Haberler logo Nisan '11 Arşivi

24 - 30 Nisan 2011

'İNSANLIK ANITI' ÇÖPLÜĞE GİDECEK

 

 

Başbakan Erdoğan'ın 8 Ocak'taki Kars ziyareti sırasında 'Ucube' dediği, Kars eski Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu tarafından ünlü heykeltıraş Mehmet Aksoy'a yaptırdığı İnsanlık Anıtı'nın yıkım işlemi bu akşam saat 17.00 itibariyle başladı. Yıkım işini üstlenen firma yetkilileri, ''Şu anda anıt için karotla delme işlemini başlattık. Karot işlemlerinin ardından 2 veya 3 gün içerisinde tam olarak kesme işlemlerine başlayacağız'' dedi.

Yıkım işini yüklenen AFŞİN İnşaat firması çalışanları, Kars Belediyesi ile resmi sözleşmeyi imzalamalarının ardından geçtiğimiz pazar günü kurmaya başladıkları iskeleye çıkarak karotla anıta ilk darbeyi vurdu. İşçilerin yaptıkları ilk işlemle, anıtın Erzurum'a doğru olan insan figürünün göğsü karot ile delinerek beton ve demir parçaları alındı. Heykelden aldıkları beton parçalarını gösteren firma yetkilileri, 'Allah kaza bela vermesin ve hayırlı olsun' dedi.

Firma yetkilileri ayrıca heykeli yıkma işleminin göründüğü kadar kolay olmadığını vurgulayark, ''Şu anda anıt için karotla delme işlemini başlattık. Karot işlemlerinin ardından 2 veya 3 gün içerisinde tam olarak kesme işlemlerine başlayacağız. Kesme işlemiyle birlikte 300 tonluk vinçlerle kesilen parçaları belediyenin belirlediği çöplüğe atacağız. Karot adı verdiğimiz delme yöntemiyle anıttan aldığımız beton parçaları ile bundan sonra kesme işlemini ne şekilde yapacağımızı belirledik. Ayrıca kesme işlemini yapmak için birkaç tane daha alternatif makinelerimiz ve yöntemlerimiz de mevcut" diye konuştu.

Habertürk, 23.04.2011

 

******


"MECLİSTEKİ UCUBELER YIKILSIN"

 

 

Başbakan Erdoğan tarafından “ucube” olarak nitelendirildikten sonra kaldırılması için hazırlıklara başlanan “İnsanlık Anıtı” önünde bir araya gelen sanatçılar, yıkımı protesto ettiler. İstanbul, Kocaeli, Eskişehir, İzmir, Ankara, Hatay, Erzurum, Sivas, Mersin, Berlin, İngiltere ve İsveç’ten gelen sanatçılar ve sanatseverler, heykelin önünde Mehmet Aksoy ile birlikte basın açıklaması gerçekleştirdiler. Kars halkının yoğun katılımı ile gerçekleşen açıklamada sık sık “Kars’a sahip çık, boyun eğme”, “Barışa uzanan eller kırılsın”, “Susma Haykır Halklar Kardeştir” sloganları atıldı.

 

Aralarında Edip Akbayram, Tarık Akan, Suavi, Rutkay Aziz, Onur Akın, Menderes Samancılar gibi sanatçıların yeraldığı eyleme Erzincan eski Cumhuriyet Başsavcısı ve CHP Denizli Milletvekili adayı İlhan Cihaner, Avukat Turgut Kazan, Kars eski Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu da katıldı. Kent merkezinde bir araya gelen yaklaşık 2 bin kişi buradan Sukapı Mahallesi’nde bulunan İnsanlık Anıtı önüne otobüs, minibüs ve otomobillerle gitti. Anıtın önünde yapılan açıklamanın ardından uçurtmalar uçuruldu. 15-20 saatlik yollardan gelen yüzlerde en ufak bir yorgunluk ifadesi yoktu. Topluluk arasından yaşlı bir amcanın, “Başbakan ucube olmuş ucube”, “Meclisteki ucubeler yıkılsın” diye bağırıyordu.

 

Burada konuşan Ressam Mehmet Güleryüz, “Biz bir yıkımın şahidi olarak bir araya gelmedik, tersine hafızalarınıza kazımak için burdayız. Bunu kaldırsalar da çocuklara anlatılacaktır. Bu hafızalarda bırakacağı nokta, anıtın bırakacağı boşluktur” dedi.


Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ, gönderdiği mesajda Cumhuriyetin ilk yıllarındaki, sanatsız kalmış bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir anlayışından, bugün sanata çanak, çömlek, ucube diyen bir anlayışa gelmiş olmanın üzüntüsünü yaşadığını belirtti. Mehmet Aksoy’un Avukatı Turgut Kazan, İnsanlık Anıtı’nın yapım sürecinden başlayarak gelinen noktayı özetledi. Hukuk içerisinde çözüm yolu kalmadığını belirten Kazan, “Türkiye’de HSYK düzenlemesinden sonra ve 12 Eylül Referandumundan sonra etkin yargı denetimi kalmamıştır” dedi. CHP Denizli Milletvekili adayı İlhan Cihaner ise siyasi iktidarın sadece sanata düşman olmadığını belirterek, “derelerimize, hukukumuza, Kars’a düşman. 12 Haziran’da halk düşmanı iktidarı yıkıp, halkın iktidarını hep birlikte kuracağız” dedi.

 

Heykel’in yıkımını engellemesi için Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e gönderilen muktubu okuyan Oyuncu Rutkay Aziz, sanatçılar olarak Türkiye’de yaşanacak büyük bir ayıbı önlemek amacıyla koşup Karsa geldiklerini belirtti. Geldikleri zaman anıtın etrafına iskele kurduklarını ve ballandırarak bu anıtı nasıl yıkacaklarını anlatanları gördüklerini dile getiren Aziz, “bu durum karşısında insanlığımızdan utandık. Bu yıkım kararı hukuka aykırıdır. Bu yargısız infaz için bu acele niye. Sanatı ve sanatçının onurunu koruyun, kollayın. Heykel 18 parçaya bölünüp, belediyenin çöplüğüne atılacak hem de tüm dünyanın gözü önünde yapılacak. Bu olaya sessiz kalmayın. Barışa, sanata, kültüre düşman olanlar bize büyük bir Taliban ayıbı yaşatacaklar. Siz Cumhurbaşkanısınız buna seyirci kalmayın. Aksi halde UNESCO bunu araştıracak ülkemiz bunu hak etmiyor. Son bir umutla size başvuruyoruz. Hiç değilse bakanlık önerilere uygun davranılmasını, AİHM kurumunun çözümüne kadar yıkımın durdurulmasını sağlamanızı bekliyoruz” dedi.

 

 

Basın açıklamasından sonra gazetemize görüş bildiren Onur Akın, Türkiye’de “Sivas Katliamı”ndan bu yana, bir çok ucube işlerin gerçekleştiğini dile getirdi.

 

Tiyatro Eleştirmeni Üstün Akmen, tiyatroların ve sinemaların kapatılması, AKM’nin yıkılmaya çalışılmasıyla buraya kadar gelindiğini belirtti. Siyasi iktidarın heykele, resme toplu olarak sanata düşman olduğunu ifade eden Akmen, “Ancak heykelin yıkımından sonra, Aksoy’un bu heykelin yapımında döktüğü her damla ter, onların kafasına bir gün kaldırım taşı olarak yağacaktır” dedi.
Yapılmak istenenin bir kültüre, sanatçıya çok büyük bir saldırı olarak nitelendiren Edip Akbayram, yurttaşların yöneticilerini seçerken daha dikkatli olmaları gerektiğini dile getirdi.

 

“Karsa dikilen insanlık anıtında herhangi bir sorun varsa, bu olsa olsa sanatın sorunu olabilirdi şimdi ise siyasi bir sorun olmuştur” diyen, heykel sanatçısı Serrcihan Alioğlu, ucubeye karşı söylenecek son söz siyasi, hukuki ve estetik rezillik olduğunu belirtti.


Kar Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Yazar/Şair Niyazi Yaşar, idamın kalktığı bir süreçte, bir sanat yapıtının idam edilmek istenmesini insanlık suçu olarak nitelendirdi.

“Sanata, sanatçıya ve eserine yapılan saldırı bu ülkenin demokrasisine, özgürlüğüne yapılan en büyük saldırıdır. Bu saldırının Başbakan tarafından yapılması hepimizi incitmiş, derinden üzmüştür. Eğer ülke bu zihniyetle, bu bakış açısıyla yönetilecekse, zaten yönetilmiyor demektir. Biz hayatımız boyunca faşizme karşı mücadele ettik. Faşizme karşı mücadelenin temel ilkesi, insanların özgürlüğünü içerir. Eğer bu özgürlüklere yer verilmiyorsa, yapılan eserler devlet tarafından tahrip ediliyorsa, yıkılma fetvaları veriliyorsa biz yaşadığımız ülkede sadece utanç duyuyoruz” diyen Oyuncu Menderes Samancılar, hiçbir faşist saltanatın ayakta kalmayacağını belirterek, çok yakında halkın kendi iradesini kullanarak kendi bağımsızlığını kuracağına inandığını dile getirdi.


İnsanlık Anıtı'na, “Ucube” denmeden önce 2 yıl boyunca Mehmet Aksoy’un belgeselini çektiğini aktaran Oyuncu Tarık Akan, “Hatay’ın bir köyünden çıkıp, zekasının dehasını heykel sanatına yansıtmış bir kişi çünkü. Bu belgeselde zaten onun hangi zorluklarda, hangi düşüncelerde neyi yaşadığını ortaya koydum. Barış, insanlık anıtını yıkmaya başlarlarsa, bu hareket dünyada ve insanlık adına asla unutulmayacaktır” dedi.

 

Heykelin yakılmasını protesto etmek için Kars’a gelen öğrencilerden Marmara Üniversitesi Güzelsanatlar Fakültesi (MÜGSF) Yüksek Lisans Master Öğrencisi Burçak Kızılçay, heykelin sanatı sadece Kuran-ı Kerim ve camiden ibaret gören ve anladığını zannedenler nedeniyle yıkıldığını belirtti.

 

MÜGSF Tekstil Bölümü öğrencisi Buket Onat da “Geleceğim için bir adım atmak istiyorum. Bunu bir başkaldırı olarak görüyorum. İleride kara çarşaflara baskı yapmak istemiyorum” dedi.

 

İstanbul merkezli kültürel üretimin olduğu bir ülkede, sanatçıların Kars’a giderek eylem yapmasını oldukça önemli olarak değerlendiren MÜGSF Öğretim Görevlisi Ezgi Bakçay, “Aslında bu eylemin burada olması sembolik bir anlam taşıyor. Bir anlamda ülkedeki farklı mücadele alanlarında birleştiklerine dair bir işarettir. Sadece Beyoğlu’nda kalan bir şey değil artık bu. Sanatın özgürlüğü, eğitimin, hukukun özgürlüğünden ve özerkliğinden ayrı düşünülmemeli” dedi.

 

Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü öğrencisi Hakan Şahindere ise Bu eylemin bir adım olduğunu belirterek, gereken herşeyi yaparak yıkımı engelleyeceklerini dile getirdi.

 

Fikirler, özgürce, kardeşçe yanyana yaşanabilir demek için “İnsanlık Anıtı”nın önünde olduklarını belirten Heykeltraş Mehmet Aksoy, “Yorgunsunuz ama heykelin önündesiniz. Bunu seçiyorsunuz. Şahidiz. Heykelin, sanatın ve sanatçının onurunu korumak, özgür ruhu, özgür düşünceyi savunmak için buradayız. Boş bakanlara sanat görmemizi sağlar, ruhunuzu temizler, kafanızı ucubelerden, kurtlardan kurtarır demek için, sanat yenmez ama ekmek su kadar gereklidir demek için, savaşlar son bulsun, insanlığa uzanan el tutulsun diye, o eli tutmak için, 23 Nisan’a, Cumhuriyetimize sahip çıkmak böyle bir günde bu yıkımı başlatmamak için buradayız” dedi. 

 

Önceki gün heykeli yıkma ihalesini alan firmanın yaptığı incelemeleri aktaran Aksoy, “Bu heykeli idam edecek cellatlar burdaydı, araştırmalar yaptılar, heykelin kalbini arıyorlardı. Dediler ki, ‘yeri nerde’, ‘yanlış yerlere bakıyorsunuz’ dedim onlara. Bu heykelin kalbi orda değil, heykelin kalbi içimizde, buralarda” diye konuştu.

 

Heykeltıraşlar Derneği Başkanı Metin Yergin, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’na ve Türkiye’nin 1967’de imzaladığı Venedik Tüzüğü’ne göre sanatçıların manevi haklarının koruma altında olduğunu dile getirdi. Sanatçının izni olmadan, eser üzerinde değişiklik ya da yerinin değiştirilmesi gibi uygulamaların yapılamayacağını belirten Yergin, “Heykeltıraş Mehmet Aksoy’un ‘İnsanlık Anıtı’ heykelinin, Başbakan Erdoğan tarafından yerinden kaldırılmasının istenmesi kabul edilemez ve bu kanunlara aykırıdır. Başbakan, böylesi bir tutum takınarak Türkiye sanatı ve sanatçısını karşısına almaktadır. Bu tutumun 21. yy. Türkiye’sine ve onun başbakanına yakışmadığını düşünüyoruz” dedi. Yergin, Heykeltıraşlar Derneği olarak bu tür keyfi uygulamaların önüne geçilmesi ve sanatçı haklarının korunması için bir çıkış noktası olarak Özerk Sanat Konseyi’ni önerdi.

 

Yöre esnaflarından market sahibi İsmet Güngör, “Git Denizli’ye horoz heykeli var, oranın simgesidir. Bu anıt da bize simge oldu. Yıkılmasını istemiyoruz” dedi.


İsteklerinin heykelin yıkılmaması yönünde olduğunu dile getiden Köfteci Mehmet Apaydın, yerel yönetimdeki partinin değişmesinin ardından bu sonuçların ortaya çıktığını ifade etti.
Bakkal Mustafa Güngör ise yapımında harcanan emeğin değerli olduğunu belirterek, heykelin şehirlerine bir sembol olduğunu ve halk olarak sevdiklerini dile getirdi.

 

Otomotiv işi yapan Sertaç Yağıcıoğlu da Tayyip Erdoğan’ın şehrin insanını rahatsız ettiğini ifade etti. “Başbakan gitsin başka şeylerle uğraşsın. Ne işi var bizim anıtımızla uğraşıyor. Anıtın yakınında oturuyorum, yol yok. Çamur içinde bata çıka gidiyoruz evimize, okulumuza, işimize. Şehrimize bir katkısı oldu bu anıtın” diyen Yağıcıoğlu, heykelin kendileri için gurur verici olduğunu söyledi.


Öğrenci Mehmet Halis Başlı, “Başbakanımız ayıp etti, orayı yaparken çok emek harcandı, emeğe saygısızlık oldu. Buradakiler rahatsız olmuyor heykelin kimseye zararı yok, şehrimize renk katıyor” dedi.

 

“Başbakan Kars’a gelip, kendisini bununla avutmasın” diyen Mahalle Berberi Yıldıray Halil, Başbakan’ın ucubeyle falan uğraşacağına halkın sorunlarına bakmasını istedi.

Evrensel, Haber: Cihan Bilgen, 24.04.2011

 

******


İNSANLIK DİRENİŞİ

 

 

“Sanatçıysan boyun eğmeyeceksin, boyun eğeceksen sanatçıyım demeyeceksin.” “Kars’a sahip çık, boyun eğme” Böyle yazıyordu Kars’taki İnsanlık Anıtı’nın önünde bekleyen kalabalığın elindeki pankartlarda...


Neredeyse bin kişi toplanmış, anıtın yıkım kararını protesto ediyor. “Yıktırmayız” diyorlar.
Anıta doğru yürürken sizi önce bir tabela karşılıyor. İlk satırda İnsanlık Anıtı’nın kaldırılması” yazıyor, sonra “İhale tarihi: 7.03.2011, sözleşme tarihi: 23.04.2011 ve ihale bedeli 272 bin TL.” “Keşke o tepeye varana kadar geçtiğimiz balçıklı yollara harcasalar o 272 bin TL’yi” diye düşünmeden edemiyorsunuz.

Karşımızda duruyor İnsanlık Anıtı. Sapasağlam bir insanı son kez görenlerinkine benzer bir hüzün var üzerimizde. Belki bir dahaki gelişimizde bu tepede bir apartman yükseliyor olacak, belki de bomboş kalacak bu alan. Eğer “enseyi karartmayacaksak“ da biz kalkıp geldiğimiz için bir dahaki, bir dahaki gelişlerimizde yine bu anıtı göreceğiz. Üstelik tamamlanmış haliyle...


Kalabalık heyecanlı. Biraz kızgın, çokça coşkulu. Ne zamanki anıtı yaratan heykeltıraş Mehmet Aksoy, ona destek olmak için İstanbul’dan kalkıp gelen Mehmet Güleryüz, Tarık Akan, Rutkay Aziz, Umur Bugay, Arif Keskiner, Suavi, Fuat Saka, Menderes Samancılar, Edip Akbayram’la birlikte alana geliyor; alkıştan inliyor ortalık.


Her yaştan, her mahalleden Karslı var burada. Kimileri heykelin yıkımına karşı olduğu için gelmiş, kimi “sanatçıları görmeye geldiğini” itiraf ediyor. Hatta aşağı mahalleden bir hanım kenara oturup örgüsünü örmeye devam ediyor. “Evimden bu heykeli görüyorum, çok da hoşuma gidiyor. Yıkmasınlar” demeyi de ihmal etmiyor. Komşusu Gülperi Hanım ise “O kadar emek var, yazık değil mi?” diye soruyor. 11 yaşındaki Ömer de “Heykele bakınca insanlığı görüyorum” deyip kızıyor yıkıma.


Köşede bekleyen türbanlı kızlar ise yıkımdan yanalar. Neden? “Çünkü Ermenistan’da da aynısından var” diyor üniversitede matematik okuyan Sema, “Bence yıkılsın.” “O zaman neden buradasınız?” diye soracak oluyorum, yanındaki arkadaşları çekiştirip götürüyor Sema’yı.
 
En büyük alkışı ise bu sırada Mehmet Aksoy’un yanına gelen eski savcı İlhan Cihaner alıyor. Karslılar hemşehrilerine büyük tezahürat yapıyorlar. İlk konuşmayı Kars’ın eski belediye başkanı Naif Alibeyoğlu yapıyor. Yedi yıl önce İçişleri Bakanlığı’na bu heykelin yapımı için dilekçe gönderdiklerini düşüncesini hala savunduğunu söylüyor: “Dünyada yeni acılar çekilmesin, kan dökülmesin.” Konuşmalar alkışlar ve sloganlarla bölünüyor. Ne var ki slogancıların bir miktar “kafası karışık.” “Türkiye laiktir laik kalacak” ile “Yaşasın hakların kardeşliği” aynı ortamda söyleniyor.

Mehmet Aksoy, “Heykelin ve sanatın onurunu, özgür düşünceyi korumak için buradayız” diye başladı söze; “Biz ‘Sanat kafanızı ucubelerden kurtarır’ demek için buradayız. Sanatta sansüre, yasaklamalara, sahnelerin kapatılmasına, kitapların toplatılmasına, heykellerin yıkılmasına hayır!”
Bu protesto gösterisi için İstanbul’dan üç otobüsün önceki gece Kars’a hareket ettiğini, ancak birinin yolda lastiğinin patladığını söyleyince kalabalıktan bir ses yükseliyor: “Patlatmışlardır!..”
Bu cümle, İnsanlık Anıtı’nın önünde toplananların halet-i ruhiyesini çok iyi özetliyor.


İlan ediliyor ki; Muazzez İlmiye Çığ, hastanede tedavisi süren Bedri Baykam ve aynı saatlerde İstanbul Beşiktaş’ta YGS’nin iptali için eylem yapan öğrenciler selam gönderiyorlar İnsanlık Anıtı’nın önünde toplananlara.

Ardından Mehmet Güleryüz, öfkeli bir sesle konuşuyor: “Bir sanatçının ve bir halkın iradesiyle burada yükselen bir anıtın yıkımı için buradayız, çok büyük bir leke bu!”


Rutkay Aziz ise Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e hitaben yazdıkları ve orada bulunan sanatçıların imzaladığı mektubu okuyor: “Bu yıkım kararıyla biz insanlığımızdan utandık ve size gerçeği anlatma kararı aldık. Bize Taliban ayıbı yaşatacaklar, Türkiye bu görüntüyü hak etmiyor. Buna seyirci kalmayın.”


İlhan Cihaner de “Bu siyasi iktidar sadece sanat, heykele değil derelere de, hukuka da düşman” diyor, Karslılara sesleniyor: “Bir hemşehriniz olarak sizden ricam, anıta sahip çıkmanız.”

Son söz hakkı Tarık Akan’da: Dünyanın en önemli heykellerinden birinin bu duruma gelmesi dünyanın en büyük facialarından biri. Yıkılmaya başladığında görev Karslılara düşüyor.”
Ve bitiyor konuşmalar, çocuklar ellerindeki uçurtmaları göğe bırakıyorlar. Heykeller de uçurtmalar kadar özgür olabilsin diye...

Mehmet Aksoy’un vekili avukat Turgut Kazan, 21 Nisan’da Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a bir mektup göndermiş ve bu yıkıma seyirci kalmamasını istemişti. İnsanlık Anıtı’nın önünde konuşan Turgut Kazan, mektubu yolladığı gün Bakan Günay’ın kendisini aradığını ve “anıta ne kadar saygı duyduğunu söylediğini” anlattı.


Kazan; aynı gün Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’nun da Kars Belediyesi’ne bir yazı gönderdiğini açıkladı. Bölge Kurulu Müdürü Lokman Kemaloğlu’nun imzasını taşıyan bu yazıda Kurul, belediyeye henüz anıtın mülkiyet probleminin çözülmediğini ve Kurul değerlendirip karar verene kadar alanda herhangi bir uygulanmaması gerektiği bildiriliyordu. Mehmet Aksoy’un avukatları, Kars Belediyesi’nin uyarıları dinlemediğini dikkate alarak, yazının bir kopyasını Kars Valiliği’ne de gönderdiler.


Aslında yıkımı üstlenen inşaat firmasıyla yapılan sözleşme gereği yıkımın 23 Nisan’da, yani bu protestonun yapıldığı gün başlaması gerekiyordu. İskele kurulmuş, hazır bekliyordu. Ancak vincin beklendiği gerekçesiyle yıkım başlamadı.

Milliyet, Haber: Miraç Zeynep Özkartal, 24.04.2011

 

******


İNSANLIK ANITI'NIN YIKIMINA RÜZGAR ENGELİ

 

Kars'taki ''İnsanlık Anıtı''nın kaldırılması için yürütülen çalışmalar, kesim işleminde kullanılacak kesici metal halatın kopması, havanın kararması ve rüzgar nedeniyle yarına ertelendi. Anıt çok sağlam olduğu için kesici halatın 5 kez koptuğunu belirten heykeltraş Mehmet Aksoy, "İdam mahkumunun halatı 3 kez koparsa o mahkum affolur. Onun için Cumhurbaşkanı herhalde onu affedecek ve bu idamı durduracak" dedi.

Kars Belediyesi'nde 7 Mart'ta ihalesi yapılan, Üçler Mahallesi'nde mülkiyeti hazineye ait arazi üzerindeki 24,5 metre yüksekliğinde, 2 betonarmeden oluşan ''İnsanlık Anıtı''nın kaldırılması işini alan firma, akşam saatlerinde çalışmalara başladı. Ancak bu sırada, anıtın kesim işlerinde kullanılacak kesici metal halatın defalarca kopması, havanın kararması ve şiddetli rüzgar sebebiyle çalışmalar yarına ertelendi.

Kars Kalesi'ne bakan insan figürünün boynuna geçirilen kesici metal halatın kopması ve bu nedenle yıkım işlemine başlanamamasını değerlendiren heykeltraş Mehmet Aksoy'dan ilginç bir yorum geldi. Aksoy, "Anıt çok sağlam. Kesemezler. Kaldırmaya çalışsalar da anıt devrilecektir. Kesme işlemini yapacak olan kesici metal halat 5 kez kopmuş. Halat üç kez koparsa bir mahkumun idamı affolur. Böyle bir hak var. Bu bir kuraldır, gelenektir." dedi.

Halatların kopmasının anıtın yıkılmayacağı yönünde bir işaret olarak gören Aksoy, Cumhurbaşkanı ile görüşebilmek için acil randevu talebinde bulunacağını da söyledi. Öte yandan, iki insan figürlü anıtın 18 parça halinde kesileceği, anıtın parçalarının daha sonra kamyona yüklenerek belediyenin belirleyeceği bir bölgede muhafaza edileceği öğrenildi.

Habertürk Haber: Tülay Şubatlı, 25.04.2011

 

******


AB'DEN TEPKİ

 

Kars’taki ‘İnsanlık Anıtı’nın yıkımına başlanması, Avrupa Birliği’nde tepkiyle karşılandı.

 

Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Helene Flautre yıkımı, ‘sanata sansür’ olarak adlandırdı ve şu açıklamayı yaptı: “Yapım sürecinde olan bir anıtın yıkılması, sanat eserlerine yönelik açık bir sansürdür ve bu gelişmeyi kaygı verici buluyorum. Bu eserin aynı zamanda Türkler ve Ermenilerle kardeşlik ve eşitlik projesi olması, yıkım kararıyla bu mesajın da ortadan kaldırılması anlamına geliyor.”


Heykeltraş Mehmet Aksoy’un avukatı Turgut Kazan’ın, Kars’taki İnsanlık Anıtı’nın yıkımına beş kala Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a yaptığı çağrı aynı gün yanıt buldu. Günay, önce Kazan’ı aradı, ardından Erzurum Bölge Koruma Kurulu’nu devreye sokarak yıkımın, kurulca değerlendirilinceye kadar durdurulmasını istedi. Kazan geçen hafta Bakan Ertuğrul Günay’a bir dilekçe vererek 12 Eylül darbesinden sonra açılan Barış Derneği davasında birlikte yargılandıklarını hatırlatmıştı.

Turgut Kazan, “Sonuç olarak, başlatılan yıkım faaliyeti, Koruma Yüksek Kurulu ve Erzurum Koruma Bölge Kurulu kararlarına açıkça aykırıdır. Bölge Koruma Kurulu’nun açık uyarısına rağmen, yıkımı sürdürmek, Belediye Başkanı, Belediye yetkilileri ve yıkımı üstlenip yürüten kişiler için cezai ve hukuki sorumluluk doğuracaktır” diyor. Yıkıma başlanırsa Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurulacağı gibi, tazminat davası açılacak. Kazan, bugün Danıştay’a da başvuracak.

Hürriyet, Haber: Ali Dağlar, 26.04.2011

 

******


İNSANLIK ANTI'NIN YIKIMINA BAŞLANDI

 

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Kars gezisinde ’ucube’ diye nitelendirdiği İnsanlık Anıtı’nda yıkım bu sabah başladı. Anıtın heykellerinden birinin baş kısmı bu sabah saat 10.12’de kesildi.

 

Sukapı Mahallesi'ndeki Üçler tepesi üzerine Kars’ın eski Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu tarafından heykeltraş Mehmet Aksoy’a yaptırılan 24,5 metre yükseklikteki anıtın yıkımına dün sabah 06.00’da başlandı. 272 bin liralık yıkım ihalesini alan Avşin inşaatin işçileri anıtın ilk olarak sırtı Kars Kalesine bakan başını kesmeye çalıştı. Kurulan iskelenin üzerine vinçle kaldırılan elmas kesme makinesini hazırlayan işçiler, zaman zaman çıkan şiddetli rüzgar ve halatın kopması yanısıra meydana gelen teknik arızalar nedeniyle dün saat 19.00 sıralarında anıtın kaldırılma işlemine ara verdi.

 

Bugün saat 06.00’da yeniden çalışmalarına başlayan işçiler heykelin Kars kalesi’ne bakan taraftaki bölümün baş kısmını saat 10:12'de kesti. İnsanlık anıtının arka tarafındaki kent ormanına giden karayolu heykelin yola düşmesi ihtimaline karşı trafiğe kapatıldı.

Milliyet, Haber: Turgay İpek - Dinçer Aktemur, 26.04.2011

 

******


İKİ 'SON DAKİKA' HABERİ

 

Dün öğle saatlerinde Berlin’deki Adnan Restoran’ın sahibi arıyor.

Adnan birkaç yıldan beri, Berlin’de en önemli insanların uğrak yeri.
 

Şimdiki Cumhurbaşkanı, eski Cumhurbaşkanı, onların birlikte çalıştığı insanlar, siyasi parti yöneticileri, milletvekilleri, gazete ve televizyonların genel yayın müdürleri, yöneticileri, en büyük şirketlerin CEO’ları onun müşterisi.

Adnan, her akşam, Berlin’in nabzının attığı yer.

* * *

Direkt söze giriyor.

“Ertuğrul Bey, Kars’taki heykelin yıkılması burada çok kötü etki yarattı. Ciddi gazetelerde çok ağır yazılar çıkıyor. Konuşulanlar, işittiklerim yazılanlardan da ağır” diye söze başlıyor.

Çok ilginç bir teklifi var.

“Ben Mehmet Aksoy’a ulaşmaya çalışıyorum ama ulaşamadım. Ona bir teklif yapmak istiyorum. Ben bu heykele talibim.”

“Çok büyük bir heykel, ne yapacaksın” diyorum.

“Berlin’e getirteceğim ve burada bir yere diktireceğim.”

Bir an duraklıyorum.

Gözümün önüne, TIR’larla taşınan dev bir heykel geliyor.

Herhalde 21’inci yüzyılın en büyük kültür “Exodus”ü olurdu.

Eminim üzerine belgesel filmler yapılırdı. Dünya basını bu yolculuğu adım adım izlerdi.

Adnan kapattıktan sonra Mehmet Aksoy’u arıyorum.

Kars’tan dönmüş.

Daha ben konuşmadan içini dökmeye başlıyor.

“Konsantrasyonum bozuldu. Heykel yapamıyorum. Sanat eserinin kaderi bir insanın iki dudağının arasına esir olabilir mi” diyor.

Devam ediyor:

“Orada yıkılan sadece bir heykel değil. Bir hayal yıkılıyor. Barış hayali.”

Nefes almak için durunca araya girip, Adnan’ın teklifini iletiyorum.

Bir an duruyor.

“Dünyada ne olağanüstü insanlar var” diyor.

Sonra devam ediyor.

“Türkiye’den de çok teklif var. Ama o heykelin Kars’ta kalması lazım. Cumhurbaşkanı’ndan rica ettim. Hiç olmazsa mahkemeyi beklesinler. Ama beklemiyorlar. Bir üst mahkemeye götürürüz diye davayı da başlatmıyorlar.”

* * *

Heykel yapmaya devam edecekmiş: “İnadına devam edeceğim. Başka bir şey daha yapacağım. Mısır’da Tahrir Meydanı için bir heykel yarışması açıldı. İnadına o yarışmaya gireceğim” diyor.

Telefonu kapattıktan sonra düşünüyorum.

Kars’taki heykeli Berlin’e götürmek sembolik açıdan çok önemli bir şey ama iyi düşünmek lazım.

Berlin, Talat Paşa’nın Ermeniler tarafından öldürüldüğü şehir.

Acaba bu heykel orada başka bir anlama bürünebilir mi?

Yani “Türklerle Ermeniler arasındaki kardeşliği” simgelemekten çok, bir Ermeni anıtına dönüşebilir mi?

Peki, ya Mehmet Aksoy, Tahrir Meydanı için açılan yarışmayı kazanır ve o meydana onun yaptığı bir heykeli dikilirse ne olur?

Acaba orası, Mısır için demokrasi, Türkiye için utanç anıtı haline dönüşebilir mi?

Kıssadan hisse:

Gerçek bir sanatçının heykelini yıkmak kolay, ama o enkazın altından çıkabilmek o kadar kolay değildir.
Mısırlılar enkazın altına eğilip, “Orada kimse var mı” diye seslendiğinde, hiçbir Türk utancından, “Buradayız” diyemez.
Heykelin altında kaybolur gideriz...

 

BU ÖFKENİN ÜZERİNE DEMOKRASİ İNŞA EDİLİR Mİ

Allah aşkına şu trajediye, şu ruhsuzluğa bakın.

Cumhurbaşkanı’nın eşi Hayrünnisa Gül, sokak ortasında bıçaklanan büyük bir sanatçıyı hastanede ziyarete gitmiş.

Gazete ilk gün haberi atlamış veya görmezden gelmiş.

İkinci gün karar verememiş.

Üçüncü gün karar vermiş ve haberin başlığını atıyor:

“Baykam için değil, başka bir şey için gitmiş”.

Bir sevinç, bir rahatlama...

Demek istiyor ki, “Siz boşuna sevinmeyin, biz de boşuna hayıflanmayalım. Gül, kendi işi için gitmiş, gitmişken ona da uğramış”.

Ya arkadaş ne fark eder?

Gitmiş ya? Ortaçağ karanlığında kalmış bir devletin sessizliğini bozmuş, ülkenin sadece sanat ve sanatçı düşmanlarından ibaret olmadığını küçük bir jestle kayda geçirmiş, eşinin bütün Türklerin Cumhurbaşkanı olduğunu göstermiş.

Söyle Allah aşkına fena mı olmuş?

Yani “Sırf onun için gitmeye değmez” mi diyorsun?

“O bizden değil, ziyareti vacip değildir” mi?

Söyleyin bu kin ve nefret duygusu üzerine, bu bitip tükenmek, tatmin olmak bilmeyen rövanş ihtirasının üzerine demokrasi kurulabilir mi...

Hürriyet, Yazı: Ertuğrul Özkök, 26.04.2011

 

******


CUMHURİYET'İN BOYNUNDAKİ İLMİK

 

İnsanlık Anıtı'nın boynuna çelik ilmiği geçirip infaz ettiler dün...

*

Tüm infazlar böyle yapıldı...

Kendilerinden olmayan kim ve ne varsa...

*

Önce İmam yok etme emri verdi...

Sonra yok ediciler yanaştılar...

Sehpalar kuruldu...

Susmayan aydınlar, satılmamış gazeteciler, namuslu bilim adamları, yürekli yargıçlar, onurlu komutanlar, direnen yayıncılar, cesur sivil toplum önderleri...

Laik cumhuriyeti savunan...

Mustafa Kemal'i unutmayan...

Çağdaşlığın derdinde olan...

Çağ dışılığa karşı duran kim varsa...

*

Yıkım iskeleleri, idam sehpaları niyetine...

Delikler açıldı bedenlerde...

Testereler çalıştı...

Sağı solu oyuldu canların...

Çelik halat geçirildi boyunlara...

Ve yok edildiler...

Cumhuriyetçiler, aydınlıkçılar, laikler, kemalistler, yurt severler...

*

Dün heykelin boynuna geçirilen çelik sicimin altı kez koptuğu haberini veriyorlardı televizyonlar... Ve görüntülerde; vuruldukça sarsılan, sallanan, direnen, ama parça parça dökülen İnsanlık Anıtı vardı...

(........)

Öbürlerinin infazını da aynen böyle seyretmiştik...

İmam yıkım emri verdiğinde, çevreye yasak bantları çekildiğinde, polisler etrafı kuşattığında, yıkım makineleri çalışmaya başladığında, sabah karanlıklarında evlerden testere sesleri yükseldiğinde, içimizdeki korku ve acıyla sorduk kimi zaman:

“Ne bu?..”

“Yıkım...”

“Kim?...”

Türkan Saylan mı?...

İlhan Selçuk mu?..

Ya da hepsi mi?..

*

“Tarikat şeyhinin yanına yakışmadığı için” sökülen heykele iyi bakın...

Sadece kendi yıkılışını anlatmaz...

Bir karşı devrimin kin ve nefretle yıkımını anlatır size...

Bir yok edişi...

İlkelliğin çağdaşlığı infazıdır o...

*

Çelik halatı İnsanlık Anıtı'nın boynuna geçirdiler dün...

Cumhuriyet, Yazı: Bekir Coşkun, 27.04.2011

 

******


KOPARTILAN YALNIZCA HEYKELİN KAFASI MI?

 

Heykelleri yüzünden Mehmet Aksoy’un başı hep derde girdi.
 

Örneğin 1975’te Berlin’den Türkiye’ye dönerken yanında Nazım Hikmet’in heykelini de getirince, sınır kapısından doğruca Emniyet’e götürüldü. Aynı yıl Antalya’da bir meydanda yaptığı “işçi ve çocuğu” adlı heykel üzerine boya atılıp parçalandı.


Türkiye’nin önde gelen heykeltıraşlarından Aksoy’un geçenlerde Vatan’dan Tuğrul Tunalıgil’e verdiği mülakat, yaşadığı sıkıntıların, hedef olduğu baskıların, saldırıların çarpıcı bir dökümünü veriyor.


Bir başka örnek: Aksoy, 1979 yılında TBMM’ye konulacak bir Atatürk heykeli için açılan yarışmaya katılır. Eseri birinci seçildiği halde onur jürisinin üyesi olan dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, “Bu komünist işi, Atatürk bile zaten kalpaklı” diye itiraz edince, yarışmada ikinci gelir.


DEVİRLER DEĞİŞİR ZİHNİYET DEĞİŞMEZ
1994 yılına gelindiğinde, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, “Tükürürüm böyle sanatın içine diyerek” Aksoy’un Altınpark’ta duran “Periler Ülkesi adlı heykelinin kaldırtılmasına karar verir. Gerekçesi eseri müstehcen bulmasıdır.


Aksoy, bugünlerde sanat yaşamının yine sıkıntılı bir döneminden geçiyor. Kars’ta yapmakta olduğu, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “ucube” olarak nitelediği “İnsanlık Anıtı”nın yıkım faaliyeti önceki gün başladı. Dün sabah anıtın Kars Kalesi’ne bakan bölümünün başı kesildi.
Heykeli 2006 yılında dönemin Adalet ve Kalkınma Partili belediye başkanı sipariş etmiş, ancak proje Kars’taki MHP örgütünün muhalefetiyle karşılanmıştı. Anıt, belediye başkanlığına 2009’da aynı partiden bir başka ismin gelmesinden sonra bu kez iktidar partisinin de boy hedefi haline gelmişti.


Aksoy’un öyküsüne baktığımızda, 1970’li yılların ortasında sınır kapısında gözaltına alınmasından, Orgeneral Evren’in müdahalesine, Refah Partili Belediye Başkanı’nın “tükürürüm içine” diyerek kendisine tavır almasından, MHP’nin bir eserine itirazına ve iktidar partisinin bizzat projenin yıkım işlemini üstlenmesine kadar uzanan bir çizgi çıkıyor karşımızda.


Bu çizgide, süreklilik arzeden, kendi içinde son derece tutarlı bir zihniyet kalıbı görüyoruz.
Dönemler değişiyor, ama her seferinde bir heykel sanatçısı olarak yaratıcılığından rahatsız olan, onu engellemeye çalışan, eserlerini yasaklayan, ortadan kaldıran, kafasını kopartan bir zihniyeti buluyor karşısında Mehmet Aksoy.


İktidar askerden sivile ya da partiler arasında yer değiştirse de, Türkiye’de hiç değişmeyen olgu, sanata saygı duymayan, ona müdahale etme, hatta yok etme hakkını kendinde gören tutucu zihniyettir.


DIŞ DÜNYADA HEYKEL YIKAN ÜLKE GÖRÜNTÜSÜ
Ve bu zihniyet artık Batı dünyasında da artan ölçüde tepkiyle karşılanıyor.


Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği’nin 7 Nisan’da Meksika’da yapılan genel kurulunda alınan şu karara bir göz atalım:
“Politikacıların beğenmedikleri gerekçesiyle sanat eserlerini ortadan kaldırmak gibi bir hakları olamaz. Böyle bir barış ve dayanışma anıtının saklanması ve korunması gerekir. Türkiye, 21. yüzyılda bir yandan AB’ye aday üye olup, diğer yandan dev heykelleri kendi sanatçılarının, aydınlarının ve uluslararası sanat kamuoyunun itirazlarına rağmen yıkmaya devam edemez.”


Avrupa Uluslararası Sanatçılar Derneği Başkanı Christos Symeonides de geçen mart ayında Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği mesajda şöyle diyor:
“Böyle bir karar ve bunun hayata geçirilmesi sanat özgürlüğünün çok ağır bir ihlalidir. Böylesine bir ihlalin Türkiye gibi kültürel değerlere önem veren bir ülkede yaşanabilmesi karşısında hayretler içindeyiz.”


Benzer tepkilerin önümüzdeki günlerde artacağını ve Türkiye açısından heykel yıkan hoşgörüsüz bir ülke görüntüsünün ön plana çıkacağını söyleyebiliriz.


KAFASI KOPAN SADECE HEYKEL DEĞİL
Bu mesajların da işaret ettiği gibi sorunun bir boyutu, tasarrufun bizzat siyasi iradenin talimatıyla yapılıyor oluşudur. Bir başbakanın karşısındaki sanat eserini beğenmesinin ya da beğenmemesinin, o eserin kalıcı olup olmamasını belirleyebildiği bir ülke, sanat özgürlüğünün siyasal iktidar tarafından rehin alındığı bir ülkedir.


Dün sabah Kars’ta kopartılan yalnızca bir heykelin kafası değildi.


Dün Türkiye’de sanatçıların yaratma özgürlüğünün de kafası kopartılmıştır.

Hürriyet, Yazı: Sedat Ergin, 27.04.2011

 

******


‘KÜLTÜR TURİZMİNİ GELİŞTİRECEĞİM’ DİYEN BAKAN GÜNAY HEYKEL YIKIMINA SESSİZ

 

Sanatçılar Bakan Günay’ın milletvekili olduğu İzmir’de yaptığı açıklamalarda kültür turizmini geliştireceklerini söylerken vahşi eylem olarak uluslararası alanda büyük tepkilere neden olan ve Afganistan’daki Taliban’ın gerçekleştirdiği heykel yıkımına benzetilen Kars’taki insanlık heykeli yıkımına ses çıkarmamasına tepki gösteriyor.

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın "ucube" diyerek yıkılması emrini verdiği Kars’taki İnsanlık Heykeli’nin yıkımına yönelik bu girişim yurtiçinde ve yurtdışında tepkilere neden olurken Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay sessiz kalıyor.

 

Daha önce başbakanın açıklamasının yanlış anlaşıldığını söyleyerek konuyu geçiştirmeye çalışan bakanın bu değerlendirmesi Başbakan Recep Tayip Erdoğan tarafından yalanlanmıştı.


O günden sonra giderek büyüyen tepkilere karşın Bakan Güney konuyla ilgili bir yorum yapmadı.

Bu arada sanatçılar, Bakan Günay’ın milletvekili olduğu İzmir’de yaptığı açıklamalarda kültür turizmini geliştireceklerini söylerken, vahşi eylem olarak uluslararası alanda büyük tepkilere neden olan ve Afganistan’daki Taliban’ın gerçekleştirdiği heykel yıkımına benzetilen Kars’taki insanlık heykeli yıkımına ses çıkarmamasına tepki gösteriyor.


Konuyla ilgili olarak aynı zamanda bakanın eski arkadaşı olan insanlık heykelinin heykeltraşı Mehmet Aksoy’un avukatı Turgut Kazan, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a gönderdiği bir mektupla, Türkiye’yi uluslararası alanda da zor durumda bırakacak heykel yıkımının durdurulmasını ve konuya tepki göstermesini istemişti.

Heykel yıkımına uluslararası alandaki tepkilere son olarak İngiltere’de yayınlanan The Economist Dergisi’nde bir haber yayınlandı.
The Economist’teki haberde "İnsanlık Anıtı"nın heykeltıraşı Mehmet Aksoy'un konuya ilişkin, "Heykel yıkılırsa hükümet Taliban gibi görülür" görüşlerine de yer verildi.

 

Bu arada sanatçılar da heykel yıkımının durdurulması için geçtiğimiz günlerde Kars’a giderek burada böyle bir girişimin kültür felaketi olacağını ifade eden açıklamada bulundular.
Aralarında heykeltraş, ressam ve sinema oyuncularının da olduğu bir grup sanatçı Kars’a giderek yıkılmak istenen heykelin önünde basın açıklaması yapmış ve bu girişimi protesto etmişti.

2006 yılında Kars eski Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu tarafından heykeltıraş Mehmet Aksoy'a yaptırılan 24,5 metrelik "İnsanlık Anıtı" iki insan figürlü, 24.5 metre yüksekliğinde, 19 ton ağırlığında. İnsanlık Heykeli şimdi İstanbul’dan giden ağır iş makineleri tarafından 18 parçaya bölünerek ortadan kaldırılacak. Heykel, yüzyılın başında bölgede Türkler ile Ermeniler arasında yaşanan acı olaylara tepki olarak iki millet arasındaki kardeşliği simgeliyordu.

Turizm Gazetesi, 27.04.2011

 

******


BAKAN GÜNAY'DAN HEYKEL YORUMU

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Kars'taki “İnsanlık Anıtı”nın kaldırılmasına ilişkin, “Sanatçı arkadaşlar bu tartışmalar başladığı zaman heykel yıkılmasını önlemek yerine, bakan yıkmaya kalkmasalardı belki şimdi başka bir noktada olabilirdik” dedi.

Akşam 27.04.2011

 

******


MEHMET AKSOY'A TEK TAVSİYEM: HEYKELE BAŞLA,SİSİPOS'U OKU

 

Mehmet Aksoy’un İnsanlık Anıtı heykelinin parçalanma işlemine başlandı.
 

Durumu, yapılanı, sanata reva görüleni tek cümlede özetleyebilirim: Siyasetin giyotini sanatın başını kopardı!
Mehmet Aksoy’u 1979 yılından beri tanırım, çalışmalarını izlerim, hemen hemen her sergisine gittim. İyi bir heykeltıraş, bir cumhuriyet çocuğudur.
Sanatın bireysel, yaratıcı yanı ile toplumsal işlevini kaynaştırmayı iyi bilen bir heykel ustasıdır.
Mehmet Aksoy’un heykelinin yıkımı ile ilgili dün Hürriyet’te Sedat Ergin’in Kopartılan yalnızca heykelin kafası mı? yazısını okuduysanız mesele yok, okumadıysanız internetten bulun ve mutlaka okuyun. O yazı, Mehmet Aksoy’un makus talihinin tarihidir.
Ona yapılan, Türkiye’de sanata, sanatçıya, edebiyatçıya yapılanların da simge örneklerinden biridir.

Her zaman tekrarlamakta olağanüstü yarar var. Siyasetçiler, sanat konusunda kendilerini son söz sahibi olarak göstermekten uzak dursunlar. Sanatı, sanatçıyı, edebiyatçıyı değerlendirmeyi uzmanlara bıraksınlar.
Sanatı ve sanatçıyı, kendi kişisel zevklerinin kurbanı etmesinler.
En hoşlanmadığım, beni irkilten cümle nedir bilir misiniz?
Ben bile anlamıyorum.
Kendini sanatın, bilimin, edebiyatın ekseni sayan bu anlayış, anlayışsızlığın tanımıdır. Heykele karşı ilgisiz ve sevgisiz bir çoğunluğun içinde yaşıyoruz.
Hele siyasetçilerimiz, heykelden anlamıyorlar, anlamadıklarını itiraf etmektense yok etmeyi tercih ediyorlar. Heykel konusunda bilgileri yok denecek kadar az. Bilhassa belediyelerin, yerel yönetimlerin çoğu, modern heykele öcü gibi bakıyorlar. Onları kaldırtıyorlar, depolarda çürümeye bıraktırıyorlar ya da yok edilmesine göz yumuyorlar.
Heykel denince çoğunluğun aklına Atatürk heykelleri ile tarihi büyüklerimizin heykelleri geliyor. Modası geçmiş bir sanat anlayışıyla yapılan bu heykeller, seyredenlere heykel zevkini vermiyor. 1979’dan beri tanıdığım Mehmet Aksoy’un toplumcu anlayışı da başının beladan kurtulmamasının ana nedenlerinden biri.

Mehmet Aksoy’un heykelini yıkanlar, bence en önemlisi, genç kuşak sanatçılarının da, heykeltıraşlarının da yarına dönük umutlarını yıktılar.
Yapmak, yaratmak istediği eser, uzmanların değil, siyasetçilerin kararıyla ya yaşayacak ya yıkılacak.
Niye yapsın? Siz o heykeli yıkmakla, kaç genç kuşak sanatçısının hevesini söndürdüğünüzü biliyor musunuz?
İşin garip tarafı da şu: Bu heykeli yaptıran bir AKP Belediye Başkanı, Naif Alaybeyoğlu.
Kendisiyle tanıştım, modern bir insan. Aklıma hemen bir soru geliyor; devletin devamlılığı ilkesine ne oldu? Biri yapar biri bozar, sözünü doğrulamak için mi çabalıyorsunuz.
İnsan devlete, hükümete, belediyeye güvenmezse kime güvenecek?
Bu sorunun yanıtını ben “Kimseye” diye vereceğim.

Sevgili Mehmet, hemen Böcek atölyene dön, mermerlerinin başına geç. Ve başla çalışmaya.
Yıkımı düşündükçe de okuyacağın tek kitabı salık vereceğim. Albert Camus’nün Sisifos Efsanesi’ni.
Yunan mitolojisinin bu ünlü kahramanı ne yapıyordu?
Bir taşın tepesine kayayı çıkarıyordu, kaya oradan yere yuvarlanıyordu, sonra gene kayayı alıp taşın tepesine çıkarıyordu. Sen de bu direnci unutma, çalış.
Bana kalırsa, bu olayı hem siyaset tarihi hem de sanat tarihi yazacak.
İkisine birden geçmek de her kula nasip olmaz. Yıkanların kıymetini(!) bil.

Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 28.04.2011

 

******


DÜNYA İNFAZI KONUŞUYOR

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından “ucube” olarak nitelenen İnsanlık Anıtı’nı yıkma çalışmaları, Batılı medyada yayımlanan haber ve yorumlara yansıdı. En çok kullanılan başlık ise “Türkiye dostluk anıtını yıkacak” oldu.

 

AFP: İslamcı kökenli Başbakan Erdoğan heykeli ucube diye niteleyerek bir eleştiri fırtınasına yol açtı. Bunun nedeni kimilerine göre yaklaşan seçimler öncesi milliyetçi vatandaşları memnun etmek. 

AP: Türkiye ile Ermenistan arasında barışı simgeleyen heykelin yıkımı başladı. Sanatçıların heykeli kurtarma çabası yetmedi. Ünlü bir ressam geçen hafta konu ile ilgili yaptığı konuşmadan sonra bıçaklandı.

Wall Street Journal:  Başbakan Erdoğan, hafta sonunda sınırın yeniden açılması ve iki komşu arasındaki ilişkilerin iyileştirilmesi çabalarının ne kadar derinden dondurulduğunun işareti olarak Türkiye ile Ermenistan arasındaki dostluk anıtını yıkma talimatını verdi.

The Independent: Türkiye ile Ermenistan didişirken, dostluk eli geri çekiliyor.

Liberation: Türk-Ermeni dostluğu paramparça.

Guardian: Türk heykeltıraş türbeyi gölgede bıraktığı için eleştiriliyordu.

Hürriyet, 28.04.2011

 

******


GÜNAY: ANITIN YER SEÇİMİ ÖZENSİZ

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, İzmir'e yaptığı ziyaret sırasında soru üzerine Kars'taki heykel tartışmalarına ilişkin, "Bu tür çekişmeleri büyütmeyi doğru bulmuyorum. Orada yaşadığımız olaydan, yer seçimi konusundaki özensizlikten ve bugün geldiğimiz noktadan üzüntü duyuyorum'' dedi. Kars'taki heykel tartışmalarının Eskişehir'deki bir sergide gündeme getirilmesine ilişkin değerlendirmesi sorulan Günay, "Türkiye'nin başka yerlerine yayarak çekişme vesilesi yapmak doğru değil'' şeklinde konuştu.

Sabah, 30.04.2011

"BENİ YIKMAK İÇİN UĞRAŞTILAR, HEYKELİ DE KORUYAMADILAR"

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, son günlerde Kars’taki heykelin yıkımı, Devlet  Tiyatrolarında yaşanan olay ve İzmir’den aday gösterilmesiyle yine gündemde. VATAN’ın sorularını yanıtlayan Bakan Günay, tartışılacak tespitler yaptı:

-Kars’taki heykel yıkılırken içiniz ‘cız’ etmedi mi?
Ben ilk günden itibaren içimin “cız” ettiğini paylaşmaya çalıştım. Konuyu başka bir alana taşımaya, heykel yıkma tartışmasından makul bir biçimde kurtulmaya çalıştım. Ama benim bu niyet ve gayretlerimi birileri anlamak ve arkalamak yerine, hükümet krizi çıkarmaya vesile yapmaya çalıştılar.

-Nasıl bir krizden söz ediyorsunuz?
Ben Sayın Başbakan’ın rahatsız olduğu başka konular olduğunu, heykel tartışmasının eskiden beri süren, 2006’da başlamış bir tartışma olduğunu, kurullar, belediye arasında ve sanatçı hakları arasında makul çözüme kavuşturulması gerektiğini söyledim. Sonra bir gazete marifetmiş gibi heykelle ilgili tartışmayı yoğunlaştırdı. Sanata duyarlı olması gereken çevreler de işlerini güçlerini bıraktılar, asıl niyetimi okumak, anlamak ve yardımcı olmak yerine, benimle Başbakan arasında, hükümet içinde bir kriz çıkarmaya çalıştılar. Bir anlamda beni etkisizleştirdiler.

-Sayın Başbakan’la hiç konuşmadınız mı?
Konuştum. Ama zaten Başbakan heykelle ilgili eleştirisini söylemese bile başlamış bir süreç vardı. O süreç hızlandı. Belediye bir anlamda sürecin kurallarını gözardı ederek davranmakta kendisini haklı görmeye başladı.

-Niye müdahale etmediniz?
Ben gereken, eski kurul kararlarını hatırlatan yazılarımı yazdım. Hem belediyeye hem de konuyu savunan kişilere bu yazılarla ilgili bilgi verdim.

-“Başbakan istedi, heykel yıkıldı” algısı oluştu. Sanatçılar rahatsızlığı yüksek sesle dile getirdi?
Bazı arkadaşlarımız iyi şeyler yaptığımız zaman bile niyet okumasıyla hükümler verebiliyorlar. Sanatçı arkadaşlarla mümkün olduğunca kamuoyunda tartışmak istemiyorum. Ama yapmak istediğimi sağduyulu insanlar anladı. Elimin güçlendirilmesi değil, zayıflatılmasıyla sonuç almak
isteyenlerin dediği yere geldik.

-Bu süreçte heykeltraş Aksoy ile görüştünüz mü?
Sevdiğim bir insandır, görüştüm. Üzüntü içinde olduğumu biliyor. Heykeli ve kendisini korumaya çalıştığım dönemde, o ve arkadaşları elimi güçlendirmek konusunda daha anlayışlı bir dil kullansalardı, ben şu anda siyaseten daha fazla sesimi yükseltebilecek durumda olurdum. Onlar heykel yıkılmasın diye değil, bakan yıkılsın diye uğraştılar. Sonuçta bana da zarar verdiler ama heykeli de korumayadılar.

-“Bakan yıkmak” derken istifa etmeniz gerektiğini söyleyenleri mi kast ediyorsunuz?
Heykeli, sanatçıyı korumaya ve telif haklarına işaret etmeye çalıştım. Başbakan başka bir üslupta diretince işlerini güçlerini bırakıp “Bakan istifa etsin. Hükümette kriz çıktı” tartışmasına girdiler. Halbuki yapmaya çalıştığımı anlayıp, başka bir duruş sergilemiş olsalardı, şu anda çok farklı noktada olabilirdik.

-Siz tarihe “Döneminde heykel yıkılan bakan” olarak geçeceksiniz...
Ben döneminde 25 tane devlet tiyatrosu sahnesi açılmış bir bakan olarak da geçeceğim. Döneminde Topkapı Sarayı’ndan gecekonduların, askeri yapıların çıkarıldığı bir bakan olarak da geçeceğim. Döneminde Türkiye’deki kazıların en fazla yapıldığı -belki Osman Hamdi Bey’den sonraki- isim olarak da geçeceğim. Döneminde Türkiye’nin bir ucunda ne yazık ki talihsiz bir olayın yaşandığı bir bakan olarak da geçeceğim. Hayat iyi ve kötü tarafları bir bütündür.

-Türkiye için iyi bir görüntü ortaya çıkmadı...
Elbette güzel değil. Belediyeler bazen bizi böyle olaylarla karşı karşıya bırakıyorlar. Önceki belediye ne SİT incelemesi ne ciddi proje yaptırmış. Yeni belediye döneminde tartışmalar başlamış. Yerel siyasetin çekişmesi tamamen ve yerel politika üzerinden gidiyor bu iş. Yer seçimi konusunda baştan özensizlik var. Ama bu özensizliği kurullarımız da paylaşmış. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma kurullarımız da paylaşmış.

-Aksoy sit raporu olmadığını iddia ediyor...
Yer tespitinden sonra verilmiş sit raporları var. Ama Sayın Başbakan’la Kars’a gitmeden önce kurulumuzun, sit bölgesindeki bu yapılaşmanın yeni bir projeyle kaldırılması konusunda verdiği karar var. Bütün bunları belediye de gözardı etti ama sanıyorum heykeli savunuyor gibi gözüken bazı hukukçular da gözardı etti. Bu çok ince bir nokta. Ben heykeli yıkmak konusunda belediyenin kararlı olduğunu görüyorum ama yıktırmamak konusunda yeterli bir savunma yapıldığı konusunda da kaygı duyuyorum.

-Siz heykeli ucube buldunuz mu?
Bu tartışmayı kapatalım artık.

-O heykelin yerine ne yapılacak?
Tabyalarla ilgili bir çevre düzenlemesi yapılacak. Zaten böyle bir proje yapılmasını kurul istemişti. Şunu söyleyeyim; bana göre dışardan bakıyorum, biraz da dosyayı karıştırdım şu anda yapılan işlem usülsüzdür. Hukuki gerekler tamamlanmadan yapıyor. Ama savunma işi bu noktada yeteri kadar başarılı biçimde sürdürmedi.

-Heykelin ardından ‘Devlet tiyatroları kapatılsın’ sözleriniz ortaya çıktı. Ama siz öyle olmadığını ifade ettiniz?
Türkiye’de turizm çok iyi bir yere geldi. Arkeoloji, tiyatro, eski eserlerin korunması alanlarında önceki dönemlerle kıyasladığımızda çok yüksek bir performans sergiledik. Ben tiyatro geleneği olan bir kasabada büyüdüm. Dünyamda özel bir anlamı var tiyatronun. Geldiğimde Devlet Tiyatroları’nın toplam 38 sahnesi vardı, 25 yeni sahne açtık. Bir bakan gayretle 4 yıl içinde 25 tane sahne açabiliyorsa demek ki yapıda bir hantallık var. Devletin sanat faaliyetlerini buradan çıkarmak lazım. Daha özerk, performansa dayalı yeni bir modele dönüştürmek lazım. Bu öneri ilgiyle karşılandı ama bir sahnemizde yaşanan sevimsiz olayın arkasına rastladı. Derhal bunu iktidarın sanat düşmanlığı vesilesi yapmaya çalıştılar. Sanata ilgi göstermeyen bir bakan döneminde 25 tane sahne açılabilir mi?

- ‘AKP ve sanat’ hep kavgayla anılıyor oldu?
Başka siyasi partiden bir bakan bunları yapmış olsa büyük bir övgüyle karşılanabilir. Üzüntüyle söylüyorum, AKP’nin bunları yapmamasını istiyor bazı çevreler. “AKP ekonomik olarak kalkındırmaya çalışıyor ama kültür, sanat hayatımız yok oluyor” diye bir edebiyat var, bu doğru değil.

-Neden geçmiyor bu önyargı?
Kendisine sol sıfatını yakıştıran ama evrensel olarak katiyen solla ilişkisi olmayan bazı siyasi kesimler, bazı şeyleri tekellerine almaya çalışıyorlar. Atatürk, cumhuriyet, sanat, kültür bu arkadaşların tekelinde sanki. Atatürk diyerek ülkeyi ekonomik çöküntüye mahkum ederseniz, Atatürk’e saygılı davranmış olur musunuz? Türkiye’yi ekonomik olarak dünyanın 15’incisi, turizmde 7’ncisi yaparsanız Atatürk’e daha çok saygı göstermiş olmaz mısınız?

-Genç Osman oyununda yaşananlardan sonra sanatçıya fırça attınız. Hemen ardından eserin içeriği değiştirildi ve büyük eleştiri aldı?
Oyunun içeriğine müdahale eden ben değilim, yönetmen. Müdahale de değil çünkü yönetmen zaten oyunun bu tarzda yapılmasından rahatsız. Oyunun seyirciye sataşmalı biçimde olmayacağını bana tiyatro insanları söylüyor. Seyirci katılmak isterse katarsanız, istemezse o saygısızlığa dönüşebilir. İkincisi, bu devlet tiyatrosu sanatçısı benim çalışanım. Bir kamu çalışanından hangi sıfatı taşırsa taşısın halka saygılı olmayı beklemek, böyle bir saygısızlık duyurusu olmuşsa bunu araştırmak benim görevim.

-Uyarı mı verdiniz?
Hiçbir şey vermedim. Şu anda kendi birimleri soruşturuyor. Ben sadece olayı öğrenmeye çalıştım ve ne yazık ki doğru olduğunu öğrendim.

-Savunmasında sakız ve başörtüsüyle ilgili neler söylüyor?
Soruşturulan bir konu olduğu için yargımı söylemek istemiyorum. Ama ben bir izleyiciye, topluma gereken duyarlılığın gösterilmediği gibi bir kanaate sahip oldum. Sorgulamam bunun doğru olduğunu gösterdi. Ötesine geçmek, hüküm vermek istemem. Üzüntü duydum. Devlet olarak görevim halka hizmettir, kendimi eğlendirmek değildir. Sanatı halka götürmek, benimsetmek gibi kamusal bir ödevim, görevim var.

-Sayın Başbakan’ın kızı olmasa da müdahale ederdim” diyorsunuz?
Elbette. Müzeye, ören yerine gidiyorum. Karşılaştığım insanlar saygı gösterilmediğini söylerse o müze müdürünü, gişe görevlisini de soruşturuyorum. Burada taraflar tanınır olduğu için gündeme geldi. Başında devlet sıfatı taşıyan her kurumun ilk görevi halka saygı ve hizmettir.

Vatan, 29.04.2011

"DEFİNECİLİK, BULAŞICI HASTALIK GİBİ


’Ekonomik kriz, kısa yoldan zengin olmak ve dedektör reklamlarının’ defineciliği cazip hale getirdiğini öne süren Prof.Dr. Ceylan, "Definecilerimiz artık ülke sınırlarını aşıp komşu ülkeleri eşmeye başladı. Yunanistan’dan papaz getirenler bile var" dedi.

Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki 50 bin kilometrekare alanda 14 yıldan bu yana yüzey araştırması yaptıklarını belirten Prof.Dr. Alparslan Ceylan, araştırmalarında çok sayıda ilginç nokta ile karşılaştıklarını belirtti. Araştırma yaptıkları höyük, kale ya da yerleşimlerde kendilerinden önce mutlaka orada bir ya da birkaç kez kaçak kazı ekibi tarafından eşelenmiş olduğunu vurgulayan Prof.Dr. Alparslan Ceylan, kaçakcıların hızına yetişemediklerini belirtti. Özellikle dedektör reklamlarının kaçaklığı cazip hale getirdiğini ifade eden Prof. Dr. Ceylan, şöyle konuştu:
"Bundan 10 yıl önce defineciliği hastalık olarak görüyorduk. Kısa yoldan zengin olmak için şimdi her seviyeden her insanın kazı çalışması yaptığını biliyoruz. Bu iş çığrından çıktı. Dedektörlerin çoğalması, insanların birbirini teşviki ve ekonomik kriz gibi nedenlerle defineliciliğin bulaşıcı bir hastalık olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Araştırmalarımda tam 20 yıl hiç uyku uyumadan her gece kaçak kazıya çıkan biri ile karşılaştık. 

Kaçak kazı yaptığı bölgede biz rastladık. Çok sevindi. Bize kendince bilimsil bilgiler verdi. Şunu gördük ki o bulunduğu bölge önemli bir bölge ama altının veya değerli madenlerin kullanılmadan önceki döneme ait. Yani çok erken bir döneme ait. 6- 7 bin yıllık yerleşim alanı. Adama; ’Artık git evinde rahat uyu. Burada altın veya maden hiçbir şey çıkmaz. Koca dağı boşuna kazmışsın. Git uyku uyu dedim.’ 6 ay sonra tekrar görüştüğümüzde kaçak kazıyı bırakmış ama alışkanlık olduğu için uyuyamadığını söyledi." 

Kaçak kazı yapan definecileri ’Ferhat’ın modern temsilcilerine’ benzeten Prof.Dr. Alparslan Ceylan, verdikleri çok sayıda konferansa özellikle definecinin büyük ilgi gösterdiğini bildirdi. Her konferansta izleyicilerden çok salonun bir tarafına kaçakcılık dairesinin elemanları bir tarafını da kaçak kazı işi yapanların doldurduğunu belirten Ceylan, şöyle konuştu:

"Bunlar konferansta bilimsel bilgi, veriler elde etmeye çalışıyor. Kaleler, hoyükler nasıl olur ? Ne gibi özellikleri vardır? Ya da bizim kültür varlıklarına veya envertarlara geçirdiğimiz yerde kazı yapmak suç teşkil ediyor mu? Kendileri acaba kazı yaptıkları yerlerdeki kültür envarterlerine girmiş mi, girmemiş mi? Suç unsuru oluşturup oluşturmadığı yönünde bilgi topluyorlar. Definecilerin bize zararı yok ama, toprak altındaki kültür varlıklarına var.
 
Altın bulmak amacıyla kaçak kazı yaptığı yerde küp çıkarıyor. 4 bin yıllık bir eser. İçinde ’altın yok’ diyor ve onu orada kırıyor. Gittiğimizde kırık parçalarla karşılaşıyoruz. Oysa o küpü müzeye ulaştırmış olsa, para kazanacak. Bu şekilde Erzincan’da bir vatandaşın 4 bin yıllık pitosu kullandığını görmek bizi çok sevindirdi. 2 metre boyundaki pitos o dönem kullanılan buzdolabı gibi birşey. Pitosun 4 bin yıl sonra kullanıldığını tespit ettik ve çok ilginç."

Yasalara göre izinsiz kazı yapmanın suç olduğunu, bu kişilerin tarihi yok ettiklerini hatırlatan Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Eski Çağ Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Alparslan Ceylan, sözlerini şöyle tamamladı:

"Definecilerin yaptıkları işin suç olduğunu bilmeleri gerekiyor. Çok kıymetli tarihi bilgilerimizi yenileyebileceğimiz veya geleceğe miras olarak bırakabileceğimiz bu kadar kıymetli eserleri tahrip etmeleri topluma, yaşadıkları insanlık çağına ihanet olarak görüyorum. Bunun için bir an önce çeşitli tedbirler alınmalı. Yani sadece ’yapmayın’ demekle olmaz. Kamu kurum ve kuruluşlar bununla ilgili çalışma yapıyor ama yeterli olduğu kanaatinde değilim. Toplumun bilinçlendirilmesi lazım. Araştırma için gittiğimiz alanların yüzde 95’inde kaçak kazı ile karşılaşıyoruz. 

Hatta zaman zaman kürek parçaları, kürek kırıkları veya kazı alatlerini buluyoruz. Erzurum’da 15 metre derinliğe kadar indiklerini tesbit ettik. 15 metreyi indikten sonrada iç kısıma tünel eşerek gitmişler. Defineciler aynı zamada hayatlarını tehlikeye atıyor. Gaz sıkışması olan bölgelerde kaçak kazı için giren insanların geri çıkma şansı yoktur. Definecilerin sayısını tahmin etmek mümkrün değil. Kırmızı çizginin ötesindeyiz. Definecilerin binlerce yıldır toprak altında kalmış medeniyeti tahribine göz yummamak lazım. Türk defineciler çevre komşu ülkelere dahi gidiyor. Bunu oradaki bilim ardamları ve yetkililerden duyuyoruz. Altın bulmak için Yunanistan’dan papaz getirenleri bile duyduk."

Radikal, Haber: Turgay İpek, 29.04.2011

SARAY, HAŞERELERİYLE MÜCADELE EDİYOR

 

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Çevre Koruma Müdürlüğü, Topkapı Sarayı ve içinde barındırdığı tarihi eserlerin korunması için kemirgen ve haşereler ile mücadele çalışmalarının aralıksız sürdürüldüğünü bildirdi.

 

Büyükşehir Belediyesinden yapılan açıklamada, geçen yıl Temmuz ayında Topkapı Sarayı'nda kemirgen ve haşere mücadelesine başlandığı ve kemirgen ilaçlamasına halen devam edildiği belirtildi.

 

Topkapı Sarayı'nda yapılan mücadelenin, iç ve dış alan olarak iki farklı sahada gerçekleştirildiği, yapılan çalışmada 450 bin metrekarelik Saray'ın tamamının ilaçlanmadan önce kemirgen ve haşere mücadelesi için gerekenlerin tespit edildiği, söz konusu projede, kemirgen istasyonlarının konumlandırılacağı yerlerin Topkapı Sarayı vaziyet planı üzerinde tespit edilerek, Saray geneline 169 kemirgen istasyonunun yeterli olduğunun saptandığı kaydedildi.

 

Bu çalışma sonucunda istasyonlara yemleme için gereken kemirgen ilacı miktarlarının saptandığı ifade edilen açıklamada, tüm kemirgen mücadelesinde sadece 19 bin 760 kilogram pasta formunda ilaç uygulamasının ilk etapta yeterli olduğu, sonuçta ise düzenli kontroller yapıldığı takdirde kemirgen aktivitesinin yüzde 5'in altına düşmesinin hesaplandığı ifade edildi.

 

Açıklamada, kemirgen mücadelesinde üreme olabilecek yuvaların tespit edilerek, bu noktalara yeterli miktarda jel uygulandığı, çalışma süresince, kemirgen aktivitesinin yüzde 5'in altına düştüğü noktalarda mücadele yoğunluğunun düşürülerek, istasyon sayılarının kademeli olarak azaltıldığı kaydedildi.

 

Açık ve kapalı alanlarda 24 ilaçlama işçisi, 4 uzman, 1 ekip sorumlusunun katılımı ile kapsamlı bir haşere mücadelesi ve ilaçlamanın bu ay içinde gerçekleştirildiği belirtilen açıklamada, çalışmada karasinek, kene, pire, akrep, hamam böceği, kırkayak, karınca, yaban arısına karşı ilaçlamalar yapıldığı, Saray'ın, harem, arşiv, depo ve sergi (kutsal emanetler, padişah portreleri vs) ile Bağdat, Mecidiye, Revan ve Sofa köşkleri gibi kapalı alan bölümleri ile 1, 2, 3. avlular ve Fil Bahçesi gibi açık alan kısımlarında da haşerelere karşı ilaçlama gerçekleştirildiği bildirildi.

 

Açıklamada, Çevre Koruma Müdürlüğünce, Topkapı Sarayı'nın, tarihi miras içindeki yeri ve önemi dolayısıyla gelecek nesillere zarar görmeden iletilmesi amacıyla her türlü haşereye karşı aralıksız mücadele çalışmaları ve gerekli durumlarda ilaçlama yapılması kararının alındığı ve bu kapsamda uzman gözetimindeki ekiplerle çalışmaların düzenli aralıklarla devam edeceği belirtildi.

Hürriyet, 29.04.2011

ÇORAPÇI HANI YOLA MI KAYDI?

 

 

2010 yılında Sivas Belediyesi tarafından restorasyona alınan Çorapçı Hanı ile ilgili yeni bir iddia daha ortaya atıldı.


Restorasyon işlemi Sivas Belediyesi tarafından yürütülen ancak restorasyon yapılmak yerine yıkılarak yeniden yapıldığı gerekçesiyle durdurulan çalışmalarla adından sıkça söz ettiren ve geçtiğimiz ayaz aylarında tartışmalarla gündeme gelen Çorapçı Hanı'nda bu kez ortaya atılan iddialar kafaları karıştıracağa benziyor.


Han'ın etrafında işyeri bulunan esnaflar restorasyon çalışmaları dolayısı ile Çorapçı Hanı'nın yola kaydığını ileri sürerek çalışma öncesi Han'ın yola düşen genişliğinin bu kadar olmadığını iddia ettiler.


Çalışmaların yanlış yürütüldüğü gerekçesi ile Koruma Uygulama Denetim Bürosu'nun (KUDEB) el koyduğu Çorapçı Hanı'nın da yürütülen çalışmaların 31 Haziran 2011 tarihinde bitirilmesi hedefleniyor. Restorasyon işlemlerinin tamamlanmasının ardından butik otel olarak faaliyet gösterecek olan Han'ın da elektrik tesisatının yanı sıra birçok çalışma da tamamlanmış durumda.


Tüm bu çalışmalar yapılırken çevrede faaliyet gösteren esnaflar han ile ilgili bazı iddialarda bulunarak Çorapçı Hanı'nın yine gündeme gelmesini neden oldular. Esnaflar, Çorapçı Hanı'nın yola düşen bölümünün genişlediğini iddia ederek, “Çalışmalar başlamadan önce Çorapçı Hanı'nın genişliği bu kadar değildi. Han biraz daha genişletilerek yola doğru uzadı. Zaten buradaki yol sıkıntılı, iki araç yan yana zor geçiyor. Şimdi daha da daraltıldı” iddialarında bulunarak restorasyonun yine yanlış şekilde işlediğini ileri sürdüler.

Sivas Hürdoğan, 29.04.2011

ILISU BARAJI İNŞAAT DURDU, İŞÇİLER DİRENİŞTE

 

 

Batman Hasankeyf'te inşaatına başlanan Ilısu barajında çalışan işçiler, çalışma koşullarının ve sosyal hakların düzeltilmesi taleplerine karşı bazı arkadaşları ücretsiz izne çıkartılıp sözcülüklerini yapan arkadaşları da işten çıkartılınca direniş başlattı. Çalışmayı durduran yaklaşık 400 işçi, arkadaşlarının görevine iadesini ya da toplu çıkışlarının verilmesini istiyor.

 

Ilısu Barajı işçileri, ağır iş şartları, ücret ve sosyal hakların düzeltmesi talepleri için işyeri temsilcileriyle aylardır görüşüyorlardı.  Bu görüşmelerden sonuç alamayan işçiler, bir günlük iş bırakma eylemi yapmıştı.

 

İşveren Nurol - Cengiz firması işçilerin sözcülüğünü yapan Ahmet isimli işçinin işine son vermesi sonrası direniş başladı. Güvenlik görevlileri, işçilerin bulunduğu şantiyeyi ablukaya aldı. İşçiler adına bilgi veren E.Ö., Ilısu şantiyesinde çalışan işçilerin uzun süredir yoğun çalışma koşulları ve düşük ücretler nedeniyle mağdur olduğunu anlattı:

"Nurol ve Cengiz firmalarına bağlı çalışıyoruz. 11 saatlik işgücü için 990 lira maaş alıyoruz. Zam talep ettik ancak yetkililerden yanıt alamadık. Bunun üzerine şantiyede çalışan tüm işçiler bir günlük iş bırakma eylemi yaptı. 27 Nisana kadar çalışırsak taleplerin değerlendirileceği sözünü aldık ve çalışmaya başladık.

 

Bu sabah (dün) gelen kararla işçilerin bir kısmı süresiz ücretsiz izne gönderildi ve sözcülüğümüzü yapan Ahmet adlı arkadaşımız da işten atıldı. Şu anda şantiye de bulunan yaklaşık 400 işçi çalışmayı durdurdu. Yetkililerden işten atılan arkadaşlarımızın tekrar işe alınmaması halinde toplu çıkış talep ediyoruz. Şantiyeyi ablukaya alan güvenlik görevlileri ise şantiyeye kimsenin girmesine izin vermiyorlar" dedi.

bianet.org, 29.04.2011

MSB, SARAYDAKİ DEPOLARI DEVRETTİ

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Topkapı Sarayı’ndaki Milli Savunma Bakanlığı’na ait tedarik depolarını dün itibariyle fiilen teslim aldıklarını belirtti.

 

Günay ile eski Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, Turistik Otelciler, İşletmeciler ve Yatırımcılar Birliğinin (TUROB) Ataköy Sheraton Oteli’nde düzenlenen geleneksel yemeğine katıldı.

Bakan Günay, burada yaptığı konuşmada, göreve geldiği günden itibaren İstanbul’la ilgili birçok gayretlerinin bulunduğunu ve Topkapı Sarayı’nın bunlardan birisi olduğunu ifade etti. Günay, şunları söyledi:
“Topkapı Sarayı’ndaki Milli Savunma Bakanlığı’nın kullandığı tedarik depolarını bugün itibariyle fiilen de teslim aldık. Topkapı depoları artık bizimdir.” 


Günay, bakanlığın bu depoları Topkapı Sarayı’nın ihtiyaçları çerçevesinde sosyal etkinlikler için kullanacağını söyledi. Bakan, İstanbul’la ilgili güzel bir gelişme bulunduğunu da ifade ederek, “İstanbul, 29 Mayıs’ta yepyeni, dünya ölçeğinde kültür ve kongre merkeziyle tanışacak ve karşılaşacak” diye konuştu.

Milliyet, 29.04.2011

TARİHİ ESER HIRSIZLIĞI

 

Afyonkarahisar Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla  Mücadele Şube Müdürlüğü, Bolvadin İlçe Emniyet Müdürlüğü ve Çobanlar ilçe Emniyet Amirliği görevlilerince ortak yapılan çalışmalarda; İçerisinde tarihi eser olduğu bilgisi alınan 42 plakalı aracın Çobanlar İlçesinde yakalanması üzerine yapılan aramada çok sayıda tarihi eser ele geçirildi.


Yapılan aramada ele geçirilen tarihi eserler Afyonkarahisar müze müdürlüğüne teslim edildi. Yakalanan tarihi eserler arasında 24 cm eninde 29 cm. boyunda üzerinde dua eden figürler bulunan ortasında yuvarlak bir figür ve çerçeve bulunan levha, 13 cm. uzunluğunda diz çökmüş vaziyette elleri bulunmayan heykel, Cam görünümlü minik aslan heykelciği, Mavi-kırmızı renklerde kanatları mavi boncuklu kuş heykelciği, Koyu kahve renkli 2x2 cm ebatında altında kartal ve boğa resimleri bulunan delikli taş mühür, (7) ayrı poşet içerisinde farklı figürler bulunan değişik boyutlarda toplam 603(altıyüzüç) adet değişik dönemlere ait sikke tabir edilen eski para, Bir adet metal ördek heykelcik, (7) adet metal obje, Bir adet metal yüzük, Bir adet deniz kabuğu, İki adet taş objeye el konulmuş ve şüpheli şahıslar gerekli tahkikatları yapılmak üzere gözaltına alınmışlardır.

Afyon Haber, 29.04.2011

SIRA 1915'İN PANORAMASINDA

 

 

İstanbul Topkapı’daki Panorama 1453 tarih müzesinin hemen yanındaki atölyede, hummalı bir faaliyet var. 1.5 yıl önce açılan ve İstanbul’un fethini canlandıran Panorama 1453’ü yaratan 10 kişilik ekip, bu kez Panorama 1915’i yaratmak için kolları sıvamış. Atölyenin kapısı ilk kez Hürriyet’e açıldı.

 

Panorama 1915 ekibinin başında, yine fikrin sahibi, ressam-yönetmen Haşim Vatandaş bulunuyor. Vatandaş, 1952 Konya doğumlu, İstanbul Devlet Güzel sanatlar Akademisi Sinema-TV Bölümünden mezun ve bir çok çizgi, belgesel film yönetmenliği yapmış. 1453 İstanbul’un fethinden sonra, dünyanın en kanlı savaşlarından biri olan Çanakkale’yi canlandırmanın heyecanını yaşıyor.


Atölyede çok titiz çalışma yürütülüyor. Her türlü ayrıntı düşünülüyor. Gelebilecek her türlü eleştiri göz önüne alınarak proje gerçekleştiriliyor.


Bir yanda bilgisayarlarda çalışan uzman ve ressamlar, diğer yanda insan figürlerini, giysilerini, tüfek ve bombalarını yapmak için uğraşan sanatçılar, bir diğer tarafta da 1915 trajedisini en ufak ayrıntısına kadar canlandırmak için çaba gösteren bilim adamları çalışıyor.

 

Projeye hiç bir devlet katkısı yok. Haşim Vatandaş, neden devlet katkısı olmadığına yönelik sorumuzu, “Zaman alacaktı. Bakanlıklar arası yetkilerle vakit kaybedecektik. Bu yolu tercih ettik” diyor.


Bunun için Çanakkale Müzecilik adı altında bir firma kuruldu. Büyük ortağı, işadamı Mehmet Macit Topsakal. Topsakal, Haliç Kongre Merkezi’ni yapan kişi. Yap-işlet-devret kuralıyla işleyecek olan Panorama 1915 Tarih Müzesi, hesaplamalara göre 10 milyar liraya malolacak. 3 bin 500 m2 üzerine kurulu, toplam 7 bin m2 kapalı alanı olan bir merkez inşa ediliyor. Geniş otopark alanları, kafe, lokanta, müze mağazası var. İçeride konferans salonu da yer alacak. Çanakkale Savaşlarına ait film ve belgeseller gösterilecek, konuyla ilgili konferanslar düzenlenecek.

 

Müzeye gelenler, 40 metre çapında bir yarımadaya girecek. Yarımadanın üzerine, dökülen kanı simgeleyen kırmızı renkli üç boyutlu kubbe yapılıyor. Üstten bakıldığında Google Earth’te bile görülecek şekilde bir ayyıldız çizilecek. İçinde, Arıburnu çevresinde Anzaklarla yaşanan kara savaşı canlandırılacak. Göğüs göğüse çarpışan gerçek büyüklükte tam 180 asker figürü tek tek yapılıyor.


Panorama’ya girenler, Anzak koyuna, Halit Rıza Tepesi’nden bakıyor olacaklar. Yani, 30 Mayıs 1915’te şehit olan Bitlisli Halit ile Amasyalı Rıza’nın adını alan tepeden savaşı izleyecekler.
Tepeden bakıldığında, Anzak koyunun yanısıra, Mahmutsırtı ve Çataltepe de görünecek. 19 Mayıs saldırısında şehit olan 6 bin Türk askerinin göğüs göğüse yaptığı çarpışma resmediliyor ve canlandırılıyor. O tarihte Anafartalar’da savaş yoktu ama, Mustafa Kemal’in tepeden bakan o ünlü resminin yer alması için, o savaştan bazı görüntüler var. Bombalanan gemiler de, Panorama’da yer alıyor. Haşim Vatandaş, Çanakkale’ye yılda 3 milyon kişinin şehitlikleri ve savaş alanlarını ziyaret amacıyla gittiğini, Panorama 1915 Tarih Müzesi’nin ise, 1.5 milyon kişiyi ağırlayabilecek kapasitede olduğunu söylüyor.

 

Haşim Vatandaş, Panorama 1453’te, bulutların içine Fatih portresini ‘şifre’ niyetini gizlemişti. Panorama 1915’te ise 10 kişilik ekibin, yine bir şifresi olacak. Ortaya kilitli bir sandık bırakılacak ve bu sandığın, Çanakkale Savaşları’nın 150’inci yıldönümü olan 2065’te açılması istenecek. Panorama’yı yaratan ekip, o günkü nesile bir sürpriz bırakacak. Haşim Vatandaş, bu sürprizi, projeyi yaratan 10 kişiden başka kimsenin bilmeyeceğini, ancak 2065’te yeni neslin bunu öğreneceğini söylüyor.

 

Arıburnu çıkarması

Anzak kolordusu, Çanakkale Savaşı’nın bir cephesi olan ‘Arıburnu Cephesi’ne, 25 Nisan 1915’te çıkarma başlattı. Queen, London ve Prince of Wales gemileri ilk hucuma katılacak olan 1’inci Avustralya Tümeni 3’üncü Tugaya bağlı 1500 askeri taşıyordu. Askerler saat 03.00 sularında 48 flikaya bindirildi. Bu flikalar 12 istimbot tarafından çekilerek Kabatepe yönüne döğru hareket ettiler. Hedefleri Kabatepeye çıkıp, Kocaçimen Tepe ve Conk Bayırını aynı gün ele geçirip yarımadada hakimiyet kurmaktı. İstimbotlar Kabatepe yerine 1,5 km kuzeydeki Arıburnu bölgesine yöneldiler. Bazı Osmanlı kaynaklarına göre bu yanlış noktaya yönlenmelerinin sebebi, 3’üncü tabur komutanı Binbaşı Halis’in İngilizlerin daha önce işaret olarak bıraktıkları şamadıranın yerini değiştirerek Kabatepe’den alıp Arı Burnu açıklarına taşıtmasıydı. Anzakları, 27’inci alaydan iki manga Hain Tepe’de ateşle karşıladı. Anzaklar ilk aşamada çok kayıp verdi ve kıyı başında sıkışıp kaldı. Çabuk toparlandılar ve o kanlı kara savaşı tüm acımasızlığıyla yaşandı. Bu tarihten başlayarak harekat, 1915’in Ağustos ayına kadar dört ay boyunca, Conkbayırı- Kocaçimentepe-Kabatepe bölgelerinde, tarafların karşılıklı saldırı ve özellikle gece yapılan süngü hücumlarıyla, yakın boğuşmalar şeklinde ve çok kanlı çarpışmalarla geçti. Bu çarpışmalar sırasında Türkler de, Anzaklar da ağır kayıplar verdi.

Hürriyet Cuma, 29.04.2011

TARİHİ BİNA ÇÜRÜYOR

 

     

 

Çanakkale'de, 2010 yılı Haziran ayı sonunda restorasyon çalışmalarına başlanmasına rağmen yapılan eksik keşif sebebiyle yıl sonunda çalışmalarına ara verilen kordon boyundaki tarihi Devlet Güzel Sanatlar Galerisi bakımsızlık sebebiyle çürümeye başladı.

 

Kordon boyunun en önemli tarihi binaları arasında yer alan ve Hettie Grech (Madam Katya) tarafından yıllarca kullanıldıktan sonra Güzel Sanatlar Galerisi haline getirilen tarihi binanın restorasyonunda yaşanan sorunun halen çözülememesi sebebiyle bina doğa koşulları sebebiyle yavaş yavaş çürümeye başlarken, vatandaşlarda bu duruma tepki gösterdi.9 yıl önce restore edilmesine rağmen ahşap olan dış cephesi eskiyen tarihi binanın eski haline getirilmesi için Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü'nün geçtiğimiz yıl onarım başlattığını belirten vatandaşlar, "2010 yılı sonunda tamamlanması planlanan restorasyon çalışmaları yıl sonunda durduruldu. Uzun süre de ahşap olan bu yapı açıkta bu şekilde kaldı. Yaptığımız araştırmalarda 500 bin TL'ye ihale edilen restorasyon işinin yanlış keşif sebebiyle daha fazla maliyetinin olduğu, bu sebeple firma tarafından çalışmaların durdurulduğunu öğrendik. Kış boyunca bina bu şekilde durdu. Kar ve yağmur ahşap binanın açık olan bölümlerinden içeriye girerek yapıyı adeta çürüttü.

 

Yetkililerden en kısa sürede tarihi özelliği olan binayı restore etmelerini ve adına yakışır hale getirmelerini istiyoruz" dedi.

Çanakkale Kent Haber, 28.04.2011

YERALTI ŞEHİRLERİNİN MR'INI ÇEKTİLER

 

     

 

Kapadokya bölgesinde yeni yeraltı şehirlerinin ortaya çıkartılması amacıyla arkeometre jeofizik radar taraması yapılırken, bu uygulamanın Türkiye'de yeraltı şehirleri üzerinde ilk defa uygulandığı ve yeraltı şehirlerinin içine girmeden haritasının çıkartılacağı bildirildi.


Aksaray Müze Müdürü Yüksek Sanat Tarihçisi Yusuf Altın, Kapadokya bölgesi içinde yer alan Aksaray'da tescilli 18 yeraltı şehri bulunduğunu, 5 yer altı şehrinin de tescil için sırada beklediğini söyledi.


