geçmişi elindeki
en önemli kozlardan biri. Türkler, Kürtler,
Ermeniler, Ruslar ve Gürcüler... Kent, 1878
Osmanlı-Rus Savaşının ardından Ruslara savaş
tazminatı olarak verilmiş.
Çarlık yönetiminin militarist yapısına inat,
ellerine silah almayı reddettikleri için 1878 Rus
işgalinin ardından Kars’a ve köylerine ‘sürülen’
Malakanlar’dan geriye topu topu 20 kişinin kaldığını
bilmek ise insanın içini acıtıyor. Kars’ın,
barışseverliği ve çalışkanlıkları ile tanınan
Malakanlara, kendilerine kaşar ve gravyer peyniri
yapımını öğrettikleri için ödeyemeyecekleri bir
minnet borçları var.
Her ne kadar nüfus cüzdanına ‘Mehmet Ali Eker’ yazsa
da Mihail Palonin İncesu Köyünden. 62 yaşındaki Malakan, soydaşlarının mecburi göçünü anlatırken,
gök mavisi gözleri daha da hüzünlü bakıyor. “Sayımız
azdı. Gençlerimiz Müslümanlarla evlenemezdi. Çünkü
aramızda din farkı vardı. Bize kız verilip
alınmazdı. Biz de vermezdik. Daha da azaldık. Çözümü
göç etmekte bulduk” diyor Mihail Palonin. Akrabaları
Rusya’dan ABD’ye gitse de kendisi Müslüman olan
eşiyle Kars’ta kalmayı tercih etmiş.
Kars’ın bilinçli veya bilinçsiz olarak yanlış
tanıtılması da çözülmesi gereken sorunların başında
geliyor. İstanbul’dan Kars’a, uçakla gitmek iki
saat, Ankara’dan ise 1 saat 10 dakika. Uçak bileti
erken alındığında otobüsten bile ucuza geldiği
düşünüldüğünde, kilometrelerin bir anlamı olmadığı
gün gibi ortaya çıkıyor. Terör olayı yaşanmayan
Kars’ın sokaklarında, hatta köylerinde, İstiklal
caddesinden çok çok daha güvenli bir ortamda
gezebilirsiniz.
Radikal, Yazı ve Fotoğraflar: Tarık Işık,
29.06.2010
|
AB-I HAYAT SERGİSİ İSLAM ESERLERİ MÜZESİ'NDE
SERGİLENİYOR
İslam Eserleri Müzesi'nde açılan "Ab-ı
Hayat: Geçmişten Günümüze İstanbul'da Su ve Su
Kültürü Sergisi" sayesinde müzenin deposunda bulunan
İkinci Mahmut'un kitabesini yazdığı dörde dörtlük
bir çeşmesinin restorasyonu da yapılmış.
Mayıs ayında İslam Eserleri Müzesi'nde açılan "Ab-ı
Hayat: Geçmişten Günümüze İstanbul'da Su ve Su
Kültürü Sergisi" sessiz sedasız devam ediyor.
Sergide İslam Eserleri Müzesi'nin ve Adell Armatür
ve Vana Fabrikaları A.Ş.'nin koleksiyonlarından bir
seçki yer alıyor. Serginin küratörlüğünü İslam
Eserleri Müzesi Yazma Eserler Bölüm Sorumlusu
Sevgi Kutluay üstlenmiş.
Sevgi Kutluay, "Ab-ı Hayat tabii ki çok iddialı bir
isim. Milattan sonra 300'e kadar inen bir hikayesi
var. Böyle bir sergiye kalkışmak hiç kolay değil.
Bir konsept oluşturup üç boyutlu, farklı bir
ambiyans yarattık. Bizim gibi 1914 yılında kurulan
ve çok zengin bir koleksiyonu olan bir müzenin ve
müzeye kayıtlı bir koleksiyonerin ortak konseptte
birleşerek sergi açması önemli bir çalışmaydı"
diyor.
Koleksiyoner, muslukla ilgilendiği ve küçük eserleri
topladığı için müze olarak mimari -plastik ve
belgelere yoğunlaşmışlar. Onları restore ettirmek,
taşımak, kurdurtmak hiç kolay olmamış.
Osmanlı'da çeşme kültürü
Sergide cennet tasviri olan 14.yy yazmaları da
koleksiyonerin parçalarının ait olduğu 18,19 ve 20.
yüzyıl döneminde suyun önemine değinen eserler de
yer alıyor. Çeşme kitabeleriyle çeşmelere vurgu
yapmakla, insanların ansızın karşısına çıkan
çeşmelere dikkati çekmeyi hedeflemişler.
En önemlisi de bu sergi vesilesiyle İslam Eserleri
Müzesi'nin deposunda bulunan İkinci Mahmut'un
kitabesini yazdığı dörde dörtlük bir çeşmesinin
restorasyonu da yapılmış. Zaten Kutluay'ı sergiyi
düzenlerken en çok heyecanlandıran da eserlerin
gelecek nesillere restore edilerek aktarılması.
Kutluay'a göre "Hayat Suyu" karanlıklar ülkesinde
bulunduğunda içenlere ve yıkananlara ölümsüzlük
kazandırdığına inanılan efsanevi bir su. Kısa
olmasına rağmen insanda var olan yaşama arzusu her
toplumda sonsuz yaşam arama temalı destanların
doğmasına neden olmuştur. Dünya üzerindeki tüm
canlıların var oluşunun hava, ateş, toprakla beraber
dört elementinden ve varlığını sürdürmesinin temel
taşlarından biri olan suyu çok iyi koruyup
kollamamız gerekiyor.
Ab-ı Hayat Sergisi'nde İslam inancındaki suyun
önemi, gösterilen saygı anlatılmaya çalışılmış sonra
da Osmanlı kültüründe suya verilen önemle bağlantı
kurulmuş. Su, Osmanlı toplumunda hayrat ve Osmanlı
mimarisinde çeşmeler çok önemli bir yer tutuyor.
Bunun yansımaları sanat ve edebiyatta da görülüyor.
Dönemin en önemli şairi Nedim, en önemli hattat
Rakım Çeşme kitabesi yazıyor.
20. yy'a dek evlerde su yok
Üç tarafı sularla çevrili ama İstanbul susuz bir
kent ve 20. yüzyıla kadar evlerde su yok. Su
Padişah'ın ana hatlar padişah tarafından
yaptırılıyor. Ana irsale hattından vakıf için su
çekme borusuna katma adı veriliyor. Ve İstanbul'un
tüm suları su nezaretinin denetiminde suyolcuları
tarafından yapılıyor. Vakfiyelerde de suyollarının
tamiri, ıslahı için her şey detaylı formüle
ediliyor. Her şey kayıt altına alınıyor.
Su kemerleri çeşmeler, hayrat bir vakıf yapabilmek
için de vakfiye düzenleniyor. Haziran, temmuz,
ağustos aylarında halka sebilden soğuk su
verilebilmesi için senelik vakıf gelirinden seksen
kuruş ayrılıyor, kar satın alınıyor ve soğuk su
dağıtıyorlar.
Evet, hamamlar hamam ritüelleri, altın hamam
tasları, altın sırma işlemeli havlular, kente nasıl
su verildiğini gösteren haritaları, her biri sanat
eseri olan çeşmeleri görmek, geçmişe serin bir
yolculuk yapmak istiyorsanız yolunuzu İslam Eserleri
Müzesi'ne düşürün. Üst kattaki sürekli sergiyi de
dolaşmayı ihmal etmeyin.
Referans, Haber: Müge Akgün, 29.06.2010
|
 |
ÜFTADE TÜRBESİ'NİN RESTORASYONU BİTTİ
Bursa evliyalarının kutbu olarak bilinen Muhammed Üftade Hazretleri'nin Kavaklı Mahallesi'ndeki 5 asırlık türbesinin restorasyonu tamamlandı.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü, Bursa kadılarından İstanbul'un meşhur evliyası Aziz Mahmud Hüdayi hazretlerinin hocası olan Muhammed Üftade Hazretleri'nin türbesini restore ettirdi. 2008 yılı sonunda başlayan restorasyonla 5 asırlık türbe muhteşem bir görüntüye kavuştu. Restorasyon çalışmaları kapsamında türbenin çatısı askıya alındı, tüm duvarlara deprem takviyesi ve drenaj yapıldı. Türbenin iç ve dış cephelerinin sıvaları yeniden yapılırken tavanı da yenilendi.
Döşemeleri tuğlayla kaplanan türbede bütün pencere ve kapılar elden geçirildi. Ayrıca bütün sandukalar yenilenerek yeşil çuha kaplandı ve örtüleri değiştirildi. Büyük zatın maneviyatından istifade etmeye gelen vatandaşlar da restorasyondan dolayı Valilik ile Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne teşekkür etti.
Öte yandan Vakıflar Bölge Müdürlüğü Nilüfer Hatun Cami ve Karıştıran Süleyman Paşa Türbesi'nin restorasyonları için ihale yaptı. Buradaki çalışmalara önümüzdeki günlerde başlanması bekleniyor. Ayrıca Kestel'de bulunan Aksu Köyü Cami, hamamı, Mudanya'da bulunan Hasanbey Cami, Yıldırım'daki Hüsamettin Tekke Cami, Osmangazi sınırlarındaki Nakkaş Ali Mescidi ile Şahabettin Paşa Camii de restorasyon için gün sayıyor.
Bursa Olay, 29.06.2010
|
HIRİSTİYAN DÜNYASINI KIZDIRACAK İDDİA

İsveçli teologun ortaya attığı bir iddia
Hıristiyan dünyasındaki en önemli inançlardan birini
altüst edecek gibi görünüyor. İddiaya göre Hz. İsa
çarmıha gerilerek öldürülmedi çünkü o dönemde
Roma'da böyle bir infaz yöntemi yoktu.
Göteborg Üniversitesi’nde
ilahiyatçı olan Gunnar Samuelsson, ilk çağda
yazılmış antik yazılara dayanarak yaptığı çalışmada,
Hz. İsa’nın inanıldığı gibi çarmıha gerilerek
ölmemiş olabileceğini öne sürdü.
Samuelsson’e göre, İsa çarmıha
gerilerek değil, başka bir infaz aracıyla öldürülmüş
olabilir. İsveçli teolog, ilk çağda uygulanan
çarmıha germe uygulaması üzerine hazırladığı 400
sayfalık tezinde, İncil’de İsa’nın idamında
uygulanan yöntem hakkında kesinlik bulunmadığını
savundu.
Samuelsson, İncil’de İsa’nın sadece bir “stauros”
taşımak zorunda bırakıldığını belirtti. Birçok
bilgin, “stauros” kelimesinin antik Yunancada “haç”,
bu kelimeden türeyen fiilin ise çarmıha germe eylemi
düzenlemek olan “anastauroun” olduğu yorumunu yaptı.
Ancak, MÖ 800 yılına kadar
uzanan antik yazılar üzerinde 3.5 yıl araştırma
yapmış olan Samuelsson, İncil’de geçen kelimelerin
birden fazla anlamı olduğunu ortaya çıkardı. İsveçli
din bilimci, “stauros” kelimesinin aslında
kazık/sırık/direk ve idam cihazları anlamına
geldiğini belirtti.
Samuelsson, buradan yola
çıkarak İncil’de bahsedilen “stauros”un gerçekte bir
kazık, ağaç gövdesi veya tamamen farklı bir şey
olabileceğini öne sürdü. Aynı zamanda “anastauroun”
fiilinin “elini kaldırmaktan, bir müzik aletini
yasaklamaya kadar” birçok eylemi temsil ettiğini
belirtti.
TEK İDDİASI BU DEĞİL
Samuelsson’un Hıristiyanlığın
en güçlü inanışlarını sorguladığı bulguları sadece
kelime anlamlarından gelmiyor. İsveçli ilahiyatçı,
aynı zamanda çarmıha germenin Roma İmparatorluğu
döneminde alışılmış bir yöntem olmadığını tezleriyle
ortaya koydu.
Çarmıha germe hakkında
binlerce İbranice, Aramice, Latin ve Yunan el
yazması inceleyen Samuelsson, çarmıhın esirleri
öldürmek için değil, öldürüldükten sonra kazığa
geçirilen bir yöntem olarak ortaya çıktığı sonucuna
ulaştı. Dayanılan antik yazılardan birinde, Roma’nın
ilk çağ filozoflarından Genç Seneca, savaş
sonrasında binlerce esirin kazıklara geçirildiğinden
ve ölülerin de kazığa oturulduğundan bahsediyor.
Samulsson, antik yazıların çok dikkatli bir şekilde
incelendiği zaman, çarmıha germe vakalarının sadece
iki ya da üç defa rastlandığını söylüyor.
İsveçli ilahiyatcının bulguları,
Roma döneminde çarmıha germenin çok sık
uygulandığını belirten kitaplarla çelişiyor. Birinci
yüzyılda üç Roma imparatoruna danışmanlık yapan
Yahudi tarihçi Flavius Josephus’un yazılarına
değinen Samuelsson, Romalı askerlerin bir Yahudi
ayaklanmasında ele geçirdikleri tutsakları idam
etmek için birçok vahşi yöntem kullandıklarını
belirtti.
İsa’nın yaşadığı dönemde uygulanan idam
yöntemlerinin sanılandan çok farklı ve çeşitli
olabileceğini belirten Samuelsson, neden çarmıhın
baskın Hıristiyan motifi olduğunu da bilmediğini
belirtti. İsveçli din adamı, İsa’nın ölümü ardından
ikinci yüzyılda hazırlanan el yazmalarında T ve X
şekilli çarmıhların sıkça kullanılmaya başlandığına
dikkat çekti.
Hürriyet, 29.06.2010
|
İSTANBUL'DA BİR DEVRİN SONU
Tarihi Rejans Restoran'ın tahliye
edilmesine ilişkin açılan davada mahkeme, kira
akdinin ihtiyaç nedeniyle feshi ve davalıların
mekanı tahliyesine karar verdi.
Beyoğlu 3. Sulh Hukuk Mahkemesinde görülen
duruşmaya, davacı avukatı Firuze Boyner ile davalı
avukatı Cevdet Dayıoğlu katıldı.
Duruşmada söz alan Avukat Boyner, mahkemenin
Yargıtay 6. Hukuk Dairesi'nin 19 Ekim 2009 tarihli
bozma ilamına uyulması yönünde karar almasını talep
ettiğini bildirdi.
Avukat Dayıoğlu da söz alarak, davacının
talebinin iyi niyet kurallarına aykırı bulunduğunu,
mahkemenin gerekçesinde belirtildiği gibi hakkın
kötüye kullanılmasına yönelik olduğunu, bu
nedenlerle bozma ilamına karşı direnme kararı
verilmesini istediğini söyledi.
Hakim Mehmet Boran, Beyoğlu Asmalı Mescit
Mahallesi Olivio Geçidi 15 numarada bulunan Rejans
adıyla işletilen lokanta niteliğindeki taşınmazın
kira akdinin ihtiyaç nedeni ile feshine ve
davalıların taşınmazdan tahliyesine karar verdi.
Daha önce davanın reddine hükmedilen mahkemenin
gerekçeli kararında, davacı avukatının dava
dilekçesinde, Rejans Restoran olarak faaliyet
gösteren Beyoğlu'ndaki gayrimenkulün sahipleri olan
müvekkillerinin, söz konusu yeri 1977'de satın
aldığının belirtildiği, davalı Erdal ve Zilşan
Sezener'in burada kiracı olduklarının ifade edildiği
anlatılıyordu.
Davacılardan Emel Çelebioğlu'nun restoranın
sahibi Mithat Müdüroğlu'nun kızı olduğu, Klasik
Müzik Profesörü olan Çelebioğlu'nun burada bir
restoran açma fikri nedeniyle kiracıların burayı
tahliye etmesi istenmişti.
Erdal ve Zilşan Sezener'in diğer ortaklarıyla
birlikte
İstanbul'da halen faal olarak çalışan ve en eski
Rus lokantası olan Rejans'ı işlettikleri, 76 yıldır
aynı binada faaliyet gösterdiği ve
İstanbul'un simgesi haline geldiği, davacıların
kirayı artırmak için her yıl kimi zaman tahliye,
kimi zaman da kira tespit davaları açarak tacizde
bulunduğu, bu nedenle kira paralarına yüksek zam
aldıkları ileri sürülüyordu.
Yargıtay 6. Hukuk Dairesi, davacı Emel
Çelebioğlu'nun ihtiyacının gerçek, samimi ve zorunlu
olduğunu kabul edilerek kiralananın tahliyesine
karar verilmesi gerekirken, davanın reddedilmesinin
doğru olmadığını belirterek, mahkemenin hükmünü
bozmuştu.
Hürriyet, 29.06.2010
******
REJANS'I SAHİBİNE
VERMELİ Mİ?
Beyoğlu Olivya Geçidi’nde
İstiklal’in keşmekeşine iki adım uzaklıkta saklanan
Rejans,
İstanbul’da en sevdiğim mekanlardan biridir. Beyaz
Rusların kurduğu, Pera’nın 'ah o eski güzel
günlerini' yaşatan, Atatürk’ün sıklıkla uğradığı
bilinen mekan, hakikaten yıllarca orijinalliğini
korudu. Son beş yıldır Rejans sanki küllerinden
doğdu, şef değişti, güzel Rus yemeklerinin
tadılabileceği, eski İstanbul günlerini çağrıştıran
hoş geceler düzenlenmeye başladı. Biberlisinden
tutun enginarlısına kadar her çeşit votkayı bizzat
üretiyorlar. Hatta çok beğenen şişeyi satın
alabiliyor. Rejans’ın canlanması, biraz da
Beyoğlu’nun güneyinin şaşaalı günlerine dönmesiyle
orantılı. Haliyle nostaljik mekanlara meraklı
olanların ilgisini çekti, eskilerin yanında yeni
müşteriler edindi. Bu süreçte mülk sahibinin dava
açtığını öğrendik ve 'kapatıldı, kapatılacak'
söylentileri müdavimleri arasında neredeyse infial
yarattı.
Ve nihayet, yıllardır devam eden süreç bu hafta
noktalandı: Rejans kapatılacak. Daha doğrusu şu
andaki işletmeciler Rejans’ı tahliye edecek. Dava
şimdi temyiz aşamasında. Rejansçılar kızgın,
"Karar, içimize hiç sinmedi" diyorlar. Çok
anlaşılır. Peki buraya siz sahip olsaydınız ne
yapardınız? Mal sahibi
Emel Çelebioğlu,
şimdiye kadar sessizliğini korudu. Kendisi bir
müzikolog, İstanbul Üniversitesi Konservatuar
Bölümü’nde kompozisyon sanat dalı programının
başkanı. Aradım, ulaşamadım. Şahsen müzik profesörü
olan bir insanın Rejans’ı yıkıp alışveriş merkezi
yapacağını veya Simit Dünyası açacağını
düşünmüyorum. Belki profesör Rejans’ın ruhunu
yaşatacak, ne biliyoruz?
Ancak Rejans müdavimlerini rahatlatacak bir çift söz
duymaya ihtiyacımız var. Çünkü bu mekan alelade bir
ticari işletme değil, İstanbul’un kültür hayatının
çok nadide bir değeri. Elbette mülk sizin, ama bizi
bir güzellikten daha mahrum etmeyin.
Tahliye süreci
Rejans cephesi yoğun bir PR kampanyası sürdürüyor.
Neden bu kararın “içlerine sinmediğini” şöyle
aktarıyorlar: Yerel mahkemenin ilk kararında, mal
sahibinin tahliye talebinde göz önüne alınan dört
kriterden üçü geçerli bulunmamıştı.
* Tahliye talebi zorunlu değildi. Çünkü mal
sahibinin bu mekana acil olarak ihtiyacı yoktu. Aynı
binada dilediği amaç doğrultusunda kullanabileceği
boş gayrimenkulleri vardı.
* Tahliye talebi samimi değildi. Çünkü mal sahibi
bir hekim, mekana ihtiyaç duyduğu belirtilen kızıysa
bir müzik profesörü.
* Tahliye talebi gerçekçi değildi. Çünkü mal sahibi
defalarca tahliye davası açmış ve bunları hep kira
artırımında rayicin üzerinde fiyatlara taşımak için
kullanmıştı.
Milliyet, Yazı: Mehveş
Evin, 02.07.2010
|
ATATÜRK'ÜN KALDIĞI KONAK YIKILIYOR
Balıkesir’in Havran İlçesi'nde bulunan, Atatürk’ünde kaldığı tarihi konak, ilgisizlik nedeniyle her geçen gün yıkılıyor.
Çiğitzade Mahallesi'nde bulunan Terzizade Saadeddin Bey’in konağı olarak bilinen eski yapı ilçe girişindeki ihtişamı ile göz kamaştırırken, son yıllarda ilgisizlik nedeniyle tarihi konak yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya.
İlçe merkezinde bulunan tarihi konak, Havran eski evlerin özelliklerini taşıyor. İlçe sakinleri harabe görünümündeki konağın bir an önce restore edilmesini, çirkin görünümden kurtarılmasını istiyor. Cumhuriyet döneminde tarihi eve Atatürk ve Latife Hanım geldiği biliniyor.
Balıkesir Kent Haber, 28.06.2010
|
 |
"O PLAKET MECLİSE ASILAMAZ"
soL yazarı Mehmet
Bozkurt'un 1. TBMM binasına asılan “Philip Morris -
Sabancı” sponsorluk plaketine karşı açtığı davada
önemli bir gelişme yaşandı. Bilirkişi raporunda,
uluslararası bir tekel olan Philip Morris'in adının
yazılı olduğu bir teşekkür plaketinin TBMM'nin
tarihi niteliğine uygun olmadığı ifade edildi ve
kültür varlıklarının onarım işine sponsor seçerken
bu hususlara dikkat edilmesi gerektiği vurgulandı.
Kurtuluş Savaşı'nın yönetildiği, Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1. Meclis binası, 1998
yılında kapsamlı bir tadilattan geçirilmişti.
Restorasyona Philip Morris ve Sabancı Vakfı sponsor
oldu. Restorasyonun ardından, Kurtuluş Savaşı Müzesi
olarak hizmet veren Ulus’taki bu tarihi binaya,
Kültür Bakanlığı tarafından sponsorlara yönelik bir
teşekkür plaketi asıldı.
Plakette, "Bu Binanın Restorasyonu T.C. Kültür
Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü
Tarafından Philip-Morris / Sabancı ve Hacı Ömer
Sabancı Vakfının Katkılarıyla Yaptırılmıştır”
ifadeleri yer alıyordu. soL yazarı Mehmet Bozkurt,
2002 yılında bu plaketin binanın tarihi önemine
tamamen aykırı olduğunu belirterek, plaketin
indirilmesi için dava açtı.
Bozkurt, önce müze yönetimine bir dilekçe yazdı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin, kuruluşuna tanıklık eden bu
tarihi binayı onarmaktan aciz olamayacağını,
emperyalizme karşı verilen savaşın karargahı olan bu
tarihi binanın onarımının uluslararası bir sigara
tekeline bırakılmasının kabul edilemeyeceğini
belirttiği bu dilekçede, yaptıkları masrafın
Bakanlıkça Sabancı ailesine geri ödenmesini ve
plaketin sökülmesini talep ediyordu. Dedesi ve
amcasının 1. Meclis 1. Dönem’de Maraş Milletvekili
olarak görev aldıklarını da belirten Bozkurt, sade
bir vatandaş olduğu kadar akrabalık bağları
nedeniyle de bu işin tarafı ve takipçisi olacağını
bildirmişti.
Dilekçeye verilen yanıtta, plaketin ilgili yasaya
uygun olduğu söyleniyordu. Bozkurt bunun üzerine
yürütmeyi durdurma talebiyle dava başvurusunda
bulundu. Dava önce reddedildi. Ankara 4. İdare
Mahkemesi, “özel sektörün koruma ve müzecilik
konusunda özendirilmesi, katkı vermeye teşvik
edilmesi amacıyla sponsorlukların kabul edilmesi ve
yapılan katkıların plaketle bildirilmesinin mevzuata
aykırı olmadığını” bildirdi ve Bozkurt’un dava
dilekçesini reddetti. Bunun üzerine Bozkurt, davayı
temyize götürdü.
Bu arada, binanın Kültür Bakanlığı’ndan alınarak
TBMM’ye devredilmesi sürecinde dava konusu plaket
ortadan kayboldu! Her yıl tarihi günlerde pek çok
ilden gelen vatandaşların ziyaret ettiği binada
asılı olan plaketin sık sık tepki çektiği
biliniyordu. Mehmet Bozkurt’un açtığı dava sonucu
konunun basına yansıması, tepkileri
yoğunlaştırmıştı. Dava reddedilirken plaketin
pratikte sökülmesi oldukça dikkat çekiciydi.
Eylül 2007’de temyiz talebini değerlendiren
Danıştay 10. Dairesi, davanın reddi kararını bozdu
ve söz konusu plaketin “1. TBMM Binasının tarihi
değerini gölgeleyip gölgelemediği” hususunu tespit
için yerinde keşif ve bilirkişi incelemesi istedi.
İşte o bilirkişi incelemesi, kısa bir süre önce
sonuçlandı. Mahkemeye sunulan bilirkişi raporunda,
şu ifadeler kullanıldı: “Birinci Meclis, Türkiye
Cumhuriyeti'nin kuruluşundaki birçok tarihi olaya
tanıklık etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti için çok
önemli olan bu yapının Philip Morris Şirketi'nin de
içinde yer aldığı sponsorlarca onarılması
düşündürücüdür.
Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi'nin 'Philip
Morris Incorporated' maddesi şöyledir: 'Kökleri
1847'ye kadar uzanan ticaret ve sanayi şirketi.
Amerikan piyasasının ikinci sigara üreticisi, ama
uluslararası piyasanın en önemli sigara şirketidir.
Aynı zamanda ABD'nin birinci bira imalatçısı ve
dünyanın üçüncü alkolsüz içki üreticisidir.' Bu
şirketin TBMM binasının onarımını üstlenen
sponsorlar arasında yer alması ve söz konusu
plaketin binanın giriş holünün duvarına asılması
binanın tarihi ve mimari kimliğine uygun değildir.
Bugün yerinde olmayan ve nerede olduğu
bilinmeyen dava konusu plaketin Birinci TBMM'nin
tarihi niteliğine uygun olmadığı görüşündeyiz.
Plaketin yerinden sökülmüş olması da görüşümüzü
desteklemektedir. Bu dava taşınmaz kültür
varlıklarının onarımı için sponsor seçerken
yapıların tarihi ve mimari özelliklerinin dikkate
alınmasının gerekliliğini de açıkça göstermektedir.”
Haber Sol, 28.06.2010
|
AOÇ'DE GELECEK YIL RESTORASYON DÖNEMİ
Atatürk
Orman Çiftliği (AOÇ) Müdürü
Ömer
Bülent Arslan, çiftliğin bundan böyle
kültür ve sanat mekanı haline geleceğini belirterek,
“Şu anda mekana yakışmayan, harabe haldeki iki eseri
restore ettirip, kullanıma açacağız” dedi.
Arslan, Atatürk’ün vasiyetine uygun hareket
ettiklerini ve AOÇ’yi bundan böyle Ankara’yı
ziyarete gelenlerin uğrak yeri haline getirileceğini
kaydetti. Arslan şöyle devam etti:
"Çiftlik içinde atıl durumda iki eser var. Biri,
Alman Büyükelçiliği olarak kullanılan
Alman
Evi, diğeri ise
hamam. Bu
iki yapının restorasyonu için Hacettepe Üniversitesi
ile anlaştık. ODTÜ Mimarlık Fakültesi
de projeye destek verecek. Hamam bu yıl içinde,
Alman Evi ise 2011’de restore edilmeye başlanacak.
Hamamı, özellikle heykellerin sergilendiği bir sanat
galerisi, Alman Evi’ni de Devlet Konuk Evi olarak
kullanmayı planlıyoruz. AOÇ sadece, kokoreç ve
köfte yenen bir yer olarak anılmayacak. Atatürk’ün
vasiyetine uygun olarak kültür sanat mekanı olacak.”
Hürriyet Ankara, 28.06.2010
|
"HER ŞEY TARİHİ ESER DEĞİLDİR"

Yenikapı’da
sürdürülen kurtarma kazıları sırasında çıkartılan 47
bin çuvallık buluntunun toprağa gömülmesi tartışma
yarattı. Arkeologlar, kazılar sırasında bulunan her
şeyin tarihi eser olmadığını, özellikle çanak
çömleğin dönemine ilişkin bilgi vermeyen
bölümlerinin envanteri çıkarılarak gömüldüğünü
belirttiler.
Avukat Mahmut Tanal’ın Bilgi Edinme
Yasası’ndan yararlanarak öğrendiği 47 bin çuval
dolusu buluntunun gömülmesi, ilk bakışta tepki
yaratsa da arkeoloji dünyasında sıklıkla başvurulan
bir yöntem.
Arkeologlar, Yenikapı’daki kazılar sırasında 30 bine
yakın parçanın müze envanterine geçirildiğini,
gömülmek üzere ayrılan parçaların bir kısmının da
başka disiplinler tarafından araştırma yapılmak
üzere ayrıldığını anlattılar. Kentin 8 bin 500
yıllık tarihine ışık tutan 60 bin metrekarelik
alanda sürdürülen kazıları yapan ekibin zan altında
bırakılmasına tepki gösteren arkeologlar, şu bilgiyi
verdiler:
“Çıkan bütün eserler sayılır. Bilgi vermeyen amorf
denilen parçalar gömülmek üzere ayrılır. Etiketli
halde çuvallanıp gömülür. Gömülme işlemi kazı alanı
içine ya da Kültür Bakanlığı’nın belirlediği,
üzerinde inşaat yapılmayacak alanda yapılır.”
Sık kullanılan bir yöntem
Türkiye Arkeolojik Yerleşmeleri Projesi (TAY)
Koordinatörü Oğuz Tanındı,
özellikle geç dönem kazılarında çanak çömleğe ait o
döneme ilişkin bilgi vermeyen birçok parçaya
rastlandığının altını çizdi. Bilgi vermeyen bu tür
parçaların “atık” olarak nitelendiğini, tarih eser
olmadığını vurgulayan Tanındı şöyle devam etti:
Çanak çömleğin boyun, ağız, dip, kulp kısmı,
üzerindeki bezeme bulunan bölüm ayıklanır, diğer
kısımlar bir daha bulunmamak üzere gömülür.
Kullandığımız yöntemlerden biri de gömmeden önce
ezip un ufak etmektir. Bu gibi parçaların hepsinin
saklanması ve analiz edilmesine imkan yok, gerek de
yok. Ama gömülmeden önce o parçaların ölçüm ve
çizimlerinin yapılması gerek.”
Cumhuriyet, Haber: Özlem Güvemli, 28.06.2010
|
STRATONIKEIA 3 BİN YILLIK TARİHİ İÇİNDE BARINDIRIYOR
Muğla'nın Yatağan İlçesi'ndeki Stratonikeia
antik kenti kazı Başkanı Doç.Dr. Bilal Söğüt, antik
kentte, 3 bin yıllık tarih sürecinin her döneminden
kalıntılar bulabilmenin mümkün olduğunu söyledi.
Pamukkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Bilal Söğüt,
Stratonikeia'nın, Karia Bölgesi'nin en önemli
kentlerinden biri olduğunu ve antik kentin
Hellenistik, Roma, Bizans, Anadolu Beylikleri,
Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde adından söz
ettirdiğini belirtti.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Pamukkale
Üniversitesi adına Bakanlar Kurulu kararı ile
Stratonikeia antik kentinde kazı çalışmalarına 2008
yılında başladıklarını belirten Söğüt, ''İlk
çalışmalara Kuzey Şehir Kapısının kazısı ile
başladık. Kuzey Şehir Kapısından kent merkezine
doğru devam eden anıtsal caddeyi açtık. Stratonikeia
antik kentinin bulunduğu yer coğrafi açıdan çok
önemli. Stratonikeia antik kentinin 3 bin yıllık
tarih sürecinin her döneminden kalıntılar
bulabiliyoruz'' diye konuştu.
Söğüt, antik kentte, bu yılda yaklaşık 4 ay kazı
çalışmalarını sürdürmeyi düşündüklerini ifade
ederek, ''Bu yılki çalışmalarımızda caddeleri kent
merkezine doğru devam ettireceğiz. Sütunları
yerlerine kaldırıyoruz. Kentin içerisinde
konularında uzman bir ekip çalışıyor'' dedi.
Stratonikeia antik kentinin Karia'in iç
kentlerinden birisi olduğunu ifade eden Söğüt şöyle
devam etti: ''Buna bağlı olarak sahille iç kesimleri
bağlayan ana yolların geçtiği yer burası. Burası
erken dönem yerleşim yerleri ile Hellenistik Dönem,
Roma Dönemi kalıntıları ile ilgili burada elde
ettiğimiz tespitler bizim için önemli. Bu alanda
çalışmalar yürüttük. Stratonikeia antik kentinin
içerisinde MÖ 7. yüzyıl'a kadar inen malzemeler
bulduk. Önceki dönemlerin haricinde bizim doğrudan
bulduğumuz malzemeler bunlar. Eski Leleg tipi
dediğimiz duvarlardan örgüler tespit ettik. Buda
antik yazarların belirtmiş olduğu eski İdrias
kentinin burada varlığını bize şimdiden gösteren
malzemeler. Bu tarih süreci açısından önemli.''
Türk dönemi ile ilgili olarak Selçuklular Hamamında
kazı çalışmalarının başlatıldığını belirten Söğüt,
şunları söyledi: ''Hamamın restore edilip ayağa
kaldırılması bizim için çok önemli. Çünkü
Selçuklular Dönemi'ne ait planı tam bilinen hamam Stratonikeia
antik kentinde ve her şeyi de olduğu
gibi yerinde duruyor. Onun planını tamamladık ve
böylelikle Selçuklular dönemine ait bu bölgedeki tek
sağlam planı bilinen bir hamam şuan elimizde ve
oradaki çalışmalara başladık. Ayrıca Osmanlı Dönemi
Köy Meydanı ile ilgili çalışmalar devam ediyor.
Orada da düzenlemeler yapıyoruz. 1 Temmuz'dan
itibaren ağırlıklı olarak tamamen kazı çalışmalarına
başlayacağız. Bu yıl çalışmalarımızı 7 ayrı
üniversiteden 45 kişilik bir ekip ile yürüteceğiz.''
Stratonikeia antik kentinin güzelliklerinin çok
fazla olduğuna işaret eden Bilal Söğüt, '' Biz bu
güzellikleri uzun yıllar gündeme taşıyamadık. Bodrum
Karia Operasının gösterimi Stratonikeia antik kentinin tiyatrosunda ilk defa gerçekleştirilecek.
Bu çok farklı bir olay. Çünkü ilk defa Bin 700 yıl
aradan sonra böyle bir gösteri gerçekleştirilecek.
Bu gösteri küçük ama prestijli gösteri halinde
olacak'' diye konuştu. Bodrum Kayra Operasının antik
kentte çıplak sesle konser vereceğini belirten
Söğüt, ''Buradaki esas amacımız dikkatleri bu
bölgeye çekmek. Konsere yurt dışından da özel
gruplar gelecek. Bazı yabancı televizyonlar da
program sırasında canlı bağlantı yapacaklar'' diye
konuştu. Öte yandan, Stratonikeia antik kentine
ziyarete gelen yerli ve yabancı ziyaretçiler 3 bin
yıllık medeniyetin izlerini taşıyan bölgeyi
gezdikten sonra Stratonikeia antik kentindeki
asırlık çınar ağaçlarının dibinde restore edilen köy
kahvesinde dinlenerek çaylarını yudumluyor.
Yeni Asır, 28.06.2010
|
TARİHİ BİNALAR BAKANLIK DESTEĞİYLE RESTORE EDİLECEK

Kocaeli'ndeki yıkılmak üzere olan tarihi evler
onarılacak. Tarihi binaların mülk sahipleri,
binaların restorasyonları için Kültür ve Turizm
Bakanlığı'ndan karşılıksız para yardımı aldı.
Kocaeli'ndeki tarihi eserlerin birçoğu,
bakımsızlık sebebiyle yok olurken, bir kısmı
günümüze kadar ayakta kalmayı başardı. Harabeye
dönen eserlerin başında ise tarihi evler ve konaklar
yer alıyor. Tarihi eser olmaları nedeniyle hem izin
alınması hem de proje aşamasındaki sıkıntılar, mülk
sahiplerinin bu eserlerin onarmasını zorlaştırıyor.
Bu eserleri ayakta tutmak için büyük çaba
gösteren Kocaeli Büyükşehir Belediyesi ve Kocaeli
Kültür Müdürlüğü, geçen yıl ilde bulunan 15 tarihi
binanın dosyasını hazırlayarak Kültür ve Turizm
Bakanlığı'na gönderdi. Bakanlık, tescilli 15 tarihi
eserden 9'unun proje çizimi ve restorasyonuna para
yardımını onayladı. Mülk sahiplerinin alacakları
karşılıksız olarak banka hesaplarına yatırıldı.
Saraylı Köyünden Nalan Küçükergün ve Şennur Özer ile
Tavşancıl beldesinden Hatice Tuzcu ve Oruç Dink'e
restorasyon parası aldı. İzmit İlçesinden Süleyman
Onur Çaylak, Halil Erdeniz ve Eyüp Niyazi Sıkı,
Gebze Eskihisar'dan Zahide Sirkecioğlu, Kartepe İlçesi Suadiye
Köyünden Şevki Şen'e proje yardımı
yapıldı.
Bu arada İzmit Belediyesi önemli bir projeye imza
atıyor. 'Tarih Koridoru' adı verilen proje
çerçevesinde bölgedeki tarihi yapılar
canlandırılacak. İlk etapta Seka Park'tan
Bağçeşme'ye kadar olan bölgede 100 tarihi yapı
onarılacak. İzmit Belediye Başkanı Dr. Nevzat Doğan,
çok önem verdiği 'Tarih Koridoru Projesi'ni sivil
toplum örgütleriyle paylaşarak, sahiplenmenin
sağlanmasına yönelik girişimlerini sürdürüyor.
İzmit'i sanayi kentinden, kültür ve sanat kentine
dönüştürmeyi hedeflediklerini belirten Doğan, "Bu,
şehrin ortaklaşa sahiplendiği bir hedeftir." dedi.
Zaman, Haber: Mehmet Güler, 28.06.2010
|
MÜZE GİŞELERİ ÖZEL İŞLETMEYE GEÇİYOR
Kültür ve Turizm Bakanlığı, müze ve ören
yerlerindeki gişelerin özel sektörce işletilmesi
için ihale yapacak. Gişelerin özel işletmeye
geçmesiyle, müzelere girişte kredi kartı
kullanılabilecek, müze girişinde dövizle de ödeme
yapılabilecek.
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay ile bakanlık bürokratları, müze
ve ören yerleri gişelerinin işletimi, giriş kontrol
sistemlerinin modernizasyonu ve yönetimi ihalesiyle
ilgili olarak dün
basın
toplantısı düzenledi. Günay, ihaleye çıkma
amaçlarını anlatırken, “Amacımız sadece gelen
ziyaretçi sayısını artırmak değil, aynı zamanda
gelen ziyaretçilerin sunum zenginliğiyle
karşılaşmasını sağlamak” dedi.
Günay,
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın taşra
teşkilatında bulunan müze, kültür merkezi, danışma
bürosu ve kütüphane gibi birimlerin il özel
idarelerine devredilmesini öngören yasa tasarısının
ihaleye çıkılacak müzelerle ilgisi olmadığını
söyledi. Günay, devredilecek müzelerin, anı evleri
ve etnografya müzeleri gibi “telafi edilebilecek”
eserleri barındırdığını, bakanlığın öncelikli
gündeminin ise, telafi edilemez önemdeki eserler
olduğunu söyledi. Müzelerde geçen yıl yapılan bir
çalışmayla 9 satış mağazası açıldığını belirten
Günay, bu sayıyı 55’e çıkarma konusunda
yeni bir
işbirliği ve modernizasyon çalışması
gerçekleştirdiklerini bildirdi. Günay, Müzekart
satışının da 1.5 milyonun üzerine çıktığını ifade
etti.
Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü (DÖSİMM)
Müdürü Tolga Tuyluoğlu da
Türkiye’nin geçen yıl 27 milyon turist, 22
milyon da müze ziyaretçisi ağırladığını ifade etti.
Tuyluoğlu, projenin 48 müzeyi kapsadığını, bunların
20’sinde giriş kontrol sistemi olduğunu belirtti.
Müzelere dövizle girişte de sorunlar bulunduğuna
dikkati çeken Tuyluoğlu, “Gişelerimizde dövizle,
internet üzerinden bilet satamıyoruz. Mobil ödeme
yöntemine sahip değiliz” dedi.
Özelleştirmeyle müze girişlerinde teknolojinin
yükseltileceğini belirten Tuyluoğlu, müze
girişlerinde otomatik makineler ile bilet, şehir
kartı ve Müzekart satışının, mobil telefonla
ödemenin, internet
üzerinden bilet satışının, yabancı para ve kredi
kartı ile bilet satışının hedeflendiğini kaydetti.
Tuyluoğlu, Müzekart’ın geliştirilerek, yaygın bir
kültür-sanat kartı haline getirilmesinin, sinema,
tiyatro, kitapçı ve kafelerde indirim sağlamasının
amaçlandığını belirtti.
Müze girişleriyle ilgili ihalenin 13 Eylül’de
yapılacağını belirten Tuyluoğlu şunları söyledi:
“Bu projede herhangi bir kamu kaynağı harcanmayacak,
giderler yüklenici tarafından sağlanacak. Müze
fiyatlarını belirleme yetkisi eskiden olduğu gibi
bakanlıkta kalacak. Yüklenicinin müzenin yönetiminde
söz hakkı olmayacak. Yüklenici parayı kendi banka
hesabına koyamayacak. Ne tahsil ediliyorsa bizim
hesaplarımıza yatacak. Para bizde toplanacak,
haftalık olarak yükleniciye paket iş ödemesi
yapacağız. Gişe ve turnikeler kamerayla izlenecek ve
kayıtlar 3 ay saklanacak.”
Milliyet, 28.06.2010
|
BALAT SANAT MEYDANI AÇILDI
'Fatih Belediyesi ve
Avrupa Birliği (AB) Fener Balat Rehabilitasyon
Projesi'' kapsamında restore edilen ve geçen yıl
açılışı yapılan Dimitri Kantemir Müzesi'nin ön
kısmında yer alan ve içinde İstanbul Gravürleri
Baskı Atölyesi ve Balat Sanat Cafe bulunan ''Balat
Sanat Meydanı'' açıldı.
Açılışta konuşan Demir, İstanbul'u İstanbul yapan
şehrin tüm tarihi ve kültürel eserlerini içinde
barındıran yegane ilçenin Fatih olduğunu söyledi.
Bu toprakların ortak değeri olarak kabul ettikleri
tarihi eserlerin restorasyonuna özel önem
verdiklerini belirten Demir, bu kapsamda son 6 yılda
420 restorasyon çalışması gerçekleştirdiklerini
bildirdi.
AB'nin, Türkiye'deki tüm yerel yönetimler içinde
başladığı ve bitirdiği en büyük projesinin ''Fener
Balat Rehabilitasyon Projesi'' olduğunu ifade eden
Demir, bu kapsamda 126 binanın restorasyonunun
yapıldığını kaydetti.
Balat ve çevresinde görülen birçok binanın proje
kapsamında restore edildiğini anlatan Demir, şöyle
devam etti:
''Bu tür eserlerin restorasyonun yapılması,
projelendirilmesi, kayıt altına alınması, nüfus
cüzdanlarını çıkarılması son derece önemli.
Restorasyon kadar binaların fonksiyonlandırılması da
önemli. Binalara anlam kazandırılması, geçmişlerinin
günümüze yansıtılması, bizden sonraki kuşaklara
aktarılması önemli. Değişimi gerçekleştirmek son
derece zordur. Kendi haline bırakırsanız, her gün
gazetede bir haber duyarsınız, kendi başına çökmüş
evleri görürsünüz. Projede evlerin tek tek
restorasyonuyla ilgili çalışma yaptık. Şu anda tüm
Fener'in, Balat'ın sahilindeki evlerin
restorasyonuyla ilgili çalışma başlattık. O evlerin
tekrar anlam kazanması ve yeniden yaşanması için
uğraşıyoruz. Bu işleri yapmak zordur. İşler
tamamlandıktan sonra yapılan protestoların alkışlara
dönüştüğünü yaşayanlardanım.''
Belediye Başkanı Demir'in konuşması sırasında bir
grup genç, ilçede başlatılan rehabilitasyon
çalışmalarını ''Evlerimize Dokunmayın'' yazılı
pankart açarak protesto etti.
Demir, çeşitli sloganlarla tepkisini dile getiren
protestocuların yanına giderek, onlarla bir süre
sohbet etti ve sorunlarını dinledi.
Romanya'nın İstanbul Başkonsolosu Stefana Greavu'nun
da katıldığı törende daha sonra Romanya'dan gelen
İmago Mundi Müzik Topluluğu bir konser verdi.
Habertürk, 27.06.2010
|
MÜZELERDE EURO BOZDURAMAYAN TURİSTLERİN İSYANI
Kültür Bakanlığı’na bağlı müze ve ören yerlerine
girişte döviz geçmediği için bu durumdan haberdar
olmayan onlarca turist, tarihi mekanların
fotoğrafını çekmekle yetiniyor.
Bu mekanlardan biri de
İzmir’deki Agora Ören Yeri... İzmir’de,
Alsancak Limanı’na dev kruvaziyer gemilerle
gelen ve kentte sınırlı süre kalan pek çok turist,
belediyenin tur otobüsleriyle, faytonlarla,
taksilerle ya da yürüyerek Agora Ören Yeri’ne
geliyor. Ancak ören yerinin kapısında, elindeki
dövizi bozduracak bir yer bulamadığı için 3 TL giriş
ücretini veremeyen turistler tarihi mekanı sadece
dışarıdan seyrediyor, ya da fotoğrafını çekip dönmek
zorunda kalıyor. Taksiyle gelen turistler ise daha
şanslı. Onlar müzelere giriş ücretini de taksiciler
vasıtasıyla ödüyor.
Milliyet, Haber: Mustafa Oğuz, 27.06.2010
|
 |
2206 RAKIMDA NEMRUT DEFİLESİ
UNESCO tarafından dünya kültür mirasları arasında yer alan, devasa kral ve tanrı heykellerinin yer aldığı Adıyaman’daki Nemrut Dağı’nda defile yapıldı.
17’nci Uluslararası Nemrut - Kommagene Festivali kapsamında düzenlenen defilede, İstanbul Aydın Üniversitesi öğrencilerinin hazırladığı, dikiş kullanılmadan yapılan 44 kıyafet alkışlar arasında sergilendi. “Güneş Nemrut’tan Doğar” defilesinde, özellikle Kral Antiochos ve Kraliçe temalarını yansıtan gelin ve damat kıyafeti büyük ilgi gördü. Öğrenciler, yerden 2206 metre yükseklikteki defilede heyecanlandıklarını söyledi.
Hürriyet, Haber: Fadıl Binzet, 27.06.2010
|
RUS ÇARI'NIN KARS'TAKİ AV KÖŞKÜ RESTORE EDİLECEK

Kars Kültür ve Turizm İl Müdürü Hakan Doğanay,
Sarıkamış'taki Çar 2. Nikola'nın tarihi av köşkünün
restore edilmesi ve turizme kazandırılması için
çalışma başlattıklarını söyledi.
1877-1878
yıllarında Osmanlı-Rus Savaşı'ndan sonra 40 yıl
Rusların işgali altında kalan Sarıkamış'ta dönemin
Rus Çarı 2. Nikola tarafından yaptırıldığı öğrenilen
113 yıllık tarihi av köşkü (Katearina Köşkü) ve
yanındaki küçük ahşap bina sarıçam ağaçları ile çivi
kullanılmadan Baltık mimarisi ile yapılmıştı. Uzun
yıllar askeri bölgede bulunan ve daha sonra Kültür
ve Turizm Bakanlığı'na geçen köşkün restorasyonu
yapılarak turizme kazandırılması hedefleniyor.
Kültür ve Turizm İl Müdürü Hakan Doğanay, av köşkü
ve yanındaki diğer küçük ahşap yapının 2009'un Ekin
ayı itibariyle Kültür ve Turizm Bakanlığı'na teslim
edildiğini söyledi.
Kültür ve
Turizm Müdürü Doğanay, Katearina Köşkü'nün 113
yıllık bir tarihe sahip olduğunu söyledi. Doğanay,
"Çar 2'inci Nikola'nın Köşkü Osmanlı Rus Savaşı'ndan
sonra yaklaşık 113 yıllık bir tarihe sahip. Halk
arasında 'Katearine Köşkü' olarak bilenen köşk ve
yanındaki şişman köşk Rus Mimarisi ile yapılan,
Baltık mimarisi ile yapılan köşkümüzü bilindiği
üzere Sarıkamış kış turizmi açısından yoğun bir
sezon geçiriyor. Bu yoğun sezonu biz 12 aya yaymak
üzere, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Kars
Valiliği Sarıkamış kış turizmini 12 aya yayabilmek
amacıyla kültür turizmini geliştirmek, destinasyon
çalışmalarını yaptırıyoruz. Bu destinasyon
çalışmaları içerisinde Katearine Köşkü ile Şişman
Köşkü kültür turizmine kazandırma çalışmaları
başlattık. Katearina Köşkü Osmanlı Rus Savaşı'ndan
sonra Çar 2'inci Nikola tarafından yaptırılmış olan
Batlık mimari tamamı ahşaptan hatırlarla yapılmış
bir yapı. Ahşap 80 derecede pişirilmiş, çam
ağaçlarından birbirine geçirilme şeklinde ve çivi
kullanılmadan yapılmıştır" dedi.
İl Kültür ve
Turizm Müdürü Hakan Doğanay, Katearina Köşkü'nün,
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın yapmış olduğu imar
değişiklik planlarıyla turizm alanı içerisine
alındığını ifade etti. Doğanay, "Köşk, Haziran ayı
sonu veya Temmuz ayının ortalarına doğru bakanlığın
web sitesinde yayınlanarak özel müteşebbislere
açılacak. Ayrıca bu bölgeye 50 yataklı otel yapma
izni çıktı. Büyük köşk ve diğer ahşap binada 24 oda
bulunduğuna göre yeni yapılacak 50 yataklı otelle
birlikte toplam 74 odalı otel, dinlenme tesisleri
sosyal tesisler yapılacak.”dedi
Turizm Gazetesi, 26.06.2010
|
KAZDIKÇA TARİH FIŞKIRIYOR
Büyükşehir Belediyesi’nce yürütülen Kadifekale’deki
kazı çalışmaları sırasında Büyük İskender’in
generalleri Antigonos ve Lysimakhos (MÖ 4’üncü
yüzyıl sonu-3’üncü yüzyılın ilk yarısı) dönemine
ait sur duvarları ve çeşitli arkeolojik objeler
bulundu.
Özellikle yıkık durumda olan güney yönündeki
surların ortaya çıkarılmasının
İzmir’in tarihi açısından büyük önem taşıdığı
bildirildi. Yine aynı bölgede Hellenistik,
Roma,
Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait eserler de gün
yüzüne çıkarılmaya başlandı. Bunlar arasında tabak,
kase, lüle taşından pipo, yüzük ve ok ucu bulunuyor.
Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy, “Farklı
dönemlere ait birçok obje tespit ettik. Ama yine de
Hellenistik dönem tabakasını yakalayabildik ve
surların inşa dönemiyle bunu çakıştırabildik. Bu yıl
çalışmalarımızla kazı sürecini devam ettirmek
istiyoruz. Kadifekale’de bir de
Athena Tapınağı olması gerekiyor. Onun yerinin
de muhtemelen mevcut Sarnıç’ın yanlarında olduğu
düşünülüyor” diye konuştu.
Milliyet Ege, 26.06.2010
******
KALEDEKİ KAZILARDA
'LÜLE TAŞINDAN PİPO' BİLE ÇIKTI
İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından yürütülen
Kadifekale sur duvarları restorasyon çalışmalarına
destek kazılarında, daha önce ortaya çıkarılan
kentin ilk sur duvarlarına ek olarak, farklı
dönemlere ait objeler de ortaya çıkarıldı.
Kadifekale'deki kazı çalışmaları sırasında Büyük
İskender'in generalleri Antigonos ve Lysimakhos (MÖ
4. yy. sonu - 3. yy. ilk yarısı) dönemine ait sur
duvarları ve çeşitli arkeolojik objeler bulundu.
Özellikle yıkık durumda olan Güney yönündeki
surların ortaya çıkarılmasının, İzmir'in tarihi
açısından büyük önem taşıdığı bildirildi. Yine aynı
bölgede devam eden çalışmalar sırasında Hellenistik
dönem, Roma dönemi, Bizans dönemi ve Osmanlı
dönemine ait eserler gün yüzüne çıkarılmaya
başlandı. Son dönem kazılarda ortaya çıkarılanlar
arasında tabak, kase, lüle taşından pipo, yüzük ve
ok ucu bulunuyor. Bölgenin tarihi açısından büyük
önem taşıyan buluntuların farklı dönemlere ait
olduğu tespit edildi.
Bölgedeki kazı çalışmaları hakkında bilgi veren Kazı
Başkanı Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy, "Kadifekale'deki
kazı çalışmalarında farklı dönemlere ait birçok obje
tespit ettik. Ama yine de Hellenistik dönem
tabakasını yakalayabildik ve surların inşa dönemiyle
bunu çakıştırabildik. Bu yıl çalışmalarımızla kazı
sürecini devam ettirmek istiyoruz. Kadifekale'de bir
de Athena tapınağı olması gerekiyor. Onun yerinin de
muhtemelen mevcut Sarnıç'ın yanlarında olduğu
düşünülüyor" dedi.
Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy, İzmir'in zengin tarihi
birikimine dikkat çekerek, başta Agora olmak üzere
çeşitli yerlerde yürütülen arkeolojik çalışmalarda
ise son dönemde; tanrıça ya da imparatoriçe olduğu
tahmin edilen kadın başı, pişmiş toprak ve camdan
koku şişeleri ortaya çıkarıldığını bildirdi.
Tarihçesi
186 m. yüksekliğindeki Pagos Dağı eteklerinde bir
tepe üzerinde bulunan Kadifekale, ilk defa MÖ.334
yılında Anadolu'yu Pers egemenliğinden kurtaran
Makedonya Kralı Büyük İskender'in (MÖ. 356-323)
isteği ile yapıldı. Kale, Roma döneminden sonra
Ortaçağ'da Timur orduları tarafından 1402'de tahrip
edildi; bunu İzmir'deki 1668 yılında olan deprem
izledi.
Kale'den günümüze gelebilen az sayıdaki kalıntı ise
daha çok Ortaçağ'a ait. Ortaçağ kale duvarlarının
altında yapılan araştırmalarda Hellenistik döneme
(MÖ 330-MS 20) ait duvar kalıntıları ile
karşılaşıldı. Günümüze gelen kalıntılardan, kalenin
moloz taş, kesme taş ve tuğladan yapıldığı
anlaşılıyor. Kadifekale'den günümüze, yalnızca
kalenin batısındaki beş kulesi ile güneyindeki
duvarlarından bir bölümü kaldı. Bunlara dayanılarak,
kalenin uzunluğunun 6 km. olduğu ve sur duvarlarını
destekleyen kulelerin 20-35 m. yüksekliğinde olduğu
anlaşılıyor. Kalenin bunun dışında kalan doğu ve
kuzey kısımları tamamen yıkılmış durumda. Kale
içerisinde ise bir dehliz ve bir de su sarnıcı
kalıntısı görülüyor.
Kadifekale surlarının bir bölümünün, Çelebi Mehmet
tarafından yıktırıldığı biliniyor. Yalnızca Doğu
yönündeki surlardaki rektangonal (çok iri taşlar)
parçalardan birkaç adedi, Basmane Garı'ndan
Tilkilik'e uzanan ve Altınpark'a giden yolun başında
bulunuyor.
İzmir Büyükşehir Belediyesi, 28.06.2010
|
MENEMEN'DEKİ KİLİSE KÜLTÜR EVİ OLACAK
İzmir'in Menemen İlçesi’nin en eski yerleşim
yerlerinden Mermerli Mahallesi’ndeki Agios
Konstantinos Kilisesi restore edilecek.
Çalışmalar İl Özel İdaresi desteğiyle belediye
tarafından gerçekleştirilecek. 19. yüzyılın ikinci
yarısıyla 20’nci yüzyılın başları arasında inşa
edildiği düşünülen bina önümüzdeki yıl kültür evi
olarak hizmete açılacak.
BU amaçla restorasyon ihalesi düzenlendi, Umart
Mimarlık Şirketi kazandı. Belediye Başkanı Tahir
Şahin, projenin planlanan 270 günden önce bitmesini
ümit ettiğini belirtti. Şahin, “Kilisenin hemen
yanında Papaz Evi var. Bununla ilgili
hazırlıklarımız da devam ediyor. Bu bölgeye güzel
bir tesis kazandırmanın mutluluğunu yaşayacağız”
diye konuştu.
Milliyet Ege, 26.06.2010
|
"YOK OLMAKTAN KURTARILACAK"
Malatya'nın Darende İlçesi'ndeki tarihi Zengibar Kalesi'nin kapısı onarılacak.
İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi'nden Prof.Dr. Kemal Kutgün Eyüpgiller başkanlığındaki 6 kişilik teknik ekip tarafından ücretsiz hazırlanan projenin, Kayseri Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü tarafından ihale edildiği bildirildi.
İhaleyi kazanan firmanın önümüzdeki hafta içerisinde Darende'ye gelerek Zengibar Kalesi kapısını onarma çalışmalarını başlatacağı belirtildi.
Darende Kaymakamı Murat Uzunparmak, "İlçemizin önemli tarihi değerlerinden olan Zengibar Kalesi kapısının onarımı Kayseri Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğünce ihale edilmiştir. Yaptığımız bu çalışma neticesinde birçok uygarlığa şahitlik eden önemli bir tarihi eser daha yok olmaktan kurtarılacak. Kale kapısındaki restorasyonunun bu yılsonuna kadar tamamlamasını bekliyoruz. Kapının onarımını müteakip bu bölgenin çevre düzenlemesi, ağaçlandırılması ve aydınlatılması için ayrıca bir proje hazırlatıyoruz" dedi.
Malatya Haber, 26.6.2010
|
 |
ESSEN 2010 KÜLTÜR BAŞKENTİ (1)
Doğduğum şehir
İstanbul gibi, en çok ziyaret ettiğim ülke
Almanya’nın Ruhr bölgesi ile Macaristan’ın Pecs
şehri, bildiğiniz gibi bir yıllığına (2010) Avrupa
Kültür Başkenti ünvanını sahip oldular.
Bu ünvanın gereği kendi halklarına kültür sanat dolu
günler, geceler yaşatıyorlar kültür başkentleri.
İstanbul, Essen ya da Pecs bu anlamda çok şanslılar.
Ailemle, arkadaşlarımla, okurlarımla, öğrencilerimle
yaşadığım kentimi bir süreliğine terkedip, 3
başkentten Essen’i gözüme kestirip, gezi, inceleme
hareket planımı oluşturuyorum hemen.
Sabiha Gökçen’den, Köln/Bonn Havaalanına iner inmez
S bahn ile daha önceden rezerv ettirdiğim Essen
şehrindeki Böll Otel’in yolunu tutuyorum. Bu
kültürel yolculuğumun atmosferine katkı sağlaması
için seçtiğim Böll Otel, Nobel Edebiyat Ödülü sahibi
Heinrich Böll’ün kuzeniyle birlikte uzun süre
ziyaret ettikten sonra işletmeciliğini de yaptığı
bir otel. Bu anlamda otel tercihimi isabetli
kullandığımı varsayıyorum. Her bir köşesinde Alman
yazar Heinrich Theodor Böll’ün izlerinin
hissedildiği otelin resepsiyonundayım şu anda.
Böll, 1972 Nobel Edebiyat Ödülü’nün de sahibi.
Duvardaki çerçevede yazılanlara göz atıyorum. 1938
yılının sonbaharında çalışma kampına, bir yıl sonra
da askere alınıyor. 1945 yılının nisan ayından eylül
ayına kadar da, İngilizlerin ve Amerikalıların
elinde savaş esiri olmuş yazar. Yapıtlarında İkinci
Dünya Savaşı’nı, özellikle de insanların nasıl
savaştıklarını, savaşın yıkıntılarını ve acılarını
anlattığını okuduklarımdan çok iyi biliyorum.
Çarpıcı yorumuyla oyuncu Aliye Uzunatağan’dan zevkle
izlediğim (izleyenlerin de çok iyi hatırlayacakları
gibi) ‘Katharina Blum’un Çiğnenen Onuru’ adlı
oyununu da çokça duymuşsunuzdur. Duvarda yazılı
bilgilerden aklımda kaldığı kadarıyla, Böll, ‘Ve O
Hiçbirşey Demedi’ adlı en ünlü romanını yazarken
savaş da hüküm sürmekte. Yoksulluk ve zor koşullar,
hayatını değiştirmişti Böll’ün. Mayına bastığı için
yaralanan dizini iyileştirebilmek için para
gerektiğinde de, bu yüzden 5 gün evden çıkmadan bu
yapıtı ortaya çıkarıyor. Yayınevinden aldığı para
ile de dizini eski sağlığına getirmeyi başaran Böll,
daha sonra yazdığı ‘Babasız Evler’ adlı romanını,
kendi babasını yitirmesinin ardından değil; ama
çevresinde savaş yılları sonrasında acı çeken
onlarca çocuğu gördükten sonra oluşturur. Kendisi,
savaş sonrası koşullardan, yoksulluk, açlık ve
hastalık gibi sıkıntılardan hem kendi geçtiği, hem
de çevresinde bu durumlardan acı çeken birçok insan
gördüğünden, hiçbir zaman çocuk sahibi olmak
istemez, kendi deyişiyle “Böyle bir dünyaya çocuk
getirmek” istememektedir. Ancak yazarın ölümü, kendi
tercihlerini yabancılaştıracak bir finalle
ironikleşir. Evde otururken, çalan kapı ziline
koşarken merdivenden yuvarlanarak hayatını kaybeder.
Şimdi; Kültür Başkenti seyahati düşüncesiyle
geldiğim Essen’de ‘Böll Otel’de 206 numaralı odada
yazmakta olduğum bu satırları, resepsiyonda görevli
Türk işletmeci arkadaşın söyledikleriyle
zenginleştirmek için köşemin hacmi belirli
olduğundan, kültür başkenti yazıma dönüş yapmaya
karar veriyorum.
Essen (Ruhr bölgesi) Avrupa Birliği tarafından
seçilirken, endüstri bölgesinden çekici ve dinamik
Ruhr’a dönüşümün takdir edildiği anlamında öncelikli
görülmüş. Günlük etkinlikler listesinden seçtiğim
beden perküsyoncu Boby Mc Ferrin’in da katılacağı
Schalke Stadında gerçekleşecek ‘Hep birlikte şarkı
söyleme günü’ (Sing day of Song) etkinliğine bilet
almak için merkez istasyona gidiyorum. Bilet ile
birlikte verilen konser programına göz attığımda 60
bin kişilik stadın konukları arasında İstanbul’dan
da koro olarak katılan Avrupa Koleji öğrencilerinin
olduğunu farkediyorum. Çok şaşırtıcı. Yani
İstanbul’da İnönü Stadı’nda verilecek bir Kültür
Başkenti konserinde ön grup olarak bir Alman okul
korosunun çıkma olasılığı kadar uzak bir ihtimalle
karşı karşıyayım.
Konser başladı. Muhteşem bir kültür başkenti
organizasyonu. Herkes, yani 60 bin kişi ellerindeki
notalardan daha önceden belirlenmiş şarkıları hep
birlikte seslendiriyor. Avrupa Koleji öğrencileri de
aynı şarkılara Almanca olarak eşlik ediyor. Ve
ardından Boby Mc Ferrin sahne alıyor. Yılların
damıtılmış tınılarıyla eskimeyen bedenini buluşturan
sanatçı mütevazi bir konser veriyor. Konser devam
ediyor ama daha çıkacak 23 grup var Gece yarısını
bulur bu konser. Oysa benim otelim 2 saat uzaklıkta.
Evet evet geç oldu artık otele dönmeliyim. Ve yarın
Essen sokaklarında katılacağım etkinliklerimi
planlamalıyım.
Kıssadan hisse; “Kültür demlenmeden içilmeyen çay
gibi bir olgu” sanırım, kültür başkenti diyerek
yazmaya koyulunca; yola saçılan dökülen anıları
toplamaya koyulduk ama yazının uzunluğunu
kestiremeden köşenin sınırlarına gelmişiz. Bu yazı
geniş ölçekli vaziyette önümüzdeki hafta da devam
etmeli. Bu başkentlik ünvanıyla ilgili daha
anlatacak, söyleyecek çok şey var. Hele Kültür
Başkenti’nde bizdeki gibi meydanın tretuvarlarının,
kaldırım taşlarının söküldüğünü, insanların Essen
2010 Bürosuna girebilmek için bariyerlerden atlamak
zorunda olduklarını benden duyunca, kültürün ve onun
başkenti olmanın yaşadığımız hayatın tam da orta
yerinde can suyu hürmetinde olduğunu kolayca
hissedebileceksiniz.
Birgün, Yazı: Adnan Tönel, 20.06.2010
******
ESSEN 2010 KÜLTÜR BAŞKENTİ (2)
Bu yıl için Avrupa
Kültür Başkenti ünvanını alan Almanya’nın Ruhr
bölgesine (Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti içerisinde
bir bölge) yaptığım yolculuk sonrasında, geçen hafta
bu köşeden sizlerle paylaştığım kültür
başkentliğinin algılanma analizlerine bu hafta da
devam ediyorum.
Essen (Ruhr bölgesi içerisinde belediye), Avrupa
Birliği tarafından kültür başkenti seçilirken; bir
kent endüstri bölgesinden nasıl çekici ve dinamik
bir kente dönüştürülür göstergesinin takdir
edilmesiyle seçilmiş.
“Kültür demlenmeden içilmeyen çay gibi bir olgu”
demiştim yine geçen haftaki yazımda. Essen’in kültür
başkentliği için ise bu benzetmem hayli yersiz
olacak. Şöyle ki; demlenmesini bekleyecek zamanı
olmayan pratik insanların düzenlediği hızlı,
hareketli ve halkına hizmet sunan bir
belediyecilikten söz edebiliriz Ruhr bölgesinde.
Elbette Almanya’nın tamamı için de bu benzetmeyi
yapabiliriz. En önemli kültürel başarı bence ulaşım
olarak öne çıkıyor.
Yeraltı ve yerüstünde örülmüş raylarla ile bir
bölgeden diğer bir bölgeye trenle 2 saatte ortalama
20 avroya güvenle gidebiliyorsunuz. Örneğin
Essen’den Hagen’e S Bahn ile 1 saatte 16 avroya
gidip bir konser izleyip rahatça dönebilirsiniz. Ama
unutmadan belirtelim ki biletinizi zamanında
aldığınızda ancak planladığınız etkinliğe zamanında
ulaşabilirsiniz Almanya’da. Bu İstanbul için çok
zor. Onun için bizim kültürel etkinliklerin planı en
uzun 3 aylık dönemlerle oluşturulabiliyordur
herhalde. Bu son dakikacılık elbette bizim kentte
yaşayanlar yani bizler için de bir yaşama kültürü
kılavuzu oluşmasına neden oluyordur diye
düşünmekteyim. Yağmur yağdığında kaçınız
Kuruçeşme’deki plastik sandalyeli, seyirci için
zulüme dönük açık hava mekanlarındaki konser
etkinliğini izlemek için erkenden mekana gelmeyi
düşünmüştür? ‘Aslan bağlasan durmayacak’ bu mekana,
biraz boğaz esintisi biraz da konser vermeye gelen
ünlünün hatırına gidiyoruz ya bunu bilen kimse yok.
Demek ki neymiş, İstanbul’un konser verilebilecek
meydanları yokmuş, var olanlar da ya kömür
ocaklarından bozma mekanlar ya da stadyum türü seyir
engelli alanlarmış. İşte bu anlamda ister istemez
kıyaslamaya girişiyorsunuz kültür başkentlerini. Ruhr bölgesinde sayısız meydandaki yüzlerce
konserin, şu anda bile rahatça izlenebilir
tribünlerinin olması önemli bir fark olarak öne
çıkıyor. Sadece konsere endeksli bakmayın, bu geniş
meydanlarda hızla sökülüp takılan sahne
platformları, sonrasında çok iyi bilirsiniz ki;
sokak tiyatrosundan defilelere, pazar yerinden fuar
mekanlarına her türlü aktivite kolaylıkla
yapılabilsin diye beklemekte. Bana İstanbul’da
dümdüz (engelsiz) sadece bir tane etkinlik meydanı
gösterenin alnını karışlarım. İstanbul Taksim
Meydanı’nda Hilmi Yavuz’un İBB Kültür Başkanlığı
döneminde bir tiyatro gösterisi yapmak için izin
istemiştik de bize Çağlayan meydanını önermişlerdi.
Hadi onu anladım peki şimdi kültür başkentisin.
Sokaklarının meydanlarının cıvıl cıvıl olması
gerekmez mi? Kültürün sokakla buluşması gerekmez mi?
Odaların, merkezlerin, salonların içine,
sıkıştırılmış zamanlarda yapılan izole kültür
etkinlikleriyle nasıl kutlayacak bu halk kültür
başkentliğini?
Kültür Başkenti resmi açılışında Taksim
Meydanı’ndaki gösterişli açılış hala belleklerde,
tamam çok beğendik güzeldi. Aynı etkinliği neden
Tuzla’da, Pendik’de, Büyükçekmece’de, Sarıgazi’de,
Armutlu’da, Samatya’da yapmıyoruz? İstanbul,
surlarla, köprülerle, kulelerle dolu, ama bomboş
duruyor kültür başkentliğinde? Sayın Topbaş
İstanbul’u temsil eden heykeller yapılacak demişti
kentin çeşitli yerlerine. Yapıldı mı gören duyan var
mı? Her neyse yine daldık kentin sorunlarına…
Almanya’da Hagen’deyim şimdi de. Ruhr Bölgesinin
sınırında bir belediye. Savaş sırasında büyük ölçüde
yıkılan kent, modern bir anlayışla yeniden
düzenlenmiş, çok sayıda park, bir tiyatro binası,
sanat ve yerel tarih müzeleri inşa edilmiş. 19.
yüzyıldan kalan kuleleri: Freiherr-vom-Stein-Turm,
Kaiser-Friedrich-Turm, Eugen-Richter-Turm, Bismarck-Turm
etkileyici güzellikte. Unutmadan söyleyelim ki
içimizde kalmasın. Hagen’in yüzde 42’si ormanlarla
kaplı. Nehirlerinden köprü geçirmek için ağaçlarını
kesmemişler yani. Bu yıl kültür başkenti sınırları
içinde adları geçse de, demir-çelik, basınçlı döküm,
makine, kimya, kağıt ve dokumacılık başlıca sanayi
kolları olarak öne çıkıyor.
Hagen’e yaptığım günü birlik ziyaretten sonra şimdi
kültür başkentinin, bir tür merkezi diyebileceğimiz
Essen’e dönüş zamanı. Essen Merkez Tren İstasyonu’na
trenle 1 saatte ulaşıyorum. Ertesi günkü
etkinlikleri belirlemek için Ruhr kültür başkenti
bürosuna gitmeyi düşünüyorum. Kültür başkenti ofisi
karşımda duruyor (fotoğrafta) ama meydanda yol
düzenleme çalışmaları var. Her yer barikatlarla
çevrilmiş. Fotoğrafta gördüğünüz beyaz barikatları
güç bela aralayıp ulaşıyorum. Ama o da ne? Günlük
etkinlikleri gösteren dev ekran bozulmuş ve tamir
ediliyor. Bir bilgisayar çıkışıyla idare ediyorum
etkinliklere göz atma fikrini. Ve Böll Otele
dönüyorum.
Devami haftaya...
Birgün, Yazı: Adnan Dönel, 27.06.2010
|
EL RIZK CAMİİ ONARILIYOR

Antik
Kent Hasankeyf'in ayakta kalabilen nadir tarihi
dokularından biri olan El Rızk Camii'nde güçlendirme
çalışmaları başladı.
Hasankeyf Kazı Evi
Heyeti gözetiminde gerçekleştirilen çalışmalar
kapsamında tarihi caminin taş kapı olarak bilinen
kısmı güçlendirilip, duvarları düzenlenecek. 1409'da Eyyubi Sultan Süleyman tarafından yapılan cami hala
Hasankeyfliler tarafından kullanılıyor. Hasankeyfli
bazı vatandaşlar caminin orijinalliğinin bozulduğunu
iddia etti. Muhyettin Talayayhan isimli vatandaş,
caminin kapı kısmında yapılan değişikliklerin eski
yapıyla uyuşmadığını söyledi.
Hasankeyf Yaşatma
Girişimi Başkanı Recep Kavuş, eserlerin onarımından
önce bir tarihi eser envanterinin çıkarılması
gerektiğini dikkat çekti. Yapılan çalışmalar ile
mevcut eserlerin orijinalliğine zarar verildiğini
ifade eden Kavuş, açıklamasını şöyle sürdürdü; "Biz
bu tarz restorasyon çalışmasına karşıyız. Ama bu
eserler tabii ki güçlendirilmelidir. Eserlerin
orijinalliği bozuluyor. Şu aşamada öncelikle
belirsizliğin sona ermesi ve Hasankeyf'teki eserlerin
resmi kayıt altına alınmalıdır. Henüz Hasankeyf'teki
eserlerin bir kaydı yok. Bunların bir haritası
oluşturulmalı. Tarihi eserleri tanıtacak tabelalar
konulmalı. Bu restorasyonlar Hasankeyf'in
yaşatılmasına hizmet etmiyor. Astronomik rakamlarla
çalışmalar yapılıyor. Bu eserler
su altında kalacaksa neden bu astronomik rakamlar
harcanarak restorasyon yapılıyor. Bu nasıl bir
çelişkidir."
Tarihi eserlerin "orijinalliği
bozuluyor" iddialarına cevap veren Hasankeyf Kazı
Heyeti Başkanı ve Batman Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Abdüsselam Uluçam, eserlerin
orijinalliği bozmadığını sadece
güçlendirildiğini kaydetti. Uluçam, El Rızk
Camii'ne ilişkin çalışmaların Diyarbakır Kültür ve
Tabiat Varlıkları Kurulu'ndan geçtiğini ve Kazı
Heyeti olarak işi yapan firmaya teknik
danışmanlık yaptıklarını belirtti. Uluçam, "Şu an
yapılan çalışma orijinalliği bozmuyor. Orada
sadece bir güçlendirme çalışması yapılıyor. Taş
kapı ve bahçe duvarı güçlendirilecek." dedi.
Batman Gazetesi,
25.06.2010
|
20 - 26 Haziran 2010
|
URFA'DA İKİNCİ ZEUGMA HEYECANI
Şanlıurfa'nın Akçakale İlçesi Edebey Köyü'nde bir köylünün evinin altında ve bahçesinde ikinci Zeugma denebilecek değerde tarihi eserler bulundu. Evin sahibi tadilat yaparken tesadüfen bulduğu eserleri daha sonra çevresine söylediği tahmin ediliyor. Ev sahibinin bilgi vermesinin ardından bahçede de kazılar yapıldı. Paha biçilmez eserlere ulaşıldı. Milattan önceki yıllara ait olduğu tahmin edilen eserler, bölgenin kaderini değiştirecek nitelikte. Bulunan tarihi eserlerle ilgili görüntüler bir kişi tarafından AKP Kırıkkale Milletvekili Mustafa Özbayrak'a gönderildi.
Tarihi eserlerin kaçakçıların ellerine geçmesinden endişe ediliyor. Bölgede birilerinin kaçakçılarla pazarlık yaptığı, tarihi eserlere 10 milyon dolar değer biçildiği iddia ediliyor. Hatta kaparoların bile verildiği konuşuluyor. AKP Kırıkkale Milletvekili Prof Dr. Mustafa Özbayrak, görüntülerin kendisine bir dostu tarafından gönderildiğini belirterek, gördüklerinin kendisini heyecanlandırdığını söyledi. Zeugma'ya benzeyen görüntüleri görünce hemen başta Kültür Bakanı Ertuğrul Günay olmak üzere tüm yetkililere haber verdiğini anlatan Özbayrak, kaçakçıların harekete geçmesinden endişe ettiği için konuyu ülke gündemine taşıyarak, toplumun dikkatini çekmek istediğini söyledi. Tarihi eserlerin bölgenin kaderini değiştirebileceğine dikkat çeken Özbayrak, bu görüntülerin ardından bölgeye derhal arkeologların gönderilmesi gerektiğini dile getirdi.
Yeni Şafak, 26.06.2010
|
 |
ÇOCUK MÜZESİ'NDE İLK
ADIM
Erzurum Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü, Atatürk Evi’nde
bakım ve onarım çalışması başlattı. Ahşap
döşemelerinden boyasına, çatısından duvarlarına
varıncaya kadar elden geçirilecek olan Atatürk
Evi’nde, zemin kat ise çocuk müzesine
dönüştürülecek.
Erzurum Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü, Atatürk
Evi’ni onarıma aldı. Önümüzdeki bir ay boyunca bakım
ve onarım çalışmalarının devam edeceği Atatürk
Evi’nde bahçe duvarlarından, binanın ahşap
döşemeleri ve çatısına varıncaya kadar birçok bölüm
elden geçirilecek.
Konuyla ilgili olarak bir açıklama yapan
Erzurum Rölöve ve Anıtlar Müdürü Suat Bakır, Milli
Mücadele döneminde Erzurum’a gelen Atatürk’ün,
kongre çalışmalarını sürdürdüğü bina olan Atatürk
Evi’nin, şehrin en önemli müzelerinden birisi
olduğunu belirterek, söz konusu ziyaret mekanında
çeşitli bakım ve onarım çalışmaları yapmaya
başladıklarını söyledi. Atatürk Evi’nin çatısını
yenilediklerini kaydeden Bakır, binanın içerisinde
de, ahşap döşemeler, boya ve badana işlemlerinin
yapılacağını dile getirdi. Atatürk Evi’ne ait
bahçenin düzenleneceğini, duvar ve taşlarındaki
kalıntıların temizleneceğini anlatan Bakır,
çalışmalar tamamlanıncaya kadar müzenin ziyarete
kapalı tutulacağını bildirdi. Bakım ve onarım
ekibinin bina içerisinde çalışmalara başladıklarını
aktaran Bakır, söz konusu çalışmalar için 70 bin TL
tutarında ödenek ayrıldığını dile getirdi.
Öte yandan Rölöve ve Anıtlar Müdürü Suat
Bakır, Atatürk Evi’nde ilk kez uygulanmaya
başlayacak olan bir proje hakkında da açıklamalarda
bulundu. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Türkiye
genelinde başlattığı bir projeyle, müzelere çocuk
kütüphaneleri kurulmasının kararlaştırıldığını
anlatan Bakır, “Müzelere çocukların ilgisini
artırmayı amaçlayan bu proje çerçevesinde,
Erzurum’da içerisinde çocuklar için özel bir bölüm
kurulabilecek en uygun müzenin Atatürk Evi olduğuna
karar verildi. Bu nedenden dolayı, Atatürk Evi’nin
zemin katı, bakım ve onarım çalışmalarının
tamamlanmasıyla birlikte çocuklarımız için özel
olarak tasarlanmış bir bölüm olarak hizmet verecek.
Kütüphane başta olmak üzere çocukların sosyal ve
kültürel etkinliklerine olanak sağlayacak olan bu
bölüm, Atatürk Evi’nin ve dolayısıyla tarihi
geçmişin çocuklar tarafından çok daha iyi
kavranabilmesi amacına hizmet edecek.” ifadelerini
kullandı.
Bu arada yürütülen bakım ve onarım çalışmaları
dolayısıyla Atatürk Evi içerisindeki eşyaların
toplanmasına başlandı. Onarım ekipleri, bina
içerisindeki eşyalara bir zarar gelmemesi için son
derece hassasiyet gösterdiklerini belirten teknik
ekip, bakım ve onarım planı kapsamında çalışmaların
bir ay içerisinde bitirileceği bilgisini verdi.
Erzurum Gazetesi, 26.06.2010
|
NE İÇİNDEYİZ ZAMANIN, NE
DE BÜSBÜTÜN DIŞINDA
Topkapı Sarayı, 250
yıllık geçmişi olan saatlere ev sahipliği yapıyor.
Sanatsal tekniği ve kurmalı saatleriyle tanınan ve
saatçilik alanında önemli icatlara imza atan
Breguet'nin ürettiği bu saatler arasında II.
Mahmut'a hediye edilen ve başyapıt olarak
nitelendirilen masa saati de bulunuyor.
Mine motifleri ile
süslü, altın kasalı yaklaşık 20 saatin her yanı
kuşattığı küçücük bir odadayız. Nereye baksak 19.
yüzyılda titiz bir el ve dahi biri tarafından
üretildiği belli olan mekanik saatler var... Tarihi
ve maddi değerleri çok büyük olan bu saatler,
saatçilik alanında önemli icatları bulunan Abraham
Louis Breguet'nin eserleri. Zamanında hepsi Osmanlı
saraylarını süslemiş, geniş ve gösterişli salonlarda
boy göstermiş. Şimdiyse Topkapı Sarayı'nın küçük bir
odasında sergileniyor; her biri kendi köşesinde,
üretildiği tarihe tanıklık ediyor.
Odaya girdiğimizde 250
yıl öncesinde bir yolculuğa çıkıyoruz. Bu yolculukta
sadece 'tik tak' sesinin eksikliğini hissediyor ve
saatlerin çalışmadığını fark ediyoruz. İşte tam o
anda Ahmet Hamdi Tanpınar'ın dediği gibi, ne içinde
buluyoruz kendimizi zamanın ne de büsbütün
dışında... Bu arada kalmışlık duygusuyla her birini
tek tek incelemeye koyuluyoruz. Tabii ilk
dikkatimizi çeken, dünya saat şaheseri olarak
bilinen "Pendule Sympathique" oluyor. Breguet'nin
özel sipariş üzerine yaptığı bu saati Napolyon,
1813'te Sultan II. Mahmut'a hediye etmiş. Bronz
kasası, mine işlemeler ve değerli taşlarla bezeli bu
nadide eser, Breguet'nin yaptığı en karmaşık saat
olarak biliniyor. Eseri, sergide masa saati şeklinde
görüyoruz, ancak cep saati olarak da kullanılıyor.
Cep saati, masa saatine dönüştürüldüğünde, özel
tasarlanan mekanizma sayesinde, zaman otomatik
olarak ayarlanıyor.
Sergideki hemen tüm
saatlerde altın kasa ve altın kubbe kullanılmış.
Aralarında kasasının arkasında İstanbul manzarası ya
da göl üzerinde gün batımı manzarası işlenenlerden,
bölmeli minecilik sanatı uygulananlara, altın
yaldızlı rozet bezelilere kadar çeşitli saatler var.
Birçoğunun mineli kadranlarında, Türkçe rakamlar
kullanılmış. Sergideki önemli unsurlardan biri de
Paris'in ilk Türk Büyükelçisi Seyit Ali Efendi ile
Breguet arasında yazılan mektuplar. Bu yazışmalar
ile Seyit Ali Efendi, Osmanlı rakamlarını Breguet
saatlerine koydurmayı başarıyor.

II. Mahmut'a Napolyon
tarafından hediye edilen Breguet üretimi saat
Topkapı Sarayı 400'e
yakın antika saate sahip olmasına rağmen bu serginin
özelliği, Breguet firmasında ve Topkapı Sarayı'nda
bulunan Breguet üretimlerinin buluşturulması. Ve
başyapıt olarak nitelendirilen 'Pendule
Sympathique'in sergide yer alması. Topkapı
Sarayı'ndaki sergiyi 30 Ağustos'a kadar ziyaret
edebilirsiniz.
Zaman Cumaertesi, Haber:
Esra Keskin, 26.06.2010
|
TOKİ BARUTHANEYİ KİRAYA
VERECEK
Toplu Konut İdaresi
Başkanlığı (TOKİ), İstanbul Bakırköy’deki tarihi
baruthane yapılarının aslına uygun restorasyonu ve
anıt ağaçların korunması şartıyla, yıllık 6 milyon
lira muhammen bedel üzerinden 49 yıllığına açık
artırma yoluyla kiralayacak.
Buna göre
TOKİ Satış, Devir,
İntikal, Kiraya Verme, Trampa, Sınırlı Ayni Hak
Tesisi ve Arsa Satışı Karşılığı Gelir Paylaşımı
İhale Yönetmeliği
kapsamında,
Bakırköy
Zeytinlik’teki 59 bin 799.89 metrekare turizm ve
rekreasyon alanı olan taşınmaz üzerinde bulunan
tarihi Baruthane yapılarının aslına uygun olarak
restorasyonu ve anıt ağaçların korunması şartıyla
yıllık 6 milyon lira muhammen bedel üzerinden 49
yıllığına peşin veya vadeli olarak 12 Temmuz 2010
tarihinde saat 15.30’da TOKİ’de
açık artırma ile
kiraya verecek.
Söz konusu taşınmazın kiralama/irtifak hakkına
ilişkin olarak, 49 yıl süreyle kiralama irtifak
hakkı tesisi yapılacak, bu süre içinde üçüncü
şahıslara kiralanması idareden izin almak şartıyla
mümkün olabilecek.
Kiralamaya konu taşınmaz için
kiracı, kiralanan
taşınmaz üzerindeki tescilli tarihi yapıların aslına
uygun olacak şekilde restorasyonunu yapacak ve
gerekli koruma önlemlerini alacak.
Kira bedeline yıllık ÜFE artış oranı uygulanacak. 49
yıllık kiranın peşin ödenmesi durumunda yüzde 40
indirim yapılacak, peşin ödemeyi taahhüt eden
istekli tercih edilecek. Ayrıca, 49 yıllık kiranın
peşin ödenmesi durumunda yüzde 40 indirim uygulanmış
tutarını, kiracı isterse yüzde 20’si peşin, 48
ay vadeli olarak
ödeyebilecek.
Bu durumda 48 ay vadeli ödeme planı, Ziraat
Bankasının
sözleşme tarihinde
TOKİ’ye uyguladığı kredi faizi dikkate alınarak,
üzerine 0.5 puan eklenecek ve hesaplanan bakiye borç
tutarının 48 eşit taksite bölünmesiyle taksit
tutarları belirlenecek. Açık artırma toplantısına
katılacak olan gerçek veya tüzel kişilerden katılım
teminatı olarak toplantı öncesinde 500 bin lira
alınacak.
Milliyet, Haber:
Tebernüş Kireççi, 2606.2010
|
MÜZELER, İL ÖZEL
İDARELERE DEVREDİLİYOR
Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın taşra teşkilatlarında bulunan kültür
merkezleri, ilçe sınırları içindeki kütüphaneler ve
illerdeki güzel sanatlar galerileri ile 61 müze, il
özel idarelerine devrediliyor. Bakanlığın,
yönetimini yerel yönetime bıraktığı müzeler arasında
Ankara Estergon Etnografya Müzesi, İstanbul Adam
Mickiewicz Müzesi ve İzmir Atatürk Evi Müzesi yer
alıyor.
Meclis, Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın taşra teşkilatında bulunan müze ve
kütüphanelerinin yerel yönetime devredilmesine karar
verdi. Devredilen birimlerde çalışan personel, kadro
unvanları ile birlikte il özel idarelerine geçecek.
Yeni kanun tasarısıyla 2 bin 152 kadro iptal
edilerek, 693 kadro ihdas ediliyor; 16 ilde müze
müdürlüğü kuruluyor.
Kültür ve Turizm
Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ile
Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı, TBMM
Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu'nda
kabul edildi. Tasarıya göre, Kültür Bakanlığı'nın
taşra teşkilatında bulunan kültür merkezleri,
danışma büroları, ilçe sınırları içindeki
kütüphaneler ve illerdeki güzel sanatlar galerileri
ile 61 müze, il özel idarelerine devredilecek.
Müzelerdeki arkeolojik eserler, öncelikle o il
sınırları içinde olmak üzere en yakın arkeoloji
müzesine; kütüphanelerdeki yazma ve nadir eserler,
öncelikle o il sınırları içinde olmak üzere en yakın
yazma eserler kütüphanesine; güzel sanatlar
galerilerindeki müzelik plastik sanat eserleri ise
en yakın resim heykel müzesine aktarılacak.
Devredilen birimlere ait taşınır ve taşınmaz mallar,
araç, gereç, malzeme ve taşıtlar ile hak,
yükümlülük, alacak ve borçlar, il özel idarelerine
devredilmiş olacak.
Devir işlemleri, kanunun
yürürlük tarihinden itibaren 6 ay içinde, devredilen
güzel sanatlar galerisi, kütüphane ve müzelerdeki,
müzelik plastik sanat eserleri, yazma ve nadir
eserlerle arkeolojik eserlerin devir işlemleri ise 2
yıl içinde sonuçlandırılacak. 2010-2012 mali yılları
itibarıyla devredilen birimlere ilişkin olarak
bakanlık bütçesine konulmuş ve konulacak
ödeneklerden Bakanlıkça ilgili il özel idaresine
kaynak aktarılacak. Kanunun yayımı tarihinde
bakanlıkta müze araştırmacısı ve kütüphaneci
kadrolarında bulunan personel başka bir işleme gerek
kalmaksızın kanunla ihdas edilen müze araştırmacısı
ve kütüphaneci kadrolarına atanmış sayılacak.
Bakanlıkta fiilen görev
yapan ve üniversitelerin kütüphanecilik, bilgi ve
belge yönetimi, arşivcilik, arkeoloji, sanat tarihi,
arkeoloji ve sanat tarihi, antropoloji, etnoloji,
sosyal antropoloji ve etnoloji, fizik ve
paleoantropoloji, tarih, eskiçağ dilleri ve
kültürleri, Latin dili ve edebiyatı, Doğu dilleri ve
edebiyatı bölümlerinin anabilim dallarında lisans
eğitimi almış olan personelden kanunun yayımı
tarihinden itibaren üç ay içerisinde başvuranlardan
bakanlıkça yapılacak mesleki yeterlilik sınavında
başarılı olanlar durumlarına uygun kütüphaneci,
arkeolog veya müze araştırmacısı kadrolarına
atanacaklar.
Bu arada tasarı
görüşmeleri sırasında konuşan Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay, CHP Milletvekili Durdu
Özpolat'ın önerisi üzerine Mevlana ve Hacı Bektaş-ı
Veli müzelerine girişlerin ücretsiz hale
getirebileceğini belirtti.
Zaman, 26.06.2010
|
SEN DE Mİ SARIYAR?
İsmini Roma
İmparatoru Jul Sezar’dan alan Juliopolis antik
kentinin, 1956’da yapılan Sarıyar Barajı’nın suları
altında kaldığı ortaya çıktı.
Nallıhan
İlçesi'ne bağlı Çayırhan beldesinde
Juliopolis antik
kentini gün yüzüne çıkarmak için yürütülen
kazı çalışmaları başladı.
Gülşehri mevkisinde olduğu tahmin edilen
Juliopolis’e ait ilk kalıntıları geçen yıl bulan
Anadolu Medeniyetler Müzesi Müdürü
Melih Arslan
başkanlığındaki 4 kişilik bir ekip, bu yıl ki kazı
çalışmaları için Çayırhan’a geldi.
Çalışmaları yakından izleyen Çayırhan Belediye
Başkanı Ömer Bayrak,
Juliopolis’in 2 bin yıl önce bölgenin önemli bir
yaşam merkezi olduğunu ifade ederek, kazı
çalışmaları sonucu tarihin gün yüzüne çıkacağını
söyledi.
Yürütülen çalışmalar ile çok önemli bir kültür
hazinesinin kurtulacağını dile getiren Bayrak,
“Geçen yıl yapılan kazılarda yaklaşık 100 nekropol
yani mezarlık ortaya çıkarılmıştı. Daha sonra kazı
çalışmalarına ara verildi. Şimdi bölgede kazılar
yeniden başladı” dedi.
Kazı çalışmalarının kış mevsimine kadar devam
edeceğini anlatan Bayrak, “Burada 2 bin yıl öncesi
uygarlıkların ayak izleri var. Anadolu Medeniyetler
Müzesi arkeologlarının özverili çalışmaları ile Roma
dönemine ait yaşam kalıntıları gün yüzüne
çıkarılacak” diye konuştu.
Bayrak, bölgede yapılan kazı çalışmaları sırasında
ortaya çıkarılan tarihi eserlerin Anadolu
Medeniyetler Müzesi’nde bulunan özel bir bölümde
sergilendiğini de sözlerine ekledi.
Çayırhan’daki kazıları yöneten Anadolu Medeniyetler
Müzesi Müdürü Melih
Arslan da, çalışma yaptıkları alanda şehrin
Helenistik dönemden Bizans dönemine kadar
kullanılmış bir mezar olduğunu aktaran Arslan,
bugüne kadar buradaki bir çok mezarın define
avcıları tarafından harabe edildiğini kaydederek,
şöyle dedi:
“Define avcıları bir çok mezarı kazarak çok sayıda
tarihi eseri yağmalamış. Biz ekibimizle geçen yıldan
bu yana 85 mezarda çalışma yaptık. Kaçak kazı
yapanların elinden kurtulan 43 yeni mezar bulduk. Bu
mezarlarda çok sayıda mücevher ve değerli eşyalar
bulduk. Hatta gece yapılan kaçak kazılarda define
avcılarının kaçarlarken düşürdüğü çok değerli
mücevherler bulduk. Şu an da tüm bu eserleri Anadolu
Medeniyetleri Müzesi’nde sergiliyoruz”
Hürriyet Ankara,
25.06.2010
|
 |
ERMENİLER TARİHİ ÇARPITIYOR
Kars’ta bulunan ve sahip olduğu tarihi-turistik özellikleriyle de adından sıkça söz ettiren Anı Harabeleri, yeni bir tartışmanın hedefine konuldu. Bazı gezgin ve Ermeni vatandaşların Anı Harabeleri’nin asil adinin “Ani” olduğu yönündeki iddialarına, Atatürk Üniversitesi’nden yanıt geldi. Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Enver Konukçu, Anı Harabeleri’nin adının “Ani” şeklinde anılmasının mümkün olmayacağını belirterek, bu yöndeki araştırma ve incelemelerinin halen daha devam ettiğini bildirdi.
Konukçu, Prof.Dr. Fahri Kirzioğlu’nun tarihi eski yazmalarına dayanarak yaptığı bir araştırmada, Anı Harabeleri ile ilgili önemli bilgilere ulaştığını kaydetti. Meşhur ören yerinin, tarihi kaynaklarda da Anı adıyla anıldığına dikkati çeken Prof.Dr. Konukçu, “Anı kelimesi, Ermeni dünyasının malıymış gibi görülmesine rağmen, bu adı bir çok Türk medeniyeti kullanmıştır” dedi.
Anı adının çok eski dönemlerden beri Türkler ve çevresinde kullanıldığını aktaran Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Konukçu, “Ermeni dünyasına aitmiş gibi gösterilmek istenilen bu kelime, Med, Pers, Part ve Sasani geleneğinde “AN” diye kullanılmıştır. Benzer isimler Türkistan’dan da göze çarpmaktadır. Halvetiye’den Gülşeni’nin yazdığı eserde, Akkoyunlulardan bahsederken Ansuyu başı demektedir. Kaldı ki, yöre halkı da Anı ismini kullanmaktadır. O yüzden Ermeni dünyasının tekelindeki kelime, bizde Türkçesi ile, yani Anı şeklinde ifade edilecektir.” diye konuştu.
Anı Harabeleri ile ilgili isim tartışmasının daha uzun bir süre devam edeceğini düşündüğünü dile getiren Konukçu, “Sanırım bu işi resmi platformlara da taşıyabilirler. En son olarak şifahi de olsa Kültür ve Turizm Bakanı’na kadar götürülmüştü bu konu. Tarihi belgeler ışığında bekleyip göreceğiz.” şeklinde konuştu.
Erzurum Gazetesi, Haber: Samet Özünal, 25.06.2010
|
1500 YILLIK İNCİL İÇİN
DÖRT GÖZALTI
Yapılan aramada aracın
bagajında 65 sayfadan oluşan ceylan derisine yazılı
bir
İncil bulundu.
Bin 500 yıllık olduğu belirtilen Süryanice incilin piyasa değerinin yaklaşık 1 milyon doları bulduğu öne sürüldü. İncilin ele geçirildiği otomobilde bulunan müteahhit A.K. (51), tekstilci N.Ş. (42), inşaat malzemesi satıcıları M.E. (47) ve R.T. (38) gözaltına alındı.
Şüpheliler incili yolda bulduklarını ileri sürdü. Muğla Müze
Müdürlüğü’nce incelenen İncil’in orijinal olduğu
belirtildi.
Milliyet, Haber: Ahmet
Bayrak, 25.06.2010
|
|

|
HATTUŞA'DAKİ TARİHİ KONAKLAR TURİZME KAZANDIRILACAK
Çorum'un Boğazkale (Hattuşa) İlçesi'nde bulunan Dulkadiroğlu beyliğine ait tarihi konak ve ilçedeki eski konaklar turizme kazandırılacak.
Çorum Valisi Nurullah Çakır ve Çevre ve Kültür Değerleri Koruma Tanıtma Vakfı Başkanı (ÇEKÜL) Başkanı Prof.Dr. Metin Sözen, Boğazkale İlçesi'ne giderek incelemelerde bulundu.
ÇEKÜL Vakfı Başkanı Prof.Dr. Metin Sözen, Dulkadiroğulları Beyliğinin mirasçıları olan ve Boğazkale'de yaşayan Dölarslan ailesi yaptığı görüşmeler sonunda konağın turizme kazandırılması için karar aldıklarını söyledi. Haremlik, selamlık, hamam ve hizmet odaları gibi bölümlerinden oluşan külliye şeklindeki konağın çok önemli tarihi olaylara tanıklık ettiğini Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti dönemlerine birçok önemli şahsiyeti ağırladığı belirtildi. Tarihi konakta yapılacak restorasyon çalışmaları konak Müze Ev görümüne kavuşturulacak.
İlçedeki konakların Çorum Valiliği, Anıtlar Yüksek Kurulu ve Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca yapılacak çalışmaların ardından koruma altına alınarak turizme kazandırılması planlanıyor.
Turizm Gazetesi, 24.06.2010
|
FİRAVUNUN ÖLÜM NEDENİ
BELLİ OLDU

Mısır'ın ünlü
firavunu Tutanhamun'un doğuştan gelen bir kan
hastalığından ölmüş olabileceği öne sürüldü.
Almanya'daki
Bernhardt-Nocht Tropikal Hastalıklar
Enstitüsünden Alman bilim adamlarının yaptığı
araştırma, şubatta Mısır Eski Eserler Kurumu
Başkanı Zahi Havas ve ekibinin ortaya attığı,
Tutanhamun'un doğuştan yarık dudaklı ve yumru
ayaklı olduğu, sıtmanın azdırdığı kırık
bacağında meydana gelen komplikasyonlardan
öldüğü tezine gölge düşürdü.
Araştırmacılar Christian Timmann ve Christian
Meyer, Havas ve ekibinin Tutanhamun'un ölüm
nedeni konusundaki tezinin akla yatkın
olmadığını, sıtmanın özellikle çocuklarda
ölümcül olduğunu, öldüğü sırada Tutanhamun'un
yetişkin bir genç olduğunu savundu.
Tutanhamun'un orak hücre kansızlığı (drepanositoz)
denilen kalıtsal hastalıktan ölmüş olduğu tezini
ileri süren araştırmacılar, anne ve babanın
genlerinden bu kan bozukluğu hastalığını alarak
doğan kişilerin son derece acı verici krizlerle
boğuşabileceğini, hastalığın böbreklerde,
akciğerlerde, kemiklerde ve merkezi sinir
siteminde ağır tahribata neden olabileceğini
vurguladı.
Drepanositoz hastalığının bazı DNA testlerinde
gözardı edilmiş olabileceğini, bu nedenle
belirli testlerin yapılması gerektiğini ifade
etti.
Alman bilim adamlarının bu iddiası, Zahi Havas
ve ekibinin yaptığı araştırmanın da yayımlandığı
Amerikan Tıp Derneği'nin dergisinde yer aldı.
Havas ve ekibinin, Tutanhamun'un mumyasıyla 15
akrabasının mumyaları üzerinde yaptığı ve 2 yıl
süren DNA incelemeleriyle bilgisayarlı tomografi
görüntülerinin sonuçları zaten doğuştan gelen
hastalıklardan mustarip olan firavunun, kırık
bacağının yol açtığı komplikasyonlarla birlikte
ağır sıtmanın kurbanı olduğunu gösteriyordu.
Tutanhamun'un birçok rahatsızlığının bulunduğu,
genç olmasına rağmen dayanıksız olduğu ve
bastonla yürüyebildiğini de belirten ekip,
firavunun kan akışının olmaması yüzünden sol
ayak kemiğinin yavaş yavaş tahrip olmasına yol
açan Kohler hastalığından da mustarip olduğunu
ileri sürmüştü.
Henüz 10 yaşındayken, MÖ 1333'te tahta çıkan ve
sadece 9 yıl ülkeyi yönetebilen Tutanhamun'un
mezarı, içindeki muhteşem hazineyle birlikte
1922'te bulunmuştu. Uzun zamandır, Tutanhamun'un
erken ölüm nedenine ilişkin birçok iddia ortaya
atılıyor.
Radikal, 24.06.2010
|
PICASSO'YA 52 MİLYON
Ünlü İspanyol ressam Pablo Picasso'ya
ait bir tablo, İngiltere'nin başkenti Londra'da
yapılan müzayedede 52 milyon dolardan alıcı buldu.
Picasso'nun “Mavi Dönem”
olarak adlandırılan eserlerinden “Angel Fernandez de
Soto Portresi” adlı tablosu, Christie's müzayede
şirketinin düzenlediği müzayedede, bu eser için
biçilen fiyat aralığının alt sınırı olan 52
milyon dolara
satıldı.
Tabloyu, kendi hayır
kurumu yararına Andrew Lloyd-Webber adlı bir kişi
aldı.
Picasso'nun tablosunun
biçilen fiyatın alt sınırından alıcı bulmasının yanı
sıra, aynı müzayedede satışa sunulan ünlü Fransız
empresyonist ressam Claude Monet'nin “Nilüferler”
adlı tablosu da satılamadı. Uzmanlar bunun, sanat
piyasasındaki ihtiyatlı tavrın yeni bir işareti
kabul ettiklerini belirtti.
Hürriyet, 24.06.2010
|
|
 |
TÜNEL KAZISINDA GİZEMLİ TÜNEL BULUNDU
Bartın’da, 1971 yılında yıkılan, kentin ileri gelen Rum tüccarlarından Budosaki’ye ait asırlık konağın temeli aranırken tarihi tünel bulundu. Konak ile şu an Kültür Merkezi olan kilise arasında tünelin bağlantısı olduğu düşünülürken, çalışmalar durdurularak Amasra Müze Müdürlüğü’ne haber verildi.
Kırtepe Mahallesi’nde 1881 yılında yapılan ve 1971 yılında yıkılan, Rum tüccar Budosaki’ye ait konağın aynısının yeniden yapılması ve müze olarak kullanılması kararlaştırıldı. Bu amaçla, konağın Bartın Lisesi'nin bahçesinde bulunan kalıntılarında binanın temeli aranırken tünele rastlandı. Mahzen bölümü ve tünelin bir kısmı ortaya çıkarken, tünelin duvarla örülmüş olduğu görüldü. Tünelin yaklaşık 150 metre uzunluğunda olduğu ve şu an Kültür Merkezi olan eski kilise ile bağlantısının olduğu düşünülürken, Amasra Müze Müdürlüğü’ne haber verilerek inşaat çalışmaları durduruldu.
Bartın Belediye Başkanı MHP’li Cemal Akın, “Valimiz İsa Küçük’ün başkanlığında bu çalışmayı başlattık. Sayın valimiz buraya eğitim müzesi yapmayı düşünüyor. Burada daha önceden bulunan eski binanın mimarisine sadık kalınarak binayı inşa edeceğiz. Bina yapılırken bulunan tüneli de koruyacağız. Çocukluğumuzda biz bu tünele girerdik. Yapacağımız çalışmaların ardından, konakla beraber tünelin turizme kazandırılması lazım” dedi.
Radikal, Haber: Halil Tekin, 24.06.2010
|
EFES 2.5 MİLYON ZİYARETÇİ BEKLİYOR
Efes antik kentinde haziran ayında sayısında büyük artış olduğu belirtildi.Dünyanın en büyük açık hava müzesi olma özelliğini de taşıyan Efes'te ziyaretçi sayısı 3 yıl içinde 1 milyon 600 binden 2 milyonun üzerine çıktı.
Selçuk Turizm Danışma Müdürü Mehmet Falakalı, Efes kentinin yurt içi ve dışında son yıllarda daha fazla tanınır hale geldiğini söyledi. Kruvaziyer turizmindeki artışın, Efes antik kenti ve Meryemana Evi'nin ziyaretçi sayısını doğrudan etkilediğini ifade eden Falakalı, özellikle haftanın üç günü Kuşadası ve İzmir Limanına yanaşan gemilerle gelen turistlerin Efes ören yerlerini ziyaret etmesinin, günlük ziyaretçi sayısını 10 bin kişinin üzerine çıkardığını kaydetti.
Limanlara yanaşacak gemi sayılarının önümüzdeki aylarda daha da artacağına işaret eden Falakalı, "Kuşadası ve İzmir limanına gelen gemilerin sayısı arttıkça, ziyaretçi sayımız giderek artıyor" diye konuştu.
Falakalı, sadece Kuşadası limanına sezon boyunca 700 geminin geleceğini belirterek, şunları kaydetti: "Kuşadası üzerinden gelen ziyaretçiler doğrudan Efes antik kenti ve Meryem Ana Evi'ni ziyaret ediyor. Dünyadaki ekonomik krize rağmen bu yıl turist sayısında artış beklenmesi, Efes kentini daha çok kişinin ziyaret edeceğini gösteriyor. Ziyaretçi sayımız geçen yıl 2 milyonu aştı, bu yıl sayıyı 2.5 milyona ulaştırmayı hedefliyoruz."
Haber Ekspres, 24.06.2010
|
 |

|
ÇAYÖNÜ'NDE RESTORASYON BAŞLIYOR
Diyarbakır Müze Müdürü Nevin Soyukaya, Çayönü Kaymakamı Ramazan Yıldırım ve Belediye Başkanı Fesih Yalçın'ı makamlarında ziyaret ederek, 10 Temmuz'da başlayacak restorasyon çalışmaları için destek istedi.
"Hilar ve Çayönü'nün Turizme Kazandırılması Projesi" kapsamında tarihi Hilar Mağaraları'nda kazı çalışmaları aralıksız devam ediyor. Diyarbakır Müze Müdürü Nevin Soyukaya, restorasyon çalışmalarına destek için Kaymakam Yıldırım ve Belediye Başkanı Yalçın'ı ziyaret etti. Restorasyon çalışmalarına destek vereceklerini açıklayan Kaymakam Yıldırım, "Hilar ve Çayönü'nün turizme kazandırılması için başlatılan çalışmalar devam ediyor. Proje kapsamında yürütülen yürüyüş yolları, otopark ve çevre düzenlemesi projesinin devamı olarak, Çayönü'nde de eş zamanlı başlayacak yeni çalışmalara destek vereceğiz. Yaklaşık 1 ay sürecek bu çalışmalar sonunda Hilar ve Çayönü'nü turizme kazandıracağız. Çalışmalarda, o dönemi yansıtacak tarihi bir ev inşa edilecek, bunun yanında Çayönü'nü Hilar'a bağlayan köprü ve çevre düzenlemesi yapılacak. Müze müdürünün destek talebine kaymakamlık ve belediye olarak yürütülecek çalışmalarda iş makinesi, uyarı levhaları ve gerekli maddi katkıyı biz sağlayacağız" dedi.
Diyarbakır Kent Haber, 24.06.2010
|
EGE'YE İKİNCİ BERGAMA

Muğla'nın Marmaris
İlçesi'nde, Selimiye Köyü
yakınlarındaki Kameriye Adası'nda bulunan ve her
yıl, başta Ortodokslar olmak üzere binlerce turistin
akınına uğrayan bin 800 yıllık tarihi kilise,
Marmaris Ticaret Odası tarafından restore edilerek
inanç turizmine kazandırılacak.
Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği (TÜRSAB) Marmaris
Bölgesel Yürütme Kurulu Başkanı İsmail Özbozdağ,
restorasyonun ardından etkili bir tanıtımla Kameriye
Kilisesi'nin ikinci 'Meryem Ana' olabileceğini
belirtti. Marmaris'e araçla 45 dakika mesafedeki
Selimiye Köyü'nde 1. derece doğal sit alanı olan
Kameriye Adası'ndaki tarihi kilisenin restore
edilerek inanç turizmine kazandırılması için
Marmaris Ticaret Odası tarafından proje hazırlanarak
27 Nisan 2010'da Kültür ve Turizm Bakanlığı'na
gönderildi. İzmir 2 No.lu Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından incelenen
projenin onaylanması halinde restorasyon için
gerekli bütçe oluşturularak çalışmalara başlanacağı
bildirildi.
Marmaris Ticaret Odası Başkanı Mehmet Baysal,
bölgedeki tarihi değerlere sahip çıkmayı ve turizme
katkı sağlamayı amaçladıklarını belirterek, "2001'de
Kameriye Kilisesi restorasyonu için Mesleki Eğitim
ve Küçük Sanayi Destekleme Vakfı (MEKSA) tarafından
proje hazırlanmıştı. Almanya'nın Türkiye
Büyükelçiliği ve Marmaris'teki Robinson Hotel,
sponsorluğu kabul etti. Ancak restorasyon projesine
ek olarak hazırlanan eğitim merkezi projesinden
dolayı tüm proje reddedildi. Şimdi yeniden
girişimlere başladık. Restorasyona onay gelmesi
durumunda, sponsorları ve Marmaris'i harekete
geçirmek için adım atacağız" dedi.
Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği (TÜRSAB) Marmaris
Bölgesel Başkanı İsmail Özbozdağ da, yapılacak
restorasyon çalışmasının bölge turizmi açısından
büyük önem taşıdığını söyledi. Marmaris'e gelen 1.5
milyon turistin yüzde 90'ının eğlence turizmi
amacıyla geldiğini ifade eden Özbozdağ, "Restorasyon
sonrası inanç turizmi, müşteri profilimizi
geliştirecek. Bu sayede tek tip müşteriyi aşarız.
Kameriye Adası restorasyon, iyi bir tanıtım ve
altyapıyla ikinci bir Meryem Ana olabilir. Muğla'nın
Türkiye turizm gelirlerindeki payının yüzde 10'dan
15'e çıkacak. Muğla çok önemli inanç ve tarihi
merkezlere sahip. Tümünün ayağa kaldırılması ve bir
yol haritası hazırlanması gerekiyor. Böyle bir
girişimden dolayı Marmaris Ticaret Odası'nı
kutluyorum" dedi.
Mum
yakılıp dilek tutuluyor
Ortodoks kaynaklardan edinilen bilgilere göre
Ortodoksların Kameriye Kilisesi'ni tercih
etmelerinin başında, bir Ortodoks kilisesinde
İsa'nın huzurunda evlenmenin, evliliği bir işlemden
öte kutsal bir bağ haline getirdiğine inanmaları.
Ayrıca Avrupa dışında bir Ortodoks kilisesinin
Marmaris gibi düğün turizmiyle ünlü bir turizm
merkezinde olması da ayrı bir tercih sebebi. Gelen
turistler Kameriye'de tutulan dileklerin kabul
göreceğine de inanıyor. Kilise önündeki zeytin
ağacına kağıt mendil bağlayıp, İsa figürü önünde mum
yakarak dilek tutuyor. İngiliz Veliaht Prensi
Charles da, 9 yıl önce Kameriye Adası'na gelerek
kiliseyi ziyaret etmişti.
Yeni Asır, Haber: Osman Akça, 24.06.2010
|
TOPKAPI SARAYI, YUSUF BENLİ'YE EMANET
2005'ten
beri vekaleten idare edilen Topkapı Sarayı
müdürlüğüne Mevlana Müzesi Müdürü Yusuf Benli
atandı.
1962 doğumlu Benli, Selçuk Üniversitesi Arkeoloji
ve Sanat Tarihi mezunu. Sivas, Akşehir, Konya ve
Çanakkale gibi çeşitli müzelerde çalıştı. Pek çok
kazı ve restorasyon çalışmalarında bulunan Benli,
2007'den beri Mevlana Müze Müdürlüğü görevini
sürdürüyordu.
Zaman, Haber: Samet Altıntaş, 24.06.2010
|
TÜRK- YUNAN TARİHİ ESERLERİ KORUMA ANLAŞMASI
Zirvede
Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreu'ya eşlik eden
Yunan Kültür Bakanı Pavlos Geroulanos ile Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay arasında iki
ülkedeki
tarihi eserlerin korunmasını içeren bir anlaşma
imzalandı. Geroulanos'a göre bu anlaşma ile
Yunanistan'daki Osmanlı yapıt ve eserleri ile
Türkiye'deki Bizans ve antik Yunan eserlerinin onarım ve
bakımları için iki bakanlık işbirliği
başlatacak.
Sabah, Haber: Stelyo Berberakis, 24.06.2010
|
VEKİLLERDEN ASPENDOS, AKİF, SAROYAN SORUSU
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, önceki gün Genel Kurul’da milletvekillerinin eleştirilerini yanıtladı.
CHP Antalya Milletvekili Tayfur Süner, Aspendos antik tiyatrosu yakınındaki “Akdeniz Beton” şirketinin kurduğu taş ocağındaki dinamitler ve ocaktan çıkanları taşıyan 100 tonluk kamyonların esere zararı olup olmayacağını sordu. Günay da “Kuş uçuşu 6 kilometre kuzeyde bir taş ocağı var. Bu taş ocağı sit alanının tamamen dışında” dedi.
Mısır Apartmanı özel mülk
MHP Karaman Milletvekili Hasan Çalış ise kapısında yalnızca “Mehmet Akif Ersoy bu binada ölmüştür” yazan, milli şairin Mısır Apartmanı’nda son nefesini verdiği dairenin müze haline getirilmesiyle ilgili çalışma yapılıp yapılmadığını sordu. Günay, soruyu şöyle yanıtladı: “Ne yazık ki burası özel mülk. İstanbul’da Akif’in hatırasına uygun bir düzenleme yapmak benim de özlemlerimden birisi.”
Saroyan’ın evi bulunamadı
Günay, BDP Bitlis Milletvekili Nezir Karabaş’ın, “Ermeni yazar William Saroyan’ın ailesinin yaşadığı Bitlis’teki evin müzeye dönüştürme ve 2009 yılında açmayı taahhüt etmiştiniz. Bu taahhüdünüzü gerçekleştirebildiniz mi?” sorusunu da yanıtladı: “Ben böyle bir evin bulunması halinde değerlendirebileceğimi söylemiştim ama böyle bir ev bulamadık. Bize özel müze konusunda bir başvuru olursa, gereğini yerine getirmeye çalışırız ama şu anda herhangi bir teklif yok.”
Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 24.06.2010
|
 |
|
TARİHİ MEZAR TAŞI
ÇALINDI
Malatya'nın Battalgazi
İlçesi'nde tarihi mezar taşının çalındığı
bildirildi.
Malatya Bilim ve Sanat
Merkezi'nden yapılan yazılı açıklamada, Battalgazi
Müftüler Mezarlığı civarında bulunan ve halk
arasında ''Seyitler'' olarak bilinen mezarlara ait
olan ''tescilli bir mezar taşının'' çalındığı
kaydedildi.
Malatya Bilim ve Sanat
Merkezi Tarih Öğretmeni Birol Bayram Güngör'ün
Battalgazi Emniyet Müdürlüğüne giderek suç
duyurusunda bulunduğu belirtilen açıklamada şöyle
denildi:
''Geçen yıl öğrencilerle
yaptığımız incelemelerde buradaki diğer mezar
taşının kırılarak çalındığını, mezarın eşildiğini
belirlemiştik. Battalgazi'de İlçesindeki nadir
Şahikalardan olduğunu gördüğümüz mezarların
korunması için girişimlerimiz sonucu burası
tescillenmişti. Mezar taşları ölen kişinin
bilgilerini yansıtmasının dışında, yapıldığı dönemin
özelliklerini de taşıyan birer sanat eseridir.''
Malatya Aktüel,
24.06.2010
|
ŞANGAY'DA MÜZE ZİRVESİ
İzmir Büyükşehir Belediye
Başkanı Aziz Kocaoğlu, Şangay EXPO’da Kültür ve
Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay
ile Ege Medeniyetler Müzesi’ni görüştü.
İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin Şangay EXPO’da
açtığı standı ziyaret eden Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, hem Büyük Kanal Projesi’nin hem
de
İzmir’in tanıtımına yönelik bu çalışmanın kent
ve ülke yararına önemli kazanımlar sağlayacağını
söyledi. Stant zeminindeki dev
İzmir haritası üzerinde Büyük Kanal Projesi’yle
ilgili İZSU Stand Direktörü Meral Çoban’dan brifing
alan Bakan Günay, daha sonra
İzmir’e kurulacak olan Ege Medeniyetler Müzesi
konusunda Başkan Aziz Kocaoğlu ile bir görüşme
yaptı.
Müze yerinin harita üzerinde tespitiyle başlayan
‘mini zirve’ye Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşar
Yardımcısı Şenay Başer ile Ege Bölgesi Sanayi Odası
Yönetim Kurulu Başkanı Ender Yorgancılar da katıldı.
İzmir’e kazandırılacak yeni müze konusunda
kararlılıklarını dile getiren Büyükşehir Belediye
Başkanı Aziz Kocaoğlu, “Kentimize yapacağımız müze
konusunda Sayın Bakan’la aynı heyecanı duyuyoruz. El
ele vererek en kısa süre içinde bu projeyi
gerçekleştirmek arzusundayız” diye konuştu.
Hürriyet Ege, 24.06.2010
|
TARİHİ ULU CAMİ RESTORE EDİLDİ
Kütahya Simav’da, bir kişinin ölümü, iki kişinin yaralanması ve 36 konutun ağır hasar gördüğü 17 Şubat 2009’da meydana gelen 5 büyüklüğündeki depremde kubbeleriyle duvarlarında meydana gelen çatlak ve patlaklar yüzünden ibadete kapanan tarihi Ulu Cami’de Vakıflar Genel Müdürlüğünce 3 ay önce başlatılan restorasyon çalışmaları tamamlandı.
Simav Kaymakamı Cengiz Horozoğlu restorasyon çalışması tamamlanan tarihi Ulu Caminin yeniden ibadete açılması için Vakıflar Genel Müdürlüğünden gelecek resmi yazıyı beklediklerini söyledi.
Simav’daki tarih ve kültür mirasının korunması ve gelecek nesillere aktarılması faaliyetlerine katkıda bulunmak gayesiyle; Vakıflar Genel Müdürlüğünün izni ve Anıtlar Yüksek Kurulunun tasdikli projeleri ile yapımına üç ay önce başlanan tarihi Ulu Cami ve Külliyesinin restorasyon çalışmalarının tamamlanmasının kendilerini mutlu ettiğini bildiren Kaymakam Cengiz Horozoğlu, hayırsever vatandaşların caminin halılarını değiştirme yönünde verdikleri sözü yerine getirmek için başlattıkları hummalı çalışmanın da kendilerini ayrıca gururlandırdığını kaydetti.
Kütahya Kent Haber, 23.06.2010
|
 |

|
BİTLİS KALESİ SAĞLAMLAŞTIRILACAK
Bitlis Kültür ve Turizm İl Müdürü Hüsnü Işıkgör, Bitlis Kalesi'nden kopma ihtimali olan kaya bloklarının sağlamlaştırma çalışmalarına önümüzdeki günlerde başlanacağını belirtti.
Son yıllarda, MÖ 312 yılında Büyük İskender tarafından yaptırılan Bitlis Kalesi'nden kopan kayaların çevresinde bulunan iş yerlerinin tehdit etmesi yetkilileri harekete geçirmişti. Kale etrafındaki iş yerleri ve evlerin boşaltılması kararının ardından kaledeki kaya bloklarını sağlamlaştırma çalışmaları da sürüyor. Kültür ve Turizm İl Müdürü Hüsnü Işıkgör, kaledeki taşların sağlamlaştırılması için geçtiğimiz ay içerisinde ihale yapıldığını ve ihaleyi alan firma yetkilileri ile birlikte kale etrafını gezdiklerini söyledi. Işıkgör, önümüzdeki günlerde firmanın çalışmalara başlayacağını belirterek, "Esnafımıza artık geçici çözümlerle değil, kalıcı çözümler üretmek için çalışmalar yapıyoruz. Yaklaşık 2 yıl sürecek bir çalışma sonrasında kaya blokları üzerinde bulunan surlardaki taşlarla ilgili çalışmalar yapılacak. Bazı taşlar yenilecek. Bazıları da sağlamlaştırılacak. Düşebilecek konumda olan bazı taşlarda özel korumlar ve uygulamalarla birbirine tutturulacaktır" dedi.
Bitlis Kent Haber, 23.06.2010
|
"YENİ YERLEŞKE ALANI
TARİHİ ESER SAHASI DEĞİL"
Batman Kültür Turizm İl
Müdürü Selahattin Ortaboy, Hasankeyf
yerleşkesinin 4-5 km batısında olduğu ve burada yapılmakta olan yol
çalışmasının 2863 sayılı Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu
kapsamında tarihi eser sahası olmadığını
söyledi.
Batman'da yayınlanan
yerel basında Hasankeyf İlçesi'nin yeni
yerleşkesinde TOKİ tarafından yapılan
inşaat çalışmalarında tarihi
kalıntıların bulunduğu haberi üzerine
Batman Müze Müdürlüğü'nde görev yapan
teknik elemanların - arkeolog, sanat
tarihçiler- Hasankeyf'e gönderilerek
burada incelemelerde bulunduklarını
ifade eden İl Müdürü Ortaboy, "Müze
elemanlarının anılan yerde yaptıkları
incelemede söz konusu alandaki inşaat
çalışmaları yeni Hasankeyf yerleşkesinin
4-5 km batısında olduğu ve burada yapılmakta olan yol
çalışmasının 2863 sayılı Kültür ve
Tabiat Varlılarını Koruma Kanunu
kapsamında tarihi eser sahası olmadığı
anlaşılmıştır. Ayrıca yerel basınımıza
konu olan ve fotoğraflarla görüntülenen
kafatası biçimindeki taş parçasının
kayalardan kopmuş doğal bir taş parça
olduğu dolayısıyla herhangi bir tarihi
özellik taşımadığı anlaşılmıştır." dedi.
Batman Gazetesi,
23.06.2010
|
TAŞHAN'IN RESTORASYONU
İÇİN İTTİFAK SAĞLANDI

Vakıflar Bölge
Müdürlüğü ile Taşhan içerisinde bulunan mülkiyet
sahiplerinin yıllardır anlaşamadığı sorunlar ortadan
kaldırıldı.
Vakıflar Genel Müdürlüğü “Onarılmayan tarihi eser
kalmayacak” adı altında çalışmalarına devam ediyor.
Sivas’taki pek çok tarihi eserin restorasyon
çalışmasına halen devam etmekte olan Vakıflar Bölge
Müdürlüğü, son olarak tarihi Taşhan binasının 29
Haziran 2010’da restorasyon ihalesi yapılacağını
açıkladı.
19. yüzyılda şehre gelen yabancı konukları ağırlamak
amacıyla yaptırılan ve mimari bakımından Sivas’a
gelen turistlerde hayranlık uyandıran Taşhan’ın şu
an ki halinden; ne Taşhan esnafı ne de müşterisi
memnun. Taşhan içerisinde ki esnafların hemen hepsi
binanın onarılması gerektiği fikrinde
birleşirlerken; esnaf “Taş Han’ın kesinlikle restore
edilmesi gerekiyor, ancak, bu tarihi bina
onarılırken içindeki esnaf mağdur edilmemeli”
şeklinde konuşuyor.
Geçtiğimiz günlerde 6 mülkiyet sahibi ile toplantı
yaparak esnafın fikrini alan Vakıflar Bölge
Müdürlüğü restorasyon işlemlerinin tamamlanmasının
ardından mülkiyet sahiplerinden belli miktarlarda
para talep edecek.
Taşhan’daki kafe ve çay ocaklarının adeta müdavimi
olan vatandaşların büyük çoğunluğu da Taşhan’ın
restore edilmesinin gerektiğini belirttiler.
29 Haziran 2010 tarihinde proje ihalesi yapılacak
olan tarihi binanın restorasyonu üzerinde titizlikle
duran Vakıflar Bölge Müdürlüğü, Sivas’ın önemli
tarihi eserlerinden biri olan Taşhan binasını
turizme katkı sağlayacak bir hale getirmeyi
hedefliyor.
TAŞHAN
19. yüzyılın
ikinci yarısında kesme taştan yapılmış olan açık
avlulu ve iki katlı olan han dikdörtgen planlı olan
yapı doğu, güney ve kuzey cephelerinde demir kanatlı
ve yuvarlak kemerli üç girişe sahiptir. Orta avlunun
tabanı blok taş döşemelidir. Avlunun ortasında elips
şeklinde bir havuz ve havuzun ortasında zıt yönlerde
ağzından su akan iki adet çift başlı aslan bulunur.
Orta avlunun güney ve kuzeyinde tek parça silindir
gövdeli altı büyük sütünün oluşturduğu revaklar yer
alır. Revaklardaki sütunlar birbirine yuvarlak
kemerlerle bağlanmıştır. Revak gerisindeki odalar ve
revak üzeri beşik tonoz ile örtülüdür. Dıştan ise
her mekanın üzeri kırma çatılı ve kiremitle
kaplıdır.
Sivas Hürdoğan,
23.06.2010
|
İSTANBUL'DAKİ BİZANS SARAYLARI
Vehbi
Koç Vakfı tarafından her üç yılda bir
gerçekleştirilen “Uluslararası Sevgi Gönül
Bizans Araştırmaları Sempozyumu”
kapsamındaki “İstanbul’daki Bizans Sarayları
Sergisi” İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde
açıldı. Sergide, İstanbul Arkeoloji Müzeleri
koleksiyonlarından seçilen Bizans Saraylarına ait
arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan küçük
buluntularla birlikte sarayların antik kaynaklar
doğrultusunda yapılan rekonstrüksiyonları da
sergilenmekte.
İmparator I. Konstantinos’un MS 330’da İstanbul’u
başkent ilan etmesi ile kentte yoğun bir imar
faaliyetine girişilmiş. İstanbul saraylarının da
yapımı bu dönemde başlamış. Kentteki bilinen ilk
saray yapısı olan ve 4.yüzyıldan 11. yüzyıla kadar
Bizans imparatorlarının oturdukları Büyük Saray, Hippodrom’dan ve şimdiki Sultanahmet Camii’nin
bulunduğu alandan Marmara Denizi’ne kadar uzanan
100.000 m²’lik bir alanı kaplamaktaydı.
Sergide, tarihi yarımada sınırları içerisinde,
bugünkü Ayvansaray semtinde, 11-15. yüzyıllar
arasında imparatorluk sarayı olarak kullanılan
Blakhernai Sarayı ve Tekfur Sarayı buluntuları da
sergilenmekte. Tekfur Sarayı, İstanbul’da, Bizans
döneminden günümüze ulaşan tek saray yapısı olması
bakımından önemli.
21 Eylül’e dek sürecek sergide, büyük boyutları
nedeniyle sergi alanına taşıtılamayan eserler ise,
Müze Ana Giriş Kapısı önündeki yolda sergilenirken
bir kısmının da panoda resimleri verilmekte. “Bizans
Sarayı: İktidar ve Kültür Kaynağı” konulu sempozyum
ise bugün sona erecek.
Sergide buluntusu olan saraylar
Büyük Saray, Mangana Sarayı, III. Nikephoras
Botaneiates’in sarayı, Antiokhos Sarayı, Blakhernai
Sarayı, Tekfur Sarayı, Rhegion Sarayı, Lausos
Sarayı, Damatrys Sarayı.
Cumhuriyet, 23.06.2010
|
FATİH ASKERİ RÜŞTİYESİ YENİ ELBİSELERİNİ GİYİYOR

İl Özel
İdaresi İmar Yatırım ve İnşaat Daire Başkanlığı Eski
Eser Proje Birimi tarafından rölöve,
restitüsyon ve restorasyon projeleri hazırlanan ve
uygulamaya geçilen Fatih İlköğretim Okulu,
çok yakında yeni ve güçlenmiş yüzüyle İstanbul’a
merhaba diyecek.
Fatih İlçesi Kirmasti mahallesinde
bulunan ve restorasyon projeleri onaylanan Fatih
İlköğretim Okulu, tarihi yarımada kentsel ve tarihi
sit alanı içerisinde kalan
İstanbul 1
Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu'nun 26.01.2005 gün ve 404 sayılı
kararıyla korunması gerekli kültür varlığı olarak
tescil edilmişti.
Fatih İlköğretim Okulu, Mustafa Reşit Paşa’nın
ismine izafeten 1869 yılında Fatih Askeri Rüştiyesi
adıyla eğitime başlamış okullardan. 1967 depreminden
sonra oldukça zarar gören bina, 1968 yılında eski
şekli muhafaza edilerek onarılmıştı. 1997 yılından
günümüze Fatih İlköğretim Okulu olarak eğitimine
devam eden bina bünyesinde 1 adet bilgi teknolojisi
sınıfı, çok amaçlı salon, fen laboratuarı bulunuyor.
Ana sınıfı ise yapım aşamasında.
İl Özel
İdaresi İmar Yatırım ve İnşaat Daire Başkanlığı Eski
Eser Proje Birimi tarafından rölöve,
restitüsyon ve restorasyon projeleri hazırlanan ve
uygulamaya geçilen Fatih İlköğretim Okulu,
çok yakında yeni ve güçlenmiş yüzüyle İstanbul’a
merhaba diyecek.
Fatih İlçesi Kirmasti mahallesinde
bulunan ve restorasyon projeleri onaylanan Fatih
İlköğretim Okulu, tarihi yarımada kentsel ve tarihi
sit alanı içerisinde kalan
İstanbul 1
Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu'nun 26.01.2005 gün ve 404 sayılı
kararıyla korunması gerekli kültür varlığı olarak
tescil edilmişti.
Fatih İlköğretim Okulu, Mustafa Reşit Paşa’nın
ismine izafeten 1869 yılında Fatih Askeri Rüştiyesi
adıyla eğitime başlamış okullardan. 1967 depreminden
sonra oldukça zarar gören bina, 1968 yılında eski
şekli muhafaza edilerek onarılmıştı. 1997 yılından
günümüze Fatih İlköğretim Okulu olarak eğitimine
devam eden bina bünyesinde 1 adet bilgi teknolojisi
sınıfı, çok amaçlı salon, fen laboratuarı bulunuyor.
Ana sınıfı ise yapım aşamasında.
Yapı, 23.06.2010
|
GEÇMİŞİN MODERN MİMARLIĞI - 1: KADIKÖY
İstanbul'un
Anadolu yakasında, Boğaz'ın Marmara'ya açılmaya
başladığı kıyılarda yer alıyor Kadıköy...
Kadıköy'ün adının meşhur Nasrettin Hoca'nın kızının
torunu olan ilk İstanbul Kadısı Celalzade Hızır
Bey'den geldiği söylentiler arasında dolaşıyor.

Geçmişi İstanbul'dan çok daha eskilere dayanan
Kadıköy'deki yerleşme Haydarpaşa Koyu çevresi ile
Moda Burnu'nun oluşturduğu alan içinde yer alıyordu.
Bostancı'ya kadar tüm semt ve mahalleleriyle Kadıköy
19. yüzyılda iskana açıldı.
18. yüzyılda Türklerin ve Rumların yaşadığı
Kadıköy'de Ermeni yerleşimleri görülmeye başladı.
1813 tarihli Konstantin Kaminar Haritası'na göre
Kadıköy İskelesi ve çarşı çevresinde mahalleler yer
alırken Moda Burnu'nun Kalamış Koyu'na bakan
yamaçları ile Söğütlüçeşme ve Kızıltoprak arası
yeşillikler, sınırları belirtilmiş bağ ve
bostanlarla kaplıydı.
19. yüzyılın sonlarına doğru Moda çevresinde
Gayrimüslim ve Levantenler'in yerleşmeye başladı ve
Fenerbahçe'ye doğru geniş araziler satın alarak
sayfiye amaçlı köşkler inşa ettirdiler. Göztepe,
Erenköy, Bostancı çevresi dönemin önde gelen devlet
görevlilerinin geniş araziler içinde köşkler
yaptırdıkları yerlerdi.

1922
yılına ait İstanbul Haritası
Kadıköy 20. asrın başlarında İskele çevresi cami,
Rum ve Ermeni kiliseleri ile çeşitli resmi yapıların
toplandığı ve çarşının yer aldığı bir merkez olarak
görülüyor. Bu yıllarda Kadıköy dışında Moda, Kalamış
ve Fenerbahçe'ye de vapurlar işliyordu. Demiryolu
istasyonları çevrelerindeki yerleşkeler büyüdü. II.
Abdülhamid dönemi paşalarının yaptırdığı cami ve
kamu yapılarının çevresinde yer yer mahalleler
oluştu. Kızıltoprak, Göztepe, Erenköy, Suadiye ve
Bostancı, 20. yüzyılın başında Kadıköy'ün oldukça
gelişmiş banliyöleri olarak kabul ediliyordu.
Kadıköy'de kurulan Onuncu Belediye Dairesi'nin ilk
başkanı Osman Hamdi Bey oldu.
Kadıköy, 1912-1914 arasında Cemil Topuzlu'nun
belediye başkanlığı sırasındaki ikinci imar
operasyonları döneminde bazı önemli imar
operasyonlarına sahne oldu. Bazı yol yapımı ve
altyapı uygulamalarının yanı sıra Şehremini Cemil
Paşa'nın şehir ve semt parkları oluşturma projesi
kapsamında Kadıköy'de Kuşdili Deresi'nin kıyısında
Yoğurtçu Parkı yapıldı. Ayrıca İskele Meydanı'nda
bulunan ve halen kullanılan belediye binası da bu
dönemde inşa edildi.
Kadıköy I. Dünya Savaşı'nın öncesinde, İstanbul'un
önemli bir konut alanı haline geldi. Kadıköy deniz
ulaşımı sayesinde önemli bir sayfiye yeri oldu.
Bunun yanı sıra İstanbul ile konut-işyeri ilişkisine
de girdi ve "mevsimlik" olmaktan çıktı.

Moda
(üstte) ve Haydarpaşa'nın (altta) 1935 yılında
Arkitekt dergisinde yayınlanmış hava fotoğrafları
Cumhuriyet'le birlikte Kadıköy bazı modern
kentsel hizmetlerden de yararlanma imkanına kavuştu:
Üsküdar-Kısıklı arasında tramvay 1929'da ilk
seferlerine başladı. Üsküdar-Haydarpaşa ve
Bağlarbaşı-Haydarpaşa arasında 1929'da açılan ilk
hattı , daha sonra da 1934 yılında Haydarpaşa-Altıyol-Kadıköy
İskelesi ve Kadıköy-Altıyol-Kızıltoprak-Ihlamur-Feneryolu-Suadiye-Bostancı
hatları izledi. Bu işletmeyi, Kadıköy'de adını
taşıyan bir sinema, İdealtepe'de bir plaj ve ayrıca
bir sanatoryum yaptırmış olan Süreyya Paşa'nın
öncülüğünde Üsküdar-Kadıköy ve Havalisi Halk
Tramvayları Türk Anonim Şirketi oluşturuldu. 1967'ye
kadar hizmette kaldı.

1892'de Hasanpaşa Gazhanesi'nin yapılmasıyla Kadıköy
önce havagazına, 1894 yılında ise şehir suyuna
kavuştu. Elektrik ise 1928'de geldi.

Rebii Gorbon, Kadıköy'de Elektrik Evi (Arkitekt, 1935)
1930'larda İstanbul'un imarı ile ilgili
çalışmalarda Kadıköy için de bazı öneri ve projeler
geliştirildi. 1936-1951 arasında İstanbul Nazım
Planı'nı hazırlayıp yönlendiren Proust Kadıköy'de
bir stadyum, Fenerbahçe Yarımadası'nda da İçişleri
Bakanlığı isteğiyle bir yat limanı düzenledi.

1938'de yılında Arkitekt dergisinde A. Sabri Oran'ın
yazdığı makalede bulunan Kadıköy ve çevresinin
o zamanki mevcut durumunu gösteren plan

Aynı
makale için hazırlanmış bir Kadıköy etüdü
1938'de Belediye İmar Bürosu müşavirlerinden
Sabri Oran, Kadıköy ve yakın çevresi için bir plan
teklifi hazırlayarak Haydarpaşa yönünde Rıhtım
Caddesi'nin istimlak maliyetlerinden kaçınmak için
denizin doldurularak genişletilmesi, o zamanki
Ankara Yolu olan Bağdat Caddesi'nin genişletilmesi
ve tanzimini önerdi.
1940'larda Kadıköy'de, özellikle banliyölerinde
ahşap köşklerin yıkılarak betonarme villaların
yapılmaya başlandı.

Kadıköy Halkevi Yarışması, Birincilik Ödülü kazanan
Rüknettin Güney'in projesi (Arkitekt, 1938)
Kadıköy Halkevi için mimari yarışma düzenlendi.
17 müellifin katıldığı yarışmada birinciliği R.
Günay, ikinciliği A.Sabri ile E. Onat ve üçüncülüğü
L. Tomsu kazandı. 1938-1949 arasında Vali ve
Belediye Başkanı Dr. Lütfi Kırdar'ın ön ayak olduğu
üçüncü imar operasyonlarının oluştuğu dönemde,
Kadıköy Halkevi'nin inşası tamamlandı.
1950'li yıllarda ise Kadıköy çevresinde az yoğun,
müstakil ve yer yer bahçeli yapılaşma türü devam
etti. Kadıköy'ün özgün karakterini oluşturan bu
mekansal yapının dönüşümü 1960'larda gerçekleşti. Bu
yeni düzenlemelere bağlı olarak Kadıköy ve
çevresinde yeni mahalleler kuruldu. 1965'te
Kızıltoprak ve Erenköy mahalle oldu. Ayrıca bir
gecekondu yerleşimi olan Fikirtepe ayrı bir mahalle
olarak Kızıltoprak'tan ayrıldı.
1965 Kat Mülkiyeti Kanunu ile az yoğunluklu
yerleşmeler yerini apartmanlara bırakmaya başladı.
Sonraki yıllarda bölgeleme imar planının
uygulanmasıyla birlikte Kızıltoprak-Bostancı
arasında nüfus sadece 10 yılda iki buçuk kat artış
gösterdi. Bu süreç içinde Kızıltoprak-Bostancı
arasında yer alan eski yerleşimler büyüyüp
yoğunlaşarak banliyö ve sayfiye özelliklerini
yitirdi.
Kadıköy'deki Önemli Yapılar
Selimiye Kışlası:

III. Selim'in kurduğu "Nizam-ı Cedit" ordusunun
talim ve barınma yeri olarak inşa edilmişti. İlk
yapıldığında ahşaptı. II. Mahmut binayı yeniden
taştan inşa ettirdi. Zarif ve yatay bir kütleye
sahip olan dev Kışla'nın dört köşesinde yer alan
kuleler, bu anıtsal görünümü daha da güçlendiriyor.
Kışla 1850'lerdeki Kırım Savaşı yıllarında, yaralı
askerlerin bakım ve tedavi merkezi olarak
kullanıldı. "Lambalı Kadın" lakabıyla tanınan ve
hemşirelik mesleğinin öncüsü Florance Nightingale'in
yaralı askerlerin bakımlarında büyük emekleri söz
konusu.
Florance Nightingale Müzesi:
İstanbul 1. Ordu Komutanlığı Selimiye Kışlası binası
içinde bulunan , Türkiye'nin ilk üç boyutlu
panoramik anlatımlı müze çalışması olan Florance
Nightingale Müzesi iki bölümden oluşuyor. Birinci
bölümde, milli mücadele ruhunu yansıtan oldukça
anlamlı ve etkileyici rölyefler yer alırken, ikinci
bölümde ise Nightingale'in titizlikle korunmuş odası
bulunuyor. Müzenin rölyeflerle ilgili bölümünün
çalışması 200 yılında bitti.
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi:

Fransız mimar A. Vallaury tarafından yapıldı. Yer
yer art-nouveau süsleme ve tasarım biçimlerine
rastlanıyor. Soğan başı üslubundaki kule kubbeleri,
bazı duvar silmeleri, oldukça ağır basan Osmanlı
mimari elemanları, dev yapıya eklektik bir hava
veriyor. Selimiye Kışlası gibi ortası açık avlu
şeklinde ve dört bir yanını dolaşan uzun koridorlar
boyunca, irili ufaklı birçok salon yer
alıyor.1894'te adı, "Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane" idi.
Günümüzde, 1983'ten bu yana Marmara Üniversitesi Tıp
Fakültesi olarak işlevini sürdürüyor. Eski
Haydarpaşa Lisesi Binası olarak da kullanılmıştır.
Haydarpaşa Numune Hastanesi:

1840'larda, Abdülmecit devrinde yaptırılmış
olduğunu ileri sürülüyor.
Haydarpaşa Garı "İstanbul'un Anadolu
Kapısı":

Denize temel kazıkları çakılarak inşa edilen bina
1100 adet kazığın üzerine oturuyor. Helmut Cuno ve
Otto Richter adlı iki Alman mimarın 20. yüzyıl
başlarında, 1906-1908 yılları arasındaki ortak
çalışmalarıyla yapıldı. Beş katlı gar yapısının ünlü
saatini yüzyıl başlarında Mustafa Şem-i Pek yaptı.
Haydarpaşa İskele Binası:

Garın önündeki geniş alanın kıyısında bulunan ve
"Birinci Ulusal Mimarlık" karakteri taşıyan bu
binası 1915 yılında Vedat Tek tarafından yapıldı.
Kadıköy Meydanı'ndaki Eski İskele Binası:
1920'li yıllarda yapılan bina iki katlı, sivri kemer
pencereli ve yer yer çini bezemelere sahip.
Kadıköy Şehremaneti Dairesi:
1910'lu yıllardan kalma binada 20. yüzyıl başlarında
gelişen "ulusal mimari akım" üslubu çerçevesinde, o
yıllarda yapılan eserlerde görülen karakteristik
yapıya rastlanıyor.
Konservatuvar Binası ve Haldun Taner Tiyatro
Sahnesi:

"Birinci Ulusal
Mimarlık" üslubundaki vişne
çürüğü renkli, iskelenin tam önündeki yapıyı 1927'de
İtalyan mimar Ferrari yaptı.
Boğa Heykeli:

Heykelin taban kenarında Houillav Dır Isıdore
Bonhevr- Paris 1864 yazıyor. Heykeltraş İzidor
Bonhevr yaptı. Almanlar, Fransızları yenince heykel
Almanya'ya getirilmiş. 1. Dünya Savaşı sonlarında
Alman Kralı II. Wilhelm tarafından 1917 yılında
Enver Paşa'ya güç simgesi olarak armağan edildi.
Birçok yer değiştirdikten sonra 1969'da Kadıköy'e
getirildi.
Süreyya Operası:

Süreyya Binası'nın yapımına 1924 yılında Süreyya
İlmen Paşa tarafından başlandı. Kadıköy'de şehrin
kültür hayatını çağdaşlaştırmak ve zenginleştirmek
için müzik ve sahne sanatlarına uygun bir bina
yapmaya karar veren Süreyya Paşa, inşaatı 3 yıl
süren ve 6 Mart 1927 yılında bitirilen binayı
yaptırırken, konser, konferans, dans, balo, çay,
nişan-düğün gibi sosyal ihtiyaçları da karşılaya
bilecek bir bina tasarlanmasını istedi. Binanın
estetik olması ve tüm tiyatro opera ihtiyaçlarını
karşılaması için Avrupa ülkelerinde bulunan ünlü
tiyatro opera binalarını gezen Süreyya İlmen Paşa,
Paris'in Şanzelize ve Alman tiyatrolarını örnek
aldı. Zaman zaman çeşitli tiyatro gruplarının sahne
aldığı binada hiç opera sahnelenemedi.
O zamanki adıyla Süreyya Paşa Tiyatro ve Sineması,
yapısal olarak iki ana üniteden oluşuyordu. Cephesi
ve iç mekanlar figürlü rölyeflerle, tavanlar ise
freskler ve yaldızlı kartonpiyerlerle bezendi. 1927
yılından 1950 yılına kadar sinema olarak kullanılan
bina, Tiyatro topluluklarının gösterileri, renkli
balolar ile her zaman gündemde kaldı. Süreyya
Operası Binası, 1950 yılında Darüşşafaka Cemiyeti'ne
verildi.
Süreyya Operası'nın kurtuluşuna giden süreç, Dr.
Murat Katoğlu ve mimar Ersen Gürsel'in Kadıköy
Belediye Başkanı'nı ziyaret etmeleri ile başladı.
Kadıköy Belediyesi binayı Darüşşafaka Cemiyeti'nden
49 yıllığına Kadıköy Belediyesi adına kiraladı.
Opera Binası olarak adeta yeniden şantiyeye
dönüştürüldü. Yapının cephesinde ve sahne portal
çerçevesinde yer alan Türk heykeltras İhsan Özsoy'a
ait kabartma heykeller olduğu gibi korunarak
temizlendi. Bina mimar Cafer Bozkurt tarafından
hazırlanan rölöve ve restorasyon projesine göre
onarılıp yenilendi.
Tramvay Müzesi:
Kurbağalıdere köprüsünün hemen yanıbaşında,
itfaiyenin kullandığı anılarla dolu ulaşım araçları,
bu müzededir.
Kadıköy'le Bostancı arasındaki konakların ve
köşklerin büyük bir kısmı zaman içinde çıkan büyük
yangınlarda, bir kısmı da yıktırılıp yerine apartman
yaptırılmak suretiyle yok oldu.
Kadıköy'de Çarşı'nın içindeki binaların çoğu eski
yüzlü ve koruma kapsamında. Sokak aralarında yer yer
ahşap evler de var. Barış Manço'nun oturduğu sokakta
hala bazıları ayakta olan İngiliz köşkleri
bulunuyordu. Fenerbahçe'de kıyıdaki yol üzerinde,
art-nouveau stilinde bezemelerle süslü birkaç konak,
hala ayakta duruyor.

Barış
Manço'nun Moda'daki İngiliz evi

Caddebostan'daki
Ragıp Köşkü
Kadıköy'ün Semtleri ve Modern
Yapıları
Kalamış:
Kalamış Koyu, Bizans devrindeki Eutropos idi. Burası
sonradan derenin yığdığı toprak nedeniyle bataklık
ve sazlığa dönüştü ve "Kalamisia" diye adlandırıldı.
Sonra Osmanlılar döneminde bu yöreye "Kalamiçe"
dendi ve Cumhuriyet dönemi içinde "Kalamış" adıyla
tanımlanmaya başladı.



Abidin Mortaş, B. Mazhar Evi Projesi
(Arkitekt,
1935)


Zeki Sayar, Kalamış'ta
iki farklı villa projesi (Arkitekt, 1937)

Rebii
Gorbon, B. Cemil Filmer Evi Projesi
(Arkitekt,
1937)
Feneryolu:
Feneryolu semtinden bir demiryolu hattı da, eski
yıllarda Fenerbahçe'ye kadar uzanırdı. Bu semtin adı
da Fener'e giden yol anlamında Feneryolu oldu.

Utarit İzgi ve Mahmut
Bir, Feneryolu'nda Nedim Karakurt Villası Projesi (Arkitekt,
1960)
Fenerbahçe (Fener Bahçesi):
Burunda bulunan Fener'e yakın bahçeden dolayı bu adı
aldı.
Kızıltoprak:
1782'de Kayışdağı-Bağdat Caddesi arasında Divrikli
Ali adında bir genç bu kesimin kırmızı killi
toprağından tuğla yapıp bir ocak kurdu.
Kurbağalıdere'den Kayışdağı'na ve Feneryolu'na kadar
olan yere renginden dolayı Kızıltoprak denmeye
başlandı. 1786'da Kızıltoprak adı ilk İstanbul
Haritası'na geçti.
Selamiçeşme:
Bu adını İstanbul'a giriş ve çıkış yapan insanların,
kentlerini selamlamaları nedeniyle almıştı. O
noktada duran çeşme selamlanan yerdi.
Çiftehavuzlar:
1887'de Babıali Muhafızı Cemal Paşa'nın yaptırdığı
çift havuzlu köşkten dolayı buraya Çiftehavuzlar
dendi, ancak bu havuzlar günümüze dek varlığını
sürdüremedi.

Utarit İzgi ve Mahmut
Bir, Çiftehavuzlar'da bir villa projesi (Arkitekt,
1961)

Çiftehavuzlar'da Ziya
Somer Villası (Arkitekt,
1962)
Caddebostan:
Caddebostan, Osmanlı döneminde pek de tekin olmayan
ıssız bir bostanlıktı. Kadıköy'ün oldukça dışında
kaldığından buralarda haydutlar, hırsızlar
barınırlardı. Halk da bu kötü şöhretinden dolayı
buraya "Cadı Bostanı" derdi. Zamanla bu sözcükler
Caddebostanı ve sonunda Caddebostan'a dönüştü.
İstanbul'un en gözde semtlerinden olup Bağdat
Caddesi,CKM (Caddebostan Kültür Merkezi) gibi
yerlere ev sahipliği yapıyor.
Etrafta nadir görülen bisiklet yoluna sahip olan
Caddebostan sahili çevrede yaşayanların nefes almak
için koştukları bir yer.

