Haberler logo Şubat '11 Arşivi

20 Şubat - 5 Mart 2011

700 YILLIK KADIN MUMYADA YÜZÜK

 

Çin Jiangsu Eyaleti’ndeki Taizhou kentinde yol çalışması yapan işçiler, 700 yıl önce ölen bir kadının mumyasını buldu.

 

1368-1644 yılları arasında hüküm sürmüş Ming Hanedanlığı döneminde yaşadığı düşünülen mumya, yol kazısı sırasında toprağın 2 metre altında bulundu.

 

Parmağında çok değerli olduğu tahmin edilen bir yüzük bulunan mumyanın yüzü, özel bir kahverengi sıvıyla kaplanarak yüzü daha belirgin hale getirildi.

 

Çinli arkeologlar mumyanın 700 yıllık olmasına rağmen, saçının, cildinin, gözkapaklarının ve yüzünün çok iyi bir şekilde olduğunu açıkladı.

 

1.50 metre boyundaki kadının üzerinde Ming Hanedanlığı’nın giydiği geleneksel bir kostüm bulunduğu ve tabutunda bazı seramik eşyalarla tarihi yazıların yer aldığı belirtildi.

Habertürk, 05.03.2011

"İŞLENEN BÜYÜK SUÇLAR VAR"

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, İstanbul'daki tahribatı bir ölçüde toparlamaya çalıştıklarını belirterek, “Ama ne yazık ki o kadar büyük tahribat olmuş ki, en az 100 yılın yarattığı tahribatı 10 yılda gidermek zor. Belki 25 yılda giderilebilir” dedi.

Beyoğlu Belediyesi'nce düzenlenen “Beyoğlu Sohbetleri” etkinliğine konuşmacı olarak katılan Günay, İstanbul'da bir zamanlar yanlış işlerin yapıldığını, yanlışı düzeltmenin çok kolay olmadığını, yapılacak düzeltmelerin ciddi bir maddi değeri bulunduğunu, İstanbul'un “gözüne sokulmuş olan çöpleri” temizlemeye çalıştıklarını kaydetti.

 

Günay, İstanbul'un 100 yıldan bu yana ciddi bir çöküntü yaşadığını, birkaç imparatorluğa başkentlik yapan İstanbul'un çok özel ve önemli bir şehir olduğunu, ancak gereken özenin, duyarlılığın gösterilmediğini aktardı.


Üreten bir şehir olan İstanbul'un tüketen bir şehir haline getirildiği için çökmeye başladığını, bu nedenle şehrin kolayca tahrip edildiğini vurgulayan Günay, İstanbul'u doğru şekilde planlayamayanların bunda vebali bulunduğunu söyledi.

 

 

Günay, şöyle devam etti:
“Biz şimdi İstanbul'daki tahribatı bir ölçüde toparlamaya çalışıyoruz, bir ölçüde gidermeye çalışıyoruz. Ama ne yazık ki o kadar büyük tahribat olmuş ki en az 100 yılın yarattığı tahribatı 10 yılda gidermek zor. Belki 25 yılda giderilebilir. Cumhuriyet'in 100. yılında hayalimiz ve hedefimiz, şehirlerimizin tarihsel dokusunu yeni baştan canlandırabilmek olmalı. Eğer baştan planlama yapılmış olsaydı, İstanbul, hiç olmazsa tarihi yarımada bir eğitim, finans, bilim ve sanat merkezi olarak planlansaydı, Paris'in ya da Roma'nın aldığı turisti alabilirdi. İstanbul'a en az 15-20 milyon turist gelmeli. İyi şeyler yapılıyor. Büyük gayretle çalışmalarımızı yapıyoruz.”


Günay, Beyoğlu Pera'da mümkün oldukça yeni bina yapılmaması, tarihsel dokunun korunması gerektiğini belirtti. Tarihi dokunun yanına bir biçimde zaman zaman bir çıkıntı yapmaya çalışanlara izin verilmemesini isteyen Günay, “Tarihi yarımadada ve Pera'da uzun bir süre temizlik yapılmasına ihtiyaç var. Var olan o eklentileri, beton yapıları, salaş yapıları temizleyerek önce bir ne olduğunu anlamaya ihtiyaç var” diye konuştu.


Bu yerlerde çok sayıda temizlenmesi, arındırılması gereken yapılaşma olduğunu anlatan Günay, bunların öncelikle temizlenmesi ve yerel yönetimlerin bu konuda duyarlı davranması gerektiğini kaydetti.


Temizlik sürecinden sonra asıl dokuya zarar vermeyecek şeylerin yapılabileceğini savunan Günay, “Geçmiş dönemlerde İstanbul'un tarihine karşı büyük yanlışlar değil, bence büyük suçlar işlendi. İstanbul'un tarihine karşı işlenen çok büyük suçlar var” dedi.

Tarihi dokuları bunlardan arındırmaya çalıştıklarını aktaran Günay, sözlerini şöyle sürdürdü:
“İstanbul'da gözümüze, göz bebeğimize sokulmuş çiviler var. Bunların çıkarılması çok saygıdeğer davranışlardır. Dolmabahçe Stadyumu konusu var. Bu benim önüme zaman zaman bir dayatma olarak getiriliyor. Dolmabahçe Stadyumu 1940'ta yapılmış galiba. Stadyum yapıldığı zaman birçok yerde top koşturacak alan var, ama bir tarih bilinçsizliğiyle mi, yoksa bir kasıtla mı, (ben kasıtla olduğunu düşünüyorum) Dolmabahçe Sarayı'nın arkasına bir stadyum yapılmış. O vadinin içine stadyum sokulur mu? Adı üzerinde dolgu alanı üstünde. Dolmabahçe orası... Dolgu. Eminönü Yeni Cami kazık üzerine oturtulmuştur, Dolmabahçe de öyledir. Siz bu tarafa on binlerce insanın tepineceği bir alan yaparsanız, zaman içinde Dolmabahçe denize doğru akmaya mahkumdur.”
Bu stadyumla ilgili yeni bir proje hazırlandığını anlatan Günay, “(Bu yetmez, burayı büyütelim) diyorlar. (Stadyumu genişletelim, araya kongre merkezi koyalım, bir de otopark koyalım) diyorlar. Arkadaşlar, böyle bir şey olabilir mi? Bu konuda zorlanıyorum. Stadyumları şehir dışına, trafiğin tıkanmayacağı yerlere alalım” diye konuştu.

Hürriyet, 05.03.2011

KONTEYNERDEN PAHA BİÇİLEMEYEN TARIHI ESERLER ÇIKTI

 

ABD Gümrük ve Sınır Koruma ve Yurtiçi Güvenlik Dairesi, paha biçilemeyen tarihi eser ele geçirdi. New Jersey'e gelen bir konteynerde arama yapan yetkililer, Çin'in Tang Hanedanına ait olan iki adet at heykeli ve bir vazo ele geçirdi. Yetkililer, 1500 ile 5 bin yıllık olduğu tahmin edilen tarihi eserlerin bulunduğu konteynırın üzerinde herhangi bir bilgi olmadığı açıklayarak, "Tarihi eserlerin kimler tarafından gönderildiğini ve alıcını bulmaya çalışıyoruz" diye konuştu. ABD ve Çin hükümetleri, tarihi eserlerin yasa dışı ticaretini engellemek için 2009 yılından itibaren iş birliği yapıyor.

Türkiye Gazetesi, 05.03.2011

ANTİK KENT CERAŞ, BİNLERCE YILDIR AYAKTA

 

     

 

 

Ürdün'de, başkent Amman'ın 45 kilometre kuzeyine düşen Ceraş antik kenti, turizm potansiyeliyle ülke ekonomisine önemli katkı sunuyor.


Son yıllarda yapılan kazılarda çıkarılan bronz çağına ait eserlerle, tarihi Milattan Önce 3000 yılına kadar dayandırılan Ceraş, Efes antik kenti gibi yıllara meydan okuyarak günümüze kadar gelebilmiş bir kent olma özelliğini taşıyor.


Roma İmparatorluğu'nun Suriye eyaletinin bir şehri olan, daha sonra Decapolis (sınır şehri) özelliği kazanan Ceraş, imparatorluğun sağladığı huzur ve güven ortamında, mimari alanda önemli gelişmeler sağlamış. MS 614 yılındaki Pers istilasında önemli ölçüde kan kaybeden şehir, Emevilerin yönetimi altında yeniden canlanmış. Ceraş MS 746 yılında yaşanan depremde önemli ölçüde tahrip olmuş.


Ceraş'ın zengin tarihini ortaya çıkarmak için yapılan kazılar 1920'de başladı ve günümüzde devam ediyor. Antik kentte iki tapınak, benzersiz bir oval sütun, iki amfi tiyatro ve bir hipodrom bulunurken, şehrin çevresi ise korint tarzı sütunları ile çevrili.

Türkiye Gazetesi, 03.03.2011



ECZACIBAŞI VE TANER'E LEGION D'HONNEUR NİŞANI

 

İstanbul Modern Yönetim Kurulu Başkanı Oya Eczacıbaşı ve İstanbul Kültür Sanat Vakfı Genel Müdürü Görgün Taner, Fransız devletinin en prestijli nişanı sayılan Legion d’Honneur’e layık görüldü. Oya Eczacıbaşı ile Görgün Taner’e Legion d’Honneur nişanları önümüzdeki günlerde düzenlenecek özel bir törenle takdim edilecek.

İstanbul Modern Yönetim Kurulu Başkanı Oya Eczacıbaşı Fransa ve Türkiye arasında kültürel bağın güçlenmesine katkıda bulunması, sanata ve sanatsal eyleme, evrensel kültür ve sanatın yaygınlaşmasına yılmadan hizmet etmesi ve İstanbul Modern’de bir buluşma noktası yaratması nedeniyle Fransa’nın Ankara Büyükelçisi Bernard Emié ve dönemin Fransa Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner’in tavsiyesiyle, Fransa Cumhuriyeti tarafından Legion d’Honneur nişanına layık görüldü. Oya Eczacıbaşı, iki ülke arasında yarattığı eşsiz bağ ile Fransız-Türk ilişkilerini yaşatan başlıca aktörlerden biri olarak nitelendirildi.

 

İKSV Genel Müdürü Görgün Taner, 1 Temmuz 2009 – 31 Mart 2010 tarihleri arasında gerçekleştirilen Fransa’da Türkiye Mevsimi’nin Türkiye Komiserliği görevini üstlenmişti. Görgün Taner, Fransa’da Türkiye Mevsimi’nin başarısında oynadığı önemli rol ve iki ülke arasındaki dinamizm ve kültürel ilişkilerin güçlendirilmesine katkısından dolayı Fransa Cumhuriyeti tarafından Legion d’Honneur nişanına layık görüldü. 9 ay süren Fransa’da Türkiye Mevsimi kapsamında, aralarında yaklaşık yüz konferans ve bilimsel toplantının da yer aldığı ve 15 milyondan fazla izleyicinin katıldığı 600’den fazla etkinlikle Türkiye’nin kültür-sanat alanındaki enerjisi, yaratıcılığı ve çeşitliliği Fransız kamuoyuna tanıtılmıştı.

 

Napolyon Bonaparte döneminde 1802 yılından itibaren Fransız Hükümeti’nin üstün başarılarda bulunanları ödüllendirmek amacıyla vermeye başladığı Chevalier dans L’Ordre National de la Legion d’Honneur nişanı Fransız devletinin en prestijli ödüllü kabul ediliyor.

 

Orta ve lise öğrenimini Fransa’da tamamladıktan sonra Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü’nü bitiren Oya Eczacıbaşı, İngiltere’de müze işletmeciliği üzerine yüksek lisans yaptı. 2004 yılından bugüne İstanbul Modern Yönetim Kurulu Başkanı olan Oya Eczacıbaşı, 2002 yılından bu yana İKSV Yönetim Kurulu üyeliğini sürdürüyor.

 

2002 yılından bu yana İKSV Genel Müdürlüğü’nü sürdüren Görgün Taner, halen İstanbul Modern ve Avrupa Kültür Vakfı (European Cultural Foundation) Yönetim Kurulu üyesi. Görgün Taner 2010 Eylül ayında Amsterdam Belediyesi tarafından “Amsterdam Belediyesi Sanat Danışmanı” olarak görevlendirilmişti.

Hürriyet, 03.03.2011

SANAT DÜNYASININ ACI KAYBI

 

Resim ve seramik sanatçısı Ümran Baradan (66) İzmir'de vefat etti.

Edinilen bilgiye göre, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde hayatını kaybeden Baradan, bir süredir kanser tedavisi görüyordu.

Ümran Baradan, 1970'de Dallas SMU Üniversitesi eğitimcileri şeref üyeliğine, 1989 yılında da Uluslararası Sanatçılar Derneği New York başkanlığınca şeref üyeliğine seçilmişti.

1994 yılında Uluslararası Kadınlar Finlandiya başkanlığınca 20. Asrın Başarılı 100 kadını arasına Türkiye'den seçilen Baradan, Uluslararası Kadınlar Dayanışma Birliği'nin Genel Başkanlığı'nı da yapmıştı.

Habertürk, 03.03.2011

NOEL BABA'YA YOĞUN İLGİ

 

Antalya'nın Demre İlçesi'ndeki Noel Baba Müzesi ve Myra antik kentini yıl başından bu yana 36 bin 257 kişi ziyaret etti.
 

Ziyaretlerden 196 bin 209 TL gelir elde edildi. Ziyaretler ve gelir açısından geçen ay, tüm zamanların en iyi şubat ayı rekoru kırıldı.

 

Yerli ve yabancı ziyaretçilerin yoğun ilgi gösterdiği Noel Baba Müzesi'ni yılbaşından bu yana 19 bin 704 kişi ziyaret etti, karşılığında 101 bin 704 TL ücret ödedi. Geçen ay 14 bin 837 kişinin ziyaret ettiği ve 78 bin 560 TL gelir bıraktığı müze, bir rekora da imza attı. Geçen ay ziyaretler ve elde edilen gelir açısından, tüm zamanların en iyi şubat ayı rekoru kırıldı.

 

Kaya mezarları ile ünlü Myra antik kenti de turistlerin büyük ilgisini gördü. Yılbaşından bu yana antik kenti 16 bin 553 kişi ziyaret etti, 94 bin 505 TL gelir elde edildi. Geçen ayki ziyaret ve gelir bakımından Myra antik kenti de tüm şubat ayları içinde en fazla ziyaretçi ve gelir rekorunun sahibi oldu.


Myra antik kentini gezen Avusturyalı Hans Tuider, çok zengin tarihi kalıntıların bulunduğu kenti çok beğendiğini söyledi. Alman Fuchs Jadniga, ilk kez Türkiye'ye geldiğini ve harika bir ülke olduğunu belirterek, “İklimi, doğası tarihi, kaya mezarları bir şaheser, süper. Bizi büyüledi. Yine geleceğim” derken, Avusturyalı doktor Arthur Schneeberger, Türkiye'nin tarih zengini bir ülke olduğunu kaydetti.

Hürriyet, 03.03.2011

5300 YAŞINDAKİ BUZ ÇAĞI ADAMI

 

5300 yıl önce bir ok yarası sonucu öldüğü saptanan Buzçağı adamı, 1991 yılında bir Alman çift tarafından mumyalanmış halde bulunmuştu.

 

 

Hollandalı uzmanlar Alfons ve Adrie Kennis tarafından üç boyutlu hale dönüştürülen ceset, sergi salonunda adeta canlı bir görünüme sahip.

 

Uzmanlar Ötzi'yi yeniden yaratırken modele kahverengi gözler eklediler.

 

 

İtalya ve Avusturya sınırını oluşturan Alp Dağlarındaki Ötzi Vadi'sinde bulunan mumyalanmış buzçağından kalma cesede Ötzi ismi verilmişti. 

 

 

Ötzi bulunduğunda keçi derisinden kıyafeti, çalılardan yapılmış başlığı, kurşundan miğferi ve okları yanıbaşında bulunmuşlardı. Alman çift tarafından bulunan vücut mumyalanmış biçimde buz kitlesinin içinde kaldığı için 5000 yıldan uzun süre varlığını koruyabildi.

 

 

Buzçağı adamı üzerinde yapılan incelemeler, kendisinin 46 yaşında ve 159 cm. boyunda olduğunu ortaya koydu. Ötzi'nin bir hayli gerçekçi modeli Bolanzo'daki Güney Tirol Arkeoloji Müzesi'nde meraklıların ziyaretine sunuluyor.

Radikal, 02.03.2011

KARAYİP KORSANI HENRY MORGAN'IN TOPLARI BULUNDU

 

     

 

1660 ile 1680 yılları arasında Karayip Adaları ve Panama'da faaliyet gösteren Galler'e bağlı olarak çalışan "yasal korsan" Kaptan Henry Morgan'ın gemisine ait altı adet top bulundu. Panama Kültür Bakanlığına bağlı arkeologlar tarafından bulunan topların, 1671 yılında batırılan Kaptan Morgan'ın gemisine ait olduğu açıklandı. Morgan, valinin emriyle gittiği bölgede, Venezuela, Panama gibi ülkelerdeki yağma ve katliamla adını bütün dünyaya duyurdu. Morgan'ın bölgede yürüttüğü faaliyetle, İspanyol hakimiyetini İngiltere lehine çevirdi. Morgan, korsanlığın altın çağında yaşamış ve İngiltere'nin İspanyollara karşı savaşını iyi kullanmış ve büyük bir servet kazanmıştı.

Türkiye Gazetesi, 02.03.2011

DEFİNE UĞRUNA TARİHİ ESER YIKILDI 

 

Antalya’nın Demre İlçesi'nde bulunan Andriake Limanı’nın gözetleme kulesi, define arayan bir kişi tarafından yıkıldı.

 

Andriake Liman Kenti’nin bekçisi Mustafa Keskin, denizden 300 metre yükseklikteki gözetleme kulesinin büyük gürültüyle yıkıldığını görerek, polise haber verdi.

 

Polis ekipleri, Demre Büyükkum Mahallesi’nde oturan D.Ş’yi (35) balyoz, kazma, kürek, demir levyelerle birlikte olay yerinde yakaladı. Define aramak için gözetleme kulesine geldiği ifade edilen D.Ş, polisteki sorgusunun ardından çıkarıldığı Demre Cumhuriyet Savcılığı tarafından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

 

Antalya Müzesi yetkilileri, yıkılan gözetleme kulesinde incelemeler yaptı.

Dünya, Fotoğraf: Cnn Türk, 02.03.2011

NADİR ESERLERE EL DEĞMEDEN ONARIM

 

 

Milli Kütüphane’nin 1998 yılında kurulan “Patoloji ve Restorasyon Laboratuarı”nda yapılan yeni düzenlemeyle, bozulmuş veya yırtılmış yazma ve nadir eserler el değmeden onarılacak.
 

Milli Kütüphane Başkanı Tuncel Acar, patoloji ve restorasyon merkezinde başta el yazması eserler olmak üzere Milli Kütüphane’deki diğer tarihi öneme sahip tablo, harita, belge, kitap, mecmua gibi nadir eserlerin restorasyonunun bilimsel yöntemlerle gerçekleştirildiğini söyledi.
Kütüphanedeki kurt yeniği olan, nem veya başka nedenlerle bozulan yazma eserlerin önce neden dolayı bozulduğunu tespit edip, daha sonra ona göre ilaç uygulayarak yırtılan, yenilen yerlerin restorasyonunu gerçekleştirdiklerine ve bu işlemlerin elle yapıldığını işaret eden Acar, şu bilgileri verdi:


“Araştırdık, dünyanın bazı yerlerinde yazma eserlerde olmasa bile, nadir basma eserlerin onarımını yapan makineler olduğunu gördük. Bunun üzerine araştırmalarımız devam etti. Bu konuda Dubai’de bir merkez olduğunu gördük. Bu merkez aynı zamanda bir kültür merkezi olup dünyadaki İslamiyetle ilgili yazmaların dijital kopyalarını toplamayı kendilerine görev edinmiş. Ayrıca bu merkezin çok güzel bir restorasyon ve patoloji enstitüsü var. Ellerindeki yazma ve nadir eserleri en güzel şekilde bu merkezde onarıyorlar.”

Hürriyet, 02.03.2011

TÜRKİYE'DE KEPÇEYLE ARJANTİN'DE ARKEOLOGLA

 

 

Yakınlarını Kaybeden Ailelerin Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (YAKAY-DER), Bitlis Mutki’deki toplu mezarlarda kepçelerle yapılan arama çalışmaları için suç duyurusunda bulunacak.

 

Basın mensupları ve akademisyenlerle dün bir araya gelen kayıp aileleri, arama çalışmalarının uzmanlar eşliğinde yapılması gerektiğini savunarak, kepçeyle yapılan çalışmaları eleştirdi.
Toplantıda Arjantin’deki kayıplar için arkeologlar tarafından yapılan kazı çalışmalarından örnek bir fotoğraf gösterilerek Bitlis Mutki’deki özensiz aramalara dikkat çekildi.


Dernek Başkanı ve gözaltında kaybolan Fehmi Tosun’un eşi Hanım Tosun, “Kepçelerle yapılan aramalar Türkiye’nin ayıbıdır. İki aydır bu çalışmalar yüzünden gözümüze uyku girmiyor. Devlet arşivlerini açsın. Kim nerede yatıyor, bu belgeler muhakkak vardır” dedi.

Toplantıya katılan Türkiye İnsan Hakları Derneği (TİHV) Başkanı Prof.Dr. Şebnem Korur Fincancı ise kepçe çalışmaları hakkında suç duyurusunda bulunulması gerektiğini ifade ederek, şunları söyledi: “21. yüzyılda kepçelerle toplu mezar arama çalışmasını yürütenler hakkında işlem yapmaya ihtiyaç var. Suç duyurusu yaparak mezarların tahrip edilmesinin önüne geçmek gerekiyor. Koca iş makineleri o toprağın üzerinden her geçişinde kemikler paramparça oluyor. Kimliklendirme için gerekli bir takım verileri elde edebilmek mümkün olmuyor. Kazıların uzmanlar eşliğinde yapılması gerekiyor. Arkeologların aramalara mutlaka dahil edilmesi lazım. Onların yol göstericiliğinde çalışmaların yürümesi çok daha anlamlı olacaktır.”

Milliyet, Haber: Burcu Karakaş, 02.03.2011

SAKLI PARŞÖMEN 100 YIL SONRA ORTAYA ÇIKTI

 

 

Geçen hafta Yeni Zelanda’nın Christchurch kentini vuran ve yaklaşık 240 kişinin ölümüne neden olan 6.3 büyüklüğündeki deprem, çok ilginç bir keşfin yapılmasını sağladı.

 

Depremde hasar gören Christchurch katedralinde arama çalışmaları yapan kurtarma ekipleri, kentin kurucusu John Godley’in devrilen heykelinin altında 100 yıldan fazladır gizli kalan bir metal kapsül buldu.

 

Neyle karşılaştığını anlamayan kurtarma ekipleri, metal silindir şeklindeki kapsülün içinde bir cam şişe olduğunu fark etti. Cam şişenin içindeyse bir parşömen bulundu.

 

Salı günü sabahı yapılan keşfin ardından, kurtarma ekipleri hemen Christchurch’daki Canterbury müzesi yetkililerine haber verdi. Müze yöneticisi Anthony Wright, “Bu inanılmaz bir olay. Depremden tam bir hafta sonra keşfedilmiş olması da bir o kadar etkileyici dedi.





Bulunan metal kapsül ve içinde saklı olan not, Christchurch kentinin İrlandalı kurucusu John Godley’in heykelinin altında bulundu. 1867 yılında dikilen heykel, 1933 yılında bulunduğu yere taşındı. Wright, bu kadar uzun bir süredir heykelin ayakları altına yerleştirilmiş olan notta ne yazdığını ortaya çıkarmanın çok etkileyici olacağını belirtti.

 

Notun yazılı olduğu parşömeni inceleyen yetkililer, ilk bakışta “tarafından” ve “dikildi” kelimelerini fark etti. Yetkililer, parşömenin zarar görmemesi için nem oranının uygun olduğu bir ortamda inceleme yapılacağını ifade etti.

 

Christchurch’ın Belediye Başkanı Bob Parker, esrarengiz parşömen için “Daha uygun bir zamanda ortaya çıkamazdı” dedi.

 

Parşömenin keşfedildiği Salı günü, depremde ölenler için ülke genelinde iki dakikalık saygı duruşunda bulunuldu.

 

Parker, “Mucize aradığımız bir hafta boyunca, karşımıza gerçekten bir mucize çıktı. İnanıyorum ki bulduğumuz parşömen bize Christchurch kurulduğu zaman burada yaşayan insanların umut ve arzularını iletecek” dedi.

Hürriyet, 02.03.2011

222 YILLIK YILDIZ'IN HALİ İÇLER ACISI

 



 

Sultan II. Abdülhamid'in görüntü alınmasına izin vermediği tek yer olan Yıldız Sarayı'ndaki Harem Dairesi'ni, HABERTÜRK görüntüledi.

Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerine tanıklık eden önemli bir yapı Yıldız Sarayı... 1789'da yapımına başlanan ve son 130 yıldır çatı onarımı dışında tek çivi çakılmadığı ortaya çıkan saray perişan halde.

 

Eşsiz resimlerin yer aldığı tavanlar, çatıdan sızan yağmur sularıyla çürümüş. Merdivenler, kapılar, pencereler dökülüyor. İlk elektrik ve kalorifer sisteminin kurulduğu yer olarak bilinen haremde, kalorifer petekleri ve merdiven trabzanları pastan çürümüş halde.

 

Zemin döşemeleri de delik deşik olan Yıldız Sarayı Haremi'nde bugünlerde çok yoğun bir çalışma var. Saray, İstanbul İl Özel İdare Genel Sekreterliği İmar Yatırım ve İnşaat Daire Başkanlığı'nca 11.5 milyon TL'lik dev bir bütçeyle ilk kez kapsamlı bir restorasyona alındı.

 

Cariyeler Dairesi'nden başlanılan restorasyonda önce asıl dokuya ulaşmak için boyalar hassas bir çalışmayla sökülecek. Böylelikle o döneme ait sürpriz yazı, günlük hatta tarihsel değeri olan takı ve benzeri eserlere ulaşılması da bekleniyor.

 

Kanuni Sultan Süleyman döneminde av sahası olarak kullanılan, Yavuz Sultan Selim döneminde ise yapılaşmanın başladığı Yıldız Sarayı, Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerine tanıklık eden çok önemli bir eser.

 

Sultan Abdülaziz'in tahttan indirilmesinden sonra göreve gelen Sultan V. Murad'ın 92 gün süren saltanat günlerinde oturduğu, II. Abdülhamid'in ise tam 33 yıl boyunca imparatorluğu yönettiği Yıldız Sarayı'nda geçtiğimiz yıl tamamlanan Büyük Mabeyn Köşkü Restorasyonu'ndan sonra şimdi de Harem Dairesi'nin kapıları restorasyon için açıldı.

 

Yıldız Sarayı Haremi, İstanbul İl Özel İdare Genel Sekreterliği İmar Yatırım ve İnşaat Daire Başkanlığı'nca 11.5 milyon TL'lik dev bir bütçeyle ilk kez kapsamlı bir restorasyona alındı. Restorasyonun başına Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü Yıldız Sarayı Kontrol Amiri Restoratör Ahmet Selbesoğlu getirildi.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın da, yaklaşık 10 gün önce başlayan çalışmaları saraya bizzat gelerek incelediği öğrenildi.

 

Yıldız Sarayı'ndaki 10 bin metrekarelik alanda 2 yıl sürmesi beklenen çalışmayla; Sultan II. Abdülhamid'in Dairesi, Kadın Efendiler I ve II. Dairesi, Cariyeler Dairesi, Hazinedar Dairesi, Usta Kadınlar Dairesi, Cariyeler Dairesi Taşlığı, yapılar arasındaki geçitler, harem bahçe ve avluları restore edilecek.

 

Restorasyon öncesi ve sonrası 3 ayrı kamera ile kayıt altına alınacak. 10 bin metrekarelik alandaki restorasyonun 2 yıl sürmesi bekleniyor. Çalışmaların sonunda harem, multivizyon gösterileri, okuma ve oturma bölümleriyle yaşayan hale getirilerek, ziyarete açılacak.

 

II. Abdülhamid'in haremi III. Selim'in annesi Mihrişah Sultan için 1789'da yaptırılan Yıldız Sarayı, özellikle II. Abdülhamid döneminde 1876-1909 yılları arasında Osmanlı'nın yönetim merkezi olarak kullanılmaya başlandı.

 

Dolmabahçe'nin denizden kuşatılma ihtimalini dikkate alan II. Adülhamid 1877'de bir gece yarısı, "Taşınıyoruz" diye emir verdi. İmparatorluk böylece Yıldız'a yerleşti. Saraydaki asıl yapılaşma bu dönemde başladı. Osmanlı döneminde elektrik tesisatı ve kalorifer sisteminin de ilk kez burada kullanıldığı biliniyor.

 

Sultan II. Abdülhamid tam 33 yıllık saltanatında sarayı, resmi dairesi ve haremi olarak kullandı. Yıldız Sarayı'nda III. Selim'in annesi Mihrişah Valide Sultan'ın yanı sıra Sultan Abdülmecid'in annesi Bezmialem Valide Sultan'ın da yaşadığı biliniyor. Sultan Abdülhamid'in 31 Mart Vakası'ndan sonra tahttan indirilmesi üzerine saray bir halk kalabalığı tarafından yağmalanıp kısmen de yakıldı.

 

Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmasıyla 1924 yılında Yıldız Sarayı, Harp Akademileri Komutanlığı'na geçti. 1978'de Kültür Bakanlığı'na devredilene kadar komutanlık tam 54 yıl boyunca sarayı kışla olarak kullandı. Saray duvarlarındaki yabancı boya ve badanaların da bu dönemde yapıldığı düşünülüyor.

 

SARAYDA KULLANILAN PARFÜMLER
Fransa'daki Louvre Müzesi'nde yer alan belgelerden formüllerine ulaşılarak Osmanlı döneminde sarayda kulllanılan kokular yeniden üretildi. Firma sahibi Hamza Topal, 40 kokudan ancak 12'sinin formülüne ulaştıklarını söyledi. Kokular isimleriyle şöyle:

 

Padişah: Etken maddesi çam kökü ve afrodizyaktan oluşuyor.

Yavuz Sultan Selim: Çam ve kehribar karışımı. Öz güveni artırıyor.

Sema: Misk kokusu. Hz. Muhammed'in kullandığı öne sürülüyor.

Kaptan-ı Derya: Nane ve limon özlü.

Lokman Hekim: Portakal ve kayısı karışımı, meyve özlerinden oluşuyor.

Saray: Gül ve lavantadan oluşuyor. Valideler kullanıyor.

Sahra-i Cedid: Çiçek özlerinden, çilek kokusunu andırıyor. Afrodizyak etkili.

Şehr-i İstanbul: Boğaz ve deniz kokusunu andıran limoni bir koku.

Cariye: Lavanta özlü, stres alıcı özelliğe sahip.

Harem: Sümbül aromalı. Afrodizyak etkisi ile cazibeyi artırıyor.

Hürrem Sultan: Kehribar ve baharatlardan oluşuyor. Otoriter kadınlar tercih ediyor.

Sadrazam: Vanilya aromalı kokunun sahibine karşı hoş muhabbet hissi duyulurken, yöneticiler tarafından tercih ediliyor.

Habertürk, Haber: Sultan Uçar, 01.03.2011

ROMA DÖNEMİ GÜVERCİNLİKLERİ GERÇEK SAHİPLERİNİ BEKLİYOR

 

 

Kapadokya bölgesinde varlığı Romalılar dönemine kadar uzanan doğal tüf kayalara oyulu güvercinlikler, günümüzde gerçek sahiplerini bekliyor. Bölge tarımının gelişmesinde önemli güç kaynağı konumundaki güvercinlerin, yeniden doğal ortamlarında üremelerine imkan sağlanması amacıyla 4 yıl önce başlatılan projenin yeni baştan ele alınarak uygulamaya konulması bekleniyor.

 

Türkiye’nin önemli kültür turizm merkezlerinden biri olan Kapadokya bölgesinde, MS 4. yüzyılda Romalılar döneminde özellikle Çat, Uçhisar, Göreme ve Ortahisar’daki uzunluğu kimi zaman 10 kilometrelik bir alana yayılan derin vadi içlerinde, yükseltileri kimi yerde 40 metreye ulaşan yumuşak tüf kayaların içlerine oyulan güvercinliklerde yaşamlarını süren güvercinlerin, atıklarının ekili tarım arazilerinde gübre olarak kullanılması ile de bölge tarımının gelişmesi açısından ciddi bir önem oluşturdukları biliniyor.

 

Bölgede, 1970'li yıllara kadar uzanan bir zaman içerisinde sayıları yüz binleri bulan güvercinlerin dünyada en yaygın olarak yaşam alanlarından birine sahip olan Kapadokya bölgesinde, ortaya konulabilecek ciddi bir proje ile yeniden geçmişin canlandırılabilmesine olanak sağlanması bekleniyor.

 

Mimari bakımdan da dünyanın uçan canlıların insan eliyle yapılan en önemli yaşam merkezlerinden biri olarak da dikkat çeken güvercinliklerin yeniden eski konumuna getirilmesine yönelik olarak Nevşehir İl Özel İdaresi tarafından 2005 yılında yaklaşık 10 bine yakın çeşitli ırk ve cinslerde güvercinlerin satın alınmak suretiyle, bölgede güvercinliklerin en yoğun olarak bulunduğu Çat beldesindeki Çat ve Fırınasma Vadileri ile Uçhisar beldesindeki Güvercinlik Vadisi’ne bırakılmıştı. Aradan geçen süre içerisinde, güvercinlerin doğal ortama alışmalarında karşılaşılan ciddi sıkıntıların yanı sıra, güvercin neslinin ıslah edilmesine yönelik çalışmalarda maddi kaynak sorunu oluşması nedeniyle güvercin sayıları hedeflenen düzeye ulaştırılamadı.

 

Tarihi süreçte insanın en kadim dostu olarak da nitelendirilerek barışın sembolü olarak ifade edilen güvercinlerin, yeniden tarih içerisindeki normal yaşam alanlarına dönmeleri için çalışma yapılmasının Kapadokya bölgesindeki turizm hareketliliğinin sağlanmasında önemli bir potansiyel güç oluşturabileceği kaydediliyor.

Nevşehir Kent Haber, 01.03.2011

OSMANLI'NIN İLK MAHALLESİ BEDRETTİN'DE 'KENTSEL DÖNÜŞÜM YANGINI'

 

Geçtiğimiz pazar günü İstanbul'un tarihi mahallelerinden Bedrettin Mahallesi'nde eski ahşap bir binada yangın çıktı. Buraya kadar İstanbullular için oldukça "sıradan" bir haber. Ancak Bedrettin Mahallesi Derneği Kurucusu Süleyman Songur'a göre çıkan yangının arkasında yine İstanbulluların son dönemlerde iyice alışık hale getirildiği "kentsel dönüşüm" projeleri yatıyor.

Bedrettin Mahallesi'nin önemi
Bedrettin Mahallesi Kasımpaşa ile Beyoğlu arasında kalan, Haliç'in yan tarafında bulunan bir mahalle. 1513 yılında Kurulan Bedrettin Mahallesi, İstanbul'un fethinden sonra kurulan ilk Osmanlı mahallesi. Adını da burada yaşayan Şeyh Bedrettin'den alan mahalle, Osmanlı'nın Haliç bölgesindeki tersanelerinin lojistiğini sağlamasında önemli bir yere sahip. 17 yıldır sit alanı olan Bedrettin Mahallesi, önce "yenileme alanı" ilan edildi. Ardından koruma planlarının dışında bırakıldı. Bedrettin Mahallesi Derneği Kurucusu Süleyman Songur, mahallenin koruma planları kapsamının dışına çıkartılmasından ilk başta hiç kimsenin haberi olmadığını söylüyor. Songur ve arkadaşları haberi 1 Şubat tarihli Posta Gazetesi'nde yer alan "İstanbul'da yaşanacak yer kalmadı" başlıklı haber sayesinde öğrenmişler.

Sit alanı bir anda "yenileme alanı" oluverdi
Mahalleli, 17 yıl boyunca evlerini SİT alanı olması nedeniyle tamir ettirememiş. Evinin başının üstüne yıkılmasını istemeyen kimi mahalleli, bu dönemde çareyi evlerini boşaltıp başka yerlere taşınmakta bulmuş. Boşalan evlere Tophane ve İstiklal Mahallesi'nden vatandaşların yerleştirildiğini ama kimler tarafından yerleştirildiğini bilmediğini söyleyen Süleyman Songur, bu insanların "işgalci" konumunda olmasına rağmen muhtarlık kayıtlarının yapıldığını anlatıyor.

Bir "garip" yangın
26 Şubat cumartesi günü mahallenin çocuk parkı ve spor alanı belediye ekipleri tarafından sökülmüş. Aynı gün belediye, işçiler için bu alan bir konteynır yerleştirmiş. Ancak burada ne yapıldığını, kimsenin anlamadığını söyleyen Songur, pazar günü sökülen park ve spor alanının parçalarının belediye tarafından toplandığını, hemen sonra da mahalleye sonradan yerleşen ve 20 kişinin kaldığı evde yangın çıktığını anlatıyor.

Ya dalgıç pompa olmasaydı?
İTÜ'den bir grupla yangının çıktığı sokağın tarihi önemi nedeniyle koruma planı kapsamına alınması için çalışma başlattıklarını anlatan Süleyman Songur, bu sokakta dernek yöneticilerinin de evlerinin olduğunu vurguluyor. Sokakların dar, evlerin eski ve ahşap olması nedeniyle yangının bir evde başlaması durumunda tüm sokağı sarmasının işten bile olmadığına işaret eden Songur, o sokakta bulunan bir arkadaşlarının evinin bahçesinde bulunan su kuyusuna bağladığı bir dalgıç pompa ile büyük bir felaketi engellediğini anlatıyor.

Biz bu planları daha önce gördük
Beyoğlu Belediyesi'nin mahalleliye yıkım yapmayacağını söylediğini aktaran Songur, Ahmet Misbah Demircan'ın önümüzdeki seçimlerde milletvekili adayı olacağını, bu durumda da doğal olarak "mahallenizi yıkacağım" diyemediği görüşünde. Ancak Süleyman Songur, kendilerinin bu gibi yangınlar vb. yöntemlerle alt-üst edilen Süleymaniye, Fener-Balat ve Sulukule örneklerini yakından bildiklerini ifade ediyor.

bianet.org, Haber: Ekin Karaca, 01.03.2011

"DÜNYA TARİHİNDE SEYAHATNAME'Yİ GEÇECEK İKİNCİ BİR KİTAP YOK"

 

 

Toplumların kültürel mirasını korumak amacıyla kurulan UNESCO, 2011 yılını Evliya Çelebi yılı ilan etti. Evliya Çelebi adlı ilk hacimli biyografiyi hazırlayan Yusuf Çetindağ, dünyanın çeşitli bölgelerini yarım asır at sırtında gezen Evliya Çelebi tarafından kaleme alınan Seyahatname için "Dünya tarihinde onu geçecek ikinci bir kitap yok." diyor.

 

Doğumunun 400. yılında UNESCO'nun 2011'i 'Evliya Çelebi Yılı' ilan etmesi ile dünyaca ünlü seyyahımız yeniden gündeme geldi. Kaynak Yayınları'ndan çıkan 'Evliya Çelebi' adlı ilk hacimli biyografiyi hazırlayan Yrd. Doç Dr. Yusuf Çetindağ, ünlü gezginin Seyahatname'yi yazmasının 17. yüzyılı aydınlattığını söylüyor. Çetindağ, "UNESCO'nun böyle bir etkinlik yılı ilan etmesi Çelebi'ye olan teveccühü artırmıştır. Medeniyetine güvenmeyen ve eleştiren içimizdeki oryantalistlerin kendi kaynaklarını tanıması için vesile olmasını ümit ediyorum." diye konuşuyor. Çetindağ, Çelebi'nin 17. yüzyılda yaşadığı dönemin Osmanlı'nın en ihtişamlı ortamı olduğunu belirterek 20 milyon kilometrekare ile dünyanın en büyük devletinin seyyahı olduğunu dile getiriyor. Yazar, Seyahatname'yi güvenilir bir kaynak olarak görmeyenlere ise şu cevabı veriyor. "Koca eserde anlattığı birkaç fıkra ile Seyahatname'yi genelleyenler var. Bu, oryantalist bir bakış açısıdır. Osmanlı'yı küçük görenlerin ne tarihine ne de edebiyatına saygıları olmuyor. Halbuki Çelebi, eserini ayrıntılı ve sabırlı bir şekilde kaleme almış. Dünya tarihinde Seyahatname'yi geçecek ikinci bir kitap yok. Mübalağa o dönemin bir edebi sanatı, tıpkı bugün olduğu gibi. Seyahatname sanat, tarih, sosyoloji, psikoloji, felsefe açısından muazzam bir kitap."

 

Evliya Çelebi'nin 70 yıllık ömrünün 50 senesinin gezilerde geçtiğini ifade eden Çetindağ, ünlü seyyahın idealleri için evlenmekten, paradan ve makamdan geçtiğini belirtiyor. Seyahatname'nin sıradan bir gezi kitabı olmadığını dile getiren Çetindağ, "Mimarlar, musikişinaslar, edebiyatçılar, şairler, ressamlar, hattatlar, dilciler, kültür araştırıcıları Seyahatname'den yararlanabilir. Çelebi, bu konuları kitabında ayrıntılı bir şekilde anlatıyor. Osmanlı için 'yaşamış ama yazmamış' derler. Bu söze karşı yazılan en kapsamlı eser Seyahatname'dir." diyor. Seyahatname'nin dünya hatırat tarihinin en nadide eseri olduğunu kaydeden Çetindağ, Evliya Çelebi'nin Türk milletine ideal veren birkaç kişiden biri olduğunu söylüyor. Çetindağ, 2011'in iyi değerlendirilmesi gerektiğini söyleyerek, "Akademik anlamda çalışmalar yapılarak onun hakkındaki yersiz olan şüpheler giderilmeli. Yine sempozyumlar ve paneller düzenlenmeli. Adına enstitü kurulup ilkokuldan başlayarak üniversite öğrencilerine kadar bu müstesna şahsiyet anlatılmalı. Çünkü Türk tarihi değil dünya tarihinde bir tane Evliya Çelebi var." diye konuşuyor.

Zaman, Haber: Samet Altıntaş, 01.03.2011

HAİTİ TARİHİ ESERLERİNİN PEŞİNE DÜŞTÜ

 

 

Haiti’nin başkenti Port-au-Prince’de 12 Ocak 2010 günü 7 büyüklüğünde meydana gelen ve 41 saniye süren depremde, yüz binlerce Haitili yıkılan binaların altında kalarak hayatını kaybetti.

 

Büyük deprem sırasında 300 bin kişi yaralanırken depremden 3 milyon kişi etkilendi. Haiti’de meydana gelen bu büyük felakette, çok önemli müzeler, ibadethaneler, arşiv ve arkeolojik değeri olan binalar da yıkıldı.

 

Felaketin ardından, çok kıymetli tarihi eserler de yağmalandı. Deprem yaralarını sarmaya devam eden Haiti Hükümeti, çıkardığı bir yasa ile yağmalanan eserlerinin satışını ve ihracatını yasakladı.

 

ICOM Uluslararası Müzeler Kurulu’nda görevli, uluslararası sanat eserleri uzmanları, ilk olarak tespit ettikleri deprem sonrası çalınan 40 kadar eseri “Acil Kırmızı Listesi’ne” aldı. Daha sonra bu liste, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu tüm üye ülkelere gönderildi.

Listelerde bulunan bir eserin bulunması halinde polis hemen Haiti Hükümeti adına esere el koyarak, resmi işlem başlatacak.

 

Yağmalanan eserler arasında François Dominique Toussaint Louverture’un (20 Mayıs 1743 7 Nisan 1803) büstü de bulunuyor. Haiti Devrimi’nde yer almış Haitili devrimci önder Louverture, Fransız sömürgecilere karşı siyahi kölelerin ayaklanmasına önderlik etti. Ülkede köleliği kaldırdı, Fransız yönetimini adadan kovdu ve Haiti’nin bağımsızlığını ilan etti.

 

Hispanyola adasının diğer kısmındaki İngiltere hakimiyetindeki Santo Domingo’yu da ele geçirerek buradaki köleleri de özgürlüğüne kavuşturdu. Haiti tarihindeki ilk anayasayı yazdı.

Habertürk, Haber: Nihat Uludağ, 01.03.2011

İSYAN ETTİREN RESTORASYON

 

 

Bu yıl 128. yaşını kutlayan Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin (MSGSÜ) Rektörü Prof.Dr. Yalçın Karayağız’ın dün düzenlediği basın toplantısının gündeminde bir kez daha restorasyonu tamamlanamamış olan İstanbul Resim Heykel Müzesi vardı.


Dolmabahçe Sarayı’nın Veliaht Dairesi’nde 1937’de Atatürk’ün emriyle açılan ve o zamanki adıyla Akademi’ye bağlanan İstanbul Resim Heykel Müzesi’nde Ağustos 2006’da imzalanan protokolle 2007’de restorasyona başlandı. Müzenin restorasyonu, binanın mülkiyetine sahip olan Milli Saraylar Daire Başkanlığı’nca yürütülüyor. İlk olarak 2006’da restorasyon çalışmaları için 3 milyon TL ödeme yapılmıştı. 

Dünkü basın toplantısında konuşan Prof. Karayağız, her yıl 1 milyon TL’nin üzerinde bir bütçenin aktarıldığı çalışmalar kapsamında restorasyonun başlangıcından 31 Aralık 2010’a kadar Milli Saraylar’a 8 milyon 240 bin TL verdiklerini söyledi. Karayağız, verilen bu bütçenin  yarısının Milli Saraylar tarafından kullanıldığını belirtti.


Karayağız’ın en büyük şikayeti, ilk önce 2009 ardından da 2010’da tamamlanacağı söylenmesine rağmen restorasyonun bir türlü bitmemesi: “Restorasyon ağır aksak ilerlemekte. Devletten oldukça yüklü bir bütçe tahsis edildi. Milli Saraylar Daire Başkanlığı’nın restoratörleri tarafından yapılıyor ama onların müzemizin restorasyonu için tahsis ettiği ekip az. Zaten Milli Saraylar’da birçok başka restorasyon da var ve bize gecikmeli çalışıyorlar, müzemize odaklanmıyorlar. Ekip az, süreç uzun. Bize verilen takvim aşıldı, ne zaman biteceği de muğlak.”


Deposunda 12 bin eser bulunan müzede şu ana kadar çatı yenilenmiş durumda, ayrıca iki büyük salon ve birkaç küçük salonun çini işleri ile yer döşemeleri ve bazı pencere kaplamaları bitmiş. Fakat daha çok eksik olduğunu belirtiyor Karayağız: “Bodrum katında depolar olacak. Fakat bu depoların kapıları uygun değil. Büyük salonlardan birinin duvarındaki mermer çatlaktı, restorasyon görmüş olmasına rağmen çatlağı tam anlamıyla kapatılamamış. Müzenin şu anda ısıtma ve elektrik sistemi yok. İşçiler ve görevli memur paltolarla çalışıyor. Milli Saraylar’ın ısıtma ve elektrik için açtığı ihale itirazlar nedeniyle iptal edilmiş, yeni ihale açılması gerekiyor.”

Milliyet, Haber: Yasemin Bay, 01.03.2011

 

******


MÜZENİN AÇILMASINA DAHA İKİ YIL VAR

 

 

İstanbul Resim Heykel Müzesi tartışmasına, Milli Saraylar’dan yanıt geldi. Dün Radikal’e konuşan Milli Saraylar’dan bir yönetici, ‘Kusura bakmasın ama rektör restorasyon işinden anlamıyor.’ dedi.
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Rektörü Prof. Yalçın Karayağız, müzedeki restorasyonun Milli Saraylar’ın geciktirmesi yüzünden bir türlü tamamlanamadığını söylemişti. Önceki gün gazetelerde yer alan ‘Milli Saraylar sorumluluğunu yerine getirmeli’ sözlerine karşı dün yeni bir açıklama yapıldı.


Milli Saraylar, 1937’de üniversiteye tahsis edildiği günden beri binada hiçbir yenileme yapılmadığı bu nedenle müzenin bulunduğu Veliaht Dairesi’nin çökmek üzere olduğunu söyledi. Deniz kenarındaki bu tür binaların otuz yılda bir elden geçmesi gerektiğini söyleyen yetkili, kendilerinin çatısından taşıyıcı sistemlerine kadar bütün binayı elden geçirdiklerini anlattı. Verilen bilgiye göre müzenin Abdülaziz Binası olarak bilinen tarafı yüzde 80 oranında tamamlandı. Abdülmecit Binası olarak bilinen diğer yarıda ise çalışma başlayamadı.


Dört yılda birinci etabı yüzde 80 bitirdiklerini söyleyen Milli Saraylar’a göre iki yıl sonra bütün iş tamamlanabilir. Milli Saraylar’ın en iyi uzmanlarla kendi iş planına göre ilerlediğini anlatan yetkili, Rektör Karayağız’ın restorasyon işlerinden anlamadığı için her şey iki senede biter diye düşündüğünü, ama bunun mümkün olmadığını söylüyor.

Radikal, 02.03.2011



******


7 SENE KAPALI KALAN MÜZE!

 

İstanbul Resim Heykel Müzesi, acıklı hikayesiyle birkaç senede bir gündeme gelir. Geçen hafta yine onu konuştuk. Bu konuyla ilgili o kadar çok mesele ve soru işareti var ki, konuşmakla bitmeyecek, emin olun..


İçinde bütün Türk resim tarihini barındıran bu müzenin yıllardır kapalı kalmasının en önemli sebebi devletin 1950 model kültür politikası. Bütün enerji ve bütçesini merkezi tiyatro, opera gibi kurumlar, mevcut müzelere veren, bunun dışında hiçbir şeye hele plastik sanatlara doğru dürüst imkan sunamayan bir yaklaşım. Bütün somut kültürel mirası birer ‘demirbaş’a dönüştüren, onları yıllarca ‘devlet ciddiyetiyle’ koruyup esirgeyen, gerekirse toplumdan uzak tutmakta bir beis görmeyen devlet anlayışı bu.


* * *


Beşiktaş’taki Veliaht Dairesi gibi çok eski ve güzel bir binanın müzeye dönüştürülmesi 1930’larda anlaşılabilir bir şey. Ama günümüzde, hem binaya hem içindeki eserlere karşı bir haksızlık gibi geliyor bana. Modern Türk resmi için yeni bir bina yapılması ve burasının daha az sayıdaki klasik eserlerin sergilendiği bir mekana dönüştürülmesi fikri, mutlaka hayata geçirilmeli; ama nasıl?
Türkiye’de özel sanat müzeleri açılır, aralarında bir rekabet bile yaşanırken hepsinin ağababasının yıllarca kapalı kalması tahammül edilemez bir durum. Müzenin sahibi Mimar Sinan Üniversitesi de bunun farkında. Yeni rektör Prof. Yalçın Karayağız’ın hafta başında yaptığı ‘Milli Saraylar restorasyonu geciktiriyor’ açıklamasının bir izahı da bu. Sonra Milli Saraylar’dan öğrendik ki restorasyonun bitmesine en az daha iki yıl varmış. Eh dört yıldır zaten kapalı, üstüne iki üç yıl daha koy ve Resim Heykel Müzesi’nin toplam 6-7 yıl kapalı kalacağı gerçeğiyle yüzleş.


* * *


Restorasyon projesinin altı yedi yıl süreceğini Milli Saraylar biliyorsa, Mimar Sinan Üniversitesi neden bilmiyor? Eğer herkes biliyorsa daha vahim. Bir müzeyi hiç değilse geçici mekan tahsis etmeden nasıl 6-7 yıl kapatırsınız? Bu derece bir umursamazlık ve değersizleştirme olur mu? Eğer bu kent, 7 yıl o müzenin eksikliğini hissetmeyecekse, hepten kapatın gitsin. Binasını Başbakanlık Ofisi’ne ya da üniversiteye tahsis ederler, koleksiyon da depolarda saklanıp özel müze sergileri için kaynak teşkil etmeye devam eder.


Dedim ya soru işaretleri çok. Olur da bir gün müzemiz tekrar açılırsa, ‘Teşhiri, sergi düzenlemeleri nasıl, küratörleri kimler olacak? İzleyici çekmek, uluslararası bağıntılar kurmak için neler yapılacak?’ gibi esas meseleleri de tartışabileceğiz inşallah.

Radikal, Yazı: Cem Erciyes, 05.03.2011

STK'LARDAN TBMM'YE: SİT İÇİN HAPİS GELSİN

 

TBMM Çevre Komisyonu, eleştirilere hedef olan Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı konusunda sivil toplum kuruluşlarını dinledi. Komisyon Başkanı Haluk Özdalga, toplantıda somut eleştiriler yapılmasını istedi. TMMOB Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Murat Taşdemir, tasarının amaç kısmındaki “kullanma” ifadelerinin metinden çıkarılması gerektiğini söyledi. Söz konusu maddede yer alan “koruma-kullanma” dengesinin, kanun ilkesi olmaması gerektiğini savunan Taşdemir, “Bu şekilde korunması gereken alanların kullanıma açılacağından korkuyoruz” dedi. TEMA temsilcisi Mahir Gürbüz de “Tasarı, toprak ve suyu da kavramalı. Oysa tasarının daha çok canlı materyale odaklandığını görüyoruz” diye konuştu. Mimarlar Odası adına katılan Erkan Karakaya, tasarıda ihlallere cezanın parayla sınırlandırılmasını eleştirdi, hapis cezasının daha caydırıcı olacağını savundu.

Hürriyet, 01.03.2011

AYASOFYA'DA KULAKLIK KULLANMA ZORUNLULUĞU

 

Türkiye'nin en çok turist alan Ayasofya Müzesi'nde sesi ve dili birbirine karışan tur rehberi dönemi bitiyor. Zaman2da yer alan habere göre Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ayasofya'da gruplara kulaklık kullanma zorunluluğu getiriyor.
 
Böylece tur rehberi, sesini duyurabilmek için bağırmadan grubundakilere elektronik kulaklık yardımı ile konuşacak, müze hakkında bilgi verebilecek. Bakanlık, İstanbul Ayasofya Müzesi'nde gürültü kirliliğinin önüne geçilmesi amacıyla, 16 kişiyi (15 ziyaretçi+1 rehber) aşan gruplar için headset (Seyyar mikrofon ve kulaklık düzeneği) kullanımının zorunlu hale getirilmesine ve uygulamanın 1 Mayıs 2011 tarihi itibarı ile hayata geçirilmesine karar verdi. Müzeye turist getiren seyahat acenteleri ve 16 kişiyi aşan gruplar, söz konusu headset sistemini kendileri temin edebilecek ya da kişi başı 2,5 TL ücret karşılığında kiralayabilecekler.

Bakanlık, seyahat acenteleri vasıtasıyla İstanbul'u ziyaret eden grupların en önemli ziyaret yerlerinden biri olan Ayasofya Müzesi'ndeki ziyaret kalitesini artırmayı hedefleyen uygulamaya uyulması için seyahat acentelerine çağrıda bulundu. Kullanılan headset sisteminin geniş bir frekans aralığı bulunduğuna dikkat çeken yetkililer, bu nedenle frekans çakışmasının yaşanmaması için de grupların kendilerine verilen frekans dışına çıkmamaları gerektiğine işaret etti.

Bakanlık, kulaklıkları gişeden alma zorunluluğu getirmezken, dışarıdan getirilen kulaklıklara belirli standartlar getirdi. Buna göre 50 kanala sahip olacak kulaklıklar, bir kez kullanıldıktan sonra süngerleri değiştirilecek. Ayrıca cihazın acil durum tuş özelliğine de sahip olması gerekiyor. Böylece, kaybolan misafir tuş sayesinde özel bir kanala geçerek, rehber tarafından verilen referans noktasını bulup kaybettiği gruba dahil olabilecek.

Bugün, 01.03.2011

İSTANBUL'UN KAYIP SARAYLARI

 


Prof. Doğan Kuban'ın, ilk baskısı 2001'de yapılan ve kısa sürede tükenen "Kaybolan Kent Hayalleri Ahşap Saraylar" adlı eserinin 2. baskısı, "Kaybolan Kent Hayalleri Osmanlı Sarayları" adıyla yayımlandı.

 

Beşiktaş Sarayı, Hatice Sultan Sarayı, Beyhan Sultan Sarayı, Göksu Kasrı, Topkapı Sahilsarayı... Bugün izlerine ancak yabancı gezginlerin gravür ve fotoğraflarında rastlanan saraylar, mimarlık tarihçisi Prof. Doğan Kuban'ın "Kaybolan Kent Hayalleri Ahşap Saraylar" adlı eserinde hikayeleriyle bir araya geliyor.

 

"Boğaz daima bana zevkimizin, duygumuzun büyük düğümlerinden biri gibi gelmiştir. Öyle ki onun bizde külçelenmiş manasını çözdüğümüz zaman büyük hakikatlerimizden birini bulacağız sanmışımdır." Tanpınar 'her iki kıyısında saatlerin birbirine ayna tuttuğu' Boğaz'ı böyle derinden anlatır. Sırrını çözmek zordur, bu eşsiz güzelliğin. Lakin bunun peşine düşenler yok değil. Prof. Doğan Kuban'ın, ilk baskısı 2001'de yapılan ve hemencecik tükenen "Kaybolan Kent Hayalleri Ahşap Saraylar" adlı eserinin 2. baskısı, kitabın derdini daha iyi ifade edeceği düşüncesiyle "Kaybolan Kent Hayalleri Osmanlı Sarayları" (YEM Kitabevi) adıyla yeniden yayımlandı.

Bugün izlerine ancak yabancı gezginlerin gravür ve fotoğraflarında rastlanan sarayları 'görünür' kılma çabasıyla hazırlanan kitapta çoğunluğu İstanbul Boğazı ve Haliç'in her iki yakasında bulunan sarayların tümüyle veya kısmen kaybedilmiş bölümleriyle özgün mimarilerine ilişkin yorumlar, aslına uygun çizimler yer alıyor. Kuban, tıpkı Tanpınar gibi aynı güzelliğe vurulmuş, aynı hakikatin peşine düşmüş diyebiliriz. Usta mimara kulak verdiğimizde amacını şöyle anlatıyor: "Büyük ahşap sarayların taşıdığı estetik mesajı anlamak ve dünya mimarlığında eşi olmayan bu yapıları daha iyi incelemek."

 

Kuban, kitabıyla bizi yalıların, kasırların, sarayların olduğu ahşap bir rüyaya davet ederken Necatigil'in şu dizelerini fısıldamanın vaktidir: "Evlerin çoğu eskidi gitti, tamir edilemedi,/ Evlerin çoğu gereği gibi tasvir edilemedi./ Kimi hayata doymuş göründü,/ Bazıları zamana uydular./ Evlerin içi oda oda üzüntü,/ Evlerin dışı pencere, duvar." Zira, kitaba konu olan büyük ahşap Türk konutları bugün yerle yeksan olmuş, bir tarih, bir hatıra olarak geçmişte kalmıştır.

 

İstanbul'da Büyük Saray Sorunsalı, Ahşap Saray Geleneği İçinde Kasırlar, Kent Duvarı Olarak Büyük Saraylar, Dünya Saray Mimarisi Kavramı İçinde Osmanlı Sarayları, Sarayların Kullanımı, Sarayların Kadın Patronları, kitaptaki konu başlıkları. Bunun yanında usta mimar, Beşiktaş Sarayı, Hatice Sultan Sarayı, Beyhan Sultan Sarayı, Göksu Kasrı, Topkapı Sahilsarayı ve Yasinci Yalısı gibi örneklere yer veriyor. Osmanlı mimarlığının kaybolan yapılarının çizimleri, Prof. Doğan Kuban tarafından uzun soluklu bir çalışmanın ardından hazırlanmış. Kuban, Thomas Allom ve Antoine-Ignace Melling'in resim ve gravür albümlerinden yararlanmış.

 

Tanpınar, Melling'in albümünün Şeyh Galip Divanı ile beraber devrin en güzel konuşan müşahidi olduğunu söyler. Kuban'ın da epey istifade ettiği albümde Melling, Hatice Sultan Sarayı'nı resmederken bir İstanbullu gibi şehri kendisi için sever.

 

Kitapta sözü edilen sarayların çoğu padişahların kız kardeşlerinin ve kızlarının sarayları. Her biri birbirinden görkemli olan bu yapılar büyük bir medeniyetin esaslı izlerini taşıyor. Evliya Çelebi, Eski Saray ve Topkapı Sarayı dışında çoğunluğu sur içinde 90 kadar saraydan söz eder. Tümüyle yok olan bu saraylar, kuşkusuz büyük bir talihsizlik... Kuban'ın görsel bir şöleni andıran kitabını Tanpınar'ın eşsiz Beş Şehir'iyle okumak çokça üzülmenize neden olacaktır. Çünkü Boğaz'ın o sanatkarane ve müzikal zamanları bir bir gözünüzün önüne gelecektir ve geriye büyük bir hayıflanma kalacaktır.

Zaman, Haber: Musa İğrek, 28.02.2011

TİRE ŞEHRİ İÇİN BİR VİCDAN ARANIYOR

 

Bu yazı, bir gezi yazısı değildir. Bu yazı, bir kentin turistik tanıtım malzemesi hiç değildir. Okuyacağınız satırlar kendi memleketini, bir tarihçinin (1) kaleminden yıllar sonra öğrenen bir yurtseverin, yetkililere gönderdiği S.O.S. sinyalidir. ‘Tarihin nasıl ziyan edildiği üzerine bir tarih yazan’ memleketinin yazdıklarını silme girişimidir. Kendisini sadece ot yemekleriyle tanıyan günübirlik gezginleri şaşırtacak, tarihçilerin ezberini bozacak bir geçmişe sahip olan, Evliya Çelebi’nin ‘Taht-ı Kadim, Şehri Muazzamı’, Şerafeddin’in deyimiyle ‘Rum’un meşhur şehri’ Tire’nin, hal-i pürmelalinin ufak bir resmidir.


Fatih’ten Kanuni’ye kadar sarayın en önemli hocalarını yetiştiren, İstanbul’dan sonra en fazla caminin bulunduğu bu şehir, bir zamanlar ‘ulemalar, külliyeler, medreseler’ şehriyken, şimdi çöplük olarak kullanılan paha biçilmez camileriyle, konut olarak kullanılan tekkeleriyle, sekiz asırlık kitabelerin dolgu taşı yapıldığı şehir mezarlık kapısıyla, vicdanımızla yüzleşmemiz için bizlere ‘ayna oluyor’. Dünyalık peşinde koşmaktan unuttuğumuz değerlerimiz, kültürümüz, tarihimiz üzerinden, bizleri başka türlü eğitmeye devam ediyor. 

İşte tarihi gündem
Tire, tarihinin, özellikle dini mekanlarda kendini hissettiren acil ihtiyaçlarına dikkat çekmek için yazdığım ve dindarların okuduğunu sandığım iki gazeteye yolladığım yazılardan biri, ‘gündemin konseptine uymadığı’ gerekçesiyle, diğeri de ‘gündemin yoğunluğu’ nedeniyle geri çevrilince, aşağıdaki cümleler patladı içimden.


İnsanları can sıkıntısından kurtardığı için toplumsal gündemler daima ilgi çeker ve topluma gerçek sorumluluklarını unutturur. Ama kendimize geldiğimizde bize ait yükümlülüklerin gecikme cezasını ödemeye başlarız. Konu tarih olduğunda, zarar gören sadece eserlerimiz değil, ulusal kimliğimiz, aidiyet duygumuzdur aslında. Söz konusu eserler, bir dinin kutsal mekanları olduğundaysa, oturup daha da derin düşünmek gerekir.


Dini duygularınız güçlüyse bilirsiniz, ibadeti ertelemek için çok az şey bahane olabilir. Beş vakit namazı vaktinde kılmanız, orucu ramazan ayında tutmanız, haccı hac mevsiminde yapmanız gerekir. Allah’a dönüp “Ya Rab, bekle bir gündem değişsin” diyemezsiniz. İbadet öyle bir duygudur ki Allah’la aranıza gündem mi girebilir? Gündem değişip kendimize geldiğimizde, o eserlerin üzerinde yükselen ‘TOKİ’ binalarını seyrederken geçmişi istesek de geri getiremeyiz. Çöplük haline gelen paha biçilmez camilere sırtını dönüp, klimalı camilerde yapılan ibadetin kıymetini de ayrıca düşünmek gerekir.


(1) Tire tarihi üzerine,resmi arşivlere dayanarak 27 kitap yazan bir tarih araştırmacısı ve bir Tireli olan Munis Armağan’dan söz edilmekte.
(Yrd. Doç.Dr.; İzmir Üniversitesi, Tire Tarihini Koruma Komisyonu Başkanı)

Radikal, Yazı: Meltem Nizamoğlu Öztürk, 28.02.2011

MİLYONLUK MEYVE!

Antik A.Ş'nin 265. Değerli Tablolar ve Osmanlı Eserleri Müzayedesi'nde İbrahim Çallı'nın bilinen en büyük boyutlu natürmort çalışması 1 milyon 150 bin liraya satıldı. Eserin vergilerle birlikte satış fiyatı 1 milyon 450 bin TL.

Swissotel'de düzenlenen müzayedede, 272 lot (grup) Hilye-i Şerife, levha, Kur'an-ı Kerim ve klasik Türk resminin başyapıt çalışmaları ilk kez satışa sunuldu. Yoğun ilgi gören müzayedede, Türk resim sanatında ekol oluşturan İbrahim Çallı'nın bilinen en büyük boyutlu natürmort çalışması 700 bin lira muhammen bedelle satışa sunuldu. 71x132,5 santimetre boyutlarındaki eser, 1 milyon 150 bin liraya alıcı buldu.

Müzayedede, İstanbul manzaraları ile ünlü Hikmet Onat'ın 'Yeni Cami' konulu başyapıt çalışması 850 bin lira, Süleyman Seyyit'in peyzaj çalışması 625 bin lira, Şeker Ahmet Paşa'nın natürmort yağlı boya eseri 375 bin lira, hat sanatının önemli ismi Hafız Osman'ın Hilye-i Şerife'si de 220 bin liradan satıldı.

Ayrıca müzayedede, nadir Osmanlı gümüşleri, Süleymaniye mineli eserler, Beykoz camları ve antikalar da koleksiyonerler ve sanatseverlerin ilgi gösterdiği eserler arasında yer aldı.

Akşam, 28.02.2011

HASANKEYF'İN SAHİP VE SORUMLUSU KİM?

 

Vali "Hasankeyfin turizme açılmasının yetkisi bende değil" diyor, Kaymakam ve Belediye Başkanı yetkinin Tabiat Varlıklarını Kurumu'nda olduğunu söylüyor. Kurul ve Kazı Başkanı Prof.Dr. Abdüsselam Uluçam “sorumlu ben değilim” diyor.

 

Turizme kapatılışının 231. gününde Hasankeyf’le ilgili yeni bir gelişme yaşandı ve hiçbir yetkili Hasankeyf’in sorumluluğunu üstlenmedi. Vali Ahmet Turhan gazetemizi ziyareti sırasında yaptığı açıklamada “Hasankeyf’le ilgili kararı Kurul verecek, bu konuda yetki onlarındır, buna rağmen benden destek istenirse vermeye hazırım” demişti.

 

Konu hakkında son görüşlerini aldığımız Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu ve Kazı Başkanı Prof.Dr. Abdüsselam Uluçam ise sorumluluğun kendisine yüklendiğini, oysa Hasankeyf’e demir kapıların İlçe Kaymakamlığı tarafından yapılarak geçişlerin önlendiğini bildirdi.

 

Kurul Başkanı Prof.Dr. Uluçam yaptığı açıklamada, “Hafta içinde yapılan kurul toplantısında yeni bir karar alındı. Buna göre can ve mal güvenliğinin sağlanması koşuluyla İç Kalenin turizme açılmasını sağlayacağız. Önümüzdeki günlerde kale kapısının onarım işini ihale edip 15 Nisan’da Hasankeyf’i turizme açacağız” dedi.

 

Kazı Başkanı Abdüsselam Uluçam, alanın turizme açılmasıyla birlikte hiç kimsenin tek başına kale kapısından kaleye gidemeyeceğini, 15-20’şer kişilik gurupların oluşmasıyla bunların rehber eşliğinde kaleyi gezebileceklerini belirterek Ulu Cami'nin restorasyonu için de yakında ihale açılacağını söyledi.

 

231 gün önce yaşanan kaya kopmasıyla oluşan molozların yerinde kalacağını ve bunların temizlenmeyeceğini belirten Kazı Başkanı “sistem böyle diyor, onun için yıkıntı olduğu gibi kalacaktır” açıklamasında bulundu.

 

Prof.Dr. Abdüsselam Uluçam Belediye Başkanı A.Vahap Kusen’in Belediye'nin imkansızlığı nedeniyle sorumluluk almadığını Kaymakam Cevat Uyanık’ın da 1. derecede sorumlu olmasına karşılık uzak durduğunu ifade ederek tüm kurumların bir araya gelmesiyle konsensüs oluşması halinde sorunun daha çabuk çözüleceğini açıkladı.

Batman Gazetesi, 27.02.2011

 

******


HASANKEYF'TE KEŞİF YAPILACAK

 

Diyarbakır İdare Mahkemesi, Hasankeyf İlçesini sular altında bırakacağı gerekçesiyle Ilısu Barajı Projesi'nin yapımı ve imzalanan sözleşmenin iptal edilmesi talebiyle açılan davada, Hasankeyf İlçesi'nde 23 Mart 2011 Çarşamba günü keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmasına karar verdi.

 

Avukat Murat Cano'nun tarihi Hasankeyf İlçesi'ni sular altında bırakacağı gerekçesiyle Ilısu Barajı Projesi'nin yapımı ile ilgili imzalanan sözleşmenin iptal edilmesi talebiyle İsviçre şirketler grubu ve Başbakanlık aleyhine Diyarbakır İdare Mahkemesi'ne açtığı davada ara kararın açıklanmasının ardından keşif tarihi de açıklandı.

 

Kararı bir ilk olarak değerlendiren Cano, mahkemenin 21 Aralık 2009 günkü ara kararı uyarınca keşif ve bilirkişi incelemesinin 23.03.2011 Çarşamba günü saat 09.30 da Batman Adliyesi önünde toplanılarak dava konusu mahalle gidilmek suretiyle yapılacağı hususunun kendisine tebliğ edildiğini belirtti.

 

Cano, Hasankeyf'in durumu ile ilgili çeşitli kesimlerce bugüne kadar farklı görüşlerin dile getirildiğini ancak ilk kez yargı denetiminde 3 kişilik bir uzman heyet ile uyuşmazlığın teknik yönünün araştırılacağına dikkati çekerek, ''Bu karar benim umudumu ifade ediyor. Karar doğrultusunda Ilısu Projesi'nin göl hacminin antik kentteki hangi eserleri su altında bırakacağı, bunlarda ne tür bilgilerin yüklü olduğu, bu bilgilerin uygarlık için ne değer ifade ettiği, hangi eserlerin taşınmasının planlandığı, bunların taşınmalarının mümkün olup olmadığı, taşınırsa zarar görüp görmeyecekleri, baraj gölü aynasının üzerinde kalacak bölümlerin neler olduğu ve bunlar eriyip suya gömülüp gömülmeyeceği gibi hususlar incelenecek'' dedi.

 

Cano, incelemenin sonunda mahkemenin vereceği karar doğrultusunda durumun hükmen çözüleceğini belirterek, konu ile ilgili başvuruda bulunduğu AİHM'in de bu raporu beklediğini söyledi.

Batman Gazetesi, 02.03.2011

 

******


HASANKEYF'İN KURTULMA ÜMİDİ

 

“Hasankeyf, yok oldu, yok olacak” derken, ‘yurttaş’ Av. Murat Cano tarafından Başbakanlığa karşı açılan, DSİ Genel Müdürlüğü ile Nurol-Cengiz Adi Ortaklığı’nın müdahil olduğu, Akbank’ın ve Garanti Bankası’nın kredilendirdiği davada, Diyarbakır İdare Mahkemesi; ‘Uyuşmazlığın teknik yönünü saptamak’ amacıyla 23 Mart’ta Hasankeyf’te keşif yapılmasına karar verdi.
Dava, 2000 yılından beri sürüyordu.
Mahkemenin bu yolda kararın bir ilk olduğu belirtiliyor.
Uyuşmazlığın teknik yönü ilgili bilirkişi tarafından belirlenecek.
Bunlar ne mi?
Özetle... Ilısu Projesi’nin göl hacmi Antik Kent’teki hangi eserleri su altında bırakacak, bunlarda ne tür bilgiler yüklüdür? Bu bilgiler uygarlık için ne değer ifade etmektedir? Hangi eserlerin taşınması planlanmıştır, bunların taşınmaları mümkün müdür? Taşınırlarsa zarar görürler mi, baraj gölü aynasının üzerinde kalacak bölümler hangileridir? Bunlar eriyip suya gömülebilir mi hususlarının incelenmesini gerektirmektedir.
Hasankeyf için yeni bir umut mu doğuyor?
Murat Cano, “Keşifte, mahkeme heyetinin taraf vekilleri ile birlikte inceleme sonuçlanana kadar bulunmasında ısrarcı olacağız...” derken, kararın ne anlama geleceğini de şöyle özetliyor:
“Geçmişimiz için bir gelecek yaratacak mıyız? Yoksa üç beş yıllık ekonomik çıkarımız nedeniyle geçmişimizi yok mu edeceğiz?”
Bilirkişilerin bu konudaki raporu çok önemli... Murat Cano bu soruna karşı 11 yıldır uğraşması da ayrı bir övgüye değer.

Hürriyet, Yazı: Yalçın Bayer, 03.03.2011

ÇÖPLÜK ALANLARDA SAĞLIKLI YAŞAMIŞLAR!

 

 

Konya’nın Çumra İlçesi sınırlarında bulunan ve 9 bin yıllık geçmişe sahip Neolitik döneme ait yerleşim yeri olan Çatalhöyük’teki 2010 yılı kazı raporu tamamlandı. Raporda insanların, evlerinin arasında çöplük alanlar olması ve hijyenik olmayan yaşam koşullarında yaşamalarına rağmen, sağlıklı yaşam sürdürebildikleri açıklandı. Sağlıklı yaşamının nasıl sürdürüldüğü konusundaki araştırmalarında devam ettiği belirtildi.

 

Stanford Üniversitesi öğretim üyesi Prof.Dr. Ian Hodder Başkanlığı’nda 1993 yılından itibaren bu yana yapılan kazılarla ilgili raporda ilginç tesbitler yer aldı. Çatalhöyük kazı ekibinde bulunan Saha Müdürü Arkeolog Shahina Farid tarafından hazırlanan ve yine ekipteki Arkeolog Banu Aydınoğlugil tarafından Türkçe’ye çevirilen raporda 2010 yılında yapılan çalışmalara yer verildi. Raporda özellikle mimari ve iç dekoratif unsurları çok daha ayrıntılı tasvir edilen tarihi evlerin bulunduğuna dikkat çekildi. İnsan kemikleri üzerinde yapılan incelemelerle ilgili raporda şunlara yer verildi:

 

”Bu binalardan çıkan iskeletler üzerinde insan kemiği uzmanlarının yaptığı araştırmalara göre, bu bireylerin genel sağlığının, popülasyonun geneline göre bir çok açıdan çok daha iyi olduğu belirlenmiştir. Çok yaygın ve genel bir görüş, insan topluluklarının geniş yerleşik köylerde yaşamaya başladıklarında, sağlıklarının görünür ölçüde kötüleştiği yönündedir. Gerçekten de, Çatalhöyük’te birbirine bitişik çok sayıda bir arada bulunan evler, bu evler arasında bulunan çöplük alanlar ve bu çöplük alanlarda bulunan atılmış insan ve hayvan vücut parçaları, hijyenik olmayan yaşam koşullarına işarettir. Ancak, görünen o ki, burada yaşayan halk, çöplük alanların yarattığı sağlıksız koşullardan etkilenmemenin bir yolunu buldukları gibi, evlerinin içlerini çok temiz tutarak, bu koşulların etkilerini azaltmayı başarıyorlardı. Mikroplarla ilgili bir bilgileri olduğunu belki söyleyemeyiz ancak, sağlıklı bir yaşamı nasıl sürdüreceklerini biliyorlardı.”

Gazete 5, 27.02.2011

AKROPOLİS'TEN İSTANBUL'A

 

Ocak’ta yaptığı Atina ziyaretini değerlendiren İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Atina’da bazı incelemelerde bulunduğunu ve özellikle Akropolis Müzesi’nin inşaatının çok dikkatini çektiğini ve arkeolojik kazı alanı üzerine nasıl bir müzenin yapıldığını şöyle anlattı: “Bizde kıyametler koparan insanlar, Atina’daki Akropolis Müzesine bakmalılar. Altta arkeolojik kazı alanı, üstte müzeyi görüyorsunuz. Müze, arkeolojik kazı alanına yerleştirilen kolonlar üzerinde yükseliyor. Üstelik arkeolojik kazı çalışmaları da hala devam ediyor. Çok etkileyici bir müze yapmışlar. Bulgular da orada sergileniyor. Bizim burada maruz kaldığımız, birtakım yerlere şikayet edildiğimiz çevrelerce müzenin arkeolojik kazı alanı üzerine nasıl yükseldiğinin görülmesi gerek. Bilim adamıysalar bilim adamı olarak görsünler, kendilerini uzman olarak kabul ediyorlarsa gidip görsünler.” Meslektaşımızın, doktoralı mimar değerli Belediye Başkanımızın bizleri de “gıyaben” hedef alan eleştirisini kabullenemedik ve yukarıdaki emrine uyarak, geçen haftasonu Atina Akropolis Müzesi'ni ziyaret etmeye karar verdik. 

Komşuda yediğimiz, içtiğimiz de pek güzeldi ama izninizle biz burada gördüklerimizi ve öğrendiklerimizi anlatalım. Gözlemlerimizi aktarmaya bu konudaki en önemli bilgiyi vererek başlamalıyız: Bu müzenin yapım mücadelesi kimilerinin söylediği gibi 35 yıl önce değil, 1863’te Yunan Devlet’inin kurulmasıyla, yani 150 yıl önce başlıyor. Bu zorlu süreç de kimbilir kaç belediye başkanı eskitmiştir?


Ayrıntılara girelim: Müze için ilk temel 1865’te atılır. Şimdiki yerinde değil de Akropolis tepesinde ama daha küçük boyutlu olarak düşünülen müze inşaatı, temel kazısı sırasında arkeolojik kalıntılar çıkması nedeniyle durdurulur. Sonra devam edilir. 1888’de yeni bir proje ortaya atılır. Bu minik yapı uygulanır. 1946’da bu ikinci müze yine arkeolojik nedenlerle yıkılır, ilk yapılan biraz genişletilir (bu yapı yakında yıkılacak). Ancak kazılarda yeni çıkan buluntular ve artan ziyaretçi sayısı karşısında bu müze de yetersiz kalır. Zaten ne teknoloji, ne ışık ne de mekan olarak yeterlidir. 

Bugünkü adıyla “Akropolis Müzesi” düşüncesi, 1976’da Karamanlis tarafından yeniden ortaya atılır. Bu öneri, özellikle İngilizler tarafından kaçırılan Parthenon kabartmaları ve heykellerinin (Elgin Mermerleri, 1810’da Osmanlı izniyle Akropolis’den vahşice sökülerek kaçırıldı, bugün British Museum’da) nitelikli bir müze yapılırsa geri alınabileceği hayaliyle geniş destek bulur. Bu amaçla, 1976’da ve 1979’da iki ayrı mimari yarışma açılır. İkisinin de sonuçları, yöneticileri ve kamuoyunu tatmin etmez.


Tam burada iki noktaya dikkat çekmek isterim: Birincisi tartışmalar, denemeler sürüyor ama ortada hala bir şey yok. İkincisi ve daha ilginç olanı ise, durmadan bir arayış olması, tartışılması, mimari yarışmalar açılması ama (nedense!) Atina Belediye Başkanı’nın veya Yunanistan Devlet Başkanı’nın tepeleri atıp, oturup aniden bir proje çizmeye kalkışmamaları. 

Her neyse biz öykümüze dönelim. 1989’da Kültür Bakanı olan Melina Mercouri bu kez uluslararası (özellikle İngilizleri etkilemek için uluslararası) bir mimari yarışma açıyor. Seçilen yer bu kez Akropolis etekleridir. Yarışma sonuçlanıyor, işe girişiliyor ama heyhat yine sonuç yok. Çünkü kazılar sırasında yine yeraltından tarih fışkırıyor. Bu kez bu kalıntılar ortaya çıkarılıp tescilleniyor. Benim anlayabildiğim kadarıyla bugün artık müzenin altında (yani döşemeler şeffaf yapılmış olduğu için aşağıda görülen alanda) kazılacak bir şey de pek kalmamış, bir-iki kişi yalnızca “çalışıyormuş gibi” yapıyor.


Neyse, en sonunda, buradaki yeni buluntuları da gözönüne alacak bir tasarım için yeni ve bu kez çağrılı ve uluslararası bir mimari proje yarışması düzenleniyor. Konuya UNESCO, Avrupa Birliği filan da karışıyor. Çağdaş ve minimalist bir mimari eser olarak nitelendirilen proje 2000 yılında bu yarışma sonucunda elde ediliyor (Mimarlar: Fransız Bernard Tschumi ve Yunanlı Michael Photiadis). 25 bin metrekarelik yeni müze inşaatı, 130 milyon avroya maloluyor ve 2007’de sona eriyor. Müze 2009’da açılıyor. İşte, Belediye Başkanımız bu müzeyi inceledi. 

Sayın Topbaş, “bilim adamları, kendini uzman ilan edenler, olur olmaz konuşanlar, tuzu kurular” filan mealinde sıfatlarla bizleri kastettiğiniz kesin ama yukarıdaki sözlerinizle, ülkemizde yapımı engellenen hangi eserden söz ettiğinizi bilemiyoruz. Bugün, İstanbul’da Bizans Sarayı üzerine yapılmaya çalışılan otelden mi yoksa tasarlamış olmakla övündüğünüz (ve sürekli olarak UNESCO’dan azar işitmemize neden olan) Haliç üzerindeki Boynuzlu Metro geçişi köprüsünden mi?


Ama sizin de kolaylıkla anlayabileceğiniz gibi yukarıdaki süreçte, yalnızca Yunan medyası, aydınları, bilim insanları değil, tüm dünyanın en “belalı” aydınlarının ve kurumlarının tartışarak elde ettiği bir sonuçtan söz ediyoruz. Bu arada, geçen yıllar boyunca müze kararı aleyhine açılan dava sayısı 100’leri geçmiş. Kimbilir kaç “kendini bilmez” de benim gibi kalem oynattı bu arada. Kaç girişimci, kaç kültür bakanı, kaç belediye başkanı umutsuzluğa kapıldı, kızdı, öfkelendi?


Ama sonuçta “filler züccaciye dükkanına sokulmadı”, ortaya 150 yıl sonra (kısmen de olsa) katılımcı, açık tartışmalı bir süreç sonucunda, konsensüsle, uzlaşma ile elde edildi, eli yüzü düzgün ve çağdaş bir yapı çıktı.Yani Sayın Topbaş, lütfen “siga- siga” yani Grekçe “yavaş-yavaş”. 
Radikal İki, HAYDAR KARABEY: Mimar, Doç.Dr. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üni., 27.02.2011

KATKI




KIZILMAĞARA YOK OLUYOR




Aşağıdaki  yazı ve görseller Antakya yakınlarındaki Harbiye beldesinde bulunan, sayısı belki de yüzlerce olan mağara yapılarına dikkat çekmek için daha önce Hatay Kültür-Keşif Dergisi'nde yayınlanmıştır. Söz konusu çevrede kontrolsüz hafriyat ve imar faaliyetleri de gerçekleşmektedir... Yetkili mercilerce dikkate alınması gerektiği kanısı ile ilgi ve bilgilerinize sunuyorum.

Ender Özbay


Bir Kızılca Sır Küpü

K I Z I L M A Ğ A R A

 

 

Rivayettir; biri yeryüzünde, diğeri onun simetriği halinde yerin altında, eş zamanda, eş güdümlü yaşayan şehirler vardır… En baştan böyle kurulmuşlardır… Ve birlikte yaşarlar, fakat, bilinmez ki, yeryüzündeki yıkılıp viran olduğunda, altındaki de harap olur mu?..

 

Türlü nedenlerle, gereksinmelerle ortaya çıkarılmış bu tür söylencelerin en gizemlisi, en ünlüsü Semerkand’a ait olanıdır belki de. Fakat, bir değil, birçok örnek saymak mümkündür. Üstelik, bu tür söylenceler genellikle tamamen gerçek dışı değildir. Dayandığı bir şeyler vardır mutlaka. Mesela, hiç değilse, birkaç eski çağ yerleşimi, birkaç mağara aramak gerekir böyle bir rivayetin dolaştığı yerlerde.

 

Anadolu’da da türlü söylencelerin eşlik ettiği yer altı şehirleri, arkaik mağara yerleşimleri o kadar çoktur ki… Kapadokya bölgesi belki de en ünlüsüdür ama, İstanbul’dan tutun, Konya’ya, Antalya’ya, Hasankeyf’e varıncaya, örnekler çoğalır gider…





Bunların bilinenleri ve bilimsel incelemelerden geçip, akabinde korumaya alınanları, insanlık için önemli bir “tarih-kültür-kimlik” mirası olarak var olmayı sürdürüyorlar. Bu, insanlık açısından bir şans. Fakat bilinmeyen, kısıtlı bir çevrede az biraz bilinip de, zamanla, yağmayla, unutuşla, depremle, dozerle yok olmaya mahkum olanları var bir de. Bunlar, henüz devşirilmemiş bilgi kırıntıları ve olanca tarihsel kimlik nitelikleri ile birlikte yok olduklarından, insanlık için büyük kayıptırlar. Elbette pratik-faydacı dünyanın ilkeleriyle düşünecek olursak, yine, mesela turizm açısından da büyük kayıp sayılabilirler.

 

Antakya’nın yaklaşık 7 km güneyinde yer alan, Roma Çağı’nın ünlü bir mesire yeri olmakla, Daphne-Apollon söylencesine mekan olmakla, arkeologların, bağrından çekip çıkardığı görkemli mozaiklerle, muazzam şelaleleri ve güzel doğasıyla meşhur Harbiye bucağında, bir alaca, bir kızılca tepe vardır ki, bilen bilir de binbir rivayet eşliğinde efsunlara batar çıkar, bilmeyen ise, gördüğü karşısında anlam veremediği bir garip esrimeden kendini alamaz…





Harbiye yerleşiminin güneybatı ucunda bulunan ve aslında Harbiye yerleşimine göre tepe niteliği olmayan bu alan, kuzey, güney ve batı yönlerinde, Asi Oluğu’na doğru apansız bir yükselti düşüşünün başlama noktasıdır. Kuzey yamaçlarında Gümüşgöze, batı yamaçlarında Yeşilpınar yerleşimleri bulunan tepe; güneyden Casius’a değin, batıdan ve kuzeyden ise Amanoslara değin uzanan geniş ve yemyeşil arazileri kuş endamıyla süzen bir kızılca tepe görünümündedir. Gün batımlarında alacalı-kızılcalı renklere batıp çıkan efsunlu haliyle adeta, Akdeniz’den bu yana, bütün havzanın tekmil rüzgarını çeker üstüne; ki bu alanda hiçbir zaman dinmek bilmeyen hoyrat yellere karşı durmak hayli zordur.

