27 Mart - 2 Nisan 2011
|
LAODİKYA TANRISININ BAŞI
BULUNDU
Denizli’nin antik
Laodikya kentinde yürütülen kazı çalışmalarında
kentin kurucu tanrısı Zeus Laodikeus’un heykelinin
baş kısmı bulundu.
Yaklaşık 130
santimetrelik bir heykele ait olduğu sanılan 25
santimlik heykel başının MS 140’lı yıllarda
yapıldığı belirlendi.
Denizli Belediyesi’ne 2008 yılında devredilmesinin
ardından kazı ve restorasyon çalışmalarının
kesintisiz sürdürüldüğü Laodikya aantik kentinde
Tapınak A yakınlarında Kuzey Tiyatrosu’na giden
yolda yapılan kazılarda kentin kurucu tanrısı olarak
kabul edilen Zeus Laodikeus’un heykelinin baş kısmı
ortaya çıkarıldı. Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji
Bölümü tarafından yürütülen kazı çalışmalarında
bulunan Zeus Laodikeus’un heykel başının, dönemine
ait ender rastlanan bir işçiliğe sahip olduğu
belirtildi.
Kazı Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, Laodikya’nın
Efes’ten sonra bölgenin en büyük antik kenti
olduğunu ve yaklaşık 100 bin kişinin yaşadığını
belirtti. Prof.Dr. Şimşek, "Bu yıl Laodikya
kazılarında inanç turizmi için büyük önem taşıyan ve
İncil’de adı geçen yedi kutsal kiliseden biri olan
Kutsal Haç Kilisesi’ni ortaya çıkardık. Bu kilise
Hristiyanlıkla ilgili ulaşılabilen en eski mabet
olma özelliğini taşıyor. Kuzey Tiyatrosu’na giden
yolda Tapınak A yakınlarında kentin kurucu tanrısı
Zeus Laodikeus’un heykel başını bulduk. 130
santimetrelik bir heykele ait olduğunu
belirlediğimiz heykel başı tapınağın imparatorlar ve
tanrılar için yapıldığını bize gösteriyor. Geç
Hadrian, Erken Antoniler dönemine ait olan bu heykel
başının MS 140’lı yıllarda yapıldığını tespit ettik.
İnce gözenekli, beyaz mermer olarak yapılan heykel
başı Laodikya’da antik dönemde heykeltıraşlığın ne
kadar ileri aşamada olduğunu gösteren nadir
örneklerden biri" dedi.
Prof.Dr. Celal Şimşek, bu yıl çalışmalarını Kutsal
Haç Kilisesi, Septimus Severius Çeşmesi, merkezi
kilise, Efes Portikosu ve A Evi’nde
sürdürüceklerini, kazı çalışmalarından mayıs ayından
itibaren 300 kişinin görev yapacağını belirtti.
Hürriyet, 01.04.2011
|
HAFRİYAT KAZISINDAN
TARİHİ ESER ÇIKTI
Manisa’nın Alaşehir
İlçesi’nde, hafriyat çalışması sırasında bulunan ve
Roma Dönemi’ne ait olduğu sanılan mermer heykel
Manisa Müze Müdürlüğü’ne teslim edildi.
Alaşehir’de faaliyet
gösteren 50 yaşındaki Zekeriya Tuzlak’a ait Zincir
İnşaat Şirketi’ne ait kepçeyle, Çataltepe
Mevkii’nde, bugün saat 14.00 sıralarında yapılan
hafriyat çalışmasında, yerin 10 metre altında, bir
mermer heykel bulundu. 50 yaşındaki kepçe operatörü
Ali Can, durumu hemen patronu Zekeriya Tuzlak
aracılığıyla Kaymakamlık’a bildirdi.
Kaymakam Musa Uslan,
Alaşehir İlçe Emniyet Müdürlüğü ekipleriyle,
hafriyat alına gidip, roma Dönemi’ne ait olduğu
sanılan, 1 metre boyundaki boynunda koç taşıyan
insan figürlü mermer heykeli teslim aldı. Heykel,
Manisa Müze Müdürlüğü’ne teslim edildi.
Kaymakam Uslan, örnek
davranışı nedeniyle Tuzlak’a teşekkür edip, “Heykel
hakkında şu an için tam bir bilgimiz yok. Roma
Dönemi’ne ait olduğu tahmin ediliyor. Müze Müdürlüğü
yetkililerin incelemesinin ardından detaylı bilgiye
sahip olacağız” dedi.
Hürriyet, 01.04.2011
|
2. TÜP TÜNEL HATTINDA
'TARİHİ MİRAS' ÖNLEMİ

Boğaz Karayolu Geçiş
Projesi güzergahı, tarihi kalıntı ihtimaline karşı
jeo radarlarla tarandı. 50 metre derinliğe ulaşan
radyo dalgaları Yenikapı’da duvar kalıntısı tespit
etti.
Cankurtaran sahili ile Haydarpaşa arasında yapılacak ve Kazlıçeşme- Göztepe arasındaki yolculuğu 15 dakikaya indirecek olan İstanbul Boğazı Karayolu Geçiş Projesi’ni yapan ATAŞ firması, arkeolojik etüt çalışması yaptı. Şirket, arkeolojik kazılar nedeniyle 3.5 yıl geciken Marmaray Projesi ile aynı kaderi paylaşmamak için uzmanlara hattın arkeolojik ve tarihi analizini çıkarttırdı. Bizans mimarisi alanında uzman olan Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi, Yard. Doç.Dr. Haluk Çetinkaya güzergah boyunca yaklaşık altı ay çalıştı. Çalışmasını raporlaştıran Çetinkaya şu bilgileri verdi: “Riskli bölgelerden biri Yenikapı. Sahil yolunda batçık uygulaması yapılacak. Orada sınırlarını bilmediğimiz bir liman var. Arkeolojide kullanılan jeo radar ile çalışma yaptık. Yerin 40-50 metre altına radyo dalgaları gönderildi. Bu çalışmayla orada bir duvar kalıntısı olduğunu tespit ettik.”
ATAŞ Endüstriyel
İlişkiler Koordinatörü Kemal Özbelli,
Kazlıçeşme-Cankurtaran sahilindeki yaklaşım yolu
güzergahının 1950′lere kadar deniz olduğunu
belirtti. Özbelli, “Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet’in
ilk dönemine kadar deniz olan bu alanda, arkeolojik
bulguya veya kültürel mirasa ait bir toprak altı
kalıntısına rastlama ihtimali var. Buluntuya
rastlandığında, kazı çalışmaları yetkili arkeolog
kontrolünde yapılacak. Proje güzergahında
arkeojeofizik araştırmalar yapılarak yer altındaki
arkeolojik ve tarihi eserler belirlendi. İnşaat bu
raporları ve tarama sonuçlarını dikkate alarak
ilerleyecek” dedi.
Sabah, 01.04.2011
|
TARİHİ ANTEP EVLERİ GÜN
YÜZÜNE ÇIKIYOR
Gaziantep'te Bey
Mahallesi ve Eyüboğlu-Eblehan Sokak
Sağlıklaştırma projelerinin devamı olan Hıdır
Sokak Sağlıklaştırma Projesi tamamlandı.
Gaziantep'in
tarihi ve kültürel değerlerinin günümüze
kazandırılması çalışmaları kapsamında çok
büyük mesafe kaydettiklerini söyleyen
Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkan Asım
Güzelbey, "Kaybolmaya yüz tutan kültürel
zenginliklerin yeniden ortaya çıkarılması,
eski kent dokusunun korunması ve yaşatılması
amacı ile birçok yapıyı restore ederek ve
cephe düzenlemeleri ile bölge halkının
hizmetine sunduk." dedi. Güzelbey, 'Kentsel
sit alanı içerisinde bulunan ve 2008 yılı
Tarihi Kentler Birliği Süreklilik Ödülü'ne
layık görülen Bey Mahallesi'nin de devamı
niteliğinde olan Hıdır Sokak'taki,
yapılaşmanın 350 yıl öncesine dayandığını'
hatırlattı.
Zaman,
31.03.2011
|
SİDE'DEN DERS
ÇIKARTABİLMEK

Ülkemizdeki
kent, kasaba ve köylerin çoğu binyılların
yerleşimleri… Bu nedenle “antik kent”le bugünküler
genellikle “üst üste”ler... Bu durum toprak
altındaki tarihi de gözeten, hatta çağdaş yaşamla
buluşmasını da sağlayacak bir kent planlamasına özel
sorumluluklar yüklüyor… Peki, bu “zor”lu planlamada,
hem antik dokuyu gün ışığına çıkartarak koruma; hem
tarihsel dönemlere ait mimari ve kentsel mirası
yaşatma; hem de güncel gereksinimleri karşılayacak
yapılaşmanın gerçekleşmesi, “birini diğerlerine feda
etmeden” nasıl sağlanabilir?
Kimi antik kentlerimizin üzerindeki -özellikle-
“köy”lerin “arkeolojik alan dışına taşınması”,
örneğin Afrodisias’ta olduğu gibi “çözüm” sayılsa
bile, bir “Milas’ı Mylasa’nın”, bir “Bodrum’u
Halikarnas’ın”, bir “Foça’yı Fokai’nin”, hatta bir
“Bursa-Kaleiçi’ni Prusias’ın” üzerinden
uzaklaştırmak akla bile gelmeyeceği gibi, “geçmişi
yok etmeyen bir imar düzeni”nin mümkün olabileceği
de yıllarca düşünülmedi!.. Bu nedenlerle onca kültür
katliamından sonra, artık kalanları kurtaran bir
“arkeolojik ve kentsel sit planlaması” için temel
yaklaşımların neler olabileceğini saptamak, koruma
gündemimizde giderek öne çıkıyor.
Nitekim Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bu konularda
izlenecek kuralları belirlemekle yükümlü organı
“Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu”
(KTVKK) da hem arkeolojik, hem de kentsel sit olan
tarihi dokularımızdaki planlama ve yapılaşmaya ait
belki de en “çekingen” ve en “kararsız” ilke
kararlarıyla yetinmek zorunda kalıyor… O kadar ki
koruma kurulları kimi kentlerimizde “arkeolojiyi
apartmanların bodrumlarında koruma(ma)ya” kalkışacak
kadar sözde çözümlerle, temel kazılarında açığa
çıkan antik geçmişi yeniden görünmez kılmayı
sürdürebiliyor…
Manavgat Bildirgesi
Kentlerimizin bir bakıma varlık nedeni de olan
arkeolojik dokularına karşı bu gibi umarsızlıkların
artık sona ermesi için 18-19 Mart’ta çok anlamlı bir
etkinlik yapıldı. Mimarlar Odası Antalya Şubesi’nin
desteğiyle Manavgat Temsilciliği’nce gerçekleşen
“Üzerinde Kentsel, Kırsal Yerleşme Bulunan Antik
Kentlerde Planlama” konulu etkinliğe anlam
kazandıran sadece teması değil, değerlendirmelerin
“Side” örneği ışığında yapılmasıydı… Çünkü Side, bir
yandan zengin arkeolojisini kentin gurur kaynağı
olarak geleceğe aktarmak, bir yandan da aynı mirasla
uyumlu geleneksel kent dokusunu turizmle
buluşturmanın “sancılı” deneyimini yaşıyor. Bu sancı
özellikle yakın geçmişte tarihe duyarsız kalan
yönetimlerin yarattığı tahribatı onarma
zorluklarından da kaynaklanıyor. Ev sahibi Manavgat
ve Side belediyelerinin de katıldığı etkinlikte dile
getirilen görüşlerin yer aldığı “sonuç
bildirgesi”nde özetle şunlar vurgulanıyor:
Sahip olduğumuz zengin kültürel mirasın önemli bir
bölümü arkeolojik değerlerimiz ve “bu değerlerin bir
araya gelerek oluşturdukları antik alanlar”dır.
Tarih içinde birçok kültür, aynı yerleşmeyi farklı
zamanlarda kullanmış ve “çok katmanlı, çok kültürlü
kentlerimiz”i yaratmışlardır. Bunun geleceğe
aktarılması için antik kalıntılar, yeni
yerleşmelerle uyum içinde ve barışık olarak
yaşamlarını sürdürmelidirler.
Arkeolojik alanların korunması ve kullanılmasına
yönelik tanımlar mevcut mevzuat ve ilke kararında
açık ve anlaşılır biçimde yer almalı; sit
sınırlarının saptanmasında, bu alanlarda yapılacak
koruma planlarını yönlendirecek yeterli ölçütler
geliştirilmelidir. Üzerinde yerleşme bulunan
arkeolojik alanlar için “koruma/kullanma koşullarını
içeren yeni tanım ve ilkeler” geliştirilmeli; bu,
Side ve aynı özelliklere sahip diğer kentlerimizde
izlenecek “yaşatarak koruma” hedefine yol
göstermelidir. Korumanın “amaç”, turizmin ise bunun
“sonucu”nda gelişecek yararlı bir “araç” olabileceği
unutulmadan “tarih ve kültür turizmi gelirlerinden
korumaya pay aktarılmalı”dır.
Ören yerlerimiz birçok tehlikeyle karşı karşıyadır.
Sadece bu gibi arkeolojik değerleri barındıran
yerleri değil, kırsal kesimde sıkça rastlanan, kent
duvarları, tarım terasları vb “geçmiş çağların
yaşamışlıklarının izlerinin belgeleri”ni de korumak,
turistik yararın ötesinde öğretici de olabilirler.
19’uncu yy sonlarında tamamen kırsal nitelikli bir
alan olan, önemli turizm merkezlerimizden Side’nin
1940’lı yıllarda İstanbul Üniversitesi tarafından
başlatılan ilk bilimsel kazıları 60’lı yıllardaki
planlama çalışmalarıyla desteklenmiş; Apollon
tapınağının onarımı ile başlayan ilk koruma
çalışmaları, ticari yaşamı yönlendiren yeni kurallar
oluşturulmuş, bu kuralların mekana yansımasının
olumlu örnekleri görülmeye başlanmıştır.
Katılımcılar, tüm bu değişim ve gelişimlerin artarak
devam etmesini, bu mirasın korunması ve
geliştirilmesinde üstün kamu yararı olduğunun
bilinmesini, Side’nin sosyal ve kültürel dokusu da
gözetilerek tarihi turizminin geliştirilmesini ve
bunun diğer benzer kentlere de örnek olmasını
dilemişlerdir.
Cumhuriyet, Yazı: Oktay
Ekinci, 31.03.2011
|
|
SÜLEYMANİYE 'YAZMA ESER' MERKEZİ OLACAK
Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay,
Anadolu'ya dağılmış olan bütün yazma eserler ve
özgün basma eserlerin Süleymaniye
merkez olmak üzere 20 kütüphanede
toplanacağını söyledi. Fatih
Üniversitesi Kütüphanesi'nin
yeni binasının açılışını yapan Günay, önceki
yıllarda yazma eserlerin kaderine terk edildiğine
dikkat çekti. Günay şu bilgileri
verdi: "İstanbul, Ankara ve Konya'da iyileştirme ve
rehabilitasyon merkezleri
kuruyoruz. Bu merkezleri
sıradan kütüphanelerin üzerine çıkarmaya, bu tarih
hazinesinin yok olmaması için devrim niteliğinde bir
adım atmaya çalışıyoruz."
Sabah, Haber: Hasan Ay, 31.03.2011
|
AGORA'NIN ÖNÜNDE TEK ENGEL KALDI
Kentin geçmişine ışık tutan kazıların devam ettiği ve yeni keşiflere sahne olan tarihi Agora’nın önünde bir gölge gibi duran binaların tamamı yıkıldı. Çevresi açılan eski kent merkezindeki tek engel ise Batı Stoa’nın önünü kapatan, Mezarlıkbaşı’ndaki çok katlı otopark kaldı. Arkeologlar, turzimciler, hatta Agora’yı görmeye gelen ziyaretçiler bile bir an önce bu otoparkın ortadan kaldırılmasını istiyor.
Kazı Başkanı Yrd. Doç. Akın Ersoy, tarihi mekanın önünün büyük bölümünün açıldığını belirterek, “Kazı artık Agora’nın dışına taşmaya başladı. Bu bölgede kazdıkça süpriz eserlerle karşılaşabiliriz” dedi. Ersoy, geçen yıl Kadifekale ile Agora arasında ortaya çıkartılan tünellerin büyük bir heyecan yarattığını belirterek, “Kazı ekibindeki arkeologlar, tünelin içinde ancak 70 metre gidebildi” dedi.
Kazı Başkanı Ersoy, Kadifekale’ye uzanan başka tüneller de olduğunu, ancak bunların üzerinde yapılar ve yollar bulunduğunu, ziyarete açmanın risk taşıdığını söyledi; “Kamulaştırmalar yapılın ışıklandırılırsa turizme büyük katkı sağlar” dedi.
Milliyet Ege, Haber: Mustafa Oğuz, 31.03.2011
|
 |
ARKEOLOJİK ESERLER VATANINA DÖNÜYOR
Anadolu'dan yasa dışı yollarla Sırbistan'a götürülen
1865 ve İngiltere'ye götürülen 17 eserin Türkiye'ye
iadesi dolayısıyla, Kültür ve Turizm Bakanlığı Opera
binasında tören düzenlendi. Bakan
Ertuğrul Günay, burada yaptığı konuşmada,
Türkiye'de kültür ve sanat yaşamının bütününe ve
özellikle
arkeoloji alanına önem verdiklerini söyledi.
Bir yandan kazı sayılarının arttığını, bir yandan
kazıların niteliklerinin yükseldiğini ifade eden
Günay, ''Önceki yıllarla kıyaslanamayacak şekilde,
çok sayıda kaynak ayırıyoruz. Çok güzel sonuçlar
elde ediyoruz. Ülkemizde çok özgün alanlar ortaya
çıkıyor. Bir yandan da geçmiş yıllardan bu yana
ülkemizden haksız biçimde dışarıya götürülmüş
eserlerin Türkiye'nin
arkeolojik zenginliğine geri dönüşünü sağlamak
için arkadaşlarımızla birlikte yoğun çaba sarf
ediyoruz'' dedi.
Bu alanda geçmiş yıllardan beri süren bazı
tartışmalar olduğunu dile getiren Günay, ''Bunları
önemli aşamalara getirdik. Bu çerçevede, Avrupa
ülkelerinin birçoğuyla yakından takip ettiğimiz
konular var. 1917 yılında Türkiye'den götürülmüş ve
1940'lardan bu yana da geri dönüş tartışmaları süren
Boğazköy sfenksi de -18 Nisan'da Ankara'da Alman
yetkililerle birlikte bir toplantı yapacağız ve
zannediyorum ki nisan, mayıs aylarında bu neredeyse
yüz yıldır süren hasret sona erecek- yaklaşık yüz
yıl sonra doğduğu topraklara yeniden dönecek'' diye
konuştu.
13 YILDA 4 BİN 516 ESER
Uzun yıllardır Türkiye'den çıkarılan eserlerin geri
dönüşü konusunda Bakanlıklarının, Dışişleri
Bakanlığı ve öteki kamu birimleriyle yaptığı
takipler olduğunu belirten Günay, ''Bu çerçevede
1998 ile 2001 yılları arasında ülkemize 491 eser,
2002-2006 yılları arasında 416 eser geri gelmiş.
2007-2011 döneminde, yani Bakanlığın sorumluluğunu
taşıdığımız dönemde de 3 bin 609 eser geri gelmiş.
1998-2011 yılları arasında toplam 4 bin 516 eserin
ülkemize iadesi sağlanmış'' dedi.
Geçen ay Sırbistan'ı ziyaret ettiğini hatırlatan
Bakan Günay, ''Bu ziyaret sırasında Sırbistan'ın
daha önce elde ettiği, bize ait olduğunu talep
ettiğimiz ancak başka komşu ülkelerin de kendilerine
ait olduğunu talep ettiği 1485'i sikke ve 380'i
arkeolojik olmak üzere 1865 eser ülkemize iade
edildi. Bir başka güzel gelişme de ülkemizde yıllar
önce bir misyonda görev yapmış bulunan birisi,
bundan 50 yıl kadar önce yurt dışına Türkiye'den
bazı objeler götürmüş, ailesi İngiltere'den bunları
iade etti'' diye konuştu. Bakan Günay, 2007-2011
yılları arasında Avusturya'dan 320, İngiltere'den
20, Birleşik Arap Emirlikleri'nden 23, Almanya'dan
1230, İsviçre'den 1, Hırvatistan'dan 133, ABD'den
11, Sırbistan'dan 1865 eserin teslim alındığını
kaydetti.
BÜTÜN ESERLER, VAR OLDUKLARI TOPRAKLARA
DÖNECEK
Bir gün bütün bu eserlerin var oldukları topraklara
döneceklerine inandığını ifade eden Bakan Günay,
şunları kaydetti:
''Çünkü biz
arkeoloji alanında, tarih alanında, müzecilik
alanında yolun çok başındayız. Müzecilik bizim
ülkemizde 200 yılını doldurmadı, dünyada da 500
yılını doldurmadı. İnsanlık tarihine göre müzecilik
daha yolun başında.
Arkeolojiye sahip çıkmak,
arkeoloji bilinci daha yolun başında. Biz bu
alanda insanlığın gelişimine koşut olarak yeni
adımlar attığımızda bir gün her ülke kendi
topraklarında bunları en iyi şekilde koruyacak, ören
yeri düzenlemeleri ve müzeler yapacak ve her ülkenin
topraklarında tarihen var olmuş eserler yerine
dönecek.''
Bakan Günay, ''Eserlerin geri döndürülmesi
aşamasında yaşanan sorunlarla'' ilgili soru üzerine
''Bilimsel bir objenin size ait olduğunu ileri
sürdüğünüzde bilimsel dayanaklarının olması,
bulunduğunu iddia ettiğiniz yerle bazı bilimsel
ortaklıklarının olması, ayrıca dikkatli bir hukuk
takibi gerekiyor'' dedi.
SIRBİSTAN VE İNGİLTERE'DEN İADE EDİLEN
ESERLER
Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan alınan bilgiye göre,
2004 yılında Sırbistan-Hırvatistan arasındaki
Batrovçi Sınır Kapısı'nda ele geçirilen toplam
1865 eserin, Bakanlığın girişimleri ve yapılan
müzakereler neticesinde 25 Şubat 2011'de Türkiye'ye
iadesi sağlandı.
Habertürk 31.03.2011
|

 |
TÜRKİYE'Yİ 'GÜLEN MERYEM' TANITACAK
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Niğde’deki Gümüşler Manastırı’nda gördüğü gülen Meryem Ana ve İsa freskinin önümüzdeki yıldan itibaren Türkiye’nin tanıtımında kullanılacağını söyledi.
Niğde Gümüşler’de tarihi Gümüşler Manastırı’nı gezerken rastladığı gülen Meryem Ana ve İsa freskine hayran kalan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, “Dünyada bir benzeri yok. Gülen Meryem Ana ve İsa’ya rastlanılmadı” dedi. Günay, freski, Türkiye’nin dünyaya açılan kapısı yapacağını belirterek, “Gelecek yıl tanıtım çalışmamızın ana figürü olacak. Bütün tanıtım materyallerinde kullanmayı planlıyorum. Türkiye olarak turistleri gülen Meryem Ana ve İsa figürü ile karşılayacağız.
Niğde İl Kültür ve Turizm Müdürü Mehmet Koç fresk ve manastırla ilgili şu bilgileri verdi: “Gümüşler Manastırı, Kapadokya bölgesinde iyi bir şekilde korunarak günümüze ulaşmış manastırlardan biri. Bizans sanatının Anadolu’daki en güzel ve en iyi korunmuş eserlerinden biri. Oldukça büyük ve geniş bir kaya kütlesi içine kazılmış. Manastırın en önemli yapısı, kompleksin kuzeyinde yer alan kilise. Kaya oyuğu şeklinde dört sütunu bulunan kilisenin duvarlarını freskler kaplıyor. Resimler, Hazreti İsa’nın hayatını anlatıyor. Manastırın sol apsisinde (ucunda) yer alan Meryem, halk arasında da ‘Gülen Meryem’ olarak biliniyor ve Gümüşler Manastırı’nı ziyaret edenleri çok etkiliyor.”
Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 31.03.2011
|
MADDİYATÇI SANATIN MADDİ İMKANSIZLIĞI

Sanat eserlerinin parayla alınır satılır olması
yeni değil, kaç yüzyıllık mesele. Bununla beraber
gelen problemler de öyle, telif, geçim, bağımsızlık,
keşfedilmeyen yetenekler, çoğunluğun sanata
ulaşamaması... Gogol’ün tarif ettiği şu manzara ta
18. yüzyıla ait mesela:
“Uzun salon akbabaların leşe üşüşmeleri gibi
koşup gelmiş renkli bir ziyaretçi kalabalığıyla
doluydu. (...) Yüz ifadeleri daha bir katı, rahattı
burada ve Rus tüccarların dükkanlarında
müşterilerine gösterdikleri o yapmacıklı cana yakın,
alçakgönüllü tavırları yoktu. Salonda, başka yerde
olsa önlerinde yerlere kadar eğilecekleri çok sayıda
aristokrat olmasını umursadıkları yoktu. Hiç
sıkılmadan, rahat tavırlarla kitaplara, tablolara ne
durumda olduklarını, ne kadar edeceklerini anlamak
istiyor gibi dokunuyor, bilirkişilerin
belirledikleri fiyatların çok üzerinde fiyatlar
veriyorlardı.” (Petersburg Öyküleri, N.Gogol,
Çeviren: Ergin Altay, İletişim 2011, s.125)
Don Thompson’ın anlattığı ise 21. yüzyıla ait:
“Ortalık kah samimi kah yapmacık selamlaşmalardan,
havadan yollanan öpücüklerden, içinden ‘Bir de adını
hatırlasam’ diye geçiren ünlülerden geçilmez.
Tanıdıklar gülümseyerek birbirlerine uzanır ve alçak
sesle ‘Sen hangi eser için gelmiştin?’ diye
sorarlar. (...) Sonra karşı tarafın omzunun
üstünden, eski bir arkadaşı arar gibi ileri doğru
bakılır. Bu, diğerine de aynısını yapması ve
ilerlemesi için verilen bir işarettir.” (Sanat
Mezat, s. 34)
Sanatın piyasadaki yolculuğunun bayraktarlığını
devralan çağdaş sanat ve onun ekonomik macerası Don
Thompson’ın Sanat Mezat kitabının konusu. Yazar
üniversitede ekonomi hocası, pazarlama ve ekonomi
kitapları var. Bilkent Üniversitesinde de ders
vermiş. Sanat Mezat, adının açılımıyla Çağdaş
Sanatın ve Müzayede Evlerinin Tuhaf Ekonomisi.
Kitaba özgün adını veren 12 Milyon Dolarlık
Köpekbalığı, ilk bölümde anlatılıp bizi ‘tuhaf’
sıfatının ilk görüntüsüyle tanıştırıyor. Meşhur
çağdaş sanatçılardan, işlerini pahalıya satmayı
beceren Damian Hirst’ün bir eseri bu. “Yaşayan
Birinin Zihninde Ölümün Maddi İmkansızlığı” gibi
şişkin bir isme sahip, kendi gibi. Eser, Hirst’ün
onu yakalayan balıkçılardan satın aldığı koca bir
köpekbalığını akvaryuma koymasından ibaret.
Hikayenin devamı da var, 1991’de yapılıp 12 milyon
dolara satılan köpekbalığı sanata müdahaleler
birbirini kovalıyor. Hayvanın derisini yüzüp
ütülüyorlar, kar etmiyor. Sonunda değiştiriyorlar.
Sonuç; maddiyatçı sanatın maddi imkansızlığı!
YATIRIM ARACINA DÖNEN SANAT ESERİ
Thompson’ın kitabında çok büyük paraların döndüğü
çağdaş sanat ortamı bütün ayrıntılarıyla
anlatılıyor. Hirst’ün yanı sıra Andy Warhol gibi,
Tracey Emin gibi yıldız çağdaş sanatçıları ve
müzayedeler, sergiler, müzeler, tacirler,
kataloglar, “konsinye”ler gibi süreci de okur
yakından tanımış oluyor. Andy Warhol’un konserveleri
ile başlayan, Rusya ve Çin’e statü pazarlamaya kadar
gelen bu sanatsal ve ticari faaliyet için bir rehber
Sanat Mezat.
Tezgahta çağdaş sanat alıp satıyorlar diye günah,
çağdaş sanatın değil ama. Gogol’ün de benzerini
anlattığı durum mesela resim için de geçerli. Çağdaş
sanatla ilgili sorun şu; sınırlarını çizmek, neyin
sanat olup neyin olmadığını belirlemek çok göreceli
bir iş artık. Adam “sanat eseri” bozulunca onu
yenisiyle değiştiriyor (köpekbalığı, s.9), şekerleme
yığını işi Çin’de sergileneceği zaman orijinal eser
taşınmayıp yeni şekerlemeler alınıyor (s.284), boya
serpme tablolarının hangilerinin gerçekten sanatçıya
ait olduğu bilinemiyor, çünkü kimin boya serptiğini
bilmek de zor, üstelik kendi yaptıklarını da zaten
asistanlarının yaptığı biliniyor... Paralar
desteyle, çıkardığı gürültü o biçim ama orijinalliği
bile tartışmalı yani. Sanat eserinden yatırım aracı
çıkarınca alıcıyı ikna etmek çok elzem hale geliyor
ve bu ikna edici gösterişe çok uygun bir alan çağdaş
sanat. Kurukafayı pırlanta ile süsleyip, 12 milyon
sterline mal edip 50 milyona satacak adamlar orayı
mesken tutuyor.
Thompson kitabının başlarında meşhur sanatçıları
ve ilginç işlerini anlatırken devamında giderek
müzayede evleri ve tacirler konu ediliyor. Başta
sanat üzerine okurken, birden elinizde bir ekonomi
kitabı tuttuğunuzu düşünmeniz pek mümkün. Değer
teorisi bağlamında bir çağdaş sanat eserinin belli
bir dönem için, belli bir miktar para eden bir
yatırım aracına neden dönüştüğü sorusuna yanıt
vermiyor belki, daha çok bu sürecin nasıl işlediğini
ayrıntılarıyla ve tüm aktörleriyle gözler önüne
seriyor.
Sonuç, sanat adına komik ve acıklı: “Parlak
renkler soluk renklerden daha iyi iş yapar. Yatay
tuvaller dikey olanlardan daha iyi iş yapar.
Çıplaklık edepten daha fazla, kadın çıplaklar erkek
çıplaklardan çok daha fazla satar. (...) Figüratif
eserler manzara resimlerinden daha iyi iş yapar.
Çiçekli bir natürmort meyveli olanından, güller
kasımpatılardan daha çok para eder.” (s.369) Meram
anlaşılmıştır, daha fazla uzatıp sanatla ilişkimizi
zedelemeyelim.
Bütün satış macerasını anlatarak kitabın vardığı
noktaya dönersek; hani Tobias Meyer demiş ki “En iyi
sanat en pahalı sanattır, çünkü piyasa çok
akıllıdır.” Eleştirmen Jerry Saltz’ın verdiği
karşılık şu: “Bu kesinlikle yanlıştır. Piyasa
‘akıllı’ değildir, kamera gibidir -o kadar
akılsızdır ki- önüne koyduğunuz her şeye inanır...
herkes piyasanın ‘kaliteyle ilgili’ olduğunu söyler,
oysa piyasa sadece değer tahsisi yapar, arzuyu
fetişleştirir, başarıların grafiğini çıkarır ve
ambiyans yaratır.” (s.341)
Evrensel, Der.: Çağdaş Günerbüyük, 30.03.2011
|
İNSANLIK TARİHİNİ DEĞİŞTİRECEK KEŞİF
 
 
Ürdün'de bir mağaranın içerisinde keşfedilen 70
metal kitap insanlık tarihini değiştirebilir.
Uzmanlar, kitapların en az 1947 yılında keşfedilen
Ölü Deniz Yazmaları kadar büyük öneme sahip olduğunu
söylüyorlar.
Beş yıl önce Ürdün'de bir mağarada keşfedilen
kitapların, MS 70 yılında
Kudüs'ün düşüşünün ardından kaçan Hristiyan
mültecilerin izlediği yol üzerinde bulunması da bu
konudaki şüpheleri artırıyor.
Yapılan testler, kitapların MS ilk
yüzyılda yazılmış olabileceğini gösteriyor.
Kitapların bir kredi kartından büyük olmayan
sayfalarında
Hz. İsa'yı, çarmıha gerilmesini ve yeniden
dirilişini anlatan resim, sembol ve yazılar
bulunuyor.
Kitapların büyük bir kısmının mühürlenmiş olması da,
akademisyenleri bunların
İncil'de bahsedilen kayıp nüshalar olabileceğini
düşünmeye itti.
Uzmanlar kitapların yazıldığı tarih kesinleşirse,
bunların
Hristiyanlık dininin en eski belgeleri
olabileceğini söylüyorlar.
Milliyet, 30.03.2011
|
KAYA MEZARLARINA 'NANO TEKNOLOJİ' KORUMASI

Muğla- Kaunos
antik kenti Kazı Başkanı
Prof.Dr. Cengiz
Işık, kaya mezarlarının koruma altına
alınmasının, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay'ın geçen yıl Dalyan'ı ziyareti sırasında
gündeme geldiğini ve bu amaçla
TÜBİTAK Kamu
Kurumları Araştırma ve Geliştirme Projelerini
Destekleme Programı'nın (1007 Programı
Projesi) hayata geçirildiğini söyledi.
Dalyan beldesindeki 2 bin 400 yıllık geçmişe sahip
kaya mezarlarının koruma altına alınması amacıyla
hazırlanan projenin TÜBİTAK'a sunulacağını ifade
eden Prof.Dr. Işık, şu bilgileri verdi:
''Proje, nano teknoloji ile hayata geçirilecek. Nano
teknolojinin böyle bir projede kullanımı, kültür
varlıkları üzerinde ilk olacak. Kaunos'un kaya
mezarlarındaki bu uygulama diğer kültür varlıkları
için de önemli bir gelişme olacak.''
Projenin hayata geçmesiyle birlikte kaya
mezarlarının üzerine nano teknoloji ile
santimetrekarelik uygulamalar yapılacağını aktaran
Prof.Dr. Işık, bu sayede kaya parçalarının restore
edilerek, korunacağını aktardı. Dalyan'daki kaya
mezarlarına ziyaretin yasaklanması yönündeki
kararının da kendi girişimleri sonucu önceki
yıllarda alındığını hatırlatan Işık, ''Alınan
ziyaretçi yasağı sürüyor. Mezarların bulunduğu yerin
eğimi yaklaşık 80 derece, buralarda irili ufaklı
kaya ve taşlar mevcut. Ziyaretçilerin her an düşme
tehlikesi var. Burada önlemler alınana kadar
bölgenin ziyarete yasaklanması doğru bir karar''
diye konuştu.
Muğla Kültür ve Turizm Müdürü
Kamil Özer,
Erken Roma dönemine ait Fethiye'deki 5 bin kişilik
Telmessos Antik Tiyatrosu'nun da
koruma altına alınması için çalışma başlatıldığını
söyledi. 1994 yılında kazı çalışmaları tamamlanan
Telmessos Antik Tiyatrosu'nun rölöve, restorasyon ve
restitüsyon projelerinin
Muğla Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nca
onaylandığını ifade eden Özer, ''Telmessos Antik
Tiyatrosu, kentin merkezinde ve deniz kenarında
olması nedeniyle Fethiye'yi ziyaret eden
turistlerden yoğun ilgi görüyor. Bu antik kentin
restorasyonu için gerekli bütçe 2011 yılına
konuldu'' dedi.
Muğla'daki 22 ören yeri, 12 kazı ve 5 arkeoloji
müzesinin kentin tanıtımına büyük katkı sağladığını
anlatan Özer, ''2011 yılında ören yerlerinin
ziyaretçi sayısının artacağını ümit ediyoruz. Muğla
genelinde 12 olan kazı sayımız ise yıl içinde 13'e
ulaşacak. Hazırlanan restorasyon projelerinin ören
yerlerine hayat verdiğine inanıyoruz'' diye konuştu.
Bu arada Fethiye ilçe merkezinde bulunan ve
turistlerden yoğun ilgi gören Amnytas ve ''İon
tarzı'' kaya mezarının da koruma altına alındığı
öğrenildi.
Cumhuriyet Portal, 30.03.2011
|
KADIKÖY'ÜN YELDEĞİRMENİ CANLANIYOR

İstanbul'un ilk apartman semti olan Kadıköy'deki
Yeldeğirmeni Mahallesi'nin günümüze kadar gelen
tarihi dokusu, kendine özgü mahalle kimliğinin
korunması ve yaşatılması amacıyla Çevre ve Kültür
Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı (ÇEKÜL) ve
Kadıköy Belediyesi tarafından "Canlandırma Projesi"
yürütüyor.
Sosyal, ekonomik ve fiziki anlamda daha sağlıklı
ve yaşanabilir bir kent parçasının yaratılmasının
amaçlandığı projeyle, mahallede sürdürülebilir bir
canlanma hedefleniyor.
200 kadar tescilli eserin bulunduğu Yeldeğirmeni'nin
altyapısının yenilenmesi, tarihi eserlerin korunması
ve işlevlendirilmesi, kamusal alanlar yaratılması,
cephe düzenlemelerinin yapılması gibi fiziki
projelerin yanı sıra, mahalle örgütlenmesinin
kurulması, esnaf birliğinin oluşturulması, etkinlik
ve atölye çalışmaları yapılması gibi sosyal projeler
de hayata geçiriliyor.
Canlandırma projesiyle, önemi önümüzdeki yıllarda
artacak Yeldeğirmeni'nin, mahalle kimliğini
koruyabilmesi sağlanacak. Bütüncül bir yaklaşımla
ele alınacak mahallede ortaya çıkabilecek
yanlışların böylece önüne geçilmiş olacak.
"Mahalle kimliğinin korunması", "entegre
canlandırma stratejileri geliştirilmesi", "mahalli
örgütlenmenin desteklenmesi" ve "mahallenin kent ile
bütünleştirilmesi" ana başlıklarında toplanan hedef
ve eylemler kapsamında, kent merkezinde sosyal ve
ekonomik olarak sürdürülebilir bir dokunun
yaratılması için mahalle yaşantısına dayalı
dinamiklerin oluşturulması büyük önem taşıyor. Proje
kapsamında ilk çalışmalar, Yeldeğirmeni'nin kentsel
omurgasını oluşturan Karakolhane Caddesi'nde
başlatıldı.
Bunun yanı sıra mahallenin karakteristik
binalarından büyük kısmının bulunduğu "İskele Sokak"
üzerinde "bir kültür aksı" oluşturulması, ilk etapta
hayata geçirilecek projelerin başında geliyor.
Bu kapsamda kamulaştırılan anıtsal tarihi yapılar
restore edilerek, mahalle halkının kullanımına
yönelik işlevlendirilecek. İskele Sokak üzerinde
park, açık alan ve yaya kullanıma yönelik
düzenlemeler yapılarak bu koridor kamusal bir alan
olarak mahalle hayatının kalbini oluşturacak.
Devam eden restorasyon çalışmaları, projenin sadece
fiziki bölümünü oluşturuyor. Projede mal sahiplerine
teknik ve finansal destek verilerek, halkın
inisiyatifine bağlı aşağıdan yukarı bir restorasyon
programı uygulanıyor.
Bu süreç içinde, mahalledeki gönüllüler, sivil
inisiyatifler, sivil toplum örgütleri ve mahalle
esnafı ile birlikte hayata geçirilecek 2. el
pazarları, halk katılımına açık sanatsal
faaliyetler, yazlık sinema gibi etkinlikler ile
kaybolmakta olan mahalle hayatının ve ilişkilerinin
onarılması, projenin sosyal olarak sürdürülebilmesi
için planlanan çalışmalar arasında yer alıyor.
Yeldeğirmeni'nde yaşayan, mahalleye gönül
vermiş herkesin deneyim, görüş ve fikirleri,
"Canlandırma Projesi"nin temelini oluşturuyor. Bu
nedenle, gönüllü katılımcıların buluşması için
"Mahalle Evi ve Gönüllü Merkezi" açıldı. Burada
düzenlenen toplantılarla yürütülen proje hakkında
katılımcılara bilgi veriliyor, etkinlikler organize
ediliyor.
YELDEĞİRMENİ MAHALLESİ
Osmanlı'nın İstanbul'a gelmesinden
itibaren, süvari birliklerinin Haydarpaşa Çayırı'nı
talim alanı olarak kullanmaya başlamasının ardından,
Talimhane'de de piyade birlikleri talim yapmaya
başladı.
Kadıköy'ün eski sakinlerinin Talimhane adıyla
bildikleri yazılı kaynaklarda 15. ve 16. yüzyıllarda
bahçeli köşklerin var olduğu belirtilen Yeldeğirmeni
Mahallesi'nde, 1774-1789 yılları arasında, Padişah
I. Abdülhamit tarafından 4 yel değirmeni yaptırıldı.
Bu yel değirmenleri, ordunun, sarayın ve halkın un
ihtiyacını karşılamak için kullanılıyordu. Yel
değirmenleri bugün İbrahimağa, Rasimpaşa Camisi,
Karakol ve Osmangazi İlkokulu'nun bulunduğu yerlerde
faaliyet gösteriyordu. Semte adını veren 4 yel
değirmeninden bugün hiçbirinin izine rastlanmıyor.
Yeldeğirmeni Mahallesi'nde sokaklar, 1789-1807
yılları arasında Padişah III. Selim zamanında
oluşmaya başladı. 1845 yılında artık düzgün
sokakların oluştuğu bu semtte Kadıköy'ün ilk
postanesi hizmet veriyordu.
Yeldeğirmeni'nde 1800'lü yılların ikinci yarısında
yerleşim hızlandı, özellikle 1872 yılında Kuzguncuk
Dağhamamı'ndaki yangından sonra buradaki Yahudilerin
Yeldeğirmeni'ne gelmesiyle semtte apartmanlaşma
başladı.
Çoğunlukla Yahudilerin inşa ettirdiği gösterişli
apartmanların görüldüğü bu semtte diğer
gayrimüslimlerin ve Müslümanların apartmanları yok
denecek kadar az. Apartmanların çoğunun günümüze
kadar ayakta kaldığı ancak ahşap evlerin neredeyse
hepsinin yıkıldığı, yerlerine betonarme
apartmanların yapıldığı gözlenebiliyor.
YELDEĞİRMENİ ÇEVRESİNDEKİ PROJELER
Yeldeğirmeni Mahallesi'ni de içine alan
bölgede ulaşım alanında önemli projeler hayata
geçiriliyor. Bu kapsamda yürütülen projelerden
Marmaray ve Anadoluray hatlarının aktarma istasyonu
olan Yeldeğirmeni Mahallesi'ndeki Ayrılık Çeşmesi,
projenin tamamlanmasının ardından önemli bir transit
aktarma noktasına dönüşecek.
Gündemdeki bir diğer önemli proje, Haydarpaşa
Garı ve çevresindeki servis alanlarının
dönüştürülmesi, kentsel gelişime açılması. Yine aynı
planın bir parçası da Kadıköy sahilinin yeniden
düzenlenerek, rekreasyon alanına dönüştürülmüş
Haydarpaşa Limanı ile bağlanmasını öngörüyor. Bu
projenin gerçekleşmesi durumunda Kadıköy-Üsküdar
arasındaki kent dokusunda bir devamlılık sağlanacak
ve Yeldeğirmeni bu aksın ortasında kalacak. Bugün
ana kent sirkülasyonlarının kenarında kaldığı için
tıkalı olan Yeldeğirmeni Mahallesi, projelerin
hayata geçirilmesinin ardından Kadıköy, Üsküdar ve
Ayrılık Çeşmesi İstasyonu arasında bir köprü olacak.
Hürriyet, 30.03.2011
|
SEKİZ MİLYON KÖPEK MUMYASI BULUNDU
Mısır çöllerinde keşfedilen mezarın altındaki
gizli geçit labirentlerini araştıran uzmanlar,
milyonlarca köpeğin mumyalanmış kalıntılarına
ulaştılar.
Yeraltı mezarlarının sekiz milyon köpeğin
kalıntılarını barındırdığı düşünülürken, çoğu
hayvanın daha sadece birkaç saatlikken kurban
edildiği keşfedildi.
Kimi köpeklere de, çakal başlı tanrı Anubis'in
yeryüzündeki temsilcileri gözüyle bakıldığı ve
yakındaki tapınakta yaşayıp, ölümlerinin ardından
mumyalanıp, mezarlara konulduğu tahmin ediliyor.
Milliyet, 30.03.2011
|

|
HASANKEYF'E YENİ GÜZERGAH

Ilısu Barajı'nın yapılmasıyla sular altında
kalacak olan Hasankeyf'te, 13 Temmuz 2010 günü bir
kişinin ölümüyle sonuçlanan kaya parçasının düşmesi
nedeniyle girişine yasak getirilen
Hasankeyf Kalesi'nin tekrar
gezilebilmesini sağlamak amacıyla çalışma
başlatıldı.
Batman Üniversitesi Rektörü ve
Hasankeyf Kazı Başkanı
Prof.Dr. Abdülselam Uluçam, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, Hasankeyf'te yaklaşık 8 yıldır kazı
başkanlığı görevini yürüttüğünü, Ilısu Barajı'nın
yapılmasıyla sular altında kalacak olan
Hasankeyf'teki kazı çalışmalarına bu yıl
da devam edileceğini bildirdi.
''Bu yıl gezi güzergahı yol ıslah çalışması, kazı ve
restorasyon çalışmaları bir arada yapılıyor'' diyen
Uluçam, çalışmalar sonucunda geçen yıl bir kişinin
ölümüne neden olan kaya parçasının düşmesi sonucu
girişi yasaklanan Hasankeyf Kalesi'nin tekrar
gezilebilineceğini söyledi.
Gezi güzergahı yol ıslah çalışmasına 15 Mart'ta
başladıklarını, 73 kişilik ekiple çalıştıklarını ve
ekibin başında 3 restorasyon uzmanı, 3 de arkeoloğun
bulunduğunu anlatan Uluçam, gezi güzergahı yol
çalışmasının İç Kale'de yapıldığını belirtti.
Hasankeyf Kalesi'ne uygun bir gezi
güzergahı projesinin oluşturulduğunu anlatan Uluçam,
bu sayede Hasankeyf'e gelecek olan ziyaretçilerin
çok rahat dolaşabilecekleri bir ortam sağlanacağını
vurguladı.
Çalışma kapsamında 280 mağaranın temizleneceğini
ifade eden Uluçam, ''Peyderpey diğer mağaralar da
temizlenecek. Gezi güzergahı yol çalışmasını 15
Nisana kadar, yani Turizm Haftası'na kadar
tamamlamak istiyoruz. 15 Nisanda gezi güzergahı
açılacak diye tahmin ediyorum'' dedi.
Kazı çalışmasının Haziran ayında başlayacağını da
anlatan Uluçam, şöyle konuştu:
''Bu yılki kazılar 15 Aralık tarihine kadar sürecek.
Kazı çalışmasında yer alan işçi sayısı 260'a kadar
çıkacak. 1 milyon 200 bin lira ödenek var. Ama bu
rakam restorasyon çalışmalarına göre
artırılabilecek. Büyük Saray, Dicle'nin karşı
tarafındaki Ortaçağ yerleşim alanı ile
Hasankeyf höyükte 3 alanda kazı çalışması
yapılacak.''
Japonlarla ortak çalışma yürüterek, Batman'ın tarihi
Hasankeyf İlçesinde
10-15 bin yıllık olduğu tahmin edilen höyükte kazı
yapılacağını dile getiren Uluçam, höyükte 14 kişilik
Japonya'dan gelecek ekibin de yer alacağını anlattı.
Hasankeyf'te kamuya
ait alanda kazılacak yer kalmadığını da ifade eden
Uluçam, ''Hasankeyf
merkezinde kamuya ait alanda kazılacak yer kalmadı.
Kalan yerler ise şahısların tapulu mallarıdır. Bu
nedenle Hasankeyf
girişindeki türbenin yakınında bulunan,
Hristiyanlara ait şehir kalıntısında çalışma
başlatmak istiyoruz. Haziran veya Temmuz ayında
Japonlarla yapacağımız ortak çalışmada 10-15 bin
yıllık olduğunu sandığımız şehri ortaya çıkartmaya
çalışacağız'' diye konuştu.
Habertürk, 30.03.2011
|
 |
EFSANENİN HEYKELİ NEW YORK'TA SATIŞTA
Paul Gauguin’in (1848-1903) ahşap heykeli 3 Mayısta New York’ta satışa sunulacak.
Sotheby’s müzayede evinden yapılan açıklamaya göre, Gauguin’in 1891 ile 1893 yılları arasında Tahiti’ye seyahati sırasında yaptığı ve bir genç kızı tasvir eden "Tahitili Genç Kız" (Jeune Tahitienne) heykelinin 15 milyon dolara alıcı bulması bekleniyor.
Koleksiyoncuların yegane çalışma olarak tasvir ettiği 24 santimetre boyundaki heykel 1961’den bu yana ortaya çıkmamıştı. Post-Emperyonist ressamın deniz kabukları ve kırmızı mercandan elleriyle yaptığı bir kolyesi de bulunan heykel, Fransız sanat eleştirmeni ve koleksiyoncusu Jean Dolent’in o dönem 10 yaşında olan kızı Jeanne Fournier’e hediye edilmişti. Fournier daha sonra bu heykeli bir Dominik rahibe, rahip de Sotheby’s’e bu eseri satan şimdiki sahibine vermişti.
Gauguin’in mezarı, tablolarını yaptığı Fransız Polinezyası’nda, Tahiti’ye yakın Markiz adalarından Hiva Oa’da onunla aynı yerde gömülmek isteyen Fransız besteci, şair, yönetmen Jacques Brel’in (1929-1978) mezarından birkaç metre uzakta bulunuyor.
Radikal, 30.03.2011
|
BOSNA'DAKİ 600 YILLIK BLAGAY TEKKESİ, ASLINA KAVUŞUYOR
Bosna-Hersek'in Mostar kenti yakınlarında Osmanlı'nın bölgeyi fethinden yaklaşık 100 yıl önce kurulduğu düşünülen Blagay Alperenler Tekkesi, restore edilecek.
33 yıllığına Türklere ait Fidan Turizm'e devredilen tekkenin 100 yıl önce yıkılan imarethanesi ile misafirhanesinin ise eski mimarisine uygun olarak yeniden inşa edilmesi planlanıyor.
Hazırladıkları projenin kabul görmesi üzerine tekkeyi aslına uygun olarak restorasyon çalışması başlattıklarını söyleyen Fidan Turizm Genel Müdürü Ali Dokumacı, "Türk milleti olarak atalarımızın mirasına yeniden sahip çıktık, burası 33 yıl boyunca güzel ellerde hizmetine devam edecek." dedi. Tekkenin Türkiye ve Türk halkı için büyük önem taşıdığını ifade eden Dokumacı, Osmanlı'dan önce bu bölgeye gelerek yerleşen dervişlerin, İslamiyet'in güzelliğini yerel halka anlatarak, Bosna-Hersek'te Müslümanlığın halk arasında kabul görmesine sebep olduklarını kaydetti. Dokumacı, tekkenin, mevcut halinin hiç de iç açıcı olmadığını ve her an yıkılma tehlikesi yaşadığını belirterek, ayrıca gelen ziyaretçilere istenilen hizmetin verilemediğini ve dervişlik geleneğinin ne olduğunun anlatılamadığını söyledi. Mostar Müftüsü Seyid Smaykiç de Blagay Tekkesi'nin İslam mimarisinin, kültürünün ve ruhunun bir anıtı olduğunu belirterek, "Bu tekke, 600 yıldır burada yaşayan insanların karşılaştığı çeşitli sıkıntılarla baş edebilmeleri için güç kaynağı ve manevi bir sığınak olmuştu." dedi. Smaykiç, bu tekkenin Boşnak halkının manevi olarak hayatta kalmasının bir sembolü olduğunu vurguladı. Mostar İslam Birliği Meclis Başkanı Ramiz Yelovac ise tekkede kapsamlı bir restorasyon çalışması yapılacak olmasından dolayı çok mutlu olduklarını belirtti. Yelovac, "Bizim için çok önemli bir değer taşıyan bu tekkenin, yeniden eski sahiplerinde hayat bulacağına inanıyorum. Bu tekkeyi 600 yıl önce Türkler inşa etmişti, 600 yıl sonra yine Türkler restore ediyor. Bu bizim dostluğumuzun ve birbirimize kenetlenmemizin en güzel örneğidir." dedi. Her yıl 200 bin kişi tarafından ziyaret edilen tekke, ülkede görülmesi gereken en önemli yerlerden biri olarak gösteriliyor.
Zaman, 30.03.2011
|
 |
MARDİN'İN TURİZMDE HEDEFİ BÜYÜK
Tarihi ve
kültürel zenginliği ile son yılların gözde turizm
kentleri arasında gösterilen
Mardin,
gelecekte dünyada konuşulan bir kent olmak istiyor.
Son yıllarda artan turist sayısıyla turizmcinin
yüzünü güldüren Mardin,
2011 yılında 1.5
milyon turist ağırlamayı hedefliyor.
İl Kültür ve Turizm Müdürü Davut Beliktay, Mardin'e
geçen yıl 800 bini aşkın turistin geldiğini,
günübirlik ve inanç turizmiyle bu sayının 1 milyon
300 bini bulduğunu söyledi.
Mardin'in artık bir dünya kenti olduğunu, 2011
yılında inanç ve kültür turizmiyle 1.5 milyonun
üstünde turist beklediklerini belirten Beliktay,
şunları söyledi:
''Artan turizm potansiyeli karşısında iş adamları da
kente otel açmak için adeta sıraya girdi. Bunun
yanında pansiyonculuk da gelişmeye başlıyor.
Pansiyonculuk tarihi kentlerin göz bebeğidir. Çünkü
özellikle yabancı turistler tarihi yapılarda
konaklamayı tercih ediyor. O havayı solumak istiyor.
Ev pansiyonculuğunun gelişmesi ile teras keyfi
yaşamak isteyecek turistler gezinin tadını çıkarma
imkanı bulacak. Tarihi evi olanlar da turizmden bu
vesile ile en iyi şekilde yararlanmış olacak. Yerli,
yabancı ve günübirlik gelen konuklarla beraber 2011
yılında 1,5 milyonun üzerinde turist bekliyoruz.
Turizm işletme belgeli yatak kapasitesi bin 300,
kamu kurumları ve misafirhanelerle beraber belediye
belgeli toplam 2 bin 500 yatak kapasitemiz var. Bu
yıl yatak kapasitemiz de artıyor. Yatırım belgeli
işletmelerle beraber bu yıl bu rakam 3 bini geçecek.
Turizm sadece otellere değil, 32 tane sektöre can
veriyor. İnşaatından tutun gıdaya, giyime çimentoya,
taşa, sabuna, badem şekerine hepsine hayat
veriyor.''
Beliktay, 'Mezopotamya'nın Efes'i olarak tanımlanan
Dara antik kentinin gelecek yıl turizme açılmasıyla
Mardin'in turizm potansiyelinin daha da artacağını
belirterek, merkeze bağlı Dara Köyünde yapılan
kazılarda her gün yeni antik eser ve kalıntılara
rastlandığını bildirdi.
Dara'nın kamulaştırma sorununun olmaması nedeniyle
gelecek yıl turizme kazandırmayı planladıklarını
anlatan Beliktay, ''Nekropol alanı ve 2 tane
sarnıcımız 2012 yılında turizme açık hale gelecek.
Dara'daki kazı çalışmalarında geçen sene 200'ün
üzerinde taşınabilir kültür varlığı bulundu. Bu
ciddi bir turizm potansiyeli demek'' dedi.
Beliktay, komşu ülkelerle vizelerin kaldırılmasının
da turizmi çok olumlu etkilediğini, turist sayısında
geçen yıla göre yüzde 20 artış yaşandığını belirtti.
Yapı, 30.03.2011
|
NAPOLYON MÜZESİ, 3 SENE SONRA AÇILDI
 
 
Küba'nın başşehri Havan'daki Fransız ordusunun ünlü
komutanı Napolyon'un adına açılan müze yenilendi.
Napolyon döneminden kalma 800'e yakın sanat eserinin
bulunduğu müze ziyaretçilerine tarihsel şölen
sunuyor. Tarihi eserlerin birçoğu, Küba'yı terk eden
ve Fransız Devriminden sonra dönen Julio Lobo adlı
şeker baronu tarafından bir araya getirildi. Üç
yıldan fazla bir süredir bakıma alınan müze, yeniden
ziyaretçilere açıldı.
Türkiye Gazetesi, 30.03.2011
|
METROPOL PAROSOL, YENİ BİLBAO MU?

Metropol Parasol, Seville kenti için henüz bir
kültürel simge değil fakat Bilbao Guggenheim ile
yakından ilişkili olduğu kesin.

Jürgen Mayer H.'nin Metropol Parasol'ü resmi olarak
27 Mart 2011'de açıldı. Otoparktan kültürel bir
simge haline gelmiş Plaza de la Encarnacíon'un
gelişimine işaret eden Metropol Parasol, Seville
halkı için yeni bir kentsel merkez olacak. Bu, büyük
ölçekte parametrik tasarımın çarpıcı bir örneğini
yansıtıyor. (Projenin finansmanının yarısı Seville
kenti tarafından, diğer yarısı ise Avrupa'nın ahşap
yapı üzerine en büyük inşaat firması olan
FinnForest-Merk (FFM) tarafından sağlandı).

Metropol Parasol planı "muhteşem ahşap yapısı
ile" güneşliğin altında ve içinde bir arkeolojik
müze, market, yüksek plaza, birçok bar ve restoran
bulunduruyor. Aynı zamanda çatıda panoramik bir
teras bulunuyor.

Arkitera, Kaynak: Architizer, Çev.: Bahar Bayhan,
29.03.2011
|
"BOZKÖY, EN AZ TROYA KADAR ZENGİN"
Çanakkale’de bu
yıl 2.si gerçekleşen arkeoloji araştırmaları ÇOMÜ’de
düzenlenen 3 ayrı oturumda değerlendirildi. Onsekiz
Mart Üniversitesi Troya Kültür Merkezi’nde
gerçekleşen toplantıda; Doç.Dr. Rüstem Aslan’ın,
Bozköy civarında bulunan höyük hakkındaki ‘’
Schlieman iyi ki burayı bulamamış’’ sözü dikkat
çekti.
ÇOMÜ Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü tarafından 2. Arkeoloji Araştırmaları toplantısı, 18 Mart Üniversitesi Troya Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi. Prof.Dr. Sevim Bulunç’un anıldığı, üç oturumda gerçekleşen toplantıda, 2010 yılında yapılan çalışmalar paylaşıldı . Prof.Dr. Mete Tunçoku’nun "ÇOMÜ Arkeolojik Bölümü Kuruluş Öyküsü"nü anlattığı sabahki oturumda Prof.Dr. Nurten Arslan, Ayvacık Behramkale Assos kazıları hakkında geçen yıl yapılan çalışmaların sunumunu yaptı. Maydos Kilise tepe kazıları, Lapseki ve Yenice, Gönen yüzey araştırmaları, Çatalhöyük, Sumaki Höyük kazıları, İzmir Efes, Tire ve Ödemiş arkeolojik kazılarının genel değerlendirmelerinin yapıldığı toplantıya ÇOMÜ Arkeoloji bölümü öğrencileri de katıldı. Troas’ta bir Tunç Çağı Merkezi Bozköy Yüzey Araştırması’nı paylaşan Doç.Dr. Rüstem Aslan’ın, Bozköy civarında bulunan bir höyük hakkındaki ‘’ Schlieman iyi ki burayı bulamamış’’ sözü dikkat çekti. Heinrich Schliemann, 1873′te Truva hazinelerini yurtdışına
kaçırmasına vurgu yapan Doç.Dr. Rüstem Arslan, Tunç
Çağı'nın merkezine oluşturan Bozköy’de gün yüzüne
çıkarılan eserlerin en az Troya kadar büyük önem
taşıdığına dikkati çekti. Günün 3. oturumunda
arkeolojik kazılarda yer alan ÇOMÜ Arkeoloji bölümü
öğrencilerinin kazılarla ilgili değerlendirmeleri de
yeraldı.
Çanakale OLay, 29.03.2011
|
 |
EFES 148 YILDIR KAZ KAZ BİTMİYOR
Dünyanın en eski yerleşimleri arasında yer alan Efes antik kenti, 148 yıldan bu yana yerli-yabancı arkeologlar tarafından kazılıyor, ancak kentin henüz yüzde 20'si ortaya çıkarılabilmiş durumda.
İngiliz mimar Wood'un 1863 yılında ilk kazmayı vurduğu Efes'teki kazılar, günümüzde Avusturya Arkeoloji Enstitüsü Başkanı Sabine Ladstatter idaresinde hala devam ediyor. Türkiye'nin en uzun süre devam eden arkeolojik kazı alanı olarak kayıtlara geçen Efes'te bugüne kadar çok önemli yapılar gün ışığına çıkarıldı. Aslına uygun olarak ayağa kaldırılan yapılar arasında yer alan Antik Tiyatro, Agora, Celsus Kütüphanesi, Meryemana Kilisesi, Kuretler Caddesi, Yedi Uyurlar, Domotian Tapınağı, Yamaç Evler ve Artemis'i yılda 2 milyona yakın turist ziyaret ediyor.
Her yıl 2 milyona yakın yerli ve yabancı turist tarafından ziyaret edilen Efes antik kenti'nin ortaya çıkmasını mümkün kılan ilk kazıların tarihi 1863 yılına denk geliyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan alınan bilgilere göre, İzmir-Aydın demiryolunun inşası için yöreye gelen İngiliz mimar-mühendis J.T.Wood'un British Museum adına yürüttüğü kazılar 1874'e kadar sürdü. Antik dünyanın yedi harikasından biri olan Artemis Tapınağı'nın peşine düşen Wood, 1869'da tapınağın bazı kalıntılarına ulaştı. 1904 ve 1905'te İngilizlerin kazıları arkeolog D.G.Hogarth'la devam etti.
1895'te Viyana Üniversitesi arkeologlarından Otto Benndorf ile birlikte uzun soluklu kazılar başladı. Zaman zaman kesintiye uğrayan kazılar, 2. Dünya Savaşı'nın ardından aralıksız sürdü ve günümüzde, Avusturya Arkeoloji Enstitüsü Başkanı Doç.Dr. Sabine Ladstatter idaresinde devam ediyor. Kazılarda bugüne kadar çok önemli yapılar gün ışığına çıkarılırken, yapılar restorasyon çalışmalarıyla aslına uygun olarak ayağa kaldırıldı. Bu yapılar arasında antik tiyatro, agora, Celsus Kütüphanesi, Meryemana Kilisesi, Kuretler Caddesi, Serapis Tapınağı, Vedius Gimnasiumu, Yedi Uyurlar, Domotian Tapınağı, Pritaneium, Hadrian Tapınağı, Devlet Agorası, Yamaç Evler ve Artemis yer alıyor.
Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 29.03.2011
|
AYASOFYA'DA KULAKLIKLA TANITIM DÖNEMİ
Türkiye'nin
en çok ziyaret edilen müzelerinden
Ayasofya'da gürültü kirliliğini önlemek
amacıyla, Kültür ve Turizm
Bakanlığınca 1 Mayıs'tan itibaren 16 kişiyi (15
ziyaretçi 1 rehber) aşan gruplara, Headset (Seyyar
Mikrofon ve Kulaklık Düzeneği) kullanımı zorunlu
hale getiriliyor.
Uygulama kapsamında seyahat acenteleri ve belirtilen
sayıyı aşan gruplar sistemi kendileri temin
edebilecek ya da kişi başı 2.5 TL karşılığında
kiralayabilecek.
Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü (DÖSİMM)
Müdürü
Murat Usta, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
Ayasofya'da ses ve konuşmanın birbirine
karıştığı dönemin sona ereceğini söyledi.
Bakanlığın
Ayasofya Müzesi'ndeki gürültü kirliliğinin önüne
geçmek için 16 kişi (15 ziyaretçi ve rehber) aşan
gruplar için Headset (seyyar mikrofon ve kulaklık)
düzeneği kullanımını zorunlu hale getireceğini
anlatan Usta, uygulamanın 1 Mayısta başlayacağını
kaydetti.
Uygulama kapsamında tur rehberinin sesini
beraberindekilere bağırmadan, elektronik kulaklık
yardımıyla ulaştıracağını belirten Usta, şu
bilgileri verdi:
''Özellikle kruvaziyer gruplarında bu sorunla
karşılaşıyoruz. Orta yaşın üzerindeki kişilere
rehberler seslerini duyurmakta zorlanıyor.
Gruptakilerden bazıları kaybolabiliyor. Bu sistem
bütün sorunları ortadan kaldıracak. Rehber konuşacak
gruptakiler kulaklıktan duyacak. Aynı zamanda bir
yardım tuşu var cihazlarda, kulaklık sahibi
bastığında o frekanstan rehber kişinin nerede
olduğunu bulabilecek.
Temel hedefimiz gürültü kirliliğini önlemek. İlk
uygulamayı
Ayasofya'da yapıyoruz ve yaygınlaştırmayı
düşünüyoruz. Çok fazla ziyaretçi geliyor
Ayasofya'ya ve fiziksel koşulları itibariyle ses
akustuği var. 1 Mayıs itibariyle uygulama zorunlu
hale gelecek.''
Cihazların müzeden 2.5 TL karşılığında
kiralanabileceğini ya da seyahat acenteleri
tarafından temin edilebileceğini belirten Usta,
''Cihazların teknik özelliklerini belirledik. Bir
frekans aralığını anlaşmalı olduğumuz firmaya tahsis
ettik. Diğer kullanıcıların bu frekans aralığında
olmaması lazım. Seyahat acentelerinin cihazları
belirlediğimiz özelliklere uygunsa sorun yok,
değilse oradan kiralanabilir'' diye konuştu.
Müzede yeterli sayıda cihaz bulunacağını anlatan
Usta, şunları kaydetti:
''Binlerce cihaz bulunduracağız. Cihazlar 40 kanallı
olacak. Headset sisteminin geniş bir frekans aralığı
var. Grupların frekansı çakışması yaşanmaması için
kendilerine verilen frekans dışına çıkmamaları
gerekiyor.
Anlaşmalı olduğumuz firma cihazların bakımı ve
kullanımdan sonra kulaklık süngerlerinin
değiştirilmesinden sorumlu olacak. Kulaklıkların
süngerleri bir kez kullanıldıktan sonra
değiştirilecek. Bu uygulama dünyadaki birçok müzede
var. Amacımız müzeyi korumak ve ziyaret kalitesini
yükseltmek.''
Habertürk, 28.02.2011
|
KAYA MEZARLARI, DEFİNECİLERİN HEDEFİNDE
Ordu’nun Kabadüz İlçesi'nde Hellenistik döneme ait olduğu tahmin edilen kaya mezarlarının tescillenmemesi nedeniyle define avcılarınca tahrip edildiği bildirildi.
İlçenin Gümüşdere Köyü’nde ormanlık ve kayalık bir alanda bulunan yaklaşık 2 bin yıllık olduğu tahmin edilen kaya mezarlıklarının Ordu Müze Müdürlüğü’nce bilinmediği için tescillenmediği belirtildi. Gümüşdere Köyü sakinlerinden Serdar Şimşek yaptığı açıklamada, mezarların bulunduğu kayalar üzerindeki sembollerin define avcılarınca kırıldığını söyledi.
Mezarların çevresinde define avcıları tarafından kaçak kazılar yapıldığını öne süren Şimşek, “Sarp ve dik kayalıklarda bulunan mezarlara ulaşıldığında mezarların bulunduğu alan 2 metreyi aşkın yükseklikte ve etrafı taşlarla çevrili. Mezarlara ulaşmak için dar bir kapıdan geçiliyor. Kayalar üzerinde 2 adet bulunan mezarlıkların üçüncüsünün de var olduğu söylentisi tahribatlara neden oluyor. Mezarların çevresinde define avcıları çok sayıda kaçak kazı yapmış. Kazılarda bulunan küpleri parçalamışlar” diye konuştu.
Kabadüz Kaymakamı Engin Avcı ise Derinçay ırmağının doğu yakasında kalan mezarların Hellenistik dönemine ait olduğunun tahmin edildiğini kaydetti. Gümüşdere Köyü’nde bulunan kaya mezarlarının gün ışığına çıkartılmasının turizm açısından önemli olduğuna dikkat çeken Avcı, “Çok az kişi tarafından bilinen kaya mezarları oldukça eski döneme ait eserler. Bu eserler insanlara duyurulabilirse bölgedeki yayla turizmi çeşitlilik kazanır. Bölgenin doğal zenginliğine kültürel ve tarihi zenginliği de eklenirse bölge turizmi için mükemmel olur” dedi. Ordu Paşaoğlu Konağı ve Etnografya Müzesi yetkilileri de, mezarların bulunduğu alanda kadastro çalışmalarının yapılmadığını, bu nedenle mezarların tescillenmediğini bildirdi.
Denge Gazetesi, 28.03.2011
|
 |
ÜSKÜDAR'DA 140 YILLIK AHŞAP EVLER RESTORE EDİLİYOR

İstanbul'dan asırlar önce fethedilen Üsküdar'ın
tarihi dokusu yeniden canlandırılıyor. Semtin
silüetini oluşturan asırlık ahşap yapılar aslına
uygun olarak restore ediliyor. İstanbul Büyükşehir
Belediyesi Koruma Uygulama ve Denetim Müdürlüğü ile
Üsküdar Belediyesi'nin birlikte yürüttüğü çalışmayla
Cemil Meriç Sokak'taki 12 ahşap ev onarılıyor.
İstanbul Üsküdar'daki ahşap binalar aslına uygun
olarak onarılıyor. İcadiye Mahallesi Cemil Meriç
Sokak'taki 12 ahşap ev onarılarak sokak tarihi
geçmişini yeniden yansıtacak. Türk düşünce
dünyasının önemli isimlerinden Cemil Meriç'in adını
taşıyan sokaktaki örneğine nadir rastlanan 19.
yüzyıla ait binalar eski günlerindeki ihtişamını
yeniden kazanacak. Üsküdar Belediyesi ve KUDEB
işbirliği ile yapılan çalışmayla ahşap binalar eski
günlerine dönecek. Proje kapsamında ilk etapta 6
yapının restore edileceğini belirten mimar Birsen
Urtaç şu bilgileri verdi: "Haziran ayında ilk etap
tamamlanacak. Ahşap yapılar depreme dayanıklı
yapılar. Onarımları esnasında çürümüş, yıpranmış
taşıyıcı ahşap parçalar da yenisi ile
değiştiriliyor. Böylece daha güvenilir bir bina
yapılıyor."
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Koruma Uygulama ve
Denetim Müdürlüğü (KUDEB) ile Üsküdar Belediyesi'nin
birlikte yürüttüğü çalışma ile Cemil Meriç
Sokak'taki 12 ahşap ev onarılıyor. Üsküdar'da KUDEB
işbirliği ile kurulan Geleneksel Ahşap Eğitim
Atölyesi çalışmalarına başladı. Cemil Meriç
Sokak'taki tarihi açıdan olduğu kadar mimari
özellikleriyle de önemli olan ahşap binalar
onarılmaya başlandı. Binalardaki görsel kirlilikler,
çanak antenler, tabelalar kaldırıldı. Aslına uygun
olmayan detaylar değiştirildi. Yazar ve düşünür
Cemil Meriç'in isminin verildiği sokaktaki
çalışmalarda şimdiye kadar 2 ahşap yapının onarımı
tamamlandı.
Proje ile İstanbul'un ahşap Türk mimarisinde zamana
karşı ayakta kalabilmiş tarihi eserlerinin
onarılarak gelecek kuşaklara aktarımı sağlanıyor.
Ahşap işçiliğinin sürekliliği ve kalifiye insan gücü
oluşturulacak.Projenin en önemli amaçlarından biri
ise vatandaşlara sahibi oldukları 'taşınmaz kültür
varlıkları'nı onarmak istediklerinde teknik ve mali
konularda danışmanlık yapmak. Ayrıca maddi durumu
olmayan mülk sahiplerine onarımın her aşamasında
malzeme ve teknik uygulama desteği de sağlanıyor.
Cemil Meriç Sokak'taki yapıların mimarlık tarihi
açısından önemli olduğunu ifade eden KUDEB Müdürü
Şimşek Deniz ise proje tamamlandığında sokağın açık
hava mimarlık müzesi olacağını söylüyor. Aynı sokak
içinde nadir bulunan ahşap bina örnekleri olduğuna
dikkat çeken Deniz, "İstanbul'da 5 bin civarında
ahşap bina var ama bu sokakta her ev farklı bir
üslupla yapılmış. Bu yapılar 130-140 yıllık yapılar.
Tarz olarak da çok klasik tarza sahipler. Klasik
cumbalı, barok, rokoko yani eklektik birleşimden
meydana gelen mimari üsluplara sahip. Bu yüzden de
önemli bir çalışma." diye konuşuyor.
Zaman, Haber: Sevgi Korkut, 28.03.2011
|

|
ODUN DEPOSUNDA ROMA MEZARI
Sakarya'nın Geyve İlçesi'nde, Orman İşletme Müdürlüğü'nün odun deposunda yapılan zemin düzeltme çalışmaları sırasında geç Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen mezar bulundu. Sakarya Müzesi Müdürü Mürşit Yazıcı, gelecek hafta kurtarma kazısının yapılacağını bildirdi.
|
'KOMŞU'YU KARIŞTIRAN BELGESEL

Siyasetçiler, tarihçiler ve özellikle kilise, Sky
TV’de 8 bölümde yayımlanan ve Yunan ihtilalindeki
bir sürü ‘mito’yu çürüten belgesel dizi ‘1821’e ateş
püskürdü. Yunanlı, İngiliz, Hollandalı ve Türk
(Prof. Fikret Adanır) tarihçilerin yer aldığı
‘1821’de, Yunanlıların 4 asır boyunca Osmanlı
egemenliği dönemindeki yaşamı ile ilgili ‘resmi
tarih’e taban tabana zıt bir tablo çizildi.
Okullarda da okutulan ‘resmi tarih’ Yunanlıların
‘esaret altında büyük baskılara ve Osmanlı’nın
barbarlıklarına maruz kalarak yaşadıklarından’
bahsederken, dizide şunlar belirtildi:
Özellikle 15 ve 16. yüzyılda Yunanlılar çok
zenginleşti.
Dinlerine, okullarına kimse dokunmadı. Yunanlı
çocukların mağaralardaki ‘krifo sholio’da (gizli
okul) eğitildikleri yalandır.
Fatih Sultan Mehmet, Bizans hayranıydı.
Osmanlı’yı tek ilgilendiren şey vergilerin
toplanmasıydı.
Türk ile Yunanlılar birlikte yaşıyor, evlilikler
yapıyordu.
Türklerin olumlu hiçbir şey yapmayan barbar bir halk
olduğu iddiası gerçek dışıdır.
Yunanlılar geleneklerini değiştirmişlerdi.
Yemeklerini iskemlede değil, yerde yiyorlardı.
Kadınlar örtülüydü. Batılı giyinenler, Batılı
davrananlar hiç sevilmiyordu.
Osmanlı sayesinde, Yunanlı çiftçiler Hıristiyan
çiftlik ağalarının sömürüsünden kurtuldu.
İhtilal nasıl başladı?
‘Resmi tarihte’ ihtilalin başlatılması ‘haklı bir
davanın ilk kıvılcımı’ olarak gösterilirken,
ihtilale katılanlar ‘dağlara çıkan ve özgürlük ateşi
ile tutuşan kahramanlar’ diye tanıtılıyor.
Belgeselde bu iddialar çürütüldü:
Peloponez’de (Mora Yarımadası) ilk tepkiler
Osmanlı’nın vergileri arttırmasıyla başladı.
Yunanlılar fakirleşti. Vergi ödememek için ovaları
terk ederek Osmanlı devletinin zor ulaşabileceği
dağlık bölgelere yerleşti.
Dağlık kesimde yaşam zordu. Çünkü ‘kleftes’ler
(Yunanlı çapulcular) insanlara rahat nefes
aldırmıyordu.
Korku içindeki Yunanlıların imdadına Osmanlı
yetişti. Osmanlılar ve Yunanlılar birlikte
‘kleftes’leri yakalayıp öldürdü.
İlk isyanı kışkırtan, 1770’te Mani şehrine gelen Rus
çariçesinin adamları Orlof kardeşlerdi. Yunanlıların
büyük bölümü Orloflara kulak asmadı. Bu isyan
teşebbüsünde binlerce Yunanlı öldü, 20 bini de esir
alınıp köle olarak satıldı.
‘Ayıptır be!’
Reyting rekoru kıran ‘1821’ , Yunan parlamentosuna
konu oldu. Aşırı milliyetçi Laos partisi
milletvekilleri, belgeselin yalanlarla dolu olduğunu
iddia ederek, Yunan devlet TV’sinin (ERT) derhal
yeni belgesel çekmesini istedi. Selanik metropoliti
Anthimos ise “Utandım, ayıptır be” dedi. Dizinin
sponsorluğunu ise başkanını hükümetin atadığı
National Bank Of Greece’in (NBG) üstlenmesi de
tepkilere yol açtı.
‘Patrikhane ihtilali lanetlemişti’
Yunan resmi tarihi Osmanlı’nın Yunanistan’da önemli
bir kültür mirası bırakmadığı şeklindedir. Dizide bu
iddia da çürütülerek, 1832’de kurulan Yunan
devletinin Osmanlı’yı hatırlatan hemen her şeyi yok
ettiği vurgulandı.
Fener Patrikhanesi’nin Yunan ihtilalindeki rolü
hakkında ise dizide “Patrik 5. Grigorios ihtilali
lanetledi ve İpsilantis’i aforoz etti. Grigorios
aynı zamanda ‘Padişahın iktidarı Tanrı’nın emridir.
Buna karşı çıkan dinimize karşı çıkar’ dedi. Osmanlı
İmparatorluğu döneminde Patrikhane adeta
‘Hıristiyanların bakanlığı’ gibi hareket ediyordu.
Büyük imtiyazları vardı” denildi.
‘Yunanistan’da Türkleştirme yaşanmadı’
‘Resmi’ Yunan tarihinde Osmanlı döneminde
Yunanlıların ölüm tehdidi ile İslamlaştırıldıkları
iddia edilirken, belgesel dizide aksi görüş
savunuldu; “İsteyen din değiştiriyordu. Bunun
başlıca nedeni de ekonomik idi. Bazı Hıristiyanlar,
Müslümanların sahip oldukları ekonomik imtiyazlara
sahip olabilmek için din değiştirdi” denildi.
Mora’da büyük katliamlar oldu
Dizide Yunan ihtilalinin, 1789 Fransız ihtilalinden
etkilendiği ve eski Yunan medeniyeti hayranı
Batılılarca desteklenerek başlatıldığı anlatıldı.
Peloponez’de (Mora) isyan için bölgedeki Osmanlı
askerlerinin Ali Paşa isyanını bastırmak için
Yanya’ya gitmelerinden yararlanıldı.
Papazlar “İnançsız Müslümanları yok edin” vaazı
verdi.
Asırlarca iç içe yaşayan Yunanlılar, silahsız
Türklere saldırdı. Birkaç günde 20 bin Türk
öldürüldü.
Tripoliça’da büyük katliamlar işlendi. Kuşatmada
Türkler yiyecekleri bitince, köpekleri ve hatta
birbirlerini yemek zorunda kaldı. Kale zapt edilince
2 bin kadın ve çocuk kayalıklardan atıldı.
Peloponez’de nüfusun yüzde 10’u Türk idi. Onca asır
burada Türkler birbirleri ile Türkçe değil Yunanca
konuşuyordu. Geriye canlı tek bir Türk bile kalmadı.
Tripoliça’ya saldırı, ihtilalin sivil lideri Rus
çarının koruması Aleksandros İpsilantis’in kardeşi
Dimitris ile askeri lider Theodoros Kolokotronis’in
ganimet paylaşımı için anlaşınca gerçekleşti.
İhtilalde çıkar her zaman büyük rol oynadı. Asker
parayla toplatıldı. 1 aylık askerliğe 1 dönüm toprak
veriliyordu.
Radikal, Haber: Yorgo Kirbaki, 28.03.2011
|
İSTANBUL'UN İLK EFENDİLERİ

Yenikapı’daki Marmaray arkeolojik kazılarında
İstanbul’un tarihini değiştirecek yeni iki iskelet
çıktı. Uzmanlar ilk kez 8 bin 500 yıl öncesine ait,
çok iyi korunmuş ve değişik mimarisi olan iki mezar
bulmanın heyecanı içinde. Yenikapı’da iki yıl önce
de aynı döneme ait mezarlar bulunmuştu. Ancak yeni
mezarların yapısı ve çok korunaklı olmasından
hareketle iskeletlerin varlıklı kişilere ait olduğu
sanılıyor.
Yer, Yenikapı. 2004’te başlayan kazılarda bugüne
kadar batık gemiler, amforalar ve mezarlar dahil 40
bine yakın eser bulundu. Yaklaşık 200 işçi ve
onlarca arkeolog, antropolog hızlı ve dikkatli bir
çalışmanın içinde. 60 bin metrekarelik alan santim
santim kazılıyor. Yüzeyden 16 metre ve deniz
seviyesinden 9 metre derinlikte insanlık tarihinin
kökleri araştırılıyor. Kazı ekibi 40 gün önce iki
önemli buluntuyu gün ışığına çıkarmanın mutluluğu
içinde.
Kazı alanında üzeri beyaz çadırlarla örtülmüş 2
yerde ise çok daha önemli ve titiz bir çalışma
yürütülüyor. Arkeologlar, buldukları tarih ile onu
koruyan ‘kil’i kulak temizleme pamuklarıyla
birbirinden ayırıyor. Biyolojik antropoloji ve
prehistorya (tarihöncesi) uzmanı Dr. Yasemin Yılmaz
ve üç uzman arkadaşı 40 gün önce bulunan mezarlardan
birinin başucunda. Yasemin Yılmaz elindeki kulak
temizleme pamuğuyla büyük bir ağaç ahşap kütüğün
altındaki iskeletin dişlerindeki killi çamuru
temizliyor. Diğer arkeologlarsa normalde 15-20 yılda
yok olması gereken ancak bulunduğu ortamda doğal bir
koruyucu olan kil sayesinde M Ö 6500’lü yıllardan
günümüze gelen mezardaki ahşabın üzerinde dikkatle
çalışıyor.
Mimari açıdan bir ilk
İstanbul Arkeoloji Müzeler Müdürlüğü’nde görevli ve
2004’ten bugüne Marmaray kazılarından sorumlu Sırrı
Çömlekçi ile birlikte çadıra girdiğimde, Dr. Yasemin
Yılmaz, büyük bir heyecanla daha birkaç saat önce
mezarın altında yeni bir ahşap dikmenin bulunduğunu
müjdeliyordu. Mimari açıdan ilk kez böyle bir
mezarla karşılaştığını belirten Yasemin Yılmaz
heyecanla anlattı:
“Ahşap kullanımı çok farklı. Büyük bir yekpare ahşap
blok mezarın üzerine örtülmüş. Üç tarafında 70
santimetreye inen ahşap dikmeler var. Ve bu ahşaplar
günümüze kadar korunarak gelmiş. Bu, mezarın çok
derin açıldığını gösteriyor. Altında yeni buluntular
da olabilir. Kazılarda böyle bir mezar daha önce
bulunmadı. Bunlar Anadolu’nun en eski mezarları.”
‘Tarihöncesi yaşam’
Marmaray kazılarının alan sorumlusu olan arkeolog
Sırrı Çömlekçi de “Bulunan yalnızca mezar değil,
tarihöncesi yaşamın bir bölümü” diyor:
“İstanbul son dönemde hızla şehirleşirken
Yenikapı’nın şansı, Osmanlı’dan bu yana tarım
arazisi olarak kullanılması. Temeli derin olmayan
birkaç katlı binalar yapılmış. Bu nedenle
İstanbul’un en steril arkeolojik alanlarından biri
olarak kalmış. Mezarlar MÖ 6500 yılına ait.
Suriçi’nde ilk kez böyle büyük ve önemli bir buluntu
elde ettik. Belki de dünyada bir mezar ilk kez
tamamen, bütünüyle ahşabıyla birlikte bulundu.
Normal şartlarda ahşap 15-20 yılda çürür. Buradaki
ahşaplar çok iyi bir koruyucu olan siyah kil
sayesinde 8 bin 500 yıl öncesinden günümüze geldi.
Mezarların yanındaki eserlerin MÖ 6500 dönemine ait
olduğunu net olarak söyleyebiliyoruz. Bu mezarlar da
aynı döneme ait. Bunu biliyoruz. Karbon 14 testiyle
de net tarih ortaya çıkacak. DNA testi yapılınca da
bu insanların Anadolu’ya nereden geldiğine dair
kökenleriyle ilgili bilgiler edineceğiz.”
Marmaray kazılarının sorumlusu Sırrı Çömlekçi,
kazıların İstanbul’un tarihini değiştiren
nitelikteki önemini “İstanbul’un 2500 yıllık bir
tarihinden bahsediliyordu. Marmaray kazılarında eski
İstanbul’un 8 bin yıllık tarihi olduğunu ortaya
çıkardık. Dünyanın en büyük açık hava kazısı. Böyle
başka bir çalışma yok” diye özetledi. Çömlekçi
Türkiye’nin arkeolojiye bakışında son yıllarda
önemli gelişmeler olduğu görüşünde: “Kazılar
Marmaray projesinin en başında düşünüldü. Yani
tesadüfen eserler bulunup sonra kazı başlamadı. İlk
kez, yaşayan bir kentin içinde bu kadar büyük bir
arkeolojik kazı yapılıyor. Burada çıkarılan ve
çıkabilecek eserler İstanbul’un, Anadolu’nun nasıl
zengin bir tarihi olduğunun en büyük
göstergelerinden biri.”
İstanbul’un 40 bin eserlik ‘hazine’si
Yenikapı’daki arkeolojik kazılarda batık gemilerden
taraklara, amforalardan sandaletlere kadar 40 bine
yakın eser çıkarıldı.
Yenikapı’daki Marmaray inşaatının yanı başında süren
arkeolojik kazı yüzlerce çalışanla
gerçekleştirilirken neredeyse her gün yeni bir eser
gün ışığına çıkıyor. Batık gemiler, amforalar,
mezarlar gibi çıkarılan eser sayısı 40 bine
yaklaştı. Kazdıkça İstanbul’un ve Anadolu’nun ne
kadar köklü bir tarihe sahip olduğu ortaya çıkıyor.
Marmaray kazılarını bugüne kadar dünyanın dört bir
yanýndan arkeologlar ziyaret etti.
Avrupa ve Anadolu yakasını denizin altından
birbirine bağlayacak Marmaray’ın 2013’te hizmete
girmesi planlanıyor. İstanbul Büyükşehir
Belediyesi’nin yürüttüğü Metro ve Ulaştırma
Bakanlığı’na ait Marmaray çalışmalarına
Yenikapı’daki arkeolojik kazılar eşlik ediyor.
Kazılarda çıkan eserlerin en önemlileri arasında 36
batık gemi de var. Son bulunan iki gemi halen alanda
duruyor. Diğer 34 gemi ise Prof.Dr. Cemal Pulak ve
ekibinin yönetimindeki Bodrum’daki Uluslararası
Sualtı Arkeolojisi Enstitüsü’nün laboratuvarlarında
yeniden yapılandırılıyor.
Yenikapı’da son olarak bulunan iki çok iyi korunmuş
iskeletten önce çıkarılan bazı eserler şöyle:
Neolitik döneme ait üç hoker (cenin pozisyonu) mezar
ve sekiz de urne (ölünün yakılarak kemiklerin
doldurulduğu çömlek) biçiminde mezar bulundu.
Ölülere ait kemikler laboratuvarlarda incelenirken
son bulunan iki mezara ait çalışmalar halen alanda
devam ediyor. Geçmişleri neolitik çağlara dayanan
deri sandaletler, ahşap kaplar, taraklar, kaşıklar,
çanak çömlekler, amforalar, gemi makaraları,
çıpalar, metal aletler, heykeller, mimari
kalıntılar, terazi ağırlıkları gibi 40 bine yakın
eser.
Gül övgü düzdü Erdoğan yakındı
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül kazı alanını gezdikten
sonra hatıra defterine şöyle yazmıştı: “Ortaya çıkan
tarihi yerleri yerinde görmekten büyük memnuniyet
duydum. Kazı alanında bulunan ve İstanbul’un
muhteşem tarihini bir kez daha göz önüne çıkartan bu
yerlerin insanlığın çeşitli dönemlerine ait çok
önemli ipuçları vereceği ve bilim insanlarına ışık
tutacağı muhakkaktır. Buradaki çalışmaları yürüten,
onlara maddi manevi destek olan herkese teşekkür
ediyorum.” Başbakan Tayyip Erdoğan ise 26 Şubat
2011’de Marmaray inşaatını gezerken, projenin
hizmete girmesinin gecikmesiyle ilgili “Sürekli yok
arkeolojik şey, yok çömlek çıktı, yok şu çıktı, yok
bu çıktı ile önümüze engeller koydular” diye
yakınmıştı.
Radikal, Haber: Serkan Ocak, 27.03.2011
|
LİBYA'NIN PETROLÜN ARDINDA UNUTULAN TARİHİ: KİRENE
 
 
 
UNESCO’nun (Birleşmiş Milletler Eğitim,
Bilim ve Kültür Örgütü) dünya kültür mirasları
listesine aldığı antik Yunan kenti Kirene, on
yıllardan beri turizm alanında gösterilen
ihmalkarlığın sıkıntısını çekiyor.
Yeşil vadiler üzerinde Akdeniz’in
mükemmel manzarasını içeren, Yunan ve Roma
döneminden kalan sütunların yükseldiği antik kentte,
bugün keçi ve inekler otluyor.
MÖ yüzyılda Yunanlılar tarafından
kurulan ve ardından Roma’nın hükümdarlığa giren
antik kentin, ne koruyucu bariyerleri, ne hediyelik
eşya dükkanları ne de bu tür mekanlarda sıkça
bulunan geleneksel restoranları var.
Tersine, antik kent harabe halindeki
çirkin Şahaat Köyü ile çevrili.
Libya’nın doğusunda halk,
yaşadıkları bölgelere Kaddafi’nin devrimle iktidara
geldiği 1969’dan bu yana yatırım yapılmamasından
şikayetçi.
Şahaat’ta polis olan Hamdi Hamed,
“1969’daki devrimden bu yana burada her şey aynı.
Petrolde yatırım yapıldı ancak turizmde hiçbir adım
atılmadı” dedi.
Bugün, Libya’nın doğusu neredeyse
tamamen Kaddafi karşıtı isyancıların kontrolüne
girmiş durumda. Hamed, “Umuyorum ki sorunlarımızı
aştıktan sonra turizme devam ederiz. Petrol bir gün
bitebilir, ama turizm devam edecek” ifadesini
kullandı.
Dünya petrol üretiminin yüzde
ikisini karşılayan Libya’da, ülkenin doğusunda
yatırım olarak görülen tek şey petrol üretim
tesisleri. Turizm potansiyeli yüksek kıyı şeridinde,
turizm tesisleri, oteller ve restoranların sayısı
çok az.
Hellenistik dönemin en önemli
eserlerinden Kirene’nin yakınlarında, turistler için
tek bir tesis bile yok. Şahaat’ta yaşayan işsiz
Hamdi Bzeivi, “Birilerinin turizme yatırım yapmasını
istiyoruz. Bölgedeki birçok tarihi eser hala gömülü
halde” dedi.
Kirene harabelerinde, Roma
İmparatoru Marcus Aurelius’a adanan ikinci yüzyıldan
kalma bir kemer çöplerden kirlenmiş durumda. Bir
zamanlar Yunan trajedilerinin sergilendiği amfi
tiyatro, keçi toynaklarının izini taşıyor.
Kirene’de, Yunan felsefesinin
yayılmasına hizmet veren bir okulun kurulduğuna
inanılır. Ancak bugün, antik kentte düşünüp
taşınırmış gibi sesler çıkararak gezinenler geviş
getiren inekler.
Kaddafi güçleriyle isyancılar
arasında yaşanan çatışmalardan kaçan ve Şahaat’a
sığınan Ecdebiyeli Fatih El Fakri, “Bu gerçekten
utanç verici… Burası sizin tarihiniz ve keçiler
tarafından istila edilmiş durumda… Bir hükümetimiz
yok. Bu yüzden böyle bir yerin korunmasını nasıl
bekleyebilirsiniz?” dedi.
Hürriyet, 27.03.2011
|
10 MİLYON DOLARLIK PICASSO TÜRKİYE'DE

Dünyaca ünlü İspanyol ressam Pablo Picasso'nun
1991 yılında, 1. Körfez Savaşı sırasında Kuveyt
Müzesi'nden çalındığı belirtilen nü tablosu
Balıkesir'de ele geçirildi.
Alınan bilgiye göre, ünlü ressam Picasso'nun
Kuveyt Müzesi'nden çalınan bir tablosunun
Balıkesir'de satılacağı ihbarını alan İl Jandarma
Komutanlığı ekipleri, çalışma başlattı.
Çalıntı tablonun İstanbul'da bulunan Z.G.'de (41)
olduğu ve tabloya müşteri aradığını tespit eden
jandarma ekipleri, koordineli çalışmayla şüpheliyi
takibe aldı.
Zanlının, bir alıcıyla irtibata geçtiği ve tabloyu
satmak için İstanbul'dan otobüsle Balıkesir'e
geldiğini belirleyen güvenlik güçleri, Balıkesir
Şehirlerarası Otobüs Terminali'nde operasyon yaptı.
Otobüsten inen şüpheli, Picasso'ya ait çalıntı
olduğu belirtilen tabloyla yakalandı.
Ele geçirilen tablonun ilk incelemesinde, ceylan
derisi üzerine yağlı boyayla çizilen resmin ön
yüzünde "Picasso 1924" arka yüzünde ise Kuveyt
Müzesi'ne ait olduğunu belirten mühür ve yazılar
bulunuyor.
Resimde, oturur vaziyette çıplak bir kadın tasvir
ediliyor.
Balıkesir Müze Müdürlüğü yetkilileri, eserin piyasa
değerinin yaklaşık 10 milyon dolar olduğunu
bildirdi.
Jandarmadaki işlemleri tamamlanan zanlı Z.G, sevk
edildiği adli makamlarca tutuklandı.
Cnn Türk, 27.03.2011
******
PICASSO'NUN
'NÜ'SÜ SAHTE!
Balıkesir'de jandarmanın düzenlediği
bir operasyonla ele geçirilen ve dünyaca ünlü
İspanyol ressam Pablo Picasso'ya ait olduğu iddia
edilen nü kadın tablosunun sahte olduğu anlaşıldı.
Kültür Bakanlığı İzmir Devlet Resim ve Heykel Müzesi
Müdürlüğü'nde uzmanlar tarafından incelenen tablonun
sahte olduğu, düzenlenen raporla açıklandı.
Önceki gün Z.G. isimli şüpheli şahsın, müşteri
bulmak amacıyla İstanbul'dan Balıkesir'e getirdiği
Picasso'ya ait olduğu iddia edilen çıplak kadın
tablosunun, paha biçilemez değerde olduğu ve Kuveyt
Müzesi'nden çalındığı belirtilmişti. Balıkesir
Şehirlerarası Otobüs Terminali'nde jandarmanın
operasyonuyla yakalanan Z.G. tutuklanarak cezaevine
gönderildi. 3 gündür Kepsut F tipi Cezaevi'nde
tutuklu bulunan Z.G. bu kez de sahtecilik suçu
işlediği gerekçesiyle yargılanacak.
Akşam, Haber:
Olcay Özal, 30.03.2011
|
TARİHİ BİNALAR DÖKÜLÜYOR

Bursa'nın tarihi mekteplerinden 1891 yılında
inşa edilen Hürriyet'teki Ziraat Mektebi, İl
Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından kullanılmadığı
için yıkılmaya başladı.
Vakıflar tarafından
Sağlık İl Müdürlüğü'ne tahsis edilen ve Kanser
Tarama Merkezi olarak hizmet veren Muradiye
Medresesi'nin de kurşunları söküldü, çatısında
otlar bitti.
Bursa Kent Konseyi Tarihi Kültürel Miras ve
Çevre Grubu Başkan Vekili Ali Turan, tarihi
mekanların sorumluluk alabilecek kurumlara
teslim edilerek, müze gibi geçmişi günümüze
taşıyan fonksiyonlarda kullanılması gerektiğini
söyledi.
Muradiye'deki tarihi medrese binasında
asırlar öncesinden günümüze gelen orijinal İznik
çinileri bulunduğunu anlatan Ali Turan, şöyle
konuştu: "Turist otobüslerinin geldiği
Muradiye'de bu binayı Vakıflar Müzesi yaparak,
tarihi eşyaları sergilemek lazım. Vakıflar önce
medreseyi bir restorasyondan geçirmeli. Aslına
uygun olarak yeniden çatısındaki kurşunları
yaptırmalı. Kurşunları dökülen ve üzeri toprak
ve çimenlerle kaplanan çatının su almasını
engelleyecek şekilde yapılması lazım. Medresenin
külliye tarafındaki menfezler de kapatılmış.
Muradiye Külliyesi'nin restorasyonu çerçevesinde
Muradiye Medresesi drenajlarının da açılarak
tarihi yapı daha uzun yıllar kullanılabilecek
şekilde kurtarılmalıdır. Binayı rutubetten
kurtararak güzel bir fonksiyonla kullanılması
sağlanabilir.
Kanser Tarama Merkezi, şehrin merkezi bir
yerindeki yeni bir binada rahatlıkla faaliyetini
sürdürebilir."
Ziraat Mektebi'nin ise Osmanlı sultanlarından
günümüz Bursa'sına ulaşan nadir yapılardan biri
olduğunu anlatan Turan, şunları söyledi: "Bu
mektepte önemli ziraatçılar yetişti. Belediye
mektebin geçmişini kitap haline getirdi. Ancak,
binada kullanılan tarihi traktör ve derslerde
kullanılan aletler nerede? Bunlar şeklinde,
Milli Eğitim Müdürlüğü'nün öncülüğünde dizayn
edilerek sergilenmeli."
Bursa Valisi Şehabettin Harput'un tarihi
eserler konusundaki hassasiyetini takdirle
karşıladıklarını belirten Ali Turan, "Bu
binaları kamuoyunun gündemine getiriyoruz. Bu
tarihi yapılara sahip çıkılmasını bizzat
valimizden bekliyoruz" dedi.
Bursa Olay, 27.03.2011
|
ADNAN ÇOKER'İN TABLOSUNA 1 MİLYON 200 BİN TL
Beyaz Müzayede, 2011’in ilk müzayedesini dün Conrad
Hotel’de gerçekleştirdi. 100’ü aşkın sanatçının 292
eserinin satışa sunulduğu müzayedenin satış rekoru
kıran eseri Adnan Çoker’e aitti.
Çoker’in en
büyük
ebatlı eserlerinden (180x360 cm) biri olan
“Retrospektif I”i müzayedede 1-1.5 milyon TL fiyat
aralığıyla satışa sunuldu. Sanatçının beyaz fona
yaptığı tek eseri olan tablo 1 milyon 200 bin
TL’ye satıldı. Müzayedede Burhan Dogançay’’ın “Four
Red Ribbons On Black” tablosu 500 bin TL, “Opera”
adlı eseri 250 bin TL, Ömer Uluç’un “Denizalti”sı
375 bin TL, Ferruh Basaga’nin “Soyut Kompozisyon”u
ise 225 bin TL’ye alıcı buldu. 10 milyon TL’nin
üzerinde satışın yapıldığı müzayedeyi Aziz
Karadeniz yönetti.
Milliyet, 27.03.2011
|
|
"AKM DEĞİL, AKP YIKILSIN"
Kültür ve Sanat
Emekçileri Sendikası (Kültür Sanat-Sen) üyesi bir
grup, "27 Mart Dünya Tiyatro Günü" dolayısıyla
Beyoğlu’nda Muammer Karaca Tiyatrosu önünde
toplandı. Grup adına açıklamayı tiyatro oyuncusu
Orhan Kurtuldu yaptı. Kurtuldu, Muammer Karaca
tiyatrosunun yıkılmak istendiğini belirterek, "Acaba
Genco Erkal, orada oynadığı için mi yıkılmak
isteniyor? Yoksa rant için mi yıkılmak isteniyor"
dedi.
Konuşmanın ardından tiyatro oyuncusu Defne Halman,
eyleme katılamayan Genco Erkal’dan gelen bir mesajı
okudu. Konuşmaların ardından grup üyeleri Muammer
Karaca tiyatrosunun önünden slogan atarak ellerinde
"AKM neden kapalı?", "AKM değil,
AKP yıkılsın" pankartları taşıyarak Atatürk
Kültür Merkezi önüne kadar yürüdü. Yürüyüşe oyuncu
Tarık Akan, Ali Poyrazoğlu ve
DİSK eski başkanı Süleyman Çelebi de katıldı.
Yürüyüş sırasında grup üyeleri çeşitli tiyatro
gösterileri de sundu. AKM önüne gelen grup burada
olaysız bir şekilde dağıldı.
Hürriyet, Haber: Uğur Can - Uğur Alaattinoğlu,
27.03.2011
|
KAZISI İPTAL EDİLİNCE BAKANI PROTESTO ETTİ
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay,
Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde Avusturya
Büyükelçiliği tarafından kendisine verilen Büyük
Altın Şerit Şeref Madalyası takdim töreninden
ayrılışında protesto gösterisi ile karşılaştı.
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya
Fakültesinde öğretim üyesi olan Vedat İdil, Bakan
Günay’ın programın bitiminde yanına yaklaşarak
arkeoloji konusunda hazırladığı kitabını verdi. İdil
daha sonra kazılarının sona erdirildiğini
belirterek, Bakan Günay’a sesini yükseltti ve basın
mensuplarının önünde beraber açıklama yapmak
istediğini söyledi.
Bunun üzerine Bakan Günay da açıklama yapmak
istemediğini belirterek, “Burada değil, sonra.
Benimle uğraşma zararlı çıkarsın” şeklinde karşılık
verdi. Günay, konuya ilişkin gazetecilerin soruları
üzerine şunları söyledi:
“Beni kızdıran bir şey olmadı. İçeride ve dışarıda
ister Türk arkeoloji uzmanları olsun ister yabancı
arkeologlar olsun herkesin daha verimli, daha uzun
süreli, daha yüksek kaynaklarla çalışması
gerektiğini söylüyorum. Buna uymayan yabancı
arkeoloji enstitülerini uyardım ve kazılarını iptal
ettiğim gibi buna uymayan yerli akademisyenleri de
uyarıyor ve kazılarını iptal ediyorum. Herkes bu
sonuca katlanacak.”
Hürriyet Ankara, 27.03.2011
|
BİNAYA SAHİP ÇIKILMASI YETMEZ, KÜLTÜR KORUNMALI

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi Halkbilim Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr.
Mustafa Muhtar Kutlu, tarihi evlerin korunmasının
yetmediğini belirterek, “Evde söylenen, türküye,
maniye, karagöze, meddaha, kısacası üretilen sözlü
kültüre, somut olmayan kültüre bakılmamıştır” dedi.
İlkadım Kız Teknik Öğretim ve Olgunlaşma
Enstitüsü’nün düzenlediği “UNESCO Kültürel Mirasın
Korunması Çalışmaları ve El Sanatları” konulu
konferansa konuşmacı olarak katılan Kutlu, UNESCO
tarafından hazırlanan Türkiye’nin de imzaladığı
Somut Olmayan Kültürel Miras (SOKÜM) Sözleşmesi ve
sözleşmenin içeriği ile ilgili bilgiler verdi.
Somut olmayan kültürel mirası, insanlığın binlerce
yıllık yaşam biçiminin bugüne ulaşan kalıntıları,
düğün, doğum, ölüm gibi geçiş dönemlerinde üretilen
uygulamaları toplumsal ve kültürel ürünler olarak
tanımlayan Kutlu, kültürel mirasın korunması
konusunda insanların bilinçlendirilmesi gerektiğini
söyledi.
Kültürün korunmasının yalnızca sahiplenmekle,
patentini almakla, kültür mirasları listesine
girmesini sağlamakla olmadığını ifade eden Kutlu,
şunları kaydetti:
“Araştırmacılar yıllarca somut kültür miraslarını
korumuşlardır. Mesela Safranbolu Evleri korunmuştur
ancak o evlerin içinde geçenlere bakılmamıştır. Evde
söylenene, türküye, maniye, karagöze, meddaha,
kısacası üretilen sözlü kültüre, somut olmayan
kültüre bakılmamıştır. Bu yanlış neyse ki fark
ediliş ve somut olmayan kültürün korunması gerektiği
anlaşılmıştır. Somut olmayan kültürün korunması
içinde UNESCO tarafından SOKÜM Sözleşmesi
hazırlanmıştır.”
Hürriyet Ankara, 27.03.2011
|
19 YÜZYILLIK BAŞI KOPARIP ALDILAR

Aydın Müzesi Müdürlüğü bahçesinde sergilenen,
Antik Yunan'ın en önemli ozanlarından
Homeros'un
Odysseia destanında dile getirdiği
Skylla Macerası'nın anlatıldığı "Skylla
Başlığı"nın köşesinde yer alan erkek figürüne ait
baş kırılarak çalındı. Polis, bu çok kıymetli eserin
yurt dışına çıkışını önlemek için tüm sınır
kapılarını uyardı. Hırsızların yakalanması için
operasyonlar devam ediyor.
Türk arkeologlarının uzun yıllar süren
çalışmaları sonucunda
Manesia Örenyeri'nde bulunan
MS 2. yüzyıla ait
"Skylla
Başlığı"
Aydın Müzesi Müdürlüğü bahçesinde uzun yıllardır
sergileniyordu. Söz konusu baş daha önce kazı ekibi
tarafından onarılmış ve metal bir aksamla yerine
oturtulmuştu. Çalınan baş yaklaşık 20 santimetre
boyutunda.
"Skylla
Başlığı" olarak tanımlanan bloğun ön ve iki yan
yüzlerinde acanthus (Antik Yunan mimarisinde sütun
başlarını süslemek üzere kullanılan bir bitki)
yapraklarından oluşan bir bant ve bu bantın üzerinde
figürler yer alıyor. Başlığın yan yüzeyindeki
tasvirler özdeştir. Bu yüzlerde ayaklarını başlığın
arkasına doğru uzatmış biri sol diğeri sağ koluna
dayanmış olarak yatan birer Nereid bulunuyor.
Nereidler dizlerinin alt kısmını örten giysiye ait
kumaş kıvrımlarını kırılmış olan kollarına
dolamışlardır. Başlarının üzerinde birer istiridye
bulunmaktadır. Kırık olan kollarını arkalarında
duran ve sol yan yüzdeki kırılmış olan yunus
balığına uzatmaktadırlar. Başlığın ön yüzünde,
ortada, cepheden tasvir edilen bir kadın figürü yer
almaktadır. Bu kadın figürünün başı ile yana açtığı
kollarından biri de 2001 yılında koparılarak
çalınmıştı.
Eski Yunan'da,
Homeros'un yazdığı varsayılan iki büyük
destandan biri olan
Odysseia, Yunanlılar'la Truvalılar arasındaki
savaş üstüne Yunanlılar'ın anlattığı bir dizi efsane
ve öyküden oluşur. Destanın kahramanı Odysseus,
Skylla adlı altı kollu bir canavarla sık sık
karşı karşıya gelir.
Habertürk, Haber: Nihat Uludağ, 27.03.2011
|
2 BİN 100 YILLIK
BİRLİKTELİK KAZIYA ORTAYA ÇIKTI
Muğla’nın
Yatağan İlçesi'ndeki Stratonikeia antik kentindeki
kazı çalışmaları sırasında, yaklaşık 2 bin 100
yıllık olduğu tahmin edilen mezarda gömülü karı-koca
iskeleti bulundu.
Pamukkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Stratonikeia antik kenti Kazı Başkanı Doç.Dr. Bilal Söğüt, Aa muhabirine yaptığı açıklamada, Eskihisar Köyü'ndeki Stratonikeia antik kentinde 2008 yılından beri arkeolojik kazı, araştırma, koruma ve onarım çalışmalarında ciddi anlamda ilerleme kaydedildiğini belirterek, ‘Kazı çalışmaları sırasında yaklaşık 2 bin 100 yıllık olduğu tahmin edilen mezarda gömülü karı-koca iskeleti bulduk. Mezar içerisinde 2 testi, 2 kase, 2 gözyaşı şişesi ve 2 adet gümüş sikke bulundu. Eserler, Muğla Müzesi yetkililerine teslim edildi’ dedi.
Kazı Başkanı Söğüt, Mezarın Stratonikeia’nın 600
metre kuzeyinde antik kentin bir mahallesi olan yel
değirmeni mevkinde yapılan kurtarma kazılarında
bulunduğuna işaret ederek, ‘Bulunan mezar ve mezar
içerisinde bulunan eserler bizi heyecanlandırdı.
Mezarın orta gelirin üstünde bir aileye ait olduğunu
düşünüyoruz. 2011 yılı kazı çalışmalarında da bu
alanda çalışmalarımız devam edecek’ diye konuştu.
Haberler.com,
26.03.2011
|
A.Ü. BÖLGE TARİHİNİ GÜN IŞIĞINA ÇIKARIYOR
Atatürk Üniversitesi’nden sanat tarihçileri,
coğrafyacılar ve epigraflardan oluşan bir ekip,
Erzincan Kemah Kalesi’ndeki gizli tarihi gün yüzüne
çıkaracak. Kazı ekibi başkanlığını ise, Sanat
Tarihçisi Prof.Dr. Hüseyin Yurttaş yapacak.
Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat
Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Hüseyin
Yurttaş, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın izniyle
Erzincan Kemah Kalesi’nde kazı çalışması yapacak. Bu
yaz dönemi boyunca yürütülecek olan kazı
çalışmalarına, sanat tarihçilerinin yanı sıra,
arkeologlar, coğrafyacılar ve epigraflar da
katılacak.
Konuyla ilgili olarak bir açıklama yapan
Prof.Dr. Hüseyin Yurttaş, Kemal Kalesi’ndeki kazılara çok
kısa bir süre sonra başlayacaklarını bildirdi.
Bölgenin, geçmişte birçok medeniyete beşiklik
ettiğini, tıpkı Erzurum gibi, Erzincan’ın da tarihe
dair derin izler taşıdığını anlatan Yurttaş, Kültür
ve Turizm Bakanlığı’nın özel izniyle Kemah
Kalesi’nde arkeolojik kazı yapacaklarını bildirdi.
Atatürk Üniversitesi’ndeki akademisyenlerden oluşan
bir kazı ekibinin, yaz sezonu boyunca Kemah
Kalesi’nde çalışma yapacağını anlatan Yurttaş,
ekipte sadece sanat tarihçilerinin bulunmayacağına
dikkati çekerek, “Kazı çalışmalarında bizlere
coğrafyacı, arkeolog ve yanı sıra epigraflar da
eşlik edecek. Uzman bir kadroyla
gerçekleştireceğimiz kazı çalışmalarıyla, Kemah
Kalesi’nde önemli tarihi bulgulara ulaşmayı
hedefliyoruz.” diye konuştu.
Kemah Kalesi’nde yapılacak olan kazı
çalışmalarıyla, kalenin tarihi ve yerleşimi hakkında
bilgilere ulaşmayı hedeflediklerini dile getiren
Yurttaş, bu çalışma ve sonuçları itibariyle de,
Atatürk Üniversitesi’nin de bölgeye önemli bir katkı
sağlamış olacağını ifade etti.
KEMAH KALESİ
İlçe merkezinin hemen üst kısmında yalçın
kayalar üzerine kurulmuş bulunan bu kalenin hangi
tarihte ve kimler tarafından inşa edildiği hususu
kesin olarak bilinmemektedir.Ulaşılması mümkün
omayan bir kaya üzerine inşa edildiği için,eski
kavimlerin hepsi bu kaleyi almaya ve bu yolla
heybetli ve emniyetli bir üsse sahip olmaya
çalışmışlardır.
Eski devrin kralları bu kaleye hep “Gayri kaabil-i
teshir (alınamaz)” gözi ile bakmışlar.Kaleye
Ani,Brana, Gamahha ve Berberi Zemin kalesi adları
verildiği görülür.Kalenin ilk kullanılışı ve bu
amaçla tabii durumunun elverişli hale getirilişi İlk
Çağlar’a dayanır.Bugünkü sur kalıntılarının büyük
bir kesimi ise Orta Çağ’a aittir.Kalenin esas
ihtişamı, bizzat kurulduğu tabii kütlenin
niteliğinden kaynaklanmaktadır.Öyle ki bilehare
yapılan taş örme surlar ve sair yükseltici unsurlar
olmasa dahi,tabii haliyle bile üzerindeki kişileri
dış tehlikelere karşı emniyette tutulabilmesi mümkün
gibidir.Yaklaşık 7-8 bin metrekarelik kale
alanı,halen dört yanının binlerce sene evvel tabii
aşınmalarla bütün cepheleri keskin uçurumlardan
oluşan duvarlara sahiptir. Bu aşındırmada batı
yönünden akan Fırat ve doğu yönünden gelerek, kuzeyi
çevreleyip Fırat ırmağına kuzey-batı köşesinde
karışan Tanasur Çay’ının büyük etkisi olmuştur.
Özellikle Tanasur Çay’nın binlerce senelik aşındırma
gücü, kale alanını teşkil eden bölümle;bu bölümü
batı ve kuzeyden çevreleyen ikinci bir dağ
bölümünü,kale’nin ikinci bir tabii suru haline
getirmiştir.
Erzurum Gazetesi, Haber: Samet Özünal,
26.03.2011
|
20 - 26 Mart 2011
|
RESTORE EDİLMEYEN EVLER
İSTİMLAK EDİLECEK
Antalya'nın Alanya İlçesi'nde bulunan tarihi evlerin
restore edilmesi için belediye mülk sahiplerine yazı
gönderdi ve evlerin restore edilmemesi halinde
kamulaştırılacağını duyurdu.
Alanya Belediye Başkanı Hasan Sipahioğlu, ilçede
tarihi nitelik taşıyan ve restore edilmeyi bekleyen
tescilli evlerin aslına uygun restore edilmesi için
çalışma başlatıldığını söyledi. İlçede, 130'u tarihi
Alanya Kalesi'nde olmak üzere tescilli toplam 210 ev
bulunduğunu anlatan Sipahioğlu, bu evlerden 56'sının
sahipleri tarafından restore edildiğini, 17'sinin
restorasyon projesinin onaylandığını, 4'ünün basit
onarım gördügünü, 4'ünün restorasyon projesinin de
hazırlanmakta olduğunu bildirdi. Geriye kalan 129
evin de restore edilmesini amaçladıklarını belirten
Sipahioğlu, birinci derece sit alanı olan Alanya
Kalesi'ndeki evlerin restorasyonuna daha da önem
verdiklerini söyledi. Sipahioğlu, UNESCO Kültür
Mirası Listesi'ne aday gösterilen tarihi Alanya
Kalesi'ndeki tescilli evlerden 33'ünün restore
edildiğini ve 97'sinin restore edilmeyi beklediğini
kaydetti.
Taşınmaz Kültür Varlığı olarak tescil edilmiş
evlerin restorasyonu konusunda mülk sahiplerine yazı
yazdıklarını anlatan Sipahioğlu, restorasyan yapacak
ekonomik gücü olmayanların ya da restore etmek
istemeyenlerin evlerinin zaman içerisinde
kamulaştırılacağını söyledi. İlçe merkezinde acil
restore edilmesi gereken 3 ev bulunduğunu, bunların
sahiplerine Nisan ayının sonuna kadar süre
verildiğini hatırlatan Sipahioğlu, "Nisan sonuna
kadar bu evlerin restorasyonuna başlanmadığı
takdirde evleri kamulaştıracağız ve biz restore
edeceğiz" dedi.
Sipahioğlu, 2005 yılında yapılan düzenlemeye göre,
2868 Sayılı Koruma Kanunu'nun 15. Maddesi'nin, bu
evlerin kamulaştırılmasına izin verdiğini
hatırlatarak ilçedeki tescilli evlerin zaman
içerisinde önem ve aciliyet sırasına göre
kamulaştırılacağını bildirdi.

İl Özel İdaresi'ne yatırılan emlak vergilerinin
yüzde 10'unun, bu tür kamulaştırma ve restorasyon
çalışmaları için ilgili belediyeler tarafından
kullanılabildiğini de vurgulayan Sipahioğlu, şu
bilgileri verdi:
"Bu kaynak ve yasal zemin sayesinde ilçemizde
bulunan tescilli evlerin hepsini tek tek
kamulaştırarak restore edeceğiz. Alanya'nın
kültürünü, tarihini yansıtan bu evleri önemsiyoruz.
Bir çok vatandaşımız maddi imkansızlıktan ya da
başka sebeplerden restorasyon çalışması yapmıyor. Bu
yüzden belediye olarak olaya el koyduk. Bu evlerin
tamamını restore etme veya ettirme konusunda
kararlıyız. Nitekim bu çerçevede, Alanya Kalesi
eteklerinde bulunan bir evi, geçtiğimiz günlerde
sahibinin de rızasını alarak 110 bin liraya
kamulaştırdık. Bu evde restorasyon çalışmalarına
önümüzdeki günlerde başlayacağız. Şehir merkezinde
bulunan ve oldukça kötü durumda olan ancak muhteşem
mimariye sahip 3 evin kamulaştırma işlemine de,
sahibi restorasyan çalışmasına başlamadığı takdirde
Nisan ayının sonunda başlayacağız. Geri kalan tarihi
evleri de ekonomik imkanımız ölçüsünde ve önem
sırasına göre önümüzdeki yıllar içerisinde
kamulaştırıp restore edeceğiz."

Sipahioğlu, evlerini restore etmek isteyen
vatandaşların kendilerinden yardım istemesi halinde,
ellerinden geleni yapacaklarını ve her türlü desteği
vereceklerini de sözlerine ekledi.
Türkiye Gazetesi, 26.03.2011
|
 |
İNSANLAR KUZEY AMERİKA'YA DAHA ÖNCE GELMİŞ
Günümüzde radyokarbon tarih testi, Kuzey Amerika'nın Clovis işgalini 13.500 ile 13.350 yıl öncesine olduğunu gösteriyordu. Ancak Texas'ta bir arkeolojik alanda bulunan taştan yapılmış aletler, insanların Kuzey Amerika'ya tahmin edilenden 2.500 yıl önce gelmiş olabileceğini gösteriyor. Texas A&M Üniversitesinden Michael R. Waters'ın başkanlığında, yapılan araştırmada bulunan binlerce insan yapımı aletlerin 13.200 ile 15.500 yıl önce yapıldığı tahmin ediliyor. Science dergide yer alan habere göre, Austin yakınlarındaki Buttermilk Creek kompleksinde yerin 1.5 metre altında bulunan yerleşim yerinden 15.528 alet bulundu. Bunlar arasında bıçak, kazıyıcı, baltalar da bulunuyor.
Türkiye Gazetesi, 26.03.2011
|
MOLLA FENARİ CAMİİ VE
TÜRBESİ RESTORE EDİLECEK
Bursa evliyalarının piri
ve Osmanlı Devleti'nin ilk şeyhülislamı Molla Fenari
Hazretleri'nin camii ve türbesi elden geçiriliyor.
Çalışmalar kapsamında Bursa Büyükşehir Belediyesi,
caminin altındaki iki ev ile tarihi hazirenin üst
kısmındaki 3-4 bina ve büyük bir arsayı
kamulaştırdı. Üç Kozlar Camisi ile araç ulaşımı
olmayan Molla Fenari Camii'nin üst kısmına bir yol
bağlantısı açılarak ziyaretçilerin rahatça
ulaşımlarına imkan sağlanacak. Bursa Valiliği de İl
Özel İdare marifetiyle caminin, bahçesindeki
kabirlerin ve şadırvanın tamiratını gerçekleştirerek
ziyaretleri kolaylaştıracak. Vali Şahabettin Harput,
Bursa'nın kültür ve medeniyet zenginliği bakımından
dünyada kıskanıldığını belirterek, şu bilgileri
verdi: "İhalesini yaptık, inşallah birkaç ay içinde
bu çalışmaları başlatıyoruz. 2011 yılı içerisinde
bitirerek, Molla Fenari Hazretleri'nin adına layık
bir düzenleme gerçekleştireceğiz."
Zaman, 25.03.2011
|
ANTİK VAHŞETİN KURBANLARI MSYONERLER

Muğla’nın
Bodrum İlçesi’nde, Gümüşlük’ten yürüyerek
geçilen dünyaca ünlü
Tavşan Adası’ndaki kazılarda kilise kalıntıları
arasındaki mezarlarda bulunarak gün ışığına
çıkarılan ve Bodrum Sualtı Müzesi’nde koruma altına
alınan kafatasları üzerine çakılan çivilerin sırrı
anlaşıldı.
Uludağ Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Başkanı olan kazı başkanı
Prof.Dr. Mustafa Şahin, yapılan tespitlere göre, MS
3’üncü yüzyıla etiketlenen mezarlardaki
kafataslarının, Hristiyanlığı yaymak için
görevlendirilen 40-45 yaş arasındaki misyonerlere
ait olduğunu ve beden iskeletlerinin bulunmadığını
belirtti.
Bodrum’a bağlı Gümüşlük beldesinde Uludağ
Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin
başkanlığında,
Kültür ve Turizm Bakanlığı Temsilcisi Necmi Erol
denetiminde devam eden ’Antik Myndos Kentini
Kurtarma Kazıları’ kapsamında, sahilden 150 metre
yürüyerek geçilen Tavşan Adası’nda geçen yıl ağustos
ayında bulunan çivi çakılmış sekiz ayrı
kafatası üzerinde
Burdur Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nde
antropologların da katılımıyla yapılan incelemeler
sonuçlandı.
Kazı Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin, Tavşan
Adası’nda kilise kalıntıları arasındaki mezarlarda
bulunarak gün ışığına çıkarılan ve Bodrum Sualtı
Müzesi’nde koruma altına alınan kafatasları üzerinde
yapılan araştırmalarda, vahşetin gözler önüne
serildiğini söyledi. Yapılan tespitlere göre, MS
3’üncü yüzyıla etiketlenen mezarlardaki
kafataslarının 40-45 yaş arasındaki kişilere ait
olduğunu ve beden iskeletlerinin bulunmadığını
belirten Prof.Dr. Şahin, şunları söyledi:
"Geç Antik Dönem’e ait olan kafataslarında
yapılan incelemelerde, esir alınan insanların
kafalarına çivi çakılmak suretiyle öldürüldükleri,
daha sonra başlarının kesildiği ve ibreti alem olsun
diye büyük bir olasılıkla halka gösterildiği ve
gömüldüğü ortaya çıktı. Romalılar döneminde
Hristiyanlığı yaymaya çalışanlara uygulanan
zulüm ve vahşet gözler önüne serildi."
Adada yapılan kazı çalışmalarında farklı mezar
kalıntılarına da rastlandığını, ancak bunların henüz
açılmadığını ifade eden Prof.Dr. Mustafa Şahin, "Bu
mezarların ve vahşetin devamı olabilir diye
düşünüyoruz.
Hristiyanlık tarihini aydınlatacak daha detaylı
bilgilere ulaşma fırsatını yakaladık. Bu nedenle
kazı alanını koruma altına alarak geçişleri
yasakladık. Çalışmalar tamamlanıp Tavşan Adası
turizme açıldığında muhtemelen önce Hristiyanların
büyük ilgisini çekecek ve yoğun bir şekilde dini
ziyaretler başlayacak" dedi.
Bu arada, Tavşan Adası’ndaki mezarlardan birinde
bulunan kuru fasulye benzeri taneler üzerinde
yapılan bilimsel araştırma da tamamlandı.
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla
Bitkileri Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Murat
Özgen, bu tanelerin hayvanların sindirim
sistemlerinde meydana gelen bozukluklarda ilaç
olarak kullanılan bir bitki olduğunu söyledi.
Bitkilerin çok iyi korunmuş durumda olduğunu anlatan
Prof.Dr. Özgen, "Tanelerin, döneminde bulunan ve
zehirli olarak bilinen, ancak başta atlar olmak
üzere, birçok büyükbaş hayvanın sindirim
sistemindeki bozukluklarda kullanılan bir bitki
olduğunu tespit ettik. Bu tespitlerimizi önümüzdeki
aylarda yazacağımız kitapta daha detaylı olarak
açıklayacağız. Hayvanlarda ilaç olarak kullanılan
tarihin en eski bitkilerinden biri olması nedeniyle
önemli bir çalışma olarak değerlendiriyoruz" diye
konuştu.
Milliyet, Haber: Yaşar Anter, 25.03.2011
|
SEVSEREK HAN'DA KAZI
Kültür ve turizm
varlıklarının koruma altına alınıp turizme
kazandırılması çalışmaları kapsamında merkeze bağlı
Yaygın'da bulunan ve 13. yüzyılda inşa edilmiş olan
Sevserek Han'da temizleme kazısına başlanacağı
açıklandı.
Valilikten bu konuda şu bilgi verildi:
"Valiliğimizce sürdürülen kültür ve turizm
varlıklarımızın koruma altına alınarak ilimiz
turizmine kazandırılması yönündeki çalışmalar
kapsamında, ilimizin önemli tarihi yapılarından olan
ve hazırlık çalışmaları tamamlanan Sevserek Han’da (
Çifte Han) temizlik kazısına başlanacaktır.
İlimiz Merkeze bağlı Yaygın beldesi sınırları
içerisinde yer alan ve 13. YY’da inşa edilmiş
Sevserek Han’ın rölöve, restitüsyon ve restorasyon
projelerine esas teşkil edecek “temizlik kazısı”
çalışmalarına başlanacaktır. Malatya Koruma,
Uygulama ve Denetim Bürosu (KUDEB) başkanı Levent
İskenderoğlu koordinatörlüğünde yürütülecek kazı
çalışmaları, Doç.Dr. İsmail AYTAÇ’ın kazı bilimsel
başkanlığında, Fırat ve Adıyaman Üniversitelerinden
uzmanların katılımıyla gerçekleştirilecektir.
Yaklaşık 1.400 m² alanda yapılacak olan temizlik
kazısı, Kültür ve Turizm Bakanlığı temsilcisi Ziya
Kılınç’ın gözetiminde ve Malatya Kudeb’de görevli
arkeolog ve sanat tarihçilerinden oluşan bir ekibin
iştirakiyle sürdürülecektir.
İlimizden Nemrut Milli Parkı'na ulaşım yolu üzerinde
bulunan Sevserek Han ve aynı güzergahta bulunan 2.
Sevserek Han, Görkhan, Tepehan, Yandere Han, Çat
Han, Taşkale Han gibi Selçuklu kervansarayları; bu
yolun tarihi kervan yolu niteliğini günümüze taşıyan
değerli eserlerdir. Sevserek Han’da başlanacak ve 2
ayda bitirilmesi hedeflenen kazı çalışmalarına
paralel olarak, bu kervansaraylarda da çevre
temizliği, bilgi tabelaları konulması ve koruma
çatılarının yapımı gibi eserlerin “görünür ve
korunur” kılınmasına dönük çalışmalar da
sürdürülecektir. Bu çalışmaların tamamlanması ile
Nemrut Milli Parkı güzergahının “tarihsel kervan
yolu” kimliğinin günümüze taşınmasında ilk adım da
atılmış olacaktır.
Hazırlık çalışmaları tamamlanarak 26 Mart 2011
Cumartesi günü saat 14:00 yapılacak törenle
başlanacak olan Sevserek Han temizlik kazısı, bu
güzergahta bulunan tarihi yapıların ilimiz turizmine
önemli bir değer olarak kazandırılmasının ilk
etabını oluşturmaktadır."
Malatya Haber, 25.03.2011
|
İŞTE BAKANLIĞIN SAVAŞ AÇTIĞI 'İNÖNÜ PROJESİ'

Kültür Bakanlığı’yla 3 No’lu Koruma Kurulu,
İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Beşiktaş yönetimi
arasında İnönü Stadyumu’nun genişletilmesiyle ilgili
iki yıldır süren ‘soğuk savaş’, bakanlığın konuyu
Anıtlar Yüksek Kurulu’na taşımasıyla iyice gün
yüzüne çıktı. Şimdi gözler Anıtlar Yüksek Kurulu’nun
eski stadın yıkılarak Beşiktaş Stadı Kompleksi’ni
neredeyse iki katına çıkaracak plan değişikliğini
onaylayıp onaylamayacağında. Bu arada bakanlık, plan
değişikliğinin yasalara aykırı olarak onayladığını
iddia ettiği ve kararın gözden geçirilmesi için iki
kez ikaz ettiği Koruma Kurulu üyeleri hakkında da
soruşturma açtı.
İtiraz genişletilmesine
Kamuoyunda bilinenin aksine bakanlığın statla ilgili
temel itiraz noktası, stadın yıkılıp yeniden
yapılmasına değil; stat kompleksinin genişletilerek
içerisinde 70 yataklı butik otel, alışveriş
üniteleri, kafe, restoran, kapalı yüzme havuzu,
sauna gibi yeni ünitelerin ilave edilmesine… Çünkü
bakanlık bu ünitelerin sportif faaliyetten çok
ticari olduğu kanaatinde. Ve sit alanına yapılacak
bu tür uygulamaların diğer yapılaşmaların önünü
açacağı düşüncesinde. BJK Stadı, şu anda 755 Ada,
1-2 parsellerinde yaklaşık 50 bin metrekarelik bir
alanı kapsıyor. Yeni plandaysa bu alana stadın hemen
üstündeki, belediyeye ait 768 ada, 13 parsel ilave
ediliyor. İşte otel, sauna, alışveriş üniteleri ve
otopark da ilave edilecek bu alana yapılması
planlanıyor.
Otoparka da itiraz
Yine bakanlık stadın zeminine yapılacak olan katlı
otoparka da şiddetle itiraz ediyor. Stadın kontur ve
gabarisinin yani stadyumun dış hatlarının ve
yüksekliğinin değişecek olması da bakanlık ile BJK
yönetimini karşı getiren maddelerden biri. Çünkü
stadın dış alanının genişlemesi ve yüksekliğinin
artması başta Dolmabahçe Sarayı olmak üzere Saat
Kulesi ve Bezm-i Alem Valide Sultan Camii’nin
siluetini bozacak.
Saray da tehlikede
Beşiktaş Stadyumu’nun genişlemesine sadece Kültür
Bakanlığı değil; Dolmabahçe Sarayı’nın bağlı
bulunduğu TBMM de karşı çıkıyor. TBMM’nin konuyla
ilgili bakanlığa yolladığı yazıda şöyle deniyor:
“Stadyum için hazırlanan veya hazırlanacak
projelerde stadyumun büyütülmesinin, taban kotunun
düşürülmesinin veya yükseltilmesinin Dolmabahçe
Sarayı’nın deniz tarafından görünüşünün olumsuz
etkilenmesinden endişe duyulduğu, hazırlanan veya
hazırlanacak projenin mevcut stadyumun altından ve
yakınından geçen kanallara ait alt yapıyı bozup
bozmayacağının irdelenmesi gerektiği, projelerle
ilgili koruma bölge kurulu görüşmelerinde bu
hususların dikkate alınması.”
35 milyon euro gelir hedefi
Stat başlandıktan sonra 18 ayda tamamlanacak.
İnşaata Mayıs 2011’de başlanması bekleniyor.
Yap-işlet-devret modeli öngörülüyor.
120 milyon euroya mal olması bekleniyor.
Kulüp, stattan yıllık 35 milyon euro gelir
hedefliyor.
Beşiktaş’ın bugünkü stat geliri 14 milyon euro.
Stadın kapasitesi yaklaşık yüzde 25 oranında
arttırılacak. Şu an 30 bin 700 kişilik kapasite 42
bine çıkacak.
İnönü Stadı’nın etrafı tamamen camla kaplanacak.
Stadın üstünde camdan bir kubbe yapılacak, bu
panelin iklim şartlarına göre açılıp kapanabileceği
söyleniyor.
Şu anda 40 locanın bulunduğu stadın yeni halinde
loca sayısı 120’ye çıkarılacak.
İnönü Stadyumu tescilli eser
Beşiktaş İnönü Stadyumu, 78 pafta, 755 ada, 1 ve 2
parsellerde yer alıyor. Stadın, Meclis-i Mebusan
Caddesi’ne bakan cephesi özgün mimari ve tarihi
durumundan dolayı 2005’te Koruma Kurulu tarafından
tescil edilmiş. Aynı zamanda stadyumun bulunduğu
bölge, anıtsal, tarihsel ve doğal değerlerin bir
araya geldiği koruma alanı içinde.
Tartışmalı kurul kararı
Koruma Bölge Kurulu’nun 26/01/2010 tarihli ve 4139
sayılı kararıyla kabul edilen stadyumunun içinde
bulunduğu 1/5.000 ölçekli
Beşiktaş-Dolmabahçe-Ortaköy Koruma Amaçlı Nazım İmar
Planı notlarında; “Planda belirlenen Kentsel ve
Bölgesel Spor Alanında (İnönü Stadyumu) korunması
gerekli taşınmaz kültür varlığı stat yapısının
kontur ve gabarisi değiştirilmeksizin mevcut
kullanımına devam edilebileceği gibi, sergi - konser
salonu, açık ve kapalı sergileme birimleri,
konferans salonu vb. gibi kültürel tesis alanı
olarak da kullanılabilecektir” hususuna yer
veriliyor. İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisinin
15/10/2010 tarihli 1/5.000 ölçekli Koruma Amaçlı
Nazım İmar Planı plan notlarında; “755 ada, 1-2
parsellerin bir kısmı, 768 ada, 13 parselin bir
kısmıyla tescil dışı alan, açık ve kapalı spor
tesisleri alanı, kültürel tesis alanı ve zeminaltı
katlı otopark alanıdır. Spor faaliyetlerine yönelik
konaklama tesisi, spor kulübüne hizmet edecek idari
bürolar yer alabilir. Ayrıca, kafe, restoran,
alışveriş üniteleri, cimnastik salonu, kapalı yüzme
havuzu, sauna vs. yapılabilir” ifadesi yer alıyor.
Bu karar Kültür Bakanlığı’nın tepkisine yol açtı.
Kararın düzeltilmesini isteyen Kültür Bakanlığı
koruma kurulu üyeleri hakkında soruşturma başlattı.
Radika, 25.03.2011
|
OVAÖREN'DE SARAY
KALINTILARI ARAŞTIRILACAK

Gülşehir’e bağlı Ovaören
Kasabası'nda, 2 yıl önce başlatılan Yassıhöyük
kazısının bu yılki bölümünde antik döneme ait saray
kalıntılarının bulunmasına yönelik çalışmaların
yapılacağı bildirildi.
Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Doç.Dr. Süleyman Yücel Şenyurt yaptığı açıklamada, Temmuz ayı içerisinde başlatılması planlanan bu yılki kazı çalışmalarının Ağustos ayı sonuna kadar sürdürülmesinin hedeflendiğini söyledi. Şenyurt, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Gazi Üniversitesi desteği ile gerçekleştirilen kazılarda, bu güne kadar höyüğün güney batısında yer alan surlarda sondaj çalışmaları yapıldığını, yaklaşık 6 metre yüksekliğinde ve 4 metre genişliğinde sur duvarlarına rastlandığını bildirdi.
Hitit döneminde
yapıldığı belirlenen surların, Demir Çağı’nda iki
kez onarım gördüğünü ve sur yapılarının da MÖ. 8.
yüzyılda hüküm süren Tabal Krallığı’na ait olduğunun
belirlendiğini kaydeden Şenyurt, höyükte yapılan
kazılar sırasında Demir Çağı’na ait mekanlar ortaya
çıkarıldığını ifade etti.
Şenyurt, kazılarda demir
ok ucu, pişmiş toprak ağırşak, ağırlık, kemikten
yapılmış biz ve iğne gibi taşınır kültür
varlıklarının bulunduğunu da ifade ederek, kazı
çalışmalarında, Demir Çağı’nda da yoğun yerleşime
sahne olan surlarla çevrili kentin gerek Hitit
İmparatorluk gerekse Geç Hitit Dönemi’nde özellikle,
Tabal Krallığı’na bağlı önemli kentlerden biri
olduğuna dair bulgulara rastlandığı kaydetti.
Şentürk, bu yılki kazı çalışmalarında Antik döneme
ait idari merkezi veya saray bölümüne ulaşarak ve
burada bir yazılı belge bulma umudu taşıdıklarını
belirterek, bunun ortaya çıkması halinde bölgede
yaşanılan tarihi süreci daha net bir şekilde öğrenme
imkanı bulmayı arzu ettiklerini vurguladı.
Gülşehir Medya,
24.03.2011
|
BİTLİS'TE TARİHİ ESERLERİN ONARIM ÇALIŞMALARI DEVAM
EDİYOR
Vali Nurettin Yılmaz, Bitlis'te turizme
yönelik önemli projeler başlatıldığını belirterek,
tarihi eserlerin onarımı için çalışmaların devam
ettiğini söyledi.
Yılmaz, Bitlis'in, tarihi eserleriyle adeta bir
yeryüzü cenneti konumunda olduğunu ifade etti.
Bitlis Kalkınma Vakfı, Bitlis Valiliği ve
Bitlis Eren Üniversitesi işbirliğiyle
gerçekleştirilen Bitlis Kültür ve Turizm Formu
bilgilendirme toplantısı, rektörlük binasında
yapıldı. Programda konuşan Bitlis Valisi
Nurettin Yılmaz, ilde turizme yönelik önemli
çalışmalar başlatıldığını belirterek, tarihi
eserlerin onarıldığını ifade etti. Vali Yılmaz,
şöyle dedi: "Hatibiye ve İhlasiye Medresesi,
El-Aman Hanı, camiler, Bitlis ve Ahlat
Kalesi'nde onarımlar yaptık. Ahlat Selçuklu
Mezarlığı ile ilgili çalışmalar yaptık. Bugün
önemli bir kısmının bakım ve onarımı yapılmış.
Özellikle kale restorasyonlarının acilen
bitirilmesi lazım. Bitlis'te Beşminare
semboldür. Fakat tarihi Ulu Camiimizin içi
fayanslarla döşenmiş. Bunun yakın tarihte
ihalesini yapıp, camiyi onarıma alacağız.
Şerefiye Camii'nin onarımı devam ediyor. Bunlar
ilimiz için çok önemli.''
Eren Üniversitesi Rektör Yardımcısı
Prof.Dr.
A. Mükremin Apaydın da Bitlis'in turizmine
dikkat çekmek, turizmde yer alan kurum ve
kuruluşları toplamak, turizmin sadece deniz, kum
ve güneşten ibaret olmadığını, bunun yanında,
turizmi tarihi kültürel olarak da yansıtmanın
amaçlandığını belirtti.
Zaman, Haber: Ahmet Adıgüzel, 24.03.2011
|
TARİHİ GÜVERCİNADA SURLARI TAMİR EDİLECEK
Aydın'ın Kuşadası İlçesi Güvercinada'daki tarihi surları restore edilecek. Çalışmanın maliyetinin yüzde 70'i, Aydın İl Özel İdaresi tarafından karşılanacak.
Konuyla ilgili olarak Aydın Valisi Hüseyin Avni Coş başkanlığında yapılan toplantıya İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Halil İbrahim Aktemur, İl Genel Meclisi Başkanı Akan Evren, İl Kültür ve Turizm Müdürü Nuri Aktakka, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürü Mehmet Yılmaz katıldı.
Toplantıda, belediyeler tarafından İl Özel İdaresi'ne yapılan başvurulardaki projeler görüşüldü. Koruma Kurulu'nun bu projelere destek oranı yüzde 49'la sınırlıyken Vali Coş, bazıları için özel yetkisini kullanarak yüzde 70’e çıkardı. Ayrıca tarihi Güvercinada surlarının onarımına karar verildi. Osmanlılar tarafından 1834 yılında yaptırılan kaleyi çevreleyen 2,5 metre yüksekliğindeki surların bazı bölümleri yıkılma aşamasında. Mora ayaklanması sırasında adalardan gelebilecek saldırılara karşı ileri karakol niteliğinde yapılan kule ve surlar, bugün Kuşadası’nın simgelerinden biri. Her yıl yerli ve yabancı binlerce turistin ziyaret ettiği surların onarılmasıyla adanın eski görünümüne kavuşması bekleniyor.
Turizm Gazetesi, 24.03.2011
|
 |
MÜZELERE 'SHOPPING FEST' AYARI

Kültür ve Turizm Bakanlığı ve İstanbul
Valiliği himayesinde 19 Martta başlayan ve 26 Nisana
kadar sürecek “İstanbul Shopping Fest” kapsamında,
kentteki müzelerde yaz saati uygulaması öne alındı.
Kente gelen yerli ve yabancı turistlerin
İstanbul'un zenginliklerini görmelerine imkan
sağlayacak uygulamayla müzelerin kapanış saati 19.00
olarak belirlendi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Döner Sermaye İşletmesi
Merkez Müdürlüğü (DÖSİMM) Müdürü Murat Usta yaptığı
açıklamada, “İstanbul Shopping Fest”in alışveriş
tarafının çok fazla öne çıkarıldığını belirterek,
kültür ve turizm yönünün göz ardı edildiğini
söyledi.
Festival kapsamında AVM'lerin geç saatlere kadar
açık kalacağını, yerli ve yabancı markaların yanı
sıra geleneksel alışveriş noktalarında da indirim
olanakları sağlanacağını anlatan Usta, “Festival
alışverişle sınırlı değil. Bu çerçevede sokak
şenlikleri, konserler, gösteriler, çocuklara özel
oyunlar ve oyuncaklar, müzik etkinlikleri, partiler,
yarışmalar, moda gösterileri, defileler ve
çekilişler yapılacak” dedi.
Konunun bir başka boyutunun da kültür ve turizmle
ilgili olduğunu dile getiren Usta, şunları kaydetti:
“Festivalin kamuoyu yansımasında çoğunlukla
alışverişten bahsedildi. Elinde poşetler olanlara
mikrofonlar tutuldu. Shopping Fest'in tek amacı
alışveriş değil. Bu bir proje ve alışveriş bunun
parçası. Amaç ziyaretçilere
İstanbul'u tanıtmak, kentin kültürel
zenginliklerini görmelerini sağlamak.
Belki gelenler için de durum böyledir. İnsanlar bir
kente sadece alışveriş yapmak ya da bir mağazayı
gezmek için gelmez diye düşünüyorum. Şehrin
sokaklarında dahi dolaşsalar bu turistik bir
faaliyettir. Medya işin bu yönüne vurgu yapmadı.”
Bu amaçla müzelerdeki yaz saati uygulamasını
festivale gelen konukları da düşünerek
İstanbul'da öne aldıklarını belirten Usta,
“Festival Kültür ve Turizm Bakanlığının ana
sporluğunda bir proje. Bakanlığın da amacı
İstanbul'u gelen konuklara tanıtmak. Biz de buna
destek olmak amacıyla kentteki müzelerimizin kapanış
saatlerini 17.30'dan 19.00'a aldık. 29 Martta
saatler bir saat ileri alınacak uygulama onunla da
örtüşecek” diye konuştu.
Usta, uygulamanın müzelerin ziyaretçi sayılarına
olumlu yansıyacağını düşündüklerini ifade ederek, bu
tür etkinliklerin her yönüyle değerlendirilmesinin
önemine dikkati çekti.
Hürriyet, 24.03.2011
|
 |
UNESCO RAPORU'NDA YENİ HALİÇ KÖPRÜSÜ'NE 4 M İTİRAZI
UNESCO'nun 'Dünya Kültür Mirası'nda yer alan İstanbul'un doğal doku ve tarihi görüntüsünün bozulmaması isteniyor. Bu amaçla kente gelerek bir dizi araştırmalarda bulunan UNESCO heyeti, 50 metre yapılması planlanan Haliç Metro Geçiş Köprüsü'nün direklerinin 3-4 metre indirilmesini rapor etti.
Toplumların kültürel mirasını korumak amacıyla kurulan Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü'nün (UNESCO), temmuz ayında Brezilya'da yapılan dönem toplantısında İstanbul'u tehlike altındaki miras listesine almaması sevindirmişti. Ancak uluslararası örgüt, kent yöneticilerine yapılması gereken bazı ödevler verdi. Bunların en dikkat çekeni, bu yıl bitirilmesi planlanan yeni Haliç köprüsüyle ilgili. Raportörler, 50 metre olan köprü direklerinin 4 metre düşürülmesini istedi. Raportörler, sene başında İstanbul'a gelerek Haliç Köprü Geçişi ile ilgili bir dizi çalışma yaptı. Kent genelinde yaptıkları inceleme ve görüşmelerin ardından İstanbul'un kaderini belirleyecek olan raporu hazırlayarak UNESCO'nun Fransa'nın başkenti Paris'teki merkezine gönderdi. Heyetin sunduğu İstanbul raporu, Paris'te üst düzey UNESCO yetkilileri tarafından incelendikten sonra bu sene Bahreyn'de yapılacak 35. dönem toplantısında komiteye sunulacak. 21 ülke temsilcisinden oluşan Dünya Mirası Komitesi üyeleri raportörlerin görüşleri ve sundukları maddeler doğrultusunda Bahreyn'de İstanbul'un 'Dünya Kültür Mirası' listesindeki durumu masaya yatırılacak. Büyükşehir Belediyesi mühendisleri yaptıkları statik ölçümler sonucunda Haliç Köprü direklerinin uzunluğunu 50 metreye kadar indirdi. Raporda uzmanların köprü direklerinin uzunluğu hakkındaki görüşünün ise mevcut durumdan 3-4 metre indirilmesini istedikleri öğrenildi. İsminin açıklanmasını istemeyen üst düzey bir yetkili, raportörlerin köprünün yapılmasına karşı olmadığını, sadece daha aşağıya indirilmesini istediklerini belirtiyor.
Zaman, Haber: Yasin Kılıç, 24.03.2011
|
KISA GÜNÜN KARI BÖYLE OLUR
Bolu Emniyet Müdürlüğü'nce yapılan operasyonda, 353
bakır sikke, 12 şamdan parçası ile 2 mermer heykel
başı ele geçirildi.
Bir ihbarı değerlendiren Kaçakçılık ve Organize
Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, tarihi
eser kaçakçılığı yaptıkları ileri sürülen T.D. ve
F.T'nin ev ile iş yerinde arama yaptı. Arama
sonucunda, tarihi değeri bulunduğu öğrenilen 353
bakır sikke, 12 şamdan parçası, 2 mermer heykel başı
ile 1 Karadağlı marka toplu tabanca ele geçirildi.
Olayla ilgili T.D. ve F.T.
gözaltına alındı. Eserlerin hangi döneme ait
olduğunun belirlenmesi konusunda incelemenin sürdüğü
bildirildi.
Bolu Olay, 24.03.2011
|
|
HİTİT UYGARLIĞI MERKEZİ
KURULDU
Hitit Üniversitesi
bünyesinde, “Hitit Uygarlığı Uygulama ve Araştırma
Merkezi” kuruldu.
Hitit Üniversitesi
Rektörü Prof.Dr. Serdar Kılıçkaplan, üniversite
bünyesinde oluşturulan merkezin Anitta Otel’de
düzenlenen tanıtım toplantısında yaptığı konuşmada,
üniversite olarak Hititlerin evrensel düzeyde temsil
edilmesi için 13 Ekim 2010′da Yükseköğretim Yürütme
Kurulu kararıyla Çorum’da Hititlerin araştırılacağı
bir merkezin kurulmasının ilk adımını attıklarını
belirtti.
Kılıçkaplan, Hitit
araştırmalarının önemli bir yönünü oluşturması
beklenen Hititoloji bölümünün açılması için de
çalışmalar yürüttüklerini anlattı.
Merkezin, Hititlerin
uygarlık tarihindeki yerini, tarihini, dilini,
sanatını ve arkeolojisini araştıracağını, aynı
zamanda danışmanlık hizmeti vereceğini ifade eden
Kılıçkaplan, “Hititler denilince ilk akla gelen kent
olan Çorum’a Hititler’in araştırılacağı bir merkez
kazandırmak göreve ilk geldiğim günden beri
hayalimdi” dedi.
Hitit Uygarlığı Uygulama
ve Araştırma Merkezi Müdürü Arkeoloji Bölümü Öğretim
Üyesi Prof.Dr. Ahmet Ünal ise Fen-Edebiyat Fakültesi
binasında hizmet verecek merkez için kısa sürede
yeni bir bina yapılacağını söyledi.
Türkiye’de Hititoloji
alanında çalışma yapmak isteyenlerin
yararlanabileceği bir arşiv olmadığını kaydeden
Ünal, “1936 yılında kurulan Hititoloji bölümü, 75
yıl geçmesine rağmen kendisine bir arşiv
oluşturamamıştır. Hititler’i araştırmak için ilk
olarak tam teşekküllü bir arşive ihtiyacımız var. En
büyük hayalim böyle bir merkezi bir gün Hititler’in
başkenti Hattuşa’da kurmak ve dünyanın dört bir
yanından öğrencilerin o merkezde çalıştığını görmek.
Maalesef Hititler’i yeterince sahiplenemedik. Hala
en kıymetli Hitit tabletleri Almanya’da. Türkiye’de
çivi yazısını kullanabileceğimiz bir yayınevi yok.
Bu merkezle bir boşluğu kapatmak istiyoruz” diye
konuştu.
Toplantıda, ayrıca
Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi Rektör Yardımcısı
Prof.Dr. Erksin Güleç, Ankara Üniversitesi Öğretim
Görevlisi Yrd. Doç.Dr. Sedat Erkut, Çorum Müze
Müdürü Dr. Önder İpek tarafından “Hititler Yurduna
Geri Dönüyor ve Hititler ile Türkiye” konulu bir
panel yapıldı.
Hürriyet, 24.03.2011
|
|
ÜÇ HEYKEL ELE GEÇİRİLDİ
Denizli'de yapılan bir operasyonda, üç adet heykel
ele geçirildi. Denizli İl Jandarma Komutanlığı
ekipleri tarafından kültür ve tabiat varlığı
kaçakçılığı yaptığı tespit edilen kişilere yönelik
operasyon düzenlendi. Aracın içinde bulunan iki
şahıs yakalanırken arabada yapılan aramada 3 adet
heykel ele geçirildi. İki şahıs daha sonra
çıkarıldıkları adli makamlarca tutuksuz yargılanmak
üzere serbest bırakıldı.
Denizli Kent Haber, 24.03.2011
|
TARİHE YAZIK OLUYOR
ÇOMÜ
Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğretim üyesi
Yrd. Doç.Dr. Muhammet Erat, Dardanos Tepesi'nde
bulunan topların bazılarında oksitlenmeler ve
çürümelerin meydana geldiğini belirterek, topların
etrafının da çöp ve otlarla kaplı olduğunu
söyledi.Dardanos Bataryası'nın, Çanakkale
Savaları'nda büyük bir öneme sahip olduğunu
anımsatan Erat, 18 Mart 1915'te Deniz Zaferi'nin
elde edilmesinde burada görevli kahraman subay ve
erlerin büyük katkısının olduğunu bildirdi.
Anayurt Gazetesi,
23.03.2011
|
|
3 MİLYON EURO'YA SATILAN HEYKEL SAHTE ÇIKTI
Fransa'nın başkenti Paris'teki Drouot müzayede salonunda, Pazartesi günü yaklaşık 3 milyon Euro'ya satılan bir Maya heykelinin sahte olduğu anlaşıldı.
Meksikalı yetkililer yaptığı açıklamada, Maya uygarlığına ait olduğu öne sürülen ve bir tanrıyı temsil eden 156 santimetrelik heykelin, aslında bu dönemde yapılmış bir heykel olduğunu belirtti.
Meksika Dışişleri Bakanlığı ile Meksika Ulusal Antropoloji ve Tarih Enstitüsü'nün (INAH) ortaklaşa yayımladığı yazılı açıklama, INAH uzmanları tarafından incelenen sözkonusu heykelin, Maya uygarlığına ait olmadığı gibi, Meksika'da İspanyolların gelişinden önce yaşamış herhangi bir başka uygarlığa da ait olmadığının belirlendiği ifade edildi.
Açıklamada, Fransız makamlarının, Fransa'daki Meksika büyükelçiliği aracılıyla haberdar edildiği de belirtildi.
Habertürk, 23.03.2011
|
2500 YILDIR YAŞAYAN KENT: SANA

2 bin 500 yıllık geçmişiyle dünyanın en eski yaşayan
kentlerinden biri olarak kabul edilen Yemen'in
başkenti Sana, tarihi, kültürü ve dünyada benzeri
olmayan geleneksel mimarisiyle insanları büyülemeye
devam ediyor.
MÖ 6 yüzyılda Gumdan isimli doğal bir tepeye
kurulan Sana, geçiş ve ticaret yolları üzerinde
bulunması, tarihi ve kültürel zenginliği, denizden 2
bin 400 metre yüksekliğine rağmen, yaz kış ılıman
iklimi ve kendine özgü kent mimarisiyle bölgedeki en
önemli cazibe merkezlerinden biri.
Nüfusu 24 milyon olan Yemen'in yönetim merkezi
Sana, son yıllarda önemli gelişme ve ilerleme
kaydetmiş. Geleneksel dokusuyla birlikte modern
görünümüyle de ön plana çıkan kentin nüfusu,
1950'lere kadar yüz bini geçmezken bugün 2 milyonu
aşmış.
Geçmişi yüz yıllar öncesine uzanan, işlenmiş
taşlardan yapılış çok katlı evleri, ticarethaneleri,
camileri ve dar sokaklarıyla dünyada benzeri olmayan
Sana, 1986'da Birleşmiş Milletler tarafından Dünya
Mirası Listesi'ne alınmış, 2004 yılında da Arap
Kültür Başkenti ilan edilmiş.
Etrafı 12 metrelik surlarla çevrilmiş tarihi
kente ünlü Yemen Kapısı'ndan giriliyor. Halk
arasında "Eski Sana" denilen kentin surları içinde 6
bin 500 ev, 100 cami, 30'dan fazla hamam ve fırın
bulunuyor. Elle işlenmiş taşlar ve kırmızı
tuğlalardan inşa edilen kentteki yapıların kapı,
pencere ve camlarındaki süslemeler dikkat çekiyor.
Bin yaşının üzerinde yüzlerce yapının bulunduğu
tarihi kentin eski evlerinde yüzlerce yıldan beri
hayat devam ediyor.

Bugün kentin eski surlarından çıkarak geniş bir
alana yayılmış Sana'da, geleneksel mimariyle modern
mimari iç içe geçmiş durumda. Son yıllarda hızlı
gelişme gösteren şehirde geniş caddeler, alışveriş
merkezleri, büyük camiler ve oteller göze çarpıyor.
Trafik sorunun bulunmadığı kentte toplu ulaşım,
halkın "dabbabs" dediği 10 kişilik minibüslerle
sağlanıyor.
Kentin modern yüzünü gösteren en önemli yapı ise
Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih'in kendi adına
yaptırdığı cami. İhtişamıyla kentin her noktasından
görünebilen cami, Arap mimarisinin özelliklerini
taşıyor. İçi altın varaklarla süslenmiş camide 44
bin kişi aynı anda ibadet edebiliyor. 60 milyon
dolara mal olan Salih Camisi, 2008 yılında
tamamlanarak ibadete açılmış.
İslam tarihi açısından da önemli konumu olan
Sana, Hz. Muhammed hayattayken Müslümanlaşmaya
başlamış. 4. Halife Hz. Ali tarafından fethedilen
Sana'da, Hz. Ali tarafından yaptırılan ve hala
ibadet edilen Büyük Cami bulunuyor. İslam dininin
ilk dört camisinden biri olarak kabul edilen mabet,
her gün yerli yabancı binlerce kişi tarafından
ziyaret ediliyor.
9. Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim'in 1517'de
Mısır'da hüküm süren Memlüklerin varlığına son
vermesiyle Osmanlıların kontrolü altına giren Yemen,
1918'e kadar Osmanlı Devleti tarafından yönetilmiş.

İslam dininin doğduğu ve Müslümanların haç
merkezi Kabe'nin bulunduğu Mekke ile Hz. Muhammed'in
mezarının bulunduğu Medine kentlerini deniz yoluyla
gelecek saldırılardan korumak için stratejik önemi
olan Yemen'de, Osmanlı Devleti asker bulundurmuş.
Osmanlı ordusu, 7. Kolordu Komutanlığının
karargahını Sana'da konuşlandırmış.
Osmanlıların Sana kentinin surlarının dışında
inşa ettirdiği ordu karargahı, bugün Yemen
Genelkurmay Başkanlığı binası olarak kullanılıyor.
Kentin Osmanlı hakimiyetine girmesinden kısa süre
sonra Türk mimarisi tazında inşa edilen Bekri Paşa
Camisi, kentin tarihi ve turistlik mekanlarından.
Ayrıca Osmanlıların belediye binası olarak
kullandığı yapı, kentin surları içinde hala ayakta.
Türk askerlerinin ekmek ihtiyacını karşılamak
amacıyla yaptırılan onlarca fırın ve hamam, hala
kullanılmaya devam ediyor. Yemenlilerin bugün
severek yedikleri "Kudem" isimli ekmek, Osmanlı
askerleri tarafından yerli halka öğretilmiş.
4 asırlık Osmanlı hakimiyeti süresinde Arabistan
yarımadasında can veren 300 bin şehidin anısına inşa
edilen ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün ocak
ayındaki Yemen ziyareti sırasında açılışının yapılan
Şehitler Anıtı da Sana'da bulunuyor.
Türkiye'nin 2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün
1910-1913 yılları arasında Osmanlı ordusunda yüzbaşı
rütbesinde görev yaptığı sırada kullandığı karargah,
bugün Yemen istihbarat servisinin merkezi olarak
kullanılıyor.

Yemen'de halkın yüzde en az 40'ından fazlası
tarafından ağızda çiğnenerek tüketilen edilen "gat"
bitkisi nedeniyle, öğle saatlerinde hayat durma
noktasına geliyor. Yılın her ayı yetiştirilebilen
gat bitkisi, kadın-erkek, küçük-büyük bütün halk
tarafından çiğneniyor. Diğer Arap ülkelerinde
uyuşturucu olarak kabul edilen ve kullanımı yasak
olan gat, ülke ekonomisinde petrolden sonra ikinci
sırada yer alıyor.
Günlük tüketilmesi gereken gat filizi, 300- 400
gramlık poşetler içinde satılıyor. Kalitesine göre
bir poşeti 300 riyalden (2 TL) başlıyor, 10 bin
riyale kadar (60 TL) çıkıyor. Yemen'de 8 ila 10
milyon kişi tarafından tüketildiği sanılan gat
bitkisi için bir günde dönen paranın, 30 milyon
dolar (yaklaşık 50 milyon TL) olduğu, 5 milyon
kişinin gattan para kazandığı ifade ediliyor.
Ekonomik değerinin dünyaca ünlü Yemen kahvesinin
önüne geçmesi nedeniyle kahve bahçelerinin yerine
son yıllarda gat dikmeye başlanmış. Yetişirken çok
fazla miktarda suya ihtiyaç duyan bitki, ülkenin su
kaynaklarını da tehdit etmeye başlamış. Bu konuda
yayımlanan bilimsel raporlarda, ülkede zaten
yetersiz olan yer altı sularının 10 yıl sonra
tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu
belirtiliyor.
Sana'da ve ülkenin diğer kentlerinde bizdeki çay
ocakları veya kahvehanelerin benzeri gat çiğneme
evleri var. Hayatı saat 12.00-16.00 arasında durma
noktasına getiren gat için, bu evlerde yüzlerce kişi
toplanıyor. Gatın ağzın sağ tarafında çiğnenmesi
nedeniyle sağ yanakları şişmiş ve sarkmış insanlar
dikkat çekiyor.
Yemen'deki gatın yüzde 60'ı, ülkenin en büyük
kabilesi Ammar aşireti tarafından üretiliyor.
Yemen'de 32 yıldır devlet başkanlığı koltuğunda
oturan ve son aylarda görevini bırakması için geniş
çaplı protestoların hedefinde olan Salih de Ammar
aşireti üyesi. Ülkedeki muhalifler, Salih'in
aşiretinin gattan yüksek ekonomik kazanç
sağladığını, bu yüzden gatın yasaklanmadığını, hatta
teşvik edildiğini ileri sürerek halkın
uyuşturulduğunu savunuyor.
Habertürk 23.03.2011
|
HASANKEYF'TE BİLİRKİŞİ İNCELEMESİ

Ilısu Barajı Projesi'nin yapımı ile ilgili imzalanan
sözleşmenin iptal edilmesi talebiyle Diyarbakır 1.
İdare Mahkemesi'nde görülen dava kapsamında tarihi
Hasankeyf İlçesi'nde keşif ve bilirkişi incelemesi
yapılıyor.
Zeynel Bey
Türbesi önünde başlayan keşif çalışmasına
Diyarbakır 1. İdare Mahkemesi Başkanı Mustafa
Arık ve mahkeme üyeleri, 3 kişiden oluşan
bilirkişi heyeti, Başbakanlık Hukuk Müşaviri
Feyza Ergün, davacı avukat Murat Cano, Kültür ve
Turizm Bakanlığı, DSİ, Nurol Cengiz Firması,
Kamulaştırma İdaresi temsilcileri ve davaya
müdahil olarak katılan Mimarlar Odası
yetkilileri katıldı.

Avukat
Murat Cano gazetecilere yaptığı açıklamada, suya
dayalı yatırım yapılmasına karşı olmadığını,
ancak Türkiye'deki değerlerin korunarak
yapılması gerektiğine inandığını belirterek ''38
tescilli eski eser var. Bunların tek tek
incelenmesini, taşınıp taşınamayacağının,
taşınmaları halinde bu bütünlük içerisinde ifade
edecekleri değeri aynı şekilde ifade edip
etmeyeceklerinin incelenmesini istiyorum” dedi.
Başbakanlık Hukuk Müşaviri Feyza Ergün ise
projede kamu yararı ve ulusal çıkarın söz konusu
olduğunu belirterek, tarihi eserler için her
türlü gerekli önlemin alındığını söyledi. Daha
sonra keşif heyeti, tarihi Hasankeyf Kalesi,
mağaralar ve diğer tarihi yerlerde incelemede
bulundu.
Batman Gazetesi, 23.03.2011
******
HASANKEYF'TE BİLİRKİŞİ HEYETİNE ALKIŞ

Hasankeyf'te
bilirkişi heyetine alkış Diyarbakır İdare Mahkemesi,
tarihi Hasankeyf'i sular altında bırakan Ilısu
Barajı Projesi'nin yapımı ve imzalanan sözleşmesinin
iptal edilmesi talebiyle açılan davada, Hasankeyf'te
keşif ve bilirkişi incelemesi yaptı.
Diyarbakır İdare Mahkemesi, tarihi Hasankeyf'i
sular altında bırakan Ilısu Barajı Projesi'nin
yapımı ve imzalanan sözleşmesinin iptal edilmesi
talebiyle açılan davada, Hasankeyf'te keşif ve
bilirkişi incelemesi yaptı. Hasankeyf'le ilgili
yargı denetimindeki uzman heyet ilk kez uyuşmazlığın
teknik yönünü araştıracak.
Taraf, 24.03.2011
|
TARİHİ YAPILARDAKİ ŞAŞIRTICI DEPREM UYGULAMASI

Anadolu yapı medeniyetini araştıran arkeologlar,
binlerce yıldır ayakta kalan tarihi yapıların
temellerinde deprem sönümleme sistemlerinin
uygulandığını belirledi.
İlk uygulaması MÖ 1900'lü yıllara dayanan ve
uygulandığı yapıların geçmişten bugüne hala ayakta
kaldığı deprem izolatör sistemi ''Orthostat'' 1453
İstanbul Kültür ve Sanat Dergisi'nin 11. sayısında
tüm yönleriyle ele alındı.
Jeoloji uzmanı Ali Bayraktar tarafından kaleme
alınan ''Tarihi Yapı Temellerinde Uygulanan Deprem
Sönümleme Sistemleri '' başlıklı yazıda, Kabe,
Augustus Tapınağı, Ayasofya ve Süleymaniye
Camisi'nin temellerinde de aynı sistemin
kullanıldığı belirtiliyor.
Yazıda, Anadolu yapı medeniyetlerini araştıran
arkeologların araştırmaları çerçevesinde, ''tarihi
yapılarda, taşıyıcı beden duvarlarının altına isabet
eden temel duvar kısımların tabaka tabaka, harç
kullanılmadan kırık taşlarla örüldüğünü, böylelikle
tabandan gelen deprem yüklerinin, yapının üst
katmanlarına geçmesine engel olan sisteminin
keşfedildiğini'' belirledikleri kaydedildi.
Arkeologların ''Orhostat Taş Döşeği Sistemi'' adını
verdikleri bu uygulamanın görüldüğü yapılar arasında
Kabe, Agustus Tapınağı, Ayasofya ve Süleymaniye
Camisi'nin de yer aldığı ifade edildi.
Sistemin ilkleri ve çalışması
Yazıda, sistemin ilke ve çalışması ile ilgili şu
bilgilere yer verildi:
''Temel tabakası sağlam zeminden itibaren kırık
taşlarla tabaka tabaka örülen sistem yer üstüne
çıkınca, 'düzleme tabakası' ile sonlandırılmış.
Temelde kullanılan taşlarla mukayese dahi
edilemeyecek büyüklükteki taşlarla yapı beden
duvarlarına taban teşkil edilmekte. Bu tabakada
kullanılan taşlar 1,50 metre genişliğinde 1,80-2,00
metre yüksekliğinde 3,0 metre ile 5,0 metre boyunda.
Bu büyüklükteki taşlar, kırık taşlarla örülen temel
tabanının üstüne yerleştirilir. Kırık taş taban
10-20 santimetre büyük taşlardan dışarı taşmakta.
Taş döşeğin teşkili için büyük taşlar yerine
yerleştirildikten sonra alt boşlukları kırık taşlar
ile sıkıca doldurulmakta. Bu tabakanın altında
enine, boyuna ve dikine hiçbir bağlantı
yapılmamaktadır. Bu tabaka tam bir yatay derz
oluşturmaktadır.''
Hazreti İbrahim'in ateşe atılma hikayesinin de ele
alındığı yazıda, ateşin ortasına açılan su
kuyusundan yükselen buharla ateşin sönmesi ve
Hazreti İbrahim'in kurtuluşu bilimsel olarak
anlatıldı.
Kendisi için hazırlanan devasa ateşten kurtulan
Hazreti İbrahim gördüğü rüya üzerine Mekke'ye yola
çıkar. Düşünde bildirilen su kuyusunun üstü açılır
ve böylece Kabe'nin ilk yapılan temel taşlarına
ulaşılır. Hazreti İbrahim kırık taşlardan
oluşturduğu temelle bugün bile kullanılan Allah'ın
ilk mabedini yapar.
Hazreti İbrahim'in yapı sanatının Anadolu'da 500 yıl
tüm deprem bölgelerinde uygulandıktan sonra
unutulduğu ifade edilen yazıda, bu döneme ait hiçbir
yapının günümüze kadar ulaşamamış olmasını
arkeologların bu asırları Anadolu mimarlık tarihinin
kara yılları olarak nitelendirdikleri ifade edildi.
MÖ 900 yılında bu sistemin yeniden bulunduğu ve tüm
deprem bölgelerinde tekrar uygulanmasıyla mimarlık
tarihinin tekrar yazıldığı kaydedilen yazıda, bu
tekniğin en bilinen ve görülen uygulamasının
İstanbul Sultan Ahmet Meydanı'ndaki Dikili Taş'ın
temeli olduğu, MS 390 yılında dikildiği bilinen
tek parça granit taşın, İstanbul'un önemli
depremlerinde bile yerinden santim oynamadığı
vurgulandı.
Anadolu yapı mühendisliğinin temelini oluşturan ve
Osmanlı yapı standartlarına şekil veren bu keşfin
Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılması ile unutulduğu
belirtilen yazıda, modern deprem yapı
mühendisliğinin eskinin buluşlarından ve
tecrübelerinden yoksun, tarihi geçmişi olmayan bir
bilim olarak yürütüldüğü görüşüne yer verildi.
Cumhuriyet, 23.03.2011
|
PARİS GECE ALEMİNİN ÜNLÜ MEKANI YANDI
Fransa'nın başkenti
Paris'teki 200 yıllık Elysee Montmartre Konser
Salonu, bilinmeyen bir nedenle alev aldı. Ünlü Sacre
Coeur kilisesinin yanında bulunan mekandaki yangın
kısa sürede kontrol altına alındı. Elysee
Montmartre, kankan dansının ilk sahnelendiği mekan
olarak biliniyor.
Sabah, 23.03.2011
|
|
ANTİK KENTLERDE PLANLAMA: SİDE ÖRNEĞİ
Turizm ve kültürel miras giderek birlikte kullanılan ve yakından ilişkilendirilen iki sözcük haline geldiği ve turizmin gereksinmeleri arasında kültürel ve doğal değerlerin önemli bir yer tuttuğu belirtildi. Mimarlar Odası Manavgat Temsilciliği ve Antalya Şubesi tarafından 18-19 Mart 2011 tarihlerinde düzenlenen “Üzerinde Kentsel, Kırsal Yerleşme Bulunan Antik Kentlerde Planlama: Side Örneği” konulu panel ve forumun ardından değerlendirme ve önerilerin yer aldığı yazılı bir açıklama yapıldı. Mimarlar Odası’ndan yapılan açıklamada, Türkiye’nin nitelik ve nicelik olarak çok zengin bir kültürel mirasa sahip olduğu belirtilerek, bunun önemli bölümünü arkeolojik değerler ve onların bir araya geldiği alanların oluşturduğu kaydedildi. Türkiye’nin bir diğer özelliğinin de çok katmanlı, çok kültürlü bir çok kent, ilçe ve beldeye sahip olması olduğu vurgulanan açıklamada, tarih içinde bir çok kültürün, aynı yerleşmeyi değişik zamanlarda kullandıkları ve ürünlerini verdikleri ifade edildi. Bu özelliklerin sürdürülebilmesi ve geliştirilmesi için, üzerinde yeni yerleşme bulunan antik yerleşmeler ve kalıntıların, yeni yerleşmelerle uyum içinde ve barışık olarak yaşamlarını sürdürmesi gerektiğine işaret edilen açıklamada, şöyle denildi.
“Mevcut mevzuat ve KTVKYK’nın ilke kararları, bu
çok katmanlı dokuları koruyacak ve değerlendirecek
hükümleri yeterince içermemektedir. Özellikle
arkeolojik alanların korunması ve kullanılmasına
yönelik ilke kararında arkeolojik alanların
tanımları dahi açık ve anlaşılır biçimde yer
almamaktadır. Bu eksiklik, üzerinde yerleşme bulunan
arkeolojik alanlar için yeni tanım ve
koruma/kullanma koşullarını içeren yeni bir belge
oluşturulmasını zorunlu kılmıştır. Yine KTVKYK
tarafından benimsenen ve ‘Kentsel Arkeolojik’
alanlara ilişkin ilke kararı, Side’nin korunması ve
gelişimi için bir araç olarak kullanılabilir ve
ülkemizin aynı özelliklere sahip kentlerine
örneklenebilir. Kentsel arkeoloji için halen mevcut
tanım ve koruma/kullanma yöntemleri bir önceki ilke
kararlarından daha gerçekçi ve yapıcıdır.
Turizm ve kültürel miras giderek birlikte
kullanılan ve yakından ilişkilendirilen iki sözcük
haline gelmiştir. Turizmin gereksinmeleri arasında
kültürel ve doğal değerler önemli bir yer tutar.
Sağladığı gelirlerin korumaya aktarılması halinde,
birçok sorunun çözümleneceği açıktır. Ancak bu
noktada koruma/kullanma girişimlerinin dengesi
gözetilmeli, korumanın amaç, turizmin de yararlı bir
araç olduğu unutulmamalıdır. Ören yerleri bir çok
tehlike ile karşı karşıyadır. Örneğin; Bodrum ve
çevresinde yapılan kaçak kazılar yeterince
önlenememektedir. Ören yerleri sadece arkeolojik
değerleri ile önem taşıyan alanlar değildir.
Turistik ve öğretici değerleri de önem taşırlar.”
Arkeolojik değerlerin her zaman üst düzey nitelikte
olmayabileceği belirtilen açıklamada, kırsal kesimde
sıkça rastlanan, kent duvarları, tarım teraslarının
da bir dönemin belgeleri olduğu ve bu nitelikleriyle
de önem taşıdıkları kaydedildi.
Sit tanımları kadar sit sınırlarının
saptanmasında da yeterli tanım ve ölçütler
gelişmediğine işaret edilen açıklamada, yeterli
bilimsel ölçüt ve tanımlar getirilmesi istendi.
Açıklamada, ayrıca, tanımlar ve sınırların bu
alanlarda gerçekleştirilecek planlama çalışmalarını
yönlendirecek en önemli girdiler olduğunun
unutulmaması gerektiği vurgulandı.Yeterli ve
bilimsel bir envanterin, her türlü plan ve projenin
hazırlanması için ön koşul olduğu bildirilen
açıklamada, yeterli bir koruma belgesinin, gerekli
ölçeklerde toplanmış bir veri birikimi üzerine
kurgulanabileceği belirtildi. Halen önemli turizm
merkezleri arasında yer alan Side’nin 19. yy
sonlarında tamamen kırsal nitelikli bir alan olarak
bilindiğine dikkat çekilen açıklamada, şöyle
denildi:
“Alanla ilk olarak yabancı gezginler ilgilenmiş,
1940′lı yıllarda İstanbul üniversitesi tarafından
ilk bilimsel kazılar başlatılmıştır. 1960′lı
yıllarda Side ilk planlama çalışmalarına konu olmuş,
korunması ve gelişmesi için değişik öneriler
geliştirilmiştir. İlk kez Apollon tapınağının bir
bölümünün onarımı ile başlayan kapsamlı onarım
çalışmaları, 1990′lı yılların sonunda giderek
artmış, beldenin ticari yaşamını yönlendiren yeni
kurallar oluşturulmuş, bu kuralların mekana
yansımasının olumlu örnekleri görülmeye
başlanmıştır. Yeni bir arkeolojik kazı grubunun
oluşturulması da bu olumluluklar arasındadır.
Panel/Forumun katılımcıları, tüm bu değişim ve
gelişimlerin artarak devam etmesini, koruma/kullanma
dengesinin gözetilmesini, bu mirasın korunması ve
geliştirilmesinde üstün kamu yararı olduğunun
unutulmamasını, Side’de giderek bir alan yönetimi
sisteminin kurulmasını, turizm kadar Side
sakinlerinin sosyal ve kültürel gelişiminin önem
taşıdığını ve bu bağlamda önlem alınmasını dilerler.
Side’de başlayan ve panel/formda belirlenen öneriler
ve isteklerle sürdürülecek çalışmalarla kimlikli bir
kent olarak gelişebilecek Side yine ülkemizde aynı
konumdaki kentlere örnek oluşturabilir.”
haberler.com, 22.03.2011
|
MUĞLA-AKYAKA'DA KAZI KARMAŞASI

Muğla’nın Ula İlçesi, Akyaka Beldesi’nde,
gösterdiği yerde Karya Uygarlığı Dönemi’ne ait 2 bin
400 yıllık tarihi mermer kabartma bulan antikacı
Mustafa Çavuş, Nehirler Kralı’na ait mezarın
bulunduğu yerin ise tüm ısrarlarına rağmen
kazılmadığını iddia etti. Bulunan kabartmaların
altyapı çalışmaları sırasında başka yerden taşınan
toprakla geldiğini düşündüklerini belirten Muğla
Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkan Yardımcısı
Doç.Dr. Kaan İren ise burada kral mezarı olduğunu
dair kesin bilgiler olmadığını söyledi.
Antikacı Mustafa Çavuş, üç yıl önce Nevşehir’den
Akyaka Beldesi’ne taşındı. Burada antika eşya ve
Nevşehir’in Avanos İlçesi’nden getirttiği
seramikleri satan Çavuş, geçen yıl Eylül ayında,
Muğla Müze Müdürlüğü’ne başvurup, İnişdibi Caddesi,
Mezarlık Mevkisi’nde, caddenin altında tarihi
eserler olduğu ihbarında bulundu. Bunun üzerine müze
yetkilileri, Çavuş’un gösteridiği yerde yaptıkları
kazılarda 40×70 santimetre ebatında Karya Dönemi’ne
ait üzerinde çeşitli insan figürleri bulunan üç
mermer kabartma bulundu. İhbarcı sıfatıyla Çavuş’tan
teslim alınarak müzeye götürülen kabartmaların 2 bin
400 yıllık olduğu ve birinde İdima’nın çocuklarının
süt annesinin tasvir edildiği belirlendi. Bulunan
kabartmaların incelenmesi sırasında durdurulan
kazılar Çavuş’un ısrarı üzerine 3.5 ay sonra tekrar
başladı. İkinci kazılarda yine aynı döneme ait bu
defa üzerinde yazılarda bulunan insan figürlü bir
mermer kabartma daha bulundu. Ancak, kabartmaların
yoldaki altyapı çalışmaları sırasında taşınan
toprakla oraya getirildiği sanılarak, çalışmalar
sonlandırıldı.
Kazıların sonlandırılmasına tepki gösteren Çavuş,
Nehirler Kralı’na ait mezarın bulunduğunu ileri
sürdüğü yerin kazılmadığını iddia etti. Müze
yetkililerinin 30 metrelik son kazının ardından
“Artık bir şey çıkmıyor” diyerek tutanak imzalatmak
istediğini ancak kendisinin bunu kabul etmediğini
anlatan Çavuş, “2003 yılındaki altyapı çalışması
sırasında boru döşeyen şirketin şantiye sorumlusu
Şeref Yapıcı da mezarın bulunduğu yeri müze
yetkililerine gösterdi. O dönemde çalışan işçileri
de müze yetkilileri ile tanıştırdım. Ancak, dikkate
alan olmadı. Tarih karartılmak isteniyor. Kraliyet
mezarları olduğu tahmin edilen bu yerde tarihe ışık
tutacak çok önemli eserler ile çok büyük hazine
olduğu söyleniyor. Yeri de gösteriyoruz ama neden
burası yerine başka yerler kazılıyor? Bulunan
dördüncü taşın teslim tutanağı neden bana verilmedi?
Taşın üzerindeki yazıyı okumak isteyen başka
üniversiteden yetkililer de var ancak kimseye
gösterilmiyor. Taşın niye sır gibi saklandığını
anlamıyorum. Neden kazının bitmesi için benden yazı
isteniyor? Tüm bu sorulara yanıt bulamıyorum” dedi.
Kabartmaların bulunduğu kazılar sırasında görevli
olan Muğla Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkan
Yardımcısı Doç.Dr. Kaan İren, çıkan kabartmaların
kırık mezar taşları olduğunu belirterek, “Bu
taşların gerçek yeri ise burası değil. Altyapı
çalışmaları sırasında bu bölge hallaç pamuğu gibi
atılmış ve her şey kırılıp yıkılmış. Bu kabartmalar
da atık toprak içinde buraya gelmiş olmalı. Taşlar
üzerinde ölüm sahnesi var. Ölen kişi oturur
vaziyette resmedilmiş. Yunan tarihinden ve 4. yüzyıl
dönemine ait. Üzerinde mezarı kimin yaptırdğı
yazıyor. Kralın mezar taşı daha büyük olur. Bu arada
söylemek zorundayım ama bu kazı filan değil. Çünkü
bilimsel kazı böyle olmaz, neresi gösterildiyse
kazılmış. Burada öykülerin ortaya çıkmasıyla halk
hazine bularak devletten pay alma peşinde. Şehir
efsanesinden başka şey değil. Defineciler ne yazık
ki burada hayal kırıklığına uğrayacak. Çünkü onların
aldığı bilgiler gerçek değil. Bu tür kazılar için
çok kesin ve doğru bilgiler gerekir” dedi. Müze
yetkilileri ise açıklama yapmaktan kaçındı.
haberler.com, 22.03.2011
|
SANAT, HAVA ATMAK İÇİN MİDİR?

Saadiyat Adası’nı ‘lüks yaşantının merkezi’
haline getirmek isteyen Arap Emirlikleri, tabii ki
ilk olarak müze açmayı düşündüler. Çok mantıklı,
çünkü sanat dört duvar arasında tutulan, yeterince
iyi giyimli olmayan kimsenin göremeyeceği, çok
pahalı ve bizim hiç anlamadığımız bir ‘şey’.
Saadiyat Adası’nda Guggenheim, Louvre müzeleri,
Norman Foster’ın eseri olacak Ulusal Müze’nin yanı
sıra golf sahaları, lüks tatil köyleri, marinalar ve
villalar olacak.
* * *
Peki bütün bunları kim yapacak? Yabancı işçiler...
2009 yılında İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün
yayımladığı bir raporda, yabancı işçilerin Birleşik
Arap Emirlikleri’ndeki inşaatlarda çalışmak için,
kendi ülkelerindeki aracı firmalara borçlandıkları
söyleniyordu. Emirlikler’e geldiklerinde işçilerin
pasaportlarına el konuyor, maaşları ödenmemesine
rağmen istifa etmek isterlerse haklarında dava
açılacağı söyleniyor. Çalışma saatlerinin insanlık
dışı olduğunu söylemeye bile gerek yok.
Bunlar tabii ne Emirlikler’deki işçiler, ne de bizim
için şaşırtıcı haberler. Ama işin içinde
Guggenheim’lar, Louvre’lar, Frank Gehry’ler falan
olunca, insan salakça bir umuda kapılıyor; “İzin
vermezler canım böyle bi şeye” diye düşünüyor. Oysa
bölgeyi tanıyan sanatçıların dediğine göre,
buralardaki büyük müzeler, Turizm Geliştirme
Ajansı’yla işbirliği halinde ve ne kadar
“İlgileniyoruz” deseler de, işçilerin çalışma
koşulları senelerdir iyileştirilmiyor.
Bu sanat sepet dünyasında, almıyorsanız
satmıyorsanız, para kazanamazsınız zaten. “Sanata
ilgi şöyle artıyor, Türkiye sanatı şöyle değer
kazanıyor” falan diye haberler yazar durursunuz ama
sabahlayıp yazdığınız yazı için uygun görülen 50 TL
hiçbir zaman ödenmez. İstanbul kültür başkenti olur,
o projeden bu projeye, sabah akşam bakanların,
yabancı sanatçıların pahalı etkinliklerine koşturup
durursunuz, en nihayetinde kendinizi borç içinde
bulursunuz. Müze, sergi görevleri hep gönüllü
işleridir; kıytırık tablolar buralarda milyon
liralara satılırken, bütün işi yapan üniversite
öğrencilerine tek kuruş verilmez. Dünyada hiçbir
galeri stajyersiz, ayakta duramaz ama yöneticilerin
bu insanlarla, onlarla ilişkileri üstünden
birilerine hava atmak dışında, işleri olmaz.
‘Değerli’ sanatın durumu bu; o yüzden çok mersi,
almayayım.
Sanat dünyasını kurtarmak için değilse de,
Emirlikler’deki işçilerin hayatını kolaylaştırmak
için, Şirin Neşat, Akram Zaatari ve Kader Attia gibi
Ortadoğu sanatının önemli isimleri de dahil, 130’dan
fazla sanatçı Guggenheim’ı protesto ediyor.
‘Ipetitions’ üzerinden bir imza kampanyası başlatan
sanatçılar, meslektaşlarını müzeye iş satmayı
reddetmeye çağırıyor. ‘gulflabor’ başlığından siz de
kampanyaya imza verebilirsiniz.
Radikal, Yazı: Diloy Yalçın, 22.03.2011
|
SANAT İÇİN 15 BİN METREKARE AYRILDI

Garanti Bankası; Garanti Galeri, Osmanlı
Bankası Müzesi ve Platform Garanti’den oluşan
kurumlarını bir çatı altında toplayarak Garanti
Kültür A.Ş’yi kurdu. Bu birliktelikten iki mekan
çıktı ortaya; Salt Beyoğlu ve Salt Galata. Böylece
sanata 15 bin metre kare alan açılmış olacak.
Bankalar Caddesi’ndeki 10 bin metrekarelik tarihi Osmanlı Bankası
binası ve Beyoğlu’ndaki beş bin metrekarelik yapı,
Mimar Han Tümertekin tarafından restore edilerek,
birer kültür merkezine dönüştürüldü. Her ikisinin
kullanım amaçlarıysa farklı olacak.
Dün, Garanti Bankası Genel Müdürü Ergun Özen, Salt
İletişim ve Yönetim Direktörü Sima Benaroya ve Salt
Araştırma ve Programlar Direktörü Vasıf Kortun
tarafından Salt Beyoğlu’nun tanıtımı yapıldı.
Verilen bilgiye göre, Beyoğlu’ndaki altı katlı, yeni
binanın bin metrekarelik sergi alanında güncel
sanata yer verilecek. Ayrıca 160 metrekarelik açık
sinema, 100 metrekarelik mağaza ve kafe yine bu
binada hizmet verecek. Mekanın resmi açılışı 9
Nisan’da Hüseyin Bahri Alptekin’in ‘Ben Bir Stüdyo
Sanatçısı Değilim’ ve Ars Viva ödülünü alan
sanatçıların işlerinden oluşan ‘Laboratuvar’
sergileriyle yapılacak.

100 bin kitap
10 dakikalık yürüyüş mesafesinde bulunan Salt Galata
ise eski Osmanlı Bankası binasının restore
edilmesiyle hazırlandı. Eylül ayında açılması
planlanan bina, 100 bin adete ulaşan kitap sayısı,
zengin arşivi, konferans ve sergi salonları ve
müzesi ile uluslararası alanda da referans
gösterilen bir merkez haline getirilecek.

Neden ‘Salt’
Vasıf Kortun ve Sima Benaroya, birleşmeye neden
‘Salt’ ismini verdikleriyle ilgili olarak;
“Hedefimiz, yenilikçi ve paylaşımcı düşünceler
üretmek... Tek bir konuya bağlı kalmadan ve
kendimizi tekrarlamadan, sürekli yenilenmek, yeni
konuları birlikte yorumlamak istiyoruz. Bu yüzden
salt sergi yapmayacağız, salt arşiv
oluşturmayacağız, salt toplantı düzenlemeyeceğiz,
salt kitap yayımlamayacağız. Bu yüzden müze, sergi
mekanı, kütüphane, sanat merkezi,
sinema ya da araştırma merkezi değiliz. Bütün
bunları bünyesinde bulunduran kendine özgü bir
kurumuz. Salt kendimize benziyoruz” diyorlar.
Hürriyet, Haber. Deniz İnceoğlu, 22.03.2011
|
'İNSANLIK ANITI'NDAN YARGI ELEŞTİRİSİ ÇIKTI

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Ahsen Coşar,
Kars’taki İnsanlık Anıtı’nın yıkımı yönünde Kars
Belediyesince verilen kararın yürütmesini durduran
Erzurum 1. İdare Mahkemesi Başkanı’nın, Hakimler
Savcılar Yüksek Kurulunca (HSYK) görevinden alınarak
bir başka göreve atanmasının yargı bağımsızlığı ve
tarafsızlığı ile hakim teminatı ve kanuni hakim
güvencesi ilkelerine aykırı olduğunu bildirdi.
Ahsen Coşar, yaptığı yazılı açıklamada, anayasaya,
kanuna, hukuka ve vicdani kanaatine göre karar
vermekte özgür olan ve verdiği karar yönünden
yargısal denetime tabi olan hakimlerin salt verdiği
karardan dolayı görev yaptığı mahkemelerden idari
tasarrufla alınarak başka mahkemeye atanmasının
yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile hakim
teminatı, kanuni hakim güvencesi ilkelerine aykırı
olduğunu belirtti.
Bununla ilgili anayasa maddelerini hatırlatan Coşar,
şunları kaydetti:
"Bu bağlamda işaret etmek gerekir ki Sayın
Başbakan’ın emri sonrasında Kars’taki İnsanlık
Anıtı’nın yıkımı yönünde Kars Belediyesince verilen
kararın yürütmesini durduran Erzurum 1. İdare
Mahkemesi Başkanı’nın HSYK tarafından görevinden
alınarak bir başka göreve, yerine ise yürütmeyi
durdurma kararını itiraz üzerine kaldıran Bölge
İdare Mahkemesi üyesinin atanması, bu atamayı
gerekli ve haklı kılan bir başka neden yoksa, çok
açık biçimde yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile
hakim teminatı ve kanuni hakim güvencesi ilkelerine
aykırıdır. Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile
hakim teminatı ve kanuni hakim ilkeleri yönünden son
derece endişe verici bu durumu kamuoyunun dikkatine
sunar, kamu vicdanını ve hukuku rahatsız eden bu
tasarrufun neden ve gerekçelerini kamuoyuna
açıklaması hususunda HSYK’yı göreve davet ederiz."
Radikal, 21.03.2011
|
RESSAM GALERİSİNDE İNTİHAR ETTİ

Ressam Musavet Şen (51), Taksim’de tabanca ile
kafasına tek kurşun sıkarak intihar etti.
Şen, dün saat 16.30
sıralarında Talimhane’de Topçu Caddesi üzerinde
ortak işlettiği sanat galerisinde, tabancayla başına
ateş etti. Olay sırasıda yanında bulunan ortağı
Hamdi Yormaz, hemen 112 Acil Servis’i aradı.
Galeriye gelen sağlık ekipleri Şen’in öldüğünü
belirledi. Polisin edindiği ilk bilgilere göre;
piyasaya borcu bulunan Şen, ortağı ile girdiği bir
dekorasyon işi yüzünden umduğunu bulamadı. Borçları
yüzünden sıkışan Şen, ortağı ve dekorasyon işinde
çalışan bir usta ile işleri konuşurken hayatına son
verdi.
1960’ta
Ankara’nın Soğukkuyu Köyü’nde doğan Musavet Şen,
1985’te güvenlik görevlisi olarak girdiği Ankara
Şeker Fabrikası’ndan 1991’de ayrıldı. Birkaç mimar
arkadaşıyla birlikte tasarım ve dekorasyon alanında
çalışmalar yapmaya başladı. Resimler, metal
heykeller yaptı; mobilyalar tasarladı.
İlk atölyesini 1992’de Ankara’da açtı. 2003’te
İstanbul’a yerleşen sanatçı, çeşitli karma sergiler
düzenledi. Pek çok kişisel sergide eserlerini
izleyiciye sundu.
Sanat yaşamının 15. yılında bir manifesto
yayımlayarak, “Ülkemizdeki sanat anlayışına göre
sanat eseri bilinçli olarak insan elinden veya bir
amaçtan ortaya çıkmalı, önceden planlanmalı. Sanat
dünyası diye bize dikte ettirilen bu piyasaya
karşıyız” diyen Şen,
Art Gallery
Taksim açmıştı.
Milliyet, Haber.
Mustafa Özdabak, 21.03.2011
|
TARİHİ KONAKLAR ÜCRETSİZ YENİLENİYOR

Üsküdar'ın tarihi konakları ücretsiz olarak
yenileniyor. Son olarak Cemil Meriç Sokağı'nda iki
tarihi ev restore edilerek sahiplerine teslim
edildi.
İstanbul'un tarihi semti Üsküdar'ın asırlık konakları koruma altına
alındı. Herbirinin ayrı bir tarihi olan evler için
harekete geçen Üsküdar Belediyesi ilçede birçok evi
ücretsiz restore ederek sahiplerine teslim etti.
Belediye, öncelikle kendi bünyesinde Geleneksel
Ahşap Eğitim Atölyesi'ni kurdu. 'Tarihi Evler Onarım
Programı' kapsamında atölyede evlerin tüm
gereksinimleri büyük titizlikle yapılarak gerekli
binalara monte edildi. Çalışmalar kapsamında son
olarak yazar ve düşünür Cemil Meriç'in adını verdiği
sokakta çalışma yapıldı. 3 aydır gerçekleştirilen
restorasyon çalışmaları sonunda 2 tarihi bina
yenilendi. Projeyle günümüze kadar ayakta kalabilmiş
geleneksel ahşap kültür mirasının korunması
bilincinin yerel yönetimler aracılığıyla toplumla
paylaşılması amaçlandı.
Uygulama ile Geleneksel Ahşap Eğitim
Atölyesi'nde, marangoz ustaları arasında eski eser
ahşap ustası olmak isteyen gençler de çalışıyor.
Üsküdar Belediyesi'nin hem mesleki olarak gençleri
eğitmek hem de eski eserleri geleceğe kazandırmak
amacıyla yürüttüğü çalışma ile meslek lisesi
öğrencileri geleneksel ahşap yapım sistemleri, ahşap
dış cephe kaplamaları, ahşap süsleme sanatlarını
uygulmalı olarak öğreniyor.
Üsküdar Belediyesi Koruma Uygulama ve Denetleme
Bürosu KUDEB tarafından, sahibi oldukları taşınmaz
kültür varlıklarının kendi imkanlarıyla
bakım-onarımını yapmak isteyen vatandaşlara
danışmanlık hizmeti verilirken, maddi durumu uygun
olmayan mülk sahiplerine ise onarımın her aşamasında
malzeme ve teknik uygulama desteği sağlanıyor.
Restorasyonu yapılan taşınmazlarda yaşayan kişiler,
bakım-onarımın her aşamasına tanıklık ederek
yaşadığı semti dokusuyla birlikte korumayı da
öğreniyor.
Yeni Şafak, Haber: Murat Palavar, 21.03.2011
|
 |
ARKEOLOJİK KAZILAR 8 YILDA 2 KATINA ÇIKTI
Kültür ve Turizm Bakanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliğinden yapılan yazılı açıklamaya göre, Anadolu’daki kültürel mirasın ortaya çıkarılması için gerçekleştirilen arkeolojik kazılara verilen destek her geçen yıl artırıyor.
Buna göre, 2002’de arkeolojik kazı ve araştırmalara yaklaşık 1.9 milyon lira ödenek aktarılırken, 2010 yılında bu rakam 16 kattan fazla arttırılarak yaklaşık 30.5 milyon liraya ulaştı.
Arkeolojik kazı ve araştırmalara ayrılan ödeneklerin yıllara göre artışı şöyle gerçekleşti:
"2002’de 1 milyon 877 bin 915 TL'ye, 2003’te 1 milyon 668 bin 154 TL’ye, 2004’te 3 milyon 20 bin 655 TL’ye, 2005’te 8 milyon 548 bin 410 TL’ye, 2006’da 10 milyon 178 bin 871 TL’ye, 2007’de 14 milyon 563 bin 773 TL’ye, 2008’de 21 milyon 103 bin 473 TL’ye, 2009’da 25 milyon 713 bin 577 TL’ye ve 2010’da 30 milyon 468 bin 165 TL’ye yükseldi.".
Aynı dönemde Türk arkeologların yaptığı kazılarda da ciddi artış oldu. 2002’de tüm Anadolu’da 57 yerli kazı yapılırken, bu sayı 2010’da 111’e yükseldi. Böylece 2002 ile 2010 yılları arasında yerli kazılarda yüzde 94.7 artış sağlandı.
Türkiye’de şu anda yabancı arkeoloji enstitüleri tarafından da 40 kazı yapılıyor.
Milliyet, 21.03.2011
|
BU BULUŞ HIRİSTİYANLIK TARİHİNİ DEĞİŞTİREBİLİR
Parşömen kağıtta yer alan yazıtın
İbranice ve bundan yaklaşık 2 bin
yıl önce
yazılmış olduğunun öğrenilmesi iddiayı
güçlendiriyor. Uzmanlar yazıtın
Hıristiyanlık dininin
ilk
ayetleri olabileceği ihtimali üzerinde duruyor.
Ayetlere benzer 70 ayrı kuralı da içeren yazıtta
ayrıca İsa Peygamber’den ve onun dirilişinden
bahsedilen bölümler de bulunuyor. Bazı din
bilginleri ise kalıntıların İsa’nın çarmıha
gerildiği dönemi anlattığını düşünüyor. Bulgulardan
alınan örnekler, incelenmek üzere
Oxford Üniversitesi laboratuvarlarına
gönderildi.
Milliyet, 21.03.2011
|
|
MEĞER BİN YILLIK DNA KARDEŞİYMİŞİZ

Türkiye’de ve dünyada yaşayan Ermenilerin
DNA’larını inceleyip akrabalıklarını tespit etmek
amacıyla kurulan Armenian DNA Project tarafından
yapılan analizler, bin yıldır aynı coğrafyayı
paylaşan Türkler, Kürtler, Ermeniler, Süryaniler ve
Yahudiler arasındaki soy birliğini ortaya koydu.
Projeyi yürüten Peter Hrechdakian, “Dilimiz, ibadet
şeklimiz farklı olabilir ama aynı soy havzasından
geliyoruz” dedi.
1915’te yaşanan trajedi dolayısıyla dünyanın dört
bir tarafına dağılan Ermeniler arasındaki
akrabalıkları tespit etmek için oluşturulan
‘Armenian DNA Project,’ yapılan DNA analizlerinin
Türklerin, Kürtlerin, Ermenilerin, Süryanilerin ve
Yahudilerin aynı soy havzasından geldiğini ortaya
koyduğunu açıkladı. Agos gazetesinin Maral Dink
imzasıyla manşetten yayımladığı habere göre, projeyi
yürüten Peter Hrechdakian, grup analizlerinin
çarpıcı sonuçlar verdiğini belirterek şunları
söyledi:
“Türkler, Kürtler, Süryaniler ve Yahudilerle
Ermeniler arasında çarpıcı benzerlikler var. Gruplar
arasındaki alt-grup dağılımları neredeyse birebir
uyuyor. Ayrı dilleri konuşabiliriz, kültürlerimiz
farklı olabilir, farklı şekillerde ibadet ediyor
olabiliriz. Ama temelde aynı soy havzasından
geliyoruz.” Bazı Ermenilerin Türk çıkma endişesiyle
DNA testi yaptırmaktan kaçındığını hatırlatan Peter
Hrechdakian, “Yapılan DNA testlerinin kişinin etnik
kökenlerini belirleme gibi bir özelliği yok” dedi.
Hrechdakian, şöyle devam etti:
“Bu test ‘Sen Ermeni’sin ya da Türk’sün’ demiyor.
Bunu bilmek imkansız. Türklerin, Lazların,
Hemşinlilerin, Kürtlerin, Ermenilerin ve Rumların
kodlarına baktık. Hepsinde çok ortak özellikler var.
Misal, belki Hemşinlilerin Ermeni olduğunu
söyleyebilirsiniz ama bu söylediklerinizin bir
geçerliliği olmaz. Zira hepsinin Ermeni olması
mümkün değil. Bu da bizi şu sonuca götürüyor:
Hepimiz aynı coğrafyanın insanlarıyız. Bizler
Ermeni, Türk veya Kürt olmadan önce atalarımız
ortaktı.”
Test herkese açık
Baba tarafından Urfalı, anne tarafından ise Antepli
olan Peter Hrechdakian, yirmi yıldır ailesiyle
Brüksel’de yaşıyor. “Ermeniliğimle ilgili ne
yapabilirim” diye düşünerek ‘Armenian DNA Project’i
başlatan Hrechdakian, çokan sonuçlara pek de
şaşırmamış. Testle ilgili olarak www.familytreedna.com/puplic/armeniaDNAproject
adresinde bilgi almak mümkün. Sipariş verenlere,
posta aracılığıyla tükürükten örnek alınmasını
sağlayan çubuklar gönderiliyor. Test yaptırmak
isteyen kişi, tükürük örneğini vererek bu çubukları
test merkezine gönderiyor. 50 ile 250 dolar arasında
ücreti olan test sonucunda kişilerin DNA haritaları
çıkartılıyor. Bu haritalar veri tabanıyla
karşılaştırılarak akrabalıklar tespit ediliyor.
Bugüne kadar 500 kişiye uygulanan test sonucu
akrabalarını bulan pek çok kişi oldu.
Hürriyet, Haber: Sefa Kaplan, 21.03.2011
|
 |
1 MİLYON TL'LİK 'VAV'
Antik A.Ş. Müzayede Evi tarafından Swissotel’de düzenlenen müzayedede, 187 adet çağdaş sanat eseri satışa sunuldu.
Başlangıç bedeli olarak 500 bin liradan açık artırmaya çıkarılan Erol Akyavaş’ın 'Vav’' adlı tuval üzeri akrilik ve karışık teknik tablosu 1 milyon liradan satıldı.
Burhan Doğançay’ın 275 bin liradan açık artırmaya çıkarılan “Cone on a Wall’’ adlı tuval üzeri yağlı boya tablosunun 425 bin liradan satıldığı müzayedede, Burhan Uygur’un “Göçmen Kuşlara Ağıt Yakan Sabah Martıları’’ adlı tuval üzeri yağlı boya tablosu 360 bin liradan, Yüksel Arslan’ın “Kapital’i Güncelleştirme Denemesi’’ adlı kağıt üzeri karışık teknik eseri 240 bin liradan, Oya Zaim Katoğlu’nun “Pazar Ola’’ adlı tuval üzeri yağlı boya tablosu 140 bin liradan, Mübin Orhon’un “Kırmızı - Kahverengi’’ adlı tuval üzeri yağlı boya tablosu 190 bin liradan, Ferruh Başağa’nın Akdeniz Serisi’nden “Soyut Kompozisyon’’ adlı tuval üzeri yağlı boya tablosu 600 bin liradan alıcı buldu.
Habertürk, 21.03.2011
|
MÜZE NASIL GEZİLİR?
Ayasofya
Müzesi yetkililerinin tespiti Bakanlığı harekete
geçirdi.
Öğrencilerine müze gezdiren öğretmenlerin
yeterince bilgi sahibi olmadığını söyleyen
Ayasofya Müze Müdürlüğü Milli Eğitim
Bakanlığı'na bir yazı yazarak 'Öğretmenlere müze
eğitimi verelim' teklifinde bulundu. Teklife
sıcak yaklaşan bakanlık uygun görürse
öğretmenler Ayasofya Müzesi'nde müze gezme
eğitimine tabi tutulacak. Ayasofya Müze Müdürü
Prof. Dr Haluk Dursun 'Okullardan öğrenciler bir
ya da iki öğretmen gözetiminde müzeye
geliyorlar. En az 40 kişi. Müzeye giriyorlar
öğretmen bildiklerini anlatmaya çalışıyor. Bir
düzen yok. Koşan, birbirini iten öğrencileri
susturmaya ya da durdurmaya çalışan öğretmenleri
görüyoruz' dedi.
Akşam, Haber: Ercan Sarıkaya, 21.03.2011
|
|
CİLALI TAŞ DEVRİ'NE AİT KALINTILAR BULUNDU
Çin'in
doğusunda bulunan Cıciang eyaletinde 4 bin yıllık
bir antik kentte yapılan kazılarda antik çağlara
dayanan su yatağı ve kalıntılar bulunduğu
bildirildi.
Şinhua ajansının haberine göre, bölgede bulunan su
yatağında, antik kültürlerden olan Liangcu kültürüne
ait birçok desenli çanak, çömlek parçasının da
bulunduğu kaydedildi.
Çin'in bilinen en eski kültürlerinden olan
Liangcu kültürünün geçmişi Cilalı Taş Devri'ne kadar
dayanıyor. Liangcu kültürünün Yangzı nehrinden Tayhu
gölüne kadar uzanan bölgedeki tarih öncesi kilit
kültürlerden biri olduğuna inanılıyor.
Cnn Türk, 21.03.2011
|
 |
ÇİN SEDDİ UZUYOR
Çin'in kuzeybatısında bulunan Çinghay eyaletinde yapılan araştırmada Çin Seddi'nin yeni kalıntılarına ulaşıldı.
Şinhua ajansının haberine göre, uzmanlar iki yıllık saha çalışmasının ardından setin 480 metrelik yeni bir duvarına ulaştı ve 51 fener kulesi ile 158 geçiş kulesi buldu. Çinghay Arkeoloji Enstitüsünden Rın Şiaoyen, seddin kalıntılarının 2 bin 200 yıl öncesine dayandığını hatırlattı.
Çin Seddi'nin bazı kalıntıların zor bulunmasının nedeni olarak ''Geçmişte tabiat şartlarının bazı bölümlere zarar vermesi'' gösteriliyor.
Ülkede 2009 yılında başlayan Çin Seddi'nin kalıntılarını bulma çalışmalarından bu yana Çinghay eyaletinde Ming Hanedanlığı döneminden kalan 360 kilometrelik duvar bulunmuştu.
Akşam, 21.03.2011
|
SİKKE DİYE CIVATA SATTILAR
Musa Yorulmaz,
müteahhit N.K.'den Sultan Abdülaziz dönemine ait 4
bin adet altın sikkeyi elden çıkartılması için yardım
istedi. N.K.'nin kuyumcu F.G. ili görüşme ayarlaması
üzerine Yorulmaz ve iki arkadaşı, üç sikke gösterdi.
Sikkelerin orijinal olduğunu tespit eden F.G. 50
bini peşin toplam 65 bin liraya Yorulmaz ile
anlaştı. Gizli buluşmada 'sikke' poşetiyle 50 bin
lira el değiştirdi. Zanlılar olay yerinden
uzaklaşırken, F.G. ile N.K. de 400 bin lira değer
biçtikleri altın yerine bir poşet demir cıvata
görünce soluğu poliste aldı. Polisin bir saat içinde
yakaladığı zanlılar adliyeye sevk edildi.
Akşam, Haber: Zana Yavuz, 21.03.2011
|
|
FAİLİ MEÇHUL ALIŞVERİŞ MERKEZİ
İstiklal
Caddesi’deki Demirören Alışveriş Merkezi perşembe
günü apar topar açıldı. Aslında açıldı demek yanlış
olur. Son iki katı hala inşaat halinde olan binanın
içi de neredeyse bir şantiye. Asansör montajları
bitmemiş, yürüyen merdivenlerin ayarları yapılmakta,
pek çok mağaza ise boş; açık olanlar da inşaat
tozlarını temizliyor. Firavun mezarlarını aratan bir
koridordan ulaşabildiğiniz tuvaletler de bitmemiş.
Aceleden tabelası bile eğri asılan binanın bu acemi
açılışını işletme uzmanları daha iyi analiz ederler.
Kanaatimce ileride işletme açısından da büyük
sıkıntılar çıkabilir çünkü iç mekanlar ve özellikle
food court hiç cazip görünmüyor.
Müellifi belirsiz
Hatırlarsanız binanın mimarisi Han Tümertekin’e
teslim edilmişti. İnşaat sürecinde mimarın kontrolü
dışında tasarıma müdahaleler başlamış, yandaki
parseller de satın alınarak projeye eklenmişti.
Koruma kurulu üyeleri de işe müdahale edip “tarihi
dokuya daha uygun(!)” bir cephe isteyince anlaşılan,
ipler koptu ve Tümertekin müelliflikten çekildi.
Şimdi komik köşe balkonları, mini kubbeli cumbaları,
eski binadan miras işe yaramaz ince balkonu ve
‘modern bir şeyler de olsun’ diye ortaya
yerleştirilmiş anlamsız cam cephesi ile açılan bu
binanın müellifi belirsiz. Kurul üyeleri mutlu mudur
bilemem ama sayelerinde baktıkça mimarisi ile alay
edilecek bir bina daha İstanbul’a eklenmiş oldu.
Açıkçası bu yapı, tarih soslu her şeyin cazip hale
geldiği bir dönemde, toplumsal değişimin mimariye
yansımış anıtı olarak da görülebilir.
Şimdi bu trajikomik sonucu doğuran mekanizmaları
sorgulamak için bir fırsat doğdu. Çünkü kurullar,
komisyonlar, çelişkili yasalar arasındaki
çatlaklardan becerikli bir şekilde ilerleyen
yatırımcı, sonunda yasal(!) bir yapı inşa edebilmiş
görünüyor. Esasen yatırımcı denen kişilerin genetik
olarak metrekare oburu olduklarını kabullenmek
gerek. Belediye ve kurulların esas görevi ise sokak
kotundaki kentliye verdikleri kamusal mekanın
kalitesini yönetmektir aslında.
Mimari açıdan bir alay objesine dönüşen Demirören
AVM’nin esas sorumlusu topu birbirine atan, çağdaş
mimarlıktan habersiz koruma ve yenileme kurulları,
belediyeler, uyuyan Mimarlar Odası, aciz Kültür
Bakanlığı, rüzgara göre değişen bilirkişiler ve
raporları ile noterlik görevinden fazlasını yapmayan
üniversitelerdir. Ne zaman ki bu kurumlardaki
bireyler ortaya çıkar, o zaman bir şeyler değişir.
Yoksa kurum paravanı arkasından ahkam kesen korkak
uzmanlar karar mercilerinde oldukça kentlerde bu
saçmalıklardan daha çok görürüz.
Radikal, Yazı: Ömer Kanıpak, 20.03.2011
|

|
TARİHİ KONAĞI ELEKTRİK KONTAĞI YAKTI
İstanbul 'un tarihi yapılarından birisi daha alev alev yandı. İstinye sahilinde asırlık bir geçmişe sahip olan Şaban Gündeş'in sahip olduğu 3 katlı ahşap konakta akşam üzeri saat 18.30 sıralarında yangın çıktı. Sahil kenarında bulunan konakta çıkan yangına elektrik kontağının neden olduğu belirlendi.
Bir aile ile iki bekar kiracının yaşadığı konağın üçüncü katında başlayan yangın kısa sürede konağı sardı.
Yangına Sarıyer , Beşiktaş, Beyoğlu ve Şişli itfaiye ekipleri müdahale etti. Alev alev yanan tarihi konak itfaiye ekiplerinin zamanında olay yerine ulaşması sonrasında yaklaşık bir saat içerisinde kontrol altına alındı. Arka kısmı tamamen yanan tarihi konaktan çıkan vatandaşlar ise görüntü alınmasına tepki gösterdi.
Habertürk, haber: Müslim Sarıyar, 20.03.2011
|
CADDE-İ KEBİR'İN TAŞLARI SÖKÜLÜYOR, ASFALTLANACAK
İstanbul’un meşhur İstiklal Caddesi’ne,
Osmanlı döneminde yabancılar “Grand Rue de Pera” (Pera
semtinin muhteşem caddesi”, Türkler ise “Cadde-i
Kebir” derlermiş. Cumhuriyet döneminde caddenin adı
“İstiklal Caddesi” oldu.
Grand Rue de Pera-Cadde-i Kebir iken, bu cadde
ve iki
yanındaki kaldırımlar granit parke taşları ile
döşeli idi.
Yakın tarihlerde cadde trafiğe kapatılınca parke
taşları söktük. Sıkıştırılmış beton taşlarla (tuğla
benzeri beton taşlarla) döşedik. Derken efendim,
granit blok taş modası çıktı.
İstiklal Caddesi’ne 2006’da
Çin malı granit plakalar döşendi. Plakalar
yerinden oynadı. Belediye, yüklenici firmadan bu
defa yerli granit kullanmasını istedi. Çin işi
granitler söküldü. Cadde yerli granitlerle döşendi.
Medyaya yansıyan haberlere göre Gür
Yapı
İnşaat firmasına bu iş için 4 milyon 650 bin
TL artı
KDV ödendi.
Bu granit plakalar da kısa sürede yerinden oynadı.
Çoğu kırıldı.
Araç
trafiğine kapalı olan, gündüz gece binlerle kişinin
yürüdüğü caddenin durumu perişan.
Yeni bir gelişme var: Granit plakalardaki bozulmalar
nedeniyle Büyükşehir Belediyesi, İstiklal Caddesi’ni
İSFALT laboratuvarında geliştirilen özel
karışımlı asfaltla yenileyecek. İstiklal Caddesi’nde
bundan böyle tramvay yolu pembe, kalan alanlar gri
ve yeşil asfalt ile kaplanacak.
(Bu ayıp bize yeter! “Pantolon dikmeyi beceremedik,
size gömlek verelim” misali, bizim yöneticiler de
“Granit taşı kullanmayı beceremedik, Cadde-i Kebir’i
asfaltlayalım” diyorlar. Asfalt dünyanın en adi, en
basit yer kaplama malzemesidir!)
Hiçbir işin ustası kalmadı
Granit en sert yer kaplama malzemesidir. İstanbul’da
eskiden sokaklarda kaldırımlarda kullanılan parke
taşı diye adlandırılan 10x10x20 cm. ebadında taşlar
da yerli granit idi. Ama o taşların kullanıldığı
sokaklar yıllar boyu bozulmazdı. Marifet taşın
özelliği yanında onu döşeyen ustalarda idi.
Günümüzde granit parke taşları zengin ülkelerin
sokaklarını ve kaldırımlarını süslemeye devam
ediyor. Ama biz İstanbul’un sokaklarındaki
kaldırımlarda söktük.
Derken plaka halinde granit döşeme malzemesi modası
çıkınca 50x50 cm. ebadında 5 cm. kalınlığında granit
plakalar kaldırım döşemesinde kullanıldı. Fakat eski
kaldırım ustaları olmadığından bunları hayatında
eline taş almamış,
Doğu Anadolu’dan İstanbul’a iş aramaya gelen
gariban gençlere döşettirdik. Döşemeler, üç gün
sonra kırılmaya başlayınca da çareyi malzeme
değiştirmekte bulduk.
İmrenmekle ömrümüz geçiyor
New York’un geniş kaldırımları,
Paris’teki ünlü Şanzelize (Champs Elysees)
caddesinin kaldırımları geniş granit taş plakalarla
kaplıdır. Yıllarla bu kaldırımlar ne aşınır ne de
taşlar yerinden oynar. Şanzelize
kaldırımlarını1828’de Paris Belediyesi inşa ettirdi.
Hala aynı kaldırımlar... Paris’in yeni gelişen
“Defence” bölgesindeki kaldırımlara da bizim
İstiklal Caddesi’ne döşenen 50x50x5 cm. granit
plakalar döşendi. Ünlü mimarımız Doğan Tekeli bu
taşların özel olarak inşa edilen beton kanalların
üzerine yerleştirildiğini, yağmur ve temizlik
sularının alttaki kanallara aktığını bana anlattı.
Bizde mesleği olmayanlara, hiçbir işe yaramayanlara
“Bu adam kaldırım mühendisidir” derler. Ve de çok
sayıda kaldırım mühendisimizin olduğu söylenir.
Demek o ki bizde kaldırım mühendisinin “gibisi” var
da “gerçeği” yok. Bu nedenle kaldırımlarımız 2 veya
3 yılda bir sökülüp yeniden yapılıyor.
Her söküm ve yapım halkın kesesinden harcamayı
gerektiriyor. Suç taşlarda değil, o taşları
döşeyenlerde diyoruz... Diyoruz da... Bugüne kadar
iki veya üç yılda kullanılamaz hale gelen
kaldırımları döşeyenlere sorgu-sual eyleyen bir
Allah’ın kulu oldu mu? İşini iyi yapmayanlara acaba
ceza mı veriliyor, yeni işler mi veriliyor? Bilen,
duyan var mı?
Milliyet, Yazı: Güngör Uras, 20.03.2011
|
ALMANYA, SFENKSİN TÜRKİYE'YE İADESİNİ KARAR BAĞLADI

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın
Berlin’deki Turizm Fuarı sırasında Alman Kültür
Bakanıyla yaptığı görüşme sonrası Almanya Hitit
dönemine ait Sfenksi verme kararı aldı.
Türkiye, yurt dışında sergilenen tarihi ve
arkeolojik varlıklarını geri alma konusunda tarihi
bir başarıya imza attı. Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay’ın yoğun çabaları sonucu, Almanya,
Berlin’de sergilenen Hitit dönemine ait Hattuşaş
Sfenksi’ni geri verme kararı aldı.
Almanya Kültürden sorumlu Devlet Bakanı Bernd
Neumann, Federal Meclis Kültür Komisyonu’na verdiği
raporda, Sfenks’in Türkiye’ye iadesi konusunda
anlaşma imzalamak istediğini belirtti. Bernd Neumann,
Prusya Kültür Varlıkları Vakfı’nın elinde, Bergama
Müzesi’nde sergilenen diğer tarihi eserlerin
haricinde, Sfenks’in Almanya’ya ait olduğunu
gösteren hukuki hiçbir belge bulunmadığını belirtti.
Bakan Bernd Neumann, bu nedenle, Prusya Kültür
Varlıkları Vakfı Başkanı Prof. Hermann Parzinger ile
sfenksin Türkiye’ye iadesi konusunda hemfikir
olduğunu ifade etti.
Bakan Neumann, bunun dışında, Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay ile birlikte Türk ve Alman
müzeleri arasındaki işbirliğini artırmayı ve
Türkiye’de Almanların da katıldığı arkeolojik
kazıların daha da geliştirilmesini istediğini ifade
etti. Sfenksin iadesinin nasıl gerçekleşeceği ve
buna yönelik anlaşmanın nasıl bir model oluşturacağı
konusunun ise Ankara’da 18 Nisan’da yapılacak olan
görüşmede ele alınacağı belirtildi. Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay, Sfenksin iade edilmemesi
durumunda, Türkiye’deki Alman arkeologların
kazılarının durdurulacağını açıklamıştı.
Alman Bakan Bernd Neumann, meclis kültür
komisyonuna, sfenkslerin tarihi ve durumu ile ilgili
bilgiler de verdi. Neumann, Hattuşaş Sfenkslerinin
1907 yılında yapılan kazılar sırasında bulunduğunu
ve parçalanmış halde olduğunu belirtti. Hitit
dönemine ait bu iki adet sfenksin 1915 yılında
restorasyon ve araştırma amacıyla Almanya’ya
getirildiğini kaydeden Neumann, restorasyon sonrası
sfenkslerden sadece birisinin Türkiye’ye iade
edildiğini ifade etti. İkinci Dünya Savaşı sonrası
kurulan Demokratik Almanya Cumhuriyeti sınırları
içinde kalan Bergama Müzesi’nde sergilenmeye
başlayan Sfenksleri alabilmek için Türkiye yıllardan
beri talepte bulunuyordu.
Hıristiyan Demokrat Birlik Partisi (CDU) üyesi
olan Devlet Bakanı Neumann, Alman Meclis Kültür
Komisyonu’na, Hitit Sfenksi’nin iadesinin sadece bir
istisna olacağını ve Alman müzelerinde sergilenen
diğer arkeolojik eserler için bu iadenin geçerli
olmayacağını söyledi. Bernd Neumann, özellikle
Mısır’ın da talep ettiği Nefertiti büstü için
iadenin sözkonusu olamayacağını ve sfenksin
iadesinin buna örnek teşkil etmeyeceğini söyledi.
tourexpi.com, 19.03.2011
|
13 - 19 Mart 2011
|
BAŞBAKAN'I TÜRK
MİMARLARINA EMANET EDİNİZ
Uluslararası arenada
Türk mimarları son yıllarda tarih yazıyorlar. Ancak
Türk devletine iş yapmaya gelince kapı duvar oluyor.
Başbakan’ın çılgın
projesini merak ededuralım, ortaya her gün yeni bir
iddia atılıyor. Son iddia, İstanbul’un yakınına
kurulacak olan ve medeniyetleri buluşturan yeni
İstanbul projesi. Dünyadaki her ünlü yapının bire
bir imitasyonunun yapılacağı bir şehir sıfırdan
kurulacakmış.
Haberi okuyunca ‘Eyvah’ dedim, ‘ikinci bir Antalya
Beldibi mimari faciası geliyor’. Bilmem aranızda son
yıllarda Beldibi’ndeki 5 yıldızlı otellere
uğrayanınız var mı? Titanik’ten Kremlin Sarayı’na
kadar her biri birer mimari cinayet sayılabilecek
onlarca otel yan yana sıraya dizilmiş. Bir Rus'un
neden Moskova’dan kalkıp Antalya’daki Kremlin
otelinde tatil yapmaya geldiği psikolojinin ilgi
alanına girse de, buradaki yapılaşmanın ve orman
katliamının çarpıklığı Türk mimarlık tarihine kara
harflerle yazılacaktır. Konumuza dönersek şurası
kesin, özel sektör Türk mimarlarına güvense de
devletimiz Türk mimarlarının yaratıcılığına ve
uluslararası başarılarına güvenmiyor. En azından
sırtını çevirmiş durumda. Şu anda İstanbul’da devam
eden pek çok uluslararası mimari projenin altında
Türk mimarlarının imzası var.
Bir tek Türkiye’de de değil uluslararası arenada
Türk mimarları son yıllarda tarih yazıyorlar.
Tabanlıoğlu, Emre Arolat, Han Tümertekin, Erginoğlu-Çalışlar,
Nevzat Sayın uluslararası projelerde dünyaca ünlü
mimarlık yarışmalarında dereceler alıyorlar. Ancak
Türk devletine iş yapmaya gelince kapı duvar oluyor.
Son olarak Berlin Büyükelçiliği için açılan mimarlık
yarışmasında ilk üçte Türk mimarları olsa da iş
gidip Alman mimarlara verildi. Oysa devletin Türk
mimarlarına iş vermesi çok önemli. Büyük işlerin
altında Türk mimarlarının imzasının olması bir tek o
mimarları değil Türkiye’nin de adını dünyaya
duyuruyor. Mimarların özellikle devletin finansını
sağladığı büyük işlerde cesur davranmaları
mimarlığın gelişimi için de büyük bir çığır açıyor.
Eyfel’in aynısını alıp İstanbul’da taklit etmek,
Malezya’daki gökdelenin aynısını İstanbul’a dikmek,
kusura bakmayın ama Arap görgüsüzlüğünden başka bir
şey değildir. Dubai örneğinde gördüğümüz üzere
binaların albenisi olsa da mimari açıdan beş para
etmemektedir. Üstelik Bedri Baykam’ın bir eserinden
ödünç bir cümle ile açıklamak gerekirse ‘this has
been done before’. Bakınız Las Vegas... İstanbul’un
yanı başına yeni bir şehir kurulması çılgın ve
müthiş bir fikir. Daha da önemlisi, yapılması şart
bir proje. İstanbul’da depreme hazırlık sıfır. Pek
çok binanın depremde yıkılacağına kesin gözüyle
bakılıyor. Fırsat bu fırsat, devlet depreme
dayanıksız binaları yıkıp yerine yeni yeşil alanlar
açabilir. Binaların hak sahiplerine de İstanbul’un
yanı başına kurulacak bu cazip şehirde yeni yerler
tahsis edebilir. Lafı uzatmayalım. Sayın Başbakan,
kendinizi Türk mimarlarına emanet ediniz. Pişman
olmayacaksınız...
Radikal, Yazı: Cüneyt
Özdemir, 19.03.2011
|
BU MÜZE EVLERE DAMDAN GİRİLİYOR
Aşıklı Höyük, ilklerin höyüğü olarak biliniyor. Orta Anadolu'daki bilinen ilk köy yerleşmesi, bölgedeki ilk tarım ve madenciliğin başladığı yer olarak kabul ediliyor. Aşıklı Höyük'te 12 kerpiç evde 10 yıllık köyün küçük bir modeli oluşturuldu. Burada evlerin dışarıya açılan kapısı yok, bu yüzden binalara damdan bırakılan bir delikten giriliyor.
Müze evlere Neolitik çağda olduğu gibi, ziyaretçiler damdan giriyor. Evlerde ocaklar, sekiler, otlar, öğütme taşları, hasırlar ve sepetler bulunmuş. Şimdi buraya ölü gömme geleneğini yansıtmak amacıyla mekan tabanına açılan çukuru iskelet yerleştirildi.
Aşıklı Höyük kazı çalışmaları sürerken, höyüğe gelen turistlerin sayısı da gün geçtikçe artıyor. Ziyaretçiler 10 bin yıl önceki yaşamı somut olarak görme, tanıma ve yaşama imkanı bulurken, tarih öncesi evlere çatıdan girerek de ilginç bir deneyim yaşıyorlar. Bu yıl Aşıklı Höyük kazılarının üstüne korunak sistemi yapılması ve kazıların 2012’de bitirilmesi planlanıyor.
Turizm Gazetesi, 18.03.2011
|
|
YENİ BİR ANTİK KENT
DOĞUYOR

Gaziantep’in Suriye
sınırındaki mayınlı saha içinde bulunan tarihi
Karkamış antik kentinde mayınların temizlenmesi
çalışmaları tamamlandı.
Tarihi MÖ 3 bin
yıllarına dayanan Karmamış’ta toplam 663 bin 800
metrekarelik alanda mayınlar elle temizlendi. 1200
mayın çıkarıldı ve imha edildi. Dünya tarihinde ilk
yazılı anlaşma olan Kadeş Anlaşması’nın yapıldığı
yer olan Karkamış’ta, mayın temizleme sırasında
bulunan sikke ve tarihi değeri henüz tespit
edilemeyen bazı eserler de Kültür ve Turizm
Müdürlüğü’ne teslim edildi.
Bir taraftan Japonya
diğer taraftan İtalya’nın kazı çalışmalarının kendi
ülkelerindeki arkeologlara verilmesi için çaba
gösterdiği Karkamış antik kentinde kazılara bu yıl
başlanması planlanıyor.
Gaziantep İl Özel
İdaresi Genel Sekreteri Cafer Yılmaz, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, bu bölgenin askeri ve mayınlı
bölge olduğunu ifade ederek, Genelkurmay, Milli
Savunma Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile
Gaziantep Valiliği’nin 2 yıl önce ortak protokol
imzalandığını, bu işin İl Özel İdaresi tarafından
yürütülmesine karar verildiğini anımsattı.
Yılmaz, ihaleyi kazanan
Nokta Yatırım Limited Şirketi’nin mayın temizleme
işini tamamlandığını bildirdi.
Yılmaz, antik kenti
turizme kazandırmayı amaçladıklarını ifade ederek,
şunları söyledi:
”Büyük bir başarının
altına imza attık. Elle temizleme dünyada bir ilk.
Aynı zamanda kazasız belasız bitirmek de ayrı bir
gurur. 1200 civarında mayın çıkarıldı ve imha
edildi. Gerek mayın temizleme ve imha gerekse mayın
temizleme sonrası kalite kontrol işi BM
standartlarına göre yapıldı. Şu an alana giriş
çıkışlara oradaki karakol bakıyor. Özel güvenliği
bulundurmaya da devam ediyoruz.
Bu hafta geçici kabulünü
yaptık. Orası Kültür ve Turizm Bakanlığı’na
devrolacak. Nisan ayında resmi işlemler tamamlanır.
Bakanlığın bu yıl kazılara başlamasını bekliyoruz.
Biz bunu öngörerek Özel İdare’nin 2011 bütçesine 100
bin lira kazı parası koyduk. Çok büyük bir bütçe
değil ama en azından başlangıç için yerel desteğin
var olduğunu göstermek istedik. Bu sezon kazı
çalışmasını başlatabilecek bir bütçeleme var.”
Mayın temizlemesi
sırasında sıkı bir denetim kontrol mekanizması
kurduklarını, arkeologların çalışmaları sürekli
izlediğini belirten Yılmaz, ”Bulunan sikkeler ve
tarihi değeri henüz belirlenemeyen bazı eserleri,
Müze Müdürlüğü’ne teslim ettik” dedi.
Karkamış’ın tarihinin MÖ
3 bin yıllara dayandığına, dünyada ilk yazılı
anlaşmanın yapıldığı ve ilk savaş aracının
kullanıldığı muhteşem bir yer olduğuna işaret eden
Yılmaz, sözlerini şöyle sürdürdü:
”Bir tarafı Fırat Nehri,
karşı tarafı Şanlıurfa ve güneyi Suriye çok otantik,
çok bakir bir alan. Gaziantep için Türkiye için
büyük bir fırsat. Umarım onu elbirliği ile turizme
kazandırırız. Karkamış aslında Zeugma’dan eski
tarihe sahip. Kentin dört bir tarafı milattan önceki
dönemlerde yaşamış değişik kültürlerden değişik
kentlerden kalan zengin bir miras. Gaziantep olarak
İl Özel İdaresi olarak kültür ve tarih turizminin
öneminin farkındayız. Bütçe ve insan kaynağı
anlamında var gücümüzle bu potansiyeli ortaya
çıkarmaya çalışıyoruz. Gaziantep turizmi 800 binlere
geldi, bu bireysel çabalarımız sonuç verirse 1
milyon turisti de geçeriz.”
Gaziantep, Kilis, Hatay,
Kahramanmaraş, Adıyaman, Mardin ve Şanlıurfa’nın bir
havza olarak turizm pastasından daha çok pay
alabileceğini vurgulayan Cafer Yılmaz, bu bölgenin
10 milyondan fazla turist çekebileceğini kaydetti.
Gaziantep İl Kültür ve
Turizm Müdürü Salih Efiloğlu da, Karkamış’ta büyük
bir medeniyet ve tarihi kalıntı olduğunu, bu kültür
mirasını gün yüzüne çıkarıp turizme ve ekonomiye
kazandırmak istediklerini söyledi.
Kazı için gelen
talepleri Kültür ve Turizm Bakanlığının takip
ettiğini belirten Efiloğlu, ”Çok talep var.
Ağırlıklı olarak Japon ve İtalyan üniversitelerinden
talep var. Bakanlığımız, Gaziantep Üniversitesi’nin
de mutlaka işin içinde olmasını istiyor. Şu anda
çalışmalar devam ediyor” dedi.
Star, Fotoğraf: Radikal,
18.03.2011
|
KAZIDA ASLAN HEYKELİ
ÇIKTI
Katranlı Köyü'nde
yapılan kanalizasyon çalışmaları esnasında tarihi
esere rastlandı. 16.03.2011 tarihinde yapılan kazı
sırasında Irzalar’ın evinin önündeki yolun Gocadaş
istikametine giden yol üzerinde yapılan kazı
esnasında bir aslan heykeline rastlandı.3 metre
derinlikte logar yeri açarken çıkan Aslan heykelinin
taştan ve 300- 400 kg ağırlığında olduğu bildirildi.
Olay yerine Ermenek
Kaymakamı Mehmet DEMİR ve resmi yetkililer gelerek
incelemelerde bulundular. Konuyla ilgili Karaman’dan
gelen özel görevliler bulunan eserle ilgili
incelemeler yaptılar. Yapılan incelemeler sonucunda;
Bir mezar kapağı olduğu ve Roma dönemine ait bu
bölgede yaşamış önde gelen bir zatın (Kral) lahdine
konmuş bir kapak olduğu bildirildi. Sol tarafı
kırılmış olarak bulunan heykel adeta canlı gibi
durmakta. Tırnakları dahi seçilebilen heykelin sağ
elinin altında avladığı bir ceylanın da olduğu
görülmekte.
Heyelan veya büyük bir
afetle şu an bulunan yere kadar geldiği tahmin
edilmektedir. Daha önceden veya yeni bazı yerlerinde
ufak-tefek tahrifat olan eser Müzeler Müdürlüğü'nce
koruma altına alındı. Eserin Boyu :92cm- Eni:98cm-
Uzunluğu 92cm olarak ölçüldü.
Tarihi eserlerin ait
olduğu yerlerde değerlendirilmesi konusunda köy
muhtarlığımızla görüşülerek muhtarlığımıza teslim
edildi. Muhtar İsa Başar heykeli teslim alarak köy
odasını önünde özel güvenli bir alana yerleştirdi.
Bu eserin köyün
tanıtımında da faydalı olabileceği, iki gündür çok
sayıda resmi bürokrat halk ve çevreden vatandaşların
heykele ilgi göstererek görmeye geldikleri izlendi.
karamandan.org,
18.03.2011
|
KİTABEYİ ÇALDILAR
Altınoluk’a
bağlı Doyran Köyü'nde kayıp kitabeyi Jandarma arıyor. 1.yy ait olduğu sanılan kitabenin Doyran
Köyü'nde bir bahçe kenarında bulunduğu ve daha sonra
kaybolduğu öğrenildi. İki metre boyunca yaklaşık
yarım ton ağırlığındaki kitabenin o dönemin bir
meclis kararı olduğu, kitabenin iki parça olduğu
ancak daha önceden kaybolan diğer parçanın ise
bulunamadığı öğrenildi.
Altınoluk’un
her iki yakasında bulunan kitabeler antik tarih
sayfalarına ışık tutarken, Antandros’u ilk kez
1842’de H.Kiepert fark ederken, Altınoluk
Avcılar Köyü’nün camisinin duvarlarında devşirme
olarak kullanılmış bazı kitabelere rastlaması
sonucunda yapılan araştırmalarda, “Roma dönemine ait
bir yazıt üzerinde Antandros ismini gören H.Kiepert
yörede araştırma yaparak kentin yerini saptamıştır.
Onun ardından H.Schliemann ile R.Virchow, kentin
isminin yazılı olduğu çok sayıda sikke bulmuştur.
Fabricius isimli araştırmacı da aynı yerde Antandros
yazılı ikinci bir yazıtla karşılaşmıştır.W.Leaf 1911
de Karataş tepesinin batı yamaçlarında önceden
açılmış mezarları görerek nekropol alanının yerini
saptamıştır.B.F.Cook, bu ön araştırmaların ışığı
altında 1959 ve 1968 de iki kez buraya gelmiş ve
asıl yerleşimin tepenin batı yamaçlarında olduğunu
kesinleştirmiştir.

Doyran Köyü'nde
Geçmişten Günümüze Altınoluk kitabının yazarı Hıfzı
Aksoy tarafından 1995 yılında hazırlanan kitap için
araştırma esnasında bulunan kitabenin fotoğrafları
çekilirken, sonradan yapılan incelemelerde kitabe
ortadan kayboldu. Ağır ve büyük taş kütlesinin nasıl
ve ne şekilde yok edildiği ise Jandarma incelemesi
sonrasında ortaya çıkması bekleniyor.
Emekli
Öğretmen ve araştırmacı yazar Hıfzı Aksoy kaybolan
kitabeyle ilgili araştırmasını söyle dile getirdi.
“Doyran Köyünün doğu yamaçlarında, taş
ocağının hemen üzerinde de kalıntılar bulunmaktadır.
Burada bir köylülün bahçesini sulamak için
yaptırdığı bir havuzun duvarına koyduğu yazılı bir
taş buldum. Ancak iki parçadan oluşan bu yazıtın
diğer parçasını tüm araştırmalarıma rağmen ele
geçiremedim. Bu nedenle de yazıtın tam olarak
okunmasını sağlayamadık. Ankara Dil Tarih Coğrafya
fakültesi Klasik Arkeoloji ana bilim dalı öğretim
üyelerinden Ender Varinlioğlu’na okuttuğumuz
bölümden bunun bir meclis kararının oylaması ile
ilgili olduğunun öğrendik .
Sayın
Varinlioğlu’nun okuduğu bölümde şunlar
yazılı:
“........ oğlu Agathangelos’un
…………
Tarsikos oğlu Luskios’un
Rahip…… Berekianos’un oğlu,
Alexandros’un oğlu………………”
Varinlioğlu
burada geçen kişi adlarının kendisi, babası ve
dedesi olduğu ve bu yazıtın yazı biçimine göre 1.
yüzyıla ait olması gerektiğini tarafıma
bildirmiştir.
Aynı bölgedeki
yamaçlarda doğasal yapılar içerisinde üzeri taşlarla
kaplı mezarlıklarda bulunmaktadır. Köylüler bu
mezardan cam eşya çıktığını söylemektedir” dedi.
Körfezin Sesi, 18.03.2011
|
57. ALAY ŞEHİTLİĞİ, 25 NİSAN'DA ZİYARETE AÇILACAK

Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli
Parklar Müdürlüğü ile OPET'in işbirliğinde
hazırlanan projeyle yenilenen 57. Alay Şehitliği, 25
Nisan'da ziyarete açılacak.
OPET'ten yapılan açıklamaya göre,
2006'da Gelibolu Yarımadası'nı çağdaş görünüme
kavuşturmak için başlatılan "Tarihe Saygı Projesi"
kapsamında, 57. Alay Şehitliği'nde yürütülen proje,
Çanakkale Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulunca onaylanarak, uygulamaya konuldu.
Açıklamada görüşlerine yer verilen
OPET Yönetim Kurulu Üyesi Nurten Öztürk, "Tarihe
Saygı Projesi" kapsamında, Gelibolu Yarımadası'nda
milli park sınırlarındaki tüm köylerde, toplumsal
kalkınma ve bilinçlenmeye destek olacak eğitim
programları ve çevrenin işlevsel rehabilitasyonu
sayılacak mimari planlar uyguladıklarını belirtti.
Bu kapsamda ele aldıkları,
Çanakkale Savaşları'nda tamamı şehit olana kadar
savaşarak, vatanı savunan kahraman 57. Alay'ın
şehitliğini de en kısa zamanda, tarihe yakışan bir
görünüme kavuşturmak istediklerini bildiren Öztürk,
25 Nisan Anzak Törenleri'nin de yapıldığı bu alanın,
ihtiyaca cevap verecek şekilde yenilemenin kendileri
adına bir onur olduğunu vurguladı. 57. Alay
Şehitliği'nin 2016 yılına kadar her türlü bakım ve
onarımını takip edeceklerini ve tüm şehitliklerimize
örnek olmasını sağlayacaklarını belirten Öztürk, "OPET
olarak şehitlerimize minnetimizin göstergesi olarak
57. Alay Şehitliği'nin yenilenmesine katkı sağlamayı
bir görev ve sorumluluk sayıyoruz"
değerlendirmesinde bulundu.
ŞEHİTLİKTE TAMAMLANAN
ÇALIŞMALAR
57. Alay Şehitliği'nde yürütülen
proje kapsamında, şehitlik etrafını çevreleyen,
eğime paralel taş duvarların kademeli olarak yeniden
inşa edilmesi yüzde 60 oranında tamamlandı.Şehitlik
boyunca asfalt kenarındaki su derelerinin mevcut
toprak durumundan, betonarme üzerine taş kaplama
yapılarak sıhhileştirilmesi bitirildi. Otopark
zemini granit küp taşlarla kaplandı. Eskiden var
olan rölyefler yeni yerlerine konuldu. Şehitlik
alanındaki heykelin montajı tamamlandı. Şehitliğin
giriş kapısı yenilendi. 57. Alay Anıtı'nın yarıdan
fazlası bitirildi.
Burası Çanakkale, 18.03.2011
|
MODERNLİK, MODERNİSTLİK, KİTCH VE CÜRÜM

Sözlerime soyut bir soru sorarak başlamamı lütfen
mazur görün: Mimarlıkta modernlikten ne anlıyoruz?
Gayrımenkul pazarlama şirketlerinin ilanlarında yer
aldığı gibi "prestijli, seçkin, size özel..." falan
gibi bir sıfatı mı? Modern mimarlık dediğimizde
yalnızca biçemle ilgili bir sorunsaldan mı söz
ediyoruz? Yoksa mimarlık adı verilen sembolik alanın
konu aldığı, faaliyet gösterdiği, farkındalık
ürettiği profesyonellikle ilişkili bir sorunsaldan
mı söz ediyoruz? Modernlikle ilgili tartışmalarda
genellikle bu sorular sıkça yer alır. Benim burada,
yazının başında bu soruları sormamın ise özel bir
nedeni var.
İstiklal Caddesi'nin göbeğinde yer alan Demirören
Alışveriş Merkezi bugün açılıyor. Geçtiğimiz
günlerde inşaatı örten perde kaldırıldı ve yapı
yüzünü gösterdi. Karşımıza yuvarlak cumbaları,
caddeye uzanan balkonları, süslü kolonları ile ucube
bir yapı çıktı. Oysa işin başında beklentiler ne
kadar farklıydı. Projeyi "Ağa Han Mimarlık Ödülü"
gibi pek çok uluslararası ödülün sahibi, Türkiye'nin
"star" mimarlarından Han Tümertekin'in üstlendiği
duyuldu. Daha bir yıl öncesine kadar mimarlık
çevrelerinde Tümertekin'in tasarladığı "müthiş" bir
projeden söz ediliyordu. Peki o üzerinde bunca
rüzgar estirilen bu "müthiş" projeye ne oldu?
Gördüğümüz tasarımın Tümertekin'in tasarladığı proje
ile bir ilişkisi var mı? Bu soruların cevabını tam
olarak bilemiyoruz. Malsahibi binanın yüksekliğini
artırmak ve yetkililerin onayını almak için "tarihi
çevreye uyumlu olmayan" bu tasarımdan vazgeçmiş
olabilir.
Muhtemeldir ki Tümertekin'in o "müthiş" projesi
yetkili kurulların onayını almak için ayrı bir
zorluk olarak algılanmış ve bu nedenle de yarı yolda
terkedilmiştir.
Oysa başlangıçta durum ne kadar farklıydı.
Gayrimenkulun sahibi olan yatırımcı şirket, her ne
kadar "kar amaçlı" da olsa, bir "sosyal sorumluluk"
projesine girişmiş ve "Beyoğlu Nereye Gidiyor"
başlıklı bir yarışma ve sergi dahi düzenlemişti.
Sonrasını ise başta söyledim: Mimarlık çevreleri de
Tümertekin'in tasarladığı o "müthiş" projeyi yere
göğe sığdıramıyorlardı. O zaman baştaki sorumuza
geri dönebiliriz: Bu işte mimarın gerçekleştirdiği
faaliyet ne ölçüde içinde yer aldığı sorunsalı,
koşulları dönüştürmeyi başardı ki, bugün o hepimizin
şaşkınlıkla tanıklık ettiği o "müthiş" bir
profesyonel sonuç ortaya çıktı?
Yoksa bu "müthiş" proje hiç suya sabuna
dokunmadan, işin kamusal boyutunu ihmal ederek,
yalnızca yapının daha farklı bir biçemde yapılması
anlamına mı geldi? Böylece mimar da tıpkı para
kazanmak için "kendi işini yapan bir esnaf" gibi
kendisini onay verecek kurumlardaki kişilerin, kar
amaçlı bir kuruluşun perspektifi ve patronajı ile mi
kendisini sınırlandırdı? "SİT Alanı" ilan edilen
tarihsel kent merkezleri margarin kremalı pasta gibi
bina tasarlayan mimarlara, kent dışındaki alışveriş
merkezleri, üst sınıf seçkinler, zenginler için
yapılan "rezidans"lar da yatırımcıların daha çok
para kazanması için Türkiye'nin "star" mimarlarına
mı ait? Mimari araştırmanın, deneyselliğin kamu
tarafından desteklenmesi ve bunun için de mimarların
kamusal nitelikli bir işlev yerine getirmesi gerekli
değil mi?
Bu durumda modernlik de mimarlığın içinde yer
aldığı sorunsalı dönüştürmeyi, sorgulamayı,
deneyselliğe açmayı hedeflemeyen, içinde yer aldığı
koşullar ile ilişkisi olmayan bir biçemden mi
ibaret? Bu durumda modernlik de tıpkı -sözde karşıtı
gibi duran- tarihselcilik gibi basmakalıp bir
klişeye dönüşmüyor mu? Böyle bir ayrışmanın,
karşılıklı olarak kent mekanını "korunaklı av
sahaları"na dönüştürmenin kente, kentlilere karşı
nasıl bir "cürüm" olduğunun farkında mıyız? Eğer
öyleyse Tümertekin'in "bugün ortaya çıkan sonuç ile
benim bir ilişkim yok, projeyi ben yapmadım"
diyebilme lüksünün olacağını zannetmiyorum. Çünkü
profesyonel mimarlığın "kamusal boyutu" bağımlı bir
perspektifle bir taraftan alışveriş merkezleri,
kentsel dönüşüm projeleri yaparken, diğer taraftan
sermaye sahibi hayırseverler gibi "sosyal
sorumluluk" projeleri yaparak kreş, okul, STK binası
falan tasarlamak değildir. Modernlik böyle bir şey
olamaz. Modernlik her şeyden önce, bütün bağımlı
faaliyetlerin ötesindeki bir profesyonelliği,
düşünce geliştirme özgürlüğünü savunmak, göstermek
ve hatta oluşturmak, yani kamusal bir duruma yol
açmak demektir.
Bu nedenle her ne kadar "bu projeyle benim bir
ilişkim yok" derse desin, gerçekleşen projenin Han
Tümertekin'e ait olduğunu düşünüyorum.
Arkitera, Yazı; Korhan Gümüş, Fotoğraf: Hüseyin
Demir, Kaynak: Milliyet, 18.03.2011
|
SULTANAHMET'TEKİ İSTANBUL ADLİYESİ YA KENT MÜZESİ
OLACAK YA DA ARKEOLOJİK PARK
Sultanahmet'teki
İstanbul Adliyesi, 1955 yılından bu
yana hizmet verdiği binadan, Çağlayan'da inşaatı
tamamlanan İstanbul Adliye Sarayı'na
taşınacak. İstanbul Adliyesi'nin taşınmasının
ardından bina ya şehir müzesine dönüştürülecek ya da
yıkılarak arkeolojik park oluşturulacak. Fatih
Belediye Başkanı Mustafa Demir,
İstanbul Adalet Sarayı'nın tamamlandığını,
Sultanahmet'teki adliye binasının da birkaç ay
içinde taşınacağını belirtti. Demir, Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın,
boşaltılacak bina için ''Eski adliyeyi kaldıracağız
ve altında arkeolojik kazı yapacağız. Tarihi
yarımadada yeni bir arkeolojik park ortaya çıkacak''
dediğini, Bakan Günay'ın bu görüşüne saygı
duyduklarını kaydetti. Demir, Bakan Günay ile çok
sık görüştüklerini, bütün çalışmaları
paylaştıklarını kaydederek, ''Bize her konuda çok
ciddi destek veriyor. Tarihi yarımadada, özellikle
Eminönü, Sultanahmet, Topkapı Sarayı ve çevresiyle
yakından ilgileniyor, takip ediyor'' dedi.
Tarihi yarımadada da Sultanahmet'in
çok önemli bir yere sahip olduğunu ifade eden Demir,
''Bu binayla ilgili İstanbul Büyükşehir
Belediyesi'nin de bir görüşü var. Mevcut alanın,
binanın korunup şehir müzesi olması konusunda bir
çalışmaları var. Tüm bunların gerçekleşebilmesi
için, şehir planının ne olduğuna bakmak lazım. Şu
anki planda bina için, (kültürel amaçlı
kullanılması) diye bir yazı var. Geçerli imar
planımız, şimdilik bu. Şehir müzesine uygun bir
bina. Bu binanın mülk sahibi Büyükşehir Belediyesi.
Bina boşaldıktan sonra hep beraber görüşüp, bir
karara varacağız. Hayırlı bir karar alırız
inşallah'' diye konuştu. Demir, tarihi binanın
mimar Sedad Hakkı Eldem tarafından
yapıldığını, Eldem'in Cumhuriyet döneminin en önemli
mimarlarından biri olduğunu ve tarihi yarımadada
başka eserlerinin de bulunduğunu dile getirdi.
İstanbul'un müzeye ihtiyacı olduğunu kaydeden Demir,
''Çok ciddi müzeye ihtiyacımız var. Bence gezip,
görmek, yemek içmek eğlenmenin yanı sıra insanların
İstanbul'da daha fazla vakit geçirmesi gerekiyor.
Gelmişken, İstanbul'un bizim ve bizden önceki Roma
ve Bizans'a ait bütün eserlere, bütün medeniyete
bıraktıkları eserler vasıtasıyla vakıf olabilecek
henüz alt yapımız yok. Yani müzelerimiz yok. Bu
konuda çalışmalarımız var. Gerçekten müzeye çok
ihtiyaç var'' dedi.
İstanbul Adliyesi
Sultanahmet'te, bugün Türk ve İslam Eserleri Müzesi
olarak kullanılan, Kanuni Sultan Süleyman'ın
vezirlerinden İbrahim Paşa'nın sarayının yanında
inşa edilen İstanbul Adliyesi'nin, 1949 yılında
açılan proje yarışmasında, dönemin önde gelen iki
Türk mimarı Sedad Hakkı Eldem ve Ord.Prof. Emin Halid Onat'ın imzasını taşıyan proje kazandı. Ancak
bu projenin yalnızca birinci bölümü, yani mahkemeler
bloğu uygulanarak 1951'de inşaatına başlandı.
Binanın bu bölümü 1955'te hizmete girdi. 1958'de
bölgede yapılan kazılar sırasında Bizans döneminden
kalma önemli arkeolojik buluntular ortaya çıktı.
Adliye Sarayı'nın uygulanan ilk bölümünün (A ve B
blokları) inşa edilmesinden ve proje mimarlarından
Emin Onat'ın 1961'de ölmesinden sonra, Sedad Hakkı
Eldem, arkeolojik buluntuları da dikkate alarak,
bunların üstünü kısmen örten ve Adliye Sarayı'nın
uygulanmayan bölümünü yine de inşa edebilmeyi
öngören yeni bir proje geliştirdi. Bu proje de
Anıtlar Kurulu'nun olumlu kararına rağmen, hayata
geçirilemedi.
Yapı, 18.03.2011
|
'ÇAĞDAŞ İSTANBUL'DA TARİHİ MİRASIN KONUMU'
KONFERANSI PERA MÜZESİ'NDE GERÇEKLEŞTİ
"Çağdaş
İstanbul'da Tarihi Mirasın Konumu" konferansı 17
Mart 2011 tarihinde Pera Müzesi Oditoryumu'nda
gerçekleşti. Prof.Dr. Doğan Kuban tarafından
gerçekleştirilen konferansı öğrencilerden
profesyonellere kadar birçok kişi izledi.
Restorasyondan şehirciliğe pek çok soruna değinen
Kuban, bu sorunları geçmişin ve bugünün
İstanbulu'ndan örnekler vererek açıkladı. Günümüzde
koruma kavramının yok olduğundan dem vuran Kuban'ın
konuşması Türkiye ve dünyadaki koruma örnekleri
karşılaştırmalarıyla devam etti.
Kuban konuşmasına artık koruma kavramının var
olmadığını belirterek başladı. Bunun en iyi
örneğinin İstanbul'da görüldüğünü söyleyen Kuban,
giderek 'tarihi miras' kavramının içinin
boşaldığından ve bu konuda gerekli hassasiyetin
gösterilmemesinden yakındı. 1970'li yıllara kadar
İstanbul'da korunması gereken alanın 5-10 bin hektar
kadar olduğunu, bugün ise toprağın binalarıyla
birlikte tüketildiğini söyledi.
Konuşmasına koruma planlarının düzenlenişini ve
uygulanışını aktararak devam eden Kuban, bu konuda
da Türkiye'nin eksikliklerinden bahsetti. Bugün
koruma planlarının kapsamlı ve profesyonel bir kadro
tarafından yürütülmediğini söyleyen Kuban, artık
belediyelerin, koruma planlarını düşük fiyat veren
herhangi bir firmaya ihale ederek
gerçekleştirdiğinden yakındı. Böyle bir durumun
dünyanın hiçbir yerinde olmadığını, günümüzde
Türkiye'deki koruma algısının profesyonellerce bile
yaşatılmadığını dile getirdi ve bu yozlaşmada
profesyonellerin de rolü olduğunu belirtti. Daha
sonra koruma kurullarının yapısından bahseden Kuban,
restoratörlerin bu kurulda yer almadığını,
restorasyonun, profesyonel olmayan ve gerekli
hassasiyetten yoksun kişilerin eline geçtiğini
söyledi.
Koruma kavramının yok oluşunun ardında kuramsal
ve kavramsal eksikliklerin yattığın belirten Kuban
1950'lerden beri yapılan camilerde eskinin
yaşatılmaya çalışıldığını fakat bu durumun,
arkasında kavramsal bir çerçeve bulunmadığı için
kötü sonuçlara yol açtığını dile getirdi. İnsanlığın
eskiden beri değişimden yana olduğunu, yeninin
çekiciliğinin toplumu etkilediğini söyleyen Kuban,
eğitim altyapısı olmadığı sürece yeninin eskiyi
yaşatma konusundaki başarısızlığından dem vurdu.
Yurtdışında belli bir kavramsal çerçeveye oturtulan
sürecin Türkiye'deki uygulamalar gibi olmadığının da
altını çizdi.
Tarihi çevrenin yok oluşunun nedenlerinden
birinin de ekonomik yapı olduğunu söyleyen Kuban
bugün korumanın spekülasyon, yağma üzerine kurulu
olduğunu belirtti. Türkiye'de kazancın en yüksek
olduğu sektörün inşaat sektörü olduğunu, 1950'lerden
başlayan göç sürecinin bu sektörün gelişimini
tetiklediğini söyledi. Spekülasyonun giderek toprağı
ve binaları tükettiğini söyleyen Kuban tarihi
dokunun böylece yok olduğunu belirtti.
Kuban, konuşmasına, bundan sonra koruma konusunda
yapılması gerekenleri sıralayarak son verdi. Halka,
içini doldurduğu kentin tarihinin anlatılması
gerektiğini söyleyen Kuban bu konuda bir kentli
bilincinin geliştirilmesi gerektiğini belirtti.
Doğru tanımlardan, yeniden başlamak gerektiğini
vurgulayan Kuban İstanbul gibi güzel bir kentin
yaşatılması gerektiğini söyledi. Korumanın bir
kentli bilinci gerektirdiğini ve her şeyin
farkındalıkla başlayacağını söyledi. Kuban,
Goethe'den alıntı yaparak önce var olanı sevmemiz ve
bilincinde olmamız gerektiğini vurgulayarak
konuşmasını noktaladı.
Arkitera, Yazı: Bahar Bayhan, Ed. Pınar Koyuncu,
18.03.2011
|
ESKİ ANKARA, ULUS'TA YENİDEN DOĞACAK

Başkent'in tarih ve inanç merkezi Ulus'un
değerini yeniden ortaya çıkaracak çalışmalar ve
yıkımlar devam ediyor. Bu kapsamda çalışmalarını
hızla sürdüren Büyükşehir Belediyesi, bölgede
görüntü kirliliği oluşturan ve tarihi örten yaklaşık
200 binayı ortadan kaldırdı.
Başkent Ankara'nın binlerce yıllık geçmişini örten
metruk ve virane haldeki yapıları bir bir yıkan,
tarihi değeri bulunan tescilli binaların da
restorasyonunu gerçekleştiren Büyükşehir Belediyesi,
Ulus'un canlandırılması ve tarihi dokunun ortaya
çıkarılması amacıyla "Ulus Tarihi Kent Merkezi
Yenileme Alanı" kapsamındaki çalışmalarını
sürdürüyor.
Hacı Bayram Cami'nin restorasyonunu yapan ve tarihi
dokusunu yeniden ortaya çıkaran Büyükşehir
Belediyesi, ek binasını da yıkarak modern ve
orijinal binaya uygun olarak yeniden inşa etmişti.
Geçtiğimiz ay açılışı yapılan ve yurdun dört bir
yanından ziyaretçi akınına uğrayan Cami'ye ve
tarihine uygun bir çevrenin yapım çalışmalarını da
sürdüren Büyükşehir Belediyesi, Başkent'in en geniş
tarihi alanlarından olan Ulus'un dört bir yanında
sürdürdüğü çalışmalarıyla göz dolduruyor.
Başkent Ankara'nın tarih boyunca yerleşim ve inanç
merkezi olmuş, ancak zaman içerisinde tarihi
örterek, bu göz dolduran güzelliği kapatan binaları
bir bir yıkan Büyükşehir Belediyesi, tescilli
durumdaki tarihi yapıları da restore ediyor.
Tarihi dokusuna uygun yepyeni bir Ulus'un ortaya
çıkarılması için çalışmaların süratle sürdüğünü
kaydeden ve projelere ilişkin bilgi veren Büyükşehir
Belediye Başkanı Melih Gökçek, "Ulus'ta tarih
yeniden canlanıyor. Bugüne kadar bölgede yaklaşık
200 binanın yıkımını gerçekleştirdik. Bunların
arasında Kültür ve Turizm Bakanlığı'na ait 4 katlı
bina, İlksan Öğretmenevi, Anıl Otel ve son olarak
yıktığımız 5 katlı betonarme bina başlıcaları.
Ayrıca Genelev diye tabir edilen alanda da 30
binadan 19'unun yıkımını gerçekleştirdik. Geri
kalanların da hukuki süreçleri sürüyor, inşallah yıl
sonuna kadar hepsini yıkmayı planlıyoruz" diye
konuştu.
Ulus'un baştan sona tarih kokan yepyeni görüntüsünü
ortaya çıkaracak olan çalışmaların ilk
güzelliklerinden birinin Hacı Bayram Camii olduğunu
kaydeden Başkan Gökçek, şunları söyledi:
"Hacı Bayram Camii'nin açılmasıyla birlikte bu
bölgede yaptığımız çalışmalar da kendini göstermeye
başladı. Cami'ye yakışır bir çevre için burada çok
büyük, titiz ve ayrıntılı bir çalışmaya imza
atıyoruz. Çevredeki ve yenileme alanı içerisindeki
tescilli ve tarihi binaların restorasyonunu yapıyor,
sonradan yapılan, görüntü kirliliği oluşturanları da
bir bir sorunsuz ve güvenli bir şekilde yıkıyoruz.
Tüm bu çalışmalarımızla birlikte Hıdırlıktepe, İsmet
Paşa ve Atıfbey'i yeniden ele alacağız.
Hıdırlıktepe'yi, Hacı Bayram ile bütünleştirmeyi
düşündüğümüz dev bir müze haline getireceğiz.
Hacı Bayram'ın altındaki kitapçılar da alt kısma
alınıp, bu bölge de ondan sonra yıkılacak. Alt
kısmındaki geniş alan dev bir rekreasyon alanı
olarak düzenlenecek. Dolmuş durağının üstü kısmında
da 3 bin kişilik bir konferans salonu inşa etmeyi
düşünüyoruz."
Son yıkımın ardından Hükümet Caddesi sırasında
bulunan tüm binaların yıkımlarına devam edeceklerini
kaydeden Başkan Gökçek, tescilli olan alanlara eski
Ankara evleri yapılacağını, tescilli olmayan
parsellerde de Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu'nun onayladığı projelerin inşa edileceğini
söyledi.
Bölgede yaklaşık 60 binanın daha yıkılması
gerektiğini, bununla ilgili çalışmaların da
sürdüğünü ifade eden Başkan Melih Gökçek, Ulus
Projesi'nin "Yahudi Mahallesi ve Altındağ
Belediyesi'nin olduğu kısım, Kale ve Civarı ile Hacı
Bayram ve Civarı" olmak üzere 3 etaptan oluştuğunu
kaydetti. Ankara Kalesi'ne çıkışta bulunan 5 bin
kişilik Antik Tiyatro kazı çalışmalarının da
sürdüğünü belirten Başkan Gökçek, "Kurul'dan onay
aldığımız andan itibaren Nisan-Mayıs aylarında
Kale'nin alt yapısının da tamamını yenilemeyi
planlıyoruz. Ayrıca elektrik gibi tesisatlar da yer
altına alınacak" dedi.
Başkan Gökçek, Hacı Bayram ve civarındaki 6 sokağın
alt yapısını da tamamladıklarını söyledi.
Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılması güç bir
çalışmaya imza attıklarını ve bölgede "Eski
Ankara'nın yeniden doğduğuna" şahit olduklarını
kaydeden Başkan Gökçek, "Bu çok büyük bir çalışma.
Şimdiden meyvelerini vermeye başladı. Hacı Bayram
Cami, Roma Antik Tiyatrosu, Augustus Tapınağı,
tarihi Ankara Evleri ve bunlar gibi sayısız eser
yeniden Ulus'a kazandırıldı" dedi.
Hacı Bayram Cami ve çevresinde 40'a yakın binanın
restore işlerinin de tamamlandığının altını çizen
Başkan Gökçek, "Ayrıca Güvercinlik Sokak tarafında
da sokak sağlıklaştırma proje çalışmaları bitti.
Orada da 82 tane binanın restorasyonu başladı.
Tüm bu çalışmalar Kültür Bakanlığı, Vakıflar Genel
Müdürlüğü, Anadolu Medeniyetleri Müzesi gibi
kurumların bilgilendirilmesi ve onaylarının
alınmasının ardından yapılıyor" diye konuştu.
Ankara Büyükşehir Belediyesi, 18.03.2011
|
KAYAKÖY BİNALARI 'ANITSAL YAPI' OLARAK TESCİLLENDİ

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü
(UNESCO) tarafından
''Dünya Dostluk
ve Barış Köyü'' ilan edilen
Fethiye
Kayaköy'deki sivil mimari örneği 736 yapı
ile manastır ve şapellerinde aralarında bulunduğu
binalar ''anıtsal yapı'' olarak
tescil edildi. Muğla Kültür ve Turizm Müdürü
Kamil Özer, Fethiye İlçesine 8 kilometre
uzaklıkta bulunan, tarihi geçmişi milattan önce 3
bin yıllarına kadar ulaşan ve antik dönemlerde ''Karmylassos''
olarak bilinen Kayaköy Ören Yeri'ndeki
sivil mimarlık örneği yapılar ve kültürel
varlıkların tescil altına alınmasını amaçlayan
çalışmanın tamamlandığını söyledi.

Mimarlar Odası'nca Kayaköy'deki 2 kilise
ile 3 evin rölöve çizimlerinin geçmiş yıllarda
yapıldığına işaret eden Özer, ''Tamamlanan çizimler
Muğla Koruma Kurulu'nca onaylanmış. Bu 5 yapının
restorasyon projeleri İstanbul Mimarlar Odası
tarafından yapılacak. Bu konuda, TÜRSAB ile Türkiye
Mimarlar Odası geçmişte bir protokol yapmış.
Restorasyon projesinin hayata geçirilmesi için
TÜRSAB'ın maddi desteği bekleniyor'' diye konuştu.
Muğla Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu'nun 2011 yılında aldığı bir kararla
Kayaköy'de 736 adet sicil mimarlık örneği yapı ile
24 adet manastır, şapel (tapınak) sarnıç, değirmen,
fırın ve çeşme gibi dini ve kültürel yapıların,
''Birinci Grup Anıtsal Yapı'' olarak tescil
edildiğine belirten Özer, ''Bölgede bulunan
mağaralarında tabiat varlığı olarak tescili için
hali hazır haritalar istendi. Kayaköy'de en kısa
süre içinde 'Koruma Amaçlı İmar Planı'
hazırlanacak'' diye kaydetti.

Kayaköy Ören
Yeri'ni 2010 yılında yaklaşık 54 bin kişinin ziyaret
ettiğini anlatan Muğla Kültür ve Turizm Müdürü Kamil
Özer, şunları söyledi:
''2010 yılında Kayaköy'ü ziyaret eden
ziyaretçilerden 229 bin 850 TL gelir elde edildi.
Kayaköy, kültür tarihi ve Türkiye turizmi açısından
çok önemli bir bölge. Bölgedeki tarihi eserlerin
tescillenmesi çok önemli bir gelişme. Bu süreçten
sonra 'Koruma Amaçlı İmar Planı' nın hayata
geçirilmesi de büyük önem taşıyor. Bu plan
yapılmadan Kayaköy'le ilgili bir projenin hayata
geçirilmesi mümkün değil. Bakanlığımız buranın
kültürel ve tarihi özelliklerinin korunmasına çok
önem veriyor. Kayaköy'ün Koruma Amaçlı İmar Planı
hayata tamamlandıktan sonra turizm amaçlı projeler
hayata geçirilecek.''

Yaklaşık 500
hanenin bulunduğu Kayaköy'de yaşayan vatandaşlar ise
yapılan tescil çalışmalarını olumlu karşılıyorlar.
Vatandaşlar, Koruma Amaçlı İmar Planı'nın bir önce
hazırlanarak ören yerindeki evlerin turizme
açılmasını istiyorlar. Kayaköy Köyü Muhtarı
Mustafa Karagöz, bölgede yaşayan
vatandaşların büyük bir bölümünün geçimini turizmden
sağladığını ifade ederek, ''Kayakaköy'de yaşayan
yaklaşık 2 bin kişinin bin 500'e yakını geçimini
turizmden sağlıyor. Muğla İl Özel İdaresi geçmiş
yıllarda köydeki bazı yapıların kaçak olduğunu öne
sürerek yıkım kararı aldı. Bu olayla ilgili çok
sayıda dava açıldı. Bölgenin turizme açılması
bölgede turizm hareketliliğine neden olur'' diye
konuştu.
Yapı, Fotoğraflar: Kenan Gürbüz/AA, 17.03.2011
|
HÜRREM SULTAN'A MUHTEŞEM RESTORASYON

Osmanlı padişahlarından
Kanuni Sultan Süleyman ile Avrupa'da, Türkiye'de
ve batıda birçok resim, müzik ve bale gibi tarihi
çalışmalara konu olan Kanuni'nin eşi
Hürrem Sultan'ın Süleymaniye Camisi
haziresindeki türbeleri, 1940'lı yıllardan sonra en
ciddi restorasyona alındı.
Bir süredir restorasyon çalışması nedeniyle ziyarete
kapalı olan türbeler, bir yıl sürecek çalışmanın
ardından yeniden ziyarete açılacak.
İstanbul Türbeler Müze Müdürü
Hayrullah Cengiz, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, İstanbul'da en fazla ziyaret edilen
türbenin
Kanuni Sultan Süleyman ve
Hürrem Sultan Türbesi olduğunu söyledi.
Ziyaretçilerin büyük bir çoğunluğunun Polonya ve
Ukrayna kökenli Ruslar olduğunu ifade eden Cengiz,
''Şu anda türbe açık olsaydı ziyaret eden 5 tane
yerli turist varsa, 5 tane de yabancı turisti çok
rahatlıkla görebilirdiniz. Yabancılar bu türbeyi çok
bilinçli olarak ziyaret ediyorlar. Ziyaretlerinden
de memnun olarak dönüyorlar. Çünkü her ne kadar
restorasyon durumu olsa da türbelerimizde temizliği
hiç bir zaman eksik etmiyoruz. En güzel şekilde
ziyaretçilerin beğenisine sunuyoruz'' dedi.
Şu anda restorasyon çalışması dolayısıyla türbenin
ziyarete kapalı olduğunu anlatan Cengiz, bu nedenle
türbeyi gezmek isteyen vatandaşlardan ufak
şikayetler aldıklarını söyledi.
Restorasyonla ilgili yapılacak çalışmaların çok
önceden belirlendiğini, projelerin çizildiğini
belirten Cengiz, türbelerin daha uzun yıllar hizmet
verebilmesi için bu tür restorasyon çalışmalarının
mecburi olduğunu kaydetti.
Cengiz, İstanbul Türbeler Müze Müdürlüğü'ne bağlı
117 türbe olduğunu, şu anda 37 türbede restorasyon
çalışması yapıldığını kaydetti.
Hürrem Sultan ve
Kanuni Sultan Süleyman türbelerinin 1940'lı
yıllardan sonra en ciddi restorasyon çalışmasını
göreceğini aktaran Cengiz, 1999 yılında basit bir
restorasyon gören türbenin şimdi bütün eksiklerinin
giderileceğini ifade etti.
Yaklaşık 25 gündür restore öncesi eksiklerin
tamamlanması yönünde bir çalışma yürütüldüğünü
bildiren Cengiz, şöyle konuştu:
''2005 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın izni
ile Büyükşehir Belediyesi ve Vakıflar Genel
Müdürlüğü arasında bir protokol yapıldı. İstanbul
Türbeler Müze Müdürlüğü'ne bağlı türbelerin
restorasyonunu İstanbul Büyükşehir Belediyesi
üstlendi. Bu nedenle restorasyon projesi İstanbul
Büyükşehir Belediyesi'nin Tarihi Çevre Koruma
Müdürlüğü'nce çizdirildi. Restorasyon çalışmaları
aceleye getirilmeyen ama hızlı yapılması gereken
çalışmalardır. Burada sadece
Hürrem Sultan ve
Kanuni Sultan Süleyman Türbesi değil, bunlarla
beraber Mimar Sinan Türbesi de restore edilecek.
Çalışmalar Süleymaniye Camisi'ni restore eden
firmanın sponsorluğunda ücretsiz olarak yapılacak.
Biz firmaya bu senenin sonuna kadar bir süre
tanıdık. Bir aksilik olmazsa bu senin sonuna kadar
hem
Hürrem Sultan ile
Kanuni Sultan Süleyman, hem de Osmanlı
topraklarına bir çok eser kazandıran Mimar Sinan
türbesinin restorasyonları tamamlanmış olacak.''
Havanın iyi geçmesi nedeniyle bugünlerde türbelerin
üzerindeki kubbelerin açılacağını ve kurşunların
değiştirileceğini anlatan Cengiz, ''Restorasyon
çalışmaları üstten başlar. Daha sonra aşamalı bir
şekilde türbenin içinde bozulan İznik çinileri,
ahşap, kalem işleri, pencere kapakları, kapıları,
sandıklar, örtüler gibi süslemeler onarılacak.
Burası mermer ve taş yapıdan oluşuyor. Yapılacak
çalışmayla türbeyi ilk günkü güzelliğine
kavuşturmaya çalışacağız'' dedi.
''Bizler ölülerimizi iyilikle yad ederiz'' diyen
Cengiz, bu tür kişilerin önce yaptıkları iyi işlerle
anılması gerektiğini belirterek, şöyle konuştu:
''Hürrem Sultan denince benim aklıma ilk olarak
Haseki'deki Külliyesi geliyor. İlk defa bir padişah
eşi bir külliye meydana getirmiştir. Ayasofya
Camisi'nin karşısında iki çift kubbeli Hürrem Sultan
hamamı vardır. Ülkenin çeşitli yerlerinde köprüsünü,
camisini, hayır işlerini görürsünüz. Hürrem
Sultan'ın bu yaptığı hayır işleri ve güzellikler
ortaya çıkmalıdır. Haseki külliyesinden bugün birçok
insan faydalanıyor. Bir semte ismini vermiş. Hastane
on binlerce insana şifa dağıtıyor. Bunları da görmek
gerek.''
Habertürk, 17.03.2011
|
İNÖNÜ STADI, MİRASIMIZDIR
Cumhuriyetin İstanbul'a
armağanı olan stat, korunması gerekli mimarlık
eseridir.
Beşiktaş Jimnastik Kulübü (BJK), kuruluşu 1903
yılına uzanan en eski spor derneklerimizden.. bu
nedenle "tarih bilinci"nin de en güçlü olması
gereken kurumlarımız arasında...
BJK, bugünlerde "yıkılması ve ticari tesisler
eklenerek" büyütülmesini istediği İnönü Stadyumu
1947'de açılıncaya kadar, Taksim'deki Topçu
Kışlası'nın avlusu ile şimdiki Çırağan Oteli'nin
yerinde bulunan Şeref Stadı'nda top koşturdu.
Kışlayla avlusu yıkılınca da kenti modern bir
stadyuma kavuşturmak için 1939'da davet edilen
İtalya'nın ünlü spor yapıları mimarı Paolo Vietti
Violi, Türk mimarlar Fasıl Aysu ve Şinasi
Şahingiray'la birlikte proje için kolları
sıvadılar...
"Bulunulan vadiye yumuşakça konumlanmış" zarif
tasarımın temeli 1939'da atıldıysa da 2. Dünya
Savaşı'nın yarattığı ekonomik sıkıntılar nedeniyle
inşaata devam edilemedi. 19 Mayıs 1943'te yeniden
törenle başlanan inşaat, dönemin parasıyla 5 milyon
TL'ye tamamlanabilmişti...
Stadın 27 Kasım 1947'deki açılış maçında
takımlar, BJK ile İsveç'in AIK Solna'sıydı... Konuk
takımın 3-2 kazandığı tarihi maçın ilk golünü atan
da BJK'nin büyük emektarı Süleyman Seba...
1952'de DP hükümetince "Mithatpaşa" denilen,
1973'te ise yeniden ‘İnönü' adına kavuşan stadyum,
yakın geçmişte The Times gazetesince yapılan
araştırmada, dünyadaki en iyi 10 stat arasında
4'üncü olmuştur. Bunun nedeni sadece "işleyiş
düzeni" ve "tribünlerle saha arasındaki uyumlu oran"
değil; stadın çevreye "saygılı eklemlenme"si ve
özellikle Dolmabahçe'deki tarihi ve doğal peyzajı
"zedelemeyen" bir siluet hassasiyeti içinde
gerçekleşmiş olmasıdır.
Nitekim hem bu nedenlerle, hem de Cumhuriyet
yönetiminin İstanbul'daki çağdaş imar hizmetlerinde
önemli yer tutması gözetilen stat "korunması gerekli
kültür mirası" olarak tescil edilmiştir.
Şimdi, kullanım hakkını alarak aynı zamanda
stadın "hami"si olması gereken BJK'nin, kulübün
büyük emektarlarından Süleyman Seba'nın ilk golü
attığı ve spor dünyamızın unutulmaz anılarıyla yüklü
bu mekanın, üstelik "rant uğruna" eklenmesi
öngörülen tesislere olanak sağlanarak "yıkılması" ve
yerine bambaşka bir "ticari stat" yapılmasını
öngören projesi, bu kulübümüzün tarihsel saygınlığı
ve görmüş geçirmiş kimliğiyle nasıl bağdaşabilir?
Böylesi "çok özel değerleri" olan statta 1998'den
sonra 49 yıllığına "kiracı" olan kulübümüzün, kentin
Cumhuriyet tarihini belgeleyen yapıyı gelecek
kuşaklara "miras" olarak aktarma sorumluluğumuzu da
çiğnemeye ne yasal ne de etik açıdan hakkı olmaması
gerekir...
Ya Koruma Kurulu?
Ne var ki ben asıl şu çok değer verdiğim ve
ülkemizin kültür ile doğa zenginliklerinin
"güvence"si olarak saygı beslediğim "Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu"nun,
özetlediğim amaçları içeren bir yıkım projesine tek
kelimeyle "hayır" dememiş olmasını çok daha büyük
talihsizlik olarak görüyorum.
BJK'nin bugünkü yöneticileri, kentsel ve kültürel
miras konusunda çağdaş yükümlülüklerin farkında
olmayabilirler.. gelecekte bunun bilincinde
olabilecek yöneticiler işbaşına gelebilir.. ancak
koruma kurulları, -"yeni" üyeleri kim olursa olsun-
adı üstünde "koruma"ktan sorumludurlar.
"Özerk"
olmalarının nedeni, koruma karşıtı, olası siyasi ya
da başka türlü baskılara karşı, bilimin ve çağdaş
uygarlığın kültürel gereklerini yerine getirmekten
ödün vermemeleri içindir... Bu nedenle şimdiki
üyelerin özel yaklaşımlarıyla değil, korumanın genel
kuralları ve "Koruma Yüksek Kurulu ilke kararları"
ile "kurumsal sürekliliği" de sağlamakla
yükümlüdürler.
Yılların koruma kurulları emektarı bir mimar
olarak, BJK'nin bu "sorumsuzluk projesi"ne, ilgili
bölge kurulunun kapı araladığı yönündeki haberlere
hala inanasım gelmiyor! O kadar ki doğru olup
olmadığını kurul müdüründen sormanın bile kurumun
saygınlığına ters düşeceğini düşünerek, elim
telefona gidemedi...
Bakanın duyarlılığı
Neyse ki Vahap Munyar'ın Hürriyet'teki köşesinde
Kültür ve Turizm Bakanı'yla görüşmesini okudum da
yüreğime su serpildi (12 Mart 2011).
Bakan Günay, konuyla ilgili soruları yanıtlarken
özetle demiş ki: "BJK yönetimi, içinde AVM, otel ve
altında 2500 araçlık otopark bulunan 42 bin kişilik
stadyum öneriyor. Ben ‘Dolmabahçe bölgesini daha da
tahrip edenlere göz yuman bir kültür bakanı' olarak
tarihe geçmek istemiyorum. Konunun bir de yüksek
kurulda görüşülmesi gerekir."
O yüksek kurul ki, vaktiyle İnönü Stadı'nın
koruması da dahil, ülkede "kültür mirası" fikrini
ilk kez "kurumsallaştıran" ve özellikle "kamu"nun bu
gibi değerlere saygılı olması bilincinin
filizlenmesine tarihsel katkılarda bulunan
"Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek
Kurulu"nun geleneklerini de korumakla yükümlü
organımız... Ben, bakanın bu tercihiyle, İnönü
Stadı'na artık "kurtuldu" gözüyle bakıyorum.
"Peki, ne yapmalı?" sorusunun yanıtı içinse;
İstanbul Serbest Mimarlar Derneği Başkanı, yılların
saygın mimarlarından Doğan Hasol'un şu görüşüne
katılıyorum: "Galatasaray'a yapıldığı gibi
Beşiktaş'a da daha uygun alanda büyük bir stat temin
edilsin. İnönü Stadı aynen korunarak küçük maçlar,
konserler, törenler vs. için kullanılsın."
Bu sözü 30 Ocak'ta Milliyet'te aktaran Melih
Aşık'ın da dediği gibi: "En iyi çözüm bu. Beşiktaş
Kulübü İnönü Stadı'nı artık rahat bırakmalıdır."
Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 17.03.2011
|
SEVABIYLA GÜNAHIYLA OSMAN HAMDİ BEY

Osman Hamdi Bey kimdir? a) Oryantalist ressam b)
İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin kurucusu c) Kaplumbağa
Terbiyecisi'nin ressamı d) Türkiye'nin ilk güzel
sanatlar okulu olan Sanayi-i Nefise Mektebi'nin
müdürü.
En iyisi işi kolaylaştırıp cevaplara bir 'e'
şıkkı ekleyip 'hepsi' demek. Zira Türk resminin
belki de en çok bilinen bu ressamını
tanımlayacak o kadar çok sıfat ve efsane var
ki...
2010 yılı, UNESCO tarafından Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın önerisi üzerine, Osman Hamdi
Bey'in 100. ölüm yılı dolayısıyla 'Osman Hamdi
Bey Yılı' ilan edilmişti. 2010 geçti, gitti.
Eserleri dünyanın dört bir yanında dudak
uçuklatacak fiyatlarla satılan ve hakkında
birçok şey yazılıp çizilen usta ressam için
geçen yıl neler yapıldı diye sorduğumuzda elimiz
boş döneceğimizi hemen söyleyelim. Lakin, bu tür
etkinliklerden sonra sevindirici olan 'şey',
kuşkusuz hazırlanan kitaplardır.
Prof.Dr. Edhem Eldem bu pek sessiz geçen yıl
için evladiyelik bir kitap hazırladı: Osman
Hamdi Sözlüğü (Kültür Bakanlığı Yay.). Dolaşıma
biraz geç giren ve şimdilerde sahafların en
nadide eserlerinin arasında yer alan kitap,
Osman Hamdi Bey'e dair bir bilgi güncellenmesi
yapıyor. Önümüze günahıyla, sevabıyla a'dan z'ye
sayfa sayfa çevrilebilecek çok renkli bir Osman
Hamdi Bey portresi koyuyor. Büyük bir emeğin
ürünü olan kitabın nasıl hazırlandığını sözlüğün
önsözündeki uzunca yazıdan hemen kavrıyorsunuz.
Aynı aileden gelen ve Osman Hamdi'nin
arşivine 'yakın' olan Edhem Eldem, sözlük için
şöyle diyor: "Bu sözlüğün başlıca amaçlarının
arasında Osman Hamdi'nin eserlerinin mümkün
olduğunca metodik ve sistematik bir şekilde ele
alınarak bir bütün olarak algılanmasına ve bu
bütünün içinde oluşabilecek önemli ve manidar
gruplaşmaları, değişim ve meyilleri, bazen de
ayrılıkları ortaya çıkarabilecek şekilde
incelenmesine fırsat vermektir."
Kitaptaki doyurucu metinlerin yanı sıra, bir
hayli zengin yer eden belgeler, fotoğraflar,
mektuplar, objeler Osman Hamdi'nin 'sır' gibi
algılanan dünyasını açık ediyor. Eldem, dünyanın
dört bir yanına dağılmış olan Osman Hamdi Bey'le
ilgili tüm malzemelerin bir bir peşine düşmüş.
Kıyıda köşede kalmış belgeleri, fotoğrafları tek
tek inceleyip kitaba eklemiş. Bereketli ama
karışık bir işin içinden hakkıyla, akademisyen
titizliğiyle çıkan Eldem, üzerine ciddi anlamda
kafa yorulacak yeni bir Osman Hamdi Bey ortaya
koymuş. Sözlük için, Mustafa Cezar'ın "Sanatta
Batı'ya Açılış ve Osman Hamdi" kitabından sonra
bu konuda yapılmış en derli toplu çalışma
denilebilir.
Kaplumbağalı Adam
Sözlük alışılagelmiş hiyerarşilerden uzak
ilerliyor. Okur istediği maddeden başlayarak
sözlüğün içinde yol alabiliyor. Özellikle Osman
Hamdi Bey'in değerlendirilişindeki ciddi
problemler, tablolarındaki zorlama okumalar bir
efsaneden olarak sunulan Osman Hamdi Bey'i daha
insani vasıflarıyla önümüze seriyor.
Sayfaları çevirdikçe Osman Hamdi'nin birkaç
örneğini yaptığı tabloları arasındaki
farklılıkları, müdahaleleri esin kaynaklarını
görebiliyorsunuz. Özellikle Kaplumbağa
Terbiyecisi adlı tablosuyla ülkemizde ve dünyada
büyük nam salan Osman Hamdi Bey'in aslında bu
eserini yaparken Japon L'Crepon adlı bir
illüstratör tarafından çizilip yayımlanan
resimden etkilendiğini görmeniz mümkün. (Eldem
bu keşfini Nisan 2009'da Sabancı Müzesi'nde
açılan sergide ilk kez zikretmişti.) Eldem,
bunun yanında eserin Paris'te ilk sergilendiği
isminin Kaplumbağalı Adam olduğunu da açıklıyor.
Kitapta Osman Hamdi Bey'in elinin değdiği
herşeyi bulmanız mümkün. Özel koleksiyonlardan
derlenen tablolar, eskizler, desenler pek orada
burada göremeyeceğiniz türden değil. Usta
ressamla yolu kesişen yazarlar, çizerler, yolunu
düşürdüğü mekanlar, aile bireyleri, sergiler,
tarihi kişilikler, kavramlar...
Osman Hamdi Bey'in fotoğraflarından,
defterlerinden, notlarından onun, sevinçlerini,
hüzünlerini, halden hale geçişlerini hemencecik
fark ediyorsunuz. Eldem'in sıcak bir üslupla
kaleme aldığı maddeler yorumu okura, izleyiciye
bırakması önünüze tartışılmaya ve irdelenmeye
müsait pek çok alan bırakıyor.
Zaman, Haber: Musa İğrek, 17.03.2011
|
 |
GALATA MEVLEVİHANESİ, YENİLENEN YÜZÜYLE BU YIL ZİYARETE AÇILACAK
Tarihi Galata Mevlevihanesi, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın1 milyon 533 bin 812 TL'lik bütçesiyle yenilendi. Çevre düzenlemesiyle de mevlevihanenin bahçesi ziyaretçilere daha iyi hizmet verecek.
İstanbul'un en eski Mevlevi tekkesi olan 520 yıllık Galata Mevlevihanesi, restorasyon çalışmalarının ardından yenilenen yüzüyle bu yıl ziyaretçilerini karşılayacak. Mevlevihane, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı tarafından yürütülen restorasyon ve yenileme çalışmalarıyla ihya edilen tarihi ve kültürel miras eserleri arasında yer alıyor. Mevlevi kültürünün gün ışığına çıkarılması ve günümüz müzecilik anlayışının sunduğu modern tekniklerle sergilerin yapılmasına yönelik 2009 yılında başlayan bakım, onarım ve koruma çalışmalarının tamamlandığı Mevlevihane, ajansın 1 milyon 533 bin 812 TL'lik bütçe desteğiyle yenilendi. Mevlevihanede ayrıca Osmanlı İmparatorluğu döneminin önemli dervişleri, neyzenleri ve divan şairlerinin kabirlerinin bulunduğu Hamuşan Hazire Alanı'nın restorasyonu da yapıldı. Restore edilen eserler arasında Halet Efendi Kütüphanesi, Halet Efendi Türbesi ve Şeyh Galip Dede Türbesi de bulunuyor. Çevre düzenlemeleriyle de mevlevihane bahçesinin ziyaretçilere daha nitelikli hizmet vermesi sağlandı.
Galata Mevlevihanesi'nin yanı sıra Surp Vortvots Vorodman Kilisesi, Arap Camii, Haseki Külliyesi ve Kılıç Ali Paşa Camii de yenileme çalışmalarıyla ihya edilen eserler arasında yer alıyor. Ajansın Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet Gürkan, kültürel miras alanında birtakım yeni yöntemlerle bilinçlenmeyi sağlayarak yol almaya çalıştıklarını söyledi. Projeler içinde en büyük ağırlığı kültürel miras ve kentsel projelere verdiklerine işaret eden Gürkan, "Bunun sonucunda da ulaştığımız 188 tane yapının restorasyonu, yeni kültür merkezi, müze yapımı İstanbul'a önemli bir katkıdır." dedi.
Zaman, 17.03.2011
|
TÜRK SANATI DÜNYA VİTRİNİNDE

Ansen Atilla nın anıtsal resmi Guns of War ın fiyat aralığı 22-28 bin paund olarak belirlenmiş.
Santralistanbul’da geçen hafta açılan ‘20.
Yüzyılın 20 Modern Türk Sanatçısı’ sergisinin
açılışında Ferit Edgü anlatmıştı: “Akademiden hocam
olan Bedri Rahmi Eyüboğlu öldüğünde, ailesi onun
atölyesini galeri yapmak istemişti. Atölyeyi galeri
yaptık. Sene 1976. O zamanlar İstanbul’da bir galeri
daha vardı: Maya Galerisi. Şimdi İstanbul’da kaç
galeri var, sayısını bilmiyorum.”
Yıl 2011. Bugün geldiğimiz noktada Türkiye sanatı
hiç olmadığı kadar dünyanın da gündeminde ve
Sotheby’s gibi dünya devi müzayede şirketleri,
Londra’daki merkezlerinde her yıl sadece Türkiyeli
sanatçıların eserlerinin satıldığı müzayedeler
düzenliyor. Bunlardan sonuncusu Sotheby’s tarafından
7 Nisan’da Londra’da düzenlenecek Çağdaş Türk Sanatı
Müzayedesi. Mübin Orhon, Burhan Doğançay, Taner
Ceylan, Hale Tenger, Azade Köker, Ansen Atilla gibi
sanatçıların müzayedede satışa çıkacak 102 eserinden
küçük bir seçki, dün 13.00-18.00 arasında Akbank
Private Banking sponsorluğunda The Marmara Esma
Sultan’da koleksiyonerlerin beğenisine sunuldu.
“Türkiye’deki hareketli ve heyecan verici sanat
ortamı çok etkileyici bir hızda büyürken, biz de
Sotheby’s olarak İstanbul’da olmaktan büyük heyecan
duyuyoruz” diyen Sotheby’s Çağdaş Türk Sanatı
Müzayede Yönetmeni Elif Bayoğlu’na göre Türk sanatı
aslında 1950’lerden beri çok iyi durumda, sadece son
yıllarda küresel pazarda görünürlülüğü arttı. Bunda
da İstanbul Bienali’nin, Vasıf Kortun, Beral Madra
gibi çok çalışan küratörlerin hayli etkili olduğunu
düşünüyor.
4 Mübin Orhon’a 680 bin pound
7 Nisan’daki müzayedede satışa sunulan eserlere
gelince... Müzayedenin gözdesi kuşkusuz, Paris ekolü
soyut resmin ustalarından Mübin Orhon. 1960’lardan
beri galerici, koleksiyoner Fransız Daniel
Gervis’nin koleksiyonundan çıkan, sanat piyasasında
daha önce görülmemiş dört büyük boy Mübin Orhon
tablosuna toplam 680 bin pound alt fiyat biçilmiş.
Müzayedenin önemli eserlerinden biri Burhan
Doğançay’ın ‘duvar’ serisinden 1985 tarihli
‘Whispering Wall II’ isimli eseri. 120-180 bin fiyat
aralığıyla müzayedeye çıkacak tuval üzerine akrilik
resim, 1985’ten beri aynı Amerikan koleksiyonunda
bulunuyor.
Esma Sultan’da da sergilenen Ansen Atilla’nın
anıtsal Civilizations Serisi’nden ikinci eseri ‘Guns
of War’, 15. yüzyılın sonlarında Avrupa’daki
imparatorlukların arasında artan ticari rekabet
sonucu, kaşiflerin yeni koloniler bulmak amacıyla
dünyanın farklı köşelerine seyahetleri sırasında
bilinmeyen ilk yerli ırklarla karşılaşmalarını
resmediyor. Ansen’in dev boyutlu eseri 22-28 bin
pound fiyat aralığından satışa çıkıyor.
Hale Tenger’in 30-40 bin pound değer aralığında
satışa çıkan ‘Ortasında’ (Amidst) adlı heykelinde
ise oyuncak kurşun askerler ve plastik bir figür
demir levhadan oluşan bir temelin üzerine
yerleştirilmiş. Bu heykelle Tenger, baskıcı devlet
politikalarına, günümüzde artan şiddet ve askeri
güce eleştiri getiriyor.
Tanınırlığa değil iyi işe bakılıyor
Sotheby’s’in bu yıl üçüncüsünü düzenleyeceği Çağdaş
Türk Sanatı Müzayedesi’nde Nejad Devrim, Selim
Turan, Hakkı Anlı, Sabri Berkel, Canan Tolon, Selma
Gürbüz gibi tanınmış sanatçıların yanı sıra
Türkiye’de az bilinen ressamların da eserleri yer
alıyor. Londra’daki koleksiyonerlerin Türk
sanatçıları çok fazla tanımadığını belirten
Sotheby’s Avrupa’nın yöneticisi Lord Poltimore,
“Tanınırlık onlar için önemli değil. Onlar iyi
işlere bakıyorlar” diye konuşuyor.
Müzayede yönetmeni Elif Bayoğlu ise eserleri
seçerken teknik kalitesine ve satılabilirliğine
baktıklarını söylüyor. Satılabilirliğin doğru
fiyatlandırmaktan geçtiğinin altını çizen Bayoğlu,
“Önceki iki müzayede çok iyi geçti. Eserlerin yüzde
70’ten fazlası satıldı. İlk müzayedede 1.3 milyon
pound, ikincisinde 2.4 milyon poundluk satış
yapıldı. Bu müzayededen 2 ile 3 milyon pound arası
satış bekliyoruz” diyor.
2009 yılında Türkiye’de bir büro açan Sotheby’s ilk
müzayedesini de aynı yıl düzenledi. 4 Mart 2009’da
Londra’daki ‘Çağdaş Türk Sanatı’ müzayedesinde Erol
Akşavaş, Mübin Orhon, Taner Ceylan, Erinç Seymen
gibi sanatçılar vardı. Mübin Orhon 468 bin, Taner
Ceylan ise 170 bin lira gibi çok yüksek fiyatlara
satıldı. 2009 müzayedesindeki toplam satış rakamı
3.5 milyon lira (1.38 milyon sterlin).
2010 yılında 15 Nisan’da gerçekleşen Londra’daki
ikinci Çağdaş Türk Sanatı müzayedesinde ise çok daha
yüksek bir rakama ulaşıldı. Toplam 5.5 milyon lira.
Aralarında Erol Akyavaş, Abidin Elderoğlu, Nejad
Melih Devrim, Mübin Orhon Mehmet Güleryüz, Burhan
Doğançay gibi isimlerin de olduğu 68 eserin
satıldığı müzayedede en yüksek fiyata (1.5 milyon
lira) ulaşan Fahrelnisa Zeid oldu.
Satışa çıkacak en sıradışı eserlerden biri de
hiperrealist ressam Taner Ceylan’ın ‘Kayıp Resimler
Serisi’den ‘1879’ adlı tablosu. Oryantalist algıyı
tersyüz eden eserde Ceylan, Osmanlı sarayından beyaz
peçeli bir kadını Courbet’nün ‘Hayatın Kökeni’ adlı
ünlü tablosunun önünde betimliyor. 50-70 bin pound
fiyat aralığından satışa sunulan ‘1879’, belki
tarihte gerçekleşmiş olabilecek bilemeyeceğimiz bir
anın fotoğrafı gibi. Zira erotik ‘Hayatın Kökeni’
tablosu Osmanlı diplomatlarından Halil Bey
tarafından dönemin ünlü ressamı Gustave Courbet’ye
sipariş edilmişti.
Radikal, Haber: Erkan Aktuğ, 17.03.2011
******
ÇAĞDAŞ TÜRK SANATI LONDRA'DA

Dünyanın sayılı
müzayede evlerinden Sotheby’s, bu yıl yine Çağdaş
Türk Sanatı’nı yerli yabancı koleksiyonerlerin
beğenisine sunuyor. Üçüncü kez, 7 Nisan 2011’de,
Londra’da. Bu kez 102 tane eser satılacak, yarısı
modern yarısı çağdaş sanat yapıtı. Toplam değerleri
2-3 milyon pound tutarında. Müzayedede satılacak
eserlerden 13 tanesini paketleyip getirmişler
Türkiye’ye . Geçen akşam Esma Sultan Yalısı’nda da
önce küçük bir gruba kokteyl yaptı Sotheby’s,
sonra da önizlemeye açtı. Bu müzayedenin sponsoru
Akbank Özel Bankacılık.
Bu yıl gözlerimiz Mayıs 2010’da New York’ta bir
gökdelenden atlayarak canına kıyan Sotheby’s’in
Başkan Yardımcısı Alican Ertuğ’u aradı. Öldüğünde
sadece 37 yaşındaydı. Geçen yıl onunla Istanbul’a
gelen Elif Bayoğlu bu kez müzayede yönetmeni. Elif
Bayoğlu genç ve güzel bir kadın. Sıkı bir eğitim
almış. Üsküdar Amerikan Lisesi’nden sonra ABD’nin
prestijli üniversitelerinden Northwestern’de İktisat
ve Sanat Tarihi ‘nden çift dal yapmış. Sonra da
Londra’ya taşınmış ve Sotheby’s in yüksek lisans
programıyla Sanat Ticareti okumuş. Sotheby’s’e de
2008’de girmiş. Sotheby’s yetkililerine sorduğum
klasik sorumu Elif Bayoğlu’na da soruyorum;
“Londra’da Türk sanatına para verip alanların kaçta
kaçı Türk?” Bayoğlu; “yüzde 60’ı” diyor. Diğer
yüzde 40’ı ise Ortadoğulu, ABD ve Avrupalı’ymış.
Fiyatların orada, buradan daha ucuz olduğunu, o
yüzden Türklerin akın edip Türk resmini oradan
aldıklarını kabul etmiyor. “Piyasa ekonomisi!”
diyor. “Istanbul’da kaça gidiyorsa Londra’da da
aynı fiyata gidiyor. Bizim için önemli olan
sanatçının tekniği, satılabilirliği,
fiyatlandırılması, kimin koleksiyonundan geldiği ve
genel müzayedenin yapısına uygunluğudur”.
Yurt dışı müzayedelerinin gözbebeği bir süredir
1981’de Paris’te vefat eden Mübin Orhon. Bu soyut
dışavurumcu ressamın müzayedede satılacak 4 tablosu
Fransız arkadaşı Daniel Gervis’in koleksiyonundan.
50 yıldır da hiç el değiştirmemiş. Gervis, Mübin
Orhon’la sanatının zirvesindeyken tanışmış ve bu
sanat düşkünü genç Orhon’dan resim almış. Daha
sonra da kendisi galeri açmış zaten. Yani resimler
1962-63 yllarında doğrudan sanatçıdan alınmış ve
hep aynı koleksiyonda kalmış. Resimlerin muhammen
bedelleri 125 bin ile 500 bin dolar arasında
değişiyor. Bakın Müzayede kataloğunda Daniel Gervis,
Mübin Orhon’la ilk tanışmalarını nasıl anlatıyor:
“1960ların başlarında, başka bir Türk ressam olan
Fikret Mualla’ı görmek için Paris’teki 14.cü
Bölge’de Impasse du Rouet’e gidiyordum. Birçok Türk
ressamın orada stüdyosu vardı vd Mübin’inki de
Mualla’nınkinin yakınındaydı. Onunla orada tanıştım.
Hemen yakın arkadaş olduk. Mübin çok zekiydi ve
büyüleyici bir karakteri vardı. 1962-63’te Mübin’in
stüdyosuna yaptığım ilk ziyaretlerde resimlerini çok
beğenmiştim. İlk tablolarımı da o zaman satın aldım.
Yarım asra yakın onlarla yaşama ayrıcalığına sahip
oldu. Mübin’in eserlerine artan ilgiyi gördükten
sonra satmaya karar verdim”. Bakalım, kimlere ve
kaça gidecek.
Müzayedede ki çağdaş yapıtların çoğu yabancı
koleksiyonerlerin elinden, evinden çıkıyor. Örneğin
Burhan Doğançay’ın “Fısıldayan Duvarlar II” isimli
kurdeleleri de 1985 yılında bir Amerikalı koleksiyoner tarafından sanatçının kendisinden
alınmış ve o gün bugündür de ondaymış. İlk kez güneş
yüzüne çıkıyor.
7 Nisan’da Sotheby’s Londra müzayedesinde Ansen
Atilla, Hale Tenger, Ali Teoman Germener, Nejad
Devrim, Fahrelnissa Zeid, Yüksel Arslan, Canan
Şenol, Canan Tolon, Nazif Topçuoğlu, Erinç Seymen,
Abdurrahman Öztoprak, Selim Turan, Sabri Berkel,
Abidin Elderoğlu gibi isimler var. Nuri İyem’in
soyut döneminden bir tablosu, Mübin Orhon ve
Doğançay’ın da başka koleksiyonerlerden yapıtları
var. Fotorealist ressam Taner Ceylan’ın 1879 isimli
yapıtında fotoğrafçı Pascal Sebah’ın çektiği
feraceli bir kadın Fransız ressam Gustave Courbet’in
ünlü L’Origine du Monde isimli tablosunun önünde
duruyor. Azade Köker’in Kuzey Orman’ında ışık,
kafatasları arasından süzülüp geliyor.
Akbank Özel Bankacılık Genel Müdür Yardımcısı Fikret
Önder; “Biz Özel Bankacılık olarak çağdaş sanata
sponsor oluyoruz. Bu serginin ve Türkiye’deki
tanıtım faaliyetlerinin masraflarını karşıladık. 5
yıldır Contemporary Art’a da destek veriyoruz. Bazen
koleksiyoner-sanatsever-müşterilerimizi sanat
fuarlarına, yurt dışı müzayedelere götürüyoruz”
diyor. Ancak, Akbank Özel Bankacılık geçen
senelerde Ankara, İzmir, Bursa ve Adana’ya gidip
sanatçılarla koleksiyonerleri buluşturmuş,
konuşmacılar davet edip sanat sohbetleri
düzenlemişti. Fikret Bey bu yıl da Kayseri ve
Gaziantep’i programlarına aldıklarını söylüyor. Yani
Akbank’ın ilgi alanı sadece yurt dışına değil,
Anadolu’ya da.
Habertürk, Haber: Serfiraz Ergun, 18.03.2011
|
TRAŞLANMADAN AÇILIYOR
Anıtlar Kurulu 2004’te Demirören AVM’nin yanındaki 1. derece tarihi eser olarak tescilli Serkil Doryan binasının yüksekliğini geçemeyeceğine hükmetmişti. Buna karşın Demirören AVM’nin Serkil Doryan’ın neredeyse iki katı yüksekliğe ulaştığı saptanmıştı. Radikal, geçen ekim ayında Demirören AVM’nin yüksekliğini gündeme getirmiş ve Kültür Bakanı Ertuğrul Günay bir usulsüzlük yapılıp yapılmadığını tespit için müfettiş görevlendirmişti. İstanbul 2 No.lu Yenileme Kurulu da AVM’nin yasaya aykırı olarak yapıldığını saptamıştı. Kurulun bu kararına karşın binanın fazla olan iki katından sadece biri tıraşlandı. Son haliyle tarihi Serkil Doryan binasından hayli yüksek olan Demirören AVM bugün açılıyor. Kültür Bakanlığı müfettişlerinin ise binada usulsüzlük saptandığı yönünde yeni bir rapor hazırladığı söyleniyor.
Radikal, 17.03.2011
|
 |


|
BÜYÜKŞEHİR TARİHE SAHİP ÇIKIYOR
Adana Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili Zihni Aldırmaz, Adana’nın en eski yerleşim birimi olan Tepebağ Höyüğü’nün “Arkeolojik Park”a dönüştürülmesi için başlatılan çalışmaların devam ettiğini söyledi. Aldırmaz, “Bu kapsamda depremde ağır hasar gören Tepebağ Höyüğü’ndeki toplam 59 binadan, kamulaştırma işlemleri tamamlanan 33 bina yıkıldı, 26 bina ile ilgili görüşmeler sürüyor” dedi.
Seyhan ve Yüreğir’i birbirine bağlayan dünyanın en eski köprüsü olan Taşköprü’nün de içinde yer aldığı Tepebağ’da “Arkeoloji Parkı” kurma ve dünya turizmine kazandırma çalışmaları kapsamında bölgedeki tarihi dokular korunurken, Adana depreminde ağır hasar gören ve yapımı mümkün olmayan evlerin Büyükşehir Belediyesi’nce kamulaştırılarak yıkıldığını vurgulayan Aldırmaz, “Tepebağ Höyüğü’ndeki kültür varlığı tarihi eserlerimizi dünya turizmine kazandırmak en büyük hedefimizdir. Bu yönde Büyükşehir Belediyesi olarak bütün imkanlarımızı seferber ediyoruz. Bu kapsamda kamulaştırılması tamamlanan 33 bina yıkıldı, 26 bina ile ilgili görüşmelerimiz sürüyor” dedi.
Yine aynı bölgedeki sıra evlerden 7’incisinin de Büyükşehir Belediyesi tarafından kamulaştırılarak restore edildiğini anlatan Başkan Vekili Aldırmaz, “Dişçi Ethem Konağı’ndaki restorasyon çalışmalarımız da tamamlandı. Kültür Bakanlığı’nın Türkiye’nin çeşitli yerlerinde açmayı planladığı 7 adet Kültür ve Edebiyat Müzesi’nden ilki, restore ettiğimiz Dişçi Ethem Konağı’nda hizmete girecek” şeklinde konuştu.
Adana Kent Haber, 16.03.2011
|
İSTANBUL'DA 188 TARİHİ ESER BAKIM YÜZÜ GÖRDÜ

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Genel
Sekreter Yardımcısı Mehmet Gürkan, kültürel miras
alanında birtakım yeni yöntemlerle bilinçlenmeyi
sağlayarak yol almaya çalıştıklarını belirterek,
"Bunun sonucunda da ulaştığımız 188 tane yapının
restorasyonu, yeni kültür merkezi, müze yapımı
İstanbul'a önemli bir katkıdır" dedi.
Gürkan, yaptığı açıklamada, İstanbul 2010 Avrupa
Kültür Başkenti çalışmalarını "kültürel mirasın
korunması-kentsel projeler", "kültür-sanat
projeleri" ve "turizm tanıtma" alanı olmak üzere 3
etapta yürüttüklerini söyledi.
"Projeler içinde en büyük ağırlığı kültürel miras ve
kentsel projelere verdik. Çünkü hem kalıcıydı, hem
de İstanbul'un inanılmaz derecede kültürel miras
potansiyeli vardı. Bunun korunması ve ileriye
yönelik yaşatılması, kullanım kararlarının alınarak
fonksiyonlandırılması açısından bize önemli bir
görev düştü" diyen Gürkan, bugüne kadar Kültür ve
Turizm Bakanlığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü, İstanbul
Büyükşehir Belediyesi sorumluluğunda olan, ancak
bazı sebeplerden dolayı gerçekleştirilememiş olan
onarım çalışmalarının İstanbul'un 2010 Avrupa Kültür
Başkenti seçilmesiyle ele alındığını anlattı.
Projeleri değerlendirirken yapıların önemini,
tanınırlığını, görülebilirliğini ve ziyaretçi
potansiyelini de dikkate aldıklarını belirten
Gürkan, "Üç imparatorluğa başkentlik yapmış
İstanbul'un, özellikle tarihi yarımada denilen
bölgesinde yoğun bir kültürel miras potansiyeli var"
dedi.
Mehmet Gürkan, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti
Ajansının "kültürel mirasın korunması-kentsel
projeler" alanına 160 milyon TL'lik bütçe ayırdığını
belirterek, bu bütçenin içinde uygulama işleri,
proje çizim işleri ve kültürel mirasın korunması
bilincinin geliştirilmesine yönelik eğitim
programları, seminerler ve kitap basımları
projelerinin yer aldığını anlattı.
Gürkan, bütçenin 125 milyon 684 bin 474 TL'sinin
uygulama projeleri, 13 milyon 313 bin 710 TL'sinin
proje çizim işleri, 21 milyon 503 bin 728 TL'sinin
de diğer projeler için harcandığını belirtti.
Gürkan, bu bütçeyle, kabul edilen 158 proje
kapsamında 188 yapının onarımını ve restorasyonunu
gerçekleştirdiklerini, ayrıca 30 adet yapının
restorasyon projesinin hazırlandığını, bazı
sokaklarda yayalaştırma, meydan düzenleme çalışması
yapıldığını ifade etti.

Bazı sokaklarda aydınlatma işlerinin de
yürütüldüğünü belirten Gürkan, "Kente gelen
ziyaretçiler güvenliklerini de ön planda tutuyorlar.
Gezerken kendi güvenliklerini tehlikeye atabilecek
olan karanlık mekanlardan korkuyorlar. Dolayısıyla
bu mekanların aydınlatılması gerekiyor. Ayrıca
yapıların algılanabilirliğinin de arttırılması
gerekiyor. Bu aydınlatmalarla birlikte bu
algılanabilirliği de arttırıyorsunuz, ayrıca kente
de bir gece silueti kazandırmanız lazım" diye
konuştu.
Gürkan, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti
Ajansının, bu restorasyon ve onarım projelerinin
yapım yöntemlerine de olumlu katkılar sağladığını
belirterek, projelerin danışma kurulu aracılığıyla
yürütüldüğünü, klasik kontrollük mekanizmasının yanı
sıra bilim adamlarını da bu projelere dahil
ettiklerini ve sorunların kısa sürede daha sağlıklı
ve daha hızlı hayata geçirilmesinin sağlandığını
söyledi.
Ayrıca hem teorik, hem de pratik anlamda eğitim
çalışmalarının gerçekleştirildiğini anlatan Gürkan,
"Vakıflar Genel Müdürlüğü ile Koruma ve Restorasyon
Firmaları Birliği işbirliğiyle ajansımızın da
katkılarıyla ara eleman olarak yetişmek isteyen
gençleri bir araya getirdik ve eğitim programı
düzenledik" dedi.
Mehmet Gürkan, Ayasofya Müzesi, Topkapı Sarayı,
Galata Mevlevihanesi, Süleymaniye bölgesinde grup
çalışmalarının hayata geçirildiğini söyledi.
Gürkan, Topkapı Sarayı'nda birçok yapıda
çalışmaların yürütüldüğünü, mutfaklar bölümü, Revan
Köşkü, Sofa Köşkü ve Sofa Camisi'nde yürütülen
çalışmaların bir ay içinde tamamlanacağını anlattı.
Ayasofya'da uzun yıllardır kangren olmuş iskelesinin sökülmesini bir iş olarak görmediklerini, ana kubbenin onarımının tamamlanması açısından bir iş olarak kabul ettiklerini belirterek, "Ana kubbedeki onarım çalışmalarını tamamladık, iskeleyi söktük. Bunun devamında içerideki 7,5 metrelik 8 hat levhasının, ahşap elemanların, dış cephenin onarımını gerçekleştirdik" şeklinde konuştu.

Gürkan, Ayasofya'da, yapıldığı döneme ait, dünyanın
bilinen en büyük boyutlu vaftiz teknesinin de içinde
bulunduğu Vaftizhane Atriumu'nun ziyarete açılacak
duruma getirildiğini hatırlattı.
Galata Mevlevihanesi'nde ise geçmişte başlayan
restorasyon çalışmalarında eksik kalan bölümleri
tamamladıklarını anlatan Gürkan, mevlevihanenin
ziyaretçilere açılabilmesi için içinin teşhirini
yaptıklarını, bahçesinin de çevre düzenlemesini
gerçekleştirdiklerini söyledi.
UNESCO Dünya Miras Listesi'nde yer alan Süleymaniye
bölgesinde ahşap evlerin onarımıyla ilgili
çalışmaları geçen yıl başlattıklarını anımsatan
Gürkan, "Koruma Uygulama Denetim Bürosu (KUDEB) ile
birlikte 7 yapının onarımını tamamladık. 3 etap
halinde İstanbul Üniversitesinin de kullanımında
olan ahşap yapıları da ele alıp, diğer taraftan
Mimar Sinan'ın eseri olan Darüşşifa ile
birleştirerek, önemli bir çalışma başlattık. Bu
çalışmaları önümüzdeki 3 ay içinde tamamlamayı
hedefliyoruz" dedi.
İstanbul'daki çalışmaları, kültür mozaiğini dikkate
alarak yürüttüklerini dile getiren Gürkan, şunları
söyledi:
"İstanbul'da Ermeni, Rum ve Musevi cemaatiyle ortak
çalışmalar yürüttük. Bunlardan en ileri seviyeye
getirebildiğimiz, çalışmaları neredeyse bitme
aşamasına gelen Vortvots Vorodman Kilisesi'ydi. Bu
kilisenin kültür merkezine dönüştürülmesiyle ilgili
cemaat bir proje getirdi. Çevredeki diğer talepleri
de karşılayacak şekilde bir kültürel mekan haline
getiriliyor kilise.
Musevi cemaatiyle de Kamondo Anıt Mezarı'nın onarımı
için protokol imzaladık. Aynı zamanda Haliç
kıyısındaki Mayor Sinagogu'nun da kültür merkezine
dönüştürülmesi için projeleri koruma kuruluna teslim
ettik.
Rum cemaatiyle de İstanbul'un Rum mimarlarına
ilişkin önemli bir çalışma yürüttük. Bir
belgelendirme amaçlı katolog basımı ve bu mimarlarla
ilgili sergi düzenlendi. Ayrıca Çatalca'da yapımını
sağladığımız Mübadele Müzesi açıldı."
Gürkan, Kılıçali Paşa Camii'nin restorasyonunda
olduğu gibi bazı sorunların da yaşanabildiğini ifade
ederek, şunları söyledi:
"Bizler kurumlardan gelen başvurulara göre yol
alıyoruz. Bu çalışmalara finansal destek verirken,
işin kalitesinin de yüksek derecede olmasını
sağlamaya çalışıyoruz. Bunlarla ilgili tüm
kontrollük işlemleri, o idarelerdeki kontrollük
teşkilatı tarafından yürütülüyor. Kılıçali Paşa
Camii'ndeki yangının sebebinin kubbedeki eski bir
kablonun alev alması sonucu çıktığı saptandı. Bilim
kurullarıyla istediğiniz kadar işleri desteklemeye
çalışın, istediğiniz kadar kontrollük mekanizmasını
güçlendirin bu tür kazalar her zaman olabiliyor.
Önemli olan, bu tür olaylarla karşılaşılmaması için
tedbirli olunması."
Gürkan, Atatürk Kültür Merkezi (AKM) Projesi'nin
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansının en
çok önem verdiği konu olduğunu söyledi.
Bu projeyle ilgili Kültür ve Turizm Bakanlığı ile
yapılan protokol kapsamında 2008 yılında çalışmalara
başladıklarını ifade eden Gürkan, AKM ile ilgili
süreci şöyle anlattı:
"Çok kısa süre içinde avan projelerini yaptırdık,
kuruldan geçirdik. Uygulama projelerini elde etmeden
önce sanatçılarla, meslek odalarıyla, derneklerle,
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile ortak toplantılar
yapıldı. Bu toplantılar sırasında tasarım grubuna ve
mimara talepler iletildi. Onlar da bu taleplere göre
projeleri çizdiler. Projeler tamamlandıktan sonra
koruma kuruluna gitti. Kurul da onayladı ama bu
süreçte sendikadan ve sanat camiasından Kültür ve
Turizm Bakanlığı ile ajansa çatıda restoran
yapılmaması, bilet gişelerinin içeri alınmaması,
fuayelerin birleştirilmesi, boyahanenin dışarıya
çıkarılması gibi bazı teknik itirazlar geldi.
Bunlar önümüzde sıkıntı olacaktı, bir daha projeyi
revize ettik, bir daha kurula götürdük. Koruma
kurulu projeyi onayladı, ihalesini yaptık. İhale
sonucunda firma belirlendi, onarım çalışmalarına
başlanacakken yürütmeyi durdurma kararı geldi. Bu
karara baktığımızda sendikanın ilk avan projeye
yaptığı itiraz sonucunda alınan bir yürütmeyi
durdurma kararı olduğunu gördük. Sendika dediğinden
vazgeçmedi. Yine onların istediği şekliyle
düzeltmeler yaptık projede. Mimarlar Odası vizesi
alındı ve koruma kuruluna götürüldü."
Projenin koruma kurulunda değerlendirilebilmesi için
sendikanın davayı geri çekmesi gerektiğini ifade
eden Gürkan, "Sendika, davayı geri çekmediği için
kurul projeyi değerlendiremedi. Ajansın süresi de
dikkate alınarak maalesef iyi bir proje rafa
kaldırılmış oldu" dedi.
Gürkan, "Kültürel miras alanında birtakım yeni
yöntemler getirerek bilinçlenmeyi sağlayarak yol
almaya çalıştık. Bunun sonucunda da ulaştığımız 180
tane yapının restorasyonu, yeni kültür merkezi, müze
yapımı İstanbul'a önemli bir katkıdır" diye konuştu.
Mehmet Gürkan, "Ocak ayı turizm istatistiklerine
baktığımızda geçen yıla oranla yüzde 30'lara yakın
artış görünüyor. Geçen yıl stabil bir durum vardı,
bu durumun önümüzdeki yıllarda artacağı
bekleniyordu. Öyle de oldu. Faydalarını görmeye
başladık. Turist sayısındaki artış da bunun önemli
bir göstergesidir" dedi.
Gürkan, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti
Ajansının sayısal olarak da büyüklük olarak da çok
önemli işler üstlendiğini, bu işlerin Haziran ayına
kadar tamamlanacağını söyledi.
Restorasyon sırasında beklenmeyen sorunların
yaşanabildiğini, bu nedenle sürenin uzatılması
gerektiğini dile getiren Gürkan, "Yasamızda
tasfiyeyle ilgili bir hüküm var. Orada belirtilen
kurumlarla görüşülerek, kaynağını tekrar bu
kurumlara sağlamak üzere onların sorumluluğuna
vermemiz yönünde ilerlememiz gerekiyor" dedi.
Türkiye Gazetesi, 16.03.2011
|
ANKARA KALESİ'NİN SORUNLARI İÇİN RAPOR

Ankara Valiliği'nce, turizm sektörünün
temsilcileri ve kentin kanaat önderlerinin
katılımıyla, Ankara Kalesi ve
çevresinin yeniden düzenlenerek turizme
kazandırabilmek, kalenin sorunlarını tespit etmek ve
çözümlerini belirlemek amacıyla,
''Ankara
Kalesinin Sorunları ve Çözüm Önerileri'' Toplantısıyla
ilgili rapor tamamlandı. Tarihi, kültürel ve doğal
birçok mirası bünyesinde barındıran Ankara
Kalesinin, kentin önemli simgesi ve kalbi olduğu
belirtilen raporda, kaleyle ilgili turizm planının
hazırlanması ve kent turizm planlamasının merkezine
kalenin oturtulması, zengin bir açık hava müzesi
niteliği taşıyan kalenin sanatın, kültürün merkezin
haline dönüştürülmesi ve bu amaçla eylem planlarının
yapılması gerektiğini bildirildi.
Başkentin önemli destinasyonlarından olan Ankara
Kalesinin, iç kale bölümünün 57 bin 727, dış kalenin
ise 28 bin 768 olmak üzere toplam 86 bin 495
metrekare alan üzerine kurulu olduğu hatırlatılan
raporda, kaledeki yapı alanında 380, iç ve dış kale
olmak üzere 141 tescilli ve 239 tescilsiz bina
bulunduğu anımsatıldı. Raporda, Ankara Kalesinin
turizmde tek başına değil, Hıdırlık Tepesi, Hacı
Bayram ve Hamamönü semtiyle birlikte düşünülmesi
gerektiği, turistik cazibe merkezi olmak isteyen bir
kentte özellikle güvenlik, temizlik ve ulaşımın
temel unsurlar olduğu aktarıldı.
Kalede sokak sağlıklaştırma çalışmaları için de
altyapının galeri sistemi olarak düzenlenmesi,
altyapı çalışmaları için de doğalgaz dağıtım
sisteminin galeri içerisinden geçirilmesi gerektiği
belirtilerek, çalışmaların bu şartlarda yapılmasıyla
altyapıda herhangi bir sorun kalmayacağı kaydedildi.
Ulaşım sorunun çözümü için de çalışmalar
başlatılması gerektiği vurgulanan raporda, kalede
ulaşım sağlayacak bir akülü tren sisteminin
kurulması, ayrıca Hıdırlıktepe ile kale arasında
inşa edilecek teleferik sistemiyle, kaledeki
ulaşımın kolaylaşacağına, bunun da trafik sorunun
çözülmesinde rol oynayacağına işaret edildi.
Kentlerin meydanlarıyla, heykelleriyle, tarihi
yerleriyle, yaptıkları filmlerle, festivalleriyle
tanındıkları belirtilen raporda, kale festivalinin
de tanıtım için önemli olduğu, bu nedenle Kale
Festivali'nin uluslararası boyuta taşınması, kalenin
duvarlarıyla ilgili hazırlanan belgesel filmin
2012'ye kadar tamamlanarak tanıtımda kullanılmasının
önemli olacağı bildirildi. Raporda, şunlara yer
verildi:
''Film firmalarıyla görüşülerek, kalede sinema
filmleri, televizyon dizileri çekimlerinin
yaptırılması, hem kalenin tanıtımı hem de tanıtımla
birlikte yaşanabilir bir merkez olması
sağlanacaktır.
Cadde ve sokaklar yeteri kadar aydınlatıldığı,
trafik düzeni arzu edilen şekilde düzenlendiği
takdirde, kale bölgesinde güvenlik algısı olumlu
olacaktır. Bunun dışında, şehir içinde uygulanan
MOBESE sistemi kalede de uygulanmalıdır. Yeni
açılacak mekanlarla kale, seçkin bir yer haline
gelecek ve dolayısıyla suç oranı azalacaktır.
Oturanların birçoğunun işgalci olması ve yapılan
çalışmalara sürekli itiraz etmeleri nedeniyle,
yetkili makamlar kaledeki gerçek mülk sahipleriyle
görüşmeli, sorunların çözümüne katkı vermeleri
sağlanmalıdır. Ankara'nın 'eski şehri' olarak
addedilen kale ve civarındaki özgün yapıların
restorasyonu tamamlanmalı, sonradan yapılan muhdes
bölümler kaldırılmalıdır. Bu çalışmalarla birlikte,
kaçak yapılar da yıkılarak Atpazarı, Samanpazarı
gezilecek hale getirilmeli, kültür, sanat ve turizm
merkezine dönüşümü sağlanmalıdır.''
Restorasyon konusunda mali imkanı olmayan mülk
sahiplerine destek verilmesinin gerektiği belirtilen
raporda, kaledeki yapıların her ne kadar tapusu ve
mülkiyeti kişilere ait olsa da toplumun ortak
değerleri olduğu, yapılacak her türlü tadilatın
belli bir denetime tabi tutulması gerektiğinin
önemine değinilerek, tadilat veya restorasyon
çalışmalarından önce, Ulus Alan Yenileme Kurulundan
görüş alınmasının, uygulamada zaman ve iş kaybını
önleyeceği belirtildi. Raporda, yaptırımların
yanında kalede yaşayan halk ve esnafta da turizm
bölgesine uygun eğitim ve davranış biçimlerinin
oluşturulması için kalede bir an önce eğitim
seferberliğine gidilmesi gerektiği bildirildi.
Kalede merkezi bölgede ''Turizm Tanışma Bürosu''
açılmasının kalenin tanıtımında, Anadolu
Medeniyetleri Müzesi ile bir bütünlük sağlayacağı,
kaleye ilgiyi artıracağı belirtilen raporda, büyük
bir eksiklik oluğu hissedilen kalenin tarihçesinin
yazılı olduğu bilgilendirme levhasının kale girişine
en kısa sürede konulması gerektiği kaydedildi.
Yapı, 16.03.2011
|
EGE UYGARLIKLARI MÜZESİ'NİN YERALTI HARİTASI
ÇIKARILACAK
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İzmir
Büyükşehir Belediyesi tarafından Kadifekale’de
ortaklaşa yapılması planlanan Ege Uygarlıklar
Müzesi’nin yeraltı haritasının çıkarılacağı
bildirildi.
İzmir Büyükşehir Belediye Meclisinde Başkan Aziz
Kocaoğlu’na yapılacak çalışmalar için protokol yapma
yetkisi verilmesinin ardından, Dokuz Eylül
Üniversitesi ve Deprem Araştırma Uygulama Merkezi
(DAUM) ile bağlantıya geçildiği öğrenildi.
Kadifekale Arkeoloji ve Tarih Parkı’na bitişik ve
Antik Tiyatro’nun doğusunda kalan 3. derece
arkeolojik ve kentsel sit alanı olarak belirlenen
alanda yapılacak Ege Uygarlıkları Müzesi’nin en kısa
sürede bitirilmesi için çalışmaların hızlı bir
şekilde yürütüldüğünü belirten belediye yetkilileri,
Aa muhabirine şu bilgileri verdiler:
“Ege Uygarlıkları Müzesi’nin yapılacağı yerde
arkeolojik bir buluntunun var olup olmadığının
tespit edilmesi amacıyla araştırma yapılmasına gerek
duyulmuştur. Bu kapsamda, arkeolojik alanlarda var
olan gömülü kalıntıların yeri, biçimi ve ne
derinlikte bulunduğunu üç boyutta veren bir yöntem
olan arkeojeofizik uygulamaların yapılması
gereklidir. Bu çalışmaların yapılabilmesi için daha
önce bölgede jeolojik ve jeoteknik çalışmalar yapan
Daum’un yetkilileriyle ön görüşme yapıldı. Daha
sonra ortak bir protokol hazırlandı ve bunun
imzalanmasından sonra Üniversite ekipleri
Kadifekale’de çalışmalara başlayacak.”
Belediye yetkilileri, müze alanının önce imar
planlarına işleneceğini, alandaki kamulaştırmaların
da İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından
yapılacağını bildirdiler.
Ege Uygarlıkları Müzesi’nin yerinin Kültür ve
Turizm Bakanlığı tarafından kendilerine 25 Mayıs
2010 tarihinde bildirildiğini, çalışmaların bu yazı
üzerine sürdürüldüğünü belirten yetkililer,
Üniversite hocalarının çalışma sonuçlarını
beklediklerini ifade ettiler. Yetkililer, müze yeri
olarak Kadefekale’nin seçilmesi durumunda yaklaşık
39 bin 145 metrekare alanda kamulaştırma
yapılacağını kaydettiler.
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu,
çalışmaları yakından takip ettiğini söyledi.
Jeolojik ve jeoteknik çalışmaların sonuçlarını
beklediklerini belirten Kocaoğlu, “Belirlenen alanda
arkeolojik buluntuya rastlanmazsa müze çalışmaları
başlanacak. Uygun değilse Kültür ve Turizm Bakanlığı
yetkilileri ile uygun bir yer için yeniden çalışma
yapacağız” dedi.
haberler.com, 16.03.2011
|
YIKIMIN ÖNÜNDEKİ ENGEL KALKTI
Kars'ta tartışmalara neden olan ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın kenti ziyaretinde "ucube" demesiyle gündeme gelen "İnsanlık Anıtı"nın yıkılmasıyla ilgili Erzurum 1. İdare Mahkemesi'nin aldığı yürütmeyi durdurma kararına Kars Belediyesi itiraz etmişti.
İtirazı görüşen Erzurum Bölge İdare Mahkemesi, itirazın kabulüne, yürütmeyi durdurma kararının kaldırılmasına karar verdi.
Habertürk, 16.03.2011
|

|
TARİHİ ÖREN YERİNDEKİ 2 ROMA HAMAMI, SİDE
BELEDİYESİ'NE TAHSİS EDİLDİ
Kültür ve Turizm
Bakanlığı, tarihi ören yeri içindeki Roma döneminde
kalma Liman ve Büyük hamamı Side Belediyesi’ne
tahsis etti. Belediye 2 hamamı restore ederek kültür
ve arkeoloji turizmine kazandıracak.
Belediye Başkanı Abdulkadir Uçar ve belediye meclisi üyeleri Side Antik Kent’te bakanlığın tahsis ettiği 2 hamamda incelemede bulundu. Başkan Uçar, yaptığı açıklamada Kültür ve Turizm Bakanlığı ile yoğun görüşmeler sonucunda Bakan Ertuğrul Günay’ın 2 hamamın tahsisini belediyelerine verdiğini söyledi. Atıl vaziyette bulunan 2 tarihi eserin kültür turizmine kazandırılması için Antalya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na başvuruda bulunacaklarını belirten Uçar, böylece bölgede kültür, tarih ve arkeoloji turizmini ön plana çıkaracaklarını kaydetti. Uçar, “Side’yi Side yapan ana unsur tarihi ve kültürel zenginliğidir. Geçen yıl hayata geçirdiğimiz Kentsel Dönüşüm Projesi (KDP) çerçevesinde 120 yıllık 96 cumbalı Osmanlı mimarisine sahip evin restoresi yaptık. Bir şehrin estetik dokusunu tarihi yapıları ve sivil mimari eserleri oluşturur. Tarihi ve sivil mimari eserlerini gün yüzüne çıkartarak Side’de deniz, kum ve güneş turizmi yanı sıra kültür ve arkeoloji turizmini de ön planda tutmak istiyoruz. Gücümüz tarihimizden alıyoruz. Dünyanın bir çok kültür kentinde olmayan tarihi mirasa sahibiz.” diye konuştu.
Hayata geçirdikleri KDP’le hedeflerinin Side’yi
dünyanın sayılı kültür merkezlerinden biri haline
getirmek olduğunun altını çizen Uçar, aynı zamanda
tarihi dokuyu en iyi şekilde muhafaza ederek belde
halkında koruma bilincini geliştirmek olduğunu
kaydetti.
Tapınaklar bölgesinin korunması içinde
bakanlıktan tahsis edilmesini beklediklerini
belirten Uçar, tahsis edilmesiyle birlikte Men,
Baküs ve Apollon Tapınağı çevresinin sarhoşların
barınma alanı olmaktan çıkarılacağını ifade etti.
Side’nin tarihi yapısının korunması ve tarihinin gün
yüzüne çıkması için belediye olarak Anadolu
Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’ne her konuda destek
verdiğini anlatan Uçar, Side Antik Tiyatro’nun
yanında bulunan Tickhe Tapınağı’nın gün yüzüne
çıkarılmasına tam destek verdiklerini kaydetti.
Samanyolu Haber, 16.03.2011
|
KÜLTÜR VE TABİAT VARLIKLARI İLE İLGİLİ GÜNCELLEMELER
Kültür ve tabiat
varlıklarıyla ilgili mal ve hizmet alımlarında
parasal limitler güncellendi. Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kanunu Kapsamındaki Kültür
Varlıklarının Rölöve, Restorasyon, Restitüsyon
Projeleri, Sokak Sağlıklaştırma, Çevre Düzenleme
Projeleri ve Bunların Uygulama ile Değerlendirme,
Muhafaza, Nakil İşleri ve Kazı Çalışmalarına İlişkin
Mal ve Hizmet Alımlarında Parasal Limitlerin
Güncellenmesi Hakkında Tebliğ, 1 Şubat 2011'den
geçerli olmak üzere Resmi Gazete'nin bugünkü
sayısında yayımlandı. Buna göre, kültür ve tabiat
varlıklarıyla ilgili mal ve hizmet alımlarında
parasal limitler, Türkiye İstatistik Kurumu
tarafından yayımlanan 2010 yılının Üretici Fiyatları
Endeksi (ÜFE) oranları esas alınarak güncellendi.
Yapı, 16.03.2011
|
TARİH İÇİNDE TARİH

Yapımı MÖ
1105'li yıllara dayanan ve birkaç dönemi içerisinde
barındıran Zeyrek Sarnıcı (Pantokrator) ve üzerinde
bulunan Osmanlı dönemi kalıntıları gün ışığına
çıkarılıyor. Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma
Bölge Kurulu ile Fatih Belediyesi Zeyrek Sarnıcı'nın
restorasyon çalışmasını 2006 yılında başlattı.
Tarihi yapının zarar görmemesi ve aslına
uygun
bir şekilde restore edilmesi için çalışmalar uzun
zaman alıyor. İstanbul Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Korumu Bölge Kurulu'nun kararı doğrultusunda
sarnıcın üzerindeki park alanında rölövedeki
eksiklerin tamamlanabilmesi, yapının kronolojik
analizinin yapılabilmesi, restitüsyon ve restorasyon
kararlarının doğru oluşturulabilmesi için Osmanlı
dönemi kalıntı ve yapılaşmasını
araştırmak
amacıyla kazı çalışmalarına başlandı. Sarnıcın iç
kısmında girilemeyen bölgelerin istenilen
rölövelerin alınabilmesi için gerekli temizlemeler
yapıldı. Sarnıçta nem, basınç sıcaklık ve iklim
değerleri de çıkarıldı. Sütun ve payelerde temizlik
ve onarımları, galeri ve ana mekan tonozlarında
restorasyon sırasında ahşap gergi kullanıldı.
Sarnıç üst alanında Osmanlı dönemi tarihi
kalıntıların ortaya çıkarılması için arkeolojik kazı
çalışmaları devam ediyor. Sarnıç içinde ve sarnıç
üst alanı çalışmaları sırasında tarihi yapıların
zarar görmemesi için üzeri kazı boyunca tamamen
ahşap yapıyla kaplı olacak. Zeyrek Sarnıcı'nın
üstünde Arkeoloji Müzeler Müdürlüğü denetiminde şu
ana kadar yapılan kazıda Piri Mehmet Paşa Mescidi ve
Medresesi'nin temel izlerine ulaşıldı. Mescit,
Zeyrek Sarnıcı'nın üzerinde bulunuyor. Mülkiyeti
Piri Mehmet Paşa Vakfı'na ait olduğu için Fatih
Belediyesi restorasyonun yapılması için alanı
vakıftan kiralayarak arkeolojik çalışmayı başlattı.
Sabah, Haber: Ali Balcı, 16.03.2011
|
|
10 POUND'A SATILMAK İSTENEN VAZOYA 192 BİN POUND
İngiltere'de 10 pound'dan açık artırmaya konularak,
25 pounda satılmak istenen vazoya 192 bin dolar
ödendi. Yaşları 70 civarında olan İngiliz çifti,
Uzak Doğu'ya seyahat ederken büyük amcalarının satın
aldığı ve 45 sene önce kendilerine hediye ettiği
vazoyu satmaya karar verdi. Derby'deki bir müzayede
evine giden çift, yolda konuşurken vazoyu 10
pound'dan satışa çıkararak 25 pound'a satmayı
planladı. Açık artırmacı Charles Hanson'ın
incelediği vazonun 1821 ile 1850 yılları arasında
Çin'de hüküm süren Qing Hanedanına ait olduğu
belirlenerek, "Bu 10 pound etmez; ancak 10 bin pound
edebilir" dedi. Nadir bulunan vazo önceki gün
Mackworth Otel'de açık artırma ile 192 bin pounda
satılmasını, yaşlı çift çığlıklar içinde birbirine
sarılarak kutladı. Çift, yeni bir araba alacaklarını
ve tatile çıkacaklarını söyledi.
Türkiye Gazetesi, 16.03.2011
|
ASRIN PROJESİ SOSİS OLDU HALKTAN GİZLENİYOR!
Aslında sır da değil.
Fransız şirketler (Alstom- Marubeni) biliyordur.
Fransız şirketlerin alt yüklenici seçtiği Türk
şirketi Doğuş’un sahibi medya patronu Ferit Şahenk
de biliyordur. Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım
biliyordur. Binali Yıldırım’ın yerine şimdi “seçim
bakanı tayin edilmiş müsteşar Mehmet Habib Soluk” da
biliyordur.
Bakanlık üst kadrosu
biliyordur.
Hepsini bir yana bırak!
Başbakan mutlaka
biliyordur.
Bir tek Türk halkı
bilmiyor.
Niçin Fransız firma işi
bıraktı?
Niçin Türk Doğuş işi
terk etti?
Fransız Firmalar ile
Doğuş, işi bırakmadan önce ne kadar avans çektiler?
Bu avanslara karşılık ne kadar iş yaptılar? Bir
depoya doldurdukları demiryolu tren rayları ile
yenilenecek tren istasyonlarının sinyalizasyon
kablolarının karşılığı olarak ne kadar para aldılar?
Bu raylar ve kablolar ne olacak, ihale yenilenip,
başka şirketler işi üstlenince bu raylar ve kablolar
işe yarayacak mı?
Fransız firma dava açtı.
Uluslararası tahkime
gitti.
Türkiye’den ne tazminat
istiyor.
Anlaşmazlık niçin çıktı?
Xxx
Anlaşmazlık ihale
sözleşmesindeki bir maddeden çıktı diyorlar.
Sözleşmedeki o madde nedir? Bu madde sözleşmeye
nasıl girdi? Türk halkını kim uyuttu, yanılttı,
kandırdı?
Gecikme kaç yılı
bulacak?
Gecikmenin faturası
nedir?
1 milyar dolar mıdır?
Bu faturayı; dünyanın en
pahalı benzinini kullanan, dünyanın en pahalı
rakısını içen, dünyanın en pahalı elektriğini,
suyunu satın alarak yüksek vergi ödeyen Türk halkı
yüklenecek. Başbakanın “doğum günü pasta kesip mum
üfleyerek açılışını yaptığı ve artık çanak-çömlek
yüzünden projelerin geç kalmasını istemiyorum”
dediği İstanbul Boğazı girişindeki o çelik sosis
(Boğaz Tüp Tüneli) kaç yıl daha denizin dibinde
işlevisiz olarak bekleyecektir?
Xxx
“Marmaray” adı verilen
ve “Asrın Projesi” diye övünülen bu projenin
denizden geçişini sağlayacak “Boğaz Tüp Tünel”i
(Japon firmalar üstlenmişti) bitirildi.
Tüp Tunel, sosis gibi
kaldı.
Denizin dibinde duruyor.
Belki 6 yıl öyle
duracak.
Çünkü Gebze’den başlayıp
Üsküdar’a kadar gelecek tren hatlarının yenilenmesi
ve hat sayısının da aynı anda bitirilmesi
gerekiyordu. Hızlı tren Gebze’den Üsküdar’a gelince
buradan o şimdi denizin dibinde “sosis gibi kalan”
tüpe girecek ve Avrupa yakasında Yenikapı’ya çıkacak
ve Halkalı’ya ulaşacaktı. Yenikapı-Halkalı arası
demiryolu ve istasyonları da “hızlı tren geçebilsin”
diye yenilenecekti. İşte “Asrın Projesi” o zaman
gerçekleşecekti.
Xxx
Gerçekleşemedi.
Çünkü raylar yapılamadı.
2004 yılında ihale
anlaşması Fransız Alstom-Marubeni ile Türk Doğuş
(kısaca AMD deniliyor) şirketleriyle imzalanmıştı. 1
milyar dolara rayları yenileyecek ve istasyonları
yapacak 2010 yılında bitirip, teslim edeceklerdi.
2011 yılında da; Gebze’den kalkan hızlı tren 16
dakikada boğazı geçip Avrupa yakasına insanları
ulaştıracaktı. Avansları aldılar. Süre uzatımı
istediler, onu da aldılar. Maliyet 1 milyar dolardan
1.5 milyar dolara çıktı dediler, kabul edildi. Fakat
tek bir ray dahi döşemeden “Bakanlık bizi zarara
uğrattı” diyerek sözleşmeyi fesh ettiler.
Şimdi ihale sıfırdan
yenilenecek.
Fatura çok yükseldi.
Bakan biliyor.
Başbakan da biliyor.
Şirketlerin patronları
biliyor.
Halktan gizleniyor."
Yazı: Necati Doğru, 16.03.2011
|
OTOBÜSTE 585 PARÇA TARİHİ ESER
Manisa'nın Salihli İlçesi'nde
yol kontrolü yapan polis ekipleri, önceki gün şüphe
üzerine Van'dan gelen bir otobüsü durdurdu. Otobüste
arama yapan polisler, bir bavul içine gizlenmiş 514
sikke ve biri hayvan, biri insan figürlü 3 antika
vazo ile çok sayıda yüzükten oluşan 585 parça tarihi
eser buldu. Tarihi eserlere el konulurken, bavulun
sahibi olduğu belirlenen 38 yaşındaki M.C.B.
gözaltına alınarak Salihli İlçe Emniyet Müdürlüğü'ne
götürüldü. Tarihi eserleri Van'dan Manisa'ya
götürdüğü belirlenen M.C.B. emniyette ifadesi
alınarak işlemlerinin tamamlanmasının ardından
adliyeye çıkarıldı. Burada da nöbetçi Cumhuriyet
Savcısı tarafından ifadesi alınan M.C.B. tutuksuz
yargılanmak üzere serbest bırakıldı. El konulan
tarihi eserler ise hangi döneme ait olduğunun
tespiti için Manisa Müze Müdürlüğü'ne gönderildi.
Sabah, Haber: Emre Saçlı, 16.03.2011
|
|
ERDEMLİ DE UNESCO DÜNYA MİRAS LİSTESİ'NE ADAY

Kültür
ve Turizm Bakanlığı'nın, Kayseri'nin
Yeşilhisar İlçesi'ndeki geçmişi 9. yüzyıla dayanan ve
''Bizans Köyü'' olarak bilinen
Erdemli Köyünün,
UNESCO
Dünya Mirası Listesi'ne aday gösterilmesi
için çalışma başlattığı öğrenildi.
Erciyes
Üniversitesi (ERÜ) Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi
Bölümü tarafından Erdemli Köyü'ndeki tarihi
Bizans yerleşiminde, yaklaşık 8 yıldır sürdürülen
araştırmanın sonuçlarının kamuoyuna duyurulmasının
ardından bakanlık harekete geçti.
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü,
araştırmayı yürüten ERÜ Sanat Tarihi Bölümü Öğretim
Üyesi Doç.Dr. Nilay Karakaya,
Kayseri ve Nevşehir Müze Müdürlükleri, Kayseri
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu
ile Kayseri Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü'ne birer
yazı göndererek, köyün UNESCO Dünya Mirası Geçici
Listesi kapsamında değerlendirileceğini belirterek,
ayrıntılı rapor istedi.
Karakaya,
AA muhabirine yaptığı açıklamada, Kapadokya'daki
birçok yer gibi Yeşilhisar'ın Erdemli Köyü'nün de
insan ile çevresi arasındaki yakın ilişkinin
istisnai bir temsilcisi olduğunu söyledi. Ülkemizde
bir yerleşimin bütün olarak, tüm yapıları ile
korunduğu örneklerin oldukça sınırlı olduğunu
belirten Karakaya, şunları anlattı:
''Dolayısıyla Erdemli Vadisi'ndeki bu Bizans
yerleşimi doğal özelliklerinin yanı sıra kültürel
özellikleriyle de dünya mirasları arasına katılmayı
haketmiş bir değerdir. Zaten bir alanın Dünya Kültür
Mirası Listesine girebilmesi için Dünya Mirası
Komitesi'nin belirlediği 6 kültürel ve 4 doğal
kriterden en az birini karşılaması gerekmektedir.
Erdemli Köyü, bunlardan beşincisi olan 'Geri
dönülmez bir değişim karşısında hassaslaşmış olan
bir kültürün veya kültürlerin temsilcisi olan
geleneksel insan yerleşimi veya arazi kullanımının
seçkin bir örneği olması' kriterine uymaktadır.''
Karakaya, bölümleri ile Kayseri'deki diğer
kurumlardan istenilen ayrıntılı raporların Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğüne
gönderildiğini belirterek, bundan sonraki süreçte
gelişmeleri takip edeceklerini sözlerine ekledi.
ERÜ Sanat Tarihi Bölümü tarafından yapılan
araştırmada, bir vadi içerisinde kayalar oyularak
inşa edilen köyde, toplam 3 manastır, 22
kilise-şapel, 138 konut, 48 şırahane, 9 fırın, 13
ahır, 2 keşiş hücresinden oluşan yapılar ile 2
güvercinlik ve 34 işlevi bilinmeyen yapı tespit
edilerek belgelenmiş ve bölgenin topografik haritası
da çakırılmıştı.
Yapı, 15.03.2011
|
HAREMLE İLGİLİ ANLATILANLARIN ÇOĞU UYDURMA
Harem yaşamını anlatan bir kitap
hazırlayan Nurhan Atasoy'a göre herkesin merak
ettiği hareme dair anlatılanların çoğu 16.
yüzyıl seyyahlarının hayalgücü. Bir kısmı da
herkesin beklentisine cevap verebilmek için
abartılmış.
Osmanlı tarihi ve sosyal yaşamı
konusunda dünyadaki önde gelen uzmanlardan biri
kabul edilen Prof.Dr. Nurhan Atasoy geçtiğimiz
günlerde ‘Harem’ adlı bir kitap hazırladı.
Bilkent Kültür Girişimi’nin katkılarıyla
İngilizce ve Türkçe yayımlanan kitapta Atasoy,
Topkapı Sarayı’nın kapalı kapılar ardındaki
mahrem harem yaşamına ayna tutuyor.
Son aylarda haremle yatıp kalkıyoruz ama
sizin harem merakınız çok eskilere dayanıyor
değil mi?
Evet, benim ki en az 50- 60 yıllık bir merak.
Ben bir Topkapı Sarayı aşığıyım, neredeyse
çocukluğumdan beri Topkapı Sarayı’nda yaşadım
diyebilirim. Sultanahmet’te oturuyorduk ve
İstanbul Üniversitesi’nde sanat tarihi okurken
çalışmalarımın yüzde 90’ını hep sarayla ilgili
yapıyordum. Çok da şanslıydım Topkapı Sarayı’nın
müdürleri araştırmalarım sırasında beni hep
benimsediler, çok kolaylık ve yakınlık
gösterdiler.
Harem dairesine de girer miydiniz?
Evet, Topkapı Sarayı’nın o zamanlardaki müdürü
Hayrullah Bey ile gezerdim. Harem öyle bir
labirenttir ki, birini bıraksanız yolunu bulup
çıkamaz. Ben yıllardır harem ile ilgili ne
bulduysam topladım. Yıllarca önce müze
dükkanları çok acıklı bir durumdaydı. Kültür
Bakanlığı çok iyi bir yol seçti. Daha önce küçük
bir harem kitabı yazdığımı bilen Bilkent
Girişimi benden bir harem rehberi istedi. İlk
kez bir kitabım dipnotsuz. Belli bir güzergahı
gezer gibi anlatmaya çalıştım.
Harem ne zaman ortaya çıkmış?
15.yüzyıldan sonra Topkapı Sarayı haremi
oluşuyor. 16. yüzyıldan 19. yüzyıla dek eklenen
eklenen genişleyen harem bölümü mimari bir
koleksiyon, mantar gibi genişleyen bir kompleks
gibidir. Çünkü her padişah kendine bir has oda
yaptırmıştır. Harem kısmı meyilli arazi olduğu
için eklemeler teraslarla düzlenmiş ve altında
mahzenler oluşmuştur. Eski Türk filmlerindeki
zindanlar hep o mahzenlerdir.
Harem, üzerinde fantezilerin bitmediği
bir konu, siz nasıl bir yol izlediniz?
Harem konusunda gerçekle hayal edilenleri
ayırmak istedim öncelikle. Harem hakkında
bilinenler özellikle yabancıların hayal gücüne
dayanarak yaptıkları resimlere ve anlattıklarına
dayanırdı. Kitaba bu resimleri de koyarak
aradaki farkı göstermeye çalıştım.
Harem neden bu kadar cazip?
Harem haramdan gelen bir şey. İnsanların özel
yaşamı özellikle İslam dünyasında çok kutsaldır.
Herhangi bir konağa da gitseniz orada da erkek
misafirlerin ayrı bir şekilde ağırlandığını özel
hayata ait bölgeye sokulmadıklarını görürsünüz.
Bu yüzden de fevkalade merak çekiyor ve
uydurmalar oluyor. Bu uydurmalar özellikle 16.
yüzyılda gelen yabancıların eseri. Çünkü Avrupa
çok korktuğu, yenilmez bir ordusu olan
Avrupa’nın ortalarına dek ilerleyen,
topraklarını alan Osmanlıyı çok merak ediyor.
Düşmanını tanımak istiyor. Saraya çok sayıda
elçi gönderiyorlar. Şimdiki zaman elçileri gibi
değil bu elçiler. Yanlarında bilimadamlarından
ressamlara büyük bir heyet oluyor. Gittikleri
yerlerdeki yaşamdan, bitki örtüsüne her şeyi
öğrenmek istiyorlar. Dönüşlerinden sonra
çizimler o devrin baskı tekniği için gravür
haline getiriliyor. Tabii bu arada ressamın ilk
yaptığı şekilden sapmalar da oluyor.
En büyük sapmalar haremde olmuş galiba?
Herkesin merak ettiği haremle ilgili
anlatılanların hemen hemen hepsi uydurma. Çünkü
harem girilmesi imkansız bir yer. Bu kitaba da
koyduğum üç katlı bir harem resmi var. Topkapı
Sarayı’na gidin bakın üç katlı ne var ki? Bu
resimler bize birçok alanda doküman değerinde
olsa da haremle ilgili olanlar herkesin
beklentisine cevap verebilmek için abartılmış.
Bir de bu seyyahlar her zaman bir önceki
seyyahların anlattıklarından kendileri görmüşler
gibi alıntılar yapmışlar.
Bizler de özellikle hareme
oryantalistlerin gözüyle baktık diyebilir miyiz?
Hakikaten çok gariptir. Bu konuda Türklerin
yazdığı çok kaynak da yoktur ama yabancıların
gözüyle anlatılanları tercih etmişiz hep. Çünkü
her zaman görülenden çok görmek istenilen daha
enteresan oluyor.
Sizin Türkiye’de ilk elden ulaştığınız
kaynaklar olmuş muydu?
Neslişah Sultan bana çok yardım etti, sonra
başka kişiler de buldum, onları da ziyaret
ettim. Ne yiyip içtiklerini, nasıl
yaşadıklarını, neler yaptıklarını sorardım. Ama
Dolmabahçe ve Yıldız Sarayı’na geçildiğinde
zaten yaşam değişmiş. Masada oturup yemek yemeğe
başlamışlar.
Ben Topkapı Sarayı’nda ilk kez Harem
Bölümü’nü dolaşırken o kasvetli odaları
gördüğümde büyük hayal kırıklığına uğramıştım...
Aslında Topkapı Sarayı’nın kendisi büyük bir
bina değil. O dönemdeki Avrupa sarayları çok
daha etkileyici. Topkapı Sarayı küçük küçük
birimlerle bir Otağ-ı Hümayun gibi.
Harem kadınları ya hamamda ya da hep boş
boş otururken tasvir edilir, yaşam nasıl
sarayda?
Haremin patronu valide sultan. Bir evde nasıl
işbirliği varsa orada da herkesin rütbesine göre
bir işbirliği var. Ayrıca yatılı okul gibi.
Zaten çoğu okuma yazmayı, Müslümanlığı
öğreniyorlar. Kabiliyetleri varsa müzik eğitimi
alıyor, işlemeler yapıyorlar. Öyle
yetiştiriliyorlar ki, padişahın yanına
geldikleri zaman abuk sabuk konuşmasınlar.
Çocukları olursa şehzade yetiştirecekler. Saray
Adab-ı muaşeretini öğreniyorlar. Selamlamada
kendilerine soru sorulmadan ağızlarını
açmamaları gerekiyor. Özel izinle dışarı
çıkıyorlar, özellikle baharda pikniğe, bahçelere
gidiyorlar. Müzik dinliyor, dans ediyorlar.
Harem dünyası sizce bu kadar entrika
üzerine dayalı ve acımasız bir yer midir?
Kısmen böyle olabilir. Bu kadar kapalı yaşayan
kadınların kendini beğendirmek isteyebileceği
iki kişi, valide sultan ve padişah var. Bu
entrikalar da her sarayda olduğu gibi vardır.
Size ‘Muhteşem Yüzyıl’ dizisi başlarken
danışmaya gelen oldu mu?
Hayır bana başvuran olmadı ama çok iyi
danışmanları var. Birçoğunu da tanıyorum. Deniz
Esemenli var. Deniz, Topkapı Sarayı’nda uzun
yıllar çalışmıştır, haremi de çok iyi bilir. O
kıyafetleri o ortamı katiyen Deniz sunmuş olmaz.
Danışmanları çağırıyorlar, danışıyorlar ve
söylediklerini yapmıyorlar. İyi ki bana da
danışmamışlar.
Genel olarak diziyi izlediğinizde sizi
neler rahatsız etti?
Yahu masa kullanıyorlar. Bize 19. yüzyılda masa
gelmiştir. Bunları bulmak için sanat tarihçi
olmaya da gerek yok. Giyim kuşam da bir alem.
Zavallı Süleyman’ı geç dönem Hint mihraceleri
gibi giydiriyorlar. Saraydaki kaftan
koleksiyonuna baksalar yeterdi. Kadınların
elbiselerinin kollarına bakın, 18.yüzyılda
elbiseler bele oturur ve takma kol yapılmaya
başlanır.
Dekolteler abartı mı?
Çok değil, aslında 13. yüzyıldan kalma Konya’da
yapıldığı muhtemel minyatürlerde bile kadınların
boynunda inciler göğüsleri ortadadır. Kadınlar
her devirde güzelliklerini gösterirler. Tabii
başkalarına değil.
Hürrem Sultan’ı canlandıran oyuncu
fiziksel özellikleriyle eleştiriliyor, size göre
nasıl bir kadındı Hürrem?
Kitapta da yer alan o resimler hayalidir,
kaynaklardan biliyoruz ki o kadar güzel bir
kadın değilmiş. Ama çok cilveli olduğu kesin.
Mektuplarından birinde “Bana para yollamışsın,
bıyığının tek kılını yollasan dünyaya bedel”
diyor.
Şimdi çalıştığınız yeni bir konu var mı
Osmanlı kültürüne ve yaşamına ait?
Evet, bu dizi beni kamçıladı, “Osmanlı’da
Kıyafet” adlı yeni bir kitaba başladım.
Padişahlar nikahtan ne zaman vazgeçti?
II. Beyazıt, İran seferinde yenilince karısı
esir oluyor ve içki dağıttırılıyor. Ondan sonra
da Osmanlı padişahları resmi karıları olmasın
diye nikahtan vazgeçiyor. Bu sonra Kanuni’de
değişiyor. Nikah yapanlar var ama prensip olarak
nikahlarına almıyorlar. Yine de çocukları olursa
statü kazanıyorlar.
Şehzadelerin yaşamı da ilginç değil mi?
Şehzadeler 17.yüzyıla kadar lalalarıyla Manisa,
Trabzon, Amasya gibi şehirlerde vali gibi
çalışırlar, bir nevi padişahlık provası
yaparlar. Daha sonraları bundan vazgeçildi.
Topkapı Sarayı’nın içinde bir bölüm oluşturuldu
ve yanlarına çocuk yapmamak şartıyla cariyeler
verildi. Tabii çocuk yapıp saklayanlar da çok
oluyor.
Radikal, Yazı: Müge Akgün,
15.03.2011
|
 |
KEÇİ KALESİ'NİN RESTORASYONU İÇİN ÇALIŞMALAR SÜRÜYOR
Keçi Kalesi'nde yapılması planlanan çevre düzenlemesi, yol yapım ve restorasyon çalışmaları için tahsisi Belevi Belediyesi'ne verilecek. Tahsisisin verilmesinden sonra söz konusu çalışmaların yakın zaman içerisinde başlatılacağı bildirildi.
Tahsis verildikten sonra, buradaki yol, çevre düzenlemesi, peyzaj çalışması, restorasyon çalışması, park düzenlemesi, ışıklandırılması ve gelen ziyaretçilerin dinlenebilmeleri için kafeterya yapımının Belevi Belediyesi tarafından yaptırılacağını ifade eden Belevi Belediye Başkanı Özcan Işık; “Bizim burada bir iddiamız vardı. Keçi Kalesine gelen misafirlerimize güneşin doğuşu ile Belevi yöresine özel ağız tatlarından oluşan kahvaltı, güneşin batışıyla birlikte yine bu yöreye ait özel menülü akşam yemeği vermektir. Biz bu hayalimize önümüzdeki aylarda mutlaka kavuşacağız” dedi.
Bu konuda Orman Bölge Müdürlüğü tarafından bölgenin tahsisinsin gerçekleştirileceğini hatırlatan Başkan Işık, konuyla ilgili sürecin tamamlama aşamasında olduğunu kaydetti.
Selçuk Bölge Haberleri, 14.03.2011
|
SUDA ARARKEN ÇAMURDA ÇIKTI
Amerikalı
arkeologlar, ‘Kayıp Kıta Atlantis’i İspanya’nın
güneyinde bir bataklığın dibinde bulduklarını öne
sürüyor. Uzmanlara göre, tsunami kenti haritadan
silmiş.
Binlerce yıllık gizemi çözmek için İspanya’nın
Cadiz Kenti’nin kuzeyini gösteren bir uydu fotoğrafı
kullanıldı. Fotoğraftaki işaretten yola çıkarak Dona
Ana Parkı’ndaki geniş bataklık alanda inceleme yapan
arkeologlar, iç içe geçmiş halkalardan oluşan
Atlantis’in burada gömülü olduğunu düşünüyor.
2009 ve 2010’da bölgeyi radarlar, dijital
haritalandırma ve su altı teknolojisiyle inceleyen
uzmanlar, kentin bataklığın dibinde olduğunu
söylüyor.
Arkeoloji ekibinin lideri Hartford Üniversitesi’nden
Richard Freund, “Bu tsunamilerin gücü... Tsunaminin
karanın 100 kilometre içine kadar bir alanı
sildiğini anlayabilmek çok zor. Ancak bahsettiğimiz
tam olarak da bu” dedi.
Atlantis’ten 2 bin 600 yıl önce bahseden Yunan
filozof Plato, kenti Cebelitarık Boğazı önünde bir
ada olarak tarif etmişti.
Milliyet Cadde, 15.03.2011
|
|
KRAL YOLU GÖZÜKTÜ

Muğla'nın
Bodrum İlçesi'ne bağlı
Bitez ve
Gümüşlük beldelerinde
deniz suyunun
çekilmesi heyecan yarattı.
Muğla Üniversitesi
Su Ürünleri Fakültesi Dekan Yardımcısı
Prof.Dr.
Ahmet Nuri Tarkan, bölgede son haftalarda görülen
şiddetli rüzgarın yanı sıra güneş, ay ve dünyanın
aynı hizaya gelmesi ve dolunay nedeniyle bu tür
meteorolojik gelgitlerin normal olduğunu belirtti.
Gümüşlük'ü Tavşan Adası'na bağlayan ve su
altında olan 3 bin 500 yıllık Antik
Kral Yolu da denizin
çekilmesiyle günışığına çıktı.
Bodrum'a bağlı
Bitez beldesinde son 24 saat içerisinde
deniz suyunun
çekilmesi, koyun ortasında küçük adacıklar
oluşması ve balıkçı kayıklarının bulundukları yerde
karaya oturması heyecan ve tedirginlik yarattı. Öğle
saatlerinde serpme ağ ile koyda oluşan adacıklar
üzerinde yürüyen
Bitez Balıkçılar Kooperatifi eski Başkanı Mahmut
Aşkın (70), "Sular üç gün önce yavaş yavaş
çekilmeye başladı. Ayrıca birkaç gündür
Bitez koyunda ve civarda tek bir balık bile
görmedim,
Bitez koyunun ortasında bu tür adacıkların
oluşması çok normal bir durum değil. Çocukluğumuzda
bu tür çok ani ve metrelerce geri
çekilmeyi birkaç kez yaşadık, ama yine de
denizin bu kadar geri çekildiğine tanık olmadım,
doğa olayları ve hareketleri de bir garip olmaya
başladı" dedi.
Gümüşlük'ü Tavşan Adası'na bağlayan ve su
altında olan Antik
Kral Yolu da denizin
çekilmesiyle günışığına çıktı. Çocuklar ve
turistler 3 bin 500 yıllık
Kral Yolu üzerinden yürüyerek adaya geçti. Deniz
seviyesinin 70 santimetre altında bulunan, 150 metre
uzunluğunda 2.5 metre genişliğinde antik yol, son
olarak 2 Ocak 2007 tarihinde yine benzer bir
gelgitten sonra görünmüştü.
Muğla Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Dekan Yardımcısı
Prof.Dr.
Ahmet Nuri Tarkan, Gökova Körfezi'nde de yer yer
deniz çekilmeleri görüldüğünü belirterek, "Özellikle
bu mevsimde şiddetli rüzgarlar, güneş, ay ve
dünyanın aynı hizaya gelmesi ve dolunay nedeniyle
normalin üzerinde gelgitler yaşanabilir ve 4-5 gün
sürebilir. Denizin çekilmesinin ardından tsunami
beklentisi içinde olan vatandaşlarımızın endişe
etmesine gerek yok. Çünkü tsunami deniz çekildikten
sonra 4-5 dakika içerisinde duvar gibi dalgalarla
sahili vurur. Özellikle bu mevsimde Akdeniz'den
okyanusa açılan Cebelitarık'tan saatte 84
kilometreküp su kuzeyden güneye akar. Bu nedenle
Akdeniz'de kıyıları bulunan ülkelerde olduğu gibi
Bodrum'dan Fethiye'ye kadar bu tür su
çekilmeleri görülebilir, panik ve endişe
gerektirecek bir durum yok" dedi.
Habertürk, Haber: Kadir Tamer, 14.03.2011
|
AHMED-İ HANİ TÜRBESİ İLK KEZ RESTORE EDİLİYOR

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Doğubayazıt
İlçesinde
tarihi İshak Paşa Sarayı'nın üst kısmında bulunan
Ahmed-i Hani Türbesi'nin restorasyon çalışmaları
için devreye girdi. İl Kültür ve Turizm Müdürü
Muhsin Bulut, "Türbeyi Ahmed-i Hani'ye yakışır bir
duruma getireceğiz" dedi.
Ağrı'nın Doğubayazıt
İlçesinde tarihi İshak Paşa Sarayı'nın üst
kısmında bulunan Ahmed-i Hani Türbesi'nin
restorasyon çalışmaları için Kültür ve Turizm
Bakanlığı devreye girdi. Yıllardır ihmal edilen ve
bugüne kadar hiç restore edilmeyen Ahmed-i Hani
Türbesi ile caminin restorasyonu için Ağrı İl Özel
İdaresi Genel Sekreterliği'nde ihale yapılarak,
çalışmalara Nisan ayının ikinci haftasında
başlanacağı bildirildi. Bakanlık tarafından 190 bin
TL ödenek çıkartılan türbenin restorasyon
çalışmalarının bu yılın sonuna doğru tamamlanacağı
belirtildi. Konu ile ilgili açıklamada bulunan İl
Kültür ve Turizm Müdürü Muhsin Bulut, İslam alimi,
şair, mutasavvıf Ahmed-i Hani'nin, bölgenin inanç
turizminin en önemli şahsiyetlerden olduğuna vurgu
yaptı. Ahmed-i Hani'nin ilk Kürtçe mevlidi yazdığını
belirten Bulut, ayrıca dünyaca ünlü 'Memu Zin'in de
Ahmed-i Hani'nin önemli eserlerinden birisi olduğunu
dile getirdi.
İl Kültür ve Turizm Müdürü Muhsin Bulut, şöyle
dedi:'Bu önemli bilge ve şahsiyet ile ilgili Kültür
ve Turizm Bakanlığımızın gönderdiği ödenekle Ağrı İl
Özel İdaresi Genel Sekreterliği ve Sayın Valimiz Ali
Yerlikaya'nın talimatları doğrultusunda ihaleye
çıktık. Yıllardır ihmal edilen Ahmed-i Hani
Türbesi'nin döşemeleri, doğramaları, elektrik ve
makine işlemeleri yapılacaktır. Türbede yepyeni bir
düzenlemeye gidilecektir. Dış görünümü çok daha
güzel hale getirilecektir. Ahmed-i Hani'ye yakışır
bir duruma getireceğiz. Bunun dışında Ahmed-i Hani
Camisi'nin kubbesinin dışında bir takım damlamalar
var. Kubbe yıkılıp yeniden onarımı yapılacak. Ve
umut ediyoruz ki 2011 yılının sonuna doğru Ahmed-i
Hani'ye yakışır bir türbe ve cami orada olacaktır."
'AHMED-İ HANİ KİMDİR?
İslam alimi, şair ve mutasavvıf kişiliği ile
tanınan Ahmed-i Hani, 1651 yılında Hakkari'nin Han
Köyü'nde doğmuş, Osmanlı İmparatorluğu'nun Doğu'daki
en önemli ilim ve kültür merkezlerinden birisi olan
Bayezid'e gelip yerleşmiştir. Ölüm tarihi kesin
olarak bilinmeyen Ahmed-i Hani, küçük yaşlarda ilme
ve yazmaya başlamış, Bayezid medreselerinde
müderrislik görevinin yanı sıra İshak Paşa Sarayı
katipliğini de yapmıştır. Keramet ehli olan ve
hakkında birçok menkıbe anlatılan Ahmed-i Hani'nin,
başta Divan olmak üzere Kürtçe Mevlid, Akideya İmane
(İman Akidesi), Akideya İslam (İslam Akidesi),
Fi-Beyanı Erkanı İslam (İslam Erkanının Beyanı) gibi
dini eserlerinin yanında, Nübihara Bıçükan adlı bir
sözlüğü de bulunmaktadır.Şairin, 1695 yılında
bitirdiği Mem-ü Zin adlı mesnevisi, kurgu olarak
başka kültürlerden etkilenmemiş özgün bir eserdir.
Alegorik tarzda yazılan eserde mecazi aşktan ilahi
aşka dönüş anlatılmaktadır.
Yeni Şafak, Haber: Yüksel Aslan, 14.03.2011
|
 |
MEHMET AKİF'İN VEFAT ETTİĞİ DAİRE MÜZE OLUYOR
İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif Ersoy'un vefat ettiği İstanbul Beyoğlu'ndaki Mısır Apartmanı'nın iki dairesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından kamulaştırılıyor.
Bakanlık, 'Mehmet Akif Yılı'nda şairin içinde vefat ettiği daire ile yanındaki daireyi kamulaştırarak birleştirecek. Birleştirilen daireler, 'Mehmet Akif Anı Evi' olarak yeniden düzenlenecek. Ömrünün son anlarını burada geçiren Mehmet Akif'in anısına iki daire, şairin eserleri ve özel eşyaları ile donatılacak. Mehmet Akif'i daha yakından tanımak isteyen ziyaretçiler, bu tarihi mekanı gezebilecek.
Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilileri, Mısır Apartmanı'ndaki dairelerin kamu bedelinin tespitinin önümüzdeki günlerde gerçekleştirileceğini açıkladı. Bedel tespitinin ardından da tefriş ve tanzim için çalışmalar başlatılacak.
Mısır Hıdivi Abbas Halim Paşa tarafından 1905 yılında yaptırılan Mısır Apartmanı, İstanbul'un Osmanlı döneminde inşa edilen ilk betonarme binalarından. Bir asrı aşan tarihinde pek çok tanınmış isme ev sahipliği yapan apartman, Mehmet Akif Ersoy'u da ömrünün son günlerinde ağırladı. Akif, 16 Haziran 1936'da 10 yıl kaldığı Mısır'dan İstanbul'a dönüşünde Mısır Apartmanı'nda o dönemde Abbas Halim Paşa'ya ait olan bir daireye yerleştirildi. Mısır'dan hasta olarak memleketine dönen Akif, 27 Aralık 1936 Pazar günü akşamı saat 19.45'te burada dünyaya veda etti.
Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 14.03.20111
|
ŞİRİNCE'DEKİ JANDARMA BİNASI KAÇAK DEĞİL
İzmir'in
Selçuk İlçesi'ne bağlı Şirince Köyü'ndeki jandarma
binasının, 54 yıldır köy tüzel kişiliğine tescilli
olduğu bildirildi.
Şirince'de kaçak yapılarla ilgili bazı gazetelerde
Jandarma Asayiş Müracaat Noktası olarak kullanılan
binanın kaçak statüsünde olduğu iddiası üzerine
İzmir Valiliği'nden yazılı açıklama yapıldı.
Açıklamada otantik yapısı ve tarihi evleri ile yerli
ve yabancı birçok turist kafilesinin ziyaret ettiği
Şirince'de vatandaşların ve turistlerin emniyet ve
asayiş hizmetlerinin daha etkin bir şekilde yerine
getirilebilmesi maksadıyla 6 yıl önce Jandarma
Asayiş Müracaat Noktası kurulduğu belirtildi.
Açıklamada şöyle denildi: "1957 yılında tapu
kayıtlarında bina olarak köy tüzel kişiliğine
tescili yapılmış olan 53 metrekarelik binada hizmet
verilmektedir. Binada, sadece vatandaşların müracaat
ve şikayetlerinin alınabileceği iki oda
bulunmaktadır."
Yeni Asır, 14.03.2011
|
|

|
KALEHÖYÜK'E 'EN İYİ YEŞİL TASARIM' ÖDÜLÜ
Kırşehir’in Kaman İlçesi’nde Japon Dışişleri Bakanlığı’nın desteğiyle kurulan Kalehöyük Arkeoloji Müzesi’ne, Avrupa Center Mimarlık ve Kentsel Tasarım Sanat Çalışmaları ile Chicago Kütüphanesi tarafından 'En İyi Yeşil Tasarım' ödülü verildi.
1986 yılında Japon bilim adamlarının da katkısıyla başlayan Kaman Kalehöyük kazı çalışmalarında elde edilen eserlerin sergileneceği müze yapılması için 2005 yılında Türk ve Japon hükümetleri arasında görüşme yapıldı. 25 Nisan 2008’de temeli atılan müze inşaatı, 16 Mart 2009’da tamamlandı. Geçen yıl Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından teşhir tanzim ve çevre düzenlemesi yaptırılan müze, 10 Temmuz 2010 tarihinde, Japon Prens Tomohito Mikasa ile Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın da katıldığı törenle hizmete açıldı.
Habertürk, 14.03.2011
|
"İNÖNÜ STADI ASLA GENİŞLETİLEMEZ"
Kültür Bakanı
Ertuğrul Günay ile AKM'yi, Marmaray'ı, Yerebatan'ı,
ucube krizini ve tabii İnönü Stadı'nı konuştuk.
Günay "Anıtlar Kurulu'nu dava ederim de o stadı
genişletmem" diyor.
İnönü Stadı niçin genişletilemez?
Benimki ne spor ne de stat karşıtlığı. Ama orası
büyük bir stada uygun değil. Ancak kültür-sanat
etkinlikleri için kullanılacak yahut da butik bir
stat yapılacak bir yer. Asıl hayalim Akaretler gibi
orayı da eski dokusuna kavuşturmak, bir kültür
merkezine dönüştürmek. Fakat proje sahibi arkadaşlar
stadı büyütmek, altına da 2 bin 500 araçlık otopark
yapmak istiyorlar. Sadece 2 bin 500 araçlık bir
otoparkın Boğaz trafiğini ne hale getirebileceğini
düşünmek bile beni ürkütüyor.
Dolmabahçe zaten dolgu bir alan üstüne
oturmuyor mu?
Tabii. Swissotel ve Gökkafes zaten Dolmabahçe Sarayı
üzerinde ciddi tehlike oluşturuyor. İnönü Stadı’nı
küçültmek yerine alanını genişletmek hem tarihe
saygısızlık hem de İstanbul’un geleceğine
haksızlıktır.
Stadı vakti zamanında bir şeye inat olarak
yapmışlar dediniz. Cumhuriyet rejiminin Osmanlı
mirasıyla hesaplaşma yöntemini mi ima ediyordunuz?
Tarih duyarsızlığı 1950’lerde bu ülkede yaşanmış. Bu
sadece Osmanlı mirasına karşı değil, Roma’ya karşı
da böyledir. Lütfi Kırdar, Dolmabahçe Kışlası’nı
yıkıp, arkasına top sahası inşa etmiş. Menderes de
Vatan Caddesi’ni tüm tarihi dokuyu yarıp geçerek
yapmış. Yok birbirinden farkları. Demek istediğim,
bu sadece Osmanlı karşıtı Cumhuriyet radikalliği
değil. 1940-1950’lerdeki kuru kalkınmacı anlayışın
sonucu.
Anıtlar Kurulu’nun stada onay vermesini neye
bağlıyorsunuz?
Çokları bilmez ama Anıtlar Kurulu özerktir ama
fatura bana çıkar. Halbuki benim sadece itiraz etme
hakkım vardır. Anıtlar Kurulu, “Prensipte onay
verdik, otopark gibi altbaşlıklar yoktu” dedi.
İtiraz ettim.
Anıtlar Yüksek Kurulu’nda şimdi top… Onlar
da onay verirse?
Mahkemeye giderim. Kendi kuruluyla mahkemeleşmiş
bakan olurum. Yeni tahribata izin veremem.
Bana göre bir sermaye sahibiyle devlet adamı
arasındaki restleşme izliyoruz. Yıldırım Demirören
de mayısta kazmayı vuruyoruz diyor.
Göreceğiz! Durumu kamuoyuyla paylaşıyor, ciddi
destek görüyorum. “Stadın deprem açısında problemi
var” deseler karışamam. Ama genişletemezsiniz.
Altına otopark, yamacına alışveriş merkezi
yapamazsınız. Orayı rant merkezine
dönüştüremezsiniz. İzin vermiyorum.
Gökkafes bir hukuksuzluk örneği olarak orada
dururken, her şeyin bir yolu bulunur hissine
kapılıyorum…
Gökkafes’in faturasını da bana çıkartmayın lütfen.
Bakanlığımın maddi gücü yetse, hepsini kamulaştırır
yıkarım. Gökkafes’i… Swissotel’i...
Beşiktaş camiasını karşınıza almak
umurunuzda mı?
Elbette, bütün yurttaşlarımın duyarlılıkları
umurumda. Beşiktaş nice okumuş yazmış insandan,
seçkin yöneticilerden oluşan bir camia. Önerdiğim
projeyi kabul etmeleri onların saygınlığını
arttırır.
Siz tam olarak ne öneriyorsunuz?
Orayı bir kültür vahasına dönüştürelim. İşletmesi
yine Beşiktaş klubüne ait olsun ama stat başka bir
yere yapılsın.
Koruma Kurulu raporu, Yerebatan Sarnıcı’nın
tramvay trafiğinden ciddi şekilde etkilendiğini
söylüyor.
Yakın zamanda bir çözüm bulunacak. Bir iyi adım
atıldı: Sarnıç’ın üzerindeki Özel İdare binası
kaldırıldı, çünkü o da bir baskı unsuruydu.
Peki tramvay? Topbaş güzergahın
değişmeyeceğini söyledi...
Hemen olması zor. Bir vadede Eminönü bölgesi
değişecek, sadece lastik tekerlekli araçların
gezebileceği bir yer olacak. Şimdilik tarihi dokuyu
koruma ve turizm anlayışını dünyanın gerisinden
takip ediyoruz. Bu açık. Ama son 7-8 yılda önemli
mesafeler aldık, ama yetersiz.
Marmaray inşaatı da Topkapı Sarayı’nın Sur-i
Sultani denilen dış cephesini çatlatmış. Ne olacak?
Teknik üniversiteden arkadaşlarımlarımla o duvarları
inceledik. Sadece bir sarsıntı olduğunu ve tehlike
oluşturmadığını söylediler.
Müzenin can kaybı olmasın diye
boşaltılmasını istemediniz mi?
Can kaybı tehlikesi yoktu, çok küçük bir sarsıntı
söz konusuydu.
Topkapı Sarayı yıkılıyor ve siz bize
söylemiyor olabilir misiniz?
Allah esirgesin. Öyle bir şey olsa bu röportajı
bırakıp, duvarlarından birine dayanmayı ve onunla
birlikte yok olup gitmeyi tercih ederim! Şu anda
Topkapı Sarayı, Marmaray nedeniyle tehlike altında
değil, ama İstanbul’la ilgili deprem beklentisi tüm
varlıklarımızı tehdit ediyor.
Bununla ilgili ne yapıyorsunuz?
Büyükşehir ve ilgili bakanlıklar çalışıyor ama Allah
deprem göstermesin. Ne olacağını bilemem.
Marmaray’dan çıkan buluntular sizin için de
‘arkeolojik şey’ mi?
Bak şimdi! Elbette çok kıymetli o buluntular.
Bazılarını Arkeoloji Müzesi’nde sergiliyoruz. Bir de
yerinde müze yapma projemiz var.
AKM’den ümidi keselim mi?
Hayır, niye kesiyorsunuz?
Biz İstanbullular bıktık, önünden geçmek
bile üzüyor artık…
Ben farklı mı hissediyorum sanıyorsunuz, üzülmüyor
muyum? Bakanlığım döneminde belki de en büyük ve tek
derdimdir.
İyice kestim ümidi şu anda!
AKM’nin gerçek hikayesini kimse bilmiyor, bence
kitap yapılmalı. 2008’in sonunda AKM’yi boşalttık ki
bir an önce içine yapımcılar girsin, 2010 Kültür
Başkenti’ne yetişsin. Daha önce AKM’nin yapımında
görev yapmış Tabanlıoğlu firmasına hemen bir proje
yaptırıldı. Yaklaşık maliyet 90 milyon liraydı.
İhale edildi 2009’un sonlarında. 69 milyon lira
veren bir şirket ihaleyi aldı. Bu arada Kültür
Sanat-Sen adlı kuruluş yürütmeyi durdurmak için
yargıya başvurdu. Bu sendikadaki arkadaşlarımızın
itiraz ettikleri temel noktaları sıralayayım:
AKM’nin girişine CD-kitap satış yeri koyarak
Taksim’deki gençlerin buluşma yeri yapıyorsunuz
dediler. Çatıda kafeterya olarak kullanılan mekan
bir lokantaya dönüştürülecekti. ‘İstanbul’un
zenginlerine lokanta yapamazsınız’ dediler.
Ve yargı, yürütmeyi durdurma kararı verdi…
Ve ardından iptal kararı. Biz tam başlayacaktık, 70
trilyonluk bütçe bulunmuştu. Her şey durdu. Bunu
yapanlar sanatçı diyorlar kendilerine. Onları teşhir
ediyorum. Türkiye’nin bunu bilmesi lazım. Faturayı
bana değil, sanatçı geçinen arkadaşlara çıkarsınlar.
Avrupa’da haftada iki gün, sadece temsil olduğu gün
açık olan sanat merkezleri yok. Hepsi yaşayan
mekanlar. Hepsine itiraz ettiler. Ve hayatlarında
bir tane bile Avrupai sanat merkezi gördüğünden
şüphe ettiğim idare mahkemesi yargıçları da
yürütmeyi durdurma ve iptal kararları verdiler.
Tamirat yapıp hizmete açmak gibi bir seçenek
yok muydu?
Tamiratın maliyeti de 50-60 milyon lira tutuyordu.
Avrupa Kültür Başkenti Ajansı da bu parayı sadece
tamirata vermeyiz dedi. Tıkandık.
E kaldı yani…
Şimdilik kaldı evet. Seçimden sonra bakacağız. Bunun
sorumlusu ben değilim. İbret verici bir tutuculuk
örneğidir. Sözüm ona sol giysiler giymiş insanlardan
geliyor.
2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri
içinize sindi mi?
İstanbul’da binlerce etkinlik yapıldı ama bu kadar
çok etkinlik yapılacağına belki dünya çapında ses
getirecek seçilmiş birkaç iş yapılsaydı… Çok şey
yapıldı ama akılda kalmayacak bir çokluktu.
Bütçeyi de şeffaf şekilde kullanmadığı
söyleniyor 2010 Ajansı’nın?
Şu anda Kültür Bakanlığı, Maliye Bakanlığı ve
Başbakanlık’ın müfettişleri inceleme yapıyorlar.
Arkadaşların olumsuz bir kasıtla davrandıklarını
sanmıyorum. Ama önemli bir bütçe kullanıldı. Böyle
durumlarda çok şeyler olur. Ajans’ta benim
bakanlığımın sadece bir temsilcisi vardı, onun
dışında bağımsızdı.
Ucube krizini iyi yönettiğinizi düşünüyor
musunuz?
Hayır. İyi yönetmiş olsam bu soruyu sormazdın
herhalde. Orada bir iletişimsizlik oldu.
‘Başbakan öyle demek istememişti’
konuşmanızı geri almak ister miydiniz?
Hayır almam. Basın beni yanlış anladı.
Söylediklerimin metnini okuyun. Ama bunu yeniden
açmak istemiyorum, kapatalım lütfen.
Andy-AR anketine göre ucube krizinde
takındığınız tavır halk nezdinde beğenilmiş.
Şaşırdım…
Parti militanlarını bırakın, ortalama vatandaşı
dinleyin. Bir sanat eserine kötü söz söylenmesini
istemedim. Ben Kültür Bakanıyım, Savunma Bakanı
değilim ki. Gayret gösterdim ama olmadı. Bunu CHP ve
MHP’deki fanatikler görmemiş olabilir ama halk
görüyor. Sanatçının kırılmasını istemedim. İyi
niyetli birşey yapmak istedim.
Mehmet Aksoy’la hala dost musunuz?
Tabii ki. Şimdi mahkemeden yürütmeyi durdurma kararı
aldı.
Bu krizle ilgili sizin için “Allah kimseyi
onun durumuna düşürmesin” diyen Arınç’a kırıldınız
mı?
Bana bir laf söyletmeye çalışıyorsun ama söylemem.
Siyaseti bırakacağınıza dair bir söylenti
çıktı. Neden?
Geçmiş yıllarda istifa etmiş adamım birkaç sefer.
Ayağına basalım, kafasını kızdırırsak istifa eder
diye düşünenler olmuş olabilir. Herkesin bir
olgunluk çağı var. Bırakmıyorum.
Geriye dönüp baktığınızda iyi ki AKP’ye
katılmışım diyor musunuz?
Öğrencilik yıllarımdan itibaren siyasetin
içindeydim ama siyaset benim için kürsüde konuşmak
dışında birşey ifade etmiyordu. Vaktimin bir bölümü
gözaltılarla geçti. Bir kısmı da CHP’deki parti içi
çekişmelerle. 2004’ten itibaren CHP’yle hiç bir
bağlantım kalmadığı gibi beni destekleyen herkes
cezalandırılmıştı. Benim için önümde iki yol vardı;
ya başka bir çatıda siyasete devam edecektim ya da
köşeme çekilip kitap yazacaktım. Birincisini seçtim.
Niye AKP?
AKP yepyeni bir parti. Japonya’daki depremden
sonra herkes gibi ben de 99 depremini düşündüm. O
gün ‘Türkiye’de hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’
demiştim. Gerçekten de olmadı. AKP o yıkıntılardan
doğmuş, zamanın ruhunu yakalamış bir siyasi
harekettir. Köhne particilik yapmadığı, yeni birşey
söylediği için aynı yolda yürüdüm.
Siz AKP’yi benimsemişsiniz, onlar size
benimsedi mi? Yoksa hala eski bir CHP’li misiniz?
Benim kitlem siyasi hayatına AKP’de başlamış
30’lu yaşlarındaki kişiler. Çünkü siyasetin o eski
yapısından bıktım.
Sizin CHP’ye karşı eleştirileriniz daha
çok acıtıyor gibi geliyor…
E tabii. Benim CHP’de çok karşılığım vardır, beni
dinleyen çok insan çıkar. Derinde bir yerde haklı
olduğumu biliyorlar. Benim tezlerimi kabul etselerdi
şu anda bu halde olmazlardı zaten. Kendilerini ve
tarihlerini inkar ettiler. 12 Mart’ı yaşamış bir
CHP’nin tarihi doğru okuyamamasının sonuçlarını
tecrübe ediyorlar.
Sevan Nişanyan’ın evlerinin yıkımını
engellediniz. Onu kurtarmayı niye bu kadar
beklediniz?
Onun kurtarılacak hali yok, Nişanyan’dan Allah bizi
kurtarsın! Şaka tabii. Benim bu latifeme o alınmaz
diye yapıyorum. Kendisi son derece sivri dilli bir
insan ve bir diyalogsuzluk yaratmış. Yaptığı işlerin
çoğu makul ve zarif. Bazı şişmeler olmuş, onları
törpüleyeceğine söz verdi. İşi ticarileştirdiği de
olmuş, bu da bir gerçek. Bir de bir kule dikmiş ki…
Siz rahatsız oldunuz diye kulenin ismini
değiştirmiş şimdi…
Ne yapmış, Ertuğrul Kulesi mi?
Yok Kuşları Gözetleme Kulesi…
İyi bari. Şirince müthiş bir yer. Toskana gibi.
Çok önemsiyorum. İlk gördüğümde ben de şurada 100
metrekare yer sahibi olsam da hayatımı burada
geçirsem demiştim. Ama sadece Nişanyan’la ilgili
olmayan, köyün meydanında, diğer yapılarda da bir
savrukluk var.
Radikal, Haber: Ezgi Başaran, 14.03.2011
|
YALINAYAK HAMAMI İLE KUTU HAN YENİDEN HAYAT BULACAK

Tire
Belediyesi yaptığı hizmetlerin yanı sıra, tarihi bir
kent olan ilçede ecdat yadigarı birçok tarihi yapıyı
ayağa kaldırmak için var gücü ile mücadele ediyor.
Geçtiğimiz ay
İbni Melek Türbesi restorasyonu için kolları
sıvayan Tire Belediyesi, türbe yenileme
çalışmasını tamamlamak üzere. Geçtiğimiz gün
taşınmaz kültür varlıklarının korunması
kapsamında İzmir Valiliği’nde düzenlenen
toplantıda Tire Belediyesi’nin sunduğu iki proje
için toplamda 470 bin TL ödenek ayrıldı.
Va
lilik toplantı salonunda gerçekleştirilen toplantıda Kutu Han ve Yalınayak hamamı restorasyonu kapsamında projelerini heyete sunan Tire Belediyesi, projeleri n kabul edilmesi ile birlikte 287 bin TL Kutu Han için, 168 bin TL Yalınayak Hamamı için İl Özel İdare bütçesinden ödenek ayrıldı. Projenin kabul aşamasından sonra hemen kolları sıvayan Tire Belediyesi projenin çalışmalarına başladı.
Tire Belediye Başkanı Tayfur Çiçek Tire’nin tarih,
turizm ve tarım olmak üzere stratejik bir konuma
sahip olduğunu ifade ederek, İlçenin bu üç alanda
daha da gelişmesi adına bir takım çalışmalarda
bulunduklarını belirtti.Bir dönem Aydınoğulları
Beyliği’ne başkentlik yapmış bir ilçede yaşıyoruz
diyerek sözlerine devem eden Başkan Çiçek ;’ ecdat
yadigarı eserlere sahip çıkmamız gerektiğini
düşünüyorum .Bu bağlamda proje çalışmamızı yapıp
valiliğe sunduk.projelerimiz kabul gördü ve en kısa
zamanda bu iki eseri ayağa
kaldıracağız” dedi.
Selçuk Bölge Haberleri, 13.03.2011
|
BEŞİKTAŞ'IN STADYUMU BAŞKA YERE TAŞINMALI

Beşiktaş’ın stadyumunun daha iyi bir yere, daha
geniş bir şekilde ve bu müstesna kulübe daha çok
gelir getirecek bir biçimde yeniden inşası gerekir.
Şahsen Beşiktaş takımını tutarım, 100’üncü yılda
kilometrelerce uzunluktaki bayrağı taşıyanlardanım.
Kızım da Beşiktaş’ın maçlarına gider. Bu nedenle
açıkça söylüyorum;
Galatasaray’a tahsis edilen büyüklükteki ve
konumdaki bir arazinin Beşiktaş’a da verilmesi
gerekir. Belki bugünkü stadın olduğu yerde de düşük
profilli, gelir getiren, otopark gibi bir tesis bu
takıma tahsis edilebilir. Ama mevcut stadyumun
büyütülerek orada tutulması bu şehre, bu tarihe, bu
çevreye karşı vahim bir saygısızlık hatta
cinayettir.
Şükrü Saracoğlu’nun hükümeti zamanında bu stadın
buraya yapılmasında ben bilgisizlik değil her şeyden
önce bir “kasıt” görürüm. Kültür Bakanımız
Ertuğrul Günay bu konuda haklıdır. “Boşver
adamların sarayını” zihniyeti hakimdir.
Dolmabahçe sarayı bizim 19’uncu yüzyılımızın
tarihidir. Büyük Atatürk’ün ikametgahıdır.
Avrupa’nın en büyük ve en mutantan sarayı
değildir ama dönemin hükümdar evleri içinde Boğaz’ın
kenarındaki konumuyla en güzel örneklerden biridir.
1980’lerde üstteki koruya
Swissotel’in inşa edilmesi (ki hiç tartışmasız
gayet çirkin bir yapıdır) sarayın havalandırma
kanallarını tıkamıştı. Daha önce bu stadın oraya
yapılması da bütün mühendislerin ifade ettiği gibi,
dolma bir zemin üzerinde inşa edilen sarayın denize
doğru kaymasına sebep olacaktır. Yetmemiş gibi Ritz-Carlton’u
da o bölgeye inşa ettiler.
Sultanahmet de rastgele bina yapılacak yer değil
Bunların hepsinin tabii tazmin edilerek tarihimizin
en önemli anıtlarından biri olan Dolmabahçe
Sarayı’nın üstünden kaldırılması lazım. Çünkü acı
tatlı hatıraları, üslubundaki güzel ve uyduruk
yönleriyle Dolmabahçe Sarayı yakın tarihimizin
önemli bir parçası,
İstanbul’un vazgeçilmez bir güzelliğidir. Onun
etrafını heyulalarla kuşatmak bir toplumun görgü ve
zevki için iyi bir intiba bırakmaz. Beşiktaş’ın
stadyumunun daha iyi bir yere, daha geniş bir
şekilde ve bu müstesna kulübe daha çok gelir
getirecek bir biçimde yeniden inşası gerekir. Niçin
küçük düşünülüyor ve bu küçük düşünmenin bedelini
niçin 19’uncu asır tarihimizin bu temel eseri
ödüyor?
İstanbul’un bağrına maalesef bazı çirkinlikler inşa
edildi, bunlar son 50 yılın marifetlerdir. Bizzat
Sedad Hakkı Eldem’in eseri olmasına rağmen özensiz
bir yapı olan ve Sultanahmet Meydanı ve alttaki
Roma sarnıcının üstüne lenduha gibi oturan
Sultanahmet Adliyesi de bunlardan biridir. Bu bina
inşallah yıkılacak, çevresi ona göre tanzim edilecek
ve altına gömülen tarih arkeolojik kazılarla tekrar
ortaya çıkarılacaktır.
Sultanahmet civarı rastgele eser inşa edilecek bir
yer değildir. Buradaki kaçak yapıların da seddi
(yani yıkılması) gerekir. Adliye sarayından kent
müzesi falan olmaz, o binayı kent müzesi olarak
düşünenlerin kentten ve İstanbul’dan bir şey
anladığını zannetmiyorum. Başka bina, daha geniş bir
alan aranmalıdır.
Tarih Vakfı’nın saray avlusundaki
Darphane’de şehir müzesi açma teranesinden sonra
bu da ikinci doğaçlama... Lütfen İstanbul’a saygı
duyalım, zira nefes alacağımız başka şehir yok.
Milliyet Pazar, Yazı. İlber Ortaylı, 13.03.2011
|
MÜLKİ ERKANA MÜZE VE ÖREN YERİ BEDAVA
'Müze ve Ören
yerlerine Girişlerde Uygulanacak Usul ve Esaslar
Hakkında Yönerge' 10 Mart'ta yürürlüğe girdi.
Yönergeyle müze ve ören yerlerinin bulunduğu il ve
ilçenin hakim ve savcıları, mülki amirleri,
büyükşehir, il, ilçe ve belde belediye başkanları ve
en fazla 30 kişi olmak üzere refakatindekiler, müze
ve ören yerlerine ücretsiz olarak girebilecek.
Yeni yönergeyle müze ve ören yerlerine
giriş ücretleri de belirlendi. Buna göre en yüksek
ücret 20 TL ile Pamukkale, Ayasofya, Topkapı ve Efes
için ödenecek.
Akşam, Haber. Volkan Yanardağ, 13.03.2011
|
KONAKLARDA RESTORASYON BAŞLADI

İzmit Belediyesi’nin Tarih Koridoru Projesi
kapsamında bulunan Hacıhasan Mahallesi’ndeki Sarı
(Sirkeciler) ve Yeşil Konak’larda restorasyon
çalışması başladı.
Belediye Başkanı Dr. Nevzat Doğan’ın gayretleri
sonucu startı verilen restorasyon çalışması TOKİ
tarafından yapılıyor. Başkan Doğan, restorasyon
çalışması yapılan Sarı ve Yeşil Konaklar’ da
incelemelerde bulundu. İzmit Belediye Başkanı Dr.
Doğan, göreve geldikleri ilk günden itibaren tarihi
değerleri gün ışığına çıkarma çabası içinde
olduklarını belirterek,"Tarih Koridoru Projesi bunun
en önemli ayağını oluşturuyor. Proje kapsamında 87
tarihi eseri restore edip halkımızın hizmetine
sunmak istiyoruz. Tarih Koridoru Projesi, İzmit’in
hatta Türkiye’nin projesidir. Şu anda kentimizde
büyük bir restorasyon çalışması vardır. Camiler,
hamamlar,evler aslına
uygun
olarak onarılıp gelecek nesillere aktarılacaktır”
dedi. İzmit’teki tarihi yapıların restorasyonu
konusunda devletin bütün birimlerini harekete
geçirdiklerini de söyleyen Doğan, ”Tarihi değerler
hepimizin. Onlara hepimizin sahip çıkması gerekir.
Hangi tarihi değer varsa hepsini çivisine kadar
koruyup gün ışığına çıkarma çabası içindeyiz.
Restore edilen yapıların halkımızın hizmetine
sunulmasından yanayız. Amacımız, restore edip
yapıların kapılarına kilit vurmak değil onları canlı
tutmaktır. Tarih, içinde yaşanılırsa değeri olur.
Saatçi Ali Efendi Konağı’nda olduğu gibi restore
edilecek bütün yapıları İzmitlilerin hizmetine
sunacağız” şeklinde konuştu. Başkan Doğan, Sarı ve
Yeşil Konaklar’daki restorasyon çalışmasının yıl
sonuna kadar tamamlanacağını da ifade ederek”
Aslında bu iki yapıdaki restorasyon işi çok önceden
başlayacaktır. Bütün prosedürler tamamlanmış işe
başlanacağı zaman Sarı Konak’ta yangın çıkmıştı.
Yangın yüzünden restorasyon işi biraz
aksadı” şeklinde konuştu. Hacıhasan Mahallesi’ndeki
Sarı Konak (Sirkeciler), bin 870 yılında 3 katlı
olarak yapılmış, 309 metrekarelik bir alan üzerine
sahip yapı İzmit Körfezi’ne hakim bir noktada yer
alıyor. Yeşil Konak’ta 372 metrekare bir alan
üzerinde 3 katlı olarak 1920 yılında yapılmış ve
Osmanlı mimarisinin son örneklerini taşıyor.TOKİ
tarafından restore edilen her iki yapının 893 bin
liraya malolacağı öğrenildi.
Her iki konağın da mülkiyeti İzmit Belediyesi’ne
ait.
Kocaeli Kent Haber, 12.03.2011
|
6 - 12 Mart 2011
|
"İNÖNÜ STADYUMUNU
BÜYÜTECEK PROJEYE ONAY VEREN ANITLAR KURULU'NU
DURDURDUM"
Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, ITB Berlin Turizm
Fuarı’nda TAV standına uğradığında TAV Havalimanları
Holding CEO’su Sani Şener, ekibinden Ersagun Yücel,
Serkan Kaptan ve Bengi Vargül’le sohbet ediyorduk.
Günay’ın yanında da
GTI-Kayı Grubu’nun patronu, TÜRSAB’ın Başkan
Yardımcısı Talha Görgülü vardı. Beşiktaş taraftarı
gazeteci arkadaşlarım Yavuz Semerci, Ercan İnan ve
Celal Toprak’a, Günay’ın geçen gün katıldığı
“Beyoğlu Sohbetleri”ndeki sözünü anımsattım:
- Statta tepiniyorlar, Dolmabahçe kayıyor...
Günay, bu sözlerle Beşiktaş’ın Fiyapı İnönü
Stadyumu’nun büyütülerek yenilenmesini öngören
projeye karşı çıktığını ortaya koymuştu.
Günay, TAV standındaki odaya girince konuyu açtık:
- Statla ilgili son durum nedir?
- Ben Beyoğlu Sohbetleri toplantısında “Statta
tepiniyorlar, Dolmabahçe denize kayıyor” cümlesini
özellikle kullandım.
- Neden?
- Çünkü, İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi İnönü
Stadyumu’nu büyüterek yenileyecek projeye kapıyı
açtı geçenlerde. Ayrıca Anıtlar Kurulu bile projeye
“vize” verdi.
- O zaman Beşiktaş Kulübü yönetiminin planladığı
sürede inşaat için kazma vurulacak mı?
- Ben Anıtlar Kurulu kararını durdurdum. Yani,
uygulamaya koymadım. Kültür ve Turizm Bakanı olarak
kararın bir de Anıtlar Yüksek Kurulu’nda
görüşülmesini istiyorum.
- Projedeki itiraz ettiğiniz noktalar neler?
Soruyu yanıtlarken 1939’a döndü:
- Bir kere oraya stadyum yapılmasının yolunu açan
1939-40’larda dönemin İstanbul Valisi Lütfü Kırdar
olmuş. Bu kararla, İstanbul’un tarihi ve kültürel
dokusuna büyük yanlış yapmış. Ben şimdi onu daha da
aşacak bir projeye izin vermem.
Ardından itiraz nedenini anlattı:
- Beşiktaş Kulübü yönetimi, oraya bir alışveriş
merkezi, otel ve kompleksin altına da 2 bin 500
araçlık otopark planlıyor. Dolmabahçe, böyle bir
büyümeyi kaldıramaz. Ben, tarihe Dolmabahçe
bölgesini daha da tahrip edenlere göz yuman bir
Kültür ve Turizm Bakanı olarak geçmek istemem.
Stadyumun büyümesini isteyen lobinin çalışma
yöntemini de eleştirdi:
- Kime gitseler, “Diğer bakanlar onay verecek, bir
tek siz kaldınız” diyorlar. Oysa durum hiç de öyle
değil.
- Sizin öneriniz nedir?
- Birincisi küçük, sembolik bir spor merkezine
dönüştürülebilir. Beşiktaş’a başka bir noktada
stadyum yapılır. İkincisi de sporu tümüyle oradan
çıkarıp, bölgeyi kültür vahasına dönüştürebiliriz.
- Hiç el değmeden bu haliyle kalamıyor mu?
- Güçlendirilmesi gerektiğini söylüyorlar.
Günay, şu noktanın da altını çizdi:
- Aslında itirazlarımı Beşiktaş Kulübü Başkanı
Yıldırım Demirören, eski başkanlardan Serdar Bilgili
ve adaylardan Hasan Arat’la paylaştım. Bilgili ve
Arat, bana hak veriyor.
- Ya Demirören?
- O stadın büyütülmesinden yana...
Kültür ve Turizm Bakanı Günay’ın verdiği mesajlara
bakılırsa, Beşiktaş’ın Fiyapı İnönü Stadyumu’nu
büyüterek yenilemesi pek kolay olmayacak...
Projenin kaderini Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın
tavrı belirleyecek...
Beşiktaş’la
Galatasaray Türk Telekom Arena’yı ortaklaşa kullanır
mı
Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Beşiktaş’a şehir
dışında, yeni bir stadyum yapılması gerektiğini
söyleyince Yavuz Semerci ile Celal Toprak atıldı:
- Seyrantepe’deki Türk Telekom Arena’yı
Galatasaray’la Beşiktaş ortak kullanmalı...
- Bilemem, belki düşünülebilir...
Günay, şu noktaya vurgu yapma gereği duydu:
- Ben futbol fanatiği değilim... Takım da tutmam.
Ancak, spor için iyi altyapı oluşması gerektiğine
inanırım. Yalnız, söz konusu alanlar da “rant
bölgeleri”ne dönüşmemeli.
Dolmabahçe
gerçekten denize kayıyor mu
Ertuğrul Günay’la konuşurken, Dolmabahçe Sarayı’nın
gerçekten denize doğru kayıp, kaymadığını de sorduk:
- Swissotel’in yapımı sırasında bu tartışma başladı.
Sonra Gökkafes (Süzer Plaza) yapıldı. Bu yapıların
Dolmabahçe Sarayı’nı olumsuz etkilediği hep
söylenegelir.
- Ya İnönü Stadyumu?
- Stadyum büyütülecek olursa, etkilemesi kaçınılmaz.
- Mevcut haliyle sizin dediğiniz gibi “10 bin
seyirci tepindikçe” denize kayma söz konusu mu?
- Bence binlerce seyircinin hep bir ağızdan
tezahüratı da etkiliyor olabilir. Şimdi bu konuda
kapsamlı bir inceleme yaptıracağım.
Dolmabahçe Sarayı’nın kendi yetki alanında
olmadığını vurguladı:
- Dolmabahçe Sarayı, “Milli Saraylar”a bağlı. Ama
ben Türkiye’deki tüm tarihi, kültürel varlıkları
korumak durumundayım.
- SwissOtel ve Süzer Plaza ne olacak?
- Bu saatten sonra onların yıkılması ekonomik
anlamda doğru olmaz. Ancak, stadyumun daha fazla
büyümesine izin vermememiz gerekir.
Bekleyelim, Günay’ın yaptıracağı incelemenin
sonucunu görelim...
Sanırım Beşiktaş Kulübü yönetiminin de bunu
beklemesinde yarar var...
‘Çanak, çömlek’
metroyu tüp geçişi engellemesin, bulunduğu yerde
sergilensin
Ertuğrul Günay, “Türkiye’deki tarihi, kültürel
varlıkları korumaktan” söz edince sorduk:
- Başbakan Erdoğan, İstanbul’da metro ve tüp geçiş
yapımının tarihi eserler çıkması yüzünden
geciktiğini anlatırken, “Çanak, çömlek çıktı deyip,
önümüze taş koyuyorlar” dedi. Söz konusu “çanak,
çömlek”ler sizin koruma alanınıza girmez mi?
- Elbette girer... Yalnız, Sayın Başbakan, yer
altından çıkan eserler yüzünden projenin
aksamasından söz ediyor. İstanbul’un her tarafından
tarih fışkırıyor. Her yeni eser çıkması durumunda
metronun, tüp geçiş bağlantılarının güzergahını
değiştirmek doğru olmaz.
- Nedir doğru olan?
- Dünyada bunun örnekleri var. O eserler çıkarılır,
bulunduğu yerde camekanlı bölümler yapılarak
korumaya alınır. Böylece metronun, tüp geçişin
güzergahı da değişmez, proje de kesintiye uğramaz.
Hürriyet, Yazı. Vahap Munyar, 12.03.2011
|
İNGİLİZ TURİST, 121
ESERLE YAKALANDI
Hatay'ın Yayladağı
İlçesi'nde, tarihî eser kaçakçılığı yaptığı iddia
edilen İngiliz uyruklu bir kişi gözaltına alındı.
Bir ihbarı
değerlendiren Yayladağı Gümrük Kapısı gümrük
muhafaza memurları, Suriye'den gelen İngiliz
uyruklu C.P.'nin iki valizinde x-ray cihazıyla
arama yaptı. Yetkililer, valizlerde 121 parça,
Bizans ve Roma dönemine ait sikke, kemer tokası,
mızrak ucu, tıp malzemesi olduğunun
belirlendiğini, zanlının gözaltına alındığını ve
soruşturma başlatıldığını kaydetti.
Zaman, 11.03.2011
|
ORTAKÖY'DE BİR ÇINAR
DAHA DEVRİLDİ
İstanbul’un Ortaköy
semtindeki Büyük Mecidiye Camii’nin önündeki kuruyan
tarihi çınar ağacı, tehlike arz ettiği gerekçesiyle
Beşiktaş Belediyesi ekiplerince kesildi.
Belediye ekipleri,
‘Ortaköy Camii’ olarak da bilinen caminin önünde
sabah saatlerinde önlem aldı. Vatandaşların
yaklaşmasına izin vermeyen görevliler önce
elektrikli testereyle kuru ağacın kökünü,
devrilmesini kolaylaştıracak biçimde bir miktar
kesti. 150 yıllık kuru çınar ağacı daha sonra,
ekiptekiler ve çevredeki esnafın yardımıyla, bir
halat bağlanıp çekilerek devrildi. Bu arada, içi
tamamen kof hale gelen ağaç yere devrildiğinde
parçalanarak etrafa saçıldı.
Radikal, 11.03.2011
|
|
 |
TARİHİ YARIMADA'YA 'YILDIZ' OPERASYONU
Topkapı Sarayı, Ayasofya ve Sultan Ahmet Camii gibi yüzlerce tarihi ve kültürel zenginliği bir arada barındıran Tarihi Yarımada'nın geleceği için Yıldız Teknik Üniversitesi (YTÜ) ve Fatih Belediyesi işbirliği ile İstanbul Tarihi Yarımada Uygulama ve Araştırma Merkezi (İSTYAM) kuruldu. Merkezin kurulmasına öncülük eden YTÜ Mimarlık Bölümü Bina Bilgisi Anabilim Dalı öğretim üyesi Doç.Dr. Ferah Akıncı, daha önce benzeri olmayan merkezin faaliyet alanlarını SABAH'a anlattı.
Doç.Dr. Akıncı, Tarihi Yarımada ile ilgili yapılan her türlü proje ve faaliyetin bu merkez sayesinde tek çatı altında toplanacağını belirtti. Akıncı, "Bölgede şimdiye kadar birçok çalışma ve proje yürütüldü. Ancak projelerin birbirinden kopuk olması bölge için önemli bir sorun yaratıyor. Geçen yıl Tarihi Yarımada, UNESCO'nun Dünya Mirası Listesi'nden çıkarılma tehlikesi bile yaşadı. Bu merkez, bölgedeki tarihsel dokunun en iyi şekilde korunması ve kültürel sürekliliğin sağlanmasına büyük katkı yapacak. Bölgenin mimarisinden endüstri tasarımına, trafik lambasından meydana konulan bir heykele kadar herşey bu merkezin gözetiminde şekillenecek" dedi. Merkezin ileride enstitüye dönüştürülmesini hedeflediklerini söyleyen Akıncı, "İlk olarak bir veri tabanı oluşturacağız. Ayrıca Mekansal Analiz ve İzleme Laboratuarı (GIS) kuracağız. Müze kurmak da önemli hedeflerimizden biri" dedi.
Sabah, Haber: Mesut Altun, 11.03.2011
|
BATUM'UN 'UCUBE'Sİ
Sanatçı Mehmet Aksoy tarafından Kars’ta yapılan ve Başbakan tarafından ‘ucube’ olarak nitelenerek tartımalara neden olan ‘İnsanlık Anıtı’ heykelinin bir benzeri Batum’da da mevcut.
Nasıl ‘İnsanlık Anıtı’nın amacı, Türkiye ile Ermenistan arasında dostluk duyguları geliştirmekse, Batum’daki ‘Aşk’ isimli heykelin amacı da Gürcü ve Azeri iki genç arasında yaşanan sevdayı ortaya koymak.
‘Aşk’ heykelini, ‘İnsanlık Anıtı’ndan ayıran en önemli özellik ise hareketli olması. Metalden yapılmış kadın ve erkek figürleri birbirine doğru hareket ediyor ve her sekiz-on dakikada bir birleşiyor. Tamara Kvesitadze tarafından yapılan heykel(ler), ilhamını Kurban Said’in ‘Ali ve Nino / Bir Aşk Hikayesi’ isimli romanından almış. Romanda, Azeri delikanlı Ali ile Gürcü bir genç kız olan Nino’nun aşkı anlatılıyor. Kiev doğumlu bir Yahudi olan ve çocukluğu Bakü’de geçen Kurban Said’in (asıl ismi Lev Nussimbaum) bu romanı, Azerbaycan edebiyatının klasikleri arasında kabul ediliyor.
Heykeltıraş Tamara Kvesitadze ise 1968 Tiflis doğumlu bir sanatçı. Dünya çapında pek çok ödülü olan Tamara Kvesitadze, eserlerinde yeni materyaller kullanması ile tanınıyor.
Hürriyet, Haber: Sefa Kaplan, 11.03.2011
|
 |
DATÇALILAR MÜZE İSTİYOR
Muğla’nın Datça
İlçesi’nde, antik Knidos kenti kazıları sırasında
ortaya çıkan ve müze olmadığı için belediye hizmet
binası önünde açıkta sergilenen Roma Dönemi’ne ait 2
bin yıllık Güneş Tanrısı Medusa heykelinin çalınarak
kırılması, bu konudaki ihtiyacı bir kez daha gündeme
getirdi.
Heykeltıraş Elbruz Denge, “Datça, tarihi eserleriyle
tanınıyor. Böyle bir yerde müze olmaması kabul
edilemez” dedi.
Uluslararası Aktivist
Sanatçılar Birliği Başkanı Ümit Yaşar Işıkhan da,
“Maalesef, Anadolu’nun birçok kentinde olduğu gibi
Datça’da da Knidos gibi tarihsel bir mirasın
varlığına rağmen buradan çıkan tarihi eserlerin
korunabileceği, turistlere sergilenebileceği bir
alan yok. Bu büyük eksiklik” diye konuştu.
Turizmci Doğan
Yalçınkaya ise, “Bir an önce kaymakamlığın,
belediyenin, siyasilerin bu konuya eğilmeleri
gerekiyor. Datçalılar olarak bizler de üzerimize
düşen görevi yapmaya hazırız. Datça’mız bir an önce
müzesine kavuşmalı” dedi.
Hürriyet Ege, Haber:
Mehmet Çil, 10.03.2011
|
DENİZLİ'DE '2. ARKEOLOJİ
ÖĞRENCİLERİ SEMPOZYUMU'
Pamukkale Üniversitesi (PAÜ)
Arkeoloji Kulübü tarafından düzenlenen 2. Arkeoloji
Öğrencileri Sempozyumu, Paü Kongre ve Kültür
Merkezi’nde törenle başladı. İki gün sürecek ve 80
bildirinin sunulacağı sempozyuma, 24 üniversiteden
arkeoloji bölümü öğrencileri katılıyor.
Denizli Vali Yardımcısı
Halil İbrahim Ertekin, Sempozyumun açılışında
yaptığı konuşmada, Denizli’nin arkeoloji bakımından
zengin bir il olduğunu, Hierapolis, Laodikya ve
Colossae’nın Yaygın olarak bilindiğini, ancak kazı
sayısının toplam 19 olduğunu söyledi.
PAÜ Arkeoloji Bölümü’nün
yürüttüğü kazı çalışmalarıyla Laodikya antik
kentinin kısa bir sürede ortaya çıkarılmasında çok
ciddi bir başarı yakalandığını ifade eden Ertekin,
“Bu, başta üniversitemiz olmak üzere,
öğrencilerimizin eseri. Denizli Belediyesi de destek
sağlıyor. Laodikya kazıları, Türkiye’ye model
olabilir” dedi.
Denizli’de
gerçekleştirilen kazılarda çıkarılan eserlerin
sergileneceği Kent Müzesi yapımının planlandığını da
anlatan Ertekin, “Şu anda proje aşaması bitmiş
durumda. Çok büyük bir Kent Müzesi olacak. Son
aşamaya gelindi. Denizli’nin en merkezi yerinde,
Valilik Binası’nın yanında Kent Müzesi yapılacak.
Arkeolojik ve etnografik eserlerin sergileneceği bir
yer ve Türkiye’de ilk olacak” diye konuştu.
PAÜ Rektör Yardımcısı
Prof. Dr. Sebahattin Nas, arkeoloji eğitimi
alanların, insanın dünya üzerinde görülmesinden
Ortaçağ’a kadar geçen süreçteki her türlü kalıntı ve
buluntuyu, doğal çevre ile insan arasındaki ilişkiyi
araştıran ve kazılarla inceleyen, değerlendiren
kişiler olarak insanlığa önemli hizmetlerde
bulunacaklarını ifade etti.
PAÜ Fen Edebiyat
Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Halil Çetişli, bölümler
arasındaki ilişkinin önemine değinerek, arkeoloji,
sanat tarihi, kültür varlıklarının bakım ve onarımı
ile buna benzer branşlara devam eden öğrencilerin
birlikteliklerini önemsediklerini, bir tarafın boş
bırakılmasının meslek hayatında sıkıntılar
yaratabildiğini kaydetti.
PAÜ Fen Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Celal
Şimşek ise, arkeolojinin Türkiye’de ve dünyada
Yükselen bir bilim dalı olduğunu belirterek, “Bu
bilim dalı üniversitelerin uluslararası alanda adını
duyurduğu en önemli kültür penceresidir. Arkeoloji
bilimi, geçmiş uygarlıkların somut kalıntılarını
incelediğinden, diğer bilim dalları ile yakın ilişki
içindedir. Arkeolojinin içinde herkes kendini
bulabilir, geçmişini yaşayabilir. Bu yönüyle
arkeoloji bilimi her şeyi içinde toplayan büyük bir
fanustur” dedi.
haberler.com, 10.03.2011
|
SANATÇI KADIN, SANAT
TARİHİNDE GÖRÜNMEZ OLUYOR
Mimar Sinan Güzel
Sanatlar Üniversitesi'nde "Mor Baykuş Etkinlikleri"
kapsamında 8 Mart Dünya Kadınlar Günü bağlamında
Sedad Hakkı Eldem Oditoryumu'nda düzenlenen "Sanatın
Cinsiyeti" panelinde Prof. Dr.
Ayla Ödekan,
sanatçı Canan Barış
ve yazar Laftife Tekin sanatta kadının
varlığını tartıştı.
Yard. Doç.Dr.
Burcu Pelvanoğlu'nun
yönettiği paneli kalabalık bir öğrenci grubu izledi.
*Kadın tarihin her
döneminde sanat yaratıcısı oldu ama 20. yüzyılda
bile sanat tarihi 'kadınsız' yazılıyor.
Feministlerin ortaya çıkmasından sonra buna müdahale
edildi."
Prof. Dr.
Ödekan'ın
kadınların her dönem sanatın içinde olduklarını
ancak isimlerinin duyulmadığını söylediği
konuşmasının satır başları şöyle:
*Rönesans'ta yaratılan
'yüksek sanat' alanında kadınlar "zanaatçi" kabul
edildi. Yüksek sanatla uğraşan kadınlar babalarının,
erkek kardeşlerinin, kocalarının atölyelerinde
çalıştı, hatta bazıları onların adına sanat
yapıtları üretti, ama imzalar hep erkeklerin
oldu.Bununla beraber güzelliğin nesnesi olarak
kadınlar sanat yapıtlarında figür olarak var oldu.
*Fransız Sanat
Akademisi'nde 450 sanatçının yalnızca 45'i kadındı.
Aynı dönemde kadınların çıplak model kullanması ve
çıplak erkek resmi ya da heykeli yapması yasaktı,
adlarıyla sergi açamıyorlardı. Bu engeller ancak 100
yıl sonra aşılabildi.
*Amerika Birleşik
Devletleri'nde Siyah Harekette kadınlar da yer
aldığı için kendilerinden söz ettirdiler. Türkiye'de
ise kadınlar sanatla 1. Meşrutiyet'te tanıştı;
plastik sanatlarda ise cumhuriyet sonrası yer
alabildiler. Ne var ki Akademi ve kurum
yönetimlerinde olamadılar.
Öğretim üyesi ve
sanatçı Barış
gündelik sanatta kadının yerini tartıştı:
* "Sanatçı" denince
erkek anlaşılıyor, kadın sanatçıdan söz ederken de
"kadın sanatçı" deniliyor.
* Genelde iki erkek
sanatçı sergisine karşı bir kadın sergisi görüyoruz.
"Kadın sergisi" denince de konusu "kadın" olan
sergiler anlaşılıyor.
* Erkek sanatçıların
yapıtları daha yüksek fiyata satılıyor.
Yazar
Tekin de
sanatsal yaratı alanındaki "iktidar" sorununa
değindi:
* Sanatsal yaratıcılıkta
cinsiyet belirleyen bir unsur değil, "yaratıcılık
damarı"nın varlığı ya da yokluğu, yapıtı ortaya
çıkarıyor.
* Aslında tüm sanat
alanları "erkek"tir, sanatın dili erkektir. Burada
bir iktidar sorunu var. Sanat yapıtına bakınca bunun
bir erkek tarafından mı kadın tarafından mı
yapıldığı anlaşılmıyor.
* Tüm sanat alanlarında
kadınlar cinsiyetlerinin unsurlarını yeterince
ortaya koyamadılar. Eşcinsel sanatçılar da var.
Cinsiyetin yalnız kadın, erkek diye
sınıflandırılması da "erkek" tutumu.
* Cinsiyetten daha fazla
belirleyen bir unsur da "yoksulluk"tur. "Yoksul
sanatçı"lar yüksek sanata ne kadar dahil
olabiliyorlar diye düşünmeliyiz.
* Sanat alanında erkin
karşısında duran sanat "kadın sanatı" olabilir.
Kadın yaratıcılık yaptığı alanla bir hesaplaşmaya
girmiyorsa "cinsiyet"ten konuşulamaz.
bianet.org, Haber:
Mustafa Sütlaş, 10.03.2011
|
 |
DANIŞTAY 6. DAİRESİ, KASTABALA ÇİMENTO FABRİKASI ÇED İPTAL KARARINI ONAYLADI
Danıştay 6. Dairesi, 06 Aralık 2010 günü oybirliğiyle aldığı kararla Adana 2. İdare Mahkemesi'nin verdiği ve Çevre ve Orman Bakanlığı'nın temyiz ettiği ÇED Raporu iptal kararını çevreciler lehine onadı. Yazılı bir açıklama yapan Osmaniye-Kastabala Çevre Platformu, "Üç yılı aşan bir sürede çevreciler betonu yenmiştir. Bu çabada emeği geçen, en başta Karatepe-Aslantaş Arkeoloji Müzesi kurucusu Halet Çambel olmak üzere, Kastabala Çevre Platformuna maddi ve manevi destek verenlere Platformumuz adına teşekkürü borç biliriz" dedi.
Platform, Osmaniye Merkez Kesmeburun Köyü ve Kastabala antik kenti bitişiğine yapılması düşünülen çimento fabrikası için Çevre ve Orman Bakanlığı'nın verdiği Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) olumlu raporunun iptali için Adana 2. İdare Mahkemesi'ne dava açmıştı. Uzun süren bilirkişi incelemeleri, mahkeme heyetinin yerinde incelemeleri sonucunda Adana 2. İdare mahkemesi, yapılmak istenen çimento fabrikasının çevre, insan, bitki ve hayvan sağlığına, yer altı, yerüstü suları kirliliğine yol açacağı nedeniyle Esas :2008/1186 ve Karar:2009/1530 tarih ve sayılı kararlarıyla ilgili ÇED raporunu iptal etmişti.
Yapı, Fotoğraf: Ali Murtaza Doğan, 10.03.2011
|
DEFİNE AVCILARI SUÇÜSTÜ
YAKALANDI
Adıyaman'ın Gölbaşı
İlçesi'ne bağlı Karabahşılı Köyü Yazı mevkiinde
kaçak kazı yapan 8 kişi suçüstü yakalandı.
Edinilen bilgiye göre, bir ihbarı değerlendiren İlçe
Jandarma Komutanlığı ekipleri Kara Bahşılı Köyü Yazı
mevkiinde kaçak kazı yapıldığı bilgisine ulaştı.
İhbar üzerine belirtilen bölgeye giden ekipler
define avcılarını suçüstü yakaladı.
Jandarma ekipleri kaçak kazı yapan M.K, F.K, V.B,
B.D, M.İ, T.Ç, H.Y. isimli şahıslar göz altına
alındı. İzinsiz kazı yaptıkları tespit edilen
şahıslarla birlikte 1 adet kepçe,1 adet dozer, 2
adet otomobil ve 1 adet pikap ile 4 bidon benzin
bulundu.
Adliyeye sevk edilen şahıslar alınan ifadelerinin
ardından tutuksuz yargılanmak üzere serbest
bırakıldılar.
Adıyaman Haber,
10.03.2011
|
İZNİK'TE TARİH KADERİNE TERKEDİLİYOR

Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerine ev
sahipliği yapmış, uğruna savaşlar yapılmış Bursa'ya
bağlı İznik İlçesindeki Antik Roma Tiyatrosu ve
Osmanlı dönemi eserlerinden İsmail Bey Hamamı
kaderine terk edilmiş durumda.
Antik Roma Tiyatrosunun görüntüsü ve yetkililerin
ilgisizliği İznik halkını kahrederken, ilçeye gelen
turistler büyük bir hayal kırıklığına uğruyor.
Tiyatronun arkeolojik kazı çalışmaları çeyrek yüzyıl
sürmüş olmasına rağmen bu önemli tarihi eser şu an
atıl olarak durmakta. Ait olduğu dönemin önemli
sanatsal ve kültürel faaliyetlerine sahne olan
tiyatro günümüzde bile bir tiyatro salonuna sahip
olmayan İznik'te görevine 2000 yıl sonra yabani ot
bahçesi olarak devam ediyor. Gözümüze çarpan "Kazı
alanına izinsiz girilmez" uyarı levhasına rağmen
çocuklar her an yerinden kopup düşebilecek mermer
kalıntılarının çevresinde oyun oynuyor. Gerekli
bakım ve temizlik çalışmalarının dahi yapılmadığı
tiyatro tam anlamıyla çöp zengini. Yüzyıllardır
çiniciliği ile kendinden söz ettiren İznik tarihi
eser zenginliği bakımından da oldukça zengin. Buna
rağmen turizm konusunda ciddi bir atılım yapamaması
bu tür tarihi eserlere gereken önemin
verilmemesinden kaynaklandığı söyleniyor.
Yine ilçe sınırları içinde bulunan İsmail Bey
Hamamı, Osmanlı dönemi mimari özelliklerinin
sergilendiği önemli bir eser. Hakkında çok fazla şey
bilinmese de 14. ve 17. yy. aralığında
değerlendirilen hamam sokak köpeklerine mesken olmuş
durumda. Hamama ulaşmak bir dert, gezmek daha büyük
bir dert. Epey bir zaman önce hamam ile ilgili bir
takım çalışmalar yapılmış, daha sonra kaderine terk
edilmiş. Hamamın üzerinde kurulan sac levhalardan
oluşan sundurma benzeri yapıya ait çeşitli parçalar
her an kopup ciddi bir kazaya yol açabilecek
durumda.
Konuya duyarlı bir grup İzniklinin yaptığı
çalışma sonucu hazırlanan fotoğraf ve belgelerden
oluşan bir rapor, belediyeye, Kaymakamlığa, Vakıflar
Bölge Müdürlüğüne, Bursa Valiliğine, Turizm ve
Kültür Bakanlığına ve Başbakanlığa gönderildi.
Gelecek yanıt merakla beklenirken İznikliler daha
fazla geç kalınmadan gerekli çalışmaların
yapılmasını istiyor.
Evrensel, Haber: Hüseyin Ercan, 10.03.2011
******
MEDENİYETLER
BAŞKENTİNE YAKIŞMIYOR
Bursa'nın, hatta
Türkiye'nin tanıtımında zaman zaman kartvizit olarak
kullanılan ve adeta bir açık hava müzesini andıran
İznik'te tarihi surlar ilgi bekliyor. 3 medeniyete
başkentlik yapan İznik'te bir zamanlar tarihe
şahitlik etmiş sur duvarları ve sit alanlarına
kendini bilmez kişilerce çöp dökülmesi tepkiye sebep
oluyor. Bakımsızlık yüzünden turistlere ziyaret
ettirilmeyen Roma tiyatroları ve İstanbul kapısı
surlarının hali içler acısı. Roma tiyatrosunun
bakımsızlığından yakınan vatandaşlar, yetkililerin
tarihe sahip çıkmasını istiyor.
Bursa Olay, 11.03.2011
|
EYÜP SULTAN TÜRBESİ'NDE RESTORASYON
Hazreti Muhammed'in, Mekke'den
Medine'ye hicret ettiği 622 yılında 7 ay boyunca
evinde misafir olarak kaldığı, İstanbul'un manevi
koruyucusu olduğuna inanılan Hazreti Halid Ebu Eyyüb
El-Ensari'nin, resmi tören ve ziyaretler sebebiyle
Osmanlı hanedanının meşruiyetinin ve devamlılığının
simgesi haline gelen türbesi, tarihinin en kapsamlı
restorasyonunu geçirecek.
İstanbul'un fethi için kuşatılması sırasında, Fatih
Sultan Mehmed'in isteği üzerine Hocası Akşemseddin
tarafından kabri manevi keşifle bulunan ve fetihten
sonra 1458 yılında yaptırılan Eyüp Sultan
Türbesi'nde bulunan kıymetli eserlerin güvenli yerde
muhafaza edilmesinin ardından restorasyon
çalışmalarına başlanacak.
Yüksek manevi değere sahip, bütün insanların ilgi
odağı olan türbe, restore edileceği 6 ay boyunca
ziyarete kapalı olacak, bu süre içinde yalnızca dua
penceresi açık kalacak.
İstanbul Türbeler Müze Müdürü Hayrullah Cengiz, Eyüp
Sultan Türbesi'nde yaklaşık 50 yıldır bu kadar
kapsamlı bir restorasyon çalışmasının yapılmadığını
söyledi.
2005 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın izniyle
Vakıflar Genel Müdürlüğü ve İstanbul Büyükşehir
Belediyesi arasında bir protokol imzalandığını
anlatan Cengiz, bu protokolle İstanbul Türbeler Müze
Müdürlüğüne ait türbelerin restorasyonunun, İstanbul
Büyükşehir Belediyesinin üstleneceğine ilişkin
anlaşma yapıldığını belirtti.
Cengiz, bu kapsamda Eyüp Sultan Türbesi'nin
projelerinin tamamlandığını, İstanbul Büyükşehir
Belediyesi'nin de bu projenin ihaleye çıkartıldığını
ifade etti.
Hayrullah Cengiz, Eyüp Sultan Türbesi'nin
çinileriyle ilgili ciddi bir restorasyon çalışması
yapılacağını anlattı.
Cengiz, Eyüp Sultan Türbesi'nde İznik, Kütahya,
Tekfur Sarayı, Avrupa ve Yıldız Çini Fabrika-i
Humayunu'ndan getirilen çinilerin bulunduğunu
belirterek, şunları kaydetti:
"Daha önceki restorasyonlarda çok iyi bir
restorasyona tabi tutulmadığını, çinilerin
içerisinde çimentonun kullanıldığını, bütünlemelerin
yapılmadığını görüyoruz. Kültür ve Turizm Bakanlığı
Restorasyon ve Konservasyon Merkez Laboratuar
Müdürlüğü uzmanlarınca gerekli araştırmalar
yapılacak. Bu araştırmalardan sonra çinilerin
restorasyonuna başlanacak. Öyle sanıyorum ki
buradaki en zor iş, çinilerin restorasyonu olacak."

Çinilerin yanı sıra türbenin kubbelerdeki
kurşunların değiştirileceğini, metal, ahşap, taş ve
derzlerdeki eksikliklerin tamamlanacağını belirten
Cengiz, çalışmaların İstanbul Büyükşehir Belediyesi,
Vakıflar Bölge Müdürlüğü, İstanbul Rölöve ve Anıtlar
Müdürlüğü ekiplerince denetleneceğini söyledi.
Cengiz, restorasyon çalışmasını yürütecek firmaya
projeyi tamamlaması için 6 ay süre verildiğini
belirtti.
Hayrullah Cengiz, Eyüp Sultan Türbesi'nin 1960'lı
yılların başında kısmi bir restorasyona tabi
tutulduğunu, ancak bu çalışmalara ilişkin resmi bir
bilgi ve belgenin bulunmadığını, bu nedenle türbenin
hangi bölümünün ne kadar restorasyona tabi
tutulduğunun bilinmediğini kaydetti.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile türbenin içindeki
eserlerin güvenli bir yere nakli ve muhafazası
üzerinde görüşmeler yaptıklarını ifade eden Cengiz,
bu işlem tamamlanınca türbenin restorasyonuna
başlanacağını söyledi.
Türbenin içinde çok kıymetli eserlerin bulunduğunu
anlatan Cengiz, şunları ifade etti:
"Osmanlı padişahları Eyüp Sultan'a vermiş oldukları
kıymetten dolayı bir şeyler bağışlamış. Kiminin el
emeği göz nuru var, kimi ise dönemin büyük
sanatkarlarına en güzel eserleri yaptırarak türbeye
bağışlamış. Türbede 3. Selim Han'ın çok güzel bir
gümüş şebekesi vardır, nadirdir, tektir, ünik bir
eserdir. 2. Mahmud'un kendisinin de hocası olan
hattat Mustafa Rakım Efendi ile beraber yaptığı,
sandukanın üzerindeki puşidesi (siyah örtü), 2.
Abdülhamid'in kendi elleriyle yaptığı sedef kapı,
Sultan 1. Mahmud'un Topkapı Sarayı'ndan getirdiği
Peygamber Efendimizin ayak izi bulunmaktadır.
Bunların yanı sıra, birçok hat ve levhalar ile
zemzemiye ve kandiller de türbenin diğer önemli
parçalarını oluşturuyor. Bu kıymetli eserleri en güvenli yerde muhafaza etmek
için çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Bunları da
bitirir bitirmez, türbenin restorasyon çalışmasına
başlanacak."
Eyüp Sultan'ın, Peygamberimiz Hazreti Muhammed
açısından ayrı bir önemi bulunduğunu anlatan Cengiz,
"Peygamberimiz Mekke'den Medine'ye hicret ettiğinde
Hazreti Halid Ebu Eyyüp El-Ensari, kendisini evinde
misafir etmiştir. Peygamber Efendimiz'in katıldığı
tüm savaşlara katılmıştır. Yine biliyoruz ki
Peygamber Efendimiz, Hazreti Halid Eba Eyyüb El
Ensari'yi övmüştür, övmesinden dolayı da tüm
padişahlarımız onun türbesine hizmet yarışına
girmiştir" dedi.
EYÜP SULTAN TÜRBESİ
Duvarlarında Sultan 1. Ahmed Han, Sultan 1. Mahmud
ve Sultan 3. Selim Han tarafından yazılmış, bu
mekanın kutsallığına işaret eden manzum kitabelerin
yer aldığı Eyüp Sultan Türbesi'nin içinde ayrıca
padişahların bir çoğunun ve ünlü hattatların
kaleminden çıkmış levhalar da yer alıyor.
Kesme küfeki taşından sağır ve kasnaksız olarak inşa
edilen sekizgen kenarlı kubbeli türbenin her
cephesi, altta sivri boşaltma kemerli dikdörtgen
biçimli, üstte ise sivri kemerli pencerelerle
aydınlatıldı.
İçi ve dışı 16. ve 17. yüzyılın en güzel çinileriyle
süslenen türbenin ziyaret salonunda, Hazreti
Muhammed'in ayak izinin bulunduğu bir pano yer
alıyor.
1730 Patrona İsyanı'na kadar türbede muhafaza edilen
Sancak-ı Şerif, bu olayın ardından asilerin eline
geçmemesi için saraya alınarak Hırka-ı Saadet
Dairesi'ne konuldu. Türbede Sancak-ı Şerif'in
kılıfları muhafaza ediliyor.
Sultan 3. Selim Han dönemine ait gümüş şebekenin
çevirdiği sandukanın Sultan 2. Mahmud Han tarafından
konulan puşidesinin üzerine simle işlenen yazılar
Mustafa Rakım Efendi'nin hattıyla yazıldı.
Sultan Abdülhamid Han ise türbenin kapı ve pencere
kanatlarını yeniletti, Sultan 2. Abdülhamid Han da
tunç kapı kanatları önüne kendi eliyle yaptığı sedef
kakmalı parmaklıklı kanatlar koydurdu.
HAZRETİ HALİD EBU EYYÜB EL-ENSARİ
Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed'e dedesi
Abdülmuttalip Efendi'nin annesi tarafından akraba
olan Hazreti Halid Ebu Eyyüb El-Ensari, hicretten
iki yıl önce Müslüman oldu.
Hicretten sonra Hazreti Muhammed'i evinde 7 ay
misafir ettiği için "Mihmandar-ı Resul" unvanıyla da
anılan Ebu Eyyüb El-Ensari, aynı zamanda
muhafızlığını da yaptığı için "Alemdar-ı Resul"
payesini de kazandı.
668 yılında İstanbul'a yapılan sefere İslam
ordusuyla birlikte katılan Ebu Eyyüb El-Ensari, 90
küsur yaşında hasta bedeniyle binlerce kilometre
zorlu yolculuktan sonra İstanbul surlarına kadar
geldi ama hastalığı ağırlaşınca 669 yılında vefat
etti ve surlara yakın bir yere defnedildi.
Emeviler'in 669 yılındaki Konstantiniyye kuşatmasına
katılan ve hastalanarak vefat eden Ebu Eyyüb El-Ensari'nin
vasiyeti üzerine, İslam ordusunun ulaşabildiği en
ileri noktada defnedildiği kabul ediliyor.
Emevi ordusu çekildikten sonra Bizanslıların kabrin
korunmasına özen gösterdikleri, üzerine dört sütunla
taşınan bir kubbe yaptırdıkları ve geceleri burada
kandil yaktıkları rivayet ediliyor.
Başka bir rivayete göre, kıtlık ve darlık
zamanlarında medet umulan bir ziyaretgah haline
gelen türbede bulunan kuyu ile bağlantılı olduğu
sanılan pınarın, hastaları iyileştirdiğine
inanılıyor.
Eyüp Sultan Türbesi, İstanbul'un fethinden sonra
başlatılan gelenekle, tahta yeni çıkan Osmanlı
padişahlarının törenle kılıç kuşandıkları yer olarak
da büyük önem taşıyor.
Türkiye Gazetesi, 10.03.2011
|
KAPADOKYA'NIN EN BÜYÜK PERİ BACASINDA RESTORASYON

Kapadokya'nın en büyük peri bacası
Ortahisar Kalesi'nin turist ziyaretlerine
açılması için ilk adım atılarak, restorasyon
projesinin ihale sözleşmesi imzalandı. Nevşehir'in
Ürgüp İlçesi'ne bağlı Ortahisar beldesinde bulunan ve
yaklaşık 8 yıldır turist ziyaretine kapalı olan
bölgenin en büyük peri bacası Ortahisar Kalesi'ni
yeniden turist ziyaretlerine açmak için Ortahisar
Belediye Başkanı İhsan Özendi ile
mimar Evren Küçükdoğan ihale
sözleşmesini belediyede düzenlenen törenle imzaladı.
Özendi, törenin ardından AA muhabirine yaptığı
açıklamada, belediye başkanı olarak bütün mesaisini
bu proje için harcadığını, bölge ve ülke turizminde
Ortahisar Kalesi'ni hak ettiği konuma
getireceklerini söyledi. Belediye başkanı seçildiği
günden itibaren bölgenin en büyük peri bacası olarak
bilinen Ortahisar Kalesi'ni afet alanı dışına
çıkarmak için uğraştığını ve sayısız görüşmeler
yaptığını belirten Özendi, ''Kalemiz bundan yaklaşık
8 yıl önce turist ziyaretlerine açık gezilebilir bir
yerdi. Fakat kalede oluşan doğal çatlakların kaya
düşmelerine sebebiyet vermesi ihtimaline karşı, afet
alanı ilan edilip ziyarete kapanmıştı. Biz sorunu en
kısa zamanda halledip burayı bölge ve ülke turizmine
kazandıracağız. Bugün, bunun ilk adımını attık''
dedi. Belediye olarak gerekli yerlerle yazışmaları
ve görüşmeleri yapıp izinleri aldıktan sonra ihale
aşamasına geçtiklerini anlatan Özendi, bölgeyi
yakından tanıması, daha önce buna benzer kaya oyma
yerlerin projesini hazırlayıp uygulamasını da
başarıyla yaptığı için Ortahisar Kalesi'nin
restorasyon projesinin ihalesini mimar Evren
Küçükdoğan'a verdiklerini ifade etti. Ortahisar
beldesinin Kapadokya'nın zirve noktalarından biri
olduğunu kaydeden Özendi, şöyle devam etti:
''Ortahisar, bölgede çok önemli bir konuma sahip.
Eşsiz bir coğrafyası var. Ortahisar Kalesi'ne
çıkıldığında bütün Kapadokya'yı izleyebilirsiniz.
Ortahisar aynı zamanda önemli bir Selçuklu şehridir
ve Selçuklulardan kalma önemli eserler vardır ama
kalemiz turizme kapalı olduğu için turistler de bu
güzelliklerden mahrum kalıyor. Biz kalenin
restorasyonu sırasında belediye olarak tabii ki boş
durmayacağız. Kalenin etrafını cazibe merkezi haline
getirmek için gerekli alt ve üst yapı çalışmalarını
yapacağız. Kale etrafındaki tarihi dokuyu da
yapacağımız çalışmalarla ön plana çıkaracağız. Tüm
bu projeler gerçekleştiğinde Kapadokya bölgesi ve
Türk turizmi yeni ve önemli bir turizm merkezi daha
kazanmış olacak. Tabii ki belde ekonomisi de
canlanacak, burada kurulacak tesisler işsiz belde
halkına iş umudu olacak.''
Ortahisar Kalesi restorasyon proje ihalesini alan
Küçükdoğan da kaleyi tekrar turizme
açacak restorasyon projesini hazırlayıp uygulamasını
da kendilerinin yapacaklarını söyledi. Önümüzdeki
birkaç hafta içinde çalışmalara başlayacaklarını
belirten Küçükdoğan, ilk aşamada kalede çatlak
analizi ile kütle alımı ve güçlendirme yapılması
gereken bölgeleri tespit edeceklerini kaydetti.
Ortadoğu Teknik Üniversitesinden (ODTÜ) gelecek
uzmanların kedilerine teknik danışmanlık yapacağını
da anlatan Küçükdoğan, ''ODTÜ'den gelen
hocalarımızla manyetik cihazlarla çatlakların
analizlerini yapacağız. Yapılan analizlerle
çatlaklara hangi yöntemlerle müdahale edileceği
yönünde yol haritası belirleyeceğiz. Bizim öncelikli
hedefimiz kaledeki doğal oluşum çatlakların
yapacağımız analizlerle genişlemesini önlemek
olacak'' dedi.
Kalede yapacakları tespitlerin yaklaşık bir yıl
sürebileceğini ifade eden Küçükdoğan, tespitler
devam ederken aldıkları verilere göre restorasyon
işlemine de başlanabileceğini belirtti. Yapının
doğal oluşum bir yer olması nedeniyle yapılan
işlemlerde kalenin özünü bozmadan çalışmalar
yapacaklarını kaydeden Küçükdoğan, ''Kalede tespit
edilen tehlikeli bölümleri küçük küçük parçalar
halinde alacağız. Bazı yerlerde çelik gergiler
kullanacağız. Yarıkların genişlememesi içinde su
sızmalarına karşı izolatif önlemler alacağız. Yine
yörenin kendi taşıyla içeriden kemer şeklinde
destekler yapacağız'' diye konuştu.
|
İŞTE MALATYA'NIN
KRALI

Kazı çalışmaları 50
yıldır sürdürülen ve uygarlıklar tarihini yeniden
yazılmasına neden olabilecek buluntuların ortaya
çıkarıldığı Orduzu Aslantepe höyüğü ve açık hava
müzesi çalışmalarında son aşamaya gelindi. Ören yeri
ve Açık Hava Müzesi girişine konulacak olan, aslı
Ankara Medeniyetler müzesinde bulunan Melitene
uygarlığının son kralı olan ve "Malatya Kralı"
olarak da bahsedilen Tarhunza heykelinin tıpkısının
yapımı tamamlanarak tanıtımı yapıldı.
Beylerderesi mevkiinde bulunan Özel İdare deposu
alanında yapılan ve vali Ulvi Saran’ın yanı sıra İl
Kültür ve Turizm Müdürü Bahaettn Kabahasanoğlu ve
Koruma Uygulama ve Denetleme Büro (KUDEB) başkanı
Levent İskenderoğlu’nun katıldığı tanıtım
toplantısında Vali Saran, basın mensuplarının
sorularını da yanıtladı.
Vali Saran, Aslantepe Ören yeri ve Açık Hava
müzesinin kültürel ve turizm açısından önemini
belirterek “Türkiye’nin önemli kazı alanlarından
biri olan Aslantepe’de kazı çalışmaları 50 yıldır
devam ediyor. Arkeolojik açıdan çok önemli
buluntuların ortaya çıkarıldığı kazı çalışmalarının
50. yılı nedeniyle bu yıl içerisinde düzenlenecek
olan Arkeoloji Sempozyum’u ilimizde
gerçekleştirilecek. Ayrıca arkeolojik kazı
çalışmalarında ortaya çıkarılan eserlerin tıpatıp
aynısının rolyeflerini ve heykellerini yapacağız. Bu
amaçla başlattığımız çalışmanın birinci ayağı olan
ve Ankara Medeniyetler Müzesi’nde bulunan Melitene
Uygarlığının son kralı olan Kral Tarhunza’nın
heykeli aslına uygun ve yöresel malzemeler
kullanılarak bitme aşamasına geldi” bilgisini verdi.
Aslantepe Ören yerinde yapılan çevre düzenleme
çalışmaları hakkında da bilgiler veren Vali Saran, “
Bu eserlerimizi korumak ve gelecek kuşaklara
aktarmak için yoğun bir gayret gösteriyoruz” dedi.
Bir basın mensubunun “Kazı çevresinde yapılan
istinat duvarı ve yol yapımında kullanılan malzeme
ile projelerin Koruma Kurulu’nca onaylanmadığı halde
yapıldığı iddia ediliyor” ve “Korumanın öneminden
bahsediyorsunuz ama, bir nevi koruma bandı görevini
gören ve 2. Derece SİT alanında olan kazı çevresinin
SİT alanından çıkarıldığı yönünde duyumlarımız var.
Bu iddia ve duyumlar doğru mu?” sorularına Vali
Saran “Hayır, sizleri yanlış yönlendirmişler. Açık
örneği de ilimizde 8 ay önce kurduğumuz KUDEB’tir.
Bu büronun görevi, tarihi ve kültürel mekanları
korumak, belirlemek ve tescil ettirmektir. Şu ana
kadar yüzlerce eser belirlenmiş ve tescil
ettirilmiştir” diye yanıtladı. Aynı basın mensubu da
“İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü başta olmak üzere
Müze, KUDEB gibi ilgili yerlere başvurduk. Doğru
bilgileri alamıyoruz. Yapılan çalışmalar hakkında
yeterince bilgilendirilmiyoruz ve sorularımıza yanıt
alamıyoruz. O nedenle iddia ve duyumların
yanlışlığın hakkında bir fikrimiz olmuyor” diye
serzenişte bulununca Vali Saran” Doğrusunuz. Sadece
resmi kurumların koruması yetmez. Koruma görevi en
çok sizlere düşer. O konuda eksiklikler varsa
gidermeye çalışalım” diyerek soruna çözüm
bulunacağını belirtti.
Malatya Haber, 09.03.2011
|
EŞSİZ MOZAİKLER GÖRÜCÜYE ÇIKIYOR
Zeugma antik kenti’nden çıkartılan mozaiklerin restorasyon ve
temizlik çalışmaları devam ediyor.
Zeugma mozaikleri, yapımı tamamlanan ve resmi
açılışı yapılma aşamasına gelen Gaziantep Zeugma
Müzesi’ne taşındıktan sonra, uzman ekipler,
mozaiklerin temizlik ve restorasyon çalışmalarına
hız verdi.
Daha önce, dar bir mekanda bulunduğu için teşhir
imkanı mümkün olmayan mozaikler, yeni binaya
taşındıktan sonra çok daha geniş mekanlarda teşhir
edilme imkanına da kavuşmuş oldu.
Gaziantep İl Kültür ve Turizm Müdürü Salih
Efiloğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
taşındıkları yeni müze binasında Zeugma mozaiklerini
teşhir etmek için başlayan çalışmaların son aşamaya
geldiğini söyledi.
Zeugma antik kenti’nden çıkartılan mozaiklerin,
Gaziantep’in yanı sıra Türk ve dünya turizmi
açısından da çok önemli bir yere sahip olduğuna
işaret eden Efiloğlu, Zeugma antik kenti’nde
kurtarma kazılarının devam ettiğini, bu kazılar
sırasında çıkartılarak müzeye kazandırılmış
mozaiklerin toplam alanın 2 bin 400 metrekare
olduğunu belirtti.
Efiloğlu, “Bunların da bin 257 metre karelik
bölümünün restorasyonu tamamlandı ve teşhir
edilebilecek aşamada. Yeni müze binamıza taşınma
işlemini tamamladıktan sonra Zeugma mozaiklerinin
restorasyon çalışmalarına hız verdik” diye konuştu.
Uzman ekiplerin, halen müzede bulunan tüm
mozaiklerin restorasyonunu yaparak, yerli ve yabancı
turistler için teşhire hazır hale getirmeye
çalıştıklarını ifade eder Efiloğlu, “Zeugma antik
kenti’ndeki kurtarma kazılarında şu ana kadar,
mozaiklerin sadece yüzde 20′lik bir kısmı
çıkartılabildi. Çıkartılacak olan yeni mozaiklerle
birlikte sahip olduğumuz mozaik miktarı daha da
artmış olacak” dedi.
Salih Efiloğlu, Zeugma mozaiklerinin daha geniş
bir alanda teşhir edilmesi amacıyla yeni müze
binasının yapımına başlandığına dikkat çekerek,
şöyle devam etti:
“Yapımına Mayıs 2008 yılında başlanan Zeugma Müze
Kompleksi tamamlandı. 3 katlı ve 36 bin metre
karelik bir alana sahip olan müzemiz 30 bin
metrekarelik kapalı alana sahip. Yeni müze
binamızda, başta Zeugma mozaikleri olmak üzere diğer
tarihi ve kültürel değerlerimiz için geniş ve modern
teşhir alanları var. Işıklandırma ve güvenlik açısından dünya
standartlarına uygun bir müze ortamı yaratıldı.
Müzemizin korunması için 120 kamera yerleştirildi,
çevre düzenlemesi da tamamlandı. Müzemizde, arşiv
deposu, kütüphane, hatıra eşya satış reyonları,
kongre, seminer ve toplantı salonları yer alıyor.
Müze binası için 42 milyon TL’lik bir harcama
yapıldı.”
Efiloğlu, Gaziantep Mozaik Müzesi’nin resmi
açılışa hazır hale geldiğini söyledi. Sanayi ve ticaret merkezi konumunda bulunan
Gaziantep’in, yapımı tamamlanan Mozaik Müzesi ile
kültürel alanda da önemli bir merkez konumunda
olduğunu göstermiş olduğuna dikkati çeken Efiloğlu,
şunları kaydetti:
“Gaziantep, tarihi ve kültürel mekanlarını da ön
plana çıkartarak, turizm alanında hak ettiği yere
gelmeye çalışan önemli bir ilimiz. Yapımı tamamlanan
Gaziantep Mozaik Müzesi, Türkiye’nin yanı sıra
dünyanın da en büyük mozaik müzesi olacak.
Gaziantep’in tarihi ve kültürel değerlerinin
tanıtımı açısından son derece önemli olan bu
müzemizin 15-22 Nisan tarihleri arasında kutlanan
Müzeler Haftası’nda resmi açılışının yapılmasını
bekliyoruz. Gaziantep, son yıllarda müzeleri ile de
dikkat çeken bir il haline geldi. Resmi müzelerin
yanı sıra, özel müzeler ve yerel yönetimlerin açtığı
müzeler de yerli ve yabancı turistlerin ilgisini
çekiyor.”
haberler.com, 09.03.2011
|
HİTİT RÖLYEFLERİ MALATYA MÜZESİ'NDE
Malatya’nın
Orduzu beldesindeki Aslantepe Höyüğü’nde
gerçekleştirilen kazı çalışmalarında çıkarılan Geç
Hitit dönemine ait iki rölyef, Malatya Arkeoloji
Müzesi’nde sergilenmeye başladı.
Geçen yılki kazı
çalışmaları esnasında bulunan rölyeflerin MÖ binli yıllara ait
olduğu tahmin edilirken, iki kartal figürünün
bulunduğu rölyef, Malatya Arkeoloji Müzesi girişinde
sergilendi.
İtalyan La Spienza Üniversitesi Öğretim Üyesi ve
Aslantepe Kazı Başkanı Prof. Dr. Marcella Frangipane
başkanlığında her yıl Ağustos ve Ekim ayları
arasında Aslantepe Höyüğü’nde gerçekleştirilen kazı
çalışmalarında bugüne kadar birçok eser gün ışığına
çıkarılmıştı. Çıkarılan eserlerin bir bölümü Malatya
Arkeoloji Müzesi’nde, bir bölümü de Ankara Anadolu
Medeniyetleri Müzesi’nde sergileniyor.
Malatya Güncel, 09.03.2011
|
|
OLBA'DA TARİHİ ESER PATLAYICI DÜZENEĞİ

Gazi Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi
Prof. Dr. Emel Erten başkanlığında 2010 yılından
itibaren arkeolojik kazıların başladığı Mersin'in
Silifke İlçesi, Uzuncaburç beldesinin 4 km.
doğusunda yer alan denizden 1050 m. yükseklikteki Olba
antik kenti, definecilerin saldırısı altında!
Mersin Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Latince
Okutmanı, aynı zamanda Olba Kazısı başkan yardımcısı
Murat Özyıldırım, arkeologlar Muzaffer Yılmaz, Ümit
Çakmak ve bir grup arkeoloji öğrencisi 5 Mart 2011
Cumartesi günü, arkeolojik gezi kapsamında Olba'ya
geldiklerinde korkutucu bir manzarayla karşılaştı.
Grup, Olba'da Roma döneminden kalma Su Kemeri'ni
geçip yaklaşık 200 m. yürüdüklerinde, Korinth
düzenli tapınak kabartmalı mezarda kırmız beyaz
kabloların bulunduğunu ve bunun patlayıcı düzeneği
olduğunu fark etti. Bu mezar, ana kaya üzerinde
Korinth düzenli sütunlarla oluşturulan bir tapınağın
karşıdan görünüşünün kabartma olarak betimlendiği ve
mezar odası bulunan mezar tipidir. Bu biçimde mezar
Olba'da iki tanedir ve diğeri Ion düzenli olduğu
için söz konusu eser, tektir.
Konuyla ilgili konuşan Murat Özyıldırım; "Yaklaşık 30 m. yüksekte olan
mezarın yanına beş öğrenciyle birlikte çıktığımızda,
kabloların kabartma sütunların arasından iki ve
mezar odasının içinden iki adet olmak üzere toplam
dört yerden deliklerle içeri sokulduğunu gördük.
Dikkat edince bunların bir ana kablo olarak
birleştirildiğini ve ana kaya içinde toprakla
kapatılmış bölümlerin olduğunu saptadık. Hemen
156'yı arayarak durumu jandarmaya bildirdik. Konuyla
yakından ilgilenen görevli subay "Hocam, telefon
tertibatı patlamaya sebep olabilir, size önerim,
derhal oradan uzaklaşın!" diye uyardı. Bu uyarıyla
hemen mezarın yanından aşağıya indik" dedi.
Silifke'ye bağlı Kırobası Jandarma Karakol
Komutanlığı'nın mıntıkasındaki Olba'ya kolluk
kuvvetleri -yolun uzaklığı nedeniyle- ancak 45
dakika sonra gelebildiler. 2009'da Kızkalesi -
Adamkayalar'da patlayıcı ile yok edilen eserler
hatırlandığında bölgedeki arkeolojik yok etmenin
ulaştığı boyut anlaşılabilir. Aynı durum Olba'da da
olmak üzereyken, Allah'a şükür bu durum görüldü ve
iki bin yıla yakındır orada duran tarihi eser, bu
durumdan -şimdilik- kurtuldu.
Olba'da elini kolunu sallayıp, arkeolojik yok
etmeleri bir dönem kazma kürekle kaçak kazı
çukurlarıyla yaparken artık patlayıcı düzeneği
kuran, korkusuzluklarına ve cahilliklerine "Yuh!"
dedirten hainlere hep birlikte "Dur!" demeliyiz.
Olba'da arkeolojik koruma için üç seçenek
düşünülebilir; Büyük bir hata ile kapatılan
Uzuncaburç İlçe Jandarma Karakolu yeniden
açılabilir. Geçtiğimiz yaz definecileri yakalayan ve
Olba kazı ekibinin teşekkür belgesi verdiği Kırobası
Jandarma Karakolu'nun yolun uzaklığı nedeniyle ancak
45 dakikada gelebildiği bu mıntıkaya ayrıntılı
olarak bakması, arazi yapısı ve mesafe nedeniyle
mümkün değildir. Uzuncaburç'tan Olba 4 km. oraya
karakol yeniden açılırsa bu mıntıka güven içinde
olacaktır. Başka bir seçenek Olba'ya mobil karakol
kurulmasıdır; Bunun pahalı olduğu öne sürülebilir
ancak orada yok edilen eserin tarihi değeri, mobil
karakolun maddi değeriyle ölçülemez. Bundan başka TC
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Olba'ya daimi bekçi
atayabilir.
Olba'da kaçak kazılarla ilgili olarak iyi gelişmeler
de var; Silifke Kaymakamı Sn. Fatih Damatlar, İlçe
Jandarma Komutanı Sn. Yzb. Hakan Saylan, Kırobası
Jandarma Karakol Komutanı Sn. Astsubay Erdal
Kaynarpınar'ın ve erlerimizin definecilerin
yakalanması için çaba ve ilgileri saygıya değerdir.
Olba kazı ekibi, her vesileyle Silifke İlçe Jandarma
Komutanlığı'nın tarihi eser düşmanlarına karşı
başarılı çalışmalarını dile getiriyor. Silifke Müze
Müdiresi Sn. İlhame Öztürk, bu önemli konuyu hemen
resmi yazıyla TC Kültür ve Turizm Bakanlığımıza
iletti. Kazı Başkanı Gazi Üniversitesi öğretim üyesi
Prof. Dr. Emel Erten de Olba'daki kaçak kazıları
daha evvel resmi makamlara iletmişti.
Konunun çözümlenmesi için Olba kenti ve başta Prof.
Dr. Emel Erten olmak üzere bütün kazı ekibi,
Jandarma Genel Komutanlığımızın, TC Kültür ve Turizm
Bakanlığımızın, elbette Mersin milletvekillerimizin,
Sn. Prof. Dr. Zafer Üskül başta olmak üzere, acil
ilgi, yardım ve desteklerini bekliyor.
Milliyet, 09.03.2011
|
 |
ESKİŞEHİR'İN KÜLTÜR VARLIKLARININ ENVANTERİ ÇIKARILIYOR
Eskişehir'in taşınmaz kültür varlıklarıyla sözlü, yazılı, folklorik varlıkları belgelenerek envantere dönüştürülecek. Eskişehir Kültür Envanteri Genel Koordinatörü ve Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Erol Altınsapan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Eskişehir Valiliğinin başkanlığında Anadolu Üniversitesi ve Eskişehir Osmangazi Üniversitesi işbirliğiyle ilin sözlü, yazılı, folklorik ve taşınmaz kültür varlıklarını tespit etmek ve yayına hazırlamak için bir komisyon kurulduğunu söyledi. Komisyonun Eskişehir üniversitelerinde, kamu kurum ve kuruluşlarında görev yapan ve konuyla ilgili bilgisi bulanan kişilerden oluştuğunu ifade eden Prof. Dr. Altınsapan, şöyle konuştu:
''Bu komisyon söz konusu varlıkları tespit etmek, insan ve bilgi kaynaklarını alanlara göre sınıflandırmak, belgeleme yöntemlerini ve yayın etaplarını belirlemekle görevlendirildi. Bu yöntem doğrultusunda, taşınmaz kültür varlıklarını belirleyeceğiz. Bu varlıklar içinde arkeolojik bulgular, tescilli yapılar var. Müze Müdürlüğünden aldığımız belgeler, arkeoloji ve sanat tarihi ekiplerince düzenlenecek ve yayına hazırlanacak. Sözlü, yazılı ev folklorik kültür envanteri çalışması için Tarih Komisyonu, Türk Dili ve Edebiyatı Komisyonu, Halk Bilim ve El Sanatları Komisyonu ile İktisadi ve İdari Kurumlar Komisyonu kuruldu.''
Hazırlanan ilk yayını denetleyecek ayrı bir komisyon da oluşturulduğunu ifade eden Prof. Dr. Altınsapan, hedeflerinin yıl sonundan kent için çıkartılacak 3 envanteri bitirmek olduğunu belirtti. Taşınmaz kültür varlıkları envanterini mayıs ayında çıkaracaklarını bildiren Altınsapan, ''Eskişehir'in adeta nüfus kütüğünü çıkartacağız. Böyle bir çalışma daha önce ülkenin hiçbir yerinden yapılmadı'' dedi.
Yapı, 09.03.2011
|
ÇIPLAK BALZAC ÇALINDI

Ünlü Fransız heykeltraş
Auguste Rodin’in bronz “Çıplak Balzac” heykeli,
yenileştirme çalışmaları sırasında Kudüs’teki İsrail
Müzesi’nden çalındı.
Fransız yazar Honore de
Balzac’ın anısına yapılan ve 1892-1893 yıllarında
kalıba dökülen “kollarını kavuşturmuş çıplak Balzac”
heykeli, Amerikalı Yahudi koleksiyoncu Billy Rose
tarafından İsrail Müzesi’ne bağışlanmıştı.
Haaretz gazetesinin
haberine göre müze yöneticileri, yaklaşık 3 ay önce,
birkaç yıldır devam eden müzenin yenilenme
çalışmalarının tamamlanmasının ardından heykeli
bahçedeki yerine koymak istediklerinde kaybolduğunu
fark ettiler.
Polise başvuran müze
yöneticileri, kurum içinde de soruşturma başlattı.
127 santimetre uzunluğunda, 61 santimetre
genişliğindeki ağır bronz heykelin, bir vinç ve
kamyon yardımı olmadan taşınamayacağı kaydedildi.
İsrail Müzesi
güvenliğine yakın bir kaynak ise gazeteye, heykelin
konulduğu müzenin Billy Rose Bahçesi’nin düzenli
olarak her gün kontrol edilmediğini, kamera ve gece
ışıklandırmasına sahip olmadığını, hırsızlığın
ortaya çıkmasından sonra da bu durumun değişmediğini
söyledi.
Müze yetkilileriyse
güvenlik boşluğuyla ilgili eleştirileri yalanladı,
ancak konunun soruşturma altında olduğunu belirterek
ayrıntılı vermedi. Emile Zola öncülüğündeki Fransız
yazarların 1891 yılında Balzac için bir anıt
yapmasını istemeleri üzerine Rodin, proje üzerinde 8
yıl çalışmış ve aralarında “kollarını kavuşturmuş
çıplak Balzac” ın da bulunduğu Fransız romancıyı
tasvir eden çeşitli heykeller yapmıştı.
Bu heykellerin bazıları
dünya çapında çeşitli müzelerde yer alıyor. Rodin’in
bu deneme çalışmalarının nihai halini aldığı sonuncu
heykeli, bugün Paris’te Raspail Bulvarı’nda
bulunuyor.
“Kollarını Kavuşturmuş
Çıplak Balzac” heykelinin değeri tahmin edilemiyor.
Ancak “Düşünen Adam” ile bilinen Rodin’in “Öpücük”
heykeli 2009 yılında Sotheby’s müzayedesinde 3,44
milyon dolara, “Havva” heykeli de yaklaşık 19 milyon
dolara alıcı bulmuştu. “Çıplak Balzac”ın, bunlardan
daha düşük bir değere sahip olduğu tahmin ediliyor.
Ntvmsnbc, 09.03.2011
|
SOYUT RESMİN GÖVDE GÖSTERİSİ

Sergide Ömer Uluç un yaklaşık 50 yapıtı yer alıyor.
Belli ki tutkulu, bilinçli, atak ve hepsinden
önemlisi paylaşmayı seven bir koleksiyoncu Öner
Kocabeyoğlu. Dev hazır giyim markası Zara’nın
Türkiye tedarikçisi Papko’nun ortağı genç işadamının
koleksiyonculuk serüveni çok değil sadece yedi-sekiz
yıl
öncesine dayanıyor. İlk olarak bir küçük bir Selim
Turan guajı satın alıyor. Bu resmi çok seviyor ve
ondan sonra da ağırlıklı olarak 1950 sonrası Paris
ekolü sanatçıların soyut resimlerini toplamaya
başlıyor. Ve bugün koleksiyonundaki yapıt sayısı
900’ü aşmış durumda.
Dedik ya, paylaşmayı seviyor. Önce, dostları görsün
diye koleksiyonunu Teşvikiye’deki Papko Sanat
Merkezi’nde sergilemeye başlıyor. Şimde ise Ferit
Edgü danışmanlığında koleksiyondan derlenen 433
yapıt, ‘XX. Yüzyılın 20 Modern Türk Sanatçısı’
sergisiyle 11
Mart’tan
itibaren Santralistanbul’da kamuya açılıyor.
“Ben de bu işin içinde olduğum için biliyorum,
koleksiyoncular genelde paylaşmayı sevmezler. Ama
Öner Kocabeyoğlu öyle değil” diyor Ferit Edgü ve
ekliyor: “Ben de sizden
çok farklı
değil, Öner Kocabeyoğlu adını kısa süre önce duydum.
Koleksiyonunu görünce heyecanlandım. Çünkü ağırlıklı
olarak 1950 sonrası Paris ekolü sanatçılar vardı.
Ben de o yıllarda Paris’teydim. Hepsini biliyorum,
tanıyorum. Anılarım tazelendi.”
1950’lerin Türk sanat tarihinde bir kırılma noktası
olduğuna dikkat çeken Ferit Edgü, “Çünkü o yıllara
kadar Paris’e giden Türk ressamlar Batı resmini
30-40 yıl geriden takip ediyordu. 50’lerde
ilk kez,
dünyayla eşzamanlı bir yaratıcılık sergilemeye
başladılar. Bu sergide eserleri bulunan sanatçılar,
20. yüzyıl modernizminin etkisi altında yarattıkları
kişisel dil ile çağdaşları olan Batılı sanatçılarla
birlikte bir dönemin sanatını ortaklaşa yaratan
evrensel sanatçılardır. Sergi, izleyicilerine bu
döneme tanıklık etme şansını sunacaktır” diye
konuştu.
Güleryüz’den Kışlalı anısına
Santralistanbul’un üç katına yayılan sergi üç bölüme
ayrılmış. Galerinin üçüncü, serginin ise giriş
katında ‘İki Kuşak Figüratifler’ konseptinde Fikret
Mualla, Abidin Dino, Avni Arbaş, Mehmet Güleryüz,
Komet, Alaettin Aksoy, Ergin İnan, Yüksel Arslan ve
Ömer Uluç’un toplam 136 eseri yer alıyor. Girişte
Fikret Mualla’lar karşılıyor izleyiciyi. Pek görmeye
alışkın olmadığımız kübist döneminden eserler de var
‘Parisliler’, ‘Balerinler’ gibi ünlü tabloları da.
Mehmet Güleryüz bölümünde ise ‘Ahmet Taner Kışlalı
Anısına’, ‘Kardak Kapışması’ ve ‘Kardak Barışı’ gibi
bir dönemin gündemine gönderme yapan dev tablolar
dikkat çekiyor. Üçüncü katta yaklaşık 50 tablosunun
yer aldığı Ömer Uluç bölümü de hayli etkileyici.
Zira küçük bir Ömer Uluç retrospektifi niteliğindeki
bölümde Uluç’un ünlü yaratıklarının yanı sıra iki
peyzajını da görmek mümkün.
Serginin ikinci katına yayılan Fahrelnissa Zeid,
Nejad Devrim, Albert Bitran, Hakkı Anlı, Selim Turan
ve Mübin Orhon’un toplam 186 yapıtı ‘Paris Okulu
Soyut Türk Ressamları’ başlığı altında sergileniyor.
Bu katta özellikle Mübin Orhon, Hakkı Anlı, Selim
Turan bölümleri de birer küçük retrospektif gibi.
Zira her birinin değişik dönemlerinden 50’den fazla
tablosu yer alıyor.
Bir sergi gördüm, hayatım değişti
Serginin son, galerinin ise birinci katı ‘Geometri,
Işık, Müzik ve Duvarlar’ başlığı altında Ferruh
Başağa, Adnan Çoker ve Burhan Doğançay’ın
yapıtlarına ayrılmış. Çoker’in Paris döneminden pek
görmediğimiz tarzda resimlerinin yer aldığı bu katta
Türk resminin yaşayan en pahalı ustası Doğançay da
ünlü ‘kolajlar’ı ve ‘aliminyum’ serileri dahil 50
tabloyla gövde gösterisi yapıyor.
Büyük heykelci İlhan Koman’ın üç, Koray Ariş’in de
dokuz eserinin yer aldığı sergideki birçok
sanatçının yaşarken Türkiye’de sergi açmadığına
dikkat çeken Ferit Edgü, bir serginin başarısının o
sergiyi gezenleri durup düşündürtmek olduğunu
belirtip ekliyor: “Umarız ki, sergiyi görenlerden
birkaçı, ‘Bir sergi gördüm, hayatım değişti’
diyebilir. Çünkü 433 yapıtlık bu sergi, bunu
söyletecek bir sergi.”
‘Papko/Öner Kocabeyoğlu Koleksiyonu: XX. Yüzyılın 20
Modern Türk Sanatçısı 1940-2000’ sergisi 11 Mart-19
Haziran arası Santralistanbul’da.
Sergide yer alan sanatçılar
Fahrelnissa Zeid, Fikret Mualla, Hakkı Anlı, Abidin
Dino, Ferruh Başağa, Selim Turan, Avni Arbaş, Nejad
Devrim, İlhan Koman, Mübin Orhon, Adnan Çoker,
Burhan Doğançay, Ömer Uluç, Albert Bitran, Yüksel
Arslan, Mehmet Güleryüz, Komet, Alaettin Aksoy,
Ergin İnan ve Koray Ariş.
Birçok kişinin ‘Bunu ben de yaparım’ dediği soyut
resimleri neden tercih ettiğini sorduğumuz Öner
Kocabeyoğlu’nun yanıtı kısa oldu: “Soyutu seviyorum.
Soyut resmin ressamla olan ilişkisini dışarıdan
anlamak zor. İlk Selim Turan aldım. Çok sevdim. O
yoldan devam ettim. bu kadar.”
Radikal, Haber: Erkan Aktuğ, 09.03.2011
|
YAZAR NİŞANYAN'A KAÇAK İNŞAATTAN 3 YIL 4 AY HAPİS
İzmir Şirince’deki köyevi inşaatlarıyla
gündeme gelen yazar Sevan Nişanyan, Selçuk Asliye
Ceza Mahkemesi’nde görülen iki ayrı kaçak inşaat
davasında toplam 3 yıl 4 ay hapis cezasına
çarptırıldı.
Nişanyan’a tebliğ edilen mahkeme kararında, 3 yıl 4
ay hapis cezası, yazarın, İlyastepe Çiftliği
arazisinde izinsiz yaptığı 2 odalı evi ile Hodri
Meydan Kulesi için verildi. Nişanyan’a ayrıca, 160
lira para cezası, kamu görevinden men, seçme-seçilme
ehliyetinden ve diğer siyasi haklardan mahrumiyet,
vakıf, sendika, dernek, şirket, kooperatif ve siyasi
parti yöneticiliğinden yasaklanma, bir kamu
kurumunun veya meslek kuruluşunun iznine tabi meslek
veya sanatlardan birini icra edememe cezası da
verildi. Nişanyan, iki hafta önce de Şirince Köyü
Kayser Kayası mevkisinde kayadan oyduğu mezar anıtı
için 10 ay hapis cezasına çarptırılmıştı.
Hürriyet, 09.03.2011
|
HİSAR CAMİİ'Nİ ARINÇ AÇACAK
Tarihi Kemeraltı
Çarşısı içinde bulunan ve 1597-1508 tarihinde
Aydınoğulları'ndan Özdemiroğlu Yakup Bey tarafından
inşa ettirilen Hisar Camii'nin, yaklaşık 2 yıl süren
restorasyonu tamamlandı. Yaklaşık 1 milyon liralık
harcama ile yenilenen cami, önümüzdeki Cuma günü
saat 12.00'de Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı
Bülent Arınç ve Vakıflar Genel Müdürü Adnan Erten'in
katılacağı törenle yeniden ibadete açılacak. Tarihi
camide uzun yıllar restorasyona ihtiyacı
duyulmayacağını belirten yetkililer, "Caminin
iç-dış, iç-dış döşemeleri, su yalıtımı, drenaj
sistemi, aydınlatma sistemi ve çatısındaki kurşunlar
yenilendi, boyası yapıldı. Eksik olan mermerleri
tamamlandı. Tarihi cami yeni bir görüntüye
kavuşturuldu" diye konuştu. Arınç'ın açılış
sonrasında Hisar Camii'nde Cuma Namazı kılması ve
ardından Manisa'ya geçmesi bekleniyor.
Yeni Asır, haber: İlker Çoban, 08.03.2011
|
2486 YILLIK DUVAR RESİMLERİNİ ÇALDILAR
Antalya Elmalı Müzesi personeli, geçtiğimiz ay Karaburun Tümülüsü’ndeki mezar odasını temizlik amacıyla açtı. Ancak mezarda bulunan 2 bin 486 yıllık paha biçilemeyen 2 adet duvar resminin yerinden sökülerek çalındığı görüldü. Çalınan iki duvar resminin yurtdışına çıkarılmasının önlenmesi için tüm sınır kapıları hemen uyarıldı. Polis, tarihi eser hırsızlarını yakalamak için Türkiye çapında da geniş çaplı bir soruşturma başlattı.
Mezar odasından çalınan duvar resimlerinden birinde ziyafet anlatılıyor. Çalınan ikinci duvar resminde cenaze alayı sahnesinin ortasında iki atın çektiği taht arabasına oturmuş bir yönetici yer alıyor.
Habertürk, Haber: Nihat Uludağ, 08.03.2011
|
 |
BELEDİYENİN ŞAŞKINI!

Adıyaman Belediye
Başkanlığı'ndan Malatya Valiliği'ne gönderilen
yazıda Malatya Valiliği'nin Nemrut Dağı
fotoğraflarını kullanmaması yönünde uyarıda
bulunulduğu bildirildi.
Adıyaman Belediyesi'nin avukatı tarafından
imzalandığı bildirilen resmi yazıda Malatya
Valiliği'nin resmi internet sitesinde kullanılan
Nemrut Dağı fotoğraflarının siteden derhal
kaldırılması istendi. Malatya Valiliği'nin resmi
internet sitesinde Nemrut Dağı'nın fotoğraflarının
kullanılmasına devam edilmesi halinde hukuki yollara
başvurulacağı uyarısında bulunuldu.
Konuyla ilgili olarak Vali Ulvi Saran, "Nemrut Dağı,
Malatya ile Adıyaman sınırındadır. Malatya tarafında
da Adıyaman tarafında da tümülüsler vardır.
Nemrut'a, Malatya üzerinden de Adıyaman üzerinden de
gidilmektedir. Topraklarının bir bölümü kendi il
hudutlarında olan bir ilin Nemrut Dağı ile ilgili
çalışma yapması normaldir. Bu konuda polemik yapmak
yerine Nemrut Dağı'na daha fazla nasıl turist gelir
onun için çalışmalar yapılması daha iyi olur" dedi.
Malatya Haber,
08.03.2011
******
NEMRUT DAĞI SENİN-BENİM KAVGASI

Adıyaman Belediyesi'nden Malatya Valiliği'ne
gönderilen uyarı yazısında, Nemrut dağıyla ilgili
fotoğrafların, Malatya Valiliği yayınlarında
kullanılmaması istendi.
AA muhabirinin aldığı
bilgiye göre, görsellerin kullanılmaya devam
edilmesi halinde yasal yollara başvurulacağına vurgu
yapılan yazıda, Nemrut'un Adıyaman'a ait olduğu
belirtildi.
Yayımlarında Nemrut Dağı'nın çıkarılması istenen
Malatya Valisi Ulvi Saran AA muhabirine yaptığı
açıklamada, iki il sınırının, tümülüsün ortasından
geçtiğini ifade ederek, Malatya olarak Nemrut'un
gözetildiğini ve ilgi gösterildiğini söyledi.
Türkiye'nin ortak bir değeri ve zenginliği olan
Nemrut üzerinden polemikler yapmanın anlamsız
olduğuna vurgu yapan Saran, yayımlarında buranın
görsellerini zaman zaman kullandıklarını anlattı.
Saran, şöyle dedi:
"Nemrut Dağı üzerindeki tümülüs il sınırını ikiye
ayırıyor. Oradaki tarihi kalıntıların bir bölümü
Malatya hudutları içinde yer alıyor. Nemrut'a
bakıyor, koruyor, gözetiyoruz. Burası ülkemizin
ortak bir değeri, ortak bir mirasıdır. Bazı
etkinliklerle ilgili simgeleri kullanıyoruz. Son
derece anlamsız polemiklere girilmemesi gerekiyor.
Şu an için bir yanıt vermedik. Yaptığımız sosyal
etkinlikler tüm Türkiye'nin mirasıdır. Oradaki
tarihi eserlerin bulunduğu alanla doğrudan ilgimiz
ve sorumluluğumuz var. Oradaki görüntüleri
kullanmaktan daha normal bir şey olamaz."
Cnn
Türk, 08.03.2011
******
"POLEMİĞE GİRMEYİZ!"
Malatya Belediye Başkanı
Ahmet Çakır, "Nemrut dağıyla ilgili polemik yerine,
buraya daha fazla nasıl turist getirilir onun
çalışması yapılmalıdır" dedi.
Adıyaman Belediyesi'nin Malatya Valiliği'ne avukatı
kanalıyla gönderdiği yazıda, Malatya Valiliği veb
sitesinden Nemrut Dağı fotoğrafının kaldırılmasının
istenmesini basın mensuplarının sorusu üzerine
değerlendiren Malatya Belediye Başkanı Ahmet
Çakır,"Nemrut Dağı, bırakın Malatya, Adıyaman ve
Türkiye'yi, burası dünya kültür mirasıdır. Bu
nedenle, Nemrut Dağı şuranındır, buranındır gibi
tartışmaları anlamsız bulmuyorum. Bana göre, Nemrut
dağıyla ilgili polemik yerine, buraya daha fazla
nasıl turist getirilir onun çalışması yapılmalıdır.
Bu konuda her iki il'e büyük sorumluluklar
düşmektedir" ifadelerini kullandı.
Bir basın mensubunun, "Adıyaman Belediyesi'nin bu
yazısından sonra Malatya Belediyesi olarak bir karşı
cevap içine girecek misiniz?"şeklindeki soruya
karşılık da Başkan Çakır, "Gönderilen yazının
içeriğinde ne olduğunu bilmiyorum. Ancak,
polemiklere girmeyiz. Her iki ilin de buranın
değerinin daha da arttırılması için, daha fazla
turist gelip ülke ekonomisine daha fazla döviz
girmesi için çalışma yapmasını öneriyorum" dedi.
Malatya Haber,
10.03.2011
|
 |
EN PAHALI TABLO SERGİLENİYOR
Dünyanın en pahalı tablosu, bugün ilk kez İngiltere'deki meşhur Tate Modern Sanat Merkezi'nde sergilenmeye başlanıyor.
"Çıplak, Yeşil Yapraklar ve Büst" adlı tablo, 1932 yılında ünlü İspanyol ressam Pablo Picasso tarafından Normandy'de resmedilmişti.
Picasso'nun bu eseri, metresi Marie -Therese Walter'den ilham alarak yaptığı bilinir. Eser, geçen yıl New York'ta düzenlenen bir müzayedede 106,5 milyon dolara, yani yaklaşık 170 milyon Türk lirasına alıcı bulmuş, ancak bu rekor fiyatı ödeyen kişinin kimliği açıklanmamıştı.
"Çıplak, Yeşil Yapraklar ve Büst", bir müzayedede bugüne dek satılan en pahalı eser, aynı zamanda Picasso'nun savaş döneminde ürettiği eserler dizisinin de bir parçası.
Tate Modern Sanat Merkezi'nin direktörü Nicholas Serota, bunun Picasso'nun en gözalıcı eserlerinden biri olduğunu ve sanatçının savaş dönemindeki en büyük başarıları arasında kabul edildiğini söyledi. Serota, "sahibinin cömertliği sayesinde, bu eseri İngiliz halkının beğenisine sunabildiğimiz için mutluyum" diye konuştu.
Sahibinden ödünç alınarak sergilenen eseri hırsızlardan korumak için galeride ne gibi önlemler alındığı ise açıklanmadı. Tate Britain sanat merkezinde de gelecek yıl bir Picasso sergisinin açılması planlanıyor. Pablo Picasso, Fransız model Marie Therese Walter ile ilk kez 1927 yılında tanışmıştı; Walter daha sonra Picasso'nun metresi oldu. Walter, Picasso'dan dört yıl sonra, 1977 yılında öldü.
Hürriyet, 07.03.2011
|
'RESPEKT VOR UND FÜR DİE KUNST'

Başbakan Erdoğan’ın “ucube” olarak tanımladığı ve
ardından yıkım kararı verilen Kars’taki “İnsanlık
Anıtı”na ve anıtın yaratıcısı Heykel Sanatçısı
Mehmet Aksoy’a Berlin’den bir destek daha geldi.
Berlin’de yakından tanınan Mehmet Aksoy için,
Schlesisches Tor’da bulunan heykeller parkında bir
etkinlik düzenlendi. İsmi tabii ki Heykeller Parkı
değil... Biz öyle tanımlıyoruz. Çünkü Berlin’in her
yanı heykellerle kaplı. Etkinlik, Pazar günü saat
14.00’de başladı. Müzik eşliğinde, Almanca (Respekt
vor und für die Kunst!) ve Türkçe “Sanata Saygı” adı
altında yapılan etkinlikte, Schlesisches Tor’da
“Auslander in Berlin” temalı heykeller adasında
Mehmet Aksoy “İş Göçüşleri” olarak tanımlanan
heykelleri grafitilerden temizlendi. Temizlik
sonrası heykeller yeniden kendini gösterirken,
Türkiye’ye mesaj gönderildi; “Heykeller ve sanat
yapıtları yıkılmak değil, aksine sahip çıkmak ve
korumak içindir.”
Dağıtılan bildiri ve broşürlerde, Başbakan
Erdoğan’ın İnsanlık Anıtı için “ucube” tanımlaması
eleştirilirken, heykelin seçim ya da milliyetçi
duygulara kurban edilmemesi istendi. Eylem sırasında
Ermenice bir halk ezgisi olan ve Türkçeye “Sarı
Gelin” olarak çevrilen “Dağlı gelin” de söylendi.
GÖÇ YOLUNDA....
Aksoy’un yaptığı heykeller, göçün insanda
yarattığı boşluğa gönderme yapıyor. Gerçekten de
oldukça etkileyici... Nazım Hikmet’in bir şiirinin
de yer aldığı heykeller grubu, dünyanın başka
yerlerinden gelen sanatçıların yaptığı heykeller ile
bir bütünlük oluşturuyor. “Auslander in Berlin
(Berlin’deki yabancılar)” teması çerçevesinde
yapılan bu heykellerin verdiği mesaj, göçün ve
yabancı olmanın “dayanılmaz ağırlığı”na dair.
Farklı ülke ve kimliklere sahip sanatçıların
imzasını taşıyan heykeller, bir yolla birbirine
bağlanmış. Doğrusu “Göç yolu” demek belki daha
yerinde olur. Yol, yerde yatan bir kadın ve erkek
arasında başlayıp, bir zamanlar Doğu ile Batı
Almanya arasındaki sınır yeri olan Kreuzberg-Fredericschain
arasındaki nehrin başında bulunan ve duvar ile boş
bir bina izlenimi veren heykeller ile son buluyor.
Nehrin öbür tarafında ise hala bir anıt olarak
bırakılan Berlin Duvarı yükseliyor. Göç yolunun
uzunluğu yaklaşık 200 metre. Göç yolunu, iki kara
yolu bölüyor. Üstten ise tren geçiyor. Yolun sonunda
ise bir nehir var. Hepsi bir birini tamamlıyor.
Heykellerin arasındaki iki yönlü araç yolu
aslında hem göç yolundaki yolları anlatıyor, hem de
göçün kesintilerini ve zorluklarını... Üstteki tren
yolu ise göç edenleri Almanya’ya ya da Berlin’e
ulaştıran yol ve araç olarak hafızada tazeleniyor.
Türkiyelilerin Berlin’e ilk ayak bastıkları ve
barındıkları yer olan Görtlizger Strase buradan 15
dakika uzaklıkta. Heykellerin, Doğu ve Batı Almanya
sınırında yapılması ise göç edenlerin ve
mültecilerin ilk ve bugüne kadar ki ikametlerinin
ağırlıklı adresinin ifade ediyor. Yolunuz Berlin’e
düşerse göçü¸ ifade eden bu heykelleri ve onların
yer aldığı bu yolu görmeden gitmeyiniz.
Evrensel, Haber: Hüseyin Deniz, 07.03.2011
******
'UCUBE'YE İNSANLIK KORUMASI
Kars’ta Heykeltıraş Mehmet Aksoy’un yaptığı
İnsanlık Anıtı’nın yıkımı için ihale yapıldı. Ancak
Mehmet Aksoy’un açtığı dava sonucunda, Erzurum 1.
İdare Mahkemesi, “Geri dönüşümü olmayan bir zararın
doğmaması için”, dava sonuçlanana kadar yıkımla
ilgili yürütmeyi durdurdu.
Söz konusu anıtın yıkımı için Kars Belediyesi
tarafından alınan karar doğrultusunda bir ihale
düzenlendiğini belirten Heykeltıraş Mehmet Aksoy’un
Avukatı Aslı Kazan, “Geri dönüşümü olmayan bir
zararın doğmaması için Erzurum 1. İdare Mahkemesi,
Kars Belediye Meclisinin insanlık anıtının yıkım
kararına ilişkin yürütmeyi durdurma kararı verdi.
İnsanlık Anıtı, bu karara göre dava sonuçlanıncaya
kadar yıkılamayacak” dedi.
NE OLMUŞTU?
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, İnsanlık Anıtı’na
‘ucube’ diyerek tartışmayı başlatmıştı. Erdoğan
şunları söylemişti:
“Hasan Harakani’nin türbesinin yanına bir ucube
koymuşlar, garip bir şey dikmişler. Oradaki tüm
vakıf eserlerinin, o sanatkarane eserlerin olduğu
yerde böyle bir şey olması düşünülemez. Konuyla
ilgili olarak belediye başkanımız görevini süratle
yerine getirecektir. Bunu süratle bekliyoruz.
İnşallah ilk gelişimizde bunu da göreceğiz. O
bölgeyi de gayet güzel bir park haline belediye
getirecektir.”
Ardından Kars Belediye Başkanı Nevzat Bozkuş,
Belediye Meclisinin kentteki ‘‘tartışmalı
heykellerin’’ kaldırılması yönünde karar aldığını
belirterek, ‘‘Belediye Meclisimiz, İmar Kanunu
doğrultusunda tescilli bir yapı üzerinde yapılan
heykellerin kaldırılması ve arkasından tarihi dokuya
uygun bir proje geliştirilmesi yönünde karar
vermiştir’’ dedi.
Kars Belediyesinin heykeli yıkma kararının
ardından konuşan Mehmet Aksoy, heykelin yıkılmasıyla
ilgili daha önce şöyle konuşmuştu: “Bu fiziki olarak tabii ki yavaş yavaş
yıkılabilir. Ama büyük ihtimalle bu çok uzun zaman
sürecektir. 1 yılı, 2 yılı bulacaktır. O kadar zaman
içerisinde de bütün dünyada ses getirecektir. Bunun
yapılmaması gerekir. Türkiye’nin dünyaya böyle bir
imaj vermemesi gerekir. Bu çok üzücü bir şeydir.
Yetkililerin, kurumların bu sorumlulukta olmaları
gerekir. 3 sene içerisinde bir Koruma Kurulu 5 karar
değiştirir mi? (Yıkım kararı var) deniyor, ben buna
inanmıyorum. Böyle bir karar yoktu. Bir anda nereden
çıkartıldı, imzalandı.”
Evrensel, 08.03.2011
|
PERİBACALARI ARASINDAKİ İNŞAAT YIKILACAK

Dünyanın en ilginç yer oluşumlarından biri
olarak nitelendirilen Kapadokya bölgesinde, yapımı
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından planlanan
ancak peribacalarının hemen yanı başında olduğu için
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın da
tepkisini çeken betonarme binanın yıkımının,
Bayındırlık ve İskan Müdürlüğü'nden çıkacak
kararının ardından gerçekleştirileceği bildirildi.
Alınan bilgilere göre, Kapadokya
bölgesinde Göreme Açık Hava Müzesi'nin ardından, en
çok yerli ve yabancı turist ziyaretine sahne olan
Avanos İlçesi sınırlarındaki Zelve Örenyeri'nin
yaklaşık 100 metre uzağında ve peribacalarının
bulunduğu alanda, 1996 yılında Kültür ve Turizm
Bakanlığı tarafından projelendirilen içerisinde
bilet gişesi, cafe ve çeşitli işyerlerinden oluşacak
binanın yapımı, 2008 yılında Kapadokya Kültür ve
Tabiat Varlıkları Bölge Kurulu'ndan da alınan onayın
hemen ardından başladı.
Yapının birinci kat betonarme bölümünün sürdüğü
sırada, peribacalarının bu yapıdan ciddi zarar
göreceği ve görüntü kirliliğinin ciddi manada ortaya
çıkacağını belirten turizmcilerin tepkilerinin
ardından, bölgeye gelen Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, bina için öngörülen tepkilere hak
vermiş ve binanın en kısa süre içerisinde yıkımı
için çalışmaların başlatılması yönünde ilgililere
talimat vermişti.
Söz konusu binanın yıkımına ilişkin olarak
sürdürülen bir dizi girişimlerle önce Kapadokya
Kültür ve Tabiat Varlıkları Bölge Korumu Kurulu
üyeleri bir araya gelerek, söz konusu yapının
yıkımını onayladı.Binanın yıkımı için Nevşehir
Bayındırlık ve İskan Müdürlüğü'nün de vereceği
kararın hemen ardından, Zelve'deki çirkin yapının
Nevşehir İl Özel İdaresi tarafından önümüzdeki
günlerde yıkılacağı belirtildi.
Turizm Gazetesi, 07.03.2011
|
HASANKEYF KISMİ TURİZME AÇILACAK
Batman
Üniversitesi Rektörü ve Hasankeyf Kazı Heyeti
Başkanı Prof. Dr. Abdüsselam Uluçam, Hasankeyf’in 15
Nisan’da kısmi ve kontrollü şekilde turizme
açılacağını söyledi.
Uluçam, Hasankeyf’te 13 Temmuz
2010’da kaya düşmesi sonucu bir kişinin hayatını
kaybettiğini ve antik kentin turizme kapatıldığını
hatırlatarak, bölgede gerekli çalışmaların
yapıldığını belirtti. Çökme tehlikesi bulunan kale
kapısının alt bölümlerinin doldurulacağı ifade
edildi.
Milliyet, 07.03.2011
|
|
 |
ANADOLU'NUN EN GENİŞ MUMYA AİLESİ
Dünyanın en iyi mumya koleksiyonlarından birine sahip olan Amasya'daki mumyaların İlhanlılar Dönemi'nde, Moğollar tarafından zehirlenerek ya da boğularak öldürüldükleri tahmin edilen Anadolu Nazırı Şehzade Cumudar, Amasya Emiri İşbuğa Noyan, Amasya'da hükmetmiş olan İzzettin Mehmet Pervane Bey, eşi ve 2 çocuğuna ait olduğunu belirten Amasya Müzesi Müdürü Arkeolog Celal Özdemir, "14'üncü yüzyılda İlhanlılar Dönemi'nde iç organları ile mumyalanan ve hem Türk, hem de Müslüman kişilere ait olmaları nedeniyle mumyaların dünyada eşi benzeri bulunmuyor" dedi.
Türkiye'nin değişik yörelerinde yaklaşık 40 mumya olduğunu ve bunların çoğunlukla Amasya, İstanbul Arkeoloji, Topkapı Sarayı, Niğde, Aksaray ve Karaman Müzelerinde bulunduğunu anımsatan Özdemir, ayrıca Harput, Kemah ve Kastamonu'daki türbelerde de mumyalara rastlandığını söyledi.
Sabah, 07.03.2011
|
BAŞBAKAN'IN 'ŞEY'LERİ

Başbakan’ın 26 Şubat’ta, Marmaray tüp tünelinde
söylediği “arkeolojik şeyler” yeni değil. Erdoğan
daha önce de basın yoluyla, görevini yapmaya çalışan
Kültür ve Turizm Bakanlığı personeline ve ona bağlı
koruma kurullarına aba altından sopa göstermişti.
Aklımda en çok yer eden örnek “restore edilen”
Akaretler Sıraevleri’nin açılışında söyledikleri:
“Şimdi gerçekten sahiplerinin elinde olan bir
Akaretler var. Fakat engeller anlatılamayacak kadar
çok… İçeriden birileri adeta bariyer oluşturuyorlar,
‘Hayır yapamazsın veya yapacaksan benden geçmen
lazım’ diyor. ‘Senden nasıl geçeceğim, onun yolunu
söyle’ dediğiniz zaman işte orada bakıyorsunuz
ahlaki olmayan yollarla karşı karşıya kalıyorsunuz.
Sıkıntımız burada. Bunu aştığımız
gün zaten
söylüyorum, gümbür gümbür yürürüz.” (ntvmsnbc.com,
20 Mart 2008)
Başbakan, bugünkü gibi açıkça isimlendirmese de
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma kurullarının
“içeriden bariyer oluşturduğunu” ve “ahlaki olmayan
yollara saptığını” söyledi. Peki o kurullar, örneğin
Akaretler Sıraevleri’ni otel ve alışveriş merkezine
çevirmek isteyenlere neden “benden geçmen lazım”
diyor? Sıraevler, Dolmabahçe Sarayı’nın lojmanı
olarak 1875’te inşa edildi. İstanbul’un bu anıtsal
yapı grubunun bütün evrakı hala sarayda saklanıyor.
Kültür Bakanlığı taşınmaz kültür varlığı olarak
değerlendirmiş ve tescillemiş. Belediyeden aldığınız
“tadilat ruhsatı” ile, 135 yıllık bu esere müteahhit
sokamazsınız. Başka bir kurum ya da yapılanma da söz
konusu olabilirdi. Ama mevcut yasalar (2863 Sayılı
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu), eserin
aslına uygun korunması
için
denetim görevini, o bölgeden sorumlu koruma kuruluna
veriyor. Girişimci önce, bilimsel ölçütlere göre
çalıştığı kabul edilen kurula projesini sunmak ve
onay almak durumunda. Başbakan’ın söylediği gibi
Koruma Kurulu bizzat içeride, çünkü görevi bu,
içeride olmak.
Başbakan, Cumartesi günü yaptığı açıklamada üç
yıl önce
söylediklerinin sağlamasını yapıyor. “Sürekli ‘yok
arkeolojik şey, yok çömlek çıktı, yok şu çıktı, yok
bu çıktı’ ile önümüze engeller koydular” diyor
Erdoğan. Bu kez açıkça adres göstererek “Yok
kuruluydu, yok yargısıydı, bunlara takılıp kaldık.
Üç sene bizi engellediler. Bundan sonra engel mengel
tanımıyoruz, bedeli ne olursa olsun” diyor.
Üzerinde durmak istediğim şey, en tepedeyken “sen
toprağın altında ne bulursan bul, ben durmayacağım”
diyen zihniyetin, bilim insanları, daha da
daraltırsak –Marmaray’da olduğu
gibi-
yatırım projelerine ait alanlarda araştırma yapan ve
karar veren bilim insanları üzerinde yarattığı
tahribat. Yakın tarihimiz bunun örnekleriyle dolu.
Yürümenin bedeli
Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi, 2
Mart
tarihli “‘Şey’ değil insanlık tarihi” başlıklı
bildirisinde, Başbakan’ın Marmaray açıklamasını
kibarca eleştiriyor: “Bu söylem, Başbakan’ın
yeterince bilgilendirilmediğini gösterir” diyor. Ama
biz bu kadar iyimser olamayız. Bir başbakanın,
kültür mirasını bilmese de, onu düzenleyen ve
devletin kurum ve kuruluşlarına yetki tanıyan
kanunları bilmediğini kabul edemeyiz. Keza
Türkiye’nin imzaladığı uluslararası anlaşmaları da.
Başbakan, kanun ve anlaşmaların bilim insanlarını
koyduğu yeri bilerek konuşuyor. İmam böyle
konuşunca, bakın cemaat ne yapıyor.
İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin TOKİ inşaatları
öncesinde kurtarma kazısı yürüttüğü Sulukule’de, ne
müze ne de bölgeden sorumlu Koruma Kurulu herhangi
bir açıklama yapmışken Fatih Belediye Başkanı
Mustafa Demir, “Sulukule’de inşaata engel arkeolojik
bir buluntu çıkma ihtimali sıfır” diyebiliyor. (HaberVesaire,
6 Mayıs 2010) Bundan bir ay sonra, yine müzenin ve
Koruma Kurulu’nun haberi olmadan arkeolojik kazı
alanını müteahhitin dozerleri basıyor. Dozere
vücuduyla direnmeye çalışan arkeolog Şeniz Atik, çok
geçmeden Kültür Bakanlığı tarafından geçici görevle
Kilis’e gönderiliyor. İnşaatlar, kazı bitmediği
halde devam ediyor. Koruma Kurulu’ndan hala ses yok.
Başbakan’ın Cumartesi günü temelini attığı,
İstanbul’un tarihi bölgelerini etkileyen Avrasya
Tüneli’nin de bölge koruma kurulları tarafından
onaylanması gerekiyordu. Gelgör ki, müteahhit
Türk-Kore Ortak Girişim Grubu ile devlet arasındaki
sözleşme 13 Ocak 2009’da imzalanmıştı. Yani projenin
İstanbul’u koruyup koruyamadığına karar verilmeden
önce! Nitekim IV Numaralı Koruma Kurulu, projeye
direndi. Tüp geçidin tarihi yarımadaya çıkmasına
onay veremeyeceğini ifade eden İstanbul Üniversitesi
öğretim üyesi, 12 Ağustos 2010’da Ankara’daki
Yenileme Kurulu’na atandı. Karar, üniversite
temsilcisi üyelerin bulunmadığı bir toplantıda, 11
Ekim 2010’da imzalandı. Toplantılardan birine Kültür
Bakanı Günay da katılmıştı.
Başbakan arkeolojik şeylerden konuşunca, siyasiler
de o şeyler hakkında, arkeologlardan daha çok
konuşuyor. Yukarıdaki örneklerde olduğu gibi, koruma
kurulları ya susuyor ya da görevini yapamıyor.
Gelgör ki üye dağılımı yatırım projelerini
kolaylaştıracak şekilde genişletilmesine rağmen bu
kurullar, Başbakan’a göre “anlatılamayacak kadar çok
engel” çıkarıyor!
Arkeoloji geciktirmedi
Başbakan, Marmaray konusunda doğruyu da söylemiyor.
Çünkü söylenen gecikmeye arkeolojik buluntular neden
olmadı. Evet, araştırma sonuçları ve kurul kararları
Marmaray’ın belli noktalarda tadil edilmesine neden
oldu. Örneğin ilk projede, tüp ve tünellerden gelen
trenlerin Yenikapı istasyonunda yeryüzüne çıkması
planlanıyordu. Buranın Koruma Kurulu kararıyla
arkeolojik park ilan edilmesi üzerine delme tünel
uzatıldı ve çıkış Yedikule’ye kaydırıldı. Projenin
gecikmemesi için benzer değişiklikler, başka
noktalarda da yapıldı.
Başbakan söylemleriyle sadece bilim insanlarına
değil, projenin kendisine de zarar veriyor. Çünkü
Marmaray, onun ve çoğunun algıladığı gibi Boğaz’daki
tüp ve delme tünellerden ibaret değil. Bu ikisinin
toplam uzunluğu 13,6 km. Geriye kalan ve yüzeyde yer
alan hattın uzunluğu ise 63 km. Bu hattın yeniden
inşasını üstlenen ve 21 Haziran 2007’de işe başlayan
Fransız Alstom firmasının başını çektiği grup, 19
Temmuz 2010’da “mevcut şartlarda projeye devam
edemeyeceği” gerekçesiyle işi bıraktı. Planlanan
takvimin çok gerisindeydi. Üç yıl süre nasıl
harcandı? Acaba grubun yapamadığı işlerin ve
ayrılmasının nedeni de “arkeolojik şeyler” miydi?
Radikal İki, Yazı: Gökhan Tan - Bilgi
Üniversitesi, 06.03.2011
|
HATTUŞAŞ SFENKSİ KONUSUNDA TÜRKİYE'YE MESAJ
Federal Almanya’nın Medya
ve
Kültürden Sorumlu Devlet Bakanı Bernd Neumann, Alman
haber ajansı dpa'ya verdiği demeçte, “Eğer bu heykel
Türkiye için bu kadar önemliyse, o zaman bunu oturup
sağduyulu bir şekilde konuşabilmemiz ve ortak bir
çözüme ulaşabilmemiz gerekiyor” dedi.
Türk
Kültür Bakanı Ertuğrul Günay'ın ültimatom verir
tarzda konuşması için “bu doğru bir yol değil” diyen
Neumann, gelecek aylar içerisinde Türk uzmanlarla
konuyu ele alacaklarını, Bakanlık, diplomatlar ve
müzeyle yapılacak görüşmenin ardından, nihai kararın
verilebileceğini söyledi.
Berlin Eyaleti Kültür Bakanlığı Müsteşarı Andre
Schmitz,önceki hafta yaptığı açıklamada, sfenksin
Türkiye'ye iade edilebileceği mesajını vermişti.
İki Hattuşaş Sfenksi, restorasyon amacıyla 1915
yılında Almanya'ya getirilmiş, sfenkslerden biri
1924 yılında
İstanbul'a gönderilmişti. Diğer sfenks ise 1934 yılından
itibaren, Berlin'deki Bergama Müzesinde
sergileniyor.
Türk Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, Alman
Tagesspiegel gazetesine verdiği demecinde, Hattuşaş
Sfenksi'nin, haziran ayı ortasında yeni kazı
sezonu başlayana kadar iade edilmemesi durumunda,
Türkiye'de kazı çalışmaları yapan Alman Arkeoloji
Enstitüsü'nün kazı lisansını iptal edeceğini
söylemişti.
Alman Arkeoloji Enstitüsünün Hititlerin başkenti
Boğazköy'deki (Hattuşaş) kazıları, kurumun 105
yıldır süren en önemli projelerinden birini
oluşturuyor.
Radikal, 06.03.2011
|
ÖDENEK BİTTİ, RESTORASYON BİTMEDİ

Çanakkale Kordon boyunda İl Kültür ve
Turizm Müdürlüğü ve sanat galerisi olarak hizmet
veren tarihi Necip Paşa Konağı'nın restorasyonu İl
Kültür ve
Turizm Müdürü Şinasi Haznedar ile Çanakkale
Belediye Başkanı
CHP'li Ülgür Gökhan'ı karşı karşıya getirdi.
Haznedar, kendisini
birilerinin sözcüsü olmakla suçlayan Başkan Ülgür
Gökhan'a, "Ben Kültür ve
Turizm Bakanlığı'nın Çanakkale'deki sözcüsüyüm.
Ergenekon'un sözcüsü, üyesi mi olayım?" diyerek
yanıt verdi.
Çanakkale Kültür ve
Turizm Müdürü Şinasi Haznedar ile Çanakkale
Belediye Başkanı Ülgür Gökhan arasında bir yıldır
yerel konularda yaşanan söz düellosu en son Necip
Paşa Konağı'nın restorasyonu konusunda yaşandı.
Kordon boyunda bulunan, mülkiyeti Çanakkale
Belediyesi'ne ait eski Necip Paşa Konağı ve bugün
alt katı sanat galerisi, üst katı İl Kültür ve
Turizm Müdürlüğü tarafından kullanılan tarihi
binanın restorasyonu ödenek yetersizliğinden yarım
kaldı. Geçen yıl haziran ayında başlatılan
restorasyon çalışması için gönderilen 500 bin lira
ödenek bitti, ancak restorasyon bir türlü bitmedi.
Bu durum, mülkiyet sahibi Çanakkale Belediyesi'nin
Başkanı Ülgür Gökhan tarafından eleştirildi. Başkan
Gökhan'ın yerel gazetelere de yansıyan suçlayıcı
açıklamaları üzerine Kültür ve
Turizm Müdürü Haznedar bir basın toplantısı
düzenledi.
Başkan Gökhan'ın açıklaması olarak yerel
gazetelerde, 'Öğren de gel', 'İnsanda utanma duygusu
olur', 'Birilerinin sözcüsü' gibi başlıklarla
yayınlanan haberlere yanıt veren Kültür ve
Turizm Müdürü Şinasi Haznedar şunları söyledi:
"Kültür ve
Turizm Bakanlığı'nın Çanakkale'deki sözcüsü
benim. Sevseler de sevmeseler de Kültür ve
Turizm Müdürü benim. Ben Kültür ve
Turizm Bakanlığı'nın Çanakkale'deki sözcüsüyüm.
Ergenekon'un sözcüsü, üyesi mi olayım?"
Haznedar, tarihi binanın restorasyonu için yaklaşık
500 bin lira harcandığını, tamamlanması için 500 bin
lira daha ek ödeneğe ihtiyaç olduğunu, Bakanlığın bu
ödeneği göndereceğini ve restorasyonun
tamamlanacağını kaydederek, "Ancak Başkan Gökhan,
binayı geri almak istiyorsa buyursun alsın. Belediye
olarak burayı yapmak istiyorsa bundan da memnun
oluruz" diye konuştu.
Cnn Türk, 06.03.2011
|
BU KEZ 'HOŞGÖRÜ'LÜ KRİZ

Kars'taki 'ucube' krizinin külleri daha
soğumamışken bu kez İstanbul'da 'Hoşgörü Anıtı'
krizi patladı. Yerebatan Sarnıcı'nın üstü,
Ayasofya'nın karşısına anıt olur mu olmaz mı?
tartışmalarına konu olay şöyle gelişti:
- İsrail'in Mavi Marmara baskınına tepki olarak
hoşgörü anıtı yapılması fikri doğdu. CHP'li İl Genel
Meclisi üyesi Erhan Boza, 'Osmanlı ve Türk
devletinin hoşgörüsünü gösterecek, 1492 yılında
Osmanlı'nın İspanya'dan kaçan Yahudilere kucak
açmasını simgeleyen bir anıt dikilelim' diye önerge
verdi. Önerge AK Parti ve CHP'li 5 üyeden oluşan
Kültür Sanat Komisyonu'na gitti.
- Komisyon 'Tarih boyunca yardımseverliği ve
hoşgörüsü ile bilinen Türk devleti ve Kanuni'den bu
yana Osmanlı padişahları, gayrimüslimlerin özgürce
yaşamaları için her türlü tedbirler almış ve
uygulamışlardır. Dünyada baskı gören halklara, 1492
yılında ispanya'dan sürülen Yahudilere kucak açtığı
gibi savaş döneminde Alman bilim adamlarına da
kapılarını açmıştır. Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşlarının dışındaki hakların farklı inanç ve
kültürel yapıları özgür olmaları için haklar
tanımıştır. Tanımaya da devam ediyor' diyerek
devletimizin tarih boyunca tüm halklara gösterdiği
özgür yaşam hakkı hoşgörü anıtı ile sembolize
edilsin' dedi. İl Genel Meclisi Oy Birliği ile
anıtın yapılmasına karar verdi.
- Anıtın nereye dikileceği merak konusu
oldu. CHP'li üye Bozan bir önerge daha verdi, anıtın
Yerebatan Sarnıcı üzerinde olduğu için yıkılacak
olan İl Genel Meclisi binasının yerine yapılmasını
önerdi. Öneri, 'Tarihsel mirasa en güzel şekilde
sahip çıkma, kültür ve sanata saygının gereği olarak
yıkılacak olan İl Genel Meclisi binasının yerine
evrensel hoşgörümüzü temsil edecek bir hoşgörü anıtı
yapılması uygun olacaktır' kararı oybirliği ile
kabul edildi.
- Meclis'in kararı 'Tarihi yarımadada,
tarihi Yerebatan Sarnıcı üzerinde ve Ayasofya'nın
tam karşısında anıt olur mu?' tartışması başlattı.
Kültür Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü
'anıt fikri güzel sanatsal destek veririz' dedi.
- İstanbul İl Kültür Müdürlüğü ise 'Fikir güzel ama
Tarihi Yarımada dışında bir yere yapılmalı' diye
görüş bildirdi. Meclis Kültür Sanat Komisyonu ise
'oradan daha güzel bir yer olamaz. Halkın
temsilcileri karar aldı' diye kararında direniyor
- Kültür Sanat Komisyonu Başkanı AK Partili
Hakkı Cesur Kılıç 'Bu anıt için İstanbul'un
parlamentosu karar verdi. Biz kurumlara sadece görüş
soruyoruz. Fikir alıyoruz, öneri değil' dedi.
Komisyonun kararı Meclis tarafından oybirliği ile
kabul edildi. Komisyonun CHP'li üyesi İhsan Alpaslan
'Kararı İstanbul Valiliği uygulamaya koyacak.
Turistlerin yoğun olacağı bu bölgede anıt Türkiye'de
bir ilk olacak. Yabancı turistlerde geldiğinde
hoşgörü anıtı önünde fotoğraf çektirecekler' dedi.
- İstanbul İl Kültür Müdürü Ahmet Emre
Bilgili ise 'Sarnıca binen yükten dolayı Meclis
binası yıkılıyor. Park olacak. Anıtın yapılma bir
yükün yeniden sarnıca binmesi demek. Buna kurul
zaten izin vermez' diye konuştu. Şimdi herkes park
olarak düzenlenecek Yerebatan Sarnıcı'nın üzerine
Hoşgörü anıtının yapılıp yapılamayacağını merak
konusu oldu.
Akşam, Haber: Ercan Sarıkaya, 06.03.2011
Kars'ta 'ucube'
tartışmaları sürerken İstanbul İl Genel Meclisi'nin
Yerebatan Sarnıcı üzerine 'Hoşgörü Anıtı' kararı
uzmanları karşı ikiye böldü. Bazı uzmanlar
'Yapılmasında sakınca yok ancak yapılacak anıtın
sarnıca getireceği yük iyi hesaplanmalı ' derken,
bazıları ise 'Kars'taki insanlık anıtı tarih yapılar
bahane gösterilerek yıkılmak istenirken eşsiz tarihi
eserlere sahip tarihi yarımadanın ortasına yapılacak
anıtın yeri de, yapılış amacı da yanlış' diye
tepkisini dile getirdi.
MSÜ Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Yaşar Çoruhlu, 'Çok ağır ve Yerebatan
Sarnıcı'na zarar verecek ağırlıkta bir anıtın asla
orada olmaması gerekir. Bu tür anıtların toplumsal
mutabakatla yapılması gerekir ki bundan sonra
gelecek olan siyasi irade bu anıtı kaldırmaya
yeltenmesin' dedi.
İstanbul 2 Numaralı Koruma Kurulu Başkanı
Prof. Dr. Mete Tapan 'İl Genel Meclisi binası
yıkılması ve park olarak düzenlenmesi ve bir anıt
dikilmesi güzel olabilir. Ancak bunun yükünün ne
kadar olacağı da önemli. Yerebatan Sarnıcı'nın
üzerine hiç yük binmeyecek diye bir şey yok. SİT
alanı olduğu için kuruldan izin alınmalıdır. Kurul
izin verirse oraya uygun bir anıt yapılmasında
sakınca yok' dedi.
Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhçu
'Kars'taki insanlık anıtı yıkılmaya çalışılırken,
tarihi yarımadaya tarihi değerlerin ortasına
böylesine yapay bir anıtın yapılması doğru değil.
Yeri de, yapılma amacı da, yanlıştır ve
samimiyetsizdir. Dünyanın gözbebeğinde hoşgörü
anıtının politik nedenlerle gündeme getirilmesi de
yaklaşımın samimiyetten uzak olduğuna belgesidir'
dedi.
Topkapı Sarayı Müze Başkanı Prof Dr İlber
Ortaylı 'Meclis binasının kaldırılması önemli bir
karar. Ama anıt yapmadan önce sarnıcın haritasının
çıkartılması lazım. Anıt çok büyük olursa sarnıca
zarar verir ve Ayasofya'nın siluetini etkiler.
Harita çıkartılmadan anıt yapılması doğru değildir'
dedi.
Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi eski Başkanı
Erhan Demirdizen 'Tarihi yarımadada ilk anda siyasi
sembolleri olan bir şey yapmak yerine kamuoyuna
açmak gerekir.Bence bu tür anlam taşıyan heykellerin
daha büyük meydanlarda ve halkın çok yoğun olduğu
alanlarda olması gerekir' dedi.
Akşam, Haber: Ercan Sarıkaya, 07.03.2011
******
GÖZEBATAN HOŞGÖRÜ VALİLİĞE TAKILDI
Kars'ta 'ucube'
tartışmaları sürerken İstanbul İl Genel Meclisi'nin
Yerebatan Sarnıcı üzerine 'Hoşgörü Anıtı' kararını
AKŞAM 'Gözebatan Hoşgörü' manşetiyle duyurdu.
Haberin yayınlanmasının ardından 'Sarnıcın üzerine
anıt olur mu' tartışmaları başladı. Bazı uzmanlar
'Yerebatan Sarnıcı'nın üzerine Anıt yapılmasında
sakınca yok ancak sarnıca getireceği yük iyi
hesaplanmalı' derken, bazıları ise 'Kars'taki
İnsanlık Anıtı, tarihi yapılar bahane gösterilerek
yıkılmak istenirken eşsiz tarihi eserlere sahip
tarihi yarımadanın ortasına yapılacak anıtın yeri
de, yapılış amacı da yanlış' diye tepkisini dile
getirmişti. Bu tartışmalar sürerken anıtla ilgili
İstanbul İl Özel İdaresi Genel Sekreter Sabri Kaya
AKŞAM'a konuştu. Kaya 'Meclis'in aldığı karar
tavsiye niteliğindedir. Meclis, Sultanahmet
Meydanı'na anıt dikeceğiz dese onu da mı
uygulayacağız? Yıkılacak meclis binasının yeri yeşil
alan olarak düzenlenecek. Yıkılacak binayla birlikte
Turizm Polis Merkezi, eski sıbyan mektebini de içine
alan arazinin projelendirme çalışmaları sürüyor.
Koruma Kurulu'na göndereceğimiz projede anıt yok'
dedi. Anıt fikrini meclise taşıyan CHP'li Meclis
üyesi Erhan Bozan ise ' Meclis tavsiye değil anıtın
yapılması yönünde bir karar aldı. Koruma Kurulu'nun
onayından sonra tarihi yapıya uygun sarnıca zarar
vermeyecek bir anıtın yapılması gerekir' dedi. Öte
yandan İl Genel Meclisi binasının yıkımının iki ay
içinde tamamlanacağı öğrenildi.
Akşam, Haber:
Ercan Sarıkaya, 08.03.2011
|
MİNİKLERE 'ARKEOLOJİ'Yİ ANLATTILAR
Mersin’in
merkez ilçesi Mezitli’deki ilköğretim okulu
öğrencilerine arkeoloji anlatıldı.
Gerçekleştirilen eğitim çalışmalarıyla da
öğrencilerin arkeolojik kalıntılara sahip çıkarak,
arkeolojik tahribatın önlenmesi noktasında da
çocuklar aracılığıyla toplumda bir bilinç
oluşturulmasının hedeflendiği bildirildi.
Arkeo-Sev Proje Girişimi ile Mersin Üniversitesi Arkeoloji Topluluğu (MART) tarafından ortaklaşa yürütülen çalışmalar kapsamında merkez İlçe Mezitli’de eğitim-öğretim faaliyetlerini sürdüren Muhittin Develi İlköğretim Okulu’nda ‘Arkeolojik Tahribatı Önleme ve Arkeolojik Mirasımızı Koruma’ adı altında bir eğitim semineri gerçekleştirildiği bildirildi. Mezitli Kaymakamı Kamil Kıcıroğlu, Mezitli Belediye Başkan Yardımcısı Enver Küçükalıç, İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Şube Müdürü Mustafa Duran, Mersin Üniversitesi (MEÜ) Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Serra Durugönül, Arkeo-Sev Proje Girişimi Sözcüsü Safa Kaçmaz’ın da katıldığı etkinliğe öğrenciler de yoğun ilgi gösterdi.
Seminerde; ‘Arkeolojik Mirasımızı Koruma’ adı
altında bir sunum yapan MEÜ Arkeoloji Bölümü Öğretim
Üyesi Yrd. Doç.Dr. Ümit Aydınoğlu, arkeolojinin
tanımını yaparak başladığı konuşmasında tarihsel
kalıntılar, eski antik kentlerden görünümler ve
Mersin’in antik geçmişi hakkında katılımcılar bilgi
verdi. Aydınoğlu, minik öğrencilerin kendisine
yöneltmiş olduğu sorulara da yanıt vererek,
arkeoloji konusunda merak edilenler hakkında
açıklamalarda da bulundu. Konuşmaların ardından
eğitim seminerine katılan öğrencilere Kaymakam
Kıcıroğlu ve İlçe Milli Eğitim Müdürü Küçükalıç
tarafından sertifikaları takdim edildi. Eğitim
çalışmasının ardından Muhittin Develi İlköğretim
Okulu’nun koridorlarında MEÜ Arkeoloji Bölümü
tarafından hazırlanan panolarla birlikte öğrencilere
arkeolojiyle ilgili bilgiler aktarılırken, söz
konusu bilgilerin de görsel malzemelerle
desteklenmesi dikkat çekti.
ÇukurovaTurk, 05.03.2011
|
DİYARBAKIR'IN TARİHİ SURLARI İÇİN ALAN YÖNETİMİ VE
ALAN SINIRLARINI BELİRLEME ÇALIŞMASI BAŞLATILDI
Kuruluşu kesin
olarak bilinmeyen Diyarbakır surları
içerisinde yer alan İçkale, MS 349 yılında Roma
İmparatoru II. Constantius zamanında onarılmış ve
etrafı surlarla çevrilmiş. Birçok uygarlığın
izlerini taşıyan oyma, kabartma motifler ve
yazıtlarla bezeli ve sönmüş bir volkan olan
Karacadağ'dan çıkan bazalt taşlarla
yapıldığı için bozulmadan bugüne gelebilen
Diyarbakır surları, yaklaşık 6 kilometre
uzunluğunda. Şehri çepeçevre kuşatan ve Çin
Seddi'nden sonra en uzun sur olarak kabul ediliyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür ve Tabiat
Varlıkları Müzeler Genel Müdürlüğünce,
tarihi Diyarbakır surları
UNESCO'nun
Dünya Kültürel Miras Ön Listesine alınmıştı.
UNESCO'nun Dünya Kültürel Miras Ön Listeye alınması
nedeniyle Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nden gelen
uzmanlarca alan yönetimi ve alan sınırlarını
belirleme çalışması başlatıldı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürlüğü'nden Diyarbakır'a gelen
uzman Evrim Ulusan, Gökhan Çete ve İpek Özbek'ten
oluşan ekip, tarihi Surlarda incelemelerde bulundu.
Daha sonra Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter
Yardımcısı Mustafa Yıldız koordinasyonunda Belediye
Meclis Salonu'nda Alan Yönetimi ve Alan Sınırlarını
Belirleme Koordinasyon Toplantısı yapıldı.
Uzman ekip, ''UNESCO Dünya Miras Listesi ve
Türkiye'' ve ''Alan Yönetimi ve Yönetim Planı'' ile
ilgili sunum yaptı. Ekip, sadece Surların değil,
Suriçi İlçesi'nin bütünü, Ongözlü Köprü, Hevsel
bahçeleri ve Dicle Vadisi'nin alan sınırı olarak
belirlenmesi gerektiğini bildirdi. Bunun üzerine
alan sınırı Ongözlü Köprü, Hevsel Bahçeleri, Dicle
Vadisi, Suriçi İlçesi'nin tamamı alan sınırı olması
için görüş birliğine varıldı.
Belirlenen alanlarla ilgili kurumlardan görüş
alınacağı, sonra alan sınırının belirleneceği
bildirildi. Alan sınırının belirlenmesinin ardından
oluşturulacak alan yönetiminin tarihi Surlarla
ilgili 5 yıl geçerli olacak bir eylem planı
hazırlayacağı ve bu plana göre tarihi Surların
korunması ve restorasyonunun sağlanacağı belirtildi.
Toplantıya, Büyükşehir Belediyesi, Sur ve Yenişehir
ilçe belediye temsilcileri, Müze Müdürü Nevin
Soyukaya, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu üyeleri, meslek odaları temsilcileri, Dicle
Üniversitesi Mimarlık Fakültesi öğretim üyeleri
katıldı.
Yapı, 05.03.2011
|
DOĞA YÜRÜYÜŞÜNDE TARİHİ ESER BULDULAR
Efes antik kenti’nden başlayarak antik Karya yolu
güzergahında yürüyüş gerçekleştiren “Anadolu
Coğrafyası Keşif Ekibi”nin, Selçuk İlçesi'ne bağlı
Acarlar Köyü yakınında, üzerindeki toprağın
aşınmasıyla görünür hale gelen bir adet lahit kapağı
benzeri tarihi eser bulduğu bildirildi.
Yürüyüşü gerçekleştiren ekibe önderlik yapan
Zirve Dağcılık Selçuk Şube Başkanı Özgür Aydoğan,
yaptığı yazılı açıklamada, “Anadolu Coğrafyası Keşif
Ekibi” olarak antik Karya yolunda
gerçekleştirdikleri yürüyüşün Acarlar Köyü
yakınlarından geçen bölümünde lahit kapağına benzer
bir kalıntı tespit ettiklerini belirtti.
Toprağa gömülü vaziyette olan kalıntının,
muhtemelen son dönemde Yağan yağışlarla birlikte
üzerindeki toprağın aşınmasıyla açığa çıkmış
olduğunu tahmin ettiklerini anlatan Aydoğan, ilgili
makamlara bilgi verdiklerini kaydetti.
haberler.com, 05.03.2011
|
TARİHİ SİKKELERİ POLİSE SATMAYA ÇALIŞINCA YAKALANDI
Piyasa değeri yaklaşık 70 bin dolar olan sikkelerin
pazarlık safhası ve baskın anı saniye saniye
kameralara yansıdı.
Büyükçekmece’de bir ihbarı değerlendiren asayiş büro
amirliği ekipleri, 2 kişinin Roma dönemine ait
piyasa değeri yaklaşık 70 bin dolar olan 47 adet
altın ve bronz sikkeyi satmak istediğini öğrendi.
Kaçakçılarla müşteri gibi irtibata geçen polis,
buluşma yeri olarak Büyükçekmece Limanı’nı
belirledi.
Beyaz bir araçla buluşma yerine gelen 2 kaçakçı,
müşteri sandıkları polisle buluştu. Polis,
zanlılardan biriyle kıyıya bağlı bulunan bir yatta
pazarlık yapmaya başladı. Daha sonra dışarı çıkan
zanlı ve polis, ikinci şahısla bir araya geldi.
Bir müddet sahilde yapılan pazarlığın ardından
operasyonu yöneten müşteri kılığındaki polis, başını
kaşıyarak arkadaşlarına işaret verdi. Operasyonun
başlama işaretini alan diğer polisler ise, hızlı bir
şekilde üçlünün yanına yaklaştı.
Kameralar tarafından saniye saniye kaydedilen
operasyonda, zanlıların yanına yaklaşan polis memuru
ve müşteri kılığındaki polis, 2 zanlıyı kıskıvrak
yakaladı.Yakalanan zanlılar polis tarafından hemen
diz üstü çökertilerek kelepçe takılıp gözaltına
alındı.
Zanlıların polise göstermek için getirdikleri
Roma dönemine ait sikkelerin dışında, araçlarında da
bir çok sikke bulundu. Asayiş Büro önüne getirilen
araçta yapılan aramalarda, siyah bir poşet
içerisindeki diğer sikkelere de ulaşıldı.Adliyeye
sevk edilen zanlılar, tutuksuz yargılanmak üzere
serbest bırakıldı.
haber7.com, 05.03.2011
|
TAPULARI KİMİN ÜZERİNDE?

Bayındırlık ve İskan Bakanı Mustafa Demir,
Cumhurbaşkanlığı Köşkü arazisinin, Maliye
Hazinesinin de aralarında bulunduğu 34 hissedar
adına kayıtlı olduğunu bildirdi.
Demir, BDP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan'ın
önergesine verdiği yanıtta, kıyı alanına ilişkin
Bütünleşik Kıyı Alanı Planlarının yapıldığını, İzmit
Körfezi ve İskenderun Körfezi'nde planlama
çalışmalarının tamamlandığını belirtti. Antalya,
Samsun ve Sinop'taki çalışmaların tamamlanma
aşamasına geldiğini ifade eden Demir, tüm kıyıların
planlanması çalışmalarının 2014 yılı sonuna kadar
tamamlanacağını bildirdi.
Kıyıların, devletin hüküm ve tasarrufunda olduğunu,
kamu ya da özel, hiçbir şekilde mülkiyete konu
olamayacağını vurgulayan Demir, ''Kıyılarda
yapılacak yapılar Kıyı Kanunu'nda belirtilmiş olup,
bunun dışında yapı yapılması söz konusu değildir.
Dolayısıyla kıyı yapılarının 2B alanlarıyla bir
ilgisi bulunmamaktadır'' bilgisini verdi.
2011 yılı yatırım programına sunulan proje ile
Türkiye Coğrafi Bilgi Sistemi altyapısı kurulması
çalışmalarının Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca
sürdürülmesinin kararlaştırıldığını anımsatan Demir,
çalışmaların devam ettiğini, altyapı portalını bu
yıl içinde hizmete sunmayı amaçladıklarını kaydetti.
Binalarda Enerji Performansı Yönetmeliğine ilişkin
soruyu da yanıtlayan Demir, söz konusu yönetmelik
kapsamında, yapılacak yeni binaların tamamında
Enerji Kimlik Belgesi uygulamasının 1 Ocak 2011
tarihi itibariyle başladığını belirtti.
TOKİ'nin, 1 Ocak 2011 tarihinden sonra yapı ruhsatı
alacağı tüm binalar için enerji kimlik belgesi de
almak zorunda olacağını ifade eden Demir, mevcut
binaların ise 2 Mayıs 2017 tarihine kadar bu belgeyi
almaları gerektiğini kaydetti.
Bakan Demir, 444 bin 760 metrekare büyüklüğündeki
TBMM yerleşkesinin
tapusunun, Maliye Hazinesi adına kayıtlı
olduğunu, tahsis işlemlerinin TBMM adına yapıldığını
belirtti.
Demir, Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nün 8 parsel halinde
olduğunu, lojmanların bulunduğu parselin Maliye
Hazinesine, diğer parsellerin ise Maliye Hazinesinin
de bulunduğu 34 hissedar adına kayıtlı olduğunu
açıkladı.
Demir ayrıca,
Ayasofya'nın
tapusunun Fatih Sultan Mehmet Vakfı,
Akdamar Adası'nın
tapusunun da Maliye Hazinesi adına kayıtlı
olduğunu bildirdi.
Habertürk, 05.03.2011
|
GÜNAY: ESKİ ADLİYENİN ALTINDA ARKEOLOJİK KAZI
YAPACAĞIZ"
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay,
İstanbul’daki tahribatı bir ölçüde toparlamaya
çalıştıklarını belirterek, ”Ama ne yazık ki o kadar
büyük tahribat olmuş ki, en az 100 yılın yarattığı
tahribatı 10 yılda gidermek zor. Belki 25 yılda
giderilebilir” dedi.
Beyoğlu Belediyesince düzenlenen ”Beyoğlu
Sohbetleri” etkinliğine konuşmacı olarak katılan
Günay, İstanbul’da bir zamanlar yanlış işlerin
yapıldığını, yanlışı düzeltmenin çok kolay
olmadığını, yapılacak düzeltmelerin ciddi bir maddi
değeri bulunduğunu, İstanbul’un ”gözüne sokulmuş
olan çöpleri” temizlemeye çalıştıklarını kaydetti.
Günay, İstanbul’un 100 yıldan bu yana ciddi bir
çöküntü yaşadığını, birkaç imparatorluğa başkentlik
yapan İstanbul’un çok özel ve önemli bir şehir
olduğunu, ancak gereken özenin, duyarlılığın
gösterilmediğini aktardı.
Üreten bir şehir olan İstanbul’un tüketen bir
şehir haline getirildiği için çökmeye başladığını,
bu nedenle şehrin kolayca tahrip edildiğini
vurgulayan Günay, İstanbul’u doğru şekilde
planlayamayanların bunda vebali bulunduğunu söyledi.
Günay, şöyle devam etti:
”Biz şimdi İstanbul’daki tahribatı bir ölçüde
toparlamaya çalışıyoruz, bir ölçüde gidermeye
çalışıyoruz. Ama ne yazık ki o kadar büyük tahribat
olmuş ki en az 100 yılın yarattığı tahribatı 10
yılda gidermek zor. Belki 25 yılda giderilebilir.
Cumhuriyet’in 100. yılında hayalimiz ve hedefimiz,
şehirlerimizin tarihsel dokusunu yeni baştan
canlandırabilmek olmalı. Eğer baştan planlama
yapılmış olsaydı, İstanbul, hiç olmazsa tarihi
yarımada bir eğitim, finans, bilim ve sanat merkezi
olarak planlansaydı, Paris’in ya da Roma’nın aldığı
turisti alabilirdi. İstanbul’a en az 15-20 milyon
turist gelmeli. İyi şeyler yapılıyor. Büyük gayretle
çalışmalarımızı yapıyoruz.”
Günay, Beyoğlu Pera’da mümkün oldukça yeni bina
yapılmaması, tarihsel dokunun korunması gerektiğini
belirtti. Tarihi dokunun yanına bir biçimde zaman zaman bir
çıkıntı yapmaya çalışanlara izin verilmemesini
isteyen Günay, ”Tarihi yarımadada ve Pera’da uzun
bir süre temizlik yapılmasına ihtiyaç var. Var olan
o eklentileri, beton yapıları, salaş yapıları
temizleyerek önce bir ne olduğunu anlamaya ihtiyaç
var” diye konuştu.
Bu yerlerde çok sayıda temizlenmesi,
arındırılması gereken yapılaşma olduğunu anlatan
Günay, bunların öncelikle temizlenmesi ve yerel
yönetimlerin bu konuda duyarlı davranması
gerektiğini kaydetti. Temizlik sürecinden sonra asıl dokuya zarar
vermeyecek şeylerin yapılabileceğini savunan Günay,
”Geçmiş dönemlerde İstanbul’un tarihine karşı büyük
yanlışlar değil, bence büyük suçlar işlendi.
İstanbul’un tarihine karşı işlenen çok büyük suçlar
var” dedi.
Tarihi dokuları bunlardan arındırmaya
çalıştıklarını aktaran Günay, sözlerini şöyle
sürdürdü:
”İstanbul’da gözümüze, göz bebeğimize sokulmuş
çiviler var. Bunların çıkarılması çok saygıdeğer
davranışlardır. Dolmabahçe Stadyumu konusu var. Bu
benim önüme zaman zaman bir dayatma olarak
getiriliyor. Dolmabahçe Stadyumu 1940′ta yapılmış
galiba. Stadyum yapıldığı zaman birçok yerde top
koşturacak alan var, ama bir tarih bilinçsizliğiyle
mi, yoksa bir kasıtla mı, (ben kasıtla olduğunu
düşünüyorum) Dolmabahçe Sarayı’nın arkasına bir
stadyum yapılmış. O vadinin içine stadyum sokulur
mu? Adı üzerinde dolgu alanı üstünde. Dolmabahçe
orası… Dolgu. Eminönü Yeni Cami kazık üzerine
oturtulmuştur, Dolmabahçe de öyledir. Siz bu tarafa
on binlerce insanın tepineceği bir alan yaparsanız,
zaman içinde Dolmabahçe denize doğru akmaya
mahkumdur.”
Bu stadyumla ilgili yeni bir proje hazırlandığını
anlatan Günay, ”(Bu yetmez, burayı büyütelim)
diyorlar. (Stadyumu genişletelim, araya kongre
merkezi koyalım, bir de otopark koyalım) diyorlar.
Arkadaşlar, böyle bir şey olabilir mi? Bu konuda
zorlanıyorum. Stadyumları şehir dışına, trafiğin
tıkanmayacağı yerlere alalım” diye konuştu.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, İstanbul
Adalet Sarayı’nın tamamlandığını belirterek, ”Eski
adliyeyi kaldıracağız ve altında arkeolojik kazı
yapacağız. Tarihi yarımadada yeni bir arkeolojik
park ortaya çıkacak” dedi.
Beyoğlu Belediyesince düzenlenen ”Beyoğlu
Sohbetleri” etkinliğinde konuşan Günay, İstanbul’da
tarihi dokuya zarar verecek yeni yanlışların
yapılmaması için çalıştıklarını belirtti.
Günay, yapılacak çok sayıda iş olduğunu,
kendisinin de hayal ettiği birçok şeyi yapamadığını,
her şeyin bir şekilde maddiyata dayandığını söyledi.
Günay, ”yapılsın” dediği bir işin ancak iki yıl
sonra fiziki anlamda ilerleme noktasına geldiğini
dehşetle gördüğünü, bürokrasinin ağır işleyişinin
kendisini de ürküttüğünü anlattı.
Bu sürece rağmen insanların niyetinin önemli
olduğunu anlatan Günay, ”Koruma ve kullanma bilinci,
niyeti önemli. ‘Bir işi yapalım, orayı kapatalım’
kesinlikle demiyorum. Oraya bir insan nefesi
değmeli. Ama geçmiş yıllarda bir rant meselesi
yaşadık. İstanbul, 1980′li yılların sonunda bunu
hunharca yaşadı. Bu yanlışlardan kendimizi
arındırmaya çalışalım ve bambaşka bir tarihi doku
içinde, yaşam kalitesi yüksek bir İstanbul
oluşturmaya çalışalım” ifadesini kullandı.
Birçok projeyi hayata geçirdiklerini vurgulayan
Günay, şöyle devam etti:
”İstanbul Adalet Sarayı tamamlandı. Benim
hayalim, eski adliyeyi kaldıracağız ve altında
arkeolojik kazı yapacağız. Belediyeyle de herhalde
mutabık kalacağız. Ve tarihi yarımadada yeni bir
arkeolojik park ortaya çıkacak. Beyoğlu için de aynı
şey geçerli. Buralarda bir süre yeni bina yapmadan
yaşayalım. Buranın değeri de artacak, bereketi de
artacak, yaşam kalitesi de artacak. Böyle bir şey
hayal ediyorum. Bunlara başladık.”
Türkiye’yi geçen yıl 28,6 milyon yabancı turistin
ziyaret ettiğini, bu rakamın 2002′de 14 milyon
olduğunu aktaran Günay, 8 yılda 15 milyonluk bir
artış sağladıklarını, turizm gelirlerinin de çok
arttığını kaydetti.
Türkiye’nin dünya pazarında çok bilinen bir ülke
haline geldiğini, 2009′da dünyada çok ciddi
gerilemeler yaşandığını anlatan Günay, ”2009′da
dünyada İtalya geriye gitmedi, sınırlı bir noktada
durdu. Biz geriye gitmedik. Geriye gitmeyen bir
üçüncü ülke daha var. Diğer ülkelerin hepsi geriye
gitti. Türkiye, istikrarlı bir gelişme çizgisi
gösteriyor. Biz de bunun altyapısını oluşturmaya
çalışıyoruz” diye konuştu.
Mısır’ın çok önemli bir turizm yeri olarak
bilindiğini aktaran Günay, şunları söyledi:
”Mısır’a gelenler kadar sadece artık Antalya’ya
gelen turist var. Antalya aşağı yukarı tek başına
Mısır’ı karşılıyor. Antalya bu sene 9,5 milyonu
geçti. Mısır da galiba 12 milyon civarında. Yani
bizim Antalya ve Muğla, Yunanistan’ı karşılıyor.
Bizim artık rakiplerimiz İspanya, İtalya, Fransa… Bu
ülkelerle yarışıyoruz. Biz bundan sonra orada ne
varsa, hayat tarzı, yaşam kalitesi, sunum, konfor
itibariyle ne varsa bunları yapmak zorundayız. Onun
için tarihe, müzelerimize, turizme çok daha fazla
kaynak ayırıyoruz. Mesela 2002′de Türkiye’de 52 tane
arkeolojik kazı varmış. 2010 yılı sonu itibariyle
111 yeri kazıyoruz, 40 da yabancı kazımız var.
Toplam 151 ediyor. İddia ediyorum, bu coğrafyada bu
kadar arkeolojik kazı yok.”
Zaman, 04.03.2011
******
"STATTA TEPİNİYORLAR, DOLMABAHÇE KAYIYOR"

"Beyoğlu Sohbetleri"ne konuşmacı olarak katılan
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, İstanbul'un
tarihi değerleri ile ilgili çok konuşulacak
açıklamalar yaptı.
Günay, "Geçmiş dönemlerde İstanbul'un tarihine
karşı büyük yanlışlar değil, bence büyük suçlar
işlendi. Bunu düzeltmek kolay değil. 100 yılın
yarattığı tahribatı 10 yılda gidermek zor. Belki 25
yılda giderilebilir" dedi. Bakan Günay, konu
Dolmabahçe'ye geldiğinde birbirinden çarpıcı
ifadeler kullandı.
"İstanbul'da gözümüze sokulmuş çiviler var. Bunların
çıkarılması çok saygıdeğer davranışlardır.
Dolmabahçe Stadyumu konusu var. Bu benim önüme zaman
zaman bir dayatma olarak getiriliyor. Dolmabahçe
Stadyumu 1940'larda yapıldı. Birçok yerde top
koşturacak alan var, ama bir tarih bilinçsizliğiyle
mi, yoksa bir kasıtla mı, -ben kasıt olduğunu
düşünüyorum- Dolmabahçe Sarayı'nın arkasına
yapılmış."
"O vadinin içine stadyum sokulur mu? Adı üzerinde
dolgu alanı.. Dolmabahçe orası... Dolgu... Eminönü
Yeni Cami kazık üzerine oturtulmuştur, Dolmabahçe de
öyledir. Siz bu tarafa on binlerce insanın
tepineceği bir alan yaparsanız, zaman içinde
Dolmabahçe denize doğru akmaya mahkumdur."
"Stadyumla ilgili yeni bir proje hazırlanmış ‘Bu
yetmez, burayı büyütelim' diyorlar. ‘Stadyumu
genişletelim, araya kongre merkezi koyalım, bir de
otopark koyalım' diyorlar. Arkadaşlar, böyle bir şey
olabilir mi? Bu konuda zorlanıyorum. Stadyumları
şehir dışına, trafiğin tıkanmayacağı yerlere
alalım..."
Habertürk, 07.03.2011
|