Utarit İzgi ve Mahmut
Bir, Caddebostan'da Muammer Arıtan Villası Projesi (Arkitekt,
1960)
Merdivenköy:
Burada vaktiyle yerleşmiş Bektaşilere "merdi iman"
yakıştırması yapılırmış. Bu söz, merdi iman köyünden
zamanla Merdivenköy'e dönüştü.
Gözcübaba:
Semtin adı buraları gözetleyen "Gözcü Baba" adlı bir
erenden geliyor.
Göztepe:
Gözcü Baba'ya saygı olarak semte bu ad verilmiş.
10.000 m2'lik Göztepe Parkı (Özgürlük
Parkı) Bağdat Caddesi üzerindeki semt sınırları
içindeki en büyük yeşil alan. 2005 yılı sonbaharında
parkta inşa edilmek istenen cami nedeniyle gündemden
düşmedi.
Semtin büyük bir bölümü konut ağırlık olarak
kullanılmakla birlikte ticarete yönelik unsurlar da
bulunuyor.
Ayrıca "Oyuncak Müzesi "de semtte bulunan başka bir
ilgi merkezi.
Haydarpaşa:
Kanuni döneminin vezirlerinden olan Haydar Paşa'nın
burada çok geniş bağlık bahçelikleri vardı. Bu
nedenle semt yüzyıllardır bu isimle anıldı.
Hasanpaşa:
2.Abdülhamit döneminde, Hasan Hüsnü Paşa'nın burada
bir cami yaptırmasıyla, bütün çevre semti Hasanpaşa
adıyla tanır oldu.
Erenköy:
Osmanlı'nın İstanbul'u henüz fethetmeden önceki
dönemlerinde buralara gelip yerleşen bazı "erenler"den
dolayı bu ismi almıştı.
Mahallenin ekseni ve ticaret merkezini Ethem Efendi
Caddesi oluşturuyor.
Cumhuriyetin ilk yıllarında Erenköy, nüfuzlu ve
zengin kesimin, bir de köklü Levanten ailelerinin
oturduğu sayfiye yeri kimliğini korudu. 1934 tarihli
şehir rehberine göre Erenköy Mahallesi, Erenköy,
Bostancı, Suadiye, Caddebostan, Sahrayıcedit,
Göztepe ve Merdivenköy olmak üzere toplam 7
yerleşmeyi kapsıyordu. 1930'dan 1967'ye kadar
Erenköy, Kızıltoprak'la beraber Kadıköy'ün iki
bucağından biri olarak kaldı. 1967'de doğrudan
Kadıköy İlçesi'ne bağlanan Erenköy, 1974'te bugünkü
mahalle sınırlarına kavuştu.
1950'lerden sonra hızlanan iç göç sırasında bir
çekim bölgesi haline gelen Kadıköy yakası
apartmanlarla dolmaya başladığında, Erenköy uzunca
bir süre bu oluşumun dışında kaldı. Ancak 1972'de
çıkarılan Bostancı-Erenköy Bölgeleme Planı ve
1973'te Boğaziçi Köprüsü'nün açılması, Erenköy'ün
içinde bulunduğu bölgedeki yapılaşmayı olağanüstü
hızlandırdı. Bağlar ve bostanların sökülmesi ile
konak ve köşklerin çoğunun yıkılmasıyla çok katlı
apartmanlar inşa edildi.
İçerenköy:
Erenlerin bir kısmı daha içerilerde yerleştiği için
semt bu adı aldı.
Suadiye:
Semt adını Suadiye Camisi'nden alıyor. Cami, Reşat
Paşa'nın kızı Suat Hanım adına yaptırıldı.
Şaşkınbakkal:
Rivayete göre Osmanlılar döneminde bir zat, bu
alabildiğine uzanan bomboş kırlık alanda, sadece
birkaç çiftlik evi için bakkal benzeri bir dükkan
açmaya karar vermiş ve bu kararını da uygulamış.
Adama da bundan ötürü "şaşkın bakkal" sıfatını
yakıştırılmış. Bu ad günümüze kadar ulaşıp semtin
adı olmuş.
Çatalçeşme:
Bu semt adını buradaki çeşmeden aldı.
Bostancı:
Saray bostancılarının bazılarının burada evleri
olduğu için semte bu ad verilmiş.
Koşuyolu:
Halkedonlulardan beri, Bizans zamanında ve daha
sonra Osmanlı zamanında buraları at koşularının
yapıldığı yerdi. Bu sebeple semtin bulunduğu yere
"Koşu Yeri" denmiş, sonra da "Koşuyolu" olmuş.
Yeldeğirmeni:
1774-1789 yılları arasında, I.Abdülhamit zamanında
ordu, saray ve halkın un ihtiyacı, kurulan dört
yeldeğirmeniyle sağlanırdı. Bu değirmenlerin biri
İbrahimağa, diğer üçü Yeldeğirmeni'nde yer alıyordu.
1903'ten sonra bu değirmenlerin kalıntıları yıkıldı.
Semt adını eskiden burada bulunan bu
yeldeğirmenlerinden aldı.
Fikirtepe:
Eskiden buradaki derenin üstünde eğlenceler
yapılırmış. Zaman zaman ressamlar Fikirtepe'ye gelip
resim yaparlar, ozanlarla yazarlar buradaki gazinoda
yazılarını yazarlarmış. 3. Selim, 1786 yılında
Fransız Mösyö Öfer'e İstanbul'un haritasını
yaptırdı. Buraya da bu özelliği göz önüne alınarak
Fikirtepe adı verildi.
Arkitera, Kaynak: Wikipedia, Arkitekt, Kadıköy
Belediyesi, Derleyen, Selin Biçer, 23.06.2010
|
DENİZLİ'DE TARİHİ YIKIMA KARŞI HALK AYAKLANDI
Denizli'nin tarihi değerlerinden Kız Meslek
Lisesi'nin yıkımına başlanması halkı ve kitle
örgütlerini ayağa kaldırdı. Valiliğin desteklediği
ve akademisyenlerin katılımıyla yapılan mimari proje
yarışmasının hiçe sayılması, resmi gazetede
yayınlanan şartnamenin görmezden gelinerek yıkım
yapılmasının "suç" olduğunu belirten vatandaşlar
yürüyüş yaptı.
Denizli'de kent kimliğinin önemli yapılarından, 2.
Milli Mimari Dönemi eserlerinden Vali Vefki Ertür
Kız Meslek Lisesi valililik ve belediye kararı ile
yıkıldı. Binanın yıkılması kararına tepki gösteren
Denizlililer 18 haziran gecesi başlayan hukuksuzluğu
iş makinelerinin önüne geçerek durdurdular. Resmi
bir yıkım kararının gösterilemediği; kentin tarihi,
mimari, kültürel mirasına saldırı şeklinde gelişen
yıkıma, kitle örgütleri de karşı çıkıyor.
VALİLİK KENDİ İMZASINI YOK SAYDI
Kız Meslek Lisesi, geride kalan öğretim yılının
başında yeniden yapılandırılacağı iddiasıyla
boşaltılmış; öğrencileri şehir dışındaki bir başka
binaya taşınmıştı. Öğrenci ve velilerin
protestolarına rağmen yetkililer bu tepkileri
görmezden gelmişlerdi.Yeni Hükümet Binası yapılması
kararı alınarak Denizli Valiliği, TMMOB İl
Koordinasyon Kurulu, Mimarlar Odası Denizli Şubesi
ve akademisyenlerin katılımıyla ulusal bir mimari ve
kentsel tasarım projesi yarışması düzenlemişti.
Yarışmayı tarihi Kız Meslek Lisesi'ni koruyarak
çağdaş bir valilik binası ve çevre düzenlemesi
tasarlayan Yavuz Selim Sepin'in projesi kazanmıştı.
Valiliğin kendi koyduğu, imza attığı şartlara,
protokole, resmi gazetede yayınlanan yarışma
şartnamesine rağmen Denizli'nin kültür varlığı,
tarihi değeri olan kız meslek lisesini yıkma
kararına geri döndü. Bütün yaşanan sürece rağmen
valiliğin bu tutumunu Denizli halkını isyan ettirdi.
İSTİFAYA ÇAĞIRDILAR
Demokratik kitle örgütleri ve halk 18 haziran gecesi
başlayan yıkımı durdurdu. Ancak ertesi gün yıkımın
yüzlerce polisin "koruması" altından yeniden
başladığını gören Denizlililer, önceki gün lise
önünde yeniden toplandılar. Önce Valiliğe yürüyerek
siyah çelenk bırakan halk daha sonra Denizli
Belediye binasına yürüdü. Yürüyüş sırasında vali ve
belediye başkanı istifaya çağrıldı. Belediye
binasına da siyah bir çelenk bıraktıktan sonra
yapılan basın açıklamasını ise Mimar Arif Balkanay
yaptı. "Yıkım için yasal izin belgesini bile
gösteremeyenler, hukuksuzluğun bizzat sorumlusudur"
diyen Balkanay, "Topu birbirine atan Denizli Valisi
ve Denizli Belediye Başkanı, ‘Biz yaptık oldu'
diyerek kente karşı suç işliyorlar. Tıpkı geçmişte
Ulu Cami'nin yıkımında olduğu gibi bu yıkım da kente
karşı işlenen bir suçtur. O dozerler sadece Kız
Meslek Lisesi'ni yıkmakla kalmamış, tarihimizde,
kültürümüzde, belleğimizde ve ruhumuzda onarılmaz
yaralar açmıştır. Bu nedenle yıkımdan sorumlu olan
tüm yetkililer derhal görevinden istifa etmelidir.
Ayrıca Tüm Denizli halkı bilmelidir ki bu gün Kız
Meslek Lisesi'ni yıkanlar ile aylardır alt yapı
rezaletini yaşatanlar aynı kişilerdir" diye konuştu.
Balkanay bu yıkımların "rant koktuğunu" da ekledi.
Açıklamaya Eyleme TMMOB ve KESK'e bağlı şubeleri,
Türk-İş, Eğitim-İş, Hacı-Bektaş Veli Derneği ve
siyasi partiler katıldı.
SUÇ İŞLEDİLER
Konuyla ilgili gazetemize konuşan Mimarlar Odası
Denizli Şubesi Eski Başkanı Süleyman Boz ise şu
açıklamada bulundu:"Ortada işlenen bir suç var.
Devletin resmi gazetesinde belirtilen şartnameyi
kesin ihlal var.Telif hakları yasasını çiğneme var.
Jüri kararlarının, jüri başkanlarının görüşlerinin
rafa kaldırılması var. İzinsiz, karar alınmamış
keyfi, despotik bir yıkım eylemi var. Ortada bir suç
varsa bunun bir karşılığı da olmalı. Cumhuriyet
savcıları göreve çağrılmalı. Kentin sahipleri suç
duyurusu için girişimde bulunmalılar. Kentin tarihi,
mimarisi, belleği, anıları, ünlü bakanlarının
okulları, aydınlanma döneminin kızlarımızı eğitme
amacı ile açılmış ileri karakolu kız meslek lisesi
bilhassa devletin bazı idarecileri tarafından
yıkılıyorsa bu yöneticiler istifaya zorlanmalıdır."
Evrensel, 23.06.2010
|
HAREMLİK-SELAMLIK YENİDEN CAN BULACAK

İzmir Büyükşehir Belediyesi, metruk durumdaki
tarihi Haremlik - Selamlık binasını Vakıflar Bölge
Müdürlüğü'nden 30 yıllığına kiralayarak restorasyon
hazırlıklarına başladı.
İzmir Büyükşehir Belediyesi, yıllardır atıl durumda
olan ve yıkılmaya yüz tutmuş Kemeraltı'ndaki
Haremlik - Selamlık binasını kente kazandırmak için
kolları sıvadı. Büyükşehir Belediyesi Tarihsel Çevre
ve Kültür Varlıkları Müdürlüğü tarafından
restorasyon hazırlık çalışmaları sürdürülen tarihi
bina için Vakıflar Bölge Müdürlüğü ile 30 yıllığına
"restorasyon karşılığı kiralama" sözleşmesi
imzalandı.
Kemeraltı'nda mülkiyeti Salepçi Hacı Ahmet Efendi
Vakfı adına Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne ait olan
bina, Konak İlçesi Hacı Mahmut Mahallesi 848
Sokak'ta bulunuyor. Tarihi bina, restore edildikten
sonra Büyükşehir Belediyesi bünyesinde hizmet
vermeye başlayacak. Binanın restore edilmek üzere
hazırlanan rölöve, restitüsyon ve restorasyon
projeleri, İzmir 1 Numaralı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından da
onaylanmıştı.
Tarihçesi
19. yy.'ın ilk yarısında yapılarak kente
kazandırılan Haremlik- Selamlık binası, iki ana
bölümden oluşuyor. Birinci yapı "Selamlık", ikinci
bina ise "Haremlik" olarak tespit edilirken,
Selamlık binası iki kat, Haremlik binası da bodrum
kat ve üzerindeki iki kattan oluşuyor. Haremlik
binasının arka bölümünde ayrı bir bahçe bulunuyor.
Zaman içinde oldukça yıpranmış ve zarar görmüş
durumda olan bina, restorasyon projelerine uygun
olarak kente kazandırılacak. Mühendislik
projelerinin önümüzdeki günlerde tamamlanmasının
ardından, bina için onarım ihalesine çıkılacak.
İzmir Büyükşehir Belediyesi, 23.06.2010
|
MANET'NİN TABLOSUNA 22 MİLYON STERLİN
İngiltere'nin başkenti Londra'da düzenlenen bir müzayedede, Fransız ressam Edouard Manet'in 'portresi', 22 milyon 441 bin sterline (yaklaşık 50 milyon TL) alıcı buldu.
Dünyaca ünlü müzayede evi "Sotheby’s"de yapılan "İzlenimci ve Modern Sanat" adlı açık artırmada, Manet’nin yanı sıra, Pablo Picasso, Claude Monet, Auguste Rodin, Paul Cezanne, Henri Matisse, Pierre-Auguste Renoir ve Andre Derain gibi dönemin ünlü sanatçılarının eserleri de satışa çıkarıldı.
Rekor fiyatta gelirin elde edildiği ve toplam 51 eserin satıldığı müzayedede, Manet’in kendisini elinde palet tutarken resmettiği portresi, 22 milyon 441 bin 250 sterlinle açık artırmada en yüksek değere satılan eser oldu.
Müzayedede, İspanyol ressam Pablo Picasso’nun kara kalem çalışmaları 700 bin ile 1 milyon sterlin arasında satılırken, sanatçının "Femme Endormie" adlı eseri 1 milyon 300 bin sterline ve "Buste de Matador" adlı yağlı boya eseri 5 milyon 300 bin sterline alıcı buldu.
Açık artırmada ayrıca, Fransız ressam Henri Matisse’in "Nü kadın" resmi 5 milyon 800 bin sterline, bir diğer Fransız ressam Andre Derain’in pastoral eseri 16 milyon 200 bin sterline ve Edouard Manet’in "Vazoda Çiçekler" adlı yağlı boya çalışması 7 milyon 600 bin sterline satıldı.
Radikal, 23.06.2010
|
 |

|
TARİHİ MEZARDAN GÖZYAŞI ŞİŞESİ ÇIKTI
Kocaeli'nin Gebze İlçesi'nde kaldırım çalışması yapan belediye ekiplerince tarihi mezar bulundu.
Alınan bilgiye göre, Köşklü Çeşme Mahallesi 525 No.lu Sokak'ta kaldırım çalışması yapan Gebze Belediyesi ekipleri, toprağın altında mezara benzeyen bir yapı bulunduğunu fark etti. Polise haber veren belediye ekipleri, sokaktaki çalışmayı da sonlandırdı.
Olay yerine gelen polislerin sokağın girişlerini güvenlik şeridine almasının ardından Kocaeli Müzesi'nden gelen görevlilerin gözetiminde kazı yapılmaya başlandı.
525 No.lu Sokak'ta başlayan kazı çalışmaları, bitişikteki Gül Şirin'e ait evin bahçesine kadar devam etti. Kazı sonundan ortaya çıkartılan tarihi mezardan kemikler ile Roma ya da Bizans dönemlere ait olduğu sanılan 2 gözyaşı şişesi çıkarıldı.
Bu arada, ilçede ''Define bulundu'' söylentilerinin yayılması üzerine toplanan vatandaşlar, çalışmaları meraklı gözlerle izledi.
Mezardan çıkarılan kemik ve gözyaşı şişeleri Kocaeli Müzesi'ne götürüldü. Kocaeli Müzesi'nde görevli sanat tarihçisi Gökhan Bilgin, ''Çıkarılan iki gözyaşı şişesi, bu mezarın 1500-1600 yıl öncesine, Roma ya da Bizans dönemine dayandığını gösteriyor. Erkek mezarı olduğunu düşündüğümüz bu mezardan çıkarılan kemik ve gözyaşı şişeleri Kocaeli Müzesi'nde incelenecek. Büyük ihtimal Roma dönemi halk mezarı'' dedi.
Radikal, 23.06.2010
|
TÜM SIRLAR ORTAYA ÇIKIYOR
İnsanlık
tarihinin ilk yerleşim yeri olarak kabul edilen
Çatalhöyük'te bugüne kadar ortaya çıkan bilgiler,
uluslararası kazı ekibindeki bilim adamlarınca bu
yaz halk ve bilim dünyasıyla paylaşılacak.
Konya'nın Çumra İlçesi'ndeki Çatalhöyük, koyunun
ve keçinin evcilleştirildiği, insanoğlunun yerleşik
hayata toplu geçtiği ve ilk sanat eserleri kabul
edilen duvar
resimleriyle, dünyadaki önemli arkeoloji merkezleri
arasında bulunuyor.
Çatalhöyük'te devam eden kazı çalışmalarının bu
yılki bölümü, Trakya Üniversitesi ekibinin, höyüğün
Kalkolitik döneme ait
ikinci
yerleşim sahası olan Batı Çatalhöyük'teki kazısıyla
başladı. Ekibin büyük bölümü ise Neolitik döneme ait
yerleşim olan Doğu Çatalhöyük'te, 15 Temmuz'dan
sonra kazılara başlayacak.
Kazı Başkanı, Stanford Üniversitesi öğretim üyesi
Prof.Dr. Ian Hodder ile Türkiye ve dünyanın çeşitli
yerlerinden kazı ekibi üyesi arkeologların bir kısmı
da Çatalhöyük'e geldi.
Bugüne kadarki kazılarda, 9 bin yıl önceki
yaşamla ilgili istenilen laboratuar ve arkeolojik
bulgulara büyük ölçüde ulaşıldığı için, kazı
çalışmaları hafif tempoda ve ağırlıklı olarak eğitim
amaçlı yürütülecek.
Çatalhöyük araştırma sahası, sadece kazı yapılan
ören yeriyle sınırlı değil. Son yıllarda höyük
yakınına Boeing ve Yapı
Kredi'nin sponsorluğunda inşa edilen yeni
binalarla oluşturulan yerleşkede, çıkan bulguların
incelendiği laboratuarlar da yer alıyor.
Dünya arkeoloji literatürüne “Hodder Okulu”
adıyla yeni bir ekol kazandıran kazı başkanı İngiliz
Prof. Prof.Dr. Ian Hodder, ekipteki genç
arkeologların Konya'nın Çumra İlçesi'ndeki bu höyükte
yetişmesine yardımcı oluyor.
Dünya arkeoloji çevrelerince ilgiyle takip edilen
Çatalhöyük'te bugüne kadar elde edilen bulgular,
Türk ve dünya kamuoyuna açıklanacak.
Kazı ekibinde görevli Arkeolog Gülay Sert,
gözlerin bu yaz daha fazla Çatalhöyük üzerinde
olacağını belirterek, elde edilen arkeolojik
bulgular, laboratuar analizleri ve çeşitli
tekniklerle elde edilen bilgilerin yaz sonuna kadar,
uluslararası kazı ekibindeki bilim adamlarınca
bilimsel ortamda tartışılacağını söyledi.
Sert, çalışmayla bilimsel yayınların
hazırlanacağını, bu bilgilerin yaz sonunda halk ve
bilim dünyasıyla paylaşılacağını belirterek, şunları
söyledi:
“Yapılacak yayınlar Neolitik döneme ilgi duyan
dünyadaki tüm arkeologları şimdiden
heyecanlandırıyor. Zaten Çatalhöyük'teki
çalışmaların temel amacı, insanların o dönemde
yakalandığı hastalıklar, yedikleri bitkilerin
çeşitliliği ve etkileri gibi bilgilere ulaşmak.
Çünkü bu bilgiler, insanoğlunun dünya üzerindeki
bilinmeyenlerle dolu serüveni hakkında daha fazla
ayrıntıya ulaşmamızı sağlayacak. Bu sonuçlar sadece
arkeologları değil, tıptan mühendisliğe kadar pek
çok bilim adamını ilgilendiriyor.”
ÇATALHÖYÜK

 
 
Çumra İlçesindeki Çatalhöyük'te ilk kazı
çalışması, 1960'lı yıllarda İngiliz Arkeolog James Mellaart ve ekibi tarafından yapıldı. Toprak
katmanlarının kabaca derinlemesine kazılmasıyla
çeşitli dönemlere ait çok sayıda tarihi eser
bulundu.
Tam olarak kayıtları bugün de bilinmeyen
buluntular içinde, yakın tarihe kadar “Tanrıça
Kibele” olarak bilinen ve
Ankara'daki Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde
sergilenen topraktan yapılmış kadın heykelciği
dikkati çekiyor.
1993 yılında ise İngiliz Arkeolog
Prof.Dr. Ian
Hodder kazı çalışmalarını devraldı. Yılda yaklaşık
13 bin kişinin ziyaret ettiği Çatalhöyük'te, 100'den
fazla personelden oluşan uluslararası kazı ekibi,
buradaki laboratuarlarda 9 bin yıl önce yaşamış
insanların beslenmeleri, hastalıkları, genetik
özellikleri, o dönemdeki bitkilerin ve hayvanların
durumu gibi farklı konularda incelemelerini
sürdürüyor.
Hürriyet, 23.06.2010
|
İKİ YÜZYILIN TAKI VE GİYSİLERİ
Ege Üniversitesi
tarafından geleneksel giysi, takı ve silahların
sergilendiği Balkanlar ve Anadolu Giysileri
Müzesi'nin açılışı, Rektör Prof.Dr. Candeğer Yılmaz
ve Bornova Belediye Başkanı Kamil Okyay Sındır'ın
katılımıyla gerçekleştirildi. Tarihi 1800'lü yıllara
ait 2 bin 560 parçanın sergilendiği müze, Devlet
Türk Musikisi Konservatuarı tarafından Devlet
Planlama Teşkilatı bütçesiyle oluşturuldu. Müze, "Sirkehane"
diye bilinen ve restore edilen Bornova'daki tarihi
binada hizmet verecek.
Bornova'da gerçekleştirilen müzenin açılışına Ege
Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Candeğer Yılmaz, eski
rektörler Prof.Dr. Ülkü Bayındır ve Prof.Dr. Rafet
Saygılı, 57. Topçu Tugay Komutanı Tuğgeneral
Süleyman Baysal, Bornova Belediye Başkanı Kamil
Okyay Sındır, Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü
Müdürü Prof.Dr. Fikret Türkmen ile çok sayıda
öğretim üyesi bulunuyor. Açılışta konuşan Rektör
Prof.Dr. Candeğer Yılmaz, gün geçtikçe yok olan
halk giysileri ve halk müziği çalgılarını bir müzede
değerlendirerek bunlardan günümüzde de
yararlanılmasını amaçladıklarını belirterek,
"İnsanların kendi kültürlerini tanıması ve
Türkiye'ye gelen yabancı konukların da bu köklü
kültürün geçmişini tanımalarını sağlamayı
amaçlıyoruz" dedi.
Bir üniversite bünyesinde, Kültür Bakanlığı ile
müşterek bir kurum müzesi olma niteliğini taşıyan
ilk müze olan Balkanlar ve Anadolu Giysileri Müzesi,
Müzeler Genel Müdürlüğü'nün de listesinde yer
alıyor.
Çeşitli kültür ve inançları da içeren kapsamıyla
müze, eşsiz bir arşivi halkın ve araştırmacıların
kullanımına sunuyor. Balkanlar ve Anadolu Giysileri
Müzesi'nde Anadolu'dan ve 12 Balkan ülkesinden
toplanmış otantik giysiler, takılar, aksesuarlar,
halk sazları bulunuyor. Bunun yanında, "Kız çeyiz
evi" köşesinde çorap-oya-kese koleksiyonları
sergileniyor. "Sirkehane"de 20 bin 736 kare fotoğraf
208 saat video kaydı arşivi de bulunuyor. Müzede,
Romanya, Bulgaristan, Yunanistan, Kosova,
Arnavutluk, Karadağ, Slovenya, Hırvatistan,
Sırbistan, Makedonya, Bosna-Herkek ve Moldovya-Gagavuz
Özerk Bölgesi'nden objeler yer alırken, Kırım,
Azerbaycan ve Türkmenistan'dan da parçalar buluyor.
Müzede bir alt bir üst galeriden oluşuyor. Alt
galeride Türkiye'den ve Trakya yöresinden, üst
galeride ise 12 Balkan ülkesinin kültürlerini
yansıtan objeler yer alıyor. Osmanlı Evi şeklinde
düzenlenmiş olan, 2 oda, T girişli bir hol ve
mutfaklardan oluşan "Kır evi" köşesinin bir odasında
kına gecesi mizanseni yaratılırken, "Kız çeyiz evi"
olarak düzenlenen odada çeyiz sergileniyor.
Yeni Asır, Haber: Şirvan Bektaş, 23.06.2010
|
İNSAN NESLİ YAMYAMLIKLA HAYATTA KALMIŞ
İngiltere’de Cheddar Gorge mağarasında yapılan
arkeolojik kazılarda bulunan iskeletler, Buzul Çağı
insanlarının yamyamlıkla hayatta kaldığını gösterdi.
Yeni karbon testi tekniğiyle yapılan araştırma,
14 bin 700 yıl önce bu mağarada yaşayan insanların
insan eti
yediğini belirledi. Kazılarda bulunan iskeletler
incelendiğinde, buzulların erimeye başlamasıyla
İspanya
ve
Fransa’dan Cheddar Gorge’a göç etmiş
avcı-toplayıcı kabilelerin burada akrabaları olan
erkek, kadın ve çocukların etlerini yediklerini ve
akrabalarının etlerini iskeletlerinden ayırmak
için
gelişmiş kasap tekniklerini kullandığını gösterdi.
Milliyet, 23.06.2010
|
KAPADOKYA KİLİSE ZENGİNİ
Nevşehir Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nden edinilen bilgiye göre, Kapadokya bölgesinde yaklaşık 400 kilise ve şapel, geçmişte ibadet ve barınma merkezi olarak kullanıldığı bilinen 200’e yakın yeraltı şehri bulunuyor.
Kilise ve şapel, yer altı şehirlerinin birçoğu, Kapadokya Kültür Envanteri kapsamında 71 Arkeolojik, 12 Kentsel, 9 Doğal olmak üzere 92 sit alanı içinde yer alıyor.
Yer altı şehirlerinden ise Derinkuyu, Kaymaklı, Mazı, Özkonak ve Tatlarin, Özlüce ve Göynük yeraltı şehirleri turizme açık. Bölgede aynı zamanda 206 Anıt ve 631 Sivil Mimarlık örneği bulunuyor.
Peribacaları, yeraltı şehirleri, kiliseler, ören yerleriyle yılda ortalama 2 milyon turist tarafından ziyaret edilen bölge, hisarlar, kaleler, Avanos Sarıhan Kervansarayı, Nevşehir Damat İbrahim Paşa Külliyesi, Hacıbektaş Külliyesi, Gülşehir Karavezir Külliyesi gibi Türk-İslam eserleri, Osmanlı ve Selçuklu Dönemi yapıları ile de ülke turizminde önemli yer tutuyor.
Bölgede, peribacaları, kilise ve şapellerin yoğunlukta olduğu, 1985 yılında UNESCO tarafından bütünüyle Dünya Kültür Mirası kapsamına dahil edilen Nevşehir’in merkeze bağlı Göreme beldesi, turistlerin en çok ilgi gösterdiği turistik merkezler arasında ilk sırada bulunuyor.
Radikal, 22.06.2010
|

 |
|
738 YILLIK 1111 TANELİ TESPİH
Kayseri'nin Develi
İlçesi'nin sembolü halinde 1281 yılından bu yana
ayakta durmayı başaran Selçuklu mimarisinin en
nadide ve olağanüstü eserlerinden biri olan Sivasi
Hatun Camii'nde sergilenen 1111 taneli, 738 yıllık
tespih ziyaretçilerin ilgi odağı oldu.
Selçuklular döneminde sabah namazı sonrasında
‘Kuşluk vaktine' kadar cami cemaati tarafından
birlikte çekilen 1111 taneli tek tespih son
günlerde ziyaretçilerin de ilgisini çekmeye başladı.
Göçeraslan oğlu Nasrullah ve eşi Sivasi Hatun
tarafından 1282 tarihinde inşa ettirilen Develi
Sivasi Hatun Camii'ndeki tespih ziyaretçiler
tarafından ilgiyle izleniyor. Bazı ziyaretçiler de
tarihi tespihi çekmek istiyor.
Radikal, Haber: Nezir Ötegen, 22.06.2010
|
TARİHİ KİLİSE İLGİ BEKLİYOR
Şırnak'ın İdil İlçesi'nde bulunan Aziz Mor Şemun Kilisesi, bakımsızlıktan adeta harabeye döndü.
Bir dönem cezaevi ve kahvehane olarak kullanılan tarihi Aziz Mor Şemun Kilisesi'nin bahçe duvarları yıkılırken, bahçesi de çöplüğe dönüştü. Uzun zamandır herhangi bir onarım yapılmayan İdil Süryani Kadim Vakfı'na ait kilise, yok olma tehlikesiyle karşıya karşıya kaldı. Süryani Kadim Vakfı Başkanı Şemun Gösteriş, "Şuan kiliseyi inşa etmeyi düşünmüyoruz. Daha önce belediye ve ilgili kurumlara kilisenin yeniden inşası konusunda herhangi bir başvurumuz olmadı. Ancak planlarımızda tarihi Aziz Mor Şemun kilisemizi tekrar restore etmeyi ve eski haline sadık kalarak İdil'e kazandırmayı düşünüyoruz. Aziz Mor Şemun Kilisesi bizim için kutsal bir yerdir ve yok olup gitmesini istemiyoruz. Yalnız daha önce İdil Belediyesi'nden kilise çevresi ve bahçesinin temizlenmesi konusunda müracaatta bulunduk ve temizlendi ancak onunla sınırlı kaldı" dedi.
Vatandaşların şikayetlerine sebep olan ve bahçesine atılan çöplerden dolayı çevreye pis kokular saçan kilisenin çevresi belediye tarafından daha önce temizlenmesine rağmen kısa sürede çöplerle doldu.
Şırnak Kent Haber, 21.06.2010
|
 |
HOŞAP'TA GÖRÜNTÜ KİRLİLİĞİNE SON

Tarihi Hoşap Kalesi'nin sit alanı içerisinde bulunan
ve kötü bir görüntü arz eden yaklaşık 40 civarındaki
evin başka bir yere nakledileceği belirtildi. Vali
Karaloğlu, "Biz muhtarımızla, vatandaşlarımız ile
oturup insanlarımızı kesinlikle mağdur etmeden çözüm
üretmemiz lazım" dedi.
Van Valisi Münir Karaloğlu, Hoşap Kalesi'nin sit
alanı içerisinde bulunan ve kötü bir görüntü arz
eden yaklaşık 40 civarındaki evin başka bir yere
nakledilmesi gerektiğini kaydederek, "Biz
muhtarımızla, vatandaşlarımız ile oturup
insanlarımızı kesinlikle mağdur etmeden çözüm
üretmemiz lazım" dedi.
Van Valisi Münir Karaloğlu, yaklaşık 2,5 ay önce
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından restorasyon
çalışmaları başlatılan Hoşap Kalesi'nde
incelemelerde bulundu. Kalede kazı çalışmasını yapan
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü
Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Mehmet Top ve
restorasyon çalışmasını yürüten Zeydanlı İnşaatın
Şantiye Şefi Adnan Vural'dan yapılan çalışmalar
hakkında bilgi alan Vali Karaloğlu, kalenin
çevresindeki sit alanda bulunan ve kötü bir görüntü
arz eden yaklaşık 40 civarındaki evlerin başka bir
yere nakledilmesi gerektiğini kaydetti. Burada basın
mensupların sorularını cevaplandıran Vali Karaloğlu,
Van'ın bir kaleler şehri olduğu ifade etti. Van
Kalesi, Çavuştepe, Ayanıs, Yoncatepe ve Hoşap
kalelerinin birer değer olduğunu kaydeden Vali
Karaloğlu, bunlara sahip çıkılması gerektiğini
vurguladı.
Hoşap Kalesi'nde şimdiye kadar ufak tefek
restorasyon çalışmaları yapıldığını hatırlatan Vali
Karaloğlu, ayrıca Yrd. Doç.Dr. Mehmet Top
tarafından da halen devam eden bir kazı çalışmasının
yapıldığını söyledi. Vali Karaloğlu, "Bu yıl Kültür
ve Turizm Bakanlığı tarafından temin edilen ödenek
ile 2,5 ay önce başlatılan restorasyon çalışması
tamamlanmak üzeredir. Daha burada yapılacak çok
işimiz var Hem restorasyon çalışmaları hem de kazı
çalışmalarımız var. Ama önemli olan bizim amacımız
kaleyi kurtarıp, turizme açmaktı" dedi.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın geçen yıl
kaleyi ziyaret ettikten sonra restorasyonuna karar
verdiğini hatırlatan Vali Karaloğlu, bu yıl da
restorasyon çalışmasının tamamlanmasının ardından
tekrar gelip görmek istediğini kaydetti.
Çalışmaların tamamlanmasının ardından bakan Günay'ı
tekrar Van'a davet edeceklerini söyleyen Vali
Karaloğlu konuşmasını şöyle sürdürdü;"Burası birinci
derecede sit alanıdır. Vatandaşlarımız isteseler de
evlerini onaramazlar. Onarım yapabilmeleri için
kuruldan izin almaları lazım. Onun için biz
muhtarımızla, vatandaşlarımız ile oturup
insanlarımızı kesinlikle mağdur etmeden çözüm
üretmemiz lazım. Şuan köy yerleşim alanı
genişletiliyor. Hoşap Kalesi Van için en önemli
tarihi değerlerden bir tanesidir. Bunun kıymetini
bilmemiz lazım. Başta Hoşap halkının bilmesi
lazımdır. Bu tarihi değerlerin kıymetini biz
bilmezsek kimse bilmez" dedi.
Yeni Şafak, Haber: Adnan Gül, 21.06.2010
|
DAHA ÇOK TERRACOTTA SAVAŞÇISI
Çin'in Shaanxi şehrinde yapılan arkeolojik
kazılarda Terracotta savaşçıları ve atlarının yeni
heykelleri bulundu.
  

  
 
 
Cnn Türk, 21.06.2010
|
 |
KİMSESİZ EVLER TURİZMLE CANLANDI
Odunpazarı’nın bazı sakinleri, bir zamanlar harabe olan evlerinde restorasyon yaptırıp ticarete başladı. Bir iki yıl öncesine kadar sadece mantı, gözleme, çay ve kahve satılan Odunpazarı’nda bugün lüks lokanta ve restoranlar da yer alıyor. Ziyaretçi sayısının her geçen yıl arttığı ilçede yeni yatırımlar da planlanıyor. İlçede halen 50’ye yakın işletme bulunuyor.
Eskişehir’de uzun yıllar kendi haline terk edilen ve pek çoğu metruk hale gelen tarihî evlerin bulunduğu merkez Odunpazarı İlçesi, son yıllarda yapılan çalışmalarla yeniden hayat buldu, turistlerin ilk uğrak yerlerinden biri oldu. Anadolu Üniversitesi'nin 2002 yılında Odunpazarı’ndaki 5 evi restore ettirip, konukevi olarak kullanmasıyla başlayan süreç, Odunpazarı Belediyesi’nin Tarihi Odunpazarı Evlerini Yaşatma Projesi ile devam etti.
Odunpazarı Belediyesi, yaklaşık 5 yıldır ev sahiplerinden ücret almadan 19. yüzyıl sivil mimarinin en güzel örneklerini sunan tarihî evlerin bazılarında restorasyon yaptı, bazılarını da onardı. Belediye, tarihi sit alanı olan 70 hektarlık alanda 25 sokakta yaklaşık 250 evi bakıma aldı. Turizm ve ticaret açısından her geçen yıl daha da canlanan Odunpazarı, son yıllarda açılan müze, konak, çarşı, otel ve restoranlarla yeni bir yaşam alanı haline geldi. Eskişehir’in ilk Türk yerleşim alanı olan ilçe, kente gelen ziyaretçilerin de ilk adresi olmaya başladı. Bölgede 7 tarihi konak, butik otel olarak kullanılıyor.
Türkiye Gazetesi, 21.06.2010
|
3500 YILLIK ŞEHİR RADAR TARAMASINDA
Kuzey Mısır
Nil Deltası'nda MÖ 1664-1579 arası 105 hüküm süren
Sami ırkından Hiksos devletinin başkentini ölçmek
için radar
taraması yöntemi kullanılıyor.
Mısır Eski Eser Dairesi’nin kıdemli başkanı
arkeolog Zaki Havas’ın Associated Press ajansına
verdiği bilgiye göre, Avusturya arkeoloji takımının
başkanı İrene Müller, Havas’ın belirttiği gibi,
"kazı çalışmalarının verebileceği ön zararı önlemek
için radar taraması yapıldığını" söyledi.
Radar, yoğun tarım etkinliği olan çağdaş Tel El
Debaa kentinin meraları altında 3 bin 500 yıllık
tapınaklar, caddeler ve evleri gösteriyor.
Avusturya arkeoloji ekibi bu alanı 35 yıldır,
1975’ten beri araştırıyor.
Radikal, 21.06.2010
|
|
KAUNOS HARABELERİ, KÖYÜ HARABETTİ

Köyceğiz’in Çandır Köyü’nün bir bölümünün
Kaunos harabeleri nedeniyle birinci derece site
dahil edilmesi, evini tamir eden köylülere ceza
getirdi. 50 yıllık evlere yıkım kararı çıktı.
İlk yerleşim MÖ 1000 yıllarına kadar inen
Kaunos antik kenti, Muğla Köyceğiz’e bağlı Çandır
Köyü halkına sıkıntı vermeye başladı. Kaunos
harabeleri nedeniyle bölge 1972 yılında köy
derecelendirmesi yapılmadan SİT ilan edildi. 1982’de
köyün tamamı 1. derece site sokuldu.
Zamanın
siyasileri devreye girdi ve 1987 yılında Koruma
Kurulu harabelerin bulunduğu yeri 1’nci derecede
bırakırken, yerleşim merkezlerini 3’ncü dereceye
indirdi. Halka belli ölçülerde yapılaşma izni
verildi. 1995 yılında ise içinde 27 bina bulunan
köyün bir bölgesi 1’nci derece SİT alanına sokuldu.
Aşırı yağmurlar nedeniyle büyük zarar gören
yapıların onarımı için Koruma Kurulu’ndan izin
istendi. Cevap verilmeyince köylüler akan çatılar
yenilendi, çürük cam ve çerçeveler değiştirildi. Son
olarak 2008 yılında onarma izni için başvuran bir
kişinin evini incelemek için iki ay önce köye gelen
heyet, izin alınmadan akan yerlerin yenilendiğini
tespit etti. 7 bin lira ile 15 bin lira arasında
ceza yağdırıldı. 17 binaya da yıkım kararı
çıkarıldı. Tadilat izni bekleyen köylü büyük ceza ve
yıkım kararları karşısında yıkıldı.
Köy muhtarı yapan Salih Yukarlı, “Değişen sit
dereceleri nedeniyle dededen kalma 30, 40, 50 ve 60
yıllık evlerimize yıkım kararı çıkarıldı. Bu
harabeler buradan gidemeyeceğine göre köyü buradan
taşıyın” dedi. Köyün tamamen SİT alanından
çıkarılmasına da karşı olduklarını ifade eden Yukarlı, “Antik şehir 1, yerleşim alanı 3’ncü
derecede kalsın. Herkes tamirat yapabilsin” dedi.
Turizmci Arif Yalılı ise Kazı Başkanı Prof.Dr.
Cengiz Işık’ı suçladı. Evlerin durumunun incelenmesi
için başvurulara “Bize ‘kazı heyeti başkanı olumlu
cevap verirse biz buraları 3’ncü dereceye
çıkartırız’ deniliyor. Ama onların keyfi yerinde”
dedi.
Başkent Üniversitesi Kültür ve Sanat
Araştırmaları Merkezi Müdürü ve Kaunos Kazı Heyeti
Başkanı Arkeolog Prof.Dr. Cengiz Işık ise
köylülerin mağduriyeti karşısında üzüldüğünü ve
bunun düzeltilmesi için de Koruma Kurulu’na yazı
yazdığını söyledi. Kendisi hakkındaki iddialara da
yanıt veren Işık, “Bir yer sit ilan ediliyorsa ve
burada yerleşim alanı varsa, bu insanların mağdur
olmaması gerekir. Ben kimim ki burası 1 veya 3.
derece olsun diyeyim. Bunu yapan kurul. Öncelikle
köylünün mağduriyetinin giderilmesi gerektiğini bir
kez daha yineliyorum” dedi.
Hürriyet Ege, Haber: Mustafa Sarıipek,
21.06.2010
|
ÇEŞME KERVANSARAYI BUTİK OTEL OLDU
Kanuni Sultan
Süleyman’ın emriyle 1528 yılında yaptırılan Çeşme
Kervansarayı, özel girişim tarafından yapılan
yatırımla restore edilerek, yıllar sonra butik otel
şeklinde hizmet vermeye başladı. Vakıflar Genel
Müdürlüğü’ne ait tarihi Çeşme Kervansarayı’nın 12
yıl süreli işletme hakkını alan Akdemir Madencilik
İnşaat Şirketi, binanın tarihî dokusunu koruyarak
yapıyı butik olarak turizmin hizmetine sundu.
Türkiye Gazetesi, 20.06.2010
|
"HİLTON TARİHİ ESERDİR, ÇİVİ ÇAKILAMAZ"

Hilton Oteli ve çevresinde yeni yapılaşmanın yolu
kapandı. Karar AK Parti, CHP, MHP ve Saadet Partisi
üyelerinden oluşan Büyükşehir Belediye Meclisi
tarafından oybirliğiyle alındı.
İstanbul Büyükşehir
Belediyesi (İBB) Planlama Müdürlüğü'nün
Şişli-Harbiye tarihi sit alanının 1/5000 ölçekli
plan çalışmaları, İBB Meclisi'nde oybirliğiyle onaylandı. Yeni
plana göre koruma altına alınması gereken eser
olarak tescillenen Hilton oteli ve çevresinde yeni yapılaşmanın
yolu kapandı.
2007'de 2 numaralı Koruma Bölge Kurulu, 1759 Ada 64
parsel'de yer alan Hilton Oteli'nin
Türkiye
mimarlığının geç modern
uluslararası üslup özelliklerini taşıyan bir
yapı olduğuna hükmetti. Sit alanı ilan edilerek
yapılaşma sınırlaması getirilen bölgeyle ilgili
planlama çalışmalarını yürüten İBB Şehir Planlama Müdürlüğü de kurul
kararına istinaden hazırladığı 1/5000'lik imar
planlarında koruma kurulunun tespitlerine
uygun olarak Hilton
Oteli'nin korunmasına karar verildi.
İstanbul
Büyükşehir Belediye Meclisi İmar ve Bayındırlık
Komisyonu tarafından hazırlanan raporda Planlama
Müdürlüğü'nün planı hazırlama gerekçesi olarak,
19.04.1996 tarih ve 421 sayılı ve 4.10.2006 tarih ve
720 sayılı ilke kararlarına göre Tarihi ve Kentsel
Sit Alanı olarak belirlenmesi gösterildi. Hilton
Oteli'nin yanı sıra içinde bulunduğu doğal
çevreyle, bitki örtüsüyle birlikte Radyo Evi, Lütfi
Kırdar Kongre Sarayı, Askeri Müze, Harbiye Açıkhava
Müzesi ile Demokrasi Parkı da kurul kararıyla
korunmaya değer varlıklar olarak tescillendi.
Raporda ayrıca plan hazırlama aşamasında ilgili STK,
üniversite, kamu kurum- kuruluş, meslek odaları, muhtarlık ve
belediyelerin görüş ve önerileri de alındığına
dikkat çekilerek, plan taslağı hakkında 2 Numaralı
Kurul'un bilgilendirildiği kaydedildi. İBB Meclisi
tarafından onaylanarak yürürlüğe girmesi istenen
1/5000 ölçekli plan oybirliğiyle kabul edildi.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclisi'nde
dört partinin grubu bulunuyor. AKP 178 üye ile
mecliste çoğunluğu elinde bulundururken, CHP 130 üye
ile ana muhalefet partisi konumunda. MHP'nin üç üye
ile temsil edildiği mecliste Saadet Partisi'nin de 2
temsilcisi bulunuyor. Siyasi gözlemciler alınan bu
kararın son derece önemli olduğuna işaret ederek,
"Kararın oybirliğiyle alınması son derece önemli.
Alınan karar bağlayıcı olduğu için Şişli Belediyesi
de uymak zorunda. Hilton Oteli ve çevresiyle ilgili düzenlemeler bundan sonra alınan
bu karara göre yapılacak" yorumunu yaptı.
Sabah, 20.06.2010
|

|
DEV GEMİ ESMA SULTAN YALISINA ÇARPTI
İstanbul'da dün (18 Haziran) gece kontrolden çıkan 128 metre uzunluğundaki gemi tarihi Esma Sultan Yalısı'na çarparak durabildi. Kazada şans eseri ölen ya da yaralanan olmadı
İstanbul Boğazı'nda seyir halinde giden Ukrayna bayraklı Oles Honchar adlı geminin makinesi arza yaptı. 128 metre uzunluğundaki gemi hızla sürüklenmeye başladı. Soya yüklü gemi ancak Ortaköy'deki tarihi Esma Sultan Yalısı'na sürtünerek durabildi. Bu sırada yalıdaki düğün törenine katılan arasında kısa süreli bir panik yaşandı. 22:15 sıralarında meydana gelen kazada şans eseri can ve mal kaybı yaşanmadı.
İtalya'ya gittiği belirlenen gemiyi kurtarmak için kaza yerine Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü'ne ait Kurtarma 1 ve Kurtarma 3 römorkörleri gönderildi. Hasar tespit çalışmaları sonrası geminin Ahırkapı'ya çekileceği öğrenildi.
Hürriyet, 19.06.2010
|
13 - 19 Haziran 2010
|
ANTİK KENTTE MAYIN
TEMİZLİĞİ
Gaziantep'te
Türkiye
ile Suriye sınırını oluşturan Karkamış Antik
Kenti'nde 2 Nisan'da başlayan elle mayın temizleme
çalışmalarında 152 mayın çıkarıldı. 680 bin
metrekarelik alanı kapsayan
çalışmalarda şu ana kadar 210 bin metrekarelik alanda
tarama yapıldı. İhaleyi
alan Nokta İnşaat'ın, Azerbaycan Ulusal Mayın Temizleme ekibi ANAMA'yla birlikte yürüttüğü ve
dünyada ilk olarak yapılan
'elle mayın temizleme'
çalışmaları
askeri yetkililerin gözetiminde 3 değişik noktada
10'arlı gruplar halinde yürütülüyor. Toplanan
mayınlar yerin 5 metre altına gömülerek, dinamitle
patlatılarak imha ediliyor. Patlama sesleri
kilometrelerce
uzaklıktan duyuluyor.
Sabah, Haber: Adsız
Günebakan, 19.06.2010
|
|
ILISU'YA ODTÜ'DEN YENİ
ÇÖZÜM
Enerjisa,
Ere ve
Gama
şirketlerinin sağladığı finansmanla
Orta Doğu Teknik
Üniversitesi’nin
İnşaat Mühendisliği
Bölümü’nde
su mühendisliği dalında bir mükemmeliyet merkezi
kurdu. Amaç enerji projelerinin çevreye uyumlu bir
şekilde geliştirilmesi için stratejiler üretmek.
Öğrendiğime göre takdim aşamasında, yani bitmiş ve
sunuma hazır, dokuz proje var. Altı proje üzerinde
ise çalışmalar sürüyor. Çalışmalar yüksek lisans
araştırması düzeyinde yapılıyor.
Tamamlanan çalışmalardan biri Türkiye’nin
tartışmasız en tartışmalı baraj projesi olan
Ilısu/Hasankeyf.
Ortaya çıkan bulguları anlatmadan bu girişimi
destekleyen üç şirkete şapkamı çıkarmak isterim.
Çünkü yansız ve bilimsel olarak akademik ortamda
yapılan çalışmalar siyasi ve ticari etkilerden uzak
oldukları için enerji projelerine çok ihtiyaç
duyulan bir ışık tutacaklar.
İnşaat iki defa durdu
Herkesin bildiği gibi Ilısu’da bir Türk konsorsiyumu
tarafından yapılmakta olan Ilısu Barajı Hasankeyf’i
sular altında bırakacağı için uluslararası bir kavga
meydanı haline geldi. İnşaat iki defa durdu.
Şahnaz Tiğrek
yönetiminde Emrah
Yalçın tarafından yapılan çalışma Ilısu’da
bir yerine beş barajın yapılmasının daha iyi bir
seçim olduğunu ortaya çıkardı.
Eğer bu yol seçilirse:
(1) Sular altında kalan alan %27 azalacak.
(2) Hasankeyf ve sayısız tarihi kalıntı sular
altında kalmaktan kurtulacak.
(3) Mevcut projede öngörülenden daha çok enerji
üretilecek.
(4) İnşaat maliyeti azalacak.
(5) İnşaat daha kısa zamanda sonuçlanacak.
Çalışmayı değerlendiren bir enerji uzmanı, “Bu tez
ile önerilen çözüm, hem projenin kredi açmazını
çözüyor, hem çevre ve tarih uyumlu, hem bölgeye
sosyal barış getiriyor, hem de önemli zaman ve
maliyet tasarrufu sağlıyor” dedi.
Alternatif öneri
Öğrendiğime göre tezdeki bulguların özeti 4-5 Temmuz
tarihlerinde Gazi
Üniversitesi’nde gerçekleşecek olan
Nükleer ve
Yenilenebilir Enerji Kaynakları adlı
konferansa sunulacak. Gene öğrendiğime göre tez,
Ilısu inşaat konsorsiyumu lideri
Nurol’un
da ilgisini çekti. Konuyu yakından izleyen bir
kaynak “Ilısu konusundaki tez takdimi ile Nurol A.Ş.
ilgileniyor zira söz konusu tez ile önerilen çözüm,
onlara büyük bir açılım getiriyor. Bunu
değerlendirmek isteyebilirler” dedi.
ODTÜ’nün alternatif önerisi herhalde (belki de
dudaklarında bir tebessüm)
Devlet Su İşleri
Genel Müdürlüğü’nün de dikkatini çekecek.
Çünkü kuruluşun arşivinde de böyle beş barajlı bir
proje var. Ama, hazırladığı alternatifler arasında
en iyisi olmasına rağmen, DSİ’nin bu projesi
bilinmeyen nedenlerle hiç gün yüzü görmedi.
Milliyet, Yazı: Metin
Münir, 18.06.2010
|
TARİHİMİZİ KORUYAMIYORUZ

1970’li yıllardan sonra hızla artan
gecekondulaşmanın, modern yapılaşmaya olduğu kadar,
mezarlıklara da büyük zararlar verdiği öne sürüldü.
Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi
Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Haldun Özkan,
mezarlıkların, geçmişin birer aynası durumunda
olduklarını belirterek, “Maalesef günümüzde halen
daha devam eden gecekondulaşmalar yüzünden bu tarih
aynalarımızı birer birer kaybetmişiz” dedi.
Özkan, köy, kasaba ve şehirlerin, tarihi
geçmişin şifreleri anlamına gelen mezarlıklarla dolu
olduğuna dikkati çekerek, yüzyılların kültür ve
medeniyetine ev sahipliği yapmış olan Erzurum’un
dahi bugün tarihi mezarlıkların çoğundan yoksun
kaldığını kaydetti.
Doç Dr. Haldun Özkan, mezar taşlarının,
bulundukları yerin tarihi, geleneği, yaşayış tarzı
ve sosyal yapılarıyla ilgili çok önemli bilgiler
verdiklerini dile getirerek, “Köyler, kasabalar ve
şehirler geçmişlerine ait mezarlıklar ile doludur.
Ancak zaman aşımı nedeniyle mezarlıklar dolmuş ve
belediyelerin kararları doğrultusunda birer birer
ortadan kaldırılmıştır. Daha da üzücü olanı
gecekondulaşmada en çok zarar gören yerler arasında
da mezarlıklar gelmektedir. Merhum Prof.Dr. Zeki
Başar’ın Erzurum’da tespit ettiği mezarlıklardan
şimdi en ufak bir iz bile kalmamıştır. Şimdi
yüzyılların kültür ve medeniyetine sahne olmuş
Erzurum mezarlıkları Asri ve Abdurrahmangazi olmak
üzere iki ana bölümde göze çarpmaktadır. Sonuncusu
da, artan nüfusa paralel olarak hızla dolmaktadır.”
diye konuştu.
Mezarlıkların, geçmişe ait izleri
barındırdıklarına vurgu yapan Doç.Dr. Özkan, Eylül
1919 yılında yaşanan bir hadiseyi ise şöyle aktardı:
“Belediye Başkanı Zakir Gürbüz, bir şehir gezisi
sırasında ABD Askeri Misyonu Başkanı General
Harbord’a bizim mezarlıklarımızı göstererek, Ermeni
soykırımı iddialarının asılsız olduğuna işaret
etmiştir. Yine Karskapı’daki şehitlikte Osmanlı-Rus
Savaşı’ndan tutun da günümüze kadar vatan uğrunda
canlarını verenlerin mezar taşları da bizlere geçmiş
hakkında belgesel bilgiler vermektedir.
Mezarlıkların geçmişle ilgili en doğru ve en net
bilgiyi verdikleri herkes tarafından bilinmelidir.
Bu yüzden mezarlıkların korunması ve gelecek
nesillere bilgi aktarması açısından muhafaza
edilmesi gerekmektedir.” şeklinde konuştu.
Erzurum Gazetesi, 18.06.2010
|
YÜZLERCE YILLIK YAZMA ESERLERE KLİMALI KORUMA
Türk-İslam medeniyetinin binlerce değerli yazma ve
eski basma eserini bünyesinde bulunduran Bursa
İnebey Medresesi, restorasyonun ardından hizmete
açıldı.
Medresenin Tarihi Yazma ve Eski Basma Eserler
Kütüphanesi'ndeki binlerce değerli eser,
iklimlendirme sistemiyle belirli bir nem ve sıcaklık
ortamında korunacak. Kütüphanedeki bazı eserler
yaklaşık 3 yıldır devam eden restorasyon sebebiyle
zarar görmüştü. İnebey Medresesi'nin restorasyonunda
yaklaşık 1 milyon 500 bin lira harcandı.
8 bini elyazması olmak üzere 33 bin esere ev
sahipliği yapan İnebey Medresesi'ni gezen Vali
Harput'un verdiği bilgiye göre tarihi kitapların
bulunduğu kapılarda parmak izi tanımalı özel bir
sistem kullanıldı. Yurtdışından getirilen
iklimlendirme ve klima sistemiyle eserler 55 derece
nem oranı ve 18 derece sıcaklık ortamında muhafaza
altına alındı. Kütüphane, bu alanda Türkiye'de ilk
ve tek yapı oldu.
İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Kemal Demirel ise
yapının Osmanlı'nın ilk 300 yılını içeren bir
karakutu olduğunu kaydetti. Demirel, "Cumhuriyet
döneminde de yazma eserler kütüphanesi işlevi gören
bu yapıyı ayağa kaldırmayı hedefledik." diye
konuştu.
Zaman, 18.06.2010
|
KENTSEL DÖNÜŞÜM TEKLİFİ TBMM'DE KABUL EDİLDİ
Büyükşehir Belediye Başkanları'na "süper
yetkiler" verilmesi tartışmasıyla gündeme oturan
Büyükşehir belediyelerinin kentsel dönüşüm ve
gelişim projeleri uygulayacağı alanları genişleten
kanun teklifi, TBMM Genel Kurulu'nda kabul edildi.
Milletvekillerinin, uzayan görüşmeler sırasında
bulmaca çözmeleri dikkat çekti.
Belediyelerin kentsel dönüşüm projeleri
uygulayacağı alanların kapsamını ve bu konudaki
yetkilerini genişleten yasa
TBMM'nin dün geceki mesaisinde kabul edildi.
Muhalefetin "Melih Gökçek ısmarlaması yasa" olarak
nitelendirdiği düzenlemede, askerin itirazı ve
muhalefetin tepkisi doğrultusunda hükümetin verdiği
önerge ile son dakikada rötuş yapıldı.
Muhalefet eğitim ve sağlık alanları gibi TSK'ya
ait alanların da kentsel dönüşüm kapsamı dışında
tutulmasını istiyordu. Bayındırlık Bakanı Ömer Demir
imzasıyla sunulan önerge ile yapılan değişiklikle,
TSK arazileri yine kentsel dönüşüm yapılabilecek
alanlar içinde bırakıldı. Ancak düzenlemeye eklenen
yeni hükümlerle Büyükşehir Belediye Başkanlarına bu
konuda verilen yetkilere sınırlama getirildi.
Yapılan değişiklik uyarınca, "kamunun mülkiyeti
veya kullanımında olan yerlerde kentsel dönüşüm ve
gelişim proje alanı ilan etmeye ve uygulama
yapılmasına" Bakanlar Kurulu karar verecek. Bakanlar
Kurulu kararı olmaksızın belediyeler kamunun
mülkiyeti veya kullanımında olan bu alanlarda,
dolayısıyla TSK'ya ait alanlarda kentsel dönüşüm
uygulaması gerçekleştiremeyecek.
Yasanın, "Bu kanunun yürürlüğe girmesinden önce
yargı mercilerinde açılmış ve henüz kesin hükme
bağlanmamış davalarda da bu kanun hükümleri
uygulanır" şeklindeki geçici 1. maddesinin
görüşülmesi sırasında ise
Ak Parti'nin, "kesinleşmiş ancak henüz infaz
edilmeyen yargı kararlarının" da kapsama alınması
yolundaki önergesi tartışma çıkarttı. Muhalefet
"anayasa mahkemesinden döner" uyarısı yaptı.
CHP'li Hamzaçebi "
Ankara büyükşehir belediyesi patentli bu önerge
açık Anayasa ihlalidir. Hukuksuzluğu bir adım daha
ileri götürmektir" dedi.
Ak Parti, muhalefetin "AYM'den döner" uyarısı
yaptığı önergeyi tartışmaların ardından geri çekmek
zorunda kaldı.
Hürriyet, 18.06.2010
|
EMPRESYONİST RESSAMLARA ŞOK! BÖYLE BİR AKIM YOK!
İstanbul’a gelen Body Worlds sergisi sayesinde
öğrendik ki “empresyonizm akımı” bir tevatür.. Gözü
ileri derecede miyop olduğu halde resim yapmaya
çalışan ressamların sebep olduğu bir sonuç.. Bedri
Baykam ise gerçek ve forever.. Ondan kurtuluş yok!
Modern Sanatlar Müzesi’nin üç numaralı antreposunda
insan bedenini keşif gezim sürüyor..
Bir sürü şey öğreniyorum..
Silikonla tahnit edilen bedenler kas yapısını, damar
yapısını, kan dolaşımını gösteriyor..
Genç bir kadının bedenini sadece kan dolaşımını
göstermek için kullanmışlar mesela.. Vücuttan geçen
atar ve toplar damarlar kasların arasında belli bir
dengede..
Kırmızı boya ile belirginleştirilmiş o damarlar yüze
gelindiğinde bambaşka bir şekil almış..
Yüzün derisini kaldırın.. Altı “Arapsaçı” denilen
bir bitki vardır, aha işte aynen onun gibi..
O kadar çok kılcal damar var ki derisi kalkmış
suratın altı kıpkırmızı..
***
Buradan çıkardığım ve sorumlu bir köşe yazarı olarak
ahaliye aktaracağım ders şu..
Estetik hevesine kapılıp, keyif için yüzünüzle
oynamayın..
O kadar çok kılcal damar, mecrasından çıkıyor ki
“cerrahlar kuş kondursalar” o yüzde hayır kalmıyor..
Zaten gerdirilen bir suratın, iki üç yıl içinde eski
halinden beter yaşlanmasının sebebi de bu.. (Tespit
benimdir.. Tıbbi literatüre böyle kaydedilsin..
Onlar kabul etmezse kirveme söyleyin, hallerimi
böyle yazsın..)
ERKEĞE KAZIK..
Dr. Gunther von Hagens ile çalışmalarına yardım eden
eşi Angelina Whalley sadece insan bedeni üzerine
kafa yormamış..
Hayvanlar aleminden başka canlıları da anatomik
olarak derilerinden ayırıp sunmuşlar..
Müthiş bir zürafa bedeni vardı sergide..
Hayvanı derisinden ayırıp, kaslarıyla sunduğun zaman
aslanların bile ona neden bulaşmadığını anlıyorsun..
Devasa kemikler, dev toynaklar ve baş edilmez bir
kas sistemi..
Başka köşede bir tavşan, bir bedenin elinde uçurulan
barış güvercinleri.. En çarpıcı olanı da üzerindeki
iki insanla birlikte şaha kalkmış bir at..
Biri kadın diğeri erkek binicilerin vücutları at
üzerinde hareket halinde gibi şekillendirilmiş..
Ağzın açık bakıyorsun..
Sergiyi gezerken bir yandan da ziyaretçilerin
tepkilerini görmeye çalışıyorum..
Özellikle sergilenen erkek bedenlerinin önündeki
kadınları gözlüyorum..
Doktor Hagens, meraklısı için bir güzellik yapıp
“maslahatları” olduğu gibi bırakmış..
Sergiye eğer kız arkadaşınızla birlikte gidecekseniz
karşınıza çıkacak olan bu tür görüntüler mutlaka
aleyhinize olacaktır.. Elinde değil,
kıyaslayacaktır..
İnsan, bir erkek olarak komplekse giriyor..
Yaşlı bir adamın bedeni önünde içine girdiğim ruh
hali gibi..
Nasıl bir adamsa bu.. Seksenin üzerindeymiş
öldüğünde.. Maslahat hala yirmi yaşlarında, üstelik
genç irisi..
Git işine kardeşim yaaa!
***
Erkek izleyicide “bunalım yaratan” bu bedenin az
ilerisinde de bir elinde palet, öbür elinde fırça;
resim yapan başka bir er kişi vardı..
O da ressamın çalışma anında vücudunun girdiği şekli
betimliyor..
Yüzü, gözü yerinde durduğundan tanır gibi oldum..
Sonra çıkarttım.. Başında peruğu olsa aynen bizim
Bedri Baykam..
Tabii adam o kadar gergin değil.. Vücut kasları
gevşek durduğundan, bakışları rahat..
Bedri’de ise siyasetçi kimliği var..
“Sanat eseri” diye sattığı resimlerin
müşterilerinden biri birgün Bedri’nin derisini
yüzerse, farkı daha rahat görebiliriz..
RESMİN SIRRI
Dr. Hagens o ressamı niye mi koymuş? Kimi
ressamların, fizyolojik özellikleri yüzünden dünyayı
nasıl farklı algıladıklarını göstermek için..
Temsil.. Ünlü ressam Claude Monet (1926’da öldü..)
ileri derecede miyopmuş..
Normal bir insanın yüz yirmi metreden görebildiği
ayrıntıları ancak altı metre yakından
ayırabiliyormuş..
Monet’nin 1918’de yaptığı “Giverny’deki Japon
Köprüsü” tablosunun bir kopyasını sergiye koymuş..
Yanına da o köprünün, resmin yapıldığı mesafeden
çekilen renkli fotoğrafını..
Monet’nin milyon dolarlık tuvalinde görülen şey
köprünün orijinal haliyle çok ilgili olmayan bir
renk karmaşası..
Detaylar kayıp, birbirine giren renkler var..
Bu da resimde bir tarz olmuş.. Adına da
“empresyonizm” demişler..
İsim bir kere kondu ya! O saatten sonra gözü
görmeyen ancak görüyorum zannedip resim çizen kim
varsa; adını “empresyonist ressamların” listesine
eklemişler..
Bu durumda “empresyonizm akımı” kör ressam tuttuğunu
çizer, mealine geliyor..
Dr. Gunther von Hagens tezini ispatlamak için bir
tablo örneği daha vermiş..
1917’de ölen Edgar Degas’nın fırçasından çıkma
“Saçını Kurulayan Kadın” tablosu..
O kadınla aynı ebatlarda başka bir kadın bulup,
saçını tararken fotoğrafını çektirmiş.. Onu
Degas’nın tablosunun yanına koymuş..
Sonuç şöyle.. Edgar Degas başarılı bir röntgenci
ancak gözleri bozuk olduğundan işin tadını
çıkaramayan bir ressam.. Tuvalde gördüğümüz kadının
saç rengi ile deri renginin birbirine karışması bu
sebepten..
***
Resimde “empresyonizm akımı” diye bir şey olmadığını
böylece ıspatlayıp, sanat tarihine katkıda
bulunduktan sonra sergiye döneyim..
Gördükleriniz insanı öbür tarafa götürüp getiriyor..
Dr. Hagens kendi bedenini de sergisine bağışlamış..
Öldükten sonra onu da bir köşede sergileyecekler..
Serginin başarısından sonra binlerce insan aynı
niyetle başvurmuş.. Ancak altını hemen çizeyim ki
benim fırsat kaçırmaz ahalim heveslenmesin..
“Ölenlerin bedenini satın alma” yöntemi yok..
Yani bunun ölüsü dirisinden çok eder, deyip evdeki
ihtiyarı yastık boğması yapmaya kalkışmayın..
Şık olmaz..
Vatan, Yazı: Selahattin Duman,
18.06.2010
|
UYGARLIĞI BİR ANDA 'ATEŞLEYEN' ADIM
İnsanoğlunun uygarlığa doğru attığı ilk adım olan
ateşin, yüzbinlerce yıl önce bulunduğu ve
kullanılmaya başlandığı tahmin ediliyor. Ateşin
denetim altına alınmasından bilinçli üretimine
geçişteki süreç, insanlık için büyük bir adım oldu.
Ateşin yakılabileceği düşüncesini uyandıran ilk
kıvılcımın, çakmaktaşını piritlere sürterken mi,
yoksa bir ağaca yıldırım düşmesiyle mi oluştuğu
bilinmiyor. Ancak ateşin bulunmasıyla insan
yaşamının, özellikle de beslenme konusunda büyük
değişimler geçirdiği tartışılmaz bir gerçek.
Ateşin yayılıp geniş ormanları yakışına tanık olan
insanlar, hayvanların ve insanların alevler içinde
kalıp öldüğünü görünce belki korktular, ama çok
geçmeden ateşten yararlanabileceklerini öğrendiler.
Ateş, üretim aletlerinin imalatında önemli bir rol
oynamaya başladı. Vahşi hayvanlardan ve soğuktan
korunmanın bir aracı oldu ve ateşin bulunmasıyla
insanların dünyanın daha büyük bir bölümüne yayılıp
yerleşmeleri mümkün hale geldi. Ateşi kullanan
uygarlıklar arasında, ateşin kutsal olduğunu
düşünüp, ona tapanlar da vardı.
Ateşin bulunmasından önce insanlar avcılık ve meyve
toplayıcılığıyla besileniyor, eti pişirmeyi
bilmiyorlardı. Ateş bulunduktan sonra, kendilerini
korumayı, eti ve topladıkları bitkileri pişirmeyi
öğrendiler.
Ateşin bulunması ve insanın ateşi bilinçli olarak
yakmayı öğrenmesi ile insanların beslenme
alışkanlıklarında ve bunun devamında da
fizyolojisinde bazı değişiklikler ortaya çıktı.
Pişirilen besinlerin daha yumuşak ve sindirilmeye
kolay hale gelişi, hem dişleri hem de sindirim
sistemini rahatlattı. Etin pişirilerek tüketilmeye
başlamasıyla, zamanla mide asiti azaldı, yumuşatılan
besinler dişlere daha az iş yükü bıraktı.
İlk insanlar, bizden 12 tane daha fazla azı dişine
sahipti. Yirmi yaş dişlerinin de tamamen işlevsel
olduğu bu çeneler, çiğneme için mükemmel özellikler
taşıyordu. Ateşin insan hayatına girmesiyle
birlikte, bu kadar güçlü çenelere gerek kalmadı.
Zamanla çene hacmi küçüldü ve insanoğlu bu dişlerden
kurtuldu. Çenelerdeki küçülmeyle eş zamanlı olarak
gelişen beyin hacmi, kafatasının şeklinin
değişmesine neden oldu.
Hürriyet Ankara, 18.06.2010
|
 |
SİRKECİ'NİN ESKİ HANLARI OTEL OLUYOR
Sirkeci - Hocapaşa yayalaştırma projesi bir zamanlar ticaretin kalbi olan Sirkeci Hanlarını otele dönüştürecek. Proje hayata geçerse turizmde yeni bir model yaratacak. Projeye esnaf da katılıyor. Bu amaçla Sirkeci Yaşatma Platformu adıyla bir platform kuruldu. Platform, esnafın ve bölge insanının katılımıyla Sirkeci'deki tarihi güzellikleri, eski hanları veya kıyıda kalmış tüm değerleri turizme kazandırmayı amaçlıyor.
2010 Kültür Başkenti projelerinden birisi olan "Sirkeci-Hocapaşa Yayalaştırma ve İyileştirme Projesi" çerçevesinde sadece araç trafiğinin tarihi yarımadadan çıkartılması öngörülmüyor. Aynı zamanda bu ve benzer projelerle hem turizmin canlandırılması hem de esnaf ile vatandaşın elele vererek oluşacak yeni durumun kazanca çevrilmesi de hedefleniyor.
Proje Yıldız Teknik Üniversitesi ile Almanya'nın Siegen Üniversitesi tarafından ortaklaşa hazırlandı. Yakında ihaleye çıkılacak. Fatih Belediyesi'nin sınırları içinde yer alan proje alanı Sultanahmet ve Ayasofya'yı da içine alıyor. Dolayısıyla dünya çapında öneme sahip. Marmaray Projesi'nin 2013'te bitmesiyle Sirkeci-Hocapaşa Yayalaştırma ve İyileştirme Projesi daha da anlam kazanacak. Bu durum yabancı yatırımcıların da dikkatini çekti. Bir Kazak yatırımcı daha şimdiden Gülhane Park Oteli'ni satın aldı. Türk turizm yatırımcılarının gözü de bu bölgenin üstünde.
Habertürk, 17.06.2010
|
KÜLTÜR VARLIKLARIMIZI NEDEN KORUYAMIYORUZ?
Taşınmazların
mülkiyeti değişmiş, yeni sahiplerin veya bu
taşınmazları kiralayanların yaşam alışkanlıklarının
farklı olması ve bu taşınmazlarla anıları olmaması,
kültür değerlerinin korunmamasına vesile olmuştur.
Yeni mülk sahiplerinin kültür varlıklarını yıkıp,
yerlerine niteliksiz yapılar yapmakta en ufak bir
tereddütü olmamıştır.
Uzun zamandır yazımın başlığına cevap vermek için
çaba gösteriyorum. Bu çabamın kesin bir sonuca
vardığını henüz söylemem olanaksız. Ancak bugüne dek
yaptığım bir dizi değerlendirmeler, beni koruma
olgusunu etkileyebilecek bazı temel sorunları
aşağıda vurgulamama neden olabildi.
Bu sorunların başında, koruma sorununun toplumun
ortak bir sorunu olduğu, ülkenin tüm bireyleri
tarafından benimsenmiş olması gerekmesine karşın,
böyle bir olgunun sağlanamamış olduğu gerçeğiyle
karşı karşıya kalmamış olmamız geliyor. Toplumun en
aydın, en iyi eğitim almış bireylerinden, yine en az
eğitilmiş kişilerine kadar, “koruma”nın toplumsal
bir görev olduğu görüşünün yeterince benimsenmemiş
olması, hatta bu görüşün yine koruma mevzuatımıza da
belli bir boyutta yansımış olması kültür
değerlerimizin korunmamasına neden olmuştur. Kültür
varlığı olarak tescil edilen bir taşınmazın
korunmasından, koruma mevzuatı yönünden salt mülk
sahibinin sorumlu olması, söz konusu nedenle ilgili
en somut örnektir.
Önemli koruma sorunlarından biri de, kültür
varlıklarının ekonomik değerinin son otuz yıl içinde
yükselmesi ve kültür değerinden çok, rant değerinin
ağırlık kazanmasıdır. Kültür varlığının getirdiği
rantın yükseltilmesi çabası önemli bir işbilirlik
haline gelmiş, kültür varlıklarının topluma
kazandırdığı kültürel değeri göz ardı edilmiştir. Bu
tür yaklaşımlar salt taşınmaz kültür varlıklarını
değil, kentsel belleğimizin vazgeçilmez soyut
değerlerini de yok etmiştir. Tescilli kültür
varlıklarının özgün plan şemaları, kontur ve
gabarileri değiştirilerek, kültür mirasımıza yeterli
özen gösterilmemiştir. Kuşkusuz çeşitli “de facto”
durumları, korumayı amaçlamayan imar planları,
işlevsel zorunluluklar, yaşam alışkanlıkları ve
çağdaş gereksinmeler kültür varlıklarının sürekli
kullanımları için bazı değişikliklere tabi
olmalarını kaçınılmaz kılmıştır.
Ancak bu değişiklikler, kültür varlığını tanınmaz
hale sokması anlamına gelmemeliydi. Maalesef
gerçekler, uygulanan restorasyonlar olması
gerekenden farklı gelişmiş ve kültür mirasımız
evrensel koruma kuramı koşutunda korunamamıştır.
Koruma kullanma dengesi, maalesef koruma lehinde
gelişmemiştir.
Eğitim yetersizliği
Koruma konusunda yaygın ve örgün eğitimin
yetersizliği de, kültür varlıklarımızın
korunmamasında önemli bir rol oynamaktadır.
Özellikle, ilköğretim ve ortaöğretimde korumanın
neden gerektiğinin, kültür sürekliliğinin ülke
bireylerinin yurtseverliliğini, dolayısıyla
yurtlarına bağlılığını neden arttırdığının
öğrencilere anlatılması gerekmektedir. Bir şeyin
nedenini bilmeden, o şeyin yapılmasını istemek
olanaksızdır. Bireyin, yaşadığı toprakların somut
veya soyut kültürüne sahip çıkması, o kültürü
gelecek nesillere doğru bir biçimde aktarmasının,
yaşama kültürümüzün vazgeçilmez öğesi olduğunu
unutmamalıyız. Kültürümüzün zenginliği ve bunun ülke
bireyleri tarafından doğru bir biçimde özümsenmesi,
hem onları gururlandırır, hem de birbirlerine olan
bağlılığını arttırır. Irk, din, etnisite ayrışımı
yapılmadan, yaşadığımız topraklardaki tüm kültür
değerlerine sahip çıkmamız gereği çocuklarımıza
eğitim çağında öğretilmelidir. Ancak eğitimle
“sağlıklı sosyal açılımları” elde edebiliriz.
Hepimizin bildiği gibi, insanoğlu öncelikle kendi
ürettiğini korur. Yine insanoğlunun kendisinin
ürettiği dışındaki değerleri koruması, kültürel
düzeyinin zenginleşmesiyle orantılıdır. Başka bir
deyişle, kültürel zenginlik, koruma konusunda yaygın
bir yelpazeyi de beraberinde getirir.
Demografik hareketlilik
Kültürel zenginlik, insanoğluna farklı kültürleri
özümsemesine yardımcı olur, onları kendi kültürünün
bir parçası yapar. Kültür insanı daha toleranslı,
daha insancıl yapar. Ülkemiz, son 50 yıldır ülke içi
yoğun bir demografik hareketlilikle karşı karşıya
kalmıştır.
Büyük kentlerimiz, iç göçün etkisi altında kalmış,
örneğin İstanbul’un nüfus son elli yıl içinde altı
misli artarak, göçle gelen nüfus sayısı kentte uzun
yıllar yaşayan nüfustan daha fazla olmuştur.
Kentteki değerlerin kullanımı da çoğunlukla o
değerleri üretenlerce değil, göçle gelenler
tarafından gerçekleşmiştir.
Taşınmazların mülkiyeti değişmiş, yeni sahiplerin
veya bu taşınmazları kiralayanların yaşam
alışkanlıklarının farklı olması ve bu taşınmazlarla
anıları olmaması, kültür değerlerinin korunmamasına
vesile olmuştur. Yeni mülk sahiplerinin kültür
varlıklarını yıkıp, yerlerine niteliksiz yapılar
yapmakta en ufak bir tereddütü olmamıştır. Kentin
dönüşümü o kadar hızlı olmuştur ki, örneğin,
yurtdışında çalışan vatandaşlarımız on yıl arayla
yurda geldiklerinde, oturdukları eski semtlerini
tanıyamamışlardır. Eski kentsel kimlik yok olmuş,
ahşap evler yerlerini betonarme dört beş katlı
apartmanlara terk etmişlerdir. Boş olan kent
toprakları, göçle beraber yağmalanmış, gecekondu
olgusu yaygınlaşmıştır. Maalesef kente göç edenlerin
çoğu da kırsal kökenli olup, kentsel yaşama
kültürüne yabancı vatandaşlarımızdı.
İstanbul yağ lekesi gibi büyüdü
Bu yurttaşlar, İstanbul’un kültür varlığına katkıda
bulunmuş bireyler değildi. Dolayısıyla, kentin
fiziksel dokusu, eski kaldırım taşı, sokak
lambaları, kahveleri, sinemaları, tiyatroları vs.
her türlü somut ve soyut, kentsel belleğin önemli
öğeleri göçle gelen yeni İstanbullular için bir şey
ifade etmiyordu. İstanbul’un büyük bir kısmı yeniden
inşa edildi ve İstanbul plansız bir biçimde yağ
lekesi gibi büyüdü, kültür varlıkları da birer birer
yok edildi…
Özetle, kültür varlıklarımızı koruyamamızdaki temel
sorunları aşağıdaki gibi sıralayabiliriz.
• Ülkemizde “koruma”nın toplumsal bir görev olarak
ülke bireylerince yeterince benimsenmemiş olması.
• Koruma mevzuatındaki yetersizlikler.
• Kültür varlıklarının korunmasında rantın kültür
değerinden üstün kılınması.
• Koruma kullanma dengesinin koruma lehinde
gelişmemesi.
• Koruma konusunda yaygın ve örgün eğitimin
yetersizliği.
• Hızlı iç göçün koruma bilincini olumsuz
etkilemesi.
Cumhuriyet, Yazı: Prof.Dr. Mete Tapan, 17.06.2010
|
MICHELANGELO'NUN BEYİN ŞİFRESİ
Rönesans
döneminin ünlü İtalyan ressamı Michelangelo’ın
Vatikan’daki Sistine Şapeli’nin fresklerine
resmettiği Tanrı figürünün boğaz ve cüppelerinde
anatomik organ görüntülerinin yer aldığı ortaya
çıktı.
ABD’de Johns Hopkins Tıp Fakültesi’nden iki
cerrah Ian Suk ve Rafael Tamargo ressamın 1508-1512
yıllar arasında çizdiği kainatın yaratılışını
anlatan “Işığın Karanlıktan Ayrılması” resminde
insan beyni görüntüsü keşfetti. 500 yıl
boyunca fark edilmeyen figürde insan beynin karmaşık
yapısı “ustaca ve sinsice” resmedilmiş.
Michelangelo’nın usta bir ressam, heykeltıraş, kaşif
olduğu biliniyor. Ancak ressam anatomi merakını Papa
Julius’un cezalandırma korkusundan gizli tuttu.
Hatta bu yüzden tasarımlarını notlarını yok etti.
Hürriyet, 17.06.2010
|
|
 |
KURTULUŞ CAMİİ YABANİ OTA TESLİM
118 yıl önce inşa edilen Kurtuluş Camisi'nin çatısında çıkan yabani otlardan dolayı şikayetçi olan vatandaşlar caminin yapısının bozulmasından korkarak yetkililerden biran önce çözüm istedi.
Tepe Başı Mahallesi’nde 1892 yılında kilise olarak yaptırılan ve hapishane olarak da kullanılan Kurtuluş Camii çatısında çıkan yaban otların temizlenmesi istendi. Tarih hazinesi olan cami eski ihtişamından bir şey kayıp etmezken, çatıdan sarkan yabani otlar caminin tarihine gölge düşürdü. Kurtuluş Camisi'nin otlardan dolayı çok kötü görüntü sergilediğini dile getiren cami cemaati durumdan şikayetçi.
Cami cemaatinden bazı kişiler, “Burası Gaziantep’in en eski camilerinden bir tanesi buraya yüzlerce turist gelip hatıra resimleri çektiriyor. 118 yıldır ihtişamını kaybetmeyen cami yetkililerin ilgisizliği yüzünden mahvoluyor. Buraya gelen insanların dikkatini hemen çatıdaki otlar çekiyor. Bugün çatıda çıkan otlar ilgisizlikten büyüyerek caminin restore edilmesine de sebep olabilir” şeklinde konuştular.
Cami çatısında çıkan yabani otların biran önce temizlenmesi için yetkililerin harekete geçmesi bekleniyor.
Gaziantep Hakimiyet, 17.06.2010
|
ÇARIN KIYAMADIĞI KATERİNA'YI ÇİVİLEDİK
Kars’ı dünyaya tanıtmak için Birleşmiş Milletler’in düzenlediği tur, tam bir tarih skandalını da ortaya çıkardı. Çar II. Nikola’nın, 115 yıl önce tek çivi kullanılmadan inşa ettirdiği ahşap Katerina Köşkü’nün pencerelerinin çivi çakılarak, tenekelerle kapatıldığı anlaşıldı.
Birleşmiş Milletler’in (BM), Kars’ı tüm dünyaya tanıtmak için düzenlediği tur, Türkiye'nin tarihi miraslarına sahip çıkmadığını bir kez daha gösterdi.
Osmanlı-Rus savaşı sonrası Rus Çarı İkinci Nikola’nın, 1895 yılında tek bir çivi kullanmadan ahşaptan inşa ettirdiği Katerina Köşkü’nün pencerelerinin, çivi çakılarak teneke ve derme çatma kepenklerle kapatılması, BM turuna katılan turizm uzmanlarını hayretler içinde bıraktı.
Ahşap duvarlarının içinden geçen özel ısı sistemine sahip Katerina Köşkü, 1989 yılında tescil edilerek koruma altına alınmasına rağmen ilgisizlikten harap hale geldi. Yapılan tüm uyarılara rağmen Köşk’ün korunmamasından şikayetçi olan vatandaşlar, “Köşk’ün korunması için bir bekçi bile atamadılar, içine pislikten girilmiyor” dediler. BM’nin, 50 turizm acentası ile ulusal basından temsilcileri davet ettiği kültür turunda Sarıkamış, Çıldır Gölü ve Ani Antik Şehri ile Kars şehir merkezi gezilerek tanıtımı yapıldı.
Katılımcılar, Kars’ın “Marka Kent” haline ne şekilde dönüştürüleceğini tartışırken, şehirle ilgili şu değerlendirmede bulundular:
“Tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış olan Doğu Anadolu Bölgesi ve Kars, kültürel miras ve doğal güzellikler açısından önemli bir zenginliğe sahip. Bu medeniyetler, bölgeyi önemli bir tarihi nokta haline getiren benzersiz anıtlar ve dini yapılarla izlerini bırakmışlar. Başta Ani Antik Şehri olmak üzere, Kars şehir merkezindeki Osmanlı ve Rus mimarisi örnekleri, Digor İlçesi’nde yer alan 5 kilise ilk akla gelenler.”
Hürriyet, Haber: Nurettin Kurt, 17.06.2010
|
 |
|
BU HEYKELİN FİYATI 43.2 MİLYON EURO
İtalyan ressam ve heykeltraş Amedeo Modigliani'nin
(1884-1920) bir heykeli, Paris'te yapılan müzayedede
rekor fiyat olan 43,2 milyon avroya alıcı buldu.
Christie's müzayede evinin açıklamasına göre,
Modigliani'nin 1910-12 yıllarında yaptığı, "Tete"
isimli kireç taşından oyma 65 santimetre
yüksekliğindeki kadın büstü,
Fransa'da bir sanat eseri
için
ödenen en yüksek fiyata satıldı.
Hürriyet, 17.06.2010
|
FOUR SEASONS İNŞAATINA DUR!

Milliyet’in gündeme getirdiği ve ısrarla takip
ettiği tarihi kalıntılar üzerine yapılan
Sultanahmet’teki Four Seasons Oteli’yle ilgili
dava karara bağlandı.
Danıştay 6. Dairesi,
CHP’nin başvurusuyla ruhsat ve imar planının
iptaline karar veren İdare Mahkemesi’nin kararını
onadı. Kararda, arkeolojik kalıntılar üzerine otel
yapılmasının koruma ve şehircilik esaslarıyla
örtüşmeyeceği belirtildi. Kararın ardından CHP’li
avukat Hıdır Tanrıverdi, otel inşaatının yıkılması
gerektiğini belirtirken, otelin sahibi Astay Grup’un
Genel Müdürü Atilla Öztürk, inşaatın yıkılmasının şu
an için söz konusu olmadığını, bakanlık ve belediye
ile bir çözüm üretmek için
müzakere halinde olduklarını söyledi.
Milliyet, Sultanahmet’teki
Bizans ve Osmanlı kalıntılarının üzerinde
yükselen Four Seasons Oteli’nin ek inşaatını ilk
günden bu yana takipçisi oldu. Koruma Kurulu’nun
projeyi onaylamasıyla otelin ek binasının tarihi
kalıntılar üzerinde yükseleceğini ortaya çıkaran
Milliyet, “Bizans Sarayı’na inşaat hançeri”
haberiyle tarihçilerin projeye yönelik kaygı ve
tereddütlerine yer verdi. Bir anda kamuoyunun
dikkati Sultanahmet’e çevirirken, onayın bazı
kurul üyelerinin katılmadığı toplantıda verildiğini,
inşaat sırasında yeterli özenin gösterilmediğini ve
Büyükşehir Belediyesi Planlama Müdürlüğü’nün
çekinceleri olduğunu yine Milliyet duyurdu.
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür
Kurumu’nun da (UNESCO) takipçisi olmaya başladığı ek
otel inşaatıyla ilgili olarak Mimarlar Odası ile CHP
“yürütmenin durdurulması” talebiyle yargıya
başvurdu.
Mimarlar Odası
İstanbul Büyükkent Şubesi’nin başvurusunu
değerlendiren Danıştay 6. Daire, ek inşaatların
yapılmasına olanak sağlayan,
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca onaylanan
planlarla ilgili olarak 14 Mart 2008 tarihinde
“yürütmeyi durdurma” kararı verdi. Kararda,
“ulusal-uluslararası koruma hukukuyla bağdaşmayan
ve kamu yararı kavramıyla örtüşmeyen söz konusu
kullanım kararı ile bu kullanımı detaylandıran plan
notlarında hukuka uyarlık görülmemiştir” denildi.
Ancak karara rağmen inşaata devam edildi.
Milliyet’in mahkeme kararına uyulmamasına
sayfalarında yer verdiği tarihlerde, ikinci
“yürütmeyi durdurma” kararı da İstanbul 1. İdare
Mahkemesi’nden çıktı. CHP İstanbul İl Başkanlığı’nın
inşaat ruhsatının iptali istemiyle açtığı davada
önce yürütmenin durdurulmasına hükmeden 1. İdare
Mahkemesi, 25 Şubat 2009’da da “kamu yararı
olmadığı” gerekçesiyle ruhsatın iptali yönünde karar
verdi.
Bu karar üzerine Danıştay’a başvuran Kültür ve
Turizm Bakanlığı, Fatih Belediye Başkanlığı ve
inşaatı yürüten Four Seasons Oteli’nin sahibi
Sultanahmet Turizm AŞ, karara itiraz etti.
İtirazları değerlendiren Danıştay İdari Dava
Daireleri Kurulu, yürütmeyi durdurma kararının
yerinde olduğuna hükmetti. Davayı esastan görüşen
Danıştay 6. Daire, bilirkişi raporuna atıfta
bulunarak imar planı ve ruhsatın iptali kararını
onadı.
Kararda atıf yapılan bilirkişi raporunda, “Çelik
konstrüksüyonlu ayaklar üzerinde zeminden bir kat
yüksekten de başlasa,
Ayasofya ve
Sultanahmet Camii’nin hemen önüne ve onların
üçüncü boyuttaki etkilerini de olumsuz yönde
etkileyecek biçimde, dünya kültür mirası açısından
1. derecede önemli olan arkeolojik değerlerin
üzerine otel inşaatı yapılması koruma ve şehircilik
biliminin temel esaslarıyla örtüşmez” denildi.
CHP’nin avukatı olarak davayı takip CHP
Şişli İlçe Başkanı Hıdır Tanrıverdi, kararın
ardından ek otel inşaatının yıkılması gerektiğini
söyledi. Tanrıverdi, yıkım gerçekleşene kadar
konunun takipçisi olacağını belirtti.
Sultanahmet Cezaevi’nin binasında hizmet veren Four
Seasons’ın kapasitesini 50 oda daha artırabilmek
için başlattığı proje için seçilen alanın tarihi 4.
yüzyıla dayanıyor. I. Konstantinus döneminde inşa
edilen Büyük Saray en önemli kalıntılar arasında.
Alanda inşaat için yapılan çalışmalar sırasında, 7.
ve 10. yüzyıla ait freksler, mozaik döşeme
kaplamaları, hamam kalıntıları ve sarnıçlar bulundu.

Otel inşaatının sahibi Astay Grup Genel Müdürü
Atilla Öztürk de, ruhsat iptalinin hem arkeolojik
park hem de otel inşaatını kapsadığını belirterek,
inşaatın yıkılmasının şu an için söz konusu
olmadığını kaydetti. Bakanlık ve belediye ile bir
çözüm üretmek için müzakere halinde olduklarını
ifade eden Öztürk, şöyle konuştu:
“Orada önemli bir sorun var. İstanbul’un en merkezi
yerinde arkeolojik bir kazı 1.5 senedir durmuş
durumda. Bunun o sahaya verdiği çok önemli hasarlar
var. Yargı da bu durumu çok fazla dikkate almıyor.
Bunun öyle kalması hiç kimse açısından kabul
edilebilir bir durum değil. El birliğiyle çözüm
bulamazsak saha da inşaat da öyle kalacak. Ama bu
tercih edilebilecek bir şey değil. Bir çözüm mutlaka
üretilmeli. Yeni bir plan ve ruhsat da opsiyonlardan
birisi. Ama biz burada yediğimiz dayaktan sonra
böyle bir yola gider miyiz düşünceliyiz. Biz
kaybedeceğimizi kaybettik ama ülkeye de bir borcumuz
var.”
Milliyet, Haber: Gürkan Akgüneş, Fotoğraf:
Bünyamin Aygün, 17.06.2010
******
DANIŞTAY VE
SULTANAHMET MEYDANI
İnsan belleğinin zayıflığına
aldanarak, unutkanlığa yatırım yapanlarımız çoktur.
Üretmek yerine zamana sığınan, asılsız bir takım
dedikodulara dayalı tarih dersleri vermeye kalkışan
ama iş bu ülkenin geçmişine saygı duymaya gelince,
söyleyecek laf bulamayan sözde muhafazakarlar, bu
kez gerçekten zor durumda kaldılar...
Saygınlıklarını basit fiyatlar karşılığında
kiraya veren bir takım sözde bilim insanları,
kürsüleri kimselere bırakmayan lafazanlar, eskinin
deyişiyle; kerametleri kendilerinden menkul kültür
adamları, ellerinden geleni yaptılar, ama sıra
yargıya gelince maskeleri düştü.
Aralarında 12 Eylül döneminde üniversiteden
uzaklaştırılmalarını, tarihi yağmalayan uyduruk
projelerinin üstüne örtme çabasındaki
istismarcıların, onları koruyan aksaçlı hocalarının,
çıkarcı bazı STK'lar ve en önemlisi, yandaş
yatırımcıları kollayan çok üst düzeyde
siyasetçilerin de yer aldığı güçlü bir tarihi yağma
koalisyonu, idari yargının kararıyla kesin yenilgiye
uğradı.
Alman köylüsünün "Berlin'de hakimler var" deyişini
ülkemizde de doğrulayan bu karar, salt Sultanahmet
Meydanı'nı kurtarmakla kalmıyor. Kültür
varlıklarımızı korumakla yükümlü Kültür (ve Turizm)
Bakanlığının, tarih yağmasını desteklediği izlenimi
veren, yapılaşmayı durduran önceki yargı kararlarına
itirazını da geri çeviriyor.
Danıştay bu hafta Sultanahmet Meydanına, arkeoloji
parkı yapılıyor aldatmacasıyla gerçekleştirilmeye
çalışılan tarih yağmasını önleyen, gelecek
kuşakların ders alacakları örnek bir karar verdi.
İktidarın sahiplendiği, Büyükşehir Belediyesinin
sessiz kaldığı, sözüm ona tarih ile ilgili bir takım
kuruluşların örtülü savunuculuğunda sürdürülen,
İstanbul'un tarihine çakılan çelik kazıklar
üzerinden rant elde etme girişimleri yargıdan döndü.
Four Seasons yönetim kurulu başkanı, "Böyle bir
girişimi başka bir kentte, örneğin Paris ya da
Roma'da uygulayabilir miydiniz?" sorumuzu tarihe
geçecek bir pişkinlik örneğiyle yanıtlamıştı. "Bu
inşaat ülkenizin uzmanlarının verdikleri görüşler
doğrultusunda yürütülmektedir"
Şimdi bu yağmaya destek ve onay verenlerin, yargının
bu kararı karşısında nasıl tepki göstereceklerini
kestirmek kolay değil. Ama Danıştay'ın verdiği kesin
kararı yüzlerine çarpmanın herhalde tam zamanı.
Yargıya başvuran CHP İstanbul İl Yönetimini, konuyu
ilk kez kamuoyuna taşıyan Milliyet Gazetesi'nin
başarılı muhabiri Şükran Pakkan'ı ve duyarlı
turizmcileri kutlamak gerekiyor.
Umarız turizm sektörünün meslek örgütleri de bu
karardan gereken dersleri çıkarırlar. Ve görüşlerini
kamuoyu ile paylaşırlar.
turizmdebusabah.com, Yazı: Bahattin Yücel,
17.06.2010
|
25 MİLYON KİŞİ ZİYARET ETTİ
İsveç'in başkenti
Stockholm'de bulunan Djurgarden Müzesi'nde
sergilenen Vasa adlı batık gemi, şimdiye dek 25
milyon kişi tarafından ziyaret edildi. 1628 yılında
denize indirildikten kısa bir süre sonra batan dev
savaş gemisi 1961 yılında uzun çabaların ardından su
yüzüne çıkarılmış ve sergilenebilecek hale
getirilmesi için çok masraf edilmişti. Oldukça iyi
durumda görünen ahşap geminin ağırlığı 1210 ton
boyu 69 metre, eni ise 11.7 metre. Batığın
sergilendiği müze de geminin yapısına göre dizayn
edilmişti.
Habertürk, 17.06.2010
|
|
HÖYÜK KAZISINDA 4 BİN YILLIK MÜHÜR BULUNDU

Kütahya Seyitömer Höyüğü'nde yapılan
kazılarda, dünyada eşine az rastlandığı bildirilen 4
bin yıllık çekiç başlı mühür bulundu.
Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ)
Rektörü Prof.Dr. Güner Önce, il merkezine 26 kilometre uzaklıkta,
Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) Genel Müdürlüğü'ne
bağlı Seyitömer Linyitleri İşletmesi (SLİ)
Müessesesi sahasındaki höyüğün kazılara başlanmadan
önceki 150 metre çap, 23.5 metre yüksekliğe sahip
olduğunu belirtti.
Arkeoloji Bölümünce 2006 yılından bu yana
yapılan kazıların bu yılki bölümünün geçen
ay başladığını ve kazıların çok hızlı
ilerlediğini ifade eden Önce, bu yıl SLİ
Müessesesi'nin sağladığı 250 işçiyle
Arkeoloji Bölümü'nden 50 öğretim elemanı ve
öğrencinin höyükte çalıştığını söyledi.
Güner Önce, "Burası gerçekten görülmeye değer. Tüm
üniversitelerin arkeoloji bölümlerinin bu kazıyı
görmesi gerektiğini düşünüyorum. Kazı ne kadar kısa
sürede tamamlanırsa altındaki kömürün çıkarılması da
o kadar çabuk olacak. Ekonomik yönü olan bir kazı
aslında. Ancak şu yönünü de görüyoruz, çok sayıda
tarihi eser ve buluntu ortaya çıkıyor. Kazının
teorik olarak bu yıl bitmesi gerekiyor. Bu hızla
ilerlenirse belki bitebilir ama emin değiliz" dedi.
Kazı Grubu Başkanı ve DPÜ
Arkeoloji Bölüm Başkanı
Prof.Dr. Nejat Bilgen
de, geçen yıl 8 metrelik kültür katmanı tespit
ettikleri höyükte bu yıl bu katmanın çoğunu
kazabileceklerini anlattı.
Prof.Dr. Bilgen, geçen yıl kazıları MÖ 2000'lerin
başlarına tarihledikleri Orta Tunç Çağı katmanında
bıraktıklarını ifade ederek, şiddetli
deprem yaşandığını saptadıkları bu katmanda
korunmuş insan beyinleri bulduklarını
hatırlattı.
Kazılara başladıkları katmanın, Asur Ticaret
Kolonileri Devri diye tanımlanan MÖ 2'nci binin ilk
çeyreği olduğuna dikkati çeken Prof.Dr. Bilgen,
sözlerine şöyle devam etti:
"Höyüğün, uluslararası ticarette hem Mezopotamya,
hem Batı Anadolu, hem de Ege Adaları ve eski Yunan
medeniyetiyle bağlantılı olduğunu, büyük bir
ticaretin ortasında yer aldığını saptadık. Bunu
teyit eder bir biçimde çok önemli bir mühür elimize
geçti. Asur Ticaret Kolonileri Devri'nde, dünyanın
önemli müzelerinde ancak birkaç tane örneği
sergilenen çekiç başlı mühür bulduk. Dünyada bu
mühür tipinin örnekleri British, Metropolitan ve
Louvre müzelerinde bulunuyor, dördüncüsü de İstanbul
Arkeoloji Müzesi'ndedir. Dünyada bu mühürlerin
sayısı 10'u geçmez. Belki dünyanın birçok yerinden
insanlar sadece bu mührü görmeye gelecek, bu kadar
arkeoloji literatüründe önemli bir mühür. Bu yıl
için çok sürpriz, çok hoş bir buluntuydu."
Cnn Türk, Fotoğraf: Yeni
Şafak, 17.06.2010
|

|
KAYAKÖY'E ZİYARETÇİ AKINI
2010 yılının ilk beş ayında Fethiye’deki ören yerleri içerisinde en çok ziyaret edilen yer Kayaköy oldu.
1 Ocak ve 15 Haziran tarihleri arasında Fethiye’deki müze ve ziyarete açık olan 8 ören yerini toplam 30.783 kişi ziyaret ederken, en fazla ziyaretçi kabul eden ören yeri 12.976 kişi ile Kayaköy oldu. En fazla ziyaret edilen ikinci yer ise 10.231 kişiyle Kaunos oldu. 19 Mayıs 2010 tarihinden itibaren tadilatı biterek ziyarete açılan Fethiye Müzesi'ni ise 1.147 kişi ziyaret ederken, 1.263.00 TL gelir elde edildi.
Fethiye’deki müze ve ören yerlerinin ziyaretçi kişi sayısı şu şekilde oldu. Amintas’ı 1.147 kişi, Gemiler Koyu'nu 1.260 kişi, Kadyanda 375 kişi, Pınara 1.039 kişi, Letoon 1.371 kişi, Tlos 1.711 kişi, Kaunos 10,231 kişi oldu. 2010 -1 Ocak ve 15 Haziran tarihleri arasında Fethiye’deki müze ve ziyarete açık olan 8 ören yerini toplam 30.783 kişi ziyaret etti.
Bu tarihler arasında Fethiye’de 8 ören yeri ve müzeye 1.672 yerli girişi olurken, yabancı girişi 18.645 kişi oldu. Yerli ücretsiz girişi 5.363 kişi olurken, yabancı ücretsiz girişi 600 kişi oldu. 4.458 kişi indirimli grup olarak giriş yaparken, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yeni uygulaması olan müze kart girişi 3.568 kişi oldu.
Mula Kent Haber, 17.06.2010
|
MAĞARA KAZISI YENİDEN
BAŞLIYOR
Gazi Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Görevlisi Yrd. Doç.Dr.
Cevdet Merih Erek, "Direkli Mağarası, mağara dönemi
yerleşimlerinin sona ermesiyle köysel yerleşim
yerlerinin kurulması arasında kalan geçiş sürecine
ışık tutacak" dedi.
Kahramanmaraş'ın merkeze
bağlı Döngel Köyü'nde bulunan Direkli Mağarası'nda
yapılan arkeolojik çalışmalar, 22 Temmuz'da yeniden
başlıyor. Mağara dönemi yerleşimlerinden köysel
yerleşimlere geçiş dönemine ışık tutan ve
Türkiye'nin şuandaki tek mağara kazısı olma özelliği
taşıyan çalışma ile 12 bin 740 yıl öncesine ait
bulgulara ulaşılabilecek. Geçen yıl yapılan
kazılarda bulunan ana tanrıça figürüyle
insanoğlundaki "Tanrı inanışı" binlerce yıl geriye
giderken, dünyanın pek çok ülkesinden arkeologların
ilgisini çekmeyi başarmıştı. Merkeze 72 kilometre
uzaklıkta bulunan Döngel Köyündeki Direkli
Mağarası'ndaki çalışmalara, 1959 yılında yaptığı
araştırmayla ilk ışık tutan isim Prof.Dr. Kılıç
Kökten oldu. Kökten'in yazdığı bir makaleden yola
çıkılarak yürütülen çalışmalar doğrultusunda bölgede
önemli aşamalar kaydedildi.
Gazi Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç Dr. Cevdet
Merih Erek'in başkanlığında yürütülen kazı
çalışmaları, 20 kişilik ekiple 22 Temmuz'da yeniden
başlayacak. Mağara dönemi yerleşimlerinden köysel
yerleşime geçiş sürecine ışık tutan ve yapılan
yaşlandırma yöntemiyle MÖ 10730 yıllara tekabül eden
mağarada, yapılan çalışmalar doğrultusunda daha da
eski dönemlere ait kalıntılara ulaşılması
düşünülüyor.
Epipaleolitik döneme ait
olan mağarada başlayacak kazılar öncesinde bölgeye
gelen kazı başkanı Erek ve çalışmalara destek
sağlayan Kahramanmaraş Ticaret ve Sanayi Odası (KMTSO)
yetkilileri incelemelerde bulundu. Sit alanı ilan
edilen ve tahrip olmaması için tel örgülerle
kaplanan alanı inceleyen Yrd. Doç Dr. Cevdet Merih
Erek, çalışmalar hakkında basın mensuplarına bilgi
verdi. Özellikle geçen sene yapılan çalışmalarda
mağaranın iç kuzey profili yakınlarında bulunan ana
tanrıça figürünün büyük yankı uyandırdığını anlatan
Erek, ABD'de düzenlenen bir sempozyumda da elde
edilen buluntularla ilgili bilgiler verdiklerini
kaydetti. Avrupa'nın birçok ülkesinden bilgi almak
isteyen insanların çıktığını belirten Erek, bunun
kendilerine gurur verdiğini söyledi. Mağaranın,
mağara dönemi yerleşimlerinin sona ermesiyle köysel
yerleşim yerlerinin kurulması arasında kalan geçiş
süreciyle ilgili olduğunu dile getiren Erek, şunları
söyledi:

"Bu Epipaleolitik
dediğimiz bir dönem. Yapılan yaşlandırma
yöntemleriyle de mağaranın 7. arkeolojik seviyesinin
MÖ 10730 olduğunu öğrendik. Hayvan kemikleriyle
ilgili yapılan analizlerde bölgenin şuan yabancısı
olmayan ama birçoğu da tür olarak yok olmuş
hayvanların besin anlamında tüketildiğini öğrendik.
Dünyada çok az uzmanı olduğu için henüz bitki tohum
analizleri yapılmadı. Bunlara bir şey
yaptırabilmeniz için de sıraya girmeniz gerekiyor.
Ama şu ana kadar elde ettiğimiz bütün veriler
çerçevesinde bu dönemle ilgili yapılan tek kazı bu
mağarada yapılıyor."
Bölgenin kazı olanakları
ve coğrafi bakımdan araştırılması zor bir merkez
olduğuna dikkat çeken Erek, "Çok büyük özveri
istiyor. B:ütün ekip arkadaşlarım, öğrencilerim,
burada benimle birlikte gönül veren insanların emeği
çok fazladır. Tabii sonuçta güzel olması da bütün
harcanan emeklerin değdiğini gösteriyor. Bundan
dolayı da mutluluk duyuyoruz" diye konuştu.
Çalışmaların 22 yıl
sürmesinin planlandığını kaydeden Erek, Temmuz ayı
içerisinde yaklaşık 20 kişilik ekiple
gerçekleştirecekleri aşamaları şu şekilde sıraladı:
"Bu seneki
planlamalarımızda, güney plan programı olarak
başladığımız ama şuanda naylonun altında kalan yerde
kazılara devam edeceğiz. Bir de kuzey profilinde
genişlemeyi planlıyoruz. Olabildiğince, zamanımız ve
bütçemiz el verdiği sürece de aşağıya doğru geniş
alanda bütün plan karelerini çalışarak inmeye devam
edeceğiz. İndiğimiz her santimetre bizim için daha
eskiye, yani 10 bin 730'lardan daha eskilere gitmek
demek. Bu da Kahramanmaraş'ın en eski iskan
alanlarından biri olan Direkli Mağarası'nın daha
eski kültürel safhalarını görmemizi sağlayacak.
Olabildiğince bunları çıkarmak yetmiyor. Bunları
duyurmak, insanlara anlatmak, öncelikle
Kahramanmaraş insanına bunun faydalarının neler
olacağını anlatmak, bununla birlikte de bölgenin
diğer değerleriyle birlikte adının duyulması,
insanların buraya gelerek, bunlardan zevk alarak, iç
içe yaşamasını sağlamayı hedefliyoruz."
Kahramanmaraş Kent
Haber, 17.06.2010
|
ÇATALHÖYÜKLÜ HANGİ DİNDEN, HANGİ MİLLETTENDİ?

Çatalhöyük'teki kazı çalışmaları kapsamında
oluşturulan
arkeoloji atölyesine katılanlar, uzmanlara 9 bin
yıl önce burada yaşayanların dinlerini ve hangi
milletten olduklarına ilişkin sorular yöneltiyor.
Konya'nın Çumra
İlçesi'nde, koyunun ve keçinin evcilleştirildiği,
insanoğlunun yerleşik hayata geçtiği ve ilk sanat
eserleri kabul edilen duvar resimlerinin yer aldığı
Neolitik dönem yerleşim yeri Çatalhöyük'te kazı
çalışmaları, Stanford Üniversitesi öğretim üyesi
Prof.Dr. Ian Hodder
başkanlığında sürüyor.
Burada, Çatalhöyük'ün tanıtımını yapmak ve çocuklara
tarih bilincini aşılamak amaçlı, Arkeolog Gülay
Sert'in koordinatörlüğünde Çocuk
Arkeoloji Atölyesi faaliyetleri de devam ediyor.
Arkeolog Gülay Sert, bugüne kadar her yıl yaz
ilköğretim okulu öğrencilerine,
Shell sponsorluğu, Konya Ticaret Borsası ve
Algida firmasının desteğiyle gerçek kazı deneyimi
yaşatıp, o dönemin yaşantısı hakkında oyunlarla
bilgi aktardıklarını söyledi.
Bu
eğitim çalışmasını bu yıl genişleterek
Çatalhöyük
Arkeoloji Eğitimi Atölyesi adı altında yapmaya
başladıklarını anlatan Sert, "14 Temmuza kadar
Konya'da görev yapan 375 öğretmeni birer gün
Çatalhöyük'te ağırlıyoruz. Çatalhöyük'teki
eğitim modeli konusunda kendilerini
bilgilendirdiğimiz sunumumuzu verdiğimiz her bir
öğretmenimiz, meslek yaşamları boyunca öğrencileri
bilgilendirecek. 14 Temmuzdan sonra da gruplar
halinde 150 öğrenci ağırlayacağız" dedi.
Çatalhöyük'te, kendileriyle önceden bağlantı kuran
ve planlamaya dahil olan kişi ve grupları da
ağırladıklarını anlatan Sert,
eğitim verdikleri çocuk grubuna bu yıl Afyon,
Burdur ve Adana'daki yetiştirme yurdunda kalan
çocukları da dahil ettiklerini ifade etti.
Gülay Sert, Çatalhöyük ziyaretçilerinin çoğunluğunun
buraya bilinçli şekilde ve öğrenme amaçlı
geldiklerini vurgulayarak, şunları kaydetti:
"Bu etkinliklerde ziyaretçilerimize temel olarak,
Çatalhöyük'ün 9 bin yıl öncesinde kalmadığı, bugün
de etkilerinin yaşamaya devam ettiğini anlatıyoruz.
O gün ile günümüz arasındaki benzerliklerle
yaptığımız karşılaştırmalı sunum daha çok ilgi
görüyor. Ziyaretçiler en çok, burada 9 bin yıl önce
yaşamış insanların dinlerini ve milliyetlerini
soruyor. Bu sorunun cevabını şöyle veriyoruz; biz
dinimize bağlıyız onlar da atalarına, kurallarına,
inançlarına sıkı sıkıya bağlıydı. Zaten bu şekilde
bin yıl ayakta kaldılar. Günümüzle çok benzerlik
var, ancak onların din anlayışı bugün bildiğimiz tek
tanrılı dinlerden çok farklıydı. Milliyetlerini
soran kişilere ise 'milliyet' anlayışının Neolitik
dönemde olmadığını, sonraki süreçlerde ortaya
çıktığını söylüyoruz."
Cnn Türk, 16.06.2010
|
SÜLEYMANİYE'DE 453 YILLIK SÜRPRİZ

İstanbul Vakıflar 1. Bölge Müdürü İbrahim
Özekinci: Çimentodan arındırma işlemleri sırasında
da Süleymaniye Camisi'nin bize bir
sürpriz hazırladığını gördük. O da fil ayaklarında
453 yıl önce yapılmış orijinal İznik çinileri
olduğuydu.
İstanbul Vakıflar 1. Bölge Müdürü İbrahim
Özekinci, İslam medeniyetinin dünya mimarisine
armağanı, vakıf medeniyetinin en önemli
simgelerinden biri olan Süleymaniye Camisi ve
külliyesini inşa eden Mimar Sinan'ın burada
topoğrafyayı çok iyi kullandığına dikkati çekti.

Uzun yıllardır Süleymaniye sevdasıyla cami için ne
yapabileceklerini düşündüklerini belirten Özekinci,
2007 yılında çok kapsamlı bir restorasyon
çalışmasına başladıklarını hatırlattı.
Süleymaniye'de yapılan restorasyon çalışmalarının
''dokunmadan dokunmakla'' yapılması gerektiğini dile
getiren Özekinci, bu bağlamda koruma, statik, kalem
işi gibi alanlarda bilim kurulları oluşturulduğunu,
bütün çalışmaların bu bilim kurullarının denetimi ve
gözetiminde yapıldığını kaydetti. Caminin statik
yapısının araştırıldığını, yapının maketlerinin
yapılıp simülasyon tekniği ile 7 ve 8 şiddetinde
depremler uygulandığını anlatan Özekinci, caminin ve
özellikle kubbesinin çok sağlam olduğunun
görüldüğünü söyledi. Özekinci, yapılan restorasyon
çalışmalarıyla ilgili olarak şu bilgileri verdi:
''1960'lı yıllarda caminin içinin tamamen çimentoyla
sıvandığını gördük. Bu o dönem için gerçekten büyük
bir buluş olabilir ama günümüz tekniğiyle
karşılaştırdığımız zaman ecdadın yaptığı Horasan
harcı en mükemmeli. Çünkü çimento, o taş yapıyla
doğru çalışmıyor. Eserin nefes alması lazım, nefes
alamıyor. Bu yüzden tuzlanmalar, dışarıya kusmalar
meydana geliyor. İşte en büyük çalışmalarımızdan
biri bu çimentodan arındırma işlemleri oldu.
Çimentodan arındırma işlemleri sırasında da
Süleymaniye Camisi'nin bize bir sürpriz
hazırladığını gördük. O da fil ayaklarında 453 yıl
önce yapılmış orijinal İznik çinileri olduğunu
gördük. Bu raspa çalışmaları ile ortaya çıktı. Fakat
bu çinilerimizin üzerinde ise 19. yüzyılda hattat
Abdülfettah Efendi tarafından yazılmış hat
levhalarımız da var. Şimdi bilim kurulumuz buradaki
işlemi nasıl çözeceği noktasında karar aşamasında.
Hem çinileri, hem de o hat levhayı korumak
durumundayız.''
İstanbul Vakıflar 1. Bölge Müdürü Özekinci, şimdi
çini pano tam olarak açığa çıkarılıp hat levha
oradan ayrılarak başka bir bölümde mi sergilenmeli
yoksa bu haliyle mi saklanmalı gibi sorulara ilgili
bilim kurulunun karar vereceğini ifade etti.
Süleymaniye'de 5 kat sıva çıkarması ve raspa
çalışması yapıldığını anlatan Özekinci, ''Aslan
göğsü denilen pandantiflerde orijinal kalem işlerine
rastladık ki bu da sanat tarihi açısından bizleri ve
hocalarımızı gerçekten heyecanlandırdı'' diye
konuştu.
Bu kalem işlerinin orijinal, caminin inşa edildiği
dönemde yapıldığını söyleyen Özekinci, restorasyon
sonunda sanat tarihçilerine ve ziyaretçilere bu
kalem işlerinin sunulacağını ifade etti.
Özekinci, restorasyon çalışmalarında kubbedeki kalem
işlerinin ortaya çıkarılması aşamasında olduklarını
belirterek, çimentonun tamamen sökülüp yerine
horasan harçlarının yapıldığını ve sırada yapının
elektrik ve mekanik işlerinin olduğunu anlattı.
Caminin kündekari stilinde yapılmış ahşap kapı,
pencereleri ile kürsüsünün çok değerli ve nadide
eserler olduğuna dikkati çeken Özekinci, onların da
elden geçirileceğini dile getirdi.
Özekinci, son olarak bahçe düzenlemesi ile
restorasyonu bitireceklerini belirterek, şöyle
konuştu: ''Süleymaniye Camisi'nin bize ne sürprizler
sakladığını gerçekten bilmiyoruz. Horasan harcını
yapabilmek için çimento raspa çalışmalarına
başladığımızda bu orijinal İznik çinilerini bulduk.
Gerçekten eski eserde sadece planlama yapmak
gerçekten zordur. Karşınıza farklı işler çıkabilir.
Onun çözümlenmesi gerekir. Öngörümüz bu yıl
içerisinde Süleymaniye'yi ibadete açmaktır. Mesela,
burada kullanılan Horasan harcını KUDEB'e
gönderiyoruz. Orada içinde ne kullanılmış, kiremit
mermer, toz tam bir tahlili yapılıyor ve o tahlil
sonuçlarına göre harcı yapıyoruz. Önemli olan aslına
sadık kalarak orijinal yapıyı koruyarak restorasyon
yapmaktır.''
Radikal, 16.06.2010
|
EN İYİLER LİSTESİNDE 4 TÜRK
Dünya genelindeki müzayedelerin satış kaydını tutan ve
sanat piyasaları hakkında değerlendirme yapan
Artprice’ın, "Art Market Trends 2009" raporu
yayınlandı.
Rapora göre 2009 yılının en değerli 500
sanatçısı listesinde, dört Türk sanatçı var.
Listenin başında 121
milyon 18
bin 218 dolarla Pablo Picasso, 106
milyon 829 bin 556 dolarla
Andy Warhol
adı yer alıyor.
Türk sanatçılardan
Burhan Doğançay,
3 milyon 117 bin 299 dolarlık müzayede satışıyla
listede 221’inci sırada;
Erol Akyavaş, 2 milyon 197 bin 920 dolarlık
satışıyla 305’inci sırada;
Ömer Uluç, eserlerinin 1 milyon 630 bin 801
dolarlık satışıyla 396’ncı sırada;
1 milyon 355 bin 10 dolarla Selim Turan
ise 494’üncü sırada
yer
aldı.
Hürriyet, 16.06.2010
|
|

 |
FETHİYE'DE TARİHİ SU KANALI BULUNDU
Fethiye’de bir vatandaş tarafından tesadüfen bulunan yapıyı inceleyen müze yetkilileri, bulunan yapının tarihi eskilere dayanan ve uzunluğu belirlenemeyen yer altı su kanalı olduğunu belirledi.
Fethiye’de yağmurlu havalarda yeraltından gelip evini basan suyun izini süren Mesut Yiğit adlı vatandaş, kendi ifadesiyle 200-300 metre uzunluğunda bir tünel bulmuştu. Mesut Yiğit gelip araştırsınlar diye çağırdığı Fethiye Müzesi görevlilerinin ise “Burası tünel değil çukur” diyerek açılan girişi kapatıp geri döndüklerini anlatmıştı. Olayın basında duyulmasının ardından Taşyaka Mahallesi Topçular Mevkii 365 no.lu sokakta bulunan tüneli incelemek üzere harekete geçen Fethiye Müze Müdürlüğü, Jeofizik Mühendisleri Odası’ndan da bir kişi alarak tüneli inceledi. Bugün yapılan incelemede Jeofizik Mühendisleri Odası Fethiye Temsilcisi Serdar Serttaş ve müze yetkilileri hazır bulundular. Çukurun ağzı açılarak yapılan incelemede ilk belirlemelere göre yapının doğal bir oluşum olmadığı ve tarihi çok eskiye dayanan bir yer altı su kanalı olduğu belirlendi. Ucu görünmeyen su kanalıyla ilgili konuşan Fethiye Arkeoloji Müzesi Müdürü İbrahim Malkoç “Jeofizik Mühendisi arkadaşımız ve müzeden uzman arkadaşlarımızla incelediğimiz yapının tarihi çok eskiye dayanabilecek bir yer altı su kanalı olduğunu gördük. Daha detaylı bir inceleme için Anıtlar Kurulu'na ve bakanlığa yazı yazacağız. Yapılan bu çalışmalar sonrası kaç metre derine gittiği ve detayları ortaya çıkacak” dedi.
Muğla Kent Haber, 16.06.2001
|
HEY BU ŞEHİRLER NEREYE KAYBOLDU?
Akrotiri, Angkor,
Babil, Kuelap, Machu Picchu, Petra, Pi-Ramses, Tikal,
Truva ve Tucume... Hepsi eski dünyanın mega
kentleri. Başka bir ortak özellikleri ise artık
fiilen yaşamasalar da efsanelerinin yaşıyor olması.
Filmlere, şiirlere konu olan bu kentlerden kalanlar
yavaş yavaş gün ışığına çıkıyor. Ancak sanki hala
çözülememiş binlerce sırlarıyla uykudan
uyandırılmayı bekliyorlar...
Akrotiri
 
Akrotiri bir Yunan adası olan Santorini'de
bulunan antik yerleşimin adı. Bir tepe yakınlarına
kurulan köy Pompei'ye benzer bir kaderi paylaştı.
MÖ 1500'lü yıllarda volkan patlaması
sonucu yok olduğu sanılan Minoan uygarlığının yazısı
hala çözülebilmiş değil. Hatta bazı kaynaklara göre
Atlantis efsanesinin de bu uygarlığın yok oluş
hikayesinden doğduğu zannediliyor.
Yerleşimden geriye kalan eşyalar, gelişmiş bir
kanalizasyon sistemi ve üç katlı yapılar Spyridon
Marinatos tarafından bulundu.
Kazı çalışmaları sırasında alanı koruma amacıyla
modern bir örtü yapıldı, ancak 2005'te örtünün bir
kısmının yıkılmasıyla birlikte bir kaza meydana
geldi ve ziyaretçilerden birinin ölümüne yol açtı.
Bu yüzden kalıntılar bir süreliğine ziyarete
kapatıldı.
Bulunan eserler kazı alanından uzak da olsa
Museum of Prehistoric Thera'da sergileniyor.
Angkor
Kamboçya'nın tropikal ormanlarında bir zamanlar
büyük Khmer İmparatorluğu'nun başkenti olarak yer
alıyordu. "Şehir" anlamına gelen Angkor I.
Yaçovarman zamanında, MS 9. yüzyılda
kuruldu ve 15. yüzyıla kadar varlığını sürdürdü.
İmparator Büyük Göl (Tonle Sap) yakınlarında bir
tepeye Şiva'nın bir heykelini yaptırdı ve kent,
imparatorluğun gücünü temsil eden bu heykelin
çevresinde gelişti. Hala kalıntıları burada
bulunuyor ve UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası
Listesi'ne alınan bölgeler arasında.
15. yüzyılda dünyanın bu ilk mega kentindeki
binaların mecburi terkiyle birlikte ahşap binalar
çürüdü ya da beyaz karıncalar tarafından ağır hasara
uğratıldı. Ancak sert kızıl kayalardan ve
kumtaşından yapılan yapılar hala ormanın zor
şartlarına ve zamana meydan okuyor. Tapınakların
çoğu restore edildi. Bu yapılar birleşerek Khmer
mimarisini oluşturuyor.
Fransız kaşif Henri Mouhot tarafından Kamboçya
ormanlarının derinliklerinde Angkor yeniden
keşfedildi.

Angkor Vat
Sayısı yaklaşık bini bulan irili ufaklı tapınakların
en büyüğü Angkor Vat Tanrı Vişnu'ya adanmış ve hala
Kamboçyalılar'ın hac yeri olarak kullanılıyor. Gelen
ziyaretçi sayısı senede 2 milyon kişiyi buluyor. 200
hektarlık alanı kaplayan bu yapıya "kent tapınak"
anlamına gelen Angkor Vat adı verilmiş. Bir kulenin
çevresinde dikdörtgen biçiminde kozalak şeklindeki
kuleleri, galerileri, yolları ve teraslarıyla
birebir ölçeğinde yapılmış hayvan ve bitki figürleri
var. Çevresinde 200 metre genişliğinde bir hendek
bulunuyor.
Bu bölgede görülmeye değer diğer yapılar ise
şöyle sıralanıyor:
Angkor Thom, Baksei Chamkrong, Banteay Kdei, Banteay
Samré, Banteay Srei, Baphuon, Bayon, Chau Say Tevoda,
Doğu Baray, Doğu Mebon, Kbal Spean, Khleanglar, Krol
Ko, Lolei, Neak Pean, Phimeanakalar, Phnom Bakheng,
Phnom Krom, Prasat Ak Yum, Prasat Kravan, Preah Khan,
Preah Ko, Preah Palilay, Preah Pithu, Pre Rup, Spean
Thma, Srah Srang, Ta Nei, Ta Prohm, Ta Som, Ta Keo,
Fillerin Terası, Cüzzamlı Kralın Terası, Thommanon,
Batı Baray ve Batı Mebon.
Babil

Babil
Kulesi birçok yerel efsanede bahsi geçtiği üzere
tanrıya ulaşmak için inşa edilmiş bir kule
Kral Nebuchadnezzar verimli Mezopotamya
toprakları üzerinde Babil'in kurulmasını sağladı.
Antik dünyanın başşehriydi. "Tanrıların Kapısı"
olarak da adlandırıldı. Uygar toplum olarak
insanların ilk kez birlikte yaşadığı şehir olduğu
söylenenler arasında.
Babil'de yapılar kilden yapılıyordu. Lübnan'dan
getirilen ahşap destekler de kullanılıyordu.
Varlıklı aileler kili pişirip tuğla yapmayı
biliyordu.
Evlerin çatısı yoktu. İklim çok sıcak olduğu için
aileler genelde geceleri damda uyurdu. Alt katta ise
yaşama, yemek yeme mekanları, mutfak ve çoğunlukla
da ufak bir mabet bulunuyordu.

Babilin Asma Bahçeleri
Bu bahçeler Dünyanın Yedi Harikası'ndan biri
sayılıyor. Nebuchadnezzar sıla hasreti çeken karısı
Amyitis için onun memleketinin bir benzerini
yaptırmaya karar verdi. Yapay dağlar ve suların
aktığı büyük teraslar inşa ettirdi.
Yunanlı Coğrafyacı Strabo'nun MÖ 1.
yüzyıldaki tanımlamasına göre; bahçeler birbiri
üzerinde yükselen kübik direklerden oluşuyordu.
Bunların içleri çukurdu ve büyük bitkiler ile
ağaçların yetişebilmesi için toprakla doldurulmuştu.
Kubbeler, sütunlar, teraslar pişmiş tuğla ve
asfalttan yapılmıştı. Yüksekteki bahçeleri sulamak
için Fırat nehrinden pompalarla su çıkarılıyordu.
Yunanlı tarihçi Diodorus'a göre bahçeler yaklaşık
120 metre genişlikte, 120 metre uzunluğunda ve 25
metre yüksekliğindeydi.
İstilalar yüzünden yıldızı sönmeye başlayan şehir,
özellikle Pers Kralı Keyhüsrev'in Babil'i
fethetmesinden sonra MS 5. ve 6.
yüzyıllarda bir kum dağı haline geldi.
19. yüzyılda Kuzey Sarayı'nın ve surların
kalıntıları bulundu. Bu şehrin tapınaklarının ve
asma bahçelerinin kalıntıları 20. yüzyılda yapılan
kazılarla meydana çıktı.
ABD'nin Irak'ı işgali sırasında bu kalıntıların
yağmalandığı söylentileri gündeme geldi.
Kuelap
 
Kuelap, Kuzey Peru'da Utcubamba Vadisi'ne su
seviyesinden 3.000 metre yükseklikten bakan 600
metre uzunluğunda ve 110 metre genişliğindeki
Chachapoyas kültürünün yerleşimine verilen isim.
Şehrin en önemli özelliği ise çoğu silindirik
400'den fazla yapıyı içeren 19 metre yüksekliğindeki
dış masif taş duvarlar tarafından sarılı oluşu. Bu
yapılardan hala bazılarının alt kısımları duruyor.
El Tintero, La Atalaya ve El Castillo bunlardan
bazıları.
İlk bakışta bu korumacı duvarların varlığı Huari ve
diğer istilacı medeniyetlere karşı alnımış bir önlem
gibi gözükse de bölgedeki bu tür bir tehlikenin
minimum düzeyde olduğu biliniyor.
İlk seviyeye 3 kapıdan giriş vardı. Komplike bir
yağmur suyu atılım sistemine de rastlandı.
Yerleşimin yapımına 6. yüzylda başlandığı tahmin
ediliyor. Son çalışmalar Kuelap'ın 1840'lara kadar
varlığını korumuş olduğunu gösteriyor. Civarda
yaşayan köylülerin nesillerdir bölgeden haberdar
olduğu biliniyor.
Köylülerden yardım alan hakim Juan Crisóstomo Nieto,
1843'te yerleşimi keşfetti. Bu keşif üzerine
Frenchman Louis Langlois, Adolph Francis Alphonse
Bandelier, Ernst Middendorf, Charles Wiener ve
Antonio Raimondi gibi isimler bölgenin tanınmasında
katkıda bulundu. 1997'de kayalar tarafından korunmuş
5 tane mozale, Federico Kauffmann Doig ve ekibince
bulundu.
Machu Picchu

Eskiden adı dahi bilinemeyen şehir, ismini bugün
yakınlarda olan Eski Zirve (Machu Picchu)'den
alıyor. Peru'nun Cusco şehrinin yakınında And
Dağları'ndan birinin zirvesinde, 2.360 metre
yükseklikte, Urubamba Vadisi üzerinde kuruldu.
Şehrin İnkalı hükümran Pachacutec Yupanqui
tarafından 1450 yılları civarında inşa ettirildiği
sanılıyor.
7 Temmuz 2007 tarihinde, Dünyanın Yeni Yedi
Harikası'ndan biri olarak seçilen Machu Picchu,
bugüne kadar çok iyi korunarak gelmiş olan bir İnka
antik şehri. Bunun asıl nedeninin İspanyollar'ın
işgal sırasında bu bölgeyi fark etmemiş olmasından
kaynaklandığı söylenenler arasında.
Günümüze ulaşan çok sayıda bilgi olmadığı için
şehrin neden ve nasıl kurulduğuna dair sorular henüz
yanıt bulamamış durumda. Kabul gören teorilerden
birine göre şehir 700'den fazla asillere ve din
adamlarına ev sahipliği yapıyordu.
Machu Picchu iki yüzden fazla merdiven sistemiyle
birbirine bağlı olan taş yapıdan oluşuyor. Şehrin
3.000 basamağı hala iyi durumunu koruyor.

Kalıntılar 24 Temmuz 1911 tarihinde Hiram Bingham
yönetimindeki Yale Üniversitesi'nin yaptığı bir
bilimsel gezi sırasında tesadüfen bulundu. Bingham
aslında keşfi sırasında, 1536 yılında İspanyol
istilacı Pizarro'dan kaçan İnkalar'ın saklandığı
gizemli İnka şehri Vilcabamba'yı aramaktaydı.
Bingham Machu Picchu'yu bulduğunda aynı Kolomb'un
Amerika'yı keşfettiğinde yaptığı gibi Vilcabamba'yı
bulduğunu sandı.
1912 ve 1913 yıllarında Bingham şehri ortaya
çıkarmaya başladı.1915'de Machu Picchu
araştırmalarıyla ile ilgili bir kitap yayınladı.
National Geographic Society'nin 1913 Nisan sayısını
Machu Picchu şehrine ithaf etmesiyle meşhur oldu.
O kadar meşhur oldu ki Simpsonlar'ın bir
bölümünde Lisa fırsatını yakalayınca bütün aileyi
Machu Picchu'ya götürmeyi başarıyordu.

Bir iddiaya göre şehir keşfinden 2 yıl önce
bulunmuş, ama Bingham bulduğu altınları ABD'ye
kaçırmak için zaman kazanmaya çalıştı. Bir başka
iddiaya göre şehir 1901'de köylüler tarafından
bulunumuştu ve Bingham'ın keşfi hiç de tesadüf
değildi.
1983 yılında UNESCO Machu Picchu'yu Dünya Kültür
Mirası olarak ilan etti. Machu Picchu Güney
Amerika'nın en çok turist çeken yerlerinin başını
günlük 2000 kişi ziyaretçi sayısıyla kimselere
kaptırmıyor. UNESCO harabelerin zarar görmemesi
için bu sayının en fazla 800'e düşürülmesini talep
ediyor.
Petra

Petra Ürdün'ün Lut Gölü ile Akabe Körfezi
arasındaki çorak topraklar üzerinde yer alan antik
kente verilen ad.
MÖ 400 ile MS 106 yılları
arasında Nebatiler'in başkenti olan şehir Roma
işgaline dek varlığını sürdürdü. MS 400
yıllarından sonra deprem ve ekonomik sıkıntılardan
dolayı kent zaman içinde unutuldu.
Yapılan son çalışmalar sonucunda Petra'nın altında
gizli, gömülü bölümler olduğu ve bunların kral
mezarları olduğu biliniyor.
Petra antik kentinde tiyatro, tapınak, ev, gibi
yapılar kireç taşına oyularak yapılmış. El-Khazna ve
Roma döneminde yapılan amfitiyatro en bilinen
yapılarının başında geliyor.
Petra'ya doğal yollardan oluşmuş birbirine yakın çok
yüksek duvarlar arasından geçilerek ulaşılıyor.
Yolun bittiği an El-Khazna ziyaretçilerini
karşılıyor. Önceleri şehrin girişini tutan yapının
gösteriş amaçlı yapıldığı ve komşu kültürlerin
süslemelerinden fazlasıyla etkilenildiği düşünüldü.
Bir mühendislik harikası olan yapının tamamıyla el
ile oyularak yapıldığı sanılıyor.
En tepeden aşağıya doğru bir parçası olduğu
kayanın oyulmasıyla hiçbir hatayı kaldıramayan bir
teknikte oluşturulmuş yapının daha sonraları kral
mezarı olarak yapıldığı ortaya çıktı. Bu durum
şehirdeki zamanına göre fazlasıyla modern edilmiş
diğer yapılarla olan farkını açıklıyor.
Petra'nın çorak bir alana yayılmış olması su
problemini de beraberinde getiriyordu. Kente
eğimleri titizlikle hesaplanmış su kanallarıyla su
ulaşıyordu ve havuzlarda biriktiriliyordu.

El-Khazna
1812 yılında İsviçreli gezgin Johann Burckhardt
tarafından kent keşfedildi.
6 Aralık 1985 tarihinde UNESCO tarafından Dünya
Kültürel Mirası listesine dahil edildi. 7 Temmuz
2007 tarihinde, Dünyanın Yeni Yedi Harikası'ndan
biri olarak seçildi.
Pi-Ramesses (Pi-Ramses)

Pi-Ramses
Firavun 2. Ramses (Büyük Ramses) Nil Deltası'nda
bulunan eski Avaris'in olduğu alanda yeni bir
başkent inşa ettirdi. Firavun, bu başkenti kurmak
için bir servet harcadı. Bu kente Ramses'in şehri
anlamına gelen "Pi-Ramses" adını verdi.
Firavun 2. Ramses'in şehri taşıma kararının altında
civarda büyümüş olması gibi ailevi nedenler yatıyor
gibi gözükse de, asıl sebep bu alanın Hitit sınırına
olan uzaklığından gelen jeopolitik konumuydu. Ayrıca
bilginler ve diplomatlar çok hızlı bir şekilde
Firavun'a ulaşıyordu. Ayrıca askeri güçler herhangi
bir tehlikeye karşı şehrin içinde kamp kurmuş halde
bekliyordu.
Şehir yaklaşık 18 kilometrekarelik bir alanı
kaplıyordu.
Diğer firavun yapılarının aksine II. Ramses'in inşa
ettirdiği birçok yapı ve tapınak günümüze kadar
korunmuş durumda. Ebu Simbel ve Ramesseum
tapınakları iyi birer örnek oluşturuyor.
Ramses'in ölümünden sonra bir asır daha var olduğu
düşünülen şehrin ihtişamı için şiirler yazılmış.

Ama yaklaşık 3.000 yıl önce şehirle birlikte hazineleri de kayıplara karıştı. 1930'larda şehrin kalıntıları Tanis'te Pierre Montet tarafından keşfedildi.
1960'larda Manfred Bietak tarafından yapılan
araştırmalara göre çok büyük merkezi bir tapınak,
batıda nehre sınır konumunda olan konut bölgesi,
katı ızgara sistemli sokaklar ve doğuda düzensiz
evler ile atölyelerden oluşan bir yerleşime sahip
olduğu varsayılıyor. Ramses'in sarayının bugünkü
Quadir Köyü'nün altında bulunduğu tahmin ediliyor.
Tikal

Tikal, Guatemala'daki yağmur ormanlarında bulunan
Peten'in kuzeybatısında bulunan en büyük Maya kenti
ve tören merkezinin adı. Güney düzlüklerindeki öteki
Maya merkezleri gibi Tikal da orta oluşum döneminde
(MÖ 900-300) küçük bir köydü. Geç oluşum
döneminde (MÖ 300- MS 100)
büyük piramit ve tapınakların yapılmasıyla önemli
bir tören merkezi haline geldi. Klasik dönemde büyük
saraylar, piramitler, alanlar yapıldı.
4.000 bina ve 90 bin yerleşimci barındırıyordu.
900'lü yıllarda neden bilinmeyen bir sebeple terk
edildi.
19. yüzyılda Avrupalılar tarafından keşfedildi.
Truva

Troya, Homeros tarafından yazıldığı sanılan iki
manzum destandan biri olan İlyada'da bahsi geçen
Troya savaşının geçtiği antik kentin adı. Antik İda
Dağı'nın (Kaz Dağı) eteklerinde, Çanakkale il
sınırları içinde yer alıyor.
Bugünkü adıyla Çanakkale Hisarlık Höyüğü'nde
1870'lerde Alman arkeolog Heinrich Schliemann
tarafından keşfedildi. Daha sonra yapılan kazılar
sonucunda, aynı bölgede yedi farklı döneme ait 33
katman olduğu saptandı.
Schliemann Truva'da bulduğu hazineyi önce
Yunanistan'a kaçırdı. II. Dünya Savaşı'ndan önce
Almanya'da olduğu bilinmekte olan hazine daha sonra
kayıplara karıştı. Fakat kısa zaman önce bu
hazinenin Rusya'da bulunduğu söylentisi çıktı.

Truva'dan geriye
kalanlar (bırakılanlar) (Kaynak: National Geographic)
Truva için bir müze yapılması için istekler hala
sürüyor.
Tucume


Peru'un kuzey kıyısında bulunan La Leche
Nehri'nin güneyinde La Raya Dağı yakınlarındaki
ülkenin en geniş vadisine kurulan yerleşim 220
hektar alana sahip ve burada 26 adet büyük piramit
bulunuyor. Bu yüzden yerleşime Piramitler Vadisi de
deniyor.
Lambayeque/Sican (MS 800-1350 yılları
arası), Chimú (MS 1350-1450 yılları
arası) ve İnka (MS 1450-1532 yılları
arası) medeniyetlerine ev sahipliği yaptı.
Piramitler Vadisi Tucume dünyadaki son büyük piramit
ustaları arasında yer alan halkıyla tarihin en
gizemli medeniyetlerinden biriydi.
And Dağları'ndaki ıssız bir vadide yaşayan
Lambayeque halkı, piramit inşa etme tutkusuna
kapılmışlardı. Ama bu tutkuları dehşete dönüştü.
Ardından da bütün medeniyet dünya yüzeyinden
silindi.
Arkitera, Kaynak: Wikipedia, Sabah, National
Geographic, Derleyen: Selin Biçer, 16.06.2010
|
SUMELA'DAKİ AYİN AÇILIMINA 'SINIR' GELDİ
Maçka İlçesi sınırlarında bulunan Sumela Manastırı'nda 15 Ağustos'ta yapılacak ayine, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından kısıtlama getirildi. Manastırda düzenlenecek 'dini içerikli etkinliğin', ziyaretçi sirkülasyonuna engel olmaması, sınırlı sayıda ziyaretçinin katılımıyla dış avlu kısmında, Valilikçe belirlenecek saatlerde yapılması istendi.
Trabzon'un Maçka İlçesi Altındere Vadisi'nde bulunan Sumela Manastırı'nın, gelen talepler doğrultusunda Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın izniyle yılda bir gün ibadete açılmasına izin verilmişti. İstanbul Rum Patrikliği de geçen Nisan ayında Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'a başvurarak, diğer adı Meryem Ana Manastırı olan Sumela'daki ayini, Meryem Ana'yı andıkları 15 Ağustos'ta, çok sayıda Ortodoks müminin katılımıyla yapmak istediklerini belirtmişti.
İstanbul Rum Patrikliği'nin talebinin bakanlıkça incelenmesi sonucunda, 15 Ağustos'ta yapılacak ayinin şartları belirlendi. Buna göre, 15 Ağustos'ta Sumela Manastırı'nda ziyaretçi sirkülasyonuna engel teşkil etmeyecek bir bölümde, sınırlı sayıda ziyaretçinin katılımıyla dış avlu kısmında, saati ve süresi Trabzon Valiliği tarafından belirlenecek ‘dini içerikli etkinlik’ düzenlenebilecek.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Trabzon Valiliği'ne bir yazı göndererek, yoğun katılımın beklendiği ayin için gerekli tedbirlerin alınmasını istediği de öğrenildi.
Radikal, 16.06.2010
|
 |
BİR ASIRLIK YAPI SATILIYOR
Türk resmini temsil
eden büyük eserlerin sahibi Osman Hamdi Bey'in oğlu
Mimar Edhem ile Michel Nouridjan' in ortak imzasıyla
yaklaşık bir asır önce hayata geçirilen eski adıyla
Büyük Kınacıyan, yeni adıyla Kredi Han satılıyor.
Türkiye Halk Bankası Emekli Sandığı Vakfı tarafından
satışa çıkarılan ve Sirkeci'de bulunan yapının
satılamaması halinde kiralanması da gündemde.
100 yaşını aşan ve tarihi öneme sahip yapı, 439
metrekare arsa üzerine bodrum, zemin, 4 normal kat
ve çekme kat olma üzere brüt 2 bin 830 metrekare
kullanım alanına sahip.
Milliyet, Haber: Tebernüş Kireçci, 16.06.2010
|
|
HOLLYWOOD YILDIZINDAN SATILIK KALE
Hollywood'un en
çok kazanan aktörlerinden Nicolas Cage,
İngiltere'deki en büyük gayrimenkul yatırımı olan
Midford Kalesi'ni satmak için uğraşıyor. 1775
yılında inşa edilen ve Cage tarafından 2007'de beş
milyon Pound karşılığında satın alınan 100 dönüme
kurulu kalede, 50 dönümlük ağaçlık, hizmetlilere
ayrılmış iki ayrı müştemilat ve bir şapel bulunuyor.
Geçen yıl mali kriz yaşadığını açıklayan ve beş
farklı kıtadaki mülklerini satışa çıkaran Cage,
Midford Kalesi için 7 milyon Pound talep ediyor.
Akşam, 16.06.2010
|
TARİHİ MESCİDİN ELEKTRİĞİ KESİK
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’nin İzmit’te tarihi korumak adına yaptığı en güzel işlerden biri, Akçakoca Mahallesi Çukurçeşme Sokak’ta bulunan, Portakal Hafız Mescidi binasını, yok olmak üzereyken kurtarıp, restore etmesi oldu.
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’nin yaklaşık 250 bin TL harcayarak, ilk yapıldığı orijinal haline getirdiği Portakal Hafız Mescidi, geçen yıl Ramazan ayında, Kadir Gecesi, il protokolünün tamamının katıldığı törenle ibadete açıldı. Ancak geçtiğimiz aylarda Sedaş, borcunu ödemediği gerekçesiyle Portakal Hafız Mescidi’nin elektriklerini kesti.
Portakal Hafız Mescidi’nin elektrikleri hala kesik. İzmit Belediyesi de, Büyükşehir Belediyesi de ilgilenmedi. İbadete açık olan mescitte yatsı namazı ile sabah namazı, yan tarafta bulunan Orhan Atabay’a ait binadan bir kablo çekilerek elde edilen elektrikle yanan tek bir lambanın ışığında kılınabiliyor. Çevre sakinleri, Üç Aylara girilen, Ramazan’ın yaklaştığı şu günlerde, Mescit’in elektriğinin açılmasını istiyor.
Özgür Kocaeli, 16.06.2010
|
 |

|
MÜZE OLUYOR!
İstanbul’un Eyüp İlçesi'nde bulunan 1750’li yıllarda Sultan 3. Mustafa döneminde yaptırılan tarihi Rami Kışlası, içinde İstanbul Kütüphanesi’ni de barındıracak Rami Şehir Müzesi’ne dönüştürülüyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden alınan bilgiye göre, Rami Kışlası alanı; müze, kütüphane, alışveriş ve 200 bin metrekareye varan peyzaj düzenlemesi ile İstanbul’un en önemli odak noktalarından biri haline getiriliyor. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti kapsamında bir süre önce imzalanan protokole göre, kütüphane, kışlanın bugünkü özelliğinin, mimari formunun özgünlük, kapasite ve rasyonel kullanım açısından çağdaş kütüphane şartlarına imkan vermemesi nedeniyle kışla binasına ek bir yapı tasarımı ile yapılacak. Kütüphane binasının uygulama projesi ve inşası, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı tarafından gerçekleştirilecek. 3 milyon kitap kapasitesi ve sınırsız dijital kayıt imkanı ile 75 bin metrekarelik inşaat alanına sahip kütüphane, Şehir Müzesi’nin kuzey-doğusundaki boş alanda tasarlandı. Ayrıca kütüphanenin günümüz malzemesi ve tekniğiyle çağdaş formlu bir yapı olması da amaçlanıyor.
Diğer adı Asakir-i Mansure-i Muhammediye Kışlası olan Rami Kışlası, ilk olarak 3. Mustafa döneminde yaptırıldı. Cumhuriyet döneminde orduya hizmet veren Kışla, 1986 yılında dönemin Belediye Başkanı Bedrettin Dalan tarafından geçici olarak gıda toptancılarına tahsis edilmişti.
Vatan, 16.06.2010
|
2500 YILLIK PERS KRAL MEZARI YENİDEN KURULDU

Bir Pers Kralı’na ait 2500 yıllık mezar odası,
Yapı Kredi Vedat Nedim Tör Müzesi’nde yeniden
kuruluyor. Bu mezar odasının özelliği bilinen en
eski, ahşap üzerine yapılmış resimlerle süslü olması.
Diğer bir özelliği ise, 40 yıldır yurtdışında
bulunan kayıp parçaların Türkiye’deki kalıntılarla
birleştirilip ilk kez ziyarete açılması.
‘Tatarlı-Renklerin Dönüşü’ adlı sergide
ziyaretçiler, renkli savaş, tören ve efsane
sahnelerinin resmedildiği bir ahşap mezar odasıyla
karşılaşacaklar. Pers krallarının ikamet ettiği
Kelainai (Afyonkarahisar) kenti yakınlarında MÖ 5.
yüzyılda yapılmış olan Tatarlı tümülüsü,
Türkiye´deki kültür mirasının önemli eserleri
arasında kabul ediliyor. Çünkü MÖ 470’lerde inşa
edilen tümülüsdeki mezar odasının ‘ahşap’ olduğu
dikkate alındığında binlerce yıl sonra sağlam
şekilde günümüze ulaşması gerçek bir mucize. 1969
yılında kaçak kazı yapanların ağına takılan mezar,
üzerinde bilimsel çalışma yapılamadan tahrip edilmiş
ve yurtdışına kaçırılmış. Geriye kalan ahşap
kalaslar ise sökülüp Afyonkarahisar Arkeoloji
Müzesi’ne getirilmiş. O zaman yurtdışına kaçırılan,
renkli resimlerle bezenmiş frizler, bugün tamamen
kaybolmuş olan antik çağ ahşap resim sanatının nadir
örneklerinden biri. Bu önemli eser, MÖ 5. yüzyılda
Anadolu’da yaşamış insanların hayatı ve inançları
hakkında önemli bilgiler de veriyor.

Yurtdışına kaçırılan bu eserlerin, dönüşü de Türk ve
Alman hükümetlerinin işbirliği sayesinde
gerçekleşti. Altı yıl önce, kaçırılan frizlerin dört
parçası Münih’te bir müzede bulundu. Bunların
Tatarlı Tümülüsü’ne ait olduklarını kanıtladıktan
sonra, Münih Üniversitesi Klasik Arkeoloji
Enstitüsü’nden Prof.Dr. Latife Summerer ve ETH
Zürih, Tarihi Yapıları Araştırma ve Konservasyon
Enstitüsü’nden Dr. Alexander von Kienlin, T.C.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile sıkı bir işbirliği
yaparak, 40 yıl önce tamamen tahrip edilmiş bu mezar
odasını tekrar ayağa kaldırmak için bir proje
başlattı. Yurtdışına kaçırılan bütün friz
parçalarının geri getirilmesini de kapsayan ve
Almanya Dışişleri Bakanlığı’nın desteklediği
restorasyon projesiyle hem bu eserler bilime
kazandırılmış oldu hem de tarihi eser kaçakçılığına
karşı sürdürülen mücadeleye barışçıl bir örnek ve
önemli bir katkı sağlanmış oldu.
İstanbul’da sergilenen mezar odası, uzun ve zahmetli
bir çalışmanın sonucu. Orijinal parçalar üzerlerinde
artık silikleşmiş, 2500 yıllık resimlerle birlikte
sergilenirken, izleyici replikalarla resimlerin
orijinal renklerini de görme olanağı bulacak.
İstanbul 2010’un desteklediği ‘Tatarlı-Renklerin
Dönüşü’ sergisi 18 Haziran’da açılacak ve 26 Eylül’e
kadar gezilebilecek. Sergiyle eş zamanlı olarak bir
de arkeoloji söyleşisi düzenleniyor. 18 Haziran Cuma
günü saat 18.30’da Sermet Çifter Salonu’nda
gerçekleşecek söyleşide Tatarlı Tümülüsü kapsamlı
bir şekilde ele alınacak. Felix Pirson’un
moderatörlüğünde gerçekleşecek söyleşide Latife Summerer tümülüsün ikonografyasını, Erwin Emmerling
restorasyon sürecini, Alexander von Kienlin de
eserin mimarisini anlatacak.
Radikal, 16.06.2010
|
YENİ HASANKEYF İÇİN
ŞANTİYE KURULDU
1978
yılında 1.derece sit alanı ilan edilen Hasankeyf
antik kentinin sit alanının etkileşim çevresine inşa
edilecek konutlar için şantiye çalışmasına başlandı.
1. ve 2. derece sit statüsü dikkate
alınmaksızın belirlenen yeni Hasankeyf yerleşkesi
yapım çalışmaları Hasankeyf ören yerine zarar
verirken civardaki birçok tarihi eser ise korumasız
bir şekilde yok edilme ile yüz yüze bırakıldı.
İnşaat yapımı için sit alanlarında
geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma şartları
ile koruma amaçlı imar planı ve Diyarbakır Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Müdürlüğü izni
olmadan yapılan çalışmalara Hasankeyf Yaşatma
Girişimi tepki gösterdi.
Hasankeyf Yaşatma Girişimi yaptığı
açıklama DSİ ve TOKİ işbirliği ile başlatılan yeni
Hasankeyf yerleşkesi inşaat çalışmalarının biran
önce durdurulması gerektiğini, aksi takdirde ilgili
kurum ve şahıslar hakkında suç duyurusunda
bulunulacağını bildirdi.
Batman Gazetesi,
16.06.2010
|


|
AİHM: YETİMHANEYİ PATRİKHANE'YE VERİN
AİHM’den Fener Rum Patrikhanesi’nin tüzel kişiliği
açısından önemli bir karar... Mahkeme, kararın
kesinleşmesini izleyen 3 ay içinde Büyükada’daki Rum
yetimhanesinin Patrikhane’ye iadesine karar verdi.

Binanın iç kısımlarındaki
döşemeler yer yer çökmüş durumdaydı. Üst katlarda
ise çökme tehlikesi vardı, o yüzden çıkamadık.
Büyükada’daki
Rum Yetimhanesiyle ilgili dava, 1997’de
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün el koyma işleminin
ardından
Türkiye’deki yargı sürecinden sonuç alamayan
Patrikhane’nin, konuyu 2005’te
AİHM’ye taşımasına dayanıyor. Aslında AİHM, bu
davayla ilgili kararını 8 Temmuz 2008’de verdi ve
Türkiye’nin,
Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) mülkiyetin
korunmasıyla ilgili 1. protokolünün 1. maddesini
ihlal ettiğine hükmetti.
AİHM, taraflar arasında dostane çözüme gidilmesi
amacıyla tazminatla ilgili kararı ileri bir tarihe
erteledi. Türk makamlarıyla Patrikhane arasındaki
temaslardan herhangi bir sonuç alınamaması üzerine
AİHM tekrar devreye girdi.
Patrikhane’nin ilk talebi, yetimhanenin değeri ve bu
mülkü kullanamama nedeniyle uğranılan zarar için 80
milyon euro ödenmesi yönündeydi.
Daha sonra yetimhanenin değerini belirlemek amacıyla
2004 ve 2007’de iki uzman raporu hazırlatıldı.
Patrikhane, mülkün tapuda yeniden üzerine
geçirilmesini ya da son uzman raporunda mülkün
değeri olarak belirlenen 57.5 milyon euro’nun
tazminat olarak ödenmesini talep etti.
Türkiye adına hazırlanan uzman raporunda ise mülkün
değerinin 5 milyon euro düzeyinde olduğu
vurgulandı.
Dün açıklanan kararda, AİHM’nin 2008’de verdiği
ihlal kararının ardından Türkiye’nin bu ihlali
ortadan kaldıracak bir adım atmadığı vurgulandı.
Mahkeme, bu ihlalin giderilmesi için kararın
kesinleşmesini izleyen 3 ay içinde yetimhanenin
tapu kayıtlarında
Fener Rum Patrikhanesi üzerine geçirilmesine
karar verdi.
Tekrar bu mülkün sahibi olmanın davacı açısından
yeterli olacağından hareket eden AİHM,
Patrikhane’nin zarar giderme amaçlı maddi tazminat
talebini reddetti.
Bununla birlikte Türkiye’nin 6 bin euro’su
manevi tazminat ve 20 bin euro’su mahkeme
masrafı olmak üzere toplam 26 bin euro ödeme yapması
kararlaştırıldı.
23 bin metrekarelik bir alan içine inşa edilmiş olan
asırlık yetimhane, güvenlik ve özellikle de yangın
tehlikesi gerekçesiyle 1964’te kapatıldı. 1995’te
binanın onarımı ve 49 yıllığına kiralanması için
Patrikhane’yle bir turizm şirketi arasında imzalanan
sözleşme de Türk makamlarının itirazı nedeniyle
yürürlüğe sokulamamıştı.

Dev tiyatro salonunda, bir
zamanlar gösterinin vazgeçilmezi olan emektar
kuyruklu piyano yıllara yenik düşmüş, bir köşede
sessizce duruyordu.
Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi’nden (AİHM) üç ay içinde
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden alınıp Fener Rum
Ortodoks Patrikhanesi’ne devredilmesi kararı
çıkan dünyanın ikinci en büyük ahşap binası olan
Büyükada’daki eski Rum Yetimhanesi, yıkıldı
yıkılacak.
Yıllara meydan okuyarak ayakta güçlükle duran Hristo
tepesindeki Yetimhane binasını, dün AİHM kararından
hemen sonra
Adalar Belediye Başkanı Dr. Mustafa Farsakoğlu
ile birlikte gezdik.
Zaman zaman çatıdan düşen kiremit ve tahta
parçalarından kendimizi koruyarak içeri girdik.
Binanın iç kısımlarındaki döşemeler yer yer çökmüş
durumdaydı. Dikkatle basarak binanın içini gezmeye
koyulduk. Üst katlara ise çökme tehlikesi olduğu
için çıkamadık.
Dev tiyatro salonunda, bir zamanlar gösterinin
vazgeçilmezi olan emektar kuyruklu piyano yıllara
yenik düşmüş, bir köşede tamamen sessizliğe
gömülmüş.
Odalar, sınıflar ve binadaki birçok bölüm
kullanılamaz bir durumda. Binada hiçbir yaşam
emaresi kalmamış ama bizimle binayı gezenlerin
düşüncelerine göre sanki ruhu olduğu gibi duruyor.
Mutfak bölümündeki Fransız marka dev fırınların
üzerindeki yazılar hala okunabiliyor. Eşyaları
tamamen yağmalanan bina, yetkililere göre kısa
sürede bir önlem alınmazsa çöktü çökecek.
Uluslararası işbirliği şart
Başkan Farsakoğlu, binanın kurtarılması için Adalar
Kaymakamı olduğu dönemde de çok uğraştığını
belirterek, “Eğer bir an önce önlem alınmazsa
çökebilir. Uluslararası bir işbirliği ile bu kültür
hazinesini, bu kültür mirasını mutlaka yaşatmalıyız.
Umarız AİHM’in aldığı bu karar hayırlı sonuçlara yol
açar” dedi.
Ulusal Ahşap Birliği’ne üye olduklarını anlatan
Farsakoğlu, “Biz belediye olarak Ulusal Ahşap
Birliği ile birlikte bu binanın çatısının onarımı
için
İstanbul V Numaralı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na başvurduk. Kurul
ivedilikle yeni bir koruma modelinin hazırlanmasına,
karar verdi” diye konuştu.
Rum Yetimhanesi, 1898-1899 yılları arasında bir
Fransız şirketi tarafından otel olarak inşa edildi.
Mimarlığını dönemin ünlü mimarlarından Alexandre
Vallaury’nin yaptığı heybetli yapı, otel olarak inşa
edilmesine rağmen gerekli izinler alınamayınca el
değiştirdi. Satın alan Eleni Zarifi, binayı
Patrikhane’ye hibe etti. Yetimhane olarak 1964
yılına kadar kullanılan bina bu tarihten sonra
boşaltıldı ve kaderine terk edildi.
Milliyet, Haber: Güven Özalp - Önay Yılmaz, Fotoğraflar: Garbis Özatay, 16.06.2010
******
RUM YETİMHANESİ DİYALOG
VE ÇEVRE MERKEZİ OLACAK
Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından kendilerine
devredilecek olan Büyükada’daki eski Rum
Yetimhanesi’ni, dinlerarası diyalog ve dini odaklı
bir ekoloji merkezi haline dönüştürmek istiyor.
Ayrıca bu merkezde, “yaratılış teorisi”nin de
korunması yönünde çalışmalar yürütülecek.
Böyle bir merkezin dünyada eşinin olmadığını
belirten Patrikhane Sözcüsü Peder Dositheos
Anağnostopulos, “Bu proje gerçekleşirse dünyada
ilk
olacak” dedi.
Başbakan Erdoğan’ın
Patrik
Bartholomeos’la Yetimhane binasıyla ilgili
görüştüğünü belirten Anağnostopulos, “Bu görüşmede
Başbakan Patrik’e, ‘Eğer bu
bina size
geçerse ne yapmayı düşünüyorsunuz?’ diye sormuştu.
Patrik de, ‘Biz burayı dini odaklı bir çevre ve
dinlerarası bir diyalog merkezi yapmayı düşünüyoruz’
yanıtını vermişti. Tabii bu dini odaklı çevre
merkezi bütün dinleri kapsıyor. Sadece
Hıristiyanlık değil,
İslam ve
Musevi din adamları da bu merkezde çalışmalarda
bulunacak” dedi.
Vatikan’ın da ekoloji konusunda çalışmalar
yürütmeyi amaçladığını, ancak bunu dini anlamda ilk
düşünenin Patrik Bartholomeos olduğunu söyleyen
Anağnostopulos, şöyle dedi: “Partik efendiye göre
kurulacak merkez, ekolojik değişim ve dinlerarası
hoşgörüyü geliştirmek amacıyla eğitim kaynakları
sağlayacak; teoriyi pratiğe dönüştürmeyi
amaçlayacak. Merkez,
iklim değişikliğine ve
insan
davranış ve ahlakı alanındaki kaçınılmaz
değişikliklere odaklanacak, çevre ve barışla alakalı
dini meselelerin çözümü için ortaya konan çarelerde
farkındalık hizmeti verecek.”
Milliyet, Haber: Önay Yılmaz, 17.06.2010
|
TARİHİ KALEDE
RESTORASYON SÜRÜYOR
Van Valisi Münir
Karaloğlu, Hoşap Kalesi'nin sit alanı içerisinde
bulunan ve kötü bir görüntü arz eden yaklaşık 40
civarındaki evin başka bir yere nakledilmesi
gerektiğini kaydederek, "Biz muhtarımızla,
vatandaşlarımız ile oturup insanlarımızı kesinlikle
mağdur etmeden çözüm üretmemiz lazım" dedi.
Van Valisi Münir
Karaloğlu, yaklaşık 2,5 ay önce Kültür ve Turizm
Bakanlığı tarafından restorasyon çalışmaları
başlatılan Hoşap Kalesi'nde incelemelerde bulundu.
Kalede kazı çalışmasını yapan Van Yüzüncü Yıl
Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.
Doç.Dr. Mehmet Top ve restorasyon çalışmasını
yürüten Zeydanlı İnşaatın Şantiye Şefi Adnan
Vural'dan yapılan çalışmalar hakkında bilgi alan
Vali Karaloğlu, kalenin çevresindeki sit alanda
bulunan ve kötü bir görüntü arz eden yaklaşık 40
civarındaki evlerin başka bir yere nakledilmesi
gerektiğini kaydetti. Burada basın mensupların
sorularını cevaplandıran Vali Karaloğlu, Van'ın bir
kaleler şehri olduğu ifade etti. Van Kalesi,
Çavuştepe, Ayanıs, Yoncatepe ve Hoşap kalelerinin
birer değer olduğunu kaydeden Vali Karaloğlu,
bunlara sahip çıkılması gerektiğini vurguladı. Hoşap
Kalesi'nde şimdiye kadar ufak tefek restorasyon
çalışmaları yapıldığını hatırlatan Vali Karaloğlu,
ayrıca Yrd. Doç.Dr. Mehmet Top tarafından da halen
devam eden bir kazı çalışmasının yapıldığını
söyledi. Vali Karaloğlu, "Bu yıl Kültür ve Turizm
Bakanlığı tarafından temin edilen ödenek ile 2,5 ay
önce başlatılan restorasyon çalışması tamamlanmak
üzeredir. Daha burada yapılacak çok işimiz var Hem
restorasyon çalışmaları hem de kazı çalışmalarımız
var. Ama önemli olan bizim amacımız kaleyi kurtarıp,
turizme açmaktı" dedi.

Köy Muhtarı Sadrettin
Çekici'nin geçmiş yıllarda günlük olarak onlarca
otobüs dolusu turistin gelip kaleyi gezdiğini, ancak
son birkaç yıldır kapalı oluşundan dolayı
turistlerin gelmediğini belirtmesi üzerine Vali
Karaloğlu, "Muhtar haklı olarak bize öncede çok
sayıda yerli ve yabancı turistin geldiğini söylüyor.
Vatandaş haklı olarak bizden kalenin açılmasını
istiyor. Bizim de amacımız restorasyonu bir an önce
bitirip, kaleyi turizme açmaktır. Müteahhit kendi
iskelesini ve malzemelerini toparlar toparlamaz
kaleyi ziyarete açacağız" şeklinde konuştu.
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay'ın geçen yıl kaleyi ziyaret ettikten
sonra restorasyonuna karar verdiğini hatırlatan Vali
Karaloğlu, bu yıl da restorasyon çalışmasının
tamamlanmasının ardından tekrar gelip görmek
istediğini kaydetti. Çalışmaların tamamlanmasının
ardından bakan Günay'ı tekrar Van'a davet
edeceklerini söyleyen Vali Karaloğlu konuşmasını
şöyle sürdürdü;
"Tarihten beri bu kale
buradır. Kale burada dururken, yaşamda vardı, evler
de vardı. Şimdi burada oturan vatandaşlarımız tapulu
evlerinde oturuyorlar. Ancak burası birinci derecede
sit alanıdır. Vatandaşlarımız isteseler de evlerini
onaramazlar. Onarım yapabilmeleri kurulda izin
almaları lazım. Onun için biz muhtarımızla,
vatandaşlarımız ile oturup insanlarımızı kesinlikle
mağdur etmeden çözüm üretmemiz lazım. Şuan köy
yerleşim alanı genişletiliyor. Yeni yerleşim
alanında kendilerine yer vererek bu vatandaşlarımızı
oraya naklederek daha iyi bir eve kavuşmalarını
sağlayacağız. Hem de biz bu tarihi kaleyi içindeki
kötü görüntüden de kurtarmış oluruz. Hoşap Kalesi
Van için en önemli tarihi değerlerden bir tanesidir.
Bunun kıymetini bilmemiz lazım. Başta Hoşap halkının
bilmesi lazımdır. Bu tarihi değerlerin kıymetini biz
bilmezsek kimse bilmez" dedi.
Gürpınar gibi yüzölçümü
bakımında büyük bir ilçeyi tek idareci ile
yönetmenin çok zor olduğunu da belirten Vali
Karaloğlu, bu kadar ulaşım imkanlarına rağmen şuanda
bile ilçenin yönetilmesinin zor olduğunu kaydetti.
Hoşap Köyü'nün ilçe olması için alınan kararın İl
Genel Meclisi'nce de onaylandığını ve İçişleri
Bakanlığı'nda da resmen talepte bulunduklarını
söyleyen Vali Karaloğlu, "Benim de şahsi görüşüm
Hoşap'ın ilçe olmasıdır. Buradaki yöneticinin de
işini kolaylaştıracaktır. Hoşap'taki tarih
mekanların korunması da buna bağlıdır. Bunun için
Hoşap'ın ilçe olmasını istiyorum. Burada gerçekten
çok değerli tarihi yapılarımız var. Sadece kale
değildir. Burada Sarı Süleyman Medresesi, tarihi
köprü var. Buradaki tarihi mekanları muhtarlıkla
ayakta tutamayız. Burası kaymakamlık olmalıdır ki
bunlar takip edilmesin. Kaymakamlık eliyle bütün
bunlar takip edilmelidir. Bunları takip etmesek,
sahip çıkmazsak bir süre sonra biz kaybederiz"
Van Kent Haber,
15.06.2010
|
 |
MANİSA'DA 'SENA NEHRİ ÜLKESİ' KEŞFEDİLDİ
ABD'nin Boston Üniversitesi'nden arkeolog Dr. Christopher Roosevelt başkanlığındaki heyet, Manisa'nın Gölmarmara İlçesinde MÖ 2 binli yıllara ait olduğu tahmin edilen 4 adet kale kalıntısının izine ulaştı. Roosevelt, çalışmalarını, Salihli İlçesi Sart Antik Kenti'ndeki kazı ekibiyle koordineli olarak, yaklaşık 5 yıldır sürdürdüklerini, bulguları rapor halinde Manisa Müzesi'ne sunduklarını anlattı.
Roosevelt, Lidya Uygarlığı'nın Başkenti Sart şehri ile Bintepeler arasında kalan bu bölgedeki araştırmalara bakıldığında, bölgedeki en erken yaşam faaliyetlerinin günümüzden 400 bin ile 100 bin yıl öncesine, yani orta paleolitik çağlara kadar uzandığını gördüklerini söyledi. Roosevelt, çalışmalarda elde ettikleri bulguların, MÖ 2 binli yıllardaki Hitit Devleti bünyesindeki Arzava Krallığı'na bağlı Pisidia şehirlerinden biri olan Seha Nehri Ülkesi'ni işaret ettiğini belirtti.
Sabah, 15.06.2010
|
KERVANSARAY YAŞAMA
DÖNÜYOR
Battalgazi ilçe
merkezinde bulunan miladi 1637 yapımı Silahtar
Mustafa Paşa Kervansarayı'nda restorasyon
çalışmaları sürüyor.
Enkaz durumunda iken, İnönü Üniversitesi öğretim
üyelerinden tarihçi Yrd.Doç.Dr. Göknur Akçadağ'ın
girişimleri sonucu mezbelelik halden kurtarılıp,
Melita'dan Battalgazi'ye Tarih Arkeoloji Kültür ve
Sanat Günleri organizasyonunun çeşitli
etkinliklerinde mekan olarak yararlanılan, daha
sonra da tamamıyla restore edilmesi gündeme gelen
kervansarayda çalışmalar Aralık 2007'de başlamıştı.
Çevresinin açılması için bazı kamulaştırmalar ve
yıkımlar da yapılan kervansarayın bütünüyle yaklaşık
5 dönüm alan üzerinde kurulu olduğu, aslına uygun
olarak restore edildiği bildiriliyor.
Malatya Haber, Haber ve
Fotoğraf: Mehmet Göresiye, 15.06.2010
|
|
|
NİZİP'TE TARİHİ ESER
OPERASYONU
Gaziantep'in Nizip
İlçesi'nde yapılan operasyonda çok sayıda tarihi
eser ele geçirildi.
Edinilen bilgiye göre,
bir ihbarı değerlendiren Nizip İlçe Emniyet
Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele
Grup Amirliği ekipleri, Fevzipaşa Mahallesi'nde
İsmail K. isimli şahsın evine operasyon düzenledi.
Operasyonda, 31 adet muhtelif dönemlere ait bronz ve
gümüş sikke, 1 adet Hellenistik döneme ait posta
mührü, 1 adet tıp aleti parçası, 1 adet topraktan
yapılma pipo, 1 adet küçük bronz çan, 1 adet mermer
sunak, 7 adet muhtelif obje ele geçirildi.
Zeugma Antik Kenti'nde
kazı çalışmaları yapan arkeologlar tarafından
yapılan ön incelemede, eserlerin Hellenistik, Roma,
Bizans, İslami ve Osmanlı dönemine ait olduğu tespit
edildi.
Operasyonda gözaltına
alınan İsmail K.'nin Emniyet Müdürlüğü'ndeki
işlemlerinin ardından adliyeye sevk edileceği
bildirildi.
Gaziantep Kent Haber,
15.06.2010
|
TAŞINDAN TOPRAĞINDAN TARİH FIŞKIRAN ŞEHİR
İstanbul'da çoğunluğu Boğaz'da olmak üzere bin 500
tarihi yapı daha bulundu.
Kentsel
tarihi 3 bin yıl öncesine dayanan, üzerinde en çok
konuşulan, şiir yazılan şehir İstanbul'un köşe bucağından, araştırdıkça tarih fışkırıyor.
Büyükşehir Belediyesi'nce kurulan
Koruma
Uygulama Denetim Birimi'nin yaptığı
çalışmada, kentin tarih envanterine çoğu
Boğaz'da, bin 500 yapı
daha eklendi. İBB İmar
Şehircilik Daire Başkanlığı'na bağlı olarak
kurulan Koruma
Uygulama Denetim Birimi tarafından 2009'un ilk
aylarında başlatılan tarama çalışmaları
kapsamında mimar,
mühendis ve sanat tarihi
uzmanlarından
oluşan ekip İstanbul'u
bölgelere
ayırdı. Büyükşehir Belediyesi şu ana kadar
kayıtlarda görünmeyen ve acilen tescil edilip koruma
altına alınması gereken bin 500 tarihi eser niteliğinde yapı tespit etti. Tarihi mirasa kazandırılan ve koruma altına alınan tarihi yapıların
sahipleri, Kültür Bakanlığı ile il ve ilçe
özel
idarelerinden parasal teşvik alabilecek.
Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 15.06.2010
|
PROST'UN İSTANBUL'U GERÇEKLEŞSEYDİ
İstanbul’un
mimari projesi konusu ne zaman açılsa, söz dönüp
dolaşıp Henri Prost’un İstanbul Planlaması üzerine
odaklanır.
Belli kuşaklar, mimarlar elbette bu konuda bilgi
sahibidirler; ama bu grubun dışında birçok kişi,
özellikle genç kuşak bu mimar kimdir, ne yapmak
istemiştir, eğer planı gerçekleşseydi İstanbul nasıl
olurdu sorularının yanıtını bilmiyor.
Bir sergi ve kataloğu bize ayrıntılı bilgi ve belge
sunuyor.
Kültür Başkenti unvanına sahip bir şehrin tarihine
dair, önemli çalışmalar arasında anılması gereken
bir sergiye özellikle dikkatinizi çekmek isterim.
İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’ndeki İmparatorluk
Başkentinden Cumhuriyet’in Modern Kentine: Henri
Prost’un İstanbul Planlaması (1936-1951).(*)
Suna, İnan & İpek Kıraç imzalı girişte, Prost’un
çağrılışı ve yapmak istenilen özetlenirken, Prost’un
hedefi de belirtiliyor: 1936 yılında Atatürk’ün
davetiyle Türkiye’ye gelen ve İstanbul’un Nazım
Planı’nı oluşturmakla görevlendirilen Prost’un
hedefi, kentin kendine özgü topografyasını ve
-tarihi yarımada başta olmak üzere- tarihi dokusunu
dikkate alarak çağdaş bir planlama modeli ortaya
koymaktı.
İstanbul’a çağrılmadan önce de ünlü mimar, 1905
yılında Ayasofya’nın durumuyla ilgilenmiş, onarımı
için müsaade alarak nice engellerden sonra
rölövesini çıkarabilmiştir.
1911’de gene İstanbul’a gelir, hazırladığı raporun
Evkaf Nazırlığı’nın başmimarı Kemaleddin Bey’e
verilmesini ister.
Birçok kentte düzenleme yapan Prost, 1935 yılının
sonunda İstanbul’a gelir, ilk geldiği gün de
Atatürk’le tanışır.
1951’de hazırladığı nazım planı bir kenara
bırakılınca İstanbul’dan ayrılır.
* * *
Katalogdaki Pierre Pinon’un Henri Prost’un
Şehirciliği ve İstanbul’un Dönüşümleri yazısında bu
kenti iki yıl Prost’un incelediği belirtilir.
Katalogdaki bazı yazılar, sergiyi, görsel malzemeyi
daha iyi anlamanızı, yorumlamanızı sağlayacaktır.
Giriş, M. Baha Tanman - F. Cana Bilsel; İstanbul’da
Modern Bir Pay-ı Taht: Prost Planı Çerçevesinde
Menderes’in İcraatı, İpek Ya da Akpınar.
Sergiyi gezerken, kataloğu okurken, onun tarihi
yarımada için planlarını, sahil şeridi için
düşündüğünü bugün yapılanlarla karşılaştırdım...
Mimarlarla konuşmak, düşüncelerini öğrenmek
isterdim, uygulansaydı bugün İstanbul’un görünümü
nasıl olurdu?
Cumhuriyet sonrası her alanda yapılanlar /
yapılanmalar mimarlığa da yansıyacaktı.
Yabancı bir mimar, gerçekten bizim kültür
başkentimizi geleneksel özelliklerini kaybetmeden
hale yola sokabilir miydi? Eğer sokabileceğine
inanılmadıysa neden çağrılmıştı, madem çağrıldı onun
planlamaları neden uygulamaya konmadı?
Yoksa bu iş bizim mimarlarımıza mı verilmeliydi?
Aslında Prost üzerinden Türkiye’nin yakın tarihine
dair birtakım gelişmeleri de izleyebileceğimiz bir
sergi.
* * *
Bu sergiyi her İstanbullu gezmeli. İstanbul’u
ziyarete gelenler de bu önemli sergiyi görmeliler.
Sadece sergiyi görmenin yetmeyeceği, barındırdığı
önemli yazılarla gerçekten zengin bir içeriğe sahip
katalog da kitaplığınızda yer almalı.
Eğer bugün İstanbul mimarisi üzerine konuşmak
istiyorsanız, sergiyi kaçırmayın.
(*) İmparatorluk Başkentinden Cumhuriyet’in
Modern Kentine: Hendri Prost’un İstanbul Planlaması
(1936-1951), İstanbul Araştırmaları Enstitüsü,
Sergi: 18 Temmuz 2010 tarihine kadar, Pazartesi -
Cumartesi 10.00-19.00 arasında ziyaret edilebilir.
(İstanbul Araştırmaları Enstitüsü pazar günleri
kapalıdır.)
Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 15.05.2010
|
ERMENİ SANATI TARTIŞMASI
Uluslararası Hrant Dink Vakfı’nın düzenlediği
sempozyumda dün hafif gerilim yaşandı. Gerilimin
tarafları Agos yazarı Zakarya Miladanoğlu ve
Prof. Gönül Öney’di.
Uluslararası Hrant Dink Vakfı’nın düzenlediği
“Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye’de Kültürel
Etkileşimler Sempozyumu”nda Agos gazetesi
yazarı, mimar Zakarya Mildanoğlu’nun “Ermeni
sanatı üzerine Türk üniversitelerinde hiç ders
verildiğini hatırlamıyorum” demesi üzerine, aynı
oturumda yer alan Ege Üniversitesi emekli
öğretim üyesi Prof. Gönül Öney, “1964’ten
itibaren Ermeni ve Selçuklu sanatı üzerine ders
veriyorum. 1989’da Akdamar Kilisesi’yle ilgili
kitabım çıktı” dedi.
Mimari ve Süsleme Sanatları: Zamansal ve
Mekansal Geçişkenlikler oturumunda konuşan
Zakarya Mildanoğlu, “Yapı Sanatında Kültürel
Geçişkenlik: Kayseri, İstanbul ve Kudüs”
başlıklı konuşmasında TTK’yı da eleştirerek,
“Türk Tarih Kurumu Yayınları, Selçuklu tarihine
haksızlık yapıyor. Selçukluların diğer
kültürlerle ilişkilerini yok sayıyor” dedi.
Mildanoğlu, “Alparslan ve Ermeni ilişkilerini
bilmiyoruz. Çeşitli kaynaklarda zaten var olan
fakat Türkçe’ye çevrilmeyen bilgiler çevrilirse
1070 tarihini daha rahat okuyacağız. Bir tabu
daha yıkılacak” diye konuştu. “Selçukluların
girmesiyle Ermenilerin bir kısmı Adana’ya gitti.
Kurdukları Kilikya Ermeni Krallığı 300 yıl
ayakta kaldı. Ortak bir Selçuklu-Ermeni
ilişkileri tarihi var. Selçuklu prenslerinin
Ermeniler ve Hıristiyan Gürcülerle evlilikleri
bile korkarak söylenir” diyen Mildanoğlu,
konuşmasının bir yerinde, “Ben Türk
üniversitelerinde hiç Ermeni sanatı üzerine ders
verildiğini görmedim. Kültürel etkileşimlere yer
verildiğini bilmiyorum. Siz biliyor musunuz?”
diyerek konuşmacılara hitap etti.
Mildanoğlu’nun sözleri üzerine, “İran’dan
Anadolu’ya: Selçuklu Saray Kültürü ile
Etkileşim” sunumunu yapan Ege Üniversitesi’nden
emekli Prof. Gönül Öney, “1964’ten itibaren
Ermeni sanatı ve Selçuklu ilişkilerini okuttum.
‘Hiç ders verilmedi’ dendiği için cevap verdim”
dedi. “Ben eleştirilere çok açık biriyim bana
bunu derseniz haksızlık edersiniz” diye konuşan
Öney, “Ermenice bilmediğimizden bazı yerlerde
açıklarımız var. Maalesef Ermeni yayınlarını
bilmiyoruz” diye devam etti. Bu arada
dinleyicilerden Sevan Ataoğlu da “Akdamar
Kilisesi’nin Ermenice adını niçin
söylemiyorsunuz? Söyleyin de insanlar öğrensin
hocam” diye Öney’e yöneldi. Öney, “Evet Kutsal
Haç Kilisesi. Ben insanlar Akdamar’ı biliyor,
anlaşılsın diye Türkçe kullandım” cevabını
verdi.
Mimar-Agos yazarı Zakarya Mildanoğlu
konuşmasında ayrıca, “Araştırmalarında Ermeni
tıp tarihi kavramıyla tanıştığını, Sivas, Adana,
Tokat ve Kayseri’de Ermeni tıp okullarının
olduğunu, Arap ve Yunanlılarla ortak konferans
verecek düzeye geldiklerini” söyledi. Mildanoğlu,
Kudüs’teki Çinili Ermeni Kilisesi’nin hikayesini
ise şöyle anlattı: “Kütahya Ermenileri de o
bilinmez yolculuğa çıktılar. Kudüs’e yolu
düşenler arasında Ermeni çiniciler de var. Bu
kiliseyi onlar donattı.”
Birgün, Haber: Şule Yıldırım, 14.06.210
|
MÜZELER İSTANBUL'DA BULUŞTU
Sabancı Üniversitesi
Sakıp Sabancı Müzesi'nin (SSM), dünyanın saygın
müzelerinin yöneticileri ve akademisyenlerden oluşan
Uluslararası Danışma Kurulu üyeleri, 2010 yılı
toplantısı için İstanbul'da buluştu.
Alınan bilgiye göre, yılda bir kez düzenlenen
toplantıda müzenin vizyonu ve misyonu doğrultusunda
gerçekleştirilecek uzun vadeli projeler ve
uluslararası işbirlikleri ele alındı.
Sabancı Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Güler
Sabancı'nın başkanlığında gerçekleştirilen
toplantıda, SSM'nin, 2009 - 2010 döneminde hayata
geçirdiği sergi ve etkinliklerin analizi ve yeni
dönem planları yapıldı.
Toplantıda New York Modern Sanat Müzesi (MoMA)
Direktörü Dr. Glenn Lowry, St. Petersburg Hermitage
Müzesi Direktörü Prof.Dr. Mikhail Piotrovsky,
Princeton Institute for Advanced Study'den Prof.Dr. Oleg Grabar, New York Metropolitan Sanat Müzesi
Uluslararası İlişkiler Eski Yöneticisi Dr. Mahrukh
Tarapor, Londra Kraliyet Akademisi Sergiler Eski
Direktörü Sir Norman Rosenthal, Paris Ecole
Nationale Superieure des Beaux-Arts Müdürü Prof.Dr.
Henry-Claude Cousseau, Londra Courtauld Sanat
Enstitüsü Direktörü Dr. Deborah Swallow, Paris
Guimet Müzesi eski Direktörü Dr. Jean François
Jarrige, Berlin İslam Sanatları Müzesi eski Müdürü
Prof.Dr. Claus-Peter Haase, Berlin İslam Sanatları
Müzesi Müdürü Dr. Stefan Weber ve Harvard
Üniversitesi Müzesi Müdürü Dr. Thomas Lentz hazır
bulundu.
Habertürk, 14.06.2010
|
SULTANLARIN SEFER GÜZERGAHI, YÜRÜYÜŞ YOLU OLACAK
Osmanlı padişahlarının Avrupa seferlerinde
kullandığı yollar turizm amaçlı yürüyüş parkuru
olarak değerlendirilecek.
Bu kapsamda Viyana ile İstanbul arasındaki 2 bin
100 kilometrelik parkurda bu amaçla geçen yıl bir ön
çalışma yapıldı. Hollandalı 7 kişilik bir grup aylar
süren yolculuklarında Osmanlı padişahlarının
seferlerde kullandığı güzergahın izini sürdü.
Viyana'dan Bulgaristan'a kadar olan yolu yürüyerek
kat eden ekip Kapıkule Sınır Kapısı'ndan
Türkiye'deki etaba geçti. Geçen yıl yapılan ön
çalışma yürüyüşünün ardından bu yıl güzergah
üzerinde işaretleme çalışmaları başlatıldı. 10
kişinin katıldığı bu yılki yürüyüşe katılan ekip
Kapıkule Sınır Kapısı'na ulaştı. 330 kilometrelik
Kapıkule-İstanbul/Topkapı yolunu 14 günde kat etmeyi
hedefleyen grup yol üzerinde işaretleme çalışmaları
yapacak. Bundan sonra Avrupa ülkelerinden
Türkiye'ye, ülkemizden de Avrupa'ya doğru 'Sultanlar
Yolu'nu takip etmek isteyen doğaseverler fazla zaman
kaybetmeden işaretleri takip ederek yollarına devam
edecek. Türkiye'deki parkur Kapıkule'den başlayarak,
Sırpsındığı, Edirne, Hıdırağa, Karayusuf, İhsaniye,
Akalan, Dağyenice, Boyalık, Dursunköy, Sazlıbosna,
Şamlar, Kayabaşı, Eyüp Sultan, Topkapı Sarayı'nda
son bulacak.
Zaman, 14.06.2010
|
HASANKEYF KALESİNİN
İŞLETMESİ BATMAN ÜNİVERSİTESİ'NE VERİLİYOR
Hasankeyf kalesinin
işletim hakkı Batman Üniversitesi´ne veriliyor.
BÜ Rektörü Prof.Dr.
Abdulsellam Uluçam, kalenin işletmesinin
Üniversiteye geçmesi için girişimleri
olduğunu, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın
da bu konuya olumlu baktığını kaydetti.
İşletme konusunda
keşmekeşliğin yaşandığını savunan
Prof.Dr. Uluçam, ''Batman Valiliği ile
Kültür ve Turizm Bakanlığı bu konuya
olumlu bakıyor. Bu şekilde hem kalenin
daha iyi işletilmesini sağlayacağız, hem
de Üniversitenin döner sermayesine katkı
sağlayacağız. Hasankeyf'te kaliteyi
artırmayı planlıyoruz. Mevcut
uygulamalar nedeni ile antik kente gelen
turistler sıkıntı yaşamaktadır.
Hasankeyf Kalesinin işletilmesi
konusunda üniversitemiz çalışmalarını
tamamladıktan sonra, bölgeye gelen
turistleri ağırlamak için bir otel
yapmayı planlıyoruz. 160 yataklı olarak
planladığımız otelimiz 2 yıl içerisinde
hazır hale gelecektir'' dedi.
Batman Gazetesi,
14.06.2010
|
|
"BİR BÜYÜK MÜZE LÜKSÜMÜZ YOK"

Deniz Ünsal, İtalya’nın Maxxi’si gibi ihtişamlı
müzeler yarışını küresel rekabetin sanata yansıması
olarak görüyor.
Voyvoda
Caddesi Toplantıları kapsamındaki İstanbul
Söyleşileri’nin 9 Haziran Çarşamba günkü konuğu
İstanbul Bilgi Üniversitesi’nden Yard. Doç.
Deniz Ünsal’dı.
‘Metropolde Müze:
Merkez ve Çeper’ başlıklı konuşmasında
Ünsal, metropol ve müze ilişkisini, kent yaşamını ve
kentlileri etkileyen dinamikleri, kent ve müze
yönetimini tartışmaya açtı. İstanbul’u 13,5
milyonluk, 5343 kilometrekareye yayılan dev bir
ahtapota benzetti. Bu dev ahtapotun ise dev bir
müzeye değil, eko müzelere ihtiyacı olduğunu
vurguladı. Deniz Ünsal’la 5345 kilometrekarelik
İstanbul’un müze gibi kültür kurumları açısından bir
küresel şehir olarak yazgısını konuştuk.
Geçtiğimiz günlerde sona eren ‘Açık Şehir:
Bir Aradalığı Tasarlamak’ sergisinde Hollandalı
sanatçı Bas Princen’in ‘5 Şehir Portfolyosu’;
İstanbul, Beyrut, Amman, Kahire ve Dubai
şehirlerinin aslında ne kadar çok ortak noktası
olduğunu gösteriyordu. Küresel şehir denen
şehirlerin birbirlerini andırmaları konusunda neler
düşünüyorsunuz?
Zincir işletmeler, alışveriş merkezleri, sinemalar,
marka projeler şehre tepeden bakan yüksek binalar,
toplukonutlar, gecekondudan dönüşmüş yeni
mahalleler... Yeni üretim biçimleri ve bilgi
ekonomisinin küresel ağları birbirine benzer.
Küresel kamusal alanlar yarattığı gibi derin
çizgilerle ayrılmış yerel eşitsizlikler de
yaratıyor. Burada birbirini andıran sadece şehirler
değil. Küresel şehirlerin kurumları da aynı kaderi
paylaşıyor. Örneğin müzeler. Bununla beraber küresel
kentlerin en değerli varlığı olan kent mekanları,
karlı bir metaya dönüşüyor. Gayrimenkul piyasasının
patlaması, spekülasyonların artması... Böyle bir
ekonominin kentinde eski sanayi alanları gibi
işlevsiz kalmış mekanların yenilemesi, yeni işlevler
kazandırma öne çıkıyor.
Evet adeta küresel şehir demek dönüştürülen
alanlar demek... Yeni havaalanları, yeni
tesisleriyle, köprüleriyle küresel şehir aslında
yoksullar için daha zor bir şehir demek. Siz de
konuşmanızda kentleri eşitsizlik üreten mekanlar
olarak tanımladınız. Eşitlik üreten kent ya da müze
ancak hayal mi edilir?
Üretim biçimleri küresel ağlara eklemlenmiş kent,
kapitalist bir kenttir. David Harvey kapitalist
kenti doğası gereği eşitsizlik üreten bir makine
olarak görüyor. Ona göre kentsel yenileme projeleri
piyasa rekabeti ve karı maksimize etme davranış
biçiminden bağımsız olamayacağı için eşitsizlik
üretmeye devam ediyor. İstanbul için de durum farklı
sayılmaz.
Sonuçta 20. yüzyıl başında modernist sanatçı
için sanat nesnesi kentin kendisiydi, 21. yüzyıl
başında ise neredeyse kentin nasıl dönüştüğü sanatın
konusu oldu. Bunu da düşünürsek müze meselesinde
kentsel dönüşüm ne anlam taşıyor?
Kentsel dönüşüm süreçlerinde kültür ve sanata
dönüştürücü bir rol biçiliyor. Yenileme,
‘güzelleştirme’ projelerinde kültür bir
rehabilitasyon aracı gibi devreye giriyor. Kentsel
alanlara yeni bir soluk getirir, ‘nezih’ bir ortam
sağlar, yeni bir müze açılır, yeme içme mekanları,
geceleri hayatın devam edebileceği diğer tesisler
kurulur vs. Ama bu dönüşümün amacı nedir? Kamu
projelerinin kamu yararını gözetmesi esası temelinde
dönüşüm yeni eşitsizlikler yaratacaksa kamu yararı
bunun neresinde? Yaşam kalitesini yükseltirken semt
sakinlerinin ekonomik ve sosyal olarak
barınamayacağı bir ortam yaratmak (artan kiralar
vs), yeni eşitsizliklere, varolanların da
derinleştirilmesine sebep olabilir. Maalesef
İstanbul gibi kalabalık kentlerin, ekonomik finansal
merkezler haline geldiği günümüzde müzeler
uluslararası sermayenin, gayrimenkul piyasasının,
turizm ve markalaşma stratejilerinin tam göbeğinde
sembolik, kolaylaştırıcı dönüştürücü bir rol oynar
hale geldiler. Müzeler, kent pazarlaması, Avrupa
Birliği’ne uygunluğumuzun kanıtı, markalaşma,
modernlik, çağdaşlık göstergesi olma işlevlerini
üstlendiler.
‘Merkezde bir ihtişamlı müze yerine
çeperlerde eko müzeler’ hatta ‘uydu müzeler’
öneriyorsunuz... Bunu biraz açalım mı? Eko müzeyi
tanımlayarak...
Merkezde mali ve idari zorluklarla kurulacak ve
yönetilecek bir büyük müze açmaktansa, İstanbul’un
çeperlerindeki yeni merkezlere daha esnek ve
hareketli, siyasi amaçları veya kurumsal bir kimliği
ispatlamak olmayan, demokratik bir toplum hedefleyen
müzeler açmak fikrine sıcak bakıyorum. Kuşkusuz,
İstanbul’un merkezi devlet veya özel müzeleri bu
kente bir zenginlik katıyor. Bu alanda son 20 yılda
çok yol kat ettik. Ama müzelerin de toplumsal
rolleri olduğunu düşünürsek, İstanbul’da merkezdeki
müzelerin çeperlere ne kadar ulaşabildiğini sormadan
edemiyorum. Katılımdan kastettiğimiz müzelere yılda
bir iki gün yapılan bir ziyaret değil. Müzeyi
kendini ifade etme aracı olarak kullanabilme,
çevreyle iletişimi yurttaşlık temelinde ve kültürel
haklar çerçevesinde şekillenen kamusal bir alanda
var olabilme gibi.
Mevcut müze modellerinin 13.5 milyonluk bir kentte
toplumsal etkileşim, diyalog ve katılımcılık
konusunda bir süreklilik sağlayabileceği konusunda
tereddütlerim var. Merkezde yer alan müzelerin
İstanbul’un çeperlerine ulaşmasının sıkıntılı
olduğunu düşünüyorum. Bu boyutlarda bir kent için bu
gerçekçi görünmüyor.
Bu noktada farklı müze modellerine bakılabilir. Daha
esnek örgütlenebilen, müzeye koleksiyon yönetimi
konusunda daha az sorumluluklar ve daha az masraf
yükleyen ve ana işlevi toplumsal etkileşimi sağlamak
olan müze modelleri. Burada sürdürülebilirlik
temelinde yerel toplulukların katılımıyla kurulup
yönetilen, kültürel kimliklerin ve kültürel mirasın
üretilerek korunmasını, sosyal kalkınmayı benimsemiş
ekomüzeler ilginç bir örnek oluşturuyor.
Ekomüzelerin en büyük tanımlayıcısı halkla
kurdukları yakın ilişki. Bu mantığın 13.5 milyonluk
İstanbul’un çeperlerinde İstanbul’a uyarlanması,
hatta yeni bir anlayışın geliştirilmesi
taraftarıyım. Bu müzeler somut ve somut olmayan
kültür mirasını bir arada sunabilen, yenilikçi bakış
açısıyla yerel tarihi, günceli, gündeliği
salonlarına taşıyabilen, katılımcılık temelinde
hareket eden bir forum olarak işlevlendirilebilirler.
Böyle bir müzemiz yok farkında mısınız? Bir
ihtişamlı ve büyük ve merkezde bir müzemiz yok ki
uyduları olsun...
Müze zaten bizim için görece yeni bir kurum.
Toplumsal olarak kendimizi yabancı hissettiğimiz hem
devlete ait hem özel müzeler çok var. Öte yandan ben
İstanbul’a yeni bir büyük müzenin gerekli olduğunu
düşünmüyorum. Böyle bir lüksümüz yok. Varolanların
toplumsal işlevlerinin kamu yararına dönük olarak
geliştirilmesi üstüne gidilmesi bana daha doğru
geliyor. Bununla birlikte merkezdeki bu müzelerin
çeperlerde açılacak diğer müzelerle işbirliği
olanaklarını geliştirmesi, kent çeperlerine yeni
kamusal alanlar kazandıracaktır.
13.5 milyonluk İstanbul müzesini istiyor mu?
Müzelerini biraz İstanbul’a da ses vermek gerekmiyor
mu? Orasına burasına/ çeperlerine/ sanat
taşıyacağımıza ya da bunu planlayacağımıza?
Çoğu İstanbullu için müze bir Pazar günü gidilecek
mekanlar arasında yer almaz. Herkes müzeye gitmekten
zevk alacak diye bir şey yok. Müzeye gitmenin
medeniyet göstergesi olduğu gibi bir düşüncenin de
artık geçerliliğinin kalmadığını düşünüyorum. Hatta
müzelerin bugün toplumsallaşamamalarına bu
düşüncenin neden olduğuna inanıyorum. Öte yandan
kentlinin kendini müzeye yabancı hissetmesinin
sebeplerinden biri de ‘müzede ne yapılır’ konusunda
şimdiye kadar önümüzdeki iyi örneklerin azlığıydı.
Bugün özellikle özel müzelerde, askeri müzelerde,
deniz müzelerinde farklı bakış açılarıyla üretilmiş
eğitim programları görüyoruz. Kuşkusuz bu da çok
gerekli ve daha öncesi hiç olmayan müze
geleneğimizde çok da değerli bir yeri var. Ama benim
arzuladığım farklı yaş gruplarına hitap eden,
okulların randevu alarak geldiği salt bir eğitim ve
etkinlik programı değil. Katılım, yurttaşın
demokratik kültürel hakkı ve bir yönetim modeli
olarak kurum tarafından benimsenmedikçe katılım adı
altında yapılanlar da sürdürülebilir olmuyor.
Birlikte yaşama kültürünü geliştirmek
açısından müze ne yapmaya muktedir?
Müze toplum yararına bir kurumdur. Bu, yönetimsel
olarak da içselleştirilmesi gereken bir ilkedir. Bu
kentte farklı düşünen, yaşayan insanların ortak
kamusal alan yaratma ve orada diyalog kurma ihtiyacı
vardır. Hatta bunun bir gereklilik olduğunu
düşünüyorum. İstanbul gibi farklılıkların mekanda
somutlaştığı, yaşamlar arasında uçurumların oluştuğu
kentlerde gerginlik ve çatışmayı engellemek için
sanat ve kültürün toplumsal bir rolü olması
kaçınılmaz. Bu durumda çeperlere taşınan sanatın
veya açılan müzelerin semt sakinleri arasında
iletişim başlatma yükümlülüğü olmalıdır. Çağdaş
sanatın böyle bir doğası var. Ama onun mesajının
iletilmesinde araçlara ihtiyaç duyulabilir.
Müzelerin de böyle bir kaygısı olmalı.
Son dönem İtalya’nın Maxxi ve Macro atağını,
Louvre’un Abu Dabi’ye personel olarak ithal
edilmesini, bütün bu ihtişamlı müzeler yarışını
nasıl değerlendiriyorsunuz farklı coğrafyalarda?
Küresel rekabetin kültür ve sanat alanına yansıması
olarak görüyorum. Kentlerin bilinirliğini, turizmi,
ekonomik sürdürülebilirliği desteklemeye yönelik
stratejiler olarak algılıyorum. Bununla beraber yeni
ihtişamlı müzelerin sanat dünyası için yeni
fırsatlar yaratan mekanlar oldukları da
söylenebilir. Ama toplumsallıklarından,
eşitsizliklere karşı duruşlarından emin değilim.
Radikal, Haber: Ayşegül Sönmez, 14.06.2010
|
FETHİ PAŞA VAKFİYESİ RODOS'TA YAŞIYOR

Osmanlı devlet adamlarından Fethi Paşa'nın torunu
Cengiz Argeşo, 16 yıldır Fethi Paşa Vakfı'nın
vekilliğini yürütüyor. Günümüz Türkiye'sinde devam
etmeyen Osmanlı vakıf sistemini aynen uygulayan
Fethi Paşa Vakfı, Rodos'ta imparatorluk eserlerini
ayakta tutmak için çabalıyor. 1840 yılında kurulan
vakıf tarihi saat kulesi, eşsiz kütüphanesi ve 17
adet dükkanıyla tıkır tıkır işliyor.
Rodos'u Osmanlı mührüyle süsleyen Hafız Ahmet
Ağa'nın oğlu Fethi Paşa şimdi hayatta değil ama
geride bıraktığı vakfiyenin şartları hala yerine
geliyor. Rodos'taki saat kulesi hala zamana
misafirlik ederken, Müslüman kütüphanesi 850 sene
öncesinin bilim dünyasına keşfe çıkarıyor. 1840'ta
kurulan Fethi Paşa Vakfı'ndan geriye kalan bu iki
önemli eser torun Cengiz Argeşo'nun hamiliğinde
ayakta kalmaya devam ediyor. 16 yıldır vakfın
mütevelli vekilliğini yürüten Argeşo, iki ayda bir
Rodos'a gidiyor, Müslüman halkla ve ileri gelenlerle
toplantılar yapıyor. Ekonomist Cengiz Bey şu
sıralarda tüm mesaisini vakfa harcıyor. Hükümetin
talimatıyla ziyaretlerini sıklaştıran Argeşo, "Bir
nevi Dışişleri Bakanlığı görevlisiyim." diyor.
Cengiz Argeşo, Fethi Paşa'nın torununun torunu. Baba
Semih Argeşo ise, İstanbul Devlet Konservatuarı'nın
kurucularından ve 40 yıl başkemancılık yapmış bir
orkestra şefi. Aslında Semih Bey'in annesi Paşa'nın
torunu. Sülalenin en yaşlı üyesine vakfa başkanlık
etme yetkisi verilse de işlere koşturacak biri vekil
tayin ediliyor. 2002'ye kadar vekil Rodos'taki Yunan
veya Müslümanlardan seçilirmiş. Fakat bir önceki
vekil, vakfı büyük bir vergi borcu altına sokunca
Türkiye'deki akrabalar duruma el koyar. Cengiz Bey,
işe koyulur koyuulmaz restorasyon çalışmalarına
başlar. Dışişleri Bakanlığı ve Türkiye İktisadi
Kalkınma Ajansı (TİKA) desteğiyle başlayan proje
tamamlanır. Bunun yanı sıra sandıklarda duran
yüzyıllar öncesine ait el yazmaları raflara taşınır.
Konya Eski Yazma Eserler Kütüphanesi'nden gelen bir
ekip, bu nadide eserleri dijital ortama aktarır ve
araştırmacıların hizmetine sunar. Selçuklulardan
kalan eserlere, 1401 yılında altın varaklı el
yazmalarına, İran'dan Arap ve Batı dünyasından
getirilmiş matematik, tıp, astronomi, hukuk ve sanat
kitaplarına koruyuculuk eden kütüphanede, 1250 de el
yazması bulunuyor. Bunun yanında dönemin en büyük
ilim adamlarına ait 147 çeşit Kur'an-Kerim tefsiri
Hafız Ahmet Ağa kütüphanesinin hazinelerinden.
Restorasyonun ardından ziyaretçi akınına uğrayan
kütüphaneyi, yılda 2 milyon turistin uğradığı
Rodos'ta 800 bin kişi ziyaret ediyor. Argeşo,
yapının özellikle yabancı araştırmacılar için merak
konusu olduğunu belirtiyor. UNESCO'nun kültür mirası
kabul ettiği kütüphane, hem vakfın hem de Rodos'taki
Müslümanların merkezi. Tüm dini bayramlar, önemli
günler burada bir araya gelerek kutlanıyor.

Hafız
Ahmet Ağa Kütüphanesi
4500 Türk kökenli Yunan vatandaşın yaşadığı
Rodos, 12 ada içerisinde 450 senelik misafirliğin
sonunda Osmanlı izlerini en çok taşıyanı. Vakfın
Rodos'taki bir diğer mülkiyeti Saat Kulesi.
Londra'da görev yaparken Big Bang'i çok beğenen
Fethi Paşa, minyatürünü anayurduna yaptırır. Fakat
bir önceki vekillerin maddi kaygıları sonucu kule
isticar edilir. Cengiz Argeşo'nun girişimleriyle
kira süresi bitince 2012'de vakfa geri dönecek saat
kulesi Osmanlı müzesi olmayı bekliyor. Argeşo, bu
konuda çok hevesli. Devlet erbabından kimseleri de
heyecanlandıran proje gerçekleşirse Türkiye
Cumhuriyeti, dış ülkelerdeki ilk müzesine sahip
olacak.

Hafız
Ahmet Ağa Kütüphanesi Rodoslu Müslümanların merkezi
Yunanistan Hükümeti'nin kendisini her konuda
desteklediğine değinen Fethi Cengiz Argeşo vakıftan
elde edilen cüzi gelirlerin çok bir şeyi
karşılamadığını söylüyor. 17 tane dükkan vakfı
beslese de Yunan hükümetinin 1992 yılından bu yana
aldığı yüzde 41.6'lik vergi boyun büküyor. Bu
durumdan oldukça veryansın eden Argeşo, bu
yaptırımları Heybeli Ada'daki Ruhban Okulu'nun
kapatılması ve politik çekişmelerden ileri geldiğini
belirtiyor.

Osmanlı Saat Kulesi
Fethi Paşa Vakfı'nın Türkiye'de eseri bulunmuyor.
Zamanında Haliç vapurlarına sahip vakıfın,
Karacaahmet'teki Fethi Paşa Camii'nin altındaki iki
mermer imalathanesi dışından mülkü de yok. Cengiz
Argeşo, dedesi Fethi Paşa'nın vakfiyesinden kısımlar
aktarıyor: "Müslüman, Hıristiyan ayırmaksızın
fakirlere yardım edilecek, Kurban Bayramı'nda
kurbanlar kesilip muhtaçlara dağıtılacak, Muharrem
ayında aşure dağıtılacak, Kur'an okutulacak, her
Ramazan Kadir Gecesi'nde Peygamberimiz (S.A.V)'in
Sakal-ı Şerif'i ziyarete açılacak..." Maddelerin
hepsi yerine getirilmeye çalışılsa da aş dağıtan
imarethanenin kapatılmasıyla faaliyetler sekteye
uğramış. Rodoslu Müslümanların dindarlığına, din
mefhumunun birleştirici bir unsur olduğuna dikkat
çekiyor Argeşo. Rodos'taki Müslüman nüfusla iç içe
olan Cengiz Bey, halkın oldukça iyi şartlarda
yaşadığını ifade ediyor. Son 15 yılda Yunanlılarla
yapılan evliliklerin sonucunda nüfusları artan
Müslümanlar şimdi daha da entegreler. Şu an en büyük
talepleri ise Rodos'ta bir Türk okulunun açılması.
Çünkü dillerini unutmak istemiyorlar. Bakanlığın bu
konuda girişimleri hali hazırda mevcut. Fethi Paşa
Vakfı'nın hizmetlerinden biri de Türkiye'den Rodos'a
gidip araştırma yapmak isteyen talebelere, hocalara
finans desteği sağlamak. Konuya merakı olanlara
duyurulur.
Zaman, Haber: Esin Kaya, 14.06.2010
|
GUGGENHEIM'DEN SANAT AÇILIMI
New York’taki
Guggenheim Çağdaş Sanat Müzesi YouTube aracılığıyla
geniş kitlelerden yeni nesil sanat dahilerini
keşfedecek.
Çağdaş sanatın
en seçkin
koleksiyonlarına evsahipliği yapan Guggenheim Müzesi
önümüzdeki ekim ayında
YouTube’da bir sanat bienali (iki yılda bir
yapılan sanatsal etkinlik) düzenleyecek. Böylece
yeni bir
yaratıcı yetenek kuşağı için
Youtube’un potansiyelinden yararlanacak.
YouTube Play bu doğrultuda dünyanın her yerinden
sanatçıları başvuru
için davet
etti. Sanat eserlerini sergileyen 200 video
seçilerek sitede yayınlanacak. Google’ın sahibi
olduğu
YouTube 2 milyar videoya evsahipliği yapıyor ve
bu rakam her gün artıyor. Guggenheim’in baş küratörü
Nancy Spector bu fikrin müzenin geniş kitlelere
nasıl ulaşabileceği sorusundan geldiğini belirtti.
HP tarafından sponsorluğu yapılan ve ressamlar,
tasarımcılar ve film yapımcılarından oluşan bir jüri
tüm eserlerden en iyi 20 tanesini seçecek. Kazanan
eserler ayrıca Guggenheim’ın Berlin, Bilbao ve
Venedik’teki kardeş müzelerinde sergilenecek.
Başvuru için son tarih ise 31 Temmuz.
Hürriyet, Haber: İhsan Yılmaz, 14.06.2010
|
|
CEZAEVİ OTEL OLSUN İSTEĞİ
Trakya
Doğalkaynakları ve Enerji Derneği Başkanı Hüseyin
Erkin, II. Mahmut döneminde inşa edilen ve halen
ceza evi olarak kullanılan Edirne Kapalı Ceza
Evi'nin 5 yıldızlı otel olabilecek kapasitede
olduğunu bildirdi. Erkin, son bir
kaç yıldır Edirne'de beş yıldızlı otel tartışmasının
sürdüğünü anımsattı.
En son 4
yıldızlı otel inşaatının tartışma konusu olduğunu
ifade eden Erkin, bunun haricinde Meriç Nehri
kenarına yapılması planlanan ancak son anda
vazgeçilen 5 yıldızlı Hilton Hotel yapımının gündemi
meşgul ettiğini belirtti.
Edirne'ye standardı yüksek otelin gerekli olduğunu,
ancak bunun planlamasının ve fizibilitesinin önceden
iyi yapılması gerektiğini vurgulayan Erkin, şöyle
devam
etti:
“Tarih ve kültür kokan Edirne de şayet otel
yapılacaksa hem yatırımcı hem de tarihsel mirasımızı
koruyacak anlayışla en uygun beş yıldızlı otel
yapımı kapalı ceza evinin düzenlemesidir. 1996
yılından beri, Dünyada 150'den fazla beş yıldızlı
oteli bulunan Kanada kökenli Four Seasons Hoteller
zinciri tarafından işletilen Four Seasons
Sultanahmet beş yıldızlı oteli geçen yıl dünya
üçüncüsü seçildi. 67 odası bulunan bu hotel
Sultanahmet Ceza evinden bu hale getirilmiş ve çok
önemli bir tarihi miras yaşatılmaktadır. 60 milyon
dolar değerinde olan bu otelin bir zinciri de neden
Edirne'de olmasın.”
Edirne Kapalı Ceza evi olarak
hizmet
veren binanın II. Mahmut döneminde 1827 yılında inşa
edildiğini anlatan Erkin, şunları kaydetti:
“Mahmudiye Kışlası (piyade kışlası) olarak
adlandırılan bu yapı 1933 yılına kadar askeri
amaçlarla kullanılmış ve 1936 yılında tamamen
onarılmıştır. Büyük bir avlusu ve hamamı olan bu
bina L planlı olup 1945 yılında Ceza evi olarak
hizmet görmeye başlanmıştır. Ne yazıktır ki bir çok
odası ve pencereleri ilave yapılarla ceza evi
konumuna sokulmuştur. Halen yüzde 30'u ceza evi
olarak kullanılan bu tarihi bina ve hamamı bir an
önce bu konumdan kurtarılıp harika bir beş yıldızlı
otel haline getirilme girişimi yapılmalıdır.
Bu bina ile ilgili Ahmet Badi'nin “Edirne Şehir
Tarihi” eserinde ve Askeri kaynaklarda detaylı bilgi
mevcuttur. Sultanahmet Four Seasons'dan daha fazla
oda ve güzelliğe sahip bu binaya inanıyorum,
Sultanahmet Cezaevini otele dönüştüren
Enternasyonal Turizm Yatırım A.Ş ve Four Seasons
yetkilileri ile veya başka yatırımcılarla temasa
geçilerek bu yatırımın Edirne'ye kazandırılması
büyük bir hizmet olacaktır.”
Binanın Adalet Bakanlığı tarafından Edirne Özel
İdaresi'ne devrinde bir sakınca olmadığını da
belirten Erkin, sözlerini şöyle tamamladı:
“Oteli yapacak yatırımcı Açık ceza evi
yakınlarındaki kamu arazilerinden uygun görülen yere
modern bir ceza evi yapacaktır. Umuyorum bu görevi
öncelikle Edirne Turizm İl Müdürlüğü ve İl Özel
İdaresi üstlenerek girişimler başlatacaktır. Sayın
Valimizin de bu üzgün ve yıkılmaya yüz tutacak
tarihi binayı turizme kazandırma girişimimizi
destekleyeceğine inanıyorum.”
Hürriyet, 14.06.2010
|
 |
KAYIHAN HAMAMI'NDA RESTORASYON BAŞLIYOR
Büyükşehir Belediyesi tarafından kiralama yoluyla Mart ayında mülk sahiplerinden alınan tarihi Kayıhan Hamamı'nda restorasyon çalışmalarına Salı günü başlanacak.
Büyükşehir Belediyesi'nin tarihi eserlere yönelik çalışmalarının yeni halkalarından biri de, Sultan 2. Murad'ın tahta çıkışıyla Baş Vezirlik makamına getirilen Vezir Koca Mehmet Nizamüddin Paşa tarafından 15. Yüzyılın ikinci yarısında yaptırılan Kayıhan Hamamı oldu. Mülk sahiplerinden Akın Özhamarat ile tarihi hamamda Mart ayında protokol imzalayan Başkan Altepe, restorasyon karşılığında tarihi yapıyı 10 yıl boyunca kiralamıştı. Bölgenin sembolü konumunda olan ancak son yüzyıl boyunca amacı dışında kullanılan tarihi hamamda restorasyon çalışmalarına Salı günü başlanacak.
Bursa'nın kalbinin Kayıhan ile Çarşı ve Hanlar Bölgesi'nde attığını belirten Başkan Altepe, Kamberler Parkı ile dönüşümün yaşanmaya başladığı Kayhan'ın yeni projelerle farklı bir görünüme bürüneceğini söyledi. Tekel binasının kaldırılmasıyla önemli bir alan kazanılacağını kaydeden Altepe, “Kayhan sokaklarında da düzenlemeleri başlatacağız. Bölgedeki anıtsal niteliği bulunan yapılarla ilgili çalışmalarımız da sürüyor. Kayıhan Hamamı'nın restorasyonunu da 1 yıl içinde bitirip, bölgenin çehresini tamamen değiştirmek istiyoruz” dedi.
Bursa Olay, 14.06.2010
|
1200 YILLIK TARİHİ ÇINARI 25 KİŞİ KUCAKLAYABİLDİ
Kestel
İlçesi'ne bağlı Dudaklı Köyü'ndeki ‘Çınarcık’ isimli
çınar, yaşı ve büyüklüğüyle dikkat çekiyor. Bin 300
yıllık geçmişe sahip olan Dudaklı Köyü'ne 5 km
uzaklıkta bulunan çınarın gövdesi 25 kulaç
genişliğinde. Yaklaşık 30 metre uzunluğundaki
çınarın bin 200 yıldır ayakta kalması görenleri
hayrete düşürüyor. Çınara sahip çıkılmasını isteyen
Dudaklı Köyü Muhtarı Recep Soner, köylülerin kendi
çabalarıyla çınarı koruduğunu söyledi.
Türkiye Gazetesi, haber: Yusuf Serkan Yılmaz,
14.06.2010
|
|
SULUKULE'DE KAZI TARTIŞMASI
Kentsel Dönüşüm
Projesi kapsamında bulunan Sulukule’de arkeolojik
kazı tartışması başladı. 1995 yılında kentsel sit
alanı kapsamına alınan tarihi yarımada üzerinde
bulunan Sulukule’deki tüm inşaatların arkeolog
eşliğinde yapılması gerekiyor. Ancak dün Fatih
Belediyesi’nden ihaleyi alan firmaya ait
iş
makineleri Sulukule’deki ‘muayene kuyularının’
olduğu alanlarda çalışmaya başladı.
Arkeologlar Derneği
İstanbul
Şubesi Başkanı Yard. Doç.Dr. Necmi Karul yapılan
kazının yasadışı olduğunu belirtirken, Fatih
Belediye Başkanı Mustafa Demir ise aksini savundu.
Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi’nin internet
sitesinde ise konuyla ilgili şu ifadeler yer aldı:
“Sulukule’de, İstanbul Arkeoloji Müzeleri
denetiminde sürdürülmekte olan arkeoloji kazısında
iş makinelerinin yeniden çalışmaya başladığı
öğrenilmiştir. Arkeolojik kazıların hangi
yöntemlerle yürütüleceği ve bu konudaki karar merci
yasalarla belirlenmiştir. Sulukule’de bugün
olanların yasalara rağmen yapıldığı açıktır.”
Radikal, 13.06.2010
******
ARKEOLOJİK ALANA İŞ
MAKİNESİ
Sulukule’de
arkeolojik kazı alanına iş makineleri ile girilmesi
üzerine İstanbul Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü, dün (14 Haziran)
incelemede bulundu. Kurulun durumdan haberdar
olmadığı belirtilirken, giriş iznini Kültür Bakanı
Ertuğrul Günay’ın verdiği öne sürülüyor. Sulukule
Platformu’ndan yapılan açıklamada alana iş
makinelerinin girmesinden iki gün önce Günay’ın
Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürü Murat Süslü ile
alana geldiği ve bölgeye makine girebileceği
talimatını verdiği öne sürüldü.
Cumhuriyet, 15.06.2010
******
SULUKULE MUHAREBESİ
Romanlar
çıkartıldıktan sonra 620 konutluk bir inşaat projesi
hazırlanan Sulukule’de
arkeologlar ile inşaat firması arasında yeni bir
savaş patlak verdi.
Müteahhit firma Özkar
İnşaat, Bölge Koruma Kurulu kararına aykırı
olarak, arkeolojik kazıların sürdüğü bölgeye
geçtiğimiz hafta iş makinelerii soktu ve inşaat
başlattı. Müze görevlisi Dr.
Şeniz Atik,
dozerin önüne dikilerek çalışmaların başlamasını
engellemeye çalışırken, akademisyen ve arkeologdan
oluşan 10 kişilik heyet ise, Arkeoloji Müzeleri
Müdürlüğü’nden izinle gittikleri bölgede ikinci şoku
yaşadı. Özel güvenlik görevlileri, heyetin kimlik,
cep telefonu ve fotoğraf makinelerine el koydu.
Hürriyet, Haber: Ali
Dağlar, 18.06.2010
|
"BANA RESİMLERİMİN AKIBETİNİ SÖYLER MİSİN ABİDİN?"
Bazı ressamlar çalışmalarına yabancılaşırken,
bazıları resimleriyle duygusal bir bağ kuruyor.
Devrim Erbil, atölyeden ayrıldıktan sonra eserle
olan ilişkisini kesiyor, Hüsamettin Koçan
resimlerini fotoğraflayıp arşivinde saklıyor.
Ergin İnan ise bugünlerde Almanyalı bir modacıya
sattığı '7. Gün' tablosunun peşine düşmüş. Bakış
açıları farklı olsa da hepsi aynı soruyu soruyor:
"Bana resimlerimin akıbetini söyler misin Abidin?"
Birçok ressam yaptığı resimlerle duygusal bir bağ
kurar. Resim müzayedelerde satışa çıktığı zaman içi
acır, kaçamak bakışlarla resme talip olan kişileri
denetler. Uykusuz saatlerde boyanan resimler, yeni
mekanlarına doğru yol alırken, yeni çalışmalarla
özlemler dindirilmeye çalışılır. Bazıları için ise
durum farklıdır. Ressam tuvale fırçayı son kez
dokundurduktan sonra resimle ilişkisini keser.
Atölyeden ayrıldıktan sonra resmi kimin aldığı,
nerede sergilediği bir anlam ifade etmez. Resim
dünyasında olaya bakış açısı değişirken, en iyi
resimlerini satılığa çıkaran iki ressam bir araya
geldiği zaman 'keşke' ile başlayan cümleler kurmaya
başlar. Resimlerin akıbeti konuşulurken biz de Türk
ressamlarına resimlerini özleyip özlemediklerini,
sipariş üzerine resim yapıp yapmadıklarını sorduk.
Devrim Erbil, ilk resimleri müzayedeye çıktığı
zaman, kimlerin talip olduğunu merak etmiş.
Asistanları ve müzayede sahibi aracılığıyla kim
olduklarını öğrenmiş. Zamanla müzayede sayısı
arttığı için olay rutine binmiş, onlarca kez el
değiştiren resimler izini kaybettirmiş. Piyasada
binlerce resmi olan Erbil, şu anda hangi resminin
kimde olduğunu bilmiyor, merak da etmiyor. O,
atölyeden ayrıldıktan sonra eserle olan ilişkisini
kesenlerden. Erbil'in tablolarının satışıyla da
tamamen asistanı ilgileniyor. 'Sipariş üzerine resim
yapar mısınız?' sorusuna ise 'Evet, neden
yapmayayım?' yanıtını veriyor. Erbil, sipariş
üzerine yapılsa bile her seferinde farklı bir
yorumun ortaya çıkacağını düşünüyor. Bu tür
çalışmaları ise şöyle açıklıyor: "Sipariş, sanat
eserini etkilemez. 2. kez yapıldığında bile farklı
bir yorum ve duyguyla farklı bir eser ortaya
çıkabilir. Ben siparişte bulunan kişiyle
görüşüyorum. Nereye asacağını ve hangi amaçla
yaptırdığını öğreniyorum. Ona göre çalışıyorum. Beni
yapıtı kimin aldığı değil, yapıtın kendisi
ilgilendiriyor."
Ressam Mehmet Güleryüz ise resmini kimin aldığını
merak ediyor, güvenilir ellerde olmasını istiyor.
İllerde bir sanatçıyla ilgili bir çalışma
yapılacaksa, resimlerin hangi ellerde olduğunun
bilinmesi gerektiğini düşünüyor. Eserlerinin kimde
olduğunu takip etmeye çalışan Güleryüz, resimleri
ticari amaçlı alan kişi sayısında artış olduğu için
oldukça rahatsız bu aralar. Çünkü, bu şekilde
güvenilirlik düşüyor ve resmin akıbeti belli
olmuyormuş. Resmini alan herkesle sohbet etmeyen
ressam, samimi, ticari kaygı gütmeyen
koleksiyonerlerle özel paylaşımlarda bulunuyormuş.
'Sipariş üzerine resim yapar mısınız?' sorusuna ise
net bir cevap veriyor: "Kesinlikle yapmam. Kimse
bana teklifte bulunamaz. Hissettiklerimi yaparım
isteyen alır."
Fırçasız ressam olarak bilinen Metin Akarslan'ın
bugüne kadar satılan 3 bine yakın çalışması var. Ama
ne yazık ki Akarslan, hangi resminin nerede olduğunu
bilmiyor. Gençlik yıllarında kimlerin satın aldığını
takip eden fırçasız ressam, resimler el
değiştirdikçe ve yıllar geçtikçe resimlerinin izini
kaybetmiş. Tablolar üzerine konuşurken yer yer
duygulanan Akarslan, resimlerinin kimde olduğunu
merak ettiğini sık sık yineliyor.
Ressam Ergin İnan ise resimlerin şeceresinin
çıkarılması gerektiğini söylüyor. Kendisi için ayrı
bir değere sahip olan '7. Gün' resmini Almanya'da
bir modacıya satan İnan, bugünlerde esere ulaşmaya
çalışıyormuş. Çocuğu gibi baktığı resmin iyi olup
olmadığını merak ediyormuş. Sipariş üzerine resim
yapmayı hoş karşılamayan ressam, bu tür çalışmaları
angarya olarak nitelendiriyor.
Burhan Doğançay, yaşayan en pahalı ressamlardan
biri. Mavi Senfoni adlı eseri yaklaşık 6 ay önce en
yüksek fiyata satılarak rekor kırmıştı. Doğançay,
resimlerinin takibini eşine bırakmış. Eşi de 3 bin
resmin bilgilerini katalog haline getirip
arşivlemiş. Hangi resmin nerede olduğunu, ne zaman
el değiştirdiğini biliyorlar. Bugüne kadar sipariş
üzerine resim yapmayan ressam, yarışmaların
formatına göre özel çalışmalara vakit ayırıyor.
Atölye dışında resimle ilgilenmiyor, resimleri
üzerine kimseyle konuşmuyor.
Hüsamettin Koçan, yaptığı çalışmaları
fotoğraflayıp, arşivinde saklıyor, satılanların
raporlarını tutuyor. Resimlerini çok özlediğini
söyleyen Koçan, çalışmalarını savunmasız bir çocuk
gibi görüyor. Ürettiği şeylerin kendisinden bir
parça taşıdığına inanıyor. Resimlerini özlediğini ve
yeniden görmek istediğini söylerken, sözleri
boğazına düğümleniyor. Gürkan Çoşkun ise resim
satmayı çocukları evlatlık vermeye benzetiyor.
Çalışmalarının yüze 10'unun nerde olduğunu bilen
Coşkun, Koçan gibi sipariş üzerine resim yapmaktan
hoşlanmıyor.
Bursa Cezaevi'ndeyken Nazım Hikmet'in portresini
yapan İbrahim Balaban, çalışmalarını galerilere
verenlerden. Balaban için kimin hangi resmi
aldığının önemi yok. O sadece çalışmalarıyla
ilgileniyor. Sipariş üzerine resim yapan ressamlara
tepki gösteren Balaban, "1945 yılında dönemin
başbakanının resmini yapmamı istediler. Yapmadım.
Ben Türkiye'nin resmini yapıyorum. Şahısların
değil." diyor.
Zaman Pazar, Haber: Ayhan Hülagü, 13.06.2010
|
BAYBURT'TAKİ KÖYÜNE DEV MÜZEYLE DÖNDÜ

Ressam ve eğitimci Hüsamettin Koçan’ın
doğduğu köy olan Bayburt’a bağlı Bayraktar Köyü’nde
kurduğu Baksı Müzesi, Temmuz ayında açılıyor. Farklı
mimarisiyle dikkat çeken müzede 30 bin metrekarelik
bir alanda çağdaş sanat ve geleneksel el sanatları
yan yana sergilenecek.
Doğu Karadeniz’de, Bayburt’un 45
km
dışında, Çoruh Vadisi’ne bakan bir tepenin üzerinde
sıradışı bir müze doğuyor ve sanatı yaşamla
buluşturmaya hazırlanıyor. Eski adıyla Baksı,
bugünkü adıyla Bayraktar Köyü’nde yükselen Baksı
Müzesi, 30 bin metrekarelik bir alanda, çağdaş sanat
ve geleneksel el sanatlarına aynı çatı altında yan
yana, içiçe yer verecek.
Baksı Müzesi, Bayburt doğumlu sanatçı ve eğitimci
Hüsamettin Koçan’ın bireysel düşü olarak 2000
yılında filizlendi. Başta sanatçılar olmak üzere çok
sayıda gönüllünün katkısıyla yıllar içinde gerçek
bir toplumsal projeye dönüşen Baksı Müzesi 10 yıllık
zorlu bir serüvenin sonunda tamamlandı; Temmuz
2010’da da büyük bir şenlikle kapılarını ardına
kadar sanata ve yaşama açacak. Müzenin açılışı
için 20
sanatçı ve tasarımcının eserlerinden oluşan bir
sergi de hazırlandı. Müzenin kurucusu Hüsamettin
Koçan; “Orada doğdum. Öğrendiklerimi ve
düşündüklerimi doğduğum yere taşımak istiyorum”
diyerek şöyle açıklıyor açacağı müzenin amacını:
“Baksı Müzesi, her şeyin merkeze sürüklenmesine
karşı durarak merkezin çevreden algılanmasını
öneriyor. Geleneğin yok olmasına, insanlığın
öyküsündeki kopukluğa direnecek bir kültürel odak
noktası olmayı hedefliyor.”
Baksı Müzesi’nde bölgede üretilen yerel zanaat
ürünleri için de projeler geliştiriliyor. Halk
arasında kullanılan ve ‘ehram’ adı verilen kumaşla
modacı Özlem Süer çeşitli tasarımlar üretti. Bu
tasarımlar Baksı’da üretilip yöre halkına bir gelir
kaynağı da oluşturacak.
Bayburt’ta Çoruh Nehri’ne bakan bir yamacın üzerine
kurulan Baksı Müzesi’nin mimarisi Hüsamettin Koçan
ve kardeşi Metin Koçan’a ait. Uygulamayı ise mimar
Sinan Genim yapmış. Müze binasının farklı mimarisi
köylülerin hayli ilgisini çekmiş başlarda, hatta
buranın
Rusya’yı gözetlemek için kurulmuş bir üs olduğu
dedikoduları bile çıkmış.
Baksı, Bayraktar Köyü’nün
eski adı.
Kırgız Türkçesi’nde ‘şaman’ anlamına geliyor. Halk
arasında yakın zamana kadar sürdürülen bazı
alışkanlıklar, köyün uzak geçmişte şaman
geleneğinden beslendiğini düşündürüyor. Müze için
‘Baksı’ isminin seçilmesi, şaman sözcüğünün ‘şifacı,
yardımcı, koruyucu’ gibi anlamlarının, müzenin
misyonlarıyla örtüşmesinden kaynaklanıyor.
Hürriyet, Haber: İhsan Yılmaz, 13.06.2010
|
 |
DEVEYE BENZEYEN KAYALIK BULUNDU
Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Necati Demir ve ekibi, alan araştırması yaptığı Ordu’nun Mesudiye İlçesi’nde 110 metre uzunluğunda yarı doğal deve heykeli buldu. Demir, bu heykelin dünyanın en büyük “yarı doğal heykeli” olduğunu savundu. Yarı doğal, yarı insan eliyle yapılmış heykelin genişliği 40 metre, yüksekliği de 21 metre ile 60 metre arasında değişiyor. Prof.Dr. Demir, şunları söyledi:
“Araştırma kapsamına aldığımız heykel yere çökmüş bir deveye benziyor. Deve heykelinin gövdesi doğal kaya. Kafa kısmı ise büyük ihtimalle insan eliyle yapılmış. Zira kafa kısmı, gövde kısmıyla bütün olmasına rağmen, gövde kısmında olduğu gibi yosun tutmamış. Ayrıca kafa kısmı, gövde kısmında, kayanın zaman içinde kazandığı doğal özelliklere sahip değil. İnsan eli değmemiş olsaydı, heykelin kafa kısmının da kayanın bütünü ile aynı özellikleri göstermesi gerekirdi. Zaman içinde doğal aşınmalar olmasına rağmen devenin yüzünü andıran kısım, yani kafa kısmı son derece belirgin. Doğal olan gövde bölümünün hemen tam ortasından aşağı bir tünel açılmış. Bu tünelde, 152 merdiven basamağı bulunuyor.
Mesudiye’deki heykeli bulan ve Ordu Valiliği’yle irtibata geçerek tescilini alan Prof.Dr. Necati Demir, “Dünyadaki bilim adamları gitsin incelesin. 20 yıldır araştırma yapıyorum. Bundan daha büyüğü yok” dedi.
Hürriyet, Haber: Esra Kaya, 12.06.2010
|
ESTETİKLİ TABLO
İtalyan Rönesans döneminin
ünlü ressamı Paolo Veronese’nin Paris’teki Louvre
Müzesi’nde sergilenen “Emmaus’ta Yemek” tablosundaki
kadın figürün burnuna yapılan “estetik müdahale”
büyük tepki çekti.
Sanat uzmanları, Louvre restoratörlerini
1550’lerde yapılan tablodaki baş karakter olan
kadının burnuna “kaba kozmetik cerrahi” yapmakla
suçladı. Uzmanlara göre kadın
figürün kemerli burnunun ucuna yapılan “düzeltme”,
geriye geniş burun deliği ve şişmiş dudaklar
bıraktı. Tepkiler üzerine tablo ikinci bir
düzeltmeyle eski haline döndürülmeye çalışıldı.
Ancak bu kez de Louvre Müzesi, restorasyonu
kayıtlarda gizlemekle suçlandı.
Hürriyet, 13.06.2010
|
|
YAZMA ESERLER BAŞKANLIĞI
KURULUYOR
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, bakanlık bünyesinde Yazma Eserler
Başkanlığı kurulması yönünde yeni bir yasa
teklifleri olduğunu açıkladı.
Bir dizi ziyaret ve
incelemelerde bulunmak üzere Amasya'ya gelen Kültür
ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Sultan II. Bayezid
Külliyesi içerisindeki Bayezid Halk Kütüphanesi'nde
yaptığı incelemelerde gazetecilere açıklamalarda
bulundu.
Yazma Eserler Başkanlığı
konusundaki çalışmalarını TBMM'ye sunduklarını ve
komisyonlardan geçirdiklerini ifade eden Günay,
"Meclis kapanmadan gerçekleşmezse hemen yeni yasama
dönemi başında bu yasayı çıkarmaya çalışacağız.
Böylece İstanbul, Ankara ve Konya'da 3 bölge
müdürlüğü, Türkiye çapında da 15 tane yazma eser
kütüphanesi oluşturacağız. Anadolu'nun çeşitli
kütüphanelerinde bakımsız bir şekilde dağılmış
bulunan yazma eserlerimizi de bu merkezlerde
toplayacağız. Ayrıca Ankara ve İstanbul'da
laboratuar rehabilitasyon merkezleri kurarak
elimizdeki bütün yazma eserleri de bu merkezde
bakımdan geçirmeye çalışacağız. Yazma eser öyle bir
eser ki, kaybedildiği zaman hiçbir şekilde telafisi
mümkün değil" diye konuştu.
Yazma Eserler Başkanlığı
Merkezi'nin İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi'nde
olacağını belirten Bakan Günay, "Süleymaniye
Kütüphanesi'nin binasını bu yılsonu itibariyle iki
katına çıkarıyoruz. Süleymaniye'de yıllardan beri
var olan kütüphanenin hemen bitişiğindeki doğumevi
tahliye edildi. Yine Süleymaniye Külliyesi
içerisindeki eski Darüşşifa tevdi merkezi kitap
darüşşifası olarak yeniden restore ediliyor"
şeklinde konuştu.
Bakan Günay, beraberinde
Amasya Valisi Halil İbrahim Daşöz, AK Parti Amasya
Milletvekilleri Akif Gülle ile Dr. Avni Erdemir, TRT
Genel Müdürü İbrahim Şahin ve Amasya Belediye
Başkanı Cafer Özdemir ile birlikte Amasya İl Özel
İdaresi tarafından yaptırılan "Minyatür Amasya"
maketinin açılışını yaptı.
Amasya Kent Haber,
12.06.2010
|
6 - 12 Haziran 2010
|
TÜRKİYE MAĞARACILIĞI BİR DUAYENİNİ DAHA KAYBETTİ: DR. NURİ GÜLDALI
Uzun süredir kanser illetiyle boğuşan Dr. Nuri Güldalı, geçtiğimiz cuma günü kansere yenik düştü. Cenazesi ailesi ve yakınları tarafından 6 Haziran Cumartesi günü defnedildi.
Nuri Güldalı kimdir?
1941 Yılında doğan Nuri
Güldalı, Yüksek Öğrenimini DTCF Fakültesi'nin Fiziki
Coğrafya ve Jeoloji kürsüsünde yaptı. İhtisasını
Almanya’da tamamladı. 1971 yılından itibaren MTA'da
çalışmaya başladı. 1978 yılında, MTA Jeolojik
Etütler Daire Başkanlığında bünyesinde Mağara
Araştırma Biriminin kurulmasına öncülük etti. 400'e
yakın mağaranın araştırılarak raporunun yazılmasına
ve haritasının çizilmesine katkıda bulundu. Emekli
olduktan sonra, Alanya'da Dim Mağarası'nı 1993
yılında turizme açarak işletmeye başladı.
TAYHaber, Haber: Bülent
Erdem, 09.06.2010
|
|
Günay Süslü Demir Kepçe ve diğerleri...
SULUKULE'DE BAKAN GÖLGESİ
- Müteahhit: "Karar Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan"...
- Yenileme Kurulu: Gelişmelerden haberi yok...
- Alana kepçe girmesi talimatı: Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel "Taze" Müdürü Murat Süslü'den mi?

İstanbul Arkeoloji Müzeleri‘nin, 22 Mart 2010’dan bugüne bilimsel kazı yürüttüğü Sulukule’ye dün öğle saatlerinde iş makineleri girdi. Arkeologlar, bilgileri dahilinde olmayan bu müdahaleye karşı çıktı. Ancak çabaları yeterli olmadı ve yaklaşık 2,5 aydır elle kazdıkları alanlar kepçeler tarafından tahrip edildi.
Sulukule’ye iş makinesi girmesi yönünde resmi bir karar mevcut değildi. Çalışmalar, Yenileme Kurulu’nun 18 Şubat 2010’da aldığı karara göre arkeolog gözetiminde devam ediyordu. Bilimsel araştırmanın çalışma şartlarının değişmesi ve iş makinelerinin alana girebilmesi, kazı başkanlığını yürüten İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin bu yönde karar alması ile mümkün olabilirdi. Ancak dün öğle saatlerinde alana iş makineleri sokan müteahhit firma Özkar İnşaat, arkeologların itirazlarını dikkate almadı. Firma, kararın kendilerine Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından iletildiğini iddia etti.

Benzer bir gelişme 6 Mayıs’ta da yaşanmış, Fatih Belediyesi, yine hiç bir resmi dayanağı olmadan Sulukule’de konut inşaatı başlatmıştı. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, 15 Mayıs’ta Atlas dergisi için yaptığım söyleşide, bu gelişmelerden haberdar olmadığını ancak sözlerimi ihbar kabul ettiğini ve konuyla ilgileneceğini dile getirmişti.
Bakan Günay sözünü tuttu ve 10 Haziran Perşembe günü, yanında Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Murat Süslü ve Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir olduğu halde alanda incelemelerde bulundu. Ve bu ziyaretten sadece iki gün sonra müteahhit firma, hiçbir yasal dayanağı olmadan iş makinelerini bilimsel kazının yapıldığı alana sokma cesaretini kendinde gördü.
Kazı alanında dün son derece kaygı verici saatler yaşandı. İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin en deneyimli uzmanlarından Dr. Şeniz Atik, kazıda görevli arkeologlarla birlikte iş makinelerine karşı vücutlarıyla direndi. Alanda şuç işlendiğini belgeleyebilmek için polise başvurdu. Polisin gelmesiyle kepçelerin çalışması bir süreliğine durdu. Ancak polisin alandan ayrılmasının ardından iş makineleri tekrar çalışmaya başladı. Görgü tanıklarının ifadesine göre kepçenin dişlerinden, aralarından mimari buluntuların da olduğu arkeolojik malzemeler taştı. Arkeologlar, durumu tutanakla tespit ettikten sonra alandan ayrıldı. Müteahhit, arkeolojik kazı kararı bulunan bir alanda arkeolog bulunmadan kazıya devam etti.

Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, gelişmeler üzerine kendisine ulaşan Radikal gazetesi muhabirine, tıpkı 6 Mayıs’ta olduğu gibi, “Her şey yasal çerçeve içerisinde yürüyor, hiçbir endişemiz yok” cevabını verdi. Ancak farklı kaynaklarından edindiğim ve konfirme ettiğim bilgiye göre kazıyla ilgili karar verebilecek tek kurum olan Yenileme Kurulu’nun gelişmelerden haberi yoktu. Kurul üyeleri iş makinelerinin çalışmaya başlağını dün öğleden sonra öğrendi. Kurulun bazı üyelerinin alana gitmek için harekete geçtiğini öğrendim ancak nasıl bir tasarrufta bulunduğuna dair kesin bilgi edinemedim.
Sulukule’deki hukuksuzluk, büyüyerek devam ediyor. İş makinelerinin alana girmesi talimatının Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Murat Süslü tarafından verildiği iddialar arasında. Bir genel müdürün, hatta bakanın koruma kurullarına müdahale şansı olmadığı gibi, müteahhit ya da belediyeye bu konuda talimat vermesi de yasal açıdan mümkün değil.
Öyle sanıyorum ki Kültür ve Turizm Bakanlığı, yarın yapacağım başvuruya cevap verecek, konuyu ve iddiaları açıklığa kavuşturacaktır.
Hebervesaire.com, Haber ve fotoğraflar: Gökhan Tan, 13.06.2010
|
"İSTANBUL'UN ADI
DEĞİŞTİRİLSİN"
Vladimir Jirinovski:
Türkiye, Bizans kiliselerini Rusya'ya versin.
İstanbul’un adı, 'Konstantinopol' olarak
değiştirilsin.
Konuyla ilgili olarak
İHA'ya açıklamada bulunan Vladimir Jirinovski, Türk
hükümetine yaptığı yazılı önerinin gerçekleşmesi
durumunda bunun iki ülke arasında manevi yaklaşıma
büyük katkıda bulunacağını söyledi.
Konuşmasında Türkiye'nin
uzun yıllardır AB üyeliği için beklediğini belirten
Jirinovski, “Artık Türkiye beklemekten yoruldu.
Ayrıca bu durum onu küçük düşürmekte. Bu durumda en
doğru yol yüzünüzü kuzeye çevirmektir. Rusya -
Türkiye ilişkileri zaten çok iyi durumda. Ekonomi,
ticaret ve enerji alanlarında sıkı bir işbirliği
içerisindeyiz. İlişkilerimizin daha da gelişmesi
için Türkiye'ye şöyle bir öneride bulunmak
istiyoruz. ‘Şuan camii olarak kullanılan eski Bizans
kiliselerini Rus Ortodoks Kilisesine veriniz’. Bu
manevi olarak daha çok yaklaşmamızı sağlayacak.
Bunun dışında iki ülke arasındaki ilişkilerin
durumunu, her yıl milyonlarca Rus turistin
Türkiye'yi ziyaret ettiğini ve çok sayıda Türk'ün de
Rusya'ya geldiğini göz önüne alarak Rusça'nın
Türkiye'de ikinci resmi dil olarak kabul edilmesini
istiyoruz. Bu hepimiz için çok faydalı olur" diye
konuştu.
Türkiye, Rusya ve İran
arasında ittifak kurulması gerektiğini vurgulayan
Jirinovski, “AB üyeliğini beklemenize lüzum yok.
Zaten AB'nin bir geleceği de yok. Almanya oradan
çıktığında AB çökecek. Türkiye AB'ye alınmayışına
tepki olarak NATO üyeliğinden çıkarsa İran'la
birlikte Güney NATO'su kurabiliriz. Askeri,
ekonomik, ticari potansiyelimizi birleştirebiliriz.
3 ülke 300 milyon nüfus demektir. Rusya'nın nükleer,
bilim ve teknoloji potansiyelini, İran'ın büyük
enerji taşıyıcılarını, Türkiye'nin ise tüm güney
denizlerine açılma imkanlarını birleştirdiğimizde
AB'ye karşı koyabilecek büyük bir güce sahip oluruz"
dedi.
Türkiye'nin AB üyeliğini
artık daha fazla beklemeden Rusya ve İran ile yeni
bir dünya gücü oluşumuna çalışmasının daha akıllı
bir seçenek olacağını kaydeden Jirinovski, “Ama söz
konusu üçlü ittifak oluşmadan önce az önce
söylediğim teklifleri gerçekleştirmek gerekiyor.
Yani 5 yüzyıl önce camii olarak kullanmaya
başladığınız kiliseleri geri vermelisiniz.
Türkiye'nin her yerinde çan sesleri duyulmalı.
İstanbul, Ankara, İzmir, İskenderun ve diğer
şehirlerin sokaklarında Rusça konuşulmalı. Ümit
ediyoruz ki tüm bu dediklerim gerçekleşecek. Ve bu
durum ülkelerimiz arasındaki ekonomik işbirliğini
hızla daha da ileriye götürecek.
Manevi olarak da
yaklaşacağız. Türk hükümetinin, siyasetçilerin benim
bu çağırımı değerlendireceklerini ümit ediyorum.
Burada kızacak veya küsülecek bir durum yok.
Türkiye'den yeni kilise inşa etmesini istemiyoruz.
Halbuki biz Moskova ve Rusya'da yeni camiiler
yapıyoruz. Bizim isteğimiz sadece Camii olarak
kullanılan eski kiliselerin yeniden kiliseye
döndürülmesidir. Ayasofya Bizans'ın simgesiydi.
Ayasofya'yı tekrar Rus Ortodoks kilisesinin en
önemli mabetlerinden biri haline gelmesini
istiyoruz. Buraya ziyaretçiler akın edecek. Sadece
Rusya değil Bulgaristan, Yunanistan, Romanya ve
Sırbistan gibi Ortodoks ülkeleri de bu durumu
sevinçle karşılayacak. Size camilerinizi bize verin
demedik ki küsesiniz.
Öyle demiş olsak Türk
Müslümanların hoşuna gitmezdi. Biz sadece eski
kiliselerimizi geri istiyoruz. Dini duygulara
saygılıyız. Ama Ayasofya'nın Rus Ortodoks
kilisesinin baş tacı olduğunu unutmamalıyız.
İstanbul'da yeni bir Ayasofya inşa etmeye gerek yok.
Zaten eskisinin yanında boş yer de kalmadı. Ayasofya
tarihi, arkeoloji değerleri bakımından bizim için
çok önemli. Yani eski kiliselerimizi geri istiyoruz.
Rusça da İstanbul sokaklarında duyulsun. İstanbul'un
adını da Konstantinopol olarak değiştirelim. Biz
zaten Rusya'da da Bolşeviklerin değiştirdiği eski
şehir isimlerini geri getiriyoruz. Müze olarak
kullanılan kiliseleri yeniden ibadete açıyoruz. Tüm
bunlar dünyanın her yerinde uygulanan normal bir
süreçtir. Bu faydalı sürece Türkiye ile birlikte
devam edelim istiyoruz" şeklinde konuştu.
İhlas Haber Ajansı,
11.06.2010
|
ALLIANOI İÇİN UMUT IŞIĞI
MI?
İzmir 4. İdare
Mahkemesi,
İzmir II. Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu’nun almış olduğu 25 Eylül
2009 tarihli kararın yürütmesini durdurdu.
Mahkemenin 12 Mayıs 2010 tarihli kararında gerekçe
olarak, “…kararın dayanağı olan ilke kararları
Danıştay tarafından iptal edildiğinden Koruma Kurulu
kararının hukuksal dayanağını yitirdiğini, hukuka
aykırı kararın uygulanması halinde telafisi güç
zararlar doğabileceğinden…” deniliyor.
Kararı değerlendiren
Allianoi Girişim Grubu, en geç 30 gün içinde
yargı kararının uygulanmasını,
Allianoi’yi
suya gömecek her türlü hazırlığın durdurulmasını ve
Allianoi’yi suya gömme ısrarından vazgeçilmesini
beklediklerini açıkladı. Grup adına konuşan
İffet Diler,
"Toprağın altındaki vazgeçilmez kültürel birikimine
sırt dönmekte sakınca görmeyen yöneticiler,
Allianoi’un gözlerden uzak tutulabilmesi için her
türlü ziyareti yasaklamış ve ALLIANOI’u adeta
kaderine terketmişlerdir" dedi ve "Acaba
Allianoi’nin kendiliğinden yıkıma uğraması mıdır
hedeflenen?" diye sordu.
Bergama’da
UNESCO Dünya Mirası
listesine girebilmek adına çalışmalar yapıldığını
anımsatan Diler, "Bergama, Allianoi olmadan
eksiktir! Allianoi’de bilimsel çalışmalara izin
verilsin; kazılar başlasın" çağrısında bulundu.
Yapı, 11.06.2010
|
 |
ASLANTEPE'DE KAZILAR BAŞLIYOR
Malatya Aslantepe Höyüğü'nde bu yılki kazıların Ağustos ayında başlayacağı bildirildi.
Kültür ve Turizm Müdürü Bahaaddin Kabahasanoğlu, konuyla ilgili olarak yaptığı açıklamada, "Aslantep'de Ağustos ayında kazı başlayacak. Kazılar bizim için son derece önemlidir. Önümüzdeki yıl kazıların başlangıcının 50. yılı olduğu için uluslar arası bir sempozyum düzenleyeceğiz. Türkiye'de her yıl kazı sempozyumu yapılıyor. 2011 yılında da Malatya'da yapılması için çalışma başlattık. 2011 yılı, Aslantepe Höyüğü'ndeki kazıların 50.yılı olduğundan, İtalyan Arkeolog Prof.Dr. Marcella Frangıpane hanımefendinin de isteği ile Malatya'da uluslar arası Arkeoloji Sempozyumu yapmayı planlıyoruz. Böylece Aslantepe'yi dünyaya tanıtmayı planlıyoruz. İç ve dış turizm ile uğraşanların da gözlerini Malatya'ya çevirmesini amaçlıyoruz. Çünkü, Asantepe, dünyada ilk kurulan kent devleti yeridir" ifadelerini kullandı.
Aslantepe Açık Hava Müzesi'nde Ağustos'ta levhaların yerleştirilip, sonbaharda hizmete açmayı planladıklarını belirten Kabahasanoğlu, "Burada katlı medeniyetler olması nedeniyle Aslantepe merkezli senaryolar üretip, şehrimize daha fazla turist gelmesini düşünüyoruz. Aslantepe altyapılı turist sayısını arttırmayı planlıyoruz" dedi.
Turizm Gazetesi, 11.06.2010
|
ÇORAPÇI HANI'NDA
ÇALIŞMALAR SÜRÜYOR
Tarihi Çorapçı Hanı’nda
restorasyon çalışmaları hızla devam ediyor.
Belediye Başkanı Doğan Ürgüp devam eden çalışmaları
inceleyerek bilgiler aldı.
Sivas Belediyesi’nden yapılan açıklamaya göre,
geçtiğimiz sezon restorasyon projesi hazırlanan ve
ihale edilen Çorapçı Hanı tarihi dokuya uygun
şekilde onarılacağı belirtilerek, aslına uygun
olarak restore edilen handaki çalışmaların üç ayda
tamamlanmasının planlandığını dile getirdi.
Çalışmaların tamamlanmasından sonra Çorapçı
Hanı’nın, butik otel olarak Sivas kültür hayatına
sunulacağını da açıklamada kaydedildi.
Sivas Hürdoğan,
11.06.2010
|

|
DOLMABAHÇE'YE MODERN
SANAT GALERİSİ

Dün, Dolmabahçe
Sarayı'nda Milli Saraylar Daire Başkanı'ndan saray
müdürüne, atölyelerdeki uzmanlardan teknik
elemanlara kadar herkes, neşeli bir telaş içindeydi.
Beşiktaş otobüs
durağının karşısındaki taş yapının alnına galerinin
tabelası asılırken içeride de hummalı bir çalışma
sürüyordu. Bütün bu heyecanlı koşuşturma, cumartesi
günü açılacak yeni bir mekanı yetiştirebilmek
içindi. TBMM Milli Saraylar Dairesi Dolmabahçe Sanat
Galerisi, "Milli Saraylar Tablo Koleksiyonundan
Seçmeler" tablo sergisi ile 12 Haziran saat 15.00'te
açılıyor. Açılışı, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı Mehmet Ali Şahin ve Meclis Divan üyeleri
yapacak. Sarayda bugüne kadar farklı işlevler için
kullanılan, geçtiğimiz yıllarda kitap fuarı alanı da
olan bakımsız mekanlar, modern bir sanat galerisi,
müze ve depo olarak yeniden düzenlendi. Dolmabahçe
Sanat Galerisi yarın kapılarını açarken, müze ve
depo, sonbaharda gezilebilir hale gelecek. Böylece,
bir zamanlar çürümüş halılar ve mezbelelik
haberleriyle gündeme gelen sarayın değerli eşyası
dünya standartlarında bir müze ve depoda kendine yer
bulacak.
"Renk, Işık ve Görkem;
Milli Saraylar Tablo Koleksiyonundan Seçmeler"
sergisinde yer alan eserler, Türk ve yabancı
ressamların, yaşadıkları dönemi nasıl
algıladıklarına dair ipuçları veriyor. Depolarda
bulunan ve sergilenme imkanı bulamayan eserler ile
sarayın gezi güzergahında şöyle bir bakıp geçtiğimiz
tablolar, ilk kez bir galeride sergi bütünlüğü
içinde karşımıza çıkıyor. Milli Saraylar tablo
koleksiyonlarından seçilen 43 eser; Joseph Coomans,
Gustave Boulanger, Jean-Leon Gerome, Fausto Zonaro,
İvan Kostantinoviç, Ayvazovski, Hüseyin Zeki Paşa,
Hoca Ali Rıza, Şeker Ahmet Paşa, Süleyman Seyyid,
Osman Hamdi ve Halife Abdülmecid Efendi gibi ünlü
ressamların ürünlerinden oluşuyor. Sergi, 28
Temmuz'a kadar pazartesi-perşembe günleri hariç
ücretsiz gezilebilecek.
TBMM Milli Saraylar
Dairesi Başkanlığı, kasır-köşk ve saraylarda bulunan
yaklaşık 600 tablonun yer aldığı Milli Saraylar
Tablo Koleksiyonu kataloğunu da yayımladı. Milli
Saraylar tablo uzmanı Gülsen Sevinç Kaya'nın
hazırladığı ve Prof.Dr. Zeynep İnankur ile Doç.Dr.
Mehmet Üstünipek'in katkıda bulunduğu kitap,
koleksiyonun tarihsel oluşum sürecine,
sanatçılarına, eserlerin imza çözümlemelerine dair
yeni ve detaylı bilimsel çalışmaları ilk kez ortaya
koyan kapsamlı bir çalışma.
Zaman, 11.06.2010
|
|
2 BİN 400 YILLIK KRAL
MEZARI TESCİLLENDİ
Dünyanın önemli
yollarının kavşak noktası İzmit, tarihi
zenginliklerinden birine daha sahip çıktı.
Kocaeli Müze Müdürlüğü,
Güvercinlik Köyü'nde bulunan tümülüsü (kral mezarı)
tescilledi. Hellenistik çağda MÖ 4. yüzyılda
yapıldığı tahmin edilen mezar, 1993 yılındaki
kurtarma kazısında ortaya çıkarılmıştı. Güvercinlik
Köyü Mecidiye Tümülüsü'ndeki çalışmalar 17 yıl sonra
sonuçlandı. Ancak, kral ve ailesine ait mezarlardaki
tahribat yüzünden hiçbir buluntuya rastlanılmaması
tarihlendirmeyi zorlaştırdı.
Defineciler tarafından
altüst edildiği belirlenen tümülüsün 1993'teki
kurtarma kazısından sonra kurtarılan kapısında
tespit edilen stilize edilmiş haç motiflerinin de
silindiği anlaşıldı.
Zaman, Haber: Orhan
Karanfil, 11.06.2010
|
TOPKAPI SARAYI ESKİ
GÖRKEMİNE KAVUŞACAK

Kültür ve Turizm
Bakanlığı önderliğinde Topkapı Sarayı'nın da
bulunduğu Sur-u Sultani içinde lokanta ve çay
bahçelerinin yaptığı çıkma yapılar yıkılırken,
askeri depo
olarak kullanılan
tescilli tarihi 4 yapı eski günlerine dönmeyi
bekliyor. Topkapı Sarayı Mecidiye Köşkü çevresinde incelemelerde bulunan Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, Topkapı Sarayı'ndaki yanlış ve
haksız kullanımları, işgalleri ortadan kaldırmak için bir proje
çerçevesinde iyileştirme çalışmaları yaptıklarını
hatırlattı. Bütün uyarılara
karşın alınan kurul kararlarını uygulamayarak
iyileştirme yapmayan
işletmelerin
eklenti ve çıkıntılarının son 15 gün içinde
yıkıldığını kaydetti.
Günay, Mecidiye Köşkü'nün
altındaki lokanta ve belediye tarafından
kiraya verilmiş çay bahçesinin bazı bölümlerinin
ortadan kaldırıldığına dikkati çekti. Yaklaşık 40
yıldır Topkapı Sarayı'nda hizmet
veren lokantanın Gülhane girişine taşınabileceğini,
eski yerinde sadece Osmanlı tadı alınabilecek
içecekler bulunacağını kaydetti ve "Kebap, köfte
kokusu olmayacak burada" dedi Bakan Günay, "Milli
Savunma Bakanlığı İkmal Komutanlığı'na bağlı bir çay
bahçesi daha var. Onlara da gereken
uyarılarımızı yaptık, kurul kararına uygun
davranmazlarsa kaldıracağız'' diye
konuştu. Günay, "Bu
askeri depo,
yiyecek
deposu olarak kullanılan
binaların Topkapı için
kullanılması
gerektiğinin altını
çiziyorum. Acil olduğunu söylüyorum, onlar da
yeni bir
depo arayışı içindeler. Prensipte bir noktaya yaklaştık''
dedi. Tarihi mekanda her
türlü yanlış kullanımı
ve işgali ortadan kaldırmak ve burayı İmparatorluk
dönemindeki ihtişamına kavuşturmak için
çalıştıklarını dile getiren Günay, Topkapı
Sarayı'nın bir çok bölümünün, restorasyon
gerektirdiğini ya da depo
olarak
kullanıldığı için kapalı olduğuna işaret etti.
Günay, şunları kaydetti: "Şu anda 2,5 milyonun
üzerinde ziyaretçimiz var. Hedefimiz bunu yılda 5
milyona çıkması. Bunun için Harem Dairesi ve başka
bazı bölümlerin ziyarete açılması, restore edilmesi
ve onun için bir çok mekanın
da depo olmaktan
çıkarılması gerekiyor."
Sabah, 11.06.2010
|
BEYPAZARI'NIN TARİHİ
ÇARŞISI YENİLENİYOR
Ankara'nın
tarihi ve turistik ilçesi
Beypazarı'nda,
600 dükkandan oluşan 200 yıllık tarihi çarşısı
restore ediliyor.
Beypazarı Belediyesi'nin kültürü koruma,
tarihi dokuyu ön plana çıkarma projeleri kapsamında
yer alan tarihi çarşının restorasyon ve düzenleme
çalışmalarının ihalesi yapılarak, en kısa sürede
restorasyon çalışmalarına başlanacak.
Kültür Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan alınan
onayla, Ankara
Valiliği İl Özel İdaresi'nin finans yardımı
ile çarşı dükkanlarının cephe ve çatıları yenileme
çalışmalarına Suluhan Sokak ve Develik Sokak ile
devam ediliyor.
Projenin gerçekleşmesinde katkıda bulunan
yetkililere şükranlarını sunan Beypazarı Belediye
Başkanı M.Cengiz
Özalp; tarihi çarşının restorasyon
çalışmaları sonrasında kültürel ve tarihi
güzelliğinin ortaya çıkacağını, ayrıca çarşının
Beypazarı'nın göz bebeği olacağını söyledi.
Habertürk, 11.06.2010
|
|
YARASALAR YAPAY
MAĞARALARINA DÖNDÜ

Balıkesir'de
mağaralarının sular altında kalacak olması nedeniyle
DSİ'nin yaptığı
yeni mağaraya gitmeyen yarasaların tekrar ortaya
çıktığı belirtildi.
Devlet Su İşleri (DSİ)
Balıkesir Bölge Müdürü Dr. Şahin Durukan, Havran
Barajı’ndaki suları altında kalan mağaralarda
yaşayan yarasaların, oluşturulan yapay mağaralara
geri döndüğünü açıkladı. Durukan, yarasaların yapay
mağarayı tamamen benimsediğini ve yavruladığını
söyledi.
İl Koordinasyon Kurulu’nda DSİ yatırımlarını anlatan
Durukan, ‘dünya çapında proje’ olarak
değerlendirdiği yapay mağara ile bölgede yaşayan
yarasalar hakkında da bilgiler verdi. DSİ olarak bu
projeden gurur duyduklarını belirten Durukan,
“Binlerce yarasanın yaşadığı mağaralar, Havran
Barajı’nın suları altında kalacaktı. Biz de
özellikle zeytin ağaçlarına musallat olan zararlı
böcekleri yiyerek doğanın dengesini koruyan
yarasalar için 350 metrelik girintili çıkıntılı,
orijinaline uygun şekilde yapay mağaralar yaptık.
Binlerce yarasayı eski mağaradan hiç zarar vermeden
doğal yöntemlerle dışarı çıkardık. Ardından bir
bölümü eski mağaradan daha yükseğe yapılan yapay
mağaralara geçti. Bir çoğu ise yaz kolonisi olduğu
için göç etti. Su tutulmaya başlanmasıyla birlikte
eski mağara tamamen sular altında kaldı. Bu projeyle
hem il hem DSİ olarak gurur duyuyoruz. Tabiatın
milyonlarca yılda oluşturduğu küçük girinti
çıkıntıları doğal olarak yapmak mümkün değil ama
yarasalar buraya tamamen yerleştiler. Şu anda bol
miktarda yarasamız var. Yeni mağarayı benimseyip,
yavruladılar” diye konuştu.
Eski mağaradaki guanaları (yarasa gübreleri) nemli
bir ortam oluşturmak için yapay mağaraya
taşıdıklarını da ifade eden Durukan, “21 bin
metreküp hafriyat yapıldı. Bu projeyi başarıyla
sonuçlandırdık” dedi.
Projenin gerçekleşme aşamasında büyük ve haksız
eleştiriler aldıklarını kaydeden Durukan, sözlerini
şöyle sürdürdü:
“Bizi eleştirenler ilk raporlarında yarasalar için
‘yaz kolonisi’ derken, kışın gelip ‘yarasalar yok’
diye tespit yaptırdılar. Nasıl yazlıklarda kışın
kimse olmazsa, kışın da bu mağaralarda yarasalar
olmuyordu. Yarasalar yazın bu mağaralara geliyordu.
Önümüzdeki yaz daha çok yarasa gelecek, biz de bunu
mahkeme kanalıyla tespit ettireceğiz. Yarasaların
gelişi ve gidişi tamamen sıcaklara bağlıdır.”
Bu arada DSİ Bölge Müdürlüğü’nün yapay mağaralardaki
yarasa kolonilerini fotoğrafladığı ve genel
müdürlüğe gönderdiği öğrenildi. DSİ’nin
belirlemelerine göre mayıs ayı sonunda mağarada 2
bine yakın yarasa olduğu bildirildi.
Balıkesir’in Havran
İlçesi’nde 1995 yılında yapımına başlanan, 72 milyon
TL’ye malolan Havran Barajı’nda yarasa rötarı
yaşanmıştı. Yaklaşık 20 bin yarasanın yaşadığı
mağaranın sular altında kalacak olması nedeniyle
Havran Barajı’nda su tutma işlemi sürekli
ertelenmiş, DSİ, yarasaları kurtarmak için 3 milyon
TL’ye yapay mağara yaptırmıştı. Ancak, eski
mağaralarından çıkarılan ve yeni mağaraya gitmeyen
yarasaların ortadan kaybolduğu öne sürülmüştü. Güney
Marmara Doğal ve Kültürel Çevreyi Koruma Derneği (GÜMÇED)
Edremit Körfezi Şubesi Başkanı Mehmet Akif Öznal,
“Havran Asliye Hukuk Mahkemesi’ne başvurarak delil
tespiti yapılmasını istedik. İnceleme sırasında her
iki mağara da bir tek yarasaya bile rastlamadık.
Yarasalara verilen zarar mahkeme kararıyla
belirlenmiş oldu. Çevre ve Orman Bakanlığı’na
tazminat davası açmayı planlıyoruz” demişti.
Radikal, Haber: Coşkun
Yaman, 10.06.2010
|
TARİHİ DOKUYU SADECE
MISIRCILAR MI BOZUYOR?

Sivas Belediyesi’nin
önceki gün tarihi dokuya uymadığı için kaldırdığı
mısırcıların gözyaşları dün Sivas’ta en çok
konuşulan konular arasında yer alırken, birçok
önemli mesele ile uğraşması gereken Sivas’ın küçük
şeylerle zaman kaybetmesi tepkilere de neden oluyor.
İstasyon Caddesi’nin Çifte Minareye bakan
kaldırımında bundan yaklaşık bir yıl önce belediye
tarafından yerleştirilen mısırcıların dün olaylı bir
şekilde kaldırılmasının ardından gözler tarihi
dokuyu bozan diğer unsurlara çevrildi.
Vatandaşların eleştirileri arasında Belediye
tesislerindeki uygulamanın da tarihi dokuyu
bozduğuna dikkat çekilirken, bu bölgede çay
salonuna, lokantaya ihtiyaç olduğu kadar mısır
satıcısına, simit satıcısına da ihtiyaç duyulduğu,
Belediyenin görevinin ise bunları ortadan kaldırmak,
birilerinin ekmeğine mani olmak değil düzenli
bir şekilde bölgeye yerleştirmek olduğu savunuldu.
Kaldırılan iki mısırcı büfesinin aksine Kongre
müzesinin tarihi dokusu içerisinde bulunan iki
mısırcı büfesinin dünde faaliyetlerine devam etmesi
bu kesim tarihi dokuya tabi değil mi yoksa çifte
standart mı var? Sorusunu gündeme getirdi.
Bu sorunun gündeme gelmesi Belediye Başkanı Doğan
Ürgüp’e “ Kongre Müzesi bahçesinde bulunan
mısırcılarda şimdiden tedbirlerini alsınlar. O mısır
büfelerini de kaldıracağız” dedirtti.
Tarihi dokuya uymadığı ve şehir estetiğini bozduğu
gerekçesiyle kaldırılan mısırcıların ardından,
Sivas’ta tarihi dokuları bozan diğer unsurlara karşı
belediyenin takınacağı tavır şimdiden merak konusu
olurken, gazetemize gelen bir çok yorum ve mailde
Belediyenin Kent meydanında yaptığı Selçuklu Sosyal
Tesislerinin de tarihi dokuya uymadığı vurgulandı.
Sosyal tesislere sonradan ilave edilen ve üzerleri
çadırlarla kapatılan alanın dışında kalan yerlerinde
rengarenk şemsiyelerle kapatılmasının da tarihi
dokuyu bozduğunu ortaya koyan yorum ve maillerde
belediyenin kendisine nasıl bir yaptırım
uygulayacağı merakını uyandırdı.
Dün kaldırılan
mısırcılarla ilgili açıklamalarda bulunan Belediye
Başkanı Doğan Ürgüp ise, “Mısır tezgahları yasal ve
legal değildir. Onlarla bizim herhangi bir
sözleşmemiz yok. Geçen yıl mağduriyetlerine binaen
bir yıl kalmalarına müsaade ettik.
Mevcut alan ne belediyemizin ne valiliğimizin
uhdesinde bir alan değildir. Burası Tabiat ve Kültür
Varlıklarını Koruma Kurulu'nun denetiminde yani bir
açık hava müze şeklindedir.
Bu alanda böyle gelişi güzel tezgahların
barındırılması mümkün değildir. Daha önce bahsettim
Kongre Müzesinin bahçesinde bulunan tezgahlarda
ileride kaldırılabilir. Bu tamamen koruma kurulunun
kararına bağlı bir hadisedir. Bu alan artık bir
müzedir bu alanda gelişi güzel iş yapılması mümkün
değildir. Ben mısır tezgahındaki arkadaşlara
Özbelsan’da iş verelim sigortanızı yapalım asgari
ücretin üzerinde para veririz dedim. Bu teklifi
beğenmediler. Belediyeyiz her gelen geçeni tasdik
edecek değiliz. Kendi anlayışımıza göre politikalar
üretmeliyiz” şeklinde konuştu.
Ürgüp, tarihi camilerde açılan işporta tezgahlarına
karşı da bu haftadan itibaren önlem alacaklarını da
sözlerine ekledi.
Sivas Hürdoğan,
10.06.2010
|
ULUSLARARASI SEVGİ GÖNÜL
BİZANS ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU
İkinci Uluslararası
Sevgi Gönül Bizans Araştırmaları Sempozyumu, 21-23
Haziran 2010 tarihinde İstanbul Arkeoloji
Müzeleri'nde gerçekleştirilecektir. Sempozyumun
konusu "Bizans Sarayı: İktidar ve Kültür
Kaynağı"dır. Sempozyumun amacı; Bizans
İmparatorluğu'nda, Büyük Saray ve Blakhernai
Sarayı'ndan tüm imparatorluğa yayılan iktidar gücünü
yönetimsel, siyasal, sosyal, ekonomik ve dinsel
açılardan değerlendirmek ve bu gücün kültür boyutuna
yansımalarını araştırmaktır.
Uluslararası Sevgi Gönül
Bizans Araştırmaları Sempozyumu, Türkiye'deki Bizans
mirasının, diğer bir deyişle, bugün üzerinde
yaşadığımız coğrafyanın hala kalbi niteliğindeki
İstanbul'dan hareketle Doğu ve Batı medeniyetlerini
bin yıldan fazla etkilemiş bu çok zengin kültür
birikiminin toplumsal belleğimizde yeniden
canlanması ve hak ettiği konuma kavuşması amacıyla
yapılan çalışmaları her zaman desteklemiş olan Sevgi
Gönül'ün (1938-2003) anısına düzenlenmektedir.
TAYHaber, 10.06.2010
|
"TARİHİ KONAKLARIN
PEŞPEŞE YANMASI TEDİRGİN EDİCİ"
Alaplı İlçesinin simgesi
sayılan tarihi konaklardan 5'inin çıkan yangınlarda
kül olması ilçede yaşayanları tedirgin etti. Bütün
yangınların akşam 19.00 civarında çıktığına dikkat
çeken Belediye Başkanı Çimenoğlu, "Mahalleye adını
veren bütün konaklar yandı." dedi.
Zonguldak'ın Alaplı İlçesindeki tarihi konakların
birbirine yakın günlerde yanmasını ilçe Belediye
Başkanı Dr. Nevzat Çimenoğlu, "tedirgin edici"
bulduğunu söyledi. Belediye Başkanı Dr. Nevzat
Çimenoğlu, Konak Mahallesi'nde yanan son konağın
enkazında incelemelerde bulundu.
Çimenoğlu, geçen hafta
perşembe günü akşama yakın saatlerde 150 yıllık
konağın yanarak yok olmasının akla soru işaretleri
getirdiğini belirtti. Başkan Çimenoğlu, "Üzüntümüz
Alaplı'nın tarihinin yanmış olmasından
kaynaklanıyor. Son konağın da yok olmasıyla,
Alaplı'daki son tarih de elden gitmiştir." dedi.
Belediye Başkanı Çimenoğlu, açıklamasını şöyle devam
etti: "Saat: 19.50 civarında belediye itfaiye
amirliğimize yangın ihbarı geldi. İtfaiye
ekiplerimiz, akşam saat 19.50'den gece 24.00'e kadar
süren bir çalışmayla yangını söndürüp kontrol altına
aldı. Ereğli Belediyesi'nin itfaiyesi ile Orman
İşletmesi'nin itfaiyesi de gelip bize yardım etti.
Kendilerine teşekkür ediyoruz. Biz 150 yıllık bir
tarihin yanmasına çok üzüldük. Bundan önce de Konak
Mahallesi'nde yaklaşık 7 tane konağın 5 tanesi
yanarak yok oldu. Bu tarihi konakların hepsinde
yangın akşam saat 19.00 civarlarında ve genelde de
böyle hafta içlerinde çıktı. Hatta bir konağın
yangını Galatasaray-Fenerbahçe maçının başladığı
saatlerde oldu. Konak Mahallesi'ne adını veren bütün
konaklarımız yandı. Tepeköy Mahallesi'nde de çok
eski ahşap evler var; ama onların hiçbirisi yanmadı.
Sadece Konak Mahallesi'ndeki evler yandı."
Zaman, Haber: Sinan
Kabatepe, 10.06.2010
|
KÜLTÜREL DEĞERLE BAŞA
ÇIKAMIYORUZ
Avrupa başkentlerinin
meydanlarında billboardlara yerleştirilen Sarayburnu
resmi, İstanbul'u oryantalist düşlerin merkezi
olarak görme zevkinden asla vazgeçmeyen geniş AB
kitlelerini mest etti, ama İstanbul'un gerçeklerini
keşfetmenin zevkine varan entelektüel AB'liler bu
resmi hiç ilginç bulmadı!
Resim özlemli ve oryantalistti. Tarihsel kent dokusu
iyi korumuş gibi kendinden emin bir görüntü... Oysa
o manzarada artık iş işten geçmiş dedirtecek kadar
büyük kayıplar var.
İstanbul'un tarihsel dokusuyla nasıl başa
çıkamadığımızın en sön örneği Emek Sineması ve
Cercle d'Orient Binası. Buna gelene kadar çok sayıda
binayla başa çıkamadık!
Tepebaşı'ndaki 1880'lerde kurulduğu söylenen tiyatro
1970'de yandı, restore edilmedi ve yerine otopark ve
Balkanların en çirkin binası ödülünü alabilecek olan
TRT binası yapıldı. Bu da yıkılıp yerine bir Frank
Gehry binası yapılacağı söylendi.
Taksim'deki 1914'te mimar Giulio Mongeri tarafından
inşa edilen ve 70'de AKM yandığında tiyatro olarak
kullanılan, 1944'te Türk Sineması 1946'da Yeni
Taksim Sineması ve 1964'te Venüs Sineması olarak
bilinen bina alışveriş merkezi olmayı beklerken
işportacılara mekan oluyor.
1980'lerin sonunda Feshane keşfedildi, uluslararası
kültür/sanat merkezine dönüştürülmek üzere yola
çıkıldı, üç yıl içinde bir özel sektör-yerel yönetim
kavgası sonra kaba mermer kaplamalarla ve tül
perdelerle donatarak düğün-sünnet düğünü-dernek
toplantısı-parti genel kurulu-el sanatları fuarı
gibi işlevlere terk ettik. Binanın restorasyonunu
yapan Gae Aulenti aynı tarihte Paris'te Sen Nehri
kıyısındaki Grand Palais'nin restorasyonunu
yapmıştı. Google'a girip, o binanın durumu ve
işlevleriyle Feshane'yi karşılaştırabilirsiniz.
Aynı yıllarda Zeytinburnu Gaz Fabrikası da işlevini
yitirmiş ve boşaltılmıştı, kültür/sanat merkezi
olmak üzere gündeme geldi; ama bu da gerçekleşmedi.
Hayalet bina olarak duruyor. Anımsatmış oldum, hemen
ihalesini yapıp bir alışveriş merkezine
dönüştürelim. Havaalanı yolu üstünde olduğu için son
derece elverişli.
Sütlüce Mezbahası da özel sektör, yerel yönetim ve
bir üniversite arasında paylaşılamadı ve sonunda
yerel yönetime kaldı. Grotesk eklemelerle, altından
geçen tünellerle, granit döşemeleriyle en kötü
mimarlık yarışmasına aday olacak niteliğe sahip
oldu. İçinde ne teknik açıdan yeterli bir
konser/gösteri salonu var ne de günümüz sergi
estetiğini karşılayacak bir düzen! Bir işletmeciye
ihale edildi.
Sultanahmet Cezaevi de 90'larda sıraya girdi;
umutlar bu binanın acı belleğine yakışır bir biçimde
bir kültür merkezi olmasındaydı; ancak bütün karşı
koymalara karşın beş yıldızlı otele dönüştü; böylece
bu ağır bellek bir daha canlanmayacak bir biçimde
yok edildi. Bu yetmedi arkasındaki arkeolojik alana
ek yapılıyor.
Sultanahmet'te eşi benzeri olmayan Binbirdirek
Sarnıcı'nın tabanı betonla kaplandı ve bir
işletmeciye ihale edildi.
Karaköy'de Haliç kıyısındaki Yelkenli Han harap
durumda bekliyor.
Eşi bulunmayan Arap Camii'ni bulabilmek için büyük
çaba göstermek gerek, çünkü çevresi yıkık dökük
küçük sanayi dükkanları, depoları ve atölyeleri ile
kapatılmış durumda.
Perşembe Pazarı içinde çok sayıda tarihsel yapı
hırdavat deposu olarak kullanılıyor.
Osmanlı devletinin ve TC'nin finans merkezi Bankalar
Caddesi elektrik ve lamba esnafının insafına terk
edilmiş durumda.
Kadıköy'de Hasanpaşa Gaz Fabrikası yıllardır sivil
örgüt- yerel yönetim arasında paylaşılamıyor; şehir
efsanesine dönüştü.
Davutpaşa Kışlası Yıldız Teknik Üniversitesi'ne
verildi, ancak henüz planlanan şekil ve işleve
kavuşmadı.
Toptancıların elindeki Rami Kışlası'nın büyük bir
kütüphane olması planlanıyor ve o da beklemede.
Bayrampaşa Cezaevi ve Haliç Tersane'lerinin kaderi
belli değil.
Bu arada Ermeni vakıflarına ve Rumlara ait
işlevlerini yitirmiş, kaderine terk edilmiş sayısız
hayelet bina olduğunu, örneğin Tarlabaşı'ndaki
Ermeni Kilisesi'nin bir süre sanat merkezi olarak
kullanıldığını da hatırlayalım.
Bu süreçte kişilere ve özel kurumlara ait olduğu
için olaysız dönüştürülmüş Silahtarağa Elektrik
Santralı, Haliç kıyısında R. Koç Sanayi Müzesi ve
Beyoğlu'ndaki özel sektöre ait yeni kültür binaları
gibi iyi örnekler var.
Sanayi- sonrası binalar yükselen değer ‘yaratıcık
sanayi' bağlamında ele alınıyor ve genelde
yatırımcılara yap-işlet modeliyle teslim ediliyor.
Kamusallığın korunması ve desteklenmesi gibi ilkeli
kültür politikası sürdüren kentlerde bu teslimat iyi
sonuçlar verebilir, ama bizdeki sonuçlarda
psikopatolojik yaklaşım gözlemleniyor. Kültür
halesine sahip olmak için elverişli psikoloji değil
bu!
20 yıldır Avrupa ve ABD dışı sanat ortamları, Avrupa
ve ABD'nin besleyip büyüttüğü post-modern ve küresel
sanat sistemine uyum sağlamaya çalışıyor ve bunun
için mevcut kurumlarını güncelleştiriyor, yenilerini
kurmaya çalışıyor. Türkiye de bu ülkeler içinde yer
alıyor. Türkiye'nin 1980'lerin ortasında kadar
yürüttüğü kültür sistemi Sovyet ülkelerinin devlet
denetimli/destekli sanat/kültür sistemini
aratmıyordu. Serbest piyasaya geçişle birlikte sahip
olduğu bu kültür altyapısını, sanat ve kültüre
yatırım yapması beklenen toplum kesimlerinin bu
konudaki öngörüsüz ve bilinçsiz tutumu dolayısıyla
2000'li yıllara kadar gerektiği gibi değişime
sokamadı. Buna karşın özellikle Doğu Avrupa, Güney
Doğu Avrupa ve Rusya Türkiye'den on yıl sonra
kapitalist kültür sanayine geçtiği halde bu
kalkınmayı çok daha becerikli ve hızlı bir biçimde
gerçekleştiriyor.
Kültürün neo-liberal ekonomideki yatırım değerini
keşfettik, ama hem mimari açıdan hem de kurumsallık
ve işletme açısından bu yatırımın doğasına uygun bir
yenileme/değişim/işletme yapmaya aklımız yetmiyor ve
yatmıyor!
Radikal, 10.06.2010
|
SANAL MİMARLIK MÜZESİ,
ANTİK TİYATROLARI SERGİLEYECEK
Sanal Mimarlık Müzesi,
Anadolu’da bilinen yapıların yanı sıra kazısı henüz
yapılmamış olan 115 antik kentten seçilmiş 108
tiyatroyu, genel yapısal özellikleriyle “Anadolu
Antik Tiyatroları” başlıklı sergide ziyaretçisiyle
buluşturacak.
Türkiye’de bulunan antik
döneme ait tiyatroların en geniş derlemesi olan
sergi
www.mimarlikmuzesi.org
adresinden Türkçe,
www.arcmuseum.org
adresinden İngilizce olarak izlenebilecek.
42 yıldır yapı ve mimarlık alanının bilgi merkezi
olarak hizmet veren Yapı-Endüstri Merkezi’nin
bünyesinde yer alan ve Türkiye’nin sanal ortamdaki
ilk ve tek mimarlık müzesi olan Sanal Mimarlık
Müzesi’nin yeni sergisi “Anadolu’nun Antik
Tiyatroları” izleyicisiyle buluşuyor. Yaşar Yılmaz
tarafından hazırlanan kitap çalışmasından oluşturan
sergide, 115 antik kentten seçilmiş 108 tiyatro
genel yapısal özellikleri ile yer alıyor. “Anadolu
Antik Tiyatroları” sergisi, kolayca ulaşılan ören
yerlerinin dışında, henüz kazısı yapılmamış, ancak
arkeologların saptayabilecekleri kadar görünmez
durumda olan tiyatroları da ziyaretçilere sunması
açısından büyük bir önem taşıyor.
Anadolu’da antik döneme
ait 150 dolayında tiyatro bulunduğu biliniyor. Bazı
tiyatrolar ayakta, hatta Aspendos Tiyatrosu gibi
birkaçı büyük çaplı gösteriler sergilenebilecek
kadar sağlamdır. Çok sayıda tiyatro ise kısmen
günümüze gelebildi. 19. yüzyıldan başlayarak önce
gelişigüzel, sonraları bilimsel ekiplerce yapılan
kazılarda bu yapılara ilişkin bilgiler ortaya
çıkarılmış olmasına karşın bazı tiyatrolar ise
günümüzde neredeyse hiç bilinmiyor. “Anadolu Antik
Tiyatroları” sergisi Yaşar Yılmaz’ın yaptığı çalışma
ile Türkiye’deki antik dönem tiyatrolarının kapsamlı
dökümünü aktarıyor. Türkiye’yi gezmiş, bu yapıları
başta akustik çözümler olmak üzere, mühendislik
özellikleriyle inceleyen Yılmaz, bu araştırmanın
sonuçları YEM Yayın tarafından basılan “Anadolu
Antik Tiyatroları” adlı kitapta topladı. Söz konusu
kitaptan yola çıkan sergi ise, 108 adet tiyatroyu
genel yapısal özellikleriyle sunuluyor.
Turizm Gazetesi,
10.06.2010
|

 |
ALTAMİRA MAĞARASI İÇİN ÖLÜMCÜL KARAR
İspanya Kültür Bakanlığı içindeki tarihi resimlerin yok olma tehlikesini göze alıp Altamira Mağaralarını ziyarete açıyor.
Prehistorik döneme ait çok değerli resimleri barındıran Altamira Mağaraları'ndaki 20 bin yıllık resimlerin ziyarete açılmanın ardından yok olmasına kesin gözüyle bakılıyor.
Bakanlıktan yapılan açıklamada mağara bu yılın sonunda ziyarete açılacak. Bilim adamlarının geri dönüşü olmayan riskler var uyarılarını dikkate almayan yetkililer 1879 yılında Cantabria'da keşfedilen bu insanlık hazinesini minimum riskle açmayı göze alıyor.
Paleolitik sanatın Sistine Şapeli olarak adlandırılan mağaraların duvarlarında bizon, boğa ve diğer hayvanlara ait resimler bulunuyor.
Keşfedildikten sonra 1977 yılına kadar ziyarete açık tutulan mağaradaki resimlerde kırmızı ve siyah renkli boyalar kullanılmış. Bu boyaların insanın nefes alıp vermesi sonucu ortaya çıkan karbondioksit nedeniyle yok olacağına kesin gözüyle bakılıyor.
77'de kapatılan mağara 1982'de yeniden ziyarete açılmış ancak çok kısıtlı sayıda ziyaretçinin içeri girmesine izin verilmişti.
UNESCO tarafından 1985'de kültür mirası olarak ilan edilen mağaralar 2002 yılında yeniden ziyarete kapatılmıştı.
Cnn Türk, 10.06.2010
|
AYASOFYA'NIN SIRRI
ÇÖZÜLDÜ!

Dayanıklılığı ile
asırlara meydan okuyan Ayasofya'nın harcında,
Dişbudak ağacı yaprağının kaynatılarak kullanıldığı
ortaya çıktı. Yazma eserler üzerine yaptığı
çalışmaların ardından bu iddiayı ortaya atan Dr.
Mimar Hasan Fırat Diker, "Dişbudak yapraklarının
suyuyla yapılan harç diğer karışımlardan 2.5 kat
daha dayanıklı" dedi.
Dünya'dan ve
Türkiye'den birçok bilim adamının
araştırmalarına konu olan, her yıl milyonlarca
turistin görmek için akın ettiği Ayasofya'nın
gizli kalmış bir sırrı daha gün ışığına kavuştu.
Ayasofya'nın
bahçesinde yükselen "Dişbudak" ağaçlarının 1500
yıllık şaheserin ömrüne ömür kattığı ortaya
çıktı.
Dr. Mimar Hasan Fırat Diker, 500 yıllık el
yazmalarında karşılaştığı bilgiden yola çıkarak,
yaptığı araştırmada 1500 yıl önce inşa edilen
Ayasofya'nın harcında dişbudak ağacı yaprakları
kaynatılarak elde edilen sıvının kullanıldığını
tespit etti.
Bilimsel laboratuarlarda yapılan karışımlar ve
dayanıklılık testleri, dişbudak yaprağı suyuyla
karılan harcın diğer karışımlardan 2.5 kat daha
dayanıklı olduğunu gösterdi.
İki yıldır bu konu üzerine araştırmada
bulunduğunu söyleyen Diker, çalışmasını şöyle
anlattı: "Topkapı Sarayı arşiv uzmanlarından
Sevgi Ağca'nın Türkçe'ye çevirdiği yazma
eserlerin satır aralarında Ayasofya'nın inşası
aşamasında 'Lisan-ül Asafir' ağacının yaprağının
suda kaynatıldığı ve elde edilen sıvının kireçle
karıştırılarak harç olarak kullanıldığı
anlatılıyordu. Yine aynı yazmalarda bu karışımla
hazırlanan harcın kuruduğunda taştan daha sert
bir özelliğe sahip olduğu naklediliyor.
Çalışmamıza bu bilgiler ışık tuttu."
Dr. Diker Osmanlıca ve Batı dillerinde yazılmış
kitap ve sözlüklerde "Lisan-ül Asafir"
ifadesinin "Dişbudak" ağacı anlamına geldiğini
belirledi. Diker, laboratuar ortamında
sürdürdüğü çalışmayı şöyle açıkladı:
"İstanbul'da birçok yerde bulunabilen Dişbudak
ağaçlarından yapraklar toplanıp kaynatıldı. Elde
edilen sıvı harç karışımlarında su yerine
kullanılarak dört ayrı örnek oluşturuldu. Ahşap
kalıplar içinde 1 ay bekletilmesi sonucu
betonlaşan bu harçlar basınç deneylerine tabi
tutuldu. Dişbudak ağacının yapraklarından elde
edilen sıvının karıştırıldığı harçların
diğerlerinden 2.5 kat daha dayanıklı ve
bağlayıcı özellikleri olduğu tespit edildi.
Sadece kireç ve dişbudak yaprağının suyu
kullanılarak, betondan daha sağlam ve hafif bir
malzeme elde edildi."
Diker, bu deneyin bir ön çalışma olduğunu
belirterek, "Bu yeni bilgi bizlere Ayasofya'nın
çözülmeyi bekleyen nice gizemlerinden birinin
daha kapısını açabilir. Nitekim 16'ncı yüzyıldan
kalma yazma eserler üzerinden hareketle yaptığım
çalışma sonrasında çok olumlu sonuçlar elde
etmiş olduk" dedi.
Habertürk, Haber: Serkan Akkoç, 10.06.2010
|
3 MİLYON 780 BİN DOLARA SATILDI
Çing Hanedanı dönemine ait 200 yıllık Çin masa saati, ABD'de yapılan müzayedede 3 milyon 780 bin dolara alıcı buldu.
ABD'nin Virginia eyaletinin Charlottesville kasabasında, müzayede şirketi Southeby's tarafından düzenlenen açık artırmaya telefonla katılarak fiyat veren Çinli bir koleksiyoncu, müzayede öncesi yapılan hesaplamalarda 1 milyon dolar fiyat biçilen saatin yeni sahibi oldu.
Şarap tüccarı Patricia Kluge'ye ait Albemarle House adlı malikanede yapılan müzayedeye katılan Çinli koleksiyoncunun ilk teklifi, 1 milyon 200 bin dolar oldu. Dünyanın dört bir yanından alıcıların telefonla katıldığı müzayedede, dakikalar içinde teklifini 3 milyon 780 bin dolara kadar yükselten Çinli koleksiyoncu, yaklaşık 200 yıllık, yaldız, pirinç ve mine kaplamalı Çin yapımı saatin yeni sahibi oldu.
Sabah, 10.06.2010
|
 |
BÜYÜK TARİHİ ESER
KAÇAKÇILIĞI

Anadolu'dan topladıkları
çeşitli dönemlere ait tarihi eserleri
Gaziantep-İstanbul-Bulgaristan güzergahını
kullanarak Almanya'daki müzayede evlerine götüren ve
aralarında müze sahibi ile uzman çavuşun da
bulunduğu 2'si yabancı uyruklu 32 kişi yakalandı.
Operasyon kapsamında sikkeden heykele, en ucuzu 40
bin TL değerinde olan 1185 parça tarihi eser ele
geçirildi.
Mali Suçlarla Mücadele
Şube Müdürlüğü ekipleri, Anadolu'dan getirilen
tarihi eserlerin
İstanbul üzerinden
Bulgaristan uyruklu bir kurye aracılığıyla Avrupa'ya
gönderildiği bilgisine ulaştı. 8 ay süren teknik ve
fiziki takibin ardından uluslararası tarihi eser
şebekesinin yapısı ortaya çıkarıldı.
Polis, projeli
çalışmasının ardından
Gaziantep-İstanbul-Bulgaristan-Almanya arasında
gerçekleştirilen uluslararası tarihi eser
kaçakçılığını bir şema halinde çizdi. Edinilen
bilgiye göre 2'si yabancı uyruklu şebeke şu şekilde
çalışıyordu. Anadolu'nun çeşitli illerinden toplanan
tarihi eserler Gaziantep'teki Cam Müze'ye
götürülüyor. Cam Müze'nin sahibi olduğu belirtilen
K.İ., eserleri
İstanbul'a
gönderiyor. Eserler
İstanbul'da
şebekenin elebaşılığını yapan A.T.'ye teslim
ediliyor.
 
Amcası E.T. de aynı
suçtan sabıkalı olan A.T., malzemeleri Bulgaristan
uyruklu P.D.V ile eşine teslim ediyor. Aile
görüntüsüyle şüphe çekmeden seyahat eden P.D.V,
cipine doldurduğu eserleri Edirne'de bulunan
Astsubay Başçavuş L.B.'nin yardımıyla yurtdışına
çıkarıyor. Tarihi eserler Bulgaristan'dan sonra
havayoluyla Almanya'daki Numismatik Lanz München
Müzayede Evi ve Gorny Müzayede Evi'ne götürülüyor.
Burada düzenlenen müzayede de alıcıların karşısında
görücüye çıkarılıyor.
Şebekeyi ve çalışma
şeklini belirleyen polis, 7 Haziran 2010'da
İstanbul, Muğla,
Gaziantep, Edirne, Manisa, Kocaeli ve Aydın'da
düzenlenen eş zamanlı operasyonda 2'si yabancı
uyruklu 32 kişiyi gözaltına aldı. Bu kişilerin
arasında şebeke elebaşısı A.T., müze sahibi K.İ.,
Bulgaristan uyruklu kurye P.D.V, Başçavuş L.B. de
bulunuyor.
 
Baskınlarda yapılan
aramada ise aralarında 779 sikke, 216 toprak ve cam
eser, 17 tasvir, 5 heykel, 2 Kuran'ı Kerim, 1 mührün
de bulunduğu 1185 parça tarihi eser ele geçirildi.
Eserlerin
İran, Roma, Bizans
ve Hellenistik dönemlere ait olduğu en ucuzunun 40
bin TL değerinde olduğu belirtildi.
Emniyette işlemleri
tamamlanan şüpheliler
İstanbul
Adliyesi'ne sevk edildi.
Hürriyet, 10.06.2010
|
 |
İŞTE DÜNYANIN EN ESKİ AYAKKABISI
Arkeologlar, Ermenistan'da bir mağarada 5 bin 500 yıl öncesine ait ve son derece iyi korunmuş deri bir makosen buldu.
İrlanda’daki Cork Üniversitesi’nden arkeologların dünyanın bilinen en eski ayakkabısını keşfiyle ilgili arkeolojik kazı Amerikan bilimsel internet dergisi PLos ONE’da (Public Library of Science) yayınlandı.
Tek bir parça deriden yapılan ve giyen kişinin ayağının formunu sararak alması için tasarlanan deri ayakkabı, içi kuru otla dolu vaziyette bulundu. Bilim adamları, makosenin içinin kuru otla ayağı sıcak tutması mı yoksa şeklinin korunması için mi doldurulduğunun bilinmediğini belirtti.
Kazıyı yapan arkeologlardan Ron Pinhasi, bu makosenin erkeğe mi yoksa kadına mı ait olduğunun bilinmediğini belirterek, "Avrupa ölçüsüne göre 37 numara olan bu ayakkabı bir erkeğe de ait olabilir, çünkü o dönemde erkeklerin ayakları bugünkünden daha küçüktü" dedi.
Keşfin yapıldığı mağaranın Ermenistan’ın İran ve Türkiye ile sınır oluşturan Vayotz Dzor bölgesinde bulunduğu belirtildi.
Mağaranın içindeki ortamın kuru, temiz ve doğal koruma için uygun koşullara sahip olması sayesinde kaplar içindeki buğday, arpa, kayısı ve diğer gıda maddeleri de fazla bozulmadan bulundu.
Radikal, 10.06.2010
|
UZUN ÇARŞIYI KURTARIN!

Yıllardır aslına uygun
bir hale getirilerek, tarihi dokusunun ortaya
çıkarılması konuşulan ancak şu ana kadar bu yönde
bir somut adım atılmayan Uzun Çarşı, içinde
bulunduğu durumdan kurtarılmayı bekliyor.Gerek
tarihi dokusu, gerekse tarihteki yeri bakımından
Antakya turizminde önemli bir yer tutan tarihi Uzun
Çarşı kurtarılmayı bekliyor. Yıllardır atanmış ve
seçilmişler tarafından aslına uygun hale
getirileceği söylenilen ancak şu ana kadar bu konuda
somut bir adım atılmayan Uzun Çarşı günümüzde de
geçmişte olduğu gibi kendi kaderine terk edilmiş
durumda.
Uzun çarşının iyi bir
master planı ile kurtarılıp Antakya Turizmine
kazandırılabileceğini belirten Ayakkabıcılar Çarşısı
Başkanı Ömer Gürbüz, “İnsanlara bir şeyleri
pazarlayabilmek, bir şeyleri sunabilmek, bir şeyleri
gösterip çarşımızı beğendirebilmek için çok büyük
çabalar sarf ediyoruz. Ancak bu çabalarımız
yetmiyor. Büyük bir hevesle çarşımıza ziyarete gelen
insanların çoğu buradan hayal kırıklığı ile
ayrılıyor” dedi.
Antakya gibi Uzun Çarşı’nın da çarpık yapılaşmanın
kurbanı olduğunu belirten Gürbüz, “Plansız
yapılanmadan nasibini alan çarşımızın tarihi dokusu
bozulmuş her yer betonlaşmış. Çarşı içinde 3-4 kat
betonarme binalara izin verilmiş. Her şey plansız
programsız yapıldığı için de bu görüntüler ortaya
çıkmış. Burada yerel yöneticilerimiz kadar
vatandaşın da kabahati var” dedi.
Bacasız fabrika olan turizmin Antakya için çok
önemli olduğunu belirten Gürbüz, “Antakyamızın
kalkınması için turizmden başka seçeneği yok. Ancak
benim en çok korktuğum hadise buraya gelen
insanların buradan yüzleri asık bir vaziyette
gitmeleri. İnsanların yaşadığı bu hayal kırıklıkları
da memleket turizmine büyük zararlar verir. Ama her
şeye rağmen bu durumu tedavi etmek bizim elimizde”
dedi.
Uzun Çarşı'nın tarihi dokusunun da içler acısı
durumda olduğunu belirten Gürbüz, “Bunlardan birisi
kurşunlu han, diğeri de demirciler çarşısı.
Demirciler çarşısını ziyaret edip oradaki otantik
havayı solumak isteyen insanlar, karşılarında 3-4
katlı betonarme binaları görünce şok oluyorlar ve
yüzleri asılıyor. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Çünkü
o kadar çok hata yapılmış ki, bu hatalar yüzünden
Uzun Çarşımız özelliğini kaybetmek üzere” dedi.
Bir şeyi yapmak için önce insanın istemesi
gerektiğini belirten Gürbüz, “Çarşımız iyi bir
master planı ile cazibe merkezi haline gelebilir. Bu
konuda elimizde örneklerde var. Mesela Beyrut’taki
çarşı. İnsanlar istemişler yapmışlar. Bizimde bir an
önce bu işi isteyip, laf kalabalığını da bir kenara
bırakıp somut adımlar atmamız lazım. Bu adımların
atılmasında da önderliği başta valiliğimiz,
belediyemiz, Ticaret Odası ve Ticaret Borsası gibi
güçlü sivil toplum örgütlerimiz etmeli. Ama her
şeyden önce bu istemeliyiz” diye konuştu.
Hatay Gazetesi,
10.06.2010
|
ULU CAMİ 2. KEZ RESTORE EDİLİYOR
Kütahya Simav’da 242 yıldan bu yana ezan sesinin dinmediği tarihi Ulucami, Kütahya Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından 2009 yılı başlarında restore edildikten sonra ibadete açıldı. Ancak ecdat yadigarı camii, bir kişinin ölümü, iki kişinin yaralanması ve 36 konutun ağır bir şekilde hasar görmesine neden olan 5 büyüklüğündeki 17 Şubat 2009’da meydana gelen depremde duvar ve kubbelerinde meydana gelen çatlak ve patlaklar yüzünden ibadete kapatıldı.
Tarihi caminin ikinci kez restoresi için bir buçuk yıllık çalışmanın ardından yeni bir restorasyon projesi hazırlayan Kütahya Vakıflar Bölge Müdürlüğü ikinci kez ihale açtı. İhaleyi alan yüklenici firma depremde açılan yarıkları özel bir sıva ile kapatılırken caminin iç ve dış cephelerini boyadı, yağmur sularının içeriye sızması sonucu oluşan bölümleri yeniden elden geçirdi, çevre düzenlemesi gerçekleştirdi.
Restorasyon çalışmalarına yaklaşık 2 ay önce başlayan yüklenici firma yetkilileri çalışmaların en geç bir ay içerisinde bitirilerek camiyi Kütahya Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne teslim edeceklerini bildirdi. Yaklaşık bir buçuk yıldır camilerinde ibadet yapamayan vatandaşlar ise sabırsızlanıyor.
Kütahya Kent Haber, 09.06.2010
|

 |

|
KORSANLARA AİT İKİ SANDIK DOLUSU ALTIN ARANIYOR
Ereğli Kemer sahil mevkiinde 1800’lü yıllara at Korsan Hazinesini arayan Recep Priştina’nın eli boş döneceğini söyleyen Müze Müdürü Ahmet Mercan, bu zamana kadar hazine bulana rastlamadığını belirtti.
Gerekli izinleri aldıktan sonra 20 günlük kazı süresi bulunan vefat eden İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Priştina’nın akrabası olduğu öne sürülen Recep Priştina, şu ana kadar yaklaşık 30 bin lira masraf yaptı.
Korsanlara ait olan 2 sandık hazinenin peşine düşen Priştina gibi maceraperestlere üzüldüğünü dile getiren Mercan, Değişim’e, “Gerekli izinleri aldıktan sonra herkes kazı yapabilir. Ancak altın yada hazine bulunursa yarısını devlet alır. Bu tarihi eser ise devlet yani biz el koyarız. Ereğli’de bu zamana kadar çok kazı yapıldı ama hazine bulana rastlamadık’ dedi.
Öte yandan yapılan kazıda çalışan kepçe operatörünün kırmızı dev bir bir yılan gördüğü ve korkudan ağzından köpükler geldiği yolundaki söylentilerin aslı olmadığını düşünen Mercan, dışarıdan gelip Ereğli’de kazı yapanların parasının da Ereğli ekonomisine kazandırıldığını belirtti.
Söz konusu hazinenin bulunması halinde 2 sandık dolusu altının piyasa değeri çok yüksek. İlçedeki kuyumcular, hazinenin altın ve mücevher tutarının 150-200 milyon lira olabileceği konusunda tahmin yürütüyor.
Değişim Medya, 09.06.2010
|
AVRUPA KÜLTÜREL MİRAS
ZİRVESİ, İSTANBUL'DA BAŞLADI
Avrupa Kültürel Miras
Kuruluşları Federasyonu (Europa Nostra) tarafından
düzenlenen “Avrupa Kültürel Miras Zirvesi”, “Kentler
ve Kent Surları” başlıklı Europa Nostra Bilimsel
Konsey Kolokyumu ile dün (8 Haziran) başladı.
Küreselleşen dünyada kültürel miras açısından Avrupa
vatandaşlarının birbirlerini daha iyi anlamasını ve
birbirlerine karşı daha derin saygı duymasını
sağlamak gibi temel bir işleve sahip olan Europa
Nostra, Avrupa çapında 46 ülkeden 400’den fazla
sivil toplum kuruluşunu birleştiren “uluslararası
bir kültürel miras koruma örgütleri federasyonu”
olarak anılıyor.
Europa Nostra Türkiye biriminin kurulması
çalışmaları ile paralel bir biçimde hazırlıkları
tamamlanan zirvenin, İstanbul’da yapılmasının nasıl
bir önem taşıdığını sorduğumuz Europa Nostra Yönetim
Kurulu Üyesi Dr. Orhan Silier buluşmanın, Türkiye
ile Avrupa kültürel miras kuruluşları arasında bağ
kurmak ve kurumlar arasın haberleşmenin ötesinde,
kurulan bu bağı kurumsallaştırmak açısından önemli
olduğunu dile getirdi.
Silier, Europa Nostra Türkiye biriminin kurulması
çalışmalarına da değinerek, “Hemen hemen hepsi son 6
ayda Europa Nostra’ya üye olan ve kültürel miras
üzerine çalışan 30 kişi bir araya gelerek bir tüzük
ve program hazırladık. Ve Europa Nostra Türkiye
biriminin kurulması için yasal başvuru sürecini
başlattık.” diye konuştu. Türkiye biriminin geleceği
konusunda da iyimser olduğunu ifade eden Silier, “Bu
iş her ne kadar insanların heyecanına bağlı olsa da
ben rekabetçi olmayan, geniş bir çalışma çerçevesini
yakalayabileceğimizi düşünüyorum.” dedi.
“Kentler ve Kent
Surları”
2003 yılında Europa Nostra ödülüne layık görülen
Kadir Has Üniversitesi Cibali Kampüsü’ndeki
kolokyumda “Orta çağlardan erken modern zamanlara
antik dönem surlu yerleşimlerin yeniden kullanımı”
konusuna odaklanıldı.
Kolokyumun sabah oturumunda Europa Nostra Bilim
Komitesi (ENSC) Başkanı Gianni Perbellini ve Dr.
Patrizia Vale : “Noto ve l’Aquila kentleri:
İtalya’da deprem sonrası yeniden inşa konusunda iki
farklı örnek”, ENSC tam üyesi Prof.Dr. Işık
Aydemir’in gözetiminde Dr. Pınar Arabacıoğlu
“İstanbul Kara Surları ve kent surlarına biçilen
yeni değer bağlamında surların çevresi”, İstanbul
Teknik Üniversitesi’nden Prof.Dr. Zeynep Ahunbay
“İstanbul’da deniz surlarının Theophilos tarafından
yapılan restorasyonu”, Yıldız Teknik
Üniversitesi’nden Doç.Dr. Berrin Alper ve Kadir Has
Üniversitesi’nden Dr. Mehmet Alper “Kız Kulesi:
hatıralarda ve belgelerde”, Kadir Has
Üniversitesi’nden Prof.Dr. Füsun Alioğlu ve Yard.
Doç. Yonca Kösebay Erkan ise “Surlar içinde bir
kent: Tarihte Nicea” başlıkları altında sunumlarını
yaptılar
Öğleden sonraki oturumun konuşmacıları ise
“Vincennes Şatosu (Paris): 12. yüzyıldan 21.
yüzyılda bir yapının yeniden kullanımı” başlığı ile
ENSC tam üyesi Gabor Mester de Parajd, “İrlanda’nın
doğu kıyısındaki Martello Kulesi ve onun yeniden
kullanımı/ işlevlendirilmesi” başlığı ile ENSC
Başkan Yardımcısı Conleth Manning, “Orta çağlardan
erken modern zamanlara antik dönem surlu
yerleşimlerin yeniden kullanımı: Famagusta örneği”
başlığı ile ENSC üyesi Prof. Naciye Doratlı, “Bir
ortaçağ kulesine (Doña Blanca, Teruel, İspanya)
küçük bir güzel sanatlar galerisi gibi yeni bir
işlev yüklemek” başlığı ile ise ENSC üyesi mimar
Agni Petridou ve ENSC üyesi mimar Pedro Ponce de
Leon Hernandez idi.
Kolokyumun üçüncü oturumu, bugün (9 Haziran)
İstanbul Teknik Üniversitesi Taşkışla Kampüsü’nde
09.30-15.00 saatleri arasında gerçekleştirilecek.
Zirve, 13 Haziran’da günü birlik geziler ile sona
erecek.
Europa Nostra
Küreselleşen dünyada kültürel miras açısından Avrupa
vatandaşlarının birbirlerini daha iyi anlaması,
birbirlerine karşı daha derin saygı duymasını
sağlamak gibi temel bir işleve sahip olan Europa
Nostra, Avrupa çapında 46 ülkeden 400’den fazla
sivil toplum kuruluşunu birleştiren “uluslararası
bir kültürel miras koruma örgütleri federasyonu”
olarak anılıyor. Başlıca ortakları Avrupa Birliği,
Avrupa Konseyi ve UNESCO olan Europa Nostra,
bünyesinde 53 ülkeden 230 üye kuruluşu, 160 asosye
üye kuruluşu ve 1500 bireysel üyesi barındırıyor.
Federasyon’a Türkiye’den üye olan kuruluşlar Türkiye
Mimarlar Odası, Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı,
Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı
(Çekül Vakfı ), Kültürel Mirasın Dostları Derneği (KÜMİD),
Tarih Vakfı, Türkiye Tarihi Evleri Koruma Derneği
olarak sıralanırken asosye kuruluşlar ise Türkiye
Mimarlar Odası- - Ankara Şubesi, Türkiye Mimarlar
Odası- Bursa Şubesi ve Kadir Has Üniversitesi
şeklinde.
1963 yılında Avrupa Konseyi bünyesinde kurulan
federasyon, 1991 yılında Şatolar Birliği ile
birleşti. 1998 yılında ise Avrupa Komisyonu
tarafından, koruma alanında Avrupa’nın şemsiye
örgütü olarak kabul edildi. Federasyonun, 1978
yılından beri Avrupa çapında sürdürdüğü ödüllendirme
sistemi, 2002 yılında ek olarak Avrupa Komisyonu
kararıyla Avrupa Birliği Kültürel Miras Koruma
Ödülleri yürütücülüğü görevi ile güçlendirildi.
Mimarizm, Haber: Filiz
Yavuz, 09.06.2010
|
SİLVAN'DAKİ MAĞARALAR
İLGİ BEKLİYOR
Diyarbakır'ın Silvan
İlçesi'nde bulunan ve Ortaçağ'dan kaldığı bilinen
yaklaşık 300 Hasuni Mağarası ilgi bekliyor.
Silvan İlçesine 6 kilometre uzaklıkta bulunan Hasuni
Mağaraları'nın 2005 yılında koruma altına alınmasına
karşın hiçbir çalışmanın yürütülmediği ileri
sürüldü. Birçok medeniyete beşiklik etmiş olan
Hasuni Mağaraları, Ilısu Barajı'nın suları altında
kalması beklenen Hasankeyf'e alternatif olarak
gösteriliyor. Milattan sonra Sasaniler döneminde
yapılan mağaraların dünyada eşi bulunmuyor. Hasuni
Mağaraları, Mezolitik dönemde ilk defa yerleşime
sahne olmuş, daha sonra Hıristiyanlığın ilk
yıllarında ve Ortaçağ'da da yerleşim özelliğini
sürdürmüştü.
Haber Diyarbakır,
09.06.2010
|
|
 |
LAGİNA ANTİK KENTİ'NDE KAZILARA DANIŞTAY ONAYI
Muğla'nın Yatağan İlçesi'nde bulunan Lagina antik kentinde Bakanlar Kurulu kararıyla durdurulan arkeolojik kazılar, Danıştay kararıyla 1 Temmuz'da yeniden başlayacak. Turgut beldesinde çok tanrılı dinlere inanan Paganlar'ın dini merkezi olarak kabul edilen, 2 bin 500 yıllık Lagina antik kentinde 1993 yılından bu yana devam kazıların Bakanlar Kurulu kararıyla durdurulması üzerine Danıştay'a dava açan Kazı Başkanı Prof.Dr. Ahmet Tırpan, hukuk savaşını kazandı. Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan yeniden kazı ruhsatı alan Prof.Dr. Tırpan'ın, Temmuz ayında ekibiyle kazıya başlayacağı öğrenildi.
Prof.Dr. Tırpan, bir yıldır antik kentte kazı yapılmadığını, ancak sonunda adaletin yerini bulduğunu söyledi. Tırpan, "Danıştay, Bakanlar Kurulu'nun Lagina antik kentindeki kazı çalışmalarını durdurmak için aldığı kararı inceledi. İddiaların, kazı çalışmalarına engel teşkil etmeyeceğini belirterek, çalışmaların devam etmesi yönünde karar aldı" diye konuştu.
Turgut Belediye Başkanı Salih Özen, Muğla ve Yatağan turizminde önemli bir yere sahip Lagina'nın tekrar kazılara açılmasının bölgedeki hareketliliği artıracağını, yaklaşık 200 kişinin de kazıda görev alarak istihdam edileceğini belirtti. Özen, Lagina kazılarının, Turgut ekonomisini canlandıracağını vurguladı.
Yeni Asır, Haber: Mustafa Suiçmez, 09.06.2010
|
ULUCAMİ'NİN DUVARLARI
KURU BUZLA TEMİZLENİYOR

Bursa Ulucami'de devam
eden çevre ve bahçe düzenlemeleri kapsamında
duvarlar kuru buzla temizleniyor. Yıllar içinde
rengi koyulaşan küfeki taşları orijinal dokusuna
zarar vermeyen özel bir yöntemle temizlenecek.
Çalışma sonunda taşlar ilk günkü parlaklığına
kavuşacak.
Bursa Ulucami'nin çevre
ve bahçe düzenleme çalışmaları devam ediyor.
Çalışmalar kapsamında Bursalı Asiya firması
tarafından Ulucami'nin tarihi duvarları orijinalliği
bozulmadan buzla temizleniyor. Ramazan ayına
yetiştirilmesi planlanan çalışmalar kapsamında
caminin duvarlarında da temizlik çalışmaları
başladı. Küfeki taşlarına zarar vermeyen özel bir
yöntemle yapılacak temizlik sonunda tarihi duvarlar
ilk günkü parlaklığına kavuşacak.
Çalışmaları yürüten
firma yetkilisi Ali Öztürk, Türkiye'de yeni olan
sistemle ilgili şu bilgileri verdi: "Bursa'da buzla
kuru temizleme yapan tek firmayız. Kuru buzu aslında
yüzey temizliklerinde kullanıyoruz. Tarihi yapıların
temizliği açısından yeni ve etkili bir teknoloji.
Çevre kirliliği açısından problem oluşturmuyor ve
yüzde 100 netice alınıyor."
Ulucami'de şu anda
deneme çalışması yaptıklarını anlatan Ali Öztürk,
Anıtlar Yüksek Kurulu'nun onay vermesi halinde
temizlik işleminin tamamını bu yöntemle
yapacaklarını vurgulayarak, "Şu anda deneme
çalışması yapıyoruz, onay aldığımız zaman
Ulucami'nin tamamının dış yüzeyini temizleyeceğiz."
şeklinde konuştu. Karbonmonoksit gazının
sıkıştırılarak buz haline getirildiğini anlatan
Öztürk, elde edilen buzun kompresör yardımı ile
tazyikle yüzeye püskürtülerek temizliğin yapıldığını
anlattı. Ali Öztürk, elde edilen kuru buzun yüzeye
çarptığı anda gaza dönüşüp uçmasına rağmen, kirin
yüzeye düştüğünü söyledi.
Bu arada, Bursa
Büyükşehir Belediyesi'nin 1 milyon TL'ye ihale
ettiği Ulucami bahçesindeki çevre düzenlemesi
çalışmaları da sürüyor. Cami bahçesinde cenaze
namazının kılındığı alandaki çitle çevrili bölge
yeniden düzenlenerek genişletildi. Palmiye
ağaçlarının sabit tutulduğu alandaki toprak zemin
kaldırılarak, daha fazla cemaatin rahatça cenaze
namazı ve cuma namazı kılabileceği büyük bir alan
ortaya çıkarıldı. Abdest alma çeşmeleri daha geriye
çekilerek, zemin yarım metre aşağıya indirilip,
caminin dışındaki su tahliyesini sağlayan drenaj
kanalları aktif hale getirildi. Böylece caminin
orijinalliği korunurken, iç duvarlara ise rutubet
sızması önlenecek. Diğer taraftan bahçenin
zeminindeki taşlar kaldırılarak çok daha düzgün
pürüzsüz yer tuğlaları döşeniyor.
Ulucami'nin kuzeyindeki
alt avludaki şadırvanların üzerleri, orijinalinde
olduğu gibi ahşap kubbelerle örtülecek. Böylece
caminin avlusu da abdest almak isteyenler için daha
korunaklı hale gelecek. İç mekandaki başarılı
restorasyon çalışmasından sonra 6 ay içerisinde
bahçenin de tamamen güzelleştirilmesi ile Ulucami
turizm bakımından tam bir hizmet vermeye başlayacak.
Caminin içinde, görüntü kirliliği oluşturmayacak
şekilde yerleştirilen güvenlik kameraları ile
sürekli gözetleme gerçekleştirilecek. Cami, polis
tarafından 24 saat boyunca MOBESE merkezinden
kameralarla takip edilecek.
Ulucami'nin çevre
düzenlemesini yapan Günçe İnşaat yetkililerinden
Musa Çıkar da, projede bazı değişiklikler olsa da
çalışmaları büyük oranda Ramazan ayına yetiştirmeyi
hedeflediklerini söyledi.
Zaman, Haber: E. Tuna
Alatürk, 09.06.2010
|
TÜRKİYE'NİN 'HAYALET'
MÜZELERİ

Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın verilerine göre Türkiye'de yer alan
bazı müzelerin "sıfır" ziyaretçisi olması nedeniyle
adeta "Hayalet müze" olarak faaliyet gösterdiğini
ortaya koydu.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın 2010 yılı Ocak-Mayıs
ayları içinde müze ziyaretçi istatistikleri, ilginç
bir durumu gözler önüne serdi. Bakanlığın müze
ziyaretçi sayıları istatistiklerinde, özellikle
Anadolu’da yer alan bazı müzelerin, ücretsiz
olmalarına rağmen, ziyaretçi sayıları “sıfır” olarak
görünüyor.
Soruları yanıtlayan
bakanlık yetkilileri ise buralarda ziyaretçi
sayılarının “sıfır” görünmesinin nedenini düzenli
kayıt tutulmaması olarak gösteriyor. Anadolu’daki
söz konusu müzelerden düzenli veri alamadıklarını
söyleyen yetkililer, bu nedenle müzelerin ziyaretçi
sayılarının “sıfır” olarak kayda geçtiğini
belirtiyorlar.
Rize Müzesi

Rize il merkezinde Piri
Çelebi Mahallesi’nde bulunan müze, halk tarafından
Sarı Ev olarak tanınmaktadır. 19. yüzyıl sivil
mimari üslubunda yapılmış olan bu yapı Kültür
Bakanlığı tarafından restore edilmiş ve 1998
tarihinde müze olarak ziyarete açılmıştır.
Rize Atatürk Evi Müzesi

Osman Mataracı'ya ait
tarihi evde, 1984 yılında düzenlenmiş ve ziyarete
açılmıştır. Rize'de Atatürk'ün bir gece konuk olduğu
ev, daha sonra sahibi Mehmet Mataracı'dan yeğeni
Osman Mataracı'ya geçmiştir. Atatürk'ün 100. Ölüm
yıldönümü dolayı sile Atatürk Müzesi yapılmak üzere,
Osman Mataracı evini Rize Özel İdaresine
bağışlamıştır.
Bitlis Ahlat Müzesi

Ahlat Müzesi 1970
yılında teşhire açılmıştır. Müzede daha çok
1965-1991 yılları arasında Çifte Hamam Zaviye ve Ulu
Cami'de yapılmış kazılarda çıkarılan eserler
Selçuklu Dönemine ait figürlerle bezeli seramik
buluntuları sergilenmektedir.
Ordu Müzesi

Ordu Müzesi, il
merkezinde Selimiye Mahallesi'nde (Boztepe yolu
üzerinde) bulunmaktadır. İlimizdeki tescilli eserler
arasında son derece zengin bir taş işçiliğine sahip
konak 1896 yılında Paşaoğlu Hüseyin Efendi
tarafından yapılmıştır. 19. yy. sivil mimarimizin en
güzel örneğini teşkil eden konak, zemin ile beraber
üç katlıdır. Paşaoğlu Konağı; Kültür ve Turizm
Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü
tarafından 1982 yılında kamulaştırılmış, 1987
yılında onarımı tamamlanan konak "Paşaoğlu Konağı ve
Etnografya Müzesi" olarak hizmete açılmıştır. 2.121
adet eser bulunmaktadır.
Çorum Boğazköy Müzesi

Çorum Müzesi
yönetiminde, Çorum’a 82 km. uzaklıktaki Boğazköy
Müzesi 12 Eylül 1966 yılında açılmıştır. Daha önce
bu müze Hattuşaş kazılarından çıkan ve çevreden
toplanan eserlerin bulunduğu bir depo konumunda idi.
Elazığ Arkeoloji ve
Etnografya Müzesi

Elazığ'da ilk müze 30
Nisan 1965 tarihinde, Harput Bucağı'nda bulunan
Alacalı Mescit'te "Harput Müzesi" olarak
kurulmuştur. Sonraki yıllarda bu yapı, toplanan
eserler için küçük geldiğinden, İstasyon
Caddesi'ndeki Elazığ Belediyesi'ne ait bir binaya
taşınmıştır. Daha sonra Keban ve Karakaya Baraj
projeleri çerçevesinde yapılan yüzey araştırmaları
ve kazılarda bulanan eserlerin teşhiri söz konusu
olunca, bina yetersiz kalmıştır. 1971-1972
yıllarında Elazığ Devlet Mimarlık ve Mühendislik
Akademisi Kampüsü (şimdiki Fırat Üniversitesi
Kampüsü)'nde 12.700 m²'lik bir alan müze binası için
tahsis edilmiş ve müze deposu ile idari binaların
yapılmasından sonra, 28 Temmuz 1982 yılında müze
ziyarete açılmıştır.
Harput Müzesi

Elazığ Arkeoloji ve
Etnografya Müzesi'nin yönetimindeki Harput
Müzesi'nde yöresel el sanatları ile etnografik
eserler sergilenmektedir. Müzede Selçuklu, Artuklu,
Dulkadiroğulları ve Osmanlı dönemlerine ait
Elazığ’ın ünlü bakır eserleri, çeşitli araç ve
gereçler, ateşli ve kesici silahlar bulunmaktadır.
Bunların yanı sıra Harput’a özel Çolle denilen
giysiler, Osmanlı subay kıyafetleri, taş mühürler,
cam lambalar ve yazma eserler de sergilenmektedir.
Kahramanmaraş Müzesi

Kahramanmaraş'ta ilk
müze 1947 yılında il merkezinde Ekmekçi
Mahallesi,16. yüzyıldan kalma Taş Medrese diye
bilinen binada kurulmuştur. 1957 yılından sonra
arkeolojik ve etnografik eserleri de kapsamı içine
alarak genişlemiştir. 1961 yılına kadar Taş
Medrese'de hizmet veren müze ihtiyaca cevap
veremediğinden dolayı 1961 yılında Kahramanmaraş'ın
merkezindeki kalede bulunan binaya taşınmıştır. 29
Kasım 1975 yılında ise modern binasına geçmiştir.
Samsun Atatürk Müzesi

Samsun Eski Fuar alanı
içinde 19 Mayıs Galerisi olarak inşa edilmiş bulunan
Atatürk Müzesi, 1 Temmuz 1968'de ziyarete
açılmıştır. Tamamen taş ve renkli mermerlerle inşa
edilen müze binası anıtsal ve etkili bir görünüme
sahiptir. Ön cephesindeki basamaklar ve bir friz
halinde Kurtuluş Savaşı'nı temsil eden kabartmalar
binaya hareket kazandırmaktadır. Müzede Atatürk'e
ait 114 eser teşhir edilmektedir.
Van Müzesi

Geçmişi MÖ 5000
yıllarına değin uzanan Van bölgesinde, bu uzun
tarihi sürecin izlerini günümüze ulaştıran kültür
varlıklarına bölgenin hemen her yanında rastlamak
mümkündür. Bu zenginlik 1930'lu yıllarda Van'da
görev yapan Milli Eğitim Müdürü Mustafa Noyan'ın
dikkatinden kaçmamış ve taşınabilir olan kültür
varlıkları Van merkezinde toplanmaya başlanmıştır.
1932 yılında yapılan bir depo binası Van müzesinin
ilk temelini oluşturmuştur.
Ünye Kalesi

Ünye-Niksar yolunun 7.
km sinde 200 m yüksekliğindeki volkan konisi
üzerinde inşa edilen Ünye Kalesi dört katlı bir sur
sistemiyle korunmuştur. İlk sur, güney doğu yönünde
5 m yüksekliğindeki kale kapısıyla ana kayadan
başlar, arkasındaki küçük platoyu, platodaki
sarnıçları, kaçış gerektiğinde dışarı çıkmak için
yapılmış tünel (potern)i korumaktadır.
Bitlis Etnografya Müzesi

Bitlislilerin eski yaşam
tarzlarıyla ilgili eşyaların bulunduğu müzeyi,
okulları tarafından bilgi edinmek için gönderilen
öğretmen ve öğrenciler ücretsiz gezebiliyor.
Hürriyet, 09.06.2010
|
SİVAS KONGRESİ'NİN YAPILDIĞI BİNAYI SPREYLEDİLER
Tarihi 4 Eylül Sivas Kongresi'nin yapıldığı müze olarak kullanılan binanın duvarına sprey boya ile isimler yazıldı. Görevliler bu yazıyı kapatmak için kireç sürünce, binanın görünümü bozuldu.
Kurtuluş Savaşı öncesi Sivas Kongresi’nde Mustafa Kemal ve delegelere ev sahipliği yapan Atatürk Kongre ve Etnografya Müzesi binasının ön yüzündeki pencere kenarına kimliği belirsiz kişi ya da kişilerce, sprey boya kullanılarak isimler yazıldı. Yazıyı kapatmak için de müze görevlilerince kireç kullanıldı. Ancak kireç sürülen yerlerdeki beyaz leke binanın görüntüsünü bozdu. Olay üzerine polis ekipleri geniş çaplı soruşturma başlattı. Bina duvarına yazı yazan kişileri bulmak için MOBESE kameraları incelemeye alındı. Soruşturma sürerken, binadaki isimlerin silinmesi için kireç kullanılmasına izin verilmesi de tepki topladı. Olayın polis ekiplerinin 24 saat nöbet tuttuğu bölgenin hemen yanında gerçekleşmiş olması şaşkınlıkla karşılandı. Müze geçen yıl, restorasyonunun yapılması için Kültür Bakanlığı’nca TBMM’ye devredilmişti.
Radikal, Haber: Hakan Kaleli, 09.06.2010
|
 |

|
SÖKÜN KÖYÜ'NÜN BOYNU BÜKÜK CAMİSİ
Silifke'de Sökün Köyü ile Kurtuluş Köyü arasında sınırda, yaklaşık bir asırlık tarihi cami, nüfus artışı nedeniyle yetersiz kalınca yanına yapılan yeni cami nedeniyle işlevsiz kalmış ve kullanılmaz olmuştur. Zaman içinde yağmur ve poyrazda taşlar yerinden oynamış, duvarlar çatlamış, sıvaları patlamıştır. Günümüzde depo olarak kullanılmakta olan cami ilgi beklemektedir.
Silifke Forum, 09.06.2010
|
HANLAR BÖLGESİ İÇİN
ÇALIŞMALAR BAŞLIYOR
Kentin yaşayan canlı bir
tarih şehri olması için bugüne kadar yapılan en
kapsamlı çalışmayı hayata geçirmeye hazırlanan
Büyükşehir Belediyesi, tarihi çarşı ve Hanlar
Bölgesi'nin ayağa kaldırılması çalışmaları için
dünyaca ünlü mimar Massimiliano Fuksas'la işbirliği
yapacak.
Son 25 yıldır kapsamlı
bir çalışmanın gerçekleştirilmediği tarihi çarşı ve
Hanlar Bölgesi'nin ortaya çıkarılması kapsamında
konsept proje yapılması için dünyaca ünlü mimar
Massimiliano Fuksas'la anlaşan Büyükşehir, bu konu
üzerinde bir süredir görüş alışverişinde bulunduğu
ünlü mimar Fuksas'ı, bölgeyi daha yakından tanımak
için Bursa'ya getirdi.
Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, Fuksas'la
birlikte düzenlendiği basın toplantısında bölgede
yapılacak çalışmalar hakkında bilgi verdi. Başkan
Altepe, bir tarih başkenti olan Bursa'nın bu
özelliğini ortaya çıkarmak için yoğun çaba içinde
olduklarını söyledi. Tarihi çarşı ve hanlar
bölgesinin Sultan Orhan tarafından oluşturulan bir
semt olduğun belirten Altepe, atılan bu önemli
adımla eski Bursa'da yeni ve büyük bir çalışmanın
başladığını kaydetti. Çarşı ve Hanlar Bölgesi'nin en
çok ziyaret edilen, şehrin nabzının attığı bir yer
olduğunu vurgulayan Altepe, bu bölgede 25 yıl önce
Yıldız
Teknik Üniversitesi tarafından plan çalışmaları
yapıldığını, onun haricinde bu güne kadar kapsamlı
bir çalışma yapılmadığını belirtti. Altepe, Hanlar
Bölgesi'nde bugüne kadar 40'ın üzerinde proje
gerçekleştirdiklerini ifade ederek, bu çalışmayla
bölgeyi tekrar revize edeceklerini söyledi.
Bursa'da hayata geçirdikleri tüm projelerde alanında
uzman isimlerle işbirliği yaptıklarını bu projede de
dünyada mimarlık alanında otorite olan ve birçok
ülkede örnek çalışmalara imza atmış olan ünlü mimar
Fuksas'la çalışacaklarını ifade eden Altepe, aylar
sürecek çalışmanın startını da verdiklerini
kaydetti. Çalışmaların Atatürk Caddesi ile Haşim
İşcan Caddesi arasında kalan bölgeyi kapsadığını
ifade eden Altepe, “Bölgeye nasıl yaklaşılabilir,
koruma kullanma dengesi nasıl olabilir bunları
belirleyeceğiz. Burası kentin kalbiyse, belli
saatlerde hareketlilik olan değil 24 saat canlı olan
bir bölge olmalı. Kent yaşayan bir organizmaysa,
burası da gece gündüz canlı olmalı. Bu konuda
Mimarlar Odası, Şehir Plancıları Odası, ilgili diğer
odalar, sivil toplum örgütleri ve bölge esnafıyla
yapılacak çalışmaları paylaşacağız. Bugüne kadar
riskli gibi görünün birçok işe imza attık. Bu alanda
güzel bir noktaya geldik. Tekel binasının
kaldırılması, Cumhuriyet Caddesi'nde nostaljik
tramvay seferleri gibi korularda somut adımları
atıyoruz. Çalışmalarımız tamamlandığında tarihi
çarşı ve hanlar bölgesi, herkesin görmek istediği,
gezerken
heyecan
duyulacak bir yer olacak” diye konuştu.
Dünyaca ünlü mimar Fuksas ise, bugüne kadar birçok
ülkede önemli projelere imza attığını ancak
özellikle Türkiye ile Çin arasındaki bölgede
çalışmak istediğini belirterek, Bursa Büyükşehir
Belediyesi'nin hayata geçirmeye çalıştığı projenin
çok büyük ve önemli bir proje olduğunu söyledi.
Tarihi bölgeden çok etkilendiğini ve bu projeye iş
olarak bakmadığını ifade eden Fuksas, “Bölgede üç
önemli önceliğimiz var. Birincisi bölgede yaşayan
insanlar, ikincisi kültür ve üçüncüsü ticaret.
Bunlardan biri olmazsa proje başarımız olur. Hayata
geçireceğimiz proje bu üçünün bileşimi olmalı ve
bölge 24 saat canlı olmalı. Önce bölgenin güzel bir
analizini yapacağız, ne yapmamız gerektiğini
anlamaya çalışmalıyız. Tarihi binalar ve sokakların
yapısı çok önemli. Bu topografyayı yeniden organize
etmek gerekir. Öncelikle bölgedeki
araç
yoğunlu azaltılmalı, ulaşımda tramvay, metro gibi
çözümler olmalı. En önemli şeylerden biri de toplu
taşımanın yaygınlaştırılması” dedi.
Bölgeyi bir bütün olarak ele alacaklarını kaydeden
Fuksas, “Bazı yapıları restore etmek, bazı binaların
da cephelerini değiştirmek istiyoruz. Kimseye ‘şu
binanı yıkmak zorundayız demek istemiyoruz. Çünkü en
çirkin bina bile iyi bir çalışmayla
güzel hale gelebilir. Cepheler değişebilir.
Ayrıca bölgeye çok modern binalar da yapabiliriz.
Sadece bölgenin içi değil karşı taraftaki binaların
cepheleri de önemli. Hem hanlar bölgesinin içinde
hem de çevresinde yapmamız gerekenler var. Bazı
satın alımların yapılması gerekebilir. Ticari
faaliyetin artması için yardımlar yapılması
gerekebilir. İki ay içinde proje önemli ölçüde
şekillenmiş olacak” diye konuştu.
Konuşmasının sonunda İsrail'in Gazze'ye yardım
götüren gemilere yaptığı saldırıda yaşamına
yitirenlerle ilgili başsağlığı dileğinde bulunan
Fuksas, Bursaspor'u da unutmadı. Bursaspor'un aynı
başarıyı önümüzdeki yıl da göstermesini temenni eden
Fuksas, “Umarım şampiyonlar ligi maçlarında
Bursaspor Roma ile karşılaşır” dedi.
Bursa Olay, Haber: Seyit
Gündoğan, 09.06.2010
|
NİLÜFER BELEDİYESİ'NE UYGULAMA ÖDÜLÜ
Nilüfer Belediyesi Özlüce Kilisesi'nde yaptığı restorasyon çalışmasıyla Tarihi Kentler Birliği Tarihi ve Kültürel Mirası Koruma Proje ve Uygulamalarını Özendirme Yarışması'nda “Uygulama Ödülü” aldı.
Üye belediyelerin kültürel miras ile tarihi kent dokularını koruma-yaşatma amaçlı çalışmalarıyla katıldıkları yarışmada, 31 belediyeden 49 proje değerlendirildi. Yarışmaya 2009 yıl sonunda ''Özlüce Kilisesi Restorasyon Uygulamaları'' ile başvuran Nilüfer Belediyesi, İTÜ'nün malzeme laboratuarı ile işbirliği yaptığı ve Bulgaristan'da kilise restorasyonlarında çalışmış ustaların deneyimlerinden faydalanarak metruk haldeki yapıyı kültürevine dönüştürdüğü bu çalışma ile jürinin takdirini kazandı. Yarışmada Uygulama Ödülleri'ni Nilüfer, Aksaray, Bergama, Birgi ve Burdur Belediyeleri kazanırken, Proje Ödülleri'ni ise İnebolu, Kula, Niksar, Sivas ve Şanlıurfa belediyeleri elde etti. Yapılan değerlendirmede ayrıca Altındağ, Konak ve Odunpazarı Belediyeleri “Süreklilik Ödülleri”ne , Alanya Belediyesi “Danışma Kurulu Özel Ödülü”ne ve Kütahya Belediyesi de “Tarihi Kentler Birliği Metin Sözen Koruma Büyük Ödülü'ne layık görüldü. Ödüller, 1-3 Ekim 2010 tarihlerinde Tarihi Kentler Birliği'nin kuruluşunun 10. yıl etkinliklerinin de gerçekleştirileceği TKB Kayseri buluşması sırasında sahiplerine verilecek.
Bursa Olay, 09.06.2010
|
 |
'ÇANAKKALE'YE 50 M'LİK
HEKTOR HEYKELİ' HEYECANI

Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, Anadolu'da yaşamış efsane kahraman
Truva Prensi Hektor'un heykelinin Çanakkale'de uygun
bir yere yapılabileceğini, bu sayede ülkenin
tanıtımına ve turizmine katkı sağlanabileceğini
söyledi. Bazı Çanakkaleliler, Şehitler Abidesi'nin
bulunduğu yarımadada Hektor heykelinin uygun
olmayacağını savunurken, İntepe Belediye Başkanı
Alaattin Özkurnaz, heykel için en isabetli yerin,
beldede bulunan 'Hektor Tümülüsü' olduğunu ifade
etti. Özkurnaz, "Her ülkede dünyanın tanıdığı
sembollerin heykelleri yapılıyor. Hektor da bu
kapsamda düşünülmeli" dedi.
Başbakan Tayyip Erdoğan'a Latin Amerika gezisinde
eşlik eden Kültür ve Turizm Bakanı Günay, Rio de
Janeiro'nun sembolü olan 40 metrelik "Kurtarıcı İsa"
heykelini görünce, benzer bir projenin Türkiye'de
uygulanabileceğini söyledi. Günay'ın sözleri
Çanakkale'de heyecan uyandırdı. Vatandaşlar, Truva
savaşının kahramanlarından Hektor'un 50 metrelik
heykelinin Çanakkale'ye yapılmasını ancak
Gelibolu'nun dışında olmasını istiyor.
Günay'ın ilk açıklamasında, "Akdeniz'den
Çanakkale'ye doğru gelen gemilerin görebilecekleri,
Anadolu yarımadasında da bir Hektor heykeli
yapılması iyi olur. Boğazı geçen her gemiden Hektor
heykeli görülsün" sözleri üzerine konu Çanakkale'nin
gündemine oturdu.
Çanakkale halkının, "Hektor heykeli Gelibolu
yarımadasına yapılırsa Şehitler Abidesi gölgede
kalır" görüşünün aktarılması üzerine Bakan Günay
şunları söyledi: "Bize uygun yer tahsisi yapıldıktan
sonra bu projeyi hayata geçireceğiz. En uygun yer
konusunda şurası olsun demenin henüz erken olduğunu
düşünüyorum. Bu konuda arkadaşlar gerekli
çalışmaları sürdürüyor. Ülkenin tanıtımı için ulusal
değerlerimize zarar vermeyen herşey kullanılır."
Truva'nın kahramanlarından Hektor'un tümülüsünün de
bulunduğu İntepe'nin en uygun yer olduğunu söyleyen
belde Belediye Başkanı Alaattin Özkurnaz, Gelibolu
yarımadasının, Çanakkale savaşları ile özdeşleşmiş
bir yer olduğunu hatırlattı. "Burada Şehitler
Abidesi bulunuyor" diyen Özkurnaz şöyle konuştu:
"Beldemiz sınırları içerisinde kalan Hektor Tümülüsü,
bu iş için en uygun alan. Bakan Günay'ın hayaline de
uygun. Çünkü heykel buraya yapılırsa, Şehitler
Abidesi ile karşı karşıya gelecek. Boğaza giren
gemi, ilk olarak, antik çağda 'Boğazın alnı'
anlamına gelen bu yeri görüyor. Abideyle Hektor
heykelinin karşılıklı olması, bence daha manidar
olacaktır."
İntepe Belediyesi'nin yaptırdığı kaidesiyle birlikte
5 metreyi bulan Hektor heykeli geçen yıl açılmıştı.
İzmirli heykeltıraş Tülay Çelikel'in ücret almadan
yaptığı heykelin yerine daha görkemlisinin
yapılabileceği kaydedildi.
HEKTOR KİMDİR?
Hektor, Truva krallarından Priam ve eşi
Hecuba'nın en büyük oğlu, Paris'in ağabeyidir. Ida
dağlarında yaşayan Hektor, tüm zamanların en büyük
savaşlarından biri olarak kabul edilen Truva
Savaşı'nda mücadele eden Truva prensiydi. Bu savaşı
konu alan İlyada destanının da kahramanlarındandı.
Halkı tarafından çok sevilen Hektor, kimsenin
karşılaşmaya bile cesaret edemediği yarı-tanrı
Akhilleus'a (Aşil) karşı durmuş, Truva ordularına
komuta etmiş ve şehrin düşmesini 10 yıl
geciktirmiştir. Sonunda tanrıların tanrısı Zeus,
zaferi Hektor'a ve Truvalılara vermeyi
kararlaştırmışken, tanrıça Hera ve Athena'nın
entrikalarıyla Hektor'un ölüm kararını verir.
Zeus'un emriyle Hektor'u
koruyan tanrılar savaştan çekilir. Efsaneye göre,
Athene Aineas kılığına girer ve Hektor'u savaşa
kışkırır. Akhilleus yanında Hera ve Athena ile
birlikte Hektor'la savaşır ve Hektor'u öldürür. Bu
olay Hektor'u efsanevi bir kahraman yapar. Akhilleus
da, daha sonra savaşırken bir rivayete göre bir
asker, bir rivayete göre Hektor'un kardeşi Prens
Paris tarafından öldürülür.
DÜNYA ÖRNEKLERİ
Kurtarıcı İsa: Brezilya'nın Rio De Janeiro
şehrinde Corcovado Dağı üzerinde, şehrin
sembollerinden biri olan İsa heykeli Türkçe,
"Kurtarıcı İsa" anlamına gelir. 710 metre
yükseklikteki Corcovado dağ treninde yer alan heykel
7 Temmuz 2007'de "Dünyanın Yedi Harikası"ndan biri
olarak seçilmiştir. Fransız heykeltraş Paul
Landowski tarafından 5 yıl içinde yapılan heykel, 30
metre boyundadır. Heykel 8 metre yükseklikteki bir
kaide üzerinde durur ve bin 145 ton ağırlığındadır.
Yalnızca başı 3,75 metre yüksekliğinde olup 30 ton
gelir. Açılmış kollarının genişliği 30 metre tutar.
Heykelin inşası Katolik derneği tarafından, aslen
çirkin telefon direklerini örtmek için sipariş
olarak verilmiştir. Bugün yılda 1 milyon kadar
turist anıtı ziyaret ediyor.
Özgürlük Anıtı: ABD'nin New York şehrindeki
Liberty adası üzerinde inşa edildiği 1886 yılından
bu yara Amerika'nın simgesi olan anıtsal heykel ve
gözlem kulesi 93 metre yüksekliktedir. 1884-1886
yılları arasında inşa edilen heykelin mimarı,
Frederic Bartholdu'dur. Heykelin başındaki tacın 7
sivri ucu 7 kıtayı veya 7 denizi simgeler. Heykelin
meşale tutan sağ elinin yüksekliği 13 metredir.
Meşalenin etrafındaki dehlizde 15 kişi bir arada
dolaşabilir. Heykelin başının genişliği 2 metre,
yüksekliği ise tacı ile birlikte 5 metredir.
Keşifler Anıtı: Portekiz'in başkenti
Lizbon'un Belem semtinde, coğrafi keşifler anısına
yapılmış bir anıttır. Anıt, gemilerin 15 ve 16.
yüzyıllarda bilinmeyen yönlere sefere çıktığı Tejo
nehri kıyısına yapılmıştır. Anıt zeminden yukarı
doğru, 52 metre yüksekliğinde yelkenleri açık bir
karavele benzeyen beton blok şeklindedir. Keşifler
anıtı, Portekizli sanatçılar Cottinelli Telmo ve
Leopoldo de Almeida tarafından 1940 yılında yapılan
Portekiz Dünya Fuarı için tasarlanmıştır.
Budist Guanyin Heykeli: Çin Sanya'da yer
alan, mimarisi ve görüntüsüyle göz kamaştıran
heykel, Uzakdoğu'daki en ihtişamlı heykel sayılır.
108 metre yüksekliğindeki Budha heykeli 2005
Mayıs'ta tamamlanmıştır. Çin'in en güneyinde yer
alan heykelin bir diğer özelliği de üç ayrı yüzünün
olmasıdır.
Leshan Buda Heykeli: "Büyük Aydınlık Dağ"
olarak da adlandırılan E'mei Dağı, Çin'in
batısındaki Sichuan eyaletinin güneyinde, bulunuyor.
E'mei Dağı'nın ana tepesi olan ve "Onbin Buda"
anlamına gelen Wanfuo tepesinin yüksekliği 3 bin 99
metredir.
Anavatan Heykeli: The Motherland Ukrayna'nın
Kiev şehrinin sembolü konumundadır. 1981'de İkinci
Dünya Savaşı'nda ölenlerin anısına yapıldı. Yevgeny
Vuchetich'in eseri olan 62 metrelik heykel,
çevresiyle birlikte 103 metre yüksekliğindedir.
Anavatan Çağırıyor: The Motherland Calls
Rusya Volgograd'dadır. Anıt heykel konumundaki yapı,
1967'de Stalingrad Cephesi'ni anmak için yapıldı. 84
metre yükseklikte, 7 bin 900 ton ağırlığındadır.
Nikolai Hikitin tarafından yontulmuştur. Kılıcının
ucundan gövdesinin en yüksek tepesine kadar olan
mesafe 85 metredir.
Yeni Asır, Haber: Gürkan Düzenli - Nazif Harupçu,
09.06.2010
|
SÜMELA'DA 88 YIL SONRA
İLK AYİN
Trabzon’daki Sümela
Manastırı’nda 1922’den bu yana ilk dini ayin Meryem
Ana yortusunun kutlandığı 15 Ağustos’ta yapılacak.
Kültür Bakanlığı’nın bu
yöndeki 3 Mayıs tarihli kararı dün Fener Rum
Patrikhanesi’ne iletildi. Patrik Bartolomeos 15
Ağustos’ta Sümela Manastırı’nda dini ayini yönetecek
ilk patrik olacak. Tarih boyunca, patrikler 15
Ağustos’ta Sümela’ya değil çeşitli Meryem Ana
kiliselerine gidiyorlardı. Bakanlığın kararına göre
her yıl 15 Ağustos’ta manastır ayin
için
açılacak.
Hürriyet, Haber: Yorgo
Kirbaki, 09.06.2010
|
KÜTAHYA'DA KAÇAK KAZI
OPERASYONU
Kütahya'nın Aslanapa
İlçesi'ne bağlı Aslıhanlar Köyü'nde izinsiz kazı
yaptıkları ileri sürülen 3 kişi suçüstü yakalanarak
gözaltına alındı.
Alınan bilgiye göre,
jandarmaya köy yakınındaki arazide bazı kişilerin
kaçak kazı yaptığı ihbarı yapıldı. İhbar üzerine
harekete geçen jandarma ekipleri, kaçak kazı yapan
R.K, S.D. ve S.K.'yi suçüstü yakalayarak gözaltına
aldı.
Jandarma ekipleri ayrıca
olay yerinde 1 adet kazma, 1 adet kriko, 1 adet
balyoz ve 1 adette manivela ele geçirdi.Jandarma
olayla ilgili soruşturmayı sürdürüyor.
Zaman, 09.06.2010
|
MÜZE SOYGUNU İHMAL
YÜZÜNDEN
Devlet Resim ve Heykel
Müzesi’nden üç tablonun çalınmasıyla ilgili görülen
davanın bilirkişi raporunda, alınan güvenlik
önlemlerini “anlamsız” olduğu vurgulandı.
12 Nisan’da İbrahim
Çallı’ya ait iki ve Şevket Dağ’a ait bir tablonun
çalınmasıyla ilgili müzenin eski güvenlik görevlisi
Veli Topal’ın tutuksuz olarak yargılanmasına
Ankara 16. Asliye
Ceza Mahkemesi’nde devam edildi. Hakim Güven Özkan,
Etnolog Ayhan Saltık’ın hazırladığı bilirkişi
raporunun mahkemeye gönderildiğini söyledi. Raporda,
şöyle denildi:
“Deponun anahtar ve mühürleme aletinin konulduğu
kasanın mühürsüz oluşu, alınmış olan diğer
önlemlerin hepsini anlamsız kılmaktadır. Alarm
sisteminin yaklaşık 2008 yılı başından bu yana bozuk
olduğu belirtilmiştir. Teftiş Kurulu raporları ve
hırsızlık suçunun işlendiği yerde yapılan keşif de
gözönüne alınarak, müzecilik mevzuatına uygun
davranılmadığı, müzede güvenlik açısından bir
zafiyetin olduğu ve hırsızlık olayının da bu zaaftan
faydalanılarak, gerçekleştirildiği kanaatine
varılmıştır.”
Müze Müdürü Ömer Osman Gündoğdu’nun avukatı, rapora
itiraz etti. Sanık Topal’ın avukatı Emrah Güner ise
olay tarihine ilişkin güvenlik kamerası kayıtlarının
istenmesini talep etti. Duruşma, ileri bir tarihe
ertelendi.
Hürriyet Ankara,
09.06.2010
******
OSMAN HAMDİ BEY
TABLOSU DİREKTEN DÖNMÜŞ
Ressam İbrahim Çallı (küçük resim) ve hocası Osman Hamdi Bey
Ankara Devlet Resim ve
Heykel Müzesi’nden, İbrahim Çallı, Şevket Dağ gibi
ünlü ressamların paha biçilmez eserlerinin
çalınmasıyla ilgili açılan dava dosyasına giren bir
tanık ifadesi, müzedeki güvenlik zafiyetini gün
ışığına çıkardı.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı,
Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nden çalınan
tablolarla ilgili soruşturmasını tamamlamış ve
müzenin eski güvenlik görevlisi V.T. hakkında
hırsızlık suçundan
dava açmıştı. Bu dava dosyasına giren bir tanık
ifadesi dikkatleri çekti. Eserlerin çalındığı
tarihte
Kültür ve Turizm Bakanlığı
danışmanı olarak görev yapan Dinçer Erimez,
Şişli 10. Asliye
Ceza Mahkemesi’nde talimatla ifade verdi.
Erimez, şunları anlattı:
“Ben devlet denetimi altında koleksiyon yaparım.
Birçok konuda müzelere bağlıyım. Eski eser ve güzel
sanat eseri toplayanlar beni tanırlar. Ayrıca olay
tarihinde Kültür Bakanlığı’nın danışmanı idim. Bir
gün bana ‘size bir şey göstermek istiyoruz’ diye
gelenler oldu. Bana değişik zamanlarda bu şekilde
danışmaya gelenler olurdu. 1 veya 2 kişi bir tablo
getirdiler. Tabloya baktığımda bu tablonun Ankara
Müzesi’ne ait olduğunu anladım. Çünkü ben
müzelerdeki tabloları genelde bilirim. Denetimlerini
yapmıştım. Şahsa ‘Bunu nereden aldınız’ diye
sorduğumda adam tabloyu alarak kaçtı. Tablo İbrahim
Çallı’nın Osman Hamdi Bey portresi idi.
Ankara’ya ertesi gün gittiğimde bu portrenin
bulunması gereken müzeye gittim. Gittiğimde portre
geri gelmişti. Ben tabloyu gördüğüm için ayrıca
savcılığa bildirmedim. Ama durumu müze müdürüne
bildirmiştim. Müze müdürü bu tablonun bana
gösterildiğinin ertesi günü bahçe duvarından içeriye
atılmış olduğunu ve oradan bulduklarını söyledi.”
Milliyet, 10.06.2010
|
EMEK SİNEMASI'NDA
ZORBALIK

Kapatılan Emek
Sineması'nın bulunduğu binanın katlarına sessiz
sedasız Kamer İnşaat'ın yerleştirildiği iddia
ediliyor. Binanın önüne yerleştirilen kameraya bakan
kişiler, şirketin güvenlik elemanı tarafından ağza
alınmayacak sözlerle tehdit edilip kovalandılar.
Emek Sineması'nın
yıkılmasına karşı yürütülen mücadelenin
bileşenlerinden birisi olan İstanbul Kültür Sanat
Varyetesi üyesi bir grubun, Emek Sineması yanına
yerleştirilmiş olan kamerayı görerek durmaları
üzerine yaşananlar, binada çok ilginç gelişmeler
olduğunu gözler önüne serdi. Altta İstanbul Kültür
Sanat Varyetesi'nden olaya dair yapılan açıklama, ve
binadaki güvenlik görevlisinin buradaki kişilere
dönük zorbalığının kaydını yayınlıyoruz:
08.06. 2010 tarihinde Yeşilçam sokaktan geçmekte
olan bir grup arkadaşımızın gözüne Emek Sineması'nın
hemen yanıbaşındaki kapının üzerine yerleştirilmiş
olan kamera çarptı. Şaşkınlıkla kameraya bakan
gruba, adının İslam olduğu öğrenilen ve kendini bina
sorumlusu olarak tanıtan iri bir şahıs Emek
Sineması'nın üst katındaki pencereden çıkarak kim
olduklarını ve ne istediklerini sordu. Bununla da
yetinmeyen şahıs sokağa inerek gruba yukarıda saniye
saniye dinleyebileceğiniz korkunç anları yaşattı.
Yapılan araştırmalar
sonucunda bina sorumlusu şahsın KAMER İNŞAAT
ŞİRKETİ'nde çalıştığı, şirketin kısa bir zaman önce
Emek Sineması binasının mutelif katlarına sessiz
sedasız, tabelasız yerleştiği ortaya çıktı. KAMER
İNŞAAT'ın Cercle d'Orient ve Emek Sineması'nın
içerisinde yer aldığı adadaki binaları hukuki
alicengizlikle yap-işlet-devret modeliyle 25
yıllığına kiraladığı ve ilgili alanda yer alan
dükkanlara boşaltma tebligatı verdiğine edinilen
bilgiler arasında.
Biz İsyanbul Kültür
Sanat Varyetesi olarak KAMER İNŞAAT'ın binaya nasıl
ve neden yerleştiğini, hangi saiklerle orada
bulunduğunu merak ediyoruz. Eğer KAMER İNŞAAT'ın
amacı tavırları hiç de "yumuşak" olmayan sözde bina
sorumlularını Yeşilçam Sokağı'na salarak, sokaktan
gelip geçenlere saldırıp tehditler savurarak sokağı
yaşanılmaz hale getirmek ise kendilerine
duyuruyoruz: 11 Haziran Cuma akşamı yüzlerce insan o
sokakta olacağız ve Emek Sineması'nı KAMER İNŞAAT'a
bırakmayacağız.
Çünkü EMEK BİZİM
İSTANBUL BİZİM!"
Haber Sol, 10.06.2010
|
SAMSUN'DA 'AMAZON KÖYÜ'
KURULACAK

Samsun Büyükşehir
Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz, Batı Park'ta 50
bin metrekarelik alan üzerine ''Amazon Köyü''
kuracaklarını bildirdi.
Yılmaz, 825 bin metrekarelik Batı Park rekreasyon
alanı içinde oluşturulan Amazon Adası'nın bir
bölümünü ''Amazon Köyü'' olarak düzenleyeceklerini
ifade ederek, hazırlanan proje kapsamında ''Amazon''
olarak adlandırılan kadın savaşçıların yaşadığı
dönemin canlandırılacağını söyledi.
Yılmaz, ''Batı Park'ta 50 bin metrekarelik alan
üzerine Amazon Köyü kurmak için çalışma başlattık.
Yaklaşık 3 yıldır da bu çalışmalarımızı
sürdürüyoruz. Hazırlanan proje kapsamında burada bir
Amazon adası ve kanalı oluşturduk. Bu alanda bir de
köy oluşturmak istedik. Şu anda amazonların
barındıkları çadır ve barınakların yapımını
sürdürüyoruz. Köy tamamlandığında hem eğitim, hem de
turizm amaçlı kullanılacak. Buraya gelenler çağlar
öncesine giderek bir anlamda Amazonların yaşadığı
dönemi gözlemleme imkanı bulacak'' dedi.
Köyde, kadın savaşçıların kullandıkları ok, yay,
giysi ve diğer aletlerin örneklerinin yer alacağını
dile getiren Yılmaz, ''Tarihi yaşatmak istiyoruz.
Geçmişle günümüz arasında köprü olmasını istiyoruz.
Bütün dünyada ilgi çeken Amazonların yaşayışları ve
kültürleri bilinsin istiyoruz'' diye konuştu.
AMAZONLAR
Efsanevi kadın savaşçılar olarak bilinen ve
Thermedon Çayı yöresinde kurdukları Themiskyra
kentinde yaşadığı belirtilen Amazonlar, Eflatun ve
Socrates'in eserleri ile Homeros'un İlyada'sında da
geçiyor. Daha iyi ok atabilmek için sağ göğüslerini
kestikleri çeşitli kaynaklarda rivayet edilen, Hitit
tabletleri ile birçok efsanede adı geçen Amazonlar,
Samsun ve yöresinin tarihi ve kültürel değerlerinden
kabul ediliyor. Amazonlar adına her yıl Terme
İlçesinde festival düzenleniyor.
Ntvmsnbc, 08.06.2010
|
47 YILLIK SEMA HASRETİ
SONA ERİYOR

Evliya Çelebi'nin
Seyahatname'sinde, "Mamur, binası güzel, İrem bağı
gibi içinde limon, turunç ve gülistanı olan bir
mekan..." diye anlattığı Trablus Mevlevihanesi, eski
ihtişamına kavuşuyor. Lübnan iç savaşında yıkılan
392 yıllık tekkenin önümüzdeki ay açılması
planlanıyor.
Osmanlı İmparatorluğu'nun Arap eyaletlerindeki
ikinci büyük Mevlevihane'si uzun bir unutuluşun
ardından restore ediliyor. Samsunlu Ali Paşa
tarafından kurulduğu 1618 yılından bu yana sayısız
badireler atlatan Trablus Mevlevihanesi, TİKA ve
Trablus Belediyesi'nin ortaklaşa yürüttüğü yenileme
projesiyle 47 yıldır mahrum kaldığı sema ayinlerine
yeniden kavuşacak. Mevlevihane aynı zamanda Hz.
Mevlana ve Mevlevilik, Türk kültürü ve sanatı, genel
olarak Trablus tarihi hakkında bilgi veren bir müze
olarak kullanılacak.
Trablus Mevlevihanesi'ndeki çalışmaları yakından
takip eden mimar Halid Tadmori, restorasyon
projesinin tekke civarında da bir hareketliliğe yol
açtığını, savaş sonrası yapılan kaçak binaların
yıkılıp sakinlerinin bir toplu konut sitesine
yerleştirildiğini ve yakındaki 'bitpazarı'nın bir
başka yere taşınması için çalışmaların başladığını
hatırlatıyor. Mimar Tadmori, tekkenin onarılmasının
ve asli işlevine dönecek olmasının neden bu kadar
heyecan verici olduğunu ise şöyle izah ediyor: "Ebu
Ali Nehri'nin kıyısında, kalenin karşısında yer alan
ve sırtını narenciye ve zeytin bahçelerine dayayan
Trablus Mevlevihanesi bu güzel konumuyla
seyyahların, yazarların ve şairlerin en çok övdüğü
mekanlardan biri. Türkiye'deki ve dışarıdaki bütün
Mevlevihaneler arasında 17 ve 19. yüzyıllarda en çok
gravürü çizilen, fotoğrafı çekilen tekkedir ve Türk
Memluk ve Osmanlı mimari tarzlarının karışımını
yansıtmasıyla da bütün tekkelerden ayrılır."
Mevlevihane, direniş öyküsüyle de ayrıcalıklı bir
yerde duruyor. 1955 yılındaki nehir taşkınında büyük
zarar görmesine rağmen, son Mevlevi Şeyhi Enver
Mevlevi'nin vefatına kadar sema ayinlerinin devam
ettiği tekke, asıl darbeyi 1983'te iyice şiddetlenen
Lübnan iç savaşında almış. Semahanenin kubbesi ve
mescide isabet eden bomba ve füzeler, o ana kadar
tekkeyi bekleyen Mevlevi ailesini de ayrılmaya
mecbur bırakmış. Boş kalan binaya yerleşen savaş
mağduru ailelerin hoyrat kullanımına bile direnen
tekke, tarihi kitabesinin, kemer taşlarının,
fıskiyeli havuzunun çalınmasından sonra ise harabeye
dönmüş. Önümüzdeki ay bitmesi planlanan
restorasyonun aslına uygun olması için
Mevlevihane'de büyüyen Riyad Mevlevi'nin
anlattıklarından da istifade ediliyor. TİKA,
Trablus'ta tespit ettiği 180 eseri de ayağa
kaldırmaya çalışıyor.
Zaman, Haber: Ülkü Özel
Akagündüz, 08.06.2010
|
YENİKAPI'DA CAMIN İZİNDE

İstanbul Arkeoloji
Müzesi’ndeki odasında buluşuyoruz Şeniz Atik’le.
Ömrünü cama adamış bir isim. Aynı zamanda, Yenikapı,
Üsküdar ve Sirkeci’de sürdürülen Marmaray
kazılarından çıkan camları inceleyen “üç kadından”
biri. Atik, camlar ilk bulunduğundaki heyecanla
anlatıyor. Çünkü Yenikapı’dan daha önce görülmemiş
formda “bütün” cam eşya çıktı. Geç Roma ve Erken
Bizans döneminin Theodosius liman buluntularını
inceleyen Atik, “Cam çok hassas malzeme olduğundan
parçalanır. İlk defa bu derece büyük ve yekpare
kaplara rastladık” diyor. Bulgular MS 4. yy’dan
8-9. yy’lara uzanıyor. Atik, “Bunlar, 2005-2009
arası çıkan camlar. 2010’da çıkarılanları da
ekleyeceğiz” diyor. Atik, tüme yakın camların
limandaki batıklardan çıktığını, “Bu mucize gibi”
diyerek anlatıyor. “Yeşil, koyu yeşil, mavi, koyu
sarı, zeytin yeşili renklerde camların çıktığı”
dönemde, “Hiç görmediğimiz formlara rastladık. Bal
akışkanlığında hemen katılaşan camı şekillendirmek
dönemin ustalığını gösteriyor” diyor. Bardak ise
yüzyıllarca aynı formda yapıldığından ufak detayları
ayırmak ustalık istiyor. İçine konulan bir madde
nedeniyle, ışık girdiğinde kırmızı renge dönüşen
bardak herkesi şaşırtıyor.
Atik’in verdiği bilgiye göre, “Cam, Roma ve önceki
dönemlerde daha çok mezar hediyesiydi. Sonra günlük
kullanıma girdi. Buluntular arasında 6. ve 7.
yy’larda kullanıldığı düşünülen camdan damacana
ağızları var. Camlar, bardak, kavanoz, kandil, kap,
damacana, boncuk ve bileziğin yanında ağırlık
ölçmede de kullanılmış.
Dr. Atik neden cam gibi hassas bir malzemeyi
seçtiğini ise şöyle anlatıyor: “1970’lerde müdürümüz
rahmetli Necati Dolunay, araştırmak için ‘Sana cam
koleksiyonu kaldı evladım’ dedi. O zamanlar, cam
alanında hiç yayın, envanter yok, malzeme
çalışılmamış. Önce malzemeyi tanımaya çalıştım, on
yılımı harcadım. Yurtdışından faydalandım.”
Birgün, Haber: Şule
Yıldırım, 08.06.2010
|
TÜRKİYE ARKEOLOJİ
LABORATUARI (2)
Türkiye’nin uluslararası
bilim arenasında yüzünü güldüren alan arkeolojidir.
Bunun da nedeni Türkiye’nin sahip olduğu benzersiz
tarihsel, kültürel ve dinsel miras zenginliğidir. Bu
zenginlikle ilgili bilimsel araştırmaları irdelemek
amacıyla her yıl “uluslararası arkeoloji, araştırma
ve arkeometri çalıştayı” düzenleniyor. Çalıştayın
32.’si bu yıl, Türkiye’de bu alanda çeşitli dallarda
çalışan ve 13 ülkeden gelen bilim insanlarının
katılımı ile İstanbul’da yapıldı.
Eskiden Türkiye’de yabancı kazılar, örneğin “Efes”
Avusturya, “Bergama” Almanya, “Gordion” ABD,
“Çatalhöyük” İngiliz kazı heyetlerinin
egemenliklerini taşırlardı. Günümüz Türkiyesi’nde
artık “ulusal” değil “uluslararası-küresel”
heyetlerden söz ediliyor.
Örneğin Denizli’de Hierapolis kazısında İtalyan
başkanın şemsiyesi altında kalabalık bir Norveç
grubu; Çatalhöyük’te İngiliz başkanın yönetiminde
Polonya, Yunan; Türk kazılarında İngiliz arkeologlar
da tarihi kazıyorlar, araştırıyorlar, onarıyorlar,
sergiliyorlar. Bu örnekler elbette arttırılabilir.
Çalıştayın kapanış konuşmasını yabancı arkeologlar
adına yapan Alman Arkeoloji Enstitüsü Başkanı Feliks
Pirson’un şu sözlerine katılmamak olanaksız:
“Çalıştayda tasarımlar arası olumlu birliktelikler
oluşmakta, karşılıklı bilgi alışverişi ve işbirliği
ile çalışma yöntemlerinde düzeltmeler
sağlanabilmektedir. Sonuçta kazanan, arkeoloji
bilimleri ve dünya kültür mirasının önemli bir
bölümünü kapsayan, Türkiye’nin kültür mirası oluyor.
Uluslararası arkeoloji, bu bilgi alışverişinin
sağlanması ve gereken idari çerçevenin
yaratılmasından ötürü, Türkiye Cumhuriyeti’ne ve
özellikle Kültür ve Turizm Bakanlığı’na teşekkür
borçludur.
Ayrıca bu yılki çalıştay, araştırma tasarımlarında
da uluslararası ortaklıkların arttığını belirgin
olarak göstermiştir. Bunun nedeni sadece siyasal ve
stratejik düşünceler değildir. Her şeyden önce,
uluslararası uzmanları kendi tasarımları ile
bütünleştirme çabasıdır. Bu sürecin sonunda -ki bana
göre bu durum oldukça gelişmiştir ve başka bir
seçeneği de yoktur- bilimsel bir girişim, artık,
temelde bir Türk, Amerikan, İtalyan ya da Alman
kazısı olarak değil, tam tersi, uluslararası
kimliklere sahip özel bir tasarım olarak
algılanmalıdır.”
Gerçekten, çeşitli ülkelere dağılmış değişik bilgi
birikimlerinin bir çatı altında toplanması ile
Türkiye arkeolojisi ve insanlık tarihi kazançlı
çıkıyor. Bence 32. çalıştayın en önemli sonucu,
uluslararası yapılanmada sağlanan gelişmedir.
Yabancı Arkeologlar Kaygılı!
Bu olumlu gelişmeye karşılık Kültür ve Turizm
Bakanlığı, yabancı kazı heyetlerinin çalışmalarıyla
ilgili önümüzdeki kazı mevsimi için tepki çeken bazı
önemli önkoşullar koydu. Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürü O. Murat Süslü’nün de açış
konuşmasında vurguladığı bu koşullara bir göz
atalım.
1. Yabancı kazı başkanına ek olarak bir “Türk
eşbaşkanı” gerekecek.
2. Kazılar dört ay sürecek.
3. Yabancı kazıların finansmanı için erken bir
tarihte güvence verilecek.
4. Yabancı kazı bildirileri Türkçeye de çevrilecek.
Son madde gerçekten gecikmiş bir koşuldu. Bakanlık
kazı, araştırma ve arkeometri bildirilerini her yıl
cilt sayısını arttırarak özenle, azimle yayımlamayı
sürdürüyor. Türkçeleri de eklenince bu ciltlerin
artacağını göze alması, Kültür Bakanlığı için
kutlanacak bir karardır. Böylece, Türk öğretim
üyelerinin, öğrencilerinin ve müzecilerin farklı
dillerdeki yabancı kazı çalışmalarını kendi
dillerinde okuyup öğrenmelerine önemli katkı
sağlanacağı kuşkusuzdur.
Ancak ilk üç koşul, yabancı ve hatta Türk
arkeologlarının tepkilerini çekiyor. Pirson, bu yaz
ilk kez uygulanacak olan “Türk eşbaşkan” yönergesine
“biraz şüphe ile baktığını” söyleyerek “Tıpkı bir
aşk ilişkisi gibi, verimli bir bilimsel işbirliğinin
de karşılıklı anlaşma olmadan oluşamayacağını”
anımsattı!
Türk Arkeologlar Derneği de kapanışta yayımladığı
bir bildiride yabancı meslektaşlarına şu sözler ile
destek verdi:
“Yüz yılı aşkın bir sürece sahip köklü bir arkeoloji
geleneğinin bulunduğu ülkemizde son aylarda gündeme
gelen eşbaşkanlık ya da başkan yardımcılığı
uygulamalarının Türkiye arkeolojisinin geleceği için
büyük tehlike oluşturacağı çok açıktır. Türkiye
arkeolojisinin saygınlığına zarar verecek bu
uygulamanın birçok yerli ya da yabancı
meslektaşımızı endişelendirdiği gibi şimdiden
bilimsel etikle örtüşmeyen sonuçlar verdiği
görülmektedir. Bu konunun yeniden gözden
geçirilmesi, özellikle Türk arkeologlarının mesleki
gurur ve etik bir bilimsel rekabet ortamı sayesinde
kazanılan uluslararası düzeyin korunması açısından
önem taşımaktadır.”
Pirson’un “aşk ilişkisi” benzerliği ile “yetki
çatışması” olgusuna dikkati çekerken derneğin “etik”
ve “gurur” bağlantılı sözlerinin altını kazıdığımda
karşıma “kukla eşbaşkanlık” kavramının çıktığını
gördüm. Adet yerini bulsun diye rastgele bir
arkeoloğa yapılan eşbaşkanlık önerisine karşılık,
“Beni Almanya’ya davet edersen, beni ABD’ye
götürürsen” gibilerden “ahlaki olmayan” isteklerin
şimdiden devreye girdiğini saptadım.
Ayrıca, çalıştayda konuşan Türk arkeologları bile
kazılara gönderilen “bakanlık temsilcilerinden”
sıkça ve şiddetle söz ettiler. Hatta “aile
sorunlarını” kazıya taşıyan, “ruhsal bozukluğu”
olan, “diktatör” gibi davranan temsilcilerden
yakındılar.
Eskiden kazılara Osmanlı uzantısı olarak “komiser”
denilen temsilciler gönderilirdi. Amaç, yabancı
arkeologların eser kaçırmalarını (!) önlemekti.
Sonra bu kavram güzel bir davranışla değiştirildi,
“bakanlık temsilcisi” yapıldı. Amaç, ister Türk,
ister yabancı kazıda ortaya çıkacak sorunları; ister
yerel yönetimler, ister bakanlık düzeyinde
çözümleyecek, kazının olağan bilimsel koşullarda
sürmesini sağlayacak bir “sorun
çözücülük-arabuluculuk” öngörüldü. Ancak, yeni
mezun, deneyimsiz bazı temsilcilerin çoğu zaman “baş
belası” oldukları belirlendi. “Temsilci” bile sorun
çözeceği yerde sorunlara neden olurken tepedeki
eşbaşkanın, asıl başkanın çalışma biçim ve yöntemine
ayak bağı olacağı da açık bir gerçektir.
Kazıların 4 ay sürmesi koşuluna Türk Arkeologlar
Derneği, “4 ay gibi bir süre dayatılması gerçekçi
değildir” diye tepki gösterdi. Bazı ülkelerde yaz
tatillerinin kısalığı, öğrencilerin sınavları ile 4
aylık koşulun bağdaşmayacağı bir gerçek. Kapanış
konuşmasında sorunları Bakanlık adına değerlendiren
Melik Ayaz, “Kazı iki ay sürebilir. Örneğin
buluntuların korunması, onarımı gibi çalışmaları
heyetteki başka uzmanlar sürdürerek bu süreyi dört
aya yayabilirler” dedi.
Türk arkeologlar yalnızca kamu kaynaklarından
yararlandıklarından, vergi yasaları olanak verdiği
halde özel kurumlardan maddi destek
sağlanamadığından yakındılar. Yabancı arkeologlar
adına Pirson, 3. koşulu özetle şöyle eleştirdi:
“Arkeoloji de günümüzün ağır ekonomik gerçeklerine
ayak uydurmak zorundadır. Siyasal ve ekonomik
gelişmeler, gelecek yıllardaki çalışmalarımızda para
bolluğu ile karşılaşacağımız ümidini ne yazık ki
vermiyor. Günümüzde bile bütçelerin büyük bölümü,
her yıl değişen kaynaklardan ve hamilerden
sağlanıyor. Genel Müdürlüğün tasarımların mali
kaynakları konusunda iyice erken bir tarihte güvence
istemesini çok iyi anlıyorum. Ancak, paranın bir yıl
önceden güvencesinin verilmesi olanaksızdır.”
Çalıştayda konuştuğum yabancı arkeologlar, bu ağır
koşullardan dolayı Türkiye’den ayrılmayı, Kafkasya
ile Orta Asya ülkelerine kaymayı araştırdıklarını da
söylediler. Böyle olursa kaybeden Türkiye’nin bu
alanda dünyadaki bilimsel öncülüğü olacaktır!
Cumhuriyet, Yazı: Özgen
Acar, 08.06.2010
|
BEYŞEHİR'DE TARİHİ KALE
KAPISI ONARILACAK
Konya'nın Beyşehir
İlçesi İçerişehir Mahallesi yerleşim sınırları
içerisinde yer alan ve yıkılmaya yüz tutan tarihi
kale kapısının restore edilerek koruma altına
alınacağı bildirildi.
Beyşehir Belediye
Başkanı İzzet Taşcı, yaptıkları girişim üzerine
tarihi kale kapısının restorasyonu için çalışmaların
başladığını söyledi. Konya İl Kültür ve Turizm ile
Müzeler Müdürlüğü'nün konuyla ilgili çalışmalar
yürüttüğünü vurgulayan Belediye Başkanı Taşcı,
“Restorasyon çalışması ile ilgili olarak
yetkililerimize belediye olarak gerek hafriyat,
gerekse yapım aşamasında her türlü desteği
vereceğimizin taahhüdünde bulunduk. Kültür ve Turizm
Bakanlığı'na kale kapısının restoresi ile ilgili
teklifin gönderildiğini öğrendik. Bakanlıktan bu
konuda olur bekleniyor. Olur geldiği zaman
restorasyon çalışmalarına en kısa sürede
başlanacağına inanıyorum" dedi.
İçerişehir
Mahallesi'ndeki tarihi kale kapısı ile ilgili olarak
verilen tarihsel bilgiler ise şöyle:
Türkiye Selçuklu Devleti Sultanı II. Mesud döneminde
Beyşehir'e hakim durumdaki Eşrefoğlu Seyfeddin
Süleyman Halil Bey tarafından yaptırılmış ve içinde
kalan şehre "Süleymanşehir" adı verilmiştir. Bugün
sadece kuzey kapısı ayakta kalan kalenin surları
tamamen yıkılmış ve temelleri büyük ölçüde toprak
altında kalmıştır. Memduh Yavuz surların geçtiği
yerleri şöyle tanımlıyor: Çemçem çeşmesinin
karşısında kereste dairesi arkasında, gölün
kıyısından, balıkhanenin 30 metre kadar şarkından
geçerek şimale karşı kırılır ve şimal kapısında
biter. Burada tarifi yapılan bölge günümüzde
İçerişehir Mahallesi olarak bilinmektedir. Kaleden
bize kalan en belirgin bölüm olan kale kapısının eni
2.80 metredir. Kemeri beyaz ve kara 11 taştan
yapılmıştır. Kapının iki tarafında dışarıya taşan ve
kapıyı koruyan burçlara ait kalıntılar vardır.
Kapının yerden yüksekliği 7 metredir.
Turizm Gazetesi,
08.06.2010
|
ZEUGMA'DA KAÇAK KAZI
YAPTILAR
Nizip İlçesi'ne bağlı
Belkıs Köyü yakınlarında bulunan Zeugma antik kenti
sit alanı içerisinde kaçak kazı yaptıkları
iddiasıyla 2 kişi gözaltına alındı.
Alınan bilgiye göre,
Zeugma antik kenti sit alanı içerisinde kaçak kazı
yaptıkları tespit edilen Ramazan R. ve Abdullah S.
kazı malzemeleriyle birlikte Nizip İlçe Jandarma
komutanlığı ekipleri tarafından suçüstü yakalandı.
Gözaltına alınan Ramazan R. ve Abdullah S.'nin
işlemlerinin ardından adliyeye sevk edilecekleri
bildirildi.
Gaziantep 27 Gazetesi,
08.06.2010
|

 |
'YERALTI ÖĞLE YEMEĞİ' 30 YIL SONRA GÜN IŞIĞI GÖRDÜ
Fransız arkeologlar bir kazı çalışması sonucunda bundan yaklaşık 30 yıl önce masaları, sandalyeleri, yiyecekleri ve içecekleriyle birlikte gömülmüş bir 'pikniği' ortaya çıkardı.
23 Nisan 1983'te Fransa'da 100 kişi Versailles yakınındaki bir şatonun bahçesindeki dev piknik masasının etrafında oturmuştu. Yemeğin sonuna doğru konuklar çatal bıçakları bıraktı. Daha sonra piknik masasını her şeyiyle birlikte daha önceden kazılmış bir hendeğe gömdüler.
Bu tuhaf etkinliğin arkasındaki isim, Daniel Spoerri adlı İsviçreli bir sanatçıydı. Spoerri, Yemek Yeme Sanatı adı verilen bir akımın önde gelen isimlerinden biriydi ve konukları Fransa'nın ünlü yeni gerçekçi sanatçılarından, yönetmenlerinden ve eleştirmenlerinden oluşuyordu. Déjeuner sous l'herbe (Yeraltı Öğle Yemeği) adı verilen bu etkinlikteki amaç, zamanın ve şimdiki anın doğasını keşfetme amaçlı bir 'ziyafet-performans' yaratmaktı. 27 yıl sonra bugün bir grup Fransız bilim insanı, bu sanatsal etkinliği kazıyı yaparak yeniden yaşama döndürdü. Bu kez amaç en son arkeoloji tekniklerini test etmekti. Bazıları bunun modern sanat tarihinin ilk arkeolojik kazısı olduğunu öne sürerken, şimdi 80 yaşında olan sanatçı Spoerri ve birkaç konuğu pikniğin ortaya çıkarılması sırasında hazır bulundu. Sanatçı ve konuklar, şişelerin ve tabakların hala yerinde durdugunu ancak yiyeceklerin yerinde yeller estiğini gördü. Plastik malzeme kullanmadıklarını söyleyen sanatçı, tabakların bu kadar iyi durumda kalmalarını "Korkutucu" diye niteledi.
Radikal, 08.06.2010
|
TARİHİ ESER OPERASYONU
Muğla ve ilçesi Milas
başta olmak üzere dört ilde, tarihi eser
kaçakçılarına yönelik düzenlenen eş zamanlı
operasyonlarda gözaltına alınan aralarında bir
komiser ile jandarma astsubayın da bulunduğu 24 kişi
adliyeye sevk edildi.
Ekipler, Aydın’ın Didim,
Kuşadası,
İzmir’in Çeşme,
Muğla merkez, Milas, Bodrum, Marmaris, Yatağan,
Datça, Köyceğiz ve Ortaca ilçeleri ile
İstanbul’daki
tarihi ören yeri ve sit alanlarındaki kaçak
kazılarda buldukları tarihi eserleri yurtiçi ve
dışında pazarladıkları ileri sürülen bir çeteyi bir
yıl süreyle takibe aldı.
Jandarma dört ilde,
Milas yakınındaki antik kentin adından esinlenilerek
“Labranda” adı verilen eş zamanlı operasyon
düzenledi. Operasyonda, C.Ö., E.Ö., F.Y., Ö.T.,
K.S., T.M., M.Ü., T.Ç., H.Ö., E.Y., F.Ç., H.A.,
S.G., Y.E., A.B., M.Ç., R.Ç., A.S., C.E., T.D., K.G.
ve H.N. ve ismi açıklanmayan bir komiser ile
jandarma astsubay gözaltına alındı.
Hürriyet Ege, Haber:
Oktay Çayırlı, 08.06.2010
|
SULTANAHMET ARTIK
YAYALARIN MEYDANI

Ayasofya Müzesi, Topkapı
Sarayı ve Sultanahmet Camii’nin de içinde yer aldığı
meydan araç trafiğine kapatıldı. Meydana resmi
araçlar ve turist araçlarıysa kısa süreliğine giriş
yapıp çıkacaklar. Turist otobüslerinin beklemesi
süresi 15 dakika. Meydanın araç trafiğine
kapatılmasına ilişkin dün yapılan çalışmaları
izleyen Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, şu
bilgileri verdi: “Buradaki trafik, tarihi eserlerin
ve dokunun kavranmasını zorlarlaştırıyordu. Şimdi
insanlar rahatlıkla Sultanahmet’e gelecekler.
Sultanahmet Meydanı ve çevresine artık sadece resmi
araçlar ile turist araçları girebiliyor. Bunlar da
belli bir süre için girebiliyorlar. Yani turist
araçları 15 dakika içerisinde burayı terk etmek
zorunda. Ambulans, zabıta araçları, valiliğin
araçları, polis araçları girecekler ama onlar da
beklemeyecekler. Sahilde özellikle turist
otobüslerinin rahat kalabileceği bazı yerler de
yaptık.”
Radikal, 08.06.2010
******
SULTANAHMET MEYDANI,
17 MİLYON LİRAYA YENİLENECEK

Her gün birçok ülkeden
turisti ağırlayan Sultanahmet Meydanı ve Ayasofya
çevresi önümüzdeki aylarda yeni bir çehreye
kavuşacak. Meydan araç trafiğine kapatıldıktan sonra
tüm kaldırım ve yer döşemeleri yenilenecek. Fatih
Belediye Başkanı Mustafa Demir, 17 milyon TL tutacak
düzenlemeyle ilgili projenin Anıtlar Yüksek Kurulu
tarafından onaylandığını kaydetti.
İstanbul'un tarihi eserleriyle açık hava müzesi
özelliği taşıyan Sultanahmet Meydanı ve Ayasofya
çevresi araç trafiğine kapatıldıktan sonra tüm
kaldırım ve yer döşemeleri yenilenecek. Zemininde
onlarca farklı taşın bulunduğu meydan tek tip taşla
yeniden inşa edilecek. Meydan düzenlemesiyle ilgili
projenin hazırlanarak Anıtlar Yüksek Kurulu'ndan
geçtiğini belirten Fatih Belediye Başkanı Mustafa
Demir, "Proje, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti
Ajansı'nın desteğiyle gerçekleştirilecek. Çalışmalar
için yaklaşık 17 milyon TL tutarında bir bütçe
ayrıldı. Bu oldukça geniş kapsamlı bir proje.
Sultanahmet'in her tarafı değişecek, ancak yapıda
radikal bir değişiklik söz konusu değil." diye
konuştu.
Çalışmalar kapsamında meydandaki tüm kaldırımlar
yenilenecek. Meydan çevresindeki tüm yapıların dış
yüzeyine belediyenin desteği ile peyzaj düzenlemesi
yapılacak. Yerli ve yabancı turistlerin birçok
önemli tarihi eseri Sultanahmet'te bir arada görme
şansına sahip olduğunu dile getiren Fatih Belediye
Başkanı Demir "Sultanahmet bizim gözbebeğimiz. Ancak
burada 50 metre yürüdüğünüzde 10 farklı taş
görürsünüz. Burada doğal taş da var, beton
elemanları da. Bu kötü bir görüntü oluşturuyor. Bu
sebeple biz burayı Sultanahmet'in tarihi ve turistik
dokusuna uygun olarak ele alacağız. Öte yandan
düzenleme çalışmaları bittikten sonra da burasını
tamamen yayalaştıracağız. Artık bu bölgeye araç
girmeyecek." dedi. Proje kapsamındaki çalışmaların
bu yıl içerisinde tamamlanması bekleniyor.
Zaman, Haber: Yasin Kılıç, 10.06.2010
|
ANKARA ELMADAĞ MÜZESİ
SOYULDU
Elmadağ’da bulunan
1925-30 yılları arasında Halkevi, 1930-44 yılları
arasında ise belediye binası olarak hizmet verirken
2008 yılında müzeye dönüştürülen tarihi konak,
soyuldu. 2008 yılında dönemin
CHP’li Belediye
Başkanı Ömer Ağa Kurt tarafından restore edilen
tarihi Elmadağ Konağı, müzeye dönüştürüldü. Bu
kapsamda Elmadağ yöresine ait antik eşyalar,
vatandaşlar tarafından sergilenmek üzere hibe yolu
ile müzeye teslim edildi. İlçede 2 bin 500 metrekare
alan üzerinde kurulan müze, aynı zamanda Elmadağ’da
nişan, düğün ve sosyal etkinliklerde kullanılmak
üzere dönemin Belediye Başkanı Ömer Ağa Kurt
tarafından hizmete açılmıştı.
Ancak müzeye dönüştürülen tarihi binadaki antik
eşyalar, bir süre önce hırsız yada hırsızlar
tarafından soyuldu. Elmadağ’ın
CHP İlçe Başkanı
olan eski Belediye Başkanı Ömer Ağa Kurt, hırsızlık
olayına bir anlam veremediğini belirtirken, “Tarihi
binayı restore edip, müzeye dönüştürdük. Burada
Elmadağ’ın tarihi ve kültürü yatıyordu. Ancak
güvenlik tedbiri alınmadığından Elmadağ’ın tarihi
hırsızlar tarafından talan edildi. Bu tarihi binanın
yıkılıp, yerine hamam yapılacağı duyumlarını da
alıyoruz. Elmadağ’ın tarihinin yok edilmesi yerine,
buranın şehit ailelerine verilmesini istiyoruz”
dedi. Kurt, başta antik değeri bulunan ve tamamı el
yapımı olan 100-200 yıllık halı ve kilimler, ev ve
mobilya eşyaları dolaplar, masalar, sandalyelerle
yastıkların yok olduğunu söyledi. Elmadağ Emniyet
Müdürlüğü, hırsızlık olayı ile ilgili çalışma
başlatırken, Belediye ise müzeden çalınan eşyaların
envanterini tek tek tespit etmeye çalışıyor.
Hürriyet Ankara, Haber:
Hüseyin Özbalı, 08.06.2010
|
TOPLU GLADYATÖR MEZARI
İngiltere’nin York
kentinde arkeologların, 2004’te 18. yüzyıla ait bir
malikanenin bahçesinde buldukları toplu mezarın,
aslında dünyanın en iyi korunmuş gladyatör mezarlığı
olduğu ortaya çıktı.
York
Arkeoloji Vakfı’nın
keşfi, baş rolünde Russell Crowe’un oynadığı beş
Oscar ödüllü tarihi
aksiyon filmi “Gladyatör”ün ana karakterinden yola
çıkılarak “York’un Maximus’u bulundu” şeklinde
yorumlandı.
Milattan sonra 1. ila 4. yüzyıl arasında yaşadığı
tahmin edilen seksen sağlıklı genç erkeğin
iskeletinin bulunduğu mezar alanı, önce toplu
idam kurbanlarının
gömülü olduğu bir bölge zannedildi. Ancak geniş
çaplı adli incelemeler sonucunda, çoğunun kafası
kesik olan erkeklerin vücutlarında ayı ya da bir
kaplana ait olduğu düşünülen ciddi diş izleri,
ölümcül silah yaraları keşfedildi.
Ayrıca iskeletlerin birer kolunun, küçük yaştan
itibaren silah eğitimi almış olmalarından dolayı
daha güçlü olduğu belirlendi. Vakıf yetkililerinden
Kurt Hunter-Mann, kalıntıların
Akdeniz’den
İngiltere’ye, henüz
keşfedilmemiş bir amfitiyatroda dövüşmek üzere
getirilmiş olan gladyatörler olması ihtimalinin son
derece yüksek olduğunu açıkladı. Romalıların
gladyatör dövüşlerini İngiltere’ye 2 bin yıl önce
getirdiği ve tanıttığı tahmin ediliyor.
Milliyet, 08.06.2010
|
|

 |
TARİHİ DOKUR EVİ RESTORE EDİLDİ
Uşak Belediyesi tarafından başlatılan tarihi Dokur Evi’nin restorasyon çalışmaları tamamlandı. Eski Uşak evlerinin aslına uygun olarak restore edilerek yeniden kullanılır hale getirmek amacıyla yürütülen çalışmalar kapsamında restore edilen tarihi Dokur Evi, Uşak Halıları Dokuma Atölyesi olarak kullanılacak.
Uşak Belediye Başkanı Ali Erdoğan’ın seçimlerden önce vaat ettiği projeler arasında yer alan tarihi Dokur Evi aslına uygun olarak restore edildi. Eski Uşak evlerinin tipik örneklerinden ve tarihin günümüze yansılamalarından biri olan Dokur Evi'nin Uşak Halıları Dokuma Atölyesi olarak kullanılacak. Uşak Belediyesi, Dokur Evi’nde halı kursu açarak kursiyerlere eğitim verecek.
İŞKUR İşbirliği ile çalışması planlanan kurslarda gençler eğitim alacak. Belediye Başkanı Ali Erdoğan konuyla ilgili olarak yaptığı açıklamada şunları söyledi; “ Geçmiş dönemlerde çok yaygın olarak halıcılık evlerin altında oluşturulan özel bölümlerde yapılır, hem de üstünde yaşanırdı. Uşak’ın tipik eski evlerinden biri olan Dokur Evi’nde aynı şekilde kullanılmış. Ancak farklı olarak halıcı değil de mutafçılık (Keçi kılından dokunmuş veya örülmüş çul, çuval, yem torbası vb. dokumak) yapılmış. Türk Evi karakteristiğinin izlerini taşıyan Dokur Evi ise dış sofalı bir Uşak evidir. Sofa, eski değim ile salona benzeyen yazın oturulup kalkılan çevresi açık bölümdür. Evde misafirlerin kabul edildiği başoda, aynı zamanda ailelerin yaşadığı odalar vardır.Uşak’ta o dönem yaygın olarak kullanılan hem işyeri hem de konut olarak kullanılan evlerden bir tanesidir. Tarihi evi restore ederek yeniden kullanılır hale getirmekten mutluluk duyuyoruz. İmkanlar ölçüsünde bundan sonra da tarihi evlerimizi restore etmeye devam edeceğiz”
Uşak Kent Haber, 08.06.2010
|
MİMAR SİNAN'IN KAFATASI
NEREDE?

1935 yılında sıcak bir
yaz günüydü. Her şey Mimar Sinan'ın ölümünden tam
347 yıl sonra 1 Ağustos günü oldu. Tarihin
yetiştirdiği en büyük mimari deha Mimar Sinan'ın
kafatası mezarından çıkarıldı. Mimar Sinan'ın
kafatası mezarından nasıl ve neden çıkarıldı? Kim
çıkardı? Kafatası şimdi nerede? İşte Mimar Sinan'ı
kayıp kafatasının sırlarla dolu hikayesi...
"1935'te Ankara'dan İstanbul'daki Süleymaniye
Külliyesi'ne 3 kişi geliyor" diyen Marmara
Üniversitesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof.Dr.
Selçuk Mülayim, Sinan'ın kafatasının mezarından
nasıl çıkarıldığını şöyle anlatıyor:
"Türk Tarihini Araştırma Kurumu üyeleleri Hasan
Ferit Çambel, Atatürk'ün manevi kızı Afet İnan ve
Şevket Aziz Kansu, Süleymaniye külliyesine gelip
Sinan'ın mezarını kazmaya başlıyor.
Mezarı dikkatle kazıyorlar. 1-2 metre sonra iskelet
dağılmış olarak fakat kafatasını sapasağlam
buluyorlar. Antropolog Şevket Aziz Kansu derhal
fırçasıyla kafatasının tozunu toprağını temizliyor.
Pergeli ve ölçüm aletleriyle kafatasını ölçüyor.
Kafatasının brakisefal olduğunu anlıyor. Ve
arkadaşlar Sinan Türk'tür diyor."
Kafatası neden mezardan çıkarıldı?
Mimar Sinan'ın kafatasının neden mezarından
çıkarıldığı sorumuzu ise Prof.Dr. Selçuk Mülayim
şöyle açıklıyor:
"1930'lu yıllardan itibaren Avrupa'da ırkçılık
yükseliyor. 1935--37 yılında başta Almanya olmak
üzere ırkçılığın nerelere tırmandığını biliyoruz.
İkinci Dünya Savaşı'nı patlatıncaya kadar yükselen
bir gerilim var. Marmara Üniversitesi Sanat Tarihi
Bölüm Başkanı Prof.Dr. Selçuk Mülayim, dönemi şöyle
anlatıyor: "Batıda o dönemde şöyle bir kanı var.
Beyaz ırktan olmayan hiç kimse uygarlık tarihinde
yüksek noktalara ulaşamaz. Avrupa ülkelerinde o
günlerde dünyanın en büyük mimarı olarak kabul
edilen Mimar Sinan sizden değil iddiası vardı. Bu
şekilde onlarca kitap var. Mimar Sinan'ı Macar,
Ulah, Sırp ve Avusturyalı gibi Avrupa'da bir yerlere
bağlıyorlardı."
Oysa Mimar Sinan bu topraklarda doğdu. Kayseri
Ağırnas doğumlu. Batıdaki iddialar karşısında
Ankara'daki Türk Tarihini Araştırma Kurumu daha
sonraki adı Türk Tarih Kurumu olacak olan kurum
"Mezarını açıp kafatasına bakalım" şeklinde karar
alıyor.
Mimar Sinan'ın kafatasının mezarından çıkarılmasıyla
ilgili o dönemde gazetelerde haberlerin yer aldığına
işaret eden Marmara Üniversitesi Sanat Tarihi Bölüm
Başkanı Prof.Dr. Selçuk Mülayim, "Şevket Aziz Kansu,
kafatasının kurulacak Antropoloji Müzesi'ne
konulacağını söylüyor. Ama hiçbir zaman Antropoloji
Müzesi kurulmuyor. Mimar Sinan'ın kafatası da kayıp.
İşte tartışmalar buradan çıkıyor. Nerede, kim
kaybetti, nasıl kayboldu?" diyor.
Prof.Dr. Selçuk Mülayim, kazıdan tam bir gün sonra
yaşananları şöyle anlatıyor: "Atatürk
İstanbul'dadır. Florya Köşkü'ne gelmektedir. Kazıyı
gerçekleştiren heyet heyecanla Köşke gidiyor.
Yanlarında bu defa General Kazım Dirik de var.
Ağustos ayı sıcak bir gün. Akşam yemeği yeniyor.
Uzun ve hararetli konuşmalardan sonra konu buraya
geliyor. Yaptıkları işi heyecanla anlatıyorlar."
"O gün Florya Köşk'ünde Atatürk'ün tepkisi ne oluyor
bilmiyoruz" diyen Prof. Selçuk Mülayim, " Bununla
ilgili hiçbir kayıt yok. Ancak el yazısıyla bir
belge var elimizde. Atatürk kağıdı alıp sadece
şunları yazıyor.
'Türk Tarihi Araştırma Kurumu'na
Sinan'ın heykelini yapınız. Gazi Mustafa Kemal. "
Sadece iki satır. Atatürk böyle bir istekte
bulunuyor. Aradan 20 yıl geçiyor. Sinan'ın ilk
heykeli Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya
fakültesinin bahçesinde 1957'de açılıyor. İşte
banknotlarımız üzerinde de basılan Sinan resmi bu
heykeldendir.
Prof.Dr. Selçuk Mülayim, şöyle devam ediyor:
"Sinan'ın kafatasına ne olduğu bilinmiyor. Ancak
1936 yılında Ankara Halk evinde Mimar Sinan'la
ilgili bir yıldönümü kutlaması sırasında
izleyicilere Mimar Sinan portre resmi dağıtılıyor.
'Bu resim kafatasına göre yapıldı doğru bir
resimdir' deniliyor. 1936'da kafatası Ankara'daydı
ama nerede olduğunu bilmiyoruz. Şevket Aziz
Kansu'nun ölümüyle de birlikte izler iyice
siliniyor. Kafatası mezarda değil. Daha sonraki
dönemde yapılan restorasyonlarda Sinan'ın mezarı
tekrar açıldı. Kafatasının yerinde olmadığı görüldü.
Herşey olabilir."
Yüzlerce kafatası ve kemiğin bulunduğu Ankara Dil
Tarih ve Coğrafya Fakültesi'ndeki kafatası
koleksiyonuna işaret eden Prof.Dr. Selçuk
Mülayim, "Mimar Sinan'ın kafatası bu koleksiyonun
içerisinde olabilir. İnceleme yapılmalı. Ankara'daki
kafatası koleksiyonlarında ölçü kontrolü
yapılabilir. Ancak Şevket Aziz Kansu'nun Sinan'ın
kafatasıyla ilgili aldığı ölçülerin de elimizde
olması lazım. Ben bununla ilgili bir belgeye
rastlamadım. O kayıtlar varsa şayet bulunmalı"
açıklamasını yapıyor.
Antropolog Şevket Aziz Kansu'nun yine aynı
dönemlerde başka mezarları da açtığı belirten
Prof.Dr. Selçuk Mülayim, "Ankara Dil Tarih Coğrafya
Fakültesi'nde yer kafataslarının büyük bir kısmının
altında kimin olduğunu yazılı. Fakat kimin olduğu
bilinmeyen kafatasları da koleksiyonda yer alıyor.
Prof.Dr. Selçuk Mülayim, Mimar Sinan ile ilgili bir
ay sonra yayımlanacak "Sinan bin Abdülmennan"
kitabında detaylı bilgilere yer vereceğini ifade
ediyor.
Batılı ülkelerin iddiaları nedeniyle başka
mezarlarında açıldığını ifade eden Prof.Dr. Selçuk
Mülayim, "Selçuk Aziz Kansu başka mezarları da
açıyor. Bazı Selçuklu hükümdarlarının da kafatasları
çıkarılıyor. Selçuklu sultanlarının çıkarılan
kafataslarının bir kısmı yerlerine konmuş. Ancak
Alaaddin Keykubat ve İkinci Kılıçarslan gibi
sultanların kafataslarına ne olduğu bilinmiyor"
şeklinde konuşuyor. "Mezar çok zorlayıcı bir sebep
olmadıkça açılmamalı" diyen Prof.Dr. Selçuk Mülayim,
"Kriminal ya da bilimsel araştırma nedeniyle
açılabilir. Mezarı açıp, bilimsel araştırma için
inceledikten sonra kafatasının kalıbı alınıp,
boyutlarını öğrenip tekrar mezara konulabilir"
görüşünü dile getiriyor.
Sabah, Haber: Nilüfer
Şensöz, 07.06.2010
|
KAPALIÇARŞI MÜZE Mİ
OLACAK?
Osmanlı
İmparatorluğu'nun en şerefli ve büyük padişahı Fatih
Sultan Mehmet Han Hazretleri ekonomiyi canlandırmak
için ticaret merkezi olarak Kapalıçarşı'yı
kurdurmuş.
Kapalıçarşı (K.çarşı), yaklaşık 550 yıllık
geçmişinde deprem ve yangın gibi olumsuzluklara
göğüs germiş, günümüzdeki alışveriş merkezlerine
örnek, ancak onlardan farklı özellikleriyle tarihin
en eski ticaret merkezi olarak ayakta duruyor. Son
yıllarda Topkapı Müzesi, Ayasofya ve Sultanahmet
camilerini içine alan Tarihi Yarımada'da, ulaşım ve
çevre düzenlemeleri açısından bir değişim
gözleniyor. Bölge ticari görünümden, turistik
görünüme doğru kayıyor. Sirkeci'den, Sultanahmet
semtine doğru; turistik oteller, kafeler, lokantalar
ve turistik eşya satan mağazaların sayısı her geçen
gün artıyor. Yaklaşık 10 yıl öncesinde bölgedeki
toplu ulaşımın tramvayla yapılmaya başlanmasıyla
bazı yollar motorlu taşıt trafiğine kapatılmıştı.
Bölgede yeterli otopark alanlarının olmaması ve
sınırlı sayıdaki yolların taşıt trafiğine açık
olması nedeniyle gün içinde yoğun trafik sıkışıklığı
yaşanıyor. Son aylarda söz konusu bölgede, yerel
yönetimlerin yoğunlaşan çevre düzenlemeleriyle
gelecek haftadan itibaren, turistik bölge statüsünde
alınan Tarihi Yarımada ulaşımının tramvayla
yapılmasına ağırlık verilerek gün içinde bölge
neredeyse tamamen taşıt trafiğine kapatılıyor. Mal
sevkiyatı veya diğer gereksinimleri için bölgedeki
bazı yollar sadece gece saatlerinde trafiğe açık
olacak.
K.çarşı her ne kadar tarihi geçmişi itibarıyla
turistik bir mekan gibi görünse de, müşterilerinin
yüzde 70'i yerlilerden oluşuyor. Ayrıca bu mekanın
bir bölümü, son 40 yıldan beri bir finans merkezi
olarak çalışıyor. Bugün eski gücünü yitirmiş olsa
da, daha birkaç yıl öncesine kadar Türkiye'deki
döviz ve altın fiyatları K.çarşı'daki serbest piyasa
olarak bilinen 'Ayaklı Borsa'da belirleniyordu.
Halen de, döviz ve altın ticaretinin yoğun olarak
işlem gördüğü, bir finans merkezi olma özelliğini
koruyor. Ne zaman piyasalarda bir hareketlenme olsa,
görsel ve yazılı basında K.çarşı'da oluşan döviz ve
altın fiyatları yansıtılıyor. K.çarşı'da, ağırlıklı
olarak mücevherci, kuyumcu, gümüşçü, halıcı, derici
ve diğerleri olmak üzere, 11 sektörden perakende
satış mağazası faaliyet gösteriyor. K.çarşı'ya
mücevher ve altın alışverişi için gelen yerli
müşteriler yanlarında, ya kıymetli eşya veya yüklü
miktarda para taşıyor. Bu müşterilerin çarşıya
ulaşımda, bölgedeki toplu taşıma aracı tramvayı
kullanmaları güvenlik açısından mümkün değil.
Ayrıca, K.çarşı ve çevresindeki döviz büfesi ve
bankalara, gün içinde zırhlı araçlarla yüklü
miktarda altın ve döviz taşınıyor. Bu sevkiyatın gün
içindeki yoğun ticari faaliyetler nedeniyle gece
yapılması da mümkün değil.
İki yıldan beri yaşanan global finansal kriz
sırasında, altın fiyatlarının aşırı yükselişi diğer
bölgelerde olduğu gibi K.çarşı'daki kuyumcuların da
işlerini durma noktasına getirdi. Finansal krizin
etkisiyle diğer sektörlerde turiste mal satışlarını
da zayıfladı. K.çarşı'da oldukça durgun günler
yaşanıyor. Uzun süreden beri otopark, tuvalet ve
diğer altyapı eksikleriyle mücadele eden Kapalıçarşı
Esnafları Derneği'nin yaptırım gücü yok denecek
kadar az. Söz konusu tarihi ticaret merkezinde, özel
bir kanunla yeni bir yönetim düzenine her geçen gün
daha fazla ihtiyaç duyulduğu bu dönemde, çarşıya
ulaşan yolların taşıt trafiğine kapatılması,
'Kapalıçarşı müze mi olacak?' sorusunu akla
getiriyor. Aslında marka olmuş ve günlük binlerce
kişinin uğrak yeri olan tarihi K.çarşı'nın ekonomiye
kazandırılması açısından müze yapılmaya değil,
alışverişi artırmak için pazar günleri de açık
tutulmaya ihtiyacı var.
Zaman, Haber: M. Ali
Yıldırımtürk, 07.06.2010
|
TARİH VE MEYDAN

Akdenizlilik bizim için
kağıt üstündedir. Biz şaraptan ve meydandan nasip
almamış bir milletiz. Şarapsızlık bizde yemeğin
uzamamasına, meydansızlık hayatın kısalmasına yol
açar.
Geçen hafta MAXXI isimli, Zaha Hadid'in tasarladığı
bir çağdaş sanat müzenin açılışı için Roma'ya
gittim. O kenti kim bilir kaçıncı kez ziyaret
ediyordum. Vatikan Müzesi'nde yazacağım bir şey için
Rönesans'ın eteklerinden doğduğu dört yapıtı yani
Belvedre Torsosu'nu, Loakoon'u, Belvedre Apollon'unu
ve Venüs Felix'i bir daha görecek, kentin tadına
bakacak zamanı da buldum. Hava beklenmedik kadar
serin ve yağışlıydı. Olmayacak iş: Bir davette
iddialı bir şeyler söyleyince orada tanıştığım
birilerini ertesi gün Coloseum'a götürmek ve o
yapıyla, dönemiyle ilgili bir şeyler anlatmak
zorunda kaldım. Bir süre sonra onlar gitti. Tam
çıkmak üzereyken yağmur bardaktan boşanırcasına
yağdı. Bir locaya girip uzun süre yağışın dinmesini
bekledim. Hava şartları nedeniyle Coloseum'a hapis
kalmak... İnsan hayal bile edemez. Yağmur, Roma gibi
hayatın sokakta yaşandığı kentlerde epey bir sorun.
İnsanlar içeri kapanmak zorunda kalıyor, bundan
ötürü de sıkılıyorlar. Zaten o kenti büyük tarihsel
birikimiyle birlikte hem özgün hem de çekici kılan
unsur bu: Sokağın hayatı. O sokakları epey
arşınladım, sokaktaki hayata karışabildiğim kadar
karıştım. Roma'da bence iç içe geçmiş üç unsur var:
antikite var, sokağa da yansımış neredeyse yakın
geçmiş diyeceğim tarih yani Rönesans var, nihayet
sokak var.
Forum'da antikite
Herkes Roma'yı antikitenin şehri sanıyor. Ama değil;
çünkü antikite tarih öncesine dayanıyor. O dönemin
Roma'sı bugün kentin dışarıdan kapalı, parayla
girilen bir bölümünde görülebilir. Forum Romana ve
Romalı senatörlerin evelerini/villalarını
yaptırdıkları Palatino antikiteden Coloseum'la
birlikte kalmış olanlar. Ondan sonraki kent Rönesans
Roma'sından kalma. Vatikan'la birlikte bu Roma
kesinkes Hıristiyanlığın, hatta Katolikliğin
başkenti. Her şey o kültüre ait. Kaldı ki, 15 ve 16.
yüzyılların Roma'sı da kendisinden önceki bu kültürü
keşfediyor. Hem onu hem de onun kopya ettiği antik
Yunan'ı. Mikelanj ve dönemi gökten zembille inmedi
anlayacağınız. Belvedre Torso'suna, Loacoon'a ve
Knidos Afrodi'inin kopyası Venüs Felix'e baktılar.
Antikite bununla sınırlı ama hayatın bilinç dışına
kazınmamış mıdır derseniz, öyledir derim. Zaten
ikinci büyük halkaya buradan geçiliyor.
Rönesans, yapı ve yapıt
O katman Rönesans. Bu dönem o şehrin ve İtalyan
kültürünün bizim Osmanlı çağı gibidir. O tarihin
bütün yapıları ve bütün yapıtları insanların gözü
önündedir. Osmanlının ahşap mimarisi bize intikal
etmemiştir. Oysa taş mimarinin binaları önünden her
gün geçilir. Osmanlı resim yapmadığı için dönemden
bize kalan çok soyut ve içselleştirilmesi zor
imgelerdir. İtalyanlar her kiliseye gittiklerinde o
dönemin görselliğini görürler. Hıristiyanlık tarihi
görsellikle gelişmiştir. Ne var ki, bu katmanlı
şehrin sınırı sadece bu kadar değil. Mesela bu
kentin çok eski, çok yerleşik bir Yahudi kültürü
var. Tahmin edilebileceği gibi Ghetto diye anılan bu
semt yüzlerce, binlerce yıllık bir kültürü
barındırıyor. Roma gibi kentlerin tadı bu
farklılıkların tarihsel olarak da güncel olarak da
yan yana yaşamasından kaynaklanıyor. Öyle olunca da
ortaya zengin, çeşitliliğe dayanan, ilginç bir
kültürel doku çıkıyor. Bu eskiyle yeninin bir arada
bulunuşu sadece yapılarla, sokaklarla, arkeolojiyle
ilgili bir şey değil. Gündelik hayat da öyle cereyan
ediyor. Mesela Yahudi mutfağıyla Roma mutfağının
kesiştiği yemekleri ancak bu mahalledeki aşevlerinde
yiyebiliyorsunuz. Böylece üçüncü çembere giriliyor:
sokak ve hayat.
Hayatın sokağı, sokağn hayatı
Bugün Roma'ya giden herkes o kentin yaşama
kültürüne vuruluyor. Hayat, Fellini'nin o çok güzel
Roma isimli filminde gösterdiği gibi gece
yarılarından çok sonralarına kadar sokaklarda,
piazzalarda (meydanlarda) geçiyor. (Bir düşünün
bakalım Roma'da bir konumu açıklamak için kaç sözcük
var...) Kahveler, şarapçı dükkanı manasındaki
enotecalar, meyhane yerine geçen trattorialar,
hostarialar, bottegalar ortaya çok çeşitli bir
yeme-içme kültürü çıkarıyor. Buna lokantaları
eklemek gerekir. Öte yanda çok daha yüksek kalitede
restoranlar var. Bu sonuncular Roma'da beni
ilgilendirmiyor. Nedeni açık: İtalya otantik yemeğin
en iyi yapıldığı Avrupa ülkesi. Onunla aşık
atabilecek diğer ülke Fransa'dır. Fakat orada bile
yemek biraz daha rafine bir hale gelmiştir.
İtalya'da hala köy mutfağı ve köy aşevi temelli bir
kültür olarak karşınızda durmaktadır. Akşam üstleri
gidilen enotecalarda içtiğiniz şaraba gölgelik
denir. Niye olduğu tartışmalıdır. Ben uzun bir günün
sonunda kafayı gölgelendiren anlamını öneriyorum. Bu
açıklama en azından benim hoşuma gidiyor. Yaratıcı
buluyorum. Üç beş İtalyan dostuma söyledim, onlar da
sevdi. Yanında yenilenlere kırıntı deniyor. Akla
gelebilecek her şeyi çeşitli ekmek türlerine koyup
veriyorlar. Yemek ise dediğim gibi gündelik
çarşı-pazar alış verişine bağlı. O gün Allah ne
vermişse o pişiriliyor ve bizim aşevlerine benzer
lokantalarda yenilip bitiriliyor. Gittiğim bir
Yahudi-Roma lokantasında o gün pişmiş yedi-sekiz
yemeğin tadına baktım. Hepsi birbirinden
lezzetliydi. Öyle bardakla şarap falan da
vermiyorlar. Küçük şişeleri var, en fazlasından, o
da sadece bir marka. Şarabın yeri trattorialar
değil. Buna vurgunu olduğum kahvehaneleri ekleyelim.
Roma, tıpkı Paris gibi kafeler demektir. Bütün
ömürleri insanların, beni çıldırtacak şekilde, o
kahvelerde geçer. Her sokak, her meydan, her largo,
her .... kahve demektir. Burada yenilir, içilir,
eğlenilir. Kısacası, Akdeniz kültürü yaşanır. Hayat
geç başlar, geç yaşanır, geç bitirilir. Her zaman
söylerim: Biz ya kendisini Akdenizli sanan bir Kuzey
ülkesiyiz, ya Kuzeyli gibi yaşayan bir Akdeniz
ülkesi. Sabah sekizlerde caddelere dökülen insanlar,
akşam erkenden uyuyanlar, sokak nedir, sokak hayatı
nedir bilmeden yaşayanlar, evindeki balkonun dört
yanını iğrenç plastiklerle çevirip odaya dönüştüren
aileler. Bu nasıl Akdenizliliktir? Bu sorunun
cevabını vereyim: Biz şaraptan ve meydandan nasip
almamış bir milletiz. Şarapsızlık bizde yemeğin
uzamamasına, meydansızlık hayatın kısalmasına yol
açar. Akdenizlilik bizim için sadece kağıt üstünde,
icat edilmiş bir laftır. Oysa Roma ve İtalya o büyük
hayatı şarap ve meydanla kurmuştur. Kahve ve
lokantayla biçimlendirmiştir. Tarih ve arkeoloji ile
cilalamıştır. Vakit gece yarısını geçmiştir. Bir
sokak dönersiniz. Bir meydan gelir önünüze. Bir
kahve vardır. Üç beş kişi alçak sesle konuşmaktadır.
Hava sıcaktır. Bir pencere açılır. Bir baş görünür.
İki üç laf edilir. Ortadaki çeşme şırıldamaktadır.
Yürüyüp gidersiniz. Roma, bir misafiri daha
uğurlamaktadır.
Sabah, Haber: Hasan
Bülent Kahraman, 07.06.2010
|
DEÜ'DEN MERAKLISINA
ARKEOLOJİ KURSU
Dokuz Eylül Üniversitesi
(DEÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü
Ortaçağ Arkeolojisi Ana Bilim Dalı Başkanı Doç.Dr.
Ergün Laflı, 3 ay süreli ''Arkeolojik Tanımlama ve
Belgeleme Yaz Kursu'' düzenlediklerini bildirdi.
Doç.Dr. Laflı, yaptığı açıklamada, Dokuz Eylül
Üniversitesi Sürekli Eğitim Merkezi'nde (DESEM)
kendisinin koordinatörlüğünde yürütülecek kursun 12
Haziranda başlayacağını belirtti.
Kursta teorik bilgilerin yanı sıra bazı ören
yerlerinde, arkeolojik kazılarda ve arkeolojik
müzelerde uygulamalar gerçekleştirileceğini ifade
eden Doç.Dr. Laflı, şu bilgileri verdi: ''Arkeoloji
insanın alet yapmaya başlamasından (yani Paleolitik
çağdan), Roma çağının sonuna kadar olan süreç
içerisinde her türlü eseri ve bu eserlerin
yaratıldığı toplumların yapısal özelliklerini
araştırır. Bu kurslarda arkeoloji biliminin ana
hatları verilecek ve klasik arkeoloji kapsamına
giren birçok konuya temas edilecektir. Kurs gezi
rehberleri ve arkeolojiye yardımcı bilimleri
okuyanlar için (haritacılık, restorasyon, mimarlık,
şehir plancılığı ve benzerleri) çok yararlı
olabilecek potansiyele sahiptir. Ayrıca kurs gençler
için bir kişisel gelişim kursu olarak da
görülebilir.''
Doç.Dr. Laflı, kurs kapsamında, arkeolojik fotoğraf
bilgisi verileceğini, Miletos, Didyma, Priene,
Metropolis, Klaros, Antik Halikarnassos, Bodrum
Müzesi ve Pedasa antik kentleri, Notion, Kolophon,
eski Smyrna, Teos Lebedos Ören yerlerinde teknik
uygulamalı eğitim yapılacağını, 30 Haziran-2
Temmuz'da Konya Ilgın'da düzenlenecek, ''1. Ulusal
Ilgın Kültür Sempozyumu''na gidileceğini, İzmir'deki
üç büyük müzenin gezileceğini söyledi. Yunanistan
Midilli Adası Arkeoloji Müzesi ve iki arkeolojik
kazınında gezileceği kurs kapsamında, Ankara'da
13-17 Eylül'de gerçekleşecek 16. Türk Tarih
Kongresi'ne de katılım sağlanacak.
Yeni Asır, 07.06.2010
|
ANTİK KİLİSEYİ CAMİ
YAPTILAR
Artvin'in Yusufeli
İlçesi'ne bağlı 300 haneli Altıparmak Köyünde, Gürcü
Kralı David Magistros tarafından 973 yılında
yaptırılan kiliseye kuzey, güney ve batı duvarı
ortasındaki üç kapı açıklığından giriliyordu.
Ancak köylüler 1959'da
camiye çevirdikleri kilisenin kuzey ve güneydeki
kapılarını duvar örerek kapattı. Kilisedeki
freskleri kireçle
boyayan
köylüler bir de portatif minber koydu. Diyanet
İşleri Başkanlığı 3 yıl öncesine kadar buraya imam
atadı. Ancak köyün merkezinde yeni
bir cami yapılınca imam
ataması durdu. Bunun üzerine köylüler bir yıl önce
Selahattin Topuz'u (36) imam yaparak maaşa bağladı.
İmam Topuz, "Gözümü açtığımda burası camiydi. O
yüzden kilise gözüyle hiç bakamadım. Sonuçta kilise
ama Hıristiyanlar da, biz de aynı Allah'a
inanıyoruz. Sadece dinimiz farklı" diyor. Topuz,
cuma namazlarında bu yapıyı
köye kazandıranlara dua ettirdiğini" dediğini
söylüyor.
Sabah, Haber: Ulaş Özdemir - Ümit Uzun, 07.06.2010
|
|
KÜÇÜKSU ŞANTİYE OLACAK

Tarihi Küçüksu
Çayırı, Üçüncü Boğaz Köprüsü’nün şantiye alanı
olarak belirlendi. Halkın nefes aldığı, çevresinde
tarihi eserlerin bulunduğu çayır beton blokların
döküldüğü ve montaj edildiği alan olacak.
Osmanlı Padişahı 1.
Mahmut zamanında
İstanbul’un mesire
yeri olarak kurulan
Küçüksu Çayırı,
yapılması planlanan
3. Boğaz Köprüsü nedeniyle tamamen yok olma
tehlikesi yaşıyor.
Ulaştırma Bakanlığı’nın
kararıyla çayırın 3. köprünün şantiyesi haline
geleceğini söyleyen sivil toplum kuruluşları,
“Küçüksu Çayırı’nda
3. Köprü
şantiyesine hayır” adında bir
imza kampanyası
başlattı.
Çevresinde Yıldırım Bayezıd tarafından yaptırılan
620 yıllık Anadolu Hisarı, saltanat kayıklarının
gezdirildiği Göksu Nehri ve 154 yıllık Küçüksu Kasrı
bulunan tarihi çayır, Ulaştırma Bakanlığı’nın aldığı
kararla 3. Köprü’nün şantiyesi olarak ilan edildi.
Küçüksu Çayırı, iki yakayı birbirine bağlayacak
beton blokların döküldüğü ve montaj edildiği alan
olarak belirlendi. Deniz yoluyla
Poyrazköy’e
götürülecek olan dev beton blokların inşaatı
sırasında yıllardır tahrip edilen bitki örtüsünün
hiç kalmayacağını savunan Anadoluhisarı Turizm
Kalkındırma Derneği, bir
dizi
etkinlikle çayırın şantiyeye dönüştürülmesine tepki
gösteriyor.
“Şantiyeye hayır” imza kampanyası başlatan ve
geçtiğimiz haftalarda el ele tutuşan insanlardan
oluşan bir zincirle protesto gösterisini düzenleyen
dernek üyeleri, çayırın 256 yıl önce olduğu
gibi
halkın kullanımına sunulmasını istedi.
Dernek Başkanı Mustafa Babuz, 3. Köprü şantiyesinin
bölgeye büyük zarar vereceğini söyledi.
Küçüksu Çayırı’nın Osmanlı İmparatorluğu tarafından
ortaoyunların sergilendiği, musiki ziyafetlerinin
verildiği, yağlı güreş ve mahalle şenliklerinin
yapıldığı bir alan olarak kullanıldığını söyleyen
Avukat Ferda Kazancıbaşı ise, inşaat alanının tarihi
talan edeceğini söyledi.
Kazancıbaşı, “Küçüksu
Çayırı’nda 1914’te 1.
Dünya
Savaşı’na girmemize neden olan Alman Goben
zırhlısının personelinin Anadolu Hisarı İdman
Yurdu’yla futbol maçı yaptığını hatırlattı.
Kazancıbaşı,
Kurtuluş Savaşı’nda
Anadolu’ya gönderilen cephanelerin burada
toplandığını ve çayırın
İsmet İnönü’nün
severek geldiği bir yer olduğunu vurguladı.
256 yıl önce
İstanbulluların mesire ve dinlenme yeri olarak
kurulan çayırdaki tahribat, 1971’de 1. Köprü ile
başlarken, 1986’da 2. Köprü şantiyesi,
İSKİ çalışmaları ve
İETT garajı ile
devam etmişti.
Milliyet, 07.06.2010
|
KÜLTÜREL MİRAS
ÖZELLEŞTİRİLİNCE
Topkapı, Ayasofya,
Anadolu Medeniyetleri, Hacıbektaş, Mevlana ve
Antalya Arkeoloji Müzesi... Efes, Olympos, Aspendos,
Kayaköy, Sedir Adası, Patara ve Ihlara Vadisi...
Türkiye’nin kültürel mirası olan bu bölgeler de
dahil toplam 56 ören yeri geçtiğimiz yıl
özelleştirilmişti. Satış ve bilet gişelerinin
yaptırılarak işletilmesi ile ilgili açılan ihaleyi
de Bilkent Kültür Girişimi kazanmıştı ve Kültür ve
Turizm Bakanlığı Döner Sermaye İşletmesi Merkez
Müdürlüğü “DÖSİMM” ile “Müze ve Ören Yerleri Satış
Alanları ve Ticari Faaliyetlerin Yönetimi,
Yürütülmesi, Geliştirilmesi, Ürün ve Hizmet Tedariki
Sözleşmesi”ni imzalamışlardı. Kısaca kültürel
mirasımız özelleştirilmiş ve işletmesi 8 yıllığına
bir şirkete bırakılmıştı. Bu da yetmezmiş gibi geçen
hafta bir olay daha yaşandı. Özelleştirilen yerler
arasındaki Aydın’ın Didim İlçesindeki 2 bin 500
yıllık Apollon Tapınağı’na ağır iş makineleriyle
gişe ve dükkan yapmak için girildi ve arkeolojik sit
alanında kesinlikle çalışmaması gereken iş
makineleri ile tarihi tapınağa zarar verildi.
Tapınağın girişindeki bekçi kulübesi ve tapınağın
sur duvarı tarihi yapıları korumak için hiçbir
güvenlik önlemi alınmadan yıkıldı. Üstelik izinleri
dahi yoktu. Peki 1. derece sit alanı olan ve izinsiz
bir çivi dahi çakılamayan bu bölgede nasıl böyle bir
şey olabildi?
Önce bugüne kadar hangi süreçlerden geçildiğini
açıklamak gerekir. İhalenin ardından Kültür ve
Turizm Bakanlığı Döner Sermaye İşletmeleri Merkez
Müdürlüğü’nün “Didiyma Antik Kenti I. Derece
Arkeolojik Sit içerisinde bilet gişesi ve satış
mağazası fonksiyonlarını içerecek hafif
konstrüksiyonlu yapının inşa edilmesi” talebi,
29.04.2010 tarihinde Aydın Koruma Bölge Kurulu
toplantısında gündeme geldi. Kurul yapılacak yapının
“geçici ve hafif konstrüksiyonlu” olmasına karar
verdi. Ancak ihaleyi alan müteahhit firma nasıl
olduysa büyük iş makineleriyle pek de geçici olmayan
bir yapı yapabileceklerini düşünerek 24 Mayıs
Pazartesi sabahı tapınağa girdi.
Aslında tüm bu olayda pek çok sorun ve usulsüzlük
var. İlki inşaatla ilgili Didim Belediyesi’ne
yapılmış herhangi bir resmi başvuru olmaması. Yani
bir inşaatın başlaması için gereken ve
belediyelerden alınan “inşaat ruhsatı” olmadan
tapınağa girmekte bir sorun görmemişler. Neyse ki
kaçak başlatılan uygulama Didim Belediyesi
tarafından mühürlendi de, çok daha büyük
felaketlerin ucundan dönüldü. Aslında böyle bir şey
için belediyeye başvursalar izin ve ruhsat almaları
da mümkün değil çünkü bu konuda onaylı bir “Koruma
Amaçlı İmar Planı” olmadığı için belediye zaten o
bölgede bir şey yapılmasına izin veremez. Nitekim
Apollon Tapınağı’nı çevreleyen duvarların ve
çitlerin onarılması konusunda 2008 yılında Aydın
Koruma Kurulu’na başvuran Didim Belediyesi Koruma
Amaçlı İmar Planı’nın henüz onaylanmadığı
gerekçesiyle reddedilmişti. Ayrıca zaman zaman Didim
Belediyesi’nin ya da o bölgede yaşayanların en küçük
tadilat talepleri bile aynı gerekçeden dolayı geri
çevrilmişti. Yoksa bu kural kimi şirketler için
geçerli değil mi?
Bir diğer konu da hafif araç trafiğine bile kapalı
olan alana ağır iş makinelerini hangi izinle
soktukları... Bir ay önce Apollon Tapınağı ve
önünden geçen ve Didim’in ana arterlerinden biri
olan yol, Aydın Kültür ve Tabiat varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu ve İl Trafik Komisyonları kararı ile
“Apollon Tapınağı’nın çevre duvarlarına zarar
verdiği” gerekçesiyle araç trafiğine kapatılmıştı.
Yani araç trafiğine kapalı olan yoldan geçmeyi
başaran kepçeler tapınağa kadar girip, yıkım
işlemlerini başlatmış. Bu da işin ayrı bir boyutu.
Tüm bunların ardından inşaatı yapan firmanın yaptığı
açıklama da içler acısı: “Apollon Tapınağı’nda proje
karışıklığı nedeniyle yanlış anlamadan kaynaklanan
bir inşaat başlangıcı olmuş”.
Yapılan özelleştirmenin kültürel mirasımızın önemli
parçalarından birine zarar verdiği şüphesiz. Ancak
proje bir şekilde engellenemez ve tamamlanırsa iş
bununla da kalmayacak ve tapınağın içinde açılacak
dükkanla tapınağın etrafındaki onlarca esnaf işsiz
kalacak.
Bu arada Didim Belediyesi kurulun almış olduğu
kararın iptal edilmesi için Aydın 1. İdare
Mahkemesi’ne 2010/832 esas sayılı dosya ile
başvuruda bulundu. Ancak henüz bir sonuç alınamadı.
Eyüp Muhcu / Mimarlar
Odası Genel Başkanı
“Ören yerleri ve müzeler devletin öncelikle koruması
gereken kültür varlıkları arasında. Devlet adına bu
koruma görevi Kültür ve Turizm Bakanlığı’na
verilmiş. Anayasa ve ilgili yasalara göre kültür
varlıklarımız Kültür ve Turizm Bakanlığı ve bağlı
kurumların güvencesi altında. Bu kapsamda bakanlık,
kültür varlıklarının envanterlerini çıkarmak,
restorasyonu ve yaşatılması ile ilgili bütün
tedbirleri almakla sorumlu. Kültür ve Tabiat
Varlıkları Koruma Kurulu, 2863 sayılı yasaya bağlı
olarak kültür varlıkları ile yapılacak işlemler
konusunda yetkili.
Son yıllarda; her şeyi ticari meta olarak gören
anlayış doğrultusunda sit alanları ve kültür
varlıklarının özelleştirilmesi ve tahrip edilmesi
gündemde. Bu varlıkları koruması gerekenlerin aldığı
kararlar kamusal sorumlulukları ile bağdaşmıyor.
Kültür varlıklarını ticari işletme olarak gören ve
bu çerçevede özelleştirme yoluyla tahrip edilmesine
yol açan faktörlerin başında Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın ihaleleri var. Bakanlık ihaleleri ile
mutlak korunması gereken kültür mirasına kimi ticari
fonksiyonların yerleştirilmesine izin veriyor.
Ayrıca, kültür mirası ile ilgili uygulamalarda ciddi
bir denetim sorunu da yaşanıyor. Projesine ve
restorasyon ilkelerine aykırı kimi uygulamalar
yapılıyor ve bu yolla da tahribatlar oluyor. 2863
Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası
kapsamında, Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma
Kurulları’nın sorumlulukları ile bağdaşmayan
kararlarında son yıllarda ciddi bir artış var.
Kurullar ciddi bir baskı ve dayatma altında
çalışmalarını yürütmek durumunda bırakılıyor. Kültür
varlıklarını korumadan yana tavır koyan kimi kurul
üyeleri ya görevden alınıyor ya da başka bölgelere
sürülmek suretiyle kıyıma uğratılıyor. Bugün
kurulların büyük ölçüde siyasallaştığı ve
yönetimlerin etkisi altında kararlar almak durumunda
kaldığı yönünde ciddi değerlendirmeler var. Apollon
Tapınağı konusunda ivedi olarak bakanlığa ve
kurullara düşen görev, kültür mirasına zarar veren
ve onları yok eden bu uygulamaları bir an önce
durdurmak. Bu görev anayasal, yasal ve kamusal
sorumluluğun gereği zaten.”
Mümin Kamacı / Didim Belediye Başkanı
İnşaat ruhsatı olmadan Apollon Tapınağı’nın
duvarları yıkıldı. Hemen gidip mühürledik biz de
tabii ki. Burada ikiyüzlü bir durum var. Apollon
Tapınağı’nın yanından geçen yol trafiğe kapatıldı
titreşimlerin tapınağa zarar verdiği gerekçesiyle.
Peki kapitalistler kepçe vururken titreşim olmadı
mı? Ben 2004 yılından beri Didim Belediye
Başkanıyım. Özelleştirmeye karşıyım. Emeğe saygı
duyulmalı. Özelleştirme ideolojime, felsefeme ve
ilkelerime ters.
Cumhuriyet Dergi, Haber:
Şirin Güven, 06.06.2010
|
TARİHİ ESERLERİ GERİ
GÖMDÜLER
İstanbul Yenikapı’daki
metro kazı çalışmaları sırasında bulunan 47 bin
çuval tarihi buluntu toprağa geri gömüldü.
Olay, bir avukatın Bilgi
Edinme Yasası kapsamında İstanbul Arkeoloji
Müzesi’ne verdiği dilekçeyle açığa çıktı. Avukat
Mahmut Tanal, 8 Mart 2010 tarihli dilekçesinde,
“İstanbul Metrosu Yenikapı İnşaatı’na yönelik
arkeolojik araştırma ve kazı çalışmaları sırasında
bulunan eserlerden çuvallara konulup, tekrar aynı
alanda yerin altına gömülen tarihi eser parçaları
var mıdır? Var ise kaç çuvaldır veya miktarı ne
kadardır?” diye sordu. Tanal, ayrıca hangi döneme
veya niteliklere sahip parçaların geri gömüldüğünü,
bunun kıstasının ne olduğunu öğrenmek istedi.
Bilgi Edinme Yasası kapsamında verilen dilekçeye en
geç 15 gün içerisinde yanıt verilmesi gerekirken,
Müze Müdürlüğü tarafından Av. Tanal’a hiçbir yanıt
verilmedi. Bunun üzerine suç duyurusunda bulunan Av.
Tanal, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na verdiği
18 Mayıs tarihli dilekçede, müze yetkililerinin
Bilgi Edinme Yasası’nı ihlal ederek görevi kötüye
kullanma suçu işlediğini belirtti.
Tanal, şikayet dilekçesinde ayrıca şu ifadelere yer
verdi: “Bazı varlıkların yerin altına gömüldüğüne
ilişkin duyumlar aldım. Bu husus yasal düzenlemelere
aykırıdır. Kazı çalışmasının yapılarak, gömülü
bulunan tarihi eser parçalarının tespiti ile ortaya
çıkarılarak el konulmasını ve bu şekilde tasnif
işlemlerini yapmayan kişilerin tayin ve tespiti ile
haklarında Kültür ve Tabiat Varlıkları Kanunu Madde
67 uyarınca işlem yapılarak cezalandırılmasını talep
ederim.”
Av. Tanal’ın müze müdürlüğüne 2.5 ay önce verdiği
dilekçeye, suç duyurusunda bulunduktan 10 gün sonra
yanıt geldi. İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü
Zeynep Sevim Kızıltan imzalı cevap yazısında,
“Çalışmalarda bugüne kadar 47 bin çuval kazı alanı
içerisinde, daha sonra herhangi bir inşai veya buna
benzer faaliyet yapılmayacağı bilinen alanlara
uzmanlarımız gözetimi ve denetimi altında
gömülmüştür” denildi.
Kazı alanındaki gömü işleminin Bakanlığın iznine
istinaden müze arkeologları tarafından
gerçekleştirildiğine dikkat çekilen yazıda, şu
ifadelere yer verildi:
“Kazılardan çıkan bütün parçaların saklanması mümkün
değildir. Birbirine benzeyen ve çok miktarda olan
söz konusu parçaların en belirgin örnekleri ileride
bilimsel çalışmalara malzeme olması için seçilerek
etütlük eser adı altında müzelerde muhafaza
edilmektedir. Bunların ayrımları için arkeolojik
kriterler baz alınmaktadır. Bu parçaların bütün
istatistiki ve görsel kayıtları istisnasız
tutulmakta ve gelecek kuşaklara aktarılmaktadır.
Gömüsü yapılan parçalar ileride herhangi bir
çalışmaya konu olmaları durumunda istatistiki
bilgileri, nitelikleri ve gömüldükleri alanlar
bilindikleri için bu alanlardan kazıları tekrar
alınarak değerlendirilebilinirler.”
İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Prehistorya
Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof.Dr. Mehmet Özdoğan,
Müze Müdürlüğü'nün yazısında geçen “Gömüsü yapılan
parçalar ileride herhangi bir çalışmaya konu
olmaları durumunda istatistiki bilgileri,
nitelikleri ve gömüldükleri alanlar bilindikleri
için bu alanlardan kazıları tekrar alınarak
değerlendirilebilinirler” ifadesini gerçekçi
bulmadığını belirtti. Özdoğan, şöyle konuştu:
“Müze orada bir iyi niyet gösterisi yapmak istemiş,
ama biliyoruz ki gömülmesine karar verilen malzeme
ileride bir daha hiçbir işe yaramaz. Kazı alanları,
etiketleri, çuvalları, her şeyi çürüyeceği için bu
malzeme konteks dışı bir malzemeye dönüşür.
Biz arkeologlar, gömdüğümüz malzemeyi bir daha
görülmeyecek, bakılmayacak ve kimsenin aklını
karıştırmayacak malzemeler olarak değerlendiriyoruz.
Dolayısıyla müzenin bu ifadelerinin bana göre bir
anlamı yok.”
Tüm dünyada gömme uygulamasının olduğunu, ancak
Türkiye’de Eski Eser Kanunu’nun çağ dışılığı
nedeniyle gömülen malzeme sayısının daha fazla
olduğunu belirten Özdoğan, “Bizim kanunumuzdaki eski
eser tanımı her şeyi kapsıyor ve toprak altından
çıkan her şeyin müzelerde saklanmasını öngörüyor.
Oysa kazılarda bulunan her şey teşhirlik eser
kapsamında değerlendirilemez. Bunlardan bazıları
bilimsel olarak değerlendirilebilecek, dönemiyle
ilgili bilgi verebilecek malzemelerdir.
Bunların üniversitelerde ya da araştırmacılar için
özel depolarda saklanması gerekir. Teşhir değeri
olmayan malzemeler eser kapsamından çıkarılıp,
bilimsel malzemeler olarak üniversitelerde
kullanılabilseydi, gömülen çuval sayısı belki 47 bin
değil, 10 bin olurdu” diye konuştu.
Birgün, Haber: Sevgim
Denizaltı, 06.06.2010
|
 |
İKİ ASIRLIK CAMİ RESTORE EDİLİYOR
Kocaeli'de 17 Ağustos 1997 Marmara Depremi'nden sonra hasar gördüğü için kullanılamayan Eski Camii restore ediliyor. Restorasyon çalışmaları toplam 132 metrekarelik bir alanda sürdürülüyor.
Kentin tarihi kimliğine ışık tutan mekanları korumak ve geleceğe taşımak amacıyla tarihi mekanları restore eden Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, Tavşancıl'da bulunan iki asırlık Eski Cami'yi de restore etmeye başladı. Tavşancıl'ın simgesi durumunda bulunan 1817 yılında Hacı Veliyüddin Ağa tarafından inşa ettirilen tarihi camide çalışmalar devam ediyor. Kare planlı kagir yapıda gerçekleştirilen restorasyon çalışması, yapının mimari bütünlüğü bozulmadan tamamen aslına uygun şekilde sürdürülüyor. Sadece belirli bir dönemde inşa edilen küçük camilerde bulunan ahşap oturtma çatısı bulunan Eski Cami, iki odalı bir bodrum kat, zemin kat ve kadınlar mahfilini oluşturan bir asma kattan oluşuyor. Büyükşehir Belediyesi'nin denetiminde toplam 132 metrekarelik bir alanda sürdürülen restorasyon çalışmalarında çürümüş ahşap materyallerin sökümü ve dış sıvanın temizliği yapılıyor. Avluda mermer tabureli bir abdestlik yapımını da kapsayan çalışmaların yıl sonuna kadar tamamlanması planlanıyor.
Habertürk, 06.06.2010
|
TARİHİ TEKKEYDİ, KÜLTÜR
MERKEZİ OLDU
18. yüzyılda
Sertarikzade Mehmet Emin Efendi'nin adına yaptırılan
tekke, kültür merkezine dönüştü. Sertarikzade Kültür
Merkezi'nde "Geleneksel
Türk Sanatları" ve "Klasik Türk Musikisi"
eğitimleri
verilecek. Merkezde Sema Gösterisi, Sanat Camiası
ile Söyleşiler, Mesnevi Okumaları,
Geleneksel Sertarikzade Ödülleri için
çalışmalar da gerçekleştirilecek. 18. yüzyılda
Cerrahi dergahı olan yapı, dönemin tasavvuf
hayatına
bir çok sanatkar, müzik
ve bilim adamı kazandırmıştı.
Sabah, Haber: Zeynel
Yaman, 06.06.2010
|
|
MÜZELER KAN AĞLIYOR

Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay'ın CHP Adana Milletvekili Hulusi
Güvel'in soru önergesine verdiği yanıt 2006 yılından
itibaren yapılan genel teftişler sonucunda müzelerde
bin 195 eserin kayıp/çalıntı olduğunu, 2 bin 141
eserin ise Türkiye'ye iadesinin sağlandığını ortaya
koydu.
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay CHP Adana Milletvekili Hulusi
Güvel'in müzelerdeki kayıp/çalıntı eserlere ilişkin
soru önergesini yanıtladı. Bakanlığının Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'ne bağlı müze
müdürlüklerinde 2006 yılından itibaren yapılan genel
teftişler sonucunda müzelerin kuruldukları tarihten
itibaren genel olarak, kayıp oldukları anlaşılan
eserlerle birlikte bin 195 eserin kayıp/çalıntı
olduğunu bildirdi. Yine teftişler sonucu 545 adet
sikkenin, 1 adet broşun sahtesiyle değiştirilmek
suretiyle kaçırıldıklarının tespit edildiğini
kaydeden Bakan Günay, şu bilgileri verdi:
“2002-2010 yılları
arasında ülkemizden çeşitli yollarla kayıt altına
alınmadan kaçak kazılar yoluyla kaçırılan ve kayıtlı
olup yurt dışında olduğu tespit edilerek iadesi
sağlanan, bin 234 adedi Almanya, 397 adedi İsviçre,
320 adedi Avusturya, 133 adedi Hırvatistan, 23 adedi
Birleşik Arap Emirlikleri ve 18 adedi Fransa, 13
adedi ABD ve 3 adedi İngiltere'den olmak üzere
toplam 2 bin 141 eserin iadesi sağlanmıştır.”
Ankara Resim ve Heykel
Müzesi Müdürlüğü'nde 2007 yılında iki heykel, 2009
yılında üç adet tabloyla ilgili hırsızlık olayı
yaşandığını belirten Bakan Günay, söz konusu üç adet
tablonun daha sonra bulunarak müze deposuna
alındığını, yaşanan hırsızlık olaylarıyla ilgili de
hukuki sürecin devam ettiğini bildirdi. Çalınmış,
kaybolmuş veya sahtesiyle değiştirilmiş eserlere
ilişkin gelen ihbarların değerlendirildiğini
vurgulayan Günay, yerli ve yabancı müzayede
evlerinin, alış veriş sitelerinin kataloglarının
internet aracılığıyla değerlendirildiğini, Interpol
ile kurulan koordinasyon bilgi akışı sağlanarak
devam ettirildiğini kaydetti. Günay, 12 Mart 2010
itibariyle genel teftiş sonucu yapılan işlemler
konusunda ise şu bilgileri verdi:
“29'u bedel ödettirme
cezası, 10'u görev değişikliği, 5'i adli ve idari
soruşturma, 2 tutuklu, 2 yazılı uyarı, 1 yazılı
dikkat çekme, 2 uyarma cezası, 6 kınama cezası, 2
memuriyetten çıkarma, 1 aylıktan kesme ve 17 kurum
uyarma olmak üzere toplam 77 personel hakkında işlem
yapılmıştır. Çalınan heykellerle ve tablolarla
ilgili hukuki süreç devam etmektedir. Ankara Resim
ve Heykel Müzesi Müdürlüğünde görev yapan bir
personel görevinden uzaklaştırılmış olup adli süreç
devam etmektedir. Müzelerimizde bulunan eserlerin
sahteleriyle yer değiştirme ihtimaline karşı
orijinal eserlerin fotoğrafları çekilerek detaylı
envanter çalışmaları yapılmakta, depo giriş-çıkış
defterleri tutularak ne amaçla giriş-çıkış yapıldığı
belirtilmekte olup bu eselerin her yıl yapılan yıl
sonu sayımları sonucunda gerekli kontrolleri
yapılmaktadır. Müzelerimize gelen eserlerin, Müzeler
İç Hizmetler Yönetmeliği'nin 19'ncu maddesi
gereğince en geç bir ay içerisinde envanter
çalışmaları yapılmaktadır. Bakanlığımız Güzel
Sanatlar Genel Müdürlüğü'ne bağlı müzelerdeki
eserler müze envanter defterlerine usulüne ve
Taşınır Mal Yönetmeliğine göre kayıtları
yapılmaktadır. Ayrıcı müzelerimizdeki güvenlik
hizmeti, güvenlik personelinin yanı sıra güvenlik
kamera sistemi ile sağlanmaktadır.”
Hürriyet Ankara,
06.06.2010
|
 |
DEMRE ÇAYI'NDA KURTARMA KAZISI
Akdeniz Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü tarafından Antalya'nın Demre İlçesindeki Demre Çayı yatağında kurtarma kazısı başlatıldı.
Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi ve Myra Andriake Kazı Başkanı Prof.Dr. Nevzat Çevik, gazetecilere yaptığı açıklamada, bu yılın kazı sezonunu Myros Vadisi'nde açtıklarını söyledi.
Çay yatağının bulunduğu alanda nekropol (mezarlık) bulunduğunu anlatan Nevzat Çevik, bölgenin daha önce defineciler tarafından tahrip edildiğini, bu tahribatı önlemek amacıyla kazı çalışmalarına başladıklarını kaydetti.
Bölgede vadi tabanını taradıklarını bildiren Nevzat Çevik, "Önümüze çıkan ilk podyumlarla beraber burada elimizde kalanları kurtarmaya ve korumaya çalışacağız" dedi.
Demre Çayı yatağında 2006 yılında sele karşı set oluşturma çalışmaları yapılırken 6 Likya lahdi bulunmuş, bu lahitlerden ikisi Antalya Müzesi'ne, dördü de Myra Antik Kenti'ne taşınmıştı. Aynı dönemde bölgede kaçak kazı yapmaya çalışan bazı kişiler de yakalanmıştı.
Cnn Türk, 05.06.2010
|
MÜZEDE HIRSIZA DAVETİYE
ÇIKARILMIŞ
Resim Heykel
Müzesi'ndeki hırsızlık olayıyla ilgili bilirkişi
raporu, müzede pek çok güvenlik eksikliğinin
bulunduğunu, bu eksikliklerin hırsızlık olayından
önce müfettiş raporlarına da yansıdığını ortaya
koydu.
Devlet Resim ve Heykel
Müzesi'nden üç resmi çaldığı iddiasıyla bir müze
görevlisi hakkında açılan davaya rapor sunan
bilirkişi, “müzede, mevzuata uygun davranılmadığını
ve güvenlik açısından zaafiyet olduğunu” bildirdi.
V.T. adlı müze görevlisini “hırsızlık” ve “görevi
kötüye kullanmak” suçundan yargılayan Ankara 16.
Asliye Ceza Mahkemesi, müzeden hırsızlık iddiasının
aydınlatılabilmesi için, sanık avukatı Emrah
Güner'in de talebiyle, bilirkişi eşliğinde müzede
keşif yapılmasını kararlaştırmıştı.
Keşfe katılan Etnolog ve Müze Araştırması Ayhan
Saltık, “bilirkişi” sıfatıyla hazırladığı raporu
mahkemeye gönderdi. Raporda, müzeden çalındığı
tespit edilen 3 tablonun konulduğu deponun kapı,
anahtar ve mühürleme ile depoya giriş-çıkış
tutanaklarının müzecilik mevzuatına uygun olduğu,
ancak, anahtarların ve mühürleme aparatlarının
konulduğu kasanın mühürsüz olmasının alınan
önlemlerin hepsini anlamsız kıldığı ifade edildi.
Bilirkişi raporunda, müfettişin anahtarların
sağlıklı korunmadığı, eser deposunda kurulu güvenlik
alarm sisteminin 2008 yılı başından bozuk olduğu
konusunda yetkilileri uyardığı belirtildi. Bilirkişi
raporunda, müze bahçesindeki 12 bronz heykelin de
2007'de çalındığına işaret edilerek, bu olay
sonrasında müze müdürlüğünün teftiş ve soruşturma
geçirdiği, soruşturma sonunda güvenlik zaaflarına
dikkat çekildi.
Hürriyet Ankara, 05.06.2010
|
TAPINAK ŞÖVALYELERİ İSTANBUL'DA
Kudüs'te kendilerine ait bir mabet ve birçok yapı inşa ettikten sonra bazıları Akdeniz üzerinden Avrupa'ya dönen tapınak şövalyelerinin bir kısmı da İstanbul'a kadar gelerek Galata'yı çevreleyen surların hemen dışında İstanbul'daki ilk mabetlerini inşa etmişlerdi.
Tapınak Şövalyeleri'ne ait olduğu söylenen eski merkezin yerinde şu anda, 13. yüzyılda Fransisken mezhebini kuran Aziz Fransis'e bağlı keşişler tarafından 1678'de yaptırılan bir kilise ve bir buçuk asırlık tarihi Santa Maria Hanı yükseliyor.
Tapınak şövalyelerinin İstanbul'daki merkezinin son izleri asırlar önce ortadan kalksa da, bölge şu anda mason teşkilatı için en önemli yerlerden.
Osmanlı döneminde kurulduğunda “Maşrık-ı Azam-ı Osmani” ismiyle bilinen ve 2009'da 100. yılını kutlayan Türkiye Büyük Locası'nın merkezi, Beyoğlu'nda, bugün “Nur-u Ziya Sokak” olarak bilinen eski Leh (Polonya) Sokağı'ndaki bina. Tesadüf müdür bilinmez, kurumun yeni merkezi Tapınak Şövalyeleri'nin eski mabedinin yüz metre uzağında.
Atlas Tarih, 05.06.2010
|
 |
"MÜZE, AGORA'DA
KURULACAK"
İzmir Ticaret Odası
Yönetim Kurulu Başkanı Ekrem Demirtaş, Ege
Medeniyetler Müzesi'nin, Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın kararıyla Agora Ören Yeri'nin üstünde
ve Kadifekale'nin alt kısmında kalan alanda
kurulacağını açıkladı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı Kültür
Varlıkları Müzeler Genel Müdürü Murat Süslü ile
önceki gün görüştüğünü açıklayan Demirtaş, "Sayın
Genel Müdür bu konuda bir yazıyı İzmir'deki yetkili
kuruluşlara gönderdiğini söyledi. Müze açısından yer
sorunu yok artık. Bundan sonra İzmir Büyükşehir
Belediyesi'nin kamulaştırma yaparak yeri elde etmesi
gerekiyor" dedi.
Yeni Asır, 04.06.2010
|
DİNO'NUN ESERİ 550 BİN
LİRAYA SATILDI
Abidin Dino’nun 1960’lı yıllara ait ‘Çeşitleme’ serisinden gün ışığına çıkmış en büyük boyuttaki eseri 550 bin liraya satıldı. Müzayedede Neşet Günal’ın ‘Duvar Dibi V’ tablosu 550 bin liraya satılırken, Burhan Doğançay’ın ‘Kurdele’ serisinden eseri ise 325 bin liraya alıcı buldu.
Türkiye Gazetesi,
04.06.2010
|
KÜMBETLERİN GİZEMİ
ÇÖZÜLÜYOR

Cimcime Hatun
Türbesi’nin hemen altında ortaya çıkarılan mezarlık
ve gizli oda, ilk kez görüntülendi. Rölöve
çalışmaları sırasında rastlanan gizli odadaki mezar
ve kemik kalıntıları ile ilgili olarak arkeolojik
inceleme yapılması kararlaştırılırken, çalışmalara
en kısa zamanda başlanacağı bildirildi.
Cumhuriyet Caddesi üzerinde bulunan Cimcime Hatun
Türbesi’nin alt katında dün rastlanan mezarlık ve
mumya odası, tekrar kapatıldı. Kültür ve Tabiat
Varlıkları Koruma Kurulu’ndan çıkacak inceleme
kararıyla yeniden açılacak olan gizli bölme, ilk kez
Güneş Haber Ajansı tarafından görüntülenirken, gizli
odada, iki ayrı mezar ve mezarların içerisinde de
kemik kalıntılarına rastlandı.
Erzurum Müze Müdürü Mustafa Erkmen, İlhanlı
dönemine ait olan Cimcime Hatun Türbesi’nin, altında
rastlanan gizli bölme ve mezarlıkların yapısıyla
farklı bir durum arz ettiğini belirterek, “Türbe
İlhanlılara ait, fakat bulunan mezarların orijinal
olmadığı ilk bakışta anlaşılabiliyor. Yani mezarlar
büyük bir ihtimalle İlhanlı dönemine ait değil.”
diye konuştu. Gizli bölmede bulunan iki mezar ve bu
mezarlardaki kemik kalıntılarının ise, 150 ile 200
yıllık olabileceğine dikkati çeken Erkmen, bu
bilgilerin, gerekli incelemeler yapıldıktan sonra
netlik kazanacağını ifade etti.
Cimcime Hatun
Türbesi’nin altında bulunan ve iki mezarla kemik
kalıntılarının bulunduğu gizli bölmenin, Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’ndan çıkacak
kararla yeniden açılacağını kaydeden Müze Müdürü
Erkmen, “Buradaki kemikler üzerinde elbette birtakım
incelemeler yapılacak. Kemiklerin insana ait olması
halinde, bir araya toplanarak yeniden gömülmesi
planlanıyor. Ancak kemikler insana ait değilse, imha
edeceğiz.” diye konuştu. Burada yapılacak olan
arkeolojik inceleme için öncelikle ödenek ayrılması
gerektiğini vurgulayan Erkmen, gerekli yazışmalar ve
kurul kararı da çıktıktan sonra çalışmalara hemen
başlanacağını söyledi. Erkmen, “Cimcime Hatun
Türbesi ile ilgili olarak yapılması planlanan
birtakım çalışmalarımız zaten olacaktı. Böyle bir
durum da hasıl olunca, yeni bir plan ve program
hazırlanması zaruri hale geldi. Muhtemelen
önümüzdeki iki ay içerisinde burayla ilgili olarak
harekete geçeceğiz.” dedi.
Erzurum Gazetesi, 04.06.2010
|
İSTANBUL'A VURULAN
DARBELER
İstanbul öyle bir şehir
ki herkesin bu şehirde bırakmak istediği izler var.
Her dönemin yöneticilerinin bu kente kattığı yara(r)lar
halen daha etkisini sürdürüyor. Bu ülkeyi yöneten
herkes İstanbul'a iyi ya da kötü bir şey bırakmak
istemiyor mu? Yeter ki bir şeyi bırakıp, gitsin bu
kente... Halen daha bu durumun devam ettiğini görmek
mümkün. Yerel yönetimlerin yok sayıldığı, merkezden
gelen kararlarla senelerdir şekillenen bir İstanbul
var.
İstanbul'un,
Cumhuriyet'in ilanı ile birlikte planlı bir gelişim
ile büyümesi, modern ve çağdaş bir vizyona sahip
olması amaçlanmıştı. Henry Prost gibi yurtdışından
gelen mimarlar ile kente radikal değişimler
öngörülmüştü. Bu değişimler, sonraki dönemlerde de
devletin başına geçenlerin kararları ile de devam
etmişti. Cumhuriyet Dönemi'nden sonra bu radikal
kararlara devam eden ve İstanbul'a önemli izler
bırakanlardan biri de, 1950 - 1960 döneminde
başbakanlık yapmış olan ve 1961'de siyasi görüşleri
nedeni ile idam edilen Ali Adnan Menderes'ti.

O dönemde İstanbul'u
büyük bir inşaat alanına çeviren "Menderes İmar
Operasyonları" 1956 yılında başladı. Bu dönemde
yapılan planlama çalışmalarına ve Menderes'in
İstanbul'a bıraktığı izlere biraz ışık tutalım.
O dönemin genel
konjektörü, ithal ikameci sanayileşmenin gelişimini
öngörmüştü. Hükümetin aldığı ekonomik kararlarla,
özel girişimin "doğal" eğilimlere biçimlenmesi
hedeflenmişti. İthal ikameci sanayinin de İstanbul
merkezli olarak gelişimi, kentin cazibesini daha da
arttırmış, ülkedeki ekonomik açıdan oluşacak
bölgesel eşitsizliği tetiklemişti.
İstanbul, her dönemde
insanlar için bir cazibe merkezi olmuştu. İlk göç
dalgasıyla gelenler, Haliç çevresiyle sur dışındaki
sanayi kuruluşlarının çevresinde yerleşmiş,
Kağıthane ve Zeytinburnu'nda, ilk gecekondu
mahallelerinin çekirdekleri oluşmuştu. 1951'de
kentin tümündeki gecekondu sayısı 8.500 iken,
1957'de yalnızca Zeytinburnu 26 bin konutta 60 bin
kişinin yaşadığı bir gecekondu mahallesi haline
gelmişti. Nüfusu hızla artan Zeytinburnu, 1957'de
ilçe statüsüne kavuşmuştu. Anadolu yakasında da
Ankara Asfaltı (E5 Karayolu ) üzerindeki sanayi
kuruluşları çevresinde gecekondulaşma başlamıştı.
İkinci büyük gecekondu
mahallesi ise ilk kez 1950'lerde Bulgaristan ve
Yugoslavya'dan gelen göçmenlerin yerleştirilmesiyle
oluşan Taşlıtarla'da ortaya çıkmıştı. Taşlıtarla,
daha sonra Anadolu'dan gelen göç akınlarıyla da
büyüdü.
1950'lerin üçüncü büyük
gecekondu alanı ise Kağıthane çevresinde gelişmiş,
yeni sanayi alanları açılması ile Halkalı, Maltepe
gibi denetim dışı alanların parsellenerek
gecekondulaşmasına neden olmuştu. Daha sonra da
çıkan af yasaları ile bu alanlar yasal bir boyut
kazandı.
Kent, doğu ve batı
yönünde hızla gelişirken, ekonomide olumsuzluklar
yaşanıyordu. Menderes fiili bir şekilde
İstanbul'daki imar operasyonlarını üstlenmişti. 1956
yılında tam olarak başlayan bu operasyonların amacı
3 temel fikir üzerine oturtulmuştu. Bunlardan
birincisi kent içi trafiği rahatlatmak, ikincisi
meydanların ve camilerin çevrelerinin açılması,
üçüncüsü de camilerin ve dini yapıların
restorasyonunun yapılmasıydı.

Atatürk Bulvarı

Barbaros Bulvarı
Bunların ilk
yansımalarını, Edirne-İstanbul karayolunun Topkapı
girişinin düzenlenmesi, Yeşilköy'e kadar 50 m
genişliğinde bir yol yapılması, Millet Caddesi,
Vatan Caddesi, Londra Asfaltı, Barbaros Bulvarı,
Tophane- Dolmabahçe yolunun genişletilmesi,
Salıpazarı'nda rıhtım ve antrepoların kurulması gibi
1950'lerde İstanbul'un görünümünü değiştiren başlıca
uygulamalar olarak görmekteyiz.

Millet Caddesi'nin Genişletilmesi İçin Gerçekleşen Yıkımlar
Tüm bunlar yapılırken,
kentin tarihi envanterinden büyük kayıplar
verilmişti. Tarihi yapılar, 30 ve 50'şer metre
genişliğindeki yolları açmak için yıkılmış, bazı
meydanlar yollara dönüşerek yayaların mekanları
arabalara bırakılmıştı. Bu dönemde artan araç sayısı
ile kent içi ulaşımın motorlu araçlara
yönlendirilmesi süreci başlamıştı aslında. Metro
sistemini, "yerin altına yatırılan boşa para" olarak
gören Menderes'in, trafik sorununa çözümü o dönemler
için yeterli görülse de, zamanla işlevselliğini
yitirmişti. Çünkü nüfus hızla artıyordu.
Sanayileşmenin hız kazanması gecekondulaşmayı da
etkilemiş, 1960 - 65 yılında Türkiye'deki iç göçün
%22'si İstanbul'a yönelik gerçekleşirken, 1962'de
78.000 olan gecekondu sayısı, 10 yıl sonra 195.000'e
çıkmıştı.

O Dönemde İstanbul'daki Müdahaleler Hakkındaki Yorumlar
Menderes Dönemi'nde
yapılan tüm bu imar operasyonları, İstanbul'a
damgasını vurmuştu. O dönemde İstanbul hakkında
çıkan yazılar ve kitaplar, dönemin müdahalelerini
büyük bir ihtişamla anlatıyor ve İstanbul'un
güzelleştiğini az da olsa eleştirel bir yaklaşımla
sunuyordu.
19. yy.'da III.
Napolyon'un Haussmann'a yaptırmış olduğu büyük
çaptaki operasyon sonucunda Paris'i şekillendirdiği
gibi, Adnan Menderes de 20. yüzyılın ortalarında
İstanbul'u çağdaşlaştırmak için harekete geçmişti,
ama tarihi değerlerimizi hiçe sayarak... Bunun için
mimar ya da şehir plancılarına çok da gerek yoktu
aslında. Mühendisler ile yollar genişletildi,
müteahhitlerle de yeniden yapılandırıldı. Şimdileri
İstanbul'un trafiğine bu yollar bile yetmezken, bu
müdahaleler de yapılmasaydı durum ne olurdu
bilinmez. Belki de daha erken bir dönemde metro
sistemine yönelik inşaatlara başlanırdı, kim
bilir...
Şimdileri de benzer bir
tablo yok mu dersiniz? Yine "merkez"den gelen
kararlarla İstanbul'a bir iz bırakılmak istenmiyor
mu? Onca meslek gruplarının ve insanların karşı
çıkmalarına rağmen yapılmak istenen 3. Köprü de bu
durumun resmini ortaya koymuyor mu? Ama şunu da
unutmamak gerek: Bu iz eğer gerçekleşirse, hiçbir
dönemde yapılan müdahaleler ile
karşılaştırılamayacak kadar İstanbul'a çok zarar
verecek. Boşa dememişler "Gelen, gideni aratır,"
diye.
Arkitera, Kaynaklar:
Güzelsoy, S., "İstanbul Kent Merkezinin Dönüşümü:
Gelişme ve Planlama İkilemi", Yüksek Lisans Tezi,
2008 - Gülersoy, Ç., "İstanbul'un Geçirdiği
Aşamalar", TMH, Sayı: 413 - 2001/3 - 1/100.000
Ölçekli İstanbul Çevre Düzeni Plan Raporu, 2009,
Fotoğrafların Kaynakları: YTÜ, Şehir ve Bölge
Planlama Yüksek Lisans, Koruma Dersi, Derleyen:
Derya Yazman, 04.06.2010
|
EFES ANTİK KENTİ
KAZILARI BAŞLIYOR

İzmir'in Selçuk
İlçesi'ndeki Efes antik kenti 2010 kazıları
pazartesi günü Artemision bölgesinde başlayacak.
Avusturya Arkeoloji
Enstitüsü Efes Kazıları Başkanı Doç.Dr. Sabine
Ladstatter, gazetecilere yaptığı açıklamada, bu yıl
Artemision ve Efes Limanı Nekropolü'ndeki kazılara
ağırlık vereceklerini belirtti.
Efes'te yürütülen kazı
çalışmalarında geçen yıl 11 ülkeden 174 bilim insanı
ve 60'tan fazla işçi çalıştığını hatırlatan Doç.Dr.
Ladstatter, bu yıl da sayıları geçen yıla yakın
uluslararası büyük bir ekibin kazılara katılımının
beklendiğini ifade etti.
Doç.Dr. Sabine
Ladstatter, şunları kaydetti:
"Bu yıl en büyük yoğunluğu Artemisyon ve Efes Liman
Nekropolü'nde gerçekleştireceğiz. Kazılara, Bilimsel
Araştırma Fonu (FWF) önemli ölçüde destek verecek.
Birkaç ay sürecek kazıların amacı, diğer bir mezar
evinin yanı sıra mezar sırası ile Liman Nekropolü
arasındaki alanı ortaya çıkarmaktır. Ayrıca liman
alanında görünen tüm mezarların ölçümünün ve önceden
hazırlanan jeofiziksel araştırmaların yapılması
planlanmıştır. Arazi çalışmalarına ek olarak buluntu
malzemesi incelenecektir. Bu çalışmaların odak
noktasını 150'den fazla iskeletin, Göttingen'den
gelecek uzman Alman ekip tarafından antropolojik
analizlerinin yapılması oluşturmaktadır."
Bu yılki Efes kazı çalışmaları çerçevesinde
Artemision'un girişinde yer alan türbenin ilk defa
detaylı incelemesinin yapılacağını da dile getiren
Doç.Dr. Ladstatter, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bu yapının uzun kenarı
6,5 metredir. Kare şeklinde kubbeli yapının iyice
temizlenmesinden sonra, dış duvar bloklarının bir
bölümünün detaylı dokümanı çıkarıldı. Burada ayrıca
iç kısımda iki mezar ve bunlara ait gelişigüzel
yapılmış taş bir taban döşemesi ortaya
çıkarılmıştır. Buluntular, benzer yapılardan yola
çıkarak türbenin, daha önceden de tahmin edildiği
gibi Anadolu'daki Beylikler dönemine ait olduğunu
doğrulamıştır. Yapı, MS 1304-1425 yıllarında hüküm
süren Aydınoğulları Beyliği dönemine aittir.
Türbenin duvarlarının geçen zaman içerisinde hep
yenilenmiş olması, sonradan yapılmış harçsız
duvarların, girişi selden korumaması ve ayrıca
türbenin yakınında zaman zaman mezarların yapılmış
olması, türbenin önemini sürekli koruduğunu
göstermektedir. Burası henüz kim olduğunu
bilmediğimiz bir kişinin ziyaret edildiği bir tür
yöresel küçük hac noktası olmuştur. Buluntularda,
burada dua edilip, dileklerde bulunulup ibadet
edildiğini saptadık."
Artemision'daki tribün
ve etrafındaki alanın 2010 yılı kazılarının ana
projesi olacağını anlatan Doç.Dr. Sabine Ladstatter,
"Projede birkaç ay sürecek kazı çalışmaları ile
detaylı ölçüm ve incelemeler öngörülmüştür. Yapının
sadece kendisine yönelik değil aynı zamanda
olasılıkla Orta Çağ'a kadar devam eden uzun kullanım
tarihine yönelik yeni verilerin de elde edilmesi
beklenmektedir. Tribünde yapılacak çalışmalarla
'karanlık yüzyıllara' (MS 7- 10. yy) ışık tutmak
mümkün olabilecektir" dedi.
Doç.Dr. Ladstatter, Efes çevresindeki en eski
yerleşimlerden biri olan "geçmişi 8 bin yıla kadar
dayanan" Çukur İçi Höyüğü'nde yapılan kazılarda
bulunan malzemenin bilimsel değerlendirmesinin bu
yıl yapılacağını bildirdi.
Doç.Dr. Ladstatter,
sözlerini şöyle sürdürdü:
"Efes'in yerleşim tarihi
bugüne kadar tahmin edilenden yaklaşık 4 bin 500 yıl
daha erken başlamaktadır. Yüz binlerce yıl aynı
yerin yerleşim yeri olarak kullanılması sonucunda,
üst üste masif kültür tabakaları (insanlar
tarafından yapılan yığmalar) ve bunun sonucunda suni
bir tepe oluşmuştur. (tel yerleşimi) Çukur İçi
Höyüğü'ndeki şimdiye kadar bulunan en eski yerleşim
8000 yıl öncesine ait olup (yaklaşık MÖ 6200-6000)
böylece Batı Anadolu Bölgesi ve Ege'den Güney
Avrupa'nın Tuna Bölgesi'ne kadar uzanan alan
içerisinde insanlığın evcil hayvanlar ve bitkilerle
beraber yerleşik hayat sürdüğünün en eski belgesini
oluşturmaktadır. Daha bu dönemde insanlık uzak
bölgelerle geniş alanda bir değiş tokuş sistemini
kurmuştur. Bunu, ele geçirilen ve analizleri yapılan
Efes'e yüzlerce kilometre öteden ithal edilmiş ham
maddeler kanıtlamaktadır. Yaklaşık 3000 yıl sonra,
Tunç Çağı'nın başında da yerleşim geniş kapsamlı
iletişim ağları içerisinde yer almış olmalıdır. Doğu
kültürlerine ait ağırlık buluntuları ve ithal amaçlı
bakır objelerin üretimi, Çukur İçi Höyüğü'nün bu
dönemdeki önemini göstermektedir. Yüzyıllık bu
yerleşik tarih, bilimin ilk kez Batı Anadolu'daki
prehistorik toplumların varlıksal koşullarının
sorgulanmasına olanak tanımaktadır."
Efes Kazı
çalışmalarında, arkeolog ve prehistoryacılar dışında
çok sayıda restoratör, mimar, antropolog,
arkeozoolog, Bizans tarihçisi, nümizmat, epigraf,
fotoğrafçı, jeodet, mekan planlamacısı, kimyacı,
coğrafyacı ve jeologların görev aldığını hatırlatan
Doç.Dr. Ladstatter, 2009 yılındaki 13 kazı
projesinin yanı sıra, depolardaki çeşitli buluntular
üzerinde ve arazide mimari araştırmaların
yapıldığını, Yamaç Evler, Antik Tiyatro ve Efes'in
tüm şehir alanında yoğun restorasyon projelerinin
gerçekleştirildiğini vurguladı.
Radikal, 04.06.2010
|
"ARKEOLOJİK KAZILAR
HAFRİYAT ÇALIŞMASI DEĞİL"
Arkeologlar Derneği 32.
Uluslararası Kazı, Araştırma ve Arkeometri
Sempozyumu'nun ardından bir açıklama yaptı. Yapılan
açıklamada, özellikle arkeolojik kazılarla ilgili
uyarılarda bulunuldu.
24-28 Mayıs tarihleri arasında düzenlenen
sempozyumda yapılan sunumların önceki yıllarla
karşılaştırıldığında Türkiye arkeolojisinde hızlı
yükselişi gösterdiğinin belirtildiği açıklamada
"Kazanılan bu ivmenin sürdürülmesi ve bilimsel
düzeyin korunması hepimizin ortak isteğidir"
denildi.
"Kazı ve araştırma sayısının sınırlandırılması
yerine, bu kadar çok bilinmeyenin olduğu ve çağdaş
gelişmelere paralel pek çok tahribatın yaşandığı
ülkemizde çalışmaların arttırılması bilimsel bir
sorumluluk olmalı, geçen zamanın ülkemizi her alanda
zor durumda bırakacağı unutulmamalıdır" denilen
açıklamada çok önemli kazanımlar sağlayan Köşk Höyük
gibi katılımlı kazıların bir çözüm bulunmadan
durması vahim bir gelişme olarak değerlendirildi.
Sıkıntı oluşturan konular arasında bürokrasinin de
önemli bir yer tuttuğuna dikkat çekilen Arkeologlar
Derneği açıklamasında, ödeneklerin harcanmasında
önemli zorluklar ile karşılaşılmakta; bu haliyle
arkeolojik kazıların bilimsel bir çalışma ortamından
ziyade herhangi bir iş yeri görünümü taşıdığı
vurgulandı. Yüz yılı aşkın bir sürece sahip köklü
bir arkeoloji geleneğinin bulunduğu ülkemizde son
aylarda gündeme gelen eş başkanlık ya da başkan
yardımcılığı uygulamalarının Türkiye arkeolojisinin
geleceği için büyük bir tehlike oluşturduğunun iddia
edildiği açıklamada, bunun yerli ya da yabancı
arkeologları endişelendirdiği belirtildi.
Kazı sürelerinin sınırlandırılmasının da kazıların
birer hafriyat çalışması olarak algılandığı
düşüncesini oluşturduğuna dikkat çekilen açıklamada,
"Birer bilimsel çalışma olarak görülmesi gereken,
olanak ve niteliğe göre kriterler oluşturulması
beklenen bilimsel kazılara 4 ay gibi bir süre
dayatılmasının gerçekçi olmadığı düşünülmektedir"
denildi.
Evrensel, 04.06.2010
|