 

İşte bu esrarengiz tepenin efsunlu hali, öyle sadece etraftan, uzaklardan görünümüyle değil, daha çok yakınına gelindikçe, ondan da çok, içine, evet, içine yöneldikçe artar.

 

 

Yöre sakinleri arasında, genç olanların “Tell’et Zbeyda”, orta yaşın üstünde olanların “Kızımğara”, yaşlıların ve daha önce görüşülmüş fakat artık hayatta olmayan yaşlıların ise “El Kal’a” dedikleri bu kızılca tepe, neresinden baksanız, dik yamaçlardan aşağı, sanki vadiyi didik didik eden bin bir gözle donanmış gibidir.

 

Bu binbir göz, birkaçında (yıllar önce) bizzat denediğimiz kadarıyla ve yöre insanlarının anlattıkları dikkate alınırsa, içte birbirine bağlantıları olan, yol yol olup uzayıp giden, bazıları odacık şeklinde birimlere çıkan düzenli, düzgün mağaralardan başka bir şey değildir. Bunların bir kısmı doğal oluşum olmakla birlikte, insan eliyle işlenmiş, belki de eklemelerle uzatılmış, biçimlendirilmiştir. Hakkında birçok rivayet ve söylence bulunan bu tepede, kimi iddialara göre, Harbiye’nin öteki ucunda (2 km doğu) yer alan Şeyh Yusuf 72 el Hekim Ziyaretgahı’nın yakınlarındaki ‘büyük mağara’ya değin uzanan geçitler bulunmaktadır.

 

 

Yine, tepenin kuzey bölümünde, daha geniş mağaraların bulunduğu, doğal pınarların ve gür bir bitki örtüsünün yer aldığı (İçme adıyla ünlü) derin bir yarma vadi vardır. Bu derin vadi, erken dönem yerleşmelerine son derece uygun, korunaklı bir doğal yapı ortaya koymaktadır. Kuşbakışı olarak tam bir “U” biçimindeki vadinin üç taraftaki sarp yamaçları vadi içine kolay kolay geçit vermez; ve vadiye “U”nun yalnız açık bölümünden girmek mümkün olur. Böylesine korunaklı olan bu vadi, su kaynakları ve bitki örtüsüyle “ilkel atalarımıza” asgari yaşama koşullarını sağlamış olsa gerektir. Yanı sıra, bu vadide yer alan mağaraların her birisi 10-15 kişilik ilkel grupların bir arada yaşamasına elverecek kadar geniştir. (Öyle ki, 1960’lı yıllarda, buranın mülkiyetine sahip Buz ailesi bu mağaralardan birini bir sinemaya dönüştürmüş ve kısa bir süre işletmiştir.)



  1)          2)

 

  3)           4)

1: Kızılmağara / El Kal’a alanından bir görüntü. Anlatılan Kale/Manastır türü bir yapının kurulu olabileceği alan…

2: Yarma vadinin içinde bulunan büyük mağaralardan birinin içinden dışarı bakış. Mağara yaklaşık 10 m genişlikte, 6-7 m yükseklikte olup, yaklaşık 15-20 m. de-rine daralarak devam eder.

3: Tepenin kuzey kesiminde yer alan yarma vadinin içinden görüntü.

4: Yarma vadi içinde, aynı mağaranın önünde akan pınar.



Yaygın olarak anlatılanlar arasında, bu alanda, bir ailenin, kuşakları boyunca bir “kuyu-tünel” kazmış olduğu vardır ki, gerçekten, yaklaşık 5-6 m çapında ve epeyce derin, üstelik yaklaşık 45 derecelik yatay bir doğrultuda aşağı doğru uzanan, Cıbb Hac Ref’et (Hacı Rıfat Kuyusu) ya da Cıbb el Demm (Kan Kuyusu) adı verilen bir kuyu-tünel, bizzat içine girmiş olanlarca tarif edilmektedir. Şimdilerde kapanmış ya da yapılaşmalar sonucunda kıyıda köşede gizli kalmış bu tür mağaraların niteliği ve niceliği konusunda kesin bir şey söylemek pek olanaklı olamasa da, bu alana, tepeye verilen isimlerin değerlendirilmesiyle gerçekleri aydınlatacak izleğimiz biraz daha belirginleşebilir:

 

Yakın geçmişe ait Tellet Zbeyda (Zbeyda Tepesi) adlandırması, tepeyi, bu arazi üzerinde toprak mülkiyetine sahip olan bir ailenin ismiyle ilişkilendirir... Kızımğara, Kızıl Mağara nitelemesinden bozma bir isim gibidir ve bu, fiziksel koşullarla son derece örtüşür... Fakat asıl derin bağlantılara ipucu sağlayan, bir diğer adlandırma olan “El Kal’a”dır. “Kal’a” (kale) sözcüğü, eski çağlardan beri (ama özellikle Ortaçağ’da), savunma yapıları olarak işlev gören “kale”leri ifade edebileceği gibi, çokça örneklenebileceği üzere, manastır yapılarını da ifade edebilmektedir. (Örn. Kal’at Sem’an: St.Symeon Stylite Manastırı. vd.)

 

 

İki yıl önce, yaklaşık 100 yaşında iken yaşama gözlerini yuman Yusuf Özbay, çocukluğunda kalenin kapısının mevcut olduğunu, bunun büyük, görkemli bir kapı olduğunu, büyüklerinin bu bölgeye hep Kal’a dediklerini birçok kez anlatmıştır. Bu tanıklık, başka yaşlıların bu alan için bazen “Knuz” nitelemesini kullanması ile başka bir boyut kazanmakta, Kal’a sözcüğünü bir manastır yapısıyla ilişkilendirmemize imkan tanımaktadır. Nitekim Knuz, Arapçada “Kiliseler” anlamına gelmektedir.

 

Yine, söz konusu alan çevresinde ikamet eden, yörenin büyük şeyh ailelerinden biri olan Güler ailesinin geleneksel isminin Beyt E’Şşeyh El Kal’a (“Kale” yakınlarında oturmalarına ithafen, yaklaşık bir ifadeyle “Kale Şeyhleri” demektir.) olması da, “Kale-Manastır” olasılığına işaret eden güçlü bir göstergedir.





Diğer birçok tarihsel alanda olduğu gibi burada da, mevcut yapı kalıntıları, yeni yapılan evlere, yapılara taş sağlamak maksadıyla yağmalanmış olsa gerektir. Nitekim günümüzde, yüzeyde herhangi bir anıtsal yapıya ilişkin kalıntılar görülmemektedir. Fakat, yakın çevredeki bahçelerde, kimi taş evlerin beden duvarlarında ve bu tepeye çok yakın bir noktada yer alan Hz. Hızır Ziyaretgahı’nda çeşitli mimari plastik parçalara (sütun gövdeleri, sütun başlıkları, sima, korniş vb olabilecek parçalara) dağınık halde rastlamak mümkündür. Yine, dolgu vb malzemesi olarak kullanılmak üzere bu çevreden toprak taşımak için yapılan hafriyatlarda bol miktarda künk (pişmiş topraktan boru) ortaya çıkmakta ve tahrip edilmektedir. Buradan başka yerlere taşınmış topraklarda çok bol miktarda künk parçaları ve az miktarda seramik parçalarına rastlanmaktadır.

 

Önceleri bir Roma askeri ya da dini yapılaşmasına, ardından bir Bizans manastırı ya da askeri yapısına ev sahipliği yapmış olması çok muhtemel olan bu muhkem alanda, mağaraların da, yüzeydeki mimari yapılarla organik bağı kurulmuş işlevli dolaşım alanları olarak düşünülmesi hiç de mantıksız değildir. Nitekim, çeşitli dönemlerde, özellikle savunma-korunma gereksinimine cevaben bu tür yer altı dolaşım alanlarının varlığını örnekleyen tarihsel yapılaşmalar az değildir.

 

 

Elbette, burada bulunan mağaralar, daha manastır ve kalelerin yapılacağı çağlardan binlerce, onbinlerce yıl önce iskan edilmiş olsa gerek. Nitekim Çevlik’te, Mağaracık’ta Üçağızlı, Tokalı, Merdivenli, Barutlu mağaraları, Şenköy, Altınözü ve Kel Dağı dolaylarındaki mağaralar, Sinanlı çevresinde sarp yamaçlara oyulmuş (Asi’yi gözleyen) mağaralar, 10 bin, 20 bin yıl öncesindeki atalarımızın, henüz “ev yapmayı” ve “tarım yapmayı” öğrenmemiş olan Taş Çağı adamlarının bu verimli bölgedeki varlığını kesin olarak ıspatlıyor. “Kızılmağara” ya da “El Kal’a” olarak adlandırılan bu alan ise, bütün bu eski çağ yerleşimleri içinde belki de en karmaşık, en büyük, en verimli ve dolayısıyla en kalabalık yerleşim idi(?)…

 

 

Güneydoğudan bugünkü Harbiye Şelaleleri’ne yakın, kuzey ve batıdan ise Ziyaret Dağları ile Amanos Dağları arasında Amik Ovası’ndan Akdeniz’e değin uzanan (ve Asi’nin de ortasından geçtiği) geniş çöküntü oluğuna hakim bir noktadaki “Kızılmağara / El Kal’a”, elverişli iklim koşulları, toprak yapısı ve bitki örtüsü de göz önüne alındığında, aktardığımız söylenceleri, rivayetleri ve en önemlisi gözümüzün gördüklerini boş çıkarmayacak bir zaman tüneli gibidir…

 
Neden ve nasıl olduğunu bilemediğim, ama uykularıma dahi giren o çağrıya uyup, çok uzaklardan geliyorum; o kızılca tepenin yanına varıyorum; her biri bir başka zaman dehlizi olan o mağaralardan birine dalıyorum, evet ürpererek, ama yine de kendimi alamayarak ilerliyorum… Üst üste, iç içe birikip sıkışmış zaman katmanlarının hararetiyle kızıllaşmış toprağa dayayıp kulağımı, dinliyorum:

 

Sert, kesik kesik bir ses kulaklarıma taş gibi vuruyor; ah, taşı taşla yontuyor bir el; ansızın, iri bir mamuta taş baltasını saplayıveren ilkel adamın sevinç çığlıkları… haykırışlara kılıç sesleri karışıyor bir yerden; bir cenk, bir bağırtı, bir arbede; bu hengamenin içinde bir yakarış, mecalsiz bir fısıltı dolaşıyor, başka başka anlaşılmaz dillerde bir şeyler söyleniyor, çekiç ve külünk sesleri yankılanıyor, ve kudüm ve zil ve bir tören ve bir mut; bir Hititçe sesleniş, Koptça bir nida, bir Grekçe ilahinin adeta içinden geçen bir Arapça maval, ve ona adeta ritim olan nal sesleri apansız; bir Türkçe haykırış, bir Rumca serzeniş, bir çağıltı, bir uğultu, bir gürleme, bir yarılma, bir esinti, bir ıslık, bir sonsuz hengame…

 

Bunları birbirinden çözecek olan hangi ilimdir? Şimdi yerinde yeller esen bir şehir var idiyse yerin yüzünde, acaba yerin altındaki ikizi, daha da birikip hala yaşar mı? Bunu kazıp anlayacak olan hangi ilimdir?.. “İnsan ilmi”dir bir antropolog mintanında; ve, “zamanlar ilmi”dir bir arkeolog mintanında, yetişip dinlemeli toprağın sesini, çözmeli meramını tezelden; insan mintanında bir yağmacılık, bir talancılık unufak etmeden koca tepeyi, tümden yok etmeden o kızılca efsunu…

Yazı ve fotoğraflar: Ender Özbay (Ege Üniv. S.B.Enst. Sanat Tarihi - Türk İsl. San. ABD Y. Lis. Öğrencisi)

Yayın: Hatay Kültür ve Keşif Dergisi, Sayı 25 (Tem. 2009)

BAŞBAKAN ERDOĞAN'DAN MARMARAY AÇIKLAMASI

 

İstanbul Boğazı Karayolu Tüp Geçiş Projesinin temeli, Haydarpaşa Limanı'nda düzenlenen törenle atıldı. Törende konuşan Erdoğan, Marmaray ve "çılgın projesi" ile ilgili açıklamalarda bulundu.
 

İşte Başbakan'ın açıklamalarından satır başları:

 

Projenin fikri ilk kez Sultan Abdülmecit tarafından 1860 yılında ortaya konmuş

Onlar o ufka sahipti. Ama aradan 160 yıl geçti.

160 yılda gelenler, gidenler bunu gerçekleştiremedi  

 

Aslında Marmaray 29 Ekim 2013’e kalmayacaktı. 2010’e yetişebilirdi.

Bize gecikmek yakışmaz, ertelemek yakışmaz.

Sürekli yok arkeolojik şey, yok çömlek çıktı, yok şu çıktı, yok bu çıktı ile önümüze engeller koydular

Bunlar insandan çok daha mı önemliydi

 

Yok kuruluydu, yok yargısıydı bunlara takılıp kaldık. 3 sene bizi engellediler

Marmaray’ın işletmeye açıklaması değil maddi kaybı da ciddi noktada.

Bundan sonra engel mengel tanımıyoruz, bedeli ne olursa olsun.

Hürriyet (kısaltarak), 26.02.2011



******


'ŞEY' DEĞİL, İNSANLIK TARİHİ

 

 

Başbakan Tayyip Erdoğan, Marmaray projesiyle ilgili “Yok arkeolojik şey, yok çömlek çıktı” dese de kazılardan çıkan tarihi eserler ‘çanak çömlek’in çok ötesinde. Uzmanlara göre bulunan eserler yalnız İstanbul için değil arkeoloji tarihi açısından da bir milat sayılıyor. Kazılarda bugüne eski yerleşimlere ait bir liman, 35 batık gemi, 9 gömü ve 30 binden fazla taşınabilir tarihi eser, binlerce kemik ortaya çıktı. 

Marmaray’ın temeli 9 Mayıs 2004’te Erdoğan tarafından atıldı. Nisan 2009’da bitirilmesi planlanıyordu. Üsküdar ile Yenikapı arasında 13.6 kilometrelik Boğaz tüp geçişi için kazılar başladı. Ancak İstanbul’un en eski yerleşimlerinden olan bu bölge nereye kazma vurulsa tarih fışkırıyordu. Üsküdar, Yenikapı ve Sirkeci’de yapılan kazılarda eserler çıktıkça proje de gecikmeye başladı. Projenin bitiş tarihi en son 29 Ekim 2013 olarak belirlendi. Ertelemenin maliyeti de yaklaşık 500 milyon lira oldu. Uzmanlara göre Marmaray kazılarından çıkan eserler paha biçilemez nitelikte. 

İstanbul Üniversitesi Prehistorya Anabilim Dalı öğretim üyesi Doç.Dr. Necmi Karul: Yenikapı’da dünyanın en zengin batık koleksiyonundan, tarihöncesi döneme, ilk çiftçi topluluklarından, ilk İstanbullulara ait bir köye kadar çok sayıda eser açığa çıkarıldı. Bu köydeki kalıntılar oksijensiz bir ortamda olduğu için dünyada da emsali olmayan buluntular niteliğindedir. Anadolu’nun ve İstanbul’un ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu gösterdi. Bu söylem, Başbakan’ın yeterince bilgilendirilmediğini gösterir. 

İstanbul Arkeoloji Müdürü ve Marmaray Kazıları Başkanı Zeynep Kızıltan: İnsanlık tarihi ve dünya arkeolojisi açısından çok önemli. İstanbul’daki yarımadanın tarihini günümüzden 8 bin yıl geriye götürdü. Yenikapı’da ortaya çıkan Theodosius Limanı ve liman içinde 35 teknenin gün ışığına çıkarılması Doğu Roma’nın denizciliği açısından çok önemli sonuçlar getirdi. Neolotik döneme ait 9 gömü (iskelet) var. Yaklaşık 30 bine yakın da taşınabilir kültür varlığı gün ışığına çıkarıldı. 

Marmaray Kazıları Başkanı İsmail Karamut: Çıkarılan eserler İstanbul’un tarihini değiştirecek önemde. Buluntulara Ulaştırma Bakanlığı ve Demiryolları, Limanlar ve Hava Meydanları İnşaatı Genel Müdürlüğü de (DHL) saygı gösterdi ve bekledi. Herhangi bir engel görmedik. Önemli buluntulardı. Orada kazı yaptık. Bize verilen görev oydu.


Mimarlar Odası İstanbul Şube Başkanı Eyüp Muhçu: Marmaray, güzergah seçimi ve uygulamalarda sorunlar olmasına rağmen, Türkiye açısından önemli bir projedir. Bu nedenle de dava açılmamıştır.

Radikal, Haber: Serkan Ocak, 27.02.2011

 

******


ENGELLEYEMEZLER!

 

Haftanın ilk gününün kasvetine yakışan ciddi, oturaklı ve ağırbaşlı bir yazı yazmaktı niyetim. Türkiye’nin, çalkantılı günler geçiren Arap ülkelerine rol modeli olması konusundaki tartışmalar üzerine yazıp çizecektim. Başka zamana kaldı.


Çünkü roldür, modeldir bunlar bekler. Henüz tüm devletlerde ayaklanmalar sonuçlanmadı. Hele hepsi bir bitsin, kaç devlete rol modeli olacağız iyice bir ortaya çıksın, o vakit yazmak mümkün.
Ancak beklemeyecek daha acil sorunlar var. Tüm toplumu mahir bir orkestra şefi gibi yöneten başbakanımız olmasa dikkatlerden kaçacak nice acil sorun geleceğimizi karartmakta.


Malum bir süredir İstanbul şehrinde bulunan boğazın iki yakasını bir araya getirmek için bir sualtı tüneli inşa ediliyor. Projenin adı Marmaray. Marmara Denizi ve rayın birleşiminden oluşan bu güzel isme sahip tünel inşaatının 2009 senesinde bitmiş olması gerekiyordu.


Ancak bitemedi. Önceki gün tünelin düşmanlarını Sayın Erdoğan kamuoyuna açıkladı:
“Aslında Marmaray 29 Ekim 2013’e kalmayacaktı. 2010’a yetişebilirdi. Bize gecikmek yakışmaz, ertelemek yakışmaz. Sürekli yok arkeolojik şey, yok çömlek çıktı, yok şu çıktı, yok bu çıktı ile önümüze engeller koydular. Bunlar insandan çok daha mı önemliydi (…) bundan sonra engel mengel tanımıyoruz, bedeli ne olursa olsun.”


Kim bu engelleri koyanlar? Dünkü Radikal’de okumuşsunuzdur, kazılarda eski bir liman, gemi batıkları, neolitik dönemden kalma gömüler gibi ‘çömlekler’ çıkmış.


Bu münasebetsiz ‘arkeolojik şeyler’ arasında İslam medeniyetine dair hiçbir eserin olmaması manidar değil mi? İstanbul Boğazı kazılacak, 8.000 sene önceden iskeletler çıkarılacak ama ilaç için bir Osmanlı eseri olmayacak! Efendiler bu millet o eskiden koyun gibi gütmeye alıştığınız millet değildir. Uyanmış ve iradesine sahip çıkmış, gözleri açılmış, dünyaya model olmaya soyunan, cihana adalet getirme özleminde bir millet var artık.


Arkeolojik şeylerle, çanakla çömlekle terakkisi engellenemeyecek bir millet var. Üniversitelerin, o kurulların beyaz Türkleri, jakobenleri, elitist, milletine yabancı bürokratları, İsmet Paşa artıkları arkalarına Neolitik adamla, Bizans limanlarını alarak haklı başarıları engelleyemez!

Bu kibar beyler ve hanımlara sormak isteriz. Sayın Başbakan Kars’taki o ‘ucube heykeli’ neden yıkmak istiyor? O heykel tarihi eserleri, Hasan Harakani’nin türbesini ve diğer vakıf eserlerini gölgelediği için değil mi?


Bizans’a gösterdiğiniz muhabbetin birazını İslam eserlerine gösterseniz, bu milletin kalbinin içine muhabbetle bakabilmeyi bir öğrenseniz. Keşke.


İşte o zaman Refah Partisi’nin kudretli adamı Oğuzhan Asiltürk “İstanbul surları yıkılsın” dediğinde, dönemin İstanbul Belediye Başkanı Erdoğan’ın surların onarım ihalesini nasıl durdurduğunu anlarsınız.


Ama nerede. İstanbul’un fethine engel olmaya çalışan surlarla beraber yaşamak istediniz. Şimdi de batık gemilerin peşindesiniz.


Batan asıl sizin zihniyetinizdir. Bu millet Sayın Erdoğan’ın şahsında batmaya değil hep bir yıldız gibi yükselmeye yaratıldı.


Çanakla, çömlekle engelleyeceğinizi mi sandınız?


Not: Kültür Bakanlığı’nın telefonu 0 312 309 08 50. Hep boş düşüyor. Bir de siz arayıp dener misiniz?

Radikal, Yazı: Özgür Mumcu, 28.02.2011

 

******


ARKEOLOJİK KAZILARIN MARMARAY PROJESİ'Nİ GECİKTİRDİĞİNE İLİŞKİN AÇIKLAMA

 

Çağdaş dünyada arkeolojik alanları bir orman, göl ya da temiz hava ve su gibi algılamak, kaliteli yaşamın vazgeçilmez bir unsurudur. Arkeolojik bilgi ise kırık bir kaptan küçük bir ahşap parçasına, bir saray kalıntısından bir batığa kadar, farklı boyut ve nitelikteki kalıntıların bileşkesinden oluşur. Dolayısı ile geçmişi anlamak zahmetli bir uğraşıdır ve sundukları çoğu kez rakamlar ile ölçülemez; ancak günlük hayatın bir parçası haline getirdiğinizde daha kaliteli bir yaşam sürmenize katkı sağlar.

 

Zengin ve görkemli bir geçmişe sahip Anadolu sayısız arkeolojik alan barındırır. Nitekim bu zenginlik ülkemiz için de önemli bir övünç kaynağıdır. Ülkemiz, arkeoloji alanında yüz elli yıllık geçmişi ile dünyada saygın bir konuma sahiptir. Bilim insanlarımızın uluslararası düzeyde, her türlü akademik alanda ülkemizi temsil edebilecek bilgi ve deneyimi bulunmaktadır. Bu birikim Anadolu topraklarında sürdürülen çok sayıda çalışma ve kültür politikamız sayesinde oluşmuştur. Kimi zaman bilimsel bir soruna yönelik, kimi zaman herhangi bir yatırım gereği yapılan kurtarma kazıları, Anadolu’nun geçmişine ışık tutarken bu toprakların evrensel kültüre, insanlık tarihine yaptığı katkıyı ortaya koyar. Büyük sanayi yatırımlarının, yol, baraj gibi kapsamlı projelerin gerçekleştirildiği ülkelerde çoğu kez bu yatırımlar ile arkeolojik alanların korunması uzlaşmaz karşıtlar olarak sunulur. Oysa gelişmiş ülkelerde olduğu gibi iyi bir planlama ile bu karşıtlığın önüne geçilebilmektedir.

 

Marmaray ve Metro Projesi kapsamındaki arkeolojik çalışmalarla İstanbul’un arkeolojik zenginliği kadar jeoloji tarihi açısından da son derece önemli verilere ulaşıldı. Kazılar birkaç gravürden tanıdığımız Bizans’ın savaş ve yük gemilerine dokunmamızı sağladı; onları bütün dünyaya tanıtma fırsatı verdi. Bizans ve Osmanlı başkentinin dünya ticaretindeki yerini en somut kanıtları ile ortaya koydu. Yine Yenikapı kazıları en eski İstanbul’larının izlerini bugüne taşıdı. Sonuçları farklı açılardan yorumlamak da mümkün; örneğin Bizans limanı kalıntıları İstanbul’un bugün de ticarette neden büyük bir potansiyel olduğunu kanıtlamaktadır ya da Yenikapı’daki ilk köy yerleşimi, bugünkü Avrupa uygarlığının kökeninde Anadolu’dan giden insanlar olduğunu göstermektedir. Bütün bunları bilmek, toplumun erişimine açmak, insanımızın ne tür bir zenginliğe sahip olduğunu anlatmak, Yenikapı ve Üsküdar’da arkeologların işinin küçük bir parçası olmuştur. Bu görevi onlara Kültür ve Turizm Bakanlığımız vermiştir. İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin başkanlığında yürütülen bu başarılı kazılar uluslararası düzeyde de büyük ilgi toplamıştır. Bu çalışmalar, arkeoloji biliminin doğasına uymamakla birlikte, kimi zaman gece vardiyası yaparak, kimi zaman kar ve yağmur altında ara vermeden çalışarak büyük bir özveri ile yürütülmüştür. Ayrıca arkeolojik kazıların projenin sadece belirli bir kısmını etkilemesine ve bu alan dışında da inşaatların halen devam etmesine karşın arkeolojik çalışmaların gecikmeye neden olduğu izleniminin oluşmasına anlam vermek mümkün değildir.

 

Marmaray Projesi’nin önemini göz önünde bulundurarak, bugüne kadar hiçbir meslek örgütü, akademisyen ya da üniversite buradaki arkeolojik kazıları gereğinden daha hızlı yapılıyor diye veya bir başka şekilde eleştirmemiş tam aksine destek vermiştir. Devletimiz bugüne kadar diğer çağdaş ülkelerde olduğu gibi kamuoyunun da desteği ile projeyi finanse etmiş ve kent içindeki en büyük kurtarma kazısını gerçekleştirmiştir. Tümüyle bilimsel hassasiyet içinde yürütülen bu çalışmalar hem insanlık tarihine büyük katkı yapmış hem de ülkemize büyük prestij kazandırmıştır. Sempozyum, sergi ve katalog çalışmalarına rağmen, tüm sonuçların henüz kamuoyu ile yeterince paylaşıldığı da söylenemez. Ancak alanda, uluslararası bir yarışma ile yapımı planlanan müze binası, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kentin prestijini yükseltecek projeleri arasındadır.

 

Marmaray ve Metro Projesi vesilesi ile ortaya çıkan bu zenginliğe ulaşmamızı özverili çalışmaları ile sağlayan arkeologların yaptıkları iş, insanlık tarihine katkıları ve ülkemize kazandırdıkları prestij nedeni ile teşekkürü hak etmiştir. Buradaki çalışmaların ulaşım projesini geciktiren bir engel olarak görülmesi üzücü olduğu kadar elde edilen kazanımların da siyasi irade tarafından yeterince anlaşılmadığı anlamını taşır. Başka bir deyişle bu tür bir yaklaşım kültür varlıklarının önemini vurgulamak, koruma politikalarını oluşturmak için yüz yıllık bir birikim ile sağlanan kurum, yasa ve bilinçlenme çalışmalarını hiçe saymak ve başa dönmek anlamına gelir.

 

Bu ülke insanları için yararlı olacağı düşünülen mühendislik projelerinin, tüm ekolojik ve kültürel değerlerin yok sayılarak gerçekleştirilmesi yerine projelendirme aşamasında konunun tüm yönleriyle değerlendirilerek planlanması, proje uygulama aşamasında elde edilen arkeolojik verilerin uygarlık tarihi için bir kazanım olarak değerlendirilmesini sağlayacaktır. Bununla birlikte, sanayi yatırımları, yol, baraj gibi kapsamlı projeler hayata geçirilirken kültür varlıklarının korunabilmesi için 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun hazırlanmasına, 1972 yılında Paris'te "Birleşmiş Milletler Dünya Kültür ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme’’nin ve 1992 yılında Valetta/Malta'da "Arkeolojik Mirasın Korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi’’nin imzalanmasına gerek duyulmuştur. Beklentimiz bu yasalara uyulması ve gereklerini yerine getirmemizin ötesinde değildir.

 

Kamuoyuna saygı ile duyurulur.
Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi

02.03.2011

KELOĞLAN MAĞARASI DESTEK BEKLİYOR

 

 

Denizli'nin Acıpayam İlçesi'ne bağlı Dodurgalar beldesi yakınlarındaki Keloğlan Mağarası, ''damlataş ormanı''ndan farksız. Su damlalarının milyonlarca yılda oluşturduğu sütun ve damlataşları barındıran mağara, adını aldığı ''Keloğlan efsanesi'' ile de dikkati çekiyor. Edinilen bilgiye göre, dönemin Denizli Valisi Yusuf Ziya Göksu'ya ulaştırılan bilgi, Keloğlan Mağarası'nın kaderini değiştirdi. Sadece yöre halkının bildiği Mallı Dağı yamacındaki mağaraya giden Göksu, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Denizli İl Özel İdaresi kaynaklarından ödenek aktarımı sağladı.

Öncelikle ziyaretçilerin mağaraya araçla ulaşımı sağlamak üzere yaklaşık 3 kilometrelik yol açılarak asfaltlandı. Daha sonra mağaranın girişi ve iç bölümleri düzenlenerek, gezi bandı ve ışıklandırma yapıldı. Turizme açılan mağaranın işletmesini halen Dodurgalar Belediyesi yapıyor. Dodurgalar Belediye Başkanı Ömer Deniz, Keloğlan Mağarası'nın 2003 yılında turizme kazandırılmasına rağmen, tanıtımla ilgili sıkıntılar bulunduğunu, bunu aşmak için çalışmalar yaptıklarını söyledi.

Deniz, Dodurgalar'ın ''Turizm Öncelikli Yöre Belediyeleri Listesi''ne alınması için Bayındırlık ve İskan Bakanlığı'na başvuruda bulunulduğunu, başvurunun bakanlıkça kabul edildiğini, hayata geçmesi için Bakanlar Kurulu kararını beklediklerini ifade etti. Denizli-Antalya karayolunun, bu mağaranın yakınından geçtiğine işaret eden Deniz, ''Antalya'dan Pamukkale'ye turlar düzenlenmekte. Tur otobüslerinin buraya uğramasını sağladığımızda, ziyaretçi sayısı daha da artacaktır. Tanıtım için Türkiye Seyahat Acenteleri Birliğinin (TÜRSAB) desteğine de ihtiyacımız var'' dedi.

Denizli'ye 60 kilometre mesafede Acıpayam İlçesi'ne bağlı Dodurgalar beldesi yakınlarındaki Mallı Dağı'nın doğu yamacında yer alan mağaranın toplam uzunluğu 145 metre. Mağaranın içinde bol miktarda sarkıt, dikit, sütün, makarna sarkıtı ve örtü damlataşlar bulunuyor. Mağaraya ismini veren efsane ise şöyle: Çobanlık yapan genç, bir kıza aşık olur. Ancak kel olduğu gerekçesiyle sevdiği kızla evlenmesine izin verilmeyince kendini dağlara vurur. Dolaşırken yorun düşer ve gördüğü mağaraya girer. Burada günlerce uyuyan genç, uyandığına saçlarının çıktığını görür. Köyüne döndüğünde, aşık olduğu kız onu görür ve evlenirler. O günden sonra da mağaraya Keloğlan adı verilir. Bir başka efsaneye göre ise, astım hastası olan çoban, koyun otlatırken tipiye yakalanır ve korunmak için mağaraya girer. Mağaranın nem ve ısısından etkilenen çoban günler süren uykuya dalar. Uyandığında rahatsızlığının geçtiğini fark eder.

Yeni Asır, 26.02.2011

ALASKA'DA 11 BİN 500 YILLIK ÇOCUK KALINTISI

 

ABD’nin Alaska eyaletinde, 3 yaşındaki bir çocuğun 11 bin 500 yıl öncesine ait kalıntıları bulundu.

Bilim adamları, bölgede yaşayan yerli kabilenin ‘Xaasaa Cheege Ts’eniin’ adını verdiği çocuğun kalıntılarının keşfini ‘olağanüstü’ diye nitelerken, bu keşfin Asya kıtasından Amerika’ya geçenler hakkında daha çok bilgi edinilmesine katkıda bulunabileceğini belirtti. Amerika kıtasında keşfedilen en eski insan DNA’sı ABD’nin Oregon eyaletindeki mağaralarda 14 bin 300 yıl öncesine ait kurumuş dışkıda bulunmuştu.

Milliyet, 26.02.2011

SAKINCALI TABLO SANSÜRÜ

 

 

Yurtseven'in dün açılması planlanan sergisi için Antares Alışveriş Merkezi'nin girişine önceki gece 25 adet nü tablo yerleştirildi. Yurtseven'in iddiasına göre, Antares yönetimi kendisini arayarak bazı tabloların sakıncalı bulunduğunu söyledi ve kaldırılmasını istedi.

Antares'te nü sergi açan ressam Cemil Yurtseven'den, bazı tabloları ‘sakıncalı' görüldüğü gerekçesiyle kaldırması istendi. Ressam Cemil Yurtseven 25 adet tablodan oluşan resim sergisi için geçtiğimiz günlerde Antares AVM yönetimine başvurdu ve resimlerinin sergilenmesi için kendisine bir yer tahsis edildi. Yurtseven'in dün açılması planlanan sergisi için Antares Alışveriş Merkezi'nin girişine önceki gece 25 adet nü tablo yerleştirildi.

Yurtseven'in iddiasına göre, Antares yönetimi kendisini arayarak bazı tabloların sakıncalı bulunduğunu söyledi ve kaldırılmasını istedi.

Yetkililerden konuyla ilgili bir açıklama bekleyen Yurtseven, dün de sergisinin başına Ankara Hürriyet muhabiriyle gitti. Antares AVM yönetiminden gelen bir görevli beş adet ‘sakıncalı' tablonun kaldırılmasını istedi. Tabloların hangi kritere göre değerlendirildiğini soran Yurtseven'e görevli, şu yanıtı verdi:

“Yönetimimizin değerlendirmesi sonucu bu kararı size bildiriyorum. Alışveriş merkezimizin belli kriterleri var. Yapılan değerlendirme sonucunda da, bu tablolar uygun görülmedi, ya da sakıncalı görüldü. Size söyleyeceklerim bu kadar.”


Duruma tepki gösteren ressam Yurtseven de, “Siz daha neyi neye göre değerlendirdiğinizi bilmiyorsunuz. Tüm tablolarımı yarın (bugün) toplayacağım. Sergime de sanata duyarlı başka kurumların sahip çıkmasını bekleyeceğim” dedi.

Hürriyet, Haber: Eray Görgülü, 26.02.2011

BAKAN'DAN ALMANYA'YA SFENKS ÜLTİMATOMU

 

Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, Alman Tagesspiegel Gazetesi'nde yayınlanan röportajı aracılığıyla Alman yetkililere ‘sfenks' ültimatomu verdi.

Günay, Hitit uygarlığının başkenti Hattuşaş'taki kazılarda çıkan ve restorasyon için 20'nci yüzyılın başında Almanya'ya götürülen ve şimdi Berlin'de bir müzede tutulan sfenksin iadesi konusunda bir ilerlenme sağlanmazsa Hattuşaş ve diğer bölgelerde Almanlara verilen arkeolojik kazı izinlerinin iptal edilebileceğini söyledi. Günay, “Türkiye'de yeni üniversiteler, yeni arkeoloji enstitüleri kuruldu, hevesli ve başarılı arkeologlarımız var. Bu konuda umduğumuz gibi bir işbirliği olmazsa, bu kazıların iznini kendi üniversitelerimize verme konusunda bir tereddütümüz olmaz” dedi. Alman Dışişleri Bakanlığı'ndaki yetkililer AFP'ye yaptıkları açıklamada, Alman ve Türk uzmanların, yılın ilk yarısında sfenksin geleceğini belirleme konusunda görüşmelerde bulunacaklarını belirttiler.
Hürriyet, 25.02.2011

 

******


ALMANYA İADEYE YANAŞMIYOR

 

 

Türkiye, 1915’ten bu yana Almanya’da tutulan Hitit dönemine ait Boğazköy Sfenks’ini bir kez daha geri istedi. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, Almanya eseri iade etmezse, Hattuşaş’ta kazı yapan Alman arkeologların çalışma izinlerinin iptal edileceğini açıkladı.

 

Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, 1915’te sergilenmek amacıyla Almanya’ya götürülen ve bir daha da iade edilmeyen Boğazköy Sfenksi’nin iade edilmesi çağrısında bulundu. Alman Tagesspiegel gazetesine konuşan Günay, Berlin Müzesi’nde tutulan sfenksin iade edilmemesi durumunda 104 yıldır Çorum Boğazkale’de bulunan Hitit’in başkenti Hattuşaş’ta bilimsel kazı yapan Alman Arkeoloji Enstitüsü’nün çalışma izninin iptal edileceğini açıkladı. Bakan Günay’ın iade çağrısını daha önce UNESCO da yapmıştı. UNESCO, Boğazköy Sfenksi’nin Türkiye’ye iadesi konusunda Almanya’ya görüşmelere devam edilmesi çağrısı yapmıştı.

 

Şimdiye kadar yapılan iade taleplerine kulaklarını tıkayan Almanya, aynı tavrını bir kez daha sürdürdü. Berlin’deki belli başlı müzeleri bir araya getiren Prusya Kültürel Miras Vakfı başkanı Hermann Parzinger, Türkiye’nin sfenksi 1930’lardan beri geri istediğini dile getirirken “Alman ya da Türk tarafından yasalarda bir değişiklik olmadı. Alman-Türk ilişkileri dolayısıyla bu konuya yeni ve yapıcı bir çözüm getirmeliyiz. Türkiye’de kazı yapan Almanların alanını kapatma tehdidi etmek olumlu bir sonuç alınmasına yardımcı olamaz” dedi.

 

Sanat Tarihçisi Prof.Dr. Semavi Eyice: “Eski kanunlar arkeologların bulunacak eserlerin 3’te birini alabileceğini, 3’te 1’i toprak sahibine diğer kalan da devlete bırakılacağını söylüyor. Bu kanunla birçok hazinemiz gitmiştir. Şimdi geri istesek de vermezler. Yabancı arkeologlara bir yıllardan beri kapılarımızı açmışız, bir yabancı hayranlığı vardır. Yeni bir eser bulunduğunda bile hemen uzman olarak yabancı arkeolog çağırıyor. Bakan Günay, Almanlara verdiği ültimatomla, yabancı kazılarda eşbaşkanlık siteminin mesajlarını veriyor. Yani yabancı kazıları, Türk eşbaşkanlarla takip edileceğini söylüyor. Almanlar sfenksi iade eder mi, bir sonuç çıkar mı bilmem, ama onlara diş göstermekte fayda var. Belki Almanlar sfenksi geri iade etmek için hakekete geçerler. Bakan Günay’ın çıkışı yerindedir, biraz sesimizi çıkartmak her zaman iyidir. Bu işi daha sıkı tutmak lazım. Her buluntunun kaydını alınması ve yurtdışına eserlerin kaçırılmasını önlemek lazım.

Yabancıların kazı yaptıkları alanlarda diplomatik bavullarla bir çok eseri yurtdışına kaçırmıştır. Bu nedenle işi sıkı tutmak lazım. Arkeologların izninin iptal edilmesi dışında bu izinlerin verilmesini sıkı tutmak lazım. Yabancı arkeologların başına, Türk arkeolog komiser dikmeli ve o komiser de gözünü açık tutmalı.”

 

Arkeoloji yazarı Özgen Acar: “1986 yılında ilk defa gündeme getirdim, Berlin Müzesi’nde iki tane Boğazköy’den gitme sfenks ve 11 bin adet çivi yazılı tablet vardı 1. Dünya Savaşı sonrası okunup onarılması üzerine Berlin’e gönderildi. 2. Dünya Savaşı sonrası Berlin Müzesi’nin olduğu kısım Doğu Almanya’da kaldı ve iade zorlaştı. 1986 yılında Dışişleri Bakanlığı Kültür Dairesi bu eserlerin peşine düştü ve Berlin’de uzmanları görevlendirdi. Bu uzmanlar Berlin’e gitti ve Hitit devlet arşivinin 11 bin tabletini geri getirildi. Ayrıca 2. sfenks de geri geldi ve bugün İstanbul arkeoloji müzesinde sergileniyor. İlk sfenks çok parçalı halde, 100’den fazla parçaya ayrılmış ayrıca duvara gömülü olarak sergileniyor. Diplomatik çabalarla bu sorun çözülmeli ve eser iade edilmeli.”

Vatan, 26.02.2011

 

******


TÜRKİYE ARKEOLOJİK MİRASINI BEKLİYOR

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, “Haksız biçimde götürülmüş arkeolojik eserlerin Türkiye'ye geri gelmesi şu anda gündemimizin birinci meselesidir. Bu konuda ne söylediysek gereğini yapacağız. Bu bir ültimatom değil, bir kararlılık ifadesidir''

 

Bakan Günay: “Kimse kusura bakmasın, ben arkeolojiyi çok önemsiyorum. Sadece Türkiye için değil, insanlığın tarihi açısından Türkiye'de yapılan kazıların çok önemli bir bilgi kaynağı olduğunu düşünüyorum''

                                                           

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, bir Alman gazetesinde yer alan Hattuşaş sfenksinin Türkiye’ye iade edilmesi için Almanya'ya ültimatom verdiği doğrultusundaki iddialara yönelik olarak, ''Bu konuda ne söylemişsek gereğini yapacağız. Bu bir ültimatom değil, bir kararlılık ifadesidir'' dedi.

 

Bakan Günay, Sırbistan’da yaptığı açıklamada, uluslararası ilişkilere saygılı bir dil kullanmaya çalıştıklarını, ancak Türkiye'nin haklarını da savunma konusunda sonuna kadar kararlı davrandıklarını söyledi.

 

Almanya'ya 20. yüzyılın başında bakım ve onarım için gitmiş iki sfenks olduğunu, bunlardan birinin iade edildiğini, diğerinin de sonraki yıllarda çeşitli taleplere rağmen teslim edilmediğini ifade eden Günay, ''İade edilmediği yıllarda Almanya ile Türkiye'nin yakınlıkları var, savaş içinde birlikte bir cephe oluşturmuşlar. Çeşitli bahaneler, gerekçelerle konu biraz unutulmaya terk edilmiş'' dedi.

 

Türkiye'nin, Alman Arkeoloji Enstitüsü ile çok önemli çalışmalar yaptığını ifade eden Ertuğrul Günay açıklamalarına şöyle devam etti: “Türkiye'deki çok özel, çok önemli tarihsel alanlarda Alman arkeolojisi çalışıyor. Bunlardan birisinin Hititlerin başkenti Boğazköy, Hattuşaş bölgesidir. Bir başkası da Bergama bölgesidir. Allianoi vardı yakın zamana kadar. Yine Göbeklitepe dünyanın en eski uygarlık merkezlerinden birisi. Bu kadar yakın ve işbirliği içinde olduğumuz bir enstitünün, Türkiye'ye daha iyi niyetli davranışlar sergilemesi, biz bunca kolaylığı gösterirken, karşılıklı yarar, güven anlaşmasına dayalı bir ilişki örneği sergilemesi açısından bazı adımlar atması gerektiğini düşünüyorum. Bunları söyledim.''

 

Boğazköy'den götürülen sfenksin bu yıl Türkiye'ye iade edilmesi gerektiğini belirten Günay, ''Bu talebi yapalı neredeyse bir yıl oluyor. Bu konu uzunca bir süredir sürüncemede bırakılmaya çalışıldı. Ben de kararlılığımı ifade ettim. Bu sfenks geri dönmezse, bunun götürüldüğü alandaki çalışmanın sona ermesi gündeme gelebilir. Çünkü biz bu izinleri, Bakanlar Kurulu'ndan karar çıkararak her yıl yeniden veriyoruz'' dedi.

 

Taleplerine rağmen eserleri göndermeyen ülkeleri yakından takip ettiklerini bildiren Bakan Günay, ''Dedektif olmanın ötesinde, bunu biraz yaptırıma taşıyacağız'' diye konuştu.

 

Bazı arkeoloji enstitülerinin restorasyon, yeni müze yapımı, koruma, bakım konusunda başkalarından daha büyük gayretler gösterdiğini anlatan Ertuğrul Günay, açıklamasında; ''Almanya çok önemli alanlarda çalışırken, Türkiye'de restorasyon, koruma, bakım, yeni müze yapımı konusunda yeterince, bu çalışılan alanların önemine uygun bir yardımlaşma, dayanışma sergilenmiyor. Göbeklitepe'den bu yıl önemli bir eser kayboldu. Tabii bu eserlerin güvenliği, korunması, saklanması kazı başkanlarının sorumluluğunda ve halen bulunamadı. Allianoi'de ciddi bir çalışma gerçekten yoktu ve bu kazıyı bir Türk heyetine verme ihtiyacı hissettik'' dedi.

 

Türkiye'de de son yıllarda çok sayıda üniversitede arkeoloji merkezleri kurulduğunu belirten Günay, burada çok gayretli çalışan arkadaşlarının olduğunu ve bu arkadaşlarla birlikte yaptıkları çalışmalardan yüksek verim aldıklarını kaydetti.

 

Bu alanlarda bilimsel bir dikkatle çalışılması ve uzun zaman ayrılması gerektiğini vurgulayan Kültür ve Turizm Bakanı Günay: ''Bizim hocalarımız aylarını ayırıyorlar, ama bazı ülkelerden bir ay bile zaman ayırmayan hocalar var. Sadece Almanlara özgü değil, ben bazı Türk kazı başkanının olduğu bazı kazıları sonlandırdım, yeni hocalara veriyoruz. Başka ülkelerle ilgili de bu tür davranışlar sergiliyoruz. O yüzden kimse kusura bakmasın, ben arkeolojiyi çok önemsiyorum, sadece Türkiye açısından değil insanlığın tarihi açısından Türkiye'de yapılan kazıların çok önemli bir bilgi kaynağı olduğunu düşünüyorum. Hem kazıların daha uzun sürelere yayılması, kazı sonuçlarının Türkçe olarak da yayınlanması hem de ön hazırlık ve koruma sürelerinin uzaması, ayrıca oradan haksız biçimde götürülmüş eserler varsa geri gelmesi bizim şu anda gündemimizin birinci meselesidir. Bu konuda şimdiye kadar ne söylemişsek onun gereğini yapacağız. Bu bir ültimatom değil bir kararlılık ifadesidir. Arkeolojiye, tarihe, toprağa, dünyaya sahip çıkma anlayışının sonucudur'' dedi.

TC Kültür ve Turizm Bakanlığı, 25.02.2011

 

******


ALMANYA İLE SFENKS KRİZİ

 

Almanya'da bulunan Hattuşaş Sfenksi, Türkiye ile ülke arasında yeni bir krize neden oldu. Kültür Bakanı Ertğrul Günay'ın uyarısından sonra Berlin Kültür Sekreteri de sfenksin Türkiye'ye ait olduğu görüşünde. Son kararı ise Prusya Kültür Vakfı verecek.

Alman arkeologlar, arkeolojik eserlerin kime ait olduğu konusunda iki gruba ayrılıyorlar. Önemli bir kısmı bu eserlerin geldikleri yerde korunması gerektiğini savunurken, bir kısmı da en iyi muamele göreceği ülkelerde bulunmasını istiyorlar. Arkeolojinin bu bağlamda siyasetle ilgisi çok yakın ve bu yüzden sık sık devlet krizlerine neden olur.

 

Daha basit ve etkili formüle etmek gerekirse arkeolojik bulgular kültürler arası iktidar savaşlarının öldürücü olmayan tarihi silahlarıdır. Schliemann hazineleri ve Nefertiti büstü Almanya ile Rusya ve Mısır arasında bitmek bilmeyen bir paylaşım mücadelesinin en ünlü araçları mesela. Schliemann hazineleri kavgasına zaman zaman Türkiye de taraf oluyor. Ayrıca Berlin'de Bergama Müzesi'ndeki sunak da Almanya ve Türkiye arasında her an kriz yaratabilecek bir dinamit adeta.

Berlin'e gelen ve Bergama müzesini ziyaret eden her Türk turistin tepkisi de turnusol kağıdı gibi siyasi görüşlerini yansıtması açısından ilginçtir. En belirgin iki tür tepkiyle karşılaşırsınız. "Vay be nasıl da korumuşlar adamlar sunağı, Türkiye'de kalsa parçasını bulamazdın!" ya da "Nasıl çalıp getirmişler bizim tarihi eserleri hayret!" Yani müze ziyaretçileri de arkeologlar gibi iki gruba ayrılıyor, arkeolojik eserlerin bulunduğu yere ve en iyi korunduğu yere ait olduğunu düşünenler düşünmeyenler diye. Arkeologlar ve müze ziyaretçileri böyle düşünedursun arkeolojik bulguların yerlerini maalesef varolan ya da varolduğu iddia edilen uluslararası anlaşmalar belirliyor.

Bu anlaşmalar bugünlerde Türkiye'den yana işliyor. Berlin Eyaleti'nde kültürden sorumlu devlet sekreteri André Schmitz Kültür Bakanı Ertuğrul Günay'ın Hattuşaş Sfenksinin iadesi konusunda verdiği ültimatomu olumlu yanıtladı. Schmitz, sfenksin Almanya'ya 1915 yılında restore edilmek için ödünç verildiğini hatırlatarak Türkiye'ye ait olduğunu belirtti. Son kararı Schmitz'in yönetim kurulu başkan yardımcılığını yaptığı Prusya Kültür Vakfı verecek. Vakfın Başkanı Hermann Parzinger dostane bir çözümden yana olduğunu söylese de gönlü üç bin yıllık Sfenksi iade etmeye henüz el vermiyor. Ancak Kültür Bakanı Ertuğrul Günay'ın ültimatomu da yenilir yutulur gibi değil. Günay Almanya Haziran ayına kadar Sfenksi iade etmezse Alman Arkeoloji Enstitüsü'nün Hattuşaş'da kazı yapma iznini iptal edeceğini söyledi. Alman arkeologlar Hititlerin başkenti Hattuşaş'da tam 104 yıldır kazı yapıyorlar.

 

Hattuşaş'da ilk sistemli kazı çalışmaları 1906 yılında Alman Arkeoloji Enstitüsü ile Alman Şark Cemiyeti tarafından yapılmaya başlanmıştı. MÖ 1280'de Mısırlılar ile Hititler arasında imzalanan ve tarihin ilk yazılı barış antlaşması olan ''Kadeş'' de bu kazılarda gün ışığına çıkarılmıştı. Hattuşaş kazıları günümüze kadar Alman Arkeoloji Enstitüsü bünyesinde ve Doç.Dr. Andreas Schachner başkanlığında devam ediyor. Hattuşaş, 1986 yılından beri UNESCO'nun, Dünya Kültür Mirası Listesinde yer alıyor. Boğazköy'ün güney kapısında bulunan iki Hattuşaş Sfenksi birinci dünya savaşı sırasında restore edilmek ve bilimsel çalışmalarda kullanılmak üzere Almanya'ya gönderilmiş Berlin'deki Ön Asya Müzesi'nde sergilenmeye başlanmıştı. Sfenkslerden biri Türkiye'ye gönderilmiş, diğeri de 1930 yılında Berlin'deki Bergama Müzesi'ne nakledilmişti.

 

Almanya'ya Sfenks konusunda ültimatom vermediği ama Türkiye'nin kararlılığını gösterdiğini söyleyen Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, Almanya'dan bu konuda iyi niyet göstermesini bekliyor. Günay haklı. Çünkü Türkiye'de arkeolojik çalışmalara ve bulgulara yönelik tutumu değişeli yıllar oldu. Müzeler kadar kazı alanları da uluslararası standartlarda çalışıyor. Bunun en iyi farkında olanlar da Alman arkeologlar. Bu nedenle Hattuşaş Sfenksi'nin iadesi yakındır.

Ntvmsnbc, Haber: Fulya Canşen, 01.03.2011

 

******


ALMANYA'DAN GÜNAY'A UZLAŞMA ÇAĞRISI

 

Prusya Kültür Mirası Vakfı Başkanı Hermann Parzinger, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın, iadesini istediği ve Berlin’deki Bergama Müzesi’nde bulunan Hattuşaş Sfenksi konusunun uzlaşılarak çözülmesini istedi. Parzinger, Frankfurter Allgemeine Zeitung Gazetesi’ne yaptığı açıklamada, Bakan Günay’ın, Sfenks’in iade edilmemesi durumunda Alman Arkeoloji Enstitüsü’nün Türkiye’de kazı çalışma lisansının iptal edilebileceği yönündeki sözlerini eleştirdi ve kapsamlı bir işbirliği durumunda Sfenks’in iadesinin düşünülebileceğini kaydetti.

Habertürk, 03.03.2011

ULUS 'DÜNYA MİRASI' OLUYOR

 

 

Atılım Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Savaş Zafer Şahin’in, Ankara’nın dünya kültür mirası olarak kabul edilmesi için hazırladığı proje Ankara Kalkınma Ajansı tarafından kabul edildi. Şahin, “Proje amacına ulaşırsa, Ankara Cumhuriyet değerleri ile ve Cumhuriyet’in Ankarası olma özelliği ile 2015 yılına kadar Dünya Kültür Mirası olarak kabul edilcek” dedi.

Savaş Zafer Şahin, Ankara’nın tarihi kent merkezinin, Ulus’un korunarak gelecek kuşaklara aktarılması amacıyla UNESCO Dünya Miras Alanı olarak önerilmesi için bir proje hazırladı. Şahin, projenin ayrıntılarını Cumhuriyet Ankara’ya anlattı.

Şahin, Ankara’yı yöneten kurumların nasıl ortak çalışacaklarını, bu yolda karşılaşılacak engelleri ve dünya kültür mirası olarak kabul edilirse bunun Ankara’ya katkılarını içeren bir teklif hazırlayarak yerel yöneticilere sundu. Şahin, hazırlanmasının üzerinden sadece 6 ay geçmesine karşın projenin Ankara Kalkınma Ajansı’ndan büyük ilgi gördüğünü söyledi. Ajans daha önce “Doğrudan Faaliyet Destekleme Programı” adı altında, Ankara’nın kalkınması ve geliştirilmesi amacıyla hazırlanan projelere destek vermeye karar vermişti. Sunulan 130 proje arasından, Şahin’in Ankara’nın kültür mirası olarak kabul edilmesi projesi desteklemeye değer bulundu.

Şahin, “Ankara 20. yüzyılda modern tekniklerle planlanmış tek İslam başkentidir. Ulus tarihi kent merkezi ile Cumhuriyet mimarisi ile, antik kalıntıları ile Ankara, dünya kültür mirası listesine girmeyi hak ediyor” dedi. Ulus’un 2005 yılına kadar bir planı olduğunu belirten Şahin, “Bu plan daha sonra çeşitli nedenlerle iptal edildi. Bu proje ile Ulus bir plana kavuşmuş olacak” dedi. Ankara’nın Roma antik, Selçuklu ve Cumhuriyet değerlerini bir arada barındırdığına dikkat çeken Şahin, “Proje, Ankara’nın yerel yöneticilerinin dünya mirası alanı olarak kabul edilmenin önemi bakımından bir farkındalığa ulaşmasını sağlayacak” dedi.

Şahin, başkentin dünya kültür mirası olarak kabul edilmesinin tanıtım açısından da büyük katkılarının olacağını söyledi. Bir kentin tanıtımı için, seyahat acentelerinin şube açmasının tek başına anlamlı olmayacağını belirten Şahin, “Dünya kültür mirası olarak kabul edilmesi durumunda Ankara, dünya çapında belirlenen tur güzergahına alınacak. Bu da çok sayıda turistin Ankara’ya gelmesini sağlayacak. Ankara’nın turizm değeri artacak, tanıtımı yapılmış olacak” dedi.

UNESCO’nun kriterleri
UNESCO tarafından belirlenen dünya mirasları, kültürel ve doğal miraslar olarak ikiye ayrılıyor. Dünya miraslarının korunması için başvuran ülkenin UNESCO ile 38 maddelik bir antlaşma imzalaması gerekiyor. Ankara, Şahin’in projesi ile dünya kültür mirası listesine girmeye aday oluyor. UNESCO’nun kültür mirası için belirlediği ölçütler, “Yaratıcı insan dehasının ürünü olması; kültürel bir geleneğin tanıklığını yapması; insanlık tarihinin bir veya birden fazla anlamlı dönemini temsil eden yapı tipinin ya da mimari veya teknolojik peyzaj topluluğunun değerli bir örneğini sunması; geri dönüşü olmayan değişimlerin etkisiyle dayanıklılığını yitirmesi; istisnai düzeyde evrensel bir anlam taşıyan olaylar veya yaşayan gelenekler, fikirler, inançlar veya sanatsal ve edebi eserlerle doğrudan veya maddeten bağlantılı olması” olarak sıralanmış ve bu kriterler sürekli olarak güncelleniyor. Dünya Miras Listesi’nde 186 ülkeden 689’u kültürel, 176’sı doğal ve 25’i karma olmak üzere toplam 890 dünya mirası bulunuyor.

Cuımhuriyet Ankara, Haber: Sinan Tartanoğlu, 25.02.2011

MAĞARADA SIKIŞAN DEFİNECİ 8.5 SAAT SONRA KURTARILDI

 

İbrahim Çapa (32) define aramak için gece Manisa'nın Akhisar İlçesi Başlamış Köyü çıkışında yol kenarında bulunan mağaraya girdi.

Mağaradan çıkmaya çalışırken kayaların arasına sıkışan Çapa, cep telefonundan güvenlik güçlerine haber verdi. Manisa Afet ve Acil Durum Müdürlüğü ekipleri ile Akhisar Belediyesi İtfaiye Müdürlüğü ekipleri olay yerine gitti. Önce üzerindeki kıyafetleri çıkarılan Çapa, 8,5 saat sonra sıkıştığı yerden kurtarıldı. Antalya'dan geldiklerini söyleyen Çapa, “Biz 5 arkadaş buradaki mağaraya geldik. En zayıf ben olduğum için mağaraya girmemi söylediler. Ben de girdim ve bir daha dışarı çıkamadım. Arkadaşlarım beni bırakıp gittiler. Cep telefonum ve jandarma sayesinde yaşıyorum” dedi.

Hürriyet, 25.02.2011

AİZANOİ'DE KAZI YAPAN ALMAN ENSTİTÜSÜ'NÜN LİSANSINA İPTAL

 

 

Kütahya'nın Çavdarhisar İlçesi'ndeki Aizanoi antik kentinde 41 yıldır kazı çalışmalarını yürüten Alman Arkeoloji Enstitüsü'nün (DAI) lisansının iptal edildiği bildirildi.

 

Kütahya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü yetkililerinden alınan bilgiye göre, Bakanlar Kurulu kararıyla 1970 yılından bu yana kazıyı sürdüren Enstitünün lisansı, yine Bakanlar Kurulu kararıyla yaklaşık 20 gün önce iptal edildi.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığınca kazıyı yürütecek yeni kazı grubu sorumlusunun belirlenmesinin ardından onay için Bakanlar Kuruluna sunulacağı ve onaylanmasından sonra yeni grubun çalışmalarına başlayacağı belirtildi.

 

Kütahya Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Nejat Bilgen, kazının Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümünden bir öğretim üyesinin sorumluluğunda yürütülmesinin planlandığını öğrendiğini ve yakın olmak istedikleri bu kazı için her türlü yardımı yapmaya hazır olduklarını söyledi.

 

Aizanoi antik kenti
Kütahya il merkezine 57 kilometre uzaklıktaki Aizanoi antik kenti'nin adı, ''Su Perisi Erato'' ile efsanevi kral Arkas'ın birleşmesinden ortaya çıkan mitoloji kahramanı ''Azan''dan geliyor.

 

Aizanoi, Frigya'ya bağlı Aizanitislerin ana yerleşim merkezlerinden biri diye nitelenirken, kent alanının MÖ 3000'li yıllardan itibaren kullanıldığı tahmin ediliyor. Hellenistik dönemde Bergama Krallığı ile Bithinya arasında el değiştirdiği bilinen Aizanoi'nin MÖ 133'de Roma egemenliğine girdiği tarihi kaynaklarda yer alırken bir piskoposluk merkezi kentin erken Bizans döneminde önemini yitirdiği belirtiliyor.

 

13. yüzyılda Çavdar Tatarlarının üssü olduğu, sonraları Çavdarhisar ismini aldığı kaydedilen kent, Avrupalı gezginlerce 1824 yılında keşfedildi.

 

''İkinci Efes'' olarak nitelendirilen Aizanoi'de Alman Arkeoloji Enstitüsünce 1970 yılından itibaren her yıl yapılan kazılarda dünyanın en iyi korunmuş Zeus Tapınağı, 20 bin kişi kapasiteli tiyatro ve ona bitişik 13 bin 500 kişilik stadyum, iki hamam, dünyanın ilk borsa yapısı, sütunlu cadde, Kocaçay üzerinde 5 köprü, ''Meter Steunene'' kutsal alanı, nekropoller, bir bent ve su yolları gün ışığına çıkarıldı. Zeus Tapınağı'nın çevresinde MÖ 3000'li yıllara ait yerleşim tabakaları bulundu.

 

41 yıldır kazıyı yürüten DAI bünyesinde yer alan Freiburg Üniversitesi öğretim üyesi Ralf von den Hoff başkanlığındaki kazı grubu, ağustos ve eylül ayları olmak üzere geçen yıl 5 hafta, 2009'da 3 hafta, 2008'de ise 5 hafta süreyle antik kentte çalışmıştı.

Cumhuriyet, 25.02.2011

TÜRKİYE'NİN İLK ÜNİVERSİTE ARKEOLOJİ MÜZESİ AÇILDI

 

Türkiye’nin ilk üniversite özel arkeoloji müzesi Dumlupınar Üniversitesi’nde (DPÜ) açıldı. Müzede, 4 bin yıllık yanarak korunmuş insan beyinleri ve mercimek tohumlarının da bulunduğu Seyitömer Höyüğü’nden çıkarılan tarihi eserler sergileniyor.

 

Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ) Rektörü Prof.Dr. Güner Önce, Rektörlük binasının bodrum katındaki müzenin açılış töreninde yaptığı konuşmada, DPÜ Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü’nce, il merkezine 25 kilometre uzaklıktaki Seyitömer Höyüğü’nde, 5 yıldır sürdürülen kazıdan elde edilen eserlerin bir bölümünün bu müzede sergilendiğini, bir bölümünün ise İl Kültür Müdürlüğü’nde muhafaza altında bulunduğu belirtti.

 

Seyitömer Höyüğü kazısının, ortaya çıkarılan eserler ve bilim dünyasına katkısı ile en büyük uluslararası arkeoloji kazılarından biri haline geldiğinin altını çizen Prof.Dr. Önce, “Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) Genel Müdürlüğü’ne bağlı Seyitömer Linyitleri İşletmesi (SLİ) Müessesesi arazisindeki höyükte, son dönemde 350 işçi ve 50 personelimize varan büyük bir ekip çalışması oldu. TKİ Genel Müdürlüğü ile bir konsensüse varmıştık. Müessesenin kömür havzasında en kaliteli kömür yatağı, mevcut höyüğün altındaydı ve burası Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca sit alanı ilan edilmişti. Höyüğün altında ve çevresindeki kömürün piyasa değeri ise yaklaşık 500 milyon lira olarak belirlenmişti. Bunun üretilmesi ve ekonomiye kazandırılması mümkün olmuyordu. Kazıya 5 yıl önce başlamamızdaki ana hedef, tarihi eserleri Türkiye’ye, kültür ve tarih dünyamıza, altındaki kömürü ise ekonomiye kazandırmaktı. Tarihi eserlerle ilgili amacımıza ulaştık, ancak kazı 1-2 yıl daha devam edecek. Şimdi ekonomik boyutu için arkeolog ve işçilerimizin çalışmaları aralıksız sürecek.” dedi.

 

Höyükten, şimdiye kadar yaklaşık 10 bin eser çıktığını ve bir bölümünün restore yapılarak Kütahya Arkeoloji Müzesi’ne teslim edildiğini ifade eden Önce, kalanının ise üniversitedeki müzede sergilendiğini anlattı. Kazıya emek veren DPÜ Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Nejat Bilgen, ekibi ve TKİ Genel Müdürlüğü ile SLİ Müessesesi Müdürü Yüksel Koca’ya teşekkür eden Önce, müzeyi vatandaşların da ziyaret edebileceğini ifade etti.

 

DPÜ Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Nejat Bilgen, müzenin açılmasıyla bir ilki gerçekleştirdiklerine dikkat çekerek, “Seyitömer Höyüğü, buluntular ve bunların önemi açısından Türkiye’nin çok nadir höyüklerinden biri oldu. Eser sayısı çok fazla olduğu için fiziki imkan yetersizliğinden yerel müzede sergilenemiyordu. Dolayısıyla hem bilim dünyasının hem arkeoloji öğrencilerinin hem de vatandaşların yararlanması bakımından Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın izniyle ilk kez bir üniversite özel arkeoloji müzesini açmış olduk.” diye konuştu.

Konuşmaların ardından, kazı ve müzeye verdikleri katkılardan dolayı TKİ Genel Müdürlüğü ve kendi adına SLİ Müessese Müdürü Yüksel Koca ile Kütahya Müze Müdürü Metin Türktüzün’e, Prof. Önce tarafından birer plaket verildi. Katılımcılar, Önce ve Kütahya Belediye Başkan Yardımcısı Halil Toklu’nun kurdeleyi keserek, müzenin açılışını gerçekleştirmesinin ardından müzeyi gezdi.

 

SEYİTÖMER HÖYÜĞÜ

Seyitömer Linyit Santrali (SLİ) Müessesesi havzasındaki höyükte kazı çalışmaları, altındaki yaklaşık 12 milyon ton kömürün ekonomiye kazandırılması amacıyla, 1989 yılında Eskişehir Müze Müdürlüğü’nce başlatıldı.

 

Afyonkarahisar Müze Müdürlüğü’nün, 1990-1995 arasında yürüttüğü çalışmalar, 2006′dan itibaren DPÜ Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü’nce ele alındı.

 

TKİ Genel Müdürlüğü ve DPÜ Rektörlüğü arasında imzalanan protokol gereğince, her yıl 6′şar aylık dönemler halinde yürütülen kazı çalışmalarının tamamlanması ve höyüğün kaldırılmasının ardından yaklaşık 500 milyon lira değerindeki linyit kömürünün çıkarılmaya başlanması hedefleniyor.

Star Gündem, 25.02.2011

TARİHİ ESERLER MÜZEYE

 

Mali Polis, Osmangazi İlçesi'nde tarihi eser avına çıktı. Üç kişinin içinde bulunduğu otomobili Küçükbalıklı'da durduran polis, arama yaptı.

 

Ekipler, 1 adet  yonca şeklinde haç, 1 adet kabartma figürlü haç, 8 adet değişik kabartma motifli madeni para, 4 adet toprak yağdanlık, 4 adet bileklik, 2 adet haç işaretli obje, 1 adet sivri uçlu siyah renkli obje, 1 adet taş üzerinde kuş figürü bulunan baskı obje, 1 adet gümüş yüzük, 1 adet Gümüş sikke, 3 adet sarı renkli sikke, 17 adet değişik dönemlere ait sikke, bez parçası üzerine bayan resmi işlenmiş tablo ve 4 adet Hereke halısı ele geçirdi. Tarihi değeri olan eşyalar müzeye teslim edildi.

Bursa Olay, 25.02.2011

MUHTEŞEM SARAY

 

 

Milli Saraylar'ın depolarında bekleyen 70 bin eserin yaklaşık 43 binini barındıran Saray Koleksiyonları Müzesi bugün İstanbul Dolmabahçe'de açılıyor. TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin'in açılışını yapacağı müzede son altı padişah ile Atatürk ve İnönü dönemine ait eşya ve objeler sergilenecek.

TBMM, yıllardan beri depolarda bekleyen 43 bin saray objesini gün yüzüne çıkarıyor. Saray Koleksiyonları Müzesi, bugün TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin'in katılımıyla İstanbul'da açılacak. Dolmabahçe Sarayı'nın eskiden mutfak olarak kullanılan bölümü yeniden düzenlenerek müze haline dönüştürüldü. Sergilenecek saray eşyası arasında krema makinesinden yorgana, oyuncaklardan gramofona kadar birbirinden renkli objeler bulunuyor. Müzede 19'uncu yüzyılın yaşam biçimini ve saray ortamındaki günlük hayatı bugüne yansıtmak amacıyla o döneme ait özgün eserler yer alacak. Saray Koleksiyonları Müzesi'nde son altı padişah ile Atatürk ve İnönü dönemine ait eser ve eşya sergilenecek. Televizyon dizilerinden sonra Osmanlı dönemine yönelik artan merakın, müzeye ilgiyi artırması bekleniyor.

Milli Saraylar Koleksiyonu'ndaki 70 bin eserin yaklaşık 43 binini barındıran müzede bulunan tüm eserler, Osmanlı sarayının dünyadaki gelişmeleri yakından takip ettiği bir dönemin örneklerinden seçildi. İmparatorluk dönemine ait koleksiyon, yalnız Dolmabahçe Sarayı'nda değil Osmanlı hanedanının kullanımında olan Aynalıkavak, Küçüksu, Ihlamur ve Maslak kasırları ile Beylerbeyi ve Yıldız Sarayı'nda yaklaşık 70 yıllık sürede kullanılan eşyayı kapsıyor.

Bugüne kadar hiç sergilenmeyen eşya arasında yer alan krema makinesi, tekerlekli soba, gramofon, ütü, sinema makineleri, elektro şok cihazı, ecza dolabı ve hava gazlı ısıtıcılar da müzede yer alacak. Ayrıca son halife Abdülmecid'in kızı Dürrüşehvar Sultan'ın 10 yaşına kadar kullandığı eğitim ve oyun gereçleri de sergilenecek eşya arasında bulunuyor. Saraylarda kullanılan mobilyalar, hat sanatı koleksiyonları ve yazı takımlarının yanı sıra kalemtıraş, hokka, Osmanlı hayatında önemli rol oynayan mühürler, Osmanlı devlet arması, dini objeler grubundan ise çini levhalar ve zemzem sürahileri de sergilenecek.

Özel işlemeli abdest havlularından seccadelere kadar kadın örtü ve kıyafetleri de sergilenecek eserler arasında yer alıyor. Gümüş ve kristal sofra takımları, sarayların aydınlatılmasında kullanılan kristal avize ve şamdanlar, ısıtma, sağlık ve sanayi araçları da ilk kez gün yüzüne çıkacak önemli eşyaları oluşturuyor.

Sergilenen objeler arasında çocuk kıyafetlerinden mobilyaya, porselen takımlardan ısıtma, sağlık ve sanayi araçlarına kadar çok sayıda eşya yer alıyor. Milli Saraylar tekstil koleksiyonunda yer alan çocuk kıyafetleri arasında iç giyim grubu zıbınlar, mintanlar, pabuçlar, çocuk şapkaları, kundak takımı, yorgan ve bohçalar da sergilenecek.

Hürriyet, Haber: Nuray Babacan, 25.02.2011

MERZİFON'DA BİR TARLADAN TARİHİ ESERLER ÇIKTI

 

Amasya’nın Merzifon İlçesi'nde tarla sulayan bir çiftçinin ayağına takılan taşın altından Roma dönemine ait büyük bir küp çıktı.

 

Merzifon 5. Ana Jet Üssü yakınlarındaki Yolüstü Köyü'nde tarlasını sulayan bir çiftçinin küp bulduğunu bildirmesi üzerine harekete geçen Amasya Müze Müdürlüğü yetkilileri, yaptıkları ilk incelemelerde söz konusu alanda Onhoroz Höyük adıyla bilinen höyüğün kalıntılarını tespit ettiler.

 

Höyükte ilk belirlemelere göre Tunç Çağı’ndan, Roma dönemine kadar yaşayan 5 uygarlığın izlerine rastladıklarını belirten Amasya Müzesi Müdürü Celal Özdemir, “Tescil tespit işlemlerinin ardından hazırlanacak olan dokümanları Samsun Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na ve Kültür ve Turizm Bakanlığı’na sunacağız. İlerleyen süreçte ise kurtarma kazısının başlatılmasını öngörüyoruz” dedi.

Amasya Kent Haber, 25.02.2011

AYASOFYA'DA BÜYÜK TEHLİKE!

 

 

En önemli tarihi miraslardan Ayasofya’nın başı rutubetle dertte. 1.500 yılı deviren muhteşem eseri kemiren rutubetin baş sorumlusu ise 1.5 metre boyundaki bir incir ağacı olarak gösteriliyor. Zira kubbe duvarında çıkan incir ağacının, tarihi yapıyı nemlendirdiği ve çürüttüğü öne sürülüyor...

 

Ayasofya’nın “yüksek nem” nedeniyle çürüdüğü iddiaları, İstanbul İl Genel Meclisi Kültür Sanat Komisyonu’nun hazırladığı rapora da yansıdı. Raporda, “Ayasofya’nın çatı kısmındaki su sızıntılarından kaynaklanan hasar ve görüntü kirliliği devam ediyor” ifadelerine yer verildi.

 

Komisyon üyelerinden heykeltıraş İhsan Alpaslan da Ayasofya’nın zarar görmesinin nedenini incir ağacına bağladı:

Ayasofya’da 1.5 metre boyunda bir incir ağacı var. Ağaç büyüdükçe kökleri de duvara giriyor. Yapıya zarar veriyor. 2 yıldır burada büyüyor. Bu, ocağımıza incir ağacı dikmek gibi bir şey. Bu soruna zamanında çözüm bulunmazsa bina sürekli zarar görür. Ayasofya, dünyanın gözünün üzerinde olduğu bir yapı. Yılda 3 milyon ziyaretçi Ayasofya’yı geziyor. Bu tarihi esere sıradan apartman muamelesi yapılmamalı.”

 

İncir ağacı ve nem tartışmalarıyla ilgili Ayasofya Müze Başkanı Doç.Dr. Haluk Dursun ise şunları söyledi: “Ayasofya’nın türbeler kısmında bir incir ağacı fidanı var. Her yıl genel bir ilaçlamayla bu fidan alınır. İncirin zarar verdiği yüzde 100’dür.” Dursun, restorasyondaki hataların da neme neden olduğuna dikkat çekti:

“1849’dan bu yana restorasyon hataları yapılmış. Dış cephe çimentoyla kaplanmış. Çimento, uluslararası restorasyon normlarına uymayan, nemi arttıran bir maddedir.” Dursun, ziyaretçilerin nefesinin de neme neden olduğunu söyledi: “Ayasofya’daki nemi ölçtürdük. Çok yüksek çıkmadı. Kurşun sızmaları, içerdeki rutubet, hatta insan nefesi nem sebebi olabilir. Nefes, önemli bir nem sebebidir. Yılda 3 milyon kişi ziyaret ediyor. Ayasofya’nın çürümesi gibi bir durum yok.”

 

Ayasofya Bilimsel Kurulu’nun İstanbul 4 No.lu Anıtlar Kurulu’na gönderdiği raporda da Ayasofya’nın dış cephe sıvasında kullanılan çimentonun nem sebebi olduğuna karar verildi. Batı cephesi dışındaki bütün cephelerin sıvasının sökülmesi istendi.

 

Anıtlar Kurulu’nun bu hafta, Ayasofya Bilim Kurulu’nun raporunu inceleyerek bir karara varması bekleniyor. Ayasofya Müze Başkanı Doç.Dr. Haluk Dursun, “Ayasofya bir dünya mirasıdır. ‘Restorasyonu biter’ demek bu işte ihmal olduğunu gösterir. Restorasyon sürecinin her zaman değişik bölgelerde sürmesi doğrudur” dedi.

Habertürk, Haber: Sultan Uçar, 25.02.2011

 

******


HAT LEVHALARINI AĞLATAN ASFALT

 

Ayasofya Müzesi'ndeki, 7.5 metrelik çapıyla dünyanın en büyük hat levhaları ile Osmanlı padişahları 2. Mahmud, 3. Ahmet ve 2. Mustafa'nın yaptığı hatların da aralarında bulunduğu 23 hat levhası, yaklaşık bir yıllık özenli çalışmanın sonunda restore edildi. İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü restorasyon uzmanı Sonay Şakar Kapubağlı ve Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi konservatörlerinden Hatice Karagöz'ün yönetimindeki ekibin, 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın desteğiyle yaptığı restorasyon için 1 milyon 118 bin TL harcandı.

Restorasyon sırasında ıhlamur ağacından yapılan ve yelken bezi üzerine Hz. Ebubekir yazılı hat levhayı inceleyen uzmanlar, 62 yıl önce yapılan onarımda asfalt malzemesi kullanıldığını belirledi. Önceki onarımda asfaltın yanı sıra demir, çinko, kurşun, krom gibi ağır metal içerikli kimyasallarla da çalışıldığı tespit edildi. Yelken bezine de zarar veren asfalt malzeme sökülerek yerine geri dönüşümlü organik malzemeler konuldu.

Çalışmalarda bir keşfe de imza atıldı. Sultan 2. Mustafa'nın kendi el yazısıyla yazdığı hat levhasının arkasında, dönemin Ayasofya Hatibi Hatip Mehmet Efendi'nin yaptığı ebru çalışması bulundu. Günümüze az sayıda eseri ulaşan Hatip Mehmet Efendi'nin, ebru sanatının yasak olduğu dönemde yaptığı bu çalışmayı padişahın yazdığı levhanın arkasına sakladığı tahmin ediliyor. Öte yandan İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürü Osman Çolak, bu çalışma sırasında ilk kez kandilliklerin de restore edildiğini belirterek, "Ayasofya, ayrıca bir hat müzesi olarak da algılanabilir. Bu proje kapsamında yapılan belgeleme çalışması, daha sonra yapılacak restorasyonlar için önemli bir yol haritas
ı olacak" dedi.

Sabah, Haber: Hasan Ay, 28.02.2011

KÜLTÜR MİRASIMIZ AİT OLDUĞU TOPRAKLARA DÖNÜYOR

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Türkiye’den çeşitli yollarla yurt dışına çıkarılan tarihi zenginliğimizi geri döndürmeye yönelik çalışmalarını sürdürüyor.

 

Bu kapsamda, Sırbistan-Hırvatistan arasındaki Batrovçi Sınır Kapısı’nda 2004′de ele geçirilen sikke ve arkeolojik eserlerden 1864′ü, Belgrad’da düzenlenen törenle Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a teslim edildi.

 

Milli Müze’nin atriyumunda düzenlenen törende eserleri Sırbistan Kültür Bakanı Neboyşa Bradiç’ten teslim alan Günay, burada yaptığı konuşmada, son birkaç yıl içinde Bakan Bradiç ile yakın arkadaş olduklarını, bundan büyük onur duyduğunu söyledi.

 

Kocaeli’nde iki yıl önce ”Derviş ve Ölüm” adlı oyunu birlikte izlediklerini, daha sonra İstanbul Avrupa Kültür Başkenti etkinliklerinde ve Konya’da Rumi’nin anma gecesinde birlikte bulunduklarını anlatan Bakan Günay, ”İtiraf ediyorum ki benim Sırbistan ziyaretim, Sayın Bakan’ın Türkiye ziyaretleri karşısında biraz gecikti. Ama 2009 yazında Türkiye’de bir yerel seçim vardı, 2010′da da büyük bir anayasa referandumu vardı. Gecikmiş olsam da ilk fırsatta Belgrad’a geldim” dedi.

 

Bakan Günay, 2004 yılından bu yana Sırbistan’da misafir olan tarihi eserlerin vatanına teslim edilmesinin kendileri için çok güzel olduğunu ifade ederek, ”Bunun Sırbistan için ilk olması da tabii ki bizim için çok özel bir davranış, bunun için çok teşekkür ediyorum” diye konuştu.

UNESCO sözleşmeleri kapsamında yaptıkları bütün anlaşmalar çerçevesinde Türkiye’den haksız biçimde çıkmış eserlerin geri döndürülmesi için yoğun çaba gösterdiklerini kaydeden Günay, şöyle devam etti:

”2003 ile 2011 arasında, geride bıraktığımız 8 yıl içinde 3 bine yakın eser ülkemize teslim edildi ve bunun bin 500′den fazlası da benim görev yaptığım bu son döneme rastladı. Ama bu 1864 eserle benim dönemimde Türkiye’ye gelen eser sayısını ikiye katlamış olacağız. Sırbistan Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığının bu duyarlılığı göstermesi, dünya kültürü açısından son derece önemlidir. Çünkü dünyada gelişmiş bazı ülkeler, başka ülkelerden haksız biçimde aldıkları eserleri geri vermeme konusunda, inatla ayak diriyorlar.”

 

Her eserin ait olduğu topraklarda sergilenmesi gerektiğini vurgulayan Bakan Günay, bu açıdan Sırbistan’ın Kültür ve Dışişleri Bakanlıkları ile müze yöneticilerinin bu kültür saygısını göstermelerinin alkışlanmaya değer bir davranış olduğunu belirtti.

 

Bakan Günay, arkeolojiye meraklı bütün Sırpları, ören yerlerini görmek için Türkiye’ye davet etti.

Sırbistan Kültür Bakanı Bradiç de iki yıl önce Bakan Günay ile Sırbistan ve Türkiye arasında işbirliği anlaşması imzaladıklarını, bunun ardından iki ülke arasında birçok işbirliği faaliyeti olduğunu söyledi.

 

İki ülke arasında kültür mirası alanındaki çalışmaların düzenlenen teslim törenine kadar geldiğini ifade eden Bradiç, ”Bu tören çok önemli bir mesaj taşıyacak. İki ülke arasındaki, başka alanlarda olduğu gibi, kültür alanındaki işbirliğinin önemli bir noktasına kadar gelmiş oluyoruz. Çünkü bu kez uzmanlar ve yetkili kurumlar arasında işbirliği gerçekleşti. Katkısı olan herkese teşekkür ediyorum” dedi.

 

Türkiye’ye ait kültür mirası parçalarının 2004 yılından bu yana Sırbistan’da bulunduğunu dile getiren Bradiç, ”Bu 7 yıl, bu alanda ne kadar iyi bir işbirliği yapabileceğimizi gösteriyor” dedi.

 

Sırbistan-Hırvatistan arasındaki Batrovçi Sınır Kapısı’nda 2004 yılında ele geçirilen Roma ve Bizans dönemlerine ait 1485 sikke ve 379 arkeolojik olmak üzere toplam 1864 eserin Interpol tarafından yapılan duyurusu üzerine, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi Müdürlüğünce yapılan incelemede eserlerin ülkemiz kökenli olabileceği belirlendi.

 

Belgrad Ulusal Müzesi uzmanları ise eserlerin tüm Balkanlar’da bulunabilecek eserlerden olabileceğini iddia etti. Ancak özellikle sikkeler üzerindeki darphane isimleri (Constantinople/İstanbul, Nikomedia/İzmit, Nicea-İznik) ve eserlerin Anadolu kültürüne ait izler taşıması nedeniyle bunların ülkemize iadesi için girişimler başlatıldı.

 

Sırbistan Kültür Bakanı Nebojsa Bradiç’in olumlu yaklaşımı üzerine 05-09 Ekim 2009 tarihleri arasında Genel Müdürlükten yönetici ve uzmanlar, Sırbistan’da eserlerin tetkikini ve konuya ilişkin müzakereler gerçekleştirdi.

 

Yapılan tetkik ve müzakereler sonucu düzenlenen 16 Ekim 2009 tarihli raporda, eserlerin büyük oranda ülkemiz kökenli olabileceği vurgulanarak, Sırbistan ile gelişen kültürel dostluk ilişkileri kapsamında Türkiye’ye iadesinin gerektiği belirtildi.

 

Dışişleri Bakanlığı'ndan alınan 22 Kasım 2010 tarihli yazıyla gerekli yasal prosedürün tamamlanmasını müteakiben, bu eserlerin iade edilebileceği bildirildi. Bu kapsamda Belgrad’da eserlerin teslimi için tören düzenlendi.

Zaman, 24.02.2011

MURADİYE KÜLLİYESİ RESTORE EDİLİYOR

 

 

Dünyadaki en büyük külliyeler arasında yer aldığı belirtilen, 25 Şubat 1495'te vefat eden Cem Sultan ile çok sayıda şehzadenin türbelerinin bulunduğu Muradiye Külliyesi'nin restorasyonuna bu yıl başlanacağı bildirildi.

 

2. Murat ile 36 yaşında vefat eden şehzade Cem Sultan ve çok sayıda şehzadenin türbelerinin bulunduğu Muradiye Külliyesi, sadece Türkiye değil dünyadaki önemli ve büyük külliyeler arasında yer alıyor.


Bakımsızlık nedeniyle yıpranan Saraylılar, Ebe Hatun, Gülşah Hatun, Fatih Sultan Mehmet'in annesi Hüma Hatun, Şehzade Mahmut, Şirin Hatun, Gülruh Hatun, Mükrime Hatun, Şehzade Ahmet, Cem Sultan, Şehzade Mustafa ve 2. Murat'ın türbelerinin bulunduğu külliye, Bursa Valiliğinin girişimleri sonucu restore edilecek.


Projesi tamamlanan külliyenin restorasyonunun, bu yıl içinde başlaması planlanıyor.


Külliye içinde türbesi bulunan Fatih Sultan Mehmed'in oğlu Cem Sultan, 1459'da Edirne Sarayı'nda dünyaya geldi. 3 Mayıs 1481'de Fatih Sultan Mehmet'in vefatından sonra 2. Bayezid ile savaşan Cem Sultan, yaptığı savaşı ve mücadeleyi kaybedince uzun yıllar sürgün hayatı yaşadı. Sürgün dönüşünde 25 Şubat 1495'te, 36 yaşındayken vefat eden Cem Sultan'ın cenazesi, 4 yıl sonra, 1499 yılında Bursa'ya getirilerek kardeşi Şehzade Mustafa'nın yanına gömüldü.

Bursa Olay, 24.02.2011

RESTORASYON YANGINLARI

 

 

Restore edilmekte olan binalarda çıkan yangınlar canımızı sıkmaya başladı. Önce Haydarpaşa Garı'nda, ardından zarif bir Mimar Sinan eseri olan Kılıç Ali Paşa Camii'nde, geçen cumartesi günü de Beyazıt Camii Hünkar Kasrı'nda çıkan yangınlar, tarihi eserleri restore eden firmaların bu işte ne kadar ehil olduklarını sorgulamayı gerektiriyor.

 

Son zamanlarda ülkemizde hummalı bir restorasyon faaliyetinin yürütüldüğü zannederim dikkatinizi çekmiştir. Bu faaliyete, yılların ihmaline uğramış tarihi eserleri daha kullanışlı mekanlar haline getirmek ve ömürlerini uzatmak amacıyla, yani büyük bir iyi niyet ve samimiyetle başlandığından şüphe etmiyorum. Ancak restore edilmekte olan bazı binalarda çıkan ve ciddi tahribata yol açan tuhaf yangınlar canımızı sıkmaya başladı. Önce Haydarpaşa Garı'nda, ardından zarif bir Mimar Sinan eseri olan Kılıç Ali Paşa Camii'nde, geçen cumartesi günü de Beyazıt Camii Hünkar Kasrı'nda çıkan yangınlar, tarihi eserleri restore eden firmaların bu işte ne kadar ehil olduklarını ve çalıştırdıkları elemanların kalitesini sorgulamayı gerektiriyor.