Altın, Aksaray'ın yeraltı şehirleri açısından zengin olmasına karşılık sadece 3 yeraltı şehrinin turizme açık bulunduğunu belirtti. Aksaray'daki yeraltı şehirlerini turizme kazandırmak için çalışma başlattıklarını açıklayan Altın, şunları ifade etti:
"Gülağaç Kaymakamlığı'nda yaptığımız bir toplantıda, yeraltı şehirlerinin boyutlarının arkeometre jeofizik radar taramasıyla belirlenebileceğini söyledim. Toplantıda bulunan Saratlı, Demirci ve Bekarlar kasabalarının belediye başkanları da bu önerime sıcak baktılar ve hemen çalışmalara başladık. Daha sonra bu çalışmaya merkeze bağlı Akçakent kasabası da dahil oldu. 4 kasabamızda da yer altı şehirlerinin olduğu biliniyordu. Ancak boyutları bilinmiyordu."


Yeraltı şehirlerinin haritasını çıkarmak için arkeometre jeofizik radar taraması yaptıklarını vurgulayan Altın, "Türkiye'de ilk kez yeraltı şehirlerinin haritasını çıkarmak için Kapadokya bölgesindeki 4 kasabada arkeometre jeofizik radar taramasını yaptık" dedi.






Arkeometre jeofizik radar taramasıyla yeraltı şehirlerinin içine girmeden dışarıdan adeta MR'ını çektiklerini belirten Altın, şöyle devam etti:
"Bugüne kadar yeraltı şehirlerinin boyutları bilinmeden temizlik çalışması yapılıyordu. Potansiyeli olmayanlara devam edilmezken, binlerce lira boşa gidiyordu. Bizim yaptığımız arkeolojik çalışmada ise manyetik ve elektromanyetik ölçüm aletleri ile yeraltı şehrinde bulunan mekanların ne yöne devam ettiği, kaç metre uzaklıkta oldukları, oda ve benzeri boşluklu yapıların yeraltındaki alt ve üst kot sınırları, genişlikleri, uzanım ve dalım geometrilerini tespit edebiliyoruz. Mekanların özellikle havalandırma ve giriş kapısı açıklıkları da tespit edilecek."


Mekanlara zarar vermeden toprak üstünden cihazları gezdirerek taramaları tamamladıklarını ifade eden Altın, "Tarama sonucunda yeraltı şehirlerinin haritalarını çıkartırken, sit alanı ilan edilmesi için çalışmalar başlayacak. Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu Konya Bölge Müdürlüğü'ne müracaat edeceğiz. Kurulun değerlendirmesinden sonra yeraltı şehirlerini turizme kazandırmak için müzemizdeki teknik uzmanlar tarafından temizlik çalışmaları başlatılacak" diye konuştu.


Kapadokya'nın Aksaray'dan başladığını anlatan Altın, Aksaray'daki yeraltı şehirlerinin haritasını çıkardıktan sonra turizme kazandırarak, turistleri yeraltı şehirlerine yönlendireceklerini sözlerine ekledi.

Türkiye Gazetesi, 28.04.2011



DOMİNİK'TE BATAN GEMİNİN
MALLARI BULUNDU

 

  

 

Dominik Cumhuriyeti sahillerinde 1500 yıl önce batan geminin enkazına ulaşıldı.

Billy Rawson adlı kaptan ve ekibinin bulduğu gemiden çıkarılan 700 adet gümüş para, Şamanların dini törenlerde kullandığı figürler, zümrüt yeşili taşların milyonlarca dolar değerinde olduğu bildirildi.

Karayip denizlerindeki en eski gemiyi bulduklarını söyleyen Utah menşeili şirketin Başkanı Rany Champion, "İçinde 25 ile 45 kişinin olduğunu tahmin ettiğimiz geminin uzunluğu 15 ile 18 metre arasında. İspanya'ya yeni basılmış paraları götüren geminin fırtınadan dolayı battığını tahmin ediyoruz.

Şu ana kadar 700 adet gümüş para çıkardık. Binlercesinin daha bulunduğunu tahmin ediyoruz.

Paraların üzerinde tarih yok ve her birinin değeri 1000 dolar" dedi.

Türkiye Gazetesi, 28.04.2011

TOPKAPI'DA HOLOGRAM ASKERLER

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı yaklaşık 3 yıl önce Topkapı Sarayı Müzesi’ndeki Silah Seksiyonu’nun yenilenmesi kararı aldı. İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü denetiminde yürütülen proje mimar Dr. Hasan Fırat Diker’e teslim edildi. Osmanlı döneminde Dış Hazine binası olarak kullanılan binada öncelikle restorasyon çalışması gerçekleştirildi. İki yıl süren restorasyon ve teşhir tanzim çalışmalarının ardından tamamlanan projenin yaklaşık 3 milyon TL’lik bütçesi İl Özel İdaresi tarafından karşılandı.

 

Restorasyon sırasında zemindeki yaklaşık 20 santimetre kalınlığındaki beton zeminin kaldırılmasıyla yıllardır üstü kapalı duran 4 kapak ortaya çıkarılmış oldu. Kapaklar açıldığında yerin altında kalan bölmelerin, binanın olduğu yerde daha önce bulunan Bizans bazilikasından kalma 3 lahit ve bir vaftiz havuzu olduğu anlaşıldı. Bu dört bölmenin dışında yine aynı bazilikanın kalıntılarından devşirilmiş, üzerinde semboller bulunan zemin tuğlaları ve yaklaşık 20 metre derinliğinde, içinde hala su bulunan bir su kuyusu ortaya çıkarıldı. Topkapı Sarayı Müzesi Bilim Kurulu’nun kararıyla çelik konstrüksiyon üstüne camla kaplanan zemin sayesinde ziyaretçilerin aydınlatılan bu bölmeleri ve zemindeki Bizans kalıntılarını da izleyebilmesi sağlandı.

 

Restorasyon projesinin tamamlanmasının ardından eserlerin sergilenmesi projesine başlandı. Modern müzecilik anlayışıyla, teknolojinin son imkanları kullanılarak hayata geçirilen projede ilk olarak müze arşivinin tozlu raflarındaki savaş ve silah figürlerinin yer aldığı yüzlerce minyatür incelendi.

 

Bunların arasından seçilen ve sinema teknikleriyle canlandırılan minyatürlerden Osmanlı askeri ve silah kültürünü anlatan değişik temalarda kısa animasyonlar ve filmler hazırlandı. Bu filmler, LCD ekranlardan ziyaretçileri bilgilendirmek için kullanıldı. Örneğin ok ve yayların sergilendiği vitrindeki LCD ekrandan dünyaca bilinan “Okçu” minyatürü, ateşli silahların sergilendiği vitrinde de ateşli silahların yer aldığı minyatürler kullanıldı.

 

Viyana Devlet Kütüphanesi’nden temin edilen ve Osmanlı ordusunun pek çok karakterinin bir arada görüldüğü iki ayrı minyatürde yapılan animasyonlara ise mekanın yaklaşık 15 metrekare büyüklüğündeki iki beyaz duvarı perde olacak. Ziyaretçiler, bu iki duvarda Osmanlı ordusunun alay geçidini izleyecek.

 

Mekanda uluslararası standartlara uygun olarak hazırlanan vitrinler, düzeyleri ayarlanabilen LED ışıklarla aydınlatılırken silah teşhirinde kronolojik bir sıra takip edildi. Binaya ilk girişinde ok ve yayları görecek olan ziyaretçiler, gezi güzergahını takip ettikçe kılıçlara, sonrasında da ateşli silahlara doğru ilerleyecek.

 

Piri Reis’in Kitab-ı Bahriyesi’nden alınan ve pek bilinmeyen, Akdeniz ve Avrupa’yı içeren haritası da Osmanlı’nın üç kıtaya yayılışının 7 büyük savaş eşliğinde anlatıldığı dev bir panoya dönüştürüldü.

 

Yaklaşık 10 metrekarelik dev harita üzerine yerleştirilen monitörlerden Kosova, İstanbul, Ridaniye, Mohaç, Preveze, Kıbrıs ve Bağdat savaşlarını konu alan minyatür canlandırmaları yayınlanıyor.

 

Silah Seksiyonu’nda en çok ilgi çekmesi beklenen yenilik ise hologram. Bina içindeki yıllardır kullanılmayan ve kapalı tutulan küçük hücre, Osmanlı ordusunun en bilinen figürleri Yeniçeri, Sipahi ve Levent’in üç boyutlu olarak, gerçekten oradalarmış gibi boy gösterecekleri sahne olarak kullanılacak.

 

Hologram sayesinde üç Osmanlı askeri kendilerine has kıyafetlerini, silahlarını ve o silahları nasıl kullandıklarını canlıymış gibi gösterecekler. Yeniçeri çakmaklı tüfeğini, Sipahi ok ve yayını, Levent ise elindeki yatağanı nasıl kullandığını hareketli bir şekilde ziyaretçilere gösterecek. Yeniçeri ve Levent kıyafetleri orijinalleri örnek alınarak modacı Faruk Saraç tarafından hazırlandı. Hologram çekimleri yapılırken silah hareketlerinin şiddet unsuru içermemesi ve bir hedefinin olmamasına özen gösterildi.

 

Silah Seksiyonu’nda ayrıca ziyaretçilere gezi boyunca eşlik edecek müzikler olacak. Proje kapsamında Cahit Berkay, Erkan Oğur, İskender Paydaş, Gökhan Kırdar, Hayko Cepkin, Şebnem Ferah gibi isimlerin yer aldığı Türkiye’nin 22 tanınmış müzisyeni bir araya getirildi. Ünlü Türk heavy metal grubu Pentagram üyelerinden Hakan Utangaç ve Tarkan Gözübüyük yönetiminde Silah Seksiyonu’na özel hazırlanan 15 şarkılık albümde 14 özgün parça yer aldı. Türkiye’de ilk defa bir müzenin bir bölümü için özel olarak hazırlanan albümdeki müzikler, mekanın akustik özelliklerine uyum sağlayacak şekilde hazırlandı.

 

Silah Seksiyonu teşhir tanzim projesini daha önce de Ayasofya’yla ilgili bilimsel araştırmaları, serafim meleğinin mozaik yüzünün açılması, Topkapı Sarayı Kutsal Emanetler Dairesi’ndeki havada duran kılıçlar tasarımı gibi ses getiren projeleriyle tanınan Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Öğretim Görevlisi Dr. Mimar Hasan Fırat Diker gerçekleştirdi.

Habertürk, Haber: Serkan Akkoç, 28.04.2011

'KANAL İSTANBUL', MARMARA İLE KARADENİZ'İ BAĞLAYACAK, GÜNDE 160 GEMİ GEÇECEK

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, günlerdir merak edilen “çılgın proje”sini slaytlar ve animasyonlar eşliğinde açıkladı. Projesinin adını ‘Kanal İstanbul’ olarak duyuran Erdoğan, “İstanbul içinden deniz geçen iki şehre dönüşecek” dedi. “Büyük Usta” sloganları arasında kürsüye gelen Başbakan Erdoğan, İstanbul’un batısında Marmara Denizi’ni Karadeniz’e bağlayacak Kanal İstanbul’un, etüt çalışmasının 2 yıl süreceğini belirtti. Erdoğan, Kanal İstanbul’dan günde 130-160 geminin geçeceğini söyledi.

İstanbul Kongre Merkezi’nde yapılan ve İstanbul milletvekili adaylarının tam kadro yer aldığı bir toplantıda “Çılgın Projesi”ni açıklayan Erdoğan, İstanbul Boğazı’ndaki tanker trafiğini ortadan kaldırmayı amaçladıklarını belirtti. Konuşmasına Yahya Kemal Beyatlı’nın “Deniz” şiiriyle başlayıp daha sonra da Necip Fazıl’dan “Canım İstanbul”la devam eden Erdoğan, kanalın tam yerini açıklamadı.

Ancak toplantının bitiminde Kongre Merkezi’nden çıkmak üzereyken, kendisine sevgi gösterilerinde bulunan vatandaşlara, Erdoğan, “Bak bu proje Çatalca’ya hediye ona göre” diye seslendi. Erdoğan, Kanal İstanbul’u anlatırken, “Panama kanalıyla, Süveyş ile, Yunanistan’da Korint Kanalı ile kıyas dahi kabul etmeyecek, yüzyılın en büyük projelerinden biri için bugün kolları sıvıyoruz” diye konuştu,

“Projenin önemli gerekçelerinden bir tanesi, Boğaz trafiğini azaltmak ve Boğaz’daki tehlikeyi minimize etmek” diyen Erdoğan, şunları da söyledi: “Dünyada içinden nehir geçen nice şehirler var. Ama içinden deniz geçen yegane şehir İstanbul. Şu andan itibaren başlattığımız projemizle İstanbul, içinden 2 deniz geçen bir şehre dönüşüyor, 2 yarımada, 1 ada oluşuyor.” Anadolu yakası, zaten bir yarımada. Fakat şimdi bir ada oluşacak.”

“Kanalın finansmanı noktasında hiç bir sıkıntı yaşanmayacak” diyen Erdoğan, şöyle konuştu: “Zira, gerek ulaşım boyutuyla, gerek çevresinde oluşacak yaşam alanları boyutuyla, kanal cazip bir yatırım alanı olma özelliğini taşıyor. Artık kaynaklar çeşitlendi, BO (Yap-İşlet)ve BOT (Yap-İşlet-Devret) gibi sistemlerle artık bunu yapmak mümkün. Çünkü Türkiye, bir istikrar, güven ülkesi. Türkiye, 2023’e, böyle büyük, çılgın ve muhteşem bir projeyle girmeyi fazlasıyla hak etmektedir.”


Programın sonunda projenin bir simülasyonunu izleyicilerle paylaşan Erdoğan, “Diğer önemli projelerimiz de hazır. İstanbul’da iki yeni şehir demiştim, onlar. Ankara’ya ait olanları Ankara’da, İzmir’e ait olanları İzmir’de açıklayacağım. Buna benzer bazı illerde bu tür açıklamalarımız olacak” dedi. Erdoğan, daha sonra “dar çerçeve” olarak nitelediği ekibini sahneye çağırarak, Ulaştırma Bakanı Habip Soluk, eski Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ve AKP İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşcu ile poz verdi.


İŞTE ÇILGIN PROJE KANAL İSTANBUL'DAN KARELER
Başbakan Tayyip Erdoğan, “Kanalla ilgili araştırmalar, etütler, zemin incelemelerin, maliyet hesaplarının bir kısmı yapıldı ancak, spekülasyonlara meydan vermemek adına, bu ayrıntıları şimdilik girmeyeceğiz”derken, “12 Haziran seçimlerinin hemen ardından projenin etüt çalışmalarını başlatacak, ağırlıklı hazine arazileri kullanılmak suretiyle bu projeyi gerçekleştireceğiz” dedi. Erdoğan, konuşmasında finansman konusunu Yap-İşlet ve Yap-İşlet-Devret’in İngilizce kısaltmaları olan “BO” ve “BOT”u kullanırken, projenin 2023’te tamamlanmasının planlandığını belirtti. “Mümkün olduğunca meskun mahallere girmemeye gayret edeceğiz” diyen Erdoğan, “Tabi zorlandığımız yerler olabilir. Orada da kimsenin mağduriyetine asla fırsat vermeyeceğiz” diye konuştu.

‘Çılgın proje’nin özellikleri
Karadeniz ile Marmara denizi arasında yaklaşık 45 ile 50 kilometre arasında bir kanal yapılacak.


Etüd çalışmaları 2 yıl sürecek projenin hazırlıklarına, seçim sonrası başlanacak.


Kanalın su derinliğin yaklaşık 25 metre, su yüzeyindeki genişliği yaklaşık 145-150 metre civarında, tabanda ise yaklaşık 120 metre olacak.


Günde 130-160 geminin geçeceği Kanal İstanbul’dan 300 bin tonluk gemiler de geçebilecek.


Kanal üzerine inşa edilecek köprülerle kara ve demir yolu ulaşımı kesintisiz sağlanacak.


3’üncü köprünün bağlantı yolları da bu kanalın üzerinden geçecek.


Kanal İstanbul’un etrafında kongre-fuar merkezi, kültür merkezleri, spor kompleksleri ve yaşam alanları oluşturulacak.


Ayrıca yıllık 60 milyon kapasiteli bir havalimanı da inşa edilecek.

 

Kanalda akıntı olacak kirlilik yaşanmayacak.

 

Kanal İstanbul’u tanıtırken, bu konuda oluşacak çevreci endişelere de yanıt veren Tayyip Erdoğan, şunları söyledi: “Kanalın suyu durgun olmayacak, akıntı nedeniyle, bir kirlilik oluşmayacak. Kanal, İstanbul’un yer altı ve yer üstü kaynaklarına zarar vermeyecek. Bunların hepsinin proje çalışmaları yapıldı, yapılıyor. İstanbul’da bir su sorununa asla sebep olmayacak. Kanal boyunca tabii yaşamın muhafazasına, tarım alanlarının korunmasına dikkat edilecek. Etüt çalışmaları sırasında her türlü yapıcı eleştiri, öneri, katkı alınacak. Sivil toplum örgütleri, üniversiteler, ilgili tüm kurumlarla koordinasyon halinde proje yürütülecek.”

 

Kanal İstanbul’un artıları

Avrupa Adası oluşacak: Karadeniz ve Marmara ikinci kez birleşecek. Avrupa yakası ada olacak. İki yarımada ve bir adayla içinden deniz geçen tek şehir İstanbul olacak.
Gemi trafiği azalacak: Boğazdan günde geçen 150 gemi ikinci bir güzergah seçeneğine kavuşacak. Rahatlayan Boğaz, su sporları ve diğer etkinliklerle çekim merkezi olacak.
Felaket olasılığı azalacak: Tanker trafiğinin azalmasıyla İstanbul’a büyük zarar verebilecek olan kaza olasılığı da azalacak.
Trafik güvenliği artacak: Doğal alan olan değişken ve ters akıntıları nedeniyle riskli bir geçiş alanı. Teknik arızada kaza olasılığı yüksek. Oysa Kanal İstanbul’da akıntı ve diğer doğal riskler yok.
Boğaz ekolojisi korunacak: Geçen gemilerin pervane seslerinden bıraktıkları atıklara kadar Boğaz’a verdikleri zarar azalacak. Balık ve diğer canlılara baskı azalacak.
Kanal cazibe merkezi olacak: Trakya’da ikinci bir İstanbul Boğazı olacak. Çevresindeki yatırımlarla bölge ekonomisi canlanacak.

 

Kanal İstanbul’un eksileri

Ekolojik etkisi: Karadeniz ve Marmara’yı ikinci bir kanalla bağlamanın iki deniz açısından nasıl bir etkisi olacağı bilinmiyor.
Trafiği azaltmayabilir: Montrö’ye göre transit gemilerin Boğazları kullanma hakkı kısıtlanamıyor. Türkiye tankerleri yeni kanalı kullanmaya zorlayamaz. Dev yatırım işlevsiz kalabilir.
Kenti boğabilir: Yeni kanalla birlikte kentin en bakir bölgeleri de yapılaşmaya açılacak. Ormanların bulunduğu Kentin Kuzey aksında oluşacak bir yapılaşma zaten nüfus baskısı altındaki kenti boğabilir.
Rant riski: Bölgede oluşacak ekonomik gelişim bölgedeki rant paylaşımını tetikler. Sosyal sorunlar oluşabilir.

Hürriyet, Haber: Mustafa Küçük - Sefa Özkaya, 28.04.2011

 

******


BU PROJE ÇILGIN MI, YOKSA ÇILGINLIK MI?

 

 

Aylardır beklenen o çılgın projeyi, yeri belli olmasa da artık bütün Türkiye biliyor. Sadece Türkiye'de değil bütün dünyada büyük ses getirecek bu projeyle ilgili ilk yorumlar gelmeye başladı bile. Uzmanlar ve şehir bilimciler İstanbul içerisinden iki deniz geçirilmesi ve bir ada oluşturulması projesine ilk tepkilerini HABERTURK televizyonunda Yiğit Bulut'a açıkladı.

 

Yüksek Mimar ve Kent Bilici Prof.Dr. Ahmet Vefik Alp
Benim daha çılgın bir projem var. Kıbrıs'la anavatanı birleştiren bir çalışmaydı. Başbakanın projeci kimliğini takdirle karşılıyorum. Cesaretini takdirle karşılıyorum. Projeyi genel hatlarıyla olumlu bulup destekliyorum. Fakat bazı çekincelerim ve hassasiyetlerim var. Bu projelerin Batılı dünyalarda genel kitlelerin konsensüsüyle tartışılarak paylaşımcı olarak ortaya konduğunu görürüz. Biz Türkler'in kanında var sanırım. Tepeden olabiliyor. Ama bundan sonra tartışılacak, konuşulacak, bölge sakinlerinin projeye yaklaşımı ve tepkisi ortaya konulacak.


İstanbul Boğazı 30 kilometre uzunlukta. Genişliği ortalama 600 metre, en dar yerinde. Yılda 50 bin yük gemisi buradan geçiyor. 10 bini tehlikeli madde taşıyor. İstanbul Boğazı'ndan geçen petrol Panama'dan geçenin 4, Süveyş'ten geçenin 3 katı. Burada çok ciddi bir risk var. O bakımdan bu projeyi desteklemek gerekir. Fakat çok derinlemesine çalışılması gerekir. Ben İstanbul'un daha fazla büyütülmesini çok tehlikeli buluyorum. Bu proje yeni inşaat alanları açmasın diliyorum. Sayın Başbakan farklı değerlendirdi.


İstanbul 15 milyona yükseldi. Daha fazla büyümesi çok tehlikeli. kabus şehre dönüşebilir. Kuzeyde gördüğümüz son yeşil akciğerleri kaybetmemek gerekir. Bu gibi projeleri İstanbul'a enjekte ederken İstanbul'un büyümesini tetiklememek lazım. Su alanlarını bozmamak konusunda da çok dikkatli olmak lazım. 30 milyonluk İstanbul gibi bir kabus şehre dönüşmemeliyiz. Ya güzele gideceğiz, ya kötüye...

İstanbul Serbest Mimarlar Derneği ve İstanbul III Numaralı Bölge Kurulu Başkanı Sinan Genim
Başbakanın projesini şiddetle destekliyorum!
Bir an önce hayata geçirilmesini, bir an önce Türkiye'nin böyle bir projenin başarısını tatmasını isterim, gurur duyulmasını isterim.

Bu proje İstanbul'un yaşam alanını büyütecektir yani yaşayan insana da yeni rekreasyon alanları yeni yerleşim alanları, yeni aktiviteler sunuyor o yüzden de müthiş sevindirici bir proje.

"Eski şehir"in korunması için de müthiş bir katkısı olacak. Özellikle Suriçi'ndeki ve Boğaziçi'ndeki yoğun baskıyı azaltacak. Yeni yerleşim alanları ile birlikte eski şehir dediğimiz tarihi alanlardaki baskı azalacak. Eski şehir dokusu nefes alacak.

Bunların dışında Dünya'nın gündeminde Türkiye bu projeyle büyük oranda yer alacağını umuyorum. Dünyanın da Türkiye'nin de bu tür projelere şiddetle ihtiyacı var.

Tankerler boğazdan her geçtiğinde tarihçilerin ve mimarların yüreği ağzına gelir. Boğaz trafiğine katkısı çok büyük olacak. Orada şimdi güvenli bir yerde, bir kanalın içinde tankerler gayet emniyetli bir şekilde geçecek. Bu da boğaziçinin yüzyılların kültürel birikiminin rahatlamasına ve kendini emniyette hissetmesine yol açacak.
Yani yelkenle geçilen bir devirden bugüne gelindi, Kandilli veya Rumeli Hisarı'nın önünde durusanız nasıl bir faciayla karşı karşıya olduğumuzu görürsünüz. Allah bizi koruyor, Tanrı'nın bir lütfu yani başımıza bugüne kadar birşey gelmemesi. bugünkü tankerler Indepente gibi de değil onun 2 misli 3 misli tankerler geçiyor, o dönemde olmayan doğalgaz dolu tankerler geçiyorlar yani büyük bir risk altındayız.

Projenin Türkiye'ye büyük ekonomik katkısı olacaktır. Her türlü böyle büyük inşaat faaliyetleri ülke ekonomisini geliştirmesi açısından, ülke ekonomisine dinamizm kazandırması açısından büyük bir başarıdır. Bizim hele orada bunu yapacak insanların, çalışacak insanların hayat standartları yükselecek ve Türkiye böyle bir projeyi gündeme getirmekle dünyada söz sahibi olacak.
Bir dönemde GAP bu tür bir projeydi ama GAP bugün Türkiye için küçük bir proje artık.

Bunu gerçekleştirebilecek gücümüz var ve bunu da dünyaya göstermenin zamanı geldi. Önümüzdeki yıllarda dünyanın ilk 10 ekonomisine girmek üzere hazırlanan bir ülkenin bu tür projeleri olması gerekir.
 

Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhçu
Adı üstünde, Başbakan "Çılgın Proje" diye nitelemiş. Proje, ulusal ya da bölgesel ölçekte planlamaya dayalı olarak gündeme gelmiyor. Anti demokratik bilimi dışlayan şekilde gündeme geliyor.

Projenin uygulanması İstanbul'a aykırı. Bu projeyle İstanbul'un yeni nüfus yoğunluğu, ulaşım, yerleşim kararları verilmiş olacak. Kanal çevresinde yeni bir kent kurulması ve paralel olarak Silivri- Çatalca hattında yeni bir projeden bahsediliyor. Burada İstanbul'un geleceğinin tüketilmesi söz konusu olacak. Çevresel sorunlardan sözedebiliriz.

17 milyon nüfusun üzerine ilave olacak nüfuslarla 25-30 milyona çıkacak. İstanbul'un yok edilmesi anlamına geliyor. Projeyle ulaşım ihtiyacı karşılanacğı varsayılıyor. Bu öne çıkarılıyor. Halbuki ulaşım master planında bu öngörü söz konusu değil. 3. Köprü siyasal rant projesi olarak yapılmaya başlandı. İşlevi olmayan projeye işlev kazandırılması öngörülyor. Maliyetiyle ilgili açıklama yapılmaması nitelik hakkında fikir veriyor. Daha çok 12 Haziran sonrasına yönelik bir söylem halindedir.

Teknik yeterli bir çalışma yapılmamış, maliyet analizi yapılmamış. Ancak bu proje, ülkenin öncelikleri, ekonomik kaynakları açısından kabul edilemeyecek çılgın bir projedir.

 

Mimarlar Odası Eski Genel Başkanı Oktay Ekinci
Prof.Dr. Oktay Ekinci, şunları söyledi: “Bu proje falan değil sadece hayal. Seçimler yaklaşıyor, bu olsa olsa seçim vaadi olur. Çocukça, beceriksizce yapılmış bir animasyon gerçekçi bir proje değil. Sen Boğaz’ı rahatlatmak istiyorsan burada asıl sorun petrol taşıyan tanker gemileridir. Petrol neyle taşınır boru hattıyla ilk once sen bu gemilerin geçişini engelle. Eğer Boğaz'ı rahatlatmak istiyorsan tanker geçişlerini engelle. "Kanal açacağız" diyorlar, bu İstanbul’un felaketi olur. İstanbul bu yüklemeyi kaldırmaz. İstanbul yükleme şehri değil; restorasyon şehri olmalıdır, restorasyon gereklidir bu İstanbul'un felaketi olur. Bir öğrenci bana böyle bir proje ile gelse ben bu öğrenciye sıfır veririm böyle bir projenin imkansız olduğunu anlayana kadar geçirmem onu dersten" dedi.   

 

MÜSİAD Genel Başkanı Ömer Cihad Vardan
MÜSİAD Genel Başkanı Ömer Cihad Vardan, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından açıklanan “Kanal İstanbul” projesine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
 
Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) Genel Başkanı Ömer Cihad Vardan, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından açıklanan “Kanal İstanbul” projesini Türkiye’nin ekonomik gelişmesine paralel olarak çok önemli bir adım olduğunu belirterek, “Bu proje ile Türkiye’nin bölgedeki ekonomik rolü artacaktır” dedi.
 
Vardan’ın açıklamaları şu şekilde:
 Sayın Başbakanımızın açıklamış olduğu ‘Kanal İstanbul’ projesi iş dünyası ve halkımızı heyecanlandırmıştır. Projeyi sadece bir kanal, sadece bir inşaat işi olarak görmemek gerekir. Bu projenin beraberinde getirdiği çeşitli faydaları olacaktır. Dünya çapındaki bu projenin, ülkemiz ekonomisine ciddi katkılarda bulunacağını düşündüğümüz gibi, böyle bir projenin hayata geçirilmesiyle, öncelikle boğazlardaki tanker ve yük gemileri kazaları riski ortadan kalkacaktır. Boğazlar artık transit geçiş alanı olmayacak, daha çok turizme yönlendirilecektir. Dünyanın incisi dediğimiz ‘İstanbul Boğazı’ gerçekten bir inci olacaktır.   
 
Tabii bunların yanında, ‘Kanal İstanbul’ projesi, kanal geçiş ücretleri, inşaat işleri, çevre işleri vb. birçok konuda iş sahası oluşmasına vesile olacaktır. Aynı zamanda yeni, planlı ve çağdaş yerleşim bölgelerinin oluşmasına, bölgenin gelişmesine de çok ciddi bir katkısı olacağı kanaatindeyiz.
 
Sayın Başbakanımızın açıkladığı bekleme süresi ile ilgili zararın yanı sıra bu kanalın kullanılması ile bu hatta sevkiyat yapmak isteyen ülkelerin sayısı da her geçen gün artacaktır. Asya ile Avrupa arasında bir köprü niteliği taşıyan Türkiye’nin bölgedeki ekonomik rolü de bu vesileyle artacaktır. Sonuçta biz bu projenin Türkiye’nin gelişmesine paralel olarak atılmış önemli bir adım olarak görmekteyiz.
 
Bütün bunlarla beraber İstanbul, dünyanın hakikaten en güzel kentlerinden biridir ve her türlü yatırıma layıktır. Özellikle deprem riskinin konuşulduğu günümüzde İstanbul’un baştan sona ele alınmasında yarar vardır. Yeni oluşturulacak yerleşim alanlarıyla eskilerin ikamesi ve eskilerin rehabilitasyonu hepimizin gündeminde olmalıdır.

Habertürk, 28.04.2011

 

******


SOKULLU'NUN RÜYASI

 

Başbakan herkesin merakla beklediği Çılgın Proje'yi açıkladı. HABERTURK TV'de Murat Bardakçı ve Fatih Altaylı Murat Bardakçı önce Yiğit Bulut'a sonra Didem Arslan Yılmaz'a Çılgın Proje'yi yorumladı...

Murat Bardakçı:
Karadeniz ve Marmara'yı bağlama projesi, geçmişte en az 4 kere denendi. Fakat İzmit Körfezi tarafı denendi. Sokollu'nun projesiydi. O zamanki sıkıntı teknoloji yetersizliğiydi, dolayısıyla olmadı. Şimdi onu Batı'ya aldık. Bildiğim kadarıyla Sokollu'dan sonra üç kere daha denenmiştir. Olmadı.

 

Sapanca Gölü'nü yukarıdan Karadeniz'e, aşağıdan Marmara'ya bağlamaktı. Teknoloji gelişti. Harfiyet problem olmaz. Bizim mühendislerimiz çok iyi.


Ben biliyorum ki Mimarlar Odası, Mühendisler Odası dava açacaklar. Mimarlar Odası İstanbul için neye karşı çıkarsa o proje İstanbul'un hayrınadır. Batı'da olmuş Doğu'da olmuş eskiden beri Rumeli ve Anadolu'yu bölme planı vardı. Boğazlar çok önemlidir ama her zaman için bizim için dertti. Savunma açısından mesela.

Fatih Altaylı: Biz HABERTÜRK'ün manşetine aldığımız projeyi Başbakan'ın masasında gördük. Orada korumalarını bile almadığı, hem dinlenip hem çalıştığı özel işlerini yürüttüğü bir ofisi var. Çok da küçük bir ofis, çok önemli bir yerde. Oradaki proje bizim duyurduğumuz proje. İstanbul'da bir Manhatten yaratan bir proje. Sonra bu değişmiş olabilir, fizibilite çalışmaları değimiş olabilir. Ama İstanbul'a 2. Boğaz manşetimiz doğrudur. Gümüşdere'den girip oradan aşağı doğru kanalın inmesi daha makul geliyor bana. Yani oradan girip Küçükçekmece Gölü'ne çıkabiliyor da olabilir. Ben bazen çıkıp geziyorum. Maden alanlarından bahsediyorsa, Eyüp bölgesi içerisinde. O zaman oralarda da pek çok araziyi kapatmış vaziyetteler. Yatırımcıların o bölgeye götürülüp gezdirildiğini biliyoruz. Biz orada Venedik türü kanallar yapılacağını duymuştuk. Arap yatırımcıların ilgi gösterdiğini biliyoruz. Havalimanı büyük ihtimalle Karadeniz kıyısında gibi. Kemerburgaz ucundaymış gibi. Buradan en iyi durumda olacaklar gemiyle petrol taşıyan şirketler. Başbakan'ın dediği gibi gemilerin beklemeden dolayı verdikleri 1.4 milyar dolar maliyet var. Demek ki petrol şirketleri 1.4 milyar dolar para kazanacaklar. O zaman bu paranın bir kısmını bize verecekler. Montro'de Boğaz geçişi bir hak. Gemilerden biz kılavuzluk hizmeti istemeyenlerden para veremiyoruz. Hukuki tarafları da var. Bunun izinleri de önemli. ÇED Raporu nasıl alınacak?

Habertürk, 28.04.2011

 

******


PROJE, BOĞAZLAR SÖZLEŞMESİ'NE AYKIRI MI?

 

Beklenen gün geldi ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Çılgın Proje'yi milyonların önünde açıkladı. Proje partililer tarafından sevinçle karşılanırken bir çok soru işaretini de beraberinde getirdi. Projenin maliyeti ve yeri hakkında 'spekülasyona neden olmaması için' net bir bilgi vermedi. Bilgi verilmeyen ve bahsedilmeyen diğer bir konu ise işin hukuki ve siyasi boyutu oldu. İkinci bir boğazın ortaya çıkıyor olması ve ticari gemilerin de buradan geçecek olması uluslararası Boğazlar Sözleşmesi'ne ilişkin bazı soruları akıllara getirdi. İşte bu kapsamda işin uzmanlarına konunun yaratabileceği hukuki ve siyasi sorunları sorduk.

Emekli Büyükelçi Onur Öymen HABERTURK.COM EKONOMİ SERVİSİ'nin Çılgın Proje'ye ilişkin sorularını yanıtladı. İşte Öymen'in değerlendirmeleri:

"Başbakan Erdoğan projenin sadece ekolojik ve ticari boyuna değindi. Fakat hukuki ve siyasi boyutuna değinmedi. Tabi Boğazlar meselesi sadece İstanbul Boğazı'yla değil Çanakkale Boğazı'yla birlikte değerlendirilmeli.
Bu kanaldan savaş gemileri geçecek mi geçmeyecek mi? Sadece ticari gemiler mi geçecek? Belli değil.
Montrö Boğazlar Sözleşmesi sadece İstanbul ve Çanakkale boğazlarını kapsar. Müttefiklerin savaş gemileri bu kanal üzerinden Karadeniz'e çıkmak isteyebilir. İşte bu kapsamda konu, uluslararası hukuk çerçevesinde siyasi boyutlarıyla iyi değerlendirilmeli; sadece ticari boyutlarıyla değil. Öncelik hukuk ve siyasi boyut olmalı.

Montrö sözleşmesinde Türkiye'nin yetkileri var ve bir kurallar sistemi söz konusu. Bu sözleşme gemilerin geçeceği başka bir yolu öngörmemiştir. Bu sözleşmeye göre Türkiye, boğazlardan geçen ticari gemilerden ücret almıyor. Peki bu kanaldan ücret talep edilirse ne olacak? Ücret alınırsa bir sorun çıkabilir. Bu konuların iyi değerlendirilmesi gerekiyor.

Dünyadaki genel trend büyük şehirlerin üzerindeki yükü hafifletmek yönünde. Fakat bu proje İstanbul'u bir çekim merkezi haline getirerek İstanbul'un yükünü daha da artıracaktır. Bu proje İstanbul'u Meksika gibi tahammül edilmez hale getirecek. Başbakanın İstanbul konusunda yaklaşımı değişmiş durumda.
İstanbul bir deprem merkezi ve çok büyük bir deprem beklentisi varken İstanbul'u çekim merkezi haline getirmek doğru mudur? "

Yeditepe Üniversitesi Öğretim Görevlisi Devletler Hukuku Uzmanı Prof.Dr. Yaşar Gürbüz ise yaptığı değerlendirmede, söz konusu kanalın ve buradaki geçişlerin uluslararası boğazlar sözleşmesiyle ilgisinin olamayacağını belirtti. "Bu tamamen Türkiye'nin kendi topraklarındaki bir insiyatiftir" diyen Gürbüz, ayrıca ticari gemilerin bu kanalı kullanmayacağını da aktardı. Boğaz'dan geçen gemilerin bu kanala yönlendirmesinin ise ciddi sorunlar yaratabileceğini aktaran Gürbüz,  "Boğaz trafiğini azaltmaya yönelik bazı ticari gemiler bu kanala kesinlikle yönlendirilemez. Fakat isterlerse bu kanalı kullanabilirler. Bence bu kanalı hiçbir ticari gemi kullanmaz" diye konuştu.

Habertürk 28.04.2011

 

******


DOĞAL SİSTEME MÜDAHALE RİSKLİ

 

Başbakan Erdoğan’ın açıkladığı “Kanal İstanbul Projesi”ne ilişkin olarak çevreciler doğal sisteme yapay müdahalelerin ne gibi değişimler getireceğini bilemeyeceğimiz konusunda uyardı. Bazı çevreciler de çıkan hafriyatın ne olacağı sorusunu sordu. İşte çevrecilerin görüşleri...

 

Hacettepe Üniversitesi (HÜ) Çevre Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Cemal Saydam: “Doğal olarak oluşmuş bir sistemi öyle yapay müdahaleler yaparsanız, ne olacağını kestiremezsiniz. Boğazlardaki su rejimini değiştirirseniz, İstanbul’un kanalizasyon deşarj sistemini mahvedebilirsiniz. İstanbul’un kanalizasyonu boğazın altına veriliyor ve bu su Karadeniz’e gidiyor. Daha açık bir ifadeyle Karadeniz Marmara’ya bir musluktan boşalıyordu, şimdi ikinci musluğu açarsanız Karadeniz’deki su dengesini değiştirirseniz, ne olacağı kestirilemez. Balık olsun, üst akıntısı olsun, su rejimi olsun. Marmara’nın su bütçesi ile oynamaya başlarsanız sistemin nasıl cevap vereceğini hiç kestiremezsiniz.”

TMMOB Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Murat Taşdemir: “25 metre derinliğinde, 150 metre genişliğinde, 45 kilometre uzunluğunda bir kanal açmak demek, 168 milyon 750 bin metreküp toprak harfiyatı demek. Bu da yaklaşık 17 milyon kamyon harfiyat demek. Buradan çıkacak toprağı İstanbul’un üzerine sersen, İstanbul’un yüzölçümünü 10 santimetre yükseltirsin. Bu alanda çok ciddi ekolojik tahribat ve orman katliamı yapılacak, çok ciddi bir kentleşme problemi olacak. ”

Orman Mühendisleri Odası Başkanı Muhammet Saçma: “Bizim önerimiz, Büyükçekmece’den, Ormanlı Köyü civarına uzanacak bir güzergah. Bu da kısmen coğrafi yapısı itibariyle de kanal geçirmeye uygun bir yer. Hem mesafe daha kısa, hem de ormandan geçecek bölümü 7-8 kilometre. Bu güzergahın hem maliyeti azaltacağını, hem doğaya daha az zarar vereceğini düşünüyoruz. Bu gibi şeyler ihtiyaçsa ‘karşıyız’ demek doğru değil, alternatif öneriler sunmak lazım. ”

Çevre Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Üyesi Emine Girgin: “Proje kuzey ormanları için büyük tehdit. Zaten İstanbul şu anda yaşanılabilir sınırların çok çok üzerinde.  Bu şehre yeni ulaşım yerlerinin yapılmaması gerekiyor. Çünkü her yapılan beton yapıtlar şehir dokusuna zarar veriyor.” 

İstanbul Çevre Federasyonu Konseyi Başkanı Tunay Gürsel: “Bazı kamu ve kurumlar buna gerek duymadan projeyi yapıyor ve uyguluyor. Bu kuruluşların dışında Şehir Plancıları Odası Türkiye Mimarlar Mühendisler Birliği’nin bu projeyi nasıl değerlendireceği de önemli. Ama anlaşılan o ki hiçbir kesimin görüşü alınmamış.”

Prof.Dr. İlhan Talınlı (İTÜ Çevre Mühendisliği öğretim üyesi): “Çevre biliminde ekosistemler belirli bir taşıma kapasitesine sahip yaşanılan yerlerdir. ‘Ben yaptım oldu’ projeleriyle ortaya çıkarsanız, çevresel etkileri ne olacak diye sorma hakkı ne sizde ne de bendedir. Havada, oksijende, tuzdadır. Su olmayan bir yere ‘Ben buraya su getirip yaşayacağım’ derseniz çevre bedelini ister. Seçim arifesinde ‘Ben yaptım oldu’ mantığıyla söylenecek bir şey değil.

 

Yıldırım: Güzergahı açıklamıyoruz
Can Dündar’ın NTV’deki Canlı Ana Haber programına katılarak soruları yanıtlayan eski Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, proje kapsamında uygun bir yapılaşma ve büyük bir yaşam alanı inşa edileceğini belirtti. Güzergahı kendisinin de merak ettiğini söyleyen Yıldırım, “Yer ile ilgili bir açıklama yapmamaya karar verdik. Amaç, bundan vatandaşın haberinin olmaması değil. Sondaj yapılacak milyonlarca ton toprak ve kaya alınacak. Bölgede su kaynakları var. Yeraltı ve yerüstü suları var. Bu kanal yapıldıktan sonra oradaki ekolojik dengeyi bozmadan, devamını sağlamak lazım” dedi. Güzergah için bir kaç alternatifin olduğunu belirten Yıldırım, “Onu teke indirgediğimizde sorun kalmayacak. Diyelim, yer koordinatı verdik. İnsanlar gidip birşeyler yapacak. Sonra değiştiğinde ne olacak? İnsanlar büyük hayal kırıklığı yaşayacak” ifadelerini kullandı.
 

KANAL NASIL AÇILIR?
Türkiye’nin ilk kanal kenti “Port Alaçatı”yı yapan Ant Yapı Yönetim Kurulu üyesi Mehmet Okay, kanalın nasıl açılacağını şöyle anlattı: “Biz bunun bir örneğini Port Alaçatı’da yaptık. Öncelikle zemin etütleri yapılması lazım. Denizin yükselmesi, alçalması, deprem koşulları göz önüne alınarak zeminin iyileştirilmesi gerekir. Deniz seviyesine gidilmesi lazım. Bunun için dağların, tepelerin indirilmesi lazım. Kenarlara rıhtımlar yapılabilir. Çevre, düzleştirilerek konut, işyeri gibi yeni yapı fonkisyonları oluşturulabilir. Biz Alaçatı’da denizden gemiyle tarayarak açtık kanalı ama İstanbul’da kanalın hafredilerek açılması gerekiyor. Denizden gemilerle açarak hafriyatın kıyıya atılması burada sert zemin olduğu için olmaz. Tarımda kullanılabilir verimli topraksa hafredilen toprağın da iyi değerlendirilmesi lazım. İş makineleriyle kanalın toprağı alınacaktır. Kanalın ortası açıldıktan sonra ağızlar açılarak suyun akışı sağlanabilir. Eğer ekili alan bırakılacaksa çevrede, su alttan tatlı suyla karışabileceğinden çevre koruma önlemleri alınmalı.”
 

Osmanlı’nın hedefi Karadeniz’i İzmit Körfezi’ne bağlamaktı
Karadeniz-Marmara kanal projesi Osmanlı döneminde 7 kez gündeme geldi. Sakarya Nehri’ni Sapanca Gölü ve İzmit Körfezi’ne bağlama fikri ilk kez Kanuni Sultan Süleyman döneminde ortaya atıldı. Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa, Sakarya’yı Sapanca Gölü yoluyla İzmit Körfezi’ne bağlamak istedi. Proje için de Mimar Sinan’ı görevlendirdi. Kanal ve kazı yapılmaya başlandı, kazılar Körfez tarafından 15 kilometre ilerledikten sonra harplar dolayısıyla yarıda kaldı.

Milliyet, 28.04.2011

 

******


ÇILGIN PROJEYE ÇILGIN MALİYET

 

İnşaatçılara göre, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın açıkladığı "Kanal İstanbul" projesinde 152 milyon metreküp hafriyat çıkacak ve kanalın kaba inşaatının yapımı için 7 milyon 875 bin metreküp beton kullanılması gerekecek. Projenin toplam maliyetinin yaklaşık 10 milyar lira olacağı tahmin ediliyor.

 

AA muhabirinin edindiği bilgiye göre, yapılan hesaplamalara göre, düz bir zemin olduğu varsayıldığında, 40 kilometre uzunluğunda, 25 metre derinliğinde ve 150 metre genişliğinde bir kanal kazınlıp ortadan kaldırıldığında ortaya 152 milyon metreküp hafriyat çıkıyor. Bu hafriyatın da oradan çıkarılıp boşaltmanın maliyeti yaklaşık 4,5 milyar lira.

Kanalın kaba inşaatının yapımı için ise 7 milyon 875 bin metreküp beton kullanılması gerekiyor. Bunun da maliyeti 788 milyon lira. Yine kullanılacak 1 milyon 395 bin ton demirin maliyeti 2 milyar lira olarak hesaplanıyor.

İnşaatçılara göre, bunların hepsi bir araya getirildiğinde, ışıklandırma ve diğer maliyetlerle birlikte projenin toplam maliyetinin yaklaşık 10 milyar lira olacağı tahmin ediliyor.

ÇILGIN PROJE İÇİN KAYNAK VAR MI?

İnanlar İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Serdar İnan, çılgın projenin her tarafını desteklediğini, ancak detaylarda hata olabileceğini, detaylarda doğru gitmek gerektiğini belirtti.

2008 yılında kendisinin "Haliç'i Karadeniz'e bağlayalım, Karadeniz'deki kömür ocaklarını da göl haline getirelim ve ikinci boğaz yaratalım' beyanatı olduğunu anımsatan İnan, Başbakan'ın açıkladığı Kanal İstanbul projesinin Türkiye'ye ve İstanbul'a değer katacağını söyledi.

İnan, "Yabancıya satışı başlatmamız ve bu kanallar üzerinde yapılacak lüks konutları da yabancılara satmamız lazım. Türkiye'nin ne büyük madeni ne petrolü var. Bizim elimizde turizm ve insanların yaşamak istediği gayrimenkullerimiz var. Bunun yabancılara satışını ön plana almamız lazım. İspanya'yı İspanya yapan Araplara sattıkları 400 milyar euro'luk gayrimenkul. O kanalın yapma hakkını bana verin size 30 milyar dolar ödeyeyim" dedi.

Projenin kendi kendisini finanse edebilecek bir proje olduğunu ifade eden İnan, "Birkaç yüz milyar dolar para getirebilecek proje. Boğazda bugün 30 milyon dolara satılan evler var, ikinci boğazda da o fiyatlara ev satılabilir. Şu anki boğazdan çok daha güzelini bile yapabiliriz" diye konuştu.

Projenin tamamlanmasının 10-15 seneyi bulabileceğini belirten İnan, Türkiye'nin dış borcunu bu proje ile ödeyebileceğini kaydetti.

Aşçıoğlu İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Yaşar Aşçıoğlu da "Beni heyecanlandıran proje oldu. İstanbul ve Türkiye için çok önemli proje. Proje hayata geçtiğinde İstanbul'un şekli, şemali değişeceği gibi yapı anlayışı da değişecek, yeni merkezler oluşacak. Başbakan'ı tebrik ediyorum" dedi.

Projeyle ilgili etüt çalışmalarının 2 yılda tamamlanmasının kendisine biraz uzun geldiğini, bu sürenin kısaltılması gerektiğini söyleyen Aşçıoğlu, projenin devlete sıfır maliyeti olacağını düşündüğünü belirtti.

Aşçıoğlu, "Başbakan 'genellikle devlet arazilerinin yoğun olduğu yerlerden geçmeye gayret göstereceğiz' dedi. Bu ikinci boğazın maliyetini karşılar ve geçer. Yatırım oralara kayacak. Devletin malı değerlenecek" dedi.

Projede sadece hafriyat bulunduğunu, proje tamamlandıktan sonra 25 kilometrelik yerin hafriyatının 1-1.5 yılda bitebileceğini kaydetti.
Cnn Türk, 28.04.2011

 

******


KANAL İSTANBUL: BİR DUBA(İ)STANBUL PROJESİ Mİ?

 

Proje
Artık İstanbul içinden iki deniz geçen bir şehre dönüşecek

İstanbul bugün bir kez daha birkaç iyi adamın sahnesiydi, bizler de seyircileri…  Sonunda Başbakan, (Hıncal Uluç dışındaki) 15 milyon İstanbullu`nun bilmediği, `kendisinin, arkadaşlarının ve yüzlerce yıl önceki idarecilerin` hayali olan çılgın projeyi bizlerle paylaştı.

Proje, Today`s Zaman Gazetesi`nin 6 ay önceden tahmin ettiği gibi İstanbul`a ikinci bir Boğaz projesiydi. Birinci ağızdan öğrendiğimize göre, Avrupa yakasında, Karadeniz ve Marmara Denizi`ni birbirine bağlayacak,  45 – 50 km uzunluğunda, 25 m derinliginde, 145 – 150 m genişliğinde Suveyş veya Panama kanalları gibi ama çok daha büyük bir kanal inşa edilecekmiş. Projenin 2 senelik etüd çalışmasının ardından 8 – 10 yıllık bir sürenin sonunda 2023 hedefiyle bitirilmesi planlanıyormuş. Boğaziçi`nin tehlike arz eden yoğun gemi trafiğini rahatlatacakmış. İstanbul da içinden iki kere deniz geçen iki yarım ada ve bir ada olarak varlığını sürdürecekmiş. Bu projenin artıları ve eksileri, getirileri ve götürüleri daha çokca tartışılacaktır, özellikle daha fazla detayın paylaşılmasıyla birlikte. Ancak Başbakan`ın bugünkü şovu, dar çerçevede yaptığı sunumu, söyledikleri ve söylemedikleri bize bir ilk değerlendirme için yeterince veri sunuyor.

Sunuş
Dağları delip geçmek evelallah bizim sanatımızdır…

“Hayal gerçeğe atılmış bir tohumdur” diyerek, birazdan açıklayacağı hayalinin tohumlarını attı Başbakan. Konuşmasına İstanbul`un Osmanlı tarihindeki yeri ve önemiyle girdi; Çanakkale, Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı ile devam etti; Bolu Dağı`nı deldi; Karadeniz Otoyolu`ndan geçti; hızlı trene bindi; duble yol, havayolu, halkın yolu derken; ve kentsel dönüşüm, TOKİ, matematik diye giderken 100 TL ye ceyizi içinde konut ile akıllara üçer üçer çocukları da getirdi.

Kendi belediye başkanlığı dönemini ve başardıklarını anlattı. CHP`den devraldıkları çöp dağlarını nasıl yok ettiğini, kokan Haliç`i nasıl temizlediğini, yarattıkları yeşil alanları, şevkatle korunan yoksulları, akan trafiği ile İstanbul tutkusunun getirdiği yeri vurguladı. İnşallah, 2013 sonu Marmaray, 2014`de lastikli tüp geçidin bitmiş olacağının müjdesini verdi.

Şimdi daha büyük hayalleri olduğunu söyledi. Bu hayallerin kimin hayalleri olduğunu da saklamadan, lafı dolandırmadan net bir şekilde belirtti: “kendisinin, arkadaşlarının ve yüzyıllar öncesinin yöneticilerinin…”

Tabii ki bu hız ile giderken “Hans, George, Katarina, Helga bu güzellikleri yaşayacak da, Ahmet, Mehmet, Hasan, Hüseyin, Ayşe, Fatma niye bu güzellikleri yaşamasın…” diye `ecnebi`lere de çarpmadan ve milliyetçi damarları kapartmadan da edemedi.  “Üçüncü Köprü dedik, CHP`lilerin hemen eteği tutuştu. Sizden zaten başka birşey beklenmez. Bu zihniyet, Birinci Köprü`ye de, İkinci Köprü`ye de, Marmaraya da karşıydı” diyerek de koskoca Üçüncü Köprü’ye karşı verilen kentsel toplumsal muhalefeti CHP`ye indirgeyiverdi. Marmaray kazılarında ortaya çıkan, insanlığın en önemli arkeolojik buluntuları arasında yer alan tarihi mirasa gene “çanak çömlek” demekten geri durmadı. Bu kalıntılar ile insanlık arasındaki bağı görenlere de “ideolojik yaklaşıyorlar” diye çıkıştı.

İstanbul`un doğusu ve batısında kurulacak 2 yeni şehir, 3. Köprü, bağlantı yolları, yeni havaalanı ile birlikte ele alınması gereken Kanal İstanbul Projesi kendisinin de belirttiği gibi “çok ama çok boyutlu” bir proje. “Aynı zamanda bir enerji, aynı zamanda ulaştırma, bayındırlık, tarım projesidir. Bu proje bir şehircilik projesi, onun kadar aile, turizm projesidir. Bu bir çevre projesidir.”

“Türkiye`nin özeti, Dünya`nın gözbebeği İstanbul`a yapılan her hizmet aynı zamanda Trakya`ya, Anadolu`ya tüm Türkiye`ye yapilan hizmettir. Her hizmet insanlığa yapılan hizmettir” diye bir insanlığa hizmet projesi olarak lanse edilen çılgınlığa şüphe ile yaklaşmamız için projenin kendisi kadar geçmiş icraatların da yeterince neden sunduğunu düşünmekteyim.

Çılgın Sorular
Hans, George, Katerine, Helga bu güzellikleri yaşayacak da Ahmet, Ayşe niye bu güzellikleri yaşayamasın?

Başbakan bugün bir kez daha neo-liberal demokrasinin bam telinin artık kentler ve kent politikaları olduğunu kanıtladı. Demokratik bir kent yönetimi aslında demokratik bir bölge, demokratik bir ülke yönetimi demektir. Berisi olmadan ötekiler de olmuyor ne yazık ki. İstanbul`un geleceğini tamamen yeniden şekillendirme potansiyeline sahip bir proje kapalı kapılar ardında, yerel yönetimleri by-pass ederek, sivil veya siyasi topluma danışmadan başbakanın şahsının ve arkadaşlarının hayali olarak ortaya çıkabiliyorsa bu şehir ve ülkede demokrasi işlemiyor demektir. Projenin fikir geliştirme çalışmaları, malum ranta yol açmamak için dar kapsamda ve kapalı bir şekilde yapılmış. Peki bu çılgınlığa ihtiyaç olup olmama kararında biz kentlilerin, vatandaşların hiç mi söz söyleme hakkımız yok? İstanbulluların, otobüslerinin renginin, vapurlarının tasarımındaki detayların ve köprünün isminin ötesinde kent ile ilgili kararlara katılmaları beklenmiyor mu?

İdeolojik olmak ne demek?
Başbakan, çevrenin, kültürel mirasın ve sosyal adaletin kentsel ranta feda edilmemesi yönünde verilen toplumsal mücadeleleri ideolojik buluyor, ki haklı da. Bu mücadeleler gerçekten de ideolojik. Belli bir kent ve kent yaşantısı anlayışından, insan – doğa – tarih ilişkisinden, adalet ve hak yaklaşımından besleniyor. Peki, Osmanlı tarihi ve yöneticilerinden feyz alan Kanal İstanbul ve benzeri çılgın projeler, sunulduğu gibi tarihin ötesinde ve ideolojilerin üstünde mi? Bu rüya belli bir ideolojinin rüyası değil mi? Neo-liberalizm bir ideoloji değil mi? Bu ideoloji sınıfsal farklılıklara kör mü?

İstanbul, Türkiye ve Dünya`da neo-liberal şehircilik üzerine o kadar çok örnek var ki bu çılgınlığın belli bir ideoloji etrafında örülmediğine ikna olmak imkansız. Neo-liberalizm, kentleri kapitalizmin cansuyu olarak görüyor, kent toprağını rant için kullanıyor ve mekanı yeniden üretirken de sosyo-mekansal ayrışmayı keşkinleştiriyor. Yoksul gettoda, varsıl rezidans ve kapalı sitelerde yaşıyor. Sulukule`de Romanları zorla tahliye ediyor, yerine varsılları getiriyor. Ayazma`da yoksulları sürüyor, yerine Ağaoğlu Projesi yapıyor. Cadde, AVM ile, esnaf, zincir mağaza ile yer değiştiriyor. Bu arada Küresel Kent olmak için de sürekli Çılgın Projeler ve rant olanakları yaratılıyor. Velhasıl, `ayrışarak yaşamak` olarak adlandırabileceğimiz bu model sonuna kadar ideolojiktir.    Genellikle hızlı ekonomik büyümenin yaşandığı, ancak bu büyümenin toplumsal kalkınmaya dönüşmediği, aksine eşitsiz gelir dağılımını daha da arttıran, küresel bir kent olma yolunda hızla ilerleyen metropollerde bu tarzda bir şehirleşme görülüyor

Büyük çılgınlık ile diğer çılgınlıklar normalleştiriliyor mu?
Bir konudaki toplumsal muhalefetten rahatsızsanız, o konudan daha büyük bir gündem yaratmak ve dikkati dağıtmak işe yarayabilir. Sadece Kanal İstanbul sunumu içinde bahsi geçen birçok projenin, hali hazırda şehirciler, mimarlar, çevreciler, kültür miras uzmanları, sosyologlar, kentliler ve uluslararası kuruluşlar tarafından raporlar, bilimsel çalışmalar, kampanyalar ile sorgulandığını hatırlatmakta fayda var. 3. Köprü, Lastikli Tüp Geçit, Kentsel Dönüşüm Projeleri, TOKİ Konutları, hepsi hem şehircilik, hem toplumsal adalet, hem demokrasi açısından meşruiyetleri fazlasıyla sorgulanan projelerdir. Büyük çılgınlık, yeterince çılgın olan bütün bu çılgınlıkları normalleştirme ve hızlandırma işlevi de görmekte sanki.

Gerçekten bir çevre projesi mi?
Bir proje hem çevreci, hem kalkınmacı, hem toplumcu, hem adil, hem rantçı olabilir mi? Bir ihtimal belki, ama o projeyi üreten dünya ve şehircilik görüşü / politikaları dereleri korumak için HES yapıyorsa; Hasankeyf`i kurtarmak için Ilısu Barajı`nı inşa ediyorsa; Allianoi`yi korumak için betona gömüyorsa temkinli olmakta fayda var. Gerçekten de Boğaz`dan geçen tankerlerin ortaya koyduğu çevresel riskleri merkeze alan bir proje, beraberinde muazzam bir kentsel gelişmeyi ve rant artışını neden kurgular? Başbakanın belediye başkanlığı sırasında kendisinin karşı çıktığı 3. Köprü Projesi`nin çevresel etkileri ortadayken, bu proje ile birleşecek iki yeni kent projesi ne kadar çevreci olabilir?

Independenta – Çernobil – Fukushima arasında ne bağlantı var?
Başbakan, Kanal İstanbul Projesi`ni gerekçelendirirken en büyük vurguyu Boğaz`daki tehlikeye yaptı. “İstanbul’a Büyükşehir Belediye Başkanı olduğum zaman Independenta faciasını düşündüm uzun süre, gece gündüz böyle bir şey bizim başımıza gelse ne yaparız diye kafa yordum, arkadaşlarımla konuştum” dedi. Peki, Independenta faciası 10 milyarlarca dolarlık bir çılgınlık için yeterince motivasyon sağlıyor ise, Çernobil ve Fukushima faciaları nükleerden vazgeçmek için neden yeterli olmuyor? Başbakan bu faciaları neden yeterince düşünmüyor? 2023 için illa bir çılgınlık arıyorsa, harcanacak 10 milyarlarca dolar ile rüzgar ve güneş enerjisine yatırım yapılabilir, enerji verimliliği arttırılabilir ve AR-GE`ye kaynak ayırılabilir. Yoksa bunlar fazla mı çılgın?

Projecilik mi, şehircilik mi?
Aynen 3. Köprü, bağlantı yolları ve Lastikli Tüp Geçit Projesi`nde olduğu gibi bu proje de İstanbul`un Çevre Düzeni Planı`nda yer almıyor. Yani Belediye Başkanı Topbaş`ın deyimiyle “İstanbul Anayasası” çiğneniyor. Rantı sınırlamak için planlar önemlidir, kente projeci bir şekilde parça parça değil, planlar çercevesinde bütüncül yaklaşıldığı için. Tabi ki bu planların da demokratik bir şekilde ve şehircilik ilkeleri ışığında yapılıyor olması şartı ile. Çılgınlık arenası olarak görülen İstanbul`da planlar ya yaşayanlara rağmen yapılıyor ya da sürekli deliniyor. Aslında bugün gözden kaçan başka bir haber bu yaklaşımı çok güzel özetliyordu: İmar Planı`na aykırı olduğu gerekçesi ile yürütmeyi durdurma kararı alınan Ali Sami Yen Stadı`ndaki yeni proje için, TOKİ yetkilileri “mücadele ederiz olmazsa planı yeniden yaparız” demiş. Bu durumda İstanbul`un Anayasası`da Ankara`dan yeniden yapılacaktır diye beklemek çok çılgın olmasa gerek.

Ütopya bize çok mu lazım?
İstanbul için bir ütopya üretmek gerçekten lazım mı? İstanbul`un kendisi zaten bir ütopya değil mi? Dünya Kenti İstanbul`u sıradan bir Küresel Kente dönüştürme arzusu niye? Sermayenin yapay kenti Dubai mi olmak isteniyor? Bu kent niçin Recep Tayyip Erdoğan`ın, bir kaç arkadaşının, veya yüzyıl önce yaşamış yöneticilerin hayallerini gerçekleştirmek için projelendiriliyor? Peki, bırakın ütopyayı, deprem gibi kenti bekleyen distopyalarla kim, nasıl, ne zaman ilgilenecek?

Duba(i)stanbul
Kentlerin çılgın projeler ile gelişmesine ve pazarlanmasına en bilindik örnek Dubai`dir. İstanbul`u ve ülkeyi yönetenlerin bu kenti aynen bir Dubai gibi görmek istediklerini gerek önerilen çılgın projelerin benzerliğinden, gerekse de körfez sermayesi ile kurulan yakın ilişkilerden biliyoruz. Petrolden gelen para ile beslenen Dubai rüyası en son yaşanan finansal kriz ile sarsılmıştı. Buradaki projelerden biri, İstanbul için de düşünülen Lale Adası`na ilham veren, okyanus üzerine palmiye ağacı şeklinde devasal bir kent inşa eden The Palm Jumerirah projesidir. Smaq Mimarlık ofisinin, ekonomik, toplumsal ve ekolojik olarak sürdürülebilir olmanın çok ötesindeki bu çılgın projelere farklı bir yaklaşım getiren Dubai Sözleşmesi çalışması, çılgın projelere alışması gereken biz İstanbullular için farklı bir bakış açısı sunabilir. Aşağıdaki teknikler ile bu yapay adanın sökümünü ve yeniden şekillenmesini hedefleyen Dubai Sözleşmesi gibi İstanbul`un da acilen bir sözleşmeye ihtiyacı olduğu görülüyor:

    Yeniden şekillendir – şaşalı imgeden kentsel figüre

    Yeniden kapla – arazi olarak kumdan, rüzgar ve deniz gibi dinamik ortamlara

    Yeniden kaynaklandır –  talepkar klimalardan ışık, gölge ve esintiye

    Yeniden blokla – kontrol noktalarından geçirgen parmaklıklara

    Yeniden bölgelendir – bölünmüş aynılıklardan farklılığın keşfine

    Yeniden kilitle – görünmez çitlerden açık seçik girişlere

    Yeniden böl – kuşatmanın dışlayıcılığından kültürel çeşitliliğe

    Yeniden kazan – emlak spekülasyonundan sosyal kullanıma

    Yeniden planla – dev malikanelerden erişilebilir konut topluluklarına

    Yeniden kullan – az faydalanılan bahçelerden ortak avlulara

    Yeniden bak – billboard mimarlığından yerel örneklere


Bu ölçütlerle, sınırlar çevreci ilkelere göre yeniden çiziliyor, sosyal birleştiriciler olarak yeniden keşfediliyor ve enerji açığı döngülerini azaltmak için yeniden kuruluyor. Burada The Palm Jumerirah ile örneklendirilmiş bu genişleyen, kalınlaşan, zenginleşen ve saçılan sınırlar, Dubai’nin çok arzuladığı farklılıkları barındıran, açık bir metropol olma dokusuna kavuşmasını sağlayacak.

 Birgün, Yazı: Yaşar Adanalı/Mutlukent.wordpress.com, 28.04.2011

 

******


KANALIN GÜZERGAHI TRAKYA'YA İHANET

 

Prof. Doğan Kantarcı, Karadeniz-Marmara kanal önerisi üzerine bölgenin jeolojik ve jeomorfolik yapısını inceleyen bir yazı gönderdi. Bunları harita üzerinde gösterdi. Kantarcı, “Kanal bu güzergahta ise, olamaz” dedi.
 

Kanalın Başbakan’ın açıklayacağı güzergahta olamayacağını, tabanı ve yanları betonlaşmazsa yeraltı sularının tuzlanma tehlikesiyle karşı karşıya kalacağını söyledi.


Merhum Prof. İsmail Yalçın’ların 1950’lerdeki kanal hattı önerisini (Karadeniz-Terkos Gölü’nün Mestan Koyu-Küçükaygın Dere- Dolamaçlar Dere (Sazlıdere’nin yukarı kolu)-Gaipler Dere-Hamzalı Dere-Sazlı Dere-Dolap Çayırı-Büyükçekmece Gölü-Marmara Denizi) anımsattıktan sonra Başbakan ve arkadaşlarının yeni önerisi üzerine Prof. Kantarcı, iyi bir planlama için doğa ile ilgili bazı tehlikelerin altını çizdi:
 

Hat nereden geçebilir. Görüntülere göre... Karadeniz-Sarı Tepe/Osmanbey Tepe arasından Dalyan Dere-Karacaköy Deresi yatağı- Danamandıra-Tahtaköprü Deresi- Kütüklü Dere- Kurfallı İstasyonu - Sarıköy Deresi - Küçükkılıçlı Köyü (Doğuda) - Büyükkılıçlı Köyü (Batıda) arasından Kınalıdere vadisinden Kınalı Köprüsü-Marmara Deresi hattının zemin yapısına bakıldığında:
Karacaköy Deresi yatağı (alüvyon), Karacaköy-Danamandıra arası kuvarsit ve kristalen şistlerden (sert kayalar), Danamandıra-Sinekli arası pliosen yaşındaki akarsu tortullarından (Killi, kumlu tortul materyaller), Fener arazisi oligosen kum taşlarından (aşınabilir kayalar) ve Kınalıdere vadisi (alüvyon).
 

Sonuç: İstanbul Boğazı’nın iki yanı da sert kayalardan oluşmuştur. Boğaz’daki akıntı hızlıdır. Kanal açılması öngörülen yumuşak tortul materyallerden ve aşınabilir kayalardan oluşmuş bir arazide Karadeniz’in hızlı akan suyunu geçirmek için dayanıklı bir beton kanal yapmak gerekir. Beton kanal olmazsa suyun taşıdığı çamur Marmara Denizi’ni doldurur. Derinliği 25 m, genişliği 150 m, uzunluğu 60-70 km olacak bir kanalın inşaatı için yapılacak harcama, gelirini karşılar mı? Montrö Anlaşması’na göre boğazlardan geçen ticaret gemilerinden vd. sivil teknelerden para alınmıyor. “Biz kanal açtık, gemi geçirmek için para ödeyin” demek uluslararası bir sorun yaratır.
 

Kuzeydeki eski Istranca Deresi uzun bir deredir; Durusu Gölü’nü (Terkos) besler. Terkos’un suyunu bu dere getirir. Temel besleyici deresi Istıranca’dır.
Oradan bir kanal çektiğiniz vakit dere ile göl arasını kesersiniz. Yani Terkos Gölü’nün üzerinden bir kanal açılmayabilir ama Terkos Gölü’nü besleyen dereyi keserseniz, Terkos Gölü’nün bir anlamı kalmaz. Dolayısıyla “İstanbul’un su kaynaklarını yok etmiyoruz” sözü havada kalır.
Ergene havzasının yeraltı suyunun depolandığı kumlu tabaka Sinekli -Çerkezköy’den itibaren başlar. Yukarıdan aşağı bir kanal açtığınız vakit Sinekli’nin doğusundan akarsu tortullarını kesersiniz bakın ne olur.
Bu akarsu tortullarının en altındaki kumlu tabaka tuzlu deniz suyunu alır veya diğer bir deyimle deniz suyu bu kumlu tabakaya girer ve Ergene havzasının yeraltı suyunun tuzlanmasına sebep olur. Bunu önlemek için kanalın tabanının ve yanlarının mutlaka betonla çevrilmesi lazımdır. Ama bunu yapamazsınız.
Montrö Anlaşması’na göre, boğazlar doğal su yoludur. Panama Kanalı ve Süveyş gibi sonradan açılmış kanallar değillerdir. Dolayısıyla Cebelitarık Boğazı’ndan geçiş paralı değilse Türk boğazlarından geçiş de paralı değildir. Bu sebeple ‘Kanal İstanbul’dan parayla gemi geçiremeyeceğinize göre, yapılan harcamayı da karşılayamazsınız.

Hürriyet, Haber: Yalçın Bayer, 29.04.2011

 

******


"KANAL İSTANBUL, YÜRÜRLÜKTEKİ KANUNLARA BİLE UYGUN DEĞİL"

 

Eski Mimarlar Odası Genel Başkanı Oktay Ekinci, bianet'e yaptığı açıklamada, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın dün (27 Nisan) açıkladığı "Kanal İstanbul" projesinin gerçekleşme imkanı bulunmadığını söyledi.

 

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (MSGSÜ) Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü'nden ders veren Ekinci Cumhuriyet gazetesinde de köşe yazıyor. Ekinci'nin açıklamasından satırbaşları şöyle:

 

* Başbakan Erdoğan'ın 27 Nisan'da proje açıklayacağını duyduğumda, İstanbul'u yeniden ele alacağını, çökmekte olan tarihi dokusunu kurtaracağını, binaları depreme dayanıklı hale getireceğini, planlı kentleşme sağlayacağını, yeni bir imar düzeni getireceğini ummuştum. İktidara yeniden aday olan bir siyasi liderin İstanbul için söylemesi gerekenler bunlardı. Açıklamasını duyunca hüsrana uğradım.

* Kanal İstanbul, İstanbul'un mevcut planlarını bir geçersiz kılar. İstanbul'u daha da plansız hale getirir. Gerçek bir tehlike olmaktan ancak petrol boru hattıyla kurtulacak olan petrol taşımacılığını tankerlerle götürmek, kentin ekolojisini, topografyasını, kültürel ve sosyal yapısını alt üst eder.

* Buna bir proje bile diyemiyorum. Başbakan'ın önerdiği fikir, İstanbul'un geleceği açısından büyük riskler taşıyor. Bu, kentin kurtuluş umudunu ortadan kaldıran, üzerinde çok fazla düşünülmemiş bir öneriden ibarettir.

* Bu önerinin gerçekleşme şansı yoktur. Yaklaşık 450 uzmanın beş yıl çalışarak ürettikleri Metropolitan Planlama dengelerine aykırıdır. Beş yıllık planın reddedilmesi demek, kenti plansız hale getirmek olur. Buna yürürlükteki imar hukuku da şehircilik hukuku da engeldir. Bu öneri ancak hukukun olmadığı bir ülkede gündeme gelebilir.

* Başbakan'ın önerisi, ileri demokrasiyi bırakın normal demokrasiyle de çelişiyor. Proje öncesi, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın görüşü alındı mı? Topbaş'ın bu önerilere ne yorum yaptığı sorusuna yanıt bulamıyorum. Kadir Bey ortada yok.

* Normal demokrasilerde böyle bir fikir kentin belediye meclisinde tartışılır, belediye meclisinin kentin planlarıyla ilişkisini doğru kurması için üniversiteler ve meslek kuruluşlarından uzmanlar davet edilir. Bırakın demokrasiyi, monarşik bir ülkede bile bir hükümet başkanı "Ben karar aldım, böyle bir proje ilan ediyorum, siz gelin, katılın, destek verin" diyemez.

* Başbakan "Hayalimdeki projeydi" diyor ama bu fikir üç yıldır Türkiye'nin gündemindeydi. 70'li yıllarda eski Başbakan Bülent Ecevit de böyle bir proje açıklamıştı. O dönem proje raftan kalktı çünkü petrolün boru hatlarıyla tartışılması dünyanın kabul ettiği bir anlayıştı.

* Samsun-Ceyhan Petrol Boru Hattı, petrolün boğazlardan geçmeden Akdeniz'e aktarılması için düşünülmüş, doğru bir projedir. Bunun yerine petrolü tankerlerle taşımaya yönelmek ve bunun için kenti alt üst etmek akla mantığa uygun değil. Acaba bu fikir, uluslarası petrol taşımacılığının bir fikri mi?

* Kanalın etrafında yeni bir şehir yaratılacağı açıklandı. Bunalımda olan inşaat sektöründe yeni olanaklar yaratılacak. Ancak İstanbul konuta doydu, daha fazla yüklenmemek gerekir. İstanbul'a yeni yükler yüklemek, akla uygun olmayan bir fantezidir. Bunu bir seçim fantezisi olarak görüyorum. Maliyeti bile ortaya çıkmadan ilan edildi.

* Bir kentin kurtuluşunu, toplumun gelecek umudunun çılgınlıklara bağlanması, gerçek çılgınlıktır.

bianet.org, Haber: Ayça Söylemez, 29.04.2011




HAFTANIN HABERİ



EN ÇILGIN PROJE





"Evde sıkıldım ve bir proje de ben yapıverdim. Elime mi yapışacak...?

Başımın gözümün sadakası olsun, projemi halkın yararına hibe ediyorum.

1-Kanal Trabzon: Trabzon’dan başlayarak İskenderun körfezine uzanacak. Akdeniz’de hamsi avlanacak.

2- Kanal Güdül: Karadeniz ile Akdeniz’in birleşmesinde Ege dışlanmayacak.Gâvur İzmir ıslah olacak.

3-Ankara adası: Ankara’ya deniz getirilmek suretiyle, Sakarya Caddesi sahilinde bira içilip, üst geçitten olta sallandırmak mümkün olacak.

4-İki Karadeniz: Bu kanallardan çıkan topraklarla Karadeniz doldurulup Rusya’yla birleşecek, iki ülke arasındaki ziyaretler kolaylaşacak. Bilâhare, burada " Kanal Moskova" açılması ile ilgili araştırmalar başlayacak.

5-Eskişehir’in Akdeniz’le buluşması: Eskişehir’e suni denizler yapmaktansa; Eskişehir, Akdeniz’e nakledilecek.

6-Karadeniz’in Yeşil Adası Kıbrıs: Ada'yı, Akdeniz’den Karadeniz’e sevk etmek suretiyle, Kıbrıs sorununa kesin çözüm bulunacak

7-Yozgat Gölü: Van Gölü boşaltılarak, Yozgat’ta yeniden oluşturulacak. Her projeye gerekçe şart değil! Van Gölü milyonlarca yıldır aynı yerde, hareket olsun…

Lüzumu halinde "Konya Ovası ile Ağrı Dağı’nın yerlerini değiştirme" projesi de geliştirilebilir."

http://bilgisayarbilisim.net/her-telden-f29/en-cilgin-proje-t63999.html

BAŞBAKAN'IN 'ÇANAK-ÇÖMLEK' DEDİĞİ ESERLER

 

Başbakan Erdoğan, ‘çılgın projem’ olarak adlandırdığı projesini tanıtırken Marmaray’a da değindi. Başbakan, kazılar sırasında çıkan bulgular nedeniyle 4 yıllık bir gecikme yaşadıklarını belirtti. Tarihçiler ve arkeologlar ise bu gecikmenin çok normal olduğunu hatta Erdoğan’a yalan söylenildiğini konusunda hem fikirler.

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “çılgın projem” olarak adlandırdığı projesini slaytlar ve animasyonlar eşliğinde açıkladı. Açıklamalarda yeni projelerinin yanı sıra bitişi geciken Marmaray projesinden de bahsetti. Başbakan kazılar sırasında çıkan eserlerin koruma altına alınmasını, bitimi 4 yıl geciken projenin sebebi olarak gösterdi ve eserleri ‘çanak çömlek’ olarak değerlendirdi. 

 

İSTANBUL’UN 8 BİN YILI MARMARAY PROJESİYLE AYDINLANDI 

Marmaray projesi kapsamında başlayan çalışmalar her ne kadar projeyi hayata geçirme tarihini 4 yıl kadar ertelese de İstanbul’un 8 bin yıllık kültür hayatının gelişimine ışık tutuyor.

 

Üsküdar Sirkeci Yenikapı ve Sultanahmet’te yaklaşık 58 bin metre karelik alanda gerçekleşen kazılar sırasında elde edilen bulgular arasıda şimdiye kadar Neolitik, Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerine ait mimari kalıntılar ile 7 bin 600 adet taşınabilir kültür varlığı gün ışığına çıkartıldı.
 

Sirkeci ve Üsküdar’da da yine Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait mimari kalıntılar ile birlikte Roma ve Hellenistik dönemlere ait çeşitli eserler bulundu.

Sultanahmet eski cezaevi bölgesinde 1997 yılında başlatılan ve halen devam eden 17 bin metre karelik alandaki kazılarda da Bizans Büyük Sarayı’na ait birçok yapı kalıntısı ve küçük buluntu gün ışığına çıkartıldı.

 

Tüm bunlar İstanbul gibi bir şehrin topraklarından binlerce yıllık hayatlar ve yaşamlar geçtiğinin bir göstergesi. Kazılar sonucu ortaya çıkan kültür varlıkları İstanbul’daki denizcilik, ticaret, günlük yaşam ve topografyaya ilişkin çok yeni bilgiler sunuyor.

 

4 YILLIK GECİKME NORMAL Mİ? 

Peki, Başbakan neden kazılarda çıkan ve İstanbul’un 8 bin yıllık kültür hayatının gelişimine ışık tutan eserlere ‘çanak çömlek’ olarak değerlendirdi.? Ve çıkan bulgular nedeniyle yaşanan 4 yıllık gecikme gerçekten normal bir süre mi?

 

İşte bu soruları ünlü tarihçi ve arkeologlara sorduk…

 

İlber Ortaylı - Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü:

Kazıların 4 yıl gecikmesi çok normal. Çünkü kazılar sırasında çıkan özellikle Yenikapı’daki eserler çok değerli. Başbakan’a nasıl iletiliyor bilmiyorum ama müteahhit firma gecikiyor. Ya işletmede ya işçilerle ilgili problemlerden yaşanan gecikmelerden dolayı Başbakan’a eserleri bahane göstererek yalan söylüyorlar.

 

Doç.Dr. Necmi Karul - İstanbul Üniversitesi öğretim üyesi:

Projeye başlanmadan önce eğer gerekli etütleri yapsalardı bu kadar gecikme yaşamazlardı. Çünkü kazılar sırasında çıkan bulgular çok önemli nitelikte. İstanbul gibi önemli bir kentte eğer kazı yapacaksanız uluslar arası standartlarda etüt yapılması gerekirdi. Kimseye suç atılmasın. 4 yıllık gecikme çok normal.

 

Ve ayrıca Yenikapı kazılarındaki bulgular İstanbul’un bir dünya kenti olduğunu bir kez daha kanıtladı. Kesinlikle bu önemi anlamamaktan kaynaklanıyor. 4 yıllık bir gecikme bir bahane.

 

Nezih Başgelen - Arkeolog / Editör:

Yatırımların kaçınılmaz olduğu durumlarda, ne yazık ki kültürel ve doğal değerlerin kaybını en aza indirecek akılcı ve gerçekçi çözümleri geliştiremiyoruz. Bilinen atasözümüzde olduğu gibi pireye kızıp yorgan yakma aşamasındayız. Bunun yerine bu konuda yürürlükte olan yasa ve yönetmeliklerimizin dünyada gelişen eğilimlere göre değiştirilmesi ve ilgili bürokratik yapımızın acilen ülkemizin gerçeklerine göre organize edilmesi ivedik bir zorunluluk haline gelmiştir. Çanak çömlek meseleleri ise hiçbir şekilde bir engel değildir.

 

MARMARAY PROJESİ SIRASINDA BULUNAN ESERLER

 









Hürriyet, 28.04.2011

BU KEŞİF TARİHE IŞIK TUTACAK

 

 

Peru'da fosilbilimciler 20 milyon yıl önce yaşamış, kehribarda fosilleşmiş yüz kadar böcek buldu.

 

Araştırmaları yürüten Chiclayo Paleontoloji Müzesi, ülkenin kuzeyindeki Amazon bölgesinde bulunan farklı türden böceklerin en ufak ayrıntısının bile görülebildiğini açıkladı.

 

Müzenin başkanı Klaus Honninger, kehribardan çıkarılan türler sayesinde, 23 milyon yıl öncesine kadar olan dönemde Amazon'da yaşayan böceklerin belirlenebileceğini vurguladı.

Hürriyet, 28.04.2011

KÖYLÜLER TARİHİ YAPITLARIN RESTORESİ İÇİN YARDIM BEKLİYOR

 

 

Alaplı´ya bağlı Aşağı Tekke Köyü Seyit Mustafa Efendi türbesi yanında, Hristiyanlara ait olduğu öne sürülen mezarlar ve Cenevizlerden kalma bozulmamış su kuyusu ortaya çıktı. Türbeyi restore ettiren Aşağı Büyük Tekke Eğitim ve Kültür Dayanışma Derneği Başkanı İbrahim Efe, diğer tarihi dokuların da gün yüzüne çıkması için yardım beklediklerini söyledi.


Alaplı İlçesi A.Tekke Köyü'nde 1700´lü yıllarda alim olarak yaşamış, çevre köylerden gelen öğrencilere ders verdiği belirtilen Seyit Mustafa Efendi´nin türbesini dernek olarak restore ettirdiklerini belirten Efe, "Türbe çevresinde Hıristiyanlara ait olduğu öne sürelin birçok mezar, Cenevizlerden kalma bozulmamış su kuyusu ve mezar sütunları ortaya çıktı. Buralardaki tarihi dokunun tamamen gün yüzüne çıkarılması için yardım bekliyoruz." dedi.


Köylerinin tarihinin çok eski yıllara dayandığını anlatan Efe, "Seyit Mustafa Efendi köyümüzde 1700´lü yıllarda yaşamış, 1863 yılında türbesi yapılmış, alim Seyit Mustafa Efendi türbesinin etrafından Hıristiyanlara ait olduğu öne sürülen, Müslüman mezarlarına göre başları kıbleye değil ters yöne bakan bir çok mezar var. Ayrıca türbenin yanında Cenevizlerden kalma olduğu belirtilen bozulmamış su kuyusu bulunmakta, mezarlara ait mermer sütunlar da ortaya çıktı. Dernek ve Köy Muhtarlığı olarak türbeyi yeniden restore ederek yeniledik. Restorasyon çalışması isteyen diğer tarihi dokuları tam olarak gün yüzüne çıkması için yardım bekliyoruz." dedi.

Değişim Medya, 27.04.2011

KASTABALA, PARA DEĞİL SPONSOR BEKLİYOR

 

 

Osmaniye İli'nin 12 km kuzey-kuzeybatısında, Cevdetiye-Karatepe yolu üzerinde, Kesmeburun, Bahçe ve Kazmaca köylerinin ortasında, Ceyhan nehrinin yakınlarında küçük bir ovaya hakim kaya çıkıntısı üzerinde yükselen Ortaçağ kalesi çevresinde gelişen Kastabala antik kentinde 2011 yılı arkeolojik kazı ve araştırma çalışmaları başlıyor.

 

Bakanlar Kurulu Kararlı izniyle ilk kez Doç.Dr. Turgut Haci Zeyrek başkanlığında 2009 yılında başlatılan arkeolojik kazı, sondaj ve araştırmalar için 2011 yılında öngörülen çalışmalar 1 Temmuz–29 Ağustos 2011 tarihleri arasında gerçekleştirilecek.

 

2009 yılı çalışmaları Kastabala’nın ve çevresinin bugüne kadar bilinen tarihçesini değiştirdi. İlk kazı buluntuları yardımıyla antik kentin geliştiği vadinin Geç Neolitik-Erken Kalkolitik dönemden başlayan ve MS 13–15. yüzyıla kadar devam eden yerleşim alanı olarak değerlendirildiğini belgelendi.

 

Kazı Başkanı Turgut Zeyrek, Kastabala’daki çalışmaların faaliyet planına ve takvime uygun bir biçimde sürdürülmeye çalışıldığını belirterek, şunları söyledi: “2009 yılında yöre halkından istidam imkanı verdiğimiz onlarca insan burada sürdürülen çalışmalarımızda görev almış, emeğine karşılık ödediğimiz parayla ailelerin geçimine katkıda bulunulmuştur. Osmaniye esnafı da kazı ve araştırma çalışmalarımız ile bağlantılı hizmet alımlarımızdan kazanç elde etmiştir. Ulusal ve uluslararası bilimsel toplantılarda bilimsel sunumlarımızla Kastabala ve dolayısıyla Osmaniye’nin tanıtımına katkıda bulunulmuştur. Kazı ve araştırma buluntularımız arkeoloji bölümü öğrencilerinin bilimsel araştırma konu malzemesi olarak sunulmuştur.”

 

Arkeolojik çalışmaların yavaş ilerleyen ve özveri gerektiren faaliyetler olduğunu hatırlatan Zeyrek, 2010 yılında karşılaştıkları olumsuzlukların ve bununla bağlantılı olarak çalışmaların uzamasının hizmet azimlerini etkilemediğini savundu. Zorlu, mütevazı bir atmosferde büyük bir zevkle çalışmalarına devam ettiklerini anlatan Zeyrek, şöyle konuştu: “2010 yılında yaptığımız çağrımızı bu vesileyle 2011 yılında yineleme gereği duymaktayız. Şahsım ve başkanlığımdaki bilim heyetim Osmaniye Valiliğinin, Osmaniye Belediye Başkanlığının, Osmaniye’li Sanayici ve İş Adamlarının, Osmaniye Üniversitesi Rektörlüğü’nün, Osmaniye’ye gönül vermiş herkesin 2011 yılı Kastabala antik kenti kazı çalışmalarımızda bizleri bu özverili çalışmamızda yalnız bırakmayacağı inancındayız.”

 

Kazı, sondaj ve araştırma çalışmaları için kimseden para istemediklerini vurgulayan Kazı Başkanı Zeyrek, kazı evlerinin en kısa sürede inşası, ayni ihtiyaçlarının karşılanması konusunda sponsor desteği beklediklerinin altını çizdi. Zeyrek, “Bu hususta Osmaniyeli ve Osmaniye’ye gönül vermiş herkesi sponsor arayışımızda desteğe davet etmekteyiz.” dedi.

Turizm Habercisi, Haber: Özlem Kapar, 27.04.2011

GİZEMLİ BAĞIŞÇIDAN PICASSO TABLOSU

 

 

İsmi açıklanmayan Amerikalı bir bağışçı, Sydney Üniversitesi'ne, satışından elde edilecek gelirin bilimsel araştırmalar için kullanılması koşuluyla milyonlarca dolarlık bir Pablo Picasso tablosu bağışladı.

 

Üniversite yetkilileri, bağış yapılan Picasso'nun 1935 tarihli, sevgilisi Marie-Therese Walter'ı resmettiği "Juene fille endormie" (Uyuyan genç kız) tablosunun haziran ayında Londra'da Christie's müzayede evinde 19.5 milyon dolardan satışa çıkarılmasını bekliyor.

 

Sydney Üniversitesi rektör yardımcısı Michael Spence, tablonun geçen yıl ABD'den adının açıklanmasını istemeyen bir kişi tarafından bağışlandığını bildirdi.

 

Spence, tablonun satışından elde edilecek gelirin bir bölümünün obezite, diyabet ve kalp-damar hastalıklarıyla ilgili araştırmaların desteklenmesi için kullanılacağını belirtti.

 

Picasso'nun başka bir Walter portresi geçen yıl müzayedede rekor fiyat olan 106.5 milyon dolara satılmıştı.

Hürriyet, 27.04.2011

ŞEHİTLİKLER DE RESTORE EDİLECEK

 

  

 

Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı içerisinde bulunan çok sayıda şehitlik ile tarihi çeşmenin restore edileceği açıklandı.

 

Konu ile ilgili açıklamalarda bulunan Eceabat Kaymakamı Bülent Uygur, Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı sınırları içerisinde Türklere ait 56 adet anıt ve şehitlik bulunduğunu belirterek, "Bütün şehitliklerin yapımı tabii ki bir imkan meselesi. 1918'de yabancılar Mondros Ateşkes anlaşmasından sonra Gelibolu Yarımadası'nda Lozan Anlaşması'na kadar bütün mezarlıklarını yapıp tamamlamışlar. 1934 yılında Mustafa Kemal Atatürk Ruşen Eşrefle birlikte tarihi yarımadayı gezerken Ruşen Eşref Atatürk'e "Paşam, Türk askerleri için de buraya büyük bir anıt, abide yakışmaz mı? demiş. Atatürk de "Bu toprakların sadece Türk toprağı olarak kalmış olması bile tek başına yeterlidir. Bunlar da imkan meselesidir" diyerek sözünü tamamlamış. Bugün artık Cumhuriyetin 100. yılına giderken Türkiye dünyanın en büyük ekonomilerinin arasında yer almakta. Bu tür şehitlik ve anıtların bakımlarında da belli bir yol katedilmiş durumda. Özellikle son 10 yılda tarihi yarımadadaki Türk şehitlik ve anıtlarında ciddi bir ilerleme var.





Tarihi yarımadada birçok kale ve tabyalar var. Bunların bir kısmı tamamlandı, bir kısmı da devam ediyor. Ancak yarımada da halen daha yapılması gereken işler var. Çünkü 80 bin şehidimiz bu topraklarda yatıyor. Tarihi Mehmet Şevki paşa'nın haritasında Türk şehitliklerinin yerleri birebir işlenmiş durumda. Şimdi Milli Park Müdürlüğümüz, Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) ile işbirliği içinde gerçek şüheda mezarlarının yerlerinin tespiti noktasında çalışma yürütüyor. Bu çok önemli bir çalışma. Bunun biran önce tamamlanmasını arzu ediyoruz. Bunun dışında Mustafa Kemal Atatürk'ün Jandarma Kireçtepe Şehitliği bölgesinde 1916'de yarımadada çektirdiği bir resim var. Bu şehitliğin projesini Köylere Hizmet Götürme Birliği olarak tamamladık. Bu yerin yapılması konusunda bir sorun kalmadı. Bugün orası yapıma hazır hale getirildi. Havuzlar, Akbaş, Alçıtepe, Soğanlıdere, Çamteke Şehitliği ile 57. Alayın Komutanı Hüseyin Avni Beyin Mezarı, Mehmet Çavuş Anıtı ve Rumeli Mecidiye Şehitliği'nin projeleri Kaymakamlık köylere Hizmet Götürme Birliği tarafından tamamlandı. Bunun bir kısmının işlemleri korumu kurulundan geçti. Bir kısmında da Koruma Kurulunun gördüğü eksiklikler tamamlanıyor" dedi.

 

Kaymakam Bülent Uygur, şehitliklerin dışında yarımadada birçok tarihi çeşmenin de bulunduğunu belirterek, "Gerek 1915, gerekse öncesi ve sonrasında yarımadada Mehmetçiğin su içtiği 19 tanesi tescilli, 6 tanesi de tarihi değeri olan 25 tane tarihi çeşmenin restorasyonu için çalışma başlattık. Bunların restorasyon projelendirmesi konusunda da son aşamaya gelindi. Bunun yanında çok önemsediğimiz bir diğer çalışma da milli park sınırları içerisinde bulunan 8 köyümüzün mezarlıklarında bir çalışma başlatacağız. Bu mezarlıkların da şehitlerimizin ebedi istinatgahı olduğunu biliyoruz. Yeni başlatmış olduğumuz bir çalışmayla 8 köyümüzün ve Milli Park sınırları dışındaki diğer 4 köyde dahil olmak üzere 12 köy ve Eceabat merkezdeki bütün mezarlıklardaki Osmanlıca mezar taşlarının Türkçe'ye çevirisini yapıyoruz. Bunları da tarihi mezar kitabeleri olarak yakın bir zamanda kamuoyuna sunup tarihe bir not düşeceğiz" dedi.

Çanakkale Kent Haber, 27.04.2011

TARİHE DEV YATIRIM

 




Erzurum'un simgesi Çifte Minareli Medrese ile üç kümbetler ve tarihi kalenin çevresini saran virane görüntülerden kurtarmak için büyük bir adım atılıyor. Erzurum'u açık hava müzesine dönüştürecek, tarihi eserlerin gün yüzüne çıkarılması sağlayacak 2 ayrı proje Devlet Planlama Teşkilatı'ndan (DPT) onay aldı. Yaklaşık 80 milyon liraya mal olması planlanan projeyle kentin önemli tarihi yapılarının etrafı boşaltılacak, eski evler restore edilerek sosyal yaşam alanlarına dönüştürülecek.

Erzurum Kalesi'ni cazibe merkezi haline getirecek projenin fizibilite çalışmalarının tamamlanmak üzere olduğunu ifade eden Büyükşehir Belediye Başkanı AK Parti'li Ahmet Küçükler, yöredeki binaların büyük bölümünün kamulaştırıldığını, önümüzdeki günlerde bedelleri ödenen eski ve yıkılmaya yüz tutan evlerin kirliliğinden kurtulacaklarını bildirdi. Kale etrafında tarihi dokuyu ortaya çıkaracak modern projeler yapıldığını ifade eden Başkan Küçükler, "Cazibe merkezi kapsamına alınan kale etrafında açık oto parklar, butik oteller olacak. Erzurum'a özgü ve kültürünü yansıtan turistik satış yerleri projeleri uygulanacak. Kent için bu bölge aynı zamanda ekonomik tarihi mirası anlamda da çekim merkezi olacak. İstihdam yaratan bir alana dönüşecek" diye konuştu.

Kent tarihinin önemli simgelerini buluşturma amacıyla yola çıkan merkez Yakutiye İlçe Belediye Başkanı AKP'li Ali Korkut da bu proje sayesinde DPT'den 17 milyon TL kaynak aldıklarını bildirdi. Belediye katkısıyla birlikte yaklaşık 30 milyon TL harcayarak Üç Kümbetler, Çifte Minareli Medrese ve Ulucami'nin çevresini temizleyeceklerini anlatan Korkut, yapıtların tarihi kale ile buluşacağını anlattı. Üç kümbetlerin etrafını saran 50 dönümlük alanın yüzde 55'ini kamulaştırarak 8, 5 milyon lira ödeke yaptıkları, boşaltılan evleri yıkmaya başladıklarına dikkati çeken Ali Korkut, 25'e yakın eski Erzurum evinin ise restore edileceğini projelendirdiklerini belirtti. Restore edilecek eski evlerin kafeterya, sanat galerisi, butik otellere dönüştürülerek yaşanabilir alanlar oluşturacaklarını kaydeden Korkut, Üç Kümbetlerin ardından Çifte Minareli Medrese'nin etrafını düzenleyeceklerini söyledi.


Erzurum için çok önemli olan Üç Kümbetler, Çifte Minareli Medrese, Ulu Cami ve Kalenin gün yüzüne çıkarılacağını vurgulayan Korkut, bölgenin Kültür Tabiat Varlıklarını Koruma kurulu tarafından SİT alanı olarak ilan edildiğini ifade etti. Başkan Korkut, şöyle dedi: "Hayalimizde Üç Kümletler, Çifte Minareli Medrese ve kalenin buluşması vardı. Hazırladığımız projeyi Dpt, 28 ayrı proje arasından seçerek kabul etti. Kültür ve Tabiat Varlıkları Kurulundan onay alınması halinde evlerin restorasyonu ve çevre düzenlemesi yapılacak. Üç Kümbetler, Çifte Minareli Medrese, Erzurum Kalesi peyzaj düzenlemesinin andından yaşayan canlı bir anıt gibi olacak. "

Erzurum Gazetesi, 27.04.2011

İLBER HOCA ENDİŞELİ

2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın Topkapı Sarayı ve Ayasofya Müzesi’nde yaptığı restorasyon ve düzenleme çalışmaları hakkında bilgi vermek amacıyla Topkapı Sarayı’nda bir toplantı düzenlendi. Toplantıda söz alan Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı Prof. İlber Ortaylı, ajansın Haziran sonunda kapatılacak olmasından duyduğu üzüntüyü anlattı.

 

Ortaylı, “İstanbul sadece 2010’da değil her zaman kültür başkenti. Ajans kurulduğunda benzin fiyatlarına eklenen çok cüzi miktarla çok büyük işler yapıldı. İstanbul’da kültür ve tarihle ilgili bir bilinç oluşmaya başladı. Şimdi bu gelişmenin yarım kalacağını düşünüyorum” dedi.

 

Prof. Ortaylı şöyle devam etti: “Modern müzeciliğin gerektirdiği, olmazsa olmaz organizasyonlar var. İnsanları 50 sene boyunca aynı eserlerin teşhiriyle oyalayamazsınız. Her büyük müzenin yüzde 95’i depodadır. Sergiler yapmalısınız, yeni teşhir alanları düzenlemelisiniz. Topkapı Sarayı çok zengin ve önemli bir saray. Burada bazı binaların acil restore edilmesi gerekiyordu. Bunları kendi bütçemizle karşılamamız mümkün değil. 2010 kurtardı bizi. Biz 2010 Avrupa Kültür Başkenti ajansının lağvedilmesinden müştekiyiz. Devam etmesini istiyoruz.”

 

Topkapı Sarayı’nın dünyanın en güzel sarayı olduğunu dile getiren Prof. Ortaylı, Sur-i Sultani’deki yerleşik yabancı kurumların çıkması gerektiğini hatırlatarak, “Bir şehir müzesinden bahsediliyor. Mahvetti beni. Beş yılım gitti olmuyor. ‘Şehir Müzesi kuracağız’ diye Darphane’yi aldılar. 12 bin çinimi sergileyeceğim mekan yok orada. İstanbul Müzesi’ni Büyükşehir Belediyesi’nin yapması lazım” dedi.

 

Topkapı Sarayı Müzesi depolarındaki eserler hakkında da bilgi veren Ortaylı, “Depolarda 120 bin parça eser var. 12 bin parçasını çiniler oluşturuyor. Yeryüzünün en zengin çini koleksiyonu. Muhteva bakımından çok çeşitli ve zengin. Dünyadaki en zengin saat koleksiyonlarından biri de Topkapı Sarayı’ndadır. En kötü ihtimalle üçüncü sırada yer alır. Arşiv 200 bin parçayı geçiyor” diye konuştu.

Habertürk, Haber: Serkan Akkoç, 27.04.2011

AYASOFYA'DA ZİYARETÇİ KISITLAMASI

 

 

Ayasofya Müzesi'nden bir iyi, bir kötü haber... Kötüden başlayalım: Bazı günler 17 bin kişiye ulaşan bir kalabalığın ziyaret ettiği Ayasofya'da ziyaretçi kısıtlaması yapılacak. İlk önlem, toplu okul gezileri için yeni düzenleme. İyi haber ise 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti'nin desteğiyle pek çok restorasyon çalışması sonucu ziyarete açılan yeni bölümler...

 

Günde ortalama 10 bin kişinin ziyaret ettiği Ayasofya Müzesi'nde bu sayı bazı günlerde 17 bini buluyor. Böyle zamanlarda içeride hareket etmek zorlaşıyor. Yıl sonuna kadar 3,5 milyon kişiyi ağırlaması beklenen müze için tehlike çanları çalmaya başladı. Bu kadar kalabalık, rutubetle birleşince mozaik ve mermerlerin aşınması kaçınılmaz oluyor. Bahçeyle birlikte 11.000 metrekarelik alanı kaplayan müzenin kendisi 7.000 metrekareden ibaret.

 

Yılda 3 milyondan fazla ziyaretçi ağırlamak, Ayasofya'nın mermer ve mozaiklerinin zarar görmesine sebep oluyor. Müze Başkanı Haluk Dursun'un verdiği bilgiye göre önlemler alınmaya başlandı. Milli Eğitim Bakanlığı'yla yazışmalar yapıldı. Öğrenci gezileri için birtakım düzenlemeler yolda. Bir sonraki aşama, randevu sistemine geçilmesi ve özel gruplar için mesai saatleri dışında geziler düzenlenmesi. Bu, şimdi de başarıyla uygulanan bir yöntem. Ücret iki katına çıkıyor ama (20 yerine 40 lira) müze rahat rahat gezilebiliyor.

 

Önlemlerden en güzeli ise İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın (AKBA) desteğiyle restorasyonu tamamlanan bölümlerin ziyarete açılması ve belli bölümlerdeki yoğunluğun nispeten azalması. Bu bölümlerde Ayasofya'nın 1935'te müze olarak faaliyete geçmesinden sonra 1943'te avlu bölgesinde yapılan araştırma kazısında ortaya çıkan ama yıllardır kapalı kalan yekpare mermerden oyulmuş vaftiz havuzu da yer alıyor.

 

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın desteğiyle kentte 2008 yılından beri devam eden restorasyon çalışmaları önümüzdeki ay itibarıyla sona eriyor. Aralarında Ayasofya, Topkapı Sarayı, Kılıç Ali Paşa Camii, Süleymaniye Külliyesi ve Darüşşifası gibi önemli kültürel miras değerlerinin bulunduğu 158 yapının kapalı kalan pek çok kapısı açılacak. Haziran itibarıyla ziyaret edilebilecek yerler arasında Çin ve Japon porselenlerinin sergilendiği Topkapı Sarayı Müzesi Mutfaklar Bölümü var. Topkapı Sarayı'nın ziyarete açılacak diğer yapıları arasında saray mimarisinin bütün özelliklerini taşıyan Bağdat, Revan, Sofa köşkleri, İncirlik ve Lala bahçeleri, Sofa Camii ile Mecidiye Kuleleri Kapısı da bulunuyor.

 

Dün yapılan basın toplantısıyla Topkapı Sarayı ve Ayasofya Müzesi'nde gerçekleşen çalışmalar tek tek anlatıldı. Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı İlber Ortaylı, 2010 AKBA Başkanı Şekib Avdagiç ve Genel Sekreteri Yılmaz Kurt'un ev sahipliğinde Topkapı Sarayı'nda yapılan toplantıda, üzerinde en çok durulan nokta, nereye ne kadar para harcandığıydı. Buna göre Ayasofya Müzesi için 3.999.753 TL, Topkapı Sarayı Müzesi için ise 11.735.253,55 TL harcanmıştı.

 

AKBA tarafından yürütülen tüm kentsel ve kültürel miras projeleri için 160,5 milyon TL bütçe ayrılmıştı. İstanbul'daki müzelerin bakımı, temizliği ve güvenliği için sağlanan 22,1 milyon TL ile AKBA'nın kuruluş kanununa göre ülkemizin UNESCO Dünya Miras Listesi'ndeki alanların korunmasına yönelik sağlanan 35,6 milyon TL birleşince AKBA tarafından kültürel mirasın korunması ve kentsel projeler için sağlanan bütçe 218,2 milyon TL'ye ulaşıyor.

Zaman, Haber: Jülide Karahan, 27.04.2011

HER ŞEY BU FOTOĞRAFLARLA ORTAYA ÇIKTI

 

 

Avusturyalı Andreas K., bahçesini kazarken bulduğu eşyaların fotoğraflarını internete koyunca, bir servet bulduğu ortaya çıktı.

 

Avusturya, bahçesini kazarken bir servet bulan, ama bunu fark etmekte geciken Andreas K.’nın başına gelenleri konuşuyor. Andreas, 2007'de bulduğu antika eserlerin fotoğraflarını iki yıl önce internete koyunca tam 650 yıllık bir hazineyi keşfettiğini anladı.

 

Avusturyalı yetkililer, yüz yıllarca toprak altında bekleyen hazinenin yüzük, broş, süslemeli kemer tokalar ve altın kaplamalı gümüş kalıpların yer aldığı 200 parçadan oluştuğunu belirtti. Yetkililer şimdi, Orta Çağ sanatının nadide eserleri olduğu tahmin edilen antikaların değerini belirlemeye çalışıyor.

 

Haftalık Profil dergisinin haberine göre, Avusturya’nın güneyindeki Wiener Neustadt kasabasında yaşayan Andreas K., antika eşyaları bahçesinde bir gölet oluşturmak için çukur kazarken 2007 yılında buldu.

 

Antikaların değerli olduğunu fark edemeyen adam, ancak 2009 sonunda evini sattıktan sonra bodrumundaki kutulardan çıkardığı antikalar konusunda yetkililere haber verdi. Andreas, bulduğu antikaların resmini internete koyunca, koleksiyoncuların verdiği teklifler karşısında neye uğradığını şaşırdı. Ardından, antikaları Federal Anıt Bürosu'na teslim etti. Anıt Bürosu, yapılan keşfin “bir peri masalını” çağrıştırdığını ve gün yüzüne çıkartılan eşyaların “bugüne kadar Avusturya’da bulunmuş en değerli servet" olduğunu açıkladı.

Hürriyet, 26.04.2011

OBURUN SANAT REHBERİ

 

‘Uykuluk mevsimi geldi’ dedi Turgut Kaptan. “Yaa, o yüzden mi uykum var üç gündür?” diye sordum. “Saçmalama Kemal!” diye kızdı. Hayatı bir Karagöz Hacivat parodisine dönüştürdüğüm için beni uzun uzun azarladı. Araya uykumun kurşuni gökyüzünden ve bitmek bilmez yağmurlardan kaynaklandığı malumatını da sıkıştırdıktan sonra konuya döndü: “Uykuluk mevsimi geldi... Hadi Sütlüce’ye gidelim.”


Bazen, sanat sevgimin de pisboğazlıktan kaynaklanan bir davranış olduğunu, her şeye duyulan o sonsuz iştahın, oburluğa dönüştüğünü düşünürüm. Yani sanatla, mutfak arasında sıkı bir bağ varmış gibi gelir bana. Zaten evdeki zırva kitaplar içinde en sevdiğim eser de ‘Picasso’nun Sofrası’dır. Bütün bunları düşündükten sona Turgut’a döndüm ve dedim ki, “Evet iyi olur, hem gitmişken Santralistanbul’daki sergiyi de gezeriz.”


Sonra ben de ona, modern şehir insanın sadece yemek ya da sadece sanat için asla sokağa çıkmadığı, müzelerde şık lokantaların o nedenle açıldığı, oysa cennet mekan İstanbul’umuzun zaten gırtlağına düşkün sanat gurmeleri için pek çok fırsatlar sunduğu hakkında uzun uzun konuştum. Sonunda Turgut bayıldı. Onun için bu ‘gırtlak ve sanat’ önerilerimi size özetleyerek aktarıyorum.


1- Uykuluk ve Santralistanbul: Evet, Turgut Kaptan’ın dediği gibi mevsim geldi. Sadrazam’a gidip fındık mındık gibi tuhaf adları olan o kızarmış yağ bezelerini afiyetle yiyebilirsiniz. Hazır oraya gitmişken Santralistanbul’da Türk resminin en meşhur adamlarını bir araya getiren 20. Yüzyılın 20. Modern Türk Sanatçısı sergisini gezin. Ya da önce gezin sonra yiyin, daha iyi.


2- Kurufasulye ve İstanbul Modern: Beyoğlu’ndan aşağıya indiniz, tarihi çeşmenin oradan ışıkları geçtiniz. Sola dönmeyip devam edin ve şahane Karadeniz fasulyecisi Fasuli’ye varın. Bol tereyağlı kuru fasulyeyi acı biber turşularıyla gövdeye indirin sonra doğru İstanbul Modern’e... Önce alt kattaki Kayıp Cennet sergisini gezin. Eğer video odalarında uyuklamaya başlarsanız üst kata çıkıp denize nazır bir kahveyle kendinize gelin.


3- Sucuklu yumurta ve Sabancı Müzesi: Ben ekseriyetle pazar sabahları erkenden Hisar’a kendimi atıp orada sucuklu yumurtayla kahvaltımı yapıp sonra da Emirgan’daki müzeyi geziyorum. Ama kahvaltıyı da Emirgan’da yapmak ve Çınaraltı’nda kıymalı börek yiyip hemen yandaki müzeye geçerek Sabancı Hat ve Resim Koleksiyonu sergilerini görmek de mümkün.


4- Köfte ve İslam Eserleri: Pargalı İbrahim’in ruhu şad olsun. Zatı Şahane’nin evini, yani İslam Eserleri Müzesi’ni gezmeden önce huyum kurusun, Sultanahmet Köftcisi’ne uğramadan edemiyorum. Esasen huyum değil ama ağzım kuruyor ve fena hararet yapıyor ama, elden ne gelir. Ne uşak halılarından ne köftelerden vazgeçemiyorum.


5- Karaköy balıkçıları ve Osmanlı Müzesi: Balık halinin arkasındaki kaçak balık lokantaları şahane. Gidiyorsun oraya balığını kızarttırıyorsun, yanında su bardağında rakı, önünde haliç manzarası, kafayı çekiyorsun. Müze mi? Tabii ki oraya gidecek halin kalmıyor, ama mühim değil; zaten kapalı. Osmanlı Bankası Müzesi onarımı bitince, sonbaharda açılacak. O zaman rakıyı az tutun derim...

Radikal, Yazı: Kemal Yılmaz, 25.04.2011

CUMALIKIZIKLILARA ARINÇ'TAN GÜZEL HABER

 

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Cumalıkızık köy meydanında yaptığı konuşmada, Cumalıkızık'ın köy statüsüne alınması için talepler olduğuna değinerek, 'Bu konuda hazırlıklar yapıldı. İl Genel Meclisimizin bu haftaki toplantısında Cumalıkızık'ın inşallah köy olması karara bağlanacak. Mahallenin muhtarı da Cumalıkızık Köyü muhtarı olacak' dedi.

 

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, 'Şimdi 90 yıllık cumhuriyetimizle hamdolsun bu dönemde de dünyada en güçlü devletlerden, hatırı sözü dinlenir en büyük ülkelerden birisi halindeyiz' dedi.

 

Arınç, Cumalıkızık köy meydanında yaptığı konuşmada, Cumalıkızık'ın, tarihi bir köy ve Osmanlı ile yaşıt olduğunu söyledi. Burada, 700 yıllık Osmanlı köyünde yaşayan temiz güzel insanlarla birlikte olduklarını ifade eden Arınç, 'Tarih burada kültürümüz, inancımız burada kültür ve tabiat varlıklarımız burada, geleneklerimiz örf ve adetlerimiz burada. Günlük siyasetimizi bir kenara bıraktık. Burada kardeşlerimizi ziyaret etmeyi, hanım kardeşlerimizle selamlaşmayı, anne ve teyzelerimizin dualarını almayı arzu ettik' diye konuştu. Arınç, şunları kaydetti:

 

'Cumalıkızık'ı bilmeyen yok. Kültür Bakanlığımız, belediyelerimiz, özel idarelerimiz, buraları tarihi hüviyetine kavuşması için gayret ediyor.' diyen Arınç, Cumalıkızık'ın köy statüsüne alınması için talepler olduğuna da değinerek, 'Bu konuda hazırlıklar yapıldı. İl Genel Meclisimizin bu haftaki toplantısında Cumalıkızık'ın inşallah köy olması karara bağlanacak. Mahallenin muhtarı da Cumalıkızık Köyü muhtarı olacak' dedi.

Bursa Olay, 25.04.2011

800 YILLIK ÇİFTE MİNARE BÖYLE ZULÜM GÖRMEDİ

 








 

Anadolu’nun en büyük medreselerinden biri olan Çifte Minareli Medrese, şu günlerde yeni bir restorasyona hazırlanıyor. Ancak ziyaretçilere hala açık olan ve zaman zaman çeşitli etkinliklere ev sahipliği yapan yaklaşık 800 yıllık tarihi eserin duvarlarındaki çiviler, asırlık eserin görkemini gölgede bırakıyor.

 

Medrese içindeki çift başlı kartal, hayat ağacı, ejderlerden oluşan panoları ve göz kamaştıran oymaları görmeye gelenlerin dikkatini çeşitli mekanlara çakılmış çiviler çekiyor.

 

Medresenin ana giriş kapısının üst pervazına rastgele yerleştirilmiş cihazlar ve kablolar ise çirkin bir görüntü oluşturuyor. Kablolar ayrıca avlunun revakları ve sütunlarının yanı sıra hücre kemerleri, ana eyvanın merdivenleri ile kümbetin mumyalık kısmında da göze çarpıyor.

 

Mumyalık kısmındaki giriş merdivenin başına konulan "Lütfen kültür mirasımızı en iyi şekilde koruyalım" levhası ise hemen yanı başında elektrik kabloları ile ilginç bir tezat sergiliyor.

 

Çifte Minareli Medrese’deki bu manzara karşısında hayretler içinde kalanlar ise mekandan ayrılışlarında ise bir odanın giriş kapısının üstüne monte edilmiş televizyon anteni ile karşılaşıyor.

 

Erzurum Kalesi’ne ait dış surların güneyinde yer alan tarihi medreseye dair bir kitabe bulunmadığı için yapım tarihi ve asıl adı bilinmiyor. Ancak Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubad’ın kızı Hundi Hatun veya İlhanlı Hanedanı’ndan Padişah Hatun tarafından yaptırılmış olabileceği düşüncesiyle buraya "Hatuniye Medresesi" de deniliyor.

 

13’üncü yüzyılda yapıldığı tahmin edilen medrese, Sultan IV. Murad’ın emriyle tophane haline getirilmiş ve bir süre de kışla olarak kullanılmış.

 

1942-1967 yılları arasında Erzurum Müzesi olarak kullanılan medrese yaklaşık 35 x 46 metre boyutlarında.


Zemin katta 19, birinci katta ise 18 oda bulunmaktadır. Avlu 26x10 metre ölçülerinde dört yönden revaklarla çevrili olup, girişin batısındaki kare mekanın vaktiyle mescid olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Zemin katın revakları kalın sütunlar üzerine oturmaktadır. Sütunların çoğu silindirik, dördü sekizgen gövdeye sahiptir. Odalar beşik tonozla örtülüdür.

 

Medrese’nin bezemesinde kullanılan geometrik motifler, Selçuklu taş süslemesindeki örneklerdir. Bezemenin ağırlık unsuru bitkisel öğelerdir. Palmet ve rumi motiflerin en çok kullanılanıdır ve her ikisi de birbiri ile uyum içindedir.

 

Çifte Minareli Medrese’nin en önemli yanlarından biri hiç şüphesiz figürlü süslemesidir. Taç kapının bulunduğu bölümde, her yüzünde süslemelerle kuşatılmiş 4 adet pano bulunmaktadır. Panoda palmiye (hayat ağacı), iki başlı kartal ve altta iki ejder figürü yer almaktadır. Güney eyvanın dış duvarlarına bitişik inşa edilen iki katlı kümbetin gövdesi ise 12 köşelidir. Kümbetin üstü dıştan külah, içten kubbe ile örtülüdür. Saçağı, süsleme şeritler ve silmelerle bezenmiştir. Dört kollu bir düzenlemeye sahip, cenazelik kısmı çapraz tonozla örtülüdür. Kümbetin iç malzemesi mermerdir. Süslemeleri medresenin aksine oymadır ve bitkisel öğelerden oluşmaktadır.

Hürriyet, 25.04.2011

 

******


MEDRESE OLAYI AÇIKLIĞA KAVUŞTU

 

Erzurum’un en önemli simgelerinden tarihi Çifte Minareli Medrese’nin duvarlarına asılı çiviler ile kablolarla ilgili tepkilere Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nden açıklama geldi. Açıklamada, çivilerin yıllar önce Medrese’nin duvarlarına çakıldığı, kabloların ise çatlakların durumunu izleyen cihazlara ait olduğu bilgisine yer verildi.

Son günlerde kamuoyunu meşgul eden Çifte Minareli Medrese’nin duvarlarındaki çivi ve kablolarla ilgili yazılı bir açıklama yapan Vakıflar Bölge Müdürlüğü, kentin en önemli vakıf eserlerinden Çifte Minareli Medrese’nin restorasyonunun gerçekleştirilerek ayağa kaldırılması için 2008’de başlanan çalışmanın 2010’da Koruma Kurulu tarafından onaylandığı, restorasyona bu yıl başlanacağını bildirdi.

Yaklaşık 800 yıllık bir geçmişe sahip Medrese’nin bu güne kadar bölüm bölüm restore edildiği, kapsamlı bir restorasyonun ise bu güne kadar yapılmadığı bilgisine yer verilen açıklamada, şunlara yer verildi: “Eserin hızla restorasyona alınması için ön çalışmaların tamamlanmasının akabinde restorasyon ihalesine Erzurum Vakıflar Bölge Müdürlüğümüzce geçtiğimiz 4 Nisan’da çıkılan ön yeterlilik ihale süreci devam etmektedir. Restorasyon ihalesinin sonuçlanmasını takiben hızla restorasyon çalışmalarına başlanılması planlanmaktadır. Bölge Müdürlüğümüzce eserde görülen eksiklikler ve tahribatların tespit edilmesi sonucunda restorasyon çalışmalarının başlatıldığı kamuoyunca bilinmelidir. Bu eksikliklerin ve zamanla eserde meydana gelmiş hasarın giderilebilmesi amacıyla başlanan restorasyon çalışmalarında amaç, Çifte Minareli Medrese’nin aslına uygun şekilde restorasyonunun gerçekleştirilmesidir. Çifte Minareli Medrese’nin duvarlarına yıllar önce çakılmış çivilerin restorasyon sırasında esere zarar vermeden sökülmesi sağlanacaktır. Öte yandan Medrese’de yer alan kablolar, restorasyon projesinin hazırlanabilmesi için kurulmuş ve medresedeki çatlakların durumunu izleyen cihazlara ait kablolardır. Yer hareketlerinin medresede mevcut çatlaklara etkisinin incelenmesi amacıyla kurulmuş olan cihazlara ait bu kablolar, restorasyondan sonra kaldırılacaktır. Yıllar önce eserin aydınlatılması için çekilen elektrik kabloları ise restorasyon aşamasında onaylı projeye göre çekilecektir.”

Erzurum Gazetesi, 27.04.2011

DOĞALGAZ TABELASI SANATÇILARI KIZDIRDI

 

 

Erzurum’da düzenlenen Uluslararası Taş Yontma Sempozyumu’nda yapılan ve Büyükşehir Belediyesi tarafından şehrin dört bir tarafına konulan mermer çeşmelerden birine doğalgaz uyarı tabelasının asılması, tepkilere neden oldu. Atatürk Üniveresitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü Başkanı Doç.Dr. Mustafa Bulat, "Bu sanata ve sanatçıya saygısızlıktır" dedi.

 

Büyükşehir Belediyesi’nin katkıları ile geçtiğimiz yıl Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü tarafından düzenlenen Uluslararası Taş Yontma Sempozyumu’na katılan heykeltıraşlar Selçuklu motiflerinden esinlenerek mermerden 8 çeşme yaptı. Belediye, sanatçıların yaptığı çeşmeleri kent merkezinin önemli noktalarına yerleştirdi. Yenişehir Kavşağındaki heykeltıraş Tansel Çeber’in yaptığı çeşmeye doğalgaz dağıtım firması Palen, sarı renkli bir levha astı. "Dikkat bu sokakta dogalgaz hattı vardır. İzinsiz kazı yapılamaz. İzinsiz yapılsa dahi kazıya başlanmadan önce mutlaka 187 numaralı telefona bilgi verilmedir. Kazı çalışmaları sırasında pal-gaz görevlilerinin uyarılarına riayet edilmelidir" yazısını asan Palen Doğalgaz Dağıtım Şirketine sanatçılar tepki gösterdi.

 

Dünya üniversiteler kış oyunları öncesi düzenledikleri iki ayrı uluslararası sempozyumda Erzurum’a 8’i çeşme olmak üzere toplam 16 sanat eseri kazandırdıklarını anımsatan Atatürk Üniveresitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü Başkanı Doç.Dr. Mustafa Bulat, eserlerin reklam panosu olmadığını söyledi. Büyükşehir ve Yakutiye Belediyesi ile kış oyunları koordinatörlüğünün desteklediği eserlerin kent merkezinin önemli noktalarına konulduğunu ifade eden Doç.Dr. Mustafa Bulat şunları söyledi:

 

"Üniversitemizde asistan olan Tansel Çeber’in Selçuklu mukarnasını anlatan çeşme tasaramı büyük beğeni kazanmıştı. Suyu 1 ay sonra bağlanacak olan bu çeşme Büyükşehir Belediyesi tarafından Palandöke Dağı’na çıkan Yenişehir Kavşağı’na konuldu. Palen doğalgaz firması bu yapıtın bir sanat eseri olduğunu algılayamayıp reklamını koyarak sanat eserine saygısızlıkta bulunmuştur. Böyle bir yapıtı sanat eseri değil de reklam panosu olarak görmeleri sanatçıya ve emeğe saygısızlıktır. Belediye bunu farkedip kaldırtacaktır. Ama bu eserde doğalgaz tabelasının ne işi olur, anlamak mümkün değil."

Milliyet, Haber: Turgay İpek, 25.04.2011

TÜRKİYE'NİN İLK 'ADA MÜZESİ'NİN ZİYARETE AÇILMASI İÇİN HAZIRLANAN PROJE ONAYLANDI

 

 

Türkiye'nin ilk 'Ada Müzesi' olması planlanan Balıkesir'in Erdek İlçesi açıklarındaki Zeytinliada'nın ziyarete açılması için Erdek Turizm Vakfı tarafından hazırlanan projenin, Güney Marmara Kalkınma Ajansı tarafından onaylandığı bildirildi.

Erdek Kaymakamı İsmail Kaygısız, gazetecilere yaptığı açıklamada, Güney Marmara Kalkınma Ajansı tarafından onaylanan projenin yatırım maliyetinin 250 bin TL olduğunu, bu kaynağın önümüzdeki ay imzalanacak protokolle Erdek Turizm Vakfına aktarılacağını belirtti.

Kaygısız, vakfın ilk etapta bu kaynakla yerli ve yabancı turistlerin Zeytinliada'ya ulaşmalarını sağlamak için iki adet 14 kişilik tekne satın alacağını kaydederek, haziran ayından itibaren ilçeye gelen yerli ve yabancı turistlerin bu teknelerle adaya transfer edileceğini söyledi.

Adada ayrıca yeşil alanlar oluşturulacağını, üst kısmında bir seyir alanı ile gezi ve yürüyüş yolları yapılacağını, çay içme ve dinlenme amaçlı küçük kulübeler inşa edileceğini anlatan Kaygısız, ''Erdek'te tarih turizminin gelişmesine önemli katkılar sağlayacağına inandığımız bu projeyi önemsiyoruz'' dedi.

Kaygısız, Zeytinliada'daki kazıların 4 yıldan beri devam ettiğini hatırlatarak, bugüne kadar yapılan kazılarda 6. yüzyıla ait Meryem Ana Kilisesi, çocuklar için vaftiz havuzu ve çok sayıda tarihi yapının gün yüzüne çıkarıldığını söyledi.

Yapı, 24.04.2011

DOLMABAHÇE'NİN KRİSTAL MÜCEVHERLERİ

 

 

1856 yılında hizmete açıldığı günden bu yana, Boğaz kıyısındaki ayrıcalıklı konumuyla dünyanın en görkemli saraylarından biri olan Dolmabahçe, eşi benzeri olmayan kristal avizeleriyle de ziyaretçileri büyülüyor. Saraydaki paha biçilmez değerdeki 224 avize ve 500 şamdanın bakımları periyodik olarak “avize atölyesindeki” 10 görevli tarafından titizlikle yapılıyor.


24 yıldır Dolmabahçe Sarayı’nda aydınlatma araçları sorumlusu olarak görev yapan Vildan Karahüseyin, sarayın “kristal mücevherlerini” anlattı.

Dolmabahçe’nin ihtişamını gözler önüne seren en özel objelerden biri hiç kuşkusuz sarayın ışık kaynakları olan avizeler... Saray, koleksiyonunda 1800’lerde dünyanın en önemli avize üreticileri arasında gösterilen İngiliz Osler, Fransız Baccarat ve İtalyan Murano markalarının en nadide eserlerini barındırıyor. Sarayda aydınlatma konusuna büyük önem verildiğine değinen Vildan Karahüseyin, eskiden her bir aydınlatma objesinin ayrı bir görevlisi olduğuna dikkat çekiyor: “O dönemde sarayda şamdancılar, fenerciler, kandilciler ve gazcılar vardı. Bahçedeki fenerler de dahil, tüm objeleri yakmak onların sorumluluğundaydı. Sarayda mum da, havagazı da, elektrik de kullanıldı. Ama havagazıyla çalışan devasa bir avizeyi uzun kibritlerle yakmak çok vakit alıyordu.” Karahüseyin, 20 senedir görevde olduğu halde bugüne kadar hiçbir avizenin tek bir parçasının bile kırılmadığını söylüyor. Sadece 1999 depreminde Muayede Salonu’ndaki avizenin küçük bir parçasının kırılması istisna... Yine de bir kaza ihtimaline karşın, avizelerin yedek parçaları da mevcut. Avizelerin tozlarının bile alınması komplike bir iş. Bu süreçte 1 ay boyunca bakımı yapılacak avizenin yanında iskele kuruluyor. Muayede Salonu’ndaki büyük avize ise sadece 2 yılda bir temizleniyor. Bu işlem 2 ay sürüyor.

Dolmabahçe’nin Medhal Salonu, sarayın giriş salonu olduğu için diplomatik önem taşıyan bir salon... Bu salonda yer alan İngiliz Osler marka kristal avize, elektriğin enerji kaynağı olarak kullanılmaya başlamasından önceki yıllarda yapılmış, sarayın orta büyüklükteki avizelerinden biri... Yakıt olarak gaz kullanıldığı için “gaz avizesi” grubuna giriyor. Daha sonraki dönemde saraya elektrik döşendikten sonra, elektrik ampulleriyle aydınlatılır hale gelmiş. Avize, üç kademede daralarak yükselen kollar üzerinde toplam 60 adet ‘grave ’ tekniğiyle desenlenmiş fanus içerisindeki 60 ampulle aydınlatma görevini yapıyor. Saray görevlileri İngiltere’de Crystal Palace’da düzenlenen “The Great Exhibition”da prototipini görerek bu avizeyi sipariş vermiş. Kristal parçaların içinden geçen veya açıkta duran, dolayısıyla görünen bütün kısımlar gümüş kaplama... Böylece, avizedeki kristallerin ışıltısı gümüşün parıltısıyla kuvvetlendiriliyor. Karahüseyin, “Bu avizenin sarnıçları uzaktan bakınca cam gibi gözüküyor ama tamamı kristaldir” diyor.

Yabancı devlet adamlarının en çok etkilendikleri mekan Kristal Merdivenli Salon. Çünkü merdivenlerin tırabzanları kristalden, basamakları ise kıymetli ahşap malzemeden yapılmış. Yukarıdan bakıldığında “at nalını” andıran bir salon. Ancak bütün olarak hilale benziyor. Sanki karşılıklı ay ve hilal var, yıldız da temsilen avize olarak sarkıtılmış gibi... Padişahla görüşmeye gelen elçiler bu salondaki “Saltanat Merdivenleri”nden tırmanarak Süfera Salonu’na (Elçiler Salonu) çıkıyor. Bu derece önemli bir salonda, hiç şüphesiz kristal malzemelerle bütünlük oluşturan İngiliz malı bir kristal avize bulunuyor. Mekanın tavanını oluşturan cam kubbe, kırmızı renkli yüzeyleriyle sütunlu holde ışığın süzmesini sağladığı gibi, bu görkemli mekana etkileyici bir ışıklandırma sağlıyor. Cam kubbede asılı duran büyük boyutlu kristal avize, alt ve üstteki kollarında yer alan 144 aydınlatma mumuyla sarayın dikkat çekici avizelerinden biri...

Sarayın en önemli protokol salonlarından biri olan Süfera Salonu’na (Elçiler Salonu) gidilirken, güzergah boyunca tüm kristaller güç, otorite ve yüksek sanat anlayışının bir göstergesi olarak göze çarpıyor. Salon, yabancı devletler nezdinde Osmanlı’nın ihtişamını ve gücünü vurguladığından, salonu aydınlatan avizeye de büyük önem verilmiş. 80 mumluklu olmasına karşın, Osler marka bu avize çok katlı ve hacimli kütlesiyle yansıttığı ışıkla, sarayın en görkemli ikinci avizesi olarak hayranlık uyandırıyor. Avizedeki kaliteli kesme desenli kristal top, şık bir estetik anlayışın ürünü. Yaprak görünümünde kesmeli kristal modüllerin oluşturduğu ve ağız kısmı dışa büklümlendirilen büyük tabak ve dekoratif kollarıyla Medhal Salon’daki avize ile benzerlik gösteriyor.

Dolmabahçe’de bayramlaşma törenlerinin yapıldığı 2000 metreyi aşan 56 sütunlu Muayede Salonu, aynı zamanda dünya sarayları içerisindeki en büyük balo salonu. İmparator ve kralların ağırlandığı, ziyafetlerin tertiplendiği, Topkapı’dan 250 kiloluk altın tahtın getirtilerek devlet törenlerinin yapıldığı bu salonda Türkiye’nin en büyük avizesi bulunuyor. 4.5 tonluk, 464 aydınlatma mumlu devasa bir İngiliz kristal avize... 1853 yılında Londra’da Frederick Rixon tarafından tasarlanmış. Karahüseyin, bu avizenin uzun yıllar hep “Kraliçe Viktorya’nın hediyesi” sanıldığını ancak yaptıkları çalışmayla bunun doğru olmadığını ortaya çıkarttıklarını vurguluyor: “Başbakanlık arşivinde bu avizenin belgesi bulundu. O belgede avizenin İngiltere’ye sipariş olarak yaptırıldığı ve 1853 yılında yerine takıldığı ortaya çıktı. Bu avize, 67 sandık içinde gemilerle İstanbul’a geldi. 464 havagazı lambalı olarak imal edildi. Devlete de 850 bin kuruşa mal oldu.”

Vatan Pazar, Haber: Tuğrul Tunalıgil, 24.04.2011

KAPALIÇARŞI CAN ÇEKİŞİYOR

 

 

Dünyanın en eski alışveriş merkezlerinden olan İstanbul'daki tarihi Kapalıçarşı, uzun yıllardır hiçbir bakım ve onarım görmeden ayakta kalmaya çalışıyor. Her yağmurda çatısı akan 550 yıllık çarşıda, turistler alışveriş yaparken görevliler zemindeki pis suları temizlemeye çalışıyor.

 

Kapalıçarşı esnafı, kemerlerinde büyük çatlaklar oluşan çarşının depremde yıkılmasından endişe duyuyor. Fatih Sultan Mehmet'in 550 yıl önce yaptırdığı, her gün yaklaşık 500 bine yakın kişinin ziyaret ettiği Kapalıçarşı, yıllara tek başına meydan okuyor. Bugüne kadar birçok deprem, yangın ve fırtınaya maruz kalan Kapalıçarşı, ilgisizlikten çürüme noktasına geldi. Özellikle Halıcılar ve Keseciler Caddesi'ndeki durum içler acısı. Çatıdan akan yağmur suları, bu caddedeki kemerleri karartmış. Zeminde biriken sular ise sürekli esnaf tarafından temizleniyor. Bu sırada turistler alışveriş yapıyor, yemek yiyor. Çarşının bu durumu dış basında Herald Tribune ve New York Times'ta bile haber oldu. 20 yıldır Kapalıçarşı'da halıcılık yapan Ömer Seçer, "En ufak bir yağmurda büyük sıkıntı yaşıyoruz. Milyon dolarlık dükkanlar bunlar. Böyle yağmur olduğu zaman dükkanda ipek halıları açamıyoruz. Müşteri dükkana girmeden geçip gidiyor," diyor. Mertcan Halı'nın sahibi Tevfik Mertcan ise bir kemerdeki büyük çatlağı göstererek, "Belediye tadilat yapacak. Ama her dükkandan 20 bin TL isteyeceklermiş. Burada onarım şart. Büyük çatlaklar var. Burası depremde çökecek diye korkuyorum," diye konuşuyor. 10 yıldır Kapalıçarşı'da çalışan Serdar Erdoğan ise bu durumun Türkiye'nin imajına zarar verdiğini belirterek, "Buraya Avrupalı insan geliyor. Suların üstünden hoplaya zıplaya atlıyorlar. Akıllarında 'Kapalıçarşı'nın her yeri çamur içinde,' diye kalıyor," diyor.

Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, 2009'da İl Özel İdaresi işbirliğiyle Kapalıçarşı'nın restorasyon projelerini 14,8 milyon TL'ye hazırlattıklarını belirterek projelerin 2012 yılı ortasında tamamlanacağını anlattı. Kapalıçarşı'nın yüzde 98'inin özel mülkiyet olduğuna dikkat çeken Demir, bugüne kadar bir çarşı yönetimi oluşturulamadığını, bununla ilgili kanun düzenlemesinin önümüzdeki dönem TBMM'den geçeceğini söyledi. Kapalıçarşı'nın restorasyonu için yaklaşık 150 milyon TL kaynağa ihtiyaç olduğunu vurgulayan Demir, "Çatılardan, kubbelerden sular akıyor. Osmanlı döneminden kalma, pis suların tahliyesini sağlayan kanallar tıkanıyor. Elektrik, telefon kabloları saç örgüsü gibi her yerde. Bu görüntü Kapalıçarşı'ya, bize yakışmıyor. Çatısı, gecekondu çatısından daha berbat. Normalde kemer şeklinde, kubbemsi çatılar 1980'de beton dökülerek klasik çatı haline getirilmiş. Üzerine kiremitler döşenmiş, ama bugün neredeyse hiç kiremit yok, darmaduman her taraf. Su depolarından, klimalara kadar terk edilmiş bir tarla gibi. Yıllardır birikmiş sorunları var," diyor.

İstanbul'un en ünlü turistik mekanlarından olan Kapalıçarşı'ya dış basın da büyük ilgi gösteriyor. Tabii tarihi çarşının içler acısı hali de gündeme getiriliyor. En son 13 Nisan'da, New York Times gazetesinde bu konuyla ilgili bir yazı yayımlandı. Susanne Güsten imzalı, 'İstanbul'un Tarihi Çarşısını Enkaza Dönmeden Kurtarmak' başlıklı yazıda şöyle deniliyor: "Osmanlı Sultanı Fatih Sultan Mehmet tarafından 1461 yılında yaptırılan İstanbul'daki Kapalıçarşı, genelde 300 bin, yoğun günlerdeyse yarım milyon kişi tarafından ziyaret ediliyor. Yaklaşık 25 bin kişi geçimini, Ermeni antikalarından hediyelik eşyaya farklı ürünlerin satıldığı 3 bin 600 dükkandan oluşan çarşıdan sağlıyor. 39 bin metrekarelik çarşının çatısı altında, kendi postanesi, camisi, karakolu ve itfaiyesi bulunuyor. Fakat bu şehir içindeki şehrin bakım ve onarımından sorumlu kimse yok. Bazıları Osmanlı dönemine kadar dayanan ve büyük çoğunluğunun tapularını nesillerdir elinde tuttuğu Kapalıçarşı'nın mülkiyeti, 2 bin 500 dükkan sahibi arasında bölünmüş durumda. Dedesi 1907 yılında çarşıda hamal olarak çalışmaya başlayan Kapalıçarşı Esnaflar Derneği Başkanı Hasan Fırat, çoğunun Esnaflar Derneği'ne üye olmalarına rağmen, 'Para toplamak ya da ihale yapmak gibi bir yasal yetkimiz yok,' diyor." Ayrıca çarşının yangınlardan gördüğü zarara da değinen Güsten, "Çarşı yangınlar nedeniyle de yüzyıllardır rahata kavuşamadı. En son büyük yangın, 1954'te elektrik kontağından çıktı. 28 gün süren yangın 1300'den fazla dükkanı tahrip etti. Çarşı altı yıl kapalı kaldıktan sonra, 1960'ta yeniden açıldı," diyor.

Kapalıçarşı Esnaf Derneği Başkanı Hasan Fırat "Son 10 senedir bu sıkıntılar var. Kapalıçarşı gibi tarihi yerler sürekli bakım ve onarım ister. En son 25 sene önce onarım yapılmış. Enerji altyapısı yetersiz. Onarımın bir an önce yapılması lazım. Bugünkü manzara iyi değil. Dünyanın tarihi mirası olan, turizm merkezi olan bir yerde bu çirkin manzara olmaz. Başkasının elinde olsa, bu kadar kıymetli bir yeri cam fanusta tutar. Bakmakta sıkıntı çekiyoruz," diyor. Seçim sonrası çıkarılacak yasayla, yeni bir yönetim planı belirleneceğini belirten Fırat, bu yönetimin restorasyon işlemini başlatacağını belirtiyor.

Sabah Pazar, 24.04.2011

57. ALAY ANITI GERÇEK ŞEHİTLERİNE KAVUŞTU

 
Çanakkale'ye gelen turist sayısı son yıllarda büyük bir hızla artarak yılda 2 milyon civarına ulaşmış. Ziyaretçilerin önemli bir bölümünü Gelibolu'ya, 1915'te yapılan Çanakkale Savaşları'nı anmak, tarihi yerleri görmek için gelenler oluşturuyor. Şu günler ise Gelibolu'nun en hareketli günleri. 1980'lerin ilk yıllarından itibaren her yıl 24 Nisan'ı 25 Nisan'a bağlayan gece düzenlenen Anzak şafak törenlerine katılmak için Avustralya, Yeni Zelanda'dan 10 bin civarında turist geliyor.

 

Bir süredir bu rakama aynı gece düzenlenen  57. Alay yürüyüşüne katılmak için Türkiye'nin farklı yerlerinden gelen binlerce öğrenci ekleniyor. Geceyi çadırlarda geçiren öğrenciler sabaha karşı, 1915'te Anzak askerlerinin Gelibolu çıkarmasını savuşturmak için yola çıkan ve büyük kısmı şehit olan 57. Alay'ın izlediği rotada yürüyüşe geçiyor. Çoğumuz söz konusu alayın adına Atatürk'ün 'Size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum' emrinden aşinayız.


Bu yıl, bu iki törenin yanında bir tören daha düzenlenecek. Özellikle 1994'teki orman yangınından ciddi biçimde etkilenen, taşıyıcı ayakları zayıflayan, çevre düzenlemesi bozulan ve törenler için yetersiz kalan 57. Alay Anıtı'nın yenilenmiş hali, bugün bir törenle açılıyor. Anıtın yeni düzenlemesinin sahibi akaryakıt firması Opet. Düzenlemeyi 2006 yılından beri Gelibolu Yarımadası'nda yürüttüğü Opet Tarihe Saygı Projesi kapsamında gerçekleştirmiş.

 

Uzun yıllardır ihmal edilmişliği hakkında sürekli haberler okuduğumuz bölgeyi gezerken bize, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Burhan Sayılır da eşlik ediyor. Kendisi Opet Tarihe Saygı Projesi'nin danışmanlarından... Malum, geçeklerin efsanelerle karıştığı Çanakkale Savaşı'yla ilgili bilgi kirliliği epey fazla... Anlatılanları dinlerken ya da okurken şehit düşen asker sayısından, Seyit Onbaşı'nın 257 okkalık top mermisini sırtında mı yoksa kucağında mı taşıdığına kadar pek çok olayın birbirinden farklı yansıtıldığını görüyorsunuz. Neredeyse her olay işin bu vahim yanından nasibini almış. Örneğin Sayılır'dan öğrendiğimiz kadarıyla 57. Alay Anıtı'nın önceki kitabelerinde yazılı şehit asker isimlerinin önemli bir kısmı asker olmayan ya da farklı alaylarda askerlik yapmış kişilere aitmiş.

 

Sayılır, Çanakkale Savaşları'nın hala araştırılmaya, üzerinde çalışılmaya muhtaç bir alan olduğunu, askeri arşivlerde, müzelerde ortaya çıkarılacak pek çok belgenin, bilginin akademisyenleri beklediğini söylüyor.


Söz buradan açılmışken, Çanakkale araştırmalarının uzman ismi Prof. Haluk Oral'ın önceki haftalarda Askeri Müze'de keşfettiği bir 57. Alay anekdotundan bahsedelim. Atlas Tarih dergisine bir makale yazan profesör, cephede ele geçirilen bir İngiliz miğferinin hikayesini de anlatmış. Oral, ilginç bir biçimde Askeri Müze'nin Çanakkale Savaşı'na duyduğu ilginin henüz savaş sürerken başladığını söylüyor. Tasvir-i Efkar Gazetesi'nin 19 Kasım 1915 tarihli sayısında 'İngilizlerden Alınan Ganaim Askeri Müze'de' başlıklı kısa bir haber yer alır. Bu haberde, Harbiye Nezareti'nin Seddülbahir'de düşmandan ele geçirilen on adet büyük İngiliz gemi bayrağının, on adet işaret flamasının, kara ve deniz subayı ile erata ait 39 şapkanın sergilenmek üzere Askeri Müze'ye verildiği yazmaktadır.
Sözü Oral'a bırakalım; 'Şimdi müzede bu 39 şapka sergilenmiyor ama Çanakkale Savaşları reyonunda 57. Alay'ın kahraman kumandanı Hüseyin Avni Bey'in şehit olduğunda üzerinde bulunan üniformasının sergilendiği vitrinde iki şapka var. İngilizlerin 'Wolseley güneş miğferi' dediği şapkaların birinin arka siperinde mor mürekkeple '19. Fırka Kumandanı' Mustafa Kemal'in imzası var. Yanında şu yazı okunuyor: '57. Alay tarafından Korku Deresi'nde (Arıburnu) iğtinam edilmiştir. / 57. Alay K. Kaymakam Hüseyin Avni'.


Yazıyı yazan ve imzalayan da efsanevi 57. Alay'ın kumandanı Binbaşı Hüseyin Avni. 25 Nisan 1915'te Arıburnu Çıkartması başladığında 19. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal, yanına bu alayı ve bir dağ bataryasını alarak düşmanı ilk karşılayan 27. Alay'ın yardımına yetişmişti. 57. Alay, Arıburnu Cephesi'nde hep ön saflardadır. Düşmana karşı elde edilen başarılar sonucu Hüseyin Avni Bey haziran başında yarbaylığa terfi etti. 13 Ağustos 1915'te de karargahına düşen bir obüs mermisiyle şehit oldu.'

Akşam Pazar, Haber: Eyüp Tatlıpınar, 24.04.2011

ANTİK ZEYTİN ATÖLYESİ BULUNDU

 

Mersin’in Erdemli İlçesi'ndeki kazılarda yaklaşık 2 bin 200 yıl öncesine ait olduğu tahmin edilen antik bir zeytin atölyesine ulaşıldı.

 

Erdemli İlçesi'ndeki antik kent Kanlıdivane, Büyük Akdeniz Havzası'nın tarım ve ticaret merkezi. Çok eski tarihe sahip zeytinin, bölgenin en önemli geçim kaynağı olduğu bir kez daha doğrulanmış oldu.

 

Kazı çalışmalarına katılan arkeolog Filiz Kerem, “Kanlıdivaneyi önemli kılan şey hep dini merkez olarak tanınmış olmasıydı, geçmiş kaynaklarda da böyle geçiyordu, ama yapılan bitki temizliği sonucunda gördük ki burası büyük bir zeytinyağı işleme merkeziymiş” dedi.

 

Ortaya çıkarılan zeytin işletme atölyesinin, günümüzde kullanılanlardan pek de farklı olmadığını belirten Kerem, “Bize zaten bazı bulgular burda bir atölyenin olduğunu gösteriyordu. Zeytin ezme pres yatağı, daha sonra taşla zeytinin çekirdeğinin kırıldığı bir yatak ve pres taşlarıyla zeytinin ezildiğini ve sıcak suyla arıtılıp ve çeşitli kanallarla aktarıldığını ve ordan da depolanmak üzere anforalara aktarıldığını bulmuş durumdayız” dedi.

 

MÖ 2’nci yüzyılda burada işlenen zeytin, liman aracılığıyla ihraç ediliyormuş. Mersin Valiliği yapacağı çalışmayla, kazı alanında tarihi tekrar canlandırmaya hazırlanıyor.

 

Mersin Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Mimarlık Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Nida Naycı konuyla ilgili, “Özel proje alanlarından bir tanesinde bir zeytinyağı işliği Roma dönemi üstünde bir köy evi var, biz yapacağımız canlandırmayla iki kültürü birlikte anlatacağız. Yapacağımız restorasyon çalışmasıyla ve ordaki köy evini onararak ziyaretçi merkezine dönüştüreceğiz” dedi.

 

Hellenistik dönemden günümüze kadar ayakta kalmayı başaran yapıların bulunduğu bölge, şimdi misafirlerini bekliyor.

Trt/Haber, 24.04.2011

111 YILLIK ŞEKER AHMET PAŞA TABLOSU MÜZAYEDEYE ÇIKIYOR

 

 

Kendisi de bir koleksiyoner olan Can Önen’in sahibi olduğu Asar-ı Atika Müzayede ve Sanat Galerisi’nin düzenleyeceği “Osmanlı Şaheserleri, Klasik ve Çağdaş Resim Tablo” müzayedesinde Şeker Ahmet Paşa Koleksiyonu satışa çıkacak. Birçok önemli müze ve koleksiyonda resimleri yer alan, 19. yüzyılın natürmort resimler yapan ilk önemli ustalarından Şeker Ahmet Paşa’nın 1900 tarihli, “Gölde Kuğular ve Sazlık” konulu peyzajı müzayedenin en dikkat çeken eseri. Sultan II. Abdülhamid tuğralı, 4 bölümden oluşan, her bölmesi tuğralı ve ön yüzlerinde inisyaller bulunan sefer tası da öne çıkan eserlerden. Osmanlı’da Sultan’ın erkek çocukları için kullanılan ve mülkün sahibi anlamına gelen eski Türkçe “Melik” yazılı “Tuğralı Gümüş Sefer Tası”nın çıkış fiyatı 140.000 TL. Müzayede 30 Nisan Cumartesi günü saat 14.00’te The Sofa Hotel Frida Salonu’nda gerçekleşecek.

Asar-ı Antika Sanat Galerisi’nin sahibi ve kurucusu Can Önen, müzayedede yer alacak nadide eserleri şu sözlerle anlattı: “Müzayede’de şaheser niteliğinde Osmanlı Saray eserleri ve klasik tablolar satışa sunulacak. Osmanlı ağırlıklı eserler çoğunlukta ama araya otuz kırk tane çağdaş eser serpiştirilen bir koleksiyon oldu. Hepsi Saray parçası, ya bir sultanın elinden çıkmış, ya bir sultana yapılmış ya da bir Osmanlı padişahının başka bir sultana hediye ettiği eserler. Çok önemli parçalar bulunuyor. Hepsinin de bir hikayesi var.”

Habertürk 23.04.2011



17 - 23 Nisan 2011

KEMAL KURDAŞ VEFAT ETTİ

 

 

Türkiye Cumhuriyeti'nin iz bırakan Maliye Bakanlarından, Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nin kurucusu Kemal Kurdaş, 91 yaşında vefat etti

Yaşamı boyunca yüzlerce arkeolojik eserin kurtarılmasına katkıda bulunan Kemal Kurdaş, Ankara'ya kazandırdığı milyonlarca ağaç ile de Ağa Han Mimarlık Ödülü'ne layık bulunmuştu.

Arkasında arkeoloji, ormancılık ve eğitim alanında sayısız ödül bırakan Kurdaş, 22 Nisan 2011 Cuma günü, İstanbul'da, Teşvikiye Camii'nde kılınacak öğle namazının ardından son yolculuğuna uğurlanacak.

Kemal Kurdaş kimdir?
1920 yılında Bursa'da doğan ve zor koşullar altında, parasız yatılı olarak Balıkesir Lisesi'ni bitiren Kurdaş, 1943 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. 1944 yılında Maliye Bakanlığı'nda göreve başlayan Kurdaş, 1953'te Hazine Müsteşar Yardımcılığı'na atandı; 1956'da Washington'da, IMF'de çalışmaya başladı.

1960 yılında Türkiye Cumhuriyeti Maliye Bakanı oldu. 1961 yılının sonunda ise Orta Doğu Teknik Üniversitesi Rektörü olarak göreve başladı. 8 yıl içerisinde Türkiye'nin en önde gelen üniversitelerinden olan ODTÜ'yü yarattı. 1970 yılından itibaren özel sektörün önde gelen şirketlerinde yönetim kurulu üyesi, başkan yardımcısı ve başkan olarak çalıştı.

Kemal Kurdaş'ın ODTÜ ve civarında oluşturduğu milyonlarca ağaçtan oluşan, dünyanın en büyük suni ağaçlandırma çalışması, 1994 yılında Ağa Han Mimarlık Ödülü'ne layık görüldü. Başta Keban Barajı havzasında kalanlar olmak üzere pek çok arkeolojik eserin kurtarılmasını sağlayan Kurdaş; arkeoloji, eğitim ve ormancılık ile ilgili sayısız ödüle sahip.

Geride onlarca makale, gelirleri ODTÜ öğrenci bursları için kullanılan dört adet kitap bırakan Kemal Kurdaş, üç çocuk ve iki torun sahibidir.

Interaktifhaber.com, 20.04.2011

MÜZELERİN ÜZERİNDEKİ DEMOKLES KILICI

 

 

Koleksiyonlardaki eserlerin satın alınmasında önceliği Kültür Bakanlığı'na veren kanun maddesi, özel müze açmak isteyenleri tedirgin ediyor. Bakanlık ise bu maddenin sadece kötü niyetlileri muhatap aldığını belirtiyor.

 

Koleksiyoner Öner Kocabeyoğlu'nun elinde; aralarında Burhan Doğançay, Mübin Orhon ve İlhan Koman gibi isimlerin de bulunduğu 1.000'e yakın eser var. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, İstanbul'daki Zührevi Hastalıklar Hastanesi'ni müze yapması için Kocabeyoğlu'na tahsis etmeye teşne. Öner Bey çekimser. Şöyle diyor: "Müze açmayı çok istiyorum ama şartlar biraz karışık görünüyor. Vakıf kurmak, o vakfı işletmek... Kanunlar, kurallar... Bir sürü iş. Açık maddeler de var galiba, biraz daha araştıracağız."

 

Arkeolojik Eser Koleksiyoncular Derneği Başkanı Haluk Perk'in tavsiyesi ise şu: "Elinizde arkeolojik eser yoksa devlete bağlı müze açmayın. Çünkü bir eseri tescil ettirdiğinizde sorumluluklarınız artıyor. Onun satışı, el ve yer değiştirmesi bir sürü işlem gerektiriyor. Çok başınız ağrır. Çoğu kişi bilmiyor ama 'müze' ismini kullanmanızda hiçbir sakınca yok. İsmi kullanın ama kaydolup bakanlığa bağlı resmi statüye geçmeyin. Ziyaretçi, farkı anlamaz." İstanbul Modern yıllarca devlete bağlı özel müze değil, özel iktisadi işletme olarak faaliyetlerini sürdürdü. Ancak 5. yılında başvuruda bulundu ve devlete bağlı müze statüsünü elde etti.

 

MÜZE KURMAK İSTEYENLER, DİKKAT!

Devlete bağlı özel müze kurma isteklerini konu alan başvurular 2863 sayılı kanun ve buna bağlı Özel Müzeler ve Denetimleri Hakkında Yönetmelik hükümleri doğrultusunda inceleniyor. Müzenin yeterli nitelik ve nicelikte bulunması ve sürekli hizmet vermesi hususları dikkate alınarak karar veriliyor. Pera Müzesi Genel Müdürü M. Özalp Birol, müze kurmak isteyen kişi ve kurumların, kanunun 26. maddesine özellikle dikkat etmelerini salık veriyor. 'Müze, özel müze ve koleksiyonculuk' başlığı altındaki 26. madde özetle şöyle: "... Gerçek ve tüzel kişilerce kurulacak müzeler, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın izin belgesinde belirlenen konu alanlarına inhisar etmek şartıyla, taşınır kültür varlığı bulundurup teşhir edebilirler. Bu müzeler, taşınır kültür varlıklarının korunması hususunda devlet müzeleri statüsündedirler. ... Koleksiyoncular, ilgili müzeye tescil ettirerek, koleksiyonlarındaki her türlü eseri on beş gün önce Kültür ve Turizm Bakanlığı'na haber vermek şartı ile kendi aralarında değiştirebilir veya satabilirler. Satın almada öncelik, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na aittir."

 

Türkiye'de koleksiyonculuk ve müzeciliğin yeterince teşvik edilmediğinden dem vuran isimlerden biri de Rahmi M. Koç. Önerisi şu: "Yapılacak şey 2863 No'lu kültür ve tabiat varlıklarını korumaya yönelik kanunun Avrupa'daki eşdeğeriyle paralellik kazanmasının sağlanması, meraklıların iştahlandırılması..."

 

Yasalarda değil, onları uygulayanların problemli olduğunu vurgulayan Perk, "Satın almada önceliğin bakanlığa verilmesi çok uygulanan bir madde olmamasına rağmen Demokles'in kılıcı gibi koleksiyonerin üzerinde." diyor ve ekliyor: "Kanunun amacı, denetim sağlayarak eserleri koruma. Koleksiyoner kayıtlı eserini satmak isterse satın almada öncelik devletin. Siz biriyle bir fiyata anlaşırsınız, devlet almak ister, fiyatı fazla bulur, sorun çıkarır. Böyle bir şey olmadı ama olabilir. Uygulamalar koleksiyonerlerin başını ağrıtacak; onları kayıtlı eser toplamaktan, hele ki müze açmaktan caydıracak nitelikte."

 

Satın alma hakkının bakanlıkta olduğunu doğrulayan Kültür Bakanlığı Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü'ne göreyse kanunlar yeterince teşvik edici. Mevzuatın zorluk çıkarması ancak kötü niyet sezilmesi durumunda söz konusu: "Bakanlık şimdiye kadar bir müzenin eserine el koymuş değil ama hakkı var. Dikkatli olmak zorundayız. Geçtiğimiz yıl bir özel müzeyi yurtdışına kültür varlığı kaçakçılığı tespit ederek kapattık."

 

Şu anda Kültür Bakanlığı Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü'ne bağlı 148 özel müze var. 2023'e kadar bu sayıyı 400'e çıkarmak isteyen genel müdürlüğün teşvikkar açıklaması şöyle: "İsteyen müze ismini kullanabilir ama biz bakanlığa bağlı müzeler için birtakım teşvikler sağlıyoruz. 2009'da çıkan bir yönetmelikle işleri daha da kolaylaştırdık. Teknik destek, elektrik-su indirimi, işçi giderlerine destek gibi bir sürü kalem var. Şirketleşme durumunda özel müzelere kültür girişimcisi belgesi veriyoruz. Çekincesi olanlar gelsin anlatalım. Kayıtlı eserlerin yer değiştirmesi, satış ve el değiştirmesi gibi durumların 15 gün önceden haber verilmesi gerekiyor, ama bunlar ancak kötü niyetli kişiler için sorun çıkarıyor. Kimse mevzuatı bilmiyor, bu endişeler ondan."

 

Koleksiyoner misin, kaçakçı mı?

Özel müze ve koleksiyonerliği teşvik etmek devletin görevleri arasında. Kanunlar bu yönde. Kültür Bakanlığı Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü'nün dikkatli davranmasının sebebi ise özel müzeleri ilgilendiren kanunun arkeolojik eser koleksiyonerliğini de kapsaması. "Uygulamalar kanunun verdiği hakkı elinizden alıyor. Öyle yorumlar var ki, eseri tarlasında bulanla kayıtlı koleksiyoneri aynı kefeye koyuyor." diyor ve ekliyor Haluk Perk: "Niyetleri eserleri korumak ama ayı yavrusunu severken öldürürmüş. Öküz altında buzağı arıyor, herkese kaçakçı muamelesi yapıyorlar." M. Rahmi Koç'a göre ise arkeolojik eserler konusunda mevzuatın bazı bölümlerinde koleksiyoneri çok zorlayan, pişman eden katı uygulamalar mevcut.

 

Kayıtlı koleksiyoner desteklenmeyince, bazı durumlarda eserler kayıtsız kalıyor; bazen de gayri resmi biçimde yurtdışına kaçırılıyor. Kültür Bakanlığı Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü'nün görüşü bu konuda net: "Mevzuat açık. Dikkatli davranmak zorundayız. Adam 20 yıllık koleksiyoner. Envanter defterinde 20 eser var. Emniyete bir ihbar, bir baskın, yüzlerce eser. Bildirim yapılmamış. Kamu davası açılıyor, belgesi iptal oluyor. Koleksiyonerlik adı altında gayri resmi kültür varlığı ticaretini engellemek zorundayız."

Zaman, Haber: Jülide Karahan, 23.04.2011

600 YILLIK UYARI KÖYLÜLERİN HAYATINI KURTARDI

 

 

 

Japonya'da 11 Mart'ta meydana gelen depremin ardından binlerce kişi kayıp iken ilginç haberler de geliyor. Aneyoshi'de yer alan ve bazıları 600 yıllık olan taşların, bazı kişilerin hayatlarını kurtardığı bildirildi. Iwate bölgesinde yer alan 1.2 metre uzunluğundaki taşın üzerinde "Evini buradan aşağıya yapma, çünkü tsunami meydana gelebilir" yazıyor. Taşın, deniz seviyesinden 100 metre yukarısında olduğunu belirten 64 yaşındaki Tamishige Kimura, "1890 yılında meydana gelen ve 22 bin kişinin hayatını kaybettiği tsunamide su, 40 metre yukarıya kadar gelmiş. Geçmişte de çok sayıda tsunami meydana geldiği için gelecek nesilleri uyaran taşlar bulunuyor. Biz de evimizi bu bölgenin yukarısına yaptık" diye konuştu.

Türkiye Gazetesi, 23.04.2011

320 MİLYON YILLIK FOSİL BULUNDU

 

Bartın'da yerin 650 metre altında, 320 milyon yıllık olduğu iddia edilen bitki fosili bulundu.

 

Hema Endüstri A.Ş. firmasına ait kuyuların birinde, 320 milyon yıllık olduğu öne sürülen bir fosil bulundu.

Hema çalışanları, yerin 650 metre altında bulunduğunu kaydettikleri fosilin ''Mariopteris nervosa'' türüne ait olduğunu savundu ve Türkiye'de bu kadar eski yıla ait fosillerin bulunmasının nadir olduğunu söyledi.

Bartın Kent Haber, 22.04.2011

DA VİNCİ'NİN İLK ÇİZİMİ BULUNDU

 

Daily Mail’in haberine göre, ünlü ressam Leonardo da Vince’ye ait olduğu düşünülen çizimler bulundu.

15. Yüzyıl’da yaşamış olan Cenova Kardinali’ne ait eski bir kitabın arasından çıkan çizimler, 70 yıl önce kardinalin ailesi tarafından bulunmuş ve Amedeo Barile satılmıştı.

Antika restorasyonuyla ilgilenen Barile, çizimlerin rönesans sanatçılarından birine ait olduğunu sanıyordu.

Ancak çizimleri inceleyen sanat tarihçisi Peter Hohenstaff'e göre sakallı bir adamı betimleyen resim, Leonardo da Vinci'ye ait ilk çalışmalardan biri.

Ajans tv, 22.04.2011

TARİHİ ÇEŞMELER RESTORE EDİLİYOR

 

Osmanlı'dan kalma tarihi çeşmeler, Beyoğlu Belediyesi'nce gün yüzüne çıkarılıyor.

 

"Beyoğlu'nda her semt tarihi çeşmelerle süslenecek" hedefiyle yürütülen proje kapsamında 2007'den bu yana Osmanlı dönemine ait toplam 112 tarihi çeşmenin 44'ü restore edildi.

Son dört ayda da Firuzağa'daki Topçu İsmail Ağa Çeşmesi ve Türkgücü'ndeki Kethüda Yusuf Efendi Çeşmesi, Susam Sokak'taki Köşe Çeşmesi, Ömer Avni Mahallesi'ndeki Koca Yusuf Paşa Çeşmesi, Asmalı Mescit'teki Lale Beşir Ağa Çeşmesi, Çukur Mahallesi'ndeki 2. Mahmut Çeşmesi ile Hoca Ali sokaktaki Mihrişah Kadın Çeşmesi özel bakımdan geçirildi. Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan, "Bu tarihi eserlerimizi geleceğe emanet etmek, görevlerimizin başında geliyor" dedi.

Sabah, Haber: Çağdaş Çetindemir, 22.04.2011

KRAL MEZARLARI GÜN YÜZÜNE ÇIKACAK

 

 

Kars’ın Susuz İlçesi’ne bağlı Doyumlu Köyü arazisinde, milattan önceki yıllara ait olduğu sanılan ‘kral mezarları, kaya el yazıları ve hayvan figürleri’nin gün yüzüne çıkarılması için Müze Müdürlüğü çalışma başlattı. Müze Müdürlüğü tarafından görevlendirilen 5 arkeolog, yaklaşık 2 bin dönümlük alanda inceleme yapmaya başladı.

 

Susuz’a 20 kilometre uzaklıkta bulunan Doyumlu Köyü arazisinde milattan önceki yıllara ait olduğu sanılan tarihi kalıntılar ve mezarların bulunması için Müze Müdürlüğü bölgeye 5 arkeolog gönderdi. Doyumlu Köyü sınırlarındaki arazi üzerindeki kaya el yazıları ile hayvan figürlerin inceleyen arkeologlar, bölgenin koordinatlarını belirledi.

 

Arazide bulunduğu ileri sürülen kral mezarları, kaya el yazıları, hayvan figürleri ve çivi yazılarının fotoğraflarını çeken arkeologlar çalışmalarını sürdürecek.

 

Kalıntıların incelenmesi için 2 yıldan beri çalışma yaptığını belirten Doyumlu Köyü Muhtarı Yücel Üzeyir, “Doyumlu, çok eski bir tarihe sahip. Kültür ve Turizm Müdürlüğü ile irtibata geçerek bu araziler üzerinde çalışma başlattık. Gelen arkeologlar, kaya yazıları ve figürlerin Kağızman İlçesi Camuşlu Köyü’ndeki yazı ve figürlerle örtüştüğünü söylediler. Amacım, saklı kalan tarihi, toprak altındaki kral mezarlarını gün yüzüne çıkararak, bölgeyi dünya arkeoloji listesine aldırmak” diye konuştu.

haberler.com, 22.04.2011

'UCUBE' GİDERKEN 'KOMPOZİSYON' GELDİ

 

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, önceki akşam Resim Heykel Müzesi’ne giderek, depoda bekletilen eserlerin teşhire çıkarılması talimatını verdi. “Ucube” tartışmasıyla gündeme gelen Mehmet Aksoy’un “Kompozisyon” adlı eseriyle de özel olarak ilgilenen Günay, bu eserin de sergilenmesini istedi.
 

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Kars’taki İnsanlık Anıtı’na yaptığı “ucube” benzetmesinin ardından gündemden düşmeyen heykeltıraş Mehmet Aksoy’la ilgili Ankara Resim Heykel Müzesi’nde sürpriz bir gelişme yaşandı. Aksoy’un 15 yıldır depoda bekleyen “Kompozisyon” adlı bir eseri, Resim Heykel Müzesi’nde sergilenmeye başlandı.


Ankara Hürriyet, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın çarşamba akşamı aniden Resim Heykel Müzesi’ne giderek, depoda bekletilen eserleri incelediği bilgisine ulaştı. Günay, depoda bekletilen heykellerin müzenin bahçesine konulmasını istedi.


Ucube tartışmasıyla gündeme gelen Mehmet Aksoy’un “Kompozisyon” adlı eseriyle de özel olarak ilgilenen Günay, bu eserin de görücüye çıkmasını istedi.




Bahçede yapılan düzenlemelerin ardından Ertuğrul Günay’ın isteğiyle söz konusu heykelin bahçedeki yerini aldığını belirten Kültür Bakanlığı yetkilileri, “Bakanın talimatıyla sanatçının eseri bahçeye taşındı. Sergi alanlarının genişlemesiyle birlikte teşhire çıkan eserlerin sayısı da arttı. Devlet Koleksiyonu’na girmeye değer görülen bir eserin müze bahçesinde sergilenmesi kadar olağan bir durum olamaz” dedi.
 

Müze Müdürü Ömer Gündoğdu ise, 2010 yılında başlatılan iyileştirme çalışmalarının sonucunda müzenin sergi ve teşhir alanlarında artış olduğunu söyledi. Bu nedenle depoda saklanan eserlerin de gün yüzüne çıkarılmasına karar verildiğini belirten Gündoğdu, “Depoda bekleyen eserlerin de sanatseverlerle buluşturulmasını isteyen Sayın Günay, yapılan incelemelerin ardından söz konusu eserin bahçede sergilenmesini istedi. Tartışmalarla ilgisi olmayan bir adımdır. Önceden 250 eserin sergilenmesine izin veren sergi salonlarımız, yapılan çalışmaların ardından yaklaşık 750 eserin sergilenmesine olanak sağlıyor”  diye konuştu.


Kompozisyon isimli heykel ile ilgili olarak da bilgi veren Gündoğdu, şunları söyledi:
“Bu eser son olarak 1996 yılında sergilendikten sonra depoya kaldırıldı. Depoya kaldırılmasının ardından müzenin demirbaşları arasında yerini alan heykeltıraş Mehmet Aksoy’un ‘Kompozisyon’ isimli heykeli, Devlet Koleksiyonu’nun nadide eserlerinden biridir. Tüm sanatçıların ürettiği eserler bizler için çok değerli. Hiçbir sanatçıya ön yargılı davranılması söz konusu olamaz. Var olan kültür değerlerinin korunması ve yerine yenilerinin eklenerek gelecek nesillere aktarılması hepimizin görevi.”

 

Kars’taki “ucube” polemiği Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, heykeltıraş Mehmet Aksoy’un İnsanlık Anıtı heykelini ucubeye benzetmesiyle başlamıştı. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın ise başbakanın heykeli kastetmediğini belirtmesi, ardından da Başbakan Tayyip Erdoğan’ın heykelle ilgili konuştuğunu söylemesi tartışmalara yeni bir boyut getirmişti. Heykelin kaldırılması için de geçen hafta içinde çalışmalar başladı.

Hürriyet Ankara, Haber: Gamze Kolcu, 22.04.2011

 

******


"KOMPOZİSYON" TATMİN ETMEDİ

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın talimatıyla 15 yıldır depoda bekleyen “Denizi Bekleyen Adam” isimli heykelinin Resim Heykel Müzesi’nde sergilenmeye başladığını Ankara Hürriyet’in haberinden öğrenen heykeltıraş Mehmet Aksoy, sitemde bulundu.
 

Heykelin iç mekan için tasarlandığını, bahçede sergilenmesinin saygısızlık olduğunu kaydeden Aksoy, şunları söyledi:
“Bakanlık kayıtlarına ‘Kompozisyon’ olarak geçen fakat asıl adı ‘Denizi Bekleyen Adam’ olan heykelin 15 yılın ardından depodan çıkarılması duyarlılık örneği olamaz. Eserin adının yanlış kaydedilmesi kabul edilebilir gibi değil. En önemli konu ise, o heykelin iç mekan için tasarlanmış olması. Kalkerden yapılan ve hava şartlarından etkilenen bir eserin dış mekana koyulmasını bilgisizlikten başka bir şey değil. iç mekanlara serpiştirilen heykeller gibi, benim eserimin de içeriye alınması lazım.


Açılması yılan hikayesine dönen Resim Heykel Müzesi’nin bir an evvel sanat yaşamına kazandırılması gerekiyor. Bu denli önemli ve tarihi bir müzenin yıllarca kapalı kalmasını doğru bulmuyorum. Resim Heykel Müzesi’nin acilen eski onuruna kavuşması gerekiyor. Kendini ispatlamış ve sanata yeni adım atmış sanatçıların o tarihi mekanda bir araya gelmesi gerekiyor.”
 

Kars’taki İnsanlık Anıtı yıkılırken, müzede sergilenme kararı verilen heykelin hiçbir şeyi telafi edemeyeceğini vurgulayan Aksoy, şunları söyledi:
“Kars’ta, odamın camından dışarı bakarken içim acıyor. Yıllarımı verdiğim, ruhumu kattığım eserimin yıkılması, kırılması, birileri tarafından zarar görmesi benim vicdanımı rahatsız ediyor. Sanattan anlamak, bu dili öğrenmek, alfabesini, kodlarını çözmek bir kültür ve görgü işidir. Bir tarafta yapılan yargısız infaz, diğer tarafta telafi edilmeye mi çalışılıyor? Burada suç işlenirken, orada insanlar kendini temize mi çıkarmaya çalışıyor? Anlamak mümkün değil. Ben çikolataya kanacak, onunla mutlu olacak bir insan değilim” diye konuştu.

Hürriyet Ankara, Haber: Gamze Kolcu, 23.04.2011

MÜZE MÜDÜRLERİ BODRUM'DA TOPLANACAK

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünce düzenlenen “Müze Çalışmaları ve Kurtarma Kazıları Sempozyumu ile Müze Müdürleri Toplantısı” 25- 29 Nisan tarihleri arasında Bodrum’da yapılacak.

 

Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından bu yıl yirmincisi düzenlenen “Müze Çalışmaları ve Kurtarma Kazıları Sempozyumu ile Müze Müdürleri Toplantısı” Bodrum’da gerçekleştirilecek.

 

25-29 Nisan arasında gerçekleşmesi planlanan faaliyetlerden ilki; 25 Nisan 2011 tarihinde yapılacak ve müzelere ilişkin sorunlar ile çözüm önerilerinin tartışılacağı Müze Müdürleri toplantısı olacak. Düzenlenecek sempozyum ise 26 Nisan 2011 Salı günü saat 09:30’da yapılacak açılış töreni ile başlayacak.

 

1990 yılından beri her yıl farklı illerde düzenlenen ve büyük katılımla gerçekleşen sempozyum; müze çalışmalarının ve kurtarma kazılarının sunulup tartışıldığı bilimsel bir toplantı niteliğinde olacak. Müze Müdürlüklerince gerçekleştirilen kurtarma kazıları, sondaj, çevre düzenleme, temizlik ve müze çalışmaları ile ilgili 65 bildirinin sunulacağı sempozyuma, Müze müdürlükleri çalışanları ve akademisyenlerden oluşan yaklaşık 500 kişinin katılmasının bekleniyor.

Turizm Habercisi, 21.04.2011

RESSAMLARIN TABLO KAVGASI

 

 

Ressam Metin Asağ Lale, isimli tablosunu kendisinden esinlenerek yapan meslektaşı İsmail Acar'ı sanat hırsızlığıyla suçluyor.

 

İsmail Acar'ın bazı gazetelere verdiği demeçte ressam Metin Asağ'ın kendine ait bir resmin kopyasını yaptığını iddia etmiş ve Metin Asağ'ı kendi resmini kopyalamakla suçlamıştı. Dün akşam Toprak Sanat Galerisi'nde sergi açan Metin Asağ'a İsmail Acar'ın kendisi ile ilgili iddialarını sorduk ve olayın aslını anlatmasını istedik.

Metin Asağ; İsmail Acar'ın orjinali bana ait dediği arkamda gördüğünüz Lale resmi benim bu yıl tasarladığım bir resimdir. Bu resmi İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin bu yıl altıncısını gerçekleştirdiği İstanbul Lale Festivali için tasarladım. Resmin bütün taslaklarıda elimde. İsmail Acar resmi 2004'te yaptığını söylüyor ancak elinde ne bir taslak var ne de döküman. Benim imzamı taşıyan resmi alttan imzam gözükmeyecek şekilde keserek göndermiş hatta o kadar dikkatsizce kesmiş ki resmi benim imzamın bir kısmı dikkatli bakıldığında altta gözüküyor. İsmail Bey halka mal olmuş başarılı ve saygı duyduğum bir ressam. Neden böyle bir şey yaptı anlamış değilim. Lalenin geçmişi yüzyıllara dayalı ve herkes çizebilir. Ama İsmail Bey benim resmimi kesip biçip bana kopyacı diyor. Adli yola başvurmayacağım ama kendisinden özür bekliyorum. Ben elimde belgeler ile resmin bana ait olduğunu ispatladım madem kendisine ait çıksın ve belgelerle bunu açıklasın ama açıklayamaz çünkü basına gönderdiği resimde dahi dikkatli bakıldığında benim imzam var.

Habertürk, Haber: Hakan Yağcı, 21.04.2011

KAÇAK KAZIDAN DÜNYANIN 8. HARİKASI ÇIKTI

 

 

Milas’ta, arkeoloji tarihi açısından son 100 yılın en önemli tarihi eserleri olarak gösterilen 2 bin 400 yıllık mezar odasının bulunduğu bölgede yürütülen kazılarda lahdin üzerini örten ve 5 anıtsal basamağı bulunan podyum ortaya çıkartıldı.

 

Alınan bilgiye göre, geçtiğimiz yıl Milas’ta düzenlenen operasyonda bulunan ve arkeoloji tarihi açısından son 100 yılın en önemli tarihi eserleri olarak gösterilen 2 bin 400 yıllık mezar odasında başlatılan bilimsel çalışmalara, nem oranının korunması amacıyla ara verildi. Lahit ve antik mezarın bulunduğu Uzunyuva bölgesinde, yüzeyde başlatılan çalışmalar ise sürüyor.

 

Kazı ve koruma çalışmaları hakkında açıklama yapan Kazı Bilim Kurulu Üyesi ve Muğla Üniversitesi Karya Araştırma ve Uygulama Merkez Müdürü Prof.Dr. Adnan Diler, 2 bin 400 yıllık mezar odası ve lahdin üzerini kapatan podyumdaki kazıların büyük oranda tamamlandığını söyledi.

 

Diler, mezarın yapıldığı bölgedeki tarihi yapının büyük oranda ortaya çıktığına işaret ederek, ”Bu sürecin başarılı olmasında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın podyumun üzerindeki kaçak bina ve bölgedeki diğer binaların kamulaştırma çalışmasını çok hızlı yapması etkili oldu. Kamulaştırma çalışması tamamlanan binalar yıkıldı. Uzunyuva’daki çalışmalar, ‘Uzunyuva Anıt Mezarı Arkeoparkı ve Ziyaretçi Merkezi Projesi’ kapsamında devam ediyor. Proje, o bölgenin bir açık hava müzesine dönüştürülmesini hedefliyor.” dedi.

 

Dünyanın Yedi Harikası’ndan biri diye tanımlanan Bodrum’daki Halikarnas Mausoleum’u hakkında bilim adamlarının sadece antik kaynaklarda verilen bilgiler doğrultusunda fikir sahibi olduğunu anlatan Prof.Dr. Diler, şunları söyledi:

”Özellikle Bodrum Kalesi’nin yapımı sırasında bu anıtın parçalarının bir bölümü yurt dışına taşındı. Heykeltraşlık eserleri şimdi British Museum’da sergileniyor. Bugün geldiğimiz nota ise çok önemli. Kaçak kazılarda bulunan Hekatomnos’a ait mezar podyumunun çok iyi korunmuş olduğunu gördük. Podyumda 5 anıtsal basamak bulunuyor, bu basamakların her biri 30 santim ve podyum 5 basamağın üzerinde yükseliyor. Bu yapı bize göre antik Milasa kentinin her yerinden görülebilen anıtsal bir yapı. Karya’nın büyük kralının mezarının böyle olması da normal. Bu kazılarda bulunanlar tarihe ışık tutacak.”

 

Diler, Bodrum’daki Halikarnas Mausoleum’unun Dünyanın Yedi Harikası’ndan birisi olmasına rağmen bölgeye gelen turistlerin hiç bir şey göremediğini öne sürerek, şunları söyledi:

”Milas’taki 2 bin 400 yıllık mezar odası ve lahdin bulunduğu bölgeyi ziyaret eden turistler ise dünyanın harikasının nasıl bir şey olduğunu görmüş oluyor. Kaçak kazılarda ortaya çıkartılan eserler, 2 bin 400 yıllık mezar odası, lahit ve lahdin üzerini kapatan podyum dünyanın 8. harikası olarak ilan edilmeli. Kazı çalışmaları süren podyum ve altındaki mezar ve lahit muhteşem yapılar.”

 

Diler, kazılarda ortaya çıkartılan podyumun altında binlerce yıllık geçmişi olan mezarlar bulunduğunu ifade ederek, şöyle konuştu:

”Bizim çalışmalarımızın amacı mezarın konservasyonunu yapmayı amaçlıyor. Proje duvar resimleri, lahit ve mezar odasının tamamının korunmasına yönelik hazırlandı. Mezar odasında yapılan mikro biyolojik araştırmanın ön etütlerine göre mezar odasının nemli olması gerektiği ortaya çıktı. Kaçak kazılar esnasında kesilen mermerlerden çıkan tozlar duvar resimlerinin üzerine yapışmış durumda. Bunlar eğer kurursa bir şekilde, bunların temizlenmesi daha da güçleşecek. Bu nedenle mezar odasındaki nemin sabit tutulması gerekiyor. Mezar içerisindeki çalışmaları bu raporlar doğrultusunda durdurduk. Menin sabit tutulması hayati öneme sahip. Alman ve İtalyan bilim adalarından nemin sabit tutulması için yardım alıyoruz. Nemin kontrolü için oraya bir kapı açılması lazım. Ayrıca, mezar odasındaki mikro organizmaların çalışanlara zararlı olup olmadığı da araştırılıyor.”

 

Jandarma ve polis ekiplerince geçen yıl Milas’ta düzenlenen operasyonda bulunan ve arkeoloji tarihi açısından son 100 yılın en önemli tarihi eserleri olarak gösterilen 2 bin 400 yıllık mezar odası ve lahdin bulunduğu noktaya ulaşmaya çalışan tarihi eser kaçakçılarının mezar odasının bulunduğu noktaya ulaşmak için 2 metre kalınlığındaki mermerleri özel ekipmanlarla deldikleri ve yerin altındaki mezar odasına ulaşmak için ise mermerleri delerek 80 santimetre genişliğinde ve 10 metre uzunluğunda bir tünel kazdıkları ortaya çıkmıştı.

 

Yaklaşık 1 yıl boyunca geceleri bölgede çalıştıkları iddia edilen 10 zanlı, mezar odasındaki lahdi pazarlamaya çalıştıkları esnada güvenlik güçlerince yakalanmışlar ve adliyeye sevk edilen 10 kişiden 5′i tutuklanmıştı.

 

AA ekibi tarihi eser kaçakçılarının mezar odası ve duvarlardaki resimlere verdiği tahribatı yakından görüntülemişti. Lahdin üzerindeki kabartmalarda MÖ 4. yüzyılın ilk yarısına ait ”Aslan Avı” sahnesi yer alıyor.

 

Bölgede yürütülen kazı çalışmaları Milas’ı ziyaret eden turistlerden yoğun ilgi görüyor. Kazı çalışmasının yapıldığı bölge güvenlik güçleri tarafından 24 saat aralıksız olarak korunuyor.

Star, 21.04.2011

TOPRAK ALTINDA YATAN TARİHİ KENT HYPAİPA İLGİ BEKLİYOR

 

 

Ödemiş’in 6 kilometre kuzey batısında bulunan ve eski adı Datbey olan Günlüce Köyü'ndeki antik tarih, toprak altında yatıyor. Bugüne kadar ciddi bir arkeolojik kazı yapılmayan Günlüce Köyü'ndeki tarihi Hypaipa kentinin tarihi yapıları gün yüzüne çıkmayı bekliyor.

 

Günlüce Köyünün tarihinin milattan önceki asırlara kadar dayandığını belirten yerel tarihçi emekli tarih öğretmeni Behiç Galip Yavuz, Hypaipa kentinde yaşadıkları bilinen Persler, Lidyalılar, Yunanlılar, Romalılar ve Bizansların birçok tarihi yapısının toprak altında bulunduğunu ve devletin buraya ilgi göstermesi gerektiğini söyledi. Toprak üstündeki kale surları ve köprülerin ayakta durabilmek için doğal şartlara dirense de yıkılıp yok olmaya yüz tuttuğunu belirten Yavuz, “Köyün sokaklarında, bahçelerinde topraktan yapılmış şarap küpleri, tuğla, kiremit parçaları ile mermerden yapılmış birçok tarihi eser parçalarını görmek mümkün. Bunların koruma altına alınması gerekir” dedi.

 

Öte yandan tarihi çok eskilere kadar dayanan çömlekçilik mesleğinin köyde nesilden nesile devam ettiği gözleniyor. Bir zamanlar Dağbağ tepesindeki üzüm bağlarından yapılan şarapların küplerle, Yunan mitolojisinin en güçlü ve tanrıların kralı olduğuna inanılan Zeus’a gönderildiği inancının efsanelerde anlatıldığına dikkati çeken Behiç Galip Yavuz, “Zeytin ve üzüm bağları çok olan Hypaipa’da çömlekçilik mesleği de yaygın olarak yapılıyormuş. Bunları gün yüzüne çıkarmamız gerekiyor.

 

DATBEY (HYPAİPA)

İzmir’in Ödemiş İlçesi'ne bağlı Datbey (Günlüce) Köyü’nün kuzeyindeki Bozdağ’ın uzantısı üzerindedir. Hypaipa Hellen dilinden bozulmuş bir sözcük olup “yalçın kayalık” anlamındadır.

 

Hypaipa kentinin ünü kadınlarının olağanüstü güzelliği ve bir de Arakhne (örümcek) mytos’u nedeniyle yayılmıştır. Bu efsaneyi Ovidius günümüze yansıtmıştır. Efsaneye göre Arakhne, Hypaipalı ,yetenekli bir genç kızdır. Babası Idmon, Kolophonlu olup Phokaia (Foça)’nın mor boyasıyla yünleri boyar ve satarmış. Kızı Arakhne, Lydia’da becerisiyle tanınmış olup, kır perileri ile yakınlık kurmuştu. Onu nakış işlerken görenler becerisine hayran kalır, ustalığını Athena’nın verdiğini anlarlardı. Ne var ki Arakhne ileri geri konuşup, yün dokuma becerisinin Athena’dan daha önde olduğunu söylemekten de geri durmuyordu. Buna üzülen Athena, yaşlı bir kadın görünümünde ona gelerek, “İnsan yaşlanınca yalnız elden ayaktan düşüyor ama geçmiş yıllar da ona güngörmüşlük, bilge kazandırıyor. Benim sözümü dinle Tanrıçaya kafa tutma, içinden yalvararak tanrıçanın seni bağışlamasını dile. Böyle yaparsan belki sana acır ve bağışlar.” der.

Arakhne bu sözlere kızarak “Akılsız, sen bunamışsın. Söylediklerin beni hiç etkilemedi. Söyler misin, Athena neden benden kaçıyor, benimle yarışmaya gelmiyor” diye cevap verir. O zaman Athena “Çoktan geldi” dedikten sonra kendi kimliğine bürünüp iki dokuma tezgahı kurarak yarışmaya başlarlar. Athena dokuduğu kumaşları tanrıların ve tanrıçaların gücünü gösteren, kendilerine karşı gelenlerin nasıl cezalandırıldığını gösteren resimlerle bezedi . Arakhne de, kendi dokuduğu kumaşında tanrıların, tanrıçaların kötü yönlerini, ölümlülerle yaşadıkları cinselliği canlandırdı. Athena içini kaplayan kıskançlıkla, Arakhne’nin dokuduklarını yırttı ve kızın üzerine fırlattı. O anda Arakhne’nin bir örümceğe dönüştüğü görüldü. Hypaipa’nın kuruluşu da bu mythos ile özdeştirilmiştir. Günümüze bu kentle ilgili bir kalıntı gelemediği gibi yörede de herhangi bir araştırma yapılmamıştır. Bununla beraber kentin MÖ VII-VI. yy.larda kurulduğu sanılmaktadır.

Müadele, 21.04.2011

KALE, TARİHİ GÖRKEMİYLE BULUŞACAK

 

 

Erzurum’un en eski tarihi yapılarından kalenin etrafındaki gecekondular, Devlet Planlama Teşkilatı’ndan (DPT) onay alan cazibe merkezi projesi kapsamında yıkılacak. Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Küçükler, kale çevresiyle ilgili fizibilite çalışmasının tamamlanmak üzere olduğunu, kamulaştırma ve yıkım çalışmalarının birlikte yürütüleceğini söyledi.

Büyükşehir Belediyesi’nin cazibe merkezi kapsamına hazırladığı Erzurum Kalesi’nin etrafının açılması projesi DPT’den onay alınca, çalışmalara da zaman kaybedilmeden başladı. Kale çevresindeki fizibilite çalışmalarının tamamlanmak üzere olduğunu belirten Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Küçükler, yakın tarihte başlanılacak kamulaştırma çalışmalarına paralel olarak Fen İşleri Müdürlüğü ekiplerinin yıkım işlemini yürüteceğini söyledi. Kale ve çevresinin cazibe merkezi projesiyle kentin en görkemli yeri olacağını kaydeden Küçükler, “Kalenin etrafında tarihi dokuyu ortaya çıkaracak modern projeler yapılacak. Açık otoparklar, butik hoteller, Erzurum’a kültürünü yansıtan satış yerleri projeleri uygulanacak. Kale ve Üçkümbetler’in çevresinin açılmasıyla görsel güzelliği ön plana çıkacak. Erzurum Kalesi, Çifte Minareli Medrese, Üç Kümbetler, Aziziye ve Mecidiye Tabyaları ile Ulu Cami birbirini görebilecek. Bu açının yakalanması önemli.

Erzurum Gazetesi, 21.04.2011

BU KÖYE GİRMEK 8 LİRA

 

 

Muğla'da Çandır Köyü sakinlerinin başına gelenler, duyanların aklına Dede Korkut hikayesi Deli Dumrul'u getiriyor. Kaunos antik kentinin gişe işletmesini üstlenen TÜRSAB, 8 lira giriş ücreti almaya başladı. Ancak, Kaunos antik kentinin sınırları içinde kalan Çandır Köyüne bağlı Bük Mahallesi'nde yaşayan köylüler de, buradan her geçişlerinde bu ücreti ödemek zorunda kaldı. Yetkililerse, "En güzeli 20 lira verip müze kart alsınlar, başka ören yerlerine de girerler" diyor.

Kültür ve Turizm Bakanlığı, 13 Eylül 2011'de toplam 48 müze ve ören yerinin giriş gişelerinin özel sektör tarafından işletilmesi için ihale açtı. Muğla'nın Köyceğiz İlçesi'ndeki Kaunos antik kentinin gişelerinin işletmesini Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği (TÜRSAB) aldı. TÜRSAB da 11 Mart'tan itibaren antik kente girenlerden 8 lira ücret almaya başladı. antik kentin bulunduğu Çandır Köyünde oturanlarsa bu ücreti ödemekten muaf tutulmadı. Çandır Köyü'nün muhtarı Salih Yokarlı köylülerden para alınmaması taleplerini dile getirerek şöyle dedi: "antik kentin içinde kalan 14 haneli, 50 nüfuslu Bük Mahallesi'ne girişte köylülerden 8 lira ücret alınıyor. TÜRSAB yetkililerine durumu bildirdik. '20 lira verip müze kart alarak, bir yıl boyunca giriş yapabilirsiniz' dediler. Bük Mahallesi'nden köyümüze gelmek ya da köyden Bük Mahallesi'ne gitmek için Kaunos antik kentinden geçmek zorundayız. Başka yol yok. Ancak her geçişimizde 8 lira giriş ücreti alınıyor. TÜRSAB hiç olmazsa köylülerden para almasın." Muhtar Salih Yokarlı, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın özelleştirme ihalesinin ardından Kaunos'a geldiğini, köydeki işsiz gençlerin gişelerde istihdam edileceğine dair söz verdiğini ancak bu sözün yerine getirilmediğini de öne sürdü.

Bük Mahallesi'nde yaşayan köylülerden Ramazan Korkmaz da serzenişini, "İşe gitmek için antik kentin içinden geçmek zorundayız. Ancak her defasında ücret ödüyoruz. Zaten kaç para kazanıyoruz ki? Günlük 8 lira verdiğimizde elimizde avucumuzda bir şey kalmıyor" diye dile getirdi. Turhan Cengiz isimli köylü ise "antik kenti bugüne kadar biz koruduk. Şimdi ücret ödemek abes oluyor. Ziyaretçilerden para alınması ülke ekonomisine katkıdır. Ancak biz burada yaşıyoruz" diye dert yandı. TÜRSAB Marmaris Bölgesel Yürütme Kurulu Başkanı İsmail Özbozdağ ise, antik kente kimin ne amaçla girdiğini belirlemek için gerekli kontrollerin yapılması gerektiğini söyleyerek şöyle dedi: "Oradaki görevli arkadaşlar da 'Sen geç, sen geçme' diyemezler. Antik kente kimin, hangi amaçla girdiğini bilemeyiz. Köylüler 20 lira verip müze kart alarak geçmeliler. Böylelikle başka ören yerlerine de girebilirler. Biz antik kenti para kazanmak için almadık. Buradan elde edilecek gelir yine burası için harcanacak. Görevli arkadaşlara kızmasınlar. Ayrıca gazetelere iş ilanı verdik ancak köyden başvuru olmadı."

Muhtar Salih Yokarlı ve köy halkı, "Bunca yıl antik kenti biz koruduk, şimdi para ödeyerek geçmemiz abes oluyor" diyerek uygulamayı eleştirdi. TÜRSAB yetkilileri ise "Görevli arkadaşlar kimin köyden olup olmadığını ezbere bilemez" diyerek uygulamayı savunuyor
 

Yaşanan olay, akıllara Dede Korkut hikayelerinden birinin kahramanı Deli Dumrul'u getirdi. Yaptırdığı köprüden geçenden otuz, geçmeyenden kırk akçe alan Deli Dumrul, kendine savaşacak birini arar. Bu sırada obadan bir genç ölür. Deli Dumrul, bunu Azrail'in yaptığını öğrenince Azrail'e meydan okur. Azrail, Deli Dumrul'u yere çalar. Dumrul, canının bağışlanmasını isteyince de, Tanrı, canına karşı can bulmasını söyler. Önce babasına, sonra annesine giden Deli Dumrul, bir sonuç alamayınca eşine gelir. Eşi onun yerine ölmeye razı olur. Bunun üzerine Tanrı onları bağışlar ve kendilerine 140 yıl ömür verir.

Sabah, Haber: Osman Akça, 21.04.2011

TARİHİ YAPILAR RANT KURBANI

 

 

Erzurum’da kültür varlığı olarak kabul edilen tarihi Erzurum evleri, bilinç eksikliği kadar, müteahhit firmaların da kurbanı oluyor. Prof.Dr. Hamza Gündoğdu, “Öyle müteahhitler var ki, tarihi evleri alabilmek için akıl almaz teklifler sunuyorlar.” dedi. 

Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof.Dr. Hamza Gündoğdu, Erzurum’da tarihi niteliğe sahip olan ve kültür varlığı olarak kabul edilen birçok yapının geleceğinin tehlikede olduğunu söyledi. Aynı zamanda Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu Üyesi olan Gündoğdu, kültür varlığı niteliğine sahip yapıların her geçen gün biraz daha tahrip edildiğini ve zamanla ortadan kaldırıldıklarını dile getirdi. Aralarında tarihi Erzurum evlerinin de bulunduğu kültür varlıklarının, bilinç eksikliği yüzünden çürümeye terk edildiğini, bununla birlikte sürece rant elde etmek isteyen bazı müteahhit firmaların da katıldığını kaydeden Gündoğdu, “Öyle firmalar var ki, kültür varlığı niteliğine sahip yapılar için akıl almaz teklif ve vaatlerde bulunuyorlar. Mülk sahipleri de bu tekliflerin cazibesine kapılıyor, ardından elde ne tarihi yapı kalıyor, ne de kültür varlığı. İlimizde bu tür kayıpların yaşanmasında, bu tip tekliflerin de büyük rolü var.” diye konuştu.

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, kültür varlıklarının korunması ve gelecek nesillere aktarılması amacıyla çok çeşitli projeler yürüttüğünü, bunlardan birisinin de, tarihi yapıların bakım ve onarımına katkıda bulunmak olduğunu anlatan Gündoğdu, “Maalesef Erzurum’daki mülk sahipleri bu uygulamaların hiçbirine gereken ilgiyi göstermiyor.” dedi. 

Vatandaşlardan kanun çerçevesinde tahsil edilen emlak vergilerinin yüzde 15’lik kısmının, tarihi ve kültür varlığı eserlerin korunması, bakım ve onarımının yapılması için oluşturulan fona aktarıldığına dikkati çeken Gündoğdu, “Bu fondan birçok şehir faydalanmasını biliyor, ama Erzurum dönüp bakmıyor bile. Kaldı ki, devlet bu iş için mülk sahiplerinden para da istemiyor. Kültür varlığı niteliğine sahip taşınmazı bulunan vatandaş, gidecek ve destek talebinde bulunacak, hepsi bu kadar.” ifadelerini kullandı.

Erzurum’daki tarihi yapıların kurtarılması anlamında mülk sahiplerine büyük sorumluluklar düştüğünü, ilgili kurum ve kuruluşların da bu işi takip etmesi gerektiğini vurgulayan Prof.Dr. Hamza Gündoğdu, böyle devam ettiği müddetçe Erzurum’da kültür varlığı niteliği taşıyan çok sayıda yapının kaybolup gideceğini dile getirdi. Gündoğdu, ata yadigarı olan tarihi yapıların sahiplerine de çağrıda bulunarak, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteklerinden faydalanmalarını istedi.

Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu Üyesi, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof.Dr. Gündoğdu, Erzurum’daki yerel yönetimler ve sivil toplum kuruluşlarının da, kültür varlıklarının koruma altına alınabilmesi yönünde teşvik edici çalışmalar yapmaları gerektiğini de, sözlerine ekledi.

Erzurum Gazetesi, 21.04.2011

RAVANDA KALESİ'NE TANITIM GEZİSİ

 

 

İl Kültür ve Turizm Müdürü Abdullah Aldemir ile birlikte çok sayıda kurum ve kuruluşların müdürünün katıldığı gezide kale ile ilgili bilgi verenİl Kültür ve Turizm Müdürü Abdullah Aldemir, Polateli İlçesi Belenözü Köyü yakınındaki Ravanda Kalesi'nin Kilis kent merkezine 24 kilometre uzaklıkta olduğunu belirterek, 2006 yılında başlayan restorasyon çalışmaları kapsamında kalenin şimdiki haline getirildiğini söyledi.

 

Kaleye bu zamana kadar yaklaşık 1 milyon TL para harcandığını ifade eden Aldemir, "Kalenin mevcut durumu koruma altına alınarak daha fazla yıkılması önlenmiştir. Çevre düzenlemesi yapılmıştır. Ayrıca ziyaretçilerin dinlenmesi için kanepeler, masalar konmuştur. Tuvaletler, lavabolar, kafeterya, yürüyüş yolları yapılmıştır. Yürüyüş güzergahına kaleyi tanıtıcı bilgi levhaları yerleştirilmiştir" dedi.

 

Kalede bilimsel bir kazı çalışması yapılmadığından aidiyeti hakkında bilgiler yoruma ve yörenin ilk sahiplerine dayandığını ifade eden Aldemir şu bilgileri verdi: "Yesemek'teki Hitit heykel atölyesi yöreye yakın olduğundan kalenin Hitit yapısı ya da Hititler tarafından kullanıldığı görüşü oldukça yaygındır. Ravanda Kalesi'ne ait basılı kaynaklara dayalı bilgiler Haçlı Seferleri'ne kadar dayanmaktadır. 1097 yılından itibaren adından sıkça söz edilen kale, 1. Haclı seferine katılan Baudoin'le anılmaya başladı ve giderek ünlendi. 12. yüzyıldan 17. yüzyılın başlarına kadar çeşitli beylik ve devletlerce (Selçuklu, Artuklu, Eyyübi, Memluk/Kölemen) kullanılan Ravanda Kalesi, 1516 yılından sonra Osmanlı imparatorluğunun eline geçmiştir. İslam kaynaklarında "er-Ravendan", Haçlı kaynaklarında "Ravendel/ Ravandal/Ravenel", Ermeni kaynaklarında da "Areventen" olarak geçen kale tarihsel süreç içerisinde bölgeye egemen tüm beylik ve devletlerce garnizon olarak kullanılmıştır. Ravanda Kalesi, İslam devletlerince Hıristiyan Bizans'a karşı verilen savaşlarda önemli bir askeri üs olmuştur. Ravanda Kalesi görüş açısı oldukça geniş, yüksek bir konik üzerinde inşa edilmiş ve tepenin yamaçları da çıkışı engelleyecek kadar diktir. Kaleye ait tüm yapılar zirvedeki düzlükte olup, düzlük surlarla çevrilidir. Surları köşeli ve yarım yuvarlak burçları, iki büyük su sarnıcı ve oldukça büyük bir yapıya ait olduğu sanılan yapı kalıntısı, kaleden günümüze kalan mimari başlıca değerlerdir. Kaynaklarda kalenin eteklerinde bir de dış surun olduğu anlatılmakla beraber bu surlar günümüze ulaşamamıştır" dedi.

Kilis Kent Haber, 20.04.2011

TARİHİ SİNOP KALESİ İÇİN DENİZDEN KORUMA MENDİREĞİ YAPILIYOR

 

Karadeniz’in hırçın dalgaları nedeniyle tahrip olan tarihi Kumkapı, kale ve surların korunması için mendirek inşaatı başlatıldı.

 

MÖ 7. yüzyılda Sinop Yarımadası’nın üzerindeki Sinop kaleleri, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlılar döneminde çeşitli onarımlar geçirerek kullanıldı. Surlar kuzeyden 800, güneyden 400, doğudan 500, batıdan da 273 metre olmak üzere toplam bin 973 metre uzunluğa sahip.

 

İl Kültür ve Turizm Müdürü Hikmet Tosun, şehir merkezinin batı tarafında bulunan tarihi Kumkapı ve kaleleri ile surlar için denizden kale koruma mendireği inşaatı çalışmalarına başlanıldığını söyledi. Tosun, “Sinop’un kuzeyinde bulunan kale surlarımız maalesef dalgaların dövmesi sonucunda büyük oranda tahribat görmüştür. Kalelerde meydan gelen çökmeler, deniz dalgalarının toprağı boşaltması, yakındaki mahalleyi iskan bakımından sıkıntıya sokmaktadır. Kültür ve Turizm Bakanlığımız ile Sinop Valiliğimizin yaptığı değerlendirme sonucunda DLH Genel Müdürlüğü’nden kale koruma mendireği talebinde bulunduk. DLH 595 metre uzunluğunda şevi ile beraber 32 metre genişliğinde kale koruma mendireğinin inşaatına başlandı.” dedi.

 

Sinop kalelerinin korunmasına yönelik rölöve restorasyon projeleri yapıldığını, her yıl bu onarımlar için yaklaşık 1 milyon TL tutarında restorasyon çalışması yapıldığını kaydeden Tosun, “Önümüzdeki yıllarda ilk olarak kuzey kale surlarının restorasyonunu gerçekleştireceğiz. Bunun içinde kale koruma mendireği inşaatının çalışmalarının bitmesini bekliyoruz. Kale ve kale koruma alanlarının açığa çıkarılması çok önemli.” diye konuştu.

Zaman, 20.04.2011

İZMİR'DE 300 BİN DOLARLIK TARİH ESER ELE GEÇTİ

 

İzmir polisi tarafından düzenlenen operasyonda Roma, Bizans ve Hellenistik dönemlere ait fresk tablo, sikke ve çeşitli objelerden oluşan 118 parça tarihi eser ele geçirildi. Eserlerin değerinin, yaklaşık 300 bin dolar olduğu öğrenildi. Gözaltına alınan zanlı, sevk edildiği mahkemece tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Ayrıca 6 Ocak 2011′de İzmir’de düzenlenen operasyonda ele geçirilen 3 tonluk insan heykelinin de Aydın’dan çalındığı belirlendi.

 

İl Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü Mali Büro Amirliği ekipleri, S.Y. (32) adlı kişinin İstanbul’dan yüklü miktarda tarihi eser getirdiğini ve satmak için alıcı aradığını belirledi. Takip ettiği zanlıya yönelik operasyon düzenleyerek gözaltına aldı. Zanlının beraberinde bulunan 118 parça tarihi esere el koyuldu.

 

Operasyonda ele geçirilen eserler arasında en dikkat çekenleri, Bizans dönemine ait olduğu tahmin edilen iki adet fresk tablo oldu. Fresklerden her birinin değerinin, yaklaşık 50 bin dolar olduğu belirtildi. Operasyonda ayrıca 107 adet bronz sikke, 2 adet gümüş sikke, 2 adet kurşun obje, 2 adet yüzük, 1 adet terazi ve 2 adet bronz obje ele geçirildi. Bu eserlerin, İzmir Müze Müdürlüğü’ne teslim edileceği belirtildi. Emniyetteki işlemleri tamamlandıktan sonra İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı’na sevkedilen zanlı S.Y. ise tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

 

Öte yandan geçen ocak ayında İzmir’de düzenlenen operasyonda ele geçirilen 3 ton ağırlığındaki, başı kırık ve cinsiyeti belli olmayan insan heykelinin, Aydın’daki Gerga ören yerinden çalındığı ortaya çıktı. Olaydan sonra G.A. ve M.O. isimli zanlılar gözaltına alınmıştı. Heykel ise İzmir Müze Müdürlüğü yetkililerine teslim edilmişti.

Time Türk, 20.04.2011

OSMANLI MİMARİSİNDE FRANSIZ İMZASI: ALEXANDRE VALLAURY

 

İstanbul Fransız Kültür Merkezi, 19'uncu yüzyıl sonu ve 20'nci yüzyıl başı Osmanlı mimarisinde büyük rol oynayan Alexandre Vallaury'nin eserlerini, görsel ve döküman içerikli bir sergide izleyiciye sunmaya hazırlanıyor.
 

Norgunk Yayıncılık tarafından düzenlenen, Vallaury'nin tasarladığı anıt yapılara, özellikle Büyükada Rum Yetimhanesi olarak bilinen ahşap yapıya dair Enis Batur'un kaleme aldığı ‘Mimarın Düşüşü' isimli metnin ve fotoğrafların yer aldığı sergi 20 Nisan-20 Mayıs tarihleri arasında görülebilecek.

Levanten bir aileden gelen Alexandre Vallaury, Paris'te Ecole des Beaux-Arts'da mimarlık eğitimi aldıktan sonra İstanbul'a dönerek aralarında İstanbul Arkeoloji Müzesi, Galata'daki Osmanlı Bankası ve bugünkü İstanbul Erkek Lisesi'nin bulunduğu görkemli yapıları tasarladı.

Milliyet Cadde, 20.04.2011

TAKSİM'E CAMİ PLANI DURDURULDU

 

 

TMMOB, 21 Mayıs 2009 tarihinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi`nce onaylanan 1/5000 Ölçekli Beyoğlu Kentsel Sit Alanı Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı`nda Taksim Cumhuriyet Meydanı bitişiğindeki tarihi Taksim Maksemi yanında yer alan 11 pafta, 406 ada ve ilgili parsellerin 'dini tesis alanı' olarak belirlenmiş olmasına ilişkin iptal ve yürütmesinin durdurulması talebiyle açılan davada İstanbul 1. İdare Mahkemesi yürütmenin durdurulması kararını verdiğini bildirdi.

 

Odadan yapılan yazılı açıklamanın devamında şöyle denildi :  " Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununa göre, hazırlanması aşamasında, tarihi çevre, kültürel ve doğal miras, sosyal, kültürel ve ekonomik yapı ve benzerlerine ilişkin gerekli etütler kent bütünü ile ilişkilendirilerek yapılması gereken koruma amaçlı imar planları, Taksim Cami özelinde bu niteliğini yitirmektedir. Tespit edilen sorunların çözümü ve tarihi, kültürel, doğal çevrenin yaşanabilir ve sürdürülebilir biçimde korunabilmesi için alana özgü stratejilerin belirlenmesi gereken plan ile bu hükümler ve uygulamaları göz ardı edilmiştir. Bu Kanun hükümleri ışığında dava konusu alanda yapılan uygulamaya bakıldığında; İstanbul`un merkezi kabul edilen Taksim Meydanı`nın tarihi çevresi, kültürel mirası, sosyal, kültürel, ekonomik yapısı ve fiziksel koşulları göz önüne alınmadan, komşu yapı ve sokak dokusu gözetilmeden ve gerekli etüt çalışmaları yapılmadan dini tesis alanı (cami) olarak planlara işlendiği görülmektedir. Gerek mevcut donatı dağılımı ve yürüme mesafesinde yeterli sayıda dini tesisin var olduğu tespiti, gerekse Taksim Cumhuriyet Meydanı ve çevresel bütünlüğü düşünüldüğünde, dava konusu edilen plan kararının Taksim Cumhuriyet Meydanı`ndaki simgesel yapıların ve tarihi Taksim Maksemi`nin devamı niteliğindeki parseller üzerinde sosyal ve fiziksel bir ilişki kurulamayacak nitelikteki arazi kullanım kararı getiriyor olması; Bilirkişi raporu ile de belgelenmiş ve bu rapor ilgili mahkeme tarafından teknik yönden kapsamlı ve yeterli görülmüştür. Beyoğlu Kentsel Sit Alanı`nın planlı duruma geçmesinin, Taksim Cami gibi hiçbir bilimsel ve teknik temele dayanmayan, Cumhuriyet değerleri ile anılan meydan üzerinde simgesel tartışmalara neden olacak bir proje ile engellenmemesi gerekmektedir. Böyle bir durumun gerçekleşmesi İstanbul için çok büyük önem taşıyan ve 18 yıldır plan bekleyen Beyoğlu Kentsel Sit Alanı için büyük bir kayıp olacaktır. Odamızca açılan dava sonucu verilen yürütmenin durdurulması kararı, Beyoğlu Kentsel Sit Alanı ve Taksim Cumhuriyet Meydanı adına yargının verdiği önemli bir karardır. Aynı zamanda bu karar ile Taksim Cumhuriyet Meydanı üzerinden yürütülen siyasal simge tartışmalarının da son bulması beklenmektedir. TMMOB Şehir Plancıları Odası, temel sorumlulukları gereği Taksim Cumhuriyet Meydanı`nda olduğu gibi, kamu yararı ve kentin sürdürülebilirliğine aykırı biçimde gerçekleşecek her uygulamada kamu adına gereken duyarlılığı göstermeye devam edecektir. Basın ve kamuoyunun bilgisine saygılarımızla sunarız. "

 

BELEDİYE MECLİSİ'NDE KABUL EDİLMİŞTİ

Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 1993 yılında SİT alanı ilan etmesinden sonra Belediye’den istediği 1/5000 Ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı CHP'lilerin ret oyuna karşın İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nce kabul edilmişti. Taksim’deki mescidi planlara işleyen not raporun 14. maddesine şöyle tanımlanmıştı: “Plan Notlarının III. Arazi kullanım KararlarıIIILD.11.maddesi kısmen iptal edilerek ve yeni not eklenerek ‘bu alanda Dini Tesisler’ yapılabilir şeklinde düzenlenmiştir.”

 

Mimarlar Odası İstanbul Şube Müdürü Eyüp Muhçu, planın iptali için dava açacaklarını söyledi. Muhçu şöyle konuşmuştu: “1/5000 ölçekli planda mescit ve arkasındaki otopark cami alanı olarak gösterilmiş olsa bile bunun hukuken bir geçerliliği olmaz. Çünkü hazırlanan Koruma Amaçlı Nazım Planı’dır. Tarihi yapının bitişiğinde yeni bir yapı yapılamaz. Son derece yanlış bir işlem yapılmıştır. Bir dayatma yapılmak isteniyor ama hukuka aykırıdır. Belediyenin hazırladığı planda tarihi su kemerinin arkasına yapılacak cami için ‘yan ve ön bahçe aranmaksızın’ deniyor. Bu ifade su kemerine bitişik yapılabilir anlamına geliyor.”
Radikal, 20.04.2011

 

******


FIÇIDAN MİNARELİ MESCİT Mİ, TARİHİ MAKSEMİN BİR PARÇASI MI?

 
İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından Beyoğlu İmar Planları'nda dini tesis alanı olarak belirlenen Taksim mescidi ve açık otopark alanıyla ilgili tartışma büyüyor. Büyükşehir Belediyesi'nin yaptığı plan değişikliğiyle dini tesis alanına çevrilen alanın yürütmesi, mahkeme kararıyla durduruldu. 1993'te başlanan Beyoğlu Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı çalışmaları 2009'da tamamlanarak Koruma Kurulu ve Büyükşehir Belediye meclisinde onaylanarak kabul edilmişti. Planda yapılan değişiklikle cami yapılmasının önü açılan Taksim mescidi, maksemi ve açık otopark alanıyla ilgili Türkiye Mimar ve Mühendis Odaları Birliği (TMMOB) tarafından dava açıldı. İstanbul 1. İdare mahkemesi TMMOB'un açtığı davada planın yürütmesini durdurdu.

 

TMMOB'un açıklamasında, alanın Cumhuriyet değerleriyle anılan bir meydan olması, yürüme mesafesinde ibadet alanının bulunması nedeniyle cami projesinin bilimsel teknik bir temele dayandırılamayacağı savunuldu. Taksim su maksemi olarak bilinen yapının, tarihi kimliği ve dokusu gereği de camiye çevrilemeyeceği kaydedildi. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ise karara tepkisini şöyle ifade etti: "Fıçıyı değiştirmek isteseniz ona karşı çıkıyorlar. Anıtsal yapı özelliği taşıyan bir kilisenin karşısında böyle ucube, rezil bir fıçı minarenin mescit şeklinde devam etmesini reva görenler var."

BÜYÜK CAMİ YAPILMAYACAK Kİ...
Yargının verdiği karara saygı göstermek durumunda olduklarını belirten Topbaş, sözlerini şöyle sürdürdü: "Onaylanmış bir Koruma Amaçlı İmar Planı'na Mimarlar Odası tarafından dava açıldı. Zaten şu anda orada bir mescit var ve fıçıdan yapılmış bir minare. Reva mı bu şehre? Doğru bir şey mi bu? Kalsın mı böyle? Mimarlar Odası'nı anlamak mümkün değil, her şeye karşı çıkılıyor." Konunun gerginliğe dönüşmesini istemediklerini vurgulayan Topbaş, "1960'lardan beri burada planlar işlenmiş, kaldırılmış, değiştirilmiş. Burada, geçmişte iddia edildiği gibi, Gezi Parkı'nda büyük bir cami yapmak anlamı taşımıyordu ki. Burada maskemin arkasında mevcut olan iki katlı mescidi daha düzgün, daha sembolik hale getirip ibadet etmek isteyenlere fırsat verecek bir yapı olarak düşünmek lazım" diye konuştu

1977'DE BİR HAYIRSEVER YAPTIRDI
İstiklal Caddesi ile Taksim Meydanı'nın birleştiği köşede, dükkanların üzerinde bulunan Taksim Mescidi, 1977'de Süleyman İshakoğlu adındaki hayırseverin öncülüğünde toplanan bağışlarla 'Taksim Mescidi Yapma ve Yaşatma Cemiyeti' tarafından yaptırıldı. Beyoğlu Müftülüğü'ne bağlı mescidin, artan yaya trafiğine cevap vermediği gerekçesiyle yıkılarak yenilenmesi gündeme getirildi. İki katlı kagir yapının tuvalet ve lojmanı da bulunmadığı gerekçesiyle daha geniş inşa edilmesi için düzenleme yapıldığı belirtiliyor.

Sabah Haber: Zeynel Yaman, 22.04.2011

ALT LALELİ ARAÇ TRAFİĞİNE KAPATILIYOR

 

Fatih Belediyesi, Tarihi Yarımada'da trafik sorununu çözmek ve bölgeyi görsel olarak turizme daha uygun hale getirmek için başlattığı yayalaştırma çalışmasını, Alt Laleli bölgesinde de sürdürüyor. 20 gün sürecek çalışmaların ardından Hayriye Tüccarı ve Türkeli caddeleri arasında kalan "Alt Laleli'' bölgesi araç trafiğine kapatılacak. Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, Ceylan, Şair Haşmet, Paşazade, Azimkar, Şair Fitnat ve Kızıltaş sokaklarının araç trafiğine kapatılacağını ve çalışmaların bütçesinin, Laleli esnafı ve belediye tarafından ortaklaşa karşılanacağını söyledi. Proje bütçesi olan 4 milyon liranın yarısının, bölge esnafı tarafından kurulan Laleli Sanayici ve İş Adamları Derneği (LASİAD) tarafından karşılanacağını belirten Demir, "Alt Laleli esnafı ve LASİAD ile yaptığımız görüşmede, bir an öce yayalaştırma çalışmalarının başlaması üzerine yoğun talep aldık. Örnek bir uygulamayla, bölgenin, esnaf tarafından daha çok sahiplenilmesi mümkün olacak ve bu önemli ticaret bölgesi rahat bir nefes alacak'' dedi. Demir, İstanbul'un en önemli sorununun trafik ve otopark olduğunu ifade ederek şöyle devam etti: "Tarihi Yarımada'da bu sorun daha da derinden hissediliyor. Laleli'de turizmin ve ticaretin yoğun olması, gündüz çalışanların oranının diğer bölgelere göre daha da yoğun olması trafik çilesini içinden çıkılmaz bir hale dönüştürüyor. Dünyada bu kadar yoğun olan bölge sayısı çok az ve bu ülkeler sorunla mücadele için yayalaştırma yoluna gitmişlerdir.'' Demir, çalışmalara 25 Nisan'da başlamayı planladıklarını belirterek, "Esnaf, projenin bir an önce tamamlanmasını istiyor" diye konuştu.

Sabah, 20.04.2011

20 MİLYON YILLIK BÖCEK FOSİLİ 

 

Bu böceğin, buz devrinden üç milyon yıl önce yaşadığı ortaya çıktı.

 

Dinazorlarla birlikte dünyayı dolaştığı tahmin edilen böceğin, buz devrinden üç milyon yıl önce yaşadığı bildirildi.

Fosillerin muhafaza edildiği ortamlardan biri de amberlerdir. Ağaçlardan çıkan amberin canlının üzerine akıp donması ve canlının o haliyle muhafaza edilmesiyle oluşan amber içindeki fosiller, her zaman ilgi çekmiştir.

Peru'da bulunan bir amber içindeki böcek fosilinin, 20 milyon yıllık olduğu açıklandı.

Dinazorlarla birlikte dünyayı dolaştığı tahmin edilen böceğin, buz devrinden üç milyon yıl önce yaşadığı bildirildi.

Peru'nun kuzeyindeki Chiclayo'da bulunan amber içindeki fosili araştıran ekibin başındaki isim olan Honningen Klaus, 20 milyon yıldır amber içine kalarak günümüze kadar gelen böceğin aynı yapıya sahip olduğunu gördük dedi.

Gaziantep 27 Gazetesi, 20.04.2011

300 YILLIK TARİHİN İZİ LONDRA'DA

 

İngiltere'nin başkenti Londra'da bulunan dünyaca ünlü Victoria and Albert Müzesi, 16. yüzyıldan kalma bir Osmanlı maşrapasına 489 bin sterlin (1 milyon 206 bin TL) ödeyerek Ortadoğu koleksiyonuna ekledi.

 

1700'lü yıllarda İstanbul'da bir Osmanlı sultanı için yapılan yakut ve zümrüt işlemeli altın yeşil maşrapa şimdiye kadar özel bir koleksiyonda tutuluyordu. The Guardian Gazetesi'ne konuşan Müze Müdürü Mark Jones, 'İngiltere'deki diğer koleksiyonlarda ona benzeyen bir şey yok. Maşrapa, dünyanın en önemli koleksiyonlarından olan Ortadoğu koleksiyonumuz için büyük bir katkıdır' dedi.

Akşam, 20.04.2011

VAKIF ARAZİSİNİN ULUCAMİ'YE TAHSİS EDİLMESİNİ İSTEDİLER

 

 

Zonguldak'ta Ulucami'nin yanındaki Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne ait arazinin cami bahçesi olarak düzenlenmesi istendi.

 

Ulucami'nin bitişiğinde yer alan arazi ve yakında boşaltılacak olan İl Müftülüğü binasının olduğu alanın camiye ait park ve bahçe şeklinde dizayn edilmesini talep eden Sürekli Aydınlık İçin Eğitim Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (SAYDER) yöneticileri, seslerini duyurmak için Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve eşi Harunnisa Gül ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve eşi Emine Erdoğan'a mektup gönderdi.

 

Caminin bitişiğinde iş hanı olarak inşa edilmek istenen Ahmet Ali Ağa Vakfı'nın vakfettiği 400 ada 11 parsel 3 paftadaki arsanın, cami ihtiyacı için kullanılması, özel şahıslara kiralanmaması gerektiğini kaydeden SAYDER Yönetim Kurulu Üyesi Murat Çepe, şu bilgileri verdi: "Zonguldak'ın en merkezi noktasında bulunan caminin yanında vakıf arazisi üzerine 7 katlı bir bina yapılmak isteniyor. İnşaat yol seviyesine çıkmış durumda. Binanın yeri Vakıflar Müdürlüğü'nden yap-işlet-devret modeline göre kiralanmış. Bu arsa ile Ulucami Vakfı'na ait olan diğer bina yıkılıp camiye yakışır şekilde yeniden dizayn edilirse Zonguldak'a gerçekten çok güzel bir eser bırakılmış olur."

Vakıf arazileri üzerinde vakfediliş amacı dışında ticari mantıkla tasarrufta bulunulmasının yanlış olduğunu söyleyen Çepe şöyle konuştu:

 

"Camimizde şu anda vakit namazlarında bile cami doluyor. Cuma ve bayram namazlarında ise boş bulunan her yerde merdiven aralığında, çatı aralarında ve çatı üzerinde bile namaz kılınmak zorunda kalınıyor. Bizler vakıf arazisinin vakfın şanına yakışır şekilde planlanmadığını görüyoruz. Vakıf eserinin, vakfediliş amacına uygun olarak kullanılmasını talep ediyoruz."

Zaman, 19.04.2011

BARCELONA'NIN KALBİNDE YANGIN

 

 

Ünlü Katalan mimar Antoni Gaudi'nin 1882 yılında yapımına başladığı ve halen bitirilemeyen Barcelona'daki Sagrada Familia Kilisesi'nde bu sabah yangın çıktı.

 

Yangın paniğe yol açarken, tapınağı ziyaret eden yaklaşık bin 500 kişinin hemen dışarıya çıkarıldığı bildirildi.

Olayda kimse yaralanmazken, yangınla ilgili verilen ilk bilgilerde, tapınağın ayin ve yeraltı bölgelerinde hasar olduğu belirtildi.

Tapınağın müdürlüğünü yapan Joan Rigol, çantasında çakmaklar taşıyan veaklı dengesi bozuk olduğu sanılan 55 yaşlarındaki bir kişinin gözaltına alındığını, ziyaretçiler arasında 7 veya 8 kişinin şüpheli durumda olduğunu açıkladı.

Yangının kısa sürede sürdürüldüğü ve olayla ilgili geniş çaplı soruşturma başlatıldığı kaydedildi.

UNESCO Dünya Kültür Mirasları listesinde bulunan Sagrada Familia, İspanya'nın 12 kültürel hazinesinden biri ve en çok turist çeken mekanları arasında gösteriliyor.
Cnn Türk, 19.04.2011

BİZANS'IN ANADOLU'YA AÇILAN SARAYINA RESTORASYON

 

 

Bizans imparatorlarından II. Tiberius ile Maurikios (578-602) tarafından, Samandıra'da inşa edilen ve günümüzde harabeye dönen Damatry's Sarayı kurtarılıyor.

 

İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi'nin konuyla ilgili ele aldığı rapor, arkeolojik sit alanı olan sarayın 1/5 binlik imar planları oybirliği ile kabul edildi. Böylece sarayın restorasyon çalışmalarının önü açılmış oldu. Sancaktepe Belediyesi'nden yapılan açıklamaya göre ise sarayın restorasyon ihalesi yapıldı. Açıklamada, "İstanbul İl Özel İdaresi'nce Damatry's Sarayı kalıntıları, tarihi tescilli Osmanlı evi ve Osmanlı camisini içeren rölöve, restütisyon&restorasyon projelendirilmesi için ihaleler tamamlandı. Arazide tetkikler yapıldı ve proje çalışmaları devam ediyor." ifadelerine yer verildi. Damatry's Sarayı, 14 yüzyıl önce yapılan Bizans dönemine ait en önemli eserlerden biri. Ancak 1980'lerden sonra Samandıra'nın yoğun göç alması ve bölgedeki çarpık yapılaşma sonucu saray, yağma ile yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmış. Bizans ordusunun toplanma ve konaklama yeri olan saray, imparatorların Anadolu'dan dönerken de başkente girmeden evvel son gecelerini geçirdikleri yermiş.

Zaman, Haber: Sevgi Korkut, 19.04.2011

KARAGÖZ'E YAN BAKAN KALMAYACAK

 

 

Yunanistan ile Türkiye arasında sürüp giden kültürel tartışmalardan biri: 'Karagöz sizin mi bizim mi?' Kültür ve Turizm Bakanlığı Araştırma ve Eğitim Genel Müdürlüğü'nün gün yüzüne çıkardığı bin 500'ü aşkın figürden oluşan Karagöz tasvirleri koleksiyonu bu tartışmayı ilelebet kapatacak gibi.

 

Sondan bir önceki haber şöyleydi: UNESCO bünyesindeki Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Hükümetlerarası Komitesi, 2009 Eylül'ünde Abu Dabi'de toplanmış ve UNESCO İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Temsili Listesi'ne Karagöz'ü 'Türk Gölge Oyunu' adıyla kaydetmişti. Son haber 2010 başlarında Yunanistan'dan geldi. UNESCO'nun gölge oyunu Karagöz'ü 'Türklerin kültürel mirası' olarak tescil etmesine kızan Yunanistan, Avrupa Birliği'ne başvurup gölge oyununun patentini almak için harekete geçti. Yunan medyası "Karagöz'ü Türkleştirdiler" ve "Karagöz'e Türk pasaportu verdiler" gibi yorumlar yaparken resmi yetkililer "Onların Karagöz'ü onlara bizim Karagöz'ümüz bize..." demekle yetinmişti. Henüz haberleşmeyen son gelişme şöyle: AB Komisyonu Yunanistan'ın bu isteğini "Muhatap biz değiliz, UNESCO" diyerek reddetti.

 

Tartışacak bir şey zaten yoktu, ama geçtiğimiz günlerde Kültür ve Turizm Bakanlığı Araştırma ve Eğitim Genel Müdürlüğü öyle bir çalışmaya imza attı ki, bundan sonra kimse Karagöz'e yan gözle bile bakamayacak. Proje yönetmenliğini Genel Müdür Mahmut Evkuran'ın üstlendiği çalışma kapsamında; Halk Kültürü Bilgi ve Belge Merkezi'ndeki çoğu 18. yüzyıla ait bin 500'den fazla Karagöz tasviri bir araya geldi.

 

'Halk Kültürü Bilgi ve Belge Merkezi Karagöz Katalogları' isimli 5 ciltlik çalışmada; sanatçısı belirlenemeyen tasvirlerin yanı sıra Hayali Nazif, Hayali Memduh, Katip Salih, Hattat Yumni, Hafız Bahattin, Hayali Küçük Ali, Rağıp Tuğtekin, Ressam Muazzez, Üsküdarlı Muharrem, Hayali Şefik, Hazım Körmükçü, Şükrü Yesukay, Tuncay Tanboğa, Metin Özlen, M. Kemalettin Sevilen ve Orhan Kurt'un çizimleri bulunuyor.

 

Kataloglar çocukların algısına hitap edecek sadelikte oldukça basit bir yöntemle tasniflenmiş. İlk ciltte doğaüstü yaratıklar, ikincide çeşitli mesleklerin de yer aldığı gündelik yaşam, üçüncüde eğlenceler ve eğlence kültürünü temsil eden karakterler, dördüncüde yaşanılan çevre, hayvanlar ve mekan, beşincide ise hoşgörü temelli etnik karakterler ve kültürel kimliklerin tasvirleri var. Başka hiçbir kural söz konusu değil. Sanatçısına göre, oyuna göre, yapım yılına göre gibi ayrımlar yapılıp akıl karıştırılmamış. Bu tür bilgiler tasvirlerin altındaki küçük notlarda verilmiş sadece.

 

Kataloglara YKY'nin izniyle Prof.Dr. Metin And'ın 'Önemli Bir Kültür Mirası: Karagöz' isimli makalesi eşlik ediyor. Makalede gölge oyununun Türkiye'ye nereden, nasıl ve ne zaman geldiğine dair pek çok açıklama bulunuyor. Gölge oyunu Türkiye'ye Orta Asya veya İran'dan değil Mı- sır'dan gelmiş. Üstelik 16. yüzyılda... Gölge oyununun varlığını kesin olarak gösteren kaynaklara da 16. yüzyıl Osmanlı belgelerinde rastlanıyor. Yavuz Sultan Selim döneminin güvenilir tarihçilerinden İbn İyas'ın verdiği bilgiye göre gölge oyunu Türk topraklarına şöyle geliyor: 1517'de Mısır'ı ele geçiren Yavuz Sultan Selim orada beğendiği sanatçılara "İstanbul'a gelin, oğlum da bu gösterileri görsün." diyor. Oğlu Kanuni Sultan Süleyman o sırada 21 yaşında.

 

Osmanlı kültür ve sanatının pek çok öğesini -Divan şiiri, halk şiiri, tekke şiiri, divan müziği, halk müziği, sanat dansı, halk dansı, sözlü edebiyatın tüm söz oyunları, tekerlemeler, yanıltmaçlar, bilmeceler, gerçeküstü öyküler, kılıklamalar, çene yarışması, tersinleme, yerindensizlik, abartma, lafçılık, ad oyunu, cinas oyunu ve yutturmaca - bünyesinde barındıran gölge oyununa dair tasvirleri içeren kataloglar şimdilik İngilizce ve Türkçe. Önümüzdeki günlerde Fransızca, Arapça ve Rusçası da basılacak.

Zaman, Haber: Jülide Karahan, 19.04.2011

SAHTE VAN GOGH TABLOSU SATACAKLARDI

 

 

Hatay’da, sahte Van Gogh imzalı tabloyu, 2 milyon dolara satmaya çalışan Suriye uyruklu 2 kişi gözaltına alındı.

 

Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, Suriye uyruklu A.S. ve K.A.’nın yanlarında getirdikleri Van Gogh’a ait olduğunu iddia ettikleri kadın portresi bulunan tabloyu, 2 milyon dolar karşılığında satmaya çalıştıkları ihbarı üzerine harekete geçti. Bu kişilerin konakladığı oteli belirleyen polis, odalarına baskın yaptı. Yapılan aramada boru içine gizlenmiş vaziyetteki tabloyu ele geçirilirken A.S. ile K.A. gözaltına alındı. Mustafa Kemal Üniversitesi (MKÜ) Güzel Sanatlar Fakültesi öğretim üyeleri tarafından incelenen tablonun Van Gogh’a ait olmadığını, ancak eserin dönemini yansıtması ve işçiliği açısından yapılan değerlendirmede sanatsal özellik taşıdığı ve ’eşi ve benzeri az bulunan’ sanat dilinde ’ünik’ olarak adlandırılan kapsamda yer aldığını bildirildi. Üzerindeki Van Gogh imzası ile arka kısmındaki müze arma ve mühürlerinin sahte olduğu anlaşılan eserin Antakya Arkeoloji Müzesi yetkililerine teslim edildiği, olayla ilgili soruşturma sürdürülüyor.

Hürriyet, Haber: Mehmet Ezen, 19.04.2011

OSMAN HAMDİ BEY, KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ'Nİ YEŞİL CAMİ'DE ÇİZMİŞ

 

 

Dünyaca ünlü Türk ressam Osman Hamdi Bey'in, değer biçilemeyen 'Kaplumbağa Terbiyecisi' isimli tablosunu Bursa Yeşil Cami'de çizdiği ortaya çıktı.

 

Mimar Ergüven Akçay, Bursa'da çeşitli mekanlarda resim yapan Osman Hamdi Bey'in Yeşil Cami hünkar mahfilinde başladığı çalışmasını daha sonra atölyesinde tamamladığını söylüyor. Akçay'ın iddiasını İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Belgin Demirsar Arlı da doğruluyor. Dr. Doğan Yavaş ise ünlü ressamın Yeşil Cami'yi 5 kez tablolarında kullandığını dile getiriyor. Osman Hamdi Bey'in Bursa'da uzun soluklu çalışmalar yaptığına dikkat çeken Dr. Yavaş, "Osman Hamdi Bey, Kaplumbağa Terbiyecisi'ni Yeşil Cami'de tasarlayarak çalışmasına başlamış. Günlerce burada kalamayacağı için mekanın resmini çekerek eserini atölyesinde tamamlamış. Bir başka eserinde Yeşil Cami'deki bir mihrapta rahle üstünde bir kadın resmetmiş." diyor.

 

Bir tanesi Suna-İnan Kıraç Vakfı resim koleksiyonunda, diğeri de Pera Müzesi'nde sergilenen Kaplumbağa Terbiyecisi, 2004 yılında 5 milyon TL'ye satılmıştı. Tablonun arka planı incelendiğinde Yeşil Cami'de çizildiği anlaşılıyor. Zira mekandaki firuze renkli altıgen duvar çinileri, lacivert üçgen çiniler ile pencere alınlığındaki 'Şifau'l-kulub likai'l-mahbub (Kalplerin şifası sevgiliyle (Muhammed as) buluşmaktır) anlamındaki hadis-i şerif, Yeşil Cami'de yer alıyor.

 

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Belgin Demirsar Arlı da, 'Kaplumbağa Terbiyecisi'nin Yeşil Cami'de yapıldığı kanaatinde. Yrd. Doç.Dr. Arlı, Osman Hamdi Bey'in ünlü tabloyu yaparken, Yeşil Cami hünkar mahfilinin üstündeki odayı kullandığını belirterek, şu bilgileri veriyor. "Bu tabloya konu olan yer Yeşil Cami. Mutlaka buraya gelip görmüş ve buradan resimlerini şekillendirmiş. Camide tablosunu eskiz yapıp atölyesinde tamamlamış. Ünlü ressamın bu camide birçok tablosu var."

Zaman, Haber: Ensar Tuna Alatürk, 19.04.2011

BAYKAM BIÇAKLANDI

 

Ressam Bedri Baykam dün ‘İnsanlık Anıtı’ heykelinin yıkımını protesto için Beşiktaş Akatlar Kültür Merkezi’nde yapılan toplantının çıkışında bıçaklı saldırıya uğradı. Saldırıda Baykam’la birlikte asistanı Tuğba Kurtulmuş da yaralandı. Çelikel’in kaçtığı sırada bir su taşıma aracının sürücüsüyle de kısa süreli konuştuğu saptandı.

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘ucube’ dediği Kars’taki ‘İnsanlık Anıtı’ heykelinin yıkımını protesto için Beşiktaş Akatlar Kültür Merkezi’nde dün bir toplantı düzenlendi. Levent Kırca ve Rutkay Aziz’in de aralarında bulunduğu çok sayıda sanatçının da katıldığı toplantıda konuşan ressam Bedri Baykam, “Sayın Başbakan ülkesinin tüm aydınlarına, sanatseverlerine ve demokrasiye Fransız kalmak istiyor. Duymak istemiyor, görmek istemiyor, dinlemek istemiyor. Biz, burada sanki bir cinayeti engellemeye çalışmak için birarada bulunuyoruz” diye konuştu. Daha sonra salondan ayrılan Baykam, asistanı ve sahibi olduğu Piramid Sanat’ın Genel Koordinatörü Tuğba Kurtulmuş’la birlikte otoparka yöneldi.

 

Toplantıyı takip eden ve girişte heykelin yıkılmaması için imza veren Mehmet Çelikel, arkalarından gelerek “Bedri Bey” diye seslendi ve görüşmek istediğini söyledi. “Zamanımız yok” yanıtını alan Çelikel, “rambo” tabir edilen bıçakla önce Tuğba Kurtulmuş’u, daha sonra da Bedri Baykam’ı sağ karın boşluklarından bıçakladı. Saldırgan daha sonra durdurduğu beyaz bir otomobile zorla binerek kaçtı.


Baykam, “Bıçaklandım. Araç yok mu, hastaneye götürün beni” diye yardım istedi, ancak kimse yardımına koşmadı. Baykam’ın binmek için hamle yaptığı bir otomobilin sürücüsü de kapılarını açmayarak olay yerinden uzaklaştı. Baykam daha sonra bir taksiye binerek Maslak Acıbadem Hastanesi’ne ulaştı. Kanlar içinde yerde yatan Tuğba Kurtulmuş ise ambulansla aynı hastaneye götürüldü. Baykam ve Kurtulmuş hemen ameliyata alındı.


Maslak Acıbadem Hastanesi Başhekimi Prof. Çağlar Çuhadaroğlu, yaptığı açıklamada Baykam’ın ameliyatının 4 saat sürdüğünü söyledi. Çuhadaroğlu şu bilgileri verdi: “Karın bölgesinde, kalınbağırsağı, 12 parmak bağırsağı ve karaciğerinde yaralanmalar meydana gelmiştir. Ciddi kanaması olan Baykam ameliyat sonrası yoğun bakım ünitesine alınmıştır. Ameliyatı 2 saate yakın süren ve yoğun bakıma alınan Kurtulmuş’un 12 parmak bağırsağında ve kalın bağırsağa giden damarlarında yaralanmalar oluşmuştur.”

 

Baykam’ı ve Kurtulmuş’u bıçaklayan Mehmet Çelikel, akşam saatlerinde Bayrampaşa Polis Merkezi’ne teslim oldu. 35 yaşındaki Çelikel’in polise verdiği ilk ifadesi şöyle: “Akatlar Kültür Merkezi’ndeki toplantılara zaman zaman gider katılırım. Bir hafta önce kültür merkezinden çıkarken Bedri Baykam’ı gördüm. Otomobiline biniyordu. ‘Beni Taksim’e bırakır mısın’ dedim. Beni bırakmadığı gibi bir de küfür etti. Ben de bu davranışının nedenini sormak için yanına yaklaştım ve ‘Bedri Bey’ diye seslendim. Bedri Bey oralı olmadı. Bana cevap vermedi. Beni kaale almadı. Yanındaki bayan, ’Müsait değiliz, daha sonra’ gibi bir şeyler söyledi. Ben de sinirlenerek bıçakladım. Bedri Baykam’a uyuz oluyordum. Bu yüzden kendisini vurdum, görüşlerini sevmiyordum.”


Polisin yaptığı araştırmada Mehmet Çelikel’in eşinden boşandığı, bir çocuk babası ve işsiz olduğu belirlendi. Niğde doğumlu Mehmet Çelikel’in psikolojik problemi olup olmadığı ise araştırılıyor. Sağlık kontrolüne götürülen Çelikel hastane çıkışında basın mensuplarının neden yaptınız sorusuna “Allahtan başka ilah yoktur” diyerek cevap verdi. Çelikel, sağlık kontrolünün ardından Gayrettepe’deki Asayiş Şube Müdürlüğü’ne götürüldü.

 

Saldırganın olay yerinden bıçak tehdidiyle gasp ederek kaçtığı aracın sürücüsü ifadesinde, suculuk yaptığı belirterek şunları söyledi: “Koşarak aracıma bindi. ‘Beni buradan uzaklaştır. Bir taksi durağına götür’ dedi. ‘Abi başım belaya girer’ dedim. O da ‘Esas beni almazsan başın belaya girer’ dedi. Biraz gittik taksi durağı gördüm. Orada bıraktım.” Saldırganın bindiği taksinin şoförü de ifadesinde, “Beyoğlu’na götür dedi. Giderken yolda fikir değiştirdi. ‘Teslim olacağım beni Gayrettepe’ye (Asayiş Şube Müdürlüğü’nün bulunduğu yer) götür’ dedi. Gayrettepe’de indi” diye ifade verdi.

 

Mehmet Çelikel’in olaydan sonra 7 ayrı telefon numarasıyla yaptığı 18 görüşme incelemeye alındı.

Çelikel’in kaçtığı sırada bir su taşıma aracının sürücüsüyle de kısa süreli konuştuğu saptandı. Olayla ilgili İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi de inceleme başlattı. Saldırganın irtibatlı olduğu kişileri detaylı araştıran polis, ailesinin de ifadesine başvuracak. Saldırgan Çelikel’in olaydan birkaç dakika sonra aradığı ve ismi açıklanmayan bir arkadaşına Baykam’a saldırdığını ifade ettiği, söz konusu kişinin de Cumhuriyet gazetesini aradığı ortaya çıktı. Gazetedekilere, Cumhuriyet okuru olduğunu söyleyen kişinin, Bedri Baykam’ı bıçaklayan saldırganın ismini vererek telefonu kapattığı bildirildi.

Hürriyet, 19.04.2011

 

******


HEYKELTRAŞ AKSOY: SALDIRI PLANLI

 

“İnsanlık Anıtı”nın heykeltıraşı Mehmet Aksoy, saldırının planlı olduğunu iddia etti.

Baykam’ın tedaviye alındığı hastanede soruları yanıtlayan Aksoy, şunları söyledi: “Saldırgan geliyor içimize ve daha sonra bıçağı saplıyor. Bence bu çok kasıtlı bir olay. Böyle bir yerin ve günün seçilmesi çok manidar. Ama çok insanı bıçaklamaları gerekecek. Saldırgan, ‘sevgilime laf attı, ondan vurdum’ dese bile ben inanmam buna. Çünkü çok beklemiş, kararlı.” Bu arada CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Bedri Baykam’a çiçek göndererek geçmiş olsun dileğinde bulundu ve saldırıyı kınadı.

Hürriyet, Haber. Gülbahar Karakuş, 19.04.2011

SON AKŞAM YEMEĞİ ÇARŞAMBA GÜNÜYMÜŞ

 

Hazreti İsa'nın son akşam yemeğini, Paskalya'dan önceki perşembe günü değil, bir gün önce yediği iddia edildi. Cambridge Üniversitesi'nden Colin Humphreys, Matthew, Mark ve Luke'un inciliyle John'un incilinin karşılaştırılması ve farkları üzerine bir araştırma sonucunda Son Akşam Yemeğinin Gizemi isimli bir kitap kaleme aldı. Kitabında Matthew, Mark ve Luke'un resmi Yahudi takviminden daha eski bir takvim kullanarak İncili yazdığını belirten metalurji uzmanı Humphreys, "İncil kayıtlarında son akşam yemeğiyle çarmıha gerilme arasında çok sayıda sure var. Bunların perşembe akşamıyla cuma sabahı arasında yaşanması imkansız. İki ayrı takvime göre hesaplamalar yapılmış" dedi.

Sabah, 19.04.2011

TUTANKAMON'UN 3 BİN YILLIK BORAZANI BULUNDU

 

 

Mısır firavunu Tutankamon'un üç bin yıllık borazanı bulundu. Antik Mısır'ın çocuk kralı Tutankamon'un mezarında bulunan borazan geçtiğimiz aylarda Mısır'daki isyan hareketi sırasında yaşanan kargaşada Kahire müzesinden yağmalanan eserler arasında yer alıyordu.

 

1922 yılında keşfedilen Tutankamon'un mezarının çeşitli bölümlerinde biri bronz diğeri de gümüş iki trompet ortaya çıkarılmıştı.

 

Gümüş olan dünya turuna çıkmış olan bir sergide yer aldığı için yağmalanmaktan kurtuldu, bronz trompet ise müzeyi basan yağmacıların eline geçti.

 

3 bin yıl boyunca sessiz kalan trompet 1939 yılında BBC'nin bir radyo yayınında çalınmıştı.

 

Krallar Vadisi'nde bulunan trompetlerin üzerinde antik Mısır'ın savaş tanrılarına ilişkin işlemeler yer alıyor.

 

Yetkililer, çalınan trompetin yağmalanan Tutankamon dönemine ait bazı eserlerle birlikte Kahire metrosunda bir çantanın içinde bulunduğunu söylüyor.

 

Radyo yayıncılığının ilk zamanlarında, yapımcılar trompetlerin sıradışı kayıt potansiyelini dikkate alarak Mısır Eski Eserler Kurumu'nu Kahire müzesinden bir yayınla antik trompet seslerini dünyaya duyurmaya ikna etmişti.

 

Müzeyi yayın için ikna eden isimlerden Rex Keating, bir pazar günü öğleden sonra dünya çapındaki 150 milyon dinleyiciye ulaştıran sunucu olmuştu.

 

Programda önce Tutankamon'un mezarını bulan Howard Carter'ın ekibinden Alfred Lucas'la bir mülakat yapmıştı.

 

Yayına bir kaç dakika kala fenerlerin sönmesi üzerine müze karanlığa bürünmüş ve dinleti mum ışığı eşliğinde gerçekleştirilmişti.

 

Trompeti çalma girişimlerinde daha önce de aksilikler yaşanmıştı.

 

Gümüş trompeti Mısır Kralı Faruk'un huzurunda çalma girişimi, muhtemelen kullanılan modern ağızlığın uyumsuzluğu nedeniyle başarısızlığa uğramış, trompetin kendisi hasar görmüştü.

 

Lucas olay nedeniyle üzüntüden hastanelik olmuş, trompet ise sonunda onarılmıştı.

 

1939 yılındaki efsanevi dinletide trompeti çalması için seçilen, eski bir asker James Tappern'in oğlu Peter, çocukluğunda babasının anılarının baş köşesinde yer alan bu öyküyü anlatmaya bayıldığını aktarıyor.

Tutankamon'un trompetinin laneti

 

Ancak Tutankamon'un laneti trompet kaydının peşini bırakmamış, ailenin sahip olduğu kayıt taşınmaları sırasında kırılmış.

 

Lanetin sadece plağın kırılmasından ibaret olmadığına inanılıyor. Kimileri, bu enstrümanların 'savaş borazanı' olduğuna inanıyor.

 

Tapper'in trompeti üflemesinden kısa bir süre sonra İkinci Dünya Savaşı başladı.

 

Kahire müzesinin bir yöneticisi trompetin sihirli gücüne örnek olarak birinci Körfez Savaşı'ndan önce de çalınmış olmasını gösteriyor.

 

Son olarak da bir müze görevlisi trompeti Mısır isyanlarından bir hafta önce üflemiş.

 


Eski asker James Tapper Tutankamon'un trompetini çalarken.

 


Tutankamon'un gümüş borazanı.

Hrriyet, 19.04.2011

SÖZLER TUTULMADI, HASANKEYF AÇILMADI

 

 

Bugün 281. gün... 15 Nisan'da turizme açılacağını duyuran ve söz veren yetkililerden ses çıkmıyor...

 

Hasankeyf ve Hasankeyf halkını ciddiye almayan, verdikleri sözü tutmayanlardan hesap sorulmalıdır.

 

Bu konuda Rektör ve Kazı başkanı A. Selam Uluçam başta olmak üzere konunun takibini yapmayan Vali, Hasankeyf Kaymakamı ve Hasankeyf Belediye Başkanı da suçludur.

Bundan 281 gün önce 13 Temmuz 2010 tarihinde kaya parçası düşmesi sonucu Turizme kapatılan ve o alanda bulunan onlarca kişiyi işyerlerini tahliye etmeye zorlayan yetkililer, kayaların çökme riski taşıdığı gerekçesiyle Hasankeyfi turizme kapatmışlardı.

 

Aradan aylar geçmesine karşılık alanda hiçbir çalışma yapılmadığı gibi aksine Hasankeyf kalesi ile Dicle nehri kenarına demir kapılar yapılarak ilçe turist ve turizmden soyutlandı.

 

Daha sonra Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun Hasankeyfin kapatma kararını verdiği belirtilirken yetkililer kurul kararına uymak zorunda olduklarını ifade ederek Hasankeyfi turizme kapattılar.

 

Kurul Başkanı olan Batman Üniversitesi rektörü Prof.Dr. A.Selam Uluçam, defalarca yaptığı açıklamada Hasankeyf’in İlçe Kaymakamlığınca kapatıldığını belirterek demir kapıların Kaymakamlıkça takıldığını söyledi.

 

Hasankeyflilerin, sivil toplum örgütlerinin ve gazetemizin ısrarlı takibi sonucu 40 gün önce açıklamada bulunan Hasankeyf Kazı Başkanı Prof.Dr. A.Selam Uluçam, aylardır beklenen müjdeyi vererek kapı girişinin sağlamlaştırılmasından sonra 15 Nisanda kutlanan Turizm Haftası etkinlikleri kapsamında Hasankeyf’in turizme açılacağını müjdelemişti.

 

281 gün boyunca hiçbir işlem yapılmayan ve kaderine terk edilen Hasankeyf’e 20 gün önce “kapı sağlamlaştırması çalışması” adı altında müdahalede bulunduğu gözlendi. 15 Nisan’da turizme açılacağı müjdelenen Hasankeyf’le ilgili hiçbir yetkilinin açıklamada bulunmadığı gözlenirken Hasankeyfliler ve Batmanlılar bu tutumun “halkı kandırmak” anlamına geldiğini belirterek tüm yöneticileri samimi olmamakla suçladılar.

Batman Gazetesi, 18.04.2011

"BU KAFAYLA BERGAMA KÜLTÜR MİRASI OLAMAZ"

 

 

Alman Arkeolog Prof. Helmut Müller, Allianoi’nin suya gömülmesi ve Akropol’e yapılan teleferik yüzünden Bergama’nın UNESCO listesine girmesinin imkansız olduğunu söyledi.

 

Allianoi üzerinde çalışmaları ile bilinen ve antik kalıntıların isim babası olan Alman Prof. Helmut Müller sağlık sempozyumuna katılmak için Bergama’ya geldi. Burada yaptığı kazı ve araştırmalarla, elde ettiği buluntularla Allianoi antik kentini kanıtladığını belirten Müller, “Bu alan Allianoi kenti değildir diyenlere belge ve kanıt gösterebilirim” dedi. Alman Arkeoloji Enstitüsü üyesi olan Müller tarihi ören yerlerine olduğu gibi sahip çıkılması gerektiğini söyledi.

Bergama'nın Dünya Kültür Mirası Listesi’ne girme çabalarının anlayabildiğini ancak hiç şans vermediğini vurgulayan Müller,  “Allianoi baraj suları altında bırakıldı. Akropol’e teleferik yapılması da büyük yanlış. Bu iki yanlış ile Bergama’nın listeye girmesi gittikçe zorlaşıyor. Artık Bergama için bu ancak hayal” sözlerini kullandı.

Almanya’da tarihi Dresden kentinin başına benzer bir olay geldiğini belirten Müller olayı şöyle anlattı: “Kent yeniden yapılandırılırken, Elbe Nehri üzerindeki  köprüler yetersiz kaldı. Sanayinin gelişimi için yeni köprü gerekiyordu. UNESCO uyardı; referandumla kabul edilince de listeden hemen çıkardı.”

Milliyet Ege, Haber: Tahsin Tuna, 18.04.2011

SU YOLUNU İSTANBUL'DA BULUR

 

18 Nisan Dünya Anıtlar ve Sitler Günü'nün bu seneki teması "Su Mirası" olarak belirlendi. Su mirası, kentlerde suyla temas eden önemli yapıları içeriyor. Bunlar kentin içinde kaybolmuş bir kenar çeşmesi de olabilir ya da heybetini halen daha taşıyan su kemerleri... İstanbul'da da suyun geçmişten bugüne kente taşınmasını sağlayan bu çok sayıdaki önemli yapı, tarihi ve kültürel su mirasımıza ışık tutuyor.

 


Bozdoğan Kemeri

 


Mazul Kemeri

İstanbul'un suyunun kente taşınması çok eskilere dayanıyor. Fetihten önce ilk önemli su tesisleri Roma İmparatorları tarafından yaptırılmış. Bu dönemde sur dışındaki bir kaynaktan Haliç'in kenar mahallelerine kadar su yolu yaptırıldığı ve bu su yolu için Mazul Kemer ile bugünkü Bozdoğan diye bildiğimiz Valens Kemeri'ni inşa ettirdiği biliniyor. Deniz seviyesinden 63 metre yukarıda bulunan Bozdoğan Kemeri'nin uzunluğu 971 metre, yüksekliğinin maksimuma ulaştığı noktanın yerden yüksekliği 29 metre.

 


Yerabatan Sarayı

 


Binbirdirek Sarnıcı

 

I. Teodosyus, Mazul ve Valens Kemerleri'ni kullanarak 3. Su Yolu ile şehre su getirmiş. Ayrıca Belgrad Ormanları'ndan Sultanahmet'e kadar 4. Su Yolu'nu inşa ettirmiş. Roma ve Doğu Roma İmparatorları, kuraklık ve harp ihtimallerini düşünerek, şehir içinde üstü açık (Çukurbostan) ve kapalı sarnıçlar da yaptırmışlar. Üstü açık su depolarının (Hazneler) en önemlileri Aetiyus (bugünkü Vefa Stadı), Aspar (Yavuz Selim'deki Çukurbostan) ve Hegius Mokius (Altınmermer semtinde) su depoları olarak biliniyor. Üstü kapalı haznelerinin en meşhurları da, 336 sütunlu Basilika Sarnıcı (Yerebatan Sarayı), 224 sütunlu Pileksenus Sarnıcı (Binbirdirek) ve Acımusluk Sarnıcı.

 

Bu tesislerden halen ayakta olan Mazul ve Valens (Bozdoğan) Kemerleri Osmanlılar tarafından çok iyi bir şekilde tamir edilerek, yıkılmaktan kurtarılmış.

 

 

Osmanlı Dönemi'ne gelindiğinde ise, fetih sonrası nüfusun artması sonucu su ihtiyacı daha da fazlalaşması nedeni ile Marmara Bölgesi Su Tesisleri inşa edilmiş. Daha sonra da bu tesislere ilave su yolları yapılmış. Bu su yolları şu şekilde sıralanıyor: Fatih, Turunçlu, Mahmut Paşa, 3.Mustafa, Bayezid, Süleymaniye, Mihrimah, Ebussuud, Köprülü, Cerrahpaşa, Sultanahmet, 4.Murat, 1.Mahmut, Hekimoğlu Ali Paşa, Kasım Ağa, Nuruosmaniye. Bu tesislerin günlük verimleri 4.335 m3 olup, yeterli miktarda su ihtiyacını karşılıyordu. Halkalı Su Tesisleri üzerinde de 4 büyük kemer bulunur: Mazul Kemeri, Kara Kemer, Ali Paşa Kemeri, Bozdoğan Kemeri. Bu su yolları ile şehirdeki camilere, çeşme ve sebillere, imaretlere ve şehir dışındaki kışlalara devamlı olarak su verilebilmiş.

 


Kırkçeşme Su Tesisleri (Mağlova Kemeri/TAYHaber)

 

 

Zamanla nüfusun iyice artması ile su sıkıntısı yaşanmaya başlamış ve Mimar Sinan'ın yapımında görevlendirildiği Kırkçeşme Su Tesisleri inşa edilmiş. Kırkçeşme Su Tesisleri en kurak zamanlarda dahi günde 4.200 m3 su ile 158 tesisi (94 Çeşme, 19 Kuyu, 15 Maslak, 13 Hamam, 7 Saray vb.) besliyormuş. Derelerin yanına inşa edilen bentler ile de kıştan yaza su saklanmış. Belgrad Ormanları'nda Kırkçeşme Bentleri denilen 4 bentlerle, Kırkçeşme Suları'nın günlük verimi 10.000 m3'e çıkmış.

 

Teknik anlamda bakıldığında ise bu su yollarının, kemerlerin ve havuzların inşasında yapılan ince ölçü ve hesaplamaların bugünkü modern aletlerle yapılan hesaplar kadar sağlıklı ve hassas sonuçlar verdiği söyleniyor.

 

Suların Taksim Edildiği Yer: Taksim Maksemi

 


Taksim Maksemi


İstanbul'un Beyoğlu Bölgesi'nin su problemi ilk defa 1732'de yapılmış olan Taksim Suyu tesisleriyle çözüme kavuşmuş. Bahçeköy civarında derlenen ve günlük verimi 800 m3 olan su, 20 km'lik bir isale hattıyla Taksim'deki 2.700 m3'lük depoya ve oradaki Maksem vasıtasıyla 64 çeşme ve sebil ile 3 şadırvana ulaşıyormuş. 1732'de I. Mahmut tarafından yaptırılan Bahçeköy (Sultan Mahmut) Kemeri ile Topuzlu Bend, Valide Benti ve II. Mahmut Bendi bu tesislerden. Bentlerin inşasıyla Taksim Suları'nın günlük verimi 3.000 m3'e yükselmiş.

 



Kaynak: Taksim Meydanı Yarışma Kitabı


Suyun şehre dağıtıldığı yer olan Taksim Maksemi, sekiz köşeli küfeki taşından bir gövdeye ve yine piramidal, sekiz köşeli bir çatıya sahip. Maksemin yuvarlak kemerli giriş kapısının üstünde de 1732 tarihli üç beyitlik kitabesi bulunuyor. Bu kapının üzerinde yay kemerli pencere ve iki yanında klasik Türk üslubunda kuş evleri yer alıyor. Maksemin Harbiye yönünde yüründüğünde görülen duvar da (Taksim Haznesi) geçmişte herhangi bir sebeple makseme gelen suyun kesilmesi halinde depodan su sağlanmak amacıyla yapılmış. Depo, planda dıştan dışa 17 metre kadar bir genişlik ve 90 metre kadar bir uzunluğa sahip.

 

İlk yapıldığında dere sularının küçük bağlamalarla suları kabartılıyor ve içi sırlı künklerle şehre ulaştırılıyormuş. 25 kilometre uzunluğundaki bu hat 1. Sultan Mahmut Kemerleri üzerinden Derbent, Maslak, Ayazağa, Zincirlikuyu, Mecidiyeköy, Şişli'den Harbiye'deki Maksem'e, oradan da Taksim'deki su deposuna ulaşıyor, su oradan şehre dağıtılıyormuş.

 

Vakıf Sular ve Şu Şirketleri
1904'de Sultan 2. Abdülhamid Han tarafından yaptırılan ve günlük verimi 1.200 m3 olan Hamidiye Suyu, Kemerburgaz'daki membalardan alınıyor, Beyoğlu civarındaki kışlalara, saraylara ve 50 kadar çeşmeye veriliyormuş.

 

Emirgan'a verilen sular da Kanlıkavak ve Sarıyer Suları da böyle kaynak suları. Asya Yakası'ndaki kaynak suları ise Kayışdağı, Atikvalide, Küçükçamlıca Alemdağ (Taşdelen) sularıyla, Beykoz'daki 10 Çeşmeler, Karakulak ve İshakağa olarak sıralanabilir.

 

1868 yılında Fransız şirketine imtiyaz verilerek, kente basınçlı su göndermek amacıyla Terkos Şirketi kurulmuş. Bu şirketin memba, dere ve yeraltı sularını toplayıp, isale etmesi ve Terkos Gölü'nden alınacak suyun arıtılarak şehre verilmesi sağlanmış. Anadolu Yakası'nın su ihtiyacını karşılamak üzere 1888 yılında Üsküdar - Kadıköy Su Şirketi, 1893'te de Elmalı Deresi üzerinde 1. Elmalı Barajı inşa edilmiş, Anadoluhisarı'ndan Bostancı'ya kadar olan sahada su şebekesi döşenmiş.

 

İstanbul Sular İdaresi'ne Geçiş
Terkos Şirketi 1932 yılında, Üsküdar - Kadıköy Su Şirketi ise 1937 yılında satın alınarak, İstanbul Sular İdaresi (İSİ)'ye devredilmiş.

 

Daha sonraları DSİ'nin Ömerli Barajı'nı ve Elmalı Deresi üzerinde 2. Elmalı Barajı'nı inşa etmesi ile suların Terfi Merkezleri'nde elektrikli pompalarla kente aktarılması kolaylaşmış.

1981 yılında kurulan bu yeni idarenin ismi "İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi" (İSKİ) olarak günümüze gelmiş.

 

Su Mirasının Korunması
İstanbul'un su mirası yukarıda ifade edilen yapılardan çok daha fazla yapıları (çeşmeler, sebiller, sarnıçlar, vb.) içeriyor. Fakat maalesef bu yapıların birçoğu korunmayarak tarihin içinde yok olmaya mahkum edilmiş. Günümüze dek gelebilen ve ayakta kalabilen bazı yapılar restore edilerek, gelecek nesillere aktarılması sağlanıyor.

 

Su yapılarına yönelik yapılan bu çalışmalardan 2 tanesi Taksim Maksemi ve Cendere Hamidiye Pompa İstasyonu.

 

Taksim Maksemi


Taksim Cumhuriyet Sanat Galerisi, kaynak: İSKİ


Taksim Maksemi (Tarihi Su Deposu), İBB tarafından restore edilerek Taksim Cumhuriyet Sanat Galerisi adıyla 2008 yılında hizmete açıldı. Taksim Meydanı'nın önemli simge yapılarından biri olan maksemin yeni bir işlev kazanması yapının yaşayabilmesi adına önemli. Fakat Taksim Meydanı'na yönelik düşünülen yeni projeler ile bu yapının işlevselliğinin ve fiziki yapısının korunması da büyük bir önem arz ediyor.

 

Cendere Hamidiye Pompa İstasyonu

 



Hamidiye Tesisleri ile yapılan Cendere Hamidiye Pompa İstasyonu, Şişli İlçesi Ayazağa Köyü sınırları içinde bulunan bir tarihi yapı. Deniz seviyesinden 34 metre yükseklikte ve içi-dışı çimento harcıyla sıvanmış iki adet 600 m3'lük hazneden oluşuyor.

 

 

2008 yılında tamamlanan restorasyon çalışmaları ile bu istasyon, "İstanbul Su Medeniyetleri Müzesi"ne dönüştürüldü. Müzede, İSKİ bünyesinde çeşitli su tesislerine ait tarihi haritalar, plan ve projeler, konu ile ilgili kitaplar, endüstri mimari örneği olan su pompaları ve ekipmanları sergileniyor.

Arktera, Kaynak: İSKİ, Peyzaj Mimarları Odası, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Derl.: Derya Yazma, 18.04.2011

"VİKTORYEN BİNALARIN KORUNMASI GEREKİYOR"

 

 

İngiltere Tarihi Mirası Koruma Kurulu, Ringo Starr'ın doğduğu evin de içinde bulunduğu Viktoryen üslupta yapılmış olan binaların yıkımına neden olacak planları reddetmeleri için Liverpool Konseyi'ne çağrıda bulundu.

Morton Ortaklık'dan Edward Morton 300 konutun oldukça ucuza restore edilebildiğini söylüyor ve ekliyor: "Bu binaların yıkılmış olduğunu düşünmek bile yeterince üzücü. Daha önce burada yaşayan halkın buna karşı çıkacağını düşünüyorum."

Liverpool Konseyi planlamanın ilk aşaması olan yıkımın Salı günü gerçekleştirileceğini söylüyor.

Fakat konseye baskı yapan bir mektupta koruma kurulu sekreteri William Palin, Morton'un raporunun, konseyin, evleri restore etmenin ekonomik olmadığı hakkındaki iddiasına karşı çıktığını söylüyor ve ekliyor: "Piyasa fiyatının 30 milyon Pound olduğu tahmin edilen bu kalitedeki evlerin yıkılması kamu parasının nasıl boşa harcandığını gösteriyor. Bu rapor konseyin dürüst olmadığını kanıtlıyor."

Arkitera, Kaynak Building Design, Haber: Elizabeth Hopkirk, Çev.: Bahar Bayhan, 18.04.2011

"MİMAR SİNAN'I AŞMAK MÜMKÜN DEĞİL"

 

 

Dünyanın en önemli sanat tarihçilerinden kabul edilen Prof. Oktay Aslanapa geleneği devam ettirecek mimar, sanatkarlar yetişmediği için kendimize has bir mimari oluşturamadığımızı söylüyor. Bugün dünyada hakim olan kübizm mimarisinin kurucusu Corbusier'in Mimar Sinan'dan ilham aldığını anlatan Aslanapa, Mimar Sinan'ı aşmamızın mümkün olmadığını ifade ediyor.
 

Prof. Oktay Aslanapa henüz Türkiye'de sanat tarihinin adı bilinmezken yurtdışında Türk İslam Sanatı üzerine doktora yapmış ve Türkiye'de sanat tarihi bölümünü Alman meslektaşı ile kurmuş bir isim. Bugün dünyanın en önemli sanat tarihçilerinden sayılan, mimari ve halı konusunda uzman Aslanapa'nın adının herhangi bir sanat tarihi kitabının kaynakçasında geçmemesi mümkün değil. Geçmiyorsa da o kitap makbul sayılmıyor. Anadolu'yu adım adım gezerek kazılar yapan ve böylece sanat tarihimizi yeniden yazan Aslanapa, İznik kazıları ile de çinicilik geleneğimiz hakkında doğru bilgilere ulaşmamızı sağladı. 95 yaşında olan hocamızla İstanbul Güzel Sanatlar Fakültesi'nde konuştuk.


Sizin Türklerin ayak bastığı her yere gidip oradaki eserleri gördüğünüz söyleniyor. Nerelere gittiniz?

Afganistan'da görev aldım üniversitede, ders veriyordum. Orada Hubel leşkeri bazar'da saray kalıntıları, camiler, hepsini inceleme fırsatı buldum. Epey bir müddet aştırmalar yaptım. Leşkeribazar çok mühim. Oralara gidip resimler çektim, sonra bir araştırma için tekrar Orta Asya'ya gittim. Semerkand, Buhara... oraların incelemelerini yaptım. Mısır'a Kahire'ye gittim. Anadolu'nun her yerinde çalışmalarımız, kazılarımız oldu.

 

Hala zaman zaman tarihi eserleri gidip görüyor musunuz?

Gidiyorum tabi. Bir camide hasar olduğunu duyduğumda gidip bakıyorum. Yanlış restorasyon olduğunu duyduğumda gidip bakıyorum. Ama o kadar.

 

O zaman iş işten geçmiş oluyor tabi. Restorasyonlarda size danışmıyorlar mı hocam?

Yok, hiç danışmıyorlar

 

Bir mimari esere baktığımızda "bu Türk İslam eseridir" diyebilmek için ne gerekir?

Şunu belirtmek lazım. Türk sanatı mimarisi Osmanlılarla başlamış bir mimari değildir. Orta Asya'da kubbe mimarisi, Doğu Türkistan'da büyük kubbe mimarisi vardır. Sonra Selçuklular zamanında İran'da büyük kubbeli camiler var. Böyle eski bir gelenek. Mimari Osmanlılarla Anadolu'da gelişmeye devam etmiştir ve Mimar Sinan'la şahikasını bulmuştur. Bu nedenle Türk mimarisini bir bütün olarak görmek lazım. Çünkü şimdi birçok Prof. ben Osmanlı sanatına bakarım diyor, öbürkü Selçuklu sanatına bakarım diyor, bölük pörçük. Ben bütün Türk sanatını incelemeye aldım ve bütün çalışmalarım böyledir. Türk İslam eserlerinde mimari hatlar, Kübizm akımının kurucusu Corbusier'in ilham aldığı kübik organlar vardır. Kubbelerin kuleleri etrafındaki elemanlar. İran'da Safevi mimarisi süse boğulmuştur. Osmanlılarda gayet ölçülü bir süsleme vardır. Mimari hatlar esastır.

 

Türkler göçebe bir toplum olduğu için fazla eser bırakmamıştır, diye bir söylem vardı. Okullarda bu öğretilirdi...

(Gülüyor.) Türk tarihini bilmeyen cahillerin kafasıdır bu. O zaman Orta Asya'daki o kadar mimari eserler nasıl yapılmış?

 

Son dönem mimarimizi nasıl buluyorsunuz?

Kübik mimari hakim olmuştur bütün dünyada. Osmanlılarda da kübik mimari hakim olmuştur. Orijinal bir mimari geliştirilmemiştir.

 

Şimdi dünyada kübizm akımının hakimiyeti devam ediyor mu?

Kübizm devam ediyor. Ama ondan gelişmiş çeşitli üsluplar var mesela İtalyanlar başka Amerikalılar başka, Ruslar başka. Her biri bunları kendine göre yorumlayarak gelişiyor.

 

Kentlerimizde Mimar Sinan'ın kemiklerini sızlatacak derecede çarpık bir şehirleşme var. Bunun sorumlusu kim?

Atatürk Cumhuriyet sanatının başlangıcını gelişmesini üzerine almış ve hayatının sonuna kadar bu konuda emek vermiş, görev yapmış birisidir. İlk defa bize Türklüğü, Türk sanatını benimseten Atatürk olmuştur. Onun ölümünden sonra bunu devam ettirecek kuvvetli şahsiyet kalmamış. Sonra zayıflaya zayıflaya tamamen eski gelenek kaybolmuş o gelişme durmuştur.

 

Eski evlere, çeşmelere baktığımızda her biri birer sanat şaheseri. O dönemin günlük elemanlarıydı bunlar. Günümüzün estetik anlayışını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Günümüzün estetik anlayışı biraz beynelminel. Tüm dünyada hakim olan mimari akımlar bizde de hakim olmuştur.

 

Modern camiler yapılıyor. Kocatepe, Şakirin gibi. Bunlar mimarimiz açısından nerede duruyorlar?

Yepyeni bir üslup yepyeni bir görüş diyebileceğimiz bir şey yok. Hepsi eskinin yarım yamalak taklitleri.

 

Çok kocaman, çok uzun minareleri olan camiler yapıyoruz bugün.

Bunlar iyi bir mimari olmadığını gösterir. Eski camilerin nispetleri kubbe minare hepsi dengelidir. Birbirine uygun nispetlerle yapılmıştır. Bunu başaramayınca acayip şeyler yapılıyor. Minareyi uzatıyor, kubbeleri değiştiriyor. Bunlar iyi şeyler değil.

 

Mimari geleneğimiz neden oturmadı?

Devam ettirecek kadar iyi mimar sanatkar yetişmemiş.

 

Bizim Mimar Sinan'ı aşmamız mümkün mü? Ya da aşmalı mıyız?

Hayır. O dönem geçmiştir. Mimar Sinan'ın çağdaşı olan Rönesans mimarlarının da aşılması söz konusu olmaz.

 

Mimar Sinan ustalık eseri olarak Selimiye'yi söyler ama sizce Mimar Sinan'ın en iyi eseri hangisi?

Corbusier vardır kübik mimarinin kurucusu İsviçreli mimar. O İstanbul'a gelip incelemeler yapmıştır. "Bana ilham veren Mimar Sinan olmuştur. Onun kübik hatlar içeren mimari organlarından ilham alarak kübik mimariyi buldum" diyor. Bir de dünya çapında bir Japon mimar var hala hayatta. "Ben Roma mimarisiyle, Mimar Sinan'a bakarak bütün çalışmalarımı yaptım" diyor. Bu ikisi Mimar Sinan'ın durumunu biraz aydınlatır. Mimar Sinan'ın en iyi eseri şudur demek doğru değil. Kendisi çıraklık kalfalık ustalık eseri diye sıralar ama o onun tevazusundan.

 

Minyatürle ilgili olarak hep bir İran Türkiye çekişmesi var. Bu halıda da aynı şekilde, hatta da aynı çekişme var. Bu rekabet kültürlerimizin yakın olmasından mı kaynaklanıyor?

Gayet tabi. İran'da uzun zaman Türkler, Selçuklular hakim olmuştur. İsfahan'da Mescid-i Cuma gibi eserler Selçukluların yaptığı eserlerdir. İran ancak Safevilerle kendine has bir şeyler yapmaya başlamıştır gayet mübalağalı görüntüler halinde. Mesela İran camileri süse boğulmuştur, mimari süsün altında ikinci planda kalmıştır. Bütün sanatlarda da böyledir.

 

Halıyı ele alalım mesela. İran'da 16. yüzyıldan evvel halı yoktur. Safeviler zamanında İran halıları çıkmıştır. Ama dünyada bütün halılar hep İran halıları olarak bilinir. Aslında Türk halılarının ihtişamı hiçbir zaman İran tarafından taklit bile edilememiştir.

 

Cidde'de dünyanın en yüksek binası yapılıyor. Yüksek daha yüksek... İnsanların bu yükseklik tutkusu nereden kaynaklanıyor?

İstanbul'da binlerce gökdelen yapılıyor yepyeni şehirler kuruluyor. Bu tabi bir rekabet doğuruyor. Herkes yüksek bina yapmak istiyor. Tabi bir de ekonomik bakımdan sınırlı arsalar üzerinde ne kadar yüksek bina yaparsak o kadar avantajlı oluyor.

 

Sanatımızda heykel pek yok. Bu gelenekle, inançla ilişkilendiriliyor?

Bu yanlış bir bilgiden kaynaklanıyor; tasvir yasağı. Aslında tasvire tapmak yasaktır, tasvir yasağı diye bir şey yoktur. İslam'ın ilk dönemlerinde Mekke'nin fethi zamanında Mekke heykel doluydu. Araplar hepsini kırıp dökmeye başladı. Hz. Muhammed geldiğinde bakıyor durum kötü bir Hz. Meryem, Çocuk İsa freski var duvarda. Hemen önünde duruyor, "buna dokunmayacaksınız" diyor. O dokuzuncu yüzyıla kadar orada durmuş. Ondan sonra taassup almış yürümüş tasvir yasağı diye diye. İslam'da öyle bir yasak yoktur. Göktürklerle başlayan bir heykel sanatımız var. Birçok heykel var Orta Asya'da. Onlardan başlayarak bütün Türk devletlerinde heykeller, balballar var. Fakat taassup nedeniyle gelişmemiş.


Yurt dışındaki müzelerde çok sayıda bize ait tarihi eser var. Bunlardan içinizi cız ettiren var mı?

Bütün Avrupa, Amerika, Rus müzeleri hepsi Türkiye'den gitme eserlerle doludur. Çünkü Osmanlı döneminde kazı yapma izni verildiğinde bu kazılarda çıkan eserlerin belli bir bölümünü alıp götürmek müsaadesi vardı fakat bunlar hepsini alıp götürmüşlerdir. British Museum'da bir kilometre boyunca antik şehirler sırayla sergilenmiştir. Çıkan eserler bizde hiç örneği olmayan eserlerdir. Mesela Samerra'da Almanlar kazılar yapmış, çıkan eserlerin hepsini götürmüşler bize hiçbir şey kalmamış. Çünkü o zaman Osmanlı'da sanat eserini saklamak gibi bir şey yok.

 

Bu eserler ait oldukları yere geri getirilmeli mi?

İmkan yok, koyacak yer bulamazsın. Bütün şehri doldurur. Bu sayede de korunmuştur bu eserler.

Türkiye'ye baktığınız zaman dünyanın yedi harikası arasına girer dediğiniz eser hangisi?

Mimar Sinan'ın eserleri başta gelir gene.

 

Bazıları götürüldü ama birçok tarihi eserimiz de yok oldu. Bunlardan en çok hayıflandığınız, yok olmamalıydı dediğiniz?

Edirne'de Mimar Sinan'ın eserleri yok olmuştur. Anadolu'da birçok kazı yerlerinde eserler yok olmuştur. Çok büyük zarar verilmiştir. Atatürk zamanında Atatürk'ün telkiniyle korunması zaptu rapt altına alınmıştır.


Üniversitede sanat tarihi bölümü başına geçince kazılar yaptığınızı söylemiştiniz. Bu kazılar sanat tarihimize ne kattı?

İlk kazımız Diyarbakır Artuklu Sarayı kazısıydı. Çok muhteşem bir saray kazısı yaptık. Biraz restorasyonunu yaptık. Çok güzel bir şey oldu sonra bir daha ilgilenemedim çünkü yasak bölge yaptılar. Saray İçkale'de orada askeri birlik var. Katiyen gidip göremedim. Bir sürü hikayeler anlattılar, kazı tahrip oldu, yakıldı, yıkıldı diye... Fakat en son haber aldığıma göre korunma altına alınmış. Sonra Kayseri Keykubadiye kazısı yaptık. Alaaddin Keykubat'ın zehirlenerek öldüğü saray. Kendi eşi ve oğlu zehirliyorlar Alaaddin Keykubad'ı. Bir av eti sunuyorlar sıcak sıcak. Keykubat zehirlendiğini anlıyor fakat karısı ve oğlu tarafından zehirlendiğine o kadar üzülüyor ki orada tonozlu bir yer var gidip orada ölüme terk ediyor kendini. Sonra Yozgat Kalehisar kazısı yaptık. Orada Osmanlı öncesi keramik fırınlar bulduk. Sonra İznik kazılarına başladık. Sistemli olarak İznik kazılarına devam ettik bugün de hala yardımcılarım devam ettiriyorlar.

 

Bu kazılardan hangisinin sizin için ayrı bir yeri var?

İznik kazıları çok mühim. Çünkü o zamana kadar yalan yanlış bilinen bilgiler kazılar sonunda doğrulandı ve hepsinin ne olduğu açıklandı esaslı olarak.

 

Bu kazılar sonucu İznik'te çinicilik tekrar başlamış.

Biraz da öyle oldu. Bir sanat dalı yeniden doğdu.


Sanat tarihi alanında dünyanın sayılı isimlerindensiniz. O dönemde Türkiye'de sanat tarihi bölümü yoktu. Nasıl oldu da sanat tarihçisi oldunuz?

Evet, sanat tarihinin adı bile yoktu burada. Edebiyat Fakültesi'nde dört bölüm vardı: tarih, edebiyat, felsefe, coğrafya. Ben orada okudum. Üniversite reformunda hocaların çoğu Hitler'den kaçan Almanlar. O şekilde mezun olduk. 1938'de bakanlık bir Avrupa imtihanı açtı. Türk İslam Sanatı ihtisası yapmak üzere Avrupa'ya bir öğrenci gönderilecekti. Bu imtihanı kazandım. Sanat tarihine bu şekilde girdim. O zamana kadar sanat tarihi bilinmezdi.

 

Nasıl bir alan olduğunu bilerek mi seçtiniz?

Türk İslam Sanatı deyince tahmin ediyordum az çok. İmtihanı kazanınca sanat tarihçisi oldum. İmtihan önemli, kazanmasaydım sanat tarihiyle alakam olmayacaktı.

 

O yıllarda Avrupa'da okumak zor olsa gerek...

O zaman Avrupa'ya Köstence üzerinden gidiliyordu. Berlin'e gittik. Talebe müfettişi Reşat Şemsettin Sirer bizi karşıladı. O zaman Hitler hakimdi. Yahudiler kapılarında sarı yıldız olan damgalı evlerde oturuyorlardı. Öyle bir evde kiracı olarak oturmaya başladım. Her gün bir Alman hanımdan ders alıyordum. Çalışmalara devam ederken baktım ki Berlin'de çok Türk talebe var. Biz hep Türkçe konuşuyoruz. Reşat Şemsettin Sirer'e "Hiç Türkçe konuşulmayan bir yere gidersem orada daha rahat Almanca öğrenirim" dedim. Bunun üzerine beni Marburg'a gönderdi. Orada üniversiteye devam ediyorum fazla anlamadığım halde. Bir taraftan da Almanca çalışıyorum. 1940 senesinin başında savaş patlak verdi. Bütün Avrupa'daki talebeler hepsi Münih'te toplandı ve geri geldik.

 

Yarım mı kaldı tahsiliniz?

O zaman için evet. Ben gelir gelmez yedek subay okuluna müracaat ettim. 6 ayda mezun oldum. Kurayla kıtalara gönderiliyoruz, bana Mardin'in kazası Midyat çıktı. Orada yedek subaylığa başladım asteğmen olarak. Dönemin sonuna doğru bakanlıktan benim ev adresime bir mektup geliyor. "Tahsilinizi tamamlamak üzere tekrar Avrupa'ya gitmeniz kararlaştırılmıştır. Bakanlığa müracaat ederek harcırahınızı, pasaportunuzu alıp görevinizin başına gitmeniz gerekiyor." O zaman Reşat Şemsettin Sirer Yüksek Tedrisat Müdürü. Doğru oraya gittim. Bir asker selamı çakarak "Yarım kalan tahsilimi tamamlamak üzere tekrar Almanya'ya gitmek için size geldim" dedim. "Olur mu savaş var" dedi.

 

Ama sizi çağırmışlardı?

Ben de "Bakanlıktan mektup geldi" dedim. Görevlileri çağırdı böyle bir mektup var mı diye. Bulup getirdiler o zaman tamam dedi. Ben yüksek öğretmen okulunda okurken müdürümüz olan Hamit Olgunsu Edebiyat Fakültesi'nin Dekanı olmuştu. Yakından ilgilendi. Reşat Şemsettin Sirer'le acele muamelemi tamamladılar. Ben bu defa araştırma yaptım. Türk İslam Sanatı ihtisası için en iyi yer Viyana Üniversitesi çıktı. O zaman Almanya Viyana beraberdi. Dünyanın en esaslı sanat tarihi enstitüsüydü.

 

Hocam Türkiye'de Türk İslam Sanatı konusunda hiçbir şey yok. Viyana'da kürsü var. Bu nasıl bir çelişki?

E durum bu. Sanat tarihinin adı yok ki nerede kaldı Türk İslam Enstitüsü olsun. (kendi yazdığı kitabı gösteriyor) Ama sonra liselerde ve imam hatiplerde bu kitap okundu bugün bile hala okunuyor.

 

Peki Türkiye'de dönünce Türk İslam sanatı ihtisası yapmış biri olarak bir şey yapabildiniz mi? Ne de olsa sanat tarihi bölümü yok.

1943'te doktoramı tamamlayıp döndüğümde İstanbul Üniversitesi'nde sanat tarihi bölümü yeni kurulmuş. Güzel bir şans eseri Viyana'daki hocam Prof. Ensdith davet edilmiş bu enstitünün başına. Tabi Prof. Ensdith beni hemen yanına asistan aldı biz sanat tarihi öğretimine başladık. Fındıklı'da Güzel Sanatlar Akademisi'nin yanındaki binada Türkiye'de sanat tarihi öğretimine başladık. Şimdi o binanın kapısında bir plaket var. "Türkiye'de sanat tarihi dersleri ilk defa bu binada Prof. Ensdith ve Aslanapa tarafından başlatılmıştır" diye. 1945'te savaş durumu karıştı biz sembolik olarak savaşa katıldık. Bütün Alman hocalar enterne edildi. Prof. Ensdith de Kırşehir'e gönderildi. Beni de 2. defa askere aldılar.

 

Ya fakülte?

Her şey yüzüstü kaldı bir müddet. 1946'da barış imzalanınca hocalar görevlerine döndüler. Ben de terhis oldum. Tekrar öğretime başladık. Fakülteye gelmek isteyen bazıları Prof. Ensdith aleyhine kampanya başlattılar. 1949'da mukavelesi uzatılmadı. O gittikten sonra sanat tarihi dersleri biraz aksadı tabi. Başka bir Alman Prof. geldi. 1960'a kadar böyle idare ettik. 60'da ben profesör oldum. Bütün enstitü idareme geçti ve kazılara başladık.

Yeni Şafak, Haber: Emeti Saruhan, 18.04.2011

KÜLTÜRE DEVLET DESTEĞİ, AVRUPA'NIN ONDA BİRİ

 

Türkiye'de devletin kişi başı kültür harcaması 10 Euro civarında iken Avrupa'nın önemli ülkelerinde 100 Euro'nun üzerinde.

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın "Devlet Tiyatroları'nı kapatabiliriz" çıkışının yarattığı tartışmalar devam ediyor. Her ne kadar bakan, "Bu sözü söylemedim. Yeni yapılanmayla Devlet Tiyatroları'na aktardığımız payı azaltacağız demek istedim" diye düzeltme yapsa da, ‘ödenekli kültür sanat kurumları' bir kez daha tartışmanın odağında.

 

Türkiye gibi Kültür Bakanlığı'nın bütçesi toplam bütçenin binde 5'i olan bir ülkede, kültür ve sanat alanına yapılan mütevazı katkıların arttırılmak yerine törpülenmek istenmesi bir yana dünyada, Avrupa'da durum nasıl bir bakalım dedik.

 

Özellikle küresel ekonomik krizin ardından bütçe kısıtlamaları gündeme gelmiş olsa da Avrupa'nın birçok ülkesinde kültür ve sanata devlet destekleri sürüyor. Küçük bir örnek verelim:Türkiye'de Devlet Tiyatroları'nın 2011 bütçesi 62 milyon Euro. İngiltere, Royal Opera'ya bu sezon için 30 milyon Euro destek sağladı.

Birkaç çarpıcı not daha: Fransa, kültürel miras için 1 milyar Eurodan fazla destek sağlıyor. İtalya'da operaya 250 milyon Euro kaynak aktarılıyor. İsveç'te kitap basımına ayrılan pay 300 milyon Euro. İngiltere'de müzeler, galeriler ve kütüphanelere 500 milyon Eurodan fazla destek var.

 

Kültür Turizm Bakanlığı dün bir açıklama yaparak bakan Ertuğrul Günay'a deste verdi. Açıklamada 2002 yılından bu yana sahne sayısının yüzde 152,2; koltuk sayısının yüzde 145,9; temsil sayısının yüzde 38,4; seyirci sayısının yüzde 61,8 arttığını belirtilerek, aynı dönemde özel tiyatro desteğininde yüzde 311,8 oranında artırıldığı ifade edildi. Açıklamada, "2002'de 23 olan sahne sayısı 58; 8 bin 294 olan koltuk sayısı 20 bin 808, 4 bin 063 olan temsil sayısı 5 bin 624 oldu" denildi. Ayrıca 2001-2002 sezonunda 1 milyon 14 bin 57 olan seyirci sayısının 1 milyon 641 bin 139'u bulduğu da kaydedildi.

 

TÜRKİYE
* Kültür Bakanlığı bütçesi: 690 milyon Euro
* Devletin kişi başı kültür harcaması: 10 Euro
* Sahne sanatlarına ayrılan pay
* Devlet Tiyatroları: 62 milyon Euro
* Opera Bale: 76 milyon Euro

 

ALMANYA
* Doğrudan kültür harcamaları: 8.3 milyar Euro
* Devletin kişi başı kültür harcaması: 101 Euro
* Hükümetin kültür harcamaları içindeki payı: 14.6 (%)
* Sahne sanatlarına ayrılan pay (tiyatro/müzik): 3 milyar Euro

 

FRANSA
* Doğrudan kültür harcamaları: 12 milyar Euro
* Devletin kişi başı kültür harcaması: 197 Euro
* Hükümetin kültür harcamaları içindeki payı: 51 (%)
* Sahne sanatlarına ayrılan pay (tiyatro/müzik): 4.2 milyar Euro

İTALYA
* Doğrudan kültür harcamaları: 6.7 milyar Euro
* Devletin kişi başı kültür harcaması: 112 Euro
* Hükümetin kültür harcamaları içindeki payı: 26 (%)
* Sahne sanatlarına ayrılan pay (tiyatro/müzik): 1 milyar Euro

 

İSPANYA
* Doğrudan kültür harcamaları: 5.1 milyar Euro
* Devletin kişi başı kültür harcaması: 119 Euro
* Hükümetin kültür harcamaları içindeki payı: 15 (%)
* Sahne sanatlarına ayrılan pay (tiyatro/müzik): 150 milyon Euro

 

İNGİLTERE
* Doğrudan kültür harcamaları: 8.8 milyar Euro
* Devletin kişi başı kültür harcaması: 143 Euro
* Hükümetin kültür harcamaları içindeki payı: 34 (%)
* Sahne sanatlarına ayrılan pay (tiyatro/müzik): 416 milyon Euro

 

RUSYA
* Doğrudan kültür harcamaları: 4.4 milyar Euro
* Devletin kişi başı kültür harcaması: 30 Euro
* Hükümetin kültür harcamaları içindeki payı: 30 (%)
* Sahne sanatlarına ayrılan pay (tiyatro/müzik): 200 milyon Euro

 

YUNANİSTAN
* Devletin kişi başı kültür harcaması: 32 Euro
* Sahne sanatlarına ayrılan pay (tiyatro/opera): 42 milyon Euro

Ntvmsnbc, 18.04.2011

KOMAGENE CANLANACAK, ADIYAMAN 1,5 MİLYON TURİST ÇEKECEK





Şu anda 45 bini yabancı olmak üzere yılda 190 bin turist ağırlayan Adıyaman, turizm atağına geçti, 2020 yılına kadar turist sayısını 1.5 milyona çıkarmayı hedefledi. Adıyaman Belediye Başkanı Necip Büyükaslan, "Adıyaman'ın bugünkü yatak kapasitesi 1500. Bölgede konaklama imkanları olmayınca turist gelmiyor.

5 yıldızlı otelimiz yok. İşadamlarımızın 5 yıldızlı ve butik otel yatırımları yapmalarını istiyoruz. Bu konuda müteşşebislere her türlü desteği vereceğiz" dedi.

Turizme geç kaldık
Adıyaman Valiliği, Başbakanlık Tanıtma Fonu, GAP Bölge Kalkınma İdaresi (BKİ), Adıyaman Üniversitesi ile Turizm Yazarları ve Gazetecileri Derneği (TUYED) işbirliğiyle düzenlenen arama toplantısına çok sayıda turizmci katıldı. Adıyaman Belediye Başkanı Necip Büyükaslan, bölgenin tarihte Komagene krallığı olarak büyük bir uygarlığa ev sahipliği yaptığını hatırlatarak, 1970-1980 arasında 200 bini yabancı olmak üzere 300 binin üzerinde turist ağırladıklarını belirterek, "Bugün bu rakam 40 bine kadar geriledi. Turizmi geliştirmek için elimizden geleni yapacağız" dedi..

Barajda tekneler dolaşacak
Büyükaslan, turizm hamlesi kapsamında yapacakları projelerden bazılarını şöyle sıraladı: "Sülüklü Göl projesi ile sağlık turizmini canlandıracağız. Tekne turlarıyla Atatürk Barajı çevresindeki tarihi ve doğal güzellikleri de göstereceğiz. Çelikan İlçesi'ndeki Çad Barajında bulunan yüzer adaları da turizme açacağız. Varolan konakları yenileyeceğiz ayrıca yeni konaklar yaptırarak Mardin'deki gibi hizmete sunmak istiyoruz."

5.8 milyon Euro harcanacak
Adıyaman Valisi Ramazan Sodan ise, ‘Kommagene Nemrut Turizm Odaklı Canlandırma Projesi' için Avrupa Birliği projelerinden de yaralandıklarını söyledi. Yüzlerce proje arasından seçilen projelerinin toplam bedeli 5 milyon 852 bin Euro olduğunu söyleyen Sodan, "Bu projeyle Adıyaman turizmi canlandıracağız" dedi.

Nemrut Dağı eteklerine butik oteller yapılmalı
TUI AG Türkiye Temsilcisi Hüseyin Baraner, bundan sonraki süreçte Adıyaman'ın daha fazla turist çekmesi için Nemrut Dağı eteklerinde 25-30 odalı küçük butik otellerin yapılması önerisinde bulundu. Artık turistin farklı ve yerel olanla ilgilendiğini kaydeden Baraner, Nemrut Dağı'nın aydınlatılarak yürüyüş parkuları oluşturulabileceğini söyledi. Barener, bu nedenle 2-3 milyon dolarlık şehre değer katmayan projeler yerine büyük projelere ağırlık verilmesi gerektiğine dikkat çekti. Diana Turizm Kültür Turları Müdür Yardımcısı Süleyman Akçalı ise hedefleri arasında Antalya'dan Adıyaman'a günlük uçak turları yapmanın yer aldığını kaydetti.

Hürriyet, Haber: Ömür Kırbaşlı, 18.04.2011

TARİH KOKAN SANAYİ KENTİ: YATAĞAN

 

 

Yıllardır Yatağan Termik Santrali'yle gündeme gelen sanayi kenti Yatağan mermercilik sektörünün yanında çok sayıda doğal ve tarihi zenginliği barındırıyor.

Sahip olduğu doğal güzelliklerinin yanında, tarihi ve kültürel zenginlikleriyle, ülkemiz turizminin nirengi noktalarından birisi durumdaki Yatağan iç kesimlere çektiği turizm sektöründen belirli bir pay almaktadır.

Yatağan İlçesi'nin, Eskihisar Köyü sınırları içindeki "Stratonikya tarihi antik kenti" ve Turgut beldesi sınırları içindeki "Lagina antik kenti"nin yanında, ilçeye bağlı Bozüyük beldesinde de, Kanuni Sultan Süleyman'ın Rodos Seferi sırasında, gölgesinde konaklayarak bir süre dinlendiği, 800 yıllık tarihi çınarı, aynı belde içinde yer alan, tarihi yapıları, yine Yatağan İlçesi'yle iç içe olan ve eski adıyla Gevenes, yeni adıyla da Çaybükü Köyündeki, ünlü Ormancı türküsünün doğmasına neden olan, acı bir olayla da anılsa, kültürel zenginliğimiz olan olayın yaşandığı "Belen Kahvesi", Yatağan İlçesi ve çevresinin önemli tarihi ve kültürel zenginlikleri arasındadır.

Yatağan İlçesi'nin, diğer yerleşim birimlerindeki tarihi zenginliklerle, Aydın'a bağlı Çine ve Karpuzlu ilçelerine kadar uzanan alanı kaplayan ve "Jeolojik Park" olarak, projelendirilerek kültür turizmine kazandırılması düşünülen önemli doğal ve tarihi zenginliği bulunuyor.

Aydın-Çine yönünden Yatağan'a giriş yapanlar, Çine vadisinin olağanüstü güzelliğinden etkilenirler. Şimdi Çine çayının suları altında kalan Çine vadisi içinden akan ve yılın altı ayı zakkumlarla çevrili deresi, ilginç kaya şekilleri, tarihi köprüsü ile mutlaka görülmelidir. Vadiyi gezmek için yeni yolu değil eski Çine- Yatağan yolunu kullanmak gerekir.

Stratonikeia antik kenti
Yatağan'dan çıktıktan 7 kilometre sonra sağınızda delik deşik kömür ocaklarının yanından geçeceksiniz. Yolda bir tabela gözünüze çarpacak. Yoldan 1 km içerideki bir antik kenti işaretliyor bu tabela. Stratonikeia'yı.

Dünyanın en büyük antik mermer kentine sahip, ölümüne aşkların yaşandığı, Gladyatörler kenti Stratonikeia antik kenti girişindeki Eski Hisar Köyü'nde asırlık çınarlar altında beyaz-mavi badanalı küçük bir köy kahvesine rastlarsınız önce. Biraz soluklanabilir ve tarihi kentin hikayesini dinleyebilirsiniz.

Khrysaor birliğinin bir kenti olarak bilinen Stratonikeia'ın eski adı İdrias idi. MÖ 281-261 yılları arasında tahtta bulunan Seleukos kralı Antiokhos'un karısı Stratonike adına kent yenilenmiştir. MÖ 133 yılında Pergamon krallığının Roma'ya miras kalması karşısında ayaklanan Aristonikos'un kente sığınması sırasında Romalılarca kuşatılmış, halkı açlıktan kırılmıştır. Bir zamanlar bol bulunan su kaynakları Eskihisar Köyü'ne çınarların gölgesinde ve ilkçağ anıtlarının yanıbaşında bir görsellik veriyordu.

Şimdi terkedilmiş olan Eskihisar Köyü'nün kuzeydoğu köşesinde büyük kesme taşlar ile tahkim edilmiş kalenin yıkıntıları, kentin kuzey kenarında büyük bloklardan oluşan ana giriş kapısı, kentin tam ortasında en iyi durumda olan yapı Bouleuterion (küçük tiyatro), batısında bu alanın anıtsal giriş kapısı (Serapis Tapınağı olduğu da söyleniyor), kentin batısında gymnasion, giriş kapısının önündeki kutsal yolun kenarında da oda mezarlar antik kent gezisinde karşınıza çıkacak kalıntılardır.

Kentin akropolü güneydeki dağın tepesinde. Çevresi surlarla çevrili. Karayolunun hemen altındaki bir teras üzerinde yazıtında imparator için yapıldığı yazılan küçük bir tapınağın kalıntıları göze çarpar.

Paganların dini merkezi: Lagina
Yatağan - Milas yolunun bu defa 3. kilometresinden ayrılan Turgut yoluyla ulaşılıyor bu ören yerine. Ayışığının ve yol ayrımlarının tanrıçası olan Hekate'nin tapınağı Lagina adındaki bu kutsal yerde yükseliyordu. Günümüzde kazılar sonucunda dairesel propylonlu avlunun bir bölümü ortaya çıkarıldı. Tapınak MÖ 40 yılında Parthların akınına uğrayarak yağmalanmış. Ayakta duran avlu kapısının üstündeki yazıtta Augustus tarafından tapınağın onartıldığı (MÖ 27) yazıyor. Tapınak, Hellenistik çağın modasına uygun, yalancı ikisıra sütunlu planda, Korinth düzenindeydi. Stratonikeia kentini kuran Seleukosların bir bakıma modernist yaklaşımı olan Korinth düzeni, burada özellikle kullanılmış olmalı.

Lagina kazıları, müzeciliğin babası sayılan Osman Hamdi bey tarafından 1891-1893 yıllarında yapılmış ve elegeçen kabartmalar İstanbul Arkeoloji Müzeleri'ne taşınmış.

Günümüze kadar devam eden kazılar sonunda tapınağın mimari parçaları düzenlenmiş, propylon kazılarak tümüyle ortaya çıkarılmış ve Güneydoğuda niteliği bilinmeyen bir kutsal yapı keşfedilmiştir.

800 yıllık anıt ağaç
Muğla- Yatağan yoluna 24 kilometre mesafede, Bozöyük beldesi Pınarbaşı mevkiindeki Pınarbaşı Restoran içerisinde bir anıt ağaç var. Orman Bakanlığı tarafından tescil edilen ve korumaya alınan anıt ağacının çapı 6, yüksekliği ise yaklaşık 30 metre. Yatağan'a yolunuz düştüğünde 800 yıllık çınar ağacının altında sabah kahvaltısı ile bölgeye özgü yöresel yemekleri yemeden geçmeyiniz.

Dünya standardında mermer rezervi
Yatağan'dan kuş uçuşu 8 kilometre ötede, Yatağan- Muğla yolunun 5. kilometresinde sağa ayrılan yol ile ulaşılan Bağyaka Köyü'nün 3 km dışında Panamara kalıntıları yer alır. Muhtemelen Stratonikeia antik kentine bağlı bir tapınak yeriydi Panamara. Tapınaktan bugüne ulaşan kalıntılar fazla bir değer taşımıyor.

Türkiye Elektrik Kurumu santralı; Yatağan-Milas karayolunun 3. km'sin de 1.163.000 metre karelik bir alan üzerine 1975 yılında kurulmuştur. Termik Santrali, Muğla Yatağan linyit havzasındaki düşük kalitedeki kömürün değerlendirilmesi ve ülkemizin artan enerji ihtiyacını karşılamak amacıyla tesis edilmiştir.

Santralin üç ünitesi çalışmaktadır. Santral 3 X 210 megavat gücünde elektrik üretmektedir. Santralde 850 personel çalışmaktadır.

Güney Ege Linyit İşletmeleri; Bu santralin kömür ihtiyacını karşılayan Güney Ege Linyitleri İşletmesi Müessese Müdürlüğü Yatağan-Milas karayolunun 8. kilometresinde bulunmaktadır. Bu müessese, linyit üreten bir kamu kuruluşudur. İşletme 1979 tarihinde kamulaştırılmıştır.

İşletmenin kömür havzası, Yatağan sınırları içinde 10.874.000 metre karelik alanı kapsamaktadır. Yıllık kömür üretimi 3,5 milyon tondur.

Üretilen kömürün % 93'ü santralde enerji üretimi için kullanılmaktadır. % 7'lik kısmı ise, bölgenin yakıt ihtiyacını karşılamaktadır.

Kömür açık işletme yöntemleriyle çıkarılmakta olup, Kömür işletmelerinde 1200 personel çalışmaktadır.

Mermercilik; Yatağan ve yöresi yurtdışında da kabul görmüş dünya standartlara uygun üç yüz yıllık mermer rezerve sahiptir.

Kaliteli bol kristalli ve mükemmel cila tutan mermer özelliğine sahiptir. Yörede 80 civarında mermer ocağı bulunmakta olup 50'ye yakın orta ölçekli mermer teknolojisine uygun fabrikasyon sisteminde üretim yapılmaktadır. Ülkemizin mermer ihtiyacının % 60'ı yöremizdeki mermer sektörünce karşılanmaktadır. Aynı sektör 63 ülkeye mermer ihraç etmektedir. Mermer sektöründe yaklaşık 1800 kişi istihdam edilmektedir.

Feldspat; Yörede özel sektöre ait feldspat maden ocağı ve fabrikası bulunmaktadır. Mika, cam ve boya sanayinde kullanılan albit cevheri işlenir. Tesisin kapasitesi yıllık 500 bin tondur. Bu ürünlerin %90'ı ihraç edilmektedir.

Yem Sanayi; Bölge çiftçisini mahsullerinin değerlendirilmesinde önemli rolü olan Yatağan Yem Sanayi A.Ş. 1993 yılından bu yana her türlü hayvan yemi üretimi yapmaktadır. Fabrika 28.800 ton hayvan yemi üretime kapasitesine sahiptir.

Süt Sanayi; Bölgedeki süt üretimi Ege Süt Endüstri Limitet şirketince değerlendirilmektedir. Süt üreticilerimizden yıllık 14.600.000 Litre süt alımı yapılmaktadır. Bu sütler işlenerek krema, tereyağı, yoğurt ve peynir çeşitleri iç ve dış piyasaya sunulmaktadır.

Zeytincilik; Zeytin üreticiliği çok eskilere dayanmaktadır. Tüm köylerde zeytin üretimine büyük bir önem verilmektedir. Üretilen zeytin yemeklik ve yağlık olarak iç ve dış piyasada tüketilmektedir.

Deniz olmayan kentte turizm olur mu?
- Söz konusu yer, yıllardır kirlilikle gündeme gelen Muğla'nın Yatağan İlçesi'yse olur. Valilikten, Belediyeye kadar herkes elini taşın altına koyar ve turizmden pay almak için 'Kültür Yolu' projesini hazırlarlar.

Yatağan artık hava kirliliği ile değil, kültür turizmiyle Türkiye gündemine oturacak.

Muğla Valiliği, Yatağan Kaymakamlığı, Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü, Güney ege Linyit İşletmeleri (GELİ), Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, Yatağan, Bozüyük, Bencik ve Turgut Belediyeleri el ele vererek, eşine az rastlanır bir dayanışmayla "Kültür Yolu Projesi"ni masaya koyuyorlar. Termik santralin neden olduğu hava kirliliği ile ülke gündemine oturan kentin, projenin tamamlanmasıyla kültür turizminin önemli merkezlerinden birisi haline geleceği düşüncesindeyim. Kömür ve santrale bağlı bir ekonomiye sahip olan ilçe, artık turizmde de söz sahibi olacak. Nasıl olmasın ki; Dünyanın en büyük mermer kenti Stratonikeia ve Pagan dinin merkezi Lagina Antik kentleri burada bulunuyor.

Projenin çalışmalarına başladı bile...
Üç aşamadan oluşan projenin ilk ayağında; Belen Kahvesi, Bağyaka Orman Yolu, Bozüyük Pınarbaşı Tesisleri, Kapubağ Meyintan Mahallesi, Kapubağ Köyü, Külbarajı, Stratonikeia antik kenti arasında 20 kilometrelik bir Kültür Yolu belirlendi.

İkinci aşamada ise Stratonikeia antik kenti, Bağcılar, Lagina ve Kutsal Yol arasına 9,5 kilometrelik yol yapılacak. Kültür Yolunun kazıkları Muğla Orman bölge Müdürlüğü tarafından çakıldı. Önümüzdeki günlerde Geli, Orman ve İl Özel idaresi iş makineleri çalışmalarına başlaması bekleniyor.

Üçüncü aşamada da Kutsal Yol'dan itibaren Türkiye'nin ilk Jeopark projesinin uygulandığı Gökbel Vadisi'ne 27 kilometrelik yol yapılacak.

Orman Genel Müdürlüğü ile İl Özel İdaresi arasında yolların devir protokolleri imzalandı. Prosedürlerin tamamlanmasının ardından 2 ay içerisinde projenin ilk iki aşaması tamamlanacak.

Yeni Asır, Yazı: Osman Akça, 18.04.2011

3 TARİHİ ANIT MEZAR KURTARILIYOR

 

 

Gaziantep’in Araban İlçesi'nde Elif Beldesi ile Hisar ve Hasanoğlu köylerinde bulunan, Roma döneminden kalma üç tarihi anıt mezar AKP Gaziantep Milletvekili Mehmet Erdoğan’ın girişimleriyle restore ediliyor.

 

AKP Gaziantep Milletvekili Mehmet Erdoğan, yaptığı açıklamada, Kültür ve Turizm Bakanlığı nezdinde yapmış olduğu girişimler neticesinde, üç tarihi anıt mezarın restorasyon ve statik sağlamlaştırma çalışmalarının 2011 yılı içerisinde yapılmaya başlanacağını bildirdi.

 

Gaziantep’in tarihi ve kültürel değerlerinin bölge turizmine kazandırılmasına yönelik çalışmalara önem verdiklerini ifade eden Erdoğan,”Ülke genelinde yapmış oldukları yatırımlarla sanayide ön plana çıkan şehrin tarihi ve kültürel dokularını koruyarak da turizm alanında Gaziantep ilimizi ön plana çıkarmayı hedeflemekteyiz.” dedi.

 

Gerekli maddi ödeneğin teminine yönelik çalışmaların tamamlandığını belirten Erdoğan, “Tarihe beşiklik etmiş Gaziantep ilimizin tarihi değerleri korunarak ülke turizmine kazandırılacaktır.” ifadelerini kullandı.

 

Erdoğan’a teşekkür eden Araban Belediye Başkanı Mehmet Özdemir de, “Sayın vekilimiz dünyanın hiçbir yerinde başka örneği olmayan Roma dönemine ait üç tarihi anıt mezarlara sahip çıktı.

 

Yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olan, adeta ilçemizin sembolü haline gelmiş, üç anıt mezara sahip çıkarak Kültür ve Turizm Bakanlığı nezdinde yapmış olduğu girişimler neticesinde rölöve, restitüsyon, restorasyon ve statik sağlamlaştırma projelerinin onaylanarak gerekli maddi ödeneğin teminine yönelik olumlu adımlar atıldı.

 

Çalışmaların tamamlanmasını sağladığı için ve yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olan tarihi üç anıt mezarı tarih turizmine kazandıracağı için kendisine çok teşekkür ediyoruz.” diye konuştu.

Haber 7, 18.04.2011

BOĞAZ'IN ALTINDAKİ TARİHİ ESERLERE ÖZEL KORUMA

 

 

Avrupa ve Asya kıtasını deniz altından karayoluyla birbirine bağlayacak tüp geçit hattındaki tarihi eserler koruma altına alınacak.

 

Cankurtaran sahili ile Haydarpaşa arasında ATAŞ firmasının yapacağı İstanbul Boğazı Karayolu Geçiş Projesi'nde tarihi eserler için özel koruma programı hazırlandı. Şirket, arkeolojik kazılar nedeniyle 3,5 yıl geciken Marmaray Projesi ile aynı kaderi paylaşmamak için uzmanlara hattın arkeolojik ve tarihi analizini çıkarttırdı. Proje güzergahı tarihi kalıntı ihtimaline karşı jeo radarlarla tarandı. Özellikle kazı işleri yapılacak altgeçitler ve aç-kapa yapıların bulunduğu alanlarda arkeojeofizik araştırmalar yapıldı. Buluntu olduğu düşünülen alanlarda arkeolojik kazılar Koruma Kurulu'nca görevlendirilecek arkeolog ve sanat tarihçisi denetiminde gerçekleştirilecek. Bulunan tarihi eserler uygun bir müzeye teslim edilecek.

 

Bizans mimarisi alanında uzman Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi, Yrd. Doç.Dr. Haluk Çetinkaya ve ekibi güzergah boyunca 6 ay çalıştı. Proje güzergahı boyunca varlığı milattan önce 400'lü yıllara kadar uzanan Çatladıkapı, Kumkapı, Yenikapı ve Davutpaşa deniz surlarının ayakta kalan bölümleri koruma altına alınacak. Kennedy Caddesi'nin güneyinde yer alan Mermerkule köşküne yaya erişimini sağlamak için, yolun güney kısmına ilave bir yaya altgeçidi inşa edilecek. Küçük Ayasofya Camii, Boukoleon Sarayı ve Limanı da korunacak. Çalışmalarda titreşim yüzünden zarar görme ihtimali bulunan tarihi eserler civarında patlatma ve kazık çakma işlemi uygulanmayacak. Koca Mustafa Paşa Camii ve Medresesi 18. yüzyılda inşa edilen Ermeni Hastanesi ve Surp Hovhannes Kilisesi için inşaat sırasında gözlem raporu tutulacak. Samatya'da tarihi Helen Sarayı ve Theodosius Limanı bölgesinde yer alan altgeçit batıya kaydırılacak. Yenikapı altgeçidi yeni dolgunun altındaki kalıntılara müdahale edilmemesi için eşdüzey bir kavşakla değiştirilecek.

Zaman, Haber: Yasin Kılıç, 18.04.2011

'UCUBE'YE İDAM SEHPASI

 

 

Başbakan Recep Tayip Erdoğan'ın 'ucube' dediği Kars'taki İnsanlık Anıtı'nın kaldırılması ihalesini alan firma, anıt çevresindeki çalışmalarına devam ediyor.

 

Kars Belediyesinde 7 Mart'ta ihalesi yapılan Üçler Mahallesi'nde mülkiyeti hazineye ait arazi üzerindeki 24.5 metre yüksekliğinde, 2 betonarmeden oluşan ''İnsanlık Anıtı''nın kaldırılması işini alan firma, yağışa rağmen çevre düzenlemesi çalışmalarını sürdürüyor. Bölgeye güvenlik şeridi çeken ve alana araç girişine izin vermeyen firma çalışanları, anıtın temelindeki toprağı kepçeyle temizledikten sonra iskele kurdu.Heykeltıraş Mehmet Aksoy'un yaptığı anıtı indirecek olan vincin de İstanbul'dan Kars'a hareket ettiği öğrenildi. Firma çalışanlarına zaman zaman taş atan çevredeki çocuklar, polisin müdahalesiyle bölgeden uzaklaştırıldı. Kars Belediye eski Başkanı Naif Alibeyoğlu tarafından yaptırılan İnsanlık Anıtı, Başbakan Erdoğan'ın kente yaptığı bir ziyarette söylediği 'ucube' benzetmesi sonrası günlerce tartışılmıştı.

Akşam, 18.04.2011

 

******


"BUGÜN DE OLSA, YARIN DA OLSA O HEYKEL ORADAN KALKACAKTI"

Kars'ta aylardır gündemden düşmeyen İnsanlık Anıtı'nda yıkım aşamasına gelindi. Kars Belediye Meclisi'nin usulsüz ve gerekli izinler alınmadan yapımına başlanan anıt için verdiği yıkım kararına, heykeltraş Mehmet Aksoy, avukatları aracılığıyla itiraz etmiş, yapılan itiraza Belediye de karşı itirazda bulunmuştu. Heykeltraşın itirazıyla durdurulan yıkım kararını, Erzurum 1. İdare Mahkemesi bozmuştu. Gelinen süreçte anıta iskele kuruldu ve ihaleyi alan firma etüt çalışmalarına başladı.

 

Konu ile alakalı konuşan Kars Belediye Başkanı Nevzat Bozkuş, geçmiş belediye döneminde kanunların hiçe sayılarak yanlış karar alındığını ifade etti.

 

Başkan Bozkuş, alınan belediye meclisi kararı çerçevesinde heykelin kaldırılması için ihale yapıldığını anlatarak, "Şu anda iskele kuruluyor. Ayın 22'sinde ise bilfiil olarak heykeli oradan kaldırma işlemi başlayacak. Bugün de olsa, yarın da olsa o heykel oradan kalkacaktı" açıklamasında bulundu.

Habertürk 18.04.2011

 

******


"İNSANLIK ANITI'NA KENDİMİZİ SİPER EDECEĞİZ"

 

UNESCO’nun sivil toplum kuruluşlarından Uluslararası Tiyatro Eleştirmenleri Birliği (IATC)’nin Türkiye Merkezi Başkanı (TEB) olan Üstün Akmen, Başbakan’ın “ucube” dediği ve yıkımı için geçen günlerde iskele yerleştirilen heykeltıraş Mehmet Aksoy’un “İnsanlık Anıtı”nın yıkım tarihi olarak belirlenen 23 Nisan Cumartesi günü Kars’taki yürüyüşe katılacaklarını söyledi.

“Başbakan’ın bir süre önce: ‘Tiz vurasınız kellesünü’ diye buyurduğu Mehmet Aksoy’un Kars’taki “İnsanlık Anıtı”nın cehalete kurban edilerek “hak ile yeksan” olmaması için uğraş verenlerin yanında yer alacağız” diyen Üstün Akmen, Türkiye’deki tiyatro eleştirmenlerinin sadece tiyatro alanında değil, her dalda sanatın onurunu korumayı görev bildiklerini açıkladı.

“Cumartesi günü saat 15.00’te Kars’tayız, insanlık adına “İnsanlık Anıtı”na yapılacak saldırıya Mehmet Aksoy’un yanında kendimizi siper edeceğiz” diyen Üstün Akmen, Atatürk Kültür Merkezi’nin onarılmayıp “metruk” halde bırakılmasından sonra, hukuku tanımadan alınan heykel yıkma kararının çok anlamlı, ama aynı oranda son derece tehlikeli bir girişim olduğunu da sözlerine ekledi. 

Habertürk 21.04.2011

 

******


'İNSANLIK ANITI' İÇİN KÜLTÜR BAKANI'NA MEKTUP


İnsanlık Anıtı'nı yapan heykeltıraş Mehmet Aksoy'un avukatı Turgut Kazan, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'a bir mektup yazarak anıtın yıkımını durdurması için çaba göstermesini istedi. 12 Eylül'de Barış Derneği davasında Bakan Günay ile birlikte yargılandıklarını hatırlatan Avukat Kazan mektubunda, "Çok iyi hatırlayacaksınız ki, sizinle aynı davada sanıktık, yargılandık. Şimdi Kültür Bakanısınız. Ve müvekkilim Mehmet Aksoy'un yapıp yarattığı İnsanlık Anıtı, salt barışı temsil ettiği için bazı çevrelerin hedefi oldu. Başbakan da, onların desteğini sağlamak amacıyla anıtı ucube sayıp yıkılması talimatını verdi" diye yazdı.

İdari yargıya açtıkları davanın ve AİHM'e yaptıkları başvurunun sonuçları bile beklenmeden heykelin yıkılmak istendiğini ifade eden Kazan, Koruma Yüksek Kurulu'nun "mülkiyet sorunu çözüldükten sonra Koruma Kurulu'na başvurulmasını" öneren 06.01.2011 günkü kararının bir yıkım kararı sayılarak uygulama yapıldığını oysa Kültür Bakanı'nın anıtı sevdiğini ve desteklediğini hatta "Başbakan onu kastetmemiştir" dediğini hatırlattı.

Anıtı yıkmak için iskele kurulduğunu büyük bir Taliban ayıbı yaşatılacağını belirten Kazan, şunları söyledi: "Yıkım için iskele kuruldu. Vinç yola çıktı, geliyor. Siz Kültür Bakanısınız, buna seyirci kalamazsınız. Türkiyemizin alnına böyle bir kara leke sürülmesine karşı çıkmalısınız. Mehmet Aksoy vekili sıfatıyla ve son bir umutla size başvuruyorum."

Mektubunda Avrupa Uluslararası Sanatçı Dernekleri Birliği ve Genel Sekreteri Christos Symeonides'in mektubu ile AIAP Dünya Genel Kurulu'nun Meksika toplantısındaki kararı duyuran AIAP Başkanı Rosa Maris Burillo Velasco'nun mektubunun birer örneğini de ekleyen Kazan, "UNESCO'yu, AB'yi ve çağdaş bütün dünyayı ayağa kaldıracak, sizleri barış düşmanı, sanat düşmanı, kültür düşmanı suçlamasıyla karşı karşıya bırakacak bu girişimi önleyici bir çaba harcamanızı bekliyorum" dedi.
Habertürk, Haber: Tülay Şubatlı, 21.04.2011

 

******


"BU ANIT YIKANLARIN KAFASINDA PATLAR"

 

 

Kars’ta yapımı durdurularak, yıkım kararı çıkartılan ve "ucube heykel" tartışmalarına konu olan "İnsanlık Anıtı"nın heykeltıraşı Aksoy, Kars’ta bir otelde basın toplantısı düzenledi.
Aksoy, 23 Nisan’da sanatçılar, sanatseverler, heykeltıraşlar, ressamlar, müzisyenler ve tiyatro severlerden oluşan yaklaşık 200 kişinin Kars’a gelerek, İnsanlık Anıtı önünde düzenlenecek mitinge katılacağını söyledi.

Heykelin tamamlanmasından sonra, o bölgede Kafkas Barış Şenlikleri’nin yapılmasının planlandığını belirten Aksoy, "Kafkasya’daki düşmanlıklar gitsin, dünyadaki savaşlar son bulsun dedik. Kan davaları pompalanmasın istedik. Kars, savaşların acısını çok iyi bilir. Çünkü çok savaşlar görmüştür" dedi.

Savaşların insanı, kendine bile düşman ettiğini vurgulayan Aksoy, anıtın tamamlanmadığını ve öylece bıraktırıldığını belirtti.
"Daha vicdan ve gözyaşı bile yapılamadı. Şiirin, resmin, sözün söyleyemediğini heykel söyler" diyen Aksoy, sözlerine şöyle devam etti: "Biz Kars’ta çocuklarımız heykelle tanışsın dedik. Bu heykelin barış mesajı niye anlaşılmıyor bunu ben bile anlamış değilim. Kardeş kardeşi öldürmesin, barış olsun dedik. Savaşlar insanı insana düşman eder, sanatlar ise özgür eder. Dünyanın barışa ihtiyacı var. Bakınız Ortadoğu, İslam coğrafyası bile kan gölü olmuş."

Gazetecilerin, anıtın kaldırılmasıyla ilgili son hazırlıkların yapıldığını hatırlatılması üzerine heykeltıraş Aksoy, şöyle konuştu: "Bir firma gelmiş ve iskele kurmuş. Daha anıtın içinde ne olduğunu bile bilmiyorlar. Bu anıt yıkanların kafalarına patlar. Anıtı politika çamuruna bulaştırıp, oy almaya çalışıyorlar. Şu anda Kars’ta anıtın yıkılmasını istemeyenlerin oranı yüzde 15’lerden yüzde 70’lere çıktı. Bakınız Başbakan Kars’a geldi ve ’yıkılsın’ dedi hemen ardından yıkılması hızlandırıldı. Burada totaliter rejim özentisi var. Bakın politikacılar gider ama sanat ve sanatçı kalır. Onlar tarihe yıkan, biz ise yapan olarak geçeriz. Şu anda bu anıtı yıkmakla insanlık suçu işliyorlar."

Yıkımın 23 Nisan’da yapılacağı yönündeki bir soru üzerine Aksoy, "Bizler yaklaşık 200 sanatçı ile Kars’ta 23 Nisan günü miting yapacağız. Aralarında Edip Akbayram gibi ünlü sanatçılarında olduğu Türkiye’nin her yerinden sanatçı gelecek. Yaklaşık 4 otobüs ve uçakla gelecekler. Bunlar bu anıtın yıkılmasını istemeyenler ve kendi imkanlarıyla gelecekler" diye konuştu.
Sanatçılar, sanatseverler, heykeltıraşlar, ressamlar, müzisyenler, tiyatro severler ve kalpten barış isteyenlerle birlikte miting düzenleyeceklerini anlatan Aksoy, işlenen insanlık suçunu herkesin göreceğini savundu.

Aksoy, "Bakınız 23 Nisan’da heykel yıkılıyor. Böylelikle Cumhuriyet’in değerlerine karşı çıkılıyor. Onlar 23 Nisan’da ’heykel yıkılsın’ diyecekler, bizler ise ’yıkılmasın’ diyeceğiz. Önce ’yıkalım sonra mahkeme edelim’ diyorlar. Bizler sonunda ne yaptık, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurmak zorunda kaldık. Çünkü bu anıt yıkılırsa Taliban ile aramızda bir fark kalmaz" dedi.

Eski Kars Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu da İnsanlık Anıtı’nın resmini bir kağıda çizerek, Kars’ın son günlerde, tarihinde görülmediği kadar Türkiye gündeminde ulusal ve uluslararası basında haber konusu olduğunu söyledi.

Radikal, 21.04.2011

DİLLERİN ATASI AFRİKA'DA DOĞMUŞTU

 

 

Dünyada konuşulan yedi bin dilin tek bir kökeni mi var? Yoksa dünya dilleri birden fazla kaynaktan mı doğdular? Dillerdeki seslerin coğrafi dağılımını inceleyen bir çalışma, modern insan dillerinin tek kökenli olduğuna ve bunun Afrika'nın güneyinde ortaya çıktığına işaret ediyor.

 

DNA bilgilerini kullanarak bir topluluğun geçmişini öğrenmek günümüzde kolay. DNA dizisi birbirine benzer olan bireyler yakın akrabadır. Grup içinde genetik çeşitliliğin en yüksek olduğu bölge ise soyun ilk evrildiği ve yayılmaya başladığı bölgedir. Bunun nedeni, göç edenlerin genelde küçük bir grup olmasıdır. Dolayısıyla göçmenlerin çeşitlilikleri de geride kalanlardan az olur.

Örneğin günümüz tarım bitkilerinde genetik çeşitliliğin en yüksek oldukları bölgeler, Sovyet genetikçi Nikolay Vavilov'un 1920'lerde öne sürdüğü üzere, tarımın ilk başladığı bölgelerdir: Mezopotamya ve Güney Asya gibi.

 

İnsanlar arasında genetik çeşitliliğin en yoğun olduğu bölge ise Afrika'dır. Afrika'dan Asya'ya ve oradan Güney Amerika'ya doğru gidildikçe, genetik çeşitlilik ciddi biçimde azalır.

 

Velhasıl genetik veriler, modern insanın 200 bin yıl kadar önce Afrika'da evrildiğini, 60-70 bin yıl önce de başka kıtalara göçlerin başladığını göstermekte. Fosil buluntuları da aynı sonuca işaret eder. Yani bu bulgular ışığında tüm günümüz insanlarının ilk Afrika'da evrilip dünyaya oradan yayıldıkları sonucu çıkmaktadır. Peki ya dillerin kökeni?

 

Dil evrimini incelemenin zorlukları
Arkeolojik çalışmalara göre modern insanların müzik ve süsleme gibi sembolik faaliyetleri ilk defa 100 bin yıl kadar zaman önce ortaya çıkıyor. Dünya dillerin evriminin de bu zamana denk geldiği düşünülüyordu. Ancak dillerin gerçekten tek bir Afrikalı kökeni mi olduğu, yoksa modern dillerin birden fazla defa, birbirinden bağımsız mı evrildiği daha bilinmiyordu.

 

Doğrusu dillerden soy ağacı oluşturmak çok daha çetrefilli bir iş. Bunun başlıca sebebi dillerin sesleri ve yapısının DNA'ya kıyasla çok hızlı değişmeleridir. Dillerin alışverişe açıklığı işi daha da zorlaştırır. Dillerin karşılaştırmak ve özelliklerini kategorize etmenin zorlukları da ek bir sorun.

 

Bu kısıt ve zahmetler yüzünden dil bilimcilerin şimdiye kadar kurdukları soy ağaçları fazla eskiye uzanmıyordu. Gerçi bir dil ailesi içinde dillerin geçmişine yönelik önemli araştırmalar yapılmaktaydı. Örneğin 2003'te yapılan bir çalışma, Urdu, Kürtçe ve Almanca dahil 450 dil barındıran Hindu-Avrupai dil ailesinin 9 bin yıl önce Anadolu'da doğup tarımla beraber doğuya ve batıya yayıldığını tahmin edebilmişti. Ancak dil aileleri arasındaki ilişkileri ortaya çıkarmak çok daha zordu.

 

Max Planck Evrimsel Antropoloji Enstitüsü'nde çalışan dilbilimcilerin 2008'de yayınladıkları Dünya Dil Yapıları Atlası bu açıdan önemli bir gelişme oldu (The World Atlas of Language Structures, kısaca WALS; http://wals.info/). Toplam 2600 dile ait gramer, ses ve söz dağarcığı bilgilerini içeren bu kamuya açık derleme, dil evrimi çalışmalarına da büyük ivme kattı. Bu verileri dayanarak yapılmış ve bu hafta içinde yayınlanan iki çalışma da WALS'in faydalarını kanıtlıyor.

 

Makalelerden Nature dergisinde yayınlananı, dört dil ailesine mensup dillerin evrimini araştırıyor. Çalışmada, dillerde söz dizimi gibi yapıların zamanla nasıl değiştiği incelenmiş. Sonuçlar, her dil ailesinin kendine mahsus evrim biçimleri olduğuna işaret ediyor. Yani çalışmaya göre söz dizimi gibi özellikler açısından, diller arasında ortak, evrensel bir yapı bulunmamakta.

 

Bunun iki olası açıklaması düşünülebilir: Birincisi, diller çok hızlı ve serbest evrildiğinden ortak yapılar görünmüyordur. İkincisi, dillerin birbirinden bağımsız kökenleri olabilir.

 

Seslerin ortak kökeni
Science dergisinde yayınlanan ikinci makale de ortak köken sorusuna, bu sefer farklı bir yöntemle yaklaştı. Makalenin yazarı Yeni Zelandalı Quentin Atkinson, türler arasında evrimsel soy ağaçları üzerine çalışmalarıyla tanınan bir biyolog.

 

Atkinson, WALS'ta bulunan 504 günümüz dilinin çeşitliliklerini ve coğrafi dağılımlarını inceledi. Ancak Atkinson, dillerin çeşitliliğini gramer veya sözcükler yerine dillerin sesçik (fonem) dağarcığıyla ölçtü.

 

Çalışmanın sonuçları netti: Dünya dillerin sesçik çeşitliliği, Afrika'dan uzaklaştıkça belirgin biçimde azalmaktaydı - tıpkı insan genetik çeşitliliği gibi.

 

Örneğin kimi Afrika dillerinde 100'ü aşkın sesçik bulunabilirken, bu rakam Avustronezya dil ailesinden Havai dilinde 13'e düşüyordu.

 

Atkinson, diller arasındaki akrabalıklar gibi değişkenleri de göz önüne aldıktan sonra, dillerin tek bir kökeni olduğu ve bu ata dilin güney Afrika'da doğduğu olduğu sonucuna ulaştı.

 

Araştırmada ayrıca sesçik çeşitliliği ve nüfus büyüklüğü arasında bir bağıntı da görüldü. Örneğin Afrika'dan göç ettikten sonra nüfusun patlama yaptığı Güneydoğu Asya'da sesçik çeşitliliği yüksek. Bu da nüfus çoğaldıkça genetik çeşitliliğin artmasını anımsatıyor.

 

Atkinson'un bir diğer ilginç gözlemi, ata dilin özellikleri arasında dil şaklatma seslerinin olabileceği. Bu sesler 'cık cık' derken çıkardığımız sesin akrabaları - Türkçe ve Yunanca dahil bazı dillerde örnekleri mevcutlar, İngilizce gibi başka dillerdeyse yoklar. Öte yandan bugün Kalahari Çölü'nde yaşayan ve genetik olarak en 'atasal' sayılan toplulukların kimilerinin dillerinde bu seslerden çok sayıda bulunuyor. Bu da dil şaklatma seslerinin atasal olduğuna işaret ediyor.

 

Çalışma modern insanın yalnızca genetik değil, kültürel açıdan da tek bir kökene dayandığı fikrini destekliyor.

 

Kaynak:
Dunn M vd (2011) Nature, Atkinson QD (2011) Science 332:346-349

Haber Sol, Yazı: Mehmet Somel, 17.04.2011

SIRADA MİHRİMAH SULTAN CAMİİ Mİ VAR?

 

 

Haydarpaşa Garı ile başlayıp Mimar Sinan’ın eseri Kılıç Ali Paşa Camii ile devam eden ve son olarak da Bayezid Camii Hünkar Kasrı’nda gerçekleşen yangınlarla en değerli mimari eserlerimiz ehil olmayan ellerde yok olmaya devam ederken, yüzyılların bu yapılarda yol açmadığı zararın, birkaç ay gibi kısa bir süre içinde gerçekleştirildiğini izliyoruz. Kültür Bakanımızın ağzından duyduğumuz “Çalışanların galiba biraz daha dikkatli olması ihtiyacı gün geçtikçe artıyor” cümlesindeki “galiba” ve “gün geçtikçe artıyor” ifadelerini değerlendirmek ise oldukça zor. 

Sulukule’den Mihrimah’a
Geniş bir kamuoyu tarafından yapılan itirazlara ve tartışmalara rağmen gerçekleşen Sulukule yıkımlarının ardından, TOKİ tarafından çok büyük bir hızla devam ettirilen toplu konut inşaatının yarattığı sorunlar, tahmin edilenin çok ötesine geçti. Alandan yerleşik insanlarının göç ettirilmesiyle yaratılan sosyal hafıza kaybı, kentsel doku ve morfolojinin tamamen ortadan kaldırılmasıyla gerçekleştirilen kentsel hafıza yitimi ve kentsel sürekliliğin yok edilmesi, hepimizin ‘Sulukule Yenileme Alanı’nda öngördüğümüz olumsuz etkilerdi. Yine, kent çeperlerindeki olumsuz etkisi yetmezmiş gibi, tarihi yarımadanın içerisinde de, site mantığında bir yapılaşmayla geçirgen dokunun sürekliliğinin geçirgen olmayan, yabancı bir dokuyla kesilmesi, kamusal alanların (yani herkesin dolaşabileceği sokaklar ve açık alanların) yok edilmesi de, projenin gerçekleşmeye başlamasından önce ortaya konan olumsuzluklar arasındaydı.


Bu süreçte, kentsel ve tarihi dokunun tamamen yok sayılmasının yanında, kentin en önemli simgeleri, İstanbul’u İstanbul yapan tarihi anıtların da, aynı vurdumduymazlıkla tahrip edildiğine tanık oluyoruz. Çalışmalar devam ettikçe, II. Theodusius Surlarının çok yakınına kadar gelen ve yükseklik olarak onu aşan yapılaşmayla surların algılanmasına ve etki alanına verilen zarar, bu süreçte ilk tanıklığımız oldu. Son aşamada gördüklerimiz ise çok daha geri dönülmez etkiler yaratabilecek bir hatayı gözler önüne seriyor. Şimdi de, 1562-1565 yılları arasında, Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan için, Mimar Sinan’ın inşa ettiği ikinci külliye olan, Edirnekapı Mihrimah Sultan Külliyesi tehlike altında.


Külliyenin camisi, çok büyük bir cami olmamasına karşın, zamanın başlıca kara kapısı ve gümrük kapısı olan Edirnekapı’ya yaklaşan ve bu kapıdan geçen yolcuları tüm zarafetiyle karşılayan bir giriş yapısı olarak, Mimar Sinan eserleri içerisinde çok özel bir yere sahip. Mihrimah Sultan Camii, İstanbul’daki Mimar Sinan yapıları arasında 1999 depreminden strüktürel olarak en ağır şekilde etkilenen yapı oldu. Bu tarihten 2010’a kadar strüktürel sağlamlaştırma ağırlıklı restorasyon çalışmaları dolayısıyla kapalı kaldı. Yapının depremden bu kadar çok etkilenmesinin sebepleri arasında, payandalarının bulunmayışının yanında, zeminiyle ilgili sorunlar öne çıkarıldı. Bugün geldiğimiz durumda ise, hemen yanındaki TOKİ inşaat hafriyatı, caminin avlusuna ve medresenin beden duvarlarına dayanmış durumda. Zeminden metrelerce aşağıya inmiş olan kazıda, strüktürel sorunları güçlükle giderilmiş olan Mihrimah Sultan Camii’nin neredeyse temelleri ortaya çıkarılmak üzere. Bu hatanın düzeltilmesiyle ilgili hemen bir önlem alınmazsa (ki önlem alınsa bile yapıya şu ana kadar verilmiş olan zararı bilemiyoruz!), çok yakında gazetelerimizde “Edirnekapı Mihrimah Sultan Camii devrildi!” şeklinde bir haberle karşılaşmamız mümkün. 
Radikal, Yazı: Ege Uluca Tümer/Yrd. Doç.Dr., İstanbul Kültür Üni., 17.04.2011

DEMİRÖREN AVM'YE SUÇDUYURUSU

 

 

Kültür Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığı, bir kısmı kaçak olduğu iddiasıyla soruşturulan İstiklal Caddesi’ndeki Demirören AVM ile ilgili raporunu tamamladı.

 

Radikal gazetesinin haberine göre bakanlık müfettişlerinin altı aylık çalışması sonrasında ortaya çıkan raporda çarpıcı tespitler bulunuyor.

 

Raporda inşaatın kaçak kısımlarına göz yuman Yenileme Alanı Koruma Kurulu üyeleri, Beyoğlu Belediye Başkanlığı’nın üst düzey yetkilileri ve Demirören AVM’nin sahipleri hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunulmasına karar verildi. Raporda 2004’te 19.000 metrekare inşata izni verilen, ancak yedi yıl içerisinde 50 bin metrekarelik bir inşaat alanına ulaşan AVM’nin üçte birlik kısmının yıkılması da isteniyor. Yine aynı raporda kaçak inşaata göz yuman Koruma Kurulu üyelerinin, bakanlık tarafından görevden alınması da istendi. Ayrıca AVM yapılırken Ağa Camii’nin tahrip olmasına sessiz kalan 2 Nolu Koruma Kurulu üyeleriyle ilgili de bakanlık soruşturma başlattı.

Ntvmsnbc, 17.04.2011

ALMAN ARŞİVİ OLMASA YANDIK!

 

 

Türkiye'de yapılan neredeyse her restorasyon için önce Alman Arkeoloji Enstitüsü'nün kapısını çalmak gerekiyor. Pek çok tarihi yapının eski hallerine dair görsel yalnızca onlarda var. Kültür tarihçileri, mimarlar ve akademisyenler bu görsel malzemeleri enstitüden temin ediyor. İşin garip yanı enstitünün sahip olduğu görsel kaynakları bir zamanlar Kültür Bakanlığı elinin tersiyle itmiş.

 

Osmanlı'nın ilk fotoğrafçılarından Sebah&Joallier Fotoğrafhanesi, 30 yıl önce arşivini satma kararı alır. Fotoğrafları muhafaza etmek zahmetli iştir çünkü. Ellerinde bu topraklara dair, 100 yıllık bir tarihe ışık tutan görseller vardır. Arkeoloji Müzesi'nin yani Kültür Bakanlığı'nın kapısını çalarlar. Bir kurul oluşturulur, üç ay fotoğraflar incelenir, dönemin parasıyla 3 milyon lira bedel biçilir. Fakat Kültür Bakanlığı'ndan ödenek çıkmaz. Bu durum, kültür-sanat camiasında duyulur. Alman Arkeoloji Enstitüsü, aileye o zamanın parasıyla 45-49 milyon lira teklif eder. Yaklaşık 25 bin Euro. Bütün koleksiyon o günün akşamında enstitü binasına taşınır.

 

Aradan yıllar geçer ve Türkiye'de restorasyon seferberliği başlar. Özellikle İstanbul'un 2010 Avrupa Kültür Başkenti olması sebebiyle büyük küçük onlarca cami, tarihi yapı, ahşap ev bir bir restore edilir. Bu restorasyonlar için çalışan mimarlar, kültür tarihçileri, akademisyenler yapıların eski hallerine dair bilgiye, daha doğrusu görsele ihtiyaç duyar. İmdada Alman Arkeoloji Enstitüsü'ndeki fotoğraf koleksiyonları yetişir.

 

Vakti zamanında, bakanlığın ödenek ayıramadığı görsel arşiv, şimdi bilimsel açıdan çok büyük değere sahip. Alman Arkeoloji Enstitüsü'nün koleksiyonerlerden topladığı fotoğrafların yanı sıra kendi arkeolog ve akademisyenleri tarafından çekilmiş geniş bir fotoğraf arşivi var. Enstitünün Beyoğlu'ndaki Boğaz manzaralı tarihi taş binası, son 10 yılda ziyaretçi akınına uğramasının nedeni işte bu.

 

Alman Arkeoloji Enstitüsü, hem İstanbul'un hem de Türkiye'nin mimari mirasının görsel arşivine sahip. Enstitü müdürü ve Bergama kazı başkanı Prof.Dr. Felix Pirson, görsel arşivlerini fotoğraf stüdyolarının satışa sunulan koleksiyonlarını alarak genişlettiklerini söylüyor. Ellerindeki bütün fotoğrafları bir yıl içinde dijital ortama aktaracaklar.

 

Nakkaş Kaya Üçer de kalem işlerini restore ettiği Piyale Paşa Camii'nin eski haline dair görseli Alman Arkeoloji Enstitüsü'nden almış. Üçer, bu alanda çalışan herkesin yolunun mutlaka buraya düştüğünü söylüyor. Çünkü enstitü fotoğrafları tasnif etmiş. Konu başlıklarına ve coğrafi bölgeye göre istediğiniz fotoğrafa kısa sürede ulaşabiliyorsunuz. Halbuki, 19. yy Osmanlı coğrafyasının kültür ve tarih varlığını sergileyen fotoğrafların benzerleri, İstanbul Üniversitesi'nde bulunan ve II. Abdülhamit'in çektirdiği Yıldız Albümleri'nde var. Yıldız Albümleri'ni oluşturan film stüdyolarından biri de zaten Sebah&Joallier Fotoğrafhanesi (Artık Sabah Fotoğrafçılık olarak biliniyor).

 

Üniversitede ve Süleymaniye Kütüpha-nesi'nde bulunan fotoğraflar tasnif edilmediği için araştırmacılar hangi fotoğrafı nerede bulacağını bilmiyor. Üçer, İslam Eserleri Müzesi ve Süleymaniye Kütüphanesi depolarında yüzlerce belge ve cam dianın beklediğini söylüyor. Yıldız Albümleri'nin bir kısmının tasnif edilmiş kopyası IRCICA'da var ama onlar da Alman Arkeoloji Enstitüsü'nden daha çok ücret talep ediyor. Fotoğraf başına 150 dolar. Alman Arkeoloji Enstitüsü akademisyenlerden 5 Euro istiyor. Bu sebeple araştırmacılar daha çok Alman Arkeoloji Müzesi'ni tercih ediyor.

 


İbrahim Müteferrika'nın kurduğu Osmanlı'nın ilk matbaasında basılan kitapları araştırmacılar inceleyebiliyor.

 

Fotoğraf koleksiyonlarının Türkiye'nin ve İstanbul'un mimari mirasının arşivi olduğunu söyleyen enstitü müdürü Prof.Dr. Felix Pirson, kütüphanelerinin de Türkiye'nin en kapsamlı arkeoloji kütüphanesi olduğunu vurguluyor. Osmanlı'nın ilk matbaasında basılan 17 kitabın 14'ü koleksiyonları arasında. İbrahim Müteferrika'nın bastığı bu kitapların çoğu son örneklerden. Alman seyyahların kitapları, haritaları ve gravürleri de var.

 

Alman Arkeoloji Enstitüsü'nün İstanbul şubesi, 1929 yılında kurulmuş. İstanbul'a ve Anadolu'ya gelen arkeologların, oryantalistlerin ve tarihçilerin ofis olarak kullandığı enstitüde zamanla Osmanlı coğrafyasındaki kültürlerle ilgili çok sayıda kaynak birikmiş. Almanya'ya götürülmeyenler burada tutulmuş. Pirson, kütüphaneden ve fotoğraf arşivinden herkesin faydalanabileceğini söylüyor. Doktora yapanlar ve bilim adamları, isterseler burada gece de kalabiliyor. 5 adet misafir odaları var.

 


Piyale Paşa Camii eski hali (üstte) ve yeni hali (altta).

 

Kültür Tarihçisi Süleyman Faruk Göncüoğlu: Türkiye'nin bir kültür politikası olmadığı için kültürümüze dair herhangi bir eyleme geçilmedi. Ne zaman ki restorasyonlar başladı ve dokümana ihtiyaç duyuldu yapılan hata anlaşıldı. Çünkü Başbakanlık Osmanlı Arşivleri'nde sadece belge var. Fotoğraf ve efemera (gündelik yaşama ait ıvır zıvırlar; diploma, gazete, broşür, mektup, kartvizit, poster, kartpostal, davetiye...) yok. Kültür ve sanat tarihçileri, restorasyonlarda bu tarz belgelere de ihtiyaç duyuyor. Yabancıların Osmanlı kültür tarihini yorumlama gücü de böyle belgelere sahip olmalarından geliyor. Halbuki İstanbul'da böyle çok koleksiyon satılığa çıktı. Hepsini yabancı enstitüler aldı. Bizim tabeladan öteye gitmeyen vakıflarımız, enstitülerimiz ise böyle envanterlere sahip çıkmadı. Şimdi bakanlık, vakıflar ve bu kurumlar onların kapısını çalıyor.

 


Alman Arkeoloji Enstitüsü kütüphanesinde seyyahların Osmanlı coğrafyasına dair izlenimlerini yazdığı kitaplar var. Bu haritalar, resimler ve gravürler bugünlerde yapılan restorasyonlar için önemli kaynaklar.

 

Anadolu'ya önce Osmanlı'yı merak eden seyyahlar geldi. Toprak üstündeki yapıları, insanların hayatlarını gözlemleyen ve yazan bu Batılı seyyahlardan sonra arkeologlar toprak altındakileri görmeye geldi. Görmekle kalmadı bulduklarını yanlarında götürdü. Pirson, 19. yy'da arkeolojinin bir amacının da büyük müzelere malzeme temin etmek olduğunu hatırlatıyor. "Bunu sadece Batı Avrupa'da değil dünyanın her yerinde görüyoruz. Hatta İstanbul müzesinde de görüyoruz." diyen Pirson, konjonktürün artık değiştiğini, kazıların müzeye malzeme toplamak için değil bilim için yapıldığını söylüyor. Kazılarda bulunanlar o bölgede yapılan müzelerde sergileniyor. 130 yıldır devam eden Bergama kazısına da başkanlık eden Pirson, Bergama kazıları araştırılan Kızıl Avlu adlı kuleyi restore edip müze haline getirdiklerini vurguluyor. Alman Arkeoloji Enstitüsü, Bergama dışında Çorum Hattuşa, Urfa Göbeklitepe, Milet, Didim, Priene'de de arkeolojik kazılar yapıyor.

Zaman Pazar, Haber: Gülizar Baki, 17.04.2011

TARİHİ YARIMADADAKİ İSKELELER YENİ YÜZE KAVUŞACAK

 

 

Doğal ve tarihi güzellikleri bir arada barındıran İstanbul'daki iskelelerin kendisine yakışır güzellikte olması için harekete geçildi.

 

Tarihi Yarımada'daki Eminönü, Karaköy ve Perşembe Pazarı motor iskeleleri yıkılarak modern şekilde inşa edilecek. İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi'nin konuyla ilgili ele aldığı raporda, Eminönü'ndeki turizm iskelesi ile Üsküdar ve Kadıköy'deki motor iskelelerinin de daha sonra aynı şekilde yıkılıp yapılacağı belirtildi. İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi, nisan ayı toplantılarının son birleşimi Saraçhane Belediye Sarayı'ndaki Meclis Salonu'nda yapıldı. Tarihi Yarımada'daki Eminönü, Karaköy ve Perşembe Pazarı motor iskeleleri yıkılarak yeniden inşa edilmesi oybirliğiyle kabul edildi. Yeni inşa edilecek modern motor iskelelerinde yolcu peronu, iskeleye ait teknik hizmet birimleri, depo vb. kullanımlar için bölümler yer alacak. İskelenin eni 7 metreyi, boyu 42 metreyi, yüksekliği ise 4 metreyi aşmayacak. İnşaat aşamasında ve işletme dönemlerinde çevresel değerlerin korunması açısından hava kalitesinin korunmasına dikkat edilecekken, su ve katı atık kirliliği yapılmayacak. Seyir emniyeti, can-mal güvenliği açısından her türlü tedbirlerin alınacağı iskelelerin inşası sırasında deprem riskine karşı yer ve bina etütleri de yapılacak. Yönetmelikler çerçevesinde gürültü kontrolü sağlanacak ve iskeleler İstanbul'a yakışır estetik güzellikte inşa edilecek.

Zaman, Haber: Sevgi Korkut, 17.04.2011

DÜNYANIN EN BÜYÜK MOZAİK MÜZESİ ZİYARETE AÇILDI

 

Dünyanın en büyük mozaik müzesi konumunda olan Gaziantep Mozaik Müzesi yeni yerinde vatandaşların hizmetine açıldı. Resmi açılışını Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yapması beklenen müzenin bu yıl sonuna kadar yarım milyon insanın ziyaret etmesi bekleniyor.

 

Sadece kentin değil, ülkenin de turizm hizmetine sunulacak olan müzede çalışmaların son aşamaya geldi. 800 metrekaresi Zeugma antik kentinden çıkarılan toplam 2 bin 350 metrekarelik mozaik teşhir edebilecek müzeyi, bu yıl 500 bin kişinin gezmesini bekleniyor. Dünyanın incisi konumunda olan Zeugma antik kenti ve mozaiklerin Gaziantep’in tanıtımına en büyük katkıyı yapması bekleniyor. Turizm Haftası kutlama etkinlikleri kapsamında Zeugma Müzesi’nde bir tören gerçekleştirildi. Vali Süleyman Kamçı, dünyanın en büyük müzesi olarak tarihe geçecek olan Mozaik Müzesi’nin çok şeyi değiştireceğini söyledi.

 

2008 yılında temeli atılan ve bugün itibariyle içerisinde konferans salonu ve müze kısmıyla 30 bin metrekare kapalı alana sahip Mozaik Müzesi, çalışmaların tamamlanmasından sonra dünyanın en büyük Mozaik Müzesi olarak Gaziantep ve Türk turizminin hizmetine sunulacak.

 

Gaziantep’in, tarihi ve kültürel zenginliği, yöresel değerleri ve dünyaca meşhur mutfağı ile bir çekim merkezi olduğunu ifade eden Gaziantep Valisi Süleyman Kamçı, “Bu kadar geniş bir turizm potansiyeline sahip olan Gaziantep’in, tüm imkanların kullanılarak, kendisine has bölgesel bir cazibe merkezi olmasını sağlayacak, stratejiler geliştirilmesi gerekmektedir. Bu yolda ilimizin adıyla özdeşleşen, dünyanın incisi Zeugma antik kenti ve mozaikleri, kentimizin tanıtımına en büyük katkıyı yapacaktır. İlimizin kültür turizmine açılmasında çok önemli adımlar atılmıştır. Çok değerli restorasyon çalışmaları gerçekleşmiş, nitelikli bir çok tesis ve otel hizmete sunulmuştur.” şeklinde konuştu.

 

Gaziantep İl Kültür ve Turizm Müdürü Salih Efiloğlu, yapımına Mayıs 2008 yılında başlanan Zeugma Müze Kompleksi’nin tamamlandığını ifade ederek, “Müze 3 katlı ve 36 bin metre karelik bir alana ve 30 bin metrekarelik kapalı alana sahip. Yeni müze binamızda, başta Zeugma mozaikleri olmak üzere diğer tarihi ve kültürel değerlerimiz için geniş ve modern teşhir alanları var. Işıklandırma ve güvenlik açısından dünya standartlarına uygun bir müze ortamı yapıldı. Müzemizin korunması için 120 kamera yerleştirildi, çevre düzenlemesi da tamamlandı. Müzemizde, arşiv deposu, kütüphane, hatıra eşya satış reyonları, kongre, seminer ve toplantı salonları yer alıyor. Müze binası için 42 milyon TL’lik bir harcama yapıldı.” diye konuştu.

 

Zeugma antik kentinden çıkartılan mozaiklerin, Gaziantep’in yanı sıra Türk ve dünya turizmi açısından da çok önemli bir yere sahip olduğuna işaret eden Efiloğlu, Zeugma antik kenti’nde kurtarma kazılarının devam ettiğini, bu kazılar sırasında çıkartılarak müzeye kazandırılmış mozaiklerin toplam alanın 2 bin 400 metrekare olduğunu belirtti. Efiloğlu, “Bunların da bin 257 metre karelik bölümünün restorasyonu tamamlandı ve teşhir edilebilecek aşamada. Yeni müze binamıza taşınma işlemini tamamladıktan sonra Zeugma mozaiklerinin restorasyon çalışmalarına hız verdik.” şeklinde konuştu.

 

Efiloğlu, uzman ekiplerin halen müzede bulunan tüm mozaiklerin restorasyonunu yaparak, yerli ve yabancı turistler için teşhire hazır hale getirmeye çalıştıklarını ifade etti. Efiloğlu, “Zeugma antik kentindeki kurtarma kazılarında şu ana kadar, mozaiklerin sadece yüzde 20′lik bir kısmı çıkartılabildi. Çıkartılacak olan yeni mozaiklerle birlikte sahip olduğumuz mozaik miktarı daha da artmış olacak.” dedi

Zaman, 16.04.2011

TARİHİ BEHRAMPAŞA HANI'NA İLK KAZMA VURULDU

 

 

Sivas’ta butik otel yapılmak üzere restorasyona alınmasına karar verilen tarihi Behrampaşa Hanı’nda restorasyon ve restütasyon projesinin hazırlanmasına yönelik ön çalışma başladı. Bu kapsamda hanın temellerinin bulunmasına yönelik kazı çalışması, arkeolojik kazı, sondaj, orijinal duvarların ortaya çıkarılması (raspa), esere sonradan ilave edilen duvarların yıkılması çalışmaları yapılıyor.

 

Geçtiğimiz yıllarda kullanılma amacı ile çokça tartışılan, hatta birkaç defa müstecirle mahkemeye yansıyan 438 yıllık tarihi Behrampaşa Hanı butik otel olacak. Bu amaçla geçtiğimiz aylarda Sivas Belediyesi ile Vakıflar Bölge Müdürlüğü arasında protokol imzalanmıştı. Tarihi Han’ın amacına uygun olarak kullanılması için restorasyon ve restütasyondan geçirilmesi gerekiyor. Tarihi hana uygulanacak restorasyon ve restütasyon proje hazırlık çalışmaları ise devam ediyor. Bu kapsamda projelerin hazırlanmasına yönelik ön çalışma yapılması için tarihi hana ilk kazma vuruldu. Ön çalışma kapsamında hanın temellerinin bulunmasına yönelik kazı çalışması, arkeolojik kazı, sondaj, orijinal duvarların ortaya çıkarılması (raspa), esere sonradan ilave edilen duvarların yıkılması çalışmaları yapılıyor. Handa yürütülen çalışmaların yaklaşık bir ay sürmesi bekleniyor. Bu çalışmadan çıkacak sonuca göre restorasyon, restütasyon ve temel güçlendirme projeleri hazırlanacak. Bu projelerin uygulanmasının ardından Tarihi Behrempaşa Hanı butik otel olarak turizme kazandırılacak.

 

1573 yılında Sağır Behrampaşa tarafından yaptırılan Behrampaşa Hanı, Kepçeli mevkiinde tarihi Kurşunlu Hamamı ile yan yana bulunuyor. Hanın, ortası açık bir avlunun çevresinde sıralanmış 52 odası var. Kesme taş malzemeli ve iki katlı olarak inşa edilmiş. İçerisinde bir de ahır kısmı bulunan han, güney yönünde dışa taşıntılı, sivri kemerli bir girişi ve bu girişin üzerinde üç dilimli kemere ve iki pencereye sahip. Pencerelerinin sağ ve solunda aslan motifi bulunan han, halk arasında ‘Taşhan’ olarak anılıyor.

Zaman, 16.04.2011

255 YILLIK ÇEŞME ONARILACAK

 

 

Darende'nin kerpiç mimarisi ile ünlü Balaban beldesinde yaptırılan sokak sağlıklaştırılması çalışmaları kapsamında Osman Kadıoğlu Konağı'nın altındaki 255 yıllık tarihi çeşme de gün yüzüne çıkarılıyor.

Vali Ulvi Saran'ın talimatları ile İl Özel İdaresi Genel Sekreterliği'nce sağlanan kaynakla KUDEB tarafından Balaban Kasabası'nda sürdürülen sokak sağlıklaştırması kapsamında Darendeli Abdurrahman Paşa tarafından hicri 1177 yılında yaptırılan çeşmede yapılan teknik çalışmaların ardından, eserin taşları ve kitabesi gün yüzüne çıktı.

ÇEKÜL Malatya Bölge Koordinatörü Bekir Sözen, tarihi çeşmenin gün yüzüne çıkmasında emeği geçen herkese teşekkür etti.

Malatya Haber, 16.04.2011

900 YAŞINDA ROMALI

 

Kayseri polisi, tarihi eser satacaklarını öğrendiği A.D. ve S.D.’yle müşteri gibi bağlantı kurdu.

Melikgazi İlçesi’ndeki eve giden ekipler, Roma dönemine ait 112 santimetre boy ve 43 santimetre enindeki kadın heykeline el koydu.

 

900 yıllık heykelin, sağ eli bilek kısmından kırık olan sağ ve sol omuzuna yakın yerlerde yılan figürleri bulunuyor. S.D. ile A.D. tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Hürriyet, 16.04.2011

SUR RESTORASYONUNDA 2. ETAP

 

 

Battalgazi İlçesi'ndeki tarihi kale surlarının restorasyonuyla ilgili 2. etap çalışmalarına başlandı.

Surların onarımına ilişkin olarak ilçe belediyesinden yayınlanan basın bülteni şöyle:

"2 bin 850 metre uzunluğundaki tarihi kale surlarının restorasyonun 2.etap çalışmalarına başlandı.

İlçemizde bulunan 2 bin 850 metre uzunluğundaki tarihi kale surlarının restorasyon çalışmalarına yeniden başlandı.

Restorasyon çalışmalarına 2010 yılında başlanmıştı, kış mevsimi dolayısıyla verilen aranın ardından, havaların ısınmasıyla birlikte 2. Etap çalışmalarına başlandı.

Çalışmaların, 71 burcu ve 11 kapısı bulunan surların batı kısmındaki Sıptırız girişinden başladığını ifade eden Başkan Gürkan;"Kale surlarının restorasyonunu İl özel idaresi, emlak paylarından ödenek aktarmak suretiyle başlatan ve her gün takibini yapan Sayın Valimiz; Doç.Dr. Mehmet Ulvi Saran’a şükranlarımı sunuyorum" dedi.

Onarım yapılan surları yerinde inceleyen başkan Gürkan, çalışmaların hızlı bir şekilde devam ettiğini, aslına uygun projelendirildiğini, bittiği takdirde muhteşem görünüşü, tarihi özelliğinin ortaya çıkacağını, İlçenin çehresinin değişeceğini, güzelleşeceğini, çevre düzenlemeleriyle bütünleşeceğini, Battalgazi’nin eski asaletli dönemlerine geri döneceğini, turizm açısından da büyük bir gelişme sağlanacağını söyledi."

Malatya Haber, 15.04.2011

BURDUR'DA 'SAGALASSOS, TOROSLARIN SAKLI KENTİ' KONFERANSI


Belçika'nın Ankara Büyükelçisi Pol de Witte, Burdur'un Ağlasun İlçesi'nde 22 yıldır devam eden Sagalassos antik kenti kazılarını desteklediklerini belirterek, "desteklerimizin karşılığını da gördük" dedi.

Burdur Müzesi'nde "Sagalassos, Toroslar'ın Saklı Kenti" konulu konferansa katılan Büyükelçi de Witte, Sagalassos'taki kazı çalışmalarının uzun süredir devam ettiğini söyledi.

Kazılarda ortaya çıkan eserlerin oldukça değerli olduğuna dikkati çeken de Witte, "22 yıldır yapılan bu çalışmaları destekliyoruz, desteklerimizin karşılığını gördük" diye konuştu.

Kazı çalışmalarını yürüten Prof. Marc Wealkens, antik kentte bulunan eserlerin Avrupa'daki müzelerde sergilendiğini belirtti.

Kültür ve Turizm İl Müdürü Mehmet Tanır da Sagalasos'ta yapılan kazılar sonrası ortaya çıkan buluntuların, dünyanın dikkatini çektiğini vurguladı.

Kazılarda gün ışığına çıkarılan eserlerin müzede sergilendiğini anlatan Tanır, Burdur'un zengin tarihi, gölleri, barajları, yaylaları, antik şehirleri, Teke yöresi kültürüyle turizmin yeni cazibe merkezi olduğunu ifade etti.

haberler.com, 13.04.2011



10 - 16 Nisan 2011

CUMALIKIZIK'A BEBKA DESTEĞİ

 

 

Yıldırım Belediyesi, Bursa Eskişehir Bilecik Kalkınma Ajansı'nın (BEBKA) 2010 yılı mali destek programı fonundan destek almaya hak kazandı.

 

Daha önce de AB hibe fonundan destek alan Yıldırım Belediyesi bu kez Cumalıkızık’ın tarihi ve kültürel değerlerinin markalaştırılması amacıyla yeni projeyi hayata geçirmeye hazırlanıyor.

UNESCO dünya mirası listesine aday gösterilen Cumalıkızık’ın dünyada tanınmasına katkıda bulunmayı hedefleyen Yıldırım Belediyesi, proje hedefleri arasına yöre halkının turizm gelirlerinde artış sağlamak, Cumalıkızık'ın korunması ve gelecek nesillere taşınması ile yörede yaşayan halka eğitim verilmesi gibi maddeleri aldı.
 

Bu amaçla Yıldırım Belediyesi proje bütçe tutarı olarak belirlediği 218 bin 458 liranın 163 bin 844 liralık kısmını Bursa Eskişehir Bilecik Kalkınma Ajansı’ndan (BEBKA) alacak.

297 adet proje içinden kar amacı gütmeyen kuruluşlara ait proje başvurularından 24 adedi uygun bulan BEBKA, Yıldırım Belediyesi’nin projesini 1. destek vereceği kuruluş olarak seçti.

Yıldırım Belediye Başkanı Özgen Keskin, BEBKA uzmanı Resul Kaan Onaç ve Yıldırım Belediyesi AB Hibe Projeleri Koordinatörü Ersan Turan’ın da katıldığı bir tören ile BEBKA’nın Buttim İş Merkezi’ndeki yerinde protokol imzalanarak, Cumalıkızık için hazırlanan projenin ilk ayağı atılmış oldu.

BEBKA Uzmanı Resul Kaan Onaç, projenin hayırlı olması temennisinde bulundu. Keskin, daha önce de AB hibe fonundan aldıkları destek ve BEBKA’dan almaya hak kazandıkları para ile toplam 1 milyon liralık hibeyi Yıldırım Belediyesi’ne kazandırdıklarına dikkat çekti.

Keskin, “Belediye bütçesinden para çıkmadan çok güzel hizmetleri Yıldırımlılara kazandırmış olduk. Daha önce de AB fonundan yararlanarak onlarca kursiyere meslek edindirdik.Şimdi de BEBKA’dan alacağımız hibe ile Cumalıkızık’ı tanıtmak, marka yapmak için yeni bir projeye başlayacağız. Bu çalışmanın detaylarını önümüzdeki günlerde Cumalıkızık’da yapacağımız bir basın toplantısı ile anlatacağız” diye konuştu.

Bursa Olay, 15.04.2011

TABYALARIN GELİŞİM PLAN İHALE EDİLDİ

 

Nene Hatun Tarihi Milli Parkı olarak ilan edilen Aziziye ve Mecidiye Tabyaları, proje sonrası adeta canlı bir tarih müzesi olacak Çevre ve Orman Bakanlığı, Aziziye ve Mecidiye Tabyaları’nı kapsayan Nene Hatun Tarihi Milli Parkı için yapılacak gelişim planını ihale etti. Tabyalardaki planlamanın devam ettiğini belirten Çevre ve Orman Müdürü Muammer Toraman, her ayrıntının büyük bir özenle incelendiğini söyledi. Tabyaların en iyi şekilde değerlendirileceğini kaydeden Toraman, “Aziziye ve Mecidiye Tabyaları’nda alana girilen yerden gezilebilecek bütün alanlara kadar her türlü ayrıntı hesaplanıyor. Çalışmalar bittiğinde çarpışmalar yaşandığı yerde simülasyonla canlandırılacak, tarihi ve yabancı dil bilen alan kılavuzları ziyaretçilere eşlik edecek böylece ziyaretçiler Erzurumlular’ın tarih yazdığı o günlere gidecek. Seyir teraslarıyla şehir izlenebilecek” dedi.

Anayurt Gazetesi, Haber: M. Nuri Şahin, 15.04.2011

FABRİKA DEPOSUNDAKİ MİLYARLIK KOLEKSİYON

 

 

Türkiye’nin en önemli aynı zamanda gizemli koleksiyonlarından ‘Salih Tatlıcı Koleksiyonu’, tarumar olmak üzere. 2009’da ölen ünlü işadamı Salih Tatlıcı’nın 3 milyar dolarlık serveti, aile arasında dava konusu. Sarıyer 1. Sulh Hukuk Mahkemesi’ndeki dava sürerken olan paha biçilmez koleksiyona oluyor. Aile bireyleri arasında çoğu nadir 1000’e yakın ferman, hat levha, resim ve ahşap eserden oluşan koleksiyonla ilgili gizli savaş yaşanıyor. Aileden ne Salih Tatlıcı’nın ne de çocuklarının ‘koleksiyonerlik’ belgesi var. Salih Tatlıcı, bu nadide koleksiyonu yaparken devlete bilgi vermemiş.

Süleyman Seyyit, Hüseyin Zekai Paşa, Neşet Günal, İbrahim Çallı, Avni Lifij, Hoca Ali Rıza, Ayvazovski, Sami Yetik, Hamit Görele, Fikret Mualla, Cihat Burak, Nurullah Berk gibi ressamların eserlerinin yer aldığı koleksiyonda ayrıca Osmanlı padişahı III. Selim’e ait 27 adet ferman, III. Mustafa ve I. Abdülhamit tuğralı fermanlar bulunuyor.

Fabrikadaki mini müze
Tatlıcı’nın 2. eşi Nurten Marika Tatlıcı’dan olan oğlu Uğur Tatlıcı’nın koleksiyonu diğer mirasçılardan kaçırdığı iddia ediliyor. Eserlerin yurtdışına kaçırıldığı ihbarı üzerine Aralık 2009’da harekete geçen Gümrükler Kaçakçılık ve İstihbarat ekipleri, tabloların 300’e yakınını Uğur Tatlıcı’ya ait Kağıthane’deki pil şirketinde bulmuştu. Gelişigüzel istiflenen tablolarla ilgili müze bilirkişi raporu hazırlamıştı. Uzman raporunda birçok eserin 2863 sayılı yasa kapsamında korunması gereken kültür varlığı olduğu ortaya çıktı.

Eserlerin bir kısmı yedi emin olarak Topkapı Sarayı Müzesi’ne kaldırıldı. Nurten Marika Tatlıcı ile Uğur Tatlıcı’nın bu iddialarla ilgili davası ise Şişli Asliye Mahkemesi’nde devam ediyor.

1000 eser daha var
Ailenin diğer mirasçıları 1000 eser daha olduğunu belirterek Uğur Tatlıcı’ya ait Yeniköy ve Beykoz’daki villalar ile Beşiktaş’taki şantiyenin basılmasını istedi. Bu adreslerde koleksiyonun eksik eserleri çıktı. Ancak iddiaya göre koleksiyonda Kanuni Sultan Süleyman’ın bir fermanı ile Osman Hamdi’nin ‘Kaplumbağa Terbiyecisi’ tablosunun bir versiyonu kayıptı.

Herkes 3 milyar dolarlık servetin peşindeyken konu sanat tarihçilerini endişelendiriyor. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi öğretim üyeleri Prof.Dr. Semra Germaner, Doç.Dr. Leyla Ersin Emekçiler ve Haliç Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nden Yard. Doç.Dr. Savaş Çevik, verdikleri raporda “Çok sayıda eser 2 yıldan fazla bir süredir tozlu ve kimyasal malzeme dolu fabrikanın deposunda, bir evin içinde havuzun yanında ve hiçbir koruma önlemi alınmadan istiflenmiş. Bu koleksiyon ‘Ulusal Kültür Mirası’ sayılmalıdır” dedi. Uğur Tatlıcı ise “Babam yollamıştır” dediği eserlerin varlığından fabrikaya polis baskınıyla haberi olduğunu belirtti.

Radikal (kısaltarak), Haber: Abullah Kılıç, 15.04.2011

BATTAL GAZİ'NİN EVİNDE KAZI

 

8. yüzyılda yaşadığı belirtilen Battal Gazi'nin doğduğu evde kazı çalışması yapılması kararının alındığı bildirildi.


Malatya Valiliği'nden yapılan yazılı açıklamaya göre, Battalgazi İlçesi'ndeki, Selçuklu dönemine ait olan ve ''Battal Gazi Evi'' olarak tescil edilmiş tarihi yapının rölöve, restitüsyon ve restorasyon projelerine esas teşkil edecek ''temizlik kazısı'' çalışmalarına başlanacak.
 

Malatya Koruma Uygulama ve Denetim Bürosu (KUDEB) Başkanı Levent İskenderoğlu koordinatörlüğünde yürütülecek kazı çalışmaları, Fırat Üniversitesi Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Bölümü Başkanı Doç.Dr. İsmail Aytaç'ın kazı başkanlığında, Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi Anabilim Dalı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Fuat Şancı ve uzman tarihçi Bayram Güngör'ün katılımıyla gerçekleştirilecek.
 

Açıklamada şu bilgi verildi:
''Halihazırda büyük bölümü toprak altında bulunan yapı, üç Selçuklu kümbetinden oluşmaktadır. Malatya KUDEB'de görevli arkeolog ve sanat tarihçilerinden oluşan bir ekibin iştirakiyle sürdürülecek kazı çalışmalarının sonucunda, halk arasında Battal Gazi'nin ocağı olarak bilinen yapının ortaya çıkarılması ile ilimiz tarihine ilişkin eşsiz bilgiler elde edilebileceği beklenmektedir. Yapılacak kazı bu yönüyle önem arz etmektedir. Battal Gazi Evi'nin ilimiz turizmine kazandırılmasının ilk adımı olan temizlik kazısı, ilimizin tarihi doku zenginliğiyle önemli bir kültürel potansiyele sahip Battalgazi İlçemizin bu kimliğinin pekişmesine katkı sağlayacaktır. İki ayda bitirilmesi hedeflenen kazı çalışmalarına paralel olarak, yapının çevre temizliği ve bilgi tabelaları konulmasının ardından restorasyon çalışmalarına başlanacaktır.''
 

Açıklamada, kazı çalışmalarının 15 Nisan'da başlayacağı, bu çalışmaların Malatya'nın tarih, kültürel ve turistik potansiyelinin ortaya çıkarılmasında önemli bir halkayı oluşturacağı kaydedildi.
 

Valiliğin tescil çalışmaları kapsamında, ''Battal Gazi Evi'' adıyla tescili yapılan bina yıkıntı halinde korunmaktadır. 8. yüzyılda Malatya'da doğduğu belirtilen Battal Gazi'nin yaşadığı ev olarak bilinmektedir. Uzun yıllar halka yemek dağıtılan hayrat yeri olarak kullanılmıştır. Evliya Çelebi'nin Seyahatname'sinde bu yapıdan bahsettiği aktarılır.

Malatya Aktüel, 14.04.2011

"KAPALIÇARŞI'YI KİM KURTARACAK?"

 

 

ABD’nin prestijli gazetelerinden New York Times, Kapalı Çarşı’yı ziyaret ederek tarihi çarşının acil çözüm bekleyen sorunlarını anlattı.

 

Susanne Güsten’in kaleme aldığı “İstanbul’un Tarihi Çarşısını Kurtarmak için Entropi ile Savaşmak” başlıklı yazıda Kapalı Çarşı’yı kimin onaracağı tartışmalarının sürdüğünü belirtti.

Güsten, Kapalı Çarşı’da kısa sürede çalışmalar başlatılmazsa ‘çürüyerek yıkılacağı’nı söyledi.
Yazıda, binlerce insanın ziyaret ettiği, 25 bin kişinin geçimini sağladığı 550 yıllık Kapalı Çarşı’nın kendi posta ofisi, camisi, polisi ve itfaiye istasyonu ile bir şehri andırdığı anlatıldı.Yazıda, “Bakım ve onarıma gelindiğinde ise bu şehir içindeki şehirde kimse yetkili değil” denildi. Güsten, Fatih Belediye Başkanı’nın onarımı esnafın yapması gerektiğini söylediğini aktardı.


Bu ay İstanbul’da yeniden yağmur yağmaya başladığını belirten Güsten, Kapalı Çarşı esnafı ile yaptığı görüşmeleri aktardığı yazısında şu ifadeleri kullandı:
“Zarif kubbeleri destekleyen küflü ve çürümekte olan kolonları işaret eden halı satıcısı Osman Varlı, ‘çok endişeleniyorum’ diyor. Yağmur yağdığında çatıdan akan sular bir nehir gibi kolonlardan süzülüyor. Kolonların fazla dayanmayacağını söyleyen Varlı, ‘tırnağınla duvarı çizsen dökülüyor’ diyerek gösteriyor.”


Akan tavanın en acil problem olduğunu söyleyen Güsten, “Ancak, birçok sorun daha var” diye eklemeyi ihmal etmiyor. Yazıda, 500 watt’lık elektrik sağlanabilen ancak 5 bin watt enerji ihtiyacı olan Kapalı Çarşı’da dükkan sahiplerinin dışarıdan kablo çekmesi sonucu duvarların “kablolardan oluşan sarmaşıklarla kaplandığı” yorumu da yer aldı.

 

 

Kapalı Çarşı’yı anlatan NYT yazarı, “Onarıma gelindiğinde bu şehir içindeki şehirde kimse yetkili değil. Yağmurda çatıdan akan sular bir nehir gibi kolonlardan süzülüyor” diye yazdı.

Mlliyet, 14.04.2011

ULUCAMİ'NİN VAV'LARI

 

Bursa'ya ne zaman yolum düşse ayaklarım beni Ulucami'ye sürükler. Bu camide arınıp durulur, bütün duvarları ve sütunları bir harfler, semboller, şifreler dünyasına dönüştüren celi sülüs, talik ve divani yazıların her birini okuyup anlamaya çalışırken zamanı unuturum.

Bilmem hiç dikkatinizi çekti mi? Ulucami, eski Bursa kartpostallarının hemen hepsinde manzaraya bütünüyle hakim görünür. Şehir, onun ihtişamını görünür kılmak, daha doğrusu onun temsil ettiği değerlere saygısını ifade etmek için sürekli rüku ve sücud halinde gibidir. Göz kamaştırıcı bir yeşilliğin tabii bir uzantısı gibi şekillenen munis ahşap dokunun ortasında bir ışık kütlesi haline beliren; saltanatını ezip sindirerek değil, davet edip kucaklayarak süren bir ihtişam...

Bursa'nın fethi, bana sorarsanız, Ulucami'nin inşasıyla tamamlanmıştır. Sarayının pencerelerinden yahut Bursa kalesinin burçlarından adını kıyamete kadar yaşatacak caminin yavaş yavaş şekillenişini seyreden Yıldırım Bayezid'in büyük hayaliyle bu caminin cesameti arasında doğrudan bir ilişkinin bulunduğuna inanıyorum. Moğol istilasının ardından paramparça olan Anadolu'nun, yirmi kubbenin bir araya gelerek üzerini örttüğü mekan gibi yeniden birleşip bütünleştiği büyük bir ülke hayali...

Ulucami'nin, İslam'ı Anadolu'dan sürüp çıkarmaya niyetlenmiş müttefik bir Haçlı ordusuna karşı Niğbolu'da kazanılan büyük zaferin ganimetleriyle inşa edilmiş olması ona ayrı bir anlam kazandırır. Rivayet odur ki, zafer kazanıldığı takdirde Allah rızası ve halkın hoşnutluğu için yirmi cami yaptırma sözü veren Yıldırım, elde edilen ganimetin bu kadar camiye yetmeyeceği anlaşılınca damadı Emir Sultan'ın tavsiyesiyle yirmi kubbeli bir cami yapılmasına karar verir.

Emir Sultan dedim; başta onun gördüğü rüya olmak üzere, Ulucami'nin inşasıyla ilgili birçok efsanenin bulunduğunu biliyorum. Bazan efsaneler, bir devrin zihniyet dünyasına ayna tuttuğu için hakikati arşiv belgelerinden bile daha doğru yansıtır; ama saf tarihin efsanelerden daha heyecan verici olduğu zamanlar da vardır. Osmanlı Devleti'nin kuruluş yılları ve Bursa'nın bir "payitaht" olarak şekillenişi, bütün efsaneler hafızalardan ve kayıtlardan silinse bile güzelliğinden hiçbir şey kaybetmez; çünkü gerçeğin kendisi efsanelerden daha güzeldir.

Zamanda yolculuk mümkün olsa ve bana "Haydi Abbas, zamanda nereye istiyorsan, seni oraya götürelim!" deseler, herhalde Ulucami'nin taş taş yükselmekte olduğu günlere gitmek, bu caminin ilk halini görmek isterdim.

Ulucami talihsiz bir camidir; ibadete açıldıktan iki yıl sonra Yıldırım Bayezid'i büyük bir yenilgiye uğratan Timur, Bursa'yı da işgal etmiş, askerleri burada kaldıkları sürece Ulucami'yi ot ambarı olarak kullandıkları yetmiyormuş gibi ayrılırken ateşe vermişlerdi. Osmanlılara büyük öfke duyan Karamanlıların da yaktıkları Ulucami, bilindiği gibi, duvarlarındaki yanık izlerini ve is tabakasını yok etmek için bütünüyle sıvanmıştı. Eski kartpostallar, Ulucami'nin sıvalı halini gösterir.

Bursa'nın ve Ulucami'nin yaşadığı en büyük felaket 1855 depremidir. Ahmet Cevdet Paşa'nın Tezakir'de ayrıntılı bir şekilde tasvir ettiği, Keçecizade Fuad Paşa'nın tabiriyle "Osmanlı tarihinin dibacesi"ni zayi eden bu depremde, Ulucami'nin de mihrap ve minberin üzerini örten iki kubbesi hariç, bütün kubbeleri çökmüştü. Sultan Abdülmecid'in tamir ettirdiği bu muhteşem mabedin yazılarını "tashih ve tezyin" etmeleri için de iki büyük hattat, Mehmed Şefik Bey ve Abdülfettah Efendi, Bursa'ya gönderilmişlerdir. Bu bilgi, kalın sütunları tüy gibi hafifletip mekana iç rahatlatıcı bir sıcaklık veren yazıların depremden önce de var olduğunu gösterir.

Yazının başında da ifade ettiğim gibi, Ulucami'nin duvar ve sütunlarını bezeyen büyüleyici yazılar, bir semboller ve şifreler ummanıdır. Mesela meçhul hattatın, güney duvarını bezeyen o naif Kabe resminin altındaki yeşil renkli celi sülüs vav harfiyle ne söylemek istediğini hep merak etmişimdir. Allah'ın birliğini ifade eden vahdaniyet kelimesinin ilk harfi olduğu için Tevhid'e mi işaret etmek istiyordu? Belki de mesajını bu harfin ebced hesabındaki sayısal karşılığı olan 6'ya gizlemişti. Mehmed Şefik Bey'in tashih ettiği yazılardan biri olan müsenna çifte vav'ın kuyruklarının kesiştiği noktadaki boşlukta da "İtteku vavat" (Vav'lardan sakınınız) hadisi yazılıdır. Buyurunuz, yorumlayınız!

Zaman (kısaltarak), Yazı: Beşir Ayvazoğlu, 14.04.2011

DİNLERİ BULUŞTURAN 'BERGAMA'

 

 

Üç bin yıllık tarihi geçmişi ile Bergama İlçesi, Müslümanlık, Hıristiyanlık ve Yahudilik'e ait önemli merkezleri bir arada bulunduruyor.

İnanç Turizmi Gerek ilkçağ medeniyetlerinin Anadolu'da gelişmesi, gerekse Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde havarilerin, Orta Çağ'da ise Museviler'in bulundukları ülkelerde karşılaştıkları ağır baskı ve yok etme politikaları sonucu Anadolu topraklarına sığınmış olmaları ve hoşgörü ile karşılanmaları, Türkler'in kendi dini olan İslamiyet'e ait eserlerin yanı sıra, çok sayıda kilise, sinagog ve diğer mabetlerle dini eğitim veren okul ve vakıfların Anadolu'da yer almasına neden olmuştur. Türkler'in İslami anlayışı paralelinde derin saygı ve hoşgörü ortamında günümüze kadar ulaşan bu eserler, Türkiye'yi diğer ülkelerden daha avantajlı duruma getirmektedir. Anadolu'da, inanç turizmi kapsamında; Müslümanlık, Hıristiyanlık ve Yahudilik'e ait önemli ziyaret merkezleri bulunmaktadır. Üç bin yıllık tarihi geçmişi ile Bergama İlçesi de bu ziyaret merkezleri içerisinde yer almaktadır.

Kızıl Avlu
Hıristiyanlık döneminde bir piskoposluk merkezi olan Bergama, İncil'de sözü edilen yedi kiliseden biri olan Kızıl Avlu diye adlandırılan Mısır Tanrısı Serapis'e adanan tapınağa sahiptir. Kızıl Avlu, Hıristiyanlığın yasak olduğu dönemlerde, Hıristiyanların toplanıp gizlice ibadet ettikleri ve İncil'in St John'un kaleme aldığı Revelation bölümünde sözü edilen 7 kiliseden kesin olarak yeri bilinen tek kilisedir.

Bergamalılar tarafından "Kızıl Avlu" diye adlandırılır. Kızıl Avlu diye adlandırılmasının sebebi; dışarıdan bakıldığında tamamen kırmızı tuğla ile kaplı olmasıdır. Binayı kaplayan mermerlerden birkaçı bugün bile görülmektedir.

Bazilika, Mısır Tanrısı "Serapis" (Serapien) adına yapılmıştır. "Ne yerde ne gökte" anlamına gelir. Çünkü bazilika; altından akan Selinus çayını örten iki tünel üzerine inşa edilmiştir. Hıristiyan inancına göre ise, Bergama Kilisesi "Evlenme, Birleşme" ya da "Pişmanlık" anlamına gelir. Roma Dönemi'nde bazilikada din ve devlet işleri birlikte yürütüldüğünden dolayı "Birleşme" anlamı da verilmiştir. "Pişmanlık" anlamı ise daha önce Bergama'da bulunan ve "Şeytanın Tahtı" denen Zeus Sunağı'ndan (Altar) kaynaklanmaktadır.

Bergama Kilisesi Hz. İsa'dan sonra 313-500 yılları arasında etkin rol oynamıştır. Bergama Kilisesi'nin Piskoposu, Aziz Lukas idi. Aziz Lukas, Bergama'da inek heykeli içinde yakılmıştır. Bizans döneminde iki bölümü nefi ve apsisi ile kiliseye döndürülen Seramis Tapınağı'nda bugün kulelerden biri cami olarak kullanılıyor.

Havra ve Sinegog
Bergama'da Yahudiler'e ait 1862 yılında yapılmış sinagog bulunmaktadır. En eski sinagog olan havra Kızılavlu'ya bakan bodrum üzerindeki kemerli kapısı kalmıştır. Sabah, öğle ve akşam olmak üzere günde 3 defa havraya gidilip ibadet yapılırdı. İbadetlerini ayakta gerçekleştirirlerdi. Havrada ibadet edenler evlerindeki gibi rahat davranırlardı. İbadetlerinde yalnız Tevrat okunur, ilahi söylenirdi.

Bergama, Bizans döneminde Ephesos Başpiskoposluğu'na bağlı olup Monofizitler mezhebinin etkinliği içindeydi. Medeniyetlerin beşiği Bergama, Karasi Beyliği'nin egemenliği altına girerek İslam dünyasıyla tanıştı. Bergama'da İslamiyet'e ait eserler Osmanlı Devleti'nin egemenliği ile görülmeye başlanmıştır.

Şadırvan Camii'nin yanında bulunan Arap Camii diye bilinen camiinin günümüze sadece minaresi kalmıştır. Beylikler döneminde yapıldığı için Selçuklu Minaresi adı kalmıştır. Selçuklu eseri olmasına rağmen Selçuklu mimarisi özelliklerini taşıdığı için Selçuklu Minaresi adını almıştır.

Ulu Cami
Yıldırım Beyazıt zamanında yaptırılan tek minareli camilerimizdendir. Kuzeye bakan kapısının üzerindeki kitabede "Sultanlar Sultanı, Arap ve Acem Ulemasının Emin, Gaziler ve Mücahitler Yardımcısı, Murat Han'ın Oğlu Sultan Beyazıt Han" yazmaktadır.

Bergama tarihinda birçok "ilk" var

İlk Parşömen (Deriden kağıt yapımı)
İlk Asya Kütüphanesi (200.000 ciltlik)
İlk büyük Hastane (Asklepion)
İlk Telkinle Tedavi (Psikoterapi
İlk Doğal Tedavi (Müzik, tiyatro, spor, güneş, su ve çamur ile)
İlk Farmakoloji (Bitkisel İlaçlar)
İlk Afyon Maddeli İlaç
İlk Kent Hijyeni (Sağlık altyapısı)
İlk Tıp- Eczacılık Simgesi (Yılan)
İlk Mühendislik, "U" Borusu Yöntemi ile Trigonometri
İlk Kent İmar Yasası
İlk Kent Çarşı- Pazar Yasası
İlk Komün Devleti
İlk Grev ve Toplu Sözleşme (M. Ö 248'de ücretli askerlere, I.Eumenes haklarını verdi.)
İlk Dört Tiyatrolu Kent
İlk ve En Dik Tiyatrolu Kent
İlk Meslek Sendikaları ve Sendika Konfederasyonu
İlk Üç Dereceli Öğretim (İlk, orta, lise)
İlk ve En Büyük Sunak
İlk Kazı Müzesi (Arkeoloji deposu ve sonra müze)
İlk Ahşap Sahneli Tiyatro
İlk Hıristiyan Kilisesi (Yedi kiliseden biri)
İlk Batı Türkçesi Grameri (Bergamalı Kadri Efendi'nin Müyesseretü'l Ulum adlı yapıt)
İlk İşgali Kıran Kent (15 Haziran 1919)
İlk Festival Yapan Şehir (Kermes)

Yeni Asır, 14.04.2011

DEFİNECİLERE SUÇÜSTÜ

 

Rize’de define bulmak amacı ile izinsiz kazı yapan 4 kişi jandarma ekipleri tarafından suçüstü yakalanarak gözaltına alındı.

 

Edinilen bilgiye göre, aldığı bir ihbarı değerlendiren Rize Jandarma Komutanlığı ekipleri, doğal SİT Alanı olan ve Rize merkezde bulunan Ayene Tepesi’nde izinsiz kazı yapan R.M., A.İ., B.F. ve Ş.A. isimli 4 kişiyi define bulmak için kaçak kazı yaparken suçüstü yakaladı.

 

Şahıslarla birlikte kazı için kullanılan bol miktarda malzeme ele geçirildi. Şahısların üzerinde yapılan aramada ise R.M.’nin üzerinde bir adet 9 mm çapında ruhsatsız tabanca, Ş.A.’nın üzerinde ise bir adet pompalı av tüfeği ele geçirildi. Silah ve malzemelere el konulurken, dört kişi hakkında yasal işlem başlatıldı.

Rize Kent Haber, 14.04.2011

AĞLARA BU KEZ TARİH TAKILDI

 

 

Marmara Denizi'nde balıkçı ağlarına bu kez balık yerine küp ve anforalar takıldı. Antik çağlara ait olduğu sanılan eserleri ne yapacağını bilemeyen balıkçılar, soluğu İstanbul'un ünlü balıkçısı, Türkiye'de ilk deniz canlıları müzesini kuran Balıkçı Kenan'da aldı. Bir tanesi insan boyundaki irili ufaklı 16 ayrı parçadan oluşan küp ve anforalar basına gösterildi. Balıkçı Kenan'ın Beylikdüzü Gürpınar'da yeralan Türkiye Deniz Canlıları Müzesi'ndeki mumyalanmış yüzlerce deniz canlısı arasına katılan eserlerin İstanbul Arkeoloji Müzesi yetkililerince inceleneceği belirtildi.

Balık ağlarına takılan anfora ve küplerle ilgili bilgi veren Balıkçı Kenan Tesisleri'nin sahibi Kenan Balcı, "Gece balıkçılar büyük heyecanla arayıp küp ve anfora bulduklarını söylediler. Balıkçılarımız bu eserler konusunda bilgiye sahip olmadıklarından doğrudan buraya getirdiler. Küp ve anforaları görünce çok şaşırdım. Üzerleri kabuk bağlamış, midye kabukları tam anlamıyla eserlerle bütünleşmiş. Durumu yetkililere bildirdik. İncelemede bulunacaklarını söylediler. Görüntüsüyle herkesi büyüleyen bu eserler, yüzlerce deniz canlısının arasında Türkiye Deniz Canlıları Müzesinde sergilenmeye devam edecek. Müzemize giriş ücretsizdir. Özellikle çocuklarımız gelsin tarih ve denizi burada bir arada görsünler" dedi.

Habertürk, Haber: Müslim Sarıyar,14.04.2011

TARİHÖNCESİ EVRİMİN SIRRI ONDA GİZLİ

 

ABD’de New Mexico’da bulunan yeni dinozor türünün, bu hayvanların tarihöncesi evrimiyle ilgili kayıp halkayı tamamlayacağı belirtildi.

 

Bulunan 205 milyon yıllık fosillerin büyük gözlü, keskin dişli, büyük bir köpek boyutundaki Daemonosaurus dinozoruna ait olduğu açıklandı. Bilim adamları Daemonosaurus’un Arjantin ve Brezilya’ya denk düşen  bölgedeki dinozorlarla, “theropod” türü arasındaki kayıp halka olduğuna inanıyor.Kuşların koku hocası Kanada’da yapılan bir araştırmada ise kuşların koku alma yeteneklerini dinozorlardan aldıkları ortaya çıktı.

Hürriyet, 14.03.2011

REKTÖR ÖYLE, MÜDÜR BÖYLE

 

 

Kültür Bakanlığı ve İnönü Üniversitesi’nin işbirliği ile bu yıl Malatya’da gerçekleştirilecek '33. Uluslararası Kazı, Araştırma ve Arkeometri Sempozyumu’ konusunda Valilik ile İnönü Üniversitesi arasında “paylaşım” kavgası çıktı. 23-27 Mayıs tarihleri arasında Turgut Özal Kongre ve Kültür Merkez’inde gerçekleştirilecek olan ve yaklaşık 50 yıldır Aslantepe’deki kazıların başkanlığını yürüten İtalyan Arkeolog Prof.Dr. Marcella Frangipane’ye ‘Fahri Doktora’ unvanın da verileceği sempozyum ile ilgili olarak Kültür ve Turizm İl Müdürü Bahaettin Kabahasanoğlu’nun geçtiğimiz hafta yaptığı bilgilendirmeye yönelik açıklama, rektörlüğün tepkisine yol açmıştı. Kültür ve Turizm Müdürü, rektör Prof.Dr. Cemil Çelik’in çıkışı üzerine bir açıklama yaptı.

 

Kültür ve Turizm İl Müdürü Bahaettin Kabahasanoğlu’nun sempozyuma ilişkin açıklamasını geçtiğimiz hafta Hekimhan Meslek Yüksek Okulu’nda inceleme yaparken basın mensuplarına değerlendiren İnönü Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Cemil Çelik, Üniversitenin, Kültür Bakanlığı ile protokol imzaladığını hatırlatarak ‘Bütün katılımcıların çantalarına kadar her türlü hazırlığımızı tamamladık. Ne Valiliğin, ne de Kültür Müdürlüğü’nün bu konuda bir katkısı yok’ diyerek tepki gösterdiği belirtilmişti.

 

Rektör Prof. Çelik, Kültür Müdürü’nün açıklamasına karşılık, basın mensuplarına yaptığı açıklamada ‘500 kişinin katılacağı bir toplantıya bizim ev sahipliği yapmamızla ilgili gerekli görüşmelerimizi yaptık. Protokol imzalandı. Bütün katılımcıların çantalarına kadar her türlü hazırlığımızı tamamladık. Ne Kültür Müdürlüğünün ne de Valiliğin bu konuda bir katkısı var. Bazı basın kuruluşlarına 'Arslantepe Sempozyumunu yapıyoruz' denilmiş.'' ifadelerine yer vermişti.

 

Mayıs ayında bir sempozyum yapılacağını duyuran, sempozyumdan daha ziyade Arslantepe’nin ‘Açık Hava Müzesi’ olması ve Arslantepe odaklı çalışmaların Malatya’nın turizm noktalarını zenginleştireceğine vurgu yapan açıklamasıyla Rektörün tepkisini çeken Kültür ve Turizm İl Müdürü Bahaettin Kabahasanoğlu ise, Rektör Cemil Çelik’in bu tepkisi ile ilgili olarak değerlendirmesi istendiğinde, ‘Bizim amacımız kavga değil. Bizim için önemli olan, Malatya’nın kültür ve turizmine katık sağlayacak, canlılık kazandıracak bu sempozyumun başarılı geçmesidir’ dedi.

 

Kabahasanoğlu, ‘Bu sempozyum, şehrimizin tarihi ve turistik değerlerini tanıtmak açısından önemli bir katkı sağlayacaktır. Bizim tek isteğimiz başarılı bir şekilde sonuçlanmasıdır. Sayın Rektör ile görüşmeden bu konuda bir açıklama yapmak da istemiyorum’ diye konuştu.

Kabahasanoğlu'nun, Vali Saran'a çok yakın isimlerden biri olması nedeniyle, müdürün bu açıklamalarının Vali'nin de görüşünü yansıttığı değerlendiriliyor.

 

Bu arada rektör Prof.Dr. Çelik’in, bir yurt dışı gezisi nedeniyle Malatya’da bulunmadığı öğrenildi ve bu nedenle konuya ilişkin yeni bir değerlendirmesi alınamadı.

 

33. ULUSLARARASI KAZI ARAŞTIRMA VE ARKEOMETRİ SEMPOZYUMU

Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından her yıl düzenlenen ‘Kazı Araştırma ve Arkeometri Sempozyumu’nun 33.’sü 23 -27 Mayıs tarihleri arasında İnönü Üniversitesi Turgut Özal Kongre ve Kültür Merkez’inde gerçekleştirilecek.

 

Sempozyuma, 500’ün üzerinde yerli ve yabancı bilim adamı katılacak. Sempozyumda, bilim adamları tarafından yapılan kazılar, yüzey araştırmaları ve bu çalışmalarda ele geçirilen buluntular üzerindeki arkeometrik çalışmalara ilişkin yaklaşık 350 bildiri sunulacak.

 

Sempozyuma, 2004 yılında Konya Selçuk Üniversitesi, 2005’te Antalya Akdeniz Üniversitesi, 2006’da Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi, 2007’de Kocaeli Üniversitesi, 2008’de Çanakkale On Sekiz Mart Üniversitesi, 2009’da Denizli Pamukkale Üniversitesi ve 2010 yılında ise Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında İstanbul ev sahipliği yapmıştı.

 

Sempozyum süresince, çeşitli illerden arkeoloji konusunda çalışan bilimsel kuruluş, yayınevi, şirket ve sivil toplum kuruluşlarından oluşan yaklaşık 20 tanıtım ve satış standı açılacak.
Malatya Haber, 13.04.2011

49 HEYKEL RESİM HEYKEL MÜZESİ'NE

 

Türkiye İstatistik Kurumunun (TÜİK) aralarında Şevket Dağ, Nurullah Berk, Vecihi Bereketoğlu gibi önemli ressamların eserlerinin bulunduğu koleksiyonu, Kültür ve Turizm Bakanlığına devredildi. Eserler, Resim ve Heykel Müzesinde sergilenecek.

 

Konuya ilişkin protokol, Devlet Bakanı Cevdet Yılmaz, Kültür ve Turizm Bakanı Günay, TÜİK Başkan Vekili Ömer Toprak, Kültür Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdür Vekili Ömer Bozoğlu tarafından TÜİK binasında imzalandı.

 

Devlet Bakanı Cevdet Yılmaz, imza töreninde yaptığı açıklamada, eserlerin, 1926'da kurulan merkezi istatistik dairesinden bu yana kurumda muhafaza edildiğini, gerekli bakımların yapıldığını, ancak bu işin TÜİK'in değil, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın asli görevi olduğunu inandıklarını ve eserlerin devrine karar verdiklerini söyledi.

 

Kurum envanterine kayıtlı 49 eser bulunduğunu ifade eden Yılmaz, resimlerin en iyi şekilde korunacağına inandıklarını, gönül rahatlığıyla devri gerçekleştirdiklerini belirtti.

 

Yılmaz, ayrıca, Kültür ve Turizm Bakanlığının eserlerden ikişer reprodüksiyonlarını hazırlayarak, kuruma hediye ettiğini dile getirerek, bunun için ayrıca teşekkür etti.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay da kurumun gösterdiği dayanışma ve örnek tavır için teşekkür etti.

 

Eserlerin Ankara Resim Heykel Müzesinde sergileneceğini bildiren Günay, müzeden geçmiş yıllarda bazı eserlerin dışarıya verildiğini, hatta bunların önemli bölümünün müze envanterinde kaydının bile bulunmadığını, bunları toparlamaya çalışırken böyle bir tavırla karşılamaktan mutluluk duyduklarını söyledi.

 

Resim Heykel Müzesi'ni muhtemelen bu ayın sonunda, sergi alanlarını iki katına çıkarmış biçimde yeniden kamunun ilgisine sunacaklarını bildiren Günay, şöyle konuştu:

“Bu çerçevede çeşitli birimlere dağılmış olan eserleri de biraraya getirmeye, toplamaya çalışıyoruz. Biz Resim Heykel Müzesi envanterinden dışarıya çıkmış eserleri toplamaya çalışırken, çok güzel bir gelişme oldu, hiç bu envantere girmemiş bulunan TÜİK'teki 49 adet ve son derece değerli imzalara sahip eserin, bizim envanterimize girme imkanı oldu. Vecihi Bereketoğlu'ndan Şevket Dağ'dan Hoca Ali Rıza'ya gerçekten Türk resminin çok önemli, değerli isimlerini kapsayan zengin bir koleksiyon. Biz bu resimleri, Resim Heykel Müzesinde sergileyeceğiz.”

 

Bakan Günay, TÜİK ile turizm gelirleri istatistikleri konusunda da işbirliği içinde çalıştıklarına işaret ederek, “Orada da klasik yöntemlerin dışına taşan yeni bir gelişmeyi inşallah önümüzdeki günlerde kamuoyu ile paylaşacağız ve Türkiye'nin turizm gelirlerinin şimdiye kadar alışmış yöntemlerle hesaplananın üzerinde ve ötesinde olduğu da böylece iki kurumun ortak çalışması sonucunda ortaya çıkmış olacak” dedi.

 

Basın toplantısının ardından Yılmaz ve Günay, 49 eserin reprodüksiyonlarından oluşan sergiyi gezdi. Yılmaz ve Günay, eserler hakkında uzmanlardan da bilgi aldı. Bu arada Şevket Dağ'ın “Cami İçi (Vaaz Kürsüsü)” tablosunun fiyat tespitinin yapılmadığı, ancak yaklaşık değerinin 2 milyon Avro olduğu aktarıldı.

 

Ertuğrul Günay, Resim Heykel Müzesi'nden çalınan eserlerin toparlaması noktasında hangi aşamaya gelindiğini ve müsebbiplerin bulunup bulunmadığının sorulmasına karşılık da hem çalışan hem de kayıtla başka kurumlara verilen eserlerin olduğunu ifade etti.

 

“Müsebbipler var... Müzenin kuruluş aşamasından itibaren uzun yıllar yönetimde bulunmuş, bakanlıkta, üst düzeyde bulunmuş bazı kişilerin, kamunun çeşitli birimlerine çeşitli saiklerle bu eserleri dağıttığına dair resmiyete kavuşmuş bilgiler var” diyen Günay, hangi kurumda oldukları bilinen eserlerin bir kısmının kendilerine geldiğini bir kısmının da bulundukları yerde kayıt altına alındıklarını bildirdi.

 

Müzede hem müfettiş incelemesi hem de bir bilim komisyonu çalışması yürütüldüğünü anlatan Günay, bu çalışma neticesinde maalesef bazı eserlerin orijinali ile değiştirilmiş olduğunun, bazı eserlerin de o müzede bulunacak vasıfta olmadığının tespit edildiğini kaydetti.

 

Resim Heykel Müzesi'ni hem dijital ortamda hem de klasik yöntemlerle bir envantere kavuşturduklarını belirten Günay, müze binasının içindeki sergi mekanlarını da iki katına çıkaracaklarını bildirdi.

 

Günay, “Hem dış mekanda etnoğrafya ve Resim Heykel mekanında tümüyle bir iyileştirme sağlandı hem de Resim Heykelin içindeki sergi alanları iki katına çıktı. Artık orada eskisinden en az bir kat fazla resmin sergilendiğini göreceksiniz. Açılış da bu ay sonu mayıs ayı başı olabilir” dedi.

 

Ertuğrul Günay, müzede gerekli güvenlik önlemlerinin alınıp alınmadığına ilişkin de “Tabi ki aldık. Üzüntüyle söylemem gerekir ki ben teslim aldığımda depoların penceresinde çelik tel bile yoktu” dedi.

 

TÜİK'ten devralınan eserlerin daha önce kurum içinde nerelerde tutulduğuna ilişkin soruyu da TÜİK Başkan Vekili Ömer Toprak cevapladı. Toprak, zaman zaman bakımları yaptırılan bu eserlerin kurum genelinde asılı olduğunu, depo ve sair yerlerde muhafaza edilmediğini söyledi.

 

Söz konusu eserlerin parasal değerine ilişkin soruyu da Devlet Bakan Cevdet Yılmaz yanıtladı. Yılmaz, her bir eserin ortalama 3 milyon lira olduğu düşünülürse 49 eserin değerinin yaklaşık 150 milyon lira olacağını dile getirdi.

 

Yılmaz'a, espriyle “Maliye Bakanı duymasın” diyen Günay, daha sonra da Maliye Bakanının da kendilerine destek verdiğini söyledi.

 

Resimlerin TÜİK tarafından iyi korunduğunu belirten Günay, “Biz kendi depolarımızda daha vahim durumda resimler bulduk. Resim Heykel Müzesi'nin deposunda çok vahim durumda eserler gördük” dedi.

 

Müzenin depolarında 30 kadar da Fikret Mualla resmi bulduklarını anlatan Günay, daha önce müzede 3 ya da 5 Fikret Mualla resmi sergilerken, bu resimlerin bulunmasından sonra küçük bir odayı Fikret Mualla resimlerine tahsis ettiklerini, bu odanın yakın zamanda sanatseverlerin izlenimine açılacağını bildirdi. Günay bunun, bu dönemde kültür sanata verilen önemin ve nasıl bir sıçrama yaşandığının göstergesi olduğunu söyledi.

Hürriyet, 13.04.2011

SANAT KÖPRÜSÜ DAĞILIYOR

 

 

Türkiye'deki sayılı dükkanlı köprülerden olan Irgandı köprüsü, Osmangazi Belediyesi tarafından 10 yıllık kullanım süresi dolduğu için Vakıflar'a devredildi. Kiralar yükselince köprü üzerindeki dükkanlarda el sanatları icra edenler mekanlarını bir bir kapatmaya başladı.

 

Tarihi köprüde el sanatkarlarının yaşaması için dükkan kiraları 80 lira civarında tutulurken, Vakıflar'a devirle birlikte kiralar 250 liraya çıkarıldı. El sanatları ile geçimlerini sağlamaya çalışan ustalar, zaten fazla insanın geçmediği köprüde yüksek kiraları ödeyemeyince mekanlarını kapatmaya başladı. Tarihi Irgandı sanat köprüsünün yaşaması için Büyükşehir Belediyesi'nin devreye girmesini isteyen sanatkarlar, aksi halde kiralardaki yüzde 300'lük artışı karşılayamayan bütün dükkanların kapanacağını söyledi.

Daha evvel Osmangazi Belediyesi'ne aylık 70-80 lira kira veren oymacı, sedefkar, hattat, tespihçi, dokumacı ustaları artık mesleklerini sonlandırmaya hazırlanıyor. Irgandı köprüsü üzerindeki sanatkarlar, el emeğine saygının bir ürünü olarak oluşturulan köprünün bu kira artışları ile yaşamasının mümkün olamayacağını savundu.

Sanatkarlar, Büyükşehir Belediyesi bu köprüyü kültürel bölge olarak sahiplenmezse herkesin teker teker dükkanını boşaltacağına dikkat çekti. Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün köprüyü bir akar olarak görmesine çok üzüldüklerini dile belirten sanatkarlar, ne yapacaklarını şaşırmış durumda.

Irganda köprüsü esnafı adına konuşan Geleneksel El Sanatları Derneği Başkanı Zafer Karazeybek: "Vakıflar'ın mülkiyetindeki Irganda köprüsünü Büyükşehir Belediyesi veya Osmangazi Belediyesi'nin kültürel olarak sahiplenmesini istiyoruz. Osmangazi Belediyesi'ndeyken 60-80 lira olan kiraları Vakıflar'ın 250 liraya çıkarması ile buradaki sanatkarlar bir bir iş bırakmaya hazırlanıyor. 6 aydır derdimizi kimseye anlatamadık. Valilik, Büyükşehir Belediyesi ve Osmangazi'den görüşme taleplerine cevap gelmedi. Burası açıldığında turistler ve Bursa halkının gelmesi için yapılacağı sözü verilen otopark bile yapılmamıştır. Burası sahiplenilmezse bir hafta sonra gitmek zorunda kalacağız. Mesleklerimizi de bırakacağız. Ben sedefkarım, bu mesleği yapacak gençleri bulmakta zorluk çekiyoruz. Dükkanı kapatıp, İstanbul'a gitmeyi düşünüyorum" dedi.

Köprüde gençlere yönelik hat, tezhip, ebru ve oymacılık kursları da veriliyor. Dükkanların Vakıflar'ın istediği fiyatlardan kiracı bulması bölgedeki insan akışının azlığı sebebiyle imkansız gözüküyor. Dükkanların boşalması ile sanat köprüsü fonksiyonunu yitirecek. Vakıflar yetkilileri ise, dükkan kiralarının bölgedeki kiralara göre ayarladıklarını belirtiyor.

Bursa Olay, 13.04.2011

150 YILLIK EV KÜL OLDU

 

 

'de 2 katlı eski bir evde çıkan korku ve paniğe neden oldu. Evde kaldığı belirtilen tinerciler tarafından çıkartıldığı öne sürülen yangında alevler kısa sürede tüm evi sardı. İtfaiyecilerin güçlükle müdahalede bulunduğu yangında ev tamamen kül oldu. Ev sahibi ve komşular, tinerciler için önlem almadıklarını öne sürdükleri yetkililere sitem etti. Kendisinden bilgi alan polislere sitem eden ev sahibi, "Benim canım yanmış, gelmiş bana laf söylüyorlar. Ben de memurluk yaptım. Şunu göz göre göre devlet yaktı. Ben başka bir şey bilmiyorum. Tinerci yakmadı devlet yaktı." dedi.
 

Kağıthane'de polisi ve itfaiyeyi alarma geçiren yangın, akşam saatlerinde Merkez Mahallesi Tabya Caddesi 37 numaradaki 150 yıllık geçmişi olan 2 katlı evde çıktı. İddialara göre uzun süredir kimsenin kalmadığı evde bir süredir barınan tinerci bir grup giriş katta yangın çıkardı. Alevler kısa sürede üst kata ve oradan da çatıya sıçradı.

 

Evden yükselen dumanlar bir kilometre uzaktan görülürken, itfaiye ekipleri hemen harekete geçti. Çok yakın bir mesafede olan ve kısa sürede olay yerine gelen Kağıthane İtfaiye ekipleri, alevlere müdahalede yetersiz kalınca olay yerine Şişli, Seyrantepe itfaiye ekipleri de sevk edildi. Takviye itfaiye ekipleri gelene kadar alevler tüm evi sardı. Ahşap döşemeler alevlerin etkisiyle yer yer çöktüğü gözlenirken, ev tamamen yandı. İtfaiye ekipleri alevlerin bitişikteki binaya sıçramadan yangını söndürdü.

 

Yanan evin bitişiğinde oturan Mehmet Kızılay, tinercilerden şikayet ederek, " Buralarda çok tinerci var. Onlar geliyor buralara. Burası aynı şekilde birkaç defa daha yanmış. Tinerciler devamlı burada. İnşaatlar çok olduğu için tinerci çok buralarda. Devamlı kovalıyoruz elimizden geleni yapıyoruz. Kaç sefer polis çağırdık. Polis alıp götürüyor, bir gün sonra geri geliyorlar. Adamlar elinde tiner poşetleri ile dolaşıyorlar. Bir şey yapamıyoruz. Ancak polis çağırıyoruz." dedi.

Ev sahibi Engin Tan ise üç dört ay önce yine tinerciler tarafından evinin yakıldığını söyledi. Kağıthane Karakoluna giderek müracatta bulunduğunu belirten Tan, "İki tane memurla berebar geldik. Üst kattaki binanın içine girdik. Hiçbir olumsuzluk yoktu. Döndük alt kata girdik. İçerde tinercilerin oturduklarını gördük. Polis memuru 'ertesi gün gelip evini boşaltacağız' diye bana söyledi." şeklinde konuştu.

 

"Bu benim atamdan kalma bina. Ben iki tane tinerci için ev mi yıkacağım." diyen ev sahibi Tan, "Bina istimlakta. Belediyeye gidiyoruz, 'biz yıkamayız' diyorlar. Emniyete gidiyorum 'ben 24 saat bekleyemem' diyorlar. Emniyet bana diyor ki 'sen içeriye gir, tinerciyi gör, müdahale etme hiçbir şey yapma 155 i ara gelsinler müdahale etsinler' diyor. Benim o kadar gücüm yetkim var mı? Ben vatandaşım. Tinercilerle devlet başa çıkamıyor. Ben nasıl çıkayım?" ifadelerini kullandı.

Polis geldikten bir gün sonra evinin yandığını öne süren Tan, "Bu dördüncü oldu. Emniyette şikayetimiz var, belediye de var. Biz artık bıktık. Vatandaş olarak biz Kağıthane de dışarı çıkamıyoruz. Kağıthane'nin merkezinde tinercisi orda, esrarkeşi orda, eroinmanı orda. Karakola 100 metre mesafe burası. Bu şikayetler daha önce kaymakama da iletildi. Ben bu evin damadıyım. Yanan evde 25 senemi geçirdim. Bunların kimler tarafından yakıldığını karakol biliyor." dedi.

Röportaj yaptığı sırada eve gelen polis ekiplerinin sorularını yanıtlayan Tan, polislere sitem ederek "Benim canım yanmış, gelmiş bana laf söylüyorlar. Ben de memurluk yaptım Şunu göz göre göre devlet yaktı. Ben başka bir şey bilmiyorum. Tinerci yakmadı devlet yaktı." iddiasında bulundu.

Polis, evi yaktıkları öne sürülen tinercileri yakalamak için çalışma başlattı.

Sabah, 13.04.2011

"İSA'NIN ÇARMIHA GERİLDİĞİ ÇİVİYİ BULDUM" İDDİASI

 

     

 

Kanada asıllı İsrailli yönetmen Simcha Jacobovici, 20 yıl önce Kudüs'teki bir mezarda bulunan iki çivinin, Hz.İsa çarmıha gerilirken ellerine çakılan çiviler olduğunu iddia etti. Telegraph gazetesinde yer alan habere göre İsa'nın çarmıha gerilmesinde rol oynadığı rivayet edilen Yahudi din adamı Caiaphas'a ait mezarda, o dönem ölü kemiklerinin saklandığı kireç taşından yapılmış 12 sandık bulundu. Çiviler, üzerinde "Caiaphas" ve "Caiaphas'ın oğlu Joseph" yazan sandıkların birinden çıktı. "Elimizde güçlü kanıtlar var" diyen Jacobovici, çivilerle ilgili bir de belgesel çekti.

Uzmanlar ise yönetmenin iddiasını ispatlanması zor ve zorlama buldu.

Milliyet, 13.04.2011

TUTANKHAMON EVİNE DÖNDÜ

 

Eski Mısır firavunlarından Tutankhamon'un çalınan altın kaplamalı heykeli, ülkeye geri getirildi.

 

Mısır Eski Eserler Üst Kurulu'ndan yapılan açıklamaya göre, ocak ayından beri kaçırılan 10 eserden 4'ü ülkeye tekrar kazandırıldı. Halka duyurmak amacıyla medyada gösterilen tarihi eserler, şu an Kahire'deki Mısır Müzesi'nde yeniden sergileniyor.

Zaman, 13.04.2011

LAODİKYA KAZILARI İÇİN 2 MİLYON ÖDENEK

 

Laodikya kazılarına bu yıl 2 milyon liraya yakın ödenek tahsisi yapılacak.

 

Denizli Belediye Başkanı Osman Zolan, “Laodikya Antik Kenti kazılarını önemsiyor ve her türlü desteği veriyoruz. Bu yıl da talep edilen ödeneği karşılayacağız. Talep edildikçe buraya para aktarımı yapılıyor. Bu yılki talebin 2 milyon liraya yakın olacağı tahmin ediliyor” dedi. Zolan, Laodikya’da Kültür ve Turizm Bakanlığı, İl Özel İdaresi, Denizli Belediyesi ve Pamukkale Üniversitesi işbirliğiyle bir çalışma sergilendiğini, ziyaretçilerden elde edilen gelirle kazı giderlerinin çıkarılacağını, aynı zamanda Denizli’nin uluslararası alanda tanıtımına önemli katkıda bulunacağını belirtti.

 

Laodikya Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, antik kentte kazıların 12 ay yapılabilir hale gelmesinin daha yoğun çalışma imkanı sağladığını, bu yıl da kazıların yanı sıra restorasyon çalışması yürüteceklerini söyledi. Bu yılın kazı programını uygulamaya başladıklarını bildiren Prof.Dr. Şimşek, 6 bin 200 metrekare alana yayılan ve MS 3. yüzyıldan itibaren kullanılmaya başlanan A Evi ile Hac Kilisesi, Tapınak A, İmparator Septimius Severus Çeşmesi ve Stadyum Caddesi’nde kazı ile restorasyon çalışmalarının birlikte yapılacağını ifade etti. Kazı çalışmalarını tamamladıkları Suriye Caddesi’nde restorasyonun süreceğini anlatan Şimşek, “Caddeye açılan sokaklarda da kazı ve restorasyon yapacağız. Buraya gelen ziyaretçiler çalışmaları da görme imkanı bulacak. Ana sokak ve caddeleri gezecekler. Böylece ziyaretçileri tarihi yolculuğa çıkaracağız” dedi.

Denizli Haber, 12.04.2011

ATATÜRK MÜZESİ ÇALIŞMALARI

 

Gaziantep Büyükşehir Belediyesi tarafından, Gazi Mustafa Kemal Atatürk anısına ''Atatürk Müzesi'' çalışmalarında sona gelindi.


Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey, yaptığı açıklamada, 26 Ocak 1933 günü Gaziantep'e gelen Ulu Önder Atatürk'ün büyük bir coşkuyla karşılandığını belirtti. Güzelbey, zamanın Belediye Başkanı Hamdi Kutlar'ın önerisi ve Belediye Meclisi kararı ile Atatürk'e fahri hemşehrilik beratı verildiğini hatırlatarak, şu bilgileri verdi:
''Atatürk, Gaziantep ili Bey Mahallesi nüfusuna kaydedildi. Biz de Büyükşehir Belediyesi olarak Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk'e olan vefa borcumuzu ve bağlılığımızı göstermek amacıyla şehrimizde Atatürk Müzesi yapmayı kararlaştırdık. Bey Mahallesi'nde bulunan Adil Sani Konukoğlu'na ait geleneksel Antep evi, müze yapılmak üzere belediyeye bağışlandı.
Belediyemizin İmar ve Şehircilik Daire Başkanlığı'na bağlı KUDEB birimi tarafından yürüten Atatürk Müzesi projesi kapsamında yapının rölöve, restitüsyon ve restorasyon projeleri hazırlanmıştır. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun onayına müteakip Atatürk Müzesi'nin restorasyon çalışması planlandığı şekilde tamamlanmıştır.''


Müze içerisinde Atatürk araştırma kitaplığı, çalışma odası, çok amaçlı sergi salonları, Atatürk'ün hayatının anlatıldığı sinevizyon odası, sergi alanları ve hediyelik eşya satış ünitesinin yapılmasının planlandığını belirten Güzelbey, çalışmalarda son aşamaya gelindiğini kaydetti.

Gaziantep 27 Gazetesi, 12.04.2011

TARİHİ KÖPRÜYE AVİZE TAKILDI

 

Rize’nin İkizdere İlçesi'ne bağlı Güneyce belde belediyesince, tarihi kemer köprünün altına aydınlatma amacıyla avize takıldı.

 

Güneyce Belediyesince belde merkezinde bulunan ve 1901 yılında inşa edildiği tahmin edilen tarihi kemer köprünün altına, aydınlatma amacıyla avize asıldı. Sokak direklerinden çekilen hat ile elektrik verilen avize, geceleri otomatik olarak yanıyor.
Üzerinde aydınlatma bulunmayan tarihi köprünün altında yanan avize, görenlerin ilgisini çekiyor. Güneyce Belediye Başkanı Kemal Köse, tarihi taş kemer köprüyü aydınlatmak istedikleri için böyle bir uygulama yaptıklarını anlatarak, “Köprünün altında bir zincir asılı idi. Bunu da değerlendirerek Samsun’dan özel yapım 21 ampulü olan avize getirttim. Yaklaşık 3 bin liraya mal oldu. Amacımız köprünün aydınlatılması” dedi.

Milliyet, 12.04.2011

NİŞANYAN'A TEHDİT DAVASI

 

 

İzmir'in Selçuk İlçesi'ne bağlı tarihi Şirince Köyü'ndeki yapıların yıkım kararına ilişkin beyanlarında, Kaymakam Aziz İnci'yi 'tehdit' ettiği iddiasıyla, köydeki 'Nişanyan Evleri'nin işletmecisi Sevan Nişanyan hakkında, 6 aydan 2 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açıldı.
İddiaya göre Yazar Sevan Bedros Nişanyan, geçen Ocak ayında bir gazetede çıkan haberde devlete meydan okudu. Gazeteye verdiği beyanatta, devletin bürokratlarının hayal kurduğunu belirten Nişanyan, "Kaymakam da dahil olmak üzere cahil bu insanlar. Bu kurdukları hayaller, çok fazla ilgimi çekmiyor. Gelecekleri varsa görecekleri de var. Kan dökülmeden bu işin yapılabileceğini zannediyorlarsa çok yanılıyorlar" dedi.

Gazetede çıkan haberden sonra Selçuk Kaymakamı Aziz İnci, savcılığa suç duyurusunda bulundu. Dosyayı inceleyen Cumhuriyet Savcısı Bekir Güney, toplanan delil ve alınan ifadelere göre, Sevan Bedros Nişanyan'ın söylediği sözlerle Selçuk Kaymakamı'nı tehdit ettiğini belirtip 6 aydan 2 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanması için İzmir 22. Sulh Ceza Mahkemesi'nde dava açtı. Selçuk Savcılığı'nda ifade veren Sevan Bedros Nişanyan, suçlamaları kabul etmedi. Kendisinin kimseyi tehdit etmediğini belirten Nişanyan, "Dökülecek kan benim de olabilir dedim" diye konuştu. Sevan Bedros Nişanyan, önümüzdeki günlerde hakim önüne çıkacak.

Yeni Asır, Haber: Ali Eyce, 12.04.2011

SAFRANBOLU'DA 7 TARİHİ ÇEŞME RESTORE EDİLİYOR

 

 

Karabük'ün Safranbolu İlçesi'nde 7 tarihi çeşme restore edilerek yeniden işlev kazandırılacak. Herhangi mimari plana dayanmaksızın 18. ve 19. yüzyıl ile 20. yüzyıl başlarında inşa edilmiş yaklaşık 2 bin geleneksel konağın ve içlerinde han, hamam, çeşme ve cami gibi bin 250 tescilli yapının bulunduğu Safranbolu'da, çeşitli bölgelerde, 18. yüzyıl başlarında yapılmış 50'si daha önce devlet ve vatandaş işbirliğiyle restore edilmiş yaklaşık 150 tarihi çeşme yer alıyor.
    
Safranbolu Belediye Başkanı Necdet Aksoy, Osmanlı kent yapısının vazgeçilmez unsuru olan tarihi çeşmeleri koruyarak gelecek kuşaklara aktarmanın en önemli görevlerinden birisi olduğunu söyledi. Atalarından kendilerine korunarak bırakılan su ve çeşme kültürünü en iyi şekilde koruyacaklarını ve işlevsel halde tutacaklarını anlatan Aksoy, şöyle dedi:
    
''Çeşme, kültürümüzün önemli yapı taşlarından birisi. Osmanlı döneminde çok önem verilirdi. Dini bakımdan 'cömertliğin', sosyal açıdan 'tanınmışlığın' ve mimari yönden 'cezbediciliğin' ifadesi 150 tarihi çeşmeden onarım bekleyen 7'si için restorasyon çalışması başladı. Padişah 3. Selim'in sadrazamlarından İzzet Mehmet Paşa'nın yaptırdığı İnce Köprü'den geçen Paşa Suyu ile konakların yakınından çıkan kaynaklardaki kanallarda meydana gelen arızalar nedeniyle bir bölümü susuz kalan çeşmelerin şebekeye bağlanarak sularının akıtılması da sağlanacak.''

Yapı, 12.04.2011

ANDY WARHOL OTOPORTRESİ REKORA ADAY

1963 yılında 1.600 dolara satın alınan Andy Warhol otoportresi, mayıs ayında New York'ta müzayadeye çıkacak. Christie's müzayede evi tarafından düzenlenecek müzayedede eserin 30 milyon doların (45 milyon TL) üzerinde bir fiyata satılması bekleniyor.

 

Warhol'un en pahalı otoportresi geçtiğimiz yılın mayıs ayında Sotheby's New York'ta 32 milyon dolara (48 milyon TL) satılmıştı.

Habertürk, 12.04.2011

SONUCA ULAŞAMAYAN 'ULAŞIM' PROJESİ

 


Fotoğraftakiler (soldan sağa): DLH Marmaray Bölge Müdürü Dr.Müh. Haluk İbrahim Özmen ve Proje Müdürü Hüseyin Belkaya

 

İstanbul'un bitmek bilmeyen projelerinden biri olan Marmaray Projesi, 11 Nisan Pazartesi günü DLH Marmaray Bölge Müdürü Dr.Müh. Haluk İbrahim Özmen ve Proje Müdürü Hüseyin Belkaya tarafından Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nde masaya yatırıldı.

 


Marmaray Projesi güzergahı



Proje Müdürü Hüseyin Belkaya projenin başlangıcından günümüze dek olan süreçteki çalışmaları ve gelişmeleri dinleyicilere aktarmak üzere bir sunum gerçekleştirdi. 2002 yılında tohumları atılan bu proje halen daha devam etmekte olup, ne zaman biteceği tam olarak bilinmiyor. Projenin güzergahları doğrultusunda Yenikapı, Sirkeci ve Üsküdar'da yeni yeraltı istasyonları inşa edilecek ve demiryolu teknolojisi, modern sistemler ve demiryolu araçları kullanılarak iyileştirileceği planlanıyor. Projeye, banliyö demiryolu sisteminin altyapısında yapılacak yenilemeler ile birlikte bu hatlar entegre olacak. Bu şekilde gerçekleşecek yolculuk süreleri Halkalı'dan Gebze'ye, Sirkeci'den Haydarpaşa'ya feribotla geçiş dahil olmak üzere, tipik koşullar altında 185 dakika sürerken, iyileştirilmiş banliyö demiryolu sistemi hizmete açıldığında, bu yolculuk 105 dakika sürecek.

 

 

Yukarıda belirtilen güzergahlara ek olarak, yolculuk süresi ile ilgili diğer örnekler, aşağıda liste halinde sunuluyor:
- Gebze ve Halkalı arası 105 dakika
- Bostancı ve Bakırköy arası 37 dakika
- Söğütlüçeşme ve Yenikapı arası 12 dakika
- Üsküdar ve Sirkeci arası 4 dakika

Projenin mühendislik açısından kurgusunu anlatan Belkaya, depreme yönelik oldukça fazla önlem alarak projeyi gerçekleştirdiklerini belirtti. "Deprem zamanında keşke bu tünelde olsak" diyen Belkaya, yapılan sismik haritalar ve fay hatlarının belirlenmesi ile 7,5 büyüklüğündeki depreme dayanaklı bir sistem tasarladıklarını vurguladı. Ayrıca tünellerde yer alacak "erken uyarı sensörleri" ile depremi önceden tayin edip, Kandilli Rasathanesi'ne bildirileceğini ve rasathaneninde tüm İstanbul'a ileteceğini ifade eden Belkaya, daha sonra projenin inşa detaylarından bahsetti.

 


Batırma Tünellerin imalatı

 

Tünellerin üretimleri DLH'nın özel üretim yerlerinde, kuru havuzlarda yapılıyor. Yapılan batırma tüneller, yüzer şekilde Büyükada yakınlarında deneme batırmaları yapılarak su alıp almadığı test ediliyor. Yapılan revizyonlar sonrasında da güzergahlara getirilip, içleri su dolu tanklarla batırılıyor ve yerleştiriliyor.

 

Belkaya daha sonra kazılar sonucu ortaya çıkan kültürel mirastan söz etti. Yenikapı Theodosius Limanı'nı istasyon alanı olarak özellikle seçtiklerini belirtti. Bunun nedeni olarak da liman buluntularını mimari buluntulara göre daha kolay kaldırabilmek olduğunu söyledi. Yenikapı İstasyonun'daki şantiyeden ve orada çıkan tarihi eserlerden, buluntulardan söz eden Belkaya, arkeologların buradaki çalışma sürecini uzattığından yakındı. Çalışma saatlerinin yoğun olmadığından, onların istemiş oldukları saatlerde çalışmak istemediklerinden ötürü projenin yavaşladığını ve bu nedenle projede 2 sene kayıp olduğunu belirtti. Belkaya, kazıların daha hızlı gerçekleşmesini istediklerini fakat bu durumun arkeoloji bilimine ters olduğunu ve bu bilimin tam olarak ne olduğunu çözemediğini sözlerine ekledi. Bu nedenle de Arkeoloji Müzesi ile zaman zaman anlaşmazlıkların ortaya çıktığını anlamak mümkün.

 

Arkeologlara olan bu sitemlerden sonra Yenikapı kazısında çıkan tarihi eserlerin görsellerini dinleyicilerle paylaşan Belkaya, kazıda çıkan gemi buluntularını UNESCO tarafından koşul tutulan 8 tane uzmandan birine inceletme yaptıklarını ve istenilen her şeye uyulduğunu söyledi. Yenikapı Bölgesi'nde MÖ 6500 yıllarına ait buluntular çıktığını, bunların kentimiz açısından çok önemli olduğunu ifade ederek sözlerini tamamladı.

 

Sunum ardından sorulara geçilerek, proje hakkında dinleyicilerin merak ettikleri cevaplandı. İlk olarak dinleyicilerden bir kişi şu soruları yöneltti: "Radikal Gazetesi'nde proje nedeni ile Topkapı Sarayı'nın zarar gördüğü yazılmıştı. Bunun doğruluk payının olup, olmadığını öğrenebilir miyim? Bugüne kadar şantiyelerde herhangi bir iş kazası, ölüm oldu mu?"

 

İlk soruya Haluk İbrahim Özmen, böyle birşeyin gerçek olmadığını sadece Gülhane Duvarı'nda çatlak olduğunu, onun da nedeninin bu proje olmadığını ama yine de bu konuda çok dikkatli davrandıklarını belirtti. Çalışmalarını üniversitelerden ve Kültür Varlıkları Koruma Kurulu'ndan gelen raporlar doğrultusunda gerçekleştirdiklerini vurguladı. İkinci sorunun cevabını ise Hüseyin Belkaya vererek, şimdiye kadar şantiyelerde 2 kişinin hayatını kaybettiğini, çok ağır şartlarda çalışmalarını sürdürdükleri için sürekli denetlemelerin yapıldığını söyledi.

 

Sözü daha sonra 2010 İstanbul Kültür Ajansı'ndan Korhan Gümüş aldı. Korhan Gümüş bu tip büyük projelerin yönetim modellerinin önemine dikkat çekti. Gümüş, projenin sadece ulaşım projesi olarak ele alındığını oysa ki kentsel planlama ve tasarım açısından beraber ele alınması gerektiğini vurguladı. Bu nedenle de sanki Bayındırlık Bakanlığı ile Ulaştırma Bakanlığı arasında bir koordinasyon olmadığı gibi göründüğünü, proje iyi yönetilirse çok başarılı bir proje olabileceğini ifade etti. Kentsel tasarım açısından özellikle projede yapılacak istasyon binalarının mimari açıdan iyi tasarlanması gerektiğini ve bu nedenle iyi mimarlar ile çalışmasının önemini vurguladı. Korhan Gümüş, projenin sahilde gerçekleşmesi yatırımların maliyetini çok daha fazla arttırdığını ve ayrıca bu şekilde ulaşımın dikeyleştiğini belirterek, acaba bu proje E-5'de olamaz mıydı diyerek kafalarda soru işareti yarattı. Bu eleştirilerin üzerine Haluk İbrahim Özmen, Bayındırlık Bakanlığı ile herhangi bir anlaşmazlık olmadığını, projenin ulaşım projesi olduğunu söyledi. Kentsel anlamda İBB tarafından Yenikapı ve Üsküdar İstasyonları'na yönelik kentsel tasarım projelerinin gerçekleştirildiğini, proje kapsamına arkeolojik park alanları, müze alanları yaratmak istediklerini vurgulayarak kentsel planlama açısından da çalışmalar yaptıklarını belirtmek istedi. Yönetim modeli olarak da dinamik bir çalışma sistemine sahip olduklarını, fikir ve görüş alarak çalışmalarına devam ettiklerini söyledi. Projenin de merkezi yönetimin bir projesi olduğu için başka yönetim modellerinin olabileceğini fakat ona karar verecek olan birimin kendileri olmadığını vurguladı.

 

İMP Kentsel Tasarım ve Yarışmalar Bölümü Yürütücüsü Murat Vefkioğlu, Yenikapı İstasyonu'na yönelik açılacak yarışmayı kendilerinin hazırladıklarını ve şartname hazırlarken Yenikapı'nın potansiyellerinin kente nasıl kazandırabileceklerini düşünerek hareket ettiklerini söyledi. Fakat DLH'nın şartnamenin hazırlanması sürecinde görüşlerini yadırgadıklarını belirten Vefkioğlu, "Biz böyle yaptık, böyle... Siz de ona göre yapın" gibi bir tutum sergilediklerini söyledi. Vefkioğlu bir diğer sitemini proje müdürü Hüseyin Belkaya'ya arkeologlar hakkındaki görüşlerinden ötürü yaptı.

Kentin mirasının geleceğe taşınmasında arkeologların çok önemli bir role sahip olduğunu vurgulayan Vefkioğlu, kurumlar arası koordinasyonun ve çalışmaların projenin başlangıcından beri mi yoksa proje sonrasında duruma göre mi geliştiğini sorarak sözlerini bitirdi.

 

Murat Vefkioğlu'nun görüşlerine ve sorusuna yönelik Haluk İbrahim Özmen söz aldı. Proje hakkındaki ön çalışmaların 2002 yılı itibari ile tamamlanmış olduğunu söyledi. Arkeologlar konusunda da öyle bir düşünce içinde olmadıklarını sadece kendilerinin çekirdek bir kadro oldukları için İBB'den daha hızlı ilerlediklerini vurguladı. Hüseyin Belkaya da arkeologların çok önemli meslek adamları olduklarını, onlara çok şey borçlu olduklarını, sadece projenin yavaşlaması nedeni ile onlara sitem ettiğini belirtti.

 

Dinleyicilerden gelen bir diğer soru da, Avrasya Tüneli Projesi ile bu proje arasında bir bağlantı olup olmadığı sorusuydu. Bu soruya Özmen, kendileri bu konuyla ilgili birim olmadığını, detaylar hakkında fazla bilgisi olmadığı cevabını verdi.

 

Haluk İbrahim Özmen son olarak da Marmaray Projesi'nin ne zaman hayata geçirileceği sorusuna yanıt vererek, projenin %70'nin tamamlanmış olduğunu ve 2013 yılı 29 Ekim'de test sürüşlerinin yapılmasını umduklarını söyledi.

Arkitera, Haber: Derya Yazman, 12.04.2011

1.5 MİLYON DOLARLIK ATATÜRK TABLOSU

Bali Müzayede’nin, 14 Mayıs’ta İstanbul Ritz Carlton otelinin balo salonunda düzenleyeceği müzayedenin en değerli eseri Ferruh Başağa’ya ait “Aydınlanma” tablosu. İçinde Atatürk figürü bulunan tablonun değerinin 1.5 milyon dolara alıcı bulması bekleniyor.

 

Yine aynı müzayede de satışa sunulacak olan Mübin Orhon'un “Delacroix'a Saygı” adlı tablosunun değerinin ise 1 milyon doları aşacağı tahmin ediliyor.

Bali Müzayede Yönetim Kurulu Başkanı Hakan Bali, olan müzayede kapsamında Ferruh Başağa, Burhan Doğançay, Mübin Orhon, Selim Turan, Neş'e Erdok, Erol Akyavaş, Neşet Günal, Nejat Melih Devrim, Fikret Mualla gibi çağdaş ve modern Türk resminin öncü isimlerine ait eserler yer alacağını söyledi.

Habertürk 12.04.2011

TARİHİ SEFARATHANE İTALYA'YI BEKLİYOR

 

 

İstanbul Boğazı'nda Tarabya Oteli'nin yanında bulunan İtalyan Sefarethanesi, restore edilmezse yıkılacak. Sultan II. Abdülhamid; 1909'da, ünlü saray mimarı D'Aronco'ya yaptırdığı 5 katlı ahşap binanın tapusunu, Karadağ prensinin kızıyla evlenen İtalya Kralı Victor Emmanuel'e düğün hediyesi olarak verdi. Tam 102 yaşında olan bina, yıllara meydan okudu. Fakat 10 yıl önce, bahçedeki ağaç, üzerine yıldırım düşünce devrildi ve binaya ağır hasar verdi. Bunun üzerine, İtalyan ve Türk mimarlar, restorasyon için seferberlik ilan etti. Her iki ülkede eşzamanlı basın açıklamaları ve toplantılar düzenlediler. Türkiye'de bürokratik işlemler, hızla tamamlandı, gerekli izinler alındı, tadilat projesi çıkarıldı. 2006'nın Mayıs'ında dış iskele de kuruldu. Fakat, Sefarethane'nin onarımı için gereken bütçe ve son izin, İtalya Bakanlar Kurulu'na takıldı. Aradan geçen 5 yıl içinde, bu izin çıkmadı.

İstanbul Teknik Üniversitesi, Mimarlık Tarihi Bölümü'nün ünlü mimarlarından Prof.Dr. Afife Batur, "Böyle bir eserin bu hale gelmiş olmasına çok üzülüyorum. Türkiye'deki resmi prosedür çok kısa sürede tamamlandı. Ama İtalyan hükümeti bütçe çıkarmazsa tarihi ve mimari özelliği büyük olan bina birkaç yıl içinde yıkılacak" dedi. Batur şöyle devam etti: "Mülk İtalya'ya ait olduğu için bütçenin ve onayların bu ülke tarafından verilmesi gerekiyor. Böylesine terk edişin, çöküşün sahibi olan ülke; sanatta, mimaride dünya şaheserleri yaratmış, benliği sanatla yoğrulmuş İtalya'dır. Hayranlık duyduğum İtalyanların böyle bir ihmali, aldırmazlığı kabullenişini düşünemiyorum. Binanın bir an önce eski görkemine kavuşması için diplomasinin harekete geçmesi gerektiğine inanıyorum." Sarıyer Belediyesi yetkilileri ise, Dışişleri Bakanlığı'nın bir an önce devreye girmesi gerektiğini söyledi.

Sabah, Haber: Erhan Öztürk, 12.04.2011

ÇANAKKALE'DE SIR SİPER

 

En kanlı çatışmaların yaşandığı Gelibolu yarımadasında beş yıldır araştırma yapan Avustralya, Yeni Zelanda ve Türkiye’den arkeolog ve tarihçilerden oluşan ekip, yaklaşık dört kilometrelik siper sistemi ile yedi tünel ve 12 mezar keşfetti. Avustralya’nın Melbourne Üniversitesi’nden Prof. Antonio Sagona başkanlığındaki ekip, yeni bulguların savaşın gelişimi konusundaki tarihi bilgilerde yeni sayfa açacak nitelikte olduğunu söyledi. Prof. Sagona’ya göre siperlerin keşfi, ön cephedeki askerlerin çok kısa sürede yer değiştirmesinin ardındaki sır perdesini ortadan kaldırıyor. Ayrıca İngiliz askerlerden kalan tıbbı malzeme ve içilebilir durumda rom şişelerine de rastlandı. Buluntular Çanakkale Müzesi’ne teslim edildi.

Hürriyet, 12.04.2011

HORHOR MEDRESESİ RESTORE EDİLİYOR

 

 

Daha önce Milli Emlak Genel Müdürlüğü'ne ait olan eski Van şehrindeki tarihi eserler ve 82 dönümlük arazinin tapusu Vali Münir Karaloğlu'nun girişimleri sonucu geçtiğimiz hafta Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne devredildi. Karaloğlu, devir işlemlerinin ardından beraberinde Mimarlar Odası Başkanı Şahabettin Öztürk ve İl Kültür ve Turizm Şube Müdürü Salih Tatlı ile birlikte eski Van şehrinde incelemelerde bulundu. Eski Van şehrindeki kiliseler başta olmak üzere Kızıl Camii, Ulu Camii, Abbasağa Camii, Horhor Camii, Çifte Hamam Miri Ambarı ve Horhor kaynak suyu bölgesini gezerek, yetkililerden bilgi aldı. Yaklaşık 2 kilometrelik alanı gezen Karaloğlu, bölgeye uygulayacakları projeler ve devam eden restorasyon çalışmaları ile ilgili bilgi verdi.

Geçen yıl ihalesi Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yapılan Kayaçelebi Camii'nin restorasyon projesinin başlayacağını ve bu yıl ibadet açmayı planladıklarını kaydeden Karaloğlu, Hüsrevpaşa Camii'nin restorasyon projesinin ise devam ettiğini bildirdi. Eski Van şehrindeki eserlerin tapusunun şimdiye kadar Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne devredilmesinin eksiklik olduğunu ifade eden Karaloğlu, ancak geçen hafta ifrazını yaptıkları 82 dönümlük arazinin ve 5 eserin tapusunun Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne devredildiğini bildirdi.
 

Kayaçelebi Camii, Kızıl Camii, Ulu Camii, Abbasağa Camii, Horhor Camii, Çifte Hamam'ın projelerinin hazır olduğunu anımsatan Karaloğlu, "Bu 5 eserin rolöve ve restorasyon, restitüsyon projeleri Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu'ndan geçti. İnşallah biz Horhor Camii ve Medresesinden başlayarak, Hüsrevpaşa Camii'nden sonra eski Van şehrinde yeni bir dinamiği ayağa kaldırmak istiyoruz" dedi.

Van Kalesi'nin sadece kaleden ibaret olmadığını ve gezildiğinde birbirinden değerli yüzlerce tarihi eserin yer aldığını anımsatan Karaloğlu, "Bunların başında Miri Ambarı'ndan Sarnıçına, Kilisesinden, Camisine, Medresesinden Hamamına kadar çok sayıda eser var. Minarelerindeki süslemelere bakınca insanın hayran olmaması mümkün değil. Kızıl Camiinin minaresindeki süslemeler, çiniler 13. yüz yıldan kalma Selçuklu eserleri. Bu önemli eserler mutlaka ayağa kaldırmamız lazım. Bunun için de Van Kalesi etrafında eski Van şehrinde daha çok çalışma yapmamız lazım. Mevcut eserlerin tamamını ayağa kaldırıp buraları 24 saat yaşanabilir mekanlar haline getirmemiz lazım. Yoksa oraları korumamız mümkün değil. Van Kalesi'nin güney ve kuzey aydınlatmalarını zaten geçen yıl bitirmiştik. Bazı eksiklikler var onlarda tamamlanacak. Süleyman Han Camii bitti, kaledeki Sur restorasyonları bu yıl da devam edecek. İnşallah kale ve çevresi 3-5 yıl sonra gerçekten Türkiye'nin ve dünyanın dört bir tarafından insanların 'gidip orayı görelim' denecek mekanlar haline gelecek" dedi.

 

Eski Van şehrinde Hüsrevpaşa ve Kayaçelebi Camileri ile birlikte bu yıl restorasyonuna başlayacakları Horhor Cami'yi de inanç turizmine kazandıracaklarını anlatan Karaloğlu, şunları kaydetti: "Vakıflar Genel Müdürlüğümüzle görüşüp bu yıl önemli eserlerden bir tanesi olan Horhor Cami'yi ayağa kaldırmak istiyoruz. Horhor Camii ve medresesi önemli bir merkez. Burayı ayağa kaldırıp, kalenin zirvesinde Süleyman Han Camii eteğinde ise Horhor Camii insanlarımızın ziyaret edeceği mekanlar haline gelir. Buraların restore edilerek turizme kazandırılması inanç turizmi açısından çok önemli. Van zaten başlı başına Türkiye'nin en önemli inanç turizm merkezlerinden bir tanesi. Ama bunu destekleyecek yapıları ortaya çıkarmamız lazım" dedi.
Haber Diyarbakır, Haber: Fikret Özkan, 11.04.2011

GÖBEKLİ TEPE'Yİ DÜNYAYA ANLATTI

 

 

Günümüzden 12 bin yıl öncesini anlatan 'Göbekli Tepe: Dünya'nın İlk Tapınağı' isimli belgesel; Amerika, Hindistan, İran ve Çin'de pek çok dünya festivalinde gösterildikten sonra İstanbul'da. Önce İstanbul Film Festivali, sonra üniversite gösterimleriyle yolculuğuna devam edecek film; insanlık tarihini yeniden gözden geçirmemizi salık veriyor.

 

Şanlıurfa yakınlarındaki Göbekli Tepe'yi dünyaya tanıtan 'Göbekli Tepe: Dünya'nın İlk Tapınağı' isimli belgeselin temelleri yönetmen ve yapımcı Ahmet Turgut Yazman'ın 2006 yılında okuduğu bir gazete haberiyle atıldı. Yazman'ın okuduğu haberde Alman bir arkeolog (Doç.Dr. Klaus Schmidt), Göbekli Tepe'yi anlatıyordu. Dediğine göre; yazıyı keşfeden Sümer medeniyetinden ve Mısır'daki piramitlerden 6 bin, İngiltere'deki ünlü megalitik anıt Stonehenge'den 7 bin, şimdiki zamandan tam 12 bin yıl önce bir 'uygarlık' yaşamıştı Göbekli Tepe'de. İlkel ama bilinçli, yerleşik değil ama inançlı... Bu bilgi, Yazman'ın hayatındaki diğer her şeyi askıya alıp yola çıkmasına sebep oldu. Belgesel çekimleri için Kahire Müzesi yöneticisi ejiptolog Wafaa El-Saddik, astronom ve fizikçi B.G.Sidharth, sufi Metin Bobaroğlu ve arkeolog Prof. Mehmet Özdoğan ile görüşmeler yapan Yazman, Göbekli Tepe'yi önce dünyaya sonra bize anlattı.

 

İnsanoğlunun yerleşik hayata geçmesi beslenme ve tarımla değil de inanç ve ibadetle mi ilgili?

Göbekli Tepe'ye bakış açımızı değiştirecek bir konu bu. Yüzyıllardır bildiğimiz üzere insanoğlu avcı ve toplayıcılıktan tarıma yöneliyor, sonra yerleşik hayata geçiyor ve bir medeniyet, bir kültür oluşturuyor. Sosyolojik ve antropolojik olarak elimizdeki bilgiler aşağı yukarı böyle. Ama Göbekli Tepe kazılarında bulunan tapınaklar bu bilgiyi yeniden gözden geçirmemizi gerektiriyor. Çünkü ortada bildiğimiz anlamda bir yerleşim yok, sadece tapınaklar yani bir inanç sistemi, bir kültür, bir medeniyet var; ibadet ediyor insanlar.

 

Bu durumda pek çok tarihi bilgi yerle bir mi oluyor?

Göbekli Tepe'de 12 bin yıl öncesine ait tapınaklar var; bu bile insanlık tarihine tekrar bakmamız, tarih kurgusunu sorgulamamız için yeterli. Evet, 5 bin yıllık kurgu yerle bir olabilir. 12 bin yıl önce birtakım insanlar tapınak yapmış. 60 tonluk taşların taşınması, dikilmesi, bir düzene konması, üstünün işlenmesi... Tarihin cevaplaması gereken yeni sorular var.

 

Dünya bu bilgiyi nasıl algıladı?

Biraz yavaş. Amerika Arkeoloji Enstitüsü'nün Göbekli Tepe kazılarından çıkan bulguları tanıması 10 sene aldı. Birtakım popülist yaklaşımlar da oldu. Mesela Almanya'da 'Adem'le Havva'nın yaşadığı yer bulundu' diye haberler yapıldı. Göbekli Tepe'nin böyle iddialı ve popülist yaklaşımlara ihtiyacı yok. Eldeki zaten çok önemli bir bilgi.

 

Belgesel nasıl işliyor?

Dünyanın dört bir yanından pek çok uzmanın görüşüne yer veren belgesel, tamamen bilimsel verilerle soru jimnastiği yaparak ilerliyor. Özellikle D Tapınağı'nda birtakım semboller var. Boğa, turna, yılan gibi... Araştırmalar sembolik anlatım ve mitolojik dili çözme üzerine yoğunlaştı. Göbekli Tepe'yi anlamak için arkeolojik yaklaşım yeterli değil. Bilimsel ve mistik verileri harmanlamak, matematiksel ve sezgisel bilgileri bir araya getirmek gerekli. Filmde iki ve üç boyutlu animasyonlarla çizgi animasyonlar kullandık. Kutsal metinlerden, özellikle Kur'an-ı Kerim'den faydalandık. Bir anlama çabası var filmde; niye varız, ne amaçla buradayız... İki derdim var. Birincisi Göbekli Tepe'yi dünyaya duyurmak, ikincisi Göbekli Tepe'yi anlamak.

 

Siz kişisel olarak neler öğrendiniz?

Anladığımı anlatmak zor. İçsel olarak çok şey öğrendim. 12 bin yıl önce ibadete önem veren benim gibi, sizin gibi; bilen, bilinçli bir insan topluluğu var. Varoluşunun kozmik bağlarının peşinde olan bir insan topluluğu... Göbekli Tepe insanın manevi yolculuğunda önemli bir durak; sadece arkeolojik bir buluntu değil. Varoluşsal sorulara da cevap veren bir yer.

 

Bundan sonra?

Şu anda tapınakların yüzde 20'si çıkarıldı. Yüzde 80'i toprağın altında. Kazılar devam ediyor; daha neler çıkacak, merakla bekliyorum. Schmidt'e göre 50 ile 90 yıl arasında iş var. 10 sene sonra filmin ikincisini çekebilirim.

Zaman, Haber: Jülide Karahan, 11.04.2011

KÜRATÖR DEVRİ KAPANDI: SALT AÇILDI

 

Garanti Bankası bünyesinde, farklı misyonlarla ve değişik mekanlarda faaliyet gösteren Osmanlı Bankası Müzesi, Platform Garanti Güncel Sanat Merkezi ve Garanti Galeri'nin özerk bir kurum olarak yeniden yapılandırılmasından bir kültür kurumu doğdu: SALT.

 

SALT'ın Beyoğlu binası, bugün Ben bir stüdyo sanatçısı değilim ve Laboratuvar adlı iki sergiyle kapılarını açıyor.
 

Dün yapılan basın toplantısında konuştuğumuz Araştırma ve Programlar Direktörü Vasıf Kortun, SALT'ın küratörlerle çalışmayacağını, bunun yerine bir Araştırma ve Programlar ekibi kurduklarını söyledi. "Sinematik model peşindeyiz, burada küratör diye bir şey yok" diyen Kortun, böylece, sorumlu tek mercinin küratör olduğu ve dolayısıyla etkin bir soruşturmanın yer alamadığı bir sistemden, tartışarak üreten bir sisteme geçtiklerini söylüyor.

 

Kortun'un sözlerine bakılırsa, Garanti Bankası bünyesinde faaliyet gösteren bu üç kurumun tek çatı altında toplanması üç yıllık bir süreç sonunda gerçekleşmiş.

Taraf, Haber: Elif Bereketli, 11.04.2011

GÜL, MİMAR SİNAN PROJESİNİ HİMAYELERİNE ALIYOR

 

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Mimar Sinan'ı anma programı kapsamında Ağırnas'taki törenlere katıldı. Tören sonrasında Gül, Mimar Sinan'ın doğduğu evi gezdi. Gül, burada, ÇEKÜL Vakfı tarafından Mimar Sinan'ın evi ve çevresi ile tanıtılmasına yönelik hazırlanan projesinin Cumhurbaşkanlığı himayesine alınması yönünde talimat verdi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Mimar Sinan'ın Ağırnas'taki doğduğu ve iki katı yer altında olan 4 katlı evi gezdi. Burada Belediye Başkanı İsmail Mete ve ÇEKÜL Vakfı Başkanı Prof.Dr. Metin Sözen'den yapılan çalışmalar hakkında bilgi aldı. Restore edilerek turizme kazandırılan evin çevresindeki tarihi binalarında restore edilerek, bölgenin turizme kazandırılması konusunda yapılan çalışmalar olduğu bilgisi aktarıldı. Cumhurbaşkanı Gül, hazırlanan proje çalışmasının önemli olduğunu dile getirerek, Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu'na bu projenin tamamlanması noktasında destek vermesini istedi. Gül, projenin tamamlanmasıyla birlikte yapılacak olan çalışmaların Cumhurbaşkanlığı himayelerine alınacağını ve Mimar Sinan'ın hem tanıtılacağını hem de mimari özelliklerinin anlatılmasına katkı sağlayacaklarını söyledi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, daha sonra evin balkonana çıkarak burada halkı selamladı. Evdeki inceleme sonrasında dar sokaktan aracına doğru ilerleyen Gül, burada yaptıkları el işini satan Ağırnaslı bayanlarla görüştü. Gül, bayanların satışa çıkardıkları bütün dantelli eşarpları, kazakları ve diğer el işlerini aldı. Bayanlar ise Cumhurbaşkanına teşekkür etti. Gül, bu bölgenin turizme kazandırılacağını ve yaptıkları el işlerinin daha çok değerleneceğini ve daha çok çalışmaları gerektiğini belirtti.

Yeni Şafak, 11.04.2011

"UCUBE" YIKILIRSA YENİSİNİ YAPACAK

 

 

Eskişehir'de düzenlenen panelde konuşan heykeltraş Mehmet Aksoy, yıkılması planlanan "İnsanlık Anıtı"yla ilgili olarak "Yıksınlar ben yenisini yaparım" dedi.

Eskişehir'de Tepebaşı Belediyesi tarafından heykeltıraş Mehmet Aksoy'un Kars'ta yaptığı ve yıkılması tartışılan ''İnsanlık Anıtı'' için Eskişehir Kültür Merkezi'nde ''İnsanlık Yıkılmaz, ben gördüm, duydum, tanıdım'' adlı söyleşi düzenlendi.

 

Söyleşi söyleşi öncesinde sanatçı Tarık Akan'ın yönettiği ''Işık Yontucusu'' adlı belgesel izlenime sunuldu.

 

Burada bir konuşma yapan Heykeltıraş Mehmet Aksoy, Kars'ın bugüne kadar bir çok savaşa sahne olduğunu belirterek, söz konusu anıtla birlikte kötü izlerin silinmesini amaçladığını kaydetti. Aksoy, sanatı ve sanatçıyı anlamaya çalışmanın hükümetlerin görevi olduğunu ifade ederek, şöyle konuştu:
''Türkiye'de herkesin evinde ya da her kentte heykeller yok. Ama hükümetlerin bunu bir şekilde anlaması, desteklemesi gerekir. Heykeli bitirmiş değilim. Ben sanat yapmaya devam edeceğim. Bu heykel yıkılsın yenilerini yapmaya devam edeceğim, yaparım.''

 

Sinema sanatçısı Tarık Akan da sinema oyuncusu olarak taşıdığı duyguları, ''Işık Yontucusu'' adlı belgeselle anlatmak istediğini belirterek, Anadolu'dan çıkan Mehmet Aksoy'un tanınmasına inandığı için belgeseli çektiğini bildirdi.

 

Sanat ve sanatçının desteklenmediğini iddia eden Akan, sözlerine şöyle devam etti:

''Ülkemde 1960 sonrasından itibaren sanat ve sanatçının hiçbir değeri yok. Var olan da yok edilmeye çalışıldı. Mehmet Aksoy gibi yaratıcı bir sanatçı Türkiye'de değilde başka bir ülkede olsaydı tüm dünya tarafından tanınırdı.''

 

Söyleşiye, İstanbul Barosu Eski Başkanı Avukat Turgut Kazan, CHP Parti Meclisi Üyesi Ercan Karakaş ile Cumhuriyet Gazetesi yazarı Oktay Ekinci katıldı.

Ntvmsnbc, 11.04.2011

520 YILLIK GALATA KAPILARINI AÇIYOR

 

 

En eski Mevlevi tekkesi Galata Mevlevihanesi'nde restorasyon çalışmaları bitti. Dört yıldır kapalı olan Mevlevihane Mayıs ayında kapılarını ziyaretçilerine açıyor. Müzede üç boyutlu hologram semazen de sema dönecek.

 

İstanbul'un en eski Mevlevihanesi eski görkemli günlerine yine kavuşuyor. 4 yıldır kapalı olan Galata Mevlevihanesi Müzesi, Mayıs ayında yenilenen yüzüyle kapılarını açıyor.

 

İstanbul'un en eski Mevlevi Tekkesi olan 520 yıllık Galata Mevlevihanesi, 20 Mayıs 2007'de ziyaretçilere kapatıldığını belirten Müze Müdürü Yavuz Özdemir, "2009 yılında restorasyon çalışmaları başladı. Bu süreçte İstanbul 2010 Kültür Ajansı ile görüştük ve onlarla ortak bir çalışma yapıldı" dedi.

 

Mevlevihanede ayrıcaa Osmanlı İmparatorluğu döneminin önemli dervişleri, neyzenleri ve divan şairlerinin mezarlarının bulunduğu Hamuşen Hazire Alanı'nın da restorasyonunun yapıldığını söyleyen Özdemir, "Restore edilen eserler arasında Halet Efendi Kütüphanesi, Halet Efendi Türbesi, Şeyh Galip Dede Türbesi, Esrar Dede ve Humbaracı Ahmet Paşa'nın mezarlarının yanı sıra, buraya sonradan nakledilen İbrahim Müteferrika'nın mezarı da bulunuyor. Yine bahçe içerisinde bulunan sebil ve kütüphane de restora edilen bölümler arasında" diye konuştu.

 

6 bin 800 m2 açık alan ve bin 100 m2'lik kapalı alana sahip olan Galata Mevlevihanesi Müzesi'nin, Mayıs ayında Müzeler Haftası'nda açılacağını belirten Özdemir. "Burası insanların gelip objeleri görüp gidecekleri bir yer değil.

 

Beyoğlu dokusuyla kontrast oluşturuyor. Biz istiyoruz ki insanlar İstiklal Caddesi'nin kargaşasından, gürültüsünden kaçıp müzeye geldiklerinde huzur bulsunlar. İrnsanlara dinlenecekleri, düşünecekleri bir alan yaratmak istiyoruz.

 

Yine salonumuzda sema gösterileri yapılacak, müzik dinlenebilecek, hatta bahçede müzenin konseptine uygun olarak konserler düzenlenecek. " diye anlattı. Müze bölümünde farklı bölümler oluşturduklarını dile getiren Özdemir, burada hat, ebru, gravür ve müzik eserlerini sergileyeceklerini belirtirken, bir bölümde de üç boyutlu bir hologram yaptıklarını ve burada sema dönen bir semazenin görüntüsünün ziyaretçilere gösterileceğini ifade etti.

 

Mayıs ayında kapılarını açacak olan Mevlevi Tekkesi'nin içi de yenidenr düzenlendi. 1.5 milyon liralık restorasyonla müzenin içinde üç boyutlu semazenin yer aldığı bir bölüm oluşturuldu.

Vatan, Haber: Meltem Günay, 11.04.2011

MONA LISA'NIN SIRRI ORTAYA ÇIKACAK MI?

 

 

Leonardo da Vinci‘nin ünlü tablosu Mona Lisa gerçekte kim? Sık sık spekülasyonlara neden olan bu sorunun yanıtını bulmak için artık bilim adamları görevde...

Çok sayıda sanat tarihçisi, Leonardo da Vinci‘ye 1479-1542 yılları arasında yaşamış Floransalı bir tacirin karısı olan Lisa Gherardini del Giocondo‘nun modellik yaptığını öne sürüyor. Bu nedenle jeolog, antropolog ve kültür tarihçilerinden oluşan bir ekip La Giocondo‘nun mezarını kazarak, kemikleri üzerinde araştırma yapacak.

 

Araştırmacılar kısa adı Mona olan kadının DNA izine ve kafatasına rastlamayı, ellerindeki bulgularla, kimliğini tespit edip yüzünün konstrüksiyonunu çıkarmayı umuyorlar. Kazıya Nisan sonunda başlanacağı ilan edildi ama mezarın boş olmasından endişe ediliyor. İtalyan La Stampa gazetesi seksenli yıllarda mezarın bulunduğu bölgede bir yer altı otoparkı inşa edildiğini, inşaat sırasında Mona Lisa‘nın kemiklerinin taşınmış olabileceğini yazdı. Paris‘teki Louvre Müzesi'nde sergilenen Mona Lisa tablosu Şubat ayında da bir erkeğin portresi olduğu iddiaları yüzünden manşetlere taşınmıştı. İddia sahibi de Gionco‘nun mezarında araştırma yapacak ekibi görevlendiren İtalyan Kültür Mirasını Koruma Komitesi başkanı Silvano Vinceti idi. Vinceti, Mona Lisa‘nın gözlerinde gizlenen harf ve rakamlardan yola çıkarak Leonardo da Vinci‘ye genç ögrencisi Gian Giacomo Caprotti Alias Salai‘nin modellik yaptığını öne sürmüştü. Vincenti sanatçının Salai‘yi resmettiği diğer tablolarla Mona Lisa karşılaştırıldığında burun ve ağız yapısında benzerlik olduğunu da iddia etti. Ancak Louvre Müzesi yetkilileri 2004 ve 2009 yıllarında Mona Lisa tablosunu ayrıntılı bir biçimde incelediklerini, eserin orijinali değil kopyası ile çalışan İtalyan bilimadamı Vincenti‘nin iddialarının doğru olmadığını belirttiler. Vincenti ise Louvre‘daki meslektaşlarının yanıtını ''Mona Lisa‘nın gözlerindeki şifreyi görmemek için kör olmanız gerek'' şeklinde yorumladı ve istenirse yardımına başvurabileceklerini söyledi.

 

Sırrı bu kez de bulunamazsa Mona Lisa tablosunun önümüzdeki yıllar, hatta yüzyıllar boyunca yeni spekülasyonlara neden olacağı kesin.

Ntvmsnbc, Haber: Fulya Canşen, 11.04.2011

SÜMELA'YA TARİHİ KİRA ARTIŞI

 

 

Trabzon'un Maçka İlçesi'nde bulunan tarihi Sümela Manastırı konusunda Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü arasındaki anlaşmazlık yıllar öncesine dayanıyor. Vakıflar, 19 Eylül 1991'de Maçka Asliye Hukuk Mahkemesi'ne, Sümela Manastırı'nın Hazine'nin değil, vakfın malı olduğunu öne sürerek dava açtı.


Dava kapsamında dosya bilirkişiye gönderildi. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medeni Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Hüseyin Hatemi yaptığı inceleme sonucunda, Sümela'nın vakıf malı olduğunu belirledi. Mahkeme, 1999'da davayı Sümela'nın vakıf malı olduğu kararına vararak sonuçlandırdı. Ancak manastır, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın himayesindeydi. Sonuç olarak, Vakıflar, 'turizm amaçlı' ve 'restorasyon' yapılması şartlarıyla Sümela'yı bakanlığa 10 yıllığına tahsis etti, kiralama bedeli olarak da yıllık 60 TL olarak belirledi. Bu oran her yıl TEFE oranında artırıldı, en son 2010'da ödenen kira bedeli 270 TL oldu.

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü kısa bir zaman önce süresi dolan sözleşmeyi yenilemek isteyen Kültür ve Turizm Bakanlığı'na, çok düşük bir kira ödendiğini ancak manastırdan her yıl ortalama 850 bin lira kazandığını belirterek bu oranın günümüz şartlarına göre artırılması gerektiğini iletti. İki kurum arasında süren sıkı pazarlıklar sonucunda Sümela'nın kirasına nisan ayı başında 333 kat zam yapılarak, yıllık 90 bin TL'ye çıkarıldı. 10 yıl geçerli olacak sözleşmede kira oranı yine her yıl TEFE ve  TÜFE oranında artırılacak.

 

VakIflar Bölge Müdürlüğü görevinden, milletvekili aday adaylığı için istifa eden Mahzar Yıldırımhan, 10 yıl önceki kira bedelinin reeli yansıtmadığının altını çizerek, 'Son yıllarda Genel Müdürlüğümüz, bütün mülkiyetlerinden reele yakın kira almaya başladı. Çünkü birçok yerden komik kiralar alınıyordu. Sonuçta buralardan kazanılacak para yeni restorasyonlara gidecek' dedi.

Akşam, Haber: Gürkan Ata, 11.04.2011

BİLECİK MÜZESİ'NE MAKYAJ

 

Bilecik'te müze bahçesi yeniden düzenleniyor.

Daha evvel müzenin bahçesinde sergilenen tarihi taşlar tehlike arz ediyordu. Bahçede teşhir edilen 70 kadar arkeolojik taş Bilecik Müze Müdürlüğü ile Bursa Rölöve Anıtlar Müdürlüğü ile ortaklaşa çizilen proje kapsamında sağlamlaştırılacak. Turizm açısından iyi bir mekan hazırlanması maksadıyla bahçe düzenlenmesinin masrafı Bilecik İl Özel İdaresi'nce karşılanacak. Zemine beton döküldükten sonra granit kaideler üzerine tarihi taşlar yerleştirilecek.

Bilecik Kent Haber, 11.04.2011

7 BİN METREKARENİN ÜSTÜ DE ALTI DA TARİH

 

 

7 bin 202 metrekare üzerine kurulu Sultanahmet Endüstri Meslek Lisesi, binası ve altındaki sarnıçla tarihin kalbinde bir okul. Roma döneminden kalan sarnıca girdik, ihtişamını hala koruduğunu gördük.

 

İstanbul’un taşı toprağı altın, altı ise sarnıç… Özellikle tarihi yarımadada pek çok yapının altında bulunan sarnıçların en büyüğü Yerebatan. En eskilerinden biri ise Sultanahmet Endüstri Meslek Lisesi’nin altındaki Roma döneminden kalan sarnıç. İçine girilmeyen sarnıcın büyüklüğü konusunda çeşitli rivayetler mevcut. Kimine göre bu sarnıç Yerebatan ile birleşiyor. Sarnıca girdik, hala ihtişamını koruduğunu gördük.

 

Roma döneminden kaldı

Sultanahmet Endüstri Meslek Lisesi gerek tarihi gerek sarnıcı gerekse bulunduğu konumla içinde tam bir tarih barındırıyor. 1868’de kapılarını Sanayi Mektebi olarak açılan okuldan mezun olanlara zamanında ‘mühendis’ gözüyle bakılırmış. Çünkü Türkiye’nin ilk meslek lisesi unvanına sahip. Okul, dört ayrı binadan oluşuyor, 7 bin 202 metrekare alana ve muhteşem bir manzaraya sahip. Zaten bu sarnıcın okulun altını tamamen kapladığı belirtiliyor. Üstelik İstanbul’un en eski kalıntısı Hipodrom duvarı Sfendon üzerine inşa edilmiş. Sultanahmet’te At Meydanı olarak bilinen alanda o günden bugüne kalan tek tarihi kalıntı Sfendon duvarı. Belki pek çok kişi o duvarın önünden geçmiştir fakat orada tarih yattığını bilemeyebilirsiniz. Zira bu duvardaki küçük bir bölmeden sarnıca ulaşılıyor ama girişi çok küçük olduğu için fark etmek mümkün değil.

 

Aslında burası sarnıç olarak inşa edilmedi, Roma İmparatorluğu döneminde bugün sarnıç olarak bilinen yerde atlar barınıyormuş, Bizanslılar ise daha sonra burayı sarnıca çevirmiş.

 

Girişten itibaren 20-25 metrekarelik bölümü gezilebilen sarnıçta merdivenlerle halen su olan bölüme iniliyor. Yıllar ihtişamından bir şey götürmese de sarnıcın durumu çok iyi değil. Çünkü hiç restore edilmesi düşünülmemiş bir yapı. Sorumluluğu ve anahtarı okul yönetiminde duran sarnıcın içinde geçen yıl Sultanın Sırrı filminin çekimleri yapılmış. Daha önce de yabancı bir belgesele konu olmuştu.

Sanat Tarihçi Prof.Dr. Semavi Eyice, bu sarnıçta geçmişte hayvanların muhafaza edildiğini belirterek Bizanslılar’ın şehirde su sıkıntısı baş gösterince içini sıvayıp sarnıca dönüştürdüklerini söylüyor. Zaten bu yapının dışında hipodromdan başka bir iz kalmadığını anlatıyor. 1920’li yıllarda İngiliz arkeoloji grubunun hipodromun izlerini planını ortaya çıkardığını söylüyor.

 

Sarnıçların İstanbul’a has olduğunu belirten Eyice, onlara gereken değerin verilmediği konusunda sitemkar: “Örneğin Karagümrük’te eski su haznesinin arkasında bir sarnıç var. Bizans döneminden kalan sarnıç sütun başlığı müzesi gibiydi fakat mahalleli çöp atıyordu. Sonra da zaten üstünü toprakla kapattılar. İstanbul’daki pek çok sarnıç aynı kadere terk edildi.”

 

Meslek Lisesi’nin üzerinde kurulduğu sarnıcın dış cephesi hipodromun son kalıntısı. Ama duvarın dibinde yıllar önce gecekondu yapılmış ve sonra yıkılmış. Gecekondunun izlerini görmek hala mümkün çünkü tarihi duvarın belli bir bölümü fayansla kaplı. Bahçeşehir ve Marmara Üniversitelerinde İstanbul dersleri veren Haldun Hürel, gecekonduların 1980’e kadar orada bulunduğunu belirterek “Eskinin su depoları şimdi üvey evlat muammelesi görüyor. Bunları açmak tabii ki emek istiyor ama en azından korumaya alsak” diyor.

Star, Haber: İnci Döndaş, 10.04.2011

SEYİTGAZİ MÜZESİ MÜDÜRLÜĞÜ KAPATILDI

 

Eskişehir Seyitgazi Müzesi Müdürlüğünün kapatılmasına ilişkin Bakanlar Kurulu kararı Resmi Gazete’nin 9 Nisan 2011 tarihli sayısında yayımlandı. Karara göre, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın taşra teşkilatında yer alan Eskişehir Seyitgazi Müzesi Müdürlüğü kapatıldı.

Turizm Gazetesi, 09.04.2011

RESTORASYONDA UZMAN SIKINTISI

 
Kapsamlı restorasyonlara tabi tutulması gereken tarihi eserlerin büyük bir bölümünde, yüklenici müteahhit firma sıkıntısı yaşandığı bildirildi. Türkiye’nin birçok bölgesinde yaşanan bu sıkıntıdan Erzurum’daki tarihi Çifte Minareli Medrese de nasibini aldı.

Erzurum Vakıflar Bölge Müdürü Kenan Üngan, tarihi Çifte Minareli Medrese’nin bu yıl kapsamlı bir restorasyon çalışmasına tabi tutulacağını anımsatarak, çalışmalara başlanması sürecinde karşılaşılan müteahhit firma sıkıntısına değindi.

Çifte Minareli Medrese gibi büyük hacimli tarihi bir yapının restorasyonunun, ancak benzer nitelikte iş bitirmiş olan yüklenici firmalar tarafından yapılabileceğine dikkati çeken Üngan, Erzurum ve bölgede söz konusu niteliklere haiz yüklenici bulunmadığını dile getirdi. Üngan, özellikle büyükşehirlerde faaliyet gösteren ve iş bitirmiş olma niteliği taşıyan yüklenici firmaların tespiti yönünde bir çalışma başlattıklarını belirterek, tarihi Çifte Minareli Medrese’nin restorasyonuna en kısa sürede başlamayı planladıklarını ifade etti. Yüklenici firma sıkıntısı dolayısıyla restorasyon çalışmalarının aksamaması için alanında uzman kişi ve kuruluşlarla temasların sürdürüldüğünü vurgulayan Üngan, “Çifte Minareli Medrese gibi çok önemli bir tarih ve sanat eserinin restore edilmesi, bir takım şartlara haiz olmayı gerektiriyor. Bu kadar büyük hacimli bir eseri restore edecek olan yüklenicinin, benzer nitelikte iş bitirmiş ve alanında uzman olması, en başta aradığımız şartlar. İlimizde ya da bölgemizde bu niteliğe sahip müteahhit firma maalesef bulunmuyor.” dedi.

Erzurum Vakıflar Bölge Müdürlüğü olarak, bu sıkıntıyı aşmak için tüm imkanları seferber ettiklerini ve Çifte Minareli Medrese’deki restorasyona bir an önce başlamayı planladıklarını anlatan Üngan, tarihi eserin, restorasyonu yapıldıktan sonra vakıf müzesi olarak Erzurum turizminin hizmetine sunulacağını ifade etti.

ERZURUM’UN SEMBOLÜ TARİHİ ÇİFTE MİNARELİ MEDRESE
Erzurum’un sembolü haline gelen Çifte Minareli Medrese’nin kitabesi olmadığından, yapılış tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat’ın kızı Hundi Hatun veya İlhanlı hanedanlarından Padişah Hatun tarafından yaptırılmış olabileceği düşüncesi ile adına Hatuniye Medresesi de denilmektedir. Genellikle 13. yüzyılın sonlarında yaptırıldığı kabul edilmektedir. Osmanlı Padişahlarından 4.Murat’ın emri ile bir süre “Tophane” olarak, daha sonra da “Kışla” olarak kullanılmıştır. 1942-1967 yılları arasında Erzurum Müzesi olarak kullanılan medrese, günümüzde çay bahçesi ve resim sergi salonu olarak kullanılmaktadır. Medrese yaklaşık 35x46 m. boyutlarındadır. İki katlı, dört eyvanlı ve açık avlulu medreseler grubundandır. Zemin katta 19, birinci katta ise 18 oda bulunmaktadır. Avlu 26x10 m. ölçülerinde dört yönden revaklarla çevrili olup, girişin batısındaki kare mekanın vaktiyle mescid olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Zemin katın revakları kalın sütunlar üzerine oturmaktadır. Sütunların çoğu silindirik, dördü sekizgen gövdeye sahiptir. Odalar beşik tonozla örtülüdür.

Erzurum Gzetesi, Haber: Samet Özünal,09.04.2011

GÜLDÜREN RESTORASYON

 

 

Niğde'deki Gümüşler Manastırı'ndaki 'Gülen Meryem' freskinden çok etkilenen Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, önümüzdeki yıldan itibaren freskin Türkiye'nin tanıtımında kullanılacağını söyleyince itirazlar yükseldi. İşte, Kapadokya bölgesiyle ilgili araştırmalarıyla tanınan uzmanların itiraz nedeni:

- Yavuz İşçen: Yarardan çok zarar getirir. Hıristiyan dünyasından büyük tepki alırız. Ortodoks inancına göre, gülüyorsan şeytanı sevindiriyorsun demektir. Çünkü İsa'nın çarmıha gerilmesini, acı çekmesini isteyen de şeytandır. Meryem ya da İsa gülmez. Bu olsa olsa restorasyon hatasıdır.
- Gürsel Korat: Bu bir restorasyon hatasıdır. Tüm dünyadaki Meryemler durgun, bir tek Niğde'deki gülüyor... Bu şaka olmalı!
- Doç.Dr. Sacit Pekak: 1964-65 yıllarında Gümüşler Manastırı çalışmasını yapan İngiliz Arkeolog Michael Gough'tır. Sanat tarihçileri ve arkeologlar, onarımdan önce durum tespiti için eserin fotoğrafını çeker, çizimini yapar, rapor yazar sonra restore eder. Bu belgeler büyük olasılıkla İngiltere'de arşivlerde vardır. 'Gülen Meryem' demek için bu belgeleri görmek gerekir.


AKŞAM'A konuşan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ise şu açıklamayı yaptı: Brezilya'da, İsa siyah olarak resmedilmiştir. Hatta ağlayan Meryem Ana ve ağlayan İsa da var. Onlara inanıyorlar da gülen Meryem'e mi inanmıyorlar? Demek ki bizim topraklarımız yani Anadolu, Meryem'i güldürmüş. Ne kadar güzel!

Akşam, Haber: Özlem Çelik, 09.04.2011

HASANKEYF'İN BELİRSİZ KADERİ

 

Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü’nün davetlisi olarak Erzurum’a giden Batman Üniversitesi Rektörü ve Hasankeyf Arkeolojik Kazı Başkanı Prof.Dr. Abdüsselam Uluçam, Bugünkü Hasankeyf’in, acilen yeni yerleşim alanına taşınarak, altındaki tarihi Hasankeyf’e ulaşacak arkeolojik kazılar için ortam hazırlanması gerektiğini kaydetti.

 

Batman Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Abdüsselam Uluçam, Hasankeyf’in Türkiye’nin büyük bir kültür mirası olduğunu hatırlatarak, “Ilısu Barajı’nın inşaatı devam ediyor. Baraj bittiğinde Hasankeyf’in büyük bölümü sular altında kalacak. Artık karar verilmelidir, Hasankeyf’teki tarihi doku ne olacak, taşınacak mı, baraj suları altında mı kalacak?” diye sordu.

 

Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü’nün davetlisi olarak Erzurum’a giden ve Kültür Merkezi’nde bir konuşma yapan Uluçam, 2004 yılından beri Bakanlar Kurulu Kararı ile Hasankeyf Arkeolojik Kazı Başkanlığı’nı yürüttüğünü ve pek çok eseri gün yüzüne çıkardıklarını ve pek çoğunun da onarımını gerçekleştirdiklerini vurguladı.

 

Hasankeyf Tarihi ve Hasankeyf Kenti’nin tam anlamıyla bir ören yeri konumunda olduğunu ve Hasankeyf’teki kültür varlıklarından hiç birisinin sağlam olarak günümüze ulaşamadığını ve Bazı mimari elemanları ile varlığını sürdürebilenlerin de yıkılmak üzere olduğu uyarısında bulunan Uluçam, “Bunlardan Ulu Cami, Rızk Camisi’nin taç kapısı, Koç Camisi’nin ana giriş eyvanı ile örtü sistemi ve mihrabı, İç Kale kapıları, Küçük Saray, Su Kulesi, İmam Abdullah Zaviyesi minaresi her an yıkılma tehlikesi ile karşı karşıyadır. 2010 yılında Zeynel Bey Türbesi, El-Rızk Camii taç kapısı, Sultan Süleyman ve Koç Camileri, Artuklu Hamamı ile İç Kale kapılarında sağlamlaştırma çalışmalarına başlanmıştır.” bilgisini verdi.

 

Hasankeyf’te bugün için bir belirsizliğin söz konusu olduğunu ifade eden Uluçam, “Gelecek endişesi ve yoksulluk içinde yaşayan Hasankeyf Halkı, sahibi olduğu kültürel zenginliğin farkında değildir. Bunları koruma bilinci de oluşmamıştır. Hasankeyf zengin bir turizm potansiyeli sahiptir. Ancak ihtiyaçlara cevap verebilecek çağdaş standartlarda hiçbir tesis ve konaklama ünitesi bulunmamaktadır. Mevcut tesislerin tamamı yasadışıdır ve sağlığa uygun değildir” değerlendirmesini yaptı.

 

1952 yılından bu yana Hasankeyf’in Baraj suları altında kalacağı gerekçesiyle yeterince yatırım ve kaynak aktarımından yararlanamadığını anlatan Uluçam, ekonomik imkansızlıkların, cehaletin ve tembelliğin bu bölgeye büyük bir zarar verdiğini hatırlattı.

 

“Ilısu Barajı’nın yapım aşamasına gelmesi ile Hasankeyf’in doğal yapısı ve kültürel donanımı değişik çevrelerce gündeme taşınarak çok yönlü bir sahiplenme sürecine girilmiş, ancak sahipsizlikten hala kurtarılamamıştır” yakınmasında bulunan Uluçam, “Barajın yapımı halinde, Ortaçağ Dünyasının zengin ve mamur kenti, Artuklu Devleti’nin Başkenti olan Hasankeyf Aşağı Şehri’nin tamamı sular altında kalacaktır” uyarısında bulundu.

Neler yapılmalı?

Barajın yapım sürecine paralel olarak yeni bir çalışma takvimi ve stratejisi belirlenmesi gerektiğini anlatan Prof.Dr. Uluçam, “Bilimsel Danışma Kurulu’na gerekli ve yeterli maddi destek sağlanarak araştırma yapmaları ve sonuca ulaşmaları sağlanmalıdır. Bu sonuca göre mimari yapıların taşınıp taşınamayacakları, varsa taşınabileceklerin hangileri olduğu belirlenerek Diyarbakır Kültür ve Tabiat Varlıkları’nı Koruma Kurulu’na görüş sunulmalıdır” dedi.

 

Bugünkü Hasankeyf’in acilen yeni yerleşim alanına taşınarak altındaki tarihi Hasankeyf’e ulaşacak arkeolojik kazılar için ortamın hazırlanması gerektiğini dile getiren Uluçam, “Kazı Başkanlığının koordinatörlüğünde, sondaj, kazı, belgeleme, koruma ve taşıma ekipleri oluşturulmalı, bu ekiplere her açıdan gerekli destek sağlanmalıdır. Kültür varlıklarının niteliklerine göre envanter ve belgeleme çalışmaları tamamlanmalıdır. Barajdan etkilenmeyecek kültür varlıkları hızla restore edilmelidir. Kültürel Mirasın korunması ve turizm işletmeciliği konusunda Hasankeyf halkını bilinçlendirmek amacıyla, Batman Üniversitesi’ne bağlı olarak Yeni Hasankeyf’te kurulması planlanan Turizm ve Otelcilik Meslek Yüksekokulu ve uygulama oteli bir an önce gerçekleştirilmelidir. Tarihi ören yerini tek elden yöneterek korumak ve sağlıklı bir turizm hizmeti sunmak açısından, Hasankeyf’i bir kuruma tahsis ederek yetki ve sorumluluk verilmelidir.” dedi.

Haber Doğu, Haber: Veysi Demir/İLKHA, 09.04.2011

ASIRLIK KÖPRÜLER KURTULUYOR

 

Edirne'de Tunca Nehri üzerinde bulunan asırlık iki köprünün restorasyonu için onay çıktı.


Kültür ve Tabiat Varlıkları Korumu Bölge Kurulu Yalnızgöz ve Saraçhane köprülerinin restorasyonu değerlendirdi. Kurulun yaptığı değerlendirme sonucunda tarihi köprülerin onarımı için onay verdi. Edirne merkezi Yıldırım Mahallesi'ne bağlayan Yalnızgöz ile Sarayiçi bölgesine bağlantıyı sağlayan Saraçhane köprülerinin yapılması için top İl Özel İdaresi ile karayollarında özellikle Saraçhane Köprüsü'nün onarılmasıyla birlikte iki mahalle arasındaki geçişler daha kestirme yoldan ve kısa yoldan gerçekleşmiş olacak.

SARAÇHANE KÖPRÜSÜ
Saraçhane Köprüsü 1451 yılında II.Murat döneminde yapılmıştır. Tunca Nehri üzerinde yapılan köprü şehri Sarayiçi bölgesine bağlamaktadır. Köprü 1706 yılında II. Mustafa döneminde onarımdan geçirilmiştir. Dönemin Edirne Valilerinden Hacı Esved Paşa 1886 yılında taştan örme ayaklar üzerindeki köprüyü 50-60 metre daha uzatmıştır. Saraçhane Köprüsü 120 metre uzunluğunda, 5 metre genişliğinde 11 ayaklı ve 10 kemerli bir köprüdür.
Sabah, 09.04.2011

İZNİK'TE ROMA TİYATROSU VE SURLAR RESTORE EDİLECEK

 

Bursa’nın İznik İlçesi'nde Roma Tiyatrosu ve tarihi surların restore edileceği bildirildi.

 

AKP İlçe Başkanı Osman Sargın, gazetecilere yaptığı açıklamada, İznik Kaymakamı Nurettin Kakillioğlu, İl Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Gedik ile birlikte TBMM’de Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ile bir görüşme yaptıklarını belirtti.

 

İlçedeki Roma Tiyatrosu ve surların ele alındığını anlatan Sargın, şunları kaydetti:

“Sayın Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ile yapılan özel toplantı neticesinde, İznik Roma Tiyatrosunun 2011 yılı içerisinde temizlik ve kazı işlemlerinin tamamlanması ve 2012 yılı içerisinde de restorasyonunun yapılabilmesi konusunda Kültür ve Tabiat Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Osman Murat Süslü’ye talimat verilmiştir.

 

Roma döneminde yapılan ilçenin etrafını kuşatan 4 bin 970 metre uzunluğundaki sular bakımsızlıktan günden güne dökülüyordu. Bakanımız konuyla ilgili surların 2012 yılı içerisinde restorasyon projesinin yapılacağını ve 2013 yılında çalışmalara başlanacağını ifade etti. ”

haberler.com, 09.04.2011

MYRA ANTİK KENTİ TİYATROSU YENİDEN DÜZENLENİYOR

 

Demre'deki Myra antik kenti tiyatrosunun rölöve ve restitüsyon projesi ihalesi yapıldı. İhaleyi 440 bin TL'ye Mimar Nuran Demirtaş aldı.

Çalışmalar, Myra Andriake Kazı Başkanlığı ve Mimar Nuran Demirtaş ve ekibi tarafından yürütülecek. Nuran Demirtaş'ın ekibinde mimar, mühendis ve arkeologlardan oluşan on kişi yer alacak. Projeye göre çalışmalar bu yıl sonunda tamamlanacak.

Verilen bilgiye göre proje uyarınca yapılacak çalışmalarla antik tiyatronun mimari rölöveleri çıkarılacak. Tiyatroya ait dışarıdaki binlerce bağımsız taş blokun taraması yapılacak. Bilgisayar ortamında tiyatronun orijinal hali ayağa kaldırılacak. Bu işlemi tiyatronun restorasyonu ve uygulamsı izleyecek. Tiyatronun sahne kısmı da ayağa kaldırılarak Myra antik tiyatrosu eski görkemli günlerine kavuşacak.

Çalışmaları başlatmak üzere Demre'deki antik Myra tiyatrosunda Myra- Andriake Kazısı Başkanı Akdeniz Üniversitesi Fen ve Edebiyat fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nevzat Çevik, Öğretim Görevlisi Süleyman Bulut, Antalya Rölöve Müdürü Mehmet Ali Özgün, proje yürütücüsü Mimar Nuran Demirtaş, mimar, inşaat mühendisi ve arkeologların katıldığı bir toplantı yapıldı.

haberler.com, 08.04.2011

VALİ KÜÇÜK: ANTİK KENTTEKİ ÇALIŞMALAR HIZLA DEVAM EDİYOR

 

Karabük Valisi İzzettin Küçük, ”Eskipazar’daki Hadrianaupolis antik kentinde eski Roma dönemine ait antik eserlerin görünür hale getirilmesi ili ilgili çalışma yapıyoruz” dedi.

 

Küçük, gazetecilere yaptığı açıklamada, Karadeniz’in Zeugması olarak adlandırılan Hadrianaupolis antik kentinde bulunan mozaiklerin kazı alanında sergilenebilmesi için proje çiziminin 2 hafta içinde teslim edileceğini söyledi.

 

Projeyi inceledikten sonra Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kuruluna göndereceğini, anlatan Küçük, şöyle dedi:”MÖ 1. yüzyılda kurulduğu ve MS 8. yüzyıla kadar yerleşim amacıyla kullanıldığı tahmin edilen Hadrianaupolis’teki kazılarda ortaya çıkartılan Anadolu’da örneklerine hiç görülmeyen bazı zemin mozaiklerini turizme kazandırmalıyız. Eski Roma dönemine ait antik eserlerin görünür hale getirilmesi ile ilgili proje çizimi iki hafta içerisinde teslim edilecek. Kuruldan geçtikten sonra ihaleye verilecek. Bu sürecin tamamlanması Haziranı bulur.”

Batı Karadeniz Ekspresi, 07.04.2011



3 - 9 Nisan 2011

"KAYNAKLARA GÖRE SİNAN" KONFERANSI

 

Mimar Sinan Araştırma Merkezi, Türk Sanatı ve mimarisinin, özellikle Türk mimarlık ve sanat tarihinde çok önemli yere sahip olan Mimar Sinan’ın uluslararası tanınırlığını artırma ve dünya mimarlık ve sanat tarihi içindeki yerini tanımlama, eserlerinin tanımlanması ve korunması için gerekli araştırma ve geliştirme çalışmalarını yapma ve teşvik etme; sanatsal ve bilimsel bilgiyi paylaşıp, yaygınlaştırma ve gelecek kuşaklara aktarma misyonu doğrultusunda seri konferanslar düzenlemektedir.

 

Bu bağlamda, seri konferansların üçüncüsü; 12 Nisan 2011 tarihinde saat:15.00’de MSGSÜ Sedad Hakkı Eldem Oditoryumu’nda Prof.Dr. Suphi Saatçi’nin konuşmacı olarak yer alacağı “Kaynaklara göre Sinan” başlığı altında düzenleniyor.

TBMMO Mimarlar Odası, 08.03.2011

KOCA SİNAN'A VE YARATTIĞI EŞSİZ DEĞERLERE SAHİP ÇIKMAYA SAYGI!

 

Mimar Sinan’ı 423. ölüm yıldönümü nedeniyle, Mimarlar Odası’nın tüm birimleriyle birlikte gelenekselleşmiş anma etkinlikleri çerçevesinde, 9 Nisan 2011 Cumartesi günü, saat 10.30’da Süleymaniye Külliyesi’ndeki mezarı başında saygıyla anıyoruz. Takip eden hafta boyunca ise Mimarlar Odası’nın tüm birimleri, kentlerinde çok sayıda ulusal ve uluslararası etkinlik düzenliyorlar. Mimarlar Odası, her iki yılda bir Ulusal Mimarlık Ödülleri kapsamında mimarlık alanında önemli yapıtlara imza atmış ve meslek etiğine bağlı, deneyimli meslektaşlarımızı Mimar Sinan’ın adını taşıyan “Sinan Ödülü” ile onurlandırmaktadır.

 

Anıtsal yapıtlarıyla “Geçti bu demde cihandan pir-i mimaran-ı Sinan” nitelemesini hak eden “Koca Sinan” için ne kadar şey yapılsa azdır.

 

Anadolu’dan Balkanlar’a uzanan geniş bir coğrafyada çok sayıda “duru, yalın, dolgun kitleler üzerinde dengelenen ana kubbe ve kubbecikler dizgesini kuran, mühendislik yeteneği ile mimarlık zarafetini bütünleştiren” büyük ustanın eserleri, bulunduğu kentlere siluet, estetik, sanat ve kimlik değerleri katmıştır. Yarattığı eserleri çevresiyle, doğayla ve insanla barışık bir yapılaşmanın görkemli anıtsal örnekleri olarak mimarlığın evrensel değerleriyle buluşmuştur. Günümüzde dahi bu yapıtlar, bulundukları kentleri biçimlendirmekte, yaşamımızı etkilemekte ve mimari nitelikleri nedeniyle bilimsel araştırmaların ilgi odağında yer almaktadırlar.

 

Sinan’ın kendi çağından günümüze verdiği mesajı doğru anlamak ve bundan dersler çıkarmak ona ve mimarlığa olan borcumuzun bir gereğidir. Ülkemizde neo-Osmanlıcılığın ideolojik olarak dayatıldığı bir ortamda, “tarihi yapıtların kopyalarını yapmak, biçimlerini sürdürmek” şeklinde tanımlanabilecek, özellikle kamu eliyle yapılaşmalar gündeme getirilmekte ve uygulanmaktadır.

 

Bu yaklaşımla esas olarak, Sinan’ın akılcı mimari anlayışının özünü oluşturan araştırma, öğrenme, anlama, çağdaş bir mimari yaratma, sürekli olarak kendini aşma çabaları anlaşılmamakta ve kentsel kirlilik oluşturan çağdışı kopyalamalarla tarihe ve Sinan’a saygısızlık yapılmaktadır.

 

Son yıllarda yapılan veya yapılmakta olan adliye binaları, okullar, çeşitli devlet binaları, ulaşım yapıları bu “taklitçi” anlayışın ürünü olarak şekillenmektedirler. En son olarak ise, Sinan’ın ustalık dönemi eseri Edirne’deki Selimiye Camisi’nin bir kopyasının, İstanbul Ataşehir’de başbakan tarafından temeli atılarak yapılmaya başlanması “mimarlık karşıtı” bu yaklaşımın geldiği aşama bakımından “ibret verici” olarak değerlendirilmektedir.

 

Ne yazık ki, Sinan’a ve yarattıklarına saygısızlık, sadece “taklitçi” dayatmalarla sınırlı kalmamakta, bütün kentleşme ve yapılaşma alanlarında egemen olan “rantçı” anlayışın çeşitli örnekleri ile de yaşanmaktadır.

 

Tarihi kent merkezlerinde 5366 sayılı Yasa ile dayatılan kent dokusunun, kültür varlıklarının yok edilmesine neden olan “yenileme” adındaki çalışmalar başka büyük bir saygısızlık örneği oluşturmaktadırlar. Bu kapsamda İstanbul’da Tarlabaşı, Sulukule, Balat gibi tarihi mahalleler ile diğer kimi kentlerimizdeki “yenileme alanı” ilan edilen mahalleler yağmalanmaktadır.

 

Kültür mekanlarına yönelik başta AKM, tarihi sinemalar, tiyatro binaları olmak üzere sistemli bir şekilde yok etme çabaları, Haydarpaşa Garı gibi kültür varlıklarının yakılması, “kültürel değerlerden ve gelişimden uzak” bir “yağmacı kentleşme politikalarının hezeyanları” olarak yansımaktadır.

 

Kentlerin kimlik değerlerini, siluetini ezen yapılaşmalar, estetikten yoksun, planlamayı dışlayan “TOKİ mimarlığı” uygulamaları, kıyılara yönelik girişimler, kent merkezlerindeki AVM’ler, depreme karşı hazırlıkların tavsanması, Cumhuriyet dönemi mimarlığının karşı karşıya kaldığı riskler ve daha pek çok örnekten söz edebiliriz…

 

Yine bir “Sinan’ı anma günü” nedeniyle süreçten sorumlu olanlar “mimarlık ve kentleşme” adına tıpkı geçmişte yaptıkları gibi “nutuklar” atacaklar, Sinan’a övgüler yapacaklar. Ya sonra yine “nerede kalmıştık” denilerek aynı yanlışlara devam mı edilecek?

 

Mimarlar Odası olarak, büyük ustayı ölüm yıldönümü nedeniyle saygıyla anarken, “Sinan’a saygısızlık” şeklinde nitelediğimiz tüm bu mimarlık ve kentleşme yanlışları artık tekrarlanmasın ve yeniden bir kez daha birlikte düşünelim istiyoruz. Bu kapsamda ülke yöneticilerini, yerel yönetimleri, yatırımcıları ve ilgili tüm kesimleri kentlerimize, Koca Sinan’a ve yarattığı eşsiz değerlere sahip çıkmaya davet ediyoruz.

 

Kamuoyuna saygıyla duyurulur.

TBMMO Mimarlar Odası, 08.042011

ÇÖPE ATILACAK VAZOYA 612 BİN TL DEĞER BİÇİLDİ

 

İngiltere'de bir kadın yaklaşık 612 bin TL (250 bin Pound) değerindeki Çin vazosunun değerini beşte bir oranında düşürdü. Adı açıklanmayan bir kadın, büyük babasının kendisine verdiği vazoyu uzun süre evinde sakladı. Vazoyu bir arkadaşının istediğini söyleyen kadın, 1821 ile 1850 yılları arasında hüküm süren Qing Hanedanlığına ait vazoyu aldı. Pencere kenarında sakladığı vazoyu bir süre sonra atmaya çöpe atmaya karar verdi. Benzer bir vazonun 470 bin TL'ye (192 bin Pound) satıldığına dair bir haber okudu.

 

Fotoğraflarını çektiği vazoyu bir müzayede şirketine gönderen kadın aldığı cevap karşısında şaşırdı. Gelen cevapta vazonun yaklaşık 612 bin TL olduğu belirtiliyordu. Hemen vazoyu açık artırmaya koyan kadın aldığı bir başka cevap üzerine ise üzüldü. Zira, yıllar önce vazonun kenarındaki çıkıntıları kendisi kırmıştı. Mezatçılar, vazonun 122 bin TL'ye (50 bin Pound) satılabileceğini açıkladı.

Türkiye Gazetesi, 08.04.2011

OSMANLI DÖNEMİNE AİT BIÇAK 1,14 MİLYON TL'YE SATILDI

 

 

Dünyaca ünlü Christie's müzayede evinde yapılan açık artırmada, 16'ncı yüzyıl Osmanlı dönemine ait bıçak, en yüksek fiyata satılan eserler arasında yer aldı.

''İslam ve Hint Eserleri'' adlı müzayedede bugün yapılan satışta, altın ve turkuvaz taşı süslemeli saplı Osmanlı dönemine ait bıçak, 457 bin 250 sterline (yaklaşık 1 milyon 143 bin TL) alıcı buldu.

İznik çinileri de müzayedede yüksek fiyata satılan parçalar arasında yer aldı. 1590 tarihli İznik çinisi bir tabak 85 bin 250 sterline (yaklaşık 213 bin TL), 1570 tarihli yine İznik çinisi mozaik ise 181 bin 250 sterline (yaklaşık 453 bin TL) alıcı buldu.

Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman'ın bir fermanı 241 bin 250 sterline (yaklaşık 603 bin TL) ve 16'ncı yüzyıl Osmanlı dönemine ait bir Kuran-ı Kerim de 61 bin 250 sterline (yaklaşık 153 bin TL) satıldı.

Toplam 416 eserin satışa sunulduğu müzayedenin en yüksek fiyata satılan parçası ise, 11'inci yüzyıl Fatımi dönemi Mısır'a ait ceylan şeklindeki bronz heykel oldu. Heykel, 937 bin 250 sterline (yaklaşık 2 milyon 343 bin TL) alıcı buldu.

Müzayedede Osmanlı dönemine ait halılar, Kuran-ı Kerimler, tombaklar, ipek örtüler, tepsiler ve fermanlar satıldı. Türkiye'nin yanı sıra, Orta Asya, Mısır, İran, Hindistan, Suriye gibi ülke ve bölgelerden de eserler açık artırmada yer aldı.

Habertürk, 08.04.2011

EDİRNE'NİN İLK MÜZESİ ZİYARETÇİSİYLE BULUŞUYOR

 

Edirne'nin ilk müzesi olan Türk-İslam Eserleri Müzesi ziyaretçiyle buluşmaya hazırlanıyor. Selimiye Camii Külliyesi içerisinde bulunan ve Osmanlı döneminde yüzyıllarca Dar'ül-Tedris Medresesi olarak kullanılan yapı Cumhuriyet döneminde müzeye çevrildi.

 

Türk-İslam Eserleri Müzesi olarak yıllarca hizmet veren tarihi yapı, zaman içinde yıpranmaya başladı. Müzenin eski görünümüne kavuşması için 2009 yılında restorasyon çalışmasına başlandı. Burada sergilenen eserler Edirne Müzesi deposuna alındı. Edirne tarihi açısından büyük önemi bulunan eserlerin bakım ve koruma çalışmaları devam ediyor. Uzman bir ekip tarafından yürütülen çalışmalarda birbirinden güzel tablo, hat ve çini sanatı eserleri yeniden hayat buldu. Şu ana kadar 20 civarında eserin bakım ve koruma önlemleri tamamlandı. Tarihi eserlerin korumalarına yönelik önlemler, sağlanabilecek ödenek ölçüsünde devam edecek. Bakım ve koruma önlemi alınan eserler Türk-İslam Eserleri Müzesi'nin açılmasıyla birlikte yeniden ziyaretçisiyle buluşacak.

 

Müze Müdürü Hasan Karakaya, Edirne tarihi açısından büyük önemi bulunan eserlerin bakımlarının devam ettiğini söyledi. Şu ana kadar Selimiye Külliyesi içerisinde bulunan El Yazmaları Kütüphanesi'nden alınan Kabe tasvirli duvar resmi, Necmi İğe Konağı'ndan alınmış 18. yüzyıl Arnavutköy'ü olması muhtemel panorama, manzara konulu duvar resimlerinin bakımlarının yapıldığını kaydeden Karakaya, temizlik, bakım ve konservasyon çalışmaları sonucunda eserlerde saklanmış detayların ortaya çıkmaya başladığını belirtti.

Zaman, 07.04.2011

2 BİN YILLIK KALE YIKILIYOR

 

 

Adıyaman'ın, Kahta İlçesi'nde bulunan 2 bin yıllık geçmişe sahip Kommagene Krallığı döneminde yaptırılmış olan Eski Kahta Kalesi'nin burç ve sur duvarları yıkılmaya başladı. Önceki gece aniden yıkılan burç ve surlarından kopan taşlar, kalenin yanı başındaki Kocahisar Köyü sakinlerinin büyük korku yaşamasına yol açtı. Köy sakinleri, 'Restore edilmeyen kale başımıza yıkılıyor' diyerek tepki gösterirken, kalenin yanı başındaki ilköğretim okulunda ise tehlike nedeniyle öğrencilerin teneffüs sırasında bahçeye çıkmasına izin verilmiyor.

Kommagene Krallığı döneminde Kahta'ya 20 kilometre uzaklıktaki Kocahisar Köyü'nde bulunan Eski Kahta Kalesi 300- 350 metre yüksekliğindeki kayaların üzerine yapılıp, Memluklar zamanında restore edildi. Tek giriş kapısı olan ve dev surlarla çevrilen kalenin içerisinde; çarşı pazar yerleri, cami, su sarnıçları, zindanlar ve kitabeler bulunuyor. Yüksek kayalıkların üzerine inşa edildiği için yerli ve yabancı ziyaretçilerin ilgisini çeken kale, yapısındaki bazı yıkılmaların can güvenliğini tehlikeye sokacağı gerekçesiyle 5 yıldır ziyaretçilere kapalı bulunuyor.

Arkeologlara göre 2 bin 200 yıllık geçmişi bulunan, Kommagene Krallığı'nın önemli eserleri arasında gösterilen ve restore edilmesi beklenen tarihi kalenin burç ve sur duvarları önceki gece büyük bir gürültüyle yıkıldı. Kalenin yamacında bulunan Kocahisar Köyü sakinleri, gürültü sonrası deprem meydana geldiği düşüncesiyle kendilerini dışarı attı. Kalenin surlarından kopan onlarca kilo ağırlığındaki taş ve kaya parçalarını gören köy sakinleri, facianın eşiğinden döndüklerini ifade etti.

Köy sakinlerinden 35 yaşındaki Mahmut Kutlar, ilgisizlik ve bakımsızlık nedeniyle tarihi kalenin yıkıldığını, gece yıkılmış olmasının kendileri adına şans olduğunu söyledi. Kutlar, "Böyle bir tarihi ayıp ancak Türkiye'de yaşanır. Bu kale dünyada ender bulunan tarihi eserlerden biridir. 2 bin 200 yıllık geçmişi olan bu kale, 1970 yılında adı Dörner olan yabancı bir arkeolog tarafından kısmen onarıldı. Son yıllarda yıkılma tehlikesi geçirdiği için turistik ziyaretlere kapatıldı. 5 yıldan beri kaleyi görmeye gelen turistler geri dönüyor. Her yıl kalenin onarılacağı söyleniyor ama aradan yıllar geçmesine rağmen kimse burayla ilgilenmedi. Köy halkı olarak böyle büyük bir tarihi eserin göz göre yıkılması karşısında kahroluyoruz" dedi.

Kayalıklar üzerine inşa edilmiş olan tarihi kalenin yamacında bulunan Kocahisar İlköğretim Okulu da tehlike altında olduğu için öğrenciler teneffüs saatlerinde güvenlik gerekçesiyle bahçeye çıkarılmıyor. Kalenin kuzeydoğusundaki duvarlarının yıkılması ile düşecek taşların okula zarar vereceğini söyleyen köy sakinlerinden Mehmet Yücedağ, "Allah göstermesin okul tarafındaki kale duvarı yıkılırsa düşecek olan koca taşlar okula zarar verebilir. Hele gündüz yıkılma meydana gelirse teneffüsteki öğrencilerin ölümüne neden olabilir. Bunun için öğrencilerin teneffüslerde dışarı çıkmasına izin verilmiyor. Bir an önce önlem alınıp; bu kale ya tümden yıkılmalı ya da onarımı bir an önce yapılmalıdır" diye konuştu.

Teneffüs saatinde dışarı çıkamayan öğrenciler ise ders saatlerinde kalenin yıkılma tehlikesi nedeniyle korkuya kapıldıklarını ifade etti.

5 yıl önce ziyarete kapatılan kalenin ilgisizlik nedeniyle yıkılmaya başladığını ifade eden Kocahisar Köyü sakinleri, kalenin restore edilmesi halinde hem yerli ve yabancı turistlerin ilgi odağı haline geleceğini, hem de doğal bir film platosu haline dönüşeceğini kaydetti.

dha.com.tr, Haber: Ali Leylak- Haci Bozkurt, 07.04.2011

İSLAM ESERLER MÜZAYEDESİ REKORLA BİTTİ

 

 

İngiltere'nin başkenti Londra'da, müzayede evi Sotheby's tarafından düzenlenen İslam Eserler Müzayedesi'nde rekor kırıldı. Müzayedede, Stuart Cary Welch koleksiyonuna ait, Şah Tahmasp Şehnamesi'nden bir sayfa, 7.4 milyon pound'a (18.75 milyon TL) alıcı buldu.

 

Reuters'in haberine göre, müzayededen önce, eserin 2 ila 3 milyon pound arasında bir fiyata satılması bekleniyordu. Bir önceki İslam Eserleri müzayede rekoru, Christie's'de geçen yıl düzenlenen bir müzayedede 6.2 milyon pounda (15.7 milyon TL) satılan Acem vazosuna aitti.

 

'Dünyanın en önemli sanat eserlerinden biri' olarak gösterilen Şehname, 10. yüzyıl sonlarında Firdevsi tarafından kaleme alınmış, 1520'li yıllarda ise Şah Tahmasp'ın hamiliğinde dönemin en iyi ressamları tarafından 30 yılda resimlendirilmişti. Şehname'nin 1560'lı yılların sonunda Osmanlı Sultanı II. Selim'e hediye edildiği, 1900'lü yılların başına kadar ise Osmanlı Sarayı'nda muhafaza edildiği düşünülüyor.

Habertürk, 07.04.2011


Nano-Yorum: 2006 yılında yayınladığımız "Koparılan Sayfalar" başlıklı yazı dizimizin 20. bölümünde Şehname'nin kaçırılma hikayesini anlatmıştık. İlgilenenler için: http://www.tayproject.org/Haber.fm$Retrieve?ID=2317&html=haber_detail_tu.html&layout=web

 

******


TÜRKİYELİ RESSAMLAR SANAT PİYASASINA DAMGA VURDU

 

 

Dünyaca ünlü Sotheby's Müzayede Evi'nde bugün yapılan Çağdaş Türk Sanatı açık artırmasında, 2 milyon 300 bin sterlinden fazla satış yapıldı.

 

Sotheby's Londra'da yapılan müzayedede, aralarında Mübin Orhon, Burhan Doğançay, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Bedri Baykam, Taner Ceylan, Yüksel Arslan, İlhan Koman, Nuri İyem, Fikret Mualla ve Fahrelnissa Zeid gibi önemli sanatçıların eserlerinin de yer aldığı toplam 102 eser satışa sunuldu. Müzayedede en yüksek fiyata satılan eser, 277 bin 250 sterlin ile (yaklaşık 693 bin TL) ressam Burhan Doğançay'ın “Fısıldayan Duvar 2” adlı 1985 tarihli yağlıboya tablosu oldu. Bu tabloyu 241 bin 250 sterlinle (yaklaşık 603 bin TL) Mübin Orhon'un 1963 tarihli isimsiz yağlıboya eseri ile 229 bin 250 sterlinle (yaklaşık 573 bin TL) Taner Ceylan'ın 2011 tarihli “1879” isimli yağlıboya eseri takip etti. 

Burhan Doğançay'ın 1977 tarihli bir diğer isimsiz eseri 151 bin 250 (yaklaşık 378 bin TL) sterline alıcı bulurken, Mübin Orhon 1962 tarihli isimsiz yağlıboya eseri 97 bin 250 sterline (yaklaşık 243 bin TL) ve Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun 1965 tarihli “Öpücük” adlı eseri 91 bin 250 sterline (yaklaşık 228 bin TL) satıldı.

Radikal, 07.04.2011

HAVRAN TEPEOBA ANTİK KENTİ MADENCİLERİN KISKACI ALTINDA

 

Tepeoba Köyü Kumluca mevkiinde bulunan Tepeoba antik kenti uluslar arası madencilerin tehdidi altında. Bilimsel araştırma bekleyen antik kent şimdi yok olma ile karşı karşıya.

 

Havran İlçesi'nin şirin köylerinden biri olan Tepeoba Köyü civarında antik kentin olduğu yıllardan beri söyleniyor. Bu konuda derin araştırma yapan, Körfezdeki Zümrüt Havran kitabı yazarı değerli araştırmacı yazar, Zekeriya Özdemir’de Thebe antik kentinin Havran Tepeoba Köyü civarlarında geniş bir arazide yer aldığı konusunda geniş araştırma yazısı yer almıştı. Yine Prof.Dr.Engin Beksaç tarafından da bu bölgede antik kentin olduğu araştırma yazılarında dile getirilmiştir.

 

Havran İlçesi’nin Tepeoba Köyü kendince mütevazı bir yerdir. Ama esasında Tepeoba isminin içinde de saklı olan bir gerçeği de gizlemektedir. Burası eski bir antik kent ve mezarlık alanlarının bulunduğu bir yerdir. Tepeoba sözcüğü esasında içinde eski bir kentin ismi olan Thebai ismini de gizlemektedir. Tepeoba çevresinde bu antik kentin izlerini bulmak da mümkündür. Çünkü kalıntılar orada bizi beklemektedir. Onlar hala ayakta durmaktadır. Hala geçmişin sesini bizlere ve geleceğe yansıtmak için çabalamaktadır.

 

Havran Thebe antik kenti kalıntıları, Kumluca Mezarlığı ve Thebe harabeleri olmak üzere iki kısımdan oluşuyor.Eybek dağlarının güney eteklerindeki geniş düzlükte fıstık çamı dikim sahası ortasında Tepeoba hudutlarında Havran’a 15 km. uzaklıkta çok eski bir mezarlık. Yaklaşık 20 dönüm genişliğindeki mezarlıkta 10′dan fazla tümülüs görülmektedir. Ayrıca yüzden fazla mezarlık bulunmaktadır. Mezarların büyük kısmı kaçak kazılarla tahrip edilmiştir. Üzerinde kızılçam ağaçları bulunan mezarlıkta büyük taşlar yanında mezar kapağı tuğla parçaları görülmektedir. Thebe Harebeleri ise; mezarlığın 500 m kuzeyinde (Orman İdaresi'ne ait fıstık çamı dikim sahasında) doğu batı yönünde yaklaşık 300 m uzunluğundaki duvar ile birlikte bir takım kalıntılar dikkat çekicidir.

 

Kumluca ovasının ve ormana ait fıstık dikim sahasının batısında yaklaşık olarak 10x15 m genişliğinde ve 10 m yüksekliğinde bina kalıntısı. Özellikle kuzey tarafında kemerli giriş kapısı ve işlenmiş taşlar dikkat çekicidir. Harç kullanılmamıştır. Yapıda kullanılan taşlar çok büyük ve muntazamdır. Aynı yapının güney tarafında da kemerli bir kapı bulunmaktadır. Çevrede bu şekilde 20′den fazla yapının kalıntıları görülmektedir. Bütün ova ve hanlar yolu üzerindeki yamaçlarda yüzlerce dönüm arazide şehrin kalıntıları görülmektedir. Araziye yayılmış durumdaki harabelere ve kapladığı alana bakıldığında Thebe şehrinin çok büyük bir yerleşim olduğu görülmektedir.

Körfezde Politika, 07.04.2011

HASANKEYF'TE HER YER TAPULU!

 

 

Batman Üniversitesi Rektörü ve Hasankeyf Kazıları Başkanı Prof.Dr. Abdüsselam Uluçam, baraj suları altında kalacak Hasankeyf'te kamuya ait arazilerde kazıların tamamlandığını söyledi.

Geçmiş yıllarda bölgede yapılan tapu kadastro sonrası her yerin vatandaşların üzerine tapulandığını ifade eden Uluçam, "Her yeri, cami, köprü, mezarlık ne varsa tapulamışlar. Kazı yapacağız vatandaş 'Burası benim arazim' diyor. Dokunmamıza izin vermiyor. ‘Çok para verirsen dokunabilirsin' diyor. Biz göreve geldikten sonra 3,5 yılda 35 yıllık iş yaptık. Hasankeyf'in bilinmesi gereken kültür varlıklarına ulaşıldı. Kamuya ait arazilerde kazı tamamlandı. Eğer diğer araziler de istimlak edilirse onlar üzerinde çalışma gerçekleşir" diye konuştu.

Milliyet, Haber: Salih Tekin, 07.04.2011



******


HASANKEYF'E SENSÖRLÜ TAKİP SİSTEMİ TAKILIYOR

 

 

Hasankeyf ören yerinin kontrollü olarak turizme açılması çalışmaları tüm hızı ile devam ediyor.

 

Kaya düşmesi ile birlikte turizme kapatılan antik kentte sensörlü takip sistemi de kuruluyor.

 

Hasankeyf kalesinin Nisan ayında kontrollü olarak turizme açılması için büyük önem taşıyan orta kapının Kültür ve Turizm Bakanlığı kontrolünde güçlendirme çalışmalarını yerinde inceleyen İlçe Kaymakamı Cevat Uyanık “Nisan ayı içersinde kontrollü olarak ziyarete açılması için orta kapının can ve mal güvenliğine zarar gelmeyecek şekilde onarılması ve sensorlar takılarak kontrol edilmesi çok önemli. Kurul burada kontrollü geçiş ve turnike sistemi için onay verdi en kısa sürede tekrar turizme açılacak olması tüm esnaflarımız ve vatandaşlarımız için büyük önem taşımaktadır” dedi.

Batman Gazetesi, 07.04.2011

BİLİM İNSANLARINI ŞAŞIRTAN KEŞİF

 

  

 

Çek Cumhuriyeti'nde yapılan arkeolojik kazılar sırasında bulunan ve yaklaşık 5 bin yıllık olduğu tahmin edilen bir erkeğe ait iskelet, araştırmacıları oldukça şaşırttı.


Arkeologlar bulunan iskeletin bir erkeğe ait olduğunda hemfikirler, ancak bu mağara adamının ilk "eşcinsel" insanlardan olabileceğini düşünüyorlar.


O dönemde erkeklerin sağ tarafları üzerine yatırılarak ve kafaları batıyı gösterir halde, kadınlarınsa sol tarafları üzerine ve kafaları doğuyu gösterir halde gömüldüğünü söyleyen araştırmacılar, bulunan erkek iskeletinin sol tarafı üzerine yatırılarak ve kafası doğuyu gösterir halde gömüldüğünü belirtiyorlar.


Aynı zamanda, erkeklerin silahları, balta ve bıçaklarıyla gömüldüğü çağlarda, kadınların da kolyeler, hayvanlar, küpeler ve çömleklerle gömülürken, sözkonusu mezardan silah yerine çömlek ve kaplar çıkarılması da, "eşcinsel" mağara adamı iddiasını güçlendiriyor.


Ölünün gömülmesi sırasında hata yapılmadığına inanan arkeologlar, o zamanlarda cenazelere büyük önem verildiğini ve bu tür bir hatanın mümkün olamayacağı görüşünde.


Ekip üyelerinden Katerina Semradova, Mezolitik dönemden kalma bir mezarda bulunan kadın savaşçının da erkek gibi gömülmüş olduğunu hatırlatıyor.

Milliyet, 07.04.2011




KUŞADASI BELEDİYESİ'NE TARİHİ VE KÜLTÜREL MİRASI KORUMA ÖDÜLÜ

 

 

Tarihi Kentler Birliği'nin Tarihi ve Kültürel Mirası Koruma, Proje ve Uygulamalarını Özendirme Yarışması'nın sonuçları açıklandı. Kuşadası Belediyesi, tarihi ve kültürel mirası koruma ödülü kazandı.

 

Edinilen bilgiye göre, Tarihi Kentler Birliği'nin Malatya Anemon Otel’de gerçekleştirilen seminerinde Tarihi Kentler Birliğinin 2010 Yılı Tarihi ve Kültürel Mirası Koruma, Proje ve Uygulamalarını Özendirme Yarışması sonuçları da açıklandı. Tarihi Kentler Birliği Danışma Kurulu üyesi Hasan Özge tarafından açıklanan sonuçlara göre, aralarında Kuşadası Belediyesi’nin de bulunduğu Gölcük, Gümüşhane, İncesu, Kemaliye, Kocaeli, Konak, Kütahya, Manisa, Muğla, Ordu, Sivrihisar ve Yalova belediyeleri Tarihi ve Kültürel Mirası Koruma, Proje ve Uygulamalarını Özendirme Yarışması'nda teşekkür belgesi aldı.

Proje dalında; Rize, Siverek, Silifke, Bornova, Antalya Büyükşehir Belediyesi ödüle layık görülürken, Uygulama dalında ise Küre, Taşucu, Milas, İzmir, Bayındır Belediyesi başarılı bulundu. 10. Yıl Derviş Parlak Özel Ödülü'nü Yalvaç Belediyesi alırken, süreklilik dalında ödüle Odunpazarı, Niksar, Bursa Büyükşehir, Birgi, Altındağ Belediyeleri layık görüldü. Metin Sözen Büyük Ödülü'nü ise Battalgazi Belediyesinin hak ettiği aktarıldı. Ödüllerin 13-15 Mayıs 2011 tarihinde Samsun'da yapılacak olan toplantıda dağıtılacağı açıklandı.

 

Kuşadası Belediye Başkanı M. Esat Altungün, Kuşadası’nın tarihi kimliğinin yeniden kazandırılması amacıyla yürüttükleri çalışmaların devam ettiğini belirterek, bu çalışmalarının Tarihi Kentler Birliğinin Tarihi ve Kültürel Mirası Koruma, Proje ve Uygulamalarını Özendirme Yarışması'nda ödülle karşılık bulmasından son derece mutlu olduklarını söyledi.

Selçuk Bölge Haberleri,07.04.2011

KADIKÖY'DEKİ TARİHİ KONAK, 3.5 MİLYON DOLARA SATILIYOR

 

 

Yapı Merkezi Holding, sahibi olduğu Kadıköy Acıbadem Mahallesi’nde yer alan Sokullu Konağı’nı 3 milyon 500 bin dolara satışa çıkardı. Ziyaeddin Paşa Köşkü olarak da anılan yapı, 1975’li yıllara kadar Anadolu Erkek Lisesi olarak hizmet vermişti. Elde edilen bilgilere göre, 2 milyon 500 bin dolar restorasyon masrafı bulunan konak, birinci dereceki tarihi eserin 2 nolu Kültür  ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’na kayıtlı. 8 bin 245 metrekare yüzölçümünde arsaya sahip olan konağın büyüklüğü ise 2 bin 48 metrekare.
 

Konağın pazarlanmasıyla ilgilenen yüksek şehir plancısı Emrah Arslan, 35 yıldır yaşamın olmadığı konağın, 1992’de şimdiki sahibi Yapı Merkezi Holding ’in mülkiyetine geçtiğini kaydetti. Konağın restore edildiği takdirde yönetim merkezi veya eğitim kurumu olarak da hizmet verebileceğini belirten Arslan, restorasyon için yetkili kurullardan izin alındığını söyledi.

Sultan 5. Mehmet Reşat’ın Sokullu Konağı’nı yazlık olarak kullanmak için mimar Vedad Tek’e yaptırdı. Oğlu Şehzade Dr. Ziyaeddin Efendi’nin kullandığı bölüm bir yangında yok oldu. 1922’de hanedanın yurtdışına çıkarılma zorunluluğu üzerine, Abdülkerim Cevdet Sokullu Paşa tarafından satın alındı. Sokullu Paşa’nın  varisleri 1945’te Erdem Ailesi’ne satınca konağın kaderi başka bir mecraya taşındı.


Eğitimci aile, burada Özel Anadolu Lisesi açarak 1975 yılına kadar işletti. Konağın arazisi zamanla parsellenerek ahırlar, mutfak ve personel odaları yıkıldı. Okulun 1975’te kapanmasından sonra bina boş ve bakımsız kaldı.

Milliyet, Haber: Tebernüş Kireççi, 07.04.2011

"O ÇALIŞMAYI BEĞENMİYORUM"

 

 

Karayolları 8. Bölge Müdür Yardımcısı Hürrem Çapar, Malatya İl Koordinasyon Kurulu'nda Arapgir'de Kozluk Çayı üzerinde bulunan tarihi Meydan Köprüsü'nün restorasyonu ile ilgili bilgi verirken, Vali Ulvi Saran'dan eleştiri aldı.

Vali Saran, Arapgir’de Kozluk Çayı üzerindeki Tarihi Meydan Köprüsü’nde restorasyon adı altında yapılan çalışmayı eleştirdi. Vali Saran, ‘Restorasyon, aslına uygun düzenleme demek. Karayolları oraya yeni bir köprü yapıyor. Onun adı restorasyon değil. Oradaki çalışmayı beğenmiyorum’ diye konuştu.

Arapgir’in dört kilometre kuzeyinde Kozluk Çayı üzerinde Meydan Köprüsü adıyla maruf, iki kemer gözlü büyük bir köprü bulunmaktadır. Köprünün, Osmanlı Padişahları’ndan 4. Murat (1623-1640) tarafından yaptırıldığı rivayeti yaygındır. 4. Murat’ın 1635-1638 tarihlerindeki Safeviler üzerine yaptığı seferleri esnasında yaptırmış olma ihtimali üzerinde durulabilir. Meydan Köprüsü’nün kemerleri aynı doğrultuda bulunmaktadır. Köprü, kullanılır durumda, yöre halkının ihtiyacına cevap vermektedir.
Malatya Haber, Fotoğraf: Bakış Gazetesi, 06.04.2011

272 BİN LİRAYA DİLİM DİLİM OLACAK

 

 

Başbakan Erdoğan’ın “Ucube” dediği Kars’taki İnsanlık Anıtı’nın yıkımı için Kars Belediyesi’nin 7 Mart’ta yaptığı ihale sonuçlandı. İhaleyi 272 bin TL teklif veren Avşin İnşaat kazandı. İhalede aslında en düşük teklifi 225 bin TL ile Gensa vermişti. Belediye, firmaya teklifin neden bu kadar düşük olduğunu sordu ancak bir yanıt alamadı.

 

Bunun üzerine ihale dışı bırakılan Gensa’dan sonra 272 bin TL’lik en düşük teklifi veren Avşin İnşaat ihaleyi kazanmış oldu. İhaleye diğer firmalardan itirazlar olabileceği için 1 hafta bekleyeceklerini belirten Kars Belediye Başkanı Nevzat Bozkuş, süreçle ilgili şu bilgileri verdi: “Yaklaşık 15 gün içinde yıkım işlemi başlayacak. Heykel parça parça kesilerek kaldırılacak. Anıtın bulunduğu yerde çevre düzenlemesini yaptıktan sonra alanı sahibine Milli Emlak Müdürlüğü’ne iade edeceğiz.”

 

Osmanlı döneminden kalan ve tescilli olan tabyanın yakınında yapılması ve Milli Emlak’a ait alanda olması nedeniyle anıtın kaçak olduğunu ifade eden Başkan Bozkuş, “Yaptığımız işlem hukuka aykırı olmadığı için gayet rahatız. Anıt belediyenin malı. Eğer sanatçı heykelin parçalarını isterse o parçalar da belediyenin malı. Eğer belediye isterse verir. Sanatçı isterse veririz niye vermeyelim” dedi.

 

Heykeli yapan Mehmet Aksoy’un kuruma karşı resmi bir sıfatı olmadığını kaydeden Bozkuş, eski Belediye Başkanı ile sanatçı arasında yapılan sözleşmenin de geçerli olmadığını belirtti. Anıt için belediyeyle 350 bin TL’lik anlaşma yapan Mehmet Aksoy kendisine 120 bin TL ödendiğini açıklamıştı.





KARS: 134 YIL ÖNCE VE BUGÜN

Tarih: 1877
Yer: Kars Savaş Meydanı...

İngiliz ressamın çizdiği Kars resminde türbeler, camiler ve savaş hazırlığındaki Osmanlı askerleri tasvir edilmiş. 134 yıl sonra Vedar Akçayöz tarafından çekilen Kars fotoğrafında ise Çanak antenlerin şehri işgal ettiği görülüyor. 134 yıl önceki tahta köprü ise artık yok.

Habertürk Haber: Tülay Şubatlı, 06.04.2011

 

******


RENGARENK İNSANLIK ANITI!

 

 

Kars Belediyesi 7 Mart 2011 günü İnsanlık Anıtı'nın yıkım ihalesini yaptı. Ancak İstanbul'da yaşayan Heykeltıraş Mehmet Aksoy'un avukatları Turgut Kazan, Aslı Kazan ve Serdar Laçin, aynı gün Erzurum 1'inci İdare Mahkemesi'ne dava açtı. Bu dava sonucunda İnsanlık Anıtı ile ilgili yürütmeyi durdurma kararı verildi. Aksoy'un avukatları, "Geri dönüşümü olmayan bir zararın doğmaması için Erzurum 1'inci İdare Mahkemesi yıkım kararına ilişkin yürütmeyi durdurma kararı verdi. Anıt, dava sonuçlanıncaya kadar yıkılamayacak" dedi.

Bunun üzerine Kars Belediye Başkanlığı 1'inci İdare Mahkemesi'nin verdiği yürütmeyi durdurma kararına itiraz etti. Bir üst mahkemeye yapılan itiraz sonucunda Bölge İdare Mahkemesi 16 Mart 2011 tarihinde İnsanlık Anıtı ile ilgili alınan yürütmenin durdurulması kararını kaldırdı.

Radikal, 06.04.2011

ENKİ BİLAL'E REKOR FİYAT

 

 

Çizgi romancı Enki Bilal'in bir deseni bu güne kadar görülmemiş bir fiyatla 70 bin 100 Euro'ya (yaklaşık 154 bin TL) satıldı. Fransız sanatçının Artcurial kuruluşu tarafından satışa çıkartılan özgün çizimleri arasından "Canavar Dörtlemesi" olarak Türkçede de Marmara Çizgi'den yayımlanan eserinin 1. cildi "Canavarın Uykusu"nun son sayfasını oluşturan tek desenin orijinali 70 bin 100 Euro'ya alıcı buldu.

Cumhuriyet gazetesinin haberine göre bu rekor satıştan sonra, yine aynı gün, Bilal'in bir başka çizimi, "32 Aralık" başlıklı kitabının kapağı da 117 bin 600 Euro'ya (yaklaşık 255 bin TL) satıldı. Aralarında 700 özgün Bilal çiziminin de yer aldığı çok sayıda çizgi roman deseni satışından toplam 1.55 milyon Euro hasılat elde edildi.

André Franquin'in ünlü çizgi roman kahramanı Spirou'nun bir deseni 57 bin 600 (yaklaşık 126 bin TL), Jacques Tardi'nin "Gar Sokağı 120 (Numara)" başlıklı kitabının kapağı 39 bin 200 (yaklaşık 85 bin TL) ve Hugo Pratt'ın suluboya ve çini mürekkebiyle çizilmiş bir resmi de 32 bin 500 Euro'ya (yaklaşık 70 bin TL) alıcı buldu.

1951'de Boşnak bir baba ve Slovak bir anneden eski Yugoslavya'nın başkenti Belgrad'da dünyaya gelen Enki Bilal 9 yaşından beri Paris'te yaşıyor. Bilal'in bu ay içerisinde "Mahlukk" isimli yeni kitabı da yine Marmara Çizgi tarafından basılacak.

Habertürk, 06.04.2011

KANUNİ'NİN CEPHEDE VEFATI, OĞLU SELİM'İN GÖREVE ÇAĞRILIŞI VE SELİMİYENİN İNŞASI

 

Soru: Kanuni Sultan Süleyman'ın, oğlu Selim için tahta çıkarılması vasiyetinde bulunduğu doğru mu? Doğruysa böyle bir vasiyet geçerli sayılır mı?

Cevap: 46 yıllık hükümdar Kanuni Sultan Süleyman, Macaristan'daki Zigetvar kalesinin fethinden bir gün önce 71 yaşında kale alınmak üzere iken vefat etmiş, böylece ülkesine son bir zafer daha hediye ederek cephede hayata gözlerini yummuştur. Ancak bu sırada oğlu Selim'in tahta çıkarılması yolunda bir vasiyeti söz konusu olmamıştır.

Nitekim savaş meydanındaki vefattan sonra dirayetli devlet adamı Sokullu Mehmed Paşa, büyük bir basiretle Padişah'ın vefatını kimseye duyurmamış, Kütahya sancak beyliğinde bulunan tahtın tek adayı Şehzade Selim'i durumdan haberdar etmek üzere gönderdiği posta, 23 günde Kütahya'ya ulaşmış, 43 yaşındaki Şehzade ise Kütahya'dan mahmuzladığı atıyla üç günde Üsküdar'daki hemşiresi Mihrimah Sultan'ın köşküne gelerek İstanbul'daki Şeyhülislam ve diğer devlet ricalini durumdan haberdar etmiş, bunun üzerine Şehzade Selim'in padişahlığının başladığını Ebussuud efendi ile devlet ricali ilan etmişlerdir. (1566)

İki günlük bu dinlenmeden sonra genç padişah, yanına aldığı bir süvari alayı ile süratli bir yolculuk daha yaparak 20 günde Belgrad'a ulaştığı sırada Hünkar'ın cenazesi de tahnit edilmiş olarak Zigetvar'dan Belgrad'a getirilmişti. Tecrübeli devlet adamı Sokullu, tahtın tek adayı Şehzade Selim'in geldiğini anlayınca Cihan Padişahı'nın vefatını saklamaya artık gerek görmemiş, hafızlar hep bir ağızdan yüksek sesle Kur'an okumaya başlayınca durumu anlayan tüm asker, paşalar, halk, koca hünkar için gözyaşı dökmeye başlamışlardır..

Bu karşılaşma sırasında 43 yaşındaki genç padişah Selim, huzuruna vardığı tecrübeli devlet adamı Sokullu Mehmed Paşa'nın elini öpme tevazuu göstermiş, ancak Sokullu daha çabuk davranıp kayınpederi de olan Selim'in eteklerine kapanarak asıl eli öpülecek olanın tahtın tek sahibi Şehzade Sultan olduğunu ifade etmek istemiş, böylece askere de itaat mecburiyeti mesajını da vermeyi başarmıştır.

Genç Padişah Selim Han, bu anlayış içindeki Sokullu'yu görevinden hiç ayırmayarak 8 senelik padişahlığı sırasında ona hep vefa duygusuyla bakarak, gölge padişah gibi görevinde ibka etmiştir.

Tahtın tek varisi şefkatli Selim, bir vefa örneği daha göstermiştir. O da merhum hünkar babasının ilk hanımı, gözden düşmüş olan Mahidevran'ın Bursa'da oğlu Mustafa'nın mezarı yanında yoksul halde yaşamasına son vermek olmuştur. Bunun için hemen emrini vermiştir:

- Hünkar babamın birinci hanımı Mahidevran annemize, kimseye muhtaç olmayacak miktarda emekli aylığı bağlansın. Ayrıca başucunda beklediği Mustafa'sının mezarı üzerine de büyük bir türbe yapılsın.

Kısa zamanda Mahidevran anneye emekli maaşı bağlanır, merhum Şehzade Mustafa'ya da annesini memnun edecek güzellikte bir türbe yapılır, nihayet sevgili annesi de vefatında o türbeye yavrusunun yanına defnedilir.

Kıbrıs'ı fethetmek gibi değerli cihad hizmetlerinden sonra sıra gelir hayalinde hep canlı tuttuğu Edirne Selimiye Camii'nin inşasına. Düşüncesini çok sevdiği baba yadigarı koca Sinan'a anlatır:

- Hünkar babam der, genç yaşta ölen Şehzade Mehmed ağabeyim için Şehzade Camii'ni yaptırdı. Arkasından kendi adına da Süleymaniye Camii'ni inşa ettirdi. Şimdi sıra benim camime geldi..

Baba yadigarı Koca Sinan, genç padişah Selim Sultan'ın bu arzusuna ümitli cevap verir:
- Şehzadebaşı çıraklık devremin, Süleymaniye ise kalfalık devremin eseridir. Senin camin Selimiye ise inşallah ustalık devremin eseri olacaktır. Hatta Ayasofya'yı dahi geçebilecektir inşallah..

Nitekim geçmiştir de. Selimiye'de kubbe yüksekliği 43 metre, genişlik ise 31 metreyi aşmıştır.

Bu muhteşem eserden dolayı İkinci Selim Han, sekiz buçuk senelik padişahlığından fazla, 6 senede yapılan Selimiye gibi eşsiz bir mabedin sahibi olmasıyla meşhur olmuştur ve halen dünyaya iftiharla ilan ettiğimiz örnek eserlerimizin en başında Edirne Selimiye Camii gelmektedir.

Osmanlı sultanları büyüğüyle de küçüğüyle de ölmez eserler bırakarak gitmişlerdir bu dünyadan. Hizmet eden ecdadımızın hepsine de hürmet ve minnet borçluyuz. Ruhları şad olsun cümlesinin de..

Zaman, Yazı: Ahmed Şahin, 06.04.2011

 

 

Nano Yorum: Sultan II. Selim ile Mimar Sinan arasındaki konuşma tam olarak bu şekilde mi gerçekleşti bilmiyoruz. Kayıtlar bizi birçok konuda aydınlatıyorsa da detay konuşmalar hakkında bilgimiz yok. Ayrıca, Mimar Sinan'ın Ayasofya'nın mimarisinden çok etkilendiği biliniyorsa da bu yapıyı bir geçme çabası var mıydı, bunu da blmiyoruz. Üstelik, yaptığı bilinen eserlerinden aynı türde olanların bile birbirine benzemediği dikkate alınırsa bu çok da önemli değil kuşkusuz. Bütün dert kubbenin çapı mıydı yani? Öyle olsaydı kesinlikle geçerdi ama yukarıdaki yazının aksine günümüz mimarlarının ve araştırmacılarının ölçüleri bunun doğru olmadığını söylüyor.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ayasofya'nın kubbe çapını 30.80-31.88 olarak veriyor. 1990-93 yılları arasında yapılan lazerli okumalarda ise Ayasofya kubbesinin çapı kuzey-güney ekseni üstünde duvardan duvara 34,709 metre (galeri kornişleri arasında 31,805 metre) ve doğu-batı ekseninde 33,092 metre (galeri kornişleri arasında 30,855 metre) olarak saptanmıştır. Selimiye Camii'nin kubbe çapı ise; M. Yorulmaz tarafından 30.75 m, N. Çamlıbel tarafından 31.50 m, A. Kuran tarafından 31.22 m. olarak verilmektedir (Sinan'ın İstanbul'u, Reha Günay, Yem Yayınları, İstanbul 2006, s: 55). Ayrıca, Selimiye'de Prof.Dr. Doğan Kuban'ın teodolitle yaptığı ölçümlerde, kubbe genişliği kuzey-güney aksında 31.7 metre,doğu-batı aksında 31.2 metre olarak saptanmıştır (http://www.selimiyecamii.com/kubbe.html).

TAYHaber, Ayşe Bayvas, 08.04.2011

SİDE MÜZESİ, RESTORASYON VE KONSERVASYONUNU YAPTIĞI ESERLERİN TEŞHİRİNE BAŞLADI

 

Side Müzesi, 60 yıllık dosya kayıtlarını güncelleştirerek yenileme çalışması başlattı. Güncelleştirme çalışmalarıyla tasnif edilen envanter kayıtlarının yeni yapılan depoda muhafaza edileceği belirtildi. Turizm sezonu öncesi yapılan yenilik çalışmalarıyla ilgili gazetecilere açıklamasında bulunan Side Müzesi Müdürü Güner Kozdere, kurum bünyelerinde bulunan 60 yıllık dosyaları güncelleyerek günümüz şartlarına cevap verecek hale getirdiklerini söyledi. Müze ihtisas kütüphanesinde toplam bin 2 kitabın mevcut olduğu bilgisini veren Kozdere, eserlerin yeni idari binada tematik olarak yeniden düzenleme yapılarak görücüye çıkartıldığını kaydetti. Dönem içinde müze teşhir, tanzim, çevre düzenleme, müze kayıtlarına giren sikke, restorasyon ve konservasyon çalışmalarının aralıksız devam ettiği bilgisini veren Kozdere, yeni yıl içinde envanter numaralı 22 adet eserin(tanrı başı ve portre) 2. Nolu teşhir salonunda arkeoloji severlerin beğenisine sunduklarını belirtti. Kozdere, “Müzemizde güncelleştirme çalışmalarımız aralıksız devam ediyor. Müzemizdeki eserlerin restorasyon ve konservasyon çalışmaları restoratör Suzan Okumuş öncülüğünde yapılıyor. Kurumumuz laboratuvarında 223 tarihi sikkenin konservasyonunu tamamladık. Yine aynı kapsamda envanter kayıtlı 5 tarihi eserin restorasyonunu tamamladık. 223 numaralı Roma aslanı heykelinin restorasyon çalışması devam etmekte.” diye konuştu.

 

Müzelerini 2011 yılı ilk 3 ayında 13 bin 363 kişin ziyaret ettiğini belirten Kozdere, bu ziyaretlerden toplamda 66 bin 680 lira para geliri elde ettiğini ifade etti. Yılın ilk 3 ayında 169 müze kartı satışı olduğu bildiren KoZdere, satışardan 3 bin 670 lira gelir elde edildiğini kaydetti.

 

Müzeyi 2010 yılında 237 bin kişinin ziyaret ettiği belirten Kozdere, bu rakamla Side’nin son 20 yılın en üst düzey ziyaretçi rakamına ulaştığını kaydetti. Kozdere, müzelerini 2007′de 99 bin, 2008′de 117 bin, 2009′da 136 bin ve 2010′da 237 bin yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiğini belirtti.

Samanyolu Haber, 06.04.2011

SÜLEYMANİYE DOĞUMEVİ KÜTÜPHANE OLUYOR

 

 

İstanbul'un tarihi Süleymaniye semtinde bugünlerde sessiz sedasız bir değişim yaşanıyor. Süleymaniye Camii'nin restorasyonundan sonra şimdi de tarihi Süleymaniye Doğumevi ile Darü'ş-Şifa binası restore ediliyor.

 

Her iki mekan da restorasyonu tamamlandıktan sonra Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi bünyesine katılacak. Böylece, yıllardır yer darlığı yüzünden gerektiği gibi hizmet veremeyen Türkiye'nin en büyük yazma eserler kütüphanesi, büyük imkanlara sahip olacak. Raflarında toplam 75 bin 904 cilt yazma eser bulunan Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, önümüzdeki günlerde iki tarihi mekanın bünyesine katılmasıyla büyük bir külliye haline gelecek.

 

Süleymaniye Doğumevi olarak bilinen Eski Tıp Medresesi ve Darü'ş-Şifa'nın Süleymaniye Kütüphanesi'ne tahsisi ile birlikte kütüphane yeni birimler de ihdas edilerek dünya standartlarında hizmet vermeye başlayacak. Darü'ş-Şifa'da modern bir kitap teşhir merkezinin yanı sıra konferans salonu, çeşitli bilim dallarıyla ilgili uzman odaları ve Kitap Sanatları Enstitüsü oluşturulacak. Eski Tıp Medresesi (Süleymaniye Doğumevi) ise teknik servislerin bulunduğu birim ve Dijital Arşiv Merkezi olarak kullanılacak. Darü'ş-Şifa'nın restorasyon çalışmaları son aşamaya geldi. Eski Tıp Medresesi'nin restore edilmesi ile ilgili proje ise önümüzdeki günlerde uygulamaya konulacak. Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi Müdürü Emir Eş, "Süleymaniye Kütüphanesi'ne tahsis edilecek mekanların hizmete girmesi ile külliye tam bir bilgi ve araştırma merkezi haline gelerek, kütüphanemiz Türkiye ve dünyada hak ettiği kıymeti haiz olacak." diyor.

 

Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi'nde bulunan bütün eserler, 2010 yılı itibarıyla dijital ortama aktarılmış bulunuyor. Okuyucu ve araştırmacılara 'Yordam Kütüphane Otomasyon Programı' aracılığıyla tam metin erişim hizmeti verdiklerini söyleyen Emir Eş, "Ülkemizde çeşitli kurumlar, ellerinde bulunan yazma eserlerin tamiri konusunda kurumumuzdan yardım beklemekte ancak mevcut personellerimizin sayısı, değil bu eserlerin; kendi kitaplarımızın beklediği hizmeti vermeye bile yetmiyor." dedi.

 

Yazma eserler tek çatı altında

Türkiye'deki tüm yazma eserler kütüphaneleri, tek çatı altında toplanıyor. Resmi Gazete'de yayımlanan Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı'nın kurulmasıyla ilgili yasa, Kütüphane Müdürü Emir Eş'in dile getirdiği sorunları ortadan kaldırmayı amaçlıyor. Kuruma önce bir başkan atanacak. Seçimden sonra ise gerekli yönetmeliklerin çıkarılmasının ardından Ankara, İstanbul ve Konya'da üç başkanlık ve bunlara bağlı olarak yaklaşık 15 müdürlük kurulacak. Emir Eş'e göre, başkanlığın kurulması eserlerin seçimi, satın alınması, devri, korunması konusunda hem bütçe hem de standardizasyon getirmesi açısından büyük önem taşıyor. Tek bir çatı altında toplanacak yazma eser kütüphanelerinde mevcut yazma eserlerin tıpkıbasım, tahkik, çeviri vb. yollarla bilim dünyasına sunulacak olması da bu eserlerin gün ışığına çıkmasını sağlayacak.

 

"Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun"un devreye girmesiyle koruma ve restorasyon gibi alanlarda birçok uzman istihdam edilecek. Yasa eserlerin korunması, kağıt restorasyonu ile konservasyonu ve cilt konularında da önemli iyileştirmeler getiriyor. Kurulacak yeni laboratuvar, araştırma merkezleri ve servislerle, kütüphanelerdeki eserlerin yıpranması ya da zayi olmasının önüne de geçilecek.

Zaman, 06.04.2011

3500 YILLIK MUMYALAR DA KALP HASTASI ÇIKTI

 

     

 

Bilim adamları, damar tıkanıklılığının günümüzün hastalığı olmadığı, 3500 yıl önceki Mısır mumyalarında da görüldüğünü açıkladı. California Üniversitesi'nde yapılan araştırma hakkında bilgi veren Dr. Gregory Thomas, "Damar tıkanıklığı günümüzün hastalığı olarak biliniyordu. Ancak 52 mumya üzerinde bilgisayarlı tomografi (CT) ile yapılan araştırmada 44 tanesinde kalp tıkanıklığı, yüzde 45'inin damar duvarlarında kalsiyum tespit edildi. İncelediğimiz mumyaların en eskisi 40 yaşında iken, Milattan Önce 1580 ile 1550 yılları arasında yaşamış olan Rai. Kalp hastalığı işaretleri görülen Rai, Kraliçe Ahmose Nefertari'nin dadısı" diye konuştu.

Türkiye Gazetesi, 06.04.2011

LAHİT ARKEOLOJİ MÜZESİ'NE TAŞINDI

 

Afyonkarahisar’ın Şuhut İlçesi'nde geçtiğimiz yıl Nisan ayında bir vatandaşın arsasında yaptığı temel kazısı sırasında bulunan antik lahit, Afyonkarahisar Arkeoloji Müzesi’ne taşındı.

 

Antik lahit, uzmanların nezaretinde gerçekleştirilen kurtarma kazısı sonucu vinç yardımı ile bulunduğu yerden kaldırılarak Afyonkarahisar Arkeoloji Müzesi’ne götürüldü. Titizlikle yürütülen kurtarma kazısına Şuhut Belediyesi’ne bağlı ekipler de destek verdi. Kurtarma kazısı esnasında çalışmaların yapıldığı yerde toplanan çok sayıda vatandaş tonlarca ağırlıktaki tarihi eserlerin vinç ile kamyona yüklenmesini merakla takip etti. Müze yetkilileri, çıkan eserlerin hangi döneme ait olduğunun ortaya çıkartılması için araştırma yapılacağını bildirdi.

Bugün, 06.04.2011

LONDRA MÜZAYEDESİ'NDE EROL AKYAVAŞ'A 1.4 MİLYON LİRA

 


Erol Akyavaş ın 1982 tarihli tablosu, beklenin üzerinde bir fiyata gitti.

 

Uzun zamandır Türk sanatseverler ve koleksiyonerler nefeslerini tutmuş dünyaca ünlü müzayede evlerinin çağdaş Türk resmi satışlarını bekliyor. Bu müzayedelerden ilki dün Londra, New Bond Street’deki Bonhams müzayede evinde yapıldı.


Seksen dört lotun bulunduğu müzayedeye Erol Akyavaş’ın 1982 tarihli 270x110 cm ölçülerindeki ‘End of Encounter’ isimli yapıtı damgasını vurdu. Yapıt 280 bin ile 340 bin sterlin aralığında alıcı bulmayı beklerken 535 bin 200 sterline (yaklaşık 1 milyon 338 bin lira) el değiştirdi. En pahalı ikinci ve üçüncü yapıtlar yine Akyavaş’ın ‘Miras VIII’ ve ‘Untitle’ resimleri oldu.


Ömer Uluç’un ‘İsimsiz’ yapıtı ise 68 bin 400 sterline satıldı. 27 eser alıcıyla buluştu, yani üçte ikisi satılamadı. Toplam satış rakamı ise 1 milyon 7 bin sterlinde kaldı. Erol Akyavaş’ın ‘End of Encounter’ isimli yapıtı müzayedede satılan tüm diğer yapıtların toplamından daha yüksek rakama satılmış oldu.

*Erol Akyavaş, End of Encounter, 1982, 535,200 sterlin
*Erol Akyavaş, Miras VIII, 1986, 96,000 sterlin
*Erol Akyavaş, Untitle, 78,000 sterlin
*Ömer Uluç, İsimsiz, 68,400 sterlin
*Bedri Baykam, La Bohemia of Christiania, 2010, 36,000 sterlin
*Bedri Baykam, La Sirene, 2010, 36,000 sterlin
*Azade Köker, Boğazkesen, 22,000 sterlin
*Devrim Erbil, View of the Golden Horn, 2011, 19,200 sterlin

 


Ömer Uluç’un ‘İsimsiz’ adlı resmi 68 bin 400 sterline alıcı buldu.


Radikal, Haber: Oğuz Erten, 06.04.2011

GİZEMİ ÇÖZMEK İÇİN MEZAR KAZACAKLAR

İtalyan araştırmacılar Leonardo Da Vinci’nin ünlü Mona Lisa tablosunun esrarını çözmek için Floransalı bir kadının mezarını kazıp kemikleri üzerinde araştırma yapacaklar. Rönesans döneminde yaşayan kadının Mona Lisa resmine modellik yaptığı düşünülüyor.

 

Araştırma başarılı olursa, Da Vinci’nin ünlü tablosu üzerindeki esrar perdesi kalkmış olacak. Mezarı kazılacak kadın, Francesco del Giocondo adlı zengin bir ipek tüccarının karısı olan Lisa Gherardini.

Habertürk, 06.04.2011

'TAHİTİLİ KADINLAR'A İMHA GİRİŞİMİ

 

 

Fransız ressam Paul Gauguin'in 'Tahitili Kadınlar' eserine müzede saldıran kadın, hırsızlık ve sergideki eşyaları tahip suçlamasıyla mahkemeye sevk edildi. Mahkemede konuşan 53 yaşındaki Susan Burns, tabloyu fazla homoseksüel bulduğu için imha etmek istediğini söyledi. ABD'nin başkenti Washington'daki Ulusal Sanat Galerisi'nde 1 Nisan'da ünlü ressamın 80 milyon dolar değerindeki tablosuna yumruğuyla defalarca vuran Burns, 'Gauguin'in bir günahkar olduğunu seziyorum. Onda çıplaklık var ve bu çocuklar için kötü. Onu ortadan kaldırmaya çalışıyordum. Bence bu yakılmalı' dedi. Mahkemedeki görevlileri de tehdit eden saldırgan, CIA ajanı olduğunu iddia ederek, 'Hepinizi öldüreceğim' şeklinde konuştu. Müze yetkilileri, tablonun şeffaf plastik koruması nedeniyle tahrip olmadığını belirtti. Daha önce polise saldırmak ve darp suçlamaları nedeniyle 6 ay hapis yatan Burns'ün akli dengesinin yerinde olup olmadığını belirlemek için sağlık kurumundan rapor bekleniyor. Fransız ressam Gauguin (1848-1903), 1891 yılındaki Tahiti seyahati sırasında yaptığı, yerel kadınların portrelerini içeren tablolarla tanınıyor.

 

Bu ilk değil!
Sanat eserlerinin başına gelen ilk kaza bu değil. Geçtiğimiz yıllarda, bir sanat öğrencisi, Picasso'nun bir tablosunu yere düşürerek 10 santimetrelik bir yırtık açmış, sergiye sarhoş dalan bir grup Monet'nin bir tablosunu yırtmış, Vatikan'daki Michelangelo tablosu, 'Ben İsa'yım' diye bağıran bir adamın çekiç darbelerine maruz kalmıştı.

Akşam, 06.04.2011

TABYA İHALESİ TAMAMLANDI

 

 

Osmanlı - Rus Devletleri arasında 1877 - 1878 yılları arasında gerçekleşen ve tarihe ’93 Harbi’ olarak geçen savaşın yapıldığı Aziziye Tabyaları’nın gelişim planı, ihale edildi. Nene Hatun Tarihi Milli Parkı olarak ilan edilen Aziziye ve Mecidiye Tabyaları, proje sonrası adeta canlı bir tarih müzesi olacak

Çevre ve Orman Bakanlığı, Aziziye ve Mecidiye Tabyaları’nı kapsayan Nene Hatun Tarihi Milli Parkı için yapılacak gelişim planını ihale etti. Tabyalardaki planlamanın devam ettiğini belirten Çevre ve Orman Müdürü Muammer Toraman, her ayrıntının büyük bir özenle incelendiğini söyledi. Tabyaların en iyi şekilde değerlendirileceğini kaydeden Toraman, “Aziziye ve Mecidiye Tabyaları’nda alana girilen yerden gezilebilecek bütün alanlara kadar her türlü ayrıntı hesaplanıyor. Çalışmalar bittiğinde çarpışmalar yaşandığı yerde simülasyonla canlandırılacak, tarihi ve yabancı dil bilen alan kılavuzları ziyaretçilere eşlik edecek böylece ziyaretçiler Erzurumluların tarih yazdığı o günlere gidecek. Seyir teraslarıyla şehir izlenebilecek” dedi.

Erzurum Gazetesi, 06.04.2011

YALIDA YANGIN

 

 

Sarıyer Yeniköy Köybaşı Caddesi 179 numaradaki Suna Mardin'e ait tarihi 3 katlı Ratip Efendi yalısında akşam 19.00 sıralarında yangın çıktı. Yangın kısa sürede yalının çatı katına sıçradı. Yangını gören mahalle sakinleri itfaiye ekiplerine haber verirken, yangına ilk müdahale ise yalıda tesisatçı olarak çalışan Şükrü Çelik tarafından yapıldı.


Yangının büyümesinin ardından ise Mardin'e ait olan yalıda kiracı olarak oturan Siemens'in Türkiye Ticari Genel Müdürü Thomas Kolbinger'in eşi Mrs. Kolbinger kendisini dışarı attı. Olay yerine kısa sürede gelen İstinye itfaiyesi ekipleri yirmi dakika kadar süren bir çalışmanın ardından yangını söndürdü. Yalının elektrik tesisatçısı Çelik, yangının şömineden çıktığını söyledi. Yalının denize bakan ikinci ve üçüncü katında büyük çapta maddi hasar meydana geldi. Yangını eşinden öğrenen Thomas Kolbinger'in de olay yerine geldiği görüldü.

Habertürk, 06.04.2011 

 

******


TARİHİ YALIDA YANGIN SONRASI HASAR TESPİTİ

 

 

Yeniköy'de Suna Aksoy Mardin'e ait yaklaşık 300 yıllık Ebubekir Tatip Yalısı'nın giriş katında önceki gün çıkan yangın sonrasında Boğaziçi İmar Müdürlüğü mimarları, hasar tespiti yaptı. Önceki akşam meydana gelen yangın nedeniyle denize bakan kısımda önemli ölçüde hasar meydana geldi. Yangını söndürmek için çatıya sıkılan su, çatlaklara yol açtı. Bacanın tamamen yandığı belirlenirken, tavanda çatlak ve dökülmeler meydana geldiği kaydedildi. Yalının yağmurdan zarar görmemesi için çatısına naylon kapatıldı.

Sabah, Haber: Mustafa Kaya, 07.04.2011

ANTİK TİYATRO YAKININDA KAÇAK KAZI

 

Kırklareli’nin Vize İlçesi'ndeki antik tiyatro yakınlarında kaçak kazı yapıldığı belirlendi.

 

Edinilen bilgiye göre, Vize Emniyet Müdürlüğü ekipleri, devriye görevleri sırasında antik tiyatro yakınında arkeolojik sit alanı içerisinde kaldığı gerekçesiyle boşaltılan bir evden tiyatro istikametine tünel kazıldığını tespit etti.

 

İlk belirlemelere göre tünelin girişinde insana ait olduğu tahmin edilen kemikler, evin içerisinde kulpu kırık içi boş bir küp ile siyah poşet içerisinde tarihi eser olabileceği tahmin edilen parçalar ele geçirildi. Konuya ilişkin başlatılan soruşturma sürüyor.

haberler.com, 05.04.2011

ULUSLARARASI BERGAMA SEMPOZYUMU BAŞLIYOR

 

 

Ege Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Candeğer Yılmaz, Ege Üniversitesi ve Bergama Belediyesince düzenlenen ''Uluslararası Bergama Sempozyumu''nun, ilçenin UNESCO Kültürel Miras Listesi'ne girme çabalarına katkı sağlayacağını belirtti.

 

Ege Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Candeğer Yılmaz, 7-9 Nisan tarihleri arasında yapılacak sempozyumun tanıtımına ilişkin Rektörlük Senato Salonu'nda düzenlediği basın toplantısında, sempozyumun amacının Bergama'nın tarihinde yer alan önemli zenginliklerin daha fazla gün ışığına çıkmasını sağlamak olduğunu söyledi.

 

Sempozyuma verdikleri önemi vurgulayan Prof.Dr. Yılmaz, ''Bergama kültür tarihimizin çok önemli merkezlerinden biridir. Tıptan eczacılığa, psikiyatriden arkeolojiye, tarihten sanat tarihine birçok yelpazedeki hazine niteliğinde malzemeleri barındırmaktadır. Sempozyum, Bergama Belediyesinin UNESCO'nun kültürel miras listesine girme çabalarına destek olacak'' diye konuştu.

 

Bergama Belediye Başkanı Mehmet Gönenç de sempozyuma gösterilen ilgiden memnuniyet duyduklarını, çoğunluğu tarih ve arkeoloji alanında olmak üzere başvurusu yapılan 140 bildiriden 70'inin etkinlik programına alındığını bildirdi. Gönenç, sempozyumda Almanya, Avusturya, Yunanistan ve Japonya'dan bilim insanlarının da 13 bildiri sunacağını kaydetti.

 

Sempozyumda, Bergama'nın turizm potansiyeli, jeo arkeolojik yapısı, Bergama köylü hareketi, peyzaj mimarlığı bağlamında etütler, sanat tarihi konularında yapılmış araştırmalar tartışılacak. 70 bildirinin yanı sıra 32 poster tebliğ sunulacak.

Cumhuriyet, 05.04.2011

SELEUKEİA VE SELGE ANTİK KENTLERİ TURİZME KAZANDIRILACAK

 

 

Manavgat’ta Side antik kentinden sonra Selge ve Seleukeia antik kentleri kültür, tarih ve arkeoloji turizmine kazandırılacak.

 

Kaymakam Hacı İbrahim Türkoğlu, makamında yaptığı basın açıklamasında ilçenin kültür, tarih ve arkeoloji zenginliklerini bir bir günyüzüne çıkaracaklarını söyledi.

 

Bucakşıhlar (Bucakşeyhler) Köyü sınırları içinde bulunan Seleukeia antik kentinin gün yüzüne çıkması ve kültür turizmine kazandırılması için çalışma başlattıklarını belirten Türkoğlu, tarihi eserlerin korunması hususunda İlçe Orman İşletme Müdürlüğü’nün genel temizlik çalışması yaptığını ifade etti. Antik şehrin kültür ve arkeoloji turizmine kazandırılması için Kültür ve Turizm Bakanlığı’na yazılı başvuruda bulunduklarını belirten Türkoğlu, ilk etapta Bucakşıhlar ile antik şehir arasında bulunan 3 kilometrelik yolu yapacaklarını kaydetti. Türkoğlu, “Manavgat’ımızın tarihi ve doğal güzelliklerini bir bir gün yüzüne çıkaracağız. Side antik kent yanı sıra Bucakşıhlar Köyü Seleukeia ve Altınkaya(Zerk) Köyü Selge antik kent’i kültür ve arkeoloji turizmine kazandıracağız. Bu kültürel zenginliklerimizi dünya gündemine taşımanın zamanı geldi. Turizmde her alanda marka olacağız.” diye konuştu.

 

Türkoğlu, Manavgat’ta göreve başlayalı 1,5 yıl olmasına rağmen ilçenin tarihi ve doğal güzellikleriyle ilgili her gün yeni bir şeyler öğrendiğini kaydetti.

 

Side Müze Müdürü Güner Kozdere, sorumluluk alanlarında 49 arkeolojik, 5 doğal, 4 kentsel olmak üzere toplam 58 sit alanı ile 375 tescilli taşınmaz kültür ve tabiat varlığının bulunduğunu söyledi. Kozdere, sorumluluk alanları içinde Gündoğmuş, Akseki ve İbradı ilçeleri yanı sıra Seleukeia ve Selge antik kentlerinin de bulunduğunu aktardı.

Kanal Vip, 05.04.2011

HÜNKAR MAHFİLİNİ ELEKTRİK SOBASI YAKMIŞ

 

Tarihi Beyazıt Camii'nin bitişiğindeki Hünkar mahfilinde geçtiğimiz Şubat'ta çıkan yangının nedeni belli oldu. Yangının, ısınmak amacıyla yakılan elektrik sobasının kısa devre yapması sonucunda çıktığı belirlendi. İstanbul İtfaiyesi'nin raporunda, elektrik tesisatının zayıf olduğu, bu nedenle ek ve bağlantı yapılan kısımdaki bandajın aşırı ısınarak ahşabın yanmasına neden olduğu belirtildi. 17. yüzyıl Osmanlı kasırlarının en görkemli örneklerinden olan Hünkar Kasrı'nın iç tarafında bulunan, padişahın namaz kıldığı ve zaman zaman halkı kabul ettiği tarihi yapının üst katı yangında harap olmuştu.

Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 05.04.2011

EFES ANTİK SUYOLU TURİZME KAZANDIRILMAYI BEKLEYEN MUHTEŞM BİR ALAN

 

 

Kuşadası Yerel Tarih Araştırmaları Derneği (KUYETAD) 5- 6 Nisan tarihleri arasında söyleşi ve Efes suyolu bilgilendirme gezisi düzenliyor.

 

Avusturyalı Hidrolog (Su Mühendisi) Gilbert Wiplinger’in konuşmacı olarak katılacağı söyleşi 5 Nisan Salı günü Saat 15.00- 17.00 arasında Kuşadası Esnaf Odası Salonu’nda gerçekleştirilecek. Söyleşide; tarihi suyolunun korunması, kent turizmine kazandırılması için nelerin yapılması gerektiği üzerine bir sohbetin de yürütüleceği belirtildi. 6 Nisan Çarşamba günü de Efes’in tarihi suyolunun Bahçecik Boğazı bölümü gezilecek. Burada da Hidrolog Gilbert Wiplinger tarihi suyolunu tanıtacak ve yapılan bilimsel çalışmaları aktaracak.

 

İki günlük etkinliğe (KURED) Kuşadası Rehberler Derneği, Kuşadası Selanik Mübadilleri ve Rumeli Göçmenleri Derneği ile Giritliler Dostluk Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği de destek veriyor.  

 

Etkinlik ile ilgili olarak açıklama yapan Kuşadası Yerel Tarih Araştırmaları Derneği Başkanı Şenol Eskin; “ Efes tarihi suyolu ile ilgili KUYETAD olarak iki günlük etkinlik düzenliyoruz. Etkinliğimize; (KURED) Kuşadası Rehberler Derneği, Kuşadası Selanik Mübadilleri ve Rumeli Göçmenleri Derneği ile Giritliler Dostluk Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği de destek veriyor. Kentimizin tarihi ve turizmi açısından Efes Suyolu çok önemli. Aslında Efes Antik Suyolu turizme kazandırılmayı bekleyen muhteşem bir alan. Antik dönemde yapılan yaklaşık 42 kilometrelik suyolu ile Efes’e su götürülmüş. 1600’lü yılların başında, tarihi suyolunun bir bölümü kullanılarak Osmanlı döneminde Kuşadası’na da su getirilmiş. Her açıdan bunca öneme sahip suyolu ne yazık ki kent tarihimiz ve turizmimize kazandırılmamış durumda. Bun amaçla; tanıtımının yapılması, onarımının sağlanması, kentin turizmine katkı sağlaması için projelendirilmesi gerekiyor. Böylesi bir çalışmanın başarılması ile kent turizmimizin daha nitelikli hale geleceği açıktır.

 

Bu önemi hem Kuşadası halkına ve hem de yetkililere aktarmak üzere iki günlük etkinlik düzenlemiş bulunuyoruz. Etkinliğimizin ilk günü olan 5 Nisan Salı günü sinevizyon gösterimi ile Efes Suyolu’nda yapılan çalışmaları Hidrolog Gilbert Wiplinger aktaracak. Etkinliğimizin ikinci günü olan 6 Nisan Çarşamba günü ise antik suyolunun Bahçecik Boğazı alanını gezeceğiz. Gerek söyleşiye ve gerekse de suyolu gezisine; tarih severlerin ve yetkililerin yoğun ilgi göstereceğine inanıyoruz” dedi.

Selçuk Bölge Haberleri, 05.04.2011

RHODİAPOLİS ANTİK KENTİ KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI

 

Antalya’nın Kumluca İlçesi'ndeki Rhodiapolis antik kentinde 2011 yılı kazı çalışmaları törenle başladı.

 

Akdeniz Üniversitesi (AÜ) Arkeoloji Bölümünden Doç.Dr. İsa Kızgut başkanlığında yürütülen kazı çalışmalarının altıncı yılı dolayısıyla tören düzenlendi. antik kentte gerçekleştirilen törene Kumluca Kaymakamı Salih Işık, Belediye Başkanı Hüsamettin Çetinkaya, Akdeniz Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. İsrafil Kurtcephe, Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı ve Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Burhan Varkıvanç, Bakanlık temsilcisi olarak Antalya Müzesinden Arkeolog Mustafa Samur ve kazı ekibi katıldı.

 

Törende konuşan Kumluca Kaymakamı Salih Işık, her yönüyle gelişen Kumluca’da, tarihinin de gün yüzüne çıkarılması açısından Rhodiapolis kazılarının ayrı bir önemi olduğunu söyledi. Tarih ve turizm açısından Kumluca’nın önemli bir değeri olan Rhodiapolis’te kazı çalışmalarının altı yıldır başarılı şekilde yürütüldüğünü ifade eden Işık, kazı ekibine gayretlerinden dolayı teşekkür etti.

 

Kumluca Belediye Başkanı Hüsamettin Çetinkaya da, Rhodiapolis’in kazı çalışmalarının başladığı ilk günden bu yana olduğu gibi, kazı çalışmalarına her türlü desteği vereceklerini kaydetti. Kumluca’da bir değişimin başlangıcı olarak gördükleri Rhodiapolis kazılarında bugün gelinen noktada, doğru kişilerle doğru iş yaptıklarını gördüklerini ifade eden Çetinkaya, Kumluca Belediyesi, Akdeniz Üniversitesi ve Kültür Bakanlığı ortaklığında çok güzel bir çalışma yürütüldüğünü bildirdi.

 

Akdeniz Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. İsrafil Kurtcephe de, her alanda olduğu gibi arkeoloji alanında da Türkiye’nin arkeolojik alanda en çok kazı yapan üniversitesi olma yolunda ilerlediklerini belirtti. Kurtcephe, artık kazıların 50, 60, 100 yıl süren çalışmalarla değil, 10 yıl gibi kısa sürede kazılarla antik kentlerin ortaya çıkarılabildiğine işaret etti.

 

Kazı Başkanı Doç.Dr. İsa Kızgut da, bu yılki kazıların geçen yıllara göre üç ay önce başladığını ve 80 kişilik ekiple kazıların altı ay süreceğini bildirdi. Rhodiapolis antik kentinde, geride kalan beş yıla bakıldığında çok başarılı bir kazı döneminin geçirildiğinin görüldüğünü ifade eden Kızgut, bu çalışmalar neticesinde antik kentin büyük bölümünün ortaya çıktığını kaydetti. Kızgut, bu yıl kazılarda, ortaya çıkarılan binaların restorasyonunun yapılacağını, Astepion kazısına başlanacağını ve Andron (Devlet konuk evi) kazısının yapılacağını sözlerine ekledi.

 

Antalya’nın Kumluca İlçesi'ndeki Rhodiapolis antik kenti, ilçe merkezinden 2,5 kilometre uzaklıkta, şehrin kuzeyinde ve şehri kuşbakışı görebilecek şekilde tepe üzerinde kurulu bir şehir. Tamamı ormanlara kaplı antik kent, 2000 yılında çıkan yangınla gün yüzüne çıktı. Daha sonra yapılan çalışmalar neticesinde ilk olarak 2006 yılında Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Nevzat Çevik başkanlığındaki bir ekip tarafından kazı çalışmaları başlatıldı.

 

İk kez Avusturyalı bilim adamlarınca keşfedilen kentin en ünlü siması, 2. yüzyılda da yaşamış ve tüm Likya kentlerine yardım etmiş ünlü yardımsever Opramoas’tır. Şehirde, tiyatro, hamam, Opramoas anıtı, kilise, nekropoller ve çok sayıda su sarnıcı bulunuyor. Nevzat Çevik tarafından sürdürülen kazılarda agora ve stoa, tiyatro, doğu parados açılmış, sahne binası tamamlanmış, toplantı salonu açılmış, yuvarlak tapınak alanının bir kısmı açılmış, antik kentin güney yapısındaki çalışmalar tamamlanmıştı. Kazılarda 60′tan fazla da sikke bulunmuş, bunlar arasında 13. yüzyılda beylikler döneminden Hamitoğulları’na ait İslami ve gümüş bir sikke de ortaya çıkartılmıştı.

 

Rhodiapolis antik kenti kazıları iki yıldır Akdeniz Üniversitesi (AÜ) Arkeoloji Bölümünden Doç.Dr. İsa Kızgut başkanlığında yürütülüyor.

haberler.com, 04.04.2011

MÜZELERDEN 200 MİLYON BEKLİYOR

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, arkeolojik kazılara 2002 yılında 2 milyon TL civarında ayrılan kaynağın, 2010 yılında 30 milyon TL’ye çıktığını söyledi.

 

Müzelerden elde edilen gelirde de artış yaşandığına dikkat çeken Günay, “2007 yılının sonunda, müzelerden elde edilen geliri 70 milyon TL civarında almıştım. 2010 yılında 170 milyon TL’nin üzerine çıktık. Bu yıl 200 milyon TL’nin üzerinde bir rakam bekliyorum” dedi.

 

Türkiye’de son zamanda arkeoloji alanında çok önemli gelişmeler olduğunu vurgulayan Günay, “2002 yılında Türkiye’de 56 arkeoloji kazısı varken, bugün 111 kazıyı Türk arkeologları yapıyor. 40 yabancı kazımız var. Böylece 150’nin üzerinde yerli ve yabancı kazımız var” dedi.

Habertürk, 04.04.2011

'EBEDİ AŞK'A 16 MİLYON LİRA

 

Çinli ressam Zhang Xiaogang’ın ‘Ebedi Aşk’ adlı üç parçalı tablosu 79 milyon Hong Kong dolarına (yaklaşık 16 milyon lira) alıcı buldu.

 

Bu, Çinli çağdaş bir ressamın eserine bugüne dek ödenen en yüksek meblağ oldu. 2008’deki daha önceki rekor 14.5 milyon lirayla 2008’de Zeng Fanzhi’ye aitti. 1988 tarihli ‘Ebedi Aşk’ tablosu sebollerle çevrili kıraç bir alandaki yarı çıplak figürleri içeriyor. Sotheby’s Çağdaş Asya Sanatı Başkanı Evelyn Lin, “Tablo Çin avangart sanatını tanımlayan bir döneme ait anıtsal müze kalitesinde bir eser” diye konuştu.

Hürriyet, 04.04.2011

GİRESUN KALESİ'NDEKİ RESTORASYON ÇALIŞMALARINA HIZ VERİLECEK

 

 

Giresun Valisi Dursun Ali Şahin, Giresun Kalesi'nde incelemelerde bulundu. İl Kültür ve Turizm Müdürü Emin Yılmaz ile Giresun Belediye Başkan Yardımcısı Ömer Cinel’den kale hakkında bilgi alan Vali Şahin, kalede restorasyon çalışmalarına hız verileceğini, bölgede teleferik kurulması için çalışma başlatılacağını söyledi.

 

Tarihi dokuya uygun olarak yapılan çevre düzenlemesi ve restorasyonun örnek olduğunu belirten Vali Şahin, "Kale ve yaylalarımız başta olmak üzere Giresun’u en iyi şekilde turizme hazırlamayı amaçlıyoruz” dedi. Kalede bulunan şehitlik ve mezarlıkta da incelemelerde bulunan Vali Şahin, buraların proje kapsamında Giresun’a yakışır şekilde düzenlenmesi talimatını verdi.


Giresun yaylalarının Türkiye ve Ortadoğu’da tanıtımının sağlanacağını aktaran Şahin, yaylaların kısım kısım turizme kazandırılacağını kaydetti. Küresel ısınmadan dolayı yayla turizminin önem kazandığını dile getiren Vali Şahin, Giresun’u her alanda olduğu gibi turizmde de hak ettiği yere getirmeyi hedeflediklerini söyledi.


Öncelikle çevre konusu üzerinde duracağını dile getiren Şahin, Giresun için son derece önemli olan katı atık depolama alanları meselesini çözüme kavuşturacağını, katı atık tesisiyle ilgili bakanlık onayının çıkmasının ardından ihalenin en kısa zamanda yapılacağını söyledi.

Turizm Gazetesi, 04.04.2011

"BİZ, EFES'İN YÖNETİMİNE TALİBİZ"

 

 

Selçuk Belediye Başkanı H.Vefa Ülgür, Efes ören yerlerinde Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Bilintur’a kiralanan ve burada yaptırılan hediyelik eşya dükkanlarının Selçuk Belediyesi tarafından mühürlenmesi ile ilgili Bakan Günay ile aralarında yaşanan sıkıntıların çözüme kavuşacağına inandığını belirterek; “Efes’in Dünya Kültür Mirasına girmesi ile buranın yönetimi yerel inisiyatifine geçecek. Yani biz burada Efes’in yönetimine talibiz” dedi.

Bu yerel inisiyatifin içerisinde başta Selçuk Belediyesi olmak üzere; Avusturya Kazı Evi ve sivil toplum örgütlerinin olacağını belirten Başkan Ülgür; “Bizim Efes’in yönetimine talip olmamızın çelişkileri ortadadır. Efes’in rantlarını bir takım insanlara verip bizim bu attığımız adımların önünü kesmek isteyenler var. Burada tabi ki ticaret yapılmalı. Buraya Bilintur’da gelebilir, başka bir firmada gelebilir, bu o kadar önemli değil, kime isteniyorsa ona verilir. Ama ticaretin nerde nasıl yapılacağı kurallara bağlıdır. Bu sizin veya bizim keyfimizle yapılacak bir iş değildir. Bu anlamda ne yaptığımıza bakmamız için bugünün dağılımı çok önemlidir bizim için” dedi.

Efes antik kentinin Dünya Kültür Mirası Lİstesi'ne girebilmesi için sözleşmenin imzalandığını, sürecin başladığını ve 15 Eylül 2011 tarihinde ise sonucun açıklanacağını hatırlatan Başkan Ülgür; “Bu konuda sözleşme imzalayıp dünya kültür mirasına girmek için ihale yaptık. Biz bu projeyi bitirdikten sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı aracılığı ile  UNESCO’ ya başvuracağız. UNESCO 2012 yılı içerisinde bunu değerlendirecek. Planımızı uygun bulursa Efes’i Dünya Kültür Mirası Lİstesi'ne aldıracak. Bakanlıkla bu konuda protokolümüzü yaptık. Bunun bize katkısı ve faydası oldukça yüksek olacak” dedi.

Belediye Başkanlığının ikinci döneminde Efes ören yerlerine büyük yoğunluk sağladığını kaydeden Başkan Ülgür; “Bizim fabrikalarımız bana göre Efes, Meryemana, Şirince, Kale, Selçuk’ta çok fazla bilinmese de Belevi Beldesi sınırları içerisindeki Mozole olduğunu düşünüyorum. Biz bu fabrikalarımızı en yakın zamanda ayağa kaldırabilirsek, dünya turizm müzesine sunabilirsek kentin sırtı yere gelmeyecek. Ben bu konuda ikinci dönemimden itibaren büyük emek sarf ediyorum ve bunda da başarılı olacağıma inanıyorum” şeklinde konuştu.

Selçuk Bölge Haberleri, 04.04.2011

ALAY KÖŞKÜ'NDEN EDEBİYAT MÜZESİ'NE

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca yurt genelinde başlatılan 'Edebiyat Müzeleri' projesi kapsamında, Topkapı Sarayı surlarına inşa edilen Tarihi Alay köşkü binası, Edebiyat Müzesi ve Kütüphanesi olarak yeniden düzenleniyor. 2007'de restore edilerek İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nün kullanımına verilen tarihi bina, geçtiğimiz haftalarda boşaltılarak müze için çalışmalara başlandı.

İki katlı binanın üst katı kütüphane ve müze olarak hizmet verirken, giriş kat ise edebiyatçılar kahvesi olacak. Türk edebiyatının en önemli isimlerinden Ahmet Hamdi Tanpınar'ın adının verileceği müzede, Tanpınar'ın kişisel eşya ve eserlerinin yer aldığı bir köşe de yapılacak. Nisan ayı içinde açılması planlanan müzenin, dekorasyon çalışmaları devam ediyor. Türk edebiyatının kaynak eserleriyle önde gelen edebiyatçılarının yapıtlarının yer alacağı kütüphane, halka açık olacak. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tarafından hayata geçirilen 'Edebiyat Müzesi' projesinin ilki 12 Mart 2011'de Ankara'da Mehmet Akif Ersoy ismiyle açıldı. Adana'da 'Karacaoğlan Edebiyat Müze Kütüphanesi', Diyarbakır'da 'Ahmet Arif Edebiyat Müze Kütüphanesi', Erzurum'da 'Erzurumlu Emrah Edebiyat Müze Kütüphanesi' kurulması için çalışmalar sürüyor.

Tanpınar'ın adıyla yaşayacak
Türk edebiyatının en önemli değerlerinden Ahmet Hamdi Tanpınar'ın adını taşıyacak olan Edebiyat Müzesi'ne ev sahipliği yapacak olan Alay Köşkü, 1460'ta ahşap olarak yaptırıldı. Köşk yangında harap olunca Sultan II. Mahmut döneminde bugünkü haliyle yeniden inşa edildi. Cumhuriyet döneminde telgrafhane olarak kullanılan Köşk, 2007'de restore edilerek İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nün kullanımına verildi.

Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 04.04.2011

HZ. İSA'NIN İLK RESMİ Mİ?

 

Kudüs'te bir mağarada keşfedilen 2 bin yıllık demir tabletin üzerindeki fotoğrafın Hz. İsa'nın ilk portresi olabileceği açıklandı.

 

Bilim insanları, söz konusu tabletin Hz. İsa ile aynı dönemde yaşayan kişiler tarafından demire kazılmış olabileceğini belirtiyor. Bir kredi kartı büyüklüğündeki tabletin o dönemde Hristiyanlara yakın  bir Masonik tarikat tarafından yapılmış olabileceği tahmin ediliyor.

Akşam, 04.04.2011





'KRAL YOLU' TURİZME AÇILACAK

 

     

 

Muğla’nın Bodrum İlçesi’ne bağlı Gümüşlük Beldesi’nde sahilden 200 metre açıktaki Tavşan Adası ile beldeyi bağlayan ve suların çekilmesiyle ortaya çıkan Antik Myndos kentine ait 3 bin 500 yıllık Kral Yolu, onarılarak turizme açılacak. Kazı Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin, "Suların çekilmesiyle bir tarih ortaya çıktı" dedi.

 

Bodrum’a 18 kilometre uzaklıktaki Gümüşlük’te, her yıl yaklaşık 300 bin kişinin ziyaret ettiği ve 2007 yılının ocak ayında suların aniden çekilmesiyle ortaya çıkan 150 metre uzunluğunda 1.5 metre genişliğindeki Kral Yolu’nun onarılarak turizme açılacağı belirtildi. Kazı Başkanı Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın denetiminde yapılan kazı çalışmalarında Tavşan Adası’nda eski bir kilise, din adamlarına ait mezarlar, antik Myndos Kenti’nin sur duvarlarının gün ışığına çıkarıldığını da hatırlattı. Prof.Dr. Şahin, "Kral Yolu’nu onararak gelen turistlerin Tavşan Adası’na kolaylıkla gitmelerini sağlayacağız. Yolun altından açacağımız su kanallarıyla Gümüşlük Limanı’na su sirkülasyonu kazandırıp temiz kalmasını sağlayacağız. 3 yıl içinde kazı çalışmaları tamamlayarak, Hıristiyanlığın yayılmasında önemli bir mekan olan ada tam bir açık hava müzesi gibi olacak" diye konuştu.

 

Tur rehberi Leyla Topal da tarihi mekanlarını turizme kazandırılması bölgeye gelen turistler için çok önemli olduğunu belirtti. Topal, "Açık hava müzesi haline gelecek Tavşan Adası’nı ziyaret edecek turist sayısında patlama olur" dedi.

Milliyet, Haber: Yaşar Anter, 04.04.2011

BİR ROMA ESERİ DAHA SULAR ALTINDA KALACAK

 

 

Muğla'nın Köyceğiz İlçesi'nde bulunan ve baraj suları altında kalacak olan tarihi Akköprü'nün zarar görmeden ileriki yıllarda tekrar gün ışığına çıkarılabilmesi için kil ve kaya dolguyla kaplandığı bildirildi.

 

Dalaman Akköprü Barajı ve Hidroelektrik Santralı (HES) Proje Müdürü İlker  Akar, gazetecilere yaptığı açıklamada, Romalılar tarafından MS 3. yüzyılda  Dalaman Çayı üzerine yapıldığı tahmin edilen, 30 metre yükseklikte ve 50 metre uzunluğundaki tarihi Akköprü'nün baraj suları altında kalacağını söyledi.

Dalaman Akköprü Barajı'nın enerji üretimine başlamasıyla birlikte sular altında kalacak olan tarihi Akköprü'nün zarar görmemesi ve ileriki yıllarda tekrar gün ışığına çıkarılabilmesi için koruma çalışmaları yapıldığını belirten Akar, şöyle konuştu:
''Akköprü'de başlatılan restorasyon çalışması tamamlandı. Tamamen kil ve kaya dolgu ile kaplanarak korumaya alındı. Yavaş yavaş yükselen baraj suyunun altında kalacak. Önümüzdeki günlerde tamamen suya gömülmüş olacak. Baraj ömrünü tamamladığında bu da yaklaşık 200 yıl sonra demek oluyor, gün yüzüne çıkarılabilecek. Biz o zamanki kuşaklara bilgi amaçlı köprünün bazı yerlerine bilgiler yazarak tarihe not düştük. Ayrıca muhafaza içerisinde Kur'an-ı Kerim ve bu güne kadar baraj inşaatında çalışan yaklaşık bin 300 personelin isimlerini yazdık.''

Akköprü Köyü Muhtarı Mustafa Karahan ise vatandaşların kullandığı Akköprü ve 1960 yılında ormancılar tarafından yapıldığı bilinen köprülerin, baraj suları altında kalacağını anımsatarak, ''Akköprü korumaya alındı. Köylünün kullanacağı başka köprü yok. Yetkililer tarafından gösterilecek bir yere acilen yeni köprü yapılması gerekiyor. Kısa sürede sorunun çözüleceğini bekliyoruz'' dedi.

Akköprü, turizm sezonunda günde ortalama 600 kişinin rafting yaptığı, Türkiye'nin en iyi rafting rotalarından biri olan Dalaman Çayı parkuru üzerinde yer alıyordu.

Cnn Türk, 04.04.2011

NOEL BABA'YA MART AYINDA 33 BİN ZİYARETÇİ

Antalya’nın Demre İlçesi’nde bulunan Noel Baba Müzesi’ni bu yılın mart ayında rekor düzeyde ziyaretçi gezdi. Geçen ay 33 bin 444 kişinin gezdiği müzeden 165 bin 500 lira gelir elde edildi.

 

Yine Demre’de bulunan Likya Uygarlığı’nın önemli kentlerinden Myra antik kentini mart ayında 27 bin 576 kişi ziyaret etti ve 142 bin TL gelir bıraktı. Geçen yılın mart ayında ise Myra antik kentini 14 bin 830 kişi ziyaret etmiş ve karşılığında 78 bin 400 TL gelir sağlanmıştı.

Habertürk 04.04.2011

PERİLER VADİSİ SİT ALANI OLDU

 

 

Simav'da, Kapadokya'yı andıran peri bacası oluşumlarının bulunduğu bölge korumaya alındı.

Kütahya'nın Simav İlçesi'nde, Nevşehir'in Kapadokya bölgesini andıran peri bacası oluşumlarıyla dikkati çeken alan, birinci derecede korunması gerekli kültür ve tabiat varlığı niteliğiyle korumaya alındı.

 

Alınan bilgiye göre, Yeniköy beldesinin Sarıyar Deresi mevkisinde peri bacalarının bulunduğu alan, vatandaşlar tarafından "Periler Vadisi" diye anılıyor. Kapadokya'ya benzerliği dolayısıyla turizme açılması istenen alan, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı Kütahya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından birinci derecede doğal sit alanı ilan edilerek tescillendi.

Yeniköy Belediye Başkanı Mehmet Çakır, yaptığı açıklamada, bölgenin turizme açılması halinde beldesinin Kapadokya'dan farksız bir konuma geleceğini söyledi. Peri bacalarının turizmin hizmetine sunulması halinde hem beldenin hem de çevre belde ve köylerin kazançlı çıkacağını ifade eden Çakır, "Simav, termal turizm ve şifalı sularıyla ünlü bir ilçemiz. Kaplıcalarının yanında peri bacalarıyla ününe ün katacaktır" dedi.

 

Beldede yaşayan vatandaşlar ise Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın bölgenin turizme açılması için çalışma yapmasını istedi.

Radikal, 04.04.2011

"ZEUGMA ORTADOĞU'NUN MÜZESİ OLDU"

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Zeugma Mozaik Müzesi’ni ziyareti sırasında, müzenin tamamlandığını belirterek Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın mayıs ayı başında Gaziantep’e gelişi sırasında açacağını bildirdi.

 

Günay, “Zeugma Mozaik Müzesi, sadece Gaziantep’in değil, sadece Türkiye’nin değil, dünyanın, Ortadoğu’nun önemli büyük müzelerinden birisi haline geldi. O yüzden Büyükşehir Belediye Başkanımız başta olmak üzere tüm arkadaşlarıma teşekkür ediyorum” dedi.

 

Bakan Günay, Karkamış antik kentindeki mayın temizleme çalışmalarının da tamamlandığını, kazı çalışmalarına başlanacağını açıkladı.

Habertürk 04.04.2011

ANTİK KENT LAODİKYA, "MEGA MÜZE" İSTİYOR

 

 

Denizli'de bulunan Laodikya antik kenti Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, MÖ 2500'lü yüzyıllarda Anadolu'nun en önemli ve ünlü kentlerinden biri olarak bilinen Laodikya'dan kazı çalışması sırasında çıkan eserlerin sergilenmesi için ''Mega Müzeye'' ihtiyaç duyulduğunu söyledi.

 

Denizli'de bulunan Laodikya antik kenti Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, MÖ 7500'lerde kurulan, 2500'lü yıllarda Laodikya ismiyle anılmaya başlanan antik kentte yapılan kazı çalışmaları sırasında geçmişe ait yeni bir bilgi, belge ve eseri bulmanın mutluluğunu yaşadıklarını ifade etti.

 

Hristiyan alemi için önemli bir merkez olan kentte yürütülen çalışmaları 12 ay aralıksız olarak sürdürdüklerini belirten Şimşek, ''Üniversite ve belediye iş birliğiyle yürüttüğümüz çalışmalarda ülkemizde 12 ay boyunca kazı çalışması yapan tek ekip olmanın gururu içindeyiz. Boş geçen hiçbir günümüz olmuyor. Geçmişe ait bir imparator başı, tıp malzemesi, tekstil kalıntıları, ilk yerleşim birimi materyalleri, dini temsil eden kalıntıları ortaya çıkarmak, tarihin farklı bir yönünü gösterebilmek bizim çalışma azmimizi daha da artıyor'' dedi.

 

Antik kentten çıkan birbirinden değerli eserlerin Denizli Müze Müdürlüğü'ne teslim edildiğini anlatan Şimşek, konuşmasını şöyle sürdürdü:

''2003 yılından bu yana çıkardığımız eserler bir müzeyi dolduracak nitelikte. Bunların sergilenebilmesi için büyük bir mega müzenin yapılması, Laodikya antik kenti'ne özgü bir ören yeri müzesinin yapılması bu eserlerin daha güzel görünmesini ve bilinçli bir şekilde çıkan eserleri incelenmesini sağlayacaktır. Müze ziyaretinin ardından antik kentin gezilmesi ziyaretçiler açısından daha bilgilendirici olacaktır.''

Cumhuriyet, 04.04.2011

 

******


2 BİN 250 YILLIK MERMER KANTAR TOPUZU

 

 

Denizli’deki antik Laodikya kenti kazılarında 2 bin 250 yıl öncesine ait mermerden kantar topuzları ile tartı aletlerine ait parçalar bulundu.

 

Laodikya Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, Laodikya’nın antik dönemde "ticaret merkezi" olarak ünlendiğini, bunu da tekstil üretimine borçlu olduğunu ifade ederek, burada üretilen kumaş ve benzeri dokuma ürünlerinin Efes üzerinden Atina ve Roma’ya satılmasıyla Çürüksu Vadisi’nin en önemli yerleşim yeri olarak dikkati çektiğini söyledi.

 

Ticaret yapılırken gıda ve benzeri ürünlerin tartıldığını, bunu da kazılarda ortaya çıkarılan tartı malzemelerinin ortaya koyduğunu anlatan Şimşek, "Suriye Caddesi’nin iki yanında dükkanlar bulunuyor. Buradaki kazılarda mermerden yapılmış küre şeklindeki kantar topuzları, pirinç ve bronzdan yapılmış terazi aparatları bulduk. Kazılarda ortaya çıkarılan tartı malzemeleri, Laodikya’da ticaretin ne kadar önemli olduğunu gösteren somut veriler" dedi.

 

Üzerinde numaralar yazılı bir mil kullanılarak ağırlığın belirlenmesi yönteminin günümüzden 20-30 yıl öncesine kadar yaygın olarak kullanıldığını anımsatan Celal Şimşek, "Kazılarda bulduğumuz sistem de günümüze kadar uzanan sistemin benzeri. Ayrıca altın, gümüş gibi değerli madenlerin tartıldığı hassas tartı aletlerinin küçük kefe ve gramları da var. Bu da o dönem tartının ne kadar yaygın kullanıldığının bir başka göstergesi" diye konuştu.

 

Buldukları tartı malzemelerinin Hellenistik döneme ait ve 2 bin 250 yıllık olduğunu belirten Prof.Dr. Celal Şimşek, elde edilen bulgulardan bu malzemelerin MS 7. yüzyıla kadar kullanıldığının anlaşıldığını, tüm bunların ışığında "tartının geçmişi insanlığın tarihi kadar eskidir" denilebileceğini sözlerine ekledi.

Milliyet, 04.04.2011

ALİ PAŞA SARAYI KÜLLERİNDEN DOĞUYOR

 

 

Tarihi yarımada, Topkapı'dan sonra yeni bir saraya daha kavuşuyor. Sultan Abdülaziz tarafından 1865'te Balyan kardeşlere yaptırılan, 1911'de bir yangınla kül olan ve şu an yerinde otopark bulunan Ali Paşa Sarayı aslına uygun olarak tekrar inşa edilecek.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, bir yangınla yok olan ve şu an yerinde otopark olan Ali Paşa Sarayı'nı tekrar İstanbul'a kazandırmak için kolları sıvadı.

 

Abdülaziz tarafından 1865'te, Çırağan Sarayı'nın da mimarları olan Agop ve Sarkis Balyan kardeşlere yaptırılan saray, daha sonraki yıllarda Abdülmecid'in büyük kızı Fatma Sultan'a ve 1887 yılında da Abdülaziz'in kızları Saliha ve Nazime Sultanlara tahsis edilmişti.

 

Beyazıt Mercan Yokuşu'ndaki tarihi yapı, 1911'de çıkan bir yangınla yok olunca kalıntıları da yıkılmış ve yerine otopark yapılmıştı. Mülkiyeti Büyükşehir Belediyesi'ne ait olan otoparkın tahliye edilmesinin ardından İstanbul, yeni bir saraya daha kavuşacak.

 

Akşam'ın haberine göre, hazırlanan saray projesine göre, yapının toplam alanı 11 bin 292 m2. Dor İnşaat Taahhüt Mimarlık İthalat ve İhracat Şirketi'nin ihaleyle aldığı 'Ali Paşa Sarayı Restitüsyon ve Rekonstrüksiyon Projesi', İstanbul IV Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından da onaylandı. Projeye göre yapıya, yönetim binası fonksiyonu verildi. Bu fonksiyona göre yapı, hizmet ve kültürel olmak üzere büyükşehir belediyesi tarafından çok amaçlı olarak kullanılacak. Projeleri tamamlanan sarayın yapımı için, otoparkın tahliye davası sürüyor.

 

Abdülaziz tarafından 1865'te, Agop ve Sarkis Balyan kardeşlere yaptırıldığı bilinen saray, Ali Paşa'nın 1871 yılında ölümünün ardından satın alınarak kısa bir süre şeyhülislamlık olarak kullanılıp, daha sonra Abdülmecid'in büyük kızı Fatma Sultan'a ve 1887 yılında da Abdülaziz'in kızları Saliha ve Nazime Sultanlara tahsis edildi. Bir süre Mercan İdadisi ve Erkan-ı Harbiye (Genelkurmay) olarak kullanılan saray, 1911'de çıkan Mercan yangınında sadece kagir duvarları kalacak şekilde yok oldu. Yapı, 1950-1955 yılları arasında belediye tarafından yıkıldı. 1958'de saraydan kalan bodrum katı üzerine Kapalıçarşı yangınında dükkanları yanan esnaflar için barakalar yaptırıldı. 1985'te konaktan geriye kalan bodrum katı ve duvarları ortadan kaldırılarak İstanbul Büyükşehir belediyesi tarafından katlı otopark inşa edildi.

Ntvmsnbc, 04.04.2011

KADIKÖY'DE 'UCUBE' TARTIŞMASI

 

 

Temelinin atıldığı günden beri tartışma yaratan Kadıköy sahil şeridindeki otel tepki çekmeye devam ediyor... Kadıköylüler ve mimarlar binanın tarihi silüeti bozduğunu belirtiyor.

 

Kadıköy sahil şeridinde yer alan ve yapımı sırasında tepkilere neden otele, mimarlar ve Kadıköylüler silüeti bozduğu gerekçesiyle tepkili. Kadıköy'ün silüetini değiştiren bina yapımı sırasında da "Moda Sahiline Hançere Hayır" protestolarına neden olmuş ancak tepkilere rağmen tamamlanmıştı. Corner Otel olarak işletilmesi planlanan ancak Hilton Double Tree Otel olarak hizmete giren binayla ilgili olarak Moda Sahiline Hançer-İmar Yağması Dev Corner Otele Hayır Platformu Sözcüsü mimar Reşit Karahan şöyle konuştu:


"2008 sonunda Türkiye Çevre Koruma ve Yeşillendirme Kurumu (TURÇEK) bünyesinde bir platform kurduk. İki aşamalı bir çalışma yürüttük. Öncelikle kamuoyunu bilgilendirdik, sivil toplum örgütleriyle görüşüldü, parlementoya, belediyeye taşıdık. Çok sayıda yürüyüş ve basın açıklaması düzenlendi. 2009'da 10 bin üzerinde imza topladık.
Hukuk mücadelesi yürüttük. Bu bina bir ucubedir, bir kent suçudur. Çevresi tamamıyla altı kat yüksekliktir. Rüzgarı kesiyor, silüeti bozuyor, yöredeki binaların görüntü ve değer kaybı cabası. Deprem riski olarak çok ciddi bir yanı var, ulaşımı katledecek, getireceği çok büyük zararlar bulunuyor."

Milliyet, 04.04.2011

HAYDARPAŞA'DA YANGININ YARALARI SARILIYOR

 

 

TCDD Genel Müdürlüğü, geçen yıl kasım ayında bir bölümü küle dönen Haydarpaşa Gar binası çatısının yeniden yapımı ile çevre düzenlemesi çalışmalarının başladığını açıkladı. TCDD Genel Müdürlüğü'nden yapılan açıklamada, garda öncelikli olarak zamana ve yangına bağlı olarak ortaya çıkan hasarın tespit edildiği belirtildi.

 

Gar binası ve yakın çevresi kapsamında yapılacak tüm restorasyon çalışmalarının akademik denetim içinde tamamlanması için İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) öğretim üyelerinden bir heyet oluşturulduğu ifade edilen açıklamada, şöyle denildi: 'Haydarpaşa Gar Binası'nın Danışma Kurulu Üyeleri, gar binasındaki mevcut durumu tespit etmek ve gereksinimleri belirlemek amacıyla TCDD 1. Bölge Müdürlüğü yetkilileri ile bir mekan analizi gerçekleştirmişlerdir. Bu çalışmayla 100 yıllık yapının yönetim mekanlarında çağdaş konfor şartlarının sağlanmasına yönelik eksikliklikler be beklentiler saptanmıştır. Gerek personelin gerekse de yolcuların çağdaş bir gar binasından beklentilerini ortaya koyması hedeflenmektedir.'

Yeni Şafak, 04.04.2011

 

******


HAYDARPAŞA İÇİN ÖNERİLER MASADA

 

Geçtiğimiz Kasım'da çatısı yanan tarihi Haydarpaşa Garı yeniden düzenleniyor. Garın tarihi dokusuna sadık kalınması için oluşturulan Danışma Kurulu üyelerinden İTÜ Öğretim Üyesi Atilla Dikbaş, yapılacak çalışmaları anlattı. Dikbaş, NTV'ye yaptığı açıklamada, Gar'ın restorasyon sürecini esas alacak mimari çalışmaları tamamlamak üzere olduklarını söyledi. Dikbaş, "Gar'ın kullanıcısı yolcular... Fakat binanın kullanıcıları, Haydarpaşa Garı'nı işleten TCDD yetkilileri... Onların buradaki ofislerine yönelik bir mekan analizi yaptık. Mekanların yeniden örgütlenmesine yönelik bir çalışma başlatılması gerekiyor" dedi. Garda yolcuların ihtiyaçları için kafelerin, döviz bürolarının, bankaların olacağını belirten Dikbaş, "Üç tane daha çok önemli işlev önerdik ama bunu tartışıyoruz. Örneğin demiryolu müzesi, kitaplık ya da bir takım sergi ve toplantı mekanları yapılabilir" diye konuştu. Dikbaş "Restorasyondan sonra da yangın vb. gibi olayların olmaması için de ciddi bir yol haritası belirleyeceğiz" dedi.

Sabah, 05.04.2011

SİNOP'TA YENİ KİLİSE KALINTILARI

 

 

Sinop’un Ada Mahallesi’nde yapılan tarihi kazı çalışmalarında yeni bir kilisenin kalıntıları daha ortaya çıkarıldı.

 

Sinop Arkeoloji Müzesi Arkeologu Fuat Dereli öncülüğünde, Şeker Fabrikaları Genel Müdürlüğü’ne tahsisli alanda 10 gündür 15 kişilik bir ekip tarafından gerçekleştirilen temizlik kazısında, Roma dönemine ait, çevresinde su sarnıçlarının da bulunduğu tarihi kilise kalıntılarına rastlandı.

 

Sinop İl Kültür ve Turizm Müdürü Hikmet Tosun, tarihi kilise kalıntılarının bulunduğu alanı arkeolojik park olarak kullanmak istediklerini söyledi. Tosun, “Sinop Ada Mahallesi’nde bulunan 4 bin 700 metrekarelik, Şeker Fabrikaları Genel Müdürlüğü’ne tahsisli olan ve devletin tasarrufu altında bulunan alanda bir kültür merkezi yapmayı düşündük, ancak buranın bir bölümü Anıtlar Koruma Kurulu tarafından sit alanı ilan edilmişti. Biz de buranın sınırlarını belirlemek için bir temizlik kazısı başlattık, bu kazı esnasında Roma dönemi bir kiliseye ait kalıntıları tespit ettik, ayrıca kilisenin sağında ve solunda su sarnıçlarına rastladık. Kazılarımız, şu anda devam ediyor, kazı alanından çıkan buluntulara da ilgi çok büyük. Biz bu bölgeyi bir arkeolojik park yaparak, kültür merkezinin de bir zenginliği olacağını düşünüyoruz.” dedi.

 

Kazıların, Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan temin edilen 20 bin TL tutarındaki bir ödenek ile sürdürüldüğünü hatırlatan Tosun, şöyle konuştu: “Kazılarda tam bir sonuca varamadık, İl Özel İdaresi’nden 10 bin TL tutarında bir ödenek talep ettik, bunun akabinde de kazı çalışmalarımızı tamamlayacağız. Kazı çalışmalarımız bittikten sonra da bu arsanın imar sorununu da çözmüş olacağız. Sinop’a güzel bir kültür merkezi kazandırarak, ilimizin büyük bir eksikliğini bu şekilde gidermek istiyoruz.”

Haber Aktüel 03.04.2011

İRİ GÖĞÜSLÜ HEYKELE 'UCUBE' MUAMELESİ

 

Fransa’da 10 bin nüfuslu Neuville-en-Ferrain kasabasında belediye başkanı Gerard Cordon, belediye binasındaki Fransa’nın sembollerinden sayılan Marianne’in heykelini kaldırttı. Nedeni ise heykelin göğüslerinin büyük olması. AFP ajansına konuşan belediye binası çalışanı, 2007 yılında yerel sanatçı Catherine Lamacque tarafından inşa edilen heykelin insanların gevezelik etmesine neden olduğunu söyledi. Eserin sahibi heykeltıraş Lamacque ise “Cumhuriyetin cömertliğini sembolize etmek için bilerek heykelin göğüslerini büyük yaptım. Başkanın kararı saçma. Umarım heykeli yıkmazlar” dedi.

 

“Cumhuriyet Zaferi”ni sembolize eden Marianne, Fransa’nın gayriresmi simgelerinden biri olarak kabul ediliyor.

Kars Belediyesi de kaldırmıştı

Kars Belediye binası önüne 2006’da yerleştirilen iki kadın heykeli de 2009’da Belediye Başkanı Nevzat Bozkuş tarafından “Resmi dairenin kapısında kadın figürleri hoş durmuyordu” denilerek kaldırılmıştı (sağda). Kars’ta Dört Mevsim heykeline de zarar verilmişti.

Hürriyet, 03.04.2011

İSLAMİ ESERLER LONDRA'DA SATIŞA SUNULUYOR

 

  

 

Dünyanın sayılı müzayede evlerinden Sotheby's, bu yıl yine Çağdaş Türk Sanatını yerli yabancı koleksiyonerlerin beğenisine sunuyor. Üçüncü defa 6 Nisan 2011'de, Londra'da yaklaşık 102 eser satılacak. Bunların yarısını modern, yarısını çağdaş sanat eserleri oluşturacak. İslami eserlerin de satışa sunulacağı müzayedede nadir sayıda resimler, el yazması eserler yeni sahiplerine gidecek. Müzayedenin yönetmeni ise bir 2008 yılından beri Sotheby's'te görev yapan Türk: Elif Bayoğlu. Müzayedede satılacak olan şamdanın 3.2 milyon ile 4.8 milyon dolar arasında alıcı bulması bekleniyor. Müzayedede ayrıca sanatçı Burhan Doğançay'ın yaptığı "Fısıldayan Duvar II" adlı eseri de satışa sunulacak. Eserin 192 bin ile 288 bin dolar arasında alıcı bulması bekleniyor.

Türkiye Gazetesi, 03.04.2011

HİTİTLER DE AYNI TAŞ OCAĞINI KULLANMIŞTI

 

Malatya’daki Aslantepe Ören Yeri’nden çıkarılan ve Geç Hitit Dönemi’ne ait olduğu belirtilen kral Tarhunza ve aslan heykellerinin kopyaları, o dönemdeki taş ocağı bulunarak, aynı aynı taşlardan yapıldı.

 

Vali Ulvi Saran, yaptığı açıklamada, Malatya’nın önemli bir geleneksel yapı mirasına sahip olan bir il olduğunu söyledi. Son yıllarda artan kentleşme ve yeni yapılaşmaların geleneksel mimarinin mirası olan bir takım yapıların ortadan kalkmasına ve hızla yok olmasına yol açtığını kaydeden Saran, “Malatya’nın gerek kent merkezinde gerekse ilçelerde geleneksel sivil mimarinin bizlere devretmiş olduğu yapıları korumak ve yaşatmak üzere çalışmalarımıza başladık” dedi.

Valilik bünyesinde Koruma Uygulama ve Denetim Bürosu’nu kurduklarını anlatan Ulvi Saran, bu birimin çok kısa bir sürede kurulmuş olmasına rağmen muazzam bir çalışma gösterdiğini dile getirdi.

 

Öncelikli olarak antik dönemlerden bugüne miras bırakılmış bulunan arkeolojik bölgelerde, özellikle Aslantepe Ören Yeri’nde bulunan değerleri muhafaza etmek için çalıştıklarını ifade eden Vali Saran, bu ören yerinin MÖ 6 bin 500′lü yıllara uzanan önemli bir arkeolojik alan olduğuna işaret etti.

 

Vali Saran, bu yıl Aslantepe Ören Yeri’nde devam eden kazıların 50. yılı olduğunu kaydetti.

Bu nedenle büyük bir arkeoloji kongresi düzenleyeceklerine dikkati çeken Ulvi Saran, şöyle konuştu:

“Buradaki kazıların 50. yılına denk gelecek şekilde Aslantepe’nin daha iyi algılanır ve gezilip görülür hale getirilmesi için ciddi bir çalışma yaptık. Aslantepe Höyüğü’nün çevresinde çevre düzenlemesi yaptık. Ören yerinin kenarına tunç çağı evi inşa ettik. Etrafında bir çevre duvarı yaptık. Yollarını taş kaplama yaptırdık. Ayrıca sit alanının içerisinde gezinti alanı yapacağız. Gelen turistler rahatlıkla Aslantepe’yi görebilecekler.”

 

Aslantepe Ören Yeri’nin güneyinde bulunan ve kalkolitik dönemden kalan sarayın açık hava müzesi yapılacağını belirten Saran, “Açık hava müzesini de şuan tamamlamak üzereyiz” dedi. Aslantepe’nin Türk arkeolojisine hediye ettiği ve buradaki kazılarda çıkan önemli heykellere işaret eden Saran, kral Tarhunza ve aslan heykelleri çıkarıldıktan sonra Ankara’daki medeniyetler müzesinde sergilendiğini aktardı.

 

Kazı bölgesinde bir müze oluşturmayı planladıklarını ve bunun içinde o tarihi eserlerinin birebir aynısını yapmayı planladıklarını dile getiren Saran, şunları kaydetti:

“Bunların başında kral Tarhunza’nın heykeli ve aslan heykelleri geliyor. Birçok rölyef var. Bunlar Geç Hitit dönemine tarihleniyor. Bunlar Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde bulunuyor. Bunların aynısını gerçek boyutları ile gerçek taş malzemeden yapılmak üzere imal edip yerine koyacağız. Kral Tarhunza’nın heykeli tamamlandı. Aslan heykeli bitmek üzere. Rölyefler de arkasından tamamlanacak. Mayıs ayı içerisinde yapacağımız arkeoloji kongresine bunları yetiştireceğiz. Bu eserleri höyükte çıkarıldıkları yere koymayı tasarlıyoruz. Bu heykellerin kopyaları gerçek boyutları ile oldukları gibi aynı zamanda çıkarıldıkları yerden de incelendiği üzere bu eserlerin yapılmasında kullanılan taş ocağından bundan binlerce yıl önce hangi yerden malzeme alınmışsa aynı yerdeki taş malzemeden yapılmasını sağlamış bulunuyoruz.”

 

Vali Saran, heykellerin binlerce yıl önce Aslantepe’nin çevresindeki bir taş ocağının malzemesi ile yapıldığını, kendilerinin de aynı taş ocağından malzeme alıp kopyaları yaptıklarını sözlerine ekledi.

haberler.com, 02.04.2011

TURİZM BELDESİ SİDE'DE TÜKE TAPINAĞI RESTORE EDİLECEK

 

Antalya’nın Manavgat İlçesi Side beldesindeki tarihi Tüke Tapınağı restore edilecek. Söz konusu çalışmaya Anadolu Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nün de destek olacağı bildirildi.

 

Konuyla ilgili açıklama yapan Side Belediye Başkanı Abdulkadir Uçar, turizm beldesinin simgesi olan Apollon Tapınağı’nın yakınındaki Tüke Tapınağı’nı 1 yıl içinde ayağa kaldırmayı hedeflediklerini söyledi.

 

Uçar, Çalışmaların haziran ayı içinde Anadolu Üniversitesi Arkeoloji Bölümü ve Kazı Başkanı Doç.Dr. Hüseyin Alanyalı ile eşi Feriştah Alanyalı’nın yapacağını belirtti.

 

Tüke Tapınağı’nın ayağa kaldırılması için her türlü desteği vereceklerini belirten Uçar, “Tapınak 2012 Haziran ayında tamamen ortaya çıkacak. Side’yi Side yapan tarihi zenginliğimiz. Bu zenginliğimizi gün yüzüne çıkarmak için var gücümüzle çalışıyoruz. Side’nin Simgesi olan Apollon Tapınağı’ndan sonra ikinci simge Tüke Tapınağı olacak.” diye konuştu.

Star Gündem, 02.04.2011

SİDE ANTİK KENTİ ARKEOLOJİ TURİZMİNDE İKİNCİ EFES OLMA YOLUNDA

 

Side antik kent, kültür, tarih ve arkeoloji turizminde ikinci Efes olmaya hazırlanıyor. Efes’ten bir yıl sonra 1947 yılında Side’de kazı çalışmalarına başlayan İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Ordinaryüs Prof.Dr. Arif Müfid Mansel’in başlattığı çalışmaları 3 yıldır Anadolu Üniversitesi sürdürüyor. Anadolu Üniversitesi’nin 61 yıl sonra kazı çalışmalarına başlaması arkeoloji turizmi tutkunlarını sevindirdi. Tarihi şehirde bazı Hellenistik, Roma ve Bizans dönemi eserlerinin ayakta olmasına rağmen yüzde 60 toprak altında bulunuyor. Bastıyalı Turizm Seyahat Acentesi Arkeoloji Turizmi Uzmanı Mehmet Reşat Akıl, yaptığı açıklamada Side destinasyonunun deniz, kum ve güneş turizminden kültür, tarihi ve arkeoloji turizmine kaydığını belirtti. Anadolu Üniversitesi’nin kazı çalışmalarıyla birlikte 5 yıl içinde Side’nin ikinci Efes olacağını belirten Akıl, İtalya Roma’da bulunmayan Roma eserlerinin çoğunun antik şehirde bulunduğunu ifade etti.

 

Kazı çalışmalarıyla birlikte bölgenin alternatif turizminde sürekli canlı kalacağını belirten Akıl, geçen yıl Side’de 340 bin İskandinav turistin kültür, tarih, sanat ve arkeololoji turizmine çıktığını, 2011′de ise bu rakamın 400 bin olmasını beklediklerini kaydetti.

 

Side kazılarına 3 yıl önce Side antik tiyatroda zemin etüdü çalışmalarıyla başladıklarını belirten Anadolu Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Doç.Dr. Hüseyin Alanyalı, ikinci yılında Dionysos Tapınağı, Side antik kent geneli ve ticari agora çevresinde düzenleme çalışması yaptıklarını ifade etti. Alanyalı, 2011 yılında Side Belediyesi’nin katkılarıyla Tüke Tapınağı’nı ayağa kaldıracaklarını belirtti.

 

Geçen yıl itibariyle müze envanterine 2 bin 140 arkeolojik, 9 bin 838 sikke olmak üzere, toplam 11 bin 978 eserin kaydının yapıldığını belirten müze müdürü Güner Kozdere, sorumluluk alanlarında 49 arkeolojik, 5 doğal, 4 kentsel olmak üzere toplam 58 sit alanı ile 375 tescilli taşınmaz kültür ve tabiat varlığının bulunduğunu söyledi.

 

Anadolu Üniversitesi’nin kazı çalışmalarıyla bölgenin arkeoloji zenginlik bakımından ikinci Efes olacağını belirten Kozdere, başta mezarlıklar bölgesi olmak üzere tarihi şehrin önemli bir kesimininde 64 yıldır hiç kazı çalışmasının yapılmadığını kaydetti.

Timetürk, 02.04.2011

TARİHİ MEKANLARIN KORUNMASI ADINA YENİ BİR DÖNÜŞÜM HAREKETİ BAŞLADI

 

Tarihi Kentler Birliğinin Malatya Semineri kapsamında, Malatya'ya gelen Tarihi Kentler Birliği Danışma Kurulu Başkanı ve Kayseri Büyükşehir Belediyesi Başkanı Mehmet Özhaseki, Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe'nin de aralarında bulunduğu çok sayıda belediye başkanı Malatya'nın Battalgazi İlçesinde tarihi mekanları gezdi. ÇEKÜL Başkanı Prof.Dr. Metin Sözen, gazetecilere Türkiye'de son dönemde tarihi mekanların restorasyonuna ilişkin yapılan çalışmaları anlattı. Türkiye'de tarihi mekanların korunması adına yeni bir dönüşüm hareketinin başladığını kaydeden Sözen, 50 yıl içinde yapılan büyük yanlışlara değindi. Kentsel dokuların kaybolduğunu anlatan Sözen, tarihi mirasın niteliğine göre korunamamasının, çeşitli yasalar, yönetmelikler, uluslararası anlaşmalar olmasına rağmen gecikmişlik ve bir yanlışlığın egemen olduğunu söyledi. Sözen, şöyle konuştu:
    
''Şimdi çeşitli kurumların bir araya gelerek buna dur diyeceği dönüşüm hareketinin başladığı bir dönemdeyiz. 21. yüzyıla girerken bu hareket her kesimin içinde olduğu yeni organizasyonlarla şekilleniyor. Hem kamunun içinde olduğu, hem sivillerin olduğu, hem yerel yöneticilerin olduğu, sivil toplum örgütlerinin destek verdiği bu politikada Tarihi Kentler Birliğinin kurulmasından bu yana da büyük bir dayanışma; büyük bir yarış uluslararası boyuta çıkacak somut sonuç alma hevesi başladı. Sanıyorum ki 21. yüzyılın başından itibaren bugüne kadar burada gördüğünüz gibi sokaklardan evlere, evlerden anıtsal yapılara, soyut mirastan somut mirasa kadar bir değişme söz konusu. Bunu Türkiye için bir devrim hareketi olarak görüyorum.''
    
Malatya Valisi Ulvi Saran da Malatya'nın geçmişte pek çok farklı uygarlıktan ve tarihi dönemlerden izler taşıması münasebeti ile önemli bir tarihi kent misyonunu üstlendiğini anlattı. Malatya'nın bir süreden beri Tarihi Kentler Birliğinin de üyesi olduğuna dikkati çeken Saran, ''Bugün Malatya Tarihi Kentler Birliğinin yıllık olağan bir toplantısı münasebeti ile Türkiye'nin dört bir tarafından gelen belediye başkanlarını, bilim adamlarını ve sivil toplum kuruluşu temsilcilerini ağırlıyor'' dedi. Tarihi Kentler Birliğinin bu toplantısının Malatya'da yapılmasının Malatya adına oldukça önemli bir etkinlik olduğunu belirten Saran, ''Bundan büyük bir mutluluk duyuyoruz'' diye konuştu. Tarihi ve geleneksel mirası korumaya yönelik ciddi çalışmalar başlattıklarını kaydeden Vali Saran, ''Malatya sivil mimari özellikleri ile dikkati çeken bir şehir. Çarpık kentleşme nedeni ile pek çok tarihi yapı ve kerpiç yapılar önemli ölçüde yok olmuş olmakla birlikte mevcutları korumak ve muhafaza altına almakla yükümlüyüz'' dedi.
    
Bir süre önce Koruma Uygulama ve Denetim Bürosu'nu (KUDEB) kurduklarını ifade eden Saran, ilin her tarafında tabiat ve kültür varlıklarını, tarihi eserleri tespit edip tescil altına aldıklarını anlattı. Pek çok tarihi eserin restore de edildiğini aktaran Saran, ''Her ilçede ve beldede bir sokağı sağlıklaştırmak amacındayız. Battalgazi İlçesinde bir sokağı sağlıklaştırdık. Yeşilyurt, Darende ve Balaban devam ediyor. Gündüzbey ve Arapgir'e de yakında başlayacağız'' ifadesini kullandı.
    
Malatya Belediye Başkanı Ahmet Çakır ise Tarihi Kentler Birliği Malatya Semineri'ne katılımın oldukça iyi olduğunu belirtti. Katılımı 400'le sınırlandırmalarına karşılık 500'ün üzerinde katılım gerçekleştiğini ifade eden Çakır, ''Amacımız tarihi güzellikleri, tarihi mirasımızı korumak, onları yaşanan birer mekan haline getirmek'' dedi. Bu toplantının kentin tarihi değerlerinin tanıtılması bakımından da önemli olduğunu bildiren Çakır, ''Katılımcılar gerçekten çok memnun. Malatya'mızı, ilçelerimizi gezdirdik. Bir çok belediyelerimizin yapmış olduğu çalışmalar da hem sunumda tanıtıldı. Belediyelerimizin yapmış olduğu çalışmalar birbirine örnek teşkil etmesi adına da olumlu sonuçlar veriyor'' diye konuştu.

Yapı, 02.04.2011

"YAPILAŞMALAR KÜLTÜRÜMÜZÜ YANSITMIYORSA BELEDİYE BAŞKANLARI OLARAK BUNDAN KAYGI DUYMALIYIZ"

 

Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı ve Tarihi Kentler Birliği Başkanı Mehmet Özhaseki, ''Yapılaşmalar kültürümüzü yansıtmıyorsa belediye başkanları olarak bundan kaygı duymalıyız'' dedi. Malatya Anemon Otel'de gerçekleştirilen Tarihi Kentler Birliği Malatya Seminerleri açılış programında konuşan Özhaseki, yaşadığımız coğrafyadaki tarihi eserlerin kaybolmasından kaygılı olduklarını kaydetti. Anadolu'da 11 bin yıllık bir uygarlığın mirasçısı olduklarını anlatan Özhaseki şöyle konuştu:
    
''Yaşadığımız coğrafyada tarihi eserlerin kaybolmasından kaygılıyız. Yapılaşmalarımız kültürümüzü yansıtmıyorsa belediye başkanları olarak bundan kaygı duymalıyız. Bu kaygıları taşıyan insanlar olarak bir aradayız. Tarihi kentler birliği bir okul gibidir. Burada çok değerli hocalarımız var. 11 bin yıllık bir uygarlığın mirasçısıyız ama bunun bazılarımız farkında bile değiliz. İçimizdeki sevgi aklimini hale hale dışımıza yansıtmamız gerekiyor. Bizler yerel yöneticiler olarak iş yapmak zorundayız. İnsanlar bizden hizmet bekliyor. Bu hizmetleri yaparken kültürümüzü de korumak zorundayız.''
    
Malatya Valisi Ulvi Saran da Malatya'nın simge bir kent olduğunu ifade ederek, 6 bin yılın üzerinde bir geçmişi bulunan Aslantepe'nin önemli bir tarihi değer olduğuna vurgu yaptı. Malatya Belediye Başkanı Ahmet Çakır ise Malatya olarak yılın ilk toplantısına ev sahipliği yapmaktan onur duyduklarını belirtti ve yarın Battalgazi İlçesi'nde gerçekleştirilecek olan programa ilgi gösterilmesini beklediklerini söyledi.

Yapı, 02.04.2011

ARKEOLOJİ MÜZESİ'NE YENİ KAMERA SİSTEMİ KURULUYOR

 

 

Hatay Arkeoloji Müzesi'ne 28 yeni kapalı devre kamera takılmaya başlandığı bildirildi. Sistemi yerleştiren ESKA Mühendislik Şirketi'nin Sorumlusu Ömer Tiryaki, AA muhabirine yaptığı açıklamada, mevcut kameraların yetersiz kaldığını, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın bilgisinde müzenin iç ve dış bölümlerinin güvenlik açısından izlenmesi için 28 yeni kamera takacaklarını söyledi.


Kameraların Alman malı, görüntü çözünürlüğünün yüksek ve gece görüşlerine açık olduğunu belirten Tiryaki, şöyle devam etti:
''Önce müzeye gelerek keşif çalışması yaptık. İç ve dış bölümleri izleyecek şekilde 28 ayrı mekana kamera yerleştirmeye başladık. Kameraların bir özelliği de şayet bir hareketlilik yoksa kayıt cihazı çalışmıyor. En küçük bir harekette ise kayıt devreye giriyor. Çok özellikleri bulunan kamere sistemi 50 bin TL'ye mal olacak.''


Bu arada, geçen yıl Arkeoloji Müzesi'ni 114 bin 706 kişinin ziyaret ettiği de öğrenildi.

Hatay Gündem, 01.04.2011

LE CORBUSIER'İN ŞANDİGAR'I İÇİN İMZA KAMPANYAS BAŞLATILDI

 


Le Corbusier'nin "Şandigar Hükümet Binası" (Chandigarh Secretariat) yapısı. Foto: duncid/Flickr

 

Hindistan'ın, baştan ayağa Le Corbusier tarafından tasarlanan modernist kenti Şandigar'ın parça parça satılmasına "Dur!" deme vakti geldi. Başlatılan imza kampanyası ile kentin, bir araya getirilmesi imkansız bir yap-boz olmaktan kurtarılması planlanıyor.


Hindistan'ın Şandigar kenti, 1950'lerde modernist bir mucize olarak ortaya çıkmıştı. ABD'li mimarlar Albert Mayer ile Matthew Nowicki'in elinden çizime aktarılan Şandigar nazım planının yanı sıra; Hükümet Binası, Yargıtay, Yasama Meclisi ve Bilgi Müzesi de dahil olmak üzere pek çok kamu yapısına imza atan Le Corbusier, Şandigar'a muazzam bir mimari miras bıraktı.

 

Giderek bakımsızlığa terk edilen eserler, son dönemde geniş ölçekli bir yağmaya maruz kaldı ve Le Corbusier imzasını taşıyan her nevi tasarım (lambadan mobilyaya, mimari çizimden rögar kapağına), uluslararası antika pazarında kolaylıkla alıcı buldu. Dünyayı alarma geçiren olay ise, yine mimarın tasarımı olan bir rögar kapağının, Avrupa'daki bir müzayedede 24 bin Dolar'a satılması oldu.

 


Le Corbusier tasarımı rögar kapakları açık arttırmalarda 24 bin Dolar'a alıcı bulmuştu. Foto: Rossipaulo/Flickr.

 

Gazeteci mimardan imza kampanyası
International Herald Tribune gazetesi tasarım eleştirmeni Alice Rawsthorn, Le Corbusier'nin Şandigar mirasının talan edilmesinin önüne geçebilmek için bir imza kampanyası başlattı. İmza kampanyasının asıl hedefi ise, uluslararası mimarlık ve sanat tarihi çevrelerini bir araya getirip, sosyal medyanın itici gücü ile birlikte UNESCO için baskı unsuru yaratarak, Şandigar'ın Dünya Miras Alanı (DMA) listesine eklenmesini sağlamak.

 

Kampanyayı yürütenler, yerel itirazların yetersiz kaldığı şu noktada, uluslararası unsurların yaptırım gücü olan açıklamalarının başarı sağlamada daha faydalı olacağına inanıyor. Şandigar'ın DMA listesine dahil olmasıyla birlikte, kamuya ait malların yasadışı yollardan ortadan kaldırılmasına ilişkin önlemlerin de daha rahat geliştirilebileceği savunuluyor.

 


Müzayedede satılan Pierre Jeanneret tasarımı senato koltukları. Fotoğraf: independant.co.uk

 

Ne var ki, Le Corbusier mirasını korumak için yürütülen girişimler, Şandigar'daki modernist
eserlerin çoğunu sınırları içinde barındıran yerel yönetimlerin bürokratik ve parçalanmış yapısı nedeniyle birtakım güçlüklerle karşı karşıya geliyor.

 

Pencap ve Haryana yüksek mahkemelerinden gelen son müjdeli haberde, Şandigar kenti Turizm Daire Başkanı ile ilgili belediye vekilinin, orijinal mimari öğeleri korumak ile görevlendirildiği açıklandı. Öte yandan, Şandigar Birlik Bölgesi de birimlerini bu konuda uyararak; Le Corbusier ve kuzeni Pierre Jeanneret başta olmak üzere, 1950'li ve 1960'lı yıllarda kent için çalışmış olan mimarların tasarladıkları eserlerin envanterinin çıkarılmasını istedi.

Mimarizm, 31.03.2011

TARİHİ SUYOLLARI TEMİZLENİYOR

 

Safranbolu Belediye Başkanı Dr. Necdet Aksoy, ilçenin tarihi bölgesindeki su yollarının temizlenmeye başlandığını bildirdi.

 

Karabük'ün Safranbolu İlçe Belediye Başkanı Dr. Necdet Aksoy, ilçede bağ sulama ve tarihi çeşmelere su getirmek amacıyla 18 ve 19. yüzyıl ile 20. yüzyılın başlarında yapılan su arklarının temizliği ve yaşatılması korumacılık anlamında büyük önem taşıdığını söyledi.

 

Tarihte olduğu gibi günümüzde de halen mevcut kanalların kullanıldığını anlatan Aksoy, "İlçemizde özellikle Bağlarbaşı Mahallesi Develik Sokak, Değirmenbaşı mevkisi, Ihlamur Caddesi ve Gümüş mevkisi başta olmak üzere tarihi su kanalları temizleniyor. Bu kanallarımızı korumak amacıyla da onarımları yapılıyor. Belediye olarak üzerinde önemle durduğumuz kanallarımızın korunmasında ve temiz kalmasında halkımızın duyarlılığı çok önemli" dedi.

Karabük Kent Haber, 30.03.2011

KAÇAK DEFİNECİLER DEREDE YAKALANDI

 

Kocaeli'de derenin içinde define arayan 6 kişi jandarma tarafından yakalandı.

 

Alınan bilgiye göre olay İzmit'e bağlı Biberiye Köyü'nde meydana geldi. Bir istihbaratı değerlendiren Kocaeli İl Jandarma Komutanlığına bağlı ekipler Biberiye Köyü Şelale Mevkii bölgesinde kaçak kazı yapılacağını tespit etti. Ormanlık alanda arama yapan ekipler dere içinde kazı yapan S.Ç., D.A., A.A., M.U., A.C.I. ve H.R.B.'yi suç üstü yakaladı. Yapılan aramada ise 1 adet üçlü uzatma kablosu, 4 adet ışıldak, 1 adet jeneratör, 2 adet kürek, 2 adet kazma, 1 adet demir mızrak, 1 adet tahta, 2 adet balyoz, 4 adet hitli ucu, 1 adet su pompası motoru, 1 adet hitli, 1 adet tabanca ele geçirildi. Derede define arayan 6 kişi de jandarma tarafından yapılan sorgularının ardından savcılığa sevk edildi.

Kocaeli Kent Haber, 29.03.2011

BİLİNÇSİZ KAZILAR HÖYÜKLERİ YOK EDİYOR

 

 

Diyarbakır'ın Ergani İlçesi'nde tarihi höyükler, köylülerin ve define avcılarının kazıları nedeniyle tahrip oluyor. Yerleşim birimler içinde kalan onlarca tarihi höyük, define avcıları ve bilinçsiz vatandaşlar tarafından tahrip ediliyor.

 

Henüz hiçbir resmi kazı çalışması ve bilimsel araştırmanın yapılmadığı höyükler, büyük bir risk altında bulunuyor. Yerleşik hayata geçişin ilk örneklerinden olan ve dünyada ilkel tarımın ilk kez yapıldığı Ergani'de tarihe ışık tutacak birçok eser gün yüzüne çıkarılmayı bekliyor.

Ergani Kaymakamı Ramazan Yıldırım, "Tarihi açıdan zengin bir mozaiğe sahip ilçemizin neredeyse her yerleşim biriminde mevcut bulunan bu höyüklerin korunması için hassasiyetimiz var. Ancak tahribat konusunda şu ana kadar bize ulaşan herhangi bir şikayet yok. Yerleşim birimlerimizdeki höyükleri tahrip etmeye yönelik herhangi bir müdahalede kolluk görevi yürüten jandarmamız müdahil olarak gerekli müdahaleyi yapacaktır" dedi.

Diyarbakır Haber, 24.03.2011

TARİHİ CEZAEVİ OTEL OLUYOR

 

 

Sinop Tarihi Cezaevi kompleksinin içinde yer alan Çocuk Islah Evi otel oluyor.

 

Sinop Tarihi Cezaevi'nin 1939 yapımı çocuk ıslah evi ve müşahede hücrelerini içine alan bölümü yap-işlet-devret modeliyle 49 yıllığına özel sektöre veriliyor. Söz konusu alan için Kültür ve Turizm Bakanlığı Yatırım İşletmeleri Genel Müdürlüğü'nce konaklama ve turizm amaçlı nisan ayında proje ihalesine çıkacak. Bakanlık kriterlerine uygun projenin belirlenmesi ardından 5 bin 699 metrekarelik alanı kapsayan tarihi mekan 49 yıllığına özel sektöre turizm amaçlı kiraya verilecek.

 

Konuyla ilgili 11 Nisan'da ihale yapılacağını belirten İl Kültür ve Turizm Müdürü Hikmet Tosun, uygulamayla tarihi mekanın farklı bir çehre ve hüviyet kazanacağını söyledi. Tosun, "Cezaevi iki bölümden oluşuyor. Biri yetişkinler için yapılan cezaevi, diğeri de çocuk ıslah evi. Cezaevi özelleşmiyor. Önceki yıllarda yetişkinlere ait bölüm olan Tarihi Sinop Cezaevi AB projesiyle kültür kompleksi, adalet müzesi ve deniz müzesi olarak projelendirilmişti. Çocuk ıslahevi 1939 yapımıdır. Müşahede hücreleri ise dönemlemeyi yansıtmaktadır ve kültür varlığı değildir. Bu iki alan bakanlığımızca 11 Nisan'da ihaleye çıkacak. Tamamen turizm amaçlı, yeme içme ve konaklamayı da içine alacak şekilde proje geliştirenler arasında ihale olacak. Daha sonra belirlenen projeye tahsisi yapılacak. Müracaatlar başladı. Biz büyük bir talep olmasını bekliyoruz. Bu alan çok lüks bir otel, düğün salonu, yeme içme merkezi olabilir. Uygulanacak olan proje turizm noktasında var olan alt yapı sorunumuza büyük bir katkı sağlayacak çok amaçlı bir kompleks olabilir. Bakanlığımız da böyle düşünüyor" dedi.

Sinop Kent Haber, 24.03.2011




.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi