20 Şubat - 5 Mart 2011
|
700 YILLIK KADIN MUMYADA
YÜZÜK
Çin Jiangsu
Eyaleti’ndeki Taizhou kentinde yol çalışması yapan
işçiler, 700 yıl önce ölen bir kadının mumyasını
buldu.
1368-1644 yılları
arasında hüküm sürmüş Ming Hanedanlığı döneminde
yaşadığı düşünülen mumya, yol kazısı sırasında
toprağın 2 metre altında bulundu.
Parmağında çok değerli
olduğu tahmin edilen bir yüzük bulunan mumyanın
yüzü, özel bir kahverengi sıvıyla kaplanarak yüzü
daha belirgin hale getirildi.
Çinli arkeologlar
mumyanın 700 yıllık olmasına rağmen, saçının,
cildinin, gözkapaklarının ve yüzünün çok iyi bir
şekilde olduğunu açıkladı.
1.50 metre boyundaki
kadının üzerinde Ming Hanedanlığı’nın giydiği
geleneksel bir kostüm bulunduğu ve tabutunda bazı
seramik eşyalarla tarihi yazıların yer aldığı
belirtildi.
Habertürk, 05.03.2011
|
|
"İŞLENEN BÜYÜK SUÇLAR
VAR"
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay, İstanbul'daki tahribatı bir ölçüde
toparlamaya çalıştıklarını belirterek, “Ama ne yazık
ki o kadar büyük tahribat olmuş ki, en az 100 yılın
yarattığı tahribatı 10 yılda gidermek zor. Belki 25
yılda giderilebilir” dedi.
Beyoğlu
Belediyesi'nce düzenlenen “Beyoğlu Sohbetleri”
etkinliğine konuşmacı olarak katılan Günay,
İstanbul'da bir
zamanlar yanlış işlerin yapıldığını, yanlışı
düzeltmenin çok kolay olmadığını, yapılacak
düzeltmelerin ciddi bir maddi değeri bulunduğunu,
İstanbul'un “gözüne
sokulmuş olan çöpleri” temizlemeye çalıştıklarını
kaydetti.
Günay,
İstanbul'un 100
yıldan bu yana ciddi bir çöküntü yaşadığını, birkaç
imparatorluğa başkentlik yapan
İstanbul'un çok
özel ve önemli bir şehir olduğunu, ancak gereken
özenin, duyarlılığın gösterilmediğini aktardı.
Üreten bir şehir olan
İstanbul'un tüketen
bir şehir haline getirildiği için çökmeye
başladığını, bu nedenle şehrin kolayca tahrip
edildiğini vurgulayan Günay,
İstanbul'u doğru
şekilde planlayamayanların bunda vebali bulunduğunu
söyledi.

Günay, şöyle devam
etti:
“Biz şimdi
İstanbul'daki
tahribatı bir ölçüde toparlamaya çalışıyoruz, bir
ölçüde gidermeye çalışıyoruz. Ama ne yazık ki o
kadar büyük tahribat olmuş ki en az 100 yılın
yarattığı tahribatı 10 yılda gidermek zor. Belki 25
yılda giderilebilir. Cumhuriyet'in 100. yılında
hayalimiz ve hedefimiz, şehirlerimizin tarihsel
dokusunu yeni baştan canlandırabilmek olmalı. Eğer
baştan planlama yapılmış olsaydı,
İstanbul, hiç
olmazsa tarihi yarımada bir eğitim,
finans, bilim ve
sanat merkezi olarak planlansaydı, Paris'in ya da
Roma'nın aldığı turisti alabilirdi.
İstanbul'a en az
15-20 milyon turist gelmeli. İyi şeyler yapılıyor.
Büyük gayretle çalışmalarımızı yapıyoruz.”
Günay, Beyoğlu Pera'da mümkün oldukça yeni bina
yapılmaması, tarihsel dokunun korunması gerektiğini
belirtti. Tarihi dokunun yanına bir biçimde zaman
zaman bir çıkıntı yapmaya çalışanlara izin
verilmemesini isteyen Günay, “Tarihi yarımadada ve
Pera'da uzun bir süre temizlik yapılmasına ihtiyaç
var. Var olan o eklentileri, beton yapıları, salaş
yapıları temizleyerek önce bir ne olduğunu anlamaya
ihtiyaç var” diye konuştu.
Bu yerlerde çok sayıda temizlenmesi, arındırılması
gereken yapılaşma olduğunu anlatan Günay, bunların
öncelikle temizlenmesi ve yerel yönetimlerin bu
konuda duyarlı davranması gerektiğini kaydetti.
Temizlik sürecinden sonra asıl dokuya zarar
vermeyecek şeylerin yapılabileceğini savunan Günay,
“Geçmiş dönemlerde
İstanbul'un
tarihine karşı büyük yanlışlar değil, bence büyük
suçlar işlendi.
İstanbul'un
tarihine karşı işlenen çok büyük suçlar var” dedi.
Tarihi dokuları bunlardan arındırmaya çalıştıklarını
aktaran Günay, sözlerini şöyle sürdürdü:
“İstanbul'da gözümüze, göz bebeğimize sokulmuş
çiviler var. Bunların çıkarılması çok saygıdeğer
davranışlardır. Dolmabahçe Stadyumu konusu var. Bu
benim önüme zaman zaman bir dayatma olarak
getiriliyor. Dolmabahçe Stadyumu 1940'ta yapılmış
galiba. Stadyum yapıldığı zaman birçok yerde top
koşturacak alan var, ama bir tarih bilinçsizliğiyle
mi, yoksa bir kasıtla mı, (ben kasıtla olduğunu
düşünüyorum) Dolmabahçe Sarayı'nın arkasına bir
stadyum yapılmış. O vadinin içine stadyum sokulur
mu? Adı üzerinde dolgu alanı üstünde. Dolmabahçe
orası... Dolgu. Eminönü Yeni Cami kazık üzerine
oturtulmuştur, Dolmabahçe de öyledir. Siz bu tarafa
on binlerce insanın tepineceği bir alan yaparsanız,
zaman içinde Dolmabahçe denize doğru akmaya
mahkumdur.”
Bu stadyumla ilgili yeni bir proje hazırlandığını
anlatan Günay, “(Bu yetmez, burayı büyütelim)
diyorlar. (Stadyumu genişletelim, araya kongre
merkezi koyalım, bir de otopark koyalım) diyorlar.
Arkadaşlar, böyle bir şey olabilir mi? Bu konuda
zorlanıyorum. Stadyumları şehir dışına, trafiğin
tıkanmayacağı yerlere alalım” diye konuştu.
Hürriyet, 05.03.2011
|
|
KONTEYNERDEN PAHA
BİÇİLEMEYEN TARIHI ESERLER ÇIKTI
ABD Gümrük ve Sınır Koruma ve Yurtiçi Güvenlik
Dairesi, paha biçilemeyen tarihi eser ele geçirdi.
New Jersey'e gelen bir konteynerde arama yapan
yetkililer, Çin'in Tang Hanedanına ait olan iki adet
at heykeli ve bir vazo ele geçirdi. Yetkililer, 1500
ile 5 bin yıllık olduğu tahmin edilen tarihi
eserlerin bulunduğu konteynırın üzerinde herhangi
bir bilgi olmadığı açıklayarak, "Tarihi eserlerin
kimler tarafından gönderildiğini ve alıcını bulmaya
çalışıyoruz" diye konuştu. ABD ve Çin hükümetleri,
tarihi eserlerin yasa dışı ticaretini engellemek
için 2009 yılından itibaren iş birliği yapıyor.
Türkiye Gazetesi, 05.03.2011
|
ANTİK KENT CERAŞ, BİNLERCE YILDIR AYAKTA
Ürdün'de, başkent Amman'ın 45 kilometre kuzeyine düşen Ceraş antik kenti, turizm potansiyeliyle ülke ekonomisine önemli katkı sunuyor.
Son yıllarda yapılan kazılarda çıkarılan bronz çağına ait eserlerle, tarihi Milattan Önce 3000 yılına kadar dayandırılan Ceraş, Efes antik kenti gibi yıllara meydan okuyarak günümüze kadar gelebilmiş bir kent olma özelliğini taşıyor.
Roma İmparatorluğu'nun Suriye eyaletinin bir şehri olan, daha sonra Decapolis (sınır şehri) özelliği kazanan Ceraş, imparatorluğun sağladığı huzur ve güven ortamında, mimari alanda önemli gelişmeler sağlamış. MS 614 yılındaki Pers istilasında önemli ölçüde kan kaybeden şehir, Emevilerin yönetimi altında yeniden canlanmış. Ceraş MS 746 yılında yaşanan depremde önemli ölçüde tahrip olmuş.
Ceraş'ın zengin tarihini ortaya çıkarmak için yapılan kazılar 1920'de başladı ve günümüzde devam ediyor. Antik kentte iki tapınak, benzersiz bir oval sütun, iki amfi tiyatro ve bir hipodrom bulunurken, şehrin çevresi ise korint tarzı sütunları ile çevrili.
Türkiye Gazetesi, 03.03.2011
|

 |
ECZACIBAŞI VE TANER'E LEGION D'HONNEUR NİŞANI
İstanbul Modern Yönetim Kurulu Başkanı Oya
Eczacıbaşı ve İstanbul Kültür Sanat Vakfı Genel
Müdürü Görgün Taner, Fransız devletinin en prestijli
nişanı sayılan Legion d’Honneur’e layık görüldü. Oya
Eczacıbaşı ile Görgün Taner’e Legion d’Honneur
nişanları önümüzdeki günlerde düzenlenecek özel bir
törenle takdim edilecek.
İstanbul Modern Yönetim Kurulu Başkanı Oya
Eczacıbaşı
Fransa ve Türkiye arasında kültürel bağın
güçlenmesine katkıda bulunması, sanata ve sanatsal
eyleme, evrensel kültür ve sanatın yaygınlaşmasına
yılmadan hizmet etmesi ve
İstanbul Modern’de bir buluşma noktası yaratması
nedeniyle
Fransa’nın
Ankara Büyükelçisi Bernard Emié ve dönemin
Fransa Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner’in
tavsiyesiyle,
Fransa Cumhuriyeti tarafından Legion d’Honneur
nişanına layık görüldü. Oya Eczacıbaşı, iki ülke
arasında yarattığı eşsiz bağ ile Fransız-Türk
ilişkilerini yaşatan başlıca aktörlerden biri olarak
nitelendirildi.
İKSV Genel Müdürü Görgün Taner, 1 Temmuz 2009 – 31
Mart 2010 tarihleri arasında gerçekleştirilen
Fransa’da Türkiye Mevsimi’nin Türkiye
Komiserliği görevini üstlenmişti. Görgün Taner,
Fransa’da Türkiye Mevsimi’nin başarısında
oynadığı önemli rol ve iki ülke arasındaki dinamizm
ve kültürel ilişkilerin güçlendirilmesine
katkısından dolayı
Fransa Cumhuriyeti tarafından Legion d’Honneur
nişanına layık görüldü. 9 ay süren
Fransa’da Türkiye Mevsimi kapsamında, aralarında
yaklaşık yüz konferans ve bilimsel toplantının da
yer aldığı ve 15 milyondan fazla izleyicinin
katıldığı 600’den fazla etkinlikle Türkiye’nin
kültür-sanat alanındaki enerjisi, yaratıcılığı ve
çeşitliliği Fransız kamuoyuna tanıtılmıştı.
Napolyon Bonaparte döneminde 1802 yılından
itibaren Fransız Hükümeti’nin üstün başarılarda
bulunanları ödüllendirmek amacıyla vermeye başladığı
Chevalier dans L’Ordre National de la Legion
d’Honneur nişanı Fransız devletinin en prestijli
ödüllü kabul ediliyor.
Orta ve lise öğrenimini
Fransa’da tamamladıktan sonra Boğaziçi
Üniversitesi İşletme Bölümü’nü bitiren Oya
Eczacıbaşı, İngiltere’de müze işletmeciliği üzerine
yüksek lisans yaptı. 2004 yılından bugüne
İstanbul Modern Yönetim Kurulu Başkanı olan Oya
Eczacıbaşı, 2002 yılından bu yana İKSV Yönetim
Kurulu üyeliğini sürdürüyor.
2002 yılından bu yana İKSV Genel Müdürlüğü’nü
sürdüren Görgün Taner, halen
İstanbul Modern ve Avrupa Kültür Vakfı (European
Cultural Foundation) Yönetim Kurulu üyesi. Görgün
Taner 2010 Eylül ayında Amsterdam Belediyesi
tarafından “Amsterdam Belediyesi Sanat Danışmanı”
olarak görevlendirilmişti.
Hürriyet, 03.03.2011
|
|
SANAT DÜNYASININ ACI KAYBI
Resim ve seramik
sanatçısı
Ümran Baradan (66) İzmir'de vefat etti.
Edinilen bilgiye göre, Ege Üniversitesi Tıp
Fakültesi Hastanesi'nde hayatını kaybeden Baradan,
bir süredir kanser tedavisi görüyordu.
Ümran Baradan, 1970'de Dallas SMU Üniversitesi
eğitimcileri şeref üyeliğine, 1989 yılında da
Uluslararası Sanatçılar Derneği New York
başkanlığınca şeref üyeliğine seçilmişti.
1994 yılında Uluslararası Kadınlar Finlandiya
başkanlığınca 20. Asrın Başarılı 100 kadını arasına
Türkiye'den seçilen Baradan,
Uluslararası Kadınlar Dayanışma Birliği'nin
Genel Başkanlığı'nı da yapmıştı.
Habertürk, 03.03.2011
|
NOEL BABA'YA YOĞUN İLGİ
Antalya'nın Demre
İlçesi'ndeki Noel Baba Müzesi ve Myra antik kentini
yıl başından bu yana 36 bin 257 kişi ziyaret etti.
Ziyaretlerden 196 bin 209 TL gelir elde edildi.
Ziyaretler ve gelir açısından geçen ay, tüm
zamanların en iyi şubat ayı rekoru kırıldı.
Yerli ve yabancı ziyaretçilerin yoğun ilgi
gösterdiği Noel Baba Müzesi'ni yılbaşından bu yana
19 bin 704 kişi ziyaret etti, karşılığında 101 bin
704 TL ücret ödedi. Geçen ay 14 bin 837 kişinin
ziyaret ettiği ve 78 bin 560 TL gelir bıraktığı
müze, bir rekora da imza attı. Geçen ay ziyaretler
ve elde edilen gelir açısından, tüm zamanların en
iyi şubat ayı rekoru kırıldı.
Kaya mezarları ile ünlü Myra
antik kenti de
turistlerin büyük ilgisini gördü. Yılbaşından bu
yana antik kenti 16 bin 553 kişi ziyaret etti, 94
bin 505 TL gelir elde edildi. Geçen ayki ziyaret ve
gelir bakımından Myra antik kenti de tüm şubat
ayları içinde en fazla ziyaretçi ve gelir rekorunun
sahibi oldu.
Myra antik kentini gezen Avusturyalı Hans Tuider,
çok zengin tarihi kalıntıların bulunduğu kenti çok
beğendiğini söyledi. Alman Fuchs Jadniga, ilk kez
Türkiye'ye geldiğini ve harika bir ülke olduğunu
belirterek, “İklimi, doğası tarihi, kaya mezarları
bir şaheser, süper. Bizi büyüledi. Yine geleceğim”
derken, Avusturyalı doktor Arthur Schneeberger,
Türkiye'nin tarih zengini bir ülke olduğunu
kaydetti.
Hürriyet, 03.03.2011
|
5300 YAŞINDAKİ BUZ ÇAĞI ADAMI
5300 yıl önce bir ok
yarası sonucu öldüğü saptanan Buzçağı adamı, 1991
yılında bir Alman çift tarafından mumyalanmış halde
bulunmuştu.
Hollandalı uzmanlar Alfons ve Adrie Kennis
tarafından üç boyutlu hale dönüştürülen ceset, sergi
salonunda adeta canlı bir görünüme sahip.
Uzmanlar Ötzi'yi yeniden yaratırken modele
kahverengi gözler eklediler.

İtalya ve Avusturya sınırını oluşturan Alp
Dağlarındaki Ötzi Vadi'sinde bulunan mumyalanmış
buzçağından kalma cesede Ötzi ismi verilmişti.

Ötzi bulunduğunda keçi derisinden kıyafeti,
çalılardan yapılmış başlığı, kurşundan miğferi ve
okları yanıbaşında bulunmuşlardı. Alman çift
tarafından bulunan vücut mumyalanmış biçimde buz
kitlesinin içinde kaldığı için 5000 yıldan uzun süre
varlığını koruyabildi.

Buzçağı adamı üzerinde yapılan incelemeler,
kendisinin 46 yaşında ve 159 cm. boyunda olduğunu
ortaya koydu. Ötzi'nin bir hayli gerçekçi modeli
Bolanzo'daki Güney Tirol Arkeoloji Müzesi'nde
meraklıların ziyaretine sunuluyor.
Radikal, 02.03.2011
|
KARAYİP KORSANI HENRY MORGAN'IN TOPLARI BULUNDU
1660 ile 1680 yılları arasında Karayip Adaları ve Panama'da faaliyet gösteren Galler'e bağlı olarak çalışan "yasal korsan" Kaptan Henry Morgan'ın gemisine ait altı adet top bulundu. Panama Kültür Bakanlığına bağlı arkeologlar tarafından bulunan topların, 1671 yılında batırılan Kaptan Morgan'ın gemisine ait olduğu açıklandı. Morgan, valinin emriyle gittiği bölgede, Venezuela, Panama gibi ülkelerdeki yağma ve katliamla adını bütün dünyaya duyurdu. Morgan'ın bölgede yürüttüğü faaliyetle, İspanyol hakimiyetini İngiltere lehine çevirdi. Morgan, korsanlığın altın çağında yaşamış ve İngiltere'nin İspanyollara karşı savaşını iyi kullanmış ve büyük bir servet kazanmıştı.
Türkiye Gazetesi, 02.03.2011
|
 |
|
DEFİNE UĞRUNA TARİHİ ESER YIKILDI
Antalya’nın Demre İlçesi'nde bulunan Andriake
Limanı’nın gözetleme kulesi, define arayan bir kişi
tarafından yıkıldı.
Andriake Liman Kenti’nin bekçisi Mustafa Keskin,
denizden 300 metre yükseklikteki gözetleme kulesinin
büyük gürültüyle yıkıldığını görerek, polise haber
verdi.
Polis ekipleri, Demre Büyükkum Mahallesi’nde
oturan D.Ş’yi (35) balyoz, kazma, kürek, demir
levyelerle birlikte olay yerinde yakaladı. Define
aramak için gözetleme kulesine geldiği ifade edilen
D.Ş, polisteki sorgusunun ardından çıkarıldığı Demre
Cumhuriyet Savcılığı tarafından tutuksuz yargılanmak
üzere serbest bırakıldı.
Antalya Müzesi yetkilileri, yıkılan gözetleme
kulesinde incelemeler yaptı.
Dünya, Fotoğraf: Cnn Türk, 02.03.2011
|
NADİR ESERLERE EL DEĞMEDEN ONARIM
Milli Kütüphane’nin 1998 yılında kurulan “Patoloji ve Restorasyon Laboratuarı”nda yapılan yeni düzenlemeyle, bozulmuş veya yırtılmış yazma ve nadir eserler el değmeden onarılacak.
Milli Kütüphane Başkanı Tuncel Acar, patoloji ve restorasyon merkezinde başta el yazması eserler olmak üzere Milli Kütüphane’deki diğer tarihi öneme sahip tablo, harita, belge, kitap, mecmua gibi nadir eserlerin restorasyonunun bilimsel yöntemlerle gerçekleştirildiğini söyledi.
Kütüphanedeki kurt yeniği olan, nem veya başka nedenlerle bozulan yazma eserlerin önce neden dolayı bozulduğunu tespit edip, daha sonra ona göre ilaç uygulayarak yırtılan, yenilen yerlerin restorasyonunu gerçekleştirdiklerine ve bu işlemlerin elle yapıldığını işaret eden Acar, şu bilgileri verdi:
“Araştırdık, dünyanın bazı yerlerinde yazma eserlerde olmasa bile, nadir basma eserlerin onarımını yapan makineler olduğunu gördük. Bunun üzerine araştırmalarımız devam etti. Bu konuda Dubai’de bir merkez olduğunu gördük. Bu merkez aynı zamanda bir kültür merkezi olup dünyadaki İslamiyetle ilgili yazmaların dijital kopyalarını toplamayı kendilerine görev edinmiş. Ayrıca bu merkezin çok güzel bir restorasyon ve patoloji enstitüsü var. Ellerindeki yazma ve nadir eserleri en güzel şekilde bu merkezde onarıyorlar.”
Hürriyet, 02.03.2011
|
 |

|
TÜRKİYE'DE KEPÇEYLE ARJANTİN'DE ARKEOLOGLA
Yakınlarını Kaybeden Ailelerin Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (YAKAY-DER), Bitlis Mutki’deki toplu mezarlarda kepçelerle yapılan arama çalışmaları için suç duyurusunda bulunacak.
Basın mensupları ve akademisyenlerle dün bir araya gelen kayıp aileleri, arama çalışmalarının uzmanlar eşliğinde yapılması gerektiğini savunarak, kepçeyle yapılan çalışmaları eleştirdi.
Toplantıda Arjantin’deki kayıplar için arkeologlar tarafından yapılan kazı çalışmalarından örnek bir fotoğraf gösterilerek Bitlis Mutki’deki özensiz aramalara dikkat çekildi.
Dernek Başkanı ve gözaltında kaybolan Fehmi Tosun’un eşi Hanım Tosun, “Kepçelerle yapılan aramalar Türkiye’nin ayıbıdır. İki aydır bu çalışmalar yüzünden gözümüze uyku girmiyor. Devlet arşivlerini açsın. Kim nerede yatıyor, bu belgeler muhakkak vardır” dedi.
Toplantıya katılan Türkiye İnsan Hakları Derneği (TİHV) Başkanı Prof.Dr. Şebnem Korur Fincancı ise kepçe çalışmaları hakkında suç duyurusunda bulunulması gerektiğini ifade ederek, şunları söyledi: “21. yüzyılda kepçelerle toplu mezar arama çalışmasını yürütenler hakkında işlem yapmaya ihtiyaç var. Suç duyurusu yaparak mezarların tahrip edilmesinin önüne geçmek gerekiyor. Koca iş makineleri o toprağın üzerinden her geçişinde kemikler paramparça oluyor. Kimliklendirme için gerekli bir takım verileri elde edebilmek mümkün olmuyor. Kazıların uzmanlar eşliğinde yapılması gerekiyor. Arkeologların aramalara mutlaka dahil edilmesi lazım. Onların yol göstericiliğinde çalışmaların yürümesi çok daha anlamlı olacaktır.”
Milliyet, Haber: Burcu Karakaş, 02.03.2011
|
SAKLI PARŞÖMEN 100 YIL SONRA ORTAYA ÇIKTI

Geçen hafta Yeni Zelanda’nın Christchurch
kentini vuran ve yaklaşık 240 kişinin ölümüne neden
olan 6.3 büyüklüğündeki deprem, çok ilginç bir
keşfin yapılmasını sağladı.
Depremde hasar gören
Christchurch katedralinde arama çalışmaları yapan
kurtarma ekipleri, kentin kurucusu John Godley’in
devrilen heykelinin altında 100 yıldan fazladır
gizli kalan bir metal kapsül buldu.
Neyle karşılaştığını anlamayan
kurtarma ekipleri, metal silindir şeklindeki
kapsülün içinde bir cam şişe olduğunu fark etti. Cam
şişenin içindeyse bir parşömen bulundu.
Salı günü sabahı yapılan
keşfin ardından, kurtarma ekipleri hemen
Christchurch’daki Canterbury müzesi yetkililerine
haber verdi. Müze yöneticisi Anthony Wright, “Bu
inanılmaz bir olay. Depremden tam bir hafta sonra
keşfedilmiş olması da bir o kadar etkileyici dedi.

Bulunan metal kapsül ve içinde
saklı olan not, Christchurch kentinin İrlandalı
kurucusu John Godley’in heykelinin altında bulundu.
1867 yılında dikilen heykel, 1933 yılında bulunduğu
yere taşındı. Wright, bu kadar uzun bir süredir
heykelin ayakları altına yerleştirilmiş olan notta
ne yazdığını ortaya çıkarmanın çok etkileyici
olacağını belirtti.
Notun yazılı olduğu parşömeni
inceleyen yetkililer, ilk bakışta “tarafından” ve
“dikildi” kelimelerini fark etti. Yetkililer,
parşömenin zarar görmemesi için nem oranının uygun
olduğu bir ortamda inceleme yapılacağını ifade etti.
Christchurch’ın Belediye
Başkanı Bob Parker, esrarengiz parşömen için “Daha
uygun bir zamanda ortaya çıkamazdı” dedi.
Parşömenin keşfedildiği Salı
günü, depremde ölenler için ülke genelinde iki
dakikalık saygı duruşunda bulunuldu.
Parker, “Mucize aradığımız bir
hafta boyunca, karşımıza gerçekten bir mucize çıktı.
İnanıyorum ki bulduğumuz parşömen bize Christchurch
kurulduğu zaman burada yaşayan insanların umut ve
arzularını iletecek” dedi.
Hürriyet, 02.03.2011
|
222 YILLIK YILDIZ'IN HALİ İÇLER ACISI
 
 
Sultan II. Abdülhamid'in görüntü alınmasına izin
vermediği tek yer olan Yıldız Sarayı'ndaki Harem
Dairesi'ni, HABERTÜRK görüntüledi.
Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerine tanıklık
eden önemli bir yapı Yıldız Sarayı... 1789'da
yapımına başlanan ve son 130 yıldır çatı onarımı
dışında tek çivi çakılmadığı ortaya çıkan saray
perişan halde.
Eşsiz resimlerin yer aldığı tavanlar, çatıdan
sızan yağmur sularıyla çürümüş. Merdivenler,
kapılar, pencereler dökülüyor. İlk elektrik ve
kalorifer sisteminin kurulduğu yer olarak bilinen
haremde, kalorifer petekleri ve merdiven trabzanları
pastan çürümüş halde.
Zemin döşemeleri de delik deşik olan Yıldız Sarayı
Haremi'nde bugünlerde çok yoğun bir çalışma var.
Saray, İstanbul İl Özel İdare Genel Sekreterliği
İmar Yatırım ve İnşaat Daire Başkanlığı'nca 11.5
milyon TL'lik dev bir bütçeyle ilk kez kapsamlı bir
restorasyona alındı.
Cariyeler Dairesi'nden başlanılan restorasyonda
önce asıl dokuya ulaşmak için boyalar hassas bir
çalışmayla sökülecek. Böylelikle o döneme ait
sürpriz yazı, günlük hatta tarihsel değeri olan takı
ve benzeri eserlere ulaşılması da bekleniyor.
Kanuni Sultan Süleyman döneminde av sahası olarak
kullanılan, Yavuz Sultan Selim döneminde ise
yapılaşmanın başladığı Yıldız Sarayı, Osmanlı
İmparatorluğu'nun son dönemlerine tanıklık eden çok
önemli bir eser.
Sultan Abdülaziz'in tahttan indirilmesinden sonra
göreve gelen Sultan V. Murad'ın 92 gün süren
saltanat günlerinde oturduğu, II. Abdülhamid'in ise
tam 33 yıl boyunca imparatorluğu yönettiği Yıldız
Sarayı'nda geçtiğimiz yıl tamamlanan Büyük Mabeyn
Köşkü Restorasyonu'ndan sonra şimdi de Harem
Dairesi'nin kapıları restorasyon için açıldı.
Yıldız Sarayı Haremi, İstanbul İl Özel İdare Genel
Sekreterliği İmar Yatırım ve İnşaat Daire
Başkanlığı'nca 11.5 milyon TL'lik dev bir bütçeyle
ilk kez kapsamlı bir restorasyona alındı.
Restorasyonun başına Kültür ve Turizm Bakanlığı
İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü Yıldız Sarayı
Kontrol Amiri Restoratör Ahmet Selbesoğlu getirildi.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın da,
yaklaşık 10 gün önce başlayan çalışmaları saraya
bizzat gelerek incelediği öğrenildi.
Yıldız Sarayı'ndaki 10 bin metrekarelik alanda 2 yıl
sürmesi beklenen çalışmayla; Sultan II.
Abdülhamid'in Dairesi, Kadın Efendiler I ve II.
Dairesi, Cariyeler Dairesi, Hazinedar Dairesi, Usta
Kadınlar Dairesi, Cariyeler Dairesi Taşlığı, yapılar
arasındaki geçitler, harem bahçe ve avluları restore
edilecek.
Restorasyon öncesi ve sonrası 3 ayrı kamera ile
kayıt altına alınacak. 10 bin metrekarelik alandaki
restorasyonun 2 yıl sürmesi bekleniyor. Çalışmaların
sonunda harem, multivizyon gösterileri, okuma ve
oturma bölümleriyle yaşayan hale getirilerek,
ziyarete açılacak.
II. Abdülhamid'in haremi III. Selim'in annesi
Mihrişah Sultan için 1789'da yaptırılan Yıldız
Sarayı, özellikle II. Abdülhamid döneminde 1876-1909
yılları arasında Osmanlı'nın yönetim merkezi olarak
kullanılmaya başlandı.
Dolmabahçe'nin denizden kuşatılma ihtimalini
dikkate alan II. Adülhamid 1877'de bir gece yarısı,
"Taşınıyoruz" diye emir verdi. İmparatorluk böylece
Yıldız'a yerleşti. Saraydaki asıl yapılaşma bu
dönemde başladı. Osmanlı döneminde elektrik
tesisatı ve kalorifer sisteminin de ilk kez burada
kullanıldığı biliniyor.
Sultan II. Abdülhamid tam 33 yıllık saltanatında
sarayı, resmi dairesi ve haremi olarak kullandı.
Yıldız Sarayı'nda III. Selim'in annesi Mihrişah
Valide Sultan'ın yanı sıra Sultan Abdülmecid'in
annesi Bezmialem Valide Sultan'ın da yaşadığı
biliniyor. Sultan Abdülhamid'in 31 Mart Vakası'ndan
sonra tahttan indirilmesi üzerine saray bir halk
kalabalığı tarafından yağmalanıp kısmen de yakıldı.
Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmasıyla 1924
yılında Yıldız Sarayı, Harp Akademileri
Komutanlığı'na geçti. 1978'de Kültür Bakanlığı'na
devredilene kadar komutanlık tam 54 yıl boyunca
sarayı kışla olarak kullandı. Saray duvarlarındaki
yabancı boya ve badanaların da bu dönemde yapıldığı
düşünülüyor.
SARAYDA KULLANILAN PARFÜMLER
Fransa'daki Louvre Müzesi'nde yer alan belgelerden
formüllerine ulaşılarak Osmanlı döneminde sarayda
kulllanılan kokular yeniden üretildi. Firma sahibi
Hamza Topal, 40 kokudan ancak 12'sinin formülüne
ulaştıklarını söyledi. Kokular isimleriyle şöyle:
Padişah: Etken maddesi çam kökü ve afrodizyaktan
oluşuyor.
Yavuz Sultan Selim: Çam ve kehribar karışımı. Öz
güveni artırıyor.
Sema: Misk kokusu. Hz. Muhammed'in kullandığı öne
sürülüyor.
Kaptan-ı Derya: Nane ve limon özlü.
Lokman Hekim: Portakal ve kayısı karışımı, meyve
özlerinden oluşuyor.
Saray: Gül ve lavantadan oluşuyor. Valideler
kullanıyor.
Sahra-i Cedid: Çiçek özlerinden, çilek kokusunu
andırıyor. Afrodizyak etkili.
Şehr-i İstanbul: Boğaz ve deniz kokusunu andıran
limoni bir koku.
Cariye: Lavanta özlü, stres alıcı özelliğe sahip.
Harem: Sümbül aromalı. Afrodizyak etkisi ile
cazibeyi artırıyor.
Hürrem Sultan: Kehribar ve baharatlardan
oluşuyor. Otoriter kadınlar tercih ediyor.
Sadrazam: Vanilya aromalı kokunun sahibine karşı
hoş muhabbet hissi duyulurken, yöneticiler
tarafından tercih ediliyor.
Habertürk, Haber: Sultan Uçar, 01.03.2011
|
ROMA DÖNEMİ GÜVERCİNLİKLERİ GERÇEK SAHİPLERİNİ
BEKLİYOR

Kapadokya bölgesinde varlığı Romalılar dönemine
kadar uzanan doğal tüf kayalara oyulu
güvercinlikler, günümüzde gerçek sahiplerini
bekliyor. Bölge tarımının gelişmesinde önemli güç
kaynağı konumundaki güvercinlerin, yeniden doğal
ortamlarında üremelerine imkan sağlanması amacıyla 4
yıl önce başlatılan projenin yeni baştan ele
alınarak uygulamaya konulması bekleniyor.
Türkiye’nin önemli kültür turizm merkezlerinden
biri olan Kapadokya bölgesinde, MS 4. yüzyılda
Romalılar döneminde özellikle Çat, Uçhisar, Göreme
ve Ortahisar’daki uzunluğu kimi zaman 10
kilometrelik bir alana yayılan derin vadi içlerinde,
yükseltileri kimi yerde 40 metreye ulaşan yumuşak
tüf kayaların içlerine oyulan güvercinliklerde
yaşamlarını süren güvercinlerin, atıklarının ekili
tarım arazilerinde gübre olarak kullanılması ile de
bölge tarımının gelişmesi açısından ciddi bir önem
oluşturdukları biliniyor.
Bölgede, 1970'li yıllara kadar uzanan bir zaman
içerisinde sayıları yüz binleri bulan güvercinlerin
dünyada en yaygın olarak yaşam alanlarından birine
sahip olan Kapadokya bölgesinde, ortaya
konulabilecek ciddi bir proje ile yeniden geçmişin
canlandırılabilmesine olanak sağlanması bekleniyor.
Mimari bakımdan da dünyanın uçan canlıların insan
eliyle yapılan en önemli yaşam merkezlerinden biri
olarak da dikkat çeken güvercinliklerin yeniden eski
konumuna getirilmesine yönelik olarak Nevşehir İl
Özel İdaresi tarafından 2005 yılında yaklaşık 10
bine yakın çeşitli ırk ve cinslerde güvercinlerin
satın alınmak suretiyle, bölgede güvercinliklerin en
yoğun olarak bulunduğu Çat beldesindeki Çat ve
Fırınasma Vadileri ile Uçhisar beldesindeki
Güvercinlik Vadisi’ne bırakılmıştı. Aradan geçen
süre içerisinde, güvercinlerin doğal ortama
alışmalarında karşılaşılan ciddi sıkıntıların yanı
sıra, güvercin neslinin ıslah edilmesine yönelik
çalışmalarda maddi kaynak sorunu oluşması nedeniyle
güvercin sayıları hedeflenen düzeye ulaştırılamadı.
Tarihi süreçte insanın en kadim dostu olarak da
nitelendirilerek barışın sembolü olarak ifade edilen
güvercinlerin, yeniden tarih içerisindeki normal
yaşam alanlarına dönmeleri için çalışma yapılmasının
Kapadokya bölgesindeki turizm hareketliliğinin
sağlanmasında önemli bir potansiyel güç
oluşturabileceği kaydediliyor.
Nevşehir Kent Haber, 01.03.2011
|
OSMANLI'NIN İLK MAHALLESİ BEDRETTİN'DE 'KENTSEL
DÖNÜŞÜM YANGINI'
Geçtiğimiz pazar
günü İstanbul'un tarihi mahallelerinden
Bedrettin Mahallesi'nde eski ahşap bir
binada yangın çıktı. Buraya kadar İstanbullular için
oldukça "sıradan" bir haber. Ancak Bedrettin
Mahallesi Derneği Kurucusu
Süleyman Songur'a
göre çıkan yangının arkasında yine İstanbulluların
son dönemlerde iyice alışık hale getirildiği "kentsel
dönüşüm" projeleri yatıyor.
Bedrettin Mahallesi'nin önemi
Bedrettin Mahallesi Kasımpaşa ile
Beyoğlu arasında kalan,
Haliç'in yan tarafında bulunan bir mahalle.
1513 yılında Kurulan Bedrettin Mahallesi,
İstanbul'un fethinden sonra kurulan ilk Osmanlı
mahallesi. Adını da burada yaşayan Şeyh
Bedrettin'den alan mahalle, Osmanlı'nın Haliç
bölgesindeki tersanelerinin lojistiğini sağlamasında
önemli bir yere sahip.
17 yıldır sit alanı
olan Bedrettin Mahallesi, önce "yenileme
alanı" ilan edildi. Ardından koruma
planlarının dışında bırakıldı. Bedrettin Mahallesi
Derneği Kurucusu Süleyman Songur, mahallenin koruma
planları kapsamının dışına çıkartılmasından ilk
başta hiç kimsenin haberi olmadığını söylüyor.
Songur ve arkadaşları haberi 1 Şubat tarihli Posta
Gazetesi'nde yer alan "İstanbul'da yaşanacak yer
kalmadı" başlıklı haber sayesinde öğrenmişler.
Sit alanı bir anda "yenileme alanı" oluverdi
Mahalleli, 17 yıl boyunca evlerini SİT alanı olması
nedeniyle tamir ettirememiş. Evinin başının üstüne
yıkılmasını istemeyen kimi mahalleli, bu dönemde
çareyi evlerini boşaltıp başka yerlere taşınmakta
bulmuş. Boşalan evlere Tophane ve İstiklal
Mahallesi'nden vatandaşların yerleştirildiğini ama
kimler tarafından yerleştirildiğini bilmediğini
söyleyen Süleyman Songur, bu insanların "işgalci"
konumunda olmasına rağmen muhtarlık kayıtlarının
yapıldığını anlatıyor.
Bir "garip" yangın
26 Şubat cumartesi günü mahallenin çocuk parkı ve
spor alanı belediye ekipleri tarafından sökülmüş.
Aynı gün belediye, işçiler için bu alan bir
konteynır yerleştirmiş. Ancak burada ne yapıldığını,
kimsenin anlamadığını söyleyen Songur, pazar günü
sökülen park ve spor alanının parçalarının belediye
tarafından toplandığını, hemen sonra da mahalleye
sonradan yerleşen ve 20 kişinin kaldığı evde yangın
çıktığını anlatıyor.
Ya dalgıç pompa olmasaydı?
İTÜ'den bir grupla yangının çıktığı sokağın tarihi
önemi nedeniyle koruma planı kapsamına alınması için
çalışma başlattıklarını anlatan Süleyman Songur, bu
sokakta dernek yöneticilerinin de evlerinin olduğunu
vurguluyor. Sokakların dar, evlerin eski ve ahşap
olması nedeniyle yangının bir evde başlaması
durumunda tüm sokağı sarmasının işten bile
olmadığına işaret eden Songur, o sokakta bulunan bir
arkadaşlarının evinin bahçesinde bulunan su kuyusuna
bağladığı bir dalgıç pompa ile büyük bir felaketi
engellediğini anlatıyor.
Biz bu planları daha önce gördük
Beyoğlu Belediyesi'nin mahalleliye yıkım
yapmayacağını söylediğini aktaran Songur,
Ahmet Misbah Demircan'ın önümüzdeki
seçimlerde milletvekili adayı olacağını, bu durumda
da doğal olarak "mahallenizi yıkacağım" diyemediği
görüşünde. Ancak Süleyman Songur, kendilerinin bu
gibi yangınlar vb. yöntemlerle alt-üst edilen
Süleymaniye, Fener-Balat ve Sulukule örneklerini
yakından bildiklerini ifade ediyor.
bianet.org, Haber: Ekin Karaca, 01.03.2011
|
"DÜNYA TARİHİNDE SEYAHATNAME'Yİ GEÇECEK İKİNCİ BİR
KİTAP YOK"

Toplumların kültürel mirasını korumak amacıyla
kurulan UNESCO, 2011 yılını Evliya Çelebi yılı ilan
etti. Evliya Çelebi adlı ilk hacimli biyografiyi
hazırlayan Yusuf Çetindağ, dünyanın çeşitli
bölgelerini yarım asır at sırtında gezen Evliya
Çelebi tarafından kaleme alınan Seyahatname için
"Dünya tarihinde onu geçecek ikinci bir kitap yok."
diyor.
Doğumunun 400. yılında
UNESCO'nun 2011'i 'Evliya
Çelebi Yılı' ilan etmesi ile dünyaca ünlü
seyyahımız yeniden gündeme geldi. Kaynak
Yayınları'ndan çıkan 'Evliya Çelebi' adlı ilk
hacimli biyografiyi hazırlayan Yrd. Doç Dr.
Yusuf Çetindağ, ünlü gezginin Seyahatname'yi
yazmasının 17. yüzyılı aydınlattığını söylüyor.
Çetindağ, "UNESCO'nun böyle bir etkinlik yılı
ilan etmesi Çelebi'ye olan teveccühü
artırmıştır. Medeniyetine güvenmeyen ve
eleştiren içimizdeki oryantalistlerin kendi
kaynaklarını tanıması için vesile olmasını ümit
ediyorum." diye konuşuyor. Çetindağ, Çelebi'nin
17. yüzyılda yaşadığı dönemin Osmanlı'nın en
ihtişamlı ortamı olduğunu belirterek 20 milyon
kilometrekare ile dünyanın en büyük devletinin
seyyahı olduğunu dile getiriyor. Yazar,
Seyahatname'yi güvenilir bir kaynak olarak
görmeyenlere ise şu cevabı veriyor. "Koca eserde
anlattığı birkaç fıkra ile Seyahatname'yi
genelleyenler var. Bu, oryantalist bir bakış
açısıdır. Osmanlı'yı küçük görenlerin ne
tarihine ne de edebiyatına saygıları olmuyor.
Halbuki Çelebi, eserini ayrıntılı ve sabırlı bir
şekilde kaleme almış. Dünya tarihinde
Seyahatname'yi geçecek ikinci bir kitap yok.
Mübalağa o dönemin bir edebi sanatı, tıpkı bugün
olduğu gibi. Seyahatname sanat, tarih,
sosyoloji, psikoloji, felsefe açısından muazzam
bir kitap."
Evliya Çelebi'nin 70 yıllık ömrünün 50
senesinin gezilerde geçtiğini ifade eden
Çetindağ, ünlü seyyahın idealleri için
evlenmekten, paradan ve makamdan geçtiğini
belirtiyor. Seyahatname'nin sıradan bir gezi
kitabı olmadığını dile getiren Çetindağ,
"Mimarlar, musikişinaslar, edebiyatçılar,
şairler, ressamlar, hattatlar, dilciler, kültür
araştırıcıları Seyahatname'den yararlanabilir.
Çelebi, bu konuları kitabında ayrıntılı bir
şekilde anlatıyor. Osmanlı için 'yaşamış ama
yazmamış' derler. Bu söze karşı yazılan en
kapsamlı eser Seyahatname'dir." diyor.
Seyahatname'nin dünya hatırat tarihinin en
nadide eseri olduğunu kaydeden Çetindağ, Evliya
Çelebi'nin Türk milletine ideal veren birkaç
kişiden biri olduğunu söylüyor. Çetindağ,
2011'in iyi değerlendirilmesi gerektiğini
söyleyerek, "Akademik anlamda çalışmalar
yapılarak onun hakkındaki yersiz olan şüpheler
giderilmeli. Yine sempozyumlar ve paneller
düzenlenmeli. Adına enstitü kurulup ilkokuldan
başlayarak üniversite öğrencilerine kadar bu
müstesna şahsiyet anlatılmalı. Çünkü Türk tarihi
değil dünya tarihinde bir tane Evliya Çelebi
var." diye konuşuyor.
Zaman, Haber: Samet Altıntaş, 01.03.2011
|
HAİTİ TARİHİ ESERLERİNİN PEŞİNE DÜŞTÜ
Haiti’nin başkenti Port-au-Prince’de 12 Ocak 2010 günü 7 büyüklüğünde meydana gelen ve 41 saniye süren depremde, yüz binlerce Haitili yıkılan binaların altında kalarak hayatını kaybetti.
Büyük deprem sırasında 300 bin kişi yaralanırken depremden 3 milyon kişi etkilendi. Haiti’de meydana gelen bu büyük felakette, çok önemli müzeler, ibadethaneler, arşiv ve arkeolojik değeri olan binalar da yıkıldı.
Felaketin ardından, çok kıymetli tarihi eserler de yağmalandı. Deprem yaralarını sarmaya devam eden Haiti Hükümeti, çıkardığı bir yasa ile yağmalanan eserlerinin satışını ve ihracatını yasakladı.
ICOM Uluslararası Müzeler Kurulu’nda görevli, uluslararası sanat eserleri uzmanları, ilk olarak tespit ettikleri deprem sonrası çalınan 40 kadar eseri “Acil Kırmızı Listesi’ne” aldı. Daha sonra bu liste, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu tüm üye ülkelere gönderildi.
Listelerde bulunan bir eserin bulunması halinde polis hemen Haiti Hükümeti adına esere el koyarak, resmi işlem başlatacak.
Yağmalanan eserler arasında François Dominique Toussaint Louverture’un (20 Mayıs 1743 7 Nisan 1803) büstü de bulunuyor. Haiti Devrimi’nde yer almış Haitili devrimci önder Louverture, Fransız sömürgecilere karşı siyahi kölelerin ayaklanmasına önderlik etti. Ülkede köleliği kaldırdı, Fransız yönetimini adadan kovdu ve Haiti’nin bağımsızlığını ilan etti.
Hispanyola adasının diğer kısmındaki İngiltere hakimiyetindeki Santo Domingo’yu da ele geçirerek buradaki köleleri de özgürlüğüne kavuşturdu. Haiti tarihindeki ilk anayasayı yazdı.
Habertürk, Haber: Nihat Uludağ, 01.03.2011
|
 |
İSYAN ETTİREN RESTORASYON

Bu yıl
128. yaşını kutlayan
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin (MSGSÜ)
Rektörü Prof.Dr. Yalçın Karayağız’ın dün
düzenlediği basın toplantısının gündeminde bir kez
daha restorasyonu tamamlanamamış olan
İstanbul Resim Heykel Müzesi vardı.
Dolmabahçe Sarayı’nın Veliaht Dairesi’nde
1937’de Atatürk’ün emriyle açılan
ve o
zamanki adıyla Akademi’ye bağlanan İstanbul Resim
Heykel Müzesi’nde Ağustos 2006’da imzalanan
protokolle 2007’de restorasyona başlandı. Müzenin
restorasyonu, binanın mülkiyetine sahip olan Milli
Saraylar Daire Başkanlığı’nca yürütülüyor. İlk
olarak 2006’da restorasyon çalışmaları için 3 milyon
TL ödeme yapılmıştı.
Dünkü basın toplantısında konuşan Prof. Karayağız,
her yıl 1 milyon TL’nin üzerinde bir bütçenin
aktarıldığı çalışmalar kapsamında restorasyonun
başlangıcından 31 Aralık
2010’a
kadar Milli Saraylar’a 8 milyon 240 bin TL
verdiklerini söyledi. Karayağız, verilen bu
bütçenin yarısının Milli Saraylar tarafından
kullanıldığını belirtti.
Karayağız’ın en büyük şikayeti, ilk önce 2009
ardından da 2010’da tamamlanacağı söylenmesine
rağmen restorasyonun bir türlü bitmemesi:
“Restorasyon ağır aksak ilerlemekte. Devletten
oldukça yüklü bir bütçe tahsis edildi. Milli
Saraylar Daire Başkanlığı’nın restoratörleri
tarafından yapılıyor ama onların müzemizin
restorasyonu için tahsis ettiği ekip az. Zaten Milli
Saraylar’da birçok başka restorasyon da var ve bize
gecikmeli çalışıyorlar, müzemize odaklanmıyorlar.
Ekip az, süreç uzun. Bize verilen takvim aşıldı, ne
zaman biteceği de muğlak.”
Deposunda 12 bin eser bulunan müzede şu ana kadar
çatı yenilenmiş durumda, ayrıca iki büyük salon ve
birkaç küçük salonun çini işleri ile yer döşemeleri
ve bazı pencere kaplamaları bitmiş. Fakat daha çok
eksik olduğunu belirtiyor Karayağız: “Bodrum
katında depolar olacak. Fakat bu depoların kapıları
uygun
değil. Büyük salonlardan birinin duvarındaki mermer
çatlaktı, restorasyon görmüş olmasına rağmen çatlağı
tam anlamıyla kapatılamamış. Müzenin şu anda ısıtma
ve elektrik sistemi yok. İşçiler ve görevli
memur paltolarla çalışıyor. Milli Saraylar’ın
ısıtma ve elektrik için açtığı ihale itirazlar
nedeniyle iptal edilmiş, yeni ihale açılması
gerekiyor.”
Milliyet, Haber: Yasemin Bay, 01.03.2011
******
MÜZENİN AÇILMASINA DAHA İKİ YIL VAR
İstanbul Resim Heykel Müzesi tartışmasına, Milli
Saraylar’dan yanıt geldi. Dün Radikal’e konuşan
Milli Saraylar’dan bir yönetici, ‘Kusura bakmasın
ama rektör restorasyon işinden anlamıyor.’ dedi.
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Rektörü
Prof. Yalçın Karayağız, müzedeki restorasyonun Milli
Saraylar’ın geciktirmesi yüzünden bir türlü
tamamlanamadığını söylemişti. Önceki gün gazetelerde
yer alan ‘Milli Saraylar sorumluluğunu yerine
getirmeli’ sözlerine karşı dün yeni bir açıklama
yapıldı.
Milli Saraylar, 1937’de üniversiteye tahsis edildiği
günden beri binada hiçbir yenileme yapılmadığı bu
nedenle müzenin bulunduğu Veliaht Dairesi’nin çökmek
üzere olduğunu söyledi. Deniz kenarındaki bu tür
binaların otuz yılda bir elden geçmesi gerektiğini
söyleyen yetkili, kendilerinin çatısından taşıyıcı
sistemlerine kadar bütün binayı elden geçirdiklerini
anlattı. Verilen bilgiye göre müzenin Abdülaziz
Binası olarak bilinen tarafı yüzde 80 oranında
tamamlandı. Abdülmecit Binası olarak bilinen diğer
yarıda ise çalışma başlayamadı.
Dört yılda birinci etabı yüzde 80 bitirdiklerini
söyleyen Milli Saraylar’a göre iki yıl sonra bütün
iş tamamlanabilir. Milli Saraylar’ın en iyi
uzmanlarla kendi iş planına göre ilerlediğini
anlatan yetkili, Rektör Karayağız’ın restorasyon
işlerinden anlamadığı için her şey iki senede biter
diye düşündüğünü, ama bunun mümkün olmadığını
söylüyor.
Radikal, 02.03.2011
******
7 SENE KAPALI KALAN
MÜZE!
İstanbul Resim Heykel
Müzesi, acıklı hikayesiyle birkaç senede bir gündeme
gelir. Geçen hafta yine onu konuştuk. Bu konuyla
ilgili o kadar çok mesele ve soru işareti var ki,
konuşmakla bitmeyecek, emin olun..
İçinde bütün Türk resim tarihini barındıran bu
müzenin yıllardır kapalı kalmasının en önemli sebebi
devletin 1950 model kültür politikası. Bütün enerji
ve bütçesini merkezi tiyatro, opera gibi kurumlar,
mevcut müzelere veren, bunun dışında hiçbir şeye
hele plastik sanatlara doğru dürüst imkan sunamayan
bir yaklaşım. Bütün somut kültürel mirası birer
‘demirbaş’a dönüştüren, onları yıllarca ‘devlet
ciddiyetiyle’ koruyup esirgeyen, gerekirse toplumdan
uzak tutmakta bir beis görmeyen devlet anlayışı bu.
* * *
Beşiktaş’taki Veliaht Dairesi gibi çok eski ve güzel
bir binanın müzeye dönüştürülmesi 1930’larda
anlaşılabilir bir şey. Ama günümüzde, hem binaya hem
içindeki eserlere karşı bir haksızlık gibi geliyor
bana. Modern Türk resmi için yeni bir bina yapılması
ve burasının daha az sayıdaki klasik eserlerin
sergilendiği bir mekana dönüştürülmesi fikri,
mutlaka hayata geçirilmeli; ama nasıl?
Türkiye’de özel sanat müzeleri açılır, aralarında
bir rekabet bile yaşanırken hepsinin ağababasının
yıllarca kapalı kalması tahammül edilemez bir durum.
Müzenin sahibi Mimar Sinan Üniversitesi de bunun
farkında. Yeni rektör Prof. Yalçın Karayağız’ın
hafta başında yaptığı ‘Milli Saraylar restorasyonu
geciktiriyor’ açıklamasının bir izahı da bu. Sonra
Milli Saraylar’dan öğrendik ki restorasyonun
bitmesine en az daha iki yıl varmış. Eh dört yıldır
zaten kapalı, üstüne iki üç yıl daha koy ve Resim
Heykel Müzesi’nin toplam 6-7 yıl kapalı kalacağı
gerçeğiyle yüzleş.
* * *
Restorasyon projesinin altı yedi yıl süreceğini
Milli Saraylar biliyorsa, Mimar Sinan Üniversitesi
neden bilmiyor? Eğer herkes biliyorsa daha vahim.
Bir müzeyi hiç değilse geçici mekan tahsis etmeden
nasıl 6-7 yıl kapatırsınız? Bu derece bir
umursamazlık ve değersizleştirme olur mu? Eğer bu
kent, 7 yıl o müzenin eksikliğini hissetmeyecekse,
hepten kapatın gitsin. Binasını Başbakanlık Ofisi’ne
ya da üniversiteye tahsis ederler, koleksiyon da
depolarda saklanıp özel müze sergileri için kaynak
teşkil etmeye devam eder.
Dedim ya soru işaretleri çok. Olur da bir gün
müzemiz tekrar açılırsa, ‘Teşhiri, sergi
düzenlemeleri nasıl, küratörleri kimler olacak?
İzleyici çekmek, uluslararası bağıntılar kurmak için
neler yapılacak?’ gibi esas meseleleri de
tartışabileceğiz inşallah.
Radikal, Yazı: Cem
Erciyes, 05.03.2011
|
STK'LARDAN TBMM'YE: SİT İÇİN HAPİS GELSİN
TBMM
Çevre Komisyonu, eleştirilere hedef olan Tabiatı ve
Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı
konusunda sivil toplum kuruluşlarını dinledi.
Komisyon Başkanı Haluk Özdalga, toplantıda somut
eleştiriler yapılmasını istedi. TMMOB Çevre
Mühendisleri Odası Başkanı Murat Taşdemir, tasarının
amaç kısmındaki “kullanma” ifadelerinin metinden
çıkarılması gerektiğini söyledi. Söz konusu maddede
yer alan “koruma-kullanma” dengesinin, kanun ilkesi
olmaması gerektiğini savunan Taşdemir, “Bu şekilde
korunması gereken alanların kullanıma açılacağından
korkuyoruz” dedi. TEMA temsilcisi Mahir Gürbüz de
“Tasarı, toprak ve suyu da kavramalı. Oysa tasarının
daha çok canlı materyale odaklandığını görüyoruz”
diye konuştu. Mimarlar Odası adına katılan Erkan
Karakaya, tasarıda ihlallere cezanın parayla
sınırlandırılmasını eleştirdi, hapis cezasının daha
caydırıcı olacağını savundu.
Hürriyet, 01.03.2011
|
AYASOFYA'DA KULAKLIK KULLANMA ZORUNLULUĞU
Türkiye'nin en çok turist alan Ayasofya Müzesi'nde
sesi ve dili birbirine karışan tur rehberi dönemi
bitiyor. Zaman2da yer alan habere göre Kültür ve
Turizm Bakanlığı, Ayasofya'da gruplara kulaklık
kullanma zorunluluğu getiriyor.
Böylece tur rehberi, sesini duyurabilmek için
bağırmadan grubundakilere elektronik kulaklık
yardımı ile konuşacak, müze hakkında bilgi
verebilecek. Bakanlık, İstanbul Ayasofya Müzesi'nde
gürültü kirliliğinin önüne geçilmesi amacıyla, 16
kişiyi (15 ziyaretçi+1 rehber) aşan gruplar için
headset (Seyyar mikrofon ve kulaklık düzeneği)
kullanımının zorunlu hale getirilmesine ve
uygulamanın 1 Mayıs 2011 tarihi itibarı ile hayata
geçirilmesine karar verdi. Müzeye turist getiren
seyahat acenteleri ve 16 kişiyi aşan gruplar, söz
konusu headset sistemini kendileri temin edebilecek
ya da kişi başı 2,5 TL ücret karşılığında
kiralayabilecekler.
Bakanlık, seyahat acenteleri vasıtasıyla İstanbul'u
ziyaret eden grupların en önemli ziyaret yerlerinden
biri olan Ayasofya Müzesi'ndeki ziyaret kalitesini
artırmayı hedefleyen uygulamaya uyulması için
seyahat acentelerine çağrıda bulundu. Kullanılan
headset sisteminin geniş bir frekans aralığı
bulunduğuna dikkat çeken yetkililer, bu nedenle
frekans çakışmasının yaşanmaması için de grupların
kendilerine verilen frekans dışına çıkmamaları
gerektiğine işaret etti.
Bakanlık, kulaklıkları gişeden alma zorunluluğu
getirmezken, dışarıdan getirilen kulaklıklara
belirli standartlar getirdi. Buna göre 50 kanala
sahip olacak kulaklıklar, bir kez kullanıldıktan
sonra süngerleri değiştirilecek. Ayrıca cihazın acil
durum tuş özelliğine de sahip olması gerekiyor.
Böylece, kaybolan misafir tuş sayesinde özel bir
kanala geçerek, rehber tarafından verilen referans
noktasını bulup kaybettiği gruba dahil olabilecek.
Bugün, 01.03.2011
|
İSTANBUL'UN KAYIP SARAYLARI

Prof. Doğan Kuban'ın, ilk baskısı 2001'de yapılan ve kısa sürede tükenen "Kaybolan Kent Hayalleri Ahşap Saraylar" adlı eserinin 2. baskısı, "Kaybolan Kent Hayalleri Osmanlı Sarayları" adıyla yayımlandı.
Beşiktaş Sarayı, Hatice Sultan Sarayı, Beyhan
Sultan Sarayı, Göksu Kasrı, Topkapı Sahilsarayı...
Bugün izlerine ancak yabancı gezginlerin gravür ve
fotoğraflarında rastlanan saraylar, mimarlık
tarihçisi Prof. Doğan Kuban'ın "Kaybolan Kent
Hayalleri Ahşap Saraylar" adlı eserinde
hikayeleriyle bir araya geliyor.
"Boğaz daima bana zevkimizin, duygumuzun büyük
düğümlerinden biri gibi gelmiştir. Öyle ki onun
bizde külçelenmiş manasını çözdüğümüz zaman
büyük hakikatlerimizden birini bulacağız
sanmışımdır." Tanpınar 'her iki kıyısında
saatlerin birbirine ayna tuttuğu' Boğaz'ı böyle
derinden anlatır. Sırrını çözmek zordur, bu
eşsiz güzelliğin. Lakin bunun peşine düşenler
yok değil. Prof. Doğan Kuban'ın, ilk baskısı
2001'de yapılan ve hemencecik tükenen "Kaybolan
Kent Hayalleri Ahşap Saraylar" adlı eserinin 2.
baskısı, kitabın derdini daha iyi ifade edeceği
düşüncesiyle "Kaybolan Kent Hayalleri Osmanlı
Sarayları" (YEM Kitabevi) adıyla yeniden
yayımlandı.
Bugün izlerine ancak yabancı gezginlerin
gravür ve fotoğraflarında rastlanan sarayları
'görünür' kılma çabasıyla hazırlanan kitapta
çoğunluğu İstanbul Boğazı ve Haliç'in her iki
yakasında bulunan sarayların tümüyle veya kısmen
kaybedilmiş bölümleriyle özgün mimarilerine
ilişkin yorumlar, aslına uygun çizimler yer
alıyor. Kuban, tıpkı Tanpınar gibi aynı
güzelliğe vurulmuş, aynı hakikatin peşine düşmüş
diyebiliriz. Usta mimara kulak verdiğimizde
amacını şöyle anlatıyor: "Büyük ahşap sarayların
taşıdığı estetik mesajı anlamak ve dünya
mimarlığında eşi olmayan bu yapıları daha iyi
incelemek."
Kuban, kitabıyla bizi yalıların, kasırların,
sarayların olduğu ahşap bir rüyaya davet ederken
Necatigil'in şu dizelerini fısıldamanın
vaktidir: "Evlerin çoğu eskidi gitti, tamir
edilemedi,/ Evlerin çoğu gereği gibi tasvir
edilemedi./ Kimi hayata doymuş göründü,/
Bazıları zamana uydular./ Evlerin içi oda oda
üzüntü,/ Evlerin dışı pencere, duvar." Zira,
kitaba konu olan büyük ahşap Türk konutları
bugün yerle yeksan olmuş, bir tarih, bir hatıra
olarak geçmişte kalmıştır.
İstanbul'da Büyük Saray Sorunsalı, Ahşap
Saray Geleneği İçinde Kasırlar, Kent Duvarı
Olarak Büyük Saraylar, Dünya Saray Mimarisi
Kavramı İçinde Osmanlı Sarayları, Sarayların
Kullanımı, Sarayların Kadın Patronları,
kitaptaki konu başlıkları. Bunun yanında usta
mimar, Beşiktaş Sarayı, Hatice Sultan Sarayı,
Beyhan Sultan Sarayı, Göksu Kasrı, Topkapı
Sahilsarayı ve Yasinci Yalısı gibi örneklere yer
veriyor. Osmanlı mimarlığının kaybolan
yapılarının çizimleri, Prof. Doğan Kuban
tarafından uzun soluklu bir çalışmanın ardından
hazırlanmış. Kuban, Thomas Allom ve Antoine-Ignace
Melling'in resim ve gravür albümlerinden
yararlanmış.
Tanpınar, Melling'in albümünün Şeyh Galip
Divanı ile beraber devrin en güzel konuşan
müşahidi olduğunu söyler. Kuban'ın da epey
istifade ettiği albümde Melling, Hatice Sultan
Sarayı'nı resmederken bir İstanbullu gibi şehri
kendisi için sever.
Kitapta sözü edilen sarayların çoğu
padişahların kız kardeşlerinin ve kızlarının
sarayları. Her biri birbirinden görkemli olan bu
yapılar büyük bir medeniyetin esaslı izlerini
taşıyor. Evliya Çelebi, Eski Saray ve Topkapı
Sarayı dışında çoğunluğu sur içinde 90 kadar
saraydan söz eder. Tümüyle yok olan bu saraylar,
kuşkusuz büyük bir talihsizlik... Kuban'ın
görsel bir şöleni andıran kitabını Tanpınar'ın
eşsiz Beş Şehir'iyle okumak çokça üzülmenize
neden olacaktır. Çünkü Boğaz'ın o sanatkarane ve
müzikal zamanları bir bir gözünüzün önüne
gelecektir ve geriye büyük bir hayıflanma
kalacaktır.
Zaman, Haber: Musa İğrek, 28.02.2011
|
TİRE ŞEHRİ İÇİN BİR
VİCDAN ARANIYOR
Bu yazı, bir
gezi yazısı değildir. Bu yazı, bir kentin turistik
tanıtım malzemesi hiç değildir. Okuyacağınız
satırlar kendi memleketini, bir tarihçinin (1)
kaleminden yıllar sonra öğrenen bir yurtseverin,
yetkililere gönderdiği S.O.S. sinyalidir. ‘Tarihin
nasıl ziyan edildiği üzerine bir tarih yazan’
memleketinin yazdıklarını silme girişimidir.
Kendisini sadece ot yemekleriyle tanıyan günübirlik
gezginleri şaşırtacak, tarihçilerin ezberini bozacak
bir geçmişe sahip olan, Evliya Çelebi’nin ‘Taht-ı
Kadim, Şehri Muazzamı’, Şerafeddin’in deyimiyle
‘Rum’un meşhur şehri’ Tire’nin, hal-i pürmelalinin
ufak bir resmidir.
Fatih’ten Kanuni’ye kadar sarayın en önemli
hocalarını yetiştiren, İstanbul’dan sonra en fazla
caminin bulunduğu bu şehir, bir zamanlar ‘ulemalar,
külliyeler, medreseler’ şehriyken, şimdi çöplük
olarak kullanılan paha biçilmez camileriyle, konut
olarak kullanılan tekkeleriyle, sekiz asırlık
kitabelerin dolgu taşı yapıldığı şehir mezarlık
kapısıyla, vicdanımızla yüzleşmemiz için bizlere
‘ayna oluyor’. Dünyalık peşinde koşmaktan
unuttuğumuz değerlerimiz, kültürümüz, tarihimiz
üzerinden, bizleri başka türlü eğitmeye devam
ediyor.
İşte tarihi gündem
Tire, tarihinin, özellikle dini mekanlarda kendini
hissettiren acil ihtiyaçlarına dikkat çekmek için
yazdığım ve dindarların okuduğunu sandığım iki
gazeteye yolladığım yazılardan biri, ‘gündemin
konseptine uymadığı’ gerekçesiyle, diğeri de
‘gündemin yoğunluğu’ nedeniyle geri çevrilince,
aşağıdaki cümleler patladı içimden.
İnsanları can sıkıntısından kurtardığı için
toplumsal gündemler daima ilgi çeker ve topluma
gerçek sorumluluklarını unutturur. Ama kendimize
geldiğimizde bize ait yükümlülüklerin gecikme
cezasını ödemeye başlarız. Konu tarih olduğunda,
zarar gören sadece eserlerimiz değil, ulusal
kimliğimiz, aidiyet duygumuzdur aslında. Söz konusu
eserler, bir dinin kutsal mekanları olduğundaysa,
oturup daha da derin düşünmek gerekir.
Dini duygularınız güçlüyse bilirsiniz, ibadeti
ertelemek için çok az şey bahane olabilir. Beş vakit
namazı vaktinde kılmanız, orucu ramazan ayında
tutmanız, haccı hac mevsiminde yapmanız gerekir.
Allah’a dönüp “Ya Rab, bekle bir gündem değişsin”
diyemezsiniz. İbadet öyle bir duygudur ki Allah’la
aranıza gündem mi girebilir? Gündem değişip
kendimize geldiğimizde, o eserlerin üzerinde
yükselen ‘TOKİ’ binalarını seyrederken geçmişi
istesek de geri getiremeyiz. Çöplük haline gelen
paha biçilmez camilere sırtını dönüp, klimalı
camilerde yapılan ibadetin kıymetini de ayrıca
düşünmek gerekir.
(1) Tire tarihi üzerine,resmi arşivlere dayanarak 27
kitap yazan bir tarih araştırmacısı ve bir Tireli
olan Munis Armağan’dan söz edilmekte.
(Yrd. Doç.Dr.; İzmir Üniversitesi, Tire Tarihini
Koruma Komisyonu Başkanı)
Radikal, Yazı: Meltem Nizamoğlu Öztürk,
28.02.2011
|
 |
MİLYONLUK MEYVE!
Antik A.Ş'nin 265. Değerli Tablolar ve Osmanlı Eserleri Müzayedesi'nde İbrahim Çallı'nın bilinen en büyük boyutlu natürmort çalışması 1 milyon 150 bin liraya satıldı. Eserin vergilerle birlikte satış fiyatı 1 milyon 450 bin TL.
Swissotel'de düzenlenen müzayedede, 272 lot (grup) Hilye-i Şerife, levha, Kur'an-ı Kerim ve klasik Türk resminin başyapıt çalışmaları ilk kez satışa sunuldu. Yoğun ilgi gören müzayedede, Türk resim sanatında ekol oluşturan İbrahim Çallı'nın bilinen en büyük boyutlu natürmort çalışması 700 bin lira muhammen bedelle satışa sunuldu. 71x132,5 santimetre boyutlarındaki eser, 1 milyon 150 bin liraya alıcı buldu.
Müzayedede, İstanbul manzaraları ile ünlü Hikmet Onat'ın 'Yeni Cami' konulu başyapıt çalışması 850 bin lira, Süleyman Seyyit'in peyzaj çalışması 625 bin lira, Şeker Ahmet Paşa'nın natürmort yağlı boya eseri 375 bin lira, hat sanatının önemli ismi Hafız Osman'ın Hilye-i Şerife'si de 220 bin liradan satıldı.
Ayrıca müzayedede, nadir Osmanlı gümüşleri, Süleymaniye mineli eserler, Beykoz camları ve antikalar da koleksiyonerler ve sanatseverlerin ilgi gösterdiği eserler arasında yer aldı.
Akşam, 28.02.2011
|
HASANKEYF'İN SAHİP VE
SORUMLUSU KİM?
Vali "Hasankeyfin
turizme açılmasının yetkisi bende değil" diyor,
Kaymakam ve Belediye Başkanı yetkinin Tabiat
Varlıklarını Kurumu'nda olduğunu söylüyor. Kurul ve
Kazı Başkanı Prof.Dr. Abdüsselam Uluçam “sorumlu ben
değilim” diyor.
Turizme
kapatılışının 231. gününde Hasankeyf’le ilgili
yeni bir gelişme yaşandı ve hiçbir yetkili
Hasankeyf’in sorumluluğunu üstlenmedi. Vali
Ahmet Turhan gazetemizi ziyareti sırasında
yaptığı açıklamada “Hasankeyf’le ilgili kararı
Kurul verecek, bu konuda yetki onlarındır, buna
rağmen benden destek istenirse vermeye hazırım”
demişti.
Konu hakkında son
görüşlerini aldığımız Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu ve Kazı Başkanı Prof.Dr. Abdüsselam
Uluçam ise sorumluluğun kendisine yüklendiğini,
oysa Hasankeyf’e demir kapıların İlçe
Kaymakamlığı tarafından yapılarak geçişlerin
önlendiğini bildirdi.
Kurul Başkanı
Prof.Dr. Uluçam yaptığı açıklamada, “Hafta
içinde yapılan kurul toplantısında yeni bir
karar alındı. Buna göre can ve mal güvenliğinin
sağlanması koşuluyla İç Kalenin turizme
açılmasını sağlayacağız. Önümüzdeki günlerde
kale kapısının onarım işini ihale edip 15
Nisan’da Hasankeyf’i turizme açacağız” dedi.
Kazı Başkanı
Abdüsselam Uluçam, alanın turizme açılmasıyla
birlikte hiç kimsenin tek başına kale kapısından
kaleye gidemeyeceğini, 15-20’şer kişilik
gurupların oluşmasıyla bunların rehber eşliğinde
kaleyi gezebileceklerini belirterek Ulu Cami'nin
restorasyonu için de yakında ihale açılacağını
söyledi.
231 gün önce yaşanan
kaya kopmasıyla oluşan molozların yerinde
kalacağını ve bunların temizlenmeyeceğini
belirten Kazı Başkanı “sistem böyle diyor, onun
için yıkıntı olduğu gibi kalacaktır”
açıklamasında bulundu.
Prof.Dr. Abdüsselam
Uluçam Belediye Başkanı A.Vahap Kusen’in
Belediye'nin imkansızlığı nedeniyle sorumluluk
almadığını Kaymakam Cevat Uyanık’ın da 1.
derecede sorumlu olmasına karşılık uzak
durduğunu ifade ederek tüm kurumların bir araya
gelmesiyle konsensüs oluşması halinde sorunun
daha çabuk çözüleceğini açıkladı.
Batman Gazetesi,
27.02.2011
******
HASANKEYF'TE KEŞİF
YAPILACAK
Diyarbakır İdare
Mahkemesi, Hasankeyf İlçesini sular altında
bırakacağı gerekçesiyle Ilısu Barajı Projesi'nin
yapımı ve imzalanan sözleşmenin iptal edilmesi
talebiyle açılan davada, Hasankeyf İlçesi'nde 23
Mart 2011 Çarşamba günü keşif ve bilirkişi
incelemesi yapılmasına karar verdi.
Avukat Murat
Cano'nun tarihi Hasankeyf İlçesi'ni sular
altında bırakacağı gerekçesiyle Ilısu Barajı
Projesi'nin yapımı ile ilgili imzalanan
sözleşmenin iptal edilmesi talebiyle İsviçre
şirketler grubu ve Başbakanlık aleyhine
Diyarbakır İdare Mahkemesi'ne açtığı davada ara
kararın açıklanmasının ardından keşif tarihi de
açıklandı.
Kararı bir ilk
olarak değerlendiren Cano, mahkemenin 21 Aralık
2009 günkü ara kararı uyarınca keşif ve
bilirkişi incelemesinin 23.03.2011 Çarşamba günü
saat 09.30 da Batman Adliyesi önünde
toplanılarak dava konusu mahalle gidilmek
suretiyle yapılacağı hususunun kendisine tebliğ
edildiğini belirtti.
Cano, Hasankeyf'in
durumu ile ilgili çeşitli kesimlerce bugüne
kadar farklı görüşlerin dile getirildiğini ancak
ilk kez yargı denetiminde 3 kişilik bir uzman
heyet ile uyuşmazlığın teknik yönünün
araştırılacağına dikkati çekerek, ''Bu karar
benim umudumu ifade ediyor. Karar doğrultusunda
Ilısu Projesi'nin göl hacminin antik kentteki
hangi eserleri su altında bırakacağı, bunlarda
ne tür bilgilerin yüklü olduğu, bu bilgilerin
uygarlık için ne değer ifade ettiği, hangi
eserlerin taşınmasının planlandığı, bunların
taşınmalarının mümkün olup olmadığı, taşınırsa
zarar görüp görmeyecekleri, baraj gölü aynasının
üzerinde kalacak bölümlerin neler olduğu ve
bunlar eriyip suya gömülüp gömülmeyeceği gibi
hususlar incelenecek'' dedi.
Cano, incelemenin
sonunda mahkemenin vereceği karar doğrultusunda
durumun hükmen çözüleceğini belirterek, konu ile
ilgili başvuruda bulunduğu AİHM'in de bu raporu
beklediğini söyledi.
Batman Gazetesi,
02.03.2011
******
HASANKEYF'İN KURTULMA ÜMİDİ
“Hasankeyf, yok oldu, yok
olacak” derken, ‘yurttaş’ Av. Murat Cano tarafından
Başbakanlığa karşı açılan, DSİ Genel Müdürlüğü ile
Nurol-Cengiz Adi Ortaklığı’nın müdahil olduğu,
Akbank’ın ve Garanti Bankası’nın kredilendirdiği
davada, Diyarbakır İdare Mahkemesi; ‘Uyuşmazlığın
teknik yönünü saptamak’ amacıyla 23 Mart’ta
Hasankeyf’te keşif yapılmasına karar verdi.
Dava, 2000 yılından beri sürüyordu.
Mahkemenin bu yolda kararın bir ilk olduğu
belirtiliyor.
Uyuşmazlığın teknik yönü ilgili bilirkişi tarafından
belirlenecek.
Bunlar ne mi?
Özetle... Ilısu Projesi’nin göl hacmi Antik
Kent’teki hangi eserleri su altında bırakacak,
bunlarda ne tür bilgiler yüklüdür? Bu bilgiler
uygarlık için ne değer ifade etmektedir? Hangi
eserlerin taşınması planlanmıştır, bunların
taşınmaları mümkün müdür? Taşınırlarsa zarar
görürler mi, baraj gölü aynasının üzerinde kalacak
bölümler hangileridir? Bunlar eriyip suya
gömülebilir mi hususlarının incelenmesini
gerektirmektedir.
Hasankeyf için yeni bir umut mu doğuyor?
Murat Cano, “Keşifte, mahkeme heyetinin taraf
vekilleri ile birlikte inceleme sonuçlanana kadar
bulunmasında ısrarcı olacağız...” derken, kararın ne
anlama geleceğini de şöyle özetliyor:
“Geçmişimiz için bir gelecek yaratacak mıyız? Yoksa
üç beş yıllık ekonomik çıkarımız nedeniyle
geçmişimizi yok mu edeceğiz?”
Bilirkişilerin bu konudaki raporu çok önemli...
Murat Cano bu soruna karşı 11 yıldır uğraşması da
ayrı bir övgüye değer.
Hürriyet, Yazı: Yalçın Bayer, 03.03.2011
|
ÇÖPLÜK ALANLARDA SAĞLIKLI YAŞAMIŞLAR!

Konya’nın Çumra İlçesi sınırlarında bulunan ve 9
bin yıllık geçmişe sahip Neolitik döneme ait
yerleşim yeri olan Çatalhöyük’teki 2010 yılı kazı
raporu tamamlandı. Raporda insanların, evlerinin
arasında çöplük alanlar olması ve hijyenik olmayan
yaşam koşullarında yaşamalarına rağmen, sağlıklı
yaşam sürdürebildikleri açıklandı. Sağlıklı
yaşamının nasıl sürdürüldüğü konusundaki
araştırmalarında devam ettiği belirtildi.
Stanford Üniversitesi öğretim üyesi Prof.Dr. Ian
Hodder Başkanlığı’nda 1993 yılından itibaren bu yana
yapılan kazılarla ilgili raporda ilginç tesbitler
yer aldı. Çatalhöyük kazı ekibinde bulunan Saha
Müdürü Arkeolog Shahina Farid tarafından hazırlanan
ve yine ekipteki Arkeolog Banu Aydınoğlugil
tarafından Türkçe’ye çevirilen raporda 2010 yılında
yapılan çalışmalara yer verildi. Raporda özellikle
mimari ve iç dekoratif unsurları çok daha ayrıntılı
tasvir edilen tarihi evlerin bulunduğuna dikkat
çekildi. İnsan kemikleri üzerinde yapılan
incelemelerle ilgili raporda şunlara yer verildi:
”Bu binalardan çıkan iskeletler üzerinde insan
kemiği uzmanlarının yaptığı araştırmalara göre, bu
bireylerin genel sağlığının, popülasyonun geneline
göre bir çok açıdan çok daha iyi olduğu
belirlenmiştir. Çok yaygın ve genel bir görüş, insan
topluluklarının geniş yerleşik köylerde yaşamaya
başladıklarında, sağlıklarının görünür ölçüde
kötüleştiği yönündedir. Gerçekten de, Çatalhöyük’te
birbirine bitişik çok sayıda bir arada bulunan
evler, bu evler arasında bulunan çöplük alanlar ve
bu çöplük alanlarda bulunan atılmış insan ve hayvan
vücut parçaları, hijyenik olmayan yaşam koşullarına
işarettir. Ancak, görünen o ki, burada yaşayan halk,
çöplük alanların yarattığı sağlıksız koşullardan
etkilenmemenin bir yolunu buldukları gibi, evlerinin
içlerini çok temiz tutarak, bu koşulların etkilerini
azaltmayı başarıyorlardı. Mikroplarla ilgili bir
bilgileri olduğunu belki söyleyemeyiz ancak,
sağlıklı bir yaşamı nasıl sürdüreceklerini
biliyorlardı.”
Gazete 5, 27.02.2011
|
AKROPOLİS'TEN İSTANBUL'A
Ocak’ta yaptığı Atina
ziyaretini değerlendiren İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Atina’da bazı
incelemelerde bulunduğunu ve özellikle Akropolis
Müzesi’nin inşaatının çok dikkatini çektiğini ve
arkeolojik kazı alanı üzerine nasıl bir müzenin
yapıldığını şöyle anlattı: “Bizde kıyametler koparan
insanlar, Atina’daki Akropolis Müzesine bakmalılar.
Altta arkeolojik kazı alanı, üstte müzeyi
görüyorsunuz. Müze, arkeolojik kazı alanına
yerleştirilen kolonlar üzerinde yükseliyor. Üstelik
arkeolojik kazı çalışmaları da hala devam ediyor.
Çok etkileyici bir müze yapmışlar. Bulgular da orada
sergileniyor. Bizim burada maruz kaldığımız,
birtakım yerlere şikayet edildiğimiz çevrelerce
müzenin arkeolojik kazı alanı üzerine nasıl
yükseldiğinin görülmesi gerek. Bilim adamıysalar
bilim adamı olarak görsünler, kendilerini uzman
olarak kabul ediyorlarsa gidip görsünler.”
Meslektaşımızın, doktoralı mimar değerli Belediye
Başkanımızın bizleri de “gıyaben” hedef alan
eleştirisini kabullenemedik ve yukarıdaki emrine
uyarak, geçen haftasonu Atina Akropolis Müzesi'ni
ziyaret etmeye karar verdik.
Komşuda yediğimiz, içtiğimiz de pek güzeldi ama
izninizle biz burada gördüklerimizi ve
öğrendiklerimizi anlatalım. Gözlemlerimizi aktarmaya
bu konudaki en önemli bilgiyi vererek başlamalıyız:
Bu müzenin yapım mücadelesi kimilerinin söylediği
gibi 35 yıl önce değil, 1863’te Yunan Devlet’inin
kurulmasıyla, yani 150 yıl önce başlıyor. Bu zorlu
süreç de kimbilir kaç belediye başkanı eskitmiştir?
Ayrıntılara girelim: Müze için ilk temel 1865’te
atılır. Şimdiki yerinde değil de Akropolis tepesinde
ama daha küçük boyutlu olarak düşünülen müze
inşaatı, temel kazısı sırasında arkeolojik
kalıntılar çıkması nedeniyle durdurulur. Sonra devam
edilir. 1888’de yeni bir proje ortaya atılır. Bu
minik yapı uygulanır. 1946’da bu ikinci müze yine
arkeolojik nedenlerle yıkılır, ilk yapılan biraz
genişletilir (bu yapı yakında yıkılacak). Ancak
kazılarda yeni çıkan buluntular ve artan ziyaretçi
sayısı karşısında bu müze de yetersiz kalır. Zaten
ne teknoloji, ne ışık ne de mekan olarak
yeterlidir.
Bugünkü adıyla “Akropolis Müzesi” düşüncesi, 1976’da
Karamanlis tarafından yeniden ortaya atılır. Bu
öneri, özellikle İngilizler tarafından kaçırılan
Parthenon kabartmaları ve heykellerinin (Elgin
Mermerleri, 1810’da Osmanlı izniyle Akropolis’den
vahşice sökülerek kaçırıldı, bugün British Museum’da)
nitelikli bir müze yapılırsa geri alınabileceği
hayaliyle geniş destek bulur. Bu amaçla, 1976’da ve
1979’da iki ayrı mimari yarışma açılır. İkisinin de
sonuçları, yöneticileri ve kamuoyunu tatmin etmez.
Tam burada iki noktaya dikkat çekmek isterim:
Birincisi tartışmalar, denemeler sürüyor ama ortada
hala bir şey yok. İkincisi ve daha ilginç olanı ise,
durmadan bir arayış olması, tartışılması, mimari
yarışmalar açılması ama (nedense!) Atina Belediye
Başkanı’nın veya Yunanistan Devlet Başkanı’nın
tepeleri atıp, oturup aniden bir proje çizmeye
kalkışmamaları.
Her neyse biz öykümüze dönelim. 1989’da Kültür
Bakanı olan Melina Mercouri bu kez uluslararası
(özellikle İngilizleri etkilemek için uluslararası)
bir mimari yarışma açıyor. Seçilen yer bu kez
Akropolis etekleridir. Yarışma sonuçlanıyor, işe
girişiliyor ama heyhat yine sonuç yok. Çünkü kazılar
sırasında yine yeraltından tarih fışkırıyor. Bu kez
bu kalıntılar ortaya çıkarılıp tescilleniyor. Benim
anlayabildiğim kadarıyla bugün artık müzenin altında
(yani döşemeler şeffaf yapılmış olduğu için aşağıda
görülen alanda) kazılacak bir şey de pek kalmamış,
bir-iki kişi yalnızca “çalışıyormuş gibi” yapıyor.
Neyse, en sonunda, buradaki yeni buluntuları da
gözönüne alacak bir tasarım için yeni ve bu kez
çağrılı ve uluslararası bir mimari proje yarışması
düzenleniyor. Konuya UNESCO, Avrupa Birliği filan da
karışıyor. Çağdaş ve minimalist bir mimari eser
olarak nitelendirilen proje 2000 yılında bu yarışma
sonucunda elde ediliyor (Mimarlar: Fransız Bernard
Tschumi ve Yunanlı Michael Photiadis). 25 bin
metrekarelik yeni müze inşaatı, 130 milyon avroya
maloluyor ve 2007’de sona eriyor. Müze 2009’da
açılıyor. İşte, Belediye Başkanımız bu müzeyi
inceledi.
Sayın Topbaş, “bilim adamları, kendini uzman ilan
edenler, olur olmaz konuşanlar, tuzu kurular” filan
mealinde sıfatlarla bizleri kastettiğiniz kesin ama
yukarıdaki sözlerinizle, ülkemizde yapımı engellenen
hangi eserden söz ettiğinizi bilemiyoruz. Bugün,
İstanbul’da Bizans Sarayı üzerine yapılmaya
çalışılan otelden mi yoksa tasarlamış olmakla
övündüğünüz (ve sürekli olarak UNESCO’dan azar
işitmemize neden olan) Haliç üzerindeki Boynuzlu
Metro geçişi köprüsünden mi?
Ama sizin de kolaylıkla anlayabileceğiniz gibi
yukarıdaki süreçte, yalnızca Yunan medyası,
aydınları, bilim insanları değil, tüm dünyanın en
“belalı” aydınlarının ve kurumlarının tartışarak
elde ettiği bir sonuçtan söz ediyoruz. Bu arada,
geçen yıllar boyunca müze kararı aleyhine açılan
dava sayısı 100’leri geçmiş. Kimbilir kaç “kendini
bilmez” de benim gibi kalem oynattı bu arada. Kaç
girişimci, kaç kültür bakanı, kaç belediye başkanı
umutsuzluğa kapıldı, kızdı, öfkelendi?
Ama sonuçta “filler züccaciye dükkanına sokulmadı”,
ortaya 150 yıl sonra (kısmen de olsa) katılımcı,
açık tartışmalı bir süreç sonucunda, konsensüsle,
uzlaşma ile elde edildi, eli yüzü düzgün ve çağdaş
bir yapı çıktı.Yani Sayın Topbaş, lütfen “siga- siga”
yani Grekçe “yavaş-yavaş”.
Radikal İki, HAYDAR KARABEY: Mimar, Doç.Dr.
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üni., 27.02.2011
|
KATKI
KIZILMAĞARA YOK OLUYOR
Aşağıdaki yazı ve görseller Antakya yakınlarındaki Harbiye beldesinde bulunan, sayısı belki de yüzlerce olan mağara yapılarına dikkat çekmek için daha önce Hatay Kültür-Keşif Dergisi'nde yayınlanmıştır. Söz konusu çevrede kontrolsüz hafriyat ve imar faaliyetleri de gerçekleşmektedir... Yetkili mercilerce dikkate alınması gerektiği kanısı ile ilgi ve bilgilerinize sunuyorum.
Ender Özbay
Bir Kızılca Sır Küpü
K I Z I L M A Ğ A R A

Rivayettir; biri yeryüzünde, diğeri onun simetriği halinde yerin altında, eş zamanda, eş güdümlü yaşayan şehirler vardır… En baştan böyle kurulmuşlardır… Ve birlikte yaşarlar, fakat, bilinmez ki, yeryüzündeki yıkılıp viran olduğunda, altındaki de harap olur mu?..
Türlü nedenlerle, gereksinmelerle ortaya çıkarılmış bu tür söylencelerin en gizemlisi, en ünlüsü Semerkand’a ait olanıdır belki de. Fakat, bir değil, birçok örnek saymak mümkündür. Üstelik, bu tür söylenceler genellikle tamamen gerçek dışı değildir. Dayandığı bir şeyler vardır mutlaka. Mesela, hiç değilse, birkaç eski çağ yerleşimi, birkaç mağara aramak gerekir böyle bir rivayetin dolaştığı yerlerde.
Anadolu’da da türlü söylencelerin eşlik ettiği yer altı şehirleri, arkaik mağara yerleşimleri o kadar çoktur ki… Kapadokya bölgesi belki de en ünlüsüdür ama, İstanbul’dan tutun, Konya’ya, Antalya’ya, Hasankeyf’e varıncaya, örnekler çoğalır gider…

Bunların bilinenleri ve bilimsel incelemelerden geçip, akabinde korumaya alınanları, insanlık için önemli bir “tarih-kültür-kimlik” mirası olarak var olmayı sürdürüyorlar. Bu, insanlık açısından bir şans. Fakat bilinmeyen, kısıtlı bir çevrede az biraz bilinip de, zamanla, yağmayla, unutuşla, depremle, dozerle yok olmaya mahkum olanları var bir de. Bunlar, henüz devşirilmemiş bilgi kırıntıları ve olanca tarihsel kimlik nitelikleri ile birlikte yok olduklarından, insanlık için büyük kayıptırlar. Elbette pratik-faydacı dünyanın ilkeleriyle düşünecek olursak, yine, mesela turizm açısından da büyük kayıp sayılabilirler.
Antakya’nın yaklaşık 7 km güneyinde yer alan, Roma Çağı’nın ünlü bir mesire yeri olmakla, Daphne-Apollon söylencesine mekan olmakla, arkeologların, bağrından çekip çıkardığı görkemli mozaiklerle, muazzam şelaleleri ve güzel doğasıyla meşhur Harbiye bucağında, bir alaca, bir kızılca tepe vardır ki, bilen bilir de binbir rivayet eşliğinde efsunlara batar çıkar, bilmeyen ise, gördüğü karşısında anlam veremediği bir garip esrimeden kendini alamaz…

Harbiye yerleşiminin güneybatı ucunda bulunan ve aslında Harbiye yerleşimine göre tepe niteliği olmayan bu alan, kuzey, güney ve batı yönlerinde, Asi Oluğu’na doğru apansız bir yükselti düşüşünün başlama noktasıdır. Kuzey yamaçlarında Gümüşgöze, batı yamaçlarında Yeşilpınar yerleşimleri bulunan tepe; güneyden Casius’a değin, batıdan ve kuzeyden ise Amanoslara değin uzanan geniş ve yemyeşil arazileri kuş endamıyla süzen bir kızılca tepe görünümündedir. Gün batımlarında alacalı-kızılcalı renklere batıp çıkan efsunlu haliyle adeta, Akdeniz’den bu yana, bütün havzanın tekmil rüzgarını çeker üstüne; ki bu alanda hiçbir zaman dinmek bilmeyen hoyrat yellere karşı durmak hayli zordur.
İşte bu esrarengiz tepenin efsunlu hali, öyle sadece etraftan, uzaklardan görünümüyle değil, daha çok yakınına gelindikçe, ondan da çok, içine, evet, içine yöneldikçe artar.

Yöre sakinleri arasında, genç olanların “Tell’et Zbeyda”, orta yaşın üstünde olanların “Kızımğara”, yaşlıların ve daha önce görüşülmüş fakat artık hayatta olmayan yaşlıların ise “El Kal’a” dedikleri bu kızılca tepe, neresinden baksanız, dik yamaçlardan aşağı, sanki vadiyi didik didik eden bin bir gözle donanmış gibidir.
Bu binbir göz, birkaçında (yıllar önce) bizzat denediğimiz kadarıyla ve yöre insanlarının anlattıkları dikkate alınırsa, içte birbirine bağlantıları olan, yol yol olup uzayıp giden, bazıları odacık şeklinde birimlere çıkan düzenli, düzgün mağaralardan başka bir şey değildir. Bunların bir kısmı doğal oluşum olmakla birlikte, insan eliyle işlenmiş, belki de eklemelerle uzatılmış, biçimlendirilmiştir. Hakkında birçok rivayet ve söylence bulunan bu tepede, kimi iddialara göre, Harbiye’nin öteki ucunda (2 km doğu) yer alan Şeyh Yusuf 72 el Hekim Ziyaretgahı’nın yakınlarındaki ‘büyük mağara’ya değin uzanan geçitler bulunmaktadır.

Yine, tepenin kuzey bölümünde, daha geniş mağaraların bulunduğu, doğal pınarların ve gür bir bitki örtüsünün yer aldığı (İçme adıyla ünlü) derin bir yarma vadi vardır. Bu derin vadi, erken dönem yerleşmelerine son derece uygun, korunaklı bir doğal yapı ortaya koymaktadır. Kuşbakışı olarak tam bir “U” biçimindeki vadinin üç taraftaki sarp yamaçları vadi içine kolay kolay geçit vermez; ve vadiye “U”nun yalnız açık bölümünden girmek mümkün olur. Böylesine korunaklı olan bu vadi, su kaynakları ve bitki örtüsüyle “ilkel atalarımıza” asgari yaşama koşullarını sağlamış olsa gerektir. Yanı sıra, bu vadide yer alan mağaraların her birisi 10-15 kişilik ilkel grupların bir arada yaşamasına elverecek kadar geniştir. (Öyle ki, 1960’lı yıllarda, buranın mülkiyetine sahip Buz ailesi bu mağaralardan birini bir sinemaya dönüştürmüş ve kısa bir süre işletmiştir.)
1) 2)
3) 4)
1: Kızılmağara / El Kal’a alanından bir görüntü. Anlatılan Kale/Manastır türü bir yapının kurulu olabileceği alan…
2: Yarma vadinin içinde bulunan büyük mağaralardan birinin içinden dışarı bakış. Mağara yaklaşık 10 m genişlikte, 6-7 m yükseklikte olup, yaklaşık 15-20 m. de-rine daralarak devam eder.
3: Tepenin kuzey kesiminde yer alan yarma vadinin içinden görüntü.
4: Yarma vadi içinde, aynı mağaranın önünde akan pınar.
Yaygın olarak anlatılanlar arasında, bu alanda, bir ailenin, kuşakları boyunca bir “kuyu-tünel” kazmış olduğu vardır ki, gerçekten, yaklaşık 5-6 m çapında ve epeyce derin, üstelik yaklaşık 45 derecelik yatay bir doğrultuda aşağı doğru uzanan, Cıbb Hac Ref’et (Hacı Rıfat Kuyusu) ya da Cıbb el Demm (Kan Kuyusu) adı verilen bir kuyu-tünel, bizzat içine girmiş olanlarca tarif edilmektedir. Şimdilerde kapanmış ya da yapılaşmalar sonucunda kıyıda köşede gizli kalmış bu tür mağaraların niteliği ve niceliği konusunda kesin bir şey söylemek pek olanaklı olamasa da, bu alana, tepeye verilen isimlerin değerlendirilmesiyle gerçekleri aydınlatacak izleğimiz biraz daha belirginleşebilir:
Yakın geçmişe ait Tellet Zbeyda (Zbeyda Tepesi) adlandırması, tepeyi, bu arazi üzerinde toprak mülkiyetine sahip olan bir ailenin ismiyle ilişkilendirir... Kızımğara, Kızıl Mağara nitelemesinden bozma bir isim gibidir ve bu, fiziksel koşullarla son derece örtüşür... Fakat asıl derin bağlantılara ipucu sağlayan, bir diğer adlandırma olan “El Kal’a”dır. “Kal’a” (kale) sözcüğü, eski çağlardan beri (ama özellikle Ortaçağ’da), savunma yapıları olarak işlev gören “kale”leri ifade edebileceği gibi, çokça örneklenebileceği üzere, manastır yapılarını da ifade edebilmektedir. (Örn. Kal’at Sem’an: St.Symeon Stylite Manastırı. vd.)

İki yıl önce, yaklaşık 100 yaşında iken yaşama gözlerini yuman Yusuf Özbay, çocukluğunda kalenin kapısının mevcut olduğunu, bunun büyük, görkemli bir kapı olduğunu, büyüklerinin bu bölgeye hep Kal’a dediklerini birçok kez anlatmıştır. Bu tanıklık, başka yaşlıların bu alan için bazen “Knuz” nitelemesini kullanması ile başka bir boyut kazanmakta, Kal’a sözcüğünü bir manastır yapısıyla ilişkilendirmemize imkan tanımaktadır. Nitekim Knuz, Arapçada “Kiliseler” anlamına gelmektedir.
Yine, söz konusu alan çevresinde ikamet eden, yörenin büyük şeyh ailelerinden biri olan Güler ailesinin geleneksel isminin Beyt E’Şşeyh El Kal’a (“Kale” yakınlarında oturmalarına ithafen, yaklaşık bir ifadeyle “Kale Şeyhleri” demektir.) olması da, “Kale-Manastır” olasılığına işaret eden güçlü bir göstergedir.

Diğer birçok tarihsel alanda olduğu gibi burada da, mevcut yapı kalıntıları, yeni yapılan evlere, yapılara taş sağlamak maksadıyla yağmalanmış olsa gerektir. Nitekim günümüzde, yüzeyde herhangi bir anıtsal yapıya ilişkin kalıntılar görülmemektedir. Fakat, yakın çevredeki bahçelerde, kimi taş evlerin beden duvarlarında ve bu tepeye çok yakın bir noktada yer alan Hz. Hızır Ziyaretgahı’nda çeşitli mimari plastik parçalara (sütun gövdeleri, sütun başlıkları, sima, korniş vb olabilecek parçalara) dağınık halde rastlamak mümkündür. Yine, dolgu vb malzemesi olarak kullanılmak üzere bu çevreden toprak taşımak için yapılan hafriyatlarda bol miktarda künk (pişmiş topraktan boru) ortaya çıkmakta ve tahrip edilmektedir. Buradan başka yerlere taşınmış topraklarda çok bol miktarda künk parçaları ve az miktarda seramik parçalarına rastlanmaktadır.
Önceleri bir Roma askeri ya da dini yapılaşmasına, ardından bir Bizans manastırı ya da askeri yapısına ev sahipliği yapmış olması çok muhtemel olan bu muhkem alanda, mağaraların da, yüzeydeki mimari yapılarla organik bağı kurulmuş işlevli dolaşım alanları olarak düşünülmesi hiç de mantıksız değildir. Nitekim, çeşitli dönemlerde, özellikle savunma-korunma gereksinimine cevaben bu tür yer altı dolaşım alanlarının varlığını örnekleyen tarihsel yapılaşmalar az değildir.

Elbette, burada bulunan mağaralar, daha manastır ve kalelerin yapılacağı çağlardan binlerce, onbinlerce yıl önce iskan edilmiş olsa gerek. Nitekim Çevlik’te, Mağaracık’ta Üçağızlı, Tokalı, Merdivenli, Barutlu mağaraları, Şenköy, Altınözü ve Kel Dağı dolaylarındaki mağaralar, Sinanlı çevresinde sarp yamaçlara oyulmuş (Asi’yi gözleyen) mağaralar, 10 bin, 20 bin yıl öncesindeki atalarımızın, henüz “ev yapmayı” ve “tarım yapmayı” öğrenmemiş olan Taş Çağı adamlarının bu verimli bölgedeki varlığını kesin olarak ıspatlıyor. “Kızılmağara” ya da “El Kal’a” olarak adlandırılan bu alan ise, bütün bu eski çağ yerleşimleri içinde belki de en karmaşık, en büyük, en verimli ve dolayısıyla en kalabalık yerleşim idi(?)…

Güneydoğudan bugünkü Harbiye Şelaleleri’ne yakın, kuzey ve batıdan ise Ziyaret Dağları ile Amanos Dağları arasında Amik Ovası’ndan Akdeniz’e değin uzanan (ve Asi’nin de ortasından geçtiği) geniş çöküntü oluğuna hakim bir noktadaki “Kızılmağara / El Kal’a”, elverişli iklim koşulları, toprak yapısı ve bitki örtüsü de göz önüne alındığında, aktardığımız söylenceleri, rivayetleri ve en önemlisi gözümüzün gördüklerini boş çıkarmayacak bir zaman tüneli gibidir…
Neden ve nasıl olduğunu bilemediğim, ama uykularıma dahi giren o çağrıya uyup, çok uzaklardan geliyorum; o kızılca tepenin yanına varıyorum; her biri bir başka zaman dehlizi olan o mağaralardan birine dalıyorum, evet ürpererek, ama yine de kendimi alamayarak ilerliyorum… Üst üste, iç içe birikip sıkışmış zaman katmanlarının hararetiyle kızıllaşmış toprağa dayayıp kulağımı, dinliyorum:
Sert, kesik kesik bir ses kulaklarıma taş gibi vuruyor; ah, taşı taşla yontuyor bir el; ansızın, iri bir mamuta taş baltasını saplayıveren ilkel adamın sevinç çığlıkları… haykırışlara kılıç sesleri karışıyor bir yerden; bir cenk, bir bağırtı, bir arbede; bu hengamenin içinde bir yakarış, mecalsiz bir fısıltı dolaşıyor, başka başka anlaşılmaz dillerde bir şeyler söyleniyor, çekiç ve külünk sesleri yankılanıyor, ve kudüm ve zil ve bir tören ve bir mut; bir Hititçe sesleniş, Koptça bir nida, bir Grekçe ilahinin adeta içinden geçen bir Arapça maval, ve ona adeta ritim olan nal sesleri apansız; bir Türkçe haykırış, bir Rumca serzeniş, bir çağıltı, bir uğultu, bir gürleme, bir yarılma, bir esinti, bir ıslık, bir sonsuz hengame…
Bunları birbirinden çözecek olan hangi ilimdir? Şimdi yerinde yeller esen bir şehir var idiyse yerin yüzünde, acaba yerin altındaki ikizi, daha da birikip hala yaşar mı? Bunu kazıp anlayacak olan hangi ilimdir?.. “İnsan ilmi”dir bir antropolog mintanında; ve, “zamanlar ilmi”dir bir arkeolog mintanında, yetişip dinlemeli toprağın sesini, çözmeli meramını tezelden; insan mintanında bir yağmacılık, bir talancılık unufak etmeden koca tepeyi, tümden yok etmeden o kızılca efsunu…
Yazı ve fotoğraflar: Ender Özbay (Ege Üniv. S.B.Enst. Sanat Tarihi - Türk İsl. San. ABD Y. Lis. Öğrencisi)
Yayın: Hatay Kültür ve Keşif Dergisi, Sayı 25 (Tem. 2009)
|
|
BAŞBAKAN ERDOĞAN'DAN MARMARAY AÇIKLAMASI
İstanbul Boğazı Karayolu Tüp Geçiş Projesinin
temeli, Haydarpaşa Limanı'nda düzenlenen törenle
atıldı. Törende konuşan Erdoğan, Marmaray ve "çılgın
projesi" ile ilgili açıklamalarda bulundu.
İşte Başbakan'ın açıklamalarından satır
başları:
Projenin fikri ilk kez Sultan Abdülmecit tarafından
1860 yılında ortaya konmuş
Onlar o ufka sahipti. Ama aradan 160 yıl geçti.
160 yılda gelenler, gidenler bunu
gerçekleştiremedi
Aslında Marmaray 29 Ekim 2013’e kalmayacaktı. 2010’e
yetişebilirdi.
Bize gecikmek yakışmaz, ertelemek yakışmaz.
Sürekli yok arkeolojik şey, yok çömlek çıktı, yok şu
çıktı, yok bu çıktı ile önümüze engeller koydular
Bunlar insandan çok daha mı önemliydi
Yok kuruluydu, yok yargısıydı bunlara takılıp
kaldık. 3 sene bizi engellediler
Marmaray’ın işletmeye açıklaması değil maddi kaybı
da ciddi noktada.
Bundan sonra engel mengel tanımıyoruz, bedeli ne
olursa olsun.
Hürriyet (kısaltarak), 26.02.2011
******
'ŞEY' DEĞİL, İNSANLIK TARİHİ

Başbakan Tayyip Erdoğan, Marmaray projesiyle ilgili
“Yok arkeolojik şey, yok çömlek çıktı” dese de
kazılardan çıkan tarihi eserler ‘çanak çömlek’in çok
ötesinde. Uzmanlara göre bulunan eserler yalnız
İstanbul için değil arkeoloji tarihi açısından da
bir milat sayılıyor. Kazılarda bugüne eski
yerleşimlere ait bir liman, 35 batık gemi, 9 gömü ve
30 binden fazla taşınabilir tarihi eser, binlerce
kemik ortaya çıktı.
Marmaray’ın temeli 9 Mayıs 2004’te Erdoğan
tarafından atıldı. Nisan 2009’da bitirilmesi
planlanıyordu. Üsküdar ile Yenikapı arasında 13.6
kilometrelik Boğaz tüp geçişi için kazılar başladı.
Ancak İstanbul’un en eski yerleşimlerinden olan bu
bölge nereye kazma vurulsa tarih fışkırıyordu.
Üsküdar, Yenikapı ve Sirkeci’de yapılan kazılarda
eserler çıktıkça proje de gecikmeye başladı.
Projenin bitiş tarihi en son 29 Ekim 2013 olarak
belirlendi. Ertelemenin maliyeti de yaklaşık 500
milyon lira oldu. Uzmanlara göre Marmaray
kazılarından çıkan eserler paha biçilemez
nitelikte.
İstanbul Üniversitesi Prehistorya Anabilim Dalı
öğretim üyesi Doç.Dr. Necmi Karul: Yenikapı’da
dünyanın en zengin batık koleksiyonundan,
tarihöncesi döneme, ilk çiftçi topluluklarından, ilk
İstanbullulara ait bir köye kadar çok sayıda eser
açığa çıkarıldı. Bu köydeki kalıntılar oksijensiz
bir ortamda olduğu için dünyada da emsali olmayan
buluntular niteliğindedir. Anadolu’nun ve
İstanbul’un ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu
gösterdi. Bu söylem, Başbakan’ın yeterince
bilgilendirilmediğini gösterir.
İstanbul Arkeoloji Müdürü ve Marmaray Kazıları
Başkanı Zeynep Kızıltan: İnsanlık tarihi ve dünya
arkeolojisi açısından çok önemli. İstanbul’daki
yarımadanın tarihini günümüzden 8 bin yıl geriye
götürdü. Yenikapı’da ortaya çıkan Theodosius Limanı
ve liman içinde 35 teknenin gün ışığına çıkarılması
Doğu Roma’nın denizciliği açısından çok önemli
sonuçlar getirdi. Neolotik döneme ait 9 gömü
(iskelet) var. Yaklaşık 30 bine yakın da taşınabilir
kültür varlığı gün ışığına çıkarıldı.
Marmaray Kazıları Başkanı İsmail Karamut: Çıkarılan
eserler İstanbul’un tarihini değiştirecek önemde.
Buluntulara Ulaştırma Bakanlığı ve Demiryolları,
Limanlar ve Hava Meydanları İnşaatı Genel Müdürlüğü
de (DHL) saygı gösterdi ve bekledi. Herhangi bir
engel görmedik. Önemli buluntulardı. Orada kazı
yaptık. Bize verilen görev oydu.
Mimarlar Odası İstanbul Şube Başkanı Eyüp Muhçu:
Marmaray, güzergah seçimi ve uygulamalarda sorunlar
olmasına rağmen, Türkiye açısından önemli bir
projedir. Bu nedenle de dava açılmamıştır.
Radikal, Haber: Serkan Ocak, 27.02.2011
******
ENGELLEYEMEZLER!
Haftanın ilk gününün kasvetine yakışan ciddi,
oturaklı ve ağırbaşlı bir yazı yazmaktı niyetim.
Türkiye’nin, çalkantılı günler geçiren Arap
ülkelerine rol modeli olması konusundaki tartışmalar
üzerine yazıp çizecektim. Başka zamana kaldı.
Çünkü roldür, modeldir bunlar bekler. Henüz tüm
devletlerde ayaklanmalar sonuçlanmadı. Hele hepsi
bir bitsin, kaç devlete rol modeli olacağız iyice
bir ortaya çıksın, o vakit yazmak mümkün.
Ancak beklemeyecek daha acil sorunlar var. Tüm
toplumu mahir bir orkestra şefi gibi yöneten
başbakanımız olmasa dikkatlerden kaçacak nice acil
sorun geleceğimizi karartmakta.
Malum bir süredir İstanbul şehrinde bulunan boğazın
iki yakasını bir araya getirmek için bir sualtı
tüneli inşa ediliyor. Projenin adı Marmaray. Marmara
Denizi ve rayın birleşiminden oluşan bu güzel isme
sahip tünel inşaatının 2009 senesinde bitmiş olması
gerekiyordu.
Ancak bitemedi. Önceki gün tünelin düşmanlarını
Sayın Erdoğan kamuoyuna açıkladı:
“Aslında Marmaray 29 Ekim 2013’e kalmayacaktı.
2010’a yetişebilirdi. Bize gecikmek yakışmaz,
ertelemek yakışmaz. Sürekli yok arkeolojik şey, yok
çömlek çıktı, yok şu çıktı, yok bu çıktı ile önümüze
engeller koydular. Bunlar insandan çok daha mı
önemliydi (…) bundan sonra engel mengel tanımıyoruz,
bedeli ne olursa olsun.”
Kim bu engelleri koyanlar? Dünkü Radikal’de
okumuşsunuzdur, kazılarda eski bir liman, gemi
batıkları, neolitik dönemden kalma gömüler gibi
‘çömlekler’ çıkmış.
Bu münasebetsiz ‘arkeolojik şeyler’ arasında İslam
medeniyetine dair hiçbir eserin olmaması manidar
değil mi? İstanbul Boğazı kazılacak, 8.000 sene
önceden iskeletler çıkarılacak ama ilaç için bir
Osmanlı eseri olmayacak! Efendiler bu millet o
eskiden koyun gibi gütmeye alıştığınız millet
değildir. Uyanmış ve iradesine sahip çıkmış, gözleri
açılmış, dünyaya model olmaya soyunan, cihana adalet
getirme özleminde bir millet var artık.
Arkeolojik şeylerle, çanakla çömlekle terakkisi
engellenemeyecek bir millet var. Üniversitelerin, o
kurulların beyaz Türkleri, jakobenleri, elitist,
milletine yabancı bürokratları, İsmet Paşa artıkları
arkalarına Neolitik adamla, Bizans limanlarını
alarak haklı başarıları engelleyemez!
Bu kibar beyler ve hanımlara sormak isteriz. Sayın
Başbakan Kars’taki o ‘ucube heykeli’ neden yıkmak
istiyor? O heykel tarihi eserleri, Hasan
Harakani’nin türbesini ve diğer vakıf eserlerini
gölgelediği için değil mi?
Bizans’a gösterdiğiniz muhabbetin birazını İslam
eserlerine gösterseniz, bu milletin kalbinin içine
muhabbetle bakabilmeyi bir öğrenseniz. Keşke.
İşte o zaman Refah Partisi’nin kudretli adamı
Oğuzhan Asiltürk “İstanbul surları yıkılsın”
dediğinde, dönemin İstanbul Belediye Başkanı
Erdoğan’ın surların onarım ihalesini nasıl
durdurduğunu anlarsınız.
Ama nerede. İstanbul’un fethine engel olmaya çalışan
surlarla beraber yaşamak istediniz. Şimdi de batık
gemilerin peşindesiniz.
Batan asıl sizin zihniyetinizdir. Bu millet Sayın
Erdoğan’ın şahsında batmaya değil hep bir yıldız
gibi yükselmeye yaratıldı.
Çanakla, çömlekle engelleyeceğinizi mi sandınız?
Not: Kültür Bakanlığı’nın telefonu 0 312 309 08 50.
Hep boş düşüyor. Bir de siz arayıp dener misiniz?
Radikal, Yazı: Özgür Mumcu, 28.02.2011
******
ARKEOLOJİK KAZILARIN MARMARAY PROJESİ'Nİ
GECİKTİRDİĞİNE İLİŞKİN AÇIKLAMA
Çağdaş
dünyada arkeolojik alanları bir orman, göl ya da
temiz hava ve su gibi algılamak, kaliteli yaşamın
vazgeçilmez bir unsurudur. Arkeolojik bilgi ise
kırık bir kaptan küçük bir ahşap parçasına, bir
saray kalıntısından bir batığa kadar, farklı boyut
ve nitelikteki kalıntıların bileşkesinden oluşur.
Dolayısı ile geçmişi anlamak zahmetli bir uğraşıdır
ve sundukları çoğu kez rakamlar ile ölçülemez; ancak
günlük hayatın bir parçası haline getirdiğinizde
daha kaliteli bir yaşam sürmenize katkı sağlar.
Zengin
ve görkemli bir geçmişe sahip Anadolu sayısız
arkeolojik alan barındırır. Nitekim bu zenginlik
ülkemiz için de önemli bir övünç kaynağıdır.
Ülkemiz, arkeoloji alanında yüz elli yıllık geçmişi
ile dünyada saygın bir konuma sahiptir. Bilim
insanlarımızın uluslararası düzeyde, her türlü
akademik alanda ülkemizi temsil edebilecek bilgi ve
deneyimi bulunmaktadır. Bu birikim Anadolu
topraklarında sürdürülen çok sayıda çalışma ve
kültür politikamız sayesinde oluşmuştur. Kimi zaman
bilimsel bir soruna yönelik, kimi zaman herhangi bir
yatırım gereği yapılan kurtarma kazıları,
Anadolu’nun geçmişine ışık tutarken bu toprakların
evrensel kültüre, insanlık tarihine yaptığı katkıyı
ortaya koyar. Büyük sanayi yatırımlarının, yol,
baraj gibi kapsamlı projelerin gerçekleştirildiği
ülkelerde çoğu kez bu yatırımlar ile arkeolojik
alanların korunması uzlaşmaz karşıtlar olarak
sunulur. Oysa gelişmiş ülkelerde olduğu gibi iyi bir
planlama ile bu karşıtlığın önüne geçilebilmektedir.
Marmaray ve Metro Projesi kapsamındaki arkeolojik
çalışmalarla İstanbul’un arkeolojik zenginliği kadar
jeoloji tarihi açısından da son derece önemli
verilere ulaşıldı. Kazılar birkaç gravürden
tanıdığımız Bizans’ın savaş ve yük gemilerine
dokunmamızı sağladı; onları bütün dünyaya tanıtma
fırsatı verdi. Bizans ve Osmanlı başkentinin dünya
ticaretindeki yerini en somut kanıtları ile ortaya
koydu. Yine Yenikapı kazıları en eski
İstanbul’larının izlerini bugüne taşıdı. Sonuçları
farklı açılardan yorumlamak da mümkün; örneğin
Bizans limanı kalıntıları İstanbul’un bugün de
ticarette neden büyük bir potansiyel olduğunu
kanıtlamaktadır ya da Yenikapı’daki ilk köy
yerleşimi, bugünkü Avrupa uygarlığının kökeninde
Anadolu’dan giden insanlar olduğunu göstermektedir.
Bütün bunları bilmek, toplumun erişimine açmak,
insanımızın ne tür bir zenginliğe sahip olduğunu
anlatmak, Yenikapı ve Üsküdar’da arkeologların
işinin küçük bir parçası olmuştur. Bu görevi onlara
Kültür ve Turizm Bakanlığımız vermiştir. İstanbul
Arkeoloji Müzeleri’nin başkanlığında yürütülen bu
başarılı kazılar uluslararası düzeyde de büyük ilgi
toplamıştır. Bu çalışmalar, arkeoloji biliminin
doğasına uymamakla birlikte, kimi zaman gece
vardiyası yaparak, kimi zaman kar ve yağmur altında
ara vermeden çalışarak büyük bir özveri ile
yürütülmüştür. Ayrıca arkeolojik kazıların projenin
sadece belirli bir kısmını etkilemesine ve bu alan
dışında da inşaatların halen devam etmesine karşın
arkeolojik çalışmaların gecikmeye neden olduğu
izleniminin oluşmasına anlam vermek mümkün değildir.
Marmaray Projesi’nin önemini göz önünde
bulundurarak, bugüne kadar hiçbir meslek örgütü,
akademisyen ya da üniversite buradaki arkeolojik
kazıları gereğinden daha hızlı yapılıyor diye veya
bir başka şekilde eleştirmemiş tam aksine destek
vermiştir. Devletimiz bugüne kadar diğer çağdaş
ülkelerde olduğu gibi kamuoyunun da desteği ile
projeyi finanse etmiş ve kent içindeki en büyük
kurtarma kazısını gerçekleştirmiştir. Tümüyle
bilimsel hassasiyet içinde yürütülen bu çalışmalar
hem insanlık tarihine büyük katkı yapmış hem de
ülkemize büyük prestij kazandırmıştır. Sempozyum,
sergi ve katalog çalışmalarına rağmen, tüm
sonuçların henüz kamuoyu ile yeterince paylaşıldığı
da söylenemez. Ancak alanda, uluslararası bir
yarışma ile yapımı planlanan müze binası, İstanbul
Büyükşehir Belediyesi’nin kentin prestijini
yükseltecek projeleri arasındadır.
Marmaray ve Metro Projesi vesilesi ile ortaya çıkan
bu zenginliğe ulaşmamızı özverili çalışmaları ile
sağlayan arkeologların yaptıkları iş, insanlık
tarihine katkıları ve ülkemize kazandırdıkları
prestij nedeni ile teşekkürü hak etmiştir. Buradaki
çalışmaların ulaşım projesini geciktiren bir engel
olarak görülmesi üzücü olduğu kadar elde edilen
kazanımların da siyasi irade tarafından yeterince
anlaşılmadığı anlamını taşır. Başka bir deyişle bu
tür bir yaklaşım kültür varlıklarının önemini
vurgulamak, koruma politikalarını oluşturmak için
yüz yıllık bir birikim ile sağlanan kurum, yasa ve
bilinçlenme çalışmalarını hiçe saymak ve başa dönmek
anlamına gelir.
Bu
ülke insanları için yararlı olacağı düşünülen
mühendislik projelerinin, tüm ekolojik ve kültürel
değerlerin yok sayılarak gerçekleştirilmesi yerine
projelendirme aşamasında konunun tüm yönleriyle
değerlendirilerek planlanması, proje uygulama
aşamasında elde edilen arkeolojik verilerin uygarlık
tarihi için bir kazanım olarak değerlendirilmesini
sağlayacaktır. Bununla birlikte, sanayi yatırımları,
yol, baraj gibi kapsamlı projeler hayata
geçirilirken kültür varlıklarının korunabilmesi için
2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kanunu’nun hazırlanmasına, 1972 yılında Paris'te
"Birleşmiş Milletler Dünya Kültür ve Doğal Mirasının
Korunmasına Dair Sözleşme’’nin ve 1992 yılında
Valetta/Malta'da "Arkeolojik Mirasın Korunmasına
İlişkin Avrupa Sözleşmesi’’nin imzalanmasına gerek
duyulmuştur. Beklentimiz bu yasalara uyulması ve
gereklerini yerine getirmemizin ötesinde değildir.
Kamuoyuna saygı ile duyurulur.
Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi
02.03.2011
|
KELOĞLAN MAĞARASI DESTEK BEKLİYOR

Denizli'nin Acıpayam
İlçesi'ne bağlı Dodurgalar
beldesi yakınlarındaki Keloğlan Mağarası, ''damlataş
ormanı''ndan farksız. Su damlalarının milyonlarca
yılda oluşturduğu sütun ve damlataşları barındıran
mağara, adını aldığı ''Keloğlan efsanesi'' ile de
dikkati çekiyor. Edinilen bilgiye göre, dönemin
Denizli Valisi Yusuf Ziya Göksu'ya ulaştırılan
bilgi, Keloğlan Mağarası'nın kaderini değiştirdi.
Sadece yöre halkının bildiği Mallı Dağı yamacındaki
mağaraya giden Göksu, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile
Denizli İl Özel İdaresi kaynaklarından ödenek
aktarımı sağladı.
Öncelikle ziyaretçilerin mağaraya araçla ulaşımı
sağlamak üzere yaklaşık 3 kilometrelik yol açılarak
asfaltlandı. Daha sonra mağaranın girişi ve iç
bölümleri düzenlenerek, gezi bandı ve ışıklandırma
yapıldı. Turizme açılan mağaranın işletmesini halen
Dodurgalar Belediyesi yapıyor. Dodurgalar Belediye
Başkanı Ömer Deniz, Keloğlan Mağarası'nın 2003
yılında turizme kazandırılmasına rağmen, tanıtımla
ilgili sıkıntılar bulunduğunu, bunu aşmak için
çalışmalar yaptıklarını söyledi.
Deniz, Dodurgalar'ın ''Turizm Öncelikli Yöre
Belediyeleri Listesi''ne alınması için Bayındırlık
ve İskan Bakanlığı'na başvuruda bulunulduğunu,
başvurunun bakanlıkça kabul edildiğini, hayata
geçmesi için Bakanlar Kurulu kararını beklediklerini
ifade etti. Denizli-Antalya karayolunun, bu
mağaranın yakınından geçtiğine işaret eden Deniz,
''Antalya'dan Pamukkale'ye turlar düzenlenmekte. Tur
otobüslerinin buraya uğramasını sağladığımızda,
ziyaretçi sayısı daha da artacaktır. Tanıtım için
Türkiye Seyahat Acenteleri Birliğinin (TÜRSAB)
desteğine de ihtiyacımız var'' dedi.
Denizli'ye 60 kilometre mesafede Acıpayam İlçesi'ne
bağlı Dodurgalar beldesi yakınlarındaki Mallı
Dağı'nın doğu yamacında yer alan mağaranın toplam
uzunluğu 145 metre. Mağaranın içinde bol miktarda
sarkıt, dikit, sütün, makarna sarkıtı ve örtü damlataşlar bulunuyor. Mağaraya ismini veren efsane
ise şöyle: Çobanlık yapan genç, bir kıza aşık olur.
Ancak kel olduğu gerekçesiyle sevdiği kızla
evlenmesine izin verilmeyince kendini dağlara vurur.
Dolaşırken yorun düşer ve gördüğü mağaraya girer.
Burada günlerce uyuyan genç, uyandığına saçlarının
çıktığını görür. Köyüne döndüğünde, aşık olduğu kız
onu görür ve evlenirler. O günden sonra da mağaraya
Keloğlan adı verilir. Bir başka efsaneye göre ise,
astım hastası olan çoban, koyun otlatırken tipiye
yakalanır ve korunmak için mağaraya girer. Mağaranın
nem ve ısısından etkilenen çoban günler süren uykuya
dalar. Uyandığında rahatsızlığının geçtiğini fark
eder.
Yeni Asır, 26.02.2011
|
ALASKA'DA 11 BİN 500 YILLIK ÇOCUK KALINTISI
ABD’nin Alaska eyaletinde, 3 yaşındaki bir çocuğun
11 bin 500 yıl öncesine ait kalıntıları bulundu.
Bilim adamları, bölgede yaşayan yerli kabilenin
‘Xaasaa Cheege Ts’eniin’ adını verdiği çocuğun
kalıntılarının keşfini ‘olağanüstü’ diye nitelerken,
bu keşfin
Asya kıtasından
Amerika’ya geçenler hakkında daha çok bilgi
edinilmesine katkıda bulunabileceğini belirtti.
Amerika
kıtasında keşfedilen en eski insan DNA’sı
ABD’nin Oregon eyaletindeki mağaralarda 14 bin
300 yıl öncesine ait kurumuş dışkıda bulunmuştu.
Milliyet, 26.02.2011
|
SAKINCALI TABLO SANSÜRÜ

Yurtseven'in dün açılması planlanan
sergisi için Antares Alışveriş Merkezi'nin girişine
önceki gece 25 adet nü tablo yerleştirildi.
Yurtseven'in iddiasına göre, Antares yönetimi
kendisini arayarak bazı tabloların sakıncalı
bulunduğunu söyledi ve kaldırılmasını istedi.
Antares'te nü sergi açan ressam Cemil Yurtseven'den,
bazı tabloları ‘sakıncalı' görüldüğü gerekçesiyle
kaldırması istendi. Ressam Cemil Yurtseven 25 adet
tablodan oluşan resim sergisi için geçtiğimiz
günlerde Antares AVM yönetimine başvurdu ve
resimlerinin sergilenmesi için kendisine bir yer
tahsis edildi. Yurtseven'in dün açılması planlanan
sergisi için Antares Alışveriş Merkezi'nin girişine
önceki gece 25 adet nü tablo yerleştirildi.
Yurtseven'in iddiasına göre, Antares yönetimi
kendisini arayarak bazı tabloların sakıncalı
bulunduğunu söyledi ve kaldırılmasını istedi.
Yetkililerden konuyla ilgili bir açıklama bekleyen
Yurtseven, dün de sergisinin başına Ankara Hürriyet
muhabiriyle gitti. Antares AVM yönetiminden gelen
bir görevli beş adet ‘sakıncalı' tablonun
kaldırılmasını istedi. Tabloların hangi kritere göre
değerlendirildiğini soran Yurtseven'e görevli, şu
yanıtı verdi:
“Yönetimimizin değerlendirmesi sonucu bu kararı size
bildiriyorum. Alışveriş merkezimizin belli
kriterleri var. Yapılan değerlendirme sonucunda da,
bu tablolar uygun görülmedi, ya da sakıncalı
görüldü. Size söyleyeceklerim bu kadar.”
Duruma tepki gösteren ressam Yurtseven de, “Siz daha
neyi neye göre değerlendirdiğinizi bilmiyorsunuz.
Tüm tablolarımı yarın (bugün) toplayacağım. Sergime
de sanata duyarlı başka kurumların sahip çıkmasını
bekleyeceğim” dedi.
Hürriyet, Haber: Eray Görgülü, 26.02.2011
|
BAKAN'DAN ALMANYA'YA SFENKS ÜLTİMATOMU
Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, Alman Tagesspiegel
Gazetesi'nde yayınlanan röportajı aracılığıyla Alman
yetkililere ‘sfenks' ültimatomu verdi.
Günay, Hitit uygarlığının başkenti Hattuşaş'taki
kazılarda çıkan ve restorasyon için 20'nci yüzyılın
başında Almanya'ya götürülen ve şimdi Berlin'de bir
müzede tutulan sfenksin iadesi konusunda bir
ilerlenme sağlanmazsa Hattuşaş ve diğer bölgelerde
Almanlara verilen arkeolojik kazı izinlerinin iptal
edilebileceğini söyledi. Günay, “Türkiye'de yeni
üniversiteler, yeni arkeoloji enstitüleri kuruldu,
hevesli ve başarılı arkeologlarımız var. Bu konuda
umduğumuz gibi bir işbirliği olmazsa, bu kazıların
iznini kendi üniversitelerimize verme konusunda bir
tereddütümüz olmaz” dedi. Alman Dışişleri
Bakanlığı'ndaki yetkililer AFP'ye yaptıkları
açıklamada, Alman ve Türk uzmanların, yılın ilk
yarısında sfenksin geleceğini belirleme konusunda
görüşmelerde bulunacaklarını belirttiler.
Hürriyet, 25.02.2011
******
ALMANYA İADEYE YANAŞMIYOR

Türkiye, 1915’ten bu yana Almanya’da tutulan
Hitit dönemine ait Boğazköy Sfenks’ini bir kez daha
geri istedi. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, Almanya
eseri iade etmezse, Hattuşaş’ta kazı yapan Alman
arkeologların çalışma izinlerinin iptal edileceğini
açıkladı.
Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, 1915’te sergilenmek amacıyla Almanya’ya götürülen ve bir daha da iade edilmeyen Boğazköy Sfenksi’nin iade edilmesi çağrısında bulundu. Alman Tagesspiegel gazetesine konuşan Günay, Berlin Müzesi’nde tutulan sfenksin iade edilmemesi durumunda 104 yıldır Çorum Boğazkale’de bulunan Hitit’in başkenti Hattuşaş’ta bilimsel kazı yapan Alman Arkeoloji Enstitüsü’nün çalışma izninin iptal edileceğini açıkladı. Bakan Günay’ın iade çağrısını daha önce UNESCO da yapmıştı. UNESCO, Boğazköy Sfenksi’nin Türkiye’ye iadesi konusunda Almanya’ya görüşmelere devam edilmesi çağrısı yapmıştı.
Şimdiye kadar yapılan iade taleplerine
kulaklarını tıkayan Almanya, aynı tavrını bir kez
daha sürdürdü. Berlin’deki belli başlı müzeleri bir
araya getiren Prusya Kültürel Miras Vakfı başkanı
Hermann Parzinger, Türkiye’nin sfenksi 1930’lardan
beri geri istediğini dile getirirken “Alman ya da
Türk tarafından yasalarda bir değişiklik olmadı.
Alman-Türk ilişkileri dolayısıyla bu konuya yeni ve
yapıcı bir çözüm getirmeliyiz. Türkiye’de kazı yapan
Almanların alanını kapatma tehdidi etmek olumlu bir
sonuç alınmasına yardımcı olamaz” dedi.
Sanat Tarihçisi Prof.Dr. Semavi Eyice: “Eski
kanunlar arkeologların bulunacak eserlerin 3’te
birini alabileceğini, 3’te 1’i toprak sahibine diğer
kalan da devlete bırakılacağını söylüyor. Bu kanunla
birçok hazinemiz gitmiştir. Şimdi geri istesek de
vermezler. Yabancı arkeologlara bir yıllardan beri
kapılarımızı açmışız, bir yabancı hayranlığı vardır.
Yeni bir eser bulunduğunda bile hemen uzman olarak
yabancı arkeolog çağırıyor. Bakan Günay, Almanlara
verdiği ültimatomla, yabancı kazılarda eşbaşkanlık
siteminin mesajlarını veriyor. Yani yabancı
kazıları, Türk eşbaşkanlarla takip edileceğini
söylüyor. Almanlar sfenksi iade eder mi, bir sonuç
çıkar mı bilmem, ama onlara diş göstermekte fayda
var. Belki Almanlar sfenksi geri iade etmek için
hakekete geçerler. Bakan Günay’ın çıkışı yerindedir,
biraz sesimizi çıkartmak her zaman iyidir. Bu işi
daha sıkı tutmak lazım. Her buluntunun kaydını
alınması ve yurtdışına eserlerin kaçırılmasını
önlemek lazım.
Yabancıların kazı yaptıkları
alanlarda diplomatik bavullarla bir çok eseri
yurtdışına kaçırmıştır. Bu nedenle işi sıkı tutmak
lazım. Arkeologların izninin iptal edilmesi dışında
bu izinlerin verilmesini sıkı tutmak lazım. Yabancı
arkeologların başına, Türk arkeolog komiser dikmeli
ve o komiser de gözünü açık tutmalı.”
Arkeoloji yazarı Özgen Acar: “1986 yılında ilk
defa gündeme getirdim, Berlin Müzesi’nde iki tane
Boğazköy’den gitme sfenks ve 11 bin adet çivi yazılı
tablet vardı 1. Dünya Savaşı sonrası okunup
onarılması üzerine Berlin’e gönderildi. 2. Dünya
Savaşı sonrası Berlin Müzesi’nin olduğu kısım Doğu
Almanya’da kaldı ve iade zorlaştı. 1986 yılında
Dışişleri Bakanlığı Kültür Dairesi bu eserlerin
peşine düştü ve Berlin’de uzmanları görevlendirdi.
Bu uzmanlar Berlin’e gitti ve Hitit devlet arşivinin
11 bin tabletini geri getirildi. Ayrıca 2. sfenks de
geri geldi ve bugün İstanbul arkeoloji müzesinde
sergileniyor. İlk sfenks çok parçalı halde, 100’den
fazla parçaya ayrılmış ayrıca duvara gömülü olarak
sergileniyor. Diplomatik çabalarla bu sorun
çözülmeli ve eser iade edilmeli.”
Vatan, 26.02.2011
******
TÜRKİYE ARKEOLOJİK
MİRASINI BEKLİYOR
Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, “Haksız biçimde
götürülmüş arkeolojik eserlerin Türkiye'ye geri
gelmesi şu anda gündemimizin birinci meselesidir. Bu
konuda ne söylediysek gereğini yapacağız. Bu bir
ültimatom değil, bir kararlılık ifadesidir''
Bakan
Günay: “Kimse kusura bakmasın, ben arkeolojiyi çok
önemsiyorum. Sadece Türkiye için değil, insanlığın
tarihi açısından Türkiye'de yapılan kazıların çok
önemli bir bilgi kaynağı olduğunu düşünüyorum''
Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, bir Alman gazetesinde
yer alan Hattuşaş sfenksinin Türkiye’ye iade
edilmesi için Almanya'ya ültimatom verdiği
doğrultusundaki iddialara yönelik olarak, ''Bu
konuda ne söylemişsek gereğini yapacağız. Bu bir
ültimatom değil, bir kararlılık ifadesidir'' dedi.
Bakan
Günay, Sırbistan’da yaptığı açıklamada, uluslararası
ilişkilere saygılı bir dil kullanmaya
çalıştıklarını, ancak Türkiye'nin haklarını da
savunma konusunda sonuna kadar kararlı
davrandıklarını söyledi.
Almanya'ya 20. yüzyılın başında bakım ve onarım için
gitmiş iki sfenks olduğunu, bunlardan birinin iade
edildiğini, diğerinin de sonraki yıllarda çeşitli
taleplere rağmen teslim edilmediğini ifade eden
Günay, ''İade edilmediği yıllarda Almanya ile
Türkiye'nin yakınlıkları var, savaş içinde birlikte
bir cephe oluşturmuşlar. Çeşitli bahaneler,
gerekçelerle konu biraz unutulmaya terk edilmiş''
dedi.
Türkiye'nin, Alman Arkeoloji Enstitüsü ile çok
önemli çalışmalar yaptığını ifade eden Ertuğrul
Günay açıklamalarına şöyle devam etti: “Türkiye'deki
çok özel, çok önemli tarihsel alanlarda Alman
arkeolojisi çalışıyor. Bunlardan birisinin
Hititlerin başkenti Boğazköy, Hattuşaş bölgesidir.
Bir başkası da Bergama bölgesidir. Allianoi vardı
yakın zamana kadar. Yine Göbeklitepe dünyanın en
eski uygarlık merkezlerinden birisi. Bu kadar yakın
ve işbirliği içinde olduğumuz bir enstitünün,
Türkiye'ye daha iyi niyetli davranışlar sergilemesi,
biz bunca kolaylığı gösterirken, karşılıklı yarar,
güven anlaşmasına dayalı bir ilişki örneği
sergilemesi açısından bazı adımlar atması
gerektiğini düşünüyorum. Bunları söyledim.''
Boğazköy'den götürülen sfenksin bu yıl Türkiye'ye
iade edilmesi gerektiğini belirten Günay, ''Bu
talebi yapalı neredeyse bir yıl oluyor. Bu konu
uzunca bir süredir sürüncemede bırakılmaya
çalışıldı. Ben de kararlılığımı ifade ettim. Bu
sfenks geri dönmezse, bunun götürüldüğü alandaki
çalışmanın sona ermesi gündeme gelebilir. Çünkü biz
bu izinleri, Bakanlar Kurulu'ndan karar çıkararak
her yıl yeniden veriyoruz'' dedi.
Taleplerine rağmen eserleri göndermeyen ülkeleri
yakından takip ettiklerini bildiren Bakan Günay,
''Dedektif olmanın ötesinde, bunu biraz yaptırıma
taşıyacağız'' diye konuştu.
Bazı
arkeoloji enstitülerinin restorasyon, yeni müze
yapımı, koruma, bakım konusunda başkalarından daha
büyük gayretler gösterdiğini anlatan Ertuğrul Günay,
açıklamasında; ''Almanya çok önemli alanlarda
çalışırken, Türkiye'de restorasyon, koruma, bakım,
yeni müze yapımı konusunda yeterince, bu çalışılan
alanların önemine uygun bir yardımlaşma, dayanışma
sergilenmiyor. Göbeklitepe'den bu yıl önemli bir
eser kayboldu. Tabii bu eserlerin güvenliği,
korunması, saklanması kazı başkanlarının
sorumluluğunda ve halen bulunamadı. Allianoi'de
ciddi bir çalışma gerçekten yoktu ve bu kazıyı bir
Türk heyetine verme ihtiyacı hissettik'' dedi.
Türkiye'de de son yıllarda çok sayıda üniversitede
arkeoloji merkezleri kurulduğunu belirten Günay,
burada çok gayretli çalışan arkadaşlarının olduğunu
ve bu arkadaşlarla birlikte yaptıkları çalışmalardan
yüksek verim aldıklarını kaydetti.
Bu
alanlarda bilimsel bir dikkatle çalışılması ve uzun
zaman ayrılması gerektiğini vurgulayan Kültür ve
Turizm Bakanı Günay: ''Bizim hocalarımız aylarını
ayırıyorlar, ama bazı ülkelerden bir ay bile zaman
ayırmayan hocalar var. Sadece Almanlara özgü değil,
ben bazı Türk kazı başkanının olduğu bazı kazıları
sonlandırdım, yeni hocalara veriyoruz. Başka
ülkelerle ilgili de bu tür davranışlar sergiliyoruz.
O yüzden kimse kusura bakmasın, ben arkeolojiyi çok
önemsiyorum, sadece Türkiye açısından değil
insanlığın tarihi açısından Türkiye'de yapılan
kazıların çok önemli bir bilgi kaynağı olduğunu
düşünüyorum. Hem kazıların daha uzun sürelere
yayılması, kazı sonuçlarının Türkçe olarak da
yayınlanması hem de ön hazırlık ve koruma
sürelerinin uzaması, ayrıca oradan haksız biçimde
götürülmüş eserler varsa geri gelmesi bizim şu anda
gündemimizin birinci meselesidir. Bu konuda şimdiye
kadar ne söylemişsek onun gereğini yapacağız. Bu bir
ültimatom değil bir kararlılık ifadesidir.
Arkeolojiye, tarihe, toprağa, dünyaya sahip çıkma
anlayışının sonucudur'' dedi.
TC Kültür ve Turizm Bakanlığı, 25.02.2011
******
ALMANYA İLE SFENKS KRİZİ
Almanya'da bulunan
Hattuşaş Sfenksi, Türkiye ile ülke arasında yeni bir
krize neden oldu. Kültür Bakanı Ertğrul Günay'ın
uyarısından sonra Berlin Kültür Sekreteri de
sfenksin Türkiye'ye ait olduğu görüşünde. Son kararı
ise Prusya Kültür Vakfı verecek.
Alman arkeologlar, arkeolojik eserlerin kime ait
olduğu konusunda iki gruba ayrılıyorlar. Önemli bir
kısmı bu eserlerin geldikleri yerde korunması
gerektiğini savunurken, bir kısmı da en iyi muamele
göreceği ülkelerde bulunmasını istiyorlar.
Arkeolojinin bu bağlamda siyasetle ilgisi çok yakın
ve bu yüzden sık sık devlet krizlerine neden olur.
Daha basit ve etkili formüle etmek gerekirse
arkeolojik bulgular kültürler arası iktidar
savaşlarının öldürücü olmayan tarihi silahlarıdır.
Schliemann hazineleri ve Nefertiti büstü Almanya ile
Rusya ve Mısır arasında bitmek bilmeyen bir paylaşım
mücadelesinin en ünlü araçları mesela. Schliemann
hazineleri kavgasına zaman zaman Türkiye de taraf
oluyor. Ayrıca Berlin'de Bergama Müzesi'ndeki sunak
da Almanya ve Türkiye arasında her an kriz
yaratabilecek bir dinamit adeta.
Berlin'e gelen ve Bergama müzesini ziyaret eden
her Türk turistin tepkisi de turnusol kağıdı gibi
siyasi görüşlerini yansıtması açısından ilginçtir.
En belirgin iki tür tepkiyle karşılaşırsınız. "Vay
be nasıl da korumuşlar adamlar sunağı, Türkiye'de
kalsa parçasını bulamazdın!" ya da "Nasıl çalıp
getirmişler bizim tarihi eserleri hayret!" Yani müze
ziyaretçileri de arkeologlar gibi iki gruba
ayrılıyor, arkeolojik eserlerin bulunduğu yere ve en
iyi korunduğu yere ait olduğunu düşünenler
düşünmeyenler diye. Arkeologlar ve müze
ziyaretçileri böyle düşünedursun arkeolojik
bulguların yerlerini maalesef varolan ya da
varolduğu iddia edilen uluslararası anlaşmalar
belirliyor.
Bu anlaşmalar bugünlerde Türkiye'den yana işliyor.
Berlin Eyaleti'nde kültürden sorumlu devlet
sekreteri André Schmitz Kültür Bakanı Ertuğrul
Günay'ın Hattuşaş Sfenksinin iadesi konusunda
verdiği ültimatomu olumlu yanıtladı. Schmitz,
sfenksin Almanya'ya 1915 yılında restore edilmek
için ödünç verildiğini hatırlatarak Türkiye'ye ait
olduğunu belirtti. Son kararı Schmitz'in yönetim
kurulu başkan yardımcılığını yaptığı Prusya Kültür
Vakfı verecek. Vakfın Başkanı Hermann Parzinger
dostane bir çözümden yana olduğunu söylese de gönlü
üç bin yıllık Sfenksi iade etmeye henüz el vermiyor.
Ancak Kültür Bakanı Ertuğrul Günay'ın ültimatomu da
yenilir yutulur gibi değil. Günay Almanya Haziran
ayına kadar Sfenksi iade etmezse Alman Arkeoloji
Enstitüsü'nün Hattuşaş'da kazı yapma iznini iptal
edeceğini söyledi. Alman arkeologlar Hititlerin
başkenti Hattuşaş'da tam 104 yıldır kazı yapıyorlar.
Hattuşaş'da ilk sistemli kazı çalışmaları 1906
yılında Alman Arkeoloji Enstitüsü ile Alman Şark
Cemiyeti tarafından yapılmaya başlanmıştı. MÖ
1280'de Mısırlılar ile Hititler arasında imzalanan
ve tarihin ilk yazılı barış antlaşması olan ''Kadeş''
de bu kazılarda gün ışığına çıkarılmıştı. Hattuşaş
kazıları günümüze kadar Alman Arkeoloji Enstitüsü
bünyesinde ve Doç.Dr. Andreas Schachner
başkanlığında devam ediyor. Hattuşaş, 1986 yılından
beri UNESCO'nun, Dünya Kültür Mirası Listesinde yer
alıyor. Boğazköy'ün güney kapısında bulunan iki
Hattuşaş Sfenksi birinci dünya savaşı sırasında
restore edilmek ve bilimsel çalışmalarda kullanılmak
üzere Almanya'ya gönderilmiş Berlin'deki Ön Asya
Müzesi'nde sergilenmeye başlanmıştı. Sfenkslerden
biri Türkiye'ye gönderilmiş, diğeri de 1930 yılında
Berlin'deki Bergama Müzesi'ne nakledilmişti.
Almanya'ya Sfenks konusunda ültimatom vermediği ama
Türkiye'nin kararlılığını gösterdiğini söyleyen
Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, Almanya'dan bu konuda
iyi niyet göstermesini bekliyor. Günay haklı. Çünkü
Türkiye'de arkeolojik çalışmalara ve bulgulara
yönelik tutumu değişeli yıllar oldu. Müzeler kadar
kazı alanları da uluslararası standartlarda
çalışıyor. Bunun en iyi farkında olanlar da Alman
arkeologlar. Bu nedenle Hattuşaş Sfenksi'nin iadesi
yakındır.
Ntvmsnbc, Haber: Fulya Canşen, 01.03.2011
******
ALMANYA'DAN GÜNAY'A
UZLAŞMA ÇAĞRISI
Prusya Kültür Mirası Vakfı
Başkanı
Hermann Parzinger,
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay’ın,
iadesini istediği ve Berlin’deki
Bergama Müzesi’nde
bulunan
Hattuşaş Sfenksi
konusunun uzlaşılarak çözülmesini istedi. Parzinger,
Frankfurter Allgemeine Zeitung Gazetesi’ne yaptığı
açıklamada, Bakan Günay’ın, Sfenks’in iade
edilmemesi durumunda
Alman Arkeoloji Enstitüsü’nün
Türkiye’de kazı çalışma lisansının iptal
edilebileceği yönündeki sözlerini eleştirdi ve
kapsamlı bir işbirliği durumunda Sfenks’in iadesinin
düşünülebileceğini kaydetti.
Habertürk, 03.03.2011
|
ULUS 'DÜNYA MİRASI' OLUYOR

Atılım
Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü
öğretim üyesi Yrd.
Doç.Dr. Savaş Zafer
Şahin’in, Ankara’nın dünya kültür mirası
olarak kabul edilmesi için hazırladığı proje
Ankara Kalkınma Ajansı tarafından kabul
edildi. Şahin, “Proje amacına ulaşırsa, Ankara
Cumhuriyet değerleri ile ve Cumhuriyet’in Ankarası
olma özelliği ile 2015 yılına kadar Dünya Kültür
Mirası olarak kabul edilcek” dedi.
Savaş Zafer Şahin, Ankara’nın tarihi kent
merkezinin, Ulus’un korunarak
gelecek kuşaklara aktarılması amacıyla UNESCO Dünya
Miras Alanı olarak önerilmesi için bir proje
hazırladı. Şahin, projenin ayrıntılarını Cumhuriyet
Ankara’ya anlattı.
Şahin, Ankara’yı yöneten kurumların nasıl ortak
çalışacaklarını, bu yolda karşılaşılacak engelleri
ve dünya kültür mirası olarak kabul edilirse bunun
Ankara’ya katkılarını içeren bir teklif hazırlayarak
yerel yöneticilere sundu. Şahin, hazırlanmasının
üzerinden sadece 6 ay geçmesine karşın projenin
Ankara Kalkınma Ajansı’ndan büyük ilgi gördüğünü
söyledi. Ajans daha önce “Doğrudan Faaliyet
Destekleme Programı” adı altında, Ankara’nın
kalkınması ve geliştirilmesi amacıyla hazırlanan
projelere destek vermeye karar vermişti. Sunulan 130
proje arasından, Şahin’in Ankara’nın kültür mirası
olarak kabul edilmesi projesi desteklemeye değer
bulundu.
Şahin, “Ankara 20. yüzyılda modern tekniklerle
planlanmış tek İslam başkentidir. Ulus tarihi kent
merkezi ile Cumhuriyet mimarisi ile, antik
kalıntıları ile Ankara, dünya kültür mirası
listesine girmeyi hak ediyor” dedi. Ulus’un 2005
yılına kadar bir planı olduğunu belirten Şahin, “Bu
plan daha sonra çeşitli nedenlerle iptal edildi. Bu
proje ile Ulus bir plana kavuşmuş olacak” dedi.
Ankara’nın Roma antik, Selçuklu ve Cumhuriyet
değerlerini bir arada barındırdığına dikkat çeken
Şahin, “Proje, Ankara’nın yerel yöneticilerinin
dünya mirası alanı olarak kabul edilmenin önemi
bakımından bir farkındalığa ulaşmasını sağlayacak”
dedi.
Şahin, başkentin dünya kültür mirası olarak kabul
edilmesinin tanıtım açısından da büyük katkılarının
olacağını söyledi. Bir kentin tanıtımı için, seyahat
acentelerinin şube açmasının tek başına anlamlı
olmayacağını belirten Şahin, “Dünya kültür mirası
olarak kabul edilmesi durumunda Ankara, dünya
çapında belirlenen tur güzergahına alınacak. Bu da
çok sayıda turistin Ankara’ya gelmesini sağlayacak.
Ankara’nın turizm değeri artacak, tanıtımı yapılmış
olacak” dedi.
UNESCO’nun kriterleri
UNESCO tarafından belirlenen dünya mirasları,
kültürel ve doğal miraslar olarak ikiye ayrılıyor.
Dünya miraslarının korunması için başvuran ülkenin
UNESCO ile 38 maddelik bir antlaşma imzalaması
gerekiyor. Ankara, Şahin’in projesi ile dünya kültür
mirası listesine girmeye aday oluyor. UNESCO’nun
kültür mirası için belirlediği ölçütler, “Yaratıcı
insan dehasının ürünü olması; kültürel bir geleneğin
tanıklığını yapması; insanlık tarihinin bir veya
birden fazla anlamlı dönemini temsil eden yapı
tipinin ya da mimari veya teknolojik peyzaj
topluluğunun değerli bir örneğini sunması; geri
dönüşü olmayan değişimlerin etkisiyle
dayanıklılığını yitirmesi; istisnai düzeyde evrensel
bir anlam taşıyan olaylar veya yaşayan gelenekler,
fikirler, inançlar veya sanatsal ve edebi eserlerle
doğrudan veya maddeten bağlantılı olması” olarak
sıralanmış ve bu kriterler sürekli olarak
güncelleniyor. Dünya Miras Listesi’nde 186 ülkeden
689’u kültürel, 176’sı doğal ve 25’i karma olmak
üzere toplam 890 dünya mirası bulunuyor.
Cuımhuriyet Ankara, Haber: Sinan Tartanoğlu,
25.02.2011
|
MAĞARADA SIKIŞAN DEFİNECİ 8.5 SAAT SONRA KURTARILDI
İbrahim Çapa (32) define aramak için gece
Manisa'nın Akhisar İlçesi Başlamış Köyü çıkışında
yol kenarında bulunan mağaraya girdi.
Mağaradan çıkmaya çalışırken kayaların arasına
sıkışan Çapa, cep telefonundan güvenlik güçlerine
haber verdi. Manisa Afet ve Acil Durum Müdürlüğü
ekipleri ile Akhisar Belediyesi İtfaiye Müdürlüğü
ekipleri olay yerine gitti. Önce üzerindeki
kıyafetleri çıkarılan Çapa, 8,5 saat sonra sıkıştığı
yerden kurtarıldı. Antalya'dan geldiklerini söyleyen
Çapa, “Biz 5 arkadaş buradaki mağaraya geldik. En
zayıf ben olduğum için mağaraya girmemi söylediler.
Ben de girdim ve bir daha dışarı çıkamadım.
Arkadaşlarım beni bırakıp gittiler. Cep telefonum ve
jandarma sayesinde yaşıyorum” dedi.
Hürriyet, 25.02.2011
|
AİZANOİ'DE KAZI YAPAN ALMAN ENSTİTÜSÜ'NÜN LİSANSINA
İPTAL

Kütahya'nın Çavdarhisar
İlçesi'ndeki Aizanoi antik kentinde 41 yıldır kazı çalışmalarını yürüten Alman
Arkeoloji Enstitüsü'nün (DAI) lisansının iptal
edildiği bildirildi.
Kütahya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü
yetkililerinden alınan bilgiye göre, Bakanlar Kurulu
kararıyla 1970 yılından bu yana kazıyı sürdüren
Enstitünün lisansı, yine Bakanlar Kurulu kararıyla
yaklaşık 20 gün önce iptal edildi.
Kültür ve Turizm Bakanlığınca kazıyı yürütecek
yeni kazı grubu sorumlusunun belirlenmesinin
ardından onay için Bakanlar Kuruluna sunulacağı ve
onaylanmasından sonra yeni grubun çalışmalarına
başlayacağı belirtildi.
Kütahya Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ) Fen
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr.
Nejat Bilgen, kazının Pamukkale Üniversitesi (PAÜ)
Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümünden bir
öğretim üyesinin sorumluluğunda yürütülmesinin
planlandığını öğrendiğini ve yakın olmak istedikleri
bu kazı için her türlü yardımı yapmaya hazır
olduklarını söyledi.
Aizanoi antik kenti
Kütahya il merkezine 57 kilometre uzaklıktaki
Aizanoi antik kenti'nin adı, ''Su Perisi Erato'' ile
efsanevi kral Arkas'ın birleşmesinden ortaya çıkan
mitoloji kahramanı ''Azan''dan geliyor.
Aizanoi, Frigya'ya bağlı Aizanitislerin ana
yerleşim merkezlerinden biri diye nitelenirken, kent
alanının MÖ 3000'li yıllardan itibaren kullanıldığı
tahmin ediliyor. Hellenistik dönemde Bergama Krallığı
ile Bithinya arasında el değiştirdiği bilinen
Aizanoi'nin MÖ 133'de Roma egemenliğine girdiği
tarihi kaynaklarda yer alırken bir piskoposluk
merkezi kentin erken Bizans döneminde önemini
yitirdiği belirtiliyor.
13. yüzyılda Çavdar Tatarlarının üssü olduğu,
sonraları Çavdarhisar ismini aldığı kaydedilen kent,
Avrupalı gezginlerce 1824 yılında keşfedildi.
''İkinci Efes'' olarak nitelendirilen Aizanoi'de
Alman Arkeoloji Enstitüsünce 1970 yılından itibaren
her yıl yapılan kazılarda dünyanın en iyi korunmuş
Zeus Tapınağı, 20 bin kişi kapasiteli tiyatro ve ona
bitişik 13 bin 500 kişilik stadyum, iki hamam,
dünyanın ilk borsa yapısı, sütunlu cadde, Kocaçay
üzerinde 5 köprü, ''Meter Steunene'' kutsal alanı,
nekropoller, bir bent ve su yolları gün ışığına
çıkarıldı. Zeus Tapınağı'nın çevresinde MÖ 3000'li
yıllara ait yerleşim tabakaları bulundu.
41 yıldır kazıyı yürüten DAI bünyesinde yer alan
Freiburg Üniversitesi öğretim üyesi Ralf von den
Hoff başkanlığındaki kazı grubu, ağustos ve eylül
ayları olmak üzere geçen yıl 5 hafta, 2009'da 3
hafta, 2008'de ise 5 hafta süreyle antik kentte
çalışmıştı.
Cumhuriyet, 25.02.2011
|
TÜRKİYE'NİN İLK ÜNİVERSİTE ARKEOLOJİ MÜZESİ AÇILDI

Türkiye’nin ilk üniversite özel arkeoloji müzesi
Dumlupınar Üniversitesi’nde (DPÜ) açıldı. Müzede, 4
bin yıllık yanarak korunmuş insan beyinleri ve
mercimek tohumlarının da bulunduğu Seyitömer
Höyüğü’nden çıkarılan tarihi eserler sergileniyor.
Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ) Rektörü
Prof.Dr.
Güner Önce, Rektörlük binasının bodrum katındaki
müzenin açılış töreninde yaptığı konuşmada, DPÜ Fen
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü’nce, il
merkezine 25 kilometre uzaklıktaki Seyitömer
Höyüğü’nde, 5 yıldır sürdürülen kazıdan elde edilen
eserlerin bir bölümünün bu müzede sergilendiğini,
bir bölümünün ise İl Kültür Müdürlüğü’nde muhafaza
altında bulunduğu belirtti.
Seyitömer Höyüğü kazısının, ortaya çıkarılan
eserler ve bilim dünyasına katkısı ile en büyük
uluslararası arkeoloji kazılarından biri haline
geldiğinin altını çizen Prof.Dr. Önce, “Türkiye
Kömür İşletmeleri (TKİ) Genel Müdürlüğü’ne bağlı
Seyitömer Linyitleri İşletmesi (SLİ) Müessesesi
arazisindeki höyükte, son dönemde 350 işçi ve 50
personelimize varan büyük bir ekip çalışması oldu.
TKİ Genel Müdürlüğü ile bir konsensüse varmıştık.
Müessesenin kömür havzasında en kaliteli kömür
yatağı, mevcut höyüğün altındaydı ve burası Kültür
ve Turizm Bakanlığı’nca sit alanı ilan edilmişti.
Höyüğün altında ve çevresindeki kömürün piyasa
değeri ise yaklaşık 500 milyon lira olarak
belirlenmişti. Bunun üretilmesi ve ekonomiye
kazandırılması mümkün olmuyordu. Kazıya 5 yıl önce
başlamamızdaki ana hedef, tarihi eserleri
Türkiye’ye, kültür ve tarih dünyamıza, altındaki
kömürü ise ekonomiye kazandırmaktı. Tarihi eserlerle
ilgili amacımıza ulaştık, ancak kazı 1-2 yıl daha
devam edecek. Şimdi ekonomik boyutu için arkeolog ve
işçilerimizin çalışmaları aralıksız sürecek.” dedi.
Höyükten, şimdiye kadar yaklaşık 10 bin eser
çıktığını ve bir bölümünün restore yapılarak Kütahya
Arkeoloji Müzesi’ne teslim edildiğini ifade eden
Önce, kalanının ise üniversitedeki müzede
sergilendiğini anlattı. Kazıya emek veren DPÜ Fen
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr.
Nejat Bilgen, ekibi ve TKİ Genel Müdürlüğü ile SLİ
Müessesesi Müdürü Yüksel Koca’ya teşekkür eden Önce,
müzeyi vatandaşların da ziyaret edebileceğini ifade
etti.
DPÜ Arkeoloji Bölüm Başkanı
Prof.Dr. Nejat
Bilgen, müzenin açılmasıyla bir ilki
gerçekleştirdiklerine dikkat çekerek, “Seyitömer
Höyüğü, buluntular ve bunların önemi açısından
Türkiye’nin çok nadir höyüklerinden biri oldu. Eser
sayısı çok fazla olduğu için fiziki imkan
yetersizliğinden yerel müzede sergilenemiyordu.
Dolayısıyla hem bilim dünyasının hem arkeoloji
öğrencilerinin hem de vatandaşların yararlanması
bakımından Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın izniyle
ilk kez bir üniversite özel arkeoloji müzesini açmış
olduk.” diye konuştu.
Konuşmaların ardından, kazı ve müzeye verdikleri
katkılardan dolayı TKİ Genel Müdürlüğü ve kendi
adına SLİ Müessese Müdürü Yüksel Koca ile Kütahya
Müze Müdürü Metin Türktüzün’e, Prof. Önce tarafından
birer plaket verildi. Katılımcılar, Önce ve Kütahya
Belediye Başkan Yardımcısı Halil Toklu’nun kurdeleyi
keserek, müzenin açılışını gerçekleştirmesinin
ardından müzeyi gezdi.
SEYİTÖMER HÖYÜĞÜ
Seyitömer Linyit Santrali (SLİ) Müessesesi
havzasındaki höyükte kazı çalışmaları, altındaki
yaklaşık 12 milyon ton kömürün ekonomiye
kazandırılması amacıyla, 1989 yılında Eskişehir Müze
Müdürlüğü’nce başlatıldı.
Afyonkarahisar Müze Müdürlüğü’nün, 1990-1995
arasında yürüttüğü çalışmalar, 2006′dan itibaren DPÜ
Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü’nce ele
alındı.
TKİ Genel Müdürlüğü ve DPÜ Rektörlüğü arasında
imzalanan protokol gereğince, her yıl 6′şar aylık
dönemler halinde yürütülen kazı çalışmalarının
tamamlanması ve höyüğün kaldırılmasının ardından
yaklaşık 500 milyon lira değerindeki linyit
kömürünün çıkarılmaya başlanması hedefleniyor.
Star Gündem, 25.02.2011
|
TARİHİ ESERLER MÜZEYE
Mali Polis, Osmangazi
İlçesi'nde tarihi eser avına çıktı. Üç kişinin içinde
bulunduğu otomobili Küçükbalıklı'da durduran polis,
arama yaptı.
Ekipler, 1 adet yonca şeklinde haç, 1 adet
kabartma figürlü haç, 8 adet değişik kabartma
motifli madeni para, 4 adet toprak yağdanlık, 4 adet
bileklik, 2 adet haç işaretli obje, 1 adet sivri
uçlu siyah renkli obje, 1 adet taş üzerinde kuş
figürü bulunan baskı obje, 1 adet gümüş yüzük, 1
adet Gümüş sikke, 3 adet sarı renkli sikke, 17 adet
değişik dönemlere ait sikke, bez parçası üzerine
bayan resmi işlenmiş tablo ve 4 adet Hereke halısı
ele geçirdi. Tarihi değeri olan eşyalar müzeye
teslim edildi.
Bursa Olay, 25.02.2011
|
|
MUHTEŞEM SARAY

Milli Saraylar'ın depolarında bekleyen 70
bin eserin yaklaşık 43 binini barındıran Saray
Koleksiyonları Müzesi bugün İstanbul Dolmabahçe'de
açılıyor. TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin'in açılışını
yapacağı müzede son altı padişah ile Atatürk ve
İnönü dönemine ait eşya ve objeler sergilenecek.
TBMM, yıllardan beri depolarda bekleyen 43 bin saray
objesini gün yüzüne çıkarıyor. Saray Koleksiyonları
Müzesi, bugün TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin'in
katılımıyla İstanbul'da açılacak. Dolmabahçe
Sarayı'nın eskiden mutfak olarak kullanılan bölümü
yeniden düzenlenerek müze haline dönüştürüldü.
Sergilenecek saray eşyası arasında krema
makinesinden yorgana, oyuncaklardan gramofona kadar
birbirinden renkli objeler bulunuyor. Müzede 19'uncu
yüzyılın yaşam biçimini ve saray ortamındaki günlük
hayatı bugüne yansıtmak amacıyla o döneme ait özgün
eserler yer alacak. Saray Koleksiyonları Müzesi'nde
son altı padişah ile Atatürk ve İnönü dönemine ait
eser ve eşya sergilenecek. Televizyon dizilerinden
sonra Osmanlı dönemine yönelik artan merakın, müzeye
ilgiyi artırması bekleniyor.
Milli Saraylar Koleksiyonu'ndaki 70 bin eserin
yaklaşık 43 binini barındıran müzede bulunan tüm
eserler, Osmanlı sarayının dünyadaki gelişmeleri
yakından takip ettiği bir dönemin örneklerinden
seçildi. İmparatorluk dönemine ait koleksiyon,
yalnız Dolmabahçe Sarayı'nda değil Osmanlı
hanedanının kullanımında olan Aynalıkavak, Küçüksu,
Ihlamur ve Maslak kasırları ile Beylerbeyi ve Yıldız
Sarayı'nda yaklaşık 70 yıllık sürede kullanılan
eşyayı kapsıyor.
Bugüne kadar hiç sergilenmeyen eşya arasında yer
alan krema makinesi, tekerlekli soba, gramofon, ütü,
sinema makineleri, elektro şok cihazı, ecza dolabı
ve hava gazlı ısıtıcılar da müzede yer alacak.
Ayrıca son halife Abdülmecid'in kızı Dürrüşehvar
Sultan'ın 10 yaşına kadar kullandığı eğitim ve oyun
gereçleri de sergilenecek eşya arasında bulunuyor.
Saraylarda kullanılan mobilyalar, hat sanatı
koleksiyonları ve yazı takımlarının yanı sıra
kalemtıraş, hokka, Osmanlı hayatında önemli rol
oynayan mühürler, Osmanlı devlet arması, dini
objeler grubundan ise çini levhalar ve zemzem
sürahileri de sergilenecek.
Özel işlemeli abdest havlularından seccadelere kadar
kadın örtü ve kıyafetleri de sergilenecek eserler
arasında yer alıyor. Gümüş ve kristal sofra
takımları, sarayların aydınlatılmasında kullanılan
kristal avize ve şamdanlar, ısıtma, sağlık ve sanayi
araçları da ilk kez gün yüzüne çıkacak önemli
eşyaları oluşturuyor.
Sergilenen objeler arasında çocuk kıyafetlerinden
mobilyaya, porselen takımlardan ısıtma, sağlık ve
sanayi araçlarına kadar çok sayıda eşya yer alıyor.
Milli Saraylar tekstil koleksiyonunda yer alan çocuk
kıyafetleri arasında iç giyim grubu zıbınlar,
mintanlar, pabuçlar, çocuk şapkaları, kundak takımı,
yorgan ve bohçalar da sergilenecek.
Hürriyet, Haber: Nuray Babacan, 25.02.2011
|

|
MERZİFON'DA BİR TARLADAN TARİHİ ESERLER ÇIKTI
Amasya’nın Merzifon İlçesi'nde tarla sulayan bir çiftçinin ayağına takılan taşın altından Roma dönemine ait büyük bir küp çıktı.
Merzifon 5. Ana Jet Üssü yakınlarındaki Yolüstü Köyü'nde tarlasını sulayan bir çiftçinin küp bulduğunu bildirmesi üzerine harekete geçen Amasya Müze Müdürlüğü yetkilileri, yaptıkları ilk incelemelerde söz konusu alanda Onhoroz Höyük adıyla bilinen höyüğün kalıntılarını tespit ettiler.
Höyükte ilk belirlemelere göre Tunç Çağı’ndan, Roma dönemine kadar yaşayan 5 uygarlığın izlerine rastladıklarını belirten Amasya Müzesi Müdürü Celal Özdemir, “Tescil tespit işlemlerinin ardından hazırlanacak olan dokümanları Samsun Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na ve Kültür ve Turizm Bakanlığı’na sunacağız. İlerleyen süreçte ise kurtarma kazısının başlatılmasını öngörüyoruz” dedi.
Amasya Kent Haber, 25.02.2011
|
AYASOFYA'DA BÜYÜK TEHLİKE!

En önemli tarihi miraslardan
Ayasofya’nın başı rutubetle dertte. 1.500 yılı
deviren muhteşem eseri kemiren rutubetin baş
sorumlusu ise 1.5 metre boyundaki bir incir ağacı
olarak gösteriliyor. Zira kubbe duvarında çıkan
incir ağacının, tarihi yapıyı nemlendirdiği ve
çürüttüğü öne sürülüyor...
Ayasofya’nın “yüksek nem” nedeniyle çürüdüğü
iddiaları,
İstanbul İl Genel Meclisi Kültür Sanat Komisyonu’nun
hazırladığı rapora da yansıdı. Raporda, “Ayasofya’nın
çatı kısmındaki su sızıntılarından kaynaklanan hasar
ve görüntü kirliliği devam ediyor” ifadelerine yer
verildi.
Komisyon üyelerinden heykeltıraş İhsan Alpaslan da
Ayasofya’nın zarar görmesinin nedenini incir
ağacına bağladı:
“Ayasofya’da
1.5 metre boyunda bir incir ağacı var. Ağaç
büyüdükçe kökleri de duvara giriyor. Yapıya zarar
veriyor. 2 yıldır burada büyüyor. Bu, ocağımıza
incir ağacı dikmek gibi bir şey. Bu soruna zamanında
çözüm bulunmazsa bina sürekli zarar görür.
Ayasofya, dünyanın gözünün üzerinde olduğu bir
yapı. Yılda 3 milyon ziyaretçi
Ayasofya’yı geziyor. Bu tarihi esere sıradan
apartman muamelesi yapılmamalı.”
İncir ağacı ve nem tartışmalarıyla ilgili
Ayasofya Müze Başkanı Doç.Dr. Haluk Dursun ise
şunları söyledi: “Ayasofya’nın
türbeler kısmında bir incir ağacı fidanı var. Her
yıl genel bir ilaçlamayla bu fidan alınır. İncirin
zarar verdiği yüzde 100’dür.” Dursun,
restorasyondaki hataların da neme neden olduğuna
dikkat çekti:
“1849’dan bu yana restorasyon hataları yapılmış.
Dış cephe çimentoyla kaplanmış. Çimento,
uluslararası restorasyon normlarına uymayan, nemi
arttıran bir maddedir.” Dursun, ziyaretçilerin
nefesinin de neme neden olduğunu söyledi: “Ayasofya’daki
nemi ölçtürdük. Çok yüksek çıkmadı. Kurşun
sızmaları, içerdeki rutubet, hatta insan nefesi nem
sebebi olabilir. Nefes, önemli bir nem sebebidir.
Yılda 3 milyon kişi ziyaret ediyor.
Ayasofya’nın çürümesi gibi bir durum yok.”
Ayasofya Bilimsel Kurulu’nun İstanbul 4 No.lu
Anıtlar Kurulu’na gönderdiği raporda da
Ayasofya’nın dış cephe sıvasında kullanılan
çimentonun nem sebebi olduğuna karar verildi. Batı
cephesi dışındaki bütün cephelerin sıvasının
sökülmesi istendi.
Anıtlar Kurulu’nun bu hafta,
Ayasofya Bilim Kurulu’nun raporunu inceleyerek
bir karara varması bekleniyor.
Ayasofya Müze Başkanı
Doç.Dr. Haluk Dursun, “Ayasofya
bir dünya mirasıdır. ‘Restorasyonu biter’ demek bu
işte ihmal olduğunu gösterir. Restorasyon sürecinin
her zaman değişik bölgelerde sürmesi doğrudur” dedi.
Habertürk, Haber: Sultan Uçar, 25.02.2011
******
HAT LEVHALARINI AĞLATAN ASFALT
Ayasofya Müzesi'ndeki, 7.5
metrelik çapıyla dünyanın en büyük hat levhaları ile
Osmanlı padişahları 2. Mahmud, 3. Ahmet ve 2.
Mustafa'nın yaptığı hatların da aralarında bulunduğu
23 hat levhası, yaklaşık bir yıllık özenli
çalışmanın sonunda restore edildi. İstanbul Rölöve
ve Anıtlar Müdürlüğü restorasyon uzmanı Sonay Şakar
Kapubağlı ve Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi
konservatörlerinden Hatice Karagöz'ün yönetimindeki
ekibin, 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti
Ajansı'nın desteğiyle yaptığı restorasyon için 1
milyon 118 bin TL harcandı.
Restorasyon sırasında
ıhlamur ağacından yapılan ve yelken bezi üzerine Hz. Ebubekir yazılı hat levhayı
inceleyen uzmanlar, 62 yıl
önce yapılan onarımda asfalt malzemesi
kullanıldığını
belirledi. Önceki onarımda asfaltın yanı sıra demir,
çinko, kurşun, krom gibi ağır metal içerikli
kimyasallarla da çalışıldığı tespit edildi. Yelken
bezine de zarar veren asfalt malzeme sökülerek
yerine geri dönüşümlü organik malzemeler konuldu.
Çalışmalarda bir keşfe de imza atıldı. Sultan 2.
Mustafa'nın kendi el yazısıyla yazdığı hat
levhasının arkasında, dönemin Ayasofya Hatibi Hatip
Mehmet Efendi'nin yaptığı ebru çalışması bulundu.
Günümüze az sayıda eseri ulaşan Hatip Mehmet
Efendi'nin, ebru sanatının
yasak olduğu dönemde yaptığı bu çalışmayı padişahın
yazdığı levhanın arkasına sakladığı tahmin ediliyor.
Öte yandan İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürü Osman
Çolak, bu çalışma sırasında
ilk
kez kandilliklerin de restore edildiğini belirterek,
"Ayasofya, ayrıca bir hat müzesi olarak da
algılanabilir. Bu proje kapsamında yapılan belgeleme
çalışması, daha sonra yapılacak restorasyonlar için
önemli bir
yol haritası olacak" dedi.
Sabah, Haber: Hasan Ay, 28.02.2011
|
KÜLTÜR MİRASIMIZ AİT OLDUĞU TOPRAKLARA DÖNÜYOR
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Türkiye’den çeşitli
yollarla yurt dışına çıkarılan tarihi zenginliğimizi
geri döndürmeye yönelik çalışmalarını sürdürüyor.
Bu kapsamda, Sırbistan-Hırvatistan arasındaki
Batrovçi Sınır Kapısı’nda 2004′de ele geçirilen
sikke ve arkeolojik eserlerden 1864′ü, Belgrad’da
düzenlenen törenle Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay’a teslim edildi.
Milli Müze’nin atriyumunda düzenlenen törende
eserleri Sırbistan Kültür Bakanı Neboyşa Bradiç’ten
teslim alan Günay, burada yaptığı konuşmada, son
birkaç yıl içinde Bakan Bradiç ile yakın arkadaş
olduklarını, bundan büyük onur duyduğunu söyledi.
Kocaeli’nde iki yıl önce ”Derviş ve Ölüm” adlı
oyunu birlikte izlediklerini, daha sonra İstanbul
Avrupa Kültür Başkenti etkinliklerinde ve Konya’da
Rumi’nin anma gecesinde birlikte bulunduklarını
anlatan Bakan Günay, ”İtiraf ediyorum ki benim
Sırbistan ziyaretim, Sayın Bakan’ın Türkiye
ziyaretleri karşısında biraz gecikti. Ama 2009
yazında Türkiye’de bir yerel seçim vardı, 2010′da da
büyük bir anayasa referandumu vardı. Gecikmiş olsam
da ilk fırsatta Belgrad’a geldim” dedi.
Bakan Günay, 2004 yılından bu yana Sırbistan’da
misafir olan tarihi eserlerin vatanına teslim
edilmesinin kendileri için çok güzel olduğunu ifade
ederek, ”Bunun Sırbistan için ilk olması da tabii ki
bizim için çok özel bir davranış, bunun için çok
teşekkür ediyorum” diye konuştu.
UNESCO sözleşmeleri kapsamında yaptıkları bütün
anlaşmalar çerçevesinde Türkiye’den haksız biçimde
çıkmış eserlerin geri döndürülmesi için yoğun çaba
gösterdiklerini kaydeden Günay, şöyle devam etti:
”2003 ile 2011 arasında, geride bıraktığımız 8
yıl içinde 3 bine yakın eser ülkemize teslim edildi
ve bunun bin 500′den fazlası da benim görev yaptığım
bu son döneme rastladı. Ama bu 1864 eserle benim
dönemimde Türkiye’ye gelen eser sayısını ikiye
katlamış olacağız. Sırbistan Cumhuriyeti Kültür
Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığının bu duyarlılığı
göstermesi, dünya kültürü açısından son derece
önemlidir. Çünkü dünyada gelişmiş bazı ülkeler,
başka ülkelerden haksız biçimde aldıkları eserleri
geri vermeme konusunda, inatla ayak diriyorlar.”
Her eserin ait olduğu topraklarda sergilenmesi
gerektiğini vurgulayan Bakan Günay, bu açıdan
Sırbistan’ın Kültür ve Dışişleri Bakanlıkları ile
müze yöneticilerinin bu kültür saygısını
göstermelerinin alkışlanmaya değer bir davranış
olduğunu belirtti.
Bakan Günay, arkeolojiye meraklı bütün Sırpları,
ören yerlerini görmek için Türkiye’ye davet etti.
Sırbistan Kültür Bakanı Bradiç de iki yıl önce
Bakan Günay ile Sırbistan ve Türkiye arasında
işbirliği anlaşması imzaladıklarını, bunun ardından
iki ülke arasında birçok işbirliği faaliyeti
olduğunu söyledi.
İki ülke arasında kültür mirası alanındaki
çalışmaların düzenlenen teslim törenine kadar
geldiğini ifade eden Bradiç, ”Bu tören çok önemli
bir mesaj taşıyacak. İki ülke arasındaki, başka
alanlarda olduğu gibi, kültür alanındaki
işbirliğinin önemli bir noktasına kadar gelmiş
oluyoruz. Çünkü bu kez uzmanlar ve yetkili kurumlar
arasında işbirliği gerçekleşti. Katkısı olan herkese
teşekkür ediyorum” dedi.
Türkiye’ye ait kültür mirası parçalarının 2004
yılından bu yana Sırbistan’da bulunduğunu dile
getiren Bradiç, ”Bu 7 yıl, bu alanda ne kadar iyi
bir işbirliği yapabileceğimizi gösteriyor” dedi.
Sırbistan-Hırvatistan arasındaki Batrovçi Sınır
Kapısı’nda 2004 yılında ele geçirilen Roma ve Bizans
dönemlerine ait 1485 sikke ve 379 arkeolojik olmak
üzere toplam 1864 eserin Interpol tarafından yapılan
duyurusu üzerine, Ankara Anadolu Medeniyetleri
Müzesi Müdürlüğünce yapılan incelemede eserlerin
ülkemiz kökenli olabileceği belirlendi.
Belgrad Ulusal Müzesi uzmanları ise eserlerin tüm
Balkanlar’da bulunabilecek eserlerden olabileceğini
iddia etti. Ancak özellikle sikkeler üzerindeki
darphane isimleri (Constantinople/İstanbul,
Nikomedia/İzmit, Nicea-İznik) ve eserlerin Anadolu
kültürüne ait izler taşıması nedeniyle bunların
ülkemize iadesi için girişimler başlatıldı.
Sırbistan Kültür Bakanı Nebojsa Bradiç’in olumlu
yaklaşımı üzerine 05-09 Ekim 2009 tarihleri arasında
Genel Müdürlükten yönetici ve uzmanlar, Sırbistan’da
eserlerin tetkikini ve konuya ilişkin müzakereler
gerçekleştirdi.
Yapılan tetkik ve müzakereler sonucu düzenlenen
16 Ekim 2009 tarihli raporda, eserlerin büyük oranda
ülkemiz kökenli olabileceği vurgulanarak, Sırbistan
ile gelişen kültürel dostluk ilişkileri kapsamında
Türkiye’ye iadesinin gerektiği belirtildi.
Dışişleri Bakanlığı'ndan alınan 22 Kasım 2010
tarihli yazıyla gerekli yasal prosedürün
tamamlanmasını müteakiben, bu eserlerin iade
edilebileceği bildirildi. Bu kapsamda Belgrad’da
eserlerin teslimi için tören düzenlendi.
Zaman, 24.02.2011
|
MURADİYE KÜLLİYESİ RESTORE EDİLİYOR
Dünyadaki en büyük külliyeler arasında yer aldığı belirtilen, 25 Şubat 1495'te vefat eden Cem Sultan ile çok sayıda şehzadenin türbelerinin bulunduğu Muradiye Külliyesi'nin restorasyonuna bu yıl başlanacağı bildirildi.
2. Murat ile 36 yaşında vefat eden şehzade Cem Sultan ve çok sayıda şehzadenin türbelerinin bulunduğu Muradiye Külliyesi, sadece Türkiye değil dünyadaki önemli ve büyük külliyeler arasında yer alıyor.
Bakımsızlık nedeniyle yıpranan Saraylılar, Ebe Hatun, Gülşah Hatun, Fatih Sultan Mehmet'in annesi Hüma Hatun, Şehzade Mahmut, Şirin Hatun, Gülruh Hatun, Mükrime Hatun, Şehzade Ahmet, Cem Sultan, Şehzade Mustafa ve 2. Murat'ın türbelerinin bulunduğu külliye, Bursa Valiliğinin girişimleri sonucu restore edilecek.
Projesi tamamlanan külliyenin restorasyonunun, bu yıl içinde başlaması planlanıyor.
Külliye içinde türbesi bulunan Fatih Sultan Mehmed'in oğlu Cem Sultan, 1459'da Edirne Sarayı'nda dünyaya geldi. 3 Mayıs 1481'de Fatih Sultan Mehmet'in vefatından sonra 2. Bayezid ile savaşan Cem Sultan, yaptığı savaşı ve mücadeleyi kaybedince uzun yıllar sürgün hayatı yaşadı. Sürgün dönüşünde 25 Şubat 1495'te, 36 yaşındayken vefat eden Cem Sultan'ın cenazesi, 4 yıl sonra, 1499 yılında Bursa'ya getirilerek kardeşi Şehzade Mustafa'nın yanına gömüldü.
Bursa Olay, 24.02.2011
|
 |
RESTORASYON YANGINLARI

Restore edilmekte olan binalarda çıkan yangınlar
canımızı sıkmaya başladı. Önce Haydarpaşa Garı'nda,
ardından zarif bir Mimar Sinan eseri olan Kılıç Ali
Paşa Camii'nde, geçen cumartesi günü de Beyazıt
Camii Hünkar Kasrı'nda çıkan yangınlar, tarihi
eserleri restore eden firmaların bu işte ne kadar
ehil olduklarını sorgulamayı gerektiriyor.
Son zamanlarda ülkemizde hummalı bir restorasyon
faaliyetinin yürütüldüğü zannederim dikkatinizi
çekmiştir. Bu faaliyete, yılların ihmaline
uğramış tarihi eserleri daha kullanışlı mekanlar
haline getirmek ve ömürlerini uzatmak amacıyla,
yani büyük bir iyi niyet ve samimiyetle
başlandığından şüphe etmiyorum. Ancak restore
edilmekte olan bazı binalarda çıkan ve ciddi
tahribata yol açan tuhaf yangınlar canımızı
sıkmaya başladı. Önce Haydarpaşa Garı'nda,
ardından zarif bir Mimar Sinan eseri olan Kılıç
Ali Paşa Camii'nde, geçen cumartesi günü de
Beyazıt Camii Hünkar Kasrı'nda çıkan yangınlar,
tarihi eserleri restore eden firmaların bu işte
ne kadar ehil olduklarını ve çalıştırdıkları
elemanların kalitesini sorgulamayı gerektiriyor.
Şunu öncelikle belirtmekte fayda görüyorum:
Tarihi eserlerin nasıl restore edileceğine dair
kriterler -Türkiye'nin şartları göz önüne alınarak-
yeniden ele alınmalı, restorasyon ihalelerine girme
hakkına sahip firmalar ciddi bir denetime tabi
tutulmalı, bu işte tecrübeye ve gerçekten uzman
elemanlara sahip olup olmadıkları sıkı bir şekilde
araştırılmalıdır. Söz konusu yangınlar elektrik
kontağı vb. gibi sebeplere bağlanarak
geçiştirilirse, korkarım, daha vahim sonuçlara yol
açacak felaketlere de şahit olacağız. Mesela alev
püskürten bir alet olan şaloma'yı eline verip
boyaları sökmesini istediğiniz eleman eğitimsiz ve
tecrübesizse bütün binayı yakması işten bile
değildir.
Restorasyon tecrübe gerektiren incelikli iştir;
bazı alanlarda üniversite eğitimi almış olmak da
yetmez, ustaların yanında uzun bir çıraklık dönemi
geçirmek şarttır.
Türkiye herhangi bir ülke değil; büyük
medeniyetlere beşiklik etmiş, nereye kazmayı
vursanız tarihin fışkırdığı bir coğrafyada
yaşıyoruz. Bizim dramımız, büyük medeniyetlerin
mirası üzerine oturan bütün küçük, zayıf ve
kompleksli devletlerin yaşadığı dramdır. Tarih,
bazen bir ülkenin adımlarını yavaşlatan bir yük
haline gelebilir. Biz bu coğrafyanın beş bin küsur
yıllık tarihini bir enerji ve prestij kaynağı olarak
kullanmak yerine sırtımızda bir an önce atıp
kurtulmak istediğimiz ağır bir yük olarak taşıdık.
Kurtulmak istediğimiz bu yükün aslında ne büyük bir
zenginlik olduğunu yeni yeni fark ediyoruz.
Tezahürlerinden biri de restorasyon faaliyetleri
olan bu farkına varışı bir "yangından mal kaçırma
telaşı"na değil, şuura dönüştürmek ve ciddi bir
altyapı hazırlamak gerekirdi. Türkiye'nin dünyada
itibar edilen bir "restorasyon ekolü" olmaması, bana
sorarsanız, sırtımızdan tarihin yükünü atma
gayretinin acıklı bir sonucudur. Restorasyon tarihi
eserlerin ömrünü uzatmak için yapılan çalışmadır;
kurtulmak istediğiniz şeyleri yaşatmak için niçin
uğraşasınız ki?

Son yıllarda birçok üniversitede restorasyon
bölümlerinin açıldığını biliyorum; umarım bu
bölümlerde okuyan gençler çok iyi eğitiliyor, mezun
olduktan sonra ilgili firmalar tarafından yeterince
istihdam ediliyorlardır. Ancak bazı restorasyon
çalışmalarının perişanlığı ve tabii birbiri ardınca
çıkan yangınlar, bu alanda henüz yeterince mesafe
alınamadığı konusunda şüpheler uyandırıyor.
Yangınların İstanbul'a ve kültürümüze neler
kaybettirdiğini birazcık tarih okuyan herkes bilir.
Eskiden yangın çıktığında yapacak fazla bir şey
yoktu; ateş arkasına bir de lodos veya poyrazı
almışsa, şehri bir baştan bir başa siler süpürürdü.
İstanbul, maalesef yanan, yıkılan eserlerin
yerlerine aynı büyüklük ve değerde binalar yapacak
ekonomik gücümüzün bulunmadığı on dokuzuncu yüzyılda
salaşlaşmıştır. Yine de -onca yangına, depreme,
ihmale ve imar adı altında yapılan kıyıma rağmen-
hala tarihi eser bakımından dünyanın en zengin
şehirlerinden biri olan İstanbul'u gözümüz gibi
korumak zorundayız. Artık tarihi eserlerin yandığına
dair haberler duymak istemiyoruz.
Son haberlerden biri de, Beyazıt Yangın
Kulesi'nde başlatılan restorasyon çalışmalarına
dairdir. Aynı günlerde Beyazıt Camii'nin
restorasyonu sırasında yangın çıkması size de
kaderin garip bir ironisi gibi görünmüyor mu?
Zaman, Haber: Beşir Ayvazoğlu, 24.02.2011
|
|
ANTİK TİYATRO KADERİNE TERK EDİLDİ
İznik Roma
Tiyatrosu yok olmanın eşiğine geldi. Kaderine terk
edilmiş durumda olan İznik Roma Tiyatrosu'nu görmek
için gelen turistler büyük bir hayal kırıklığına
uğruyor.
Turistler etrafında bin 800 yıllık antik Roma
tiyatrosunu gündüz bile çekinerek dolaşmaya başladı.
Yeterli güvenlik önlemi bulunmayan antik alandaki
tarihi taşların üzerinde boyalarla yazılan yazıların
yazıldığı, yerlerde kırılmış şişelerin atıldığı,
yakılan ateşlerden kalan küllerin bulunduğu, besi
hayvanlarının bağlandığı metruk bir hal alan İznik
Roma Tiyatrosu'nu görmeye gelen yerli ve yabancı
turistler büyük şok yaşıyor.
Bursa Olay, 24.02.2011
|
332 YIL SONRA AÇILDI

Çanakkale’nin Ayvacık
İlçesi’ne bağlı Babakale Köyü’nde yapımına Kaymak Mustafa Paşa tarafından
1679 yılında başlanan balıkçı barınağı, 332 yıl
aradan sonra tamamlanarak törenle hizmete açıldı.
Balıkçı Barınağı'nın temelinin atıldığı 1679 yılında
tahtta Sultan 4. Mehmed bulunuyordu.
Ulaştırma Bakanlığı tarafından tamamlanan Babakale
Balıkçı Barınağı’nın açılış törenine Çanakkale
Valisi Abdülkadir Atalık, Gemi İnşa ve Tersaneler
Genel Müdürü Yaşar Duran Aytaş, Demiryollar,
Limanlar ve Hava Meydanları İnşaatı Genel Müdür
Yardımcısı Metin Tahan, AKP Çanakkale
milletvekilleri Mehmet Daniş, Müjdat Kuşku ve
vatandaşlar katıldı.
Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın Libya’daki
Türklerin tahliye işlemlerinin sürmesi nedeniyle
katılamadığı açılış töreninde konuşan Demiryollar,
Limanlar ve Hava Meydanları İnşaatı Genel Müdür
Yardımcısı Metin Tahan, Babakale’nin Asya kıtası ve
Anadolu yarımadasının en uç noktasında kalan önemli
bir yer olduğuna dikkat çekti. Babakale Balıkçı
Barınağı’nın temelinin Osmanlı paşalarından Kaymak
Mustafa Paşa tarafından 1679 yılında atıldığını
anlatan Tahan, şunları söyledi:
"Çıkan isyan neticesinde Kaymak Mustafa Paşa
öldürülünce, maalesef balıkçı barınağı 100 metre
kadar sıradan taş dolgu yapılarak bugüne kadar
beklemiş. 2009 yılı Ocak ayında Başbakanımız Recep
Tayyip Erdoğan bize bu tarihi limanın
iyileştirilmesi ve geliştirilmesi için talimat
verdi. Biz de 18 aylık bir sürede barınağı
tamamladık ve bugün açılışını yapıyoruz. Balıkçı
barınağı, 575 metre uzunluğunda ana dalgakıran, eksi
240 metrelik tali dalgakıran, 50 metre çekek yeri,
348 metre eksi 2 metrelik rıhtım, 55 metre eksi 3
metrelik rıhtım ve 112 metrelik eksi 4 metrelik
rıhtımı yapılarak tamamlandı. Balıkçı barınağına
gırgır dahil çeşitli boylardaki 200 tekne
yanaşabilecek. Ayrıca burası gemiler, yat ve
teknelerinin de muhafaza yeri olacak."
Vali Abdülkadir Atalık da Çanakkale’nin 671
kilometre sahil şeridiyle Türkiye’nin en uzun
kıyısına sahip illerinden birisi olduğunu söyledi.
Çanakkale’de 10 bin vatandaşın balıkçılıkla
uğraştığını, aileleriyle birlikte balıkçılıktan
geçinenlerin sayısının da 40 bini bulduğunu belirten
Vali Atalık, "Bu balıkçı barınağının tarihi çok eski
yıllarda dayanıyor. Son olarak 1989 yılında bir kez
daha ihale edilmiş. Ama tamamlanamamış. Şimdi
hizmete açıyoruz. Babakale Balıkçı Barınağı’na
kayıtlı 61 tekne bulunuyor. Bunların dışında diğer
bölgelerden gelip uluslararası sularda avlanan ve bu
balıkçı barınağından faydalanan 40 kadar daha
balıkçı teknesi var. Yani buraya bağlanan tekne
sayısı 100’ü buluyor. Ancak bu barınağın kapasitesi
çok daha geniş" dedi.
Konuşmaların ardından protokol üyeleri hep birlikte
kurdeleyi keserek Babakale Balıkçı Barınağı’nı
hizmete açtı.
KAYMAK MUSTAFA PAŞA KİMDİR?

Kaymak Mustafa Paşa, Lale Devri sırasında Kaptan-ı
Derya olarak Osmanlı Donanmasına kumanda etmiş bir
devlet adamıydı.
Gelibolu'da dünyaya gelen Kaymak Mustafa Paşa'nın
babası Boşnak asıllı bir vezir olan Kara İbrahim
Paşa'ydı. Annesi ise II. Viyana Kuşatmasını yapan
Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın kızı Fatma
Hanım'dı. 1717 yılında İkinci İmrahor ve Kapıcılar
Kethüdası oldu. Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim
Paşa'nın kızıyla evlendi. 1718 yılında İstanbul
Kaymakamı oldu. 1721 yılında ise Kaptan-ı Derya
görevine getirildi.
Gelibolu'daki Telli Çeşme'yi, İstanbul Üsküdar'daki
Kaptanpaşa Camii ve Kuruçeşme'de Kasr-ı Süreyya
camilerini yaptırdı.
Kaymak Mustafa Paşa 1730 yılında çıkan Patrona Halil
İsyanı sonunda kayınpederi Nevşehirli Damat İbrahim
Paşa ile birlikte görevden alındı ve 1 Ekim 1730
günü idam edildi.
Vatan, 24.02.2011
|
MEZAR TAŞLARI SERGİLENECEK
Mudanya'ya bağlı
Kumyaka'daki tarihi mezar taşlarının üzerindeki
yazılar bugünkü Türkçeye çevrilip sergilenecek.
Kumyaka Mahallesi Muhtarı Ramiz Batmaz, kabristanın
talan edildiği iddialarının asılsız olduğunu,
maksatlarının mezar taşlarındaki yazıları tercüme
etmek olduğunu söyledi. Batmaz, taşlara asılacak
levhalarla üzerlerinde ne yazdığının sergileneceğini
belirtti. Batmaz, bunun için herhangi bir kuruma
müracaat etmemelerinin sebebinin, mezarlığın köy
tüzel kişiliğine ait mülkiyet olması olduğunu
anlattı.
Yapılan düzenlemelerin ardından mezarlıkta tekrar
defin yapılabileceğini söyleyen Batmaz, dinimize
göre 5 yıl sora aynı kabre başkasının
gömülebildiğini kaydetti.
Bursa Olay, 24.02.2011
|
|
 |
37 TÜRBENİN RESTORESİ YIL SONUNDA TAMAM
Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı 124 türbeden 37'si restore ediliyor. Önümüzdeki beş yıl içinde kentteki türbelerin tamamının restore edilmesi hedeflenirken, İstanbul Türbeler Müze Müdürü Hayrullah Cengiz, bunun bir rekor olduğunu söyledi. "Osmanlı devletine yüzyıllar boyunca başkentlik yapan İstanbul, yurt genelinde belki de dünyada en fazla türbesi en fazla olan ilimizdir'' diyen Cengiz, şu bilgileri verdi: "Şu anda fiili olarak restorasyonu devam eden 37 türbemiz var. Bu aslında bir rekordur. İlk defa bu dönemde bu kadar sayıda türbe restorasyona alındı. Bu restorasyonların bir kısmı İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, bir bölümü Vakıflar Genel Müdürlüğü, İl Özel İdaresi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılıyor. En geç bu yılın sonuna doğru, bu türbelerin restorasyonunun bitmesini bekliyoruz. Restorasyonuna şubat ayında başlanan Mimar Sinan, Kanuni ve Hürrem Sultan türbelerindeki çalışmalar da bu yıl sonuna kadar tamamlanacak. Önümüzdeki beş yıl içinde bütün türbelerin restorasyonu tamamlanmış olacak.''
Sabah, 24.02.2011
|
HAMAMDAN KÜLTÜR MERKEZİ'NE

Erzurum İl Halk Kütüphanesi’nin yanında bulunan ve
bir süre önce Kültür ve Turizm Bakanlığı’na tahsis
edilen Askeriye Hamamı için 300 bin lira ödenek
ayrıldı. Yapının iç ve dış kısmında yapılacak olan
bakım ve onarım çalışmaları için kullanılacak olan
ödenek, tarihi hamamı adeta kültür merkezine
dönüştürecek.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, bir süre önce
Kütüphaneler ve Yayınlar Genel Müdürlüğü’ne tahsis
edilen Yoncalık’taki Askeriye Hamamı için para
musluklarını açtı. Edebiyat Müze Kütüphanesi’ne
dönüştürülecek olan hamamın iç ve dış kısmında
gerekli düzenlemeler yapılması için 300 bin lira
ödenek ayıran Kültür ve Turizm Bakanlığı,
çalışmalara başlanması için de talimat verdi.
Erzurum İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü yetkilileri,
geçtiğimiz yıllarda restore edilen ve ardından bir
müddet lokanta olarak işletilen hamamın, 2010
yılının Ekim ayında Kültür ve Turizm Bakanlığı’na
tahsis edildiğini anımsatarak, yapının Edebiyat Müze
Kütüphanesi olarak kullanılmasına karar verildiğini
kaydettiler. Tarihi hamamın, kütüphane ve müze
formunda kullanımı amacıyla bazı projeler
uygulanacağını dile getiren konu ile ilgililer,
“Yapı içerisinde gerçekleştirilecek olan düzenleme
çalışmalarıyla burası sıradan bir kütüphane değil,
aynı zamanda müze ve kültür merkezi halini alacak.”
dediler.
Önümüzdeki günlerde başlanacak olan teşhir ve
tanzim çalışmaları için Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın 300 bin liralık ödenek ayırdığını
açıklayan yetkililer, “Yapının içerisindeki
döşemeler, ısıtma ve elektrik sistemleri baştan
aşağı yenilenecek. Güvenlik ağıyla donatılacak olan
tarihi hamamın iç ve dış kısmı da elden
geçirilecek.” diye konuştular.
Çalışmalar tamamlandıktan sonra tarihi
Askeriye Hamamı’nın, Erzurum’daki kültürel
etkinliklerin yeni adresi olacağına dikkati çeken
ilgililer, “Edebiyat Müze Kütüphanesi olarak
kullanılacak tarihi yapı içerisinde sergiler ve
çeşitli kültürel etkinlikler gerçekleştirilmesi
mümkün olacak. Şiir geceleri, kültürel içerikli
panel ve konferanslar için de elverişli bir hale
getirilecek olan tarihi hamamı, yılsonuna kadar
hizmet verebilir bir hale getireceğiz.” ifadelerini
kullandılar.
Öte yandan Atatürk Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Hamza Gündoğdu ise, “Erzurum’da Tarihi Yapılaşma
ve Bazı Gözlemler” adlı araştırmasında, Askeriye
Hamamı ile ilgili olarak şu görüşleri dile
getiriyor. “Herkesin bildiği bir Askeriye Hamamı;
bundan 25 yıl önce terk edildiğinde sapasağlam,
içerisinde havuzu, kurnaları da bulunan bir yapı
idi. Terk edildiği zaman korunması için hiç bir
tedbir alınmayan bu hamam, yılların tahribatına
maruz kalmış, içerisindeki bölümleri tanınmaz hale
geldikten, yakınındaki 6 katlı devasa binalarla
kuşatıldıktan sonra restorasyonu için faaliyete
geçilip bu ecdat yadigarı kurtarılmaya çalışılmışsa
da, bugün işlevsiz vaziyette kalmıştır.”
Erzurum Gazetesi, 23.02.2011
|
MÜZEDE HIRSIZLIK

Aydın’da dün gece
belirlenemeyen bir vakitte hırsızlık olayı yaşandı.
Olayda Aydın Müzesi’nin ön bahçesinde bulunan, MS 2.
yüzyıla ait insan başı rölyefi çalındı.
Edinilen bilgiye göre,
müzenin ön bahçesinde bulunan tarihi eserlerle
birlikte sergilenen insan başı rölyefi, kimliği
henüz belirlenemeyen kişi veya kişilerce çalındı.
Müze Müdürü Emin Yener’den konuyla ilgili bilgi alan
Aydın Valisi Hüseyin Avni Coş, “Müze’de yaşanan
hırsızlık olayı tüm boyutlarıyla inceleniyor. İlgili
birimler konuyu araştırıyor. Müze’de bulunan kamera
kayıtlarını kontrol ediyoruz. Emniyet mensuplarımız
hırsızlığı gerçekleştiren zanlıların yakalanmasıyla
ilgili çalışma başlattı” dedi.
Aydın Kent Haber,
23.02.2011
******
MÜZE MÜDÜRÜ GÖREVDEN
UZAKLAŞTIRILDI
Aydın'da önceki gün gece
belirlenemeyen bir vakitte hırsızlık olayının
yaşandığı Aydın Müze Müdürü ve gece bekçisi
görevinden uzaklaştırıldı.
Bilindiği gibi Aydın
Müzesi'nin ön bahçesinde bulunan, MS 2. yüzyıla ait
insan başı rölyefi çalınmıştı. Olayla ilgili Vali
Hüseyin Avni Coş'un talimatıyla başlatılan
soruşturmanın selameti açısından Müze Müdürü Emin
Yener ve müzede görevli gece bekçisi Ali İhsan Örtün
görevlerinden uzaklaştırıldılar. Aydın Kültür ve
Turizm Müdürü Nuri Aktakka, soruşturmanın selameti
açısından böyle bir karar alındığını belirtirken,
çalınan insan başı rölyefinin değeriyle ilgili daha
önce bir çalışma yapılmadığını kaydetti.
Müzeden hırsızlık
olayını yakından takip eden Aydın Valisi Hüseyin
Avni Coş ise olayla ilgili emniyet güçleriyle
ortaklaşa sürdürülen soruşturmanın titizlikle
yürütüldüğünü söyledi.
Aydın Kent haber,
24.02.2011
|
TARİHİ OTELDE RESTORASYON ÇALIŞMALARI BAŞLADI

Meram Belediyesi, ilçenin tarihi ve kültürel
varlıklarını korumaya ve gün yüzüne çıkarmaya devam
ediyor. Hatunsaray yolu üzerindeki Pamukçuhan'ın
restorasyonu tamamlanırken Konya İstasyonu
karşısındaki Augustus Otel'deki restorasyon
çalışmaları da büyük bir hızla devam ediyor.
Meram Belediye Başkanı Dr. Serdar Kalaycı, kısa bir süre önce restore
çalışmalarına başlanan İstasyon yanındaki Augustus
Otel'de incelemelerde bulundu. Bu çalışmayla uzun
yıllar atıl vaziyette duran bir dokuyu da yeniden
Konya'ya kazandırmış olacaklarını belirten Başkan
Kalaycı, "Konya Gar binasının hemen karşısında yer
alan binanın restoresi için mülkiyet sahipleri ile
yaptığımız anlaşma gereği binayı aslına uygun bir
şekilde yeniden düzenliyoruz. 1890'lı yıllarda
Bağdat tren seferlerinin başladığı dönemde yapılan
ve uzun yıllar Augustus Oteli olarak kullanılan bu
tarihi binanın tekrar ayağa kaldırılması için çaba
sarf ediyoruz." dedi. Çalışmaların bu yıl içerisinde
tamamlanacağını kaydeden Başkan Kalaycı, "Bina 2
Şubat 2011 tarihinde yapımcı firmaya teslim edildi.
Restorasyon ilkeleri doğrultusunda otelin
restoresine çatıdan başlandı. Çatının değişmesi
gerekiyordu. Bu kapsamda eski kiremitler indirildi
ve mevcut çatı söküldü. Şu anda 1 ve 2. katın
sıvaları sökülüyor. Bodrum katın temizliği
yapılıyor. Tarihi bina, yapılacak yenileme ile Meram
Kültür Evi, Butik otel, Kafeterya ve Restoran olarak
hizmet verebilecek" diye konuştu.
Augustus Otel'in tarihi konusunda bir kez daha
hatırlatmada bulunan Kalaycı, konuşmasını şöyle
sürdürdü; "Konya Gar Binası'nın doğusunda bulunan
otel, 1895 yılında yapılmıştır. 1924 yılındaki
mübadeleden sonra Selanik Vadina'dan gelen Hıfzı
Hamide Günas ailesine verilen otel bir süre Askeri
Ulaştırma Okulu olarak kullanıldı. 1980'li yıllarda
terk edilen yapı cephelerindeki taş işçiliği, barok
pencere kemerleri, kemerlerin kilit taşları, demir
perforeler 19. yüzyıl Avrupa mimarisinin etkilerini
gösterir. Bina 1982 yılında Anıtlar Yüksek Kurulu
tarafından tescil edilmiştir" Başkan Dr. Serdar
Kalaycı, Şükran Mahallesi'nde bulunan 3 tarihi evle
ilgili kamulaştırma işlemleri tamamlandıktan sonra
restorasyon çalışmasının da kısa bir süre içerisinde
başlayacağını açıkladı.
Yeni Şafak, Haber: Ramazan Düşünceli, 23.02.2011
|
LAODİKYA'DA DİNSEL HOŞGÖRÜ YÜZYILLAR ÖNCESİNE
DAYANIYOR
Laodikya antik kentinde dinsel
hoşgörünün en somut örneklerinden biri tanesi gün
yüzüne çıkarıldı. Antik kentte, İmparator Konstantin
dönemine ait Laodikya Kilisesi ve Paganizm dininin
tapınma alanının yan yana bulunduğu belirlendi.
Anadolu’da Efes’ten sonra en büyük
antik kenti
olma unvanını elinde bulunduran Denizli’nin 6
kilometre kuzeyindeki Laodikya antik kentinde
İncil’de adı geçen Laodikya Kilisesi’nin ortaya
çıkarılması, Anadolu’da bir gerçeği daha gözler
önüne serdi. “Tapınak A” diye adlandırılan
‘Paganizm’ dininin tapınma alanının hemen yanı
başında Laodikya Kilisesi’nin bulunması, Anadolu’da
dinsel hoşgörünün yüzyıllar öncesine dayandığını
gösteriyor.
Laodikya Kazı Heyeti Başkanı
Prof.Dr. Celal
Şimşek, Aa muhabirine yaptığı açıklamada, yılın en
önemli buluntusu olarak yorumlanan kilisenin,
Hıristiyan alemi için çok önemli sayılan ve İncil’de
adı geçen 7 kiliseden biri olduğunu ifade ederek,
Laodikya Kilisesi ve Paganizm dininin tapınma
alanının bir arada bulunmasının, Denizli’ye inanç
turizmi açısından çok büyük katkı sağlayacağını
kaydetti.
Kilisenin, Konstantin döneminde yapıldığını ifade
eden Şimşek, “Bu yıl ilk kez yer altında radar
taraması yaptık ve 4. yüzyılda yapılmış Laodikya
Kilisesi’ni bulduk. 8 ayak üzerine oturtulmuş 2 bin
metrekare alandaki kilisenin büyük bölümü orijinal
parçalarını koruyor” dedi.
Antik kentte, İmparator Konstantin dönemine ait
Laodikya Kilisesi’nin bulunmasının, Denizli’yi inanç
turizminde önemli bir noktaya taşıyacağını savunan
Prof.Dr. Şimşek, şunları söyledi:
“2010 yılı kazı çalışmalarında İmparator Büyük
Konstantin zamanında MS 312-313 yıllarında
Hristiyanlığın resmi din olarak kabul edilmezden
önce serbest bırakılması meselesiyle birlikte bu
kiliseler yapılmaya başlanmış. Laodikya Kilisesinin
hemen yanında tapınak A diye adlandırdığımız
‘Paganizm’ dininin tapınma alanı söz konusu. Ama
bizim kazılarda bulduğumuz veriler, İmparator Büyük
Konstantin’in hem Paganizm için hem de Hristiyanlık
için büyük bir hoşgörü sergilediğini ortaya
çıkarıyor. Çünkü burada bulduğumuz heykelin
İmparator Konstantin’in Valisi olan Diskolyüs
tarafından yaptırıldığı söyleniyor. İmparator
Laodikya’da hem Laodikya Kilisesini yaptırmış, hem
de aynı zamanda tapınak için Efes Artemis heykelini
yaptırmış. Bu da binlerce yıl öncesine dayanan
Anadolu hoşgörüsünün somut verisi olarak ortaya
çıktı.”
haberler.com, 23.02.2011
|
ÇALINAN HEYKELİ PROTESTOCULAR BULDU
Mısır'da 25 Ocak'ta başlayan halk ayaklanmaları dünya gündemine bomba gibi düşmüştü. Bu dönemde birçok yerde çatışmalar yaşanırken, Kahire'deki Mısır Müzesi de yağmalanmış, birçok tarihi eser kaybolmuştu. Firavun Tutankhamon'un babası Akhenaten'e ait olan 37 santimetrelik heykel de kaybolanlar listesindeydi. MÖ 1353 ile 1336 yılları arasında yaşamış Kral Akhenaten'i başında mavi bir taç ve elinde bir tablet tutarken gösteren heykel, müze yetkililerinden alınan bilgiye göre ilginç bir şekilde geri döndü. Kral Akhenaten heykelini müzenin, eylemlerin merkezi olan Tahrir Meydanı'na bakan güney cephesinde, moloz yığınları arasında bulan protestocu genç, heykeli kendi evine götürerek annesine gösterdi.
16 yaşındaki gencin annesi hemen Kahire Amerikan Üniversitesi'nde öğretim üyesi olan kardeşini aradı. Durumu bakanlığa bildiren öğretim üyesi, heykelin müzeye iadesini sağladı. Mısır Tarihi Eserler Bakanı Dr. Zahi Hawass, Kral Akhenaten'in kireçtaşından yapılmış heykelinin bulunduğunu ve müzeye teslim edildiğini açıkladı. Uzmanlar yaptıkları incelemeler sonucunda heykelin orijinal olduğunu doğruladı. Heykelin tablet bölümünün kırık olduğu, ancak kırık parçanın da müzenin içinde bulunduğu kaydedildi. Heykelin Amarna galerisinde yeniden sergiye açılması için restorasyon çalışmalarına başlandı. Akhenaten heykelinin bulunmasıyla, protestolar sırasında kaybolan heykellerden Mısır Müzesi'ne iade edilen eser sayısı dörde çıkmış oldu. Olaylar sırasında yağmalanan birçok eserin hala kayıp olduğu belirtilirken, müzenin bazı kısımlarının 20 Şubat'ta yeniden açıldığı duyuruldu.
Sabah, Haber: Recai Kömür, 23.02.2011
|
 |
ATATÜRK'ÜN ARKEOLOJİ SEFERBERLİĞİ

Atatürk'ün Anadolu arkeolojisine ve Hitit
çalışmalarına verdiği destek 'Revue Hittite et
Asianique' yayın kurulu tarafından
onurlandırılmıştı...
Kurtuluş Savaşı yıllarında cephede yakın
arkadaşlarına savaştan sonra Ankara'da bir Hitit
Müzesi kurmayı düşündüğünü söyleyen Mustafa Kemal
Atatürk, Anadolu kültür tarihini ve arkeoloji
çalışmalarını o kadar yakından takip eder ki, 1932
yılında "Hitit ve Asianik Araştırmalar Derneği"
tarafından Fransa'da yayınlanmaya başlayan "Revue
Hittite et Asianique" isimli derginin sponsoru
olarak yayınlanmasını sağlar.
Aktüel Arkeoloji Dergisi'nin yaptığı habere göre,
Hititlerin dili, kökeni ve tarihi üzerine ayrıntılı
çalışmalara imza atan "Revue Hittite et Asianique"
yayın kurulu, her sayının giriş sayfasında,
Atatürk'ü, verdiği destekten dolayı ''Sous Le Haut
Patronage De - S. Exc. GAZI MOUSTAPHA KEMAL -
President de la Republique Turque'' sözleriyle
onurlandırır. Bu şekilde derginin sponsoru olduğu
vurgulanır.
 
Derneğin kuruluş amacı ve derginin yayınlanmasının
amacını içeren bir yazıya Mustafa Kemal Atatürk ise
cevaben şöyle demiştir. "Hitit ve Asianik
Araştırmalar Derneği'nce takip edilen amaç,
ülkemizin ve halkımızın uzak geçmişini
aydınlatılmasına katkıda bulunma yolunda bize de
harcanan çabalara uygunluk gösterdiği nispette bizim
için memnuniyet vericidir (Dinçol 1981: 122)."
1938 yılında Mustafa Kemal Atatürk'ün vefatı ile
birlikte dergi İsmet İnönü'nün himayesine geçer.
İsmet İnönü, 1950 yılına kadar dergiyi Atatürk'ten
miras sayarak, yayınlanmasına sponsor desteğini
sürdürür.
 
1938 yılında yayınlanan ''Fasikül 33-40 Kitap 5''
41.-42. sayfalarda Mustafa Kemal Atatürk'ün Anadolu
Arkeolojisine ve Hitit çalışmalarına verdiği desteği
anlatan bir yazı kaleme alınarak, ölümünden duyulan
üzüntü belirtilir. Mustafa Kemal Atatürk'ün
"arkeoloji seferberliği" olarak gördüğü bu
çalışmaları milli bir görev olarak tanımladığı,
İsmet İnönü'ye ise bu yayını desteklemesini bir
miras olarak bıraktığı bilinir.
Ntvmsnbc, 23.02.2011
|
ONLARI NEM YOK EDİYOR
 
Muğla'nın Milas İlçesi'ndeki Hisarbaşı Mahallesi
Uzunyuva Mevkii'ndeki 1'inci Derece Arkeolojik sit
alanında, geçen temmuz ayında hazine avcılarının
yağmalamasından sonra bulunarak gün ışığına
çıkarılan 2400 yıllık Uzunyuva Anıt Mezarı'nın
duvarlarındaki altın bezemeli resimlerin nemden
ötürü yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olduğu
ortaya çıktı. Almanya'dan gelen 3 kişilik arkeolog
ekibin nemlenmenin önlenmesi için çalışmalara
başladığı, mezarın etrafında yapılan kazı
çalışmalarında da Bizans ve Hellenistik döneme ait
onlarca eserin gün ışığına çıkarıldığı belirtildi.
Bodrum'daki dünyanın 7 harikasından birisi
sayılan Halikarnassos Mausoleumu'nu yaptıran Karia
Kralı Mausolos'un babası kral Hekatomnos için
yapıldığı saptanan, mezarın duvarındaki altın
işlemeli resimlerin kurtarılması için Kültür ve
Turizm Bakanlığı'nın daveti üzerine Almanya'dan üç
kişilik arkeolog ekibi geldi. Alman arkeologların
yerin 14 metre altında yer alan mezardaki nemlenmeyi
önleyerek, dönemin saray ve kent yaşantısını
simgeleyen, ayrıca komutanlarının bulunduğu
resimleri kurtarabilmek için çalışmalara başladığı
belirtildi.
 
Milas Müze Müdür Vekili Mehmet Çakıcı, Alman
arkeologların mezardaki nemlenmeyi önledikten sonra,
altın bezemeli resimlerin, yine Almanya'da
getirilecek özel aletlerle korumaya alınacağını
belirterek şunları söyledi:
"Nemlenmeyi ortadan kaldıracak izolasyon
çalışmalarını yapmak amacıyla kazılara başladık. Bu
kez lahit etrafından Hellenistik, Roma ve mezarın
bulunduğu döneme ait onlarca eserle karşılaştık.
Topraktan tarih fışkırıyor. 2 metre 75 santimetre
uzunluğunda, 2 metre 15 santimetre genişliğinde 1
metre 85 santimetre yüksekliğinde, 1'inci sınıf
mermerlerle dört yüzü birden kabartmalarla işlenmiş
olan oda mezar günümüzden 2 bin 400 yıl önceye ait.
Oda mezarın üzerinde bir tapınağa ait kalıntılar
var."
Hürriyet, 23.02.2011
|
EKİNÖZÜ'NDE NEOLİTİK DÖNEM ESERİ BULUNDU
Kahramanmaraş’ın Ekinözü İlçesi’nde jandarma
tarafından yapılan operasyonda ele geçirilen tarihi
eserlerin MÖ 8000- 5500 yıllarını kapsayan
Neolitik döneme ait olduğu anlaşıldı.
Ekinözü İlçe Jandarma Komutanlığı ekipleri, 46
yaşındaki Serhat Boz’un kaçak kazılarda tarihi eser
bulduğu bilgisi üzerine harekete geçti. Jandarmanın
takibe aldığı tarihi eser suçundan sabıkalı Boz,
Kayseri’den Ekinözü’ne gelen S.B. ile arkadaşı
H.Ö.’nün evinde buluştu. Eve düzenlenen baskında
Boz’un yanındaki 10 tarihi eser ile 1 tabancaya el
konuldu, 3 şüpheli de gözaltına alındı. İfadesinde
tarihi eserleri tarlada bulduğunu ileri süren Serhat
Boz tutuklanırken, diğer 2 kişi tutuksuz yargılanmak
üzere serbest bırakıldı.
Kahramanmaraş Müze Müdürlüğü’ne teslim edilen
tarihi eserler ise incelemeye alındı. Uzmanlar
tarafından değerlendirilen 1 hayvan heykeli ile 2
taş baskı olan taşların MÖ 8000- 5500 yılları
kapsayan Neolitik döneme ait olduğu belirlendi.
Samanyolu Haber, 23.02.2011
|

 |
DÜNYANIN İKİNCİ BÜYÜK KANYONUNDA TALAN
Arizona'daki Büyük Kanyon'dan sonra büyüklük olarak dünyada ikinci sırada olan Uşak'taki Ulubey Kanyonu içinde yer alan ve MÖ 4 ve 6'ncı yüzyıl döneminde Lidyalıların yaşadığı Asar Vadisi'ndeki 40 mezar odası, kimliği belirsiz define avcıları tarafından talan edildi.
Ulubey İlçesi'ne bağlı Hasköy Beldesi'nin Belediye Başkanı DSP'li Mustafa Alkan, belde sınırları içinde yer alan tarihi Asar Vadisi'ndeki antik mezar talanının önlenmesi istedi. Başkan Mustafa Alkan, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na yaptığı başvurularda, bölgenin turizme kazandırılması için arkeolojik kazı yapılmasını istediği hatırlattı.
Asar Vadisi'ndeki kayalıklarda yer altına inen merdivenler, mağaralarda eski mezarlıklara ait izler ve figürler olduğunu ifade eden Alkan, "Define avcıları antik mezarlara girerek talan ediyor. Mezar talanlarının önlenmesi isteğimizi bir kez daha yineliyorum. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın, vadide arkeolojik kazı yapılması için harekete geçmesini istiyorum" dedi.
Hürriyet, Haber: Yavuz Kuşdemir, 23.02.2011
|
KARADENİZ'İN ZEUGMA'SI MÜZE OLACAK
Karabük’ün
Eskipazar İlçesi'nde, Karadeniz’in Zeugması olarak
adlandırılan Hadrianaupolis antik kentinde bulunan
mozaiklerin kazı alanında sergilenebilmesi için
üzerlerinin kapatılması planlanıyor.
MÖ 1. yüzyılda kurulduğu ve
MS 8. yüzyıla kadar
yerleşim amacıyla kullanıldığı tahmin edilen
Hadrianaupolis’teki kazılarda, Anadolu’da
örneklerine hiç görülmeyen bazı zemin mozaiklerinin
turizme kazandırılması hedefleniyor.
Gaziantep’te ortaya çıkan Zeugma mozaikleri kadar
güzel nitelendirilen at, fil, panter, geyik ve
grifon (sanat tarihinde görülen karışık bir hayvana
verilen isim) gibi birçok hayvan tasvir edilen
mozaiklerinin üst kısımlarının kapatılarak
sergilenebilmesi için proje geliştiriliyor.
Eskipazar Belediye Başkanı Dursun Baş AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Hadrianaupolis’teki
kazı çalışmalarının Atatürk Üniversitesi Arkeoloji
Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Vedat Keleş
başkanlığında belirli aralıklarla devam ettiğini
söyledi.
Antik kentte Geç
Hellenistik, Roma ve Erken Bizans
devirlerine ait olduğu anlaşılan 14 adet dağınık
yapı tespit edildiğini anlatan Baş, şöyle dedi:
”Kazılarda çok sayıda hayvanın tasvir edildiği
mozaikler bulundu. Burası önemli kültürel
varlıklarımız arasında. antik kentin müze haline
getirilmesi için kazı başkanı ile Kültür ve Turizm
Bakanlığından bir heyet incelemelerde bulundu.
Ortaya çıkartılan eserlerin tahrip olmaması ve
sergilenebilmesi için üzerinin kapatılmasıyla ilgili
projeler çizilmeye başlandı. En kısa sürede
bitirilerek onaya sunulacak. Çalışmalar bu yılki
turizm sezonuna yetiştirilecektir. Ayrıca burada
yapılacak kazı evi projemizle ilgili çalışmalarımız
da devam ediyor.”
Baş, antik kentin turizme kazandırılabilmesi için
eserlerin sergilenmesinin önem taşıdığına dikkati
çekerek, ”Safranbolu İlçesini ziyaret eden
turistleri bölgemize de çekebilmemiz lazım. Böylece
ilimizdeki turizm de çeşitlenmiş olacak.
Hadrianaupolis’teki mozaiklerin yerli ve yabancı çok
sayıda kişinin ilgisini çekeceğine inanıyoruz” dedi.
Zaman, 22.02.2011
|
BİR MEYDAN DÜZENLEMESİ DE ÜSKÜDAR'A

İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanı
Kadir Topbaş,
Üsküdar Meydanı’nın
yayalaştırılması projesi kapsamında belediye
binasının yıkılarak meydana ekleneceğini belirterek,
“Üsküdar Meydanı, Marmaray nedeniyle 2013’te
tamamlanacak; ama trafik ortadan kalkacak ve çok
güzel bir şehir meydanı ortaya çıkacak. Taksim
Meydanı’nı da Haziran ayında yeniden inşa edeceğiz”
dedi.
Marmaray'ın
Üsküdar
istasyonunda arkeolojik çalışmalar nedeniyle kazı ve
inşaat süresinin uzadığını vurgulayan Başkan Kadir
Topbaş, “Maalesef Üsküdar'da çalışma bir kaç yıldan
beri sürüyor ve 2013'e kadar sıkıntı olacak. Burada
trafiği by-pass edecek bir düzenleme yapıyoruz. O
çalışmayı devreye soktuğumuz zaman trafik sıkıntısı
ortadan kalkacak. Burada ciddi anlamda bir trafik
sıkıntısı var. Tamamlandığı zaman da Üsküdar'da çok
güzel bir şehir meydanı ortaya çıkacak” diye
konuştu.
Çağlayan Meydanı inşaatını 6 ayda
bitireceklerine dikkat çeken Başkan Topbaş, “Aynı
şekilde Taksim'de Haziran'da çevre düzenlemesi
çalışmasına başlamayı hedefliyoruz. Taksim'de
trafiği yer altına almak suretiyle meydan anlayışını
orada etkili olarak hissettirmek istiyoruz. Buna
benzer şehrin başka noktalarında da meydan
çalışmalarımız var” şeklinde konuştu.
Üsküdar Meydanı’nın yayalaştırılması projesi
kapsamında belediye binası yıkılarak yeni yerine
inşa edilecek. Üsküdar Meydanı’nda yer alan belediye
binası, Çavuşdere Caddesi üzerinde otopark olarak
kullanılan 30 dönümlük alana taşınacak. Konuyla
ilgili karar İstanbul Büyükşehir Belediye
Meclisi’nde alındı. Belediye Meclisi’nde
oybirliğiyle alınan karara göre; Üsküdar Valide-i
Atik Mahallesi’nde 'spor, kültür tesisi ve otopark'
alanı olarak belirlenen alan 'belediye hizmet
birimleri alanı', 'spor tesis alanı' ve 'ticaret -
hizmet alanı'na alındı.
Komisyon raporunda, Ulaşım Planlama Müdürlüğü’nün,
“söz konusu alanının cephe aldığı yolların
genişliklerinin sağlanabilmesi için yollara gerekli
bedelsiz terklerin yapılması, yeterli otopark alanı
ayrılması ve zemin altı kullanımının kamuya açık
otopark alanı şeklinde düzenlenmesi, ulaşım
bağlantılarının yapılması” koşuluyla ulaşım
açısından uygun olduğu görüşüne yer verildi.
Deprem ve Zemin İnceleme Müdürlüğü, İSKİ ve Spor İl
Müdürlüğü’nün de şartlı görüşleri doğrultusunda
hazırlanan rapora göre, yeni yapılacak belediye
binasında belediye hizmetlerine yönelik tesislerin
yanında sosyal kültürel tesisler, nikah dairesi,
bilgi evleri, açık-kapalı spor tesisleri de olacak.
Yapı, 23.02.2011
|
YARIMADANIN % 20'Sİ 2015'E KADAR YENİLENECEK

Tarihi Yarımada Fatih'in 1950'lerden sonraki
sanayileşmeden büyük yara aldığını belirten Fatih
Belediye Başkanı Mustafa Demir, göç akınına
İstanbul'un hazırlıksız yakalandığını dile getirdi.
Tarihi Yarımada Fatih'in yerel yönetimi olarak,
kentsel dönüşüm için gereken her şeyi yapacaklarını
altını çizen Demir, "Tarihi Yarımada Fatih birinci
derecede deprem bölgesinde. Olası bir depremde,
şimdiki haliyle en çok kayıp verecek yerlerden biri
olacak. O açıdan elimizi çabuk tutmamızı gerekiyor"
diye konuştu.
Bu bölgelerin bir an önce yenilenmesi gerektiğine
dikkat çeken Demir, "Fatih'te 5366 sayılı Kanun ile
Sulukule, Fener, Balat, Ayvansaray, Süleymaniye,
Yenikapı Yalı Mahallesi, Yedikule ve Marmara Sahil
bölgesi yenileme alanı olarak ilan edildi" diye
konuştu.
Bu bölgelerde yapılacak çalışmalar ile 2014 yılı
sonuna kadar tarihi yarım adanın yüzde 20'sini
yenilemeyi ve depreme karşı önlem almayı
hedeflediklerini belirten Başkan Demir,
"Süleymaniye'de restorasyon çalışmaları hızla devam
ediyor. Buraya Kiptaş 400'e yakın konut yapacak.
2011 yılı sonuna kadar Sulukule'deki 620 konut ve 45
işyerini sahiplerine teslim edeceğiz. Balat'ta mülk
sahipleri ile görüşmelere başladık" diye konuştu.
Bölgesel olarak çalışmalara devam edeceklerinin
sinyallerini veren Başkan Demir, "Yenikapı Yalı
Mahallesinde mülk sahipleri ile anlaşmalar
sağlanıyor. Burası Marmaray'ın çıkış ayaklarından
birisi olacağı için önemli bir nokta. Burada turizm,
konut ve işyeri ağırlıklı bir yenileme
gerçekleştireceğiz" diye konuştu.
Ayvansaray'ın da turizm ve konut alanı olarak
planlandığının altını çizen Demir, "Mevlanakapı ile
Silivrikapı arasında yer alan surların iç
kısımlarına 70 bin metrekare kadar rekreasyon alanı
yapacağız. Çalışmalarına başladığımız yenileme
projeleri deprem ve tarihi önem açısından en kısa
sürede tamamlamak öncelikli hedefimizdir" dedi.
ÜÇ ADIMDA MUSTAFA DEMİR'İN DÖNÜŞÜM FORMÜLÜ
1- Depremde çok fazla can kaybı olacak. Elimizi
çabuk tutmalıyız.
2- Lokal olarak bölgeler yenilenmeli. Sonuçta ciddi
bir rakama ulaşılır.
3- Kentsel dönüşümle depreme ve tarihe karşı
önlemler alınmalı.
Milliyet, 22.02.2011
|
300 YILLIK KONAĞA KÖYLÜLER SAHİP ÇIKTI

Kastamonu'nun Hanönü
İlçesi'ne bağlı Yenice Köyü'nde
bulunan, yaklaşık 300 yıllık tarihi Hüseyin Bey
Konağı'na köylü sahip çıktı.
Alınan bilgiye göre, Osmanlı İmparatorluğu
döneminde bölgenin köklü ailelerinden olan Hacı
Ahmetoğullarından Hüseyin Bey tarafından yaptırılan
ve uzun süre mirasçıları arasındaki anlaşmazlık
nedeniyle onarılamayan tarihi konak, mirasçılar
arasındaki uzlaşmanın ardından geçen yıl Kastamonu
İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından tescil
edildi.
Konağın büyük hissedarı Osman Korkmaz, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, binanın tescil
edilmesinin ardından köy muhtarlığı ve Yenice Köyü
Çevre Güzelleştirme Derneği'yle birlikte konağın
restorasyonu için ilgili kurumlara dilekçe
verdiklerini, ancak olumlu bir sonuç alamadıklarını
söyledi.
Tarihi konağı, onarılması şartıyla kişi ya da
kurumlara devredebileceklerini ifade eden Korkmaz,
''2 katlı binada 2'si alt katta olmak üzere 7 oda
bulunuyor. Odalardan biri işleme tavanlı. Ağaç
süslemeleri güzelliğini hala koruyor. Kastamonu
mimarisinin en güzel örneklerinden olan bu yapıyı
gelecek nesillere aktarmak istiyoruz'' dedi.
Köy sakinlerinden, emekli öğretmen Muhittin
Göksoy da Hüseyin Bey Konağının 700 yıllık geçmişe
sahip köylerinin simgesi olduğunu kaydetti. Evinin karşısındaki konağın bakımsız halini
gördükçe üzüldüğünü anlatan Göksoy, ''Muhtarlık ve
köy derneği olarak Hüseyin Bey Konağı'nı,
restorasyonunu yaptırarak, köyümüze kazandırmak
istiyoruz. Bu düşünceyle Valiliğe konağın
restorasyonunu köy halkı olarak yaptırmak için
dilekçe verdik'' dedi. Yenice Köyü Muhtarı Mustafa Ok ise tarihi konağı
restore ederek turizme kazandırmayı planladıklarını
belirtti.
Habertürk, 22.02.2011
|
BARAJ ALTINDA KALACAK TARİHİ AKKÖPRÜ KORUMAYA ALINIYOR
Muğla'nın Köyceğiz İlçesi'nde bulunan ve baraj suları altında kalacak olan tarihi Akköprü'nün zarar görmemesi ve ileriki yıllarda tekrar gün ışığına çıkarılabilmesi için koruma çalışmaları başladı.
Akköprü Barajı'nın yapımında görev alan Mimar Çağatay Tekin 30 metre yükseklikte ve 50 metre uzunluğundaki tarihi Akköprü'nün baraj suları altında kalacağını söyledi. Tekin, şöyle konuştu: "Şu anda baraj gölünde su tutuluyor ve seviyesi yükseliyor. Akköprü'de ilk etapta koruma çalışması yapılıyor. Köprü daha sonra kil ve kaya dolgu ile kaplanacak. Suyun altında köprü gözükmeyecek yalnızca kum tepesi görünecek. Suyun şiddetine dayanamayacağı için böyle kalıcı bir yönteme başvuruldu. Barajın ömrü yaklaşık iki yüz yıl, Akköprü iki yüz yıl sonra bile sağlam olarak gün ışığına çıkarılabilecek."
Dalaman Çayı üzerinde sulama, enerji ve taşkın koruma amaçlı planlanarak 1996 yılında yapımına başlanan Dalaman Akköprü Barajı'nın su tutmaya başladığı ve testlerin sürdüğü bildirildi. Gövde yüksekliği 207 metre olan Akköprü Barajı bünyesindeki hidroelektrik santrali kanalıyla da yılda 343 milyon kilovat saat elektrik enerjisi üretilecek. Baraj aynı zamanda Dalaman ve Ortaca ovalarıyla, yöredeki yerleşim yerlerini ve Dalaman Havalimanı'nı su taşkınlarından koruyacak. Baraj tamamlandığında Dalaman ve Ortaca ovalarındaki 14 bin 200 hektar tarım alanının sulaması yapılacak.
Zaman, Fotoğraf: Türkiye Gazetesi, 22.02.2011
|
 |
|
5 BİN YILLIK BALTA
Ezine İlçesi'ne bağlı Geyikli beldesi yakınlarındaki kazılarda 5 bin yıllık taş baltalar bulundu.
Troia antik kenti Kazı Başkan Yardımcısı Doç.Dr. Rüstem Aslan, Bozköy Hanaytepe Höyüğü’nün Troia’dan sonraki en büyük höyük olduğunu belirterek “Bu bölgede yaptığımız çalışmalarda mezarlık alanı olduğunu tahmin ettiğimiz yeri bulduk. Kazılarda çok kaliteli ve farklı taşlardan yapılmış 5 bin yıl öncesine ait taş el baltaları bulduk. O zamanlar balta yapımında andezit ve çay taşı gibi farklı karakterde taşlar kullanılmış.
Bunun dışında daha sert taşlardan yapılmış el baltaları da var” diye konuştu.
Türkiye Gazetesi, Haber: Ayhan Öncü, 22.02.2011
|
TOKİ'DEN 90 BİN LİRALIK RESTORASYON KREDİSİ
Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ),
tarihi tescilli kültür varlıklarının restorasyonu
için sağladığı kredi miktarını 80 bin liradan 90 bin
liraya yükseltti. 10 yıl vadeli yüzde 4 faizli
kredilerden yararlanmak isteyenlerin başvuruları 11
Marta kadar kabul edilecek. 2005 yılından bu yana
sürdürülen çalışmalar kapsamında 303 projeye toplam
22 milyon 656 bin liralık kredi tahsis eden TOKİ, bu
kredinin 15 milyon 559 bin liralık kısmını
kullandırdı. Restorasyon çalışması başlatılan 303
projeden 167’si tamamlanırken 41’i tamamlanma ve
kabul aşamasına getirildi.
Türkiye Gazetesi, 22.02.2011
|
ERTUĞRUL GÜNAY VEDA MI ETTİ?

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay,
rehberlerin statüsünü iyileştirmek konusunda oldukça
meşakkatli bir yol aldıklarını vurgulayarak, "Eğer
umutlarım boşa çıkmazsa 2011 yılı sona ermeden
Rehberler Yasası’nın çıkacağını umut ediyorum ve
bunun için hep birlikte çalışacağız" dedi.
Haliç Kongre Merkezinde Turist Rehberleri Birliğince
(TUREB), "21 Şubat Dünya Rehberler Günü" kutlamaları
kapsamında düzenlenen TUREB Ödülleri töreninde
konuşan Günay, Türkiye’nin son yıllarda bir dünya
markası haline gelmeye başladığını belirtti.
Günay, ekonomik krize rağmen hem gelenlerin
sayısının hem de turizm gelirlerinin arttığını ifade
ederek, Türkiye’nin turizmde elde ettiği başarının
arkasında sektörde emeği geçen herkesin, özellikle
de rehberlerin büyük katkısı olduğunu vurguladı.
Türkiye’ye ilk gelenlerin rehberleri gördüğünü ifade
eden Günay, "Yine sizin yardım, yol, göstermeniz,
bilginiz, birikiminiz, güler yüzünüz ve gayretinizle
onlar Türkiye’den iyi duygularla ayrılıyorlar. 2010
yılını 28,5 milyon rakamıyla kapattık. Aranızda
rehberlik mesleğinde bir çeyrek yüzyılı, hatta 50
yılı geride bırakanlar bu rakamın ne anlama
geldiğini çok iyi bilir" diye konuştu.
Bakan Günay, Türkiye turizmini kıyı turizmi olmaktan
çıkarmaya çalıştıklarını, bu alanda güzel adımlar
atıldığını dile getirerek, şunları kaydetti: "Bu
toplantı bu yasama döneminde sizinle bu ölçülerde
karşılaşacağımız son toplantıdır. Bildiğiniz üzere
ülkemizde haziran ayında bir seçim var. Haziran
ayından sonra Türkiye’de iktidar değişmeyecek gibi
görünse de belki Kültür ve Turizm Bakanı değişir. O
yüzden bu toplantıyı kendim için de turizmin önde
gelen bir meslek gurubuna hesap verme toplantısı
kabul ediyorum. Türkiye’de turizmi çeşitlendirme ve
ülke düzeyine yayma iddiasını eyleme geçirmeye
çalıştık. 2007 yılının sonunda göreve başladım
bildiğiniz gibi. İzmir, Van, Erzurum, Mardin, Hatay,
Diyarbakır yeni kültür ve şehir destinasyonları
olarak geliyor.
Termal turizmin mastır planlarını bitirdik. Doğu
Karadeniz odaklı bir turizm kalkınma projesi yaptık.
Sümela ve Ahdamar’da yaptığımız ayinler de
Türkiye’de inanç turizminin güçlü biçimde ortaya
çıkmasını sağlıyor"
Arkeoloji alanında da büyük yatırımlar yaptıklarını
ifade eden Günay, bu konuya Bakanlık olarak 30
milyon aktardıklarını, Anadolu’nun çeşitli
yerlerinde 111 yerli, 40 tane de yabancı kazının
devam ettiğini kaydetti.
Günay, rehberlerin statüsünü iyileştirmek konusunda
oldukça meşakkatli bir yol aldıklarını vurgulayarak
sözlerini şöyle sürdürdü: "Göreve başladığımda bunun
çok kolay olabileceğini düşünmüş ve büyük bir
cesaretle, ’hemen yaparız’ diye söz vermiştim ama
Türkiye’de sadece siyasette ve bürokraside değil,
meslek kuruluşları arasında da oldukça kırılması güç
zincirler ve oligarşik yapılar var. Bunların
direnişi oldukça zaman aldı doğrusu. Yani başka
alanlarda örgütlenmiş olan gruplar yeni meslek
gruplarının örgütlenmesini desteklemek yerine
engellemek konusunda çaba göstererek bize zaman
kaybettirdiler.
Son durumu söylüyorum, müstakilen bir Rehberler
Meslek Birliği Yasası oluşturduk, Bakanlar Kurulunda
bütün imzalar tamamlandı. TBBMM’de komisyon
eşiğindeyiz. İnşallah bir an önce yasalaşacak. Bu
görev dönemimde bu yasayı çıkarabileceğimi tahmin
etmiştim ama olmadı. Sanıyorum komisyondan
geçirebiliriz. Bu konuda hepinizden yardım
istiyorum. Eğer komisyondan geçirirsek yeni dönemde
ilk çıkarılabilecek yasalardan biri olacak. Eğer
umutlarım boşa çıkmazsa 2011 yılı sona ermeden
Rehberler Yasası’nın çıkacağını umut ediyorum ve
bunun için hep birlikte çalışacağız."
Günay, Türkiye’nin dünyada çok tanınan bir turizm
ülkesi olduğunu belirterek, bundan sonra Türkiye’nin
her alanda kaliteyi yukarda tutması gerektiğini
söyledi.
Törende daha sonra, TUREB tarafından "21 Şubat Dünya
Rehberler Günü" kutlamaları kapsamında düzenlenen ve
turizmin en iyilerinin internet üzerinden yapılan
oylamayla seçildiği "TUREB Ödülleri" sahiplerine
Bakan Günay tarafından verildi. Beş ayrı dalda
verilen ödülleri, "Tanıtım" alanında Ege Yayınları,
"Sürdürülebilirlik" alanında Seferhisar Belediyesi,
"Konukseverlilik" alanında Arkeoloji Müzesi,
"Otantiklik" alanında Bilintur ile Hoca Paşa Kültür
Merkezi ve "Turizm Eğitimi" alanında
Doç.Dr. Nazmi
Kozak almaya hak kazandı. Törende, meslekte 25. ve
50. yılını dolduran aralarında aynı zamanda sinema
eleştirmeni olan Atilla Dorsay’ın da bulunduğu
rehberlere plaketleri de TUREB Başkanı Şerif Yenen
tarafından takdim edildi.
Radikal, 22.02.2011
|
İRAN'IN İDDİASINA 800 YILLIK CEVAP

İran Devlet
Haber
Ajansı İRNA, İran’ın Kültür Mirası Festivali
kapsamında geçen hafta
İstanbul’da düzenlenen bir programda konuşan
İran Cumhurbaşkanı Yardımcısı Hamid Baghaei’nin
konuşmasında
Mevlana’yı “İranlı büyük düşünür” olarak
tanımlamasına rağmen, bazı
Türk
medya kuruluşlarının bu tanım yerine “Türk”
sözcüğünü koyduğunu duyurdu.
İRNA’nın bu eleştirel açıklaması tartışma yarattı.
İran’da şiirlerini
Farsça yazan Mevlana’nın bir İranlı olduğu
savunuluyor. Bu nedenle,
Türkiye “İranlı Mevlana’ya sahip çıkmak”la
suçlanıyor. Türkiye’deki Mevlana araştırmacıları ise
tersi görüşte. Mevlana’nın Türk olduğunun şüphe
götürmez bir gerçek olduğunu söyleyen bilim
adamları, kanıt olarak da Mevlana’nın 800 yıl önce
yazdığı “Her ne kadar
Farsça söylesem de, aslım Türk’tür benim” cümlesinin
yer aldığı rubaiyi kanıt olarak sunuyor...
Yrd. Doç.Dr. Nuri Şimşekler (Selçuk Üniversitesi
Mevlana Araştırmaları Enstitüsü Müdürü): "Türkiye
ya da İran’ın bir değeri değil, bütün dünyaya mal
olmuş bir düşünür olan Mevlana’nın milliyetiyle
ilgili yapılan tartışmaların gereksiz olduğunu
düşünüyoruz. Bu tartışma yüz yıllar boyunca
yapılmadı, son 40-50 yıldır konuşuluyor. Mevlana
dönemin edebi dili olan Farsça ile yazmış. Zaten o
dönem Türkçe edebi bir dil olarak fazla rağbet
görmüyordu. Kaldı ki az sayıda da olsa Türkçe şiir
ve beyitleri vardır.
Mevlana bir rubaisinde, ki bu rubai yazma
eserlerinin tamamında var ve İran’da yayımlanan
matbu rubaileri arasında yer alır, kendisinin Türk
olduğunu dile getiriyor. Türk olduğu konusunda
şüphemiz yok ancak Mevlana’yı milli kimliği ile
kategorize etmenin yanlış olacağı düşüncesindeyiz.
Mevlana 100-150 yıldır batıda yaygın bir şekilde
tanınıyor, son yıllarda ise entelektüel kesimde çok
tanındı. İran da bu açıdan sahipleniyor. Dünyaya ‘Bu
değer bizimdir’ demek istiyor. İddiasını, eserlerin
Farsça olmasına dayandırıyor. İran bölgesinde
yetişen Nizami, Şehriyar gibi büyük şairler de
Türkçeyi kullanıyor. Bu cepheden bakarsak onları da
Türk kabullenmek lazım. Bir şairin, bir düşünürün
yazı diliyle milliyetine karar vermek çok zordur.
Bugün nasıl ki ortak bilim ve iletişim dili haline
geldiği
için
birçok kişi İngilizce yazıyorsa, 13. yüzyılda da
Farsça edebi bir şiir dili olarak Anadolu ve İran
coğrafyasında tüm şairlerin kullandığı dildi.
Mevlana’nın milletiyle uğraşma yerine, insanca
yaşama dair öğretilerinden istifade etmeyi bilmek
gerekir.”
Prof.Dr. Adnan Karaismailoğlu (Kırıkkale
Üniversitesi Rektör Yardımcısı, Mevlana Derneği
Kurucu Başkanı): “Kendilerine ait göstermek için bir
çaba sarf ediyorlar. Zaman zaman bu tartışmalar
oluyor. Ancak Mevlana’dan Anadolu’da çok
faydalanılmıştır.
Doğduğu bölge itibariyle Türklerin yaşadığı bir
bölge olması itibariyle böyle bir görüşü ifade etmek
mümkündür Türkler açısından. Tarihi bilgiler, soy
kimliği hakkında açıkça kanıt sunmuyor, bu yüzden bu
tartışmaları çok anlamlı bulmuyoruz. Tarih boyunca
Mevlana’nın zenginliğidir şüphe götürmez olan.
Bu yüzden başka milletler de bu kadar yakın olmayı
arzu ediyor. Ancak Mevlana gibi binlerce kişi Farsça
yazmıştır. Yabancı dil gibi algılanmamıştır Türkler
arasında. Yoksa asırlar boyunca Farsça eserler
verilmiştir, biz özellikle kültürel manada
birlikteliği önemseyerek, Mevlana’yı kendimizden
biliyoruz.”
Prof.Dr. İsmail Yakıt (Süleyman Demirel
Üniversitesi Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü
İslam Felsefesi Anabilim Dalı Başkanı):
“Mevlana’nın Kaşkar Türkü olduğunu birkaç kez
bilimsel tebliğ olarak sundum. Mevlana Türk’tür.
Ailesiyle de Hakani lehçesiyle konuşuyor. Bu, Orta
Asya’ya mehsup bir lehçedir. Ahmet Yesevi’nin,
Kaşgarlı Mahmut’un Türkçesi’dir. Türk olduğunun en
büyük delili de oğlu Sultan Veled’dir. Mevlana
ailesi Karaman’a geldikten sonra doğmuştur.
Tüm Anadolu’da Anadolu lehçesi konuşulurken,
evlerinde Hakani lehçesiyle beyitler yazıyordu.
Zaten Mevlana’nın Farsçası da Anadolu Farsçasıdır.
Elit kesiminin dili olduğu için,
Selçuklu’nun resmi dili olduğu için bu dili
kullanmıştır.”
Mevlana’nın neredeyse tüm yazmalarında bulunan
rubaisi şöyle:
“Yabancı bellemeyin beni, ben de bu ildenim,
Sizin vatanınızda kendi yurdumu aramaktayım,
Her ne kadar düşman gibi görünsem de, düşman
değilim,
Her ne kadar Farsça söylesem de, aslım Türktür
benim.”
Milliyet, Haber: Şükran Pakkan, 22.02.2011
|
"ATATÜRK'TEN SONRA KADRİNİ BİLEN YOK"
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Atatürk'ten
sonra Ankara'nın kadrini bilen ve yeni bir başkent
yapıldığının farkına varan bir yöneticinin Ankara
sınırlarından geçmediğini belirtti.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Anadolu
Çağdaş Eğitim Vakfının (ANAÇEV), Atatürk Orman
Çiftliği Müze ve Sergi Salonu'nda, okul öncesi
öğrenciler yararına düzenlenen “3 Tenor 1 Soprano”
konserine katıldı. Konserden önce müzeyi gezen,
fotoğraflar ve resimleri inceleyen Bakan Günay,
Atatürk Orman Çiftliği Müdürü Ömer Bülent Arslan'dan
bilgi aldı.
Heyecan verici bir mekanda bulunduğunu dile getiren
Bakan Günay, “Cumhuriyetle özdeşleşmiş bir
mekandayız ve bir kez daha Mustafa Kemal Atatürk'ü
rahmetle ve minnetle anıyoruz” diye konuştu.
Günay'ın sözleri, konseri izlemeye gelenlerce uzun
süre alkışlandı.
Büyük Önder Atatürk'ten sonra Ankara'nın kadrini
bilen ve yeni bir başkent yapıldığının farkına varan
bir yöneticinin Ankara sınırlarından geçmediğini
kaydeden Bakan Günay, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Büyük Önder, Gençlik Parkı'nı, Ulus'u, bu çiftliği,
tarihi Ankara'yı kendi yaşadığı müddet içinde
şekillendirmiş. Ne yazık ki arkasından gelen sürede
biz bir başkent kurduğumuzun yeteri kadar farkına
varmamışız ve bu keşmekeş ortaya çıkmış.
Tandoğan'dan 20 yıl kadar önce kaldırılmış ‘Su
Perileri Heykeli'ni tamir edip Cer Modern'in
bahçesine koyarken bir kez daha eski defterleri
karıştırdım. Gördüm ki o heykel İtalya'dan ilk
getirildiğinde Kızılay'a konulmuş. Kızılay'da bir
konser alanı düzenlenmeye çalışılmış. Kızılay'ın
ismi de o zaman tosbağa yatağıymış, ıslak bir
alanmış.
Ankara'da ne yazık ki yeni parklar, yeşil alanlar
üretmek yerine çok sayıda bina yapıldı ve çağdaş
modern bir başkent kurmayı geciktirdik. Şimdi
elimizden geldiği kadar derleyip toparlamaya
çalışıyoruz ama zarar bu kadar ilerleyince
neresinden dönerseniz dönün telafi etmek çok da
kolay olmuyor. Son zamanlarda bir derlenme
toparlanma var en azından Hamamönü'nü gezdiğiniz
zaman tarihi kentin ortaya çıktığına dönük bazı ip
uçları belirmeye başladı.”
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, geçtiğimiz
yıl da benzer açıklamalar yaparak “Ankara'ya Mustafa
Kemal Atatürk'ten sonra ufku olan bir siyaset adamı,
bir devlet adamı, vali, belediye başkanı, başbakan
gelmemiş” şeklinde konuşmuştu. Günay'ın bu sözlerine
Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, şu sert
yanıtı vermişti:
“Sayın Kültür Bakanı'yla bu açıklamalarının aslının
ne olduğunu konuştum. Bu ifadeleri geceyarısı
kullandığını ve kastı olmadığını söyledi. Sayın
Bakanın geceyarısı konuştuğu için kafası karışıktı,
meşguldü, iyiydi herhalde.”
“Peki sizce ufku olan belediye başkanları oldu mu?”
sorusuna da Gökçek, “Ufku olan da var olmayan da.
Rahmetli Altınsoy, Barlas, Bedük'ün büyük hizmetleri
oldu. Ankara'da çalışmış olan bir çok valinin geniş
ufukları vardı. Rahmetli Özal'a ufuksuz demek
insanın ufkunun olmadığı anlamına gelir” karşılığını
vermişti.
Hürriyet Ankara, 22.02.2011
******
"GÜNAY BİZE KÖSTEK OLDU"
Bakan Günay'ın önceki gün yaptığı,
“Atatürk'ten sonra Ankara'nın kadrini bilen ve yeni
bir başkent yapıldığının farkına varan bir yönetici
Ankara sınırlarından geçmedi” açıklaması üzerine,
Büyükşehir Belediye Başkanı Gökçek bakan Günay'ı
telefonla aradı.
Başbakan Tayyip Erdoğan'la yaşadığı heykel polemiğinin ardından istifa
edeceği söylentileri yayılan Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay'a bir darbe de Büyükşehir Belediye
Başkanı Melih Gökçek'ten geldi. Bakan Günay'ın
önceki gün yaptığı, “Atatürk'ten sonra Ankara'nın
kadrini bilen ve yeni bir başkent yapıldığının
farkına varan bir yönetici Ankara sınırlarından
geçmedi” açıklaması Gökçek'i kızdırdı. Açıklamaları
okuyan ardından Günay'ı telefonla arayan Gökçek
Ankara Hürriyet'e şu açıklamaları yaptı:
“Açıklamaları gazetede okuyunca ben de merak ettim.
Sayın Bakan'ı aradım ve ‘Sayın Bakan yine bir şeyler
söylemişsin' dedim. Kendisi, “Aramızı açmak
istiyorlar. Seninle ilgili söylemedim” dedi.
Bunun üzerine ben de, “Büyük Önder Atatürk'ten sonra
Ankara'nın kadrini bilen ve yeni bir başkent
yapıldığının farkına varan bir yöneticinin Ankara
sınırlarından geçmediğini” söylemişsiniz. Burada
kastettiğiniz kişiyi merak ettim. Şu anda Türkiye'yi
yöneten Sayın Başbakan, Ankara Belediye Başkanı da
benim. Hangimizi kastettiniz?” diye sordum. İkimizi
de kastetmediğini söyledi ve bahsettiği kişilerin
İsmet İnönü ve Celal Bayar olduğunu ifade etti. Ben
de güldüm.
Sonra kendisine iki sual sordum. “Ankara'da yeni
parklar yapılmadığını, yeşil alanlar yerine binalar
yapıldığını” söylemişsiniz. Türkiye'nin en yeşil
kenti hangisi” diye sorunca cevap alamadım.
Kendisine Ankara'nın kişi başına 18 metrekarelik
yeşil alanla birinci olduğunu, dünyanın hiç bir
Başkentinde Ankara'daki gibi sekiz dev rekreasyon
alanı olmadığını anlatarak, “Siz buraları gezmek
ister misiniz?” diye sordum, kabul etti. Yani
görmediğini de itiraf etti. Sayın Bakana Ankara'nın
ne kadar yeşil olduğunu göstereceğiz. Bu suretle
sadece Ulus-Kızılay-Meclis arasında gidip gelen
Sayın Bakana da da Ankara'yı göstermiş olacağız.
Ayrıca Sayın Bakan bu lafları sarf etmeseydi
söylemeyecektim. Ankara'da tarihi yerlerin
gecikmesinden bahsediyor. Bugüne kadar Hacı Bayram
Camii geciktiyse bize köstek olan maalesef
bakandır.”
Hürriyet Ankara, Haber: Deniz Gürel, 23.02.2011
******
GÜNAY'A CHP'DEN "SÖZÜNDE DUR" ÇAĞRISI
Kültür ve Turizm Bakanı Günay'ın,
“Atatürk'ten sonra Ankara'nın kadrini bilen yok”
açıklamasının üzerine, Başkan Gökçek'le yaptığı
telefon görüşmesinin Ankara Hürriyet'te yer
almasının ardından, tartışmaya CHP de katıldı.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın,
“Atatürk'ten sonra Ankara'nın kadrini bilen yok”
açıklamasının üzerine, Büyükşehir Belediye Başkanı
Melih Gökçek'le yaptığı telefon görüşmesinin Ankara
Hürriyet'te yer almasının ardından, tartışmaya CHP
de katıldı.
CHP Ankara İl Başkanı Tarık Şengül, “Gökçek, Bakan
Günay'ı aradığını ve Günay'ın kendisine, ‘Seni
değil, İsmet İnönü ve Celal Bayar'ı kastediyorum'
dediğini söylüyor. Kültür Bakanı, Gökçek'e
söylediklerinin arkasında duracak cesarete sahip
değil. Kendisiyle kayıt altındaki bir görüşmemizde
yine geçmişe yönelik eleştiride bulunmuş ve açıkça
Gökçek'i de işaret etmişti” dedi.
“İnönü'yü bu işe karıştırmak ne Ankara'yı bilmek ne
de haddini bilmektir” diyen Şengül şunları söyledi:
“İl Başkanlığım öncesinde yazdığım gazetedeki
köşemde bir vakfa arazi tahsisi ile ilgili konuyu
ele almıştım. Kendisi o yazım üzerine görüşmek
istedi. Makamında yaptığımız ve kendi izniyle kayda
alınan görüşmede benzer söylemlerde bulunmuştu.
Ankara'nın Gökçek de dahil olmak üzere uzun süredir
iyi bir yöneticiye sahip olmadığını açık biçimde
ifade etti.
Mülakatta Bakan Günay'a, “Göreve ilk başladığınız
dönemde bu anlamda bir tür sembolik değeri de olan
alışılmadık işler yaptığınızı biliyorum. Kültür
Bakanlığı'na ait çok katlı bir yapının yıkılması
meslek camiamızda Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı
Melih Gökçek'e de bir mesaj verdiğiniz biçiminde
yorumlanmıştı” hatırlatmam üzerine bana yanıtı,
‘Yani herkese, bir anlamda geçmişten bu yana
Ankara'da görev yapan herkese elbette attığımız
adımlar, mesaj verme anlamı taşıyor. Ben hep onu
söyledim, yüksek sesle ve yine söylüyorum
Atatürk'ten sonra ufku olan bir yönetici yani
2000'lere kadar Ankara'ya gelmemiş, Başbakan,
Cumhurbaşkanı, Ankara Belediye Başkanı, çeşitli
bakanlıklar düzeyinde. Atatürk'ün zamanında açılmış
ana güzergahlar var, büyük caddeler var işte bu
Sıhhiye'den, Kızılay'a doğru giden cadde ya da
Ulus'tan Sıhhiye'ye giden, İstasyon'a giden caddeler
gibi, devamı yok bu caddelerin. Ana güzergahlar, ana
arterler meydanlar hiçbir şey olmamış. Bir Orman
Çiftliği var ya da bir Gençlik Parkı var, hepsi
Atatürk'ten kalma' olmuştu.”
Kültür Bakanı bozuk bir saat gibi nadiren doğru
söylüyor, sonra bunları da yalan hale getiriyor.
Talihsiz bir durum. Sayın Bakan'ın kendi geçmişinin
arkasında duramadığını düşününce, Gökçek'e yönelik
söylediklerinin arkasında durmasını beklemek
gerçekçi değil. O yüzden kendisini anlayışla
karşılıyoruz. Diğer taraftan İnönü'yü bu işe
karıştırmak ne Ankara'yı bilmek ne haddini
bilmektir.”
Tartışma Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın,
bir konser sırasında yaptığı konuşmada geçen,
“Atatürk'ten sonra Ankara'nın kadrini bilen ve yeni
bir başkent yapıldığının farkına varan bir yönetici
Ankara sınırlarından geçmedi” sözleri üzerine
başlamıştı.
Açıklamaları okuyan ardından Günay'ı telefonla
arayan Gökçek Ankara Hürriyet'e “Sayın Bakan'ı
aradım ve ‘Sayın Bakan yine bir şeyler söylemişsin'
dedim. Kendisi, “Aramızı açmak istiyorlar. Seninle
ilgili söylemedim. İsmet İnönü ve Celal Bayar'ı
kasdettim' yanıtını verdi” açıklamasını yapmıştı.
Gökçek'in, “Sayın Bakan bu lafları sarf etmeseydi
söylemeyecektim. Ankara'da tarihi yerlerin
gecikmesinden bahsediyor. Bugüne kadar Hacı Bayram
Camii geciktiyse bize köstek olan maalesef
Bakan'dır” sözleriyle ilgili Bakan Günay'ın
sessizliği sürüyor.
Hürriyet Ankara, Haber: Deniz Gürel, 26.02.2011
|
BİN 500 YILLIK SARNIÇ RESTORE EDİLECEK

İstanbul'un en eski
yapılarından Sultanahmet'teki
Yerebatan Sarnıcı, Büyükşehir Belediyesi tarafından
restore edilecek. Bizans döneminde sarayın su ihtiyacını
karşılamak üzere yaptırılan, günümüzde ise
milyonlarca ziyaretçinin akınına uğrayan bin 500
yıllık sarnıç, ilk kez tadilat geçirecek.
Bizans İmparatoru Justinyen tarafından MS 542
yılında yaptırılan dünyanın en eski sur sarnıcı
Yerebatan, 1987 yılında temizlenerek ziyarete
açıldı. Sarnıç için 2008'de alınan ilk
restorasyon kararının ardından yapılan
çalışmalarda sona gelindi. Kültür AŞ'nin
işletmesini yaptığı sarnıç, 2005 yılında tarihi
eser olarak tescil edildi. 2008 yılında koruma
altına alınan sarnıç için Tarihi Çevre Koruma
Müdürlüğü tarafından Belediye Meclisi'ne başvuru
yapıldı. Kültür varlığının yeniden ihyası için
gerekli rölöve, restitüsyon, restorasyon,
inşaat, makine, elektrik mühendisliği ve zemin
etüdü projelerinin müdürlükçe elde edilmesi
amacıyla bütçe sağlanması için hazırlanan rapor
oybirliğiyle kabul edildi.
Zaman, Haber: Sevgi Korkut, 21.02.2011
******
YEREBATAN SARNICI OTOBÜSLERİN YÜKÜNDEN KURTULDU
İstanbul'un tarihi yapılarından Yerebatan
Sarnıcı, her gün üzerinden geçen yüzlerce turist
otobüsünün ve diğer araçların baskısından kurtuldu.
Yerebatan Caddesi altındaki sarnıcın zarar
görmesi üzerine harekete geçen Büyükşehir
Belediyesi Ulaşım Koordinasyon Merkezi, turist
otobüsleri için yeni bir güzergah belirledi.
Sarnıcın bulunduğu cadde ağır araç trafiğine
kapatılırken, otobüsler artık Alemdar ve
Alayköşkü caddelerini kullanacak. Böylece 532
yılında inşa ettirilen sarnıcın, yoğun trafik
yüzünden karşı karşıya bulunduğu çökme tehlikesi
ortadan kalkacak.
Her gün tonlarca ağırlığıyla birçok tur
otobüsünün duraklarından biri olan Yerebatan
Sarnıcı'nın bulunduğu caddenin trafiğe
kapatılması, sarnıcın yıkılma tehlikesini
ortadan kaldırdı.
Türkiye Rehberler Birliği Başkanı Şerif
Yenen, Yerebatan Sarnıcı'nın bulunduğu caddenin
ağır araç trafiğine kapatılmasının sevindirici
olduğunu söyledi. Kararın uygulanması
gerektiğini belirten Yenen, "Gelişmeler
sevindirici, gerekli önlemler alındı. Ancak bu
caddenin tamamen araç trafiğine kapatılması
gerek." diye konuştu.
Tarihi Yarımada'nın araç trafiğine
kapatılması, Yerebatan Sarnıcı'nı büyük bir
tehlike ile karşı karşıya getirmişti.
Sultanahmet ve Civarı Yayalaştırma Projesi
kapsamında araç trafiğine kapatılan meydanda,
turist otobüsleri için bazı indirme ve bindirme
noktaları belirlenmişti. Bu noktalardan en
önemlisi Yerebatan Sarnıcı'nın üzerindeki yoldu.
Bu ağır trafiğin tarihi yapıya her geçen gün
daha da çok zarar verdiğine dikkat çeken Kültür
Bakanlığı İstanbul 1 No.lu Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu, Yerebatan Sarnıcı
önündeki yolun ağır trafiğe kapatılması
konusunda Büyükşehir'e gerekli uyarılarda
bulundu. Kurul tarafından hazırlanan raporda
metro ve taşıtlardan dolayı meydana gelen
titreşimlerin yapıya verdiği zararın sürekli
kontrol edilmesine ve yolun ağır trafiğe
kapatılmasına karar verildi.
Zaman, Haber: Yasin Kılıç, 23.02.2011
******
"YIKARAK TARİHİ KURTARIYORUZ"
Yerebatan
Sarayı'nın üzerinde yük oluşturan İstanbul İl
Özel
İdaresi ve İl Genel Meclisi'nin Sultanahmet'teki
eski binasının yıkımına dün başlandı. Yıkılan
yapının yerine yeşil alan ve park yapılacak. Binanın
yıkılmasıyla bin 500 yıllık tarihi Yerebatan
Sarayı'nın üzerindeki yükten kurtulacağını belirten
Topbaş, "Yıkarak tarihi kurtarıyoruz" dedi.
Sabah, Haber: Ali Şahin, 24.02.2011
|
OSMANLI'DA SAĞLIK KURALLARI
Topkapı Sarayı
hekimlerinin arşivlerini araştıran Prof.Dr. Ayten
Altıntaş bugün doğru saydığımız birçok şeyin o
zamanlar uygulandığını görmüş. Altıntaş, besinleri
yaşlara göre taksim edip, kıyafetleri bile hekimlere
soran bir tıptan söz ediyor.
Araştırmaya nereden başladınız?
Benim kaynağım Osmanlı tıp kitapları. Ben buna “eski
tıp” diyorum çünkü binlerce yıllık birikimle
oluşturulmuş. Osmanlı tıbbı zamanına göre
uluslararası. Hint tıbbını da, eski Yunan tıbbını
da, İslam alimlerinin bilgilerini de kapsıyor. Ben
Osmanlı hekimlerinin yazdığı kitaplarda aktardıkları
bilgileri inceliyorum. Bunların yüzde altmışı
sağlıklı yaşam üzerinedir. Daha sonra hastalık
tedavisine geçerler. Yani öncelikleri hastaları
sağlıklı yaşatmaktır. Şimdi şimdi modern tıpta
sağlıklı yaşam ön plana geçmeye başladı.
Sağlıklı yaşama dair neler tavsiye
ediliyor?
Havalardan başlarlar öncelikle. Sağlıklı hava nasıl
olur, buna kafa yorarlar. Ondan sonra yeme, içme,
gıdalar, kullanılan kıyafetler, evlerin durumu...
Bütün detaylar verilir. Osmanlı hekimlerine göre,
deniz kenarındaki hava yaramaz, nemli olduğu için
sağlıklı bulmazlar. Onlara göre sağlıklı hava
dağlardaki havadır. Baharı ve yazı dağda geçirmeyi
tavsiye ederler. Dağ havasının sağlıklı olduğuna ve
uzun yaşama etki ettiğine inanırlar. Kalabalık
yerlerin havasının kirli olduğunu söylerler. Sonra
büyük ağaçların altındaki havayı da sağlıksız
bulurlar, ceviz ve incir ağacının altında
oturulmasını tavsiye etmezler. Kuzeyden esen
rüzgarların sağlıklı olduğunu düşünürler. Evlerin
nereye yapılacağı hekimlerin görüşüne göre
şekillendirilir.
Evlerle ilgili tavsiyeleri ne?
Mutlaka yüksek tavan kullanılır çünkü ne kadar temiz
hava olursa o kadar iyidir. Evlerin kuzey rüzgarı
alması ve doğuya bakması önemsenir. Evler
bataklıklara, kaplıcalara yakın kurulmaz. Şehir
kurulurken mutlaka hekimlerin kontrolü istenir.
Mesela hastane yerine nasıl karar verilir biliyor
musunuz? Et parçalara ayrılır ve her bir parçası
hastane kurulmak istenen yere asılır. En son
neredeki et kokarsa oraya hastane yapılır. Sıcak
sulara yakın olması istenir.
Kıyafet tercihlerinde de hekimlerin
tavsiyesi geçerli dediniz…
Mevsimlere göre kumaş tercihleri vardır. Biz hep
ipekli kumaşlar sıcak havalarda giyilir diye
düşünürüz, hayır, ipekli kumaşları özellikle kışın
tercih ederler. Sıcaklık verir çünkü. Sıcak
havalarda hep pamuklu ve keten kullanılır. Eski
hekimlere göre bütün maddelerin bir niteliği vardır,
sıcak, soğuk, nemli, kuru. Ona göre hareket ederler.
Soğuk havalarda kürk giyilir ama kürkler içeriye
giyilir. Hangi kürkün hangi havaya giyileceğine
kadar belirtilmiştir.
Osmanlı mutfağının tıpla ilişkisi ne
düzeyde?
Yemekler rastgele yenmez, mevsimlere göre yenir.
Sıcak bir mevsimde sıcak nitelikteki yemekler asla
yenmez, baharatlar yazın tüketilmez. Salatalık,
marul, yoğurt gibi yiyeceklerle serinlik sağlanır.
Ne hangi mevsimde ne nasıl pişirilecek onlar
detaylarıyla anlatılır. Müshil diye bir yiyecek
grubu vardır. Müshil bugün sadece ilaç olarak
biliniyor, oysa müshil vücuda zararlı her şeyin
terlerle, gözyaşıyla, dolaşımla atılmasıdır. Baharda
kiraz verirler, kiraz için özel bir rejim uygulanır.
Mesir macunu tamamen baharda hekimlerin verdiği bir
macundur ve müshil özelliği vardır. Afrodizyak
özelliği de vardır ama onun için yapılmamıştır.
Gıdalar bir de yaşlara göre ayarlanır. Bebeklikten
yaşlılığa kadar kimin ne yiyeceğinin bilgisini
bulmak mümkün. Bebeklerin kanının sıcak olduğunu
düşündükleri için hafif şeyler yedirilmesine özen
gösterirler. Ergenlik dönemi kanın ve vücudun
değiştiği zamandır ve onların gıdasında yine hafif
şeylerin verilmesine gayret ederler. Yaşlılıkta daha
çok süt, et suyu, baharat kullanımı var. Çünkü
yaşlılığı bir “kuruma evresi” olarak görüyorlar.
Osmanlı da şeker kullanımı da çok yoğun
değil mi? Yemeklerde hep kuru meyveler kullanılıyor…
Tabii ki, Osmanlı şekeri sever ama hangi şekeri?
Şeker kamışının sıkılarak suyundan elde edilen
şekerdir. Sanayi şekeri değildir. Şeker başlangıçta
çok masum beyazlaştırılıyordu. Ama nemlenmemesi için
bir madde, küp olsun diye bir madde derken şeker de
tehlikeli bir gıda haline geldi. Bugün siz pekmez
yerseniz, bal yerseniz zararlı değil bu ama o yapay
şekerler, jelibonlar tabii ki zararlı. Çünkü beyin
glikozla beslenir. Bakın, Alzheimer hastaları hep
şeker yemek isterler.
Radikal Hayat, Haber: Ayça Örer, 21.02.2011
|
GÜNEŞ TANRISI'NI TOPRAĞA GÖMMÜŞLER
Datça'da antik Knidos kenti kazılarında çıkan ‘Güneş
Tanrısı' Medusa başı motifli 2 bin yıllık mermer
heykel 20 gün önce çalındı.
Polis, O.G. (20) ve A.Ç. (19) tarafından çalınan
heykeli M.T.'nin (28) Düzce'ye götürdüğünü tespit
etti. Zanlılar gözaltına alındı. Bavula sığması için
iki tarafından balyozla kırıldığı tespit edilen
Medusa başı, Düzce'nin Esençam Köyü'nde M.T.'ye ait
bir evin bahçesinde gömülü bulundu. A.Ç. ve O.G.
hakkında açıktan hırsızlık ve tarihi esere zarar
vermek, M.T. hakkında da tarihi eser alıp satmak ve
zarar vermek suçlarından işlem yapıldı. Üç zanlı
tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Hürriyet Ege, Haber: Mehmet Çil, 21.02.2011
|
|
 |
BEYAZIT MEYDANI'NDA BÜYÜK YIKIM
Fatih Belediyesi, Beyazıt Meydanı'nda bulunan 22 dükkanı, Anıtlar Yüksek Kurulu'nun aldığı karar doğrultusunda iş makinalarıyla yıktı. Dükkan sahipleri, yıkımın yasalara aykırı olduğunu ve ruhsatlarının olduğunu ileri sürdü.
Fatih Belediyesi Zabıta ekipleri, Anıtlar Yüksek Kurulu'nun 22 dükkanın yıkımı için aldığı kararını uygulamak için Saat 06.00 sıralarında Kapalıçarşı Beyazıt kapısının sırasında bulunan dükkanların önünde toplandı. Geniş güvenlik önlemi alan çevik kuvvet ekipleri, dükkan sahiplerinin içeriye girmelerine izin vermedi. Zabıta ekipleri, dükkanlardaki malzemeleri kamyonlara yükledi. Ardından iş makinaları dükkanları yaklaşık 1 saat süren çalışma sonucu yerle bir etti. Çevik kuvvet ekiplerinin ayrılmasının ardından dükkanlarının yıkıldığını gören esnaf, yıkımın kanunsuz olduğunu ve kendilerinin ruhsatlarının olduğunu söyledi.
Hürriyet, Haber: Süleyman Kaya, 21.02.2011
|
ANTANDROS'A KIRK HEMŞEHRİ ARANIYOR
Edremit
Altınoluk'taki antik Antandros kentinde, 10 yıldır
sürdürülen kazı çalışmaları için sponsor
arayışı sürüyor.
Antandros antik kentini Kurtarma ve Yaşatma
Derneği Başkanı Vecdi Güreli, Edremit Körfezi ve
Kazdağları'yla gönül bağı olduğunu düşündüğü, iş,
sanat ve medya dünyasından 40 kişiye mektup yazarak
destek ve ‘Antandros Gönüllü Grubu' içinde yer
almalarını istedi.
Güreli, kazı çalışmalarının hızlandırılması ve bir
müze kurulması için destek gerektiğini vurguladı,
“Antandros konusunda yeni hedefler belirlenmesi ve
belirlenen hedeflere ulaşılmasında yardımlarını
amaçlıyoruz. Bu ülke için, Altınoluk için faydalı ve
kalıcı şeyler yapabilmek uğruna sizleri Antandros
Gönüllü Gurubuna girmeye davet ediyoruz” dedi.
Hedef Alliance Sigorta ve Altınoluk
Belediyesi'nin mevcut sponsorları olduğunu belirten
Güreli, “Sponsorları çoğaltarak
kazıyı hızlandırmak ve bir an önce bir müze
oluşturulmasını sağlayarak tarihi eserleri
halkımızın izlenimine sunmak istiyoruz.
Bunun için de, Edremit Körfezi'ni ve Kazdağlarını
sevdiğini bildiğimiz hemşehrilerimizin desteğini
bekliyoruz” diye konuştu.
Mektup yazılan 40 kişi arasında İş Bankası Genel
Müdürü Ersin Özince, Hürriyet Gazetesi Ankara
Temsilcisi Metehan Demir, Arıkanlı Holding Yönetim
Kurulu Başkanı İbrahim Arıkan, Cem Vakfı Genel
Başkanı Prof.Dr. İzzettin Doğan, sinema yönetmeni
Nihat Durak, sinema oyuncusu Tuncel Kurtiz, mimar
Oktay Ekinci, gazeteci Fatih Altaylı ve eşi Hande
Altaylı, yazar-şair Ataol Behramoğlu, mimar Cengiz
Bektaş, kardiyolog Prof.Dr. Ahmet Alpman, tiyatro
sanatçısı Ayla Algan da bulunuyor.
Hürriyet Ege, Haber: Ahmet Ertan, 20.02.2011
|
ALLİANOİ SULARA GÖMÜLDÜ

İçerisinden 'Peri Kızı' gibi yüzlerce tarihi
eserin gün yüzüne çıkarıldığı, 'sağlık merkezi'
olarak bilinen Allianoi antik kenti, yakınındaki
Yortanlı Baraj Gölü Havzası içinde kaldığı için
İzmir 2 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma
Kurulu'nun kararıyla kumla kapatıldı. Kamuoyunda
büyük tartışma yaratan ve mahkemelik olan kararla
ilgili hukuki süreç sürerken, antik kent, geçen 31
Aralık'ta baraj kapaklarının kapanmasıyla suya
gömülmeye başladı. Onlarca çeşme, köprü, sütun gibi
eser, kum altında kalırken, şu ana kadar üzerinde 18
milyon metreküp suyun da biriktiği bildirildi.
Toplam kapasitesi 61 milyon metreküp olan, antik
kentin de içinde bulunduğu baraj havzasındaki
ağaçlar da Orman Bölge Müdürlüğü yetkilileri ve
köylüler tarafından kesilmeye başlandı. Baraj suları
nedeniyle, sulara gömülen antik kentin tam
ortasından geçen İvrindi-Bergama eski karayolu da
trafiğe kapandı.
Antik kentin suya gömülmesi yeni tepkileri de
beraberinde getirirken, Allianoi Girişim Grubu Dönem
Sözcüsü İffet Diler'in, geçen ayki bilirkişi keşfi
sırasında, "Cemre düştüğünde biz yine Allianoi'de
olacağız. Alliaoni o gün yine güneşle buluşacak"
temennisi ise ilk cemrenin havaya düştüğü dün yerine
gelmemiş oldu.
Antik kentin mahkeme kararlarına rağmen suya
gömülmesine tepki gösterenlerden Avukat Arif Ali Cangı ise, şunları söyledi:
"Allianoi ile aslında 2005 yılından beri yürütülen
hukuksal mücadelede kaybedilen bir dava olmadı. En
son koruma kurulunun almış olduğu kuma gömme ve su
altına bırakma hakkındaki davalar da şu an olağan
süreçte. Mahalde keşif yapıldı. Ancak keşif
yapıldığı zaman zaten üzeri kumla örtülmüş
vaziyetteydi. Şimdi bilirkişi raporu bekleniyor.
Raporun ardından yürütmeyi durdurmayla ilgili bir
karar verilecek. Ancak görülüyor ki, burada yapılan
bir taraftan tarih katliamı yapmak, bir taraftan da
hukuksal bir mahkeme kararını katletmektir. Bu
aşamadan sonra mahkemelerce verilecek her karar, su
üzerine yazılacaktır. Yürütme kararının
durdurulmasıyla ilgili karar beklenmeden yapıldığı
için bu işlemler, ciddi anlamda bir suçu doğuruyor.
Göz göre göre, yöneticilerin vicdansızca icraatları
bu duruma getirdi" diye konuştu, Cangı, "Biz, suya
da gömülse yine de antik kentin tarihi için
mücadelemizi sürdüreceğiz."
Bergama'ya yaklaşık 15 kilometre uzaklıkta bulunan,
sağlık tanrısı Asklepion'a adanan Allianoi adlı
antik tedavi ve sağlık merkezi, 1998 yılındaki kazı
çalışmalarında keşfedilmişti. 2001 yılında birinci
derece arkeolojik sit alanı olarak kabul edilen
Allianoi de yapılan kazı çalışmalarında, `Peri Kızı'
adlı ünlü tarihi heykelin yanı sıra 11 bin sikke, 400
civarında tıbbi alet, yüzlerce kemik, seramik eser,
çeşme, sütun, hamam ve kemerli köprü gün yüzüne
çıkarılmıştı. Dünyanın en iyi korunan kaplıcası
olduğu kaydedilen Allianoi'yle ilgili İzmir 2
Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu,
sulama amaçlı kurulan barajın havzası içinde kaldığı
için üzerinin kumla kapatılıp su tutacak hale
getirilmesine karar verdi. Çeşitli çevre
örgütlerinin tepkisine neden olan, açıklamalarıyla
Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu ile sanatçı
Tarkan'ı da karşı karşıya getiren işlem uygulamaya
konulurken, koruma kurulunun kararına karşı,
yürütmeyi durdurma istemiyle açılan İzmir 4'üncü
İdare Mahkemesi'ndeki dava da keşif heyeti geçen ay
incelemelerde bulunmuş, raporunu halen
açıklamamıştı.
Radikal, 20.02.2011
******
ALLİANOİ SORUSU BAKAN EROĞLU'NU KIZDIRDI
Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu,
Allianoi diye bir yer olmadığını, Roma döneminde
hamamlar olduğunu ve buranın Paşa Kaplıcası olarak
kullanıldığını belirterek, "Bulan biziz, kurtaran
biziz, para desteği veren biziz. Tarihi eserleri
korumak için ne istiyorlarsa yapalım. Ondan sonra
hedef tahtası oluyoruz. Böyle şey olmaz" dedi.
Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Bolu
Belediyesi'nin üniversite öğrenicilerine vereceği
dizüstü bilgisayarların dağıtım töreni için Bolu'ya
geldi. TEM yolu Paşaköy gişelerinde partililer
tarafından karşılanan Bakan Eroğlu, Bolu Valiliği'ni
ziyaret etti. Bolu Valisi İbrahim Özçimen tarafından
karşılanan Eroğlu, polis mangasını selamladıktan
sonra makama geçti.
Gazetecilerin sorularını yanıtlayan Bakan Eroğlu,
bir gazetecinin "Kılıçdaroğlu Van Gölü'ne, Van
denizi dedi. Nasıl yorumluyorsunuz?" sorusunu şöyle
yanıtladı:
"Kılıçdaroğlu zaten Büyükşehir Belediye başkanı
adayı olduğu zaman da, yerleştiği Kağıthane'ye
Kağıttepe demişti. Sonuçta bunları normal
karşılıyorum. Anormal bir durum değil. Tabi bu tür
şeyler oluyor maalesef. Yürüyen merdivene tersten
binmeye çalışması gibi, geçmişte SSK'da genel müdür
iken orayı iflas ettirmesi kayıtlarda var.
Dolayısıyla millet CHP'ye iktidar teslim edemez.
Bunun farkındayız. Zaten anketlerde onu gösteriyor.
AKP inşallah hizmetlerine devam edecek."
İzmir'in Bergama İlçesi'ndeki Allianoi antik kentinin sular altında kalmasının hatırlatılması
üzerine Bakan Eroğlu, şöyle konuştu:
"Zaten sular altındaydı. Biz arkeolojik kazılar
yaptık, parasını verdik. Kazıları yaptırdık.
Yaklaşık 8 milyon TL DSİ'nin desteği oldu, eserler
kurtarılsın diye. Peri kızı alındı, Bergama
Müzesi'ne gönderildi. Kültür ve Tabiat Varlıkları,
bilim adamlarının tavsiyeleri doğrultusunda ne
yapılması gerekiyorsa onu yaptık. Şunu
anlayamıyorum; Bulan biziz, kurtaran biziz, para
desteği veren biziz. Tarihi eserleri korumak için ne
istiyorlarsa yapalım. Ondan sonra hedef tahtası
oluyoruz. Böyle şey olmaz."
Tarihte Allianoi diye bir yer olmadığını savunan
Eroğlu, orasının 'Paşa Kaplıcası' olarak bilindiğini
belirterek şöyle konuştu:
"Geçmişte Roma döneminde birtakım hamamlar varmış.
Sonra tahrip olmuş. Daha sonra Paşa Kaplıcası olarak
kullanılmış. Yerine gidip gördüm. Orada bir tane
sütun vardı. Daha sonra Afyon mermeriyle kaplanmış,
merdivenleri betonarme. O tarihte beton var mıydı?
Polemik mevzusu olmasın. Benimle alakası yok. Bunu
tamamen bu işi bilen insanlar ne diyorsa yaptık.
Nerede bir tarihi eser varsa orayı kurtarmak,
arkeolojik kazılara destek vermek için elimden gelen
her şeyi gösteriyorum. Bazılarının tarihi tahrip
ediyormuş gibi göstermelerini anlamıyorum. Tarihi
koruyan, tarihi eserleri koruyan, çevreyi koruyan
hükümet biziz. Tüm tarihi eserleri ihya ettik. Hepsi
çöküyordu. Sadece Türkiye'de değil. Çökmekte olan
tarihi eserlerin tamamını ihya etmek için
seferberlik yaptık. Bulgaristan'da, Yunanistan'da,
Bosna Hersek'te, Moğolistan'da oradaki abideleri kim
kurtardı. Bizim hükümet tarihi eserlere en saygılı
hükümettir."
Hürriyet, Haber: Mutlu Yuca - Koray Yılmazdemir,
21.02.2011
|
ATATÜRK'ÜN EVİNİ SOYDULAR
Atatürk'ün Diyarbakır'a geldiğinde kullandığı ve
kendisine hediye edilen Gazi Köşkü'ne dün gece
kimliği belirsiz hırsızlar tarafından soyuldu. Eve
giren hırsızlar evin odasında bulunan tarihi Osmanlı
Mangalı ile birlikte bir kaç parça ufak eşya çalarak
kayıplara karışırken, olay bugün öğlen saatlerinde
fark edildi.
Odaları temizlemek amacıyla odaya giren görevli oda
da bulunan eşyaların olmadığını farketmesi üzerine
polise haber verildi. Olay yerine gelen polisler
parmak izi çalışması yaparak Atatürk'ün evine giren
hırsızları bulmak için çalışma başlattı.
Sabah, 20.02.2011
|
|
OSMANLI ASKERLERİNİN HÜZÜNLÜ HİKAYESİ
Hannover Andreas Mezarlığı'nda, Hıristiyan
olmayanların gömülmesinin yasak olduğu halde
Müslüman adetlerine göre gömülmüş iki Osmanlı
askerinin mezarı var.
Tazete.com'dan İrfan Söyler'in haberine göre
Viyana kuşatması sonucu Hannover Prensliğine esir
düşen iki askere ait olduğu anlaşılan kabirler şu an
ilgi odağı konumunda. Mezar taşları Türkiye
Büyükelçiliği tarafından yenilenen iki kabir
Hıristiyan kabirlerinin aksine kıbleye bakıyor.
Osmanlı askerlerinden Hasan ve Mehmet'e ait olan
mezarlarda yatan bu kahraman askerlerin öyküleri ise
oldukça ilginç:
1683 yılında 2. Viyana kuşatması sırasında esir
düşen iki Osmanlı askeri, Hannover Prensi Prens
Ludwig tarafından Hannover'e getiriliyor ve Prenses
Sophie'nin hizmetine veriliyorlar. Tüm baskılara
rağmen dinlerinde ısrar ederek Hıristiyan olmayı
reddeden bu iki kahraman asker, 5 vakit namazlarını
aksatmadan kılıp, üzerlerindeki akıncı elbiselerini
hiç çıkarmıyorlar. Yaklaşık 8 sene prenses Sophie'ye
hizmet ettikten sonra 1691 yılında birkaç ay ara ile
ölüyorlar. Ölüm sebepleri hakkında ise ne yazık ki
hiçbir bilgi bulunmuyor.
Hizmette hiçbir kusur etmeyeceklerini bunun
karşılığında ise tek bir istekleri olduğunu söyleyen
Hasan ve Mehmet; öldükten sonra mezarlarının kıbleye
doğru kazılmasını ve öyle defnedilmelerini
istiyorlar.
Prenses Sophie bu isteği kabul ediyor ve Hıristiyan
mezarlığında bu iki aykırı mezar kalıyor. Daha
sonraları mezar taşları bile kayboluyor. İrfan
Söyler'in çabaları ve Konsolosluğun gayretleri ile
tekrar yer tespiti yapılıp mezar taşları
yenileniyor.
Hürriyet, 20.02.2011
|
TAKSİM HAZİRAN'DA KAPANACAK

İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanı Topbaş, Taksim’de çevre düzenleme
çalışmalarına haziran ayında start verileceğini
belirterek, “Trafiği yeraltına almak suretiyle
meydanı ön plana çıkaracağız” dedi.
İstanbul Büyükşehir
Belediye
Başkanı
Kadir Topbaş, önümüzdeki haziran ayında
Taksim’de, çevre düzenlemesi çalışmasına
başlamayı hedeflediklerini söyledi. Topbaş,
“Taksim’de trafiği yer altına almak suretiyle meydan
anlayışını orada etkili olarak hissettirmek
istiyoruz.” dedi.
Topbaş, dün Esenler’deki
Dörtyol Meydanı’nda yapılacak düzenleme ve alt
geçit projesi inşaatıyla ilgili incelemede bulundu.
Burada gazetecilere açıklama yapan Topbaş, bütün
yerleşim alanlarında meydan oluşturma çalışması
başlattıklarını belirterek, Esenler’e de seçim
öncesi güzel
bir meydan
kazandırma çalışması yapacaklarını belirtti.
“Yaklaşık 5.5 yıldır
Marmaray Projesi nedeniyle bazı yerleri kapalı
olan Üsküdar’da durum nedir?” sorusunu Topbaş,
Marmaray’ın oradaki istasyonda arkeolojik çalışmalar
nedeniyle kazı
ve inşaat
süresinin uzadığını belirterek, şunları söyledi:
“Maalesef Üsküdar’da çalışma birkaç yıldan beri
sürüyor ve 2013’e kadar sıkıntı olacak. Burada
trafiği
by-pass edecek bir düzenleme yapıyoruz. O
çalışmayı devreye soktuğumuz
zaman
trafik sıkıntısı ortadan kalkacak. Aynı şekilde
Taksim’de, haziranda çevre düzenlemesi çalışmasına
başlamayı hedefliyoruz. Taksim’de trafiği yer altına
almak suretiyle meydan anlayışını orada etkili
olarak hissettirmek istiyoruz.”
Milliyet, 20.02.2011
******
KADİR TOPBAŞ HANGİ KENTİN BELEDİYE BAŞKANI,
FARKINDA MI?

İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanı
Kadir Topbaş,
Taksim'de çevre düzenleme
çalışmalarına Haziran ayında start verileceğini
söylemiş. Radikal'in haberine göre Topbaş, "Trafiği
yeraltına almak suretiyle meydanı ön plana
çıkaracağız" diyor.
Bizim ülkemizde imar mevzuatı ile belediye ve kamu
işleyişinin yasaları bellidir. Eğer siz bir alanda
bir proje tasarlıyorsanız onun imar planlarına ve
ilgili mevzuata uygun olması gerekir. Taksim
Meydanının bulunduğu bölge Beyoğlu'dur. Beyoğlu,
1993 yılında sit alanı ilan ediliyor. Bunun için de
Koruma Amaçlı İmar Planının olması gerekir. 2009
yılında 1/5000'lik Nazım Planı hazırlandı. Şehir
Plancıları Odası bu plana karşı dava açtı. Şu
sıralar da 1/1000 Beyoğlu Koruma Amaçlı Uygulama
İmar Planı hazırlanarak askıya çıktı. Kabul edilene
kadar da Beyoğlu Koruma Kurulu'nun geçici yapılaşma
şartları geçerli. Yani plan kabul edilene kadar
koruma kurulunun belirlediği ilkelerle yapılaşacak,
plan kabul edildikten sonra da malum plana göre.
Gelelim mevzuya, İstanbul Büyükşehir Belediye
Başkanı, Taksim Meydanı projesini anlatıp duruyor
lakin ne geçici yapılaşma koşullarında buna uygunluk
var, ne 2009'da hazırlanan Nazım Planda ne de
hazırlanan, askıdan geçen hafta inen 1000'lik
planda.
Gerçi hazırlanan bu plana da Beyoğlu halkı itiraz
etti. Cihangir, Ayaspaşa, Galata'daki semt
insiyatifleri, dernekleri Belediye'ye itiraz
dilekçelerini verdiler. Şimdi de iptal davası için
çalışıyorlar) Ne de üst ölçekli 100.000 ölçekli
planda...
Hal böyle olunca bu kentin belediye başkanı olan
Kadir Topbaş, hangi belediyesinin hangi planına göre
böyle proje üretiyor, anlamadım... Bir de Haziran
ayında projeye start vereceklerini söylüyor.
Kendi yaptığı, ilçesinin yaptığı planlarda olmayan
bu projeyi nerede, nasıl hayata geçirecek?
Kadir Topbaş hangi şehirde belediye başkanlığı
yaptığının farkında mıdır?
Bu kentte yaşayanlar, imar planına göre yapılaşmak
zorunda değil mi?
Bu şehirde plana göre yapılaşmayanlara ne olur, ceza
yemezler mi, yapıları yıkılmaz mı?
Yurttaş plana aykırı proje üretemez ama Belediye
Başkanı üretebilir mi? Plan mı değişir... O proje
için özel kanun mu yapılır?
(Cargill için özel kanun yaptıkları gibi... Ya da
Galataport için ya da kentsel dönüşüm için
yaptıkları özel kanunlar gibi...)
Proje için Plan da Kanun da değişir mi? Plan da
kanunlar da değişmez değildir ama kişiye özel
değişim olmaz. Toplumsal kesimler, meclisler
demokratik şekilde konuşur karar verir, değişimin
nasıl olacağını dahi mutabakatla yapılır.
Başkanların ya da belli bir zümrenin lütfunda
değişim olmaz, demokratik işleyişlerde...
Kadir Topbaş, Haliç'e köprü yapacaksa, Taksim
Meydanını yok edecekse önce bir Belediye Başkanı
olduğu şehrin imar planlarına, tarihine baksın,
uygun mu değil mi?
Ama güç bende dilediğimi yaparım, istediğim de olur
diyorsa buna ne denebilir ki...
Planlama bir ortaklık hukukuna dayanır. Üzgünüz ki
bizatihi Belediye Başkanı'nın parçacıl projelerden
bahsettiği bu kentte, İstanbul'da, ne planlamadan ne
de ortaklıktan ne de hukuktan bahsedebiliriz.
bianet.org, Yazı: İkbal Polat, 21.02.2011
|
ERTUĞRUL GÜNAY'A AÇIK MEKTUP
Önceki gece Cirque
du Soleil'in ilk gösterisi için Abdi İpekçi Spor
Salonu'na giderken gözüm onarım görmüş Zeytinburnu
Kara Surlarına takıldı.
Keşke oldukları gibi kalsalardı.
UNESCO'nun Dünya Miras Listesi'nde olan surlar
1987-1994 yılları arasında başarısız bir
restorasyonun kurbanı olmuşlar.
Onarımdan geçenler eski surların yanında öylesine
sırıtıyorlar ki...
Yazık, Bizans'tan günümüze ayakta kalan surlara
doğru dürüst sahip çıkamamışız.
Bu hafta yerimi, İstanbul'da son dönemde olup
bitenler karşısında giderek kaygılanmakta olan
İCOMOS Türkiye Milli Komitesi Yönetim Kurulu'na
bırakıyorum.
Aşağıda Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'a
hitaben yazılmış açık bir mektup var.
İCOMOS nedir, ne yapar?
İCOMOS yani Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi,
doğal ve kültürel değerlerin korunmasında UNESCO'nun
baş danışmanı.
1965 yılında Varşova'da kurulmuş, bugün merkezi
Paris'te.
2000 yılından beri düzenli olarak UNESCO'ya “Tehlike
Altındaki Miras” raporlarını hazırlıyor.
İCOMOS Türkiye Milli Komitesi, sayıları 110'u bulan
ulusal komitelerden biri olarak 1974 yılında
kurulmuş.
Milli Komite'nin, Türkiye'de koruma konusunun
öncülerinden Prof.Dr. Cevat Erder, Prof.Dr. Doğan
Kuban dahil çoğu mimar ve arkeologlardan oluşan 75
üyesi var.
İlgilenenler kurumun faaliyetlerini
www.icomos.org.tr
adresinden izleyebilirler.
Günay'a açık mektubu ise aşağıda hayli kısaltarak
vermek durumundayım.
SULUKULE SIRADANLAŞTI
Bilim insanlarımızın Sulukule, Tarlabaşı,
Fener-Balat ve Tarihi Yarımada için ne gibi kaygılar
taşıdıklarını göreceksiniz.
“Sayın Bakanımız,
2005 yılında yürürlüğe giren 5366 sayılı Kentsel
Yenileme Yasası, özellikle İstanbul'da, tarihi
bölgelerin ve yapıların korunması karşısındaki en
büyük tehdit olmayı sürdürmektedir. Yasanın
çıkarılmasının ardından Sulukule, Fener-Balat,
Tarlabaşı gibi kentsel sit alanları Yenileme Alanı
ilan edilmiş ve bu bölgelerin “gelişimine uygun
olarak yeniden inşa ve restore edilmesi”
öngörülmüştür.
Kentsel yenileme yasasının en çarpıcı ve geri dönüşü
olmayan uygulamalarından biri,
Yenileme Alanı ilan edilerek tüm sosyal, kültürel ve
fiziksel dokusuyla birlikte “imha edilen” Sulukule
yerleşmesidir.
Kentin Fatih döneminden bu yana en eski
sakinlerinden olan bir etnik grubu daha konforlu bir
yaşam standardı vaadiyle kent dışına süren vahim bir
karar alınmıştır.
Yerlerinden edilen Sulukule sakinlerinin,
yüzyıllardır üzerinde yaşadıkları, kendine özgü
nitelikleri ve önemli sorunları da olan mahallesi,
hoyratça ortadan kaldırılmış, anonim, sıradan bir
yapılaşma için bir arsaya dönüştürülmüştür.
Yeni inşa edilen yapıların, İstanbul'u UNESCO Dünya
Mirası Listesi'nde temsil eden 5. yüzyıl surlarına
neredeyse bitişmesi de, kabul edilemez bir hatadır.
SÜLEYMANİYE DOKUSUNU KAYBETTİ
İstanbul'un Yenileme Alanı ilan edilen bir başka
Dünya Mirası siti, Süleymaniye bölgesidir.
1985 yılında kavuştuğu Dünya Mirası statüsüne
rağmen, yıllardır süren ihmaller, yasadışı
uygulamalar ve niteliksiz restorasyonlar nedeniyle
ahşap konut örneklerini ve dokusunu büyük ölçüde
kaybetmiştir.
Eski fotoğraf ve belgelere dayandırılan restitüsyon
projeleri uyarınca yapılması planlanan
rekonstrüksiyonlar ya da geleneksel Türk konutundan
esinlenen yeni tasarımlar, semt ile yabancılaşan,
kopya ve yapay bir fiziksel çevre oluşturacaktır.
Tarlabaşı yenileme alanında yapılması öngörülenler,
ICOMOS'un 1987 tarihli Tarihi Kentler ve Kentsel
Alanları Koruma Tüzüğü'nde (Washington Tüzüğü)
belirtilen ‘Yeni binalar yapılması gerektiğinde veya
eskileri uyarlanırken, mevcut mekansal oluşum saygı
görmeli, özellikle ölçek ve parsel boyutuna dikkat
edilmelidir.' ilkesine tümüyle aykırıdır.
Tarlabaşı'nın mevcut mekansal oluşumuna yabancı bir
yapılaşma yalnız koruma ilkeleriyle çelişmektedir.
Aynı zamanda, bölgedeki yapı sahiplerini yerlerinden
ederek ya da kazanılan ek alanlardaki haklarından
yoksun bırakarak, bir insan hakları ihlaline de
neden olmaktadır.
FENER-BALAT VE TARİHİ YARIMADA
2003-2008 yılları arasında başarıyla
gerçekleştirilen ve UNESCO raporlarında da övgüyle
anılan bir rehabilitasyon programının ardından,
Fener ve Balat bölgelerinin de Yenileme Alanı ilan
edilmesi büyük bir şaşkınlıkla karşılanmıştır.
Avrupa Birliği ile Fatih Belediyesi'nin ortak
çalışması sayesinde özgün özellikleriyle korunan
yapıları da gözden çıkaran yenileme projesi, yalnız
koruma açısından değil, ulusal servetin boşa
harcanması nedeniyle de eleştirilere konu
olmaktadır.
İstanbul Tarihi Yarımadası'nı ve tüm sit alanlarını
tehdit altında bırakan bir başka uygulama, ulaşımı
rahatlatmak amacıyla geliştirilen projelerin
sonuçlarıdır.
Metronun Tarihi Yarımada'ya bağlanması için açılan
tüneller ve özellikle Haliç bağlantısını sağlamak
üzere tasarlanan köprü de, Dünya Mirası bir alanda
büyük tahribat tehdidi oluşturmuştur. UNESCO'nun
uyarısı üzerine, bu köprünün Süleymaniye Camii'nin
eşsiz silueti üzerindeki ezici etkisini giderme
yolları aranmaktadır.
Asya ve Avrupa yakalarını deniz altından birbirine
bağlayacak lastik tekerlekli tüp geçiş projesinin
uygulanması durumunda, Tarihi Yarımada geri dönüşsüz
zararlara uğrayacak.
Sayın Bakan, ICOMOS'un Türkiye Milli Komitesi
olarak, yukarıda sıraladığımız sorunlara duyarsız
kalmayacağınıza inanıyor, Türkiye'nin tarihi
yerleşmelerini ve özellikle İstanbul'u tüm renk ve
doku değerleriyle birlikte korumak için verdiğimiz
çabalara
desteğinizi bekliyoruz.”
Hürriyet, Yazı: Gila Benmayor, 20.02.2011
|
52 MÜZENİN GİŞESİNE OTURDU, KAÇAK YÜZDE 84 AZALDI,
350 MİLYON LİRA GELİRE YÖNELDİ
Geçen eylül
ayında Türkiye’deki 52 müzenin Giriş Kontrol
Sistemlerinin Modernizasyonu ve Yönetimi İşletmesi
ihalesini kazanan TÜRSAB, kaçak oranını bir ayda
yüzde 84 düşürdü. 6 yıl boyunca bu müzelerin gişe
işlemlerinde yetkiyi devralan TÜRSAB, bu yıl 30
milyon ziyaretçi ve 350 milyon lira hasılat
bekliyor.
Geçen eylül ayında Müze ve Örenyerleri
Gişelerinin İşletimi, Giriş Kontrol Sistemlerinin
Modernizasyonu ve Yönetimi İşletmesi’ni alan Türkiye
Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB) ve MTM İş
Ortaklığı, 3 ay içerisinde 52 müzeye 20 milyon
liralık yatırım yaptı. Gişelere 160 kamera ve 242
turnike yerleştirilirken, 400 eğitimli personelin de
işe başlamasıyla bir ayda müzelerde kaçak oranı
yüzde 84 azaldı. Geçen yıl ocak ayında 354 bin kişi
müzelere giriş yaparken bu rakam 2011’in aynı
döneminde 652 bini buldu. “Bu yıl müzelerde 30
milyon bilet keseceğiz. Bunun 12 milyonu turist
olacak” diyen TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy, yıl
sonu hedefinin 350 milyon lira hasılat olduğunu
açıkladı.
Türkiye’deki 52 müzeye 2010 yılında 25
milyon ziyaretçinin girdiğini belirten Başaran
Ulusoy, şu bilgileri verdi: “Türkiye’deki müzelerin
en büyük sorunu kaçak oranıydı. Geçtiğimiz yıl
müzelere 25 milyondan fazla giriş yapıldı. 9
milyondan fazla ücretli bilet kesildi. Ücretsiz
giriş sayısı 7 milyonu geçti. TÜRSAB’ın aldığı
toplam bilet 7 milyon civarındaydı. Müze kart satışı
1 milyona yaklaşıyordu. Bu yıl müzelere ücretsiz
giriş önemli ölçüde düşecek. 4 farklı noktadan gişe
önlerini canlı olarak takip ediyoruz. Ayrıca termal
bilet uygulaması da son derece önemli.”
Müzelerdeki kaçak oranını azaltmak için
Avrupa’daki bir çok sistemi Türkiye’ye
getirdiklerinin altını çizen Başaran Ulusoy, şöyle
konuştu: “Avrupa’da dünyaca ünlü müzelerdeki gişe
sistemlerini Türkiye’ye uyarladık. İlk adım olarak
400 personeli eğitip müzelere yerleştirdik. Daha
sonra kamera sistemini uygulamaya koyduk. 52 adet
müzeyi 160 kamerayla izlemeye aldık. Bu kameraların
görüntüleri 4 farklı noktadan takip ediliyor. Daha
sonra turnike sistemini getirdik. Eskiden bir
biletle 10 kişi müzeye girerdi. Bunun önüne geçtik.
Bilet isteklerini de sürekli fatura etmeye
başladık.”
Yılın ilk ayında müze girişlerindeki yeni
uygulamaların meyvelerini toplamaya başladıklarının
altını çizen Başaran Ulusoy, “İlk ayda kaçak oranını
azaltmayı başardık. Bundan sonrası için büyük
hedefler koyuyoruz. Kısa süre içerisinde ziyaretçi
sayısını 50 milyona çıkarmayı planlıyoruz” diye
konuştu.
Turizm Bakanlığı’yla yaptıkları çalışmanın
detaylarını da veren Başaran Ulusoy, şu
değerlendirmeyi yaptı: “Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay’ın büyük desteğiyle gişelerin
ihalesi gerçekleşti. Biz devlete 6 yıl içerisinde en
az 1.5 milyar lira ödemeyi garanti ettik. Ancak ben
bu rakamın 2 milyar lirayı bulacağını tahmin
ediyorum. Böylelikle devletin kasasına daha fazla
para girmiş olacak ve yeni müzeler ile arkeoloji
çalışmaları için daha fazla kaynak ayrılacak. Bu
rakamlara ulaşmak için ciddi yatırımlar yaptık. Bu
yatırımların boşa gitmemesi için çok titiz
çalışıyoruz. İhaleyi bizim kazanmamız turizm
açısından da çok önemliydi.”
Hasılat artışına giderken bilet fiyatlarının
artmayacağını da açıklayan Başaran Ulusoy, şunları
anlattı: “Biletlere zam yapmayacağız. Türkiye’de
ortalama bilet fiyatı 15 TL. Yaşlı ve öğrenciler
için ücretsiz uygulamamız devam edecek. Hasılatı
artırmak için farklı satış tekniklerine geçeceğiz.
Bunun için önce internet satışı ve randevu sistemi
devreye girecek. Kısa süre içerisinde internetten
müze bileti satın almak mümkün hale gelecek. Bunun
yanı sıra bazı küçük çalışmalarla hasılatları önemli
ölçüde artıracağız. Bankalarla birlikte yeni bir
proje gerçekleştirmeyi planlıyoruz.”
Sistemin yurtdışında ilgiyle izlendiğini
İtalya’nın Sicilya Adası’ndan da bazı teklifler
geldiğini anlatan Başaran Ulusoy, “Sicilyalı
yetkililer müzelere yaptığımız uygulamaları kendi
ülkelerinde yapmaya çalışıyor. Bunun için de bize
başvurdular. ‘Türkiye’deki müzelerin gelirlerini
artırdınız. Bize de bu sistemi uygulayın’ dediler.
Önümüzdeki günlerde bu konu için görüşmeler
yapacağız” dedi.
Hürriyet, Haber: Ceyhan Kuburlu, 19.02.2011
|
HÜNKAR KASRI'NDA YANGIN

Tarihi Beyazıt Camii’nin Hünkar Kasrı çıkan
yangın sonucu alev alev yandı. Elektrik kontağından
çıktığı sanılan yangın kısa sürede ahşap binayı
sardı. İtfaiyenin müdahale etmesiyle yaklaşık bir
saat içinde yangın kontrol altına alındı. Kasım
ayında Haydarpaşa Garı'nın çatısında restorasyon
sırasında yangın çıkmış, çatı büyük hasar almıştı.
10 gün önce de Tophane'deki Kılıç Ali Paşa Camii'nde
yine restorasyon çalışması sırasında yangın meydana
gelmişti.
Beyazıt Camii’ne bitişik olan Hünkar Kasrı’nın
ikinci katında saat 10.30 sıralarında yangın çıktı.
Elektrik kontağından çıktığı tahmin edilen yangın
kısa sürede ahşap yapının üst tarafını tamamen
sardı. Yangından kısa süre sonra olay yerine gelen
Fatih İtfaiye ekipleri alevlere müdahale etti.
Yaklaşık bir saat süren çaba sonucu yangın kontrol
altına alınırken, tarihi binanın yangında büyük
çapta zarar gördüğü bildirildi.
Yangından sonra olay yerine gelerek incelemelerde
bulunan Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir
yangının elektrik kontağından çıkmış olabileceğini
söyledi. Yangından Beyazıt Camii’nin ve padişahın
namaz kıldığı Hünkar Mahfili’nin zarar görmediğini
belirten Demir, "Hünkar Kasrı ile Hünkar Mahfili’ni
birbirine bağlayan tarihi ahşap kapı zarar görmemiş.
Yangın caminin olduğu kısma sıçramadan kontrol
altına alınmış" dedi.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Beyazıt
Camii’ndeki yangınla ilgili yazılı açıklama yaptı.
Açıklamada şöyle: "Hünkar Mahfili olarak imar
edilen giriş katı İmam odası, ikinci katında çıkan
yangın itfaiyenin kısa sürede müdahalesi ile
söndürüldü. Beyazıt Camii Derneği tarafından
toplantı salonu olarak kullanılan 2 katlı ahşap
yapının nedeni henüz belirlenemeyen yangın saat
10.30 sıralarında itfaiye komuta merkezine ihbar
edildi. İhbarın alınmasıyla Fatih takım, Eminönü
grup ve Beyoğlu takım olarak olay yerine hareket
itti. Olay yerine 4 dakikada ulaşan ilk ekip yangın
söndürme çalışmalarına başladı. Diğer ekiplerde
anında müdahale ederek alevlerin camiye ve çevreye
sıçramasını önledi. Alevler kısa sürede bastırılarak
yangın saat 10.45 sıralarında tamamen söndürüldü.
Yangının çıkış nedeni teknik ekiplerin
incelemesinden sonra netlik kazanacak. Binanın giriş
kat imam odası ıslanmak ve islenmek suretiyle zarar
gördü. Yangında yaralı ve can kaybı yok."
Beyazıt Camii'ndeki yangınla ilgili Vakıflar
Genel Müdürü Adnan Ertem açıklama yaptı. Ertem,
"Yanan kısım Hünkar Mahfili'nin bir bölümü. İbadete
kapalı olan bir bölüm. Tesisata yönelik bizim bir
çalışmamız var. Şunu içtenlikte söyleyebilirim, 5-6
sene öncesine kadar hiçbir camimizin projesi yoktu.
Yangın, deprem veya herhangi bir şey olsaydı
yenisini yapmaya elimizde proje yoktu. Ama şimdi
bütün camilerimizin projeleri var. En ufak bir şey
olduğunda tamamına müdahale edip, restore etme
imkanına sahibiz. Burada deprem sonrasında oluşan
çatlaklar vardı. Bu yıl için restorasyon programına
almıştık. Bir sıkıntı yok. Restorasyonunu yapacağız.
İnşallah aslına uygun olarak yeniden ibadete
açacağız" dedi.
Yangın çıkan bölümde bir restorasyon olmadığını
vurgulayan Ertem, "Burada bir restorasyon yoktu.
Restorasyonla ilgili olmayan bölümde çıktı yangın.
Avizenin ahşaba monte edildiği bölümdeki bir
kaçaktan dolayı olduğunu ifade etti, itfaiyeci
arkadaşlar. Restorasyon yoktu. Kılıçali Paşa'da
restorasyon vardı ama bizim restorasyonla alakalı
değil, sokak lambasından olan bir kaçaktan olmuştu.
Restorasyonlara dikkat etmek gerekiyor. Ama buradaki
restorasyon sırasında olan bir şey değil" şeklinde
konuştu.
Padişahlar cuma namazlarını Beyazıt Camii’nin
Hünkar Mahfili’nde kıldıktan sonra dinlenmek ve
halkın sorunlarını dinlemek için Hünkar Kasrı'na
geçiyordu. 2’nci Bayezid tarafından 1501 yılında
inşasına başlanan camii 5 yılda tamamlandı. Hünkar
Kasrı’nın da içinde olduğu camiinin külliyesinde
2’nci Bayezid’in türbesi de bulunuyor.
Radikal, 19.02.2011
******
"HÜNKARIM
YANIYORUZ"
İstanbul'da tarihi Beyazıt Camisi'nin
Hünkar Kasrı'nın 2'nci katında, dün saat 10.30
sıralarında yangın çıktı. Elektrik kontağından
çıktığı tahmin edilen yangın kısa sürede ahşap
yapının üst tarafını tamamen sardı. Yangından 4
dakika sonra olay yerine gelen itfaiye ekipleri
alevlere müdahale etti. Yaklaşık 1 saat süren çaba
sonucu yangın kontrol altına alınırken, tarihi bina
büyük çapta zarar gördü. Fatih Belediye Başkanı
Mustafa Demir, Beyazıt Camisi'nin ve Hünkar
Mahfili'nin yangında zarar görmediğini söyledi.
Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, “Çok şükür ki
yangın nedeniyle caminin özgün yapısı zarar görmedi”
dedi. Ertem, yanan kısımların 20 yıl önce yenilenen
ve tarihi özelliği olmayan ahşap malzeme olduğunu
vurguladı. Beyazıt Camisi restorasyon projesi
hazırlık çalışmalarının 4 yıl önce başladığını
anlatan Ertem, rölöve ve restorasyon projelerinin
2010 yılında onaylandığını belirtti. Ertem, caminin,
kapsamlı restorasyonunun bu yıl yapılacağını
kaydetti.
Padişahlar, Cuma namazlarını Beyazıt Camisi'nin
Hünkar Mahfili'nde kıldıktan sonra dinlenmek ve
halkın dinlemek için Hünkar Kasrı'na geçiyordu.
2'nci Beyazıt'ın emriyle 1501'de inşasına başlanan
cami 5 yılda tamamlandı. Caminin külliyesinde 2'nci
Beyazıt'ın türbesi de bulunuyor.
Hürriyet, Haber:
Murat Deliklitaş, 20.02.2011
|
"HEDİYE ETTİĞİM TABLOLARI MÜZAYEDEDE SATAN VAR"

1987 yılında yaptığı ‘Mavi Senfoni’ adlı
tablosu 2009 yılında 2 milyon 200 bin lira gibi
rekor bir rakamla satıldığından ve dünyanın en
değerli 250 sanatçısı arasına girdiğinden beri
Burhan Doğançay (82), Türkiye’nin yükselen değeri.
Oysa yıllardır resimleri dünyanın en önemli
müzelerinde sergileniyor, hakkında yabancı sanat
eleştirmenleri tarafından kitaplar yazılıyor ama
Türkiye onu yeni keşfediyor. Son beş yıldır yılın
büyük bölümünü Bodrum Turgutreis’teki evinde geçiren
sanatçıyla yaşarken, ‘En pahalı Türk ressamı’ olma
duygusundan Zen Diamond’ın sosyal sorumluluk
projesine destek için tasarladığı ‘Ribbons on
Sapphires-Safirlerdeki Kurdeleler’ adlı mücevhere
kadar pek çok şey konuştuk
Yaşayan en pahalı Türk ressamı olmak nasıl
bir duygu?
Vallahi benim için hiçbir şey değişmedi. Ben
kendimden emindim hatta biraz geç bile oldu. 50
senemi aldı bu duruma gelmem. 50 sene aç kaldım,
ekmek alamadım, metroya binemedim, evimin kirasını
ödeyemedim; hiç kimse bilmedi bunları... Yabancılar
hakkımda altı tane kitap çıkarttı. Bırakın sanatı,
herhangi bir sahada hakkında altı tane kitap
çıkartılan kaç kişi tanıyorsunuz Türkiye’de? Üstelik
bu yazarlar bilaistisna kendi alanlarında dünyanın
en meşhur isimleri.
Dünyanın pek çok müzesinde de eserleriniz
sergileniyor...
E tabii, kaç müzeye resmim girmiş. Türkiye’nin
yaşayan en pahalı ressamı oldum tamam ama dünya
birinci ligine baktığınızda hala çok gülünç
rakamlar. Mukayese kabul etmez. Türkiye’de resim ve
plastik sanatlar maalesef sanat dalları içinde
arkadan nal toplayarak geliyor. Çinliler, Hintliler
bizi çoktan geçti.
İran, Mısır,
Yunanistan bizden çok daha ileride. Yakında
Suriye de geçecek. Bunun en önemli sebebi, biz
Rönesans’ı atlamışız. Beş asır geride kalmışız. Bir
gün Türkiye’den iki tane dahi çocuk çıkıp en
gelişmiş teknolojiyi yapar, Türkiye Mars’a bile
gidebilir ama sanatçı yetiştirmek asır alıyor.
Sizinle birlikte resme bakışta bir
değişiklik oldu ama, bunu kabul ediyor musunuz?
Benimle birlikte değil. Olması gereken şeyler.
Katkım olduysa ne mutlu.
Türkiye koleksiyonerlik anlamında da son
yıllarda atağa kalkmadı mı?
Bunu söylediğim için bana kızıyorlar, dünyada 200
tane koleksiyoner var ve hiçbiri Türk değil. Oysa o
listede tam beş Yunanlı var. Resim almak
koleksiyonerlik değil ki. Koleksiyonculuk adetle
ölçülmez. 50 bin resmin olacağına bir tane Van
Gogh’un olsun.
Koleksiyonerlik değil de toplamacılık diyelim o
zaman. Niye son yıllarda müzayedelere bu kadar
rağbet var?
Gençler işin içine girmeye başladı. Okuyorlar,
görüyorlar, alıyorlar. Ama koleksiyoner olup
olamayacaklarını zamanla göreceğiz. Bizde şu anda bu
resimlere bu paraları verecek insanlar var. Bir
önceki kuşak, parası olsa dahi, resme bu parayı
vermemiş. Benim çocukluğumda evlerin duvarlarında
resim yoktu. Ya halı asılırdı ya evlilik fotoğrafı
ya da tabak. Türkiye’de herkes sanatla ilgilensin
diye çocuğu olana, kızı evlenene, ev alana tablomu
hediye ediyorum ama onlar da müzayedelere satıyor.
Beni üzen, paraya ihtiyacı olmayan kimselerin bunu
yapması. Belçika ya da Hollanda’da kişinin elindeki
resim beş kuşaktır ailesinde. Bizde maalesef öyle
bir kültür yok.
İyi resmin ölçüsü para mı?
Bakın hemen her şeyin aşağı yukarı bir
ölçüsü var ama resmin yok. Pırlantaysa kaç karat,
atletizmse yüz metrede ne kadar koştuğun gibi... Ama
resimde böyle bir ölçü yok! Bazısı geliyor resmin
karşısına geçiyor, “Bu da resim mi?” veya Picasso
için “Şarlatan” diyor. Ama Picasso resimde bir
numara. Çünkü bir resmi 104 milyon 600 bin dolara
gitti. Fiyatıyla resmi ölçmek olur mu diyoruz ama
neyle ölçeceksin? En pahalı resim, en iyi resimdir.
Bir resmi sen beğeniyorsun başkası diyor ki, “Bu da
resim mi, bunu benim oğlum da yapar” “E çok güzel
oğlunuz bir dahi o zaman” diyorum, ne diyeceksin
ki...
Evinizin duvarlarında hep kendi eserleriniz
var. Başka ressamların tablosu yok mu?
Yok çünkü benim hayat felsefem hep en
iyisini yapmak. Ya en iyisi ya hiç... Eşim yıllarca
Mısır’a gitmek istedi. Paramız yoktu. Dedim ki,
“Bekle, bir gün seni alacağım ve öyle güzel bir
otele gidip, o kadar güzel bir tatil yapacağız
ki...” Sonunda yaptık, en güzel otelde kaldık, en
güzel yerlerde yemek yedik. Bu da onun gibi. En
iyisini alamayacaksam, olmasın.
‘Ribbons on Sapphires’ fikri kimden çıktı?
BURHAN DOĞANÇAY: Zen Diamond böyle bir teklifle
geldi. Bir mücevher tasarlayacaktım ve bunun
satışından elde edilecek gelirin yarısı Doğançay
Müzesi’ne diğer yarısı da TİKAD’ın (Türkiye İş
Kadınları Derneği)
İstanbul’da başlatılacak olan eğitim
seferberliğine aktarılacaktı. Her ikisi de benim
için çok önemli projeler. Doğançay Müzesi’nde
yetenekli ilkokul öğrencilerine sanat desteği
veriyoruz. Onları yurt dışına yolluyoruz. Desteği
olmayan bir çalışma olduğu için oranın kaynağa
ihtiyacı var. O sebepten seve seve kabul ettim.
Dünyada, Damien Hirst gibi eserlerini değerli
taşlarla yaratan farklı sanatçılar bulunuyor.
Türkiye’de hiç böyle bir çalışma yapılmamıştı, bu
bir ilk oldu.
ŞÜKRAN GÜZELİŞ (Zen Diamond Yönetim Kurulu Üyesi):
Gelenekselleştirmeye çalıştığımız bir Kadınlar Günü
organizasyonumuz var. İki yıl önce ‘Pırlanta Kalpli
Kadınlar’ ile başlamıştık, geçen yıl da ‘Amazon
Kadınları’nı yaptık. Bu yıl da Burhan Bey’in
kapısını çaldık. O da sağ olsun işin içinde kadın ve
çocuklara destek olunca projemizi seve seve kabul
etti. Tasarımı yaptı, kullanılacak taşları, renkleri
kendisi belirledi. Kıvrımlarını kendi eliyle
şekillendirdi. Hem madalyon, hem broş, hem de kolye
olarak kullanılacak bu sanat eserini ortaya çıkardı.
EMİL GÜZELİŞ (Zen Diamond Yönetim Kurulu Başkanı):
Bu mücevheri tamamlamak dört ayımızı aldı. Tablodaki
renkler pırlanta, yakut, mavi ve sarı safirle
yansıtıldı. Tabloda yer alan kurdelelerin gölgeleri
için açık ve koyu olmak üzere özellikle safirin iki
tonu seçildi. Tamamı el işçiliği olan bu özel
mücevherin mıhlanması mikroskopla iki haftada
yapıldı. ‘Kurdeleler’in renkli dünyasını vurgulamak
amacıyla beyaz ve yeşil olmak üzere iki renk
altın kullanıldı. Şimdiye kadar firmamızın
ürettiği en güzel eser bu. Her şey el işçiliği.
Maliyeti konusunda bilgi vermek istemiyoruz zaten
bu, projeye bizim katkımız olacak. Burhan Bey de
para talep etmedi. Satıştan elde edilecek gelir o
kadar güzel yerlere gidecek ki, gönlümüz çok rahat.
BURHAN DOĞANÇAY: Bütün resimlerimde öne çıkan ışık
ve gölgenin vurgusu bu mücevherde de var. Gölgesiz
olmazdı. Bu eseri alan kişi çocuklarına, torunlarına
çok önemli bir eser bırakacak. Asırlarca kalacak.
Bunun, Boğaz’da yalı bırakmaktan daha önemli bir
miras olduğunu düşünüyorum.
Benim için hayatta her şey kısmet, buna çok
inanırım. Yukarıda biri var, O ne yazarsa o oluyor.
Hastalık geliyor bir şey yapamıyorsun çok
üzülüyorsun ama sonra diyorsun ki, “Ben eğer onu
yapsaydım bugün böyle olmazdı”... Mesela yıllar önce
ciğerimde bir leke bulundu. Amerika’ya gidemedim.
Önemli bir şey değilmiş ama eğer o zaman Amerika’ya
gitseydim ya üniversitede ekonomi hocası olacaktım
ya da bambaşka bir şey. Gidemedim diye çok üzüldüm
ama memur olarak gittim yıllar sonra. Eşim Angela
ile tanışmam da öyle. New York’ta Macar Balosu’nda
tanıştık. 40’lı yaşlarımdaydım beş yıl flört edip
evlendik, kısmet.
Yazın Tohum Otizm Vakfı’na geliri çocuklara
bağışlanmak üzere bir tablo hediye ettim. Dedim ki,
“Bu tabloyu 500 bin dolardan aşağı satmayın”.
“Mesele yok” dediler ve sonra Sortie’de düzenlenen
bir gecede 200 bine sattılar. Dediğim rakamı veren
çıkmamış. E, o zaman biraz daha bekleseydiniz bir
başka müzayedeye koysaydınız. Zaten o atmosferde 500
kişi dans ederken böyle bir satış yapılmaz.
Çocuklara katkım oldu bundan çok mutluyum ama
hareket yanlıştı. O tablo biraz beklenilse 500 bin,
hatta bir milyon dolara satılabilirdi.
Maalesef senin başarın en yakın arkadaşını üzüyor.
Bizler birbirimizi sevmesini öğrenmediğimiz, bir
arkadaşımızın başarısından mutsuz olmadığımız ve
‘ama’sız konuşmayı öğrenmediğimiz müddetçe bir şey
olamayız. 15 yaşımdan beri herkes benim
aleyhimdedir, alıştım artık. Aleyhimde kitap bile
çıkarttılar. Benim başarım Amerika’daki Türkleri
üzdü. Meclise benim casus olduğuma dair mektup yazan
da oldu. Ama ben alıştım, cevap vermiyorum. İt ürür
kervan yürür.
Hürriyet Cumartesi, Haber: İpek Durkal,
19.02.2011
|
BEYOĞLU'NDA TARİH YENİDEN DOĞACAK

18 yıldır üzerinde çalışılan 'Beyoğlu Koruma
Amaçlı İmar Planı' tamamlandı. Artık Beyoğlu,
restorasyon alanına dönüşecek. Cihangir, Tophane ve
Tarlabaşı'ndaki metruk binalar yenilenecek. Taksim
Meydanı sadece yayalara açık olacak, Tophane turizm
ve ticaret bölgesi yapılacak.
İstanbul'un kalbinin attığı yer olan Taksim
Meydanı ve Beyoğlu için 18 yıldır üzerinde
çalışılan 'Beyoğlu Kentsel Sit Alanı Koruma
Amaçlı İmar Planı' nihayet tamamlandı. Beyoğlu
Belediyesi'nin ve Koruma Kurulu'nun hazırladığı
çalışma, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin
onayından geçti. Artık bundan sonra Taksim,
Cihangir, Tophane ve Tarlabaşı'ndaki metruk
görünümlü tarihi binalar birer birer restore
edilecek. Tophane ve civarının turizm ve ticaret
bölgesi ilan edilmesi, Cihangir Caddesi ve
Taksim Meydanı'nın sadece yayalara açık olması,
Kabataş İskelesi'nin büyütülmesi yapılacak
işlerden birkaçı. Özelleştirileceği söylenen
Haliç Tersanesi de plan dahilinde. Tersanenin
özgün hali korunacak ve içinde denizcilik
eğitimi, sergiler ve müze alanları yapılacak.
Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan,
bundan böyle kişilerin binalarını inşa veya
restore ederken, tescilini komşu binaya ya da
imara göre projelerini onaylattıktan sonra
hareket edebileceklerini söylüyor.
Koruma Amaçlı İmar Planı'nın en önemli bölümü
eski yapıların ihya edilerek yeniden Beyoğlu'na
kazandırılması. Beyoğlu sınırlarında bulunan kayıp
ya da metruk durumdaki tarihi binaların yeri eski
fotoğraflardan ve haritalardan tespit edildi. Bunlar
arasında 30'a yakın binadan 13'ü yenilenecek.
Binaların birçoğu eğitim ya da kültürel projelerde
kullanılacak. Plan, 3 milyon 210 bin metrekarelik
alanı kapsıyor. Bölgedeki 10 bin 176 binadan 4 bin
332'si tescillendi. Yaklaşık 2 bin 300 bina ise eski
eserlere bakılarak restore edilecek.

Yeniden yapılacak tarihi binalar
Çakır Dede Tekke ve Mektebi (Ömer Avni Mah.)
Dolmabahçe Cami Meşrutası
Süheyl Bey Camii (Ömer Avni Mah.)
Galata Yeni Valide Camii
Bektaş Efendi Camii (Kemankeş Mah.)
Merzifoni Kara Mustafa Paşa Camii (Kemankeş Mah.)
Pürtelaş Hasan Efendi Camii ve Çeşmesi (Cihangir)
Tozkoparan Mescidi
Sıbyan Mektebi (Pürtelaş)
Perşembe Pazarı Hamamı
Yamalı Baba Hamamı ve Kütüphanesi (Hacımimi)
Yanık Şeyh İsmail Tekkesi (Yahya Kahya Mah.)
Hacı Recep Camii
Süheyl Bey Camii
Ömer Avni Mahallesi'ndeki cami, Süheyl Bey
tarafından 1591'de Mimar Sinan'a yaptırılmış.
Zamanla harap hale geldiğinden Sultan Abdülaziz
döneminde 1290-1873 tarihinde yeni tarzda, minaresi
kesme taştan, tek kubbeli ve altıgen olarak inşa
edilmiş, altında çeşmesi var. Cami, hiçbir sebep
yokken 1957 yılında yol genişletme bahanesiyle
çeşmeyle birlikte yıktırılmış. Şu anda yerinde bir
bina var.
Merzifoni Kara Mustafa Paşa Camii, Karaköy meydanında bugünkü Ziraat Bankası
binasının arkasında bulunuyordu. Sadrazam Merzifoni
Kara Mustafa Paşa yaptırmış. 19. yüzyılda harabe
haline gelen cami, 20. yüzyılın başlarında Sultan II.
Abdülhamid'in emriyle İtalyan bir mimara
yaptırılmış. Cami, hiçbir gerekçe yokken 1957'de
yıktırılmış, binanın parçaları başka yerde ihya
edilmesi gerekçesiyle önce Burgaz adasına
götürülmüş, sonra da satılmış.
Çakır Dede Tekke ve Mescidi: Ömer Avni Mahallesi'ndeki tekkenin yeri, Gümüşsuyu'ndan Beşiktaş'a inen yokuşun bitiminde tam sağ
köşedeymiş. 1270'te şimdiki Dolmabahçe Camii
yapılınca, Dolmabahçe mescidi tekke olarak hizmet
vermiş. Tekke ile vakıf kayıtlarında; üç oda, bir
camekan, bir kahve ocağı ve semahane, bir sarnıç ve
bahçeden ibaret olduğu yazıyor. Bina, 19. yüzyıl
sonlarında eve dönüşmüş, mektebin alt katı dükkan
olarak kullanılmış. Dikdörtgen ahşap yapılı iki
binadan oluşan tekke-mescidin haremlik bölümü
1930'lu yıllarda yıkılmış. 1957'de ise yol
genişletme sebebiyle mektep ve tekke binaları
yıkılmış, sebil binası ise sökülerek geriye
taşınmış.

Bektaş Efendi Camii: Karaköy'de Kemankeş Mahallesi'ndeki cami, Kanuni
Sultan Süleyman zamanında Bektaş Efendi tarafından
yaptırılmış. İki katlı olan caminin altında
dükkanlar varmış. Cumhuriyet döneminde harabe olan
cami, 1950'li yıllarda Necatibey Caddesi açılırken
tümüyle yıktırılmış.
Zaman Cumaertesi, Haber: Fatma Avcı, 19.02.2011
|
TÜTÜN DEĞİL, SANAT DEPOSU

Bir zamanlar Tekel'in tütün deposu olan
Paşalimanı'ndaki taş bina, 3 yıldır AKM'li
sanatçıları ağırlıyor. Tarihi mekan, manzarası ve iç
mimarisiyle ziyaretçileri kendine hayran bırakıyor.
Ama sakinleri pek memnun değil. Opera, bale ve
senfoni orkestrası sanatçıları ile Türk halk ve
sanat müziği icracıları, "Bina çok güzel fakat bize
uygun değil." diyorlar.
Yıllarca İstanbul'un göbeğinde Üsküdar
Meydanı'nın yanı başında, Boğaz'da metruk bir
halde kaldı. Sonra Tekel Müzesi olarak restore
edildi, 3 yıl önce sanat merkezi oldu. Tarihi
taş bina şimdilerde Devlet Opera ve Balesi,
İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası, Devlet
Tiyatroları, Türk Müziği Araştırma ve Uygulama
Topluluğu ve Devlet Türk Halk Müziği Korosu'na
ev sahipliği yapıyor. Taksim Atatürk Kültür
Merkezi (AKM) tadilata girince buradaki sanat
birimleri Üsküdar'daki Tekel Müzesi'ne taşındı.
Paşalimanı sahilindeki bina, Osmanlı
döneminde tahıl ambarı olarak kullanılmış.
Cumhuriyetten sonra ise Tekel deposuna
dönüştürülmüş. Şimdi deponun heybetli taş
duvarlarının içinde son derece şık döşenmiş bir
sanat merkezi var. Binaya girenleri
koridorlarında sergilenen eski tütün
makinelerinin yanı sıra İstanbul Senfoni
Orkestrası'nın veya Devlet Türk Halk Müziği
Korosu'nun prova sesleri karşılıyor. Gösterişli
merdivenleri, üç kafesi ve bir tiyatro sahnesi
de bulunuyor. Boğaz'a nazır, iki katlı tarihi
binanın her santiminde geçmişin izlerine
rastlayanlar hayranlığını gizleyemiyor.
Dolayısıyla bina çalışanlarının ve sanatçıların
ziyaretçilerden en çok duyduğu söz, "Binanız çok
güzel, ne kadar şanslısınız." oluyor.
Devlet Opera ve Balesi Sanat Teknik Müdürü
Behçet Malikler'in odasındayız. Masasının
yanında, Boğaz manzaralı pencerenin önündeki
şövalede yarım kalmış yağlıboya tablosu var. Bir
sanatçı dostu ziyaretine geliyor. Selamlaşmadan
sonra onun da ilk sözleri binanın güzelliğiyle
ilgili. Boğaz'a bakıyor ve sanatçıların böyle
bir manzara karşısında çalışma imkanı bulmasının
büyük bir şans olduğunu söylüyor. Tam da
Malikler bize bundan söz ediyordu: "Evet manzara
çok güzel, bina oldukça etkileyici, opera ve
bale olarak kendimize ait bir ofisimiz, binamız
olduğu için mutluyuz ama binanın fiziki şartları
bale ve operaya uygun değil." Malikler daha
önemli bir sorunlarının olduğuna dikkat çekiyor:
"İstanbul'da opera sahnesi yok. Banttan müzik
yayınlanarak bale ve opera yapılıyor. Onlar da
zaten balecik, operacık oluyor."
Zaten Tekel, taş duvarlardan ibaret olan
depoyu müze olarak restore etmiş. Kültür
Bakanlığı da mekanı Türk Müziği Müzesi yapmayı
planlıyormuş. Fakat AKM'nin tadilata girmesi
planı değiştirmiş. Tadilat bitene kadar kalacağı
söylenen kurumlar 3 yıldır burada.

Bina 3 blok halinde düşünülmüş. Birinci blok,
bale ve operaya ait. Diğer blok tiyatroya. Devlet
Tiyatrosu 180 kişilik küçük bir salon yapmış. Üçüncü
blok ise Senfoni Orkestrası, Türk Halk Müziği
Korosu ve Türk Müziği Araştırma ve Uygulama
Topluluğu kullanıyor. 101 kişilik İstanbul Devlet
Senfoni Orkestrası'nın küçük ve alçak tavanlı bir
prova salonu var. Orkestra Müdürü Ertuğrul Köse, "Bu
binada çalışma yaptığımız salon (eliyle ağzını
kapatıp konuşuyor) aynen böyle yapınca sesiniz nasıl
boğuk çıkıyorsa, bizim müziğimizin de sesi öyle
çıkıyor." diyor.
Senfoni Orkestrası sanatçıları da hallerinden pek
memnun değil. Köse, çalışma şartlarından daha önemli
bir sorunlarından bahsediyor: Konser verebilecek
büyük ve akustiği yeterli salonlarının olmaması.
Dünyanın tek konser salonu olmayan orkestrası
olduklarını belirten Köse, "Yaptığımız müziği
çalacağımız sahne bulamıyoruz. İstanbul'da çok az
sahne bize uygun. Lütfi Kırdar, Haliç Kültür Merkezi
ve Harbiye gibi. Geçtiğimiz yıl mayıs ayında ilgili
yerlere salonları için yazı gönderdik. Cevap sezon
açıldıktan iki ay sonra kasımda olumsuz olarak
geldi. Halbuki görüşmeye gittiğimizde çok olumlu
yaklaşmışlardı. Sonradan duyduk ki birileri
salonları kullanmamızı istememiş. Tüm bunların
siyasal sebeplerle yapıldığını düşünüyorum." AKM'nin
durumu açılan davalar yüzünde sürüncemede kaldı.
Bunu hatırlatınca Köse, "Geçen üç yıl, oradan
çıkartılmamızın sebebinin tadilat olmadığını
kanıtladı. Siyasi irade her şeyin üstündedir.
İsterseler çok kısa sürede bitirilebilir.
İstemedikleri için yapılmıyor." diyor.
İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası her ayın ilk
haftası Caddebostan Kültür Merkezi'nde, diğer
haftalar ise Fulya Sanat Merkezi'nde konser veriyor.
Köse, "Buralar CHP'li belediyeler olduğu için sanki
CHP'nin orkestrası gibi algılanıyoruz. Biz devletin,
Kültür Bakanlığı'nın orkestrasıyız." diyor. Orkestra
ekibi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı'nı
ziyaret etmeyi planlıyor. Başkandan konser salonu
isteyecekler.

Devlet Halk Müziği Korosu ve Türk Sanat Müziği Araştırma ve Uygulama Topluluğu'nun ofisleri binanın giriş katında penceresi olmayan bir köşede bulunuyor. Küçük ve alçak tabanlı odalar nemli ve soğuk. Topluluğun müdür yardımcısı Ümit Atalar (üstte) enstrümanların nemden akordunun bozulduğunu söylüyor.
Zaman Cumaertesi, Haber: Gülizar Baki,
19.02.2011
|
KORUMAYAN 'KORUMA KURULU' YARGILANIYOR

İstanbul Tuzla’da, üzerinde
yüzlerce yıllık tescilli ağaçların bulunduğu
Bizanslılardan kalma Ayazma’ya AKP’li Tuzla
Belediyesi tarafından nikah salonu yapılması iznini
veren 5 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu Üyelerinin yargılanmasına
başlandı.
Suç duyurusundan tam dört yıl sonra açılan dava,
İstanbul Adliyesi 10. Asliye Ceza Mahkemesinde,
2010/118 esas no’suyla görülüyor. Davada, kurul
üyelerinin ‘Görevi kötüye kullanma’ suçundan 3 yıla
kadar hapis ve siyasi haklarından da yoksun
bırakılarak cezalandırılmaları isteniyor.
Yargılanan kurul üyeleri içinde bulunan, AKP’li
Gebze Belediye Başkan Yardımcısı Zinnur Büyükgöz ,
AKP Tuzla Belediye Başkan Yardımcısı Münir Turhan,
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter
Yardımcısı İrfan Uzun, İstanbul Büyükşehir Belediye
temsilcisi Uğur İnan gibi siyasilerin yanı sıra,
öğretim üyeleri Fulin Bölen, Süleyman Faruk
Göncüoğlu, Mehmet Sinan Kılıçoğlu, Kemal Kutgün
Eyüpgiller de bulunuyor.
Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Tuzla
Belediye Başkanı Mehmet Demirci ile birlikte 5 No.lu
Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu üyeleri
hakkında 2006 yılında Tuzlalılar tarafından suç
duyurusu yapılmıştı.
Kültür Bakanlığı’nın aksine İçişleri Bakanlığı,
Belediye Başkanları Kadir Topbaş ve Mehmet Demirci
hakkında soruşturma izni vermemişti. Tuzla
Cumhuriyet Savcısı Ersel Ertürk tarafından
‘soruşturma izni verilmemesine’ ilişkin karara
itiraz edilmemişti. Yasa dışı inşaat için, yasa dışı
ihale yaparak; anıt ağaçları yok eden ve kamuyu
zarara uğratan başkanların yargılanmasının yolu da
böylece kapanmış oldu.
AKP’li Tuzla Belediyesi,
koruma alanında kalan ve içerisinde yüzlerce yıllık
tescilli ağaçların bulunduğu tarihi Ayazma’ya, nikah
salonu yapma kararı aldı. Koruma Kurulundan izinsiz
başlatılan inşaat sırasında, pek çok tescilli ağacın
sökülmesi halkın tepkisine neden oldu.
Tuzlalıların
topladıkları 7 bin imzalı dilekçe 18/12/2006
tarihinde, Kültür ve Turizm Bakanlığına, 5 No.lu
Koruma Kuruluna ve Tuzla Kaymakamlığına iletildi.
Koruma Kurulu aldığı kararla yasa dışı inşaatı
durdurmak zorunda kaldı. Ancak bir süre sonra Tuzla
Belediyesi, bu kez aynı Koruma Kurulu'ndan bir kez
daha inşaat izni istedi.
Belediyenin talebi üzerine toplanan 5 No.lu Koruma
Kurulu aynı oturumda, birbiriyle çelişen iki farklı
karar alarak bir skandala imza atmış, konu basında
yer alınca, kurul geri adım atıp, kendi verdiği izni
iptal ederek inşaatı durdurmak zorundu kalmıştı.
Evrensel, 19.02.2011
******
İKİ BAKANLIKTAN İKİ FARKLI
KARAR
Kültür Bakanlığı yapılan şikayetleri dikkate alarak
sorumlular hakkında inceleme başlattı.
Görevlendirdiği başmüfettiş hazırladığı raporda,
kurul üyelerinin suçlu olduğunu ve yargılanmalarına
izin verilmesini istedi.
Kültür Bakanlığı tarafından ‘yargılanma izni
verilen’ kurul üyeleri Ankara İdare Mahkemesine
itirazda bulundularsa da, mahkeme bu itirazları
yerinde bulmayarak reddetti ve kurul üyelerinin
yargılanmalarının önünü açtı. Ancak dönemin Tuzla
Belediye Başkanı Mehmet Demirci ve İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş için
yapılan suç duyurusuna İçişleri Bakanlığı izin
vermeyince “İzni veren yargılanıyor, ortalığı talan
eden kurtuluyor” gibi tuhaf bir durum ortaya çıktı
ve başkanlar yargılanmaktan kurtuldu.
Evrensel, 19.02.2011
|
 |
MOZAİK MÜZESİ AY SONUNDA AÇILIYOR
Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Asım Güzelbey, TV8 ekranlarında Erkan Tan’ın canlı yayın konuğu oldu. 40 Bin metre kare alan üzerinde yapılan Zeugma mozaik Müzesi ve Kongre Merkezinin bu ayın sonunda açılacağını belirten Güzelbey, “Bugüne kadar dünyanın en büyük mozaik müzesinin Tunus’ta olduğu biliniyordu ama Gaziantep’te açılan Mozaik Müzesinin ardından bu unvan bize geçecek. Gerek renk armonisi olarak gerekse sergilenen mozaik miktarı olarak Gaziantep Mozaik Müzesi bu noktada dünyanın en büyüğü olacak" dedi.
1 milyar 226 milyon dolar borçla devraldıkları Belediyenin borcunun bugün 500 Milyon doların altında olduğunu hatırlatan Başkan Güzelbey, “Borçlarımızın üçte ikisinden fazlasını ödemiş bulunuyoruz. Bunun yanı sıra Türkiye’de ilkler ve enler arasında yer alan birçok projeyi de gerek AB hibe fonlarından istifade ederek, gerekse belediyemizin öz kaynaklarından karşılamak suretiyle Gaziantep halkının hizmetine sunduk diye konuştu.
“Belediyemiz öz kaynakları ile Raylı Sistem gibi çağdaş ulaşım olanaklarını şehrine kazandıran tek belediyeyiz diyen Güzelbey, “Projemizi hazine garantisi olmadan gerçekleştirdik. Muhalefet partisinin belediye başkanlarına özellikle belirtmek istiyorum. İktidar Partisinin belediyesiyiz diye bize torpil yapıldığını düşünmesinler. Hazinenin hiçbir siyasi parti ayrımı, kimseye iltiması yoktur. Projelerimizin neredeyse tamamını kendi ekip arkadaşlarımızla hazırlıyoruz. Biz belediyemize kesinlikle siyaseti sokmuyoruz. Bizim için insanların kafa yapılarından çok sahip oldukları bilgi ve beceriler önem arz ediyor” dedi.
Gazianetp 27 Gazetesi, 19.02.2011
|
MUDANYA'DA TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞI
Mudanya'da bir
evde yapılan aramada çok sayıda tarihi eser ele
geçirilirken, olayla ilgili 4 kişi gözaltına alındı.
Edinilen bilgiye göre, Hasanbey Mahallesi Filiz
Villaları Caddesi'nde bir evde tarihi eser olduğu
ihbarını alan polis hakete geçti. Eve baskın
düzenleyen Mudanya İlçe Emniyet Müdürlüğü ekipleri,
M.Y. (43), M.Ö. (47), T.Y. (43) ve N.Ö'yü ( 47)
gözaltına aldı. Evde yapılan aramada 108 adet
yağdanlık, 2 küçük küp, testi ve av tüfeği ele
geçirildi. Olayla ilgili soruşturma başlatıldı.
Bursa Olay, 19.02.2011
|
|
10 BİN KİTAPLI SARAY KÜTÜPHANESİ

Akile Çelik ve ekibi, işlerini çok seviyor ama uzun süre toz arasında kaldıkları için faranjit, göz kaşınmaları, akma, yanma, bel fıtığı gibi rahatsızlıklara yakalanıyorlar.
Dolmabahçe Sarayı'ndaki Abdülmecid Efendi
Kütüphanesi'nin 2 yıldır envanteri çıkarılıyor. 10
bin 867 kitabın yer aldığı kütüphanede, 2 bin 280
eserin fotoğrafı çekildi. Yazarı, yayınevi, konusu
vb. bilgiler kaydedildi. Şimdilik kurum personelinin
yararlandığı nadide kitaplar, dijital ortama
aktarılınca halka açılacak.
Hiç dikkatinizi çekti mi, Dolmabahçe Sarayı'nın
Hünkar Dairesi'nde büyük bir kütüphane var. İçi,
tarihi eser niteliğindeymiş gibi görünen
kitaplarla dolu. 1889 tarihli Victor Hugo'nun
'Notre Dame'ın Kamburu' kitabı ansiklopedi
kalınlığında. Emile Zola'ya, Voltaire'ye,
Goethe'ye, Henrik İbsen'e, Schiller'e ait yüzyıl
önce basılan birçok eser... Pierre Loti, Claude
Farrere, Recaizade Mahmut Ekrem, Abdülhak Hamit
gibi edebiyatçıların ithaf yazısıyla hediye
ettiği kitaplar. Elyazmaları, resim, müzik,
tarih, coğrafya kitapları, yabancı gazete ve
dergiler... Bu özel kütüphane, son Osmanlı
halifesi Abdülmecid Efendi'ye ait. Kitapların
büyük kısmında ya mührü, ya imzası ya da el
yazısıyla aldığı notlar var. Çoğu Fransızca ve
Almanca. Çünkü halife, bu dilleri iyi biliyor. 3
Mart 1924'te hilafet kaldırılınca bu odadan
sürgüne gönderilmiş.
Kütüphanenin bulunduğu mekan sıradan bir yer
değil. İçindeki 10 binden fazla kitapla 19.
yüzyıl sonları ile 20. yüzyıl başlarının
araştırılmasında önemli bilgi ve belge merkezi
niteliği taşıyor. Abdülmecid Efendi, kitapların
büyük çoğunluğunu yurtiçi ve yurtdışındaki
yayınevlerinden satın almış. Avrupa sanatını ve
edebiyatını düzenli olarak takip eden, yerli ve
yabancı birçok gazete ve dergiye abone olan
dönemin entelektüellerinden. Çeşitli dergilerin
sayıları, ansiklopedi, sözlük, yıllık, harita
gibi başvuru eserlerinin yanı sıra ailesine ait
fotoğraflar, çeşitli albümler de kütüphanesinde
yer bulmuş. Ancak sarayı gezerken kütüphaneyi
uzaktan görebiliyorsunuz. İçine girmek, okumak
ya da araştırma yapmak için tozlu rafları
karıştırmaya izin yok. Şimdilik sadece kurum
personeli yararlanabiliyor. 2008 yılında,
kütüphanede bulunan ve nadir eser özelliği
taşıyan kitaplar, saraydaki diğer objeler gibi
değerlendirilerek 'Kitap Seksiyonu' oluşturulmuş
ve özel bir arşiv programıyla kaydedilmeye
başlanmış. Dolmabahçe Sarayı Kütüphane ve Kitap
Seksiyonu Sorumlusu Akile Çelik, envanter
çalışması bittikten sonra kitapların dijital
ortama aktarılacağını ve ancak o zaman
araştırmacılara ve halkın kullanımına
açılacağını söylüyor.
Kitap sayısının 12 bini bulacağı tahmin
ediliyor Kütüphanenin envanteri ilk kez
1952'de çıkarılmış. 1992-1993 yıllarında yeniden
gözden geçirilerek bir katalog oluşturulmuş.
Böylece envanter defterinde 4 bin 453 görünen
kitap sayısı 10 bin 867'ye ulaşmış. Depolardan
ve bodrumlardan çıkan yeni kitaplarla sayının 12
bini bulacağı düşünülüyor. Ansiklopedi
kalınlığındaki klasik romanlar, yakında Milli
Saraylar Koleksiyon Müzesi'nde sergilenecek.
Atatürk de yararlanmış Atatürk'ün,
Dolmabahçe Sarayı'nda bulunduğu dönemlerde
Abdülmecid Efendi Kütüphanesi'nden
faydalandığını, hatta kitapların bir kısmını
Ankara'da inceledikten sonra iade ettiği arşiv
belgelerinden anlaşılıyor.
Dönemin ajans press'i Argus
Kütüphanede Argus adlı 'gazete kesme firması'
tarafından gönderilmiş kupürler var. Argus'un o
dönemin Ajans Press'i olduğunu söyleyebiliriz.
Çünkü Andülmecid Efendi sürgün edildikten sonra
aylık abonman karşılığında halifeliğin
kaldırılışı ile ilgili gazete yazılarını keserek
kendine göndermiş.
Abdülmecid Efendi, ünlü edebiyatçıları,
ressamları kütüphanesinde ağırlamış,
görüşmelerinin ve çalışmalarının çoğunu burada
yapmış. Halife seçildiğinde, veliaht
dairesindeki kütüphanesinde de halifelik
beyannamesini ve saltanat feragatnamesini
imzalamış.
Mermer ciltli kitap Kütüphanede yer
alan nadir eserlerin birçoğu ciltleri açısından
da önemli. Kimi mermer, ahşap, atlas, kadife
gibi kumaşlar kullanılarak, üzerlerine altın
yaldızlı, Osmanlı arması, tuğra, ay yıldız formu
ve 19. yüzyıl motifleri ile süslenmiş.
Kütüphane merdiveni Kütüphanede ilginç
mobilyalar da var. Üstte sağdaki küçük
fotoğraftaki merdiven, yan tarafındaki kol
sayesinde sandalyeye dönüşüyor. Üzerindeki AH
damgası, II. Abdülhamid'in marangoz atölyesinde
yapıldığının işareti.
1919 tarihli İnci dergisi Halife,
kadınların meslek sahibi olmalarını, sanat ve
edebiyat alanındaki gelişimlerini desteklemiş ve
kadın dergisi İnci'nin 1919'daki 9. sayısına
röportaj vermiş. Kütüphane koleksiyonuna kayıtlı
olan dergideki röportajı Sedat Simavi yapmış.
Halife, röportajda, kadının toplumdaki yeri,
giyim tarzı, edebiyat alanındaki eserleri ve
Türk kadını hakkındaki düşüncelerini açıklıyor.

Başında haç, sonunda ay yıldız olan kitap
Kütüphanede Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u
fethini anlatan ilginç bir kitaba rastlıyoruz. Ön
kapakta haç, arka kapakta ay yıldız yer alıyor.
Yazarı Gustave Schlumberger tarafından yazılmış bir
ithaf yazısı. Basım tarihi 1915. Akile Çelik,
Fransızca olan kitabı, Milli Saraylar Yayın
Kurulu'na sunacaklarını ve yakında yeni baskısıyla
yayımlanabileceğini söylüyor.
Sayılarla Abdülmecid Efendi Kütüphanesi
Kütüphaneye kayıtlı 10 bin 867 kitap var. Bugüne
kadar 2 bin 280'inin envanteri çıkarılmış.
Kitapların 3 bin 836'sı Osmanlıca, 322'si Arapça,
15'i Farsça, 199'u hem Osmanlıca hem Fransızca, 41'i
hem Osmanlıca hem Almanca. Geriye kalan 6 bin 454'ü
sadece Fransızca ve Almanca.
Kütüphanede bazıları ciltli olmak üzere 700
gazete, 3.829 dergi bulunuyor.
Önemli bazı nadir eserler ve az sayıda (48 adet)
yazma eser de yer alıyor. 687 numaraya kayıtlı,
Usulü'l Hikem fi Nizamü'l Ümem isimli kitap, ilk
Türk matbaası İbrahim Müteferrika Matbaası'nda
basılmış olması açısından en nadir eserler arasında.
Kütüphanedeki kitapların genellikle 1840-1920
yılları arasında tarihli. Bununla beraber Hicri 1039
tarihli Kur'an, 996 tarihli Manzum Siyer gibi yazma
eserler de koleksiyonda.
Zaman Cuma, Haber: Sevinç Özarslan, 18.02.2011
|
"BU BİR ÖLÜM KALIM KAVGASI, YA KAZANACAĞIM YA
KAZANACAĞIM!
Şirince sessiz sedasız baharı
karşılar gibi... Köyün girişinde tur otobüsleri,
taşlı dar sokaklarda gezinen turistler... Erken
bahara uyup çiçek açan meyve ağaçları, papatyalar...
Adını biraz da Nişanyan Evleri’yle duyurdu Şirince.
Sevimli turistik bir köy olarak daha fazla tanınmaya
başladı. Şirince adı
Sevan Nişanyan ve “Nişanyan Evleri”yle gündeme
geldi gelmesine ama hikayenin büyük çoğunluğu
yasalara ve imar mevzuatına takıldı. Nişanyan, daha
önceden de 10 ay hapis yatmasına neden olan evler ve
yenilerinin yıkım kararıyla yine gündemde.
Şirince baharı karşılar gibi görünse de aslında
aralarında Sevan Nişanyan ve Matematik Köyü kurucusu
Ali Nesin’in evlerinin de bulunduğu kaçak binaların
yıkılacağı haberi köyü epeyce karıştırdı. Selçuk
Kaymakamlığı ilk etapta, 22 yapı için “sit alanında
kaçak olarak inşa edildikleri” gerekçesiyle
İzmir İl Özel İdaresi Encümeni tarafından geçen
yıl eylül ayında alınan yıkım kararını perşembe günü
uygulamaya koyacaktı. Hareketlenen ortam geri adım
atılmasına neden oldu. Yıkım şimdilik durdu...
Evlerin yıkılmasına ölümü bile göze aldığını
vurgulayarak karşı duracağını söyleyen Nişanyan’la
neler olup bittiğini konuşuyoruz...
* Hikayeye Şirince’ye geldiğiniz günlerden
başlasak...
Basit bir hikaye aslında... Biz Şirince’ye geldik,
aşık olduk, çok beğendik. Burasının da
Türkiye’nin kırk bin diğer köyü gibi elden
gitmekte olduğunu gördük, üzüldük. ‘Buna nasıl bir
çare bulabiliriz. Nasıl korunabilir’ derdine düştük.
Olayın sadece yasaklar düzeyinde olmayacağını
düşündük. Çünkü bir şeyin korunabilmesi için kendi
kendine üretebilmesi lazım. Bunun için formüller,
mimari modeller, gerçekleştirilebilir ve
sürdürülebilir bir model oluşturmaya çalıştık.
Zannediyorum bütün Türkiye’ye örnek olabilecek
nitelikte bir tesis çıkarttık ortaya.
* Başınıza bir sürü şey geldi. Hapse
girmiştiniz.....
-Evet hapse de girdim, çıktım. Sanıyorum tekrar da
gireceğim. Bundan dolayı da gurur duyuyorum. Doğru
bir iş yapmak kendi başına kendi kendisinin
ödülüdür. Bunun içim bir takım bedeller ödenmesi
gerekiyorsa o bedeller de ödenir. Bu son yıkım
kararının anlamı da şudur. Diyor ki adam ‘Senin
yapmış olduğun işin iyi veya kötü olması beni
ilgilendirmez. Yapacağımız işin bir cinayet olması
da bizi ilgilendirmez.’ Diyor ki ‘Mevzuatın
üstünlüğünü korumak uğruna işlemeyeceğim cinayet
yoktur.’ Bunu da bir güç gösterisi olarak yapıyor.
Dolayısıyla buradaki mücadele sadece ‘Nişanyan
Evleri’, yalnızca Şirince mücadelesi de değildir.
Memleketin başına bir
kanser gibi çöreklenmiş olan bir korkunç
anlayışın mücadelesidir.
* Hangi evler yıkılacak?
16 yıldan beri inşa ettiğim her şeyi yıkmaya
kararlılar. Hem daha önce hapse girmeme sebep olan 4
taneyi, hem de yenilerini. Şirince’de 95 yapı için
alınmış yıkım kararı var. İlk etapta bunun 22’sini
perşembe yapılacaktı. Bu 22 yapının 5’i de Nesin
Vakfı ve bize ait olanlardı. Bu işin yöntemi şudur,
önce bir bürokratik çıkmaz yaratırsın. Mesela bütün
Türkiye turizminin yüz akı olan bir takım otellerin
yıkım kararını alırsınız sonra dersiniz ki “Bunları
uygulamayacağız buyur sen işlet.” Ama sonra bu
binalar yasal olarak yok hükmünde olduğu için
onaramazsınız, herhangi bir işlem yapmak için ruhsat
alamazsınız. 2 seçeneğiniz vardır. Ya bırakıp pes
ettim diyeceksiniz ya da yasa dışı yapacaksınız bazı
şeyleri.
* Neler yaptınız?
Burası Allah’ın çölü bir yerdi. Buranın toprağını
kullanıp, Ege’nin tipik bağ evi ruhu içinde tamamen
el emeği ve göz nuru ürünü olan mütevazi 30-40
metrekarelik köy evleri yaptım. Küçük bir mezra gibi
yer oluştu. Yasa dışı mı? Evet yasa dışı. Bundan da
gurur duyuyorum. 27 senedir bu köyde çivi çakmak
yasak. Aslında yasak bile değil. Tam 27 senedir çivi
çakmak için başvurduklarında ne yapacaklarını bile
bilmiyorlar. 1983’te
sit alanı ilan edildi. İmar Planı ancak 2008’de
çıktı, 2 ay sonra iptal edildi. Tekrar 2010’da çıktı
şu anda da Kültür Bakanlığı tarafından iptali söz
konusu. Yani inanılmaz bir budalalık gidiyor.
Mevzuat öyle ki elinizi kolunuzu bağlıyor. Özetle
diyor ki “Gel bana yalvar ben sana yol göstereyim.”
Ben de onu yapmıyorum. Siyasi yönü de bariz bir
şekilde var.
* Yaşadıklarınızın Balyoz Soruşturması’yla
da bağı olduğunu iddia ettiniz. Nasıl bir bağ var?
Kamuoyuna yansıyandan çok daha fazla şey biliyorum
aslında. 10 seneden fazladır ordu içinde ve sivil
bir kısım kişiler tarafından yok edilmeye
çalışılıyorum. Beni hedef belirlemeleri 2000’de
Giresun’da başladı. O zamandan beri “Bu adam hem
Ermeni hem de devlete meydan okuyor buna izin
veremeyiz” anlayışında insanlar var. Tahmin
edemediğim kumpaslar var.
* Birebir yaşadığınız şeyler mi bunlar?
Buraya gelip etrafımda dolaşan insanlar, gelip
bilgi alıp aktaran kişiler, Oda TV çevresinden gelip
kontrol altına almaya yönelik hamleler... İnsanın
kanını donduran, bir
ırkçılık var. Bu yüzeyde fazla görünmez. Ama
mesela devlet dairesine gitmişsindir kapıdan
çıkarken sana “Pis herif git
Ermenistan’a” der. Böyle gözü dönmüş bir cinayet
hissi var. Bir buçuk senedir İzmir’de bu işi
karıştıran da bu zihniyet. “Bu adam vatan millet
düşmanıdır ve vatan için yok etmek lazım” temasını
kullanıyorlar.
Suikast planları son derece gerçek ve bir iki
değil. Bir ara 14 kişilik ekip koruyordu beni.
“Koruma verirseniz dava ederim ve hiçbir şekilde
size güvenmiyorum” dedim. Benim tavrım
Hrant Dink’in tavrından farklı. Kavga gördüğüm
yerde geri adım atamıyorum. Daha dikleşiyorum. Ölüm
korkusu diye bir korkum yok. Dolayısıyla bu bir ölüm
kalım kavgasıdır. Ya kazanacağım ya kazanacağım. 27
senedir adım atmayı başaramadıkları bir batakta tek
bir insanın çıkıp bir köyün kaderini olumlu yönde
değiştirmesi bunlar için bir hakarettir.
* Yıkım olursa ölümü göze aldığınızı da
söylediniz...
Hrant Dink davasında yapılan hatayı
tekrarlıyorlar. Zannettiler ki Hrant Dink’i
öldürünce susacak. Aksine öldürünce konuşmaya
başladı. Zannediyorlar yıkmakla zafer
kazanacaklar. Aksine yıktıklarında hezimete
uğrayacaklar. Son dakikada geri atacağım
zannediyorlar. Cesedimi çiğnemeden yıkabileceklerini
zannediyorlarsa yanılıyorlar. Hakikatten o zaman
aptallıktan görevden alınmaları lazım. Ölümden
korkan bir insan “Yanlış Cumhuriyet” kitabını
yazmaz. Ölümden korkan bir insan Hodri Meydan
Kulesi’ni dikmez. Ve buranın yıkılması demek benim
hayatım boyunca yaptığım en önemli işin yıkılması
demek. Ben o zaman ne yapacağım ki 10 sene daha
yaşayıp?
* Bu kadar üstüne gitmenizin nedeni aslında
buradan, Şirince’den çok büyük rant elde etmeniz
olarak düşünülebilir... Buradan büyük gelir elde
ediyor musunuz?
10 yaşında bir Kartal araba kullanıyorum. Toplam
5-6 tane de gömleğim var. Malvarlığım yok. Biz Şirince’ye çok parasız olduğumuz bir dönemde geldik.
Şehir yaşamının maliyetini kaldıramadığımız için
geldik. Beş parasız başladık bu işe şimdi Allah’a
şükür düzgünce bir gelirimiz var. 20 hane geçiniyor
bu köyden... Gelen parayı yatırdık. 10 sene içinde 3
milyon lira civarında bir yatırımımız oldu. 3 milyon
liraya bir apartman alabilirsiniz Selçuk’ta veya
herhangi bir yerde. Ve bunun rantıyla paşalar gibi
yaşarsınız hayatınız boyunca. Böyle bir şey
yapmadık. Hoşumuza giden bir iş yapmak istiyoruz.
Çocuklarımıza güzel bir eser bırakmak istiyoruz.
Bunun da pekala bilincindeler ve bundan çok rahatsız
oluyorlar.
* Siyasilerden,
AKP’den sizi destekleyenler olduğunu
söylemiştiniz. Şimdi ne oldu da değişti?
Var ama tepki için yaptığımız ve 29 Ekim 2010’da
açtığımız Hodri Meydan Kulesi onların da kolay kolay
kaldıramayacağı bir hamleydi. Galiba bana birkaç
gündür söylenen o ki, filmi kopartan Hodri Meydan
Kulesi... Bundan dolayı asla pişman değilim. O
kulenin dikilmesi gerekiyor. Herkesin bir Hodri
Meydan Kulesi dikmesi gerekiyor kendi imkan ve
şeraiti içerisinde. “Yeter artık” demenin bir
simgesidir. Bir bayrak göstermenin simgesidir ama
bölücülük anlamında değil bu... 72 milyonun
bağımsızlığını ilan etmesi lazım. O noktaya gelindi
işte.
* Eğer Ermeni asıllı olmasaydınız ya da
Sevan Nişanyan olmasaydınız bunlar başınıza gelmezdi
diye mi düşünüyorsunuz?
Bu boyuta ulaşmazdı. Sevan Nişanyan olmam olayın
bir cephesidir. Temel
hadise, devlete boyun eğeceksin düşüncesidir.
“Üstelik Ermeni gelip meydan okuyor. Bunu yok
edeceğim” diyor. Buna da “En doğal hakkımdır bu.
Başka türlü olsa zaten devletimiz batar” diye akıl
yürütüyor. Yıkımı boş verin, 30 küsur sene hapsimi
istiyor. Pek kurtuluşu olduğunu sanmıyorum.
* 30 yıl ceza alacağınızı düşünüyor musunuz?
Alacağım gibi görünüyor. Mekanizma son derece
net, 18 tane dava açtı. Bunların hepsi aslında hava civa davalar. Girişte bir kaz kümesi var, onu
kapısının üstü bitmemiş olarak duruyordu. Ona
tuğladan bir kemer yaptım. Kümesin üstüne kemer
davası olarak açıldı. 5 sene kadar hapis istemi var
oradan. Şu an oturduğum eve de bir tane dava açtılar
5 seneye kadar. Buranın bütününe bir tane daha dava
açtılar. Arazi içindeki birkaç tane ev için toplam
15 sene olan üç dava var. Daha buna benzer...
Milliyet Ege, Haber: Banu Şen, 18.02.2011
******
"ŞİRİNCE İÇİN KARARI ARTIK ANKARA VERECEK"
İzmir İl Genel Meclisi Başkanı Serdar Değirmenci,
Şirince Köyü'nde Yazar Sevan Nişanyan ve bazı köy
sakinleri tarafından kaçak olarak inşa edilen
yapılarla ilgili gerçekleşmesi beklenen yıkım
kararının durdurulması üzerine yaptığı açıklamada,
"Bundan sonra kararı Ankara verecek. Sorunun çözüm
adresi İzmir değil, Ankara'dır" dedi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın yazısı üzerine
durdurulan yıkım kararı ile ilgili partisine sözlü
saldırıda bulunulduğunu belirterek CHP Grup Başkan
Vekili Hüseyin Mumcuoğlu ve İl Encümen üyeleri Emre
Özer, Hakkı Güney, Nevzat Kavalar, Barış Güldoğan ve
CHP Grubu Üyesi Seyfettin Şen ile birlikte açıklama
yapan Değirmenci, "Yıkım kararını tek başına CHP
almadı. Buna rağmen öyle gösterilmeye çalışıldı.
Kaldı ki, İl Encümeni'nde Vali de dahil olmak üzere
6 tane devlet memuru vardır, alınan bu kararların
hepsi de yasaldır" diye konuştu.
Şirince'nin Koruma Amaçlı İmar Planı'nın geçmişi ile
ilgili bilgi veren Değirmenci, bu plana aykırı
olarak inşa edilmiş 22 kaçak yapı hakkında yıkım
kararı bulunduğunu söyledi. Yıkım kararı kesinleşmiş
22 yapıdan 7 tanesinin geçmiş yıllarda AKP ve
CHP koalisyonu döneminde, 7 tanesinin AKP'nin
çoğunlukta olduğu dönemde ve 9 tanesinin de CHP'nin
tek başına İl Encümeni'nde temsil edildiği dönemde
alındığı bilgisini veren Değirmenci, "Görüldüğü gibi
yıkım kararını tek başına CHP almamış, alınan bu
kararların hepsi de yasaldır. Encümende kim olursa
olsun kanun gereği imara aykırı bu yapılar için
yıkım kararı almak zorundadır. Aksi halde kanunla
kendine verilmiş görevleri yapmamakla suçlanarak
görevi ihmal etmiş olacaklardır. Ayrıca alınan tüm
yıkım kararlarına yapılan itirazlar, Danıştay
tarafından reddedilmiştir" dedi.
İl Encümeni'nin yıkım kararını aldığını, artık
yapacak bir şeyi kalmadığını, sorunun çözüm yerinin
ise İzmir değil, Ankara olduğunu belirten
Değirmenci, "Yıkım kararı gerçekleşecekken, Kültür
ve Turizm Bakanlığı'ndan gelen yazı ile durduruldu.
Ama yazıda 'yıkın ya da yıkmayın' demiyor. Biz de
açık ifadelerin kullanılmasını istediğimiz bir yazı
gönderdik. Eğer yıkım duracaksa Kültür ve Turizm
Bakanlığı bize, 'Yıkımı durdurun' diye yazı
göndersin. Topu bize atmasın. Bundan sonra kararı
Ankara verecek. Sorunun çözüm adresi İzmir değil,
Ankara'dır" dedi.
İl Genel Meclisi CHP Grup Başkan Vekili Hüseyin
Mumcuoğlu ise, "Kişisel çıkarlar için partimize
yapılan haksız eleştirileri ve saldırıları
reddediyoruz. Çıkarları için bilgi kirliliği yaratıp
insanları etkilemeye çalışıyorlar. CHP toplumsal
menfaatleri ön planda tutan koruma bilincine sahip
en büyük partidir" dedi.
Bir gazetecinin Yazar Sevan Nişanyan'ın bazı
gazetelere yaptığı, "Yıkım kararının arkasında Canan
Arıtman ekolünün devamı olan isimler var" şeklindeki
sözlerini sorması üzerine Değirmenci, "Biz Canan
Arıtman'ın değil, Mustafa Kemal'ın, İsmet İnönü'nün
ekolünden geliyoruz. Türkiye Cumhuriyeti kurulurken
Türk'ü, Ermeni'si, Çerkez'i birlikte hareket
etmiştir. Çanakkale'de birlikte savaşmıştır.
Irkçılığa, ayrımcılığa karşıyız" şeklinde konuştu.
Yeni Asır, Haber: İlker Çoban, 18.02.2011
******
"KİMSEYE TAVİZ YOK"
İzmir Selçuk'un Şirince
Köyü'nde gerçekleşmesi planlanan yıkımı İzmir
Valiliği İl Özel İdaresi'ne bir yazı göndererek
durduran Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay,
önemli açıklamalarda bulundu. Şirince'de aşırı
ticarileşme yaşandığına dikkat çeken Günay, "Şirince'de
yapılabilecek ne varsa yapacağız. Ancak kimse bizden
taviz beklemesin" diye konuştu. İzmir Valisi Cahit
Kıraç, İl Encümen üyeleri ve bürokrasiye yönelik
hakarete varan sözler söyleyen yazar Sevan Nişanyan
ve Prof.Dr. Ali Nesin'le ilgili ise, "Onlarla
muhatap değilim" dedi.
Geçtiğimiz perşembe sabahı gerçekleşmesi beklenen
yıkımı durdurmasının sebebi ile ilgili de bilgi
veren Günay, "Bazı haksızlıklar olabileceği, bazı
yapıların estetik olduğu, kamuoyunu ikna etmeden
yapılacak yıkımın yanlış anlaşılabileceği
düşüncesiyle durdurulmasını istedik" diye konuştu.
Şirince'nin Koruma Amaçlı İmar Planı'nı yeniden
değerlendireceklerini belirten Günay, "Planın revize
ihtiyacı var mı, yok mu değerlendireceğiz. Fakat ben
kendi bakanlığımın 4 katını yıktım. Topkapı
Sarayı'nın bazı eklentilerini, kendi ellerimle
yıktım. Aşırı ticarileşmeye göz yumamayız.
Şirince'de yapılabilecek ne varsa yapacağız. Kimse
bizden taviz beklemesin" şeklinde konuştu.
Şirince'nin doğal dokusunda bozulmalar bulunduğunu
dile getiren Bakan Ertuğrul Günay, fazla
ticarileşmenin gözardı edilemeyecek boyutta olduğuna
dikkat çekti. Şirince'deki bazı yapılarla ilgili
kurul ve mahkeme kararları bulunduğunu hatırlatan
Günay, "Alınan yıkım kararları ile ilgili
mağduriyete yol açmadan çözüm bulmak istiyoruz. Bazı
vatandaşlarımız imara aykırı yapılarıyla ilgili
kendileri düzeltmede bulunabilirler. Belki biz de
5-10 gün sonra Şirince ile ilgili bir çözüm formülü
geliştirebiliriz. Ancak bu konuyla ilgili bazı
arkadaşlar medyada abartarak yer alıyorlar" dedi.
Şirince'de geçtiğimiz perşembe sabahı kaçak olarak
inşa edilen ve içlerinde Sevan Nişanyan'a ait
olanların da bulunduğu 22 yapı ile ilgili planlanan
yıkım, çarşamba akşamı Kültür ve Turizm Bakanlığı
tarafından İl Özel İdaresi'ne gönderilen bir yazı
sonrasında durduruldu. İl Genel Meclisi Başkanı
Serdar Değirmenci, yazıda Koruma Amaçlı İmar
Planı'nın uygulanmasında sıkıntı yaşandığı,
sorunların çözüm yollarının tartışılması ve imar
uygulamalarının sonuçlandırılması için mevcut planın
kadastral paftalara göre revize edileceğinin
gözönünde bulundurulmasının istendiği belirtildi. Bu
yazı üzerine yıkımı durdurduklarını belirten
Değirmenci, "Yazı üzerine tereddüde düşülmesi
üzerine yıkım durduruldu. İhale süreci dolayısıyla
telafisi imkansız hukuki ve mali sorunların
çıkmasını istemediğimiz için Kültür ve Turizm
Bakanlığı'na yeni bir yazı gönderdik. Bu konuların
açıklığa kavuşturulmasını istedik. Gelecek yazıya
göre hareket edeceğiz" diye konuştu.
Yeni Asır, Haber: İlker Çoban, 20.02.2011
******
NİŞANYAN, ŞİRİNCE'DE NE YAPIYOR, NEDEN YAPIYOR?
Devir, şüphe devri. Herkes, her işin içinde bir
bityeniği arıyor. Ben, gerçeği arıyorum. Ben sade
bir vatandaşım.
Sevan Nişanyan’ın yaptığı tüm inşaatlara
maalesef, yüz yüze bakarak yaşamımı sürdürüyorum.
Su katılmamış gerçekleri herkesle paylaşmak
istememde, köyün geleceğinden başka bir düşüncem
veya kaygım yok.
Kaç inşaat yaptı?
Nişanyan, kaç inşaat yaptı? Bağ Evleri (yaklaşık
altı ünite), havuz kompleksi, Bağ Evleri
müştemilatı, iki münferit iki katlı bina, su
sarnıcı, 12 metre yüksekliğinde Hodri Meydan Kulesi,
2.5 katlı Nişanyan Otel binası, otel bahçesinde
hamam, Cumbalı Ev, Kerevetli Ev, Hamamlı Ev,
Matematik Köyü kompleksi (üç adet münferit iki katlı
ev, kafeterya, hamam ve teraslar dışında en az 10
adet bina).
Sevan Nişanyan’ın suçladığı Şirince imar kanunu eğer
zamanında çıksaymış ya da bugün çıksa ve yürürlüğe
girse bu binalardan kaçının izinli olma ihtimali
vardı? Yalnızca
tadilat yaptığı üç evin, yani Cumbalı Ev,
Kerevetli Ev ve Hamamlı Ev’in. İmar kanunu çıkmış
olsa dahi Sevan Nişanyan 20-25 adet binayı izinsiz
yapmış olacaktı.
Yasalar üzerinde değil
İmar Kanunu’nun çıkıp çıkmaması, Sevan Nişanyan’ın
“mağduriyeti” ile alakalı değildir. Bu koparılan
vaveylada ikinci son derece sarih hata ise
şuradadır: Şirince’de ben dahil hemen herkesin kaçak
denebilecek bir yapısı vardır. Ama, hiçbir evin
sahibi, her an tepemize yıkacaklar korkusuyla
yaşamaz.
Bugün Nişanyan’ın kaçak olup hakkında kesinleşmiş
yıkım kararı olan 20’ye yakın binasından üçüne yıkım
kararının fiilen uygulanması girişiminin sebebi,
sadece ve sadece kendisinin son bir yıl içinde iyice
dellenip defaten devlete meydan okuması, hakaret
etmesi, kendini devletin ve yasaların üzerinde ilan
etmesidir.
Kimse mutlu olmaz
İmar Kanunu çıksa iyi olacak elbette. Köylü de bunu
ister tabii. Ama koruma altında, 1’inci derece
kentsel sit ve 3’üncü derece doğal
sit alanı olan bir köyde çıkacak olan kanun,
zaten tabiatı gereği, inşaatlarla gelişmek,
yayılmak, yenilenme isteyen hiç kimseyi mutlu edecek
bir şey değildir. Bu konuda da gerçekçi olmak
gerekir.
Koruma altında bir köyde yaşamak kolay değildir.
Kimse Şirince’nin sit alanı olması neticesindeki
zorlukları, bu tanımın yaşamaya ve iş yapmaya
engeller oluşturduğunu yadsıyamaz. Öte yandan, bu
köy bugün koruma altında olduğu için bir turizm
cazibe merkezidir. Bu koruma Nişanyan’ın uygun
gördüğü gibi kaldırılacak olsa turizm balonu sönüp
gider ve turizm yatırımları yapmak için yasaların
kaldırılıp total serbesti sağlanmasına taraftar
olanlar çırpınarak fakr-ü zaruret içinde ölürler.
Olay, “Şirince’nin en güzel evlerinin yıkılması”
meselesi değildir. Olay, Şirince’nin geleceğidir. Bu
yıkım yapılmazsa, bundan sonra Şirince’ye ne
kuleler, ne tatil köyleri, ne sıra sıra binalar
dikileceğidir.
Şirince’nin güney cephesindeki kaçaklar - En alt sırada köyün evleri yer alıyor. En
üstteki beyaz yapı, köyün standart şekilde
düzenlenmiş su deposu.
Ali Nesin’in Matematik Köyü, son üç-dört senedir
bakir bir alana giderek yayılıyor.
Tüm mülkünü
Aziz Nesin Vakfı’na bağışladı
Yazar ve dilbilimci Sevan Nişanyan,
yıkım kararı alınan Nişanyan Evleri’ni birkaç gün
önce Nesin Vakfı’na bağışladı. Yaşamının önemli bir
bölümünü Şirince’de geçiren ve köyün tanınmasında
önemli bir isim olarak kabul edilen Nişanyan,
bağışla ilgili yaptığı açıklamada bunu uzun zamandır
düşündüğünü belirterek, “Son günlerde yaşadığımız
acı olaylar, sürecin hızlanmasını sağladı” dedi.
Bağışın yıkım kararlarına yönelik etkisinin
sorulması üzerine ise Nişanyan, tavrını koruyarak,
“Öyle de yıkamazlar, böyle de yıkamazlar. Yıksalar o
enkazın altında Devlet kalır. Bu hakikati
kavrayamayanları gaflet uykusundan uyandırmak
açısından bu attığımız adım belki öğretici olur”
ifadesini kullandı.
Bağışlanan mülkler Nişanyan Oteli, bir
tarihi ev, bir hamam, bir arsa ile çok sayıda
bağevi, bir konak, çiftlik ve Hodri Meydan Kulesini
içeren İlyastepe arazisinden oluşuyor. Nişanyan’ın
kendi evi de bağışlanan mülkler arasında bulunuyor.
Nişanyan Evleri otel tesislerini Nişanyan işletmeye
devam edecek. Öte yandan, Nişanyan Evleri’ne yönelik
yıkım kararı en son 17 Şubat 2011 tarihinde 15
günlüğüne ertelenmişti.
İzmir İl Özel İdaresi Encümeni, geçen yıl eylül
ayında ‘22 yapı için sit alanında kaçak olarak inşa
edildiği’ gerekçesiyle yıkım kararı almıştı.
Milliyet, Haber: Candan Turhan, 26.02.2011
******
'ÇİRKİNCE'DE GERÇEKLER
“Çirkince”
(Kırkıca) iken, bir valinin “Bu kadar güzel yer
çirkin mi olur?” diyerek adını değiştirdiği “Şirince”de
huzur veren sakinliğiyle bağdaşmayan gerilimler
yaşanıyor… Nedeni ise “kaçak” yapılar için verilen
“yıkım” kararları... Tarihsel dokusunun “yaşatılarak
korunması” için sit ilan edilmiş ünlü Ege köyündeki
“izinsiz” binalara “yasal yaptırım” uygulanmasına
köylülerden çok “aydın”lar karşı çıkıyor; çünkü
“suçlu yapı”lar arasında kültür turizminin
emektarlarından Sevan Nişanyan’ın
yasadışı inşa edilen 20’ye yakın binası ile
Ali Nesin’in “Matematik Okulu” da var.
Ali’nin, Aziz Nesin’in oğlu olması; Nişanyan’ın
“Ermeni”liği, hatta “suçlu” binalarını tam da yıkım
aşamasında “Nesin Vakfı”na bağışlaması, “yasal”
müdahalenin “imar disiplini” için değil,
“sakıncalı”(!) kimliklerden kaynaklandığı
yorumlarını öne çıkartıyor. Yıkım kararı verilmiş
“köylülere ait” binalardan hiç söz edilmemesi ise
kamuoyunun Şirince’ye “adaletsiz” ilgisinin
göstergesi değil mi?
Buna karşın kimsenin aklına şu çağdaş uygarlık
kuralı gelmiyor: “Geleneksel kentsel dokuları
gözetmenin önkoşulu, koruma amaçlı ‘imar kurallarına
saygı’dan ödün vermemektir.” Peki, Nişanyan ve Nesin
dokuya “uymayan” kaçak binaları yüzünden mi; yoksa
“uyumlu” binalarına “izin alamadıkları”ndan ötürü mü
zor durumdalar?
Dido’un köyü
Yanıtlara geçmeden şunu söylemek gerekir ki
Şirince’nin geleneksel yapısına bu denli önem veren
devletin ilk yapması gereken, tarihi köyü eski
“yerel ismi”ne kavuşturmak olmalıydı... Çünkü Ege’de
sevilen güzelliklere “çi(r)kin” denir. Örneğin
yaşlılar, nazar değmemesi için torunlarını “abo
çikinliğineee” diyerek severler; çok güzel olan her
şey, aynı nedenle “pek çikin”dir... İşte bu
geleneğin adı olan Çirkince, 2004’de 95 yaşında
yitirdiğimiz Şirince doğumlu Yunanlı yazar Dido
Sotiriyu’nun eserlerinde aynı adla anlatılıp
edebiyat tarihine de geçmiş; “Benden Selam Söyle
Anadolu’ya” romanında, 1920’lerde göçle ayrılan
Rumların efsanevi “Anadolu sevdaları”nı anlatmıştı…
Belli ki Dido’dan habersiz(!) bir valinin yanlışını
düzeltmek, Şirince’ye ve Anadolu’nun gerçek
“yaşanmışlık mirası”na da en anlamlı armağan olmaz
mıydı?
‘Aydın’ bilinci
Nişanyan ve Nesin’in “direniş”lerine gelirsek...
Amacı tarihsel dokularımızı ve kültür mirasımızı
korumak olan; bu nedenle imar rantçılarının öteden
beri diş biledikleri ve siyasilere sürekli şikayet
ettikleri “koruma yasalarımız”ı gözetmeleri,
savunmaları ve uymaları gerekenler, öncelikle
“kültür”e ve uygarlık değerlerimize sevdalı
“aydın”larımız değil midir? Ya Ali Nesin’in,
“Yasalar yüzünden çivi bile çakamıyoruz” sözünün,
imar rantçılarının yıllardır yineledikleri hesaplı
kitaplı sahte söylemle çakışmasına ne demeli?
Yaşatılması hedeflenen dokuya uygun yapı ya da
onarım izinlerinin Koruma Kurulu’ndan “doğru
proje”lerle alınması mümkünken, “Biz zaten
geleneksel mimariyi gözetiyoruz” diyerek mimari
katkıdan yoksun kaçak yapılar inşa etmek, pek
“çikin” olsalar bile asıl güzelliğin yasal
güvencelerine aldırmazlık, onların kıymetini
bilmezlik değil midir?
Eğer koruma hukukumuzu yaşama geçirmeye çalışan
kurullarımız olmasaydı, bugün ne Şirince vardı; ne
Muğla, ne Safranbolu, ne Kapadokya ne de Mardin ve
diğerleri... Kurullar, sitlerin kimlik değerlerini
gözeten çivilerin çakılmasını özlemle isterler… Bunu
kanıtlayan projeleri de coşkuyla onaylayıp hemen
izin verirler… Bu nedenle Nişanyan evleri ile
Matematik Köyü’nün “esenliği” de “Şirince’ye
yakıştıkları”nı kanıtlayabilecek bir mimarlık ve
şehircilik çalışmasına “saygılı ortam” sağlamaktan
geçiyor. Umarız bu tartışma tarihsel güzellikleri
“yasal ve bilimsel güvence”lerle yaşatma bilincinin
egemen olmasıyla sonuçlanır. Tabii ‘Çirkince’ adının
da yeniden anımsanmasıyla birlikte...
Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 02.03.2011
******
ŞİRİNCE TURİZM KORUMA BÖLGESİ OLACAK
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay,
İzmir Selçuk’a bağlı tarihi Şirince Köyü’nde
sit
alanında kaçak olarak inşa edildikleri gerekçesiyle
yıkım kararı verilen 22 yapıyı inceledi.
Vali Cahit Kıraç’la birlikte gittiği Şirince’de
köylülerle ve yazar Sevan Nişanyan’la bir araya
gelen Günay, tarihi dokuya uygun olmayan yapıların
düzeltilmesi için süre verdiklerini hatırlattı,
“Herkes kendi yanlışını gözden geçirsin. Belki
bazıları ekip gönderilmeden kendisi düzeltmeye
kalkar. Birbirimize yardımcı olacağız” dedi.
Göreve gelir gelmez sekiz katlı kendi bakanlık
binasını dört katını yıktırdığını dile getiren Bakan
Günay, “Bunu herkes kulağına küpe yapsın. ’Yıkamaz’
diye bir şey yok. Kendi bakanlık binamızı yıktık
biz. Eğer tarihi dokuya, kentsel dokuya, doğal
dokuya aykırı ise ne olursa, kim olursa olsun
yıkarız. Kimseye özel muamele özel düşmanlık da
yapmayız, özel kayırma da yapmayız. Kayıracağımız
bir şey var, o da Şirince’nin geleceği” diye
konuştu.
Şirince’yi kültür, turizm koruma ve geliştirme
bölgesi ilan edeceklerini de ilk kez açıklayan Günay,
“Çevredeki bazı arazileri de katarak burayı kültür
turizm koruma geliştirme bölgesi yapalım istiyorum.
Bu konudaki çalışmamız başladı. Şirince’yi kötü bir
ticaret merkezi yapmayalım. Beş kuruşa ürün
satmayalım” diye konuştu. Bakan Günay, tescilli
yapıların restorasyonu için her türlü desteği
vereceklerini de sözlerine ekledi, “Kendi kendinize
yapmaya kalkmayın” dedi.
Hürriyet Ege, haber: Elif Demirci -
Veysel Erol, 03.03.2011
|
GÖKSUN'UN TARİHİ GÜN YÜZÜNE ÇIKARILACAK
Asur,
Hitit, Roma, Bizans, Haçlı, Müslüman Araplar,
Memluk, Selçuklu, Dulkadiroğlu Beyliği ve
Osmanlı’dan izler taşıyan ‘Göksun’, Göksun
Kaymakamlığı’nın başlattığı proje ile adeta yeniden
doğuyor.
Göksun Kaymakamlığı Proje Ofisi tarafından
hazırlanan ‘Bir Şehir Yeniden Doğuyor’ projesi ile
Göksun’a 5 km mesafedeki Hacıömer Köyü Hacıyusuflu
Tepesi mevkiindeki 1. derece sit alanında bulunan
mozaikler gün yüzüne çıkarılacak.
Göksun Kaymakamı Mehmet Sinan Yıldız’ın büyük
önem verdiği bu projeyle, Göksun’un binlerce yıllık
uygarlık tarihi içinde oluşan kültürel mirasın açığa
çıkarılması, korunması, tanıtılması,
değerlendirilmesi, turizm açısından öneminin
vurgulanması, kültürel mirasın gelecek nesillere
aktarılmasını sağlayacak altyapının oluşturulması,
toplumda tarih-arkeoloji-kültür bilinci
oluşturulması hedefleniyor.
Doğu Akdeniz Kalkınma Ajansı (DOĞAKA)’nın 2010
Yılı İktisadi Kalkınma Mali Destek Programı
kapsamında kabul ettiği projenin öngörülen toplam
maliyeti 471 bin 492 TL. 353 bin 619 TL’lik kısmı
DOĞAKA tarafından finanse edileceği bildirilen
projenin sözleşme imzalanmasından itibaren on iki ay
içinde bitirilmesi planlanıyor.
Yapılacak kazı çalışmaları ile mevcut tarihi
eserlerin devamını bularak, Göksun’un arkeolojik
alandaki zenginliğine dikkat çekmek ve ilçenin
tanıtımına katkı sağlamak istediklerini ifade eden
Kaymakam Yıldız, “Bu projeyle yeni bir cazibe alanı
oluşturarak ilçe turizmine katkıda bulunmak, ilçeye
daha fazla turist çekmek, yerel halkın turizm
gelirlerinden daha fazla pay almasını sağlayarak
ilçe halkının gelir seviyesini yükseltmek
istiyoruz.” dedi.
Taşınabilir kültür varlıklarının Kahramanmaraş
Müzesi’nde sergileneceğini belirten Kaymakam Yıldız,
şunları söyledi: “Ayrıca proje ortağı olan Göksun
İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından ilçede eğitim
gören ilköğretim öğrencileri arasından seçilecek 100
öğrenciye tarih, kültür ve arkeoloji konularında
eğitimler verilecek. Taşınabilir kültür varlıklarını
Kahramanmaraş Müzesi’nde sergilemek ve taşınamaz
kültür varlıklarını ise koruma altına almak
istiyoruz.”
haberler.com, 18.02.2011
|
İNSANLIK ANITI'NIN YIKIM İHALESİ 7 MART'TA

Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan'ın "ucube" olarak
nitelendirdiği
Kars'taki "İnsanlık Anıtı"nın yıkım ihalesi 7
Mart 2011 tarihinde yapılacak.
Kars Belediyesi'nin ihale ilanında
heykel için "yıkım" yerine "İnsanlık Anıtı'nın
Kaldırılması İşi" diye yazması dikkat çekti.
İlanda işin niteliği ise şöyle tarif edildi: "Sukapı
Mahallesi Üçler Mevkii'nde, mülkiyeti Maliye
hazinesine ait pafta 131, ada 790, parsel 1'de
bulunan yaklaşık 24,5 metre yüksekliğinde 2 adet
betonarme yapı."
Yıkım ihalesi,
Kars Belediye Meclis Salonu'nda 7 Mart 2011
Pazartesi günü saat 14.00'te açık ihale usulü
yapılacak. İhale şartnamesine göre, sözleşmenin
imzalandığı tarihten itibaren 5 gün içinde yer
teslimi yapılarak işe başlanacak. Anıtın 60 iş günü
içinde kaldırılması gerekiyor.
Habertürk, Haber: Tülay Şubatlı, 18.02.2011
******
İNSANLIK ANITI KAÇAK MI YAPILDI?
Kars Belediye Başkanı
Nevzat Bozkuş, bugün basın mensuplarıyla
kahvaltıda bir araya geldi. Son günlerde Türkiye'nin
gündeminde önemli bir yer alan
İnsanlık Anıtı ile ilgili gazetecilerin
sorularını cevaplayan Bozkuş, çarpıcı açıklamalarda
bulundu.
Kars Belediye Başkanı
Nevzat Bozkuş, heykelin maliyeden izin alınmadan
yapıldığını söyledi.
Bozkuş; "Orada imar kanunu ihlal edilmiş, orada
yine 2863 sayılı yani imar kanununa bakarsanız
ruhsatsız bir yapı yapılmış, heykel yapılmış, 2863
sayılı kanuna bakarsanız tescilli bir yapının
üzerine heykel yapılmış, yine orada da kanun ihlal
edilmiş, arkasından en önemli konulardan biriside
malikinden izin alınmamış. Maliyeden izin alınmamış,
bu 3 unsur söz konusu olduğunda 3'ü de ihlal
edilmiş. Bu anlam içerisinde oradaki heykelin
kalkması
Anıtlar Yüksek Kurulu'nun kararına bile gerek
kalmadan doğrudan belediyenin yetkisindedir imar
mevzuatına göre" dedi.
Başkan
Nevzat Bozkuş, heykelin yapıldığında onaylı
projesi olmadığını belirtti.
Nevzat Bozkuş; "Zaman zaman acaba nasıl
kaldırılır? gibi kafalarında sorular oluşmuş.
Oradaki heykellerin mevcut durumu itibariyle
ağırlığı söz konusu olduğu için, teknik kullanılarak
kaldırılması lazım. Bu anlam içerisinde biz
Meclisten aldığımız karardan sonra tespit davası
açtık. Tespit davası açıldıktan sonra hakimin
huzurunda bilir kişiler geldi. Mimar mühendis,
inşaat mühendisi, makine mühendisi birde arkeolog
geldi. Orada mevcut heykellerin tespiti yapıldı.
Yapılan tespite göre de projeleri çıkartıldı.
Çıkarılan projeye göre yaklaşık maliyet tayin
edildi. Çünkü siz bir şeyi ihaleye çıkarken yaklaşık
maliyetini tayin etmek zorundasınız. Yaklaşık
maliyetini tayin edebilmeniz için projesi olması
lazım, onaylı projesi olması lazım heykel yapılırken
onaylı projesi yoktu. Ama çok gariptir biz
kaldıracağımız heykelin projesini onayladık.
Yapılırken yoktu ama yıkılırken kesinlikle proje
onaylandı" diye konuştu.
Kars Belediye Başkanı Bozkuş, çok zor koşullarda
yapılan bir eser saygı duymayanların, kendi
yaptıkları esere saygı duyulması gerektiğini
beklemesinin yanlış olduğunun altını çizdi.
Bozkuş; "Timur Paşa adına tabya yeniden
yapılıyor. Hatta hatta 2'nci Dünya Savaşı'na gireriz
anlamında da 1941 yılında makineli tüfek mevzisi
olarak yeniden düzenleme yapılmış. Yani oranın her
anlamda bir tescilli yapı olduğu ortaya çıkıyor.
Şimdi bazen işte ilgili sanatçı şunu söylüyor.
'Benim sanatım var orada eserim var' fakat aşağıda o
günün en zor şartlarında, en sıkıntılı şartlarında,
en problemli şartlarında öylesine bir yapı yapılmış.
Siz ilk önce ona saygı göstereceksiniz. Daha sonra
millet sizin yapacağınız esere saygı gösterir. Şimdi
orada bilmemek gibi bir şey olamaz. Çünkü orada
tabyanın olduğunu her yönde görebilirisiniz.
Tabyanın sırtına yapılmış o heykel. Tam sırtına
üzerine gelmiş nasıl göremezsiniz onu. Dolayısıyla
böyle bir kültür varlığını göremezlikten gelip, ben
buraya heykel yapıyorum. Ve yaptığım bu heykele de
herkes saygı duyacak diye bir fikir ile ortaya
çıkarsanız. O zaman adama sorarlar" şeklinde
konuştu.
Heykeltıraş
Mehmet Aksoy ile kurum arasında her hangi bir
sözleşme olmadığına da dikkat çeken Başkan Bozkuş,
özetle şunları söyledi:
"Mehmet
Aksoy ile kurum arasında hiçbir sözleşme yoktur.
Ve ihaleye çıkarken de 'alt yüklenici
çalıştırılamaz' diye bir madde var. Bu ihale
kanununda da belirtilmiştir. Şimdi 4734 sayılı ihale
kanununa göre çıkan bir işin eğer 'alt yüklenici
çalıştırılamaz' maddesi de var ise o zaman alt
yüklenicinin çalıştırılması yasal yönden mümkün
değil. İhlal edildiğini düşünün yine ilgili
heykeltıraş ile işi alan firma arasında bir sözleşme
yapılacak. Kanun gereği o sözleşme gelecek. Belediye
onu onaylar kabul eder ise o zaman yapar.
Kaldırılması için biz normal ihaleye çıktık 4734
sayılı kanuna göre ihaleye çıktık. Ve ihale
kapsamında yapılması gereken iş şartnamesiyle tarif
edildi. Gelecekler o tarif doğrultusunda oradan
heykeli kaldıracaklar."
Habertürk, 01.03.2011
******
İNSANLIK ANITI'NIN YIKIMI ONUN RİCASI
MI?
Kars’ın eski belediye başkanı Naif
Alibeyoğlu MİHA’ya verdiği demeçte ‘İnsanlık Anıtı’
heykelinin Başbakan Erdoğan tarafından kaldırılmak
istenmesinin, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham
Aliyev’in ricası olduğunu ileri sürdü.
Kars’taki ‘İnsanlık Anıtı’ heykelinin yapılması
kararının altında imzası bulunan eski belediye
başkanı Naif Alibeyoğlu, Marmara Üniversitesi
Haber Ajansı’ndan (MİHA) Merve Gökberk’e verdiği
röportajda çok tartışılacak bir iddiada bulundu.
Alibeyoğlu heykelin
Başbakan Erdoğan tarafından kaldırılmak
istenmesini, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham
Aliyev’in ricasına bağlıyor ve şunları söylüyor:
“Hasan Harakani’yle ya da sit alanıyla alakası
yok ama bunu kamuoyuna açıklayamıyorum. Bir rica
üzerine yıkılmak isteniyor. Azerbaycan
cumhurbaşkanının (İlham Aliyev) ricasıdır bu. Bizim
petrol, doğalgaz bağımlılığımız var ya. İstenen o,
altında yatan sebep bu. Bu önyargı. Anlatamadık. O
anıtın daha kabası bile bitmemiş. Artık tanrılar
kurban istiyor. Ölüm fermanını vermişler anıtın.
İşte Hasan Harakani’nin yanında diye bahane
bulunuyor. Halbuki oradaki bütün camileri ben
yaptım. Daha önce de söyledik orası sit alanı
değildi.
“Sit alanına ne yapılır? Park yapılır, bahçe
yapılır. Kentsel projeler yapılır. Sit alanından
bahseden anlayış acaba samimi midir? Hasankeyf sular
altında kalırken ses çıkarmayan anlayış, o zaman sit
alanı gözetmiyordu. Bu yıl HES’lere peşkeş çekilen
doğal doku sit alanı değil mi? Bu yıl Türkiye’nin
kıyılarının tamamı yağmalandı hep beton yığını
haline geldi. Dünyanın hiçbir ilerlemiş kentinde
beton yapılaşma yoktur. Peki, niye kimse o zaman
oralar sit alanıydı demedi, bunu
düşünmek gerekir.”
Hürriyet, Haber: İhsan Yılmaz, 02.03.2011
|
DENİZLİ'DE EKONOMİK HAYAT 7 BİN 500 YIL ÖNCE
BAŞLAMIŞ

Laodikya antik kentinde sürdürülen arkeolojik
kazılar sonucunda, bölgede yüzyıllar önce
gerçekleştirilen ticaretin izleri ortaya çıkarıldı.
Denizli’nin en önemli tarihi bölgelerinde biri
olan Laodikya antik kentinin Kazı Heyeti Başkanı
Prof.Dr. Celal Şimşek, 7 bin 500 yıl öncesinde
bölgede tekstilin yanı sıra sal, mermer, hububat ve
canlı hayvan ticaretinin yapıldığını tespit
ettiklerini söyledi. Prof.Dr. Şimşek, “Denizli’de
faal bir ticari sirkülasyonu olması, bunun yıllarca
önceye dayandığını ortaya koyuyor” dedi.
Laodikya antik kentinde, Denizli Belediyesi
desteği ile Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) tarafından
sürdürülen kazı çalışmaları devam ediyor.
Hıristiyan dininin önemli bir merkezi olan
Laodikya antik kentinde yürütülen çalışmaları
değerlendiren Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Celal
Şimşek, “Bizim en büyük amaçlarımızdan biri, yaşayan
bir arkeoloji parkı ve antik kent müzesi
oluşturmaktı. Bu hedefle yola çıktık ve kentle
bütünleştik. 8 yılda birçok alanda çalışma yaptık.
Bu süre zarfından Laodikya, Türkiye’de ve dünyada
tanınan, gelir getiren, yerli ve yabancı
ziyaretçilerin odak noktası haline geldi” diye
konuştu. Kazı çalışmalarında önemli buluntuların gün
yüzüne çıkarıldığına dikkat çeken Prof.Dr. Şimşek,
“8 yıl içinde, Doğu Bizans kapısı ve surlarının
restorasyonunu yaptık. Bizans çeşmesini kazdık ve
restorasyonunu gerçekleştirdik. Suriye caddesinin
400 metresini ayağa kaldırdık. Merkezi hamamın üçte
bir kazısını tamamladık. Pazaryerinin kazılarını
yaptık ve ‘A evi’ diye adlandırdığımız 2 bin
metrekare üzerine oturan kompleks evdeki kazıları
tamamladık. Tapınak A’nın restorasyonu bitti. İki
tiyatroda çalışmalar devam ediyor” dedi.
Laodikya antik kentinin ticari bir merkez
olduğunu vurgulayan Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr.
Celal Şimşek, “Kazılar sonucunda elde ettiğimiz
bilgilerle kentin geçmişini, 2 bin 300 yıldan 7 bin
500 yıla kadar çıkardık” dedi.
Sadece tekstil değil, sal ticareti ile birlikte
mermer, hububat, canlı hayvan ticaretinin ön plana
çıktığını ortaya koyduk. Günümüzde de Denizli’nin
faal bir ticari sirkülasyonu olması bunun yıllarca
önceye dayandığını ortaya koyuyor” diye konuştu.
2010 yılı içinde kutsal Laodikya Kilisesi’ni
bulduklarını da hatırlatan Prof.Dr. Şimşek,
“Burası, İmparator Konstantin dönemine ait bir yer.
Çok gösterişli bir kilise yapısı. Anbon kürsüsü ve
özellikle dinsel seremonilerin yapıldığı bölümleri
ile oldukça önemli bir yer. Buranın özelliği 4.
yüzyılda kutsal haç için Hıristiyan dünyasının
Laodikya antik kentine gelmeleridir. Laodikya
konsülünün de burada toplandığını düşünüyoruz.
Kazılarımızla geçmişle günümüz birleştirildi. Dokuma
ile ilgili somut verileri ortaya çıkardık.
Günümüzden 6 bin yıl öncesine dayanan dokuma
tezgahları bulduk” diye konuştu.
Yeni Asır, 17.02.2011
|
TARİHİ TALAN ETTİLER
Denizli’de Çamlık Dağı’ndaki,
MS 6’ncı yüzyıla ait olan ve koruma altına alınan
Bizans kilisesinin sunağı, hazine avcıları
tarafından parçalandı.
Doğa Sevenler Derneği (DOSEV) üyeleri Çamlık
Dağı’na düzenledikleri gezide hazine avcılarının
talanıyla karşılaştı. Çamlık Dağı eski Kızılcabölük
yolu üzerinde bulunan ve tescillenmiş bölge olarak
koruma altında tutulan Bizans dönemine ait kilise
kalıntılarını inceleyen dernek üyeleri tarihi eser
avcılarının bölgeyi delik deşik etiğini gördü. MS
6. yüzyıla ait kilisenin kalıntıları arasında
bulunan ve geçtiğimiz yıl sağlam olarak
fotoğraflanan sunağın parçalandığı, ayrıca bölgede
kaçak kazı yapıldığı tespit edildi. Hazine avcıları
tarafından talan edilen bölgedeki meydana gelen
tahribat karşısında şaşkınlıklarını gizleyemeyen
dernek üyeleri durumu yetkililere bildirdi. Denizli
Müze Müdürü Hasan Hüseyin Baysal, Bizans dönemine
ait kilisenin tescilli bir yapı olduğunu belirterek,
Çamlık Dağı’na inceleme için bir ekip
göndereceklerini ve durumun tespit edileceğini
söyledi.
Hürriyet, 15.02.2011
|
PATARA'DAKİ ANTİK DENİZ FENERİNE RESTORASYON
Antalya’nın Kaş
İlçesi’ne bağlı Patara antik kentindeki Neron Deniz Feneri restore ediliyor.
Restorasyonun Haziran ayında bitirilmesi
planlanıyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Akdeniz
Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü tarafından ortaklaşa yürütülen ve 2004
yılında kazılarla gün ışığına çıkarılmaya başlanan
Neron Deniz Feneri’nin restorasyon çalışmaları
başladı. Antik fenerin çevresinden 6 bin kamyon kum
taşınarak, 2005 yılında gün ışığına çıkarıldığını
hatırlatan Proje Sorumlusu Mimar İlhan Şahin,
fenerin bir kaya üzerinde yükseldiğini ve bugün elde
kalan 4.5 metre yüksekliğinde silindirik formda bir
kulesinin bulunduğunu söyledi.
Yıpranan deniz fenerinin, geçen yıl İl Özel
İdaresi’nden sağlanan ödenekle, onarım ve restore
edilmek üzere 590 bin TL’ye ihale edildiğini
belirten Şahin, işi üstlenen firmanın projeyi
tamamlayarak podyumun restoresine başladığını
anlattı. Şahin, çalışmalarda, podyumun yıpranan
bölümlerindeki taşlar ve yazıtlar alınarak
numaralandırıldığını, kırılan ve yıpranan taşların
yapıştırılıp restore edildiğini söyledi.
Restore çalışmalarının Haziran ayı sonunda
bitirilmesinin planlandığını vurgulayan Şahin,
“Patara Deniz Feneri MS 64-65 yıllarında yapılmış,
günümüze kadar gelebilmiş dünyanın en eski deniz
fenerlerinden biri. Fenerin restorasyon tüm
aşamaları bilgisayar ortamında belgelenecek” dedi.
Hürriyet, 15.02.2011
|
13 - 19 Şubat 2011
|
|
KAÇAK KAZIYA SUÇÜSTÜ
Nazilli’nin Bozyurt
Köyü'nde birinci derece sit alanı olan Mastaura
antik kentinde kazı yapan 3 kişi jandarmalar
tarafından kazı aletleriyle birlikte suçüstü
yakalandı.
Edinilen bilgiye göre;
Nazilli’nin Bozyurt Köyü'nde birinci derece sit
alanı olan Mastaura antik kentinde kaçak kazı
yapılacağı duyumunun alınması üzerine harekete geçen
jandarma ekipleri birinci derece sit alanı Mastaura
antik kenti içerisinde Ö.D., B.T. ve C.K. isimli
şahısları kaçak kazı yaptıkları sırada 2 adet seri
numarasız ve markasız dedektör, 1 adet markasız ve
seri numarasız telsiz, 1 adet büyüteç, 1 adet metre
ve 1 adet el feneri ile birlikte suçüstü yakaladı.
Olayla ilgili olarak soruşturmanın sürdüğü
öğrenildi.
Aydın Kent Haber,
18.02.2011
|
BEYOĞLU KORUMA AMAÇLI
UYGULAMA İMAR PLANI'NA İTİRAZ
İstanbul Büyükşehir
Belediyesi Meclisi tarafından
25 Kasım 2010
tarihinde kabul edilen,
21 Aralık 2010
tarihinde Büyükşehir
Belediye Başkanlığı’nca onaylanan ve Beyoğlu
Belediyesi’nde 1 ay süreyle askıya çıkarılan
1/1000 ölçekli
‘Beyoğlu Kentsel Sit Alanı Koruma Amaçlı Uygulama
İmar Planı’na
TMMOB Şehir Plancıları Odası 14 Şubat 2011
tarihinde itiraz etti.
1/1000 ölçekli ‘Beyoğlu Kentsel Sit Alanı Koruma
Amaçlı Uygulama İmar Planı’ bölge halkının da
tepkisini çekmişti. Beyoğlu Semt Dernekleri
Platformu bir araya gelerek planın Beyoğlu semt
sakinlerini, yaşam kalitesini, kamusal alan
kullanımını, tarihi ve kültürel mirası nasıl
etkileyeceğini anlattıkları metinde özellikle “yeşil
alanların yok edilerek imara açılacağı ve mevcut
kentsel dokunun bozulacağı”nı ifade etmişti.
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube’nin
yaptığı açıklamanın tamamı ise şöyle;
“İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nin 25.11.2010
tarih, 2659 sayılı kararı ile kabul edilerek
21.12.2010 tarihinde Büyükşehir Belediye Başkanı’nca
onaylanan ve 14.01.2011 tarihinde Beyoğlu
Belediyesi’nde 1 ay süreyle askıya çıkarılan 1/1000
ölçekli Beyoğlu Kentsel Sit Alanı Koruma Amaçlı
Uygulama İmar Planı’na Odamız tarafından 14.02.2011
tarihinde itiraz edilmiştir.
Daha önce aynı alana ilişkin hazırlanan 1/5000
ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı’nı dava
ettiğimiz ve sürmekte olan bir dava sürecine tabi
olan Beyoğlu Kentsel Sit Alanı’nda yapılan 1/1000
ölçekli Beyoğlu Kentsel Sit Alanı Koruma Amaçlı
Uygulama İmar Planı’na itiraz edilmesinin temel
gerekçelerinden ilki; bu planın da tıpkı 1/5000
ölçekli planda olduğu gibi Beyoğlu Kentsel Sit
Alanının devamı niteliğinde olan Perşembe Pazarı
Bölgesi ve Beyoğlu Kentsel Sit Alanı bütünü
içerisinde yer alan fakat söz konusu planın
sınırları dışında bırakılan Karaköy Liman ve Rıhtım
Turizm Alanı, Park Otel Turizm Alanı ve Galata
Bölgesi Turizm Alanları hakkında herhangi bir hüküm
içermemesidir. Bu ve benzeri uygulamalar, parçacıl
plan üretimlerine neden olacak ve bu alanlarda
yapılacak olan ek planlar ile tarihi ve kültürel
çevrenin korunarak geliştirilmesi yönünde bir çözüm
sağlamayacağı gibi, kent bütününde uyumsuz ve
ayrıcalıklı uygulamaların görülmesine yol
açılacaktır.
Plana ilişkin diğer bir çekince; plan notlarında yer
alan belirsizlikler ve plan üzerinde yapılan maddi
hatalardır. Uygulama aşamasında birçok probleme yol
açacağı açık bir şekilde görülen plan notlarının,
İstanbul kentinin kalbi olarak nitelendirilebilecek
Beyoğlu İlçesi için hazırlanan bir planlama
çalışmasında; üstelik de bir Koruma Amaçlı Uygulama
İmar Planı’nda bulunması kabul edilemez. Öte yandan,
2009 yılında hazırlanan ve Odamızın dava konusu
ettiği 1/5000 ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar
Planı’nda, davamıza gerekçe oluşturan ‘herhangi bir
fizibilite çalışması yapılmaksızın Taksim Meydanı’na
cami yapılmasına ilişkin bir plan müdahalesi’ olarak
özetlenebilecek durum, 1/1000 ölçekli Koruma Amaçlı
Uygulama İmar Planı’na yönelik bir diğer itiraz
noktasıdır”.
Yapı, 18.02.2011
|
TAŞHAN KAPILARINI
KAPATTI
Sivas'ın tarihi eserleri arasında yer alan Taşhan
Çarşısı'nın kapıları restorasyon nedeni ile
kapatıldı.
Sivas'ta 19. yüzyılda azınlık tüccarları tarafından
yapıldığı tahmin edilen Taşhan'da onarım çalışmaları
devam ediyor.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün tarihi han içerisindeki
22 esnaf ve 6 mülk sahibiyle yaptığı toplantının
ardından handaki iş yeri sahipleri de dükkanları
büyük ölçüde boşalttı.
Sadece birkaç esnafın kaldığı tarihi hanın yer
teslimi yüklenici firmaya yapılırken, hanın
içerisindeki boşaltılan iş yerlerinde de onarım
çalışmalarına hız verildi. Onarım çalışmalarının bu
yıl içerisinde tamamlanması planlanıyor.
2010 yılının sonunda çatıdan başlanarak onarıma
alınan Tarihi Çarşı'nın iç kısmında yer alan
esnafların büyük bir bölümü taşınırken, içeride
kalan birkaç esnafta dükkanları boşaltmaya başladı.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü, tarihi çarşı içinde özel
mülkü bulunan esnaflardan restorasyona katılım payı
alacak.
Sivas Hürdoğan,
18.02.2011
|
|
 |
KALE SAVUNMASIZ KALDI
Çorum'da kale içerisindeki istimlağın tamamlanmasından sonra belediye tarafından kale içerisine girişlerin önlenmesi için tahtadan bir kapı yapılırken, kalede herhangi bir bekçinin bulunmaması bu tarihi mekanı istismarlara açık hale getiriyor.
İçerisinde bulunan yapıların büyük bölümünün kamulaştırılmasının ardından tamamen boşaltılan Çorum Kalesi savunmasız kaldı. İçerisinde yaşayan kimsenin kalmaması nedeniyle tahtadan yapılan bir kapı ile kapatılan Çorum Kalesi, bekçisinin de olmaması nedeniyle istismara açık hale geldi. Kale içerisindeki evleri boşaltanlardan kalan eski eşyaların bulunduğu ve kapıların tamamen açık olduğu Kale içine üç metre kadar yükseklikteki tahta kapıdan atlamak suretiyle rahatlıkla girilebilirken, hala sit alanı sayılan Çorum Kalesi içinde restorasyon çalışması yapılması bekleniyor.
Kale içerisinde yapılan çalışmalar hakkında bilgi veren Belediye İmar İşleri Müdürü Yüksel Boyraz, kale içerisindeki yapıların %90’ının kamusallaştırıldığını ve isteyenlere ev isteyenlere de parasının ödendiğini belirterek, kamusallaştırma için ayrılan 1.7 milyon liranın 1.3 milyon lirasının ödendiğini kaydetti.
Geri kalan %10 kadarlık bölümün ise maliklerine ulaşılamayan yapılan olduğunu ve içerisinde kimsenin bulunmadığını söyleyen Boyraz, yapılan bir kapı ile de içeri girişlerin önlendiğini belirtti.
Eksikliklerin ve sorunların çözülmesinden sonra peyzaj düzenlemesi yapılacağını kaydeden Yüksel Boyraz, Kale içerisinin yapıların tescilli yapı gibi göründüğünü ancak binaların o kadar eski olmadığını belirterek, restorasyon projesinin hazırlanmasının ardından projenin tekrar kurula sunulacağını ve binaların durumunun kurul tarafından tekrar gözden geçirileceğini dile getirdi.
Çorum Haber, 18.02.2011
|
UYGARLIKLAR MÜZESİ 2012
YILINA KALDI
Uzun yıllar Muğla, bir
süre İzmir Kültür ve Turizm Müdürlüğü yapan Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Murat Süslü, Ege
Uygarlıkları Müzesi'nin yapımı için kendilerine yer
teslimi yapılmasını beklediklerini belirterek,
"Müzeyi artık 2012 bütçemize koyabiliriz" dedi.
İTO'nun dergisi Ekonomik Vizyon'a açıklamalarda
bulunan Süslü, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay'ın müze konusunda hükümetin ve bakanlığın
iradesini açıkça ortaya koyduğunu, bunun için İzmir
Valiliği, Büyükşehir Belediyesi ve ilgili kurumların
katılımı ile toplantılar ve yer keşiflerinin
yapıldığını hatırlattı. Süslü, "Agora'nın yanında,
Kadifekale'nin eteklerinde bir bölgenin müze alanı
olması konusunda mutabakata vardık. Belediyenin
kamulaştırmayı tamamlayarak bize yer tahsisini
yapmasından sonra burada proje ve uygulamalara
başlayabiliriz. Eğer 2010'da yer tahsisi yapılsaydı,
2011 bütçemize ve planlarımıza koyabilirdik. Artık
bu yıl yer tahsisi yapılırsa, 2012 bütçemize
koyabiliriz, çünkü yıl ortasında ödenek koymamız
mümkün değil. Ayrıca ilgili kurumların, Devlet
Planlama Teşkilatı'nın (DPT) onayından da geçmesi
gerekiyor" dedi.
'Müze için geç kalındı' demenin doğru olmayacağını
belirten Süslü, müze yapımının hem kendileri hem de
yerel yönetimler için oldukça zaman alacak bir süreç
olduğuna dikkat çekti. İzmir'de çıkan eserlerin, şu
anda müzelerde ve depolarında bulunan eserlerin
böyle bir müze için fazlasıyla yeterli olduğunu
belirten Süslü, "Kadifekale, Havra Sokağı ve
Kemeraltı'nın bütünleşmesi ile birlikte yaşayan bir
müze olacak. Daimi sergilerin yanı sıra geçici
sergiler oluşturulabilir, yani dinamik ve yaşayan
bir müze olacak" dedi. Ege Uygarlıkları Müzesi
hayata geçene kadar, diğer müzelerin düzenlenmesine,
tadilatların yapılmasına ara verilmeyeceğini
belirten Süslü, "Aynı şey ören yerlerimiz için de
geçerli. En güzel örnek Bergama'da Akropol ve
Akslepion'un çevre düzenlemesi projesinin
hazırlanması. İzmir'de il müdürlüğüm sırasında
hazırlanan bu projenin uygulamaya geçmesiyle
birlikte Bergama çok daha rahat gezilir ve güzel bir
ören yeri oldu. İzmir'e yönelik bu tip
çalışmalarımız sürecek" dedi.
Müze konusunda mantıklı olunması gerektiğini dile
getiren Süslü, tek başına bir müzenin
tasarlanmasıyla turizmde büyük artış
sağlanmayacağını söyledi. Süslü, "En büyük ve en
yakın örnek Atina'ya yapılan Akropol Müzesi. 130
milyon eurosu AB'den karşılanmış dev bir Arkeoloji
Müzesi. Bir yılda 3 milyon kişinin ziyaret
ettiğinden bahsediliyor. Ama Atina turizminde
getirdiği hareket o kadar büyük değil. İzmir'e
yapılacak olan müze, kente gelecek ziyaretçi
sayısını da artırır ama turizmi artırmak için
yapılması gereken bazı başka öncelikler de var.
Yatak kapasitesinin artırılması, körfezin ve
körfezle birlikte mahalli kültürün yer aldığı güzel
beldelerimizin turizme katılması gibi" diye konuştu.
İzmir'de ilan ettikleri turizm merkezleri ile
ilgili sürekli bir yargı süreci yaşandığını belirten
Süslü, "Buna bağlı olarak duraklama ve ilerleyememe
durumu var. Çeşme'de aynı durumu görebiliyoruz. Yine
Seferihisar, Tire gibi çok özel ilçemiz var.
Elimizde Efes gibi kültürel bir hazinemiz var. Ama
bunun yanında İzmir'i daha nefes alır hale getirmek
zorundayız. Zamanında yapılmış olan mimari
yanlışlıkların bir şekilde düzeltilmesi gerekiyor.
Güzel tatil köyleri, güzel resort oteller yerine,
senede 15 gün-bir ay kullandığımız ikinci konutlar
oluşturmamız nedeniyle arazi üretmekte sıkıntı var"
dedi.
İzmir'e gelen turiste Kemeraltı'nda Çin malı değil,
kente özgü marka ürünlerin sunulması gerektiğine
dikkat çeken Süslü, kazılar için kente daha fazla
ödenek göndermeye çalıştıklarını ancak kazılardan
çıkan eserlerin sergilenmesi için işadamlarının
desteğine ihtiyaç olduğunu söyledi.
Efes'in UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'ne
alınmasıyla ilgili hazırlıkların devam ettiğini
belirten Süslü, "Haziran ayına kadar ihale
tamamlanmalı ki, 2012'de UNESCO'ya başvurumuzu
yapabilelim dedi. İTO'nun çalıştığı İzmir kent
merkezinin de UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'ne
alınmasının söz konusu olabileceğini belirten Süslü,
"Biz bu altlığı ne kadar sağlam oluşturursak o kadar
kolay ve hızlı olur" dedi.
İzmir'de 3. koruma kurulu açılması için çalışmalara
başladıklarını belirten Süslü, "Koruma kurullarının
işi her zaman yoğun. Üçüncü kurulun açılıp
açılmaması, oradaki iş ve işlemlerin düzenli olarak
gidip gitmemesiyle ilgili. Bu alandaki çalışmayı
İzmir ölçeğinde İzmir ve etrafıyla birlikte
değerlendiriyoruz. Böyle bir ihtiyaç varsa elbette
gereğini yaparız" dedi.
Yeni Asır, 17.02.2011
|
TOKİ'DEN KÜLTÜR
VARLIKLARININ ONARIMINA % 4 FAİZLİ KREDİ
Toplu Konut
İdaresi'nin (TOKİ),
tescilli kültür
varlıklarının onarımı için yıllık
yüzde 4 faizle kullandırdığı kredi için
başvurular başladı. Tutarı
bu yıl için 90 bin
liraya yükseltilen kredi için başvurular,
11 Mart'a
kadar kabul edilecek.
TOKİ Basın ve Halkla İlişkiler Dairesinden yapılan
açıklamaya göre, 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruna Kanunu'nda, Toplu Konut Kanunu
kapsamında verilecek kredilerin en az yüzde 10'unun,
tescilli taşınmaz kültür varlıklarının bakımı,
onarımı ve restorasyonu işlemlerinde kullandırılması
gerekiyor. Bu kapsamdaki öncelikli projeler bakanlık
ile TOKİ tarafından birlikte belirleniyor. Buna
göre, özel hukuka tabi gerçek ve tüzel kişilerin
mülkiyetinde bulunan korunması gerekli tescilli
taşınmaz kültür varlıklarının bakımı, onarımı ve
restorasyonu için gerekli şartların sağlanması şartı
ile kredi veriliyor.
Bu kapsamda 2005 yılından beri sürdürülen
kredilendirme sonucunda, şimdiye kadar 303 projeye
toplam 22 milyon 656,8 bin lira kredi tahsis
edilirken, bunun 15 milyon 559,7 bin lirası
kullandırıldı. Projelerin 167'si bitirildi, 41'i ise
kabul aşamasına getirildi. Yıllık yüzde 4 faizli, 10
yıl vadeli kredi, aylık sabit taksitler halinde geri
ödeniyor.
Uygulama kapsamında bu yılki başvurular, 14 Şubat-11
Mart arasında alınacak. Her bir proje için, keşif
özetinin yüzde 70'i kadar kredi kullandırılırken,
tescilli kültür varlıklarının onarımı ve
restorasyonu amacıyla açılan ve geçen yıl 80 bin
lira olan kredinin tutarını, bu yıl için 90 bin
liraya yükseltildi.
Restorasyon kredisinden, 2009 yılında 99 projeye 7,1
milyon lira, geçen yıl da 51 projeye 4 milyon lira
tahsis edilmişti.
Yapı, 17.02.2011
|
VAN GOGH BİLİME IŞIK TUTTU
1888 yılında yaptığı 'Ayçiçekleri' tablosu da ağırlıklı olarak sarı renkten oluşan ve son dönemlerde yaptığı birçok tabloda sarı rengi kullanan Van Gogh'un tabloları bilim adamlarına da ilham verdi.
Buradan yola çıkan uzmanlar X ışını kullanarak, Van Gogh’un 'Bank of The Seine' tablosundaki sarı renklerdeki kimyasal değişimi gözlemlediler. Dünyanın en ünlü müzelerini süsleyen paha biçilmez Van Gogh resimlerinin yıllar geçtikçe kahverengiye dönmesine gün ışığının neden olduğu belirlendi.
Hollanda’nın Amsterdam kentindeki Van Gogh Müzesi’nin çağrısı üzerine harekete geçen bilimadamları, ünlü ressamın açık sarı elde etmek için kullandığı beyaz ve sarı karışımının, tablo üzerindeki cila ile temas ettiği noktada, gün ışığının tetiklediği kimyasal reaksiyon meydana geldiğini ve bu nedenle sarı renklerin zamanla koyulaşarak kahverengiye döndüğünü ortaya çıkardı.
Araştırmayı Fransa, Hollanda, Belçika ve İtalya’dan çok sayıda bilimadamının oluşturduğu özel bir ekip gerçekleştirdi. Analitik Kimya adlı Amerikan bilim dergisinde yayınlanan araştırmaya göre, bilimadamları çok ince mikroskopik X ışını kullanarak kimyasal reaksiyonu tespit etti.
Müze yetkilisi Ella Hendriks, "Araştırma, tabloların nasıl eskidiği ve renk değiştirdiği konusunda önemli bir tespit yaptı. Tabii nasıl korunacağına da yol gösteriyor. Gelecek nesillere tabloların renk değiştirmeden ulaştırmanın en kolay yolu, tabloları güneş ışığından uzak tutmak" dedi.
Habertürk, 17.02.2011
|
 |

2000 yılında
Finlandiyalı bir Türkolog'un Kemer'e gelerek ortaya
çıkardığı Selçuklu Av Köşkü turizme kazandırılıyor.
Kemer Kaymakamı Bayramali Köse, av köşkünün Orman
Bakanlığı'ndan Kemer Kaymakamlığı Köylere Hizmet
Birliği'ne günübirlik alan olarak devredildiğini
söyledi.
Selçuklu çağı Anadolu Türk mimarlığının önemli
örneklerinden biri olan ve henüz 11 yıl önce ortaya
çıkmasına karşın turizme kazandırılacağı günü
bekleyen Kemer'deki Selçuklu Av Köşkü'nün
restorasyonu için Kaymakamlık ayrılan 20 bin TL
parayı emsale uygun bir proje bulunamadığı için
değerlendirememişti.
Selçuklu Av Köşkü ile ilgili Orman Bakanlığı'ndan
bekledikleri kararın çıktığını dile getiren Kemer
Kaymakamı Bayramali Köse, Köşk'ün Kemer Kaymakamlığı
Köylere Hizmet Birliği'ne günübirlik alan olarak
devredildiğini söyledi.
Türklerin Anadolu'ya attığı önemli imzalar
bulunduğunu belirten Köse, "Bu imzalar çeşitli
yapılarla, camilerle, medreselerle, köprülerle,
şiirlerle, seyahatnamelerle ön plana çıkar.
Alanya'da bunun örnekleri yer alsa da, batıya doğru
geldikçe bu örnekler azalıyor. Kemer'de Selçuklular
döneminden kalan tek yapı Selçuklu Av Köşkü'dür. Bu
nedenle av köşkünü önemsiyoruz. Selçuklu Av Köşkü'nü
gerçeğe uygun bir şekilde projesini hazırlatarak
restore ettirip yaşatmayı hedefliyoruz. Kır kahvesi
veya kafeterya tarzı bir alan yaparak turizme de
kazandırmak amacındayız. Maksat para kazandırmasını
değil, Selçuklu Türklerinin attıkları bu imzayı
belirgin hale getirip yaşatmaktır" dedi.
Kemer Gözcü, Haber:
Saffet Yenigün, 17.02.2011
|
|
HASANKEYF YİNE ACELEYE GETİRİLDİ
Ilısu
Barajı’nın yapımı ve HES projesi kapsamında
malzeme ocağı sahası ve ulaşım yolunda bulunan
taşınmazlar kamulaştırılacak.
Bakanlar
Kurulu’nun bazı taşınmazların
kamulaştırılmasına dair kararı
Resmi Gazete’de
yayımlandı. Buna göre, Ilısu Barajı ve HES projesi
kapsamında, malzeme ocağı (bazalt) sahası ve ulaşım
yolunda bulunan taşınmazların
Devlet Su
İşleri Genel Müdürlüğü’nce acele
kamulaştırılmasına karar verildi.
Cumhuriyet, 17.02.2011
|
HAYDARPAŞA'DA DİLEKLER VE KAYGILAR
Çatı yangınıyla
yeniden gündeme gelen tarihi
Haydarpaşa Gar
Binası’nın “rölöve”
(mevcut durumunu belgeleyen mimari çizimler),
“restitüsyon” (özgün şeklini araştırarak belgeleyen
mimari proje) ve “restorasyon”
(gelecekteki kullanıma yönelik sağlamlaştırma,
yenileme ve onarım projeleri) çalışmaları “akademik
güvence”ye bağlandı.
Kısaca “RRR” denen çalışmalar için,
TCDD’nin talebiyle İTÜ Arı Teknokent’teki
akademik firma TechnoBee bünyesinde
rektörlükçe bir Danışma Kurulu oluşturuldu. Basın
açıklamasında deniyor ki: “TechnoBee ve Danışma
Kurulu, Haydarpaşa Gar Binası ile çevresindeki
tarihi yapıların RRR projelerinin ve çevre
düzenlemesinin yaptırılması sürecini yönlendirmek,
denetlemek ve yönetmek; yeniden kullanım/işlevlendirme
çalışmalarını yürütmek, tüm bu çalışmalarının
akademik denetim içinde tamamlanmasını sağlamak
görevini üstlenmişlerdir.”
İTÜ Ayazağa Yerleşkesi’nin Süleyman Demirel Kültür
Merkezi’nde 8 Şubat’ta yapılan bilgilendirme
toplantısında açıklandığına göre, TCDD’nin İTÜ’ye
“işbirliği” başvurusu 28 Kasım 2010’daki yangından
önce; 10 Kasım’daydı... Yangın, çalışmaların
hızlanmasına neden oldu.
Rektör Prof.Dr.
Muhammed Şahin’in ev sahipliğindeki
toplantıda RRR ilkelerini trenin ve Haydarpaşa’nın
“tarihsel serüveni”yle birlikte anlatan Danışma
Kurulu üyesi ve çalıştay temaları koordinatörü
Prof.Dr. Afife Batur anlattı.
Batur, “Dünden Bugüne Haydarpaşa ve Yol
Haritamız” başlıklı sunumunda özetle
şunları vurguladı:
“Tüm dünyada olduğu gibi 19’uncu yüzyılın 2’nci
yarısı Osmanlı Devleti için de demiryolu yapımı ve
işletmesinin birincil kamu görevi sayıldığı bir
dönem oldu. Kapasitesi ve donanımıyla, döneminde
Avrupa’nın en iyi örnekleri arasında sayılan
Haydarpaşa Garı ve Limanı, silolar, elektrik
santralı, depolama binaları, karakol, sağlık
merkezi, okul ve lojman gibi yapılardan oluşan büyük
ve modern bir kompleks olarak tasarlandı.
Yarışma sonucunda seçilen projeleri
Otto
Ritter ve Helmuth Cuno’nun
imzalarını taşıyan yapı grubu, 1908’de hizmete
açıldı. Gar, Batı’ya ulaşmanın görüntüsü olarak
denizi ve İstanbul peyzajını tam da tarihi yarımada
perspektifi üzerinden peron mekanına bağlayarak
özellikle ‘gelen yolcu’ya sunar... Bu düzenleme, hem
işlevsel hem de görsel olarak hattın, kent ve
denizle bağlanmasını sağlar. Bu özellikleri,
Haydarpaşa Gar kompleksini İstanbul için çok özel
kılar.”
Prof. Batur’un bu açıklamalarına göre,
Haydarpaşa’daki tarihsel, kentsel ve mimari içerik,
İstanbul için yine çok önemli bir proje olan
“Marmaray”ın gündeme getirdiği dönüşümle
“kırılganlık süreci”ne girdi. Bu olasılığın, yerini
“pozitif bir birlikteliğe” bırakması için, Danışma
Kurulu’nun değişmez ilkeleri olarak belirtilen temel
kavramlar ise; “tarihsel süreklilik”; “işlevsel
süreklilik” ve “kentsel süreklilik”...
‘Yanıtsız’ sorular
İTÜ’deki bilgilendirme toplantısının ikinci bölümü
katılımcıların sorularına, yanıtlara ve genel
değerlendirmelerine ayrılmıştı. Haydarpaşa Gar
Binası için RRR çalışmasına sağlanan “akademik
denetim” ortamı, memnuniyetle karşılanırken, kimi
soruların yanıtsız kalması ise bu “güvence”nin son
yıllardaki “kaygı”ları gidermeye yetmediği
izlenimini veriyordu.
Örneğin RRR projelerinin Koruma Kurulu’ndan onayı
için “yasal önkoşul” olan “Haydarpaşa Sit Alanı
Koruma Amaçlı İmar Planı”nın ne aşamada olduğu
açıklan(a)madı. Bu belirsizliğe, aynı planda tarihi
gar için “konaklama” işlevinin belirlendiği duyumu
da eklenince, RRR’deki “tarihsel, işlevsel ve
kentsel süreklilik” ilkelerinin “plan desteğinden
yoksun” olduğu sonucu ortaya çıkıyordu...
Benzer şekilde, kamuoyunda asıl tartışma ve merak
konusu olan “Harem-Kadıköy/Haydarpaşa Port”
projesindeki, “Garın turistik konumu ve işlevi”nin
sürüp sürmediği sorumuza da “port projesinin
değişmediği” yönündeki açıklamalar, kaygıları daha
da güçlendirdi.
Çünkü RRR Danışma Kurulu ilkeleri “ulusal
beklentiler”le örtüşse bile “port” projesi temelde
“küresel” pazarlamayı esas alan bir rant tasarımı...
Gar bu tasarımın dışında tutulmadığı sürece,
“akıbet”inin Danışma Kurulu hedefleriyle uyumlu
olması nasıl sağlanabilecek?
Nitekim RRR çalışmasının son aşaması olan
“restorasyon” için gerekli “yeni işlev”in de “port”
projesine “paralel” olabileceğinin belirtilmesi,
“tarihsel, işlevsel, ve kentsel süreklilik” için
destekleyici değil “engelleyici” bir durum... Çünkü
her 3 temel ilkenin de olmazsa olmaz koşulu; garın,
“yolcuların İstanbul’la tanışma mekanı niteliği”nin
korunması iken, “port” projesi bunun yerine,
“turistik” ve “ticari” kullanımları öngörüyor...
Sözün kısası, sadece İstanbul’un değil, tüm ülkenin
hatta dünyanın en önemli “demiryolu kültürü mirası”
örneklerinden olan Haydarpaşa Gar Binası’nın rölöve
ile restitüsyon çalışmalarında “İTÜ güvencesi”
devrede olsa bile “restorasyon”a yön verecek “yeni
işlev” için “tehlikeli küresel beklentiler”in
etkisiz kılınamadığı anlaşılıyor. Bakalım, yeni
“akademik” süreç bu konuda da “esenlikli” bir
geleceği sağlayabilecek mi?
Cumhuriyet, Haber: Oktay Ekinci, 17.02.2011
|
3. KÖPRÜ TARİHİ ESERLERİN YÜZÜNÜ GÜLDÜRECEK
Kültür
Bakanlığı, yeni köprünün geçeceği Garipçe Köyü
mevkiindeki tarihî eserleri özel sektöre açıyor.
Boğaz'a nazır Garipçe Kalesi ile Garipçe Kulesi,
"Kültürel Amaçlı Özel Tesis" olarak 49 yıllığına
kiralanacak. İhale için son başvuru tarihi 25 Mart
2011.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, 3. Boğaz köprüsünün
geçeceği Garipçe Köyü mevkiindeki tarihî
eserleri özel sektöre açıyor. Boğaz'a nazır
Garipçe Kalesi ile Garipçe Kulesi, "Kültürel
Amaçlı Özel Tesis" olarak kullanılmak üzere
yerli girişimcilere 49 yıllığına kiralanacak.
Bakanlığın şartına göre, kale ve kule zorunlu
olarak; müze, çok amaçlı salon, sergi salonları,
sanat atölyeleri kütüphane gibi kültürel ünite
şeklinde kullanılacak. Bu ünitelerin yanına müze
mağazacılığı, kafeterya ölçeğindeki yeme içme
üniteleri gibi sosyal işlevli mekanlar da
yerleştirilebilecek. Bakanlık ihale için son
başvuru tarihini 25 Mart 2011 olarak belirledi.
Zaman, 17.02.2011
|
SELAMET HAN İÇİN İADE KARARI

İstanbul Eminönü'ndeki
Selamet Han, Ermeni işadamı Kalust Gülbenkyan
tarafından, 1953'te Yedikule Surp Pırgiç Ermeni
Hastanesi
Vakfı'na bağışlandı. Ancak açılan dava sonucunda
mülkiyeti, 1994'te Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne
geçti. Vakıf, Selamet Han'ın iadesi için Avrupa
İnsan Hakları
Mahkemesi'ne (AİHM) başvurdu fakat dava reddedildi.
Yıllarca bakımsız kalan Selamet Han'ın kaderi, 27
Şubat 2008'de yürürlüğe giren 5737 sayılı yeni
Vakıflar Kanunu ile değişti.
Bu kanun, azınlık vakıflarının zamanında çeşitli
nedenlerle el konulan gayrimenkullerinin iadesine
olanak sağlıyordu. Vakıflar da, bin 410 taşınmazın
iadesi için başvuru yaptı. Yapılan incelemenin
ardından 96 taşınmaz ilgili vakıflara iade edildi.
Bu gayrimenkullar arasında Selamet Han da yer aldı.
Selamet Han'ın şu anki durumunun içler acısı
olduğunu belirten Vakıf Başkanı Bedros Şirinoğlu,
Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce binanın restorasyon
projesinin hazırlandığını,
Koruma Kurulu'ndan onay beklendiğini
söyleyerek, "Bir an önce restorasyonu yaptırıp, bir
butik otel olarak burayı
İstanbul turizminin
hizmetine sokmaya
hedefliyoruz. Parmakla
gösterilecek bir eser haline gelecek" dedi.
Yani yasanın ardından 19 gayrimenkulün iadesi için
başvuru yaptıklarını belirten Şirinoğlu, "7
gayrimenkul ile ilgili olumlu yanıt aldık.
Diğerleriyle ilgili süreç devam ediyor. Bunlardan
biri eskiden hastanenin
bahçesi olan ancak bugün üzerinde Zeytinburnu
Stadyumu, kapalı spor salonu, otopark ve çaybahçesi
bulanan 44 dönümlük arazi. Haftada 4 bin 500
hastaya
hizmet veriyoruz. Bizim bu
hastaneyi çevirebilmemiz
için, teknolojiye
ayak uydurabilmemiz, fakirlerimize
bakabilmemiz için bu arsanın gelirine
ihtiyacımız var. Arsaya
ek bina yapmak istiyoruz. Başbakan'ın adil bir
insan olduğunu
biliyoruz. Adaleti yerine getireceğine de eminim"
diye konuştu.
Hükümetin azınlıklara yönelik kararlarının
yurtdışındaki vatandaşlar tarafından takdirle
izlendiğini belirten Şirinoğlu, "Fransa'dan bana
telefon
edip 'Karşıdaki bostanı aldın mı? diye soranlar var.
Binlerce kişi arıyor. Ben de karşıdaki arsayı da
vereceklerini söylüyorum" dedi. Yasadaki değişikliği
reform olarak niteleyen Şirinoğlu, "Sözde vatandaş
değil özde vatandaş olduk" yorumunu yaptı.
AİHM, Büyükada'daki Rum Yetimhanesi'nin 3 ay içinde
Patrikhane'ye iade edilmesine karar vermişti.
Vakıflar Genel Müdürlüğü Meclisi de, haziranda
verilen bu kararın Türkiye'ye ulaşmasının ardından
toplanmıştı. Müdürlük, AİHM kararına
uygun
olarak yetimhanenin Patrikhane'ye devrini oy
birliğiyle kararlaştırmıştı. Rum Yetimhanesi'nin
tapusu Rum Patrikhanesi adına tescil edilmişti.
Sahibi kısmında "Rum Patrikhanesi" yazan tapuyu alıp
Patrik Bartholomeos'a götüren avukat Cem Sofuoğlu,
süreci hukukun üstünlüğü ve
insan hakları açısından önemli bir başarı
olarak değerlendirmişti. Sofuoğlu, sürecin benzer
durumdaki azınlık vakıflarının taşınmaz malları için
emsal teşkil ettiğini söylemişti.
Sabah, Haber: Hasan Ay, 17.02.2011
|
TAŞ EVLER TURİZM KAZANDIRILIYOR

Denizli'nin Honaz İlçesi'ne bağlı Aydınlar
Köyü'nde, tarihi nitelik taşıyan taş evlerin restore
edilerek turizme kazandırılması hedefleniyor.
Proje Yürütücüsü Yüksek Mimar Umut Durmuş AA
muhabirine yaptığı açıklamada, projenin ilk kısmında
köy konağının, ikinci kısmında ise köy evlerinin
restore edileceğini, konağın maliyetinin yüzde
25'inin Denizli İl Özel İdaresi tarafından
karşılanacağını söyledi.
Durmuş, taş evlerin yerel kaynaklar ve işçiler
kullanılarak restore edilip turizme açılacağını,
geleneksel yapı kültürü yaşatılırken köylüler için
de bir geçim kaynağı oluşturulacağını ifade ederek,
''Aydınlar'daki evlerin yüzde 53'ü geleneksel. Köyde
220 ev var. Bunların 110'dan fazlası geleneksel
yapısını korumuş. Elindeki kültür mirasının farkında
olmayan gençler, köyü terk ediyor. Terk edilen evler
yıkılıyor. Dolayısıyla bir an önce harekete geçmek
gerekiyor ki köyü kurtaralım'' dedi.
Her biri turistik mekan haline getirilecek evlerin,
köylüler için bir geçim kaynağı haline dönüşeceğine
işaret eden Durmuş, ''Valimiz Yavuz Erkmen bu konuda
bize önemli destek veriyor. Köylü çok istekli. Honaz
Dağı Milli Parkı sınırında olması da köy için büyük
avantaj. Ben bu köyü kendi ayakları üzerinde
durabilir, kendi kaynaklarıyla ayakta durabilir hale
getirebilirsem bu pek çok köye örnek olur. Belki pek
çok şehirleşme problemi de çözülebilir. İnsanlar
köyünün çok değerli olduğunu düşünerek köyde kalır.
Projeye kaynak sağlayabilmek için ülkenin önde gelen
şirketlerine sunum yaptım, vakıflarla görüştüm''
diye konuştu.
Dokuz Eylül Üniversitesi Restorasyon Kürsüsü Başkanı
Prof.Dr. Eti Akyüz Levi ile köy konağı projesini
2010 ISBS Uluslararası Sürdürülebilir Yapılar
Sempozyumu'nda anlattıklarını belirten Durmuş,
ABD'deki Journal of Architecture and Civil
Engineering adlı derginin de projeyi yayımlamak için
kendilerinden izin istediğini söyledi.
Umut Durmuş, gelecek yıl Çin'de yapılması planlanan
''Doğayla Harmoni İçerisinde Yaşama ve Yeşil
Ekonomi''sempozyumuna projeyi anlatmak üzere davet
edildiğini, çalışmanın dünyadaki akademik çevrelerin
dikkatini çektiğini bildirdi.
Durmuş, köydeki evlerin özelliklerine ilişkin şu
bilgileri verdi:
''Aydınlar Köyü evleri, açık dış sofalı Türk Evi
plan düzenini yansıtır. Tahtalık adı verilen yarı
açık ve doğuya yönelmiş mekandan odalara dağılan ve
yan mekansal unsurlarla desteklenen bir plan kurgusu
vardır. İki kat yüksekliğindeki, tamamı taş yapılar
yapı dışındaki 'öz' adı verilen ağaç dikmelerle
oluşturulan almaşık bir sistemle ayakta durmakta.
Kat döşemeleri ve çatı ile bütünleşen ahşap iskelet
yığma taş sisteme esneklik kazandırmakta ve depreme
karşı dayanıklılığı artırmaktadır.''
Habertürk, 17.02.2011
|
ANTİK LİMAN YENİKAPI'DA SERGİLENECEK
Marmaray kazıları sırasında
ortaya çıkarılan Bizans dönemine ait 36 batık
gemiden oluşan koleksiyon, Yenikapı'da kurulması
planlanan dünyanın en büyük batık gemi müzesinde
sergilenecek. Yenikapı Metro ve Marmaray Tüp Geçit
Projesi'nin inşaat çalışmaları sırasında gün ışığına
çıkan 1600 yıllık Theodosius Limanı'nda, yaklaşık
altı yıldır süren arkeolojik kazı çalışmalarında
sona geliniyor. Kazıların 1.5 yılda tamamlanacağını
belirten İstanbul Üniversitesi Yenikapı Batıkları
Projesi Başkanı Doç.Dr. Ufuk Kocabaş, "Yenikapı
kazıları, dünyada son zamanların en önemli arkeoloji
keşiflerinden biri olarak kabul ediliyor" dedi.
Kocabaş şöyle konuştu: "Büyükşehir, kentsel dönüşüm
kapsamında Yenikapı'da bir kültür parkı içinde batık
gemilerin sergileneceği bir müze kuracak."
Sabah, Haber: Mesut Altun, 17.02.2011
|
|
 |
MÜZE YETERSİZ, ESERLER ORTADA
Manisa Arkeoloji ve Etnografya Müzesi, Türkiye’nin üçüncü büyüğü. Ancak gerek fiziki şartların yetersizliği gerek restorasyon çalışmalarının tamamlanamaması nedeniyle binlerce tarihi eser bahçede korunmaya çalışılıyor.
Manisa Arkeoloji ve Etnografya Müzesi’nin fiziki şartlarının yetersizliği ve tamamlanamayan restorasyon çalışmaları nedeniyle 30 bine yakın tarihi eserin sergilenemediği belirtildi. Türkiye’nin üçüncü büyük müzesinin deposunun yetersizliği yüzünden çok sayıda eserin de açık alanda korunmaya çalışıldığı bildirildi.
Manisa Arkeoloji ve Etnografya Müzesi Müdürvekili Umut Doğan, etnografya bölümünün restorasyonunun ay sonunda bitirileceğini, arkeoloji bölümünün restorasyonuna ise mayısta başlanacağını söyledi. Müzenin deposunun kapasitesinin dolduğunu belirten Doğan, dışarıdaki eserlerin korunması için altı olan güvenlik kamera sayısını 24’e çıkardıklarını kaydetti. Umut Doğan, “Etnografya bölümündeki çalışmaların ardından depodaki bazı eserleri burada sergileyeceğiz. Arkeoloji bölümünün restorasyonu bitse bile, fiziki şartların yetersizliği yüzünden yine depolardaki eserlerimizin büyük bölümünü gün ışığına çıkaramayacağız” dedi.
Hürriyet Ege, Haber: İlker Kılıçaslan, 17.02.2011
|
BURSA SURLARINI AYAĞA KALDIRMA PROJESİ KAPSAMINDA
ZİNDANKAPI'DA ÇALIŞMALAR BAŞLADI
Bursa
Büyükşehir Belediyesi tarafından sürdürülen
‘Bursa Surlarını Ayağa Kaldırma Projeleri’
kapsamında Zindankapı’da
çalışmalar başladı. Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin
resmi internet sitesinde yer alan habere göre;
birkaç sene içerinde tamamlanması planlanan proje
aracığıyla Eski Hisar bölgesi yenilenmiş
olacak.
Bursa Büyükşehir Belediyesi, Bursa’da Suriçi
bölgesini canlandıracak tarihi surların ayağa
kaldırılması projesi kapsamında Zindankapı’da mevcut
binaların yıkımına başladı. Büyükşehir Belediye
Başkanı Recep Altepe, Alacahırka Alaattin
Mahallesi’nde incelemelerde bulundu.
Bursa’nın yaşayan bir tarih kenti olması yönünde
çalışmaların devam ettiğini ifade eden Altepe,
“Bursa Büyükşehir Belediyesi olarak Bursa’nın kent
ziynetlerini ortaya çıkaracak projelerimizi hızla
sürdürüyoruz. Geçtiğimiz dönem başlattığımız sur
projesi, Bursa’da hayata geçirilen en önemli
projelerin başında geliyor. Bir tarih ve kültür
başkenti olan Bursa, aynı zamanda 3500 yıllık bir
yerleşim. Osmanlı öncesi dönemin yaşandığı eski
Bursa da Suriçi’nde. Bu bölgedeki surların tamamen
ayağa kaldırılması için çalışıyoruz. Ana kapı
Saltanat kapı, Yer kapı ve Fetih kapının ardından
kentin batı bölgesine ve güneye, Uludağ’a bakan
surların eksik kalan kısımlarının tamamlanmasıyla
ilgili yoğun bir şekilde çalışıyoruz” diye konuştu.
Altepe, ayrıca kentin batısına bakan cephedeki
Zindankapı ve Muradiye tarafındaki Kaplıcakapı’da
gerçekleştirilen çalışmalar hakkında detaylı bilgi
verdi. Bu noktalarda ihalelerin gerçekleştirildiğini
anlatan Altepe, bir taraftan da kamulaştırma
çalışmalarının devam ettiğini, bu kapsamda şu ana
kadar 10 binanın kamulaştırıldığını ifade etti.
Kamulaştırmalarla birlikte sur inşaatları,
restorasyon ve rekonstrüksiyon çalışmalarının da
sürdürüldüğünü anlatan Altepe, “Şu anda Zindankapı
ve kulenin de içinde bulunduğu 4 bina kaldırılıyor.
Yıkımdan sonra Zindankapı restorasyonu hızlı bir
şekilde başlayacak” dedi.
Yapı, 17.02.2011
|
DOĞA HARİKASI İNAĞZI
MAĞARASI'NDA KANALİZASYON AYIBI

Zonguldak’ın kanayan yarası olan doğa harikası
İnağzı Mağarası'na açıktan kanalizasyon ayıbı devam
ediyor. Mahalle sakinleri, yetkililerin mağaraya
sahip çıkarak, kanalizasyon giderini önlemesini ve
mağarayı turizme açmasını istiyor.
Zonguldak'ta sahilden başlayıp Bağlık Mahallesi'ne
kadar uzanan 793 metre uzunluğundaki İnağzı
Mağarası, doğal güzelliği ile mağara turizmi
açısından büyük önem arz ediyor.Mağara, damlataş
oluşumları açısından da son derece zengin bir doğal
güzellik olarak değerlendiriliyor. Mağaraya
kanalizasyon akıtıldığını ileri süren mahalle
sakinleri ise yetkililerin duruma el koyarak
mağarayı turizme açmasını istiyor.
İlgili makamların konuyla yeterince ilgilenmemesine
tepki gösteren mahalle sakinlerinden Ahmet Kurt, "İnağzı
Köksal Toptan İlköğretim Okulu’nun önünden mağaraya
kanalizasyon akıtılıyor. Bu yetmemiş gibi şimdi de
mağaranın ağzından açıktan lağım akıtılıyor. Böyle
duyarsız bir yönetim kadrosu, hiç zannetmiyorum ki
Türkiye’nin bir vilayetinde olsun. Herkes turizm
için sahillerine, mağaralarına ve tabiat
güzelliklerine sahip çıkarken, Zonguldak vilayetinde
de sahillerini çöplüğe çeviren, mağaralarına
kanalizasyon akıtan anlayış hakim. Gelecek nesiller
adına sayın valimizden bu olaya sahip çıkmasını
istiyorum. Bu konunun çözüme kavuşturulmaması
halinde Cumhuriyet Başsavcılığı’na sorumlular
hakkında suç duyurusunda bulunacağım." dedi.
Mağaranın içler acısı hali, 8 ay önce “Tabiat
harikasına kanalizasyon ayıbı” başlığıyla kamuoyuna
duyurulmuş, bunun üzerine Kültür ve Turizm Bakanlığı
Karabük Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu Müdürlüğü olaya el atmıştı. Kurul’un 20 Ocak
2011 tarihli kararına göre; İnağzı mahallesi Kilimli
yolu güzergahında yer alan tescilli İnağzı
mağarasının, “Taşınmaz Kültür varlığı olarak tescil
edilen İnağzı mağarasının yeraltındaki uzanımı ve
söz konusu kanalizasyon uygulamasının, mağaranın
fiziki ve doğal yapısına zarar verip vermediğinin
tespiti için Zonguldak Belediye Başkanlığı
tarafından Maden Tetkik Arama Genel Müdürlüğü’ne
gerekli inceleme ve tespit çalışmasının yapılması”
istenmişti.
Değişim Medya, 16.02.2011
|
İLK PROTEZ
Manchester Üniversitesi’nden
araştırmacı Jacqueline Finch tarafından yapılan
araştırmaya konu olan mumya, 2000 yılında Luksor
yakınlarındaki Thebes nekropolünde çıkarıldı.
Mumyanın MÖ 950 ile 710 yılları arasında yaşadığı
tahmin edilen bir yüksek rahibin kızı olan
Tabaketenmut’a ait olduğu belirlendi. Tahta ve
deriden yapılan protezi inceleyen Finch, aynı
malzemeleri kullanarak protezi kopyaladı.
Araştırmacı daha sonra bu protezi tıpkı Tabaketenmut
gibi şeker hastalığı sonrasında gelişen kangrenden
ayağı kesilmiş iki hastada denedi. Hastalar, bu
ilkel protezi yürürken gayet rahat bulduklarını
belirtti. Şimdiye kadar
İtalya’da Capua bölgesinde bulunan Roma dönemine
ait bronz ve tahtadan yapılmış bacağın en eski
protez olduğu tahmin ediliyordu.
Hürriyet, 16.02.2011
|
|
 |
LADİK SAAT KULESİ RESTORE EDİLİYOR
Samsun İl Özel İdaresi, Ladik İlçesi'nde tarihi öneme sahip Saat Kulesi'nin restorasyon işinin ihalesini yaptı.
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından projesi onaylanarak ihaleye çıkarılan Ladik Saat Kulesi'nin restorasyon ihalesi yapıldı. Yer teslimi yapılan Ladik Saat Kulesi'nin iklim şartlarının elverişli olması halinde yaz sezonuna tamamlanmasının öngörüldüğünü belirten Özel İdare yetkilileri, restorasyonun ihale bedelinin 252 bin TL olduğunu belirterek, "Amacımız, İl Özel İdaresi olarak tarihi yaşatmak, var olan tarihi eserlere sahip çıkmaktır" dedi.
Ladik Saat Kulesi çokgen bir kaide üzerinde yuvarlak gövdeli ve şerefelidir. Minareyi andıran saat kulesi kare prizma şeklindeki şerefe üstü bölümünün dört yüzüne yuvarlak kadranlı birer saat yerleştirilmiştir. Kulenin gövdesi üzerinde pencere bulunmamaktadır. Bezeme olarak yalnızca şerefe altında şerit halinde kabartma kuşaklara yer verilmiştir.
Samsun Kent Haber, 16.02.2011
|
İSTİKLAL CADDESİ'NİN HAYALETİ YÜZÜNÜ GÖSTERDİ
İnşaatına 2006 yılında başlanan ve özellikle devasa kütlesinin belirginleşmeye başlamasıyla birlikte büyük tartışma konusu olan Demirören AVM, yüzünü göstermeye başladı.
Demirören AVM, yanındaki tescilli bina Cercle d'Orient’ın neredeyse iki katı yüksekliğe ulaşmış, ancak hiçbir kurum ya da kişi sorumluluğu üstlenmemişti.
Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan, kurul kararlarını uyguladıklarını söylerken, Demirören Grubu adına konuşan Tayfun Demirören ise kanunlara aykırı bir işlem yapmadıklarını savunmuştu.
Tartışmanın gündemden düşmemesi üzerine harekete geçen İstanbul 2. No.lu Yenileme Kurulu da inşaat alanında incelemelerde bulunmuş ve projeye aykırı unsurların düzeltilmesini istemişti.
Yapı, 15.02.2011
|
 |
MESCİTTE MERYEM ANA VE İSA RESMİ

Trabzon'un tarihi Ortahisar Mahallesi'ndeki
restorosyon çalışmaları sırasında Saraç Alizade
Mescidi'nin dış duvarında ''Meryem Ana ve Çocuk
İsa'' freski bulundu.
Trabzon Vakıflar Bölge Müdürü Mazhar Yıldırımhan
yaptığı açıklamada, son 5 yılda aralarında cami,
türbe ve minarelerin de bulunduğu 79 eseri 13.5
milyon liralık harcamayla onardıklarını söyledi.
Özellikle eski vakıf eserlerinin onarımıyla ilgili
yoğun şekilde çalıştıklarını belirten Yıldırımhan,
''Bu yıl içinde 16 eserin onarım ve yatırımı
programa alındı. 2012 yılı sonuna kadar sorumluluk
sahamızdaki tüm eserleri onarmayı hedefliyoruz. Bunu
da gerçekleştireceğimize inanıyoruz'' dedi.
Yıldırımhan, bu kapsamda Ortahisar Mahallesi'ndeki
Saraç Alizade Mescidi'nde onarım çalışmaları
gerçekleştirdiklerini ifade ederek, ''Çalışmalar
sırasında mescidin duvarına bitişik bulunan ve büfe
olarak kullanılan yapı yıkıldı. Yapının yıkılmasıyla
mescidin dış duvarında Meryem Ana ve Çocuk İsa'nın
konu edildiği fresk bulundu'' diye konuştu.
Durumun Anıtlar Kuruluna iletilmesi üzerine freskin
üzerinde bulunan duvarın korunmasına karar
verildiğini anlatan Yıldırımhan, şöyle devam etti:
''Mescidi onarırken ortaya çıkan freskleri de
koruyacağız. Mescidin çevre duvarının sıvası
sökülecek ve ortaya çıkacak freskler aslına uygun
korunacak. 'Duvarı dış etkenlerden nasıl
koruyabiliriz' diye proje çalışması yapıyoruz.
Hazırlanacak proje doğrultusunda ne yapılacağına
karar vereceğiz. Projenin tamamlanması ve kabul
edilmesinin ardından çalışmalara yıl içinde
başlanacak.''
Yıldırımhan, mescidin dış duvarında tespit edilen
freski, inançlara saygı ve tarihi miras olması
dolayısıyla aslına uygun olarak koruyacaklarını
vurgulayarak, ''Bölgemizde farklı inançlara ait
farklı eserler bulunuyor. Bunların bütününün
korunması gerektiğini düşünüyoruz. Bunlar tarih
mirasıdır ve bugün bunların sahibi biziz. Hangi
inanç olursa olsun saygılıyız'' dedi.
Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu
yetkilileri ise kentsel sit alanı içinde yer alan
tescilli mescidin batı duvarında Meryem ve çocuk İsa
freski bulunmasının Trabzon'un tarihi sürecine ışık
tutacağını belirttiler.
''Yol gösteren, rehber'' anlamına gelen 'Hodigitria
Meryem ve çocuk İsa figüründe, Meryem Ana'nın sağ
koluyla çocuk İsa'yı kucakladığının görüldüğünü
ifade eden yetkililer, şunları kaydetti:
''Freskte Meryem Ana'nın sağ elinin parmakları, sol
elinin ise tamamı açıkta. Başını hafifçe çocuğuna
doğru eğmiş ve başörtüsü omuzlarından aşağıya doğru
iner şekilde. Çocuk İsa'nın sağ elinin parmakları
belirgin, diğer kısımları ise giysili. Her ikisinin
de başında haleleri var. Bir kemerin alınlık
kısmında yer alan freskonun boyaları, üzerine
yapılan sıvadan dolayı dökülmüş. Mescidin batı
duvarının dış yüzeyinde, üst kısımda küçük 3 adet
niş, alt kısımda da 4 adet yuvarlak kemerli niş
bulunuyor. Bu nişlerin 3 tanesinin kemer genişliği
ve yüksekliği aynı. Nişlerden biri daha geniş ve
alçak tutulmuş, ayrıca çift kemerli. Dıştaki kemer,
örgü motifiyle süslenmiş.''
Yetkililer, kilise olarak inşa edilen ve daha sonra
camiye dönüştürülen Küçük Fatih Camisi'nin mescidin
bulunduğu sokakta olduğunu anımsatarak, bu duvarın
kiliseyle bağlantılı ve dini işlerle ilgili bir
yapıdan kalmış olabileceğine dikkati çektiler.
Habertürk, 15.02.2011
|
130 YILDIR UYUYAN HAREM ŞENLENİYOR

Yıldız Sarayı'nın haremi,
11.5 milyon liraya restore edilecek. Çalışmalar 2
yıl sürecek ve harem; multivizyon gösterileri, okuma
ve oturma bölümüyle "yaşayan" hale getirilecek.
Yıllardan 1877'dir. Osmanlı Padişahı II'nci
Abdülhamid'in bir gece yarısı verdiği "Yıldız
Sarayı'na taşınıyoruz" emrinin ardından koskoca
imparatorluk Dolmabahçe'den çıkar. Otağı hümayunlar
(padişah çadırları) kurulur. Hızla yapılar inşa
edilir. Birkaç yıl içinde kurulan yapılardan biri de
harem dairesidir... İlk elektrik tesisatı ve
kalorifer sistemi de ilk
kez burada kullanılır.
Osmanlı'nın yıkılmasıyla 1924'te Harp Akademileri'ne
geçen Yıldız Sarayı, 1978'de de Kültür Bakanlığı'nın
sorumluluğuna verilir.
Bugün Yıldız Sarayı'nın harem dairesi içler acısı
halde. Güzelim duvar kağıtları sarkmış, süslü
kaloriferler yerlerde, merdivenler kırık dökük...
Yıldız Sarayı'nın haremine, neredeyse 130 yıldır
çatı onarımı dışında tek bir çivi çakılmamış. Fakat
Osmanlı'nın son haremi, büyük bir restorasyona
hazırlanıyor. Onarım için, 2010'un kasım ayında 11.5
milyon liralık ihale yapıldı. Bu ay başlayacak
restorasyonun başında bulunan Kültür ve
Turizm
Bakanlığı İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü
Yıldız Sarayı Kontrol Amiri restoratörü Ahmet
Selbesoğlu, "Burayı yaşayan harem yapacağız. Harem
sadece 'akla gelen o malum olaylardan' ibaret değil.
İçeri girenler haremdeki eğitimi, hayatı, tarihi
okuyacak" diyor. Restorasyonun iki yılda biteceğini
belirten Ahmet Selbesoğlu, "Bina öylesine perişan ve
yalnız kalmış ki... 3 aydır
kameralarla haremin her köşesini kayıt
altına alıyoruz. Burada bir
hizmet
ünitesi kurmak istiyoruz. Kahve içilebilen, tarih
okunabilen bir yer olacak. Multivizyonla
gösterimiyle harem yaşatılacak. Mimarlar, inşaat
mühendisi, sanat tarihçisi ve mimarlık tarihçisinden
oluşan 10 kişilik bir ekiple çalışıyoruz. Alanında
en büyük ustalarla birlikteyiz" diye
konuşuyor.
Sabah, Haber: Bilge Eser, 15.02.2011
|
OSMANLI KALESİNE YAPILAN KİLİSE ÇATIŞMAYA NEDEN OLDU
Makedonya’nın başkenti Üsküp’te Osmanlı
döneminden kalma kalenin içerisinde Makedon hükümeti
tarafından inşa edilen kiliseyi protesto eden
yüzlerce
Müslüman polisle çatıştı. Kale içerisindeki
kilise inşaat alanına girmek isteyen göstericilerle
Makedon polisi arasında arbede yaşadı. Gösteriler
kısa sürede çatışmaya dönüştü. Çıkan olaylarda 10
kişinin yaralandığı bir kişinin ise durumunun ciddi
olduğu belirtildi.
Üsküp Kalesi’ndeki kilise inşaatına, Makedonyalı
Arnavutlar ve Türkler karşı çıkıyor. Günlerdir
yaşanan gerilim ardından çıkan
çatışma ardından kilisenin inşaat çalışmalarının
durdurulduğu açıklanmıştı. Ancak kilisenin inşaat
çalışmalarının gece yarısından sonra gizlice devam
ettiğinin fark edilmesiyle Müslümanların kiliseyi
yıkımı teşebbüsünde bulundukları ileri sürüldü.
Kaleye gelen Müslümanlar ile milliyetçi Makedonlar
arasında önce sataşmaların yaşandığı ardından da
sopa ve bıçaklarla birbirlerine girdikleri
belirtildi.
Milliyet, 15.02.2011
|

Firavun Tutankamon^^un altın heykelleri yağmacıların hedefi oldu. |
DEVRİMİN KAYIPLARI
Mısır’ın Tarihi Eserler Müsteşarı Zahi Havas, Tahrir Meydanı’nda yapılan gösteriler sırasında, dünyaca ünlü Mısır Müzesi’nden bazı eserlerin çalındığını açıkladı. Yağma sonrasında yapılan envanter çalışmaları sırasında bir çok parçanın eksik olduğu ortaya çıktı. Kayıp eserlerin küçük bir kısmı Pazartesi günü yanmış bir resmi binayla bir hediyelik eşya dükkanın arasında bulunsa da çoğu eser hala kayıplarda. Eksik olan parçalar arasında, Firavun Tutankamon’u bir tanrıça tarafından taşınırken betimleyen altın kaplama heykel de bulunuyor. Tutankamon’a ait bir başka altın kaplama heykeldeki bazı parçaların da çalınmış olduğu açıklandı. Zahi Havas, 29 Ocak’ta müzeye girmeyi başaran gösterici kılığındaki yağmacıların, 70 kadar esere de zarar verdiğini söyledi. Yağmacılardan bazıları yakalanarak, polis tarafından gözaltına alınsa da sorgulamadan bir sonuç alınamadı. Havas, ülkenin durumu göz önüne alındığında, artık ülkedeki tarihi eserlerin hiçbirinin güvenlik altında olduğunu söyleyemeyeceğini de belirtti. Müzenin müdürü Tarık El Avadi, “Müzenin her yerini aradıktan sonra, üzülerek itiraf ediyoruz ki, Tutankamon heykelinin parçalarına rastlanmadı. Tek tesellimiz, altın kaplamalı parçaların olduğu odanın yağmalanmamış olması” dedi.
Radikal, 15.02.2011
|
OSMANLILAR OĞUZ SOYUNDAN DEĞİL Mİ?

Prof.Dr. İnalcık Osmanlı
soyunun Oğuz Türklerinden geldiği bilgisine kuşkuyla
yaklaşarak, ‘Osmanlı hanedanının Kayı boyundan
gelmiş olması dolayısıyla tüm Türk ve Tatarlar
arasında hanlığa en çok hakkı olan hanedan olduğunu
kanıtlamaya çalışmaktadır’ diyor.
Yaşayan en büyük Osmanlı tarihçisi olarak anılan
Prof.Dr. Halil İnalcık’ın İş Kültür Yayınları’ndan
çıkan “Has-bağçede ‘ayş u tarab” kitabı Osmanlı
hakkında yeni tartışmalar yaratacağa benziyor.
İnalcık padişahların içkili eğlencelerini anlattığı
kitabında, Osmanlı soyunun Oğuz Türklerinden geldiği
bilgisine kuşkuyla yaklaşıyor. Bu bilginin II. Murat
emriyle, Yazıcı Ali tarafından kaleme alınan
Oğuzname’ye dayandığını yazan İnalcık; “Osmanlı
hanedanının Kayı boyundan gelmiş olmaları
dolayısıyla tüm Türk ve Tatarlar arasında hanlığa en
çok hakkı olan hanedan olduğunu kanıtlamaya
çalışmaktadır” diyor.
İnalcık, II. Murad’ın kendi soyunu Oğuz Han’a
bağlamaya ihtiyacını neden duyduğu sorusuna ise,
bunun bir siyasi tepki olduğu cevabını veriyor.
Prof.Dr. Halil İnalcık’a göre, Timurluların Osmanlı
sultanını bağımlı tutma girişimleri; Osmanlılarda
Oğuzculuk akımın ortaya çıkmasının başlıca nedeni:
“Oğuzculuğun gerçek tarihi-siyasi arka planı, Timur
ve oğlu Şahruh’un Anadolu
Türkmen beyleri ve Osmanoğulları üzerinde
egemenlik iddiasına karşı Oğuz Han şeceresinin
benimsenmesidir”.
Oğuzname ve Dede Korkut rivayetlerine dayanan, II.
Murad dönemindeki Oğuzculuk geleneği, Fatih Sultan
Mehmet döneminde de devam etmiş. Fatih, bir yandan
kadim
İran geleneğini benimserken öbür yandan da Oğuz
geleneğini sürdürmüş. Halil İnalcık, kitabında
Osmanlı’nın kurucusu Osman Bey’in babası Ertuğrul’a
dair farklı soy ağaçlarından da örnekler veriyor.
Ertuğrul’un babası,
- Şükrullah, Aşıkpaşazade ve Bayati’ye göre
Selçuklu Süleymanşah’ı.
- Yazıcızade’ye göre Gökalp.
- Düsturname’ye ve Karamani Mehmet Paşa’ya göre ise
Gündüz Alp.
Halil İnalcık’ın kitabında yer alan
minyatürlerden birinde içkiyi yasaklayan Padişah 4.
Murad yer alıyor. Minyatürde 4. Murad elinde bir
kadeh ile işret (içki içme) meclisinde resmedilmiş.
İnalcık’ın kitabında Padişah 2. Murad’ın ise çağdaş
kaynaklarda (sağda) “be-gayet” (son derece ayyaş)
bir hükümdar olarak tanımlandığı anlatılıyor.
Kitabın adındaki “has bahçe”, sadece
padişahların ve onların maiyetindekilerin
girebildikleri bahçelerin adı. Ayş u tarab ise
içkili, sazlı sözlü toplantı demek. Kitap,
padişahların bahçelerinde yaptıkları eğlenceleri,
işret (içki içme) meclislerini anlatıyor.
Tarihçi, içki meclislerini Yıldırım Bayezid
döneminde, eşi
Sırp prensesi ve Çandarlı Ali Paşa’nın saray
geleneği olarak başlattığını yazıyor. Yıldırım
Bayezid’in 1392’de Anadolu seferinde ordusuna
katılan
İmparator II. Manuel’le işret meclisinde şarap
içtiğini de ekliyor. İnalcık’a göre; özenle
tertiplenmiş bahçelerde gece şarap içilen, yeme
içmelerin, her türlü zevk u safanın, raks ve
temaşanın cereyan ettiği işret meclisleri
geleneğinin, saraya ve idareye ait birçok gelenekler
gibi,
İslam öncesi kadim İran’dan İslam hilafeti
dönemine geçip yerleşmiş.
Sarayda içilen içkilerin soruna dönüşmesi günümüzün
meselesi değil yalnızca. O dönemde de sultanlar ve
şehzadeler işret meclislerinin zevk u safasından
kendilerini alamadıkları gerkçesiyle halkın ve
siyasi rakiplerinin kurbanı olmuşlar. İnalcık,
çağdaş kaynakların “be-gayet (son derece) ayyaş” bir
hükümdar olarak tanımladıklarını söylediği II.
Murad’ın işret meclislerine düşkünlüğünün altını
çiziyor, hatta ölüm sebebinin 1451’de oğlu Mehmed’in
Sitti Hatun ile düğünlerinde aşırı yiyip içmesi
olduğunu vurguluyor. Tarihçiye göre; “Fatih’in de
saray bahçelerinde yaptırdığı kasırlarda işret
meclisleri düzenlediğine kuşku yok. Ancak
Amasya’da şehzadesi Beyazid’in
esrar içtiğini öğrenince de sert bir mektup
gönderiyor”.
Milliyet, Haber: Miraç Zeynep Özkartal,
15.02.2011
|
MAHKEME KARARIYLA SUYA YAZILDI
Dünyanın bugüne kadar sağlam
olarak ayakta kalabilmiş 2000 yıllık tek sağlık
yurdu, Allianoi antik Yortanlı Barajının suları
altında. Allianoi ile ilgili açılan ve sonuçlanan
bütün davalarda mahkemenin “antik kent korunsun,
baraj su tutmasın” demesine rağmen bu kararlar antik
kenti koruyamadı.
Allianoi ile ilgili açılan davaları yürüten Arif Ali
Cangı, mahkemelerin verdiği bu kararların gelinen
noktada artık “suya yazılan kararlar” olarak
nitelendirilebileceğini söyledi.
Son olarak geçtiğimiz günlerde gelen 25.09.2009
tarihli kararın iptali ile ilgili mahkeme kararını
gösteren Cangı, EGEÇEP, Tarih Vakfı, Çağdaş
Hukukçular Derneği gibi kurumlar ve bireysel
katılımlarla açılan davanın, antik kentin “mille
örtülerek korunması”na karar veren Kültür ve Tabiat
Varlıkları Koruma Kurulu’nun İlke Kararı ile ilgili
olduğunu aktardı. İzmir 4. İdare Mahkemesi, daha
önce Danıştay tarafından yürütmesi durdurulan eski
ilke kararında olduğu gibi, sonradan alınan yeni
ilke kararının da Allianoi’yi korumayacağına
hükmettiğini kaydetti.
Danıştay’da çok yakında sonuçlanmasını bekledikleri
bir başka davaya daha dikkat çeken Cangı şunları
söyledi; “Bu dava Allianoi’yi yok edecek Yortanlı
Barajı’nın yer seçiminin hukuka uygun olup
olmadığının tartışıldığı dava. Baraj projesinde
değişiklik yapılması ya da aks yerinin
değiştirilmesi istemi DSİ’ce reddedilince açılan
davada Danıştay’ın; “…1. derece arkeolojik sit alanı
olarak tecilli olan Allianoi’nin korunması konusunda
yetkili organ tarafından alınmış bir karar
olmadığı…” belirtilmişti. Dava dosyası karar
düzeltme incelemesinde. Danıştay’dan büyük
olasılıkla baraj yeri seçiminin yanlış olacağı
kararının çıkmasını bekliyoruz. Üstelik, yeni ÇED
düzenlemesi ile ilgili karara göre barajın ÇED’inin
de yapılması gerekecek. Su tutmuş, Allianoi’yi
sulara gömen bu barajın yerinin yanlış olduğu, şu
saatten sonra ortaya konsa neye yarayacak ki?” diye
konuştu. Bundan sonra Allianoi ile ilgili verilen
her kararın suyun üzerine yazılan kararlar olacağını
belirten Cangı, artık antik kentin gömülmesine karar
verilenlerle ilgili idari ve cezai sorumluluk
davalarının açılacağının işaretini verdi. Cangı,
“Hukuka aykırı idari işlem nedeniyle, sorumlular
hakkında maddi-manevi tazminat davaları açılıp,
bunlar sorumlu olan yetkililere rücu edilmeli.
Bilinçli ihmali söz konusu olan devlet görevlileri
bu kusurları nedeniyle cezai ve hukuki yönden
sorumlu tutulacaklarken, siyasilerin sorumlulukları
ise politik zeminlerde ve seçimlerde gündeme
getirilecek” dedi.
YOK SAYILAN KARARLAR
* “Allianoi’yi koruyacak proje üretilene kadar
Barajda su tutulmaması”nı içeren 13 Ekim 2005
tarihli Korum Kurulu Kararının iptali davası
reddedildi. İzmir 1.İdare Mahkemesi’nin 23.11.2006
tarih ve 2005/1758 E. 2006/1950 K. Danıştayca
onanarak kesinleşti. Gerekçede “…Bilimsel raporlara
göre, taşıma çağdaş bir koruma anlayışı değil, mille
tabakası ile örtüp su tutulması, koruma önlemi
olamaz…” denildi.
*04.10.2006 tarihli 717 sayılı Koruma Yüksek Kurulu
kararı- İPTAL EDİLDİ
*27.11.2006 İzmir 2 Numaralı KTVK Bölge Kurulu
kararı . İPTAL EDİLDİ.
*10.10.2007 tarihli İzmir 2 Numaralı KTVK Bölge
Kurulu kararı-İPTAL EDİLDİ.
*20.03.2009 tarihli 749 Sayılı Koruma Yüksek Kurulu
kararı- YÜRÜTMESİ DURDURULDU. Bu karara yapılan
itirazlar reddedildi.
*25.09.2009 tarihli İzmir 2. Numaralı KTVK Bölge
Kurulu kararı– İPTAL EDİLDİ.
Erensel, Haber: Özer Akdemir, 15.02.2011
|
BU FİYATLAR 1700 YILLIK
Muğla’nın Bodrum İlçesi’nde yapılan arkeolojik kurtarma kazıları sırasında bin 700 yıllık bir fiyat listesi bulundu.Mermer üzerine yazılan listede, sandalet fiyatından mimarlık ücretine kadar her hizmet ve malın bedeli bulunuyor.
Deri Babil ayakkabısı 500 denar, mimarlık hizmetinin bedeli ise 100 denar…
Hamam ücreti, okuma yazma öğretmeni ücreti, at koşum ücreti; liste böyle uzayıp gidiyor.
Bodrum Türkkuyusu mahallesindeki kazılarda bulunan mermer fiyat listesinin, Roma İmparatoru Diocletianus dönemine ait olduğu belirlendi. MS 284 ile 305 yılları arasında Bodrum’da ticaretle uğraşan herkes bu fiyatlara uymak zorundaydı. Mermer parça 90 santime 90 santim ölçülerinde. İmparatorun belirlediği fiyatlara göre, öğretmenlik yapanlar arasında en şanslılar, Latince dersi verenlerdi. Okuma yazma ders ücreti 50 denar iken, Latince ve geometri dersinin bedeli ise 200 denardı.
Antik Halikarnassos kenti, çağında önemli bir ticaret merkeziydi.
Trt/Haber, 14.02.2011
|
 |

|
MACARİSTAN EĞRİ VALİDE SULTAN HAMAMI İLGİ BEKLİYOR
Osmanlı'nın 150 yıl süren Macaristan'daki hakimiyeti döneminde Eger (Eğri) şehrinde 400 yıl önce inşa edilen Valide Sultan Hamamı, ilgi bekliyor.
Macar tarihçi Tamas Soos, kent merkezindeki tarihi Türk hamamının yeniden faaliyete geçirilebilmesi için AB'den yardım talebinde bulunulduğunu söyledi. Kentte iki Türk hamamının bulunduğunu, birinin halen faaliyette olduğunu kaydeden Soos, "ancak Valide Sultan Hamamının durumunun içler acısı olduğunu" belirtti. Soos, Eger Belediyesinin hamamı yeniden diriltebilecek bütçesinin olmadığını, AB'den bu konuda yardım istediklerini ifade etti. Eger şehrinde önemli Osmanlı eserleri bulunduğuna işaret eden Macar tarihçi, hamamın yeniden faaliyete geçirilmesi için var güçleriyle çalıştıklarını kaydetti.
Macaristan'ın Eger kentinde 1610-1617 yılları arasında Osmanlılar tarafından inşa edilen diğer Türk hamamı, yerli ve yabancı on binlerce kişiye şifa dağıtıyor. Söz konusu hamam 2009 yılı sonunda yenilenerek hizmete açılmıştı . Ayda üç bin kişiyi ağırladığı belirtilen altın kubbeli bu hamamda bir ana havuz ile beş küçük havuzun bulunuyor.
Türkiye Gazetesi, 14.02.2011
|
AKSOY İÇİN 'UCUBE' MESELESİ BİR İLK DEĞİL
Heykeltıraş Mehmet Aksoy'un başına gelen 'ucube'
meselesi aslında bir ilk değil. Benzer tartışmalar
1989 yılında Almanya'da da yaşandı. Bu seferki
tartışmalar ise 'Meçhul Asker' heykeli için...
Önce, 1975 yılında
Antalya’da meydanın ortasına “İşçi ve Çocuğu
Heykeli”ni yaparken belediye elektrikleri kesti.
Ardından, 1979 yılında TBMM'nin düzenlenen Atatürk heykeli yarışmasında
birinci oldu. Ama Kenan Evren, heykelin Nazım
Hikmet’in Kuvay-ı Milliye Destanı’ndaki
Atatürk’ü anımsattığı için
'Anladım zaten, bu
komünist işi. Atatürk bile zaten kalpaklı’ diyerek
Aksoy’a birincilikle vermedi, ikinci ilan etti.
En
son da Başbakan Kars’taki ‘İnsanlık Anıtı’ için
‘ucube’ yorumu yaptı.
Bu
olaylar bir yana Aksoy’un Almanya’da yaptığı ‘Meçhul
Asker‘ heykeli de bir hayli olaylı.
Heykel için yıkım kararı beklenirken Almanya’nın
Potsdam kentinde heykel sergilenmeye başladı.
Yıkılmak istenen heykeli için 100
binlerce kişi yürüyüş yaptı. Alman gazetelerine
haber olan heykelin hikayesi son derece vicdani.
İşte Mehmet Aksoy’un ağzından ‘Meçhul Asker‘
heykelinin hikayesi;
II. Dünya Savaşı'nın
başlamasına karşı duruş olarak, 1 Eylül 1989’da,
Bonn şehrine bir anıt dikilmek istendi ve yarışma
açıldı. Yarışmada ben birinci oldum. Yarışmanın
konusu ise Hitler ordusuna katılmak istemeyen ve
kaçan askerleri tekrar kahraman etmekti.
Üniformasız, özgür, hiçbir emir komuta dinlemeyen,
apoletsiz ve yakalanamayan bir insan heykeli yaptım.
Heykele nereden bakarsanız bakın, boşlukta kolunu,
bacağını görürüsünüz ama kendisinin görüntüsünü
yakalayamazsınız. Heykel yarışmada birinci oldu. Ama
hükümet heykelin Bonn şehrine konulmasını istemedi.
Gerekçe olarak ‘Alman ordusuna hakaret’ olduğunu
iddia ettiler. Olay gazetelere çıktı, televizyon
programlarına konu oldu, yüzbinlerce kişi yürüyüş
yaptı, hatta parlamentoya kadar taşındı.
Ama biz heykeli 1 Eylül’de treyler üzerinde
sergiledik. Açılışını da Hitler ordusundan kaçan
askerler yaptı. Açılışta yazarlardan, sanatçılara,
kiliseden insanlar herkes oradaydı. Neredeyse 15 bin
kişi vardı. Tabi Türk heykeltıraş olmam da hükümette
ters bir tepki yarattı.
Daha sonra papazın biri, ben kilisenin önüne
diktireceğim dedi. Ben de heykelin kiliseye irtica
etmesini kabul ettim. Ardından 1 sene boyunca
Hollanda dahil neredeyse Almanya’nın her şehrinde
heykel sergilendi.
En
son olarak da savaşın bittiği yere Potsdam’a gitti.
Birlik Meydanı’na dikildi ve orada kaldı. Şu anda
hala Potsdam’da sergileniyor.
15
gün önce de Potsdam belediyesinden bir mektup aldım.
Mektupta; burada kış çok sert geçiyor, heykelde
senelerdir burada açıkta duruyor, o yüzden heykelin
dışında aşınmalar olmaya başladı. Biz bu heykeli
koruma altına almak, 3 ay boyunca heykeli korumak
amaçlı üzerini örmek istiyoruz. İzin verir misiniz?
Bu
nasıl bir nezaket ve anlayış. Esere nasıl muamele
ediyorlar. Bir de bize bakın…. Sahip çıkmak varken
işte kültür farkı…
Hürriyet, Haber: Deniz Öner, 14.02.2011
******
"HEYKEL BENİM HÜRREM SULTAN'IM
Küçüklüğünü Hatay Yayladağı’nda geçiren,
doğayı çok iyi tanıyan, İstanbul Devlet Güzel
Sanatlar Akademisi'ne resim eğitimi almak için
giren, Türkiye’nin en iyi heykeltıraşlarından Şadi
Çalık vesilesiyle heykel okuyan, eğitimine ve
başarılarına İngiltere ve Almanya’da devam eden
Mehmet Aksoy, Polonezköy’deki Böcek Evi’nde doğayı,
yaşamı ve çalışma olanaklarını bir araya getirmiş.
Böcek evin girişindeki vincin üzerinde ‘Taş taşırım
laf taşımam’ yazısı ilk dikkatinizi çeken şey
oluyor. Ev yusyuvarlak. Önünde yarım ay şeklinde bir
havuz var. Mimarisinde ve yapım aşamasında Mehmet
Aksoy’un emeği büyük. Evin girişinde bir motosiklet
sizi karşılıyor. Öğreniyoruz ki Aksoy sıkı bir motor
hayranı ve kullanıcısıymış. Bir anda evin hem içinde
hem de bahçesinde yer alan eserleriyle
tanışıveriyorsunuz.
Mehmet Aksoy konuşmaya çok yorgun olduğundan ve
heykele konsantrasyonunun bozulduğundan bahsederek
başladı. Belli ki ‘İnsanlık Anıtı’nın yarattığı
tartışmaları ve bir sanatçıda yarattığı üzüntüyü
hala üzerinden atamamış.
İşte tartışmalara neden olan usta heykeltıraşın
geçmişi, gelecek planları ve olaylara konu olan
eserlerinin hikayeleri ve içten sohbeti…
Başbakan eserinize ‘Ucube ‘ dedi. Şimdi
kalksa sizden özür dilese gönlünüzü alabilir mi?
Alamaz çünkü çok kırıldım. Yine de ben bu olaya çok
kişisel bakmıyorum. Başbakan'a şimdi tutar 10
kuruşluk dava açarım ama uğraşmak istemiyorum.
Neden dava açmaktan vazgeçtiniz?
Başbakan’ı Türk kamuoyu zaten mahkûm etti.
Bir kere Başbakan makamı gereği ‘kızdım söyledim’
diyemez. O makamın gerektiğini yapacaksın.
Yapamıyorsan oradan çekil. Demokratik insanlar zaten
böyle yapıyor. Ya hastalanıyor ya da kendini eksik
hissediyorlar ve istifa ediyor. Olabilir bu durum
insanidir. Ama ‘ben ağzıma geleni söylerim’
diyemezsin. Bunu bir türlü kabul
edemiyorum.
Kars halkı size ve eserinize yeteri kadar
sahip çıktı mı?
Sahip çıkabilmek için özellikle heykel bilincine ve
kültürüne sahip olmak lazım… Böyle eserlerle de bu
kültürü geliştirir.
Biz Kars halkının heykeli anlamalarını zaman
yaymıştık. ‘Nedir, ne anlam ifade ediyor bu heykel?’
diye ilgi göstermelerini ve dilden dile yayılmasını
bekliyorduk. Ama halka bunu anlatamadım çünkü
‘İnsanlık Anıtı’ yarım bir heykel.
Henüz yarısı yapılmış, kalıp izleri duran bir
heykelin üzerinden konuşuyoruz. Zaten sosyal
hayatımıza girmiş, heykel kültürümüz yok. O yüzden
onlardan böyle bir sahip çıkma olgusu bekleyemem.
Ama aralarında emeğe saygısı olanlar, heykele
saygısı olanlar, Kars’ın popüler olmasına mutlu
olanlar da var…
Peki, devlete yaptığınız çoğu heykel olaylı
olmasına rağmen neden ısrarla size yaptırıyorlar?
Aslında pek kabul etmiyorum. Özellikle ısmarlama
Atatürk heykelleri yaptırmak istiyorlar. Asla kabul
etmiyorum.
O zaman neden Kars’taki İnsanlık Anıtı
heykelini kabul ettiniz?
Çünkü ideallerime ve düşüncelerime çok uygun bir
yapı benim için. Bugün yeryüzündeki en büyük
çelişkinin savaş olduğunu ve bu savaşın insanlığın
yol olacağını belirmek için benim için büyük bir
fırsattı.
Ne kadara mal oldu ‘İnsanlık Anıtı’?
Neredeyse parasız yaptık ‘İnsanlık Anıtı’nı.
Sözleşmemde 350 bin TL yazıyor. Paranın sadece 120
TL’sini en aldım. Bu paraya 30 metrelik heykelin
çimentosunu dahi alamazsınız.
Yaşamakta olduğunuz Böcek Ev’in hikayesi
nedir? Bu böcek ne böceği?
Bu
böcek ev bir bok böceği…

Bok böceği tezeklerden yuvarlak toplar yapıp,
yuvasına atıp, üzerine yumurtlayıp oradan
yavrularını besleyen, tekrar hayata merhaba diyen
bir böcek. Yani pislikten ve çürümüşlükten yeni
dünyalar yaratan bir böcek.
Ben de bok böceğinin içerisinde oturan bir
heykeltıraşım. Yaptığım her şey gibi bu yapı da bir
mesaj veriyor aslında. Küçücük bir bok böceğinin
bile ekolojik denge için ne kadar önemli olduğunu
anlasınlar diye böcekten ilham aldım.
Heykeltıraş olduğunuz için soruyorum; en
yakın arkadaşınız taş mı?
Herkes farkı bir tarafa çekebilir ama yakın
arkadaşım ve en sevdiğim kelime benim ‘taş’. Çünkü
taşın doğruları, hayatın doğruları kadar çoktur. İyi
bir taş ustası olduğum için saygı duyuyorum bir kere
taşa. Çünkü ona asla keserim,
gebertirim şeklinde davranmıyorum. O zaman taş bana
cevap vermez, küser. Hem zaten dünyanın varoluşundan
beri olan bir malzemeye, zamana dokunuyorsun
aslında. Bu duyarlılıkla yaklaşmak lazım.
 
Heykeli isteyerek mi okudunuz?
Hayır, isteyerek okumadım. Aslında ben ressam olmak
isterken heykeltraş oldum. Şadi Çalık hocamız
sağolsun, beni heykele tavladı. İyi de oldu!
Resim aşkınız devam ediyor mu?
Resim yapmak içimde ukde kaldı. Aslında amatörce
resimler yaptım ama resim konusu o kadar ciddi bir
iş ki, kalkıp sergiler açamam. Heykel benim ‘Hürrem
Sultan'ım, resim yapmak için de ona ara vermem
gerekiyor. Ama mutlaka resim yapacağım eminim…
Biz toplumca heykele düşman mıyız?
Kafalarda bir heykel düşmanlığı maalesef var.
Heykelin sanat olarak kabul görülmemesi var.
Sembolik bir yapı olarak düşünüyorlar. Ben bütün bu
eğrileri doğrultmak istiyorum. Tek çabam bu.
Uzun süre yurtdışında yaşadınız… Bütün bu
olanlardan sonra Türkiye’den çekip gitmek geçti mi
içinizden?
İçimdeki bu vatan sevgisi var oldukça dolayı hiçbir
zaman hiçbir yere gitmem. İnsan her yerde nefes alır
ama memlekette var olur.
Heykelleriniz çok mu erotik bulunuyor?
Erotizm zaten hayatın özü. Bir çekim alanı. Üreme,
devam etme ve var olma meselesinin tetikleyici
gücüdür. Ve ben de sanatıma erotizmi yansıtıyorum.
Heykelleriniz çok mu pahalı? Eserlerinizi
takip eden satın alan çok insan var mı?
Bir resimle kıyaslanırsa benim eserlerim ucuz
bulunuyor. Eserlerimi çok takip eden insan var satın
alan da çok isim var O yüzden bu kadar direniş
oluyor. Hepsine teşekkür ediyorum.
En sevdiğiniz yazar?
Yaşar Kemal, Nazım Hikmet vazgeçemediğim yazarlar.
Ne tarz müzik dinlersiniz?
Türkü ve klasik müzik çok severim. Çalışırken
Mozart, Maira Callas’ı dinlerim, Şostakoviç
Leningrad senfonisi çok severim.
Son olarak, şimdilerde ne üzerine
çalışıyorsunuz? Yakında bir sergi var mı?
Bir tane söyleyemeyeceğim sürpriz, büyük bir iş var.
Bir yandan
İstanbul Teknik Üniversitesi'ne Hezarfen Ahmet
Çelebi’nin heykelini yapıyorum. Bir de en kısa
zamanda
Beşiktaş’a
İlhan Selçuk’un heykelini yapmaya başlayacağım.
23
Şubat 2011’de saat 14:00’de Akatlar Kültür
Merkezi’nde sanat üzerine güzel bir panele
katılacağım. Benimle birlikte Fazıl Say, Müjdat
Gezen, Tarık Akan, Rutkay Aziz, Mimarlar Odası eski
genel başkanı Oktay Ekinci’nin katılacağı panele
herkesi bekliyorum.
Hürriyet, Haber: Deniz Öner, 14.02.2011
******
İNSANLIK ANITI YIKIM İHALESİ İÇİN ONAY BEKLENİYOR
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın "Ucube" diye
nitelendirdiği İnsanlık Anıtı'nın yıkımı için ihale
açılacak. İhale için başvurdukları Kamu İhale
Kurumu'ndan onay beklediklerini belirten Kars
Belediye Başkanı Nevzat Bozkuş, onayın yerel
gazetelere ihale ilanının verileceğini ifade etti.
İhale gününün henüz belli olmadığını ifade eden
Bozkuş, "İhalenin yaklaşık maliyetine göre KİK'ten
onayın çıkması için belli süreler var. Onay
geldikten sonra ilan verilecek" dedi. İlan
verilmesinin ardından şartnameler firmalara
iletilecek. Ardından Belediye Meclisi'nin toplanarak
ihaleye katılacak firmaların başvurularını
değerlendirdikten sonra yıkım işini gerçekleştirecek
firma belli olacak.
İnsanlık Anıtı'nın yıkım kararı, Kars Belediye
Meclisi'nde 1 Şubat'ta yapılan oylamada CHP'li 4
üyenin red oyuna karşın MHP ve AK Parti'li 20 üyenin
"evet" oyuyla alınmıştı. Karara tepki gösteren
heykeltraş Mehmet Aksoy ise kararın iptali için dava
açacağını söylemişti.
4 Şubat'ta ise Kars Belediye Teknik Başkan
Yardımcısı Zafer Aslanoğlu başkanlığındaki teknik
ekip ve itfaiye ekipleri İnsanlık Anıtı üzerinde
ölçümler yapmıştı. Ayrıca anıtın SİT alanı üzerinde
inşa edildiği gerekçesiyle Milliyetçi Hareket
Partisi Kars Başkanlığı'nın daha önce açtığı dava
ile ilgili olarak Kars Sulh Hukuk Mahkemesi Hakimi
de anıt ve çevresinde keşif amaçlı incelemelerde
bulunmuştu.
Habertürk, Haber: Tacettin Türk, 14.02.2011
|
CUMHURİYET EVİ RESTORE BEKLİYOR
Nevşehir'in Gülşehir İlçesi'ndeki cumhuriyet dönemi konuk evi restore edilerek, bölge turizminin hizmetine kazandırılmayı bekliyor.
Nevşehir'in Gülşehir İlçesi'ne bağlı Gümüşkent beldesinde ,1939 yılında yörede yaşayan Hacı Asım Ağa tarafından köye gelen konuklar için dinlenme evi olarak yaptırılan tarihi binanın özellikle iç duvar resimleri büyük ilgi uyandırıyor.
Gümüşkent Belediye Başkanı Mustafa Arıkan yaptığı açıklamada, Nevşehir ve yöresinde cumhuriyet döneminin ev duvar sanatını en özgün bir şekilde yansıtan en önemli eser olarak da değerlendirilen tarihi konuk evinin belediye imkanları ile restorasyonunun mümkün olmadığını söyledi.
Sultan Ahmet Camii, tren istasyonu, meyveler gibi özgün resim çalışmalarının konuk evinin duvarlarını süslediğini ifade eden Arıkan, hızla tahrip olan bu yapının Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından restore edilerek, bölge turizmine kazandırılmasını beklediklerini belirtti.
Nevşehir Kent Haber, 14.02.2011
|
 |
"DİVANYOLU CADDESİ AYAĞA KALDIRILMAYA ÇALIŞILIYOR"
Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay,
Gülhane Parkı girişindeki
Alay
Köşkü'nü, edebiyat kütüphanesine
dönüştürdüklerini bildirdi. Günay, Ahmet
Kabaklı'nın Ölümünün 10. Yıl Dönümü Anma Programları
çerçevesinde, restorasyonu tamamlanan
Türk
Edebiyatı Vakfı ve Edebiyat Kıraathanesi'nin
açılış töreninde yaptığı konuşmada, Türk Edebiyatı
Vakfı ve Edebiyat Kıraathanesi'nin ilmimize,
irfanımıza ve edebiyatımıza iyilikler ve güzellikler
getirmesini diledi.
Burada bulunan eski bir sıbyan mektebinin Büyükşehir
Belediyesi, Fatih Belediyesi, İl Özel İdaresi ve
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın
katkılarıyla son derece amaca uygun düzenlendiğini,
bunun İstanbul için bir eksikliğin giderilmesi,
ihtiyacın karşılanması olduğunu düşündüğünü dile
getiren Günay, benzer biçimde, Ayasofya Külliyesi
içinde, Osmanlı döneminde yapılmış olan bir başka
sıbyan mektebi daha bulunduğunu hatırlattı. Günay,
söz konusu sıbyan mektebinin müdüriyet lojmanı
olarak kullanıldığını, geçen yıl burayı
boşalttıklarını, İstanbul'a, edebiyata ve kültüre
hizmet edecek hale dönüştürdüklerini ve bu yıl
içinde de bu çalışmanın tamamlanacağını bildirdi.
Ayasofya'nın girişinde 30'lu yıllarda yapılmış bir
betonarme müdüriyet binası bulunduğunu, bunu geçen
yıl kaldırdıklarını, türbelerin görünmesini
sağladıklarını, türbelerde de İl Özel İdaresi'nin
katkılarıyla restorasyonlar yaptıklarını anlatan
Günay, konuşmasını şöyle sürdürdü:
''Şu anda 2. Selim, 3. Murat ve 3. Mehmet
padişahlarının türbelerini, 50 yılı bir aşkın
zamandan sonra ilk defa İstanbul ve Türkiye
insanının ziyaretine uygun hale getirildiğini,
burada iftiharla ifade etmek istiyorum. Topkapı
Sarayı Sur-i Sultani içinde Rölöve Müdürlüğü'nün ve
Restorasyon Müdürlüğü'nün kullandığı tarihi binaları
da boşalttık. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti
Ajansı'nın yardımıyla eski matbaa binasını onların
kullanımına sevk ediyoruz. Orada Hüsn'ü Hat ve Kitap
Müzesi yapmaya çalışıyoruz.
Yine, 2007 sonunda restore edilip bakanlığın
kullanımına verilmiş olan, Gülhane girişindeki Alay
Köşkü'nü de bakanlığın kullanımı için bir fazlalık
sayarak, edebiyat kütüphanesine dönüştürüyoruz. Bu
yıl ilk defa, Türkiye çapında edebiyat kütüphaneleri
başlatıyoruz. İlkini Ankara'da yapacağız. Mehmet
Akif Ersoy'un vefatının 75., İstiklal Marşımızın
kabulünün 90. yıl dönümü vesilesiyle Ankara-Hamamönü
bölgesinde, Ersoy'un mukim olduğu Tacettin Dergahı
civarında tarihi dokuya uygun bir binayı
bitiriyoruz. 12 Mart günü Mehmet Akif Ersoy'un
adıyla edebiyat kütüphanemizi 'bismillah' diyerek
açacağız. Alay Köşkü'nde de Ahmet Hamdi Tanpınar
adıyla kütüphaneyi açacağız.''
Ertuğrul Günay, Sultanahmet'teki tarihi
Divanyolu'nun Roma döneminden beri protokol yolu
olduğunu belirterek, burasının, Osmanlı'nın
Dolmabahçe ve Yıldız'a gitmesinin ardından bile,
Babıali'nin burada bulunması nedeniyle sürekli
protokol yolu olduğunu, yıllar sonra bir ''ihmalin
giderildiğini'', bu caddenin ayağa kaldırılmaya
çalışıldığını, düzenlemelerin başladığını söyledi.
Cadde üzerinde bulunan ve 1999 depreminden sonra
unutulan Koca Ragıp Paşa Kütüphanesi'ni 2008'de ele
aldıklarını, projelendirdiklerini ve burada İl Özel
İdaresi'nin katkılarıyla, aslına uygun bir düzenleme
yapıldığını anlatan Günay, bu yılın sonunda
kütüphaneyi tekrar İstanbul'a armağan etmeyi
umduklarını ifade etti.
Türkiye'de ilk defa Yazma Eserler Başkanlığı
kurduklarını ve bunun merkezinin İstanbul'da
olacağını belirti.
Yapı, 13.02.2011
|
PATARA ANTİK KENTİ'NDEKİ KAZI ÇALIŞMALARI
Antalya’nın Kaş İlçesi yakınlarındaki Likya
Uygarlığı’nın başkenti Patara antik kentinin kış
döneminde de kazı yapılıyor.
AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Akdeniz Üniversitesi (AÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü tarafından ortaklaşa yürütülen kazının başkanı Prof.Dr. Havva İşkan Işık, kazının, Patara antik kentinin ana caddesini Likya Meclisi binasına bağlayan cadde de yürütüldüğünü, antik kentin ana caddesini meclis binasına bağlayan caddede yaklaşık bir metre derinliğe inildiğini bildirdi. Kazıyla 80 metre uzunluğunda, 30 metre genişliğindeki yolun ortaya çıkarıldığına değinen Prof.Dr. Işık, kasımda başlayan kazının gelecek ay başında bitirileceğini bildirdi. Işık, kazıda 16 işçi ile 4 bilim adamının çalıştığını da kaydetti.
Prof.Dr. Havva İşkan Işık şu bilgileri verdi:
“Patara antik kentinin ana caddesi, geçtiğimiz
yıllarda yapılan kazılarda tamamen ortaya çıkarıldı
ve restorasyonu tamamlandı. Şu anda Likya Meclisi
binasında restorasyon tamamlanmak üzere. Antik
kentin meclis binasında TBMM’nin ev sahipliğinde
‘Dünya Parlamento Başkanları Toplantısı’ yapılması
planlanıyor. Bu toplantıya gelecek başkanların
Patara antik kentinin ana caddesinden yürüyerek
antik meclis binasına ulaşmalarını istiyoruz. Bu
nedenle ana caddeyi, Likya Meclisi binasına bağlayan
tarihi yolu, kış kazılarında ortaya çıkarıyoruz.
Artık kazıda sona doğru yaklaşıyoruz.”
haberler.com, 13.02.2011
|
19. YÜZYIL SARAY HAYATI MÜZEDE

Sultan II. Abdülhamid'in tıraş takımı
TBMM Millî Saraylar Daire Başkanlığı, 19.
yüzyılda saray, köşk ve kasırlarda günlük hayatta
kullanılan eşyaların sergileneceği bir müze açıyor.
Önümüzdeki günlerde ziyaret edilebilecek müzede,
padişahlar ile ailelerine ait pek çok özel eşya
mevcut. Sultan II. Abdülhamid'e ait olduğu sanılan
tıraş takımı, karla soğutan buzdolabı, masaj aleti
bunlardan bazıları...
'Sarayda günlük hayat' hep merak edilen konular
arasındadır. Sultanların özel hayatlarında
nelerle uğraştığı, temizliklerini nasıl, nerede,
hangi eşyalarla sağladıkları, hastalandıklarında
nasıl tedavi oldukları, mutfaklarında hangi
yemeklerin piştiği ve bunları nasıl muhafaza
ettikleri saray hayatına dair pek çoğumuzun
aklını kurcalayan sorulardan. Bu sorulara
şimdiye kadar, sadece kitaplarda ve turistik
gezilerde rehberlerin anlattığı bilgiler
ışığında cevap bulabildik. Artık padişah ve
ailesinin günlük hayatını, bütün bunlara gerek
kalmadan, doğrudan gözlemlemek mümkün olacak.
Çünkü TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı, 19.
yüzyılda saraydaki hayat tarzını ve gündelik
yaşantısına dair merakları gidermek için
Dolmabahçe, Beylerbeyi, Yıldız Sarayı ile
Aynalıkavak, Küçüksu, Ihlamur ve Maslak
kasırlarında kullanılmış, Cumhuriyet döneminde
muhafaza için depolara kaldırılmış 45 bin
eşyanın bakımını yaptı ve bunların 5 bininin
sergileneceği bir müze açtı.
Önümüzdeki haftadan itibaren ziyarete
açılacak 'Saray Koleksiyonları Müzesi'nde',
Sultan Abdülmecid ve sonrasındaki 6 padişahın
hayatlarından kesitler sunulmuş adeta. Saraydaki
mutfak, çalışma ortamı, hamam, tuvalet, temizlik
kültürü, ısınma ve aydınlatmada kullanılan
eşyalar bin metrekarelik bir alanda ayrı ayrı
bölümlerde teşhir ediliyor. İlk defa gün yüzüne
çıkan bu objeler, o dönemdeki teknolojik ve
sosyolojik gelişmeyi anlatması bakımından da
önem taşıyor. Mesela, sanayi devrimiyle
hayatımıza giren elektronik aletlerin ilk
halleri, bir döneme ışık tutması bakımından
müzenin en önemli parçaları arasında yer alıyor.
Yine, misafirlik ve günlük yemek takımları
oldukça dikkat çekici. Tabii, müzenin objeleri
sadece bunlardan ibaret değil. Daha temizlik,
vücut bakımı, sağlık, yeme içmeyle ilgili insanı
o döneme götüren pek çok parça var. İşte, müzede
sergilenen bu objelerden en ilginçleri...
Sultan II. Abdülhamid'in tıraş takımı:
Müzenin en dikkat çekici eşyalarından Sultan II.
Abdülhamid'e ait olduğu sanılan tıraş takımı,
ıhlamur ağacından yapılmış, geniş aynası bulunan
bir masada muhafaza ediliyor. Takım 41 parçadan
oluşuyor. İçinde tıraş leğeni, pudriyer, ustura
takımı, tırnak makasları, saç-şapka ve elbise
fırçaları bulunuyor. Her bir parçanın kapak
kısmı gümüş kaplanmış, orta kısımlarına Sultan
II. Abdülhamid'in baş harfleri işlenmiş.
Bıçak temizleme aleti:
Saray
mutfağında kullanılan bu ürün, mutfak
teknolojisinin ilk örneklerinden. Ürün, J.PICKIN
adlı bir İngiliz markasına ait. Saraya, Sultan
Abdülmecid döneminde getirtilmiş.
Masaj aleti: Osmanlı sarayları, 19.
yüzyılla birlikte başlayan teknolojik aletlerin
kullanımından da geri kalmamış. Müzede
sergilenen masaj aleti de, bu teknolojik
ürünlerden biri. 1920'lerde alındığı tahmin
ediliyor. Elektrikle çalışan ürün, yüz ve boyun
bölgesi için kullanılmış.
Akım üretici: Saray, sağlık için
gerekli medikal ürünlerden de eksik
bırakılmamış. Pera'da faaliyet gösteren ve
padişaha sağlık ürünleri temin eden Hugo Avellis
isimli firma vasıtasıyla, romatizmaya bağlı
hastalıkların tedavisinde kullanılmak üzere
kurşun ve kurşun dioksitle çalışan bir akım
üretici getirtilmiş. Bu ürünün, 1910'lu yıllarda
Sultan V. Mehmed Reşad tarafından kullanıldığı
biliniyor.
Ecza sandığı: Saray koleksiyonlarından
dikkat çeken bir başka şey, Sultan II.
Abdülhamid dönemine ait olduğu tahmin edilen
ecza sandığı. Sandık 3 katlı. İçinde ise ilaç
yapımında kullanılan kimyevi maddeler ve otların
bulunduğu 40 adet kavanoz var. Bu kavanozlarda,
Latince ve Osmanlıca olarak maddelerin isimleri
yazıyor. Sandığın üst katında kapaklı ve kilitli
bir bölme mevcut. O kısımda, ölüm tehlikesi olan
hastalıkların (kuduz gibi) tedavisinde
kullanılan maddeler bulunuyor. İkinci katta,
üstü kapaklı ahşap bölmeler var. Bu bölmelerde
de, günümüze kadar muhafaza edilmiş papatya ve
keten tohumu görülüyor.
Krema makinesi: Sanayi Devrimi'nden
sonra mutfaklarda yerini alan krema makinesi,
Osmanlı sarayında da tercih edilmiş. 1883 imal
tarihli bir Amerikan ürünüdür.
Karla çalışan buzdolabı:
Bazar
Allemand Proprietaire, 308 Grand Rue de Pera,
Constantinople 1880 etiketli karla çalışan
buzdolabı, saraydaki mutfak araç gereçlerinin
vazgeçilmezi. O dönemlerde, yiyecek ve
içeceklerin muhafazası için kullanılan bu dolap,
elektrikle değil üst tarafındaki kapaklı
haznesine doldurulan karla çalışıyor.
6 bin parça porselen yemek takımı:
Sarayda kullanılan yemek takımları, müzenin
önemli bir kısmını oluşturuyor. II. Mahmud'un
misafirler için yaptırdığı 6 bin parçalık, gümüş
üzerine altın kaplama yemek takımı ise bunlardan
en çok dikkat çekeni.
Tuvalet kağıdı: Müzenin temizlikle ilgili
bölümünde, 19. yüzyılda Fransa'dan getirtildiği
tahmin edilen tuvalet kağıdı bile var.
Diş muayenehanesi:
Sultan V. Mehmed Reşad,
1910'larda Dolmabahçe Sarayı'na bir diş
muayenehanesi kurdurmuş. Bunun için gerekli
malzemeleri de Avrupa'dan getirtmiş.

Ecza sandığı

Diş muayenehanesi

Yemek takımı

Karla çalışan buzdolabı - Bıçak temizleme aleti

Masaj aleti

Akım üretici - Krema makinesi
Zaman Pazar, Haber: Sevim Şentürk, 13.02.2011
|
"NİŞANYAN'IN ŞİRİNCE'DEKİ BİNALARI YAKINDA
YIKILACAK"
Selçuk'un Şirince Köyü'ne inşa ettiği
kaçak yapılarla ilgili yıkım ihalesi
gerçekleştirilen ve birkaç gün önce bir gazetede il
encümen üyelerine yönelik sert eleştirilerde bulunan
yazar Sevan Nişanyan'a yanıt geldi. İzmir İl Genel
Meclisi Encümen Üyesi Emre Özer, kaçak yapı yapanın
bedelini ödeyeceğini ve Nişanyan'ın inşa ettiği
yapıların da kısa bir süre içinde yıkılacağını
belirterek, "Gözün yemiyorsa Hasan Dağı'na oduna
çıkmayacaksın" dedi.
Nişanyan'ın önce Şirince'de inşa ettiği kaçak
yapılarla ilgili tebligat yapan İl Özel İdaresi
memurlarına, ardından Vali Cahit Kıraç ve il encümen
üyelerine hakaret içeren sözler sarf ettiğini
belirten Özer, "Sevan Nişanyan şimdi de gazetelere
demeç verip yıkımları Hrant Dink cinayeti ve
Kemalizmle ilişkilendirmeye çalışıyor. Mazlumu
oynuyor. Allah aşkına Şirince'deki yıkımla bunların
ne alakası var. Kimse merak etmesin, devlet
devletliğini gösterecek ve bu yıkım gerçekleşecek.
Onun diğer insanlardan ne ayrıcalığı var? Kendisinin
farklı bir özelliği mi var? Başkalarına yasak da ona
hak mı? Nişanyan'ın birkaç gazeteciyi tanıması
nedeniyle devlet çekinecek mi? Herkesin ağzından
çıkanları kulağı duymalı" diye konuştu.
Nişanyan'ın bir kaç gün önce ulusal bir gazetede
yayınlanan röportajında Yeni Asır'ı da olayı
körüklemekle suçladığını belirten Özer, kendisinin
burada da haksızlık yaptığını söyledi. Yeni Asır'ın
konuyla ilgili yaptığı tüm haberlerde objektif
davrandığını belirten Özer, "Yeni Asır olmayan bir
şeyi yazmadı. Her iki tarafı dinledi ve görüşlerini
aktardı. Olaya hem kamu hem de vatandaş cephesinden
baktı ve tarafsız davrandı" diye konuştu.
Yeni Asır, Haber: İlker Çoban, 13.02.2011
******
ŞİRİNCE'DE YIKIM GERGİNLİĞİ
İzmir’in turistik köyü Şirince’de dün yıkım
gerginliği yaşandı. İmar planına aykırı yapıldığı
gerekçesiyle aralarında küçük otel, pansiyon ve
evlerin de bulunduğu 95 kaçak yapıdan 22’si bugün
yıkılacaktı. Ancak dün akşam saatlerinde yıkım ileri
bir tarihe ertelendi.

İzmir Selçuk’a bağlı Şirince Köyü’nde,
aralarında yazar
Sevan Nişanyan ve Matematik Köyü kurucusu Ali
Nesin’in evlerinin de bulunduğu kaçak binaların
yıkılacağı haberi köyü karıştırdı. Selçuk
Kaymakamlığı, Şirince’de bulunan 22 yapı için “sit
alanında kaçak olarak inşa edildikleri” gerekçesiyle
İzmir İl Özel İdaresi Encümeni tarafından geçen yıl
eylül ayında alınan yıkım kararını bugün uygulamaya
koyacaktı.
Sabah yapılacak yıkım için eylem hazırlıkları yapan
Nişanyan dün erteleme kararının saat 18.00
sıralarında kendisine iletildiğini söyledi. Nişanyan,
“Yıkımın şimdilik ertelendiğini öğrendik, az önce
TEDAŞ’tan da kesilen elektriklerin yeniden
bağlanacağını öğrendik. Yıkımın ertelenmesi iptal
edildiği anlamına gelmiyor, her an yine olabilir”
dedi.
Yıkılacak yapılar arasında Nesin Vakfı’na ait iki ev
bulunuyor.
Aziz Nesin’in oğlu Ali Nesin de destek toplamak
için Şirince’de. Şirinceliler bir gün önce 316
kişiye anket yapmış; tek çekimser dışında herkes
yıkıma karşı. Yıkım erteleme kararı gelmeden önce
akşam meydanda toplanılıyor, zincirler alınıyor
direnme için... Üniversitelerden, medyadan, siyasi
partilerden, destek için gelenler var.
İlk yıkılacak yer olarak beklediği Hodri Meydan
Kulesi’nde konuştuğumuz yazar Sevan Nişanyan, daha
öncede de 10 ay hapis yatmasına neden olan evlerin
ve yenilerinin yıkılması halinde ölümü göze aldığını
söylüyor. Nişanyan, “Beni vurmadan bir şey
yapamazlar” diyor. 12 senedir çözüm için
yalvardığını ancak sonuç elde edemediğini ekleyen
Nişanyan, “Bu inattan vazgeçin. Şirince
Türkiye’de gösterilen bir köy ve burada iki tane
adam var. Ali Nesin ve Sevan Nişanyan. Oturalım
çözüm bulalım, pilot bölge uygulaması yapalım dedik
ama dinleyen yok” diye konuşuyor. Ali Nesin ise
“Yıksınlar yenisini, daha güzelini yapacağım”
diyor...

İzmir İl Genel Meclisi Başkanı Serdar Değirmenci
evlerin ya yıkılması ya da Bayındırlık ve
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın uygun hale
getirmesi gerektiğini söyleyerek, “Mevcut yasalara
göre hükümet herhangi bir düzenleme yapmadığı sürece
elimizde başka çare yok. Keşke gerekli yasal
düzenlemeleri daha önce yapsalardı. Köyde başka
evler de yıkılacak” diye konuştu.
Milliyet, Haber: Banu Şen, 16.02.2011
******
YIKIMI BAKAN DURDURDU
İzmir'in Selçuk
İlçesi'ne bağlı Şirince Köyü'nde Yazar Sevan
Nişanyan ve bazı köy sakinleri tarafından kaçak
olarak inşa edilen 22 yapının dün sabah saatlerinde
gerçekleşmesi beklenen yıkımı ertelendi. Yıkımın
önceki akşam Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan İzmir
İl Özel İdaresi'ne gönderilen ve köyde yeni bir imar
çalışmasının yapılacağını belirten yazı üzerine
durdurulduğu belirtilirken İzmir Valisi Cahit Kıraç,
gelen yazının yıkımın ertelenmesiyle ilgili
olmadığını belirterek, "Bakanlıktan bir yazı geldi.
Şimdilik erteledik. Teknik bir çalışma yapıyoruz,
değerlendireceğiz. Bakanlığın yazısı koruma amaçlı
imar planları ile ilgili. O yazıyı incelettiriyoruz"
diye konuştu.
Yazar Sevan Nişanyan ise, bir sosyal paylaşım
sitesine yıkımın Kültür ve Turizm ile İçişleri
Bakanlığı'nın devreye girmesiyle durduğunu belirtti.
Öte yandan AK Parti İzmir Milletvekili Erdal
Kalkan'ın sorunun çözümü için devreye girerek Kültür
ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ile görüştüğü
öğrenildi. Kalkan, "Yıkmak her zaman kolaydır ama
önemli olan çözüm bulmak" dedi.
Şirince'de kaçak yapılara yönelik gerçekleştirilmesi
beklenen yıkımın önceki akşam durdurulması üzerine
dün sabah Selçuk Kaymakamlığı'nda bir toplantı
gerçekleştirildi. Kaymakam Aziz İnci başkanlığındaki
toplantıya ilçedeki bazı yöneticiler ve Şirince
Muhtarı Levent Apak katıldı. Toplantının ardından
Kaymakam İnci ve Muhtar Apak herhangi bir açıklama
yapmaktan kaçınırken edinilen bilgiye göre önceki
akşam saatlerinde Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan İl
Özel İdaresi'ne gönderilen ve yıkımın ertelenmesine
neden olan yazı incelendi. Ayrıca Şirince
sakinlerinin açtığı dava üzerine yürütmesi
durdurulan köyün koruma amaçlı imar planının
Danıştay'da temyiz aşamasında olduğu ve bu davanın
sonucunun beklenmesinin planlandığı, bu süre
içerisinde de yıkımına karar verilen mevcut
binaların yeni hazırlanacak koruma amaçlı imar
planına uygun hale getirilmesi için çalışma
yapılması gerektiği belirtildi.
Nasıl bir bağ var?
İzmir Valisi Cahit Kıraç yıkımın ertelenmesiyle
ilgili olarak, "Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan
gelen yazı, koruma amaçlı imar planı ile ilgili bir
çalışma yapılacağı yönünde. Bakanlığın yazısı
çerçevesinde yeni bir koruma amaçlı imar planı
çalışmasının bununla nasıl bir ilişkisi olduğunu
araştırıyoruz. Bakanlık bu işin içinde ama, İl Özel
İdaresi de bu işin içinde. Bakanlığın yapacağı
teknik çalışma ile bu yıkım arasında nasıl bir bağ
var ona bakacağız" diye konuştu.
İl Genel Meclisi Başkanı Serdar
Değirmenci'nin, Şirince'deki yıkımlarla ilgili basın
toplantısı düzenleyeceği öğrenildi. Değirmenci'nin
bugün açıklama yapacağı belirtildi. Değirmenci,
"Yıkım kararı ile ilgili CHP'ye ve CHP'lilere karşı
haksız eleştiri var. Bu eleştirilere yanıt vermek
için basın toplantısı düzenleme kararı aldık" dedi.
Yeni Asır, Haber: İlker Çoban, 17.02.2011
ŞİRİNCE'DE BAYRAM
HAVASI
İzmir'in Selçuk İlçesi'ne bağlı Şirince
Köyü'nde yazar Sevan Nişanyan ve bazı köy sakinleri
tarafından kaçak olarak inşa edilen 22 yapının
yıkımı ertelenirken, yıkımın önceki akşam Kültür ve
Turizm Bakanlığı'ndan
İzmir İl Özel İdaresi'ne
gönderilen ve köyde yeni
bir imar çalışmasının yapılacağını belirten yazı
üzerine durdurulduğu belirtildi. Selçuk
Kaymakamlığı'nda dün sabah düzenlenen Kaymakam Aziz
İnci, ilçedeki bazı yöneticiler ve Şirince Muhtarı
Levent Apak'ın katıldığı
toplantıda Bakanlığın yazısı üzerine durum
değerlendirmesi yapıldı. İzmir Valisi Cahit Kıraç
yıkımın ertelenmesiyle ilgili "Bakanlık bu işin
içinde ama, İl Özel
İdaresi de bu işin içinde. Bakanlığın yapacağı
teknik çalışma ile bu yıkım arasında nasıl bir bağ
var ona bakacağız" diye konuştu.
Yıkımın önlenmesi için CHP üst düzey yönetiminin
araya girmesinin yanı sıra AK Parti İzmir
Milletvekili Erdal Kalkan'ın da Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay ile görüştüğü öğrenildi. Sevan Nişanyan da,
bir sosyal paylaşım
sitesinde, Kültür ve Turizm
ile İçişleri Bakanlığı'nın devreye girdiğini
belirtti.
Sabah, 18.02.2011
|
SADABAD'A 20 YILLIK 'OT PARASI' ENGELİ

İstanbul Büyükşehir
Belediyesi, Kağıthane Merkez Mahallesi'ne bulunan ve
özellikle Lale Devri'nde
sarayları, kasırları ve eğlenceleriyle ünlü mesire
alanı
Sadabad'ı yeniden canlandırmak üzere
koruma planı hazırladı. Bölge,
Prof.Dr. Mete Tapan başkanlığındaki İstanbul II
No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu'nun
8 Haziran 2006 tarihli kararı ile SİT alanı ilan
edildi. Bölgedeki anıtsal eserleri
koruma
amaçlı nazım imar planı, 21 Ağustos 2009'da
Kurul'dan geçti. Şehir Planlama Müdürlüğü'nün
yaptığı çalışmalar sonucu hazırlanan "Sadabad
Tarihi-Sit Alanı 1/5000 Ölçekli
Koruma Amaçlı ve Etkileşim Geçiş Alanı Nazım
İmar Planı", Büyükşehir Büyükşehir Belediyesi
Meclisi tarafından 13 Eylül 2009'da kabul edildi.
III. Ahmet ve Sultan Abdülaziz dönemi saraylarının
da aralarında bulunduğu 13 ayrı eserin
restorasyonunun yapılması ve kayıp bazı tarihi
yapıların aslına uygun
olarak yeniden inşası için hazırlanan plan
kapsamında, Sadabad'da yeraltı ve yerüstü
envanterinde yer alan tescilli anıt eser ve sivil
mimarlık örnekleri tespit edildi. Gerek tescilli
kayıp anıtsal yapılar, gerekse de diğer yapıların
aslına uygun
yerleri haritada belirlendi. Büyükşehir Meclisi ve
Anıtlar'dan izin çıkınca iş, tarihi yapıların rölöve,
restitüsyon ve restorasyon projelerini hazırlamaya
kaldı. Bu arada Milli Emlak Müdürlüğü'nden "mera"
vasfı ile kayıtlı bulunan toplam 350 bin
metrekarelik arazinin tahsisi talep edildi. Bu
çerçevede İstanbul Defterdarlığı'na yazı yazılarak
mera vasıflı arazinin hazine adına tescilinin
yapılması ve Büyükşehir'e tahsis edilmesi talep
edildi. İstanbul Defterdarlığı, 4342 sayılı Mera
Kanunu'nun 30. maddesine dayanarak arazinin 20
yıllık ot parası olan 618 bin TL'nin yatırılmasının
zorunlu olduğunu bildirdi. Altı aydır arazinin
tahsisini bekleyen Büyükşehir, Defterdarlığa 23
Aralık 2010'da bir kez daha başvurdu. Defterdarlık,
bu talebe henüz yanıt vermedi. Sadabad Projesi'nde
'ot parası' engelinin nasıl aşılacağı merakla
bekleniyor.
Lale Devri'nin sembolü
Sadabad, özellikle
Lale Devri'nde İstanbul'un en gözde mesire
alanlarından biriydi. Alibeyköy'deki kasrın
çevresinde eğlenceler düzenlenirdi. Eğlenceler,
Hıdırellez'in birinci günü (6 Mayıs) başlar,
özellikle mehtaplı
gecelerde sabahlara kadar sürerdi. Bu eğlencelere
başta padişah olmak üzere bütün saray erkanı
katılırdı. Bu eğlenceler, "Patrona Halil İsyanı"na
kadar sürdü.
Tarihi yapılar canlanacak
Yeniden inşa edilecek bazı yapılar şunlar:
III. Ahmet Çeşmesi, III. Murat Çeşmesi, II.Mahmut
Menzil Taşı, Nişangah, Cetvel-i sim duvar
kalıntıları ve boşaltma kanalı, Kağıthane göleti,
Çağlayan-ı Evvel (SALİS), Çağlayan-ı Sagir (SANİ)
Çağlayan-ı Kebir (Boşaltma kanalı) Havuz 1, Havuz 2,
Çadır Köşkü kalıntıları, III. Ahmet ve Abdulaziz
dönemi Sarayı, İmrahor Köşkü ve bahçesi, Karakol
Koğuşu.
Sabah, Haber: Nazif Karaman, 13.02.2011
|
DEV ANDY WARHOL PORTRESİ SATIŞA SUNULUYOR

16 ve 17 Şubat 2011
tarihlerinde, Christie’s Londra’da toplam 74 milyon
ile 106 milyon dolar arasında bir satış rakamına
ulaşması beklenen Savaş Sonrası ve Çağdaş Sanatlar
müzayedeleri düzenleniyor. Christie’s Savaş Sonrası
ve Çağdaş Sanatlar Avrupa Başkanı Francis Outred
satış ile ilgili şu bilgiyi verdi: “Christie’s’e
katıldığım Ocak 2009’dan beri Londra’da yaptığımız
belki de en güçlü ve en fazla sayıda esere sahip
müzayede için çok heyecanlıyım. Bu satışta Avrupa ve
Amerika’da son elli yılda görülen çok önemli sanat
eserlerinin yanı sıra dünyanın her köşesinden son on
yılda ortaya çıkan en iyi sanat eserleri de yer
alıyor.
Andy Warhol’un devasa boyuttaki kendi portresinin
başı çektiği müzayedede Jeff Koons’un ‘Kış
Ayıcıkları’nı sunmaktan gurur duyuyoruz. Adem ve
Havva hikayesinin yeni bir uyarlaması olan kalp
şeklinde çanta tutan sevimli Alp ayıcıkları, Koons’un modern ilişkilerin doğası hakkındaki derin
düşüncelerini ve bir anlamda onlarla dalga
geçmesinin temsilidir. Bu eseri tam da Sevgililer
Günü haftasında sunmak bize çok anlamlı geldi.”
Savaş Sonrası ve Çağdaş Sanatlar Müzayedesi’nde
tahminen 64 eser görücüye çıkacak. Müzayedenin
başyapıtı, 1987’de ölen Andy Warhol’un devasa
boyutlardaki kendi portresi olacak. 1967 yılında
yapılan bu eser, kendi portrelerinden oluşan 10
adetlik tarihi önemdeki serinin bir parçası.
Portrenin 4 milyon 800 bin dolar ile 8 milyon dolar
arasında bir satış fiyatına ulaşması bekleniyor.
Müzayededeki bir başka önemli eser Jeff Koons’un
1980’lerde kendisini uluslararası sanat yıldızı
haline getiren ve çok alkışlanan “Banality”
serisinden “Kış Ayıcıkları” isimli heykeli.120 cm
yüksekliğinde kocaman gözlü, bir örnek kıyafetli,
karikatür suratlı, çocuk boyutunda bir çift heykel,
bizlere el sallıyor. Yorumcular, “Kış Ayıcıkları”nın
Adem ile Havva’yı temsil ettiğini düşünüyorlar.
Yaklaşık 5 milyon 600 bin dolara satılması beklenen
eserin bir başka uyarlaması da Londra’daki Tate
Modern’de bulunuyor.
Habertürk, 13.02.2011
ANDY WARHOL'UN
OTOPORTRESİ 27.5 MİLYON LİRAYA SATILDI
Pop Art akımının önde
gelen temsilcisi Amerikalı ressam, yayıncı ve film
yapımcısı Andy Warhol’un otoportresi 10.79 milyon
sterlin (27.5 milyon lira) fiyata alıcı buldu.
Londra’daki Christie’s müzayede salonunda satışa
çıkan 1967 tarihli tablonun alıcısının kimliği gizli
tutuldu. 1.8 metre en ve boyundaki kırmızı-beyaz
tablo, sanatçının 1967’de yapılan tarihi önemde 11
büyük ölçekli tablosundan biri. Tablo, Warhol’un
1987’de kanserden ölmesinin ardından hiç kamuoyuna
gösterilmemişti.
Hürriyet, 17.02.2011
|
 |
MARDİN MÜZESİ'NDE SOYGUN
Kızıltepe İlçesi'ne bağlı Sürekli Köyü'nde geçen yıl yapılan kanalizasyon kazısında bulunan ve Kırk Haramiler ile Ali Baba'ya ait olduğu öne sürülen hazinenin bir kısmı akşam saat 16.30 civarında Mardin Müzesi'nden çalındı. Mesai saatinin bitimine yakın müzenin 3. katında özel bir odada sergilenen, paha biçilemeyen ve bin bir gece masalları ile bir çok filme konu olan efsanevi Kırk Haramiler çetesine ait 2 altın kemer ve bir adet sikke hırsız veya hırsızlar tarafından çalındı.
Sergilenen özel bölmeyi kırarak hazineyi çalan hırsız olay yerinden kaçarak izini kaybetti. Alarmın çalması üzerine olaya müdahale eden müze yetkilileri kamera kayıtlarından hazineyi çalan hırsızın eşkalini belirledi. Olayın ardından bir açıklama yapan Mardin Valisi Hasan Duruer, hırsızlığın sadece 2 altın ve 1 adet sikkenin çalınmasından ibaret olduğunu söyledi. Vali Duruer, hırsız veya hırsızların yakalanması için geniş kapsamlı bir aramanın başlatıldığını ifade etti.
Sabah, 13.02.2011
|
İNKA'NIN TARİHİ ESERLERİ PERU'YA İADE EDİLİYOR
Amerikan Yale Üniversitesi, İnka İmparatorluğu'na
ait olan tarihi eserleri Peru'ya iade etmek için
anlaşmaya vardı.
Yaklaşık 100 yıl önce Peru'dan
ABD'deki Yale Üniversitesi'ne getirilen tarihi
eserlerin iade edilmesi için uzun süren görüşmeler
anlaşmayla sonuçlandı. Anlaşmaya göre Cuzco'daki San
Antonio Abad Üniversitesinde bir merkez kurulacak.
Her iki üniversitenin üyelerinden oluşacak müşterek
yönetim, İnka eserlerinden sorumlu olacak. Merkez
aynı zamanda kamuya açık olacak ve turistler ziyaret
edebilecek.
Türkiye Gazetesi, 13.02.2011
|
|
 |
'FREUD'UN ÜÇLÜ PORTRESİ' REKOR FİYATTAN SATILDI
İngiliz ressam Lucian Freud’un ekspresyonist İngiliz ressam Francis Bacon tarafından yapılan Üç Çalışma adlı tablosu önceki gün rekor fiyattan alıcı buldu. Sotheby’s Müzayede Evi’nden yapılan açıklamaya göre Bacon’ın ‘Lucian Freud’un Portresi İçin Üç Çalışma’ adlı tablosu 23 milyon sterline alıcı buldu. 7 dakika içinde satılan tabloya, 7 ila 9 milyon sterlin arasında fiyat biçiliyordu.
Tabloyu satın alanın kimliği açıklanmadı. Psikanalizin kurucusu Avusturyalı doktor ve psikolog Sigmund Freud’un torunu olan Lucian Freud İngiltere’nin en özgün genç ressamlarından biri. İnsanları çıplak ve kusurlu resmetmesiyle tanınan Lucian Freud, ünlü manken Kate Moss’un hamileyken resmini de yapmıştı. Öte yandan önceki gün düzenlenen müzayedede Salvador Dali’nin 1929 yılında yaptığı ‘Paul Eluard’ın Portresi’ adlı tablosu da 15.8 milyon Euro’luk rekor bir fiyata satıldı.
Habertürk, 13.02.2011
|
800 YILLIK ÇİVİSİZ CAMİ GÖRENLERİ ŞAŞIRTIYOR
Samsun'un Çarşamba İlçesi Göğçeli Mezarlık içindeki 800 yıllık tarihi caminin 1195 yılında Selçuklu, Abbasi ya da gezici irsat ekibi tarafından yapıldığı tahmin edilmektedir. Caminin yapımında kullanılan tahtalar balta ile yontularak yapıldığından çivi kullanılmamış, bu nedenle halk arasında "Çivisiz Cami" olarak da bilinmektedir. Camideki direklerin altına deprem esnasında esneme olması için boşluklar bırakılmıştır.
Türkiye Gazetesi, 13.02.2011
|
 |
ADANA YENİ CAMİİ BİTİŞİĞİNDEKİ SİT ALANINDA KAZI
BAŞLATILDI
Adana Arkeoloji Müze Müdürlüğü, kent
merkezinde kazı çalışmalarına başladı. Merkez Seyhan
İlçesine bağlı Kuruköprü Mahallesi’nde tarihi Yeni
Camii bitişiğindeki 500 metre karelik alanının beş
ayrı noktasında sondaj kazısı yapılıyor.
Arkeolog Tülay Ünlü’nün yönetiminde gerçekleşen
kazılarda kemik ve metal parçaları bulundu. 10
işçiyle 3′üncü derece sit alanında yürütülen
kazıların 3-5 metre derinleştirileceği belirtildi.
Çalışmalarda önemli bir tarihi bulgu çıkmadığı
takdirde bu sahanın Yeni Camii’nin genişletilmesi
amacıyla kullanılacağı kaydedildi.
Adana Arkeoloji Müze Müdürü Kazım Tosun, Yeni
Camii Yaptırma ve Yaşatma Derneği’nin vatandaşın
ihtiyacına cevap vermeyen mabedi genişletme
talebiyle söz konusu sondaj kazısını yaptıklarını
söyledi. Kentte değişik öneme sahip sit alanların
bulunduğunu hatırlatan Tosun, “Caminin alanının
genişletilebilmesi için öncelikle burada kazı
yapmamız gerekir. Çalışmalar sonucu hazırlayacağımız
raporu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu’na sunacağız. Kurulun vereceği karar
doğrultusunda bir adım atılacak. Alanın genişletme
izni çıkması halinde Seyhan Belediyesi burası için
uygun projeyi hazırlayacaktır.” dedi.
Zaman, 12.02.2011
|
6 - 12 Şubat 2011
|
ARKEOLOG İSMAİL FAZLIOĞLU
YAŞAMINI KAYBETTİ
Trakya Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyelerinden Yrd.Doç.Dr. İsmail Fazlıoğlu 4 Şubat 2011 tarihinde yaşamını kaybetti.
Yard.Doç.Dr. İsmail Fazlıoğlu için 16 Şubat 2011 Çarşamba günü saat 14.00’de Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü 1 numaralı derslikte bir anma toplantısı düzenlenecektir.
Ailesine, yakınlarına ve meslektaşlarına başsağlığı dileriz.
TAYHaber, 10.02.2011
|
 |
"MİLAS DÜNYA ÇAPINDA CAZİBE MERKEZİ OLACAK"
Karya ve Menteşe Beyliği döneminde iki kez başkentlik yapmış, 6 bin yıllık tarihi geçmişi ve sınırları içerisinde bulunan 27 antik kent ile son yıllarda yerli ve yabancı ziyaretçilerin gözdesi olan uygarlıkların başkenti Milas, son yıllarda ele geçirilen yeni buluntular ile dikkatleri üzerine çekti.
Muğla Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yard. Doç.Dr. Abuzer Kızıl, yaptığı açıklamada, Karya'nın önemli kentlerinden birisi olan Milas'ın Bizans Dönemi'nde piskoposluk merkezi, 13. yüzyılda ise Menteşeoğulları'nın merkezi olduğunu söyledi. Kızıl, Milas'ın özellikle son zamanlarda jandarma ve polis ekiplerince düzenlenen operasyonda bulunan ve arkeoloji tarihi açısından son 100 yılın en önemli tarihi eserleri olarak gösterilen 2 bin 400 yıllık mezar odası ve lahdin Türk ve dünya arkeoloji tarihine ışık tuttuğunu ve arkeologları heyecanlandırdığını belirtti.
Kızıl, Milas'ın Karya'nın en önemli kenti olduğuna işaret ederek, ''Antik Mylasa şehri tarihte bölgeye iki kez başkentlik yaptı. O dönemdeki nüfusu da aşağı yukarı bugünkü nüfusu ile aynıydı. Çünkü Milas yaşayan bir şehir'' dedi. Bu özelliğinin, kendinden önceki uygarlıklara ait olan bazı kalıntıların yok olması sürecini de hızlandırdığını belirten Kızıl, ''Milas'ta yaptığımız çalışmalarda ortaya çıkan kalıntılar göstermiştir ki, Mylasa bugünkü şehir kadar bir alana yayılıyordu. Bu büyük nüfusa sahip olması kendisine yakın olan şehirlerin üzerinde de siyasi bir üstünlüğe neden oluyordu. Bugün Milas sınırları içerisinde 27 antik kent var. Bu çok önemsenecek bir rakam. Bu antik kentlerden bir kısmı da ören yeri olarak düzenlenmiş ve kültür turizmine hizmet veriyor'' diye konuştu.
Milas'ın bölgede çok önemli antik şehirleri bünyesinde barındırdığını anlatan Kızıl, şunları söyledi: ''Bölgede çok önemli liman kenti ve dini kentler var. Yüzey araştırması yaptığımız zamanlarda her tepe başında bir kale yerleşimiyle karşılaştık. Bunların bir kısmı köy, bir kısmı kasaba büyüklüğünde. Eğer bölgenin tanıtımı iyi yapılırsa Milas geleceğin parlayan yıldızı olacak ve ziyaretçi rekoru kıracak. Bölgede yapılacak olan kazılar ile tanıtım daha da iyi bir hale gelebilir. Çünkü yapılacak olan çalışmalar uluslararası platformlarda anlatılacak. Arkeoloji tarihi açısından son 100 yılın en önemli tarihi eserleri olarak gösterilen 2 bin 400 yıllık mezar odası ve lahit Türk ve Dünya arkeologlarının gözünü Milas'a çevirdi. Milas'ta arkeoloji parkı yapımı düşünülüyor. Bu Milas'ın değerine değer katacaktır. Burası dünya çapında bir cazibe merkezi olacaktır.''
Milas Kaymakamı Bahattin Atçı ise Milas'ın antik kalıntıları, tarihi evleri, düzgün kent yerleşimi ve Milas halıları ile dünyaca ünlü bir kent merkezi olduğunu söyledi. Milas'ın, Karya ve Menteşe Beyliği döneminde iki kez başkentlik yaptığını, 6 bin yıllık tarihi geçmişi ve sınırları içerisinde bulunan 27 antik kent ile son yıllarda yerli ve yabancı ziyaretçilerin gözdesi haline geldiğini belirten Atçı, şunları kaydetti:
''Milas, yeni buluntular ile dikkatleri üzerine çekti. Milas, Muğla'nın en geniş kıyı şeridine sahip. İlçemiz geçmiş yüzyıllara dayanan tarihi dokusu ve geçmişten gelen zengin kültürü ile geçmişine bağlı kalmış, tarihte birçok sayıda önemli medeniyetlere başkentlik yapmış ülkemizin en değerli hazinelerini bünyesinde barındıran bölgelerimizdendir. Ege Bölgesi'nde yer alan yüksek değerde kültürel, tarihsel bir potansiyele sahip özgün, gelenekçi yapısını koruyan ender yörelerimizden birisidir. Bu yüzden de gerek kültür gerekse tarih turizmi için merkez olabilecek niteliklere sahiptir.''
Yeni Asır, 12.02.2011
|
BEYOĞLULULAR TARİHİ BOZAN PLAN İSTEMİYOR
Beyoğlu Semt Dernekleri Platformu, Beyoğlu Koruma Planı’nı, Beyoğlu’nun tarihi dokusunu tahrip edeceği gerekçesiyle itiraz etti. Beyoğlu Belediyesi önünde gerçekleştirilen eylemde, “Burada pis kokular var” diyen eylemciler, burunlarına mandal taktı, itiraz dilekçelerini belediyeye teslim etti.
Beyoğlu Tünel’de bir araya gelen eylemciler, tramvayın 95. yılı nedeniyle düzenlenen açılış öncesinde ellerindeki döviz ve pankartlarla protestoya başladı. Daha sonra Beyoğlu Belediyesi önüne yüründü. Burada platform adına konuşan Cem Tüzün, Beyoğlu ilçesindeki bölgenin, taşıdığı tarihi ve kültürel değerler nedeniyle 1993 yılında kentsel sit alanı ilan edildiğini hatırlattı. Buna karşılık İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nce hazırlanan imar planlarının, tarihi alanı tahrip edeceğini belirten Tüzün, “Bu plan Beyoğlu halkının beklenti ve ihtiyacını karşılamıyor” diye konuştu. CHP Beyoğlu Örgütü adına Erarslan Alkılıç da CHP’nin planın takipçisi olduğunu belirten bir açıklama okudu. Beyoğlu sakinleri bugün Cihangir Roma Parkı’nda bir araya gelecek.
Radikal Hayat, 12.02.2011
|
ARTIK NE ÖNEMİ VAR!

Yüzlerce tarihi evini kaybeden Erzurum’da ayakta kalan tarihi mekanlar koruma altına alınıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı’na sunulmak üzere Erzurum’da tarihi eser niteliği taşıyan tescilli 9 evle ilgili olarak dosya hazırlandı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Erzurum’da tarihi eser niteliği taşıyan tescilli evleri koruma altına alacak. 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 11. maddesi uyarınca, Erzurum, Erzincan, Kars ve Bayburt’taki tarihi eser niteliğindeki tescilli evler için, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından bakım ve onarım yardımları yapılıyor.
Uygulama kapsamında, başvurusu bulunan Erzurum’daki 9 mülk sahibine olumlu yanıt verilmesi beklenirken, söz konusu evlerin, merkez Şeyhler, Sultan Melik ve Köse Ömer mahallelerinde oldukları bildirildi.
Erzurum Rölöve ve Anıtlar Müdürü Suat Bakır, tarihi eser niteliğindeki tescilli evlerin tespit ve koruma altına alınması yönündeki çalışmaların sürdüğünü söyledi. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, bu konuda oldukça önemli bir çalışma yürüttüğünü vurgulayan Suat Bakır, 2863 Sayılı Kanun kapsamında, Erzurum’da daha önce tescilli birkaç evin koruma altına alındığını hatırlatarak, 9 evle ilgili olarak yeniden dosya hazırlandığını ve bakanlığa göndereceklerini bildirdi. Bakır, “Bakanlığa göndereceğimiz dosyalarla ilgili olarak bir tespit komisyonu oluşturacak. Bu komisyon, gerekli incelemeleri yaptıktan sonra ödenek aktarılacak evleri tespit edecek. Mayıs ayında bu işlemlerin tamamlanmış olması planlanıyor. Muhtemelen Haziran ayında da evler için gerekli ödeneğin aktarılmasını bekliyoruz.” diye konuştu.
Erzurum’un dışında bölgede Erzincan, Kars, Bayburt ve Ardahan’da bulunan tarihi eser niteliğindeki tescilli mülk sahiplerine de yardımda bulunduklarını aktaran Suat Bakır, “Erzincan’da 8, Kars’ta 11 ve Bayburt’ta 2 ayrı ev için başvuru alındığını anlatan Bakır, “Bölge genelinde ödenek talebiyle başvuruda bulunulan tescilli ev sayısı 30’a ulaştı. Ödeneklerin tabanı 50 bin, üst sınırı ise 200 bin TL olup, mülklerde gerçekleştirilecek olan bakım ve onarım çalışmalarının nevine göre, ödenek miktarı da değişiyor. Tarihi eser niteliği taşıyan ve tescilli mülkü bulunan vatandaşlarımız ya da mülk ortakları, bakım ve onarım için proje yardımı almak üzere kurumumuza başvuruda bulunabilirler. Bu sayede hem tarihi dokunun korunmasına katkıda bulunabilir, hem de bakım ve onarım masraflarından kurtulabilirler.” diye konuştu.
Söz konusu uygulamaya imkan tanıyan 2863 Sayılı Kanun, şöyle:“Bakım ve onarım sorumluluklarını yerine getirmekte aczi olanların mülkler, usulüne göre kamulaştırılır. Korunması gerekli Kültür ve Tabiat Varlıklarını Korunması, bakım ve onarımı için Kültür ve Turizm Bakanlığınca ayni, nakdi ve teknik yardım yapılır”
Erzurum Gazetesi, 12.02.2011
|
 |
KİLİSEYİ TÜRK VE YUNANLILAR ONARACAK
Muğla'nın Marmaris İlçesi Hisarönü körfezi Kameriya Adası'ndaki 'Bozuk Kilise' olarak bilinen Ortodoks kilisesi, Marmaris Ticaret Odası'nın girişimleri sonucu Türk ve Yunan Kültür bakanlıkları tarafından restore edilecek. Gerek özel yatlar, gerekse de günübirlik tur tekneleri için önemli uğrak noktalarından biri olan Kameriye Adası'ndaki tarihi kilise ile ilgili Marmaris Ticaret Odası'nın girişimleri olumlu sonuç verdi.
Marmaris Ticaret Odası Başkanı Mehmet Baysal, "Kilisenin hizmete açılması ile birlikte burada evlilik turizmi başlatılabilecek. Böylece Marmaris yeni bir çekim merkezi kazanmış olacak" dedi. Mehmet Baysal, Yunan Kültür Bakanlığı'nın da çalışmalara destek vereceğini ifade etti.
Yeni Asır, Haber: Bekir Tosun, 11.02.2011
|
PİYASAYA SÜRMEK İÇİN MÜŞTERİ ARANAN SİKKELER
İzmir Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü, 250 bin lira değerinde bin adet tarihi sikke ele geçirdi. Olayla ilgili olarak gözaltına alınan M.G.'nin, dokuz suçtan arandığını öğrenildi. Polis ekipleri, zanlı M.G.'nin Bergama İlçesi'nde bulduğu belirtilen sikkeleri piyasaya sürmek için müşteri aradığı bilgisine ulaştı. Alıcı kılığına girerek zanlıyla irtibata geçen polisler, M.G.'yi sikkelerle birlikte Bornova İlçesi Altındağ semtinde yakaladı. Altın sikkelerin toplam değerinin 250 bin lira olduğu belirtildi. Zanlı M.G., işlemlerini ardından adliyeye sevk edildi.
Türkiye Gazetesi, 11.02.2011
|
 |
 |
YANGIN KULESİ'NDE RESTORASYON BAŞLADI
İstanbul Üniversitesi'nden (İÜ) yapılan yazılı açıklamada, İÜ Beyazıt Yerleşkesi'nin turizme açılma çalışmalarının devam ettiği belirtildi. İÜ Beyazıt Yerleşkesi dış duvarlarının restorasyonunun tamamlanmasının ardından Yangın Kulesi'nin çevresine iskeleler kurularak restorasyonuna başlandığı ifade edilen açıklamada, kulenin restorasyonu süresince İstanbullulara hava durumunu gösteren ışıklandırma sisteminin hizmet veremeyeceği bildirildi. Restorasyon çalışmaları yapılırken aydınlatma armatürlerinin zarar görmemesi için üç gün önce söküldüğü kaydedilen açıklamada, restorasyon sırasında Yangın Kulesi'nin dış aydınlatması ile İstanbul siluetine renk vermeye devam edeceği belirtildi.
Sabah, 12.02.2011
|
BODRUM'DA ROMA DÖNEMİNE AİT YAZI BULUNDU

Bodrum Kalesi ve Sualtı Arkeoloji Müzesi'nce yürütülen çalışma kapsamında Türkkuyusu Mahallesi'nde kazı yapan arkeologlar Bahadır Berkaya ve Ece Benli Bağcı, Roma dönemine ait bir yazıt buldu.
Ece Benli Bağcı, gazetecilere yaptığı açıklamada, yazıtın 90 santimetre boyutlarında mermer bir blok şeklinde olduğunu söyledi. Yazıtın İmparator Diocletianus döneminde iki sütun halinde yazılmış olduğunu belirten Arkeolog Bağcı, şu bilgileri verdi:
"Diocletianus, MS 284 ve 305 yılları arasında yaşamış, hüküm sürmüş bir imparator. Bunun emirlerini içeren bir yazıt. Muhtemelen Agora'da duran bir yazıt. MS 3. yüzyılda Roma'da ekonomik bunalımın yaşandığı bir dönem. Bu nedenle başa gelen imparatorlar bunu engelleyebilmek için bir takım reformlar yapıyorlar. Bu reformların bir parçası da Diocletianus'un emirlerini içeren fermanlar. Yazıtın üzerinde öğretmen ücretleri, mimarların ücretleri, ayakkabı fiyatları, at koşum ücretleri yazılı."
Bağcı, yazıtın Halikarnasos'ta hüküm süren imparatorların tespiti açısından önemli olduğunu, aynı zamanda yerleşim planı açısından da bilgiler verdiğini ifade etti.
Bahadır Berkaya ise bölgede duvar kalıntılarına rastladıklarını bunun üzerine kurtarma çalışmalarına başladıklarını kaydetti. Çalışmalarda antik şehrin kanalizasyon sistemi ile karşılaştıklarını anlatan Berkaya, şöyle konuştu:
"Burada mozaikli bir oda, su kanalını koruyan taşlardan bir tanesinde de yazılı kaynak bulundu. Bu yazılı kaynak, Roma İmparatorluğu'nun reform hareketlerinden birine sahne olan imparatorun emri. Antik çağlarda Halikarnasos, Bodrum'un Roma dünyasındaki ekonomisine ışık tuttu. Tabii bilimsel çalışmalar sürdürülüyor. Bununla ilgili biz de heyecanlanıyoruz. Acaba antik çağın Roma'sı Bodrum'a ne gibi bilgiler sunacak."
Cnn Türk, 11.02.2011
|
ATANAMAYAN ARKEOLOGLAR
“Atanamayan Arkeologlar”ın,
Arkeoloji ve Sanat Tarihi bölümlerinden mezun
olanların mesleklerini yapma konusunda
karşılaştıkları sorunları ve ülkemizin neden daha
fazla arkeolog ve sanat tarihçiye ihtiyaç duyduğunu
kamuoyunun dikkatine sunmak amacıyla, 05 Şubat 2011
Cumartesi günü saat 13.00'de Kültür ve Turizm
Bakanlığı önünde bir basın açıklaması yapıldı.
Açıklama şöyle:
"Bu metinle sizlere
ülkemizde Arkeoloji ve Sanat Tarihi bölümlerinden
mezun olanların mesleklerini yapma konusunda
karşılaştıkları sorunları ve ülkemizin neden daha
fazla arkeolog ve sanat tarihçiye ihtiyaç duyduğunu
anlatmayı umuyoruz.
Sıkça ‘Medeniyetler Beşiği’ olarak adlandırmaktan
memnuniyet duyduğumuz ülkemizdeki arkeolojik
alanların sayısı dahi bilinmezken olanın çok küçük
bir kısmını ifade eden rakamlar bile bu zenginliği
ortaya koymaktadır. Örneğin tescillenen höyük sayısı
25.000’dir. Ören yeri sayısı 130'a ulaşırken
Bakanlığa bağlı müzelerin sayısı ise 188’dir.
Yalnızca müzelerin sayısı dahi ülkemizdeki arkeolog
ve sanat tarihçilerine, restoratörlere, dolayısı ile
eğitimli personele ne kadar ihtiyaç duyulduğunu
ortaya koymaktadır. Ülkemizin evrensel kültür tarihi
açısından ne kadar zengin olduğunu hepimiz bilmekle
birlikte bu zenginliği ne kadar hızla tahrip
edilebildiğine de şahitlik etmekteyiz.
Türkiye koruma bilincinin yeterli olmadığı,
defineciliğin, tarihi eser kaçakçılığının yaygın
olduğu bir ülke görünümü çizmekte, ülkenin hemen her
yerinde bu tür olaylar gün geçmeden basına
yansımaktadır. Adeta arkeologların üstlenmesi
gereken işler, definecilere, mezar hırsızlarına
devredilmiş durumdadır. Bu nedenledir ki dünyanın
birçok müzesini, özel koleksiyonlarını Anadolu’dan
giden eserler süslemeye devam etmektedir.
Oysa ülkemiz doğal güzellikleri kadar kültürel
mirasının zenginliği ile dünyanın birçok ülkesinden
farklılaşmaktadır. Efes, Troya gibi ören yerlerinden
elde edilen gelirler de bunun en iyi göstergesi
olarak önümüzde durmaktadır.
Fakat üzülerek söyleyebiliriz ki ülkemizde kültür
mirasımızı ortaya çıkarmaya ve korumaya yönelik
eğitim veren bölüm mezunları mesleklerini
yapamamaktadırlar. Özel sektörde çalışma imkanı yok
denecek kadar az olan bu meslek gruplarının devlet
kadrolarında yer alması ise neredeyse bir
zorunluluktur. Ne var ki kamu kurumları arkeolog ve
sanat tarihçi alımı konusunda oldukça cimri
davranmaktadır. Örneğin son atama takvimi olan 24
Ocak-2 Şubat atamalarında açıklanan kadro sayısı
kültür politikamızı tekrar gözden geçirmeyi zorunlu
kılmaktadır. Çünkü bu atamalarda yalnızca 1 sanat
tarihçi ve 0 (sıfır) arkeolog kadrosu görülmektedir.
Oysa 2010 KPSS sınavına giren arkeolog sayısı 3479
ve sanat tarihçi sayısı 2901’dir. Özetle, toplamda
6380 arkeoloji ve sanat tarihi mezunundan yalnızca 1
kişi göreve başlayabilecektir.
Bu durum, niçin sürekli bir biçimde tarihi eser
kaçakçılığının yaşandığını, eserlerin yağmalandığını
ve halkımızın bu konudaki bilinç eksikliği olduğunu
anlamamız için yeterlidir. 1 yıl içerisinde
üniversitelerin ilgili bölümlerinden 1000 i aşkın
öğrenci mezun olurken 1 kişinin dahi kadro
bulamamsını açıklamak mümkün değildir. Buna karşın
Arkeoloji ve Sanat Tarihi mezunlarının istihdam
edilebileceği birçok kamu kurumu mevcuttur. Örneğin:
1. Birçok müze binası boyut, depo, teşhir
düzenlemesi vs bakımından yetersizdir. Envanteri
tutulması gereken binlerce eser mevcuttur. Bununla
birlikte müze personeli kurtarma kazıları,
bilirkişilikler vs gibi büyük bir iş yükünü altında
boğulmaktadır. Bu haliyle yeterli personele sahip
olmayan müzeler asli işlerini yapamaz duruma gelmiş,
dolayısı ile müzelerdeki tarihi eserler bu bakımdan
zarar görmektedir.
2. Definecilerden ve yağmacıların tahrip ettiği,
büyük sanayi yatırımlarından küçük ölçekli
inşaatlara kadar birçok alanda denetimsiz kazılar
yapılmaktadır. Bakanlığımızın elinde bütün bu işleri
denetim altında yürütülmesini sağlayacak yeterli
personel bulunmamaktadır.
3. Anadolu gibi zengin bir kültürel geçmişe sahip
ülkemizde üniversite öncesi eğitimde arkeoloji ve
sanat tarihi konularına daha fazla yer verilmesi bu
konuda eğitmen yetiştirilene kadar mevcut arkeoloji
ve sanat tarihi bölümlerinden mezun olanlardan
yararlanılması sağlanmalıdır.
4. Müzelerin birer eğitim kurumu olmasından yola
çıkarak yeni müzeler açılmalıdır.
5. Emniyet müdürlüğünün kaçakçılık şubelerinde bölüm
mezunlarının görevlendirilmeleri sağlanmalıdır.
6. Devlet Su İşleri, Karayolları, Köy Hizmetleri
gibi kurumlarda arkeoloji mezunlarının istihdamı
sağlanmalıdır.
7. Yerel yönetimlere “Koruma Uygulama ve Denetim
Büroları” (KUDEB) kurma zorunluluğu getirilmeli ve
bölüm mezunlarına yerel yönetimlerde istihdam
yaratılmalıdır.
8. Otoyol, baraj vs gibi büyük ölçekli yatırımlarda
arkeolojik yüzey araştırması, kurtarma kazıları gibi
acil yapılması gerek çalışmalarda arkeologların
istihdam edilebilmesi, bunun için sadece
üniversitelerin harekete geçmesinin beklenmemesi
gerektiği kanaatindeyiz.
Daha sayamadığımız birçok sorun ve yapılması
gerekenler mevcuttur. Bizler, 4 yıl boyunca zorlu
bir eğitimden geçen Arkeoloji ve Sanat Tarihi
mezunları olarak ülkemizin bizlere ihtiyacının
maksimum düzeyde olduğunun bilinciyle bu metni
hazırladık.
Amacımız, üniversitede aldığımız eğitimimiz
doğrultusunda ülkesine faydalı bireyler
olabilmektir. Bu konuda gerekenlerin özellikle T.C.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ve ilgili kurumlar
tarafından bir an önce tespit edilmesini bekliyor ve
çok geç olmadan kültür mirasımıza daha çok sahip
çıkmaya davet ediyoruz.
Saygılarımızla…"
TAYHaber, 07.02.2011
|
MİMAR SİNAN'IN CAMİSİNDE
YANGIN

Yangın saat 15.30
sıralarında caminin ahşap olan saçak kısmında
başladı. Yangına kısa sürede gelen itfaiye ekipleri
müdahale etti ve büyümeden söndürüldü.
Elektrik kontağından
çıktığı sanılan yangınla ilgili olarak restorasyonda
çalışan işçi ve görevliler, ifadeleri alınmak için
polis merkezine götürüldü. İstanbul Vakıflar Bölge
Müdürlüğü’nden Erkal Çokçetin gelerek yangın yerinde
inceleme yaptı. Erkan Çokçetin, "Ahşap saçak
kısmında kaynak yapılıyordu. Elektrik kontağından
olduğunu tahmin ediyoruz. Saçak kısmının altı zaten
ahşap. Gördüğümüz kadar içeride bir zarar yok" dedi.
Görgü tanıklarının
verdiği bilgiye göre caminin kubbe tarafında
başlayan yangının yoğun dumanı nedeniyle Tophane
semti kısa sürede siyah bir dumanla kaplandı.

Kaptan-ı Derya Kılıç
Ali’nin Mimar Sinan’a yaptırdığı ve 1580 ile 1587
yılları arasında inşa edilen caminin İstanbul 2010
Avrupa Kültür Başkenti Ajansı ile Başbakanlık
İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından
restorasyonu yapılıyor. cami kubbenin iki yanındaki
yarım kubbeler, diğer iki yanındaki kemerler ve
destek duvarlarıyla, Ayasofya'nın küçük boyutta bir
kopyası olarak biliniyor. Caminin Türbe, medrese ve
hamamdan oluşan bir de külliyesi var.
Radikal, Fotoğraflar:
Dipnot.tv, 11.02.2011
KÜLTÜR BAKANI, YANGIN
ÇIKAN KILIÇ ALİ PAŞA CAMİİ'NDE
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, restorasyon çalışması sırasında
yangın çıkan tarihi Kılıç Ali Paşa Camii'ne geldi.
Yangının çıkış sebebinin henüz belirlenemediğini
belirten Günay, "İtfaiye ekiplerimiz zamanında
müdahale etti, çok büyük bir olay atlattık" dedi.
Kaptan-ı Derya Kılıç Ali'nin 1580 yılında Mimar
Sinan'a yaptırdığı Kılıç Ali Paşa Camii'nde çıkan
yangın itfaiye ekiplerinin yoğun çalışmalarının
ardından söndürülürken, olayı duyan Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay kısa sürede tarihi camiye
geldi. Hasar gören camide inceleme yapan Bakan Günay,
olaya ilişkin yetkililerden bilgi aldıktan sonra
yaptığı açıklamada, yangının çıkış sebebinin henüz
belirlenemediğini söyledi. Günay, "Olayı duyar
duymaz geldim. Tarihi bir cami. Böyle olmasını
istemezdik ama itfaiyemiz zamanında müdahale etmiş.
Ben bütün itfaiye ekiplerine çok teşekkür ediyorum.
Çok büyük bir olay atlattık. Bana verilen bilgiye
göre; kiriş ve kolonlardaki yanmadan meydana gelmiş.
Şu anki belirlemelerimize göre yangın, restorasyon
çalışmaları sırasında çıkmış. İtfaiye ekiplerimiz
çalışmalarına devam etmekte" dedi. Basın
mensuplarının, "Buradaki restorasyonu gerçekleştiren
şirket, Haydarpaşa Garı'nın restorasyonunu yapan
şirket mi?" sorusu üzerine Günay, "Aynı şirket
değil, farklı şirket. Olay, işçilerin çay molasında
olduğu zamanda meydana gelmiş. Yangının çıkış sebebi
henüz tam olarak belirlenememekle birlikte,
gelişmeleri sizlere aktaracağız. İtfaiye ekiplerimiz
zamanında müdahale ederek, bizi olası bir felaketten
korudu. Böyle tarihi eserler bizim atar
damarlarımız. Dikkat etmekte yarar olduğunu
düşünüyorum" diye konuştu.
Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nde görevli Ertal
Çokçetin de, "Geldiğimizde camide yoğun duman vardı.
İçeride yoğun bir hasar olmadığını öğrendik. Bu da
bizi mutlu etti" ifadelerini kullandı.
Bir işçi ise, yangının çay içtikleri sırada
çıktığını belirterek, "Hemen itfaiyeye haber verdik.
Yangının neden çıktığını anlayamadık, çok korktuk"
açıklamasında bulundu.
Haber fx, 11.02.2011
|
İSTANBUL İL ÖZEL
İDARESİ, YILDIZ SARAYI HAREM DAİRELERİNİ TURİZME
KAZANDIRIYOR
İstanbul İl Özel
İdaresi, Yıldız Sarayı'nın harem dairelerini 11
milyon 550 bin 971 TL bedelle restore ettiriyor.
Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerine tanıklık
eden Yıldız Sarayı'nın bugüne kadar ziyarete
açılamayan harem daireleri, yenilenerek eski
ihtişamlı günlerine döndürülüyor.
Son 20 yılda ödenek yetersizliği nedeniyle sadece
dış etkilerden koruma amaçlı restorasyonlar geçiren
ve bugüne kadar sadece çatısı, pencereleri ve
kapıları onarılan Yıldız Sarayı Harem daireleri,
tarihe kazandırılıyor.
İstanbul İl Özel İdaresi imar Yatırım ve İnşaat
Daire Başkanlığı tarafından 11 milyon 550 bin 971 TL
bedelle ihale edilen yıldız Sarayı Harem
dairelerinde çalışmalar 15 Ocak 'ta başladı.
Restorasyon çalışmalarının 19 Ocak 2012 tarihinde
tamamlanması planlanıyor. İdare ayrıca restorasyon
öncesi ve sonrasını kamera ve fotoğraf kaydı alarak
belgeleme çalışması yaptığını bildirdi.
Yıldız Sarayı'nda restore edilecek harem yapıları
ise, Sultan II. Abdülhamid'in dairesi, Kadın
Efendiler 1. ve 2. Dairesi, Cariyeler Dairesi,
Hazinedar Usta Kadın Dairesi ve yapılar arasındaki
geçitler ile Harem bahçe ve avluları.
Kanuni Sultan Süleyman döneminden itibaren av sahası
olarak kullanılan ve Yavuz Sultan Selim ile
yapılaşmanın başladığı koruluk ve bahçeler içindeki
köşk, saray ve çeşitli yapılardan oluşan Yıldız
Sarayı, Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerine
tanıklık etti.
Sultan Abdülaziz'in tahttan indirilmesinden sonra
göreve gelen Sultan 5. Murad (1876), 92 gün süren
saltanat günlerinde Yıldız Sarayı'nda oturdu. Sultan
2. Abdülhamid, padişah olduktan bir sene sonra
1877"de Dolmabahçe Sarayı"nın deniz kıyısında
bulunması ve bu sarayın denizden kuşatılması
ihtimalini göz önünde bulundurarak bir gece ansızın
Yıldız Sarayı'na taşındı.
Sarayın yapılaşmasına da bu dönemde başlandı. 2.
Abdülhamid, 33 yıllık saltanatında şehir içinde
şehir gibi olan bu korunaklı sarayı resmi dairesi ve
haremi olarak kullandı. Türkiye Cumhuriyeti'nin
kurulmasıyla Harp Akademileri Komutanlığı'na tahsis
edilen Yıldız Sarayı, 1978 yılında Kültür ve Turizm
Bakanlığı'na devredildi.
Haber Yurdum, 11.02.2011
|
SAFRANBOLU EVLERİ'NE
TOKİ DOKUNUŞU

TOKİ, konut ihtiyacının
karşılanmasına yönelik çalışmalarının yanı sıra
Anadolu'nun köklü tarihine de sahip çıkmaya devam
ediyor. Karabük'ün Safranbolu İlçesindeki tarihi
evleri restore etme kararı aldı.
UNESCO tarafından, 1994
yılında dünya kültür miras listesine alınan tarihi
Safranbolu evleri, TOKİ tarafından sağlanan destek
sayesinde kültür ve turizm hayatına kazandırılacak.
1975 yılında sit alanı ilan edilen Safranbolu,
bugüne kadar bozulmaya uğramadan gelebilmiş az
sayıdaki yerleşim yerlerinden biri. 18 ve 19. yüzyıl
karakteristik Türk mimari örneklerinin yer aldığı
Safranbolu'da yaklaşık 800 tarihi yapı koruma
altında. 3 han, 1 özel müze, 25 cami, 5 türbe, 8
tarihi çeşme, 5 hamam, 1 tarihi saat kulesi ve 1
güneş saatinin de aralarında bulunduğu Safranbolu
evleri, her yıl binlerce yerli ve yabancı turist
tarafından ziyaret ediliyor.
Yıllara meydan okuyan
Safranbolu evlerinin gelecek kuşaklara aktarılması
için harekete geçen TOKİ, 23 konağı aslına uygun
olarak restore etti. TOKİ, yeni restorasyon
projeleri için yapıların mülkiyetini elinde
bulunduranlardan talep bekliyor.
Tarihi tescilli kültür
varlıklarının restorasyonu projesini 2005 yılında
başlatan TOKİ, bu kapsamda son 5 yılda 22 milyon 724
bin liralık kaynak aktararak İstanbul, Ankara,
Trabzon, İzmir, Bursa, Eskişehir, Gaziantep, Amasya,
Hatay, Bartın, Çanakkale, Muğla, Uşak, Kastamonu,
Tokat, Giresun, Edirne, Şanlıurfa ve Artvin ile
Safranbolu, Kalecik, Bergama, Ürgüp, Avanos Taraklı,
Mudurnu, Göynük, Bolaman, Bandırma, Ayvalık, Milas,
Foça, İnegöl, Mudanya, İnebolu, Kemaliye Taşköprü,
Alanya ve Osmaneli ilçeleri ve Mustafapaşa,
İbrahimpaşa Kalkan, Uzungöl, Adatepe ve Şirince
beldelerindeki 303 yıkık dökük tarihi yapıların
aslına uygun olarak restore edilmesini sağladı.
Tarihi tescilli kültür
varlıklarının restorasyonu için uygun koşullarda
kredi desteği sağlayan TOKİ, 5 yıl öncesine kadar
yıkık dökük haldeki Cinderenler Evi, Değirmenci
Konağı, Betenler Konağı, Asmalı Konak ve Gümüşlü
Konak'ın da aralarında bulunduğu yapıları restore
ederek otel, lokanta, dükkan ve konut olarak hizmete
soktu.
Kastamonu Postası,
11.02.2011
|
BU ATEŞ BİN YILDIR
YANIYOR

Olympos’un 4 kilometre
kuzeyinde bulunan, Çıralı Plajı’na ise 1 kilometre
uzaklıkta olan Yanartaş, deniz seviyesinden 250
metre yükseklikte yer alıyor. Daha çok sessiz, sakin
bir gün geçirmek isteyenlerin uğradığı mekanda
özellikle taşlar arasından çıkan alevler turistlerin
ilgisini çekiyor. Ahmet Doğan tarafından işletilen
Yanartaş’ta bulunan yazıtlarda ise Olimpiyat
oyunlarının ilk ateşinin bu dağdan alındığı ve bu
oyunların dünyada ilk defa bu bölgede oynandığı
yazıyor.
İçerisinde Roma dönemine ait bir kiliseyle çok
sayıda yıkılmış tarihi eserin bulunduğu Yanartaş’ta
binlerce yıldır yanan ateşin etrafında yaz sezonunda
olduğu kadar kış sezonunda da çok sayıda yerli ve
yabancı tatilci toplanıyor. Tarihi eserlerinin açığa
çıkarılacağı ve daha iyi korunacağı günleri bekleyen
Yanartaş, özellikle tarih turizmine ilgi duyan
tatilcilerin büyük ilgisini çekiyor. Burada ateşin
etrafında oturup deniz manzarasını seyreden
turistler, huzurlu bir gün geçirmek isteyenleri
Yanartaş’a davet ediyor.
Mekanın işletmeciliğini yapan Ahmet Doğan ise önemli
bir tarihi zenginlik olan Yanartaş’ın yeterince
tanıtılması halinde ilçe turizmine ciddi katkıları
olacağını söylüyor.
YANARTAŞ’IN MİTOLOJİK
EFSANESİ
’Yanartaş’ diye bilinen gaz kaynağı, eski Yunan
mitolojisine konu olmuştur. Mitolojiye göre, kanatlı
at Pegasus’un sırtındaki Bellerophontes, ateş
soluyan canavar Kimera’yı burada öldürür. Hala
yanmakta olan ateşin öldürülen canavarın ağzından
çıkan alevler olduğu söylenegelmiştir. Bizanslı
demirciler tarafından kutsal sayılan bu bölgede inşa
edilen tapınağın kalıntıları Yanartaş’ın yanında yer
alır. Bazı tarihçilere göre Olimpiyat Ateşi ilk kez
bu noktadan getirilmiştir. Yaz kış yanan bu ateşin
aslı yeraltı kaynaklarından dışarı sızan doğal metan
gazıdır. Bir ismi de ’Poseidon’un sönmeyen ateşi’dir.
Radikal, 11.02.2011
|
 |
MAHYACILARIN 140 YILLIK SIR ODASI GÜN YÜZÜNE ÇIKTI
Vakıflar Genel Müdürlüğü, Sultan 2. Mahmud'un eşi ve Sultan Abdülaziz'in annesi Pertevniyal Valide Sultan adına 1869-1871 tarihlerinde inşa edilen caminin restorasyonuna 2007'de başladı. İlk kez kapsamlı bir restorasyondan geçirilen caminin yıpranan kısımları güçlendirildi ve dış cephesi temizlendi. Daha önce yapılan küçük onarımlarda aslına uygun olmayan eklentiler de kaldırıldı. Camide yapılan tüm müdahaleler uzmanlardan oluşan Bilim Kurulu'nun onayından geçti. Yaklaşık 6.5 milyon TL harcanan caminin restorasyonunda horasan sıva kullanıldı.
Restorasyonun çalışmaları sırasında ilginç bir de keşif yapıldı. Uzmanlar, bodrum katta depo olarak kullanılan odaların zeminindeki izleri fark etti. Buradaki dört odada yapılan kazıda, yeraltına gömülmüş 23 adet küp bulundu. Küplerin birinde yağ kalıntısı bulundu. Uzmanlar, odaların Osmanlı döneminde mahyacılar tarafından kullanıldığını, küplerde de mahyacılıkta kullanılan zeytinyağlarının saklandığını belirledi.
Restorasyon çalışmasında "minimum müdahale, maksimum koruma" ilkesini benimsediklerini söyleyen İstanbul Vakıflar Bölge Müdürü İbrahim Özekinci, "Bu cami Osmanlı döneminde mahyacılığın merkeziymiş. İstanbul'un camilerine asılan mahyalarda kullanılan kandil yağları bu odalarda saklanırmış. Ancak zaman içersinde küplerin üzeri betonla kaplanmış. Restorasyon çalışması sırasında buradaki küpler de tek tek ortaya çıkartıldı" dedi. Özekinci, caminin altındaki odaların mahyacılığın geliştirilmesi için sergi salonu olarak düzenleneceğini belirtti. Özekinci, camideki iki taç kapı, sebil, çeşme, hazire, türbe şadırvan ve dershanenin restorasyonu için de ihale düzenleneceğini söyledi.
Sabah, ;Haber: Hasan Ay, 11.02.2011
|
KONYA'DAKİ BİN YILLIK
KİLİSE MÜZE OLACAK

Konya'da Selçuklu
Belediyesi tarafından başlatılan proje kapsamında
restore edilen yaklaşık bin yıllık geçmişe sahip Aya
Elenia Kilisesi, çalışmaların ardından müze olarak
hizmete açılacak.
Selçuklu Belediyesi'nin yaklaşık 1 yıl önce Sille
Mahallesi'ndeki tarihi dokuyu turizme
kazandırmak için yürüttüğü çalışmalar kapsamında
bazı tarihi yapılar ile Aya Elenia Kilisesi'nde
restorasyon çalışması başlatıldı.
Restorasyon danışmanlığını yürüten Selçuk
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi
Bölümü araştırma görevlisi İlker Mete Mimiroğlu, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Aya Elenia
Kilisesi'nin Konya için
çok önemli bir yapı olduğunu belirtti.
Yapının üzerindeki geç döneme ait kitabeye göre,
Bizans İmparatoru Konstantin'in annesi
Helena'nın Kudüs'e yaptığı hac yolculuğu
sırasında uğradığı Sille'de bu kiliseyi inşa
ettirdiğinin anlaşıldığını söyleyen Mimiroğlu,
kitabelerde 4. yüzyılda yapıldığı belirtilen
kilisenin yeni buluntularla daha geç dönemde inşa
edildiğinin anlaşıldığını söyledi.
Mimiroğlu, "Kitabelerde 4. yüzyılda yapıldığı
söylenmesine karşın son yapılan çalışmalarda ilk
yapının yıkıldığı ve Orta Bizans Dönemi'nde mevcut
yapının inşa edildiği anlaşılmıştır. Orta Bizans
Dönemine ait olan mevcut kilisenin 11 veya 12.
yüzyılda yapıldığı, 20. yüzyılda geçirdiği iki büyük
onarımla bugünkü şeklini aldığı anlaşılıyor" diye
konuştu.
Mevcut yapının yaklaşık bin yıllık olduğunu
vurgulayan Mimiroğlu, "Burada büyük bir kilise var.
Orta Bizans dönemine tarihlendirilmiş. Mimarisi ve
süslemeleri açısından çok güzel bir yapı" dedi.
Kilisenin bugüne kadar çok sayıda onarım geçirdiğini
hatırlatan Mimiroğlu, özellikle 1880'den sonra iki
büyük onarım yapıldığını, kiliseye giriş
eklendiğini, duvarların ve kubbenin onarıldığını,
içerideki figürlerin yenilendiğini bildirdi.
Kilisenin 2005 yılına kadar atıl vaziyette olduğunu
üstelik içerisindeki bir çok eserin tahrip edilerek
çalındığını kaydeden restorasyon danışmanı İlker
Mete Mimiroğlu, sözlerine şöyle devam etti:
"Sille Konya'nın
parlayan yıldızı. Özellikle turizm potansiyeli olan
bir yerleşim alanı. Hıristiyanlık için önemli olan
bu kilisenin zaman kaybetmeden ele alınması ve
restore edilmesi gerekiyordu. Kilise, Selçuklu
Belediyesine devredildikten sonra kapsamlı bir
çalışma gerçekleştirerek restorasyon kararı aldı.
Önce bir hazırlık devresi yaptık. Öncelikli amacımız
yapının yıkılmasını önlemekti.
Bütün duvarlar, kubbe ve örtü yenilendi, yalıtım
tekrardan yapıldı. Onun dışında tahta
zemin indirmesi gerçekleştirildi. Zeminde
sağlamlaştırma için bütün avlu kazıldı. Şu anda
çevre düzenlemesi gerçekleştiriliyor. Ama tabi ki
restorasyonun en önemli çalışması iç kısmında
gerçekleştirilecek. İçeride geç döneme ait Hz. İsa,
Hz. Meryem ve havarilere ait resimler bulunuyor."
Restorasyonun sürprizlerle dolu olduğunu anlatan
Mimiroğlu, "Daha önceki dönemlere ait duvar
yazıları, yeni kitabeler tespit ettik. Yeni yeni
bulgulara ulaştık. Yapının tarihlendirilmesiyle
ilgili önemli bulgular elde ettik. Restorasyonun
ardından Selçuklu Belediyesi'nin hazırlayacağı
kitapta bunların hepsine yer vereceğiz.
Restorasyonun bütün hikayesini bilimsel verilerle ve
buluntularla bu kitapta anlatacağız" dedi.
Mimiroğlu, restorasyonun yaklaşık 8 ay daha
süreceğini vurgulayarak daha sonra kiliseyi müze
olarak turizme açmayı planladıklarını söyledi.
Tarihi kilisenin Sille'nin turizm potansiyelini
artıracağına inandığını dile getiren Mimiroğlu, "Bu
haliyle bile çok sayıda turisti bölgeye çeken
kiliseye, restorasyonun ardından adeta turist
yağacak. Şu anda tanıtımı yapılmadığı halde
özellikle Yunanistan'dan çok sayıda turist turlarla
bölgeye geliyor. Yine İstanbul'dan da çok sayıda
yerli turist mekanı ziyaret ediyor" diye konuştu.
Selçuklu Belediyesi'ne teşekkür eden Mimiroğlu,
restorasyonun ardından Aya Elenia Müzesi
olarak hizmet verecek tarihi yapıda ne tür eserler
sergileneceğinin henüz belli olmadığını bildirdi.
Mimiroğlu, kilisenin eski fotoğraflarının ve
restorasyon çalışmaları sonucunda elde edilen
bulguların da müzede sergilenmesinin düşünüldüğünü
sözlerine ekledi.
Konya Hakimiyet
Gazetesi, 10.02.2011
|
TAŞ KÖPRÜ YILLARA MEYDAN
OKUYOR
Çorum'un Sungurlu
İlçesi'ndeki tarihi taş köprü, yıllara meydan
okuyor.
İlçenin sembolü haline
gelen ve Diğ Çayı üzerine yapılan köprü üzerinde
veya temellerinde herhangi bir aşınma bulunmuyor.
Tarihe meydan okurcasına dimdik ayakta duran köprü
ilçe halkına hizmet veriyor. Karşıyaka Mahallesi'ni
ilçe merkezine bağlayan köprüyü motorlu araçların
yanı sıra, her gün binlerce kişi ilçe merkezine
gitmek için bu köprüyü kullanıyor.
Asırlık tarihi köprünün
bozulmadan günümüze kadar geldiğini ifade eden bazı
vatandaşlar, "Tarihi Paşa köprümüzün ne temelinde ne
de gövdesinde en ufak bir yıpranma yok. Atalarımızın
yaptığı tarihi köprü asırlara meydan okuyor" diye
konuştu.
Çorum Kent Haber,
10.02.2011
|
|
SALVADOR DALI VE FRANCIS
BACON'IN TABLOLARI REKOR FİYATA SATILDI
Sürrealist ressam
Salvador Dali ile ekspresyonist İngiliz ressam
Francis Bacon'ın tabloları, dün düzenlenen açık
artırmada rekor fiyatlarla alıcı buldu. Sotheby's
müzayede evinden yapılan açıklamada, Salvador
Dali'nin 1929 yılında yaptığı "Paul Eluard'ın
Portresi" adlı tablosunun 15,8 milyon avroluk rekor
bir fiyata satıldığı belirtildi. Bir diğer açık
artırmada ise Francis Bacon'ın "Lucian Freud'un
portresi için üç çalışma" adlı tablosu 27,2 milyon
avroya alıcı buldu. Tabloları satın alanların
kimlikleri açıklanmadı.
Yeni Asır, 10.02.2011
|
TARİHİ EJDER
KERVANSARAYI YENİDEN HAYAT BULUYOR
Iğdır'ın önemli tarihi
miraslarından Ejder Kervansarayı'nda yapılacak
çalışma ile yörenin yemekleri, el sanatları ve
çeşitli motifleri sergilenecek.
Iğdır İl Kültür
Müdürü Osman Engindeniz, tarihi ipek yolu
üzerinde bulunan Ejder Kervansarayı'nı yörenin
yemekleri, el sanatları ve çeşitli motiflerinin
sergilenmesi için projelendirdiklerini söyledi.
Vali Amir Çiçek'in
talimatı ile hazırlanan projenin, Serhat
Kalkınma Ajansı (SERKA)'na sunulacağını belirten
Engindeniz, "Valimiz Ejder Kervansarayı'nın
yeniden hayat bulması için böyle bir proje
geliştirmemiz için talimat verdi. Talimat
doğrultusunda İl Kültür Müdürlüğü, İl Milli
Eğitim Müdürlüğü ve İl Özel İdaresi ile
ortaklaşa gerçekleştirilecek proje ile burada
yöresel el dokuması ve el sanatları kursları
açılacak." dedi.
Kervansarayın, yapım
aşamasında olan havaalanının yol güzergahında
olduğunu hatırlatan Engindeniz, "Kervansaray'ın
bir bölümünde kurslar devam ederken bir
bölümünde ise buraya gelen turistler için
yöresel yemekler hazırlanacak. Yörenin yemekleri
ve motiflerinin tanıtılmasının yanı sıra;
ilimize yakın ülkelerden İran ve Azerbaycan
motifleri de işlenerek, bu ülkelerden gelen
turistler tarihi mekana çekilmeye çalışılacak."
şeklinde konuştu.
Zaman, 10.02.2011
|
ALACAHAN, SANAT MÜZESİ OLACAK

Trabzon'da 18. yüzyılda yapıldığı tahmin edilen ve
yaklaşık 15 yıldır kaderine kullanılmayan Alaca Han,
sanat müzesine dönüştürülecek.
Çarşı Mahallesi'nde bulunan ve 15 yıl öncesine kadar bakırcıların
faaliyet gösterdiği Alaca Han, bu ürünlere ilginin
azalması ve dükkanların birer birer kapanmasıyla o
tarihten itibaren adeta kaderine terk edildi.
Kapısına kilit vurulan hanın pencereleri de teneke
ve molozlarla kapatıldı. 18. yüzyılda inşa edildiği
tahmin edilen, 3 katlı, birbirinden bağımsız 40
dolayında bölümün bulunduğu, ortası açık avlu
şeklinde, iyi bir taş işçiliğine sahip dikdörtgen
şeklindeki Alaca Han'ın, uzun süredir
kullanılmamasından dolayı sıvaları döküldü,
duvarlarında çatlaklar oluştu. Bir dönemler çekiç
seslerinin ahenk içinde sokağa yayıldığı han, uzun
süredir sürdürdüğü sessizliğini önümüzdeki günlerde
başlayacak restorasyon çalışmalarıyla bozacak.
Trabzon Valisi Recep Kızılcık, tarihi han ile ilgili
restorasyon çalışmaların sürdüğünü ifade etti. Vali
Kızılcık, "Tarihi eserlerin yeniden hayata
döndürülmesi ve turizme kazandırılması çok önemli.
Bunun için tarihi hanın restore edilmesi için
çalışma başlattık" dedi. Hanın kamulaştırma
çalışmalarının tamamlandığını dile getiren Kızılcık,
"Önümüzdeki günlerde hanın aslına uygun restore
edilmesi için çalışmalar başlayacak. Böylece
Trabzon'un çok önemli bir tarihi eseri tekrar gün
yüzüne çıkacak. Hanı sanatçıların ve Trabzon'daki
çeşitli sivil toplum örgütlerinin yararlanabileceği
bir sanat müzesine dönüştürmeyi planlıyoruz" diye
konuştu. Kızılcık, tarihi mekanların orijinal
dokusunun korunmasının son derece önemli olduğunu da
vurguladı. Hanın dış cephesinde dükkanı bulunan
Metin Altınel ise, tarihi hanın bakırcılar için
simge bir mekan olduğunu, orada güzel hatıraları
bulunduğunu söyledi.
Yeni Şafak, Haber: Kamil Anahar, 10.02.2011
|
CUMALIKIZIK YENİDEN ŞEKİLLENİYOR
Bursa'nın en
önemli tarihi ve turistik köylerinden 700 yıllık
Osmanlı yerleşim yeri
Cumalıkızık Köyü
yürütülen restorasyon çalışmaları ile yeniden eski
kimliğine kavuşturulacak. Köyde başlatılan
restorasyon çalışmalarında büyük bir aşama
kaydedildi. Bursa Valisi
Şahabettin Harput,
Cumalıkızık Köyü'nde yapımı tamamlanan restorasyon
çalışmalarını yerinde inceledi. Cumalıkızık Köyü'nün
Bursa'nın kimliği olduğunu belirten Vali Şahabettin
Harput, yürütülen çalışmalar ile ilgili
yetkililerden bilgi aldı. 307 evin restorasyonunun
yapılacağı Cumalıkızık'ta 15 evin dış cephe kaplama
çalışmaları bitmiş durumda.
İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Kemal
Demirel, Yıldırım Belediye Başkanı
Özgen Keskin, Yıldırım Kaymakamı
Mehmet Yapıcı ve ilgili diğer kurum
müdürleri ile restorasyonu tamamlanan evlerde
incelemede bulunan Vali Harput, projede gelinen son
nokta ve yaşanan aksaklıkları dinledi.
Restorasyon çalışmalarının daha da hızlandırılmasını
isteyen Harput, Cumalıkızık'ın tümüyle restore
edileceğini belirtti. Cumalıkızık Köyü'nün Bursa'nın
en iyi kimliği olduğunu belirten Vali Harput, "Cumalıkızık
köyümüz Bursa'nın gözbebeği. Bir yerin kimliğini
belirleyen özellikler vardır. Cumalıkızık bizim
kimliğimizdir. Uzun süreden beri valiliğimizin
koordinesinde mimarlar odasının desteğinde Yıldırım
belediyemizin yürüttüğü muhteşem bir faaliyet var.
700 yıldır yaşanan bir köyü tamamı ile restore etmek
dünyada ilk kez gerçekleştiriliyor. Bu projeyi çok
önemsiyoruz" dedi.
Yapılan restorasyon çalışmalarının daha da
hızlandırılması yönünde değerlendirme toplantısı
yapan Vali Harput, şunları söyledi: "Yapılan
çalışmaları yerinde inceledik ve çok güzel
çalışmalar olmuş. Cumalıkızık tarihi dokusuna zarar
verilmeden resmen yeniden şekilleniyor. Bu işi nasıl
çabuklaştırabiliriz, daha hızlı bitirebiliriz
konularına çözüm aramak için bir araya geldik."
Cumalıkızık'ta bulunan 307 evin restorasyonunu en
kısa zamanda bitirmek istediklerini anlatan Vali
Harput, şu ana kadar 7 etaptan oluşan planın 5.
Etabının bittiğini söyledi. Harput, sonraki plana
göre ise 1. ve 2. Etap çalışmalarına geçileceğini
sözlerine ekledi.
Daha önceki yıllarda Cumalıkızık ile ilgili
restorasyon çalışmalarının yapılmak istendiğini,
fakat bir türlü çalışmaların başlatılamadığını
belirten Yıldırım Belediye Başkanı
Özgen
Keskin şöyle konuştu: "Biz 7 sene önce
Cumalıkızık Köyü'nü masaya yatırdık. Daha sonra sayın
valimizin destekleriyle projemize hız kazandırdık.
Proje ile ilgili yarışmalar düzenledik, bu projeler
titizlikle değerlendirildi. Sonuçta çalışmaları
başlattık. İnşallah başlatmış olduğumuz bu güzel
çalışmalar yarım kalmaz, tek endişemiz bu."
Zaman, Haber: Ensar Tuna Alatürk, 10.02.2011
|
MEVLEVİ ALAYI'NIN KOMUTANLIK MÜHRÜ 100 YIL SONRA
EVİNDE

Kendisi de Mevlevi olan Sultan Reşat'ın isteğiyle
Osmanlı ordusuna destek vermesi için Galata
Mevlevihanesi'nden yola çıkan Mevlevi Alayı'nın
komutanlık mührü 100 yıl sonra Beyoğlu'nda bir
sahafta çıktı. Meçhul birisi, acil paraya ihtiyacı
olduğunu söyleyerek mührü sahaf Sabahattin
İnceoğulları'na sattı. İnceoğulları, manevi ve
tarihi öneme sahip olduğu için mührü Konya Mevlana
Müzesi'ne bağışlayacak.
Yıl 1914. Başlarında Mevlevi sikkesi,
sırtlarında derviş cübbesi, elleri kılıçlarının
kabzası olan Mevlevi Alayı dualarla Galata
Mevlevihanesi'nden Beyazıt Meydanı'na doğru
ilerliyor. İstikametleri Konya. Alay Komutanı
Velet Çelebi'nin yanına gidecek, Osmanlı
topraklarının dört bir tarafından toplanan diğer
Mevlevi dervişi askerlerle birlikte Suriye
cephesine geçecekler. Halka moral vermek,
cephedeki askerleri desteklemek için dervişler
de üzerlerine düşeni yapacaktır. Yıl 2011,
Galata Mevlevihanesi'nin az ilerisinde tarihi
Aynalı Pasajı'ndaki yılların Sahaf Sabo'sunun
dükkanına orta yaşlarda birisi gelir. Elindeki
iki mührü ve iki yaka iğnesini acil paraya
ihtiyacı olduğu için satmak istediğini söyler.
Sebahattin İnceoğulları, yılların esnafı.
Gerçekten ihtiyaç sahibi olduğunu anladığı bu
adama mühürleri satabileceğinin azamisi kadar
para verir.
İnceoğulları'nın uzmanlık alanı
madalyalar. Eski yazı mührün usta işi olduğunu
anlar ama kime ait olduğunu çözemez. Sahaf
arkadaşından yardım alır. Eline tarihi bir mühür
geçtiğini böyle öğrenir. İşte 1914 yılında
Sultan Reşat'ın isteğiyle kurulan Mevlevi
Alayı'nın komutanlık mührüdür bu. İnceoğulları,
mührü getiren kişinin Velet Çelebi'nin yakını
olabileceğini düşünüyor. Çünkü ikinci mühür Türk
dili üzerine çalışmalarıyla bilinen bu alim
zatın şahsi mührü. Döneminin en iyi ustası
olarak bilinen Ketebe Zeki'nin kazıdığı ve Velet
Çelebi yazan bu mühür de Mevlana Müzesi'nde
sergilenecek.
Zaman, Haber: Gülizar Baki, 10.02.2011
|
SANCAKTAR MEZARLIĞI, KÜLTÜR VARLIĞI OLDU

Malatya'da İsmet İnönü'nün babası Hacı Reşit Bey ile
oğlu Ali İzzettin'in mezarının da bulunduğu son
dönem Osmanlı mezarlarının zengin çeşitlerine de
sahip olan 250 yıllık Sancaktar Mezarlığı, korunması
gerekli kültür varlığı olarak tescil edildi.
Malatya Kültür ve Turizm Müdürü Derviş Özbay, Sivas
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu
tarafından alınan karar gereğince Malatya merkezdeki
Sancaktar Mezarlığı'nın korunması gerekli kültür
varlığı olarak tescil edilerek, koruma grubunun 2.
grup yapı olarak belirlendiğini kaydetti.
Sancaktar Mezarlığı'nın Malatya'nın eski
mezarlıklarından birisi olduğunu ifade eden Özbay,
alına karar ile mezarlığın koruma altına alındığını
ve izinsiz olarak hiç bir şeyin burada
yapılamayacağını kaydetti.
Sancaktar Mezarlığı'nın, yaklaşık 250 yıllık bir
mezarlık olduğu ve son definlerin 1980'lı yıllarda
yapıldığı belirtilerek, mezarlıkta son dönem Osmanlı
mezarlarını zengin çeşitlerinin bulunduğu
kaydedildi. Oldukça harap ve bakımsız durumda
bulunan Sancaktar Mezarlığı'ndaki bazı mezar
taşlarında sadece Osmanlıca, 1950'li yıllardan
sonraki mezarlarda ise hem Türkçe ve hem de Arapça
yazılı kelimeler bulunuyor.
Öte yandan, Kaynaca Mezarlığı'nın da tescil
edildiği, şehir merkezindeki diğer eski mezarlık
olan Kuyuönü Mezarlığı'nın tescil işlemlerinin ise
sürdüğü belirtildi.
Tescil edilen Sancaktar Mezarlığı'nda İsmet
İnönü'nün babası Hacı Reşit Bey ile küçük yaşta
kaybettiği oğlu Ali İzzettin'in mezarları da
bulunuyor. İsmet İnönü'nün babası ile oğlunun
mezarını son olarak vefatından 2 yıl önce geldiği
Malatya'da ziyaret ederek, dua okuduğu belirtildi.
Son dönem Osmanlı mezarı özelliğini taşıyan Hacı
Reşit beyin mezarı ile Ali İzzettin'in mezarı,
1990'lı yıllarda iki kez saldırıya uğrayarak tahrip
edilmesi üzerine, İnönü Ailesi mezarları yeniden
onarmıştı.
Türkiye Gazetesi, Haber: Burhan Karaduman,
10.02.2011
|
HAYDARPAŞA'DAN TRENE BİNMEYE DEVAM

Haydarpaşa Garı, İstanbul’un en güzel tarihi
yapılarından biri olmasının yanında, Anadolu’dan
gelenlerin İstanbul’a ayak bastığı yer olarak
toplumsal hafızada çok önemli bir yer tutuyor. Bir
süredir ‘otel olacak’ söylentileri ortalıkta dolaşan
tarihi binanın çatısı geçen yılın son günlerinde
yandığında, haliyle kamuoyunda ‘İşte şimdi
Haydarpaşa elden gitti’ şeklinde ciddi bir endişe
oluştu...
Öncelikle belirtelim, ‘Haydarpaşa emin ellerde’,
zira gar ve çevresinin rölöve, restitüsyon ve
restorasyonu İTÜ’nün kontrolünde Türkiye’nin
alanında en yetkin mimar, mühendislerinin
danışmanlığında yapılacak.
Devlet Demiryolları tarafından İTÜ Teknokent çatısı
altında kurulan akademik TechnoBee şirketine emanet
edilen Haydarpaşa Rölöve-Restitüsyon-Restorasyon
Projesi’nin ilk bilgilendirme toplantısı önceki
akşam İTÜ Ayazağa Kampüsü’ndeki Süleyman Demirel
Kültür Merkezi’nde yapıldı.
Toplantıda Haydarpaşa’yla ilgili bir sunum
gerçekleştiren Haydarpaşa RRR Projesi Danışma Kurulu
Üyesi Prof. Afife Batur, Haydarpaşa’nın gar olarak
işlevini yitireceğinden endişe edenlerin yüreğine su
serpti. Tarihi ve kültürel anlamda İstanbul için çok
özel bir yer olan Haydarpaşa Garı’yla ilgili
Marmaray projesiyle yaşanan kırılganlığın yerini
pozitif bir birlikteliğe bırakması gerektiğini
belirten Prof. Batur, üstüne basa basa “Danışma
kurulu olarak Haydarpaşa Garı’nın varlık nedeni olan
işlevinin ve kentsel bağlamının sürdürülmesi
konusunda ısrarcıyız. Bunları vazgeçilmez koşul
sayıyoruz. Haydarpaşa, Marmaray’la entegre olmalı ve
kara, deniz ulaşımı artırılmalı” diye konuştu.
“Haydarpaşa için tarihi gün” hatırlatması yapan
Ulaştırma Bakanlığı müşaviri, eski Radikal yazarı,
avukat Adnan Ekinci “Burasının otel yapılması gibi
bir düşüncemiz hiçbir zaman olmadı. Plan ortaya
çıktıktan sonra herkesin tartışmasına açılacak.
Uzmanlar, halk ne istiyorsa onun gereği yapılacak”
dedi.
Haydarpaşa için yangından üç hafta önce İTÜ’ye
başvurduklarını hatırlatan TCDD 1. Bölge Müdürü
Hasan Gedikli ise yangından sonra proje kapsamının
genişlediğini anlattı: “Yangından önce çatı katı ve
giriş holü için proje istemiştik. Yangından sonra
ileride tüm bina ve çevresi için düşünülen projeyi
öne aldık. Bu çalışma modeli umuyorum benzer
projelere de örnek olacak.”
Toplantıda endişeler de dile getirildi. Yıllarca
koruma kurullarında görev yapan mimar Oktay Ekinci,
tarihi bir binanın korunmasının fiziki bir durum
olduğunu ama Haydarpaşa’da bir ruhun korunması
gerektiğini hatırlatıp TCDD yetkililerine sordu:
“İşlevinin sürmesi önemli. Anadolu’dan gelenleri
Pendik’te indirirseniz İstanbul’a gelmiş
sayılmazlar. Onları Haydarpaşa’da indirmeye devam
edecek misiniz? Ayrıca restorasyon söz konusuysa
binanın nasıl kullanılacağı da bellidir. Bu konuya
da açıklık getirir misiniz?” Haydarpaşa’nın ana
istasyon olarak kullanılmaya devam edeceğini
vurgulayan TCDD 1. Bölge Müdürü Hasan Gedikli,
“Binadan çıkma gibi bir niyetimiz yok. Restorasyon
da bizim kullanımımıza göre şekillendirilecek” diye
konuştu.
Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’nden
Mücella Yapıcı ise Haydarpaşa ve çevresine yapılmak
istenenlere meşruiyet kazandırmak için akademik
dünyanın kullanıldığı yönünde bir endişe taşıdığını
hatırlattı. Technobee’nin müdürü Prof. Attila Dikbaş,
Yapıcı’ya içinin rahat olması gerektiğini hatırlatıp
ekledi “İTÜ, 238 yıllık saygın bir kurum.
Saygınlığımızı zedeleyecek bir projenin altına imza
atmayız. Her perşembe Haydarpaşa’da toplanıp
çalışıyoruz. Projeyle ilgili belli aralıklarla
kamuoyunu da bilgilendireceğiz.”
Evet, Haydarpaşa ‘emin ellerde’ görünüyor. Ama
yanına ‘şimdilik’ şerhini de düşelim. Zira burası
Türkiye...
Radikal Hayat, Haber: Erkan Aktuğ, 10.02.2011
|
'ÇİNGENE KIZI'NI NÜFUSUNA GEÇİRDİ

Baraj suları altında
kalacağı için dünyayı ayağa kaldıran Belkıs
Harabeleri’nin kurtarılması sırasında bulunan Zeugma
antik kentindeki ’Çingene Kızı’ mozaiği hem tarihle
bağlanan köprünün hem de Gaziantep’in simgesi
olurken, bu mozaik için bir de nüfus cüzdanı
hazırlandı.
Dünyaca ünlü mozaiğin gün ışığına çıkarılmasını
sağlayan ekipteki arkeologlardan biri simgesel bir
kimlik hazırladı. Ancak kimlikteki medeni hali kısmı
yeni bir tartışma yaratacak cinsten. Tarihi eserin
medeni halinde 'bakire' yazması dikkat çekti.
Arkeolog ve öğretim üyesi Rifat Ergeç tarafından
hazırlanan kimlikteki 'bakire' ibaresi kadınları
kızdıracak...
’Gaziantep’in
Tarihte Dünü Bugünü’ adlı panelde, kentin simgesi
haline gelen Çingene Kızı’ mozaiğini bulan gruptaki
arkeologlardan Gaziantep Üniversite Fen Edebiyat
Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Rifat
Ergeç, izleyicilere bir sürpriz hazırladı.
Zeugma’nın Gaziantep için önemini anlatan, bir dönem
Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü de yapan Yrd.Doç.Dr.
Ergeç, ilgiyle izlenen panelde şunları söyledi:
"1998 başlarında Zeugma kazılarında grubumuzun
bulduğu en önemli eserlerden birisi Çingene Kızı
mozaiğiydi. O dönemde Çingene Kızı’na birçok isim
konulmaya çalışıldı. Kimi ’Zeugma Kızı’, bazıları
’Bizim Kız’ dedi. Ama, Çingene Kızı, Gaziantep ile o
kadar çok özdeşleşti ki Bakkallar Odası’nın bile
logosu Çingene Kızı oldu. Biz onu çok sevdik ve
artık onu nüfusumuza geçirdik." Çingene Kızı için
hazırladıkları nüfus cüzdanını sinevizyonda ekrana
yansıtarak izleyicilere gösteren Yrd.Doç.Dr. Rifat
Ergeç, katılımcıları güldürdü ve alkışlandı.
Hazırlanan nüfus cüzdanında, Çingene Kız için baba
adı ’Türkiye’,
anne adı ’Anadolu’, doğum yeri ’Zeugma Belkıs’,
doğum tarihi ’Ekim 1998’ ifadeleri yer aldı. Çingene
Kızı’nın nüfusa kayıtlı olduğu yer olarak ise
’İli:Gaziantep, İlçesi:
Nizip, Hane: Gaziantep Müzesi’ yazıldı.
Çingene Kızı’nın kimliğini bir
Avrupa ülkesinde gördüğü eser için hazırlanan
belgeden esinlenerek hazırladığını belirten Yrd.Doç.Dr.
Ergeç, "Zeugma Mozaik Müzesi tamamlandı ve mozaikler
oraya taşındı. İstenirse bu kimlik Çingene Kızı için
kullanılabilir. Hatta, son derece önemli başka bir
eserimiz olan
Mars Heykeli için de benzeri bir kimlik
hazırlanabilir" önerisinde bulundu.
Tarihi ve doğal kaynaklara sahip çıkma adına,
dünyanın en önemli sivil toplum hareketi
çalışmalarından birinin ardından acil kurtarma
kazılarının başlatıldığı Zeugma antik kentinden,
1987’den bu yana sürdürülen kazılarda yaklaşık 2 bin
metrekare mozaik, dünyada başka örneği bulunmayan
savaş ve barışı simgeleyen Savaş Tanrısı Mars ve
Güzellik Tanrıçası Afrodit’in Bronz heykeli, 120
metrekare duvar resmi, 4 bin bronz sikke,
100 bin mühür baskı ile sayıları on binleri
bulan günlük yaşamda kullanılan eşya çıkarıldı.
Mozaiklerden, restorasyonu tamamlanan yaklaşık bin
500 metrekaresi geçen günlerde Zeugma Mozaik
Müzesi’ne taşındı. Bu mozaikler yakında yeni
yerlerinde gezilebilecek. Zeugma Müzesi’nde en iyi
yeri Zeugma’nın yanı sıra Gaziantep’in de simgesi
olan Çingene Kızı mozaiği alacak. Bazı kaynaklar
1988’de mozaik avcıları tarafından bir bölümü tahrip
edilip yurt dışına kaçırılmak istenirken bulunan
Çingene Kızı mozaiğine konu olan kişinin Yer
Tanrısı, tanrıların anası Gaia olduğunu belirtirken,
bir başka grup arkeolog ise tasvir edilen kişinin
Büyük İskender olduğunu savunuyor. Mozaiğin en
önemli özelliği ise hangi açıdan bakılırsa bakılsın
izleyicinin figürün gözleri tarafından izlenmesi.
Kuruluşu MÖ 300 olan Yunan kenti Zeugma
(Belkıs), Gaziantep’in Nizip İlçesi’nin 10 kilometre
doğusunda yer alıyor. Adını, doğuyu batıya bağlayan
ticaret yolu üstündeki Fırat kıyısında kurulduğu
için Yunanca’da ’köprü- bağ’ anlamına gelen
Zeugma’dan alıyor. Hellenistik bir kent olmasına
karşın
Roma ve
Bizans dönemlerinde gelişmeye devam etmiş. Roma
İmparatorluğu’nun Küçük
Asya’daki en önemli garnizonu olan bu kentte
yaşam 12’nci yüzyıla kadar sürmüş. Bin yıldan fazla
bir süre 3 ayrı uygarlık çeşitli izler bırakmış.
Büyük İskender,
İran seferine giderken Fırat’ı buradan geçmiş.
Kentin, 20 ile 80 bin dönüm arası bir alana kurulu
olduğu sanılıyor.
Milliyet, 10.02.2011
|
 |
KÜLTÜR SANAT BÜYÜK ÖDÜLLERİ VERİLDİ
Kültür ve Turizm Bakanlığı 2010 Kültür ve Sanat Büyük Ödülü, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de katıldığı bir törende verildi.
Büyük ödüller, Türkiye arkeolojisine yaptıkları katkılardan dolayı Prof. Halet Çambel ve Prof. Nimet Özgüç'e verildi.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, katıldıkları ödül töreninde birer konuşma yaptı. Konuşmasında, Prof. Çambel ve Prof. Özgüç'ün, Türk arkeoloji tarihine en büyük katkıyı veren iki değerli bilim insanı olduğunu belirten Gül, "Hayat hikayeleri heyecan veriyor. 50 yıldır, yarım asırlık profesörler. Bu yaşlarında da bu heyecanı sürdürdüklerini yakından biliyorum. Kendilerine milletimiz adına şükranlarımızı sunuyoruz. Çok daha uzun ömürler diliyoruz," dedi.
Törende, Limantepe Kazısı Başkanı Prof. Hayat Erkanal’a da şükran plaketi verildi.
Hürriyet, 10.02.2011
|
49 PARÇA TARİHİ ESER ELE GEÇİRİLDİ
Kocaeli'nin İzmit İlçesi'nde 49 parça tarihi eser ele
geçirildi, 5 kişi gözaltına alındı.
Edinilen bilgiye göre, Kocaeli Emniyet Müdürlüğü
Önleyici Hizmetler Şube Müdürlüğü ekipleri,
rutin kontrolleri sırasında D-100 Karayolu
Karabaş Mahallesi'nde durumundan şüphelendiği 68
AP 373 plakalı bir minibüsü durdurdu.
Minibüste yapılan aramada, Roma ve Doğu Roma
dönemine ait olduğu tahmin edilen 26 adet gümüş
sikke ile madeni at heykelciği, metal at başı
figürlü halka, metal erkek heykelciği, metal
kadın heykelciğinden oluşan toplam 49 parça
tarihi eser ele geçirildi.
Minibüsteki Tuncer K, Murat E, Atilla S, Zeki
Resul A, Mustafa Ç, gözaltına alındı.
Zanlıların, tarihi eserleri satmak amacıyla
Aksaray'dan Kocaeli'ne getirdikleri bildirildi.
Akşam, 10.02.2011
|
|
İSTANBUL'UN MÜZELERİ PARA BASIYOR
Her köşesinde,
kucak açtığı medeniyetlerin izlerini taşıyan ve 8500
yıllık tarihiyle göz kamaştıran İstanbul'un müzeleri
ve tarihi mekanlarını geçen yıl ziyaret eden 11
milyon 661 bin 624 kişi, yaklaşık 90 milyon lira
gelir bıraktı.
AA muhabirinin derlediği bilgiye göre, başkentlik
yaptığı Roma, Bizans ve Osmanlı imparatorluklarının
tarihi eserlerine ev sahipliği yapan İstanbul'a
geçen gelen yıl 6 milyon 960 bin 980 turist geldi.
Her yıl milyonlarca yerli ve yabancı turistin yanı
sıra Türkiye'ye resmi ziyarette bulunan
cumhurbaşkanı, devlet başkanı, başbakan ile diğer
yetkililerin de uğramadan gidemedikleri İstanbul'un
saray ve müzelerini geçen yıl toplam 11 milyon 661
bin 624 yerli ve yabancı turist gezdi.
Osmanlı İmparatorluğu'nun yönetim sarayı ve
hanedanlık ikametgahı olarak 19. yüzyıla kadar 380
yıl kullanılan ve bu döneme ilişkin emsalsiz tarihi
eserlerin sergilendiği Topkapı Sarayı Müzesi, yine
en çok ziyaret edilen müze oldu. Müzeyi bir yılda 3
milyon 588 bin 730 turist ziyaret ederken, 30 milyon
642 bin 891 lira gelir elde edildi.
Topkapı Sarayı Müzesinden sonra ziyaret edilen
ikinci eser ise dünya mimarlık tarihinin günümüze
kadar ayakta kalmış en önemli anıtları arasında yer
alan Ayasofya Müzesi oldu.
916 yıl kilise, 481 yıl cami olarak işlevini
sürdüren Ayasofya'yı da 2 milyon 952 bin 768 kişi
gezdi. Ziyaretlerden 26 milyon 647 bin 825 lira
gelir sağlandı.
Türk ve İslam Eserler Müzesi'ne 81 bin 970 kişinin
ziyareti 633 bin lira, Hisarlar Müzesi Müdürlüğüne
bağlı birimlere 72 bin 122 kişinin ziyareti 166 bin
100 lira gelir getirdi.
İstanbul Arkeoloji Müzeleri'ni geçen yıl 307 bin
670, Yıldız Sarayı Müzesi'ni de 38 bin 735 kişi
gezdi.
YEREBATAN SARNICI REKOR KIRDI
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş'ye bağlı
müzeler, ziyaretçi ve elde edilen gelir açısından
2010 yılında rekor kırdı.
Sultanahmet'te bulunan ve 542 yılında Bizans
İmparatoru Justinyen tarafından At Meydanı'nın diğer
tarafında bulunan Büyük Saray'ın su ihtiyacını
karşılamak üzere yaptırılan Yerebatan Sarnıcı'nı
2009 yılında 1 milyon 512 bin, 2010 yılında 1 milyon
784 bin kişi ziyaret etti.
Ziyaretlerden 2009 yılında 10 milyon 749 bin 85,
2010 yılında ise 13 milyon 788 bin 265 lira gelir
elde edildi.
Antik çağdan Bizans'a, Selçuklu'dan Osmanlı'ya 120
mimari eserin 1/25 oranında küçültülerek yapılmış
maketlerinin sergilendiği Miniatürk'ü, 2009 yılında
684 bin 105, 2010 yılında 744 bin 42 kişi ziyaret
ederken, ziyaretler 2009 yılında 1 milyon 831 bin
566, 2010 yılında 2 milyon 347 bin 430 lira gelir
sağladı.
İstanbul'un fethini 557 yıl sonra yeniden yaşatan ve
dünyadaki benzerlerinden tam panoramik özelliği ile
ayrılan Panorama 1453 Tarih Müzesi'ni 2009 yılında
705 bin 102, 2010 yılında 967 bin 84 kişi gezdi.
Müzeye ziyaretler 2009 yılında 1 milyon 582 bin 457,
2010 yılında 2 milyon 225 bin 607 lira gelir
getirdi.
MİLLİ SARAYLARI 2010
YILINDA 1 MİLYON 124 BİN KİŞİ GEZDİ
TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı'na bağlı
bulunan saray, köşk ve kasırlar, 2010 yılında yerli
ve yabancı ziyaretçilerin yoğun ilgisiyle
karşılaştı.
Bu dönemde tarihi mekanları yerli ve yabancı toplam
1 milyon 124 bin 503 ziyaretçi gezdi ve bu
ziyaretçilerden 11 milyon 667 bin lira gelir elde
edildi.
Osmanlı İmparatorluğunun son dönem yapılarından olan
ve devletin yönetildiği, padişahın yaşadığı üçüncü
saray olarak 1856 yılında açılan Dolmabahçe
Sarayı'nı, 318 bini yerli ve 518 bini yabancı olmak
üzere toplam 836 bin kişi gezdi. Beylerbeyi Sarayı
ise 93 bini yabancı ve 104 bini yerli olmak üzere
toplam 197 bin ziyaretçiyi ağırladı.
Yıldız Şale Kasrı, Küçüksu Kasrı, Maslak Kasrı,
Aynalıkavak Kasrı, Ihlamur Kasrı, Florya ve Yalova
Atatürk Köşkü'nü ise 2010 yılı genelinde toplamda 92
bin yerli ve yabancı ziyaretçi gezdi.
Geçen yıl içinde toplamda 509 bin yerli, 615 bin
yabancı ziyaretçinin ziyaret ettiği Milli
Saraylarda, 10 milyon 337 bin 312 lirası Dolmabahçe
Sarayı'ndan olmak üzere toplam 11 milyon 667 bin TL
ziyaret geliri elde edildi.
Bugün, 10.02.2011
|
ZEUS TAPINAĞI KORUMA
ALTINDA

Mersin'in Silifke
İlçesi'nde, Saray Mahallesi'nde yer alan Zeus
Tapınağı, çevre düzenleme projesi kapsamında tel
çitle çevriliyor.
Silifke Müze
Müdürlüğü'nün Zeus Tapınağı'nın koruma altına
alınması için Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Bölge Kuruluna yaptığı başvuru kararının
olumlu olduğu, Zeus Tapınağı Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın sağladığı ödenekle tel çitle çevrilme
işlemine başlandığı bildirildi. Daha önce araçların
park ettiği, vatandaşların gelişi güzel kullandığı
ve tahrip ettiği Zeus Tapınağı tel çitler sayesinde
birçok dış etkende de korunmuş olacak.
Zeus Tapınağı hakkında
bilgi veren Silifke Müze Müdürü İlhame Öztürk, "Zeus
Tapınağı'nda 1980-1984 yılları arasında kazı
çalışmaları yapılmıştır. Burada bulunan bazı
parseller Bakanlığımızca kamulaştırılmıştır. İlçe
merkezinde olması nedeniyle her an ziyaret
edilebilen bir konumdadır. Göksu ve Limonlu
nehirleri arasında kalan bölgede Yunan tanrılarının
en büyüğü olan Zeus geniş bir tapınım görmüştür.
Zeus mutluluk ve refah getiren bir tanrı
işlevindedir. Hakka dayanan insanca bir düzenin
kurucusu ve koruyucusu sayılır. Bölgede adına
yapılmış çok sayıdaki Tapmaktan biri Silifke
merkezde yer alan tapmaktır. Tapınak MS 2. yüzyıla
tarihlenmektedir. Halkın günlük ibadetleri için inşa
edilmiştir. Tapınak kiliseye dönüştürülmesi
esnasında çok büyük ölçüde tahrip görmüştür. Çünkü
genel bir kural olarak tapınağın kapanmasının
ardından kefaret ve arınma törenleri yapılırdı. Haç
takılarak kötü ruhlar çıkarılırdı. Şeytan çıkarma
binanın temellerine kadar tamamen yıkılmasına kadar
gidebilirdi" dedi.
Mersin Kent Haber,
09.02.2011
|

 |
DERVİŞ HÜCRELERİ ESKİYE DÖNDÜ
Konya İl Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Çıpan, bu yıl yapılacak restorasyon çalışmalarında Mevlana Müzesi Kubbe-i Hadra'nın çinilerinin ve zemin döşemelerinin yenileneceğini, kalem işi süslemelerin sağlamlaştırılacağını söyledi.
İl Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Çıpan, Müdür Yardımcısı Mehmet Yünden ve Müze Müdürü Naci Bakırcı ile birlikte Mevlana Müzesi'nde düzenlediği basın toplantısında yapılan çalışmalar hakkında bilgi verdi. Mevlana Müzesi'nin yıllık 2 milyonu aşan ziyaretçisiyle sayısıyla Topkapı Müzesi'nden sonra en çok turist alan ikinci müze olduğunu hatırlatan Çıpan, müzeyi aslına uygun hale getirmeyi hedeflediklerini bildirdi. Çıpan, "Geçen yıl Derviş Hücrelerinin restorasyonu tamamlandı. Hücreler 16. yüzyıldaki haline dönüştürüldü. 5 hücrenin geçici teşhiri yapıldı.
Mevlana Müzesi Gülbahçesi'nde 6 normal, 1 engelli turnikeli giriş kapısı yapıldı. Ziyaretçilerin giriş kapısı önünde beklemesi ve Türbe'nin girişinde yığılmaların önüne geçilmiş olundu. Çıkış kapısı doğu yönüne yapıldı. Bu kısımda müze ve Konya'yı tanıtıcı eselerin satıldığı mağaza hizmete sokuldu. Sesli Rehberlik Hizmeti, 8 dilde hazırlandı. Ziyaretçiler 3 TL karşılığında yararlanmaktadırlar" dedi.
Bu yıl müzede restorasyonun devam edeceğini kaydeden Çıpan, "Mevlana Müzesi Kubbe-i Hadra'nın çinilerinde bozulmalar bulunmaktadır. Türbenin çinilerinin yenilenmesi çalışmaları yapılacak. Türbenin iç kısmında bulunan kalem işi bezemelerde dökülmeler bulunmakta. Bu kalem işi süslemeler yerinde sağlamlaştırılacak. Müze ön bahçesinde zemin döşemeleri yenilecek. Mescitte statik sorunların tespiti için Hareket İzleme Sistemi kurulacak. İhalesi önümüzdeki günlerde yapılacaktır" diye konuştu.
Çıpan, beraberindekilerle birlikte Mevlana Müzesi'nde restorasyon çalışması biten yerleri gezdirdi.
Konya Kent Haber, 08.02.2011
|
MARDİN MÜZESİ'NDE ENVANTER ÇALIŞMASI
Mardin Müzesi
Müdürü Nihat Erdoğan, müzede bulunan 56 bin eserin
envanterini yeniden çıkaracaklarını söyledi.
Erdoğan, Aa muhabirine yaptığı açıklamada, müzede
12 bin arkeolojik, etnografik, 44 bin de sikke ve
benzeri eser bulunduğunu, 7 uzman tarafından müzede
bulunan eserlerin envanterlerinin yeniden
çıkarılması için çalıştıklarını belirtti.
Müzede 56 bin eser bulunduğunu ifade eden
Erdoğan, şöyle konuştu: “Bu eserlerin bin 500 kadarını sergiliyoruz. Geri
kalan eserler ambarda bekletiliyor. Bu yıl 7 uzman
ekibimizle müzemizde bulunan bütün eserlerin
envanterlerini çıkarma çalışmalarına başladık.
Önümüzdeki yıl bütün eserlerin envanterini
tamamlamayı hedefliyoruz. Müze binasının hemen
arkasında restorasyonu devam eden etnografya
müzesinin tamamlanması ile bütün eserlerimizi
sergileme imkanına kavuşacağız. Mardin Müzesi'ndeki
eserler, Neolitik, Kalkolitik, Asur, Roma, Bizans, Artuklu ve Osmanlı dönemine aittir. Tasnif edilecek
eserler dijital ortamda, bilimsel anlamda yayın
haline getirilecek. Envanter çalışmalarımız
tamamlandığında tasnif edilecek eserler dijital
ortama taşınacak. Dünya müzecilik anlayışı farklı
boyutlara ulaştı. Dijital ortamda dünyanın öbür
ucundaki müzelerde bulunan eserleri incelemek ve
bilimsel anlamda araştırma yapmak mümkün. Bölgemizde
yapılan kazılarda çok sayıda değerli eser ortaya
çıktı. Ilısu Barajı kazılarında İsa’dan önce 3 bin
yılına ve sonrası dönemlere ait çıkan eserler müzeye
zenginlik kattı. Kazılarda ortaya çıkan eserler
bölgenin de bilimsel tarihine ışık tutacak.”
haberler.com, 08.02.2011
|
BAKAN GÜNAY: EFES İLE İLGİLİ ÖNEMLİ YOL KATETTİK
Ege'nin en önemli turizm merkezlerinden biri olan
Efes antik kenti ile yürütülen çalışmalara önem
veren Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, geline
son nokta ile ilgili bilgi verdi. Bakan Günay,
"Efes'in ışıklandırılmasında ve gece ziyaretlerine
açılmasında önemli mesafe kat ettik. Çalışmalar tüm
hızıyla devam ediyor. Bir problem yok" dedi. Günay,
Efes antik kenti ile Meryem Ana Evi arasına
kurulması düşünülen 5 kilometrelik teleferik hattına
ise sıcak bakmadığını dile getirdi. İzmirli
turizmcilerin Travel Turkey İzmir 2010 Turizm Fuarı
ve Konferansı'nın açılışında kendisine sunduğu
projeyle ilgili konuşan Günay, "O bölgedeki tarihi
ve doğal güzelliklerin mutlaka korunması gerekiyor.
Bu nedenle 5 kilometrelik teleferik hattının orada
doğaya ve tarihe zarar vereceğini düşünüyorum" dedi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı antik kentin gece de
ziyaret edilmesine olanak sunacak şekilde
ışıklandırması sağlayacak projeyi 2011 yılı içinde
tamamlamayı hedefledi.
Yeni Asır, Haber: Zafer Şahin, 08.02.2011
|
KAMBOÇYA İLE TAYLAND ARASINDA TAPINAK SAVAŞLARI
ÇIKTI

Tayland ile Kamboçya,
tartışmalı sınır bölgesinde bulunan ve UNESCO Dünya
Mirası Listesi’nde yer alan bir Hindu tapınağı
yüzünden birbirine girdi.
6 günde 12 bin kişinin bölgeyi boşaltmasına, 85
kişinin yaralanmasına, 11 kişinin de ölümüne yol
açan çatışmalarda en çok zarar gören ‘taraf’lardan
biri de 11. yüzyılda inşa edilmiş olan Preah Vihear
tapınağının kendisi oldu.
Çatışmanın fitilini, Taylandlı aşırı milliyetçi
vekillerin,
Kamboçya’ya ait olan, ancak
Tayland’ın da üzerinde hak iddia ettiği tapınağı
ziyaret etmek üzere sınırı izinsiz olarak geçme
suçuyla tutuklanmalarının ateşlediği düşünülüyor.
Güvenlik uzmanları, çatışmanın uyarı ateşi
açılmasıyla başlamış olabileceğini söylerken, her
iki taraf da ilk ateşi karşı tarafın açtığını
savunuyor.
Diğer yandan, Kamboçya hükümeti Taylandlıların da
kutsal saydığı bölgeye ülkenin bayrağını dikip
“Burası Kamboçya” yazılı bir levha yerleştirince
gerginlik iyice tırmandı. Kamboçya Başbakanı Hun
Sen, Taylandlı mevkidaşı
Abhisit Vejjajiva’yı ‘savaşa susamış’ diye
nitelerken, Tayland
Dışişleri Bakanlığı da Tayland’ın ‘toprak
bütünlüğü ve bağımsızlığının’ Kamboçya tarafından
ihlal edildiğini savundu. Dün sınır bölgesi sakin
görünse de iki tarafın askerleri teyakkuz
halindeydi. Olaya el atan BM’nin atmosferi
yatıştırmak için Tayland ile Kamboçya arasında
tampon bölge kurması beklenirken,
UNESCO da tartışmalı tapınağa bir heyet
gönderecek.
Uluslararası Adalet Divanı, 1962’de tapınağın
Kamboçya’ya ait olduğuna karar vermiş, ancak son
çatışmaların yaşandığı 4.6 kilometrelik bölgenin
kime ait olduğunu bir karara bağlamamıştı.
Milliyet, 08.02.2011
|
PICASSO'NUN TABLOSUNA 40 MİLYON DOLAR
Ünlü
ressam Pablo Picasso'nun bir tablosu 40,2 milyon
dolara satıldı.
Londra'daki Sotheby's
müzayede salonunda yapılan açık artırmada,
Picasso'nun genç aşığı Marie- Therese Walter'ı
tasvir ettiği "La Lecture" adlı tablosu, açık
artırmaya telefonla katılan ve adı açıklanmayan bir
koleksiyoncu tarafından satın alındı.
Müzayede öncesinde 1932 tarihli tablonun 29 milyon
dolara alıcı bulması bekleniyordu.
Cnn Türk, 08.02.2011
|
|
SAHTE SİKKE!

Emniyet Müdürlüğü
Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi
ekipleri tarafından gerçekleştirilen bir operasyonda
"çok iyi taklit" edilmiş 188 adet sahte sikke ele
geçirildi.
Operasyonla ilgili polis açıklaması şöyle: "Malatya
Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla
Mücadele Şube Müdürlüğümüz görevlilerince 08.02.2011
günü yapmış oldukları çalışmalar neticesi ilimiz
merkezinde durumundan şüphelenilen iki şahıs
üzerinde ve eşyalarında yapılan aramada toplam 188
adet İslami dönem özelliklerini yansıtır Sikke ele
geçirilerek 2 şüpheli şahıs hakkında 2863 SKM
(Kültür ve Tabiat Varlıkları Kanununa Muhalefet)
suçundan tahkikata başlanılmıştır.

Belirtilen sikkelerle ilgili olarak ilimiz Müze
Müdürlüğü ile yapılan yazışmalar neticesinde alınan
Ekspertiz raporunda, ele geçirilen sikkelerin pirinç
malzemeden yapıldığı ve altın olmadığı, sikkelerin
İslami dönem özelliğini yansıtır tarzda çok iyi
taklit edilmiş olduklarını, bu özelliklerinden
dolayı kişi ve kurumları yanıltma – kandırma payının
yüksek olduğu görüş ve kanaati bildirilmiştir.
Konu ile ilgili olarak düzenlenen ekspertiz
raporundan da anlaşılacağı üzere tarihi eser
görünümlü taklit malzemelerle vatandaşlarımızı kolay
para kazanma vaadiyle kandıran bu tür şahıslara
itibar edilmemesi ve kanun karşısında suçlu duruma
düşülmemesi için bu tür durumlarla karşılaşılması
halinde 155 Polis İmdat hattının aranması
vatandaşlarımızın menfaatine olacaktır."
Malatya Haber,
08.02.2011
|
 |
OSMANLI-TÜRK ESERLERİ YENİLENMEYİ BEKLİYOR
Macaristan'ın Pecs kentindeki tarihi Osmanlı-Türk eserlerinin yenilenmesini gerektiği bildirildi.
Macaristan Haber Ajansı (MTI) tarafından duyurulan haberde, 16. yüzyılda inşa edilen Yakovalı Hasan Paşa Camii'nin minaresinin bir an önce yenilenmesi gerektiği, aksi takdirde yıkılabileceği belirtildi.
Tarihi Osmanlı-Türk eserleri ile ilgili olarak açıklamada bulunan Macaristan Ulusal Tarihi Eserler Kurumu müdür yardımcısı Tereza Bardi, Pecs şehrinde bulunan tarihi Türk eserlerinin yenilenmesi ve korunması için gerekli maddi imkanlarının bulunmadığını söyledi. Macar yetkili Bardi, bu eserler arasında Gazi Kasım Paşa Camisi ve Yakovalı Hasan Paşa Camisi'nin yenilenebildiğini, ancak Yakovalı Hasan Paşa Camisi'nin minaresinin bu yıl içinde yenilenmesinin kaçınılmaz olduğunu kaydetti.
Bardi, 16. yüzyılda şehrin merkezinde yapılan tarihi Türk Hamamı'nın da koruma altına alınması gerektiğini belirterek, devamlı olarak AB'den bu eserlerin korunması için maddi destek istediklerini, ancak gerekli yardımı alamadıklarını açıkladı.
Türkiye Gazetesi, 08.02.2011
|
936 PARÇA ROMA-BİZANS DÖNEMİ TARİHİ ESER ELE GEÇTİ
Yozgat İl Jandarma Komutanlığı ekipleri tarafından düzenlenen operasyonda, 936 parça tarihi eser ele geçirildi.
Edinilen bilgiye göre Yozgat İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, Sorgun İlçesinde esnaflık yapan Razaman C. (53) ile Hamdi A.'nın (33) Çekerek İlçesi'ne bağlı Özükavak beldesinde bulunan Cemil A. (57) ile tarihi eser alışverişi yapacağı ihbarını aldı. Harekete geçen jandarma, 66 LL 059 plakalı otomobil ile Çekerek İlçesi'ne hareket eden Ramazan C. ve Hamdi A.'yı takibe aldı. Takibi Özükavak beldesine kadar sürdüren jandarma, Cemil A. ile buluşan şahısları pazarlık yaparken suçüstü yaptı.
Zanlılar gözaltına alınırken, otomobildeki aramada Hitit, Roma, Bizans dönemlerine ait 751 adet sikke, çeşitli sayılarda ve dönemlere ait çömlek, bronz şamdanlık, metal eserler, boynuz, metal kaplar, yüksük, haç, süs eşyaları, insan ve hayvan figürleri, toka, bilezik ile boncuk olmak üzere toplam 936 parça tarihi eser ele geçirdi.
Ele geçirilen tarihi eserler Yozgat Müze Müdürlüğü'ne teslim edilirken, zanlılar sorguları tamamlandıktan sonra adliyeye sevk edilecek. 1985 yılında kurulan Yozgat Müzesi tarihinde, bir kaçakçılık operasyonunun ardından ilk kez bu kadar çok sayıda tarihi eser teslimatı yapıldığı bildirildi.
Türkiye Gazetesi, Haber: Ömer Ertuğrul, 08.02.2011
|

 |

|
İŞTE CENNETİN KAPISI!
Denizli’nin Eskihisar Köyü yakınlarındaki Laodikya antik kentinde yıllardır kazı çalışmaları yürüten Pamukkale Üniversitesi’nden Prof.Dr. Celal Şimşek, Hıristiyan alemini yakından ilgilendiren ve İncil’de de adı geçen kiliseyi gün ışığına çıkardıklarını açıkladı. 4’üncü yüzyılda yapıldığı tespit edilen kilise, 'yeraltı radar taraması' sırasında tespit edildi. Laodikya Kazı Başkanı Prof. Şimşek, kilisenin 8 ayak üzerine oturtulmuş olduğunu ve 2 bin metrekarelik bir alanı kapladığını belirtti.
Birçok bölümün bulunduğu kilise, gün yüzüne çıkartılan bölümleriyle de orijinalliğini koruyor. Bunlardan biri, kilisedeki vaftiz havuzu. Prof. Şimşek, şu açıklamalarda bulundu:
"2010 yılının en önemli buluntusu Anadolu’da kutsal 7 kiliseden biri olarak kabul edilen Laodikya Kilisesi’nin tespit edilmesidir. İlk olarak İmparator Konstantin zamanında Milano Fermanı’yla MS 312-313 yıllarında Hıristiyanlığın serbest bırakılması ve arkasından yapılan bu kilise, Hıristiyanlık dünyası için çok büyük bir önem taşımakta. Çünkü orijinal yapısıyla ve bozulmadan ortaya çıkarılan ve en sağlam olarak ele geçen önemli bir kilise yapısı. Kilisenin vaftiz yapılan bölümü çok orijinal. Buraya özel yapılan bir koridorla geçiliyor. Kilise, Hıristiyanlar için bir hac yeri ve cennetin kapısını oluşturuyor. Buluntunun bölge turizmine de katkı yapacağını umuyoruz."
Habertürk, Haber: Hacı Selamoğlu, 08.02.2011
|
NEANDERTALLER HAYATTA KALAMADILAR, ÇÜNKÜ...
Bilim insanları modern insanın Neandertal insana
göre daha çevik ayaklara sahip olduğunu ortaya
koydu. Bunun modern insan hayatta kalmayı
başarırken, neandertallerin bunu neden
başaramadığını açıklayabileceği belirtiliyor. ABD
Tuscon'daki Arizona Üniversitesi'nden
araştırmacılar, sekiz atletin Aşil tendonlarının
uzunluğunu inceledi. David Raichlen önderliğindeki
bilim ektibi, gönüllülerin ayak bileklerinin
MRI'larını çekti ve her sporcunun bir koşu bandı
üzerindeyken tendonun depoladığı enerji miktarını
inceledi.
Kısa tendonları olanların, her uzun adımda daha az
enerji kaybettiği ve teorik olarak yorulmadan daha
fazla koşabilecekleri tespit edildi. Neandertal
iskeletlerini inceleyen uzmanlar, Neandertallerin
topuk kemiklerinin bizimkilerden daha uzun olduğunu
ve bu yüzden çok uzun mesafeler koşamadıklarını
belirledi.
Milliyet, 08.02.2011
|
|
BAKAN ÖNÜNDE AYASOFYA TARTIŞMASI
Ayasofya'nın
dış cephe sıvasının kazınması sebebiyle tarihi
yapının çürümeye terk edildiğine yönelik SABAH'ın
haberinin ardından, bilim adamları tarihi mekanda
olağanüstü bir toplantı gerçekleştirdi. Toplantıya
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay da bizzat başkanlık etti.
Toplantıya, İstanbul İl Kültür Müdürü
Ahmet Emre Bilgili, 4 Numaralı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu üyeleri, Rölöve
Anıtlar Müdürlüğü görevlileri ve Ayasofya Bilim
Kurulu üyelerinden oluşan yaklaşık 20 kişi katıldı.
Ayasofya Başkanı Haluk Dursun da heyete ev sahipliği
yaptı.
Bir süre Ayasofya bahçesindeki Sıbyan Mektebi'nde
görüşme yapan heyet daha sonra Bakan Günay ile
birlikte Ayasofya'da incelemeler yaptı. İnceleme
sırasında tarihi yapıda izinsiz sıva kazısı
yaptırdığı belirtilen Bilim Kurulu üyeleri ile 4
numaralı kuruldan bazı üyeler tartıştı. Sıvaların
kazınmasına yönelik karar alan Bilim Kurulu üyeleri
Ayasofya duvarlarında kalan tuğlaların su
geçirmeyeceğini savunurken, koruma kurulundan bazı
üyeler bu görüşe karşı çıktı ve tarihi yapının
Osmanlı döneminden bu yana sıvalı olduğunu söyledi.
Bakan Günay'ın önünde yaşanan tartışmanın
hararetlenmesi üzerine, korumalar programı takip
eden SABAH ekibini uzaklaştırdı. Ayasofya'da yapılan
izinsiz sıva kazısıyla ilgili sorularımızı
yanıtlayan Kültür ve Turizm Bakanı, konuyla yakından
ilgilendiğini söyledi. Ertuğrul Günay bu toplantının
da konuyu değerlendirmek üzere tertiplendiğini,
kendisinin de toplantıya bizzat katılmak istediğini
kaydetti. Bilim adamlarının konuyu enine boyuna
masaya yatıracaklarını belirten Bakan," Bu iş doğru
mu yanlış mı, bu, karara bağlanacak. Bilimsel bir
ciddiyetle çalışmak zorundayız. Ayasofya bizim için
çok özel bir mekan, konuyu inceleyip en doğrusu
neyse onu yapacağız" diye konuştu. Bakan Günay'ın 4
Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu üyelerine de "Pazartesi günü (bugün) toplanın
ve bu sorunu çözün" talimatını verdiği öğrenildi.
Ayasofya'da gerçekleştirilen incelemenin ardından
bir rapor hazırlanması bekleniyor. Tarihi yapıda
izinsiz kazı yapıldığı yönünde rapor tanzim edilirse
kazıya müsaade ettiği belirtilen Ayasofya Bilim
Kurulu üyeleri ve yönetimi hakkında savcılığa
şikayette bulunulacak. İstanbul İl Özel İdaresi İmar
Yatırım ve İnşaat Daire Başkanlığı raporunda,
Ayasofya'nın dış yüzey sıvalarının kazınması ile
ilgili resmi bir izin alınmadığına ve kazıma
işleminin tarihi yapıyı dış tehditlere karşı
korumasız bıraktığına dikkat çekilmişti.
Sabah, Haber: Nazif Karaman, 07.02.2011
|
TARİHİ YARIMADA'NIN 8 CAMİSİ AZ RİSKLİ
Yıldız Teknik
Üniversitesi (YTÜ)
Mimarlık Fakültesi öğretim üyeleriyle
araştırma
görevlileri, 5.5 yıl boyunca Tarihi Yarımada'daki
onlarca yapının afet risk düzeyini inceledi. İlk
aşamada sonuçları çıkan 8 tarihi eserin "az riskli"
olduğu görüldü. Firuzağa Camii, Bali Paşa Camisi,
Atik Ali Zincirlikuyu
Camisi "risksiz"ken, Davut Paşa, Atik Ali,
Çemberlitaş, Murat Paşa, Cerrah Mehmet Paşa ve
Hekimoğlu Ali Paşa camileri ise az riskli çıktı. YTÜ
Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr.
Görün Arun yönetiminde Araştırma
Görevlisi Meltem Vatan Kaptan tarafından "Anıtsal
Yığma Yapıların Risk Düzeyinin Tespiti" çalışması
yapıldı. Kaptan, uzman olmayanların da anlayacağı
bir 'yapı tespit formu' geliştirdi. Mühendis ile
mimarlık
öğrencilerinden oluşan en az ikişer kişilik ekipler,
yapıları tek tek dolaşıp bilgi topladı. Formda yer
alan yapının eni, boyu, tek mi çok mu parçalı
olduğu, eğimi, yüzey kararması bulunup bulunmadığını
gibi sorulara yanıt arandı.
Kaptan, her bir yapı için elde edilen 60 sayfalık
veriyi, geliştirdiği web tabanlı veri tabanına
işleyip, otomatik olarak risk düzeyinin
hesaplanmasını sağladı. Puanlar
birkaç dakikada 'risk yok', 'az riskli', 'orta
riskli', 'riskli' ve 'yüksek riskli' olarak
sınıflandırıldı. Yapı tespit formunun işlerliği
farklı ekiplerle denenerek ortak sonuçlar
alındığında sağlandı. Kaptan, "Kullanılan malzeme,
geometrisi, yapım şekli ve çatlak durumuna göre
puanlar verdik. Bilgileri de tek tek
bilgisayar
programına
işledik" dedi. Prof.Dr. Görün Arun "Kültür
Bakanlığı bu verileri, yöntemleri kullanarak ekipler
oluşturabilir. Risklere karşı uzmanlardan önlem
alınması istenebilir. Türkiye'de ilk kez böyle bir
çalışma yapılıyor."
Projeye, YTÜ Bilimsel
Araştırma Projeleri Koordinatörlüğü'nün
dışında, İstanbul Araştırmaları
Enstitüsü, Suna - İnan Kıraç Vakfı da destek verdi.
Kaptan, yöntem ve sonuçlarını Politecnico di Milano
Üniversitesi, İtalya'daki Padova
Üniversitesi ve İngiltere'deki Bath
Üniversitesi'ndeki öğretim üyelerine
anlattı.
Meltem Vatan Kaptan,
projenin önemiyle ilgili şunları söyledi: "Bu
yapılar için en büyük tehdit deprem. Ancak tarihi
yapıların değerlendirilmesine ilişkin yöntemler
yaygın değil. Verilerin elde edilmesi uzmanlık
gerektiren, uzun zaman alan ve yüksek bütçeli
çalışmalardır. Buna ne zaman ne de uzman sayısı
yeter. Uzman olmayanların da anlayıp doldurabileceği
bir form şekillendirdik. Veri toplama işi, kısa
süreli eğitim görmüş mimar, mühendis ve ilgili
alandaki öğrencilerce yapılarak koruma uzmanlarına
zaman kazandırılabilir."
Sabah, 07.02.2011
|
NOEL BABA'NIN KEMİKLERİ
SIZLAYACAK
Dünyanın en değerli kumsallarından birini barındıran
ve üç ayrı koruma
statüsü bulunan Kaş'a bağlı antik Patara kentine 400
villa yapılacak. Koruma
imar planı çerçevesinde yapılacak olan villaların
bir kısmının inşaatına başlanması bölgede tartışma
yarattı. Uzmanlar, Patara'nın ikinci bir Side
olacağını öne sürüyor.
Antalya'nın Kaş İlçesi sınırlarında yer alan antik
Patara kenti, 18 kilometre uzunluğundaki kumsalıyla
dünyanın en iyi
plajlarından birini barındırıyor. Bölge hem doğal
hem de arkeolojik sit alanı olmasının yanında
Özel
Çevre Koruma Bölgesi olarak da üç ayrı koruma
şemsiyesiyle korunmaya çalışılıyor. Ayrıca
geçtiğimiz aylarda 34 Akdeniz ülkesini kapsayan
uluslararası bir çalışmayla Patara sahip olduğu
biyolojik çeşitliliğinden dolayı Önemli Doğa Alanı (ÖDA)
olarak seçildi. Likya uygarlığına başkentlik yapan
kent, Noel
Baba olarak bilinen Aziz Nicolaus'un da
doğum yeri. Patara'da yürütülen arkeolojik kazılarda
ortaya çıkarılan ve 'dünyanın ilk demokratik
meclisi' olduğu öne sürülen Likya Birliği
Meclisi'nin (Bulevterion) restorasyon çalışmaları
sürüyor. Bir
süre
önce Milli Saraylar Daire Başkanlığı'na devredilen
antik yapı, TBBM'nin himayesinde 2011'de yapılacak
23 Nisan kutlamaları çerçevesinde dünya parlamento
başkanlarının ağırlanacağı uluslararası bir
toplantıya hazırlanıyor. Bölgede bu toplantı için
hummalı bir çalışma yürütülüyor. Son beş yıldır
Meclis Başkanları ve Kültür Bakanları sık sık
bölgeyi ziyaret ederek çalışmalar hakkında
bilgi alıp inceleme yapıyorlar.
Kısacası Patara, barındırdığı tarihi miras ve doğal
değerleriyle bir dünyanın gözünün üzerinde olduğu
bir bölge. 1980'lerden buyana da rant ve yapılaşma
baskısıyla karşı karşıya bulunan bölgenin koruma
amaçlı imar planı uzun süren çalışmalar ve
tartışmaların ardından iki yıl önce onaylanarak
uygulamaya konuldu.

Patara bölgesi önemli doğa
alanı olarak seçilmişti
Ancak 2008 yılında hazırlanan Patara
Koruma Amaçlı İmar Planı'nda yapımına izin
verilen kooperatif villaları bölgede tartışma
yarattı. Mimarlar Odası Antalya
Şube
Başkanı Osman Aydın, uluslararası bir toplantı için
Likya meclisinin restorasyonunun sürdüğü bölgeye
ikinci konut yapımının yanlış olduğunu söylerken,
Patara Muhtarı Arif Otlu, "Patara henüz bakir bir
yer, bu kadarlık yapılaşmayı kaldırır" dedi.
Patara'da sekiz yıl planlama çalışmaları yapan
Prof.Dr. Tunçer ise Patara'nın Side olma yolunda
ilerlediğini söylüyor.
PATARA İÇİN KİM NE DEDİ
Prof.Dr. Mehmet Tunçer ( Şehir Yüksek Plancısı
ve Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi Mimarlık
Fakültesi Bölüm Başkanı): Patara'nın bir önceki
koruma amaçlı imar planını Kamutay Türkoğlu
ile birlikte hazırlayan Şehir Yüksek Plancısı ve
Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi Mimarlık
Fakültesi Bölüm Başkanı Prof.Dr. Mehmet Tunçer,
Patara'daki kooperatiflere yapılaşma izni
verilmesinin yanlış olduğunu belirterek, kazanılmış
hak kavramının bu tür
özel
alanlarda geçerli olmadığını söylüyor. İnşaat izni
verilen bölgede nekropol bulunduğunu ve 1. Derece
Arkeolojik Sit Alanı olması gerektiğini söyleyen
Tunçer, kooperatiflerin takas ya da kamulaştırma
yoluyla başka alanlara nakledilmesi gerektiğinin
altını çiziyor.
Sekiz yıl Patara'nın korunması için planlama
çalışması yaptıklarını belirten Tunçer, 1997'de
hazırladıkları plan raporları ve analizlerin, 1998
sonunda Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Genel
Müdürlüğü'ne sunulduğunu ancak Kültür Bakanlığı'nın
altı yıl süren uzun inceleme sürecinden sonra planı
uygun bulduğunu anlattı. Tunçer, "bu
dönem
içinde Patara'da kaçak yapılaşmalar, yangınlar ve
tahribatlar yaşandı. Plan biter bitmez de
kooperatifler tarafından iptal davası açıldı" diye
konuştu. 1996 ve 1997 yıllarında hazırlanan Patara
Yönetim Planı'na da değinen Tunçer, bu planın
uluslararası krediyle yapıldığını belirterek,
"Patara'da halkın katılım
toplantılarında bütün katılımcılar büyük bir coşku
ile 'Patara'nın bir Side olmaması için elimizden
geleni yapacağımızı' söylemiştik. Ancak şimdi
Patara'nın yeni
bir Side olma yolunda büyük bir hızla ilerlediğini
görüyor ve üzüntü duyuyorum. Türkiye tüm değerlerini
yok ederek kendini de yok ediyor!" ifadelerini
kullandı.

Patara'da villa inşaatı
Osman Aydın (Mimarlar Odası Antalya Şube Başkanı):
"Patara çok önemli bir yer. Buradaki yapılaşma
bölgeye olan yapılaşma baskısını arttıracaktır. Bir
yandan dünyanın ilk meclisini restore ediyoruz bir
yandan da Patara'ya ikinci konut yapımına izin
veriyoruz. Bırakın Patara'yı, hiç bir antik kente
ikinci konut yapılmamalı. Bölgedeki kooperatiflere
ait araziler kamulaştırılabilirdi. Patara'ya
yapılacak olan villalar, Türkiye'nin en değerli
villaları olacak. Kooperatif adı altında bir çok
kişi villa sahibi olacak."
Arif Otlu (Patara- Gelemiş- Muhtarı): Patara ÖÇK
içerisinde kalan ve Ova Beldesi sınırlarındaki
alanda inşaatına başlanan villaların, 2008 yılında
onaylanan koruma
imar planı çerçevesinde yapıldığını belirten Patara
Muhtarı Arif Otlu, bölgenin 18 uygulamasının Mart
ayında ihale edildiğini anımsatarak, "En kısa
zamanda da 18 uygulamasının sonuçları askıya
çıkarılacak. Belki de bir iki ay sonra köyde de
inşaatlar ortaya çıkacak. Burada yapılan inşaatlar
gayet yasal" diye konuştu.
Patara'nın yapılaşmasına yönelik endişelerle ilgili
sorumuza, "Endişesi olanlar mutlaka olacak tabii ki.
Ancak buradaki imar planı koruma amaçlı olduğu için
yapılacak olan yapılar planın şartlarına,
mevzuatlarına uygun
olacak. 700 metrelik alana, 70 metrekarelik konutlar
yapılacak" yanıtını veren Muhtar Otlu, kaç konut
yapılacağıyla ilgili sorumuzu da, "fazla değil,
350-400 arasında. Daha önceden bu kooperatiflerin
1000 konut yapma durumu vardı, imar planına göre bu
biraz düşürüldü" şeklinde yanıtladı.

Patara'da 1980'li yıllarda
inşaatına başlanan ancak durdurulan kooperatifler
yeniden inşa edilecek
Patara'daki yapılaşma içerisinde turistik tesis ve
otel bulunmadığının altını çizen Otlu, "Geçmişte
kooperatifler, imar planındaki yapılaşma oranının
yüzde beş değil de yüzde on olmasını istiyorlardı.
Bu nedenle davalar açılmıştı. Neticede yüzde on
oldu. Planda, kooperatiflere toplam 2 bin, köy için
de bin nüfus öngörülüyor" dedi.
Patara'nın gelişme
yönünden öne çıktığını vurgulayan Otlu, 2011 yılında
Patara'daki Likya Birliği Meclisinde dünya
parlamento başkanlarını bir araya getirecek olan
uluslararası bir toplantı düzenleneceğini
anımsatarak, "Bu nedenle Patara'nın çevresinin de
gayet
şık olması gerekiyor. Bunun için yolu
granit taşla kaplamaya başladık. 11 bin metrekare
granit küp taşı yapılacak" diye konuştu.
Yapılaşmanın Patara'yı olumsuz etkilemeyeceği
görüşünü dile getiren Otlu, "Bu yapılaşmanın sıkıntı
vereceğini zannetmiyorum. Patara henüz bakir bir
yer, bu kadarlık yapılaşmayı kaldırır. Kalkan'da
olduğu gibi İngilizlere villa pazarlama düşüncemiz
yok. 20 yıldır sıkıntısını çektik, 21. yılda da
bunun rahatlığını yaşayalım diyoruz.
Koruma
amaçlı imar planı olduğumuz için de genişleme
şansımız çok zor. Ayrıca tapulu arazimiz yok. 2-B ve
1. Derece Sit'e takılıyoruz. 3
bin nüfus, 750 konut. Ben zannediyorum ki önümüzdeki
günlerde diğer köylüler de rahatlayacaklar"
ifadelerini kullandı.

Patara'da yapımına başlanan
villalar kumsala yakınlığıyla dikkat çekiyor
Patara'da yapılacak olan konutlarda Kaş'taki eski
yapıların model alınacağını belirten Otlu,
"yapılarla ilgili tip proje istiyoruz. Bu konuda
mimarlar odası, koruma
kurulu gibi kurumların görüşlerini aldık. Buradaki
bütünlüğü bozmayacak bir dokuda tip projeyle gidelim
diyoruz. Likya Birliği'ne başkentlik yapmış,
uluslararası bir toplantıya hazırlanan bir kentin
köyü de o kente uygun
olmalı diye düşünüyorum. Ben umutluyum. Hatta
Patara'nın içinde ilk yapıyı da ben yapmak
istiyorum. Neden derseniz, otuz yıllık bir yapım var
ve bu yapı artık beni yıprattı" dedi.
Geçmişte bölgedeki yapılaşmaya ve çıkar
çatışmalarına karşı sert
muhalefetiyle bilinen kazı evinin bugünkü
gelişmeleri nasıl değerlendirdiği yönündeki sorumuza
da açıklık getiren Otlu, "Havva (Işık) Hocam bu
konuda hem koruma kurulu başkanı hem de kazı başkanı
olduğu için tamamen bu oluşumun içinde. Her şey onun
kontrolü
altında. Zaten kendisi ben ve müze görevlileriyle
birlikte tamamen kontrol altında tutmaya
çalışıyoruz. Patara bizim Patara'mız sonuçta.
Konuşulan her neyse gerçek dışıdır. Biz Patara'yı şu
salaş haliyle bile 20 yıl koruyabildiysek bundan
sonra da koruruz. Buraya şakır şakır villalar değil
de şartların elverdiği, imar mevzuatının elverdiği
bir yapılaşma yapabilirsek o zaman Avrupa'ya da
'burası Patara'ymış' dedirtebiliriz" ifadelerini
kullandı.

Villalar meclis binasına
hakim tepeyi de kapsayacak
Ramazan Abalı (Otel
işletmecisi-Patara): Patara'da 27 yıl öğretmenlik
yaptıktan sonra emekli olan ve otel işleten Ramazan
Abalı köyde 1980'lerin başından beri plan
tartışmaları yaşandığını söylüyor. Mevcut yapıları
onarmaktan bile korktuklarını belirten Abalı, "plan
bizi memnun etmedi. Plana göre büyük arazisi olanlar
konut yapabilecekken, 500 metrekare gibi küçük
arazisi olanlar bu haktan yararlanamayacaklar" diye
konuştu.
Planın öngördüğü 3
bin kişilik nüfus projeksiyonunu da yetersiz bulan
Abalı, "bu plan gelecekte kaçak yapılaşmalarla
delinir. Biz hem yaşayalım hem de koruyalım
istiyoruz. Buna göre 4 bin nüfusluk bir yapılaşma
daha gerçekçi olurdu" görüşünü dile getirdi.
1986 yılında
Koruma Kurulu yerine, Antalya Bayındırlık
ve İskan Müdürlüğü'ne başvuran Patara'daki
kooperatifler, Bayındırlık Müdürlüğü'nün Antalya
Müzesi'nden aldığı olumlu görüş üzerine inşaat izni
almış ve bölgede 2 bine yakın konutun inşasına
başlamıştı. Antalya İl İdare Kurulu Kararı ile
verilen izni, dönemin Antalya Valiliği de onaylamış,
kooperatif alanlarını içeren kesimler, "Toplu Konut
Yerleşim Alanı" olarak kabul edilmişti. Ancak 1990
yılında koruma amaçlı
planın koruma kurulunun eşgüdümünde yürütülmesi
kararının ardından, inşaat ruhsatı işlemlerinin
durdurulmasına ve sit alanları içerisindeki
yapıların iki kattan fazlasının yıkılmasına karar
verilmişti.
2008 yılında Antalya İl
Özel
İdaresi'nce yaptırılan Patara Koruma Amaçlı İmar
Planı'na göre, köy merkezi ve çevresinde yüzde 15
yapılaşma izni verilirken, bu alandaki binaların iki
katlı ve 6.5 metre yüksekliğinde olacağı belirtildi.
Üç bölümden oluşan planın ikinci bölümünü kapsayan
Tömler mahallesindeki yapılaşma ise yüzde 10 olarak
belirlendi. Buradaki binaların iki katlı olmasına
izin verilirken, kooperatif alanlarını kapsayan
üçüncü bölümdeki yapılaşmanın yüzde 10 civarında,
binaların ise tek katlı olmasının kararlaştırıldığı
plan hükümlerine göre yapılacak her yapı için
Antalya Anıtlar Kurulu'ndan izin alınması gerekiyor.
UZMANINDAN ÇARPICI PATARA YORUMU
Türkiye'nin önemli şehir ve bölge plancılarından
biriyle gezdiğimiz Patara, uzman dostumuza göre
özenle korunması gereken bir bölge ancak lokal
değerlendirmeler ve kısa vadeli çıkarlar uğruna
kurban ediliyor. Bölgenin koruma dengesi gözetilerek
üst ölçekli planlarla ele alınması gerektiğini
belirten akademisyen şehir plancısına göre,
günümüzde yapılan koruma kullanma ve planlama
çalışmaları, üst ölçekli planlardan yoksun
olduğundan bir tür yasak savma anlamında ele
alınıyor.
İsmini vermek istemeyen kamuda görevli bir şehir ve
bölge plancısının Patara'ya yaptığı inceleme
gezisinin ardından yaptığı kapsamlı değerlendirme
şöyle:
"Cerahatlı bir yaraya
sadece lokal anesteziyle müdahale edilebilir,
kuşkusuz oradaki cerahat temizlenebilir ama kaynağı
ortadan kaldırılmayan bir enfeksiyonun yeniden
yayılma ve vücudu ateş altına alma, sarsma ihtimali
her zaman gündemdedir. Burada da alınacak lokal
tedbirlerden bir tanesinin reçetesi gibi görünen
koruma imar planının amacı, tam da bu kelimeyle
uygun olarak bir araç
olarak kullanılıyor. Yani amaç gerçekten koruma mı
yoksa koruma görüntüsü altında alanı parçalara bölüp
işletmek mi? Amiyane tabirle 'pazarlamaya' açmak mı?
Dolayısıyla biz plancılar meseleye 'planların
kademeli birlikteliği' ilkesinden, planlı bir
hiyerarşi bağlamında bakar, çözümleri de bunun
içinde ararız.
Patara örneğinde
baktığımızda, epeyce popüler
hale gelmiş, rant ve piyasa değeri artmış; tarihiyle
önündeki 18 kilometrelik kumsalıyla, o kumsalına
belli mevsimlerde gelerek yumurta bırakan binlerce
carettasıyla, bir zamanlar antik limana yataklık
yapmış, şimdi bataklık haline gelmiş olan
su
havzasıyla; çok kıymetli ve gerek yerli halkın
gerekse dışarıdan gelenlerin iştahını büyük ölçüde
kamçılayan bir mekan haline geldiğini görüyoruz.
Böylesi bir mekanda bizatihi devletin, az önce
ifade
etmeye çalıştığım hiyerarşik bir planlama anlayışı
içinde düzenlenmesi öngürülmeyen, bu anlamda
planlanmayan bir bölgede, 'koruma planımızı yapalım,
işimize bakalım' anlayışıyla bir anlamda kaderine
bırakılmış olan yerlerden birisi gibi geliyor.

Restorasyonu
süren Likya Birliği Meclisi
Burası için çok da hayalci olmamak gerektiğini
düşünüyorum. Bugünden yarına 'koruma planı yapalım,
işimize bakalım' eşiğine gelinmişken, bundan öteye
gidip de yeniden merkezi planlama otoritesi
tarafından farklı ilgili bakanlıkların eşgüdümüyle
yapılacak üst ölçekli planların artık bir hayal
olduğunu görüyorum. Çünkü bütün dünyada olduğu gibi
ülkemizde de üst ölçekli merkezi planlama yok
edilerek, havzalar parçalara bölünerek, yok edilerek
onun iliğinin kemiğinin sömürülmesine dönüştü. Bu
örnekte de böyle. Bundan böyle bölgenin kapsamlı bir
bölgesel planlamaya tabi tutulacağı ihtimali çok
zayıf.
Tarihle eşdeğer bir konumu bulunan böylesi yerlerin
belki de son çeyrek yüzyıl
içinde hızla tahrip olmanın ötesine geçerek yok
edildiğini görüyoruz. Gelecek kuşaklara hiç değilse
biraz daha fazlaca miras bırakabilmek, bugünün belki
de çaresiz yaklaşımı.
PATARA NASIL KURTULUR?
Özellikle buradaki kaçak yapılaşmayı, kontrolsüz
ilerlemeyi durdurabilmeyi sağlamak üzere
koruma planında buna karşılık gelen bir
kullanım hakkı
vererek rahatlatılması
gerekiyor. Yani yerel talepleri bir ölçek içine
alarak ve bunları bir bölü bir uygulamalarda söz
konusu olan konutsa, pansiyonsa, bütün bunları bir
modelleme çerçevesinde sahaya oturtarak, sahayı bir
maket gibi ele alarak köylü nüfusun barınmasını,
istihdamını çözecek bir proje yaratmak.
İkincisi, dışarıdan gelen ve daha yüksek iştah
katsayısına sahip olan talepleri mümkün olduğu kadar
küçültmek, onları da aynı modelleme çerçevesinde
biçimlendirmeye çalışmak ve aşırılıklardan kaçınmak.
Yoğunluğun artmaması, sıkışık dokuların oluşmaması,
doğal ve tarihsel çevreye verilecek tahribatın
asgariye indirilmeye çalışılması. Altyapı
yatırımlarının en sağlıklı ve
ekonomik
biçimde gerçekleştirilmesi. Yapılması düşünülen
granit kaplama yolun oradaki alt yapı taleplerinden
biri olması üzücü. Çünkü granitle kaplanan bir yola
mı ihtiyacı var, yoksa bir yola mı ihtiyacı var
Patara'nın. Bence ortalama standartları olan bir
yola ihtiyacı var. Yöredeki tarihsel değerlerin
karşılığı öylesine yüksek ki, Türkçedeki tabirle
biricik, ünik.
Bölgeyi bir pazar,
piyasa mekanizması değil, yaşayan bir müze kent
olarak kurulmasının somut koşullarının yaratılması
lazım. Yoksa burayı bir lunapark anlayışıyla
gerçeküstü projelerin peşine takılıp da ham hayaller
görmeden bölgesel bir kalkınma planının parçası
olarak bu mekanı ele almak gerektiğine inanıyorum.
Gerekli hukuksal araçları kullanabileceğimi
bilseydim, köyün nüfus projeksiyonunu dışında bir
nüfusu buraya eklemlemezdim. 2 bin kişilik nüfusu
buraya asla getirmezdim. Tarihsel sit alanının
etki
alanını hesaba katarak bunun içerisinde hiç bir
yapılaşmaya kesinlikle izin vermezdim. Mutlak
suretle buradaki yapılaşmayı çirkin
güzel
ayrımı yapmaksızın kazıyarak bu bölgeyi oradaki
arkeologlarla başbaşa bırakırdım. Planlama bugün
için değil, yüz yıl için yapılmalı. Gelecek bugünden
planlanmalı.
Bugünkü haliyle baktığımda, kooperatiflerin tasfiye
edilmesi, kooperatiflerin mülkiyetinde olan yerlerin
imar planında kamuya kazandırılmasının plan
notlarının oluşturulması, buna mukabil de
kooperatiflerin de mağdur olmayacağı şekilde muadil
kamu arazilerinden yer ihdas edilmesinin bu planın
en önemli plan notlarından sayardım. Edinilmiş hak
kavramı, bu tür bölgeler için söz konusu dahi
edilmemeli. Yani 400 villa, çarpın dörtle beşle, 2
bin kişi müktesap hakkım var diyerek,
keyif yapacak, rahat edecek diye sadece bu
ulusun değil, artık bir dünya mirası olmuş bir yerin
kurban edilmesinin doğru bulmadığımı söylemek
istiyorum.
Yapılan restorasyonların özensizliğinin de alanın
piyasa koşullarına göre düzenlenmesinin bir sonucu
olduğunu düşünüyorum. Buradaki alan olağan bir
turizm seyri içerisinde planlanmalı. Burayı bu
şekilde olağanüstüleştirerek aslında orta ve uzun
vadede değerini düşürüyorsunuz. Burayı farklı ve
karmaşık bir sürecin malzemesi ya da kurbanı haline
getiriyorsunuz. Bir süre sonra kaybettiğiniz Patara
ve çevresini yeniden kazanma araçlarından yoksun
kalacaksınız. Burayı spekülatif bir alan haline
getiriyorsunuz. Buraya yerleştirilecek
3 bin nüfus, kendini katlayarak
çoğalacaktır. Çünkü bu tür atraksiyonlar kendini
katlayan bir etki yaratırlar.
Yerelden yükselen 'yıllardır biz buraya çivi
çakamıyoruz' söylemlerine bir parmak bal çalmaktan
ibaret bir çözüm
olarak tasarlandığını görüyorum planı. Bu söylemin
çok da doğru olmadığı Patara'daki yapılaşmadan da
ortada."
Odatv, Haber: Yusuf
Yavuz, 06.02.2011
******
"TÜRKİYE'DE ARKEOLOJİ BATAĞA SAPLANMIŞ"

Patara
Bizim Grubu tarafından Kaş'ta düzenlenen panele
Patara'daki villa inşaatları ve meclis binası olduğu
söylenen antik yapıyla ilgili tartışmalar damgasını
vurdu.
TTKD Antalya Şubesi, Çağdaş Hukukçular Derneği,
Antalya Yurtsever Cephe, Alevi Kültür Derneği
Konyaaltı Şubesi ve çok sayıda yurttaşın bir araya
gelmesiyle oluşturulan Patara Bizim Grubu,
Patara'daki villa inşaatları ve ilk meclis
tartışmalarını masaya yatırdı. Panel sonunda
bölgedeki sorunlarla bilimsel ve hukuki yönden
mücadele etme kararı alındı.
Panele, Akdeniz Üniversitesi emekli öğretim üyesi
Prof.Dr. Sencer Şahin, Türkiye Tabiatını Koruma
Derneği (TTKD) Antalya Şube Başkanı Hediye Gündüz,
arkeolog yazar Nermin Bayçin, avukat Bahattin Belen
ve TTKD Kaş Sorumlusu Dr. Munise Ozan konuşmacı
olarak katıldı. Panelde konuşan Prof.Dr. Sencer
Şahin, 'dünyada demokrasinin uygulandığı ilk meclis'
olduğu öne sürülen Patara'daki antik yapının odeion
(müzikhol) olduğunu belirterek, Türkiye'de arkeoloji
batağa saplanmış durumdadır' dedi.
Kaş'ta düzenlenen panelde konuşan TTKD Kaş Sorumlusu
Dr. Munise Ozan, Patara'nın Özel Çevre Koruma
Bölgesi (ÖÇK) olduğunu belirterek burada yapımına
başlanan 400 villanın bölgenin biyolojik
çeşitliliğine yapacağı olumsuz etkilere değindi.
TTKD Antalya Şube Başkanı Hediye Gündüz de,
Patara'da değerlerin reklam aracı yapılarak bölgenin
ranta açıldığını öne sürdü. Antalya'nın doğusunda
bulunan Side, Belek, Kemer ve Alanya gibi turizm
alanlarının da yıllar önce aynı yöntemle
pazarlandığını öne süren Gündüz, kamu yetkililerinin
koruma konusunda kendilerine verilen sorumlulukları
yerine getiremediklerini söyledi. Gündüz,
Patara'daki gelişmeleri kamuoyunun gündemine
getirerek mücadeleyi sürdüreceklerinin de altını
çizdi.
2008 yılında onanan Patara Koruma İmar Planı'na
değinen Arkeolog yazar Nermin Bayçin ise, planın
öngördüğü yapılaşma oranının etkilerine dikkat
çekti. Planın 3 bin nüfusu öngördüğünü belirten
Bayçin, bunun Patara'ya ağır bir yük getireceğini
söyledi. Daha önceki koruma amaçlı imar planında
yüzde 5 yapılaşma oranı bulunduğunu ayrıca bölgenin
ekoturizm yoluyla kalkınmasının öngörüldüğünü
anlatan Bayçin, "bugünkü planın yapılaşmaya açtığı
bölgeler eski planda 1. Derece Arkeolojik sit ve
milli park olarak ayrılmıştı. Yeni plan Gelemiş
Köyünün dışında bir uydu kent yaratıyor" dedi.
Çağdaş Hukukçular Derneği adına panele katılan
avukat Bahattin Belen ise Patara'da yıllardır süren
imar tartışmalarına değinerek, "Patara'daki imar
planı kitabına uydurulmuş bir yapılaşmayı öngörüyor.
Ancak geçmişte kitabına uydurulmadan yapılmış kaçak
yapılar da var. Şimdi herkesin istediğini aldığı bir
anlaşma imzalanmıştır. Yıllardır süren Patara'daki
imar sorunlarının temelinde siyasi iktidarların
sorun çözmek yerine süreçten rant elde etme çabaları
yatıyor" diye konuştu. ÇHD olarak Patara'daki
gelişmeler hakkında bilgi topladıklarını belirten
Belen, görevini ihmal eden yetkililer hakkında
hukuki sürecin de başlatılacağının altını çizdi.
Akdeniz Üniversitesi Eski Çağ Dilleri ve Kültürleri
Bölümü eski Başkanı Prof.Dr. Sencer Şahin, buradaki
yapıya 'demokrasinin ilk uygulandığı parlamento
binası' demenin bilimsel açıdan hiç bir kanıtı
olmadığını söyledi. Demokrasi kavramının MÖ VIII.
yüzyılda Atina'da kurulan sistemin ürünü olduğunun
altını çizen Şahin, bu dönemde ortada Patara diye
bir kentin olmadığını söyledi. Antik yapının odeion
(müzikhol) olduğuna dair epigramdan örnekler aktaran
Şahin, 1992 yılında Patara'da yaptığı araştırmalar
sırasında 'Likya Birliği Meclis Binası' olduğu öne
sürülen yapı kalıntısının yakınında bulduğu yazıtı
belge olarak gösterdi. Lydia’nın Tmolos kentinden
Patara’ya gelip orada ölen Dionysios adlı bir
mimarın mezar epigramında kendini Patara’daki 'odeion’a
büyük bir çatı yapmakla' ünlediğini anlatan Şahin,
11 satıra yayılmış iki adet distikhon’dan oluşan
epigramdaki, "Athena’nın bütün sanat marifetlerini
bilen ben Dionysios’u Pataralıların şu gurbet
toprağı bağrına bastı saklıyor, Bağı bahçesi bol
Tmolos’tanım (ben). Gelecekte de ünüm olacak,
Odeion’a çepeçevre büyük bir çatı yaptığım için"
ifadelerini paylaştı.
Antik çağ kamu yapıları terminolojisinde “Birlik
Parlamentosu” diye bir kavramın bilinmediğine
değinen Şahin, "Eğer gerçekten böyle bir yapı antik
çağda herhangi bir eyalette var olsaydı bunun ismi
kuşkusuz, “Koinobouleuterion” (Birlik Meclisi
[Binası]) olurdu. Ama böyle bir kavram ne var
olmuştur ne de bir bilim insanı tarafından iddia
edilmiştir. Patara’da odeion olduğu kesin olan bina
yıkıntısının, bırakınız birlik binası olmasını, bir
kent meclisi (belediye) binası olarak kullanıldığı
bile kuşkuludur" diye konuştu.
Türkiye'nin kültür mirasıyla yaşamasını henüz
öğrenemediğini öne süren Şahin, "antik Likya ve
Patara hakkında uluorta kamuoyuna sunulan bazı
gülünç iddiaların giderek en üst düzey devlet
yöneticilerimiz nezdinde dahi kabul ve itibar
gördüğünü, devlet ve toplum itibarımızı zedeleyecek
bir oluşuma yol açabileceğini şaşkınlık ve kaygı
içinde izliyorum" diye konuştu. Şahin, restorasyonla
ilgili bir soruya verdiği yanıtta da, tarihi
yapıların restore edilebilmesi için en az yüzde
85'inin ayakta olması gerektiğini belirterek aksi
durumda yapılan restorasyonlarda yapıların tarihi
özelliklerinin kaybolacağını söyledi. Şahin,
"restorasyon değil, konservasyon (muhafaza etmek)
daha doğru bir yaklaşımdır" dedi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 2008 yılında
TBMM'ne devredilen ve 5 milyon lira ödenek ayrılarak
'Son meclis ilk meclise sahip çıkıyor' projesi
kapsamında restorasyonuna başlanan Patara'daki antik
yapının, 'dünyanın ilk demokratik meclisi' olduğu
savıyla, TBMM'nin 90. kuruluş yıldönümü olan 23
Nisan'da açılarak dünyaya tanıtılması hedefleniyor.
Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin, geçtiğimiz ay
ziyaret ettiği Patara'da yaptığı konuşmada, buradaki
antik yapının 'dünyanın ilk demokratik parlamentosu'
olduğu savını yinelemiş ve dünya parlamento
başkanlarını burada yapmayı planladıkları açılış
törenine davet edeceklerini açıklamıştı.
Açık Gazete Akdeniz, Haber: Yusuf Yavuz,
Fotoğraf: Sencer Şahin, 08.02.2011
******
PATARA'NIN KORUNMASI
İÇİN ULUSLARARASI KAMPANYA
Antalya’nın Kaş İlçesi
sınırlarında bulunan Patara antik kentindeki 400
villa tartışmasına Avrupalı çevre örgütleri de
destek verdi.Akdeniz Deniz Kaplumbağalarını Koruma
Birliği (MEDASSET) Başkanı Lily Venizelos,
Patara’nın korunması için uluslararası kampanya
başlatacaklarını açıkladı.
Caretta Caretta türü deniz kaplumbağalarının
yavrulama alanı olan ve uluslararası sözleşmeler
çerçevesinde Özel Çevre Koruma (ÖÇK) bölgesi ilan
edilen Patara antik kentinde yapımına başlanan villa
inşaatları Avrupalı çevre örgütlerini de ayağa
kaldırdı. Akdeniz Deniz Kaplumbağalarını Koruma
Birliği (MEDASSET) Başkanı Lily Venizelos, Türk
basınında yeralan Patara’daki villa inşaatlarına
ilişkin haberlerin ardından Türk uzmanlara yaptığı
çağrıda, geçmişte uluslararası kampanyalarla koruma
altına alınmasına katkıda bulundukları Patara’yı
korumak için yeniden harekete geçeceklerini
açıkladı.
Akdeniz Deniz Kaplumbağalarını Koruma Birliği’nin (MEDASSET)
1988 yılından buyana Patara’nın ve buradaki
biyoçeşitliliğin korunması yönünde kampanya
yürüttüğünü belirten Venizelos, Avrupa Konseyi,
Avrupa Yaban Hayatı ve Doğal Kaynakları Koruma
Sözleşmesi gereğince her yıl gerçekleştirilen Daimi
Komisyon Toplantılarının bildirgelerinin bu amaçla
basılarak kamuoyuna
duyurulduğunu dile getirdiği çağrı metninde, Bern
Sözleşmesi Daimi Kurulu’nun, Kasım 1996’da, deniz
kaplumbağalarının korunması yönünde alınan
önlemlerin etkinliğinin denetlenmesi amacıyla,
Patara için bir dava dosyası açılmasına karar
verdiğini ifade etti. 2001 yılında gerçekleştirilen
Daimi Kurul toplantısında bazı sorunların çözülmemiş
olmasına rağmen, bu tarihe kadar açık kalan
Patara’yla ilgili dava dosyasının kapatılmasına
karar verildiğini vurgulayan Venizelos, "MEDASSET
1998 yazında bölgede bir alan çalışması
gerçekleştirmiş ve 1996’dan 2009 tarihine kadar
geçen zaman diliminde sürekli olarak Patara’da
alınan koruma önlemlerinin uygulanıp uygulanmadığını
denetlemiş, raporlarını göndermiş ve bu konuda
bilgilendirmelerde bulunmuştur" ifadelerini
kullandı.
1989’da birçok Türk ve uluslararası önemli şahsiyet ve örgütlerle işbirliği yaparak ’Patara’yı Kurtar’ adıyla bir koruma kampanyası başlattıklarını anımsatan Venizelos, Patara’nın ’Dünya Mirası Sit Alanı’ statüsüyle ödüllendirilmesi olasılığının değerlendirilmesi amacıyla 2002 yılında girişim başlattıklarını anımsattı. Venizelos, Patara’daki son gelişmelerle yakından ilgilendiklerini de belirterek, ekolojik ve tarihi açıdan eşsiz bir sit alanı olan Patara’nın korunması için yeniden bir kampanya başlatmayı düşündüklerini kaydetti.

PATARA YÖNETİM PLANI’NDA YAPILAŞMAYA İZİN YOK
Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi Mimarlık Bölümü
Başkanı Prof.Dr. Mehmet Tunçer, Patara’nın Likya’nın
başkenti olması nedeniyle çok önemli bir tarihi
dokuya sahip olduğunu belirtti. Prof.Dr.Tunçer,
"Patara bir yandan da uzun kumsalıyla caretta
carettaların en önemli yavrulama alanlarından biri.
Antalya Lara bölgesi de 1970’lerde caretta
caretta’ların yaşam alanlarından biriydi. Ancak
yoğun yapılaşmanın ardından ilerleyen yıllarda
bölgedeki varlıkları sona erdi" diye
konuştu.Patara’nın daha önceki koruma imar planını
hazırlayan uzmanlardan biri olan Prof.Dr. Tunçer,
koruma planının yanında uluslararası kredilerle ve
yoğun emeklerle Patara Yönetim Planı adı altında
hazırlanan plana göre de bölgede yapılaşmaya izin
verilmediğinin altını çizdi.

haberciniz.biz,
10.02.2011
******
PATARA VİLLA
İNŞAATINDA ANTİK KALINTILAR
1/1000 ölçekli 2008'de
onanan Patara (Gelemiş) Koruma Amaçlı İmar Uygulama
Planı Revizyonu kapsamında ikinci konuta izin
verilen paftalarda, Ova Belediyesi sınırları içine
giren alanda inşasına başlanan 27 konutun en fazla
100 metre ötesinde tespit edilen arkeolojik
kalıntılara ilişkin fotoğrafları dikkatinize
sunuyoruz.
Plan çerçevesinde imara açılan 2. konut alanlarında
toplam 750 villa yapılması söz konusu.
İlk hazırlanan koruma amaçlı imar planında bu
bölgede arazi sahibi olan kooperatiflere yer
verilmemiş ve inşaat yapma izinleri durdurulmuştu.
Yerine, bu alanda eko turizm (çadır kampı, mokamp,
vs/hafif-yumuşak turizm) yapılması öngörülmüştü.
Ayrıca, Patara antik kentine ait nekropol/mezarlık
bulguları taşıdığından dolayı da 1. derece
arkeolojik sit kapsamına dahil edilmesi
öngörülmüştü. Ancak plan hazırlama sürecinde
kooperatifler müktesep hakkı üzerinden dava açtılar
ve kazandılar. İlginç olan, koruma amaçlı planın
gerekçeleri ve ilkeleri doğrultusunda bu
kooperatiflere başka bir yer gösterilmesi gerekirken
2008 planında onlara aynen planda yer verilmesi.
Bu kapsamda başlayan ilk villalar, Ova Belediyesi
sınırlarında. Vaziyet planları ve imar projeleri,
Antalya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu'nun onayından geçmiş bulunuyor.
Ne var ki, onayların alınmasına karşın fotoğraflar
bunun aksini söylüyor.Çünkü en fazla 70-100 metre
ötesinde tespit edilen antik kalıntılar, bu alanda
yapılaşmanın sınırlanmasıyla ilgili ilk planda altı
çizilen gerekçeler ve önlemlerle ilgili değerleri
açık bir şekilde gündeme yeniden taşıyor.
 
 

TAYHaber, Nermin Bayçin, 11.02.2011
|
2. MAHMUD'U ÖLÜMDEN KURTARAN CEVRİ KALFA'NIN OKULU
RESTORE EDİLDİ
İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü
tarafından 1985 yılında Türk Edebiyatı Vakfı'na
hizmet binası olarak tahsis edilen Cevri Kalfa
Sıbyan Mektebi'nin, 2 yıl süren restorasyon
çalışmaları tamamlandı. Yeniçeri isyanında 2.
Mahmud'u ölümden kurtaran Cevri Kalfa'ya ait 200
yıllık tarihi binanın içi de 2010 Avrupa Kültür
Başkenti Ajansı ve İstanbul Büyükşehir
Belediyesi'nin destekleriyle tefriş edildi.
Sultan 2. Mahmud'un, kendisini isyancılardan
kurtaran Cevri Kalfa adına yaptırdığı
Sultanahmet Meydanı'nda bulunan 200 yıllık Cevri
Kalfa Sıbyan Mektebi restore edildi. İstanbul
Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından 1985 yılında
Türk Edebiyatı Vakfı'na hizmet binası olarak
tahsis edilen binanın, 2 yıldır süren
restorasyon çalışmaları tamamlandı. Türk
Edebiyatı Vakfı Başkanı Servet Kabaklı, vakfın
hizmet binası olarak kullandığı Cevri Kalfa
Sıbyan Mektebi'nin yapıldığından beri ilk defa
son derece önemli çok özel bir restorasyonla
neredeyse ilk yapıldığı günkü yeniliğine
kavuştuğunu belirtti.
Kabaklı, bu hizmet binası içerisinde, hem
kitap hem kültür ürünlerinin satışının
yapılacağı, okuyucunun kitap satın alma işlemi
sırasında oturup dinlenebileceği, kitap
okuyabileceği bir "Edebiyat Kıraathanesi''nin
oluşturulduğunu kaydetti. Restorasyonu
tamamlanan tarihi binanın ve edebiyat
kıraathanesinin açılışının 13 Şubat Pazar günü
yapılacağını, açılışa Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan'ın da davetli olduğunu anlatan Kabaklı,
kıraathanenin binanın zemin katında yer
aldığını, diğer katların vakfın dershane ve
çalışma ofisleri olarak kullanılacağını
belirtti. Kabaklı, tarihi mekanın rölöve ve
restorasyon projelerinin Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan onaylandıktan
sonra uygulandığını, tamamen aslına uygun olarak
yapılan çalışmalar sonucunda, Sıbyan Mektebi'nin
yapıldığı dönemdeki kubbe işlemelerinin, sıva
altlarından çıkarıldığını söyledi.
Binanın
muhteşem bir şekilde orijinal haline
getirildiğini, vakfın faaliyetlerini burada
devam ettireceğini ifade eden Kabaklı, binanın
içinin de 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı ve
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin destekleriyle
tefriş edildiğini kaydetti. Servet Kabaklı,
binada, Osmanlıca, tezhip, divan edebiyatı, halk
edebiyatı dersleri gibi faaliyetleri
sürdüreceklerini, kıraathanede imza günleri,
resim sergisi gibi kültürel ve sanatsal
etkinlikler yapılacağını ifade etti.
19. yüzyıl başlarında farklı bir üslupla inşa
edilen Sıbyan Mektebi, Sultanahmet Meydanı'nda
Divanyolu Caddesi'nin başında Firuz Ağa
Camii'nin karşısında bulunuyor.
Zaman, 06.02.2011
|
ANTİK KENT 8 GÜVENLİK KAMERASIYLA KURTARILDI

Muğla'nın Yatağan İlçesi'ndeki Stratonikeia
antik kentindeki tarihi eser kaçakçılığının ve eserlerin
aşk mesajlarıyla tahrip edilmesinin önüne, 7 ay önce
3 bin liraya kurulan 8 güvenlik kamerası sayesinde
geçildi. Sistemin kurulmasının ardından eserler
tahrip edilmekten kurtarıldı.
Antik kentte binlerce yıllık eserler, 2010 yılı
içerisinde üzerlerine sprey, tornavida ve demirlerle
aşk mesajları yazılarak tahrip edilmiş, 6 ayrı
bölgede yapılan incelemeler sonucu meclis binası
duvarları ve sütunları ile oda mezarlarının iç
duvarlarına yazılar yazıldığı tespit edilmişti.
Ayrıca meclis binasının duvarında, bir otomobil
tamircisinin reklam yazısının görülmesi
ziyaretçilerin tepkisini daha da artırmıştı.
7 Temmuz 2010 tarihinde antik kentin giriş kapısına
ve 7 ayrı noktasına toplam 8 adet harekete duyarlı
güvenlik kamerası kuruldu. 3 bin liraya mal olan
kamera sistemiyle antik kent 24 saat boyunca gözetim
altına alındı. Kameralar sayesinde eserler
korunurken, tarihi eser kaçakçılığının da önüne
geçildi.
Harekete duyarlı kameralar sayesinde antik kentte
şüpheli hareketler sergileyen iki kişi Eskihisar
Jandarma Komutanlığı tarafından gözaltına alındı.
Tarihi eser kaçakçılığı suçlarından sabıkası
bulunduğu ileri sürülen şahısların, sorgularının
ardından serbest bırakıldığı öğrenildi.
Stratonikeia antik kenti Kazı Başkanı Doç.Dr. Bilal
Söğüt, kameralar sayesinde 24 saat her yeri ve her
şeyi izlediklerini belirterek, "Tunç, Karlar, Legler,
Klasik, Arkaik, Hellenistik, Roma, Beylikler, Bizans,
Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerini ait farklı
medeniyetlerin izlerini barındıran bu antik kent
artık daha güvenli hale geldi" dedi.
Üzerine yazılar yazılan tarihi eserlerle ilgili
herhangi bir çalışmanın gündemde olmadığını da
belirten Söğüt, "Çünkü taşlar üzerine yazılan
yazıların silinmesi ve üzerinde iyileştirme
çalışması yapılması, taşlara zarar verecektir" diye
konuştu.
Stratonikeia'nın gladyatörleri ve aşk hikayeleriyle
tarihe ismini yazdırmış bir yer olduğunu kaydeden
Söğüt, "Ancak günümüzdeki bazı kişiler, aşklarını
yanlış yerlere yazıyor. Eserlerimiz tahrip ediliyor.
Antik kente gelen yabancılar, eserler zarar
görebilir diye cep telefonlarını bile kapatıyor,
ayakkabılarını çıkarıyorlar. Ancak biz eserlerin
üzerine çivilerle aşk sözcükleri yazıyoruz.
Yabancıların bilincine sahip olduğumuz gün,
eserlerimiz emin ellerde olur. Bu yüzden eserlerin
korunması için genç nesillerin bilgilendirilmesi
gerekiyor" dedi.
Yeni Asır, Haber: Mustafa Suiçmez - Osman Akça,
06.02.2011
|
İNSANLIK ANITI'NIN YIKIM KARARI KARS VALİSİ'NİN
ONAYINI BEKLİYOR

Yaklaşık 5 yıldan bu yana bitirilemeyen İnsanlık
Anıtı için Kars Belediye Meclisi 1 Şubat salı günü
yaptığı toplantıda Başbakan Erdoğan’ın isteğini
yerine getirerek 4’e karşı 19 oyla anıtın
’kaldırılması’ kararını verildi. Belediye
Meclisi’nden çıkan karar 3 Şubat günü Kars
Valiliği'ne gönderildi. Meclis kararı, valilik
tarafından incelenerek onaylanmasından sonra
yürürlüğe girecek.
İnsanlık Anıtı için Erzurum Kültür ve Tabiat
Varlıklarının Koruma Bölge Kurulu bugüne kadar
birbirinden farklı kararlar aldı. 2 Kasım 2006’da
alınan ilk kararda, herhangi bir SİT alanı içinde
bulunmayan anıtın yapıldığı parseldeki bazı
taşınmazlar (İkinci Dünya Savaşı sırasında yapılan
makineli tüfek mevzileri tonozlu yapı) kültür
varlıkları olarak tescil edildi ve bu nedenle anıt
heykel uygulamasının durdurulmasına, her türlü
uygulama öncesi koruma kurulundan izin alınması
gerektiğine karar verildi.
23 Aralık 2006’daki ikinci kararda anıt yapma
talebinin anıtın teması ile şehir ve kale ile alan
peyzaj ilişkisi açısından uygun olunduğuna karar
verildi. Anıtın yeri ve kaidesi dışında kalan çevre
düzenlemesine ait önerilerin kesinleştirildiği
uygulama projesinin kurula iletilmesi istendi.
Anıt ile ilgili 8 Şubat 200’deki üçüncü kararda,
önceki toplantıda istenen çevre düzenleme projesinin
uygun olduğuna karar verildi.
Kurulun 10 Eylül 2008’de verdiği kararda da,
heykelin yapımının durdurulmasına ve yıktırılması
yönünde görüş birliğine varıldı. Koruma Bölge
Kurulunun karar metninde maliye hazinesine ait
taşınmazın hafriyat çalışmalarında çıkan yeni
bulgular ışığında tescilin devamına, bu alan
içerisinde hiçbir uygulamada bulunamayacağına mevcut
yapıların yıktırılması gerektiğine karar verildi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın başvurusu üzerine
konu Erzurum Koruma Bölge Kurulu’nun bir üst kurumu
olan Ankara’daki Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Yüksek Kurulu’na gitti. Bakanlık Eylül
2009’da heykel projesine dair alınan birbirinden
çelişkili kararlar nedeniyle görüş istedi. Koruma
Yüksek Kurulu bir yıllık inceleme sonucunda 6 Ocak
2011’de kararını verdi. Esas ve usul yönünden
çelişkili olan ve mülkiyet konusu çözümlenmeden
alınan tüm koruma kurulu kararları iptal edildi.
Kararda parseldeki inşaat ve fiziki müdahalenin 3194
sayılı İmar Kanunu’nun kapsamında değerlendirilerek
ilgili belediyece çözüme kavuşturulmasına karar
verildi. Kars Belediyesi 1 Şubat’ta konuyu meclise
taşıdı ve 4’e karşı 19 oyla heykelin kaldırılmasına
karar verdi. AK Parti’li belediye onay için kararı
Valiliğe gönderdi.
Radikal, 06.02.2011
******
İNSANLIK ANITI'NIN
HUKUK SAVAŞI BAŞLADI
Başbakan Erdoğan'ın "Ucube" benzetmesi yaptığı ve
Kars Belediye Meclisi'nin kaldırma kararı verdiği
İnsanlık Anıtı için dava açıldı. Sanatçı Mehmet
Aksoy'un avukatı Turgut Kazan, Erzurum İdare
Mahkemesi'ne verdiği dilekçede, belediyenin aldığı
kaldırılması-yıkılması kararının hukuka aykırı
olduğu, Türkiye üzerinde Taliban gölgesi
yaratılacağı gerekçesiyle kararın iptal edilmesi
için ivedilikle durdurulmasını talep etti. Dilekçede
gazetelerde anıtla ilgili haberlerin yanı sıra
Başbakan'ın "Ucube" benzetmesi ile Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay ve Dışişleri Bakanı Ahmet
Davutoğlu'nun gazetelerde çıkan açıklamalarına da yer
verildi.
Anıtın yapılması için Belediye Meclisi kararı olduğu
belirtilen dava dilekçesinde, sanatçı Mehmet Aksoy
ile belediye arasında bir sözleşme bulunduğu bu
nedenle hukuki dayanaklarının çok sağlam olduğu
vurgulandı.
Anıtın bulunduğu yerin
sit alanı olmadığı
belirten dilekçede şöyle denildi; "Bu gerçek, Koruma
Kurulu kararlarında da açıkça belirtilmiştir.
Ayrıca, Yüksek Kurul, anıtı yıkma-kaldırma kararı
vermemiş, belediyenin mülkiyet sorununu çözüp,
Koruma Kurulu'na başvurması gerektiğini
bildirmiştir. Dolayısıyla, Yüksek Kurul'un kararına
istinaden' verilen Belediye meclisi kararı öncelikle
Yüksek Kurul kararına aykırıdır."
İnsanlık Anıtı'nın, her sanat eseri gibi korunması
gereken bir değer olduğunu kaydeden Av.Kazan,
belediyenin aldığı kararın, sanatçı ve onun ifade
özgürlüğünü korumaya ilişkin anayasa kuralları,
uluslararası sözleşmeler ve Fikir ve Sanat Eserleri
Kanunu'na aykırı olduğunu vurguladı.
Dilekçede "5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri
Yasasının (FSEK) 16 ve 17. maddeleri de çok açıktır.
16. maddenin 1. fıkrasına göre, eser sahibinin izni
olmadan (bırakınız yıkmayı) eserde en küçük bir
değişiklik bile yapılamaz. Aynı maddenin 3.
fıkrasına göre, eser sahibi eserin mahiyet ve
hususiyetlerini bozan ve her türlü değiştirmeleri
menedebilir. Menetme yetkisi kesindir. Sözleşme ile
vazgeçilemez. Yine bu yasanın 17/2 maddesine göre
belediye "eseri bozamaz ve yok edemez" denildi.
3194 sayılı İmar Yasası ile 5393 sayılı Belediye
Yasası'na göre de Belediye Meclisi'nin bir anıtı
kaldırma yetkisi olmadığı ifade edildi ve şu
görüşlere yer verildi: "Meclisin görev ve yetkileri"
başlıklı 18. maddeye baktığımız zaman, bu gerçeği
görüyoruz. Nitekim, Kültür Bakanı da, basına yaptığı
açıklamada, belediyenin anıtı kaldırma yetkisinin
olmadığını belirtmiştir."
Dava dilekçesinde, Mehmet Aksoy'un Almanya'da
bulunan heykeli "Meçhul Asker Kaçağı Anıtı" (Denkmal
des unbekannten Deserteurs) ile ilgili bu ülkenin
izlediği yol da karşılaştırmalı bir örnek olarak
gösterildi. Çok ağır kış koşullarına karşı, zarar
görmesin diye anıtı kısa bir süre korumaya alabilmek
için Mehmet Aksoy'dan izin istendiği belirtildi ve
şöyle devam edildi: "Biz, (bırakınız korumayı) ucube
saydığımızı açıklayarak, eser sahibine hiç sormadan,
nasıl yıkıp kaldıracağımızı konuşuyor, tartışıyor,
karar alıyoruz."
Av. Kazan, anıtın yıktırılmak istenmesiyle ilgili
olaraksa dilekçesinde şu ilginç iddiada bulundu:
"Sadece, İnsanlık Anıtı'yla verilmek istenen mesaja
karşı çıkanların desteğini alabilmek için, bu yolda
ısrar edilerek, sanatçı ile sanat eserini korumaya
ilişkin kurallar ihlal edildiği gibi, sanatçının
ifade özgürlüğünü hepten boğacak ölçüde, sanat
eserini yıkıp yok etmek cüreti gösterilmiş oluyor."
Dava dilekçesinin sonuç bölümüne, tarihi anıtları
dinamitleyen Taliban'a da atıfta bulunularak şöyle
denildi:
"Yasaya ve hukuka açıkça aykırı ve çağdışı olan
dava konusu kararın iptalini ve bir sanat eserinin
kaldırılması / yıkılması ile onarılmaz sonuçlar
doğacağı ve Türkiye üzerinde TALİBAN gölgesi
yaratılacağı için, öncelik ve ivedilikle (savunma
beklenmeksizin) 2577 sayılı İYUY'nın 27. maddesi
uyarınca 'yürütmeyi durdurma' kararı verilmesini,
incelemenin 'duruşmalı' yapılmasını diliyor, durumu
takdirlerinize sunuyorum."
Habertürk, Haber: Tülay Şubatlı, 07.02.2011
******
"BENİ
KAÇAK YAPI YAPMIŞ DURUMUNA DÜŞÜRDÜLER"
ANKA’ya konuşan Aksoy, “Haklılığımız uçan kuşa
anlatmaya çalışıyoruz, mücadele veriyoruz. Ben kaçak
yapı yapmış durumuna düşüyorum, böyle bir şey yok”
dedi. Mahkemeden yürütmeyi durdurma kararının
çıkacağına inandıklarını ifade eden Aksoy, “Elimizde
belgeler var, hepsini sunduk. Uluslararası
anlaşmalar, telif hakları var. Bunlara güveniyoruz.
Kamuoyu arkamızda, herkes bekliyor, kötü bir karar
çıkarsa eylemler olacaktır besbelli. Bizim
mücadelemiz de uzayacaktır. Ama kararın olumsuz
olacağına inanmıyorum” diye konuştu.
Heykelle ilgili çelişkili kurul karaları olduğunu
vurgulayan Aksoy, “Yüksek Kurul, kararı iptal
ediyor, buna rağmen Belediye Meclisi ‘yıkın’ diyor.
Belediye Meclisi kurul mu? Üstelik devlette
devamlılık esası vardır. Hangi Belediye Başkanıysa
olursa olsun, o kurum devlet kurumudur, kim gelirse
gelsin o alınan kararlar geçerlidir. Yoksa devlet
çalışmaz” dedi.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay’ın da konuyla ilgili ‘çelişkili konuşmalar’
yaptığını belirten Aksoy, “Onu da anlamak istiyorum.
Kendisiyle görüşmek isterim. Ama kendisi de çok da
bir şey söyleyecek durumda değil tabi. Çünkü
yukarıda Demokles’in kılıcı tehdit olarak devamlı
sallanıp duruyor” diye konuştu.
Heykelin yurtdışında da büyük yankı bulduğunu ifade
eden Aksoy, dünyanın bu konuda duyarlı olduğunu
vurguladı. Konunun Avrupa Parlamentosu’nun gündemine
alındığını hatırlatan Aksoy, Türkiye’nin de üyesi
olduğu Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi’ne (ICOMOS)
başvurarak, bu kurulun bilirkişiliğini
isteyeceklerini kaydetti.
Radikal, 10.02.2011
*******
ERTUĞRUL GÜNAY'DAN SİT
ALANI AÇIKLAMASI
Kültür ve Turizm
Bakanlığı, Ezgi Başaran’ın bugünkü “Bakan Günay’a
güvenmem namümkün” başlıklı köşe yazısıyla ilgili
bir açıklama yaptı.
Bakanlığın yaptığı yazılı açıklamada şu noktalar
vurgulandı:
“Kars İli'nde “İnsanlık Abidesi” adı altındaki anıt,
2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kanunu kapsamında 02.11.2006 tarih ve 421 sayılı
Erzurum Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu kararı ile tescilli taşınmaz kültür varlığı
olan makineli tüfek mevzilerinin bulunduğu tabya
üzerine yapılmıştır. Yazınızda bu alanın sit alanı
olmadığı vurgulanmaktadır.
2863 sayılı Kanun gereğince ister tek yapı ölçeğinde
taşınmaz kültür varlığı olarak tescilli olsun, ister
sit alanı olarak tescilli olsun bulundukları alanlar
2863 sayılı Kanunun koruma ile ilgili getirdikleri
hükümlere tabidirler. Bu nedenle söz konusu alan da
taşınmaz kültür varlığı olması nedeniyle sit statüsü
ile aynı koruma şartlarını taşımaktadır.”
Radikal, 10.02.2011
******
"BENİM BAŞIMIN ÜSTÜNDE DEMOKLES KILICI YOK"
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, tartışmalara konu olan Kars’taki “İnsanlık Anıtı”nın heykeltıraşı Mehmet Aksoy’un açıklamalarıyla ilgili olarak, “Benim başımın üstünde Demokles’in kılıcı yok” dedi.
Günay, şair ve ressam Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun Kadıköy Kalamış’ta bulunan evini ziyaret etti. Günay, Eyüboğlu’nun torunu Rahmi Eyüboğlu ile birlikte evi gezdi. Günay, ziyaretin ardından bir basın mensubunun “Heykel tartışması ne yazık ki sona ermedi. Dün heykeltıraşın bir açıklaması oldu. ‘Sayın Bakanın başının üzerinde Demokles’in kılıcı var, o yüzden konuşamıyor’ dedi. Nasıl değerlendiriyorsunuz?” diye sorması üzerine şunları kaydetti:
“Benim başımın üstünde Demokles’in kılıcı yok. Ben bu konularda ilk gün ne söylediysem, aynı şeyi söylüyorum. Biz elbette bir eseri beğeniriz, beğenmeyiz, hoşlanırız hoşlanmayız ama bunun tarafları var. Onlar da Kültür ve Tabiatları Koruma Kurulu’dur. Kurulun verdiği direktifler doğrultusunda belediyelerin yapacağı uygulama projeleridir ve sanatçının telif haklarıdır. Bu çerçevede konu çözülecek. Biz siyaseten görüşlerimizi söyleriz ama bunlar telif hukuku çerçevesinde ve kültür varlıklarını koruma hukuku çerçevesinde sonuç alır. Sonucu biz belirlemeyiz. Sonucu o kurallar belirler. İlk gün de bunu söylemiştim.”
Hürriyet, 12.02.2011
|
550 YILA BİR SERGİ

Dünyanın ilk finans merkezi
olan Kapalıçarşı, bu yıl 550. yaşını kutluyor.
Kapalıçarşı'nın beş asırı geride bırakan serüveni,
İş Bankası Müzesi'nde düzenlenen '10 Adımda
Kapalıçarşı' sergisiyle gözler önüne seriliyor.
Küratörlüğünü
Prof.Dr. Önder Küçükerman ve
Prof.Dr. Kenan Mortan'ın yaptığı '10 Adımda
Kapalıçarşı' sergisi 27 Şubat Pazar gününe kadar
ziyaretçilere açık. Kapalıçarşı'nın 550. yıl
kutlamaları kapsamında gerçekleştirilen sergide,
metrekaresi 4 bin lirayı bulan halılar, el
yapımı gümüş eşyalar, dokuma şallar, altın,
gümüş, bakır takılar, Kapalıçarşı'nın tarihini
ortaya koyan orijinal belgeler, eskizler ve
gravürler yer alıyor. Kapalıçarşı'nın 360 derece
fotoğraflarının da interaktif olarak
gösterildiği sergide çarşıyla ilgili bir
belgesel de izlenebiliyor.
İş Bankası Müzesi'ndeki sergi birkaç açıdan
klasik sergilerden ayrışıyor. Buradaki bazı
eserleri işin ustaları tarafından yaratılırken
izleme şansınız var. Özellikle ilgili çeken
gümüş ustalarının çalışmalarını izleyebilmeniz
için son gün 26 Şubat Cumartesi. Sergilenen
eserler, birkaç haftada bir değişiyor ve yerine
yenileri konuluyor öte yandan beğendiğiniz eseri
Kapalıçarşı'da bulup almanız da mümkün. Serginin
en ilgi çeken eseri, üzerine altın hat ile
tekzip işleri yapılmış kurutulmuş yapraklar.
Kapalıçarşı, geçmiş ve gelecek arasında öyle bir
bağ kuruyor ki İstanbul'a gelen turistlerin
yüzde 95'i bu görkemli yapıyı ziyaret ediyor.
Kapalıçarşı; 65 sokakta 3 bin 285 dükkan, 16
han, 1 cami, 2 mescit, 7 çeşme, 1
şadırvan, 1 kıraathane, 5 lokanta, 4
kafeteryayı kapsıyor; toplam kapalı alanı 45 bin
metrekare. 16 kapıyla kente açılan
Kapalıçarşı 20 bin esnafıyla her gün
yaklaşık 300 bin ziyaretçiyi ağırlıyor.
Günümüzde alışveriş merkezleri her ne kadar
cazibe merkezlerine dönüşse de Kapalıçarşı bu
rekabetten galip çıkıyor. Peki, 'Kapalıçarşı'yı
550 yıldır ayakta tutan ne' derseniz bunun
yanıtı merkezi konumunun yanı sıra bir tasarım,
üretim ve finansman merkezi olması
diyebiliriz...
Kapalıçarşı Osmanlı İmparatorluğu
zamanında ülkedeki diğer kapalı çarşılardan
ayrılması için bugünkü Grand Bazaar ifadesi gibi
Çarşı-ı Kebir yani Büyük Çarşı olarak anılırdı.
Avrupalı yazar Edmondo d'Amicis Kapalıçarşı'yı,
' Hazineler ve tarih hatıralarıyla dolu gizli ve
loş bir şehir' olarak tanımlar ve izlenimlerini
şöyle aktarır: İçeriye girer girmez nutku
tutulur insanın... Bulunulan yer bina değil,
oymalı direklere ve sütunlara dayanan kemerli
kubbelerle örtülmüş iç içe sokakları,
mescitleri, camileri, dört yol ağızları, küçük
meydanları olan, bir ormana sızan güneş ışığı
gibi zayıf, loş bir ışıkla aydınlanan ve pek
büyük bir kalabalığın dolaştığı hakiki bir
şehirdir. Her sokak bir çarşıdır... Yarı
aydınlık sokağın içinden, dalgalanan kalabalığın
arasından sağır edici bir gürültüyle arabalar,
atlar ve süvariler geçer. Müşteri dört bir
taraftan sözlerle, işaretlerle çağırılır. Rum
tüccar biraz azametli bir tavırla seslenir; aynı
derecede hilekar ama daha mütevazı görünen
Ermeni mübalağalı bir hürmetle celb etmek ister.
Yahudi satacağı şeyleri kulağınıza fısıldar;
dükkanın eşiğinde bir mindere bağdaş kurup
oturan ağırbaşlı Türk ise ancak gözleriyle davet
eder ve işi kadere bırakır. On kişi bir ağızdan
seslenir: Mösyö! Kaptan! Caballero! Sinyore!
Ekselans! Kirye! My Lord...
Akşam Pazar, 06.02.2011
|
BİR TARİH YOK OLUYOR

Beyşehir’in Fasıllar Köyü’nde bulunan ve dünyanın
en büyük anıtları arasında yer alan, Hitit dönemine
ait Fırtına Tanrısı Teşup’un (Fasıllar Anıtı) dev
heykeli kurtarılmayı bekliyor. MÖ
1200-1400 yılları arasında tarihlendirilen, 9 metre
yüksekliğe ve 70 ton ağırlığa sahip Fasıllar Anıtı
yerden kaldırılacağı günü bekliyor.
NTV'nin haberine göre, Fasıllar Anıtı, kaderi ile
baş başa bırakılırken, 1960’lı yıllarda anıtın
Ankara’ya götürülmek istendiği fakat tarihi eserin
yerinde kalması gerektiğini düşünen bölge halkının
tepkisi üzerine bir kopyasının alınarak Ankara
Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nin bahçesinde
sergilenmeye başlandığı belirtildi. Fasıllar
Anıtı’nın, Eflatunpınar’da bulunan Hitit dönemi
eserlerle ilişkisi olabileceği ve dünyada sadece 4
tane bulunan Teşup heykelinin Yunanistan’da bulunan
müzede de sergilendiği belirtildi.
Konu ile ilgili olarak açıklama yapan
Selçuk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölüm Başkanı Prof.Dr. Ahmet Tırpan, Fasıllar’ın,
Hititler’in önemli merkezlerinden birisi olduğunu
belirterek, Hititler’in koruyucusu, savaş ve fırtına
tanrısı Teşup’un da mitolojideki en önemli
tanrılardan biri olduğunu söyledi. Anıtın, Fasıllar
Köyü’nün güneyine düşen, bir tepeciğin batı eteğinde
yatmakta olduğunu söyleyen Tırpan, Tanrı Teşup’un,
bir ayağını aslan üzerine, diğer (sol) ayağını dağ
tanrısı üzerine basmış durumda tasvir edildiğini ve
anıtın dünyanın en büyük anıtlar arasında yer
aldığını belirtti. Heykelin, kuzey kısmının
bakımsızlıktan yosunlaşmış durumda olduğunu söyleyen
Tırpan, tarihe önem verilmediğini kaydetti.
Anıtın bugüne kadar hiçbir şekilde koruma
altına alınmadığını ifade eden Tırpan, “Anıt,
senelerce yüz üstü yatıyor. Üzerine kar yağar,
yağmur yağar, çocuklar anıtın üzerinde tepinir, bu
anıtın en azından bir çevre düzenlemesi yapılıp
koruma altına alınması gerekir. Fakat bu anıta
gereken değer verilmemiştir. Anıtın bulunduğu bölge
en azından koruma altına alınmalı, eserin zarar
görmesi engellenmelidir. Konya’da düzenlenen, Su
Medeniyetleri Sempozyumu’nda, bunun hakkında geniş
bir yazım bulunuyor. Hititler suya çok önem verirdi,
bu anıtın da bir su anıtı olması gerekir. Bu bölge
Antik Çağ’da ‘Mistiya’ olarak bilinir. Bu da önemli
bir anıttır, bunun kurtarılması gerekir. Bulunduğu
yerde çevre düzenlemesi yapılıp ayağa kaldırılması
gerekir. Aksi takdirde taşınırsa hiçbir anlam ifade
etmez” dedi.
Fasıllar Anıtı’nın, andezitten yapıldığını
belirten Tırpan, “Anıt, tek parçadan oluşan 9
metrelik bir gövdeye sahiptir. Teşup, Hititlerin baş
tanrısıdır. Ayakta dikilmiş başında serpuşu bulunan
bir heykeldir, dağ tanrıları tarafından korunur.
Yanında da iki tane aslan bulunur. Anıtın çevresinde
kazı yapılmadığı için, halen orda duruyor. Bir kısım
görüşlere göre Eflatunpınar’a taşınmak için
yapılmış, bir görüşe göre de orada tarihi bir
yerleşim ve su kaynakları olduğu yönündedir.
Hititlerde su çok önemlidir. Bunun için su
kaynaklarının başına tanrı heykelleri dikerlerdi”
diye konuştu.
Anıtın, birebir kopyasının alındığını ve
Türkiye’nin en büyük müzesi olan Ankara Anadolu
Medeniyetleri Müzesi’nin bahçesine dikildiğini
anlatan Tırpan, “Aslı varken sahtesi yapıldı. Bir
ülkenin toprağında yeraltı madeni ne ise kültürel
değerleri de öyledir. Ne yazık ki yeraltından
çıkarılan değerlere bizden değildir diye bakıldı.
1071’den önceki eserlere bizden değildir diye değer
verilmedi. Bu anıtın tarihi MÖ 1200 yıllarına
tekabül ediyor. Zamanımızdan 3 bin 200 sene evvele
dayanıyor. Orda bir araştırma da yapılmadı. Anıttaki
figürlerin, Eflatunpınar’da bulunan figürlere ve
Alacahöyük’teki orthostatlara benzemesinden dolayı,
bunların Hitit Kralı 4’cü Tuthalia döneminden kalma
olduğu sanılmaktadır” şeklinde konuştu.
Akşam, 06.02.2011
|
SİDE'DEKİ TARİHİ ESERLER NEMDEN ÖZEL TASARIMLI
KLİMALARLA KORUNUYOR
Side Müzesi’ne kurulan özel
tasarımlı 3 klimayla, tarihi eserler yılın 12 ayı
nemlenmeden ve yıpranmadan korunuyor.
Geçen yıl mevcut 2 bin 137 arkeolojik, 9 bin
837′si sikke olmak üzere toplam 11 bin 794 eserin
tamamını dijital ortama aktardıklarını belirten Side
Müzesi Müdürü Güner Kozdere, müze içinde
sergiledikleri tarihi eserlerin kışın soğuktan,
yazın da sıcak ve nemli havadan etkilenmemesi için
arkeolojik eserleri korumaya yönelik özel tasarımlı
3 klima yerleştirdiklerini ifade etti.
Türkiye’de tarihi eser restorasyon ve
konservasyon çalışması yapan müzenin Side olduğunu
belirten Kozdere, müze içinde daha fazla tarihi eser
sergilemek için tarihi esere zarar vermeyen dolaplar
yaptırdıklarını söyledi. Müze içindeki ışık
sistemini tamamen yenilediklerini belirten Kozdere,
yeni ışık sisteminin tarihi eserlerin ısıdan
etkilenmesinin önüne geçtiklerini kaydetti. Kozdere,
“Tarihi eserlere zarar verdiği için müze içinde
kesinlikle flaşlı fotoğraf ve kamera kullanımına
izin vermiyoruz. Yeni ışık sistemimizle müze içinde
daha iyi flaşsız fotoğraf çekimi yapılabiliyor. Müze
içindeki 3 klimayla tarihi eserlerin nemden
etkilenmesinin önüne geçtik.” diye konuştu.
Side Müzesi’nin, tarihi eser zenginliği
bakımından dünyanın sayılı müzeleri arasında yer
aldığını belirten Kozdere, müzelerinde Antik dönem,
Hellenistik, Roma, Bizans, Anadolu Selçuklu, Anadolu
Beylikleri ve Osmanlı dönemlerine ait eserlerin
sergilendiğini kaydetti.
Müze içinde antik dönemde ölülerin doğrudan ya da
yakıldıktan sonra kemiklerinin bulunduğu kap ve
lahitleri de sergilediklerini belirten Kozdere,
Hellenistik döneme ait küçük lahitleri mermer kül
kutuları (ostotekler) bulunduğunu ifade etti.
Kozdere, müze bahçesinde de kireç taşından yapılmış
uzun yüzleri girlandlı, dar yüzünden birinde
ise Hades kapısı gösterilmiş semerdan biçimli osteklerin bulunduğunu kaydetti.
Zaman, 06.02.2011
|
ÇİN'İN YASAKLADIĞI MUMYA, ASYA'NIN SIRLARINI
SAKLIYOR
Xiaohe’nun
Güzelliği
 
Asya’nın binlerce yıl öncesine uzanan
gizemli geçmişine ışık tutan bir mumya, Çin’in
politik engelleri nedeniyle ABD’de gösterileceği
sergiden aniden çıkartıldı. Bu gelişme, Asya'nın
kökenleri hakkında büyük sırlar saklayan mumyanın
üzerindeki tartışmaları tekrar gündeme getirdi.
Pekin’in sergilenmesinden rahatsız olduğu mumya
3,800 yaşında. Buna rağmen yarı açık gözlerindeki
uzun kirpikleri düzgün biçimde korunmuş ve çok iyi
durumdaki uzun saçları omuzlarına düşüyor.
Beauty of Xiaohe, yani “Xiaohe’nun Güzelliği”,
Çin’in kurak Sincan eyaletindeki Tarim
Havzası’nda bulunan onlarca mumyadan sadece biri.
Mumyanın özelliği, bulunduğu bölgede Çinlilerden çok
önce yaşamış olması ve görünümüyle Kafkasyalı
insanlara benzerlik göstermesi. Bu iki unsur,
Çin’in bulunduğu topraklardaki ilk
yerleşimcilerin Avrupalı oldukları teorisini ortaya
atıyor.
Xiaohe’nun Güzelliği, sadece batı eyaleti
Sincan’daki ilk yerleşimcilerin kim olduğu hakkında
değil, aynı zamanda petrol zengini bölgenin ne
zamanda beri
Çin’in parçası olduğu sorusunu da akıllara
getiriyor.
Bu
soruları önemli kılan faktör, Pekin hükümetinin
Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ndeki Türkçe konuşan,
yaklaşık dokuz milyon Müslüman Uygur’a uyguladığı
ayrılıkçı hareket.
Çin hükümetinin onayladığı resmi tarihi
kayıtlara göre, Çinlilerle Batı dünyasının ilk
teması, MÖ 200 yıllarında gerçekleşti. Dönemin
imparatoru Wu Di, Moğolistan’dan gelen Hun
akınlarını engellemek için Batı uygarlıklarıyla
ittifak yapmaya yöneldi.
Kayıtlara göre Wu Di,
MÖ 139 yılında,
yardımcılarından Zhang Qian’ı, istediği ittifak
anlaşmasını sağlaması için Batı’ya gönderdi. Zhang,
kendisine verilen görevde başarılı olamadı. Ancak
onun Batı’ya gitmek için kullandığı, Asya, Avrupa ve
Afrika’yı kapsayan rota, İpek Yolu’nun
güzergahlarından birini oluşturdu.
Tarim mumyaların keşfedilmesi, Kafkasya’dan gelen
yerleşimcilerin
Çin’in bazı bölgelerine Wu Di’nin zamanından
binlerce yıl önce geldikleri düşüncesini
güçlendirdi. Kısaca, Kafkasyalılar, Sincan bölgesine
Doğu Asyalılardan çok daha önce varmıştı.
Xiaohe’nun Güzelliği, iki bin ile dört bin yıl
öncesine ait 150 adet eşya ile birlikte gömülen iki
diğer mumyayla bulundu. Mumya,
ABD’de ilk olarak Mart 2010’da California’daki
Bowers Müzesi’nde sergilendi. Mart 2011’de ise
Pennsylvania’da “İpek Yolu’nun Sırları” adlı sergide
yer alacaktı. Ancak
Çin’in müdahalesi ile sergiden çekilmesi büyük
bir hayal kırıklığına neden oldu. Serginin başında
bulunan
Çin dili ve edebiyatı uzmanı Victor Mair, AP
haber ajansına yorum yapmayı reddetti.
Mumyaların görünümleri, Bronz Çağı’nda yaşamış bu
göçebelerin Hint-Avrupa dilleri konuştuğu ve
Rusya veya Ukrayna’dan gelmiş olabileceğini öne
sürüyor.
Mumyalar, National Geographic Topluluğu’nun, insan
genetiğinin zaman içinde nasıl değişim gösterdiğini
araştıran projesi kapsamında incelendi. Projenin
başındaki Spencer Well, Tarim Havzası mumyalarının
Çin’in batı bölgelerine kültürlerini,
kendilerine özgü eşyalarını ve genlerini
getirdiklerini, hatta atı ilk evcilleştiren insanlar
da olabileceklerini belirtti.
Tarim mumyalarını 1993’ten beri inceleyen
Pennsylvania Üniversitesi öğretim üyesi Mair ise
mumyalarla birlikte bulunan bronz ve koyun
kemiğinden yapılma eşyalara bakarak, Avrupalıların
metalürji alanındaki teknolojilerini
Çin’e getirmiş olabileceklerine değindi.
Mair, yapılan gen çalışmalarından elde edilen
bulguların, “Batıdan gelen erkeklerle, Orta
Asya’daki kadınlar arasında bağlantı kurduğunu”
ifade etti.
Tarim Havzasının çorak ve tuzlu toprakları, günümüze
ulaşan mumyaların birçok antik Mısır dönemine ait
mumyadan daha iyi korunmasını sağladı. Mumyaların
yüz hatlarındaki çizgilerin bile belirgin olması,
bugün Pekin’i tedirgin eden teorileri güçlendirdi.
Deliller, o dönem Çinlilerin mumyalarını gömdükten
sonra mezarları eşya koymak için tekrar açtıklarını,
böylece hatalarını görerek mumyalarını koruma
yöntemlerini geliştirdiklerini gösterdi. Dik duran
vaziyette gömülen mumyalarla birlikte bulunan
eşyalar ise MÖ 138 civarında kullanılmaya başlanan
İpek Yolu’ndan çok önceki dönemlerde Avrupa-Asya
arasında ticaret yapıldığını ortaya koydu.

Şaman
oldukları düşünülen mumyalarla gömülü bulunan "cadı
şapkası."

"Yingpan
Adamı." Tarim havzasında bulunan, yüzü, üzerinde
altın bulunan maskeyle kapatılmış erkek mumya.

Tarim
havzasında bulunan erkek bir mumya.
2007 yılında,
Çin hükümeti National Geographic Topluluğu’nun
yürüttüğü gen araştırmasına izin verdi. Yapılan
araştırmanın sonunda, mumyaların Avrupa,
Mezopotamya, İndus Nehri bölgesi ve henüz
belirlenmeyen diğer bölgelerden geldikleri
anlaşıldı.
Daha da ilginci, bazı mumyalar, üzerlerine dokuma
kumaş giydirilerek gömülmüştü. Bu kumaşlar,
İskoçya’nın kuzeyindeki yaşayan klanların ölülerini
gömerken giydirdikleri ekoseli kumaşa çok büyük
benzerlik gösteriyordu. Ancak ilginç detaylar
bununla bitmedi.
Bazı erkek ve kadın mumyalarda, şaman olduklarını
kanısını güçlendiren uçları uzun şapkalar bulundu.
Bu şapkalar, tıpkı Oz Büyücüsü filmindeki cadı
şapkasının benzeriydi. Bu mumyaların giysi ve
çantalarında, hint keneviri dahil olmak üzere tedavi
amaçlı kullanılan bitkiler çıktı. Ayrıca, tılsımlar
ve ayinlerde kullanıldığı düşünülen renkli çubuklar
ortaya çıkarıldı.
Tüm bunlardan çok daha fazla gizeme sahip Tarim
mumyaları, Pekin hükümetinin fazla üzerine
gidilmesini istemediği antik eserler durumunda.
Pekin’in bu konudan fazla bahsedilmemesini
istemesinin bir diğer sebebi de, Uygur Türklerinin
mumyaları sahiplenmesi.
Hürriyet, Haber: Müfit Yılmaz Gökmen,
06.02.2011
|
MÜZEYE YENİ DÜZEN ŞART

Çok kişi bilmez fakat Türkiye’nin ilk arkeoloji
müzesi, Semavi Eyice hoca tarafından yıllar önce
İstanbul Ansiklopedisi’nde yazılan “Arkeoloji
Müzeleri” maddesinde betimlendi. O tarihte Tophane
müşiri olan Rodoslu Fethi Ahmet Paşa (İstanbul’un
sevimli yazarı Sermet Muhtar Alus’un dedesi)
mehterhaneden kalma birtakım askeri silahların,
sancağın, tabloların saklandığı Aya İrini kilisesini
bir arkeoloji müzesine çevirmiştir. Benim de daha
evvel bir makalemde bahsettiğim gibi Tanzimatçılar
imparatorluğun dört bir köşesinden arkeolojik
malzemeyi İstanbul’da topluyorlardı. Sonraları bu
müze dar gelince aşağıda Çinili Köşk de kullanılmaya
başlandı. Bilhassa Dr. Dethier’nin Maarif Nezareti
tarafından müdür olarak tayin edildiği dönemde ilmi
bir katalog da hazırlandı.
Şurası bir gerçek;
Topkapı Sarayı’nda da bir müze fonksiyonu vardı,
üstelik bu sadece sarayın kendi malzemesi değil
antik sikkelerin de toplandığı bir koleksiyondu.
Mesela
Kırım savaşı sırasında yararlı diplomatik
faaliyetlerinden dolayı
Avusturya seferi Baron Prokesch von Osten’e 50
küsur parçalık Hellenistik dönem sikkeleri hediye
edilmişti. Ünlü arkeolog ve
diplomat bunları Avusturya müzelerine devretti.
Osman Hamdi Bey’in Türk arkeoloji müzesini, daha
doğrusu o zamanki adıyla Asar-ı Atika Müzesi’ni
kurduğu doğru değildir. Bu kuruluşun öncülerini iyi
bilmek gerekir. Ama fiziki görünümüyle bugünkü
arkeoloji müzeleri onun gayretinin ve Sultan II.
Abdülhamid ricalinin anlayışının bir eseridir.
Mesela Arkeoloji Müzesi’ni, bir arkeoloji müzesinin
ötesinde ilmi merkez haline getiren zengin
kütüphane; o devrin genç sadrazamı, beynelmilel
alanda tanınan bir matematikçi ve tarihçililik
vasfına da sahip Mareşal Ahmet Cevat Paşa’nın
hediyesidir. Üç dildeki eserler ve Osmanlıca tarih
yazmalarının dahi bulunduğu müzenin kütüphanesi
bugün bile beynelmilel değerini koruyor. Ancak
içinde önemli eserlerin ve süreli yayın ve envanter
derlemelerinin bulunduğu kütüphanenin yenilenmesi
gerekir.
1894’te mimar Vaullary’nin Osman Hamdi Bey’in
Sayda’da bulduğu “ağlayan kadınlar” lahdini model
alarak yaptığı müze binası en başta eski
Lübnan ve Fenike kaynaklarını, bu bölgeye ait
mumyaları, saniyen
Adıyaman’da Kommagene krallığı ve
Mezopotamya’daki kazılarından elde edilen eserleri
içerir. Gazi Edhem Paşa’nın Yunan muharebesi
sırasında Taselya’dan getirdiği Gayya başı gibi
eserler de buna dahildir. Ayrıca Arkeoloji
Müzesi’nin şark eserleri bölümü 10 bini aşkın çivi
yazısı tablet ve önemli eserleri içerir. Marmara
bölgesi dahil civarda çıkan eserler bu müzeyi
doldurmuştur.
Bakan
Ertuğrul Günay ve İstanbul İl Kültür ve Turizm
Müdürü Prof.Dr. Ahmet Emre Bilgili’nin ısrarla
üzerinde durdukları proje dikkate alınmalıdır.
Arkeoloji Müzesi imparatorluk arkeoloji müzesi
olarak bırakılmalı, bilhassa
Marmaray kazısından çıkan zenginlikler ve
devamlı müzeye akan buluntular yeni bir arkeoloji
müzesinde toplanmalıdır. Bu kaçınılmazdır. İstanbul
arkeoloji müzelerinin zengin sikke koleksiyonlarını,
seramik koleksiyonlarını ve yeni buluntularını
bazılarının zannettiği gibi Topkapı Sarayı’nın
bahçesindeki Darphane barındırmaya yetmez. Gerekli
olan yeni bina uygun bir yerde inşa edilmeli ve eski
Asar-ı Atika yahut İmparatorluk Arkeoloji Müzesi,
yenisi de İstanbul Arkeoloji Müzesi olarak
düzenlenmelidir.
Milliyet Pazar, Yazı: İlber Ortaylı, 06.02.2011
|
 |
AHIRINDAKİ KİTABE KORKULU RÜYA OLDU
Adana’nın Yumurtalık İlçesi’ne bağlı Yeniköy’de yaşayan Yalçın Kahya’nın (38) derdi büyük mü büyük. Bu yüzden uykuları kaçıyor... Sorunun kaynağı da, üzerine zimmetlenen, ahırının duvarındaki tarihi kitabe. Ya bir zarar gelirse, ya çalınırsa...
Köy yolundaki bir duvarda bulunan, ancak duvar yıkılınca açıkta kalan kitabeyi, kaybolmaması için 20 yıl önce yaptırdıkları ahır yapımında kullanmışlar. O günden bugüne aynı yerde ve bir sorun yok. Ancak 2009’un sonlarına doğru kitabenin ahır duvarında olduğu yönünde gazetelerde çıkan haber üzerine her şey tersine dönüyor. İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nce gönderilen inceleme ekibi, kitabeyi köy muhtarının da şahitliğinde Kahya’nın üzerine zimmetliyor. Ve o günden bu yana büyük bir tedirginlik içindeki Kaya “Bir an önce kitabenin buradan alınmasını ve benim zimmetimden düşürülmesini istiyorum. Sorumluluk almak istemiyorum” diyor.
İl Kültür ve Turizm Müdürü Osman Arık ise çok sayıda tarihi eseri zimmetleme yoluyla koruma altına aldıklarını belirterek, “Yerinden sökülüp alınması mümkün olmayan, bu nedenle bulan kişiye ya da en yakınındakilere zimmetlenmiş yüzlerce eser var” dedi. Arık, kitabenin Yalçın Kahya’nın rızası ile alınarak bir müzeye taşınabileceğini belirtti.
Hürriyet, 06.02.2011
|
TARİHE TAZYİKLİ SU

Alman İmparatoru ve
Prusya Kralı II. Wilhelm’in 1898’de İstanbul’a
gelişinin anısına, Osmanlı Sultanı II. Abdülhamid’e,
Almanya’da yaptırarak parçalar halinde gönderdiği
“Alman Çeşmesi”nde yapılan akıl almaz temizlik,
İstanbul İl Genel Meclisi’nin CHP’li üyeleri Müfit
Yetkin ve Yetkin İnan’ın ihbarıyla ortaya çıktı.
Meclise resmi dilekçeyle başvuran Yetkin ve İnan,
çevre düzenlemesi sırasında Alman Çeşmesi’nin
temizliği yapılırken, altın varak ve mozaiklerin ne
kadar korunduğunu sorarak bunların incelenmesini
istedi.
Bu talep üzerine Meclis Kültür ve Sanat Komisyonu,
tarihi çeşmeyi incelemek için görevlendirildi. Hakkı
Cesur Kılıç, Hayrettin Şallı, Recep Uzunallı, İhsan
Alpaslan ve Mehmet Kıvılcım’dan oluşan komisyon
tarihi çeşmeyi inceleyerek 11 Ocak 2011’de bir rapor
hazırladı. Raporda şu ifadeler yer aldı:
“Sultanahmet Meydanı’nda bulunan Tarihi Alman
Çeşmesi’nde yapılan incelemede, tarihi yarımadanın
yayalaştırma çalışmaları sırasında, kültürel
miraslarımızdan Alman Çeşmesi’nin bakım ve onarımı
yapılırken basınçlı su ile yıkandığı belirlenmiştir.
Basınçlı su, derz dolguların ve bazı altın varak
mozaiklerin dökülmesine neden olmuş, boşalan derz
aralarının tahta çıtalar ile kapatıldığı
görülmüştür. Kültürümüzün en önemli eserlerinin
bakım ve temizliği yapılırken bu işlemin eserin
kıymetini bilen yetkili uzmanların denetiminde
dikkatlice olması gerektiğine inanmaktayız.” Raporda
Alman Çeşmesi’nin restorasyona alınması ve
sorumluların bulunması için de adli ve idari takip
yapılması istendi. Raporu yazan İstanbul İl Genel
Meclisi Kültür ve Sanat Komisyonu üyesi Heykeltıraş
İhsan Alpaslan, “Alman Çeşmesi’nin başka bir örneği
yok. Kültür ve sanat değeri taşıdığı için yapılan
tahribatın manevi değerini ölçmek mümkün değil.
Anıtın gördüğü hasarları tespit ederek raporumuzda
da yer verdik” dedi.
Sultanahmet Meydanı’nda Sultan I. Ahmet Türbesi’nin
karşısında yer alan Alman Çeşmesi, Alman İmparatoru II. Wilhelm’in 1898’deki İstanbul ziyareti anısına
Almanya’da yaptırılarak parçalar halinde getirilip
Sultan II. Abdülhamid’e hediye edildi. Çeşmenin
planlarını imparatorun özel danışmanı Mimar Spitta
çizdi, yapımını ise Mimar Schoele üstlendi. İtalyan
Mimar Joseph Antony de bu projede yer aldı. II.
Wilhelm’in doğum günü olan 27 Ocak 1901’de ise
görkemli bir törenle açıldı.
Habertürk, Haber: Sultan Uçar, 06.02.2011
|
3 TONLUK TARİHİ ALINLIK İLGİ ODAĞI
Sinop kent
merkezinde, inşaat çalışmaları sırasında bulunan ve
Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen 3 ton ağırlığında ki
Roma dönemine ait mermer alınlığın yerli ve yabancı
turistlerce büyük ilgi gördüğü bildirildi.
İlginç işlemelerle kaplı olan tarihi eser, 2006 yılında bulunduğu yerden kepçe yardımıyla alınarak Sinop Arkeoloji Müzesi’ne getirilerek sergilenmeye başlanmıştı. Tarihi alınlığa paha biçilemediğini belirten Sinop İl Kültür ve Turizm Müdürü Hikmet Tosun, eserin Roma dönemine ait olduğunu söyledi. Tosun, müze bahçesinde sergilenen eserin büyük bir tapınak, çeşme ya da mezara ait binaya ait bir alınlık olduğunun tahmin edildiğini belirterek, eserin çok sık rastlanılan bir eser olmadığını kaydetti.
Haber Oku, 05.02.2011
|
|
 |
AGORA'DA İZMİR'İN İLK MECLİSİ ORTAYA ÇIKTI
Tarih hazinesi antik İzmir Agorası’nda, Büyükşehir Belediyesi desteği ile süren, başkanlığını Yrd. Doç. Akın Ersoy’un yaptığı kazılarda Roma Meclisi ortaya çıkarıldı. Kentin tarihi merkezinde bulunan yeni eserler hayranlık uyandırdı. Bir bölümü ortaya çıkarılan ama henüz ziyarete açılmayan Roma Meclisi’nin hemen bitişiğinde 5 galeriden oluşan bekleme salonu Agora’nın en fazla ilgi görecek yeri olmaya aday.
35 metre uzunluğunda 30 metre genişliğindeki salonun Roma döneminde meclise girme hakkı olmayanların kulis yürüttükleri yer olduğu belirtildi. Bu salonun Roma tekniğiyle işlenen taban mozaikleri ise hayranlık uyandırdı. Uzmanlar bu mozaiklerin günümüz teknolojisi ile bile yapılmasının zor olduğunu belirtirken, çalışmalar tamamlanır tamamlanmaz burasının ziyarete açılacağını belirtti.
Milliyet Ege, Haber: Mustafa Oğuz, 05.02.2011
|