 

 

Şunu öncelikle belirtmekte fayda görüyorum: Tarihi eserlerin nasıl restore edileceğine dair kriterler -Türkiye'nin şartları göz önüne alınarak- yeniden ele alınmalı, restorasyon ihalelerine girme hakkına sahip firmalar ciddi bir denetime tabi tutulmalı, bu işte tecrübeye ve gerçekten uzman elemanlara sahip olup olmadıkları sıkı bir şekilde araştırılmalıdır. Söz konusu yangınlar elektrik kontağı vb. gibi sebeplere bağlanarak geçiştirilirse, korkarım, daha vahim sonuçlara yol açacak felaketlere de şahit olacağız. Mesela alev püskürten bir alet olan şaloma'yı eline verip boyaları sökmesini istediğiniz eleman eğitimsiz ve tecrübesizse bütün binayı yakması işten bile değildir.

Restorasyon tecrübe gerektiren incelikli iştir; bazı alanlarda üniversite eğitimi almış olmak da yetmez, ustaların yanında uzun bir çıraklık dönemi geçirmek şarttır.

 

Türkiye herhangi bir ülke değil; büyük medeniyetlere beşiklik etmiş, nereye kazmayı vursanız tarihin fışkırdığı bir coğrafyada yaşıyoruz. Bizim dramımız, büyük medeniyetlerin mirası üzerine oturan bütün küçük, zayıf ve kompleksli devletlerin yaşadığı dramdır. Tarih, bazen bir ülkenin adımlarını yavaşlatan bir yük haline gelebilir. Biz bu coğrafyanın beş bin küsur yıllık tarihini bir enerji ve prestij kaynağı olarak kullanmak yerine sırtımızda bir an önce atıp kurtulmak istediğimiz ağır bir yük olarak taşıdık. Kurtulmak istediğimiz bu yükün aslında ne büyük bir zenginlik olduğunu yeni yeni fark ediyoruz. Tezahürlerinden biri de restorasyon faaliyetleri olan bu farkına varışı bir "yangından mal kaçırma telaşı"na değil, şuura dönüştürmek ve ciddi bir altyapı hazırlamak gerekirdi. Türkiye'nin dünyada itibar edilen bir "restorasyon ekolü" olmaması, bana sorarsanız, sırtımızdan tarihin yükünü atma gayretinin acıklı bir sonucudur. Restorasyon tarihi eserlerin ömrünü uzatmak için yapılan çalışmadır; kurtulmak istediğiniz şeyleri yaşatmak için niçin uğraşasınız ki?

 

 

Son yıllarda birçok üniversitede restorasyon bölümlerinin açıldığını biliyorum; umarım bu bölümlerde okuyan gençler çok iyi eğitiliyor, mezun olduktan sonra ilgili firmalar tarafından yeterince istihdam ediliyorlardır. Ancak bazı restorasyon çalışmalarının perişanlığı ve tabii birbiri ardınca çıkan yangınlar, bu alanda henüz yeterince mesafe alınamadığı konusunda şüpheler uyandırıyor.

 

Yangınların İstanbul'a ve kültürümüze neler kaybettirdiğini birazcık tarih okuyan herkes bilir. Eskiden yangın çıktığında yapacak fazla bir şey yoktu; ateş arkasına bir de lodos veya poyrazı almışsa, şehri bir baştan bir başa siler süpürürdü. İstanbul, maalesef yanan, yıkılan eserlerin yerlerine aynı büyüklük ve değerde binalar yapacak ekonomik gücümüzün bulunmadığı on dokuzuncu yüzyılda salaşlaşmıştır. Yine de -onca yangına, depreme, ihmale ve imar adı altında yapılan kıyıma rağmen- hala tarihi eser bakımından dünyanın en zengin şehirlerinden biri olan İstanbul'u gözümüz gibi korumak zorundayız. Artık tarihi eserlerin yandığına dair haberler duymak istemiyoruz.

 

Son haberlerden biri de, Beyazıt Yangın Kulesi'nde başlatılan restorasyon çalışmalarına dairdir. Aynı günlerde Beyazıt Camii'nin restorasyonu sırasında yangın çıkması size de kaderin garip bir ironisi gibi görünmüyor mu?

Zaman, Haber: Beşir Ayvazoğlu, 24.02.2011

ANTİK TİYATRO KADERİNE TERK EDİLDİ

 

İznik Roma Tiyatrosu yok olmanın eşiğine geldi. Kaderine terk edilmiş durumda olan İznik Roma Tiyatrosu'nu görmek için gelen turistler büyük bir hayal kırıklığına uğruyor.

Turistler etrafında bin 800 yıllık antik Roma tiyatrosunu gündüz bile çekinerek dolaşmaya başladı.

 

Yeterli güvenlik önlemi bulunmayan antik alandaki tarihi taşların üzerinde boyalarla yazılan yazıların yazıldığı, yerlerde kırılmış şişelerin atıldığı, yakılan ateşlerden kalan küllerin bulunduğu, besi hayvanlarının bağlandığı metruk bir hal alan İznik Roma Tiyatrosu'nu görmeye gelen yerli ve yabancı turistler büyük şok yaşıyor.

Bursa Olay, 24.02.2011

332 YIL SONRA AÇILDI

 

 

Çanakkale’nin Ayvacık İlçesi’ne bağlı Babakale Köyü’nde yapımına Kaymak Mustafa Paşa tarafından 1679 yılında başlanan balıkçı barınağı, 332 yıl aradan sonra tamamlanarak törenle hizmete açıldı. Balıkçı Barınağı'nın temelinin atıldığı 1679 yılında tahtta Sultan 4. Mehmed bulunuyordu.

Ulaştırma Bakanlığı tarafından tamamlanan Babakale Balıkçı Barınağı’nın açılış törenine Çanakkale Valisi Abdülkadir Atalık, Gemi İnşa ve Tersaneler Genel Müdürü Yaşar Duran Aytaş, Demiryollar, Limanlar ve Hava Meydanları İnşaatı Genel Müdür Yardımcısı Metin Tahan, AKP  Çanakkale milletvekilleri Mehmet Daniş, Müjdat Kuşku ve vatandaşlar katıldı.

Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın Libya’daki Türklerin tahliye işlemlerinin sürmesi nedeniyle katılamadığı açılış töreninde konuşan Demiryollar, Limanlar ve Hava Meydanları İnşaatı Genel Müdür Yardımcısı Metin Tahan, Babakale’nin Asya kıtası ve Anadolu yarımadasının en uç noktasında kalan önemli bir yer olduğuna dikkat çekti. Babakale Balıkçı Barınağı’nın temelinin Osmanlı paşalarından Kaymak Mustafa Paşa tarafından 1679 yılında atıldığını anlatan Tahan, şunları söyledi:

"Çıkan isyan neticesinde Kaymak Mustafa Paşa öldürülünce, maalesef balıkçı barınağı 100 metre kadar sıradan taş dolgu yapılarak bugüne kadar beklemiş. 2009 yılı Ocak ayında Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan bize bu tarihi limanın iyileştirilmesi ve geliştirilmesi için talimat verdi. Biz de 18 aylık bir sürede barınağı tamamladık ve bugün açılışını yapıyoruz. Balıkçı barınağı, 575 metre uzunluğunda ana dalgakıran, eksi 240 metrelik tali dalgakıran, 50 metre çekek yeri, 348 metre eksi 2 metrelik rıhtım, 55 metre eksi 3 metrelik rıhtım ve 112 metrelik eksi 4 metrelik rıhtımı yapılarak tamamlandı. Balıkçı barınağına gırgır dahil çeşitli boylardaki 200 tekne yanaşabilecek. Ayrıca burası gemiler, yat ve teknelerinin de muhafaza yeri olacak."

Vali Abdülkadir Atalık da Çanakkale’nin 671 kilometre sahil şeridiyle Türkiye’nin en uzun kıyısına sahip illerinden birisi olduğunu söyledi. Çanakkale’de 10 bin vatandaşın balıkçılıkla uğraştığını, aileleriyle birlikte balıkçılıktan geçinenlerin sayısının da 40 bini bulduğunu belirten Vali Atalık, "Bu balıkçı barınağının tarihi çok eski yıllarda dayanıyor. Son olarak 1989 yılında bir kez daha ihale edilmiş. Ama tamamlanamamış. Şimdi hizmete açıyoruz. Babakale Balıkçı Barınağı’na kayıtlı 61 tekne bulunuyor. Bunların dışında diğer bölgelerden gelip uluslararası sularda avlanan ve bu balıkçı barınağından faydalanan 40 kadar daha balıkçı teknesi var. Yani buraya bağlanan tekne sayısı 100’ü buluyor. Ancak bu barınağın kapasitesi çok daha geniş" dedi.

Konuşmaların ardından protokol üyeleri hep birlikte kurdeleyi keserek Babakale Balıkçı Barınağı’nı hizmete açtı.

KAYMAK MUSTAFA PAŞA KİMDİR?

 




Kaymak Mustafa Paşa, Lale Devri sırasında Kaptan-ı Derya olarak Osmanlı Donanmasına kumanda etmiş bir devlet adamıydı.

Gelibolu'da dünyaya gelen Kaymak Mustafa Paşa'nın babası Boşnak asıllı bir vezir olan Kara İbrahim Paşa'ydı. Annesi ise II. Viyana Kuşatmasını yapan Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın kızı Fatma Hanım'dı. 1717 yılında İkinci İmrahor ve Kapıcılar Kethüdası oldu. Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'nın kızıyla evlendi. 1718 yılında İstanbul Kaymakamı oldu. 1721 yılında ise Kaptan-ı Derya görevine getirildi.

Gelibolu'daki Telli Çeşme'yi, İstanbul Üsküdar'daki Kaptanpaşa Camii ve Kuruçeşme'de Kasr-ı Süreyya camilerini yaptırdı.

Kaymak Mustafa Paşa 1730 yılında çıkan Patrona Halil İsyanı sonunda kayınpederi Nevşehirli Damat İbrahim Paşa ile birlikte görevden alındı ve 1 Ekim 1730 günü idam edildi.

Vatan, 24.02.2011

MEZAR TAŞLARI SERGİLENECEK

 

Mudanya'ya bağlı Kumyaka'daki tarihi mezar taşlarının üzerindeki yazılar bugünkü Türkçeye çevrilip sergilenecek.

Kumyaka Mahallesi Muhtarı Ramiz Batmaz, kabristanın talan edildiği iddialarının asılsız olduğunu, maksatlarının mezar taşlarındaki yazıları tercüme etmek olduğunu söyledi. Batmaz, taşlara asılacak levhalarla üzerlerinde ne yazdığının sergileneceğini belirtti. Batmaz, bunun için herhangi bir kuruma müracaat etmemelerinin sebebinin, mezarlığın köy tüzel kişiliğine ait mülkiyet olması olduğunu anlattı.

 

Yapılan düzenlemelerin ardından mezarlıkta tekrar defin yapılabileceğini söyleyen Batmaz, dinimize göre 5 yıl sora aynı kabre başkasının gömülebildiğini kaydetti.

Bursa Olay, 24.02.2011

37 TÜRBENİN RESTORESİ YIL SONUNDA TAMAM

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı 124 türbeden 37'si restore ediliyor. Önümüzdeki beş yıl içinde kentteki türbelerin tamamının restore edilmesi hedeflenirken, İstanbul Türbeler Müze Müdürü Hayrullah Cengiz, bunun bir rekor olduğunu söyledi. "Osmanlı devletine yüzyıllar boyunca başkentlik yapan İstanbul, yurt genelinde belki de dünyada en fazla türbesi en fazla olan ilimizdir'' diyen Cengiz, şu bilgileri verdi: "Şu anda fiili olarak restorasyonu devam eden 37 türbemiz var. Bu aslında bir rekordur. İlk defa bu dönemde bu kadar sayıda türbe restorasyona alındı. Bu restorasyonların bir kısmı İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, bir bölümü Vakıflar Genel Müdürlüğü, İl Özel İdaresi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılıyor. En geç bu yılın sonuna doğru, bu türbelerin restorasyonunun bitmesini bekliyoruz. Restorasyonuna şubat ayında başlanan Mimar Sinan, Kanuni ve Hürrem Sultan türbelerindeki çalışmalar da bu yıl sonuna kadar tamamlanacak. Önümüzdeki beş yıl içinde bütün türbelerin restorasyonu tamamlanmış olacak.''

Sabah, 24.02.2011

HAMAMDAN KÜLTÜR MERKEZİ'NE

 

 

Erzurum İl Halk Kütüphanesi’nin yanında bulunan ve bir süre önce Kültür ve Turizm Bakanlığı’na tahsis edilen Askeriye Hamamı için 300 bin lira ödenek ayrıldı. Yapının iç ve dış kısmında yapılacak olan bakım ve onarım çalışmaları için kullanılacak olan ödenek, tarihi hamamı adeta kültür merkezine dönüştürecek.

Kültür ve Turizm Bakanlığı, bir süre önce Kütüphaneler ve Yayınlar Genel Müdürlüğü’ne tahsis edilen Yoncalık’taki Askeriye Hamamı için para musluklarını açtı. Edebiyat Müze Kütüphanesi’ne dönüştürülecek olan hamamın iç ve dış kısmında gerekli düzenlemeler yapılması için 300 bin lira ödenek ayıran Kültür ve Turizm Bakanlığı, çalışmalara başlanması için de talimat verdi. Erzurum İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü yetkilileri, geçtiğimiz yıllarda restore edilen ve ardından bir müddet lokanta olarak işletilen hamamın, 2010 yılının Ekim ayında Kültür ve Turizm Bakanlığı’na tahsis edildiğini anımsatarak, yapının Edebiyat Müze Kütüphanesi olarak kullanılmasına karar verildiğini kaydettiler. Tarihi hamamın, kütüphane ve müze formunda kullanımı amacıyla bazı projeler uygulanacağını dile getiren konu ile ilgililer, “Yapı içerisinde gerçekleştirilecek olan düzenleme çalışmalarıyla burası sıradan bir kütüphane değil, aynı zamanda müze ve kültür merkezi halini alacak.” dediler.

Önümüzdeki günlerde başlanacak olan teşhir ve tanzim çalışmaları için Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın 300 bin liralık ödenek ayırdığını açıklayan yetkililer, “Yapının içerisindeki döşemeler, ısıtma ve elektrik sistemleri baştan aşağı yenilenecek. Güvenlik ağıyla donatılacak olan tarihi hamamın iç ve dış kısmı da elden geçirilecek.” diye konuştular.

Çalışmalar tamamlandıktan sonra tarihi Askeriye Hamamı’nın, Erzurum’daki kültürel etkinliklerin yeni adresi olacağına dikkati çeken ilgililer, “Edebiyat Müze Kütüphanesi olarak kullanılacak tarihi yapı içerisinde sergiler ve çeşitli kültürel etkinlikler gerçekleştirilmesi mümkün olacak. Şiir geceleri, kültürel içerikli panel ve konferanslar için de elverişli bir hale getirilecek olan tarihi hamamı, yılsonuna kadar hizmet verebilir bir hale getireceğiz.” ifadelerini kullandılar. 

Öte yandan Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Hamza Gündoğdu ise, “Erzurum’da Tarihi Yapılaşma ve Bazı Gözlemler” adlı araştırmasında, Askeriye Hamamı ile ilgili olarak şu görüşleri dile getiriyor. “Herkesin bildiği bir Askeriye Hamamı; bundan 25 yıl önce terk edildiğinde sapasağlam, içerisinde havuzu, kurnaları da bulunan bir yapı idi. Terk edildiği zaman korunması için hiç bir tedbir alınmayan bu hamam, yılların tahribatına maruz kalmış, içerisindeki bölümleri tanınmaz hale geldikten, yakınındaki 6 katlı devasa binalarla kuşatıldıktan sonra restorasyonu için faaliyete geçilip bu ecdat yadigarı kurtarılmaya çalışılmışsa da, bugün işlevsiz vaziyette kalmıştır.”

Erzurum Gazetesi, 23.02.2011

MÜZEDE HIRSIZLIK

 

 

Aydın’da dün gece belirlenemeyen bir vakitte hırsızlık olayı yaşandı. Olayda Aydın Müzesi’nin ön bahçesinde bulunan, MS 2. yüzyıla ait insan başı rölyefi çalındı.

 

Edinilen bilgiye göre, müzenin ön bahçesinde bulunan tarihi eserlerle birlikte sergilenen insan başı rölyefi, kimliği henüz belirlenemeyen kişi veya kişilerce çalındı. Müze Müdürü Emin Yener’den konuyla ilgili bilgi alan Aydın Valisi Hüseyin Avni Coş, “Müze’de yaşanan hırsızlık olayı tüm boyutlarıyla inceleniyor. İlgili birimler konuyu araştırıyor. Müze’de bulunan kamera kayıtlarını kontrol ediyoruz. Emniyet mensuplarımız hırsızlığı gerçekleştiren zanlıların yakalanmasıyla ilgili çalışma başlattı” dedi.

Aydın Kent Haber, 23.02.2011

 

******


MÜZE MÜDÜRÜ GÖREVDEN UZAKLAŞTIRILDI

 

Aydın'da önceki gün gece belirlenemeyen bir vakitte hırsızlık olayının yaşandığı Aydın Müze Müdürü ve gece bekçisi görevinden uzaklaştırıldı.

 

Bilindiği gibi Aydın Müzesi'nin ön bahçesinde bulunan, MS 2. yüzyıla ait insan başı rölyefi çalınmıştı. Olayla ilgili Vali Hüseyin Avni Coş'un talimatıyla başlatılan soruşturmanın selameti açısından Müze Müdürü Emin Yener ve müzede görevli gece bekçisi Ali İhsan Örtün görevlerinden uzaklaştırıldılar. Aydın Kültür ve Turizm Müdürü Nuri Aktakka, soruşturmanın selameti açısından böyle bir karar alındığını belirtirken, çalınan insan başı rölyefinin değeriyle ilgili daha önce bir çalışma yapılmadığını kaydetti.

 

Müzeden hırsızlık olayını yakından takip eden Aydın Valisi Hüseyin Avni Coş ise olayla ilgili emniyet güçleriyle ortaklaşa sürdürülen soruşturmanın titizlikle yürütüldüğünü söyledi.

Aydın Kent haber, 24.02.2011

TARİHİ OTELDE RESTORASYON ÇALIŞMALARI BAŞLADI

 

 

Meram Belediyesi, ilçenin tarihi ve kültürel varlıklarını korumaya ve gün yüzüne çıkarmaya devam ediyor. Hatunsaray yolu üzerindeki Pamukçuhan'ın restorasyonu tamamlanırken Konya İstasyonu karşısındaki Augustus Otel'deki restorasyon çalışmaları da büyük bir hızla devam ediyor.
 

Meram Belediye Başkanı Dr. Serdar Kalaycı, kısa bir süre önce restore çalışmalarına başlanan İstasyon yanındaki Augustus Otel'de incelemelerde bulundu. Bu çalışmayla uzun yıllar atıl vaziyette duran bir dokuyu da yeniden Konya'ya kazandırmış olacaklarını belirten Başkan Kalaycı, "Konya Gar binasının hemen karşısında yer alan binanın restoresi için mülkiyet sahipleri ile yaptığımız anlaşma gereği binayı aslına uygun bir şekilde yeniden düzenliyoruz. 1890'lı yıllarda Bağdat tren seferlerinin başladığı dönemde yapılan ve uzun yıllar Augustus Oteli olarak kullanılan bu tarihi binanın tekrar ayağa kaldırılması için çaba sarf ediyoruz." dedi. Çalışmaların bu yıl içerisinde tamamlanacağını kaydeden Başkan Kalaycı, "Bina 2 Şubat 2011 tarihinde yapımcı firmaya teslim edildi. Restorasyon ilkeleri doğrultusunda otelin restoresine çatıdan başlandı. Çatının değişmesi gerekiyordu. Bu kapsamda eski kiremitler indirildi ve mevcut çatı söküldü. Şu anda 1 ve 2. katın sıvaları sökülüyor. Bodrum katın temizliği yapılıyor. Tarihi bina, yapılacak yenileme ile Meram Kültür Evi, Butik otel, Kafeterya ve Restoran olarak hizmet verebilecek" diye konuştu.

Augustus Otel'in tarihi konusunda bir kez daha hatırlatmada bulunan Kalaycı, konuşmasını şöyle sürdürdü; "Konya Gar Binası'nın doğusunda bulunan otel, 1895 yılında yapılmıştır. 1924 yılındaki mübadeleden sonra Selanik Vadina'dan gelen Hıfzı Hamide Günas ailesine verilen otel bir süre Askeri Ulaştırma Okulu olarak kullanıldı. 1980'li yıllarda terk edilen yapı cephelerindeki taş işçiliği, barok pencere kemerleri, kemerlerin kilit taşları, demir perforeler 19. yüzyıl Avrupa mimarisinin etkilerini gösterir. Bina 1982 yılında Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından tescil edilmiştir" Başkan Dr. Serdar Kalaycı, Şükran Mahallesi'nde bulunan 3 tarihi evle ilgili kamulaştırma işlemleri tamamlandıktan sonra restorasyon çalışmasının da kısa bir süre içerisinde başlayacağını açıkladı.

Yeni Şafak, Haber: Ramazan Düşünceli, 23.02.2011

LAODİKYA'DA DİNSEL HOŞGÖRÜ YÜZYILLAR ÖNCESİNE DAYANIYOR

 

Laodikya antik kentinde dinsel hoşgörünün en somut örneklerinden biri tanesi gün yüzüne çıkarıldı. Antik kentte, İmparator Konstantin dönemine ait Laodikya Kilisesi ve Paganizm dininin tapınma alanının yan yana bulunduğu belirlendi.

 

Anadolu’da Efes’ten sonra en büyük antik kenti olma unvanını elinde bulunduran Denizli’nin 6 kilometre kuzeyindeki Laodikya antik kentinde İncil’de adı geçen Laodikya Kilisesi’nin ortaya çıkarılması, Anadolu’da bir gerçeği daha gözler önüne serdi. “Tapınak A” diye adlandırılan ‘Paganizm’ dininin tapınma alanının hemen yanı başında Laodikya Kilisesi’nin bulunması, Anadolu’da dinsel hoşgörünün yüzyıllar öncesine dayandığını gösteriyor.

 

Laodikya Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, Aa muhabirine yaptığı açıklamada, yılın en önemli buluntusu olarak yorumlanan kilisenin, Hıristiyan alemi için çok önemli sayılan ve İncil’de adı geçen 7 kiliseden biri olduğunu ifade ederek, Laodikya Kilisesi ve Paganizm dininin tapınma alanının bir arada bulunmasının, Denizli’ye inanç turizmi açısından çok büyük katkı sağlayacağını kaydetti.

 

Kilisenin, Konstantin döneminde yapıldığını ifade eden Şimşek, “Bu yıl ilk kez yer altında radar taraması yaptık ve 4. yüzyılda yapılmış Laodikya Kilisesi’ni bulduk. 8 ayak üzerine oturtulmuş 2 bin metrekare alandaki kilisenin büyük bölümü orijinal parçalarını koruyor” dedi.

Antik kentte, İmparator Konstantin dönemine ait Laodikya Kilisesi’nin bulunmasının, Denizli’yi inanç turizminde önemli bir noktaya taşıyacağını savunan Prof.Dr. Şimşek, şunları söyledi:

“2010 yılı kazı çalışmalarında İmparator Büyük Konstantin zamanında MS 312-313 yıllarında Hristiyanlığın resmi din olarak kabul edilmezden önce serbest bırakılması meselesiyle birlikte bu kiliseler yapılmaya başlanmış. Laodikya Kilisesinin hemen yanında tapınak A diye adlandırdığımız ‘Paganizm’ dininin tapınma alanı söz konusu. Ama bizim kazılarda bulduğumuz veriler, İmparator Büyük Konstantin’in hem Paganizm için hem de Hristiyanlık için büyük bir hoşgörü sergilediğini ortaya çıkarıyor. Çünkü burada bulduğumuz heykelin İmparator Konstantin’in Valisi olan Diskolyüs tarafından yaptırıldığı söyleniyor. İmparator Laodikya’da hem Laodikya Kilisesini yaptırmış, hem de aynı zamanda tapınak için Efes Artemis heykelini yaptırmış. Bu da binlerce yıl öncesine dayanan Anadolu hoşgörüsünün somut verisi olarak ortaya çıktı.”

haberler.com, 23.02.2011

ÇALINAN HEYKELİ PROTESTOCULAR BULDU

 

 

Mısır'da 25 Ocak'ta başlayan halk ayaklanmaları dünya gündemine bomba gibi düşmüştü. Bu dönemde birçok yerde çatışmalar yaşanırken, Kahire'deki Mısır Müzesi de yağmalanmış, birçok tarihi eser kaybolmuştu. Firavun Tutankhamon'un babası Akhenaten'e ait olan 37 santimetrelik heykel de kaybolanlar listesindeydi. MÖ 1353 ile 1336 yılları arasında yaşamış Kral Akhenaten'i başında mavi bir taç ve elinde bir tablet tutarken gösteren heykel, müze yetkililerinden alınan bilgiye göre ilginç bir şekilde geri döndü. Kral Akhenaten heykelini müzenin, eylemlerin merkezi olan Tahrir Meydanı'na bakan güney cephesinde, moloz yığınları arasında bulan protestocu genç, heykeli kendi evine götürerek annesine gösterdi.

16 yaşındaki gencin annesi hemen Kahire Amerikan Üniversitesi'nde öğretim üyesi olan kardeşini aradı. Durumu bakanlığa bildiren öğretim üyesi, heykelin müzeye iadesini sağladı. Mısır Tarihi Eserler Bakanı Dr. Zahi Hawass, Kral Akhenaten'in kireçtaşından yapılmış heykelinin bulunduğunu ve müzeye teslim edildiğini açıkladı. Uzmanlar yaptıkları incelemeler sonucunda heykelin orijinal olduğunu doğruladı. Heykelin tablet bölümünün kırık olduğu, ancak kırık parçanın da müzenin içinde bulunduğu kaydedildi. Heykelin Amarna galerisinde yeniden sergiye açılması için restorasyon çalışmalarına başlandı. Akhenaten heykelinin bulunmasıyla, protestolar sırasında kaybolan heykellerden Mısır Müzesi'ne iade edilen eser sayısı dörde çıkmış oldu. Olaylar sırasında yağmalanan birçok eserin hala kayıp olduğu belirtilirken, müzenin bazı kısımlarının 20 Şubat'ta yeniden açıldığı duyuruldu.

Sabah, Haber: Recai Kömür, 23.02.2011

ATATÜRK'ÜN ARKEOLOJİ SEFERBERLİĞİ

 

 

Atatürk'ün Anadolu arkeolojisine ve Hitit çalışmalarına verdiği destek 'Revue Hittite et Asianique' yayın kurulu tarafından onurlandırılmıştı...

Kurtuluş Savaşı yıllarında cephede yakın arkadaşlarına savaştan sonra Ankara'da bir Hitit Müzesi kurmayı düşündüğünü söyleyen Mustafa Kemal Atatürk, Anadolu kültür tarihini ve arkeoloji çalışmalarını o kadar yakından takip eder ki, 1932 yılında "Hitit ve Asianik Araştırmalar Derneği" tarafından Fransa'da yayınlanmaya başlayan "Revue Hittite et Asianique" isimli derginin sponsoru olarak yayınlanmasını sağlar.

 

Aktüel Arkeoloji Dergisi'nin yaptığı habere göre, Hititlerin dili, kökeni ve tarihi üzerine ayrıntılı çalışmalara imza atan "Revue Hittite et Asianique" yayın kurulu, her sayının giriş sayfasında, Atatürk'ü, verdiği destekten dolayı ''Sous Le Haut Patronage De - S. Exc. GAZI MOUSTAPHA KEMAL - President de la Republique Turque'' sözleriyle onurlandırır. Bu şekilde derginin sponsoru olduğu vurgulanır.





Derneğin kuruluş amacı ve derginin yayınlanmasının amacını içeren bir yazıya Mustafa Kemal Atatürk ise cevaben şöyle demiştir. "Hitit ve Asianik Araştırmalar Derneği'nce takip edilen amaç, ülkemizin ve halkımızın uzak geçmişini aydınlatılmasına katkıda bulunma yolunda bize de harcanan çabalara uygunluk gösterdiği nispette bizim için memnuniyet vericidir (Dinçol 1981: 122)."

 

1938 yılında Mustafa Kemal Atatürk'ün vefatı ile birlikte dergi İsmet İnönü'nün himayesine geçer. İsmet İnönü, 1950 yılına kadar dergiyi Atatürk'ten miras sayarak, yayınlanmasına sponsor desteğini sürdürür.



 


1938 yılında yayınlanan ''Fasikül 33-40 Kitap 5'' 41.-42. sayfalarda Mustafa Kemal Atatürk'ün Anadolu Arkeolojisine ve Hitit çalışmalarına verdiği desteği anlatan bir yazı kaleme alınarak, ölümünden duyulan üzüntü belirtilir. Mustafa Kemal Atatürk'ün "arkeoloji seferberliği" olarak gördüğü bu çalışmaları milli bir görev olarak tanımladığı, İsmet İnönü'ye ise bu yayını desteklemesini bir miras olarak bıraktığı bilinir.
 

     

Ntvmsnbc, 23.02.2011

ONLARI NEM YOK EDİYOR

 

 

Muğla'nın Milas İlçesi'ndeki Hisarbaşı Mahallesi Uzunyuva Mevkii'ndeki 1'inci Derece Arkeolojik sit alanında, geçen temmuz ayında hazine avcılarının yağmalamasından sonra bulunarak gün ışığına çıkarılan 2400 yıllık Uzunyuva Anıt Mezarı'nın duvarlarındaki altın bezemeli resimlerin nemden ötürü yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olduğu ortaya çıktı. Almanya'dan gelen 3 kişilik arkeolog ekibin nemlenmenin önlenmesi için çalışmalara başladığı, mezarın etrafında yapılan kazı çalışmalarında da Bizans ve Hellenistik döneme ait onlarca eserin gün ışığına çıkarıldığı belirtildi.

 

Bodrum'daki dünyanın 7 harikasından birisi sayılan Halikarnassos Mausoleumu'nu yaptıran Karia Kralı Mausolos'un babası kral Hekatomnos için yapıldığı saptanan, mezarın duvarındaki altın işlemeli resimlerin kurtarılması için Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın daveti üzerine Almanya'dan üç kişilik arkeolog ekibi geldi. Alman arkeologların yerin 14 metre altında yer alan mezardaki nemlenmeyi önleyerek, dönemin saray ve kent yaşantısını simgeleyen, ayrıca komutanlarının bulunduğu resimleri kurtarabilmek için çalışmalara başladığı belirtildi.






Milas Müze Müdür Vekili Mehmet Çakıcı, Alman arkeologların mezardaki nemlenmeyi önledikten sonra, altın bezemeli resimlerin, yine Almanya'da getirilecek özel aletlerle korumaya alınacağını belirterek şunları söyledi:

"Nemlenmeyi ortadan kaldıracak izolasyon çalışmalarını yapmak amacıyla kazılara başladık. Bu kez lahit etrafından Hellenistik, Roma ve mezarın bulunduğu döneme ait onlarca eserle karşılaştık. Topraktan tarih fışkırıyor. 2 metre 75 santimetre uzunluğunda, 2 metre 15 santimetre genişliğinde 1 metre 85 santimetre yüksekliğinde, 1'inci sınıf mermerlerle dört yüzü birden kabartmalarla işlenmiş olan oda mezar günümüzden 2 bin 400 yıl önceye ait. Oda mezarın üzerinde bir tapınağa ait kalıntılar var."

Hürriyet, 23.02.2011

EKİNÖZÜ'NDE NEOLİTİK DÖNEM ESERİ BULUNDU

 

Kahramanmaraş’ın Ekinözü İlçesi’nde jandarma tarafından yapılan operasyonda ele geçirilen tarihi eserlerin MÖ 8000- 5500 yıllarını kapsayan Neolitik döneme ait olduğu anlaşıldı.

 

Ekinözü İlçe Jandarma Komutanlığı ekipleri, 46 yaşındaki Serhat Boz’un kaçak kazılarda tarihi eser bulduğu bilgisi üzerine harekete geçti. Jandarmanın takibe aldığı tarihi eser suçundan sabıkalı Boz, Kayseri’den Ekinözü’ne gelen S.B. ile arkadaşı H.Ö.’nün evinde buluştu. Eve düzenlenen baskında Boz’un yanındaki 10 tarihi eser ile 1 tabancaya el konuldu, 3 şüpheli de gözaltına alındı. İfadesinde tarihi eserleri tarlada bulduğunu ileri süren Serhat Boz tutuklanırken, diğer 2 kişi tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

 

Kahramanmaraş Müze Müdürlüğü’ne teslim edilen tarihi eserler ise incelemeye alındı. Uzmanlar tarafından değerlendirilen 1 hayvan heykeli ile 2 taş baskı olan taşların MÖ 8000- 5500 yılları kapsayan Neolitik döneme ait olduğu belirlendi.

Samanyolu Haber, 23.02.2011



DÜNYANIN İKİNCİ BÜYÜK KANYONUNDA TALAN

 

     

 

Arizona'daki Büyük Kanyon'dan sonra büyüklük olarak dünyada ikinci sırada olan Uşak'taki Ulubey Kanyonu içinde yer alan ve MÖ 4 ve 6'ncı yüzyıl döneminde Lidyalıların yaşadığı Asar Vadisi'ndeki 40 mezar odası, kimliği belirsiz define avcıları tarafından talan edildi.
 

Ulubey İlçesi'ne bağlı Hasköy Beldesi'nin Belediye Başkanı DSP'li Mustafa Alkan, belde sınırları içinde yer alan tarihi Asar Vadisi'ndeki antik mezar talanının önlenmesi istedi. Başkan Mustafa Alkan, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na yaptığı başvurularda, bölgenin turizme kazandırılması için arkeolojik kazı yapılmasını istediği hatırlattı.

 

Asar Vadisi'ndeki kayalıklarda yer altına inen merdivenler, mağaralarda eski mezarlıklara ait izler ve figürler olduğunu ifade eden Alkan, "Define avcıları antik mezarlara girerek talan ediyor. Mezar talanlarının önlenmesi isteğimizi bir kez daha yineliyorum. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın, vadide arkeolojik kazı yapılması için harekete geçmesini istiyorum" dedi.

Hürriyet, Haber: Yavuz Kuşdemir, 23.02.2011

KARADENİZ'İN ZEUGMA'SI MÜZE OLACAK

 

Karabük’ün Eskipazar İlçesi'nde, Karadeniz’in Zeugması olarak adlandırılan Hadrianaupolis antik kentinde bulunan mozaiklerin kazı alanında sergilenebilmesi için üzerlerinin kapatılması planlanıyor.

 

MÖ 1. yüzyılda kurulduğu ve MS 8. yüzyıla kadar yerleşim amacıyla kullanıldığı tahmin edilen Hadrianaupolis’teki kazılarda, Anadolu’da örneklerine hiç görülmeyen bazı zemin mozaiklerinin turizme kazandırılması hedefleniyor.

 

Gaziantep’te ortaya çıkan Zeugma mozaikleri kadar güzel nitelendirilen at, fil, panter, geyik ve grifon (sanat tarihinde görülen karışık bir hayvana verilen isim) gibi birçok hayvan tasvir edilen mozaiklerinin üst kısımlarının kapatılarak sergilenebilmesi için proje geliştiriliyor.

 

Eskipazar Belediye Başkanı Dursun Baş AA muhabirine yaptığı açıklamada, Hadrianaupolis’teki kazı çalışmalarının Atatürk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Vedat Keleş başkanlığında belirli aralıklarla devam ettiğini söyledi.

 

Antik kentte Geç Hellenistik, Roma ve Erken Bizans devirlerine ait olduğu anlaşılan 14 adet dağınık yapı tespit edildiğini anlatan Baş, şöyle dedi:

”Kazılarda çok sayıda hayvanın tasvir edildiği mozaikler bulundu. Burası önemli kültürel varlıklarımız arasında. antik kentin müze haline getirilmesi için kazı başkanı ile Kültür ve Turizm Bakanlığından bir heyet incelemelerde bulundu. Ortaya çıkartılan eserlerin tahrip olmaması ve sergilenebilmesi için üzerinin kapatılmasıyla ilgili projeler çizilmeye başlandı. En kısa sürede bitirilerek onaya sunulacak. Çalışmalar bu yılki turizm sezonuna yetiştirilecektir. Ayrıca burada yapılacak kazı evi projemizle ilgili çalışmalarımız da devam ediyor.”

 

Baş, antik kentin turizme kazandırılabilmesi için eserlerin sergilenmesinin önem taşıdığına dikkati çekerek, ”Safranbolu İlçesini ziyaret eden turistleri bölgemize de çekebilmemiz lazım. Böylece ilimizdeki turizm de çeşitlenmiş olacak. Hadrianaupolis’teki mozaiklerin yerli ve yabancı çok sayıda kişinin ilgisini çekeceğine inanıyoruz” dedi.

Zaman, 22.02.2011

BİR MEYDAN DÜZENLEMESİ DE ÜSKÜDAR'A

 

 

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Üsküdar Meydanı’nın yayalaştırılması projesi kapsamında belediye binasının yıkılarak meydana ekleneceğini belirterek, “Üsküdar Meydanı, Marmaray nedeniyle 2013’te tamamlanacak; ama trafik ortadan kalkacak ve çok güzel bir şehir meydanı ortaya çıkacak. Taksim Meydanı’nı da Haziran ayında yeniden inşa edeceğiz” dedi.

Marmaray'ın Üsküdar istasyonunda arkeolojik çalışmalar nedeniyle kazı ve inşaat süresinin uzadığını vurgulayan Başkan Kadir Topbaş, “Maalesef Üsküdar'da çalışma bir kaç yıldan beri sürüyor ve 2013'e kadar sıkıntı olacak. Burada trafiği by-pass edecek bir düzenleme yapıyoruz. O çalışmayı devreye soktuğumuz zaman trafik sıkıntısı ortadan kalkacak. Burada ciddi anlamda bir trafik sıkıntısı var. Tamamlandığı zaman da Üsküdar'da çok güzel bir şehir meydanı ortaya çıkacak” diye konuştu.

Çağlayan Meydanı inşaatını 6 ayda bitireceklerine dikkat çeken Başkan Topbaş, “Aynı şekilde Taksim'de Haziran'da çevre düzenlemesi çalışmasına başlamayı hedefliyoruz. Taksim'de trafiği yer altına almak suretiyle meydan anlayışını orada etkili olarak hissettirmek istiyoruz. Buna benzer şehrin başka noktalarında da meydan çalışmalarımız var” şeklinde konuştu.

Üsküdar Meydanı’nın yayalaştırılması projesi kapsamında belediye binası yıkılarak yeni yerine inşa edilecek. Üsküdar Meydanı’nda yer alan belediye binası, Çavuşdere Caddesi üzerinde otopark olarak kullanılan 30 dönümlük alana taşınacak. Konuyla ilgili karar İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nde alındı. Belediye Meclisi’nde oybirliğiyle alınan karara göre; Üsküdar Valide-i Atik Mahallesi’nde 'spor, kültür tesisi ve otopark' alanı olarak belirlenen alan 'belediye hizmet birimleri alanı', 'spor tesis alanı' ve 'ticaret - hizmet alanı'na alındı.
 
Komisyon raporunda, Ulaşım Planlama Müdürlüğü’nün, “söz konusu alanının cephe aldığı yolların genişliklerinin sağlanabilmesi için yollara gerekli bedelsiz terklerin yapılması, yeterli otopark alanı ayrılması ve zemin altı kullanımının kamuya açık otopark alanı şeklinde düzenlenmesi, ulaşım bağlantılarının yapılması” koşuluyla ulaşım açısından uygun olduğu görüşüne yer verildi.
 
Deprem ve Zemin İnceleme Müdürlüğü, İSKİ ve Spor İl Müdürlüğü’nün de şartlı görüşleri doğrultusunda hazırlanan rapora göre, yeni yapılacak belediye binasında belediye hizmetlerine yönelik tesislerin yanında sosyal kültürel tesisler, nikah dairesi, bilgi evleri, açık-kapalı spor tesisleri de olacak.

Yapı, 23.02.2011

YARIMADANIN % 20'Sİ 2015'E KADAR YENİLENECEK

 

 

Tarihi Yarımada Fatih'in 1950'lerden sonraki sanayileşmeden büyük yara aldığını belirten Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, göç akınına İstanbul'un hazırlıksız yakalandığını dile getirdi.

Tarihi Yarımada Fatih'in yerel yönetimi olarak, kentsel dönüşüm için gereken her şeyi yapacaklarını altını çizen Demir, "Tarihi Yarımada Fatih birinci derecede deprem bölgesinde. Olası bir depremde, şimdiki haliyle en çok kayıp verecek yerlerden biri olacak. O açıdan elimizi çabuk tutmamızı gerekiyor" diye konuştu.


Bu bölgelerin bir an önce yenilenmesi gerektiğine dikkat çeken Demir, "Fatih'te 5366 sayılı Kanun ile Sulukule, Fener, Balat, Ayvansaray, Süleymaniye, Yenikapı Yalı Mahallesi, Yedikule ve Marmara Sahil bölgesi yenileme alanı olarak ilan edildi" diye konuştu.

Bu bölgelerde yapılacak çalışmalar ile 2014 yılı sonuna kadar tarihi yarım adanın yüzde 20'sini yenilemeyi ve depreme karşı önlem almayı hedeflediklerini belirten Başkan Demir, "Süleymaniye'de restorasyon çalışmaları hızla devam ediyor. Buraya Kiptaş 400'e yakın konut yapacak. 2011 yılı sonuna kadar Sulukule'deki 620 konut ve 45 işyerini sahiplerine teslim edeceğiz. Balat'ta mülk sahipleri ile görüşmelere başladık" diye konuştu.

Bölgesel olarak çalışmalara devam edeceklerinin sinyallerini veren Başkan Demir, "Yenikapı Yalı Mahallesinde mülk sahipleri ile anlaşmalar sağlanıyor. Burası Marmaray'ın çıkış ayaklarından birisi olacağı için önemli bir nokta. Burada turizm, konut ve işyeri ağırlıklı bir yenileme gerçekleştireceğiz" diye konuştu.

Ayvansaray'ın da turizm ve konut alanı olarak planlandığının altını çizen Demir, "Mevlanakapı ile Silivrikapı arasında yer alan surların iç kısımlarına 70 bin metrekare kadar rekreasyon alanı yapacağız. Çalışmalarına başladığımız yenileme projeleri deprem ve tarihi önem açısından en kısa sürede tamamlamak öncelikli hedefimizdir" dedi.

ÜÇ ADIMDA MUSTAFA DEMİR'İN DÖNÜŞÜM FORMÜLÜ

1- Depremde çok fazla can kaybı olacak. Elimizi çabuk tutmalıyız.
2- Lokal olarak bölgeler yenilenmeli. Sonuçta ciddi bir rakama ulaşılır.
3- Kentsel dönüşümle depreme ve tarihe karşı önlemler alınmalı.

Milliyet, 22.02.2011

300 YILLIK KONAĞA KÖYLÜLER SAHİP ÇIKTI

 

 

Kastamonu'nun Hanönü İlçesi'ne bağlı Yenice Köyü'nde bulunan, yaklaşık 300 yıllık tarihi Hüseyin Bey Konağı'na köylü sahip çıktı.

 

Alınan bilgiye göre, Osmanlı İmparatorluğu döneminde bölgenin köklü ailelerinden olan Hacı Ahmetoğullarından Hüseyin Bey tarafından yaptırılan ve uzun süre mirasçıları arasındaki anlaşmazlık nedeniyle onarılamayan tarihi konak, mirasçılar arasındaki uzlaşmanın ardından geçen yıl Kastamonu İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından tescil edildi.

 

Konağın büyük hissedarı Osman Korkmaz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, binanın tescil edilmesinin ardından köy muhtarlığı ve Yenice Köyü Çevre Güzelleştirme Derneği'yle birlikte konağın restorasyonu için ilgili kurumlara dilekçe verdiklerini, ancak olumlu bir sonuç alamadıklarını söyledi.

 

Tarihi konağı, onarılması şartıyla kişi ya da kurumlara devredebileceklerini ifade eden Korkmaz, ''2 katlı binada 2'si alt katta olmak üzere 7 oda bulunuyor. Odalardan biri işleme tavanlı. Ağaç süslemeleri güzelliğini hala koruyor. Kastamonu mimarisinin en güzel örneklerinden olan bu yapıyı gelecek nesillere aktarmak istiyoruz'' dedi.

 

Köy sakinlerinden, emekli öğretmen Muhittin Göksoy da Hüseyin Bey Konağının 700 yıllık geçmişe sahip köylerinin simgesi olduğunu kaydetti. Evinin karşısındaki konağın bakımsız halini gördükçe üzüldüğünü anlatan Göksoy, ''Muhtarlık ve köy derneği olarak Hüseyin Bey Konağı'nı, restorasyonunu yaptırarak, köyümüze kazandırmak istiyoruz. Bu düşünceyle Valiliğe konağın restorasyonunu köy halkı olarak yaptırmak için dilekçe verdik'' dedi. Yenice Köyü Muhtarı Mustafa Ok ise tarihi konağı restore ederek turizme kazandırmayı planladıklarını belirtti.

Habertürk, 22.02.2011

BARAJ ALTINDA KALACAK TARİHİ AKKÖPRÜ KORUMAYA ALINIYOR

 

 

Muğla'nın Köyceğiz İlçesi'nde bulunan ve baraj suları altında kalacak olan tarihi Akköprü'nün zarar görmemesi ve ileriki yıllarda tekrar gün ışığına çıkarılabilmesi için koruma çalışmaları başladı.

 

Akköprü Barajı'nın yapımında görev alan Mimar Çağatay Tekin 30 metre yükseklikte ve 50 metre uzunluğundaki tarihi Akköprü'nün baraj suları altında kalacağını söyledi. Tekin, şöyle konuştu: "Şu anda baraj gölünde su tutuluyor ve seviyesi yükseliyor. Akköprü'de ilk etapta koruma çalışması yapılıyor. Köprü daha sonra kil ve kaya dolgu ile kaplanacak. Suyun altında köprü gözükmeyecek yalnızca kum tepesi görünecek. Suyun şiddetine dayanamayacağı için böyle kalıcı bir yönteme başvuruldu. Barajın ömrü yaklaşık iki yüz yıl, Akköprü iki yüz yıl sonra bile sağlam olarak gün ışığına çıkarılabilecek."

 

Dalaman Çayı üzerinde sulama, enerji ve taşkın koruma amaçlı planlanarak 1996 yılında yapımına başlanan Dalaman Akköprü Barajı'nın su tutmaya başladığı ve testlerin sürdüğü bildirildi. Gövde yüksekliği 207 metre olan Akköprü Barajı bünyesindeki hidroelektrik santrali kanalıyla da yılda 343 milyon kilovat saat elektrik enerjisi üretilecek. Baraj aynı zamanda Dalaman ve Ortaca ovalarıyla, yöredeki yerleşim yerlerini ve Dalaman Havalimanı'nı su taşkınlarından koruyacak. Baraj tamamlandığında Dalaman ve Ortaca ovalarındaki 14 bin 200 hektar tarım alanının sulaması yapılacak.

Zaman, Fotoğraf: Türkiye Gazetesi, 22.02.2011

5 BİN YILLIK BALTA

 

Ezine İlçesi'ne bağlı Geyikli beldesi yakınlarındaki kazılarda 5 bin yıllık taş baltalar bulundu.

Troia antik kenti Kazı Başkan Yardımcısı Doç.Dr. Rüstem Aslan, Bozköy Hanaytepe Höyüğü’nün Troia’dan sonraki en büyük höyük olduğunu belirterek “Bu bölgede yaptığımız çalışmalarda mezarlık alanı olduğunu tahmin ettiğimiz yeri bulduk. Kazılarda çok kaliteli ve farklı taşlardan yapılmış 5 bin yıl öncesine ait taş el baltaları bulduk. O zamanlar balta yapımında andezit ve çay taşı gibi farklı karakterde taşlar kullanılmış.

Bunun dışında daha sert taşlardan yapılmış el baltaları da var” diye konuştu.

Türkiye Gazetesi, Haber: Ayhan Öncü, 22.02.2011

TOKİ'DEN 90 BİN LİRALIK RESTORASYON KREDİSİ

 

Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ), tarihi tescilli kültür varlıklarının restorasyonu için sağladığı kredi miktarını 80 bin liradan 90 bin liraya yükseltti. 10 yıl vadeli yüzde 4 faizli kredilerden yararlanmak isteyenlerin başvuruları 11 Marta kadar kabul edilecek. 2005 yılından bu yana sürdürülen çalışmalar kapsamında 303 projeye toplam 22 milyon 656 bin liralık kredi tahsis eden TOKİ, bu kredinin 15 milyon 559 bin liralık kısmını kullandırdı. Restorasyon çalışması başlatılan 303 projeden 167’si tamamlanırken 41’i tamamlanma ve kabul aşamasına getirildi.

Türkiye Gazetesi, 22.02.2011

ERTUĞRUL GÜNAY VEDA MI ETTİ?

 

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, rehberlerin statüsünü iyileştirmek konusunda oldukça meşakkatli bir yol aldıklarını vurgulayarak, "Eğer umutlarım boşa çıkmazsa 2011 yılı sona ermeden Rehberler Yasası’nın çıkacağını umut ediyorum ve bunun için hep birlikte çalışacağız" dedi.

Haliç Kongre Merkezinde Turist Rehberleri Birliğince (TUREB), "21 Şubat Dünya Rehberler Günü" kutlamaları kapsamında düzenlenen TUREB Ödülleri töreninde konuşan Günay, Türkiye’nin son yıllarda bir dünya markası haline gelmeye başladığını belirtti.

Günay, ekonomik krize rağmen hem gelenlerin sayısının hem de turizm gelirlerinin arttığını ifade ederek, Türkiye’nin turizmde elde ettiği başarının arkasında sektörde emeği geçen herkesin, özellikle de rehberlerin büyük katkısı olduğunu vurguladı.

Türkiye’ye ilk gelenlerin rehberleri gördüğünü ifade eden Günay, "Yine sizin yardım, yol, göstermeniz, bilginiz, birikiminiz, güler yüzünüz ve gayretinizle onlar Türkiye’den iyi duygularla ayrılıyorlar. 2010 yılını 28,5 milyon rakamıyla kapattık. Aranızda rehberlik mesleğinde bir çeyrek yüzyılı, hatta 50 yılı geride bırakanlar bu rakamın ne anlama geldiğini çok iyi bilir" diye konuştu.

Bakan Günay, Türkiye turizmini kıyı turizmi olmaktan çıkarmaya çalıştıklarını, bu alanda güzel adımlar atıldığını dile getirerek, şunları kaydetti: "Bu toplantı bu yasama döneminde sizinle bu ölçülerde karşılaşacağımız son toplantıdır. Bildiğiniz üzere ülkemizde haziran ayında bir seçim var. Haziran ayından sonra Türkiye’de iktidar değişmeyecek gibi görünse de belki Kültür ve Turizm Bakanı değişir. O yüzden bu toplantıyı kendim için de turizmin önde gelen bir meslek gurubuna hesap verme toplantısı kabul ediyorum. Türkiye’de turizmi çeşitlendirme ve ülke düzeyine yayma iddiasını eyleme geçirmeye çalıştık. 2007 yılının sonunda göreve başladım bildiğiniz gibi. İzmir, Van, Erzurum, Mardin, Hatay, Diyarbakır yeni kültür ve şehir destinasyonları olarak geliyor.

Termal turizmin mastır planlarını bitirdik. Doğu Karadeniz odaklı bir turizm kalkınma projesi yaptık. Sümela ve Ahdamar’da yaptığımız ayinler de Türkiye’de inanç turizminin güçlü biçimde ortaya çıkmasını sağlıyor"

Arkeoloji alanında da büyük yatırımlar yaptıklarını ifade eden Günay, bu konuya Bakanlık olarak 30 milyon aktardıklarını, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde 111 yerli, 40 tane de yabancı kazının devam ettiğini kaydetti.

Günay, rehberlerin statüsünü iyileştirmek konusunda oldukça meşakkatli bir yol aldıklarını vurgulayarak sözlerini şöyle sürdürdü: "Göreve başladığımda bunun çok kolay olabileceğini düşünmüş ve büyük bir cesaretle, ’hemen yaparız’ diye söz vermiştim ama Türkiye’de sadece siyasette ve bürokraside değil, meslek kuruluşları arasında da oldukça kırılması güç zincirler ve oligarşik yapılar var. Bunların direnişi oldukça zaman aldı doğrusu. Yani başka alanlarda örgütlenmiş olan gruplar yeni meslek gruplarının örgütlenmesini desteklemek yerine engellemek konusunda çaba göstererek bize zaman kaybettirdiler.


Son durumu söylüyorum, müstakilen bir Rehberler Meslek Birliği Yasası oluşturduk, Bakanlar Kurulunda bütün imzalar tamamlandı. TBBMM’de komisyon eşiğindeyiz. İnşallah bir an önce yasalaşacak. Bu görev dönemimde bu yasayı çıkarabileceğimi tahmin etmiştim ama olmadı. Sanıyorum komisyondan geçirebiliriz. Bu konuda hepinizden yardım istiyorum. Eğer komisyondan geçirirsek yeni dönemde ilk çıkarılabilecek yasalardan biri olacak. Eğer umutlarım boşa çıkmazsa 2011 yılı sona ermeden Rehberler Yasası’nın çıkacağını umut ediyorum ve bunun için hep birlikte çalışacağız."

Günay, Türkiye’nin dünyada çok tanınan bir turizm ülkesi olduğunu belirterek, bundan sonra Türkiye’nin her alanda kaliteyi yukarda tutması gerektiğini söyledi.

Törende daha sonra, TUREB tarafından "21 Şubat Dünya Rehberler Günü" kutlamaları kapsamında düzenlenen ve turizmin en iyilerinin internet üzerinden yapılan oylamayla seçildiği "TUREB Ödülleri" sahiplerine Bakan Günay tarafından verildi. Beş ayrı dalda verilen ödülleri, "Tanıtım" alanında Ege Yayınları, "Sürdürülebilirlik" alanında Seferhisar Belediyesi, "Konukseverlilik" alanında Arkeoloji Müzesi, "Otantiklik" alanında Bilintur ile Hoca Paşa Kültür Merkezi ve "Turizm Eğitimi" alanında Doç.Dr. Nazmi Kozak almaya hak kazandı. Törende, meslekte 25. ve 50. yılını dolduran aralarında aynı zamanda sinema eleştirmeni olan Atilla Dorsay’ın da bulunduğu rehberlere plaketleri de TUREB Başkanı Şerif Yenen tarafından takdim edildi.

Radikal, 22.02.2011

İRAN'IN İDDİASINA 800 YILLIK CEVAP

 

 

İran Devlet Haber Ajansı İRNA, İran’ın Kültür Mirası Festivali kapsamında geçen hafta İstanbul’da düzenlenen bir programda konuşan İran Cumhurbaşkanı Yardımcısı Hamid Baghaei’nin konuşmasında Mevlana’yı “İranlı büyük düşünür” olarak tanımlamasına rağmen, bazı Türk medya kuruluşlarının bu tanım yerine “Türk” sözcüğünü koyduğunu duyurdu.


İRNA’nın bu eleştirel açıklaması tartışma yarattı. İran’da şiirlerini Farsça yazan Mevlana’nın bir İranlı olduğu savunuluyor. Bu nedenle, Türkiye “İranlı Mevlana’ya sahip çıkmak”la suçlanıyor. Türkiye’deki Mevlana araştırmacıları ise tersi görüşte. Mevlana’nın Türk olduğunun şüphe götürmez bir gerçek olduğunu söyleyen bilim adamları, kanıt olarak da Mevlana’nın 800 yıl önce yazdığı “Her ne kadar Farsça söylesem de, aslım Türk’tür benim” cümlesinin yer aldığı rubaiyi kanıt olarak sunuyor...

Yrd. Doç.Dr. Nuri Şimşekler (Selçuk Üniversitesi Mevlana Araştırmaları Enstitüsü Müdürü): "Türkiye  ya da İran’ın bir değeri değil, bütün dünyaya mal olmuş bir düşünür olan Mevlana’nın milliyetiyle ilgili yapılan tartışmaların gereksiz olduğunu düşünüyoruz. Bu tartışma yüz yıllar boyunca yapılmadı, son 40-50 yıldır konuşuluyor. Mevlana dönemin edebi dili olan Farsça ile yazmış. Zaten o dönem Türkçe edebi bir dil olarak fazla rağbet görmüyordu. Kaldı ki az sayıda da olsa Türkçe şiir ve beyitleri vardır.


Mevlana bir rubaisinde, ki bu rubai yazma eserlerinin tamamında var ve İran’da yayımlanan matbu rubaileri arasında yer alır, kendisinin Türk olduğunu dile getiriyor. Türk olduğu konusunda şüphemiz yok ancak Mevlana’yı milli kimliği ile kategorize etmenin yanlış olacağı düşüncesindeyiz. Mevlana 100-150 yıldır batıda yaygın bir şekilde tanınıyor, son yıllarda ise entelektüel kesimde çok tanındı. İran da bu açıdan sahipleniyor. Dünyaya ‘Bu değer bizimdir’ demek istiyor. İddiasını, eserlerin Farsça olmasına dayandırıyor. İran bölgesinde yetişen Nizami, Şehriyar gibi büyük şairler de Türkçeyi kullanıyor. Bu cepheden bakarsak onları da Türk kabullenmek lazım. Bir şairin, bir düşünürün yazı diliyle milliyetine karar vermek çok zordur. Bugün nasıl ki ortak bilim ve iletişim dili haline geldiği için birçok kişi İngilizce yazıyorsa, 13. yüzyılda da Farsça edebi bir şiir dili olarak Anadolu ve İran coğrafyasında tüm şairlerin kullandığı dildi. Mevlana’nın milletiyle uğraşma yerine, insanca yaşama dair öğretilerinden istifade etmeyi bilmek gerekir.”

Prof.Dr. Adnan Karaismailoğlu (Kırıkkale Üniversitesi Rektör Yardımcısı, Mevlana Derneği Kurucu Başkanı): “Kendilerine ait göstermek için bir çaba sarf ediyorlar. Zaman zaman bu tartışmalar oluyor. Ancak Mevlana’dan Anadolu’da çok faydalanılmıştır.
Doğduğu bölge itibariyle Türklerin yaşadığı bir bölge olması itibariyle böyle bir görüşü ifade etmek mümkündür Türkler açısından. Tarihi bilgiler, soy kimliği hakkında açıkça kanıt sunmuyor, bu yüzden bu tartışmaları çok anlamlı bulmuyoruz. Tarih boyunca Mevlana’nın zenginliğidir şüphe götürmez olan.
Bu yüzden başka milletler de bu kadar yakın olmayı arzu ediyor. Ancak Mevlana gibi binlerce kişi Farsça yazmıştır. Yabancı dil gibi algılanmamıştır Türkler arasında. Yoksa asırlar boyunca Farsça eserler verilmiştir, biz özellikle kültürel manada birlikteliği önemseyerek, Mevlana’yı kendimizden biliyoruz.”

Prof.Dr. İsmail Yakıt (Süleyman Demirel Üniversitesi Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü İslam  Felsefesi Anabilim Dalı Başkanı): “Mevlana’nın Kaşkar Türkü olduğunu birkaç kez bilimsel tebliğ olarak sundum. Mevlana Türk’tür. Ailesiyle de Hakani lehçesiyle konuşuyor. Bu, Orta Asya’ya mehsup bir lehçedir. Ahmet Yesevi’nin, Kaşgarlı Mahmut’un Türkçesi’dir. Türk olduğunun en büyük delili de oğlu Sultan Veled’dir. Mevlana ailesi Karaman’a geldikten sonra doğmuştur.
Tüm Anadolu’da Anadolu lehçesi konuşulurken, evlerinde Hakani lehçesiyle beyitler yazıyordu. Zaten Mevlana’nın Farsçası da Anadolu Farsçasıdır. Elit kesiminin dili olduğu için, Selçuklu’nun resmi dili olduğu için bu dili kullanmıştır.”

Mevlana’nın neredeyse tüm yazmalarında bulunan rubaisi şöyle:
“Yabancı bellemeyin beni, ben de bu ildenim,
Sizin vatanınızda kendi yurdumu aramaktayım,
Her ne kadar düşman gibi görünsem de, düşman değilim,
Her ne kadar Farsça söylesem de, aslım Türktür benim.”

Milliyet, Haber: Şükran Pakkan, 22.02.2011

"ATATÜRK'TEN SONRA KADRİNİ BİLEN YOK"

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Atatürk'ten sonra Ankara'nın kadrini bilen ve yeni bir başkent yapıldığının farkına varan bir yöneticinin Ankara sınırlarından geçmediğini belirtti.

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Anadolu Çağdaş Eğitim Vakfının (ANAÇEV), Atatürk Orman Çiftliği Müze ve Sergi Salonu'nda, okul öncesi öğrenciler yararına düzenlenen “3 Tenor 1 Soprano” konserine katıldı. Konserden önce müzeyi gezen, fotoğraflar ve resimleri inceleyen Bakan Günay, Atatürk Orman Çiftliği Müdürü Ömer Bülent Arslan'dan bilgi aldı.

Heyecan verici bir mekanda bulunduğunu dile getiren Bakan Günay, “Cumhuriyetle özdeşleşmiş bir mekandayız ve bir kez daha Mustafa Kemal Atatürk'ü rahmetle ve minnetle anıyoruz” diye konuştu. Günay'ın sözleri, konseri izlemeye gelenlerce uzun süre alkışlandı.

Büyük Önder Atatürk'ten sonra Ankara'nın kadrini bilen ve yeni bir başkent yapıldığının farkına varan bir yöneticinin Ankara sınırlarından geçmediğini kaydeden Bakan Günay, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Büyük Önder, Gençlik Parkı'nı, Ulus'u, bu çiftliği, tarihi Ankara'yı kendi yaşadığı müddet içinde şekillendirmiş. Ne yazık ki arkasından gelen sürede biz bir başkent kurduğumuzun yeteri kadar farkına varmamışız ve bu keşmekeş ortaya çıkmış. Tandoğan'dan 20 yıl kadar önce kaldırılmış ‘Su Perileri Heykeli'ni tamir edip Cer Modern'in bahçesine koyarken bir kez daha eski defterleri karıştırdım. Gördüm ki o heykel İtalya'dan ilk getirildiğinde Kızılay'a konulmuş. Kızılay'da bir konser alanı düzenlenmeye çalışılmış. Kızılay'ın ismi de o zaman tosbağa yatağıymış, ıslak bir alanmış.

Ankara'da ne yazık ki yeni parklar, yeşil alanlar üretmek yerine çok sayıda bina yapıldı ve çağdaş modern bir başkent kurmayı geciktirdik. Şimdi elimizden geldiği kadar derleyip toparlamaya çalışıyoruz ama zarar bu kadar ilerleyince neresinden dönerseniz dönün telafi etmek çok da kolay olmuyor. Son zamanlarda bir derlenme toparlanma var en azından Hamamönü'nü gezdiğiniz zaman tarihi kentin ortaya çıktığına dönük bazı ip uçları belirmeye başladı.”

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, geçtiğimiz yıl da benzer açıklamalar yaparak “Ankara'ya Mustafa Kemal Atatürk'ten sonra ufku olan bir siyaset adamı, bir devlet adamı, vali, belediye başkanı, başbakan gelmemiş” şeklinde konuşmuştu. Günay'ın bu sözlerine Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, şu sert yanıtı vermişti:

“Sayın Kültür Bakanı'yla bu açıklamalarının aslının ne olduğunu konuştum. Bu ifadeleri geceyarısı kullandığını ve kastı olmadığını söyledi. Sayın Bakanın geceyarısı konuştuğu için kafası karışıktı, meşguldü, iyiydi herhalde.”

“Peki sizce ufku olan belediye başkanları oldu mu?” sorusuna da Gökçek, “Ufku olan da var olmayan da. Rahmetli Altınsoy, Barlas, Bedük'ün büyük hizmetleri oldu. Ankara'da çalışmış olan bir çok valinin geniş ufukları vardı. Rahmetli Özal'a ufuksuz demek insanın ufkunun olmadığı anlamına gelir” karşılığını vermişti.

Hürriyet Ankara, 22.02.2011

 

******


"GÜNAY BİZE KÖSTEK OLDU"

 

Bakan Günay'ın önceki gün yaptığı, “Atatürk'ten sonra Ankara'nın kadrini bilen ve yeni bir başkent yapıldığının farkına varan bir yönetici Ankara sınırlarından geçmedi” açıklaması üzerine, Büyükşehir Belediye Başkanı Gökçek bakan Günay'ı telefonla aradı.

Başbakan Tayyip Erdoğan'la yaşadığı heykel polemiğinin ardından istifa edeceği söylentileri yayılan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'a bir darbe de Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'ten geldi. Bakan Günay'ın önceki gün yaptığı, “Atatürk'ten sonra Ankara'nın kadrini bilen ve yeni bir başkent yapıldığının farkına varan bir yönetici Ankara sınırlarından geçmedi” açıklaması Gökçek'i kızdırdı. Açıklamaları okuyan ardından Günay'ı telefonla arayan Gökçek Ankara Hürriyet'e şu açıklamaları yaptı:


“Açıklamaları gazetede okuyunca ben de merak ettim. Sayın Bakan'ı aradım ve ‘Sayın Bakan yine bir şeyler söylemişsin' dedim. Kendisi, “Aramızı açmak istiyorlar. Seninle ilgili söylemedim” dedi.


Bunun üzerine ben de, “Büyük Önder Atatürk'ten sonra Ankara'nın kadrini bilen ve yeni bir başkent yapıldığının farkına varan bir yöneticinin Ankara sınırlarından geçmediğini” söylemişsiniz. Burada kastettiğiniz kişiyi merak ettim. Şu anda Türkiye'yi yöneten Sayın Başbakan, Ankara Belediye Başkanı da benim. Hangimizi kastettiniz?” diye sordum. İkimizi de kastetmediğini söyledi ve bahsettiği kişilerin İsmet İnönü ve Celal Bayar olduğunu ifade etti. Ben de güldüm.
Sonra kendisine iki sual sordum. “Ankara'da yeni parklar yapılmadığını, yeşil alanlar yerine binalar yapıldığını” söylemişsiniz. Türkiye'nin en yeşil kenti hangisi” diye sorunca cevap alamadım. Kendisine Ankara'nın kişi başına 18 metrekarelik yeşil alanla birinci olduğunu, dünyanın hiç bir Başkentinde Ankara'daki gibi sekiz dev rekreasyon alanı olmadığını anlatarak, “Siz buraları gezmek ister misiniz?” diye sordum, kabul etti. Yani görmediğini de itiraf etti. Sayın Bakana Ankara'nın ne kadar yeşil olduğunu göstereceğiz. Bu suretle sadece Ulus-Kızılay-Meclis arasında gidip gelen Sayın Bakana da da Ankara'yı göstermiş olacağız.


Ayrıca Sayın Bakan bu lafları sarf etmeseydi söylemeyecektim. Ankara'da tarihi yerlerin gecikmesinden bahsediyor. Bugüne kadar Hacı Bayram Camii geciktiyse bize köstek olan maalesef bakandır.”

Hürriyet Ankara, Haber: Deniz Gürel, 23.02.2011

 

******


GÜNAY'A CHP'DEN "SÖZÜNDE DUR" ÇAĞRISI

 

Kültür ve Turizm Bakanı Günay'ın, “Atatürk'ten sonra Ankara'nın kadrini bilen yok” açıklamasının üzerine, Başkan Gökçek'le yaptığı telefon görüşmesinin Ankara Hürriyet'te yer almasının ardından, tartışmaya CHP de katıldı.

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın, “Atatürk'ten sonra Ankara'nın kadrini bilen yok” açıklamasının üzerine, Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'le yaptığı telefon görüşmesinin Ankara Hürriyet'te yer almasının ardından, tartışmaya CHP de katıldı.

CHP Ankara İl Başkanı Tarık Şengül, “Gökçek, Bakan Günay'ı aradığını ve Günay'ın kendisine, ‘Seni değil, İsmet İnönü ve Celal Bayar'ı kastediyorum' dediğini söylüyor. Kültür Bakanı, Gökçek'e söylediklerinin arkasında duracak cesarete sahip değil. Kendisiyle kayıt altındaki bir görüşmemizde yine geçmişe yönelik eleştiride bulunmuş ve açıkça Gökçek'i de işaret etmişti” dedi.

“İnönü'yü bu işe karıştırmak ne Ankara'yı bilmek ne de haddini bilmektir” diyen Şengül şunları söyledi:
“İl Başkanlığım öncesinde yazdığım gazetedeki köşemde bir vakfa arazi tahsisi ile ilgili konuyu ele almıştım. Kendisi o yazım üzerine görüşmek istedi. Makamında yaptığımız ve kendi izniyle kayda alınan görüşmede benzer söylemlerde bulunmuştu. Ankara'nın Gökçek de dahil olmak üzere uzun süredir iyi bir yöneticiye sahip olmadığını açık biçimde ifade etti.

Mülakatta Bakan Günay'a, “Göreve ilk başladığınız dönemde bu anlamda bir tür sembolik değeri de olan alışılmadık işler yaptığınızı biliyorum. Kültür Bakanlığı'na ait çok katlı bir yapının yıkılması meslek camiamızda Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'e de bir mesaj verdiğiniz biçiminde yorumlanmıştı” hatırlatmam üzerine bana yanıtı, ‘Yani herkese, bir anlamda geçmişten bu yana Ankara'da görev yapan herkese elbette attığımız adımlar, mesaj verme anlamı taşıyor. Ben hep onu söyledim, yüksek sesle ve yine söylüyorum Atatürk'ten sonra ufku olan bir yönetici yani 2000'lere kadar Ankara'ya gelmemiş, Başbakan, Cumhurbaşkanı, Ankara Belediye Başkanı, çeşitli bakanlıklar düzeyinde. Atatürk'ün zamanında açılmış ana güzergahlar var, büyük caddeler var işte bu Sıhhiye'den, Kızılay'a doğru giden cadde ya da Ulus'tan Sıhhiye'ye giden, İstasyon'a giden caddeler gibi, devamı yok bu caddelerin. Ana güzergahlar, ana arterler meydanlar hiçbir şey olmamış. Bir Orman Çiftliği var ya da bir Gençlik Parkı var, hepsi Atatürk'ten kalma' olmuştu.”

Kültür Bakanı bozuk bir saat gibi nadiren doğru söylüyor, sonra bunları da yalan hale getiriyor. Talihsiz bir durum. Sayın Bakan'ın kendi geçmişinin arkasında duramadığını düşününce, Gökçek'e yönelik söylediklerinin arkasında durmasını beklemek gerçekçi değil. O yüzden kendisini anlayışla karşılıyoruz. Diğer taraftan İnönü'yü bu işe karıştırmak ne Ankara'yı bilmek ne haddini bilmektir.”

Tartışma Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın, bir konser sırasında yaptığı konuşmada geçen, “Atatürk'ten sonra Ankara'nın kadrini bilen ve yeni bir başkent yapıldığının farkına varan bir yönetici Ankara sınırlarından geçmedi” sözleri üzerine başlamıştı.

Açıklamaları okuyan ardından Günay'ı telefonla arayan Gökçek Ankara Hürriyet'e “Sayın Bakan'ı aradım ve ‘Sayın Bakan yine bir şeyler söylemişsin' dedim. Kendisi, “Aramızı açmak istiyorlar. Seninle ilgili söylemedim. İsmet İnönü ve Celal Bayar'ı kasdettim' yanıtını verdi” açıklamasını yapmıştı. Gökçek'in, “Sayın Bakan bu lafları sarf etmeseydi söylemeyecektim. Ankara'da tarihi yerlerin gecikmesinden bahsediyor. Bugüne kadar Hacı Bayram Camii geciktiyse bize köstek olan maalesef Bakan'dır” sözleriyle ilgili Bakan Günay'ın sessizliği sürüyor.

Hürriyet Ankara, Haber: Deniz Gürel, 26.02.2011

BİN 500 YILLIK SARNIÇ RESTORE EDİLECEK

 

 

İstanbul'un en eski yapılarından Sultanahmet'teki Yerebatan Sarnıcı, Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edilecek. Bizans döneminde sarayın su ihtiyacını karşılamak üzere yaptırılan, günümüzde ise milyonlarca ziyaretçinin akınına uğrayan bin 500 yıllık sarnıç, ilk kez tadilat geçirecek.

 

Bizans İmparatoru Justinyen tarafından MS 542 yılında yaptırılan dünyanın en eski sur sarnıcı Yerebatan, 1987 yılında temizlenerek ziyarete açıldı. Sarnıç için 2008'de alınan ilk restorasyon kararının ardından yapılan çalışmalarda sona gelindi. Kültür AŞ'nin işletmesini yaptığı sarnıç, 2005 yılında tarihi eser olarak tescil edildi. 2008 yılında koruma altına alınan sarnıç için Tarihi Çevre Koruma Müdürlüğü tarafından Belediye Meclisi'ne başvuru yapıldı. Kültür varlığının yeniden ihyası için gerekli rölöve, restitüsyon, restorasyon, inşaat, makine, elektrik mühendisliği ve zemin etüdü projelerinin müdürlükçe elde edilmesi amacıyla bütçe sağlanması için hazırlanan rapor oybirliğiyle kabul edildi.

Zaman, Haber: Sevgi Korkut, 21.02.2011



******


YEREBATAN SARNICI OTOBÜSLERİN YÜKÜNDEN KURTULDU

 

İstanbul'un tarihi yapılarından Yerebatan Sarnıcı, her gün üzerinden geçen yüzlerce turist otobüsünün ve diğer araçların baskısından kurtuldu.

 

Yerebatan Caddesi altındaki sarnıcın zarar görmesi üzerine harekete geçen Büyükşehir Belediyesi Ulaşım Koordinasyon Merkezi, turist otobüsleri için yeni bir güzergah belirledi. Sarnıcın bulunduğu cadde ağır araç trafiğine kapatılırken, otobüsler artık Alemdar ve Alayköşkü caddelerini kullanacak. Böylece 532 yılında inşa ettirilen sarnıcın, yoğun trafik yüzünden karşı karşıya bulunduğu çökme tehlikesi ortadan kalkacak.

 

Her gün tonlarca ağırlığıyla birçok tur otobüsünün duraklarından biri olan Yerebatan Sarnıcı'nın bulunduğu caddenin trafiğe kapatılması, sarnıcın yıkılma tehlikesini ortadan kaldırdı.

 

Türkiye Rehberler Birliği Başkanı Şerif Yenen, Yerebatan Sarnıcı'nın bulunduğu caddenin ağır araç trafiğine kapatılmasının sevindirici olduğunu söyledi. Kararın uygulanması gerektiğini belirten Yenen, "Gelişmeler sevindirici, gerekli önlemler alındı. Ancak bu caddenin tamamen araç trafiğine kapatılması gerek." diye konuştu.

 

Tarihi Yarımada'nın araç trafiğine kapatılması, Yerebatan Sarnıcı'nı büyük bir tehlike ile karşı karşıya getirmişti. Sultanahmet ve Civarı Yayalaştırma Projesi kapsamında araç trafiğine kapatılan meydanda, turist otobüsleri için bazı indirme ve bindirme noktaları belirlenmişti. Bu noktalardan en önemlisi Yerebatan Sarnıcı'nın üzerindeki yoldu. Bu ağır trafiğin tarihi yapıya her geçen gün daha da çok zarar verdiğine dikkat çeken Kültür Bakanlığı İstanbul 1 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, Yerebatan Sarnıcı önündeki yolun ağır trafiğe kapatılması konusunda Büyükşehir'e gerekli uyarılarda bulundu. Kurul tarafından hazırlanan raporda metro ve taşıtlardan dolayı meydana gelen titreşimlerin yapıya verdiği zararın sürekli kontrol edilmesine ve yolun ağır trafiğe kapatılmasına karar verildi.

Zaman, Haber: Yasin Kılıç, 23.02.2011

 

******


"YIKARAK TARİHİ KURTARIYORUZ"

 

Yerebatan Sarayı'nın üzerinde yük oluşturan İstanbul İl Özel İdaresi ve İl Genel Meclisi'nin Sultanahmet'teki eski binasının yıkımına dün başlandı. Yıkılan yapının yerine yeşil alan ve park yapılacak. Binanın yıkılmasıyla bin 500 yıllık tarihi Yerebatan Sarayı'nın üzerindeki yükten kurtulacağını belirten Topbaş, "Yıkarak tarihi kurtarıyoruz" dedi.

Sabah, Haber: Ali Şahin, 24.02.2011

OSMANLI'DA SAĞLIK KURALLARI

 

Topkapı Sarayı hekimlerinin arşivlerini araştıran Prof.Dr. Ayten Altıntaş bugün doğru saydığımız birçok şeyin o zamanlar uygulandığını görmüş. Altıntaş, besinleri yaşlara göre taksim edip, kıyafetleri bile hekimlere soran bir tıptan söz ediyor.

 

Araştırmaya nereden başladınız?
Benim kaynağım Osmanlı tıp kitapları. Ben buna “eski tıp” diyorum çünkü binlerce yıllık birikimle oluşturulmuş. Osmanlı tıbbı zamanına göre uluslararası. Hint tıbbını da, eski Yunan tıbbını da, İslam alimlerinin bilgilerini de kapsıyor. Ben Osmanlı hekimlerinin yazdığı kitaplarda aktardıkları bilgileri inceliyorum. Bunların yüzde altmışı sağlıklı yaşam üzerinedir. Daha sonra hastalık tedavisine geçerler. Yani öncelikleri hastaları sağlıklı yaşatmaktır. Şimdi şimdi modern tıpta sağlıklı yaşam ön plana geçmeye başladı. 

Sağlıklı yaşama dair neler tavsiye ediliyor?
Havalardan başlarlar öncelikle. Sağlıklı hava nasıl olur, buna kafa yorarlar. Ondan sonra yeme, içme, gıdalar, kullanılan kıyafetler, evlerin durumu... Bütün detaylar verilir. Osmanlı hekimlerine göre, deniz kenarındaki hava yaramaz, nemli olduğu için sağlıklı bulmazlar. Onlara göre sağlıklı hava dağlardaki havadır. Baharı ve yazı dağda geçirmeyi tavsiye ederler. Dağ havasının sağlıklı olduğuna ve uzun yaşama etki ettiğine inanırlar. Kalabalık yerlerin havasının kirli olduğunu söylerler. Sonra büyük ağaçların altındaki havayı da sağlıksız bulurlar, ceviz ve incir ağacının altında oturulmasını tavsiye etmezler. Kuzeyden esen rüzgarların sağlıklı olduğunu düşünürler. Evlerin nereye yapılacağı hekimlerin görüşüne göre şekillendirilir. 

Evlerle ilgili tavsiyeleri ne?
Mutlaka yüksek tavan kullanılır çünkü ne kadar temiz hava olursa o kadar iyidir. Evlerin kuzey rüzgarı alması ve doğuya bakması önemsenir. Evler bataklıklara, kaplıcalara yakın kurulmaz. Şehir kurulurken mutlaka hekimlerin kontrolü istenir. Mesela hastane yerine nasıl karar verilir biliyor musunuz? Et parçalara ayrılır ve her bir parçası hastane kurulmak istenen yere asılır. En son neredeki et kokarsa oraya hastane yapılır. Sıcak sulara yakın olması istenir. 

Kıyafet tercihlerinde de hekimlerin tavsiyesi geçerli dediniz…
Mevsimlere göre kumaş tercihleri vardır. Biz hep ipekli kumaşlar sıcak havalarda giyilir diye düşünürüz, hayır, ipekli kumaşları özellikle kışın tercih ederler. Sıcaklık verir çünkü. Sıcak havalarda hep pamuklu ve keten kullanılır. Eski hekimlere göre bütün maddelerin bir niteliği vardır, sıcak, soğuk, nemli, kuru. Ona göre hareket ederler. Soğuk havalarda kürk giyilir ama kürkler içeriye giyilir. Hangi kürkün hangi havaya giyileceğine kadar belirtilmiştir.

Osmanlı mutfağının tıpla ilişkisi ne düzeyde?
Yemekler rastgele yenmez, mevsimlere göre yenir. Sıcak bir mevsimde sıcak nitelikteki yemekler asla yenmez, baharatlar yazın tüketilmez. Salatalık, marul, yoğurt gibi yiyeceklerle serinlik sağlanır. Ne hangi mevsimde ne nasıl pişirilecek onlar detaylarıyla anlatılır. Müshil diye bir yiyecek grubu vardır. Müshil bugün sadece ilaç olarak biliniyor, oysa müshil vücuda zararlı her şeyin terlerle, gözyaşıyla, dolaşımla atılmasıdır. Baharda kiraz verirler, kiraz için özel bir rejim uygulanır. Mesir macunu tamamen baharda hekimlerin verdiği bir macundur ve müshil özelliği vardır. Afrodizyak özelliği de vardır ama onun için yapılmamıştır. Gıdalar bir de yaşlara göre ayarlanır. Bebeklikten yaşlılığa kadar kimin ne yiyeceğinin bilgisini bulmak mümkün. Bebeklerin kanının sıcak olduğunu düşündükleri için hafif şeyler yedirilmesine özen gösterirler. Ergenlik dönemi kanın ve vücudun değiştiği zamandır ve onların gıdasında yine hafif şeylerin verilmesine gayret ederler. Yaşlılıkta daha çok süt, et suyu, baharat kullanımı var. Çünkü yaşlılığı bir “kuruma evresi” olarak görüyorlar. 

Osmanlı da şeker kullanımı da çok yoğun değil mi? Yemeklerde hep kuru meyveler kullanılıyor…
Tabii ki, Osmanlı şekeri sever ama hangi şekeri? Şeker kamışının sıkılarak suyundan elde edilen şekerdir. Sanayi şekeri değildir. Şeker başlangıçta çok masum beyazlaştırılıyordu. Ama nemlenmemesi için bir madde, küp olsun diye bir madde derken şeker de tehlikeli bir gıda haline geldi. Bugün siz pekmez yerseniz, bal yerseniz zararlı değil bu ama o yapay şekerler, jelibonlar tabii ki zararlı. Çünkü beyin glikozla beslenir. Bakın, Alzheimer hastaları hep şeker yemek isterler.

Radikal Hayat, Haber: Ayça Örer, 21.02.2011

GÜNEŞ TANRISI'NI TOPRAĞA GÖMMÜŞLER

 

Datça'da antik Knidos kenti kazılarında çıkan ‘Güneş Tanrısı' Medusa başı motifli 2 bin yıllık mermer heykel 20 gün önce çalındı.

Polis, O.G. (20) ve A.Ç. (19) tarafından çalınan heykeli M.T.'nin (28) Düzce'ye götürdüğünü tespit etti. Zanlılar gözaltına alındı. Bavula sığması için iki tarafından balyozla kırıldığı tespit edilen Medusa başı, Düzce'nin Esençam Köyü'nde M.T.'ye ait bir evin bahçesinde gömülü bulundu. A.Ç. ve O.G. hakkında açıktan hırsızlık ve tarihi esere zarar vermek, M.T. hakkında da tarihi eser alıp satmak ve zarar vermek suçlarından işlem yapıldı. Üç zanlı tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Hürriyet Ege, Haber: Mehmet Çil, 21.02.2011

BEYAZIT MEYDANI'NDA BÜYÜK YIKIM

 

 

Fatih  Belediyesi, Beyazıt Meydanı'nda bulunan 22 dükkanı, Anıtlar Yüksek Kurulu'nun aldığı karar doğrultusunda iş makinalarıyla yıktı. Dükkan sahipleri, yıkımın yasalara aykırı olduğunu ve ruhsatlarının olduğunu ileri sürdü.


Fatih Belediyesi Zabıta ekipleri, Anıtlar Yüksek Kurulu'nun 22 dükkanın yıkımı için aldığı kararını uygulamak için Saat 06.00 sıralarında Kapalıçarşı Beyazıt kapısının sırasında bulunan dükkanların önünde toplandı. Geniş güvenlik önlemi alan çevik kuvvet ekipleri, dükkan sahiplerinin içeriye girmelerine izin vermedi. Zabıta ekipleri, dükkanlardaki malzemeleri kamyonlara yükledi. Ardından iş makinaları dükkanları yaklaşık 1 saat süren çalışma sonucu yerle bir etti. Çevik kuvvet ekiplerinin ayrılmasının ardından dükkanlarının yıkıldığını gören esnaf, yıkımın kanunsuz olduğunu ve kendilerinin ruhsatlarının olduğunu söyledi.

Hürriyet, Haber: Süleyman Kaya, 21.02.2011

ANTANDROS'A KIRK HEMŞEHRİ ARANIYOR

 

Edremit Altınoluk'taki antik Antandros kentinde, 10 yıldır sürdürülen kazı çalışmaları için sponsor arayışı sürüyor.

Antandros antik kentini Kurtarma ve Yaşatma Derneği Başkanı Vecdi Güreli, Edremit Körfezi ve Kazdağları'yla gönül bağı olduğunu düşündüğü, iş, sanat ve medya dünyasından 40 kişiye mektup yazarak destek ve ‘Antandros Gönüllü Grubu' içinde yer almalarını istedi.


Güreli, kazı çalışmalarının hızlandırılması ve bir müze kurulması için destek  gerektiğini vurguladı, “Antandros konusunda yeni hedefler belirlenmesi ve belirlenen hedeflere ulaşılmasında yardımlarını amaçlıyoruz. Bu ülke için, Altınoluk için faydalı ve kalıcı şeyler yapabilmek uğruna sizleri Antandros Gönüllü Gurubuna girmeye davet ediyoruz” dedi.

 

Hedef Alliance Sigorta ve Altınoluk Belediyesi'nin mevcut sponsorları olduğunu belirten Güreli, “Sponsorları çoğaltarak kazıyı hızlandırmak ve bir an önce bir müze oluşturulmasını sağlayarak tarihi eserleri halkımızın izlenimine sunmak istiyoruz. Bunun için de, Edremit Körfezi'ni ve Kazdağlarını sevdiğini bildiğimiz hemşehrilerimizin desteğini bekliyoruz” diye konuştu.

 

Mektup yazılan 40 kişi arasında İş Bankası Genel Müdürü Ersin Özince, Hürriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Metehan Demir, Arıkanlı Holding Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Arıkan, Cem Vakfı Genel Başkanı Prof.Dr. İzzettin Doğan, sinema yönetmeni Nihat Durak, sinema oyuncusu Tuncel Kurtiz, mimar Oktay Ekinci, gazeteci Fatih Altaylı ve eşi Hande Altaylı, yazar-şair Ataol Behramoğlu, mimar Cengiz Bektaş, kardiyolog Prof.Dr. Ahmet Alpman, tiyatro sanatçısı Ayla Algan da bulunuyor.

Hürriyet Ege, Haber: Ahmet Ertan, 20.02.2011

ALLİANOİ SULARA GÖMÜLDÜ

 

 

İçerisinden 'Peri Kızı' gibi yüzlerce tarihi eserin gün yüzüne çıkarıldığı, 'sağlık merkezi' olarak bilinen Allianoi antik kenti, yakınındaki Yortanlı Baraj Gölü Havzası içinde kaldığı için İzmir 2 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu'nun kararıyla kumla kapatıldı. Kamuoyunda büyük tartışma yaratan ve mahkemelik olan kararla ilgili hukuki süreç sürerken, antik kent, geçen 31 Aralık'ta baraj kapaklarının kapanmasıyla suya gömülmeye başladı. Onlarca çeşme, köprü, sütun gibi eser, kum altında kalırken, şu ana kadar üzerinde 18 milyon metreküp suyun da biriktiği bildirildi. Toplam kapasitesi 61 milyon metreküp olan, antik kentin de içinde bulunduğu baraj havzasındaki ağaçlar da Orman Bölge Müdürlüğü yetkilileri ve köylüler tarafından kesilmeye başlandı. Baraj suları nedeniyle, sulara gömülen antik kentin tam ortasından geçen İvrindi-Bergama eski karayolu da trafiğe kapandı.

Antik kentin suya gömülmesi yeni tepkileri de beraberinde getirirken, Allianoi Girişim Grubu Dönem Sözcüsü İffet Diler'in, geçen ayki bilirkişi keşfi sırasında, "Cemre düştüğünde biz yine Allianoi'de olacağız. Alliaoni o gün yine güneşle buluşacak" temennisi ise ilk cemrenin havaya düştüğü dün yerine gelmemiş oldu.

Antik kentin mahkeme kararlarına rağmen suya gömülmesine tepki gösterenlerden Avukat Arif Ali Cangı ise, şunları söyledi:
"Allianoi ile aslında 2005 yılından beri yürütülen hukuksal mücadelede kaybedilen bir dava olmadı. En son koruma kurulunun almış olduğu kuma gömme ve su altına bırakma hakkındaki davalar da şu an olağan süreçte. Mahalde keşif yapıldı. Ancak keşif yapıldığı zaman zaten üzeri kumla örtülmüş vaziyetteydi. Şimdi bilirkişi raporu bekleniyor. Raporun ardından yürütmeyi durdurmayla ilgili bir karar verilecek. Ancak görülüyor ki, burada yapılan bir taraftan tarih katliamı yapmak, bir taraftan da hukuksal bir mahkeme kararını katletmektir. Bu aşamadan sonra mahkemelerce verilecek her karar, su üzerine yazılacaktır. Yürütme kararının durdurulmasıyla ilgili karar beklenmeden yapıldığı için bu işlemler, ciddi anlamda bir suçu doğuruyor. Göz göre göre, yöneticilerin vicdansızca icraatları bu duruma getirdi" diye konuştu, Cangı, "Biz, suya da gömülse yine de antik kentin tarihi için mücadelemizi sürdüreceğiz."

Bergama'ya yaklaşık 15 kilometre uzaklıkta bulunan, sağlık tanrısı Asklepion'a adanan Allianoi adlı antik tedavi ve sağlık merkezi, 1998 yılındaki kazı çalışmalarında keşfedilmişti. 2001 yılında birinci derece arkeolojik sit alanı olarak kabul edilen Allianoi de yapılan kazı çalışmalarında, `Peri Kızı' adlı ünlü tarihi heykelin yanı sıra 11 bin sikke, 400 civarında tıbbi alet, yüzlerce kemik, seramik eser, çeşme, sütun, hamam ve kemerli köprü gün yüzüne çıkarılmıştı. Dünyanın en iyi korunan kaplıcası olduğu kaydedilen Allianoi'yle ilgili İzmir 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu, sulama amaçlı kurulan barajın havzası içinde kaldığı için üzerinin kumla kapatılıp su tutacak hale getirilmesine karar verdi. Çeşitli çevre örgütlerinin tepkisine neden olan, açıklamalarıyla Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu ile sanatçı Tarkan'ı da karşı karşıya getiren işlem uygulamaya konulurken, koruma kurulunun kararına karşı, yürütmeyi durdurma istemiyle açılan İzmir 4'üncü İdare Mahkemesi'ndeki dava da keşif heyeti geçen ay incelemelerde bulunmuş, raporunu halen açıklamamıştı.

Radikal, 20.02.2011

 

******


ALLİANOİ SORUSU BAKAN EROĞLU'NU KIZDIRDI

 

Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Allianoi diye bir yer olmadığını, Roma döneminde hamamlar olduğunu ve buranın Paşa Kaplıcası olarak kullanıldığını belirterek, "Bulan biziz, kurtaran biziz, para desteği veren biziz. Tarihi eserleri korumak için ne istiyorlarsa yapalım. Ondan sonra hedef tahtası oluyoruz. Böyle şey olmaz" dedi.

Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Bolu Belediyesi'nin üniversite öğrenicilerine vereceği dizüstü bilgisayarların dağıtım töreni için Bolu'ya geldi. TEM yolu Paşaköy gişelerinde partililer tarafından karşılanan Bakan Eroğlu, Bolu Valiliği'ni ziyaret etti. Bolu Valisi İbrahim Özçimen tarafından karşılanan Eroğlu, polis mangasını selamladıktan sonra makama geçti.

Gazetecilerin sorularını yanıtlayan Bakan Eroğlu, bir gazetecinin "Kılıçdaroğlu Van Gölü'ne, Van denizi dedi. Nasıl yorumluyorsunuz?" sorusunu şöyle yanıtladı:
"Kılıçdaroğlu zaten Büyükşehir Belediye başkanı adayı olduğu zaman da, yerleştiği Kağıthane'ye Kağıttepe demişti. Sonuçta bunları normal karşılıyorum. Anormal bir durum değil. Tabi bu tür şeyler oluyor maalesef. Yürüyen merdivene tersten binmeye çalışması gibi, geçmişte SSK'da genel müdür iken orayı iflas ettirmesi kayıtlarda var. Dolayısıyla millet CHP'ye iktidar teslim edemez. Bunun farkındayız. Zaten anketlerde onu gösteriyor. AKP  inşallah hizmetlerine devam edecek."

İzmir'in Bergama İlçesi'ndeki Allianoi antik kentinin sular altında kalmasının hatırlatılması üzerine Bakan Eroğlu, şöyle konuştu:
"Zaten sular altındaydı. Biz arkeolojik kazılar yaptık, parasını verdik. Kazıları yaptırdık. Yaklaşık 8 milyon TL DSİ'nin desteği oldu, eserler kurtarılsın diye. Peri kızı alındı, Bergama Müzesi'ne gönderildi. Kültür ve Tabiat Varlıkları, bilim adamlarının tavsiyeleri doğrultusunda ne yapılması gerekiyorsa onu yaptık. Şunu anlayamıyorum; Bulan biziz, kurtaran biziz, para desteği veren biziz. Tarihi eserleri korumak için ne istiyorlarsa yapalım. Ondan sonra hedef tahtası oluyoruz. Böyle şey olmaz."

Tarihte Allianoi diye bir yer olmadığını savunan Eroğlu, orasının 'Paşa Kaplıcası' olarak bilindiğini belirterek şöyle konuştu:
"Geçmişte Roma döneminde birtakım hamamlar varmış. Sonra tahrip olmuş. Daha sonra Paşa Kaplıcası olarak kullanılmış. Yerine gidip gördüm. Orada bir tane sütun vardı. Daha sonra Afyon mermeriyle kaplanmış, merdivenleri betonarme. O tarihte beton var mıydı? Polemik mevzusu olmasın. Benimle alakası yok. Bunu tamamen bu işi bilen insanlar ne diyorsa yaptık. Nerede bir tarihi eser varsa orayı kurtarmak, arkeolojik kazılara destek vermek için elimden gelen her şeyi gösteriyorum. Bazılarının tarihi tahrip ediyormuş gibi göstermelerini anlamıyorum. Tarihi koruyan, tarihi eserleri koruyan, çevreyi koruyan hükümet biziz. Tüm tarihi eserleri ihya ettik. Hepsi çöküyordu. Sadece Türkiye'de değil. Çökmekte olan tarihi eserlerin tamamını ihya etmek için seferberlik yaptık. Bulgaristan'da, Yunanistan'da, Bosna Hersek'te, Moğolistan'da oradaki abideleri kim kurtardı. Bizim hükümet tarihi eserlere en saygılı hükümettir."

Hürriyet, Haber: Mutlu Yuca - Koray Yılmazdemir, 21.02.2011

ATATÜRK'ÜN EVİNİ SOYDULAR

 

'ün Diyarbakır'a geldiğinde kullandığı ve kendisine hediye edilen Gazi Köşkü'ne dün gece kimliği belirsiz hırsızlar tarafından soyuldu. Eve giren hırsızlar evin odasında bulunan tarihi Osmanlı Mangalı ile birlikte bir kaç parça ufak eşya çalarak kayıplara karışırken, olay bugün öğlen saatlerinde fark edildi.

Odaları temizlemek amacıyla odaya giren görevli oda da bulunan eşyaların olmadığını farketmesi üzerine polise haber verildi. Olay yerine gelen polisler parmak izi çalışması yaparak Atatürk'ün evine giren hırsızları bulmak için çalışma başlattı.

Sabah, 20.02.2011

OSMANLI ASKERLERİNİN HÜZÜNLÜ HİKAYESİ

 

Hannover Andreas Mezarlığı'nda, Hıristiyan olmayanların gömülmesinin yasak olduğu halde Müslüman adetlerine göre gömülmüş iki Osmanlı askerinin mezarı var.
 

Tazete.com'dan İrfan Söyler'in haberine göre Viyana kuşatması sonucu Hannover Prensliğine esir düşen iki askere ait olduğu anlaşılan kabirler şu an ilgi odağı konumunda. Mezar taşları Türkiye Büyükelçiliği tarafından yenilenen iki kabir Hıristiyan kabirlerinin aksine kıbleye bakıyor.

Osmanlı askerlerinden Hasan ve Mehmet'e ait olan mezarlarda yatan bu kahraman askerlerin öyküleri ise oldukça ilginç:
1683 yılında 2. Viyana kuşatması sırasında esir düşen iki Osmanlı askeri, Hannover Prensi Prens Ludwig tarafından Hannover'e getiriliyor ve Prenses Sophie'nin hizmetine veriliyorlar. Tüm baskılara rağmen dinlerinde ısrar ederek Hıristiyan olmayı reddeden bu iki kahraman asker, 5 vakit namazlarını aksatmadan kılıp, üzerlerindeki akıncı elbiselerini hiç çıkarmıyorlar. Yaklaşık 8 sene prenses Sophie'ye hizmet ettikten sonra 1691 yılında birkaç ay ara ile ölüyorlar. Ölüm sebepleri hakkında ise ne yazık ki hiçbir bilgi bulunmuyor.

Hizmette hiçbir kusur etmeyeceklerini bunun karşılığında ise tek bir istekleri olduğunu söyleyen Hasan ve Mehmet; öldükten sonra mezarlarının kıbleye doğru kazılmasını ve öyle defnedilmelerini istiyorlar.

Prenses Sophie bu isteği kabul ediyor ve Hıristiyan mezarlığında bu iki aykırı mezar kalıyor. Daha sonraları mezar taşları bile kayboluyor. İrfan Söyler'in çabaları ve Konsolosluğun gayretleri ile tekrar yer tespiti yapılıp mezar taşları yenileniyor.

Hürriyet, 20.02.2011

TAKSİM HAZİRAN'DA KAPANACAK

 

 

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Topbaş, Taksim’de çevre düzenleme çalışmalarına haziran ayında start verileceğini belirterek, “Trafiği yeraltına almak suretiyle meydanı ön plana çıkaracağız” dedi.

 

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, önümüzdeki haziran ayında Taksim’de, çevre düzenlemesi çalışmasına başlamayı hedeflediklerini söyledi. Topbaş, “Taksim’de trafiği yer altına almak suretiyle meydan anlayışını orada etkili olarak hissettirmek istiyoruz.” dedi.


Topbaş, dün Esenler’deki Dörtyol Meydanı’nda yapılacak düzenleme ve alt geçit projesi inşaatıyla ilgili incelemede bulundu. Burada gazetecilere açıklama yapan Topbaş, bütün yerleşim alanlarında meydan oluşturma çalışması başlattıklarını belirterek, Esenler’e de seçim öncesi güzel bir meydan kazandırma çalışması yapacaklarını belirtti. 

“Yaklaşık 5.5 yıldır Marmaray Projesi nedeniyle bazı yerleri kapalı olan Üsküdar’da durum nedir?” sorusunu Topbaş, Marmaray’ın oradaki istasyonda arkeolojik çalışmalar nedeniyle kazı ve inşaat süresinin uzadığını belirterek, şunları söyledi:
“Maalesef Üsküdar’da çalışma birkaç yıldan beri sürüyor ve 2013’e kadar sıkıntı olacak. Burada trafiği by-pass edecek bir düzenleme yapıyoruz. O çalışmayı devreye soktuğumuz zaman trafik sıkıntısı ortadan kalkacak. Aynı şekilde Taksim’de, haziranda çevre düzenlemesi çalışmasına başlamayı hedefliyoruz. Taksim’de trafiği yer altına almak suretiyle meydan anlayışını orada etkili olarak hissettirmek istiyoruz.”

Milliyet, 20.02.2011

 

******


KADİR TOPBAŞ HANGİ KENTİN BELEDİYE BAŞKANI, FARKINDA MI?

 

 

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Taksim'de çevre düzenleme çalışmalarına Haziran ayında start verileceğini söylemiş. Radikal'in haberine göre Topbaş, "Trafiği yeraltına almak suretiyle meydanı ön plana çıkaracağız" diyor.

Bizim ülkemizde imar mevzuatı ile belediye ve kamu işleyişinin yasaları bellidir. Eğer siz bir alanda bir proje tasarlıyorsanız onun imar planlarına ve ilgili mevzuata uygun olması gerekir. Taksim Meydanının bulunduğu bölge Beyoğlu'dur. Beyoğlu, 1993 yılında sit alanı ilan ediliyor. Bunun için de Koruma Amaçlı İmar Planının olması gerekir. 2009 yılında 1/5000'lik Nazım Planı hazırlandı. Şehir Plancıları Odası bu plana karşı dava açtı. Şu sıralar da 1/1000 Beyoğlu Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planı hazırlanarak askıya çıktı. Kabul edilene kadar da Beyoğlu Koruma Kurulu'nun geçici yapılaşma şartları geçerli. Yani plan kabul edilene kadar koruma kurulunun belirlediği ilkelerle yapılaşacak, plan kabul edildikten sonra da malum plana göre.

Gelelim mevzuya, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı, Taksim Meydanı projesini anlatıp duruyor lakin ne geçici yapılaşma koşullarında buna uygunluk var, ne 2009'da hazırlanan Nazım Planda ne de hazırlanan, askıdan geçen hafta inen 1000'lik planda.

Gerçi hazırlanan bu plana da Beyoğlu halkı itiraz etti. Cihangir, Ayaspaşa, Galata'daki semt insiyatifleri, dernekleri Belediye'ye itiraz dilekçelerini verdiler. Şimdi de iptal davası için çalışıyorlar) Ne de üst ölçekli 100.000 ölçekli planda...

Hal böyle olunca bu kentin belediye başkanı olan Kadir Topbaş, hangi belediyesinin hangi planına göre böyle proje üretiyor, anlamadım... Bir de Haziran ayında projeye start vereceklerini söylüyor.

Kendi yaptığı, ilçesinin yaptığı planlarda olmayan bu projeyi nerede, nasıl hayata geçirecek?

Kadir Topbaş hangi şehirde belediye başkanlığı yaptığının farkında mıdır?

Bu kentte yaşayanlar, imar planına göre yapılaşmak zorunda değil mi?

Bu şehirde plana göre yapılaşmayanlara ne olur, ceza yemezler mi, yapıları yıkılmaz mı?

Yurttaş plana aykırı proje üretemez ama Belediye Başkanı üretebilir mi? Plan mı değişir... O proje için özel kanun mu yapılır?
(Cargill için özel kanun yaptıkları gibi... Ya da Galataport için ya da kentsel dönüşüm için yaptıkları özel kanunlar gibi...)

Proje için Plan da Kanun da değişir mi? Plan da kanunlar da değişmez değildir ama kişiye özel değişim olmaz. Toplumsal kesimler, meclisler demokratik şekilde konuşur karar verir, değişimin nasıl olacağını dahi mutabakatla yapılır. Başkanların ya da belli bir zümrenin lütfunda değişim olmaz, demokratik işleyişlerde...

Kadir Topbaş, Haliç'e köprü yapacaksa, Taksim Meydanını yok edecekse önce bir Belediye Başkanı olduğu şehrin imar planlarına, tarihine baksın, uygun mu değil mi?

Ama güç bende dilediğimi yaparım, istediğim de olur diyorsa buna ne denebilir ki...

Planlama bir ortaklık hukukuna dayanır. Üzgünüz ki bizatihi Belediye Başkanı'nın parçacıl projelerden bahsettiği bu kentte, İstanbul'da, ne planlamadan ne de ortaklıktan ne de hukuktan bahsedebiliriz.

bianet.org, Yazı: İkbal Polat, 21.02.2011

ERTUĞRUL GÜNAY'A AÇIK MEKTUP

 

Önceki gece Cirque du Soleil'in ilk gösterisi için Abdi İpekçi Spor Salonu'na giderken gözüm onarım görmüş Zeytinburnu Kara Surlarına takıldı.

Keşke oldukları gibi kalsalardı.
UNESCO'nun Dünya Miras Listesi'nde olan surlar 1987-1994 yılları arasında başarısız bir restorasyonun kurbanı olmuşlar.
Onarımdan geçenler eski surların yanında öylesine sırıtıyorlar ki...
Yazık, Bizans'tan günümüze ayakta kalan surlara doğru dürüst sahip çıkamamışız.
Bu hafta yerimi, İstanbul'da son dönemde olup bitenler karşısında giderek kaygılanmakta olan İCOMOS Türkiye Milli Komitesi Yönetim Kurulu'na bırakıyorum.
Aşağıda Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'a hitaben yazılmış açık bir mektup var.
İCOMOS nedir, ne yapar?
İCOMOS yani Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi, doğal ve kültürel değerlerin korunmasında UNESCO'nun baş danışmanı.
1965 yılında Varşova'da kurulmuş, bugün merkezi Paris'te.
2000 yılından beri düzenli olarak UNESCO'ya “Tehlike Altındaki Miras” raporlarını hazırlıyor.
İCOMOS Türkiye Milli Komitesi, sayıları 110'u bulan ulusal komitelerden biri olarak 1974 yılında kurulmuş.
Milli Komite'nin, Türkiye'de koruma konusunun öncülerinden  Prof.Dr. Cevat Erder, Prof.Dr. Doğan Kuban dahil çoğu mimar ve arkeologlardan oluşan 75 üyesi var.
İlgilenenler kurumun faaliyetlerini www.icomos.org.tr adresinden izleyebilirler.
Günay'a açık mektubu ise aşağıda hayli kısaltarak vermek durumundayım.


SULUKULE SIRADANLAŞTI
Bilim insanlarımızın  Sulukule, Tarlabaşı, Fener-Balat ve Tarihi Yarımada için ne gibi kaygılar taşıdıklarını göreceksiniz.
“Sayın Bakanımız,
2005 yılında yürürlüğe giren 5366 sayılı Kentsel Yenileme Yasası, özellikle İstanbul'da, tarihi bölgelerin ve yapıların korunması karşısındaki en büyük tehdit olmayı sürdürmektedir. Yasanın çıkarılmasının ardından Sulukule, Fener-Balat, Tarlabaşı gibi kentsel sit alanları Yenileme Alanı ilan edilmiş ve bu bölgelerin “gelişimine uygun olarak yeniden inşa ve restore edilmesi” öngörülmüştür. 
Kentsel yenileme yasasının en çarpıcı ve geri dönüşü olmayan uygulamalarından biri,
Yenileme Alanı ilan edilerek tüm sosyal, kültürel ve fiziksel dokusuyla birlikte “imha edilen” Sulukule yerleşmesidir. 
Kentin Fatih döneminden bu yana en eski sakinlerinden olan bir etnik grubu daha konforlu bir yaşam standardı vaadiyle kent dışına süren vahim bir karar alınmıştır.
Yerlerinden edilen Sulukule sakinlerinin, yüzyıllardır üzerinde yaşadıkları, kendine özgü nitelikleri ve önemli sorunları da olan mahallesi, hoyratça ortadan kaldırılmış, anonim, sıradan bir yapılaşma için bir arsaya dönüştürülmüştür.
Yeni inşa edilen yapıların, İstanbul'u UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde temsil eden 5. yüzyıl surlarına neredeyse bitişmesi de, kabul edilemez bir hatadır.


SÜLEYMANİYE DOKUSUNU KAYBETTİ
İstanbul'un Yenileme Alanı ilan edilen bir başka Dünya Mirası siti, Süleymaniye bölgesidir.
1985 yılında kavuştuğu Dünya Mirası statüsüne rağmen, yıllardır süren ihmaller, yasadışı uygulamalar ve niteliksiz restorasyonlar nedeniyle ahşap konut örneklerini ve dokusunu büyük ölçüde kaybetmiştir.
Eski fotoğraf ve belgelere dayandırılan restitüsyon projeleri uyarınca yapılması planlanan rekonstrüksiyonlar ya da geleneksel Türk konutundan esinlenen yeni tasarımlar, semt ile yabancılaşan, kopya ve yapay bir fiziksel çevre oluşturacaktır.
Tarlabaşı yenileme alanında yapılması öngörülenler, ICOMOS'un 1987 tarihli Tarihi Kentler ve Kentsel Alanları Koruma Tüzüğü'nde (Washington Tüzüğü) belirtilen ‘Yeni binalar yapılması gerektiğinde veya eskileri uyarlanırken, mevcut mekansal oluşum saygı görmeli, özellikle ölçek ve parsel boyutuna dikkat edilmelidir.' ilkesine tümüyle aykırıdır.
Tarlabaşı'nın mevcut mekansal oluşumuna yabancı bir yapılaşma yalnız koruma ilkeleriyle çelişmektedir.
Aynı zamanda, bölgedeki yapı sahiplerini yerlerinden ederek ya da kazanılan ek alanlardaki haklarından yoksun bırakarak, bir insan hakları ihlaline de neden olmaktadır.


FENER-BALAT VE TARİHİ YARIMADA
2003-2008 yılları arasında başarıyla gerçekleştirilen ve UNESCO raporlarında da övgüyle anılan bir rehabilitasyon programının ardından, Fener ve Balat bölgelerinin de Yenileme Alanı ilan edilmesi büyük bir şaşkınlıkla karşılanmıştır.
Avrupa Birliği ile Fatih Belediyesi'nin ortak çalışması sayesinde özgün özellikleriyle korunan yapıları da gözden çıkaran yenileme projesi, yalnız koruma açısından değil, ulusal servetin boşa harcanması nedeniyle de eleştirilere konu olmaktadır.
İstanbul Tarihi Yarımadası'nı ve tüm sit alanlarını tehdit altında bırakan bir başka uygulama, ulaşımı rahatlatmak amacıyla geliştirilen projelerin sonuçlarıdır.
Metronun Tarihi Yarımada'ya bağlanması için açılan tüneller ve özellikle Haliç bağlantısını sağlamak üzere tasarlanan köprü de, Dünya Mirası bir alanda büyük tahribat tehdidi oluşturmuştur. UNESCO'nun uyarısı üzerine, bu köprünün Süleymaniye Camii'nin eşsiz silueti üzerindeki ezici etkisini giderme yolları aranmaktadır.
Asya ve Avrupa yakalarını deniz altından birbirine bağlayacak lastik tekerlekli tüp geçiş projesinin uygulanması durumunda, Tarihi Yarımada geri dönüşsüz zararlara uğrayacak.
Sayın Bakan, ICOMOS'un Türkiye Milli Komitesi olarak, yukarıda sıraladığımız sorunlara duyarsız kalmayacağınıza inanıyor, Türkiye'nin tarihi yerleşmelerini ve özellikle İstanbul'u tüm renk ve doku değerleriyle birlikte korumak için verdiğimiz çabalara
desteğinizi bekliyoruz.”

Hürriyet, Yazı: Gila Benmayor, 20.02.2011

52 MÜZENİN GİŞESİNE OTURDU, KAÇAK YÜZDE 84 AZALDI, 350 MİLYON LİRA GELİRE YÖNELDİ

 

Geçen eylül ayında Türkiye’deki 52 müzenin Giriş Kontrol Sistemlerinin Modernizasyonu ve Yönetimi İşletmesi ihalesini kazanan TÜRSAB, kaçak oranını bir ayda yüzde 84 düşürdü. 6 yıl boyunca bu müzelerin gişe işlemlerinde yetkiyi devralan TÜRSAB, bu yıl 30 milyon ziyaretçi ve 350 milyon lira hasılat bekliyor.

Geçen eylül ayında Müze ve Örenyerleri Gişelerinin İşletimi, Giriş Kontrol Sistemlerinin Modernizasyonu ve Yönetimi İşletmesi’ni alan Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB) ve MTM İş Ortaklığı, 3 ay içerisinde 52 müzeye 20 milyon liralık yatırım yaptı. Gişelere 160 kamera ve 242 turnike yerleştirilirken, 400 eğitimli personelin de işe başlamasıyla bir ayda müzelerde kaçak oranı yüzde 84 azaldı. Geçen yıl ocak ayında 354 bin kişi müzelere giriş yaparken bu rakam 2011’in aynı döneminde 652 bini buldu. “Bu yıl müzelerde 30 milyon bilet keseceğiz. Bunun 12 milyonu turist olacak” diyen TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy, yıl sonu hedefinin 350 milyon lira hasılat olduğunu açıkladı.
 

Türkiye’deki 52 müzeye 2010 yılında 25 milyon ziyaretçinin girdiğini belirten Başaran Ulusoy, şu bilgileri verdi: “Türkiye’deki müzelerin en büyük sorunu kaçak oranıydı. Geçtiğimiz yıl müzelere 25 milyondan fazla giriş yapıldı. 9 milyondan fazla ücretli bilet kesildi. Ücretsiz giriş sayısı 7 milyonu geçti. TÜRSAB’ın aldığı toplam bilet 7 milyon civarındaydı. Müze kart satışı 1 milyona yaklaşıyordu. Bu yıl müzelere ücretsiz giriş önemli ölçüde düşecek. 4 farklı noktadan gişe önlerini canlı olarak takip ediyoruz. Ayrıca termal bilet uygulaması da son derece önemli.”
 

Müzelerdeki kaçak oranını azaltmak için Avrupa’daki bir çok sistemi Türkiye’ye getirdiklerinin altını çizen Başaran Ulusoy, şöyle konuştu: “Avrupa’da dünyaca ünlü müzelerdeki gişe sistemlerini Türkiye’ye uyarladık. İlk adım olarak 400 personeli eğitip müzelere yerleştirdik. Daha sonra kamera sistemini uygulamaya koyduk. 52 adet müzeyi 160 kamerayla izlemeye aldık. Bu kameraların görüntüleri 4 farklı noktadan takip ediliyor. Daha sonra turnike sistemini getirdik. Eskiden bir biletle 10 kişi müzeye girerdi. Bunun önüne geçtik. Bilet isteklerini de sürekli fatura etmeye başladık.”
 

Yılın ilk ayında müze girişlerindeki yeni uygulamaların meyvelerini toplamaya başladıklarının altını çizen Başaran Ulusoy, “İlk ayda kaçak oranını azaltmayı başardık. Bundan sonrası için büyük hedefler koyuyoruz. Kısa süre içerisinde ziyaretçi sayısını 50 milyona çıkarmayı planlıyoruz” diye konuştu.

 

Turizm Bakanlığı’yla yaptıkları çalışmanın detaylarını da veren Başaran Ulusoy, şu değerlendirmeyi yaptı: “Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın büyük desteğiyle gişelerin ihalesi gerçekleşti. Biz devlete 6 yıl içerisinde en az 1.5 milyar lira ödemeyi garanti ettik. Ancak ben bu rakamın 2 milyar lirayı bulacağını tahmin ediyorum. Böylelikle devletin kasasına daha fazla para girmiş olacak ve yeni müzeler ile arkeoloji çalışmaları için daha fazla kaynak ayrılacak. Bu rakamlara ulaşmak için ciddi yatırımlar yaptık. Bu yatırımların boşa gitmemesi için çok titiz çalışıyoruz. İhaleyi bizim kazanmamız turizm açısından da çok önemliydi.”

 

Hasılat artışına giderken bilet fiyatlarının artmayacağını da açıklayan Başaran Ulusoy, şunları anlattı: “Biletlere zam yapmayacağız. Türkiye’de ortalama bilet fiyatı 15 TL. Yaşlı ve öğrenciler için ücretsiz uygulamamız devam edecek. Hasılatı artırmak için farklı satış tekniklerine geçeceğiz. Bunun için önce internet satışı ve randevu sistemi devreye girecek. Kısa süre içerisinde internetten müze bileti satın almak mümkün hale gelecek. Bunun yanı sıra bazı küçük çalışmalarla hasılatları önemli ölçüde artıracağız. Bankalarla birlikte yeni bir proje gerçekleştirmeyi planlıyoruz.”

 

Sistemin yurtdışında ilgiyle izlendiğini İtalya’nın Sicilya Adası’ndan da bazı teklifler geldiğini anlatan Başaran Ulusoy, “Sicilyalı yetkililer müzelere yaptığımız uygulamaları kendi ülkelerinde yapmaya çalışıyor. Bunun için de bize başvurdular. ‘Türkiye’deki müzelerin gelirlerini artırdınız. Bize de bu sistemi uygulayın’ dediler. Önümüzdeki günlerde bu konu için görüşmeler yapacağız” dedi.

Hürriyet, Haber: Ceyhan Kuburlu, 19.02.2011

HÜNKAR KASRI'NDA YANGIN

 

 

Tarihi Beyazıt Camii’nin Hünkar Kasrı çıkan yangın sonucu alev alev yandı. Elektrik kontağından çıktığı sanılan yangın kısa sürede ahşap binayı sardı. İtfaiyenin müdahale etmesiyle yaklaşık bir saat içinde yangın kontrol altına alındı.   Kasım ayında Haydarpaşa Garı'nın çatısında restorasyon sırasında yangın çıkmış, çatı büyük hasar almıştı. 10 gün önce de Tophane'deki Kılıç Ali Paşa Camii'nde yine restorasyon çalışması sırasında yangın meydana gelmişti.

 

Beyazıt Camii’ne bitişik olan Hünkar Kasrı’nın ikinci katında saat 10.30 sıralarında yangın çıktı. Elektrik kontağından çıktığı tahmin edilen yangın kısa sürede ahşap yapının üst tarafını tamamen sardı. Yangından kısa süre sonra olay yerine gelen Fatih İtfaiye ekipleri alevlere müdahale etti. Yaklaşık bir saat süren çaba sonucu yangın kontrol altına alınırken, tarihi binanın yangında büyük çapta zarar gördüğü bildirildi.

Yangından sonra olay yerine gelerek incelemelerde bulunan Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir yangının elektrik kontağından çıkmış olabileceğini söyledi. Yangından Beyazıt Camii’nin ve padişahın namaz kıldığı Hünkar Mahfili’nin zarar görmediğini belirten Demir, "Hünkar Kasrı ile Hünkar Mahfili’ni birbirine bağlayan tarihi ahşap kapı zarar görmemiş. Yangın caminin olduğu kısma sıçramadan kontrol altına alınmış" dedi.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Beyazıt Camii’ndeki yangınla ilgili yazılı açıklama yaptı. Açıklamada şöyle:  "Hünkar Mahfili olarak imar edilen giriş katı İmam odası, ikinci katında çıkan yangın itfaiyenin kısa sürede müdahalesi ile söndürüldü. Beyazıt Camii Derneği tarafından toplantı salonu olarak kullanılan 2 katlı ahşap yapının nedeni henüz belirlenemeyen yangın saat 10.30 sıralarında itfaiye komuta merkezine ihbar edildi. İhbarın alınmasıyla Fatih takım, Eminönü grup ve Beyoğlu takım olarak olay yerine hareket itti. Olay yerine 4 dakikada ulaşan ilk ekip yangın söndürme çalışmalarına başladı. Diğer ekiplerde anında müdahale ederek alevlerin camiye ve çevreye sıçramasını önledi. Alevler kısa sürede bastırılarak yangın saat 10.45 sıralarında tamamen söndürüldü. Yangının çıkış nedeni teknik ekiplerin incelemesinden sonra netlik kazanacak. Binanın giriş kat imam odası ıslanmak ve islenmek suretiyle zarar gördü. Yangında yaralı ve can kaybı yok."

 

Beyazıt Camii'ndeki yangınla ilgili Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem açıklama yaptı. Ertem, "Yanan kısım Hünkar Mahfili'nin bir bölümü. İbadete kapalı olan bir bölüm. Tesisata yönelik bizim bir çalışmamız var. Şunu içtenlikte söyleyebilirim, 5-6 sene öncesine kadar hiçbir camimizin projesi yoktu. Yangın, deprem veya herhangi bir şey olsaydı yenisini yapmaya elimizde proje yoktu. Ama şimdi bütün camilerimizin projeleri var. En ufak bir şey olduğunda tamamına müdahale edip, restore etme imkanına sahibiz. Burada deprem sonrasında oluşan çatlaklar vardı. Bu yıl için restorasyon programına almıştık. Bir sıkıntı yok. Restorasyonunu yapacağız. İnşallah aslına uygun olarak yeniden ibadete açacağız" dedi.

Yangın çıkan bölümde bir restorasyon olmadığını vurgulayan Ertem, "Burada bir restorasyon yoktu. Restorasyonla ilgili olmayan bölümde çıktı yangın. Avizenin ahşaba monte edildiği bölümdeki bir kaçaktan dolayı olduğunu ifade etti, itfaiyeci arkadaşlar. Restorasyon yoktu. Kılıçali Paşa'da restorasyon vardı ama bizim restorasyonla alakalı değil, sokak lambasından olan bir kaçaktan olmuştu. Restorasyonlara dikkat etmek gerekiyor. Ama buradaki restorasyon sırasında olan bir şey değil" şeklinde konuştu.

Padişahlar cuma namazlarını Beyazıt Camii’nin Hünkar Mahfili’nde kıldıktan sonra dinlenmek ve halkın sorunlarını dinlemek için Hünkar Kasrı'na geçiyordu. 2’nci Bayezid tarafından 1501 yılında inşasına başlanan camii 5 yılda tamamlandı. Hünkar Kasrı’nın da içinde olduğu camiinin külliyesinde 2’nci Bayezid’in türbesi de bulunuyor.

Radikal, 19.02.2011

 

******


"HÜNKARIM YANIYORUZ"

 

İstanbul'da tarihi Beyazıt Camisi'nin Hünkar Kasrı'nın 2'nci katında, dün saat 10.30 sıralarında yangın çıktı. Elektrik kontağından çıktığı tahmin edilen yangın kısa sürede ahşap yapının üst tarafını tamamen sardı. Yangından 4 dakika sonra olay yerine gelen itfaiye ekipleri alevlere müdahale etti. Yaklaşık 1 saat süren çaba sonucu yangın kontrol altına alınırken, tarihi bina büyük çapta zarar gördü. Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, Beyazıt Camisi'nin ve Hünkar Mahfili'nin yangında zarar görmediğini söyledi.

Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, “Çok şükür ki yangın nedeniyle caminin özgün yapısı zarar görmedi” dedi. Ertem, yanan kısımların 20 yıl önce yenilenen ve tarihi özelliği olmayan ahşap malzeme olduğunu vurguladı. Beyazıt Camisi restorasyon projesi hazırlık çalışmalarının 4 yıl önce başladığını anlatan Ertem, rölöve ve restorasyon projelerinin 2010 yılında onaylandığını belirtti. Ertem, caminin, kapsamlı restorasyonunun bu yıl yapılacağını kaydetti.

Padişahlar, Cuma namazlarını Beyazıt Camisi'nin Hünkar Mahfili'nde kıldıktan sonra dinlenmek ve halkın dinlemek için Hünkar Kasrı'na geçiyordu. 2'nci Beyazıt'ın emriyle 1501'de inşasına başlanan cami 5 yılda tamamlandı. Caminin külliyesinde 2'nci Beyazıt'ın türbesi de bulunuyor.

Hürriyet, Haber: Murat Deliklitaş, 20.02.2011

"HEDİYE ETTİĞİM TABLOLARI MÜZAYEDEDE SATAN VAR"

 

 

1987 yılında yaptığı ‘Mavi Senfoni’ adlı tablosu 2009 yılında 2 milyon 200 bin lira gibi rekor bir rakamla satıldığından ve dünyanın en değerli 250 sanatçısı arasına girdiğinden beri Burhan Doğançay (82), Türkiye’nin yükselen değeri. Oysa yıllardır resimleri dünyanın en önemli müzelerinde sergileniyor, hakkında yabancı sanat eleştirmenleri tarafından kitaplar yazılıyor ama Türkiye onu yeni keşfediyor. Son beş yıldır yılın büyük bölümünü Bodrum Turgutreis’teki evinde geçiren sanatçıyla yaşarken, ‘En pahalı Türk ressamı’ olma duygusundan Zen Diamond’ın sosyal sorumluluk projesine destek için tasarladığı ‘Ribbons on Sapphires-Safirlerdeki Kurdeleler’ adlı mücevhere kadar pek çok şey konuştuk

Yaşayan en pahalı Türk ressamı olmak nasıl bir duygu?
Vallahi benim için hiçbir şey değişmedi. Ben kendimden emindim hatta biraz geç bile oldu. 50 senemi aldı bu duruma gelmem. 50 sene aç kaldım, ekmek alamadım, metroya binemedim, evimin kirasını ödeyemedim; hiç kimse bilmedi bunları... Yabancılar hakkımda altı tane kitap çıkarttı. Bırakın sanatı, herhangi bir sahada hakkında altı tane kitap çıkartılan kaç kişi tanıyorsunuz Türkiye’de? Üstelik bu yazarlar bilaistisna kendi alanlarında dünyanın en meşhur isimleri.

Dünyanın pek çok müzesinde de eserleriniz sergileniyor...
E tabii, kaç müzeye resmim girmiş. Türkiye’nin yaşayan en pahalı ressamı oldum tamam ama dünya birinci ligine baktığınızda hala çok gülünç rakamlar. Mukayese kabul etmez. Türkiye’de resim ve plastik sanatlar maalesef sanat dalları içinde arkadan nal toplayarak geliyor. Çinliler, Hintliler bizi çoktan geçti. İran, Mısır, Yunanistan bizden çok daha ileride. Yakında Suriye de geçecek. Bunun en önemli sebebi, biz Rönesans’ı atlamışız. Beş asır geride kalmışız. Bir gün Türkiye’den iki tane dahi çocuk çıkıp en gelişmiş teknolojiyi yapar, Türkiye Mars’a bile gidebilir ama sanatçı yetiştirmek asır alıyor.

Sizinle birlikte resme bakışta bir değişiklik oldu ama, bunu kabul ediyor musunuz?
Benimle birlikte değil. Olması gereken şeyler. Katkım olduysa ne mutlu.

Türkiye koleksiyonerlik anlamında da son yıllarda atağa kalkmadı mı?
Bunu söylediğim için bana kızıyorlar, dünyada 200 tane koleksiyoner var ve hiçbiri Türk değil. Oysa o listede tam beş Yunanlı var. Resim almak koleksiyonerlik değil ki. Koleksiyonculuk adetle ölçülmez. 50 bin resmin olacağına bir tane Van Gogh’un olsun.

Koleksiyonerlik değil de toplamacılık diyelim o zaman. Niye son yıllarda müzayedelere bu kadar rağbet var?
Gençler işin içine girmeye başladı. Okuyorlar, görüyorlar, alıyorlar. Ama koleksiyoner olup olamayacaklarını zamanla göreceğiz. Bizde şu anda bu resimlere bu paraları verecek insanlar var. Bir önceki kuşak, parası olsa dahi, resme bu parayı vermemiş. Benim çocukluğumda evlerin duvarlarında resim yoktu. Ya halı asılırdı ya evlilik fotoğrafı ya da tabak. Türkiye’de herkes sanatla ilgilensin diye çocuğu olana, kızı evlenene, ev alana tablomu hediye ediyorum ama onlar da müzayedelere satıyor. Beni üzen, paraya ihtiyacı olmayan kimselerin bunu yapması. Belçika ya da Hollanda’da kişinin elindeki resim beş kuşaktır ailesinde. Bizde maalesef öyle bir kültür yok.

İyi resmin ölçüsü para mı?
Bakın hemen her şeyin aşağı yukarı bir ölçüsü var ama resmin yok. Pırlantaysa kaç karat, atletizmse yüz metrede ne kadar koştuğun gibi... Ama resimde böyle bir ölçü yok! Bazısı geliyor resmin karşısına geçiyor, “Bu da resim mi?” veya Picasso için “Şarlatan” diyor. Ama Picasso resimde bir numara. Çünkü bir resmi 104 milyon 600 bin dolara gitti. Fiyatıyla resmi ölçmek olur mu diyoruz ama neyle ölçeceksin? En pahalı resim, en iyi resimdir. Bir resmi sen beğeniyorsun başkası diyor ki, “Bu da resim mi, bunu benim oğlum da yapar” “E çok güzel oğlunuz bir dahi o zaman” diyorum, ne diyeceksin ki...

Evinizin duvarlarında hep kendi eserleriniz var. Başka ressamların tablosu yok mu?
Yok çünkü benim hayat felsefem hep en iyisini yapmak. Ya en iyisi ya hiç... Eşim yıllarca Mısır’a gitmek istedi. Paramız yoktu. Dedim ki, “Bekle, bir gün seni alacağım ve öyle güzel bir otele gidip, o kadar güzel bir tatil yapacağız ki...” Sonunda yaptık, en güzel otelde kaldık, en güzel yerlerde yemek yedik. Bu da onun gibi. En iyisini alamayacaksam, olmasın.

‘Ribbons on Sapphires’ fikri kimden çıktı?
BURHAN DOĞANÇAY:
Zen Diamond böyle bir teklifle geldi. Bir mücevher tasarlayacaktım ve bunun satışından elde edilecek gelirin yarısı Doğançay Müzesi’ne diğer yarısı da TİKAD’ın (Türkiye İş Kadınları Derneği) İstanbul’da başlatılacak olan eğitim seferberliğine aktarılacaktı. Her ikisi de benim için çok önemli projeler. Doğançay Müzesi’nde yetenekli ilkokul öğrencilerine sanat desteği veriyoruz. Onları yurt dışına yolluyoruz. Desteği olmayan bir çalışma olduğu için oranın kaynağa ihtiyacı var. O sebepten seve seve kabul ettim. Dünyada, Damien Hirst gibi eserlerini değerli taşlarla yaratan farklı sanatçılar bulunuyor. Türkiye’de hiç böyle bir çalışma yapılmamıştı, bu bir ilk oldu.

ŞÜKRAN GÜZELİŞ (Zen Diamond Yönetim Kurulu Üyesi): Gelenekselleştirmeye çalıştığımız bir Kadınlar Günü organizasyonumuz var. İki yıl önce ‘Pırlanta Kalpli Kadınlar’ ile başlamıştık, geçen yıl da ‘Amazon Kadınları’nı yaptık. Bu yıl da Burhan Bey’in kapısını çaldık. O da sağ olsun işin içinde kadın ve çocuklara destek olunca projemizi seve seve kabul etti. Tasarımı yaptı, kullanılacak taşları, renkleri kendisi belirledi. Kıvrımlarını kendi eliyle şekillendirdi. Hem madalyon, hem broş, hem de kolye olarak kullanılacak bu sanat eserini ortaya çıkardı.

EMİL GÜZELİŞ (Zen Diamond Yönetim Kurulu Başkanı): Bu mücevheri tamamlamak dört ayımızı aldı. Tablodaki renkler pırlanta, yakut, mavi ve sarı safirle yansıtıldı. Tabloda yer alan kurdelelerin gölgeleri için açık ve koyu olmak üzere özellikle safirin iki tonu seçildi. Tamamı el işçiliği olan bu özel mücevherin mıhlanması mikroskopla iki haftada yapıldı. ‘Kurdeleler’in renkli dünyasını vurgulamak amacıyla beyaz ve yeşil olmak üzere iki renk altın kullanıldı. Şimdiye kadar firmamızın ürettiği en güzel eser bu. Her şey el işçiliği. Maliyeti konusunda bilgi vermek istemiyoruz zaten bu, projeye bizim katkımız olacak. Burhan Bey de para talep etmedi. Satıştan elde edilecek gelir o kadar güzel yerlere gidecek ki, gönlümüz çok rahat.

BURHAN DOĞANÇAY: Bütün resimlerimde öne çıkan ışık ve gölgenin vurgusu bu mücevherde de var. Gölgesiz olmazdı. Bu eseri alan kişi çocuklarına, torunlarına çok önemli bir eser bırakacak. Asırlarca kalacak. Bunun, Boğaz’da yalı bırakmaktan daha önemli bir miras olduğunu düşünüyorum.

Benim için hayatta her şey kısmet, buna çok inanırım. Yukarıda biri var, O ne yazarsa o oluyor. Hastalık geliyor bir şey yapamıyorsun çok üzülüyorsun ama sonra diyorsun ki, “Ben eğer onu yapsaydım bugün böyle olmazdı”... Mesela yıllar önce ciğerimde bir leke bulundu. Amerika’ya gidemedim. Önemli bir şey değilmiş ama eğer o zaman Amerika’ya gitseydim ya üniversitede ekonomi hocası olacaktım ya da bambaşka bir şey. Gidemedim diye çok üzüldüm ama memur olarak gittim yıllar sonra. Eşim Angela ile tanışmam da öyle. New York’ta Macar Balosu’nda tanıştık. 40’lı yaşlarımdaydım beş yıl flört edip evlendik, kısmet.

Yazın Tohum Otizm Vakfı’na geliri çocuklara bağışlanmak üzere bir tablo hediye ettim. Dedim ki, “Bu tabloyu 500 bin dolardan aşağı satmayın”. “Mesele yok” dediler ve sonra Sortie’de düzenlenen bir gecede 200 bine sattılar. Dediğim rakamı veren çıkmamış. E, o zaman biraz daha bekleseydiniz bir başka müzayedeye koysaydınız. Zaten o atmosferde 500 kişi dans ederken böyle bir satış yapılmaz. Çocuklara katkım oldu bundan çok mutluyum ama hareket yanlıştı. O tablo biraz beklenilse 500 bin, hatta bir milyon dolara satılabilirdi.

Maalesef senin başarın en yakın arkadaşını üzüyor. Bizler birbirimizi sevmesini öğrenmediğimiz, bir arkadaşımızın başarısından mutsuz olmadığımız ve ‘ama’sız konuşmayı öğrenmediğimiz müddetçe bir şey olamayız. 15 yaşımdan beri herkes benim aleyhimdedir, alıştım artık. Aleyhimde kitap bile çıkarttılar. Benim başarım Amerika’daki Türkleri üzdü. Meclise benim casus olduğuma dair mektup yazan da oldu. Ama ben alıştım, cevap vermiyorum. İt ürür kervan yürür.

Hürriyet Cumartesi, Haber: İpek Durkal, 19.02.2011

BEYOĞLU'NDA TARİH YENİDEN DOĞACAK

 

 

18 yıldır üzerinde çalışılan 'Beyoğlu Koruma Amaçlı İmar Planı' tamamlandı. Artık Beyoğlu, restorasyon alanına dönüşecek. Cihangir, Tophane ve Tarlabaşı'ndaki metruk binalar yenilenecek. Taksim Meydanı sadece yayalara açık olacak, Tophane turizm ve ticaret bölgesi yapılacak.

 

İstanbul'un kalbinin attığı yer olan Taksim Meydanı ve Beyoğlu için 18 yıldır üzerinde çalışılan 'Beyoğlu Kentsel Sit Alanı Koruma Amaçlı İmar Planı' nihayet tamamlandı. Beyoğlu Belediyesi'nin ve Koruma Kurulu'nun hazırladığı çalışma, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin onayından geçti. Artık bundan sonra Taksim, Cihangir, Tophane ve Tarlabaşı'ndaki metruk görünümlü tarihi binalar birer birer restore edilecek. Tophane ve civarının turizm ve ticaret bölgesi ilan edilmesi, Cihangir Caddesi ve Taksim Meydanı'nın sadece yayalara açık olması, Kabataş İskelesi'nin büyütülmesi yapılacak işlerden birkaçı. Özelleştirileceği söylenen Haliç Tersanesi de plan dahilinde. Tersanenin özgün hali korunacak ve içinde denizcilik eğitimi, sergiler ve müze alanları yapılacak. Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan, bundan böyle kişilerin binalarını inşa veya restore ederken, tescilini komşu binaya ya da imara göre projelerini onaylattıktan sonra hareket edebileceklerini söylüyor.

 

 

Koruma Amaçlı İmar Planı'nın en önemli bölümü eski yapıların ihya edilerek yeniden Beyoğlu'na kazandırılması. Beyoğlu sınırlarında bulunan kayıp ya da metruk durumdaki tarihi binaların yeri eski fotoğraflardan ve haritalardan tespit edildi. Bunlar arasında 30'a yakın binadan 13'ü yenilenecek. Binaların birçoğu eğitim ya da kültürel projelerde kullanılacak. Plan, 3 milyon 210 bin metrekarelik alanı kapsıyor. Bölgedeki 10 bin 176 binadan 4 bin 332'si tescillendi. Yaklaşık 2 bin 300 bina ise eski eserlere bakılarak restore edilecek.

 

 

Yeniden yapılacak tarihi binalar

Çakır Dede Tekke ve Mektebi (Ömer Avni Mah.)

Dolmabahçe Cami Meşrutası

Süheyl Bey Camii (Ömer Avni Mah.)

Galata Yeni Valide Camii

Bektaş Efendi Camii (Kemankeş Mah.)

Merzifoni Kara Mustafa Paşa Camii (Kemankeş Mah.)

Pürtelaş Hasan Efendi Camii ve Çeşmesi (Cihangir)

Tozkoparan Mescidi

Sıbyan Mektebi (Pürtelaş)

Perşembe Pazarı Hamamı

Yamalı Baba Hamamı ve Kütüphanesi (Hacımimi)

Yanık Şeyh İsmail Tekkesi (Yahya Kahya Mah.)

Hacı Recep Camii

Süheyl Bey Camii

 

Ömer Avni Mahallesi'ndeki cami, Süheyl Bey tarafından 1591'de Mimar Sinan'a yaptırılmış. Zamanla harap hale geldiğinden Sultan Abdülaziz döneminde 1290-1873 tarihinde yeni tarzda, minaresi kesme taştan, tek kubbeli ve altıgen olarak inşa edilmiş, altında çeşmesi var. Cami, hiçbir sebep yokken 1957 yılında yol genişletme bahanesiyle çeşmeyle birlikte yıktırılmış. Şu anda yerinde bir bina var.

 

Merzifoni Kara Mustafa Paşa Camii, Karaköy meydanında bugünkü Ziraat Bankası binasının arkasında bulunuyordu. Sadrazam Merzifoni Kara Mustafa Paşa yaptırmış. 19. yüzyılda harabe haline gelen cami, 20. yüzyılın başlarında Sultan II. Abdülhamid'in emriyle İtalyan bir mimara yaptırılmış. Cami, hiçbir gerekçe yokken 1957'de yıktırılmış, binanın parçaları başka yerde ihya edilmesi gerekçesiyle önce Burgaz adasına götürülmüş, sonra da satılmış.

 

Çakır Dede Tekke ve Mescidi: Ömer Avni Mahallesi'ndeki tekkenin yeri, Gümüşsuyu'ndan Beşiktaş'a inen yokuşun bitiminde tam sağ köşedeymiş. 1270'te şimdiki Dolmabahçe Camii yapılınca, Dolmabahçe mescidi tekke olarak hizmet vermiş. Tekke ile vakıf kayıtlarında; üç oda, bir camekan, bir kahve ocağı ve semahane, bir sarnıç ve bahçeden ibaret olduğu yazıyor. Bina, 19. yüzyıl sonlarında eve dönüşmüş, mektebin alt katı dükkan olarak kullanılmış. Dikdörtgen ahşap yapılı iki binadan oluşan tekke-mescidin haremlik bölümü 1930'lu yıllarda yıkılmış. 1957'de ise yol genişletme sebebiyle mektep ve tekke binaları yıkılmış, sebil binası ise sökülerek geriye taşınmış.

 

 

Bektaş Efendi Camii: Karaköy'de Kemankeş Mahallesi'ndeki cami, Kanuni Sultan Süleyman zamanında Bektaş Efendi tarafından yaptırılmış. İki katlı olan caminin altında dükkanlar varmış. Cumhuriyet döneminde harabe olan cami, 1950'li yıllarda Necatibey Caddesi açılırken tümüyle yıktırılmış.

Zaman Cumaertesi, Haber: Fatma Avcı, 19.02.2011

TÜTÜN DEĞİL, SANAT DEPOSU

 

 

Bir zamanlar Tekel'in tütün deposu olan Paşalimanı'ndaki taş bina, 3 yıldır AKM'li sanatçıları ağırlıyor. Tarihi mekan, manzarası ve iç mimarisiyle ziyaretçileri kendine hayran bırakıyor. Ama sakinleri pek memnun değil. Opera, bale ve senfoni orkestrası sanatçıları ile Türk halk ve sanat müziği icracıları, "Bina çok güzel fakat bize uygun değil." diyorlar.

 

Yıllarca İstanbul'un göbeğinde Üsküdar Meydanı'nın yanı başında, Boğaz'da metruk bir halde kaldı. Sonra Tekel Müzesi olarak restore edildi, 3 yıl önce sanat merkezi oldu. Tarihi taş bina şimdilerde Devlet Opera ve Balesi, İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası, Devlet Tiyatroları, Türk Müziği Araştırma ve Uygulama Topluluğu ve Devlet Türk Halk Müziği Korosu'na ev sahipliği yapıyor. Taksim Atatürk Kültür Merkezi (AKM) tadilata girince buradaki sanat birimleri Üsküdar'daki Tekel Müzesi'ne taşındı.

 

Paşalimanı sahilindeki bina, Osmanlı döneminde tahıl ambarı olarak kullanılmış. Cumhuriyetten sonra ise Tekel deposuna dönüştürülmüş. Şimdi deponun heybetli taş duvarlarının içinde son derece şık döşenmiş bir sanat merkezi var. Binaya girenleri koridorlarında sergilenen eski tütün makinelerinin yanı sıra İstanbul Senfoni Orkestrası'nın veya Devlet Türk Halk Müziği Korosu'nun prova sesleri karşılıyor. Gösterişli merdivenleri, üç kafesi ve bir tiyatro sahnesi de bulunuyor. Boğaz'a nazır, iki katlı tarihi binanın her santiminde geçmişin izlerine rastlayanlar hayranlığını gizleyemiyor. Dolayısıyla bina çalışanlarının ve sanatçıların ziyaretçilerden en çok duyduğu söz, "Binanız çok güzel, ne kadar şanslısınız." oluyor.

 

Devlet Opera ve Balesi Sanat Teknik Müdürü Behçet Malikler'in odasındayız. Masasının yanında, Boğaz manzaralı pencerenin önündeki şövalede yarım kalmış yağlıboya tablosu var. Bir sanatçı dostu ziyaretine geliyor. Selamlaşmadan sonra onun da ilk sözleri binanın güzelliğiyle ilgili. Boğaz'a bakıyor ve sanatçıların böyle bir manzara karşısında çalışma imkanı bulmasının büyük bir şans olduğunu söylüyor. Tam da Malikler bize bundan söz ediyordu: "Evet manzara çok güzel, bina oldukça etkileyici, opera ve bale olarak kendimize ait bir ofisimiz, binamız olduğu için mutluyuz ama binanın fiziki şartları bale ve operaya uygun değil." Malikler daha önemli bir sorunlarının olduğuna dikkat çekiyor: "İstanbul'da opera sahnesi yok. Banttan müzik yayınlanarak bale ve opera yapılıyor. Onlar da zaten balecik, operacık oluyor."

 

Zaten Tekel, taş duvarlardan ibaret olan depoyu müze olarak restore etmiş. Kültür Bakanlığı da mekanı Türk Müziği Müzesi yapmayı planlıyormuş. Fakat AKM'nin tadilata girmesi planı değiştirmiş. Tadilat bitene kadar kalacağı söylenen kurumlar 3 yıldır burada.

 

 

Bina 3 blok halinde düşünülmüş. Birinci blok, bale ve operaya ait. Diğer blok tiyatroya. Devlet Tiyatrosu 180 kişilik küçük bir salon yapmış. Üçüncü blok ise Senfoni Orkestrası, Türk Halk Müziği Korosu ve Türk Müziği Araştırma ve Uygulama Topluluğu kullanıyor. 101 kişilik İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası'nın küçük ve alçak tavanlı bir prova salonu var. Orkestra Müdürü Ertuğrul Köse, "Bu binada çalışma yaptığımız salon (eliyle ağzını kapatıp konuşuyor) aynen böyle yapınca sesiniz nasıl boğuk çıkıyorsa, bizim müziğimizin de sesi öyle çıkıyor." diyor.

 

Senfoni Orkestrası sanatçıları da hallerinden pek memnun değil. Köse, çalışma şartlarından daha önemli bir sorunlarından bahsediyor: Konser verebilecek büyük ve akustiği yeterli salonlarının olmaması. Dünyanın tek konser salonu olmayan orkestrası olduklarını belirten Köse, "Yaptığımız müziği çalacağımız sahne bulamıyoruz. İstanbul'da çok az sahne bize uygun. Lütfi Kırdar, Haliç Kültür Merkezi ve Harbiye gibi. Geçtiğimiz yıl mayıs ayında ilgili yerlere salonları için yazı gönderdik. Cevap sezon açıldıktan iki ay sonra kasımda olumsuz olarak geldi. Halbuki görüşmeye gittiğimizde çok olumlu yaklaşmışlardı. Sonradan duyduk ki birileri salonları kullanmamızı istememiş. Tüm bunların siyasal sebeplerle yapıldığını düşünüyorum." AKM'nin durumu açılan davalar yüzünde sürüncemede kaldı. Bunu hatırlatınca Köse, "Geçen üç yıl, oradan çıkartılmamızın sebebinin tadilat olmadığını kanıtladı. Siyasi irade her şeyin üstündedir. İsterseler çok kısa sürede bitirilebilir. İstemedikleri için yapılmıyor." diyor.

 

İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası her ayın ilk haftası Caddebostan Kültür Merkezi'nde, diğer haftalar ise Fulya Sanat Merkezi'nde konser veriyor. Köse, "Buralar CHP'li belediyeler olduğu için sanki CHP'nin orkestrası gibi algılanıyoruz. Biz devletin, Kültür Bakanlığı'nın orkestrasıyız." diyor. Orkestra ekibi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı'nı ziyaret etmeyi planlıyor. Başkandan konser salonu isteyecekler.



Devlet Halk Müziği Korosu ve Türk Sanat Müziği Araştırma ve Uygulama Topluluğu'nun ofisleri binanın giriş katında penceresi olmayan bir köşede bulunuyor. Küçük ve alçak tabanlı odalar nemli ve soğuk. Topluluğun müdür yardımcısı Ümit Atalar (üstte) enstrümanların nemden akordunun bozulduğunu söylüyor.

Zaman Cumaertesi, Haber: Gülizar Baki, 19.02.2011

KORUMAYAN 'KORUMA KURULU' YARGILANIYOR

 

 

İstanbul Tuzla’da, üzerinde yüzlerce yıllık tescilli ağaçların bulunduğu Bizanslılardan kalma Ayazma’ya AKP’li Tuzla Belediyesi tarafından nikah salonu yapılması iznini veren 5 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Üyelerinin yargılanmasına başlandı.
Suç duyurusundan tam dört yıl sonra açılan dava, İstanbul Adliyesi 10. Asliye Ceza Mahkemesinde, 2010/118 esas no’suyla görülüyor. Davada, kurul üyelerinin ‘Görevi kötüye kullanma’ suçundan 3 yıla kadar hapis ve siyasi haklarından da yoksun bırakılarak cezalandırılmaları isteniyor.


Yargılanan kurul üyeleri içinde bulunan, AKP’li Gebze Belediye Başkan Yardımcısı Zinnur Büyükgöz , AKP Tuzla Belediye Başkan Yardımcısı Münir Turhan, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı İrfan Uzun, İstanbul Büyükşehir Belediye temsilcisi Uğur İnan gibi siyasilerin yanı sıra, öğretim üyeleri Fulin Bölen, Süleyman Faruk Göncüoğlu, Mehmet Sinan Kılıçoğlu, Kemal Kutgün Eyüpgiller de bulunuyor.


Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Tuzla Belediye Başkanı Mehmet Demirci ile birlikte 5 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu üyeleri hakkında 2006 yılında Tuzlalılar tarafından suç duyurusu yapılmıştı.


Kültür Bakanlığı’nın aksine İçişleri Bakanlığı, Belediye Başkanları Kadir Topbaş ve Mehmet Demirci hakkında soruşturma izni vermemişti. Tuzla Cumhuriyet Savcısı Ersel Ertürk tarafından ‘soruşturma izni verilmemesine’ ilişkin karara itiraz edilmemişti. Yasa dışı inşaat için, yasa dışı ihale yaparak; anıt ağaçları yok eden ve kamuyu zarara uğratan başkanların yargılanmasının yolu da böylece kapanmış oldu.
 

AKP’li Tuzla Belediyesi, koruma alanında kalan ve içerisinde yüzlerce yıllık tescilli ağaçların bulunduğu tarihi Ayazma’ya, nikah salonu yapma kararı aldı. Koruma Kurulundan izinsiz başlatılan inşaat sırasında, pek çok tescilli ağacın sökülmesi halkın tepkisine neden oldu.

Tuzlalıların topladıkları 7 bin imzalı dilekçe 18/12/2006 tarihinde, Kültür ve Turizm Bakanlığına, 5 No.lu Koruma Kuruluna ve Tuzla Kaymakamlığına iletildi.


Koruma Kurulu aldığı kararla yasa dışı inşaatı durdurmak zorunda kaldı. Ancak bir süre sonra Tuzla Belediyesi, bu kez aynı Koruma Kurulu'ndan bir kez daha inşaat izni istedi.


Belediyenin talebi üzerine toplanan 5 No.lu Koruma Kurulu aynı oturumda, birbiriyle çelişen iki farklı karar alarak bir skandala imza atmış, konu basında yer alınca, kurul geri adım atıp, kendi verdiği izni iptal ederek inşaatı durdurmak zorundu kalmıştı.

Evrensel, 19.02.2011



******


İKİ BAKANLIKTAN İKİ FARKLI KARAR


Kültür Bakanlığı yapılan şikayetleri dikkate alarak sorumlular hakkında inceleme başlattı. Görevlendirdiği başmüfettiş hazırladığı raporda, kurul üyelerinin suçlu olduğunu ve yargılanmalarına izin verilmesini istedi.


Kültür Bakanlığı tarafından ‘yargılanma izni verilen’ kurul üyeleri Ankara İdare Mahkemesine itirazda bulundularsa da, mahkeme bu itirazları yerinde bulmayarak reddetti ve kurul üyelerinin yargılanmalarının önünü açtı. Ancak dönemin Tuzla Belediye Başkanı Mehmet Demirci ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş için yapılan suç duyurusuna İçişleri Bakanlığı izin vermeyince “İzni veren yargılanıyor, ortalığı talan eden kurtuluyor” gibi tuhaf bir durum ortaya çıktı ve başkanlar yargılanmaktan kurtuldu.

Evrensel, 19.02.2011

MOZAİK MÜZESİ AY SONUNDA AÇILIYOR

 

 

Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Asım Güzelbey, TV8 ekranlarında Erkan Tan’ın canlı yayın konuğu oldu. 40 Bin metre kare alan üzerinde yapılan Zeugma mozaik Müzesi ve Kongre Merkezinin bu ayın sonunda açılacağını belirten Güzelbey, “Bugüne kadar dünyanın en büyük mozaik müzesinin Tunus’ta olduğu biliniyordu ama Gaziantep’te açılan Mozaik Müzesinin ardından bu unvan bize geçecek. Gerek renk armonisi olarak gerekse sergilenen mozaik miktarı olarak Gaziantep Mozaik Müzesi bu noktada dünyanın en büyüğü olacak" dedi.

1 milyar 226 milyon dolar borçla devraldıkları Belediyenin borcunun bugün 500 Milyon doların altında olduğunu hatırlatan Başkan Güzelbey, “Borçlarımızın üçte ikisinden fazlasını ödemiş bulunuyoruz. Bunun yanı sıra Türkiye’de ilkler ve enler arasında yer alan birçok projeyi de gerek AB hibe fonlarından istifade ederek, gerekse belediyemizin öz kaynaklarından karşılamak suretiyle Gaziantep halkının hizmetine sunduk diye konuştu.

“Belediyemiz öz kaynakları ile Raylı Sistem gibi çağdaş ulaşım olanaklarını şehrine kazandıran tek belediyeyiz diyen Güzelbey, “Projemizi hazine garantisi olmadan gerçekleştirdik. Muhalefet partisinin belediye başkanlarına özellikle belirtmek istiyorum. İktidar Partisinin belediyesiyiz diye bize torpil yapıldığını düşünmesinler. Hazinenin hiçbir siyasi parti ayrımı, kimseye iltiması yoktur. Projelerimizin neredeyse tamamını kendi ekip arkadaşlarımızla hazırlıyoruz. Biz belediyemize kesinlikle siyaseti sokmuyoruz. Bizim için insanların kafa yapılarından çok sahip oldukları bilgi ve beceriler önem arz ediyor” dedi.

Gazianetp 27 Gazetesi, 19.02.2011

MUDANYA'DA TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞI

 

Mudanya'da bir evde yapılan aramada çok sayıda tarihi eser ele geçirilirken, olayla ilgili 4 kişi gözaltına alındı.

 

Edinilen bilgiye göre, Hasanbey Mahallesi Filiz Villaları Caddesi'nde bir evde tarihi eser olduğu ihbarını alan polis hakete geçti. Eve baskın düzenleyen Mudanya İlçe Emniyet Müdürlüğü ekipleri, M.Y. (43), M.Ö. (47), T.Y. (43) ve N.Ö'yü ( 47) gözaltına aldı. Evde yapılan aramada 108 adet yağdanlık, 2 küçük küp, testi ve av tüfeği ele geçirildi. Olayla ilgili soruşturma başlatıldı.

Bursa Olay, 19.02.2011

10 BİN KİTAPLI SARAY KÜTÜPHANESİ

 


Akile Çelik ve ekibi, işlerini çok seviyor ama uzun süre toz arasında kaldıkları için faranjit, göz kaşınmaları, akma, yanma, bel fıtığı gibi rahatsızlıklara yakalanıyorlar.

 

Dolmabahçe Sarayı'ndaki Abdülmecid Efendi Kütüphanesi'nin 2 yıldır envanteri çıkarılıyor. 10 bin 867 kitabın yer aldığı kütüphanede, 2 bin 280 eserin fotoğrafı çekildi. Yazarı, yayınevi, konusu vb. bilgiler kaydedildi. Şimdilik kurum personelinin yararlandığı nadide kitaplar, dijital ortama aktarılınca halka açılacak.

 

Hiç dikkatinizi çekti mi, Dolmabahçe Sarayı'nın Hünkar Dairesi'nde büyük bir kütüphane var. İçi, tarihi eser niteliğindeymiş gibi görünen kitaplarla dolu. 1889 tarihli Victor Hugo'nun 'Notre Dame'ın Kamburu' kitabı ansiklopedi kalınlığında. Emile Zola'ya, Voltaire'ye, Goethe'ye, Henrik İbsen'e, Schiller'e ait yüzyıl önce basılan birçok eser... Pierre Loti, Claude Farrere, Recaizade Mahmut Ekrem, Abdülhak Hamit gibi edebiyatçıların ithaf yazısıyla hediye ettiği kitaplar. Elyazmaları, resim, müzik, tarih, coğrafya kitapları, yabancı gazete ve dergiler... Bu özel kütüphane, son Osmanlı halifesi Abdülmecid Efendi'ye ait. Kitapların büyük kısmında ya mührü, ya imzası ya da el yazısıyla aldığı notlar var. Çoğu Fransızca ve Almanca. Çünkü halife, bu dilleri iyi biliyor. 3 Mart 1924'te hilafet kaldırılınca bu odadan sürgüne gönderilmiş.

 

Kütüphanenin bulunduğu mekan sıradan bir yer değil. İçindeki 10 binden fazla kitapla 19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyıl başlarının araştırılmasında önemli bilgi ve belge merkezi niteliği taşıyor. Abdülmecid Efendi, kitapların büyük çoğunluğunu yurtiçi ve yurtdışındaki yayınevlerinden satın almış. Avrupa sanatını ve edebiyatını düzenli olarak takip eden, yerli ve yabancı birçok gazete ve dergiye abone olan dönemin entelektüellerinden. Çeşitli dergilerin sayıları, ansiklopedi, sözlük, yıllık, harita gibi başvuru eserlerinin yanı sıra ailesine ait fotoğraflar, çeşitli albümler de kütüphanesinde yer bulmuş. Ancak sarayı gezerken kütüphaneyi uzaktan görebiliyorsunuz. İçine girmek, okumak ya da araştırma yapmak için tozlu rafları karıştırmaya izin yok. Şimdilik sadece kurum personeli yararlanabiliyor. 2008 yılında, kütüphanede bulunan ve nadir eser özelliği taşıyan kitaplar, saraydaki diğer objeler gibi değerlendirilerek 'Kitap Seksiyonu' oluşturulmuş ve özel bir arşiv programıyla kaydedilmeye başlanmış. Dolmabahçe Sarayı Kütüphane ve Kitap Seksiyonu Sorumlusu Akile Çelik, envanter çalışması bittikten sonra kitapların dijital ortama aktarılacağını ve ancak o zaman araştırmacılara ve halkın kullanımına açılacağını söylüyor.

 

Kitap sayısının 12 bini bulacağı tahmin ediliyor Kütüphanenin envanteri ilk kez 1952'de çıkarılmış. 1992-1993 yıllarında yeniden gözden geçirilerek bir katalog oluşturulmuş. Böylece envanter defterinde 4 bin 453 görünen kitap sayısı 10 bin 867'ye ulaşmış. Depolardan ve bodrumlardan çıkan yeni kitaplarla sayının 12 bini bulacağı düşünülüyor. Ansiklopedi kalınlığındaki klasik romanlar, yakında Milli Saraylar Koleksiyon Müzesi'nde sergilenecek.

 

Atatürk de yararlanmış Atatürk'ün, Dolmabahçe Sarayı'nda bulunduğu dönemlerde Abdülmecid Efendi Kütüphanesi'nden faydalandığını, hatta kitapların bir kısmını Ankara'da inceledikten sonra iade ettiği arşiv belgelerinden anlaşılıyor.

 

Dönemin ajans press'i Argus Kütüphanede Argus adlı 'gazete kesme firması' tarafından gönderilmiş kupürler var. Argus'un o dönemin Ajans Press'i olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Andülmecid Efendi sürgün edildikten sonra aylık abonman karşılığında halifeliğin kaldırılışı ile ilgili gazete yazılarını keserek kendine göndermiş.

 

Abdülmecid Efendi, ünlü edebiyatçıları, ressamları kütüphanesinde ağırlamış, görüşmelerinin ve çalışmalarının çoğunu burada yapmış. Halife seçildiğinde, veliaht dairesindeki kütüphanesinde de halifelik beyannamesini ve saltanat feragatnamesini imzalamış.

 

Mermer ciltli kitap Kütüphanede yer alan nadir eserlerin birçoğu ciltleri açısından da önemli. Kimi mermer, ahşap, atlas, kadife gibi kumaşlar kullanılarak, üzerlerine altın yaldızlı, Osmanlı arması, tuğra, ay yıldız formu ve 19. yüzyıl motifleri ile süslenmiş.

 

Kütüphane merdiveni Kütüphanede ilginç mobilyalar da var. Üstte sağdaki küçük fotoğraftaki merdiven, yan tarafındaki kol sayesinde sandalyeye dönüşüyor. Üzerindeki AH damgası, II. Abdülhamid'in marangoz atölyesinde yapıldığının işareti.

 

1919 tarihli İnci dergisi Halife, kadınların meslek sahibi olmalarını, sanat ve edebiyat alanındaki gelişimlerini desteklemiş ve kadın dergisi İnci'nin 1919'daki 9. sayısına röportaj vermiş. Kütüphane koleksiyonuna kayıtlı olan dergideki röportajı Sedat Simavi yapmış. Halife, röportajda, kadının toplumdaki yeri, giyim tarzı, edebiyat alanındaki eserleri ve Türk kadını hakkındaki düşüncelerini açıklıyor.

 


Başında haç, sonunda ay yıldız olan kitap

 

Kütüphanede Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethini anlatan ilginç bir kitaba rastlıyoruz. Ön kapakta haç, arka kapakta ay yıldız yer alıyor. Yazarı Gustave Schlumberger tarafından yazılmış bir ithaf yazısı. Basım tarihi 1915. Akile Çelik, Fransızca olan kitabı, Milli Saraylar Yayın Kurulu'na sunacaklarını ve yakında yeni baskısıyla yayımlanabileceğini söylüyor.

 

Sayılarla Abdülmecid Efendi Kütüphanesi

Kütüphaneye kayıtlı 10 bin 867 kitap var. Bugüne kadar 2 bin 280'inin envanteri çıkarılmış.

 

Kitapların 3 bin 836'sı Osmanlıca, 322'si Arapça, 15'i Farsça, 199'u hem Osmanlıca hem Fransızca, 41'i hem Osmanlıca hem Almanca. Geriye kalan 6 bin 454'ü sadece Fransızca ve Almanca.

 

Kütüphanede bazıları ciltli olmak üzere 700 gazete, 3.829 dergi bulunuyor.

 

Önemli bazı nadir eserler ve az sayıda (48 adet) yazma eser de yer alıyor. 687 numaraya kayıtlı, Usulü'l Hikem fi Nizamü'l Ümem isimli kitap, ilk Türk matbaası İbrahim Müteferrika Matbaası'nda basılmış olması açısından en nadir eserler arasında.

 

Kütüphanedeki kitapların genellikle 1840-1920 yılları arasında tarihli. Bununla beraber Hicri 1039 tarihli Kur'an, 996 tarihli Manzum Siyer gibi yazma eserler de koleksiyonda.

Zaman Cuma, Haber: Sevinç Özarslan, 18.02.2011

"BU BİR ÖLÜM KALIM KAVGASI, YA KAZANACAĞIM YA KAZANACAĞIM!

 

Şirince sessiz sedasız baharı karşılar gibi... Köyün girişinde tur otobüsleri, taşlı dar sokaklarda gezinen turistler... Erken bahara uyup çiçek açan meyve ağaçları, papatyalar... Adını biraz da Nişanyan Evleri’yle duyurdu Şirince. Sevimli turistik bir köy olarak daha fazla tanınmaya başladı. Şirince adı Sevan Nişanyan ve “Nişanyan Evleri”yle gündeme geldi gelmesine ama hikayenin büyük çoğunluğu yasalara ve imar mevzuatına takıldı. Nişanyan, daha önceden de 10 ay hapis yatmasına neden olan evler ve yenilerinin yıkım kararıyla yine gündemde.


Şirince baharı karşılar gibi görünse de aslında aralarında Sevan Nişanyan ve Matematik Köyü kurucusu Ali Nesin’in evlerinin de bulunduğu kaçak binaların yıkılacağı haberi köyü epeyce karıştırdı. Selçuk Kaymakamlığı ilk etapta, 22 yapı için “sit alanında kaçak olarak inşa edildikleri” gerekçesiyle İzmir İl Özel İdaresi Encümeni tarafından geçen yıl eylül ayında alınan yıkım kararını perşembe günü uygulamaya koyacaktı. Hareketlenen ortam geri adım atılmasına neden oldu. Yıkım şimdilik durdu...


Evlerin yıkılmasına ölümü bile göze aldığını vurgulayarak karşı duracağını söyleyen Nişanyan’la neler olup bittiğini konuşuyoruz...

* Hikayeye Şirince’ye geldiğiniz günlerden başlasak...
Basit bir hikaye aslında... Biz Şirince’ye geldik, aşık olduk, çok beğendik. Burasının da Türkiye’nin kırk bin diğer köyü gibi elden gitmekte olduğunu gördük, üzüldük. ‘Buna nasıl bir çare bulabiliriz. Nasıl korunabilir’ derdine düştük. Olayın sadece yasaklar düzeyinde olmayacağını düşündük. Çünkü bir şeyin korunabilmesi için kendi kendine üretebilmesi lazım. Bunun için formüller, mimari modeller, gerçekleştirilebilir ve sürdürülebilir bir model oluşturmaya çalıştık. Zannediyorum bütün Türkiye’ye örnek olabilecek nitelikte bir tesis çıkarttık ortaya.

* Başınıza bir sürü şey geldi. Hapse girmiştiniz..... 
-Evet hapse de girdim, çıktım. Sanıyorum tekrar da gireceğim. Bundan dolayı da gurur duyuyorum. Doğru bir iş yapmak kendi başına kendi kendisinin ödülüdür. Bunun içim bir takım bedeller ödenmesi gerekiyorsa o bedeller de ödenir. Bu son yıkım kararının anlamı da şudur. Diyor ki adam ‘Senin yapmış olduğun işin iyi veya kötü olması beni ilgilendirmez. Yapacağımız işin bir cinayet olması da bizi ilgilendirmez.’ Diyor ki ‘Mevzuatın üstünlüğünü korumak uğruna işlemeyeceğim cinayet yoktur.’ Bunu da bir güç gösterisi olarak yapıyor. Dolayısıyla buradaki mücadele sadece ‘Nişanyan Evleri’, yalnızca Şirince mücadelesi de değildir. Memleketin başına bir kanser gibi çöreklenmiş olan bir korkunç anlayışın mücadelesidir. 

* Hangi evler yıkılacak?
16 yıldan beri inşa ettiğim her şeyi yıkmaya kararlılar. Hem daha önce hapse girmeme sebep olan 4 taneyi, hem de yenilerini. Şirince’de 95 yapı için alınmış yıkım kararı var. İlk etapta bunun 22’sini perşembe yapılacaktı. Bu 22 yapının 5’i de Nesin Vakfı ve bize ait olanlardı. Bu işin yöntemi şudur, önce bir bürokratik çıkmaz yaratırsın. Mesela bütün Türkiye turizminin yüz akı olan bir takım otellerin yıkım kararını alırsınız sonra dersiniz ki “Bunları uygulamayacağız buyur sen işlet.” Ama sonra bu binalar yasal olarak yok hükmünde olduğu için onaramazsınız, herhangi bir işlem yapmak için ruhsat alamazsınız. 2 seçeneğiniz vardır. Ya bırakıp pes ettim diyeceksiniz ya da yasa dışı yapacaksınız bazı şeyleri.

* Neler yaptınız?
Burası Allah’ın çölü bir yerdi. Buranın toprağını kullanıp, Ege’nin tipik bağ evi ruhu içinde tamamen el emeği ve göz nuru ürünü olan mütevazi 30-40 metrekarelik köy evleri yaptım. Küçük bir mezra gibi yer oluştu. Yasa dışı mı? Evet yasa dışı. Bundan da gurur duyuyorum. 27 senedir bu köyde çivi çakmak yasak. Aslında yasak bile değil. Tam 27 senedir çivi çakmak için başvurduklarında ne yapacaklarını bile bilmiyorlar. 1983’te sit alanı ilan edildi. İmar Planı ancak 2008’de çıktı, 2 ay sonra iptal edildi. Tekrar 2010’da çıktı şu anda da Kültür Bakanlığı tarafından iptali söz konusu. Yani inanılmaz bir budalalık gidiyor. Mevzuat öyle ki elinizi kolunuzu bağlıyor. Özetle diyor ki “Gel bana yalvar ben sana yol göstereyim.” Ben de onu yapmıyorum. Siyasi yönü de bariz bir şekilde var.

* Yaşadıklarınızın Balyoz Soruşturması’yla da bağı olduğunu iddia ettiniz. Nasıl bir bağ var? 
Kamuoyuna yansıyandan çok daha fazla şey biliyorum aslında. 10 seneden fazladır ordu içinde ve sivil bir kısım kişiler tarafından yok edilmeye çalışılıyorum. Beni hedef belirlemeleri 2000’de Giresun’da başladı. O zamandan beri “Bu adam hem Ermeni hem de devlete meydan okuyor buna izin veremeyiz” anlayışında insanlar var. Tahmin edemediğim kumpaslar var. 

* Birebir yaşadığınız şeyler mi bunlar?
Buraya gelip etrafımda dolaşan insanlar, gelip bilgi alıp aktaran kişiler, Oda TV çevresinden gelip kontrol altına almaya yönelik hamleler... İnsanın kanını donduran, bir ırkçılık var. Bu yüzeyde fazla görünmez. Ama mesela devlet dairesine gitmişsindir kapıdan çıkarken sana “Pis herif git Ermenistan’a” der. Böyle gözü dönmüş bir cinayet hissi var. Bir buçuk senedir İzmir’de bu işi karıştıran da bu zihniyet. “Bu adam vatan millet düşmanıdır ve vatan için yok etmek lazım” temasını kullanıyorlar. Suikast planları son derece gerçek ve bir iki değil. Bir ara 14 kişilik ekip koruyordu beni. “Koruma verirseniz dava ederim ve hiçbir şekilde size güvenmiyorum” dedim. Benim tavrım Hrant Dink’in tavrından farklı. Kavga gördüğüm yerde geri adım atamıyorum. Daha dikleşiyorum. Ölüm korkusu diye bir korkum yok. Dolayısıyla bu bir ölüm kalım kavgasıdır. Ya kazanacağım ya kazanacağım. 27 senedir adım atmayı başaramadıkları bir batakta tek bir insanın çıkıp bir köyün kaderini olumlu yönde değiştirmesi bunlar için bir hakarettir. 

* Yıkım olursa ölümü göze aldığınızı da söylediniz...
Hrant Dink davasında yapılan hatayı tekrarlıyorlar. Zannettiler ki Hrant Dink’i öldürünce susacak. Aksine öldürünce konuşmaya başladı. Zannediyorlar yıkmakla zafer kazanacaklar. Aksine yıktıklarında hezimete uğrayacaklar. Son dakikada geri atacağım zannediyorlar. Cesedimi çiğnemeden yıkabileceklerini zannediyorlarsa yanılıyorlar. Hakikatten o zaman aptallıktan görevden alınmaları lazım. Ölümden korkan bir insan “Yanlış Cumhuriyet” kitabını yazmaz. Ölümden korkan bir insan Hodri Meydan Kulesi’ni dikmez. Ve buranın yıkılması demek benim hayatım boyunca yaptığım en önemli işin yıkılması demek. Ben o zaman ne yapacağım ki 10 sene daha yaşayıp?

* Bu kadar üstüne gitmenizin nedeni aslında buradan, Şirince’den çok büyük rant elde etmeniz olarak düşünülebilir... Buradan büyük gelir elde ediyor musunuz?
10 yaşında bir Kartal araba kullanıyorum. Toplam 5-6 tane de gömleğim var. Malvarlığım yok. Biz Şirince’ye çok parasız olduğumuz bir dönemde geldik. Şehir yaşamının maliyetini kaldıramadığımız için geldik. Beş parasız başladık bu işe şimdi Allah’a şükür düzgünce bir gelirimiz var. 20 hane geçiniyor bu köyden... Gelen parayı yatırdık. 10 sene içinde 3 milyon lira civarında bir yatırımımız oldu. 3 milyon liraya bir apartman alabilirsiniz Selçuk’ta veya herhangi bir yerde. Ve bunun rantıyla paşalar gibi yaşarsınız hayatınız boyunca. Böyle bir şey yapmadık. Hoşumuza giden bir iş yapmak istiyoruz. Çocuklarımıza güzel bir eser bırakmak istiyoruz. Bunun da pekala bilincindeler ve bundan çok rahatsız oluyorlar. 

* Siyasilerden, AKP’den sizi destekleyenler olduğunu söylemiştiniz. Şimdi ne oldu da değişti?
Var ama tepki için yaptığımız ve 29 Ekim 2010’da açtığımız Hodri Meydan Kulesi onların da kolay kolay kaldıramayacağı bir hamleydi. Galiba bana birkaç gündür söylenen o ki, filmi kopartan Hodri Meydan Kulesi... Bundan dolayı asla pişman değilim. O kulenin dikilmesi gerekiyor. Herkesin bir Hodri Meydan Kulesi dikmesi gerekiyor kendi imkan ve şeraiti içerisinde. “Yeter artık” demenin bir simgesidir. Bir bayrak göstermenin simgesidir ama bölücülük anlamında değil bu... 72 milyonun bağımsızlığını ilan etmesi lazım. O noktaya gelindi işte.

* Eğer Ermeni asıllı olmasaydınız ya da Sevan Nişanyan olmasaydınız bunlar başınıza gelmezdi diye mi düşünüyorsunuz?
Bu boyuta ulaşmazdı. Sevan Nişanyan olmam olayın bir cephesidir. Temel hadise, devlete boyun eğeceksin düşüncesidir. “Üstelik Ermeni gelip meydan okuyor. Bunu yok edeceğim” diyor. Buna da “En doğal hakkımdır bu. Başka türlü olsa zaten devletimiz batar” diye akıl yürütüyor. Yıkımı boş verin, 30 küsur sene hapsimi istiyor. Pek kurtuluşu olduğunu sanmıyorum.

* 30 yıl ceza alacağınızı düşünüyor musunuz?
Alacağım gibi görünüyor. Mekanizma son derece net, 18 tane dava açtı. Bunların hepsi aslında hava civa davalar. Girişte bir kaz kümesi var, onu kapısının üstü bitmemiş olarak duruyordu. Ona tuğladan bir kemer yaptım. Kümesin üstüne kemer davası olarak açıldı. 5 sene kadar hapis istemi var oradan. Şu an oturduğum eve de bir tane dava açtılar 5 seneye kadar. Buranın bütününe bir tane daha dava açtılar. Arazi içindeki birkaç tane ev için toplam 15 sene olan üç dava var. Daha buna benzer...

Milliyet Ege, Haber: Banu Şen, 18.02.2011



******


"ŞİRİNCE İÇİN KARARI ARTIK ANKARA VERECEK"

 

İzmir İl Genel Meclisi Başkanı Serdar Değirmenci, Şirince Köyü'nde Yazar Sevan Nişanyan ve bazı köy sakinleri tarafından kaçak olarak inşa edilen yapılarla ilgili gerçekleşmesi beklenen yıkım kararının durdurulması üzerine yaptığı açıklamada, "Bundan sonra kararı Ankara verecek. Sorunun çözüm adresi İzmir değil, Ankara'dır" dedi.

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın yazısı üzerine durdurulan yıkım kararı ile ilgili partisine sözlü saldırıda bulunulduğunu belirterek CHP Grup Başkan Vekili Hüseyin Mumcuoğlu ve İl Encümen üyeleri Emre Özer, Hakkı Güney, Nevzat Kavalar, Barış Güldoğan ve CHP Grubu Üyesi Seyfettin Şen ile birlikte açıklama yapan Değirmenci, "Yıkım kararını tek başına CHP almadı. Buna rağmen öyle gösterilmeye çalışıldı. Kaldı ki, İl Encümeni'nde Vali de dahil olmak üzere 6 tane devlet memuru vardır, alınan bu kararların hepsi de yasaldır" diye konuştu.

Şirince'nin Koruma Amaçlı İmar Planı'nın geçmişi ile ilgili bilgi veren Değirmenci, bu plana aykırı olarak inşa edilmiş 22 kaçak yapı hakkında yıkım kararı bulunduğunu söyledi. Yıkım kararı kesinleşmiş 22 yapıdan 7 tanesinin geçmiş yıllarda AKP ve CHP koalisyonu döneminde, 7 tanesinin AKP'nin çoğunlukta olduğu dönemde ve 9 tanesinin de CHP'nin tek başına İl Encümeni'nde temsil edildiği dönemde alındığı bilgisini veren Değirmenci, "Görüldüğü gibi yıkım kararını tek başına CHP almamış, alınan bu kararların hepsi de yasaldır. Encümende kim olursa olsun kanun gereği imara aykırı bu yapılar için yıkım kararı almak zorundadır. Aksi halde kanunla kendine verilmiş görevleri yapmamakla suçlanarak görevi ihmal etmiş olacaklardır. Ayrıca alınan tüm yıkım kararlarına yapılan itirazlar, Danıştay tarafından reddedilmiştir" dedi.

İl Encümeni'nin yıkım kararını aldığını, artık yapacak bir şeyi kalmadığını, sorunun çözüm yerinin ise İzmir değil, Ankara olduğunu belirten Değirmenci, "Yıkım kararı gerçekleşecekken, Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan gelen yazı ile durduruldu. Ama yazıda 'yıkın ya da yıkmayın' demiyor. Biz de açık ifadelerin kullanılmasını istediğimiz bir yazı gönderdik. Eğer yıkım duracaksa Kültür ve Turizm Bakanlığı bize, 'Yıkımı durdurun' diye yazı göndersin. Topu bize atmasın. Bundan sonra kararı Ankara verecek. Sorunun çözüm adresi İzmir değil, Ankara'dır" dedi.


İl Genel Meclisi CHP Grup Başkan Vekili Hüseyin Mumcuoğlu ise, "Kişisel çıkarlar için partimize yapılan haksız eleştirileri ve saldırıları reddediyoruz. Çıkarları için bilgi kirliliği yaratıp insanları etkilemeye çalışıyorlar. CHP toplumsal menfaatleri ön planda tutan koruma bilincine sahip en büyük partidir" dedi.

Bir gazetecinin Yazar Sevan Nişanyan'ın bazı gazetelere yaptığı, "Yıkım kararının arkasında Canan Arıtman ekolünün devamı olan isimler var" şeklindeki sözlerini sorması üzerine Değirmenci, "Biz Canan Arıtman'ın değil, Mustafa Kemal'ın, İsmet İnönü'nün ekolünden geliyoruz. Türkiye Cumhuriyeti kurulurken Türk'ü, Ermeni'si, Çerkez'i birlikte hareket etmiştir. Çanakkale'de birlikte savaşmıştır. Irkçılığa, ayrımcılığa karşıyız" şeklinde konuştu.

Yeni Asır, Haber: İlker Çoban, 18.02.2011

 

******


"KİMSEYE TAVİZ YOK"

 

İzmir Selçuk'un Şirince Köyü'nde gerçekleşmesi planlanan yıkımı İzmir Valiliği İl Özel İdaresi'ne bir yazı göndererek durduran Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, önemli açıklamalarda bulundu. Şirince'de aşırı ticarileşme yaşandığına dikkat çeken Günay, "Şirince'de yapılabilecek ne varsa yapacağız. Ancak kimse bizden taviz beklemesin" diye konuştu. İzmir Valisi Cahit Kıraç, İl Encümen üyeleri ve bürokrasiye yönelik hakarete varan sözler söyleyen yazar Sevan Nişanyan ve Prof.Dr. Ali Nesin'le ilgili ise, "Onlarla muhatap değilim" dedi.

Geçtiğimiz perşembe sabahı gerçekleşmesi beklenen yıkımı durdurmasının sebebi ile ilgili de bilgi veren Günay, "Bazı haksızlıklar olabileceği, bazı yapıların estetik olduğu, kamuoyunu ikna etmeden yapılacak yıkımın yanlış anlaşılabileceği düşüncesiyle durdurulmasını istedik" diye konuştu.


Şirince'nin Koruma Amaçlı İmar Planı'nı yeniden değerlendireceklerini belirten Günay, "Planın revize ihtiyacı var mı, yok mu değerlendireceğiz. Fakat ben kendi bakanlığımın 4 katını yıktım. Topkapı Sarayı'nın bazı eklentilerini, kendi ellerimle yıktım. Aşırı ticarileşmeye göz yumamayız. Şirince'de yapılabilecek ne varsa yapacağız. Kimse bizden taviz beklemesin" şeklinde konuştu.
Şirince'nin doğal dokusunda bozulmalar bulunduğunu dile getiren Bakan Ertuğrul Günay, fazla ticarileşmenin gözardı edilemeyecek boyutta olduğuna dikkat çekti. Şirince'deki bazı yapılarla ilgili kurul ve mahkeme kararları bulunduğunu hatırlatan Günay, "Alınan yıkım kararları ile ilgili mağduriyete yol açmadan çözüm bulmak istiyoruz. Bazı vatandaşlarımız imara aykırı yapılarıyla ilgili kendileri düzeltmede bulunabilirler. Belki biz de 5-10 gün sonra Şirince ile ilgili bir çözüm formülü geliştirebiliriz. Ancak bu konuyla ilgili bazı arkadaşlar medyada abartarak yer alıyorlar" dedi.

Şirince'de geçtiğimiz perşembe sabahı kaçak olarak inşa edilen ve içlerinde Sevan Nişanyan'a ait olanların da bulunduğu 22 yapı ile ilgili planlanan yıkım, çarşamba akşamı Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından İl Özel İdaresi'ne gönderilen bir yazı sonrasında durduruldu. İl Genel Meclisi Başkanı Serdar Değirmenci, yazıda Koruma Amaçlı İmar Planı'nın uygulanmasında sıkıntı yaşandığı, sorunların çözüm yollarının tartışılması ve imar uygulamalarının sonuçlandırılması için mevcut planın kadastral paftalara göre revize edileceğinin gözönünde bulundurulmasının istendiği belirtildi. Bu yazı üzerine yıkımı durdurduklarını belirten Değirmenci, "Yazı üzerine tereddüde düşülmesi üzerine yıkım durduruldu. İhale süreci dolayısıyla telafisi imkansız hukuki ve mali sorunların çıkmasını istemediğimiz için Kültür ve Turizm Bakanlığı'na yeni bir yazı gönderdik. Bu konuların açıklığa kavuşturulmasını istedik. Gelecek yazıya göre hareket edeceğiz" diye konuştu.
Yeni Asır, Haber: İlker Çoban, 20.02.2011

 

******


NİŞANYAN, ŞİRİNCE'DE NE YAPIYOR, NEDEN YAPIYOR?

 

Devir, şüphe devri. Herkes, her işin içinde bir bityeniği arıyor. Ben, gerçeği arıyorum. Ben sade bir vatandaşım. Sevan Nişanyan’ın yaptığı tüm inşaatlara maalesef,  yüz yüze bakarak yaşamımı sürdürüyorum. Su katılmamış gerçekleri herkesle paylaşmak istememde, köyün geleceğinden başka bir düşüncem veya kaygım yok. 

Kaç inşaat yaptı?
Nişanyan, kaç inşaat yaptı? Bağ Evleri (yaklaşık altı ünite), havuz kompleksi, Bağ Evleri müştemilatı, iki münferit iki katlı bina, su sarnıcı, 12 metre yüksekliğinde Hodri Meydan Kulesi, 2.5 katlı Nişanyan Otel binası, otel bahçesinde hamam, Cumbalı Ev, Kerevetli Ev, Hamamlı Ev, Matematik Köyü kompleksi (üç adet münferit iki katlı ev, kafeterya, hamam ve teraslar dışında en az 10 adet bina).


Sevan Nişanyan’ın suçladığı Şirince imar kanunu eğer zamanında çıksaymış ya da bugün çıksa ve yürürlüğe girse bu binalardan kaçının izinli olma ihtimali vardı? Yalnızca tadilat yaptığı üç evin, yani Cumbalı Ev, Kerevetli Ev ve Hamamlı Ev’in. İmar kanunu çıkmış olsa dahi Sevan Nişanyan 20-25 adet binayı izinsiz yapmış olacaktı.  

Yasalar üzerinde değil
İmar Kanunu’nun çıkıp çıkmaması, Sevan Nişanyan’ın “mağduriyeti” ile alakalı değildir. Bu koparılan vaveylada ikinci son derece sarih hata ise şuradadır: Şirince’de ben dahil hemen herkesin kaçak denebilecek bir yapısı vardır. Ama, hiçbir evin sahibi, her an tepemize yıkacaklar korkusuyla yaşamaz.


Bugün Nişanyan’ın kaçak olup hakkında kesinleşmiş yıkım kararı olan 20’ye yakın binasından üçüne yıkım kararının fiilen uygulanması girişiminin sebebi, sadece ve sadece kendisinin son bir yıl içinde iyice dellenip defaten devlete meydan okuması, hakaret etmesi, kendini devletin ve yasaların üzerinde ilan etmesidir.

Kimse mutlu olmaz
İmar Kanunu çıksa iyi olacak elbette. Köylü de bunu ister tabii. Ama koruma altında, 1’inci derece kentsel sit ve 3’üncü derece doğal sit alanı olan bir köyde çıkacak olan kanun, zaten tabiatı gereği, inşaatlarla gelişmek, yayılmak, yenilenme isteyen hiç kimseyi mutlu edecek bir şey değildir. Bu konuda da gerçekçi olmak gerekir. 


Koruma altında bir köyde yaşamak kolay değildir. Kimse Şirince’nin sit alanı olması neticesindeki zorlukları, bu tanımın yaşamaya ve iş yapmaya engeller oluşturduğunu yadsıyamaz. Öte yandan, bu köy bugün koruma altında olduğu için bir turizm cazibe merkezidir. Bu koruma Nişanyan’ın uygun gördüğü gibi kaldırılacak olsa turizm balonu sönüp gider ve turizm yatırımları yapmak için yasaların kaldırılıp total serbesti sağlanmasına taraftar olanlar çırpınarak fakr-ü zaruret içinde ölürler.


Olay, “Şirince’nin en güzel evlerinin yıkılması” meselesi değildir. Olay, Şirince’nin geleceğidir. Bu yıkım yapılmazsa, bundan sonra Şirince’ye ne kuleler, ne tatil köyleri, ne sıra sıra binalar dikileceğidir.

 


Şirince’nin güney cephesindeki kaçaklar - En alt sırada köyün evleri yer alıyor. En üstteki beyaz yapı, köyün standart şekilde düzenlenmiş su deposu.

 


Ali Nesin’in Matematik Köyü, son üç-dört senedir bakir bir alana giderek yayılıyor.


Tüm mülkünü Aziz Nesin Vakfı’na bağışladı
Yazar ve dilbilimci Sevan Nişanyan, yıkım kararı alınan Nişanyan Evleri’ni birkaç gün önce Nesin Vakfı’na bağışladı. Yaşamının önemli bir bölümünü Şirince’de geçiren ve köyün tanınmasında önemli bir isim olarak kabul edilen Nişanyan, bağışla ilgili yaptığı açıklamada bunu uzun zamandır düşündüğünü belirterek, “Son günlerde yaşadığımız acı olaylar, sürecin hızlanmasını sağladı” dedi.


Bağışın yıkım kararlarına yönelik etkisinin sorulması üzerine ise Nişanyan, tavrını koruyarak, “Öyle de yıkamazlar, böyle de yıkamazlar. Yıksalar o enkazın altında Devlet kalır. Bu hakikati kavrayamayanları gaflet uykusundan uyandırmak açısından bu attığımız adım belki öğretici olur” ifadesini kullandı.


Bağışlanan mülkler Nişanyan Oteli, bir tarihi ev, bir hamam, bir arsa ile çok sayıda bağevi, bir konak, çiftlik ve Hodri Meydan Kulesini içeren İlyastepe arazisinden oluşuyor. Nişanyan’ın kendi evi de bağışlanan mülkler arasında bulunuyor. Nişanyan Evleri otel tesislerini Nişanyan işletmeye devam edecek. Öte yandan, Nişanyan Evleri’ne yönelik yıkım kararı en son 17 Şubat 2011 tarihinde 15 günlüğüne ertelenmişti.


İzmir İl Özel İdaresi Encümeni, geçen yıl eylül ayında ‘22 yapı için sit alanında kaçak olarak inşa edildiği’ gerekçesiyle yıkım kararı almıştı.

Milliyet, Haber: Candan Turhan, 26.02.2011

 

******


'ÇİRKİNCE'DE GERÇEKLER

 

Çirkince” (Kırkıca) iken, bir valinin “Bu kadar güzel yer çirkin mi olur?” diyerek adını değiştirdiği “Şirince”de huzur veren sakinliğiyle bağdaşmayan gerilimler yaşanıyor… Nedeni ise “kaçak” yapılar için verilen “yıkım” kararları... Tarihsel dokusunun “yaşatılarak korunması” için sit ilan edilmiş ünlü Ege köyündeki “izinsiz” binalara “yasal yaptırım” uygulanmasına köylülerden çok “aydın”lar karşı çıkıyor; çünkü “suçlu yapı”lar arasında kültür turizminin emektarlarından Sevan Nişanyan’ın yasadışı inşa edilen 20’ye yakın binası ile Ali Nesin’in “Matematik Okulu” da var.

Ali’nin, Aziz Nesin’in oğlu olması; Nişanyan’ın “Ermeni”liği, hatta “suçlu” binalarını tam da yıkım aşamasında “Nesin Vakfı”na bağışlaması, “yasal” müdahalenin “imar disiplini” için değil, “sakıncalı”(!) kimliklerden kaynaklandığı yorumlarını öne çıkartıyor. Yıkım kararı verilmiş “köylülere ait” binalardan hiç söz edilmemesi ise kamuoyunun Şirince’ye “adaletsiz” ilgisinin göstergesi değil mi?

Buna karşın kimsenin aklına şu çağdaş uygarlık kuralı gelmiyor: “Geleneksel kentsel dokuları gözetmenin önkoşulu, koruma amaçlı ‘imar kurallarına saygı’dan ödün vermemektir.” Peki, Nişanyan ve Nesin dokuya “uymayan” kaçak binaları yüzünden mi; yoksa “uyumlu” binalarına “izin alamadıkları”ndan ötürü mü zor durumdalar?

Dido’un köyü
Yanıtlara geçmeden şunu söylemek gerekir ki Şirince’nin geleneksel yapısına bu denli önem veren devletin ilk yapması gereken, tarihi köyü eski “yerel ismi”ne kavuşturmak olmalıydı... Çünkü Ege’de sevilen güzelliklere “çi(r)kin” denir. Örneğin yaşlılar, nazar değmemesi için torunlarını “abo çikinliğineee” diyerek severler; çok güzel olan her şey, aynı nedenle “pek çikin”dir... İşte bu geleneğin adı olan Çirkince, 2004’de 95 yaşında yitirdiğimiz Şirince doğumlu Yunanlı yazar Dido Sotiriyu’nun eserlerinde aynı adla anlatılıp edebiyat tarihine de geçmiş; “Benden Selam Söyle Anadolu’ya” romanında, 1920’lerde göçle ayrılan Rumların efsanevi “Anadolu sevdaları”nı anlatmıştı… Belli ki Dido’dan habersiz(!) bir valinin yanlışını düzeltmek, Şirince’ye ve Anadolu’nun gerçek “yaşanmışlık mirası”na da en anlamlı armağan olmaz mıydı?

‘Aydın’ bilinci
Nişanyan ve Nesin’in “direniş”lerine gelirsek... Amacı tarihsel dokularımızı ve kültür mirasımızı korumak olan; bu nedenle imar rantçılarının öteden beri diş biledikleri ve siyasilere sürekli şikayet ettikleri “koruma yasalarımız”ı gözetmeleri, savunmaları ve uymaları gerekenler, öncelikle “kültür”e ve uygarlık değerlerimize sevdalı “aydın”larımız değil midir? Ya Ali Nesin’in, “Yasalar yüzünden çivi bile çakamıyoruz” sözünün, imar rantçılarının yıllardır yineledikleri hesaplı kitaplı sahte söylemle çakışmasına ne demeli?

Yaşatılması hedeflenen dokuya uygun yapı ya da onarım izinlerinin Koruma Kurulu’ndan “doğru proje”lerle alınması mümkünken, “Biz zaten geleneksel mimariyi gözetiyoruz” diyerek mimari katkıdan yoksun kaçak yapılar inşa etmek, pek “çikin” olsalar bile asıl güzelliğin yasal güvencelerine aldırmazlık, onların kıymetini bilmezlik değil midir?

Eğer koruma hukukumuzu yaşama geçirmeye çalışan kurullarımız olmasaydı, bugün ne Şirince vardı; ne Muğla, ne Safranbolu, ne Kapadokya ne de Mardin ve diğerleri... Kurullar, sitlerin kimlik değerlerini gözeten çivilerin çakılmasını özlemle isterler… Bunu kanıtlayan projeleri de coşkuyla onaylayıp hemen izin verirler… Bu nedenle Nişanyan evleri ile Matematik Köyü’nün “esenliği” de “Şirince’ye yakıştıkları”nı kanıtlayabilecek bir mimarlık ve şehircilik çalışmasına “saygılı ortam” sağlamaktan geçiyor. Umarız bu tartışma tarihsel güzellikleri “yasal ve bilimsel güvence”lerle yaşatma bilincinin egemen olmasıyla sonuçlanır. Tabii ‘Çirkince’ adının da yeniden anımsanmasıyla birlikte...

Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 02.03.2011

 

******


ŞİRİNCE TURİZM KORUMA BÖLGESİ OLACAK

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, İzmir Selçuk’a bağlı tarihi Şirince Köyü’nde sit alanında kaçak olarak inşa edildikleri gerekçesiyle yıkım kararı verilen 22 yapıyı inceledi.

 

Vali Cahit Kıraç’la birlikte gittiği Şirince’de köylülerle ve yazar Sevan Nişanyan’la bir araya gelen Günay, tarihi dokuya uygun olmayan yapıların düzeltilmesi için süre verdiklerini hatırlattı, “Herkes kendi yanlışını gözden geçirsin. Belki bazıları ekip gönderilmeden kendisi düzeltmeye kalkar. Birbirimize yardımcı olacağız” dedi.

 

Göreve gelir gelmez sekiz katlı kendi bakanlık binasını dört katını yıktırdığını dile getiren Bakan Günay, “Bunu herkes kulağına küpe yapsın. ’Yıkamaz’ diye bir şey yok. Kendi bakanlık binamızı yıktık biz. Eğer tarihi dokuya, kentsel dokuya, doğal dokuya aykırı ise ne olursa, kim olursa olsun yıkarız. Kimseye özel muamele özel düşmanlık da yapmayız, özel kayırma da yapmayız. Kayıracağımız bir şey var, o da Şirince’nin geleceği” diye konuştu.

 

Şirince’yi kültür, turizm koruma ve geliştirme bölgesi ilan edeceklerini de ilk kez açıklayan Günay, “Çevredeki bazı arazileri de katarak burayı kültür turizm koruma geliştirme bölgesi yapalım istiyorum. Bu konudaki çalışmamız başladı. Şirince’yi kötü bir ticaret merkezi yapmayalım. Beş kuruşa ürün satmayalım” diye konuştu. Bakan Günay, tescilli yapıların restorasyonu için her türlü desteği vereceklerini de sözlerine ekledi, “Kendi kendinize yapmaya kalkmayın” dedi.

Hürriyet Ege, haber: Elif Demirci - Veysel Erol, 03.03.2011

GÖKSUN'UN TARİHİ GÜN YÜZÜNE ÇIKARILACAK

 

Asur, Hitit, Roma, Bizans, Haçlı, Müslüman Araplar, Memluk, Selçuklu, Dulkadiroğlu Beyliği ve Osmanlı’dan izler taşıyan ‘Göksun’, Göksun Kaymakamlığı’nın başlattığı proje ile adeta yeniden doğuyor.

 

Göksun Kaymakamlığı Proje Ofisi tarafından hazırlanan ‘Bir Şehir Yeniden Doğuyor’ projesi ile Göksun’a 5 km mesafedeki Hacıömer Köyü Hacıyusuflu Tepesi mevkiindeki 1. derece sit alanında bulunan mozaikler gün yüzüne çıkarılacak.

 

Göksun Kaymakamı Mehmet Sinan Yıldız’ın büyük önem verdiği bu projeyle, Göksun’un binlerce yıllık uygarlık tarihi içinde oluşan kültürel mirasın açığa çıkarılması, korunması, tanıtılması, değerlendirilmesi, turizm açısından öneminin vurgulanması, kültürel mirasın gelecek nesillere aktarılmasını sağlayacak altyapının oluşturulması, toplumda tarih-arkeoloji-kültür bilinci oluşturulması hedefleniyor.

 

Doğu Akdeniz Kalkınma Ajansı (DOĞAKA)’nın 2010 Yılı İktisadi Kalkınma Mali Destek Programı kapsamında kabul ettiği projenin öngörülen toplam maliyeti 471 bin 492 TL. 353 bin 619 TL’lik kısmı DOĞAKA tarafından finanse edileceği bildirilen projenin sözleşme imzalanmasından itibaren on iki ay içinde bitirilmesi planlanıyor.

 

Yapılacak kazı çalışmaları ile mevcut tarihi eserlerin devamını bularak, Göksun’un arkeolojik alandaki zenginliğine dikkat çekmek ve ilçenin tanıtımına katkı sağlamak istediklerini ifade eden Kaymakam Yıldız, “Bu projeyle yeni bir cazibe alanı oluşturarak ilçe turizmine katkıda bulunmak, ilçeye daha fazla turist çekmek, yerel halkın turizm gelirlerinden daha fazla pay almasını sağlayarak ilçe halkının gelir seviyesini yükseltmek istiyoruz.” dedi.

 

Taşınabilir kültür varlıklarının Kahramanmaraş Müzesi’nde sergileneceğini belirten Kaymakam Yıldız, şunları söyledi: “Ayrıca proje ortağı olan Göksun İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından ilçede eğitim gören ilköğretim öğrencileri arasından seçilecek 100 öğrenciye tarih, kültür ve arkeoloji konularında eğitimler verilecek. Taşınabilir kültür varlıklarını Kahramanmaraş Müzesi’nde sergilemek ve taşınamaz kültür varlıklarını ise koruma altına almak istiyoruz.”

haberler.com, 18.02.2011

İNSANLIK ANITI'NIN YIKIM İHALESİ 7 MART'TA

 

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın "ucube" olarak nitelendirdiği Kars'taki "İnsanlık Anıtı"nın yıkım ihalesi 7 Mart 2011 tarihinde yapılacak. Kars Belediyesi'nin ihale ilanında heykel için "yıkım" yerine "İnsanlık Anıtı'nın Kaldırılması İşi" diye yazması dikkat çekti.

 

İlanda işin niteliği ise şöyle tarif edildi: "Sukapı Mahallesi Üçler Mevkii'nde, mülkiyeti Maliye hazinesine ait pafta 131, ada 790, parsel 1'de bulunan yaklaşık 24,5 metre yüksekliğinde 2 adet betonarme yapı."

Yıkım ihalesi, Kars Belediye Meclis Salonu'nda 7 Mart 2011 Pazartesi günü saat 14.00'te açık ihale usulü yapılacak. İhale şartnamesine göre, sözleşmenin imzalandığı tarihten itibaren 5 gün içinde yer teslimi yapılarak işe başlanacak. Anıtın 60 iş günü içinde kaldırılması gerekiyor.

Habertürk, Haber: Tülay Şubatlı, 18.02.2011

 

******


İNSANLIK ANITI KAÇAK MI YAPILDI?

 
Kars Belediye Başkanı Nevzat Bozkuş, bugün basın mensuplarıyla kahvaltıda bir araya geldi. Son günlerde Türkiye'nin gündeminde önemli bir yer alan İnsanlık Anıtı ile ilgili gazetecilerin sorularını cevaplayan Bozkuş, çarpıcı açıklamalarda bulundu. Kars Belediye Başkanı Nevzat Bozkuş, heykelin maliyeden izin alınmadan yapıldığını söyledi.

 

Bozkuş; "Orada imar kanunu ihlal edilmiş, orada yine 2863 sayılı yani imar kanununa bakarsanız ruhsatsız bir yapı yapılmış, heykel yapılmış, 2863 sayılı kanuna bakarsanız tescilli bir yapının üzerine heykel yapılmış, yine orada da kanun ihlal edilmiş, arkasından en önemli konulardan biriside malikinden izin alınmamış. Maliyeden izin alınmamış, bu 3 unsur söz konusu olduğunda 3'ü de ihlal edilmiş. Bu anlam içerisinde oradaki heykelin kalkması Anıtlar Yüksek Kurulu'nun kararına bile gerek kalmadan doğrudan belediyenin yetkisindedir imar mevzuatına göre" dedi.

Başkan Nevzat Bozkuş, heykelin yapıldığında onaylı projesi olmadığını belirtti.


Nevzat Bozkuş; "Zaman zaman acaba nasıl kaldırılır? gibi kafalarında sorular oluşmuş. Oradaki heykellerin mevcut durumu itibariyle ağırlığı söz konusu olduğu için, teknik kullanılarak kaldırılması lazım. Bu anlam içerisinde biz Meclisten aldığımız karardan sonra tespit davası açtık. Tespit davası açıldıktan sonra hakimin huzurunda bilir kişiler geldi. Mimar mühendis, inşaat mühendisi, makine mühendisi birde arkeolog geldi. Orada mevcut heykellerin tespiti yapıldı. Yapılan tespite göre de projeleri çıkartıldı. Çıkarılan projeye göre yaklaşık maliyet tayin edildi. Çünkü siz bir şeyi ihaleye çıkarken yaklaşık maliyetini tayin etmek zorundasınız. Yaklaşık maliyetini tayin edebilmeniz için projesi olması lazım, onaylı projesi olması lazım heykel yapılırken onaylı projesi yoktu. Ama çok gariptir biz kaldıracağımız heykelin projesini onayladık. Yapılırken yoktu ama yıkılırken kesinlikle proje onaylandı" diye konuştu.

 

Kars Belediye Başkanı Bozkuş, çok zor koşullarda yapılan bir eser saygı duymayanların, kendi yaptıkları esere saygı duyulması gerektiğini beklemesinin yanlış olduğunun altını çizdi.

 

Bozkuş; "Timur Paşa adına tabya yeniden yapılıyor. Hatta hatta 2'nci Dünya Savaşı'na gireriz anlamında da 1941 yılında makineli tüfek mevzisi olarak yeniden düzenleme yapılmış. Yani oranın her anlamda bir tescilli yapı olduğu ortaya çıkıyor. Şimdi bazen işte ilgili sanatçı şunu söylüyor. 'Benim sanatım var orada eserim var' fakat aşağıda o günün en zor şartlarında, en sıkıntılı şartlarında, en problemli şartlarında öylesine bir yapı yapılmış. Siz ilk önce ona saygı göstereceksiniz. Daha sonra millet sizin yapacağınız esere saygı gösterir. Şimdi orada bilmemek gibi bir şey olamaz. Çünkü orada tabyanın olduğunu her yönde görebilirisiniz. Tabyanın sırtına yapılmış o heykel. Tam sırtına üzerine gelmiş nasıl göremezsiniz onu. Dolayısıyla böyle bir kültür varlığını göremezlikten gelip, ben buraya heykel yapıyorum. Ve yaptığım bu heykele de herkes saygı duyacak diye bir fikir ile ortaya çıkarsanız. O zaman adama sorarlar" şeklinde konuştu.

 

Heykeltıraş Mehmet Aksoy ile kurum arasında her hangi bir sözleşme olmadığına da dikkat çeken Başkan Bozkuş, özetle şunları söyledi:

"Mehmet Aksoy ile kurum arasında hiçbir sözleşme yoktur. Ve ihaleye çıkarken de 'alt yüklenici çalıştırılamaz' diye bir madde var. Bu ihale kanununda da belirtilmiştir. Şimdi 4734 sayılı ihale kanununa göre çıkan bir işin eğer 'alt yüklenici çalıştırılamaz' maddesi de var ise o zaman alt yüklenicinin çalıştırılması yasal yönden mümkün değil. İhlal edildiğini düşünün yine ilgili heykeltıraş ile işi alan firma arasında bir sözleşme yapılacak. Kanun gereği o sözleşme gelecek. Belediye onu onaylar kabul eder ise o zaman yapar. Kaldırılması için biz normal ihaleye çıktık 4734 sayılı kanuna göre ihaleye çıktık. Ve ihale kapsamında yapılması gereken iş şartnamesiyle tarif edildi. Gelecekler o tarif doğrultusunda oradan heykeli kaldıracaklar."

Habertürk, 01.03.2011

 

******


İNSANLIK ANITI'NIN YIKIMI ONUN RİCASI MI?

 

Kars’ın eski belediye başkanı Naif Alibeyoğlu MİHA’ya verdiği demeçte ‘İnsanlık Anıtı’ heykelinin Başbakan Erdoğan tarafından kaldırılmak istenmesinin, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in ricası olduğunu ileri sürdü.

Kars’taki ‘İnsanlık Anıtı’ heykelinin yapılması kararının altında imzası bulunan eski belediye başkanı Naif Alibeyoğlu, Marmara Üniversitesi Haber Ajansı’ndan (MİHA) Merve Gökberk’e verdiği röportajda çok tartışılacak bir iddiada bulundu. Alibeyoğlu heykelin Başbakan Erdoğan tarafından kaldırılmak istenmesini, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in ricasına bağlıyor ve şunları söylüyor:

 

“Hasan Harakani’yle ya da sit alanıyla alakası yok ama bunu kamuoyuna açıklayamıyorum. Bir rica üzerine yıkılmak isteniyor. Azerbaycan cumhurbaşkanının (İlham Aliyev) ricasıdır bu. Bizim petrol, doğalgaz bağımlılığımız var ya. İstenen o, altında yatan sebep bu. Bu önyargı. Anlatamadık. O anıtın daha kabası bile bitmemiş. Artık tanrılar kurban istiyor. Ölüm fermanını vermişler anıtın. İşte Hasan Harakani’nin yanında diye bahane bulunuyor. Halbuki oradaki bütün camileri ben yaptım. Daha önce de söyledik orası sit alanı değildi.

 

“Sit alanına ne yapılır? Park yapılır, bahçe yapılır. Kentsel projeler yapılır. Sit alanından bahseden anlayış acaba samimi midir? Hasankeyf sular altında kalırken ses çıkarmayan anlayış, o zaman sit alanı gözetmiyordu. Bu yıl HES’lere peşkeş çekilen doğal doku sit alanı değil mi? Bu yıl Türkiye’nin kıyılarının tamamı yağmalandı hep beton yığını haline geldi. Dünyanın hiçbir ilerlemiş kentinde beton yapılaşma yoktur. Peki, niye kimse o zaman oralar sit alanıydı demedi, bunu
düşünmek gerekir.”

Hürriyet, Haber: İhsan Yılmaz, 02.03.2011

DENİZLİ'DE EKONOMİK HAYAT 7 BİN 500 YIL ÖNCE BAŞLAMIŞ

 

 

Laodikya antik kentinde sürdürülen arkeolojik kazılar sonucunda, bölgede yüzyıllar önce gerçekleştirilen ticaretin izleri ortaya çıkarıldı.

 

Denizli’nin en önemli tarihi bölgelerinde biri olan Laodikya antik kentinin Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, 7 bin 500 yıl öncesinde bölgede tekstilin yanı sıra sal, mermer, hububat ve canlı hayvan ticaretinin yapıldığını tespit ettiklerini söyledi. Prof.Dr. Şimşek, “Denizli’de faal bir ticari sirkülasyonu olması, bunun yıllarca önceye dayandığını ortaya koyuyor” dedi.

 

Laodikya antik kentinde, Denizli Belediyesi desteği ile Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) tarafından sürdürülen kazı çalışmaları devam ediyor.

 

Hıristiyan dininin önemli bir merkezi olan Laodikya antik kentinde yürütülen çalışmaları değerlendiren Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, “Bizim en büyük amaçlarımızdan biri, yaşayan bir arkeoloji parkı ve antik kent müzesi oluşturmaktı. Bu hedefle yola çıktık ve kentle bütünleştik. 8 yılda birçok alanda çalışma yaptık. Bu süre zarfından Laodikya, Türkiye’de ve dünyada tanınan, gelir getiren, yerli ve yabancı ziyaretçilerin odak noktası haline geldi” diye konuştu. Kazı çalışmalarında önemli buluntuların gün yüzüne çıkarıldığına dikkat çeken Prof.Dr. Şimşek, “8 yıl içinde, Doğu Bizans kapısı ve surlarının restorasyonunu yaptık. Bizans çeşmesini kazdık ve restorasyonunu gerçekleştirdik. Suriye caddesinin 400 metresini ayağa kaldırdık. Merkezi hamamın üçte bir kazısını tamamladık. Pazaryerinin kazılarını yaptık ve ‘A evi’ diye adlandırdığımız 2 bin metrekare üzerine oturan kompleks evdeki kazıları tamamladık. Tapınak A’nın restorasyonu bitti. İki tiyatroda çalışmalar devam ediyor” dedi.

 

Laodikya antik kentinin ticari bir merkez olduğunu vurgulayan Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, “Kazılar sonucunda elde ettiğimiz bilgilerle kentin geçmişini, 2 bin 300 yıldan 7 bin 500 yıla kadar çıkardık” dedi.

 

Sadece tekstil değil, sal ticareti ile birlikte mermer, hububat, canlı hayvan ticaretinin ön plana çıktığını ortaya koyduk. Günümüzde de Denizli’nin faal bir ticari sirkülasyonu olması bunun yıllarca önceye dayandığını ortaya koyuyor” diye konuştu. 2010 yılı içinde kutsal Laodikya Kilisesi’ni bulduklarını da hatırlatan Prof.Dr. Şimşek, “Burası, İmparator Konstantin dönemine ait bir yer. Çok gösterişli bir kilise yapısı. Anbon kürsüsü ve özellikle dinsel seremonilerin yapıldığı bölümleri ile oldukça önemli bir yer. Buranın özelliği 4. yüzyılda kutsal haç için Hıristiyan dünyasının Laodikya antik kentine gelmeleridir. Laodikya konsülünün de burada toplandığını düşünüyoruz. Kazılarımızla geçmişle günümüz birleştirildi. Dokuma ile ilgili somut verileri ortaya çıkardık. Günümüzden 6 bin yıl öncesine dayanan dokuma tezgahları bulduk” diye konuştu.

Yeni Asır, 17.02.2011

TARİHİ TALAN ETTİLER

 

Denizli’de Çamlık Dağı’ndaki, MS 6’ncı yüzyıla ait olan ve koruma altına alınan Bizans kilisesinin sunağı, hazine avcıları tarafından parçalandı.

 

Doğa Sevenler Derneği (DOSEV) üyeleri Çamlık Dağı’na düzenledikleri gezide hazine avcılarının talanıyla karşılaştı. Çamlık Dağı eski Kızılcabölük yolu üzerinde bulunan ve tescillenmiş bölge olarak koruma altında tutulan Bizans dönemine ait kilise kalıntılarını inceleyen dernek üyeleri tarihi eser avcılarının bölgeyi delik deşik etiğini gördü. MS 6. yüzyıla ait kilisenin kalıntıları arasında bulunan ve geçtiğimiz yıl sağlam olarak fotoğraflanan sunağın parçalandığı, ayrıca bölgede kaçak kazı yapıldığı tespit edildi. Hazine avcıları tarafından talan edilen bölgedeki meydana gelen tahribat karşısında şaşkınlıklarını gizleyemeyen dernek üyeleri durumu yetkililere bildirdi. Denizli Müze Müdürü Hasan Hüseyin Baysal, Bizans dönemine ait kilisenin tescilli bir yapı olduğunu belirterek, Çamlık Dağı’na inceleme için bir ekip göndereceklerini ve durumun tespit edileceğini söyledi.

Hürriyet, 15.02.2011

PATARA'DAKİ ANTİK DENİZ FENERİNE RESTORASYON

 

Antalya’nın Kaş İlçesi’ne bağlı Patara antik kentindeki Neron Deniz Feneri restore ediliyor. Restorasyonun Haziran ayında bitirilmesi planlanıyor.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Akdeniz Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü tarafından ortaklaşa yürütülen ve 2004 yılında kazılarla gün ışığına çıkarılmaya başlanan Neron Deniz Feneri’nin restorasyon çalışmaları başladı. Antik fenerin çevresinden 6 bin kamyon kum taşınarak, 2005 yılında gün ışığına çıkarıldığını hatırlatan Proje Sorumlusu Mimar İlhan Şahin, fenerin bir kaya üzerinde yükseldiğini ve bugün elde kalan 4.5 metre yüksekliğinde silindirik formda bir kulesinin bulunduğunu söyledi.

 

Yıpranan deniz fenerinin, geçen yıl İl Özel İdaresi’nden sağlanan ödenekle, onarım ve restore edilmek üzere 590 bin TL’ye ihale edildiğini belirten Şahin, işi üstlenen firmanın projeyi tamamlayarak podyumun restoresine başladığını anlattı. Şahin, çalışmalarda, podyumun yıpranan bölümlerindeki taşlar ve yazıtlar alınarak numaralandırıldığını, kırılan ve yıpranan taşların yapıştırılıp restore edildiğini söyledi.

 

Restore çalışmalarının Haziran ayı sonunda bitirilmesinin planlandığını vurgulayan Şahin, “Patara Deniz Feneri MS 64-65 yıllarında yapılmış, günümüze kadar gelebilmiş dünyanın en eski deniz fenerlerinden biri. Fenerin restorasyon tüm aşamaları bilgisayar ortamında belgelenecek” dedi.

Hürriyet, 15.02.2011



13 - 19 Şubat 2011

KAÇAK KAZIYA SUÇÜSTÜ

 

Nazilli’nin Bozyurt Köyü'nde birinci derece sit alanı olan Mastaura antik kentinde kazı yapan 3 kişi jandarmalar tarafından kazı aletleriyle birlikte suçüstü yakalandı.

 

Edinilen bilgiye göre; Nazilli’nin Bozyurt Köyü'nde birinci derece sit alanı olan Mastaura antik kentinde kaçak kazı yapılacağı duyumunun alınması üzerine harekete geçen jandarma ekipleri birinci derece sit alanı Mastaura antik kenti içerisinde Ö.D., B.T. ve C.K. isimli şahısları kaçak kazı yaptıkları sırada 2 adet seri numarasız ve markasız dedektör, 1 adet markasız ve seri numarasız telsiz, 1 adet büyüteç, 1 adet metre ve 1 adet el feneri ile birlikte suçüstü yakaladı. Olayla ilgili olarak soruşturmanın sürdüğü öğrenildi.

Aydın Kent Haber, 18.02.2011

BEYOĞLU KORUMA AMAÇLI UYGULAMA İMAR PLANI'NA İTİRAZ

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclisi tarafından 25 Kasım 2010 tarihinde kabul edilen, 21 Aralık 2010 tarihinde Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nca onaylanan ve Beyoğlu Belediyesi’nde 1 ay süreyle askıya çıkarılan 1/1000 ölçekli ‘Beyoğlu Kentsel Sit Alanı Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planı’na TMMOB Şehir Plancıları Odası 14 Şubat 2011 tarihinde itiraz etti.

1/1000 ölçekli ‘Beyoğlu Kentsel Sit Alanı Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planı’ bölge halkının da tepkisini çekmişti. Beyoğlu Semt Dernekleri Platformu bir araya gelerek planın Beyoğlu semt sakinlerini, yaşam kalitesini, kamusal alan kullanımını, tarihi ve kültürel mirası nasıl etkileyeceğini anlattıkları metinde özellikle “yeşil alanların yok edilerek imara açılacağı ve mevcut kentsel dokunun bozulacağı”nı ifade etmişti.

TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube’nin yaptığı açıklamanın tamamı ise şöyle;

“İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nin 25.11.2010 tarih, 2659 sayılı kararı ile kabul edilerek 21.12.2010 tarihinde Büyükşehir Belediye Başkanı’nca onaylanan ve 14.01.2011 tarihinde Beyoğlu Belediyesi’nde 1 ay süreyle askıya çıkarılan 1/1000 ölçekli Beyoğlu Kentsel Sit Alanı Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planı’na Odamız tarafından 14.02.2011 tarihinde itiraz edilmiştir.

Daha önce aynı alana ilişkin hazırlanan 1/5000 ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı’nı dava ettiğimiz ve sürmekte olan bir dava sürecine tabi olan Beyoğlu Kentsel Sit Alanı’nda yapılan 1/1000 ölçekli Beyoğlu Kentsel Sit Alanı Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planı’na itiraz edilmesinin temel gerekçelerinden ilki; bu planın da tıpkı 1/5000 ölçekli planda olduğu gibi Beyoğlu Kentsel Sit Alanının devamı niteliğinde olan Perşembe Pazarı Bölgesi ve Beyoğlu Kentsel Sit Alanı bütünü içerisinde yer alan fakat söz konusu planın sınırları dışında bırakılan Karaköy Liman ve Rıhtım Turizm Alanı, Park Otel Turizm Alanı ve Galata Bölgesi Turizm Alanları hakkında herhangi bir hüküm içermemesidir. Bu ve benzeri uygulamalar, parçacıl plan üretimlerine neden olacak ve bu alanlarda yapılacak olan ek planlar ile tarihi ve kültürel çevrenin korunarak geliştirilmesi yönünde bir çözüm sağlamayacağı gibi, kent bütününde uyumsuz ve ayrıcalıklı uygulamaların görülmesine yol açılacaktır.

Plana ilişkin diğer bir çekince; plan notlarında yer alan belirsizlikler ve plan üzerinde yapılan maddi hatalardır. Uygulama aşamasında birçok probleme yol açacağı açık bir şekilde görülen plan notlarının, İstanbul kentinin kalbi olarak nitelendirilebilecek Beyoğlu İlçesi için hazırlanan bir planlama çalışmasında; üstelik de bir Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planı’nda bulunması kabul edilemez. Öte yandan, 2009 yılında hazırlanan ve Odamızın dava konusu ettiği 1/5000 ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı’nda, davamıza gerekçe oluşturan ‘herhangi bir fizibilite çalışması yapılmaksızın Taksim Meydanı’na cami yapılmasına ilişkin bir plan müdahalesi’ olarak özetlenebilecek durum, 1/1000 ölçekli Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planı’na yönelik bir diğer itiraz noktasıdır”.

Yapı, 18.02.2011

TAŞHAN KAPILARINI KAPATTI

 

Sivas'ın tarihi eserleri arasında yer alan Taşhan Çarşısı'nın kapıları restorasyon nedeni ile kapatıldı.


Sivas'ta 19. yüzyılda azınlık tüccarları tarafından yapıldığı tahmin edilen Taşhan'da onarım çalışmaları devam ediyor. 
Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün tarihi han içerisindeki 22 esnaf ve 6 mülk sahibiyle yaptığı toplantının ardından handaki iş yeri sahipleri de dükkanları büyük ölçüde boşalttı.


Sadece birkaç esnafın kaldığı tarihi hanın yer teslimi yüklenici firmaya yapılırken, hanın içerisindeki boşaltılan iş yerlerinde de onarım çalışmalarına hız verildi. Onarım çalışmalarının bu yıl içerisinde tamamlanması planlanıyor.


2010 yılının sonunda çatıdan başlanarak onarıma alınan Tarihi Çarşı'nın iç kısmında yer alan esnafların büyük bir bölümü taşınırken, içeride kalan birkaç esnafta dükkanları boşaltmaya başladı.


Vakıflar Bölge Müdürlüğü, tarihi çarşı içinde özel mülkü bulunan esnaflardan restorasyona katılım payı alacak.

Sivas Hürdoğan, 18.02.2011

KALE SAVUNMASIZ KALDI

 

 

Çorum'da kale içerisindeki istimlağın tamamlanmasından sonra belediye tarafından kale içerisine girişlerin önlenmesi için tahtadan bir kapı yapılırken, kalede herhangi bir bekçinin bulunmaması bu tarihi mekanı istismarlara açık hale getiriyor.

 

İçerisinde bulunan yapıların büyük bölümünün kamulaştırılmasının ardından tamamen boşaltılan Çorum Kalesi savunmasız kaldı. İçerisinde yaşayan kimsenin kalmaması nedeniyle tahtadan yapılan bir kapı ile kapatılan Çorum Kalesi, bekçisinin de olmaması nedeniyle istismara açık hale geldi. Kale içerisindeki evleri boşaltanlardan kalan eski eşyaların bulunduğu ve kapıların tamamen açık olduğu Kale içine üç metre kadar yükseklikteki tahta kapıdan atlamak suretiyle rahatlıkla girilebilirken, hala sit alanı sayılan Çorum Kalesi içinde restorasyon çalışması yapılması bekleniyor.

 

Kale içerisinde yapılan çalışmalar hakkında bilgi veren Belediye İmar İşleri Müdürü Yüksel Boyraz, kale içerisindeki yapıların %90’ının kamusallaştırıldığını ve isteyenlere ev isteyenlere de parasının ödendiğini belirterek, kamusallaştırma için ayrılan 1.7 milyon liranın 1.3 milyon lirasının ödendiğini kaydetti.

 

Geri kalan %10 kadarlık bölümün ise maliklerine ulaşılamayan yapılan olduğunu ve içerisinde kimsenin bulunmadığını söyleyen Boyraz, yapılan bir kapı ile de içeri girişlerin önlendiğini belirtti.

Eksikliklerin ve sorunların çözülmesinden sonra peyzaj düzenlemesi yapılacağını kaydeden Yüksel Boyraz, Kale içerisinin yapıların tescilli yapı gibi göründüğünü ancak binaların o kadar eski olmadığını belirterek, restorasyon projesinin hazırlanmasının ardından projenin tekrar kurula sunulacağını ve binaların durumunun kurul tarafından tekrar gözden geçirileceğini dile getirdi.

Çorum Haber, 18.02.2011

UYGARLIKLAR MÜZESİ 2012 YILINA KALDI

 

Uzun yıllar Muğla, bir süre İzmir Kültür ve Turizm Müdürlüğü yapan Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Murat Süslü, Ege Uygarlıkları Müzesi'nin yapımı için kendilerine yer teslimi yapılmasını beklediklerini belirterek, "Müzeyi artık 2012 bütçemize koyabiliriz" dedi. İTO'nun dergisi Ekonomik Vizyon'a açıklamalarda bulunan Süslü, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın müze konusunda hükümetin ve bakanlığın iradesini açıkça ortaya koyduğunu, bunun için İzmir Valiliği, Büyükşehir Belediyesi ve ilgili kurumların katılımı ile toplantılar ve yer keşiflerinin yapıldığını hatırlattı. Süslü, "Agora'nın yanında, Kadifekale'nin eteklerinde bir bölgenin müze alanı olması konusunda mutabakata vardık. Belediyenin kamulaştırmayı tamamlayarak bize yer tahsisini yapmasından sonra burada proje ve uygulamalara başlayabiliriz. Eğer 2010'da yer tahsisi yapılsaydı, 2011 bütçemize ve planlarımıza koyabilirdik. Artık bu yıl yer tahsisi yapılırsa, 2012 bütçemize koyabiliriz, çünkü yıl ortasında ödenek koymamız mümkün değil. Ayrıca ilgili kurumların, Devlet Planlama Teşkilatı'nın (DPT) onayından da geçmesi gerekiyor" dedi.

'Müze için geç kalındı' demenin doğru olmayacağını belirten Süslü, müze yapımının hem kendileri hem de yerel yönetimler için oldukça zaman alacak bir süreç olduğuna dikkat çekti. İzmir'de çıkan eserlerin, şu anda müzelerde ve depolarında bulunan eserlerin böyle bir müze için fazlasıyla yeterli olduğunu belirten Süslü, "Kadifekale, Havra Sokağı ve Kemeraltı'nın bütünleşmesi ile birlikte yaşayan bir müze olacak. Daimi sergilerin yanı sıra geçici sergiler oluşturulabilir, yani dinamik ve yaşayan bir müze olacak" dedi. Ege Uygarlıkları Müzesi hayata geçene kadar, diğer müzelerin düzenlenmesine, tadilatların yapılmasına ara verilmeyeceğini belirten Süslü, "Aynı şey ören yerlerimiz için de geçerli. En güzel örnek Bergama'da Akropol ve Akslepion'un çevre düzenlemesi projesinin hazırlanması. İzmir'de il müdürlüğüm sırasında hazırlanan bu projenin uygulamaya geçmesiyle birlikte Bergama çok daha rahat gezilir ve güzel bir ören yeri oldu. İzmir'e yönelik bu tip çalışmalarımız sürecek" dedi.

Müze konusunda mantıklı olunması gerektiğini dile getiren Süslü, tek başına bir müzenin tasarlanmasıyla turizmde büyük artış sağlanmayacağını söyledi. Süslü, "En büyük ve en yakın örnek Atina'ya yapılan Akropol Müzesi. 130 milyon eurosu AB'den karşılanmış dev bir Arkeoloji Müzesi. Bir yılda 3 milyon kişinin ziyaret ettiğinden bahsediliyor. Ama Atina turizminde getirdiği hareket o kadar büyük değil. İzmir'e yapılacak olan müze, kente gelecek ziyaretçi sayısını da artırır ama turizmi artırmak için yapılması gereken bazı başka öncelikler de var. Yatak kapasitesinin artırılması, körfezin ve körfezle birlikte mahalli kültürün yer aldığı güzel beldelerimizin turizme katılması gibi" diye konuştu.

İzmir'de ilan ettikleri turizm merkezleri ile ilgili sürekli bir yargı süreci yaşandığını belirten Süslü, "Buna bağlı olarak duraklama ve ilerleyememe durumu var. Çeşme'de aynı durumu görebiliyoruz. Yine Seferihisar, Tire gibi çok özel ilçemiz var. Elimizde Efes gibi kültürel bir hazinemiz var. Ama bunun yanında İzmir'i daha nefes alır hale getirmek zorundayız. Zamanında yapılmış olan mimari yanlışlıkların bir şekilde düzeltilmesi gerekiyor. Güzel tatil köyleri, güzel resort oteller yerine, senede 15 gün-bir ay kullandığımız ikinci konutlar oluşturmamız nedeniyle arazi üretmekte sıkıntı var" dedi.


İzmir'e gelen turiste Kemeraltı'nda Çin malı değil, kente özgü marka ürünlerin sunulması gerektiğine dikkat çeken Süslü, kazılar için kente daha fazla ödenek göndermeye çalıştıklarını ancak kazılardan çıkan eserlerin sergilenmesi için işadamlarının desteğine ihtiyaç olduğunu söyledi.

Efes'in UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'ne alınmasıyla ilgili hazırlıkların devam ettiğini belirten Süslü, "Haziran ayına kadar ihale tamamlanmalı ki, 2012'de UNESCO'ya başvurumuzu yapabilelim dedi. İTO'nun çalıştığı İzmir kent merkezinin de UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'ne alınmasının söz konusu olabileceğini belirten Süslü, "Biz bu altlığı ne kadar sağlam oluşturursak o kadar kolay ve hızlı olur" dedi.

İzmir'de 3. koruma kurulu açılması için çalışmalara başladıklarını belirten Süslü, "Koruma kurullarının işi her zaman yoğun. Üçüncü kurulun açılıp açılmaması, oradaki iş ve işlemlerin düzenli olarak gidip gitmemesiyle ilgili. Bu alandaki çalışmayı İzmir ölçeğinde İzmir ve etrafıyla birlikte değerlendiriyoruz. Böyle bir ihtiyaç varsa elbette gereğini yaparız" dedi.

Yeni Asır, 17.02.2011

TOKİ'DEN KÜLTÜR VARLIKLARININ ONARIMINA % 4 FAİZLİ KREDİ

 

Toplu Konut İdaresi'nin (TOKİ), tescilli kültür varlıklarının onarımı için yıllık yüzde 4 faizle kullandırdığı kredi için başvurular başladı. Tutarı bu yıl için 90 bin liraya yükseltilen kredi için başvurular, 11 Mart'a kadar kabul edilecek.

TOKİ Basın ve Halkla İlişkiler Dairesinden yapılan açıklamaya göre, 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruna Kanunu'nda, Toplu Konut Kanunu kapsamında verilecek kredilerin en az yüzde 10'unun, tescilli taşınmaz kültür varlıklarının bakımı, onarımı ve restorasyonu işlemlerinde kullandırılması gerekiyor. Bu kapsamdaki öncelikli projeler bakanlık ile TOKİ tarafından birlikte belirleniyor. Buna göre, özel hukuka tabi gerçek ve tüzel kişilerin mülkiyetinde bulunan korunması gerekli tescilli taşınmaz kültür varlıklarının bakımı, onarımı ve restorasyonu için gerekli şartların sağlanması şartı ile kredi veriliyor.

Bu kapsamda 2005 yılından beri sürdürülen kredilendirme sonucunda, şimdiye kadar 303 projeye toplam 22 milyon 656,8 bin lira kredi tahsis edilirken, bunun 15 milyon 559,7 bin lirası kullandırıldı. Projelerin 167'si bitirildi, 41'i ise kabul aşamasına getirildi. Yıllık yüzde 4 faizli, 10 yıl vadeli kredi, aylık sabit taksitler halinde geri ödeniyor.

Uygulama kapsamında bu yılki başvurular, 14 Şubat-11 Mart arasında alınacak. Her bir proje için, keşif özetinin yüzde 70'i kadar kredi kullandırılırken, tescilli kültür varlıklarının onarımı ve restorasyonu amacıyla açılan ve geçen yıl 80 bin lira olan kredinin tutarını, bu yıl için 90 bin liraya yükseltildi.

Restorasyon kredisinden, 2009 yılında 99 projeye 7,1 milyon lira, geçen yıl da 51 projeye 4 milyon lira tahsis edilmişti.

Yapı, 17.02.2011

VAN GOGH BİLİME IŞIK TUTTU

 

 

1888 yılında yaptığı 'Ayçiçekleri' tablosu da ağırlıklı olarak sarı renkten oluşan ve son dönemlerde yaptığı birçok tabloda sarı rengi kullanan Van Gogh'un tabloları bilim adamlarına da ilham verdi.

Buradan yola çıkan uzmanlar X ışını kullanarak, Van Gogh’un 'Bank of The Seine' tablosundaki sarı renklerdeki kimyasal değişimi gözlemlediler. Dünyanın en ünlü müzelerini süsleyen paha biçilmez Van Gogh resimlerinin yıllar geçtikçe kahverengiye dönmesine gün ışığının neden olduğu belirlendi.

 

Hollanda’nın Amsterdam kentindeki Van Gogh Müzesi’nin çağrısı üzerine harekete geçen bilimadamları, ünlü ressamın açık sarı elde etmek için kullandığı beyaz ve sarı karışımının, tablo üzerindeki cila ile temas ettiği noktada, gün ışığının tetiklediği kimyasal reaksiyon meydana geldiğini ve bu nedenle sarı renklerin zamanla koyulaşarak kahverengiye döndüğünü ortaya çıkardı.

 

Araştırmayı Fransa, Hollanda, Belçika ve İtalya’dan çok sayıda bilimadamının oluşturduğu özel bir ekip gerçekleştirdi. Analitik Kimya adlı Amerikan bilim dergisinde yayınlanan araştırmaya göre, bilimadamları çok ince mikroskopik X ışını kullanarak kimyasal reaksiyonu tespit etti.

Müze yetkilisi Ella Hendriks, "Araştırma, tabloların nasıl eskidiği ve renk değiştirdiği konusunda önemli bir tespit yaptı. Tabii nasıl korunacağına da yol gösteriyor. Gelecek nesillere tabloların renk değiştirmeden ulaştırmanın en kolay yolu, tabloları güneş ışığından uzak tutmak" dedi.

Habertürk, 17.02.2011

 

2000 yılında Finlandiyalı bir Türkolog'un Kemer'e gelerek ortaya çıkardığı Selçuklu Av Köşkü turizme kazandırılıyor. Kemer Kaymakamı Bayramali Köse, av köşkünün Orman Bakanlığı'ndan Kemer Kaymakamlığı Köylere Hizmet Birliği'ne günübirlik alan olarak devredildiğini söyledi.

Selçuklu çağı Anadolu Türk mimarlığının önemli örneklerinden biri olan ve henüz 11 yıl önce ortaya çıkmasına karşın turizme kazandırılacağı günü bekleyen Kemer'deki Selçuklu Av Köşkü'nün restorasyonu için Kaymakamlık ayrılan 20 bin TL parayı emsale uygun bir proje bulunamadığı için değerlendirememişti.


Selçuklu Av Köşkü ile ilgili Orman Bakanlığı'ndan bekledikleri kararın çıktığını dile getiren Kemer Kaymakamı Bayramali Köse, Köşk'ün Kemer Kaymakamlığı Köylere Hizmet Birliği'ne günübirlik alan olarak devredildiğini söyledi.


Türklerin Anadolu'ya attığı önemli imzalar bulunduğunu belirten Köse, "Bu imzalar çeşitli yapılarla, camilerle, medreselerle, köprülerle, şiirlerle, seyahatnamelerle ön plana çıkar. Alanya'da bunun örnekleri yer alsa da, batıya doğru geldikçe bu örnekler azalıyor. Kemer'de Selçuklular döneminden kalan tek yapı Selçuklu Av Köşkü'dür. Bu nedenle av köşkünü önemsiyoruz. Selçuklu Av Köşkü'nü gerçeğe uygun bir şekilde projesini hazırlatarak restore ettirip yaşatmayı hedefliyoruz. Kır kahvesi veya kafeterya tarzı bir alan yaparak turizme de kazandırmak amacındayız. Maksat para kazandırmasını değil, Selçuklu Türklerinin attıkları bu imzayı belirgin hale getirip yaşatmaktır" dedi.

Kemer Gözcü, Haber: Saffet Yenigün, 17.02.2011

HASANKEYF YİNE ACELEYE GETİRİLDİ

 

Ilısu Barajı’nın yapımı ve HES projesi kapsamında malzeme ocağı sahası ve ulaşım yolunda bulunan taşınmazlar kamulaştırılacak. Bakanlar Kurulu’nun bazı taşınmazların kamulaştırılmasına dair kararı Resmi Gazete’de yayımlandı. Buna göre, Ilısu Barajı ve HES projesi kapsamında, malzeme ocağı (bazalt) sahası ve ulaşım yolunda bulunan taşınmazların Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nce acele kamulaştırılmasına karar verildi.

Cumhuriyet, 17.02.2011

HAYDARPAŞA'DA DİLEKLER VE KAYGILAR

 

Çatı yangınıyla yeniden gündeme gelen tarihi Haydarpaşa Gar Binası’nın “rölöve” (mevcut durumunu belgeleyen mimari çizimler), “restitüsyon” (özgün şeklini araştırarak belgeleyen mimari proje) ve “restorasyon” (gelecekteki kullanıma yönelik sağlamlaştırma, yenileme ve onarım projeleri) çalışmaları “akademik güvence”ye bağlandı.

Kısaca “RRR” denen çalışmalar için, TCDD’nin talebiyle İTÜ Arı Teknokent’teki akademik firma TechnoBee bünyesinde rektörlükçe bir Danışma Kurulu oluşturuldu. Basın açıklamasında deniyor ki: “TechnoBee ve Danışma Kurulu, Haydarpaşa Gar Binası ile çevresindeki tarihi yapıların RRR projelerinin ve çevre düzenlemesinin yaptırılması sürecini yönlendirmek, denetlemek ve yönetmek; yeniden kullanım/işlevlendirme çalışmalarını yürütmek, tüm bu çalışmalarının akademik denetim içinde tamamlanmasını sağlamak görevini üstlenmişlerdir.”

İTÜ Ayazağa Yerleşkesi’nin Süleyman Demirel Kültür Merkezi’nde 8 Şubat’ta yapılan bilgilendirme toplantısında açıklandığına göre, TCDD’nin İTÜ’ye “işbirliği” başvurusu 28 Kasım 2010’daki yangından önce; 10 Kasım’daydı... Yangın, çalışmaların hızlanmasına neden oldu. Rektör Prof.Dr. Muhammed Şahin’in ev sahipliğindeki toplantıda RRR ilkelerini trenin ve Haydarpaşa’nın “tarihsel serüveni”yle birlikte anlatan Danışma Kurulu üyesi ve çalıştay temaları koordinatörü Prof.Dr. Afife Batur anlattı. Batur, “Dünden Bugüne Haydarpaşa ve Yol Haritamız” başlıklı sunumunda özetle şunları vurguladı:

“Tüm dünyada olduğu gibi 19’uncu yüzyılın 2’nci yarısı Osmanlı Devleti için de demiryolu yapımı ve işletmesinin birincil kamu görevi sayıldığı bir dönem oldu. Kapasitesi ve donanımıyla, döneminde Avrupa’nın en iyi örnekleri arasında sayılan Haydarpaşa Garı ve Limanı, silolar, elektrik santralı, depolama binaları, karakol, sağlık merkezi, okul ve lojman gibi yapılardan oluşan büyük ve modern bir kompleks olarak tasarlandı.

Yarışma sonucunda seçilen projeleri Otto Ritter ve Helmuth Cuno’nun imzalarını taşıyan yapı grubu, 1908’de hizmete açıldı. Gar, Batı’ya ulaşmanın görüntüsü olarak denizi ve İstanbul peyzajını tam da tarihi yarımada perspektifi üzerinden peron mekanına bağlayarak özellikle ‘gelen yolcu’ya sunar... Bu düzenleme, hem işlevsel hem de görsel olarak hattın, kent ve denizle bağlanmasını sağlar. Bu özellikleri, Haydarpaşa Gar kompleksini İstanbul için çok özel kılar.”

Prof. Batur’un bu açıklamalarına göre, Haydarpaşa’daki tarihsel, kentsel ve mimari içerik, İstanbul için yine çok önemli bir proje olan “Marmaray”ın gündeme getirdiği dönüşümle “kırılganlık süreci”ne girdi. Bu olasılığın, yerini “pozitif bir birlikteliğe” bırakması için, Danışma Kurulu’nun değişmez ilkeleri olarak belirtilen temel kavramlar ise; “tarihsel süreklilik”; “işlevsel süreklilik” ve “kentsel süreklilik”...

‘Yanıtsız’ sorular
İTÜ’deki bilgilendirme toplantısının ikinci bölümü katılımcıların sorularına, yanıtlara ve genel değerlendirmelerine ayrılmıştı. Haydarpaşa Gar Binası için RRR çalışmasına sağlanan “akademik denetim” ortamı, memnuniyetle karşılanırken, kimi soruların yanıtsız kalması ise bu “güvence”nin son yıllardaki “kaygı”ları gidermeye yetmediği izlenimini veriyordu.

Örneğin RRR projelerinin Koruma Kurulu’ndan onayı için “yasal önkoşul” olan “Haydarpaşa Sit Alanı Koruma Amaçlı İmar Planı”nın ne aşamada olduğu açıklan(a)madı. Bu belirsizliğe, aynı planda tarihi gar için “konaklama” işlevinin belirlendiği duyumu da eklenince, RRR’deki “tarihsel, işlevsel ve kentsel süreklilik” ilkelerinin “plan desteğinden yoksun” olduğu sonucu ortaya çıkıyordu...

Benzer şekilde, kamuoyunda asıl tartışma ve merak konusu olan “Harem-Kadıköy/Haydarpaşa Port” projesindeki, “Garın turistik konumu ve işlevi”nin sürüp sürmediği sorumuza da “port projesinin değişmediği” yönündeki açıklamalar, kaygıları daha da güçlendirdi.

Çünkü RRR Danışma Kurulu ilkeleri “ulusal beklentiler”le örtüşse bile “port” projesi temelde “küresel” pazarlamayı esas alan bir rant tasarımı... Gar bu tasarımın dışında tutulmadığı sürece, “akıbet”inin Danışma Kurulu hedefleriyle uyumlu olması nasıl sağlanabilecek?

Nitekim RRR çalışmasının son aşaması olan “restorasyon” için gerekli “yeni işlev”in de “port” projesine “paralel” olabileceğinin belirtilmesi, “tarihsel, işlevsel, ve kentsel süreklilik” için destekleyici değil “engelleyici” bir durum... Çünkü her 3 temel ilkenin de olmazsa olmaz koşulu; garın, “yolcuların İstanbul’la tanışma mekanı niteliği”nin korunması iken, “port” projesi bunun yerine, “turistik” ve “ticari” kullanımları öngörüyor...

Sözün kısası, sadece İstanbul’un değil, tüm ülkenin hatta dünyanın en önemli “demiryolu kültürü mirası” örneklerinden olan Haydarpaşa Gar Binası’nın rölöve ile restitüsyon çalışmalarında “İTÜ güvencesi” devrede olsa bile “restorasyon”a yön verecek “yeni işlev” için “tehlikeli küresel beklentiler”in etkisiz kılınamadığı anlaşılıyor. Bakalım, yeni “akademik” süreç bu konuda da “esenlikli” bir geleceği sağlayabilecek mi?

Cumhuriyet, Haber: Oktay Ekinci, 17.02.2011

3. KÖPRÜ TARİHİ ESERLERİN YÜZÜNÜ GÜLDÜRECEK

 

Kültür Bakanlığı, yeni köprünün geçeceği Garipçe Köyü mevkiindeki tarihî eserleri özel sektöre açıyor. Boğaz'a nazır Garipçe Kalesi ile Garipçe Kulesi, "Kültürel Amaçlı Özel Tesis" olarak 49 yıllığına kiralanacak. İhale için son başvuru tarihi 25 Mart 2011.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, 3. Boğaz köprüsünün geçeceği Garipçe Köyü mevkiindeki tarihî eserleri özel sektöre açıyor. Boğaz'a nazır Garipçe Kalesi ile Garipçe Kulesi, "Kültürel Amaçlı Özel Tesis" olarak kullanılmak üzere yerli girişimcilere 49 yıllığına kiralanacak. Bakanlığın şartına göre, kale ve kule zorunlu olarak; müze, çok amaçlı salon, sergi salonları, sanat atölyeleri kütüphane gibi kültürel ünite şeklinde kullanılacak. Bu ünitelerin yanına müze mağazacılığı, kafeterya ölçeğindeki yeme içme üniteleri gibi sosyal işlevli mekanlar da yerleştirilebilecek. Bakanlık ihale için son başvuru tarihini 25 Mart 2011 olarak belirledi.

Zaman, 17.02.2011

SELAMET HAN İÇİN İADE KARARI

 

 

İstanbul Eminönü'ndeki Selamet Han, Ermeni işadamı Kalust Gülbenkyan tarafından, 1953'te Yedikule Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi Vakfı'na bağışlandı. Ancak açılan dava sonucunda mülkiyeti, 1994'te Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne geçti. Vakıf, Selamet Han'ın iadesi için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvurdu fakat dava reddedildi. Yıllarca bakımsız kalan Selamet Han'ın kaderi, 27 Şubat 2008'de yürürlüğe giren 5737 sayılı yeni Vakıflar Kanunu ile değişti.

Bu kanun, azınlık vakıflarının zamanında çeşitli nedenlerle el konulan gayrimenkullerinin iadesine olanak sağlıyordu. Vakıflar da, bin 410 taşınmazın iadesi için başvuru yaptı. Yapılan incelemenin ardından 96 taşınmaz ilgili vakıflara iade edildi. Bu gayrimenkullar arasında Selamet Han da yer aldı. Selamet Han'ın şu anki durumunun içler acısı olduğunu belirten Vakıf Başkanı Bedros Şirinoğlu, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce binanın restorasyon projesinin hazırlandığını, Koruma Kurulu'ndan onay beklendiğini söyleyerek, "Bir an önce restorasyonu yaptırıp, bir butik otel olarak burayı İstanbul turizminin hizmetine sokmaya hedefliyoruz. Parmakla gösterilecek bir eser haline gelecek" dedi.

Yani yasanın ardından 19 gayrimenkulün iadesi için başvuru yaptıklarını belirten Şirinoğlu, "7 gayrimenkul ile ilgili olumlu yanıt aldık. Diğerleriyle ilgili süreç devam ediyor. Bunlardan biri eskiden hastanenin bahçesi olan ancak bugün üzerinde Zeytinburnu Stadyumu, kapalı spor salonu, otopark ve çaybahçesi bulanan 44 dönümlük arazi. Haftada 4 bin 500 hastaya hizmet veriyoruz. Bizim bu hastaneyi çevirebilmemiz için, teknolojiye ayak uydurabilmemiz, fakirlerimize bakabilmemiz için bu arsanın gelirine ihtiyacımız var. Arsaya ek bina yapmak istiyoruz. Başbakan'ın adil bir insan olduğunu biliyoruz. Adaleti yerine getireceğine de eminim" diye konuştu.

Hükümetin azınlıklara yönelik kararlarının yurtdışındaki vatandaşlar tarafından takdirle izlendiğini belirten Şirinoğlu, "Fransa'dan bana telefon edip 'Karşıdaki bostanı aldın mı? diye soranlar var. Binlerce kişi arıyor. Ben de karşıdaki arsayı da vereceklerini söylüyorum" dedi. Yasadaki değişikliği reform olarak niteleyen Şirinoğlu, "Sözde vatandaş değil özde vatandaş olduk" yorumunu yaptı.

AİHM, Büyükada'daki Rum Yetimhanesi'nin 3 ay içinde Patrikhane'ye iade edilmesine karar vermişti. Vakıflar Genel Müdürlüğü Meclisi de, haziranda verilen bu kararın Türkiye'ye ulaşmasının ardından toplanmıştı. Müdürlük, AİHM kararına uygun olarak yetimhanenin Patrikhane'ye devrini oy birliğiyle kararlaştırmıştı. Rum Yetimhanesi'nin tapusu Rum Patrikhanesi adına tescil edilmişti. Sahibi kısmında "Rum Patrikhanesi" yazan tapuyu alıp Patrik Bartholomeos'a götüren avukat Cem Sofuoğlu, süreci hukukun üstünlüğü ve insan hakları açısından önemli bir başarı olarak değerlendirmişti. Sofuoğlu, sürecin benzer durumdaki azınlık vakıflarının taşınmaz malları için emsal teşkil ettiğini söylemişti.

Sabah, Haber: Hasan Ay, 17.02.2011

TAŞ EVLER TURİZM KAZANDIRILIYOR

 

 

Denizli'nin Honaz İlçesi'ne bağlı Aydınlar Köyü'nde, tarihi nitelik taşıyan taş evlerin restore edilerek turizme kazandırılması hedefleniyor.

Proje Yürütücüsü Yüksek Mimar Umut Durmuş AA muhabirine yaptığı açıklamada, projenin ilk kısmında köy konağının, ikinci kısmında ise köy evlerinin restore edileceğini, konağın maliyetinin yüzde 25'inin Denizli İl Özel İdaresi tarafından karşılanacağını söyledi.

Durmuş, taş evlerin yerel kaynaklar ve işçiler kullanılarak restore edilip turizme açılacağını, geleneksel yapı kültürü yaşatılırken köylüler için de bir geçim kaynağı oluşturulacağını ifade ederek, ''Aydınlar'daki evlerin yüzde 53'ü geleneksel. Köyde 220 ev var. Bunların 110'dan fazlası geleneksel yapısını korumuş. Elindeki kültür mirasının farkında olmayan gençler, köyü terk ediyor. Terk edilen evler yıkılıyor. Dolayısıyla bir an önce harekete geçmek gerekiyor ki köyü kurtaralım'' dedi.

Her biri turistik mekan haline getirilecek evlerin, köylüler için bir geçim kaynağı haline dönüşeceğine işaret eden Durmuş, ''Valimiz Yavuz Erkmen bu konuda bize önemli destek veriyor. Köylü çok istekli. Honaz Dağı Milli Parkı sınırında olması da köy için büyük avantaj. Ben bu köyü kendi ayakları üzerinde durabilir, kendi kaynaklarıyla ayakta durabilir hale getirebilirsem bu pek çok köye örnek olur. Belki pek çok şehirleşme problemi de çözülebilir. İnsanlar köyünün çok değerli olduğunu düşünerek köyde kalır. Projeye kaynak sağlayabilmek için ülkenin önde gelen şirketlerine sunum yaptım, vakıflarla görüştüm'' diye konuştu.

Dokuz Eylül Üniversitesi Restorasyon Kürsüsü Başkanı Prof.Dr. Eti Akyüz Levi ile köy konağı projesini 2010 ISBS Uluslararası Sürdürülebilir Yapılar Sempozyumu'nda anlattıklarını belirten Durmuş, ABD'deki Journal of Architecture and Civil Engineering adlı derginin de projeyi yayımlamak için kendilerinden izin istediğini söyledi.

Umut Durmuş, gelecek yıl Çin'de yapılması planlanan ''Doğayla Harmoni İçerisinde Yaşama ve Yeşil Ekonomi''sempozyumuna projeyi anlatmak üzere davet edildiğini, çalışmanın dünyadaki akademik çevrelerin dikkatini çektiğini bildirdi.

Durmuş, köydeki evlerin özelliklerine ilişkin şu bilgileri verdi: ''Aydınlar Köyü evleri, açık dış sofalı Türk Evi plan düzenini yansıtır. Tahtalık adı verilen yarı açık ve doğuya yönelmiş mekandan odalara dağılan ve yan mekansal unsurlarla desteklenen bir plan kurgusu vardır. İki kat yüksekliğindeki, tamamı taş yapılar yapı dışındaki 'öz' adı verilen ağaç dikmelerle oluşturulan almaşık bir sistemle ayakta durmakta. Kat döşemeleri ve çatı ile bütünleşen ahşap iskelet yığma taş sisteme esneklik kazandırmakta ve depreme karşı dayanıklılığı artırmaktadır.''

Habertürk, 17.02.2011

ANTİK LİMAN YENİKAPI'DA SERGİLENECEK

 

Marmaray kazıları sırasında ortaya çıkarılan Bizans dönemine ait 36 batık gemiden oluşan koleksiyon, Yenikapı'da kurulması planlanan dünyanın en büyük batık gemi müzesinde sergilenecek. Yenikapı Metro ve Marmaray Tüp Geçit Projesi'nin inşaat çalışmaları sırasında gün ışığına çıkan 1600 yıllık Theodosius Limanı'nda, yaklaşık altı yıldır süren arkeolojik kazı çalışmalarında sona geliniyor. Kazıların 1.5 yılda tamamlanacağını belirten İstanbul Üniversitesi Yenikapı Batıkları Projesi Başkanı Doç.Dr. Ufuk Kocabaş, "Yenikapı kazıları, dünyada son zamanların en önemli arkeoloji keşiflerinden biri olarak kabul ediliyor" dedi. Kocabaş şöyle konuştu: "Büyükşehir, kentsel dönüşüm kapsamında Yenikapı'da bir kültür parkı içinde batık gemilerin sergileneceği bir müze kuracak."

Sabah, Haber: Mesut Altun, 17.02.2011

MÜZE YETERSİZ, ESERLER ORTADA

 

 

Manisa Arkeoloji ve Etnografya Müzesi, Türkiye’nin üçüncü büyüğü. Ancak gerek fiziki şartların yetersizliği gerek restorasyon çalışmalarının tamamlanamaması nedeniyle binlerce tarihi eser bahçede korunmaya çalışılıyor.
 

Manisa Arkeoloji ve Etnografya Müzesi’nin fiziki şartlarının yetersizliği ve tamamlanamayan restorasyon çalışmaları nedeniyle 30 bine yakın tarihi eserin sergilenemediği belirtildi. Türkiye’nin üçüncü büyük müzesinin deposunun yetersizliği yüzünden çok sayıda eserin de açık alanda korunmaya çalışıldığı bildirildi.


Manisa Arkeoloji ve Etnografya Müzesi Müdürvekili Umut Doğan, etnografya bölümünün restorasyonunun ay sonunda bitirileceğini, arkeoloji bölümünün restorasyonuna ise mayısta başlanacağını söyledi. Müzenin deposunun kapasitesinin dolduğunu belirten Doğan, dışarıdaki eserlerin korunması için altı olan güvenlik kamera sayısını 24’e çıkardıklarını kaydetti. Umut Doğan, “Etnografya bölümündeki çalışmaların ardından depodaki bazı eserleri burada sergileyeceğiz. Arkeoloji bölümünün restorasyonu bitse bile, fiziki şartların yetersizliği yüzünden yine depolardaki eserlerimizin büyük bölümünü gün ışığına çıkaramayacağız” dedi.

Hürriyet Ege, Haber: İlker Kılıçaslan, 17.02.2011

BURSA SURLARINI AYAĞA KALDIRMA PROJESİ KAPSAMINDA ZİNDANKAPI'DA ÇALIŞMALAR BAŞLADI

 

Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından sürdürülen ‘Bursa Surlarını Ayağa Kaldırma Projeleri’ kapsamında Zindankapı’da çalışmalar başladı. Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin resmi internet sitesinde yer alan habere göre; birkaç sene içerinde tamamlanması planlanan proje aracığıyla Eski Hisar bölgesi yenilenmiş olacak.

Bursa Büyükşehir Belediyesi, Bursa’da Suriçi bölgesini canlandıracak tarihi surların ayağa kaldırılması projesi kapsamında Zindankapı’da mevcut binaların yıkımına başladı. Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, Alacahırka Alaattin Mahallesi’nde incelemelerde bulundu.

Bursa’nın yaşayan bir tarih kenti olması yönünde çalışmaların devam ettiğini ifade eden Altepe, “Bursa Büyükşehir Belediyesi olarak Bursa’nın kent ziynetlerini ortaya çıkaracak projelerimizi hızla sürdürüyoruz. Geçtiğimiz dönem başlattığımız sur projesi, Bursa’da hayata geçirilen en önemli projelerin başında geliyor. Bir tarih ve kültür başkenti olan Bursa, aynı zamanda 3500 yıllık bir yerleşim. Osmanlı öncesi dönemin yaşandığı eski Bursa da Suriçi’nde. Bu bölgedeki surların tamamen ayağa kaldırılması için çalışıyoruz. Ana kapı Saltanat kapı, Yer kapı ve Fetih kapının ardından kentin batı bölgesine ve güneye, Uludağ’a bakan surların eksik kalan kısımlarının tamamlanmasıyla ilgili yoğun bir şekilde çalışıyoruz” diye konuştu.

Altepe, ayrıca kentin batısına bakan cephedeki Zindankapı ve Muradiye tarafındaki Kaplıcakapı’da gerçekleştirilen çalışmalar hakkında detaylı bilgi verdi. Bu noktalarda ihalelerin gerçekleştirildiğini anlatan Altepe, bir taraftan da kamulaştırma çalışmalarının devam ettiğini, bu kapsamda şu ana kadar 10 binanın kamulaştırıldığını ifade etti. Kamulaştırmalarla birlikte sur inşaatları, restorasyon ve rekonstrüksiyon çalışmalarının da sürdürüldüğünü anlatan Altepe, “Şu anda Zindankapı ve kulenin de içinde bulunduğu 4 bina kaldırılıyor. Yıkımdan sonra Zindankapı restorasyonu hızlı bir şekilde başlayacak” dedi.

Yapı, 17.02.2011

DOĞA HARİKASI İNAĞZI MAĞARASI'NDA KANALİZASYON AYIBI

 

 

Zonguldak’ın kanayan yarası olan doğa harikası İnağzı Mağarası'na açıktan kanalizasyon ayıbı devam ediyor. Mahalle sakinleri, yetkililerin mağaraya sahip çıkarak, kanalizasyon giderini önlemesini ve mağarayı turizme açmasını istiyor.


Zonguldak'ta sahilden başlayıp Bağlık Mahallesi'ne kadar uzanan 793 metre uzunluğundaki İnağzı Mağarası, doğal güzelliği ile mağara turizmi açısından büyük önem arz ediyor.Mağara, damlataş oluşumları açısından da son derece zengin bir doğal güzellik olarak değerlendiriliyor. Mağaraya kanalizasyon akıtıldığını ileri süren mahalle sakinleri ise yetkililerin duruma el koyarak mağarayı turizme açmasını istiyor.


İlgili makamların konuyla yeterince ilgilenmemesine tepki gösteren mahalle sakinlerinden Ahmet Kurt, "İnağzı Köksal Toptan İlköğretim Okulu’nun önünden mağaraya kanalizasyon akıtılıyor. Bu yetmemiş gibi şimdi de mağaranın ağzından açıktan lağım akıtılıyor. Böyle duyarsız bir yönetim kadrosu, hiç zannetmiyorum ki Türkiye’nin bir vilayetinde olsun. Herkes turizm için sahillerine, mağaralarına ve tabiat güzelliklerine sahip çıkarken, Zonguldak vilayetinde de sahillerini çöplüğe çeviren, mağaralarına kanalizasyon akıtan anlayış hakim. Gelecek nesiller adına sayın valimizden bu olaya sahip çıkmasını istiyorum. Bu konunun çözüme kavuşturulmaması halinde Cumhuriyet Başsavcılığı’na sorumlular hakkında suç duyurusunda bulunacağım." dedi.

Mağaranın içler acısı hali, 8 ay önce “Tabiat harikasına kanalizasyon ayıbı” başlığıyla kamuoyuna duyurulmuş, bunun üzerine Kültür ve Turizm Bakanlığı Karabük Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü olaya el atmıştı. Kurul’un 20 Ocak 2011 tarihli kararına göre; İnağzı mahallesi Kilimli yolu güzergahında yer alan tescilli İnağzı mağarasının, “Taşınmaz Kültür varlığı olarak tescil edilen İnağzı mağarasının yeraltındaki uzanımı ve söz konusu kanalizasyon uygulamasının, mağaranın fiziki ve doğal yapısına zarar verip vermediğinin tespiti için Zonguldak Belediye Başkanlığı tarafından Maden Tetkik Arama Genel Müdürlüğü’ne gerekli inceleme ve tespit çalışmasının yapılması” istenmişti.

Değişim Medya, 16.02.2011

İLK PROTEZ

 

Manchester Üniversitesi’nden araştırmacı Jacqueline Finch tarafından yapılan araştırmaya konu olan mumya, 2000 yılında Luksor yakınlarındaki Thebes nekropolünde çıkarıldı.

 

Mumyanın MÖ 950 ile 710 yılları arasında yaşadığı tahmin edilen bir yüksek rahibin kızı olan Tabaketenmut’a ait olduğu belirlendi. Tahta ve deriden yapılan protezi inceleyen Finch, aynı malzemeleri kullanarak protezi kopyaladı. Araştırmacı daha sonra bu protezi tıpkı Tabaketenmut gibi şeker hastalığı sonrasında gelişen kangrenden ayağı kesilmiş iki hastada denedi. Hastalar, bu ilkel protezi yürürken gayet rahat bulduklarını belirtti. Şimdiye kadar İtalya’da Capua bölgesinde bulunan Roma dönemine ait bronz ve tahtadan yapılmış bacağın en eski protez olduğu tahmin ediliyordu.

Hürriyet, 16.02.2011

LADİK SAAT KULESİ RESTORE EDİLİYOR

 

  

 

Samsun İl Özel İdaresi, Ladik İlçesi'nde tarihi öneme sahip Saat Kulesi'nin restorasyon işinin ihalesini yaptı.

 

Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından projesi onaylanarak ihaleye çıkarılan Ladik Saat Kulesi'nin restorasyon ihalesi yapıldı. Yer teslimi yapılan Ladik Saat Kulesi'nin iklim şartlarının elverişli olması halinde yaz sezonuna tamamlanmasının öngörüldüğünü belirten Özel İdare yetkilileri, restorasyonun ihale bedelinin 252 bin TL olduğunu belirterek, "Amacımız, İl Özel İdaresi olarak tarihi yaşatmak, var olan tarihi eserlere sahip çıkmaktır" dedi.

 

Ladik Saat Kulesi çokgen bir kaide üzerinde yuvarlak gövdeli ve şerefelidir. Minareyi andıran saat kulesi kare prizma şeklindeki şerefe üstü bölümünün dört yüzüne yuvarlak kadranlı birer saat yerleştirilmiştir. Kulenin gövdesi üzerinde pencere bulunmamaktadır. Bezeme olarak yalnızca şerefe altında şerit halinde kabartma kuşaklara yer verilmiştir.

Samsun Kent Haber, 16.02.2011

İSTİKLAL CADDESİ'NİN HAYALETİ YÜZÜNÜ GÖSTERDİ

 

 

İnşaatına 2006 yılında başlanan ve özellikle devasa kütlesinin belirginleşmeye başlamasıyla birlikte büyük tartışma konusu olan Demirören AVM, yüzünü göstermeye başladı.

Demirören AVM, yanındaki tescilli bina Cercle d'Orient’ın neredeyse iki katı yüksekliğe ulaşmış, ancak hiçbir kurum ya da kişi sorumluluğu üstlenmemişti.

Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan, kurul kararlarını uyguladıklarını söylerken, Demirören Grubu adına konuşan Tayfun Demirören ise kanunlara aykırı bir işlem yapmadıklarını savunmuştu.

Tartışmanın gündemden düşmemesi üzerine harekete geçen İstanbul 2. No.lu Yenileme Kurulu da inşaat alanında incelemelerde bulunmuş ve projeye aykırı unsurların düzeltilmesini istemişti.

Yapı, 15.02.2011

MESCİTTE MERYEM ANA VE İSA RESMİ

 

 

Trabzon'un tarihi Ortahisar Mahallesi'ndeki restorosyon çalışmaları sırasında Saraç Alizade Mescidi'nin dış duvarında ''Meryem Ana ve Çocuk İsa'' freski bulundu.

Trabzon Vakıflar Bölge Müdürü Mazhar Yıldırımhan yaptığı açıklamada, son 5 yılda aralarında cami, türbe ve minarelerin de bulunduğu 79 eseri 13.5 milyon liralık harcamayla onardıklarını söyledi.

Özellikle eski vakıf eserlerinin onarımıyla ilgili yoğun şekilde çalıştıklarını belirten Yıldırımhan, ''Bu yıl içinde 16 eserin onarım ve yatırımı programa alındı. 2012 yılı sonuna kadar sorumluluk sahamızdaki tüm eserleri onarmayı hedefliyoruz. Bunu da gerçekleştireceğimize inanıyoruz'' dedi.

Yıldırımhan, bu kapsamda Ortahisar Mahallesi'ndeki Saraç Alizade Mescidi'nde onarım çalışmaları gerçekleştirdiklerini ifade ederek, ''Çalışmalar sırasında mescidin duvarına bitişik bulunan ve büfe olarak kullanılan yapı yıkıldı. Yapının yıkılmasıyla mescidin dış duvarında Meryem Ana ve Çocuk İsa'nın konu edildiği fresk bulundu'' diye konuştu.

Durumun Anıtlar Kuruluna iletilmesi üzerine freskin üzerinde bulunan duvarın korunmasına karar verildiğini anlatan Yıldırımhan, şöyle devam etti: ''Mescidi onarırken ortaya çıkan freskleri de koruyacağız. Mescidin çevre duvarının sıvası sökülecek ve ortaya çıkacak freskler aslına uygun korunacak. 'Duvarı dış etkenlerden nasıl koruyabiliriz' diye proje çalışması yapıyoruz. Hazırlanacak proje doğrultusunda ne yapılacağına karar vereceğiz. Projenin tamamlanması ve kabul edilmesinin ardından çalışmalara yıl içinde başlanacak.''

Yıldırımhan, mescidin dış duvarında tespit edilen freski, inançlara saygı ve tarihi miras olması dolayısıyla aslına uygun olarak koruyacaklarını vurgulayarak, ''Bölgemizde farklı inançlara ait farklı eserler bulunuyor. Bunların bütününün korunması gerektiğini düşünüyoruz. Bunlar tarih mirasıdır ve bugün bunların sahibi biziz. Hangi inanç olursa olsun saygılıyız'' dedi.

 

Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu yetkilileri ise kentsel sit alanı içinde yer alan tescilli mescidin batı duvarında Meryem ve çocuk İsa freski bulunmasının Trabzon'un tarihi sürecine ışık tutacağını belirttiler.

''Yol gösteren, rehber'' anlamına gelen 'Hodigitria Meryem ve çocuk İsa figüründe, Meryem Ana'nın sağ koluyla çocuk İsa'yı kucakladığının görüldüğünü ifade eden yetkililer, şunları kaydetti:

''Freskte Meryem Ana'nın sağ elinin parmakları, sol elinin ise tamamı açıkta. Başını hafifçe çocuğuna doğru eğmiş ve başörtüsü omuzlarından aşağıya doğru iner şekilde. Çocuk İsa'nın sağ elinin parmakları belirgin, diğer kısımları ise giysili. Her ikisinin de başında haleleri var. Bir kemerin alınlık kısmında yer alan freskonun boyaları, üzerine yapılan sıvadan dolayı dökülmüş. Mescidin batı duvarının dış yüzeyinde, üst kısımda küçük 3 adet niş, alt kısımda da 4 adet yuvarlak kemerli niş bulunuyor. Bu nişlerin 3 tanesinin kemer genişliği ve yüksekliği aynı. Nişlerden biri daha geniş ve alçak tutulmuş, ayrıca çift kemerli. Dıştaki kemer, örgü motifiyle süslenmiş.''

Yetkililer, kilise olarak inşa edilen ve daha sonra camiye dönüştürülen Küçük Fatih Camisi'nin mescidin bulunduğu sokakta olduğunu anımsatarak, bu duvarın kiliseyle bağlantılı ve dini işlerle ilgili bir yapıdan kalmış olabileceğine dikkati çektiler.

Habertürk, 15.02.2011

130 YILDIR UYUYAN HAREM ŞENLENİYOR

 

 

Yıldız Sarayı'nın haremi, 11.5 milyon liraya restore edilecek. Çalışmalar 2 yıl sürecek ve harem; multivizyon gösterileri, okuma ve oturma bölümüyle "yaşayan" hale getirilecek. Yıllardan 1877'dir. Osmanlı Padişahı II'nci Abdülhamid'in bir gece yarısı verdiği "Yıldız Sarayı'na taşınıyoruz" emrinin ardından koskoca imparatorluk Dolmabahçe'den çıkar. Otağı hümayunlar (padişah çadırları) kurulur. Hızla yapılar inşa edilir. Birkaç yıl içinde kurulan yapılardan biri de harem dairesidir... İlk elektrik tesisatı ve kalorifer sistemi de ilk kez burada kullanılır. Osmanlı'nın yıkılmasıyla 1924'te Harp Akademileri'ne geçen Yıldız Sarayı, 1978'de de Kültür Bakanlığı'nın sorumluluğuna verilir.

Bugün Yıldız Sarayı'nın harem dairesi içler acısı halde. Güzelim duvar kağıtları sarkmış, süslü kaloriferler yerlerde, merdivenler kırık dökük... Yıldız Sarayı'nın haremine, neredeyse 130 yıldır çatı onarımı dışında tek bir çivi çakılmamış. Fakat Osmanlı'nın son haremi, büyük bir restorasyona hazırlanıyor. Onarım için, 2010'un kasım ayında 11.5 milyon liralık ihale yapıldı. Bu ay başlayacak restorasyonun başında bulunan Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü Yıldız Sarayı Kontrol Amiri restoratörü Ahmet Selbesoğlu, "Burayı yaşayan harem yapacağız. Harem sadece 'akla gelen o malum olaylardan' ibaret değil. İçeri girenler haremdeki eğitimi, hayatı, tarihi okuyacak" diyor. Restorasyonun iki yılda biteceğini belirten Ahmet Selbesoğlu, "Bina öylesine perişan ve yalnız kalmış ki... 3 aydır kameralarla haremin her köşesini kayıt altına alıyoruz. Burada bir hizmet ünitesi kurmak istiyoruz. Kahve içilebilen, tarih okunabilen bir yer olacak. Multivizyonla gösterimiyle harem yaşatılacak. Mimarlar, inşaat mühendisi, sanat tarihçisi ve mimarlık tarihçisinden oluşan 10 kişilik bir ekiple çalışıyoruz. Alanında en büyük ustalarla birlikteyiz" diye konuşuyor.

Sabah, Haber: Bilge Eser, 15.02.2011

OSMANLI KALESİNE YAPILAN KİLİSE ÇATIŞMAYA NEDEN OLDU

 

Makedonya’nın başkenti Üsküp’te Osmanlı döneminden kalma kalenin içerisinde Makedon hükümeti tarafından inşa edilen kiliseyi protesto eden yüzlerce Müslüman polisle çatıştı. Kale içerisindeki kilise inşaat alanına girmek isteyen göstericilerle Makedon polisi arasında arbede yaşadı. Gösteriler kısa sürede çatışmaya dönüştü. Çıkan olaylarda 10 kişinin yaralandığı bir kişinin ise durumunun ciddi olduğu belirtildi.

Üsküp Kalesi’ndeki kilise inşaatına, Makedonyalı Arnavutlar ve Türkler karşı çıkıyor. Günlerdir yaşanan gerilim ardından çıkan çatışma ardından kilisenin inşaat çalışmalarının durdurulduğu açıklanmıştı. Ancak kilisenin inşaat çalışmalarının gece yarısından sonra gizlice devam ettiğinin fark edilmesiyle Müslümanların kiliseyi yıkımı teşebbüsünde bulundukları ileri sürüldü. Kaleye gelen Müslümanlar ile milliyetçi Makedonlar arasında önce sataşmaların yaşandığı ardından da sopa ve bıçaklarla birbirlerine girdikleri belirtildi.

Milliyet, 15.02.2011



Firavun Tutankamon^^un altın heykelleri yağmacıların hedefi oldu.

DEVRİMİN KAYIPLARI

 

Mısır’ın Tarihi Eserler Müsteşarı Zahi Havas, Tahrir Meydanı’nda yapılan gösteriler sırasında, dünyaca ünlü Mısır Müzesi’nden bazı eserlerin çalındığını açıkladı. Yağma sonrasında yapılan envanter çalışmaları sırasında bir çok parçanın eksik olduğu ortaya çıktı. Kayıp eserlerin küçük bir kısmı Pazartesi günü yanmış bir resmi binayla bir hediyelik eşya dükkanın arasında bulunsa da çoğu eser hala kayıplarda. Eksik olan parçalar arasında, Firavun Tutankamon’u bir tanrıça tarafından taşınırken betimleyen altın kaplama heykel de bulunuyor. Tutankamon’a ait bir başka altın kaplama heykeldeki bazı parçaların da çalınmış olduğu açıklandı. Zahi Havas, 29 Ocak’ta müzeye girmeyi başaran gösterici kılığındaki yağmacıların, 70 kadar esere de zarar verdiğini söyledi. Yağmacılardan bazıları yakalanarak, polis tarafından gözaltına alınsa da sorgulamadan bir sonuç alınamadı. Havas, ülkenin durumu göz önüne alındığında, artık ülkedeki tarihi eserlerin hiçbirinin güvenlik altında olduğunu söyleyemeyeceğini de belirtti. Müzenin müdürü Tarık El Avadi, “Müzenin her yerini aradıktan sonra, üzülerek itiraf ediyoruz ki, Tutankamon heykelinin parçalarına rastlanmadı. Tek tesellimiz, altın kaplamalı parçaların olduğu odanın yağmalanmamış olması” dedi.

Radikal, 15.02.2011

OSMANLILAR OĞUZ SOYUNDAN DEĞİL Mİ?

 

 

Prof.Dr. İnalcık Osmanlı soyunun Oğuz Türklerinden geldiği bilgisine kuşkuyla yaklaşarak, ‘Osmanlı hanedanının Kayı boyundan gelmiş olması dolayısıyla tüm Türk ve Tatarlar arasında hanlığa en çok hakkı olan hanedan olduğunu kanıtlamaya çalışmaktadır’ diyor.

 

Yaşayan en büyük Osmanlı tarihçisi olarak anılan Prof.Dr. Halil İnalcık’ın İş Kültür Yayınları’ndan çıkan “Has-bağçede ‘ayş u tarab” kitabı Osmanlı hakkında yeni tartışmalar yaratacağa benziyor.
İnalcık padişahların içkili eğlencelerini anlattığı kitabında, Osmanlı soyunun Oğuz Türklerinden geldiği bilgisine kuşkuyla yaklaşıyor. Bu bilginin II. Murat emriyle, Yazıcı Ali tarafından kaleme alınan Oğuzname’ye dayandığını yazan İnalcık; “Osmanlı hanedanının Kayı boyundan gelmiş olmaları dolayısıyla tüm Türk ve Tatarlar arasında hanlığa en çok hakkı olan hanedan olduğunu kanıtlamaya çalışmaktadır” diyor.


İnalcık, II. Murad’ın kendi soyunu Oğuz Han’a bağlamaya ihtiyacını neden duyduğu sorusuna ise, bunun bir siyasi tepki olduğu cevabını veriyor.


Prof.Dr. Halil İnalcık’a göre, Timurluların Osmanlı sultanını bağımlı tutma girişimleri; Osmanlılarda Oğuzculuk akımın ortaya çıkmasının başlıca nedeni: “Oğuzculuğun gerçek tarihi-siyasi arka planı, Timur ve oğlu Şahruh’un Anadolu Türkmen beyleri ve Osmanoğulları üzerinde egemenlik iddiasına karşı Oğuz Han şeceresinin benimsenmesidir”.


Oğuzname ve Dede Korkut rivayetlerine dayanan, II. Murad dönemindeki Oğuzculuk geleneği, Fatih Sultan Mehmet döneminde de devam etmiş. Fatih, bir yandan kadim İran geleneğini benimserken öbür yandan da Oğuz geleneğini sürdürmüş. Halil İnalcık, kitabında Osmanlı’nın kurucusu Osman Bey’in babası Ertuğrul’a dair farklı soy ağaçlarından da örnekler veriyor. Ertuğrul’un babası,


-  Şükrullah, Aşıkpaşazade ve Bayati’ye göre Selçuklu Süleymanşah’ı.
-  Yazıcızade’ye göre Gökalp.
-  Düsturname’ye ve Karamani Mehmet Paşa’ya göre ise Gündüz Alp.

 

Halil İnalcık’ın kitabında yer alan minyatürlerden birinde içkiyi yasaklayan Padişah 4. Murad yer alıyor. Minyatürde 4. Murad elinde bir kadeh ile işret (içki içme) meclisinde resmedilmiş. İnalcık’ın kitabında  Padişah 2. Murad’ın ise çağdaş kaynaklarda (sağda) “be-gayet” (son derece ayyaş) bir hükümdar olarak tanımlandığı anlatılıyor.

 

Kitabın adındaki “has bahçe”, sadece padişahların ve onların maiyetindekilerin girebildikleri bahçelerin adı. Ayş u tarab ise içkili, sazlı sözlü toplantı demek. Kitap, padişahların bahçelerinde yaptıkları eğlenceleri, işret (içki içme) meclislerini anlatıyor.


Tarihçi, içki meclislerini Yıldırım Bayezid döneminde, eşi Sırp prensesi ve Çandarlı Ali Paşa’nın saray geleneği olarak başlattığını yazıyor. Yıldırım Bayezid’in 1392’de Anadolu seferinde ordusuna katılan İmparator II. Manuel’le işret meclisinde şarap içtiğini de ekliyor. İnalcık’a göre; özenle tertiplenmiş bahçelerde gece şarap içilen, yeme içmelerin, her türlü zevk u safanın, raks ve temaşanın cereyan ettiği işret meclisleri geleneğinin, saraya ve idareye ait birçok gelenekler gibi, İslam öncesi kadim İran’dan İslam hilafeti dönemine geçip yerleşmiş.


Sarayda içilen içkilerin soruna dönüşmesi günümüzün meselesi değil yalnızca. O dönemde de sultanlar ve şehzadeler işret meclislerinin zevk u safasından kendilerini alamadıkları gerkçesiyle halkın ve siyasi rakiplerinin kurbanı olmuşlar. İnalcık, çağdaş kaynakların “be-gayet (son derece) ayyaş” bir hükümdar olarak tanımladıklarını söylediği II. Murad’ın işret meclislerine düşkünlüğünün altını çiziyor, hatta ölüm sebebinin 1451’de oğlu Mehmed’in Sitti Hatun ile düğünlerinde aşırı yiyip içmesi olduğunu vurguluyor. Tarihçiye göre; “Fatih’in de saray bahçelerinde yaptırdığı kasırlarda işret meclisleri düzenlediğine kuşku yok. Ancak Amasya’da şehzadesi Beyazid’in esrar içtiğini öğrenince de sert bir mektup gönderiyor”.

Milliyet, Haber: Miraç Zeynep Özkartal, 15.02.2011

MAHKEME KARARIYLA SUYA YAZILDI

 

Dünyanın bugüne kadar sağlam olarak ayakta kalabilmiş 2000 yıllık tek sağlık yurdu, Allianoi antik Yortanlı Barajının suları altında. Allianoi ile ilgili açılan ve sonuçlanan bütün davalarda mahkemenin “antik kent korunsun, baraj su tutmasın” demesine rağmen bu kararlar antik kenti koruyamadı.


Allianoi ile ilgili açılan davaları yürüten Arif Ali Cangı, mahkemelerin verdiği bu kararların gelinen noktada artık “suya yazılan kararlar” olarak nitelendirilebileceğini söyledi.


Son olarak geçtiğimiz günlerde gelen 25.09.2009 tarihli kararın iptali ile ilgili mahkeme kararını gösteren Cangı, EGEÇEP, Tarih Vakfı, Çağdaş Hukukçular Derneği gibi kurumlar ve bireysel katılımlarla açılan davanın, antik kentin “mille örtülerek korunması”na karar veren Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’nun İlke Kararı ile ilgili olduğunu aktardı. İzmir 4. İdare Mahkemesi, daha önce Danıştay tarafından yürütmesi durdurulan eski ilke kararında olduğu gibi, sonradan alınan yeni ilke kararının da Allianoi’yi korumayacağına hükmettiğini kaydetti.


Danıştay’da çok yakında sonuçlanmasını bekledikleri bir başka davaya daha dikkat çeken Cangı şunları söyledi; “Bu dava Allianoi’yi yok edecek Yortanlı Barajı’nın yer seçiminin hukuka uygun olup olmadığının tartışıldığı dava. Baraj projesinde değişiklik yapılması ya da aks yerinin değiştirilmesi istemi DSİ’ce reddedilince açılan davada Danıştay’ın; “…1. derece arkeolojik sit alanı olarak tecilli olan Allianoi’nin korunması konusunda yetkili organ tarafından alınmış bir karar olmadığı…” belirtilmişti. Dava dosyası karar düzeltme incelemesinde. Danıştay’dan büyük olasılıkla baraj yeri seçiminin yanlış olacağı kararının çıkmasını bekliyoruz. Üstelik, yeni ÇED düzenlemesi ile ilgili karara göre barajın ÇED’inin de yapılması gerekecek. Su tutmuş, Allianoi’yi sulara gömen bu barajın yerinin yanlış olduğu, şu saatten sonra ortaya konsa neye yarayacak ki?” diye konuştu. Bundan sonra Allianoi ile ilgili verilen her kararın suyun üzerine yazılan kararlar olacağını belirten Cangı, artık antik kentin gömülmesine karar verilenlerle ilgili idari ve cezai sorumluluk davalarının açılacağının işaretini verdi. Cangı, “Hukuka aykırı idari işlem nedeniyle, sorumlular hakkında maddi-manevi tazminat davaları açılıp, bunlar sorumlu olan yetkililere rücu edilmeli. Bilinçli ihmali söz konusu olan devlet görevlileri bu kusurları nedeniyle cezai ve hukuki yönden sorumlu tutulacaklarken, siyasilerin sorumlulukları ise politik zeminlerde ve seçimlerde gündeme getirilecek” dedi.


YOK SAYILAN KARARLAR

* “Allianoi’yi koruyacak proje üretilene kadar Barajda su tutulmaması”nı içeren 13 Ekim 2005 tarihli Korum Kurulu Kararının iptali davası reddedildi. İzmir 1.İdare Mahkemesi’nin 23.11.2006 tarih ve 2005/1758 E. 2006/1950 K. Danıştayca onanarak kesinleşti. Gerekçede “…Bilimsel raporlara göre, taşıma çağdaş bir koruma anlayışı değil, mille tabakası ile örtüp su tutulması, koruma önlemi olamaz…” denildi.
*04.10.2006 tarihli 717 sayılı Koruma Yüksek Kurulu kararı- İPTAL EDİLDİ
*27.11.2006 İzmir 2 Numaralı KTVK Bölge Kurulu kararı . İPTAL EDİLDİ.
*10.10.2007 tarihli İzmir 2 Numaralı KTVK Bölge Kurulu kararı-İPTAL EDİLDİ.
*20.03.2009 tarihli 749 Sayılı Koruma Yüksek Kurulu kararı- YÜRÜTMESİ DURDURULDU. Bu karara yapılan itirazlar reddedildi.
*25.09.2009 tarihli İzmir 2. Numaralı KTVK Bölge Kurulu kararı– İPTAL EDİLDİ.

Erensel, Haber: Özer Akdemir, 15.02.2011

BU FİYATLAR 1700 YILLIK

 

 

Muğla’nın Bodrum İlçesi’nde yapılan arkeolojik kurtarma kazıları sırasında bin 700 yıllık bir fiyat listesi bulundu.Mermer üzerine yazılan listede, sandalet fiyatından mimarlık ücretine kadar her hizmet ve malın bedeli bulunuyor.

 

Deri Babil ayakkabısı 500 denar, mimarlık hizmetinin bedeli ise 100 denar…

Hamam ücreti, okuma yazma öğretmeni ücreti, at koşum ücreti; liste böyle uzayıp gidiyor.

 

Bodrum Türkkuyusu mahallesindeki kazılarda bulunan mermer fiyat listesinin, Roma İmparatoru Diocletianus dönemine ait olduğu belirlendi. MS 284 ile 305 yılları arasında Bodrum’da ticaretle uğraşan herkes bu fiyatlara uymak zorundaydı. Mermer parça 90 santime 90 santim ölçülerinde. İmparatorun belirlediği fiyatlara göre, öğretmenlik yapanlar arasında en şanslılar, Latince dersi verenlerdi. Okuma yazma ders ücreti 50 denar iken, Latince ve geometri dersinin bedeli ise 200 denardı.

 

Antik Halikarnassos kenti, çağında önemli bir ticaret merkeziydi.

Trt/Haber, 14.02.2011

MACARİSTAN EĞRİ VALİDE SULTAN HAMAMI İLGİ BEKLİYOR

 

 

Osmanlı'nın 150 yıl süren Macaristan'daki hakimiyeti döneminde Eger (Eğri) şehrinde 400 yıl önce inşa edilen Valide Sultan Hamamı, ilgi bekliyor.


Macar tarihçi Tamas Soos, kent merkezindeki tarihi Türk hamamının yeniden faaliyete geçirilebilmesi için AB'den yardım talebinde bulunulduğunu söyledi. Kentte iki Türk hamamının bulunduğunu, birinin halen faaliyette olduğunu kaydeden Soos, "ancak Valide Sultan Hamamının durumunun içler acısı olduğunu" belirtti. Soos, Eger Belediyesinin hamamı yeniden diriltebilecek bütçesinin olmadığını, AB'den bu konuda yardım istediklerini ifade etti. Eger şehrinde önemli Osmanlı eserleri bulunduğuna işaret eden Macar tarihçi, hamamın yeniden faaliyete geçirilmesi için var güçleriyle çalıştıklarını kaydetti.


Macaristan'ın Eger kentinde 1610-1617 yılları arasında Osmanlılar tarafından inşa edilen diğer Türk hamamı, yerli ve yabancı on binlerce kişiye şifa dağıtıyor. Söz konusu hamam 2009 yılı sonunda yenilenerek hizmete açılmıştı . Ayda üç bin kişiyi ağırladığı belirtilen altın kubbeli bu hamamda bir ana havuz ile beş küçük havuzun bulunuyor.

Türkiye Gazetesi, 14.02.2011

AKSOY İÇİN 'UCUBE' MESELESİ BİR İLK DEĞİL

 

Heykeltıraş Mehmet Aksoy'un başına gelen 'ucube' meselesi aslında bir ilk değil. Benzer tartışmalar 1989 yılında Almanya'da da yaşandı. Bu seferki tartışmalar ise 'Meçhul Asker' heykeli için...

Önce, 1975 yılında Antalya’da meydanın ortasına “İşçi ve Çocuğu Heykeli”ni yaparken belediye elektrikleri kesti.

 

Ardından, 1979 yılında TBMM'nin düzenlenen Atatürk heykeli yarışmasında birinci oldu. Ama Kenan Evren, heykelin Nazım Hikmet’in Kuvay-ı Milliye Destanı’ndaki Atatürk’ü anımsattığı için 'Anladım zaten, bu komünist işi. Atatürk bile zaten kalpaklı’ diyerek Aksoy’a birincilikle vermedi, ikinci ilan etti.

 

En son da Başbakan Kars’taki ‘İnsanlık Anıtı’ için ‘ucube’ yorumu yaptı.

 

Bu olaylar bir yana Aksoy’un Almanya’da yaptığı ‘Meçhul Asker‘ heykeli de bir hayli olaylı. Heykel için yıkım kararı beklenirken Almanya’nın Potsdam kentinde heykel sergilenmeye başladı.  Yıkılmak istenen heykeli için 100 binlerce kişi yürüyüş yaptı. Alman gazetelerine haber olan heykelin hikayesi son derece vicdani. İşte Mehmet Aksoy’un ağzından ‘Meçhul Asker‘ heykelinin hikayesi;

 

II. Dünya Savaşı'nın başlamasına karşı duruş olarak, 1 Eylül 1989’da, Bonn şehrine bir anıt dikilmek istendi ve yarışma açıldı. Yarışmada ben birinci oldum. Yarışmanın konusu ise Hitler ordusuna katılmak istemeyen ve kaçan askerleri tekrar kahraman etmekti.

 

Üniformasız, özgür, hiçbir emir komuta dinlemeyen, apoletsiz ve yakalanamayan bir insan heykeli yaptım. Heykele nereden bakarsanız bakın, boşlukta kolunu, bacağını görürüsünüz ama kendisinin görüntüsünü yakalayamazsınız. Heykel yarışmada birinci oldu. Ama hükümet heykelin Bonn şehrine konulmasını istemedi. Gerekçe olarak ‘Alman ordusuna hakaret’ olduğunu iddia ettiler. Olay gazetelere çıktı, televizyon programlarına konu oldu, yüzbinlerce kişi yürüyüş yaptı, hatta parlamentoya kadar taşındı.

 

Ama biz heykeli 1 Eylül’de treyler üzerinde sergiledik. Açılışını da Hitler ordusundan kaçan askerler yaptı. Açılışta yazarlardan, sanatçılara, kiliseden insanlar herkes oradaydı. Neredeyse 15 bin kişi vardı. Tabi Türk heykeltıraş olmam da hükümette ters bir tepki yarattı.

 

Daha sonra papazın biri, ben kilisenin önüne diktireceğim dedi. Ben de heykelin kiliseye irtica etmesini kabul ettim. Ardından 1 sene boyunca Hollanda dahil neredeyse Almanya’nın her şehrinde heykel sergilendi.

 

En son olarak da savaşın bittiği yere Potsdam’a gitti. Birlik Meydanı’na dikildi ve orada kaldı. Şu anda hala Potsdam’da sergileniyor. 

 

15 gün önce de Potsdam belediyesinden bir mektup aldım. Mektupta; burada kış çok sert geçiyor, heykelde senelerdir burada açıkta duruyor, o yüzden heykelin dışında aşınmalar olmaya başladı. Biz bu heykeli koruma altına almak, 3 ay boyunca heykeli korumak amaçlı üzerini örmek istiyoruz. İzin verir misiniz?

 

Bu nasıl bir nezaket ve anlayış. Esere nasıl muamele ediyorlar. Bir de bize bakın…. Sahip çıkmak varken işte kültür farkı…

 

Hürriyet, Haber: Deniz Öner, 14.02.2011

 

******


"HEYKEL BENİM HÜRREM SULTAN'IM

 

Küçüklüğünü Hatay Yayladağı’nda geçiren, doğayı çok iyi tanıyan, İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'ne resim eğitimi almak için giren, Türkiye’nin en iyi heykeltıraşlarından Şadi Çalık vesilesiyle heykel okuyan, eğitimine ve başarılarına İngiltere ve Almanya’da devam eden Mehmet Aksoy, Polonezköy’deki Böcek Evi’nde doğayı, yaşamı ve çalışma olanaklarını bir araya getirmiş.

 

Böcek evin girişindeki vincin üzerinde ‘Taş taşırım laf taşımam’ yazısı ilk dikkatinizi çeken şey oluyor. Ev yusyuvarlak. Önünde yarım ay şeklinde bir havuz var. Mimarisinde ve yapım aşamasında Mehmet Aksoy’un emeği büyük. Evin girişinde bir motosiklet sizi karşılıyor. Öğreniyoruz ki Aksoy sıkı bir motor hayranı ve kullanıcısıymış. Bir anda evin hem içinde hem de bahçesinde yer alan eserleriyle tanışıveriyorsunuz.

 

Mehmet Aksoy konuşmaya çok yorgun olduğundan ve heykele konsantrasyonunun bozulduğundan bahsederek başladı. Belli ki ‘İnsanlık Anıtı’nın yarattığı tartışmaları ve bir sanatçıda yarattığı üzüntüyü hala üzerinden atamamış.

 

İşte tartışmalara neden olan usta heykeltıraşın geçmişi, gelecek planları ve olaylara konu olan eserlerinin hikayeleri ve içten sohbeti…

 

Başbakan eserinize ‘Ucube ‘ dedi. Şimdi kalksa sizden özür dilese gönlünüzü alabilir mi?

Alamaz çünkü çok kırıldım. Yine de ben bu olaya çok kişisel bakmıyorum. Başbakan'a şimdi tutar 10 kuruşluk dava açarım ama uğraşmak istemiyorum.

 

Neden dava açmaktan vazgeçtiniz?

Başbakan’ı Türk kamuoyu zaten mahkûm etti.

Bir kere Başbakan makamı gereği ‘kızdım söyledim’ diyemez. O makamın gerektiğini yapacaksın. Yapamıyorsan oradan çekil. Demokratik insanlar zaten böyle yapıyor. Ya hastalanıyor ya da kendini eksik hissediyorlar ve istifa ediyor. Olabilir bu durum insanidir. Ama ‘ben ağzıma geleni söylerim’ diyemezsin.  Bunu bir türlü kabul edemiyorum.

 

Kars halkı size ve eserinize yeteri kadar sahip çıktı mı? 

Sahip çıkabilmek için özellikle heykel bilincine ve kültürüne sahip olmak lazım… Böyle eserlerle de bu kültürü geliştirir.

 

Biz Kars halkının heykeli anlamalarını zaman yaymıştık. ‘Nedir, ne anlam ifade ediyor bu heykel?’ diye ilgi göstermelerini ve dilden dile yayılmasını bekliyorduk. Ama halka bunu anlatamadım çünkü ‘İnsanlık Anıtı’ yarım bir heykel.

 

Henüz yarısı yapılmış, kalıp izleri duran bir heykelin üzerinden konuşuyoruz. Zaten sosyal hayatımıza girmiş, heykel kültürümüz yok. O yüzden onlardan böyle bir sahip çıkma olgusu bekleyemem.

 

Ama aralarında emeğe saygısı olanlar, heykele saygısı olanlar, Kars’ın popüler olmasına mutlu olanlar da var…

 

Peki, devlete yaptığınız çoğu heykel olaylı olmasına rağmen neden ısrarla size yaptırıyorlar?

Aslında pek kabul etmiyorum. Özellikle ısmarlama Atatürk heykelleri yaptırmak istiyorlar. Asla kabul etmiyorum.

 

O zaman neden Kars’taki İnsanlık Anıtı heykelini kabul ettiniz? 

Çünkü ideallerime ve düşüncelerime çok uygun bir yapı benim için. Bugün yeryüzündeki en büyük çelişkinin savaş olduğunu ve bu savaşın insanlığın yol olacağını belirmek için benim için büyük bir fırsattı.

 

Ne kadara mal oldu ‘İnsanlık Anıtı’? 

Neredeyse parasız yaptık ‘İnsanlık Anıtı’nı. Sözleşmemde 350 bin TL yazıyor. Paranın sadece 120 TL’sini en aldım. Bu paraya 30 metrelik heykelin çimentosunu dahi alamazsınız.

 

Yaşamakta olduğunuz Böcek Ev’in hikayesi nedir? Bu böcek ne böceği? 

Bu böcek ev bir bok böceği…

 

 

Bok böceği tezeklerden yuvarlak toplar yapıp, yuvasına atıp, üzerine yumurtlayıp oradan yavrularını besleyen, tekrar hayata merhaba diyen bir böcek. Yani pislikten ve çürümüşlükten yeni dünyalar yaratan bir böcek.

 

Ben de bok böceğinin içerisinde oturan bir heykeltıraşım. Yaptığım her şey gibi bu yapı da bir mesaj veriyor aslında. Küçücük bir bok böceğinin bile ekolojik denge için ne kadar önemli olduğunu anlasınlar diye böcekten ilham aldım.

 

Heykeltıraş olduğunuz için soruyorum; en yakın arkadaşınız taş mı?

Herkes farkı bir tarafa çekebilir ama yakın arkadaşım ve en sevdiğim kelime benim ‘taş’. Çünkü taşın doğruları, hayatın doğruları kadar çoktur. İyi bir taş ustası olduğum için saygı duyuyorum bir kere taşa.  Çünkü ona asla keserim, gebertirim şeklinde davranmıyorum. O zaman taş bana cevap vermez, küser. Hem zaten dünyanın varoluşundan beri olan bir malzemeye, zamana dokunuyorsun aslında. Bu duyarlılıkla yaklaşmak lazım.

 

 

Heykeli isteyerek mi okudunuz?

Hayır, isteyerek okumadım. Aslında ben ressam olmak isterken heykeltraş oldum. Şadi Çalık hocamız sağolsun, beni heykele tavladı. İyi de oldu!

 

Resim aşkınız devam ediyor mu?

Resim yapmak içimde ukde kaldı. Aslında amatörce resimler yaptım ama resim konusu o kadar ciddi bir iş ki, kalkıp sergiler açamam. Heykel benim ‘Hürrem Sultan'ım, resim yapmak için de ona ara vermem gerekiyor. Ama mutlaka resim yapacağım eminim…

 

Biz toplumca heykele düşman mıyız? 

Kafalarda bir heykel düşmanlığı maalesef var. Heykelin sanat olarak kabul görülmemesi var.

Sembolik bir yapı olarak düşünüyorlar. Ben bütün bu eğrileri doğrultmak istiyorum. Tek çabam bu.

 

Uzun süre yurtdışında yaşadınız… Bütün bu olanlardan sonra Türkiye’den çekip gitmek geçti mi içinizden?  

İçimdeki bu vatan sevgisi var oldukça dolayı hiçbir zaman hiçbir yere gitmem. İnsan her yerde nefes alır ama memlekette var olur.

 

Heykelleriniz çok mu erotik bulunuyor?

Erotizm zaten hayatın özü. Bir çekim alanı. Üreme, devam etme ve var olma meselesinin tetikleyici gücüdür. Ve ben de sanatıma erotizmi yansıtıyorum.

 

Heykelleriniz çok mu pahalı? Eserlerinizi takip eden satın alan çok insan var mı? 

Bir resimle kıyaslanırsa benim eserlerim ucuz bulunuyor. Eserlerimi çok takip eden insan var satın alan da çok isim var O yüzden bu kadar direniş oluyor. Hepsine teşekkür ediyorum.

 

En sevdiğiniz yazar?

Yaşar Kemal, Nazım Hikmet vazgeçemediğim yazarlar.

 

Ne tarz müzik dinlersiniz?

Türkü ve klasik müzik çok severim. Çalışırken Mozart, Maira Callas’ı dinlerim, Şostakoviç Leningrad senfonisi çok severim.

 

Son olarak, şimdilerde ne üzerine çalışıyorsunuz? Yakında bir sergi var mı?

Bir tane söyleyemeyeceğim sürpriz, büyük bir iş var. Bir yandan İstanbul Teknik Üniversitesi'ne Hezarfen Ahmet Çelebi’nin heykelini yapıyorum. Bir de en kısa zamanda Beşiktaş’a İlhan Selçuk’un heykelini yapmaya başlayacağım.

 

23 Şubat 2011’de saat 14:00’de Akatlar Kültür Merkezi’nde sanat üzerine güzel bir panele katılacağım. Benimle birlikte Fazıl Say, Müjdat Gezen, Tarık Akan, Rutkay Aziz, Mimarlar Odası eski genel başkanı Oktay Ekinci’nin katılacağı panele herkesi bekliyorum.

Hürriyet, Haber: Deniz Öner, 14.02.2011

 

******


İNSANLIK ANITI YIKIM İHALESİ İÇİN ONAY BEKLENİYOR

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın "Ucube" diye nitelendirdiği İnsanlık Anıtı'nın yıkımı için ihale açılacak. İhale için başvurdukları Kamu İhale Kurumu'ndan onay beklediklerini belirten Kars Belediye Başkanı Nevzat Bozkuş, onayın yerel gazetelere ihale ilanının verileceğini ifade etti.

 

İhale gününün henüz belli olmadığını ifade eden Bozkuş, "İhalenin yaklaşık maliyetine göre KİK'ten onayın çıkması için belli süreler var. Onay geldikten sonra ilan verilecek" dedi. İlan verilmesinin ardından şartnameler firmalara iletilecek. Ardından Belediye Meclisi'nin toplanarak ihaleye katılacak firmaların başvurularını değerlendirdikten sonra yıkım işini gerçekleştirecek firma belli olacak.

İnsanlık Anıtı'nın yıkım kararı, Kars Belediye Meclisi'nde 1 Şubat'ta yapılan oylamada CHP'li 4 üyenin red oyuna karşın MHP ve AK Parti'li 20 üyenin "evet" oyuyla alınmıştı. Karara tepki gösteren heykeltraş Mehmet Aksoy ise kararın iptali için dava açacağını söylemişti.

4 Şubat'ta ise Kars Belediye Teknik Başkan Yardımcısı Zafer Aslanoğlu başkanlığındaki teknik ekip ve itfaiye ekipleri İnsanlık Anıtı üzerinde ölçümler yapmıştı. Ayrıca anıtın SİT alanı üzerinde inşa edildiği gerekçesiyle Milliyetçi Hareket Partisi Kars Başkanlığı'nın daha önce açtığı dava ile ilgili olarak Kars Sulh Hukuk Mahkemesi Hakimi de anıt ve çevresinde keşif amaçlı incelemelerde bulunmuştu.

Habertürk, Haber: Tacettin Türk, 14.02.2011

CUMHURİYET EVİ RESTORE BEKLİYOR

 

     

 

Nevşehir'in Gülşehir İlçesi'ndeki cumhuriyet dönemi konuk evi restore edilerek, bölge turizminin hizmetine kazandırılmayı bekliyor.

 

Nevşehir'in Gülşehir İlçesi'ne bağlı Gümüşkent beldesinde ,1939 yılında yörede yaşayan Hacı Asım Ağa tarafından köye gelen konuklar için dinlenme evi olarak yaptırılan tarihi binanın özellikle iç duvar resimleri büyük ilgi uyandırıyor.

 

Gümüşkent Belediye Başkanı Mustafa Arıkan yaptığı açıklamada, Nevşehir ve yöresinde cumhuriyet döneminin ev duvar sanatını en özgün bir şekilde yansıtan en önemli eser olarak da değerlendirilen tarihi konuk evinin belediye imkanları ile restorasyonunun mümkün olmadığını söyledi.

 

Sultan Ahmet Camii, tren istasyonu, meyveler gibi özgün resim çalışmalarının konuk evinin duvarlarını süslediğini ifade eden Arıkan, hızla tahrip olan bu yapının Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından restore edilerek, bölge turizmine kazandırılmasını beklediklerini belirtti.

Nevşehir Kent Haber, 14.02.2011

"DİVANYOLU CADDESİ AYAĞA KALDIRILMAYA ÇALIŞILIYOR"

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Gülhane Parkı girişindeki Alay Köşkü'nü, edebiyat kütüphanesine dönüştürdüklerini bildirdi. Günay, Ahmet Kabaklı'nın Ölümünün 10. Yıl Dönümü Anma Programları çerçevesinde, restorasyonu tamamlanan Türk Edebiyatı Vakfı ve Edebiyat Kıraathanesi'nin açılış töreninde yaptığı konuşmada, Türk Edebiyatı Vakfı ve Edebiyat Kıraathanesi'nin ilmimize, irfanımıza ve edebiyatımıza iyilikler ve güzellikler getirmesini diledi.

Burada bulunan eski bir sıbyan mektebinin Büyükşehir Belediyesi, Fatih Belediyesi, İl Özel İdaresi ve İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın katkılarıyla son derece amaca uygun düzenlendiğini, bunun İstanbul için bir eksikliğin giderilmesi, ihtiyacın karşılanması olduğunu düşündüğünü dile getiren Günay, benzer biçimde, Ayasofya Külliyesi içinde, Osmanlı döneminde yapılmış olan bir başka sıbyan mektebi daha bulunduğunu hatırlattı. Günay, söz konusu sıbyan mektebinin müdüriyet lojmanı olarak kullanıldığını, geçen yıl burayı boşalttıklarını, İstanbul'a, edebiyata ve kültüre hizmet edecek hale dönüştürdüklerini ve bu yıl içinde de bu çalışmanın tamamlanacağını bildirdi.

Ayasofya'nın girişinde 30'lu yıllarda yapılmış bir betonarme müdüriyet binası bulunduğunu, bunu geçen yıl kaldırdıklarını, türbelerin görünmesini sağladıklarını, türbelerde de İl Özel İdaresi'nin katkılarıyla restorasyonlar yaptıklarını anlatan Günay, konuşmasını şöyle sürdürdü:

''Şu anda 2. Selim, 3. Murat ve 3. Mehmet padişahlarının türbelerini, 50 yılı bir aşkın zamandan sonra ilk defa İstanbul ve Türkiye insanının ziyaretine uygun hale getirildiğini, burada iftiharla ifade etmek istiyorum. Topkapı Sarayı Sur-i Sultani içinde Rölöve Müdürlüğü'nün ve Restorasyon Müdürlüğü'nün kullandığı tarihi binaları da boşalttık. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın yardımıyla eski matbaa binasını onların kullanımına sevk ediyoruz. Orada Hüsn'ü Hat ve Kitap Müzesi yapmaya çalışıyoruz.

Yine, 2007 sonunda restore edilip bakanlığın kullanımına verilmiş olan, Gülhane girişindeki Alay Köşkü'nü de bakanlığın kullanımı için bir fazlalık sayarak, edebiyat kütüphanesine dönüştürüyoruz. Bu yıl ilk defa, Türkiye çapında edebiyat kütüphaneleri başlatıyoruz. İlkini Ankara'da yapacağız. Mehmet Akif Ersoy'un vefatının 75., İstiklal Marşımızın kabulünün 90. yıl dönümü vesilesiyle Ankara-Hamamönü bölgesinde, Ersoy'un mukim olduğu Tacettin Dergahı civarında tarihi dokuya uygun bir binayı bitiriyoruz. 12 Mart günü Mehmet Akif Ersoy'un adıyla edebiyat kütüphanemizi 'bismillah' diyerek açacağız. Alay Köşkü'nde de Ahmet Hamdi Tanpınar adıyla kütüphaneyi açacağız.''

Ertuğrul Günay, Sultanahmet'teki tarihi Divanyolu'nun Roma döneminden beri protokol yolu olduğunu belirterek, burasının, Osmanlı'nın Dolmabahçe ve Yıldız'a gitmesinin ardından bile, Babıali'nin burada bulunması nedeniyle sürekli protokol yolu olduğunu, yıllar sonra bir ''ihmalin giderildiğini'', bu caddenin ayağa kaldırılmaya çalışıldığını, düzenlemelerin başladığını söyledi.

Cadde üzerinde bulunan ve 1999 depreminden sonra unutulan Koca Ragıp Paşa Kütüphanesi'ni 2008'de ele aldıklarını, projelendirdiklerini ve burada İl Özel İdaresi'nin katkılarıyla, aslına uygun bir düzenleme yapıldığını anlatan Günay, bu yılın sonunda kütüphaneyi tekrar İstanbul'a armağan etmeyi umduklarını ifade etti.

Türkiye'de ilk defa Yazma Eserler Başkanlığı kurduklarını ve bunun merkezinin İstanbul'da olacağını belirti.

Yapı, 13.02.2011

PATARA ANTİK KENTİ'NDEKİ KAZI ÇALIŞMALARI

 

Antalya’nın Kaş İlçesi yakınlarındaki Likya Uygarlığı’nın başkenti Patara antik kentinin kış döneminde de kazı yapılıyor.

 

AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Akdeniz Üniversitesi (AÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü tarafından ortaklaşa yürütülen kazının başkanı Prof.Dr. Havva İşkan Işık, kazının, Patara antik kentinin ana caddesini Likya Meclisi binasına bağlayan cadde de yürütüldüğünü, antik kentin ana caddesini meclis binasına bağlayan caddede yaklaşık bir metre derinliğe inildiğini bildirdi. Kazıyla 80 metre uzunluğunda, 30 metre genişliğindeki yolun ortaya çıkarıldığına değinen Prof.Dr. Işık, kasımda başlayan kazının gelecek ay başında bitirileceğini bildirdi. Işık, kazıda 16 işçi ile 4 bilim adamının çalıştığını da kaydetti.

 

Prof.Dr. Havva İşkan Işık şu bilgileri verdi:

“Patara antik kentinin ana caddesi, geçtiğimiz yıllarda yapılan kazılarda tamamen ortaya çıkarıldı ve restorasyonu tamamlandı. Şu anda Likya Meclisi binasında restorasyon tamamlanmak üzere. Antik kentin meclis binasında TBMM’nin ev sahipliğinde ‘Dünya Parlamento Başkanları Toplantısı’ yapılması planlanıyor. Bu toplantıya gelecek başkanların Patara antik kentinin ana caddesinden yürüyerek antik meclis binasına ulaşmalarını istiyoruz. Bu nedenle ana caddeyi, Likya Meclisi binasına bağlayan tarihi yolu, kış kazılarında ortaya çıkarıyoruz. Artık kazıda sona doğru yaklaşıyoruz.”

haberler.com, 13.02.2011

19. YÜZYIL SARAY HAYATI MÜZEDE

 


Sultan II. Abdülhamid'in tıraş takımı

 

TBMM Millî Saraylar Daire Başkanlığı, 19. yüzyılda saray, köşk ve kasırlarda günlük hayatta kullanılan eşyaların sergileneceği bir müze açıyor. Önümüzdeki günlerde ziyaret edilebilecek müzede, padişahlar ile ailelerine ait pek çok özel eşya mevcut. Sultan II. Abdülhamid'e ait olduğu sanılan tıraş takımı, karla soğutan buzdolabı, masaj aleti bunlardan bazıları...

 

'Sarayda günlük hayat' hep merak edilen konular arasındadır. Sultanların özel hayatlarında nelerle uğraştığı, temizliklerini nasıl, nerede, hangi eşyalarla sağladıkları, hastalandıklarında nasıl tedavi oldukları, mutfaklarında hangi yemeklerin piştiği ve bunları nasıl muhafaza ettikleri saray hayatına dair pek çoğumuzun aklını kurcalayan sorulardan. Bu sorulara şimdiye kadar, sadece kitaplarda ve turistik gezilerde rehberlerin anlattığı bilgiler ışığında cevap bulabildik. Artık padişah ve ailesinin günlük hayatını, bütün bunlara gerek kalmadan, doğrudan gözlemlemek mümkün olacak. Çünkü TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı, 19. yüzyılda saraydaki hayat tarzını ve gündelik yaşantısına dair merakları gidermek için Dolmabahçe, Beylerbeyi, Yıldız Sarayı ile Aynalıkavak, Küçüksu, Ihlamur ve Maslak kasırlarında kullanılmış, Cumhuriyet döneminde muhafaza için depolara kaldırılmış 45 bin eşyanın bakımını yaptı ve bunların 5 bininin sergileneceği bir müze açtı.

 

Önümüzdeki haftadan itibaren ziyarete açılacak 'Saray Koleksiyonları Müzesi'nde', Sultan Abdülmecid ve sonrasındaki 6 padişahın hayatlarından kesitler sunulmuş adeta. Saraydaki mutfak, çalışma ortamı, hamam, tuvalet, temizlik kültürü, ısınma ve aydınlatmada kullanılan eşyalar bin metrekarelik bir alanda ayrı ayrı bölümlerde teşhir ediliyor. İlk defa gün yüzüne çıkan bu objeler, o dönemdeki teknolojik ve sosyolojik gelişmeyi anlatması bakımından da önem taşıyor. Mesela, sanayi devrimiyle hayatımıza giren elektronik aletlerin ilk halleri, bir döneme ışık tutması bakımından müzenin en önemli parçaları arasında yer alıyor. Yine, misafirlik ve günlük yemek takımları oldukça dikkat çekici. Tabii, müzenin objeleri sadece bunlardan ibaret değil. Daha temizlik, vücut bakımı, sağlık, yeme içmeyle ilgili insanı o döneme götüren pek çok parça var. İşte, müzede sergilenen bu objelerden en ilginçleri...

 

Sultan II. Abdülhamid'in tıraş takımı: Müzenin en dikkat çekici eşyalarından Sultan II. Abdülhamid'e ait olduğu sanılan tıraş takımı, ıhlamur ağacından yapılmış, geniş aynası bulunan bir masada muhafaza ediliyor. Takım 41 parçadan oluşuyor. İçinde tıraş leğeni, pudriyer, ustura takımı, tırnak makasları, saç-şapka ve elbise fırçaları bulunuyor. Her bir parçanın kapak kısmı gümüş kaplanmış, orta kısımlarına Sultan II. Abdülhamid'in baş harfleri işlenmiş.

 

Bıçak temizleme aleti: Saray mutfağında kullanılan bu ürün, mutfak teknolojisinin ilk örneklerinden. Ürün, J.PICKIN adlı bir İngiliz markasına ait. Saraya, Sultan Abdülmecid döneminde getirtilmiş.

 

Masaj aleti: Osmanlı sarayları, 19. yüzyılla birlikte başlayan teknolojik aletlerin kullanımından da geri kalmamış. Müzede sergilenen masaj aleti de, bu teknolojik ürünlerden biri. 1920'lerde alındığı tahmin ediliyor. Elektrikle çalışan ürün, yüz ve boyun bölgesi için kullanılmış.

 

Akım üretici: Saray, sağlık için gerekli medikal ürünlerden de eksik bırakılmamış. Pera'da faaliyet gösteren ve padişaha sağlık ürünleri temin eden Hugo Avellis isimli firma vasıtasıyla, romatizmaya bağlı hastalıkların tedavisinde kullanılmak üzere kurşun ve kurşun dioksitle çalışan bir akım üretici getirtilmiş. Bu ürünün, 1910'lu yıllarda Sultan V. Mehmed Reşad tarafından kullanıldığı biliniyor.

 

Ecza sandığı: Saray koleksiyonlarından dikkat çeken bir başka şey, Sultan II. Abdülhamid dönemine ait olduğu tahmin edilen ecza sandığı. Sandık 3 katlı. İçinde ise ilaç yapımında kullanılan kimyevi maddeler ve otların bulunduğu 40 adet kavanoz var. Bu kavanozlarda, Latince ve Osmanlıca olarak maddelerin isimleri yazıyor. Sandığın üst katında kapaklı ve kilitli bir bölme mevcut. O kısımda, ölüm tehlikesi olan hastalıkların (kuduz gibi) tedavisinde kullanılan maddeler bulunuyor. İkinci katta, üstü kapaklı ahşap bölmeler var. Bu bölmelerde de, günümüze kadar muhafaza edilmiş papatya ve keten tohumu görülüyor.

 

Krema makinesi: Sanayi Devrimi'nden sonra mutfaklarda yerini alan krema makinesi, Osmanlı sarayında da tercih edilmiş. 1883 imal tarihli bir Amerikan ürünüdür.

 

Karla çalışan buzdolabı: Bazar Allemand Proprietaire, 308 Grand Rue de Pera, Constantinople 1880 etiketli karla çalışan buzdolabı, saraydaki mutfak araç gereçlerinin vazgeçilmezi. O dönemlerde, yiyecek ve içeceklerin muhafazası için kullanılan bu dolap, elektrikle değil üst tarafındaki kapaklı haznesine doldurulan karla çalışıyor.

 

6 bin parça porselen yemek takımı: Sarayda kullanılan yemek takımları, müzenin önemli bir kısmını oluşturuyor. II. Mahmud'un misafirler için yaptırdığı 6 bin parçalık, gümüş üzerine altın kaplama yemek takımı ise bunlardan en çok dikkat çekeni.

 

Tuvalet kağıdı: Müzenin temizlikle ilgili bölümünde, 19. yüzyılda Fransa'dan getirtildiği tahmin edilen tuvalet kağıdı bile var.

 

Diş muayenehanesi: Sultan V. Mehmed Reşad, 1910'larda Dolmabahçe Sarayı'na bir diş muayenehanesi kurdurmuş. Bunun için gerekli malzemeleri de Avrupa'dan getirtmiş.

 


Ecza sandığı

 


Diş muayenehanesi

 


Yemek takımı

 


Karla çalışan buzdolabı - Bıçak temizleme aleti

 


Masaj aleti

 


Akım üretici - Krema makinesi


Zaman Pazar, Haber: Sevim Şentürk, 13.02.2011

"NİŞANYAN'IN ŞİRİNCE'DEKİ BİNALARI YAKINDA YIKILACAK"

 

Selçuk'un Şirince Köyü'ne inşa ettiği kaçak yapılarla ilgili yıkım ihalesi gerçekleştirilen ve birkaç gün önce bir gazetede il encümen üyelerine yönelik sert eleştirilerde bulunan yazar Sevan Nişanyan'a yanıt geldi. İzmir İl Genel Meclisi Encümen Üyesi Emre Özer, kaçak yapı yapanın bedelini ödeyeceğini ve Nişanyan'ın inşa ettiği yapıların da kısa bir süre içinde yıkılacağını belirterek, "Gözün yemiyorsa Hasan Dağı'na oduna çıkmayacaksın" dedi.

Nişanyan'ın önce Şirince'de inşa ettiği kaçak yapılarla ilgili tebligat yapan İl Özel İdaresi memurlarına, ardından Vali Cahit Kıraç ve il encümen üyelerine hakaret içeren sözler sarf ettiğini belirten Özer, "Sevan Nişanyan şimdi de gazetelere demeç verip yıkımları Hrant Dink cinayeti ve Kemalizmle ilişkilendirmeye çalışıyor. Mazlumu oynuyor. Allah aşkına Şirince'deki yıkımla bunların ne alakası var. Kimse merak etmesin, devlet devletliğini gösterecek ve bu yıkım gerçekleşecek. Onun diğer insanlardan ne ayrıcalığı var? Kendisinin farklı bir özelliği mi var? Başkalarına yasak da ona hak mı? Nişanyan'ın birkaç gazeteciyi tanıması nedeniyle devlet çekinecek mi? Herkesin ağzından çıkanları kulağı duymalı" diye konuştu.

Nişanyan'ın bir kaç gün önce ulusal bir gazetede yayınlanan röportajında Yeni Asır'ı da olayı körüklemekle suçladığını belirten Özer, kendisinin burada da haksızlık yaptığını söyledi. Yeni Asır'ın konuyla ilgili yaptığı tüm haberlerde objektif davrandığını belirten Özer, "Yeni Asır olmayan bir şeyi yazmadı. Her iki tarafı dinledi ve görüşlerini aktardı. Olaya hem kamu hem de vatandaş cephesinden baktı ve tarafsız davrandı" diye konuştu.

Yeni Asır, Haber: İlker Çoban, 13.02.2011

 

******


ŞİRİNCE'DE YIKIM GERGİNLİĞİ

 

İzmir’in turistik köyü Şirince’de dün yıkım gerginliği yaşandı. İmar planına aykırı yapıldığı gerekçesiyle aralarında küçük otel, pansiyon ve evlerin de bulunduğu 95 kaçak yapıdan 22’si bugün yıkılacaktı. Ancak dün akşam saatlerinde yıkım ileri bir tarihe ertelendi.

 

 

İzmir Selçuk’a bağlı Şirince Köyü’nde, aralarında yazar Sevan Nişanyan ve Matematik Köyü kurucusu Ali Nesin’in evlerinin de bulunduğu kaçak binaların yıkılacağı haberi köyü karıştırdı. Selçuk Kaymakamlığı, Şirince’de bulunan 22 yapı için “sit alanında kaçak olarak inşa edildikleri” gerekçesiyle İzmir İl Özel İdaresi Encümeni tarafından geçen yıl eylül ayında alınan yıkım kararını bugün uygulamaya koyacaktı.

Sabah yapılacak yıkım için eylem hazırlıkları yapan Nişanyan dün erteleme kararının saat 18.00 sıralarında kendisine iletildiğini söyledi. Nişanyan, “Yıkımın şimdilik ertelendiğini öğrendik, az önce TEDAŞ’tan da kesilen elektriklerin yeniden bağlanacağını öğrendik. Yıkımın ertelenmesi iptal edildiği anlamına gelmiyor, her an yine olabilir” dedi.


Yıkılacak yapılar arasında Nesin Vakfı’na ait iki ev bulunuyor. Aziz Nesin’in oğlu Ali Nesin de destek toplamak için Şirince’de. Şirinceliler bir gün önce 316 kişiye anket yapmış; tek çekimser dışında herkes yıkıma karşı. Yıkım erteleme kararı gelmeden önce akşam meydanda toplanılıyor, zincirler alınıyor direnme için... Üniversitelerden, medyadan, siyasi partilerden, destek için gelenler var.

İlk yıkılacak yer olarak beklediği Hodri Meydan Kulesi’nde konuştuğumuz yazar Sevan Nişanyan, daha öncede de 10 ay hapis yatmasına neden olan evlerin ve yenilerinin yıkılması halinde ölümü göze aldığını söylüyor. Nişanyan, “Beni vurmadan bir şey yapamazlar” diyor. 12 senedir çözüm için yalvardığını ancak sonuç elde edemediğini ekleyen Nişanyan, “Bu inattan vazgeçin. Şirince Türkiye’de gösterilen bir köy ve burada iki tane adam var. Ali Nesin ve Sevan Nişanyan. Oturalım çözüm bulalım, pilot bölge uygulaması yapalım dedik ama dinleyen yok” diye konuşuyor. Ali Nesin ise “Yıksınlar yenisini, daha güzelini yapacağım” diyor...

 

 

İzmir İl Genel Meclisi Başkanı Serdar Değirmenci evlerin ya yıkılması ya da Bayındırlık ve Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın uygun hale getirmesi gerektiğini söyleyerek, “Mevcut yasalara göre hükümet herhangi bir düzenleme yapmadığı sürece elimizde başka çare yok. Keşke gerekli yasal düzenlemeleri daha önce yapsalardı. Köyde başka evler de yıkılacak” diye konuştu.

Milliyet, Haber: Banu Şen, 16.02.2011

 

******


YIKIMI BAKAN DURDURDU

 

İzmir'in Selçuk İlçesi'ne bağlı Şirince Köyü'nde Yazar Sevan Nişanyan ve bazı köy sakinleri tarafından kaçak olarak inşa edilen 22 yapının dün sabah saatlerinde gerçekleşmesi beklenen yıkımı ertelendi. Yıkımın önceki akşam Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan İzmir İl Özel İdaresi'ne gönderilen ve köyde yeni bir imar çalışmasının yapılacağını belirten yazı üzerine durdurulduğu belirtilirken İzmir Valisi Cahit Kıraç, gelen yazının yıkımın ertelenmesiyle ilgili olmadığını belirterek, "Bakanlıktan bir yazı geldi. Şimdilik erteledik. Teknik bir çalışma yapıyoruz, değerlendireceğiz. Bakanlığın yazısı koruma amaçlı imar planları ile ilgili. O yazıyı incelettiriyoruz" diye konuştu.

Yazar Sevan Nişanyan ise, bir sosyal paylaşım sitesine yıkımın Kültür ve Turizm ile İçişleri Bakanlığı'nın devreye girmesiyle durduğunu belirtti. Öte yandan AK Parti İzmir Milletvekili Erdal Kalkan'ın sorunun çözümü için devreye girerek Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ile görüştüğü öğrenildi. Kalkan, "Yıkmak her zaman kolaydır ama önemli olan çözüm bulmak" dedi.

Şirince'de kaçak yapılara yönelik gerçekleştirilmesi beklenen yıkımın önceki akşam durdurulması üzerine dün sabah Selçuk Kaymakamlığı'nda bir toplantı gerçekleştirildi. Kaymakam Aziz İnci başkanlığındaki toplantıya ilçedeki bazı yöneticiler ve Şirince Muhtarı Levent Apak katıldı. Toplantının ardından Kaymakam İnci ve Muhtar Apak herhangi bir açıklama yapmaktan kaçınırken edinilen bilgiye göre önceki akşam saatlerinde Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan İl Özel İdaresi'ne gönderilen ve yıkımın ertelenmesine neden olan yazı incelendi. Ayrıca Şirince sakinlerinin açtığı dava üzerine yürütmesi durdurulan köyün koruma amaçlı imar planının Danıştay'da temyiz aşamasında olduğu ve bu davanın sonucunun beklenmesinin planlandığı, bu süre içerisinde de yıkımına karar verilen mevcut binaların yeni hazırlanacak koruma amaçlı imar planına uygun hale getirilmesi için çalışma yapılması gerektiği belirtildi.

Nasıl bir bağ var?
İzmir Valisi Cahit Kıraç yıkımın ertelenmesiyle ilgili olarak, "Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan gelen yazı, koruma amaçlı imar planı ile ilgili bir çalışma yapılacağı yönünde. Bakanlığın yazısı çerçevesinde yeni bir koruma amaçlı imar planı çalışmasının bununla nasıl bir ilişkisi olduğunu araştırıyoruz. Bakanlık bu işin içinde ama, İl Özel İdaresi de bu işin içinde. Bakanlığın yapacağı teknik çalışma ile bu yıkım arasında nasıl bir bağ var ona bakacağız" diye konuştu.

İl Genel Meclisi Başkanı Serdar Değirmenci'nin, Şirince'deki yıkımlarla ilgili basın toplantısı düzenleyeceği öğrenildi. Değirmenci'nin bugün açıklama yapacağı belirtildi. Değirmenci, "Yıkım kararı ile ilgili CHP'ye ve CHP'lilere karşı haksız eleştiri var. Bu eleştirilere yanıt vermek için basın toplantısı düzenleme kararı aldık" dedi.
Yeni Asır, Haber: İlker Çoban, 17.02.2011

 

 

 

ŞİRİNCE'DE BAYRAM HAVASI

 

İzmir'in Selçuk İlçesi'ne bağlı Şirince Köyü'nde yazar Sevan Nişanyan ve bazı köy sakinleri tarafından kaçak olarak inşa edilen 22 yapının yıkımı ertelenirken, yıkımın önceki akşam Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan İzmir İl Özel İdaresi'ne gönderilen ve köyde yeni bir imar çalışmasının yapılacağını belirten yazı üzerine durdurulduğu belirtildi. Selçuk Kaymakamlığı'nda dün sabah düzenlenen Kaymakam Aziz İnci, ilçedeki bazı yöneticiler ve Şirince Muhtarı Levent Apak'ın katıldığı toplantıda Bakanlığın yazısı üzerine durum değerlendirmesi yapıldı. İzmir Valisi Cahit Kıraç yıkımın ertelenmesiyle ilgili "Bakanlık bu işin içinde ama, İl Özel İdaresi de bu işin içinde. Bakanlığın yapacağı teknik çalışma ile bu yıkım arasında nasıl bir bağ var ona bakacağız" diye konuştu. Yıkımın önlenmesi için CHP üst düzey yönetiminin araya girmesinin yanı sıra AK Parti İzmir Milletvekili Erdal Kalkan'ın da Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ile görüştüğü öğrenildi. Sevan Nişanyan da, bir sosyal paylaşım sitesinde, Kültür ve Turizm ile İçişleri Bakanlığı'nın devreye girdiğini belirtti.

Sabah, 18.02.2011

SADABAD'A 20 YILLIK 'OT PARASI' ENGELİ

 

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Kağıthane Merkez Mahallesi'ne bulunan ve özellikle Lale Devri'nde sarayları, kasırları ve eğlenceleriyle ünlü mesire alanı Sadabad'ı yeniden canlandırmak üzere koruma planı hazırladı. Bölge, Prof.Dr. Mete Tapan başkanlığındaki İstanbul II No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun 8 Haziran 2006 tarihli kararı ile SİT alanı ilan edildi. Bölgedeki anıtsal eserleri koruma amaçlı nazım imar planı, 21 Ağustos 2009'da Kurul'dan geçti. Şehir Planlama Müdürlüğü'nün yaptığı çalışmalar sonucu hazırlanan "Sadabad Tarihi-Sit Alanı 1/5000 Ölçekli Koruma Amaçlı ve Etkileşim Geçiş Alanı Nazım İmar Planı", Büyükşehir Büyükşehir Belediyesi Meclisi tarafından 13 Eylül 2009'da kabul edildi.

III. Ahmet ve Sultan Abdülaziz dönemi saraylarının da aralarında bulunduğu 13 ayrı eserin restorasyonunun yapılması ve kayıp bazı tarihi yapıların aslına uygun olarak yeniden inşası için hazırlanan plan kapsamında, Sadabad'da yeraltı ve yerüstü envanterinde yer alan tescilli anıt eser ve sivil mimarlık örnekleri tespit edildi. Gerek tescilli kayıp anıtsal yapılar, gerekse de diğer yapıların aslına uygun yerleri haritada belirlendi. Büyükşehir Meclisi ve Anıtlar'dan izin çıkınca iş, tarihi yapıların rölöve, restitüsyon ve restorasyon projelerini hazırlamaya kaldı. Bu arada Milli Emlak Müdürlüğü'nden "mera" vasfı ile kayıtlı bulunan toplam 350 bin metrekarelik arazinin tahsisi talep edildi. Bu çerçevede İstanbul Defterdarlığı'na yazı yazılarak mera vasıflı arazinin hazine adına tescilinin yapılması ve Büyükşehir'e tahsis edilmesi talep edildi. İstanbul Defterdarlığı, 4342 sayılı Mera Kanunu'nun 30. maddesine dayanarak arazinin 20 yıllık ot parası olan 618 bin TL'nin yatırılmasının zorunlu olduğunu bildirdi. Altı aydır arazinin tahsisini bekleyen Büyükşehir, Defterdarlığa 23 Aralık 2010'da bir kez daha başvurdu. Defterdarlık, bu talebe henüz yanıt vermedi. Sadabad Projesi'nde 'ot parası' engelinin nasıl aşılacağı merakla bekleniyor.

Lale Devri'nin sembolü
Sadabad, özellikle Lale Devri'nde İstanbul'un en gözde mesire alanlarından biriydi. Alibeyköy'deki kasrın çevresinde eğlenceler düzenlenirdi. Eğlenceler, Hıdırellez'in birinci günü (6 Mayıs) başlar, özellikle mehtaplı gecelerde sabahlara kadar sürerdi. Bu eğlencelere başta padişah olmak üzere bütün saray erkanı katılırdı. Bu eğlenceler, "Patrona Halil İsyanı"na kadar sürdü.

Tarihi yapılar canlanacak
Yeniden inşa edilecek bazı yapılar şunlar: III. Ahmet Çeşmesi, III. Murat Çeşmesi, II.Mahmut Menzil Taşı, Nişangah, Cetvel-i sim duvar kalıntıları ve boşaltma kanalı, Kağıthane göleti, Çağlayan-ı Evvel (SALİS), Çağlayan-ı Sagir (SANİ) Çağlayan-ı Kebir (Boşaltma kanalı) Havuz 1, Havuz 2, Çadır Köşkü kalıntıları, III. Ahmet ve Abdulaziz dönemi Sarayı, İmrahor Köşkü ve bahçesi, Karakol Koğuşu.

Sabah, Haber: Nazif Karaman, 13.02.2011

DEV ANDY WARHOL PORTRESİ SATIŞA SUNULUYOR

 

 

16 ve 17 Şubat 2011 tarihlerinde, Christie’s Londra’da toplam 74 milyon ile 106 milyon dolar arasında bir satış rakamına ulaşması beklenen Savaş Sonrası ve Çağdaş Sanatlar müzayedeleri düzenleniyor. Christie’s Savaş Sonrası ve Çağdaş Sanatlar Avrupa Başkanı Francis Outred satış ile ilgili şu bilgiyi verdi: “Christie’s’e katıldığım Ocak 2009’dan beri Londra’da yaptığımız belki de en güçlü ve en fazla sayıda esere sahip müzayede için çok heyecanlıyım. Bu satışta Avrupa ve Amerika’da son elli yılda görülen çok önemli sanat eserlerinin yanı sıra dünyanın her köşesinden son on yılda ortaya çıkan en iyi sanat eserleri de yer alıyor.

Andy Warhol’un devasa boyuttaki kendi portresinin başı çektiği müzayedede Jeff Koons’un ‘Kış Ayıcıkları’nı sunmaktan gurur duyuyoruz. Adem ve Havva hikayesinin yeni bir uyarlaması olan kalp şeklinde çanta tutan sevimli Alp ayıcıkları, Koons’un modern ilişkilerin doğası hakkındaki derin düşüncelerini ve bir anlamda onlarla dalga geçmesinin temsilidir. Bu eseri tam da Sevgililer Günü haftasında sunmak bize çok anlamlı geldi.”

Savaş Sonrası ve Çağdaş Sanatlar Müzayedesi’nde tahminen 64 eser görücüye çıkacak. Müzayedenin başyapıtı, 1987’de ölen Andy Warhol’un devasa boyutlardaki kendi portresi olacak. 1967 yılında yapılan bu eser, kendi portrelerinden oluşan 10 adetlik tarihi önemdeki serinin bir parçası. Portrenin 4 milyon 800 bin dolar ile 8 milyon dolar arasında bir satış fiyatına ulaşması bekleniyor.

Müzayededeki bir başka önemli eser Jeff Koons’un 1980’lerde kendisini uluslararası sanat yıldızı haline getiren ve çok alkışlanan “Banality” serisinden “Kış Ayıcıkları” isimli heykeli.120 cm yüksekliğinde kocaman gözlü, bir örnek kıyafetli, karikatür suratlı, çocuk boyutunda bir çift heykel, bizlere el sallıyor. Yorumcular, “Kış Ayıcıkları”nın Adem ile Havva’yı temsil ettiğini düşünüyorlar. Yaklaşık 5 milyon 600 bin dolara satılması beklenen eserin bir başka uyarlaması da Londra’daki Tate Modern’de bulunuyor.

Habertürk, 13.02.2011

 

 

ANDY WARHOL'UN OTOPORTRESİ 27.5 MİLYON LİRAYA SATILDI

 

Pop Art akımının önde gelen temsilcisi Amerikalı ressam, yayıncı ve film yapımcısı Andy Warhol’un otoportresi 10.79 milyon sterlin (27.5 milyon lira) fiyata alıcı buldu.

Londra’daki Christie’s müzayede salonunda satışa çıkan 1967 tarihli tablonun alıcısının kimliği gizli tutuldu. 1.8 metre en ve boyundaki kırmızı-beyaz tablo, sanatçının 1967’de yapılan tarihi önemde 11 büyük ölçekli tablosundan biri. Tablo, Warhol’un 1987’de kanserden ölmesinin ardından hiç kamuoyuna gösterilmemişti.
Hürriyet, 17.02.2011

MARDİN MÜZESİ'NDE SOYGUN

 

 

Kızıltepe İlçesi'ne bağlı Sürekli Köyü'nde geçen yıl yapılan kanalizasyon kazısında bulunan ve Kırk Haramiler ile Ali Baba'ya ait olduğu öne sürülen nin bir kısmı akşam saat 16.30 civarında Müzesi'nden çalındı. Mesai saatinin bitimine yakın müzenin 3. katında özel bir odada sergilenen, paha biçilemeyen ve bin bir gece masalları ile bir çok filme konu olan efsanevi Kırk Haramiler çetesine ait 2 altın kemer ve bir adet sikke hırsız veya hırsızlar tarafından çalındı.

Sergilenen özel bölmeyi kırarak hazineyi çalan hırsız olay yerinden kaçarak izini kaybetti. Alarmın çalması üzerine olaya müdahale eden müze yetkilileri kamera kayıtlarından hazineyi çalan hırsızın eşkalini belirledi. Olayın ardından bir açıklama yapan Mardin Valisi Hasan Duruer, hırsızlığın sadece 2 altın ve 1 adet sikkenin çalınmasından ibaret olduğunu söyledi. Vali Duruer, hırsız veya hırsızların yakalanması için geniş kapsamlı bir aramanın başlatıldığını ifade etti.

Sabah, 13.02.2011

İNKA'NIN TARİHİ ESERLERİ PERU'YA İADE EDİLİYOR

 

Amerikan Yale Üniversitesi, İnka İmparatorluğu'na ait olan tarihi eserleri Peru'ya iade etmek için anlaşmaya vardı.

 

Yaklaşık 100 yıl önce Peru'dan ABD'deki Yale Üniversitesi'ne getirilen tarihi eserlerin iade edilmesi için uzun süren görüşmeler anlaşmayla sonuçlandı. Anlaşmaya göre Cuzco'daki San Antonio Abad Üniversitesinde bir merkez kurulacak. Her iki üniversitenin üyelerinden oluşacak müşterek yönetim, İnka eserlerinden sorumlu olacak. Merkez aynı zamanda kamuya açık olacak ve turistler ziyaret edebilecek.

Türkiye Gazetesi, 13.02.2011

'FREUD'UN ÜÇLÜ PORTRESİ' REKOR FİYATTAN SATILDI

 

 

İngiliz ressam Lucian Freud’un ekspresyonist İngiliz ressam Francis Bacon tarafından yapılan Üç Çalışma adlı tablosu önceki gün rekor fiyattan alıcı buldu. Sotheby’s Müzayede Evi’nden yapılan açıklamaya göre Bacon’ın ‘Lucian Freud’un Portresi İçin Üç Çalışma’ adlı tablosu 23 milyon sterline alıcı buldu. 7 dakika içinde satılan tabloya, 7 ila 9 milyon sterlin arasında fiyat biçiliyordu.

Tabloyu satın alanın kimliği açıklanmadı. Psikanalizin kurucusu Avusturyalı doktor ve psikolog Sigmund Freud’un torunu olan Lucian Freud İngiltere’nin en özgün genç ressamlarından biri. İnsanları çıplak ve kusurlu resmetmesiyle tanınan Lucian Freud, ünlü manken Kate Moss’un hamileyken resmini de yapmıştı. Öte yandan önceki gün düzenlenen müzayedede Salvador Dali’nin 1929 yılında yaptığı ‘Paul Eluard’ın Portresi’ adlı tablosu da 15.8 milyon Euro’luk rekor bir fiyata satıldı.

Habertürk, 13.02.2011

800 YILLIK ÇİVİSİZ CAMİ GÖRENLERİ ŞAŞIRTIYOR

 

     

 

Samsun'un Çarşamba İlçesi Göğçeli Mezarlık içindeki 800 yıllık tarihi caminin 1195 yılında Selçuklu, Abbasi ya da gezici irsat ekibi tarafından yapıldığı tahmin edilmektedir. Caminin yapımında kullanılan tahtalar balta ile yontularak yapıldığından çivi kullanılmamış, bu nedenle halk arasında "Çivisiz Cami" olarak da bilinmektedir. Camideki direklerin altına deprem esnasında esneme olması için boşluklar bırakılmıştır.

Türkiye Gazetesi, 13.02.2011

ADANA YENİ CAMİİ BİTİŞİĞİNDEKİ SİT ALANINDA KAZI BAŞLATILDI

 

Adana Arkeoloji Müze Müdürlüğü, kent merkezinde kazı çalışmalarına başladı. Merkez Seyhan İlçesine bağlı Kuruköprü Mahallesi’nde tarihi Yeni Camii bitişiğindeki 500 metre karelik alanının beş ayrı noktasında sondaj kazısı yapılıyor.

 

Arkeolog Tülay Ünlü’nün yönetiminde gerçekleşen kazılarda kemik ve metal parçaları bulundu. 10 işçiyle 3′üncü derece sit alanında yürütülen kazıların 3-5 metre derinleştirileceği belirtildi. Çalışmalarda önemli bir tarihi bulgu çıkmadığı takdirde bu sahanın Yeni Camii’nin genişletilmesi amacıyla kullanılacağı kaydedildi.

 

Adana Arkeoloji Müze Müdürü Kazım Tosun, Yeni Camii Yaptırma ve Yaşatma Derneği’nin vatandaşın ihtiyacına cevap vermeyen mabedi genişletme talebiyle söz konusu sondaj kazısını yaptıklarını söyledi. Kentte değişik öneme sahip sit alanların bulunduğunu hatırlatan Tosun, “Caminin alanının genişletilebilmesi için öncelikle burada kazı yapmamız gerekir. Çalışmalar sonucu hazırlayacağımız raporu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’na sunacağız. Kurulun vereceği karar doğrultusunda bir adım atılacak. Alanın genişletme izni çıkması halinde Seyhan Belediyesi burası için uygun projeyi hazırlayacaktır.” dedi.

Zaman, 12.02.2011



6 - 12 Şubat 2011

ARKEOLOG İSMAİL FAZLIOĞLU
YAŞAMINI KAYBETTİ

 

 

Trakya Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyelerinden Yrd.Doç.Dr. İsmail Fazlıoğlu 4 Şubat 2011 tarihinde yaşamını kaybetti.

Yard.Doç.Dr. İsmail Fazlıoğlu için 16 Şubat 2011 Çarşamba günü saat 14.00’de Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü 1 numaralı derslikte bir anma toplantısı düzenlenecektir.

Ailesine, yakınlarına ve meslektaşlarına başsağlığı dileriz.

TAYHaber, 10.02.2011

"MİLAS DÜNYA ÇAPINDA CAZİBE MERKEZİ OLACAK"

 

Karya ve Menteşe Beyliği döneminde iki kez başkentlik yapmış, 6 bin yıllık tarihi geçmişi ve sınırları içerisinde bulunan 27 antik kent ile son yıllarda yerli ve yabancı ziyaretçilerin gözdesi olan uygarlıkların başkenti Milas, son yıllarda ele geçirilen yeni buluntular ile dikkatleri üzerine çekti.

Muğla Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yard. Doç.Dr. Abuzer Kızıl, yaptığı açıklamada, Karya'nın önemli kentlerinden birisi olan Milas'ın Bizans Dönemi'nde piskoposluk merkezi, 13. yüzyılda ise Menteşeoğulları'nın merkezi olduğunu söyledi. Kızıl, Milas'ın özellikle son zamanlarda jandarma ve polis ekiplerince düzenlenen operasyonda bulunan ve arkeoloji tarihi açısından son 100 yılın en önemli tarihi eserleri olarak gösterilen 2 bin 400 yıllık mezar odası ve lahdin Türk ve dünya arkeoloji tarihine ışık tuttuğunu ve arkeologları heyecanlandırdığını belirtti.

Kızıl, Milas'ın Karya'nın en önemli kenti olduğuna işaret ederek, ''Antik Mylasa şehri tarihte bölgeye iki kez başkentlik yaptı. O dönemdeki nüfusu da aşağı yukarı bugünkü nüfusu ile aynıydı. Çünkü Milas yaşayan bir şehir'' dedi. Bu özelliğinin, kendinden önceki uygarlıklara ait olan bazı kalıntıların yok olması sürecini de hızlandırdığını belirten Kızıl, ''Milas'ta yaptığımız çalışmalarda ortaya çıkan kalıntılar göstermiştir ki, Mylasa bugünkü şehir kadar bir alana yayılıyordu. Bu büyük nüfusa sahip olması kendisine yakın olan şehirlerin üzerinde de siyasi bir üstünlüğe neden oluyordu. Bugün Milas sınırları içerisinde 27 antik kent var. Bu çok önemsenecek bir rakam. Bu antik kentlerden bir kısmı da ören yeri olarak düzenlenmiş ve kültür turizmine hizmet veriyor'' diye konuştu.


Milas'ın bölgede çok önemli antik şehirleri bünyesinde barındırdığını anlatan Kızıl, şunları söyledi: ''Bölgede çok önemli liman kenti ve dini kentler var. Yüzey araştırması yaptığımız zamanlarda her tepe başında bir kale yerleşimiyle karşılaştık. Bunların bir kısmı köy, bir kısmı kasaba büyüklüğünde. Eğer bölgenin tanıtımı iyi yapılırsa Milas geleceğin parlayan yıldızı olacak ve ziyaretçi rekoru kıracak. Bölgede yapılacak olan kazılar ile tanıtım daha da iyi bir hale gelebilir. Çünkü yapılacak olan çalışmalar uluslararası platformlarda anlatılacak. Arkeoloji tarihi açısından son 100 yılın en önemli tarihi eserleri olarak gösterilen 2 bin 400 yıllık mezar odası ve lahit Türk ve Dünya arkeologlarının gözünü Milas'a çevirdi. Milas'ta arkeoloji parkı yapımı düşünülüyor. Bu Milas'ın değerine değer katacaktır. Burası dünya çapında bir cazibe merkezi olacaktır.''

Milas Kaymakamı Bahattin Atçı ise Milas'ın antik kalıntıları, tarihi evleri, düzgün kent yerleşimi ve Milas halıları ile dünyaca ünlü bir kent merkezi olduğunu söyledi. Milas'ın, Karya ve Menteşe Beyliği döneminde iki kez başkentlik yaptığını, 6 bin yıllık tarihi geçmişi ve sınırları içerisinde bulunan 27 antik kent ile son yıllarda yerli ve yabancı ziyaretçilerin gözdesi haline geldiğini belirten Atçı, şunları kaydetti:
''Milas, yeni buluntular ile dikkatleri üzerine çekti. Milas, Muğla'nın en geniş kıyı şeridine sahip. İlçemiz geçmiş yüzyıllara dayanan tarihi dokusu ve geçmişten gelen zengin kültürü ile geçmişine bağlı kalmış, tarihte birçok sayıda önemli medeniyetlere başkentlik yapmış ülkemizin en değerli hazinelerini bünyesinde barındıran bölgelerimizdendir. Ege Bölgesi'nde yer alan yüksek değerde kültürel, tarihsel bir potansiyele sahip özgün, gelenekçi yapısını koruyan ender yörelerimizden birisidir. Bu yüzden de gerek kültür gerekse tarih turizmi için merkez olabilecek niteliklere sahiptir.''

Yeni Asır, 12.02.2011

BEYOĞLULULAR TARİHİ BOZAN PLAN İSTEMİYOR

 

Beyoğlu Semt Dernekleri Platformu, Beyoğlu Koruma Planı’nı, Beyoğlu’nun tarihi dokusunu tahrip edeceği gerekçesiyle itiraz etti. Beyoğlu Belediyesi önünde gerçekleştirilen eylemde, “Burada pis kokular var” diyen eylemciler, burunlarına mandal taktı, itiraz dilekçelerini belediyeye teslim etti.
Beyoğlu Tünel’de bir araya gelen eylemciler, tramvayın 95. yılı nedeniyle düzenlenen açılış öncesinde ellerindeki döviz ve pankartlarla protestoya başladı. Daha sonra Beyoğlu Belediyesi önüne yüründü. Burada platform adına konuşan Cem Tüzün, Beyoğlu ilçesindeki bölgenin, taşıdığı tarihi ve kültürel değerler nedeniyle 1993 yılında kentsel sit alanı ilan edildiğini hatırlattı. Buna karşılık İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nce hazırlanan imar planlarının, tarihi alanı tahrip edeceğini belirten Tüzün, “Bu plan Beyoğlu halkının beklenti ve ihtiyacını karşılamıyor” diye konuştu. CHP Beyoğlu Örgütü adına Erarslan Alkılıç da CHP’nin planın takipçisi olduğunu belirten bir açıklama okudu. Beyoğlu sakinleri bugün Cihangir Roma Parkı’nda bir araya gelecek.

Radikal Hayat, 12.02.2011

ARTIK NE ÖNEMİ VAR!

 

 

Yüzlerce tarihi evini kaybeden Erzurum’da ayakta kalan tarihi mekanlar koruma altına alınıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı’na sunulmak üzere Erzurum’da tarihi eser niteliği taşıyan tescilli 9 evle ilgili olarak dosya hazırlandı.

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Erzurum’da tarihi eser niteliği taşıyan tescilli evleri koruma altına alacak. 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 11. maddesi uyarınca, Erzurum, Erzincan, Kars ve Bayburt’taki tarihi eser niteliğindeki tescilli evler için, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından bakım ve onarım yardımları yapılıyor.

Uygulama kapsamında, başvurusu bulunan Erzurum’daki 9 mülk sahibine olumlu yanıt verilmesi beklenirken, söz konusu evlerin, merkez Şeyhler, Sultan Melik ve Köse Ömer mahallelerinde oldukları bildirildi.

Erzurum Rölöve ve Anıtlar Müdürü Suat Bakır, tarihi eser niteliğindeki tescilli evlerin tespit ve koruma altına alınması yönündeki çalışmaların sürdüğünü söyledi. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, bu konuda oldukça önemli bir çalışma yürüttüğünü vurgulayan Suat Bakır, 2863 Sayılı Kanun kapsamında, Erzurum’da daha önce tescilli birkaç evin koruma altına alındığını hatırlatarak, 9 evle ilgili olarak yeniden dosya hazırlandığını ve bakanlığa göndereceklerini bildirdi. Bakır, “Bakanlığa göndereceğimiz dosyalarla ilgili olarak bir tespit komisyonu oluşturacak. Bu komisyon, gerekli incelemeleri yaptıktan sonra ödenek aktarılacak evleri tespit edecek. Mayıs ayında bu işlemlerin tamamlanmış olması planlanıyor. Muhtemelen Haziran ayında da evler için gerekli ödeneğin aktarılmasını bekliyoruz.” diye konuştu.

Erzurum’un dışında bölgede Erzincan, Kars, Bayburt ve Ardahan’da bulunan tarihi eser niteliğindeki tescilli mülk sahiplerine de yardımda bulunduklarını aktaran Suat Bakır, “Erzincan’da 8, Kars’ta 11 ve Bayburt’ta 2 ayrı ev için başvuru alındığını anlatan Bakır, “Bölge genelinde ödenek talebiyle başvuruda bulunulan tescilli ev sayısı 30’a ulaştı. Ödeneklerin tabanı 50 bin, üst sınırı ise 200 bin TL olup, mülklerde gerçekleştirilecek olan bakım ve onarım çalışmalarının nevine göre, ödenek miktarı da değişiyor. Tarihi eser niteliği taşıyan ve tescilli mülkü bulunan vatandaşlarımız ya da mülk ortakları, bakım ve onarım için proje yardımı almak üzere kurumumuza başvuruda bulunabilirler. Bu sayede hem tarihi dokunun korunmasına katkıda bulunabilir, hem de bakım ve onarım masraflarından kurtulabilirler.” diye konuştu.

Söz konusu uygulamaya imkan tanıyan 2863 Sayılı Kanun, şöyle:“Bakım ve onarım sorumluluklarını yerine getirmekte aczi olanların mülkler, usulüne göre kamulaştırılır. Korunması gerekli Kültür ve Tabiat Varlıklarını Korunması, bakım ve onarımı için Kültür ve Turizm Bakanlığınca ayni, nakdi ve teknik yardım yapılır”

Erzurum Gazetesi, 12.02.2011

KİLİSEYİ TÜRK VE YUNANLILAR ONARACAK

 

Muğla'nın Marmaris İlçesi Hisarönü körfezi Kameriya Adası'ndaki 'Bozuk Kilise' olarak bilinen Ortodoks kilisesi, Marmaris Ticaret Odası'nın girişimleri sonucu Türk ve Yunan Kültür bakanlıkları tarafından restore edilecek. Gerek özel yatlar, gerekse de günübirlik tur tekneleri için önemli uğrak noktalarından biri olan Kameriye Adası'ndaki tarihi kilise ile ilgili Marmaris Ticaret Odası'nın girişimleri olumlu sonuç verdi.
Marmaris Ticaret Odası Başkanı Mehmet Baysal, "Kilisenin hizmete açılması ile birlikte burada evlilik turizmi başlatılabilecek. Böylece Marmaris yeni bir çekim merkezi kazanmış olacak" dedi. Mehmet Baysal, Yunan Kültür Bakanlığı'nın da çalışmalara destek vereceğini ifade etti.

Yeni Asır, Haber: Bekir Tosun, 11.02.2011

PİYASAYA SÜRMEK İÇİN MÜŞTERİ ARANAN SİKKELER

 

İzmir Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü, 250 bin lira değerinde bin adet tarihi sikke ele geçirdi. Olayla ilgili olarak gözaltına alınan M.G.'nin, dokuz suçtan arandığını öğrenildi. Polis ekipleri, zanlı M.G.'nin Bergama İlçesi'nde bulduğu belirtilen sikkeleri piyasaya sürmek için müşteri aradığı bilgisine ulaştı. Alıcı kılığına girerek zanlıyla irtibata geçen polisler, M.G.'yi sikkelerle birlikte Bornova İlçesi Altındağ semtinde yakaladı. Altın sikkelerin toplam değerinin 250 bin lira olduğu belirtildi. Zanlı M.G., işlemlerini ardından adliyeye sevk edildi.

Türkiye Gazetesi, 11.02.2011

YANGIN KULESİ'NDE RESTORASYON BAŞLADI

 

İstanbul Üniversitesi'nden (İÜ) yapılan yazılı açıklamada, İÜ Beyazıt Yerleşkesi'nin turizme açılma çalışmalarının devam ettiği belirtildi. İÜ Beyazıt Yerleşkesi dış duvarlarının restorasyonunun tamamlanmasının ardından Yangın Kulesi'nin çevresine iskeleler kurularak restorasyonuna başlandığı ifade edilen açıklamada, kulenin restorasyonu süresince İstanbullulara hava durumunu gösteren ışıklandırma sisteminin hizmet veremeyeceği bildirildi. Restorasyon çalışmaları yapılırken aydınlatma armatürlerinin zarar görmemesi için üç gün önce söküldüğü kaydedilen açıklamada, restorasyon sırasında Yangın Kulesi'nin dış aydınlatması ile İstanbul siluetine renk vermeye devam edeceği belirtildi.

Sabah, 12.02.2011

BODRUM'DA ROMA DÖNEMİNE AİT YAZI BULUNDU

 

 

Bodrum Kalesi ve Sualtı Arkeoloji Müzesi'nce yürütülen çalışma kapsamında Türkkuyusu Mahallesi'nde kazı yapan arkeologlar Bahadır Berkaya ve Ece Benli Bağcı, Roma dönemine ait bir yazıt buldu.

Ece Benli Bağcı, gazetecilere yaptığı açıklamada, yazıtın 90 santimetre boyutlarında mermer bir blok şeklinde olduğunu söyledi. Yazıtın İmparator Diocletianus döneminde iki sütun halinde yazılmış olduğunu belirten Arkeolog Bağcı, şu bilgileri verdi:

"Diocletianus, MS 284 ve 305 yılları arasında yaşamış, hüküm sürmüş bir imparator. Bunun emirlerini içeren bir yazıt. Muhtemelen Agora'da duran bir yazıt. MS 3. yüzyılda Roma'da ekonomik bunalımın yaşandığı bir dönem. Bu nedenle başa gelen imparatorlar bunu engelleyebilmek için bir takım reformlar yapıyorlar. Bu reformların bir parçası da Diocletianus'un  emirlerini içeren fermanlar. Yazıtın üzerinde öğretmen ücretleri, mimarların ücretleri, ayakkabı fiyatları, at koşum ücretleri yazılı."

Bağcı, yazıtın Halikarnasos'ta hüküm süren imparatorların tespiti açısından önemli olduğunu, aynı zamanda yerleşim planı açısından da bilgiler verdiğini ifade etti.

Bahadır Berkaya ise bölgede duvar kalıntılarına rastladıklarını bunun üzerine kurtarma çalışmalarına başladıklarını kaydetti. Çalışmalarda antik şehrin kanalizasyon sistemi ile karşılaştıklarını anlatan Berkaya, şöyle konuştu:
"Burada mozaikli bir oda, su kanalını koruyan taşlardan bir tanesinde de yazılı kaynak bulundu. Bu yazılı kaynak, Roma İmparatorluğu'nun reform hareketlerinden birine sahne olan imparatorun emri. Antik çağlarda Halikarnasos, Bodrum'un Roma dünyasındaki ekonomisine ışık tuttu. Tabii bilimsel çalışmalar sürdürülüyor. Bununla ilgili biz de heyecanlanıyoruz. Acaba antik çağın Roma'sı Bodrum'a ne gibi bilgiler sunacak."

Cnn Türk, 11.02.2011

ATANAMAYAN ARKEOLOGLAR

 

“Atanamayan Arkeologlar”ın, Arkeoloji ve Sanat Tarihi bölümlerinden mezun olanların mesleklerini yapma konusunda karşılaştıkları sorunları ve ülkemizin neden daha fazla arkeolog ve sanat tarihçiye ihtiyaç duyduğunu kamuoyunun dikkatine sunmak amacıyla, 05 Şubat 2011 Cumartesi günü saat 13.00'de Kültür ve Turizm Bakanlığı önünde bir basın açıklaması yapıldı.

 

Açıklama şöyle:

"Bu metinle sizlere ülkemizde Arkeoloji ve Sanat Tarihi bölümlerinden mezun olanların mesleklerini yapma konusunda karşılaştıkları sorunları ve ülkemizin neden daha fazla arkeolog ve sanat tarihçiye ihtiyaç duyduğunu anlatmayı umuyoruz.

Sıkça ‘Medeniyetler Beşiği’ olarak adlandırmaktan memnuniyet duyduğumuz ülkemizdeki arkeolojik alanların sayısı dahi bilinmezken olanın çok küçük bir kısmını ifade eden rakamlar bile bu zenginliği ortaya koymaktadır. Örneğin tescillenen höyük sayısı 25.000’dir. Ören yeri sayısı 130'a ulaşırken Bakanlığa bağlı müzelerin sayısı ise 188’dir.

Yalnızca müzelerin sayısı dahi ülkemizdeki arkeolog ve sanat tarihçilerine, restoratörlere, dolayısı ile eğitimli personele ne kadar ihtiyaç duyulduğunu ortaya koymaktadır. Ülkemizin evrensel kültür tarihi açısından ne kadar zengin olduğunu hepimiz bilmekle birlikte bu zenginliği ne kadar hızla tahrip edilebildiğine de şahitlik etmekteyiz.

Türkiye koruma bilincinin yeterli olmadığı, defineciliğin, tarihi eser kaçakçılığının yaygın olduğu bir ülke görünümü çizmekte, ülkenin hemen her yerinde bu tür olaylar gün geçmeden basına yansımaktadır. Adeta arkeologların üstlenmesi gereken işler, definecilere, mezar hırsızlarına devredilmiş durumdadır. Bu nedenledir ki dünyanın birçok müzesini, özel koleksiyonlarını Anadolu’dan giden eserler süslemeye devam etmektedir.

Oysa ülkemiz doğal güzellikleri kadar kültürel mirasının zenginliği ile dünyanın birçok ülkesinden farklılaşmaktadır. Efes, Troya gibi ören yerlerinden elde edilen gelirler de bunun en iyi göstergesi olarak önümüzde durmaktadır.

Fakat üzülerek söyleyebiliriz ki ülkemizde kültür mirasımızı ortaya çıkarmaya ve korumaya yönelik eğitim veren bölüm mezunları mesleklerini yapamamaktadırlar. Özel sektörde çalışma imkanı yok denecek kadar az olan bu meslek gruplarının devlet kadrolarında yer alması ise neredeyse bir zorunluluktur. Ne var ki kamu kurumları arkeolog ve sanat tarihçi alımı konusunda oldukça cimri davranmaktadır. Örneğin son atama takvimi olan 24 Ocak-2 Şubat atamalarında açıklanan kadro sayısı kültür politikamızı tekrar gözden geçirmeyi zorunlu kılmaktadır. Çünkü bu atamalarda yalnızca 1 sanat tarihçi ve 0 (sıfır) arkeolog kadrosu görülmektedir. Oysa 2010 KPSS sınavına giren arkeolog sayısı 3479 ve sanat tarihçi sayısı 2901’dir. Özetle, toplamda 6380 arkeoloji ve sanat tarihi mezunundan yalnızca 1 kişi göreve başlayabilecektir.

Bu durum, niçin sürekli bir biçimde tarihi eser kaçakçılığının yaşandığını, eserlerin yağmalandığını ve halkımızın bu konudaki bilinç eksikliği olduğunu anlamamız için yeterlidir. 1 yıl içerisinde üniversitelerin ilgili bölümlerinden 1000 i aşkın öğrenci mezun olurken 1 kişinin dahi kadro bulamamsını açıklamak mümkün değildir. Buna karşın Arkeoloji ve Sanat Tarihi mezunlarının istihdam edilebileceği birçok kamu kurumu mevcuttur. Örneğin:

1. Birçok müze binası boyut, depo, teşhir düzenlemesi vs bakımından yetersizdir. Envanteri tutulması gereken binlerce eser mevcuttur. Bununla birlikte müze personeli kurtarma kazıları, bilirkişilikler vs gibi büyük bir iş yükünü altında boğulmaktadır. Bu haliyle yeterli personele sahip olmayan müzeler asli işlerini yapamaz duruma gelmiş, dolayısı ile müzelerdeki tarihi eserler bu bakımdan zarar görmektedir.

2. Definecilerden ve yağmacıların tahrip ettiği, büyük sanayi yatırımlarından küçük ölçekli inşaatlara kadar birçok alanda denetimsiz kazılar yapılmaktadır. Bakanlığımızın elinde bütün bu işleri denetim altında yürütülmesini sağlayacak yeterli personel bulunmamaktadır.

3. Anadolu gibi zengin bir kültürel geçmişe sahip ülkemizde üniversite öncesi eğitimde arkeoloji ve sanat tarihi  konularına daha fazla yer verilmesi bu konuda eğitmen yetiştirilene kadar mevcut arkeoloji ve sanat tarihi bölümlerinden mezun olanlardan yararlanılması sağlanmalıdır.

4. Müzelerin birer eğitim kurumu olmasından yola çıkarak yeni müzeler açılmalıdır.

5. Emniyet müdürlüğünün kaçakçılık şubelerinde bölüm mezunlarının görevlendirilmeleri sağlanmalıdır.

6. Devlet Su İşleri, Karayolları, Köy Hizmetleri gibi kurumlarda arkeoloji mezunlarının istihdamı sağlanmalıdır.

7. Yerel yönetimlere “Koruma Uygulama ve Denetim Büroları” (KUDEB) kurma zorunluluğu getirilmeli ve bölüm mezunlarına yerel yönetimlerde istihdam yaratılmalıdır.

8. Otoyol, baraj vs gibi büyük ölçekli yatırımlarda arkeolojik yüzey araştırması, kurtarma kazıları gibi acil yapılması gerek çalışmalarda arkeologların istihdam edilebilmesi, bunun için sadece üniversitelerin harekete geçmesinin beklenmemesi gerektiği kanaatindeyiz.

Daha sayamadığımız birçok sorun ve yapılması gerekenler mevcuttur. Bizler, 4 yıl boyunca zorlu bir eğitimden geçen Arkeoloji ve Sanat Tarihi mezunları olarak ülkemizin bizlere ihtiyacının maksimum düzeyde olduğunun bilinciyle bu metni hazırladık.

Amacımız, üniversitede aldığımız eğitimimiz doğrultusunda ülkesine faydalı bireyler olabilmektir. Bu konuda gerekenlerin özellikle T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı ve ilgili kurumlar tarafından bir an önce tespit edilmesini bekliyor ve çok geç olmadan kültür mirasımıza daha çok sahip çıkmaya davet ediyoruz.

Saygılarımızla…"


TAYHaber, 07.02.2011

MİMAR SİNAN'IN CAMİSİNDE YANGIN



 

Yangın saat 15.30 sıralarında caminin ahşap olan saçak kısmında başladı. Yangına kısa sürede gelen itfaiye ekipleri müdahale etti ve büyümeden söndürüldü.

 

Elektrik kontağından çıktığı sanılan yangınla ilgili olarak restorasyonda çalışan işçi ve görevliler, ifadeleri alınmak için polis merkezine götürüldü. İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nden Erkal Çokçetin gelerek yangın yerinde inceleme yaptı. Erkan Çokçetin, "Ahşap saçak kısmında kaynak yapılıyordu. Elektrik kontağından olduğunu tahmin ediyoruz. Saçak kısmının altı zaten ahşap. Gördüğümüz kadar içeride bir zarar yok" dedi.

 

Görgü tanıklarının verdiği bilgiye göre caminin kubbe tarafında başlayan yangının yoğun dumanı nedeniyle Tophane semti kısa sürede siyah bir dumanla kaplandı.





Kaptan-ı Derya Kılıç Ali’nin Mimar Sinan’a yaptırdığı ve 1580 ile 1587 yılları arasında inşa edilen caminin İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı ile Başbakanlık İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından restorasyonu yapılıyor. cami kubbenin iki yanındaki yarım kubbeler, diğer iki yanındaki kemerler ve destek duvarlarıyla, Ayasofya'nın küçük boyutta bir kopyası olarak biliniyor. Caminin Türbe, medrese ve hamamdan oluşan bir de külliyesi var.

Radikal, Fotoğraflar: Dipnot.tv, 11.02.2011

 

 

 

KÜLTÜR BAKANI, YANGIN ÇIKAN KILIÇ ALİ PAŞA CAMİİ'NDE

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, restorasyon çalışması sırasında yangın çıkan tarihi Kılıç Ali Paşa Camii'ne geldi. Yangının çıkış sebebinin henüz belirlenemediğini belirten Günay, "İtfaiye ekiplerimiz zamanında müdahale etti, çok büyük bir olay atlattık" dedi.

Kaptan-ı Derya Kılıç Ali'nin 1580 yılında Mimar Sinan'a yaptırdığı Kılıç Ali Paşa Camii'nde çıkan yangın itfaiye ekiplerinin yoğun çalışmalarının ardından söndürülürken, olayı duyan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay kısa sürede tarihi camiye geldi. Hasar gören camide inceleme yapan Bakan Günay, olaya ilişkin yetkililerden bilgi aldıktan sonra yaptığı açıklamada, yangının çıkış sebebinin henüz belirlenemediğini söyledi. Günay, "Olayı duyar duymaz geldim. Tarihi bir cami. Böyle olmasını istemezdik ama itfaiyemiz zamanında müdahale etmiş. Ben bütün itfaiye ekiplerine çok teşekkür ediyorum. Çok büyük bir olay atlattık. Bana verilen bilgiye göre; kiriş ve kolonlardaki yanmadan meydana gelmiş. Şu anki belirlemelerimize göre yangın, restorasyon çalışmaları sırasında çıkmış. İtfaiye ekiplerimiz çalışmalarına devam etmekte" dedi. Basın mensuplarının, "Buradaki restorasyonu gerçekleştiren şirket, Haydarpaşa Garı'nın restorasyonunu yapan şirket mi?" sorusu üzerine Günay, "Aynı şirket değil, farklı şirket. Olay, işçilerin çay molasında olduğu zamanda meydana gelmiş. Yangının çıkış sebebi henüz tam olarak belirlenememekle birlikte, gelişmeleri sizlere aktaracağız. İtfaiye ekiplerimiz zamanında müdahale ederek, bizi olası bir felaketten korudu. Böyle tarihi eserler bizim atar damarlarımız. Dikkat etmekte yarar olduğunu düşünüyorum" diye konuştu.

Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nde görevli Ertal Çokçetin de, "Geldiğimizde camide yoğun duman vardı. İçeride yoğun bir hasar olmadığını öğrendik. Bu da bizi mutlu etti" ifadelerini kullandı.

Bir işçi ise, yangının çay içtikleri sırada çıktığını belirterek, "Hemen itfaiyeye haber verdik. Yangının neden çıktığını anlayamadık, çok korktuk" açıklamasında bulundu.

Haber fx, 11.02.2011

İSTANBUL İL ÖZEL İDARESİ, YILDIZ SARAYI HAREM DAİRELERİNİ TURİZME KAZANDIRIYOR

 

İstanbul İl Özel İdaresi, Yıldız Sarayı'nın harem dairelerini 11 milyon 550 bin 971 TL bedelle restore ettiriyor.


Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerine tanıklık eden Yıldız Sarayı'nın bugüne kadar ziyarete açılamayan harem daireleri, yenilenerek eski ihtişamlı günlerine döndürülüyor.


Son 20 yılda ödenek yetersizliği nedeniyle sadece dış etkilerden koruma amaçlı restorasyonlar geçiren ve bugüne kadar sadece çatısı, pencereleri ve kapıları onarılan Yıldız Sarayı Harem daireleri, tarihe kazandırılıyor.


İstanbul İl Özel İdaresi imar Yatırım ve İnşaat Daire Başkanlığı tarafından 11 milyon 550 bin 971 TL bedelle ihale edilen yıldız Sarayı Harem dairelerinde çalışmalar 15 Ocak 'ta başladı. Restorasyon çalışmalarının 19 Ocak 2012 tarihinde tamamlanması planlanıyor. İdare ayrıca restorasyon öncesi ve sonrasını kamera ve fotoğraf kaydı alarak belgeleme çalışması yaptığını bildirdi.


Yıldız Sarayı'nda restore edilecek harem yapıları ise, Sultan II. Abdülhamid'in dairesi, Kadın Efendiler 1. ve 2. Dairesi, Cariyeler Dairesi, Hazinedar Usta Kadın Dairesi ve yapılar arasındaki geçitler ile Harem bahçe ve avluları.


Kanuni Sultan Süleyman döneminden itibaren av sahası olarak kullanılan ve Yavuz Sultan Selim ile yapılaşmanın başladığı koruluk ve bahçeler içindeki köşk, saray ve çeşitli yapılardan oluşan Yıldız Sarayı, Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerine tanıklık etti.


Sultan Abdülaziz'in tahttan indirilmesinden sonra göreve gelen Sultan 5. Murad (1876), 92 gün süren saltanat günlerinde Yıldız Sarayı'nda oturdu. Sultan 2. Abdülhamid, padişah olduktan bir sene sonra 1877"de Dolmabahçe Sarayı"nın deniz kıyısında bulunması ve bu sarayın denizden kuşatılması ihtimalini göz önünde bulundurarak bir gece ansızın Yıldız Sarayı'na taşındı.
Sarayın yapılaşmasına da bu dönemde başlandı. 2. Abdülhamid, 33 yıllık saltanatında şehir içinde şehir gibi olan bu korunaklı sarayı resmi dairesi ve haremi olarak kullandı. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla Harp Akademileri Komutanlığı'na tahsis edilen Yıldız Sarayı, 1978 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı'na devredildi.

Haber Yurdum, 11.02.2011

SAFRANBOLU EVLERİ'NE TOKİ DOKUNUŞU

 

 

TOKİ, konut ihtiyacının karşılanmasına yönelik çalışmalarının yanı sıra Anadolu'nun köklü tarihine de sahip çıkmaya devam ediyor. Karabük'ün Safranbolu İlçesindeki tarihi evleri restore etme kararı aldı.

 

UNESCO tarafından, 1994 yılında dünya kültür miras listesine alınan tarihi Safranbolu evleri, TOKİ tarafından sağlanan destek sayesinde kültür ve turizm hayatına kazandırılacak. 1975 yılında sit alanı ilan edilen Safranbolu, bugüne kadar bozulmaya uğramadan gelebilmiş az sayıdaki yerleşim yerlerinden biri. 18 ve 19. yüzyıl karakteristik Türk mimari örneklerinin yer aldığı Safranbolu'da yaklaşık 800 tarihi yapı koruma altında. 3 han, 1 özel müze, 25 cami, 5 türbe, 8 tarihi çeşme, 5 hamam, 1 tarihi saat kulesi ve 1 güneş saatinin de aralarında bulunduğu Safranbolu evleri, her yıl binlerce yerli ve yabancı turist tarafından ziyaret ediliyor.

 

Yıllara meydan okuyan Safranbolu evlerinin gelecek kuşaklara aktarılması için harekete geçen TOKİ, 23 konağı aslına uygun olarak restore etti. TOKİ, yeni restorasyon projeleri için yapıların mülkiyetini elinde bulunduranlardan talep bekliyor.

 

Tarihi tescilli kültür varlıklarının restorasyonu projesini 2005 yılında başlatan TOKİ, bu kapsamda son 5 yılda 22 milyon 724 bin liralık kaynak aktararak İstanbul, Ankara, Trabzon, İzmir, Bursa, Eskişehir, Gaziantep, Amasya, Hatay, Bartın, Çanakkale, Muğla, Uşak, Kastamonu, Tokat, Giresun, Edirne, Şanlıurfa ve Artvin ile Safranbolu, Kalecik, Bergama, Ürgüp, Avanos Taraklı, Mudurnu, Göynük, Bolaman, Bandırma, Ayvalık, Milas, Foça, İnegöl, Mudanya, İnebolu, Kemaliye Taşköprü, Alanya ve Osmaneli ilçeleri ve Mustafapaşa, İbrahimpaşa Kalkan, Uzungöl, Adatepe ve Şirince beldelerindeki 303 yıkık dökük tarihi yapıların aslına uygun olarak restore edilmesini sağladı.

 

Tarihi tescilli kültür varlıklarının restorasyonu için uygun koşullarda kredi desteği sağlayan TOKİ, 5 yıl öncesine kadar yıkık dökük haldeki Cinderenler Evi, Değirmenci Konağı, Betenler Konağı, Asmalı Konak ve Gümüşlü Konak'ın da aralarında bulunduğu yapıları restore ederek otel, lokanta, dükkan ve konut olarak hizmete soktu.

Kastamonu Postası, 11.02.2011

BU ATEŞ BİN YILDIR YANIYOR

 

 

Olympos’un 4 kilometre kuzeyinde bulunan, Çıralı Plajı’na ise 1 kilometre uzaklıkta olan Yanartaş, deniz seviyesinden 250 metre yükseklikte yer alıyor. Daha çok sessiz, sakin bir gün geçirmek isteyenlerin uğradığı mekanda özellikle taşlar arasından çıkan alevler turistlerin ilgisini çekiyor. Ahmet Doğan tarafından işletilen Yanartaş’ta bulunan yazıtlarda ise Olimpiyat oyunlarının ilk ateşinin bu dağdan alındığı ve bu oyunların dünyada ilk defa bu bölgede oynandığı yazıyor. 

İçerisinde Roma dönemine ait bir kiliseyle çok sayıda yıkılmış tarihi eserin bulunduğu Yanartaş’ta binlerce yıldır yanan ateşin etrafında yaz sezonunda olduğu kadar kış sezonunda da çok sayıda yerli ve yabancı tatilci toplanıyor. Tarihi eserlerinin açığa çıkarılacağı ve daha iyi korunacağı günleri bekleyen Yanartaş, özellikle tarih turizmine ilgi duyan tatilcilerin büyük ilgisini çekiyor. Burada ateşin etrafında oturup deniz manzarasını seyreden turistler, huzurlu bir gün geçirmek isteyenleri Yanartaş’a davet ediyor.

Mekanın işletmeciliğini yapan Ahmet Doğan ise önemli bir tarihi zenginlik olan Yanartaş’ın yeterince tanıtılması halinde ilçe turizmine ciddi katkıları olacağını söylüyor.

YANARTAŞ’IN MİTOLOJİK EFSANESİ
’Yanartaş’ diye bilinen gaz kaynağı, eski Yunan mitolojisine konu olmuştur. Mitolojiye göre, kanatlı at Pegasus’un sırtındaki Bellerophontes, ateş soluyan canavar Kimera’yı burada öldürür. Hala yanmakta olan ateşin öldürülen canavarın ağzından çıkan alevler olduğu söylenegelmiştir. Bizanslı demirciler tarafından kutsal sayılan bu bölgede inşa edilen tapınağın kalıntıları Yanartaş’ın yanında yer alır. Bazı tarihçilere göre Olimpiyat Ateşi ilk kez bu noktadan getirilmiştir. Yaz kış yanan bu ateşin aslı yeraltı kaynaklarından dışarı sızan doğal metan gazıdır. Bir ismi de ’Poseidon’un sönmeyen ateşi’dir.

Radikal, 11.02.2011

MAHYACILARIN 140 YILLIK SIR ODASI GÜN YÜZÜNE ÇIKTI

 

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü, Sultan 2. Mahmud'un eşi ve Sultan Abdülaziz'in annesi Pertevniyal Valide Sultan adına 1869-1871 tarihlerinde inşa edilen caminin restorasyonuna 2007'de başladı. İlk kez kapsamlı bir restorasyondan geçirilen caminin yıpranan kısımları güçlendirildi ve dış cephesi temizlendi. Daha önce yapılan küçük onarımlarda aslına uygun olmayan eklentiler de kaldırıldı. Camide yapılan tüm müdahaleler uzmanlardan oluşan Bilim Kurulu'nun onayından geçti. Yaklaşık 6.5 milyon TL harcanan caminin restorasyonunda horasan sıva kullanıldı.

 

Restorasyonun çalışmaları sırasında ilginç bir de keşif yapıldı. Uzmanlar, bodrum katta depo olarak kullanılan odaların zeminindeki izleri fark etti. Buradaki dört odada yapılan kazıda, yeraltına gömülmüş 23 adet küp bulundu. Küplerin birinde yağ kalıntısı bulundu. Uzmanlar, odaların Osmanlı döneminde mahyacılar tarafından kullanıldığını, küplerde de mahyacılıkta kullanılan zeytinyağlarının saklandığını belirledi.

Restorasyon çalışmasında "minimum müdahale, maksimum koruma" ilkesini benimsediklerini söyleyen İstanbul Vakıflar Bölge Müdürü İbrahim Özekinci, "Bu cami Osmanlı döneminde mahyacılığın merkeziymiş. İstanbul'un camilerine asılan mahyalarda kullanılan kandil yağları bu odalarda saklanırmış. Ancak zaman içersinde küplerin üzeri betonla kaplanmış. Restorasyon çalışması sırasında buradaki küpler de tek tek ortaya çıkartıldı" dedi. Özekinci, caminin altındaki odaların mahyacılığın geliştirilmesi için sergi salonu olarak düzenleneceğini belirtti. Özekinci, camideki iki taç kapı, sebil, çeşme, hazire, türbe şadırvan ve dershanenin restorasyonu için de ihale düzenleneceğini söyledi.

Sabah, ;Haber: Hasan Ay, 11.02.2011

KONYA'DAKİ BİN YILLIK KİLİSE MÜZE OLACAK

 

 

Konya'da Selçuklu Belediyesi tarafından başlatılan proje kapsamında restore edilen yaklaşık bin yıllık geçmişe sahip Aya Elenia Kilisesi, çalışmaların ardından müze olarak hizmete açılacak. 

Selçuklu Belediyesi'nin yaklaşık 1 yıl önce Sille Mahallesi'ndeki tarihi dokuyu turizme kazandırmak için yürüttüğü çalışmalar kapsamında bazı tarihi yapılar ile Aya Elenia Kilisesi'nde restorasyon çalışması başlatıldı. 

Restorasyon danışmanlığını yürüten Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü araştırma görevlisi İlker Mete Mimiroğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Aya Elenia Kilisesi'nin Konya için çok önemli bir yapı olduğunu belirtti. 

Yapının üzerindeki geç döneme ait kitabeye göre, Bizans İmparatoru Konstantin'in annesi Helena'nın Kudüs'e yaptığı hac yolculuğu sırasında uğradığı Sille'de bu kiliseyi inşa ettirdiğinin anlaşıldığını söyleyen Mimiroğlu, kitabelerde 4. yüzyılda yapıldığı belirtilen kilisenin yeni buluntularla daha geç dönemde inşa edildiğinin anlaşıldığını söyledi. 

Mimiroğlu, "Kitabelerde 4. yüzyılda yapıldığı söylenmesine karşın son yapılan çalışmalarda ilk yapının yıkıldığı ve Orta Bizans Dönemi'nde mevcut yapının inşa edildiği anlaşılmıştır. Orta Bizans Dönemine ait olan mevcut kilisenin 11 veya 12. yüzyılda yapıldığı, 20. yüzyılda geçirdiği iki büyük onarımla bugünkü şeklini aldığı anlaşılıyor" diye konuştu. 

Mevcut yapının yaklaşık bin yıllık olduğunu vurgulayan Mimiroğlu, "Burada büyük bir kilise var. Orta Bizans dönemine tarihlendirilmiş. Mimarisi ve süslemeleri açısından çok güzel bir yapı" dedi. 

Kilisenin bugüne kadar çok sayıda onarım geçirdiğini hatırlatan Mimiroğlu, özellikle 1880'den sonra iki büyük onarım yapıldığını, kiliseye giriş eklendiğini, duvarların ve kubbenin onarıldığını, içerideki figürlerin yenilendiğini bildirdi. 

Kilisenin 2005 yılına kadar atıl vaziyette olduğunu üstelik içerisindeki bir çok eserin tahrip edilerek çalındığını kaydeden restorasyon danışmanı İlker Mete Mimiroğlu, sözlerine şöyle devam etti:

"Sille Konya'nın parlayan yıldızı. Özellikle turizm potansiyeli olan bir yerleşim alanı. Hıristiyanlık için önemli olan bu kilisenin zaman kaybetmeden ele alınması ve restore edilmesi gerekiyordu. Kilise, Selçuklu Belediyesine devredildikten sonra kapsamlı bir çalışma gerçekleştirerek restorasyon kararı aldı. Önce bir hazırlık devresi yaptık. Öncelikli amacımız yapının yıkılmasını önlemekti. 

Bütün duvarlar, kubbe ve örtü yenilendi, yalıtım tekrardan yapıldı. Onun dışında tahta zemin indirmesi gerçekleştirildi. Zeminde sağlamlaştırma için bütün avlu kazıldı. Şu anda çevre düzenlemesi gerçekleştiriliyor. Ama tabi ki restorasyonun en önemli çalışması iç kısmında gerçekleştirilecek. İçeride geç döneme ait Hz. İsa, Hz. Meryem ve havarilere ait resimler bulunuyor." 

Restorasyonun sürprizlerle dolu olduğunu anlatan Mimiroğlu, "Daha önceki dönemlere ait duvar yazıları, yeni kitabeler tespit ettik. Yeni yeni bulgulara ulaştık. Yapının tarihlendirilmesiyle ilgili önemli bulgular elde ettik. Restorasyonun ardından Selçuklu Belediyesi'nin hazırlayacağı kitapta bunların hepsine yer vereceğiz. Restorasyonun bütün hikayesini bilimsel verilerle ve buluntularla bu kitapta anlatacağız" dedi. 

Mimiroğlu, restorasyonun yaklaşık 8 ay daha süreceğini vurgulayarak daha sonra kiliseyi müze olarak turizme açmayı planladıklarını söyledi. 

Tarihi kilisenin Sille'nin turizm potansiyelini artıracağına inandığını dile getiren Mimiroğlu, "Bu haliyle bile çok sayıda turisti bölgeye çeken kiliseye, restorasyonun ardından adeta turist yağacak. Şu anda tanıtımı yapılmadığı halde özellikle Yunanistan'dan çok sayıda turist turlarla bölgeye geliyor. Yine İstanbul'dan da çok sayıda yerli turist mekanı ziyaret ediyor" diye konuştu. 

Selçuklu Belediyesi'ne teşekkür eden Mimiroğlu, restorasyonun ardından Aya Elenia Müzesi olarak hizmet verecek tarihi yapıda ne tür eserler sergileneceğinin henüz belli olmadığını bildirdi. 

Mimiroğlu, kilisenin eski fotoğraflarının ve restorasyon çalışmaları sonucunda elde edilen bulguların da müzede sergilenmesinin düşünüldüğünü sözlerine ekledi.

Konya Hakimiyet Gazetesi, 10.02.2011

TAŞ KÖPRÜ YILLARA MEYDAN OKUYOR

 

Çorum'un Sungurlu İlçesi'ndeki tarihi taş köprü, yıllara meydan okuyor.

 

İlçenin sembolü haline gelen ve Diğ Çayı üzerine yapılan köprü üzerinde veya temellerinde herhangi bir aşınma bulunmuyor. Tarihe meydan okurcasına dimdik ayakta duran köprü ilçe halkına hizmet veriyor. Karşıyaka Mahallesi'ni ilçe merkezine bağlayan köprüyü motorlu araçların yanı sıra, her gün binlerce kişi ilçe merkezine gitmek için bu köprüyü kullanıyor.

 

Asırlık tarihi köprünün bozulmadan günümüze kadar geldiğini ifade eden bazı vatandaşlar, "Tarihi Paşa köprümüzün ne temelinde ne de gövdesinde en ufak bir yıpranma yok. Atalarımızın yaptığı tarihi köprü asırlara meydan okuyor" diye konuştu.

Çorum Kent Haber, 10.02.2011

SALVADOR DALI VE FRANCIS BACON'IN TABLOLARI REKOR FİYATA SATILDI

 

Sürrealist ressam Salvador Dali ile ekspresyonist İngiliz ressam Francis Bacon'ın tabloları, dün düzenlenen açık artırmada rekor fiyatlarla alıcı buldu. Sotheby's müzayede evinden yapılan açıklamada, Salvador Dali'nin 1929 yılında yaptığı "Paul Eluard'ın Portresi" adlı tablosunun 15,8 milyon avroluk rekor bir fiyata satıldığı belirtildi. Bir diğer açık artırmada ise Francis Bacon'ın "Lucian Freud'un portresi için üç çalışma" adlı tablosu 27,2 milyon avroya alıcı buldu. Tabloları satın alanların kimlikleri açıklanmadı.

Yeni Asır, 10.02.2011

TARİHİ EJDER KERVANSARAYI YENİDEN HAYAT BULUYOR

 

Iğdır'ın önemli tarihi miraslarından Ejder Kervansarayı'nda yapılacak çalışma ile yörenin yemekleri, el sanatları ve çeşitli motifleri sergilenecek.

 

Iğdır İl Kültür Müdürü Osman Engindeniz, tarihi ipek yolu üzerinde bulunan Ejder Kervansarayı'nı yörenin yemekleri, el sanatları ve çeşitli motiflerinin sergilenmesi için projelendirdiklerini söyledi.

Vali Amir Çiçek'in talimatı ile hazırlanan projenin, Serhat Kalkınma Ajansı (SERKA)'na sunulacağını belirten Engindeniz, "Valimiz Ejder Kervansarayı'nın yeniden hayat bulması için böyle bir proje geliştirmemiz için talimat verdi. Talimat doğrultusunda İl Kültür Müdürlüğü, İl Milli Eğitim Müdürlüğü ve İl Özel İdaresi ile ortaklaşa gerçekleştirilecek proje ile burada yöresel el dokuması ve el sanatları kursları açılacak." dedi.

 

Kervansarayın, yapım aşamasında olan havaalanının yol güzergahında olduğunu hatırlatan Engindeniz, "Kervansaray'ın bir bölümünde kurslar devam ederken bir bölümünde ise buraya gelen turistler için yöresel yemekler hazırlanacak. Yörenin yemekleri ve motiflerinin tanıtılmasının yanı sıra; ilimize yakın ülkelerden İran ve Azerbaycan motifleri de işlenerek, bu ülkelerden gelen turistler tarihi mekana çekilmeye çalışılacak." şeklinde konuştu.

Zaman, 10.02.2011

ALACAHAN, SANAT MÜZESİ OLACAK

 

 

Trabzon'da 18. yüzyılda yapıldığı tahmin edilen ve yaklaşık 15 yıldır kaderine kullanılmayan Alaca Han, sanat müzesine dönüştürülecek.
 

Çarşı Mahallesi'nde bulunan ve 15 yıl öncesine kadar bakırcıların faaliyet gösterdiği Alaca Han, bu ürünlere ilginin azalması ve dükkanların birer birer kapanmasıyla o tarihten itibaren adeta kaderine terk edildi. Kapısına kilit vurulan hanın pencereleri de teneke ve molozlarla kapatıldı. 18. yüzyılda inşa edildiği tahmin edilen, 3 katlı, birbirinden bağımsız 40 dolayında bölümün bulunduğu, ortası açık avlu şeklinde, iyi bir taş işçiliğine sahip dikdörtgen şeklindeki Alaca Han'ın, uzun süredir kullanılmamasından dolayı sıvaları döküldü, duvarlarında çatlaklar oluştu. Bir dönemler çekiç seslerinin ahenk içinde sokağa yayıldığı han, uzun süredir sürdürdüğü sessizliğini önümüzdeki günlerde başlayacak restorasyon çalışmalarıyla bozacak. Trabzon Valisi Recep Kızılcık, tarihi han ile ilgili restorasyon çalışmaların sürdüğünü ifade etti. Vali Kızılcık, "Tarihi eserlerin yeniden hayata döndürülmesi ve turizme kazandırılması çok önemli. Bunun için tarihi hanın restore edilmesi için çalışma başlattık" dedi. Hanın kamulaştırma çalışmalarının tamamlandığını dile getiren Kızılcık, "Önümüzdeki günlerde hanın aslına uygun restore edilmesi için çalışmalar başlayacak. Böylece Trabzon'un çok önemli bir tarihi eseri tekrar gün yüzüne çıkacak. Hanı sanatçıların ve Trabzon'daki çeşitli sivil toplum örgütlerinin yararlanabileceği bir sanat müzesine dönüştürmeyi planlıyoruz" diye konuştu. Kızılcık, tarihi mekanların orijinal dokusunun korunmasının son derece önemli olduğunu da vurguladı. Hanın dış cephesinde dükkanı bulunan Metin Altınel ise, tarihi hanın bakırcılar için simge bir mekan olduğunu, orada güzel hatıraları bulunduğunu söyledi.

Yeni Şafak, Haber: Kamil Anahar, 10.02.2011

CUMALIKIZIK YENİDEN ŞEKİLLENİYOR

 

Bursa'nın en önemli tarihi ve turistik köylerinden 700 yıllık Osmanlı yerleşim yeri Cumalıkızık Köyü yürütülen restorasyon çalışmaları ile yeniden eski kimliğine kavuşturulacak. Köyde başlatılan restorasyon çalışmalarında büyük bir aşama kaydedildi. Bursa Valisi Şahabettin Harput, Cumalıkızık Köyü'nde yapımı tamamlanan restorasyon çalışmalarını yerinde inceledi. Cumalıkızık Köyü'nün Bursa'nın kimliği olduğunu belirten Vali Şahabettin Harput, yürütülen çalışmalar ile ilgili yetkililerden bilgi aldı. 307 evin restorasyonunun yapılacağı Cumalıkızık'ta 15 evin dış cephe kaplama çalışmaları bitmiş durumda.

İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Kemal Demirel, Yıldırım Belediye Başkanı Özgen Keskin, Yıldırım Kaymakamı Mehmet Yapıcı ve ilgili diğer kurum müdürleri ile restorasyonu tamamlanan evlerde incelemede bulunan Vali Harput, projede gelinen son nokta ve yaşanan aksaklıkları dinledi.

Restorasyon çalışmalarının daha da hızlandırılmasını isteyen Harput, Cumalıkızık'ın tümüyle restore edileceğini belirtti. Cumalıkızık Köyü'nün Bursa'nın en iyi kimliği olduğunu belirten Vali Harput, "Cumalıkızık köyümüz Bursa'nın gözbebeği. Bir yerin kimliğini belirleyen özellikler vardır. Cumalıkızık bizim kimliğimizdir. Uzun süreden beri valiliğimizin koordinesinde mimarlar odasının desteğinde Yıldırım belediyemizin yürüttüğü muhteşem bir faaliyet var. 700 yıldır yaşanan bir köyü tamamı ile restore etmek dünyada ilk kez gerçekleştiriliyor. Bu projeyi çok önemsiyoruz" dedi.

Yapılan restorasyon çalışmalarının daha da hızlandırılması yönünde değerlendirme toplantısı yapan Vali Harput, şunları söyledi: "Yapılan çalışmaları yerinde inceledik ve çok güzel çalışmalar olmuş. Cumalıkızık tarihi dokusuna zarar verilmeden resmen yeniden şekilleniyor. Bu işi nasıl çabuklaştırabiliriz, daha hızlı bitirebiliriz konularına çözüm aramak için bir araya geldik."

Cumalıkızık'ta bulunan 307 evin restorasyonunu en kısa zamanda bitirmek istediklerini anlatan Vali Harput, şu ana kadar 7 etaptan oluşan planın 5. Etabının bittiğini söyledi. Harput, sonraki plana göre ise 1. ve 2. Etap çalışmalarına geçileceğini sözlerine ekledi.

Daha önceki yıllarda Cumalıkızık ile ilgili restorasyon çalışmalarının yapılmak istendiğini, fakat bir türlü çalışmaların başlatılamadığını belirten Yıldırım Belediye Başkanı Özgen Keskin şöyle konuştu: "Biz 7 sene önce Cumalıkızık Köyü'nü masaya yatırdık. Daha sonra sayın valimizin destekleriyle projemize hız kazandırdık. Proje ile ilgili yarışmalar düzenledik, bu projeler titizlikle değerlendirildi. Sonuçta çalışmaları başlattık. İnşallah başlatmış olduğumuz bu güzel çalışmalar yarım kalmaz, tek endişemiz bu."

Zaman, Haber: Ensar Tuna Alatürk, 10.02.2011

MEVLEVİ ALAYI'NIN KOMUTANLIK MÜHRÜ 100 YIL SONRA EVİNDE

 

 

Kendisi de Mevlevi olan Sultan Reşat'ın isteğiyle Osmanlı ordusuna destek vermesi için Galata Mevlevihanesi'nden yola çıkan Mevlevi Alayı'nın komutanlık mührü 100 yıl sonra Beyoğlu'nda bir sahafta çıktı. Meçhul birisi, acil paraya ihtiyacı olduğunu söyleyerek mührü sahaf Sabahattin İnceoğulları'na sattı. İnceoğulları, manevi ve tarihi öneme sahip olduğu için mührü Konya Mevlana Müzesi'ne bağışlayacak.

 

Yıl 1914. Başlarında Mevlevi sikkesi, sırtlarında derviş cübbesi, elleri kılıçlarının kabzası olan Mevlevi Alayı dualarla Galata Mevlevihanesi'nden Beyazıt Meydanı'na doğru ilerliyor. İstikametleri Konya. Alay Komutanı Velet Çelebi'nin yanına gidecek, Osmanlı topraklarının dört bir tarafından toplanan diğer Mevlevi dervişi askerlerle birlikte Suriye cephesine geçecekler. Halka moral vermek, cephedeki askerleri desteklemek için dervişler de üzerlerine düşeni yapacaktır. Yıl 2011, Galata Mevlevihanesi'nin az ilerisinde tarihi Aynalı Pasajı'ndaki yılların Sahaf Sabo'sunun dükkanına orta yaşlarda birisi gelir. Elindeki iki mührü ve iki yaka iğnesini acil paraya ihtiyacı olduğu için satmak istediğini söyler. Sebahattin İnceoğulları, yılların esnafı. Gerçekten ihtiyaç sahibi olduğunu anladığı bu adama mühürleri satabileceğinin azamisi kadar para verir.

İnceoğulları'nın uzmanlık alanı madalyalar. Eski yazı mührün usta işi olduğunu anlar ama kime ait olduğunu çözemez. Sahaf arkadaşından yardım alır. Eline tarihi bir mühür geçtiğini böyle öğrenir. İşte 1914 yılında Sultan Reşat'ın isteğiyle kurulan Mevlevi Alayı'nın komutanlık mührüdür bu. İnceoğulları, mührü getiren kişinin Velet Çelebi'nin yakını olabileceğini düşünüyor. Çünkü ikinci mühür Türk dili üzerine çalışmalarıyla bilinen bu alim zatın şahsi mührü. Döneminin en iyi ustası olarak bilinen Ketebe Zeki'nin kazıdığı ve Velet Çelebi yazan bu mühür de Mevlana Müzesi'nde sergilenecek.

Zaman, Haber: Gülizar Baki, 10.02.2011

SANCAKTAR MEZARLIĞI, KÜLTÜR VARLIĞI OLDU

 

 

Malatya'da İsmet İnönü'nün babası Hacı Reşit Bey ile oğlu Ali İzzettin'in mezarının da bulunduğu son dönem Osmanlı mezarlarının zengin çeşitlerine de sahip olan 250 yıllık Sancaktar Mezarlığı, korunması gerekli kültür varlığı olarak tescil edildi.


Malatya Kültür ve Turizm Müdürü Derviş Özbay, Sivas Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından alınan karar gereğince Malatya merkezdeki Sancaktar Mezarlığı'nın korunması gerekli kültür varlığı olarak tescil edilerek, koruma grubunun 2. grup yapı olarak belirlendiğini kaydetti.


Sancaktar Mezarlığı'nın Malatya'nın eski mezarlıklarından birisi olduğunu ifade eden Özbay, alına karar ile mezarlığın koruma altına alındığını ve izinsiz olarak hiç bir şeyin burada yapılamayacağını kaydetti.


Sancaktar Mezarlığı'nın, yaklaşık 250 yıllık bir mezarlık olduğu ve son definlerin 1980'lı yıllarda yapıldığı belirtilerek, mezarlıkta son dönem Osmanlı mezarlarını zengin çeşitlerinin bulunduğu kaydedildi. Oldukça harap ve bakımsız durumda bulunan Sancaktar Mezarlığı'ndaki bazı mezar taşlarında sadece Osmanlıca, 1950'li yıllardan sonraki mezarlarda ise hem Türkçe ve hem de Arapça yazılı kelimeler bulunuyor.


Öte yandan, Kaynaca Mezarlığı'nın da tescil edildiği, şehir merkezindeki diğer eski mezarlık olan Kuyuönü Mezarlığı'nın tescil işlemlerinin ise sürdüğü belirtildi.


Tescil edilen Sancaktar Mezarlığı'nda İsmet İnönü'nün babası Hacı Reşit Bey ile küçük yaşta kaybettiği oğlu Ali İzzettin'in mezarları da bulunuyor. İsmet İnönü'nün babası ile oğlunun mezarını son olarak vefatından 2 yıl önce geldiği Malatya'da ziyaret ederek, dua okuduğu belirtildi.


Son dönem Osmanlı mezarı özelliğini taşıyan Hacı Reşit beyin mezarı ile Ali İzzettin'in mezarı, 1990'lı yıllarda iki kez saldırıya uğrayarak tahrip edilmesi üzerine, İnönü Ailesi mezarları yeniden onarmıştı.

Türkiye Gazetesi, Haber: Burhan Karaduman, 10.02.2011

HAYDARPAŞA'DAN TRENE BİNMEYE DEVAM

 

 

Haydarpaşa Garı, İstanbul’un en güzel tarihi yapılarından biri olmasının yanında, Anadolu’dan gelenlerin İstanbul’a ayak bastığı yer olarak toplumsal hafızada çok önemli bir yer tutuyor. Bir süredir ‘otel olacak’ söylentileri ortalıkta dolaşan tarihi binanın çatısı geçen yılın son günlerinde yandığında, haliyle kamuoyunda ‘İşte şimdi Haydarpaşa elden gitti’ şeklinde ciddi bir endişe oluştu...


Öncelikle belirtelim, ‘Haydarpaşa emin ellerde’, zira gar ve çevresinin rölöve, restitüsyon ve restorasyonu İTÜ’nün kontrolünde Türkiye’nin alanında en yetkin mimar, mühendislerinin danışmanlığında yapılacak.


Devlet Demiryolları tarafından İTÜ Teknokent çatısı altında kurulan akademik TechnoBee şirketine emanet edilen Haydarpaşa Rölöve-Restitüsyon-Restorasyon Projesi’nin ilk bilgilendirme toplantısı önceki akşam İTÜ Ayazağa Kampüsü’ndeki Süleyman Demirel Kültür Merkezi’nde yapıldı.
Toplantıda Haydarpaşa’yla ilgili bir sunum gerçekleştiren Haydarpaşa RRR Projesi Danışma Kurulu Üyesi Prof. Afife Batur, Haydarpaşa’nın gar olarak işlevini yitireceğinden endişe edenlerin yüreğine su serpti. Tarihi ve kültürel anlamda İstanbul için çok özel bir yer olan Haydarpaşa Garı’yla ilgili Marmaray projesiyle yaşanan kırılganlığın yerini pozitif bir birlikteliğe bırakması gerektiğini belirten Prof. Batur, üstüne basa basa “Danışma kurulu olarak Haydarpaşa Garı’nın varlık nedeni olan işlevinin ve kentsel bağlamının sürdürülmesi konusunda ısrarcıyız. Bunları vazgeçilmez koşul sayıyoruz. Haydarpaşa, Marmaray’la entegre olmalı ve kara, deniz ulaşımı artırılmalı” diye konuştu.


“Haydarpaşa için tarihi gün” hatırlatması yapan Ulaştırma Bakanlığı müşaviri, eski Radikal yazarı, avukat Adnan Ekinci “Burasının otel yapılması gibi bir düşüncemiz hiçbir zaman olmadı. Plan ortaya çıktıktan sonra herkesin tartışmasına açılacak. Uzmanlar, halk ne istiyorsa onun gereği yapılacak” dedi.


Haydarpaşa için yangından üç hafta önce İTÜ’ye başvurduklarını hatırlatan TCDD 1. Bölge Müdürü Hasan Gedikli ise yangından sonra proje kapsamının genişlediğini anlattı: “Yangından önce çatı katı ve giriş holü için proje istemiştik. Yangından sonra ileride tüm bina ve çevresi için düşünülen projeyi öne aldık. Bu çalışma modeli umuyorum benzer projelere de örnek olacak.” 

Toplantıda endişeler de dile getirildi. Yıllarca koruma kurullarında görev yapan mimar Oktay Ekinci, tarihi bir binanın korunmasının fiziki bir durum olduğunu ama Haydarpaşa’da bir ruhun korunması gerektiğini hatırlatıp TCDD yetkililerine sordu: “İşlevinin sürmesi önemli. Anadolu’dan gelenleri Pendik’te indirirseniz İstanbul’a gelmiş sayılmazlar. Onları Haydarpaşa’da indirmeye devam edecek misiniz? Ayrıca restorasyon söz konusuysa binanın nasıl kullanılacağı da bellidir. Bu konuya da açıklık getirir misiniz?” Haydarpaşa’nın ana istasyon olarak kullanılmaya devam edeceğini vurgulayan TCDD 1. Bölge Müdürü Hasan Gedikli, “Binadan çıkma gibi bir niyetimiz yok. Restorasyon da bizim kullanımımıza göre şekillendirilecek” diye konuştu.


Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’nden Mücella Yapıcı ise Haydarpaşa ve çevresine yapılmak istenenlere meşruiyet kazandırmak için akademik dünyanın kullanıldığı yönünde bir endişe taşıdığını hatırlattı. Technobee’nin müdürü Prof. Attila Dikbaş, Yapıcı’ya içinin rahat olması gerektiğini hatırlatıp ekledi “İTÜ, 238 yıllık saygın bir kurum. Saygınlığımızı zedeleyecek bir projenin altına imza atmayız. Her perşembe Haydarpaşa’da toplanıp çalışıyoruz. Projeyle ilgili belli aralıklarla kamuoyunu da bilgilendireceğiz.”


Evet, Haydarpaşa ‘emin ellerde’ görünüyor. Ama yanına ‘şimdilik’ şerhini de düşelim. Zira burası Türkiye...

Radikal Hayat, Haber: Erkan Aktuğ, 10.02.2011

'ÇİNGENE KIZI'NI NÜFUSUNA GEÇİRDİ

 

 

Baraj suları altında kalacağı için dünyayı ayağa kaldıran Belkıs Harabeleri’nin kurtarılması sırasında bulunan Zeugma antik kentindeki ’Çingene Kızı’ mozaiği hem tarihle bağlanan köprünün hem de Gaziantep’in simgesi olurken, bu mozaik için bir de nüfus cüzdanı hazırlandı.

Dünyaca ünlü mozaiğin gün ışığına çıkarılmasını sağlayan ekipteki arkeologlardan biri simgesel bir kimlik hazırladı. Ancak kimlikteki medeni hali kısmı yeni bir tartışma yaratacak cinsten. Tarihi eserin medeni halinde 'bakire' yazması dikkat çekti. Arkeolog ve öğretim üyesi Rifat Ergeç tarafından hazırlanan kimlikteki 'bakire' ibaresi kadınları kızdıracak...

 

Gaziantep’in Tarihte Dünü Bugünü’ adlı panelde, kentin simgesi haline gelen Çingene Kızı’ mozaiğini bulan gruptaki arkeologlardan Gaziantep Üniversite Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Rifat Ergeç, izleyicilere bir sürpriz hazırladı. Zeugma’nın Gaziantep için önemini anlatan, bir dönem Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü de yapan Yrd.Doç.Dr. Ergeç, ilgiyle izlenen panelde şunları söyledi: "1998 başlarında Zeugma kazılarında grubumuzun bulduğu en önemli eserlerden birisi Çingene Kızı mozaiğiydi. O dönemde Çingene Kızı’na birçok isim konulmaya çalışıldı. Kimi ’Zeugma Kızı’, bazıları ’Bizim Kız’ dedi. Ama, Çingene Kızı, Gaziantep ile o kadar çok özdeşleşti ki Bakkallar Odası’nın bile logosu Çingene Kızı oldu. Biz onu çok sevdik ve artık onu nüfusumuza geçirdik." Çingene Kızı için hazırladıkları nüfus cüzdanını sinevizyonda ekrana yansıtarak izleyicilere gösteren Yrd.Doç.Dr. Rifat Ergeç, katılımcıları güldürdü ve alkışlandı. Hazırlanan nüfus cüzdanında, Çingene Kız için baba adı ’Türkiye’, anne adı ’Anadolu’, doğum yeri ’Zeugma Belkıs’, doğum tarihi ’Ekim 1998’ ifadeleri yer aldı. Çingene Kızı’nın nüfusa kayıtlı olduğu yer olarak ise ’İli:Gaziantep, İlçesi: Nizip, Hane: Gaziantep Müzesi’ yazıldı.

Çingene Kızı’nın kimliğini bir Avrupa ülkesinde gördüğü eser için hazırlanan belgeden esinlenerek hazırladığını belirten Yrd.Doç.Dr. Ergeç, "Zeugma Mozaik Müzesi tamamlandı ve mozaikler oraya taşındı. İstenirse bu kimlik Çingene Kızı için kullanılabilir. Hatta, son derece önemli başka bir eserimiz olan Mars Heykeli için de benzeri bir kimlik hazırlanabilir" önerisinde bulundu.

Tarihi ve doğal kaynaklara sahip çıkma adına, dünyanın en önemli sivil toplum hareketi çalışmalarından birinin ardından acil kurtarma kazılarının başlatıldığı Zeugma antik kentinden, 1987’den bu yana sürdürülen kazılarda yaklaşık 2 bin metrekare mozaik, dünyada başka örneği bulunmayan savaş ve barışı simgeleyen Savaş Tanrısı Mars ve Güzellik Tanrıçası Afrodit’in Bronz heykeli, 120 metrekare duvar resmi, 4 bin bronz sikke, 100 bin mühür baskı ile sayıları on binleri bulan günlük yaşamda kullanılan eşya çıkarıldı.

Mozaiklerden, restorasyonu tamamlanan yaklaşık bin 500 metrekaresi geçen günlerde Zeugma Mozaik Müzesi’ne taşındı. Bu mozaikler yakında yeni yerlerinde gezilebilecek. Zeugma Müzesi’nde en iyi yeri Zeugma’nın yanı sıra Gaziantep’in de simgesi olan Çingene Kızı mozaiği alacak. Bazı kaynaklar 1988’de mozaik avcıları tarafından bir bölümü tahrip edilip yurt dışına kaçırılmak istenirken bulunan Çingene Kızı mozaiğine konu olan kişinin Yer Tanrısı, tanrıların anası Gaia olduğunu belirtirken, bir başka grup arkeolog ise tasvir edilen kişinin Büyük İskender olduğunu savunuyor. Mozaiğin en önemli özelliği ise hangi açıdan bakılırsa bakılsın izleyicinin figürün gözleri tarafından izlenmesi.

Kuruluşu MÖ 300 olan Yunan kenti Zeugma (Belkıs), Gaziantep’in Nizip İlçesi’nin 10 kilometre doğusunda yer alıyor. Adını, doğuyu batıya bağlayan ticaret yolu üstündeki Fırat kıyısında kurulduğu için Yunanca’da ’köprü- bağ’ anlamına gelen Zeugma’dan alıyor. Hellenistik bir kent olmasına karşın Roma ve Bizans dönemlerinde gelişmeye devam etmiş. Roma İmparatorluğu’nun Küçük Asya’daki en önemli garnizonu olan bu kentte yaşam 12’nci yüzyıla kadar sürmüş. Bin yıldan fazla bir süre 3 ayrı uygarlık çeşitli izler bırakmış. Büyük İskender, İran seferine giderken Fırat’ı buradan geçmiş. Kentin, 20 ile 80 bin dönüm arası bir alana kurulu olduğu sanılıyor.

Milliyet, 10.02.2011

KÜLTÜR SANAT BÜYÜK ÖDÜLLERİ VERİLDİ

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı 2010 Kültür ve Sanat Büyük Ödülü, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de katıldığı bir törende verildi.
 

Büyük ödüller, Türkiye arkeolojisine yaptıkları katkılardan dolayı Prof. Halet Çambel ve Prof. Nimet Özgüç'e verildi.

 

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, katıldıkları ödül töreninde birer konuşma yaptı. Konuşmasında, Prof. Çambel ve Prof. Özgüç'ün, Türk arkeoloji tarihine en büyük katkıyı veren iki değerli bilim insanı olduğunu belirten Gül, "Hayat hikayeleri heyecan veriyor. 50 yıldır, yarım asırlık profesörler. Bu yaşlarında da bu heyecanı sürdürdüklerini yakından biliyorum. Kendilerine milletimiz adına şükranlarımızı sunuyoruz. Çok daha uzun ömürler diliyoruz," dedi.

 

Törende, Limantepe Kazısı Başkanı Prof.  Hayat Erkanal’a da şükran plaketi verildi.

Hürriyet, 10.02.2011

49 PARÇA TARİHİ ESER ELE GEÇİRİLDİ

 

Kocaeli'nin İzmit İlçesi'nde 49 parça tarihi eser ele geçirildi, 5 kişi gözaltına alındı.

 

Edinilen bilgiye göre, Kocaeli Emniyet Müdürlüğü Önleyici Hizmetler Şube Müdürlüğü ekipleri, rutin kontrolleri sırasında D-100 Karayolu Karabaş Mahallesi'nde durumundan şüphelendiği 68 AP 373 plakalı bir minibüsü durdurdu.

Minibüste yapılan aramada, Roma ve Doğu Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen 26 adet gümüş sikke ile madeni at heykelciği, metal at başı figürlü halka, metal erkek heykelciği, metal kadın heykelciğinden oluşan toplam 49 parça tarihi eser ele geçirildi.

 

Minibüsteki Tuncer K, Murat E, Atilla S, Zeki Resul A, Mustafa Ç, gözaltına alındı.

Zanlıların, tarihi eserleri satmak amacıyla Aksaray'dan Kocaeli'ne getirdikleri bildirildi.

Akşam, 10.02.2011

İSTANBUL'UN MÜZELERİ PARA BASIYOR

 

Her köşesinde, kucak açtığı medeniyetlerin izlerini taşıyan ve 8500 yıllık tarihiyle göz kamaştıran İstanbul'un müzeleri ve tarihi mekanlarını geçen yıl ziyaret eden 11 milyon 661 bin 624 kişi, yaklaşık 90 milyon lira gelir bıraktı.

AA muhabirinin derlediği bilgiye göre, başkentlik yaptığı Roma, Bizans ve Osmanlı imparatorluklarının tarihi eserlerine ev sahipliği yapan İstanbul'a geçen gelen yıl 6 milyon 960 bin 980 turist geldi.

Her yıl milyonlarca yerli ve yabancı turistin yanı sıra Türkiye'ye resmi ziyarette bulunan cumhurbaşkanı, devlet başkanı, başbakan ile diğer yetkililerin de uğramadan gidemedikleri İstanbul'un saray ve müzelerini geçen yıl toplam 11 milyon 661 bin 624 yerli ve yabancı turist gezdi.

Osmanlı İmparatorluğu'nun yönetim sarayı ve hanedanlık ikametgahı olarak 19. yüzyıla kadar 380 yıl kullanılan ve bu döneme ilişkin emsalsiz tarihi eserlerin sergilendiği Topkapı Sarayı Müzesi, yine en çok ziyaret edilen müze oldu. Müzeyi bir yılda 3 milyon 588 bin 730 turist ziyaret ederken, 30 milyon 642 bin 891 lira gelir elde edildi.

Topkapı Sarayı Müzesinden sonra ziyaret edilen ikinci eser ise dünya mimarlık tarihinin günümüze kadar ayakta kalmış en önemli anıtları arasında yer alan Ayasofya Müzesi oldu.

916 yıl kilise, 481 yıl cami olarak işlevini sürdüren Ayasofya'yı da 2 milyon 952 bin 768 kişi gezdi. Ziyaretlerden 26 milyon 647 bin 825 lira gelir sağlandı.

Türk ve İslam Eserler Müzesi'ne 81 bin 970 kişinin ziyareti 633 bin lira, Hisarlar Müzesi Müdürlüğüne bağlı birimlere 72 bin 122 kişinin ziyareti 166 bin 100 lira gelir getirdi.

İstanbul Arkeoloji Müzeleri'ni geçen yıl 307 bin 670, Yıldız Sarayı Müzesi'ni de 38 bin 735 kişi gezdi.

YEREBATAN SARNICI REKOR KIRDI
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş'ye bağlı müzeler, ziyaretçi ve elde edilen gelir açısından 2010 yılında rekor kırdı.

Sultanahmet'te bulunan ve 542 yılında Bizans İmparatoru Justinyen tarafından At Meydanı'nın diğer tarafında bulunan Büyük Saray'ın su ihtiyacını karşılamak üzere yaptırılan Yerebatan Sarnıcı'nı 2009 yılında 1 milyon 512 bin, 2010 yılında 1 milyon 784 bin kişi ziyaret etti.

Ziyaretlerden 2009 yılında 10 milyon 749 bin 85, 2010 yılında ise 13 milyon 788 bin 265 lira gelir elde edildi.

Antik çağdan Bizans'a, Selçuklu'dan Osmanlı'ya 120 mimari eserin 1/25 oranında küçültülerek yapılmış maketlerinin sergilendiği Miniatürk'ü, 2009 yılında 684 bin 105, 2010 yılında 744 bin 42 kişi ziyaret ederken, ziyaretler 2009 yılında 1 milyon 831 bin 566, 2010 yılında 2 milyon 347 bin 430 lira gelir sağladı.

İstanbul'un fethini 557 yıl sonra yeniden yaşatan ve dünyadaki benzerlerinden tam panoramik özelliği ile ayrılan Panorama 1453 Tarih Müzesi'ni 2009 yılında 705 bin 102, 2010 yılında 967 bin 84 kişi gezdi. Müzeye ziyaretler 2009 yılında 1 milyon 582 bin 457, 2010 yılında 2 milyon 225 bin 607 lira gelir getirdi.

MİLLİ SARAYLARI 2010 YILINDA 1 MİLYON 124 BİN KİŞİ GEZDİ
TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı'na bağlı bulunan saray, köşk ve kasırlar, 2010 yılında yerli ve yabancı ziyaretçilerin yoğun ilgisiyle karşılaştı.

Bu dönemde tarihi mekanları yerli ve yabancı toplam 1 milyon 124 bin 503 ziyaretçi gezdi ve bu ziyaretçilerden 11 milyon 667 bin lira gelir elde edildi.

Osmanlı İmparatorluğunun son dönem yapılarından olan ve devletin yönetildiği, padişahın yaşadığı üçüncü saray olarak 1856 yılında açılan Dolmabahçe Sarayı'nı, 318 bini yerli ve 518 bini yabancı olmak üzere toplam 836 bin kişi gezdi. Beylerbeyi Sarayı ise 93 bini yabancı ve 104 bini yerli olmak üzere toplam 197 bin ziyaretçiyi ağırladı.

Yıldız Şale Kasrı, Küçüksu Kasrı, Maslak Kasrı, Aynalıkavak Kasrı, Ihlamur Kasrı, Florya ve Yalova Atatürk Köşkü'nü ise 2010 yılı genelinde toplamda 92 bin yerli ve yabancı ziyaretçi gezdi.

Geçen yıl içinde toplamda 509 bin yerli, 615 bin yabancı ziyaretçinin ziyaret ettiği Milli Saraylarda, 10 milyon 337 bin 312 lirası Dolmabahçe Sarayı'ndan olmak üzere toplam 11 milyon 667 bin TL ziyaret geliri elde edildi.

Bugün, 10.02.2011

ZEUS TAPINAĞI KORUMA ALTINDA

 

 

Mersin'in Silifke İlçesi'nde, Saray Mahallesi'nde yer alan Zeus Tapınağı, çevre düzenleme projesi kapsamında tel çitle çevriliyor.

 

Silifke Müze Müdürlüğü'nün Zeus Tapınağı'nın koruma altına alınması için Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kuruluna yaptığı başvuru kararının olumlu olduğu, Zeus Tapınağı Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın sağladığı ödenekle tel çitle çevrilme işlemine başlandığı bildirildi. Daha önce araçların park ettiği, vatandaşların gelişi güzel kullandığı ve tahrip ettiği Zeus Tapınağı tel çitler sayesinde birçok dış etkende de korunmuş olacak.

 

Zeus Tapınağı hakkında bilgi veren Silifke Müze Müdürü İlhame Öztürk, "Zeus Tapınağı'nda 1980-1984 yılları arasında kazı çalışmaları yapılmıştır. Burada bulunan bazı parseller Bakanlığımızca kamulaştırılmıştır. İlçe merkezinde olması nedeniyle her an ziyaret edilebilen bir konumdadır. Göksu ve Limonlu nehirleri arasında kalan bölgede Yunan tanrılarının en büyüğü olan Zeus geniş bir tapınım görmüştür. Zeus mutluluk ve refah getiren bir tanrı işlevindedir. Hakka dayanan insanca bir düzenin kurucusu ve koruyucusu sayılır. Bölgede adına yapılmış çok sayıdaki Tapmaktan biri Silifke merkezde yer alan tapmaktır. Tapınak MS 2. yüzyıla tarihlenmektedir. Halkın günlük ibadetleri için inşa edilmiştir. Tapınak kiliseye dönüştürülmesi esnasında çok büyük ölçüde tahrip görmüştür. Çünkü genel bir kural olarak tapınağın kapanmasının ardından kefaret ve arınma törenleri yapılırdı. Haç takılarak kötü ruhlar çıkarılırdı. Şeytan çıkarma binanın temellerine kadar tamamen yıkılmasına kadar gidebilirdi" dedi.

Mersin Kent Haber, 09.02.2011






DERVİŞ HÜCRELERİ ESKİYE DÖNDÜ

 

     

 

Konya İl Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Çıpan, bu yıl yapılacak restorasyon çalışmalarında Mevlana Müzesi Kubbe-i Hadra'nın çinilerinin ve zemin döşemelerinin yenileneceğini, kalem işi süslemelerin sağlamlaştırılacağını söyledi.

 

İl Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Çıpan, Müdür Yardımcısı Mehmet Yünden ve Müze Müdürü Naci Bakırcı ile birlikte Mevlana Müzesi'nde düzenlediği basın toplantısında yapılan çalışmalar hakkında bilgi verdi. Mevlana Müzesi'nin yıllık 2 milyonu aşan ziyaretçisiyle sayısıyla Topkapı Müzesi'nden sonra en çok turist alan ikinci müze olduğunu hatırlatan Çıpan, müzeyi aslına uygun hale getirmeyi hedeflediklerini bildirdi. Çıpan, "Geçen yıl Derviş Hücrelerinin restorasyonu tamamlandı. Hücreler 16. yüzyıldaki haline dönüştürüldü. 5 hücrenin geçici teşhiri yapıldı.

Mevlana Müzesi Gülbahçesi'nde 6 normal, 1 engelli turnikeli giriş kapısı yapıldı. Ziyaretçilerin giriş kapısı önünde beklemesi ve Türbe'nin girişinde yığılmaların önüne geçilmiş olundu. Çıkış kapısı doğu yönüne yapıldı. Bu kısımda müze ve Konya'yı tanıtıcı eselerin satıldığı mağaza hizmete sokuldu. Sesli Rehberlik Hizmeti, 8 dilde hazırlandı. Ziyaretçiler 3 TL karşılığında yararlanmaktadırlar" dedi.

 

Bu yıl müzede restorasyonun devam edeceğini kaydeden Çıpan, "Mevlana Müzesi Kubbe-i Hadra'nın çinilerinde bozulmalar bulunmaktadır. Türbenin çinilerinin yenilenmesi çalışmaları yapılacak. Türbenin iç kısmında bulunan kalem işi bezemelerde dökülmeler bulunmakta. Bu kalem işi süslemeler yerinde sağlamlaştırılacak. Müze ön bahçesinde zemin döşemeleri yenilecek. Mescitte statik sorunların tespiti için Hareket İzleme Sistemi kurulacak. İhalesi önümüzdeki günlerde yapılacaktır" diye konuştu.

 

Çıpan, beraberindekilerle birlikte Mevlana Müzesi'nde restorasyon çalışması biten yerleri gezdirdi.

Konya Kent Haber, 08.02.2011

MARDİN MÜZESİ'NDE ENVANTER ÇALIŞMASI

 

Mardin Müzesi Müdürü Nihat Erdoğan, müzede bulunan 56 bin eserin envanterini yeniden çıkaracaklarını söyledi.

 

Erdoğan, Aa muhabirine yaptığı açıklamada, müzede 12 bin arkeolojik, etnografik, 44 bin de sikke ve benzeri eser bulunduğunu, 7 uzman tarafından müzede bulunan eserlerin envanterlerinin yeniden çıkarılması için çalıştıklarını belirtti.

 

Müzede 56 bin eser bulunduğunu ifade eden Erdoğan, şöyle konuştu: “Bu eserlerin bin 500 kadarını sergiliyoruz. Geri kalan eserler ambarda bekletiliyor. Bu yıl 7 uzman ekibimizle müzemizde bulunan bütün eserlerin envanterlerini çıkarma çalışmalarına başladık. Önümüzdeki yıl bütün eserlerin envanterini tamamlamayı hedefliyoruz. Müze binasının hemen arkasında restorasyonu devam eden etnografya müzesinin tamamlanması ile bütün eserlerimizi sergileme imkanına kavuşacağız. Mardin Müzesi'ndeki eserler, Neolitik, Kalkolitik, Asur, Roma, Bizans, Artuklu ve Osmanlı dönemine aittir. Tasnif edilecek eserler dijital ortamda, bilimsel anlamda yayın haline getirilecek. Envanter çalışmalarımız tamamlandığında tasnif edilecek eserler dijital ortama taşınacak. Dünya müzecilik anlayışı farklı boyutlara ulaştı. Dijital ortamda dünyanın öbür ucundaki müzelerde bulunan eserleri incelemek ve bilimsel anlamda araştırma yapmak mümkün. Bölgemizde yapılan kazılarda çok sayıda değerli eser ortaya çıktı. Ilısu Barajı kazılarında İsa’dan önce 3 bin yılına ve sonrası dönemlere ait çıkan eserler müzeye zenginlik kattı. Kazılarda ortaya çıkan eserler bölgenin de bilimsel tarihine ışık tutacak.”

haberler.com, 08.02.2011

BAKAN GÜNAY: EFES İLE İLGİLİ ÖNEMLİ YOL KATETTİK

 

Ege'nin en önemli turizm merkezlerinden biri olan Efes antik kenti ile yürütülen çalışmalara önem veren Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, geline son nokta ile ilgili bilgi verdi. Bakan Günay, "Efes'in ışıklandırılmasında ve gece ziyaretlerine açılmasında önemli mesafe kat ettik. Çalışmalar tüm hızıyla devam ediyor. Bir problem yok" dedi. Günay, Efes antik kenti ile Meryem Ana Evi arasına kurulması düşünülen 5 kilometrelik teleferik hattına ise sıcak bakmadığını dile getirdi. İzmirli turizmcilerin Travel Turkey İzmir 2010 Turizm Fuarı ve Konferansı'nın açılışında kendisine sunduğu projeyle ilgili konuşan Günay, "O bölgedeki tarihi ve doğal güzelliklerin mutlaka korunması gerekiyor. Bu nedenle 5 kilometrelik teleferik hattının orada doğaya ve tarihe zarar vereceğini düşünüyorum" dedi. Kültür ve Turizm Bakanlığı antik kentin gece de ziyaret edilmesine olanak sunacak şekilde ışıklandırması sağlayacak projeyi 2011 yılı içinde tamamlamayı hedefledi.

Yeni Asır, Haber: Zafer Şahin, 08.02.2011

KAMBOÇYA İLE TAYLAND ARASINDA TAPINAK SAVAŞLARI ÇIKTI

 

 

Tayland ile Kamboçya, tartışmalı sınır bölgesinde bulunan ve UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan bir Hindu tapınağı yüzünden birbirine girdi.

 

6 günde 12 bin kişinin bölgeyi boşaltmasına, 85 kişinin yaralanmasına, 11 kişinin de ölümüne yol açan çatışmalarda en çok zarar gören ‘taraf’lardan biri de 11. yüzyılda inşa edilmiş olan Preah Vihear tapınağının kendisi oldu.


Çatışmanın fitilini, Taylandlı aşırı milliyetçi vekillerin, Kamboçya’ya ait olan, ancak Tayland’ın da üzerinde hak iddia ettiği tapınağı ziyaret etmek üzere sınırı izinsiz olarak geçme suçuyla tutuklanmalarının ateşlediği düşünülüyor. Güvenlik uzmanları, çatışmanın uyarı ateşi açılmasıyla başlamış olabileceğini söylerken, her iki taraf da ilk ateşi karşı tarafın açtığını savunuyor.


Diğer yandan, Kamboçya hükümeti Taylandlıların da kutsal saydığı bölgeye ülkenin bayrağını dikip “Burası Kamboçya” yazılı bir levha yerleştirince gerginlik iyice tırmandı. Kamboçya Başbakanı Hun Sen, Taylandlı mevkidaşı Abhisit Vejjajiva’yı ‘savaşa susamış’ diye nitelerken, Tayland Dışişleri Bakanlığı da Tayland’ın ‘toprak bütünlüğü ve bağımsızlığının’ Kamboçya tarafından ihlal edildiğini savundu. Dün sınır bölgesi sakin görünse de iki tarafın askerleri teyakkuz halindeydi. Olaya el atan BM’nin atmosferi yatıştırmak için Tayland ile Kamboçya arasında tampon bölge kurması beklenirken, UNESCO da tartışmalı tapınağa bir heyet gönderecek.


Uluslararası Adalet Divanı, 1962’de tapınağın Kamboçya’ya ait olduğuna karar vermiş, ancak son çatışmaların yaşandığı 4.6 kilometrelik bölgenin kime ait olduğunu bir karara bağlamamıştı.

Milliyet, 08.02.2011

PICASSO'NUN TABLOSUNA 40 MİLYON DOLAR

 

Ünlü ressam Pablo Picasso'nun bir tablosu 40,2 milyon dolara satıldı.


Londra'daki Sotheby's müzayede salonunda yapılan açık artırmada, Picasso'nun genç aşığı Marie- Therese Walter'ı tasvir ettiği "La Lecture" adlı tablosu, açık artırmaya telefonla katılan ve adı açıklanmayan bir koleksiyoncu tarafından satın alındı.

Müzayede öncesinde 1932 tarihli tablonun 29 milyon dolara alıcı bulması bekleniyordu.

Cnn Türk, 08.02.2011

SAHTE SİKKE!

 

 

Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi ekipleri tarafından gerçekleştirilen bir operasyonda "çok iyi taklit" edilmiş 188 adet sahte sikke ele geçirildi.

Operasyonla ilgili polis açıklaması şöyle: "Malatya Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğümüz görevlilerince 08.02.2011 günü yapmış oldukları çalışmalar neticesi ilimiz merkezinde durumundan şüphelenilen iki şahıs üzerinde ve eşyalarında yapılan aramada toplam 188 adet İslami dönem özelliklerini yansıtır Sikke ele geçirilerek 2 şüpheli şahıs hakkında 2863 SKM (Kültür ve Tabiat Varlıkları Kanununa Muhalefet) suçundan tahkikata başlanılmıştır.





Belirtilen sikkelerle ilgili olarak ilimiz Müze Müdürlüğü ile yapılan yazışmalar neticesinde alınan Ekspertiz raporunda, ele geçirilen sikkelerin pirinç malzemeden yapıldığı ve altın olmadığı, sikkelerin İslami dönem özelliğini yansıtır tarzda çok iyi taklit edilmiş olduklarını, bu özelliklerinden dolayı kişi ve kurumları yanıltma – kandırma payının yüksek olduğu görüş ve kanaati bildirilmiştir.

Konu ile ilgili olarak düzenlenen ekspertiz raporundan da anlaşılacağı üzere tarihi eser görünümlü taklit malzemelerle vatandaşlarımızı kolay para kazanma vaadiyle kandıran bu tür şahıslara itibar edilmemesi ve kanun karşısında suçlu duruma düşülmemesi için bu tür durumlarla karşılaşılması halinde 155 Polis İmdat hattının aranması vatandaşlarımızın menfaatine olacaktır."

Malatya Haber, 08.02.2011

OSMANLI-TÜRK ESERLERİ YENİLENMEYİ BEKLİYOR

 

 

Macaristan'ın Pecs kentindeki tarihi Osmanlı-Türk eserlerinin yenilenmesini gerektiği bildirildi.
Macaristan Haber Ajansı (MTI) tarafından duyurulan haberde, 16. yüzyılda inşa edilen Yakovalı Hasan Paşa Camii'nin minaresinin bir an önce yenilenmesi gerektiği, aksi takdirde yıkılabileceği belirtildi.


Tarihi Osmanlı-Türk eserleri ile ilgili olarak açıklamada bulunan Macaristan Ulusal Tarihi Eserler Kurumu müdür yardımcısı Tereza Bardi, Pecs şehrinde bulunan tarihi Türk eserlerinin yenilenmesi ve korunması için gerekli maddi imkanlarının bulunmadığını söyledi. Macar yetkili Bardi, bu eserler arasında Gazi Kasım Paşa Camisi ve Yakovalı Hasan Paşa Camisi'nin yenilenebildiğini, ancak Yakovalı Hasan Paşa Camisi'nin minaresinin bu yıl içinde yenilenmesinin kaçınılmaz olduğunu kaydetti.


Bardi, 16. yüzyılda şehrin merkezinde yapılan tarihi Türk Hamamı'nın da koruma altına alınması gerektiğini belirterek, devamlı olarak AB'den bu eserlerin korunması için maddi destek istediklerini, ancak gerekli yardımı alamadıklarını açıkladı.

Türkiye Gazetesi, 08.02.2011

936 PARÇA ROMA-BİZANS DÖNEMİ TARİHİ ESER ELE GEÇTİ

 

 

Yozgat İl Jandarma Komutanlığı ekipleri tarafından düzenlenen operasyonda, 936 parça tarihi eser ele geçirildi.


Edinilen bilgiye göre Yozgat İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, Sorgun İlçesinde esnaflık yapan Razaman C. (53) ile Hamdi A.'nın (33) Çekerek İlçesi'ne bağlı Özükavak beldesinde bulunan Cemil A. (57) ile tarihi eser alışverişi yapacağı ihbarını aldı. Harekete geçen jandarma, 66 LL 059 plakalı otomobil ile Çekerek İlçesi'ne hareket eden Ramazan C. ve Hamdi A.'yı takibe aldı. Takibi Özükavak beldesine kadar sürdüren jandarma, Cemil A. ile buluşan şahısları pazarlık yaparken suçüstü yaptı.


Zanlılar gözaltına alınırken, otomobildeki aramada Hitit, Roma, Bizans dönemlerine ait 751 adet sikke, çeşitli sayılarda ve dönemlere ait çömlek, bronz şamdanlık, metal eserler, boynuz, metal kaplar, yüksük, haç, süs eşyaları, insan ve hayvan figürleri, toka, bilezik ile boncuk olmak üzere toplam 936 parça tarihi eser ele geçirdi.


Ele geçirilen tarihi eserler Yozgat Müze Müdürlüğü'ne teslim edilirken, zanlılar sorguları tamamlandıktan sonra adliyeye sevk edilecek. 1985 yılında kurulan Yozgat Müzesi tarihinde, bir kaçakçılık operasyonunun ardından ilk kez bu kadar çok sayıda tarihi eser teslimatı yapıldığı bildirildi.

Türkiye Gazetesi, Haber: Ömer Ertuğrul, 08.02.2011




İŞTE CENNETİN KAPISI!

 

 

Denizli’nin Eskihisar Köyü yakınlarındaki Laodikya antik kentinde yıllardır kazı çalışmaları yürüten Pamukkale Üniversitesi’nden Prof.Dr. Celal Şimşek, Hıristiyan alemini yakından ilgilendiren ve İncil’de de adı geçen kiliseyi gün ışığına çıkardıklarını açıkladı. 4’üncü yüzyılda yapıldığı tespit edilen kilise, 'yeraltı radar taraması' sırasında tespit edildi. Laodikya Kazı Başkanı Prof. Şimşek, kilisenin 8 ayak üzerine oturtulmuş olduğunu ve 2 bin metrekarelik bir alanı kapladığını belirtti.

 

Birçok bölümün bulunduğu kilise, gün yüzüne çıkartılan bölümleriyle de orijinalliğini koruyor. Bunlardan biri, kilisedeki vaftiz havuzu. Prof. Şimşek, şu açıklamalarda bulundu:

"2010 yılının en önemli buluntusu Anadolu’da kutsal 7 kiliseden biri olarak kabul edilen Laodikya Kilisesi’nin tespit edilmesidir. İlk olarak İmparator Konstantin zamanında Milano Fermanı’yla MS 312-313 yıllarında Hıristiyanlığın serbest bırakılması ve arkasından yapılan bu kilise, Hıristiyanlık dünyası için çok büyük bir önem taşımakta. Çünkü orijinal yapısıyla ve bozulmadan ortaya çıkarılan ve en sağlam olarak ele geçen önemli bir kilise yapısı. Kilisenin vaftiz yapılan bölümü çok orijinal. Buraya özel yapılan bir koridorla geçiliyor. Kilise, Hıristiyanlar için bir hac yeri ve cennetin kapısını oluşturuyor. Buluntunun bölge turizmine de katkı yapacağını umuyoruz."

Habertürk, Haber: Hacı Selamoğlu, 08.02.2011

NEANDERTALLER HAYATTA KALAMADILAR, ÇÜNKÜ...

 

Bilim insanları modern insanın Neandertal insana göre daha çevik ayaklara sahip olduğunu ortaya koydu. Bunun modern insan hayatta kalmayı başarırken, neandertallerin bunu neden başaramadığını açıklayabileceği belirtiliyor.  ABD Tuscon'daki Arizona Üniversitesi'nden araştırmacılar, sekiz atletin Aşil tendonlarının uzunluğunu inceledi. David Raichlen önderliğindeki bilim ektibi, gönüllülerin ayak bileklerinin MRI'larını çekti ve her sporcunun bir koşu bandı üzerindeyken tendonun depoladığı enerji miktarını inceledi.

Kısa tendonları olanların, her uzun adımda daha az enerji kaybettiği ve teorik olarak yorulmadan daha fazla koşabilecekleri tespit edildi. Neandertal iskeletlerini inceleyen uzmanlar, Neandertallerin topuk kemiklerinin bizimkilerden daha uzun olduğunu ve bu yüzden çok uzun mesafeler koşamadıklarını belirledi.

Milliyet, 08.02.2011

BAKAN ÖNÜNDE AYASOFYA TARTIŞMASI

 

Ayasofya'nın dış cephe sıvasının kazınması sebebiyle tarihi yapının çürümeye terk edildiğine yönelik SABAH'ın haberinin ardından, bilim adamları tarihi mekanda olağanüstü bir toplantı gerçekleştirdi. Toplantıya Kültür ve Turizm Bakanı da bizzat başkanlık etti. Toplantıya, İstanbul İl Kültür Müdürü , 4 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu üyeleri, Rölöve Anıtlar Müdürlüğü görevlileri ve Ayasofya Bilim Kurulu üyelerinden oluşan yaklaşık 20 kişi katıldı. Ayasofya Başkanı Haluk Dursun da heyete ev sahipliği yaptı.

Bir süre Ayasofya bahçesindeki Sıbyan Mektebi'nde görüşme yapan heyet daha sonra Bakan Günay ile birlikte Ayasofya'da incelemeler yaptı. İnceleme sırasında tarihi yapıda izinsiz sıva kazısı yaptırdığı belirtilen Bilim Kurulu üyeleri ile 4 numaralı kuruldan bazı üyeler tartıştı. Sıvaların kazınmasına yönelik karar alan Bilim Kurulu üyeleri Ayasofya duvarlarında kalan tuğlaların su geçirmeyeceğini savunurken, koruma kurulundan bazı üyeler bu görüşe karşı çıktı ve tarihi yapının Osmanlı döneminden bu yana sıvalı olduğunu söyledi. Bakan Günay'ın önünde yaşanan tartışmanın hararetlenmesi üzerine, korumalar programı takip eden SABAH ekibini uzaklaştırdı. Ayasofya'da yapılan izinsiz sıva kazısıyla ilgili sorularımızı yanıtlayan Kültür ve Turizm Bakanı, konuyla yakından ilgilendiğini söyledi. Ertuğrul Günay bu toplantının da konuyu değerlendirmek üzere tertiplendiğini, kendisinin de toplantıya bizzat katılmak istediğini kaydetti. Bilim adamlarının konuyu enine boyuna masaya yatıracaklarını belirten Bakan," Bu iş doğru mu yanlış mı, bu, karara bağlanacak. Bilimsel bir ciddiyetle çalışmak zorundayız. Ayasofya bizim için çok özel bir mekan, konuyu inceleyip en doğrusu neyse onu yapacağız" diye konuştu. Bakan Günay'ın 4 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu üyelerine de "Pazartesi günü (bugün) toplanın ve bu sorunu çözün" talimatını verdiği öğrenildi.

Ayasofya'da gerçekleştirilen incelemenin ardından bir rapor hazırlanması bekleniyor. Tarihi yapıda izinsiz kazı yapıldığı yönünde rapor tanzim edilirse kazıya müsaade ettiği belirtilen Ayasofya Bilim Kurulu üyeleri ve yönetimi hakkında savcılığa şikayette bulunulacak. İstanbul İl Özel İdaresi İmar Yatırım ve İnşaat Daire Başkanlığı raporunda, Ayasofya'nın dış yüzey sıvalarının kazınması ile ilgili resmi bir izin alınmadığına ve kazıma işleminin tarihi yapıyı dış tehditlere karşı korumasız bıraktığına dikkat çekilmişti.

Sabah, Haber: Nazif Karaman, 07.02.2011

TARİHİ YARIMADA'NIN 8 CAMİSİ AZ RİSKLİ

 

Yıldız Teknik Üniversitesi (YTÜ) Mimarlık Fakültesi öğretim üyeleriyle araştırma görevlileri, 5.5 yıl boyunca Tarihi Yarımada'daki onlarca yapının afet risk düzeyini inceledi. İlk aşamada sonuçları çıkan 8 tarihi eserin "az riskli" olduğu görüldü. Firuzağa Camii, Bali Paşa Camisi, Atik Ali Zincirlikuyu Camisi "risksiz"ken, Davut Paşa, Atik Ali, Çemberlitaş, Murat Paşa, Cerrah Mehmet Paşa ve Hekimoğlu Ali Paşa camileri ise az riskli çıktı. YTÜ Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Görün Arun yönetiminde Araştırma Görevlisi Meltem Vatan Kaptan tarafından "Anıtsal Yığma Yapıların Risk Düzeyinin Tespiti" çalışması yapıldı. Kaptan, uzman olmayanların da anlayacağı bir 'yapı tespit formu' geliştirdi. Mühendis ile mimarlık öğrencilerinden oluşan en az ikişer kişilik ekipler, yapıları tek tek dolaşıp bilgi topladı. Formda yer alan yapının eni, boyu, tek mi çok mu parçalı olduğu, eğimi, yüzey kararması bulunup bulunmadığını gibi sorulara yanıt arandı.

Kaptan, her bir yapı için elde edilen 60 sayfalık veriyi, geliştirdiği web tabanlı veri tabanına işleyip, otomatik olarak risk düzeyinin hesaplanmasını sağladı. Puanlar birkaç dakikada 'risk yok', 'az riskli', 'orta riskli', 'riskli' ve 'yüksek riskli' olarak sınıflandırıldı. Yapı tespit formunun işlerliği farklı ekiplerle denenerek ortak sonuçlar alındığında sağlandı. Kaptan, "Kullanılan malzeme, geometrisi, yapım şekli ve çatlak durumuna göre puanlar verdik. Bilgileri de tek tek bilgisayar programına işledik" dedi. Prof.Dr. Görün Arun "Kültür Bakanlığı bu verileri, yöntemleri kullanarak ekipler oluşturabilir. Risklere karşı uzmanlardan önlem alınması istenebilir. Türkiye'de ilk kez böyle bir çalışma yapılıyor."

Projeye, YTÜ Bilimsel Araştırma Projeleri Koordinatörlüğü'nün dışında, İstanbul Araştırmaları Enstitüsü, Suna - İnan Kıraç Vakfı da destek verdi. Kaptan, yöntem ve sonuçlarını Politecnico di Milano Üniversitesi, İtalya'daki Padova Üniversitesi ve İngiltere'deki Bath Üniversitesi'ndeki öğretim üyelerine anlattı.

 

Meltem Vatan Kaptan, projenin önemiyle ilgili şunları söyledi: "Bu yapılar için en büyük tehdit deprem. Ancak tarihi yapıların değerlendirilmesine ilişkin yöntemler yaygın değil. Verilerin elde edilmesi uzmanlık gerektiren, uzun zaman alan ve yüksek bütçeli çalışmalardır. Buna ne zaman ne de uzman sayısı yeter. Uzman olmayanların da anlayıp doldurabileceği bir form şekillendirdik. Veri toplama işi, kısa süreli eğitim görmüş mimar, mühendis ve ilgili alandaki öğrencilerce yapılarak koruma uzmanlarına zaman kazandırılabilir."

Sabah, 07.02.2011

NOEL BABA'NIN KEMİKLERİ SIZLAYACAK

 

Dünyanın en değerli kumsallarından birini barındıran ve üç ayrı koruma statüsü bulunan Kaş'a bağlı antik Patara kentine 400 villa yapılacak. Koruma imar planı çerçevesinde yapılacak olan villaların bir kısmının inşaatına başlanması bölgede tartışma yarattı. Uzmanlar, Patara'nın ikinci bir Side olacağını öne sürüyor.


Antalya'nın Kaş İlçesi sınırlarında yer alan antik Patara kenti, 18 kilometre uzunluğundaki kumsalıyla dünyanın en iyi plajlarından birini barındırıyor. Bölge hem doğal hem de arkeolojik sit alanı olmasının yanında Özel Çevre Koruma Bölgesi olarak da üç ayrı koruma şemsiyesiyle korunmaya çalışılıyor. Ayrıca geçtiğimiz aylarda 34 Akdeniz ülkesini kapsayan uluslararası bir çalışmayla Patara sahip olduğu biyolojik çeşitliliğinden dolayı Önemli Doğa Alanı (ÖDA) olarak seçildi. Likya uygarlığına başkentlik yapan kent, Noel Baba olarak bilinen Aziz Nicolaus'un da doğum yeri. Patara'da yürütülen arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan ve 'dünyanın ilk demokratik meclisi' olduğu öne sürülen Likya Birliği Meclisi'nin (Bulevterion) restorasyon çalışmaları sürüyor. Bir süre önce Milli Saraylar Daire Başkanlığı'na devredilen antik yapı, TBBM'nin himayesinde 2011'de yapılacak 23 Nisan kutlamaları çerçevesinde dünya parlamento başkanlarının ağırlanacağı uluslararası bir toplantıya hazırlanıyor. Bölgede bu toplantı için hummalı bir çalışma yürütülüyor. Son beş yıldır Meclis Başkanları ve Kültür Bakanları sık sık bölgeyi ziyaret ederek çalışmalar hakkında bilgi alıp inceleme yapıyorlar.


Kısacası Patara, barındırdığı tarihi miras ve doğal değerleriyle bir dünyanın gözünün üzerinde olduğu bir bölge. 1980'lerden buyana da rant ve yapılaşma baskısıyla karşı karşıya bulunan bölgenin koruma amaçlı imar planı uzun süren çalışmalar ve tartışmaların ardından iki yıl önce onaylanarak uygulamaya konuldu.

 


Patara bölgesi önemli doğa alanı olarak seçilmişti

 

Ancak 2008 yılında hazırlanan Patara Koruma Amaçlı İmar Planı'nda yapımına izin verilen kooperatif villaları bölgede tartışma yarattı. Mimarlar Odası Antalya Şube Başkanı Osman Aydın, uluslararası bir toplantı için Likya meclisinin restorasyonunun sürdüğü bölgeye ikinci konut yapımının yanlış olduğunu söylerken, Patara Muhtarı Arif Otlu, "Patara henüz bakir bir yer, bu kadarlık yapılaşmayı kaldırır" dedi. Patara'da sekiz yıl planlama çalışmaları yapan Prof.Dr. Tunçer ise Patara'nın Side olma yolunda ilerlediğini söylüyor.


PATARA İÇİN KİM NE DEDİ
Prof.Dr. Mehmet Tunçer ( Şehir Yüksek Plancısı ve Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Bölüm Başkanı): Patara'nın bir önceki koruma amaçlı imar planını Kamutay Türkoğlu ile birlikte hazırlayan Şehir Yüksek Plancısı ve Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Bölüm Başkanı Prof.Dr. Mehmet Tunçer, Patara'daki kooperatiflere yapılaşma izni verilmesinin yanlış olduğunu belirterek, kazanılmış hak kavramının bu tür özel alanlarda geçerli olmadığını söylüyor. İnşaat izni verilen bölgede nekropol bulunduğunu ve 1. Derece Arkeolojik Sit Alanı olması gerektiğini söyleyen Tunçer, kooperatiflerin takas ya da kamulaştırma yoluyla başka alanlara nakledilmesi gerektiğinin altını çiziyor.
 

Sekiz yıl Patara'nın korunması için planlama çalışması yaptıklarını belirten Tunçer, 1997'de hazırladıkları plan raporları ve analizlerin, 1998 sonunda Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü'ne sunulduğunu ancak Kültür Bakanlığı'nın altı yıl süren uzun inceleme sürecinden sonra planı uygun bulduğunu anlattı. Tunçer, "bu dönem içinde Patara'da kaçak yapılaşmalar, yangınlar ve tahribatlar yaşandı. Plan biter bitmez de kooperatifler tarafından iptal davası açıldı" diye konuştu. 1996 ve 1997 yıllarında hazırlanan Patara Yönetim Planı'na da değinen Tunçer, bu planın uluslararası krediyle yapıldığını belirterek, "Patara'da halkın katılım toplantılarında bütün katılımcılar büyük bir coşku ile 'Patara'nın bir Side olmaması için elimizden geleni yapacağımızı' söylemiştik. Ancak şimdi Patara'nın yeni bir Side olma yolunda büyük bir hızla ilerlediğini görüyor ve üzüntü duyuyorum. Türkiye tüm değerlerini yok ederek kendini de yok ediyor!" ifadelerini kullandı.

 


Patara'da villa inşaatı

 

Osman Aydın (Mimarlar Odası Antalya Şube Başkanı): "Patara çok önemli bir yer. Buradaki yapılaşma bölgeye olan yapılaşma baskısını arttıracaktır. Bir yandan dünyanın ilk meclisini restore ediyoruz bir yandan da Patara'ya ikinci konut yapımına izin veriyoruz. Bırakın Patara'yı, hiç bir antik kente ikinci konut yapılmamalı. Bölgedeki kooperatiflere ait araziler kamulaştırılabilirdi. Patara'ya yapılacak olan villalar, Türkiye'nin en değerli villaları olacak. Kooperatif adı altında bir çok kişi villa sahibi olacak."


Arif Otlu (Patara- Gelemiş- Muhtarı): Patara ÖÇK içerisinde kalan ve Ova Beldesi sınırlarındaki alanda inşaatına başlanan villaların, 2008 yılında onaylanan koruma imar planı çerçevesinde yapıldığını belirten Patara Muhtarı Arif Otlu, bölgenin 18 uygulamasının Mart ayında ihale edildiğini anımsatarak, "En kısa zamanda da 18 uygulamasının sonuçları askıya çıkarılacak. Belki de bir iki ay sonra köyde de inşaatlar ortaya çıkacak. Burada yapılan inşaatlar gayet yasal" diye konuştu.
 

Patara'nın yapılaşmasına yönelik endişelerle ilgili sorumuza, "Endişesi olanlar mutlaka olacak tabii ki. Ancak buradaki imar planı koruma amaçlı olduğu için yapılacak olan yapılar planın şartlarına, mevzuatlarına uygun olacak. 700 metrelik alana, 70 metrekarelik konutlar yapılacak" yanıtını veren Muhtar Otlu, kaç konut yapılacağıyla ilgili sorumuzu da, "fazla değil, 350-400 arasında. Daha önceden bu kooperatiflerin 1000 konut yapma durumu vardı, imar planına göre bu biraz düşürüldü" şeklinde yanıtladı.

 


Patara'da 1980'li yıllarda inşaatına başlanan ancak durdurulan kooperatifler yeniden inşa edilecek

 

Patara'daki yapılaşma içerisinde turistik tesis ve otel bulunmadığının altını çizen Otlu, "Geçmişte kooperatifler, imar planındaki yapılaşma oranının yüzde beş değil de yüzde on olmasını istiyorlardı. Bu nedenle davalar açılmıştı. Neticede yüzde on oldu. Planda, kooperatiflere toplam 2 bin, köy için de bin nüfus öngörülüyor" dedi.
 

Patara'nın gelişme yönünden öne çıktığını vurgulayan Otlu, 2011 yılında Patara'daki Likya Birliği Meclisinde dünya parlamento başkanlarını bir araya getirecek olan uluslararası bir toplantı düzenleneceğini anımsatarak, "Bu nedenle Patara'nın çevresinin de gayet şık olması gerekiyor. Bunun için yolu granit taşla kaplamaya başladık. 11 bin metrekare granit küp taşı yapılacak" diye konuştu.
 

Yapılaşmanın Patara'yı olumsuz etkilemeyeceği görüşünü dile getiren Otlu, "Bu yapılaşmanın sıkıntı vereceğini zannetmiyorum. Patara henüz bakir bir yer, bu kadarlık yapılaşmayı kaldırır. Kalkan'da olduğu gibi İngilizlere villa pazarlama düşüncemiz yok. 20 yıldır sıkıntısını çektik, 21. yılda da bunun rahatlığını yaşayalım diyoruz. Koruma amaçlı imar planı olduğumuz için de genişleme şansımız çok zor. Ayrıca tapulu arazimiz yok. 2-B ve 1. Derece Sit'e takılıyoruz. 3 bin nüfus, 750 konut. Ben zannediyorum ki önümüzdeki günlerde diğer köylüler de rahatlayacaklar" ifadelerini kullandı.

 


Patara'da yapımına başlanan villalar kumsala yakınlığıyla dikkat çekiyor

 

Patara'da yapılacak olan konutlarda Kaş'taki eski yapıların model alınacağını belirten Otlu, "yapılarla ilgili tip proje istiyoruz. Bu konuda mimarlar odası, koruma kurulu gibi kurumların görüşlerini aldık. Buradaki bütünlüğü bozmayacak bir dokuda tip projeyle gidelim diyoruz. Likya Birliği'ne başkentlik yapmış, uluslararası bir toplantıya hazırlanan bir kentin köyü de o kente uygun olmalı diye düşünüyorum. Ben umutluyum. Hatta Patara'nın içinde ilk yapıyı da ben yapmak istiyorum. Neden derseniz, otuz yıllık bir yapım var ve bu yapı artık beni yıprattı" dedi.
 

Geçmişte bölgedeki yapılaşmaya ve çıkar çatışmalarına karşı sert muhalefetiyle bilinen kazı evinin bugünkü gelişmeleri nasıl değerlendirdiği yönündeki sorumuza da açıklık getiren Otlu, "Havva (Işık) Hocam bu konuda hem koruma kurulu başkanı hem de kazı başkanı olduğu için tamamen bu oluşumun içinde. Her şey onun kontrolü altında. Zaten kendisi ben ve müze görevlileriyle birlikte tamamen kontrol altında tutmaya çalışıyoruz. Patara bizim Patara'mız sonuçta. Konuşulan her neyse gerçek dışıdır. Biz Patara'yı şu salaş haliyle bile 20 yıl koruyabildiysek bundan sonra da koruruz. Buraya şakır şakır villalar değil de şartların elverdiği, imar mevzuatının elverdiği bir yapılaşma yapabilirsek o zaman Avrupa'ya da 'burası Patara'ymış' dedirtebiliriz" ifadelerini kullandı.

 


Villalar meclis binasına hakim tepeyi de kapsayacak

 

Ramazan Abalı (Otel işletmecisi-Patara): Patara'da 27 yıl öğretmenlik yaptıktan sonra emekli olan ve otel işleten Ramazan Abalı köyde 1980'lerin başından beri plan tartışmaları yaşandığını söylüyor. Mevcut yapıları onarmaktan bile korktuklarını belirten Abalı, "plan bizi memnun etmedi. Plana göre büyük arazisi olanlar konut yapabilecekken, 500 metrekare gibi küçük arazisi olanlar bu haktan yararlanamayacaklar" diye konuştu.


Planın öngördüğü 3 bin kişilik nüfus projeksiyonunu da yetersiz bulan Abalı, "bu plan gelecekte kaçak yapılaşmalarla delinir. Biz hem yaşayalım hem de koruyalım istiyoruz. Buna göre 4 bin nüfusluk bir yapılaşma daha gerçekçi olurdu" görüşünü dile getirdi.
 

1986 yılında Koruma Kurulu yerine, Antalya Bayındırlık ve İskan Müdürlüğü'ne başvuran Patara'daki kooperatifler, Bayındırlık Müdürlüğü'nün Antalya Müzesi'nden aldığı olumlu görüş üzerine inşaat izni almış ve bölgede 2 bine yakın konutun inşasına başlamıştı. Antalya İl İdare Kurulu Kararı ile verilen izni, dönemin Antalya Valiliği de onaylamış, kooperatif alanlarını içeren kesimler, "Toplu Konut Yerleşim Alanı" olarak kabul edilmişti. Ancak 1990 yılında koruma amaçlı planın koruma kurulunun eşgüdümünde yürütülmesi kararının ardından, inşaat ruhsatı işlemlerinin durdurulmasına ve sit alanları içerisindeki yapıların iki kattan fazlasının yıkılmasına karar verilmişti.
 

2008 yılında Antalya İl Özel İdaresi'nce yaptırılan Patara Koruma Amaçlı İmar Planı'na göre, köy merkezi ve çevresinde yüzde 15 yapılaşma izni verilirken, bu alandaki binaların iki katlı ve 6.5 metre yüksekliğinde olacağı belirtildi. Üç bölümden oluşan planın ikinci bölümünü kapsayan Tömler mahallesindeki yapılaşma ise yüzde 10 olarak belirlendi. Buradaki binaların iki katlı olmasına izin verilirken, kooperatif alanlarını kapsayan üçüncü bölümdeki yapılaşmanın yüzde 10 civarında, binaların ise tek katlı olmasının kararlaştırıldığı plan hükümlerine göre yapılacak her yapı için Antalya Anıtlar Kurulu'ndan izin alınması gerekiyor.


UZMANINDAN ÇARPICI PATARA YORUMU
Türkiye'nin önemli şehir ve bölge plancılarından biriyle gezdiğimiz Patara, uzman dostumuza göre özenle korunması gereken bir bölge ancak lokal değerlendirmeler ve kısa vadeli çıkarlar uğruna kurban ediliyor. Bölgenin koruma dengesi gözetilerek üst ölçekli planlarla ele alınması gerektiğini belirten akademisyen şehir plancısına göre, günümüzde yapılan koruma kullanma ve planlama çalışmaları, üst ölçekli planlardan yoksun olduğundan bir tür yasak savma anlamında ele alınıyor.
İsmini vermek istemeyen kamuda görevli bir şehir ve bölge plancısının Patara'ya yaptığı inceleme gezisinin ardından yaptığı kapsamlı değerlendirme şöyle:
 

"Cerahatlı bir yaraya sadece lokal anesteziyle müdahale edilebilir, kuşkusuz oradaki cerahat temizlenebilir ama kaynağı ortadan kaldırılmayan bir enfeksiyonun yeniden yayılma ve vücudu ateş altına alma, sarsma ihtimali her zaman gündemdedir. Burada da alınacak lokal tedbirlerden bir tanesinin reçetesi gibi görünen koruma imar planının amacı, tam da bu kelimeyle uygun olarak bir araç olarak kullanılıyor. Yani amaç gerçekten koruma mı yoksa koruma görüntüsü altında alanı parçalara bölüp işletmek mi? Amiyane tabirle 'pazarlamaya' açmak mı? Dolayısıyla biz plancılar meseleye 'planların kademeli birlikteliği' ilkesinden, planlı bir hiyerarşi bağlamında bakar, çözümleri de bunun içinde ararız.
 

Patara örneğinde baktığımızda, epeyce popüler hale gelmiş, rant ve piyasa değeri artmış; tarihiyle önündeki 18 kilometrelik kumsalıyla, o kumsalına belli mevsimlerde gelerek yumurta bırakan binlerce carettasıyla, bir zamanlar antik limana yataklık yapmış, şimdi bataklık haline gelmiş olan su havzasıyla; çok kıymetli ve gerek yerli halkın gerekse dışarıdan gelenlerin iştahını büyük ölçüde kamçılayan bir mekan haline geldiğini görüyoruz.


Böylesi bir mekanda bizatihi devletin, az önce ifade etmeye çalıştığım hiyerarşik bir planlama anlayışı içinde düzenlenmesi öngürülmeyen, bu anlamda planlanmayan bir bölgede, 'koruma planımızı yapalım, işimize bakalım' anlayışıyla bir anlamda kaderine bırakılmış olan yerlerden birisi gibi geliyor.

 


Restorasyonu süren Likya Birliği Meclisi

 

Burası için çok da hayalci olmamak gerektiğini düşünüyorum. Bugünden yarına 'koruma planı yapalım, işimize bakalım' eşiğine gelinmişken, bundan öteye gidip de yeniden merkezi planlama otoritesi tarafından farklı ilgili bakanlıkların eşgüdümüyle yapılacak üst ölçekli planların artık bir hayal olduğunu görüyorum. Çünkü bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de üst ölçekli merkezi planlama yok edilerek, havzalar parçalara bölünerek, yok edilerek onun iliğinin kemiğinin sömürülmesine dönüştü. Bu örnekte de böyle. Bundan böyle bölgenin kapsamlı bir bölgesel planlamaya tabi tutulacağı ihtimali çok zayıf.
 

Tarihle eşdeğer bir konumu bulunan böylesi yerlerin belki de son çeyrek yüzyıl içinde hızla tahrip olmanın ötesine geçerek yok edildiğini görüyoruz. Gelecek kuşaklara hiç değilse biraz daha fazlaca miras bırakabilmek, bugünün belki de çaresiz yaklaşımı.


PATARA NASIL KURTULUR?
Özellikle buradaki kaçak yapılaşmayı, kontrolsüz ilerlemeyi durdurabilmeyi sağlamak üzere koruma planında buna karşılık gelen bir kullanım hakkı vererek rahatlatılması gerekiyor. Yani yerel talepleri bir ölçek içine alarak ve bunları bir bölü bir uygulamalarda söz konusu olan konutsa, pansiyonsa, bütün bunları bir modelleme çerçevesinde sahaya oturtarak, sahayı bir maket gibi ele alarak köylü nüfusun barınmasını, istihdamını çözecek bir proje yaratmak.
 

İkincisi, dışarıdan gelen ve daha yüksek iştah katsayısına sahip olan talepleri mümkün olduğu kadar küçültmek, onları da aynı modelleme çerçevesinde biçimlendirmeye çalışmak ve aşırılıklardan kaçınmak. Yoğunluğun artmaması, sıkışık dokuların oluşmaması, doğal ve tarihsel çevreye verilecek tahribatın asgariye indirilmeye çalışılması. Altyapı yatırımlarının en sağlıklı ve ekonomik biçimde gerçekleştirilmesi. Yapılması düşünülen granit kaplama yolun oradaki alt yapı taleplerinden biri olması üzücü. Çünkü granitle kaplanan bir yola mı ihtiyacı var, yoksa bir yola mı ihtiyacı var Patara'nın. Bence ortalama standartları olan bir yola ihtiyacı var. Yöredeki tarihsel değerlerin karşılığı öylesine yüksek ki, Türkçedeki tabirle biricik, ünik.
 

Bölgeyi bir pazar, piyasa mekanizması değil, yaşayan bir müze kent olarak kurulmasının somut koşullarının yaratılması lazım. Yoksa burayı bir lunapark anlayışıyla gerçeküstü projelerin peşine takılıp da ham hayaller görmeden bölgesel bir kalkınma planının parçası olarak bu mekanı ele almak gerektiğine inanıyorum.
 

Gerekli hukuksal araçları kullanabileceğimi bilseydim, köyün nüfus projeksiyonunu dışında bir nüfusu buraya eklemlemezdim. 2 bin kişilik nüfusu buraya asla getirmezdim. Tarihsel sit alanının etki alanını hesaba katarak bunun içerisinde hiç bir yapılaşmaya kesinlikle izin vermezdim. Mutlak suretle buradaki yapılaşmayı çirkin güzel ayrımı yapmaksızın kazıyarak bu bölgeyi oradaki arkeologlarla başbaşa bırakırdım. Planlama bugün için değil, yüz yıl için yapılmalı. Gelecek bugünden planlanmalı.
 

Bugünkü haliyle baktığımda, kooperatiflerin tasfiye edilmesi, kooperatiflerin mülkiyetinde olan yerlerin imar planında kamuya kazandırılmasının plan notlarının oluşturulması, buna mukabil de kooperatiflerin de mağdur olmayacağı şekilde muadil kamu arazilerinden yer ihdas edilmesinin bu planın en önemli plan notlarından sayardım. Edinilmiş hak kavramı, bu tür bölgeler için söz konusu dahi edilmemeli. Yani 400 villa, çarpın dörtle beşle, 2 bin kişi müktesap hakkım var diyerek, keyif yapacak, rahat edecek diye sadece bu ulusun değil, artık bir dünya mirası olmuş bir yerin kurban edilmesinin doğru bulmadığımı söylemek istiyorum.
 

Yapılan restorasyonların özensizliğinin de alanın piyasa koşullarına göre düzenlenmesinin bir sonucu olduğunu düşünüyorum. Buradaki alan olağan bir turizm seyri içerisinde planlanmalı. Burayı bu şekilde olağanüstüleştirerek aslında orta ve uzun vadede değerini düşürüyorsunuz. Burayı farklı ve karmaşık bir sürecin malzemesi ya da kurbanı haline getiriyorsunuz. Bir süre sonra kaybettiğiniz Patara ve çevresini yeniden kazanma araçlarından yoksun kalacaksınız. Burayı spekülatif bir alan haline getiriyorsunuz. Buraya yerleştirilecek 3 bin nüfus, kendini katlayarak çoğalacaktır. Çünkü bu tür atraksiyonlar kendini katlayan bir etki yaratırlar.
Yerelden yükselen 'yıllardır biz buraya çivi çakamıyoruz' söylemlerine bir parmak bal çalmaktan ibaret bir çözüm olarak tasarlandığını görüyorum planı. Bu söylemin çok da doğru olmadığı Patara'daki yapılaşmadan da ortada."

Odatv, Haber: Yusuf Yavuz, 06.02.2011

 

******


"TÜRKİYE'DE ARKEOLOJİ BATAĞA SAPLANMIŞ"

 




Patara Bizim Grubu tarafından Kaş'ta düzenlenen panele Patara'daki villa inşaatları ve meclis binası olduğu söylenen antik yapıyla ilgili tartışmalar damgasını vurdu.

 

TTKD Antalya Şubesi, Çağdaş Hukukçular Derneği, Antalya Yurtsever Cephe, Alevi Kültür Derneği Konyaaltı Şubesi ve çok sayıda yurttaşın bir araya gelmesiyle oluşturulan Patara Bizim Grubu, Patara'daki villa inşaatları ve ilk meclis tartışmalarını masaya yatırdı. Panel sonunda bölgedeki sorunlarla bilimsel ve hukuki yönden mücadele etme kararı alındı.


Panele, Akdeniz Üniversitesi emekli öğretim üyesi Prof.Dr. Sencer Şahin, Türkiye Tabiatını Koruma Derneği (TTKD) Antalya Şube Başkanı Hediye Gündüz, arkeolog yazar Nermin Bayçin, avukat Bahattin Belen ve TTKD Kaş Sorumlusu Dr. Munise Ozan konuşmacı olarak katıldı. Panelde konuşan Prof.Dr. Sencer Şahin, 'dünyada demokrasinin uygulandığı ilk meclis' olduğu öne sürülen Patara'daki antik yapının odeion (müzikhol) olduğunu belirterek, Türkiye'de arkeoloji batağa saplanmış durumdadır' dedi.

Kaş'ta düzenlenen panelde konuşan TTKD Kaş Sorumlusu Dr. Munise Ozan, Patara'nın Özel Çevre Koruma Bölgesi (ÖÇK) olduğunu belirterek burada yapımına başlanan 400 villanın bölgenin biyolojik çeşitliliğine yapacağı olumsuz etkilere değindi. TTKD Antalya Şube Başkanı Hediye Gündüz de, Patara'da değerlerin reklam aracı yapılarak bölgenin ranta açıldığını öne sürdü. Antalya'nın doğusunda bulunan Side, Belek, Kemer ve Alanya gibi turizm alanlarının da yıllar önce aynı yöntemle pazarlandığını öne süren Gündüz, kamu yetkililerinin koruma konusunda kendilerine verilen sorumlulukları yerine getiremediklerini söyledi. Gündüz, Patara'daki gelişmeleri kamuoyunun gündemine getirerek mücadeleyi sürdüreceklerinin de altını çizdi.


2008 yılında onanan Patara Koruma İmar Planı'na değinen Arkeolog yazar Nermin Bayçin ise, planın öngördüğü yapılaşma oranının etkilerine dikkat çekti. Planın 3 bin nüfusu öngördüğünü belirten Bayçin, bunun Patara'ya ağır bir yük getireceğini söyledi. Daha önceki koruma amaçlı imar planında yüzde 5 yapılaşma oranı bulunduğunu ayrıca bölgenin ekoturizm yoluyla kalkınmasının öngörüldüğünü anlatan Bayçin, "bugünkü planın yapılaşmaya açtığı bölgeler eski planda 1. Derece Arkeolojik sit ve milli park olarak ayrılmıştı. Yeni plan Gelemiş Köyünün dışında bir uydu kent yaratıyor" dedi.

Çağdaş Hukukçular Derneği adına panele katılan avukat Bahattin Belen ise Patara'da yıllardır süren imar tartışmalarına değinerek, "Patara'daki imar planı kitabına uydurulmuş bir yapılaşmayı öngörüyor. Ancak geçmişte kitabına uydurulmadan yapılmış kaçak yapılar da var. Şimdi herkesin istediğini aldığı bir anlaşma imzalanmıştır. Yıllardır süren Patara'daki imar sorunlarının temelinde siyasi iktidarların sorun çözmek yerine süreçten rant elde etme çabaları yatıyor" diye konuştu. ÇHD olarak Patara'daki gelişmeler hakkında bilgi topladıklarını belirten Belen, görevini ihmal eden yetkililer hakkında hukuki sürecin de başlatılacağının altını çizdi.

Akdeniz Üniversitesi Eski Çağ Dilleri ve Kültürleri Bölümü eski Başkanı Prof.Dr. Sencer Şahin, buradaki yapıya 'demokrasinin ilk uygulandığı parlamento binası' demenin bilimsel açıdan hiç bir kanıtı olmadığını söyledi. Demokrasi kavramının MÖ VIII. yüzyılda Atina'da kurulan sistemin ürünü olduğunun altını çizen Şahin, bu dönemde ortada Patara diye bir kentin olmadığını söyledi. Antik yapının odeion (müzikhol) olduğuna dair epigramdan örnekler aktaran Şahin, 1992 yılında Patara'da yaptığı araştırmalar sırasında 'Likya Birliği Meclis Binası' olduğu öne sürülen yapı kalıntısının yakınında bulduğu yazıtı belge olarak gösterdi. Lydia’nın Tmolos kentinden Patara’ya gelip orada ölen Dionysios adlı bir mimarın mezar epigramında kendini Patara’daki 'odeion’a büyük bir çatı yapmakla' ünlediğini anlatan Şahin, 11 satıra yayılmış iki adet distikhon’dan oluşan epigramdaki, "Athena’nın bütün sanat marifetlerini bilen ben Dionysios’u Pataralıların şu gurbet toprağı bağrına bastı saklıyor, Bağı bahçesi bol Tmolos’tanım (ben). Gelecekte de ünüm olacak, Odeion’a çepeçevre büyük bir çatı yaptığım için" ifadelerini paylaştı.

Antik çağ kamu yapıları terminolojisinde “Birlik Parlamentosu” diye bir kavramın bilinmediğine değinen Şahin, "Eğer gerçekten böyle bir yapı antik çağda herhangi bir eyalette var olsaydı bunun ismi kuşkusuz, “Koinobouleuterion” (Birlik Meclisi [Binası]) olurdu. Ama böyle bir kavram ne var olmuştur ne de bir bilim insanı tarafından iddia edilmiştir. Patara’da odeion olduğu kesin olan bina yıkıntısının, bırakınız birlik binası olmasını, bir kent meclisi (belediye) binası olarak kullanıldığı bile kuşkuludur" diye konuştu.

Türkiye'nin kültür mirasıyla yaşamasını henüz öğrenemediğini öne süren Şahin, "antik Likya ve Patara hakkında uluorta kamuoyuna sunulan bazı gülünç iddiaların giderek en üst düzey devlet yöneticilerimiz nezdinde dahi kabul ve itibar gördüğünü, devlet ve toplum itibarımızı zedeleyecek bir oluşuma yol açabileceğini şaşkınlık ve kaygı içinde izliyorum" diye konuştu. Şahin, restorasyonla ilgili bir soruya verdiği yanıtta da, tarihi yapıların restore edilebilmesi için en az yüzde 85'inin ayakta olması gerektiğini belirterek aksi durumda yapılan restorasyonlarda yapıların tarihi özelliklerinin kaybolacağını söyledi. Şahin, "restorasyon değil, konservasyon (muhafaza etmek) daha doğru bir yaklaşımdır" dedi.

Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 2008 yılında TBMM'ne devredilen ve 5 milyon lira ödenek ayrılarak 'Son meclis ilk meclise sahip çıkıyor' projesi kapsamında restorasyonuna başlanan Patara'daki antik yapının, 'dünyanın ilk demokratik meclisi' olduğu savıyla, TBMM'nin 90. kuruluş yıldönümü olan 23 Nisan'da açılarak dünyaya tanıtılması hedefleniyor. Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin, geçtiğimiz ay ziyaret ettiği Patara'da yaptığı konuşmada, buradaki antik yapının 'dünyanın ilk demokratik parlamentosu' olduğu savını yinelemiş ve dünya parlamento başkanlarını burada yapmayı planladıkları açılış törenine davet edeceklerini açıklamıştı.

Açık Gazete Akdeniz, Haber: Yusuf Yavuz, Fotoğraf: Sencer Şahin, 08.02.2011

 

******


PATARA'NIN KORUNMASI İÇİN ULUSLARARASI KAMPANYA

 

Antalya’nın Kaş İlçesi sınırlarında bulunan Patara antik kentindeki 400 villa tartışmasına Avrupalı çevre örgütleri de destek verdi.Akdeniz Deniz Kaplumbağalarını Koruma Birliği (MEDASSET) Başkanı Lily Venizelos, Patara’nın korunması için uluslararası kampanya başlatacaklarını açıkladı.

Caretta Caretta türü deniz kaplumbağalarının yavrulama alanı olan ve uluslararası sözleşmeler çerçevesinde Özel Çevre Koruma (ÖÇK) bölgesi ilan edilen Patara antik kentinde yapımına başlanan villa inşaatları Avrupalı çevre örgütlerini de ayağa kaldırdı. Akdeniz Deniz Kaplumbağalarını Koruma Birliği (MEDASSET) Başkanı Lily Venizelos, Türk basınında yeralan Patara’daki villa inşaatlarına ilişkin haberlerin ardından Türk uzmanlara yaptığı çağrıda, geçmişte uluslararası kampanyalarla koruma altına alınmasına katkıda bulundukları Patara’yı korumak için yeniden harekete geçeceklerini açıkladı.

Akdeniz Deniz Kaplumbağalarını Koruma Birliği’nin (MEDASSET) 1988 yılından buyana Patara’nın ve buradaki biyoçeşitliliğin korunması yönünde kampanya yürüttüğünü belirten Venizelos, Avrupa Konseyi, Avrupa Yaban Hayatı ve Doğal Kaynakları Koruma Sözleşmesi gereğince her yıl gerçekleştirilen Daimi Komisyon Toplantılarının bildirgelerinin bu amaçla basılarak kamuoyuna duyurulduğunu dile getirdiği çağrı metninde, Bern Sözleşmesi Daimi Kurulu’nun, Kasım 1996’da, deniz kaplumbağalarının korunması yönünde alınan önlemlerin etkinliğinin denetlenmesi amacıyla, Patara için bir dava dosyası açılmasına karar verdiğini ifade etti. 2001 yılında gerçekleştirilen Daimi Kurul toplantısında bazı sorunların çözülmemiş olmasına rağmen, bu tarihe kadar açık kalan Patara’yla ilgili dava dosyasının kapatılmasına karar verildiğini vurgulayan Venizelos, "MEDASSET 1998 yazında bölgede bir alan çalışması gerçekleştirmiş ve 1996’dan 2009 tarihine kadar geçen zaman diliminde sürekli olarak Patara’da alınan koruma önlemlerinin uygulanıp uygulanmadığını denetlemiş, raporlarını göndermiş ve bu konuda bilgilendirmelerde bulunmuştur" ifadelerini kullandı.

1989’da birçok Türk ve uluslararası önemli şahsiyet ve örgütlerle işbirliği yaparak ’Patara’yı Kurtar’ adıyla bir koruma kampanyası başlattıklarını anımsatan Venizelos, Patara’nın ’Dünya Mirası Sit Alanı’ statüsüyle ödüllendirilmesi olasılığının değerlendirilmesi amacıyla 2002 yılında girişim başlattıklarını anımsattı. Venizelos, Patara’daki son gelişmelerle yakından ilgilendiklerini de belirterek, ekolojik ve tarihi açıdan eşsiz bir sit alanı olan Patara’nın korunması için yeniden bir kampanya başlatmayı düşündüklerini kaydetti.





PATARA YÖNETİM PLANI’NDA YAPILAŞMAYA İZİN YOK
Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi Mimarlık Bölümü Başkanı Prof.Dr. Mehmet Tunçer, Patara’nın Likya’nın başkenti olması nedeniyle çok önemli bir tarihi dokuya sahip olduğunu belirtti. Prof.Dr.Tunçer, "Patara bir yandan da uzun kumsalıyla caretta carettaların en önemli yavrulama alanlarından biri. Antalya Lara bölgesi de 1970’lerde caretta caretta’ların yaşam alanlarından biriydi. Ancak yoğun yapılaşmanın ardından ilerleyen yıllarda bölgedeki varlıkları sona erdi" diye konuştu.Patara’nın daha önceki koruma imar planını hazırlayan uzmanlardan biri olan Prof.Dr. Tunçer, koruma planının yanında uluslararası kredilerle ve yoğun emeklerle Patara Yönetim Planı adı altında hazırlanan plana göre de bölgede yapılaşmaya izin verilmediğinin altını çizdi.

 


haberciniz.biz, 10.02.2011

 

******


PATARA VİLLA İNŞAATINDA ANTİK KALINTILAR

 

1/1000 ölçekli 2008'de onanan Patara (Gelemiş) Koruma Amaçlı İmar Uygulama Planı Revizyonu kapsamında ikinci konuta izin verilen paftalarda, Ova Belediyesi sınırları içine giren alanda inşasına başlanan 27 konutun en fazla 100 metre ötesinde tespit edilen arkeolojik kalıntılara ilişkin fotoğrafları dikkatinize sunuyoruz.

Plan çerçevesinde imara açılan 2. konut alanlarında toplam 750 villa yapılması söz konusu.
İlk hazırlanan koruma amaçlı imar planında bu bölgede arazi sahibi olan kooperatiflere yer verilmemiş ve inşaat yapma izinleri durdurulmuştu. Yerine, bu alanda eko turizm (çadır kampı, mokamp, vs/hafif-yumuşak turizm) yapılması öngörülmüştü. Ayrıca, Patara antik kentine ait nekropol/mezarlık bulguları taşıdığından dolayı da 1. derece arkeolojik sit kapsamına dahil edilmesi öngörülmüştü. Ancak plan hazırlama sürecinde kooperatifler müktesep hakkı üzerinden dava açtılar ve kazandılar. İlginç olan, koruma amaçlı planın gerekçeleri ve ilkeleri doğrultusunda bu kooperatiflere başka bir yer gösterilmesi gerekirken 2008 planında onlara aynen planda yer verilmesi.

Bu kapsamda başlayan ilk villalar, Ova Belediyesi sınırlarında. Vaziyet planları ve imar projeleri, Antalya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun onayından geçmiş bulunuyor.

Ne var ki, onayların alınmasına karşın fotoğraflar bunun aksini söylüyor.Çünkü en fazla 70-100 metre ötesinde tespit edilen antik kalıntılar, bu alanda yapılaşmanın sınırlanmasıyla ilgili ilk planda altı çizilen gerekçeler ve önlemlerle ilgili değerleri açık bir şekilde gündeme yeniden taşıyor.

 






TAYHaber, Nermin Bayçin, 11.02.2011

2. MAHMUD'U ÖLÜMDEN KURTARAN CEVRİ KALFA'NIN OKULU RESTORE EDİLDİ

 

İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından 1985 yılında Türk Edebiyatı Vakfı'na hizmet binası olarak tahsis edilen Cevri Kalfa Sıbyan Mektebi'nin, 2 yıl süren restorasyon çalışmaları tamamlandı. Yeniçeri isyanında 2. Mahmud'u ölümden kurtaran Cevri Kalfa'ya ait 200 yıllık tarihi binanın içi de 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin destekleriyle tefriş edildi.

 

Sultan 2. Mahmud'un, kendisini isyancılardan kurtaran Cevri Kalfa adına yaptırdığı Sultanahmet Meydanı'nda bulunan 200 yıllık Cevri Kalfa Sıbyan Mektebi restore edildi. İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından 1985 yılında Türk Edebiyatı Vakfı'na hizmet binası olarak tahsis edilen binanın, 2 yıldır süren restorasyon çalışmaları tamamlandı. Türk Edebiyatı Vakfı Başkanı Servet Kabaklı, vakfın hizmet binası olarak kullandığı Cevri Kalfa Sıbyan Mektebi'nin yapıldığından beri ilk defa son derece önemli çok özel bir restorasyonla neredeyse ilk yapıldığı günkü yeniliğine kavuştuğunu belirtti.

 

Kabaklı, bu hizmet binası içerisinde, hem kitap hem kültür ürünlerinin satışının yapılacağı, okuyucunun kitap satın alma işlemi sırasında oturup dinlenebileceği, kitap okuyabileceği bir "Edebiyat Kıraathanesi''nin oluşturulduğunu kaydetti. Restorasyonu tamamlanan tarihi binanın ve edebiyat kıraathanesinin açılışının 13 Şubat Pazar günü yapılacağını, açılışa Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın da davetli olduğunu anlatan Kabaklı, kıraathanenin binanın zemin katında yer aldığını, diğer katların vakfın dershane ve çalışma ofisleri olarak kullanılacağını belirtti. Kabaklı, tarihi mekanın rölöve ve restorasyon projelerinin Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan onaylandıktan sonra uygulandığını, tamamen aslına uygun olarak yapılan çalışmalar sonucunda, Sıbyan Mektebi'nin yapıldığı dönemdeki kubbe işlemelerinin, sıva altlarından çıkarıldığını söyledi.

Binanın muhteşem bir şekilde orijinal haline getirildiğini, vakfın faaliyetlerini burada devam ettireceğini ifade eden Kabaklı, binanın içinin de 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin destekleriyle tefriş edildiğini kaydetti. Servet Kabaklı, binada, Osmanlıca, tezhip, divan edebiyatı, halk edebiyatı dersleri gibi faaliyetleri sürdüreceklerini, kıraathanede imza günleri, resim sergisi gibi kültürel ve sanatsal etkinlikler yapılacağını ifade etti.

 

19. yüzyıl başlarında farklı bir üslupla inşa edilen Sıbyan Mektebi, Sultanahmet Meydanı'nda Divanyolu Caddesi'nin başında Firuz Ağa Camii'nin karşısında bulunuyor.

Zaman, 06.02.2011

ANTİK KENT 8 GÜVENLİK KAMERASIYLA KURTARILDI

 

 

Muğla'nın Yatağan İlçesi'ndeki Stratonikeia antik kentindeki tarihi eser kaçakçılığının ve eserlerin aşk mesajlarıyla tahrip edilmesinin önüne, 7 ay önce 3 bin liraya kurulan 8 güvenlik kamerası sayesinde geçildi. Sistemin kurulmasının ardından eserler tahrip edilmekten kurtarıldı.


Antik kentte binlerce yıllık eserler, 2010 yılı içerisinde üzerlerine sprey, tornavida ve demirlerle aşk mesajları yazılarak tahrip edilmiş, 6 ayrı bölgede yapılan incelemeler sonucu meclis binası duvarları ve sütunları ile oda mezarlarının iç duvarlarına yazılar yazıldığı tespit edilmişti. Ayrıca meclis binasının duvarında, bir otomobil tamircisinin reklam yazısının görülmesi ziyaretçilerin tepkisini daha da artırmıştı.

7 Temmuz 2010 tarihinde antik kentin giriş kapısına ve 7 ayrı noktasına toplam 8 adet harekete duyarlı güvenlik kamerası kuruldu. 3 bin liraya mal olan kamera sistemiyle antik kent 24 saat boyunca gözetim altına alındı. Kameralar sayesinde eserler korunurken, tarihi eser kaçakçılığının da önüne geçildi.


Harekete duyarlı kameralar sayesinde antik kentte şüpheli hareketler sergileyen iki kişi Eskihisar Jandarma Komutanlığı tarafından gözaltına alındı. Tarihi eser kaçakçılığı suçlarından sabıkası bulunduğu ileri sürülen şahısların, sorgularının ardından serbest bırakıldığı öğrenildi.


Stratonikeia antik kenti Kazı Başkanı Doç.Dr. Bilal Söğüt, kameralar sayesinde 24 saat her yeri ve her şeyi izlediklerini belirterek, "Tunç, Karlar, Legler, Klasik, Arkaik, Hellenistik, Roma, Beylikler, Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerini ait farklı medeniyetlerin izlerini barındıran bu antik kent artık daha güvenli hale geldi" dedi.


Üzerine yazılar yazılan tarihi eserlerle ilgili herhangi bir çalışmanın gündemde olmadığını da belirten Söğüt, "Çünkü taşlar üzerine yazılan yazıların silinmesi ve üzerinde iyileştirme çalışması yapılması, taşlara zarar verecektir" diye konuştu.

Stratonikeia'nın gladyatörleri ve aşk hikayeleriyle tarihe ismini yazdırmış bir yer olduğunu kaydeden Söğüt, "Ancak günümüzdeki bazı kişiler, aşklarını yanlış yerlere yazıyor. Eserlerimiz tahrip ediliyor. Antik kente gelen yabancılar, eserler zarar görebilir diye cep telefonlarını bile kapatıyor, ayakkabılarını çıkarıyorlar. Ancak biz eserlerin üzerine çivilerle aşk sözcükleri yazıyoruz. Yabancıların bilincine sahip olduğumuz gün, eserlerimiz emin ellerde olur. Bu yüzden eserlerin korunması için genç nesillerin bilgilendirilmesi gerekiyor" dedi.

Yeni Asır, Haber: Mustafa Suiçmez - Osman Akça, 06.02.2011

İNSANLIK ANITI'NIN YIKIM KARARI KARS VALİSİ'NİN ONAYINI BEKLİYOR

 

 

Yaklaşık 5 yıldan bu yana bitirilemeyen İnsanlık Anıtı için Kars Belediye Meclisi 1 Şubat salı günü yaptığı toplantıda Başbakan Erdoğan’ın isteğini yerine getirerek 4’e karşı 19 oyla anıtın ’kaldırılması’ kararını verildi. Belediye Meclisi’nden çıkan karar 3 Şubat günü Kars Valiliği'ne gönderildi. Meclis kararı, valilik tarafından incelenerek onaylanmasından sonra yürürlüğe girecek.

İnsanlık Anıtı için Erzurum Kültür ve Tabiat Varlıklarının Koruma Bölge Kurulu bugüne kadar birbirinden farklı kararlar aldı. 2 Kasım 2006’da alınan ilk kararda, herhangi bir SİT alanı içinde bulunmayan anıtın yapıldığı parseldeki bazı taşınmazlar (İkinci Dünya Savaşı sırasında yapılan makineli tüfek mevzileri tonozlu yapı) kültür varlıkları olarak tescil edildi ve bu nedenle anıt heykel uygulamasının durdurulmasına, her türlü uygulama öncesi koruma kurulundan izin alınması gerektiğine karar verildi.

23 Aralık 2006’daki ikinci kararda anıt yapma talebinin anıtın teması ile şehir ve kale ile alan peyzaj ilişkisi açısından uygun olunduğuna karar verildi. Anıtın yeri ve kaidesi dışında kalan çevre düzenlemesine ait önerilerin kesinleştirildiği uygulama projesinin kurula iletilmesi istendi.

Anıt ile ilgili 8 Şubat 200’deki üçüncü kararda, önceki toplantıda istenen çevre düzenleme projesinin uygun olduğuna karar verildi.

Kurulun 10 Eylül 2008’de verdiği kararda da, heykelin yapımının durdurulmasına ve yıktırılması yönünde görüş birliğine varıldı. Koruma Bölge Kurulunun karar metninde maliye hazinesine ait taşınmazın hafriyat çalışmalarında çıkan yeni bulgular ışığında tescilin devamına, bu alan içerisinde hiçbir uygulamada bulunamayacağına mevcut yapıların yıktırılması gerektiğine karar verildi.

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın başvurusu üzerine konu Erzurum Koruma Bölge Kurulu’nun bir üst kurumu olan Ankara’daki Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’na gitti. Bakanlık Eylül 2009’da heykel projesine dair alınan birbirinden çelişkili kararlar nedeniyle görüş istedi. Koruma Yüksek Kurulu bir yıllık inceleme sonucunda 6 Ocak 2011’de kararını verdi. Esas ve usul yönünden çelişkili olan ve mülkiyet konusu çözümlenmeden alınan tüm koruma kurulu kararları iptal edildi.

Kararda parseldeki inşaat ve fiziki müdahalenin 3194 sayılı İmar Kanunu’nun kapsamında değerlendirilerek ilgili belediyece çözüme kavuşturulmasına karar verildi. Kars Belediyesi 1 Şubat’ta konuyu meclise taşıdı ve 4’e karşı 19 oyla heykelin kaldırılmasına karar verdi. AK Parti’li belediye onay için kararı Valiliğe gönderdi.

Radikal, 06.02.2011

 

******


İNSANLIK ANITI'NIN HUKUK SAVAŞI BAŞLADI

 

 

Başbakan Erdoğan'ın "Ucube" benzetmesi yaptığı ve Kars Belediye Meclisi'nin kaldırma kararı verdiği İnsanlık Anıtı için dava açıldı. Sanatçı Mehmet Aksoy'un avukatı Turgut Kazan, Erzurum İdare Mahkemesi'ne verdiği dilekçede, belediyenin aldığı kaldırılması-yıkılması kararının hukuka aykırı olduğu, Türkiye üzerinde Taliban gölgesi yaratılacağı gerekçesiyle kararın iptal edilmesi için ivedilikle durdurulmasını talep etti. Dilekçede gazetelerde anıtla ilgili haberlerin yanı sıra Başbakan'ın "Ucube" benzetmesi ile Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun gazetelerde çıkan açıklamalarına da yer verildi.

Anıtın yapılması için Belediye Meclisi kararı olduğu belirtilen dava dilekçesinde, sanatçı Mehmet Aksoy ile belediye arasında bir sözleşme bulunduğu bu nedenle hukuki dayanaklarının çok sağlam olduğu vurgulandı.

 

Anıtın bulunduğu yerin sit alanı olmadığı belirten dilekçede şöyle denildi; "Bu gerçek, Koruma Kurulu kararlarında da açıkça belirtilmiştir. Ayrıca, Yüksek Kurul, anıtı yıkma-kaldırma kararı vermemiş, belediyenin mülkiyet sorununu çözüp, Koruma Kurulu'na başvurması gerektiğini bildirmiştir. Dolayısıyla, Yüksek Kurul'un kararına istinaden' verilen Belediye meclisi kararı öncelikle Yüksek Kurul kararına aykırıdır."

İnsanlık Anıtı'nın, her sanat eseri gibi korunması gereken bir değer olduğunu kaydeden Av.Kazan, belediyenin aldığı kararın, sanatçı ve onun ifade özgürlüğünü korumaya ilişkin anayasa kuralları, uluslararası sözleşmeler ve Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na aykırı olduğunu vurguladı.

 

Dilekçede "5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasının (FSEK) 16 ve 17. maddeleri de çok açıktır. 16. maddenin 1. fıkrasına göre, eser sahibinin izni olmadan (bırakınız yıkmayı) eserde en küçük bir değişiklik bile yapılamaz. Aynı maddenin 3. fıkrasına göre, eser sahibi eserin mahiyet ve hususiyetlerini bozan ve her türlü değiştirmeleri menedebilir. Menetme yetkisi kesindir. Sözleşme ile vazgeçilemez. Yine bu yasanın 17/2 maddesine göre belediye "eseri bozamaz ve yok edemez" denildi.

3194 sayılı İmar Yasası ile 5393 sayılı Belediye Yasası'na göre de Belediye Meclisi'nin bir anıtı kaldırma yetkisi olmadığı ifade edildi ve şu görüşlere yer verildi: "Meclisin görev ve yetkileri" başlıklı 18. maddeye baktığımız zaman, bu gerçeği görüyoruz. Nitekim, Kültür Bakanı da, basına yaptığı açıklamada, belediyenin anıtı kaldırma yetkisinin olmadığını belirtmiştir."

Dava dilekçesinde, Mehmet Aksoy'un Almanya'da bulunan heykeli "Meçhul Asker Kaçağı Anıtı" (Denkmal des unbekannten Deserteurs) ile ilgili bu ülkenin izlediği yol da karşılaştırmalı bir örnek olarak gösterildi. Çok ağır kış koşullarına karşı, zarar görmesin diye anıtı kısa bir süre korumaya alabilmek için Mehmet Aksoy'dan izin istendiği belirtildi ve şöyle devam edildi: "Biz, (bırakınız korumayı) ucube saydığımızı açıklayarak, eser sahibine hiç sormadan, nasıl yıkıp kaldıracağımızı konuşuyor, tartışıyor, karar alıyoruz."

 

Av. Kazan, anıtın yıktırılmak istenmesiyle ilgili olaraksa dilekçesinde şu ilginç iddiada bulundu: "Sadece, İnsanlık Anıtı'yla verilmek istenen mesaja karşı çıkanların desteğini alabilmek için, bu yolda ısrar edilerek, sanatçı ile sanat eserini korumaya ilişkin kurallar ihlal edildiği gibi, sanatçının ifade özgürlüğünü hepten boğacak ölçüde, sanat eserini yıkıp yok etmek cüreti gösterilmiş oluyor."

Dava dilekçesinin sonuç bölümüne, tarihi anıtları dinamitleyen Taliban'a da atıfta bulunularak şöyle denildi:

"Yasaya ve hukuka açıkça aykırı ve çağdışı olan dava konusu kararın iptalini ve bir sanat eserinin kaldırılması / yıkılması ile onarılmaz sonuçlar doğacağı ve Türkiye üzerinde TALİBAN gölgesi yaratılacağı için, öncelik ve ivedilikle (savunma beklenmeksizin) 2577 sayılı İYUY'nın 27. maddesi uyarınca 'yürütmeyi durdurma' kararı verilmesini, incelemenin 'duruşmalı' yapılmasını diliyor, durumu takdirlerinize sunuyorum."

Habertürk, Haber: Tülay Şubatlı, 07.02.2011

 

******


"BENİ KAÇAK YAPI YAPMIŞ DURUMUNA DÜŞÜRDÜLER"

 

ANKA’ya konuşan Aksoy, “Haklılığımız uçan kuşa anlatmaya çalışıyoruz, mücadele veriyoruz. Ben kaçak yapı yapmış durumuna düşüyorum, böyle bir şey yok” dedi. Mahkemeden yürütmeyi durdurma kararının çıkacağına inandıklarını ifade eden Aksoy, “Elimizde belgeler var, hepsini sunduk. Uluslararası anlaşmalar, telif hakları var. Bunlara güveniyoruz. Kamuoyu arkamızda, herkes bekliyor, kötü bir karar çıkarsa eylemler olacaktır besbelli. Bizim mücadelemiz de uzayacaktır. Ama kararın olumsuz olacağına inanmıyorum” diye konuştu.

Heykelle ilgili çelişkili kurul karaları olduğunu vurgulayan Aksoy, “Yüksek Kurul, kararı iptal ediyor, buna rağmen Belediye Meclisi ‘yıkın’ diyor. Belediye Meclisi kurul mu? Üstelik devlette devamlılık esası vardır. Hangi Belediye Başkanıysa olursa olsun, o kurum devlet kurumudur, kim gelirse gelsin o alınan kararlar geçerlidir. Yoksa devlet çalışmaz” dedi.

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın da konuyla ilgili ‘çelişkili konuşmalar’ yaptığını belirten Aksoy, “Onu da anlamak istiyorum. Kendisiyle görüşmek isterim. Ama kendisi de çok da bir şey söyleyecek durumda değil tabi. Çünkü yukarıda Demokles’in kılıcı tehdit olarak devamlı sallanıp duruyor” diye konuştu.

Heykelin yurtdışında da büyük yankı bulduğunu ifade eden Aksoy, dünyanın bu konuda duyarlı olduğunu vurguladı. Konunun Avrupa Parlamentosu’nun gündemine alındığını hatırlatan Aksoy, Türkiye’nin de üyesi olduğu Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi’ne (ICOMOS) başvurarak, bu kurulun bilirkişiliğini isteyeceklerini kaydetti.

Radikal, 10.02.2011

 

*******


ERTUĞRUL GÜNAY'DAN SİT ALANI AÇIKLAMASI

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ezgi Başaran’ın bugünkü “Bakan Günay’a güvenmem namümkün” başlıklı köşe yazısıyla ilgili bir açıklama yaptı.

Bakanlığın yaptığı yazılı açıklamada şu noktalar vurgulandı:
“Kars İli'nde “İnsanlık Abidesi” adı altındaki anıt, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında 02.11.2006 tarih ve 421 sayılı Erzurum Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu kararı ile tescilli taşınmaz kültür varlığı olan makineli tüfek mevzilerinin bulunduğu tabya üzerine yapılmıştır. Yazınızda bu alanın sit alanı olmadığı vurgulanmaktadır.

2863 sayılı Kanun gereğince ister tek yapı ölçeğinde taşınmaz kültür varlığı olarak tescilli olsun, ister sit alanı olarak tescilli olsun bulundukları alanlar 2863 sayılı Kanunun koruma ile ilgili getirdikleri hükümlere tabidirler. Bu nedenle söz konusu alan da taşınmaz kültür varlığı olması nedeniyle sit statüsü ile aynı koruma şartlarını taşımaktadır.”

Radikal, 10.02.2011


******


"BENİM BAŞIMIN ÜSTÜNDE DEMOKLES KILICI YOK"

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, tartışmalara konu olan Kars’taki “İnsanlık Anıtı”nın heykeltıraşı Mehmet Aksoy’un açıklamalarıyla ilgili olarak, “Benim başımın üstünde Demokles’in kılıcı yok” dedi.

Günay, şair ve ressam Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun Kadıköy Kalamış’ta bulunan evini ziyaret etti. Günay, Eyüboğlu’nun torunu Rahmi Eyüboğlu ile birlikte evi gezdi. Günay, ziyaretin ardından bir basın mensubunun “Heykel tartışması ne yazık ki sona ermedi. Dün heykeltıraşın bir açıklaması oldu. ‘Sayın Bakanın başının üzerinde Demokles’in kılıcı var, o yüzden konuşamıyor’ dedi. Nasıl değerlendiriyorsunuz?” diye sorması üzerine şunları kaydetti:

“Benim başımın üstünde Demokles’in kılıcı yok. Ben bu konularda ilk gün ne söylediysem, aynı şeyi söylüyorum. Biz elbette bir eseri beğeniriz, beğenmeyiz, hoşlanırız hoşlanmayız ama bunun tarafları var. Onlar da Kültür ve Tabiatları Koruma Kurulu’dur. Kurulun verdiği direktifler doğrultusunda belediyelerin yapacağı uygulama projeleridir ve sanatçının telif haklarıdır. Bu çerçevede konu çözülecek. Biz siyaseten görüşlerimizi söyleriz ama bunlar telif hukuku çerçevesinde ve kültür varlıklarını koruma hukuku çerçevesinde sonuç alır. Sonucu biz belirlemeyiz. Sonucu o kurallar belirler. İlk gün de bunu söylemiştim.”

Hürriyet, 12.02.2011

550 YILA BİR SERGİ

 

 

Dünyanın ilk finans merkezi olan Kapalıçarşı, bu yıl 550. yaşını kutluyor. Kapalıçarşı'nın beş asırı geride bırakan serüveni, İş Bankası Müzesi'nde düzenlenen '10 Adımda Kapalıçarşı' sergisiyle gözler önüne seriliyor.

 

Küratörlüğünü Prof.Dr. Önder Küçükerman ve Prof.Dr. Kenan Mortan'ın yaptığı '10 Adımda Kapalıçarşı' sergisi 27 Şubat Pazar gününe kadar ziyaretçilere açık. Kapalıçarşı'nın 550. yıl kutlamaları kapsamında gerçekleştirilen sergide, metrekaresi 4 bin lirayı bulan halılar, el yapımı gümüş eşyalar, dokuma şallar, altın, gümüş, bakır takılar, Kapalıçarşı'nın tarihini ortaya koyan orijinal belgeler, eskizler ve gravürler yer alıyor. Kapalıçarşı'nın 360 derece fotoğraflarının da interaktif olarak gösterildiği sergide çarşıyla ilgili bir belgesel de izlenebiliyor.
İş Bankası Müzesi'ndeki sergi birkaç açıdan klasik sergilerden ayrışıyor. Buradaki bazı eserleri işin ustaları tarafından yaratılırken izleme şansınız var. Özellikle ilgili çeken gümüş ustalarının çalışmalarını izleyebilmeniz için son gün 26 Şubat Cumartesi. Sergilenen eserler, birkaç haftada bir değişiyor ve yerine yenileri konuluyor öte yandan beğendiğiniz eseri Kapalıçarşı'da bulup almanız da mümkün. Serginin en ilgi çeken eseri, üzerine altın hat ile tekzip işleri yapılmış kurutulmuş yapraklar.


Kapalıçarşı, geçmiş ve gelecek arasında öyle bir bağ kuruyor ki İstanbul'a gelen turistlerin yüzde 95'i bu görkemli yapıyı ziyaret ediyor. Kapalıçarşı; 65 sokakta 3 bin 285 dükkan, 16 han, 1 cami, 2 mescit, 7 çeşme, 1 şadırvan, 1 kıraathane, 5 lokanta, 4 kafeteryayı kapsıyor; toplam kapalı alanı 45 bin metrekare. 16 kapıyla kente açılan Kapalıçarşı 20 bin esnafıyla her gün yaklaşık 300 bin ziyaretçiyi ağırlıyor. Günümüzde alışveriş merkezleri her ne kadar cazibe merkezlerine dönüşse de Kapalıçarşı bu rekabetten galip çıkıyor. Peki, 'Kapalıçarşı'yı 550 yıldır ayakta tutan ne' derseniz bunun yanıtı merkezi konumunun yanı sıra bir tasarım, üretim ve finansman merkezi olması diyebiliriz...

Kapalıçarşı Osmanlı İmparatorluğu zamanında ülkedeki diğer kapalı çarşılardan ayrılması için bugünkü Grand Bazaar ifadesi gibi Çarşı-ı Kebir yani Büyük Çarşı olarak anılırdı.


Avrupalı yazar Edmondo d'Amicis Kapalıçarşı'yı, ' Hazineler ve tarih hatıralarıyla dolu gizli ve loş bir şehir' olarak tanımlar ve izlenimlerini şöyle aktarır: İçeriye girer girmez nutku tutulur insanın... Bulunulan yer bina değil, oymalı direklere ve sütunlara dayanan kemerli kubbelerle örtülmüş iç içe sokakları, mescitleri, camileri, dört yol ağızları, küçük meydanları olan, bir ormana sızan güneş ışığı gibi zayıf, loş bir ışıkla aydınlanan ve pek büyük bir kalabalığın dolaştığı hakiki bir şehirdir. Her sokak bir çarşıdır... Yarı aydınlık sokağın içinden, dalgalanan kalabalığın arasından sağır edici bir gürültüyle arabalar, atlar ve süvariler geçer. Müşteri dört bir taraftan sözlerle, işaretlerle çağırılır. Rum tüccar biraz azametli bir tavırla seslenir; aynı derecede hilekar ama daha mütevazı görünen Ermeni mübalağalı bir hürmetle celb etmek ister. Yahudi satacağı şeyleri kulağınıza fısıldar; dükkanın eşiğinde bir mindere bağdaş kurup oturan ağırbaşlı Türk ise ancak gözleriyle davet eder ve işi kadere bırakır. On kişi bir ağızdan seslenir: Mösyö! Kaptan! Caballero! Sinyore! Ekselans! Kirye! My Lord...

Akşam Pazar, 06.02.2011

BİR TARİH YOK OLUYOR

 

 

Beyşehir’in Fasıllar Köyü’nde bulunan ve dünyanın en büyük anıtları arasında yer alan, Hitit dönemine ait Fırtına Tanrısı Teşup’un (Fasıllar Anıtı) dev heykeli kurtarılmayı bekliyor. MÖ 1200-1400 yılları arasında tarihlendirilen, 9 metre yüksekliğe ve 70 ton ağırlığa sahip Fasıllar Anıtı yerden kaldırılacağı günü bekliyor.

 

NTV'nin haberine göre, Fasıllar Anıtı, kaderi ile baş başa bırakılırken, 1960’lı yıllarda anıtın Ankara’ya götürülmek istendiği fakat tarihi eserin yerinde kalması gerektiğini düşünen bölge halkının tepkisi üzerine bir kopyasının alınarak Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nin bahçesinde sergilenmeye başlandığı belirtildi. Fasıllar Anıtı’nın, Eflatunpınar’da bulunan Hitit dönemi eserlerle ilişkisi olabileceği ve dünyada sadece 4 tane bulunan Teşup heykelinin Yunanistan’da bulunan müzede de sergilendiği belirtildi.

 

Konu ile ilgili olarak açıklama yapan Selçuk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Ahmet Tırpan, Fasıllar’ın, Hititler’in önemli merkezlerinden birisi olduğunu belirterek, Hititler’in koruyucusu, savaş ve fırtına tanrısı Teşup’un da mitolojideki en önemli tanrılardan biri olduğunu söyledi. Anıtın, Fasıllar Köyü’nün güneyine düşen, bir tepeciğin batı eteğinde yatmakta olduğunu söyleyen Tırpan, Tanrı Teşup’un, bir ayağını aslan üzerine, diğer (sol) ayağını dağ tanrısı üzerine basmış durumda tasvir edildiğini ve anıtın dünyanın en büyük anıtlar arasında yer aldığını belirtti. Heykelin, kuzey kısmının bakımsızlıktan yosunlaşmış durumda olduğunu söyleyen Tırpan, tarihe önem verilmediğini kaydetti.

 

Anıtın bugüne kadar hiçbir şekilde koruma altına alınmadığını ifade eden Tırpan, “Anıt, senelerce yüz üstü yatıyor. Üzerine kar yağar, yağmur yağar, çocuklar anıtın üzerinde tepinir, bu anıtın en azından bir çevre düzenlemesi yapılıp koruma altına alınması gerekir. Fakat bu anıta gereken değer verilmemiştir. Anıtın bulunduğu bölge en azından koruma altına alınmalı, eserin zarar görmesi engellenmelidir. Konya’da düzenlenen, Su Medeniyetleri Sempozyumu’nda, bunun hakkında geniş bir yazım bulunuyor. Hititler suya çok önem verirdi, bu anıtın da bir su anıtı olması gerekir. Bu bölge Antik Çağ’da ‘Mistiya’ olarak bilinir. Bu da önemli bir anıttır, bunun kurtarılması gerekir. Bulunduğu yerde çevre düzenlemesi yapılıp ayağa kaldırılması gerekir. Aksi takdirde taşınırsa hiçbir anlam ifade etmez” dedi.

 

Fasıllar Anıtı’nın, andezitten yapıldığını belirten Tırpan, “Anıt, tek parçadan oluşan 9 metrelik bir gövdeye sahiptir. Teşup, Hititlerin baş tanrısıdır. Ayakta dikilmiş başında serpuşu bulunan bir heykeldir, dağ tanrıları tarafından korunur. Yanında da iki tane aslan bulunur. Anıtın çevresinde kazı yapılmadığı için, halen orda duruyor. Bir kısım görüşlere göre Eflatunpınar’a taşınmak için yapılmış, bir görüşe göre de orada tarihi bir yerleşim ve su kaynakları olduğu yönündedir. Hititlerde su çok önemlidir. Bunun için su kaynaklarının başına tanrı heykelleri dikerlerdi” diye konuştu.

 

Anıtın, birebir kopyasının alındığını ve Türkiye’nin en büyük müzesi olan Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nin bahçesine dikildiğini anlatan Tırpan, “Aslı varken sahtesi yapıldı. Bir ülkenin toprağında yeraltı madeni ne ise kültürel değerleri de öyledir. Ne yazık ki yeraltından çıkarılan değerlere bizden değildir diye bakıldı. 1071’den önceki eserlere bizden değildir diye değer verilmedi. Bu anıtın tarihi MÖ 1200 yıllarına tekabül ediyor. Zamanımızdan 3 bin 200 sene evvele dayanıyor. Orda bir araştırma da yapılmadı. Anıttaki figürlerin, Eflatunpınar’da bulunan figürlere ve Alacahöyük’teki orthostatlara benzemesinden dolayı, bunların Hitit Kralı 4’cü Tuthalia döneminden kalma olduğu sanılmaktadır” şeklinde konuştu.

Akşam, 06.02.2011

SİDE'DEKİ TARİHİ ESERLER NEMDEN ÖZEL TASARIMLI KLİMALARLA KORUNUYOR

 

Side Müzesi’ne kurulan özel tasarımlı 3 klimayla, tarihi eserler yılın 12 ayı nemlenmeden ve yıpranmadan korunuyor.

 

Geçen yıl mevcut 2 bin 137 arkeolojik, 9 bin 837′si sikke olmak üzere toplam 11 bin 794 eserin tamamını dijital ortama aktardıklarını belirten Side Müzesi Müdürü Güner Kozdere, müze içinde sergiledikleri tarihi eserlerin kışın soğuktan, yazın da sıcak ve nemli havadan etkilenmemesi için arkeolojik eserleri korumaya yönelik özel tasarımlı 3 klima yerleştirdiklerini ifade etti.

 

Türkiye’de tarihi eser restorasyon ve konservasyon çalışması yapan müzenin Side olduğunu belirten Kozdere, müze içinde daha fazla tarihi eser sergilemek için tarihi esere zarar vermeyen dolaplar yaptırdıklarını söyledi. Müze içindeki ışık sistemini tamamen yenilediklerini belirten Kozdere, yeni ışık sisteminin tarihi eserlerin ısıdan etkilenmesinin önüne geçtiklerini kaydetti. Kozdere, “Tarihi eserlere zarar verdiği için müze içinde kesinlikle flaşlı fotoğraf ve kamera kullanımına izin vermiyoruz. Yeni ışık sistemimizle müze içinde daha iyi flaşsız fotoğraf çekimi yapılabiliyor. Müze içindeki 3 klimayla tarihi eserlerin nemden etkilenmesinin önüne geçtik.” diye konuştu.

 

Side Müzesi’nin, tarihi eser zenginliği bakımından dünyanın sayılı müzeleri arasında yer aldığını belirten Kozdere, müzelerinde Antik dönem, Hellenistik, Roma, Bizans, Anadolu Selçuklu, Anadolu Beylikleri ve Osmanlı dönemlerine ait eserlerin sergilendiğini kaydetti.

 

Müze içinde antik dönemde ölülerin doğrudan ya da yakıldıktan sonra kemiklerinin bulunduğu kap ve lahitleri de sergilediklerini belirten Kozdere, Hellenistik döneme ait küçük lahitleri mermer kül kutuları (ostotekler) bulunduğunu ifade etti. Kozdere, müze bahçesinde de kireç taşından yapılmış uzun yüzleri girlandlı, dar yüzünden birinde ise Hades kapısı gösterilmiş semerdan biçimli osteklerin bulunduğunu kaydetti.

Zaman, 06.02.2011

ÇİN'İN YASAKLADIĞI MUMYA, ASYA'NIN SIRLARINI SAKLIYOR

 

 


Xiaohe’nun Güzelliği

 

 

Asya’nın binlerce yıl öncesine uzanan gizemli geçmişine ışık tutan bir mumya, Çin’in politik engelleri nedeniyle ABD’de gösterileceği sergiden aniden çıkartıldı. Bu gelişme, Asya'nın kökenleri hakkında büyük sırlar saklayan mumyanın üzerindeki tartışmaları tekrar gündeme getirdi.

 

Pekin’in sergilenmesinden rahatsız olduğu mumya 3,800 yaşında. Buna rağmen yarı açık gözlerindeki uzun kirpikleri düzgün biçimde korunmuş ve çok iyi durumdaki uzun saçları omuzlarına düşüyor.

 

Beauty of Xiaohe, yani “Xiaohe’nun Güzelliği”, Çin’in kurak Sincan eyaletindeki Tarim Havzası’nda bulunan onlarca mumyadan sadece biri. Mumyanın özelliği, bulunduğu bölgede Çinlilerden çok önce yaşamış olması ve görünümüyle Kafkasyalı insanlara benzerlik göstermesi. Bu iki unsur, Çin’in bulunduğu topraklardaki ilk yerleşimcilerin Avrupalı oldukları teorisini ortaya atıyor.

 

Xiaohe’nun Güzelliği, sadece batı eyaleti Sincan’daki ilk yerleşimcilerin kim olduğu hakkında değil, aynı zamanda petrol zengini bölgenin ne zamanda beri Çin’in parçası olduğu sorusunu da akıllara getiriyor.

 

Bu soruları önemli kılan faktör, Pekin hükümetinin Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ndeki Türkçe konuşan, yaklaşık dokuz milyon Müslüman Uygur’a uyguladığı ayrılıkçı hareket.

 

Çin hükümetinin onayladığı resmi tarihi kayıtlara göre, Çinlilerle Batı dünyasının ilk teması, MÖ 200 yıllarında gerçekleşti. Dönemin imparatoru Wu Di, Moğolistan’dan gelen Hun akınlarını engellemek için Batı uygarlıklarıyla ittifak yapmaya yöneldi.

 

Kayıtlara göre Wu Di,  MÖ 139 yılında, yardımcılarından Zhang Qian’ı, istediği ittifak anlaşmasını sağlaması için Batı’ya gönderdi. Zhang, kendisine verilen görevde başarılı olamadı. Ancak onun Batı’ya gitmek için kullandığı, Asya, Avrupa ve Afrika’yı kapsayan rota, İpek Yolu’nun güzergahlarından birini oluşturdu.

 

Tarim mumyaların keşfedilmesi, Kafkasya’dan gelen yerleşimcilerin Çin’in bazı bölgelerine Wu Di’nin zamanından binlerce yıl önce geldikleri düşüncesini güçlendirdi. Kısaca, Kafkasyalılar, Sincan bölgesine Doğu Asyalılardan çok daha önce varmıştı.

 

Xiaohe’nun Güzelliği, iki bin ile dört bin yıl öncesine ait 150 adet eşya ile birlikte gömülen iki diğer mumyayla bulundu. Mumya, ABD’de ilk olarak Mart 2010’da California’daki Bowers Müzesi’nde sergilendi. Mart 2011’de ise Pennsylvania’da “İpek Yolu’nun Sırları” adlı sergide yer alacaktı. Ancak Çin’in müdahalesi ile sergiden çekilmesi büyük bir hayal kırıklığına neden oldu. Serginin başında bulunan Çin dili ve edebiyatı uzmanı Victor Mair, AP haber ajansına yorum yapmayı reddetti.

 

Mumyaların görünümleri, Bronz Çağı’nda yaşamış bu göçebelerin Hint-Avrupa dilleri konuştuğu ve Rusya veya Ukrayna’dan gelmiş olabileceğini öne sürüyor.

 

Mumyalar, National Geographic Topluluğu’nun, insan genetiğinin zaman içinde nasıl değişim gösterdiğini araştıran projesi kapsamında incelendi. Projenin başındaki Spencer Well, Tarim Havzası mumyalarının Çin’in batı bölgelerine kültürlerini, kendilerine özgü eşyalarını ve genlerini getirdiklerini, hatta atı ilk evcilleştiren insanlar da olabileceklerini belirtti.

 

Tarim mumyalarını 1993’ten beri inceleyen Pennsylvania Üniversitesi öğretim üyesi Mair ise mumyalarla birlikte bulunan bronz ve koyun kemiğinden yapılma eşyalara bakarak, Avrupalıların metalürji alanındaki teknolojilerini Çin’e getirmiş olabileceklerine değindi.

 

Mair, yapılan gen çalışmalarından elde edilen bulguların, “Batıdan gelen erkeklerle, Orta Asya’daki kadınlar arasında bağlantı kurduğunu” ifade etti.

 

Tarim Havzasının çorak ve tuzlu toprakları, günümüze ulaşan mumyaların birçok antik Mısır dönemine ait mumyadan daha iyi korunmasını sağladı. Mumyaların yüz hatlarındaki çizgilerin bile belirgin olması, bugün Pekin’i tedirgin eden teorileri güçlendirdi.

 

Deliller, o dönem Çinlilerin mumyalarını gömdükten sonra mezarları eşya koymak için tekrar açtıklarını, böylece hatalarını görerek mumyalarını koruma yöntemlerini geliştirdiklerini gösterdi. Dik duran vaziyette gömülen mumyalarla birlikte bulunan eşyalar ise MÖ 138 civarında kullanılmaya başlanan İpek Yolu’ndan çok önceki dönemlerde Avrupa-Asya arasında ticaret yapıldığını ortaya koydu.




Şaman oldukları düşünülen mumyalarla gömülü bulunan "cadı şapkası."

 


"Yingpan Adamı." Tarim havzasında bulunan, yüzü, üzerinde altın bulunan maskeyle kapatılmış erkek mumya.

 


Tarim havzasında bulunan erkek bir mumya.

 

2007 yılında, Çin hükümeti National Geographic Topluluğu’nun yürüttüğü gen araştırmasına izin verdi. Yapılan araştırmanın sonunda, mumyaların Avrupa, Mezopotamya, İndus Nehri bölgesi ve henüz belirlenmeyen diğer bölgelerden geldikleri anlaşıldı.

 

Daha da ilginci, bazı mumyalar, üzerlerine dokuma kumaş giydirilerek gömülmüştü. Bu kumaşlar, İskoçya’nın kuzeyindeki yaşayan klanların ölülerini gömerken giydirdikleri ekoseli kumaşa çok büyük benzerlik gösteriyordu. Ancak ilginç detaylar bununla bitmedi.

 

Bazı erkek ve kadın mumyalarda, şaman olduklarını kanısını güçlendiren uçları uzun şapkalar bulundu. Bu şapkalar, tıpkı Oz Büyücüsü filmindeki cadı şapkasının benzeriydi. Bu mumyaların giysi ve çantalarında, hint keneviri dahil olmak üzere tedavi amaçlı kullanılan bitkiler çıktı. Ayrıca, tılsımlar ve ayinlerde kullanıldığı düşünülen renkli çubuklar ortaya çıkarıldı.

 

Tüm bunlardan çok daha fazla gizeme sahip Tarim mumyaları, Pekin hükümetinin fazla üzerine gidilmesini istemediği antik eserler durumunda. Pekin’in bu konudan fazla bahsedilmemesini istemesinin bir diğer sebebi de, Uygur Türklerinin mumyaları sahiplenmesi.

Hürriyet, Haber: Müfit Yılmaz Gökmen, 06.02.2011

MÜZEYE YENİ DÜZEN ŞART

 

 

Çok kişi bilmez fakat Türkiye’nin ilk arkeoloji müzesi, Semavi Eyice hoca tarafından yıllar önce İstanbul Ansiklopedisi’nde yazılan “Arkeoloji Müzeleri” maddesinde betimlendi. O tarihte Tophane müşiri olan Rodoslu Fethi Ahmet Paşa (İstanbul’un sevimli yazarı Sermet Muhtar Alus’un dedesi) mehterhaneden kalma birtakım askeri silahların, sancağın, tabloların saklandığı Aya İrini kilisesini bir arkeoloji müzesine çevirmiştir. Benim de daha evvel bir makalemde bahsettiğim gibi Tanzimatçılar imparatorluğun dört bir köşesinden arkeolojik malzemeyi İstanbul’da topluyorlardı. Sonraları bu müze dar gelince aşağıda Çinili Köşk de kullanılmaya başlandı. Bilhassa Dr. Dethier’nin Maarif Nezareti tarafından müdür olarak tayin edildiği dönemde ilmi bir katalog da hazırlandı.


Şurası bir gerçek; Topkapı Sarayı’nda da bir müze fonksiyonu vardı, üstelik bu sadece sarayın kendi malzemesi değil antik sikkelerin de toplandığı bir koleksiyondu. Mesela Kırım savaşı sırasında yararlı diplomatik faaliyetlerinden dolayı Avusturya seferi Baron Prokesch von Osten’e 50 küsur parçalık Hellenistik dönem sikkeleri hediye edilmişti. Ünlü arkeolog ve diplomat bunları Avusturya müzelerine devretti.


Osman Hamdi Bey’in Türk arkeoloji müzesini, daha doğrusu o zamanki adıyla Asar-ı Atika Müzesi’ni kurduğu doğru değildir. Bu kuruluşun öncülerini iyi bilmek gerekir. Ama fiziki görünümüyle bugünkü arkeoloji müzeleri onun gayretinin ve Sultan II. Abdülhamid ricalinin anlayışının bir eseridir. Mesela Arkeoloji Müzesi’ni, bir arkeoloji müzesinin ötesinde ilmi merkez haline getiren zengin kütüphane; o devrin genç sadrazamı, beynelmilel alanda tanınan bir matematikçi ve tarihçililik vasfına da sahip Mareşal Ahmet Cevat Paşa’nın hediyesidir. Üç dildeki eserler ve Osmanlıca tarih yazmalarının dahi bulunduğu müzenin kütüphanesi bugün bile beynelmilel değerini koruyor. Ancak içinde önemli eserlerin ve süreli yayın ve envanter derlemelerinin bulunduğu kütüphanenin yenilenmesi gerekir.

1894’te mimar Vaullary’nin Osman Hamdi Bey’in Sayda’da bulduğu “ağlayan kadınlar” lahdini model alarak yaptığı müze binası en başta eski Lübnan ve Fenike kaynaklarını, bu bölgeye ait mumyaları, saniyen Adıyaman’da Kommagene krallığı ve Mezopotamya’daki kazılarından elde edilen eserleri içerir. Gazi Edhem Paşa’nın Yunan muharebesi sırasında Taselya’dan getirdiği Gayya başı gibi eserler de buna dahildir. Ayrıca Arkeoloji Müzesi’nin şark eserleri bölümü 10 bini aşkın çivi yazısı tablet ve önemli eserleri içerir. Marmara bölgesi dahil civarda çıkan eserler bu müzeyi doldurmuştur.


Bakan Ertuğrul Günay ve İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürü Prof.Dr. Ahmet Emre Bilgili’nin ısrarla üzerinde durdukları proje dikkate alınmalıdır. Arkeoloji Müzesi imparatorluk arkeoloji müzesi olarak bırakılmalı, bilhassa Marmaray kazısından çıkan zenginlikler ve devamlı müzeye akan buluntular yeni bir arkeoloji müzesinde toplanmalıdır. Bu kaçınılmazdır. İstanbul arkeoloji müzelerinin zengin sikke koleksiyonlarını, seramik koleksiyonlarını ve yeni buluntularını bazılarının zannettiği gibi Topkapı Sarayı’nın bahçesindeki Darphane barındırmaya yetmez. Gerekli olan yeni bina uygun bir yerde inşa edilmeli ve eski Asar-ı Atika yahut İmparatorluk Arkeoloji Müzesi, yenisi de İstanbul Arkeoloji Müzesi olarak düzenlenmelidir.

Milliyet Pazar, Yazı: İlber Ortaylı, 06.02.2011

AHIRINDAKİ KİTABE KORKULU RÜYA OLDU

 

 

Adana’nın Yumurtalık İlçesi’ne bağlı Yeniköy’de yaşayan Yalçın Kahya’nın (38) derdi büyük mü büyük. Bu yüzden uykuları kaçıyor... Sorunun kaynağı da, üzerine zimmetlenen, ahırının duvarındaki tarihi kitabe. Ya bir zarar gelirse, ya çalınırsa...

Köy yolundaki bir duvarda bulunan, ancak duvar yıkılınca açıkta kalan kitabeyi, kaybolmaması için 20 yıl önce yaptırdıkları ahır yapımında kullanmışlar. O günden bugüne aynı yerde ve bir sorun yok. Ancak 2009’un sonlarına doğru kitabenin ahır duvarında olduğu yönünde gazetelerde çıkan haber üzerine her şey tersine dönüyor. İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nce gönderilen inceleme ekibi, kitabeyi köy muhtarının da şahitliğinde Kahya’nın üzerine zimmetliyor. Ve o günden bu yana büyük bir tedirginlik içindeki Kaya “Bir an önce kitabenin buradan alınmasını ve benim zimmetimden düşürülmesini istiyorum. Sorumluluk almak istemiyorum” diyor.

İl Kültür ve Turizm Müdürü Osman Arık ise çok sayıda tarihi eseri zimmetleme yoluyla koruma altına aldıklarını belirterek, “Yerinden sökülüp alınması mümkün olmayan, bu nedenle bulan kişiye ya da en yakınındakilere zimmetlenmiş yüzlerce eser var” dedi. Arık, kitabenin Yalçın Kahya’nın rızası ile alınarak bir müzeye taşınabileceğini belirtti.

Hürriyet, 06.02.2011

TARİHE TAZYİKLİ SU

 

 

Alman İmparatoru ve Prusya Kralı II. Wilhelm’in 1898’de İstanbul’a gelişinin anısına, Osmanlı Sultanı II. Abdülhamid’e, Almanya’da yaptırarak parçalar halinde gönderdiği “Alman Çeşmesi”nde yapılan akıl almaz temizlik, İstanbul İl Genel Meclisi’nin CHP’li üyeleri Müfit Yetkin ve Yetkin İnan’ın ihbarıyla ortaya çıktı. Meclise resmi dilekçeyle başvuran Yetkin ve İnan, çevre düzenlemesi sırasında Alman Çeşmesi’nin temizliği yapılırken, altın varak ve mozaiklerin ne kadar korunduğunu sorarak bunların incelenmesini istedi.

Bu talep üzerine Meclis Kültür ve Sanat Komisyonu, tarihi çeşmeyi incelemek için görevlendirildi. Hakkı Cesur Kılıç, Hayrettin Şallı, Recep Uzunallı, İhsan Alpaslan ve Mehmet Kıvılcım’dan oluşan komisyon tarihi çeşmeyi inceleyerek 11 Ocak 2011’de bir rapor hazırladı. Raporda şu ifadeler yer aldı: “Sultanahmet Meydanı’nda bulunan Tarihi Alman Çeşmesi’nde yapılan incelemede, tarihi yarımadanın yayalaştırma çalışmaları sırasında, kültürel miraslarımızdan Alman Çeşmesi’nin bakım ve onarımı yapılırken basınçlı su ile yıkandığı belirlenmiştir. Basınçlı su, derz dolguların ve bazı altın varak mozaiklerin dökülmesine neden olmuş, boşalan derz aralarının tahta çıtalar ile kapatıldığı görülmüştür. Kültürümüzün en önemli eserlerinin bakım ve temizliği yapılırken bu işlemin eserin kıymetini bilen yetkili uzmanların denetiminde dikkatlice olması gerektiğine inanmaktayız.” Raporda Alman Çeşmesi’nin restorasyona alınması ve sorumluların bulunması için de adli ve idari takip yapılması istendi. Raporu yazan İstanbul İl Genel Meclisi Kültür ve Sanat Komisyonu üyesi Heykeltıraş İhsan Alpaslan, “Alman Çeşmesi’nin başka bir örneği yok. Kültür ve sanat değeri taşıdığı için yapılan tahribatın manevi değerini ölçmek mümkün değil. Anıtın gördüğü hasarları tespit ederek raporumuzda da yer verdik” dedi.

Sultanahmet Meydanı’nda Sultan I. Ahmet Türbesi’nin karşısında yer alan Alman Çeşmesi, Alman İmparatoru II. Wilhelm’in 1898’deki İstanbul ziyareti anısına Almanya’da yaptırılarak parçalar halinde getirilip Sultan II. Abdülhamid’e hediye edildi. Çeşmenin planlarını imparatorun özel danışmanı Mimar Spitta çizdi, yapımını ise Mimar Schoele üstlendi. İtalyan Mimar Joseph Antony de bu projede yer aldı. II. Wilhelm’in doğum günü olan 27 Ocak 1901’de ise görkemli bir törenle açıldı.

Habertürk, Haber: Sultan Uçar, 06.02.2011

3 TONLUK TARİHİ ALINLIK İLGİ ODAĞI

 

Sinop kent merkezinde, inşaat çalışmaları sırasında bulunan ve Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen 3 ton ağırlığında ki Roma dönemine ait mermer alınlığın yerli ve yabancı turistlerce büyük ilgi gördüğü bildirildi.

 

İlginç işlemelerle kaplı olan tarihi eser, 2006 yılında bulunduğu yerden kepçe yardımıyla alınarak Sinop Arkeoloji Müzesi’ne getirilerek sergilenmeye başlanmıştı. Tarihi alınlığa paha biçilemediğini belirten Sinop İl Kültür ve Turizm Müdürü Hikmet Tosun, eserin Roma dönemine ait olduğunu söyledi. Tosun, müze bahçesinde sergilenen eserin büyük bir tapınak, çeşme ya da mezara ait binaya ait bir alınlık olduğunun tahmin edildiğini belirterek, eserin çok sık rastlanılan bir eser olmadığını kaydetti.

Haber Oku, 05.02.2011

AGORA'DA İZMİR'İN İLK MECLİSİ ORTAYA ÇIKTI

 

 

Tarih hazinesi antik İzmir Agorası’nda, Büyükşehir Belediyesi desteği ile süren, başkanlığını Yrd. Doç. Akın Ersoy’un yaptığı kazılarda Roma Meclisi ortaya çıkarıldı. Kentin tarihi merkezinde bulunan yeni eserler hayranlık uyandırdı. Bir bölümü ortaya çıkarılan ama henüz ziyarete açılmayan Roma Meclisi’nin hemen bitişiğinde 5 galeriden oluşan bekleme salonu Agora’nın en fazla ilgi görecek yeri olmaya aday.

35 metre uzunluğunda 30 metre genişliğindeki salonun Roma döneminde meclise girme hakkı olmayanların kulis yürüttükleri yer olduğu belirtildi. Bu salonun Roma tekniğiyle işlenen taban mozaikleri ise hayranlık uyandırdı. Uzmanlar bu mozaiklerin günümüz teknolojisi ile bile yapılmasının zor olduğunu belirtirken, çalışmalar tamamlanır tamamlanmaz burasının ziyarete açılacağını belirtti. 
Milliyet Ege, Haber: Mustafa Oğuz, 05.02.2011




.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi