Haberler logo Ağustos '10 Arşivi

29 Ağustos - 4 Eylül 2010

EN YÜKSEK SUR DUVARINA ULAŞILDI

 

Dünyada en erken tarihli Zerdüşt tapınma merkezinin yer aldığı Balıkesir'in Bandırma İlçesi'ne bağlı Ergili Köyü yakınlarındaki Daskyleion antik kentinde, 1988 yılından bu yana sürdürülen kazı çalışmalarında bugüne kadar gün ışığına çıkarılan en yüksek sur duvarına ulaşıldı. Muğla Üniversitesi öğretim üyesi ve kazı ekibi başkanı Doç.Dr. Kaan İren, gazetecilere yaptığı açıklamada, ''Hisartepe'' mevkisindeki kazılar sırasında, önce MÖ 6. ve 5. yüzyıllara ait olup, kuzey yönünde uzanan Pers uygarlığına ait kente girişi koruyan surlara ulaştıklarını belirtti. İren, ardından yine aynı dönem ve uygarlığa ait, doğu-batı yönünde ilerleyen, kente girişi koruyup, diğer surlarla köşe yapan, kireçten yapılmış başka bir sur duvarını da ortaya çıkardıklarını kaydederek, şu bilgileri verdi: ''Kireç taşından yapılan bu sur duvarının yüksekliğini, şu ana dek ulaştığımız kadarıyla 2,60 metre olarak belirledik. Kazı çalışmaları ilerledikçe, yüksekliğin 3-3,5 metreye ulaşacağını tahmin ediyoruz. İki evreli bu sur duvarı, Daskyleion'da şimdiye dek ulaştığımız en yüksek duvardır.'' Kaan İren, 1 Temmuz'da başlattıkları bu yıl ki kazı çalışmalarını 15 Eylül'de tamamlayacaklarını belirterek, bu dönem toplam 150 bin liralık ödenek ve 16 kişilik ekiple çalıştıklarını kaydetti.

Yeni Asır, 04.09.2010

BİTLİS KALESİ KUŞLARA YUVA OLDU

 

Bitlis Kalesi'nde devam eden restorasyon çalışmaları sırasında yuvaları kapatılan kuşların mağdur olmamaları için özel yuvalar yapıldı.

 

MÖ 312 yılında Büyük İskender tarafından yaptırılan tarihi Bitlis Kalesi'nde restorasyon çalışmaları devam ediyor.

Yıllardır ayakta duran ancak son yıllarda taş düşmesi nedeniyle esnafa sıkıntı yaratan tarihi kalede restorasyon çalışmalarında sona yaklaşıldı. Yaklaşık 2 aydır restorasyon çalışmaları devam ederken, çalışmalar esnasında kuşların yuvaları da zarar gördü. Kaya bloklarında başlatılan restorasyon çalışması sırasında özel bir malzeme ile kapatılan kuş yuvaları yerine ahşaptan kuş yuvaları kaya bloklarına ve surlara monte edildi.

 

Yaklaşık 20 adet kuş yuvasını monte ettiklerini ifade eden müteahhit firma yetkilisi Abdurrahman Zeydanlı, bu tür restorasyonlarda dış etkenlerden korunmanın da önemli olduğunu vurguladı.

 

Zeydanlı, "Kalede restorasyon çalışmalarımız devam ediyor. Yaklaşık 2 aydır çalışmalar yapıyoruz. Kalenin duvarları tahrip olduğu için kuşlarda yuva yapmıştır. Ancak biz restorasyon çalışmaları sırasında yuvalarını kapattık. Bu nedenle onlara bir jest yapıp özel yuva yaptırdık" dedi.

Bitlis Kent Haber, 04.09.2010

OSMANLI KALESİ RESTORE EDİLİYOR

 

 

Kaledeki restorasyon çalışmaları çerçevesinde bu sene bin 500 metre karelik bir alanın kaplamasının yapılacak.

 

Kalenin boyutları 80 dönümlük bir alanı kaplıyor. Bazı alanların kazı yapılmak suretiyle geçmişin günümüze kazandırılması ve aydınlatma noktasında çalışmalar da sürüyor.

 

Kalenin Özgeçmişi ise şöyle;

Tarihi Osmanlı Kalesi, ilçenin güneyinde ve Van Gölü’nün kıyısında bulunuyor. 1224 yılında meydana gelen bir depremde yıkılan kale, Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırıldı.

Aslında kaleyi, durumundan daha önce haberdar olan Yavuz Sultan Selim yaptırmak istemiş, ancak buna vakit bulamamış.

 

Çaldıran seferine çıkan Yavuz Sultan Selim Erzurum’da konaklarken, Ahlat’tan giden bir heyet, padişahın yanına varıp, ’’Padişahımız, büyük soyumuz burada gömülü. Ahlat şehrinde bize yeni bir kale yaptır ki, kendimizi koruyalım’’ demiş. Padişah Sultan Selim, o sıralarda İran seferiyle uğraştığı için, kaleyi yaptırmaya pek vakit bulamamış.

 

Kalenin inşasına ancak Kanuni Sultan Süleyman zamanında başlanabilmiş. Kanuni, İran’dan dönerken Ahlat’a uğramış ve burada gömülü olan Türk büyüklerinin mezarlarını görmüş. Ayrılırken, Zal Mahmut Paşa ile Mimar Sinan’ı, kalenin inşası için Ahlat’ta bırakmış. Kale planını Mimar Sinan’ın yaptığı söylenir.

 

Dörtgen biçimindeki kalenin, bir yönü Van Gölü ile, öbür üç yönü ise karayla çevrilidir. Karaya bakan üç yanı, içi su dolu savunma hendekleriyle kuşatılmıştır. Gösterişli ve mimarisi güzel olan kalenin içinde bir de cami yaptırılmış.

Trt/Haber, 04.09.2010

ASPENDOS'UN SIRLARI ÇÖZÜLÜYOR

 

 

Antalya’nın Serik İlçesi yakınlarındaki Aspendos antik kentinde, Hacettepe Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Veli Köse başkanlığında Türk ve yabancı bilim adamları ile öğrenciler, jeofizik yüzey araştırması çalışması sürdürüyor.

 

Antalya’ya gelen yerli ve yabancı turistlerin, günümüze kadar en iyi korunmuş amfi tiyatro olarak kabul edilen Aspendos Antik Tiyatrosu’nu gezip döndüklerini kaydeden Doç.Dr. Veli Köse, tiyatronun yaslandığı tepede ve önündeki ovadaki şehir kalıntılarından ise çoğu kişinin habersiz olduğunu kaydetti.

 

Bu durumun en önemli sebebinin, kalıntıların, bitki örtüsünün altında kalması olduğunu ifade eden Köse, geçen yıl Mart ayında otların biçilmesiyle birlikte şehrin agorası, bir tarafındaki dükkanlar ile karşısında yer alan devlete ait ürünlerin saklandığı market binasının en alt katının da ortaya çıktığını ifade etti.

 

Aspendos’un bir Pamfilya kenti olduğunu ve bulunan sikkelere bakarak geçmişinin MÖ 5’inci yüzyıla kadar dayandığının anlaşıldığını söyleyen Köse, ’’Bu da zenginliğin göstergesi. Tüm bulgular, kentin siyasi ve ekonomik açıdan güçlü olduğunu ortaya koyuyor. Burada Pamfilya’ya has bir giysinin yününün yanı sıra tahıl, zeytinyağı ve şarap üretilmiş. O dönemlerde yakında bulunan bir tuz gölünden tuz elde edilmiş. Hayvancılık ve kereste üretimi de yapılmış’’ diye konuştu.

 

Toros dağlarından getirilen tomrukların yine o dönemde civardaki su yolları ile ovaya kadar ulaştırıldığını vurgulayan Köse, tomrukların, ovadaki iki hamamın büyük olanının arkasında akan Eurymedo nehrinden de su taşıtlarıyla denize götürüldüğünü, oradan Akdeniz ülkelerine taşındığını anlattı.

 

Dünyadaki en önemli arkeolojik kaynaklarda Aspendos’un ünlü su kemerlerinin de yer aldığını hatırlatan Köse, kente yaklaşık 20 kilometre mesafedeki bugünkü Gökçepınar mevkiinden su kemerleri vasıtasıyla su getirildiğini ifade etti.

Trt/Haber, 04.09.2010

GÖKÇEADA'DA 8 BİN YILLIK YERLEŞİM

 

 

Gökçeada’daki kazılarda, adadaki yaşamın 8 bin yıl öncesine uzandığını gösteren bulgulara ulaşıldı. Uğurlu Köyü’ndeki kazılarda çıkarılan kilden yapılmış çanak çömlekler, kadın heykelcikleri, taştan ve deniz  kabuğundan boncuklar, kolyeler, sürtme taştan baltalar heyecan yarattı. Kazı Başkanı Doç.Dr. Burçin Erdoğdu “Ortaya çıkarılan bölge, tüm Doğu Ege adalarında bugüne kadar saptanan en erken yerleşim yeridir” dedi.


Doç.Dr. Erdoğdu’nun verdiği bilgilere göre Avrupa’da Neolitik Çağ’ın (Cilalı Taş Devri) nasıl başladığı, yerleşik düzene, tarım ve hayvancılığa nasıl ve ne zaman geçildiği hala soru işareti. Son yıllardaki araştırmalar, Avrupa’daki değişimde Anadolu’dan başlayan göçlerin de etkisi olduğunu gösteriyordu. Ancak Batı Anadolu kıyılarına ait yakın adalarda, şimdiye kadar bu geçişe kanıt olabilecek bir neolitik yerleşim yeri bulunamamıştı

Radikal, Fotoğraf: Vural Bozok /DHA, 04.09.2010

DÜNYANIN EN ESKİ BİRASI DENİZDEN ÇIKTI

 

Finlandiya yakınlarındaki Aland Adaları açıklarında yapılan bir dalışta 19. yüzyıla ait olduğu düşünülen bira şişeleri bulundu.

 

Araştırmacılardan Bjorn Haggblom bir gemi enkazında şampanya şişelerini aramak için yaptıkları dalış sırasında, bu bira şişelerine rastladıklarını belirtti.

Milliyet, 04.09.2010

609 YILLIK KURAN-I KERİM ARTIK DİJİTAL ORTAMDA

 

 

Hattat Maksudul Tebrizi'nin 1401'te yazdığı 609 yıllık el yazması Kuran-ı Kerim, dijital ortama aktarıldı. 1991'de çalındıktan sonra Interpol tarafından bulunup Rodos Adası'ndaki Hafız Ahmet Ağa Kütüphanesi'ndeki iade edilen bu paha biçilmez kitaba artık tek tıkla ulaşmak mümkün.

 

Hafız Ahmet Ağa Kütüphanesi, Yunanistan'ın Rodos adasında UNESCO tarafından kültür mirası olarak koruma altına alınan Rodos Kalesi içinde. Surların içindeki Orologiou Meydanı'ndaki kütüphanenin sahibiyse Hafız Ahmet Ağa Fethi Paşa Vakfı. Vakfın 16 yıllık Mütevelli Heyeti Başkanı da İstanbul Modalı Fethi Cengiz Argeşo.


Hafız Ahmet Ağa tarafından 1793'de inşa edilen ve Ahmed Fethi Paşa tarafından dünyanın değişik coğrafyalarından toplanan el yazması kitapları barındıran kütüphane Türklerin ve diğer ülkelerden gelenlerin büyük ilgisini çekiyor. Paha biçilemez 2450 kitabı saklayan kütüphanenin bir adı da Müslüman Kütüphanesi.


Hattat Maksudul Tebrizi'nin 1401'te yazdığı Kuran-ı Kerim, bu kitapların en önemlisi. Kırmızı deri cildi tezhipli. Sonunda üç sayfa Farsça dua bulunuyor. Sure başlıkları süslemeli. Her sayfası üç satır nesih yazı, geri kalan normal yazıyla yazılmış. Sayfaların kenarları altın varakla süslü. “Değeri parayla ölçülemez. Çünkü hiçbir zaman satılmayacak. Bu ata mirasımızı dünya durdukça saklayacağız” diyen Argeşo, Kuran-ı Kerim'in çalındıktan sonra tesadüfen bulunduğunu anlatıyor:

“1991'te Rodos'taki kütüphaneden çalıp Londra'ya kaçırmışlar. Akrabamız Prenses Esra Bereket Birgen, 20 milyon Pound açılış fiyatıyla ünlü bir müzayede evinde satışa çıkarıldığını görmüş. Hemen İnterpol'e haber verilince çalanlar yakalandı ve İstanbul'a getirildi. İstanbul'da buluştuk, vakıf olarak bize ve Yunanlı makamlara teslim ettiler. Korumalar eşliğinde adaya getirip yerine koyduk. Çok sıkı güvenlik önlemleri altında korumaya başladık.”

 
Uzun süre özel sektörde yöneticilik ve ticaret yaptıktan sonra emekli olan Argeşo, her ayın yarısını Rodos'ta geçiriyor. Selçuklulardan kalma 851 yıllık kitapların ve Osmanlılardan kalma 147 Kuran tefsirinin bulunduğu kütüphaneyi yılda 800 bin kişinin gezdiğini söylüyor. Kütüphaneyi daha çok insanla buluşturmak için Ankara'daki yetkililerle de temas kurmuş: “Beni, Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı'na (TİKA) sevk ettiler. Ardından Rodos Konsolosu İhsan Yücel devreye girdi. Başta el yazması Kuran-ı Kerim olmak üzere, kitapların dijital ortamla aktarılması kararlaştırıldı. Nihayet bu çalışmaları bitirdik” diyor.

Kanuni Sultan Süleyman'ın Başsancaktarı Ramazan Ağa'nın torunu ve 12 Adalar Valisi Hasan Ağa'nın oğlu Hafız Ahmet Ağa'nın kurduğu vakfın Rodos'ta çok sayıda gayrimenkulü var. Argeşo; “Rumeli ve Balkanlar'daki en büyük Türk Vakfı biziz” diyerek devam ediyor: “Kütüphane binası ve çevresini onarmak için vakfın kasasından binlerce Euro para harcadık. Şimdiki hedefimiz Rodos'taki saat kulesi. Bu kuleyi dedem 1840'ta İngiltere'deki Big-Ben'i örnek olarak yaptırmış. Yunanlı bir işletmeci alt bölümünde restoran işletiyor ama kontratımız 2011'e bitiyor. Kuleyi hemen restore edip bir Osmanlı müzesi haline getireceğiz.”

Türkiye'nin Rodos Konsolosu İhsan Yücel; Konya Eski Eserler El Yazması Kütüphanesi'nden bir ekibin Rodos'ta 55 gün geceli gündüzlü çalıştığını söylüyor: “1275'i el yazması 2450 kitabın yaklaşık 600 bin sayfası tek tek dijital ortama aktarıldı; 640 sayfalık bir katalog haline getirildi. Bu katalog dünyanın çeşitli üniversitelerine gönderilecek. Dileyenler Konya'daki kütüphaneyle işbirliğine giderek, bu kitaplar üzerinde bilimsel çalışma yapabilecek. Kitaplara ulaşmak için internetten Konya Eski Eserler El Yazması Kütüphanesi'nin adresine girmek gerekiyor: konyayazmakutup.gov.tr”.

Hürriyet, Haber: Cahit Akyol, 04.09.2010

TRALLEİS'TE 40 MEZAR ORTAYA ÇIKARILDI

 





 

Tralleis antik kentinde devam eden kazı çalışmaları sırasında 10-14 yüzyıllara ait tarihi şapel ile 40 tane mezardan oluşan dönemin kutsal bir mekanına ait kalıntılar ortaya çıkarıldı.

 

ADÜ Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç Dr. Rafet Dinç başkanlığında yürütülen ve bu yılki bölümü 15 Temmuz 2010 tarihinde başlayan Tralleis antik kenti kazılarında önemli bir bulguya ulaşıldı. Tralleis antik kentinin güneyinde bulunan ve eski bir kiliseye ait olduğu sanılan 2 ayrı fil ayağı yapıyı ortaya çıkarmak için çalışama başlatan kazı heyeti, hiç beklemedikleri bir yapıyla karşılaştı. Çalışmalarda tarih boyunca önemli medeniyetlere ev sahipliği yapan Tralleis antik kentindeki tarihi kilisenin yıkılmasının ardından daha sonraki dönemde kalıntının üzerine yapılan küçük bir şapel ile şapelin kutsal sayılan bahçesine gömülmüş 40 kişiye ait mezar ve iskelet kalıntılarına ulaşıldı.

 

Şapel ve 40 mezardan oluşan yeni buluntuların MS 10-14 yüzyılları kapsayan Geç Orta Bizans çağına ait olabileceği ihtimalini değerlendirdiklerini ifade eden Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Rafet Dinç, “MS 4-6 yüzyıllara ait olduğu sanılan kilesinin fil ayaklarını ortaya çıkarmak için çalışma yapıyorduk. Ama böyle bir önemli bulguyla karşılaştık. Kilisenin yıkılmasının ardından bölgeye ibadetler için küçük bir şapel yapıldığını düşünüyoruz. Kalıntılardan bu şapelin üç kez yenilendiği anlaşılıyor. Şapelin bahçesinde de 40 tane mezar ve iskelet kalıntılarına ulaştık. Bu mezarların şapele çok yakın gömülmesi buranın önemli bir kutsal mekan olduğunu gösteriyor. O dönemlerde kutsal mekanlara gömülmek çok lüks ve önemli bir ayrıcalıktı. Buraya gömülen kişilerinde şapele bağlı cemaat üyeleri olduğunu tahmin ediyoruz” dedi.

 

Afyon’da Amerikalı bilim adamları tarafından yürütülen Amarium antik kenti kazılarında da daha önce şapel ve bahçesinde mezarlardan oluşan benzer bir yapının ortaya çıkarıldığını anımsatan Dinç, “Üzerinde çalışma yaptığımız kilisenin Roma imparatorluğu döneminde kullanıldığı yönünde işaretler var. Kilisenin yıkılmasından 400 yıl sonra bu kutsal mekan ortaya çıkmış ve buraya küçük bir şapel yapılmış” diye konuştu.

 

Üzerinde çalışma yapıkları kilise alanı ve ortaya çıkan yeni kutsal mekanın 1980’li yıllarda defineciler tarafından talan edildiğini kaydeden Dinç, şunları söyledi: “MS 4-6 yüzyıllara ait olan kilise ile yeni ortaya çıkardığımız MS 10-14 yüzyıllara ait şapel ve mezarların bulunduğu alan 1980’li yıllarda 80-100 kişilik defineciler tarafından hem de kepçeler kullanılarak talan edilmiş. Buradaki eserlerde kalan izlerden bunu çok iyi anlayabiliyoruz. Ama biz ortaya çıkardığımız bu yeni mekanla ilgili gerekli tüm önlemleri aldık. Bulunan mezarlar en iyi şekilde koruma altına alındılar. Proje kapsamında çalışmalarımızı sürdürüyoruz”

Aydın Kent Haber, 03.09.2010

TARİHİ CAMİLERE REHBER İMAMLAR GELİYOR

 

İmamlar, artık sadece dini hizmetlerden değil kültür ve tanıtım faaliyetlerinden de sorumlu olacak. Tarihi camilerin imamları, üst düzey konuklara rehberlik hizmeti de verecek.

 

Amaç, Sultanahmet Camii gibi hem ibadete açık olan hem de tarihi ve turistik değeri bulunan eserlerin, ziyaretçilere tam manasıyla aktarılması. Ziyaretçilere bu eserlerin sadece tarihi özellikleri değil, anlamları ve önemlerinin anlatılması da hedefleniyor. Sultanahmet ve Süleymaniye gibi çok ziyaret edilen camilerin imamları daha çok üst düzey konuklara rehberlik hizmeti verecek. Anadolu'daki tarihi camilerin imamlarının ise tüm ziyaretçilere rehberlik yapması planlanıyor.

 

Referandum çalışmaları için Ağrı'da bulunan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu dün Doğubayazıt'taki İshakpaşa Sarayı'nı gezdi. Ağrı Valisi Ali Yerlikaya, gezi sırasında Bakan'a saraydaki caminin ibadete açılmasının planlandığını söyledi. Bundan memnun olan Davutoğlu, "Yaşayan mekanlar korunur. Eğer burası ibadete açılırsa tahrip edilmesinin önüne geçilir." dedi. Davutoğlu hemen ardından camilerle ilgili önemli bir planı açıkladı. Buna göre önümüzdeki dönemde tarihi camilerde "rehber imamlar" görev yapacak. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yeni teşkilat yasasında bu konuyla ilgili çalışma yapıldığını Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın konuyu önemsediğini aktaran Bakan, "Tarihi nitelikteki camilerimizde rehberlik hizmetini bizzat imamların üstlenmesi üzerinde duruyoruz." diye konuştu.

 

Davutoğlu, "Tarihi eserlerin büyük kısmı dini mimaridir. Bu Doğu'da da, Batı'da da böyledir. Batı'da katedraller, Doğu'da camiler. Bunların dini önemleri bilinerek de gezilmesi gerekir." değerlendirmesinde bulundu. Yabancı ziyaretçilere rehberlik yapabilmesi için bazı camilerdeki imamların yabancı dil bilmesi de öngörülüyor. Böylece imamlar turistik rehberlerin sadece camilerin tarihini anlatması yerine ruhunu da anlatacak.

Zaman, Haber: Servet Yanatma, 03.09.2010

1700 YILLIK MANASTIRIN ÜZERİNDEKİ MALİKANE

 

 

Filistinli işadamı Masri'nin malikanesi, bin metrekare bir alanda ve tarihi bir manastırın üzerinde yükseliyor. "Filistin Evi" adını taşıyan 12 odalık ev, tam bir tarih müzesi gibi.

 

Ailem ve ben İban Dağı'nda yaşardık. Oranın havası güzeldi ama Kenan dilinde lanet anlamına gelir 'iban'. Karşısında ise şu anda üzerinde olduğumuz Gerizim Dağı vardır. Hazreti İbrahim'in oğlunu kurban etmek için getirdiği yer burası. Buranın nemi fazla romatizmaya neden oluyor ama ben tüm ailemi bırakıp evimi Gerizim'de kurdum." Munip Masri böyle anlatıyor evini... Nablus'a 2 bin metre yukarıdan bakan 40 hektarlık arsanın üzerinde yükseliyor "Filistin Evi" anlamına gelen Beit Falasteen... Bin metrekare üzerine kurulan 12 odalı ev aslında inşaat sırasında bulunan tarihi manastıra zarar vermemek için büyük sütunların üzerine inşa edilmiş. Evin avlusunda 7'nci yüzyıla ait Herkül heykeli duruyor. Masri'ye göre, "Herkül Filistin ruhunu temsil ediyor; alçak gönüllü, kararlı, azimli."

 

Heykelden başınızı yukarı kaldırdığınızda büyük bir kubbe görüyorsunuz. Aşağı doğru Kuran'dan ayetler, 4 güzel tablo ile iki kat balkon duruyor. Masri'ye göre "evin en değerli eşyası" da malikanenin merdivenleri altında duruyor: Dev Filistin bayrağı... En alt katta her biri yaklaşık 100 metrekare genişliğinde Nablus, Kudüs, Nasıriye ve Beytüllahim adlarında dört oda var. Odalardan biri Masri'nin 5 bin kitap barındıran çalışma odası. Yan odada, dev İtalyan antika bir aynanın yer aldığı duvarın karşısında Raphael'e ait yün ve ipekten dokunmuş yaklaşık 60 bin euro değerinde bir halı asılı.

 

Bir diğer odada Picasso ile Modigliani'nin eserleri yer alıyor. Dördüncü odada ise Osmanlı döneminden kalma seccade göze çarpıyor. Odaların her birinde de Türk izi var; çünkü tavan ahşaplarını, pencereleri ve balkon korkuluklarını bir Türk şirketi yapmış. Evin içi çok sessiz. "Bu kocaman evde kim yaşıyor" diye soruyorum. "Ben ve ailem tabii ki. 6 çocuğum var, her birinin de kendi odası var" diye yanıtlıyor. Dışarıda ise gözüm almıyor evin bahçesini. İkisi 7'nci yüzyılda Fransa'da kullanılan kalelere ait. Evin bahçesindekileri sayıyorum: yüzme havuzu, Fransa'dan bir tapınak, 3'üncü Napoleon'un metresi için 8'inci yüzyılda yaptırdığı kış bahçesi, at çiftliği, geyik ahırı, tavuk ve horozların yaşadığı ahır, güvercinlik... Bahçede yürürken başlıyor anlatmaya Masri: "Burası İtalya'nın Vincenza kentindeki Rotonda adlı villanın bir replikası. Güzelleştirmek için 15 bini zeytin 65 bin ağaç diktim. Malikanenin inşaatı 1988'de başlayıp 2.5 yıl sürdü. Ancak bir yıl önce başlayan intifada nedeniyle 4 hafta boyunca işgal edildi."

 

Evin iki kat altına iniyoruz. Önümüze muhteşem korunmuş manastır çıkıyor. "Önce 3 tane kase parçası bulduk ve evi sütunların üzerine yapmaya karar verdik. İkinci katı yaptıktan sonra kazdık ve manastırı bulduk. Evin önünde 3 koyun kestim" diyor. İçinde bir altar, tabanında mozaiklerle süslü dua edilen kilise, atlar için ahır ile yalak, kuyu ve kemer yer alıyor.

 

Manastır o kadar zengin ki içinden çıkanlardan müze kurulmuş. Örneğin çıkan bir haç için 100 milyon dolar önermişler ama "Paha biçilemez" diyor. Merak ettiğim ise manastırda bulunanların kime ait olduğu. Anlatıyor: "UNESCO buraya gelip çok iyi araştırdı. Filistin devleti de geri almayı önerdi. Ancak yetkilileri çok iyi bakacağıma ikna ettim. Buradaki her şey devlete ait. Allah'a her gün müzede Yahudi kültürüne ait tek bir şey olmadığı için şükrediyorum. Yoksa elimden kesin alırlardı."

Sabah, Haber: Bilge Eser, 03.09.2010

450 YILLIK SIR ÇÖZÜLDÜ

 

Mimar Sinan'ın, temelinin yeraltı sularından olumsuz etkilenmemesi için yaptırdığı kuyuların kapatılmasının caminin sonunu hazırladığı ortaya çıktı. Restorasyon ve onarımla sağlamlaştırılan camide, 450 yıl önceki döneme dönüş yapıldı.

Vakıflar Genel Müdürü Yusuf Beyazıt, Mihrimah Sultan Camisi'nin görkemli günlerine geri döndüğünü söyledi. 15 gün içerisinde caminin açılacağını açıklayan Beyazıt, restorasyon ve onarım çalışmalarında tam bir 'geçmişe bir yolculuk' yapılarak, mühendislik örneği sergilendiğini anlattı.

 

Mimar Sinan, 450 yıl önce camiyi inşa ederken, temellerin yeraltı sularından etkilenmemesi için kuyu kazdırıyor. Mimarlık dehası Sinan, yüksek kotta yapılan cami temellerinin ve zemininin sağlam kalabilmesi için bir miktar su ile temas etmesi gerektiğini düşünüyor. Bu sağlamak amacıyla da kuyuları yaptırıyor. Hayati önem taşıyan kuyuların ne kadar vazgeçilmez olduğunun anlaşılamaması caminin sonunu hazırlıyor. Zamanla şehir şebeke suyu da gerekçe oluşturdu ve kuyular kapatıldı. Caminin temellerinin arası bu nedenle balçıkla doldu. Restorasyon kapsamında, etrafındaki çelikten koruyucu dayanaklar kaldırıldı. Toplam 97 güçlendirme kuyusu açılarak, cami zemini stabil hale getirildi ve kayma engellendi. Cami bohçalanma yöntemiyle tamamen çevrildi ve temel sağlam duruma alındı. Mihrimah Sultan Camisi'nin 18 metre altından geçilerek, güçlendirme kuyuları birbirleriyle bağlı hale getirildi. Yetkililer, tarihi eserin gençlik dönemine döndüğünü söyledi.

Akşam, 03.09.2010

İNSANOĞLUNUN 800 BİN YIL ÖNCEKİ MENÜSÜ: BEBEK BEYNİ

 

 

İspanya’da bulunan yeni kemik fosilleri üstünde yer alan kesik ve diğer işaretler, bundan yaklaşık 800 bin yıl önce Avrupa’da yaşayan ilk insanların her gün düzenli olarak bebek beyni yediklerini ortaya koyuyor.


Araştırmada ortaya çıkarılan bizon, geyik ve keçi kemiklerinin yanı sıra en az 11 çocuk kemiği üstündeki incelemeler de aynı sonuçları verdi. Bu dönemde insanların özellikle düşman kabilelerin mensuplarını kesip yedikleri ve yemek için özellikle beyni tercih ettikleri ortaya kondu. Gran Dolina adlı mağarada bulunan kemiklerin içindeki besleyici kemik iliğini almak için vurulup parçalandığı görüldü. Uzmanlar ilk insanların beyin de yediği sonucuna bu bulgulardan yola çıkarak vardı. 

İspanya’daki İnsan Evrimi Ulusal Araştırmalar Merkezi’nden Bermudez de Castro, mağaraların olduğu bölgenin gıda açısından verimli olduğunu, dolayısıyla burada yaşayan erken dönem insanların son kaynak olarak insan etine yönelmiş olabilecekleri yorumunu yapıyor. Uzmanlar bu dönem yaşamış ilk insanların hem beslenme ihtiyaçlarını karşılamak için hem de düşman kabile üyelerini öldürdükten sonra insan eti yediklerini söylüyor.

Radikal, 03.09.2010

BULGARİSTAN TARİHİ ESERLERİ SUDAN ÇIKARTIYOR, BİZ GÖMÜYORUZ

 

 

Türkiye, Allianoi’yi sulara gömme kararı verirken, komşu Bulgaristan Seuthopolis Kentini baraj sularından kurtarmak için para arıyor.

 

İzmir’in Bergama İlçesi’nde bulunan dünyanın sağlam kalmış tek antik ılıcası olan Allianoi’nin sulara gömülmesi tartışmaları sürerken, komşu Bulgaristan Avrupa’nın en büyük barajlarından biri olan eski adı Filibe yeni adı Koprinka’nın suları altında bulunan Trakya Kralı 3'üncü Seuthes tarafından kurulan Seuthopolis antik kentini kurtarmaya çalışıyor.

 

Komşu Bulgaristan’ın bugün su üzerine çıkartmak için proje hazırladığı ve kaynak aradığı Seuthopolis antik kenti de Allianoi’nin kaderini paylaştı. Yapımına 1948 yılında başlanan Filibe Barajı ile birlikte Seuthopolis’te de kazı çalışmaları başlatıldı. Baraj çalışmaları sürerken Odrissia Kralı Kral 3'üncü Seuthes’in MÖ. 4 yüzyılda 890 metrelik duvarlarla çevrilmiş yönetim merkezi Seuthopolis antik kenti tamamen ortaya çıkartıldı. Çok önemli arkeolojik bulgulara rağmen gün yüzüne çıkarılan Seuthopolis, enerji uğruna 1954 yılında bu kez suların altına gömüldü.

 

Seutholopis antik kenti Bulgaristan’ın tanınmış mimarlarından Jeko Tilev’in 2002 yılında hazırladığı projeye kadar sular altında kaldı. Tilev’in hazırladığı proje 2006 yılında Sofya’da yapılan Dünya Mimarlık Triennali’nde UNESCO’dan ‘Büyük Ödül’ kazandı. UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde bulunmayan Seuthopolis Projesi için ödüle rağmen pek çok engel çıktı. UNESCO’dan destek bulamayan Bulgaristan Kültür Bakanlığı 80 milyon Euro tutan proje için uluslararası mali destek bulmak için çalışmaya başladı. Hollanda, Kuveyt ve Avusturya’dan mali destek sağlandı.

 

Projeye göre Koprinka Barajı’nın altında kalan antik kent, 420 metre çapında çember duvar içine alınacak, önce sular boşalacak, temizlenip kurumaya bırakılacak. Ziyaretçiler buraya botlarla taşınacak. Camdan asansörlerle su seviyesinin 20 metre altına kadar inilip bu antik kent gezilebilecek. Çemberin iç kısmı bahçeler, teraslarla kafe ve restoranlar ve kültür merkezleriyle donatılacak. Antik kent geceleri tümüyle aydınlatılacak.

 

Tilev’in projesine ödül veren jüride bulunan ünlü Türk Kentbilimci Mimar Prof.Dr. Ahmet Vefik Alp, Bulgaristan’ın kültürüne sahip çıkmak için çırpındığını, bizim ise kültürümüzü gömmek için uğraştığımızı söyledi. Alp, “Türkiyemizin yöneticileri, bilim adamları, düşünenleri, bizler günlük menfaatler, kavgalar, dedikodularla uğraşıp Bergama da Allianoi, Dicle de Hasankeyf, Fırat ta Zeugma antik kentlerinin baraj inşaatları nedeniyle sular altında kalış sürecini çaresiz seyrederken komşu Bulgar’ın aynı kadere mahkum olmuş bir antik kenti kurtarmak için hazırladığı proje Jürinin oybirliği ile hiç tartışmasız büyük ödüllerden bir tanesine layık görüldü. Komşu projesini gerçekleştirebilirse bir taşla üç kuş vuracak. Hem kültürüne sahip çıkacak, hem barajı yapılacak, hem turizm yapacak” dedi.

Milliyet, Haber: Turan Gültekin, 03.09.2010

 

******


BULGARLAR KENDİ ALLİANOİ'SİNİ NASIL KURTARDI?





 Mimar-kentbilimci Prof. Ahmet Vefik Alp, Eroğlu-Tarkan arasındaki tartışma nedeniyle “El alem kültürüne nasıl sahip çıkıyor” diyerek bir örnek veriyor:

 

“2006 Mayıs'ında Sofya'da Dünya Mimarlık Trienali yapıldı. 22 ülkeden 152 mimar projeleriyle yarışmaya katıldı. Pierre Andre Dufetel (Fransa), Manfredi Nicoletti (İtalya), Yury Platonov (Rusya, Georgi Stoilov (Bulgaristan), Kiyonori Kikutake (Japonya), Jan Hoogstad (Hollanda) ve Ahmet Vefik Alp'ten (Türkiye) oluşan uluslararası jüri, Fransa, Malta ve Bulgaristan'dan gelen 3 projeye ‘büyük ödül' verdi.


Dikkatimi çeken Bulgar Prof. Mimar Jeco Tilev'in UNESCO Büyük Ödülü'nü kazanan ‘Seuthopolis' projesi oldu. Bu projeyi öneren bendenizdim.


Türkiye'mizin yöneticileri, bilim adamları, düşünenleri, bizler günlük menfaatler, kavgalar, dedikodularla uğraşıp Bergama'da Allianoi, Dicle'de Hasankeyf, Fırat'ta Zeugma antik kentlerinin baraj inşaatları nedeniyle sular altında kalış sürecini çaresiz seyrederken, komşu Bulgaristan'ın aynı kadere mahkûm olmuş bir antik kenti kurtarmak için hazırladığı proje jürinin oybirliği ile hiç tartışmasız büyük ödüllerden birine layık görüldü. 


Seuthopolis projesiyle Mimar Jeco Tilev, 1950'li yıllarda baraj gölü nedeniyle sular altında kalan kültürü hem kurtarıyor, hem de turistik bir tesis yaratarak gelir elde ediyor. Antik Odrissia devletinin başkenti, Kral III. Seuthes'in şehrinin geçmişi MÖ 4. yy'de dayanıyor. Filibe'nin kuzeyinde Koprinka Barajı'nın su toplamasıyla suni göl altında kalan antik kent 420 metre çaplı bir dairesel duvar içine alınıyor. Dairesel bir dalgakıranın ortasında kalan sular boşaltıldıktan sonra tarih temizlenip dünya kültürüne geri verilirken çevredeki dairesel yapı oteller, lokantalar, müzeler ile zengin bir kültürel ve turistik tesis oluşturuyor. Seuthopolis'e tekneler, yatlarla geliniyor.


Projenin gerçekleşmesi bulunacak finansman fonlarına bağlı. AB yolundaki Bulgaristan bu konuda zorlanmayacaktır umarım. Ancak düşüncesi bile yeterli. Mesele, örümcek kafaların yerini berrak beyinlerin alması.


Özetle, proje gerçekleşebilirse komşu kısmetse bir taşla üç kuş vuracak. Hem kültürüne sahip çıkacak, hem barajı yapılacak, hem turizm yapacak.”


Evet geçmişini unutan millet hafızasını kaybetmiş insan gibidir.

Hürriyet, Yazı: Yalçın Bayer, 04.09.2010

İSTANBUL'UN YENİ GÖLGESİ UNESCO'YU ÜRKÜTTÜ

 

“Bu köprü Süleymaniye Camiini kapatacak, İstanbul'un siluetini bozacak” diye diye UNESCO'nun dilinde tüy bitiyor.

 

Tüy bitme noktası aşılıyor, iş artık daha ciddi bir aşamaya gelmek üzere.


Çevre Bakanı Veysel Eroğlu'nun Roma dönemi kaplıcası Allianoi'nin baraj nedeniyle su altında kalacak olması karşısında takındığı tavır, Tarkan ve protestocularla giriştiği polemik, onu fena halde yaralıyor.


Bakan Eroğlu, Allianoi için, “yok öyle bir yer, ismi uydurma” diyor.  Kültür Bakanlığı ise, Eroğlu'nun engin bilgisini tekzip ediyor, aktardığı tarihi bilgiye göre, Allianoi'yi “çok önemli merkez” olarak tanımlıyor.


Ya Kültür Bakanı Ertuğrul Günay? Bir kültür varlığı yok ediliyor, bu yazının yazıldığı dün akşam üstüne kadar, o varlığa sahip çıkması gereken Bakan Bey toz, ortalıkta yok. Sanki yer yarılmış, içine girmiş.


Eski arkadaşımdır, Ertuğrul elma dersem çık, armut dersem sakın ha. Bir söz söylersin, başın derde girer, aman dikkat et.


LİSTEDEN ATILMAK
Tam Allianoi ile uğraşırken, UNESCO (B.M. Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu) çok farklı bir yere dikkat çekiyor.


Haliç'ten geçecek metro için asma köprü yapılıyor. UNESCO uyarıyor:
“O köprü Süleymaniye Camii'ni kapatacak, İstanbul'un silüetini bozacak. Bu dünya kültür mirası ölçülerine aykırıdır.”


Bu cümlenin Türkçesi, İstanbul bir dünya kentidir, her tarafı dünya kültür mirası ile doludur, biz bu mirasa gölge düşmesine izin veremeyiz, anlamına geliyor.


Vermezse ne olur?


Türkiye'nin belki elli yıl önce imzaladığı, 175 ülkenin imzasını içeren bir anlaşma var. Dünyadaki kültürel ve doğal varlıkların korunmasını öngören  anlaşma. Silueti bozmak, kültürel varlıkların korunmasına gölge düşürüyor. Bu, anlaşmaya aykırı.


Böyle giderse, UNESCO Türkiye'yi kültürel ve doğal varlıkları korumaya özen göstermemekle suçlayabilir.


Suçlarsa ne olur? Türkiye'yi varlıklarını korumayan ülke, sıfatıyla listesinden çıkartır.


Çıkartırsa ne olur? Çok acı olur. Siyasette bir ülkenin soykırımla suçlanması ne ise, kültürde UNESCO'nun o listeden atması aynı şey.


Kadim dostum Ertuğrul, vaziyet vahim, sen hala ortada yoksun. Veysel Eroğlu'na cevap veremiyorsun, ama UNESCO'yu sakın pas geçme.

Hürriyet, Yazı: Yalçın Doğan, 03.09.2010

KÖY EVİ MÜZE GİBİ

 

 

Sivas'ta polis ekiplerince yapılan operasyonda, bir köy evinde Milattan Önceki dönemler ile Hitit, Roma, Selçuklu, Osmanlı dönemlerine ait çok sayıda tarihi eser ele geçirildi. Operasyonda 2 kişi gözaltına alındı.

 

Sivas Cumhuriyet Başsavcılığı'nın koordinesinde, Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Şube Müdürlüğü ekiplerince yapılan istihbari çalışmalar neticesinde, Y.T. ve Y.E'nin kent genelinde kaçak kazı yaptıkları, kazılar sonucunda buldukları eserleri Y.E'nin Yıldızeli İlçesine bağlı bir köyde bulunan evinde sakladıkları, Y.T'nin satmak amacıyla bu eserlerden aldığı numuneleri evinde bulundurduğu bilgisine ulaşıldı.





Bunun üzerine mahkeme kararıyla Y.T. ve Y.E'nin evlerine eş zamanlı operasyon düzenlendi.

Şüpheliler Y.T. ve Y.E'nin gözaltına alındığı operasyonda 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında olduğu tespit edilen demir çağına ait toprak testi, Roma dönemine ait alabastron, Selçuklu dönemine ait saklama kabı, MÖ 5. yüzyıla ait koku kabı, 2 adak kabı, MÖ 2 bin yılına ait dokuma tezgahlarında kullanılan 2 ağırlık, 2 ezme taşı, 2 ağırşak, 10 taş obje, Selçuklu dönemine ait 2 kandil parçası, MÖ bin yılına ait hayvan başı figürü (at başı), Hititler dönemine ait oyun taşı, çeşitli dönemlere ait 9 seramik parçası, bronzdan yapılmış ok obje, Selçuklu dönemine ait tabak, sütun taşı, üzerinde II. Mahmut'a ait tuğra bulunan pirinç sikke, kılıç, 8 parçadan oluşan çay kaşığı takımı, 5 işlenmiş taş ve tarihi eser aramada kullanılan modern dedektör ele geçirildi.

 

 

Operasyonda, etüt edilmesi gereken bazı eserler de bulundu. Ele geçirilen tarihi eserlerin incelenmek üzere Sivas Müze Müdürlüğü'ne teslim edileceği, 2 zanlının emniyetteki sorgu ve işlemlerinin devam ettiği bildirildi.

 

Tarihi eserlerin ele geçirildiği Y.E'ye ait köy evinin açık hava müzesi gibi olduğu öğrenildi. Tarihi eserlerin evin içerisindeki raflarda ve evin bahçesinde sergilenirken çekilmiş fotoğraflarının da ele geçirildiği operasyonda, Yıldızeli İlçesi'ne bağlı Kayalıpınar Köyü'ndeki Hitit Şehri Kayalıpınar Harabe Ören Yeri'nde bulunan 3 lahde ilişkin fotoğraflar da bulundu.

 

Kaçak kazı çalışmalarını genellikle Hitit şehri Kayalıpınar Harabe Ören Yeri çevresi ile Yıldızeli bölgesindeki eski yerleşim alanlarında yürüttükleri belirlenen şüphelilerin, bölgede Kültür ve Turizm Bakanlığının denetiminde Alman arkeolog Andreas Karpe Müller başkanlığında Sivas Müze Müdürlüğü'nce yürütülen kazı çalışmalarını da yakından takip ettikleri öğrenildi.

 

Öte yandan, köy evinin bahçesinde yaklaşık 3 metre uzunluğunda 2,5-3 ton ağırlığında sütun taşı ile ele geçirilen ve etüt edilmesi gereken bazı eserlerin ise yediemine teslim edildiği belirtildi.

 

Operasyonda ele geçirilen, demir çağına ait toprak testinin kral testisi olduğu tahmin ediliyor. Ele geçen eserler arasında, at başı ile eski dönemlerde Tanrılara sunulan adaklar dikkati çekiyor.

Hürriyet, 03.09.2010

ULUABAT GÖLÜ'NE ARKEOLOJİ ENVANTERİ

 

Uluabat Gölü çevresindeki yerleşim alanlarında, arkeolojik kalıntıların envanterini çıkarmak için çalışma başlatıldı.

 

Uluabat Gölü’ndeki Kız Adası’nda bulunan Apollon Tapınağı’nda başlayan çalışmaları yerinde inceleyen Nilüfer Belediye Başkanı Mustafa Bozbey, Nilüfer’in Bursa’nın en eski yerleşik alanı olduğunu belirterek, arkeolojik çalışmalara önem verdiklerini söyledi. Bozbey, Nilüfer Belediyesi’nin geçen yıl düzenlediği Gölyazı Çalıştayı’nda arkeolojik yönden oldukça zengin olan bölgede envanter çalışması yapılmasını istediklerini hatırlattı.

 

Envanter çalışmalarının ilk olarak Apollo Tapınağı’ndan başladığını ifade eden Bozbey, “Girişimlerimiz sonucunda Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından görevlendirilen Yrd. Doç.Dr. Serdar Aybek, Dr. Ali Kazım Öz ve Bakanlık temsilcisi Barış Harmankaya bölgedeki çalışmalara başladılar. 8 kişilik ekip, 7 eylül tarihine kadar çalışmalarını sürdürecek. Gölyazı’nda yapılan çalışmalar ilk olarak Kız Adası’nda bulunan Apollon Tapınağı’nda başladı. Tapınak sonrasında ise antik tiyatro ve bölgede yer alan diğer alanlarda araştırma yapılacak” dedi.

Bozbey, yapılan çalışmalarla arkeolojik yönden zengin olan bölgedeki değerlerin ortaya çıkacağını vurguladı. Tespit edilen kalıntılara sahip çıkacaklarını söyleyen Bozbey, “Bu değerli yapıtları geleceğe aktaracağız. Bölgenin bu yöndeki zenginliğini yaşatmak için belediye olarak gerekli çalışmaları yapacağız. Bu konuda yüklü bir bütçe gerekse de biz gerekli bütçeyi ayıracağız” şeklinde konuştu.

 

Trakya Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Serdar Aybek, 2006 yılından bu yana Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından alınan izin ve üniversitelerin desteğiyle bölgede çalışma yaptıklarını kaydetti. Aybek, “Çalışmalarımıza ilk olarak Kız Adası’nda başladık. Adada bulunan Apollon tapınağı bu antik kentte büyük önem taşımaktadır. Bin 800 yıl öncesine dayanan bu tapınak üzerinde yapacağımız çalışmalar birçok konuya ışık tutacaktır” dedi.

 

Bölgedeki kalıntıların 2 bin 500 yıl öncesine kadar uzandığını tespit ettiklerini belirten 9 Eylül Üniversitesi Öğretim Görevlisi Dr. Ali Kazım Öz, arkeolojik yönden zengin olan bölgedeki en önemli noktanın Kız Adası’nda olan Apollon Tapınağı olduğunu ifade etti. Öz, bölgedeki bütün yerleşim yerlerinin tapınağa yönelmesinin de önemli olduğunu vurguladı.

Bursa Hakimiyet, 02.09.2010

ANTALYA'NIN SUALTI İLK KEZ ROBOTLARLA TARANDI

 

Türkiye’de sualtı arkeoloji çalışmalarında ilk kez kullanılan su altı robotu önemli arkeolojik bulgulara ulaştı. Kemer ile Adrasan arasındaki kıyıları tarayan robot 5 bin yıl öncesine tarihlenen bulgular ortaya çıkardı.

 

Robotun görüntülediği arkeolojik değerler arasında Tunç Devri’nden kalma liman, taş çapalar, gemi batıkları da yer alıyor.

 

Antalya’nın Kemer kıyılarında 25 gün önce arkeolojik sualtı araştırmaları başlatıldı. Güney Antalya Turizmi Geliştirme ve Alt Yapı Birliği (GATAB) ile Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ) tarafından başlatılan çalışmalarla ilgili bilgi vermek için basın toplantısı düzenlendi. Antalya Gazeteciler Cemiyeti’ndeki toplantıyı GATAB Başkanı Yusuf Üras ile DAÜ Sualtı Görüntüleme ve Araştırma Merkezi Başkan Yardımcısı Hakan Öniz birlikte yaptı.

 

GATAB Başkanı Yusuf Üras, Kemer-Tekirova bölgesindeki alternatif turizmi çeşitlendirmek için çalıştıklarını söyledi. 2009′da batırdıkları sahil güvenlik teknesine ve bu ekim ayında Kıbrıs Barış Harekatı’nda görev almış C47 uçağını ekleyeceklerini anlatan Üras, “Bölgemizin dalış cazibesini artırmak ve balıklara yeni yuvalar yapmak istiyoruz.” dedi.

 

Türkiye’de sualtı arkeolojisi için ilk defa kullanılan sualtı robotları Kemer İlçesi'nde Roma ve Bizans döneminden kalan batık gemiler ile Bronz Çağı ve öncesinden kalan 7 adet taş çapa bulundu. Su altındaki tarih, dalgıçlar ve sualtı robotunun kamerası ile görüntülendi.

 

Sualtı arkeoloğu Hakan Öniz, 25 gündür yaptıkları çalışmalarda Antalya kıyılarında cumhuriyet tarihi boyunca bulunanlar kadar arkeolojik bulgulara ulaştıklarını söyledi. Öniz, “Çalışmalarda şu ana kadar Roma ve Bizans döneminden kalma amphora yüklü toplam 4 batık, kiremit yüklü 2 batık, tabak yüklü 2 batık, yine aynı dönemden kalma çok sayıda demir çapa ile Bronz Çağı ve öncesinden kalma 7 adet taş çapa bulundu. Başka çok sayıda tarihi eserin yanı sıra Bronz Çağı’ndan kalma bir de antik demirleme yeri (liman) tespit edildi. Yapılan bu tespitler sonucu tarihteki ilk denizcilerin Antalya-Kemer kıyılarında kürek çektiği ve sonrasında yelken açtığı bir kez daha kanıtlanmış oldu.” diye konuştu. Öniz, elde edilen verilerle bölgede Bronz Çağı’nda önemli hareketlilik olduğunun ispatlandığını ifade etti.

 

Türkiye’deki ilk sistemli sualtı arkeoloji araştırmasında tamamı Türk bilim insanlarından oluşan 15 kişilik ekip görev yaptı. Sonarın yaydığı ses dalgaları ile deniz altında 10 kilometrekarelik alan tarandı. Elde edilen verilere göre sualtı dalgıçları ya da sualtı robotu görev yaptı. Sualtı robotu insanların dalmasında sorun olan 60 metrenin altında görev aldı. 25 bin dolar değerindeki robotla denizin 120 metre altına kadar 400-500 metrelik alanda tarama yapılabildi. Beldibi ile Gelidonya Burnu arasında sürdürülen araştırma 5 gün daha devam edecek. Sualtı ekibi bölgede sadece tespit çalışması yaptı. İzin alınması halinde bölgede kazı çalışması da yapılacak.

Zaman, 02.09.2010

EGE'DE TARİHİ YAPILAR ÇÜRÜYOR

 

 

Ege illerinden İzmir, Aydın, Balıkesir, Denizli, Manisa, Muğla ve Uşak'ta 7 bin 676 tescilli taşınmaz varlık belirlenmesine rağmen tadilat için başvuranların sayısı 200'ü geçmedi. İzmir'de kültürel hayata kazandırılacak eserlerin tespiti için envanter çalışması sürüyor. 2010 yılı itibariyle proje yardımı için yapılan 26 başvurudan 11'i uygun bulundu. Uygulama yardımı için 13 başvurudan 8'i kabul edildi.


Denizli'de şahıslara ait yapıların korunarak yaşatılması, bakım ve onarımı için devlet proje maliyetini karşılayıp 50 bin lira da destek verirken, 5 yılda 380 tescilli yapı arasından sadece 10'u için başvuru yapıldı. Kültür ve Turizm Müdürü Mehmet Korkmaz, halkın duyarsız olduğunu söyledi.

Korkmaz, kentte tescillenen 507 yapıdan 380'inin sivil mimarlık örneği olduğunu belirterek, "Tamamı vatandaşın tapulu malı. Bu eserler gün geçtikçe yıpranıyor. 24 Eylül'e kadar başvuruda bulunacaklar mali destek yararlanabilecek" dedi.


Balıkesir'de 3 bin 100'ün üzerinde tescilli taşınmaz varlık var. Ancak işlemleri sürenlerle birlikte 27 kişi, evinin ayakta kalması için başvurdu. Uşak'ta 149 tescilli yapıdan 3'ünü belediye, 4'ünü Özel İdare, 8'ini de şahıs yaptırdı. Aydın'da 766 tescilli yapının kültürel hayata kazandırılması beklenirken, resmi başvuru sayısı 12'de kaldı. Muğla genelinde 169 anıtsal, bin 395 şahsa ait olmak üzere bin 564 tescilli yapı belirlendi. Devletin desteğini alarak evini yaptırmak isteyenlerin sayısı 15'te kaldı.


Manisa Kültür ve Turizm Müdürü Erdinç Karaköse, "Kentimizde bin 717 kültür varlığı var. Bugüne kadar sadece 6 kişi başvurdu. Koruma altına alındıktan sonra evlerine çivi bile çakamayacaklarını sanıyorlar" dedi.

Yeni Asır, Haber: Ufuk Soyhan, 02.09.2010

MALATYA'DA 7 BİN YILLIK MÜZE

 

Tarihi MÖ 5 bin yıllarına dayanan Malatya'daki Aslantepe Höyüğü'nde bulunan dünyanın ilk sarayının açık hava müzesi olması için çalışmalar hızla devam ediyor.

 

İtalyan La Spienza Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Aslantepe Kazı Başkanı Prof.Dr. Marcella Frangipane, yaptığı açıklamada, kalkolitik dönemden kalan ve MÖ 3 bin 300 dönemlerine tarihlenen kerpiç sarayın dünyanın ilk sarayı olma özelliği gösterdiğine dikkati çekti.
Bu tarihi bölgede, devletin nasıl başladığını, şehir sisteminin nasıl olduğunu tüm insanlığa göstermeyi amaçladıklarını belirten Frangipane, turistlerin müzeye gelmesi için höyük üstünde bir yol yapılacağını aktardı.


Müzenin açılışının gelecek yıl haziran ayında yapılabileceğini vurgulayan Frangipane, girişte sarayı gezdirmesi için bir rehberin olacağını, saraya da tanıtıcı panolar asacaklarını dile getirdi.
Sarayın açık hava müzesi olması için çalışmaların hızla devam ettiğine değinen Frangipane, duvarları 2,5 metre yüksekliğinde olan ve bu döneme ait medeniyet bittiğinde yangınla yıkılan sarayın üstünün çatı ile kapatıldığını belirtti.

 

 

Frangipane, şu bilgiyi verdi:
“Saray farklı odaların birleşmesinden oluşan kompleks bir yapıda. Sarayı oluşturan her binanın üstüne bir çatı yaptık. Bu durumda bu sarayın çatısından ve içinden bakan insanlar eski binalar görüyorlar. Duvarlara çatının ağırlığını vermemek için demir direkler yaptık. Bu direklerin ağırlığını duvarlara vermedik. Çatıyı da bu demir direklerin üstüne yerleştirdik. Duvarların korunması için yıpranan noktalarda da restorasyon devam ediyor.”


Bu yıl çatı ve projenin tamamlanacağını anlatan Frangipane, “Açık hava müzesinin çatısı bitti. Sadece detaylar kalıyor. Bu projeyi kazı ekibi olarak biz hazırladık. Sarayın orijinalinin korunmasını istedik” dedi.


Sarayın altında daha arkeolojik tabakaların olduğunu ifade eden Frangipane, bu tabakaların korunmasına da özen gösterdiklerini dile getirdi. Çatının üstünün müze görünümünde olduğunu belirten Frangipane, altının ise ahşap ve eski bina görünümünde olduğunu aktardı.


Frangipane, şöyle konuştu:
“Bu çatı çok ağır. Malatya'da kışın çok kar oluyor. Bu karın da ağırlığı olacak. Bunun için çatıyı taşıyan bütün ayaklar komple demir ve metal ile yapılmış. Ama ağırlıklık duvar üstünde değil.”
Çatıda camlı bölümlerin de olduğunu aktaran Frangipane, “Sarayda kalkolitik dönemde açık bir avlu vardı. Bu yerin bulunduğu noktaya çatıdan camlı bölme yaptık. Buradan ışık giriyor. Bu da sarayda eski dönemlerin esintisini çağrıştırıyor” diye konuştu.

Saraydaki önemli buluntulara da işaret eden Frangipane, şunları anlattı:
“Bu sarayın bulunduğu dönemde medeniyet bir yangınla son bulmuş. Bunun üzerine bütün buluntular tabanda kalmış. Tabandaki kazılarda bulduğumuz bütün buluntular Malatya Arkeoloji Müzesi'nde. Bu sarayda 5 bin tane küçük parça halinde mühür, 2 bin 200 büyük mühür bulduk. Bu mühürler gösteriyor ki, bu dönemde bürokrasi vardı. Devlet sistemi başlamış. Çok memurlar vardı.”


Dünyanın ilk sarayında sadece tapınağın olmadığını ifade eden Frangipane, “Burası sadece bir tapınak değil. Burada değişik binalar var. Her binanın değişik fonksiyonu var. Bunun için biz saray diyoruz. Depolar var, avlu var, koridor var, başka binalar var, sonra mabet var. Her binanın değişik fonksiyonu var. Ama hepsi bir planın, sarayın parçası” dedi.


Sarayın yangına rağmen iyi korunduğunu belirten Frangipane, “Duvarlar 2-2,5 metre yüksekliğinde kalmış. Duvarda resim var, orijinal sıva var. Bunun üzerine biz bu sarayın turistlere gösterilmesi gerektiğini düşündük” diye konuştu.


Anadolu'da başka yerlerde de duvar resimleri olduğuna değinen Frangipane, “Çatalhöyük'te de duvar resmi var. Ancak Aslantepe'deki duvar resmi burada, yerinde kalıyor, yerinde korunuyor” dedi.

Sadece tarih yazıcıları için değil, Aslantepe Höyüğü'ndeki sarayın bütün insanlık için çok önemli olduğunu anlatan Frangipane, şunları dile getirdi:
“Malatya Valiliği projemize çok yardım etti. Teşekkür ediyoruz. Biraz pahalı bir proje. Güzel oldu. Turist için, insanlar için burası çok önemli. Burada nasıl devlet başlamış, nasıl şehir sistemi başlamış, görebilirler.”


Frangipane, sarayda ilk kanalizasyonun da olduğunu, bu kanalizasyonun taştan yapıldığını belirtti. Açık hava müzesinin ve höyüğün girişlerinin farklı olacağını dile getiren Frangipane, turistlerin müzeye gelmesi için höyük üstünde bir yol yapılacağını aktardı.


Frangipane, “Girişte sarayı gezdirmek için bir rehberimiz olacak. Saraya ya da açık hava müzesine gelen yol güzergahı üzerine panolar yapacağız. Bu panolarda sarayı tanıtıcı yazılar bulunacak” dedi.


Frangipane, müzenin açılışının gelecek yıl haziran ayında yapılabileceğini kaydetti.
Kerpicin korunması en zor malzemelerden bir tanesi olduğunu belirten Frangipane, bunun için duvarlarda ve yerlerde çeşitli korunma önlemleri aldıklarını sözlerine ekledi.


Frangipane, “Ziyaretçi geldiği zaman nereden geçecek? Nasıl geçecek. Dokunma ihtimali olan bölgelerde bir takım koruma önlemleri alıyoruz” dedi.

Hürriyet, 02.09.2010

BİN 416 SİKKE ELE GEÇİRİLDİ

 

Denizli'de düzenlenen operasyonda, bin 416 sikke ele geçirilirken, olayla ilgili 4 kişi gözaltına alındı.

 

Denizli İl Jandarma Alay Komutanlığı'nca, kültür ve tabiat varlıkları kaçakçılığına yönelik yapılan çalışmalar sonucunda; merkez Karahayıt beldesi ve Tavas İlçesi Medet Köyünde O.K. ve Ş.Y. isimli şahısların ellerinde tarihi eser olduğu ve satmak için müşteri aradıkları bilgisine ulaşıldı. İki şahsın faaliyetinin delillendirilmesinin ardından gerçekleştirilen operasyonda şahıslar yakalandı. Şahısların araç ve evlerinde yapılan aramada bin 414 sikke, 2 gümüş sikke, 2 yüzük ve bir av tüfeği ele geçirildi.

 

Olayda ele geçirilen tarihi eserlere el konulurken, Ş.Y. isimli şahıs adli makamlar tarafından ifadesinin alınmasını müteakiben serbest bırakıldı. O.K., B.K. ve T.K. isimli şahıslar gözaltına alındı.

Denizli Kent Haber, 02.09.2010

ECEABAT'TA TEMEL KAZISINDAN DEV BİR KÜP ÇIKTI

 

 

Çanakkale’nin Eceabat İlçesi'nde yeni yapılan bir inşaatın temel kazısı sırasında ortaya çıkan dev küp herkese heyecanlı anlar yaşattı.

 

Edinilen bilgiye göre Eceabat ilçe merkezi Hamam sokak mevkiinde eski bir binayı yıkarak yerine yeni bina yapmak için çalışma başlatan müteahhit ilk etapta temel kazısına başladı.

 

Kazıyı sürdüren ekipte bulunan kepçe operatörü bir süre sonra ilginç bir cismin kepçeye değmesi ile ne yapacağını şaşırdı. Kepçeyi bırakarak elle yapılan kazıda büyük bir küpün olduğunu gören çalışanlar durumu yetkililere bildirdi. Kısa sürede bölgeye gelen ekipler kazı alanında güvenlik önlemi alırken, Eceabat’ta antik kazı çalışmasını yürüten ekipte görevli personel de kısa sürede bölgeye intikal etti. Yapılan incelemenin ardından küpün boş olduğu belirlenirken, gerekli detaylı inceleme için küp araçla Çanakkale Arkeoloji Müzesi’ne gönderildi.

 

Öte yandan kazı yapılan alanda eski bir hamamın da ortaya çıktığı iddia edilirken, meraklı gözlerle olayı izleyen vatandaşlar da küpten altın çıkacağını düşünerek uzun süre bölgeden ayrılmadı.

Çanakkale İçinde, 02.09.2010

SAAT KULESİNİN TAMİRİ BİTMİYOR

 

 

Yozgat'ta Osmanlı dönemine ait eserlerin başında gelen Yozgat Saat Kulesi'nin bozulan saatlerinin tamiri için aylardır çalışılıyor.

 

Osmanlı döneminde 1897 yılında dönemin Belediye Başkanı Ahmet Tevfikzade tarafından Yozgat'a kazandırılan ve saatleri özel olarak Fransa'dan getirildiği bilinen tarihi saat kulesindeki saatler, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Yozgat'a ziyareti öncesi yenileme esnasında bozuldu.

Hassas olunduğu bilinen saatlerini konusunda uzman olmayan kişiler tarafından ellerinde bir pense bir tornavida ile itfaiye araçlarının üzerine çıkıp tamir etmeye çalışmaları vatandaşlar tarafından tepkiyle karşılandı.

 

Yozgat Belediye Başkanı Yusuf Başer, saatin tamir edildiğini ancak, akrep ve yelkovanların takılmadığını belirterek, "Tamir sonrası kontroller yapıldı ve bugün akrep ve yelkovanları takılıyor. Saatler bundan sonra çalışır halde olacak" dedi. Başkan Başer, konusunda uzman olmadığı iddia edilen ustanın, saat tamiri konusunda sertifikasının bulunduğunu söyledi.

Yozgat Kent Haber, 02.09.2010

POMPEİOPOLİS'TE KAZI BİTTİ

 

     

 

Kastamonu'nun Taşköprü İlçesi'nde bulunan Pompeiopolis antik kentinde beşinci sezon kazı çalışmaları sona erdi.

 

Taşköprü İlçesi'nde yaklaşık 1 ay süren kazı çalışmalarında MS 3. yüzyıllara ait olduğu tahmin edilen Medusa Başlığı ve Roma hamamı kalıntısına ulaşıldı. Konuyla ilgili açıklama yapan kazı başkanı Almanya'nın Münih Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Latife Summerer, bu yıl izinlerin geç verilmesi nedeniyle kazıların kısa sürdüğünü ve bu yılki çalışmaların odak noktasını iki yıldır devam ettirdikleri mozaiklerin oluşturduğu ve bu seneki çalışmalar sonucu tarihi MS 3. yüzyıllara dayandığı tahmin edilen Medusa Başlığı ve hamam kalıntısı olduğunu düşündükleri bir yapıya ulaştıklarını söyledi. Bir ay gibi kısa sürede kayda değer bulgulara ulaşmalarının kendilerini de mutlu ettiğini belirten Summerer, bunun Pompeiopolis'in ne kadar önemli ve büyük bir kent olduğunu gösterdiğini söyledi. Medusa başlıklarının Roma döneminde önemli yapılarda olduğunu ve şimdiki nazar değmesin anlamında kullanıldığını belirten Pompeiopolis antik kenti Kazı Başkanı Prof.Dr. Latife Summerer, "Medusa başlığının çıktığı yapının ne kadar ihtişamlı ve görkemli bir yapı olduğunu gözler önüne seriyor" dedi.

Kastamonu Kent Haber, 01.09.2010



ANTİK TİYATRO ÜZERİ YOL!

 

 

Zonguldak’ın Çaycuma İlçesi'ne bağlı Filyos beldesinde bulunan Tieion antik kenti’ndeki Roma dönemine ait Karadeniz’in tek korunmuş antik tiyatrosunun 500 kişilik kısmının kazılarda ortaya çıkarıldığı, tamamının ortaya çıkarılmasının ise 6-7 yılı bulacağı belirtildi.

 

Zonguldak Özel İdare Müdürlüğü ile Kültür ve Turizm Bakanlığınca desteklenen, 2006’da başlanan arkeolojik kazılar kapsamında antik tiyatroda bu sezon 20 öğrenci, 6 uzman ve 30 işçiyle çalışma yapıldı. MS 2. yüzyıl Roma dönemine ait 2 bin 500 kişilik antik tiyatronun, yaklaşık 1 ay önce başlayan çalışmalarla 500 kişilik kapasitesi ortaya çıkarıldı.

 

Karabük Üniversitesi Arkeoloji Bölümü ve kazı ekibi başkanı Prof.Dr. Sümer Atasoy, antik tiyatronun oturma sıralarını ve sahnesini gün ışığına çıkarmaya çalıştıklarını söyledi.

Atasoy, tiyatro alanında çok miktarda toprak biriktiğini ve bunların temizlenmesinin zaman alacağını belirtti.

 

Antik tiyatronun bir bölümünün üzerinden karayolu geçtiğini hatırlatan Atasoy, "Yoldaki kanalların, elektrik direklerinin kaldırılmasının ardından çalışma yapılabilir. Ne yazık ki yol tiyatronun üzerine yapılmış, sıra taşları da alınmış ve çevredeki inşaatlarda kullanılmış. Bunlar hep zamanı artıran unsurlar. Tiyatronun tam kapasite ile ortaya çıkarılıp restore edilmesi 6-7 yılı bulacaktır. Bu yılki kazılarımız büyük oranda bitti, 6 Eylül’de ekibimiz dağılacak" şeklinde konuştu.

 

Romalılar tarafından yıkılıp yağma edilen kent, daha sonra yeniden inşa edilerek Roma eyaletlerine bağlı ticaret ve balıkçı bölgesi olarak varlığına devam etmiş. Bölge, sonraki dönemlerde balıkçı kasabasına dönüşmüş.

 

19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yabancı araştırmacılar ve seyyahlarca araştırmalar yapılan antik kentte, 2006’da başlatılan kazı çalışmalarının Karadeniz ve Küçük Asya tarihiyle arkeolojisine ışık tutması planlanıyor.

Trt/Haber, 01.09.2010

ZİLE KALESİ RESTORE OLUYOR

 

Vali Şerif Yılmaz, restorasyon çalışmaları devam eden tarihi Zile Kalesi'nde incelemelerde bulundu.

 

Tokat'ın Zile İlçesi'nde tarih ve turizm açısından önemli bir yeri bulunan Zile Kalesi'nde restorasyon çalışmaları hızla devam ediyor.

 

İl Kültür ve Turizm Müdürü Abdurrahman Akyüz ile yüklenici firma yetkilisinden bilgiler alan Vali Yılmaz, Julius Sezar tarafından söylenen Veni Vidi Vici (Geldim Gördüm Yendim) sözüyle birçok tarih kitaplarında yerini alan ve geçmiş tarihe tanıklık etmiş bu kaleye herkesin sahip çıkması gerektiğini düşündüğünü söyledi.

 

Zile Belediye Başkanı Lütfi Vidinel ve daire müdürlerinin de katıldığı programda Vali Yılmaz, Turhal ve Zile ilçelerinde yapımı devam eden okullarda incelemelerde de bulundu.

Tokat Kent Haber, 01.09.2010

İLK PARTİNİN TARİHİ 12 BİN YIL ÖNCE, VERİLME NEDENİ CENAZE...

 

 

Bilim insanları, İsrail’in kuzeyindeki Celile bölgesinde bir mağarada, yaklaşık 12 bin yıl önce düzenlenen bir partinin izlerine rastladı. Hilazon Tachtit adlı mağarada 10 yıllık bir arkeolojik kazının ardından bulunan kalıntılar, yüzlerce kilo et sunulan partiye, 35-40 kişinin davetli olduğunu ortaya koydu.


Connecticut Üniversitesi’nden arkeolog Natalie Munro ve Kudüs Üniversitesi’nden arkeolog Leore Grosman tarafından yeniden canlandırılan partinin düzenlenme amacıysa pek de o kadar eğlenceli değil: O çağa göre oldukça yaşlı sayılabilecek, büyük olasılıkla köyün şamanı olan bir kadının gömülmesi, yani bir veda partisi...


Munro ve Grosman, ‘Proceedings of the National Academy of Sciences’ dergisinde yayımlanan makalelerinde, partilerin daha o çağda bile, bireyler arasındaki ilişkileri pekiştirmek, değişik insan topluluklarıyla kaynaşmak ve derinden derine değişmekte olan bir toplumun stresini azaltmaya hizmet ettiğini söylüyor.


Her bireyin o zamana kadar sahip olduğu geniş yaşam alanının daralmaya, yani nüfus yoğunluğunun artmaya başlamasıyla köy hayatının, insanlar arasındaki işbirliğini gitgide daha önemli kıldığı belirtilen makalede, toplumların asla bitmeyecek bir karmaşıklığa ve tabakalaşmaya doğru giden yolculuklarına böylece başladıkları belirtiliyor.

Radikal, 01.09.2010

3 BİN YILLIK TAPINAK BULUNDU

 

Ürdün Antik Çağ Yapıtları Kurumu yetkilisi Ziyad el Saad, tapınağın, başkent Amman'a 32 kilometre uzaklıktaki Mabada İlçesi yakınlarındaki Khirbat Ataroz'da bulunduğunu kaydetti.

Ana odası 9'a 4 metre boyutundaki tapınağın iki odası ve bir avlusu bulunuyor. El Saad, tapınağın, Ürdün'ün Moabite Krallığı dönemindeki ve İncil'de bahsedilen ibadet biçimlerini gösterdiğini ifade etti.
Arkeologların ayrıca kazı alanında yaklaşık 300 kap, Tanrı heykelcikleri ve ibadet malzemeleri ortaya çıkardığı belirtildi.

Kazı faaliyeti, 2000 yılında California'daki La Sierra Üniversitesi işbirliği ile başlatılmıştı.

Sabah, 01.09.2010

ÜLKER'LE ANTİK EL ELE VERDİ, KURAN-I KERİM'İN İLK NÜSHALARI SERGİSİNİ MISIR'A KAPTIRMADIK

 

 

Türk ve İslam Eserleri Müzesi'ndeki elyazması Kuran'ı Kerim'in ilk nüshalarının da yer aldığı 300'e yakın eser, “1400. Yılında Kuran Sergisi”yle ilk kez sergilenecek. Ülker ve Antik A.Ş.'nin desteğiyle 1 milyon lira bütçeyle gerçekleştirilen sergi, Kuran'ın indirildiği Kadir Gecesi'nde açılacak. Antik A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Turgay Artam, “Sergiyi Mısır istiyordu” dedi.

 

Türk ve İslam Eserleri Müzesi'nde bulunan el yazma Kur'an'ı Kerim ve cüzlerin yanı sıra Kur'an'ın ilk nüshaları olarak kabul edilen 250 bin yapraklık Şam Evrakı'nın da içinde bulunduğu 300'den fazla eser Kur'an-ı Kerim'in indirilişinin 1400'ün yılında sergilenecek. Yıldız Holding (Ülker) ve Antik A.Ş.'nin sponsorluğunda 1 milyon lira bütçeyle gerçekleştirilen “1400. yılında Kur'an sergisi” ile bu eserler ilk kez gün yüzüne çıkıyor. Projenin hayata geçirilmesinde ise Mısırlı iş adamlarının kendi ülkelerinde bu eserleri sergilemek istemesi rol oynadı. Antik A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Turgay Artam, “Bu koleksiyonu alıp Mısır'da sergilemek istiyorlardı. Bunun Mısır'dan önce Türkiye'de sergilenmesinin faydalı olacağını düşündük. Bütçesi ve organizasyonunu üstlenerek eserlerin Türkiye'de sergilenmesini sağladık” dedi.


Antik A.Ş. olarak müzayede düzenledikleri ve bu nedenle müzelere sık sık ziyaretlerde bulunduklarını ifade eden Turgay Artam, serginin ortaya çıkış hikayesini şöyle anlattı: “Türk İslam Eserleri Müzesi'ne gittiğimde, Mısırlıları orada gördüm. Müze müdürüne sorduğumda, çok önemli bir Kur'an-ı Kerim koleksiyonumuz bulunduğunu, bunu Mısır'da sergilemek istediklerini söyledi. Müzede Kur'an-ı Kerim koleksiyonunda 500'e yakın eser var ancak 4-5 tanesini sergilenebiliyor. Koleksiyonun Mısır'da değil, burada sergilenmesini önerdik. Ancak bütçe ve organizasyon sıkıntısı olacağını söylediler. Bunun üzerine organizasyonu üstlenmeye karar verdik. Bundan 3 yıl önce karar verildi ancak Kur'an'ı Kerim'in indirilişinin 1400. yılı olması nedeniyle bu yılı bekledik ve Kadir Gecesi'ne denk getirdik.”

Bu sergi ile bugüne kadar sergilenmemiş eserlerin gün yüzüne çıkarılarak tüm dünyanın ilgisinin üzerine çekileceğini belirten Turgay Artam, şunları söyledi: “Bu eserlerin yüzde 95'i ilk kez sergilenecek. Müzenin bünyesinde 500 eser bulunuyor ancak tamamını sergileme imkanımız yok. Sergi, iki bölümde yapılıyor. İlk bölümde birçok eser müzenin sergi salonunda çağdaş bir şekilde, özel bir sunumla sunulacak. İkinci bölümde ise, müzenin üst katlarındaki vitrinlerin Kur'an'lara ayrılacak. 300'ü geçen eser sergilecek. Yıldız Holding'in restorasyon ve konservasyon desteğiyle müzenin deposunda bulunan eserlerin onarılması için özel ekip çalışma yapıyor. 100'ün üzerinde eser onarılıyor. Kültür valıklarının geleceğe aktarılması açısından çok önemli bir adım oldu.”

1400. Yılında Kur'an Sergisi'nin 5 Eylül-5 Aralık tarihleri arasında açık kalacağını dile getiren Artam, “1 milyona yakın ziyaretçi bekliyoruz. Türkiye'de ilk kez böyle bir sergileme olacak. Eserlerin tamamını anlatan 465 sayfalık kitapçıklar da basıyoruz. Türkçe, İngilizce ve Arapça olarak basılması planlanıyor. Bu kitapçıkların da basılmasıyla serginin bütçesi toplam 1 milyon lirayı bulacak” diye konuştu.

 

Sergide hangi eserler var

Kur'an'ın ilk nüshaları olarak kabul edilen 250 bin yapraklık Şam Evrakı'nın nadir parçaları,
Hz. Osman'ın ve Hz. Ali'nin yazdığı Kur'an-ı Kerim'ler, Emevi, Abbasi, Selçuklu, İran, Osmanlı dönemine ait el yazması cüzler ve Kur'an-ı Kerim'ler, Şeyh Hamdullah, Ahmet Karahisari, Hafız Osman, Kazasker Mustafa İzzet gibi Osmanlı döneminin hattatlarının kaleminden çıkan Kur'an-ı Kerimler yer alıyor.

 

Yıldız Holding Kurumsal İletişim Genel Müdürü Zuhal Şeker, yaşamın her alanında toplum hayatına somut katkılar sağlamayı önemli bir görev olarak gördüklerini belirterek, şöyle konuştu: “Ülker ile 23 Nisan ücretsiz sinema gibi odağına çocukları yerleştirdiğimiz sosyal sorumluk projelerimizi güçlendirerek sürdürüyoruz. Yıldız Holding de, kültür- sanat alanında, topluma yararlı projelerde yer almaya çalışıyor. Bu sergi de, bu projelerden biri. Bu kadar kıymetli eserlerin, bunca emekle sanatseverlerle buluşmasına katkıda bulunmak bizler için gerçekten gurur verici. Birbirinden kıymetli ve heybetli bu eserler, büyük bir özenle ve emekle gün yüzüne çıktı. Projede çok emeği geçen cilt restorasyonu öğretim elemanı Gürcan Mavili'ye ve Süleymaniye kütüphanesi pataloğu Hatice Karagöz'e “ellerinize sağlık” diyorum.”

 

Türk ve İslam Eserleri Müzesi'nde sergilenecek eserler için değer biçmenin çok zor olduğunu kaydeden Turgay Artam, “Biz müzayedelerde Kur-an'ı Kerim sattığımız zaman 500 bin lira ile 1 milyon lira arasında değişiyor. Yurtdışındaki müzayedelerde 3-4 milyon liraya çıkanlar oluyor. Bunların hepsi nadir eserler, değer biçmek çok zor. O nedenle değer çalışması yapmadık. Ancak özel bir güvenlik ekibi eserleri koruyacak” diye konuştu.

Hürriyet, Haber: Meltem Kara, 01.09.2010

GEÇMİŞİN MODERN MİMARLIĞI-9: ANKARA 2

 

Meclis ve Bakanlık binalarını tasarlayan ve uygulamalarını yapan Clemens Holzmeister'ın ve Ankara İmar Planı'nı hazırlayan Hermann Jansen'ın yanı sıra, Cumhuriyet'in kurulduğu ilk yıllarda Ernst Egli, Theodor Jost, Martin Wagner, Martin Elsaesser, Bruno Taut, Robert Oerley gibi yabancı mimarlar da tasarımcı, eğitimci, danışman, plancı, uygulayıcı olarak üstlendikleri görevlerle genç Cumhuriyet'in mimarlığını kişisel eğilimleri doğrultusunda etkilediler.

 

Bu dönemde daha çok, Orta Avrupa-Viyana ekolünden ithal edilen anıtsal, klasik biçimciliğe dayalı bir tür yeni-klasikçilik Türkiye mimarlığına egemen oldu. Cumhuriyet Dönemi Mimari mirası denince Ankara'da özellikle Atatürk Bulvarı üzerindeki kamu yapıları ile Meclis ve Bakanlıklar Binaları akla gelmekle beraber, bunların dışında da bir kısmı koruma altında olan, çoğu anıtsal nitelikte erken Cumhuriyet Dönemi yapıları bulunuyor. Bunlardan bazıları şunlar:


Sait Bektimur Evi

 

 
Sait Bektimur Evi 1920'li yıllarında yapıldığı sanılan ve bu nedenle "Erken Cumhuriyet Dönemi" olarak anılan bir mimari anlayışın ürünü olarak değerlendirilmektedir. Yapının birçok öğesi (saçak altı, çatı penceresinde kemer kullanımı, payandaların taşıdığı balkon biçimlenmesi vb.) ulusal mimarlık dönemi yapılarında görülen ortak özelliklerdir. Yapı, Ankara Şehri İmar Müdürlüğü arşivlerindeki bilgilere göre, dönemin bürokratlarından Sait Bektimur tarafından yaptırılmıştır. Yapı 1930'lu yılların sonundan 1940'lı yılların sonuna dek Irak Sefareti olarak da kullanılmıştır. 1950 yıllarında yapı köklü bir tadilata uğramış ve bu değişiklikle artık konut olarak kullanılmayacağı anlaşılmıştır. 1950'li yıllardan itibaren de değişik kişiler tarafından lokanta olarak kullanıma sunulmuştur.



Ankara Palas

 

 
Cumhuriyet'in ilk yıllarında Mebusan Kulübü olarak yapılması düşünülen Ankara Palas'ın ilk tasarımı Mimar Vedat Tek tarafından hazırlanmıştır. Binanın yapımına 1924 yılında başlanmış, ancak temeli atıldıktan sonra Vedat Bey işi bırakınca yarım kalan bina, Mimar Kemalettin Bey'in yeni tasarımına göre tamamlanmıştır.

 

Mimar Kemalettin Bey'in 13 Temmuz 1927'de yapımı tamamlanmayan inşaat şantiyesinde öldüğü dikkate alınacak olursa, binanın ancak 1927 yılı sonbaharında tamamlanarak işletmeye açılmış olabileceği düşünülmektedir.

 

Yakup Kadri Karaosmaoğlu "Ankara" romanında Cumhuriyetin ilk on yılında yapılan yeniliklerin vazgeçilmez uygulama mekanı olan Ankara Palas'ı şöyle anlatır:

"Ankara'da bir yandan altyapı çalışmaları yapılırken, diğer yandan da elçiliklerde verilen danslı çay davetleri ve briç partileriyle sosyal hayat da canlanmaktadır. Bu davetlerin sayısı arttıkça aileler arası bir giyim kuşam yarışı başlar.

 

Ankara Palas'ın açıldığı yıl, yılbaşı baloları ayrı bir heyecan yaratır. Ankara Palas'ın büyük hol ve salonlarında çeşitli eğlenceler planlanmaktadır. Hazırlıklar aylar öncesinden başlar, İstanbul terzilerine siparişler verilir, Beyoğlu'nun büyük mağazalarında kalmayan mallar Avrupa'ya sipariş edilir.

 

Balo günü geldiğinde Ankara Palas'ın önünde heyecanlı bir hareketlilik yaşanıyordu. Şık otomobilleriyle baloya gelenler otelin kapısında birikmiş olan meraklı halk kümelerini zorlukla açarak içeri girebiliyorlardı. Bütün bu olanları bir film şeridi gibi izleyen yerli ve köylülerin oluşturduğu kalabalık için ise balo denilen şey Ankara Palas'ın önünde başlıyor ve bitiyordu. Onlar içerideki dünyada olup bitenleri merak etmekle ve kendi aralarında tahminler yürütmekle yetiniyorlardı. İçerideki dünyada ise davetliler dans ediyorlar, birbirlerinin üst baş ve davranışlarını inceliyorlar ve memleket meseleleri üzerine derin sohbetlere dalıyorlardı."

 

Ulus'ta bulunan Ankara Palas, günümüzde Dışişleri Bakanlığı Devlet Konukevi olarak kullanılmaktadır.


II. TBMM Binası (Cumhuriyet Müzesi)

 

 
1923 yılında mimar Vedat Tek tarafından Cumhuriyet Halk Fırkası toplantı yeri olarak tasarlanan ve inşa edilen bina, işlevi değiştirilerek meclis olarak kullanılmıştır. Birinci Ulusal Mimari Dönem'in en seçkin örneklerinden sayılır. Bodrum üzerine iki katlı olan bu yapının iç bölümleri, iki kat boyunca yükselen ortadaki meclis salonunun üç kenarına dizilmişlerdir. Girişten sonra enine uzanan, iki ucunda merdivenlerin yer aldığı geniş geçit, Selçuklu ve Osmanlı bezeme motiflerinin yer aldığı bir tavanla örtülmüştür. Benzer biçimde ele alınmış yerlerden birisi de büyük salondur. Yer yer localarla değerlendirilen bu salonun özellikle yıldız motiflerini içeren ahşap tavanı, sonradan düzenlenen taç kapı ve bazı noktalar dışında kemerler, saçaklar, yer yer çinilerin yer aldığı bölümler ile bu dönemin mimari özelliklerini yansıtmaktadır.

 

I. Türkiye Büyük Millet Meclisi binasının yetersiz olması ve gelişen meclisin ihtiyaçlarını karşılayamaması nedeni ile bina birtakım değişiklikler geçirmiş, sonra da II. Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak 18 Ekim 1924 tarihinde hizmete açılmıştır.

 

Türk siyasi tarihinde önemli yeri olan II. Türkiye Büyük Millet Meclisi binası işlevini 27 Mayıs 1960 tarihine kadar 36 yıllık bir dönem boyunca sürdürmüştür. 1961 yılında meclisin yeni yapılan modern binasına taşınması üzerine bu bina Merkezi Antlaşma Teşkilatı'na (CENTO) tahsis edilmiştir. 1961-1979 yılları arasında CENTO Genel Merkezi olarak kullanılan bu bina CENTO'nun kaldırılması ile aynı yıl Kültür Bakanlığı'na devredilmiştir. Bu binanın ön kısmının Cumhuriyet Müzesi olarak düzenlenmesi, arka kısmının ise Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün hizmet binası olarak kullanılması kararlaştırılmıştır. Müze kısmı onarım ve restorasyonlardan sonra düzenlenerek 30 Ekim 1981 tarihinde Cumhuriyet Müzesi olarak ziyarete açılmıştır.


Etnografya Müzesi


 
Ankara Talat Paşa Bulvarı ile Atatürk Bulvarı'nın birleştiği noktada, Halkevi binasının yanında yer alan Etnografya Müzesi Türkiye'nin Cumhuriyet döneminde kurulan ilk müzelerinden birisidir. Mimar Arif Hikmet Koyunoğlu tarafından 1927'de ziyarete açılan müzede 1924 ve 1925 yıllarında Türkiye genelinde toplanan eserler sergilenmektedir. Bina dikdörtgen planlı ve tek kubbelidir. Yapının taş duvarları küfeki taşı ile kaplanmıştır. Alınlık kısmı mermer olup üzerleri oyma süslüdür.

 

Etnografya Müzesi'nin yapımına 1925 yılında milli müze kurma düşüncesi ile başlanmış, iki yılda inşaat tamamlanmıştır. Binaya 14 basamaklı bir merdivenle çıkılır. Kapıdan girilince kubbe altı holüne ve buradan da iç avlu denilen sütunlu kısma geçilir. Buranın ortasına mermer bir havuz yapılmış, çatı kısmı açık bırakılmıştır. Daha sonra bu iç avlu Atatürk'e geçici kabir olarak ayrıldığında, havuz bahçeye nakledilerek, çatısı kapatılmıştır. İç avlunun etrafında simetrik olarak büyüklü küçüklü salonlar yer almaktadır. İdare kısmı müzeye bitişik olup iki katlıdır.

Müze önünde at üstünde duran bronz Atatürk Heykeli 1927'de Milli Eğitim Bakanlığı tarafından İtalyan sanatkar Pietro Canonica'ya yaptırılmıştır.


Devlet Resim ve Heykel Müzesi (Eski Türk Ocağı ve Halkevi Binası)

 


Halkevi civarı

 


Türk Ocağı Binası (Ankara Halkevi), Fotoğraf: Doğan Hasol
 

Türk Ocağı Binası olarak 1927-1930 döneminde yapılmış ve Türk Ocakları'nın 1931'de kapanmasından sonra Halkevi tarafından kullanılmış olan yapı, günümüzde Devlet Resim ve Heykel Müzesi olarak kullanılmaktadır.

 

Mimar Arif Hikmet Koyunoğlu tarafından tasarlanan projesi, zamanın tanınmış mimarlarından Vedat Tek, Kemaleddin Bey ve İtalyan Giulio Mongeri'nin de katıldıkları sınırlı bir yarışma sonucunda kazanılmıştır.

 

Yapı Osmanlı mimarlığından esintiler taşır ve daha çok seçmeci bir tarzı yansıtır. Bodrumu ve iki katı olan yapının zemin katının ortasına tiyatro salonu yerleştirilmiştir. Bütün yüzey bezemeleri ön cephede toplanmış, öteki cepheler önemsenmemiştir. Türk odasının tavan boyası ve kartonpiyerlerinin kalıbı dahil bütün ayrıntıları, Atatürk'ün isteği üzerine eski Ankara evlerinden esinlenilerek, mimar Arif Hikmet Koyunoğlu tarafından tasarlanmıştır.

 

Yapımı Avusturyalı bir firma tarafından gerçekleştirilmiş olan yapıda Kayserili Hakkı Usta ve Hüseyin Usta emek veren Türk sanatçılardır. Mimar Arif Hikmet Koyunoğlu tarafından tasarlanan lambalar Siemens firmasınca imal edilmiştir. Yığma bir inşaattır; ancak lentolarda ve bazı kemerlerde (Ankara'da ilk defa) betonarme kullanılmıştır.


Gazi Çiftliği İstasyon Binası

 

 
Ankara Gazi Paşa İstasyon binası mimar Ahmet Burhanettin Tamcı tarafından tasarlanmıştır. 1 Şubat 1926 tarihinde hizmete giren istasyon Birinci Ulusal Mimarlık döneminin anıtsal nitelikli ilk gar yapıtlarındandır. Mustafa Kemal istasyonun açılış törenine katılmıştır.

 

Yapıda, eski Osmanlı dinsel dekoratif öğelerinin cephelerde kullanılması ve planın batı şemalarına uygun olması dikkat çeker. Yapıdaki çiniler Kütahya'dan getirilmiştir. Klasik Osmanlı Mimarisi'nden gelen sivri kemerler, 16 yy. çini ve seramiklerinde görülen motifler, Türk evlerindeki gibi ahşaptan nakışlı olan geniş saçaklar, Osmanlı sanatından gelen mimari bezeme öğeleri yapıya ayrı bir görünüm verir.

 

Atatürk'ün çok önem verdiği Orman Çiftliği'nin arazisinde bulunması bu istasyonun sayısız tarihi olaya tanıklık etmesini de sağlamıştır. Atatürk çoğunlukla konuklarını bu istasyonda karşılar ve uğurlardı.

 

2000'li yılların başında istasyon işlevine son verilmiş olan yapı günümüzde lokanta olarak kullanılmaktadır.


Hariciye Vekaleti

 


Hariciye Vekaleti civarı

 


Hariciye Vekaleti, Fotoğraf: Doğan Hasol
 

Arif Hikmet Koyunoğlu'nun anıtsal eseri olan bu yapı sırasıyla Hariciye Vekaleti, sonra Maliye ve Gümrük Bakanlığı ve Dış İşleri Bakanlığı'nın hizmetine verilmiştir.

 

Hafif eğimli bir araziye oturan yapı, bodrum ile iki kattan oluşur. Dikdörtgen planlı yapı, merkezde gün ışığı ile aydınlanan geniş bir salon ve bu salonun çevresindeki mekanlara açılan koridorlardan oluşmaktadır. Yapı, yüksek tutulan tavanları ve plan özellikleriyle bir kışla görünümü sergilemektedir. Planla birlikte simetrik olarak tasarlanmış ön cephede, birkaç basamak sırasıyla ulaşılan giriş kısmı, Osmanlı mimarlığına özgü sütun, başlık ve sivri kemerlerle üç açıklıklı bir portikodan oluşur. Alt katta basık, üstte ise sivri kemerlerin kullanıldığı cephede dışa taşırılmış orta ve yan kısımların üzerlerinde birer alınlık bulunur. Ana cephede görülen zengin tasarıma karşın diğer cepheler yalın ve sıva kaplıdır.


Ziraat Bankası


 

İlk ulusal mimarlık döneminin karakteristik yapılarından olan banka binasının yapımına 1926'da başlanmış ve 1929 tarihinde tamamlanarak dönemin Başvekili tarafından açılmıştır. Mimarı İtalyan Giulio Mongeri'dir.

 

Bodrum ve yüksek zemin üzerindeki kat, bir asma kat ve çatıdan oluşmuştur. Katlarda mekanlar ortada banka holü çevresine yerleştirilmiştir. Mermerle döşeli dikdörtgen banka holü katlar boyunca yükselerek ışığı üstten, demir strüktürlü, vitrayla süslenmiş üst örtüsünden almaktadır. Holün çevresindeki sivri kemerli arkadlar üstte Selçuk yıldız motifli korkulukları olan galeriyi taşımaktadır. Kemer alınlıkları, altıgen yıldız desenli turkuaz renkli çini panolarla kaplanmıştır. İçte tüm ögeler Selçuklu ve Osmanlı süsleme sanatından alıntılarla zenginleştirilmeye çalışılmıştır.

Yapının köşeleri yükseltilip dışarı taşırılarak kule görünümü almıştır. Geniş saçaklarının alt yüzeyleri Selçuk geometrik motifleriyle bezelidir. Cephelerde değişik biçim ve boyutlu öğeler dikey girintiler içinde birleştirilmiştir. Her kat için ayrı açıklıklı ve türde kemerleri olan pencereler kullanılmıştır. Taş rozetler, kabartma Osmanlı motifleri, mermerden oyulmuş geometrik desenli balkon korkulukları, kuleler arasındaki kütlelerin korkuluk duvarları, baklavalı sütun başlıkları, mukarnaslı kornişler kullanılan Selçuklu ve Osmanlı sanat ve yapı öğeleridir.

 

Zemin kat dışarıdan rustik taş kaplamadır. Arka ve yan cepheler öne cepheye kıyasla daha yalındır. Yapıda uygulanan betonarme iskelet sistemini Holzman Firması, elektrik işlerini Zeiss Şirketi üstlenmiştir. Yapının tasarım ve yapım sürecinde Mongeri'nin yanısıra üç öğrencisi, danışman mimarlar, Macar, İtalyan ve Türk işçi ve ustalar çalışmışlardır.


Ulus İş Bankası

 


Ulus Meydanı

 


Ulus İş Bankası


Çembersel girişiyle Ulus Meydanı'na dönük bir köşe yapısı olan Türkiye İş Bankası binası, özgün durumunda ucu yuvarlatılmış ikizkenar bir üçgen biçiminde idi. Üçgenin üçüncü kenarı sonraki eklemeler nedeniyle bugün algılanamamaktadır. Bodrum üzerine, simetrik olarak planlanmış, ortası avlulu beş katı vardır. Yuvarlatılmış köşedeki ana girişten başka yan cephelerden de yapıya girilmektedir.

 

Mermerden merdivenli ana girişten, üstte galerisi olan oval salona girilmektedir. Renkli camlarla bezeli oval biçimli tepe ışıklığı, üst kat koridorlarının ve banka holünün aydınlatılmasına yardımcı olmaktadır. Girişte ilk görünen ayaklar ve tonozlar alçı işlemelerle bezenmişlerdir. Daire kesitli sütunların taşıdığı birinci kat galerisinin korkuluğu Selçuk geometrik desenli panolardan oluşmuştur.

 

Cephelerde hem batı, hem de Osmanlı mimarlığından etkiler açıkça görülmektedir. Yapı dıştan zemin, üst üç katın bulunduğu orta bölüm ve en üst kat olmak üzere kesin yatay hatlarla Rönesans üslubu anlayışında üç bölüme ayrılmıştır. Orta bölümdeki üç katta birleştirici plasterlerle bütünlük sağlanmaya çalışılmıştır. En üst kat ise küçük sütunların oluşturduğu üçer sivri kemerli açıklıklarla ayrı bir şerit biçiminde alt kısımlardan ayrılmıştır. Bir zamanlar eşit uzunlukta olan yan cepheler hafif dışa taşan ve yükseltilen akslarla sınırlandırılmışlardır. Kıvrımlı çizgileri ve bankanın ismi ile girişin üstündeki cam gölgelik yüzyıl dönüşümünde Art Nouveau tarzını uygulayan bazı yapılarda (1900'lerin başında Paris'te bazı metro girişlerinde) görülenlere benzemektedir. Çok süslü olan cephelerde Selçuklu ve Osmanlı bezeme öğeleri, mukarnaslı ve baklavalı sütun başlıkları ve rozetler kullanılmıştır.


Musiki Muallim Mektebi


 

Türkiye Cumhuriyeti'nde müzik öğretmeni yetiştiren ilk kurum, Cumhuriyetin ilanından hemen sonra Maarif Vekaleti'nin 1924 yılı bütçesiyle kabul edilen ve 1 Eylül 1924 tarihinde orta dereceli okullara müzik öğretmeni yetiştirmek amacıyla kurulan, 1 Kasım 1924'te de öğretim hayatına giren Musiki Muallim Mektebi'dir. 1924-25 öğretim yılı bir bakıma okulun deneme yılı olmuş, 1925-26 yılı başında ise hakiki anlamda müzik öğretmeni yetiştiren bir kurum haline gelmiştir.

 

Eğitim seferberliğine hız verildiği ilk yıllarda Cumhuriyet'in güzel sanatların müzik dalında bir okul açması, sanata verdiği önemi göstermesi yönünden oldukça anlamlıdır. Mimar Ernst Egli'nin eseri olan bu yapının amacı, batı müziği alanında bilimsel çalışmaların yapılması, yurt ölçeğinde yaygınlaşıp tanınmasını sağlayacak müzik öğretmenlerinin eğitilmesi ve Cumhurbaşkanlığı Orkestrası'na sanatçı yetiştirilmesiydi.

 

Egli'nin Ankara'daki modern okul binası, hızla gelişmekte olan genç Türkiye Cumhuriyeti'nin başkentindeki rasyonel-modernist akımın en önemli sembollerinden biri olmuştur. Geleceğin müzik öğretmenlerine batı müziği eğitimi verilen karma bir okul fikri aynı zamanda günlük yaşamın modernleştirilmesini amaçlayan yeni sosyalist ideallerle de ilişkili olarak ortaya çıkmıştır. Okul binası, yalnızca bir eğitim kurumu olarak değil, aynı zamanda bir konser salonu ve fuayesini, idari ofisleri, sınıfları, yemekhaneyi, yurtları, çalışma ve okuma odalarını içeren bir kompleks olarak hizmet vermiştir. Tüm bu mekanlar açık bir avlu etrafında düzenlenmiştir. Bu yaklaşım, geleneksel Türk - Osmanlı eğitim yapısı olan medrese plan tipini anımsatmaktadır. Dönemin mali kısıtlamalarına karşın, ses yalıtımı yapılmış odalar, görsel ve işitsel olarak yeterli çözümleri içeren konser salonu gibi elemanlar binanın yapımı sırasında ihmal edilmemiştir.


İnhisarlar (Tekel) Başmüdürlük Binası

 

 

1928 yılında yapılan İnhisarlar (Tekel) Başmüdürlük binasının mimarı Giulio Mongeri'dir.


Ulus Meydanı yakınında bir köşeye yerleştirilen yapı ilk ulusal mimarlık üslubunda tasarlanmıştır. Kütleleri L biçiminde düzenlenen, bodrum ve zemin üzerine iki katlı yapının girişi köşedendir. Sekizgen biçimindeki bu köşe yükseltilmiş, üstüne kurşunla kaplı bir kubbe oturtularak kule görünümü verilmiştir. Bodrumda ambarlar, mahzen ve kömürlükler, zemin katta yine ambarlar ve satış büroları yer almıştır. Tonozların daire biçimine dönüştürdüğü tavanıyla zemindeki sekizgen giriş holü, çalışma alanlarının bulunduğu birinci katta başmüdür odası olarak kullanılmaktadır. Üst iki katta mekanlar bir koridor üzerine yerleştirilmiştir. En üst katın bir bölümü lojman olarak düzenlenmiştir.

 

Ana caddeye bakan cephede üst iki katın üç orta aksının yanındaki birer aks dışarı taşırılmış, altta taştan destekler ve üstte hatai tarz kabartma işlemeleri taşıyan uzantılarla belirtilmişlerdir. Pencereler bu iki kat yüksekliğince uzanan plasterlerle birleştirilmiştir. Zemin ve ikinci katın pencereleri ile kubbenin altındakiler ve üçlü girişin açıklıkları sivri kemerlidir. Arka cepheler öndekilere kıyasla çok yalındır.

 

Yapının üçgenli sütun başlıkları, geometrik ya da bitkisel desenli demir parmaklıklar, girift desenli alçı kabartma kemer alınlıkları, taş rozetler, kulenin üstündeki korkuluğun kemercik dizisi gibi ayrıntılarında Osmanlı mimarlığının yapısal ve dekoratif öğeleri kullanılmıştır. Cepheler dıştan taş görünümü verilen sıva ile kaplıdır.


II. Vakıf Apartmanı

 

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün kira yoluyla gelir sağlamak amacıyla yaptırdığı ve 1926-27 yılları arasında Mimar Kemalettin Bey tarafından tasarlanıp 1928-30 yıllarında inşa edilen bu görkemli apartman bodrum, dükkanların bulunduğu zemin katın üstünde dışarı taşan dört kat ve çatıdan oluşmuştur. Kısa kenarlarından biri daha dar olan, dörtgen biçimli yapıda zemin katın en önemli özelliği birinci kata da yükselen bir tiyatronun yer alışıdır. İkinci kattan başlayarak daireler ortadaki avluya bakmaktadır. Zamanla iç bölmelerinde değişikliğe uğrayan yapının tip katlarında dördü dışarıya, üçü avluya bakan yedişer hacimli sekizer daire, çatı ve ara katta da Ankara'da büyük bir konut sıkıntısının yaşandığı 1930'larda, milletvekilleri tarafından kiralanan küçük daireler bulunmaktadır.

 

Uzun cephelerde beş akslık orta bölüm ve yanlardaki ikişer aks, dar cephelerde ortadaki balkonlu bölümün tek akslı yan kısımları dışarı taşırılıp yükseltilerek geniş saçaklı çatılarla örtülmüştür. Böylece ilk ulusal mimarlık döneminin kütle biçimlenmesi görünümü sağlanmaya çalışılmıştır. Yapının dört köşesindeki balkonların ve korkuluklarının yuvarlatılmış hatları, çoğu kare biçimli kemersiz pencereler, süslemenin en aza indirgenmesi yapıyı ulusal üsluptan ayıran ve dönemin rasyonel-modernist yaklaşımını işaret eden özellikler olarak ortaya çıkmaktadır. Bezemenin yoğunlaştığı yer, üzerindeki oval kubbesiyle tiyatro salonudur.

 

Kemer kullanımı yalnızca zemin katındaki eşit aralıklarla yerleştirilmiş ayakları birleştiren yarım daire biçimli kemerlerde görülmektedir. Betonarme iskeleti olan yapı dıştan düzgün kesme taş görüntüsü veren sıvayla kaplanmıştır.

 

Mimar Kemalettin Bey'in apartman binası Ankara'nın ilk modern yaşama alanı ve ilk betonarme yapılarındandır. Bina tüm bir bloktan oluşmasının yanı sıra, doğu yönünde tek evlerle birlikte tasarlanmış, ancak bu yapılar daha sonra ortadan kaldırılmıştır.


Sağlık Bakanlığı

 


Foto: Doğan Hasol

 

1926- 1927 yılları arasında Sıhhiye'de gerçekleştirilen yapının mimarı Theodor Jost'tur.

 

Yapı uluslararası modern mimarlık üslubunda Türkiye'de yapılmış ilk yapı olarak kabul edilir. Üç kat ve bir bodrum katı olan yapı, üç simetrik yapı bloğundan oluşur. Basamaklarla ve sütunlarla anıtsallaştırılmış olan giriş pek çok merdiveni barındıran lobinin merkezi olan giriş holüne yönelir.

 

Üst katların sütunları alçı kornişlerle bölünen cephede dikey olarak devam eder. Bu bölümün ve girişin iki yanındaki pencereler dar ve dikeydir. Buna zıt olarak, yanlardaki pencereler geniştir, bu şekilde binanın dikey ve yatay çizgileri arasında denge kurulur. Duvarlar düz ve cepheden farklı olarak gri sıva ile kaplıdır. Giriş ve bodrum katı ise Ankara taşı ile kaplanmıştır.

 

İç mekanda binanın uzun kenarı boyunca uzanan, her iki tarafında ofisler bulunan koridorlar bulunur. Koridorların sonlarında bulunan pencerelerden doğal ışıklandırma sağlanmaktadır.


Sergi Evi (Opera binası)

 

 

1933 - 1934 yılları arasında mimar Şevki Balmumcu tarafından ilk olarak bir sergi sarayı olarak inşa edilen yapı, daha sonra opera binasına dönüştürülmüştür.

 

Yapının tasarımına, Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti'nin, 1933 yılında açtığı yarışma sonucu karar verilmiştir. Yarışmanın duyurusunda, tasarımın modern üslupta olması gerektiği belirtilmiştir. Yurt içi ve yurt dışından toplam altmış iki adayın katıldığı yarışmada, finale kalan iki mimardan biri olan Paolo Vietti Violi'nin projesi çok pahalı bulunduğundan, diğer finalist Şevki Balmumcu'nun projesi seçilmiştir. Yeni kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti'nin büyük kamu binalarının, projelerinin yabancı mimarlar tarafından üstlenildiği bir dönemde, uluslararası bir proje yarışmasında bir Türk mimarın birinci olması büyük heyecan uyandırmıştır. Fakat yapının, 1948 yılında Paul Bonatz tarafından, asıl işlevinden oldukça farklı olarak bir opera binasına dönüştürülmesi, aynı yoğunlukta tepkiye yol açmıştır. Olayların bu şekilde gelişmesi, yapının asıl mimarı olan Şevket Balmumcu'yu ciddi biçimde üzmüş ve meslek yaşamının neredeyse sona ermesine yol açmıştır.

 

Caddeye paralel olarak uzanan yapı, birbirini dik olarak kesen iki kütleden oluşur. Uzun olan eksende, yapının uçları yarım daire olarak sonlandırılmıştır. Bu uzun kütleyi kesen diğer kısa kütle, paralel yerleştirilmiş üç dikey tesisat kulesi ve bunların arkasında kare planlı, yüksek bir kuleden oluşur. Uzun olan kütlede yer alan dar pencere sırası, bu kısımdaki yataylık hissini güçlendirirken, yapının bütününde çok güçlü bir yatay-dikey karşıtlığı oluşturulmuştur. Betonarme strüktürlü yapının ön cephesinde, Ankara taşı renginde suni taş, diğer cephelerde ise fildişi renkli sıva kullanılmıştır.


Ankara Garı

 


Ankara Garı ve Gar Gazinosu, 1940'lar

 


Ankara Garı

 

1935 - 1937 yılları arasında Mimar Şekip Akalın tarafından tasarlanan ve simetrik cephesinin İstasyon Meydanı'na baktığı yapı, kuzeybatı-güneydoğu yönünde uzanan enine bir gelişim gösterir. Demiryolu hattına paralel olarak kurulmuş olan istasyon, hızla gelişmekte olan başkent için yetersiz kalmaya başlayan eski istasyon binasının yerine inşa edilmiştir. Temel işlevinin yanı sıra, başkente gelen yolcuları karşılayan görkemli bir kapı olarak da düşünülen yapı, kavisli ve arşitravlı bir çift sütun dizisiyle, aynı tarihte yanına inşa edilen Gar Gazinosu'na bağlanmıştır.

 

Simetrik kuruluşlu yapının kat sayıları her biri bodrum üzerine olmakla beraber, merkezden dışa doğru gidildikçe sırasıyla, üçer, ikişer ve birer kat olarak azalır. Ortadaki geniş salon 12 metre yüksekliğindedir ve ön ile arka cephelerdeki geniş pencerelerle aydınlatılmıştır. 1930'lu yılların yapılarında görülen yalın ve modern neo-klasik üslupta tasarlanmış giriş bölümü, az sayıda geniş basamaklar ve ardından yüksek bir sütun sırasıyla düzenlenmiştir. Bu giriş bölümünün iki yanında, yarım yuvarlak olarak dışarı taşan ve yüksekliği boyunca dikey pencerelere sahip birer merdiven kulesi giriş cephesine anıtsal bir görünüm kazandırır. Betonarme konstrüksiyona sahip bina Ankara taşı ile kaplanmıştır.

 

Günümüzde halen TCDD'nin Ankara ana istasyonu olarak kullanılmaktadır. Gar binası içerisinde Atatürk Konutu ve Demiryolları Müzesi, Ankara Açık Hava Buharlı Lokomotif Müzesi, Demiryolu Müzesi ve Sanat Galerisi gibi unsurlar yer almaktadır.


Kaynaklar:
İnci Aslanoğlu; "Erken Cumhuriyet Dönemi Mimarlığı 1923- 1938", ODTÜ Mimarlık Fakültesi Yayınları, Ankara 2001.
Metin Sözen; "Cumhuriyet Dönemi Türk Mimarisi", Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara 1996 Sibel Bozdoğan; "Modernizm ve Ulusun İnşası", Metis Yayınları, İstanbul, 2002
Mimarlar Odası Ankara şubesi
www.kentvedemiryolu.com
Docomomo
Arkiv

Arkitera, Derleyen: Pınar Koyuncu, 01.09.2010

PATARA ANTİK KENTİ KAZILARI

 

  

 

Yaklaşık 3 ay süren çalışmalar sonunda kentin tarihine ışık tutacak yeni buluntular ortaya çıkarıldı.

 

Arkeologlar, yaklaşık 22 yıldır Patara antik kentini gün yüzüne çıkarmak için uğraş veriyor.

Akdeniz Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü'nden Havva Işıkan Işık başkanlığındaki kazıların bu yılki bölümüne 100 kişilik bir ekip katıldı.

 

Yaklaşık 3 ay süren bu yılki çalışmalar, Ana Cadde, Liman Hamamı, Kaynak Kilise, Patara Su Yolu ve Likya Meclis Binası'nda yoğunlaştı. Çalışmalar sonunda Kaynak Kilise’nin erken dönemde çok önemli bir piskoposa ait olduğu anlaşıldı. Patara Su Yolu’ndaki kazılarda kent içi su sisteminin tespitine devam edildi. Bu yılki çalışmalarda ayrıca Torpido mezar denilen yeni bir tür pişmiş mezar türü ortaya çıkarıldı. Kazılar sonrası tam olarak ortaya çıkarılan Ana Cadde ve Likya Meclis Binası’nın restorasyon çalışmaları da devam etti. Yetkililer, kısa bir süre içinde ünlü Patara Deniz Feneri’nin onarım çalışmalarına başlamayı umut ettiklerini belirtti.Bu yılki kazılarda ayrıca kentin erken dönem yerleşimleri hakkında yeni bilgi ve belgelere ulaşıldı.

Trt/Haber, 31.08.2010

ISPARTA'DAN TANRIÇA ÇIKTI!

 

 

Isparta'da başı olmayan bir ana tanrıça figürü bulundu.

Isparta'nın Yalvaç İlçesi'ndeki Psidia Antiokheia antik kentindeki kazılarda, MÖ 4 veya 5'inci yüzyıllara ait olduğu sanılan, ana tanrıça figürü bulundu.

 

Psidia antik kentindeki kuzey kilise alanında yapılan kazı çalışmaları sırasında fildişinden yapılmış, çocuk emziren bir kadın figürü, gün ışığına çıkarıldı. Figürün, MÖ 4 ya da 5'inci yüzyıla ait olabileceği tahmin ediliyor. Kazı başkanlığını yürüten Süleyman Demirel Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Doç.Dr. Mehmet Özhanlı, başı olmayan figürde, kadının sol elinde çocuğunu emzirirken tasvir edildiğini, sağ elinde ise bereketi simgeleyen nar bulunduğunu söyledi.

 

Eserin ana tanrıça Kybele'yi anımsattığına değinen Doç.Dr. Özhanlı, eserin ortaya çıkarılmasının Psidia Antiokheia'da erken dönemde de ana tanrıça kültürü olduğunu gösterdiğine dikkati çekti. Şimdiye kadar, Psidia bölgesinin tarihinde böyle bir bulguya rastlanmadığı için klasik dönemden ve buna ilişkin özelliklerden söz edilmediğini belirten Doç.Dr. Özhanlı, "Yeni bulgularla beraber, belki de Psidia bölgesinin tarihini yeniden gözden geçirmek gerekebilecek" dedi.

Ntvmsnbc, 31.09.2010

BİN 500 YILLIK KİLİSENİN ERZAK DEPOSU BULUNDU

 

 

''Arkeopark Projesi'' uygulanarak Türkiye'nin ilk ''Ada Müzesi'' olması planlanan Balıkesir'in Erdek İlçesi açıklarındaki Zeytinliada'da, MS 5. yüzyıla (Erken Bizans) ait kilisenin erzak deposu bulundu.

 

Kazı ekibi başkanı ve Atatürk Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Nurettin Öztürk, 22 kişiden oluşan ekiple çalışmalarını sürdürdüklerini belirterek, şu bilgileri verdi:
''2010 yılı kazı çalışmalarımızın son 15 günü içinde, adanın güneydoğusunda yer alan küçük ayazmanın yanındaki '5'e 5'lik açmalarda, iki odalı bir 'magazin (kilise erzak deposu)' ortaya çıktı. Bu magazin örgü sistemi, MS 12. yüzyıla dek imar görmüş. Erken dönemde, MS 5-6. yüzyıllarda mağara tapınımı veya kandil yakıp, çöplüğe atma geleneği, burada da sürmüş. Arkeoloji tarihinde, bu çeşit yerler, 'kutsal çöplük' anlamına gelen 'Bothros' ismiyle biliniyor.''

 

Adada gün ışığına çıkardıkları bu ''kutsal çöplüğün'', daha sonra erzak deposuna dönüştürüldüğünü belirten Öztürk, şunları kaydetti:
''O yüzyıllarda 'magazin' denilen bu erzak deposunun önünde, denizin sığlık oluşturduğu yerde iskele kalıntıları görülüyor. Çalışmalarımız, doğuya doğru sürdükçe, erzak deposunun gerçek planına ulaşacağız. Erzak deposunun içinde buluntu olarak 'Sgrafitto' tekniğinde, MS 12-13. yüzyıla ait mutfak eşyasına rastladık. Yine, kazı çalışmalarımız sırasında, MS 5-6. yüzyıla ait yanmış ya da adak olarak atılmış çok sayıda pişmiş toprak kandillere rastladık, çok sayıda da sikke çıkardık.''

 

Bursa Anıtlar Kurulu'ndan alınan izin doğrultusunda ''Arkeo Park'' düzenlemesi yapılması planlanan Zeytinliada'nın en geç 2-3 yıl içinde ziyarete açılması hedefleniyor.

Cumhuriyet, 31.08.2010

ARKEOLOJİK KAZIDAN HOŞGÖRÜ ÇIKTI

 

 

Van Kalesi'nin arkasındaki eski kent merkezinde yapılan arkeolojik kazılarda, 1900'lü yıllarda Ermeni ve Müslüman halkın ortak kullandığı yapılar ortaya çıkarıldı. 

 

Eski Van şehrinde kazı çalışmalarını yürüten Yüzüncü Yıl Üniversitesi Mimarlık Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Şahabettin Öztürk, AA muhabirine yaptığı açıklamada, bu kazı çalışmasının bölge için büyük önem taşıdığını söyledi.  

 

Bölgenin 1915 yılından bu yana toprak altında kaldığını ifade eden Öztürk, 'Söz konusu alanda 40 gündür arkeolojik bir kazı gerçekleştirmekteyiz. Yapının büyük bölümü ortaya çıkmış durumda. Bu yapı en kısa zamanda ilgili projeleri hazırlanarak, Hüsrev Paşa Külliyesi'ni tamamlayıcı bir unsur olarak ortaya çıkarılacaktır' dedi.

 

Yrd. Doç.Dr. Öztürk, eski şehrin, 13 mahalleden oluştuğunu anlatarak, şunları kaydetti: 

'O dönemde toplam nüfus 30 bindi. Bunun bir bölümü Ermeni yani Hıristiyan vatandaşlardan oluşuyordu. Diğer bölümünü ise Müslüman halk oluşturuyordu. Burası hoşgörünün gerçekten yaşandığı bir kent. Kuşkusuz bu yapıların tümü farklı inançlara sahip insanlar tarafından da kullanıldı. Kaya Çelebi Camisi'ne 20 metrelik mesafede, bir kilisenin veya ortak kullanılan çifte hanların ortaya çıkarılması, buradaki hoşgörünün çok önemli belirtisi olarak karşımıza çıkıyor.'

Yapılan çalışmalarda Müslüman ve Ermenilerin ortak hanların bulunduğunu bildiren Yrd. Doç.Dr. Öztürk, 'O dönemlerdeki tarihi kaynaklara baktığımızda herhangi bir ayrımcılığın olmadığını görüyoruz. Böyle bir ayrımın olmadığını geçmiş tarihler, yabancı seyyahların tuttuğu notlar ve fotoğraflar net bir şekilde göstermektedir.'

 

Yrd. Doç.Dr. Öztürk, yapılan kazı çalışmalarının ardından gün yüzüne çıkarılan yapıların restore edilerek turizme kazandırılacağını ve koruma altına alınacağını vurguladı. 

Yeni Şafak, 31.08.2010

HASEKİ KÜLLİYESİ MÜZE OLACAK

 

 

İstanbul, Kocamustafapaşa'daki tarihi Haseki Külliyesi, restore edilerek müzeye dönüştürülecek. Tarihi eserin 1551 tarihli vakfiyesine göre, her tür hastalığın tedavi edildiği darüşşifada sağlık hizmetleriyle ilgili 28 kişi görev yapıyordu. Haftanın 2 günü hastane dışından isteyenlere ücretsiz ilaç da veriliyordu. Restorasyonun 2011 Temmuz ayında bitirilmesi planlanıyor.

Haseki Külliyesi, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce onarılarak cami dışındaki bölümleri müze haline getirilecek. İstanbul Vakıflar 1. Bölge Müdürü İbrahim Özekinci, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün tüm bölge müdürlükleri ile Türkiye'nin 81 ilinde vakıf eserleri müzesi oluşturulması kararı aldığını, kendilerinin de bu konuda talimatlandırıldığını söyledi.

Özekinci, bazı vakıf müzelerindeki eserleri sergilemek konusunda mekansal olarak sıkıntı yaşadıklarını anlatarak, şöyle konuştu: "Elimizde gerçekten çok nadide eserler var. Tüm bunların sergilenebileceği bir mekan ihtiyacımız vardı. Genel müdürlüğümüz müze ve geçmişe sahip çıkma konusundaki kararlılığından dolayı yaptığımız araştırmalarda İstanbul'un yedinci tepesi diye bahsettiğimiz yerdeki Haseki Külliyesi'nin böyle bir vakıf eserleri müzesi olarak lokasyon açısından mükemmel olacağı kararına varılarak müzenin burada yapılması kararlaştırıldı.".

İbrahim Özekinci, restorasyon çalışmalarına başlandığını anlatarak, şöyle devam etti: "Restorasyona İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti (AKB) Ajansı'nın sponsorluğunda başladık, bizim kontrolümüzde devam ediyor. Şu anda hızlı bir çalışma içerisindeyiz. Aynı zamanda teşhir ve tanzim çalışmalarımız da devam ediyor. Daha sonra araştırmacılarımız için biz bir araştırma kütüphanesi de yapmak istiyoruz. Özellikle Mimar Sinan'la ilgili. Çalışmalar bittiğinde bazı vakıf müzelerinde sergilenemeyen çini panolar, su damlalıkları, mezar taşları, kitabeler, Sakal-ı Şerif kutuları, rahleler, halılar, kilimler ve şamdanlar gibi eserlerin sergilenebileceği bir alan ortaya çıkacak."

Eski eserlerin restorasyon süresiyle ilgili kesin bir şey söylemenin mümkün olmadığını ifade eden Özekinci, şöyle konuştu: "Biz külliyedeki çalışmaların 2011 yılının Temmuz ayında tamamlanmasını hedefliyoruz. Konservasyon işinin yapılması ve eserlerin yerleştirilmesiyle müzeyi gelecek yaz ziyarete açmayı planlıyoruz. Belediye ile de görüşmelerimiz devam ediyor. O bölgenin araç trafiğine kapatılıp sadece yaya trafiğine açılması konusunda. Bunların da gerçekleştirilmesi halinde oranın gerçekten bir sosyal ve kültürel cazibe merkezi haline geleceğini ümit ediyoruz."

Özekinci, eski eser restorasyonunda karşılaştıkları en önemli sorunlardan birinin geçmiş yıllarda yapılan çimentolu uygulamalar olduğunu anlatarak, şunları kaydetti: "Özellikle kubbelerimizde tonlarca ağırlıkta katman halinde betonlar var. Şu anda yaptığımız en büyük çalışmalardan birisi bu. Buralar bu betonlardan arındırıldı. Yerine özgün malzeme olan Horasan harçları konmaya başlandı. Kurşunlarımızı da kaplayarak yukarıdan aşağıya iniyoruz. Burada ayrıca elektrik, statik, kapı, pencere, havalandırma, ısıtma gibi işlemlerimiz olacak. Bu çalışmaları müze fonksiyonuna uygun gerçekleştireceğiz."

Haseki Külliyesi, Kanuni Sultan Süleyman'ın eşi Haseki Hürrem Sultan tarafından 1538-1551 yılları arasında Mimar Sinan'a yaptırıldı. Sinan'ın İstanbul'da yaptığı ilk eser olma özelliğini taşıyan külliye, cami, medrese, sıbyan mektebi, imaret, darüşşifa ve çeşme yapılarından oluşuyor. Başlangıçta külliye olarak tasarlanmamış, caminin inşasından sonra belirli aralıklarla diğer binalarının eklenmesiyle külliyeye dönüşmüş.

Külliyenin 958/1551 tarihli vakfiyesine göre, her tür hastalığın tedavi edildiği bu darüşşifada 2 dahiliyeci, 2 cerrah, 2 göz hekimi, 2 eczacı, 2 eczacı kalfası, 1 katip, 1 vekilharç, 2 aşçı, 1 kilerci, 4 hasta bakıcı, 2 hizmetçi, 2 çamaşırcı ve diğer görevliler dahil olmak üzere 28 kişi görev yapıyordu. Haftanın 2 günü hastane dışından (satmayacakları kaydıyla) isteyenlere ücretsiz ilaç veriliyordu.

Zaman, 31.08.2010

KUŞADASI'NDA TARİH YENİDEN CANLANIYOR

 

 

Osmanlı dönemi yapılarını yenilemek amacıyla başlatılan restorasyon çalışmaları tüm hızıyla sürüyor. Çalışmalar özellikle Güvercinada, tarihi sur duvarları ve sokak çeşmeleri üzerinde yoğunlaşmış durumda.

Anadolu'nun en eski yerleşim birimlerinden biri olan Kuşadası'nda, özellikle ayakta kalan Osmanlı dönemi yapılarını yenilemek amacıyla başlatılan restorasyon çalışmaları büyük bir hız kazandı. Kuşadası Belediyesi tarafından gerçekleştirilen restorasyon çalışmaları başta Güvercinada, tarihi sur duvarları ve sokak çeşmeleri üzerinde yoğunlaşmış durumda.

Güvercinada Kalesi
Kuşadası'nın simgesi olan tarihi Güvercinada Kalesi'nin restorasyon projelerinde son aşamaya gelindi. İlk adım olarak hazırlanan rölöve projelerinin onayından sonra ikinci adım olarak restitüsyon projeleri de Aydın Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunca uygun bulunarak onaylanmıştı. Kuşadası körfezinde yer alan küçük bir ada olan Güvercinada, Kuşadası iskelesi yapılırken bir mendirek ile karayla bağlantı olarak oluşturulmuş. Bizans döneminde inşa edilen bu kale, Osmanlı İmparatorluğu zamanında ve özellikle Mora isyanı sırasında diğer adalardan gelecek saldırılara karşı bir ileri karakol görevi görmüş. Ayrıca, korsanlara karşı kullanıldığı için halk arasında "Korsan Kalesi" adı ile de anılmakta. 2,5 metre yüksekliğindeki kale surları adayı çepeçevre kuşatırken, 19. yüzyılda Mora Ayaklanması sırasında Osmanlılar tarafından adalardan gelebilecek saldırılara karşı uç karakolu olarak kullanılan adanın üzerinde bir de Bizans kalesi bulunmakta. Bizanslılar için önemli bir askeri üs görevini yapan Güvercinada, 1834 yılında büyük bir yenilenme görmüş ve ünlü kalesi yapılmış. "Kuşadası" adı bu kaleden gelmektedir. Adanın en yüksek noktasında bulunan kule, zamanında muhafızların çevreyi gözetlenmesi için kullanılmış. Cenevizliler için de stratejik önemi büyük olan tarihi adaya adını veren kalenin son şeklini alması da bu döneme rastlar.

Günümüzde restore edilerek, aydınlatması tamamlanan kale, turizmin hizmetine sunulmuş durumda. Bugün çevre düzenlemesi yapılmış olan adanın etrafında ve içinde kafeterya, restoran ve çay bahçeleri mevcut. Güvercinada, Kuşadası'nın siluetine ayrı bir güzellik katarken, özellikle geceleri ışıklandırıldığında büyüleyici bir manzara sunuyor.

Kuşadası Belediyesi Kültür Varlıkları ve Tarihi Çevre Birimi tarafından yürütülen tarihi eser çalışmaları kapsamında; Kuşadası Kentsel SİT alanı içerisinde restorasyonu gerçekleştirilen İbramaki Sanat Galerisi, Çalıkuşu Evi ile Efe Suphi Evinden sonra, Kuşadası Belediyesi tarafından Gümüş ve Yıldırım caddelerinin köşesinde yer alan bina da Kuşadası Belediyesi tarafından satın alınarak kentsel doku içerisinde restore edilecek. Restorasyon projesinin hazırlık çalışmalarının tamamlanmak üzere olduğunu kaydeden yetkililer, Aydın Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu'nca projelerin onaylanmasından sonra, yapının onarım çalışmalarına başlanacağını belirtiyor. Restorasyonu tamamlanacak bina, yöresel yemek kültürünün tanıtıldığı bir müze olacak.

Kentsel sit alanındaki 10 adet tescilli sokak çeşmesinin rölöve, restitüsyon ve restorasyon projeleri Aydın Kültür Tabiat Varlıklarının Koruma Bölge Kurulu'nun 21 Mayıs 2010 tarihli toplantısında kabul edildi. Onarım maliyet bedelleri İzmir Rölöve Anıtlar Müdürlüğünce hesaplanırken, çeşmelerin onarım çalışmaları kurul kararı doğrultusunda kısa süre içerisinde başlatılacak. Tüm çeşmelere dökme pirinçten yapılmış Osmanlı musluğu takılacak.

Kuşadası Belediyesi Kültür Varlıkları ve Tarihi Çevre Birimi tarafından yürütülen tarihi eser çalışmaları devam ediyor. Tarihi sur duvarlarının ilk olarak Kuşadası Sulter Otel karşısında bulunan 49 ada 1 parseldeki bölümü ve burç ayağının restorasyonu yapılacak. Kuşadası Belediyesi tarafından hazırlatılan rölöve ve restitüsyon projeleri Aydın Kültür Tabiat Varlıkları Koruma Bölge kurulunca onaylandı. Hazırlanan restorasyon projeleri ise kurul görüşüne sunulmuş durumda.

Kuşadası ve bölge tarihi açısından büyük önem taşıyan Kadıkalesi kazısına ev sahipliği yaptıklarını açıklayan Kuşadası Belediye Başkanı Esat Altungün, yürüttükleri sokak sağlıklaştırma çalışmalarının yanı sıra Kuşadası'nın tarihi değerlerini korumak amacıyla restorasyon çalışmalarına da hız verdiklerini açıkladı. Güvercinada, sokak çeşmeleri ve tarihi sur duvarlarının restorasyonlarına kısa süre sonra başlayacaklarını kaydeden Altungün, "Bu kapsamda hazırladığımız restorasyon projelerini kurul onayına sunduk. Son adım olan restorasyon projelerinin onaylanmasının ardından bu yılın son aylarına doğru Güvercinada'da restorasyon uygulamalarına başlamayı hedefliyoruz. Restorasyonun tamamlanmasıyla tarihi kale, açık hava müzesi ve doğal güzelliği ile rekreasyon ve sosyal etkinlik alanı olarak Kuşadası'nın hizmetine sunulacak" dedi.

Yeni Asır, Haber: Duygu Akaltan, 31.08.2010

SÜTUNLU CADDE CANLANIYOR

 

Perge antik kentinin sütunlu caddesinde başlatılan ‘Bir sütun da sen dik’ kampanyası ile 80′e yakın sütun restore edildi. Onlarca sütun daha tarihseverlerin bağışını bekliyor.

 

Antalya’nın Aksu İlçesi’nde, Pamphylia’nın önde gelen şehirlerinden biri ve Kestros (Aksu) Nehri’nin 4 kilometre batısında iki tepe arasındaki geniş bir ovanın üzerinde kurulu olan Perge antik kentinde kazı çalışmaları ile birlikte restorasyon çalışmaları da devam ediyor. Yazılı kayıtlara göre MÖ 4. yüzyıla kadar uzanan geçmişi Anadolu topraklarının en gözde antik kentlerinden biri olan Perge’de, şehrin en önemli caddesi olan sütunlu cadde yeniden hayat buluyor.

 

Perge’de birkaç yıldır Kültür Birliğini Geliştirme Vakfı ile müştereken ‘Bir sütun da sen dik’ kampanyası yürüttüklerini belirten İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Klasik Arkeoloji Bölümü’nden Kazı Başkanı Prof.Dr. Haluk Abbasoğlu, 2 bin lira kadar bağışta bulunan küçük bağışçıları biraraya toplayarak, bunları sütunların onarımı ve dikilmesine harcadıklarını açıkladı.

 

Prof.Dr. Abbasoğlu, sütunların dikilmesi için bağışçılara teşekkür olarak ve antik gelenekte de varolan küçük bir plaketle isimlerini sütunların altına koyduklarını kaydetti. Bugüne kadar 80′e yakın sütunun kaldırıldığını belirten Prof.Dr. Haluk Abbasoğlu, bu yıl ise Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın teşvikleri ile üç turizm şirketinin 30 tane sütunu ayağa kaldırmak üzere bağışta bulunduğunu dile getirdi. Prof.Dr. Abbasoğlu, onları da bu yıl tamamlayacaklarını açıkladı.

 

Kaldırılması gereken sütunların sayısının ise belli olmadığını söyleyen Prof.Dr. Abbasoğlu, “Kazılar ve sütunlar çıkmaya devam ettikçe, kaldırılması da gerekecek. Bir hayli varolduğunu düşünüyoruz, ama öncelikle daha az parçalı olan ve daha kolay kaldırılabilir olanları kaldırıyoruz. İleriki dönemlerde daha çok parçalı olanlar var. Ancak onlara müdahale etmek o kadar kolay değil. Statik açıdan onları değerlendirmemiz lazım” diye konuştu.

 

1973 yılındaki kazılarda ortaya çıkartılan, yaklaşık 2′şer metrelik kısımları ayakta olan ‘Zafer Takı’nın 6 Eylül’de ihalesi yapılacak. Prof.Dr. Haluk Abbasoğlu, kente Demetrius ve Apollonius kardeşlerin hediye ettiği tak için yapılacak ihale ile onarımının gerçekleştirileceğini söyledi. Tak’ın yüksekliğinin 11 metre, yüzde 85 malzemesinin orijinal olduğunu açıklayan Kazı Başkanı Prof.Dr. Abbasoğlu, “Önümüzdeki yıl inşallah bu zafer takını bitmiş olarak göreceğiz” dedi.

haberler.com, 30.09.2010

SAGALASSOS GÜLERKEN ALLİANOİ AĞLIYOR

 

Her ikisi de antik çağların ünlü şehirlerinden.

Roma İmparatorluğu'nun gözdelerinden.

Biri Torosların eteklerinde, diğeri Bergama'da.
Birincisi arkeolojik kazıları devam eden ve yakında eski görkemine kavuşacak olan Sagalassos.
Diğeri Ege'nin Zeugma'sı olabilecekken Yortanlı Barajı'nın suları altında kalmaya mahkum Allianoi.
Yeryüzünün en eski sağlık merkezlerinden biri.


Önceki gün Aygaz'ın restorasyonunu tamamladığı Antoninler Çeşmesi'nin açılışı için bir grup gazeteciyle Sagalassos'a hareket ederken, Allianoi'nin sular altında kalmasıyla ilgili karar gazetelerdeydi.
Sagalassos'a gelecek olan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın Ankara'daki ofisinin önünde Allianoi için gösteri de yapılmıştı.
Bir avuç insan yıllardır Allianoi'yi kurtarma derdinde.


HASANKEYF İLE AYNI KADER
Hasankeyf ile aynı kaderi paylaşan Allianoi'nin hikayesini kısaca özetliyorum.
Aslında hikaye hep aynı.
Türkiye'deki yüzlerce sit alanının, antik yerleşim merkezinin ölüm fermanı.
DSİ, Allianoi'yi sular altında bırakacak Yortanlı Barajı'nın projesini 1985 yılında yapıyor.
Barajın inşaatı 1993'te başlıyor.
1994 yılında ise Allianoi'yi kurtarma kazıları.
Aynen Zeugma'da olduğu gibi son dakikada sular altından eser kurtarma telaşı.
Allianoi'de kazılardan çıkan eserler o kadar değerliki 2001 yılında SİT alanı ilan ediliyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın 2005 yılında oluşturduğu 1. Bilim Akademik Komisyonu bu antik şehrin sular altında kalmayacak kadar önemli olduğuna karar veriyor.
Hatta UNESCO'nun Dünya Kültür Mirası listesine girebileceği yolunda rapor yazıyor.
Uluslararası ünlü şirketler kazıların sponsorluğunu üstleniyor.
Allianoi giderek daha fazla kamuoyunun dikkatini çekmeye başlıyor.
2005-2006 yılları arasında korunması için 35 bin imza toplanıyor.
Ama burası Türkiye.
Kararlar alınıyor, kararlar bozuluyor.
DSİ, Yortanlı Barajı'ndan vazgeçmeyince 2007 yılında “SİT alanı” kararı değişiyor.
Sponsorlar çekiliyor.
Kültür Bakanlığı'nın son olarak oluşturduğu 3. Bilim Akademik Komisyonu “Allianoi sular altında kalabilir” kararını veriyor.
Davalar açılıyor, mahkemeler devam ediyor.
Derken iki gün önce İzmir 2 No.lu Kültür ve Tabiat Koruma Kurulu kararını açıklıyor:
“Allianoi üzeri kumla kaplandıktan sonra sular altında kalabilir.”
İnsan düşünmeden edemiyor.
DSİ, en başından burasının böylesine kıymetli bir kültürel varlık olduğunu tespit edemiyor mu?
Neden illa Allianoi'yi sular altında bırakacak bir proje?
Neden DSİ ile Kültür Bakanlığı arasında en başından beri bir koordinasyon yok?
Kültürel miras olarak Türkiye'nin dünyadaki benzersiz konumunu artık uçan kuş bile biliyor.
DSİ mi habersiz?


BADEN BADEN VE ALLİANOİ
Her yıl Bergama'yı ziyaret eden yüz binlerce turistin mutlaka uğradığı bir yer Allianoi.
Merak etmeyin.
Ne kadar müthiş bir yer olduğunu yabancı turist bizden iyi biliyor.
Avrupa'da ılıcalarıyla ünlü Badenweiler ve Baden Baden antik çağlardan sadece birkaç duvar kalmış.
Oysa Allianoi'nin tamamı üst yapısına kadar korunmuş 9 bin metrekarelik bir alana yayılmış ılıcası olduğu gibi duruyor.
Belki yeryüzünün böylesine korunabilmiş tek ılıcası.
Allianoi sular altında kalmadığı takdirde nasıl önemli bir turizm destinasyonu olacağı ortada.
Neden bu en başından düşünülmüyor? Planlanmıyor?
Allianoi ile ilgili internet ortamında dolaşan e-postalardaki şu cümle ne kadar doğru:
“Allianoi, Hasankeyf, Karadeniz, Munzur geleceğinizdir. Kafanızı kuma, aklınızı suya gömmeyin.”

Hürriyet, Yazı: Gila Benmayor, 29.08.2010

 

******


ARKEOLOGLAR KAZDI, KAMYONLAR KAPATTI

 

 

Allianoi'de gün ışığına çıkarılan zenginlikler bir haftadır kumlarla kapatılıyor. Tıbbın Hipokrat'tan sonraki önemli ismi Galenos'un da burada yaşadığı tespit edilen antik kent, sular altında kalma tehlikesiyle baş başa.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Yortanlı Barajı'nın suları altında kalacak olan İzmir'deki Allianoi antik kentini koruma düşüncesiyle planlanan ve tepkilere neden olan “kentin üzerini kumla kapatma” işlemine başladı. Allianoi Kazısı Bilimsel Heyet Başkanı Yard. Doç.Dr. Ahmet Yaraş, yaklaşık 20 işçinin geçen hafta kamyonlarla antik kente girip çalışmalara başladığını kaydetti. Yaraş, işçilerin başlarında uzman olmadan kendi başlarına antik kenti kumla kapattıklarını belirterek, şunları söyledi: “Allianoi'yi katlediyorlar. Bir kuruma ihale etmişler, 15-20 işçi kendi bildikleri gibi uygulama yapıyor. Orası dünya uygarlık mirasına girebilecek bir yer. Henüz kazısı tamamlanmadı. Bu uluslararası anlaşmalara, Türkiye'nin imzaladığı Malta Sözleşmesi'ne aykırı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) verdik ve buradan Türkiye'nin da ceza alacağını biliyoruz. Türkiye'nin imajı açısından, bir kültürü katletmesi hoş bir şey değil. ”

Facebook'taki “Tarkan Online” adlı sayfasında Allianoi'ye ait 10 fotoğrafı, “Allianoi Yok Olmasın” başlığı altında yayınlayan Tarkan, şu mesajı yazdı: “Doğa Derneği'yle birlikte gittiğimiz gezilerimizin ilk durağı olan Allianoi'yi ilk gördüğümde çok heyecanlandım ve etkilendim. Hatta ‘Uyan' adlı şarkımı yazmama ilham kaynağı olan yer Allianoi'dir.”

Hürriyet, Haber: Turan Gültekin, 31.08.2010

 

******


BAKANDAN TARKAN'A BURNUNU SOKMA' FIRÇASI

 

Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, İzmir’in Bergama İlçesi'nde Yortanlı Barajı’nın su toplama havzasında tartışmalara neden olan bölgeyle ilgili koruma kurulunun istediği şekilde düzenleme yapacaklarını belirterek, "Allianoi ’ diye bir yer yoktur, bu tamamen Paşa Ilıcası adıyla bilinen ve zaman içinde tadilatı yapılmış olan bir kaplıcadır" dedi.

Bakan Eroğlu, İzmir’in Bayındır İlçesi'ne gelerek Belediye Başkanı Mehmet Kertiş’i makamında ziyaret etti. Küçükmenderes havzası üzerinde yıllardır hayal edilen projeleri gerçekleştirdiklerini, 50 yıldır yapımı devam eden Beydağ Barajı’nı tamamladıktan sonra, bu barajın sulama ihalesinin tamamlandığını, 200 bin dekarlık alanı sulayacak projenin sözleşmesini bu hafta içinde tamamlayacaklarını belirten Eroğlu, Zeytinova Barajı’nın projesinin tamamlandığını, Aktaş Barajı’nın ihalesinin bugün yapıldığını söyledi.

Aktaş Barajı'yla bin 580 hektar, Zeytinova Barajı'yla 3 bin 568 hektar alanın sulanacağını belirten Bakan Eroğlu, Gördes Barajı’ndan İzmir’e su taşıyacak olan 35.5 kilometrelik isale hattının da 9 Eylül günü tamamlanacağını, bu projelerin açılış ve temel atmalarını referandum sonrası gerçekleştireceklerini belirtti.

Bakan Eroğlu, gazetecilerin İzmir’in Bergama İlçesi'nde bulunan Yortanlı Barajı sınırlarındaki eserlerin tartışma konusu olduğu, bazı sanatçıların da konuyla ilgili açıklama yaptığını, bu konudaki değerlendirmesinin sorulması üzerine şöyle konuştu: "Sanatçı arkadaş sanatıyla ilgilensin, herkesin bir ihtisası vardır.

Herkes bilmediği bir konuya burnunu sokarsa çok yanlış olur. Ben şimdi kalkıp da onun sanatıyla alakalı bir şey söylesem ne derece yanlış olursa, onun da bir baraj ya da tarihi eserin korunmasıyla ilgili söyleyeceği şey fevkalade yanlıştır. Bunlar doğru değil. Dünyanın hiçbir yerinde de yoktur. Bilimadamları karar verir ne yapılacağına, ona göre yapılır.

Bu Yortanlı polemik mevzu oldu. Buna ilk defa orada kazı yapan kişiler sebep oldu. Kazılara devam etmek istediler. Yıllarca DSİ’den yüklü miktarda kazı paraları aldılar. Yaklaşık 4.5-5 milyon lira kazılar için para ödedik. Ayrıca ayni yardımlarla destekte bulunduk. Bugünün parasıyla 7 milyon lira kazı ve çıkartılan eserlerin Bergama Müzesine taşınması için masraf yaptık. Bunu tamamen Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Bergama Müze Müdürlüğü'nün denetimi altında yaptık."

 

Barajların pek çok tarihi eserin ortaya çıkmasına, müzenin kurulmasına vesile olduğunu, Bakanlık olarak tarihi eserlere çok büyük önem verdiklerini, bir eser çıktığı zaman korumak için ne gerekiyorsa yaptıklarını, gereken tüm masrafları karşıladıklarını söyleyerek, sözlerini şöyle sürdürdü: "Orası ’Allianoi’ değil. ’Allianoi’ diye bir yer o kişinin uydurduğu bir kelimedir. Bunu ben ispat ettim. Bunu çok net söylüyorum. Bununla ilgili TRT’yi yanıltmışlar, bir tarihte belgesel diye hazırlamışlar. Belgesel olduğuna göre belgesini gönderin dedim. Böyle bir tarihi kayıt gösteremediler. Genel müdürken TRT’ye sert bir yazı yazdım. Neticede kendim baktım.

Orada Paşa Ilıcası adıyla bilinen Türkiye’nin her tarafında olan bir ılıca, kaplıca var. Geçmiş dönemde eski bir valimizin zamanında restore edilmiş.

Beton duvarlar var. Mermerler konmuş. Sadece Peri Kızı adı verilen bir eser çıktı, Bergama Müzesi’ne kondu. Her tarafta olan mozaikler var. Çatı uydurma bir malzemeyle yapılmış. Çıkan bir tek sütun var, Peri Kızı var. Sütunlar korunacak.

Üniversiteyle bilim adamlarıyla görüştük, koruma kurulları vesaire. Ne istiyorsunuz dedik. Burası zaten kullanıma kapalıydı. Onların istediği şekilde koruyacak tedbirler alıyoruz, örtüyoruz. İstenildiği zaman, gelecekte tekrar açılır kullanılır. Tarihi eserlere bir şey yaptığımız yok. Oraya biz 60 milyon lira para harcadık. Bir takım cahil insanlar yüzünden, bazı art niyetli kişiler yüzünden orada su tutulamadı çiftçiler mağdur oldu. 2 senedir bekliyor, neticede artık tahammülümüz de yoktur. Bu tamamen Paşa Ilıcası adıyla bilinen ve zaman içinde tadilatı yapılmış olan bir kaplıcadır. Allianoi diye bir şey yoktur. O kişinin uydurduğu bir şeydir."

Milliyet, 31.08.2010



******


"ALLİANOİ'YE YAPILANLAR TÜRKİYE İÇİN UTANÇ KAYNAĞI"

 

 

Allianoi kazısı bilimsel heyet başkanı Yrd. Doç.Dr. Yaraş, "Kumla kapatmak yerine Allianoi'yi nasıl koruyacağımızı konuşmalıyız. Bakan Eroğlu'nun 'Allianoi adı uydurmadır' sözleri abesle iştigal. İsterse raporlara baksın" dedi. Allianoi için nöbet bu hafta sonu başlıyor.

Allianoi kazısı bilimsel heyet başkanı Yrd. Doç.Dr. Ahmet Yaraş, yapılması planlanan Yortanlı Barajı'nın suları altında kalma riskiyle karşı kaşıya olan Allianoi antik kentinin etrafındaki duvarları sağlamlaştırmak ve üstünün kumla kapatılması için bir firmayla anlaşıldığını ve arazidekileri dışarıya taşıma işleminin başladığını söyledi.

bianet'in görüştüğü Yaraş, tüm bu uygulamaların hukuk dışı olduğunu vurguladı ve burayı kumla kapatmak yerine nasıl korunacağının saptanması gerektiğini söyledi ve ekledi: "Artık herkes farkına varmalı, Türkiye'de çevre katliamı yapılıyor, 2000'den fazla baraj projesi var. Allianoi en şanslı yerlerden birisi, çünkü kaybetmemek için uğraşıyoruz. Ama kimse farkında olmadan yok olup giden onlarca doğa güzelliğimiz var. 21.yüzyılın ortasında böyle bir uygulama, Türkiye için utanç kaynağıdır."

Yaraş'ın verdiği bilgiye göre, aktivistler 4 ve 5 Eylül'de Allianoi önünde çadır kurup nöbet tutacaklar. Gelecek hafta İzmir'den Allianoi'ye bir bisiklet turu da düzenlenecek. Son dönemlerde elektronik posta mesajları yoluyla uluslararası planda da seslerini duyurduklarını söyleyen Yaraş, yakın zamanda İnternet sayfalarının da açılacağını bildirdi.

Yaraş, "Allianoi ismi uydurmadır" diyen, antik kentin korunmasını isteyen müzisyen Tarkan'la atışan Çevre Bakanı Veysel Eroğlu'na şu yanıtı verdi:

"Bakan her yerde 'herkes kendi mesleğini yapsın' diye demeç veriyor. Tarkan duyarlı bir sanatçı olarak Allianoi ile ilgili düşüncelerini belirtmiştir ve haklıdır. Buna cevap verme hakkı bakanda değil, bu konuyla ilgili olan bilim insanlarında, meslektaşlarımdadır. Bakanın bu konuda konuşma yapması abesle iştigaldir." Allianoi hakkında Türkiye dışında da onlarca eserin yayınladığını belirten Yaraş, "2004 raporlarında Allianoi ismi doğrulanmıştır. Bakanımız gidip bütün raporlara bakabilir" dedi.

Bakan Eroğlu'nun "Yok böyle bir yer" dediği Allianoi, Kültür Bakanlığı'nın sitesinde yer alıyor ve Türkiye için çok önemli bir değer olduğunun altı çiziliyor.

Veysel Eroğlu, bugün Tarkan'a dair sözlerini sürdürdü ve "Tarkan güzel şarkı söylüyor, devam etsin. Teknik işleri bize bıraksın. Ben de baraj yapmayı bırakır da şarkı söylemeye kalkarsam işler çok değişir" dedi.

Doğa Derneği bugün İzmir'de antik kent bölgesinde kendilerini zincirleyerek eylem yaptı. Bugün İstanbul'da Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu öncülüğünde bir araya gelen aktivistler "Alianoi'yi, insanlığın ortak mirasını, kültürünü ve tarihini katletmenize izin vermeyeceğiz" dedi.

İzmir'deki çevre hakları savunucularından avukat Arif Ali Cangı "Başta Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay olmak üzere ilgililere sesleniyor ve uyarıyoruz. 'İnsanlığın ortak mirası olan tüm doğal ve kültürel varlıkların korunması' uygarlık ölçüsüdür. Allianoi'nin oldubittiyle sulara gömülmesinin tarihsel ve hukuksal sorumluluğu büyük olacaktır. Geri dönüşü olmayacak bu yanlıştan dönülmelidir. Hiç olmazsa, başlatılacak yargı süreci sonucu beklenmelidir" dedi.

İzmir 2 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, dünyanın en eski sağlık külliyesi Allianoi'yle ilgili karar değişikliğinde, alanın "kumla doldurularak baraj suları altında bırakılmasına" kapı açmıştı.

Bianet, 01.09.2010



******


ÇEVRE BAKANI EROĞLU TARKAN'A ELEŞTİRİLERİNİ SÜRDÜRDÜ

 

Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Bergama'daki antik Allianoi kaplıca merkezinin Yortanlı Barajı sularının altında kalacak olmasına tepki gösteren megastar Tarkan'ı eleştirmeye devam etti. Eroğlu, “Tarkan bu tür teknik işleri bize bırakırsa memnun oluruz. Ben de baraj yapmayı bırakıp şarkı söylemeye kalkarsam işler çok değişir” dedi.

Referandum çalışması için Muğla'nın Fethiye İlçesi'ne gelen Bakan Eroğlu, ilçe merkezindeki çarşıdaki dükkanlara tek tek girerek ‘evet’ oyu istedi. Bakan Eroğlu, ziyaret sırasında İzmir Bergama'daki antik Allianoi kaplıca merkezinin Yortanlı Barajı suları altında kalacak olmasına tepki gösteren Tarkan'ı eleştirmeye devam etti. Eroğlu, ‘Allianoi ’ diye bir antik kent olmadığını belirterek, şunları söyledi: “Ben Tarkan’ı severim. Aramızda bir gerginlik söz konusu değil. Ben sadece ‘Tarkan güzel şarkı söylüyor, şarkı söylemeye devam etsin. Bu işleri bize bıraksın’ dedim. Tarkan gerçekten bu tür teknik işleri bize bırakırsa memnun oluruz. Ben de baraj yapmayı bırakıp şarkı söylemeye kalkarsam işler çok değişir.” Daha sonra yanındakilere dönerek, “Nasıl olacak” diyen ve “Rekor kırarız” karşılığını alan Eroğlu, kahkaha attı.

O bölgenin eşi benzeri olmayan bir yer olduğunu vurgulayan Bakan Eroğlu sözlerine şöyle devam etti: “Son zamanlarda İzmir Valisi tarafından yenilenmiştir. Bir defa çatısı derme çatma bir yer. Memurlar yeni konmuş. Duvarlar keza öyleydi. Orada sadece sütunlar var. Bir de Peri Kızı vardı. Sütunları da kaplayarak koruyoruz zaten. Bunun için trilyonlarca lira para sarf ettik. Tarihte Allianoi  diye bir belge yok. Oranın adı Paşa Kaplıcasıdır. Bizans döneminde, kısa bir zaman kaplıca olarak kullanılmış, sonra gelişen zamanlarda tahrip olmuş. Biz oraya baraj yapmasak kimsenin haberi bile olmayacaktı. Tarihi eserleri çıkarıp koruyoruz. Bunun için laf konuşmuyor, para sarf ediyoruz. Biz oraya 5- 6 milyon lira para harcadık. Çıkan tarihi eserler de Bergama Müzesi’ne götürülüyor.” Bakan Eroğlu, daha sonra yürüyerek AKP İlçe Başkanlığı’na geçti. Parti binasında partililere 2003’ten bu yana hükümet olarak yapılan işlerden söz eden Bakan Eroğlu, Fethiye’de yaptığı ziyaretlerin ardından karayoluyla Köyceğiz’e geçti.

Milliyet, Haber: Sezer Şahindaş, 01.09.2010

 

******


ALLİANOİ'Yİ KURTARMAK İÇİN

 

Bergama yakınlarındaki 1800-2000 yıllık antik sağlık yurdu Allianoi’in kumla gömülüp Baraj suları altında bırakılması çalışmaları devam ederken, antik kenti kurtarmak için verilen mücadele de devam ediyor. Allianoi Girişim Gurubu bugün antik kentin önünde konuyla ilgili basın açıklaması yapacak. Girişim grubuna bağlı hukukçular da Allianoi’nin kumla kapatılması işlemine karşı birçok hukuki girişime de başladılar.


Allianoi Girişim Grubu Dönem sözcüsü İffet Diler, antik kentin ortayla çıkarılan kesimlerinin kumla doldurulmasına dönük hazırlıkların tüm hızıyla sürdüğünü söyledi. Binlerce yıldır sıcaklığını koruyan ılıcanın sularının boşaltıldığını, büyük hamamın ise üzerindeki çatının kaldırıldığını aktaran Diler, ”Kazı alanının iç kısımlarında da çalışmaların sürdüğünü, kumla kapatma işleminin de bu iç kesimlerden başlatılacağı duyumunu aldık. Bu işlemlerle ilgili gerekli hukuki girişimleri avukat arkadaşlarımız başlattı. Antik kenti yok oluşa götürecek bu çalışmalar duruncaya kadar birçok eylem ve etkinlik gerçekleştireceğiz. Yakında nöbet başlayacak. Bisiklet grupları antik kente gelecekler. Birçok grup da bu eylemlere destek verecek. Allianoi’yi korumaya, kurtarmaya son derece kararlıyız” dedi.


Allianoi ile ilgili hukuki süreci yürüten Av. Hilal Küey de son gelişmelerle ilgili savcılık ve Danıştay’a gerekli başvuruları yapacaklarını söyledi. Şu anda antik kentte yapılanların suç olduğunu söyleyen Küey, bununla ilgili savcılığa şikayette bulunacaklarını söyledi. Ayrıca antik kentle ilgili Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’nun aldığı 765 Sayılı İlke Kararı'na yaptıkları itirazın hala gündemde olduğunu aktaran Küey, “Bu yürütmeyi durdurma kararı istemimizi bugünkü gelişmeler ışığında yeni deliller sunarak yineleyeceğiz.


Sürekli aynı kararın ufak tefek yerlerini değiştirerek gündeme getirilmesinin TCK’ya göre suç olduğunu düşünüyoruz. Bununla ilgili de girişimlerimiz olacak. Allianoi ile ilgili alınan 17.08.2010 tarihli kararın iptalini isteyeceğiz. Ayrıca Cumhurbaşkanının Devlet Denetleme Kurulu’nu harekete geçirmesini isteyeceğiz” diye konuştu.

Evrensel, 01.09.2010

 

******


"TARKAN'A HAKARET ETMEDİM, TAKDİR ETTİM"

 

Allianoi Antik Kaplıca Merkezi konusunda polemik yaşadığı popstar Tarkan'a yönelik “herşeye burnunu sokmasın...gündemde kalmak için böyle numaralar çekiyor...ben de baraj yapmayı bırakıp şarkı söylemeye kalkarsam işler çok değişir” sözleriyle gündeme gelen Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Aydın'daki ziyaretinde gazetecilerin Tarkan'la ilgili sorusuna, “Ben Tarkan'a herhangi bir şekilde hakaret etmedim. Hatta taktir ettiğimi ifade ettim. Sadece şunu söyledim, bakın kimse polemik haline getirmesin. 'Sayın Tarkan keşke bizden bazı bilgileri alıp o şekilde açıklama yapsaydı' dedim” yanıtını verdi.

 

Referandum çalışmaları kapsamında Aydın'a gelen Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, AKP İl Başkanlığı'nda bir basın toplantısı düzenledi. Toplantıya Bakan Eroğlu'nun Bergama'daki Yortanlı Barajı'nın suları altında kalacak Allianoi  Antik Kaplıca Merkezi konusunda Tarkan'la yaşadığı polemik damgasını vurdu.

 

CHP İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen'in kendisine yönelik, “Eğer Tarkan referandumda evet oyu kullanacağını açıklasaydı aynı tepkiyi verir miydiniz” şeklindeki sorusunun hatırlatılması üzerine Bakan Eroğlu, “Ben sanatçıları o sanatçı bu sanatçı diye ayırmam. Beni dikkatli dinleyin. Ben Tarkan’a herhangi bir şekilde hakaret etmedim. Hatta taktir ettiğimi ifade ettim. Sadece şunu söyledim, bakın kimse polemik haline getirmesin. Sayın Tarkan keşke bizden bazı bilgileri alıp o şekilde açıklama yapsaydı. Daha isabetli olurdu. Ben sadece bunu söyledim. Bundan daha doğru bir şey olabilir mi? Biz kendisine yanlış bir şey söylemedik. Kendisini sevdiğimi söyledim. Ama bizden Bergama'daki Paşa Yaylası Ilıca Kaplıcası hakkından yeteri bilgi almadan beyanat vermesinin yanlış olduğunu ifade ettim. Tarkan bizden bilgi isterse her türlü bilgiyi vermeye hazırız. Ondan sonra görüşünü açıklasın. Ama tek taraflı görüşünü açıklamasının yanlış olduğunu söyledim. Bütün konu bundan ibarettir” diye konuştu.

 

CHP'li Sevigen'in “Bakan Eroğlu’nun Bergama'daki kaplıcadan haberi yok” sözlerine de yanıt veren Bakan Eroğlu, “Ben de Paşa Yaylası Ilıca Kaplıcası hakkında bilgi eksikliği yok. O kaplıca hakkında en iyi bilgiye sahip olan kişilerden biriyim. Tarihçesini araştırdım. Orada ne zaman ne yapıldığını biliyorum. Devlet Su İşleri’nden sonra orda kazıların yapılması için kazı başkanlığına maddi destekler verdik. Biz bunu orda bulunan tarihi eserlere saygımızdan verdik. Orada bulunan dere yatağı tarihi eserleri tamamen kapanmıştı. Kazı esnasında orayı biz açtırdık. Tarihi eserleri biz kurtardık. Oradan çıkan önemli eserlerden peri kızını müzeye gönderen biziz. Şu anda Bergama Müzesi'nde. Ben şunu anlamıyorum; hem kurum olarak parayı biz veriyoruz, hem biz koruyoruz, tarihi eserleri meydana çıkarmak için biz gayret gösteriyoruz, ondan sonra bir de hedef tahtası haline geliyoruz. Siz de benim yerimde olsanız aynı tepkiyi gösterirsiniz” dedi.

Milliyet, Haber: Önder Yıldırımcan - Hüsnü Altındiş, 02.09.2010

 

******


KÜLTÜR VE TARİH MİRASI GÖMÜLÜYOR

 

Allianoi’nin baraj suları altında bırakılmak istenmesine bir tepki de Suyun Ticaretleştirilmesine Hayır Platformu’ndan geldi. Taksim tramvay durağında toplanan Platform üyeleri adına açıklama yapan Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun toplumu aldatmaktan vazgeçmesi gerektiği vurgulandı. Açıklamayı yapan Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Ahmet Atalık “Kurul, yalnızca sermeye çıkarlarına odaklanarak Allianoi gibi bir kültür ve tarih mirasını da gömmeye karar vermiştir” dedi.

Evrensel, 02.09.2010

 

******


ALLİANOİ TARTIŞMASI İKİYE BÖLDÜ

 

Çevre ve Orman Bakanı 'nun " diye bir yer yok" açıklaması konunun uzmanlarını da ikiye böldü. Bir kısım bölgenin Allianoi olduğunda ısrarlı, karşıt görüştekilerse bölgenin Paşa Ilıcası olduğunu savunuyor. Bölgenin Allianoi olmasa bile korunması gerektiğini belirtenler de var. İzmir'in Bergama İlçesine 18 kilometre uzaklıkta, Yortanlı Barajı gölet alanında 1998'de bulunan bir mermer parçasıyla başlayan tartışma son dönemde yeniden alevlendi. Kültür ve Tabiat Varlıkları 2 No'lu Bölge Kurulu, antik kalıntıların üzerinin kum ile kaplanıp baraj göletinde korunabileceği yönündeki kararına çevreciler tepki gösterdi, son olarak ünlü sanatçı 'ın da konuya katılması üzerine Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, "Orası Allianoi değil. Allianoi diye bir yer, o kişinin uydurduğu bir kelimedir" dedikten sonra Tarkan'ı da isim vermeden "Herkes bilmediği bir konuya burnunu sokarsa çok yanlış olur" diye eleştirdi.

 

İşte uzmanların düşünceleri:

Yrd. Doç.Dr. Ahmet Yaraş (Kurtarma kazılarını yürüten Trakya Üniversitesi Arkeoloji Bölümü üyesi): Bergama'nın 18 kilometre uzağındaki Paşa Ilıcası'nın antik ismi Allianoi'dir. Kanıt isteyenlere, Bergama Kazısı'nın Epigrafi (Yazıt Bilimci) Prof.Dr. Helmut Muller'in 2004 yılındaki makalesine bakmasını öneriyorum.

Sedat Köse (İzmir Ziraat Odası Başkanı): Allianoi diye bir yer yok ama herkesin bildiği ve benimsediği Paşa Ilıcası diye bir yer var. (Tarkan'ı kastederek) Bu konuya ilgisi olmayanlar da maydanoz oluyor. Herkes kendi işine baksın.

Doç.Dr. Cumhur Tanrıver (Ege Üniversitesi Eski Çağ Dilleri Bölüm Başkanı): Roma Dönemi'nde ünlü bir hatip Ailius Aristides'in kendi kitapları var, orada anlatıyor. Aristides hastalık hastası çok ünlü bir edebiyatçıdır. 2 kitabında tedavi için nerelere gittiğini anlatıyor. Kitapta Allianoi'den de bahsediyor. Kuvvetli bir teori. Ancak kesin kanıt için, tarihçilerin burada yazıtlar bulması gerekir.

Adnan Sarıoğlu (Arkeolog, Bergama Müze Müdürü): Paşa Ilıcası en yakın köyden ismini alıyor. Paşaköy'e yakın olması nedeniyle o ismi alıyor. MS 2'nci yüzyılda yaşamış Aristides, Asklepion'da tedavi görmüş. Tedavisi sırasında Bergama'ya yakın mesafede Alianoi isimli bir kaplıcada tedavi gördüğünden bahsetmekte. Burası Aristides'in bahsettiği Allianoi olabilir. Ama belgelenmiş değil.

Prof. Hayat Erkanal (Arkeolog): Kesin ismi saptanmış değil. Allianoi de tahmindir. Ona bakarsanız Troya da şüphelidir. Tarihi kaynaklara dayanıyor bu isim. Allianoi olduğunu söylememiz için kazıda bir belge bulunması gerekirdi.

Sabah, Haber: İlker Çoban - Şafak İnce, 03.09.2010

 

******


ALLİANOİ'NİN BAŞINA POŞET GEÇİRDİLER

 

 

Bergama Müzesi'ndeki meşhur 'Su Perisi' ile çıkarılan diğer heykeller bir süre önce poşetlendi, kapıya da mühürle kilit vuruldu. Ve görüntü hala aynı...

Allianoi, İzmir'in Bergama İlçesi sınırları içinde, Bergama-İvrindi karayolunun 18. km'sinde, Bergama'nın kuzeydoğusunda, Yortanlı Barajı gölet alanının tam ortasında, Paşa Ilıcası Mevkii'nde yer almakta. Allianoi'nin küçük bir termal merkezi olduğu sanılmaktadır. Sıcak sudan bu dönemden itibaren yararlanılıyordu. Hellenistik Çağ'a ait sadece birkaç arkeolojik ve nümizmatik eser ele geçmiş olmasına rağmen Allianoi merkez yerleşiminde Hellenistik mimariye rastlanılmamıştır. Roma İmparatorluk Dönemi'nde (MS II. yüzyıl) kült merkezinde, Anadolu'nun pek çok merkezinde ve Pergamon'daki Asklepieionda olduğu gibi büyük bir bayındırlık faaliyeti yaşanmıştır. Kült merkezinde mevcut binaların büyük bir kısmı bu döneme aittir. Ilıcanın yanı sıra, köprüler, caddeler, sokaklar, insulalar, geçiş yapısı, propylon, ve nympheum bu dönemde planlanır.

Projede değişiklik yapılmadan baraj yapıldığı takdirde, 67.3 hm 3 tarıma elverişli alan su altında kalacaktır. Allianoi ise baraj gölet alanının tam ortasında kalmaktadır. Su toplanmaya başladığı an, Allianoi'nin su altında kalması kaçınılmazdır. Yortanlı Barajı'nda birikecek su hedeflenen miktarına ulaşıldığında, Allianoi 17 m su altında kalacaktır. 40-50 yıl sonra antik yerleşim üzerinde yaklaşık 12 m alüvyon birikecektir.

'Allianoi için umut ışığı var mı' bunu önümüzdeki günler gösterecek ama Allinoi'deki kazılar sonucu ortaya çıkan eserlerin tekrar tarihin çöplüğüne gitmesinden endişe edenlerin sayısı gün geçtikçe artıyor.

 

Çevre Bakanı Veysel Eroğlu'nun ''Orası 'Allianoi' değil. 'Allianoi' diye bir yer o kişinin uydurduğu bir kelimedir, bunu ben ispat ettim'' açıklamaları bu endişeyi daha da haklılaştırdı.

 

Ama bu endişeyi artıran asıl olay, Bergama Arkeoloji Müzesi'ndeki eserlerin üzerine poşet geçirilmesi oldu. Çünkü, müzedeki meşhur 'Su Perisi' heykeli ile çıkarılan diğer heykeller bir süre önce poşetlendi, kapıya da mühürle kilit vuruldu.

 

Bin yılllardır var olan bir kent, bir tarih hem suların altında kalacak, hem de hafızlardan silinecek mi?

 

Müzeye gidenlerin gördükleri karşısında bu soruya cevabı maalesef evet oluyor. Çünkü, tadilat yapılıyor denilerek tarihi eserler, uzun süredir bir poşet içinde tutuluyor. Müze yetkililerini arayıp durumu sorduğumuzda; salonda yenileme çalışması yapıldığını, kısa sürede bitmesi gerektiğini ama tadilatı yapanların işi bitiremediklerini söylediler.

 

Heykellerin neden poşete konulduğunu sorduğumuzda ise, heykellerin büyüklüğünden dolayı taşınamadığı ve zarar görmemeleri için de poşetle sarıldığı cevabını aldık.

 

İki ay içinde yenilemenin biteceğini ama bu sürenin uzayabileceğini de eklediler.

 

Müzeyi ziyaret etmeye gidenler ise 'tadilat' ve 'yenileme'nin bahane olduğunu düşünüyor ve amacın Allianoi'nin unutturulması olduğunu söylüyor. Restorasyonun Eylül'de biteceğinin söylendiğini ama hiçbir gelişme olmadığını da ekliyorlar. Tarihin önemli hazinelerinden olan Su Perisi'ni poşete sarılmış bir şekilde görmenin hayal kırıklığını yaşayanlar en azından bu görüntünün sergilenmemesi gerektiğini belirtiyorlar.

 

Evet, ortada büyük bir ihmalin olduğu açık. Amaç müze yetkililerini suçlamak değil, suçlayacak bir şey yok belki de! Ama, günümüze kadar ulaşmış dünyadaki sayılı tarihi kentlerden biri olan Allianoi'nin ve Allianoi'den çıkarılan eserlerin değerinin anlaşılmadığı ortada.

 

Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu'nun açıklamaları, bu antik kentin varlığını elbette yok edemez ama George Orwell'ı hatırlamamak da işten bile değil; ''Tarih, güçlü olanların istediği şekilde değiştirilebilir ve hatta en baştan yazılabilir. Yapılmış her şey yok edilebilir ve gerçek diye bir şey hiç olmayabilir.'' Umarız, fazla şüphe ediliyordur ve umarız her şey küçük bir ihmalden ibarettir.

Ntvmsnbc, 03.09.2010

 

******


ALLİANOİ'DE GERGİNLİK

 

Bergama İlçesi yakınındaki Allianoi ören yerinin, bölgede yapımı tamamlanan Yortanlı Barajı'nın suları altında kalmaması için eylem yapan grupla, barajın bir an önce su tutmaya başlamasını isteyen köylüler arasında gerginlik yaşandı.

 

İzmir kent merkezinde toplanarak bisikletleriyle Bergama'ya giden 10 kişilik grup, Allianoi ören yerinde açıklama yapmak istedi.

Yortanlı Barajı'nın bir an önce su tutmaya başlayarak faaliyete alınmasını talep eden, bölgedeki belde belediye başkanları ve Bergama Ziraat Odası Başkanı Nuri Taşkıranoğulları'nın da aralarında bulunduğu grup ise bisikletli eylemcilerin açıklamasına izin vermemek için baraj sahası girişinde toplandı.

Bergama şehir merkezinde bir süre bekleyen grup, daha sonra jandarmanın geniş güvenlik önlemi aldığı ören yeri girişine otobüsle geldi.

Burada grubun ören yerine geçişine jandarma ekipleri tarafından “Kaymakamlığın kesin emri var, Allianoi'ye giriş yasak” denilerek izin verilmedi.


Bu arada, eylemcilere tepki gösteren diğer grup, “Biz Bergamalıyız ya siz” diye slogan attı.

Jandarmanın iki grup arasında barikat oluşturduğu ören yerine bir süre sonra Bergama Müze Müdürü Adnan Sarıoğlu geldi.

Sarıoğlu'ndan, ören yerini iki grup halinde dolaşmalarına izin verilmesini talep eden bisikletçilerin bu teklifi de köylülerin tepkisi gerekçe gösterilerek jandarma tarafından kabul edilmedi.

Bunun üzerine bisikletçiler, açıklamalarını ören yeri girişinde yapmaya karar verdi. Bu sırada köylülerin yanından otomobiliyle ayrılan Ayaskent Belediye Meclis Üyesi Niyazi Komşu ve bir arkadaşı, grubun açıklama yaptığı yere gitti.

Duruma hemen müdahale eden jandarma ekipleri, Niyazi Komşu ve arkadaşını bölgeden uzaklaştırdı.

Grup daha sonra açıklama yaparak, Allianoi'nin sular altında kalmasına izin verilmemesi gerektiğini vurguladı.

Açıklama sonunda Bergama Ziraat Odası Başkanı Nuri Taşkıranoğulları ile Bergama Çevre Platformu Temsilcisi Erol Engel arasında da tartışma yaşandı.
Tartışmanın büyümemesi için jandarma ekipleri araya girdi.

Çevreci grup daha sonra Bergama Belediyesi'nin tahsis ettiği 2 otobüsle ilçeden ayrıldı.

Hürriyet, 04.09.2010

 

******


NEYİN BAKANI?

 

Bizim alanımız değil. Ama Bergama yakınındaki -antik adıyla- Allianoi isimli “ılıca” yani “sağlık merkezi” harabelerinin, o yörede yapılacak Yortanlı Barajı suları altında kalmasına itiraz edenlere Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu'nun söyledikleri, ister istemez bizi de tartışmanın içine çekti.

 

Biliyorsunuz itirazcılar oradaki tarihi değerlerin ve kültür mirasının korunması için çırpınıyorlar.
Aynen Rize'nin İkizdere vadisi başta olmak üzere Karadeniz Bölgesi'nin bakmaya bile kıyamayacağınız güzellikteki tabiat zenginliğinin, “Baraj yapıp elektrik üreteceğiz” hoyratlığı ile tam bir “katliama” maruz bırakılmasına isyan eden Jeoloji Mühendisi Kadem Ekşi ve arkadaşlarının çığlığı gibi.


Geçen gün Gila Benmayor bu gazetedeki sütununda yazdı:
Allianoi'nin sular altında kalacağı anlaşılınca Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın oluşturduğu “Bilim Akademik Komisyonu” daha 2005 yılında, “Buranın UNESCO'nun Dünya Kültür Mirası listesine girebilecek önemde” bir yer olduğunu saptamış.


Ama “barajcı” kafalar onun tam karşıtı bir raporu 2007 yılında hazırlatmışlar.
O tarihte Devlet Su İşleri Genel Müdürü sıfatıyla “Barajımdan vazgeçmem diyen kafanın bugün Çevre Bakanı sıfatını taşıdığını fark edince, hazin gerçek daha iyi görünüyor.
Tam anlamıyla “kuzuyu kurda teslim etmiş” gibiyiz.
Nitekim bu bakan, aslında “Çevre Bakanı” mı “Orman Bakanı” mı olduğunu merak edenleri, Allianoi'yi savunan san'atçı Tarkan'a verdiği yanıtla ortaya koydu:
“Tarkan bilmediği şeylere burnunu sokmamalı, kendi işini yapmalı” imiş. Nitekim o da “müzik yapmaya” kalkmıyormuş.
Kaldı ki, “Allianoi diye bir yer yok”muş. Oranın adı “Paşa Ilıcası” imiş.
İyi de Eroğlu'nun yanlışı bir tane değil ki:
Önce arkeologlar itiraz ediyor. Yörenin adının MS 2'nci asırda yaşayan Ailius Aristides isimli Romalı hatibin kitaplarında geçtiğini söylüyorlar.
Kaldı ki, böyle “yeni ismi” savunmanın bugünkü siyasi iktidarın politikalarına ters düştüğünü Veysel Eroğlu bilmeyecek de kim bilecek?
Eroğlu, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, Bitlis'in “Güroymak” İlçesi'ne “Norşin” dediğini, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın memleketi Güneysu'dan “Potamya” diye söz ettiğini nasıl unutur?
Mesele o yörenin adının şu veya bu olması değil, oradaki tarihi kalıntıların -istisnalar kusura bakmasın- “teknik adam” duyarsızlığıyla mahvolmasına izin verecek miyiz, vermeyecek miyiz sorusudur.
Nitekim Birecik Barajı yüzünden Zeugma; Ilısu Barajı yüzünden Hasankeyf harabeleri sular altında kalmasın diye dünya ayağa kalktı.
Zeugma'daki mozaiklerden birazı kurtarılıp Gaziantep'teki müzeye nakledilebildi. Zeugma antik kentinden kurtarılabileni de şimdi Gaziantep İl Özel İdaresi bir çatı altında korumaya almak için uğraşıyor. Çünkü gidenin değerini yeni anladılar.
Bunların değerini Veysel Eroğlu'nun da anlamasını beklersek, yandık.

Hürriyet, Yazı: Oktay Ekşi, 04.09.2010

1800 YILLIK ÇEŞME YENİDEN AKTI

 

Burdur'un Ağlasun İlçesine 7 kilometre uzaklıkta bulunan ve ilk yerleşim izleri MÖ 4200 yılına kadar uzanan antik Sagalassos kentinin 1800 yıllık görkemli yapıtlarından Antoninler Çeşmesi, 13 yıl süren restorasyonun ardından yeniden suyla buluştu.

 

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Aygaz ile Belçika Leuven Üniversitesi ve Belçikalı bazı kurumların iş birliğiyle ayağa kaldırılan Antoninler Çeşmesi önünde düzenlenen açılışta yaptığı konuşmada, çeşmenin yeniden hayat bulmasında katkıda bulunanlara teşekkür etti.

 

Günay, geçen yıl buraya bir akşam üzeri geldiğini ve bekçiden başka kimse bulunmadığını ifade ederek, “Bir bekçi bir de ben vardım. Sonra Semih Ercan geldi. Burada bir yıl içinde inanılmaz bir güzelliği görebileceğimizi anlattılar ve bu söz tutuldu. Bütün çalışanlara minnetlerimi sunuyorum” dedi.

 

Bugünün ayrıca Kültür ve Turizm Bakanlığı görevine getirilişinin 3. yılı olduğunu hatırlatan Günay, “Bu 3 yıllık görev süresinde çok sevindiğim ve heyecanlandığım anlar oldu. Bu o özel anlardan biri” diye konuştu.

 

Günay, bu sabahtan itibaren tarih içinde yaptığı yolculukta 3500 yıl önceye gittiğini kaydederek, şöyle devam etti:

“Bu topraklar Türkiye... Bunu ancak Türkiye'de yaşayabilirsiniz. Bir günde binlerce yıl geriye ve bugüne gelebilirsiniz. Bu topraklarda ne varsa, hangi dönemden kaldıysa, bunların hepsinin adı Anadolu... Bugün bu topraklarda ne varsa, hangi dönemden kalmışsa, ayrım yapmaksızın hepsine Sagalassos gibi sahip çıkmaya, korumaya ve hepsini insanlığın emaneti olarak, insanlığın ortak malı olarak geleceğe taşımaya çalışıyoruz.”

 

UNESCO'nun, yaptıkları başvuruyu kabul ederek, Sagalassos, Afrodisyas, Perge, Çatalhöyük ve Likya kalıntılarını dünya mirası geçici listesine aldığını anımsatan Günay, “Hayalim yakın gelecekte Sagalassos'un kalıcı listeye katılması. Bunu birlikte yapacağız” dedi.

 

Günay, Antoninler Çeşmesi'nin heykellerinden olan ve Burdur Müzesi'nde sergilenen Dionysos heykellerinin replikalarını yapma sözü vererek, “Şimdi siz bunu yaptınız. Ben de gelecek yıl buraya küçük bir katkı yapmak istiyorum. Dionysos heykellerinin replikalarını gelecek yıl bu tarihe kalmadan beraberce buraya yerleştirelim ve yeni bir tören yapalım” diye konuştu.

Sagalassos'un kendisini çok heyecanlandırdığını ifade eden Günay, Marcus Aurelius'un heykelinin 90 santimetre büyüklüğündeki baş bölümünün kentteki hamam içinde bulunduğunu öğrendiğinde heykeli görmek için iki kez resmi olmayan biçimde arabasına atlayıp, Burdur Müzesi'nin deposuna geldiğini ve uzun süre heykelin karşısına oturup düşündüğünü anlattı.

Günay, “Bu anıt, Aurelius anısına yapılmış bir anıt. Aurelius sıradan bir imparator değil, filozof kral. Biz hala onun deneme, yazı ve sözlerini ilgiyle okuyoruz. Bu törenle Marcus Aurelius'u bir kez daha yad etmiş ve saygı sunmuş oluyoruz” dedi.

 
Aygaz Genel Müdürü Yağız Eyüboğlu da Sagalassos'un tüm dünyada en iyi korunmuş antik kentlerden biri olduğunu belirterek, Aygaz olarak medeniyetler beşiği Anadolu'nun tarih ve kültür zenginliğini gelecek nesillere kazandıracak çalışmalara önem verdiklerini, bu kapsamda Waelkens ve ekibi tarafından başlatılan Sagalassos'taki çalışmalara destek vermeye karar verdiklerini anımsattı.

 

MS 161-180 yılları arasında Roma İmparatoru Marcus Aurelius döneminde inşa edilen, 7 farklı taş türünün kullanıldığı Antoninler Çeşmesi'nin restorasyonuna 6 yıldır destek verdiklerini bildiren Eyüboğlu, mimari restorasyon uzmanı Semih Ercan ve ekibinin, 3500 parçaya ayrılarak toprak altına gömülen çeşmeyi ayağa kaldırmasının 13 yıl sürdüğünü anlattı.

 

Eyüboğlu, “Çeşmenin, 1800 yıl sonra tarihin derinliklerinden gün ışığına çıkmasına tanık oluyoruz. Çeşmenin suyundan içen herkesin Anadolu'nun topraklarının zenginliğine katkıda bulunacağına inanıyoruz. Projeye bundan sonra da destek olacağız” diye konuştu.

 

Belçika'nın Ankara Büyükelçisi Pol De Witte de Sagalassos antik kentinde elde edilen sonuçların, Türkiye'nin zengin kültürel miraslarını geleceğe taşımak için önemli bir aşama olduğunu belirtti.

 

Antik kentte yapılan kazılarda çıkarılan ve uluslararası basında da manşetlere taşınan bazı eserlerin 2011 yılının ekim ayında Belçika'da sergileneceğini bildiren Witte, “Bu sayede Belçika'daki çok sayıda Sagalassos dostu, şirket ve hayırseverler, kazı sonuçlarını görme imkanına kavuşacak. Bu kişiler yıllarca bu kazıları mali yönden desteklemişlerdir” dedi.

 

Sagalassos antik kentinin 25 yıldır kazı başkanlığını yürüten Marc Waelkens de 1956 yılında 6 yaşında bir çocukken Truva'nın keşfiyle ilgili bir roman okuduktan sonra babasına gidip, “Büyüdüğüm zaman Türkiye'de arkeolojik çalışmalar yapmak istiyorum” dediğini anlattı.

 

Waelkens, 12 yıl sonra Belçika'da arkeoloji eğitimi almaya başladığını ve 19 yaşında geldiği Türkiye'de daha sonra ülkesinde unutulan gerçek konukseverliği bulduğunu belirterek, “Bugün eşim, çocuğum olarak nitelendirdiğim bu yerde 25 yıllık zorlu çalışmalardan elde ettiğim hazinelerden birinde sizleri ağırlamaktan mutluluk duyuyorum” diye konuştu.

 

Projenin, Antalya çevresinde yüzeyde görülen eserleri kayıt altına alma amacıyla başladığını anlatan Waelkens, şöyle devam etti:

“Ben daveti kabul ettiğimde, bunun hayatımın her alanını ele geçireceğini bilmiyordum. Sagalassos'a vardığımızda sabah 07.30'du. Bu saatlerde günün en güzel ışıkları dağlık bölgeyi aydınlatıyordu. Kırılan çömleklerin sesi geldiği için korkarak yürüyordum. Gözlerime inanamıyordum. Antik kentin kalıntıları o zamanlar daha fazla görünüyordu. Çünkü çobanlar sürülerini otlatıyordu. Anadolu'da 15 yıllık saha çalışmasının sonunda bu kadar iyi korunmuş bir saha görmemiştim ve buranın olmam gereken yer olduğunu anladım. Kazı izni için başvurdum, şansımız yaver gitti, projeyi kazanmakla kalmadık, özel maddi destek de aldık. 1989'da sadece 5 kişiyle çalışmak için izin aldık. Ertesi yıl Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulunun kazı iznini imzalaması gerekiyordu. Dönemin Anıtlar ve Müzeler Müdürü, veda ziyaretim sırasında bana kazı izninin olduğu bir zarf verdi. Bu hayatımın en mutlu günü oldu. Artık Sagalassos beni ve sağlığımı ele geçirdi, kamera, ilk yardım çantası ve diz üstü bilgisayarla yamaçlarda yürüdüğüm için birkaç yıldır hareket kabiliyetimi kaybettim. Ama büyük bir zevk almış olmam bütün bu zahmetlere değiyor. Bütçenin kısıtlı olması, bütün lojistikle kendim uğraşmam nedeniyle ilk yıllar zorlu mücadeleyle geçti. Kazılar daha uzun yıllar sürecek. Aygaz olmasa bu yapı tamamlanamazdı.”

 

Katkıda bulunanlara teşekkür eden Waelkens, konuşmasını, “Son teşekkürü de ona yapmak istiyorum. Onun uğruna bütün enerjimi, sağlığımı feda ettim. O bana hayatımın en güzel günlerini ve duygularını yaşattı. Teşekkürler Sagalassos” sözleriyle tamamladı. Waelkens'in bu sözleri ayakta alkışlandı.

 

Restorasyon uzmanı Semih Ercan da bugün bütün restorasyon ekibi olarak bir rüyayı gerçekleştirmenin mutluluğunu ve böylece güzel bir anıtı Türkiye'ye kazandırmanın onurunu yaşadıklarını söyledi. Çeşmenin, döneminin refah ve zenginliğinin de bir göstergesi olduğunu belirten Ercan, 28 metre eninde, 9 metre yüksekliğindeki anıtsal çeşmenin, 650 yıllarında büyük bir depremle şehirle beraber yerle bir olduğunu kaydetti.

 

Kazılar sonunda tamamen yıkılan binanın parça parça olduğunu, ama büyük çoğunluğu korunan parçaların anıtsal çeşmenin yeniden ayağa kaldırılmasını sağladığını belirten Ercan, 1998 yılında başlayan ve her yıl 3 ay olmak üzere 13 yıl süren restorasyon çalışmalarının 4 aşamada tamamlandığını anlattı.

 

Ercan, ilk aşamada 3500 kırık parçanın birleştirildiğini ve 400 bloğa dönüştürüldüğünü aktararak, blokların yapıdaki özgün yerlerinin anlaşılması üzerine eksik kısımların belirlendiğini söyledi. Restorasyonun ikinci ve en uzun kısmında eksikliklerin tamamlandığını ve anıtın tamamının ayağa kaldırıldığını ifade eden Ercan, 200'e yakın taş ocağı gezilerek, orijinaline yakın taşlar bulunduğunu kaydetti.

 

Ercan, daha önce Türkiye'de hiç uygulanmayan taşı taşla tamamlama metodunun ilk kez bu binada kullanıldığını anlatarak, “10 yıllık çalışmadan sonra 3500 parçalık puzzle çözülmüş ve çeşme bütün görkemiyle ortaya çıkmıştır. Projenin 3. aşamasında yapı depreme karşı güçlendirilmiştir. 4. aşamada ise antik kent tekrar suya kavuşturulmuştur” diye konuştu.

 

Bu projede 1800 yıl önce emekle yontulan taşa can verdiklerini ve yerlerine geri döndürdüklerini ifade eden Ercan, şunları kaydetti:

“Bunları yaparken yılladır kimse zarar vermesin diye toprağın altında sakladığımız 4 Medusa başını güneşle buluşturduk. Suyu, 1800 yıl önceki yerinden çağlatıp, anıta tekrar hayat verdik. Bunları yaparken de antik dönemdeki mimariye, mühendisliğe ve taş işçiliğine olan hayranlığımız, binayı yapanlara saygımız her seferinde daha da arttı. Bu restorasyonun gelecekte diğer antik kentler için de ilham kaynağı olmasını diliyorum.”

 

Belçika Leuven Üniversitesi Onursal Rektörü Marc Vernenne de Sagalassos'un tamamen üniversitenin bir projesi olduğunu belirterek, “Bu, örnek bir projedir. Bilim dünyasındaki uluslararası konumunu muhafaza etmesini ve geliştirerek sürdürmesini de sağlamıştır.

Sagalassos hakkında yapılan bütün saha çalışması ve araştırmanın, mükemmel bir emeğin ürünü. Marc Waelkens, hem genel kitleye hem de çevresine, ekibi olmadan bu başarıyı elde edemeyeceğini dile getirmektedir. Ama kendisinin katılımı olmasaydı bu başarının elde edilemeyeceği bir hakikattir” diye konuştu.

 

Belçika ve Türkiye arasında Sagalassos sayesinde kurulan iyi ilişkilerin gelecekte muhafaza edileceğine ve daha da gelişeceğine emin olduğunu ifade eden Vernenne, Sagalassos'un gerçek bir hazine olduğunu kaydetti.

 

Törene, Isparta Valisi Ali Haydar Öner, Burdur Valisi Süleyman Tapsız, Belçikalı akademisyenler ve Ağlasunlular da katıldı. Törenin sonunda Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Akademik Oda Orkestrası konser verdi.

Hürriyet, 31.08.2010

DİREKLİ MAĞARASI TAHRİP EDİLMİŞ!

 

 

Gazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Görevlisi Yrd. Doç. Cevdet Merih Erek, kaçak kazılar nedeniyle Direkli Mağarası güney plan karelerinde tahribatlar tespit ettiklerini belirterek, “Üst tabakadaki Ortaçağ buluntuları ile alttaki Epipaleoilitik malzemeler birbirine karışmış” dedi.

 

Kahramanmaraş’ın merkeze bağlı Döngel Köyü'nde bulunan Direkli Mağarası’ndaki 2010 yılı kazıları tamamlandı. Mağaranın güney plan karelerinde yapılan yüzey araştırmalarında geçmişte kaçak kazılar nedeniyle dokuya verilen zararlar tespit edilip, bulguların kaybolmaması için çevre düzenlemesi alındı. Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Cevdet Merih Erek’in başkanlığında yürütülen bu yılki kazıları Malatya Müze Müdürlüğü arkeologlarından Zeynep Yıldırım bakanlık temsilcisi olarak izlerken, çeşitli üniversitelerden 11 öğrenci de kazılara katıldı.

 

Direkli Mağarası’nda 2007 yılından bu yana devam eden kazılarda önemli bulgular elde edilirken, geçen yıl bulunan Ana Tanrıça figürünün insandaki “Tanrı” inancının binlerce yıl daha geriye gittiğini göstermişti. Kazı Başkanı Erek, Ana Tanrıça figürünün bulunmasının ardından birçok üniversiteden araştırmacının yönünün Direkli’ye çekildiğini belirterek, bu sorumluluk içerisinde kazıları gerçekleştirdiklerini ifade etti. 1 Ağustos’ta başlayan kazıların 30 Ağustos itibari ile tamamlandığını kaydeden Erek şöyle konuştu:

 

“Olabildiğince programa uymaya gayret ettik. Kazıyı güney plan karelerinde gerçekleştirdik. Çünkü mağaranın ön kısmında kaçak kazılar söz konusuydu. Sağlam zeminlere ulaşabilmek için yaklaşık bir metreden fazla zemini kaldırmamız ve o kaçak kazı çukurlarını ortaya çıkarmamız gerekiyordu. Önümüzdeki yıldan itibaren de tekrar kuzey plan karelerinde devam edecek. Biraz öncede belirttiğim gibi kaçak kazılar güney plan karelerinde çok yoğun olarak gerçekleşmiş. Bu sebeple de üstteki tabakadaki Ortaçağ buluntuları ile alttaki Epipaleolitik malzemeler birbirine karışmış. Ama yine de starigrafik olarak kazıyı gerçekleştirdik. Bu kaçak kazı çukurları ile arada kalmış olan sağlam zeminleri birbirinden ayırt edelim diye yaklaşık üç tane kaçak kazı çukuru tespit ettik. Aradaki zeminlerde yine sağlam sedimantasyon vardı. Arkeolojik malzemelerimizi bulduk. Özellikle yontma taştan yapılmış çok sayıda mikrolitik dediğimiz aletler, bununla birlikte çeşitli deniz kabuklularından yapılmış boncuklar, hayvan kemikleri bu seneki kazılardan ele geçti.”

 

Mağaranın tahrip olmasını önlemek için bu yıl kapı ve korumaya yönelik çalışmalar yaptıklarını dile getiren Erek, “Bu seneki kazıların bir kısmını da koruma önlemlerine yönelik yaptık. Özellikle mağaranın giriş ve çıkışını kontrol edebilmek için demir bir kapı ve tel örgüyü birleştirdik. Bunun dışında dolgulara basılmaması için tahtadan iskele yaptık. Olabildiğince çalışmalarda hem koruma önlemlerini almayı, hem de arkeolojik kazıları gerçekleştirmeye çalışıyoruz” diye konuştu.

 

Mağarayı gezerek Kazı Başkanı Yrd. Doç. Erek’ten çalışmalar hakkında bilgiler alan Kahramanmaraş İl Kültür ve Turizm Müdürü Seydihan Küçükdağlı ise, yapılan çalışmaların tespit ve tescil noktasında büyük önem taşıdığına vurgu yaptı. İl Kültür Müdürlüğü olarak yapılan çalışmalara gerekli tüm desteği verdiklerini belirten Küçükdağlı şunları söyledi:

 

“Artı yapılan kazıların sonucunda elde edilen bulgularla ilimizin tarihiyle birlikte bu yıl hizmete açacak olduğumuz Kahramanmaraş Arkeoloji müzesinde bu bulguları teşhir ve tanzim edeceğiz. Çalışmalar devam edecek. Umuyorum ki uzun yıllar devam eden bu yüzey araştırmaları ve kazıların Kahramanmaraş adına öneminin farkındayız diyor, emeği geçenlere teşekkür ediyorum.”

 

Kazılarda elde edilen bulguların yarın Müze Müdürlüğü’ne teslim edileceği öğrenilirken, Direkli Mağarası kazılarının 2011 yılında da bakanlığın oluşturacağı programa göre gerçekleştirileceği kaydedildi.

Kahramanmaraş Kent Haber, 30.09.2010

AYAVUKLA KİLİSESİ'NDE RESTORASYON ÇALIŞMALARI BİTİYOR

 

İzmir'de restorasyonu devam eden tarihi Ayavukla Kilisesi'nde geçen yıl başlayan çalışmaların bitmek üzere olduğu bildirildi. İzmir Büyükşehir Belediyesinden yapılan yazılı açıklamada, rölöve, restitüsyon ve restorasyon projeleri İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü Mimarlık Fakültesi Mimari Restorasyon Bölümü tarafından hazırlanan kilisenin, çalışmalar tamamlandıktan sonra sosyal ve kültürel çalışmaların yapıldığı bir merkez olarak kullanılacağı bildirildi. Ayavukla Kilisesi'nde yapılan son çalışmalarda, boya tabakalarının ardında gizli kalmış olan Hz. İsa figürü, altın ağızlı Aziz Yuhanna ile melekler Mikail ve Cebrail'i simgeleyen duvar resimleri de yeniden gün yüzüne çıkarıldı. Yer döşemeleri için son çalışmaların devam ettiği kilisede kullanılan özel kimyasallarla, zeminde zamanla oluşan kir tabakaları ortadan kaldırılarak orijinal haline getiriliyor. Tarihi kilisenin çevre düzenlemelerinin de önümüzdeki süreçte tamamlanması hedefleniyor.

19. yüzyılın ikinci yarısında Rum Ortodoks Cemaati tarafından inşa edilen Ayavukla Kilisesi, İzmir tarihinde önemli bir olay olan 1922 yangınında kurtulan tek Rum kilisesi olarak akıllarda kaldı. Yapı 14 Şubat 1924 tarihinde, Mustafa Kemal Atatürk'ün direktifiyle, İzmir ve çevresine ilişkin eski eserleri sergilemek amacıyla Asar-ı Atika Müzesi olarak hizmet vermeye başladı. Daha sonra Kültür Bakanlığı tarafından opera çalışma salonu olarak tahsis edildi. Bu süre içinde yapının bir yangın geçirmesi nedeniyle boşaltıldığı ve böylece günümüzdeki metruk haline geldiği biliniyor. Önceden, mülkiyeti Maliye Hazinesi'ne ait olan yapı, ''Korunması Gerekli Kültür Varlığı'' olarak tescil edildi. Yapı, Milli Emlak Genel Müdürlüğü tarafından İzmir Büyükşehir Belediyesine tahsis edildi.

İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından Semt Eğitim Merkezi olarak düzenlenecek yapıda, çeşitli kurs ve eğitimlere yönelik olarak bilgisayar laboratuarı, arşiv odası, seminer odası, yönetim birimi ve sergileme mekanı yer alacak. Bahçedeki yapılar idari bina ve kütüphane olarak işlevlendirilirken, bahçede açık sergileme mekanları da düzenlenecek. Bahçenin kuzey girişindeki yapı, güvenlik birimi olarak ele alınacak. Batıdaki servis girişinin yanında ise kafeterya mekanı oluşturulacak.

Yeni Asır, 30.08.2010



******


AYAVUKLA KÜLLERİNDEN DOĞDU

 

 

Uzun süredir metruk durumda bekleyen tarihi kilisenin çehresi, Büyükşehir’in yaptırdığı restorasyon çalışmalarıyla bir anda değişti. Tarihi yapı artık sosyal ve kültürel etkinliklere ev sahipliği yapacak.

 

İzmir Büyükşehir Belediyesi, tarihi Ayavukla Kilisesi’nde 2009 yılından bu yana devam ettirdiği restorasyon çalışmalarında finale geldi. 19’uncu Yüzyıl’ın ikinci yarısında inşa edilen kilisede yapılan son çalışmalarda, boya tabakalarının ardında gizli kalan Hz. İsa figürü, Altın Ağızlı Aziz Yuhanna, melekler Mikail ve Cebrail’i simgeleyen duvar  resimleri de yeniden gün yüzüne çıkarıldı.

Restorasyon çalışmalarında dünyada uygulanan en son yöntemler kullanıldı. Duvarlar ve sütunlarla tavan da orijinaline uygun olarak restoratörler tarafından tek  tek adeta yeniden boyayla çizildi, eski haline en yakın görünüme kavuşturuldu. Yer döşemelerinin ve çevre düzenlemesinin önümüzdeki süreçte tamamlanması hedefleniyor. Ayavukla, artık sosyal-kültürel çalışmalar için kullanılacak.

Milliyet Ege, 31.08.2010

BARAJ İNSANOĞLUNUN BEŞİĞİNİ YOK EDECEK

 

Kenya eski bakanlarından paleoantropolog Richard Leakey, Omo Nehri’ne yapılması planlanan barajın bölgede yaşayan 500 bin kişiyi yerinden edeceğini söyledi. “İnsanoğlunun beşiği” olarak anılan Turkana bölgesinde, bugüne dek bulunan en eski insansı iskelet 1.6 milyon yıllık hominid bulunmuştu.

Milliyet, 30.08.2010

NABUCCO HATTI İÇİN ARKEOLOJİK UYARI

 

Nabucco’ya arkeolojik uyarı geldi. Türkiye’yi dünyanın önemli  enerji koridorlarından biri yapacak Nabucco Projesi’nin üzerinde yer alan tarihi mirasın yeterince araştırılmadığı, Bakü- Tiflis- Ceyhan (BTC) Boru Hattı’ndaki pürüzlerin tekrarlanacağını iddia edildi. Arkeologlar projenin gerçekleştirilmesine karşı olmadıklarını, ancak arkeolojik sit alanı ve tarihsel kültür miras envanteri konusunda son derece zayıf olan Türkiye’de, sadece İl Kültür Müdürlükleri’nin görüşü alınarak harekete geçilmesini yanlış bulduklarını belirtiyor.


Kafkaslar ile Hazar’daki doğalgazı Anadolu toprakları üzerinden Avrupa ülkelerine taşıyacak olan 8 milyar avroluk Nabucco Projesi’yle ilgili itirazlar yükseldi.


Arkeologlar Derneği İstanbul Şube Başkanı Yrd. Doç.Dr. Necmi Karul, “Nabucco da kültür müdürlüklerinin verilerine dayanarak gerçekleştirilmeye çalışılırsa büyük rezillik çıkar. Bu durum Türkiye’de kurumlar arası iletişimin de sıfır olduğunu gösteriyor” dedi. 

İÜ Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Prehistorya Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Mehmet Özdoğan ise aynı durumun Bakü- Tiflis- Ceyhan (BTC) Boru Hattı sırasında yaşandığına dikkat çekti. Özdoğan bir de çelişkiye dikkat çekti: “Örneğin Keban Baraj projesinde kurtarma çalışmaları için verilen ödenek, açılış töreninde harcanan paradan daha azdır. Bir bakanın heyetle yaptığı geziye harcanan parayla bir boru hattının Çevre Etki Değerlendirmesi (ÇED) yapılabilir. Diğer yandan proje başladıktan sonra bunu durdurmanın maliyeti, proje başlamadan önce yapılan araştırmaların maliyetinden çok daha fazla olacaktır.”


13 Temmuz 2009’da hükümetler arası imzalanan anlaşmayla başlayan Nabucco Boru Hattı Projesi’nde 3 bin 300 kilometrelik bir boru hattı olacak. Hat Türkiye’den çıktıktan sonra terminal ülke Avusturya’ya kadar sırasıyla Bulgaristan, Romanya ve Macaristan’dan geçecek.
Türkiye’de ise Ardahan ve Ağrı’dan başlayacak hat, Çanakkale, Tekirdağ ve Kırıkkale’ye kadar uzanacak.

Radikal, Haber: Burcu Taner, 30.08.2010

BU DA İZMİR'İN YEREBATAN'I

 

 

Smyrna kazıları kapsamında ortaya çıkarılan dev sarnıç, İstanbul'da turist akınına uğrayan Yerebatan Sarnıcı'nı andırıyor.

Kadifekale'de Smyrna kazıları kapsamında pek çok İzmirlinin varlığından haberdar olmadığı sarnıç, temizlenerek ilk kez gün yüzüne çıkarıldı. Büyüklüğü ve güzelliği ile İstanbul'daki Yerebatan Sarnıcı'nı hatırlatan dev sarnıç, Kadifekale ziyaretçilerini büyülüyor. Roma Dönemi'nde yaklaşık 1 dönüm alan üzerine inşa edilip Bizans ve Osmanlı dönemlerinde de kullanılan sarnıcın Kadifekale ile birlikte gözardı edildiğini belirten Smryna Kazı Başkanı Akın Ersoy, "Sarnıcı temizleterek muhteşem görüntüsünü ortaya çıkardık. Çok mutluyuz" dedi.

Yaptıkları kazı çalışmalarında Kadifekale'de toprak altında kalan 2 bin 300 yıllık taş surları da ortaya çıkardıklarını belirten Ersoy, "Kalenin iç kısmında kalan İskender'den sonraki Hellenistik döneme ait toprak altındaki surları gün yüzüne çıkarmayı amaçlıyoruz. Bu duvarların bir bölümünü ortaya çıkardık. Kazı çalışmalarımız sürüyor" diye konuştu. Kadifekale'nin kentin akropolü (yukarı kent) olduğunu ve büyük önem taşıdığını belirten Ersoy, kazılarda 2 toprak kase, 2 bin 200 yıllık ok ucu, metal tıbbi alet, mermer 1 kadın ve 1 erkek heykeli ile kandil ve ip eğirme malzemeleri gibi önemli eserler de çıkardıklarını, bu eserleri İzmir Arkeoloji Müzesi'ne teslim edeceklerini kaydetti.

Kazıları Kültür ve Turizm Bakanlığı, İzmir Büyükşehir Belediyesi, İzmir Ticaret Odası ve Total şirketinin katkılarıyla sürdürdüklerini belirten Ersoy, Kadifekale'deki kazı alanında bir de şapel (kilise) ve mescit olarak kullanılan bir yapıyı ortaya çıkardıklarını dile getirdi. Bir dönem şapel, bir dönem de mescit olarak kullanılan yapının temellerine eski bilimsel yayınlardan ulaştıklarını belirten Ersoy, "Bu yapıyı ilk olarak biz kazmış olduk. Tümüyle ortaya çıkardık. Ayrıca alan içerisinde 2 de Müslüman mezarını iskeletleri ile birlikte bulduk ve koruma altına aldık" diye konuştu.

Yeni Asır, Haber: İlker Çoban, 30.08.2010

4 BİN YILLIK TİCARET ANLAŞMASI BULUNDU

 

Anadolu’da ilk yazılı ticari anlaşmanın 4 bin yıl önce yapıldığı ve yazılı belgelerin Kayseri’deki Kültepe-Karum kazılarında bulunduğu bildirildi.

 

Çivi yazılı tabletleri okuyarak Kültepe-Karum’la ilgili bilimsel araştırmalar yapan Ankara Ünüversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi öğretim üyesi Prof.Dr. Cahit Günbattı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Anadolu’da ilk ticari yazılı anlaşmanın, günümüzden 4 bin yıl önce yapıldığının, Kültepe-Karum bölgesinde yapılan kazılarda bulunan çivi yazılı tabletlerden anlaşıldığını söyledi.

 

Prof.Dr. Günbattı, 1948 yılından beri Kültepe Höyüğü ve hemen yanındaki Asurlu tüccarların oturdukları Karum bölgesinde devam eden kazılarda, 23 bin dolayında çivi yazılı tablete ulaşıldığını, 1948′den önce de yurt dışına kaçırılmış 4 bin 500 dolayında tablet olduğunu belirterek, şu bilgileri verdi:

“Kültepe-Kaniş’te 1948 yılından önce bölgeden toplanan ve kaçırılan 4 bin 500 dolayındaki çivi yazılı kil tablet, ne yazık ki yurt dışında bulunuyor. Bölgeye 4 bin yıl önce yerleşen Asurlu tüccarlar, Mezepotamya’dan getirdikleri kalay ve kumaşları burada pazarlamışlar. Asurlu tüccarlara ait evlerde yapılan kazılarda çok sayıda çivi yazılı tablet bulundu. Anadolu’da bu kadar çok çivi yazılı tabletin bulunduğu bir başka merkez yok. Kültepe ve Karum’un bir benzeri yok.”

 

Prof.Dr. Cahit Günbattı, Karum’da bulunan 2 çivi yazılı tabletin okunmasıyla, Anadolu’da bilinen en eski ticari yazılı anlaşmanın 4 bin yıl önce yapıldığının anlaşıldığını da belirterek, şunları söyledi:

“Mezopotamya’da bulunan Asur Krallığı, Kaniş Krallığı ve Adıyaman yakınlarındaki Hahhum Krallığı ile yazılı ticari anlaşmalar yapmış. Bizim okuduğumuz çivi yazılı iki tablette bu anlaşmayla ilgili ilginç bilgiler var. Bu anlaşmalara göre Asurlu bir tüccar Anadolu’da öldürülür ve malları kaybolursa (yağmalanırsa), yakınlarına belirlenen miktarda kan parası ödenecek. Katili Asurlulara teslim edilecek ve onlar tarafından öldürülecek. Katil yerine bir başkası verilmeyecek.

Tüccarlardan zorla ve ucuza mal alınmayacak. Mahkemeye giden bir Asurlu için karar adil olarak verilecek. Asurlu bir tüccar, Kaniş’ten birine borçlanır ve borcunu ödemezse tutuklanmayacak, borçlu olanın malları satılacak, alacaklı alacağını alacak. Asurlu birinin malları kayıp olursa bulunup sahibine iade edilecek. Bir Asurlunun evine, kölesine, cariyesine, tarla veya bahçesine göz konulmayacak ve zorla alınıp satılmayacak. Asurlular hakkında bir cariye, bir köle veya Hahhum halkından birinin şahitliğine dayanarak karar verilemeyecek.”

 

Prof.Dr. Cahit Günbattı, Anadolu’da günümüzden 4 bin yıl önce kalayın en kıymetli metallerden birisi olduğunu da belirterek, “Kalay o dönemde çok az vardı ve ihtiyaca cevap vermiyordu. Asurlu tüccarlar en çok kalay getirip sattılar. Kalay, bakırla karıştırılıp tunç elde ediliyor, silahlar tunçtan yapılıyordu. Birbirleriyle savaşan yerel krallar da silah yapabilmek, kalay alabilmek için Asurlu tüccarlara taviz vermek zorunda kalmışlar” diye konuştu.

 

Kültepe-Karum’da 1948 yılında Prof.Dr. Tahsin Özgüç tarafından başlatılan ve halen Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu tarafından devam eden kazılarda bulunan çivi yazılı tabletler ve diğer arkeolojik eserler, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi ile Kayseri Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor.

Hürriyet, 29.08.2010

85 YIL SONRA AÇILAN PADİŞAH TÜRBELERİ ZİYARETÇİ REKORU KIRDI

 

İl Özel İdaresi'nin 85 yıl sonra restorasyonunu yaptığı padişah türbeleri İstanbul'da en çok ziyaret edilen yerler oldu.

 

İstanbul İl Özel İdaresi'nin, 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti projesi kapsamında "Eski eserler gün yüzüne çıkıyor" ve "Kültür mirasımıza sahip çıkıyoruz" sloganları çerçevesinde restorasyonunu gerçekleştirdiği türbeler Türkiye'nin dört bir yanından ziyaretçi akınına uğradı. I. Abdülhamit, III. Selim ve III. Mustafa türbeleri 85 yıldır kapalıydı. İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Sabri Kaya, restorasyon ve çevre düzenlemesi yapılan türbelerin yerli ve yabancı turistler tarafından büyük rağbet gördüğünü ve ziyaretçi rekoru kırdığını söyledi. Kaya, yıllardır kapalı olan padişah türbelerini halkın hizmetine sunmaktan mutluluk duyduklarını dile getirdi. Türbelerin inanç turizmi için de büyük yer tuttuğunu, bu eserlerin korunarak geleceğe taşınmasının önemine değinen Kaya, amaçlarının bir dünya kenti olan İstanbul'daki tarihi eserleri ayağa kaldırarak tarih ile geleceği buluşturmak olduğunu ifade etti.

 

Abdülhamit türbesinin restorasyonunda türbe ana kubbe ve revakların çatısında 30 ton kurşun kullanıldı. Toplam 66 adet lahit mezarın onarımı ve temizliği yapıldı. Sultan I. Abdülhamid tarafından 1776-1777 yıllarında yaptırılan imaretin bir bölümünü oluşturan türbe, Beylerbeyi Camii'ni yapan mimar Mehmet Tahir Ağa tarafından inşa edildi. Türbede Sultan I. Abdülhamid'in mezarının yanı sıra bazı şehzadelerin de mezarları yer alıyor. İl Özel İdaresi'nin bütçesinden türbenin bütün masrafları için 600 bin lira harcama yapıldı.

 

3. Mustafa ve 3. Selim Türbeleri de bu yıl en çok ziyaret alan yerler arasında oldu. Fatih'in Laleli semti Ordu Caddesi üzerinde bulunan türbe, Sultan 3. Mustafa tarafından 1763 yılında mimar Tahir Ağa'ya yaptırılan ve Laleli Camii ismi ile tanınan imaret, sebil, muvakkithane, han, hamam ve dükkanlardan oluşan külliyenin bir bölümü. Sultan 3. Mustafa (1757-1774), bu külliyenin yanına daha önce kendisi için de bir türbe ekledi. Bu nedenle 1774 yılında öldüğü zaman kendi yaptırdığı türbesine gömüldü. Sultan 3. Selim de (1761-1808) öldüğü zaman babası olan Sultan 3. Mustafa'nın bu türbesine defnedildi.

Zaman, Haber: Ayşe Torun, 29.08.2010

4 BİN ADET TARİHİ PARA

 

İzmit İlçe Jandarma Komutanlığı ile Üniversite Jandarma Karakolu ekiplerinin ortaklaşa düzenlediği operasyonda 4 bin adet antik sikke ele geçirildi.


Kayseri’de kendilerine ait arazide bir küp sikke bulan iki kişinin, ellerindeki sikkeleri satmak istediğini haber alan jandarma istihbarat timleri, Z.K. ve E.D. adlı kişilerle alıcı gibi davranarak temas kurdu. Buluşma noktası olarak Kocaeli Üniversitesi Umuttepe Yerleşkesi Otoparkı gösterildi.


Şahıslar ellerindeki sikkelerle, bir ticari taksiyle buluşma yerine geldiler. Burada jandarma suçüstü yaptı ve iki şahısla birlikte 4 bin adet sikke ele geçirildi.

Özgür Kocaeli, 29.08.2010

OSMANLIYLA YAŞIT CUMALIKIZIK KÖYÜ TOPYEKUN RESTORE EDİLECEK

 

Oğuz boylarından Kızıklar tarafından yaklaşık 700 yıl önce Uludağ eteklerinde kurulan ve tarihi dokusuyla bugünlere kadar hiç bozulmadan gelen Cumalıkızık Köyü, restore edilerek asırlar boyu doğal güzelliğini koruması sağlanacak. Proje kapsamında Cumalıkızık Köyü 7 bölgeye ayrılacak; sit alanı içinde orijinalitesi bozulmamış ev, sokak ve meydanlar aslına uygun şekilde restore edilecek.

 

Tarihi evleri, ortasından su akan taş sokaklarıyla görenleri yüzyıllar öncesine götüren Cumalıkızık'ı, önümüzdeki asırlara taşımak amacıyla Bursa'nın merkez Yıldırım Belediyesi, İl Özel İdaresi ve Türkiye Mimarlar ve Mühendisler Odası (TMMOB) Bursa Şubesi tarafından yürütülen proje kapsamında, köyde sit alanı içinde doku bütünlüğü ve karakteri bozulmamış evler, sokak ve meydanlar, 7 bölgeye ayrılarak aslına uygun şekilde restore edilecek. Yıldırım Belediye Başkanı Özgen Keskin, Türkiye'nin 4'üncü büyük kenti olan Bursa'da 700 yıldır değişmeden bugünlere gelen Cumalıkızık Köyü'nün, erken Osmanlı kırsal mimarisinin tek örneği olduğunu belirtti. Cumalıkızık'ın, Osmanlı'nın ilk dönemlerinde kurulan 7 Kızık köyünden biri olduğunu, bu köylerden bugüne kadar gelen tek köyün Cumalıkızık olduğunu anlatan Keskin, "İşte Cumalıkızık'taki güzelliği, özelliği yaşatabilmek ve 3. bin yıla aktarabilmek adına, belediye olarak bir model proje geliştirdik. Yaşayan Osmanlı Köyü Cumalıkızık altyapısı, meydanları, cumbalı evleri, kadının ayrı erkeğin ayrı çaldığı kapı tokmakları, sokaklarından sulama sularının aktığı özellikli bir yerdir." dedi.

 

Keskin, belediye olarak vatandaşların buradaki evlerini dışarıdan hiç kimseye satmamalarını istediklerini, bu kapsamda onlara zaman zaman pansiyonculuk, işletmecilik eğitimleri verdiklerini belirten Keskin, şöyle devam etti: "Köylüler el emeğiyle ürettikleri çeşitli yiyecekleri evlerinin önünde kurdukları stantlarda, köyü ziyarete gelen turistlere satıyorlar. Bunun yanı sıra fiziki bir çalışma yürütüyoruz. Bu kapsamda köyü 7 ayrı bölgeye ayırdık. Buradaki bütün evleri tek tek restore ediyoruz. Projeleri Anıtlar Kurulu'ndan geçirdikçe çalışmalar sürüyor. Dileğimiz buradaki 169 tane tescilli evin, restore edilmesi ve sonra bu güzelliğiyle özelliğiyle turizme açılması. Zaten şu haliyle de turizme açık olduğuna göre, ileride dünyanın gözbebeği haline gelecek. Zaten UNESCO, bizim projemizi dünyanın önemli 10 projesi arasına alma çalışması yapıyor. Cumalıkızık'taki 169 ev, ilk zamanlardaki gibi ama restorasyonları yapılmış olarak geleceğe intikal edecek. Restorasyon sonucunda tarihi evlerin yanı sıra köy meydanı, pazar alanı, otoparkıyla yaşayan bir Osmanlı açık hava müzesini gerçekleştirmiş olacağız."

 

Cumalıkızık'ta yürütülen projenin sadece fiziki bir proje olmadığına da değinen Keskin, şunları kaydetti: "Aynı zamanda bir ruh da var projemizde. Safranbolu ve Beypazarı'nda olduğu gibi işletmeciler değil de köylüler tarafından işletilmesini istiyoruz. Zaten pansiyonculuk eğitimi vermemizdeki gaye de bu. Vatandaşlarımız evlerinden çıkmadan yapıyoruz restorasyonları. Maddi açıdan da onların sembolik katkıları var. Geri kalan masrafı biz ve proje ortaklarımız karşılıyor. Projemiz bittiğinde değil Türkiye'nin, dünyanın incisi olacaktır Cumalıkızık." Keskin, projenin maliyetinin 20 milyon liranın üzerinde bir miktara mal olmasının beklendiğini sözlerine ekledi.

Zaman, 29.08.2010

'GLADYATÖRLERİN ARENASI' ÜNÜNE ÜN KATIYOR

 

Tarihte gladyatör dövüşleri ve moda merkeziyle adından söz edilen Denizli'deki Laodikya antik kenti, arkeolojik kazılarda çıkarılan birbirinden farklı heykelleriyle ününe ün katıyor. Kültür Bakanlığı ile 2008'de yapılan protokolle Denizli Belediyesi tarafından kazı çalışmaları yürütülen, Efes'ten sonra Anadolu'nun en büyük antik kenti olarak nitelendirilen Laodikya'da tarih gün yüzüne çıkıyor. Laodikya Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, geçmişi MÖ 3'üncü yüzyıla kadar uzanan Denizli'nin Eskihisar Köyü yakınlarındaki Laodikya'da, 8 yıl önce başlatılan kazı çalışmalarının yoğun bir şekilde sürdürüldüğünü kaydetti.

Devam eden kazı çalışmalarıyla ilerleyen günlerde daha güzel kalıntıların ortaya çıkacağını ümit ettiklerini belirten Şimşek, bu yılki çalışmalarını ev olduğu belirlenen bir yapı ile kilise olduğu anlaşılan kalıntılar üzerinde yoğunlaştırdıkları söyledi. Laodikya'da birbirinden farklı heykellerin ortaya çıkmasının, burasının heykel açısından zengin bir yerleşim merkezi olduğunun göstergesi olduğunu savunan Şimşek, Laodikya'nın, Aydın'ın Karacasu İlçesi'ndeki 520 hektarlık bir alanda yer alan ünlü Afrodisias ile yarışabilecek nitelikte bir heykel okuluna sahip olduğunu ifade etti.

Bu yıl yapılan kazı çalışmalarıyla ''Şarap Tanrısı Dionysos''un eşi olan Ariadne'nin uyur tarzdaki heykeline ait normal boyutların biraz daha üstünde olan başını bulduklarını anlatan Şimşek, ''Bu baş, çok kaliteli bir örnek. MÖ 4'üncü yüzyıl diye adlandırdığımız klasik tipte ancak milattan sonra 2'nci yüzyılda yapılmış çok ince bir işçilik gösteren baş. Öte yandan 'Satir' diye adlandırdığımız Şarap Tanrısı Dionysos'un yanında yer alan, kırlarda eğlencelere katılan, mitolojik yaratıklardan birine ait baş bulduk'' dedi.

Denizli'nin Çal İlçesi'nde şarap tanrısının ''Diyaniza Polis'' adı altında kenti olduğunu dile getiren Prof.Dr. Şimşek, şöyle konuştu: ''Şarap tanrısı Sultanhisar'da büyümüş. Çocukluğunu orada geçirmiş. Bu nedenle de antik dönemin en güzel şarapları Çal yöresinde üretilmiştir. Bununla ilgili olarak da şarap tanrısı ve eşi MÖ 4'üncü yüzyılda sanatta çok sevilerek kullanılmıştır. Burada özellikle hem şarap tanrısının hem de onun yanında eğlence alemlerine katılanların bol miktarda kabartmalı heykellerini buluyoruz. Bu durum şarap tanrısı ve eşinin bu bölgede çok sevildiğini ortaya koyuyor.'' Çalışmalar sırasında aşk tanrıçası Eros'a ait çok kaliteli bir baş heykeli bulunduğunu kaydeden Şimşek, ''Bizim 2003 yılından bu yana sürdürdüğümüz kazılarda bol miktarda Eros başları bulmamız, Laodikya toplumu tarafından sevgi, hoşgörü ve aşka dayanan düşüncelerin çok geliştiğini ortaya çıkarmaktadır'' diye konuştu.

Yeni Asır, 29.08.2010

İSTANBUL'UN UZUN TAHRİBAT LİSTESİ

 

1946’dan beri bu şehrin profili, büyük abidelerin etrafı, mezarlıklar ve birtakım eserlerin bulunduğu yerler ağır tahribat geçirdi. Türkiye’de “Bizans mirasının sistematik tahribi” gibi bir slogan bazı kimseler tarafından tekrarlanagelir ki boş bir sözdür. İstanbul’da hiçbir tahribin hiçbir sistemle hiçbir alakası yoktur ve Bizans katmanı Osmanlı’nın altındadır. Yani Bizans’ın tahribinden önce Osmanlı’nın tahrip edilmesi gerekiyordu ki, elhak yerine getirilmiştir. İkinci büyük savaşın sonuna kadar imar bütçeleri kısıntılı olduğu için yapılan tahribat kısmidir ve daha çok  kendiliğinden olmuştur.


Unkapanı’nı Yenikapı’ya bağlayan yol ilk sistematik tahribat başlangıcı sayılır. Dolmabahçe’nin arkasına benim tuttuğum takım Beşiktaş’a ait Mithatpaşa Stadı’nın yapılması da bu tip faaliyetlere bir örnektir. Hiç şüphe yok ki Demokrat Parti’nin 1950’li yılların ortalarında başlattığı çılgın imar bütün kültür tarihimiz için bir kara sahifedir. Bunu yapanlar İstanbul’a hizmet ettiklerini zannetmekteydiler. Hudutsuz bir bilgisizlik, Avrupa kültürüne ve benzer tarih şuuruna sahip olamayan bir görgüsüzlüğün rolü olduğu muhakkaktır. 

Swissotel derhal tahrip edilmeli
O devirde yıkılan beş adet Mimar Sinan camiinin ikisi 1980’lerde Millet Caddesi üzerinde alakasız bir yere başarısız kopya olarak yeniden yapıldı ama kaybettiğimiz eserler için bir fikir verebilirler. Tahribat listesini saymak için bu sütun yetmez, bu benim bildiğimdir. 1950’lerin yöneticileri ve sanatçıları nelerin gittiğini ilmi bir biçimde belgelememişlerdir. Hafızasına güvenen veya tesadüfen bazı şeyleri belgeleyenlerin bir araya getirilip raporlarının neşredilmesi gerekir.


Tahribat muhtelif dönemlerde muhtelif biçimlerde sürdürüldü. Dolmabahçe’nin tepesine kondurulan Swissotel bunlardan biridir. Birçok kimselere ve bana göre pek bir şeye benzemeyen bu yapı şimdi satışa çıkarılıyormuş. Derhal alınıp tahrip edilmesi ve Dolmabahçe’nin üzerinde her bakımdan yük olan bu münasebetsizliğin ortadan kaldırılması gerekir. Belki pahalıya mal olacak ama 1980’lerdeki görgüsüzlüğümüzün bedelini 30 sene sonra ödemek bir borçtur. 

 

 

Surların yanı başına marina yapılıyor
Yedikule’de surların yanı başında bir marina yapılıyor. Böyle bir yatırımın referandum ile kararlaştırılması gerekirdi. Kazlıçeşme’nin ve surların görünümünün değişeceği açıktır. Acaba nasıl bir düzenleme ile bu olumsuz tesir azaltılabilir? O mıntıkadaki eski eserler, mezarlıklar, Merkez Efendi külliyesi, Rum ve Ermeni hastaneleri ne olacaktır? Hemşehrilere açıklanması gerek.


İstanbul dışında alınan kararlara karşı İstanbullu kendini savunacak durumda değil. Çünkü bizde İstanbullu yoktur, maalesef İstanbulluluk sofra sohbetinden ibarettir. Gümüşsuyu’ndaki otelin inşaatını önleyenleri hatırlarım. Asıl zarar gören Gümüşsuyu Caddesi’ndeki apartman sahiplerinin kendi kendilerine homurdanmaktan başka faaliyetleri olmadı.


Süleymaniye Camii restore edildi, lakin etrafındaki briketle yükseltilen kaçak yapılar hala duruyor. Haliç’in üstündeki muhteşem profil 50 yıldır bozulduğu gibi camiin temellerine yüklenen bu çirkin yüke daha ne kadar Sinan’ın eseri ve biz tahammül etmeliyiz? Haliç köprüsünden evvel tartışılacak konu bu olmalıdır.

Milliyet Pazar, Yazı: İlber Ortaylı, 29.08.2010

BİN YIL ÖNCEKİ DEPREMİN İZLERİ

 

 

Küçükçekmece’deki Bathonea antik kenti yine şaşırttı. Birbirine sarılmış üç insan iskeletinin, 1034-1041 yılları arasında büyük yıkıma neden olan 10 büyük depremden birinden kaldığı tahmin ediliyor.

 

Amerikan Arkeoloji Enstitüsü’nün yayınında, 2009’un dünyadaki en önemli keşifleri sıralamasında ilk 15 içinde yer alan Küçükçekmece’deki Bathonea antik kentinden yine tarih fışkırdı. Daha önce Roma imparatorluk yollarından “Via Egnetia” olduğu tahmin edilen geniş ve çok iyi döşenmiş bir Roma yoluna ulaşılan kazılarda bu kez de birbirine sarılmış 3 insan iskeleti bulundu. Arkeologlar, yıkık bir duvarın altında bulunan 3 iskeletin, 1034-1041 yılları arasında Bizans İmparatorluğu’nda büyük yıkıma neden olan 10 büyük depremden birinden kaldığını tahmin ediyor.


Kocaeli Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Tarih Öncesi Arkeoloji Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Şengül Aydıngün başkanlığında, İstanbul Üniversitesi Prehistorya Anabilim Dalı’ndan Dr. Emre Güldoğan’ın katılımıyla sürdürülen kazılarda, daha önce geniş ve çok iyi döşenmiş bir Roma yolu bulunmuş, arkeologlar yolun, Roma imparatorluk yollarından “Via Egnetia”, yani imparatorluğun önemli arterlerinden biri olduğu yönünde işaretlerin bulunduğunu söylemişlerdi.


Bölgede çalışan arkeologlar, son 35 gün içinde iki yeni ve önemli bulguya daha rastladı. Arkeologlar, antik Via Egnatia’nın antik limanlara bağlandığını, ızgara planını takip ederek yan yollarla yerleşime dağıldığını belirleyerek, yolların birleştiği bir meydanı ortaya çıkardı. 

2009’daki ilk kazılarda ortaya çıkartılan antik limanla bağlantılı yol üzerinde ortaya çıkan bir yapının ise Hellenistik mimari tekniği izleri taşıdığı belirlendi. Yapının sonradan kutsal alan olarak kullanıldığı ve Bizans döneminde bir depremle yıkıldığı anlaşıldı. Yapının duvarları altında üç kişilik bir iskelet grubu bulunurken, ölenlerin deprem sırasında birbirlerine sarılı olarak hayatlarını kaybettikleri tahmin ediliyor. 3 iskelet, çok yakınlarında bulunan tarihi bir sikke nedeniyle 11. yüzyılın başına tarihlendi.


Jeofizik mühendisi Prof.Dr. Oya Çakın, milattan sonra 11. yüzyılda 8 büyüklüğünde yaşanan bir dizi depremle İstanbul’un büyük yıkıma uğradığını belirtirken, yaklaşık bin yıl önceki doğa olayının izleri kazı alanında ortaya çıkartıldı. 1952’de çıkan “Türkiye Depremleri İzahlı Kataloğu”nda da 1034 ilkbaharından 1040’a kadar İstanbul’da 10 büyük deprem olduğu belirtilirken, şehrin büyük yıkımlara uğradığından bahsedilmişti.

 

Avcılar ve Küçükçekmece belediyelerinin desteğiyle sürdürülen çalışmalarda elde edilen eserler bununla sınırlı kalmadı. Milattan sonra 1-2 yüzyıl arası Roma dönemine tarihlenen kabartmalı ve yazıtlı mezar taşı, Hellenistik döneme ait iç kalıp tekniğinde yapılmış parfüm şişesi, MÖ 5. yüzyıldan itibaren Filistin’den Roma’ya uzanan ticareti gösteren amfora parçaları ile çok sayıda sikkesi de bölgenin tarihsel değerini kanıtladı.

Milliyet, Haber: Gökhan Karakaş, 29.08.2010

2400 YILLIK MEZARLAR SERGİLENECEK

 

 

Muğla’nın Milas İlçesi'nde 2004 yılında bir dershanenin temel kazısında bulunan 2 bin 400 yıllık 8 lahit, 5 yıl süren bekleyişinin ardından Anıtlar Kurulu kararıyla bulunduğu yerde sergilenmeye başladı.

 

İsmetpaşa Mahallesi’ndeki bir dershane binasının 2004 yılında gerçekleştirilen temel kazısı sırasında bulunan 8 lahit mezar, Milas Sıtkı Koçman Meslek Yüksekokulu bahçesindeki 5 yıllık beklemenin ardından bulunduğu alanda sergilenmeye başladı. Özel olarak yapılan proje sayesinde, meraklılar eserleri görebilecek.

 

2005 yılında alınan Muğla Anıtlar Kurulu kararıyla bakım ve konservasyonun yapılması planlanan 2 bin 400 yıllık mezarlar Milas Sıtkı Koçman Meslek Yüksekokulu’nda sergileniyordu. 5 yıl süren bekleyişin ardından Milas Müzesi yetkilileri lahitleri ilk bulundukları yere vinç yardımıyla yerleştirdi.

 

Çalışmalar hakkında bilgi veren Milas Arkeoloji Müzesi yetkilileri, mezarların müzede restorasyonunun yapıldığını belirterek, “MÖ 4. yy. yani Hellenistik döneme ait olduğu sanılan lahitler Milas Müzesi’nde yer olmadığı için Meslek Yüksek Okulu’na götürülmüştü. Restorasyon çalışmaları yapılmak üzere Mart ayı içerisinde müzeye taşındılar. Milas Müzesi’nde çalışan kazı restoratörleri tarafından yapılan çalışmanın ardından çıkarıldıkları yere tekrar konulması için çalışma başlatıldı. Yapılan çalışma neticesinde eserler bulundukları yerde sergilenmiş olacak. Bu çalışma Milas’ta bir ilk olacak. İlk kez bir eser bulunduğu yerde sergilenecek. Çalışmalar Muğla Bölge Kurulu Müdürlüğü’nün almış olduğu kararlar doğrultusunda yürütülüyor” dedi.

Muğla Kent Haber, 28.08.2010

AHLAT, ÇANAKKALE OLMA YOLUNDA...

 

 

"Ahlat ve çevresi, tarihi ve doğal zenginlikleriyle hem yurtiçi hem de yurtdışından tercih edilen bir merkez haline gelecek. Ahlat yapacağımız çalışmalarla dünya miras listesine girecek." Bu sözler, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Prof.Dr. Mustafa İsen'e ait. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün geçen yıl bölgeyi ziyaretinde himayesine aldığı Ahlat ve Malazgirt'te tarihi mirasın korunması için ilk somut adım atıldı. Cumhurbaşkanı'nın talimatı ile başlatılan çalışmalar 33 ayrı kuruluşun katkıları ile projelendirildi.

Prof. Mustafa İsen ve beraberindeki yaklaşık 50 kişilik heyet, Ahlat'ta incelemelerde bulunarak, yerel yöneticilerin de katıldığı toplantıda "Kuzey Van Gölü Selçuklu Eylem Planı"na son şeklini verdi. Plan Ahlat, Adilcevaz, Tatvan, Malazgirt ve Erciş ilçelerini kapsıyor. Önümüzdeki yıl başlayıp 2023'te tamamlanması öngörülen çalışmalarda Çankaya Köşkü, 'koordinatör rolü' üstleniyor.Prof. İsen, eylem planını bir kültür ve turizm destinasyonu olarak ele aldıklarını söyledi. Daha önce Gelibolu için böyle bir çalışma gerçekleştirdiklerini hatırlatan İsen aynı modeli bu bölgede de uygulayacaklarını belirtti ve "Önümüzdeki günlerde İran'dan ve Orta Asya'dan bu bölgeye turist akını başlayacak. Bölgenin buna hazırlıklı olması lazım. Buradaki önemli kültürel objeleri ön plana çıkarmak, bölgenin sahip olduğu doğal güzellikleri tanıtmak ve bunu bir pakete dönüştürmek gerekiyor. İki proje yürütüyoruz. Birincisi Divriği Ulu Camii, diğeri de bu proje. Ahlat dünya miras listesine aday. Bu yaptığımız çalışmalarla inşallah önümüzdeki yıllarda dünya miras listesinde göreceğiz." dedi.

Toplantıya; Van Valisi Münir Karaloğlu, Bitlis Valisi Nurettin Yılmaz, Kültür Bakanlığı Müsteşarı İsmet Yılmaz, Bitlis milletvekilleri Zeki Ergezen, Vahit Kiler, Cemal Taşar, Ulaştırma Bakanlığı Müsteşar Yardımcıları Suat Hayri Aka, Hamza Taşkeser DAKA Genel Sekreteri Emin Yaşar Demirci, Ahlat Kaymakamı Bilal Şentürk, Ahlat Belediye Başkanı Mümtaz Çoban, Adilcevaz Belediye Başkanı Adnan Göksoy ve çok sayıda üst düzey bürokrat katıldı.

Ahlat, Divriği Ulu Camii'nden sonra Cumhurbaşkanı Gül'ün himayesine aldığı ikinci yer. Peki neden Ahlat? Bu sorunun cevabını bulmak için önce Ahlat'ın tarihine bakmak gerekiyor. Ahlat, Anadolu'ya açılan ilk Türk kapısı. 13. ve 14. yüzyıllarda Belh ve Buhara şehirleri ile birlikte Kubbetü'l İslam sıfatını taşıyan bir şehir. Bu unvan ilim, kültür, din ve medeniyet alanında merkez kabul edilen şehirlere veriliyor. Osmanlıların Ata Şehri adını verdikleri Ahlat, tarihte "Selçuklu rönesansının yaşandığı yer" olarak da kabul ediliyor. Kaynaklara göre 11. yüzyılda nüfusu 300 bin. O dönem bütün dünyada bu nüfusa ulaşan şehir sayısı beşi geçmiyor. Bir kültür, sanat, ilim merkezi. Ortadoğu ile Orta Asya'yı buluşturan kavşakta olması nedeniyle de bir ticaret merkezi.Ahlat şimdi ise Bitlis'e bağlı küçük bir ilçe. 35 bin nüfusu var. İlçe Selçuklu ve Osmanlı döneminden bugüne ulaşan kümbet, cami, kale ve mezarlıklarla bir açık hava müzesi.

Ahlat'taki Selçuklu Mezarlığı tarihte birçok kez tahribata uğrasa da hala ayakta. 350 dönüm alanı kapsıyor. Mezarlıkta 8 binden fazla mezar taşı var. Bin yıl öncesine ait bu taşların her biri taş işçiliğinin nadide eserlerinden. Anıt değeri taşıyan taşların boyu 4 metreye ulaşabiliyor. Ahlat aynı zamanda yetiştirdiği sanatkarlarla da anılan bir şehir. Ahlatlı mimar ve sanatçılar Anadolu'nun imarına büyük katkı sağlamış. Divriği Ulu Camii ve Konya Alaaddin Cami minberi, Ahlatlı ustaların yaptığı en bilinen eserlerden.

 

En güzel kümbetler Ahlat'ta
Ahlat, kümbetleriyle de dikkat çeken bir belde. Dönemin büyükleri ve yöneticileri için yapılmış anıt mezar diyebileceğimiz kümbetler, mimarisi ve süslemeleri ile ilgi çeken yapılar. Ahlat'ta Selçuklu, İlhanlı, Karakoyunlu ve Akkoyunlu dönemlerine ait 15 kümbet bulunuyor. Bu kümbetler, alt kat mezar odası, üst dua ve ibadet odası olmak üzere genelde iki katlı. Selçuklu Mezarlığı'nın yanında yer alan Bayındır Kümbeti, Ahlat'ın simgesi kabul ediliyor. Bu kümbette, Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan'ın torunu Bayındar Bey yatıyor.

Ahlat sadece tarihiyle değil, doğal güzellikleriyle de cazibe merkezi olacak kapasiteye sahip. Dünyanın en büyük ikinci krater gölü olarak bilinen Nemrut Krater Gölü bu ilçenin sınırları içerisinde. Göl, ilçeye 25 kilometre mesafede. Nemrut Krater Dağı'nda irili ufaklı dört göl daha bulunuyor. Krater gölün yanında ılık göl yer alıyor. Nemrut Dağı, 2003 yılında tabiat alanı ilan edildi. Dağda nesli dünya ölçeğinde tehdit altında olan çok sayıda bitki ve kelebek türü yaşıyor. Nemrut Dağı'nın tepesinden hem Nemrut Krater Gölü'nü hem de Van Gölü'nü görebilmek mümkün. Yöre, kış sporları için de elverişli.

Kazıyı anne-babasından devraldı
Ahlat'taki kazıların başında Doç.Dr. Nakış Karamağaralı var. Nakış Hanım'ın çocukluğu, ilk gençliği hep Ahlat'ta geçmiş. Çünkü Selçuklu mezarlarında ilk kazı çalışmalarını başlatan kişiler anne ve babası. 1967-1992 yılları arasında Prof.Dr. Haluk Karamağaralı ve Prof.Dr. Beyhan Karamağaralı uzun yıllar bu alanda çalışmış. İki yıl önce annesini, geçen yıl da babasını kaybeden Nakış hoca kazıyı sürdürmeyi anne-babasına bir vefa, bir borç ödeme olarak da görüyor. Gazi Üniversitesi öğretim üyesi olan Nakış hoca, ilçe halkının da sevgisini kazanmış.

Mustafa İsen'in başkanlığındaki "Kuzey Van Gölü Selçuklu Eylem Planı" toplantısında katılımcılardan bölgenin tanıtımı için ilginç öneriler geldi. Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Refik Duran, Anadolu'nun kapılarını Türklere açan Malazgirt Savaşı'nın ve Sultan Alparslan'ın hayatının film yapılmasını önerdi. Duran, "Alparslan filmi çekilsin. Filmde Kevin Costner veya Russell Crowe gibi ünlü aktörler oynasın." dedi.

Zaman Pazar, Haber: Murat Tokay, 29.08.2010

TARLABAŞI'NA İLK KAZMA VURULDU AMA YATIRIMCI HALA ORTADA YOK

 

 

"Koç, Sabancı Grupları parsel parsel Tarlabaşı'ndan yer topluyor", "Ulusoy, Çalık, Polat... Tüm büyüklerin gözü orada." 4 yıldır bu tür söylentilerle şehir efsanesine dönüşen Tarlabaşı Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamında perşembe günü yıkım başladı. Mahalle sakinleri arasında gergin bir bekleyişin hüküm sürdüğü bölgede, projenin birinci etabı kapsamında 278 tarihi bina ya yıkılacak ya da rehabilite edilecek. Toplam 1 milyar euro maliyeti olacağı tahmin edilen projenin ilk ayağı için yapılan ihaleyi Çalık Holding kazanmıştı.

İhalenin ardından dev bir kentsel dönüşüm projesiyle yeniden inşası planlanan bölgenin ‘yatırımcıların cazibe merkezi' olduğu, bir çok grubun ada satın almak için sokak sokak gezdiği konuşuldu. Ancak bugün bölgenin nabzını yakından tutan isimler, spekülatif bir ilginin fiyatları uçurduğunu, güvenlik, vakıf arazileri gibi sorunlar çözülmeden yatırımcıların oraya adım bile atmayacağını söylüyor.
 
İsmini açıklamak istemeyen bir yetkili, "Bölge ile ciddi anlamda ilgilen kimse yok. Söylentilere bakarsanız bölgenin yarısını Koç, yarısını Sabancı Grubu, geri kalan ufak parçalarını da Çalık ile Polat Grubu paylaştı. Ama bunlar arasında Çalık dışında hiç biri spekülasyondan öteye gitmedi. Güvenlik endişesi, mülkiyet problemleri, hem vakıflara hem de azınlık vakıflarına ait yerler yatırımcıyı engelledi. Devlet oradaki sorunları çözmeden kimse buraya yatırım yapmaz" diyor.

Büyük tartışmalara neden olan Tarlabaşı projesinin hikayesi aslında 4 yıl öncesine dayanıyor. 5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması hakkında çıkartılan yasa sonrası, Beyoğlu Belediyesi Tarlabaşı'nda belirlenen 4 ada için Bakanlar Kurulu'na acele kamulaştırma kararı alınması yönünde talepte bulundu. 6 Temmuz 2006' da kamulaştırma yürürlüğe girdi, ardından Beyoğlu Belediyesi 16 Mart 2007'de ihale yaparak projenin ilk etabını 100 milyon dolara Çalık Holding'e bağlı GAP İnşaat'a verdi. Sonrası ise Anıtlar Kurumu'ndan beklenen onay için uzun bir bekleme süreciydi. Bu süreçte bölgede yaşayanlar, dönüşüm projesini 209 tarihi tescilli yapının yıkılmaması, mülklerinin ‘yok pahasına' ellerinden alınmaması ve projedeki ‘hukuk dışılık' ve ‘adaletsizlik' olarak öne çıkarttı. Ancak beklenen onay geçen günlerde çıktı ve ilk kazma Keresteci Recep Sokak'tan girilen Salla Sokak'a vuruldu.
 
İşte bu bekleyiş sürecinde birden fazla grubun bölgeyle ilgilendiği, İstanbul'un kalbi olacak bölgenin büyük bir cazibe merkezine dönüşmesinin an meselesi olduğu gündemdeydi. Ancak emlak piyasası spekülatif bir balon yaratıldığını, bölgedeki problemler çözülmeden hiç bir yatırımcının elini taşın altına koymak istemeyeceğini söylüyor. İsmini vermek istemeyen bir yetkili, şöyle konuşuyor: "Bölge ile ciddi anlamda ilgilenen kimse yok. Söylentilere bakarsanız bölgenin yarısını Koç Grubu, yarısını Sabancı Grubu, geri kalan ufak parçalarını da Çalık ile Polat Grubu'nun paylaşıldığı söyleniyordu. Ama bunların hiç biri spekülasyondan ötürü gitmedi. Gitmediği gibi fiyatları uçurdu. Ancak güvenlik endişesi, mülkiyet problemleri, hem vakıflara hem azınlık vakıflarına ait yerler, bu tarz sorunlar oraya yatırımcının potansiyel gözüyle bakmasını engelledi. Çalık Grubu bile işlerini Beyoğlu Belediyesi ile götürmesine rağmen sayısız zorlukla karşılaştı. Hayallerinde Holywood dekoru gibi ön cepheyi sabit tutup arkada sınırsız bir inşaat yapmak vardı ama Anıtlar Kurulu her parseli kendi içinde değerlendiriyor. Topu topu üzerinde konuşulan 270 parsel. 5 bin küsur parsel var bölgede."

Çalık Grubu'nun iyi bir bir iş çıkartırsa diğer yatırımcıların da inancının artacağını belirten yetkili, "Şu anda oraya insan soktuğunuz zaman değişim olacağına kanaat getiremiyor. Orada hala insanların parasını almak için kulaklarını kesen çeteler var" diyor. Ancak yine de bölgede farklı hareketlenmeler olduğunu kaydeden yetkili, bölgede yaşayanların bölgenin içinde kendi gayrimenkul projelerini yapmaya başladıklarını, Kayserili bir işadamının 30 küsur binayı alıp renove ettiğini anlatıyor.


Beyoğlu Emlak Halim Şahin de, bölgenin problemli yapısına dikkat çekiyor. "Eskiden ilgi vardı, şu anda iyi yerler satıldı. Eldeki küçük yerler kaldı. Artı vakıflara, azınlıklara, işgalcilere ait bir çok bina var" diyen Şahin, kimsenin bunlarla uğraşmak istemediğini anlatıyor. Ciddi bir rant oluştuğunu vurgulayan Şahin, "20 bin TL olan binalar, 300-400 bin TL oldu. Benim tanıdığım iyi yatırımcıların çoğu çıktı" diye konuşuyor. Şahin, Ulusoyların da bir dönem aldıkları parselleri satıp Balat'a yöneldiklerini belirterek, şöyle devam ediyor: "Devlet devletliğini yapmadan özel sektör oraya girmez. Devlet yasal zeminin oluşturacak ki özel sektör üzerine işlesin. Oranın güvenlik problemi ile nasıl baş etsin özel sektör? Yatırımcı adam oraya girdiği zaman 30 binadan onlarca yüzlerce alacak ki oraya girdiğine değsin."

Aktif Gayrimenkul'dan Semih Akgün ise, bahsedilen yatırımcı ilgisinin abartıldığını belirterek, "Burası çok sorunlu bir bölge. Son 6-7 yılda bu söylentiler yüzünden 20 bin TL yerler 250 bin TL oldu. Özel durum tetikledi ama beklenen sorunlar çözülmeden bu ilgi hiç bir şeye dönüşmez. Suç oranı çok yüksek, güvenlik problem yaratıyor. Yatırımcıların gözünde cazibesini yitiriyor. Bazı yerlerde bu bölgede eskiden geri kalan insanlar kendi gayrimenkullerini değerlendiriyor" diyor. 
 
Tarlabaşı Bulvarı, Beyoğlu'nu ikiye ayırıyor. Bölgeye girdiğinizde kendinizi iki ayrı ülkede gibi hissediyorsunuz. Tarlabaşı'nda yıkımın başladığı sokaklarda ise sessiz bir bekleyiş var. İki binanın arasında yıkılıp giden bina adeta çürük bir diş gibi sökülüp alınmış, ancak yıkımı yapanlar dişçi hassasiyetine sahip değil. Binaların yıkımı yan binalarda oturanlar için endişe kaynağı. Belediyenin mahkemelik olduğu binalardan birinin sahibi Raşit Aydoğdu... "Binamda 4 tane kiracım, aylık 2 bin 500 TL kira potansiyelim var. Devletin bana önerdiği 150 bin TL. Ben de kabul etmedim, mahkemeliğiz" diyor. Bunun bir rant projesi olduğunu kaydeden Aydoğdu, "Biz buraların yenilenmesine karşı değiliz ama binamın senelik 20 bin TL geliri var. Yeni yapacağı yerden 60 metrekare yer vermeyi teklif ediyor. Beni memnun etmeden neden burayı vereyim? Burada 30 kişiye isthidam sağlanıyor. Bunları kimse düşünmüyor" şeklinde konuşuyor.

Gerçekten de binanın her katında atölyeler var. En üst katta bulunan Potin Kundura'nın sahibi Necmi Güneş, dans ayakkabıları ustası. Arjantin'den Yunanistan'a dünyanın dört bir yanına dans ayakkabısı ihraç ettiğini, 15 yıldır burada kiracı olduğunu anlatan Güneş, "Buradan çıkmak istemiyorum... Burası bir tarih ve biz burada işe başladık. İstesek çoktan giderdik ama burasının nostaljisi bambaşka" diyor. Bölge esnafından Burhanettin Barçın ise, "Bölgede 4-5 kilise var ve insanlar buralara gelemiyor. Yaptıkları şey doğru, müşteri korkusundan buraya gelemiyor. Ama buranın kültürünün değişmesi gerekiyor. Bunun rant projesine dönüşmeden yapılmasını çok isterdik" değerlendirmesinde bulunuyor.

Referans, Haber: Sevda Yüzbaşıoğlu, 28.08.2010

TARİH SPONSORA BIRAKILIR MI?

 

Tarihi-kültürel varlıkların bir ülke için ne kadar önemli olduğu başta siyasetçiler olmak üzere her kes tarafından sık sık dile getirilir. Ders kitapları da bu tür sözlerle doludur ancak iş icraata gelince bu eserleri korumak bir yana yok olması için herkes elinden geleni yapmaktan çekinmez.


Son yıllarda başta Hasankeyf ve Allianoi olmak üzere bir çok değer, AKP Hükümetinin politikaları yüzünden sular altına gömülüyor. Karabük’ün Eskipazar İlçesi'nde bulunan Hadrianapolis antik kentinin yüz yüze olduğu sorunlar ise, ülkeyi yönetenlerin, belki de bir toprak parçasının vatan olarak nitelendirilmesine neden olan değerlere verdiği önemi bir kez daha gösteriyor.


Budaklar Köyü Hacı Ahmetler Mahallesi’ndeki Hadrianapolis antik yerleşim yerinde 2004 yılında kurtarma kazısı başladı. Doç.Dr. Ergün Laflı tarafından yapılan kazı çalışmalarında bir kilise, 2 hamam ve 1 Roma villası bulundu.


Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Vedat Keleş, Hadrianapolis antik kentinin kültür turizmi için önemli potansiyeli olduğunu, bulunan bu mozaiklerin ilk olması nedeniyle önem arz ettiğini söyledi.


Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Vedat Keleş, kurtarma kazısı sırasında MS 5-6. yüzyıl erken Bizans dönemine ait kilise zemininde 4 kutsal nehrin mozaik yazı ile isimlerine rastlandığını ifade etti. Dr. Keleş, bu nehirlerin isminin ‘Geon’, ‘Phison’, ‘Tigris’ ve ‘Euphrates’ olduğunu belirtti. Keleş bunların, antik çağdaki Hıristiyanlık inancına göre Cennet’te bulunduğuna inanılan 4 kutsal nehrin isimleri olduğunu ifade etti.

Amaçlarının, var olanı korumak olduğunu belirten Keleş, “Yapılan kazılarda Kilise B, Haman A ve B, bir de Roma Villası bulunduğunu, bunların büyük çoğunlukla ortaya çıkarıldığını kaydetti. Bir de 1.5-2 kilometre batı Kilise A yapısı bulunduğunu vurgulayan Keleş, “Tabi burada önemli olan bu kiliselerin tabanında bulunan mozaikler. Bu mozaikler, Anadolu’da örneklerine az rastlanan mozaiklerdir. Daha önceden yapılan restorasyon ve konservasyon tam anlamı ile başarılı olamamıştır” diye konuştu.

Kazı Başkanı Keleş, bu kültür varlığını herkesin koruması, gelecek kuşaklara aktarması gerektiğini ifade etti. Bir antik kentin korunması, gelecek kuşaklara aktarılması konusunda ciddi bir finans gerektiğine işaret eden Dr. Keleş, “Ortaya çıkartılan, kazısı bitmiş veya kısmen bitmiş bu yapılarda bulunan mozaiklerin korunması, restore ve konservasyon edilmesi, çevre düzenlemesi yapılması için finansmana ihtiyacımız var. Bilim adamları olarak bizim yapacağımız çok şey yok. Burada ciddi bir çalışma yapılması için iyi bir altyapının olması gerekiyor, işte bir kazı evinin olması gerekiyor. Bir de iyi bir sponsor lazım. Bu çalışmalar için ciddi bir sponsorun olması gerekiyor. Buradan da tüm büyüklerimize söylüyorum” dedi.

Bu antik kentin kurtarıldığı noktada iyi bir turizm potansiyeli olduğunu belirten Keleş, eğer ciddi bir sponsor bulunabilirse hem bilimsel çalışma adına hem ülke turizmi için iyi bir yer kazanılmış olacağını belirtti. Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Vedat Keleş, şöyle devam etti:
“Burada bulunan mozaikleri görmek için dünyanın dört bir yanından inanç turizmi için akın akın insanlar buraya gelecek, Safranbolu ile birlikte burası kültür turizminin en önemli yerlerinden biri olacak ve bölge halkına ekonomik bakımdan da büyük destek olacak. Bizim tek derdimiz, buranın kurtarılıp gelecek kuşaklara aktarılması. Biz bu sene hiçbir kazı çalışması yapmayacağız. Bir de jeofizik çalışması yapacaktık ama ödenek olmadığı için yapamıyoruz. Burası ciddi bir turizm potansiyeli olan antik kent, buranın korunması, gelecek nesil ve turizme kazandırılması için herkesin el atması gerekiyor.”

Evrensel, 28.08.2010

GÜNAY FENA FIRÇALADI

 

Konya’nın Beyşehir İlçesi'ndeki Eflatunpınar Anıtı’nın bakımsız olduğunu gören Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, yetkililere tepki gösterdi. Yetkililere bakımsızlığın nedenini soran Bakan Günay, “Yazık, günah çok güzel anıtmış” dedi ve şöyle devam etti: “Ben olsam Bakan gelecek diye bir çevre düzenlemesi yapardım. Buranın temizliği için bakanlık desteğine ihtiyaç yok. Her şeyi bakanlıktan beklemeyin. Gördüğüm manzaradan çok üzüldüm. Şimdi arkadaşlarımla il müdürüm ve kaymakam beyle konuştuk. En kısa zamanda ben buraya maddi kaynak göndereceğim. Bununla ilgili koruma planları, çevre düzenleme planları ve ne gerekiyorsa uygulamaya çalışacağım”

Vatan, 28.08.2010

TARİHİ SURLAR GÜN YÜZÜNE ÇIKACAK

 

Bursa Valisi Bursa'da, tarihi mirası koruma ve ayağa kaldırma projelerinden biri olan Bursa surlarının ortaya çıkarılması çalışmalarına Yokuş Caddesi'nde kamulaştırılan binaların yıkımıyla devam ediliyor.

 

Bursa surlarının Yerkapı bölümünün devamı olan merkez Osmangazi İlçesi Yokuş Caddesi'ndeki surların önünü kapatan 3 dükkan ile 4 bina kamulaştırılarak yıkıldı. Tarihi gün yüzüne çıkarma hedefi doğrultusunda gerçekleştirilen yıkım çalışmalarını yerinde inceleyen Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, 2300 yıllık surların sırayla ortaya çıktığını söyledi. Saltanatkapı, Yerkapı, Fetihkapı, Zindankapı ve Kaplıcakapı'nın yer aldığı surların, Yokuş Caddesi'ndeki bölümünün yapılan kamulaştırma çalışmalarıyla gün ışığına çıkacağını söyledi.

 

Yapılan kamulaştırma ve yıkım çalışmalarıyla Bursa'nın tarihi değerlerinin gözler önüne serildiğine dikkati çeken Başkan Altepe şu bilgileri verdi: "Bu değerler sayesinde Bursa yaşayan müze kent kimliğine kavuşuyor. Bir taraftan tarihi ve kültürel değerler koruma altına alınırken, diğer taraftan da kentin ülke turizmindeki yeri ve önemi de artıyor." Altepe, Yokuş Caddesi'nde kamulaştırma ve yıkımların ardından surların restorasyonu ve rekonstrüksiyonu ile ilgili çalışmaların başlatılacağını belirtti. Surların restorasyonuyla birlikte Üftade Camii'nin yamaçlarının da düzenlenen Bursa'ya yakışır hale getirileceğini ifade eden Altepe, ayrıca Tahtakale'den başlayarak surların bulunduğu güzergahtaki yapıların tarihi dokuya uygun hale getirilmesi için cephe sağlıklaştırma çalışması yapılacağını kaydetti. Başkan Altepe, projenin ilerleyen zamanlarında Tahtakale'den başlayarak Yokuş Caddesi'ni takip eden güzergahın uygun bir trafik çözümü bulunması halinde yayalaştırılmasının planlandığını da sözlerine ekledi.

Zaman, 28.08.2010

AKDAMAR VE SÜMELA'YA ZİYARETÇİ AKINI

 

Türkiye'nin Akdamar Kilisesi ve Sümela Manastırı'nı yılın belirli bir günü için ayine açacağını duyurmasının ardından her iki mekana gelen turist sayısı önemli ölçüde arttı.

 

Sümela'ya gelen ziyaretçi oranında yüzde 100'ün üstünde artış yaşanırken, Akdamar da 2009'da 12 ayda yakaladığı turist sayısını 2010'un ilk 7 ayında yakaladı. Kültür ve Turizm Bakanlığı verilerine göre; 2009'un ilk 7 ayında Sümela, 141 bin 726 misafiri ağırladı. Bu rakam 2010'un ilk 7 ayında büyük bir artışla 256 bin 55 olarak gerçekleşti. Akdamar'ı da 2009'da toplamda 20 bin 407 ziyaretçi gezdi. Bu senenin ilk 7 ayında Akdamar'ın turist sayısı 17 bin 349 oldu.

 

Sümela Manastırı'ndaki ilk ayin 15 Ağustos'ta yapıldı. Ayine 3 binden fazla kişi katıldı. Van'daki Akdamar Kilisesi'ndeki dini tören ise 19 Eylül'de gerçekleştirilecek. Bakanlık kaynaklarına göre, şu ana kadar 4 bin kişi Van'daki ayine katılmak için müracaatta bulundu.

Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 28.08.2010

ÇAĞDAŞ YUNAN SANATI AYAĞIMIZA GELDİ

 

İstanbul'dan ilham alan ve İstanbul hakkındaki çalışmalara yer veren sergilere bir yenisi daha eklendi hem de Yunanistan'dan. 'İstanbul'un İzini Sürmek' başlıklı sergi, 102 çağdaş Yunan sanatçının ağırlıklı olarak tuval resimlerinden, video, enstalasyon ve fotoğraflarından oluşuyor. İki parça halinde görülebilecek serginin bir kısmı İstiklal Caddesi üzerinde bulunan Yunan Konsolosluğu Binası'nda, diğeriyse Heybeliada Ruhban Okulu'nda sergilenecek. Tümü İstanbul hakkında olan eserlerin büyük çoğunluğu da bu sergi için özel olarak üretilmiş. Serginin küratörlüğünü üstlenen Iris Kritikou, serginin Türkiye'yle Yunanistan arasındaki bağları kuvvetlendireceğini ve çağdaş Yunan sanatının Türkiye'de görünür olmasını sağlayacağını söylüyor: "'İstanbul'un İzini Sürmek' sergisiyle amacımız, İstanbul'un bizim tarafımızdan görülen yüzünü göstermek ve bu şekilde iki ülke arasındaki ilişkiye sanatçılar arasında kurulacak yeni dostlukları eklemek. Bu sergi çağdaş Yunan sanatını takip etmek isteyenlere bir sözlük de sunuyor, serginin içinde çok farklı yüzleri görülüyor İstanbul'un. Örneğin, Ayasofya'yı, sanatçıların hepsi mutlaka çok seviyor, hem orayı hem de orayı resmetmeyi... Bu yüzden Ayasofya ve çevresindeki turistik yerlerin resimleri sergide büyük yer alıyor ancak genç sanatçılardan gelenler oldukça farklı. Onlar şehrin kargaşasını, kalabalığı ve gürültüyü de resimlerinde yansıtmaya çalışıyor. Eserler arasında ses enstalasyonları da bulunuyor."

Serginin çıkış noktası İstanbul hakkında çekilen aynı adlı belgesel, İstanbul'un İzini Sürmek olmuş. İstanbul'un tarihi hakkındaki bu belgeselin çekimleri sırasında, belgeselin prodüktörlüğünü üstlenen Anastasia Manou, bu tarihi yerlerde bir sergi hazırlamaya karar vermiş. Ardından küratör Kritikou'yla iletişim kurmuş. Yunan Konsolosluğu'nun da desteğiyle düzenlenen sergi için Kritikou, davet ettiği tüm sanatçılardan olumlu tepki almış. Hatta başladığı sırada 60 kişi olan sanatçı sayısı yoğun talep üzerine 102'ye çıkmış. "İstanbul'la ilgili çalışmaları olduğunu bildiğim geniş bir sanatçı topluluğuna davet gönderdim. Bu şehirle bizim aramızda asla kopmayacak bağlar var. Sanatçılar buraya geldiklerinde, ilk gelişleri dahi olsa, mutlaka İstanbul'la bir bağ kuruyorlar," diyor ve ekliyor, "Sanatçılar arasında dünya çapında tanınmış isimler de var, hepsi Yunanistan'da yaşamıyor. New York'ta yaşayanlar, Londra'da yaşayanlar var. Bunun yanı sıra Yunanistan'ın önemli güzel sanatlar akademilerinden profesörler de var. Yine de çoğunluğu 30'lu yaşlarını süren genç sanatçılar oluşturuyor." Kritikou'ya göre sergi İstanbul hakkında söylenebilecekler için sadece bir başlangıç: "İstanbul budur' demiyoruz. Bitmiş bir hikaye değil, geçişleri anlatıyoruz. Bunlar geçiş yollarında tutulan notlar gibi. Bu sergini bir ikincisinin de Türk sanatçılarla olmasını istiyoruz," diyor. Sergide yer alan çalışmaları incelemek isteyenler www.tracingistanbul.com adresini ziyaret edebilir. Yunan Konsolosluğu binasındaki seçkinin açılışı bu akşam, Heybeliada Ruhban Okulu'ndaki seçkinin açılışı ise yarın akşam gerçekleşecek. 23 Eylül'e kadar sürecek sergi, saat 10.00'la 20.00 arası görülebilir. Serginin Heybeliada'da bulunan kısmındaki eserlerin bazıları Adalar Müzesi'nde bağışlanacak. Sergi İstanbul ziyaretinin ardından ekim ayı boyunca da Atina Belediyesi binasında görülebilecek.

Serginin küratörü Iris Kritikou'ya göre Yunanistan ve Türkiye arasındaki benzerlikler bilinenden çok daha fazla: "İki ülkenin tarihlerinin ortak olduğunu, büyük bir kültür mirasını paylaştıklarını biliyoruz. Ama bence bugünleri de birbirine benziyor. İşte biz de bu benzerlikleri çağdaş sanat üzerinden göstermeye çalışıyoruz. Buradaki eserlerle Türk sanatçıların çalışmaları arasında ortak temalar bulunacağına eminim. Bunları İstanbul üzerinden paylaşmaksa daha keyifli."

'İstanbul'un İzini Sürmek' sergisinin Heybeliada Ruhban Okulu'ndaki açılışında prodüktörlüğünü Anastasia Manou'nun, yönetmenliğini Katerina Karagiannis'in yaptığı İstanbul'un İzini Sürmek belgeseli de gösterilecek. Topkapı Sarayı Müdürü İlber Ortaylı ve Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi Direktörü Nazan Ölçer'in de yer aldığı belgesel, İstanbul'un tarihini Yunan yapıları üzerinden aktarıyor.

Sabah Cumartesi, Haber: Fisun Yalçınkaya, 28.08.2010

 

******


HEYBELİADA RUHBAN OKULU'NDA TARİHİ SERGİ

 



Eğitime açılması yıllardır tartışılan Heybeliada Ruhban Okulu’nun kapıları 30 yıl aradan sonra ilk kez bir sergi için açıldı. 101 Yunanlı sanatçının eserlerinden oluşan “İstanbul’un İzini Sürmek” adlı serginin açılışını Fener Rum Patriği Bartholomeos yaptı.


İstanbul’un sadece bu yıl için değil, tarihi ve kültürel değerleriyle her zaman kültür başkenti olduğunu dile getiren Bartholomeos, “Ruhban okulumuzun tekrar açılmasını temenni ediyoruz. Bunu hükümetimizden en kısa zamanda bekliyoruz” dedi. 

Açılışa katılan Yunanistan Kültür Bakanı Pavlos Yerulanos ise tarihi olarak nitelendirilen anların var olduğuna dikkati çekerek, en iyi ve umut verici anların da bir şeylerin iyiye doğru gittiği hissini veren anlar olduğunu söyledi. Yerulanos, serginin Heybeliada Ruhban Okulu’nda gerçekleştirilmesinin önemine işaret ederek, “Eğer serginin mekanı geçmişte gerginlik nedeni olmasaydı bugün bu rutin bir sergi olacaktı. Geçmişte Ortodoksluğun bir çok önderini yetiştiren bu okulun tekrar faaliyete geçirilmesini diliyoruz” dedi. Heybeliada Ruhban Okulu, Yunanistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu ile Atina Belediyesi “Technopolis” kültür kuruluşunun ev sahipliğinde gerçekleştirilen “İstanbul’un İzini Sürmek” isimli sergi White Fox şirketince organize edildi. 

Küratörlüğünü sanat tarihçisi İris Kritikou yaptığı, UNESCO’nun himayesinde gerçekleştirilen sergide, 101 Yunanlı sanatçının, çoğunluğu özel olarak hazırlanan resim, heykel, fotoğraf ve video yoluyla 101 görsel anlatıdan oluşan eserleri yer alıyor.


“İstanbul’un “İzini Sürmek” adlı belgesel de ilk kez tüm sergi boyunca Heybeliada’da gösterilecek. Belgesel, Yunanca, Türkçe, İngilizce, Rusça ve ayrıca engellilere  yönelik olarak hazırlandı. 23 Eylül tarihine kadar gezilebilecek olan sergi Ekim ayında da Atina’da açılacak.

Milliyet, 30.09.2010

LAGİNA'DA KUTSAL PINARDA NAMAZGAH

 

 

Muğla'nın Yatağan İlçesi'ne bağlı Turgut Beldesi'nde kazı çalışmalarına devam edilen Lagina antik kenti girişindeki su kaynağı olarak tespit edilen kutsal pınar, Menteşe Beyliği dönemine ait namazgah bulundu. Antik kentin içinde agora adı verilen işyerleri de gün yüzüne çıkartıldı.

 

Prof.Dr. Ahmet Tırpan başkanlığındaki kazı ekibi çalışmalar sırasında antik havuza su sağlayan kutsal pınara ulaştı. Kutsal pınar çevresinde araştırma yapan kazı ekibi ayrıca Menteşe Beyliği döneminde Müslümanların kutsal pınarda abdest alıp, namaz kıldıkları namazgah adı verilen bir kaya parçasını da buldu. Prof.Dr. Tırpan, bölgede 1300'lü yıllarda yaşayan Menteşe Beyliği halkının pınarların başında namazgahlar hazırladıklarını belirterek, “Antik kent girişinde bulunan 3 bin yıllık havuzun su kaynağını tespit için çalışma yaparken pınarı ortaya çıkarttık. Daha sonra üst kısımda yönü tam kıbleye doğru yerleştirilmiş seccade görevi gören bir namazgah tespit ettik” diye konuştu.


Öte yandan, Lagina antik kentinin kuzey kapısı kısmında devam eden kazılarda antik döneme ait agora adı verilen işyerleri ortaya çıkartıldı.

Hürriyet Ege, Haber: Cavit Yıldırım, 28.08.2010

AKDAMAR AKŞAMLARI DA GÜNEŞLE AYDINLANACAK




Güneş enerjisi üretecek paneller 250 metrekarelik bir alan kaplıyor. İstasyon görüntü kirliliği oluşturmayacak şekilde Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu'nun belirlediği alana kuruldu.



Akdamar adasında uygulanan bir projeyle tarihi eserler akşamları güneş ışığıyla aydınlanacak. Doğu Anadolu Kalkınma Ajansı (DAKA) tarafından hazırlanan ‘Akdamar Adası Solar PV’ projesi ile Van Gölü’ndeki Akdamar Adası’nın ışıklandırılması yapıldı.
Dört ay süren hazırlık aşamasının ardından adaya güneş enerjisi istasyonu kuruldu. Proje Koordinatörü Sinan Sarıkaya bu akşam adayı aydınlatacak proje hakkında şunları söyledi: “Akdamar Adası’na, yıllık 25 bin kilowat saat enerji üreten ve kullanım ömrü yaklaşık 25 yıl olan güneş enerjisi PV istasyonu kuruldu. Yaz döneminde adadaki elektrik ihtiyacının 2 katını, kışın ise kendi ihtiyacını karşılayacak olan istasyon, 150 bin TL’ye mal oldu. Bu sistemle sadece anıt müzenin değil, tüm adanın yaz-kış ışıklandırılması sağlanacak.”

Radikal, Fotoğraf: Osman Bekleyen / DHA, 28.08.2010

 

******


PLASTİK SANDALYE YAKIŞMADI

 



Akdamar Kilisesi'nin muhteşem ışıklandırmasındaki detay aynı Beylerbeyi Sarayı'ndaki manzara gibi düşündürdü...

Doğu Anadolu Kalkınma Ajansı (DAKA) tarafından finanse edilen "Akdamar Adası Solar PV" projesi ile Van Gölü'ndeki Akdamar Kilisesi ışıklandırıldı.
 

25 yıllık ömrü olan güneş enerjisi sistemiyle adanın 24 saatlik enerji ihtiyacı üretilecek. Aynı zamanda kurulan güneş enerjisi sistemi içindeki akü kapasitesi ile adanın yaklaşık 3 günlük enerji ihtiyacını karşılayabiliyor. Daha önce adanın enerji ihtiyacı jeneratörler aracılığı ile sağlanıyor ve bu devlete yıllık 50 bin TL'ye mal oluyordu. Yeni sistemin devreye girmesiyle devlet yıllık 50 bin TL maliyetten kurtarıldı.

 

Adada kurulan sistemle ilgili bilgi veren DAKA Genel Sekreteri Emin Yaşar Demirci, "Yıllık 50 bin TL masrafı olan eski sistem, adayı ve kiliseyi yeteri kadar aydınlatamıyordu. Kurduğumuz Solar PV sistemi 180 bin TL'ye mal oldu. Ancak 25 yıl boyunca sorunsuz ve sıfır maliyetle çalışacak. Yıllık 25 bin kilowatt/saat elektrik üretecek. Depolama sistemleri sayesinde paneller hiç güneş görmese bile ada 3 gün boyunca aydınlatılabilecek" diye konuştu.

 

Törende konuşan Vali Münir Karaloğlu, Van Valisi Münir Karaloğlu, Akdamar Kilisesi'nde 19 Eylül'de 100 yıl sonra ilk kez bir ayin icra edileceğini ifade ederek, "Ayinin yapılması ile din ve vicdan özgürlüğü konusunda önemli bir adım atmış olacağız." dedi.

 

Van'ın gerek jeopolitik konumu, sosyal ve kültürel değerleri, gerekse tarihi mekanları ile zengin değerlere sahip bir kent olduğuna dikkati çeken Vali Karaloğlu, Van'ın, hem Türkiye'nin, hem de bölgenin en önemli merkezlerinden birisi olduğunu ifade etti. Karaloğlu, kentteki birçok tarihi yapıda restorasyon çalışması yapıldığını vurgulayarak, çalışmaların tamamlanmasıyla gelecek yıllarda kentin en önemli sektörlerinden birinin turizm sektörü olacağına inandığını dile getirdi.

 

Daha önce Beylerbeyi Sarayı'nın bahçesinde simit-çay satan büfede yer alan masa ve sandalyelerin plastik olması dikkatleri çekmişti. Aydınlatılan Akdamar Adası'nda kilisenin önüne konulan sandalyelerin de plastik olması dikkat çekti. Bu görüntü davetlileri, "Ayinde de aynı manzara mı yaşanacak?" şeklinde düşündürdü.

Habertürk, 31.08.2010

GÜNAY: BİR TARİH VAR ÜZERİNDEKİ DE SİMGESİ

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Altındağ Belediyesinin, restorasyonu devam eden Ulucanlar Cezaevi'nde Altınpark Mahallesi sakinlerine verdiği iftar yemeğine katıldı.

Günay, burada yaptığı konuşmada, Ankara'nın tarihi geçmişine dikkati çekerek, Hamamönü ve Ulucanlar'da yapılan çalışmaların özgün Ankara mimarisiyle tanışılmasını sağladığını söyledi.

Altındağ Belediye Başkanı Veysel Tiryaki'nin Ankara'nın çehresini değiştirdiğini ifade eden Günay, 5-6 yıl öncesine kadar çöküntü olan alanların herkesin gitmekten keyif aldığı mekanlar haline dönüştüğünü dile getirdi.

Belediye Başkanı Tiryaki de her akşam farklı bir mahallenin sakinleriyle Ulucanlar'daki iftar sofrasını paylaştıklarını söyledi. Cezaevinin yakın zamana kadar kadınlar koğuşu olarak kullanıldığını hatırlatan Tiryaki, bugün tüm Türkiye'ye hizmet verecek kültür ve sanat merkezi haline getirildiğini anlattı. Başkan Tiryaki, tarihi Ankara yenilendiğinde 200-300 bin olan turist sayısının milyonları aşacağına olan inancını dile getirdi.

Bakan Ertuğrul Günay, basın mensuplarına Ankara Kalesi'nin üzerindeki Türk bayrağını göstererek, Ankara'nın simgesi olacak en güzel görüntünün bu olduğunu söyledi. “Başka bir simge aramaya gerek yok” diyen Günay, “Türkiye var oldukça bu simge özelliğini ve güzelliğini koruyacaktır. Ankara'nın simgesi olarak bence bu kullanılmalı. Bir tarih var ve üzerinde bağımsızlığın simgesi bayrak var. Bence bu...” değerlendirmesinde bulundu.

Bu arada; Bakan Ertuğrul Günay, iftardan ayrılırken gazetecilerin sorularını yanıtladı. Günay, tarihi Ankara'da dolaşmanın kendisine büyük bir keyif verdiğini ifade ederek, “İtiraf etmek gerekirse Ankara tatsız tuzsuz bir şehirdi. Son yıllarda tarihiyle buluşmaya başladı. Nostaljiyi ve geçmiş dönemi yeniden hissetmeye başladık. Bu büyük bir sevinç vesilesi” dedi.

Hürriyet Ankara, 28.08.2010

AKSARAY'IN SİMGESİ OLACAK

 

 

Aksaray Belediyesi tarafından inşaatına başlanan Somuncu Baba Külliyesi Projesi hakkında bilgi veren Belediye Başkanı Nevzat Palta, “Nasıl Mevlana Konya'nın simgesi ise, yapılan külliye ile birlikte Somuncu Baba da Aksaray'ın simgesi haline dönüşecek” dedi.

 

Aksaray Belediyesi tarafından yaklaşık 2.3 milyon liraya ihale edilen Somuncu Baba Külliyesi'nde inşaat çalışmaları hızla devam ediyor. Ervah Kabristanlığı içinde bulunan Somuncu Baba Türbesi yanında yapılacak projenin cami kısmı hariç 2011 sonunda tamamlanacağını açıklayan Belediye Başkanı Nevzat Palta, “Uzun zamandır proje konusunda çalışmalar yapıyoruz. Özellikle Anıtlar Kurulu'ndan izinleri alabilmemiz çok zaman aldı. Kurul, projenin kültür merkezi gibi bazı bölümlerini kesti ama yine de mevcut hali bile çok iyi. Projenin ihalesine 9 firma teklif verdi ama ihaleyi Aksaraylı bir hemşehrimiz aldı. Çalışmalar da kısa sürede başladı ve inşaat hızlı bir şekilde devam ediyor. Bu yıl sonuna kadar inşaatın kaba kısmının büyük oranda tamamlanmasını hedefliyoruz. 2011 sonunda ise proje inşallah cami kısmı hariç tamamlanacak. Çünkü belediyeler cami yaptıramıyor ve ihalede cami yer almıyordu. Caminin kaba inşaatını bir hayırseverimiz üstlendi. Bir bağış hesabı açılacak ve hemşerilerimizin yardımlarıyla cami kısmını da tamamlayacağız” dedi.

 

Somuncu Baba'nın türbesini ziyaret etmek için Türkiye'nin her yerinden binlerce kişinin geldiğini ifade eden Başkan Palta, “Şeyh Hamidi Veli Somuncu Baba hazretlerinin türbesini ziyaret etmek için her yıl binlerce kişi Aksaray'a geliyor. Benim de misafirlerim geldiğinde götürüyorum ama bölgenin durumundan inanın utanıyordum. Tuvaletler, abdest yerleri hiç uygun değildi. Ama yapılacak projenin içinde tüm bu alanlar çok iyi olacak. Gelen misafirlerimize Somuncu Baba'yı anlatma, onlara Somuncu Baba ruhunu yaşama fırsatı vereceğiz. Proje tamamlandıktan sonra göreceksiniz nasıl Konya denince akla Mevlana geliyorsa ve Mevlana Konya'nın simgesi olmuşsa, Somuncu Baba da kısa sürede Aksaray'ın simgesi haline gelecektir” şeklinde konuştu.

 

Aksaray'ın tarih boyunca çok önemli bir kent olduğunu vurgulayan Başkan Palta, “Bazen şehrimizin kıymetini bilmiyoruz. Unutmayalım ki Aksaray tarihin her döneminde Çok önemli bir kent olmuştur" diye konuştu.

Aksaray Kent Haber, 28.08.2010

KAZI ÇALIŞMALARI SONA ERDİ

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Trakya Üniversitesi tarafından Edirne'de yürütülen Yeni Saray Kazısı'nın 2010 yılı çalışmaları sona erdi.

 

Kazı Başkanı Doç.Dr. Mustafa Özer, bu yılki kazıları değerlendirdiği açıklamasında, Temmuz ayının ilk günlerinde başlayan ve iki ay boyunca sürdürülen çalışmaların Trakya, 18 Mart, Gazi, Ankara, Selçuk ve Kocaeli üniversitelerinden bilim adamları ve öğrenciler ile işçilerden oluşan 50 civarında bir ekiple gerçekleştirildiğini ifade etti. Özer, "Ekibimizde ilgili üniversitelerin Sanat Tarihi, Arkeoloji, Mimarlık, Restorasyon ve Konservasyon, Seramik, Çinicilik, Fotoğrafçılık, Tarih, Geleneksel Türk El Sanatları bölümlerinden uzman ve öğrenciler çalışmışlardır. TBMM Başkanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Edirne Valiliği, Edirne İl Özel İdaresi, Trakya Üniversitesi Rektörlüğü ve Edirne Belediyesi'nin sağladıkları katkı ve destekle sürdürülen çalışmalarda daha önce belirlenen çalışma takvimi ve programı büyük ölçüde gerçekleştirilmiştir. Sahada (Edirne Yeni Saray alanında) yapılan çalışmalar kapsamında saray alanının kısmi halihazır haritası ile karolajı; Namazgahlı Çeşme, Adalet Kasrı, Kum Kasrı ve Matbah-ı Amire ile çevresinde yapılan arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan mimari kalıntıların rölöve çalışmaları ve elde edilen bütün verilerin fotoğraflanması gerçekleştirilmiştir. Kazı Evi'nde yapılan çalışmalar kapsamında ise Edirne Yeni Saray'da önceki yıllarda yapılan kazılarda ele geçirilen taşınabilir buluntuların tasnifi, temizliği, konservasyonu, çizimi, fotoğraflanması, envanter kayıtlarının yapılması ve koruma önlemlerinin alınması sağlanmıştır" dedi.

Edirne Kent Haber, 27.08.2010




22 - 28 Ağustos 2010

ÖZEL İDARE TARİHİNE SAHİP ÇIKIYOR

 

 

Samsun İl Özel İdare Genel Sekreter Yardımcısı Muzaffer Kayaoğlu, Samsun merkez ve ilçelerde bulunan tescilsiz yapıların tespitiyle ilgili çalışmaların başladığını söyledi.


Samsun'daki taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarıyla ilgili işlemleri ve uygulamaları yürütmek, denetimlerini yapmak üzere 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'na dayanarak 2008 yılında İl Özel İdaresi bünyesinde kurulan Koruma Uygula ve Denetim Bürosu'nca (KUDEB) yapılan tescilsiz yapıların tespiti çalışmalarını hızla sürdürüldüğünü belirten Muzaffer Kayaoğlu, çalışmaların ardından tespiti yapılan yapıların Kültür ve Tabiatı Koruma Kurulu'na tescillenmek üzere sunulacağı ifade etti.


Kayaoğlu, tespiti yapılan kültür ve tabiat varlıklarının turizme kazandırılmasının amaçlandığı çalışma hakkında şunları söyledi: "Korunan her tarihi eserimiz, kültürümüze önemli katkılar sağlayacaktır. Tarihi eserlere yapılacak her türlü olumlu müdahale, kültürümüzün korunması ve tanıtılmasına önemli katkılar sağlayacaktır. Bu sebeple amacımız, İl Özel İdaresi olarak tarihi yaşatmak, var olan tarihi eserlere sahip çıkmaktır" dedi.


Şu ana kadar 50'ye yakın taşınır ve taşınmaz tarihi eserlerin tespit ve tescil çalışmaları, eserlerin ayrıntılarını ortaya koyabilecek uzmanlığa sahip personel tarafından, gelişmiş teknik araç ve gereçlerden yararlanılarak yapıldığı bildirildi.

Samsun Haber, 26.08.2010

TARİHİ ESERİ JANDARMAYA SATMAYA ÇALIŞTILAR

 

Düzce İl Jandarma Komutanlığına bağlı ekipler yaptıkları operasyonla tarihi Tevrat Kitabını satmaya çalışan 2 kişiyi yakaladı.


Edinilen bilgilere göre Düzce İl Jandarma Komutanlığı ekipleri yapılan istihbarı çalışmalar neticesinde Merkez Gökçe Köyü E-5 karayolu üzerinde 35 LE 921 plakalı özel araçta 2 şahsın ellerinde bulunan tarihi eseri satmak için müşteri aradıkları öğrenilmesi üzerine harekete geçti. Yapılan operasyon neticesinde 4378 santim uzunluğunda 52 santim genişliğinde bir adet İbranice yazılı 250-300 yıllık olduğu tahmin edilen Tevrat Kitabı ve 2 Adet tütsülük ile birlikte C.Y. ve  K.K isimli şahıslar yakalandı. Yakalanan şahıslar yapılan sorgularının ardından adli makamlara sevk edildiler.

Düzca Damla, 27.08.2010

VAN KALESİ BAKIMA ALINDI

 

     

 

Van Kalesi'nin üst bölgesinde bulunan Süleyman Han Camii'nin restorasyon çalışmalarına başlanıldı.

 

Kent merkezine 3 kilometre uzaklıkta bulunan ve doğal bir kaya üzerine inşa edilen Van Kalesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 2 milyon liraya restore ettiriliyor. Yıllardır habere durumundaki ve ibadete kapalı olan caminin restorasyon çalışmaları aralıksız devam ediyor.

 

1533'te Sultan Süleyman tarafından tamir edilerek Süleyman Han Camii olarak adı değiştirilen caminin aslına uygun yapılması hedefleniyor. Yaklaşık 20 bin kalıp kerpicin kullanılacağı caminin 17 Eylül 2010 tarihinde Cuma namazı kılınmak üzere restorasyon çalışmalarının tamamlanacağı belirtildi.

Van Kent Haber, 26.08.2010

UYGARLIKLAR GÜN YÜZÜNE ÇIKACAK

 

Niğde Valiliği ile İtalyan kazı heyeti arasında imzalanan kazı alanı destekleme protokolü ile Niğde'de yaşayan uygarlıklar gün yüzüne çıkartılacak.

 

Türkiye'nin en ilginç ve gösterişli arkeolojik alanlarından birisi olarak belgelenen ve geçmişi milattan önce 2 bin 500 yıllarına dayanan, Anadolu, Doğu Avrupa ve Asya arasındaki bağlantıyı sağlayan en önemli geçiş bölgesi olan Altunhisar İlçesi için kazı alanı destekleme protokolü Niğde Valiliği'nde imzalandı.

 

Altunhisar'a bağlı Kınık Höyük bölgesinde 2006-2009 yılları arasında yapılan yüzey araştırması jeomanyetik ve jeoradar görüntülemeler sonucunda bölgenin turizme kazandırılması ve yaşamış uygarlıkların gün yüzüne çıkartılması için düzenlenen protokol imza törenine Vali Alim Barut, Altunhisar Belediye Başkanı Erdal Sarı ile İtalyan arkeolog Dr. Lorenzo d'Alfonso ve İtalyan Padova Üniversitesi öğretim üyesi Prof Dr. Asım Tanış katıldı.

 

İmzalanan protokol anlaşması gereğince, 5 yıllık süre boyunca kazı çalışmalarını gerçekleştirecek heyete konaklama, yemek, malzemeleri muhafazası için depo, ulaşım için araç ve gerekirse iş makinesi desteği sağlanacak.

Niğde Kent Haber, 26.08.2010

SMYRNA ANTİK KENTİNDE YENİ BİR HAMAM KALINTISI

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Dokuz Eylül Üniversitesi adına sürdürülen Smyrna antik kenti kazılarında, bir hamam yapısı ve heykel başı gün ışığına çıkarıldı. Alınan bilgiye göre, İzmir’deki Smyrna antik kenti kazıları 2010 yılı çalışmaları sırasında antik kaynaklardan kentte çok sayıda olduğu bilinen hamam yapılarından birine ilk kez ulaşıldı. Hamamın, ”sıcaklık” ve ”caldarium” bölümünün bir kısmı da ortaya çıkarıldı. Roma döneminde inşa edilen yapının altında havanın dolaştığı sıcaklık bölümünün taban döşemesi ile duvarlarında yine sıcak havanın dolaşmasını sağlayan pişmiş toprak tüplerden oluşan ”hypocaust sisteminin” bir kısmı tespit edildi.

 

Smyrna antik kentinde ilk kez belirlenen hamam yapısının, ilerleyen kazı aşamalarında İzmir tarih ve arkeolojisine önemli bilgiler sunması bekleniyor. Öte yandan, Smyrna Agorası mevkisindeki Kent Meclisi kazıları sırasında yüksek kabartma olarak yapılmış, insan boyutlarındaki kabartmaya ait heykel başı bulundu. Eserin, bir anıtı çevreleyen ve onu süsleyen tanrı veya kahramanlardan oluşan çok sayıdaki kabartmalardan birine ve MS. 2. yüzyılın ikinci yarısına ait olduğu düşünülüyor.

Yeni Asır, 26.08.2010

ATATÜRK'ÜN EŞYALARI NE OLACAK?

 

 

1 Eylül’de kapılarını açacak olan İstanbul’un 115 yıllık ilk lüks oteli Pera Palace’ta bulunan Atatürk’ün odasındaki eşyalar davalık oluyor. Şimdiki işletici Beşiktaş Turizm Yatırımları şirketinin 2006 yılında Pera Palace’ın işletmesini satın aldığı İstanbul Turizm Yatırımları şirketinin ortaklarından Aylin Süzer Ejder, Atatürk’ün odasında sergilenen eserlerin kendilerine ait olduğunu belirterek dava açacağını söyledi.

Pera Palace otelinin içerisinde bulunan Atatürk’ün odasında sergilenen eşyaları babası Hasan Süzer’in Atatürk’ün yaverinden yıllar önce satın aldığını belirten Ejder, “Koruması babama dilediği yerde sergilenmesi ve teşhiri için izin vermişti. Bir kısım eşyayı da Ülkü Teyze (Adatepe) bize verdi. Babam verilen eşyaları alıp toplayıp müze haline getirmişti. Şimdi mahkemeye başvuracağım ve eşyaları geri alıp toplayacağım” dedi.

 

Aylin Süzer Ejder, şirketin diğer ortakları Kemal, Cennet ve vefat eden abisi Cem’in eşi Filiz Süzer’in kendisiyle hareket etmemesi halinde bile tek başına mücadele edeceğini söyledi. Pera Palace’ın yatırımcısı Beşiktaş Turizm Yatırımları şirketinin Yönetim Kurulu Başkanı Yavuz Kalkavan, Atatürk’e ait olarak müze halinde bulunan otelin 101 numaralı odasındaki eşyaların müzeye ait olduğunu belirterek, “Atatürk’ün özel eşyaları manevi kızı Ülkü Hanım tarafından buraya bağışlanmıştır” dedi. Kalkavan, Süzer Ailesi’nin büyüklerinin böyle bir söz söyleyebileceğini düşünemediğini ifade etti. Oteli 2006 yılında Süzer Ailesi- ’nden 15milyon dolara aldıklarını anlatan Kalkavan, “Geçen 4 yıl içerisinde maliyetimiz 20 milyon doları buldu. Bu bedele ilave resmi 23 milyon dolar restorasyon harcaması yaptık. Otelin bize maliyeti 43 milyon doları buldu” dedi.

Ülkü Adatepe: Eşyaları verdiğim doğrudur
Atatürk’ün manevi kızı olan Ülkü Adatepe, geçmiş zamanda sergilenmesi amacıyla çatal, bıçak ve yatak örtüsü gibi eşyaların bizzat kendisi tarafından Süzer Ailesi’ne verildiğini doğruladı. Adatepe “Ben onlara hediye olarak verdim. Bundan sonra ne yapacaklarını kendileri bilirler. Ancak şimdi eşyaları kimin hak ettiği konusunda, kendi aralarındaki anlaşmaya bağlı. Bu konuda satışı yapanın çıkıp konuşması gerekiyor” diye konuştu.

Odada sergilenen eşyalar Atatürk’ün 10 yıl boyunca koruma polisliğini yapan Rıdvan Gür Arı tarafından muvafakatname ile Hasan Süzer’e verildi. Arı, “Ulu Önder Atatürk’ün muhtelif tarihlerde şahsıma hediye ettiği eşyaların benden sonra ancak Hasan Süzer tarafından muhafaza edileceğine kanaat getirmiş bulunuyorum” diyor. Odada Ata’ya ait 31 adet parçanın içerisinde giyim eşyalarının yanı sıra Atatürk’ün sigarası, kartviziti, manevra gözlüğü, yarım kalmış bloknotu gibi eşyalar bulunuyor.

Pera Palace Oteli’nin 101 numaralı odası, doğumunun 100. yılı olan 1981’de, Ata'nın şahsi eşyalarının da sergilendiği bir müze oda haline getirildi. Oda açılışa yetiştirilmeye çalışıyor.

Habertürk, Haber: Ünsal Ereke, 26.08.2010

TAŞLIGEÇİT HÖYÜK'TE KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI

 

Gaziantep’in İslahiye İlçesi'ndeki Taşlıgeçit Höyük kazısının 2. ayağı başladı.

 

Tahtaköprü Barajı Ağalarobası Köyü civarında bulunan höyükte, Gaziantep Müze Müdürlüğü başkanlığında İtalya Bologna Üniversitesi işbirliğiyle bu dönemki kazı çalışmalarına başlandı.

 

Kazı Şefi Prof.Dr. Nicolo Marchetti, kazının 2,5 ay süreceğini söyledi.İslahiye’nin tarihi ve kültürel açıdan şanslı bir ilçe olduğunu, iki tane arkeolojik parkı olan başka bir yer bulunmadığını ifade eden İtalya’daki Bologna Üniversitesi Öğretim Üyesi Marchetti, “İslahiye’deki Taşlıgeçit, Tilmen ve Zincirli Höyük birbirini tamamlıyor. İslahiye turizm alanında çok önemli bir yere sahip. Kazı alanı için İtalya’dan özel malzemeler getirdik. 10 ay barajın altında kalan höyüğe sadece 2 veya 2.5 ay gibi bir zamanda yol açıkken ulaşılabiliyor” dedi.

Gaziantep Güncel, 26.08.2010

DİYANET AYASOFYA'DA İBADETE YEŞİL IŞIK YAKTI

 

88 yıl sonra Sümela Manastırı’nda ayin düzenlendiği, Tarsus’taki Saint Paul Kilisesi'nin yeniden ibadete açılmasının gündemde olduğu sırada konuşan Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu, “Türkiye’deki 3-5 kilisede ayin yapılmasına izin vermekle, Türkiye Hıristiyan bir ülke olmaz” dedi.

 

Bardakoğlu, önceki akşam Diyanet İşleri Başkanlığı’nda gazetecilerle iftar yemeğinde bir araya geldi. Türkiye’deki dini özgürlüklerin her geçen gün geliştiğine dikkati çeken Bardakoğlu, her topluluğun kendi dininde ibadet etme hakkına sahip olduğunu dile getirdi. Son zamanlarda bazı kiliselerin, özel günlerde sembolik olarak ibadete açıldığını hatırlatan Bardakoğlu, şöyle konuştu:

“Türkiye’deki 3-5 kilisede ayin yapılmasına izin vermekle, Türkiye Hıristiyan bir ülke olmaz. Böyle bir konuda Türkiye’yi sürekli gündeme taşımak ve Türkiye’yi din özgürlüklerini kısıtlayan bir ülke olarak takdim etmeye fırsat vermek de doğru değil. Tarsus’taki Saint Paul kilisesini müzeye çevirmişiz. Oranın kilise olmasının hiçbir sakıncası olmadığını, aksine bizim din özgürlüklerine kol kanat germemiz açısından önemli bir adımdır. Ancak biz, din özgürlüğünü sadece Hıristiyanlar için değil, herkes için istiyoruz. Batı Trakya’daki, Arnavutluk’taki, Makedonya’daki Müslümanlar, başka yerdeki Hıristiyanlar, diğer yerdeki Yahudiler için de başka din mensupları için de bu özgürlüğü savunmalıyız, bunun başka çaresi yok.”

Bardakoğlu, bir gazetecinin “Ayasofya’nın ibadete açılmasının sakıncası olup olmadığını” sorması üzerine ise, “Biz özgürlüklerden yanayız. Tavrımız hiç değişmez. Ancak, bu bizim karar vereceğimiz bir konu değil, Diyanet İşleri Başkanlığı sorulduğu vakit görüş bildirir. Daha o konu bize intikal etmiş değil” diye konuştu.

“Cemaatlerin dünyevi işlerle bu kadar anılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz” sorusunu da Bardakoğlu, şöyle konuştu: “Türkiye’deki sosyokültürel oluşumların, her türlü sosyal hareketin üzerindeyiz, dışında değiliz. Onları da dışlamayız, çünkü biz bu coğrafyada yaşayan herkesin Diyanetiyiz. Kendini ‘dini cemaat’ olarak adlandıran, sosyal kültürel ya da sektörel olarak faaliyet gösteren cemaatler sosyal oluşumlardır. Her ne kadar kendilerini ‘dini’ olarak ayrıştırsalar da. Hepsinin Diyaneti olma gayreti içindeyiz. Mütftümüz hepsinin müftüsüdür.”

Radikal, 26.08.2010

ÖKSÜZ MİNARE GÖRENLERİ ŞAŞIRTIYOR

 

Kilis'te, camisi olmayan minare kente gelen yabancıları şaşırmasına yol açıyor.

 

Kilis'te "Öksüz minare" olarak bilenen Mehmet Paşa Camii'nin, cami bölümü yıkıldığı için sadece minaresi bulunuyor. Kilisliler, öksüz minarenin görüntüsüne alışırken, kente gelen yabancılar, büyük bir şaşkınlık içerisinde oldukları bildirildi.

 

Mehmet Paşa Camii'nin tarih kitaplarına göre, İbrahim Efendi tarafından 1719 yılında cami ve medrese olarak yaptırdığı daha sonra harap olunca Halep Valisi Mehmet Paşa tarafından 1831 yılında yeniden yaptırıldı. Daha sonra cami ve medresenin yakılmasından sonra sadece minaresinin kaldığı öğrenildi.

Kilis Kent Haber, 26.08.2010

HOCA HAMAMI'NDA RESTORASYON BAŞLADI

 

Vakıflar Gaziantep Bölge Müdürlüğü, tarafından Kilis'te Hoca Hamamı'nın restorasyonuna başlandı.

 

Vakıflar Gaziantep Bölge Müdürlüğü, tarafından tarihi yapıların restorasyon çalışmaları sürerken, Hoca Hamamının restorasyonuna başlandı. Hamamın restorasyonu 2011 yılının 19 Mayıs tarihinde tamamlanması bekleniyor.

 

Vakıflar Gaziantep Bölge Müdürlüğü, tarafından daha önce Kadı Camii, Muallak Camii, Tabakhane Camii ve Cüneyne Camii, Şeyh Muhammed Bedevi Hazretleri'nin türbesi restorasyonları tamamlanırken, Şurahbil Bin Hasene Hz. Cami ve türbesi restore edilirken, eski hamamın restorasyon çalışmaları sürdüğü bildirildi.

Kilis Kent Haber, 26.08.2010

MÜZE MÜDÜRÜ RÜŞVETTEN TUTUKLANDI

 

 

İznik Müzesi Müdürü, görevini kötüye kullanıp 1., 2. ve 3. sit alanı içerisinde bulunan arazi sahiplerinden rüşvet aldığı gerekçesiyle tutuklanarak cezaevine gönderildi.

İznik Cumhuriyet Başsavcılığı'nın arazi sahiplerinin şikayeti üzerine 7 ay önce İznik Belediyesi'nde görevli fen işleri teknikeri İsmail A. (42), imar işleri emekli eski müdürü Sabahattin D.(55) ve emlakçılık yapan Rıdvan Ö. (45) hakkında yürüttüğü soruşturma sonrasında, sanıklar, "rüşvet almak, görevi kötüye kullanmak ve mal bildiriminde bulunmamak" suçlamalarından cezaevine gönderilmişti.

Cumhuriyet Başsavcılığı'nın yürüttüğü soruşturmanın ardından tutuklanan 3 sanık, 7 ay sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Olayın peşini bırakmayan başsavcılık, organize olarak nitelediği soruşturmayı genişletti. İznik Müzesi'ne kadar uzanan olayın ardından gözaltına alınan müze müdürü Yusuf D. (55) de aynı suç kapsamına giren "rüşvet ve görevi kötüye kullanmak"tan çıkarıldığı mahkemece tutuklanarak cezaevine gönderildi. Yusuf D.'nin suçlamaları kabul etmediği öğrenildi.

Habertürk, 26.08.2010

TARİHİ EVLER TEHLİKE SAÇIYOR

 

 

Kilis'te, sit alanı içerisindeki evlerin büyük bölümünün tehlike saçtığı bildirildi. Sit alanı içerisinde olduğu için tarihi evlerin vatandaşlar tarafından her hangi bir düzenleme yapamaması nedeniyle kendi kaderine terk edildi. Kilisliler, sit alanı içerisinde bulunan evlerin bir çocuğunun yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya bulunduğunu belirterek, "Bu evlerde her hangi bir yapılaşma veya tadilat yapamıyoruz. Anıtlar Yüksek Kurulu'ndan izin verilmiyor. Vatandaşların, restorasyon yapmak imkanı da bulunmadığı için tarihi evler kaderine terk edildi. Bu evlerin çoğunda da kimse oturmuyor. Evlerin duvarları çatlamış durumda, bu evler birinin başına yıkılırsa kim hesabını verecek" diye konuştular.

 

Nurettin Mahallesi sakinleri, mahallelerindeki bir evin duvarları çatladığını belirterek, "Direkler ile duvar yıkılmasın diye karşı duvara destek yaptık. Sokaklardan günde yüzlerce insan bu evlerin yanından geçmek zorunda kalıyor. Bu evler yolda giden vatandaşların üzerine yıkılırsa ne olacak. Valiliğe, belediyeye defalarca başvurduk. Bir çözüm bulamadık. Kilis'teki, sit alanı içerisindeki evlerin Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından tekrar gözden geçirilmesini istiyorum" diye konuştu.

Kilis Kent Haber, 26.08.2010

TANRIÇA HEKATE'NİN ALTIN ROZETİ BULUNDU

 

 

Mitolojide yeraltı dünyasında hükmü geçen ve cennet ile cehennemin kapısında beklediğine inanılan tanrıça Hekate’nin elbisesini süsleyen altın rozet, Lagina antik kentinde süren kazı çalışmalarında bulundu.

 

Muğla’nın Yatağan İlçesi’ne bağlı Turgut Beldesi’nde 20 Temmuz 2010 tarihinde başlayan kazı çalışmalarında MÖ 4′üncü yüzyıl ile MS 4′üncü yüzyıla ait çok sayıda sikke ve yer altı tanrıçası Hekate’nin elbise rozeti olarak kullandığı belirtilen altın rozet ortaya çıkartıldı. Konya Selçuk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nden 40 öğrenci ve 20 işçi ile sürdürülen kazı çalışmalarında bulunan eserler Turgut Kazı Evi’nde koruma altına alındı.

 

Lagina Kazı Başkanı Prof.Dr. Ahmet Tırpan, bu yılki kazı çalışmalarının oldukça verimli şekilde devam ettiğini söyledi. Prof.Dr. Tırpan, “Şu ana kadar, MÖ 4′üncü yüzyıl ve MS 4′üncü yüzyıla ait çok sayıda gümüş sikke ve bir de yer altı tanrıçası öteki dünyanın anahtarını elinde bulunduran Hekate’ye ait bir altın rozet bulduk. Bu rozet Hekate’nin elbisesinde aksesuar olarak kullanılan bir parçaydı” diye konuştu.

Radikal, 26.08.2010

14 YÜZYIL SONRA YENİDEN AKACAK

 

 

Burdur’un Ağlasun İlçesi'ndeki Sagalassos antik kentinin en önemli eserlerinden Antoninler Çeşmesi’nin, 14 yüzyıl önce depremde kesilen suyu yeniden akacak.

 

Ağlasun’da yer alan ve Roma İmparatoru Büyük İskender’in ele geçirmesiyle kendi döneminin en önemli kentleri arasında yer aldığı bildirilen Sagalassos antik kentindeki restorasyonu tamamlanan bir eserin daha açılışı yapılacak.

 

1990 yılından itibaren kazı çalışmalarının devam ettiği kentte 1997 yılında açılışı yapılan Hellenistik Çeşme ile Neonlar Kütüphanesi’nden sonra Antoninler Çeşmesi’nin de restorasyon işlemi tamamlandı.

 

Aygaz firmasının ana sponsorluğunda birçok firma ve kişinin sponsor olduğu çeşmenin açılışı Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın 28 Ağustosta katılacağı törenle yapılacak. Açılışla birlikte çeşme, yaklaşık 14 yüzyıl sonra yeniden akmaya başlayacak. Burdur Valiliği’nin destekleri, Belçikalı heyetin çalışmalarıyla restorasyonu tamamlanan 28 metre uzunluğundaki çeşme böylece eski ihtişamına yeniden kavuşarak ziyaretçilerini bekleyecek.

 

Sagalassos Arkeolojik Araştırma Projesi Başkanı Prof.Dr. Şövalye Marc Waelkens, ülkesi olan Belçika’dan açılışa Belçika Limburg Eyaleti Valisi Hendrik Reynders, Belçika’nın Ankara Büyükelçisi Pol De Witte, Belçika’nın Ankara eski Büyükelçisi Robert Vandemeulebroucke’nin de aralarında bulunduğu 80 kişinin katılmasının beklendiğini bildirdi.

 

Sagalassos’tan çıkarılan eserlerin büyük bölümü Burdur Müzesi’nde bulunuyor. 60 binden fazla eseri barındırarak Türkiye’deki en büyük 3. müze olma unvanını yakalayan Burdur Müzesi’ne Sagalassos’tan götürülen en önemli eserler Roma imparatorları Marcus Aurelius ve Hadrian heykelleri. Boyları 6 metreyi bulduğu tahmin edilen, sadece baş kısmı bir metreden büyük olan heykellerin Burdur Müzesi’nde sergilenmeye başlandıktan sonraki ilk ziyaretçisi Cumhurbaşkanı Abdullah Gül olmuştu.

 

Burdur Valisi Süleyman Tapsız, açılış günü yerli ve yabancı konukların önce Sagalassos’tan çıkan eserleri barındıran Burdur Müzesi’ni gezeceğini açıkladı. Ağlasun İlçesi'nde bulunan Kültürel ve Doğal Miras Merkezi’nin ziyaretçilere gezdirileceğini aktaran Vali Tapsız, Kültür ve Turizm Bakanı Günay’ın katılımından sonra Sagalassos antik kentinin Prof.Dr. Marc Waelkens rehberliğinde gezileceğini söyledi.

 

Yapılacak törenin ardından çeşmenin açılacağını ve yüzyıllar sonra yeniden eski ihtişamına kavuşacağını vurgulayan Tapsız, ”Ağlasun’un, Burdur’un, Türkiye’nin ve dünyanın kültürel mirası olan Sagalassos’taki Antoninler Çeşmesi’nin açılışına tüm tarih severlerimizi bekliyoruz” dedi.

Habertürk, 26.08.2010

ÇANAKKALE'DEKİ APOLLON SMINTHEUS TAPINAĞI'NIN KALBİ OLAN KEHANET MAĞARASI BULUNDU

 

 

Çanakkale’nin Ayvacık İlçesi'ne bağlı Gülpınar beldesinde bulunan antik Apollon Smintheus tapınağında yürütülen kazı çalışmalarında. uzun yıllardır aranan kehanet mağarası ve içindeki kutsal suya 30 yıl sonra ulaşıldı.

 

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Coşkun Özgünel başkanlığında 1980 yılından beri devam eden kazılarda bugüne kadar Kalkolitik dönem yerleşimi, Roma dönemine ait hamam, su depoları, kutsal yol ve su yolları gün yüzüne çıkarılmıştı. Kutsal suyun içsinden kaynayarak aktığı mağaraya ulaşmak için iki hafta boyunca madenci gibi yer altında çalıştıklarını belirten kazı ekibi arazi sorumlusu Dr. Davut Kaplan, yıllardır özlemini çektikleri ve yerleşim yerinin kalbi konumunda olan mağaraya bu yıl ulaştıklarını söyledi. Son yıllarda yapılan inceleme ve araştırmalar ışığında istenen noktaya ancak 40 günlük yoğun bir çalışmayla gelindiğini anlatan Dr. Kaplan, “Apollon tapınakları için su kaynağı, akarsu, ıslak zemin ve bataklık gibi suyun eksik olmadığı alanlar tercih edilirdi. Bu gelenek, arkaik dönemden beri istisnasız devam etmiştir. Apollon Smintheus da Gülpınar’ın ana su kaynağının yanıbaşındadır.” dedi.

 

Mağara ve kutsal kaynağa ulaştıklarında büyük heyecan duyduklarını ifade eden Kaplan, “İster yüzeyde, ister su altında, isterse mağara gibi gizli ve sorunlu noktalarda olsun heyecan her zaman vardır ancak bu çalışma yıllar öncesinden başladı ve kamulaştırmayla hız kazandı. İzinsiz hiçbir vatandaşın arazisine girmek, disiplinimizde yoktur. Her ne kadar heyecan olsa da önceden gerekli bilgileri belde sakinlerinden ve daha önce mağaraya giren işçilerden aldık. Bunların bilimsel gözle değerlendirilmesi ve irdelenmesi gerektiğinden ortak nokta bulmaya başladık. Önce yüzeyden yaklaşık 8-9 metre aşağıda, suyla dolu olan Hellenistik ve Roma dönemlerine ait su kanallarına ulaştık. Onları takip ederek kutsal mağara ve buradan fışkıran suyun kaynağını bulduk.” şeklinde konuştu. Mağaranın Gülpınar’ın eteğindeki son evin altında olduğunu düşündüklerini belirten Kaplan, yerin metrelerce aşağısında alüvyon altında kalan mağaranın havalandırma deliklerinin halen görülebilir olduğunu ifade etti. Bugün kazılan alanlar ve ortaya çıkarılan yapıların ağırlıklı olarak Roma dönemine ait olduğunu sözlerine ekleyen Kaplan, “Ancak anılan dönemler dışında Smintheion’da erken döneme, hatta Truva’dan daha eski yerleşime ait kültürlerden bahsetmekte yarar var. Bu bize, tapınağın erken evresinin mitolojiden ibaret olmadığını da gösterecektir. Troas bölgesinin en önemli yerleşim alanlarından biridir. Günümüzden yaklaşık 7 bin-7 bin 500 yıl öncesine ait bir yerleşimdir. Dolayısıyla Apollon Smintheus, Homeros’la başlamaz. Daha önce de bu alanda yerleşik hayat vardır.” dedi.

Star Gündem, 26.08.2010

MAĞARADAKİ CESET 10 BİN YIL ÇÜRÜMEDİ

 

 

Meksika'da tarih öncesi yaşamış bir çocuğa ait iskelet, 4 yıl önce bulunduğu bir su altı mağarasından itinayla gün ışığına çıkarıldı.
 

Yaklaşık 10 bin yıl önce yaşadığı belirlenen ve bilim adamları tarafından "Genç Hol Chan" ismi takılan çocuğa ait kemikler, uzmanlar tarafından 4 yıl boyunca suyun altında incelendi.

Bilim adamları, iskelet üzerindeki çalışmalarına bundan böyle laboratuvarda devam edecek. "Genç Hol Chan"ın cesedi üzerinde yapılacak çalışmalar, ilk insanların Buz Çağı'nın sonunda Bering Boğazı'nı geçerek, Meksika'nın doğusuna nasıl göç ettiğinin daha iyi anlaşılmasını sağlayacak.

 

Bilim dünyasının büyük ilgisini çeken kemikler, 2006 yılında iki Alman dalgıç tarafından Meksika'nın Quintana Roo eyaletindeki "Hol Chan" isimli karanlık bir mağarada suyun yaklaşık 8 metre altında bulunmuştu.

Hürriyet, 26.08.2010

JAPONLAR ERTUĞRUL'UN OBJELERİNİ GETİRİYOR

 

 

Mersin'de Japon heyetlerinin de dahil olduğu ve yüzlerce kişinin katılımıyla her yıl gerçekleştirilen Ertuğrul Gemisi anma törenleri, bu yıl 2010 Türk-Japon dostluk yılı olması nedeniyle çok özel organizasyonlara ev sahipliği yapacak. Yaklaşık bin kişilik Japon katılımcılarla 31 Ağustos'ta başlayacak olan törenler Japonya'dan gelen gemilerin Mersin Limanı'na yanaşmasıyla renk kazanacak. Japon ve Türk askerlerinin dostluk futbol maçı, Ertuğrul Sergisi, bando gösterileri, geleneksel Japon davul gösterilerinin sunulacağı organizasyonda Kushimoto Belediyesi Ertuğrul Gemisi'nden çıkarılan tarihi objelerin bir bölümünü Mersin Deniz Müzesi'ne hibe edecek. Sultan II. Abdülhamid tarafından 1889'da iyi niyet elçisi olarak Japonya'ya gönderilen Ertuğrul Firkateyni, 630 denizcisiyle 11 ay süren yolculuğun ardından Japonya'ya ulaştı. Japonya İmparatoru tarafından karşılanan firkateyn, dönüş yolunda 16 Eylül 1890'da Oshima Adası açıklarında bir fırtınaya yakalanarak parçalandı ve 550 denizci şehit oldu.

Firkateynden bazı denizciler ada sakinleri tarafından kurtarılırken, şehitler orada toprağa verildi. Tarihimizde çok hazin bir yere sahip olan bu olay aynı zamanda Türkiye ile Japonya arasındaki sıcak dostluğun temel taşı oldu. İki milleti birbirine yakınlaştıran ve her yıl anılan bu talihsiz kazanın 120'nci yılı nedeniyle Japonya'dan yaklaşık bin kişilik üst düzey katılımlı heyet Mersin'e geliyor. 2010 Türk-Japon dostluk yılı olması nedeniyle bu denli büyük katılımın gerçekleşeceği organizasyonda pek çok ilke de imza atılacak Ertuğrul Firkateyni'nin, açıklarında battığı Kushimoto kentinin kardeş kenti Mersin'de 31 Ağustos'ta başlayacak olan törenlere Japonya Büyükelçisi,Wakayama ve Kushimoto Belediye Başkanları, Wakayama Eyalet Meclis Başkanı ve üyeleri ile Askeri Garnizon komutanı katılacak. Japonya'dan gelen gemilerin Mersin Limanı'na yanaşmasıyla renk kazanacak olan etkinliklere Japon ve Türk askerlerinin dostluk futbol maçı, Ertuğrul Sergisi, bando gösterileri, geleneksel Japon ve dans davul gösterilerinin damgasını vuracak. Törenlerde Kushimoto Belediyesi Ertuğrul Gemisi'nden çıkarılan tarihi objelerin bir bölümünü Mersin Deniz Müzesi'ne hibe edecek. 1 Eylül Çarşamba günü Japon Komutanı tarafından Japon gemisinde iftar daveti verilecek.

Yemeğin ardından Japon soprano Satomi Ogawa ve Mersin Devlet Opera ve Beli Sanatçıları bir konser verecek. Mersin'in tarihi ve turistik yerlerini de gezecek olan Japon kafilesi 4 Eylül'de yine gemilerle Türkiye'den ayrılacak. Ertuğrul Firkateyni'nin öyküsünü beyaz perdeye taşımayı planlayan Kushimoto Belediye Başkanı Katsuma Tashima, Mersin Türk-Japon Dostluk Derneği Başkanı Süleyman Cengiz ve Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı Macit Özcan'la birlikte projenin detaylarını etkinlikte anlatacak.

Sabah, Haber: Nurdeniz Erken, 26.08.2010

TARİHİ KALE ÇÖPLÜĞE DÖNDÜ

 

  

 

Turizme kazandırılmak istenen tarihi Adıyaman Kalesi, bakımsızlık nedeniyle çöp yuvasına döndü. Adıyamanlılar, çöp birikintilerinin çevrelediği tarihi kalenin, çirkin görüntüsünden biran önce kurtulmasını istiyor.

 

Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin turizm kentlerinden biri olan Adıyaman'da, tarihi eserler her geçen gün kirletilerek, değerini yitiriyor. Atıklarla çöp yuvası haline gelen Adıyaman'ın tarihi kalesi, tarihe verilen değeri gözler önüne seriyor. Kale projesi kapsamında yıkılan evler, şimdi çöp alanı olarak kullanılıyor. Tarihi kalesinin surlarını çevreleyen atıklar, Adıyaman'ın turizm kenti imajına gölge düşürüyor.

 

Tarihi Adıyaman Kalesi'ni gezmeye gelen vatandaşlar gördükleri karşısında şaşkına döndüklerini ifade ederken, görüntü kirliliğine son verilmesini istediler. Proje aşamasında olan tarihi kaleye azda olsa ziyaretçi geldiğini vurgulayan vatandaşlar, "Görülüyor ki 23 medeniyete ev sahipliği yapmış olan Adıyaman'ın tarihi kalesi, ilgisizlikten ve çevre kirliliğinden dolayı yok olma durumuna gelmiş. Harabe haline gelen kale çöplük yuvasına da döndü. Adıyaman'ın o doyumsuz kuşbakışı seyrini izlemeye gelirken bu çöplükleri görmek zorunda mıyız? Tarihi kalede gerekli her şey yapılmalı. Kalenin eteklerinde pislikten geçilmiyor. Burası Adıyaman'ın mirasıdır herkes buraya gözü gibi bakmalı ve korumalıdır" diye konuştular.

 

Adıyaman halkının tarih eserlere karşı hassas olduğunu söyleyen vatandaşlar, tarihi mekanlarına temizliğine önem verilmesini istediler. Vatandaşlar, "Adıyaman'da tarihi özellik taşıyan kaç tane yerimiz kaldı ki buralar böyle harabe ve pislik içerisinde yüzüyor. Seneler öncesinde burayı madde bağımlısı çocuklar istila etmişti ve buralara korkumuzdan gelemiyorduk. Şimdiyse kirlilikten dolayı gelemiyoruz. Yetkililer buralara gerekli özeni göstermelidir" ifadelerine yer verdi.

Tarihi kaleyi gezmeye gelen Mustafa Erdoğan isimli vatandaş başka illerde ki kale veya tarihi mekanların gezilmesinde huzur bulunduğunu, o mekanların temiz ve kullanışlı olduğunu ifade ederek, Adıyaman Kalesinin de temizlenerek vatandaşların hizmetine sunulması gerektiğini ifade etti. Erdoğan, şöyle konuştu:

 

"Özellikle oruçta vatandaşlar zaman geçirecek, farklı, otantik yerleri gezmek isterler. Ramazan ayında eskiye özlem daha da artar. Başka illere gittiğimizde kale veya diğer tarihi yerler cıvıl cıvıl olduğunu, vatandaşların hoşça vakit geçirdiklerini görürsünüz. Özeleştiri yapacak olursak; Adıyaman sadece tarihi ile övünüp durur. O tarihi yerlere gereken önemi vermez, kültürel ve ekonomik faydalanmalar yoluna gitmez. Yetkililerimizin konuya duyarlı davranması bekliyoruz."

Adıyaman Kent Haber, 25.08.2010





GÜRÜN'DE TARİHİ KONAKLAR ONARILDI

 

 

Gürün Belediye Başkanı Mehmet Aktaş, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından ilçedeki 28 tarihi konağın sokak sağlıklaştırma çalışmasıyla konakların yok olmaktan kurtulduğunu bildirdi.


Belediye Başkanı Aktaş, Kayseri Rölöve ve Anıtlar Bölge Müdürü Erhan Yurdakul ile birlikte dış cephelerinde onarım çalışması yapılan konakları inceledi. Aktaş, yaptığı açıklamada birçoğu aynı sokak ve mahalledeki tarihi yapıların onarılması ile kültürel mirasın yeniden canlandığını söyledi.


İlçede 13'ü tescilli olmak üzere 50 civarında tarihi konak ve ev bulunduğuna işaret eden Aktaş, sokak sağlıklaştırma çalışması ile Ketençayır ve Kurultay mahallelerinde 28 yapıda onarım yapıldığını ifade ederek, ''İlçemizde çok sayıda tarihi konak var. Birçoğu değişik mimari özelliklere sahip. Konakların onarılması ve turizme kazandırılması amacıyla başlattığımız çalışmada Kültür ve Turizm Bakanımız Ertuğrul Günay ve müsteşar hemşehrimiz İsmet Yılmaz'ın verdiği destekle ilk etapta projelendirilen evlerin çatı, dış cephe, kapı, pencere gibi doğramalarıyla bahçe duvarları yenilenmiştir. 370 bin lira harcamayla konaklarımız yok olmaktan kurtarılmıştır. Ketençayır mahallesindeki evlerimizin çoğu Edip Başer Caddesi üzerinde ve yan yanadır, onarılmalarıyla bu alan nostaljik görünümüne eski ihtişamına yeniden kavuşmuştur. Diğer sokaklarımızda da benzer durumlar vardır. Bu tablo ilçemizin çehresine bir yenilik katmıştır. Onarılan konakların bazılarında oturanlar var. Diğerlerinin de işlevsel hale gelmesi için bir çalışma başlattık. Bu kapsamda evlerde butik otel, yöresel yemeklerin ikram edildiği bir restoran, Gürün şalının yapılıp satıldığı yer, kafe gibi sosyal mekanlar oluşturmaya gayret edeceğiz. İçerisinde oturulmayan konakların sahipleriyle görüşerek, bu yönde bir projeyi hayata geçireceğiz. Eğer bunları gerçekleştirirsek, ilçemize gelen misafirlerimizi nostaljik yerlerde ağırlayabileceğiz" şeklinde konuştu.


Kayseri Rölöve ve Anıtlar Bölge Müdürü Erhan Yurdakul da, ilçedeki diğer konaklar ve benzer sokaklarda da uygulamanın devam edeceğini belirterek, Gürün'de gerçekleştirilen çalışmanın yöreye örnek olduğunu ve diğer yerlerden de benzer talepler aldıklarını söyledi.

Sivas Hürdoğan, 25.08.2010

GEÇMİŞİN MODERN MİMARLIĞI - 8: ANKARA 1

 

"Ankara'ya ilk yoksulluk zamanlarında gelip onunla birlikte yoğrulan, onunla hem-hal olanların ruhi haletlerini tasavvur edin! Şehrin yavaş yavaş nasıl büyüyüp güzelleştiğinin hikayesini bu ilk yeni Ankaralılar'ın ağızlarından işitmelidir. Ankara'nın o çok mütevazı ilk binaları yapılırken, bunları nasıl fahrla ve sevincle seyrettiklerini ve bunların karşısında ne lezzet duyduklarını asıl onlardan dinlemeliyiz. Ankara şehremaneti de bu ilk gelenlerin hatıralarını bir altın kitapta kayd ve tevsik etmeli ve bu eski manzaraların bir albümünü toplamalı değil midir?

 

Çocuğunun büyüdüğünü, zekasının karanlık içinde yavaş yavaş açılan bir ziya gibi kuvvetlendiğini gören bir baba tarzında bu şehrin kat kat, ev ev büyüdüğünü; sokak sokak genişlediğini; manzara manzara açıldığını; istirahat, medeniyet ve sanat için gitgide yer kazandığını; bünye, fikir, his için gittikçe elverişli olduğunu en samimi bir gururla seyretmiş olanlar, onu hususi bir eser itinası ile sevmekte haklıdırlar."

 

Abdülhak Şinasi 1933 yılında Varlık dergisinde çıkan bir yazısında yeni başkentin doğuşunu böyle anlatıyor. Orta Anadolu'nun göbeğindeki bu taşra, 1923'te Cumhuriyet'in kurulması ile beraber yeni devletin başkenti olmuş, çağdaşlaşma ve modern bir toplum kimliğinin genç Cumhuriyet'in vatandaşlarına kazandırılması amacına uygun olarak tasarlanmış mekanlarla simge bir kent yaratılmaya çalışılmıştır.




Ulus


Şüphesiz, Ankara Cumhuriyet'in ilk yıllarının ideolojisinin pratik alanı olarak Birinci Ulusal Mimarlık Akımı'na fazlaca şans tanımıştır. İlk yıllar mimarisine baktığımızda Ankara'nın Birinci Ulusal Mimarlık Akımı ile biçimlendiğini, devlet eliyle bu pratiğin desteklendiğini görmekteyiz. Ankara'daki yeni Cumhuriyet'in dili ve anlatım biçimi Birinci Ulusal Mimarlık'tır ve buradaki yeni kent Anadolu'nun yeni kentleri için ilham vermektedir. Buradaki biçimler diğer Cumhuriyet kentlerinin oluşum sürecindeki temel biçimler olarak kabul görmüşlerdir. Sonraki yıllarda Cumhuriyet ideolojisinin yeni bir dil arayışı ve yeni biçim örüntülerini kabul edişi ile birlikte devrini tamamlayan Birinci Ulusal Mimarlık süreci başkent tarihi açısından kent bütünü içinde belirli bir dönem mimarisi olarak yerini korumaktadır.



Kızılay ve Güven Park, 30'lu yıllar



Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki çabalar sayesinde, başkent olduğunda yaklaşık 20 bin nüfusa sahip olan bu küçük kent, Yakup Kadri'nin deyişiyle "baş döndürücü bir hızla gelişiyor; Taşhan önünden Samanpazarı'na, Samanpazarı'ndan Cebeci'ye, Cebeci'den Yenişehir'e, Yenişehir'den Kavaklıdere'ye doğru uzanan alanlar üzerinde apartmanlar, evler, resmi binalar kısa süreler içinde art arda yükseliyordu".

1924'te çıkan bir yasa ile İstanbul'un belediye modeli Ankara'ya uyarlanarak "Ankara Şehremaneti" kuruldu ve kurumun ilk işi bataklıkları kurutmak oldu. Ardından yapı malzemeleri fabrikaları kuruldu. 1925'te çıkarılan bir başka yasa ile Şehremaneti'ne kamulaştırma yetkisi verildi. Yenişehir'e arazi sağlamak amacıyla büyük bir kamulaştırma hareketine girişildi. Kentin güneye gelişiminin ilk belirleyicisi, yeni mahalleler kurulabilmesi amacıyla, Ankara ve Çankaya arasında 400 hektarlık bir alanın kamulaştırılmasıydı. Bu kamulaştırma, Ankara'nın gelişme yönünü olduğu kadar, eski-yeni Ankara bağlantısını kuracak olan yolu da belirlemiştir. Böylece, 1925 yılında Ulus'tan Kızılay'a uzanan Atatürk Bulvarı'nın doğrultusu çizilmiştir.




Atatürk Bulvarı

 

1927'ye gelindiğinde Ankara'nın nüfusu 74 bine ulaşmış; apartmanların yanı sıra, "bahçeli ev" tipinde, ayrık düzende memur konutları Atatürk Bulvarı doğrultusunda inşa edilmeye başlanmıştı. 1928 yılında ağaçlandırma başlamışsa da, üzerindeki seyrek yapılaşma ile Bulvar, boşlukta uzanan bir şerit görünümündedir. Bu "şerit" daha sonra gerek kent içi ulaşım, gerekse bir yürüyüş ve gezinti yolu olarak kentin en önemli aksı haline gelecektir.

 


Lörcher Planı (1924)

 


Jansen Planı (1927)

 


Jansen Planı (1932)

 

Ne var ki, Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki bu çabaların tümü plansız imar deneyimleriydi. Yapılarda üslup birliği kurulamıyor, yerleşme biçimi dağınık oluyordu. Bu anlamda ilk yıllardan bu yana, kent planı elde edilebilmesi için yarışmalar açılması, planlama büroları kurulması yönünde bir gelenek oluşturulmuştu. Kentin ilk resmi planı olan Jansen Planı'ndan önce, özellikle Yenişehir'in biçimlenmesinde 1924 tarihli Lörcher Planı belirleyici rol oynamıştır. Yenişehir'deki su, kanalizasyon ve elektrik gibi altyapının başlangıcı ile, bugün Kızılay'a biçim veren Kızılay Meydanı, Sıhhiye Meydanı, Zafer, Millet, Ulus, Lozan, Tandoğan gibi meydan ve akslar Lörcher Planı ile tasarlanmıştı. Bu planlama çalışmasından sonra, Başkent için bir planlama yarışması açıldı ve üç yabancı mimar Ankara'ya davet edildi. 1927 yılında sonuçlanan yarışmayı Alman şehirci Herman Jansen'in hazırladığı plan kazandı. Jansen'in hazırladığı "Ankara İmar Planı" 1932'de onaylanarak yürürlüğe girdi. Ülkede planlama pratiği içerisinde de önemli bir yere sahip olan Jansen Planı'nın, kentin dokusunu biçimlendirdiği görülmektedir. Plan birbirini kesen iki ana ulaşım damarı ile etrafındaki kentsel yaşam merkezlerini ve açık alanları belirliyordu. Bu plana göre, ticari merkez Ulus'ta, yönetim merkezi Yenişehir'de olacaktı.

Jansen Planı Ankara'da 50 yıllık bir perspektif içinde 300 bin kişilik bir kent oluşacağını ve merkezin Ulus ve çevresinde kalacağını öngörmüşken özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası yaşanan kırdan kente olan yoğun göç, Ankara'nın kentsel mekan oluşumunu önemli ölçüde etkilemiştir.

50'li yıllardan sonra Küçükesat, Seyranbağları, Gaziosmanpaşa, Kavaklıdere, Ayrancı gibi semtlerin gelişmesi Çankaya'yı giderek önemli bir ilçe durumuna getirmiş, Ulus ve Altındağ önemini giderek yitirmeye başlamış, Kızılay Ankara'nın merkezi haline gelirken, Tunalı Hilmi Caddesi, Ziya Gökalp Bulvarı ve GMK Bulvarı merkezi bölge olma nitelikleri ile önem kazanmıştır.

 

Ankara'da Holzmeister Etkisi

Ankara başkent olduktan sonra, yönetim işlevini sürdüren idari yapıların bir arada bulunacağı bir hükümet merkezi oluşturma ihtiyacı gündeme geldi ve bu merkezi oluşturma görevi Avusturyalı mimar, eğitimci ve ressam Clemens Holzmeister'a verildi.

Avrupa'yı Hitler rejiminin baskı ve korkusunun sardığı yıllarda, Türkiye Nazizm'in zulmünden kaçan yaklaşık 800 Avrupalı sanatçı ve bilim adamına Atatürk'ün isteği doğrultusunda kucak açtı. Bu değerli sanatçı ve bilim adamlarından bir tanesi de Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş yıllarında eserleri ile Ankara'yı taçlandıran Clemens Holzmeister'dı.

Holzmeister 1928 yılında Almanya'nın Avusturya'yı işgali üzerine Viyana'dan ayrılarak İstanbul'a yerleşti. Daha önceleri 1927-1938 yılları arasında Viyana'daki bürosunda tasarladığı projeleri gerçekleştirmek için Ankara'ya gelen Holzmeister, Türkiye'nin yeni biçimlenen başkentinde çok sayıda kamu yapısı tasarlayıp gerçekleştirme imkanı buldu.

 


Milli Savunma Bakanlığı

 


İçişleri Bakanlığı

 


Bayındırlık Bakanlığı

 

Holzmeister ilk olarak Milli Savunma Bakanlığı'nın (1927-30), ardından Genelkurmay Başkanlığı (1928-30) binasının tasarımını gerçekleştirdi ve uyguladı. Holzmeister, Jansen'in 1928'de yerini belirlediği Devlet Mahallesi'nde uzun bir aks üzerine İçişleri (1932-1934), Bayındırlık (1933-1934), Ekonomi ve Ticaret (1934-1935) bakanlıklarıyla Yargıtay binasını (1934) yerleştirmiştir. 1938'de de bu aksın güney uzantısında 15.000 metrekarelik bir alana yayılan TBMM binalarının tasarımını yapmıştır.

 

Holzmeister'ın tasarladığı bakanlık binaları yalın kütleleriyle o yılların modern mimarlığının simgeleridir. Betonarme karkas olarak inşa edilen binaların alt kat duvarlarında taş, üstlerde tuğla kullanılmıştır. Dış cepheler Ankara taşı, yapay taş ya da edelputz sıva ile kaplıdır.

11 Ocak 1937'de çıkarılan bir yasa ile açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi proje yarışmasının Birincilik Ödülü'nü kazanan Holzmeister'ın gerçekleştirdiği en önemli eseri 1963'te tamamlanan Türkiye Büyük Millet Meclisi binasıdır. Milli Eğitim Bakanlığı (1929-34), Orduevi (1930-35), Harp Okulu (1930-35), Güven Anıtı (1931-36; Anton Hanak ve Joset Thorak ile), Çankaya Cumhurbaşkanlığı Köşkü (1931-32), Ulus Merkez Bankası (1931-33), İçişleri Bakanlığı'nın arkasındaki Vilayet Meydanı (1933-35), Ulus Emlak Bankası (1933-34) Holzmeister'ın Ankara'daki diğer önemli eserleridir.

 


Holzmeister'ın Türkiye Büyük Millet Meclisi binası

 

Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti devletinin yönetim merkezinin, en önemli binalarının tasarlanması görevi, Holzmeister'ı o yılların en önemli ve en güçlü mimarı konumuna getirdi ve "Devlet Mahallesi Mimarı" olarak anılır oldu. Türkiye'de çalışmaya karar vermesinde anıtsal mimarlık yapma arzusunun etkili olduğunu belirten Holzmeister, bu kamu yapılarında genç Türk devletinin gücünü yansıtmak amacıyla aksiyel, simetrik kütleler ve Yeni-Klasik öğelerle anıtsallığı vurgulanan çözümler ortaya koymuştur. Tüm meslek yaşamının en önemli bölümünü oluşturan Ankara uygulamaları, anıtsal klasikçiliğin yanı sıra modern mimarlık akımının Viyana kolunun da özelliklerini taşımaktadır.

 

Holzmeister'ın Ankara'daki bazı eserlerine biraz daha yakından bakalım:



Genelkurmay Başkanlığı

 

 

Genelkurmay Başkanlığı binası Prof.Dr. Clemens Holzmeister'ın Ankara'da yaptığı ilk binalar arasındadır. 1928-30 yılları arasında gerçekleştirilen bu projenin hem tasarım hem de uygulaması o sırada Ankara'da yapılan birçok devlet binasının da mimarı olan Holzmeister tarafından çizilmiştir.

Karargah binasının bulunduğu yer inşaat yapılmadan önce tarla konumunda olan bir arazi iken, Ankara Ziraat Mektebi'nde faaliyet gösteren Genelkurmay Başkanlığı'nın yeni bir karargah binası için yer aradığı haberinin duyulması üzerine tarla sahibi arazisini bağışlamak istemiştir. İleride ortaya çıkabilecek hukuki sorunlar dikkate alınarak Genelkurmay Başkanı Mareşel Fevzi Çakmak'ın emri ile metrekaresi 5 kuruş karşılığında bu arazi satın alınmıştır. Binanın projesinde Erkan-ı Harbiye kelimelerinin baş harfleri esas alınmıştır ve bina Büyük Erkan-ı Harbiye olarak isimlendirilmiştir. 1929 yılında inşasına başlanan bina, 1930 yılında tamamlanarak hizmete açılmıştır.

Ayrı binalarda hizmet veren Genelkurmay Karargahı ve Milli Savunma Karargahları 1959 yılında birbirlerine bağlanmışlardır. Mevcut binanın ihtiyaçları karşılayamaması üzerine 1970 yılında ek bina yapılmıştır.


Türkiye Büyük Millet Meclisi

 

TBMM, 11 Ocak 1937'de çıkardığı bir yasayla, "Türkiye Cumhuriyeti'nin varlığını, yirminci asrın mimari özelliklerine uygun ve bir abide niteliğinde" yansıtan yeni bir parlamento binasının yapımı için proje yarışması açmayı kararlaştırdı. 14 projenin katıldığı yarışma 28 Ocak 1938'de sona erdi ve jüri birinciliğe değer üç proje seçti. Sonuçta, Atatürk'ün de beğendiği Clemens Holzmeister'ın projesinin uygulanmasına karar verildi. Binanın inşaatına 26 Ekim 1939'da dönemin Meclis Başkanı Abdülhalik Renda'nın attığı temelle başlandı.

Binanın yapımında zaman zaman parasal kaynak bulunmasında büyük zorluklar çekildi, bu arada İkinci Dünya Savaşı'nın da başlaması daha büyük sıkıntılara yol açtı. Bu nedenlerle, yapım çalışmalarına aralıklarla devam edilebildi. 1957'den sonra yapımı hızlandırılan yeni Meclis Binası, 6 Ocak 1961'de hizmete açıldı.

TBMM binasının mimari özellikleri ve genel yapısı, Türkiye Cumhuriyeti'nin gücünü ve ölümsüzlüğünü simgeleyecek biçimde, ağırbaşlı, sağlam ve dayanıklı nitelikte tasarımlanmıştır. Tüm mekanlarda anıtsal, dengeli ve üç boyutlu bir düzenleme ele alınmıştır. Yapının tam ortasında ve arazinin en yüksek noktasında, büyük toplantı salonlarının olduğu merdivenli ve sütunlu girişi ile ana kütle yer almaktadır. Ön cephede birbirine paralel iki sıra halinde yanlara uzanan kanatlar ve bu kanatları birleştiren köprüler bulunmaktadır.


Güven Anıtı ve Güven Park


Güven Park Anıtı (Güvenlik Anıtı - Emniyet Abidesi), Ankara Kızılay Meydanı'nda Güven Park içerisinde bulunan Türk ulusunun polis ve jandarmaya olan güvenini, Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı'nda ve İnkılap hareketlerinde beraber bulunduğu arkadaşlarını temsil eden heykeller ve insan zekasını, çiftçinin tarım çalışmalarını betimleyen kabartmaların yer aldığı anıttır.



 

Holzmeister'ın Kızılay Meydanı'nda bir park ve anıt önermesiyle yapımına başladığı bronz heykeller Avusturya'da Viyana Erdberg dökümhanesinde gerçekleştirilmiştir. Mamak taşı kullanılan kaide üzerindeki kabartmalar Türkiye'de yapılmıştır. Anıtın taş kısımlarında Franz Wirt, Triberer ve Anton Hanak'ın diğer öğrencileri ile Türk ustaları çalışmıştır.

Anton Hanak tarafından başlanan anıtın tamamlanma işi, Hanak'ın 6 Ocak 1934 yılında ölümü üzerine Joseph Thorak'a verilmiştir.

1935 yılında tamamlanan anıtın kaidesi 37 metre uzunluğundadır. Orta blok 8 metre, yan kanatlar 2 metre, bronz figürlerin boyu ise 6 metredir. Anıtın Kızılay'a bakan cephesinde biri genç, diğeri yaşlı iki bronz figür görülmektedir. Güvenin simgesi olarak yaşlı adamın elindeki sopa düşmek üzeredir, güçlü bir yapıda tasvir edilen genç ise sopayı alarak nesilden nesile korumayı temsil etmektedir. Bunun altında Atatürk'ün "Türk Öğün Çalış Güven" sözleri tunç harflerle yazılmıştır. Bu yazının sağında bulunan bir grup figür, polisin halka yardımını, soldaki grup da jandarmanın halka yardımını anlatmaktadır. Anıtın arkasında ise iki çıplak erkek tasviri ulusun yaralarını saran kahramanlarını tanıtmaktadır. Bunlardan sağdaki modern çağda güveni, soldaki de birliği simgelemektedir. Bunun dışındaki alanlar yapıcı ve yaratıcı insanlarla köylü ve çiftçileri simgeleyen guruplarla doldurulmuştur.

Anıtın kitabesi şöyledir:

"Güvenlik Anıtı Kemal Atatürk T.C. Cumhurreisi, İsmet İnönü Başvekil, Şükrü Kaya Dahiliye Vekili, Nevzat Tandoğan Ankara İlbayı ve Uray Başkanı (Vali ve Belediye Başkanı) iken Türk Milletinin Jandarma ve Polisine sevgi ve hoşnutluğunu göstermek için vilayetlerin yardımıyla yapılmıştır. MCMXXXV Mimar CL.Holzmeister, Heykeltıraş Prof. Anton Hanak, Prof. Josef Thorak".

 

Kızılay'da yaya akslarının kesişim noktasında, Güven Anıtı ile birlikte simgesel bir vurguyla hazırlanan Güven Park ise, bakanlıkların yapımına başlanan 30'lu yıllarda gerçekleşmiştir. Tepe noktası Kızılay Meydanı'nda biten üçgen biçimindeki parkın yanında, Bulvar boyunca yayalar ve bisikletlilere ayrılmış gezinti yolu 50'li yıllardaki yol genişletme operasyonlarına kadar varlığını sürdürmüştür.


Çankaya Cumhurbaşkanlığı Köşkü

 

 

Atatürk, 27 Aralık 1919′da Ankara'ya geldiğinde önce Ziraat Mektebi'nde, sonra da tren istasyonundaki Direksiyon denilen binada oturdu. Ankaralı bir Ermeni tüccar tarafından 1800'lü yılların son çeyreğinde yaptırılan ve sonrasında kentin zengin ailelerinden Bulgurzadeler'in eline geçen Kasapyan Köşkü olarak bilinen bağ evi, Ankara Müftüsü'nün gayretleriyle halk arasında toplanan bağış sayesinde Bulgurzade Tevfik Efendi'den alınarak Mustafa Kemal'e hediye edildi. Mustafa Kemal, Ziraat Mektebi ve Direksiyon binasından sonra Ankara'daki yıllarını 1921'de yerleştiği bu bağ evinde sürdürmüştür.

Bugün müze olan köşkün girişinde, Atatürk'ün 56 yıllık ömründe en uzun süre ile yaşadığı ikametgah olma özelliğini de taşıyan bina ile ilgili şu satırlar görülür:

"Eski bir bağ evidir. Ankaralı Bulgurluzade Mehmet ve Rıfat Beyler tarafından satın alınmış olup, 1921 yılı başlarında Ankara Müftüsü Hoca Rıfat Börekçi'nin önderliğinde Ankara halkı adına Atatürk'e armağan edilmiştir. Atatürk tarafından ordu namına devir ve ferağ edilmesi üzerine "Ordu Köşkü" adını alan bina, ilk haliyle alt kat holünde mermer bir havuzu bulunan iki katlı bir yapıdır. 1921 yılı Haziran ayı başlarında Atatürk Ankara Garı'nda ikamet etmekte olduğu konuttan bu köşke küçük bir onarımdan sonra taşınmışlardır.

 


Çankaya Gazi Köşkü

 

1924 yılında Mimar Mehmet Vedat Bey tarafından Köşk'e ilaveler yapılarak bugünkü şekline getirilmiştir.

Bu ilaveler ön taraftaki camekanlı giriş arkada ise uzunlamasına bir ofis ve mutfak, yan tarafında bulunan kuledir. 1932 Haziran ayına kadar Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk Cumhurbaşkanlığı Köşkü olarak kullanılmış olan ve Cumhuriyet tarihinde çok önemli bir yer tutan bu yapı yeni köşke taşınıldığında tüm mefruşatı ile korunarak o günkü hali ile muhafaza edilmiştir."

Zamanla eski köşk, bir devlet başkanı için yeterli sayılmamış, "Pembe Köşk" olarak bilinen ikinci Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nün planı Atatürk'ün isteğiyle Holzmeister tarafından çizilmiştir. Yapımına 1931 yılında başlanan köşk 1,5 yıl gibi kısa bir sürede tamamlanmıştır.

 


Pembe Köşk

 

Bodrum katının üzerine iki kat olarak yapılan Köşk'ün giriş katı çalışma ve konukların kabul edildiği alan, üst kat ise ikametgah olarak düzenlenmiştir. Rustik taşla kaplı bir podyum üzerinde yükseltilen yapının kareye yakın kütlesi arkadaki açık avlu ile hafifletilmiştir. Bu avlunun zemin katında kolonatlı bir yüzme havuzu vardır. Ana mekanlar giriş aksına göre simetrik olarak yerleştirilmiştir. İkinci kattaki çıkmalar Türk evindeki "hayat"ı anımsatır. Holzmeister'in mimarlığının tipik özellikleri olan yüzey çıkmaları, eş büyüklükte yalın pencere dizileri, dairesel pencereler, düz çatı ve bütün detaylardaki yalınlık bu yapıda da kendini göstermektedir. Yapı malzemelerinin tümü Avusturya'dan getirtilmiş, inşaatta Viyanalı ustalar ve işçiler çalışmıştır.

Yapıda hakim renkler Atatürk' ün sevdiği pembe ile yeşilin çeşitli tonlarıdır. Köşk'ün odalarının tavanları Türk usulü süslemelerle donatılmıştır. Yıllar içinde gereksinimlerden kaynaklanan kimi değişikliklerin yapıldığı Çankaya Köşkü, 2000-2001 yıllarında restore edilerek 1932 yılındaki aslına uygun duruma getirilmiştir.

 


Yeni ve Eski Çankaya Köşkü'nün birlikte görünümü




Camlı Köşk

 

Cumhurbaşkanlığı bahçesinde Atatürk döneminden kalan üçüncü yapı, kız kardeşi Makbule Atadan için yaptırdığı "Camlı Köşk"tür. Mimar Seyfi Arkan tarafından planı yapılan köşkün inşaatı Nisan 1936′da tamamlanmıştır. 1951 yılından itibaren Yabancı Konuklar Köşkü, 1954-1970 yılları arasında Başbakan ve Senato Başkanı Konutu olmuştur. Bu bina, halen "Devlet Konukevi" olarak kullanılmaktadır.


Ankara Merkez Bankası

 

 

1931 - 1933 yılları arasında Holzmeister tarafından gerçekleştirilen ve bodrum üzerine dört kat olarak tasarlanan yapı, merkezinde anıtsal bir girişi olan simetrik bir cepheye sahiptir. Yalın bir tasarımı olan cephenin dış çevresi ve dikey pencere sıralarının araları, ince plasterlerle çevrilidir. Bu düzenleme, enine gelişen cepheye denge kazandırır. Cepheleri tamamen taş kaplı olan yapıda, geniş bir basamak sırası ile ulaşılan giriş bölümü, yapının üst sınırına kadar yükselen, geniş, dikey bir girinti biçimindedir. İçeride, ortada, üzeri açık bir holün çevresine çalışma mekanları yerleştirilmiştir. Yapının eğimli çatısı, yükseltilmiş cephe duvarı ile gizlenmiştir.


Ulus Emlak Bankası

 

 

Ulus'a giden bulvar üzerinde, diğer bankaların genel müdürlük binalarının yer aldığı kesimde 1933-34 yılları arasında inşa edilen yapı, bodrum üzerine üç katlıdır. Bodrumla banka holünün bulunduğu zemin katı arkada üst iki kattan daha geniş bir alan kaplar. Üst katlar güney yönünde, yani arkada geriye çekilmiştir ve çalışma alanlarının bir koridor boyunca sıralandıkları bir plan düzeni gösterirler. Planda simetri kuzey yönündeki merdivenle bozulmuştur.

Dışarıdan incelendiğinde Holzmeister yapılarının benzer özelliklerini gösteren yapıda, neo-klasik mimarlığın gerektirdiği kurallara uygun biçimci bir yaklaşım görülür. Simetrik ön kütlede zemin katın ortadaki yedi aksı dışarıya taşmaktadır. Bu taşma birinci kat için balkon oluşturmuştur. Bir ve ikinci katlarda dış yüzeyleri mermerle kaplı olan bu yedi akslık bölümün geniş saçağını gene mermerden, daire kesitli sekiz sütun taşımaktadır. Bu yüksek sütunlu düzen kamu yapılarının önünde görülen giriş motifinin bir başka çeşididir. Ön kütlede simetri, yanlardaki bayrak direkleri ve pencere görünümündeki çerçevelerle pekiştirilmiştir.

Betonarme iskelet sisteminin uygulandığı yapının dış yüzeyleri, öndeki beyaz Marmara mermeri ve girişin mermerden merdivenleri dışında çevre taş ocaklarından getirtilen düzgün kesilmiş Ankara taşıyla kaplanmıştır. Eğimli çatı, bordürle biten yüksek korkuluk duvarları arkasına gizlenmiştir. İnşaat için gerekli plan detaylarının tümü ile depreme dayanıklılığın göz önüne alındığı malzeme seçimi mimar tarafından gerçekleştirilmiştir.

 

 

Kaynaklar:
İnci Aslanoğlu; "Erken Cumhuriyet Dönemi Mimarlığı 1923-1938" ODTÜ Mimarlık Fakültesi Yayınları, Ankara, 2001. s. 388-390.
Çankaya Belediyesi
TSK Genelkurmay Başkanlığı
Kültür ve Turizm Bakanlığı
TBMM
Mimarlar Odası Ankara şubesi
Mimarlık Müzesi
Wikipedia
Arkiv
www.wowturkey.com
www.planlama.org
www.turkcebilgi.com
www.itudergi.itu.edu.tr
www.ankaraheykelleri.wordpress.com

Arkitera, Derleyen: Pınar Koyuncu, 25.08.2010

ÇATALHÖYÜK'ÜN ARKEOLOG TEYZELERİ

 



İnsanoğlunun bilinen en eski yerleşim yerlerinden Çatalhöyük’teki arkeolojik çalışmalarda uzun yıllardır görev alan köylü kadınlar, bir arkeolog kadar bilgi sahibi olabiliyor.

 

AA muhabirinin edindiği bilgiye göre, Konya’nın Çumra İlçesindeki Çatalhöyük kazı alanında 1993 yılında Stanford Üniversitesi Arkeoloji Profesörü ve Çatalhöyük Kazı Başkanı Ian Hodder başkanlığında yürütülen kazı çalışmaları yurt içi ve yurtdışından çok sayıda bilim adamının da katılımıyla sürüyor.

 

Büyük bir titizlikle yürütülen çalışmalarda her yıl köylü kadın ve erkeklerde görev alarak, çıkarılan topraklardaki tarihe ışık tutacak parçaları ayıklıyor.

 

Kazı alanından çıkarılan toprağı yıkadıktan sonra güneş altında belirli bir süre kurutan bu işçiler, daha sonra büyüteç yardımıyla toprakta buldukları o döneme ait kemik, boncuk, obsidien taşları ve yumurta kabuklarını ayıklayarak keseciklere koyuyor.

 

Bazı köylü kadınlar da çıkarılan bu parçaları, diş fırçası yardımıyla temizleyerek, laboratuarda araştırmaya hazır hale getiriyor.

 

Çalışmalarda görev alan köylü kadınlardan 51 yaşındaki Hatice Yaşlı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Çatalhöyük’te Hodder başkanlığında kazı çalışmalarının başladığı 1993 yılından bu yana her yıl görev aldığını belirtti.

 

Akraba ve komşularıyla birlikte çalıştıkları kazı alanında topraktan önemli sayılan boncuk ve kemik gibi parçacıkları ayıklayıp, temizliğini yaptıklarını ifade eden Yaşlı, ”18 yıldır kazı çalışmalarında görev aldığım için artık işin uzmanı oldum. Toprakta bulduğum parçaların hangilerinin o döneme ait olduğunu artık ezberledim” dedi.

 

Topraktan çıkardıkları kemik, boncuk ve obsidien taşları gibi bulguları küçük bir diş fırçası yardımıyla suyla temizlediğini anlatan Yaşlı, diğer köylü kadınların yaptığı gibi kendisinin de her yıl farklı işlerde çalıştığını bildirdi.

 

Bugüne kadar edindiği bilgi ve deneyimleri ile adeta Çatalhöyük’ün ”fahri arkeoloğu” olduğunu dile getiren Yaşlı, şunları kaydetti:

”Buraya her yıl Türkiye ve dünyanın farklı bölgelerinden bilim adamları geliyor. Gelen simaların büyük bölümü değişiyor ama ben her yıl burada olduğum için gelen profesörler, bilim adamları, öğrenciler beni çok iyi tanıyor. Hatta bazen benimle ‘hocam’ diye şakalaşıyorlar. Aramızda çok iyi bir diyalog var. Ben de işimi severek yaptığım için her zaman en iyisini yapmaya çalışıyorum. O yüzden bugüne kadar hiçbir problem olmadı. İşimizde de zaman içinde uzmanlaştığımız için işimde her yıl daha da verimli olduğuma inanıyorum. Artık başımızdaki hocalar kadar biz de bu işi öğrendik.”

 

Yaptıkları iş karşılığında aylık asgari ücret düzeyinde bir para aldıklarını, işin durumuna göre her yıl 1,2 veya 3 ay çalıştıklarını anlatan Yaşlı, önümüzdeki yıllarda da kazı çalışmalarında görev almak istediklerini sözlerine ekledi.

Zaman, 25.08.2010

MERSİN'DE TARİH AYDINLANACAK

 

 

Elause Sebaste antik kentinde 16'ncı dönem kazı çalışmalarının 3 ayrı noktadan başlatıldı.

İtalya'daki Roma La Sapenza Üniversitesinden Prof.Dr. Evgenia Eğnini Schneider başkanlığında sürdürülen kazı çalışmaları tamamlandığında bölgenin tarihi ve kültürel zenginliklerinin ortaya çıkartılması hedefleniyor.

 

Kazı çalışmalarında, özellikle son 2 yılda çıkarılarak tescillenen 300'ün üzerinde tarihi eser, sergilenmek üzere Mersin Müzesi'ne teslim edildi. Kazı Başkanı Schneider, geçmiş yıllardaki kazılarda çıkartılan eserlerin ağırlıklı olarak Roma ve Bizans dönemlerine ait seramik, cam, sikke, pişmiş toprak heykelcikler, amforalar ve değişik tip ve ebatlarda savaş ve ticaret malzemelerinden oluştuğunu söyledi.

 

Bölgenin zengin tarihi ve kültürel zenginliklere sahip olduğunu belirten Schneider, bu yılki kazılarda önemli yazıt ve heykeller bulmayı umduklarını ifade etti.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı temsilcisi arkeolog Şenay Öcal ise 17 kişilik uzman ekip ve 24 kişilik Türk işçi grubunun görev aldığı kazı çalışmalarının tapınak, Bizans Sarayı yerleşkesi ve Kuzey Limanı bölgesinde başlatıldığını bildirdi.

 

Kazı çalışmaları 17 Ekim'e kadar sürecek.

Hürriyet, 25.08.2010

1800 YILLIK KAFATASINDA AMELİYAT İZİ

 

 

Antalya’nın Aksu İlçesi’nde Pamfilya'nın önde gelen şehirlerinden Perge'de, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Klasik Arkeoloji Bölümü’nden Prof.Dr. Haluk Abbasoğlu başkanlığında yürütülen nekropolis kazılarında bulunan iskeletler, Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü’nden Prof.Dr. Yılmaz Selim Erdal ve ekibi tarafından inceleniyor. 7 yıldır Perge batı nekropoliste gün ışığına çıkartılan insan iskeleti kalıntılarının analizlerini inceleyen Prof.Dr. Erdal, o dönemde yaşayanların çevreye uyarlanma süreçlerini, sosyo- ekonomik yapılarını, beslenme modellerini çözümlemeye ve bu çerçevede Perge’de Roma döneminde yaşamış insanları anlamaya çalıştıklarını söyledi.

Prof.Dr. Yılmaz Selim Erdal, Perge halkının yaşam tarzı, sağlık sorunları ve tıbbi yöntemlerine ilişkin şu bilgileri verdi:
“O dönemdeki birçok hastalığı saptamak mümkün. Bunlardan biri Akdeniz anemisi. Perge çok sıcak bir bölgede sivrisinek ve diğer bakteriyel enfeksiyon taşıyan yaratıklar var. Bunlar ister istemez insanları ısırıyor ve sıtmaya neden oluyor. Sıtmayla birlikte bölgede Akdeniz anemisi de yaygınlaşıyor. Eklem hastalıkları ve enfeksiyonlar çok sık karşılaşılan hastalıklar olarak karşımıza çıkıyor.”

Perge'de buldukları bir iskeletin kafatasında delme- kesme tekniği ile yapılmış cerrahi müdahalenin birebir örneğini bulduklarını belirten Prof.Dr. Erdal, “Antik kaynaklarda cerrahi müdahalenin nasıl yapıldığı çok iyi tanımlanıyor ama buna ilişkin örnekler sınırlıydı. Hele Roma döneminde yok denecek kadar azdı. Biz burada yaptığımız çalışmalarda cerrahi müdahale yapılmış kafatasını bulduk. 4 delikli iki sıra halinde bir trepanasyon (baş deliği ameliyatı) saptadık” diye konuştu.

Çalışmalardaki en dikkat çeken olayın iskeletler üzerinde yaralanmaların son derece sınırlı olması olduğunu kaydeden Prof.Dr. Yılmaz Selim Erdal, “Yaralanmalar çoğunlukla düşme ve çarpma gibi kazalara dayalı. İskeletlerde hiç savaş izine rastlamadık. Ama gündelik yaşamdan kaynaklanan kafatası, gövde, kaburgalarda, kırıklarla karşılaştık” dedi.

İskeletlerde dişlere yansıyan hastalıkları analiz ettiklerini belirten Prof.Dr. Erdal, bu analizlere göre Perge’de yaşayanların dengeli beslendiğinin belirlendiğini söyledi.

Radikal, Haber: Mehmet Çınar, 25.08.2010

BİR MEKTUP

 

Merhaba Sn. İlgili;

2010 KPS Sınavı haberlerini mutlaka duymuşsunuzdur.

Bu sınava "Arkeolog" olarak giren bizlerin, zaten geçmişten beri en az kadrolarla mükafatlandırıldığını (!) belirtmek isteriz. Bu yetmezmiş gibi kopya vb. üzücü iddiaları duymak bizler için daha da kötü oldu. Durumumuz ne olacak, sınav mı iptal olacak? Devletimizden biz arkeologlara yeterince  kadro açmasını  beklerken, bir de böyle bir durumla karşılaşıyoruz. Lütfen bize (bu yıl 3479 arkeolog) ve bizim gibi farklı farklı bölümlerden bu sınava giren milyonlarca gencin sesine kulak verin.

 

Teşekkürler.

E. Çakır, 25.08.2010

"MÜZELERE GİTMİYORUZ"

 

 

Gaziantepli vatandaşlar kentimizde çok sayıda tarihi eserin bulunduğu müzeleri bilmediklerini ve daha önce hiçbir müzeye gitmediklerini açıkladılar. Mozaik ve arkeolojik müzesinin yanında mutfak, savaş, cam, Mevlevihane, kent ve Kaleiçi müze bulunan kentimizde halkın müzelere gitmek için zaman bulamadıklarını açıklaması dikkat çekti.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı müze ve ören yerleri geçtiğimiz Temmuz ayında ücretsiz hale getirilmiş ve 45 ilde 83 müze ve ören yerinde, ücretsiz giriş uygulaması başlamıştı. Yesemek Açık Hava Müzesi’de ücretsiz gezilebilecek yerler arasında bulunurken, Gaziantepliler, ücretsiz bile olsa müzeye gitmediklerini çünkü zaman ayıramadıklarını belirttiler.

 

Gaziantep Arkeoloji Müzesi’nin ardından Büyükşehir Belediyesi tarafından İpek Yolu üzerinde yapımı tamamlanan Zeugma Müzesi’nin Kültür Bakanlığı’na devredilmesinin ardından ziyarete açılacağı ve Zeugma’dan çıkarılan mozaiklerin burada sergileneceği açıklanmıştı.

 

Türkiye’nin ilk Mutfak Müzesi Gaziantep Büyükşehir Belediyesi tarafından hizmete açılarak Emine Göğüş Mutfak Müzesi adı verilmişti. Kale içinde yapılan müzenin yanında Şahinbey Belediyesi’nin yaptırdığı Savaş Müzesi, Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün yaptığı Mevlevihane Müzesi, Bey Mahallesi’ndeki Hasan Süzer Etnoğrafya Müzesi ve Cam Müzesi ile kentimiz adeta müzeler şehri haline gelmesine rağmen kent insanı sahip çıkmıyor.

 

Türkiye’nin hemen hemen her bölgesi tarih kokarken halkımızın müzelere ilgi göstermemesinin yanında ülkemize gelen yabancı turistlerin ilk uğrak yerinin müzeler ve ören yerleri olması dikkat çekiyor. Tunus’ta bulunan ve mozaiklerin sergilendiği Bardo Müzesi’ni yılda 1 milyon yabancı turist ziyaret ediyor ve Tunus’a bıraktıkları döviz de cabası. Zeugma Antik Kenti’nden çıkarılan mozaiklerin sergilenmesi halinde Gaziantep’teki mozaik müzesinin dünyanın en büyük mozaik müzesi olacağı açıklanmasına rağmen kent halkı müzelere zaman bulamadıkları için gidemediklerini açıkladılar.

Gaziantep Hakimiyet, 25.08.2010

OSMANLIDA VAKIFLARIN YÜZDE 40'INI KADINLAR KURMUŞ

 

Bir hastane, 1 mektep, 1 cami, 2 kütüphane, 3 köşk, 1 gümrük binası, 2 köy, 243 ev, 45 dükkan, 2 han, 3 fırın, 5 değirmen, 1 hamam, 60 samanlık, Terkos Gölü, 8 kireç ocağı, 44 bostan, 5 koru, 1602 zeytin ağacı...

 

Aralarında Dolmabahçe Camii, Vakıf Gureba Hastanesi, Terkos Gölü gibi değer biçilmez eserlerin ve gayrimenkullerin de bulunduğu uzayıp giden bu liste Bezm-i Alem Valide Sultan Vakfı'nın mal varlığını gösteriyor. II. Mahmud'un eşi ve Abdülmecid'in annesi, Bezm-i Alem Valide Sultan, dünyadan giderken ardında hala hizmete devam eden muazzam vakıflar bıraktı. Osmanlı'da hayır sahibi tek kadın Bezm-i Alem Valide Sultan değildi elbette. İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Tahsin Özcan, 'Vakıf Medeniyeti ve Para Vakıfları' adlı kitabında Osmanlı toplumunda vakıfların yaklaşık yüzde 40'ının kadınlar tarafından kurulduğunu söylüyor.

 

İslam dünyasında kadınların sosyal ve ekonomik hayatın dışına itildiği şeklinde iddialar sıkça dile getirilir. Tahsin Özcan, vakıflarla ilgili kayıtların bu iddiaları geçersiz kıldığını belirtiyor: "Vakıf kurabilmek için yeterli mali imkana sahip olmak gerektiğine göre, kadınların bu kadar yüksek oranda vakıf kurmaları ekonomik hayatta da aynı oranda söz sahibi oldukları anlamına gelir. Nitekim bu konudaki örnekler incelendiğinde şunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Osmanlı toplumunda kadınlar ekonomik hayatın içinde yer alarak önemli mali imkanlara sahip olmuşlar ve bu imkanlarını da kurdukları vakıflar vasıtasıyla toplumun hizmetine sunmuşlardır."

 

Türkiye Finans Kültür Yayınları'ndan çıkan 'Vakıf Medeniyeti ve Para Vakıfları', İslam dünyasında Hazreti Peygamber'in (sas) sahip olduğu bazı malları bizzat vakfetmesiyle ortaya çıkan ve günümüze kadar uzanan vakıfları, özellikle de para vakıflarını anlatıyor. Para vakıflarının vakıf kurumu içindeki yerini, işlevini, işleyişini ele alan kitapta bu vakıflardaki bazı uygulamaların günümüzün 'mortgage' sisteminin temelini oluşturduğuna, karz-ı hasen ve mudarabe gibi bazı uygulamaların günümüzün katılım bankacılığı sisteminde yer aldığına da dikkat çekiliyor.

Zaman, 25.08.2010

ODYSSEUS'UN KRALİYET SARAYI BULUNDU MU?

 

Yunanistan’ın İyonya Üniversitesi’nden bir grup arkeolog, 16 yıllık bir kazı çalışması sonucunda Odysseus’un İthaka Adası’ndaki kraliyet sarayını bulduğunu düşünüyor. Homeros’un destanda betimlediğinin aynısı, 3 katlı bir bina ve MÖ 8. yüzyıla ait bir kuyu bulan Yunan arkeologlar kahramanın bu tarihler civarında yaşadığını ve sarayın çevresinin de Homeros’un betimlemelerine çok yakın olduğunu söylediler. Homeros’un destanındaki kişilerin tamamen kurgu olduğunu düşünen bazı arkeologlar ise bulunan yapının herhangi bir Yunan site devletinin kraliyet sarayı olabileceğini söylüyorlar.

Hürriyet, 25.08.2010

HEPİMİZ BU MAĞARA SAYESİNDE HAYATTAYIZ

 

 

Bilim adamları insanoğlunun, yaklaşık 195 bin yıl önce yaşanan buzul çağını G. Afrika’nın en ucunda bulunan bir mağara sayesinde atlattığını düşünüyor.

 

ABD’deki Arizona Üniversitesi’nden Curtis Marean’ın Scientific American bilim dergisinde özetlediği tezi, ilk insanların bu mağara ve çevresindeki nispeten ılıman iklim koşulları sayesinde yok olmaktan kurtulduğunu gösteriyor. Hint Okyanusu kıyısındaki mağaraları inceleyen Marean ve ekibi, 1999’da Pinacle Point adı verilen bir bölgede bulunan mağarada insanların yaşadığına dair, 164 bin ila 35 bin yıl öncesine dayanan kalıntılar bulundu. PP23B adı verilen mağarada keşfedilen taş aletler ve şömine tabanı gibi kalıntılar insanların burada yaşadığının kanıtları oldu.

Araştırmacılara göre burada hayatta kalan insanlar buzul çağı bitince de tüm dünyaya buradan yayıldı.

Milliyet, 25.08.2010

HASANKEYF'İ JAPONLAR KAZIYOR

 

 

Prof.Dr. Oluş Arık tarafından ilk defa 1986 yılında arkeolojik kazılara başlanan antik kent Hasankeyf'te 24 yıllık kazı sürecinde bir ilk gerçekleşti.

 

İlk defa Hasankeyf kazılarına bir yapancı heyet katılıyor. Japonya’dan gelen 6 kişilik arkeolog ekibi, kazı alanlarında çalışmalara katıldığı öğrenildi. Aynı Japon bilim adamlarının 2009 yılında Bismil- Salatta ortaya çıkarılan höyük çalışmalarında yer aldığı bildirildi.

 

Hasankeyf’te yaşanan kaya düşmesi olayının ardından kale dışındaki bölgelere kaydırılan kazılar, özellikle Hasankeyf Höyüğünde yoğunlaştırılmıştı. Japonlardan oluşan 6 kişilik grupta bu höyükte inceleme yapacak. Hasankeyf Kazı Heyeti Başkanı Prof. Abdüsselam Uluçam gözetiminde inceleme yapacak olan yapancı heyet, çıkan malzemeler üzerinde analiz yapacak. 6 kişilik Japon heyetin Prototistorya arkeologları olduğu öğrenildi.

Batman Doğuş, 24.08.2010

NECEF 2012 KÜLTÜR BAŞKENTİ PROJESİ TÜRKLERE EMANET

 

 

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Projesi'nden sonra Necef'de 2012 İslami Kültür Başkenti olarak ilan edilmişti. Bunun ardından bu projenin altyapısının hazırlanması için birçok Iraklı ve uluslararası firma projelerini yarıştırdı.


Alsumaria televizyonunun haberine göre Necef Valisi Adnan Al Zorfi, projenin bir Türk firmasına verildiğini açıkladı. Al Zorfi, firmanın ismini ise vermese de projenin 78 milyon dolara mal olacağı bilgisini verdi.


Proje, salonlar, tiyatrolar, müzeler ve başka birçok kültürel yapının inşasını kapsıyor.

Türk şirketleri Irak'taki savaşın ardından yüzlerce şirket ve işadamı eşliğinde bölgeye çıkarma yapmış ve bölgedeki yeniden imar projelerinden pay almak için defalarca temaslarda bulunmuştu.

Habertürk, 24.08.2010

SANAT GALERİLERİNE GÜVENLİK UYARISI

 

 

Geçtiğimiz cumartesi günü 50 milyon dolar değerindeki Van Gogh tablosunun çalındığı Kahire’deki Halil Müzesi’nde çalışan bir alarm olmadığı ortaya çıktı.

 

Bu duruma hiç şaşırmadığını söyleyen Metropolitan Polisi’nin sanat departmanından dedektif Charles Hill, aynı hikayenin Paris Modern Sanatlar Müzesi’nde de yaşandığını söyledi. Orada da alarmın haftalardır bozuk olduğu ortaya çıkmış ve aralarında Picasso, Matisse gibi önemli ressamların 100 milyon avro değerindeki eserleri çalınmıştı. Van Gogh’un tablosunun çalındığı Halil Müzesi’nde ise 43 güvenlik kamerasından yalnızca yedi tanesinin çalışır durumda olduğu ortaya çıktı. 30 cm boyundaki Poppy Flowers ya da Vase And Flowers olarak da bilinen tablo, çerçevesi kesilerek çalınmıştı. Mahmut Halil Müzesi; Monet, Renoir ve Degas gibi önemli isimlerin eserlerini de bünyesinde bulunduruyor. Tüm bu yaşananlar düşünüldüğünde, böylesine önemli müzelerin ya da galerilerin güvenliğe neden önem vermediği büyük merak konusu olurken, Charles Hill, sanat galerilerinin güvenlik önlemlerini arttırmaları gerektiğine dikkat çekti.

Taraf, 24.08.2010

90 YILLIK YALIYI İTFAİYE KURTARDI

 

 

Beylerbeyi Sahili’nde bulunan ve mimar Kemalettin Bey tarafından 1920’li yıllarda inşa edilen üç katlı yalı kül oluyordu. Yalıboyu Caddesi numara 36’daki yalının alt katındaki restoranın bacasında yangın çıktı. Alevlerin kısa süre içinde büyümesi nedeniyle itfaiye ekiplerine haber verildi.

Üsküdar, Çengelköy ve Kavacık itfaiyesine bağlı ekipler kısa süre içinde yalıya gelerek alevlere müdahale etti. Ekipler, alevlerin büyük bölümü ahşap olan yalıya yayılmasını engelledi. Yaklaşık yarım saat süren çalışmanın ardından yangın kontrol altına alınarak söndürüldü.

Yalı, Mimar Kemalettin Bey tarafından Hüseyin Kazım Kadri Bey için 1920’li yıllarda inşa edildi. Hüseyin Kazım Kadri Bey 1920 yılında Evkaf Nazırlığı ve Maliye Nazırlığı vekilliği yaptı. Bu yıllarda inşası tamamlanan yalı onun ölümünden sonra Alman misafirhanesi olarak düzenlendi. Yalı bugün Ay Turizm Şirketi’ne ait ve restoran olarak kullanılıyor.

Radikal, 24.08.2010

5 ASIRLIK CAMİYE ÇELİK KUŞAK

 

Çelebi Sultan Mehmet’in kızı Ayşe Hatun tarafından Edirne’de 1468 yılında yaptırılan tek minareli cami, devrinin, çeşmelerinden sıcak su akan ilk camileri arasında yer alıyor.

 

Yüzyılları aşarak günümüze ulaşan 5 asırlık camiyi inceleyen Vakıflar Genel Müdürlüğü uzmanları, caminin güney cephesinde derz boşalmaları, yüzeyinde ise derin çatlaklar tespit etti.

 

Acil onarım kapsamında değerlendirilen Ayşe Kadın Camisi’nin yıkılmasını önlemek için restorasyon projesi hazırlayan Genel Müdürlük, ilgili Koruma Kurulundan proje onayı aldı.

 

Restorasyon projesine göre, cami çelik kuşaklara sarılarak onarılacak ve gelecek kuşaklara ulaşması sağlanacak.

 

Restorasyon ihalesi temmuz ayında yapılan camide, çalışmalara geçen hafta başlandı.

Trt/Haber, 24.08.2010

MUMBAİ'DEKİ TAC MAHAL SARAYI OTELİ SANAT ESERLERİYLE BERABER RESTORE EDİLİYOR

 

 

Teröristler yaklaşık iki yıl önce bu şehri basıp 163 kişiyi öldürdüklerinde, Hint sanatının gelişiminde ve muhafazasında büyük bir rol oynayan, simgesel öneme sahip bir mimari yapı olan Tac Mahal Sarayı Oteli'ne de darbe indirdiler. Floransa-Endülüs tarzında inşa edilen ve 1903'te açılan otel, üç günlük bir kuşatma sırasında yangınlardan, kurşunlardan ve el bombalarında dolayı tahrip oldu. Otelin çatısı çökerken, girift ahşap işlemeleri yandı. Vasudeo S. Gaitonde ve Jehangir Sabavala gibi modern Hintli sanatçıların tabloları isle ve mantarla kaplandı. Klimaların bozulması, itfaiye araçlarının ve bina içindeki yangın söndürme sisteminin su püskürtmesi, havadaki nemi artırarak mantarları çoğaltmıştı.

Bazı zamanlar 2 bini aşkın kişinin çalıştığı bir ekip, aradan geçen 21 ayda binayı temizleyip yeniledi. Beş uzmandan oluşan daha küçük bir grup, personelin ve müşterilerin saldırılar esnasında sığındığı Kristal Balo Salonu'nda 10 ay çalışarak, 300'den fazla sanat eserini restore etti. Uzmanların çalışmaları, Saray Kanadı'nın Hindistan'ın Bağımsızlık Günü'nde yeniden açılmasıyla birlikte sergilenmeye başladı. Sarayda ve ciddi bir tahribata uğramayan kule kanadındaki bazı ortak alanlar, bir yıldır açıktı. Saldırıdan önce, saraydaki önemli sanat eserlerinin çoğu koridorlarda ve odalarda dağınık biçimde sergileniyordu. Tac Mahal değerli eserlerini artık üç seçkin mekanda sergileyecek: ziyafet salonu, dinlenme salonu ve ana lobinin biraz ötesindeki deniz manzaralı bar.

Son yıllarda Mumbai ve Yeni Delhi'de birçok yeni galeri açıldı. Ancak eskiden Tac Mahal Oteli, Hint sanatının odak noktasıydı. Oteldeki Tac Galerisi, 1990'ların başına kadar sanat meraklılarının ve koleksiyoncuların, eski adı Bombay olan Mumbai'de çağdaş sanat ürünlerini görmek ve satın almak için gidebileceği az sayıdaki yerden birisiydi. Mumbai'de yayınlanan Art India adlı derginin editörü Abhay Sardesai, "1970'lerde ve 1980'lerde isim yapan, B. Prabha gibi çok sayıda sanatçı burada birçok sergi açtı. Burası önemli bir yerdi" diyor. Yeni Delhili sanat eleştirmeni ve sanat galerisi müdürü Gayatri Sinha, Tac Mahal Oteli'ni açan ve halen mülkiyetini elinde tutan Tata Grubu'nun diğer şirketlerinin de özellikle 1950'lerde ve 1960'larda, sanat eserleri satın alarak Hindistan'ın modern sanatına ciddi bir katkı yaptığını belirtiyor. Sinha, "Çoğu Hint şirketi sanata ilgisizdi. Bu anlamda, doğru zamanda doğru sanat yatırımları yapan Tata şirketleri çok ayrı bir yerde duruyor" diyor.

Yaklaşık 10 yıl önceki bir yenileme sırasında kapatılan Tac Galerisi, bir daha açılmadı. Ancak otel yönetimi, 1960'larda görev yapan otel müdürünün karısı tarafından oluşturulmaya başlanan koleksiyona, son yıllarda daha çok önem verdi. Yönetim, koleksiyonu korumak için birkaç yıl önce sanat uzmanı Mortimer Chatterjee'yi işe aldı. Soyut sanatçı S.H. Raza'ya ait büyük bir tablonun da aralarında bulunduğu bazı önemli eserler zarar görmemiş, çünkü saldırı öncesinde temizlenip onarılmak üzere depoya koyulmuşlar. Chatterjee karısı Tara Lal ile birlikte, Tac Mahal Oteli'nin yakınındaki Chatterjee & Lal adlı galeriyi işletiyor. Ancak saldırı sırasında sergilenmekte olan eserler, boyalara ve tuvale yapışan mantar ve is parçacıkları nedeniyle ciddi bir bakıma ihtiyaç duyuyor. Hassas bir bakımdan geçmesi gereken eserler arasında, Laxman Pai'nin yaptığı soyut tarzdaki açık mavi tablo da var. Chatterjee, yivlerle ve bombeli kısımlarla süslenmiş tablonun dikkatle temizlenmesi gerektiğini belirtiyor.

Eserlerin restorasyonunu yapan Art-Life Restorasyon Atölyesi adlı şirketin sahibi Priya Khanna, bazı eserlerde renk solması, yırtık ve katlanmadan kaynaklanan birden fazla tahribat olduğunu ve bunların işi yavaşlattığını söylüyor. Khanna'nın Tac'a gönderdiği en deneyimli beş uzman, 10 aydır otelde kalıyor. Kendisi de 10 günde bir otele gelen Khanna, "Belli bir zaman alan her işlemin bitişinin ardından, tabloları dinlendirmek zorundayız" diyor.

Tac yöneticileri, otelin ve sanat eserlerinin restorasyonuna 50 milyon dolar harcadıklarını söylüyor. Otelde, içlerinde su ve elektrik tesisatı ile mobilyaların da olduğu çoğu kısım elden geçirildi. Tac'ın sahibi olan Tata Grubu'na ait Hindistan Otelleri Şirketi'nin Genel Müdürü Raymond Bickson, şirketin tırabzan ve korniş gibi tarihi ayrıntıları aslına sadık biçimde yaptırmaya çalıştığını söylüyor. Tac Mahal Oteli'nin kimliğini korumak isteyen şirket, bazı işleri kuzeybatıdaki Rajasthan eyaletinden getirttiği zanaatkarlara yaptırmış. Bickson, "Sarayı eski haline, hatta daha da bakımlı bir hale getirebildik" diyor.

İngiliz idaresi zamanında yaptırılan Hindistan Kapısı adlı anıtın karşısındaki limanda bulunan otel, yıllarca Mumbai'nin simgesi oldu. Otelin yapıldığı dönemde, çoğu otel Hintlilerin içeri girmesine bile izin vermiyordu. Anlatılanlara göre otelin kurucusu Jamsetji N. Tata, burayı Hintlilerin kalabileceği ve İngilizlerle eşit koşullarda konuşacağı bir yer olarak inşa ettirmiş. Olayların meydana geldiği güne atfen 26/11 (26 Kasım 2008) olarak bilinen saldırıdan sonra, çoğu kişi için otelin simgesel önemi daha da arttı. Aynı gün teröristlerin saldırılarına hedef olan Oberoi Oteli, Yahudi Merkezi ve diğer yerlerden farklı olarak, pencerelerinden ve soğan biçimli kubbelerinden dumanların çıktığı Tac Mahal Oteli, trajediyle ilgili en kalıcı görüntü oldu. Art India dergisinden Sardesai, "Tac, 26/11 sonrasında şehirde veya başka yerlerde yaşayan insanların zihninde, diğer bütün binalardan daha güçlü biçimde yer ederek şehri ve ülkeyi temsil etmeye başladı" diyor.

Sabah, Kaynak: New York Times, Haber: Vikas Bajaj, 24.08.2010

TARİHİ YARIMADADA BAZI CADDELER TRAFİĞE KAPATILACAK

 

Kentin ticaretteki önemli can damarlarından Kapalıçarşı, Mercan Yokuşu, Haliç Caddesi ve Bab-ı Ali Caddesi arasındaki alan trafiğe kapatılıyor. Yayalaştırma ve kontrollü geçişlerde inisiyatif esnafta olacak.

 

Tarihi Yarımada'da Kapalıçarşı, Mercan Yokuşu, Haliç Caddesi ve Bab-ı Ali Caddesi arasında kalan alan yayalaştırılıyor. Sabah gazetesinde yayınlanan habere göre; Fatih Belediyesi'nin yürüttüğü Tarihi Yarımada Yayalaştırma Projesi'nden 16 binden fazla işyeri etkilenecek.

Tarihi Yarımada'daki esnek yayalaştırma ve kontrollü geçişlerde inisiyatif, alınan kararlar doğrultusunda belediyenin ve esnafın olacak. 16 bin 750 işyerini esnek yayalaştırma çalışmasının içine alacak olan Fatih Belediyesi, tüccarın küçük bir belediye gibi çalışmasını, kendi bölgesine sahip çıkmasını, denetlemesini, sorunları gidermeye yönelik belediye ile ortak karar almasını, kısacası birlikte hareket etmesini sağlamaya çalışıyor.

Yeni hazırlanan plana göre Tarihi Yarımada'nın Eminönü kısmında önemli ulaşım aksları dışında bazı noktalarda tamamen, bazı noktalarda ise kısmen trafik kapatılacak.

Buna göre, çok dar sokaklara ve belirli güzergahlara gündüz hiç girilmeyecek. Bölgeye giriş çıkışlar belirlenen noktalardan yapılacak, diğer yerler sabit babalarla kapanacak. Bu noktalarda görevli elemanlar olacak ve giriş - çıkışlar denetlenecek. Atıl otoparklar sisteme dahil edilecek, yeni otopark yapımları ise devam edecek.

Esnaf giriş çıkışlar için ortak karar alıp, değişiklik yapabilecek. Bölgeye kurulan kamera sistemlerinin yanı sıra merkezi köşelerde MOBESE kameraları yer alacak. Asayiş uygulamalarına ilçe emniyet müdürlüğü destek verecek.

Tarihi Yarımada'daki ticari potansiyelinin de önünü açmak amacıyla böyle bir çalışma yaptıklarını kaydeden Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, "Mercan Yokuşu, alt Laleli, Sultanhamam çevresi gibi noktalardan başlayarak tarihi yarımadanın tarihi yerlerini etap etap yayalaştıracağız" dedi.

turizmdebusabah.com, 24.08.2010

ZEUGMA'NIN ÇATISI TAMAMLANIYOR

 

 

Gaziantep'in Nizip İlçesi'nde, Birecik Barajı kıyısında bulunan Zeugma antik kenti, yapımı süren koruganla (koruma çatısı) farklı bir görünüme kavuşacak. 1990'lı yıllarda, Birecik Barajı'nda su tutulmaya başlanması üzerine bir bölümünün su altında kalacak olması dolayısıyla dünya arkeoloji çevrelerinin ve kültürel mirasa duyarlı kişi, kurum ve kuruluşların ilgi odağı olan Zeugma antik kenti, koruganlı yeni çehresi, devam eden kazılarla gün ışığına çıkacak villa ve yapılarıyla ve modern çevre düzenlemesiyle yeniden herkesin ilgi odağı olacak.
    
Antik kentin korunarak turizme kazandırılması için Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yürütülen ''Zeugma Arkeoloji Projesi'' kapsamında yürütülen korugan inşası, kazı, restorasyon ve konservasyon çalışmalarıyla Zeugma Antik Kenti, binlerce turisti ağırlamaya hazırlanıyor. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Kutalmış Görkay, AA muhabirine yaptığı açıklamada, antik kentte bu yıl, Dionysos ve Danae villalarının bulunduğu alanı dış etkilerden koruyacak koruganın yapımına öncelik verdiklerini, ayrıca küçük çaplı kazılar, restorasyon ve konservasyon işleri yaptıklarını söyledi.

Zeugma antik kentindeki yapıların kireç taşından inşa edilmeleri dolayısıyla çok kısa sürede ve kolay bozulabildiğine dikkati çeken Görkay, ''Bu nedenle önceki yıllarda olduğu gibi bu yıl da antik kentteki kalıntıların korunması konusu önceliğimiz oldu'' dedi. Görkay, ihale bedeli 1 milyon 369 bin 506 lira olan ''Gaziantep Zeugma Antik Kenti Dionysos ve Danae Villaları Üst Örtü Yapım İşi''nin bu ayın sonuna kadar tamamlanacağını belirterek, ''2011 yılında, Zeugma'yı ziyaret edecek turistler yapının dışındaki hava koşullarından etkilenmeden mozaikleri ve freskleri bulundukları yerde rahatlıkla izleyebilecekler. Ziyaretçiler 10 ya da 12 mozaiği yerinde görebilecek. Ziyaretçiler bizim belirleyeceğimiz güzergahı takip ederek, eserlere bir zarar vermeden yerleşim yerini gezebilecek'' diye konuştu.
    
Görkay, yapılması gereken daha çok iş olduğunu, Zeugma antik kentinin bulunduğu alanın kamulaştırılmasının bu işlerin en önemlisi olduğunu ifade ederek, şu bilgileri verdi:
    
''Bu yılki çalışmalarımıza Temmuz ayı başında başladık. Çalışmalarımızı Ağustos ayının sonunda, aşağı yukarı Eylül ayının başlarında sona erdireceğiz. Bu yıl öncelikle koruma çatısı üzerinde durduk. Arkeolojik kazılarımız, Dionysos ve Danae evleri içindeki sütunların, mimari dokunun, mozaiklerin ve fresklerin korunması amacıyla restorasyon ve konservasyon çalışmalarına devam edilecek. Şu anda bu işler için bir proje hazırlığı başladı ve bu yılın sonunda bitecek. Biz Zeugma antik kentindeki evlerin bulundukları ortamda görülebilmesini sağlamayı amaçlıyoruz. Antik kente gelenlere Zeugmalılar'ın yaşantılarının geçtiği evleri göstermek istiyoruz. Amacımız Zeugma antik kentindeki kamu yapılarını, mezar yapılarını ve kutsal alanları gösterebilmek, bununla ilgili de kazı çalışmalarımız devam ediyor.''
    
Prof.Dr. Kutalmış Görkay, çalışmalarının çok büyük bölümünü Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın sağladığı kaynakla gerçekleştirdiklerini, projeye katkıda bulunan kimi kurum ve kuruluşlardan da küçük ayni destekler aldıklarını bildirdi. Gelecek yılki çalışmalarında önceliği ''Muzolar Evi'' adını verdikleri villada gerçekleştirecekleri çalışmalara vereceklerini ifade eden Görkay, çok iyi korunduğunu belirttiği bu villayı gün ışığına çıkarmayı, sonraki yıllarda bu villa için de korugan yaptırmayı düşündüklerini anlattı.

 

Dünden bugüne Zeugma     
Zeugma antik kenti yerleşim alanına Gaziantep İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından yerleştirilen tanıtım panosunda, kente ilişkin şu bilgilere yer veriliyor:
    
''Zeugma kenti, MÖ 300'de Fırat Nehri kıyısında Selevkos Kralı Slevkos Nikator tarafından kurularak, Selevkeia Euphrates olarak adlandırıldı. MÖ 64 yılında Romalılar tarafından zapt edilen kentin adı ''geçit'', ''köprü'' anlamına gelen Zeugma olarak değiştirilerek, Romalı komutan Pompeius tarafından Kommagene Kralı 1. Antiokhos'a hediye edildi. Zeugma, Kommagene Krallığının büyük kentinden biri oldu. 5 bin askerden oluşan IV. Roma lejyonu Scythia MS 66 yılından itibaren Zeugma'da konuşlandı. Zeugma MS 2. yüzyıldan 3. yüzyılın ortalarına kadar altın çağını yaşadı. MS 256 yılında Sasani Kralı 1. Şapur Zeugma'yı yakıp yıktı. Zeugma'da yapılan kazılarda Sasani yangınının izleri mozaiklerin üstünde açık seçik görülüyor. Bu tarihten sonra Zeugma zenginliğini kaybetmesine karşın Geç Roma ve Erken Bizans dönemi süresince de varlığını sürdürdü. Antiochia'dan Çin'e uzanan İpek Yolu Zeugma'dan geçmekteydi. Fırat Nehri üzerinde sallardan yapılan bir köprü mevcuttu. Zeugma ticari, stratejik ve kültür kültür merkeziydi.

Kurtarma kazıları 1992-2000 yılları arasında West Avustralya Üniversitesi, Anadolu Araştırmaları Fransız Enstitüsü ve Nantes Üniversitesi ile Berlin Üniversitesi'nin katılımıyla Gaziantep Müzesi başkanlığında yapıldı. Bu çalışmalarda Fırat manzaralı teraslarda, tabanı rengarenk mozaik, duvarları fresk, oda içleri mobilya ve heykelciklerle süslü villalar, hamamlar, forum ve arşiv odası bulundu.

Zeugma B bölgesinde 2000 yılında GAP Bölge İdaresi Başkanlığı'nın organizasyonuyla çok uluslu acil kurtarma kazıları yapıldı. Bu kazılar Packard Humanities İnstitute (PHI) tarafından maddi olarak desteklendi. Bu çalışmalarda Gaziantep Müzesi Arkeoloji ekibiyle birlikte Oxford Unite, Nantes Üniversitesi, Zeugma Girişim Grubu ve CCA restorasyon ekibi yer aldı.

Kurtarma kazıları bittikten sonra kazılar, Gaziantep Müzesi başkanlığında Nantes Üniversitesi ve Bern Üniversitesi arkeoloji ve eskiçağ tarihi bölümlerinden arkeolog ve tarihçiler tarafından yapıldı. 2005 yılında Bakanlar Kurulu kararı ile kentin bilimsel kazıları Ankara Üniversitesi tarafından üstlenildi. Kazı ve restorasyon çalışmalarıyla yakın bir gelecekte kent, 'Zeugma Açık Hava Müzesi' haline getirilecek.''

Yapı, Fotoğraf: Ahmet Karaaslan/AA, 24.08.2010

KADIKALESİ BÖLGENİN TARİHİNE IŞIK TUTUYOR

 

Kuşadası'nın önemli kalelerinden biri olan ve 2001'den beri kazılan Kadıkalesi, bölgede ilk iskan tarihini günümüzden 10 bin yıl öncesine kadar götürürken; bölgenin coğrafi güzelliğine tarihi bir hava katıyor.

Kuşadası Belediyesi tarafından Kültür ve Turizm Bakanlığının desteği ve TÜBİTAK'ın yardımları ile yürütülen Kuşadası Kadıkalesi (Anaia) kazıları bölge tarihine ışık tutuyor. Kuşadası ilçe merkezinin yaklaşık 8 km. güneyinde bulunan, çevresindeki yazlık siteler arasında kaybolmuş bu liman kalesi, geçmişten bu yana "Kadıkalesi" olarak adlandırılmış. 2001 yılında Kadıkalesi'nde başlatılan kazılar, Batı Anadolu arkeolojisine yeni veriler kazandırırken, yakın çevresinin doğal güzelliğine de tarihi güzellikler katıyor. Kuşadası ve çevresi olarak tanımlanabilecek bu bölge, kuzeyinde Ephesos, güneyinde ise Miletos kentleriyle sınırlanmış kıyı şeridini kapsıyor. Kuşadası Kadıkalesi bilimsel kazıları 2001 yılından beri Ege üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü'nden Kazı Başkanı Prof.Dr. Zeynep Mercangöz başkanlığında devam ediyor. MÖ 5000 yıllık geçmişi ortaya çıkaran Kale, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın destekleri, TÜBİTAK yardımları ve Kuşadası Belediyesi'nin ilgileriyle bölge tarihine ışık tutmaya devam ediyor.

Bir zamanların "Yılanlı Kale"si kazı çalışmalarıyla giderek yılanlarından ve "yan kesicilerin kirli işlerinden" de arınıyor. Kadıkalesi'nde 2001 yılında başlayan çalışmalarda ilk buluntular yerli ve yabancı ziyaretçilerden çalınıp buraya atılmış cüzdanlar, kredi kartları, kimliklerden oluşuyordu. Yine ilk yıllarda arkeolojik çalışmalardan önce, açılmış çok sayıda kaçak kazı çukuruna rastlanmış. Kadıkalesi-Anaia, yapılan birçok kazı ve yüzey araştırması sonucunda bölgenin ilk iskan tarihini Neolitik Çağ'a, yani yaklaşık günümüzden 10 bin yıl öncesine kadar götürüyor. Bulgulardan anlaşılıyor ki Kadıkalesi, 13. yüzyılda Bizans taşrasında üretilen ve Anaia limanı aracılığı ile deniz aşırı ticareti yapılan seramiklere ilişkin çok büyük ve önemli üretim merkezi olarak varlığını sürdürmüş.

Kalenin içinde 2005 yılında açılmaya başlanan bir kilise-manastır kompleksi savunma yapılarında bulunan şapellerden çok daha anıtsal. Kadıkalesi'nin çok büyük ve önemli üretim merkezinin varlığını söylemek mümkün. 2007'de bulunan bir ikona kalıbı da Kadıkalesi'nde, sadece manastırlarda üretilen kutsal resimlerin bile, muhtemelen buradaki manastırın himayesinde üretildiğini gösteriyor.

Yazlık sitelerin göğsündeki tarihi bir mücevher olarak düşünülen Kadıkalesi'nin, kazı çalışmaları sırasında 1. Dünya Savaşı'nda yapılmış tabyalar ile karşılaşılmıştır. Kazılar sur içinde ve sur dışında olmak üzere iki ana sektörde yürütülüyor. Kazı çalışmalarında Bizans ve Bizans öncesi çağlara ilişkin pek çok bilimsel sonuca ulaşılmış. Kale girişinin hemen önünde yapılan çalışmaların amacı kale içindeki mekan organizasyonunu anlamak. 2001 yılında bilimsel kazılar başlayana kadar, zaman zaman bilimsel incelemelere konu olan sitin, kalenin inşa tarihinden de önceleri iskan görmüş olduğu anlaşılmakta ve antik kaynaklardan tanıdığımız Samos'un uydusu Anaia ile özdeşleştirilmektedir. Günümüzde Kadıkalesi buluntuları sanat tarihi doktoraları ile şekillenmeye başlamıştır.

Yeni Asır, Haber: Duygu Akaltan, 24.08.2010

"YENİ PROJE UYGULANMALI"

 

AKM'nin daha fazla vakit kaybedilmeden Tabanlıoğlu Mimarlık tarafından hazırlanan ve onaylanan projeye uygun olarak, yenileme uygulamasının başlatılmasını, kimliğinin, özgün niteliklerinin, kentliyle ve kentle ilişkisinin ve nice simgesel değerlerinin yaşatılmasını, sürdürülmesini dilerim.

Temeli 1946'da Vali Lütfi Kırdar tarafından atılan, Cumhuriyet döneminin simge yapılarından Atatürk Kültür Merkezi (AKM) temel atılışından 23 yıl sonra, 1969'da açılmış, açılıştan 1 yıl sonra da kuşkulu bir yangın sonucu 1977'ye kadar kapalı kalmıştı. 2005'te de AKM'nin yıkılarak yenilenmesi gündeme gelmişti. (Gerekçelerden biri de yapının "çirkin" olması olarak gösterilmesiydi.)

 

AKM 2008'den beri de "yenilenmek" üzere kapalı...
AKM, 1999'da Kültür Bakanlığı İstanbul 1 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu tarafından tescil edilmesine rağmen, alınan tescil kararının kaldırılması önerisi 2006'da yine Kültür Bakanlığı tarafından gündeme getirildi. Çünkü Ekim 2007'de 2010 Ajansı için hazırlanan yasa taslağına "AKM'nin yeniden yıkılıp yapılması" hükmü konacaktı. Buna karşılık İstanbul 1 Numaralı Koruma Kurulu da Kasım 2007'de AKM'yi Birinci Grup Kültür Varlığı olarak tescil etti. Buna göre artık AKM zaten yıkılamazdı! Yıkımın durdurulması sonrasında AKM için İstanbul 2010 Kültür Başkenti Ajansı sorumluluğunda yapının mimarı Hayati Tabanlıoğlu'nun oğlu Murat Tabanlıoğlu tarafından hazırlanan "yenileme projesi" de binanın özgün nitelikleri ve değerlerinin kaybına neden olacağı gerekçesiyle Kültür Sanat-Sen'in geçen yıl açtığı dava sonucu yargı tarafından durdurulmuştu.

 

Sonrasında söz konusu proje revizyon sürecine sokularak bir uzlaşı aranmış, 2010 Ajansı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, Kültür Sanat Sendikası, Özerk Sanat Konseyi vb. gibi farklı kültür ve sanat kurum ve kuruluşlarının yer aldığı bir temsilciler grubu, proje müellifi Tabanlıoğlu Mimarlık'tan revizyon projesi hakkında bilgi alarak projeye dair eleştiri ve çekincelerini dile getirmişler ve izleyen süreçte ortak kararlarda buluşulmuştu.

 

Karara varılan bu proje Bakanlık tarafından 5 Haziran'da onaylandı ve 2010 Ajansı'na gönderildi. Ancak Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Başkanı Prof.Dr. Deniz İncedayı, "2010 Ajansı uygulama için gerekli olan ödeneği henüz aktarmamıştır ve görev süresi tamamlanmamış olmasına karşın bu konudaki yasal sorumluluğunu ertelemektedir" diyor.

 

Geçen günlerde AKM, tam anlamıyla protestolara "seyirci" oldu: Binanın önünde ardı ardına açıklama yapan 2010 Ajansı ile Kültür Sanat-Sen, AKM'nin belirsiz bekleyişinden birbirlerini sorumlu tuttular. Basına yansıyan haberlere bakılacak olursa Tabanlıoğlu'nun uzlaşma toplantıları öncesindeki yenileme projesine yapılan itirazları anlamaya çalışıyordu kamuoyu yeniden! Biz de söyleşimize Prof Dr. Deniz İncedayı ile bu noktadan başlıyoruz:

 

- Murat Tabanlıoğlu'nun "yenileme projesi" yıkma, yeniden bambaşka bir yüz kazandırma projesi değildi: Bu projede nelere itiraz edildi? Sonrasında nasıl bir projede görüş birliğine varıldı?

Evet, bu proje bir koruma, yenileme projesiydi, ancak bazı noktalarda AKM gibi mimarlık ve kültür tarihi açısından çok boyutlu değer taşıyan bir binanın özgün niteliklerini belirli noktalarda farklılaştıran müdahaleler içeriyordu. Bunlar 2863 sayılı koruma yasasına ve mevzuata aykırılık oluşturuyordu. İlgili kurum ve kuruluşların itirazları bu noktalara oldu.

 

Örneğin, yeni cephe düzenlemesindeki yoruma ya da Kültür Merkezi'nin üst katına önerilen özel bir restoran işletmesine itirazlar geldi. Topluma mal olmuş AKM'nin kamuya açıklığı, şeffaflığı, ulaşılabilirliği ve ekonomik açıdan erişilebilirliği bu boyutun bir parçası, kimliğin bir tamamlayıcısı.

 

AKM de gerek kentlisiyle, kentle ve Cumhuriyet Meydanı'yla ilişkisi, gerek kentliyle kentliyi buluşturması açılarından önemli bir kamusal hizmeti karşılıyordu. Bu nedenle özelleştirmeci bir yaklaşımın, üst gelir gruplarının kullanımıyla sınırlanacak hizmet anlayışının kompleksin kültürel kimliğiyle bütünleşmeyeceği düşünülerek itiraz edilmiştir.

 

- Aslında restoran için dünyada da benzer uygulamaların olduğu söylenerek eleştiriler size çevrildi. Örneğin, restorana karşı çıkılması eleştirildi.

Konu, restoran olması ya da olmamasına indirgenmemeli. Tartışmayı biraz daha derinleştirdiğimizde tasarımın ve yenilemenin sosyal, politik yüzüyle karşılaşıyoruz. Kentliler için bir restoran, kültür etkinlikleriyle bütünleşen bir hizmet olabilir kuşkusuz, ancak bütününde AKM kompleksinin, getirilen eklerle daha özel bir hizmet alanına dönüşmesine, kentliyle ilişkisindeki farklılaşmaya, özelleştirici anlayışla binanın her kesim tarafından erişilebilirliğinin sınırlandırılmasıydı sorgulanan. Özgün karaktere ait bir değişimdi. Bu bağlamda, cephe ile ilişkili olarak ve şeffaflık konularında kimliğinin saklı kalması konusunda uyarılar yapıldı.

 

Bilimsel, çağdaş örnekleri anımsatmak yerine, olumsuz örnekleri bularak "Dünyada örnekleri var" diyemeyiz. Ayrıca, her bir eserin, kendi içinde ve kendine özel toplumsal, çevresel bağlamında değerlendirilmesi gerekir.

 

- Peki, yeter ki bu tür dönüşümlerle elde edilecek gelir sanata geri dönsün görüşüne neler söylersiniz?

Kuşkusuz sanatın toplumda farklı kurum ve kuruluşlar ve yönetimler tarafından sürekli desteklenmesi gerekir. Ancak kültür varlığı olarak tescilli, topluma mal olmuş bir yapıyla özelleştirmeci bir yaklaşımın bütünleşmesinden söz ediyorsak, bunu elde edilecek gelirle değerlendirmek doğru olmaz.

 

Burada korunması beklenen, mirasın bütününe yansıyan kimliktir ve cephenin ticari amaçlı kullanımı, özel bir restoran işletmesi ve başkaları da eklenebilecek rant amaçlı kullanımlar yaratmak kültür sanat çevrelerinde ve kamuda haklı bir tartışma açmıştır.

 

- Sonunda projede bir uzlaşma sağlandı. Buna karşın AKM'de restorasyon çalışmaları neden başlamadı? İş gerçekten bir inatlaşmaya mı döndü?

Bu soruyu 2010 Kültür Ajansı ve Kültür ve Turizm Bakanlığı'na sormak gerekir. Her iki kurum da sorumlu olarak birbirlerini gösteriyorlar. Daha doğru anlayabilmek için süreci başından bugüne izlemek ve tekrar değerlendirmek gerekir.

 

AKM'nin iyileştirilmesi, sağlıklılaştırılması konularında adımlar atılmış, proje tartışmaya açılmış ve bir noktada uzlaşılmıştır. Yenileme projesi uygulama için hazırlanmış, yasal sürecini tamamlamıştır.

 

- Şimdi beklenen nedir öyleyse?

2010 Kültür Ajansı'nın, vaat edildiği gibi ödeneği aktarması, uygulamayı başlatmasıdır. Toplumda, kültür sanat insanları arasında bu konuda haklı olarak sabırsız bir bekleyiş sürmekte.

 

- Restorasyon çalışmalarının başlayamamasının sorumlularından biri olarak görülüyor Mimarlar Odası. Hatta "muhalefet yapmak adına muhalefet yaptığınız" düşünülüyor çoğu kimselerce, "İstemezük"çüler deniliyor...

Kentsel mekan giderek hızlanan ve yoğunlaşan biçimde imar rantı ve özelleştirme politikalarına açılıyor. Dönüşüm projeleri olarak gündeme gelen projelerde detaylı olarak incelediğinizde toplumsal yarar yerine kişisel ya da özel çıkar zihniyetiyle karşılaşıyorsunuz. Dönüşüm gerekçesi kullanılarak birçok değer yitiriliyor, mekan özelleştiriliyor, yapılaşmaya açılıyor. Bu denli hızlı bir "dönüşüm" yaşanmamıştı belki de bugüne dek.

 

Böyle bir tablo karşısında Mimarlar Odası kamuya karşı taşıdığı kurumsal sorumluluk gereği sorgulamacı olmak durumunda. Bu nedenle daha fazla sorgulama, itiraz platformu oluşuyor, hukuki süreç başlatılıyor. Mimarlar Odası çalışmalarını yakından izleyenler bunun tutarlı bir kamusal yarar politikası olduğunu kolaylıkla görebilirler. Muhalefet yapmak için muhalefet yapılmadığı açıktır.

 

Ancak ne var ki, toplumumuzda ve meslek alanımızda sürdürülen kamu yararı ve hukuk mücadelesini bu şekilde formüle ederek kullanmak isteyenler az değil. Özellikle "istemezükçüler" tanımlaması, bugün çok yanlış ve haksız bir tanımlama, bir karalama politikası olarak karşımıza çıkıyor. Bu söylem sivil toplumun sesini bastırmaya yönelik bir söylem.

 

Son dönemlerde ne yazık ki üst üste yaşadığımız tartışmalı kentsel uygulamalar, özel imar davaları var ki, bunlar basına, medyaya yansıdığında, en kestirme yanıt "Her şeye muhalefet ediliyor" şeklinde oluyor.

 

- AKM'de uygulamaya dönük çalışmaların başlaması için somut öneriniz nedir?

Önerim, yetkililerin ve yönetimin kültür hizmeti gibi önemli bir rolü olan bu binanın kente acil olarak yeniden kazandırılması yönünde çaba harcayarak uygulama sürecini başlatmaları, kamuya karşı sorumluluklarını daha fazla ertelememeleridir.

 

- Süreç şeffaf işlemiyor. AKM, uygulama noktasında tıkandı. AKM'nin bugünkü durumunun sorumlusu kimdir?

Bugün gelinen noktada daha fazla bilgilendirmeye gereksinimimiz var. Birçok süreçte olduğu gibi, yeterince şeffaf olarak tartışamıyoruz. Bilgilendirme yapılmadığı için sorumlunun da kim olduğu konusunda kesin bir yanıtımız yok. Yapılan itirazlar gerekçeleriyle açıklanarak, toplumla ve basınla paylaşılarak yapılmış, kamusal yarar ilkesi ön planda tutulmuş ve AKM'nin korunması ve yenilenmesi sürecine, çok yönlü miras değerlerinin bütünlüğü anlayışıyla yaklaşılmıştır.

Cumhuriyet, 24.08.2010

2. YÜZYILA AİT MERMER HEYKEL BULUNDU

 

      

 

Arnavutluk'un güney batısındaki Apolonia antik şehrinde, 2. yüzyıla ait bir mermer heykel bulundu. Arnavut ve Fransız arkeologlardan oluşan ekip tarafından bulunan ve spor yapan bir erkeği tasvir eden heykelin, 2. yüzyılın ikinci yarısına ait olduğu tahmin ediliyor.

Yetkililer havasız ortamda kaldığı için zarar görmemiş olan heykelin, Tiran’daki Arkeoloji Müzesine getirilerek uzmanlar tarafından inceleme altına alındığını açıkladı.

Heykeli yakından görmek için Arkeoloji Müzesini ziyaret eden Başbakan Sali Berişa, heykelin Arnavut ulusunun Batı uygarlığının değerlerine sahip olduğunun en önemli kanıtı olduğunu belirterek, "Bu heykel, tüm zamanların heykelciliğinin baş yapıtı olacak" dedi.

Arnavutluk’un Apolonia antik şehri, 2006’da Ulusal Arkeoloji Merkezi olarak ilan edildi ve bugüne kadar toplam 32 bini aşkın yerli ve yabancı turist tarafından ziyaret edildi.

Milliyet, 24.08.2010

SON 2 YILDA ELE GEÇEN KAÇAK ESERLERLE BİR MÜZE KURULABİLİR

 

 

Türkiye’de son iki yılda yapılan operasyonlarda Karun hazinesinin en önemli parçalarından biri olan Kanatlı Denizatı parçasından, Pers, Roma heykellerine ve Hitit ikonlarına kadar toplam 2 bin 772 tarihi eser ele geçirildi.

 

Tarihi eser kaçakçılarının merkezi durumunda olan İstanbul’da çetelere yönelik düzenlenen operasyonlarda, birçok eserin yurtdışına çıkarılması engellendi. Tecrübeli ve uzman polislerden oluşan birimler son iki yılda 2 bin 772 adet tarihi eser yakaladı. Bir müze kurulacak kadar tarihi eserin yurtdışına kaçırılmasını engelleyen polis, toplam 155 tarih hırsızını da yakaladı. Yapılan operasyonlarda Bizans, Roma, Pers,Lidya, Urartu, Hitit dönemleri gibi farklı medeniyet ve dönemlere ait eserler ele geçirildi. Tarih hırsızlarının kıskıvrak yakalandığı bazı operasyonlar şöyle:

Operasyonlarda genellikle Türkiye’den çalındıktan sonra yasadışı yollarla yurt dışına çıkarılmaya çalışan eserler yakalanırken, geçen yıl yapılan bir baskında Yunanistan ve Belçika’dan bulunan tarihi eserleri kiliselerden çalındıktan sonra Türkiye'ye getiren çete çökertildi.

 

Tarihi eserler arasında 60 parça ikona, §30 parça metal ikona, 6 seramik, 3 baskı halinde kitap ile ikona parçası vardı. TEM otoyolunda film sahnelerine aratmayan bir operasyonla yakalanan Bulgar kuryenin arabasından bagajından Roma dönemine ait tarihi eserler ele geçirildi. Aynı gün yapılan başka bir tarihi eser operasyonda da, İran menşeli Deve figürlü tarihi eserleri satmaya çalışan, Kazakistan’da restoran sahibi olduğu belirlenen A.T.’de suçüstü yakalanarak gözaltına alındı. En önemli tarihi eser operasyonlarından bir tanesinde çökertilen bir çetenin Gaziantep’te özel bir müzesi bulunan K.İ. aracılığı ile eserleri topladığı ortaya çıkmıştı.

 

Küçükçekmece’de bir operasyonda Karun hazinesinin en değerli parçalarından biri yakalandı. 42 gram ağırlığında 22 ayar altın kolye tarihi eser kaçakçısı T.Ü. ile yapılan alışveriş sonrasında ele geçirildi. Kolyenin MÖ 3 yüzyılda yaşayan Lidyalılara ait olduğu belirtildi. Lidya prenseslerinin taktığı bu kolyenin Uşak Müzesi’nden çalınan Karun’un hazinesinin en değerli parçası olan Kanatlı Denizatı’yla aynı set içinde olduğu bildirildi.

Net Haber, 24.08.2010

KİKLAD TEKNELERİ SEFERE HAZIRLANIYOR

 

 

Ankara Üniversitesi Sualtı Arkeoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi kurucusu ve Liman Tepe Kazı Başkanı Prof.Dr. Hayat Erkanal başkanlığında gerçekleştirilen Liman Tepe kazıları 2010 yılı çalışmalarını sürdürüyor.

 

Liman tepe’de hem sualtı hem de karada yürütülen çalışmaların yanı sıra deneysel arkeoloji çalışmaları da yapılıyor. Çalışmalar çerçevesinde Ege adalarında MÖ 2400-2300 tarihlerine ait tekne tasvirlerinden yola çıkarak Kiklad adlı Ege’nin bilinen en eski tekneleri ayağa kaldırılıyor.

ANKÜSAM kurucusu ve Liman Tepe Kazı Başkanı Prof.Dr. Hayat Erkanal, teknelerin bilinen en eski tekne yapım teknolojisi ile yapıldığını belirterek “Kiklad adlı teknelerin yapım çalışmaları son aşamaya geldi. Biri 14 metre, diğer ikisi 19 metre olmak üzere 3 tekneyi Ekim ayında tamamlamayı planlıyoruz. Bu teknelerin en büyük özelliği dikişli tekne olmaları. Daha önce de antik tekne yaptık ancak ilk kez dikişli tekne yapıyoruz ve bu konuda başarılı da olduk. Ayrıca bu teknelerin yelkenleri de yok sadece küreklerle gidiyor. O nedenle tekneler tamamlandıktan ve seyahate hazır hale geldikten sonra Ankara Üniversitesi Kürek takımında yararlanacağız. Bu tekneler o zamanlar Ege’nin iki kıyısını birleştiriyormuş. Biz de ilk etapta adalara ve adalar arasında seyahat yapacağız” dedi.

 

Arkeolog Osman Erkurt, Kiklad teknelerinin bilinen en eski tekne yapım teknolojisi olan dikişli tekneler olduklarını ve bir deneme teknesi yaptıklarını, bu konuda başarılı olduklarını belirterek “14 metre boyundaki ilk tekneyi eylül ortalarında denize indireceğiz ve Ekim ayında diğer 2 tekneyi de tamamlayarak seyahate hazır hale geleceğiz. İlk olarak Midilli, Sakız ve Sisam adalarına seyahat edeceğiz. Ardından menzilimizi geliştireceğiz” dedi.

 

Liman Tepe kazıları hakkında da bilgi veren Liman tepe Kazı Başkanı Prof.Dr. Hayat Erkanal, “Gerek karada gerekse sualtında yürüttüğümüz çalışmalar devam ediyor. Bu yıl ki sualtı çalışmaları geçen yılların devamı şeklinde. Ancak bu yıl 100 metre uzunluğunda ve 40 metre genişliğinde MÖ 6. hatta 7. yüzyıla ait mendireğin kesin tarihini saptamayı planlıyoruz. Bu çok önemli, çünkü bu mendirek Ege dünyasının bilinen en eski limanına ait bir mendirek. Şu an 4. Yüzyıl tabakasına ulaştık ve çok sayıda sanat değeri taşıyan eser açığa çıkarttık. Bunların konservasyon ve restorasyon çalışmalarına başlayacağız” dedi. Karada da geçen yıl MÖ 3. bin başlarına ait önemli bir yerleşim saptadıklarını ve bu alan içinde çalışmaları sürdürdüklerini dile getiren Prof.Dr. Erkanal, “Amacımız karada yer alan kazı alanının üstünü kapatarak hem koruma altına almak hem de turizme hizmet eder konuma getirmek. Belirli yerlere yerleştireceğimiz yönlendirme levhaları ile bu alanı turizme açmak istiyoruz” dedi.

Deniz Haber, 24.08.2010

SELÇUKLU MİRASI GÜL'ÜN HİMAYESİNDE

 

Türk tarihi açısından önem taşıyan illerdeki tarihi dokunun korunması için Cumhurbaşkanlığı çalışma başlattı. Bu doğrultuda Ahlat, Adilcevaz, Tatvan, Malazgirt ve Erciş, Cumhurbaşkanlığı himayesine alındı.

 

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün geçen yıl Ahlat ve civarına yaptığı ziyareti sonucu, bölgedeki tarihi dokunun korunması için bir çalışma başlatıldığı belirtildi. Bu kapsamda bölgenin sosyo-ekonomik yapısı başta olmak üzere, doğal, tarihi ve kültürel varlıkları analiz edildi, eksiklikler ve yapılması gerekenler belirlendi. Buna göre bölgenin "Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi" ilan edilmesi gerektiği sonucuna varıldı. 'Selçuklu Bölgesi Kültür Temalı Gelişme ve Eylem Planı' başlığı adı altında bir proje hazırlandı. Ahlat, Adilcevaz, Tatvan, Malazgirt ve Erciş bölgesini kapsayan projeye ilgili kurumlarla tartışarak son şekli verilecek. Gelecekte bölgede sürdürülecek uygulamaların da bu çalışmaya bağlı olarak yapılacağının duyurulması için geniş katılımlı bir toplantı yapılacak.

Zaman, 24.08.2010

3000 YILLIK ANTİK KENTTE 'ÇIPLAK SESLE' KONSER

 

Muğla'nın Yatağan İlçesi'nde bulunan, dünyanın en büyük mermer antik kentleri arasında gösterilen Stratonikeia Antik Kenti, 1700 yıl sonra bir konsere ev sahipliği yaptı.

 

I. Staratonikeia Barok Festivali kapsamında Karya Barok Topluluğu tarafından ‘Çıplak sesle’ verilen konseri çok sayıda yabancı turist de izledi. Festivalde, Lagina antik kentinden alınarak Stratonikeia antik kentine getirilen 1700 yıllık “Anahtar Taşıma” töreni de canlandırıldı. Selçuk Üniversitesi Arkeoloji bölümü öğrencilerinin döneme ait kıyafetlerle canlandırdığı “Anahtar Taşıma” töreni büyük ilgi topladı.   

Milliyet, Haber: Cavit Yıldırım, 24.08.2010

TROÇKİ'NİN EVİNE TROÇKİST İLGİSİ

 

 

Rus devriminin önemli isimlerinden Leon Troçki'nin, İstanbul'daki sürgün yılları sırasında ikamet ettiği ve geçtiğimiz günlerde 5 milyon dolara satışa çıkarılan Büyükada'daki köşkün yeni sahibinin kim olacağı, emlak dünyasının bugünlerde en çok merak edilen sorusu. Tamamen harabe durumda bulunan 3 katlı ve 240 metrekarelik köşkün bahçesiyle birlikte kullanım alanı, tam 3 bin 500 metrekare. Evin kıyısında, Troçki tarafından yaptırılan doğal ıstakoz havuzu da bulunuyor.

Adalar Vakfı ve bazı tarihçiler evin müze yapılması konusunda ısrarlı. Evin satışını üstlenen gayrimenkul danışmanlarından Netsi Sadi, 1. derece tarihi eser olan köşkün restorasyon projesinin, Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından onaylandığını belirtti. Troçki'nin yaşadığı köşke ilginin çok büyük olduğunu söyleyen Sadi, "Şu anda arayıp bilgi alan çok. Özellikle butik otel işletmecilerinin ilgisi var. Bazı işadamları da aracılarla pazarlık yapıyor. Biz de bu sırada boş durmadık. Yurtdışındaki Troçkist dernekleri ile irtibat halindeyiz. Onlar için köşkün tarihçesini ve bugünkü halini anlatan özel bir sunum bile hazırladık. Ben de merakla kimin alacağını bekliyorum. Bizim için de heyecanlı bir satış olacak" ifadesini kullandı. Türkiye'deki Trokçkistlerin önde gelen isimlerinden Masis Kürkçügil, evin satışı ile ilgili gelişmeleri yakından takip edenlerden biri. Eve talip olup, olmadıklarını sorduğumuz Kürkçügil, "Böyle şey olabilir mi? Adam İstanbul'daki sürgün yıllarında Rus konsolosluğunda, Tokatlıyan Oteli'nde, Moda'da ve Şişli Bomonti'de ikamet etti. Şimdi biz ikamet ettiği her evi mi alacağız? Meksika'da torununun müze olarak açtığı bir ev var. Bu ev bize göre yeterli. Büyükada'daki evi almakla da iş bitmiyor. Bunun müzeye dönüştürülmesi, içinin kitaplarla donatılması, restorasyonu var. Böyle bir girişimimiz olmadı, olamaz da. Zaten biz de o kadar para yok. Buna para da yetmez" diye konuştu.

Asıl adı Leon Davidoviç Bronstein olan Troçki, 1917 devriminde önce Dışişleri Komiserliği, ardından da Savaş Komiserliği'ni üstlenip Başkumandan sıfatıyla Kızıl Ordu'yu kurdu. 1924'te Lenin'in ölümünden sonra Stalin'le giriştiği iktidar mücadelesini kaybetti. 1926'da Politbüro'dan çıkartıldı. 1928'de Alma Ata'ya, bir yıl sonra da Türkiye'ye sürüldü. İstanbul'da geçirdiği 5 yılda kent merkezine bir iki kez inen Troçki'nin, bunlardan birinde Taksim'de Charlie Chaplin'in, 'Şehir Işıkları' filmini izlediği biliniyor. 1933'te Fransa'ya, sonra Oslo'ya geçti. 1937'de Mexico City'ye yerleşti. 1940'ta bir İspanyol komünisti tarafından öldürüldü.

Sabah, Haber: Bülent Ergün, 24.08.2010

ÜÇ KATLI TARİHİ KÖŞK KÜL OLDU

 

Kartal'da kimsenin yaşamadığı üç katlı tarihi ahşap köşk, çıkan yangın sonucu tamamen yandı. Yakacık Ayazma Caddesi üzerindeki köşkte akşam saatlerinde henüz belirlenemeyen bir nedenle yangın çıktı. Vatandaşların ihbarı üzerine olay yerine itfaiye ekipleri sevkedildi.

Binanın ahşap olması nedeniyle alevler kısa sürede tüm köşkü sardı. Kartal, Pendik ve Sultanbeyli itfaiye ekipleri, alevlerin bitişikte bulunan diğer ahşap binaya sıçramaması için büyük çaba harcadı. Tarihi binada kimsenin yaşamadığı öğrenildi.

Sabah, Haber: Ali Şahin, 24.08.2010

LONDRA'DA BURHAN DOĞANÇAY SERGİSİ

 

Londra’daki British Museum, Islamic and Contemporary Middle Eastern Art bölümünde Burhan Doğançay’ın 5 eserini sergiliyor.

 

Kasım 2009’da British Museum tarafından daimi koleksiyonları için alınan eserler, müzenin İslamı eserler küratörü Dr. Venetia Porter tarafından seçildi. 2 Eylül’de sergilenecek olan Burhan Doğançay’ın eserleri arasında “Newsprint 1986”, “Lofty ribbons 1978”, “Brooklyn 1998”, “A look on the bright side 1970” ve “Eternels 1984” yer alıyor. Doğançay’ın sergisi aralık ayının sonuna kadar görülebilecek.

Milliyet, 24.08.2010

3 BİN YILLIK KÜPELER IRAK'A GERİ DÖNÜYOR

 

Irak'tan çalınan 3 bin yıllık küpeler, Christie’s açık artırma şirketinin kataloğunda görülmelerinin ardından ülkeye geri getiriliyor.

 

Irak’ın Nimrud kentinde 1988 yılında keşfedilen 613 parçalık hazineden çalındığı ortaya çıkan küpeler 1991’de Irak Merkez Bankası’nda mühürlü bir kasaya konulmuştu. Bankanın hangi dönemde yağmalandığı ve küpelerin ABD’ye nasıl gittiği ise bilinmiyor. 

Milliyet, 24.08.2010

ŞAPELDE YATAN PAŞA

 

 

Edirne Enez’de bir Bizans şapeli var, fakat içinde bir Osmanlı paşası meftun. Üstelik bu paşa Fatih’in donanma komutanı...

Enez, Meriç nehrinin Ege deltasında ve Yunanistan sınırında olduğu için, tıpkı Ermenistan sınırındaki “antik ören yeri” Ani gibi 1980’lerin başına kadar yasak bölgeydi. Validen, kaymakamdan, garnizondan izin alınmadan bölgeye girilemezdi. Ancak 90’dan sonra yasaklar kalktı buralar keşfedildi. Ankara Üniversitesi Ani’ye, İstanbul Üniversitesi de Enez’e el attı, arkeolojik kazılar başladı. Enez’deki kazılar sırasında çok ilginç bir Bizans şapeli bulundu, bundan da ilginç olanı, şapelin içinde Fatih’in donanma komutanı Has Yunus Paşa’nın yatıyor olmasıydı...

Enez,1456’da Kaptan-ı Derya Has Yunus Paşa tarafından fethedildikten sonra kale içinde bulunan Ayasofya camiye çevrildi, adı Fatih Sultan Mehmed Camii oldu. Has Yunus Paşa Enez’i Bizans’tan değil, Cenovalı bir ailenin elinden almıştı. Bizans hakimiyetindeyken “prenslik” bir vilayetti. Yani burayı imparator varisleri yönetirdi. O zamalar çok önemli bir liman kentiydi; hem Saros körfezine hakimdi, hem de Meriç kanalıyla Balkanların kuzeyine açılabiliyordu. Nitekim Cenova korsanları burada Bizans’ın hakimiyetini çoktan kırmışlardı. Ta ki Has Yunus Paşa donanmasıyla buraya gelinceye kadar...

Has Yunus Paşa’nın hakkında rivayet muhtelif; İspanyol devşirmesi olduğu söyleniyor, İstanbul’un fethi sırasında donanma komutanı olan ve başarısızlığı nedeniyle azledilen Baltaoğlu Süleyman Bey’den sonra Hamza Bey, ondan sonra da Has Yunus Paşa getirilmiş bu göreve. Rahmetli Has Yunus Paşa, Fatih’e Enez’i armağan ettiği halde yaranamamış çünkü Ege’de bir seferden dönerken fırtınada 25 gemi kaybetmesi yüzünden gözden düşmüş. Edirne’de yargılanmış, suçlu bulunmuş ve idam edilerek başı orada, gövdesi ise Enez’de bir şapelde toprağa verilmiş.

Sonra Enez ahalisi sanki bu haksızlığa isyan eder gibi paşanın mezarını evliya türbesine çevirmiş. Giderek bu şapel-türbe bir islam mezarlığına dönüşmüş. Bundan üç yıl önce çöplük olan türbe restore edilmiş. Birgün yolunuz Enez’e düşerse, kalenin dışında uzanan plajda bulunan Has Yunus Paşa türbesini ziyaret etmeyi sakın ihmal etmeyin. Çünkü dünyanın hiçbir yerinde şapelde yatan bir paşa göremezsiniz.

Edirne Kent Haber, 24.08.2010

CUMHURİYET EVİ İLGİ BEKLİYOR

 

  

 

Nevşehir'in Gülşehir İlçesi'ne bağlı Gümüşkent beldesinde, 1927 yılında yapılan ve içerisinde oldukça ilginç duvar resimlerinin yer aldığı Cumhuriyet Evi'nin turizme kazandırılması bekleniyor.

 

Gümüşkent Belediye Başkanı Mustafa Arıkan yaptığı açıklamada, Gümüşkent beldesinde Cumhuriyet dönemi eserleri arasında ayakta kalmayı başarabilmiş en önemli eser olarak da bilinen Cumhuriyet Evi'nin duvar resimlerinin oldukça dikkat çekici olduğunu söyledi. Özellikle Sultan Ahmet Camiinin çok güzel bir şekilde duvara dizayn edildiği bölümün Cumhuriyet Evi'nin en güzel resmini oluşturduğunu belirten Arıkan, "Cumhuriyet Evi'nin 4 duvarı da farklı açılardan İstanbul'u yansıtıyor. Yalnız son yıllarda önemli bir tahribat ile karşı karşıya.Belediye olarak bu alanda koruma çalışmalarını yerine getirmemiz mümkün değil, bu konuda Kültür ve Turizm Bakanlığı ilgililerinden yardım bekliyoruz" dedi.

Nevşehir Kent Haber, 23.08.2010

BÜYÜKŞEHİR AGORA'DA 'KAZI EVİ' KURACAK

 

Agora kazılarının yapıldığı alanda bir kazı evi oluşturmaya hazırlanan İzmir Büyükşehir Belediyesi, yabancı arkeologları da burada ağırlayacak.

İzmir Büyükşehir Belediyesi, Agora'da yıllardır atıl duran, kullanılmayacak durumdaki yıkılmaya yüz tutmuş tarihi bir yapıyı kente kazandırmak için kolları sıvadı. Halen Agora kazı sahası içinde yer alan ve İzmir'in 19. yüzyıl kentsel yerleşim alanı içerisinde bulunan tarihi yapı "Agora kazı evi" olarak kullanılacak.

İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan "Agora Kazı Evi Restorasyonu Projesi", İzmir Kalkınma Ajansı'nın (İZKA) "Turizm ve Çevre" başlığı altında açtığı destek programında yapılan değerlendirme sonucunda İzmir çapında birinci oldu.

Daha önce Agora kazıları adı altında sürdürülen, yaklaşık bir yıl önce başlayan ve uzun yıllar daha devam etmesi planlanan "Yeni Smyrna Kazısı"nı desteklemek için kolları sıvayan İzmir Büyükşehir Belediyesi, "Agora Kazı Evi Projesi" ile ortaya çıkarılan eserler için envanterleme, konservasyon, kataloglama ve depolama gereksinimlerine yanıt verecek üniteler oluşturacak. Yapının yeni işleve yönelik düzenlemesinde, kent tarihini araştıranların çıkarılan objeler hakkında bilgi toplayabilmelerini sağlayacak bir kütüphane de yer alacak. Ayrıca kazı çalışmaları bünyesinde görev yapan farklı üniversite ve disiplinlerden yerli ve yabancı arkeolog, mimar, sanat tarihçi, epigraf, antropolog, tarihçi vb. akademisyenlerin konaklama gereksinimlerini karşılayacak mekanlar da yaratılacak.

1850 ortalarında yapıldığı tahmin edilen yapı, dış sofalı, tek çıkma köşk odalı ev tipi özellikleri gösteriyor. Kalın taş duvarlardan oluşan yapının zemin katı; gıda ve yakacak depolanması, yemek yapılması, binek hayvanların barınması ve yıkanma gibi aktivitelerde kullanılması için daha basık olarak inşa edilmiş. 90 parselde yer alan binanın yapıldığı dönemde, zeminde bulunan bir ahır, kiler, taşlık ve üç odanın yer aldığı biliniyor.

İzmir Büyükşehir Belediyesi, 23.08.2010

DİVRİĞİ KALESİ'NDEKİ KAZI ÇALIŞMALARI SONA ERDİ

 

Sivas Divriği İlçesi'nde tarihi kalede bir ay önce başlanan kazı çalışması sona erdi. Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü’nden Doç.Dr. Erdal Eser ve ekibi tarafından yürütülen kazı çalışmalarına, 11’i öğrenci 31 kişi katıldı. Kazı çalışması hakkında bilgi veren Doç.Dr. Eser, “Kazı çalışmasına bu dönem ana kapı girişinde yoğunlaştık. Eseri ortaya çıkarmaya çalıştık.” dedi.


Dr. Eser, kazı çalışmasında 400 kadar top gülle, eski evlerin temel duvarları, kitabe, çini ve çok sayıda seramik parçası bulunduğunu belirtti. Gönüllü olarak İmamoğlu mevkiindeki mezarlıkta düzenleme yaptıklarını belirten Eser, bu çalışmanın ileriki yıllarda da devam edeceğini bildirdi.

Evrensel, 23.08.2010

TARİHİ SARNIÇ ÜZERİNE BİNA

 

 

İstanbul Cihangir’de mahalle sakinlerinin Beyoğlu Belediyesi’ne defalarca şikayette bulunmasına rağmen Osmanlı döneminden kalma su sarnıcı ve hamamın üzerine sekiz katlı betonarme bina yapıldı. Sargın İnşaat tarafından yapılan ve kaba inşaatı tamamlanan binanın ortasından ilk üç kat boyunca su sarnıcı yükseliyor. Osmanlı döneminden kalma hamam ise inşaat sürecinde ‘yanlışlıkla’ yıkılmış. Mahalle sakinleri, şikayetlerine rağmen önlem almayan Beyoğlu Belediyesi’ne kızgın: “Burada, tarihi eserlerin üzerine bina yaptılar ama kimse sesini çıkarmıyor. Ortasında tarihi su sarnıcı bulunan apartman olsa olsa Türkiye’de olur.”

 

Kılıç Ali Paşa Mahallesi Kumrulu Sokak’ta ‘137 pafta, 45 ada, 39 parsel’ üzerine yapımı devam eden bina için Cihangir’de 1930’lu yıllardan sonra yapılan ve surların üzerine oturtulan diğer apartmanlardan farklı bir proje çizildi. Dört bodrum kat, zemin kat ve artı üç normal kat olmak üzere toplam sekiz kat inşaat izni verilen binanın temeli Şubat 2009’da atıldı. İnşaat sürecinde tarihi kalıntıların etrafı levhalarla kaplandı. İnşaat sırasında arsadaki ağaçlar kesilirken iddiaya göre tarihi hamam ‘yanlışlıkla’ yıkıldı. Bu arada 20 temmuz günü inşaat alanında yapılan çalışmalar sırasında bitişikteki Volkan Apartmanı da bir süre sallandı. Bunun üzerine bina sakinleri, tarihi eserler üzerine oturtulan binanın yapımının durdurulması için Beyoğlu Belediyesi ve Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’na başvurdu.

 

Ancak tüm uyarı ve şikayetlere rağmen binanın kaba inşaatı tamamlandı ve ortaya komik bir görüntü çıktı. Binanın ilk üç katında, yıkımına izin verilmeyen su sarnıcı yükseliyor. İnşaat sırasında kazayla yıkılan tarihi hamamın kalıntıları ise inşaatın kenarına yığılmış. Mahalle sakinleri ise tarihin yok edildiğini söyleyerek “Bina temelinden yola giriyor. İçerisindeki tarihi kalıntılar yok edildi. Defalarca suç duyurusunda bulunuldu ama bina bitmek üzere” dedi.

 

Tartışmalara neden olan bölge, koruma kurulu kararıyla 1993’de kentsel sit alanı ilan edildi. 1998 yılında alınan bir diğer kararda ise bölgenin yapılanmaya açılacağı belirtildi. Tartışmalara neden olan kararla birlikte 2006 yılında bölgedeki tarihi eserlerin ‘2. koruma grubu’na alındığı açıklandı. Bunun ardından Beyoğlu Belediyesi de koruma kurulunca onaylanan projeye yapı ruhsatı verdi.

Taraf, haber: Fırat Alkaç, 23.08.2010

700 YILLIK AĞAÇ KORUMA ALTINDA

 

 

Aydın'ın Söke İlçesi'ne bağlı Burunköy'de Mehmet Akgül adlı çevre dostu vatandaş, arsasının içinde bulunan 700 yıllık pırnal meşesi ağacını kendi olanaklarıyla koruma altına aldı. Burunköy'de Mehmet Akgül adlı bir vatandaşın arsasının içinde bulunan dev kaya kütlesinin arasından yükselen meşe ağacı, 10 metreyi bulan boyu ve 2,5 metreyi ulaşan kalın gövdesiyle adeta yörenin sembolü oldu. Her geçen yıl uzayan dallarının yere eğilmesiyle adeta dev bir şemsiyeye benzeyen ağacın 700 yıllık olduğu öne sürüldü. Babası Durmuş Ali Akgün'den avlularındaki meşe ağacıyla ilgili anılarını dinlediğini söyleyen Mehmet Akgül, ''Biz bildiğimiz günden bu yana bu ağaç bu durumda. Rahmetli babam ağacın dedemizden bu haliyle günümüze geldiğini anlatırdı. Köyümüze gelen uzmanlar bize ağacın 700 yıllık olduğunu söylediler. Bu ağacı kendi olanaklarımla koruma altına aldım. Köylüler de ağaca kendi malları gibi bakıyor'' dedi.

Yeni Asır, 23.08.2010

URARTU KRALLIĞI'NIN MEZARLIĞI

 

Van Kalesi yakınlarında 5 bin yıllık höyükte yapılan kazıda, Ortaçağ döneminde Urartu Krallığı'na ait mezarlık bulundu.

 

5 bin yıl öncesine ait Van Kalesi höyüğünde, 30’u uzman 70 kişilik ekiple kazı çalışması yapılıyor.

Doğu Anadolu Bölgesi’nin önemli höyüklerinden biri olarak kabul edilen alanın, havzada yaşamış tüm medeniyetlerin izlerini taşıdığı belirtiliyor.

 

Yaklaşık 25 gün önce başlatılan kazıda, Ortaçağ ve hemen sonrası dönemde kullanılan Kenar Mahalle Mezarlığı’na ulaşıldı. Bu alanda 65 mezar tespit edildi. Mezarlar, titizlikle açılıyor. İncelemeler sonucu, o dönemdeki insanların günlük yaşantıları, yemekleri, ortalama yaşam süreleri gibi önemli bilgilere ulaşılması hedefleniyor.

 

Höyükte yapılacak uzun soluklu bir çalışma, bölgenin 5 bin yıllık tarihine ışık tutacak.

Trt/Haber, 23.08.2010

MANİSA'DA MURADİYE CAMİİ ALLAHA EMANET

 

Mimar Sinan’ın Ege Bölgesi’ndeki tek eseri 600 yıllık Manisa Muradiye Camii’nin, paha biçilemeyen çinilerinin çalınmasının ardından yapılan güvenlik sistemi, restorasyon gerekçesiyle iki yıldır devreye sokulmadı.

 

İbadete açık olan camide, geceleri bekçi de bulunmadığını belirten Muradiye Camii İmamı Mehmet Turgut, “2008’de başlayan restorasyon çalışmaları hala bitirilemedi. Biz de güvenlik sistemini devreye sokamıyoruz. Yeni bir hırsızlıktan korkuyoruz” dedi.

Milliyet Ege, Haber: Evren Kasırga, 23.08.2010

POMPEIOPOLIS'TE YENİ YAZITLAR BULUNDU

 

 

Kastamonu'nun Taşköprü İlçesi'nde devam eden Pompeiopolis antik kentindeki kazı çalışmalarında bulunan yazıtlarda, Romalılar döneminde düzenlenen festivallere ilişkin yeni bilgilere ulaşıldı.

 

Paflagonya'ya başkentlik yapan Pompeiopolis antik kentinde kazı çalışmalarında bulunan yazıtları inceleyen İsviçre Zürih Üniversitesinden Prof.Dr. Christian Marek, AA muhabirine yaptığı açıklamada, yazıtlara göre Roma İmparatorluğu'nun doğusunda yer alan Pompeiopolis'in de içinde bulunduğu büyük şehirlerde çok büyük festivallerin düzenlendiğini belirtti.

Zaman zaman Roma imparatorlarının da katıldığı festivallerin genellikle dini festivaller olduğunu anlatan Marek, "MS 3'üncü yüzyılda Roma İmparatoru Alexander Severus tarafından başlatılan festivaller bütün Roma dönemince devam etti ve Hıristiyanlık dönemine kadar yapıldı. 12-15 gün süren festivallerde odak noktayı olimpiyatlarda olduğu gibi yarışmalar oluşturuyordu. Şu an Taşköprü'de Sarımsak adına düzenlenen festivaller, Romalılar döneminde kendilerini tanrı olarak kabul ettiren İmparatorların onuruna yapılıyordu" dedi.

Festivalde ayrıca sahne yarışmaları, müzik gösterileri, trajik ve komedi gösterilerin de yapıldığını bildiren Marek, bu festivallerin 3-5 yılda bir yapıldığını ve dönemin önemli insanlarının konuk edildiğini anlattı.

Marek, yazıtta yazılanlarla ilgili şu bilgileri verdi:
"Dünya Festivaller Derneği şeklindeki kuruluşlarca organize edilen festivalin başkanı olan Paflagonya'nın Başrahibi, festivalin tüm masraflarını karşılıyordu. Başrahibin festivalde ne kadar para harcadığı ve hangi yemeklerin yenildiğine kadar yazılı olan yazıtta, Efes, Zeugma ve Pompeiopolis gibi büyük şehirlerde büyük festivaller yapılırken, küçük şehirlerde de küçük festivallerin yapıldığı yazıyor. Festivallerde tavuk, domuz gibi hayvanların etlerinin daha çok yenildiği yazıtta belirtiliyor."

5 yıldır Pompeiopolis kazı çalışmalarının başkanlığını yürüten Almanya Münih Üniversitesi öğretim üyesi Prof.Dr. Latife Summerer de bu yıl yeni başlayan kazı çalışmalarında ulaştıkları bu yazıtlardaki bilgilerin oldukça önemli olduğunu ifade ederek, "Bu yönüyle başka bir kentin üzerine kurulmadan sıfırdan inşa edilen bir Roma kenti olan Pompeiopolis'in önümüzdeki zamanlarda da önemli bulgulara ev sahipliği yapacağına inanıyoruz" diye konuştu.

Taşköprü Belediye Başkanı Hüseyin Arslan da kazı çalışmalarına destek vermeye devam edeceklerini ifade ederek, gelişmelerden oldukça mutlu olduğunu ve Pompeiopolis'in bölgenin Efes'i olduğunu kaydetti.

Cnn Türk, 23.08.2010

MÜZE YAPILAN ST. PAUL KİLİSE OLMALI

 

 

Diyanet İşleri Başkanı Prof.Dr. Ali Bardakoğlu, Sümela Manastrı’nda yapılan ayini büyük bir memnuniyetle karşıladıklarını belirtirken, sıranın müze yapılan Tarsus’taki Saint Paul Kilisesi’nin yeniden kiliseye dönüştürülmesinde olduğunu söyledi. Bardakoğlu, “Avrupa bir minareyi yasakladığı vakit fevkalade rahatsız oluyoruz. Aynı şekilde biz kendi coğrafyamızda farklı inanç mensuplarının özgürlüklerini korumalıyız. Dinleri sadece güvenlik penceresinden ele alırsak işin içinden çıkamayız” diye konuştu.


Hoparlörden ezan tartışmalarıyla ilgili olarak da “hoparlörler insan sesinin güzelliğinin katili” diyen Bardakoğlu, Milliyet’e özetle şunları söyledi:
Sümela’da düzenlenen ayin dini özgürlükler açısından memnuniyet verici. Tarsus’taki Saint Paul Kilisesi’nin müze olmak yerine artık kilise olarak hizmet vermesini daha doğru buluyorum.

Hıristiyanların da bu yönde talepleri var. Batıda gittiğimiz her yerde Saint Paul Kilisesi’nin neden müze olduğunu izahta zorlanıyoruz. Bir yer Hıristiyanlar açısından kutsalsa ve onlar orada ayin yapmak istiyorlarsa bunu engellemenin hiçbir izahı olmaz. Elbette Batı Trakya’daki, Avrupa’daki Müslümanların din özgürlüğünü de sonuna kadar savunmalıyız. Avrupa’da bugün 3 binden fazla cami var. Avrupa bir minareyi yasakladığı vakit fevkalade rahatsız oluyoruz. Aynı şekilde biz kendi coğrafyamızda farklı inanç mensuplarının özgürlüklerini korumalıyız. Sümela, Akdamar, Saint Paul gibi, Hıristiyanların din özgürlüğü adına atılan adımları dinimiz ve tarihi geleneğimiz açısından son derece gerekli olduğunu düşünüyorum. Bu asla bir kaygı konusu olmamalıdır.

Milliyet, Haber: Önder Yılmaz, 23.08.2010

BU HEYKELLER RENGARENKTİ

 

25 yıllık araştırma, Antik Yunan ve Roma heykeltıraşlarının eserlerini yaparken en az Picasso kadar renk kullandığını, sanat eserlerinin aslen çok renkli olduğunu ortaya çıkardı.

 

Araştırmacılar, Berlin’de, “Renkli Tanrılar” adlı bir sergi düzenleyerek Antik Yunan eserlerinin replikalarını, ilk yapıldıkları zamanda olduğu gibi renkli olarak sergiledi. Heykellerin renk pigmentleri yok olduğu için geriye yalnızca beyaz mermer, taş kalıyor. 

Milliyet, 23.08.2010

YAZLIK ILICASI ŞİFA DAĞITACAK

 

 

Roma ve Osmanlı dönemlerinde insanlara şifa dağıtan Yazlık Ilıcası, yakında modern bir kaplıca tesisine dönüşecek. Uzun yıllardır kazı yapılması, kültür ve turizme kazandırılması için yapılan girişimlerden sonuç alınamayan Yazlık Ilıcası’nda geçen ay resmi kazı başlamıştı. Bir aylık kazı çalışmasının ardından tarihi ılıcanın debisi, gözle görülür bir şekilde yükseldi. Proje tamamlandığında antik ılıca, cilt ve solunum yolu hastalarının önemli şifa adreslerinden biri olacak.

 

Gölcük Belediyesi ile Kültür Bakanlığı arasında imzalanan protokolün ardından Yazlık Ilıcası’nda kazı çalışmaları başlamıştı. Müze Müdürü İlksen Özbay nezaretinde gerçekleşen çalışmalarda Yozgat’tan gelen özel kazı ekibi de görev aldı ve hedeflenen alan tamamen ortaya çıkarıldı. MS 2 nci yüzyılda, Roma döneminde yapılan ılıca bütünüyle ortaya çıkarılırken, 106 metrelik yürüyüş yolu ve kenarındaki künklü su borusu hattı da bulundu.

 

Projelendirme çalışmalarının ardından bölgede restorasyona başlanacak. Gölcük Belediyesi’nin sponsorluğunda gerçekleşecek çalışmalarda ılıcanın hamam bölümü de ortaya çıkarıldı. Burada Osmanlı mimarisine uygun açık ve kapalı havuzlar yapılması planlanıyor. 10 dönümlük alandaki ılıca projesi, bölgemizin tarih ve turizmine önemli katkı sağlayacak. Ilıcanın kükürtlü suyu cilt ve solunum yolu hastaları içir yeni bir şifa kaynağı olacak.

Özgür Kocaeli, 23.08.2010

NİŞANYAN TAŞ EVLERİ AİHM'NE GÖTÜRECEK

 

 

İzmir'in Selçuk İlçesi'ne bağlı Şirince Köyü'nde 1995'te yaptırdığı 12 taş eve yıkım kararı çıkması üzerine harekete geçen Sevan Nişanyan, konuyu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) taşımaya hazırlanıyor.

 

1995'te eski köy evlerini restore ederek pansiyon haline getiren ve 1999'da kullanıma açan Nişanyan'a, sit alanında izinsiz restorasyon yaptığı gerekçesiyle Selçuk Asliye Ceza Mahkemesi'ne ilk olarak 2001'de dava açıldı. İki yıl hapis cezasıyla en üst limitten ceza alan ve 10 ay Selçuk Kapalı Cezaevi'nde hapis yatan Nişanyan'ın bağ evleriyle ilgili il encümeni bu sefer 4 Ağustos'ta yıkım kararı aldı. Tek katlı olarak restore edilen Nişanyan Evleri'yle ilgili kararın Selçuk Kaymakamlığı'na gelmesi üzerine Nişanyan, "Devlet yıkmayı çok iyi bilir. Bu binalar benim çocuğum gibi. İzmir İl Özel İdaresi'nin şikayeti üzerine 16 kamu davası açıldı. Yasal süreç tamamlandıktan sonra sonra konuyu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) taşıyacağım. Bana en üst limitten ceza veriyorlar. Kesinleşen 10 yıl hapisle birlikte devam eden davalardan dolayı toplam 54 yıl hapis cezası istiyorlar" dedi. Köyden veya bölgeden herhangi bir şikayetin söz konusu olmadığına dikkat çeken Nişanyan, açılan davaların tamamının kamu davası olduğunu söyledi. Projeyle birlikte 11 yıldır Türkiye'nin tanıtımına büyük bir katkı yaptığının anlatan "Yöre mimarisine faydalı bir yapı tarzı oluşturduk. Türkiye'nin yüz akı olan bir proje ortaya çıkardık. Ödül ve takdir beklerken, zulümle karşılaşıyorum. Bana, 'Burayı bırak git' baskısı uyguluyorlar" dedi.

Sabah, Haber: Erhan Öztürk, 23.08.2010



"ŞİRİNCE'DEKİ 16 BİNAYI YIKACAĞIZ"

 

 

Yazar Sevan Nişanyan'ın Şirince'de inşa ettiği pansiyonu da dahil tüm yapılar hakkında İl Özel İdaresi Encümeni'nce yıkım kararı alındığını belirten Vali Kıraç, "Karar uygulanacak. Ben de takipçisi olacağım" dedi.

Yazar ve turizmci Sevan Nişanyan'ın Selçuk'un tarihi Şirince Köyünde işlettiği pansiyonunun da bulunduğu 4 yapıyla ilgili önceki yıllarda 4 yıkım kararı alınmıştı. Sevanyan'ın yine köyde inşa ettiği 12 yapı hakkında da İl Özel İdaresi Encümeni'nden aynı yönde karar çıkmasının ardından İzmir Valisi Cahit Kıraç, önemli açıklamalarda bulundu. İl Encümeni'nden çıkan son "yıkım" kararını bürokratlarıyla değerlendirdiğini belirten Kıraç, "Gereği yapılacak. Herkes görevini yapacak" dedi. Türkiye'nin hukuk devleti olduğunu ve herkesin kurallara uyması gerektiğini ifade eden Kıraç, "Hukuk her yerde olduğu gibi, burada da işleyecek. Ortada bir yıkım kararı var. Bu kararın infazı gerçekleşecek ve ben de takipçisi olacağım" diye konuştu.

Kuralların işlediğini ve yıkım kararının verildiğini vurgulayan Kıraç, "Bu aşamadan sonra söylenecek bir şey yok. Kararlar hukuk kuralları çerçevesinde uygulanacaktır" dedi. Öte yandan yıkım kararlarının Yeni Asır tarafından gündeme getirilmesinden sonra İzmir İl Özel İdaresi bürokratlarının toplantı yapma kararı aldığı öğrenildi. Konunun yıkımı gerçekleştirmesi gereken Selçuk Kaymakamlığı ve İl Özel İdaresi bürokratları tarafından önümüzdeki günlerde gerçekleşecek bir toplantıda görüşüleceği ifade edildi.

Türkiye gündemine geçtiğimiz yıllarda ayrıldığı eşinin başına dışkısını dökmesiyle de gelen Nişanyan, 1995'te yerleştiği Şirince'de eski köy evlerini restore ederek kendi pansiyonunu kurdu. 1999 yılında açtığı pansiyonun işletmeciliğini sürdüren Nişanyan, izinsiz restorasyon yaptığı için 2001 yılında 10 ay hapis yattı. Bu arada pansiyonunun yanına yeni kaçak yapılar ekleyen Nişanyan'a bugüne kadar toplam 12 bin lira para cezası kesildi. Ayrıca, ilk olarak 1998'de Nişanyan'ın işlettiği pansiyon, 2000'de kendisine ait 2 konut ve 2008'de de bir müştemilat için İl Encümeni tarafından yıkım kararı alındı. Bu kararlar 2001 ve 2005 yılında Selçuk Kaymakamlığı'na bildirildi. Ancak, söz konusu yapılar halen yıkılmadı.

İl Encümeni son olarak geçtiğimiz 4 Ağustos 2010 günü Nişanyan'ın kaçak olarak yaptığı 12 yapı için yıkım kararı aldı. 1 Nisan 2009'da mühürlenen ve yıkım kararı alınan 12 yapı, tek katlı konaklama birimleri, havuz, mutfak ve müştemilattan oluşuyor. Alınan son yıkım kararı da İl Özel İdaresi tarafından Selçuk Kaymakamlığı'na bildirildi. Son kararla ilgili gelişmeleri daha önce manşetinden kamuoyuna duyuran Yeni Asır'a açıklama yapan Nişanyan, "Bu memlekette herkes Vandal değil (yıkımdan zevk alan insan). Bu bir tür namussuzluktur. Kişilik bozukluğudur. Herkes onlar gibi değil. Vicdan sahibi insanlar da var. Bu İl Encümen Üyesi'ne bu hakikati hatırlatmak gerekir. Devlet kademesinde bulunan Vandalların hangi kararları aldığı da beni ilgilendirmiyor" demişti. Nişanyan, "Bu kararları takip etmiyorum ve ilgilenmiyorum" diye konuşmuştu.

Yazar ve turizmci Sevan Nişanyan, Vali Kıraç'ın "Bu infaz gerçekleşecek" sözlerine ağır ifadelerle karşılık verdi. "Bu infaz değil, cinayettir" diyen Nişanyan, "Vali efendi kendine yakıştırıyorsa buyursun. Gücü ve cesareti varsa bu cinayeti gerçekleştirsin" diye konuştu. Şirince'yi insanların yıllar önce terk ettiğini, köyde zeytincilik ve keçi yetiştiriciliğinin dışında bir faaliyet olmadığını belirten Nişanyşan, şöyle konuştu:

"Şirince, ben yerleşmeden önce ölmekte olan bir köydü. İnsanların hızla terk ettiği zeytincilik ve keçi besiciliği dışında ciddi bir ekonomik faaliyetin bulunmadığı bir yerdi. Doğal olarak Vali beyin temsil ettiği anlayış açısından köyün öyle kalması işlerine gelirdi. Koyun sürüsü yönetmek insan yönetmekten daha kolaydır. Valilik onu tercih ederdi herhalde. O hale döndürmek için de çaba harcıyorlar."

Yıkım kararlarını gündeme getiren ve Şirince köylülerinin kurallara uymasına rağmen kaçak yapı inşa eden Sevan Nişanyan'ı eleştiren İl Encümen Üyesi Emre Özer, Selçuk Kaymakamlığı'nı göreve davet etti. Kaymakamlığa yıkım için İl Özel İdaresi kanalıyla iş makinesi tahsis edebileceklerini belirten Özer, hukukun herkesi eşit olarak uygulanması gerektiğini söyledi. Özer, İl Encümen üyeleri için "Vandal" benzetmesi yapan Nişanyan'ı İzmirlilerin takdirine bıraktığını kaydetti.

Nişanyan, geçtiğimiz aylarda yine Muğla'nın Dalyan beldesindeki Kaunos Kaya Mezerları'nın benzerini Selçuk'un Şirince Köyündeki Kayserdağı'na yaptırması ile gündeme gelmişti. Nişanyan'ın Kayserdağı'na yaptırdığı ve Orman Bakanlığı ile mahkemelik olduğu kaya mezarı ile ilgili dava devam ediyor.

Yeni Asır, Haber: İlker Çoban, 24.08.2010



******


NİŞANYAN'IN KAÇAK YAPILARI İLE İLGİLİ TARTIŞMA BÜYÜYOR

 

Selçuk'un Şirince İlçesi'nde yazar Sevan Nişanyan'ın kaçak olarak inşa ettiği belirtilen 16 yapıyla ilgili yıkım kararı alınmasının ardından başlayan tartışma sürüyor. "Yıkımı gerçekleştireceğiz. Hukukun gereği yapılacak" diyen İzmir Valisi Cahit Kıraç'a, Nişanyan'dan cevap geldi. Bu arada yıkım kararına imza atan İl Özel İdaresi Encümeni üyesi Emre Özer ise, Nişanyan'a sert sözlerle yüklendi.

Şirince'deki kaçak yapılarla ilgili alınan yıkım kararını gündeme getiren Özer, "Üslubu beyan, aynı ile insan" diyerek Nişanyan'ın üslubunun kişiliğini yansıttığını söyledi. Nişanyan'ın Vali Kıraç'ı ve devleti düelloya davet eder bir üslup kullandığını ve sonucuna katlanacağını belirten Özer, "Kanunları saymıyorum, devleti tanımıyorum, kararları hiçe sayıyorum demek, doğru değil. Ey Nişanyan sen kimin adamısın? Arkanda kim var? Devletin gücünü sınamaya kalkmak sana mı kaldı? Sen sömürge valisi misin" diye konuştu.


Nişanyan'ın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) gideceği yönünde demeç verdiğini ifade eden Özer, "AİHM'ne hangi yüzle gideceksin? Türkiye'yi AİHM'e gideceğim diyerek tehdit eden Nişanyan, neyi ispat edecek? Bu cüreti nereden alıyor. 'Devletin gücü varsa gelsin yıksın' diyor. Gücümüz de var, cesaretimiz de. O yıkmazsa, kaçak inşa ettiği yapıları biz gidip yıkacağız. Köylüye yasak, sana hak. Ayrıcalığın ne?" dedi.

"Vali Bey yalan konuşuyor veya bürokratları tarafından kandırılıyor" diyen Nişanyan ise, "Gözlerini yıkım hırsı bürümüş. Hukuku esas hiçe sayan kendileridir. 4 Ağustos'ta İl Encümeni'nin aldığı yıkım kararı, bize daha bugün tebliğ edildi. Nasıl Vali beyin dediği gibi yargıda kesinleşmiş olabilir? Akıl var, mantık var" diye konuştu.


Süresi içinde İdare Mahkemesi'ne başvuracaklarını belirten Nişanyan sözlerini şöyle sürdürdü: "Tahmin ediyorum ki yargı Vali Bey'i mahcup edecektir. Tekemmül etmemiş bir karar için basın yoluyla atıp tutmaları devlet ciddiyetiyle bağdaşmaz. Bu kuru sıkı tehdittir, başka bir şey değil."
Konuyla ilgili gerekli açıklamaları yaptığını ifade eden Vali Kıraç ise, yeni bir açıklama yapmayacağını gerekenleri daha önce söylediğini dile getirdi.

Nişanyan'ın kaçak yapılarının gündeme gelmesi ve Vali Kıraç'ın harekete geçmesinin ardından İl Özel İdaresi ve Selçuk Kaymakamlığı tarafından çalışma başlatıldı. Başta Nişanyan'a ait 16 yapı olmak üzere Şirince'deki tüm kaçak yapıların tespit edilerek, inşa edenlerden yıkmalarının isteneceği belirtildi. Yapıyı inşa edenlerin yıkmaması durumunda devletin yıkımı gerçekleştireceği belirtildi.

Yeni Asır, Haber: İlker Çoban, 26.08.2010

DUVARLARIN 2000 YILLIK ŞAHESERLERİ

 

İngiliz uzmanlar, Ürdün’deki Petra Antik Kenti’nde, Hellenistik tarzda yapılmış 2 bin yıllık duvar resimleri buldu.

 

Londra’daki Courtauld Enstitüsü’nden uzmanlar, UNESCO Dünya Kültürel Mirası listesinde de bulunan Petra Antik Kenti’ndeki bir mağara duvarında “berbat halde” buldukları ve 3 yılda temizlenen resimlerin “gerek sanatsal, gerek teknik olarak sersemletici güzellikte olduğunu” söyledi.

Milliyet, 23.08.2010

TARİHİ MEZAR ODASI TALAN EDİLDİ

 

 

Uşak'ın Eski Gediz yolu üzerinde bulunan Roma döneminden kalma tarihi mezar odası define avcıları tarafından talan edildi. Kazılan odadan geriye içi boşaltılmış mezar çukuru ile kırılıp kenara atılmış mermer mezar taşı kaldı.

 

Uşak’ı Kütahya’nın Gediz İlçesi’ne bağlayan ancak yeni yol yapıldığı için artık fazla kullanılmayan Karabeyli- Eynihan Karayolu’nun 3. kilometresinde, bir ardıç ağacının yanında, define avcıları tarafından bulunan tarihi mezar odası talan edildi.

 

Roma döneminden bir savaşçı ve eşinin yan yana yattığı iki katlı mezar odasından geriye boşaltılmış bir çukur ile kırılıp kenara atılmış mermer mezar taşı kaldı.

 

Tarihi mezarı didik didik eden definecilerin ikinci kata ulaşamadan kazıyı sona erdirdiği görüldü. Kayıplara karışan definecilere ilişkin herhangi bir ipucu bulunamadı. Mezardan çalınmış olabilecek tarihi eserlere ilişkin bilgilerin detaylı araştırmalardan sonra ortaya çıkacağı bildirildi.

 

Konuyla ilgili DHA muhabirinin sorusunu yanıtlayan Uşak Kültür ve Turizm İl Müdürü Şerif Arıtürk, “Mezarın kazandığını ve taşlarının etrafa atıldığını öğrendik. Uşak Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü’ne gerekli talimat verildi. Bölgede inceleme yapılacak” dedi.

Cnn Türk, 22.08.2010

YORTANLI BARAJI VE ALLİANOİ ANTİK KENTİ

 

İzmir Valisi Cahit Kıraç, Bergama İlçesi yakınındaki Yortanlı Barajı’nın, bölgedeki Allinoi antik kenti korunarak hizmete sunulmasıyla ilgili çalışmayı tamamlamak üzere olduklarını bildirdi.

 

Vali Kıraç, Yortanlı Barajı ve Allinoi antik kentinde incelemelerde bulundu. Vali Kıraç’a, inceleme sırasında Bergama Kaymakamı Ahmet Ertan Yücel ile Belediye Başkanı Mehmet Gönenç eşlik etti.

 

Vali Kıraç, AA muhabirine yaptığı açıklamada, barajın gövdesinin 2005 yılında tamamlandığını ancak, antik kentin korunmasını isteyen çevrecilerin müracaatları nedeniyle 67 milyon metreküp su biriktirme hacmine sahip barajın su tutmadığını kaydetti. Barajın hizmete girmemesinin bölge tarımını olumsuz etkilediğini kaydeden Kıraç, şöyle konuştu:

 

‘Biz çevreyi ve kültürel değerleri koruyarak insanlarımızın ihtiyaçlarını karşılamak üzere faaliyet göstermek zorundayız. Kültür ve Turizm Bakanlığı, DSİ Genel Müdürlüğü, DSİ Bölge Müdürlüğü teknisyenleri arasında görüşmeler olumlu bir noktaya doğru gidiyor. Umut ederim bu eksiklik giderilir ve bitmiş baraj amacına uygun bölge çiftçisine hizmet verir.’ Kıraç, bu konuda oluşturulan bilim kurulunun antik kentin korunmasını ve Yortanlı Barajı’nın hizmete girmesini sağlayacak bir çalışma hazırladığını kaydederek, ‘Barajın hizmete sunulmasıyla ilgili çalışmayı tamamlamak üzereyiz’ dedi.

haberler.com, 22.08.2010

 

******


ALLİANOİ İÇİN SON KARAR: GÖMÜN

 

 

İzmir’in Bergama İlçesi’nde evrensel kültür mirası niteliğindeki Allianoi antik kentinin akıbeti belli oldu. Kent, ‘kumla’ doldurulduktan sonra baraj sularının altında kalacak.

 

İzmir’in Bergama İlçesi’nde bulunan Allianoi antik kentinin Yortanlı Baraj suları altında kalmasının önünde engel kalmadı. İzmir 2 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, antik kentin ‘siltli kille’ doldurulmak yerine ‘kumla’ doldurulduktan sonra baraj sularının altında kalmasına izin verdi.

 

Yortanlı Barajı gölü içerisinde kalan ve çevrecilerin uzun yıllardır baraj sularının altında kalmasını önlemek için mücadele ettikleri evrensel kültür mirası niteliğindeki Allianoi antik kentinin baraj gölüne katılmasının önünde engel kalmadı. Çeşitli üniversitelerdeki öğretim üyeleri tarafından oluşturulan yeni bilim heyetinin 4 Ağustos 2010 tarihinde verdiği rapora uyan İzmir 2 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, antik kentin DSİ’nin önerisi doğrultusunda kumla kaplanarak korunmasına karar verdi. İzmir 2 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun kararı üzerine Bergama Müzesi kontrolörlüğünde antik kentte ot temizliği çalışmaları başladı.

 

Gelişmeler üzerine Allianoi’nin Yortanlı Barajı’nın suları altında kalmasını önlemek için mücadele eden Alliaoni Girişim Grubu üyeleri antik kente giderek inceleme yaptı. Antik kentteki gelişmelerin kaygı verici olduğunu söyleyen Allianoi Girişim Grubu Dönem Sözcüsü İffet Diler, “Kalabalık bir işçi grubu temizlik çalışmaları yapıyordu. Büyük hamamda bulunan suların tahliyesine başlamışlardı. Bu çalışmanın ardından restorasyon öğrencilerinin gelip duvarlarda güçlendirme çalışması yapacağını öğrendik” diye konuştu.

 

Gelişmeler hakkında sağlıklı bilgi edinemediklerini ifade eden Diler, “Bize bilgi vermekten kaçınıyorlar. Ancak öğrendiğimiz kadarıyla yeni bir bilim heyeti oluşturulmuş ve Kurul bu heyetin raporu ışığında bir karar vermiş. Bilim heyeti de daha önce Danıştay tarafından iptal edilen ve kalıntıların mille kaplanmasını öngören raporda ‘küçük’ bir değişiklik yapmış, daha önce kalıntıların siltli kille kaplanması öngörülüyordu bu sefer kilin yerini kum almış. Bu gelişmeler karşısında şaşkına döndük. İşlemin durdurulması için en kısa zamanda mahkemeye başvuracağız” dedi.

 

Allianoi Girişim Grubu üyelerinden Jeofizik Mühendisi Erhan İçöz, kil yerine kum kullanmanın antik kente daha büyük zarar vereceğini ileri sürdü. İçöz, “Daha önce mahkemenin iptal ettiği tavsiye kararında ‘siltli kil’ ile kaplanması öngörülüyordu. Bu sefer karara kum yazmışlar. Siltli kil, kilin biraz daha büyük tanecikli olanıdır. Kum ise en iri taneli olan malzemedir. Kil suyu geçirmez, kendi bünyesine alır ve şişer kum ise suyu geçirir. Bu durumda antik kalıntıların suyla teması kesilmeyecek ve üzerlerindeki kum nedeniyle de sürekli tahribata maruz kalacak” diye konuştu.

 

Allianoi’nin kille kaplanarak sular altında bırakılmasına karşı 4 iptal, 2 yürütmeyi durdurma kararı aldıklarını söyleyen Avukat Hilal Küey ise, “Açılan bütün davalar Allianoi lehine sonuçlandı. Sadece 2009 yılında alınan karara karşı açtığımız dava sürüyor. Bütün bunlara karşın yine hukukun arkasına dolanarak yeni bir karar çıkartmışlar. Kille kaplanmasına karşı ortada bir yürütmeyi durdurma kararı varken ‘kil yerine kum’ diye yeni karar almak artık aynı konuda ‘bezdirici’ karar almak sınıfına giriyor, Türk Ceza Yasası’na göre bunun karşılığı görevi kötüye kullanmak oluyor. Bunlar biraz dalga geçer gibi kil yerine kum yazıp aynı kararı alarak mahkeme kararın ihlal ediyorlar. Anayasa’ya göre mahkeme kararının bütün kurumlar tarafından uygulanması gerekiyor. Bunun sorumluları hakkında Cumhuriyet Savcılığı’na görevi kötüye kullanmak suçundan suç duyurusunda bulunacağız” dedi.

 

Öte yandan İzmir İl Kültür ve Turizm Müdürü Abdülaziz Ediz, İzmir 2 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun, oluşturulan bilim heyetinin 4 Ağustos 2010 tarihli raporuna dayanarak 17 Ağustos 2010 tarihinde kumla gömme kararı verdiğini dile getirdi. Ediz, “Geçen hafta Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü’nden yazı geldi. Allianoi ile ilgili mahkeme süreçleri de bitmiş durumda. Kurul’un verdiği kararı DSİ uygulamaya başlıyor. Bundan sonra çalışmalar DSİ’nin yapacağı iş programı çerçevesinde sürecek ve bir engel kalmadığı için de su tutulacak” diye konuştu.

Radikal, 26.08.2010

HERKES 'GELİNCİKLER'İN PEŞİNDE

 

Mısır Kültür Bakanı Faruk Hüsnü, dün başkent Kahire'deki bir müzeden çalınan Van Gogh'a ait tablonun daha sonra havaalanında bulunduğu haberinin doğru olmadığını bildirdi.

 

Bakan Hüsnü, yazılı açıklamasında, bakanlık yetkililerinden Muhsin Şaalan'a tablonun bulunduğu bilgisi geldiğini, onun da bu bilgiyi telefonla bakanlığa ilettiğini belirterek, "Şaalan'a tablonun bulunduğunun bildirilmesine rağmen aslında haber doğru değilmiş" ifadesini kullandı.

Faruk Hüsnü, dün akşamki açıklamasında, tabloyu çalan iki İtalyan vatandaşının yurtdışı kaçmak istedikleri sırada havaalanı polisleri tarafından yakalandığını söylemişti.

Yakalanan 2 İtalyanın neden gözaltına alındığı ya da serbest bırakılıp bırakılmadığı ise bilinmiyor.

Başkentteki Mahmud Halil Müzesinden çalınan 50 milyon dolar değerindeki "Gelincikler", Van Gogh'un Kahire'de çalınan ikinci eseri. Ünlü ressamın 1978 yılında çalınan bir eseri de 2 yıl sonra Kuveyt'te bulunmuştu.

Cnn Türk, 22.08.2010



******


MÜZEDE KAMERALARIN ÇOĞU ÇALIŞMIYORMUŞ

 



Mısır'da ünlü ressam Vincent Van Gogh'un tablosunun çalındığı müzedeki alarmlardan hiçbirinin çalışmadığı, 43 kameradan da sadece yedisinin çalıştığı belirtildi.

 

Başsavcı Abdülmecid Mahmud, Mısır’ın resmi haber ajansına yaptığı açıklamada, hırsızlığın yapılmasına müzenin güvenlik önlemlerinin yetersizliğinin yol açtığını belirterek, güvenliği "zayıf ve üstünkörü" olarak nitelendirdi.

Mahmud, geçen sene Muhammed Ali Müzesi’nden 9 eserin çalınmasından sonra savcılığın müzeleri sıkı güvenlik tedbirleri almaları konusunda uyardığını hatırlattı.

Savcı Mahmud, hırsızların resmi çerçeveden ayırmak için maket bıçağı kullandıklarını söyledi.

Savcı, soruşturma tamamlanana kadar aralarında "Gelincikler" adlı tablonun çalındığı Mahmud Halil Müzesi’nin müdürüyle Kültür Bakanlığı güzel sanatlar bölümü başkanının da bulunduğu 15 yetkilinin ülkeden çıkmasının yasaklandığını söyledi.

Radikal, 23.08.2010

 

******


MISIR KÜLTÜR BAKANI YARDIMCISI VAN GOGH'UN ÇALINAN TABLOSU YÜZÜNDEN GÖZALTINA ALINDI

 

Mısır Kültür Bakanı Yardımcısı Muhsin Şaalan, 20. yüzyıl sanatını ciddi şekilde etkileyen ünlü ressam Van Gogh'un ''Gelincikler'' adlı tablosunun çalınmasının ardından gözaltına alındı.

 

Mısır'ın Ortadoğu haber ajansında yer alan habere göre, Başsavcı Abdülmecid Mahmud, görevde ihmal suçlamasıyla Şalan'ın yanı sıra dört güvenlik görevlisinin dört gün gözaltında tutulacağını söyledi. Mısır'da tablonun çalındığı müzedeki alarmlardan çalışmadığı, 43 kameradan da sadece yedisinin çalıştığı bildirilmişti.

Turizm Gazetesi, 24.08.2010

 

******


VAN GOGH'UN ÇALINAN 'GELİNCİKLER'İNİ BULANA ÖDÜL VERİLECEK

 

Mısırlı işadamı Necip Savirisi, ünlü Hollandalı ressam Van Gogh'un Kahire'deki Mahmud Halil Müzesi'nden çalınan 'Gelincikler' adlı tablosunu getirene veya konuyla ilgili bilgi verenlere para ödülü vereceğini açıkladı.

 

Orascom Telekom gibi dev yatırımlara sahip olan Savirisi, tabloyu getireni veya konuyla ilgili doğru bilgi veren kişi veya kişileri, 1 milyon Mısır Paundu (yaklaşık 330 bin TL) ile ödüllendirecek. 21 Ağustos'ta gerçekleşen hırsızlık olayıyla ilgili olarak Mısır Kültür Bakan Yardımcısı ile birlikte 8 kişi gözaltına alınmıştı. Tablonun, 50 milyon dolar (yaklaşık 72 milyon TL) değerinde olduğu belirtiyor.

Zaman, 27.08.2010

TOPKAPI'DA MÜCEVHERDEN DAHA KIYMETLİ ŞEYLER VAR

 

Celal Şengör sahasında uluslararası bir kıymetlimizdir. Binaenaleyh kendisinin İstanbul depremleri, Topkapı Sarayı’nın fay hattına yakınlığı ve Allah korusun muhtemel depremdeki uğrayacağı tahribat konusunda yaptığı ikazlara kulak vermek zorundayız. 


Daha evvel yapılan tetkikler ve bizzat Şengör’ün de değerlendirmeleriyle bu milli abidemizin deprem tehdidi altında olduğu açıktır. Aksini söyleyen yok. Özellikle sarayın güneydoğu cephesini teşkil eden, yani Selimiye’ye ve Marmara’ya bakan yöndeki yüksek sur zamanın getirdiği tahribat dolayısıyla tehdit altındadır. Daha evvel 16’ncı yüzyıldaki depremde yıkılan bu duvarın şimdi ciddi çatlaklar ve yıpranma alametleri gösterdiği açıktır.


16’ncı asırdaki bir darbede bugün Elbise-i Hümayun dediğimiz, o zaman evlerin hamamı olan kısım tamamen yıkılmıştır. Bugün ise Fatih Köşkü yani Hazine Teşhir Dairesi’ne ve mutfaklara 1940’larda yapılan, taş kubbe ve beyaz çimento kullanılan yanlış restorasyon bu tehlikelerin nedenidir.


Bir kere bu taş kubbelerin değiştirilmesi, Fatih ve Kanuni devrindeki gibi hatta daha sonraya kadar devam eden ahşap kubbeye çevrilmesi gerekir. Bu gayet dayanıklı bir ağaçtan yapılmaktadır. Örnekleri Harem’de vardır. Ağaçlar muhtemelen Kanada’dan getirilecektir. İhracı yasaktır o ülkede ama Topkapı’ya verilir. Bununla hem binanın havalandırılması sağlanır hem de alt duvarlara, surlara verilen ağırlık azalır.

 

Gene aynı şekilde Harem dairesinde de doğal çimentoyu ayıklama muamelesine girişilmesi gerekir. Bunlar tabii bizim bütçemizi aşan ağır restorasyonlardır. Bütün devlet teşkilatımızın himmetine, anlayışına ve vatandaşların da bağışına bakar. Tabii Topkapı’ya bağış yapılmadığını büyük ölçüde söylemek gerekir. O bilinç henüz bizde gelişmemiştir.


Üzerinde önemle durmak istediğim bir şey: Surlar yıkıldığı zaman gidenler sadece mücevher olmaz. Mücevherden daha kıymetli şeyler var. Arşiv buradadır. Topkapı arşivinin bir an evvel bugünkü bölümünden daha emin bir yere ve bu civarda daha fenni yapılan bir arşiv binasına nakli gerekir. Biz bu arşivi Başbakanlık’a devretmek istedik fakat malzemeyi ta İkitelli’deki arşiv depolarına götürmeye kalktılar. Bunu kabul etmemiz mümkün değil.


Celal Şengör’ün dışında bugün Kandilli Rasathanesi Müdürü olan hocamız Prof.Dr. Mustafa Erdik bu binaların statik bakımdan tetkikini yapmıştır. Gayet ciddi emareler üzerinde durmuştur. O kadar ki 17 Ağustos sabahı yemeden içmeden bu saraya koşup gelmiş ve bakmış. Bir hocayı 17 Ağustos deprem sabahı buraya kadar koşturan endişeyi herhalde hepimizin paylaşması gerekir. Çünkü bunlar değerli insanlardır ve ciddi adamlardır. O zaman Filiz Çağman hanım müdürdü burada, biz de bu olaya şahit olduk ve duyduk. Mustafa bey bugün de yine yetkili yerdedir. Kendisine sorunuz.


Bu iş şu veya bu hükümetin şu veya bu bakanlığın sorunu değildir. Hepimizin meselesidir. Hepimizin ciddiyetle üzerine eğilmesi gerekiyor. Celal Şengör hocanın ve Mustafa beyin ikazlarını dikkate almalıyız.

Milliyet Pazar, Yazı: İlber Ortaylı, 22.08.2010

KAZI ÇALIŞMALARI 1 EYLÜL'DE BİTİYOR

 

  

 

Sinop'ta Bizans dönemine ait harabelerde başlatılan ve 20 yılı kapsayacak olan kazı çalışmaları sürüyor.

 

Hıristiyan din adamlarının mezarlarının da bulunduğu alanda yapılan her kazıda çeşitli tarihi dönemlere ait yeni bulgular elde ediliyor. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Gülgün Köroğlu'nun başkanlığında gerçekleştirilen kazı çalışmalarının bu yılki kısmı 1 Eylül'de sona erecek.

 

Doç.Dr. Gülgün Köroğlu, çalışmaların 20 yılı kapsayacağını belirterek, çalışmalara çok sayıda bilim insanının da katıldığını söyledi. Köroğlu, çalışmaların son derece heyecan verici olduğunu belirterek, kazıdan çıkan eserlerin Sinop Arkeoloji Müzesi'nde sergileneceğini kaydetti.

Sinop Kent Haber, 21.08.2010

TARİHİ CAMİNİN DUVARLARI ERİYOR

 

  

 

Lale döneminin Sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'nın doğup büyüdüğü Nevşehir'de yaptırdığı klliye içerisinde yer alan Kurşunlu Cami'nin dış duvar taşlarında hızlı erime dikkat çekiyor.

 

Nevşehir'de ayakta kalabilmeyi başarmış ender tarihi yapılardan biri olan 1727 yılında tamamlanarak ibadete açılan tarihi Kurşunlu Camii'nin 18. yüzyılda yapılan dış duvarlarındaki hızlı taş erimeleri ile ciddi tahribatla karşı karşıya kaldığı belirtiliyor.

 

Nevşehir'in Cami Cedid Mahallesi'nde bulunan tarihi Kurşunlu Camii'nin dış bölümlerinden itibaren koruma altına alınması amacıyla 18. yüzyıl başlarında caminin dört bir yanında yapılan ihata duvarları, bilinmeyen nedenlerden dolayı hızlı bir aşınma süresine girdi.Cami giriş bölümündeki taşların hızlı bir şekilde ufalanıp tahrip olması karşısında Kayseri Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün harekete geçerek, eriyen taşların yerlerinin değiştirilmesi ile bu yönde etkili bir çalışma yapılabileceği ifade edildi.

Nevşehir Kent Haber, 21.08.2010

KARADENİZ'İN ZEUGMA'SI

 

 

Karabük’ün Eskipazar İlçesi'nde, Karadeniz’in Zeugması olarak adlandırılan Hadrianaupolis antik kentinde yeni kazı başkanı atanarak 2 yıl aradan sonra çalışmalara başlandı.

 

MÖ 1. yüzyılda kurulduğu ve MS 8. yüzyıla kadar yerleşim amacıyla kullanıldığı tahmin edilen Hadrianaupolis’teki kazılarda, Anadolu’da örneklerine hiç görülmeyen bazı zemin mozaiklerine rastlanması araştırmacıları heyecanlandırıyor.

 

Gaziantep’te ortaya çıkan Zeugma mozaikleri kadar güzel nitelendirilen at, fil, panter, geyik ve grifon (sanat tarihinde görülen karışık bir hayvana verilen isim) gibi bir çok hayvan tasvir edilen mozaiklerle ünlenen antik kentte, kazı başkanlığına atanan Atatürk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Vedat Keleş başkanlığında yeni eserlerin ortaya çıkarılması planlanıyor.

 

Yrd. Doç.Dr. Keleş, Hadrianaupolis öreninde daha önce sürdürülen kazıların hatalı olduğunu, ortaya çıkan eserlerin korunması için çalışmaların da yapılmadığını savundu. Antik kentin bir an önce kurtarılması gerektiğini anlatan Keleş, şöyle dedi:

”Burada turizm ve arkeolojik açıdan potansiyel var. Çalışmalar, önce ortaya çıkan yapıları korumak ve daha sonra da kazı yapmak şeklinde ilerleyecek. Burası önemli kültürel varlıklarımız arasındadır. Ancak, çok tahribat var ve her geçen gün artıyor. Finansman desteği bulamazsak 2 yıl sonra insanlara göstereceğimiz bir şey kalmayacak. Buradaki mozaikler hassas ve çok çabuk dağılıyor. Süratle tarihi yapıların üstlerini kapatarak restorasyon çalımlarına başlamalıyız.”

 

Keleş, Hadrianaupolis’deki kazıların çok uzun süreyi kapsayacağına dikkati çekerek, ”Benim tahminim çalışmalar 50 yıl sürer. Bizans çağında çok büyük ve önemli bir dini merkez olan bölgede iki kilise var. Bunlar Hıristiyanlığın en erken yapıları. Bunların tamamen ortaya çıkarılması ciddi inanç turizm patlaması sağlayacaktır” dedi.

Sabah, 21.08.2010

BURSA'NIN TARİH KOKAN EVLERİNE YOLCULUK

 



Bursa Büyükşehir Belediyesi’nden derlenen bilgilere göre, Bursa evlerinin tüm özelliklerinin ayrıntılı olarak yazıldığı Bursa Kadı Sicilleri’ndeki tereke (veraset) kayıtlarında, bu yapıların hemen hemen tümünün iki katlı ve bahçeli olduğu, içinde akar çeşme bulunduğu anlaşılıyor.

Bursa’da çeşitli sosyal gurupların yaşadıkları evler farklı olmakla birlikte, çoğunlukla Bursa evlerinde üstte üç oda,altta bir oda, bir sofa, bir fırın yer alırken, 16. yüzyıla kadar kerpiçle yapılan binalarda bu yüzyıldan sonra ahşap kullanımının önemli ölçüde arttığı, özellikle 18. yüzyıldan itibaren ahşap süsleme ve aşıboyası uygulamalarının yaygınlaştığı göze çarpıyor.

Kentin önemli anıtları olarak sayılan, kendine özgü tekniği ve mimari yapısıyla dikkati çeken "Eski Bursa Evleri", ne yazık ki, tüm önlemlere karşın yok olma tehlikesi taşıyor.

Genellikle iki katlı ve dağın eğimine göre özel planlı olarak yapılan Bursa evlerinin en önemli özellikleri olarak, "geniş ve yemyeşil bahçeleriyle şakır şakır akan çeşmeleri" gösterilirken, belediye kayıtlarında bu yapılar için verilen örneklerden şöyle bahsediliyor:

"Eski Bursa evlerinin kentte ayakta kalmış en eski örneği evliyalardan Somuncu Baba Evi’dir. Bursa evlerini sembolize eden örnek ev olarak günümüzde müze olarak kullanılan Muradiye’deki Osmanlı Evi’ni gösterebiliriz. Bir diğer örnek gösterilecek ev, Kanuni Sultan dönemine ait Üftade Hazretleri’nin evidir Ayrıca Yenişehir’de yine müze olarak kullanılan Şemaki Evi (Bursa Yenişehir Şemaki Evi Müzesi, İran’ın Şemaki kasabasından Anadolu’ya gelerek Yenişehir’e yerleşen Şemaki ailesi tarafından XVIII. yüzyılda yaptırılmıştır) de aynı tip sivil mimari eserlerin başında yer almaktadır."

Osmanlı dönemi Bursa’sını yaşatan ender sokaklardan biri olarak gösterilen Tophane Mahallesi’ndeki Kale Sokak ise Osmanlı sivil mimari örneklerine göre restore edilerek koruma altına alınan 10’un üzerindeki evi bünyesinde barındırıyor.

Genellikle iki katlı, tek ya da çift çıkmalı olan Kale Sokak’taki evler, içlerinde halen oturulması açısından da ayrı bir özellik taşıyor.

Cumhuriyet, İnönü, Haşim İşcan ve Fevzi Çakmak bulvarları arasındaki Reyhan Mahallesi de 19. yüzyıl sonunda yapılmış çok sayıda sivil mimari örneğinin bulunduğu bir mahalle olarak öne çıkarken, buradaki yapılara ilişkin kaydedilen bilgiler şöyle:

"Evler ahşaptır. Zemin katlar moloz taştan ve sıvalı, bazen de kesme taştandır. Bazı evler, ara bodrumlu olur. İki buçuk katlıdır. Mahallede yer yer çıkmaz sokak vardır. Evler bahçelidir, orta, arka ya da yan sofalıdır. Zemin katlar taşlık, oda ve depo mekanlardan oluşur. Mutfak ve tuvalet genellikle bahçededir. Ara katlar kışlık ya da koza üretimi için üst katlar ise yaşam alanları, sofalar da dolaşma mekanları olarak tasarlanmıştır."

1880 yılında inşa edilen ve Türkiye’nin en eski belediye binası olarak kabul edilen tarihi belediye binası ise Bursa’nın sivil mimari örneklerinin başında yer alıyor.

Su basmanı düzeyine kadar kesme taşla örülen duvarları, meşe direklerinin arası tuğlalarla doldurularak yapılan ve halen Bursa Büyükşehir Belediyesi hizmet binası olarak kullanılan yapı önemli tarihi olaylara da tanıklık etti. Atatürk, ilk Bursa gezisinde halka batı kapısının sahanlığından seslendi, yine Atatürk’ün son balosu olarak bilinen toplantı da 2 Şubat 1938 gecesi ikinci kattaki salonda düzenlendi.

Ayrıca, Çelik Palas Oteli, Işıklar Askeri Lisesi, Kent Müzesi binası, Defterdarlık binası gibi yapıları Cumhuriyet dönemi sivil mimarinin örnekleri olarak gösterilirken, Atatürk’ün emriyle 1935’te yaptırılan Çelik Palas Oteli de Cumhuriyet sonrası Bursa’nın sivil modern mimari örneklerinden biri olarak sayılıyor.

Radikal, 21.08.2010

TARİHİ ESER ARAYAN GİZEMLİ İŞADAMI

 

 

Türk ressamların değerli tablolarını toplamak için ulusal bir gazeteye yarım sayfa ilan veren işadamının Şahin Ekşioğlu olduğu iddia edildi. Bir gazetede dün yayınlanan yarım sayfa boyutundaki, Türk ressamlara ait tabloların alınacağına ilişkin ilan dikkat çekti. "Özel bir tablo koleksiyonu için" diye başlayan ve "Türk ressamlarına ait tablolar satın alınacaktır" diye devam eden yarım sayfalık ilanda "Ayrıca antikalarınız, tombaklarınız, İznikleriniz, tuğralı gümüşleriniz, fermanlarınız, hat yazılarınız, Kuran-ı Kerimleriniz gibi değerli antikalarla Türkiye konulu oryantalist sanatçıların eserleri satın alınacaktır" ifadesi yer aldı.

 

Türk ressamlara ait eserlerin kim tarafından alınacağı sorusuna ilgili kişi, "İsmini açıklamak istemeyen bir işadamı" yanıtını verirken, birbirinden değerli tablolar ve antikaların, aracı kurumlara satılmak üzere Şahin Ekşioğlu tarafından toplandığı iddia edildi. İlanda, farklı dönemlere ait 79 Türk ressamın ismi sıralanıyor.

Habertürk, 21.08.2010

ORDU'DA ARKEOLOJİK KAZI

 

 

Ordu il merkezine 20 km. uzaklıktaki Bayadı Köyü sınırları içinde yer alan ve antik bir yerleşim alanı olan "Kurul Kayası Yerleşmesi"nde kazı çalışmalarına başlandı.

 

Vali Orhan Düzgün, Ordu Müze Müdürlüğü ve Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Süleyman Yücel Şenyurt danışmanlığında yürütülecek kazı çalışmalarını başlatmak üzere "Kurul Kayası"na gitti. Beraberinde, yaklaşık 20 yıldır yaptığı girişimlerle dikkatleri antik "Kurul Kayası Yerleşmesi"ne çekmeye ve bu bölgeyi bir ilgi odağı haline getirmeye çalışan Enis Ayar, İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Mustafa Yılmaz, İl Kültür ve Turizm Müdürü Erkan Gülderen, Ordu Müze Müdürü Halil Coşar ve basın mensuplarıyla birlikte "Kurul Kayası Yerleşmesi"ne giden Vali Orhan Düzgün, kazı çalışmalarını yürütecek Doç.Dr. Süleyman Yücel Şenyurt'tan bilgi aldı.

 

Antik "Kurul Kayası Yerleşmesi"nin bulunduğu alanın sahibi olan Aydın Yıldız da, geçmiş yıllarda yapılan çalışmalar hakkında Vali Orhan Düzgün'e bilgi verdi. Antik "Kurul Kayası Yerleşmesi" üzerinde incelemelerde bulunan Vali Orhan Düzgün, kazı çalışmalarını yürütecek Doç.Dr. Süleyman Yücel Şenyurt'la birlikte toprağa kazmayı vurarak kazı çalışmalarını başlattı.

 

Kazı çalışmalarıyla ilgili açıklamada bulunan Vali Orhan Düzgün, Türkiye'nin arkeolojik alanlarının daha çok Ege ve Akdeniz kıyılarında bilindiğini, oysa Karadeniz'in bu yoğun bitki örtüsünün altında da ciddi ören yerlerinin, antik kentlerin olduğunu düşündüğünü kaydetti. Kurul kayalıklarında yaklaşık 2 bin 300 yıl öncesine ait buluntular olduğunu dile getiren Vali Düzgün, "Ordu Müze Müdürlüğümüzle beraber bu yıl Gazi Üniversitesinden Doç.Dr. Yücel Şenyurt hocamızın başkanlığında yaklaşık 30 kişilik bir ekip önümüzdeki aylarda buradaki kazı çalışmalarını yürütecekler. Kazı çalışmalarıyla beraber burada bir çevre düzenlemesi yapılması, bir gezi güzergahının planlanmasıyla buranın daha cazip hale geleceğini düşünüyorum. Ordu'da göreve başlayışımdan sonra aldığım bilgiler doğrultusunda, Kurul Kayası'nda bir kazı çalışması başlatılmasının hem Ordu ilimizin, hem Karadeniz Bölgesinin, hem de Dünya tarihinin aydınlatılması bakımından son derece önemli olduğunu gördüm. Bu yılın başında Kültür ve Turizm Bakanlığından kazı çalışmalarının başlatılması yönünde izin talebinde bulunduk ve Mayıs ayında kazı iznini aldık. Gerekli ödenek de geçtiğimiz hafta ilimize gönderildi. Burada bir ödenek sıkıntısı olmayacak. Hocalarımız ne kadar çok çalışırlarsa kendilerine o kadar destek olacağız. Kendilerine kolaylıklar ve başarılı bir çalışma sezonu diliyorum" dedi.

 

Antik "Kurul Kayası Yerleşmesi"nde kazı çalışmalarını yürütecek olan Gazi Üniversitesi Öğretim görevlisi Doç.Dr. Süleyman Yücel Şenyurt da yaptığı açıklamada, "Aslen ben de Ordulu birisiyim. Ordu'da bugüne kadar ciddi bir arkeolojik çalışma yapılmadı. Kurul Kayasında yapılacak bu çalışma Ordu'daki ilk ciddi arkeolojik kazı çalışması olacak. Burada yapılacak çalışma, Ordu'nun tarihine, kültürüne ve turizmine ışık tutacak bir çalışma olacaktır. Sayın Valimizin girişimleri sonucu başlatılan bu çalışmayla buradaki tarih gün yüzüne çıkarılacaktır. Burada yapacağımız çalışmalarda Orduluların da maddi ve manevi desteğini bekliyoruz. Birçok ilde yapılan kurtarma kazıları, sponsorlar vasıtasıyla, desteğiyle yapılmaktadır. Burada yapacağımız kazı çalışmalarına değerli Ordulu işadamlarımızın sponsor olmalarını bekliyoruz" diye konuştu.

Haber Kapısı, 21.08.2010

YOL ÇALIŞMALARINDA ROMA DÖNEMİNE AİT TARİHİ ESER BULUNDU

 

 

Bartın’ın Amasra İlçesi'nde yapılan yol çalışmaları sırasında, Roma dönemine ait mezar parçaları ve tarihi kalıntılar bulundu.

 

Eski Amasra yolunda yapılan ıslah çalışmaları sırasında Roma dönemine ait lahit kapağı bulundu. Yine bu alanın 150 metre ilerisinde mezar taşları görüldü. Ayrıca ortası oyularak işlenmiş taştan oluşan bir eser bulundu. Roma dönemine ait mezar parçalarının bulunduğu yerin az ilerisinde toprağın altından çıkan eser Müze Müdürlüğü görevlisi arkeolog tarafından incelemeye alındı. Karayolları ekipleri tarafından yapılan iyileştirme çalışmaları arkeolog tarafından denetleniyor. Arkeolog, sabah denetim çalışmalarına başlıyor akşam üstü çalışmaları sonlandırıyor. Tarihi eser kalıntısı görüldüğü an kepçe çalışması bir anda durduruluyor. Antik eserin durumu bozulmadan, kepçe operatörü ile durum değerlendirilmesi yapılıyor. Arkeolog eserin fotoğraflarını çekiyor. Antik eser orijinal yerinde bırakılıyor. Eserin etrafı itina ile temizleniyor. İş makinesi daha sonra kaldığı yerden çalışmalara devam ediyor.

 

Batı Karadeniz Bölgesi’nin tarihi mekanlarından olan Amasra’da yapılan yol çalışmalarında bulunan ve taşınması kolay olan eserler Amasra’da bulunan Amasra Müzesi’ne kaldırılacak.

Net Haber, 20.08.2010

İNGİLTERE MÜZELERDEN İNANILMAZ GELİR ELDE ETTİ

 

İngiltere Turizm Tanıtma Ofisi Visit Britain, ülkenin önde gelen müze ve sanat galerilerinin 2009 yılında ülke ekonomisine yaptıkları katkıyı açıkladı. Buna göre 2009 yılında müze ve sanat galerilerinden İngiltere'nin elde ettiği gelir 1 milyar Pound'a ulaştı.

VisitBritain'in yaptığı araştırmaya göre turistik amaçlı olarak ülkeye gelen 30 milyon ziyaretçinin 7.7 milyonu bir müzeyi 4.2 milyonu ise bir sanat galerisini ziyaret etti.

Fransız ve Amerikan vatandaşlarının 960 bini müze ve sanat galerilerini ziyaret ederken 500 binin üzerinde Alman ve İspanyol ziyaretçi de müze ve sanat galerilerine ilgi gösterdi.

Ziyaretçiler arasında ilk 10'a girmemesine karşın Brezilya ve Arjantinli ziyaretçilerin üçte ikisi müze ve sanat galerilerine olan ilgileri dikkat çekti.

turizmdebusabah.com, 20.08.2010


British Museum

ARTEMİS TAPINAĞI HEYECANI

 

 

Aydın’ın Didim İlçesi’ndeki Apollon Tapınağı çevresinde kazı yapan Alman arkeoloji ekibi, definecilerin kaçak kazıları sırasında buldukları kalıntılardan yola çıkarak genişlettikleri çalışmalarda, yeni bir tapınağın duvarına ulaştı.

 

Didim’deki dünyaca ünlü Apollon Tapınağı’nda kazı çalışmaları yapan Alman arkeoloji ekibi, yaklaşık 8 ay önce definecilerin kaçak kazıları sırasında buldukları kalıntılarından yola çıkarak çalışmalarını genişletti. Arkeoloji ekibi tarafından dün yeni bir tapınağa ait olduğu düşünülen büyük bir duvar bulundu. Duvarın, Tanrı Apollon’un ikiz kardeşi Artemis için yapılan tapınak olma ihtimali heyecan uyandırdı. Alman kazı ekibi, üç bölgede duvarın devamı için çalışma yürütüyor. Kapatılan tapınak çevresindeki yol üzerinde tapınağın girişinde ‘sunak’ arama çalışması devam ederken, bulunan duvarın mitolojik zamanda Apollon’un ikizi olarak bilinen Artemis Tapınağı’nın duvarı olabileceği tahmin ediliyor.

 

Çalışmaları yakından takip eden Kültür ve Turizm Bakanlığı Temsilcisi Ferhan Büyükyörük, “Bölgede daha önce kaçak bir kazı yapılmış. Bu kazı sırasında bir duvar kalıntısına rastlanmış. Kazı ekibi bu yıl yapmış olduğu sondaj çalışmalarında bu duvarın devamını ve çevresinde bir yapının olup olmadığını araştırıyor. Duvarın büyüklüğü, dış yüzünün Apollon Tapınağı’na doğru bakması, duvarın güneyinde bir yapının olabileceğini düşündürüyor. ‘Didyma’ sözcüğü ‘İkiz Kardeş’ anlamına gelir. Tanrı Apollon, Tanrıça Artemis’in ikiz kardeşidir. Artemis Tapınağı’nın da Apollon’a yakın bir yerde olabileceği görüşü söz konusu. Bundan dolayı bu duvarın Artemis Tapınağı’na ait olabileceği düşünülüyor. Şu an için Artemis Tapınağı’na ait bir duvardır diyemiyoruz. Bunu söyleyebilmemiz için çalışmanın devamında ne çıkacağı çok önemli” dedi.

 

Didim turizmine büyük bir katkı sağlayan Hellenistik döneme ait Apollon Tapınağı’na ilave olarak bir Artemis Tapınağı’nın bulunabileceği söylentileri Didim’de heyecan uyandırırken, temmuz ayı sonunda başlayan sondaj çalışmalarının eylül ayına kadar devam edeceği bildirildi.

 

Selçuk’taki Efes Antik Kenti’nde de Tanrıça Artemis’e atfen yapılan bir tapınak bulunuyor. Tamamen mermerden yapılan bu tapınak MÖ 550 yıllarında tamamlanmış. Dünyanın yedi harikasından biri sayılan tapınaktan geriye bugün sadece bir iki mermer parçası kalmış. Tapınak Lydia Kralı Kroisos tarafından başlatılmış 120 senelik bir projenin eseridir. Dünyanın yedi harikasını derleyen Sidon’lu Antipader Selçuk’taki tapınağı şöyle tarif etmiştir:

“Mağrur Babil’in üstünde savaş arabaları için yol olan duvarını ve Alpheus’daki Zeus heykelini ve asma bahçeleri gördüm ve Güneşin kolosusunu ve yüksek piramitlerin devasa işçiliğini ve Mausoleus’un engin mezarını; ama Artemis’in bulutlar üzerine kurulmuş evini gördüğümde diğer tüm harikalar parlaklıklarını kaybetti ve dedim ki ‘İşte! Olimpus’un dışında, Güneş hiç bu kadar büyük bir şeye bakmadı.”

 

Bizanslı Philon ise tapınak için şunları yazmıştır:

“Kadim Babillilerin kudretli işçiliğini ve Mausoleus’in mezarını gördüm. Ama bulutlara doğru Yükselen Efes’teki tapınağı gördüğümde, diğerlerinin tümü gölgede kalmıştı.”

haberler.com, 20.08.2010

MYRA VE ANDRIAKE KAZILARI

 

Antalya’nın Demre İlçesi'nde Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Akdeniz Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü'nün yürüttüğü Myra ve Andriake Liman Kenti kazılarının bu yılki bölümü sona erdi.

 

Akdeniz Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümünden Prof.Dr. Nevzat Çevik başkanlığında yürütülen ve 1 Haziranda başlayan kazılarda 12 bilim adamı, 41 öğrenci ve 43 işçi çalıştı.

 

Kazıların bu yılki bölümü Andriake Liman Kenti’nde yoğunlaştı, Andriake liman tesisleri ve liman agorası ortaya çıkarıldı. Kazılarda Roma ve Bizans dönemlerinden kalma liman organizasyonunu anlatacak mimari veriler elde edilirken, liman tesislerinde su kanalları ve sarnıçlar tespit edildi, rıhtım boyunca dükkanlar gün ışığına çıkarıldı, agoranın taş blokları taşınıp, tasnif edildi ve taşların restorasyonu yapıldı.

 

Çevik, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Myra’da da koruma ve restorasyon çalışmalarının devam ettiğini bildirdi. Kazıların Myra Antik Kenti bölümünde de MS 11. veya 12. yüzyıldan kalma Bizans kilisesi bulunduğuna işaret eden Çevik, 10,5 metre ebadında olan kilisenin sadece çatısının zarar gördüğünü anlattı. Çevik, tamamen ortaya çıkarılan kilisenin restorasyonuna başlandığını söyledi.

haberler.com, 20.08.2010

 

******


BİN YILLIK BOYA ATÖLYELERİ BULUNDU

 


 

 

 

 

 

 

 













Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Akdeniz Üniversitesi adına Antalya’nın Demre İlçesi'nde sürdürülen Myra-Andriake Kazıları’nda Bizans dönemi boya maddesi üretim tesisleri bulundu.

Kazı Başkanı Prof.Dr. Nevzat Çevik, yaptığı açıklamada, Myra’nın limanı olan Andriake’de (Çayağzı) yapılan kazılarda Antik Çağ’da murexden (bir deniz canlısı) üretildiği bilinen boya maddesinin işlenmesiyle ilgili bulguların ortaya çıktığını söyledi.

Prof.Dr. Nevzat Çevik, şöyle konuştu:
"Deniz kabuğu artıklarından ve Antik Çağ yazarı Pilinius’tan varlığını bildiğimiz murex işlemesiyle elde edilen boya maddesine ilişkin geniş çaplı üretim işlikleri ve içlerinde bulunan objeler, Andriake Limanı’nın MS 4. Yüzyıl sonrasında boya üretim işlikleriyle dolduğunu gösterdi. Yükte hafif pahada çok ağır olan bu maddeden kırmızı ve mor-erguvani renkler elde ediliyordu.
Antik Çağ soylu ve ruhban giysilerinin boyanmasında kullanılan lüks renkler Demre denizinde yaşayan murex brandarisden elde ediliyordu. İşliklerin yakınlarında oluşan murex kabuklarından oluşan tepecikler üretimin ne denli büyük boyutlu olduğunu göstermektedir. Ortaya çıkarılan mimari kalıntılar Pilinius’un boya üretim anlatımını karşılar niteliktedir. Liman Agorası’nın Bizans dönemi kullanım evresinde ortaya çıkardığımız entegre işliklerde üretilen renk maddesi (boya) Andriake limanının sadece uluslararası bir ticaret merkezi olmaktan öte bir boya endüstrisi merkezi olduğunu da göstermektedir."

Prof.Dr. Nevzat Çevik, Myra-Andriake kazılarının son aylarının restorasyon, konservasyona (koruma) ve konsolidasyona (güçlendirme) ayrıldığını kaydetti. Bu sezon ortaya çıkarılan Andriake Liman Tesisleri ve Myra Küçük Kilisesi’nin kazılarının tamamlandığını bildiren Çevik, kazı ekibinin bu yapılardaki koruma çalışmalarını sürdürdüğünü ifade etti.

Bu yıl Andriake’de ortaya çıkardıkları liman yapıları ve Myra’da toprağın 6 metre altından freskolarıyla çıkardıkları kiliseyle ilgili onarım ve sağlamlaştırma işlerini bu sezon tamamlamayı planladıklarını anlatan Çevik, eserleri sağlıklı halleriyle kış yağmurlarına çıkarmak istediklerini bildirdi.

Tarihi yapılarda restorasyona paralel yürüttükleri çevre koruma ve düzenleme çalışmalarıyla bu yapıların en kısa zamanda turizme de sunulmasını sağlamaya çalıştıklarını dile getiren Çevik, "Bu amaca yönelik olarak Andriake kazı alanında daha ilk sezonda bir taş onarım hastanesi ve merkez ofisimizde de küçük eserler için onarım atölyesi kurduk" dedi.
Radikal, 25.08.2010

AĞRI'DA TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Ağrı'da bir yolcu otobüsünde yapılan aramalarda çok sayıda tarihi eser ele geçirildi.

 

Edinilen bilgiye göre Ağrı Çevreyolu Şeker kavşağı mevkiinde yol kontrolleri yapan Ağrı Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, Van'dan İstanbul'a giden bir yolcu otobüsünde arama yaptılar. Yapılan kontrollerde tarihi eser değerinde 10 parça obje ele geçirildi. Olayla ilgili M.Y. adlı 1 kişinin yakalanarak gözaltına alındığı bildirildi.

Ağrı Kent Haber, 19.08.2010

GÜVENLİK TARİH ARAŞTIRMASINI DURDURDU

 

Batman İl merkezine bağlı Oymataş Köyü yakınlarında bulunan Huriki Höyüğü kazı çalışmaları devam ederken Beşiri ilçe sınırları içerisinde bulunan Garzan vadisindeki ‘Gre Amer’ ve ‘Suneki’ höyükleri güvenlik gerekçesiyle 2010 yılı çalışmalarına son verildi. Öte yandan Hasankeyf’in karşı yamaçlarında bulunan höyükte kazı çalışmaları için Japon ekibi Batman'a geldi. Höyükteki kazı çalışmalarını yapacak olan Japon ekibi dün çalışmalarına başladı. Japon kazı ekibinin kazı yapacağı höyüğün Dicle nehrinin karşı tarafında bulunduğu ve Hasankeyf kazılarından bağımsız olarak sürdürüleceği belirtildi. Batman ili genelinde var olan onlarca höyükten sadece bir kaçında kazı çalışmasının yapılması yeraltında var olan tarihin gün yüzüne çıkmasını geciktirmekte. Her tarafı tarif fışkıran ilimizin turizmimden yeterince faydalanamaması var olan tarihin bazı nedenlerden dolayı gün yüzüne çıkarılamamasından kaynaklanıyor.

 

İlde, bu yıl 4 ayrı höyükte başlayan kazı çalışmalarından biri biterken üç ayrı höyükte kazı çalışmaları devam ediyor. Çanakkale Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nden Doç.Dr. Aslı Erin Özdoğan başkanlığında Sumaki Höyüğü ve Çeme Alo Höyüğü’nde yürütülen kazı çalışmalarında önemli bulgular elde edilmişti. Beşiri merkezde bulunan Sumaki Höyüğü’nde, yürütülen kazı çalışmalarında Neolitik Çağ’a ait olduğu ileri sürülen bulgular ortaya çıkardıklarını belirten kazı başkanı Erin, Sumaki Höyüğü’nün geçmişinin MÖ 6500 yıllarına, Çeme Alo Höyüğü’nün ise MÖ 2000 yıllarına dayandığını ileri sürdü. Kazı çalışmalarının 5 yıl daha devam etmesi planlanan, Sumaki Höyüğü'nde 18 öğrenci ve teknik ekip ile 70 işçi, Çeme Alo Höyüğü’nde ise 18 öğrenci ve teknik eleman ile 45 işçi çalışıyordu.

 

Beşiri’ye bağlı Işıkveren Köyü'nde bulunan Gire Amer Höyüğü’nde Koç Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nden Yrd. Doç.Dr. Gül Pulhan başkanlığında yapılan kazı çalışmalarında 400 yıllık yerleşim yeri ortaya çıkartılmıştı. Höyükten çıkan seramiklerin şaşırtıcı güzellikte olması kazı ekibini heyecanlandırmıştı. Gre Amer Höyüğü’nde de 16 kişilik öğrenci ve teknik ekip ile 60 işçinin çalışıyordu.

 

Batman Çayı ile Dicle Nehri’nin birleştiği alanda yer alan Kuriki Höyüğü’nde Kütahya Dumlupınar Üniversitesi’nden Yrd. Doç.Dr. Elif Genç başkanlığında yapılan kazı çalışmasında ortaya çıkartılan 7 odalı yapının içinde de İlk Tunç Çağı ile ilişkili olduğu düşünülen ocaklar ortaya çıkartılmış ayrıca, ürünlerin depoladığı silo ile yanmış tahıl kalıntıları tespit edilmişti.

Batman Doğuş, 18.08.2010

MONA LISA'YA 'RÖNTGEN'

 

 

İtalyan sanatçı Leonardo da Vinci’nin, Fransa’nın başkenti Paris’teki Louvre Müzesi’nde sergilenen eserleri, yeni bir x-ray teknolojisi sayesinde duvarlardan indirilmeden yakından incelendi. Fransa Ulusal Müze Kurumu tarafından gerçekleştirilen bu incelemenin sonunda Da Vinci’nin, eserlerini daha gerçekçi bir görünüme kavuşturmak adına, kat kat boya ve parlatıcı kullandığı ortaya çıktı.

 

Da Vinci’nin ünlü Mona Lisa tablosundaki gizemli gülümsemeyi, iki mikrometre kalınlığında dengelenmiş 40 kat ince kıvamlı boyayla, ellerini kullanarak tamamladığı belirlendi. Özel görüntüleme cihazları kullanılarak yapılan çalışma ile eserde hiçbir fırça darbesi kullanılmadığı saptandı. Bu çok katlı boyama tekniğinin, Rönesans dönemi resimlerinde sıkça kullanıldığı belirtildi.

Habertürk, 17.08.2010

 

MONA LISA O GİZEMLİ GÜLÜŞÜNÜ DA VINCI'NİN USTA ELLERİNE BORÇLU

 

 

Bilim adamları, sanatçının tablolarına uyguladığı sfumato olarak bilinen ve marka olmuş dumanlı efekti nasıl başardığını keşfetti. Da Vinci, parmaklarıyla 40 katmana kadar boyayı inceltiyor. Birçok değişik boyanın zarif bir şekilde karıştırılmasıyla ortaya çıkan parlaklık, Mona Lisa’ya, direkt olarak bakınca kaybolmuş gibi görünen belli belirsiz gülümseyişi katan hafif bulanıklık ve ağzının çevresindeki gölgeleri veriyor.

 

Tablonun incelenmesi sırasında X-ışınları kullanan araştırmacılar, seyreltilerin ve yüzün değişik bölgelerinde çeşitlilik gösteren boyaların nasıl kullanıldığını görebilmiş. Araştırmacılar ayrıca, Da Vinci’nin tablolarında fırça ya da kontur izi görülmediği için sanatçının tablolarına bu yöntemi eliyle uygulamış olabileceğinden de şüphe ediyor.

 

Leonardo Da Vinci’nin sfumato tekniğini gölgelemeyle birlikte kusursuz olarak kullandığı ve anahatları bulanıklaştırdığı biliniyor. Ancak bunu başarmak için kullandığı tekniğin tam olarak ne olduğu uzun süredir sanat uzmanlarının ilgisini çekiyordu. Bu yeni keşifler European Synchrotron Radiation Facility’deki bilim adamları tarafından yapıldı.

 

Çalışmayı yürüten Dr. Philippe Walter, Angewandle Chemie adlı bilim dergisinde yazdığı makalede, “Da Vinci’nin resim tekniğinin mükemmelliği uzun süreden bu yana merak uyandırıyordu. Tonların ve açıktan koyuya renklerin aşamaları neredeyse algılanamıyor. Seyreltilmiş katmanların inceliğinin altı çizilmeli. Bu, böylesine ince katmanlar uygulayabilen ressamın hünerini de teyit ediyor. Bugün dahi, Leonardo’nun böylesine ince katmanları gerçekleştirmesi inanılmaz bir başarı olarak duruyor” dedi.

Taraf, 23.08.2010

Sultanahmet Vilayet Binası İnşaatı (N. Başgelen, 2007)
...1958





15 - 21 Ağustos 2010

CAMDA 4 BİN YILLIK İZ

 



İstanbul Arkeoloji Müzeleri Uzmanı Oylum Höyük Kazısı Bakanlık Temsilcisi Arkeolog Dr. Şeniz Atik, camın doğada bulunduğu şekliyle, yani obsidien ve kaya kristali olarak çok erken dönemlerden bu yana bilindiğini ve bazı aletlerin yapımında kullanıldığını söyledi.

Kum, soda ve kalker karışımından elde edilen, insan yapımı camın bilinmesinin çok daha geç dönemlerde, yani MÖ 4. bin yıl sonu ve 3. bin yıl başlarında kaplarda sır olarak ya da küçük boncukların yapımında kullanıldığını ifade eden Atik, şöyle konuştu:

"Yapay camdan üretilen şişe ve kapların çok daha geç dönemlerde başladı. Bugüne kadar bilinen en erken cam kap parçası Hatay yakınlarında Alalakh olarak da bilinen Tell Açana Höyüğü’nde bulundu. Bu da MÖ 1000 ortalarına tarihleniyor. Ancak Oylum Höyük’te bu yıl yapılan kazıda üzeri sır şeklinde camla kaplı bir şişe ve kulplu bir kap ise bugüne kadar Anadolu’da bulunan en erken cam kullanımına işaret eden bulgular.

Buluntular Orta Tunç II tabakasından geliyor. Bunu da MÖ 2. binin ilk yarısı olarak tarihlendirilebiliriz. Burada bulduğumuz örnekler, MÖ 2. bin yıl başlarında insan yapımı camın, sır olarak kaplarda kullanıldığını gösteren en erken örneklerdir."

Atik, Anadolu’daki en erken cam boncukların da Oylum Höyük’te kullanıldığını, kuzey İran’da Dinkatepe’de de bu boncuklardan çok sayıda bulunduğunu belirtti.

Bir kısım cam boncukların 2. bin yılın ilk yarısından, özellikle Anadolu’da Troya, Boğazköy, Alişar ve Alalakh ve İran’da Geoy Tepe kazılarında çıktığını ancak bunların çok iyi tarihlendirilmediğini ve tanımlanamadığını dile getiren Atik, şöyle devam etti:

"Bu nedenle de Oylum Höyük’te tarihli tabakalardan gelen boncuklar önem kazanmaktadır. Gerek Dinkhatepe boncuklarının gerekse Geoy Tepe ve Anadolu’daki diğer cam boncukların üretim yerleri de hala bilinmemektedir. Özellikle kuzey Suriye bölgesi ya da Mezopotamya cam yapımının ilk çıktığı yerler olarak biliniyor."

Atik, Oylum Höyük’e geldiğinde, "burada mutlaka cam bulunmalı" dediğini ve bulunduğunu, bunun kendisi için sürpriz olmadığını ifade etti.

Anadolu’da camla ilgili olarak işin içine işlemeciliğin ya da imalatın girdiği yerin Oylum Höyük olduğunu ifade eden Atik, şunları anlattı:

"Tarihin her döneminde Mezopotamya ve Anadolu arasındaki önemli ticaret yolları üzerinde bulunan Oylum Höyük’te bundan sonra MÖ 2. binden bir cam atölyesi bekliyorum. Bu buluntular Anadolu cam tarihi açısından bu durumda dahi son derece önemli. Oylum Höyük bu yıl buluntuları ile gelecek için güzel işaretler veriyor."

Kilis’in 10 kilometre doğusunda aynı adla anılan köyün bitişiğinde bulunan, 22-37 metre yüksekliğe ve 170 dekar yüzey alanına sahip olan Oylum Höyük, Türkiye ve Ön Asya’daki en büyük höyükler arasında gösteriliyor.

Oylum Höyük’te şu anda Prof. Dr. Engin Özgen ve yardımcısı Yrd. Doç. Dr. Atilla Engin başkanlığında Hacettepe Üniversitesi, Cumhuriyet Üniversitesi ve Mustafa Kemal Üniversitesi’nden gelen ekipler çalışma yürütüyor.

Radikal, 20.08.2010

HEKTOR'A YER ARANIYOR

 

Çanakkale Kültür ve Turizm Müdürü Şinasi Haznedar, Hektor heykelinin konulabileceği alternatif yerleri Kültür ve Turizm Bakanlığı’na iletti. Konuya ilişkin basın toplantısı düzenleyen Haznedar, Kültür ve Turizm Bakan Ertuğrul Günay’ın heykeli Çanakkale Boğazı’nın girişinde görmek istediğini hatırlatarak şöyle konuştu: “Bakanımızın ifade ettiği gibi heykel, Şehitler Abidesi’nin karşısında, Anadolu yakasında bir bölgeye konulacak. Heykel için Kesiktepe’yi veya Kumkale civarını düşünüyoruz. Projeyi hızla sürdüreceğiz çünkü Bakan Günay tarafından kamuoyuna verilmiş bir taahhüt bulunuyor. Proje için bir yıldır sürdürülen kurumlar arası yazışmalar bitti. Uzun Devreli Gelişim Planı hazır. Şimdi sıra Troya Müzesi’nin şartnamesinde. Ayrıca uluslararası mimarlık proje yarışmasının jürisi oluşturuluyor. Önümüzdeki aylarda yarışma düzenlenecek ve proje böylece başlayacak.”

Hürriyet, 20.08.2010

PAZARCI, GÜRE'DEKİ KAZI ÇALIŞMALARININ HIzLANMASI İÇİN DEVREDE

 

CHP Balıkesir Milletvekili Balıkesir’in Edremit’e bağlı Güre Beldesi sınırları içinde başlanan inşaatlarda birtakım arkeolojik buluntulara rastlanmasına ilişkin olarak Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tarafından yanıtlanması isteğiyle bir soru önergesi verdi. Soru önergesinde Hüseyin Pazarcı, bu önemli buluntuların gün ışığına çıkarılması ve daha detaylı kurtarma kazıları yapılabilmesi için çalışmaların başlamamasına dikkat çekti. Arkeolojik buluntuların açığa çıkarılmasında Güre Belediyesi’nin büyük bir özveri gösterdiğini  ancak Belediye’nin bu özverisine rağmen kimi çalışmaların beklemede bırakılmasının gerekçesini soran Pazarcı, Bakan Günay’a, ülke turizmine büyük katkıda bulunacak bu zenginliğin dünyaya sunulması hususunda çalışmaların hızlandırılması gerektiğini bildirdi.

 

Hüseyin Pazarcı, arkeolojik açıdan oldukça zengin bir bölge olan Güre’de her sene inşaatlar dolayısıyla tesadüfen görülen kalıntılar için tek tek kazı ruhsatı alınması için yoğun yazışma trafiğine girilmesinden ziyade genel bir araştırma ve genel bir kazı için gerekli ekibin oluşturulup oluşturulmayacağı sorusunu yöneltti. Geniş bir araştırma ekibi ve genel bir kazı planı oluşturulmadığı takdirde inşaata başladıktan sonra buluntularla karşılaşan yatırımcıların da inşaatlar durdurulduğu için zarara uğradığını ifade eden Pazarcı, bu konuda bir önlem alınıp alınmayacağı sorusunu da ekleyerek önergesini tamamladı.

Körfezin Sesi, 20.08.2010

ANTİK KENTİN GİRİŞ KAPISI  BULUNDU

 

 

Rhodiapolis Antik Kenti'nde sürdürülen kazı çalışmalarıyla ilgili Kumluca Belediye Başkanı AK Parti'li Hüsamettin Çetinkaya, Kazı Başkanı Akdeniz Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. İsa Kızgut'tan bilgi aldı. Yrd.Doç.Dr. Kızgut, 2010 yılı kazı çalışmalarının 1 ayı aşkın süredir devam ettiğini belirterek, antik kentin batı yakasında bulunan giriş kapısının ortaya çıkarıldığını söyledi.

 

Kazının, ortaya çıkan ana kapı çalışmalarıyla sona ereceğini belirten Yrd.Doç.Dr. İsa Kızgut, “Giriş kapısı, Bizans döneminde de tekrar kullanılmış. 10 ve 11'inci yüzyıllarda Arap akınlarından korunmak için, kentin içerisinde yeni bir kent, sur duvarları oluşturulmuş. Bu kapıdan kentin içine yollar aracılığıyla gidiliyor. İleride, tiyatro, agora, hamam ve tıp merkezine giden yollar var” diye konuştu.

Radikal, Haber: Ekrem Karaman, 20.08.2010

ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ'NDE 'DEPREM TESTİ' İÇİN PARÇA ALMAYI 'TAHRİP' SAYDILAR

 

Geçen sabah İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Yürütme Kurulu Başkanı Şekib Avdagiç ve Genel Sekreter Yılmaz Kurt’la Sepetçiler Kasrı’nda buluştuk.

 

Yılmaz Kurt ve ekibi, öncelikle kendilerine ulaşan projelerin dökümüyle kabul edilenlerin bütçelerini içeren bir dosyayı önüme koydu:


·  İstanbul 2010 AKB Ajansı’na başvuru sayısı: 2 bin 436 proje
·  Talep edilen toplam bütçe: 3.3 milyar lira (2 milyar dolar dolayında)
·  Yönetim Kurulunda değerlendirilen: 2 bin 267 proje
·  Kabul edilen: 672 proje
·  İptal edilen: 72 proje
·  Uygulanacak: 610 proje
·  Programa alınmayan: 1595 proje
·  Kabul edilen 610 projenin bütçesi: 380.2 milyon lira


Şekib Avdagiç, sohbetin bir bölümünde konuyu Atatürk Kültür Merkezi’ne (AKM) taşıdı:


-  AKM’nin restorasyonu konusunda Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkili, biz de parayı veren konumundaydık. İş hızlansın diye proaktif davrandık.


-  Neler yaptınız?
-  Projeyi, AKM’nin mimarı rahmetli Hayati Tabanlıoğlu’nun oğlu, ünlü mimar Murat Tabanlıoğlu bedelsiz hazırladı. İhale için 14 şirket şartname aldı, 7’si katıldı. Aralarından biri kazandı.


-  Sonra?..
-  Kültür Sanat ve Turizm Emekçileri Sendikası’nın açtığı dava üzerine yürütmeyi durdurma çıktı. Oysa Anıtlar Kurulu bile işlerimizi çok hızlandırmıştı. Yürütmeyi durdurma kararı üzerine uzlaşma aradık.


- Kiminle?
- Başta Kültür Sanat ve Turizm Emekçileri Sendikası olmak üzere, AKM’deki restorasyona muhalefet eden her kuruluşla görüştük. Ortak toplantılarda buluştuk. 6 toplantı yaptık.


-  O toplantılardan ne çıktı?
-  İtirazlarını not ettik, projede değişikliğe gittik.


- Ne tür değişiklik?
- Örneğin, AKM’nin üstüne camdan bir cafe-restoran planlamıştı. Onu kaldırttık. Bunun gibi birçok değişiklik konusunda adımlar attık.


Avdagiç, burada bir noktanın altını çizdi:
- Hepsine dönüp, “Bastırdık, istediğimiz değişiklikleri yaptırdık” diye açıklama yapın. Kültür Sanat Emekçileri Sendikası da davayı geri çeksin, AKM’de iş başlasın.


-  Sonuç ne oldu?
-  Sendika davayı geri çekmedi.


-  Şimdi ne olacak?
-  Artık Kültür ve Turizm Bakanlığı düz bir bakım yaptıracak. Parayı yine biz vereceğiz.


Ajansın Kentsel Projeler Direktörü Sevinç Özek Terzi, bir ayrıntıyı anımsattı:
-  Deprem testi için AKM’den örnekler alındı. Bu durum, dava dosyasındaki bilirkişi raporlarına, “tahrip edilmiş” diye girdi.


İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti’nin 4 ayı kaldı...


Öyle ya da böyle, bu dönemde AKM devreye giremedi...


Yazık, çok yazık...

Hürriyet, Yazı: Vahap Munyar, 20.08.2010

BAKAN GÜNAY PROJE İSTEDİ

 
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay,   Batı Karadeniz bölgesinde eşi olmayan Konuralp Antik Tiyatro ile Kemerkasım Köyü'ndeki su kemeri için koruyucu önlemler alınacağını söyledi. Su kemerinin sağlamlaştırılması için proje hazırlanmasını isteyen Günay “Bizde Düzce’deki yapılması gerekenlerden yeniden planlayacağız. Yapmamız gerekenleri  yapmaya çalışacağız” sözünü verdi.

 

Düzce’nin tarihi yerlerine yaptığı inceleme gezilerinin ardından bir açıklama yapan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay,  turizm hedeflerini anlattı.


Antik Tiyatro ve Konuralp Müzesi ile ilgili değerlendirmede bulunan Günay “ Batı Karadeniz bölgesinde benim bildiğim kadarıyla  eşi çok az bulunan bir amfitiyatro var. Buranın bir takım parçaları galiba çevredeki inşaatların yapı malzemesi olarak kullanılmış.


Konuralp Müzesi'nde bölgeden çıkan çeşitli objeleri gördük. Geçmiş yıllarda önemli uygarlık Bitinya  döneminde de önemli yerleşimler olduğu görülüyor. Elimizden geldiği kadar bu kültür varlıklarına sahip çıkmayı dönem ayırımı yapmaksızın ve bunları ülkenin kültürel  katmayı, daha değerli daha marka değeri ve kalitesi yüksek hale getirmeye çalışıyoruz” dedi.

Kemerkasım Köyü'ndeki su kemerinin  sağlamlaştırılması için proje hazırlayın talimatı veren Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, şöyle konuştu: “Roma döneminden kalma su kemeri  gördüm. Bizde Düzce’deki yapılması gerekenlerden yeniden planlayacağız. Yeni bir kent gelişen bir kent üniversitesi var.Üniversitesi olduğu için sanıyorum üniversiteyle iş birliği içinde eski yıllarda yapılanlardan daha fazlasını yapmaya çalışacağız.Valimizde genç bir arkadaşımız, daha fazla önem verecektir. Önümüzdeki dönemlere  göre  bu bölgelerde yapmamız gereken neyse fazla geciktirmeden yapmaya çalışacağız.”

 

 

Önümüzdeki  dönemlerde müzeleri bütünüyle iyileştirmek,  müze standartlarını yükseltmek gibi bir yaygın çaba içinde olduklarına dikkat çeken Bakan Günay “Bu eserlerin ait olduğu yerlerde sergilenmesi gerekiyor. Bölge halkının bilgi sahibi olması gerekiyor. Müze kart  diye bir uygulama yaptık biliyorsunuz.Bu sayede Türk vatandaşları daha fazla müzelere gelir gider oldular . Müze günlük hayatımıza girmeye başladı” diye konuştu.


Konuralp Müzesi'nde başlayan  kart uygulamasını son derece güzel bulduğunu ifade eden Bakan Günaş “Üstelik müze kart satmalarını ve  uygulamasına katkıda bulunmalarını ve gayretlerini de alkışlıyorum. Elbette bu müzemizin bu gayretlerini ödüllendirmemiz gerekecek. Bunun için çalışmalara önümüzdeki günlerde bakacağız” şeklinde konuştu.

Türkiye’nin dünyanın en ünlü turizm merkezlerinden olduğunu, geçen yıl krize rağmen yükseliş olduğuna değinen Günay “ Şimdi derdimiz deniz kıyılarından içeriye Anadolu’ya çekmeye çalışmak, ürünlerimizi folklorumuzu el işlerimizi sivil mimarlık ürünlerimizi dışarıdan gelenlere tanıtabilmek. O yüzden de nerede bir tiyatro, nerede bir kale, nerede bir manastır, medrese , ayırmaksızın koruyup sahiplenmeye  restore etmeye koruyucu önlemler almaya çalışıyoruz” diye konuştu.

Bakan Günay, bu yıl kaynaklarını arkeolojik kazılara yönlendirdiklerini vurgulayarak şunları söyledi:
Bize devletin bu kazılar için verdiği para 500 bin   TL. Geçen yıl bu arkeolojik kazılar için 24 milyon TL harcadık. Kaynaklarımızı arkeolojik kazılarımıza yönlendirdik. Devlet planlamadan, maliyeden  ek ödeneklerden yaralanmaya çalıştık. Bu yılda aynı şeyi yapıyoruz.Türkiye bir Avrupa ülkesi gibi bir uygarlığın değil onlarca uygarlığın eski kültür merkezlerini taşıyor. Bugünlerde basında da çıkıyor görmüşsünüzdür Milas’da bizden  önce gerçi definecilerimiz bulmuş ama sağlam olarak bir lahit ele geçirdik. Son derece tarihi değeri arkeolojik değeri olan bir  lahit yerin 15 metre altında.


Türkiye’nin çeşitli illerinde hem kazı yapıyor hem koruma önlemleri alıyoruz. Kazı çalışmaları için yeni kurallar koyduk.Dünya standartlarına uygun yapmaya çalışıyoruz. Heyecanını yitirmemiş arkeologlarla çalışacağız.

Düzca Damla, 20.08.2010

ÇORUM VALİLİĞİ, 'HİTİT ARAŞTIRMA MERKEZİ' İÇİN PROJE HAZIRLIYOR

 

 

Çorum Valiliği, dünyanın en eski medeniyetlerinden Hititlerin bilinmeyenlerini ortaya çıkarmak için ''Hitit Araştırma Merkezi'' kurulmasına yönelik proje hazırlamaya başladı. 


Çorum Valisi Nurullah Çakır, ''Hitit Araştırma Merkezi'' ile ilgili hazırladıkları projenin Orta Karadeniz Kalkınma Ajansı'na (OKA) sunulacağını söyledi. Hazırlık aşamasındaki projenin hayata geçmesine de şahitlik etmek istediğini ifade eden Çakır, ''Hititler'in Başkenti Hattuşa, Hititler için stratejik öneme sahip Şapinuva ve Alacahöyük gibi şehirlere sahip Çorum'a, kazı çalışmalarının değerlendirildiği çok işlevli bir araştırma merkezi şart'' dedi. 


Vali Çakır, araştırma merkezinin yapısı ile ilgili şunları söyledi: 
'' Planlanan araştırma merkezinin içinde, kazı çalışmalarından çıkarılacak kıyafetlerin, mutfak eşyalarının, silahların sergileneceği geçici sergi salonları olacak. Aynı zamanda kazı çalışması sonrası çıkarılan eserlerin değerlendirilmesinin yapılacağı, mini sempozyumların gerçekleştirileceği salonlar inşa edilecek. Yurt dışında Hititler üzerine araştırma yapan çok sayıda profesör ve bilim adamı var. Bu kişiler yayınlarını bağışlamak isteyecekler. Bunun için de bir dokümantasyon odası ve arşiv salonu da projede yer alacak.'' 


Çorum'da 7 kazı sahasının bulunduğunu belirten Çakır, halkın ve özellikle çocukların bu tarihi zenginliğe sahip çıkması için Çorum'u ''Hitit kavramı'' içinde bir dinlenme sahası olarak geliştireceklerini sözlerine ekledi.

Çorum Haber, 19.08.2010

GÜNAY: SİNOP CEZAEVİNİ KÜLTÜR TURİZMİNE KAZANDIRACAĞIZ

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, tarihi Sinop Cezaevi'nin kültür turizmine katılması için bir proje çalışmasının olduğunu söyledi.

 

Günay, tarihi cezaevi için Avrupa Birliği'nden kredi almanın gayretinde olduklarını belirterek, "Tarihi Sinop cezaevinin içinde butik bir otel, bir kültür merkezi veya orada yaşayanların anılarını canlandıracak bir müze olması ile ilgili yeni bir proje üzerinde çalışacağız. Tarihi cezaevinin ve iç kalenin restorasyonu ile ilgili bu sene bir iç sorunumuz vardı, bunu 2011 bütçesi içinde tamamlamaya çalışacağız. Sinop'un ihtiyaçlarını yakından takip ediyorum. Elimizden geldiği kadarı ile yardımcı olmaya çalışacağım." dedi.

Turizm Gazetesi, 20.08.2010

HADRIANAPOLIS'TE KAZI BAŞLADI

 

     



Erzurum Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Vedat Keleş, Karabük'ün Eskipazar İlçesinde bulunan Hadrianapolis antik kentinde kazı çalışmalarına başladı.

 

Doç.Dr. Vedat Keleş, kentin turizme açılması için Avrupa Birliği fonlarından kaynak arayacaklarını söyledi. Bu sene 25 kişilik ekibiyle ilk defa kazı çalışmalarına başlayan Doç.Dr. Vedat Keleş, Eskipazar İlçesinde bulunan ve 2003 yılında başlayan Hadrianapolis antik kentinde son iki yıldır hiçbir çalışma yapılmaması sonucu antik kentte tahribatı oldukça artırmış olduğunu ifade etti. Dokuz gün önce çalışmalara başladıklarını ve uzun soluklu bir çalışma olacağını söyleyen Keleş, şöyle konuştu: "Burada iki yıldır hiçbir çalışma yapılmaması kentteki tahribatı artırmış durumda. Bu sene Bakanlığa verdiğimiz kazı çalışması programı çerçevesinde çalışma yapıyoruz. Önce bu tahribatı önlemeye yönelik bir çalışma yapacağız."





İlk etapta burada bir temizlik çalışması yaptıklarını anlatan Keleş, sözlerine şöyle devam etti: "Ardından şu an Kilise B yapısı olan yani kentin merkezini oluşturan bu bölümün üst örtü sistemi ile ilgili çalışma yapıyoruz. Onunla ilgili üst çatı kısmı için ayaklarını geleceği bölümlerde antik yapı olup olmadığına bakıyoruz. Gelecek yıllardaki kazı çalışmalarına temel teşkil edecek olan jeofizik araştırmalarını da yapacağız. Bir de gerçekleştirebilirsek topografik bir harita çalışmamız olacak. Bunun dışında yapabileceğimiz başka bir çalışma yok. Bizim için önemli olan buradaki kültürel varlıklarını koruyabilmenin temelini atmak. Biz bu sene herhangi bir kazı çalışması yapmayı planlamıyoruz. Burada oluşan tahribatı önlemeye yönelik çalışma yapacağız. Bazı duvarlarda bozulma ve çatlamalar var. Bununla ilgili İstanbul'dan hidrolik sıva getirerek duvarları sağlamlaştıracağız. Bu sene ortaya çıkan mozaiklerin restorasyonunu yapmak istiyorduk ancak kazı izni geç çıktığından önümüzdeki seneye bırakacağız."

 

Doç.Dr. Vedat Keleş, Hadrianapolis antik kentin büyüklüğünün topografik yapısına bakıldığında çok büyük bir kent olduğunu ifade ederek sözlerini şöyle sürdürdü: "Özellikle genç Roma ve Bizans döneminde çok yoğun bir yerleşim birimi imiş burası. Böyle büyük bir kentin kısa sürede açığa çıkarılması kolay değil. Yani bunun için bir süre vermemiz çok zor. Ama biz elimizden gelen çabayı göstereceğiz. Bu her şeyden önce bir finans meselesi. Bakın burada bu sene ve önümüzdeki sene gerçekleştirilecek olan çalışmalar ciddi finans gerektiren çalışmalardır. Gerekirse AB fonu almak için bir çalışma bile yapmayı düşünüyoruz. Ancak finans konusunda herkesin bize destek olmasını istiyoruz. Başta Valimiz olmak üzere İl Kültür Müdürümüz ve Belediye Başkanımız bu kazının alınmasında çok büyük destek gösterdi."





Asıl işin bundan sonra başladığını anlatan Keleş, şunları söyledi: "Yani Handrianapolis'in bu tahribatını giderip teşhire açabilirsek hem böylece önce bölge turizmine ve sonra da ülke turizmine kazandırılacaktır. Burada ben kendi şahsıma ve ekibim adına hiçbir akademik çıkar beklemeden buraya geldik ve çalışmalara talip olduk. Ama bu sadece bizim yapabileceğimiz bir şey değil. Herkesin bize destek olmasını istiyorum. Burada büyük bir kültür varlığı var ve bu çok ciddi bir varlık. Yapıların hepsinde mozaik var tıpkı Zeugma'da olduğu gibi. Bunların gün ışığına çıkması çok önemli ve özellikle korunması önem arz ediyor."

 

Bölgenin MÖ 1. yüzyıldan itibaren yerleşim gördüğünü söyleyen Doç. Dr Vedat Keleş, açıklamasını şöyle sürdürdü: "Burada figürlerin Zeugma'daki eserlerle benzerlik göstermesi orada çalışan ustaların buraya geldiklerini gösteriyor. Buradaki kilise yapısının tabanında bulunan dört kutsal nehir, bunlardan iki tanesi Fırat ve Dicle nehrinin geçmesi. Dolayısıyla burada yaşayan ustaların Emese dediğimiz o bölgeden gelmiş olabileceğini gösteriyor bize. Buradaki kilise Hıristiyanlığın erken kiliselerinden biri. Bu anlamda da çok önemli. Buranın ayağa kaldırılması inanç turizmi açısından bölge ve ülke turizmi açısından çok önemli. Bu anlamda turistleri çekebilecek büyük bir potansiyel var burada."

Karabük Kent Haber, 19.08.2010

HELLENİSTİK DÖNEME ULAŞILACAK

 

 

Silifke'ye bağlı Uzuncaburç beldesindeki Olba antik kentinde, ilk kez kazı çalışmaları başlatıldı.

 

Mevcut arkeolojik verilere göre Olba’nın tarihi, Hellenistik Döneme kadar uzanıyor.

 

9 yıl süren yüzey araştırmalarının sonunda Olba antik kentinde, bu yıl ilk kez kazı çalışmalarına başlandı. Kazılarda, Roma ve Hellenistik dönemlere ait eserlere ulaşılması bekleniyor. Kültür Bakanlığı ile Gazi Üniversitesi’nin ortaklaşa yürüttüğü kazılar, 15 kişilik bir ekip tarafından sürdürülüyor.

 

Gazi Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Doç.Dr. Emel Erten, "Bu yıl ilk kez 2010 yılında artık kazılara başladık. Bu aynı zamanda Silifke’deki ilk Bakanlar Kurulu kararlı kazı oluyor. O yüzden biz de heyecanlıyız" dedi.

 

Birçok medeniyete ev sahipliği yapan antik kent, Roma ve Helen uygarlıklarının izlerini taşıyor.

Su kemerleri, manastırlar kentin dikkat çeken tarihi yapıları arasında bulunuyor. İlk kazılar, çevredeki mağaralarla, antik tiyatro üzerinde yoğunlaşıyor.

 

Gazi Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Doç.Dr. Emel Erten şöyle devam etti:

"Roma İmparatorluk döneminin görkemli anıtları Olba’da yer almakta. Kazılarımız eminim kentin yaşadığı tarihsel süreçlerle ilgili hem yeni bilgiler verecek hem bildiğimiz bilgilerin daha fazla ayrıntılarını anlamamızı sağlayacak. Bu bakımdan ilk olarak tiyatro, kentin tiyatrosunda kazılarımıza başladık."

 

Arkeologlar başlatılan kazıyla, kentin karanlık tarihine ışık tutmaya çalışıyor.

Trt/Haber, 19.08.2010

AOÇ TALANA AÇILDI

 

 

Ankara Atatürk Orman Çiftliği'nin yeni imar planına meslek odaları tepkili: AOÇ'un ranta açılması gündemde, planın altına imza atanlar hakkında suç duyurusunda bulunacağız.

 

TMMOB Şehir Plancıları Odası, Peyzaj Mimarları Odası, Mimarlar Odası, Çevre Mühendisleri Odası ve İnşaat Mühendisleri Odası Ankara Şubeleri Atatürk Orman Çiftliği(AOÇ) için Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu ve Büyükşehir Belediye Meclisi kararı ile onanan imar planına karşı çıktıklarını bildiren bir basın toplantısı gerçekleştirdi.

 

Şehir Plancıları Odasında dün yapılan basın toplantısında 1. Derece doğal sit alanı olan AOÇ’nin Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’nun İlke Kararlarına göre kamu yararı açısından “mutlak korunması gereken” alanlar olduğuna değinildi.

 

Şehir Plancıları Odası Ankara Şube Başkanı Orhan Sarıaltun, AOÇ 1. Derece Doğal Sit Alanı Koruma Amaçlı İmar Planıyla geçmişte 30 milyon m2’den fazlası talan edilmiş olduğuna dikkat çekerken “işgallerin önlenmesi gerekirken ilave inşaat alanları açılarak geçmişteki talan zihniyeti adeta şahlandırılarak üstelik adına “koruma” olan plan kararlarıyla AOÇ’nin ranta açılması ve talanı yeniden gündeme getirilmiştir” dedi.

Yapılan açıklamada imar planı dahilinde tarihi çekirdek alanı olarak adlandırılan alanda AOÇ’nin merkezi iş alanı olarak planlandığı ve Marmara Oteli yapımının yasalaşmasının yanı sıra lokantalar, büfeler ve ilave sosyal tesislerinde yapılacağına vurgu yapıldı.

 

Sarıaltun AOÇ’de bulunan hayvanat bahçesinde 4 km boyunda katmanlara ayrılarak yeni yapılaşmalara ve hipodrom alanı yanında da hastane ve TOBB Üniversitesi'ne ait bir eğitim alanı açılacağını söyledi. Tüm bu gerçekleştirilmek istenen imar planlarının kamuya hizmet etmediğini dile getiren Sarıaltun, bu planın altına imza atanlar hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını söyledi.

Birgün, Haber: Esra Koçak, 19.08.2010

SERGİ PICASSO'NUN OLUNCA METROPOLITAN DOLDU TAŞTI

 

Dünyanın en önemli ressamlarından biri olan Pablo Picasso’nun Metropolitan Museum of Art’ta sergilenen 300 eserlik sergisi, 19 Nisan-15 Ağustos tarihleri arasında 700 bin sanatseverin müzeye akın etmesini sağladı. Bu rakam sergiye, 2001 yılından bu yana en çok ziyaret edilen sergi unvanını da kazandırdı.

 

Salı günü müzeden yapılan açıklamada, Picasso in The Metropolitan Museum of Art adlı serginin, müzenin 50 yıl önce katılımcı sayısını takip etmeye başladığından bu yana en çok ziyaret edilen 7’nci sergi olduğu yer aldı. Sergi, günlük ortalama 6 bin 700 kişi tarafından gezildi. Sergi, 1973 yılında hayatını kaybeden sanatçının tablolarını, çizimlerini, heykellerini ve seramiklerini içeriyor. 17 hafta süresince açık kalan sergi, Seated Harlequin ve The Actor adlı başyapıtları de bünyesinde bulunduruyor.

Taraf, 19.08.2010

TARİHİ ÇARK DÖNMEYE BAŞLADI

 

 

Dönemin Adapazarı Kaymakamı Mehmet Nüzhet Bey tarafından kent merkezine su temin etmek amacıyla 1894 yılında Çark Mesire’nin bulunduğu alanda inşa ettirilen ve 1955 yılında işlevini yitiren tarihi çark, 116 yıl önceki görüntüsüyle eş değer biçimde Sakarya Büyükşehir Belediyesi ve Sakarya Üniversitesi (SAÜ) işbirliğiyle yeniden inşa edildi.

Çark Mesire’ye 300 metre mesafedeki Kent Park’ta inşa edilen çark, Sakarya Nehri’nden pompalanan suyla dönmeye başladı.

Çarkın açılış töreninde konuşan Sakarya Büyükşehir Belediye Başkanı Zeki Toçoğlu, Sakarya için simge olan, ismi sokaklara, caddelere, dergilere, spor kulüplerine ve mesire yerlerine verilen tarihi çarkı şehre yeniden kazandırmaktan mutluluk duyduğunu söyledi.

Her zaman Sakarya’ya, kültürüne ve tarihine sahip çıkacaklarını, gelecek nesillere daha yaşanabilir bir Sakarya bırakmak istediklerini ifade eden Toçoğlu, "Titiz bir araştırma ve mühendislik çalışmasıyla uzun süredir üzerinde emek sarf ettiğimiz tarihi çark dönmeye başlayacak. Sakarya’nın tarihi ve kültürüyle olan bağı daha da güçlenmiş olacak. Tarih boyunca büyük kentler ve şehirler tarihine kültürüne mimarisine ve sanatına sahip çıkmıştır. Bir şehri önemli ve farklı kılan o şehrin altyapısı değildir" diye konuştu.

Sakarya Büyükşehir Belediyesi Su ve Kanalizasyon İdaresi (ADASU) Genel Müdürü Rüstem Keleş ise tarihi çarkın inşa fikrinin 2005 yılının sonuna doğru şehirde su kültürünü geliştirme fikri çerçevesinde ortaya çıktığını ifade etti.

ADASU Genel Müdürlüğünün teknik personeli ve SAÜ’nün değerli öğretim elemanlarıyla çok titiz bir projelendirme sürecine başladıklarını belirten Keleş, "Bu projelendirme süreci sonunda da elimizde sadece resimleri olan tarihi çark, fiziki özellikleriyle birebir boyutlandırıldı ve daha sonra da inşa aşamasına geçildi" dedi.

1890’lı yıllarda Sapanca Gölü’nün doğal boşalma ayağı olan Çark Deresi’nden yaz aylarında tahminlere göre saniyede 15 metreküp, kış aylarında da 25 metreküp civarında su geldiğini kaydeden Keleş, bugün itibariyle Sapanca Gölü’nün maruz kaldığı aşırı su çekimi nedeniyle Çark Deresi’ne su verilemediğini bildirdi.

Tarihi çarkı döndürmek ve Çark Deresi’ne can suyu mahiyetinde, Sakarya Nehri’nden saniyede 2 metreküp su pompalamayı kararlaştırdıklarını kaydeden Keleş, "Bugün Sakarya Nehri ve Çark Deresi bağlantı projemizin bir faydasını da bu şekilde görmüş olacağız. Tarihi çarkımızın inşasıyla ilgili olarak çok titiz bir mühendislik çalışması gerçekleştirilmiştir. Bugün eski çarkımızın sadece kulesi mevcut. Tarihi çark, Sapanca Gölü’nden Çark Deresi’ne gelen su yükseltilerek 1,5 barlık basınç elde ediyor ve Sakarya’daki çeşmelere ve iki katlı evlere su ulaştırıyormuş. Bugün de aynı boyutlarda inşa edildi" diye konuştu.

Çark, açılış kurdelesini Sakarya Valisi Mustafa Büyük, Sakarya Büyükşehir Belediye Başkanı Toçoğlu, ADASU Genel Müdürü Keleş, Sakarya Esnaf ve Sanatkarları Odaları Birliği (SESOB) Başkanı Hasan Alişan ve protokol üyelerinin kesmesiyle dönmeye başladı.

Radikal, 19.08.2010

METRO KAZISINDA BÜYÜK BULUŞ

 

Meksika'da bir metro tüneli kazısında en az 500 yıllık olduğu tahmin edilen Aztek uygarlığından yeni kalıntılar  bulundu.

Başkent Mexico City'de yeni metro hattı için yapılan kazı sırasında ortaya çıkan buluntularda, Meksika Ulusal Antropoloji ve Tarih Enstitüsü'nden bir ekip tarafından yapılan kazılarda, bir mezarda 10 yetişkin ile çoğu 2-3 yaşlarında olduğu tahmin edilen 50 kadar çocuğun gömülü olduğu görüldü.

Mezarlıktaki çocukların bazılarının seramik küplere konularak gömüldüğünü belirten Arkeolog Maria de Jesus Sanchez, bölgede ayrıca Aztek evlerinden kalıntılar ile MS 1100-1500 dönemine ait küçük heykelcikler, kap ve tabaklar bulunduğunu kaydetti.

Bölgedeki metro çalışmalarına ara verilirken, arkeolojik çalışmanın tamamlanmasından sonra bulunan kalıntıların önemine göre metro inşaatının durdurulmasına veya sürdürülmesine karar verilecek.

Ülke genelinde yaklaşık 40 bin ayrı bölgede Aztek uygarlığına ait kalıntılar arkeolojik site olarak koruma altına alınmış durumda.

Bugün, 19.08.2010

FATİH'İN DÖKÜMHANESİ OSMANLI ÖNCESİ DE HİZMET VERMİŞ

 

Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’un fethinde kullandığı top ve güllelerin üretildiği Kırklareli’nin Demirköy İlçesindeki dökümhanede kazı çalışmaları devam ediyor.


Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Nurcan Yazıcı, dökümhanede ve çevresindeki üretimin Osmanlı İmparatorluğundan önce de var olduğuna dair verilere ulaştıklarını söyledi. Dökümhane yapıları arasında bulunan mescidin restorasyonunun önümüzdeki yıl yapılmasının planlandığını ifade eden Yazıcı, 16. yüzyıldan itibaren Osmanlı yazışmalarında dökümhanede üretimin devlet tarafından yapıldığına dair bilgiler yer aldığını, 17. yüzyılın sonlarından 20. yüzyılın başına kadar da üretimin kesintisiz devam ettiğinin görüldüğünü belirtti.

Türkiye Gazetesi, 19.08.2010

DÜNYANIN EN ESKİ HAYVANI KEŞFEDİLDİ

 

ABD’NİN Princeton Üniversitesi’nden bilim adamları, Güney Avustralya’da buzul çağından kalma kayaları incelerken, tesadüfen 650 milyon yıl önce yaşamış deniz süngeri fosili buldu.

 

Fosiller kayalarla tamamen bütünleşmiş olduğu için araştırmacılar fosilleri bölüm bölüm keserek dijital ortamda yeniden yapılandırdı ve üç boyutlu resmini oluşturdu. Araştırmayı yürüten Adam Maloof, sonuçta yaklaşık bir santimetre boyutunda bir sünger türü ortaya çıktığını söyledi.


Araştırma, hayvanların ilk ne zaman ortaya çıktığına dair genel kabulü tartışmaya açtı. Bugüne kadar hayvanların ilk defa, 635 milyon yıl önce dünyanın yüzeyinin buz tuttuğu “Kartopu Dünya” olarak adlandırılan buzul çağından sonra ortaya çıktığı düşünülüyordu. Bazı bilim adamları kanıtların tatmin edici olmadığını, fosillerin aslında mineralleşmiş bakteriler ya da tek hücreli canlılar olabileceğini söyledi. Bu keşiften önce bulunan en eski fosil, 550 milyon yıl öncesine aitti.

Milliyet, 19.08.2010

HADRİANUS'UN UZUNLUĞU 116 METRE

 

 

Balıkesir’in Erdek İlçesi yakınlarındaki Kyzikos Antik Kenti'ndeki kazı çalışmalarının bu yılki bölümünde, dünyanın 8’inci harikası olarak nitelendirilen Hadrianus Tapınağı'nın uzunluğunun 116 metre olduğu kesinleşti.

Kyzikos Antik Kenti'nde, Kültür Bakanlığı’nın 108 lira, İl Özel İdaresi’nin de 17 bin lira ödeneğiyle Erzurum Atatürk Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Nurettin Koçhan’ın başkanlığında 13 öğrenci ve 40 kişilik ekiple başlayan kazıların bu yılki bölümü sona erdi. Erdek Belediyesi nin de katkıda bulunduğu bu yılki kazılar hakkında bilgi veren Yrd.Doç.Dr. Nurettin Koçhan, “Geçen yıl Hadrianus Tapınağı'nda yaptığımız kazılarda tapınağın 100 metre uzunluğuna kadar gelmiştik. Bu da tapınağın anıtsallığını gösteriyor. Didim Apollon Tapınağı'nın en uzun yeri 106 metredir. Tapınağın sütun tamburlarının çapı da 2.10 metredir. Tapınak sadece büyüklüğüyle değil, görkemliğiyle de tanınırdı. Kazının son günlerinde tapınağın uzunluğunun kesin olarak 116 metre olarak belirlenmesi tüm yorgunluğumuzu gidermiş oldu” dedi.

Yrd.Doç.Dr. Koçhan tarafından 4 yıldan beri sürdürülen kazılarda, 20 metre yüksekliğindeki sütunlarıyla Hadrianus Tapınağı’na ait 105x85 ebadıyla şimdiye kadar bulunan en büyük mermer çatı kiremidi, tapınağın basamakları, frizler, Kyzikos paraları, aslan başlı su olukları, 2.15 çapında sütün tamburları ve içinde 10 kişinin hediyeleriyle birlikte gömülü olduğu bir lahit mezar ortaya çıkarıldı.

Radikal, Haber: Erdem Özcan, 19.08.2010

AİHM SULUKULE'Yİ KABUL ETTİ

 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), kentsel dönüşüm projesiyle evleri yıkılan Sulukulelilerin başvurusunu kabul etti.

 

Avukat Hilal Küey, 20 Mayıs 2010’da Sulukule’de evleri yıkılan Mehmet Asım Hallaç, Gülsüm Bitirmiş ve Şükrü Kündük ile Sulukule Roman Kültürünü Geliştirme ve Dayanışma Derneği adına AİHM’e başvurdu. Küey başvurusunda, davacıların mülkiyet haklarının ihlal, kendi kültürlerini yaşayan insanların mahallelerinin yok edildiğini belirtti. Başvuruda, AİHS’nin insan haklarına saygı yükümlülüğü, adil yargılanma hakkı, özel hayatın ve aile hayatının korunması, etkili başvuru hakkı, ayırımcılık yasağı ve mülkiyetin korunması başlıklı altı ayrı maddesinin ihlal edildiği savunularak, davalı Türkiye Cumhuriyeti’nden uygun görülecek miktarda tazminat talebinde bulunuldu.

Avukat Hilal Küey, başvurularının Türkiye’deki iç hukuk yolları tükenmeden kabulünün çok önemli olduğunu vurgulayarak, “2007’den beri açtığımız davalar var. Kamulaştırma bedellerini hala alamadık. Sulukule Projesi’nin iptali için açtığımız dava, devam ediyor. Bir yandan da Koruma Kurulu kararına rağmen bölgede yasaya ve bu karara aykırı olarak inşaatlar devam ediyor. AİHM, yargılama sürecinin uzamasını adil yargılanma hakkının ihlali olarak değerlendirip, başvurumuzu kabul etti” dedi.

İstanbul Mimarlar Odası’nın iptali için dava açtığı Sulukule projesi için birkaç ay önce, Bölge Koruma Kurulu, “Arkeolojik tarama ve aramalar sonuçlanmadan inşaat başlamayacak” kararı aldı. Ancak Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, projenin temelini attı. Arkeologların tepkisini en çok çeken ise surlara 5 metreyi bile bulmayan mesafede inşaat başlaması oldu. Bölgede arkeolojik kazılar sürerken inşaat için sahaya giren dozerin önüne dikilen İstanbul Müzeler Müdürlüğü uzmanı arkeolog Şeniz Atik geçen ay Gaziantep’e atandı.

Hürriyet, Haber: Ali Dağlar, 19.08.2010

 

 

SÜRGÜN DEĞİL, TEMSİLCİ!

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’dan, CHP Milletvekili Bihlun Tamaylıgil’in Sulukule kazılarıyla ilgili soru önergesine cevap geldi. Bakan Günay verdiği yanıtta, belediye başkanının basın önünde attığı temeli ve sur dibinde yükselen beton inşaatı görmediğini söyledi. Günay, Sulukule’de arkeolojik kazı alanına giren dozerin önüne dikilen İstanbul Müzeler Müdürlüğü uzmanı arkeolog Şeniz Atik’in Kilis’e sürülmesiyle ilgili soruya, “Bakanlık temsilcisi olarak Oylum Höyük kazısında görevlendirdik” yanıtını verdi. AİHM, Sulukule’den çıkarılan iki vatandaşla bir Roman derneğinin başvurusunu iç hukuk yolları tükenmemiş olmasına rağmen “adil yargılanma hakkı ihlal edildiği” gerekçesiyle kabul etmişti.

Hürriyet, Haber: Ali Dağlar, 20.08.2010

SÜLEYMANİYE'DE OPERASYON!

 

 

Mimar Sinan’ın "kalfalık eserim" diye nitelediği, dünya mimarisinin en seçkin eserlerinden biri olan Süleymaniye Camisi’nin 454 yıllık tarihinin en kapsamlı restorasyonundan geçiyor. Çalışmaların yıl sonunda bitirilmesi hedefleniyor.


Vakıflar 1. Bölge Müdürlüğü'nün, Roma, Bizans, Osmanlı imparatorluğunun birbirlerinden devşirdikleri kültür mirası üzerinde bulunan İstanbul’un, 2010 Avrupa Kültür Başkenti olma hazırlıkları kapsamında, 2007 yılında başlattığı Süleymaniye Camisi’ndeki restorasyon çalışmaları sürüyor.


Gür Yapı İnşaat tarafından başlatılan restorasyonun, bu yıl 10 Temmuzda ayında tamamlanması gerekiyordu. Ancak restorasyon sırasında çıkan acil ve incelenmesi gereken durumlar sebebiyle hedef tutmadı.


Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkilileri, camide çok ciddi ve büyük çaplı bir restorasyon programı sürdürüldüğünü, dertlerinin hızlı ve aynı zamanda doğru restorasyon yapmak olduğunu belirterek, restorasyonun İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti olduğu bu yıl içinde tamamlanması ve caminin ibadete açılmasını hedeflediklerini ifade etti.

-NELER YAPILDI?-
Vakıflar 1. Bölge Müdürlüğü'nden alınan bilgiye göre, en son yaklaşık 50 yıl önce kapsamlı bir restorasyon geçiren Süleymaniye Camisi, zaman içinde cami kullanıcıları ve dernek yetkililerinin camiyi kurtarmak adına yaptıkları ufak tefek tadilatlar dışında onarım geçirmedi. Çevre faktörleri, yanlış malzeme kullanımları, zamanla özgün malzemede olumsuz etkilere yol açtı.


Çalışmalar kapsamında camide revaklı avlu, minare ve dış avlu duvarlarında cephe temizliği yapıldı. Daha önceki onarım çalışmalarında yapılan çimento esaslı imitasyonlar söküldü, yerine eserin özgün haline uygun, küfeki taşı kullanılarak cephe düzenleme çalışmaları gerçekleştirildi.
Revaklı avlu ve cami kubbelerinde yapılan araştırma raspalarında alt dönem kalem işleri bulundu. Camide çimentodan arındırılan bölgelere horasan sıva uygulandı.


Çimentodan arındırma çalışmaları sırasında caminin fil ayaklarında, 454 yıl önce yapılan orijinal İznik çinileri ortaya çıkarıldı. Yapılan kalem işi araştırma raspaları sırasında pandantiflerde ortaya çıkartılan klasik dönem kalem işlerinin tespiti, korunması ve eksiklerinin giderilmesine yönelik sanat tarihçileri tarafından çalışmalar devam ediyor.

Süleymaniye Camisi’nin 53 metre yüksekliğinde, 26,5 metre çapındaki ana kubbesini taşıyan dört fil ayağında yapılan restorasyon sırasında, tesadüfen yüzlerce yıllık olduğu tahmin edilen çiniler bulundu.


Çinilerin konservasyonuna yönelik teknik raporlar hazırlandı ve çalışmalara başlandı.
Ana kubbede bulunan ahşap kasnağın konsolidasyonu yapılarak, altın varağı yenilendi. Cami içerisinde bulunan hat levhalar, uzman bir hattat tarafından incelenerek raporlandırıldı ve restorasyona alındı. Caminin cümle giriş kapılarındaki eksik mermer mukarnasların imalatına başlandı.

Süleymaniye Camisi’nin, vatandaşların daha çok "kuru fasulyeciler" diye tarif ettiği taraftaki üç şerefeli minaresinin külahı, cami koruma derneği tarafından yanlış malzeme kullanılarak yapılan onarımda eğrilmişti. Restorasyon sırasında minarenin ahşap külahı söküldü, yerine özgün oranda ve özgün malzeme kullanılarak yeniden külah yapıldı. Daha sonra külah kurşunla kaplandı ve minareye takıldı. Böylece, minarenin külahındaki eğrilik giderilerek, İstanbul’un silueti de düzeltilmiş oldu.


Bu arada, iki minarenin yıllar içinde harap olan ve küfeki taşından yapılan 4 korkuluğu da onarıldı.
Minarelerin bakır alemleri indirildi, temizlik ve onarımlarının yapılmasının ardından altın ile varaklanarak, yerlerine takıldı.

Revaklı avluda bulunan mermer alemlerin eksik parçaları özgün yapısına uygun olarak yenilendi.
Revaklı avlu kubbeleri, minareler ve saçaklarda kurşun örtünün değişimi tamamlandı.


Cami içerisinde bulunan tüm kündekari kepenkler ile cami ana girişlerinde bulunan müzeyyen kündekari kapılar itina ile söküldü, böceklenmeye karşı ilaçlandı ve onarıldı.


Cami zemin kat pencere nişlerinde bulunan mermer mozaiklerde zamanla oluşan eksiklerin tamamlanmasına, mahfil katındaki eksik kündekari kepenklerin imalatına başlandı.


Ana kubbesinde statik güçlendirme yapıldı.

Radikal, 19.08.2010

NEW YORK'TAN ÖNCE İSTANBUL'DA

 

 

Avrupa’nın Rönesans’a kadar karanlık çağ olarak adlandırdığı buna karşın İspanya’dan Çin’e kadar uzanan İslam Medeniyeti’nin ise “altın çağını” yaşadığı 7-17’nci yüzyıl arasındaki 1000 yıllık tarihi süreçte bilim ve teknolojik gelişmelerin aktarıldığı 1001 İcat sergisi İstanbul’da açıldı.

 

Londra’daki Bilim Müzesi’nden sonra Sultanahmet Meydanı’nda 1000 metrekarelik kapalı alanda açılan sergide bilim tarihine ışık tutacak birçok eserin yanı sıra teknolojinin yardımıyla geçmişe uzanan sanal tarihî yolculuklar da yapılabiliyor. İslam Medeniyeti’ndeki kültürel ve bilimsel mirasın yeni nesillere en doğru şekilde aktarıldığı sergi, 5 Ekim 2010 tarihine kadar ücretsiz olarak gezilebilecek. 1001 İcat ile bilim ve teknolojinin 1000 yıllık serüvenini aktaran sergide bilimsel konular oyunlar, filmler ve interaktif faaliyetler şeklinde aktarılıyor. Londra’da sergilendiği süre içinde 400 bin kişi tarafından ziyaret edilen sergi, ALJ Sosyal Sorumluluk’un global sponsorluğu ile Medeniyetler İttifakı Türkiye Eşgüdüm Komitesi Başkanlığı tarafından İstanbul’a getirildi. İslam Medeniyeti’nin dünyaya bilimsel mirasının aktarıldığı 1001 İcat sergisi İstanbul’dan sonra New York’ta da bilim meraklılarına sunulacak. 1001 İcat- Bilim ve Teknolojinin 1000 Yıllık Serüveni sergisi 7’nci yüzyıldan başlayarak 17’nci yüzyıla uzanan bilimsel mirası gözler önüne seriyor. Sergi alanı Ev, Pazar, Okul, Hastane, Şehir, Dünya ve Evren’in temsil edildiği 7 ayrı bölümden oluşuyor.

Taraf, 19.08.2010

İZMİR'DEKİ YEŞİLOVA HÖYÜĞÜ

 

Bornova Belediye Başkanı Kamil Okyay Sındır, ilçe sınırları içindeki, İzmir’in en eski yerleşim yeri olan ve kentin tarihinin 8 bin 500 öncesine dayandığını ortaya koyan Yeşilova Höyüğü’nde çevre düzenleme çalışmaları yapılacağını söyledi.

 

Kamil Okyay Sındır, AA muhabirine, Yeşilova Höyüğü’nde İzmir’in tarihine ışık tutacak kazı çalışmaları yapıldığını, belediye olarak bu kazılara destek verdiklerini, çevre düzenleme çalışmaları için de İzmir Kalkınma Ajansı’ndan maddi destek sağlanacağını bildirdi. Eski uygarlıkların gelecek kuşaklara en iyi biçimde aktarılması gerektiğini, bu amaçla Yeşilova Höyüğü kazı çalışmalarına destek verdiklerini belirten Sındır, şunları kaydetti:

 

‘Bornova Yeşilova Höyüğü kazı çalışmaları Ege Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Zafer Derin başkanlığında 2005 yılından beri sürdürülüyor. Bu kazılarda çıkarılan eserlerle, İzmir’in 5 bin 550 yıl diye bilinen tarihinin 8 bin 500 yıl öncesine dayandığı görülmüştü. Daha da geriye giden buluntular var.’ İzmir Kalkınma Ajansı’nın (İZKA) desteğinin kazı alanına büyük katkı sağlayacağını belirten Sındır, şöyle devam etti:

 

‘Höyük çevresinde gerçekleştireceğimiz Çevre Düzenlemesi Projesi İZKA’dan destek buldu. Proje ile çevre düzenlemesi, geliş gidiş yolları, yeşil alan, parkların düzenlemesi, dere yatağı çevresinde düzenlemeler yapılacak. Höyüğün girişlerini ve çevresini düzenlemek istiyoruz. Yakında yapım ihalesine çıkacağız.’

 

Höyük içinde de ihtiyaç duyulan düzenlemeleri kazı başkanı onayı ile yapacaklarını anlatan Sındır şunları söyledi:

‘Sergi, eğitim merkezleri olacak, özgür bir proje yaratılacak. 8 bin 500 yıl öncesinin yaşamını turistler inceleyip, kazıları takip edebilecek. Simülasyon ile o yıllar yaşatılacak. Görsellerle, konferanslar, eğitimler verilecek. o tarihi, uygarlığı bugüne taşıyacağız, üniversite ile birlikte çalışacağız. Kazı alanının çevresi 3. derece arkeolojik sit ilan edilmişti. Burada sergi salonu, müze tarzında bir yapı da olacak. Mimari proje yarışmasına 35 başvuru oldu.’

 

Sındır, Yeşilova Höyüğü’nün Bornova için bir marka, bir değer olduğunu, bu değerin mutlaka korunması ve geliştirilmesi gerektiğini söyledi.

haberler.com, 19.08.2010

FOÇA'DA TARİH GÜN IŞIĞINA ÇIKIYOR

 

 

İzmir’in Foça İlçesi’nde Küçükdeniz ile Büyükdeniz arasında uzanan surların restorasyonu ile yarımadanın kuzeydoğusundaki kayalık üzerinde yer alan Athena Tapınağı'nın ayağa kaldırılması için çalışmalar hız kesmeden sürüyor.

 

Foça Kazı Kurulu Başkanı Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim Üyesi Prof.Dr. Ömer Özyiğit başkanlığında haziran ayında başlayan çalışmalar aralık ayı sonuna kadar sürdürülecek. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın finanse ettiği kazılara, İzmir Büyükşehir Belediyesi, Foça Belediyesi ve İŞKUR destek veriyor. Çalışmaları hızlandırmak isteyen kazı ekibinin beklentilerinin aksine henüz sponsor kişi ve kurum bulunamadı. Ord.Prof.Dr. Ekrem Akurgal tarafından bulunan Athena Tapınağı'nda, 1952 yılından 1970 yılına kadar aralıklarla devam ettirilen kazı çalışmalarına bu tarihten sonra ara verildi. 1998 yılında Prof.Dr. Ömer Özyiğit tarafından tekrar ele alınan kazılarda bulunan seramiklerle Foça tarihinin MÖ 3 bin yılına kadar dayandığı saptandı.

 

Prof.Dr. Özyiğit, kazı çalışmalarını Foça Birinci Arkeolojik Park projesi kapsamında yaptıklarını belirterek, bu projede Kordon Yolu, Ceneviz ve Osmanlı dönemi surlarının kazılması- Röle, restitüsyon ve restorasyon projelerinin yapılarak koruma kuruluna sunulması ile Athena Tapınağı çalışmalarının yer aldığını söyledi.

 

Kordon Yolu çalışmalarında, surların daha görkemli olarak ortaya çıkabilmesi için kot farkının giderileceğini anlatan Prof.Dr. Ömer Özyiğit, “Yolda yürüyecek olanların da dalgalardan etkilenmemesi için drenaj sistemleri oluşturulacak. Surlara yönelik olarak kültürel büyük bir proje hazırlanacak. Halk kültürle, surlarla iç içe olacak. Çok sayıda bilgilendirme panosu yerleştirilecek. Bu projeyi yapıp koruma kurulundan geçirmek zorundayız. Onun içinde önce sahil yolunda kazı çalışmaları yapıyoruz. Bu, Beşkapılar Kalesi’ne kadar devam edecek” dedi.

 

Ceneviz ve Osmanlı dönemi surlarıyla ilgili çalışmalarda da amacın restorasyon projesinin hazırlanması olduğunu ifade eden Prof.Dr. Özyiğit, kazılara devam edildiğini, rölöve ve restitüsyon çizimlerinin yapıldığını söyledi. Prof.Dr. Ömer Özyiğit, “Ayağa kalkma çizimlerini yapıyoruz. Sonra da restorasyon projesini hazırlayarak koruma kurulunun gündemine getirmek istiyoruz. Beşkapılar’a kadar olan bölümde var olan yerleşim ve yapılarla şu anda işimiz yok. Surlar ve yolun durumuyla ilgili çalışmalar yapıyoruz” dedi.

 

Athena Tapınağı'nda da çalışmaların sürdüğünü kaydeden Prof.Dr. Özyiğit, 5 Ekim 2009 tarihinde yıkılan eski okul binasının yerinde yapılan kazılara bu yıl da devam etmek istediklerini belirtti. Lisenin basket sahasının altında, tapınağın güney podyum duvarlarını görkemli bir biçimde ortaya koyduklarını ifade eden Prof.Dr. Ömer Özyiğit, 2 bin 600 yıl önce yapılan bu duvarların heybetinin şaşırtıcı olduğunu söyledi. Tapınağın bir köşesinin ayağa kaldırılmasını hedeflediklerini anlatan Prof.Dr. Özyiğit, “Önümüzdeki en geç 5 yıl içinde bunu gerçekleştirmek istiyoruz. Böylelikle Foça’nın görüntüsü çok daha cazip bir duruma gelecektir. Foça bu projeler bittiğinde turizm afişlerinde çokça yer alacak ve turizm açısından Türkiye’nin önemli kentlerinden biri haline gelecek. Hatta, Türkiye’nin dünyaya tanıtımında büyük bir rol oynarken aynı zamanda batıya açılan önemli bir kapısı durumuna gelecek” diye konuştu.

 

Prof.Dr. Ömer Özyiğit, kazı bölgesinde bulunan Cemil Midilli Lisesi’nin ileride yeni bir binaya taşınacağını, gerekli düzenlemeler yapılarak boşalan binanın müze haline getirileceğini belirtti. Prof.Dr. Ömer Özyiğit, Foça’da müze bulunmadığı için çıkarılan eserlerin İzmir Arkeoloji Müzesi’ne götürüldüğünü de sözlerine ekledi.

haberler.com, 19.08.2010

BEYLERBEYİ SİMİT SARAYI

 
Boğaz’ın önemli eserleri arasında yer alan Beylerbeyi Sarayı adeta kaderine terk edilmiş. Sarayın içi mobilya dükkanını andırırken, sarayın bahçesinde çay-simit vs satılan kafeteryada plastik muşambalı sandalyeler ve plaj şemsiyelerinin yakışıksız hali sarayın ihtişamını ayaklar altına almış görünüyor. Gerek mimari gerek dekoratif açıdan büyük öneme sahip Beyberbeyi Sarayı’nın son hali görenlerin yüreğini burkuyor.

 

İmparatorluklara başkentlik yapan, dünyanın en stratejik kentlerinden olan İstanbul, günümüzde, içinde barındırdığı tarihi değerleriyle yerli ve yabancı tarih meraklılarının ilgisini çekiyor. Özellikle Boğaz kıyısındaki Topkapı Sarayı, Ayasofya, Dolmabahçe Sarayı, Beylerbeyi Sarayı, Küçüksu Kasrı ve Ortaköy Camii gibi Rönesans döneminin sanatsal izlerini taşıyan eserler, kentin mimari dokusunu oluşturuyor.

Dışarından bakıldığında göz kamaştıran bu yapılar İstanbul’u İstanbul yapan eserlerdir. Peki ya, tarihten günümüze gelen bu değerleri ne kadar koruyoruz, ya da mimari dokusuna uygun dekorasyonda kullanıyor muyuz? Gazete Habertürk yazarı Rahşan Gülşan’ın kaleme aldığı kentlerin değişimi konulu bir yazının ardından bir okurumuz mimari açıdan değer taşıyan Beylerbeyi Sarayı’nın mobilya dükkanını andıran fotoğraflarını göndermişti. Rahşan Gülşan’ın kaleme aldığı bu sorun, kentsel değerlerin ne derece sorumsuzca kullanıldığının işaretiydi.

Bize gelen fotoğraflarda da gördüğümüz durum hiç yakışık değildi. 1800’lü yıllarda yaptırılan, çeşitli Batı ve Doğu üsluplarıyla kaynaştırılan iç mimarisiyle öne çıkan Beylerbeyi Sarayı’nın bahçesinde, plastik muşamba ile sarılı sandalyeler, üzeri bezle örtülü mangal sofrasını andıran masalar ve plaj havası veren şemsiyelerle sarayın o ihtişamını alt seviyelere düşürmüştü. Sarayın içi elbette böyle yakışıksız görüntülerle dolu değildi! Ancak dış bahçesi çay keyfi yapılmak üzere yeniden dizayn edilmiş (!) bir izlenim veriyordu. Sarayın iç yapısına baktığımızda gördüğümüz: Köşe odalarındaki geleneksel Türk evi planları, orjinalleri Mısır’dan getirtilen hasırlar, Hereke yapımı büyük boyutlu halı ve kilimleri, Bohemya kristal avizeleri, Fransız saatleri, Çin, Japon, Fransız Yıldız vazoları gibi birbirinden değerli eserler sarayın dekoratif açıdan zenginleştiriyor. Ancak dış bahçesi tarihi eserlere duyarsız kalan, ya da bu değeri keyfine göre kullanma hakkını kendinde görenler yüzünden fakir bir hale düşüyor.

Bir de duyarlı davranarak konuyu dikkate alan okurumuzdan dinleyelim: Beylerbeyi Sarayı’nın kafeteryası plastik sandalyelere boğulmakla kalmamış. Semt pazarlarında görebileceğiniz muşamba örtülü masalarla “sıra dışı” olarak dahi yorumlanamayacak berbat bir hale gelmiş. Sarayın bahçesindeki gecekondumsu görüntü ve plastik sandalyelerden bahsetmek bile istemiyorum. Ayrıca aynı gün hem Beylerbeyi Sarayı’na hem de Küçüksu Kasrı’na gittim. Bizim için büyük önemi olan her 2 tarihi mekanda adeta mobilyacı dükkanını andırıyordu. Sadece mobilya yığınlarının olduğu mekanların geçmişinde dekorasyonun parçası olan hiçbir tarihi aksesuvara yer verilmemiş miydi? Osmanlı döneminde acaba hiç mi aksesuvar yoktu, sultanlar sadece mobilyalardan ibaret mekanları mı tercih ediyordu? Bence Fransa’nın İspanya’nın meydanlarını bire bir kopyalamaya çalışıp, özgün olanı yapmaktan kaçınmak yerine illa da bir şey örnek almak istiyorsak, her 2 ülkenin de tarihi eserlerine nasıl sahip çıktıklarını örnek alalım. Bu ülkelerde gezdiğiniz saraylar, tarihi eserler ah keşke buralarda yaşayabilme şansım olsaydı hissi yaratırken bizimkiler ne yazık ki üzüntünün yarattığı baş ağrısıyla hemen bir kaçsam da bu çirkinliği görmesem duygusu yaşatıyor.” Beyberbeyi Sarayı’nın son hali bu... Manzara tarihi eserlere verilen değer açısından vahim. Gecekondu bahçesini dekore eder mantığıyla şemsiye, sandalye vs serpiştirilen sarayın kafeteryasından yaşanan bu görüntüler bir an önce kaldırılmalı ve sarayın ihtişamına yakışır bir dekorasyona yapılmalı...

Beylerbeyi ve çevresinin yerleşim alanı olarak kullanılması tarihte oldukça gerilere, Bizans dönemine kadar gider. 18. yüzyılda yaşamış olan ünlü gezgin İnciciyan’a göre, Büyük Kontstantinus’un diktirdiği bir haçtan dolayı Bizans döneminde “İstavroz Bahçeleri” adıyla anılan yöre, Osmanlılar döneminde Padişahların Has Bahçeleri’nden biri olarak kullanılmıştır. Yine İnciciyan’a göre buraya “Beylerbeyi” adının verilişi, 16. yüzyılda Beylerbeyi Mehmed Paşa’nın burada bulunan köşkünden kaynaklanır. Bugünkü Beylerbeyi Sarayı, Sultan Abdülaziz tarafından II. Mahmud’un ahşap Sahil Sarayı yıktırılarak 1861-1865 yılları arasında, dönemin tanınmış mimarı Serkis Balyan’a yaptırılmıştır.

 

Saray genellikle yaz aylarında, özellikle de yabancı devlet başkalarının ağırlanmasında kullanılmıştır. Sırp Prensi, Karadağ Kralı, İran Şahı, Fransız İmparatoriçesi Eugenie bunlardan bazılarıdır. Sultan II. Abdülhamid de 1918 yılında, ömrünün son altı yılını geçirdiği bu sarayda ölmüştür. Onarımlarla birlikte Beylerbeyi Sarayı, döneminin özgün bir yazlık sarayı olarak “Boğaziçi Kültürü” içinde yerini almış durumdadır. Bahçelerinde ve tarihsel Tünel içinde oluşturulan kafeterya ve satış reyonlarıyla müze-saray olarak konuklara çağdaş düzeyde hizmetler sunulmakta, bu reyonlarda Kültür- Tanıtım Merkezi’nce hazırlanan tanıtıcı nitelikte kitap, kartpostal ve poster gibi yayınların yanı sıra çeşitli türde hediyelik eşya satışı yapılmaktadır.
Habertürk, Haber: Esra Boğazlıyan, 18.08.2010

 

******


SARAYIN KURTULUŞU

 

Önceki gün, Boğaz’ın en görkemli eserlerinden Beylerbeyi Sarayı’ndan yürek sızlatan görüntüleri manşetimize taşımıştık. Saray bahçesinde çay-simit satan kafenin plastik masa ve sandalyeleri mekanın ihtişamına hiç mi hiç yakışmıyordu.

Sarayın bahçesindeki bu estetik faciasını yansıttığımız haberimizin ardından Milli Saraylar Tanıtım ve Tahsisler Şube Müdürü İlhan Kocaman aradı. Saraydaki kafeteryanın yenileneceğini, masa ve sandalyelerin değiştirileceğini açıkladı.

Habertürk, 20.08.2010

BAZİLİKADAKİ KAZILAR ÖNÜMÜZDEKİ YILA KALDI

 

 

Bursa'da Büyükorhan'a bağlı Derecik Köyü'nde 2001 yılında bir çiftçinin tarlasını sürerken tesadüf eseri ortaya çıkan 1600 yıllık kilisede 2010 yılı kazı çalışmaları, izin yetkisinin bundan böyle Bakanlar Kurulu'ndan alınması nedeniyle 2011 yılına kaldı. Aydın Kurmuş Uludağ Üniversitesi ile İsviçre'nin Lozan Üniversitesi işbirliği çerçevesinde 2007 yılından bu yana her yıl Bursa Müze Müdürlüğü'nden alınan izinle Temmuz-Ağustos dönemlerinde yapılan 1600 yıllık kilisedeki kazıların 2010 yılı çalışmaları izin yetkisinin Müze Müdürlüğü'nden alınması nedeniyle 2011 yılına kaldı.

 

Bu yıla kadar bu tür küçük tabir edilen yerlerdeki kazı çalışmaları, bulundukları ilin Müze Müdürlüğü'nden alınan izinle yapılıyordu. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın almış olduğu karara göre bundan böyle her türlü kazı çalışmaları Bakanlar Kurulu'nun iznine tabi olacak. Kazı çalışması yapılacak olan bölgede hazırlanacak olan kazı çalışmaları planlaması, izin için Bakanlar Kurulu'nun onayına sunulacak. Bakanlar Kurulu'ndan alınacak izinden sonra kazı çalışmaları yapılabilecek. Büyükorhan Derecik Köyü'nde bulunan bazilikadaki çalışmalar, Bakanlar Kurulu'ndan alınması gereken iznin bu yıl yetişmediği gerekçesiyle önümüzdeki yıla sarktı.  2007 yılında Uludağ Üniversitesi-İsviçre Lozan Üniversitesi ve Bursa Müze Müdürlüğü işbirliğinde gerçekleştirilen kazı çalışmaları çerçevesinde 1600 yıllık bazilika kalıntılarında, Hıristiyanlığa ait son derece önemli bulgulara rastlanmıştı. Bazilika içerisinde bulunan kilisenin, Hıristiyanlığın Doğu Roma İmparatorluğu tarafından resmi din olarak kabul edilmesinden sonra yapılan ilk kilise olduğu ortaya çıkmıştı.

Bursa Olay, 18.08.2010

HASANBEY CAMİİ'NDE RESTORASYON ÇALIŞMASI

 

 

Mudanya Belediye Başkanı Hasan Aktürk ve AKP ilçe başkanı Kadir Kahraman, Hasanbey Mahallesi'nde bulunan tarihi Mirliva-i Mısri Hasanbey Camii Restorasyon çalışmalarında incelemelerde bulundular.

 

Tarihi caminin yenileme çalışmaları için bir yıl önce bakanlık düzeyinde harekete geçtiklerini belirterek, “Devlet Bakanımız Faruk Çelik'in girişimleri sonucu Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanmış olan avam projesini yatırım projesine çevirdik. 186 bin lira bedelle ihale edilen yenilemenin 250 günde tamamlanması bekleniyor. Yenileme çalışmaları içerisinde eski tuvaletler yıkılıp yer altına alınacak, cami bahçesine şadırvan yapılacak. Hasanbey Türbesi ise Üftade Hazretleri'nin türbesinin bir örneği olacak şekilde imar edilecek” dedi. Başkan Aktürk ise, amaçlarının yapılan hizmetin tarihi bir dokuyu ayakta tutabilmek, burada yapılacak olan ibadetin daha sağlıklı bir yapıda olmasını sağlamak olduğunu kaydetti. İtfaiye binası, kapalı yüzme havuzu, çevre yolu ile başlanan çalışmaların bayram sonu başlanacak olan hal projeleriyle sürdürüleceğini ifade etti.

Bursa Olay, Haber: Ömer Bilik, 18.08.2010

MÖ 10. BİN YILA AİT KÖY

 

 

Suriye’de yapılan arkeolojik kazılarda, göçebe yaşamdan yerleşik yaşama geçerken kurulan bir köyün kalıntıları bulundu.

 

Resmi haber ajansı SANA’nın haberine göre, Hama kentinin Belaas Dağı civarında yapılan arkeolojik kazılarda MÖ 10 bin yıllarında kurulmuş bir köyün kalıntıları gün ışığına çıkarıldı.

 

Suriyeli ve Fransız bilim adamlarından oluşan ekip tarafından keşfedilen antik köyün mimarisinin Fırat havzası ve Filistin’de daha önce keşfedilen neolitik dönem kalıntılarından farklı olduğu kaydedildi.

 

Hama Arkeoloji Dairesi araştırmacılarından Abdulselam El Beşemki, antik köy keşfinin Suriye’deki (şimdiki sınırları içindeki) neolitik dönem tarihinin belgelenmesi açısından büyük önem taşıdığını söyledi.

 

El Beşemki, MÖ 10000- 6000 yıllar arasındaki dönemin insanlık tarihi açısından çok önemli olduğunu vurgulayarak, “Bu dönemde, göçebe taş devri topluluklarının yerleşik yaşama geçerek yerleşim birimleri oluşturduğunu” hatırlattı.

 

Keşfedilen antik köyün bir tarım köyü olduğunu belirten El Beşemki, “tarım köylerinin modern taş devri topluluklarında belirleyici unsur olduğunu ve avcılıktan yiyecek üretimine geçildiğini gösterdiğini” söyledi.

Cnn Türk, 18.08.2010

ANIT MEZARLAR TURİZME KAZANDIRILACAK

 

 

Gaziantep'in Araban İlçesi'nde bulunan anıt mezarların, restorasyon çalışmalarının yapılarak turizme kazandırılması isteniyor. Araban İlçesi sınırları içerisinde yer alan Elif beldesi, Hisar ve Hasanoğlu köylerindeki üç adet Roma dönemi anıt mezarlar, askeri ve ticari anlamda Fırat'a paralel olarak kuzey-güney yönünde ve batıdan doğuya Fırat'a doğru gelen dönemin çok önemli iki yolunun kavşağında yer alıyor. Roma döneminde bölgedeki zengin, asil, üst düzey yönetici veya yüksek rütbeli asker kişiler için yapılmış olduğu arkeologların eserler üzerinde yaptığı incelemeler sonucunda anlaşılmış olan her üç anıt mezarın da, bir birine oldukça yakın yapılmış olmaları bu yol kavşağıyla bağlantılı olduğu belirtiliyor. Yöre halkı, Roma döneminden kalma tarihi üç anıt mezarın, bir an önce koruma altına alınması gerektiğini belirterek, aksi taktirde anıt mezarların yakın bir gelecekte tamamen yok olacağını savundular.

Gaziantep 27 Gazetesi, 18.08.2010

AYASOFYA'DA SİNAN SERGİSİ

 

 

Mimar Sinan'ın birbirinden güzel eserlerinin yer aldığı fotoğraf sergisi Ayasofya Müzesi'nde açıldı. Belgesel yapımcısı Mustafa Aksay tarafından hazırlanan Osmanlı İmparatorluğu döneminde saray mimarı olarak çok sayıda eser bırakan Mimar Sinan'ın yurt dışındaki eserlerinin de yer aldığı fotoğraflar bugüne kadar Suriye, Bulgaristan, Arabistan, Almanya, Brezilya, İngiltere ve İtalya sergilendi. Belgesel çekimlerinin profesyonel bir ekiple başta Türkiye olmak üzere Suriye, Irak, Suudi Arabistan, İsrail, Bulgaristan, Yunanistan, Macaristan, Ukrayna ve Bosna Hersek'te gerçekleştiğini dile getiren Aksay, Mimar Sinan'ın ayakta kalan tüm eserlerinin adım adım tespit edildiğini vurguladı.

Proje sayesinde aynı zamanda Mimar Sinan'a ait eserlerin bir envanterinin çıkarıldığı bilgisini veren Mustafa Aksay, "İstanbul'daki 336 adet eserden bugün; 151'i yok olmuş, 142'si ayakta, 36'sı onarım görmüş ve 8'i yıkık durumdadır" dedi. Fotoğraf sergisi Ramazan ayı boyunca gezilebilecek.

Sabah, 18.08.2010

YİVLİ MİNARE YENİLENİYOR

 

Antalya'nın sembolü Yivli Minare'nin dış cephe restorasyon çalışmalarına başlandı.

 

Restorasyon işini üstlenen firmanın yetkilileri, Yivli Minare’nin dış cephesindeki tuğlalarda çözülme ve çürümeler olduğuna dikkati çekerek, restorasyon çalışmasında ilk olarak çürük tuğlaların tespitinin yapılacağını kaydettiler.

Dış cephedeki tuğlaların yenileneceğini vurgulayan yetkililer, minaredeki aslına uygun olmayan sıvaların söküleceğini, minarenin tepesindeki alemin dahil olduğu kurşunun da yenileneceğini bildirdiler.

 

Restorasyon çalışmaları tamamlandıktan sonra Yivli Minare aydınlatılacak. Restorasyon çalışmalarının bu yıl sonunda tamamlanması bekleniyor.

Trt/Haber, 18.08.2010

BİZANS'IN SON KALESİ SONUNDA KAZILIYOR

 

 

İstanbul'un Ortaçağ'dan kalan tek kalesi Poyrazköy'deki Yoros. Yıllardır kaderine terk edilen Bizans kalesinde kazılar başladı. Kazı başkanı: Kazıya dünyadan ilgi var, Türkiye'den pek yok.

Bir işçi elindeki elekle toprak eliyor. Bir arkeolog fırçayla Osmanlı'dan kaldığı tahmin edilen su künklerinin üzerini temizliyor. Bir mimar notlar alıyor, bir sanat tarihçisi ölçümler yapıyor. Şeritler çekilmiş, önemli alanlar demir kapılarla kapatılmış... Bizans'ın ayakta kalan son kalesi Yoros'ta şu anda böyle bir manzara var.
 

Yoros Kalesi, İstanbul Boğazı'nın Karadeniz'e açılan ağzında, Anadolu Yakası'ndaki son nokta olan Poyrazköy'de yer alıyor. Aradan geçen yüzlerce yıla ve insanların hor kullanımına karşın 16 metreyi bulan iki kulesiyle hala dimdik ayakta.

 

Bu değerli eser, yıllardır kaderine terk edilmiş durumdaydı. Kulenin altında bulunan odalarda hayvan otlatılan, mangalcıların mesire yerine dönen Yoros Kalesi, nihayet fark edildi. İstanbul Üniversitesi'nin öncülüğünde Yoros'ta kazı çalışmaları başladı.

 

Kazı izni Bakanlar Kurulu'nun imzasıyla alındı. İ.Ü. ile Kültür ve Turizm Bakanlığı kazıya maddi katkıda sağladı. Yoros Kalesi'nde 15 kişilik profesyonel bir ekip şu sıralar yoğun bir çalışma içinde. Kale duvarlarına sprey boyalarla yazılan yazılar boya sökücülerle, tel fırçalarla çıkarılmaya çalışılıyor. Ama hasar büyük:


İ.Ü.'den sanat tarihçi Çağlar Erdoğan "Geçen şubat kalenin ana girişinde bulunan monogram yani kabartma mermer levha çalındı. Güvenlik olmadığı için hırsızlar duvarı parçalayarak monogramı çalmış. Yere bir yatak gibi bir şey serip yukardan duvarla birlikte aşağı düşürmüşler kabartmayı" dedi.

 

Yoros kazı başkanı İstanbul Üniversitesi öğretim üyesi Bizans Sanatı tarihçisi Prof.Dr. Asnu Bilban Yalçın'ın verdiği bilgiye göre Yoros adı Hieron'dan (kutsal yer) geliyor. Hem Marmara hem de Karadeniz'e açılacak gemilerin buraya gelip dua ettiği, adaklar adadığı tahmin ediliyor. Bizans Vedenik ittifakı ile Osmanlı Ceneviz ittifakı sırasında burada çok büyük deniz savaşları olmuş. Boğaz'ın bu noktasında çok fazla da batık olduğu tahmin ediliyor. Kale sık sık el değiştiriyor. Sürekli savaşlara maruz kalıyor. Osmanlı'da gümrük ve garnizon olarak kullanılıyor. Yoros, İstanbul'un tek Ortaçağ kalesi.

 

Prof.Dr. Yalçın kalenin ilginç hikayesini de anlattı: "Bizans'ın en büyük tehditi Rus akınlarıydı. Bu nedenle bir savunma amacıyla Yoros Kalesi'nin 12. yüzyılın sonlarında 13. yüzyılın başlarında yapıldığını tahmin ediyoruz. Aynı kaleden Avrupa Yakası'nda da var. Ancak Avrupa Yakası'ndaki kaleden geriye çok az kalıntı var. Bazı kaynaklar iki kale arasında Boğaz'a zincir çekildiği yazıyor ancak bugüne kadar bir ize rastlamadık. Belki sualtı araştırmalarında çıkar."

 

Yalçın kaleyle bugüne kadar kimsenin ilgilenmemiş olduğunu da vurguladı:
"İlginç olan Boğaziçi ile hiç ilgilenmemesi. Şimdiye kadar Osmanlı'nın yalı ve köşkleriyle ilgilenilmiş. Kimse alınmasın ama biz Boğaziçi'nin orta ve antik dönemdeki topografyasını araştırmaya başladığımız zaman ilginç şeylere rastladık. Yurtdışındaki çok sayıda bilim insanı çalışmalarımıza katılmak istiyor. Türkiye'de ise fazla ilgi yok. Yoros Kalesi'nde hiçbir zaman gerekli ilgi gösterilmemiş. Tarih boyunca burada kaçak kazılar yapılmış. Cumhuriyet öncesinden başlayan kaçak kazılar halen de devam ediyor."

Radikal, Haber: Serkan Ocak, 18.08.2010

 

******


YOROS KALESİ'NİN KAZIDAN ÖNCE TEMİZLİĞE İHTİYACI VARMIŞ

 

 

İstanbul'daki tek Bizans kalesi olan Yoros Kalesi'nde devam eden arkeolojik kazı çalışmaları kapsamında cami ve tapınak kalıntılarına ulaşılması hedefleniyor. Çalışmalarla ilgili AA muhabirine bilgi veren kazı başkanı İstanbul Üniversitesi (İÜ) Sanat Tarihi Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Asnu Bilban Yalçın, çalışmalardan önce kalenin bakımsız bir durumda olduğunu söyledi. Yalçın, kale ve çevresinin uzun süre vatandaşlar tarafından mesire alanı olarak kullanılması nedeniyle oluşan kirliliğin temizlenmesi için çok uğraştıklarını belirtti.

İÜ adına Kültür ve Turizm Bakanlığının izniyle 2005 yılından itibaren bir arkeolojik yüzey araştırması başlattıklarını anlatan Yalçın, ''Bu araştırmanın amacı, Boğaziçi'nin antik ve orta çağdaki topografyasını ortaya çıkarmaktı. Araştırma odak noktamız Yoros Kalesi oldu. Buranın çok önemli olduğunu her zaman için biliyorduk, ancak burasıyla ilgili şimdiye kadar hiçbir şekilde bilimsel çalışma yapılmamış olmaması, buranın kötü durumda olması ve onarıma ihtiyaç duyulması bizi bu çalışmaya yönlendirdi. Araştırmalar ve projelendirmelerin sonucunda Kültür ve Turizm Bakanlığından kazı iznimiz çıktı. Yoros Kalesi ve bu bölgedeki Hz. Yuşa Tepesi'nde bulunan ortaçağa ait bir yapının da kazısını yapmak üzere görevlendirildik'' diye konuştu.

Yalçın, çalışmalara yaklaşık bir ay önce başladıklarını ifade ederek, şunları kaydetti:

''İlk etapta büyük bir temizleme çalışması yaptık. Ardından bir jeofizik çalışması yapıldı. Bu, alanda var olabilecek yapı kalıntılarını ortaya çıkarabilecek bir çalışmaydı. Daha sonra bazı noktalarda 'açma'lar hazırladık ve burada çalışmalara başladık. Kale ve bölgesindeki diğer noktalarda yapacağımız çalışmalar birkaç seneyi alacak. Bu çalışmalar devam ettiği sürece tabii ki bazı onarım ve sağlamlaştırma çalışmalarımız da olacak. İlk etaba bu sene başladık, çok acil yerlerde müdahalelerde bulunduk. Bunu yanında önümüzdeki dönemler için kaleyle ilgili bir onarım ve restorasyon ve restitüsyon projelerimiz de var.''
      
Prof.Dr. Asnu Bilbal Yalçın, gelecek dönemlerde su altı çalışmaları da yapmak istediklerini dile getirerek, konuşmasını şöyle sürdürdü:

''Kalenin çevresinde ve kıyılarında liman ve gemi kalıntıları olabilir. Bu burunda 9 ve 10. yüzyıllardan itibaren birçok deniz savaşı olmuş. Belki bu konular hakkında bazı verilere ulaşabiliriz. Öte yandan ortaçağdan itibaren gezginler, Yoros Kalesi'nden Rumeli yakasındaki bulunduğu söylenen kalenin arasında denizden bir zincir gerildiğini belirtiyor. Ancak bu zincir günümüze kadar gelememiş. Belki bir su altı çalışması bu konuda bizi aydınlatabilir.''

Kale çevresinde ülke genelinde olduğu gibi kaçak kazı yapıldığına dikkati çeken Yalçın, ''Kalenin duvarlarında bazı kabartmalar bulunuyor. Bunlar monogramlı kabartmalar, bazı yazıların kısaltılmış halleri. Bunlardan biz önemli veriler elde etmek istiyoruz. Çünkü kalenin tarihini bugün hala tam olarak saptayabilmiş değiliz. Geçen şubat ayında önemli bir yazıtlı mermer levha çalındı. Bunu neden yaptıklarını anlayabilmiş değiliz. Bunlar maddi değerleri olmayan parçalar. Ancak kalenin tarihçesi için paha biçilemeyecek bir parçaydı. Aynı zamanda kalenin bir sembolüydü. Ümit ederim bu bir şekilde ortaya çıkar ve tekrar yerine koyabilme şansını elde edebiliriz'' şeklinde konuştu.

 

Yalçın, Hieron (Yoros) burnunun arkaik dönemden itibaren bir tapınakla kayda geçtiğini anlatarak, konuşmasını şöyle sürdürdü:

''Bütün tarihi kaynaklar bize bu tapınaktan bahsediyor. '12 Tanrı Tapınağı' olarak geçiyor. Bu tapınak arkaik klasik dönemlerde ve daha sonra Helenistik ve Roma dönemlerinde oldukça faal bir tapınakmış. Karadeniz'e açılan denizcilerin kurban kestikleri ve iyi rüzgarlarla sağ salim yolculuk etmek için dua ettikleri bir yermiş burası. Hatta bazı kaynaklar buradaki limanın 300 gemi kadar kapasitesi olduğunu belirtiyor. Demek ki burada gemiler uygun hava şartını bekleyerek Karadeniz'e açılmaktaydı. Burada arkeolojik bir çalışmanın yapılmamış olması büyük bir eksiklik. Ümit ederim bizim ileride yapacağımız çalışmalar bu konuda önemli veri sağlar. İstanbul'da bir tapınağına ait izlerin ortaya çıkarılması çok önemli olacak. Bu tapınak yerini daha sonra ortaçağda bir gümrük noktasına bırakmış. Bu anlamda Bizans döneminde imparator Jüstinianus'un 6. yüzyılda burada görevlendirdiği kontun geçen gemilerden vergi aldığını da biliyoruz. Demek ki her zaman bir kontrol yeri burası. Orta Bizans döneminde de güvenliği sağlamak amacıyla daha da sağlamlaştırılarak bir kale görünümüne getirilmiş.''

Kalenin yapılış tarihinin tam olarak bilinmediğini aktaran Yalçın, ''Ümidimiz, yaptığımız çalışmalarla kalenin yapılış tarihini de ortaya çıkarmak'' dedi. Yalçın, kalenin Yıldırım Beyazıt'ın akınlarıyla Türklerin eline geçtiğinin tahmin edildiğini anlatarak, ''Burası artık bu dönemden itibaren Türk garnizonunun yerleşim yeri olmuş. 18. yüzyılın sonuna kadar biz burada bir Türk garnizonu olduğunu düşünüyoruz. Osmanlı seyyah ve tarihçi Evliya Çelebi, buranın 24 haneli bir köy görünümünde olduğunu, bir cami ve hamam bulunduğundan bahsediyor'' diye konuştu. Kaleyle ilgili çalışmalara başladıkları andan itibaren yurt dışından yoğun bir ilgi gördüklerini ifade eden Yalçın, şunları kaydetti:

''Uluslararası bilim camiası bu konuda bizden verilerimizi bekliyor. Buradaki çalışmalar çok önemli. Osmanlı ve Bizans dönemindeki yaşamla, '12 Tanrı' veya 'Zeus Tapınağı' ile ilgili bilgilere ulaşabilirsek o zaman ilk Grek kolonilerinin Karadeniz'e açılmasındaki tartışmalı tarihçenin de belki değişmesine yol açacağız. Dolayısıyla bütün bilim camiası bizden bu tarihlendirmeyi bekliyor.''

Yalçın, kazı çalışmalarının İÜ'nün kentte yürüttüğü tek sistemli arkeolojik kazı olma özelliğini taşıdığını sözlerine ekledi.
        
Restoratör Uğur Genç de çalışmalara çevre temizliği yaparak başladıklarını belirterek, bu kapsamda kalenin dış cephesinde duvarların içinde istenmeyen otsu ve odunsu oluşumları uzaklaştırdıklarını ve istenmeyen duvar yazılarının bir bölümünü temizlediklerini kaydetti. İkinci hafta daha çok düşme tehlikesi olan taş blokları sağlamlaştırma çalışmaları yaptıklarını belirten Genç, ''Orijinalinde kullanılmış olan horasan harcını tekrarlayarak bu onarımları gerçekleştirdik. Açmalardan gelen küçük buluntuları da seramik ve metal olarak gruplandırdık. Seramiklerden restorasyon süreçlerini başlattık. Şu anda da tuzdan arındırma sürecindeler. Metal buluntular için de laboratuarda temizlik çalışmalarına bu hafta başlıyoruz'' diye konuştu.

Genç, çevreyi korumak için de kapılar yaptıklarını ve güvenlik şeritleri çektiklerini dile getirerek, ''Çalıntıların tekrarlanmaması için iki kulede bulunan monogramların etrafını sağlamlaştırdık. Horasan harcı hazırlayarak araya da demir kenetler atarak taşla duvar arasında sağlam bir bağ oluşturduk. Sallantıda olan taşları kuvvetlendirme çalışmaları da sürdürüyoruz'' dedi. Arkeolog Çiğdem Sözen ise çalışmalar kapsamında şu ana kadar Osmanlı dönemine ait seramik, gülle, ibrik, lazımlık, sikke ve pipo parçaları elde ettiklerini aktardı.

Yapı, Fotoğraf: Nurhan Çorlu/AA, 20.08.2010

HASANKEYF

 

Hasankeyf'te son durumda ne oluyor, bilmiyorum. Dünyada pek bir eşi olmayan bu yeri ne yapacağız? Bırakacak mıyız, suların altında, "sualtı turizmi"ne mi terk edeceğiz? Öyle olmayacaksa, onu örterek barajın yapılmasından beklediklerimiz ne olacak?

 

Türkiye'de bizler, bugünlerde, en çok Hasankeyf dolayısıyla bu soruyu soracağız, en azından bir süre daha. Ama ne burada, ne de dünyada, sorunun çevresinde dönendiği tek nesne Hasankeyf değil. Bu çağımızın genel bir sorunu ve Hasankeyf yüzlercesi arasında bir tane örnek.

 

"Çağın sorunu" çünkü Sanayi Devrimi'nden bu yana teknolojimizin gücünü dünyanın gidişini etkileyebilecek derecelerde büyüttük. Buna ek olarak da yeryüzünü ve nimetlerini paylaşmak üzere yaşayan insan nüfusunu daha önceleri pek hayal edilemeyecek yerlere getirdik. Bunun devamı da gelecek tabii. Şimdi hava kirliliği, motorlu trafiğin bu kirlilikteki payı gibi konulardan söz ediyoruz da, Çin'de insan başına otomobil oranı ABD'deki gibi olunca ne yapacağız? Buna benzer sorular, sorular...

 

Bundan iki yüzyıl önce ne Hasankeyf'i su altında bırakacak çapta bir baraj yapmayı planlayabilirdik, ne de öyle bir barajın varlığına ihtiyaç duyardık. Ama şimdi bunların hepsi "vaka-i adiye."

 

Böyle durumlarda verilecek kararı biçimlendirmekte en fazla imkan siyasetçilerin elinde kalıyor. Özellikle de sanat-kültür-estetik v.b konularda fazla bir duyarlılık göstermeyen toplumlarda o kesimin etkileme alanı büsbütün artıyor. Türkiye de bu dediğim tipte ülkelerden biri hala, ne yazık ki!

 

Siyasetçi hayata birtakım istatistiklerden bakan biridir, genellikle. Onun için önemli olan, nicelikleridir. "Kaç kişi oy verecek?" En büyük kalabalığı en kısa yoldan hoşnut etmenin yolu nedir?

 

Barajın kazandıracağı sulama imkanları, yaratacağı tarımsal potansiyel, iş alanı, ayrıca elektrik v.b... Elbette ki siyaset adamı önce bunları düşünecek. Ama yalnız siyaset adamı değil, iktisatçı da, işadamı da, daha bir sürü kişi de bunları düşünecek. Ve tabii, açılacak o imkanları bizzat ve bilfiil kullanacak ve bunlardan çok somut bir biçimde yararlanacak insanlar bunları düşünecek.

Bunun da hafife alınır bir hali yok. Zaten onun için iş ciddi. "Ne olacak canım" diye geçiştirecek bir durum, sorunun iki tarafında da, görünmüyor. Hasankeyf'ten ve onun yığınla benzerinden vazgeçivermek de hiç kolay değil.

 

Geçenlerde Yenikapı'daki arkeolojik kazı alanına yeniden gittim. Burası bana "mucize" gibi görünüyor, çünkü kendi memleketinin tarihinde arkeolojik eser çıktı diye ekonomik yatırıma sekte vurulmasının örneğini görmemiştim. İlk gidişimde yanılmıyorsam, sekiz tekne bulunmuştu liman kazısında; bu gidişimde sayı otuz sekize çıkmıştı. Tabaka tabaka kazılıyor, insan ve hayvan kemiği de çıkıyor, testi ve başka eşya parçaları muazzam miktarda. İstanbul'un tarihi bizim sandığımızdan birkaç bin yıl gerilere gitti.

 

Ama o metro işi tamamlandığında buralardan geçen yolcuların kaçı düşünecek, İstanbul tarihinin hangi MÖ binyılda başladığını? Onu mu düşünecekler, yoksa varmak istedikleri durağa kaç dakika kaldığını mı?

 

Binyılları düşünmeseler de, insanlar, kendilerini zorlamadan, rahatsız etmeden korunan, restore edilen tarihten mutlu oluyorlar. Belirli koşullarda onunla karşılaşınca. Şu anda Hasankeyf'i bilmeyen ya da akıbetiyle ilgilenmeyen sıradan yurttaş bir gün yolu oralara düşecek olursa "Ne güzelmiş" diyor, kendince tadını çıkarıyor, bu olağandışı yerle bire bir temasa geçiyor. Bu da hayatın bir parçası.

 

Onun için de, Yalnız Türkiye'de değil, bütün dünyada bu uçları uzlaştırmanın yolları üstüne kafa yormalı, çözümler üretmeliyiz. Elbette insanları rahat yaşatmak çok önemli ve bunu hepimiz istiyoruz. Ama Hasankeyf'leri ve daha nicelerini gözden çıkarmadan, feda etmeden bunu yapmanın yollarını bulmalıyız.

Taraf, Yazı: Murat Belge, 18.08.2010

 

******


HASANKEYF'İ BAĞIRTA BAĞIRTA ÖLDÜRÜYORLAR

 

 

Güneydoğu'da sarp kayaların arasında kıvrıla kıvrıla bir yol gider. Tıpkı Dicle gibi. Sonra çorak toprakların arasında bir masal şehri çıkar karşınıza. İşte orası Hasankeyf'tir.

Hasankeyf belki de Türkiye'nin uzun yıllardır tartışılan en büyük çevre sorunu. Sadece çevre değil, aynı zamanda bir tarih, kültür, enerji meselesidir Hasankeyf.

Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) kapsamında Dicle Nehri'ne Ilısu Barajı yapılmak isteniyor. Bu projenin hikayesi aslında 1950'lere kadar gidiyor. Barajla ilgili ilk araştırmalar 1971'de yapıldı. Sonrasında uluslararası kredi kuruluşlarından krediler bulundu, bunlar iptal edildi, vs. vs. Tam bir yılan hikayesi... Baraj yapıldığında Hasankeyf kentinin büyük çoğunluğu sular altında kalacak. Yani Hasankeyf yok olacak. Şu ana kadar baraj yapılmadı ve Hasankeyf hala gidilip görülebilir durumda ama...

Hasankeyf'te yıllardır insansızlaştırma politikası uygulanıyor. 12 bin yıllık geçmişi olduğu ileri sürülen Antik kente bugüne kadar hiç bir alt yapı yatırımı yapılmadı. Ne bir hastanesi, ne bir okulu, ne de doğru düzgün yolları var Hasankeyf'in. Hasankeyfliler herhangi bir iş imkanı da olmadığından yıllardır yoksullukla boğuşuyor. Tüm yürütülen bu 'insansızlaştırma politikası'na karşın Hasankeyf'e her yıl 1 milyonunu üzerinde yerli ve yabancı turist ziyaret ediyor.

Belki haberiniz olmuştur. Duymayanlar için önce bir hatırlatma yapayım. Hasankeyf'te 13 Temmuz'da bir kaza meydana geldi. Sarp kayaların üzerine kurulan Hasankeyf Kalesi'nden bir kaya kütlesi düştü. Olay gece 04.00 sıralarında meydana geldi. Kaleye çıkan yoldaki esnaflardan biri kaza sırasında hayatını kaybetti. Olay gündüz turistlerin olduğu bir saatte meydana gelse tam bir felaket olabilirdi.

Oradaki kayanın düşmesi Hasankeyf'teki bakımsızlığın vurdumduymazlığın bir göstergesiydi. Birçok tarihçinin de iddia ettiği gibi yeterli bakım ve restorasyon çalışmaları yapılsa böyle bir kaza olmazdı. Hiçbir onarım yapılmıyor. Neden? Çünkü zaten Hasankeyf sular altında bırakılmak isteniyor. Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu'na göre oradakiler tarihi eser değil, tahrip olmuş yapılardı.

Yeşil Hafiye olarak asıl vurgulamak istediğim konu, kaya düşmesi sonrasında orada yaşananlar. Çünkü kaya düşmesi olayı tüm bu uygulanan insansızlaştırma politikasına tuz biber olmuştu. Ben zaten biliyorum ancak gelin bunu oradakilerden dinleyelim. Ömer Güzel'le Hasankeyf'te başka bir konuda hafiyelik yaparken tanışmıştım. Hasankeyf'teki köprünün hemen başında bir market işletiyor. Telefonu açtım kendisine. 'Durum nedir?' diye sordum. İşte söyledikleri:

"Burada Kale'yi kapattılar. Dicle kıyısındaki bulunan çardakları kapattılar. Turistler artık gelmiyor. Ramazan'da girdi, hayat durdu. Esnaf iş yapamıyor. Herhangi bir açıklama da yapılmıyor. Eğer açılmayacaksa söylesinler herkes işine baksın. Zor durumdayız. herke ekmeğinin peşinde. Kale açılmazsa, insanlar buraya artık neden gelsin?"

Ancak tüm bunlara rağmen Hasankeyf'i kurtarmak için girişimler halen devam ediyor. Üstelik bu kez sıkı bir kampanyada yolda. Doğa Derneği 'Hasankeyf'e Sadakat Yolculuğu'nun üçüncüsünü haftaya düzenliyor. Bu yolculuk sırasında bir kampanyanın da duyurusu yapılacak. Doğa Derneği Proje Koordinatörü Dicle Tuba Kılıç'ı Yeşil Hafiye'ye, Hasankeyf'te yaşanlar ve Sadakat Yolculuğu ile ilgili şunları söyledi:

"Kaya düşene kadar Hasankeyf'te hiçbir şey yapılmadı. Şimdi yeni bir kazı çalışması başlatıldı. Kültür ve Turizm Bakanlığı korumaya çalışıyor. Ancak 'Hasankeyf tamamen boşaltılsın, kazı çalışmaları yapılsın, Hasankeyfliler yeni Hasankeyf'e gitsin' isteniyor. Hasankeyf hiçbir yatırım yapılmamasına rağmen yılda 1 milyondan fazla turist geliyor. Bu yıl 2 milyon geleceği tahmin ediliyordu. Turistlerden gelir elde ediliyor ancak Hasankeyf'e hiçbir geri dönüşü olmuyor. Kaya düşmesinde daha büyük bir felaket de olabilirdi. Burada bırakın restorasyonları vs.. tek bir uyarı tabelası dahi yok."

Hasankeyf'in bir dünya mirası olduğunu ve buna hepimizin sahip çıkması gerektiğini savunan Kılıç, şöyle devam etti: "Kaya düşmesi Hasankeyf'e son darbe oldu. Kale ve çardaklar kapandı. O çardaklar ve kaleye giden insanlara rehberlik yapılması Hasankeyflilerin tek geçim kaynağı. Buralar kapanırsa Hasankeyfliler nasıl geçinecek? Gerçek Hasankeyfli 50-60 aile kaldı. Onların da sırtlarını yaslandıkları duvar başlarına yıkıldı. Bu insanlar Hasankeyf'ten çıkmak istemiyor."

Sadakat Yolculu ile Hasankeyf'in dünya mirasına alınması konusundaki imza kampanyasının yeni duyurusun yapacaklarını anlatan Kılıç, "Tarkan, Orhan Gencebay, Orhan Pamuk, Yaşar Kemal, Şiwan Perwer gibi isimlerin destek olduğu kampanya için bir duyuru yapacağız. Hasankeyf, UNESCO Dünya Mirası'nın 10 kriterinden dokuzunu sağlayan dünyada tek yer. Bu dünya mirası hepimizin. Onu korumamız gerekiyor. Bizler bu işin peşini bırakmayacağız. Biz yolculuğumuz için kaleye alternatif bir yol hazırladık. Kale açılmadan idare edilebilir ancak Hasankeyfliler çardaklar açılmadan idare edemez. Çardakların en geç ramazan sonuna kadar açılmasını talep ediyoruz. Ya açılacak, ya açılacak. Başka yolu yok."

Radikal, 19.08.2010

DEV HEYKEL KARS'I BÖLDÜ

 

 

Kars'ta eski Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu tarafından 2006 yılında heykeltıraş Mehmet Aksoy’a yaptırılmaya başlanan "İnsanlık Anıtı" çeşitli engellerle karşılaşıyor. 30 metre yüksekliğinde, 700 ton ağırlığında ve birbirini kucaklayan iki insan figüründen oluşan anıtın Ermenistan’dan da görülmesi planlandı.

Anıtın yapımına başlandıktan sonra MHP Kars İl Başkanı Oktay Aktaş, arsa üzerinde tabya ve atış mevzilerinin bulunduğunu belirterek Kültür Bakanlığı’na ve Erzurum Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’na şikayette bulundu. İncelemelerin ardından bölge, kurul tarafından 'kültür varlığı' olarak tescil edildi. Bunun üzerine belediye bir proje hazırlayarak kuruldan onay aldı. Ancak arsa hazine arazisi olduğundan yapı ruhsatlandırılamadı.

Yapım çalışmaları sırasında bazı arkeolojik bulgulara da rastlandı. Bunun üzerine kurul tarafından anıtın yıkılmasına karar verildi. Kars Belediyesi karara itiraz edince Kültür Bakanlığı tarafından dosya ikinci kez kurula gönderildi. Ancak kurul yeniden yıkım yönünde karar verdi. Kars Belediye Başkanı Nevzat Bozkuş "Halen Kültür Bakanlığı’nın konu hakkındaki kararı beklenmektedir. Kanun ne diyorsa onu yapacağız" dedi.

Eski Kars Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu, "Acılar çekilen coğrafyadan dünyaya bir insanlık mesajı verelim istedik. İkiye ayrılmış insan figürü insanın iyilik ve kötülük yanını ve bunların savaşını simgeliyordu" dedi.

 

MHP Kars İl Başkanı Oktay Aktaş, "Bölge, 1579’dan beri Timur Paşa Tabyası ve Timur Paşa Kulesi olarak anılır. SİT alanıdır, hazineye aittir" dedi. Aktaş, anıtın adının sık sık değiştiğini belirterek "Önce 'Barış Anıtı'ydı, 'İnsanlık Anıtı' oldu. Sonra 'Yurtta Sulh Cihanda Sulh Anıtı' olarak değiştirildi. Figürde iki insandan biri diğerine elini uzatıyor; diğeri ise hazır ol vaziyetinde yere doğru bakarak utanç duymuş bir halde duruyor. Utanç duyan durumdaki insan figürü Türk’ü, elini uzatan insan figürü ise Ermeni’yi temsil ediyor" dedi.

 

Heykeltıraş Mehmet Aksoy ise şunları söyledi: "Karşı karşıya konulmuş iki parça, aslında tek bir insan ve kendi kendine karşı olmuş gibi duruyorlar. Ortada bir boşluk var. Bu, insanı ve vicdanı temsil ediyor. Savaşlardan dolayı akan gözyaşı var. Figürlerde boşlukta duran bir el var. Bu el eğer tamamlansaydı barışa ve insanlığa uzanan el olacaktı. Her şey politize edildi."

Habertürk, Haber: Tacettin Durmuş, 17.08.2010

KARABÖRK'TE MAĞARA HARİKASI

 

 

Giresun'da Çanakçı'nın Karabörk beldesinde çobanlar tarafından bulunan ve damlataşı oluşumları bakımından zengin olan mağaralar gün yüzüne çıkarılmaya çalışılıyor.

Karabörk Belediye Başkanı Ömer Karaman, çobanlar tarafından bulunan mağaralarla ilgili hemen proje çalışması başlattıklarını ifade ederek, "Tarihi oluşumu çok eski olacağı için içinde geçmiş yıllarda yaşam var mıydı bilmiyoruz. Mağaraya gelen taş yollar buralarda eski tarihlerde yerleşim olabileceğini gösteriyor fakat bunları gün yüzüne çıkarmak arkeologların işi. Belediyemiz imkanlarıyla bunları yapmak çok zor biz ancak temizliğini yaptırabildik. Devletin bu işle ilgili birimleri bundan sonrasına el atıp bu güzellikleri gün yüzüne çıkarsın istiyoruz. İnşallah burası da astım gibi hastalıklara şifa merkezi olur. Karadeniz'de solunum şikayeti olan çok insanımız var." diye konuştu.

 

Mağaranın iç oluşumuyla ilgili bilgiler de veren Başkan Karaman, mağaranın damlataş oluşumları açısından çok zengin olduğunu, içinde sarkıtlar, dikitler, sütunlar, org desenli duvarlar, insan şeklinde taş figürleri, perde damlataşları, mağara çiçekleri, traverten basamaklar, fil kulağı şeklinde kayalar, küçük küçük dikitler bulunduğunu dile getirdi.

Mağaranın içinde renk cümbüşü bulunduğunu vurgulayan Başkan Karaman, "Travertenlerdeki bu çok renklilikte bize mağarada demir ve magnezyum gibi erimiş maddelerin çok yoğun olduğunu gösteriyor." dedi.

 

Mağaranın statigrafik litolajik özellikleri hakkında da bilgi veren Karaman, "Üskretase formasyonları bulunduğu yerde geniş bir yayılışa sahiptir. Genellikle andezitik ve bazaltik ile lüflerden ve aglommeralardan oluşmaktadır. Yer yer kalker, marn ve grelerden oluşan kalınlığı 50-100 metre arasında değişen arakatlar vardır. Çatlak taşlardan sızan suların oluşturduğu duvar damlataşları da mevcut. İlginçtir, bir Söğüt ağacının gövdesinden mağaraya girilmektedir. Sanıyorum bu yönüyle bile görülmeye değer bir yaratılış harikası mağaramız." şeklinde konuştu.

Giresun Gazetesi, 17.08.2001

"TÜRKLER ARTIK OSMANLI'YA FARKLI BİR GÖZLE BAKIYOR"

 



Dünyanın en önde gelen haber ajanslarından Associated Press, Türkiye'nin son dönemde Osmanlı geçmişine yaklaşımının değişimiyle ilgili ilginç bir analiz yayımladı. İşte o analizden satır başları:

 

Bu ay 100 müzisyen, dansçı, akrobat ve kostümlü aktör, biz zamanlar sultanların evi olan Topkapı Sarayı yakınlarında Osmanlı tarzı bir gösteri yapıyor. İstanbul’un uluslararası havaalanında Osmanlı şiiriyle ilgili bir sergi düzenleniyor. İmparatorluğun dört köşesinden gelen lezzetlerin mükemmel bir karışımı olan Osmanlı mutfağı da çok moda.

 

Bu ciddi bir geri dönüş. Son yüzyılın büyük bir kısmında Türklere Osmanlı İmparatorluğu’na yan gözle bakmaları söyleniyordu. İstanbul’un fethi ve diğer erken dönem zaferlere duyulan nostalji duygusu iyiydi ama sultanların aşırılıkları bir bozulma olarak görülüyor ve moden Türkiye için bir model olmadığı düşünülüyordu.

  

Bugün Osmanlıların mirası bir dönüşümden geçiyor.

 

Türkiye artık kendisini Batı’nın küçük ortağı olarak gören bir ülke değil bölgesel bir güç. Diplomatları ve girişimcileri Irak’ta, İran’da, Suriye’de ve bir zamanlar imparatorluğun parçası olan diğer topraklarda iş yapıyor. Bu kendine güvenli tavrın kökleri imparatorluk geçmişinin protokolünde, çoğulculuğunda ve İslami dindarlığında yatıyor.

 

Bu değişik görüşler Türkiye’nin kimliğinde yaşanan çatışmayı da yansıtıyor. “The Ottoman Empire: 1700-1922” isimli eserin yazarı tarihçi Donald Quataert, “Bu gerçek bir tartışma konusu: Osmanlı İmparatorluğu Türkiye için nedir?” dedi. Osmanlı’da köylü ve işçi sınıfları üzerine yoğun çalışmalar yapan Quataert, “Bu meselede 100 yıldır tartışmalar sürüyor. Karşılıklı olarak iddialar ortaya atılıyor” dedi.

 

Osmanlı’nın mirasıyla ilgili tartışmalara Mustafa Kemal Atatürk de dahil edilmek zorunda. Bugün Atatürk’ün fotoğrafları devlet dairelerini, dükkanları ve evlerin duvarlarını süslüyor. Adına yollar ve spor stadyumlar var. Ankara’ya gelen yabancı liderlerin Anıtkabir’i ziyaret etmesi çok yaygın bir durum. Atatürk’ün anısına hakaret etmek de bir suç.

 

Türklerin büyük bir çoğunluğu Atatürk’ün kriz zamanında Türkiye’yi kurtardığına inanıyor. Ancak en güçlü Atatürkçüler bile sorgusuz sualsiz bir bağlılığın demokrasiyle uyumsuz olduğunu kabul ediyor.

 

OSMANLI'NIN DİNİ MÜSAMAHASI

Osmanlı taraftarları sultanların genel olarak Hıristiyanlara ve diğer azınlıklara müsamahalı davrandığını, bunun da imparatorluğun ömrünü uzattığını belirtiyor. İsrail’i en sert dille eleştiren isimlerden biri olan Başbakan Tayyip Erdoğan, daha önce yaptığı açıklamalarda Osmanlı İmparatorluğu’nun Türklerin Yahudi karşıtı olmadığının kanıtı olduğu söylemişti.

 

Türkiye’nin Yahudilerinin büyük bir kısmının kökleri 15’inci yüzyılda İspanya’dan kaçıp Osmanlı’ya sığınan Yahudilere dayanıyor.

 

TBMM Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Suat Kınıklıoğlu, “Cumhuriyetçi tarih Osmanlı dönemini çok gerici ve karanlık bir dönem olarak tanıttı. Şimdi bizler tarihsel algımızdaki dengesizliği düzeltiyoruz” dedi.

 

YENİ OSMANLI DEĞİLİZ

Ancak hükümet, bazı yorumcuların Türkiye’nin yeni dış politika yaklaşımı için kullandığı “yeni Osmanlı” terimine karşı çıkıyor. Yetkililer Türkiye bu politikalarının hegemonya kurmak gibi bir niyeti olmadığını belirtiyor.

 

Osmanlıların yeniden popüler olması bazı olumsuzlukların üzerinin örtülmesi riskini de beraber getiriyor. Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü İlber Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğu’nun Türk halkının temel kimliği olduğunu söyledi. Türklerin bu dönemi ciddiyetle araştırdıklarını belirten Ortaylı Osmanlı’nın tam olarak anlaşılabilmesi için uzun bir yol olduğunu belirtti.

 

Ortaylı, “Tam olarak öğrenemedik, bilgilerimizde hatalar ve kara delikler var” dedi.

Hürriyet, 17.08.2010

PERGE'Yİ DE SOYMUŞLAR

 

 

Muğla’nın Milas İlçesi’nde ünlü Karya Kralı Mousolos’un babası Kral Hekatomnos’a ait 2400 yıllık mezarın defineciler tarafından soyulduğunun ortaya çıkmasının ardından, Antalya’nın Aksu İlçesi’ndeki Perge Antik Tiyatrosu’ndan paha biçilemeyen değerde eserlerin çalındığı ortaya çıktı.

 

Cumhuriyet döneminin en başarılı arkeolojik araştırmalardan biri olan ve önce Prof.Dr. Arif Müfit Mansel, ardından Prof.Dr. Jale İnan, onun ölümünden sonra da Prof.Dr. Haluk Abbasoğlu tarafından kazı yapılan Perge Tiyatrosu’ndan 1 adet figürlü kemer alınlığı ve 2 adet masklı frizin çalındığı ortaya çıktı.


MS 170 yıllarında yapımına başlanan ve Roma İmparatoru Septimius Severus (MS 193-211) döneminde tamamlanan antik tiyatronun parçalarının kırılarak çalındığı tespit edildi. Polis, soygunla ilgili araştırma başlattı.

 

Antik dönemde "Pamphylia" denilen bölgenin önde gelen şehirlerinden olan Perge, Antalya’ya 18 km uzaklıkta, Aksu Nehri’nin yakınında yer alıyor. Tarihi 1200’lere giden Perge, bugün Antalya bölgesinin en önemli turistik merkezlerinden biri.

Habertürk, 17.08.2010

VAN KALESİ'NİN RESTORASYONU DEVAM EDİYOR

 

 

Urartu Kralı 1′inci Sardur tarafından MÖ 840 yılında inşa edilen Van Kalesi’nde restorasyon çalışmaları devam ediyor. Akdamar Kilisesi, Hoşap Kalesi gibi birçok tarihi mekanı restore eden firmanın proje mimarı Adnan Vural, Osmanlı döneminden beri ilk kez restorasyondan geçirilen kalenin surlarında kullandıkları taşları Urartu dönemindeki madenden, harcını ise İtalya’dan getirdiklerini söyledi.

 

Doğal bir kaya üzerine inşa edilen Van Kalesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 2 milyon liraya restore ettiriliyor. Restorasyon ihalesini alan firma 100 işçiyle çalışmalarını sürdürüyor. Kent merkezine 3 kilometre uzaklıkta bulunan Van Kelesi’nin restorasyonunu kapsamında yıkılan surlar ve Osmanlı dönemine ait kerpiç yapılar onarılıyor.

 

Kaleler kenti olarak bilinen Van’ın en önemli kalelerinden olan Van Kalesi’nin Restorasyonunu yapan firmanın proje mimarı Adnan Vural, kale surlarında, İtalya’dan getirdikleri özel bir harç kullandıklarını söyledi. Vural, “İtalya’dan getirdiğimiz birleştirici maddenin özelliği çimento gibi tuz ve kötü bakterileri içinde barındırmıyor. Bir de burada kerpiç yapıyoruz. Kirli çamur, odun külü ve içine saman katarak yaptığımız kalıpları burada kurutarak surlarda kullanıyoruz” dedi.

Vural, surlarda kullandıkları taşları ise Urartuların kaleyi inşa ederken kullandıkları gerçek taş madeninden getirdiklerini anlattı. Adnan Vural, “Bütün kale ve yapılan surlar geniş olarak incelendi. Biz de burada elde ettiğimiz bilgiler doğrultusunda bölgede inceleme yaptık ve yapılan araştırmanın ardından Urartular döneminde sur taşlarının getirildiği madene ulaştık. Biz de şu anda bu madendeki taşları alarak surların yapımında kullanıyoruz” diye konuştu.

Haber Oku, 17.08.2010

BEŞ BİN YILLIK ANTİK ÇEŞME SUYA KAVUŞTU

 

UNESCO'nun Dünya Mirası Listesi'ne aday antik kent Sagalassos'taki tarihi Antoninler çeşmesinin restorasyonu tamamlandı.

 

Burdur'un Ağlasun İlçesi'ne 7 km mesafede bulunan ve ilk yerleşim izleri MÖ 4200 yılına kadar uzanan antik Sagalassos kentindeki çeşme, Aygaz'ın sponsorluğuyla suya kavuştu. Kayıp şehir Sagalassos'un uyandırılması projesi kapsamında 1993-1995 yılları arasında yapılan kazılarda ortaya çıkartılan çeşmenin 3.500 parçası tek tek bir araya getirildi.

Zaman, 17.08.2010

NYSA ANTİK KENTİNDE KAZILAR

 

Aydın’ın Sultanhisar İlçesi'ndeki Nysa Antik Kenti’nde 2010 yılı kazı çalışmaları başladı.

 

Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Kazı Başkanı Prof.Dr. Vedat İdil, AA muhabirine yaptığı açıklamada, antik kentteki kazı ve restorasyon çalışmalarına bu yıl 11′i Türk, 6′sı Kanadalı ve 3′ü Amerikalı olmak üzere toplam 20 kişilik kazı ekibi ve 40 işçi ile başladıklarını söyledi.

 

Bu yılki kazıların antik tiyatro, Agora ve Gymnasium olmak üzere üç ayrı bölgede yürütüleceğini ifade eden İdil, kazı çalışmalarının ekim başında sona ereceğini belirtti. İdil, kazıların sağlıklı olarak yürütülebilmesi için maddi kaynağa ihtiyaç duyduklarını vurgulayarak, Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan 108 bin TL’lik ödenek geleceğinin bildirildiğini ifade etti.

 

Nysa kazıları için her yıl 500 bin TL’ye ihtiyaç olduğunu anlatan İdil, ”İş adamlarımızdan, tarihimizin ortaya çıkması ile ilgili destek bekliyoruz. Nysa’ya önem verelim, tanıtalım. Yer altındaki eserler gün yüzüne çıkarılmalı” dedi.

Gerçek Gündem, 17.08.2010

İASOS

 

 

Kaçak kazı, definecilik, tarihi eser kaçakçılığı olaylarının Ege'deki merkezi Milas, yine bir yağmaya sahne oldu. İki hafta önce, Karya Kralı Mausolos'un babası Hekatomnos'un 2400 yıllık mezarını yağmalanmasının ardından, Milas'a 28 kilometre uzaklıktaki İasos'ta (Kıyıkışlacık) bir mezar talan edildi.

 

Her şey Tepeköy mevkiinde 100 dönümlük araziyi satın alan bir İngiliz şirketinin, zeytin ağaçlarını söküp, dağdan denize kadar tüm araziyi tıraşlamasıyla başladı. Hafriyat taşıyan dev tonajlı kamyonlar, köy yolunu köstebek yuvasına çevirdi. Bir süre sonra yol kenarına elektrik direkleri dikilmeye başlandı. İşçiler, direk dikerken bir mezar buldu. Geriye zarar görmüş taş parçaları kalırken, lahitin içindekilerin ve işçilerin kayıp olduğu ortaya çıktı.


İnşaatın yapıldığı arazinin 'mal sahibi', geçen yıl 'Milas Vergi Rekortmenleri' listesine 7'nci sıradan giren İngiliz şirketi Signature Resorts. Taşeronları ise Eskişehir'in en zengin ikinci ailesi Güçlü'lerin 'Güçlü İnşaat'ı. İasos halkının iddiasına göre İngilizler, 100 dönüme 'sığmayarak' orman arazisine girdi. 2 hafta boyunca yazılı ve sözlü sorular yönelttiğimiz Güllük Belediye Başkanı Aytunç Kayrakcı, sessiz kalmayı tercih etti. Kısa bir süre önce tatil için bölgeye giden Devlet Bakanı Cevdet Yılmaz'ın ise konudan haberdar olduğu, vatandaşlara 'İlgileneceğim' dediği öğrenildi.

Akşam, 17.08.2010

EYÜP SULTAN CAMİİ VE ÇEVRESİNE YENİ DÜZENLEME

 

 

Eyüp Belediyesi ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kentsel Tasarım Müdürlüğü tarafından yapılan tespitler kapsamında Eyüp Sultan Camisi ve yakın çevresindeki Fahri Korutürk Caddesi, Eyüp Sultan Bulvarı, Hazreti Halit Bulvarı, Kalenderhane Caddesi ve Piyerloti'ye çıkış yolu üzerindeki yapıların cepheleri restore edilecek. Buna göre mevcut cadde ve sokakların yanısıra Halit Paşa Caddesi, Eyüp İskele Caddesi, Dipçik Sokak, Balıkçı Bakkal Sokak, Bülbüldere Caddesi, Kırkmerdiven Caddesi ve Gümüş Sokak'ta kötü görünüm oluşturan 234 adet binanın cephesi yeniden ele alınıp düzenlenecek.

Çalışma kapsamında cephelerde bulunan ilan-reklam ve tanıtım tabelaları, klimalar, tenteler, yağmur boruları, çanak antenler belli bir standarda sokulacak. Alternatif projelerle, bina cephelerinde özensiz kapatılan balkon ve pencerelere düzen getirilecek, binalara renk kodları verilerek cadde boyunca bir armoni oluşturulacak. Proje kapsamında zemin düzenleme çalışmaları da yapılacak ve proje alanında bulunan cadde ve meydanların kotları ile altyapı bilgileri çıkartıldıktan sonra yeniden düzenlenecek. Zeminde ve bina cephelerinde yer alan her türlü kent mobilyası detaylarıyla birlikte yeniden tasarlanacak.

Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 17.08.2010

ERDEK'TE TÜRKİYE'NİN İLK ADA MÜZESİ KURULUYOR

 

 

Meryem Ana Kilisesi'ndeki kazı çalışmalarını yöneten Kazı Başkanı Yrd. Dr. Nurettin Öztürk, çalışmalar tamamlandıktan sonra Zeytinliada'nın Erdek halkı için umut kapısı olacağını söyledi. Öztürk, Zeytinliada'nın ülkemizin ilk ada müzesi olarak ziyarete açılacağını da müjdeledi.

Balıkesir'in Erdek İlçesi çay bahçeleri karşısında bulunan Zeytinliada'da geçtiğimiz yıl başlatılan kazı çalışmaları bu sezonda da devam ediyor. Kazı Başkanlığını Yrd. Doç.Dr. Nurettin Öztürk'ün, Bakanlık temsilciğini ise Kuva-yi Milliye Müzesi Arkeologlarından Tarkan Özal'ın yaptığı çalışmalarda 25 kişiden oluşan bir ekip görev yapıyor. Kazılarda Meryem Ana Kilisesi'ne ait çok önemli bulgular gün yüzüne çıktı. Kazı Başkanı Erzurum Atatürk Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Dr. Nurettin Öztürk, çalışmaların tümünü iki yıl içinde tamamlamayı düşündüklerini söyledi. Doç.Dr. Nurettin Öztürk, "Kazıların bitmesinden sonra tüm Hıristiyan aleminin ilgisini çekecek kilise nedeniyle gerçekleştirilecek restore projesinden sonra Zeytinliada'nın Erdek halkı için umut kapısı olacağına gönlüden inandığını söyleyerek kazılar 10 Eylül'de sona erecek" dedi. Öztürk, adada bir 'Arkeopark Projesi' uygulamak için Koruma Kurulu'na yaptıkları başvurunun olumlu karşılandığını söyledi. Projenin onaylandığını ifade eden Uzer, proje kapsamında adada yeşil alanlar, bilgi panoları, yürüme yolları, gezi ve seyir alanları, dürbünle izleme bölümleri ve çay bahçelerinin bulunacağını vurguladı. Öztürk, Zeytinliada'nın ülkemizin ilk "ada müzesi" olarak ziyarete açılacağını vurguladı.


İzmir Efes'deki Meryem Ana Kilisesi'nden sonra ikinci Meryem Ana Kilisesi olarak kabul edilen Erdek Zeytinliada Meryem Ana Kilisesi'nde 3 yıl içinde yapılan antik kazılar sonunda kilise, manastır, hamam, yazma, yeraltı kilisesi, papaz mezarı, orkestra ile ayin odası ve açık hava tapınağı gün yüzüne çıktı. Halen açma çalışmaları süren 10. yüzyıl Bizans yapısı olan kilise içinde ortaya çıkan en ilginç bulgu; günah çıkarma odası bir nevi terapi odası ve haç motifli monolit beyaz mermerden oyulmuş vaftiz havuzuna rastlandı. Doç.Dr. Nurettin Öztürk, bu durumun sevindirici olduğunu ifade etti. Kazıldıkça adeta tarih fışkıran adadaki kilise sütunların birinde İznik İlçesinin orijinal adı olan NIKIA yazısı da ortaya çıktı.

 

Kilisedeki orkestranın bulunduğu alanda bulunan üst yapıyı taşıyacak monolit sütunlar içinde ele geçen yazıt üzerindeki NIKIA yazıtını Doç.Dr. Öztürk şöyle açıkladı: "NIKIA yazıtı Bursa'nın İznik İlçesinin antik adıdır. İznik bu dönemde konsüllük yaptığı için (Genç Bizans Devri) konsül toplanarak bu adaya bir Meryem Ana Kilisesi yapılması için karar almış. Ayni yazıtın bir diğer uzantısını manastırın girişinde ele geçti".


Şu anda Fener Rum Ortadoks Kilisesinde korunan yaklaşık 1 metre boyutlarında dünyada orijinali az olan Meryem Ana resminin Zeytinliada'daki Meryem Ana Kilisesinden gittiğini belirten Doç.Dr. Öztürk, "Buradaki Meryem Ana Kilisesinin Ortadoks kiliselerinden farkı, burada hac görevini tamamlayan bir unsur olarak diğerlerinden ayrılmaktadır. Antik kaynaklardan öğrendiğimize göre vasiyetinde insanlar Zeytinliada'ya gömülmeyi istiyorlar. İyi imkanlarla burası 5 yıl içinde turizme açılır. Hacı olmak isteyen Hıristiyan alemi buraya büyük ilgi gösterecekler. Kybele tapınağından, Roma tapınağına ve Meryem Ana Kilisesi'ne giden üçlü bir yapım evresi var."

Yeni Şafak, 17.08.2010

BEKLENEN HASAR 50 MİLYAR $

 

Marmara’daki 7.6’lık bir depremde deniz tabanıyla birlikte Bursa, Balıkesir ve Çanakkale’nin 5 metre batıya kayacağını belirten Prof.Dr. Celal Şengör, beklenen hasarın da 50 milyar dolar olarak hesaplandığını söyledi.

 

İstanbul Teknik Üniversitesi Maden Fakültesi Jeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Celal Şengör, Marmara Denizi’nde beklenen deprem ve olası etkileri üzerine yaptığımız söyleşide çarpıcı sayılarla önümüzdeki tehlikeyi ortaya koydu. Prof. Şengör depremde nerelerin ne kadar etkileneceğini ve depreme hazırlıklı tek kurumun Türk Silahlı Kuvvetleri olduğunu da da anlattı.


İstanbul depremi nasıl hissedecek?
- Parçalı kırılırsa, yani Tekirdağ tarafındaki fay kırılırsa İstanbul’un Anadolu yakasının güney sahili, doğudaki kısım yani Adalar’ın arkasındaki fay kırılırsa İstanbul’un batısındaki güney sahilleri, eğer tek parçalı kırılırsa Boğaziçi köprüsünün güneyindeki Avrupa ve Anadolu yakasındaki güney sahilleri tehlike altında olacak. Yani deprem buralarda 9-10 şiddetinde hissedilecek. 7.6 büyüklüğündeki depremde Marmara Denizi’nin tabanı özellikle güney Marmara’daki şehirler (Bursa, Balıkesir, Çanakkale), 5 metre batıya doğru kayacak. Bu büyüklükteki deprem, Hiroşima’ya atılan atom bombasının 175 katının çıkardığı enerji miktarına eşit olarak hesaplanıyor. Aynı zamanda bu 2 milyon 640 bin ton TNT’ye denk geliyor. Yani 400 trilyon tonluk bir kütle bir dakika içinde 5 metrelik bir atım sağlıyor.


Kente vereceği hasar?
- Yine yapılan hesaplara göre bu depremin zararı, Japon JICA adlı kuruluşun hesabına göre, 50 milyar dolar. Şili depremindeki hasardan daha fazla. Yine en kötü deprem senaryosuna göre 52 bin ila 87 bin arasında can kaybı yaşanacak. 135 bin kişi ağır yaralanacak. Yaklaşık 60 bin bina ağır hasar, 128 bin orta hasar görecek. Kısaca binaların yüzde 60’ı hasar görecek.

Fay sanki Marmara’da bir yerlerde takılmış, kilitlenmiş gibi değil mi?
- Yeşilköy ile Silivri arasında fayın takıldığını, kilitlendiğini düşünüyoruz. Fay burayı aşarsa, yani kırılma gerçekleşirse büyük deprem bizi bekliyor, demektir.


Tarihi eserler etkilenecek mi?
- Tarihi eserler arasında Topkapı Sarayı çok büyük tehlike altında. Bir konuşmamızda ben sormuştum, Prof.Dr. İlber Ortaylı, Topkapı Sarayı’nda ciddi hiçbir çalışma yapılmadığını sadece makyaj yapıldığını bana bizzat söylemişti. Topkapı Sarayı’na 1999 depremi sonrası o zamanın yöneticisi bakmamı istemişti. Baktık ve müthiş zarar gördüğünü belirledik. Özellikle Hazine Dairesi'nin ön duvarı sahil yoluna bakan duvar ayrılmak üzereydi. Daha önce 1509’da o duvar çökmüş. 1999 depreminde duvar tekrar ayrılmak üzereydi. Kubbelerde koca koca çatlaklar oluşmuştu. Eğer Topkapı Sarayı yıkılırsa meydana gelecek yağmayı kimse engelleyemez. Dünyanın en büyük tek kristal zümrütü Topkapı’da. Adamın biri bunu alsa götürse nereden bulacaksın, mümkün değil. Kaşıkçı elmasını at cebine git, kim bulacak? Topkapı Sarayı’nı bilen birisi oradan çok şey götürür.


Ayasofya’nın durumu nedir?
- Ayasofya’ya bir şey olmaz. Olsa olsa kubbe çöker. Çünkü kubbe daha Ayasofya yapılırken çökmeye başlamış. Ama sonra onun da önlemini almışlar. İki büyük depremde kubbe çökmüş. 16. yüzyıla gelene kadar Ayasofya epeyce zarar görmüş depremlerden. Ancak Kanuni Sultan Süleyman, Mimar Sinan’a buranın onarımını yaptırmış. Mimar Sinan da Ayasofya’yı piramit haline getirmiş. Çok büyük ayaklar dikmiş. İstediğin kadar salla bir şey olmaz. Büyüklüğü 8’in üzerinde depremlere bile dayanıklı bir yapı Ayasofya.

 

Milliyet'ten kısaltarak, Haber: Önay Yılmaz, 17.08.2010

GODOT'YU BEKLERKEN TOKİ GELDİ

 

 

Cumhuriyet devrinde Trakya’ya yapılan yegane demiryolu yatırımı olan Kırklareli tren istasyonu yok olmanın eşiğinde. Görkemli gar binasından çok istasyonun devasa büyüklükteki arazisi iştah kabartıyor. 1930’lu yıllarda ilk açıldığında “üç vagonla” gidip gelen tren, şehri İstanbul ve Edirne’ye bağlıyordu. Ayrıca Babaeski ve Alpullu’ya da düzenli seferler vardı.

1934’teki Trakya Olayları sırasında Kırklareli tren istasyonu Yahudilerin can pazarı olmuştu. 3-4-5 Ağustos tarihlerinde mallarını bırakıp canlarını kurtarmak için istasyona koştuklarında, her zaman üç vagonlu olan trenin bir düzine vagonla takviye edildiğine tanık oldular. Üç gün içinde Kırklareli’nde tek Yahudi kalmamıştı. Bu olay istasyonun mazisinden acı bir hatıradır.



 

Sonra burası karayolları için gözden çıkarıldı, trenler gelmez oldu, rayların arasında ısırganlar, baldıranlar yükselmeye başladı. Kırklareli Belediyesi çöplüğe dönüşen araziyi nihayet park haline getirdi. Şimdi burada festivaller, şenlikler düzenleniyor, güreş müsabakaları yapılıyor. Ahali buraya çıkan yola çok güzel bir ad takmış: “Albeni Görbeni Caddesi”, insanlar yazları süslenip püslenip burada piyasa yapıyor, çocuklar burada oynuyor.

Treni soracak olursanız, o elli senedir Godot’yu bekliyor. Gerçi bundan iki yıl önce zoraki bir tren geldi ama bu bir “promosyon” ziyaretiydi. Bunun için çobanlar demiryoluna bağladıkları keçileri topladılar, çimenler biçildi, çalı-çırpı arasında kaybolmuş olan raylar meydana çıkarıldı ve belediye bandosunun çaldığı İzmir marşı eşliğinde “Hürriyet Treni” istasyona giriş yaptı. O zaman istasyonun kurtarılması, demiryoluna tekrar can verilmesi için bol bol nutuklar atıldı. Tren gittikten verilen sözler unutuldu.





Yıllardır yerel çıkar gruplarının arsasına göz koyduğu Kırklareli tren istasyonu, TCDD mülkü olduğu için belediye meclisi entrikalarıyla “hiç” edilemedi. Arsızca nice talepler oldu fakat pastanın dilimi o kadar büyüktü ki, Ankara bunu taşra eşrafına yedirmezdi. Nitekim yeni çıkarılan bir kanuna göre TOKİ, Özelleştirme İdaresi ve TCDD eğer bir arsaya göz koyarsa, kendi imar planını uygulayabiliyor. Şimdi sırada Kırklareli Tren İstasyonu var, ahali bu konuda ikiye ayrılmış; kimisi “TOKİ gelsin, gençlere iş çıkar” diyor, kimileri ise umutsuzca Godot’yu bekliyor...


Ntmsnbc, Fotoğraflar: Cem Göçmen, 17.08.2010

DAVUT SAVAŞI İTALYA'YI BÖLDÜ

 

 

İtalya’da Davut heykeli savaşı patlak verdi. Floransa kent konseyi, Rönesans döneminin dahi heykeltraşı Michelangelo’nun yılda 1.5 milyon ziyaretçisi olan ünlü Davut heykelinin mülkiyetinin kendilerine ait olduğunu ileri sürerek, İtalyan Devleti'ne hukuk savaşı açmakla tehdit etti.

İtalya devleti ise heykelin 1861’deki birleşmeden önce Toskana’ya ait olduğunu ve Floransa’nın mirasçı olmadığını savundu.


Floransa yerel yönetiminin iddiaları üzerine İtalya Kültür Bakanlığı, açılacak olası bir davada iddialarını kanıtlamak için, konuyla ilgili eski belgeleri toplayarak hazırlık yapmaya başladı.

 

Kültür Bakanı Sandro Bondi’nin avukatları, Davut heykelinin 1871 yılında dikildiği alandan alınarak, Floransa’daki Akademi galerisine yerleştirildiğini hatırlatarak, “O tarihte Floransa herhangi bir mülkiyet hakkı iddiasında bulunmadığı gibi, o dönemde var olan cumhuriyet bugün mevcut değildir. Dolayısıyla, heykel İtalyan devletinin malıdır” ifadesini kullandılar.


Kültür Bakanlığı’nın avukatlarının öne sürdükleri bu iddiaya karşılık olarak Floransa’nın merkez sol Belediye Başkanı Matteo Renzi, şunları söyledi:
“Tüm belgeler, heykelin kentimize ait olduğunu gösteriyor. Bakan Bondi ile buluşarak, bu çocukça tartışmaya son verip bir anlaşmaya varmaktan çok mutlu olurum. Ancak, heykel konusunda her türlü mücadeleye hazır olduğumuzu da vurgulamak isterim.”

 

1501 yılında, o dönemde Toskana büyükdükalığına ait olan Floransa kenti, katedral Palazzo Della Signoria için Michelangelo’ya Davut heykeli ısmarlamıştı. Michelangelo, 5 metre boyundaki heykeli 1504 yılında tamamlamış ve eseri için 400 florin ücret almış. 


Heykel, Tevrat’ta da yazan, Davut’un sapanıyla attığı tek taşla dev Goliath’ı öldürmesini temsil ediyor. Heykel, büyükdükalığın çevresindeki diğer krallıklara karşı gücünün sembolü olarak düşünülmüş.

Hürriyet, 17.08.2010

DUYURU

 

 

İSTANBUL BOĞAZI KARAYOLU TÜP GEÇİŞ PROJESİ

 

Yaklaşık 1 milyar dolara mal olması beklenen lastik tekerlekli araçların kullanacağı tüp geçiş Ulaştırma Bakanlığı DLH İdaresince hazırlanan İstanbul Boğazı Karayolu Tüp Geçiş Projesi 30.06.2008 tarihinde ihale edilmiş ve 13 Ocak 2009 tarihinde Türk-Kore ortaklığında Yap-İşlet-Devret Modeli ile sözleşme imzalanmıştır. Karayolu Boğaz Tüp Tünel Geçişi Projesi, Avrupa yakasında, Florya-Sirkeci Sahil Yolu'nun (Kennedy Caddesi) Kazlıçeşme mevkiinden başlayarak, Anadolu tarafında Ankara Devlet Yolu'nun Göztepe Kavşağı mevkiinde bitirilecektir.

Otomobiller, küçük otobüs ve minibüslerin kullanacağı tüp geçiş projesinden günde en az 65 bin aracın geçmesi bekleniyor. Projenin, denizin altından geçen yaklaşık 3,3 kilometrelik bölümü ile her iki yakadaki mevcut yollara bağlanacaktır. Geçiş 2,1 kilometrelik bölümü delme tünel olmak üzere toplam 5,4 kilometre uzunluğunda tünelden oluşacaktır. Proje kapsamında ayrıca, Avrupa ve Anadolu tarafında havalandırma şaftları, Avrupa yakasında ücret toplama gişeleri, tünel işletme binası inşa edilecektir. İki katlı ve ikişer şeritli planlanan tünelde katlardan birisi giden araçlara, diğeri ise gelen araçlara ayrılacaktır. Sadece hafif araçlar tünelden geçiş yapabilecek, ağır vasıtalar tüneli kullanamayacaktır.

Proje, 10.04.2009 tarihinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından onaylanmış ve 4. No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun onayına sunulmuştur. Tünelin Çatladıkapı yakınlarında yüzeye çıkarak Sirkeci-Yeşilköy sahil yoluyla birleşeceği bilinmektedir. Çatladıkapı mevkiinde Bizans’ın önemli saraylarından Bukaleon Sarayı ve Limanı bulunmaktadır. Projenin bu şekliyle hayata geçirilmesi durumunda Saray ve Liman’a zarar vereceği açıktır. Bu sebeple asli işi kültür varlıklarını korumak olan Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu üyelerine projeye onay çıkması için yoğun bir baskı yapıldığı duyumu alınmaktadır. Nitekim 4. No.lu Kurul üyelerinden Arkeolog / Sanat Tarihi Uzmanı Dr. Feridun ÖZGÜMÜŞ’ün projeye onay vermediği bilinmektedir. Bu gelişmeler yaşanırken, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından, 12.08.2010 tarihinde, Dr. Feridun ÖZGÜMÜŞ’ün Kurul üyeliğinden alınarak Ankara Yenileme Kurulu’nda görevlendirilmesi bu konudaki endişelerimizin artmasına neden olmuştur.

Bizans’ın önemli saraylarından biri olan Bukaleon Sarayı'nın yakınından geçen tüp tünel, aynı zamanda kentsel ve arkeolojik sit alanı sınırlarında kalmaktadır. Proje tamamlandıktan sonra, Tarihi Yarımada’nın Tüp tünele geçiş güzergahı olarak kullanılacağı açıktır. Bu durum sadece Bukaleon Sarayı’na değil Tarihi Yarımada’daki önemli pek çok yapıya da zarar verecektir. Son yıllarda gerçekleşen benzeri yatırımların suriçi ve yakın çevresinde yaratabileceği olumsuz etkiler artık tüm kamuoyu tarafından bilinmektedir. Buna rağmen, uzmanların, projeler başlamadan önce, arkeolojik kalıntılar ile karşılaşılacağını ve Tarihi Yarımada için doğuracağı olumsuz etkileri açıkça dile getirmesine rağmen önlem alınmaması ya da proje başladıktan sonra alelacele önlem alınmaya çalışılması artık kamuoyunu tatmin etmeyeceği açıktır. Olumsuz bir gelişmenin UNESCO Miras Listesi’nden çıkarılmakla karşı karşıya olan İstanbul’u daha da zor durumda bırakacağı; hızla tahrip olan kentin belleğine yeni bir darbe vuracağı endişesini taşımaktayız.

Kamuoyuna saygı ile duyurulur.

Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi , 16.08.2010



******


"SİLUET BOZULMAYACAK"

 

UNESCO’nun Haliç Metro inşaatını gerekçe göstererek İstanbul’u Dünya Kültür Mirası Listesi’nden çıkarma girişimi projenin sahibi Hakan Kıran’ı harekete geçirdi. Kıran, projeyi kentin tarihsel yapısına uygun olarak değiştirdi ve köprü ayağını 17 metre düşürüldü.

 

Brezilya'da 3 Ağustos’ta toplanan UNESCO Dünya Miras Komitesine, İstanbul’u Dünya Mirası Listesi’nden çıkarmayı düşündüren projelerden biri Haliç Metro Geçiş Köprüsü idi. Fakat projenin mimarı Hakan Kıran, projeyi, kentin tarihsel yapısına uygun olarak değiştirdi. Köprünün, Süleymaniye Camii ve Haliç’in siluetini bozmakla suçlanan ayakları 82 metreden 65 metreye, taşıyıcı kabloların birleştiği yükseklik ise 60 metreden 55 metreye düşürüldü. Şehzadebaşı ve Şişhane çıkışındaki tünel ağızlarının çıkış yüksekliği ise 14 metre. İstanbul’u Dünya Miras Listesi’ne alırken, UNESCO’nun “İnsan dehasının emsalsiz bir başyapıtı ve Osmanlı yapılarının en üst rütbesi” olarak nitelediği Süleymaniye Camisi’nin denizden yüksekliği ise 58 metre. Kıran, 9 gün boyunca bütün oturumlarına katıldığı Brezilya toplantılarında yaptıkları çalışmaları şöyle aktardı:
“Brezilya toplantılarında, Haliç Köprüsü’yle ilgili kriter, sadece üstün evrensel değeri olan Süleymaniye Camisi’nin siluetinin etkilenmesi konusuydu. UNESCO, son oturumda 14 metre yüksekten geçen köprünün yapılmasını destekledi.

Üyelere, Haliç’teki mevcut köprülerin ayaklı yüzer köprü veya kirişli olmasından dolayı eko sistemin öldüğü, yeni yapılacak ayaklı veya dubalı köprülerin bu süreci hızlandırıp, çözümü imkansızlaştıracağı anlatıldı. Leonardo da Vinci, 500 yıl önce yazdığı mektupta, mucit olarak en büyük iddiasının, Haliç’te tek bir kemerle geçecek ayaksız köprü yapmak olduğunu söylemişti. Biz şimdi, Vinci’nin hayalini bugünkü teknolojiyle birleştiriyoruz.”

Hürriyet, Haber: Fatma Aksu, 19.08.2010

TARİHİ ESER KAÇAKÇISINA SUÇÜSTÜ

 

Kocaeli'nde, müşteri kılığına giren jandarma ekipleri, 119 sikkeyi satmaya çalışan bir şahsı suçüstü yakaladı.

 

Bir ihbarı değerlendiren Kocaeli İl Jandarma Komutanlığı, Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde satmak üzere tarihi eser niteliği taşıyan sikkelerin getirileceğini tespit etti. Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine gelen M.P., müşteri kılığındaki jandarma personeline tarihi sikkeleri satmak isterken yakalandı. Yakalanan M.P. jandarmada alınan ifadesinin ardından sevk edildiği adli makamlarca tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Kocaeli Kent Haber, 16.08.2010

PAMUKÇU HAN RESTORE EDİLİYOR

 

Konya’nın merkez Meram İlçe Belediyesi, Pamukçu Han’ın restorasyon çalışmalarını başlattı.

 

İlçenin tarihi ve kültürel varlıklarını korumaya yönelik çalışmalarla dikkat çeken Meram Belediyesi, İstasyon yanındaki tarihi otelden sonra şimdi de Hatunsaray yolu üzerindeki Pamukçu Han’ın restorasyon çalışmalarını başlattı. Meram Belediye Başkanı Serdar Kalaycı, Karamanoğulları Beyliği döneminden kalma Pamukçu Han’daki restorasyon çalışmalarını inceledi. Konya merkeze 20 kilometre uzaklıktaki tarihi Pamukçu Han’ın restoresinin ardından halkın kullanımına sunacaklarını belirten Başkan Kalaycı, aynı proje kapsamında hanın karşısındaki çeşmenin de onarılacağını söyledi.

Konya Hakimiyet, 16.08.2010

AİZANOİ ANTİK KENTİNDE KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI

 

Kütahya’nın Çavdarhisar İlçesi'ndeki Aizanoi Antik Kenti’nde başlayan, eylül ayının sonuna kadar sürmesi planlanan kazılarda, Zeus Tapınağı çevresindeki erken Roma dönemine ait eserlerin gün ışığına çıkarılması hedefleniyor.

 

Almanya’nın Freiburg Üniversitesi Klasik Arkeoloji Bölümü ve Aizanoi Antik Kenti Kazı Grubu Başkanı Prof.Dr. Ralf von den Hoff, AA muhabirine yaptığı açıklamada, antik kentte geçen yıl 20 gün çalışabildiklerini hatırlattı.

 

Bu yıl 17 kişilik ekiple eylül ayının sonuna kadar çalışmayı planladıklarını ifade eden Prof.Dr. Hoff, ekipte Almanya, Türkiye ve İtalya’dan mimar, arkeolog, tarihçi ve öğrencilerin yer aldığını bildirdi.

Kazının yanı sıra restorasyona ağırlık vereceklerini söyleyen Prof.Dr. Hoff, ”Eylül sonuna kadar sürmesi planlanan kazılarda Zeus Tapınağı çevresindeki erken Roma dönemine ait eserleri gün ışığına çıkarmayı hedefliyoruz. Kazılarımız 2007-2009 yıllarında bulduğumuz su kanalının etrafındaki alanda yoğunlaşacak” dedi.

 

Aizanoi’nin adı ”Su Perisi Erato” ile efsanevi kral Arkas’ın birleşmesinden ortaya çıkan mitoloji kahramanı ”Azan”dan geliyor. Aizanoi, Frigya’ya bağlı Aizanitislerin ana yerleşim merkezlerinden biri diye nitelenirken kent alanının MÖ 3000′li yıllardan itibaren kullanıldığı tahmin ediliyor. Hellenistik dönemde Bergama Krallığı ile Bithinya arasında el değiştirdiği bilinen Aizanoi’nin MÖ 133′de Roma egemenliğine girdiği tarihi kaynaklarda yer alırken bir piskoposluk merkezi kentin erken Bizans döneminde önemini yitirdiği belirtiliyor.

 

13. yüzyılda Çavdar Tatarlarının üssü olduğu, sonraları Çavdarhisar ismini aldığı kaydedilen kent, Avrupalı gezginlerce 1824 yılında keşfedildi.

 

”İkinci Efes” olarak nitelendirilen Aizanoi’de Alman Arkeoloji Enstitüsünce 1970′ten itibaren her yıl yapılan kazılarda dünyanın en iyi korunmuş Zeus Tapınağı, 20 bin kişi kapasiteli tiyatro ve ona bitişik 13 bin 500 kişilik stadyum, iki hamam, dünyanın ilk borsa yapısı, sütunlu cadde, Kocaçay üzerinde 5 köprü, ”Meter Steunene” kutsal alanı, nekropoller, bir bent ve su yolları gün ışığına çıkarıldı, Zeus Tapınağı’nın çevresinde MÖ 3000′li yıllara ait yerleşim tabakaları bulundu.

Zaman, 16.08.2010

ULUCAMİ'DE ONARIM ÇALIŞMALARI BİTİYOR

 

Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından, kentin en önemli anıtsal yapılarından biri olan Ulucami'de başlatılan cephe temizleme ve çevre düzenleme çalışmalarında sona yaklaşılıyor. Çalışmaları yerinde inceleyen Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, kente gelen yerli ve yabancı turistlerin ilk olarak Ulucami'yi ziyaret ettiğini hatırlatarak, çalışmalar tamamlandığında bu tarihî yapının ilk günkü ihtişamıyla misafirlerini ağırlayacağını söyledi.

1402 yılında Yıldırım Beyazıt Han tarafından yaptırılan Ulucami'de, çalışmalar kapsamında öncelikle cenaze namazının kılındığı alanda çitle çevrili yeşil alan yeniden düzenlendi ve tören yapılan alan genişletildi. Yeşil alandaki ağaçlar korunurken, bölgedeki toprak zemin kaldırılıp, abdest alma çeşmeleri daha geriye alındı. Böylece daha fazla cemaatin rahatça cenaze, cuma ve bayram namazı kılabileceği büyük bir alan ortaya çıkarıldı. Ayrıca zemin yarım metre aşağıya indirilerek caminin dışındaki su tahliyesini sağlayan drenaj kanalları yeniden aktif hale getirildi. Ulucami'nin kuzeyindeki alt avludaki şadırvanların üzerleri, orijinalinde olduğu gibi ahşap kubbelerle örtülecek. Böylece caminin avlusu da abdest almak isteyenler için daha muhafazalı hale gelecek. Başkan Altepe, "Ulucami cephesinin restorasyonuyla Bursa'nın vitrini olan Atatürk Caddesi de ayrı bir güzelliğe bürünecek." diye konuştu.

Cami içindeki şadırvanın da kullanılır hale geleceğini dile getiren Altepe, başta güvenlik olmak üzere caminin tüm sorunlarının bundan sonra Büyükşehir Belediyesi tarafından çözüleceğini sözlerine ekledi.

Zaman, Haber: Fatih Ulukılıç, 16.08.2010

ÇALINAN TARİHLE IRAK YENİDEN İNŞA EDİLİR

 



Üç yüz kadar kişi Bağdat'ta bugün bombaların patladığı Hayfa Caddesi üzerindeki binadan güvenlik güçlerinin ayrılmasını bekledi. Doğru zamanı kollayıp içeri daldılar. Talan edilen o binanın adı Irak Ulusal Müzesi'ydi. Tarih ise Nisan 2003... O gün, müze müdürü olan arkeolog Donny George Youkhanna, yağmacıları iki gruba ayırıyordu: "Sanıyorum birkaç tip yağmacı vardı. Bir grup önüne geleni almaya gelmişti. Masa, koltuk, sandalye... Diğer grup ise belli ki daha önce müzeye gelmişti. Eserleri tanıyordu ve aradan seçtiklerini aldı. Son grupsa çok bilinçliydi. Adeta elindeki 'alışveriş listesine göre' hareket ediyordu."

Iraklı "Hıristiyan Asuri" arkeolog, Irak Ulusal Müzesi'nin müdürü, Irak Antik Eserleri ve Mirası Yönetim Kurulu Başkanı olarak görev yaptığı 2005'e kadar, müzeden yağmalanan (tahmini 170-270 bin arasında) ve yaklaşık 13 bin adet arkeolojik siteden çalınan 15 bin tarihi eseri geri kazandırdı. Ancak mensup olduğu din, işgal sonrası ortamda güvenliğini ortadan kaldırmıştı. Bir yıl sonra ailesiyle Suriye'ye kaçtı. Sonra da uzun süredir arkadaş olduğu ABD New York Stony Brook Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Elizabeth Stone'un davetini kabul edip üniversitede misafir profesör olarak göreve başladı.

"Irak benim evim ama ne yazık ki benim ve ailem için hala güvenli değil" diyen Youkhanna, 7 yıl önce yaşanan yağlama olayının katlanarak, gizliden gizliye devam ettiğini söylüyor.

"Üniversitede uydu sayesinde Irak'ta bir milyon kadar site tespit ettik. Ancak kazmadan toprağın altından neyin çıkacağını bilemezsiniz ama şu anda bu güvenlik nedeniyle mümkün değil" diyor Youkhanna ve devam ediyor: "Ürdün başta olmak üzere Lübnan, hatta Türkiye üzerinden tarihi eser kaçakçılığı yapılıyor. Bu o kadar büyük bir gelir ki herkes biliyor ama sesini çıkarmıyor. Nasıl İsviçre kara para aklanan yer olarak bilinirdi. Şimdi de Dubai'den alınan yasal belgelerle eserler Irak'tan kaçırıldı ve tüm izleri siliniyor. Biz izini sürebildiklerimizin iadesi için çalışıyoruz ama çok zor..."

George Youkhanna, Bağdat'taki önemli Osmanlı eserlerinden Bağdat Valisi Ahmet Paşa'nın kızı adına yapılan Adile Hatun Camisi'nin (1754) bulunduğu alana bir dükkan yapılacağını da söyledi. Türkiye'nin Bağdat Büyükelçiliği yetkilileriyse, böyle bir duyum aldıklarını ancak kesin bir bilgi ulaşmadığını belirtti. Youkhanna, tarihi eserlerin dünün ve bugünün insanlık tarihini yazdığını ise çarpıcı bir dille hatırlatıyor: "Bugün Irak'tan çalınan binlerce eserin parasıyla Irak yeniden inşa edilirdi. Bu ortak insanlık mirası. İnsanlık elden gidiyor..."

Müzeden çalınan en değerli parça, Irak Ulusal Müzesi yağmalandığında tüm uzmanların yas tuttuğu Fenike sanatına ait en büyük eserlerden biri kabul edilen, "Aslan ve Genç Numibyalı"(MÖ 850). Asurilerin yaşadığı Nemrut kentinden çıkarılan altın kaplamalı fildişi plaka, dişi bir aslanın bir Afrika medeniyeti olan Numibyalı bir gence saldırmasını resmediyor (sağda). George Youkhanna, bir Sümer kenti olan 5 kilometre uzunluğundaki Um Al Agareb'de 1999-2000 yıllardaki kazıları yürütmüş. Kazı yaptığı bir diğer alansa MÖ 2350'de kurulan, 8 kilometre uzunluğundaki Sümer-Akad şehri Umma. Youkhanna, "Bunlar sadece ikisi, biz uydudan bir milyon alan tespit ettik" diyor.

Sabah, Haber: Şule Güner, 16.08.2010

DANYAL PEYGAMBERİN MEZARINA 1.6 MİLYON TL

 

MÖ 4-5’inci yüzyıllarda yaşayan Danyal Peygamber'in, Mersin’in Tarsus İlçesi'ndeki Makam Camisi’nin inşaat çalışması sırasında bulunan mezarının uygulama projesinin 1.6 milyon TL bedelle ihale edileceği bildirildi. Cami zemininden 6.5 metre derinlikte Danyal Peygamber'in mezarının muhafazası olan Horasan mozaiğine ulaşıldığını anlatan Tarsus Kaymakamı Mehmet Gödekmerdan, “İTÜ tarafından yapılan uygulama projesinin ihalesi 23 Ağustos 2010 tarihinde yapılacak” dedi.

Türkiye Gazetesi, 16.08.2010

PADİŞAHIN TAHTI, TOPKAPI'DA DEĞİL OTELDE

 

Osmanlı Padişahlarından Sultan 2. Abdülhamid’in dünyaca ünlü tahtı, Balıkesir’in Erdek İlçesinde bir otelde ortaya çıktı. Agrigento Otelin sahibi Osman Mırız, “Sultan 2. Abdülhamid’in tahtını İstanbul’da açılan bir müzayedede yabancılar yurt dışına götürmesin diye büyük paralar verip satın aldım. Bu ünlü Osmanlı padişahının tahtı Bursa ve Balıkesir müzesine kayıtlıdır” dedi.

Türkiye Gazetesi, Haber: Mustafa Yamaner, 16.08.2010

AYASOFYA İBADETE AÇILSIN İSTEĞİ

 

 

Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmeler Derneği (KOBİDER) Genel Başkanı Nurettin Özgenç, Ayasofya'nın da inanç özgürlüğü kapsamında ibadete açılması gerektiğini bildirdi.

KOBİDER Genel Başkanı Özgenç yaptığı yazılı açıklamada, Trabzon'un Maçka İlçesinde bulunan tarihi Sümela Manastırı'nda Kültür ve Turizm Bakanlığının özel izni ile 88 yıl aradan sonra ayin yapılmasına izin verilmesinin Türkiye için olumlu bir adım olduğunu ifade etti.

Özgenç, ''Türkiye aynı izni ve yakınlığı Müslümanlara da tanımalı ve Ayasofya da inanç özgürlüğü kapsamında ibadete açılmalı. Artık dünya değişmiştir biz de değişmeliyiz. Değişimin öncüsü olarak kabul ettiğimiz Atatürk yaşasaydı günümüz konjonktüründe Ayasofya'yı kapalı tutmazdı'' diye görüşlerini aktardı.

Yeni Şafak, 16.08.2010

 

 

 

AYASOFYA DA İBADETE AÇILSIN

 

Büyük Birlik Partisi (BBP) İstanbul İl Başkanlığı üyesi bir grup, İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’ne başvurup Ayasofya’nın, Sümela Manastırı gibi müze olduğunu belirterek, Ayasofya’da önümüzdeki Ramazan Bayramı namazını kılmak için bir günlüğüne de olsa ibadete açılmasını talep etti.

 

Gülhane Parkı içindeki Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü önünde toplanan 15 kişilik grup, parti bayrağı ve “Sümela’da ayin varsa, Ayasofya’da Bayram namazı olmalı”, “Bayram namazını Ayasofya’da kılmak istiyoruz” yazılı dövizler açtı. BBP İstanbul İl Başkanı Bayram Karacan’ın aralarında bulunduğu grup daha sonra Ayasofya’da ibadet izni ile ilgili hazırladıkları dilekçeyi içindeki Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü’ne verdi.

Hürriyet, 19.08.2010

KÜLTÜR İÇİN DESTEK TALEBİ

 

 

Malatya'nın Darende İlçesi'ndeki tarihi eserlerin onarım sorunu vekillere iletildi.

Çevre ve Kültürel Değerleri Koruma Vakfı (ÇEKÜL) Malatya Temsilcisi Bekir Sözen, konuyla ilgili olarak yaptığı açıklamada, "Darende'de projesi hazırlanıp Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan onaylatılarak 08- 06- 2010 tarih ve 743 no.lu müracaatla Kültür ve Turizm Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü'ne gönderilen ‘Sönmezler Sokağı sokak sağlıklaştırılması’ projesinin uygulanması için, geçtiğimiz günlerde Darende'ye gelen AKP Gurup Başkan Vekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş ve AKP Malatya milletvekili Öznur Çalık'tan destek istendi. Sayın Elitaş talebimizi Turizm Bakanlığı Müsteşarı İsmet Yılmaz'a iletti ve 300 bin TL ödeneğin temin edilmesini istediler" ifadelerini kullandı.

Darende'nin kültürel mirasının korunması noktasında yetkililerden destek istediklerini bildiren Sözen, "Restoresi biten eserlerimize, Sönmezler Sokağı, Cumhuriyet Tepesi turizm alanı, Zengibar Kale Kapısı ve Ozan Anıtı'nın da ilavesi ile Darende'nin tarihi dokusu daha da değer kazanacaktır" dedi.

Malatya Haber, 15.08.2010

MERSİN'DEKİ ANTİK YERLEŞİM ALANLARI MERCEK ALTINDA

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün izni ile Mersin Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nce antik yerleşim birimlerinde gerçekleştirilen yüzey araştırmalarının bu yılki bölümü tamamlandı.

 

Araştırma Ekibi Başkanı ve Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Ümit Aydınoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Erdemli ve Silifke ilçelerinde sürdürülen arkeolojik yüzey araştırmalarında elde edilen bulguların Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkililerine teslim edildiğini bildirdi.

 

Çalışmalara bakanlık temsilcisinin yanı sıra çok sayıda öğretim üyesinin de katıldığını ifade eden Aydınoğlu, haziran ve temmuz aylarında yapılan araştırmalarda, bölgede tespit edilen antik yerleşimlerin kapsamlı inceleme ve belgeleme çalışmalarının gerçekleştirildiği belirtti. Aydınoğlu, Erdemli ve Silifke ilçeleri arasında kalan araştırma alanlarının antik dönemde ‘Olba Teritoryumu’ olarak adlandırıldığını ifade ederek, bölgede Hellenistik dönem boyunca bir rahip krallığı bağlı hanedanlığın egemen olduğuna dair izler bulunduğunu söyledi.

 

Bölgenin, batısında Kalykadnos (Göksu) ve doğusunda Lamos (Limonlu) nehirleriyle sınırlı bir coğrafi konuma sahip olduğunu belirten Aydınoğlu, bu bölümde antik dönemdeki tarımsal faaliyetlerle ilgili önemli bulgulara rastladıklarını kaydetti. Söz konusu yerleşim alanının Akdeniz’e kıyısı olması ve uygun iklimsel şartlarından dolayı ayrı bir önemi olduğunu dile getiren Aydınoğlu, ‘Bu sayede yörenin dağlık bir alan olmasına karşın hayvan yetiştiriciliği, kereste, zeytin ve üzüm üreticiliğine dayanan bir ekonomik yapı oluşmuş’ dedi.

 

Yüzey araştırmasının hedeflerinden birinin, antik dönemde toprağa bağlı üretim örgütlenmesinin ve toprak kullanım düzenlemesinin incelenmesi olduğuna dikkati çeken Aydınoğlu, şunları kaydetti:

‘Bölgede, tarımsal yapılanmayla birlikte ürünleri işlemek için gerekli olan teknolojiye ait izler, antik döneme ait evler, lahitler, şarap yapımında kullanılan kalıntılar bulundu. Bulunan kalıntılar kayıt altına alınarak Kültür ve Turizm Bakanlığı’na teslim edildi. Buradaki tarımsal ekonominin ana unsurlarını üzüm, zeytin, tahıl ve bunlarla bağlantılı olarak şarap ve zeytinyağı oluşturmaktadır. Ekonominin pastoral ve tarımsal kökenli olduğu, ekonomide ise başı zeytin ve üzüm üretiminin çektiği, gerek alandaki buluntular gerekse de antik yazarların verdiği bilgilerden rahatlıkla anlaşılıyor.’ Aydınoğlu, 6 yıldır süren araştırmaların sonuna yaklaşıldığını, bu alanda bulunan bazı antik kentlerin hava fotoğraflarının da çekilerek yerleşim tespitlerinin yapıldığını sözlerine ekledi.

haberler.com, 15.08.2010

TARİHİN EN BÜYÜK HAYIRSEVERİ

 

 

Yaklaşık 23 yıllık yöneticilik hayatı boyunca ciddi bir servete kavuştu. Ancak bu serveti depremle yıkılan kentlerin yeniden imarı için harcadı. Servetini dökerken sadece yıkılan kentlerin yeniden inşasını değil, kentte yaşayan halkın ihtiyaçlarını da göz önüne aldı.

O, MS 2. yüzyılda, bugün Antalya'nın Kumluca İlçesi sınırları içinde kalan Rhodiapolis Antik kentinde yaşayan Opramoas'tı. Opramoas, çevre kentlere ve insanlara yaptığı yaklaşık 3 milyon dinar yardım nedeniyle dünyanın en hayırsever insanı olarak anıldı.

Rhodiapolis Antik Kentinde MS 138-161 yılları arasında yöneticilik yaptığı bilinen hayırsever Opramoas'ın, en büyük hayrı MS 141 yılında meydana gelen depremde yıkılan 33 Likya kentinin yeniden inşa edilmesi oldu. Opramoas'ın ayrıca gelinlik kızlara çeyiz parası, küçük çocuklara eğitim yardımı, yoksullara yardım ve açların doyurulması gibi bir çok hayır işini de üstlendi. Yaptığı yardımlar, kendisi adına inşa edilen anıt mezarının üzerinde de yer aldı.

Rhodiapolis Antik Kenti kazı çalışmalarını yürüten Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. İsa Kızgut'un verdiği bilgiye göre Opramoas adına ölümünden sonra yaptırılan anıt mezarda, yardımlarının listesi ve Romalı yöneticilerle yaptığı mektuplaşmaları içeren 12 yazıt, 19 mektup ve 33 doküman yer aldı. Bir tür otobiyografi olarak değerlendirilebilecek bu yazıtlar dünyada taş üzerine yazılan en uzun yazıtlardan biri olma özelliğini de taşıyor! Çünkü yazıtlarda Opramoas'ın yardımları ve yardımlardan dolayı kendisine yapılan teşekkürle minnet ifadeleri yer alıyor.

Kuzgut anıttın üzerinde yer alanları açıkladı:
"33 Likya kentine yapılan deprem yardımların tamamı, yapılan hesaplamalara göre 3 milyon dinar. Tabi söz konusu bu miktarı günümüz parasıyla karşılaştırmak ve kesin karşılığını söylemek çok zor. Biz bu paranın altın olduğunu düşünüyoruz. Şu anda sadece Opramoas'ın kendi anıt mezarını ayağa kaldırmak için yaptığımız proje yaklaşık 1 milyon TL. Bunun antik dönemdeki karşılığını söylemek oldukça zor. Opramoas'ın kendi yaşadığı şehir olan Rhodiapolis'e yaptığı yardımları yazdırmamasının da mütevazılığının bir göstergesi."

Radikal, 15.08.2010

TARİHİN EN ZENGİN SPORCUSU ROMALI YARIŞÇILAR ÇIKTI

 

Chicago Üniversitesi'nde yapılan bir araştırma, Roma dönemindeki gladyatörlerin ve savaş arabası yarışçılarının günümüzün ünlü sporcularından çok daha fazla para kazandığını ortaya çıkardı. Araştırma kapsamında MS 2. yüzyıldan kalma tarihi belgeler incelendi. Sonuçta dönemin en başarılı savaş arabası yarışçıları arasında kabul edilen Gaius Appuleius Diocles'in toplam servetinin günümüzün parasıyla 15 milyar doların üzerinde olduğu tespit edildi. İmparatorluğun farklı bölgelerindeki amfi tiyatrolarda, atlar tarafından çekilen iki tekerlekli savaş arabası ile yarışan Diocles'in katıldığı 4 bin 200 yarışın en az bin 400'ünü kazandığı tahmin ediliyor.

Araştırmayı yürüten tarih bölümü öğretim üyesi Profesör Peter Struck, "Günümüzün en çok kazanan sporcusu, serveti 1 milyar doları aşan golf yıldızı Tiger Woods. Ama Roma dönemiyle kıyasladığımızda Woods'un serveti sıradan bir savaş arabası yarışçısının servetinden fazla değil. Tüm zamanların en çok kazanan sporcusu Diocles, dönemin Roma şehrinde 1 yıllık besin ihtiyacını karşılayabilecek veya ordunun masrafını iki ay boyunca üstlenebilecek servete sahipti. Yalnız araba yarışçıları değil gladyatörler de büyük servetlere sahip oluyordu. Üstelik o dönemde sponsorluk veya reklam gibi ek gelirler yoktu" dedi.

Sabah, 15.08.2010

BÜYÜK ROMA YENİDEN KURULACAK

 

 

Troyalıların yakılıp yıkılan kentlerini terk edişi, ardından İtalya kıyılarına çıkıp Roma İmparatorluğu’nu kurması, Avrupa tarihinde sayısız hikayeye, resme, mozaiğe konu oldu. Şimdi bu hikaye bir de bilimsel yolculuğa konu olacak.


Antandros Kazı Başkanı Doç.Dr. Gürcan Polat, Troyalı kahraman Aeneas’ın ünlü yolculuğunu 2 bin 400 yıl sonra tekrarlamak için proje başlattıklarını açıkladı. Hedef  2 bin 400 yıl öncesinin teknolojisiyle yapılmış bir tekneye binip Antandros’tan (Bugünkü Balıkesir ili, Edremit İlçesi Altınoluk beldesi sahilinden) açılmak, sadece yelken ve kürek gücüyle bir zamanlar Aeneas ve beraberindeki Troyalıların izlediği rotayı izleyerek İtalya’nın Castro sahiline ulaşmak.


Doç.Dr. Gürcan Polat, Lecce Üniversitesi Öğretim Üyesi Ord.Prof. Francesco D’Andria ile ortaklaşa hazırladıkları ‘Altınoluk’tan Castro’ya Zamanda Yolculuk’ adlı proje için ilk adımların atıldığını vurguladı. Gürcan “Bu tekne Büyük Roma İmparatorluğu’nun kurucusu Aeneas’ın, Kazdağları’nda hazırlayıp açıldığı ‘Fırtına’ (Tempest) adlı teknenin bir benzeri olacak. Aeneas’ın kullandığı rotayı takip ederek İtalya’nın Castro kentine ulaşıp evrensel bir canlandırma yapacağız” dedi. Kardeşlik anlaşması süreci başlatan Altınoluk ve İtalya’nın Castro belediyelerinin de başlangıç aşamasındaki projeye destek vermesi bekleniyor.

Troyalı kahraman Aeneas, bir Dardanya prensiydi. Troya düştükten sonra kaçıp yeni bir yurt arayan Troyalılara önderlik etti. Kazdağları’nın güneyindeki Antandros’a (Altınoluk) gelip denize açıldılar. Rüzgar onları Kartaca’ya sürükledi. Kartaca Kraliçesi Dido’nun misafiri olduktan sonra yola koyulup Orta İtalya’da karaya çıktılar. Burada yerli Sabinlerle karıştılar. Aeneas kaçarken Troya’daki Palladium heykelini de beraberinde götürmüştü. Bu heykeli yeni yurtlarına dikti; oğulları Romulus ile Romus Roma İmparatorluğu’nu kurdu.

Radikal, Haber: Ahmet Ertan ve fotoğraf, 15.08.2010

 

******


ANTANDROS ANTİK KENTİNDE KAZILAR DEVAM EDİYOR

 

 

Balıkesir’in Edremit İlçesi'ne bağlı Altınoluk Beldesi’nde bulunan Antandros antik kentinde 10. dönem kazı çalışmaları başladı.

 

Kazı Başkanı ve Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Gürcan Polat, Büyük Roma İmparatorluğu’nun kurucusu Aeneas’ın mitolojik serüvenini tekrarlamak için yeni bir proje hazırladıklarını açıkladı. Polat, proje kapsamında, yeniden inşa edilecek Aeneas’ın ‘Tempest/Fırtına’ adlı gemisinin Altınoluk’tan yola çıkarak sadece yelken ve kürekle İtalya’ya ulaşacağını söyledi.

 

Antandros antik kentinde 29 kişilik ekiple üç koldan yürütülen çalışmalarda, Roma villası, nekropol ve yerleşim alanını tespit etmeye uğraştıklarını aktaran Kazı Başkanı ve Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Gürcan Polat, 10 yıldır devam eden kazıların bu yıl eylül ayı ortalarında tamamlanacağını bildirdi. Doç.Dr. Polat, ayrıca bu yıl Ege ve Akdeniz ortak kültürünün ortaya çıkarılması ve insancıl tarih bilincinin yaratılması için Büyük Roma İmparatorluğu’nun kurucusu Aeneas’ın Antandros’tan İtalya’nın başkenti Roma şehrinin Lattium kentine yaptığı tarihi yolculuğun yeniden canlandırılması girişiminde bulunacaklarını açıkladı.

 

Kazı başkanı Doç.Dr. Polat, “Bu arada çalışmalarımızı kazı olarak yürütmüyoruz. Hem tanıtıma hem de farklı projeleri de beraberinde yürütmeye gayret ediyoruz. Bunlardan bir tanesi Antandros’un kardeş kent olarak ilan ettiği İtalya’nın Castro kentiyle ortak yapılan bir Avrupa Birliği projesi, bu iki kentin birbirine olan ilişkisinin hem İtalya’da hem de Türkiye’de anlatımına yönelik bir proje, bu projeyi sunduk daha henüz yanıt gelmedi. İkinci bir projemi daha var. Daha önce başvurduğumuz ikinci büyük projenin alt yapısını oluşturacak aynı zamanda bir Aeneas projesi bu Truva savaşından kaçıp gelen Aeneas’ın Antandros’ta gemi yaptırıp yeni bir Truva kurmak üzere denize açıldığı biliniyor ve bu deniz yolculuğu çeşitli maceralardan sonra Roma’nın Lattium kenti yakınlarında sona eriyor ve Lattiuam kentini Aeneas kuruyor. Roma imparatorluğundan Julius Caesar ve Augustus köklerini bu Aeneas’a dayandırarak övünüyorlar. Yani Aeneas hem Anadolu için Truva için önemli bir kahraman olmasının yanı sıra İtalya için de Roma imparatorluğu için de çok önemli bir kurucu kahraman özelliğine sahip. Bu nedenle biz büyük bir Avrupa projesi yaparak Aeneas’ın o macerasını yeniden canlandırmak istiyoruz. Büyük Roma İmparatorluğu’nun kurucusu olan Aneas’ın yaptığı tarihsel yolculuğu bir canlandırma ile belgelemek istiyoruz. Dönemin özelliklerine uygun olarak yapılacak ‘Tempest’ gemisinin Altınoluk’tan yola çıkarak, yalnızca yelken ve kürekle MÖ 700′lü yıllarda kullanılan rotayı takip edecek. Tempest, Ege adaları ve Yunanistan kıyıları üzerinden İtalya’nın Castro kentine sürecek tarihi yolculuğu tekrarlamak istiyoruz. Bunu da yaparken belgesel niteliğinde olacak. Bu sadece bir boşu boşuna dolaşıp gitme değil, her gittiği yerde başından geçenler dramatik olarak ta canlandırılacak ve belgelenecek. Bu sayede de çok önemli bir belgesele sahip olacağımıza da inanıyorum. Bu hem Antandros’un hem de Türkiye’nin yurt dışındaki tanıtımına çök büyük bir katkı sağlayacağını umuyorum” dedi.

 

Gürcan Polat 29 kişilik bilimsel bir ekiple kazı çalışmalarını sürdürdüklerini ifade ederek, “Üç farklı sektörde çalışılıyor, bunlardan ilki Roma villası, terasa konumlanmış olan villanın üst kademesinde üst terasında ve alt terasında çalışmalar sürdürülüyor. Daha önceki çalışmalarımızda ana kanalizasyon hattını bulmuştuk. Ana kanalizasyon hattı hem tepeye kuzeye doğru hem de aşağı doğru yamaca doğru devam ediyordu. Bu veri bize Roma villasının tek başına olmadığını, bir mahallenin parçasına ait bir yapı olduğunu düşündürmüştü. Bu veri ışığında şeni villalara kavuşmak amacıyla hem güneyinde hem kuzeyinde kazı çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Bu çalışmalar sonrasında roma evinin kuzeyinde yukarıya doğru yaklaşık 3 metre 40 cm genişliğinde bir yol tespit ettik” diyerek yapılan çalışmalar hakkında genel bilgiler verdi.

 

Kazı Başkan Yrd. Doç.Dr. Gürcan Polat, bir diğer kazı alanın ise geçen yıl bulunan MÖ 4. yüzyıla ait bir sur parçası yakaladıklarını da belirterek, bu seneki sondaj çalışmalarında surun küçükte olsa iç kısmına ait bulgular elde ettiklerini söyledi.

 

Tarihi Antandros antik kentinde yürütülen kazı çalışmalarının üçüncü ayağının ise nekropol alanı olduğunu bildiren kazı başkanı Polat, “Bu seneki amacımız nekropolün genişliğini anlamak. Çalışmalarımızda güneye ve kuzeye doğru açmalarımızı genişlettik. Bu çalışmalar sonrasında özellikle güney açmasında denize ne kadar yaklaştığını anlamaya çalışıyoruz. MS 4.–5. yüzyılda yapılmış konutlarla karşılaştık. Hatta iki tane kireç kuyusu karşımıza çıktı bu kireç kuyuları ne yazık ki MÖ 4. yüzyıldaki lahitleri tahrip ederek oluşturulmuş çukurlardı ve yine bir mekana ait dört duvarı ele geçirdik giriş kapısı ve eşiğiyle beraber. Bunları kaldırdık ve çalışmalarımız daha da derine doğru ilerliyor. MÖ 6. yüzyıla ait mezarlara ulaştık” şeklinde konuştu.

 

Truvalı kahraman Aenas, mitolojik kaynaklara göre, Roma’nın milli kahramanı ve imparator Augustus’un atası sayılıyor. Truva düştükten sonra şehirden kaçıp yeni bir yurt arayan Truvalılara önderlik etti. Önce sağ kurtulanlarla beraber Kazdağları’nın güneyindeki Antandros (Altınoluk) kentine gelip buradan gemi ile denize açılmışlardır. Rüzgar onları Kartaca’ya sürüklemiştir. Kartaca Kraliçesi Dido’nun bir süre misafiri olduktan sonra tekrar yola koyulurlar ve Orta İtalya’da karaya çıkarlar. Burada yerli Sabinlerle de karışarak Roma kentini kurarlar. Truva’daki palladium adıyla bilinen heykeli beraberinde kaçırıp kurulacak olan Roma kentinin bulunduğu yere diktiği belirtilir. Truva’da Hektor’dan sonra en büyük kahraman sayılırdı. Dardanya prensiydi. Oğulları Romulus ve Remus, Roma İmparatorluğu'nu kurmuştur.

Burhaniye Haber, 17.08.2010

500 YILLIK MEŞE KORUMA ALTINA ALINDI

 

Çankırı'da 500 yaşında olduğu bildirilen meşe ağacını korumak amacıyla başlatılan çalışmaya destek artıyor.

 

Çankırı Karatekin Üniversitesi Orman Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Ziya Şimşek'in yönetimindeki bir heyet tarafından 2 yıldır devam eden çalışmaya bu yıl Yapraklı Kaymakamlığı, İl Çevre ve Orman Müdürlüğü ile Yapraklı İlçe Tarım Müdürlüğü ekipleri de destek vermeye başladı.


Koruma çalışmaları kapsamında ağacın budanması, ilaçlama ve aşı macunu işlemleri yapılarak, böceklere karşı ağacın direncinin artması sağlanıyor.


Prof.Dr. Ziya Şimşek, geçmiş dönemde yapılan çalışmaların meyvelerini verdiğini belirterek, bu çalışmanın koca meşe ağacının gelecek nesiller tarafından görülmesine fırsat vereceğini kaydetti.

Çankırı Haber, 15.08.2010

TROÇKİ'NİN BÜYÜKADADA'Kİ KÖŞKÜ MÜZEYE DÖNÜŞTÜRÜLMELİ!

 

 

Devrim evlatlarını yer; Fransız Devrimi’nin kanlı iç çatışmalarını Bolşevik devrimi de tekrarladı. Troçki, yani asıl adıyla Lev Bronştayn Ukrayna Yahudilerindendi. Kuşkusuz Yahudiliği reddeden komünistlerdendi. Bir dönem Lenin’e karşı Menşevik denen kanatta yer aldı. Ama Rus ihtilali fiiliyata geçtikçe Troçki de Menşeviklerin aksine uyumlu ve legal davranışlı bir devrimden uzak kalması gerektiğine inandı ve ikisi birbirine tutundular.


Zekiydi, yetenekliydi, en büyük özelliği hapiste İncil metinlerinden öğrendiği  yabancı dilleri dışarıda kullanabilmesiydi. Almanya’ya kaçtığında bu dille kitlelere hitap edebildi. Komünist ihtilale dost veya düşman olan herkesin tekrarladığı bir kanaat vardı; Kızıl Ordu’nun silahları sınırlıydı, yiyeceği yoktu, askerler ceplerinde ayçiçeği ve kulaklarında Troçki’nin nutuklarıyla savaşıyordu.


Savaş işleri başkanıydı (yani harbiye nazırı)
Yeni Ekonomi Politikası denen ve geçici liberal ekonomili dönemde Lenin’le çatışmaya düştüğü söylenemez ama partide ve merkez komitede Stalin hakim oldukça onun tek ülkede sosyalizm stratejisinin gülünçlüğüne (!) ve kurduğu bürokratik parti hakimiyetine karşı durdu.


İki soru var: Troçki değişik bir uygulama yapabilir miydi? Ülkede sosyalizm bugünün gözüyle muvaffak olmadı ama onun dünya devrimi stratejisi başarılı olabilir miydi? Stalin diğer muhalif komünistleri düzmece mahkemelerle idama götürdü, Troçki’yi ise yurtdışına sürdü, daha fazlasına ilk anda cesaret edemedi. 

Polisin despotluğu sayesinde Troçki’nin başına iş gelmedi
Troçki sürgünün önemli bir bölümünü İstanbul’da geçirdi. 1932 ve 1933 yıllarında Türkiye Stalin’le soğuk bir savaş içinde, hele cepheleşmede değildi. Onu kovan ülkeye karşı aşırı Troçkist bir misafirperverlik göstermedi. Önce Kadıköy’de Moda’da Mahmud Ata burnunda bir evde kaldı. Söylenene göre Nazım Hikmet’in ailesine komşuydu ama hiç görüşmemişlerdi.

Söylenenlere göre Nazım Hikmet’in ailesi ile komşuydu
Türkiye Troçki’nin temaslarını kontrol altında tuttu. Zaten onun etrafında toplanacak Stalinizm veya Troçkizm tercihi yapacak sayıda yerli komünist olmadığı da açıktı. Polisin bir-iki denemesinden sonra Büyükada’daki eve eşiyle birlikte adeta kapatıldı. Gezme alanı son derece sınırlıydı. Adalılar ve balıkçılar sonraki yıllarda da onu hatırlıyorlardı. Burada bol bol yazdı. Büyükada notları gönderdiği yerlere ulaştı. Devletimizin ona sansür uygulamadığı görülüyor ama kitle ile temas etmemesine dikkat edildiği ve Şükrü Kaya’nın paralel polis yöntemlerine başvurulduğu da açık. Bu yüzden Belçika’daki durum gibi, ama asıl önemlisi eve giren sözde ahbabın baltayla kafa yarması gibi bir Meksika faciası burada yaşanmadı. Şükrü Kaya döneminin despot Dahiliye Vekaleti ve polisi bu tip bir canavarlığın burada meydana gelmesine başarıyla mani olmuştur.


Bugünlerde Hürriyet gazetesindeki bir ilandan ve bizim gazetenin Cadde ilavesinin perşembe günkü yayınından Troçki’nin oturduğu şahane evin satışa çıkarıldığı görülüyor. Tarihi evlere ve yalılara bir prestij aracı olarak bakan seçkinlerimiz, buraya da gereken ilgiyi gösterir mi? Yoksa olmadık birinin eline geçen yapı kuşa mı döner? Göreceğiz. Ama görmesek de, şu evi Belçika ve Meksika’daki gibi bir Troçki müzesine dönüştürseler daha iyi olur. Komşu memleketteki Bolşevizm’in tarihini hazırlanan sergilerle gençler hazırlop el kitaplarının dışında daha derin boyutlarıyla tanırlar ve hiç şüpheniz olmasın, ada turizmi de bundan kazanır.

Milliyet Pazar, Yazı: İlber Ortaylı, 15.08.2010

SÜMELA'DAN HOŞGÖRÜ VE BARIŞ ÇAĞRISI

 

     



Trabzon’un Maçka İlçesi’ndeki tarihi Sümela Manastırı’nda, 88 yıl sonra ilk kez ayin yapıldı. Ayini yöneten Fener Rum Patriği Bartholomeos, bugünkü heyecanlarının yanlış anlaşılmamasını istedi. Bartholomeos, “Bu heyecan, bu sevgi, bu inanç, bu bağlılık asla farklı anlamlarla bağdaştırılmamalıdır, ön yargı ile tefsir edilmemelidir. Bizim hiç bir art niyetimiz yoktur. Her zaman olduğu gibi bugün de dua etmeye geldik” dedi.


Ayin için Yunanistan, Rusya, Gürcistan ve Ukrayna’dan gelen gruplar sabah erken saatlerde otobüslerle Sümela Manastırı’na akın etti. Trabzon Valiliği tarafından kart verilen yaklaşık 500 kişi ayinin yapılacağı manastıra alınırken, yaklaşık 1000 kişi de manastırın alt tarafında yer alan tesislerin bulunduğu alana kurulan iki dev ekrandan ayini izledi. Ayini izleyenlerin zaman zaman gözyaşı döktüğü gözlendi. 

 

Fener Rum Patriği Bartholomeos, geceyi Maçka İlçesi’nde geçirdikten sonra bu sabah patrikhane görevlileri ile birlikte Sümela Manastırı’na geldi. Araçtan indikten sonra yaklaşık 400 metrelik patika yolu zorlanmadan yürüyen Bartholomeos, yol üzerindeki iki kemençeciye bahşiş verdi ve birlikte fotoğraf çektirdi.


Manastıra giren Bartholomeos, alkışlar ve dualarla karşılandı. Bir çok kişi Patrik Bartholomeos’un elini öpmek için büyük çaba sarf etti. Patrik Bartholomeos’un gelişinin ardından yaklaşık yarım saat süren ilahi ve dua bölümü gerçekleştirildi.






Ortodoks geleneklerine göre yapılan dua törenini ardından kürsü olarak hazırlanan bölüme çıkan Bartholomeos, ayinde Rumca bir konuşma yaptı. Bartholomeos’un konuşması sırasında törene katılan bir çok kişi duygulanarak ağladı ve mum yaktı.

 

Fener Rum Patriği Bartholomeos, Türkçe yaptığı konuşmada barış mesajları verdi. Sözlerine “Sıcakkanlı, misafirperver Karadenizliler, sevgili Trabzonlular” diye başlayan Bartholomeos, şunları söyledi:
“88 yıl sora Sümela’da tarihle ve sizlerle buluşmaya ve kucaklaşmaya geldik. Çok uzun bir ayrılıktan sonra bu muhteşem bölgede ve bu tarihi manastırda ibadetimizi yapmamıza imkan veren yüce Allahımıza hamdolsun. Sümela Manastırı onyıllarca bir efsane gibi aramızda sabırla bugünleri beklemiştir. Ortodoks camiasının hatta tüm Hıristiyan aleminin en önemli günlerinden biri olan Aziz Meryem Anamızın ölüm yıldönümünün kutlandığı bir tarihte burada bulunmaktan ve ayin yönetmekten büyük mutluluk duymaktayım. Çeşitli milletlerden Ortodoks müminin kalbi bugün burada bizlerle beraberdir.”

 

Hiç bir art niyetleri olmadığını, dua etmeye geldiklerini kaydeden Patrik Bartholomeos, “Bu heyecan, bu sevgi, bu inanç, bu bağlılık asla farklı anlamlarla bağdaştırılmamalıdır, ön yargı ile tefsir edilmemelidir” dedi. Bartholomeos, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Burada yıllarca yaşamış Rum Ortodoksların anısına ve burada hizmet etmiş keşişlerin ruhlarına dua etmeye geldik. Bu manastırı tarihinde gönülden destekleyen Osmanlı padişahlarının anılarına dua etmeye geldik. Türkiye’nin, Ortadoğu’nun tüm insanlığın ve bilhassa burada bulunan ve bizleri izlemeye gelen herkesin saadeti, huzuru ve mutluluğu için dua etmeye geldik. Çok inanan az inanan, Ortodoks veya başka mezhep veya dinden olanlar için dua etmeye geldik. Yüce Allah bu kutsal günde bu kutsal mekanda şükür dualarımızı kabul etsin. Bu tarihi günü yaşamamıza neden olan sayın Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’a, Trabzon’daki tüm devlet yöneticilerine ve yerel yöneticilere, özellikle Maçka Belediye Başkanı’na şükranlarımızı ifade ederiz. Birlikte yaşam kültürü medeniyetimizin bizlere bıraktığı bir mirastır. Bu mirası yaşatalım ve öğretelim ki artık bu konularda acılar vuku bulmasın, ailelerin yürekleri yanmasın, çocuklar korkmasın. Gençler endişe etmesin, bizlere komşu olan Ortadoğu, Balkan ve Kafkas halklarına ve tüm insanlığa barış gelsin, huzur gelsin, mutluluk gelsin. Bu vesileyle mübarek Ramazan ayınızı samimiyetle kutlarız. Bu anlamlı ayı huzur, sabır ve ibadetle geçirmenizi candan temenni ederiz.”






Patrik Bartholomeos’un konuşması sonrasında ayin, ilahi ve dualarla devam etti. Kemençe eşliğinde ilahi okunması dikkat çekti. Okunmuş ekmek dağıtılmasının ardından ayin saat 12.50 sıralarında sona erdi.


Bu arada Patrik Bartholomeos’un konuşması sırasında bir din adamı baygınlık geçirdi. Sağlık görevlilerinin müdahale ettiği din adamının sağlık durumunun iyi olduğu belirtildi.

 

Trabzon’da yaklaşık 3 gündür sürdürülen geniş çaplı güvenlik önlemleri ayin sırasında da  devam etti. Sümela Manastırı’nın bulunduğu Altındere Vadisi Milli Parkı’na izni olmayan araç ve kişilerin girişine izin verilmedi. Bölge üzerinde uçuş yapan polis helikopteri, oluşturduğu gürültü nedeniyle ayini aksatabileceği için alçak uçuş yapmaması konusunda haber merkezi tarafından telsizle uyarıldı. Uyarının ardından helikopter bölgeden uzaklaştı.


Geçen yıl Sümela Manastırı’nda izinsiz ayin yapmak isteyen ancak buna izin vermeyen yetkililerle tartışan Rusya Parlamentosu Milletvekili İvan Savvidis de ayine katıldı. Ayin sonrası bir açıklama yapan Savvidis, “Geçen seneyi unutmak istiyoruz. Bizi yanlış anladılar, bizim de hatalarımız oldu. Bu yıl ayinimizi yaptık. Bunu sağlayanlara teşekkür ediyorum. Umarım bundan sonraki yıllarda da gelir ve ibadetimizi yaparız” dedi.





Bu arada Trabzon’un Maçka İlçesi’nin Şahinkaya Köyü’nde yaşayan Emine Turan, ayinin sonunda Yunanlı grubun bulunduğu alana gelince beklenmedik bir sahne yaşandı. Emine Turan’ı karşılarında gören yaklaşık 10 Yunanlı kadın heyecanla koşarak Turan’a sarıldı ve gözyaşı döktü.
Yunanlı kadınlarla Rumca konuşan Emine Turan, “İki oğlum Yunanistan’da çalışıyor. Bir oğlum tur rehberi, diğeri inşaat işçisi. Tur rehberi olan oğlum daha önce bu hanımları Sümela Manastırı’na getirmişti. Ben de onları evimde misafir etmiştim. Onların geleceğini bilmiyordum. Belki görürüm umuduyla geldim. Görünce de çok mutlu oldum, onlar da beni görünce çok sevindiler” diye konuştu.

Milliyet, Haber: Ömür Avcı - Muhammet Kaçar - Osman Şişko - Yunus Emre Sel, 15.08.2010



******


SÜMELA'NIN KİTABINI YAZAN ADAM SORUYOR

 

Sümela Manastırı, Ortodoksların bir zamanlar önemli bir dini merkezi olduğu kadar Bizans Sanatı yönünden önemli bir yapıdır. Sümela’da 88 yıl sonra yapılan ayinin yankıları sürüyor… Bazıları buna turizm yönünden olumlu bakarken bazıları da tepkilerini ortaya koyuyor…

 

Sümela’da yapılan Ortodoks ayinin yapılmasına izin verilmesi olumlu mu yoksa olumsuz bir karar mı?

 

Bu ayin sonrası ne gibi sancılar ortaya çıkabilir?

 

Kültür ve Turizm Bakanı, Trabzon Müzesi yönetimindeki Sümela’da böyle ayin yapılmasına onay verirken, bu kendi kararı mı, yoksa bazılarından emir mi aldı?

 

Kısacası tartışmaya açık bir konu…

 

Bu sorularımın yanıtlarını kendimce vermeden önce kısaca Sümela Manastırı'ndan söz etmek isterim. Çoğu yazar-çizerimiz, televizyonlarda konuşmacılarımız (!) konuyu gündeme taşıyacak, yazılı ve görsel basında kendi görüşlerince bir şeyler söyleyecekler!...

 

Başka bir deyişle işkembe-i kübradan atarak, kafaları karıştıracaklar….

 

Tevazuu bir kenara bırakarak; bugün tükenmiş olan Trabzon ve Trabzon and Sümela isimli kitaplarımın Türkçe, İngilizce, Almanca ve Fransızcaya 1985 yılında çevrildiğini, Sanatsal Mozaik ile İş Bankası’nın Kültür ve Sanat dergilerinde bu konuda iki geniş makalemin olduğunu belirtmek isterim. Ayrıca Kenthaber’in Trabzon anıtları bölümünde de kısa da olsa bu konuya değindiğimi öncelikle söylemek isterim.

 

Trabzon ve çevresinde Rum Pontus devletinden arta kalan kilise ve manastırlar bulunmaktadır. Fatih Sultan Mehmet, Trabzon’u 26 Ekim 1461 ‘de Osmanlı topraklarına katmıştır. Trabzon kiliseleri mimari ve bezeme yönünden Bizans dönemi kiliselerinden mimari ve estetik yönünden ilk bakışta ayrılmaktadır. Kiliseler yumuşak ve düzgün kesilmiş taş duvarlarıyla farklı bir görünüme sahiptirler. Plan düzenleri ve mimari elemanlarının nispetleri yönünden de bazı yenilikler ortaya koymuşlardır. Genellikle Trabzon kiliseleri kubbesiz bazilika, kubbeli dört payeli veya sütunlu, dört duvar üzerine oturtulan kubbelerle kendilerine özgü bir mimarı gösterirler. Bunların başında Hagios Eugenis Kilisesi (Yeni Cuma Camisi),Trabzon Ayasofyası, St. Savas Mağara Kiliseleri (Maşatlık), Panaghia Khrysokephalos Virgin Kilisesi (Fatih Camisi-Orta Hisar Camisi), Küçük Ayvasıl Kilisesi, St. Andrea Kilisesi (Molla Nakip Camisi), St. Michael Kilisesi (Akçaabat Orta Mahalle Kilisesi), St. John Kilisesi gelmektedir. Bu kiliseler arasında Sümela Manastırı’nın (Meryem Ana Manastır) kendine özgü ayrı bir yeri vardır.

 

Sümela Manastırı, Meryem Ana vadisinden 1628 m. yüksekliğindeki bir mağaranın içerisine yapılmıştır. Anadolu’nun birçok manastırında olduğu gibi yapımı çok eski yıllara kadar inmektedir. Manastırın ilk yapımıyla ilgili mitolojik bir öyküye göre Hz. İsa’nın havarilerinden Lukas’ın yaptığı ileri sürülen bir ikona her nasılsa Atina’ya gitmiştir. Ardından bu ikona melekler tarafından uçurularak Ziğanaların tepesindeki bu mağaraya bırakılmıştır, Atina’dan gelen iki keşiş de ikonayı burada görünce manastırın yapımına önayak olmuşlardır.

 

Hz. Meryem (Panaghia) anısına kurulan Sümela Manastırının ismi Grekçe kara siyah ve karanlık anlamında Melastan geldiği iddia edilmiştir. Büyük olasılıkla manastırın yer aldığı vadi ve dağ yamacının koyu renkleri ve buradaki Meryem ikonasının siyah rengi bu ismin verilmesinin başlıca nedenidir. Bu arada Kafkas ikonalarında aziz tasvirlerinin yüz ifadelerine esrarengiz bir görünüm verebilmek için ikonalarda ve resimlerde siyah rengin uygulandığı da bir başka gerçektir.

 

Kesin olmamakla beraber manastırın bulunduğu mağara eski tarihlerde kült yeri olarak kullanılmış ve sonrada manastıra dönüştürülmüştür. Manastırın bilimsel olarak tespit edilen yapım tarihi VII, yüzyıla, Bizans’ Komnenoslar sülalesinin hüküm sürdüğü yıllara inmektedir. Manastırın dış kapısı üzerindeki 1360 tarihli beş satırlı bir yazıtta İmparator III. Aleksios’un doğu ve batınını hakimi ve manastırın kurucusu olduğu yazılıdır.

 

Osmanlı döneminde Osmanlı padişahları Sümela Manastırının tüm haklarını korumuş ve bu dini merkeze daima saygılı olmuşlardır. Özellikle Fatih Sultan Mehmet’in manastırın haklarının korunduğunu açıklayan fermanları vardır.

 

XVIII. yüzyılda Sümela Manastırı ile Voyvodalar ilgilenmiş, harap olan yerlerini onarmışlardır. Bu arada Ignatios isimli bir başpiskopos 1749 yılında manastır ve kayaların üzerlerini fresklerle bezemiştir. Fresklerde İncil, Tevrat ve Aynaros resim rehberinde sözü edilen konular işlenmiştir.

Bugünkü fresklerin altında daha eski yıllara inen resimlerin olması da ihtimal dahilindedir.

 

Cumhuriyetin ilanından sonra mübadele nedeniyle burada yaşayan Rumlar Yunanistan’a gitmek zorunda kalmış ve manastırda terk edilmiştir. Manastırın kagir bölümleri yıkılmış, ahşap bölümleri yanmıştır. Bundan sonra da 1972 yılında Trabzon Müzesi yönetimine bırakılmıştır. Manastır kapandıkta sonra içerisindeki eserlerin çoğu dağılmış, en önemli eseri olan gümüş çerçeveli Meryem ikonasının ise ne olduğu bilinmemektedir. Bununla beraber değerli yazmalar çeşitli müzelere dağılmıştır. Bunlardan en önemlileri Ankara Etnografya Müzesi, Ayasofya Müzesi ve Atina Benaki Müzesi'nde bulunmaktadır.

 

Sütunumun elverdiği ölçüde manastırın tarihine kısaca değinmeye çalıştım; şimdi konumuz olan Sümela’daki ayine dönelim.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nı verdiği özel izinli Yunanistan, Rusya, Gürcistan ve Ukrayna’dan gelen gruplardan 500 kişiye manastırın içerisine girebilmek için valilikçe özel kartlar verilmiştir. Manastırın dışında kalanlar ayini kurulan dev ekranlardan izlemişlerdir. Bu arada Trabzon esnafı da bu işten maddi yönden karlı çıkmıştır.

 

Fener Rum Patriği Partholomeos dua töreninden sonra Rumca bir konuşma yapmıştır. Patriğini Türkçe olarak ta “Sıcakkanlı, misafirperver Karadenizliler, sevgili Trabzonlular diye başlayan konuşmasında barış mesajları vermiştir;

“88 yıl sonra Sümela’da tarihle ve sizlerle buluşmaya ve kucaklaşmaya geldik. Çok uzun bir ayrılıktan sonra bu bölgede ve bu tarihi manastırda ibadetimizi yapmamıza imkan veren yüce Allah’ımıza hamdolsun. Sümela Manastırı on yıllarca bir efsane gibi aramızda sabırla bugünleri bekledi. Ortodoks camiasının hatta tüm Hıristiyan aleminin en önemli günlerinden biri olan Aziz Meryem Anamızın ölüm yıldönümünün kutlandığı bir tarihte burada bulunmaktan ve ayin yönetmekten büyük mutluluk duymaktayım. Çeşitli milletlerden, Ortodoks müminin kalbi bugün burada bizlerle beraber.”

 

Türkiye büyük bir devlet olmasının yanı sıra Müslüman inancı ise hoşgörüye dayanır. Ancak bizde meşhur bir söz vardır; Bayram değil seyran değil eniştem beni neden öptü!..

 

Kültür ve Turizm Bakanı’na sormak isteğim bazı sorular var;

 

Sümela Manastırı'nda yapılan Ortodoks ayininin arkası gelecek mi, yoksa o gün yapılan ile mi sınırlı kalacak?

 

Sümela Manastırı'nda ayin yapılması Hrant Dink ve Trabzon’da öldürülen papaza karşı bir nevi günah çıkarmamıdır?

 

Müslümanlığın ve büyük devlet adamlığının ardına sığınarak bu izin verildiğine göre şimdi önümüzde bayram sabahı kılınacak bayram namazı var. Ortodokslara bu hoşgörü gösterildiğine göre aynı hoşgörü bayram namazını Ayasofya’da kılmak isteyenlere de gösterilecek midir? Daha şimdiden Kenthaber'e gelen onlarca mail var...

 

Acaba önce Sümela sonra da Ayasofya diye düşünen yöneticilerimiz var mıdır? Bu karar verilirse bunun ucunda bir de evet-hayırlı referandum düşünülüyor mu?

 

Bakalım, bekleyelim ve görelim dini ibadetler oya dönüşecek mi?

 

Sırası gelmişken aklıma takılan bir soru daha var; mübadelede Anadolu’yu terk eden Rumların Anadolu’nun birçok yerinde kilise ve manastırları var… Örneğin Ayvalık’ta… Acaba önümüzdeki yıllarda orada da ayin yapmak isteyenler olursa onlara ne yanıt verilecek?

 

Yoksa Sümela ayini bir başlangıç sırada Heybeliada Rum Ruhban Okulu'nun açılışı ve Heybeliada ayinleri de gelecek mi?

 

Kuşkusuz karışık ve çözümü biraz zor konular.

 

Bunlar Kültür ve Turizm Bakanını aşacak boyutlarda. Bugün bazı müzeleri ihaleye çıkararak, özel idareye devrederek başından atmak isteyen, müzelerine atayacak yönetici ve uzman bulmakta zorlanan, meslek dışından gelenler tarafından yönetilen Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü ne düşünür bilemeyiz. Kaldı ki, müzeler teşkilatı kuruluşundan bu yana en zor günlerini yaşamaktadır. Yönetici sınavına giren müzecilerin %70’i konulan barajı geçememiş, müzeler vekaletle yürütülmeye çalışılmaktadır. Oysa Cumhuriyetin ilanından bu yana müzelerde pek çok değerli, bilimsel yönden ağırlıklı yönetici ve uzmanlar yetişmiştir. Bugün bunlardan hayatta kalanların çoğu özel müze veya üniversitelerde başarıyla görev yapmaktadır. Kültür ve Turizm Bakanı meslekten olmadığına göre müzelerde yıllarını vermiş, verdikleri eserlerle kendilerini kanıtlamış müzecilerden neden danışman olarak yararlanmaz? Eski müzecilerden danışmanları olsaydı,yukarıdan emir almadıysa verdiği kararın ne denli yanlış olduğu, sakıncaları kendisine en azından söylenirdi…

Kenthaber, Erdem Yücel, 16.08.2010



******


MERYEM ANA ARTIK AĞLAMIYOR

 

 

Yunanistan, Türkiye’nin izin vermesi sayesinde 88 yıl sonra ilk kez Sümela Manastırı'nda düzenlenen dini ayini konuşuyor.


Yunan gazetelerinin 1. sayfalarında yer alan ayin için şu değerlendirmelerde bulunuldu:

* Yıllardır büyük rekabet içindeki Fener ile Moskova patrikhaneleri arasında buzlar ayin sayesinde eridi. Bartholomeos, önümüzdeki yıllarda Moskova Patriği Kiril ile birlikte Sümela’da ortak ayin dileğinde bulunmakla, Türkiye’nin izin vermesi için Rus kilisesinin katkılarını kabul etti.

* Ayin Yunanistan ile Rusya’daki “Pontuslu derneklerin” boy ölçüşmesine sahne oldu. Karadeniz kökenli Rus milletvekili İvan Savvidis, Türkiye’nin kendisine Sümela manastırında ayin için izin belgesini Bartholomeos’tan 25 gün önce verdiğini iddia etti.

* Türk polisi aldığı sıkı güvenlik önlemleri sayesinde en ufak bir olaya fırsat vermedi, son derece profesyonelce hareket etti.

* Geçen yıl Sümela manastırında çıkan olaylarda başrolü oynayan Karadeniz kökenli Selanik Valisi Panayotis Psomiadis, ayin sırasında 1919-1922 yılları arasında Karadeniz’de ölen Rumların adlarını okumak için liste hazırlamıştı. Durumdan haberdar olan Yunanistan’daki bazı “Pontus dernekleri” ile Patrik Bartholomeos, Selanik Valisi’ne dolaylı da olsa Trabzon’a gelmemesi mesajları yolladılar. Vali Psomiadis “istenmeyen adam” olduğunu anlayınca Selanik’te kaldı.

Yunan gazetelerinin ayin ile ilgili başlıkları ise şöyle oluştu:

* Ta Nea: Tarihi ibadet..
* Elefterotipia: 88 yıl sonra barış mesajlı dini ayin
* Elefteros Tipos: Meryem Ana artık gözyaşı dökmüyor
* Espresso: Huşu ve gözyaşı

Hürriyet, Haber: Yorgo Kirbaki, 17.08.2010

 

******


SÜMELA'DA AYİN

 

Trabzon’daki Sümela Manastırı’nda önceki gün yapılan ayin nedeniyle Yunanistan’da yayınlanan Elefteros Tipos Gazetesi’nin dediği gibi, “Meryem Ana artık gözyaşı dökmüyor” mu, bilemiyoruz.

Ama söz konusu ayine katılan birçok insanın sevinç gözyaşı döktüğüne tanığız.


Biz de o duyguya saygı gösteriyoruz.

 

İyi oldu. Başta Kültür Bakanı Ertuğrul Günay olmak üzere yetkililer geçen yılki gibi bir şirretliğin tekrar yaşanmasına fırsat bırakmadılar.


Böylece hem artık tarihe havale edilmesi gereken duyarlılıkları geride bıraktığımız gösterildi hem de Türkiye gibi “laiklik” ilkesini kendi tarihi gerçekleriyle bağdaştırarak uygulayan bir devletin tüm dinlere, tüm inançlara ve tüm inançsızlara eşit mesafede olduğunun örneği verildi.


Umarız Sümela’dan yola çıkıp Ayasofya’ya gelen olmaz. 


Sümela’daki ayin, Trabzon’da birtakım çevrelerin tahrikiyle yaratılmak istenen “fanatizm” izleniminin silinmesini de sağlarsa, sevineceğiz. Çünkü öyle bir izlenim zaten Trabzon’a yakışmıyordu.


Sümela’da yapılan ayin, Ortodokslar camiasında çok yankılanacak ve başta Trabzon olmak üzere o yöreye bu kiliseye bağlı çok sayıda turistin akın etmesine sebep olacaktır.


Bu insanlarda Türkiye için kötü niyet aramak, gereksiz ve yersiz bir vehimdir. Aralarında elbet öyleleri de olabilir ama dikkate alınmaya değer bir tehlike yahut tehdit oluşturmadıkları sürece, üzerlerinde durmaya bile değmez.


Ayini yöneten Fener Rum Patriği Bartholomeos hükümete teşekkür etmekle kalmayıp, Sümela Manastırı’nı destekledikleri gerekçesiyle Osmanlı Padişahlarından 9’unu isimleriyle anmış ve onlara dua etmiş.


Bu vesileyle bol bol sevgiden, hoşgörüden söz eden Bartholomeos’a sormaya değmez mi?


Mora’daki isyancılara yardım ettiği için Sultan İkinci Mahmut’un emriyle 1821’de idam edilen Patrik İkinci Gregorios’a verilen cezayı protesto için 189 senedir kapalı tutulan Patrikhane’deki “kin kapısı”nın açılmasını ve bu konunun tarihe bırakılmasını hiç düşünüyor mu?


Unutmak hep bize ait bir borç mu?


Yeri gelmişken belirtelim:


Bizim gibi Patrikhane’nin bazı talep ve tutumlarına karşı çıkan birinin, Sümela konusunda “olumlu” bir değerlendirme yapması, bazılarını şaşırtabilir:


Patrik Bartholomeos’un Türkiye’den “Ekümenik” yani “Evrensel” sayılmasını istemesine kesinlikle karşıyız. Patriğin hem bu konuda hem de Heybeliada’daki Ruhban Okulu’nu yürürlükteki yasalarımıza tabi olmayan statüyle açma konusunda imtiyaz talebini sadece yersiz değil uzun vadede tehlikeli buluyoruz.


Kaldı ki “Ekümenik”lik iddiasında bulunan Patrikhane bu sıfata gerçekten layıksa, Ruhban Okulu’nu gider başka ülkede -örneğin Yunanistan’da- açar. Heybeliada’da ısrarın sebebi ne? 


Ama Lozan Antlaşması’ndan sonra Patrikhane’nin elinden alınan taşınmaz mallarla ilgili hak taleplerini yerinde buluyor, destekliyoruz.


Biz sadece “imtiyaz” taleplerinin karşısındayız, Patrikhane’nin değil. 

Hürriyet, Yazı: Oktay Ekşi, 17.08.2010

 

******


FANATİK VALİYE PATRİK'TEN VETO

 

Yunan gazeteleri, Fener Rum Patriği Bartholomeos’un, aşırı fanatik görüşleri ile tanınan Karadeniz kökenli Selanik Valisi Panayotis Psomiadis’in Sümela’daki ayine gitmesini bizzat engellediğini yazdı.

 

Sümela Manastırı'ndaki tarihi ayini “rayından çıkarabilecek” fanatiklerin Trabzon’a gelmesini Fener Rum Patriği Bartholomeos’un engellediği ortaya çıktı. Yunan basınında çıkan haberlere göre Bartholomeos, aşırı fanatik görüşleri ile tanınan Karadeniz kökenli Selanik Valisi Panayotis Psomiadis’in Sümela’ya gitmesini bizzat engelledi.


Psomiadis geçtiğimiz günlerde geçen yüzyılın başındaki olaylarda ölen Pontus’lu Rum’ların isimlerini bir listede toplama çalışmalarına başladı. Selanik valisinin amacı, Trabzon’da yapılan ayinin sonunda bu isimleri teker teker okumak ve dini atmosferi “siyasi şova” dönüştürmekti. Patrik hazırlıklardan haberdar olunca araya önemli kişileri sokarak Psomiadis’e “Sümela’da istenmeyen adam” olduğunu iletti. Psomiadis’in hazırladığı girişimi Yunan Pontus cemiyetlerinin de sert şekilde protesto ettiği öğrenildi.

Konu hakkında TaNea gazetesinde yayınlanan yorumda Patrik Bartholomeos’un Yunanistan’daki aşırı çevreleri bertaraf ettiği vurgulandı. Gazetedeki yorumda “Konjonktür patrikhaneden yana. Patrikhanenin mevcudiyeti aleyhinde durum yaratan Yunan siyasi sahnesindeki aşırı milliyetçi çevrelerin müdahaleleri bertaraf edilmiş durumda. Patrikhane’nin hoşgörü ve diyalog yanlısı gücü, bu dönem rakiplerine üstün geliyor” ifadesine yer verildi.

 

Selanik valisi Psomiadis geçen yıl 15 Ağustos’ta Sümela manastırında yaşanan tatsız olaylarda başrol oynamıştı. Psomiadis, Sümela’da kameralar önünde Yunan milli marşını söylemeye teşebbüs etmiş, Trabzon Müzeler Müdürü Nilgün Yılmazer tepki göstermiş ve çıkan gerginliğin ardından küçük çapta arbede yaşanmıştı.

Milliyet, Haber: Takis Berberakis, 17.08.2010

 

******


"SÜMELA'DA AYİNLER DEVAM EDECEK"

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, demokrasi olduğu müddetçe Sümela Manastırı'nda ayinlerin devam edeceğini söyledi.

Bakan Günay, Bartın'ın Amasra İlçesinde vatandaşlarla sohbet toplantısı yaptı. Bir gazetecinin, 'Trabzon Sümela Manastırı'nda 88 yıl sonra izin verilerek, ayin yapılmasından sonra bazı Rumlar bu ayinlerine önümüzdeki yıllarda da devam etmek istiyor. Bakanlık olarak siz ne diyeceksiniz?' sorusuna Bakan Günay, "Demokrasi sürekli olursa o ayin de sürekli olur. Türkiye'de demokrasi ve insan hakları çıtası yükselecek. O zaman onlar da ayinlerini yapabilecek. Şarta bağlı, Türkiye'de demokrasi ve insan hakları çıtasının yükselmesine bağlı. Hayır çıkarsa o zaman dünyaya yaptığımız hiçbir şeyi anlatamayız." dedi.

Habertürk, 18.08.2010

MÜZE VE ÖREN YERLERİ MAĞAZALARINA KAVUŞTU

 

Müze ve ören yerlerinde başlatılan “Satış alanları ve ticari faaliyetlerin yönetimi” projesi kapsamında, yurt genelinde 33 müze mağazası ve 26 kafeterya açıldı.

Müze ve ören yerleriyle markalaşmış, çağdaş ve geleneksel tasarımlarla oluşturulan eserlerin kopyaları da söz konusu müze mağazalarında satışa sunuldu.

Türkiye Gazetesi, 14.08.2010

PADİŞAH YADİGARLARI TOPKAPI SARAYI'NDA

 

İstanbul Türbeler Müzesi Müdürlüğü uhdesinde bulunan eserlerden oluşan “Sonsuzluğun Kapısı: Türbeler” isimli sergi, 16 Ağustos Pazartesi günü saat 14.00’da Topkapı Sarayı Has Ahırlar bölümünde ziyarete açılacak. Osmanlı İmparatorluğu’nun, padişahlar, devlet adamları ve kanaat önderlerinin türbelerinde bulunan bu tarihi ve kültürel miras eserleri, ilk defa bir arada sergilenecek.

Türkiye Gazetesi, 14.08.2010

NİŞANYAN USLANMIYOR

 

Son olarak Muğla'nın Dalyan Beldesi'ndeki Kaunos Kaya Mezarları'nın benzerini Selçuk'un Şirince Köyü'ndeki Kayserdağı'na yaptırması ve Orman Bakanlığı ile mahkemelik olmasıyla gündeme gelen Yazar Sevan Nişanyan şimdi de ilçede kaçak yaptığı iddia edilen yapılarla gündeme geldi.

 

Geçtiğimiz günlerde toplanan İl Özel İdaresi Encümeni, Nişanyan'ın bu köyde kaçak olarak inşa ettiği çeşitli özelliklerdeki 12 yapıyla ilgili yıkım kararı aldı. İçinde işlettiği pansiyonun da bulunduğu 4 yapıyla ilgili önceki yıllarda alınmış 4 yıkım kararı daha bulunan Nişanyan ise, bu kararı önemsemediğini açıkladı. Nişanyan, "Devlet kademesinde bulunan Vandal'ların hangi kararları aldığı beni ilgilendirmiyor" diye konuştu. İl Encümen Üyesi Emre Özer ise, "Nişanyan'ın yaptığı kanunu hiçe sayma ve devlete meydan okumadır" diye konuştu.

Nişanyan, 1995'te yerleştiği Şirince'de eski köy evlerini restore ederek kendi pansiyonunu kurdu. 1999 yılında açtığı pansiyonun işletmeciliğini sürdüren Nişanyan, izinsiz restorasyon yaptığı için 2001 yılında 10 ay hapis yattı. Bu arada pansiyonunun yanına yeni kaçak yapılar ekleyen Nişanyan'a bugüne kadar toplam 12 bin lira para cezası kesildi. Ayrıca, ilk olarak 1998'de Nişanyan'ın işlettiği pansiyon, 2000'de kendisine ait 2 konut ve 2008'de de bir müştemilat için İl Encümeni tarafından yıkım kararı alındı. Bu kararlar 2001 ve 2005 yılında Selçuk Kaymakamlığı'na bildirildi. Ancak, sözkonusu yapılar halen yıkılmadı.


İl Encümeni son olarak geçtiğimiz 4 Ağustos 2010 günü Nişanyan'ın kaçak olarak yaptığı 12 yapı için yıkım kararı aldı. 1 Nisan 2009'da mühürlenen ve yıkım kararı alınan 12 yapı, tek katlı konaklama birimleri, havuz, mutfak ve müştemilattan oluşuyor. Alınan son yıkım kararı da İl Özel İdaresi tarafından Selçuk Kaymakamlığı'na bildirildi.

Son alınan kararla ilgili Sevan Nişanyan ise, "Bu memlekette herkes Vandal değil (yıkımdan zevk alan insan). Bu bir tür namussuzluktur. Kişilik bozukluğudur. Herkes onlar gibi değil. Vicdan sahibi insanlar da var. Bu İl Encümen Üyesi'ne bu hakikati hatırlatmak gerekir. Devlet kademesinde bulunan Vandalların hangi kararları aldığı da beni ilgilendirmiyor" dedi. Nişanyan, "Bu kararları takip etmiyorum ve ilgilenmiyorum" dedi.

Yıkım kararını alan İl Encümeni'nin Üyesi Emre Özer, "Selçuk Kaymakamlığı'nı gereğini yapmaya davet ediyorum" dedi. Şirince Köyü sakinlerinin dedelerinden kalan evlere izinsiz çivi bile çakamadığını, ancak Nişanyan'ın kaçak yapılarının yıkılmamasına anlam veremediğini belirten Özer, şöyle konuştu:
"Nişanyan'a neden göz yumuluyor? Köylü kanuna saygılı. Ancak, Nişanyan nereden cesaret alıyor anlamış değilim. Kanunları hiçe sayıyor. Bu bir meydan okuma. Selçuk Kaymakamlığı gerekeni yapmalı. Nişanyan Yazar olarak 'kimse bana dokunamaz' mantığında olmamalı. Türkiye'de hiç kimse 1'inci, 2'inci ya da 3'üncü sınıf olarak adlandırılamaz. Herkes kanunlara uyacak. Şirince sakinleri, evini onarmaya dahi imtina ederken Nişanyan'a karşı kanunların neden uygulanmadığını sorguluyor. Bize, 'Kanunlar neden bu kişiye gelince uygulanmıyor? Biz kanunlara uyarak hata mı yapıyoruz' diye soruyorlar. Şirince sakinlerinin haklarını savunmak görevimiz."

Sevan Nişanyan'ın köyde imara aykırı yaptığı inşaatlarla ilgili hakkında açılan çok sayıda dava bulunuyor. Bu davalardan Nişanyan hakkında yaklaşık 10 yıllık hapis cezası bulunduğu da belirtildi. Nişanyan'ın Avukatı Salih Tosya'nın hapis cezasıyla ilgili Yargıtay'a müracaat ettiği ve buradan gelecek kararı beklediği öğrenildi.


Nişanyan'ın Kayserdağı'na yaptırdığı ve Orman Bakanlığı ile mahkemelik olduğu kaya mezarı ile ilgili davanın da devam ettiği belirtildi. Geçtiğimiz günlerde gerçekleşen duruşmanın, Nişanyan'ın Avukatı Salih Tosya'nın katılmaması nedeniyle adli tatil sonrasına ertelendiği kaydedildi.

Yeni Asır, Haber: İlker Çoban, 14.08.2010

HAPİSTEKİ İHBARLA ORTAYA ÇIKAN SIR

 

Milas’ta Zeus Karios Kutsal Mabet Alanı’nda ortaya çıkarılan Kral Mausolos’un babası Hekataios’a ait 2400 yıllık mezar odası ve lahdin ardından film gibi bir hikaye çıktı.

Muğla’nın Milas İlçesi'nde yayın yapan Doğuş Gazetesi sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Tunç, taahhütlü ihlal suçundan dolayı hapis cezasını çarptırılmıştı. 18 Haziran’da cezasını çekmek için Milas Cezaevi’ne giren Tunç, kaçak kazı yaptıkları gerekçesiyle tutuklanan 4 define avcısının bulunduğu koğuşa konuldu. Turan Çelik adlı define avcısı ertesi gün Tunç’a yıllardır herkesin peşinde olduğu Hekataios’a ait mezarı bulduklarını ve mezar odasında yapılan soygunları anlattı. “Mezar odası ve lahit iki kez soyuldu. İkinci soygunda 60 cm’lik eşsiz bir altın heykel bulundu“ diyen Çelik, “Şimdi sıra bu lahdin çıkarılmasında... Lütfen çıktığında bu işi jandarmaya bildir, çalınmasına engel ol” dedi. Anlatılanları şaşkınlık içerisinde not alan Tunç, 5 gün sonra para cezasını ödeyip serbest kalınca da, bu şok iddiaları gazetesine taşıdı. Tunç’un haberi üzerine Muğla Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü, 45 günlük incelemenin ardından düzenlediği operasyonla 10 zanlıyı gözaltına aldı. Yakalanan zanlılardan 5’i tutuklanıp cezaevine gönderildi. Bu arada Hekataios’un lahdini kaçak kazı ile çıkaran şebekenin ulusal ve uluslararası boyutlarıyla ortaya çıkarılması için MİT’in de devreye girdiği ve bu amaçla çok yönlü bir araştırma yaptığı öğrenildi.

12 metre aşağı inildi Operasyonda baraka içerisindeki beton kapaktan yerin 12 metre altına inildi. Burada iki büyük odayla karşılaşan yetkililer, 2 metre büyüklüğünde iki lahde rastladı. Lahit içinde 1 metal arama dedektörü, 2 adet elmas uçlu matkap uç ve kürekler ele geçirildi

Milliyet, 14.08.2010

 

******


DEFİNECİLER MEZARI VİDEOYA ÇEKMİŞ

 

 

Dünyanın 7 Harikası'ndan birisi sayılan Bodrum'daki Halikarnassos Anıtmezarı'nı yaptıran Karia Satrabı Mausolos´un babası Kral Hekatomnos'a ait olduğu ve daha önce birkaç kez soyulduğu tespit edilen Milas'taki anıtmezarın yeniden soyulduğu ihbarının yapılması üzerine, Jandarma ve emniyet olayla ilgili soruşturma başlattı. Soruşturmanın başlatılmasına sebep olan ihbarda bulunduğu iddia edilen görüntülerde, soygun sırasında kullanılan aletler ve bir gazetenin (Sabah Gazetesi) "Akıl almaz bir rezalet" manşetli sayısı ve manşet yazısı altında bir beyaz kağıda yazılan "B.S." harfleri yer alıyor.

 

Emniyet güçleri, mezarı soymak isteyen defineciler tarafından çekildiği iddia edilen görüntüleri, kimin çektiğinin araştırıldığını, olayla ilgili soruşturmanın devam ettiğini bildirdi.

Milliyet, 14.08.2010

SİNOP'TA ESKİ ÇAĞLARA AİT KAPAKLI MEZAR BULUNDU

 

 

Sinop’ta yol yapımı sırasında, binlerce yıl öncesine ait olduğu tahmin edilen kapaklı mezar bulundu.

 

Gelincik Mahallesi Adliye Lojmanları önünde belediye tarafından gerçekleştirilen yol yapım çalışmaları sırasında iş makinesi tarafından ortaya çıkarılan ve Roma dönemine ait olduğu sanılan taşla örülü ve kapaklı mezar vatandaşların büyük ilgisini çekti. Olayın Sinop Arkeoloji Müzesi’ne haber verilmesi ardından yol çalışmaları durduruldu. Daha sonra bir kısmı toprakla dolan mezarın kapağı açılarak arkeologlar tarafından çalışma başlatıldı. Meraklı vatandaşlar ise mezarda sürdürülen çalışmaları ilgiyle izlerken bu sırada güvenlik için bir polis görevlendirildi. Lahitten çıkartılan kemik parçaları özel bir poşete konulurken, kemik parçalarının yanında ölüye ait çeşitli süs ve eşyalar bulundu. Bulunan malzemeler incelenmek üzere Sinop Arkeoloji Müzesi’ne gönderildi. Bu arada mezar içerisinde kirece rastlanırken, mezarın bulaşıcı bir hastalık nedeniyle ölen bir kişiye ait olabileceği sanılıyor.

Haber Oku, 14.08.2010

PRIAPOS GÜN YÜZÜNE ÇIKMAYI BEKLİYOR

 

Biga İlçesi'ne bağlı Karabiga beldesinde bulunan Priapos antik kenti, gün yüzüne çıkarılmayı bekliyor.

 

Karabiga Belediye Başkanı Muzaffer Karataş, Priapos’un, incelenmesi gereken antik bir kent olduğunu söyledi. Beldenin son liman bölgesine yakın bir alanda mitolojideki adı Priapos olan antik kentin bulunduğunu belirten Karataş, fazla olmamakla birlikte antik kente turizmcilerin ilgi gösterdiğini bildirdi. Antik kentin ortaya çıkarılmasını beklediklerini, şu ana kadar bu konuda fazla bir şeyin yapılmadığını ifade eden Karataş, Priapos’un, kazı alanı kapsamına alınmasına rağmen her hangi bir kazı çalışmasının olmadığını bildirdi. Konuyu bazı üniversitelerle görüşerek, bölgede kazı yapılmasını ve antik kentin gün yüzüne çıkarılmasını istediklerini, bu konuda ilgililerden destek beklediklerini dile getiren Karataş, Priapos’un bu gün sadece kalelerinin gün yüzünde olduğunu kaydetti. Araştırma yapılması gereken alanın çok geniş bir bölgeyi kapsadığına işaret eden Karataş, şöyle dedi: ” Alanı çok geniş bir yer burası. Bu kazıyı üstlenebilecek sponsorlara ihtiyacımız var. Üniversite ve devletin de desteğiyle biz burada kazıların başlatılmasını istiyoruz.

Özellikle Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi ile görüştük. Üniversitelerden bize destek gelirse, biz kazı için maddi manevi her şeye hazırız. Antik kentin ortaya çıkarılmasıyla Karabiga’nın çehresi değişecek, burası turizmcilerin ilgisini çekecek. Priapos, gerçekten incelenmesi gereken yaşamış bir kenttir, olaydır. Burada geçmişe yönelik olaylar ve tarih yatmakta. Ayrıca Priaopos’un da Truva gibi filme alınmasını arzu ediyoruz. Çünkü burada yaşanmış birçok olaylar var. Sinemacılarında bu konuda dikkatini çekmek istiyoruz.” Muzaffer Karataş, bölge insanının antik kent hakkında fazla bilgi sahibi olmadığını da bildirdi. Karataş, ”Bir rivayete göre bu yörede yaşayan Priapos, çirkin ve güçlü bir insanmış. Priapos, çirkin olduğu için halk tarafından lanetleniyor ve bu kentten kovuluyor. Ondan sonra bu bölgede sürekli olarak olumsuzluklar yaşanmaya başlanıyor. Halk bunun nedenini Priapos’un kovulmasına bağlıyor. Bunun üzerine kovdukları Priapos’u tekrar buraya çağırıyorlar ve burada bereketli topraklar oluşuyor. Priapos mitolojide bereket tanrısı olarak biliniyor” diye konuştu.

Çanakkale Olay, 14.08.2010

ENEZ KAZILARINDA ÇALIŞMALAR SÜRÜYOR

 

Edirne’nin Enez İlçesi'nde 1970 yılından bu yana devam eden arkeolojik kazı ve restorasyon çalışmaları devam ediyor.

 

Kazı başkanı İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Sait Başaran, Enez’in, Balkanları, Ege ve Anadolu’ya bağlayan deniz, nehir ve kara yolların kesiştiği bir yerde kurulan önemli bir kültür ve ticaret kenti olduğunu söyledi.

 

Başaran, Enez’in antik çağlarda ‘Ainos’ olarak adlandırıldığını ifade ederek, ‘Ainos Ege’yi Karadeniz’e bağlayan tek yoldu. Meriç Nehri ile 100 kilometrelik bir yolculukla bu bağlantı sağlanıyordu. Günümüzde Ege’den Karadeniz’e ulaşmak için boğazları geçerek yaklaşık 450 kilometre yol kat etmek gerekiyor. Ticari ulaşım Enez’den yapılıyordu. Antik çağdan 17. yy’a kadar bu yol kullanılmıştır. Ainos bu nedenle çok zengin bir kent olmuştu. Kazılardan çıkan bulgulardan bunu anlıyoruz. Ancak, sürekli yeni yerleşim kurulduğu için çok tahrip olmuş’ dedi.

Prof.Dr. Başaran, bu yılki kazıları Enez’deki 4 ayrı bölgede yürüttüklerini belirterek, şu bilgileri verdi:

‘Enez’de 1978 yılından beri kazı çalışmalarına katılıyorum. Bu yıl, Kaleiçi, Enez girişindeki nekropol, Kral Kızı bazilikası ve zemini mozaiklerle kaplı Roma dönemi villasında kazı yapıyoruz. Kaleiçi’nde antik Ainos kentinin kültür tabakalanmasını ortaya çıkartmak için çalışıyoruz. Burada ilk yerleşimlere ulaşmaya çalışıyoruz. Kalkolitik Çağa kadar geri gidiyoruz. Kaleiçi’nde, kale kapısının girişinde yaptığımız çalışmalarda da, Osmanlı dönemine ait üst tabakalarında yapı kalıntıları ortaya çıkıyor.

 

Hoca Çeşme’de ise Neolotik Çağ bulgularına ulaşıyoruz. Bu çağ insan oğlunun ilk yerleşik düzene geçtiği zamandır. Bu bölgede Enez’e 3 kilometre mesafede bulunuyor. Enez girişinde bulunan nekropolde Ainos’un ilk kurulduğu yıllara ait mezarlar ortaya çıkıyor. Pişmiş topraktan lahitler, amforalar, hidria adı verilen ve içine yakılan ölünün kül ile kalan kemiklerinin konulduğu kaplar bulunuyor. Bunların içlerine konulmuş çeşitli objelerde çıkıyor.

 

Kral Kızı Bazilikası’nda yürütülen çalışmalarda ise hiç beklemediğimiz bir olayla karşılaştık. Burada duvar resimleri bulduk. Burası bir kiliseden büyük bir yer. 30×27 metre ebadında bir yapı. Kazılarda, su ihtiyacının karşılandığı kaynakta gün yüzüne çıktı.’

 

Kazılarda ortaya çıkartılan eserlerin Enez’deki İstanbul Üniversitesi Eğitim Tesisleri’nde öğrenciler tarafından temizlenip, onarıldığını dile getiren Prof.Dr. Başaran, ‘Çok sayıda pişmiş kap, kemikler ve çeşitli eşyalar ortaya çıkartılıyor. Bunlar arasında su kapları, ölü yakma geleneğinde kullanılan kremasyon kapları da yer alıyor. Çok sayıda pişmiş topraktan yapılmış oryantalizan eşyalar buluyoruz. Edirne Müzesi’nde sergilenen siyah figür tekniğiyle yapılan ve üzerinde savaş sahnesi ile şarap tanrısı figürünün yer aldığı amfora gibi çok önemli ve değerli bulgulara da ulaşılıyor’ dedi.

Enez kazılarına yabancı arkeologların ilgisinin son yıllarda arttığına dikkati çeken Başaran, ‘Bu yılki kazılara Alman, Avustralya ve Moğolistan’dan katılım var. Bu Enez’in tarihi zenginliğinin dünyaya duyurulmasında önemli bir gelişme’ diye konuştu.

haberler.com, 13.08.2010

Rhodiapolis (Fahri Işık’a Armağan, 2004)
...1901




08 - 14 Ağustos 2010

TARİH GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

 

  

 

Düzce, Konuralp Belediyesi, antik kentte toprak altında kalmış kalıntıları ve tarihi değerleri ortaya çıkarmak amacıyla bir çalışma başlattı.


Belediye Başkanı Yusuf Ercan, yaptığı açıklamada, beldenin kuzey batı kesiminde Akçakoca yolu kenarındaki kale surlarının ortaya çıkarılması için bölgede temizlik çalışması yapıldığını anlattı.


Bu çalışmaların, antik tiyatroya çıktığı tahmin edilen ve “arslanlı mağaralar” olarak bilinen tarihi tünellerin çevresini kapsadığını belirten Ercan, “Antik kentte 3 tünel olduğunu tahmin ediyoruz. Bu tünellerin bir ucunun 40 basamaklardan, diğer ucunun Akçakoca istikametinden, bir öteki ucunun ise Sarayyeri bölgesinden çıktığını sanıyoruz. Bu yönde kazı ve tünel açma çalışmaları yapılacak” dedi.


Yakında 40 basamaklarda da bilim adamları nezaretinde kazı çalışmaları başlayacağını anlatan Ercan, “ Doğalgazla ilgili yapılan kazılarda 60-70 cm  derinliğindeki kazıda  bir sütun ve sütun başlığı çıktı. Arkeologların söylemine  göre Konuralp’te   40 basamaklara yakın bir yerde    tapınak  olduğunu da tahmin ediliyor.  Müze orayla ilgili yazışmaları yapıyor. Bakanlıktan izin geldiği takdirde sütun başlıklarını ortaya çıkaracağız. Tapınakla ilgili belirti varsa gün ışığına  çıkarmış olacağız.  Hedefimiz bu tarihi varlığı ortaya çıkarmak ve Konuralp’i dünya turizmine açmaktır” diye konuştu.

Düzce Damla Gazetesi, 13.08.2010



SÜMELA'DA HEYELAN TEHLİKESİ

 

 

Trabzon'un dünyaca ünlü Sümela Manastırı heyelan tehlikesiyle karşı karşıya. Dokuz yıl önce de heyelan olduğunu ancak hiçbir çalışma yapılmadığını belirten uzmanlar, acilen tedbir alınması gerektiğini söylüyor. Dokuz yıl önceki heyelanda, hemen üst taraftaki bölge çatlamış, tonlarca ağırlıktaki kayalar manastırı teğet geçerek vadiye yuvarlanmıştı. Kayalar, dev ağaçları devirmiş, sosyal tesisleri yıkmış, yola zarar vermişti. Tarihi yapı, bir süre turistlerin ziyaretine kapatılırken, gönderilen 150 bin liralık kaynakla sosyal tesisler ve tuvalet yeniden yapıldı, yol onarıldı.

Karadeniz Teknik Üniversitesi Jeofizik Mühendisliği bilim adamlarının hazırladığı raporda şu görüşlere yer verildi: "Sümela yamacındaki oluşum tehlike arz etmektedir. Kopma ekseninden itibaren yuvarlanma mesafesi ve yamaç eğimi fazla olduğu için, çok küçük kaya bloklar bile büyük hasarlara sebebiyet verebilecek durumdadır. Manastır alanında iklimin çok sert olması, gece-gündüz sıcaklık farklarının yüksekliği, donma ve çözülme, sızan suların kimyasal etkisi, bitki kökleri, organizmaların etkisi ile bol yağış, bu alandaki etkinliğin fiziksel bozunma sürecini oldukça hızlandırmıştır. Elde edilen veriler ışığında yamaçta düşme, kayma, yuvarlanma ve devrilme türü hareketlerin zaman zaman tekrarlanabileceği sonucuna varılmıştır." Of Teknik Eğitim Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Kenan Gelişli de, "Eğer tedbir alınmaz ise kayalar her an düşebilir. Acilen tedbir alınmalı" dedi.

Sabah, Haber: Ulaş Özdemir, 13.08.2010

"ARKEOLOJİK KAZILARLA İLGİLİ DURDURMA DÜŞÜNMÜYORUZ"

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, ''Turizmde bu yıl dünya ortalamasının üzerindeyiz. Geçen yıl dünya eksideyken biz artıdaydık. Bu yıl, artıyı geçen yıla göre üçe katlamış durumdayız'' dedi.

 

Muğla Valisi Fatih Şahin'i makamında ziyaret ederek Muğla'daki turizm çalışmaları hakkında bilgi alan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Muğla'nın kendileri için büyük bir öneme sahip olduğunu belirtti. Bakan Günay, ''Turizmde bu yıl dünya ortalamasının üzerindeyiz. Geçen yıl dünya eksideyken biz artıdaydık. Bu yıl, artıyı geçen yıla göre üçe katlamış durumdayız'' diye konuştu.

Turizmin çeşitlendirilmesi gerektiğine işaret eden Bakan Günay, şunları söyledi: ''Sıradan bir kıyı turizmi olmanın ötesinde, deniz, kum ve güneşin ötesinde kültür varlıklarıyla, yemekleriyle ve folklor zenginlikleriyle, sağlık turizmi, kongre turizmi imkanlarıyla geliştirmemiz gerekiyor. Muğla ve kuzeyinde son zamanlarda 2 önemli yat limanı açıldı. Didim ve Çeşme'de. Kuşadası, çok önemli bir kongre merkezini bitirmeye çalışıyor. Doğu Akdeniz bölgesinin en büyük kongre merkezi olacak. Bütün bunlar, Ege'yi, Güney Ege'yi önemli hale getiriyor. Bu hafta sonu Bodrum'da bale festivali başlayacak. Muğlalıları ve Muğla'nın konuklarını bu festivalde görmek istiyoruz.''

Muğla'ya geliş nedeninin Milas'ta bulunan tarihi eserleri yerinde görmek olduğunu bildiren Bakan Günay, ''Bulunan eserlerin İstanbul'daki İskender lahdinden daha görkemli olduğu söyleniyor. Bugün ben de gözümle görme fırsatı bulacağım. Orada, tarihi 2 bin 400 veya 2 bin 500 yıllık olan bir lahit ve çevresinde daha eskiye uzanan tartışmalar var. Bu eserleri yerinde inceleyeceğiz'' dedi. Bakan Günay, bir gazetecinin, ''Milas'ta ortaya çıkartılan mezar odasındaki bazı eserlerin kaçırıldığı iddia ediliyor, bu iddialar doğru mu?'' sorusuna şu yanıtı verdi: ''Bu konuyu özel olarak incelemek üzere en yetkili arkadaşlarımla beraber geldim. Yerine gidelim yetkililerden bilgi alalım, emniyet müdürümüz, jandarma komutanımız, savcımız , valimiz ve bizim kurum müdürümüzden bilgi aldıktan sonra fikirlerimizi söyleyelim.''

Tarihi eserlerin bulunduğu bölgede yapılacak kazıların sonuçlarının önemine işaret eden Bakan Günay, ''Milas'ta bulunan yaklaşık 2 bin 400 yıllık geçmişi olan eserlerin bulunduğu noktada bir müze yapma imkanı doğabilir. Bu çok özgün olabilir. Bizden alınıp götürülen eserlerin çevresinde yurt dışında müze yapılıyor ve bunlar dünyanın en özel müzelerinden birisi haline gelmiş durumda. Bergama müzesi, Berlin'de özel bir nitelik taşıyor'' diye konuştu.

Bakan Günay, bir gazetecinin, ''Türkiye'deki arkeolojik kazıların bir süreliğine durdurulması söz konusu mu? sorusu üzerine şöyle dedi: ''Türkiye'deki arkeolojik kazılarla ilgili bir durdurma düşünmüyoruz, ama bir irdeleme yapıyoruz. Önceki yıllardan bugüne bazı kazılar biraz rutine geldi. Özellikle yabancı kazılar biraz rutine bağlanmıştı. 15 gün gelip kazı yerinde dolaşıp giden kazı başkanlarımız ve kazı ekiplerimiz vardı. Geçen yıldan bu yana ciddi bir tartışmayla, yabancı elçiliklerde görüşerek yeni bir kazı formu, kazı çalışma düzeni ortaya koymaya çalıştık. Gelinecek hazırlıklar yapılacak, arazide birkaç ay kalınacak ve koruma önlemleri almayı, aşağı yukarı bir yaz boyunca bölgede kalmayı öngörüyor. Biz kazılara devlet olarak kendimiz, bize genel bütçenin verdiği imkanları, 40 misline çıkartıyoruz. Planlamadan, maliyeden ek ödenek alıyoruz. Ne yazık ki; daha önce gelişi güzel biraz kullanıldığını söyleyebilirim. DÖSİM kaynaklarımızı doğrudan doğruya direkt kazılara aktarıyoruz ve en az 10 milyon TL takviye ile destekliyoruz. Devletin verdiği 500 bin TL'yi geçen yıl 24 milyon TL'ye çıkarmıştık. Biz kazılara önceki yıllara göre daha fazla kaynak ayırıyoruz. Göreve başladığımda bu rakam 14 Milyon TL civarındaydı, bu sene 25 milyon TL civarında kazılara ayrılan kaynak. Bu ayırdığımız kaynağın karşılığını da görmek istiyoruz. Yabancı kazılar için yeni bir kural getirdik. Yabancı kazı başkanları kazı sonuçlarını Türkçe de yazacaklar. Bu yıl yabancı kazıların süresi arttı.''

Yeni Asır, 12.08.2010

MİLLİ MÜCADELE KONAĞI MÜZE OLACAK

 

 

Milli Mücadele sırasında askeri karargah olarak kullanılan, katliamlardan kaçan binlerce Türk'ün saklandığı ve Büyük Önder Atatürk'ün de kaldığı tarihi Şeyh Cemil Nardalı Konağı, yıkılmaktan kurtarıldı.

 

Adana'nın Çukurova yöresinde, Kurtuluş Savaşı'nın kazanılması sürecinde yararlılık gösteren Şeyh Cemil Nardalı tarafından yaptırılan ve Osmanlı mimarisinin tüm özelliklerini taşıyan tarihi konak, Nardalı'nın torunu olan Can Gülez'in girişimleri sonucu restore ediliyor.

Radikal'de yayınlanan habere göre; Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Müdürlüğü'nce bahçesindeki ağaçlarla birlikte 1993 yılında koruma altına alınan konaktaki restorasyon, Adana Büyükşehir Belediyesi İmar ve Şehircilik Daire Başkanlığı tarafından yürütülüyor.

Çalışmaların yıl sonuna kadar bitirilmesi bekleniyor.

Restorasyon çalışmalarına başlanabilmesi için mülkiyeti kendilerine ait olan konağı belediyeye devrettiklerini söyleyen Can Gülez, "Kurtuluş Savaşı yıllarında dedem Şeyh Cemil Nardalı'nın, Fransız ve Ermenilerin katliamından kaçan yüzlerce Türk'ün barınması, beslenmesi, emrindeki silahlı müfrezeyle korunması ve güvenli bölgeye naklini sağladığı tarihi konak, Kültür ve Turizm Bakanlığı kararıyla Kurtuluş Savaşı Müzesi'ne dönüştürülecek. Binanın müze olarak hizmete girmesiyle 20 yıl önce başlattığım mücadele mutlu sonla noktalanacak" dedi.

Gülez, tarihi binanın, Kurtuluş Savaşı yıllarında işgal kuvvetlerine karşı mücadele başlatan vatanseverler arasında önemli bir yere sahip olduğunu belirtti.

turizmdebusabah.com, 12.08.2010

MUĞLA'DA BÖLGE MÜZESİ KURULMASI ÇALIŞMALARI HIZLANDIRILIYOR

 

Osman Murat Süslü'nün Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü olmasının ardından İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'ne atanan Kamil Özer, Muğla Belediye Başkanı Osman Gürün'ü makamında ziyaret etti. Ziyarette bölge müzesi kurulması gündeme geldi.

 

Muğla'da kısa bir süre önce göreve başladığını belirten İl Müdürü Kamil Özer, "Muğla'yı moda değil, marka şehir yapmak istiyoruz. Kamu ve yerel yönetimler olarak işbirliği içinde çok çalışacağız. Sayın Belediye Başkanımızın gündeme getirdiği bölge müzesi konusu çok önemli. Sayın Bakan önümüzdeki günlerde Muğla'ya gelecek. Bu konu hakkında kendisine bilgi sunacağız " dedi.

Muğla'ya bir bölge müzesi kurulması için çalışma başlattıklarını belirten Belediye Başkanı Gürün, "Kışla mevkiinde bir bölge müzesi kurulması için girişim başlatmıştık. Bu bölge müzesinde Muğla'daki 195 ören yerindeki eserlerin yer almasını istiyoruz. Sayın Bakan'a konuyu ilettiğimizde destek vereceğini kaydetti. Bu müze kurulursa ilimize çok büyük katkı sağlayacak" dedi.

Turizm Gazetesi, 12.08.2010

DENİZLİ'DE TARİH AYDINLANIYOR

 

 

Ege Üniversitesi (EÜ) Edebiyat Fakültesi tarafından yürütülen arkeolojik kazıları yerinde inceleyen EÜ Rektörü Prof.Dr. Candeğer Yılmaz Denizli’nin Çivril ve Kale ilçelerindeki arkeolojik alanlarda incelemeler yaptı. Ege Üniversitesi yönetimi Edebiyat Fakültesi tarafından çalışmaları yürütülen arkeolojik kazı alanlarındaki incelemelerini sürdürüyor.

 

EÜ Rektörü Prof.Dr. Candeğer Yılmaz, Rektör Yardımcısı Prof.Dr. Süer Anaç, Genel Sekreter Prof.Dr. Bülent Özkan ve Yapı İşleri Daire Başkanı Zafer Gücin’in katılımlarıyla Denizli’nin Çivril İlçesi'ndeki Beycesultan Höyüğü ile Kale İlçesi'ndeki Tabae kazı alanında incelemelerde bulundu.

 

Denizli Çivril’de üniversite yönetimini kazı çalışmalarını sürdüren ekibin başı olan Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Eşref Abay karşıladı. Kazı alanını gezdirerek bilgi veren Doç.Dr. Eşref Abay, Beycesultan Höyüğü’nde kazı çalışmalarının üç yıl önce başlatıldığını söyledi. Doç.Dr. Abay “Beycesultan’nın dünya literatüründe çok önemli ve ünlü bir arkeolojik alan. Yukarı Menderes Havzası içinde yer alan höyükte buğday fosilleri ambar ve saray, tapınak kalıntılarına rastladık. Höyük Dışkent – Kale olarak iki ayrı alan halinde kazılacak. Biz çalışmalarımıza Kale’den başladık. Belediye’den kazı alanının güvenliği konusunda yardım ve kazı evi talebinde bulunuyoruz” dedi.

 

Daha sonra Çivril Belediye Başkanı İbrahim Hakkı Aslan ile görüşen Rektör Prof.Dr. Candeğer Yılmaz, belediyelerden çok büyük destekler beklediklerini ifade etti. Halkın kazı alanlarını sahiplenmesi ve bu alanların korunması konusunda bilinçlendirilmesi gerektiğini vurgulayan Prof.Dr. Yılmaz, bu konuda en büyük desteği yerel yönetimlerden beklediklerini söyledi. Belediye Başkanı İbrahim Hakkı Aslan ise “Çivril’in geleceği için önemli olan kazıların sonuçlanması. Çalışmalar sonunda gün ışığına çıkacak tarihle turizme ve ilçemize çok değerli katkılar sağlanacak. Bunun için de gereken katkıyı sağlamayı sürdüreceğiz” dedi.

 

Daha sonra Denizli’nin Kale İlçesi'ne geçen Rektör Prof.Dr. Candeğer Yılmaz ve beraberindekiler Kale Belediye Başkanı İsmail Yarımca’yı ziyaret ederek süren kazılar hakkında bilgi alışverişinde bulundular. Ardından E.Ü Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Bozkurt Ersoy eşliğinde Tabae alanı gezildi. Kazının başkanlığını da yürüten Prof.Dr. Ersoy kazıların 2007 yılından beri devam ettiğini belirterek “Burası Hellenistik, Roma, Bizans, Beylikler ve Osmanlı uygarlıklarını içinde barındıran çok zengin bir kazı alanı. Çalışmalarımız sürecek” diye konuştu.

 

Tabae alanında çıkartılan eserleri inceleyen Prof.Dr. Yılmaz böyle geniş bir kazı alanını görmekten çok memnun olduğunu belirterek “Burada ki kazı ekibine destek vermek için geldim. Burada birkaç yıl içerisinde çok farklı bir Kale görebiliriz. Ancak bunun için sponsor desteği şart. Ayrıca yerel halkın katkısı ve burayı koruması çok önemli. Kazılar üç ay sürüyor. Geri kalan dokuz ay burası yöre halkına emanet. Kazı çalışmalarıyla tarihi eserler ortaya çıktıkça Kale ve Çivril’in çehresi değişecek.” diye konuştu. Prof.Dr. Yılmaz’a üç yıllık kazı raporlarının sunulmasının ardından gezi tamamlandı.

Haber Ekspres, 12.08.2010

UNESCO 15 EKİM'E KADAR SÜRE TANIDI

 

İstanbul'un ''Dünya Kültür Mirası Listesi''nde kalabilmesi için Türkiye'nin, 15 Ekim'e kadar Haliç Metro Geçiş Köprüsü ile ilgili çalışma yaptırması, Şubat 2011'e kadar da diğer tüm maddeleri yerine getirmesi gerektiği belirtildi.

 

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Video ve Konferans Salonunda İstanbul SOS girişimi tarafından düzenlenen toplantıda konuşan İstanbul Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Zeynep Ahunbay, İstanbul'un ''Dünya Kültür Mirası Listesi'' içinde bulunan tarihi alanlarıyla ilgili olarak UNESCO Dünya Kültür Mirası Komitesi tarafından açıklanan son karar metnindeki şartların nasıl uygulanacağının kamuoyuna biran evvel aktarılması gerektiğini ifade etti.

Prof.Dr. Ahunbay, İstanbul'un liste içindeki tarihi alanlarının, UNESCO Dünya Kültür Mirası Komitesi tarafından 3 Ağustosta açıklanan son kararı çerçevesinde belli şartlara bağlı olarak izlemeye alındığını hatırlatarak, ''İstanbul'un Dünya Kültür Mirası Listesi'nde kalabilmesi için Türkiye'nin, 15 Ekime kadar Haliç Metro Geçiş Köprüsü ile ilgili çalışma yaptırması, Şubat 2011'e kadar da diğer tüm maddeleri yerine getirmesi gerekmektedir'' dedi.

UNESCO Dünya Kültür Mirası Komitesi tarafından alınan karar doğrultusunda Haliç Metro Köprüsü için 3 aylık, diğer tüm tarihi alanlar için 6 aylık bir süre verildiğini dile getiren Ahunbay, İstanbul'un, 15 Ekim 2010 tarihine kadar Haliç Metro Geçiş Köprüsü ile ilgili uluslararası bir çalışmayı sonlandırması ve Şubat 2011'e kadar da diğer tüm tarihi alanlarla ilgili talepleri yerine getirmesi şartıyla şimdilik listede kalabildiğini kaydetti.

Ntvmsnbc, 12.08.2010

GALATA DÖNÜŞÜMÜ

 

 

İstanbul’un tarihi semti Galata’da kentsel dönüşüm projelerinin dışında faklı bir dönüşüm yaşanıyor. Galata Kulesi etrafında bulunan tarihi evlerin bir kısmı hostellere dönüştürülüyor. Yatırımcılar unutulmaya yüz tutmuş tarihi binaları satın alarak restore ediyor ve çeşitli apartlar, hosteller halinde müşterilerin hizmetine sunuyor. Büyük otellere taş çıkaracak nitelikteki apartların, ev ortamından hiçbir farkı yok. Bu yönüyle yerli ve yabancı turistler tarafından tercih ediliyor.

Fiyatları günlük 120 Euro ile 325 Euro arasında değişen apartlara genellikle Arap turistler büyük ilgi gösteriyor. Standart bir evi andıran dairelerde bir oda, bir salon, mutfak, yatak odası, banyo ve tuvalet bulunuyor. Buralarda konaklayanlara yemek hizmeti sunulmuyor. Çünkü apartlarda bulunan mutfakta insanlar evlerindeki gibi rahatlıkla yemek yapma imkanına sahip olabiliyor.

 

Apartlarında mutfaktan yatak odasına kadar herşeyin olduğunu söyleyen Galateia Residence Yöneticisi Yüksel Kukul, "Günümüzde insanlar sosyal ve özel çalışma hayatlarında daha rahat ve geniş alanlara yönelmeye çalıştılar. İnsanlar burada çok rahat bir konaklama olanağına sahipler. Apartımızda 13 dairemiz mevcut. Burada kalan insanların yüzde 95’ini yabancı turistler oluşturuyor" dedi.

Galata çevresinin son dönemde farkedilen bir bölge olduğunu söyleyen Kukul, "Buradaki eski binaların güzel bir konuma getirilmesi açısından apartların yararlı olacağını düşünüyorum" diye konuştu. Galata Residence Apart Hotel yetkilisi Melahat Karakaş ise şu görüşleri dile getirdi: "Beş yıldızlı otellerde fazla sıcak ortamlar bulunmuyor. Ancak bizim gibi apart otellerde samimi ortam mevcut. Çünkü burası otel odasından ziyade bir ev ortamı gibi. Konuklar bir otele gelmiş
gibi değil de evlerinde konaklıyormuş gibi bir yaşantı sürüyor. Bu da apartlarımızı cazip kılıyor."

Habertürk, Haber: Barış Melih Cayıt - Özge Eğrikar, 12.08.2010

BÜYÜK SIR!

 

 

ABD’li arkeologlar İsrail’deki kazılarda 2 bin 200 yıllık bir madeni para buldu. 27.71 gram ağırlığındaki paranın MÖ 191 yılına ait olduğu açıklandı.

İsrail Antika Müdürlüğü Başkanı Dr. Donald T. Ariel, ortak düzenlenen kazı çalışmalarında 2 bin 200 yıl öncesine ait bir altın para bulduklarını açıkladı. Ariel, bulunan altın paranın ülke tarihinde yapılan en büyük beş arkeolojik keşiften biri olduğunu öne sürdü. Ariel, CNN’e madeni paralar açısından çok büyük bir keşif yapıldığını, paranın çok iyi korunmuş halde olduğunu söyledi.

Ayrıca bulunan paranın İsrail’de bugüne kadar çıkarılan madeni paralar içinde en değerlisi olduğuna dikkat çekti. Paranın 27.71 gram ağırlığında olduğunu belirten Ariel, bugüne kadar bulunan madeni paraların genelde 4.5 gram ağırlığında olduğunu ifade etti.

Altın paranın Mısır’ın İskenderiye kentinde V. Batlamyus tarafından döküldüğünü ve MÖ 191 tarihine ait olduğunu bildirildi. Yapılan keşifle İsrail’de Batlamyus dönemine ait ikinci altın para bulunmuş oldu. Ariel, paranın sahibi tarafından gizlice gömülmüş olabileceğini veya paranın sahibinin bir nedenden dolayı parasını oradan çıkaramamış olabileceğini belirtti.

Paranın bir yüzünde Kraliçe Arsione II. Ptolemaios’un portresi, diğer yüzünde ise boynuz benzeri süsleme bulunuyor. Paranın, kullanıldığı gün 100 dirhem gümüşün değerine denk geldiği belirtildi. Ptolemaios kelimesinin anlamı “erkek kardeşlere özgü sevgi” anlamını taşıyor. Kraliçe Arsione, unvanını ikinci kocası olan II. Batlamyus’tan almıştı. Batlamyus aynı zamanda Arsione’nin kardeşiydi. Arsione, ilk olarak Büyük İskender’in generallerinden Trakya Kralı Lysimakhos ile 15 yaşında evlenmişti.

Yetkililer, paranın Michigan ve Minnesota Üniversitesi akademisyenlerinin düzenlediği ortak kazı çalışmasında, 26 Haziran tarihinde bulunduğunu açıkladı. Ariel, paranın Hellenistik döneme ait idare binasındaki depo odasıyla mutfağı birbirinden ayıran duvarın altında gömülü bulunduğunu belirtti.

Vatan, 12.08.2010

86 YIL SONRA İBADETE AÇILDI

 

Osmaniye’nin Kadirli İlçesi’nde, Romalılar Dönemi’nde yapılan daha sonra kilise ve camiye dönüştürülen Ala Cami, “Anıt Eser Ala Cami Projesi’’ çerçevesinde restorasyon çalışmalarının büyük ölçüde tamamlanmasının ardından 86 yıl sonra ibadete açıldı. Kadirli Müftüsü Orhan Öncü, Roma, Doğu Roma ve Türk medeniyetlerini birarada yaşatan Ala Cami’de 86 yıl aradan sonra ilk teravih namazı kılındığını söyledi.

Taraf, 12.08.2010

2700 YILLIK URARTU MÜHRÜ

 

 

İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyeleri tarafından Van Kalesi’nin kuzeyindeki höyükte kazı çalışmaları başladı. Urartu soylularının yaşadığı alanda 35 kişilik ekiple yapılan kazı çalışmalarında 2 bin 700 yıl öncesine ait mühür bulundu.

Kazı Başkanı İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Erkan Konyar, kazıda çıkan mührün Urartuların geçmişteki yaşamlarına ışık tuttuğunu söyledi. Yrd. Doç.Dr. Konyar, “İlk defa Urartu soylularının yaşadığı bir alan kazılıyor. Kazıdaki ilk bulgularımızda burada yaşayan insanların ticaretle uğraştığı ve sosyoekonomik düzeyinin çok yüksek olduğunu tespit ettik. Bulduğumuz mühür de bunun kanıtı. Burada sadece arkeolojik kazı değil, antropolojik, jeofizik ve coğrafik çalışmalar da yapılacak” dedi.

Urartuların başkentliğini yapan Van’da İstanbul Üniversitesi ve Marmara Üniversitesi öğretim üyeleri tarafından arkeolojik kazı yapılıyor. Van Kalesi’nin kuzeyinde bulunan 500 metrekarelik alanda yapılan kazılarda önemli bir bulguya ulaşıldı. Kazıda 2 bin 700 yıl öncesine ait olan ve Urartu soylularının ticarette kullandığı mühür bulundu. Daha çok boyunda taşınan ve mermerden yapılan mührün üzerindeki ağzından ateş çıkan ejderha figürü de dikkat çekiyor. Kazı Başkanı İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Erkan Konyar, kırsal dışında Van Gölü Havzası’nda ilk defa bir Urartu kentinin kazıldığını söyledi.

35 kişilik ekiple yapılan kazı çalışmalarında ilk olarak ortaya mezarlık ve 2 bin 700 yıl önceye ait bir mühür çıkarıldı. İlk defa Urartuların başkentine en yakın yaşayan insanların olduğu bölgenin kazıldığını belirten Yrd. Doç.Dr. Konyar, Urartu soylularının ticaretle uğraştığını söyledi. Yrd. Doç.Dr. Konyar, “Kazı başlangıcında bir Urartu soylusuna ait mühür bulduk. Bu mühür boyunda taşınıyor. Bundan anlaşılıyor ki burada yaşayan halkın sosyoekonomik yapısı yüksek. Ayrıca da ticaretle uğraşıyorlar. Şimdiye kadar hep kırsaldaki alanlar kazıldı. Başkentle ilişkili halkın mimarisi, sosyoekonomik yapısının belirlenmesi açısından ve Urartu arkeolojisi açısından çok önemli bir kazı. 3 bin yıl öncesinden kalan bir tabakalanma var. Van halkının sosyoekonomik yapısı, beslenme alışkanlıkları, popülasyonu ticari faaliyetleri, Van Gölü su seviyesinin yükselme ve alçalma durumları belirlenecek. İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü antropolojik, İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü bilim adamları ise kıyı şeridi çalışması yapıyor” dedi.

Radikal, Haber: Osman Bekleyen, 12.08.2010

SANTRALİSTANBUL'A ULUSLARARASI ÖDÜL

 

EAA-Emre Arolat Architects ve Nevzat Sayın Mimarlık Hizmetleri, Santralistanbul Çağdaş Sanatlar Müzesi yapısı ile her yıl dünyanın başarılı mimarlık projelerine verilen ‘International Architecture Awards 2010’ ödüllerine layık görüldü. Eski Silahtarağa Elektrik Santrali’nin yenilenerek müze, rekreasyon ve eğitim tesislerine dönüştürülen müze, dünyanın 38 ülkesinden ödül alan 95 projeden biri oldu.

 

Chicago Athenaeum Mimarlık ve Tasarım Müzesi ile Avrupa Mimarlık, Sanat, Tasarım ve Kentsel Planlama Merkezi’nin organize ettiği ödüller kasım ayında Madrid’de sahiplerine sunulacak. Ödüllü projeler sergisi, Madrid’den sonra Avrupa ve Amerika’nın çeşitli kentlerini dolaşacak.

Radikal, 12.08.2010

PRİŞTİNE FATİH CAMİİ'NİN RESTORASYONU TAMAMLANDI

 

Kosova'nın başkenti Priştine'de bulunan Osmanlı Devleti'nin en görkemli camilerinden Fatih Camisi, restorasyonu tamamlanarak ilk günkü ihtişamına kavuştu.

 

Kültür ve Turizm Genel Müdürlüğü ve Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı (TİKA)İdaresi Başkanlığı tarafından onarıma alınan Fatih Cami, Ramazan ayının ilk teravisinde Priştinalı Müslümanların hizmetine açıldı. Sırplar tarafından 1999 yılındaki savaş sırasında harap edilip depoya dönüştürülen Fatih Cami, 2009 yılında tekrar ibadete açılmıştı. Savaş sonrasında oldukça zarar gören cami yapılan restorasyon sonrasında eski ihtişamına kavuştu. Kündekari kapısı ve ahşap kepenkleri ile ilgi çeken cami için yapılan restorasyon çalışmaları 550 bin Euro'ya mal oldu.

 

Cami'de kılınan ilk teravihe, Osmanlı Padişahı 1. Murad Hüdavendigar'ı anma programı için Priştine'de bulunan AK Parti Bursa Milletvekili Altan Karapaşaoğlu,  Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe ve Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar da katıldı. 15. yüzyıla ait olan caminin bu halini görmekten dolayı son derece memnun kaldıklarını belirten Başkan Dündar, Türkiye'nin sınırları dışında kalan Osmanlı eserler için gerekli çalışmaların yapıldığını kaydetti.
İlk teravihi Fatih Cami'nde kılmanın ayrı bir hazzını yaşadıklarını söyleyen Priştinalılar ise caminin onarımında emeği geçen herkese teşekkür ettiler.

Bursa Olay, 12.08.2010

300 MİLYON YILLIK DİNOZOR İSKELETİ

 

Almanya’nın Thüringer Wald adlı ormanlık bölgesinde, 300 milyon yıllık bir dinozor iskeleti bulundu.

Paleontolog Thomas Mertens, Alman ve Amerikalı araştırmacılar tarafından Tambach-Dietharz yöresindeki kazı alanında bulunan 60 santimetre uzunluğundaki iskeletin, bugüne kadar bilinen bir dinozora ait olup olmadığını araştırdıklarını söyledi.

İskeletin temizlenme işleminin, ABD’nin Pittsburgh kentindeki Doğa Bilimleri Müzesinde yapılacağı bildirildi.

"Bromacker" adı verilen kazı alanında 18 yıldır yapılan kazılarda, bugüne kadar 13 dinozora ait 40’tan fazla kemik parçasının bulunduğu belirtildi.

Radikal, 12.08.2010

YOL ÇALIŞMASINDA TARİH ÇIKTI

 

Bartın’ın Amasra İlçesi'nde sürdürülen yol genişletme çalışmaları sırasında Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen 3 lahit kapağı parçası bulundu.

 

AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, Karayolları 156. Şube Şefliğince, Fatih Mahallesi’nde iki gün önce başlatılan ve bölgenin tarihi niteliği dolayısıyla Amasra Müze Müdürlüğü'nden görevlendirilen 3 uzman nezaretinde gerçekleştirilen yol çalışmalarında, tarihi nitelikli taşlar bulundu.

 

İncelemede lahit kapağı parçaları olduğu belirlenen ve Roma Döneminden kaldığı tahmin edilen eserlerin, Karabük Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun alacağı kararla Amasra Müzesi’ne taşınacağı bildirildi.

 

Amasra Belediye Başkanı Emin Timur, AA muhabirine yaptığı açıklamada, ilçenin her yerinde tarihi esere rastlandığını belirterek, ”Amasra’da nereye kazma vursanız tarih fışkırıyor. Müzemiz, resmi kazı yapılmamasına karşın tesadüfen bulunan eserlerle dolu. 3 lahit kapağı parçası da müzemize konulacaktır” dedi.

Gerçek Gündem, 11.08.2010

SİT ALANINDA KALAN İŞLETMELER YIKILACAK

 

 

İzmir İnciraltı Turizm Merkezi 25 bin ölçekli Çevre Düzeni Plan Revizyonu'nun yürütmesinin Danıştay tarafından durdurulmasının ardından Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, İzmir 1 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Müdürlüğü'ne yazı göndererek İnciraltı'ndaki çeşitli parseller üzerinde bulunan işletmelerin yıkılıp kaldırılmasını istedi. Bu talebi geçtiğimiz 9 Temmuz'da Büyükşehir ve Balçova belediyelerine bildiren Kurul, sit alanı üzerinde bulunan parsellerdeki 2863 sayılı yasaya aykırı uygulamaların 5216 sayılı Büyükşehir Belediye Yasası hükümleri doğrultusunda ivedilikle kaldırılmasını istedi. Balçova Belediye Başkanı Mehmet Ali Çalkaya, 2. derece doğal SİT alanında yer alan ve haklarında kesinleşmiş yıkım kararı bulunan işletmelerle ilgili olarak süreç içinde Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulunulduğunu hatırlattı. Çalkaya, 2008 yılı Aralık ayında sit alanı üzerindeki izinsiz uygulamalarla ilgili olarak yıkım kararı alındığını fakat emniyet güçleri tarafından yeterli güvenlik tedbiri sağlanamayacağı gerekçesiyle uygulamanın geçici süre ile ertelendiğini söyledi. Çalkaya, Aralık 2010'da tekrar yıkım ihalesine çıkacaklarını da açıkladı.

Büyükşehir'e gönderilen yazıda, söz konusu parsel üzerindeki izinsiz uygulamalara ilişkin kurul kararı doğrultusunda ilgililer hakkında Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda da bulunulduğu belirtildi. Yazıda, sit alanında bulunan parsellerdeki 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'na aykırı uygulamaların kaldırılması istendi.


Başkan Çalkaya, daha önce Balçova Belediyesi olarak bölgenin planlanmasına ilişkin çalışmaların İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Kültür ve Turizm Bakanlığı ile ortaklaşa olarak yürütülmekte olduğuna dikkat çekerek "Bir yandan bu çalışmaları sürdürürken diğer yandan da bölgede oluşan yasa dışı işletmelere karşı kanuni yükümlülüklerimizi yerine getiriyoruz. Belediye olarak bu kapsamda İnciraltı ve Bahçelerarası mahallelerinde yasaya aykırı işletmeler hakkında gerekli işlemleri yaptık. Bu işletmeler hakkında Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulunduk. Ardından da bahse konu işletmelerin yıkımı için ihaleler açtık. Katılım olmadığı için ihaleyi iptal etmek zorunda kaldık" diye konuştu.

2010 yılı Aralık ayında tekrar yıkım ihalesine çıkacaklarını belirten Çalkaya, "Ayrıca, son olarak 25 Aralık 2008 tarihinde sit alanı üzerindeki izinsiz uygulamalarla ilgili olarak yıkım kararı alındı. Emniyet güçleri tarafından yeterli güvenlik tedbiri sağlanamayacağı gerekçesiyle yıkım geçici süre ile ertelendi. İnciraltı ve Bahçelerarası mahallelerinin imar planları İzmir'in en önemli sorunlarındandır. Burada yıllardır süregelen imar problemi nedeniyle hem İzmir ekonomisi büyük bir kayba uğramakta hem de yasaya aykırı durumlar oluşmakta. Balçova Belediyesi olarak her iki durumla ilgili gerekli çalışmalarımızı sürdürmekteyiz. Bu bölgede tek tek işletmeler hakkında tasarrufta bulunulması bölgenin kurtuluşuna yardımcı olmamakta, aksine daha da karmaşık bir hale getirmektedir. Bu nedenle başta bölgenin planlamasına karşı dava açan gerek özel kuruluşlar gerekse sivil toplum örgütleri olmak üzere İzmir'in geleceğini düşünen herkes planlama sürecine katkıda bulunmalı. İzmir'in önünü açacak bu bölge bir an önce planlanmalı" dedi.

Yazıda hangi mekanlar var
Hamak Kır Düğün Salonu, İzmir Çiçekçiler Odası'nın tesisleri, Kumrucu İzzet, Şehri Garden, Balpa Düğün Salonu, Ayışığı Kafe, Mandalin Kafe, Tonguç, Beyaz Ev, Maltepe Oto Yıkama, Keyif, Balık Pişiricisi, Gözde Kafe.

İzmir Büyükşehir Belediyesi yetkilileri, söz konusu parselin ilçe belediyesi sınırları içinde olduğu için yetkinin de ilçe belediyesinde olduğunu söyledi. Yetkililer, "Geçmişte söz konusu alanla ilgili tutanak tutulmadıysa, ilçe belediyesi önce tespit yapıp ardından da tutanak tutmalı. Söz konusu işlemler yapıldıktan sonra dosya ilçe belediye encümenine gidecek. Encümenden burası ile ilgili ya yıkım ya da para cezası ile ilgili karar alınacak. Ardından da ilçe belediyesi 'Yıkım aşamasına gelinmiştir' diye Büyükşehir Belediyesi'ne bildirimde bulunacak. Daha sonra da yıkımı gerçekleştirecek. Eğer ilçe belediyesi yıkım işlemini gerçekleştiremezse yetki 5216 sayılı Büyükşehir Yasası'nın 11. maddesine dayanarak Büyükşehir'e geçiyor. Fakat şu an o bölge ile ilgili Kültür ve Turizm Bakanlığı planlama sürecini devam ettirdiği için ilçe belediyesi de bir işlem yapamıyor. Çünkü, şu an kaçak konumundaki yapılar korunacak mı korunmayacak mı yeni plan çalışmasına göre belli olacak. Belirsizlik hakim olduğu için de ilçe belediyesi beklemede" dedi.
Yeni Asır, Haber: Ertan Gürcaner, 11.08.2010

"TARLABAŞI PROJESİNDEN VAZGEÇİLSİN"

 

 

İstanbul Tarlabaşı Mülk Sahipleri ve Kiracıları Kalkındırma ve Sosyal Yardımlaşma Derneği adı altında dernek kuran semt sakinleri, İzmir Barosuna kayıtlı Avukat Barış Kaşka aracılığıyla Tarlabaşı’nda yıkımına başlanacak binaların yıkımının durdurulması için merkezi Paris’te bulunan UNESCO’ya başvurdu.


Kaşka, Beyoğlu Belediyesi’nin Tarlabaşı semtindeki, 5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkındaki Kanuna dayanan uygulamalarının bölgedeki eşsiz 209 tarihi binayı yok etme tehlikesiyle karşı karşıya bıraktığını, mülk sahiplerini de mağdur ettiğini belirtti.


Belediyenin, anlaştığı mülk sahiplerine ait binaların yıkımına kısa sürede başlayacağını öğrendiklerini kaydeden Kaşka, “Beyoğlu Belediyesi, eşsiz tarihi binaları otel ve alışveriş merkezi yapmak için eşsiz Levanten mimarisine sahip 209 binayı yıkacak. Yıkımın İstanbul’un kültür başkenti olduğu bir yılda olması da düşündürücü” dedi.
 

Kaşka, dünya kültürel mirasın korunması ve geliştirilmesinde en üst uluslararası kurum niteliğinde olması, üye ülkeler üzerinde bir denetim görevi üstlenmesi nedeniyle UNESCO’ya başvurduklarını bildirdi.


Hazırladıkları dosyada çeşitli üniversitelerden araştırma ve öğretim görevlilerine ait, kentsel dönüşüm projelerindeki sorunları irdeleyen, Tarlabaşı semtinin tarihi değerini ortaya koyan tezlere ve projeye karşı çıkan mimarların görüşlerine yer verdiklerini dile getiren Kaşka, dosyanın bir örneğini de merkezi Ankara’da bulunan UNESCO Türkiye Milli Komitesi’ne gönderdiklerini söyledi.


Kaşka, mevcut kentsel dönüşüm projesinden bir an önce vazgeçilmesini istediklerini belirterek, şöyle konuştu:
“Tarlabaşı’nın ihtiyacı, toplum odaklı bir dönüşümdür. Bu da ancak oranın farklı kültürel değerlere ve anlayışa sahip halkını eğitmekten ve hayat kalitesini yükseltmekten geçer. Yoksa tarihi binaları yıkmak ve çok düşük bedelle mülk sahiplerinin mülkünü kamulaştırmak asla bir koruma ve dönüşüm olamaz. Korumanın ilk şartı yaşatmaktır. Mekanları asıllarıyla, ruhlarıyla zamanı algılatan tüm izleri ve yansımalarıyla koruyarak yaşatabilirsiniz. Bu Tarlabaşı’nda yapılmıyor. Birçok tarihi bina alışveriş merkezi yapmaya uygun olmadığı için yıkılacak, birçoğunun da ön yüzü sabit tutularak üstüne modern betonarme katlar çıkılacak. Bu uygar bir dünyanın tercih ettiği, uyguladığı, mimari koruma tarzı değildir. Bu tür anlayışı UNESCO şiddetle reddetmektedir”

Evrensel, 11.08.2010

 

******


TARLABAŞI DAMADA PEŞKEŞ Mİ ÇEKİLİYOR?

 

İstanbul’un üvey evladı gibi görülen Tarlabaşı yok olma tehlikesi ile yüz yüze. Tarihi Cenevizlilere dayanan Tarlabaşı Kentsel Yenileme Projesi kapsamına alındı. 209 tescilli yapı bulunan Tarlabaşı’nda 2 bin 900 insan bu projeden olumsuz etkilenecek.


Tarlabaşı’nda her dine ve etnik kökene mensup insanları bulabilirsiniz. Yıllarca kardeşçe yaşamayı başaran bu insanlar şimdi yıllardır yaşadıkları evlerinden çıkarılmak isteniyor. Tarlabaşı’nda Kentsel Yenileme Projesi için açılan ihaleyi ise Başbakan Tayyip Erdoğan’a yakınlığı ile bilinen Çalık Holding’e bağlı GAP inşaat şirketi kazandı.


Kentsel Yenileme Projesi’ni bir an önce hayata geçirmek isteyen Beyoğlu Belediyesi Tarlabaşı hakkında acil kamulaştırma kararı çıkarttı. Ancak kamulaştırma için yeterli maddi kaynağa sahip olmayan Belediye projeyi TOKİ’ye devretti. Büyük bir korkuyla evlerinin ellerinden alınacağı günü bekleyen Tarlabaşı sakinleri şimdi istediği yerde ‘Sosyal konut yapacağım’ diyerek arazi açma yetkisi bulunan TOKİ ile muhatap olmaya başladı. Haksızlığa uğrayan Tarlabaşı sakinleri geçtiğimiz aylarda AİHM’e başvurdu. CHP İstanbul İl Başkanı dün Tarlabaşı’nda basın açıklaması yaparak, Tarlabaşı’nın Başbakan Tayyip Erdoğan’ın damadına peşkeş çekildiğini iddia etti.

20 yıldır Tarlabaşı’nda yaşayan Emine Aktaş, Tarlabaşı’ndan başka gidecek yerleri olmadığını söyledi. “Para da vermiyorlar. Kamulaştıracağız, sizi kovacağız diyorlar” diye konuşan Aktaş, mağdur edildiklerini kaydetti. Evine 40 Bin TL bedel biçildiğini anlatan Aktaş, ancak kendilerinden istenen bedelin ise bu paradan daha fazla olduğunu belirtti. “Biz ay sonun zor getiriyoruz. İstedikleri parayı nasıl ödeyelim” diye soran Aktaş, belediyenin kendilerini yıldırmak için artık çöpleri bile toplamadığını iddia etti.

Beyoğlu Belediyesi’nin Tarlabaşı’nı yandaşlarına peşkeş çektiğini öne süren Bahattin Aydoğdu, “Bizi sokağa atıyor. Benim tapulu malımı elimden alıyor. Burada başbakan da suçlu, belediye de suçlu. Çalık gurubuna peşkeş çektiler. Tarlabaşı sakinlerini yerlerinden yurtlarından ediyorlar. Benim geleceğimi elimden alıyorlar” diye konuştu. Tarlabaşı’nda çok büyük rantın olduğunu kaydeden Aydoğdu, “Burada çok büyük bir rant var. Belediye ve çalık birlikte yürütüyorlar, bundan Türkiye Cumhuriyeti başbakanının da haberi vardır herhalde”dedi.

Tarlabaşı’ndan gitmek istemeyenlerden biri de tam 35 yıldır Tarlabaşı’nda oturan Satı Aydın. 25 yıldır lokanta işlettiğini ifade eden Aydın, tapulu evlerinin ellerinden alındığını belirtti. “Kendi haklarımızı savunamıyoruz. 3 tane dükkanım var benim 90 bin lira veriyorlar. Ben yer istiyorum, bana 16 dönüm yer veriyorlar. Çıkmayacağım” diyen Aydın, evleri yıkılırsa çok perişan olacaklarını kaydetti.

“Benim düzenim var, herkesin, çocuklarımın işi var. Lokantalarda çalışıyoruz. Peki buradan gidersek ne yapacağız” diye soran Bahattin Ergiç bu duruma isyan ediyor. Belediyenin 74.5 metre karelik evine karşılık 37 Bin TL verdiğine dikkat çeken Ergiç, kendisine evi kadar yer verilmesini istedi. Yetkililerin kendileri ile dalga geçtiğini söyleyen Ergiç, “Benim hakkımı versin. Evimi yıkmasın, aynı yerde ev versin. Ama benim evimi elimden almaya çalışıyor” dedi.

 

Konuyla ilgili olarak CHP İstanbul İl Başkanı Berhan Şimşek Tarlabaşı Mülk Sahipleri ve Kiracıları Kalkındırma ve Sosyal Yardımlaşma Derneği önünde basın açıklaması yaptı. Projenin şeffaf olmadığını söyleyen Şimşek, proje ihalesinin Başbakan Tayyip Erdoğan’ın damadının yönetiminde ki Çalık Grubuna bağlı GAP İnşaat’a verildiğine dikkat çekti.
Avan Proje Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul Yenileme Alanları Koruma Bölge Kurulu tarafından onaylanmadan önce Beyoğlu Belediyesi’nin GAP İnşaat ile ihale ve sözleşme yaptığını belirten Şimşek, Beyoğlu Belediyesi’nin mülk sahiplerini yok sayarak önce iş vereceği şirketi belirlediğini kaydetti. Sadece savaş halinde kullanılabilecek Acil Kamulaştırma Kararı tehdidi ile mülk sahiplerinin sindirildiğini ifade eden Şimşek, Bölge 1. Derece Sit Alanı olduğuna dikkat çekti. Tarlabaşı’nın Türkiye’de başka bir örneği bulunmayan ‘Levanten’ mimarisine sahip yapıları barındırdığını vurgulayan Şimşek, “Oysa Proje çok katlı rezidanslar, Alış Veriş Merkezleri ve Oteller öngörmektedir. Bir yandan İstanbul Kültür Başkenti Projesi yapılıp trilyonlarca harcarken diğer yandan dünyada sayılı örneği kalmış eserleri ranta kurban etmek, Başbakan’ın damadını ne kadar sevdiğine somut bir örnektir” dedi.

Evrensel, 12.08.2010

AKDAMAR'DAKİ AYİN ERMENİLERİ BÖLDÜ

 

 

Ermenistan'da 19 Eylül'de Akdamar kilisesinde yapılacak ayine "boykot" çağrıları yoğunlaşırken, iktidardaki Cumhuriyetçi Partisi Sözcüsü Sharmazanov, Türk hükümetinin kiliseyi bir gün için açma kararını "propaganda" ve "provokasyon" olarak niteledi.

 

Ermenistan’ın dini lideri 2. Karekin’in sözcüsü ise, boykotu reddederek verilen fırsattan yararlanılması gereğine vurgu yaptı.

Akdamar kilisesinin, 19 Eylül’de bir gün için ibadete açılarak ayin düzenlenmesi, Ermenistan’ı böldü. Tüm siyasi partilerden "boykot" çağrılarına destek veren demeçler veriliyor. Son olarak da iktidardaki Cumhuriyetçi Partisi Sözcüsü Eduard Sharmazanov da, ayinden Ermenistan’dan katılım olmasına karşı çıktı.

Sözcü Sharmazanov, Türk hükümetinin, kiliseyi bir gün için açma kararını "uluslararası toplumu yanıltmaya yönelik propaganda ve provokasyon" olarak niteledi. ABD Kongresince finanse edilen Hür Avrupa Radyosu’nun Ermenice Servisine konuşan Sözcü, "Bir kez daha Türkler, ciddi bir adım atmak yerine bir taklit gösterisini sahneye koyuyor. Bu yolla hoşgörü ve medeniyetler arası dayanışmanın sağlanabileceğini sanmıyorum" dedi.

Buna karşın, Ermenistan’ın dini lideri 2. Karekin’in sözcüsü peder Vahram Melikiyan, radyoya açıklamasında "boykot" çağrılarını reddetti. Melikiyan, "Eğer, bize, asırlarca faaliyet gösteren ancak bugün bazı nedenlerden dolayı ibadet olmayan bir tapınağa şefkat gösterme fırsatı verilirse o tek günü, katılımızla haklarımızı ve tapınağın sahipliğimizi teyit etmek için kullanmamız gerektiğine inanıyoruz" diye konuştu.


2. Karekin’in, İstanbul’daki Ermeni Patrik Vekili Başpiskopos Aram Ateşyan tarafından yönetilecek Akdamar’daki ayine iki üst düzey temsilciyi gönderme kararı da, Ermenistan’da tepki yarattı.

Radikal, 11.08.2010

İNGİLTERE'NİN EN ESKİ EVİ KEŞFEDİLDİ

 

 

İngiltere'de arkeologlar, ülkedeki en eski evi keşfettiklerini açıkladılar. York ve Manchester üniversitelerinden bir ekibin bulduğu daire biçimdeki evin, İngiltere'nin kuzeydoğusundaki Star Carr'da, eski bir gölün yanında olduğu bildirildi.


MÖ 8 bin 500 yılında inşa edildiğine inanılan, yaklaşık 11 bin yıllık göl manzaralı evin, o dönemde göçebe avcılara ait olduğu belirtildi. Arkeologlar, evin, yaklaşık 6 bin yıllık tarihi yapı Stonehenge'den bile eski olduğunu kaydetti.


York Üniversitesi'nden Nicky Milner, bölgedeki çalışmalarına iki yıl önce başladıklarını ifade ederken, "heyecan verici bir buluş" olarak değerlendirdiği keşif sayesinde, o dönemde insanların nasıl yaşadıklarına ilişkin renkli bir tablo elde ettiklerini kaydetti.


Bölgede yapılan araştırmalar, evin yaklaşık 3 buçuk metre genişliğinde olduğunu, ağaçtan direklerden inşa edildiğini ve sazdan çatısı olduğunu gösterdi. Bölgeye muhtemelen 200 ile 500 yılları arasında insanların yerleştiği ve burada olasılıkla birçok evin inşa edildiği ifade edilirken, arkeologların aynı bölgede rastladığı bir diğer kalıntı da 11 bin yıllık kabuğu bozulmamış bir ağaç gövdesi oldu.


Kürek parçası, ok uçları ve geyik kafa taslarının bulunduğu bölge, yerleşimcilerin yaşamlarına dair ipuçları da veriyor. Bölgede yaşayan insanların, köpek beslediklerinin, geyik, yabani domuz avladıklarının, gölde balık tuttuklarının sanıldığı belirtildi.


Bilim Bakanı David Willetts konuyla ilgili olarak, evin önemli bir keşif olduğunu belirterek, keşfin, eski zamanla modern zaman arasındaki benzerlikleri ve farklılıkları büyüleyici şekilde ortaya koyması bakımından önemli olduğunu açıkladı.


MÖ 9 bin yılından kalma Star Carr Bölgesi, 1947 yılında keşfedildi.

Hürriyet, 11.08.2010

BAŞKAN DÜNDAR TARİHİ MİRASA SAHİP ÇIKIYOR

 

 

Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar, Somuncu Baba ve Üç Kuzular Türbelerinde incelemelerde bulundu. Eksiklikleri yerinde tespit eden Dündar “Tarihi mirasımıza ve manevi değeri yüksek emanetlerimize sahip çıkmaya devam edeceğiz” dedi.

 

Geçtiğimiz günlerde Mollafenari ve İvazpaşa mahallelerinde vatandaşla bir araya gelerek bölgede yürütülen alt yapı çalışmalarıyla ilgili bilgi alan Dündar, rotasını aynı bölgede bulunan Bursa'nın önemli zatlarının yattığı türbelere çevirdi. Başkan Yardımcısı Hasan Hüseyin Erdönmez ile birlikte Somuncu Baba ve Üç Kuzular Türbelerini ziyaret eden Başkan Dündar, ihtiyaçları yerinde tespit etti.Dündar “Bir zamanlar bu topraklarda yaşamış önemli zatların türbeleri bizlere emanet, bu bilinçle türbelerin bakımı, onarımı ve çevre düzenlemesi konusunda gerekli tüm çalışmaları yürütmekteyiz. Sahip olduğumuz değerin farkındayız” dedi. 


Türbelerin bulunduğu bölgede sokak sağlıklaştırma çalışmalarının da yapılacağına dikkat çeken Dündar, turizm açısından da büyük önem taşıyan bu tür yapıların hem fiziki hem de çevresel koşullarının iyileştirilmesinin önemine dikkat çekti.


Osmangazi'de bulunan tarihi yapılarla ilgili restorasyon ve rölöve çalışmalarına hız kesmeden devam ettiklerinin altını çizen Başkan Dündar, özellikle sivil mimaride önemli atılımlar yaptıklarını belirtti. Dündar “Tarihi mirasımıza değer veriyor ve bu konuda önemli çalışmalar yürütüyoruz. Sümbüllübahçe Konağı'nda çalışmalarımız tamamlandı. Ayrıca Fidan Han'ın proje çalışmalarını yürüttük, Kozahan başta olmak üzere tarihi yapıların önemli örneklerinde ise rölöve çalışmaların tamamlamış bulunuyoruz. Bu çalışmalar sayesinde geleceğimizi geçmişin ışığıyla aydınlatıyoruz” diye konuştu.

Bursa Olay, 11.08.2010

HUBER KÖŞKÜ RESTORE EDİLECEK

 

Tarabya’daki Huber Köşkü, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün talimatıyla baştan aşağı yenileniyor. Restore edildikten sonra yabancı devlet başkanlarını ağırlaması planlan köşkün restorasyon için ön hazırlıkları ve rölöve çalışması tamamlandı. Anıtlar Kurulu onayından sonra restore edilip iki yıl içinde bitirilmesi planlan köşk Türk mimarlar tarafından yapılacak.


Cumhurbaşkanı Gül’ün göreve geldiğinden bu yana sadece bir kez kullandığı Huber Köşkü, restore çalışmalarına başlanmadan önce dün Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreter Yardımcısı Nadir Alparslan tarafından basın mensuplarına gezdirildi.


İlk etapta koru içinde bulan Av Köşkü’nün VIP konukları için bu hafta içinde Süreyya Saruhan tarafından restorasyonuna başlanıp bu yıl sonunda bitirilmesinin planlandığını belirten Nadir Alparslan, tadilatın yaklaşık 1 milyon TL’ye mal olacağını, Huber Köşkü’nün ise restorasyon maliyetinin henüz çıkarılmadığını söyledi.


İlk olarak 1985 yılında dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren tarafından kullanılan Huber Köşkü’nün bulunduğu koru içinde yer alan Tarabya Köşkü ise, halen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından restore edilip ikamet ve konukevi olarak kullanılıyor.


Huber Köşkü 19. yüzyıl sonu, 20. yüzyıl başında Alman Mauser ve Krupp firmalarının temsilciliğini yapan silah komisyoncusu Huber kardeşler tarafından yaptırılmıştı. Köşk ve arazisi 1985 yalında kamulaştırılarak Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği’ne tahsis edilmişti. 1997-2000 yılları arasında ise tarihi heykel grupları ile konağın cephe, çatı restorasyonu ve çevre düzenlemesi yapıldı.

Hürriyet, Haber: Fatma Aksu, 10.08.2010

TARİHİ ESER SATIP BORÇ ÖDEYECEK

 

Borç sorunuyla başa çıkmaya çalışan İtalya kaynak yaratmak için yeni yasa tasarıları üzerinde çalışıyor. Gelen haberlere göre borç yükünün 1.6 trilyon doları aştığı ülkede parlamentoya sunulan yasa tasarıları arasında kullanılmayan
veya atıl durumda bulunan tarihi eserlerin satışına izin verecek bir metin de bulunuyor. Uzmanlar söz konusu tasarının yürürlüğe girmesi halinde devletin ilk etapta toplam 4.5 milyar dolar değerinde saray, villa ve kale satışı  yapabileceğini hatta bu rakamın 70 milyar dolara kadar da yükselebileceğini ileri sürüyor. Yasa  tasarısı kapsamında tarihi değeri bulunan taşınmaz malların yanı sıra bazı kumsalların da satış listesine konabileceği belirtiliyor. Bu tür doğal varlıklar devlete ait olduğu için satışlar belirli  zaman dilimleriyle sınırlı tutulacak. Gelen bilgilere göre devletin elinde bulunan askeri kışlalar için daha şimdiden çok sayıda alıcının isim yazdırdığı belirtiliyor.

Habertürk, 10.08.2010

KURAN'IN İLK NÜSHALARI İSTANBUL'DA SERGİLENECEK

 

Kuran’ın ilk nüshaları, indirilişinin 1400. yılında İstanbul’da gün ışığına çıkıyor. Türk İslam Eserleri Müzesi’nin envanterine kayıtlı elyazması Kuran-ı Kerim ve cüzlerin büyük bölümü ilk defa sanatseverlerle buluşacak. Sergi, Kadir Gecesi’ne denk gelen 5 Eylül’de başlayacak ve bütün gece ziyaret edilebilecek.

 

İstanbul, Kuran’ın indirilişinin 1400. yılında benzersiz bir sergiye ev sahipliği yapacak.
Türkiye’de ilk, dünyada da sayılı sergiler arasına girecek olan “1400. Yılında Kuran Sergisi”, Kuran’ın ilk nüshaları olarak kabul edilen 250 bin yapraklık Şam Evrakı’nın nadir parçalarını gün yüzüne çıkarması açısından da büyük önem taşıyor. Türk İslam Eserleri Müzesi’nin envanterine kayıtlı elyazması Kuran-ı Kerim ve cüzlerin büyük bölümü ilk defa sanatseverlerle bu sergi sayesinde buluşmuş olacak.


Kuran’ın indirilmeye başlandığı Kadir Gecesi’ne denk gelen 5 Eylül’de kapılarını ziyarete açacak olan sergi, 1 Aralık 2010’a kadar gezilebilecek. 250’yi aşkın eşsiz eserin görülebileceği sergi Kadir Gecesi sabaha kadar açık kalacak.


Yıldız Holding’in eserlerin restorasyon ve konservasyon çalışmalarına da destek verdiği sergi, Antik A.Ş.’nin organizasyonu ve Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nin uzman kadrosunun çalışmalarıyla hazırlandı. Küratörlüğünü Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nden Sevgi Kutluay ve Ali Serkander Demirkol’un yürüttüğü sergide yer alan eserler Kuran’ın ilk elyazmaları olarak kabul edilen ve “Şam Evrakı” olarak bilinen koleksiyona ait.
 

Şam Evrakı arasındaki Kuran-ı Kerim yaprakları sanatsal özelliklerinin yanı sıra, bilinen, üzerinde tarihli bir vakıf kaydı bulunan en erken örnekler olması nedeniyle de büyük önem taşıyor. Bu örneklerdeki tarih, Hicri 262, Miladi 875-876 yıllarını gösteriyor.


Evrak üzerinde araştırmalar, 1964 yılından bu yana ağırlıklı olarak yabancı araştırmacılar tarafından yürütüldü. Bu sergi ile birlikte ilk defa çeşitli sergi ve yayınlarda yer alan birkaç yaprak dışında, yaklaşık 50 eser, koleksiyonun ünik parçaları olarak gün yüzüne çıkarılmış olacak. Sergide ayrıca Emevi ve Abbasi dönemine tarihlenen kutu ciltler, parşömen üzerine yazılmış rulo Kuran-ı Kerim örnekleri ve Kuran sayfaları da yer alacak. Üç ay boyunca açık kalacak sergi, İslam sanatının nadide parçalarından oluşuyor. Sergi, bugüne kadar Türkiye’de açılan en büyük Kuran sergisi olarak ayrı bir önem taşıyor.

 

Koleksiyonun Şam Evrakı olarak adlandırılması, Şam Emeviye Camii’nden getirilmesinden kaynaklanıyor. 19. yüzyıl sonunda cami büyük bir yangın geçirince evrakın pek çoğu harap olur. Kurtarılan belgeler arasından seçilenler 1911’de İstanbul’a Topkapı Sarayı’na getirilir. Koleksiyon, 1913’te Evkaf-ı İslamiye Müzesi (bugünkü adıyla Türk ve İslam Eserleri Müzesi) kurulunca Topkapı Sarayı’ndan müzeye gönderilir. Yaklaşık 250 bin civarında Kuran sayfasından oluşan Şam Evrakı Koleksiyonu’nun içinde dikkat çekenler arasında, ceylan derisi üzerinde kûfi hatla yazılmış yapraklar sıralanıyor.

Hürriyet, Haber: İhsan yılmaz, 10.08.2010

4 BİN 500 YILLIK TARİHİ AYAĞA KALDIRIYORLAR

 

Ankara Üniversitesi Sualtı Arkeolojik Araştırma ve Uygulama Merkezi’nce 11 yıldır gerçekleştirilen Urla Limantepe kazıları, Ege’nin denizcilik geçmişine ışık tutmakla kalmıyor, turizm alanında yeni bir cazibe noktası da oluşturuyor.

Son olarak, Ege adalarında geçmişi 4 bin 500 yıl öncesine dayanan tekne tasvirlerini bulan ekip, o günün araç-gereçlerine sadık kalarak tarihi tekneleri yeniden ayağa kaldırıyor.

Limantepe Kazı Başkanı Prof. Hayat Erkanal, yaptıkları teknelerde çivi dahi kullanmadıklarını söylüyor, “Elbise diker gibi tahtaları birbirine dikiyoruz” diyor. Uluburun ve Kybele’den sonra şimdi de adını bir Yunan adasından alan “Kiklad” adlı tekneyi hayata geçirdiklerini belirten Prof. Erkanal, ekliyor: “Niyetimiz, 15 Eylül’de yapımını tamamlamak. Sonra da Sisam, Sakız ve Midilli gibi yakın adalara gitmek.”

Milliyet Ege, 10.08.2010

BURSA'NIN EŞSİZ DEĞERLERİ 'DÜNYA MİRASI' YOLUNDA

 

Büyükşehir Belediyesi'nin, tarihi ve kültürel mirası ayağa kaldırma yönünde bugüne kadar yaptığı çalışmaları, ‘UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne girerek taçlandırma yolundaki çalışmaları hız kazandı. Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, tarihi çarşı ve hanlar bölgesi esnafıyla bir araya gelerek bölgenin önceliklerini belirledi.

 

Büyükşehir Belediyesi ile Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından yürütülen, Bursa'nın UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne alınmasıyla ilgili çalışmalar hızla sürerken Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, bugüne kadar yapılan çalışmaları değerlendirmek üzere Emirhan'da çarşı esnafı ve dernek yöneticileriyle bir araya geldi. Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Bayram Vardar ile Projeler Koordinatörü Aziz Elbas'ın da katıldığı toplantıda, bugüne kadar yapılan çalışmaların yanı sıra acil çözüm bekleyen sorunlar ele alındı. Tarihi Çarşı ve Hanlar Birliği Başkanı Şeref Akgün, Başkan Yardımcısı Mehdi Kamvuz, Kapalı Çarşı Dernek Başkanı Hasan Gülayan, Emirhan Dernek Başkanı Doğan Alakoç ile esnafların da katıldığı toplantıda yapılacak çalışmalarda çarşının bir bütün olarak ele alınması görüşü benimsendi.


Osmanlı'nın ilk eserlerini verdiği ve dünyaya medeniyetin ihraç edildiği kent olan Bursa'da tarihi ve kültür mirasın ayağa kaldırılması yönünde son 6 yıldır birçok projeyi hayata geçirdiklerini belirten Başkan Altepe, “Var olan değerlerimizin UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne girmesi yönündeki çalışmalarımıza hız verdik. Çarşı ve hanlar bölgesindeki faaliyet gösteren esnafımız ile dernek yöneticileriyle bir araya gelerek öncelikli işleri yeniden belirledik. Bu listeye girdiğimiz takdirde kent ziynetlerimizi dünyaya tanıtmak için önemli bir şans yakalayacağız. Bu listede yer almak her yönden Bursa'nın gelişmesine önemli katkılar sağlayacak. Kentin dünyaya tanıtımı sağlanırken, Uludağ gibi doğal güzelliklerimizi de pazarlama konusunda önemli bir avantaj elde edeceğiz. Bu kent turizmi ne de önemli katkılar sağlayacak” diye konuştu.


Tarihi Çarşı ve Hanlar Bölgesi'nin yeniden dizayn edilmesi noktasında dünyaca ünlü mimar Massiminiano Fuksas ile birlikte çalıştıklarının altını çizen Başkan Altepe, “Bir taraftan bu değerlerimizi dünya vitrinine taşımayı planlarken diğer taraftan da çarşılarımızın alışveriş merkezi konforuna sahip olmasını amaçlıyoruz. Yaptığımız çalışmalarla çarşılarımızın alışveriş merkezlerine karşı daha güçlü olmasını ve kente ayrı bir sinerji katmasını planlıyoruz. Ancak biz bu çalışmaları yaparken esnafa da önemli görevler düşüyor. Her esnaf kendi sokağına, kendi çalışma alanına sahip çıkmalı, bu değerleri korumalı” dedi.


Bölgede yapılan çalışmaların öncelikle çarşı esnafını çok mutlu ettiğini dile getiren Tarihi Çarşı ve Hanlar Birliği Başkanı Şeref Akgün, “Biz bölgenin bütüncül olarak projelendirilmesini talep ediyorduk. Büyükşehir Belediye Başkanımızın da bizimle aynı görüşte olması bizi mutlu etti. Bölgeye yapılacak çalışmalarda bilgilendirilmemiz ve bizim de fikirlerimizin alınması bizi ayrıca mutlu ediyor. Çarşının unsurları olarak Büyükşehir Belediyesi'nin bizi muhatap kabul etmesi bizim için çok önemli” diye konuştu.

Bursa Olay, 10.08.2010

SAFRANBOLU'DA 7 ASIRLIK HAMAM İLGİ BEKLİYOR

 

Bir çok medeniyete ev sahipliği yapan Safranbolu İlçesi'ndeki bazı tarihi eserler atıl vaziyette dururken, bazı tarihi eserlerin adı ve yerleri iyi tanıtılmadığı için yerli ve yabancı turistler tarafından bilinmiyor. Bu eserlerden biri de Çeşme mahallesinde bulunan eski hamam.

Safranbolu'da 50 yıldır tarihi hamamı işleten Mehmet Çetinkaya, 1322 yıllarında Candaroğulları komutanlarından Süleyman Paşa tarafından Safranbolu İlçesi'ne yaptırılan medrese yıkılırken, caminin Vakıflar tarafından restore yapıldığını belirtti. Çetinkaya, “Safranbolu halkında bir hamam kültürü vardır. Safranbolu'da düğünler, oğullarına kız beğenmeler, kınalar ve daha değişik eğlenceler hep hamamlarda olur. Candaroğulları komutanlarından Süleyman Paşa Safranbolu'yu fethettiğinde buraya bir medrese, bir cami, bir de hamam yaptırmış. Bu hamam yaklaşık 700 yıllık. Menderese bugün yok oldu gitti, cami ise Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edildi. Hamam, şahıs malı olduğu için restore edilmedi” diyor. Çetinkaya, 1980'lerden sonra hamam kültürünün yok olmaya başladığını belirterek, “Tarihi bir hamam olduğu için Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne devretmek istedim. Ama şahıs malı olduğu için kabul edilmedi. Ben de hamamı kapatmak zorunda kaldım. 12-13 yıl kapalı kaldı. Daha sonra giriş kısmını restore ettim ve gezi amaçlı açtım.

Tarihi eski hamamın yeteri kadar tanınmadığını iddia eden Çetinkaya, “Maalesef eski hamam fazla tanınmıyor. Safranbolu'yu tanıtan broşür veya diğer tanıtımlarda yer almıyor. Sadece bizler burada kendi kendimize tanıtım yapıyoruz. Buraya gelen kişilere bilgi veriyor ve içerde bulunan 700 yıllık kurna ve odaları ile Safranbolu'daki hamam kültürünü anlatıyoruz. Safranbolu'ya gelenlere hep evler, bazı yerler anlatılıyor ama buraların gelenek, görenek ve yaşam şekilleri anlatılmıyor. Bunlarda yapılsa daha çok turist çekeriz. Tanıtımlar arasında eski hamamın da anlatılması ve gösterilmesini arzu ediyoruz.” diye konuştu.

Hamamın kadın ve erkekler olmak üzere 2 girişi bulunduğunu belirten Çetinkaya, hamama erkek ve kadınların ayrı ayrı kapılardan girdiğini ifade etti. 35 yıl hamamcılık yaptığını ve son 3 yıldır da hamamı gezi amaçlı kullandığını belirten Çetinkaya, “Benimle birlikte bu hamam da yok olup gidecek. Gücüm olmadığı için restore yaptıramıyorum. Yetkililerden, buranın kültür turizmine kazandırılması için gerekli çalışmanın yapılmasını istiyorum” dedi.

Birgün, 09.08.2010

20. YÜZYILI EN İYİ TEMSİL EDEN YAPI

 

 

TBMM Bayındırlık Komisyonu Başkanı Nusret Bayraktar, 'AKM Cumhriyet'i yansıtmıyor' dedi. Peki hangi yapı yansıtıyor, Sütlüce Kongre Merkezi mi, semt konakları mı, adalet sarayları mı? Siyasetçiler artık mimarlara ve uzmanlara değer vermeli

Siyasetçinin görevi elbette görüş beyan etmektir. Ama bunu sıradan bir insan gibi yapmaz, söz konusu olan sanat, mimarlık, bilim gibi bir konuysa, bu işi bilenlere, fikir üretenlere danışır. Kamusal görevi böyle bir sorumluluk gerektirir. AKP milletvekili Sayın Nusret Bayraktar’a göre AKM Taksim’e yakışmıyormuş. Yıkılması gerekirmiş.

Ayasofya Bizans’ı, Sultanahmet Camisi Osmanlı’yı yansıtıyormuş, ama AKM Cumhuriyet’i yansıtmıyormuş. Peki hangi yapı onun özlediği Cumhuriyet’i yansıtıyor? AKM’nin üç katı bütçeye mal olan Sütlüce Kongre Merkezi mi? Yoksa Belediye’nin her biri bir tasarım faciası olduğu kadar işletilmesi de mümkün olmayan sanat merkezleri mi? Ahşap taklidi malzemelerle kaplanan semt konakları, arabesk belediye hizmet binaları mı? Yeni yapılan kazulet adalet sarayları mı? Mimarı bile olmayan uyduruk camiler mi? Belediyenin Saraçhane’deki binasına bir bakın. İçini kartonpiyerlerle süsleyip, 'kitsch' haline getirdiler.

AKM neden Cumhuriyet’i yansıtmasın? Tam tersine 20. Yüzyılın kamusal sanat anlayışını en iyi temsil eden yapılardan biri.Üstelik salon büyüklüğü, sahne sistemleri ile hala çağdaşlarına örnek olacak çapta.

Ama fikir sahibi olmadan önce siyasetçilerin yapması gerekeni iki sene önce sivil girişim yaptı, dünyanın en iyi uzmanlarını bir araya getirdi, yıkılması da dahil hiçbir önyargı olmadan bütün alternatifleri tartıştırdı. Ortaya mükemmel bir proje çıktı.

Şimdi AKM için oluşan bu sivil girişim tekrar tarafları bir araya getirmeye ve meseleyi yeniden önyargılı yaklaşımlardan kurtarmaya çalışıyor.

Sayın Nusret Bayraktar da eğer merak ediyorsa, bu iş için yıllardır gönüllü olarak emek veren insanlarla zahmet edip bir görüşsün, kendisine nasıl bir yöntem izledik, ortaya nasıl bir proje çıktı, bilgi vermeye hazırız. Ama bu kafayla giderse, görevini yapmış olmaz. Çünkü bu tepeden inmeci yaklaşım Cumhuriyet döneminde ortaya çıkan pek çok kitsch yapının asıl sorumlusudur.

Yoksa Türkiye’de dünyanın her yerinde başarılı mimarlık eserlerine imza atan, dünyanın en prestijli mimarlık ödüllerini alan mimarlar var. Asıl sorun bu başarılı mimarların Türkiye’de kamu tarafından dışlanması ve işlerin siyasetçiler tarafından eşe dosta verilmesidir. Adam kayırmacılıktır. Mimarlık Türkiye’de bu nedenle piyasa mekanizmalarına terk edildi. Kamu görevini yapmıyor, yaratıcılığı desteklemiyor. Bundan halk zarar görüyor. Sorun burada. Bunu fark edersek, o zaman neden kamunun bu kadar çok kötü yapıya sebep olduğunu daha iyi anlarız. Bunu lütfen gözden kaçırmayalım.

Bayraktar ne demişti?
Radikal’de 6 Ağustos’ta çıkan haberde Nusret Bayraktar’ın şu sözleri yer almıştı: “Dünyanın herhangi bir yerinden turist geldiği zaman önce götürüyoruz Ayasofya’ya, diyorlar ki ‘burası Bizans eseri’. Sultanahmet’e götürüyoruz ‘burası Osmanlı eseri’ diyorlar. AKM’ye götürüyoruz ‘bu mu sizin Cumhuriyetinizin örnek eseri’ diye söylüyorlar. Ben Cumhuriyet’in 100. yıldönümüne, İstanbul’un göbeği Taksim’e yakışır yeni bir kültür merkezinin inşa edilmesini uzun dönemdir savunuyorum. Yeni bir şey yapalım oraya.”

Radikal, Yazı: Korhan Gümüş, Fotoğraf: Muhsin Akgün, 09.08.2010

"HASANKEYF İÇİN FARKLI ÇÖZÜMLER BULUNABİLİR"

 

Hasankeyf'te kaya düşmesi sonucu bir kişinin yaşamını yitirdiği olayla ilgili bölgede incelemelerde bulunan Hasankeyf'i Yaşatma Girişimi, rapor hazırladı. Raporda, "İnsan hayatını tehdit edecek bir takım riskler bulunmaktadır. Fakat insansızlaştırmak dışında farklı tedbirleri içeren çözümler de bulunabilir" denildi.

Raporda alanda yapılan gözlem sonucu ana kayada meydana gelen kopma sonucu "Hasankeyf mağaraları" diye tabir edilen, MÖ 800'lü yılardan başlayıp yakın döneme kadar konut olarak kullanılan mağara evlerden bir kısmının tahrip olduğu, kopan kütle üzerinde yer alan mağara evlerin ise kopma sonucu tamamen tahrip olduğu belirtildi. Raporda, Hasankeyf sakinlerince heyet üyelerine verilen CD'de kaya düşmesi öncesinde iş makineleriyle kazı yapıldığına dair kamera kayıtları ve fotoğraflar da görüldüğü belirtiliyor. Raporda, şunlar belirtiliyor: "Tarihi öneme haiz bir yerde iş makineleriyle kazı yapılmasının bilimsel bir çalışmayla hiçbir ilgisi olmadığı gibi bu tarz bir çalışma tarihi eserler üzerinde büyük tahribata neden olmaktadır. Hukuki açıdan değerlendirilecek olursa, 1. derece sit alanı olan bir yerde kazıların ağır iş makineleriyle yapılması suç teşkil etmektedir."

Alanda yapılan gözlemlerde, arkeolojik bir kazı için çalışma esnasında olması gereken güvenlik tedbirlerine rastlanılmadığı belirtilen raporda, kopan kayada önceden bir çatlak oluğu halde alınması gereken tedbirlerin hiç birinin alınmadığı ve ören yeri içinde kazı çalışmaların son güne kadar devam ettiği ifade edildi.

Binlerce turistin gezip gördüğü, tarihi ve turistik değerlere sahip bu tip ören yerlerinde öncelikli olarak ziyaretçilerin ören yerine zarar vermemeleri ve kendilerinin de güvende olmalarını sağlanması gerektiği belirtilen raporda, "Hasankeyf ören yerini ziyaretçilere yasaklamak yerine tekrar ziyaretçilere açılması gerekmektedir" denildi.

Hasankeyf'te 14 Temmuz'da kaya düşmesi sonucu can güvenliği gerekçesiyle durdurulan kazı çalışmalarına bugün yeniden başlandı.

Dün sabah Koçlar Camisi yakınında yüzey temizliği ile başlayan kazı çalışmalarını izleyen Batman Üniversitesi Rektörü ve Hasankeyf Kazı Başkanı Prof.Dr. Abdüsselam Uluçam, 120 kişilik kazı ekibiyle kazı alanlarındaki eski orta çağ kent merkezinin ana noktasındaki alanlarda çalışmalarını sürdüreceklerini kaydetti. Uluçam, "İç kalenin ziyarete kapatılmasından sonra yerli ve yabancı yüzlerce, hatta binlerce ziyaretçi ‘Hasankeyf'in neresini gezebiliriz' diye soruyor. Onların gezebilecekleri kazı alanlarımızın temizlenmesi ve bakımını yapmaya karar verdik. İşçilerle buradaki çalışmalarımıza devam ediyoruz. Temizlik çalışmalarından sonra bir gezi, güzergah alanı oluşturmaya çalışıyoruz" dedi.

Evrensel, Yazı: Erdoğan Altan, 09.08.2010

 

******


HASANKEYF'TE İŞ MAKİNESİ ŞOKU

 

 

Hasankeyf'i Yaşatma Girişimi öncülüğünde kurulan heyete göre, kaya düşmesi nedeniyle turizme kapatılan tarihi bölgede 'ağır iş makineleriyle kazı yapılarak risk yaratıldı.' Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Uluçam ise 'İş makineleri hafriyat için. Güvenlikten de idare ve esnaf sorumluydu' diyor.

Kaya kopması sonucu bir kişinin öldüğü Hasankeyf'te inceleme yapan heyet, "Bölgede kaya düşmesi riski hâlâ sürüyor. Ama bu sebeple ören yerinin tamamen insansızlaştırılıp kaderine terk edilmesi yanlış" dedi. Hasankeyf'teki kazılarda ağır iş makinelerinin de kullanıldığını savunan heyet, 1. derece sit alanı bir bölgede iş makinesi kullanılmasının her türlü tehlikeye davetiye çıkardığını ve suç olduğunu savundu.

 

Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Abdülselam Uluçam ise iş makinelerinin kazı değil, kazı yerinden çıkan hafriyatın kaldırılması gibi işlerde kullanıldığını savunarak heyetin raporunun ‘asılsız' ifadeler içerdiğini söyledi.

 

13 Temmuz gecesi Batman'a bağlı tarihi Hasankeyf İlçesi'nde, kaleden kopan kaya parçaları bir kişinin ölmesine neden oldu. Bunun üzerine kaleye çıkan eski çarşı yolu ve Dicle kıyısında çardakların bulunduğu alan araç ve yaya trafiğine kapatıldı.

 

Olayın ardından Hasankeyf'i Yaşatma Girişimi'nin öncülüğünde, Türkiye Mimar Mühendis Odalar Birliği'ne bağlı İnşaat Mühendisi ve İnşaat Mühendisleri Odası Batman Temsilcisi Murat Ekinci, Jeoloji Mühendisi ve Jeoloji Mühendisleri Odası Batman temsilcisi Nevaf Taş, mimar mühendis Abdulkahhar Onur, arkeolog Ercan Alpay, Hasankeyfliler Birliği'nden Murat Tekin'den oluşan teknik heyet kaya parçasının düştüğü bölgede incelemelerde bulundu. Uzmanlar, inceleme sonucunda tek tek tutanak hazırladı.

 

Arkeolog Ercan Alpay'ın incelemelerine göre, ana kayada meydana gelen kopma sonucu Hasankeyf mağaraları diye tabir edilen, MÖ 800'lü yıllardan başlayıp yakın döneme kadar konut olarak kullanılan mağara evlerden bir kısmı tamamen tahrip oldu:

"Tarihi öneme sahip bir yerde iş makineleriyle kazı yapılması bilimsel bir çalışmayla hiçbir ilgisi olmadığı gibi bu tarz bir çalışma tarihi eserler üzerinde büyük tahribata neden olmakta. Hasankeyf gibi kaya yapısı çok hassas olan yerlerde söz konusu felaketlere meydana gelebilir. Hukuki açıdan değerlendirilecek olursa, 1. derece sit alanı olan bir yerde kazıların ağır iş makineleriyle yapılması suç teşkil etmektedir. Kopan kayada önceden bir çatlak oluğu halde alınması gereken tedbirlerin hiç biri alınmamış ve ören yeri içinde kazı son güne kadar devam etmiştir."

 

Ne yapmalı?
İnşaat mühendisi Murak Ekinci'nin tespitlerine göre de, kaya parçaları ana kayalarda oluşan çatlaklar sebebiyle düşmeye devam edecek. Ekinci bu tehlike karşısında yapılması gerekenleri şöyle sıralıyor:

"Hasankeyf'e ivedilikle donanımlı bir teknik heyet gönderilmeli ve çalışmaları izlenmeli. Düşme riski bulunan kaya parçaları gerekli teknik müdahalelerle düşürülmeli. Düşme riski bulunan, ancak tarihi dokuya zarar verebilecek bölgelerde teknik müdahalelerle iyileştirme çalışmaları yapılmalı, risk minimize edilmeli. Müdahalenin teknik açıdan zor ve çok maliyetli olduğu bölgeler belirlenmeli ve bu bölgelere alternatif geçişler verilmeli. İyileştirme yapılmış olsa bile kaya parçalarının düşme riskinin olduğu bölgelerde dinlenme yerleri oluşturulmasına izin verilmemeli."

 

Raporda, kaya düşme riskinin halen sürdüğü ancak bu riskin alınacak önlemlerle ortadan kaldırılabileceği vurgulanıyor. Raporda "Güvenlik kaygıları nedeniyle, ören yerinin tamamen insansızlaştırılarak hiçbir tedbir alınmadan kaderine terk edilmesi 21. yüzyıl Türkiye'sinde ve mühendislik biliminin çözemeyeceği ve çaresiz kalınacağı bir durum değildir" denildi.

 

50 yıldır baraj tehdidi altındaki Hasankeyf'te 2008'de turizm patlaması yaşandı. Hasankeyf'i Yaşatma Girişimi'ne göre 2008'de tarihi ilçeye 3 milyon turist geldi. 2009'da küresel ekonomik krizle bu rakam 2 milyon 200 bine geriledi. 2010'da Hasankeyf'i 3 milyon kişinin ziyaret etmesi bekleniyordu. 2010 Haziran'ına kadar ziyaretçi sayısı 1 milyonu aşmıştı. Ancak temmuzdaki kaya kazası sonrası tarihi kale turizme kapatılınca, tur iptalleri başladı. Bu nedenle 2010'da ziyaretçi sayısının 2 milyon civarında kalacağı tahmin ediliyor.

 

Hasankeyf Kazı Başkanı Prof.Dr. Abdüsselam Uluçam, Hasankeyf'i Yaşatma Girişimi'nin öncülüğünde hazırlanan raporun ardından yazılı bir açıklama yaparak heyetin getirdiği eleştirilere itiraz etti.

 

‘Heyetin raporunda maksadını aşan bazı asılsız ve yanıltıcı ifadeler olduğunu' savunan Uluçam, eleştirilen ağır iş makinelerinin doğrudan kazı amacıyla kullanılmadığını söyledi:

"Kazı ekibi ağır iş makineleri ile kazı yapılmayacağının bilincindedir. Ancak mimari içerikli tüm kent kazılarında, kazı ile ortaya çıkarılan veya ortada duran, insan gücünün yetmeyeceği hacim veya ağırlıktaki malzemenin yerinden kaldırılması, dikilmesi veya taşınması sırasında her türlü araç gereç, iş makinesi kullanılmaktadır."

 

Kazı Heyeti Başkanı ve Batman Ühiversitesi Rektörü Uluçam yazılı açıklamasında ‘can güvenliği' konusuna da değindi: "Hasankeyf 'teki kayaların düşmesi veya çevresindeki can ve mal güvenliğinin sağlanması, kazı başkanlığının değil daha önceleri defalarca uyarılan sözde işletme sahipleri ile mülki ve mahalli yetkililerin görev ve sorumluluğundadır."

 

Hasankeyf'te tehlike arz eden kayaç ve yapılarla ilgili olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın da bir bilim komisyonu oluşturacağını belirten Prof.Dr. Uluçam "Tüm bu gerçekler ortada iken, konunun başka yönlere çekilmek istendiği gibi bir çabanın varlığı, aynı zamanda Hasankeyf kazı başkanını yıpratmaya yönelik girişimler olarak algılanmaktadır" dedi.

Radikal, 10.08.2010

HIRKA-İ ŞERİF YENİDEN ZİYARETE AÇILIYOR

 

 

Hırka-i Şerif'in muhafaza edildiği mekânın restorasyonu için 3 ay önce başlatılan çalışmalar sona erdi. Aynı zamanda konservasyonu da yapılan Hırka-i Şerif ile birlikte Veysel Karani Hazretlerine ait başlık ve kemer Ramazan'ın ilk Cuma günü ziyarete açılacak. Hırka-i Şerif, Ramazan'ın ilk Cuma günü Fatih'teki Hırka-i Şerif Camii'nde ziyarete açılacak.

 

Fatih Hırka-i Şerif Camii'nde bulunan Hırka-i Şerif'in konservasyonu için Marmara Üniversitesi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi ve Kültür ve Turizm Bakanlığının ilgili birimlerinden bilimsel bir kurul oluşturulmuştu. Hem Hırka-i Şerif'in konservasyonu hem de Hırka-i Şerif'in muhafaza edildiği mekânın restorasyonu için 3 ay önce başlatılan çalışmalar sona erdi. Hırka-i Şerif, 13 Ağustos'tan itibaren vatandaşların ziyaretine açık olacak. Yıllardır her Ramazan ayında özel muhafazasının içinde korunan ve ziyarete açılan Hırka-i Şerif artık, iklimlendirme yapılmış olan özel bir vitrinde tümünün görülebileceği bir şekilde ziyarete açılacak.

Yeni Şafak, Haber: Şamil Kucur, 09.08.2010

KAZIYA SICAK HAVA MOLASI

 

Ankara’nın Nallıhan İlçesi'ne bağlı Çayırhan beldesindeki Juliopolis antik kentinde başlatılan kazı çalışmalarına aşırı sıcaklar nedeniyle ara verildiği bildirildi.

 

Anadolu Medeniyetler Müzesi Müdürü ve Kazı Heyeti Başkanı Melih Arslan, yaptığı açıklamada, kazı çalışmalarına ara verildiğini, çalışmalara Ramazan ayı sonrasında tekrar başlanacağını söyledi.

 

Kazı çalışmalarının Kasım ayı sonuna kadar devam edeceği bildirildi.

 

Çayırhan Belediye Başkanı Ömer Bayrak da kazının başlatılması için gayret sarf ettiğini belirterek, yapılan çalışmalarda bugüne kadar yüzlerce mezar odasına ulaşıldığını söyledi.

Bayrak, kazılar sonucunda bölgeyi turizme kazandırmayı planladıklarını belirtti.

Trt/Haber, 09.08.2010

CHRISTIE'S SATIŞLARDAN MEMNUN

 

Christie's Müzayede Evi, 2010 yılının ilk altı ayı içerisinde yaptığı satışların yüzde 46 arttığını açıkladı.

 

Yetkililer, sanat piyasasına olan güvenin süreceğini düşünüyor. Christie's, içinde bulunduğumuz yılın ilk altı ayında yaptıkları satışların 1.71 milyar dolara dayandığını belirtti. Geçen yılın rakamı ise 1.2 milyar dolardı. Mayıs ayı içerisinde, Pablo Picasso'nun bir tablosu 106 milyon dolara satılarak, en pahalı sanat eseri unvanını elde etmişti. 1766 yılında James Christie tarafından kurulan Christie's Müzayede Evi'nin 32 ülkede 57 ofisi bulunuyor.

Taraf, 08.08.2010

İSLAM SANATLARININ EN BÜYÜK MÜZESİ

 

 

Kahire’de, bir zamanlar dünyanın en büyük İslam sanatları müzesi kabul edilen kurum, yedi yıllık bir çalışmanın ardından yeniden açılıyor.

Üç bin yıldan fazladır varlığını koruyan Giza’daki piramitler ve Luxor Tapınakları Mısır’ın gözdeleri. Antik kültürel mirası turist akınına uğrarken, 7. yüzyılda Mısır’a varan İslam’la birlikte gelişen sanat bir süredir unutulmuş vaziyetteydi. 2003 yılında kapanmadan önce sadece birkaç yüz meraklı ziyaretçisi olan müze, aslında Mısır’ın çılgın başkentinin kalbinde gürültülü bir yolun üzerinde.

Yapı; İtalyan Alfonso Manescalo tarafından 20. yüzyılın başlarında tasarlanmıştı ve aralarında sandukalar, işlemeli kapılar, ahşap paravanlar, kaftanlar, kilimler ve seramik eserlerin olduğu binlerce parçayı içeriyordu.

Zamanla, duvarları depremlerle çatladı, ziyaretçisi iyice azaldı ve yenilenme zorunluluğu ortaya çıktı. Kapalı kaldığı süre boyunca, Katar’da ünlü Çinli Amerikan mimar Pei’nin tasarladığı rakip bir İslam sanatları müzesi açıldı ve şimdi herkes onu biliyor. Ama belli ki Kahire Müzesi de tekrar kendini gösterecek. Kahire müzesinin genel müdürü Mohammed Abbas Selim; Reuters’e ‘Müzemiz yaşlıydı ve duvarlarının güçlendirilmeye ihtiyacı vardı ya da çökecekti’ dedi. Koleksiyondaki 80 bin parçanın içinden 1700 tanesi yenilenen müzede sergilenecek.

Radikal, 08.08.2010

YEREBATAN SARNICI TEHLİKE ALTINDA MI?

 

 

Sultanahmet'in yayalaştırılmasından sonra tur otobüslerinin üzerinde indirme-bindirme yaptığı Yerebatan Sarnıcı'nı nasıl bir gelecek bekliyor?

 

Tarihi yarımadanın en önemli antik yapılarından biri olan Yerebatan Sarnıcı bugünlerde İstanbul'un hakkında en çok konuşulan noktalarından biri. Turist Rehberleri Birliği'nin yaptığı bir açıklamayla gündeme gelen Yerebatan Sarnıcı, bir bakıma tarihi yarımadadaki kendisi gibi tarihe meydan okuyan eserlere de dikkat çekti. MS 542 yılında Bizans İmparatoru Jüstinyen tarafından kentin su ihtiyacını karşılamak üzere yaptırılan Yerebatan Sarnıcı, Osmanlılar tarafından oldukça geç fark edilen bir tarihi alan. İstanbul'un ilk kurulduğu alan olan ve kentin ilk kurucuları tarafından Byzantion olarak adlandırılan tarihi yarımadanın bu bölümü şimdi birçok çevresel etken nedeniyle yıkım, bozulma ve aşınma tehlikesiyle karşı karşıya. Topkapı Sarayı, Ayasofya Müzesi, Sultanahmt Camii, Dikilitaş, Yılanlı Sütun, Örme Sütun gibi birçok tarihi eser ve yapı hem trafik hem de araçların saldığı gazlar nedeniyle kararıyor, bozuluyor ve aşınıyor. Yıkılma riski taşıyan en önemli yerlerden biri ise Yerebatan Sarnıcı. Özellikle mayıs ayında Sultanahmet'teki yayalaştırma projesi hayata geçirildikten sonra üzerinden geçen, bekleyen, indirme-bindirme yapan tur otobüsleri ve çok yakınından geçen raylı sistem nedeniyle risk altında olan tarihi sarnıç ile ilgili konunun taraflarıyla konuştuk.

 

GÜLBAHAR BARAN ÇELİK (Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi Başkan Yardımcısı)

"Rehberler Odası'nın açıklaması, Yerebatan Sarnıcı için son derece önemli bir uyarı. Sultanahmet Meydanı'nın yayalaştırma çalışmaları elbette çok önemli ancak bu yayalaştırma alanının genişletilmesi ve tarihi yarımadayı kapsaması çok daha uygun olacaktır. Çünkü araçların yük ve titreşimleri çevrede bulunan tarihi eserlere zarar veriyor. Bununla birlikte araçların havaya bıraktığı karbondioksit gibi gazlar da çevrede bulunan tüm tarihi yapılar ve anıtlar için tehlike oluşturuyor. Bu açıdan sadece Yerebatan Sarnıcı değil, Ayasofya Müzesi, Sultanahmet Camii gibi büyük mimari yapılar, Hipodrom'da bulunan Dikilitaş, Örme Sütun, Yılanlı Sütun gibi anıtlar aynı derecede risk altında."
 

ŞERİF YENEN (İstanbul Rehberler Odası Başkanı)

"Yayalaştırma Projesi kapsamında Sultanahmet Meydanı yayalaştırıldı ve bu karar bölgeye nefes aldırdı. Eskiden konvoylar ulaşıyordu, trafik ilerlemiyordu. Yayalaştırmayla birlikte bölgedeki kültürel ve tarihi değerlerimizi tüm dünyayla daha medeni koşullarda paylaşma fırsatını yakaladık. Ancak bu kararı alırken biz turist rehberlerine, tur otobüslerindeki turistleri indirmek ve bindirmek için iki rota gösterdiler ki, Yerebatan Sarnıcı'na dair korkularımız da bu kararla ortaya çıktı. Rotalardan ilki şöyle: Araçlar Çatladıkapı'dan yukarı çıkıyor, Yeşil Ev'in sokağına dönüyor. Ardından Sultanahmet Çeşmesi'ne doğru yöneliyorlar ve solda Four Seasons'ın yanındaki arkeolojik parkın yakınlarında indirme-bindirme yapıyorlar. Bu rota Topkapı Sarayı, Sultanahmet Camii ve Ayasofya'yı gezmek isteyen turistler için geçerli. Orada indirme yapıldıktan sonra araçlar Cankurtaran Meydanı'na iniyor.

Buradaki sorunumuz orada bir tek yön trafiği olduğu halde işlememesi ve karşı yönden gelen araçların tur otobüslerini engellemesi. Ayrıca 3. Ahmet Çeşmesi'nden aşağıya kadar park yasağı olduğu halde, birçok aracın park etmiş olması. Bu sıkıntılar nedeniyle neredeyse bütün tur otobüsleri ikinci rotayı tercih ediyor ki, bu rota Yerebatan Sarnıcı'nın hemen üstünü kapsıyor. İkinci rotada yine Arasta'dan yukarı çıkıyoruz, Sultanahmet Parkı'na girip, Atmeydanı'na çıkıp sağa dönüyoruz ve Yerabatan Caddesi'nde indirme-bindirme yapıyoruz. Yerebatan Caddesi 13 yıl önce Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın bir numaralı koruma kurulu tarafından ağır taşıt trafiğine kapanması gerektiği hakkında rapor yazılmış bir alan. Bu raporda aynı zamanda çok yakından geçen tramvayın yarattığı titreşimlerden ve küçük araçların olası zararlarından da bahsedilmiş. Bu rapora rağmen bize indirme-bindirme için gösterilen yer, Yerebatan Caddesi'nin hemen başında olan ve Yerebatan Sarnıcı'nın tam üstüne gelen alan. Düşünün aynı anda 15 tane tonlarca ağırlıktaki otobüs orada oyalanıyor, indiriyor, bindiriyor, ileri-geri manevralar yapıyor. Biz rehberlerin bu konuya hassasiyet göstermesinin nedeni de, tur otobüslerini oraya götüren, bu yolcuları indiren-bindiren kişiler olmamız. Çok kısa bir süre sonra bu otobüslerden biri Yerebatan Sarnıcı'na düşerse bunun sorumlusu olmak istemiyoruz. Elbette en doğrusu tarihi yarımadanın trafiğe kapatılmasıdır."

 

KADİR TOPBAŞ (İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı)

"Araçların Yerebatan Caddesi'nden park etme ve indi-bindi yapmadan transit olarak geçmeleri gerekiyor. Buna rağmen caddeyi işgal eden araçlara cezai müeyyide uygulanması için Emniyet ile çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Ayrıca bu güzergâhı sadece Kapalıçarşı'ya gitmek isteyen turist otobüsleri kullanıyor. Sultanahmet Meydanı'ndaki yayalaştırma projesinden önce Yerebatan Caddesi'nden günde 900 otobüs geçiyordu ve ayrıca bölge trafiği yine bu caddeden akıyordu. Yayalaştırma projesi ile otobüs sayısı 300'e inmiş, bölge trafiği de tamamen ortadan kalkmış durumda. Şimdi Yerebatan'ın risk altında olduğu iddialarıyla ilgili belediyemize ait birimler çalışmalar başlattı. Ulaşım Koordinasyon Birimi, Yerebatan Sarnıcı'nı korumaya ilişkin çeşitli modeller üzerinde çalışıyor. İlk planda oradaki İl Özel İdaresi'ne ait binayı taşıyacağız, hatırlarsanız daha önce de Eminönü Belediyesi'ne ait binaları taşıtmıştık. Caddenin araç trafiğine kapatılması yönündeki önerileri de değerlendiriyoruz. Trafiğin nerelere akıtılabileceğine dair de Emniyet Müdürlüğü'yle güzergâhlara dair görüşmelere başlayacağız."

 

SAMİ YILMAZTÜRK (Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi)

"Tarihi yarımada, İstanbul ilk yerleşimin başladığı alan ve bu alanda hâlâ bilemediğimiz çok değerli bir geçmişimiz var. Çok yakın bir zamanda Yenikapı'daki metro kazılarında bin 500 yıllık bir tarih ortaya çıktı ve adeta İstanbul'un tarihi değişti, artık İstanbul tarihinin yeniden yazılması gerek. O yüzden böylesine değerli bir alana ulaşımın sokulması en büyük tehdit. Yerebatan Sarnıcı'na dair bir koruma kurulu kararı vardı. Bu kararda sarnıç yakınlarına ağır vasıtaların sokulmasının yasaklanması gerektiği ve bu nedenle trafiğe kapatılması gerektiği belirtiliyordu. O nedenle bugün oraya otobüslerin sokulması, park edilmesi, yolcu indirilmesi Yerebatan Sarnıcı için büyük bir tehdit. İvedi olarak Sultanahmet Meydanı dahil, bu bölgeye araç sokulmasının yasaklanması ve hiçbir şekilde tur otobüslerinin dahi girmemesi lazım. Dünyanın hiçbir yerinde tarihi dokunun içine araç sokulmaz. Sadece ağırlığı nedeniyle tehdit oluşturmasından dolayı değil, egzozun da tarihi yapılara verdiği zararı unutmamak gerek. Ayasofya'nın ya da Sultanahmet Camii'nin cephesinin kararmasının nedeni bu tür dışarıdan salınan gazlar. Üstelik egzoz gazları sadece binaların cephelerini karartmakla kalmıyor, bu gazların yağmurla birleşmesi tarihi yapılardaki taşların da erimesine neden oluyor. Bu yüzden dünyanın birçok yerinde tarihi kent merkezleri araç trafiğine kapatılmıştır. Bizim de tarihi yarımadadan trafiği tamamen kaldırmamız gerekiyor. Hatta bölgedeki raylı sistemin de oradan geçmemesi en doğrusu. Raylı sistem her geçtiğinde yarattığı titreşim bile tarihi dokuya zarar veriyor. Düşünün, 1400 yıllık bir sarnıçtan bahsediyoruz. Mimarlar Odası olarak yıllardır Unkapanı Köprüsü aksının güneyine hiçbir aracın girmemesi gerektiğini söylüyoruz."

 

Sivil toplum örgütlerinin önerileri

Yerebatan Caddesi'nin tramvay yolundan Alayköşkü Caddesi ile kesiştiği noktaya kadar uzanan bölümünün tümü trafiğe kapatılmalı.
Tur araçlarının indirme-bindirme noktası Yerebatan Sarnıcı'nın üzerinden Sultanahmet Parkı yanındaki eski otobüs durağına alınmalı.
Kapalıçarşı yönüne devam edecek olan tur araçlarının Gülhane Parkı-Alayköşkü karşısındaki Alayköşkü Caddesi'nden yukarı doğru çıkarak, Cağaloğlu Hamamı yanından Nuruosmaniye yönüne devam etmesi sağlanmalı.
Alayköşkü Caddesi'nin bu geçiş için tek yön olarak (aşağıdan yukarıya doğru) düzenlenmeli ve araçların geçişinin mümkün olabilmesi için bu caddede park yasağı uygulamasına geçilmeli.
Sultanahmet ve Civarı Yayalaştırma Projesi kapsamında yeni uygulamaya konan kurallara uyulması için kuralların netleşmesi, paydaşlara etkin şekilde duyurulması ve eksiksiz uygulanması gerekiyor. Bunun için de denetleme mekanizmalarının çalışması hayata geçirilmeli.

Sabah Pazar, Haber: Müjgan Halis, 08.08.2010

ÜÇ DEV HOLDİNG BİRLEŞTİ, EFES ANTİK KENTİ İÇİN ORTAK VAKIF KURDU

 

Türkiye'nin önde gelen üç büyük holdingi Efes Antik Kenti için 'Efes Vakfı' kurdu.

 

Resmi Gazete'nin dünkü sayısında yayımlanan vakıf ilanına göre, Efes Vakfı'nın kurucuları şöyle: Doğuş Holding, Borusan Holding, Eczacıbaşı Holding, Alexander Gertner, Ali Ahmet Kocabıyık, Ayşe Nükhet Özmen, Fatma Zeynep Hamedi ve Nesibe Yasemin Pirinçcioğlu. İstanbul merkezli kurulan vakfın amacı da şöyle belirlendi: "İzmir İli, Selçuk İlçesinde bulunan Efes antik kentinde yapılan kazıları desteklemek, hızlandırmak, yeni kazılar yapılmasına önayak olmak ve olanak sağlamak; Efes antik kentinin yurtiçinde ve yurtdışında tanıtımına katkı sağlamak; Selçuk Müzesi'nin gelişmesini sağlamak, müzeye yeni mekanlar ve sergi salonları kazandırmak; yurtiçinde ve yurtdışında müzenin tanıtımını sağlamak."

Sabah, 08.08.2010

"KIŞIN MEZAR KAZARIM, YAZIN ARKEOLOJİK ALAN"

 

  

 

Arkeolojik kazılarda, her biri Indiana Jones filmlerinden fırlamış tipler çalışmadığını elbette biliyordum. Ama İzmir Torbalı’daki Metropolis antik kentinin kazılarında çalışan, kimi ilkokulu bile bitirmemiş işçilerin, arkeolojik bilgisi tavan yapmış nice Indiana Jones’lara tecrübede nal toplattığını öğrendiğimde de şaşırmadan edemedim. Hepsinin birbirinden ilginç hikayeleri ve bir arkeolog kadar bilgisi var. Kimi kışın mezar kazarken, yazın arkeolojik kazıda kazma sallayıp antik tiyatro ortaya çıkarıyor, kimi kahvede aylaklık yaparken, yazın kazılarda çıkan kalıntıların Hellenistik mi yoksa Bizans dönemi mi olduğunu şıp diye anlıyor. Kazı başkanı Serdar Aybek, “Onlar bizim için arkeolog kadar önemli. Tecrübesiz bir arkeoloji öğrencisindense onları tercih ettiğimiz çok oluyor” diyor.

 

Metropolis kazılarının yapıldığı Yeniköy, 1500 kişilik bir köy. Kazılar, yazın üniversitelerin kapanıp hocaların bölgeye gelmesiyle başlıyor ve üniversitelerin açılacağı zamana kadar devam ediyor. İşte bu dört aylık sürede, köydeki pek çok kişiye gün doğuyor. Kışın işsizlikten köy kahvelerinde zaman öldüren köylüler, yazın amatör birer arkeoloğa dönüşüyor. Onlarla sıradan bir köylüyle konuştuğunuz gibi tarlada ektikleri domateslerden değil, Hellenistik dönemden, Bizans kalıntılarından, sikkelerden, heykellerden bahsetmek zorunda kalıyorsunuz. Hemen hepsi, Hellenistik dönem hayranı. Bizans dönemi kalıntılardan bahsederken ağız burun büküyorlar.
Arkeolojik kazılarda toprak altında ne olduğu bilinmediği için, kalıntıya ilk darbe çoğu zaman kazmacı işçilerden geliyor. Usta olmayan bir kazma, sert bir darbeyle çok önemli bir tarihi esere zarar verebileceği için bu kişilerin önemi büyük. Kazı başkanı Serdar Aybek, artık konusunda uzmanlaşmış kazmacılar için “Sanki kokusunu alıyorlar” derken, bir başka işçi için, “Amatör bir arkeolog sanki. Seramikleri dönemine göre ayırır, tecrübesiz arkeoloji öğrencisine yol gösterir” diyor.





Kazılarda 20 yıla yakın çalışan işçilerin artık ikinci kuşak çocukları da görev yapıyor. Meselâ kazıevinde aşçılık yapan Vasfiye Usta’nın kızı iki yaşından beri kazı alanında büyüdüğü için, seramikleri yıkama işinde uzmanlaşmış. Ya da 20 yıl önce kazılara ilk başladığında Prof.Dr. Recep Meriç’e tarih merakı nedeniyle bölgeyi karış karış tanıtan İbrahim Eygay’ın oğlu Gürhan Eygay... Lunaparkta gördüğü raylı sistemden esinlenip, kazı alanına tek başına demiryolu döşeyerek molozların daha hızlı taşınmasına yardımcı oluyor. Kazıevinin temizliğini üstlenen Fatma Yetim, yıllarca tarihi eserleri yıkama işinde çalışmış. Tarihi eserlerle hepsi o kadar içiçe geçmiş ki, “Artık tarihle ilgili belgeseller izlemeyi çok seviyoruz” diyorlar.


Kazı alanına staja gelen arkeoloji 3. sınıf öğrencisi Merve Güzel, seramikler konusunda uzmanlaşmış köylülerden Muammer Balcı için bakın neler söylüyor: “Mozaiğin üstü nasıl açılır, kenarları nasıl doldurulur hep o bana yardımcı oldu. Malzemeleri tanıttı. Mozaiğe zarar verebileceğimi düşünüp çekindiğimde, beni motive edip devam etmem için yüreklendirdi. Bizim bilgilerimiz teorik ama burada pratiğin teoriyi nasıl geçebildiğini gördüm.”


Arkeolog Yeşim Ulaş ise, “Sikkeleri bulmakta bize çok yardımcı oluyorlar. Balcı’yla mozaiklerin korunması üzerine çalıştım. Alçı sıva yapmayı öğrendim. İlginç bir şekilde, antik dönemde kullanılan alçıyı bugünkü malzemelerle uyarlayarak bir sıva elde ediyor ve biz onları mozaiklerin çıkan yerlerine sürüyoruz. Alçıyı sıvamayı öğrendim” diyor.

MUAMMER BALCI (50)
Köyde çiftçilik yapıyordum, kahvede çalışıyordum. 20 yıldır kazılarda çalışıyorum. Hocalarımız bulduğumuz şeylerle ilgili bize hep bilgi verdi. Sonra yavaş yavaş neyin ne olduğunu öğrendik. Çıkan malzemeyi hemen anlarım. Heykel, seramik, mozaik çıkar onları incelerim. Bizans, Roma, Hellenistik hepsini çağına göre ayırırım. Ama bana sorarsanız Hellenistik parçalar daha güzel. Parası, sikkesi muhteşem güzellikte. O yüzden Hellenistik bir kalıntı bulunduğunda çok seviniyorum. Bizans çıktığında pek önemsemiyorum. Toprak altından gelecek parça kendini belli ediyor. Kazdığın zaman üst tabakada Bizans seramiği var, biraz daha indiğinde parçanın dönemi değişiyor. Şimdi yeni gelen arkeoloji öğrencilerine yardımcı oluyoruz. Onlar kitaptan okuyor, biz kazarak öğreniyoruz. “Projektör gibi gözün, altın parmakların var” diyorlar bana. Tiyatro ve hamamda ortaya çıkardığımız heykeller beni çok heyecanlandırdı. Anılarımı yazmaya niyetlendim ama uzun bir şey olacak diye vazgeçtim.

RECEP CANBAZ (51)
Kazıların ilk başladığı günden bu yana kazma işi yapıyorum. İlk kazmayı vurduğumuzda dört metre aşağı inmiştik, orada tiyatro olduğunu düşünüyorduk. “Vazgeçelim yok galiba” dediler, ben ısrar ettim ve antik tiyatroyu bulduk. Hatta bulduğumuz ilk koltuğa ben oturmuştum. Hani bir yerde petrol çıkınca sevinilir ya, ben de işte öyle sevinmiştim. Hocalarımız bize adım adım nelere dikkat etmemiz gerektiğini öğretti. Kazmayı bir kere vurur, sonra ufak ufak kazırım. Sakıp Sabancı, buraya verdiğim emekler için bana plaket vermişti. Çıkan kalıntıların Bizans mı, Hellenistik dönem mi olduğunu bilirim. Bütün taşları hissederim. Hocalarım, “Senin kazmanın ucunda bilgisayar var” diyerek bana takılıyorlar. Taşların geliş şekline göre sütun mu, heykel yapı mı olduğunu hissediyorum.

MUZAFFER TAŞCAN (47)
Köyde tarlalarda toprak atıyordum. 13 yıldır kazıda çalışıyorum. Her kazmayı vurduğumda kalbim çarpıyor. Paldur küldür kazmayı vurmakla olmuyor. İnce hesaplar yapıyorum. Bir gün kazı yaparken öğrenciler, “Abi tabana geldik dur artık kazma” dediler ama ben karıncaların yukarı doğru çıkmaya başladığını görünce, “Devam edeceğim, baksanıza karıncalar aşağıdan yukarı doğru çıkmaya devam ediyorsa, demek ki daha boşluk var kazabiliriz” deyip devam ettim. Yazın üç dört ay kazma işinde çalışıyorum, kışın da buranın bekçiliğini yapıyorum.

RECEP KARANA (68)
15 yıldır kazılarda çalışıyorum. Mozaik ve sikke çıkarsa çok mutlu oluyorum. Kazı çok neşeli oluyor, bir şeyden şüphelendin mi çok zevk alıyorum. Bizans paraları yaramaz oluyor, çukur oluyor ortası. Kışın ölen olursa mezar kazarım, düğün olursa davetiye dağıtırım. Akropolde bir ara çok mezar çıkmaya başlamıştı, fena oluyordum.

METROPOLİS KENTİ NASIL ORTAYA ÇIKTI?
Metropolis antik kentinin bugün ortaya çıkmasına teşekkür edilecek bir kişi varsa o da, Avusturyalı bir arkeoloji profesörü. Eğer o profesör, o sıralar doktora eğitim için Viyana’da öğrencisi olan ve daha sonra Metropolis antik kentine kazı başkanı olacak Recep Meriç’e, “Efes’e yakın Metropolis’le ilgili hiç araştırma yapılmadı. Eğer gidip orada araştırma yaparsan, ben de sana burs veririm” demeseydi, bugün Metropolis antik kenti Türkiye’nin toprak altındaki hazinelerinden biri olarak kalacaktı. Şimdi Yaşar Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi olan Prof.Dr. Recep Meriç (66), çömez bir öğrenciyken Metropolis’e gelip neler yaptığını şöyle anlatıyor: “1972 yılında her yerin tarla olduğu bir alana geldim. Diplerinde ot bitmiş sur duvarlarını temizledim, krokiler çıkardım, köylülerin o alanda bulduğu mozaikleri fotoğrafladım. Dört yıl, kazısız bir yüzey araştırması yaptım ve doktoramı bitirdim. Doktoramı bitirdikten sonra, Metropolis’i unuttum ve üniversitede hocalığa başladım. 1989 yılında, o zamanın Torba Belediye Başkanı Ertan Ünver beni arayıp, “Hocam gelin, sizin çalışma yaptığınız alanda kazılara başlayacağız bu işin başında sizin olmanızı istiyoruz” dedi. Hiç aklımda yokken, ikna oldum ve geldim. O gün bugün buradayım.”


Recep Meriç, 1989 yılından 2006 yılına kadar Metropolis kazılarına başkanlık yaptı. 15 yıl başkanlıktan sonra, makalelerine zaman ayıramadığı ve farklı bakış açısı olan arkeologlara şans vermek gerektiğini düşündüğü için kazı başkanlığını uzun yıllar birlikte çalıştığı Trakya Üniversitesi Arkeoloji Öğretim Üyesi Yard. Dç. Dr. Serdar Aybek’e devretti.

ANTİK ŞEHRİN KÜNYESİ

Metropolis Antik Kenti kazıları, İzmir’in Torbalı İlçesine bağlı Yeniköy ve Özbey köyleri arasında kalan 250 dönümlük bir arazi üzerinde yapılıyor. Hellenistik kentin, yaklaşık 2500 yıl önce kurulduğu tahmin ediliyor. Ancak ilk yerleşim izleri Neolitik Çağ’a kadar uzanıyor. Bu ilk izlerden Klasik Çağlara, Roma ve Bizans’a hatta Beylikler ve Osmanlı Dönemine kadar kesintisiz bir tarih ve kalıntılar bulunuyor.


Adını Ana Tanrıça’dan alan kent, İzmir ve Efes arasındaki çok önemli bir yol istasyonu. Kervanlar bu kentten geçmeden bir yere gidemiyor. Halkı aristokratlardan oluşuyor. Metropolis kentinde yaşayanlar için Yunanlıların’ın savaş tanrısı Ares’in büyük önemi var. Hellenistik dönemin sonlarına ait yazılı sütunlarda adı geçen Ares Tapınağı, Akropolis üzerinde yer alıyor ve bu çağdan itibaren Metropolis’in koruyucu tanrısı olarak saygı görüyor.


Kent aynı zamanda çok meşhur bir şarap kenti. Antik yazarlar, bu kentin zengin bağlarından ve şaraplarının güzelliğinden sıkça bahsediyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı adına yürütülen ve Sabancı Vakfı’nın da sponsor olduğu kazılarda, şimdiye kadar tiyatro, meclis binası, iki büyük Roma hamamı, mozaikli galeriler, salonlar, spor alanları (Palaestra), Stoa, mermer avlulu evler, caddeler, basamaklı sokaklar ortaya çıkarıldı. Kazının ilk yıllarından itibaren kaydedilen küçük eser sayısı 10 binin üzerinde. Kazılarda elde edilen yazıtlar, heykeller, sikkeler, cam ve seramik objeler bugün İzmir Arkeoloji, İzmir Tarih ve Sanat ve Selçuk Efes müzelerinde sergileniyor.

Hürriyet Pazar, Haber: Şermin Terzi, 08.08.2010

OTEL DEĞİL SANKİ MÜZE

 

 

Sinop'ta adını içerisinde barındırdığı 700 parçalık tarihi antik koleksiyondan alan 'Antik Hotel' adeta arkeoloji müzesini aratmıyor. 25 yıllık koleksiyoner Ali Yılmaz'ın yatırımcısı olduğu Sinop Antik Hotel, müze-otel konseptini aynı çatı altında birleştirdi.

Tarihi eser merakının kendisini böyle bir otel yapmaya yönlendirdiğini belirten Ali Yılmaz, otel içerisindeki mini müzeyi gören ziyaretçilerin çok şaşırdığını ve uygulamanın büyük ilgi uyandırdığını söyledi. Ali Yılmaz, "Burada toplam 700 parça kayıtlı antik eserimiz mevcut. Eserlerimizin mozaik taş olanlar otelimizin değişik alanlarında sergileniyor. Küçük antik eserlerimiz ise otelimiz içinde bulunan çağdaş müzecilik anlayışına en uygun şekilde düzenlenmiş özel müze bölümümüzde sergilenmekte. Mevcut eserlerimiz milattan önce 2 binli yıllardan başlayarak Hellenistik döneme, Roma ve Bizans dönemine ait eserler. Amacımız, çocuklarımızın ülkemizin bu toprakların geçmişten gelen mirası ile ilgilenmelerini sağlamak. Müzemiz tüm ziyaretçilere açık ve ücretsiz gezilebilmekte" diye konuştu.

Habertürk, 07.08.2010

TARİHİ KENT SİDE, KÜLTÜR MERKEZİ HALİNE GELİYOR

 

Antalya’nın Manavgat İlçesi'ne bağlı Side beldesi, kurulacak beş yeni müze ile “Müze Kent” haline getirilecek. Side Belediye Başkanı Abdülkadir Uçar, Side antik kentinin deniz, kum, güneş üçlüsünün dışında kültür merkezi olmaya hazırlandığını söyledi. Antik kentin ‘müze kent’ olması için 5 müze kuracaklarını belirten Uçar, “Mevcut arkeoloji müzemizin yanında Side Büyük Hamamı, Side Liman Hamamı gibi mekanların temalı müze olması için çalışmalar yürütüyoruz. Side’ye hizmet etmiş kişilerin heykellerini dikmek için de çalışma başlattık. Özellikle Girit göçünden sonra kimliğini ortaya çıkartmış tüm kişi ve ailelerle ilgili Kent Müzesi haline dönüştüreceğimiz Öğretmen Evi’nde çalışmalar yapılacak” dedi.

Türkiye Gazetesi, 07.08.2010

4 BİN YILLIK NEŞTER

 

İkiztepe ören yerindeki kazılarda 4 bin yıl önce ameliyatlarda kullanılan obsidien (volkanik cam) 'neşterler' bulundu.

 

Samsun’un Bafra İlçesi'ndeki ören yerinde yürütülen kazının başkanı Prof.Dr. Önder Bilgi, obsidienin çok keskin ve hijyenik bir malzeme olduğunu söyledi. Bilgi, “Çıkardığımız 4 bin yıllık cam neşterler, hâlâ kullanılabilir haldeler” dedi. İkiztepe’de daha önce 690 iskeletin sekizinde kafataslarında ‘bilinçli ameliyat’ izlerine rastlanmıştı. Bölgede yaşayan halkın kökeninin Alacahöyük’te yaşayanlardan farklı, Güney Rusya ile Bulgaristan’da yaşamış insanlarla aynı olduğu belirlenmişti.

Radikal, 07.08.2010

DEFİNE AVCILARINA BASKIN

 

Bir ihbarı değerlendiren Manisa İlçe Jandarma Komutanlığı ekipleri bir haftadır takibe aldıkları Ş.F. (41), T.Y. (50), S.Ş. (40) ve H.Ş. (44) isimli 4 define avcısını, define aramada kullandıkları cihazlar ile birlikte ilçeye bağlı Karabeyler Köyü Karataşlar mevkiinde bulunan dere yatağında kıskıvrak yakaladı. Yakalanan şahıslar, yanlarında bulundurdukları 47 parça metal ve plastik olmak üzere, define aramada kullanılan cihazlar ile birlikte İlçe Jandarma Komutanlığı'na götürüldüler.

 

Şahıslar, yapılan sorgulamaların ardından İlçe Cumhuriyet Savcılığı'na sevk edildiler. Yakalanan malzemelerin define için özellikle hazırlandığı, altın, demir, bakırı ayırabilecek güçte ve titizlikle yapıldığı kaydedildi.

Manisa Kent Haber, 07.08.2010

DÜNYANIN GÖZÜ MUĞLA'DA

 

 

Muğla'nın Milas İlçesi'nde bulunan Karia Kralı Hekatomnos'un mezarında incelemelerde bulunan Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Özgür Özarslan, dünya tarih kamuoyunun kazıyı merakla takip ettiğini belirtti.


Hisarbaşı Mahallesi'nde ilk olarak definecilerin keşfettiği alanda başlatılan kazının ardından önemli buluntular çıkmaya başladı. Kral mezarında Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Özgür Özarslan beraberinde Kültür ve Müzeler Genel Müdürü Murat Süslü'yle birlikte incelemelerde bulundu.


Öğle saatlerinde kazı alanına gelen Özarslan'a Milas Müze Müdürlüğü yetkilileri brifing verdi. Yerin yaklaşık 12 metre altına açılan tek kişilik tünelde giren müsteşar yardımcısı, incelemesinin ardından basın mensuplarına açıklamalarda bulundu.


Gördükleri karşısında heyecanlandığını dile getiren Özarslan, kazının yüzyılın en önemli arkeolojik buluntusu olduğunu, dünya tarih kamuoyunun merakla buradan gelecek haberleri takip ettiğini ifade etti.


Özarslan açıklamasında şu ifadelere yer verdi:
"Son derece etkileyici ve muhteşem bir eser. Karia Satrabı Mausolos'un babası Hekatomnos'a ait 2400 yılına ait bir mezar. Aşağıda doğal ve insan tahribatı var. Öncelikle bunlar ele alınacak. Tabii ki bu şekliyle lahdin gün yüzüne çıkarılması son derece önemli. Çünkü çok büyük bir işçilik var ve üstelik el değmemiş lahit. İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nde Büyük İskender adıyla ifade edilen İskender Lahdi'nin bir benzeri olabilecek şekilde. Son derece estetik bir güzelliğe sahip. Öncelikle kurtarılması gerekli. Bunu bakanlığımız öncelikleri arasına aldı. Bu alandaki kamulaştırma çalışmaları da eş zamanlı olarak bitirilecek".


Eserin bulunduğu alanın kamulaştırılarak ziyarete açık bir hale getirileceğini aktaran Özarslan açıklamasına şöyle devam etti:
"Milas'ın yer üstündeki değerleriyle olduğu kadar toprak altından çıkan değerleriyle de önemli bir merkez haline geldiğini ifade ederek açıklamasını sürdüren Özarslan, "Şehrin sivil mimarisi son derece güzel ancak bunun yanında antik döneme ait bu tür eserlerde gün yüzüne çıktıkça Milas önemli bir kültür ve tarih merkezi haline gelecek. İnşallah bu tür eserleri gelecekte buraya da bir müze yaparsak daha iyi ortamlarda bu eserleri sergileme fırsatımız olacak. Lahit mezara iniş çıkış şu anda oldukça zor. Yapılacak olan çalışmalar öncelikli olarak bakanlığımız tarafından ele alınacak. Arkeoloji dünyasına hayırlı olsun diyorum. Tabii ki bu olay sadece bakanlığın yerel idarelerin yapacağı bir olay değil. Bu eserler ortak bir bilinçle korunacak eserler. Eserlere halkında katılımıyla sahip çıkılmalı. Bu tür eserlere bir kişi yasa dışı yollardan ulaşmaya çalışması durumunda bir yurttaşlık bilinci çerçevesi içinde herkesin haber vermesini bekliyorum. Bu gün tarihi bir an. Bu olay bütün dünyada yankısı olan bir eser ortaya çıktı. Milas bugünden sonra daha farklı bir şekilde bu zenginliği ile adını duyuracak".


Meslek yaşantısı boyunca böylesine güzel bir eserle karşılaşmadığını aktaran Müzeler Genel Müdürü Süslü de eserle ilgili detaylı bilgiler vererek yaptığı açıklamasında şu ifadelere yer verdi:
"Lahit ebatları itibariyle ilgi çekici bir lahit. 2 metre 75 santim uzunluğunda, 2 metre 15 santim genişliğinde 1 metre 85 santim yüksekliğinde devasa ve birinci sınıf mermer işçiliğiyle dört yüzü birden kabartmalarla işlenmiş günümüzden 2400 yıl önceye ait olan bir oda mezar içinde bulunan bir lahit. Bu oda mezarında üzerinde bir tapınak söz konusu. Bu eserin en ilgi çekici kısmı ise dünyanın yedi harikasından birisi olan Bodrum'daki mozolenin esas sahibi olan onun anısına yapılmış olan Karia Satrabı Mausolos'un babasının mezarı olarak yapılmış bir kral mezarı. Son derece itinalı olan işçilik duvarlardan da görünmekte. Buralarda zaman zaman altın bezemelerde var. Bu bölgedeki kamulaştırmalarla birlikte çalışmalar genişleyecek. Milas'a yeni bir müze yapılmasıyla ilgili TKİ ile birlikte ortak bir çalışmamız var ve bu yıl içinde müze inşaatına başlanacak. Lahit mezar alanına haftaya sayı bakanımızda gelerek incelemelerde bulunacak. Eserin orijinal olarak yerinde sergilenmesi en mantıklısı. Milas'ta yerin altı kadar yerin üzeride önemli. Milas'ı arkeoloji turizmine, tarih turizmine kazandıracağız" dedi.


Milas Kaymakamı Mehmet Bahattin Atçı ise, "bir bilimsel çalışma neticesinde eser ortaya çıksaydı daha iyi olacaktı. İlçe olarak arzumuz, yeterli bir müzenin bir an önce hizmete sunulması. Bu alanında bilimsel çalışmaya konu edilip, gün yüzüne çıkarılmasını istiyoruz"
Müsteşar Yardımcısı ve beraberindekiler daha sonra çevrede incelemelerde bulundu.

 

TARİHÇESİ
Yunan yazarı ve ünlü Karya Kralı Mausolos'un babası olan Hekataios, MÖ 395'de öldü. Siyasi merkez olarak bugünkü Milas İlçesini kullandı. Öldükten sonra oğlu Kral Mausolos siyasi merkezi Bodrum'a taşıdı. Pers istilası sırasında İonları Perslere karşı ayaklanmaktan vazgeçirmeye çalıştı. MÖ 494 yılında İonlar Perslerle anlaşma yapmak zorunda kalınca Pers satrabına gönderilen elçiler arasında yer aldı ve satrabı ikna ederek İonia kentlerinin yeniden eski yasal konumlarına kavuşmasını sağladı. Hekataios'un bilinen iki yapıtından biri olan Genelogiai (Soyağaçları) ya da öteki adıyla Historiai (Tarihçeler).


Öte yandan, Ges Periodos ya da öteki adıyla Periegesis (Dünya Turu) adlı yapıtından günümüze ulaşan parçaların sayısı 300'ü geçer. Bu yapıt biri Avrupa'yı, öteki Asya'yı (Mısır ve Kuzey Afrika'yla birlikte) kapsayan iki bölüm olarak yazılmıştır. Hekataios, Eski Yunan tarihçileri için hiçbir zaman çekiciliğini kaybetmeyen coğrafya ve etnografya alanlarında genellikle öncü olarak kabul edilir. MÖ V. yüzyılda yaşamış tarihçi Herodotos, Hekataios'un yapıtını geniş ölçüde kullanmış, ama adından yalnızca eleştirecek bir konu bulunduğunda söz etmiştir.

Habertürk, 07.08.2010



******


HIRSIZLAR, KRAL MEZARININ ORTAYA ÇIKTIĞI EVİ 10 AY ÖNCE SATIN ALMIŞ

 

Muğla'nın Milas İlçesi'nde kaçak kazı sırasında Kral Mausolos'un babası Hekataios'un mezarını bulan 10 tarihi eser kaçakçısından 5'i çıkartıldığı mahkemece tutuklandı.

 

Mahkemeye sevk edilen 10 kişiden N.K. (61), O.Y. (37), M.T. (67), MÖ (39), M.A. (35) tutuklanırken, MS (42) serbest kaldı. Hırsızların Hekataios'un mezarının bulunduğu evi 10 ay önce 250 bin dolara satın aldıkları öğrenildi. Milas İlçesine bağlı Hisarönü Sokak'ta 3 kişinin kaçak kazı yaptığı bilgisini alan jandarma ekipleri, adli makamlardan alınan izinle şüphelilere ait ev ve eklentilerine operasyon düzenlemiş, aramalarda ev ile evin eklentisi şeklindeki barakada 6 ve 8 metre uzunluğunda 2 tünele rastlanmıştı.

Zaman, Haber: Kayber Avcı, 07.08.2010

 

******


KAÇAK KAZIDAN YÜZYILIN ARKEOLOJİK BULUŞU ÇIKTI

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Özgür Özarslan, Zeus Karios Kutsal Mabet Alanı’nda, define avcılarının yaptığı kaçak kazıda ortaya çıkartılan Kral Mausolos’un babası Kral Hekataios’a ait olduğu belirlenen lahitte incelemelerde bulundu. Özarslan, MÖ 390 yılında yapıldığı sanılan lahiti, yüzyılın en büyük arkeolojik buluşlarından biri olarak niteledi.







Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Özarslan’a Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Murat  Süslü de eşlik etti.

 

Mezardaki incelemelerden sonra gazetecilere açıklama yapan Özarslan, şunları söyledi: “Karia Satrabı Mausolos’un babası Hekataios’a ait 2400 yıllık bir mezar. Aşağıda doğal ve insan tahribatı var. Öncelikle bunlar ele alınacak. Tabii ki bu şekliyle lahdin gün yüzüne çıkarılması son derece önemli. Çünkü çok büyük bir işçilik var ve üstelik el değmemiş lahit. İstanbul arkeoloji müzelerindeki ‘Büyük İskender Lahdi’nin bir benzeri olabilecek şekilde, son derece estetik bir güzelliğe sahip. Öncelikle kurtarılması gerekli. Bunu bakanlığımız öncelikleri arasına aldı.”







Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Murat Süslü de bulunan lahitle ilgili bilgiler verdi: “2 metre 75 santim uzunluğunda, 2 metre 15 santim genişliğinde 1 metre 85 santim yüksekliğinde devasa ve birinci sınıf mermer işçiliğiyle dört yüzü birden kabartmalarla işlenmiş günümüzden 2400 yıl önceye ait olan bir oda mezar içinde bulunan bir lahit. Bu eserin en ilgi çekici kısmı ise dünyanın yedi harikasından birisi olan Bodrum’daki mozolenin esas sahibi olan onun anısına yapılmış olan Karia Satrabı Mausolos’un babasının mezarı olarak yapılmış bir kral mezarı. ”

Radikal, Haber: Oktay Çayırlı, 08.08.2010



******


MİLAS'TA TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Jandarma ve polis ekiplerince Milas’ta düzenlenen operasyonda bulunan ve arkeoloji tarihi açısından son 100 yılın en önemli tarihi eserleri olarak gösterilen 2 bin 400 yıllık mezar odası ve lahitte tarihi eser kaçakçılarının kazı yaptığının 1 yıl önce Milas Müze Müdürü tarafından emniyete bildirildiği iddia edildi.

 

Alınan bilgiye göre, geçtiğimiz günlerde Muğla’nın Milas İlçesi'nde jandarma ve polis ekiplerince düzenlenen operasyonda, Zeus Tapınağı’nın üzerindeki Menandros Anıtı’nın alt kısmındaki noktaya denk gelen ve 2 bin 400 yıllık olduğu düşünülen mezar odası ortaya çıkarılmasının ardından Milas Cumhuriyet Savcılığı’nca başlatılan soruşturma sürüyor.

 

Zeus Tapınağı’nın üzerindeki Menandros Anıtı’nın alt kısmındaki noktada, tarihi eser kaçakçılarının kazı yaptığının 1 yıl önce Milas müze müdürü tarafından emniyete bildirildiği iddia edildi.

 

İddialarla ilgili değerlendirmelerde bulunan Milas Kaymakamı Bahattin Atçı, “Milas Müze Müdürü emniyete bildirdiğini söylüyor. Kaymakamlığa ve emniyete bu konuda yazılı bir başvurusu söz konusu değil. Aldığımbilgiye göre emniyet zaten konuyu takip ediyormuş” dedi.

 

Kaymakam Atçı, Milas Müze Müdürü'nün iddialarını ve diğer gelişmeleri araştırmak üzere Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan müfettiş talebinde bulunduğuna işaret ederek, “Milas Müze Müdürü emniyete sözlü olarak olayı bildirdiğini iddia ediyor, iddialara araştırmak üzere Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Milas’a 2 müfettiş gönderdiği bilgisi ulaştı.” diye konuştu.

 

Konunun bütün yönleri ile müfettiş marifeti ile enine boyuna incelenmesinin gerektiğini anlatan Atçı, şunları kaydetti:

“Tarihi eserlerin bulunduğu bölgede güvenlik tedbirleri alındı. Tarihi eserlerin bulunduğu bölgede uzman bir ekip tarafından kazı yapılması gerektiğine inanıyorum. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bölgeye bir kazı ekibi göndereceğini öğrendim. 2 bin 400 yıllık mezar odası ve lahdin olduğu bölgenin açık hava müzesi haline getirilmesini istiyoruz. Temennimiz, yer altındaki tarihi eserlerin başka kaçakçılık olaylarına meydan verilmeden gün yüzüne çıkartılması.”

 

Muğla Kültür ve Turizm Müdürü Kamil Özer ise Milas’ta bulunan ve yaklaşık 2 bin 400 yıllık geçmişi olduğu düşünülen tarihi eserlerin arasında Karia Satrabı (Bodrum) Mausolos’un babasına ait bir lahdin bulunduğunu hatırlatarak, “Bu gerçekten arkeoloji tarihi açısından çok önemli bir eser. Yaklaşık 2 bin 400yıllık geçmişi olduğunu düşündüğümüz bu tarihi eserler, Türkiye ve dünya tarihini etkileyecek öneme sahip eserler. İstanbul arkeoloji müzesinde bulunan İskender Lahdi'nden daha büyük bir buluntu. Bu eserler, Muğla ve Milas’ın sahip olduğu dokunun önemini artıracak” diye bildirdi.

 

Özer, buluntuların kaçak bir kazı neticesinde bulunduğunu hatırlatarak,şunları ifade etti:

“Olayla ilgili ortaya atılan iddialar adli ve idari yargıyı ilgilendiriyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı olayla ilgili suç duyurusunda bulundu.Bakanlığımız konuyu tüm ayrıntıları ile araştırıyor. Milas Müze Müdürlüğümüz, gelen ihbarları değerlendirmiş, girişimlerde bulunmuş ve tutanak altına almış. Müze Müdürlüğü'ne yaklaşık 1 yıl önce gelen ihbarlarla ilgili gereken her şey yapılmış. Konu yargıya intikal ettiği için ayrıntılarını konuşmak doğru olmaz.”

 

Muğla Emniyet Müdürlüğü yetkilileri ise 2 bin 400 yıllık mezar odası ve lahdin bulunduğu bölgede tarihi eser kaçakçılarının kazı yaptığının bir yıl önce Milas müze müdürü tarafından emniyete bildirildiğine dair her hangi bir yazılı başvuru ve dilekçe olmadığını bildirerek, “Olay yargıya intikal etmiş durumda.Olayın tüm yönleri idari ve adli soruşturma sonucunda ortaya çıkacaktır” dediler.

 

Jandarma ve polis ekiplerince Milas’ta düzenlenen operasyonda bulunan ve arkeoloji tarihi açısından son 100 yılın en önemli tarihi eserleri olarak gösterilen 2 bin 400 yıllık mezar odası ve lahdin bulunduğu noktaya ulaşmaya çalışan tarihi eser kaçakçılarının mezar odasının bulunduğu noktaya ulaşmak için 2 metre kalınlığındaki mermerleri özel ekipmanlarla deldikleri ve yerin altındaki mezar odasına ulaşmak için ise mermerleri delerek 80 santimetre genişliğinde ve10 metre uzunluğunda bir tünel kazdıkları ortaya çıkmıştı.Yaklaşık 1 yıl boyunca geceleri bölgede çalıştıkları iddia edilen 10 zanlı, mezar odasındaki lahdi pazarlamaya çalıştıkları esnada güvenlik güçlerince yakalanmışlar ve adliyeye sevk edilen 10 kişiden 5′i tutuklanmıştı.

Cnn Türk, 11.08.2010



******


TARİH HIRSIZLARI KRALIN KEMİKLERİNİ BİLE SATMIŞ

 

Muğla’nın Milas İlçesi'nde Yunan yazarı ve ünlü Karya Kralı Mausolos’un babası olan Hekataios’un mezarını kaçak kazı ile bulan tarihi eser hırsızlarının Hekataios’un mezarını talan ettiği ortaya çıktı.

 

Tarih hırsızlarının, lahit içerisinde bulunan Hekataios’un iskeletini ve mezar içinde bulunan o döneme ait özel eşyalarını da alarak lahdi soydukları öğrenildi.

 

Zanlılanın lahde girebilmek amacıyla 2 yıl boyunca büyük bir çalışma yaptıkları tespit edildi. Arkeolojik açıdan son 100 yılın en önemli tarihi eserleri olarak gösterilen 2 bin 400 yıllık mezar odası ve lahitte tarihi eser kaçakçılarının kazı yaptığının 1 yıl önce Milas müze müdürü tarafından emniyete bildirildiği iddia edildi.

Star Gazetesi, 12.08.2010

 

******


SON 100 YILIN EN ÖNEMLİ KEŞFİ YERİNDE SERGİLENECEK

 



Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Muğla’nın Milas İlçesi’ndeki Zeus Karios Kutsal Mabedi’nde geçen hafta kaçak kazı yaparken ortaya çıkarılan tarihi eserleri incelemek üzere bölgeye geldi. Muğla Valiliği’nde konuyla ilgili bilgiler veren Bakan Günay, tarihi eserlerin çıktığı bölgede bir müze kurulabileceğini ve eserlerin yerinde sergilenebileceğini söyledi.

 

Muğla'da gezi ve incelemelerde bulunan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, bakanlığın çalışmaları ve kazılarla ilgili bilgiler verdi. Milas'ta bulunan tarihi eserlerle ilgili de açıklama yapan Bakan Günay, bulguların olduğu yerde bir müze kurulacağını kaydetti. Bakan Günay, “Muğla turizmi bizim için son derece önemli ve çok özel. Turizmde ülke olarak dünya ortalamasının üstündeyiz. Ülke olarak geçen yıla oranla yüzde 8, Muğla olarak ise yüzde 13'lük bir artış var. Turizmde daha fazla gelir elde etmek için çeşitlendirme yapılmalı. Bunun için çalışmalarımız sürüyor. Sadece deniz, kum ve güneş turizmine değil kültür turizmi, folklor değerleri, golf turizmi, sağlık turizmi, kış turizmi ve kongre turizmi yapmalıyız. Ege ve Güney Ege bölgesine yatırımlarımız sürüyor. İki yeni yat limanı açtık bir kongre turizmi için merkez açmak üzereyiz. Ege bölgesini Türkiye turizminde hak ettiği yere getireceğiz. Bölge kültür hazinesi durumunda. Milas'ta önemli bir bulgu var. Onu incelemek için geldim. İstanbul’daki İskender Lahtinden daha önemli olduğu söyleniyor. Ben de yerinde incelemek istedim. 2500 yıl öncesine ait çok değerli eserler var. Bazı eserlerin kaçırıldığı konusunda bize gelen duyumlar var. Böyle iddialar var. Emniyet yetkilileri ve uzmanlarımızla inceleyerek konuyu araştıracağız” diye konuştu.

 

Milas'ta tarihi eserlerin çıktığı bölgeyi müze haline dönüştürebileceklerini kaydeden Bakan Günay “Çıkarılan eserleri inceleyeceğiz. Bulguların olduğu yerde sergilenmesi daha uygun oluyor. Yurtdışında böyle müzeler var. Biz de Milas'ta bir bölge müzesi oluşturabiliriz. Bulgular olduğu yerde sergilenebilir. Bununla ilgili ön araştırmayı başlattık” dedi.

 

Kazılarla ilgili yeni düzenlemeler yapılacağını da aktaran Günay, “Türkiye genelinde tüm kazılar rutine bağlanmış. Kazı başkanları 15 gün kazı alanına geliyor, gezip gidiyor. Kazıları durdurmayacağız, ancak irdeleyeceğiz. Yeni bir kazı formu oluşturuyoruz. Kazı çalışma düzeni oluşturacağız. İlk etapta ön hazırlık yapılacak, arazide birkaç ay kalınacak. Çevre koruma önlemleri alınacak. Kazı başkanı ve kazı ekibi yaz sezonunun tamamını bölgede geçirecek. Kazılara genel bütçeden ayrılan payı planlama ve maliyeden alınan ek ödenekle 40 kat yükseltiyoruz. DÖSİM gelirleri kazılara aktarılacak. Geçtiğimiz yıl kazılara genel bütçeden 500 bin lira ayrıldı. Biz bunu 24 milyon liraya yükselttik. Bu yıl da kazılara 25 milyon lira ayırdık. Ayrılan kaynakların takibini yapıyoruz” dedi.






Bakan Günay, yabancı kazı başkanlarının makaleleri bir yabancı dilin yanında Türkçe de yayınlamaları zorunluluğu getirdiklerini belirterek, “Yabancı kazı başkanları makalelerini kendi dillerinin haricinde bir de Türkçe yazmak zorunda. Türkçenin bilimsel gücünü arttırmayı hedefliyoruz. Bazı bölgelerde 20-25 yıl kazı yapan başkanlar var. Bu başkanlarının uzun yıllar nedeniyle hem yorulma hem de heyecanlarını kaybetme durumları olabiliyor. Performans değerlendirmesi yapacağız. Kazı başkanlarını onursal başkan ilan ederek genç arkadaşları getireceğiz. Bu uygulamaya da başladık. Önemli olan her kuruşumuzun ve her anımızın bu topraklar ve bu dünya için daha iyi değerlendirilmesini sağlamaktır” diye konuştu.

 

Muğla’nın Milas İlçesi’nde yaklaşık 10 gün önce define avcıları tarafından bulunan ve yağmalandığı saptanan Karia Satrabı Mousolos’un babası Hekatomnos’a ait 2400 yıllık mezarda incelemelerde bulunan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Murat Süslü, Vali Fatih Şahin, Milas Kaymakamı Bahattin Atçı, Muğla Emniyet Müdürü Kadir Ay ve Milas Müze Müdürü Erol Özen eşlik etti. Günay, lahit alanına gelişinde kendisine bilgi vermeye çalışan Müdür Süslü’ye “Madem burada böyle eserler çıkıyor, neden burada daha önce kamulaştırma çalışmalarını gerçekleştirmediniz” diye sordu. Süslü’nün ise sessiz kaldığı görüldü.

 

Bakan Günay, daha sonra üzerine tulum giyerek beraberindekilerle yerin altındaki lahit mezara inip yaklaşık 35 dakika kaldı. Süslü ve Yılmaz’dan bilgiler alan Bakan Günay’ın lahit mezardan çıkışı sırasında çok terlediği görüldü.

 

Milas’ta bulunan bu lahdin, Arkeoloji Müzesi’nde çok önemli ve tarihi değeri çok yüksek olan İskender Lahdi'nden daha büyük olduğunu gördüğünü belirten Bakan Günay şunları söyledi:

“Lahdin üzerindeki mermer işçiliği çok özenli, itinalı ve ustaca yapılmış. Kabartmalarla dolu. Yine lahde giden mermer yol ve tünel üzerindeki resimler de büyük itina ve özenle yapılmış, altın varakla kaplanmış. Lahdin bulunduğu alanda bir tapınak ve akropol bulunduğunu düşünüyoruz. Önemli olan burada birkaç yıldan beri gizli bir çalışmanın sürdürülmüş olması. 1 metre 80 santimden fazla olan mermerler teknolojik aletler, matkaplar kullanılarak delinmiş, odalar aranmış, çevrede sondaj çalışmaları yapılmış, lahit odası içerisinde bir takım eşyalar varsa onlar da alınmış. Buradaki tarihi önemi çok büyük olan eserin ortaya çıkarılması için gerekli çalışmaları hızla başlatacağız. Bir yandan da önceki kanunsuz çalışmalarla ilgi ciddi bir inceleme gerçekleştireceğiz. Kazı çalışmaları sonunda sadece Milas çapında değil Türkiye ve dünya çapında bir metropol çerçevesinde arkeolojik alana ulaşacağımızı ve burada hem bir arkeolojik park, hem de yeni bir müze yapma olanağı bulabileceğimizi söyleyebilirim. Ama temenni ederdim ki bu bizim kazılarımızda ortaya çıksın. Türkiye’nin ve dünyanın bir çok yerinde tarihi eserler gördüm böylesine rastlamadım gerçekten çok büyülendim.”

 

Bu soygunun sıradan olmadığını, organize şekilde gerçekleştirildiğini savunan Bakan Günay, “Yapılan adli soruşturma safhasından soygunun bilimsel çevrelerden destek de alınarak yapıldığını anladık. Büyük bir organize hırsızlık vakası, bir yandan bunun da peşindeyiz. Bir yandan da kazı ve kamulaştırma işlemlerini hızlıca sürdüreceğiz. Jandarma ve emniyet güçleri olayın uluslararası boyutunu da inceliyor yeni tutuklamalar olabilir. Aşağıda yaptığım incelemede lahitten, lahit odasından ve tünelden çok etkilendim. Kültür turizmi ve arkeoloji ve tarih meraklılarını bölgeye getirmek açısından büyük bir olanakla karşı karşıyayız. En azından bir süre dünyanın ve arkeoloji bilim dalının dikkatleri burada olacak. Bu nedenle bu tür soygunlarla ilgili olarak kim ne biliyorsa ne duyduysa herkesin bildiklerini bizimle, yetkili birimlerle paylaşmasında bu eserlerimizin korunması için çok büyük ihtiyacımız var” diye konuştu.

 

Bakan Günay’ın Milas’a gelişinden önce özel izinle lahit mezara giren DHA muhabirleri, yaklaşık iki yıl süren soygunun izlerini ve eşsiz tarihi eserleri görüntüledi. Yerin altında 5 metre derine indikten sonra 2 metre kalınlığındaki mermeri matkapla delerek 80 santim çapında delikten içeri girdikten sonra 12 metre uzunluğundaki koridordan geçerek lahit odasına ve Kral Hekotomnos’un mezarına ulaşıldığı görüldü. Lahit mezarın içinin tamamen talan edildiği, kemiklerin ve cenaze töreni sırasında içerisinde bulunan değerli eşyaların yok olduğu belirtildi. Soyulan lahdin içerisinde 2 metrelik dev elektrikli matkaplarla çalışıldığı, yerin 13 metre altına elektrik çekildiği ve çalışmaların günlerce, haftalarca sürdüğü ifade edildi. Lahdin duvarında, altın varaklarla çizilen, yerel yöneticilerin ve komutanların Kral Hekotomnos’a bağlılığını ifade eserler dikkati çekti. 2400 yıllık tablo gibi eserlerin lahdin mermeri üzerindeki görüntülerinin günümüze kadar sağlam kaldığı görüldü.

 

Bu arada, Ankara, Akdeniz ve Muğla üniversitesi arkeoloji bölümlerinden gelen bilimadamları mezarda incelemelerde bulundu. Bilimadamları lahit üzerindeki resimler ve kabartma heykellere hayran kaldı.

 

2 metre 75 santim uzunluğunda, 2 metre 15 santim genişliğinde 1 metre 85 santim yüksekliğinde devasa ve birinci sınıf mermer işçiliğiyle dört yüzü birden kabartmalarla işlenmiş olan oda mezar günümüzden 2400 yıl önceye ait. Bu oda mezarında üzerinde bir tapınak söz konusu. Eserin en ilgi çekici kısmı ise adına Bodrum'da dünyanın yedi harikasından birisi olan mozolenin yapıldığı Karia Satrabı Mausolos’un babasının mezarı olarak yapılmış bir kral mezarı. Son derece itinalı olan işçilik duvarlardan da görünmekte. Buralarda zaman zaman altın bezemelerde var.

Milliyet, Haber: Ahmet Bayrak - Yaşar Anter - Oktay Çayırlı, 12.08.2010

EN BÜYÜK TABLOSU

 

Pablo Picasso’nun 10.4- 11.7 metre uzunluğunda kumaş kullanarak Rus Balesi’nin 'Le Train Bleu' isimli performansını resmettiği en büyük tablosu Londra'da sergilenecek.

 

Picasso tarafından tasarlanıp imzalanmış fakat yedi farklı sanatçı tarafından tamamlanan, 40 yıldır Victoria and Albert Müzesi koleksiyonunda olan resim ilk kez sergilenecek. Bu resmin yanı sıra 300 fazla yapıtın da yer alacağı 'Diaghilev ve Rus Balesi'nin Altın Çağı 1909-1929' isimli sergi, 25 Eylül’de kapılarını açacak.

Hürriyet, 07.08.2010

DEFİNE DOLANDIRICILARINA DİKKAT

 

 

Adana Emniyet Müdürlüğü son günlerde ülke genelinde define dolandırıcılığı olayları meydana geldiğini belirterek, vatandaşları bu konuda uyardı.

Adana Emniyet Müdürlüğü Asayiş Daire Başkanlığı'nca yapılan duyuruda, bazı vatandaşların bu konuda aranarak,
"Kendilerini özellikle asker arkadaşı ya da asker arkadaşının akrabası olarak tanıtıp ellerinde gömülü vaziyette içinde altın olan küp olduğu, ancak küpün büyülü olduğu, büyünün yurt dışında bulunan bir papaz tarafından bozulabileceği şeklinde sözlerle ikna ederek dolandırıcılık yapmaya çalışan şahıslara itibar etmeyiniz ve en yakın kolluk birimine müracaatta bulununuz" denildi.

Sabah, 07.08.2010

TÜMÜLÜSÜ KOMPRESÖRLE KAZDILAR

 

Balıkesir'in Manyas İlçesi'ne bağlı Eşen Köyü yakınlarında bulunan ve Büyük İskender sonrası dönemdeki bir uygarlığa ait olduğu tahmin edilen tümülüs, tarihi eser kaçakçıları tarafından tahrip edildi.
 
Balıkesir'in Bandırma İlçesi'ne bağlı Ergili Köyü yakınlarında bulunan "Daskyleion Antik Kenti"ndeki kazı ekibinin başkanı Doç.Dr. Kaan İren, Manyas-Eşenbayırı mevkiindeki tümülüsün, tarihi eser kaçakçıları tarafından kompresör kullanılarak 5 metre kazıldığını söyledi.

İren, tümülüsün odasındaki iç duvarlarda dinamit yerleştirmek için delikler açıldığını belirterek, şunları söyledi: "Şunu belirtmek isterim ki, 20 yıllık meslek yaşamımda gördüğüm en müthiş mezar."

Zaman, 07.08.2010

KUBADABAD SARAYI 2011'İ BEKLEYECEK

 

Konya’nın Beyşehir İlçesi'ne bağlı Gölyaka beldesinde, Beyşehir Gölü kıyısında bulunan Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubad’ın yazlık sarayı Kubadabad’da bu yıl 30’ncusu yapılan kazı çalışmaları sona erdi.

 

Kazı Başkanı 18 Mart Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Rüçhan Arık, bölgede yaklaşık 1,5 aydır devam eden kazı çalışmalarının bu yılki bölümünün tamamlandığını söyledi.

 

Arık, kazı çalışmalarının oldukça verimli geçtiğini belirterek, hem kalkolitik, hem de erken tunç çağı özelliklerini gösteren pek çok kalıntının çalışmalar sonunda ortaya çıktığını ifade etti.

 

Çalışmalarda saray mimarisi yönünden daha ne olduğunu tam olarak anlayamadıkları anonim bir yapının bulunduğunu vurgulayan Arık, "Bu çıkardığımız son büyük yapının bir hizmet binası olduğunu tahmin ediyoruz. Hamamı var ve yanında kuyusu ortaya çıktı. Mekanların tam olarak ne olduğunu anlayamadık ama gelecek yıl diğer bulunan yapılarla bağlantısı araştırılıp ortaya çıkarılacak" dedi.

 

Çıkarılan madeni eşyaların çok önemli olduğunu, bunların Selçuklu dönemine ait olduğunu belirten Arık, kazılarda sırsız seramiklerin ortaya çıktığını da kaydetti.

Arık, arzu ettikleri şeyin gelecekte saray külliyesinin bir açık hava müzesi haline dönüşmesi olduğunu söyledi.

Trt/Haber, 06.08.2010

SIRLAR, BU KAZILARLA ORTAYA ÇIKACAK

 

 

Amasya Valisi Halil İbrahim Daşöz, Harşena Kalesi ve Kızlar Sarayı kazılarıyla ilgili ‘Sırlar bu kazılarla ortaya çıkacak” dedi.

 

Amasya Valisi Halil İbrahim Daşöz, İl Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Kaya, Müze Müdürü Celal Özdemir ve Kazı Başkanı İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Türk ve İslam Sanatı Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Emine Dönmez ile birlikte bu yıl ikinci yılında olan Amasya Harşena Kalesi ve Kızlar Sarayı kazısında incelemelerde bulundu.

 

Kale bölgesinin Amasya’nın en önemli arkeolojik bölgelerinden biri olduğuna işaret eden Daşöz, ”Sırlar bu kazılarla ortaya çıkacak. Bunun neticesi olarak bilinenlerden çok daha ileri noktalara gideceğiz. Amasya’mızın, kalemizin önemi daha iyi anlaşılacak. Buradan çıkanlar Oluz Höyük kazısından çıkanlar ile bir değerlendirmeden geçiyor” diye konuştu.

 

Daşöz, kazının en az 10 yıl süreceğinin öngörüldüğünü ifade ederek kazı Başkanı Dönmez ve ekibine başarılar diledi. Kazı çalışmalarını yerinde inceleyen Daşöz’e bilgi veren Dönmez ise kazıyı 2′si asistan 7′si öğrenci 35 kişilik bir ekiple deniz seviyesinden 700 metre yükseklikte yaklaşık 200 metre karelik bir alanda gerçekleştirdiklerini anlattı.

 

Çalışmalara geçen yıl başladıklarını belirten Dönmez, şunları kaydetti:

”Çalışmalarımıza bu yıl da devam ediyoruz. Top kulesinin kuzeyindeki mevkide geçen yıl 3 açma açmıştık buna paralel olarak bu yıl da 2 açma daha açtık. Bu yıl özellikle C açması adını verdiğimiz açmada bir platformla karşılaştık. Bu açmada çalışmalarımızı yoğunlaştırdık. Bu bizi çok heyecanlandırdı. Bu hangi yapının platformudur onu tespit etmeye çalışıyoruz. Düşüncemiz önemli bir yapının üzerinde olduğumuz.”

 

Bu gelişmelerin yanında kazıda küçük buluntular da elde ettiklerini ifade eden Dönmez, Selçuklu Dönemine ait üzerinde aslan figürleri ve süslemeleri olan bir sikke ortaya çıkardıklarını bu sikkelerin tarihleme ve yerleşimin tespit edilmesi anlamında kazı için önemli olduğuna işaret etti.

 

İstanbul Üniversitesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı Döner Sermaye İşletmesi Merkezi (DÖSİM) ve Amasya Valiliğinin katkılarıyla bu yıl 15 Temmuzda başlayan kazıların 10 Ağustosa kadar süreceği, bütçesinin ise 155 bin TL olduğu öğrenildi.

 

Amasya İl Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Kaya, ise Amasya Harşena Kalesi ve Kızlar Sarayı kazısı incelemelerinde Amasya’nın UNESCO dünya mirası olmaya aday bir il olduğunu söyledi.

Amasya Belediyesi tarafından bir süredir sürdürülen koruma amaçlı imar planı çalışmalarının tamamlanarak kuruldan geçtiğini ifade eden Kaya, ”Amasya’da şuan da en büyük hedefimiz bu. Koruma amaçlı imar planı tamamlanarak kuruldan da geçti. İtiraz süresi bekleniyor. Amasya’da yıllardır beklenen koruma amaçlı imar planı var diyoruz artık. Ondan sonrada biz UNESCO dünya mirası için gereken şartlar var. O şartları tamamlayıp müracaatımızı yapacağız” dedi.

Memleket Gazetesi, 06.08.2010

KELENDERİS ANTİK KENTİNDEKİ KAZI ÇALIŞMALARI

 

 

Mersin’in Aydıncık İlçesi'ndeki Kelenderis Antik Kenti’ndeki kazı çalışmalarının bu yıl restorasyon ağırlıklı sürdürüleceği bildirildi.

 

Selçuk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Kazı Başkanı Prof.Dr. Levent Zoroğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, bu yılki kazı çalışmalarına 50 kişilik ekiple başladıklarını belirtti.

 

Antik kentte 23 yıl önce başlayan kazı çalışmalarıyla binlerce yıllık tarihin gün ışığına çıkarıldığını belirten Zoroğlu, daha önce ortaya çıkarılan Agora Bazilikası'nın (içi, ortadaki yüksek, yanlarındakiler daha alçak olmak üzere iki sıra sütunla üç salona ayrılmış, dikdörtgen biçiminde büyük kilise, Roma Mahkemesi) üzerinin kapatılması için proje hazırladıklarını ifade etti.

 

Zoroğlu, bu konuda hazırlanan projenin Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nca incelenerek sonuçlandırılmasını beklediklerini vurgulayarak, şöyle konuştu:

"Bu yıl ki çalışmalarımız restorasyon ağırlıklı sürecek. Çalışmalarımız için kullandığımız odalardan birini, kazıda ortaya çıkarılan kalıntıları sergilemek için kullanmayı düşünüyoruz. Bunun için de gerekli projeleri yaptık. Ortaya çıkarılan bu kalıntıların sergilenmesinin Aydıncık turizmine büyük katkı sağlayacağını düşünüyoruz. Aynı zamanda sualtı kazı çalışmaları için eylülde ekipler gelerek liman içerisinde ve Saplı Adada sualtı arkeolojik çalışması yapacak. Bu çalışmayla sualtındaki antik limanın ortaya çıkarılması planlanıyor. Çalışmalarımızda diğer kurum ve kuruluşlardan da yardım alıyoruz. Bu yıl ki çalışmalarımız eylül sonuna kadar sürecek."

 

Zoroğlu, antik kentin MÖ 8. yüzyıla kadar uzanan geçmişinin bulunduğunu, buluntuların Aydıncık’ın Akdeniz kıyısında, Silifke ile Anamur arasında önemli bir liman kenti olduğunu gösterdiğini bildirdi.

haberler.com, Fotoğraf: Trt/Haber, 06.08.2010

KAYIP KRALLARIN İZİNDE

 

 

Kilis Oylum Höyüğü’nde 22 yıldır sürdürülen kazılarla, höyüğün ev sahipliği yaptığı şehir krallığının izi sürülüyor.

 

Kazı çalışmalarını sürdüren Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Yrd. Doç.Dr. Atilla Engin, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Anadolu yükseltisinin bitip Suriye düzlüklerinin başladığı çok stratejik bir bölgede bulunan Oylum Höyüğü’ndeki çalışmaların, bölge arkeolojisine ışık tutacak önemli bilgi ve bulgular vereceğine inandıklarını söyledi.

 

Türkiye ve Ortadoğu’daki en büyük höyüklerden biri olan Oylum Höyük’ün bulunduğu bölgede, tarihte çok sayıda şehir krallığının kurulduğunu ifade eden Engin, Oylum Höyüğü’nün bu şehir krallıklarından bir ya da birkaçına ev sahipliği yapmış olduğunu öngördüklerini kaydetti.

 

Engin, “Bu yıl ve geçen yıl yaptığımız kazılarda Karkamış Kralı Ini-Teşub’un mühür baskısını bulduk. Bu yılki kazıda da biri gümüş, 2 yeni Hitit mührü bulduk. Bulduğumuz kral mühürleri, höyüğün krallık merkezi olduğuna ilişkin öngörümüzün doğruluğunu güçlendiriyor” dedi.

 

Suriye’deki Tell Mardikh’te (Ebla Antik Kenti) İtalyan bilim adamlarının yürüttüğü kazıların sonucunda ortaya çıkan ve 5 binden fazla tabletten oluşan arşivin arkeoloji çevrelerinde büyük heyecan yarattığını dile getiren Engin, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Ebla da Oylum Höyük ile aynı bölgede. Höyük çok büyük ve tarih boyunca çok sayıda uygarlığa ev sahipliği yapmış. Yani Oylum Höyük için ‘Burada Ebla Antik Kenti’nde olduğu gibi dünya arkeoloji çevrelerinde heyecan yaratacak bulgulara ulaşmak mümkün değil’ diyemez. Ama belki de daha uzun yıllar burada çalışmamız gerekiyor. Yüzey çalışmalarının ardından 1988 yılında kazı çalışması başlatılan Oylum Höyük’te daha uzun yıllar kazı çalışması yapılması gerekiyor. Burada höyük kazısı yapıyoruz, höyük kazıları uzun yıllar devam eden kazılardır.”

 

Engin, Oylum Höyük’te kazıya bu yıl 22 Temmuz’da başladıklarını, kazıda 43 işçi ve 22 teknik elemanın görev aldığını söyledi. Kazılarda, 3500-4000 yıllık çok kalın duvarlı yapı kalıntılarını ve 3 bin 500 yıllık bir erkek iskeletini gün ışığına çıkardıklarını belirten Engin, şunları anlattı:

“Höyükte geçtiğimiz yıllarda gerçekleştirdiğimiz kazılarda da çocuk iskeletlerine ulaşmıştık. Bulguları değerlendirerek, burada ölen insanların evlerin tabanına gömüldüklerini anlıyoruz.

Ölülerin yanına hediye olarak çeşitli süs eşyaları, pişmiş kaplar konuyor. Ayrıca mezarlarda bulduğumuz hayvan kemiklerinden anlıyoruz, burada ölüler gömüldüğünde yanına giyecek bir şeyler de bırakılıyor. Ayrıca, evin tabanına gömülen ölülerin kemikleri bir süre sonra toplanıyor ve mezarın bir köşesine bırakılıyor, mezara ölen bir başka kişi konuluyor.

 

Höyükte dün ulaştığımız yetişkin ve erkek iskeletini titiz bir çalışmayla bulunduğu yerden kaldırdık, kazı evine getirdik. İskelet, Cumhuriyet Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü laboratuvarında, bu alanın uzmanları tarafından incelenecek.”

 

Kilis’in 10 kilometre doğusunda aynı adla anılan köyün bitişiğinde bulunan, 22-37 metre yüksekliğe ve 170 dekar yüzey alanına sahip olan Oylum Höyük, Türkiye ve Ön Asya’daki en büyük höyükler arasında gösteriliyor.

Hürriyet, 06.08.2010

FİLYOS IRMAĞI'NDAN TARİHİ ESER ÇIKTI

 

 

Gökçebey İlçesi Üçburgu mevkiinde gecen yıl ortaya çıkan gümrük depolarına 500 metre ileride Roma dönemine ait “Mil Taşı” bulundu. Örmeci Köyü Çay mevkiinde bulunan mil taşı MS 1–3. yüzyıl Roma dönemine ait köşeli sütun şeklinde yaklaşık 2 metre yüksekliğinde, iki yanında Latince yazıtlar bulunmaktadır. Roma mil taşlarının üzerinde dönemin Roma İmparatorunun ve yöneticilerinin (vali) isimleri yazılıdır. Ereğli Müzesi yetkilileri tarafından ırmağın içinden çıkarılan mil taşı Ereğli Müzesi'ne götürüldü.

 

Taşın bulunduğu ırmak içerisinden çıkarılması sırasında orada bulunan yerel tarih araştırmacısı Sadi Uyar, mil taşı hakkında şunları söyledi: “Kilometre taşı olarak kullanılan mil taşları, yuvarlak köşeli beyaz mermerden yapılmaktadır. Roma döneminde yollara dikilen bu taşlar, bulunduğu mahallin diğer kentlere olan uzaklığını ve yolun yönünü göstermektedir. Ayrıca mil taşlarında, Latince olarak, taşın atfedildiği kişinin unvanı belirtilmektedir. İmparatorluk unvanı kısaca “IMP” olarak yazılmaktadır. Sütunun kim tarafından yapıldığı, merkezi yerleşim yerinin adı ve uzaklığı belirtilmektedir. İnsanlar mil taşındaki bilgilerden hareketle gidilecek şehrin kuş uçuşu uzaklığının kaç mil tuttuğunu ve hangi güzergâhtan gitmeleri gerektiğini tespit ederek yollarına devam etmekteydiler. Sözün kısası, “Mil Taşları” bir tür “yol haritası” görevindeydi.

filyos.org, 05.08.2010

"ÜLKEMİZİN EN BÜYÜK ANITSAL YAPISI"

 

 

Balıkesir’in Erdek İlçesi'nde bulunan Kyzikos Antik Kenti’nde sürdürülen kazılarda, tarihte Avrupalı seyyahlar tarafından ”Dünyanın 8. harikası” olarak nitelendirilen ”Hadrianus Tapınağı”nın, 110 metrelik uzun kenarıyla Anadolu’nun en büyük anıtsal yapısı olduğu bildirildi. Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Nurettin Koçhan, gazetecilere yaptığı açıklamada, 13 kişilik ekiple 8 Temmuzda başlayıp 40 günlük bir çalışma döneminin ardından sona erecek bu yılki kazılarda, Hadrianus Tapınağı’nın tam olarak ölçülerini ortaya çıkarmayı hedeflediklerini söyledi. Geçen yılki kazılarda tapınağın uzun kenarı üzerinde gerçekleştirdikleri çalışmalarda, 100 metre uzunluğa kadar ulaştıklarını belirten Koçhan, şu bilgileri verdi: ”Kazılarda tapınağın uzun kenarı, 110 metreye ulaştı. Bu, 106 metrelik uzun kenarıyla Anadolu’nun en büyüğü olan Didim’deki Apollon Tapınağı’ndan da büyük olduğu anlamına geliyor. Yani Hadrianus Tapınağı’nın, ülkemizin en büyük anıtsal yapısı olduğunu rahatça söyleyebiliriz.” En geç 10 yıl içinde Hadrianus Tapınağı’nı ortaya çıkarıp turizme kazandırmayı hedeflediklerini dile getiren Koçhan, bu yılki kazılara, Kültür ve Turizm Bakanlığının 108 bin, Balıkesir İl Özel İdare Müdürlüğü’nün ise 17 bin lira ödenek verdiğini kaydetti.

 

Bilinen tarihi MÖ 10. yüzyıla kadar uzanan Kyzikos antik kenti, 943 ve 1063 yıllarındaki iki büyük depremin de etkisiyle önemini yitirerek zamanla terk edildi. Kaynaklara göre, mermer sütunları 20 metreyi geçen Roma İmparatoru Hadrianus tarafından yaptırılan tapınağın sütunlarının çoğu, Doğu Roma ve Osmanlı döneminde İstanbul’un imarında kullanılmış. Kazılarda, 15. yüzyıla ait kaynaklarda hala yerinde olduğu belirtilen tapınağın 33 sütununun parçalarının bir araya getirilerek, tapınağın en azından bir kısmının ayağa kaldırılabilmesi amaçlanıyor. Üç ayrı limanı olan kentte, meclis binası, metroon ana tanrıça tapınağı ve su oyunlarının yapıldığı amfitiyatro bulunuyor. Hadrianus Tapınağı’yla tarihte önemli bir yere sahip olan kentte, 1988 yılında başlayan kazı çalışmalarına, ödeneksizlik nedeniyle 1997-2006 yılları arasında ara verilmişti.

Yeni Asır, 05.08.2010

STADYUM GÜN IŞIĞINA ÇIKARILIYOR

 

Aydın’ın Germencik İlçesi'ne bağlı Ortaklar beldesinde yaklaşık 25 yıldır sürdürülen Magnesia antik kentinde bu yılki kazı çalışmaları başladı. Söke, Didim, Bodrum yol güzergahında bulunan Tekin Köyündeki antik kentte yürütülen kazı çalışmaları, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü Anabilim Dalı öğretim görevlisi Prof.Dr. Orhan Bingöl başkanlığında gerçekleşiyor. Yaklaşık 1,5 aydır süren çalışmaların tarihi kentin Stadyum bölgesinde sürdüğünü anlatan Prof.Dr. Bingöl, Türkiye’nin hatta dünyanın en güzel stadyumunu ortaya çıkarmaya çalıştıklarını ifade ederek, ”35 bin kişilik bir stadyumu tüm olanaksızlıklarla rağmen ortaya çıkarmaya çalışıyoruz” dedi. Stadyumun eski görkemine yakışır şekilde ortaya çıkarılmasına büyük önem verdiklerini aktaran Bingöl, sözlerine şöyle devam etti:”Bu seneki çalışmalarımızda çok önemli bilgiler elde ettik. Çeşmeleriyle, merdivenleriyle, kabartmalarıyla ve mermerden yapılmış olmasıyla, hakikaten eşsiz bir yapı. Bir kısmı doğanın olumsuz etkisiyle bozulmuş, bir kısmı heyelan altında kaldığı için korunmuş. Heyelanla inen toprağı ne yazık ki kaldıracak güce sahip değiliz. Bizi aşan boyutlarda bir yığın ve mil dolgusu var. Stadyumun ‘Sıpemdoma’ dediğimiz yarım yuvarlak bölümü kapanmış durumda. Binlerce metre küp toprağın kaldırılması gerekiyor. Biz bunu kendi olanaklarımızla yapacak durumda değiliz. Bunun için ek bir güç gerekiyor. Bu nedenle yerel yöneticilere çağrıda bulunuyorum. Bu toprağı alsınlar, hem bize katkıda bulunsunlar, hem de bu güzel toprağı değerlendirsinler.”

 

Türkiye’nin en önemli mekanlarından biri olan yapının büyük oranda korunmuş olarak turizmin ve bilimin hizmetine sunulmuş olacağını kaydeden Bingöl, ”Yaklaşık 200 bin lira civarında bir ödenekle çalışıyoruz. Ama daima işin başında olmamızdan ötürü çalışmalar iyi yürüyor. Eylül ayının birinci veya ikinci haftasına kadar çalışma imkanı bulacağız. Stadyuma gelip gitmek için ulaşım sorunu yaşıyoruz. Yine kendi olanaklarımızla işleri halletmeye çalışıyoruz. 25 yıldan beri burada benim başkanlığımda çalışmalarımız sürüyor. Yer altındaki bu güzel tarihi yapıları gün ışığına kısıtlı bütçelerle çıkarmaya çalışıyoruz. Bu güne kadar gün ışığına çıkardığımız tarihi yapılar ‘devede kulak’ denilecek kadar az. Koca bir kentin yapılarını kazmak durumundayız. Amacımız bir kentin tümünü ortaya çıkarmak değil, olmamalı da. Bir kentin yapılması nasıl bitmezse kazılması da bitmez. O nedenle amaç mimarlık tarihinin, insanlık tarihine katkıda bulunacak yerlerin ortaya çıkarılması. Bu yer altındaki stadyum o nedenle önemlidir. Türkiye’de stadyum çok ama bunun gibi stadyum yok” diye konuştu.

 

Prof.Dr. Bingöl, tüm spor kulüplerine sponsorluk çağrısında bulunarak, ”Nasıl her kulübün kendi stadı varsa bir de antik statları olsun. Burada yapılacak yarışmalar tüm dünyada büyük ses getirecektir. İsterim ki kulüplerimiz böyle yapıları üstlensinler ve bunları gerçek anlamda kullanılabilen yapılar haline getirsinler. Spor kulüplerimizin bu yapacakları katkılarından dolayı saygınlıkları daha da artacaktır” dedi.

Yeni Asır, 05.08.2010


Assos
...1880





.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi