24 - 30 Nisan 2011
|
'İNSANLIK ANITI' ÇÖPLÜĞE GİDECEK

Başbakan Erdoğan'ın 8 Ocak'taki Kars ziyareti sırasında 'Ucube' dediği, Kars eski Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu tarafından ünlü heykeltıraş Mehmet Aksoy'a yaptırdığı İnsanlık Anıtı'nın yıkım işlemi bu akşam saat 17.00 itibariyle başladı. Yıkım işini üstlenen firma yetkilileri, ''Şu anda anıt için karotla delme işlemini başlattık. Karot işlemlerinin ardından 2 veya 3 gün içerisinde tam olarak kesme işlemlerine başlayacağız'' dedi.
Yıkım işini yüklenen AFŞİN İnşaat firması çalışanları, Kars Belediyesi ile resmi sözleşmeyi imzalamalarının ardından geçtiğimiz pazar günü kurmaya başladıkları iskeleye çıkarak karotla anıta ilk darbeyi vurdu. İşçilerin yaptıkları ilk işlemle, anıtın Erzurum'a doğru olan insan figürünün göğsü karot ile delinerek beton ve demir parçaları alındı. Heykelden aldıkları beton parçalarını gösteren firma yetkilileri, 'Allah kaza bela vermesin ve hayırlı olsun' dedi.
Firma yetkilileri ayrıca heykeli yıkma işleminin göründüğü kadar kolay olmadığını vurgulayark, ''Şu anda anıt için karotla delme işlemini başlattık. Karot işlemlerinin ardından 2 veya 3 gün içerisinde tam olarak kesme işlemlerine başlayacağız. Kesme işlemiyle birlikte 300 tonluk vinçlerle kesilen parçaları belediyenin belirlediği çöplüğe atacağız. Karot adı verdiğimiz delme yöntemiyle anıttan aldığımız beton parçaları ile bundan sonra kesme işlemini ne şekilde yapacağımızı belirledik. Ayrıca kesme işlemini yapmak için birkaç tane daha alternatif makinelerimiz ve yöntemlerimiz de mevcut" diye konuştu.
Habertürk, 23.04.2011
******
"MECLİSTEKİ UCUBELER YIKILSIN"

Başbakan Erdoğan tarafından “ucube” olarak nitelendirildikten sonra kaldırılması için hazırlıklara başlanan “İnsanlık Anıtı” önünde bir araya gelen sanatçılar, yıkımı protesto ettiler. İstanbul, Kocaeli, Eskişehir, İzmir, Ankara, Hatay, Erzurum, Sivas, Mersin, Berlin, İngiltere ve İsveç’ten gelen sanatçılar ve sanatseverler, heykelin önünde Mehmet Aksoy ile birlikte basın açıklaması gerçekleştirdiler. Kars halkının yoğun katılımı ile gerçekleşen açıklamada sık sık “Kars’a sahip çık, boyun eğme”, “Barışa uzanan eller kırılsın”, “Susma Haykır Halklar Kardeştir” sloganları atıldı.
Aralarında Edip Akbayram, Tarık Akan, Suavi, Rutkay Aziz, Onur Akın, Menderes Samancılar gibi sanatçıların yeraldığı eyleme Erzincan eski Cumhuriyet Başsavcısı ve CHP Denizli Milletvekili adayı İlhan Cihaner, Avukat Turgut Kazan, Kars eski Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu da katıldı. Kent merkezinde bir araya gelen yaklaşık 2 bin kişi buradan Sukapı Mahallesi’nde bulunan İnsanlık Anıtı önüne otobüs, minibüs ve otomobillerle gitti. Anıtın önünde yapılan açıklamanın ardından uçurtmalar uçuruldu. 15-20 saatlik yollardan gelen yüzlerde en ufak bir yorgunluk ifadesi yoktu. Topluluk arasından yaşlı bir amcanın, “Başbakan ucube olmuş ucube”, “Meclisteki ucubeler yıkılsın” diye bağırıyordu.
Burada konuşan Ressam Mehmet Güleryüz, “Biz bir yıkımın şahidi olarak bir araya gelmedik, tersine hafızalarınıza kazımak için burdayız. Bunu kaldırsalar da çocuklara anlatılacaktır. Bu hafızalarda bırakacağı nokta, anıtın bırakacağı boşluktur” dedi.
Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ, gönderdiği mesajda Cumhuriyetin ilk yıllarındaki, sanatsız kalmış bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir anlayışından, bugün sanata çanak, çömlek, ucube diyen bir anlayışa gelmiş olmanın üzüntüsünü yaşadığını belirtti. Mehmet Aksoy’un Avukatı Turgut Kazan, İnsanlık Anıtı’nın yapım sürecinden başlayarak gelinen noktayı özetledi. Hukuk içerisinde çözüm yolu kalmadığını belirten Kazan, “Türkiye’de HSYK düzenlemesinden sonra ve 12 Eylül Referandumundan sonra etkin yargı denetimi kalmamıştır” dedi. CHP Denizli Milletvekili adayı İlhan Cihaner ise siyasi iktidarın sadece sanata düşman olmadığını belirterek, “derelerimize, hukukumuza, Kars’a düşman. 12 Haziran’da halk düşmanı iktidarı yıkıp, halkın iktidarını hep birlikte kuracağız” dedi.
Heykel’in yıkımını engellemesi için Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e gönderilen muktubu okuyan Oyuncu Rutkay Aziz, sanatçılar olarak Türkiye’de yaşanacak büyük bir ayıbı önlemek amacıyla koşup Karsa geldiklerini belirtti. Geldikleri zaman anıtın etrafına iskele kurduklarını ve ballandırarak bu anıtı nasıl yıkacaklarını anlatanları gördüklerini dile getiren Aziz, “bu durum karşısında insanlığımızdan utandık. Bu yıkım kararı hukuka aykırıdır. Bu yargısız infaz için bu acele niye. Sanatı ve sanatçının onurunu koruyun, kollayın. Heykel 18 parçaya bölünüp, belediyenin çöplüğüne atılacak hem de tüm dünyanın gözü önünde yapılacak. Bu olaya sessiz kalmayın. Barışa, sanata, kültüre düşman olanlar bize büyük bir Taliban ayıbı yaşatacaklar. Siz Cumhurbaşkanısınız buna seyirci kalmayın. Aksi halde UNESCO bunu araştıracak ülkemiz bunu hak etmiyor. Son bir umutla size başvuruyoruz. Hiç değilse bakanlık önerilere uygun davranılmasını, AİHM kurumunun çözümüne kadar yıkımın durdurulmasını sağlamanızı bekliyoruz” dedi.

Basın açıklamasından sonra gazetemize görüş bildiren Onur Akın, Türkiye’de “Sivas Katliamı”ndan bu yana, bir çok ucube işlerin gerçekleştiğini dile getirdi.
Tiyatro Eleştirmeni Üstün Akmen, tiyatroların ve sinemaların kapatılması, AKM’nin yıkılmaya çalışılmasıyla buraya kadar gelindiğini belirtti. Siyasi iktidarın heykele, resme toplu olarak sanata düşman olduğunu ifade eden Akmen, “Ancak heykelin yıkımından sonra, Aksoy’un bu heykelin yapımında döktüğü her damla ter, onların kafasına bir gün kaldırım taşı olarak yağacaktır” dedi.
Yapılmak istenenin bir kültüre, sanatçıya çok büyük bir saldırı olarak nitelendiren Edip Akbayram, yurttaşların yöneticilerini seçerken daha dikkatli olmaları gerektiğini dile getirdi.
“Karsa dikilen insanlık anıtında herhangi bir sorun varsa, bu olsa olsa sanatın sorunu olabilirdi şimdi ise siyasi bir sorun olmuştur” diyen, heykel sanatçısı Serrcihan Alioğlu, ucubeye karşı söylenecek son söz siyasi, hukuki ve estetik rezillik olduğunu belirtti.
Kar Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Yazar/Şair Niyazi Yaşar, idamın kalktığı bir süreçte, bir sanat yapıtının idam edilmek istenmesini insanlık suçu olarak nitelendirdi.
“Sanata, sanatçıya ve eserine yapılan saldırı bu ülkenin demokrasisine, özgürlüğüne yapılan en büyük saldırıdır. Bu saldırının Başbakan tarafından yapılması hepimizi incitmiş, derinden üzmüştür. Eğer ülke bu zihniyetle, bu bakış açısıyla yönetilecekse, zaten yönetilmiyor demektir. Biz hayatımız boyunca faşizme karşı mücadele ettik. Faşizme karşı mücadelenin temel ilkesi, insanların özgürlüğünü içerir. Eğer bu özgürlüklere yer verilmiyorsa, yapılan eserler devlet tarafından tahrip ediliyorsa, yıkılma fetvaları veriliyorsa biz yaşadığımız ülkede sadece utanç duyuyoruz” diyen Oyuncu Menderes Samancılar, hiçbir faşist saltanatın ayakta kalmayacağını belirterek, çok yakında halkın kendi iradesini kullanarak kendi bağımsızlığını kuracağına inandığını dile getirdi.
İnsanlık Anıtı'na, “Ucube” denmeden önce 2 yıl boyunca Mehmet Aksoy’un belgeselini çektiğini aktaran Oyuncu Tarık Akan, “Hatay’ın bir köyünden çıkıp, zekasının dehasını heykel sanatına yansıtmış bir kişi çünkü. Bu belgeselde zaten onun hangi zorluklarda, hangi düşüncelerde neyi yaşadığını ortaya koydum. Barış, insanlık anıtını yıkmaya başlarlarsa, bu hareket dünyada ve insanlık adına asla unutulmayacaktır” dedi.
Heykelin yakılmasını protesto etmek için Kars’a gelen öğrencilerden Marmara Üniversitesi Güzelsanatlar Fakültesi (MÜGSF) Yüksek Lisans Master Öğrencisi Burçak Kızılçay, heykelin sanatı sadece Kuran-ı Kerim ve camiden ibaret gören ve anladığını zannedenler nedeniyle yıkıldığını belirtti.
MÜGSF Tekstil Bölümü öğrencisi Buket Onat da “Geleceğim için bir adım atmak istiyorum. Bunu bir başkaldırı olarak görüyorum. İleride kara çarşaflara baskı yapmak istemiyorum” dedi.
İstanbul merkezli kültürel üretimin olduğu bir ülkede, sanatçıların Kars’a giderek eylem yapmasını oldukça önemli olarak değerlendiren MÜGSF Öğretim Görevlisi Ezgi Bakçay, “Aslında bu eylemin burada olması sembolik bir anlam taşıyor. Bir anlamda ülkedeki farklı mücadele alanlarında birleştiklerine dair bir işarettir. Sadece Beyoğlu’nda kalan bir şey değil artık bu. Sanatın özgürlüğü, eğitimin, hukukun özgürlüğünden ve özerkliğinden ayrı düşünülmemeli” dedi.
Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü öğrencisi Hakan Şahindere ise Bu eylemin bir adım olduğunu belirterek, gereken herşeyi yaparak yıkımı engelleyeceklerini dile getirdi.
Fikirler, özgürce, kardeşçe yanyana yaşanabilir demek için “İnsanlık Anıtı”nın önünde olduklarını belirten Heykeltraş Mehmet Aksoy, “Yorgunsunuz ama heykelin önündesiniz. Bunu seçiyorsunuz. Şahidiz. Heykelin, sanatın ve sanatçının onurunu korumak, özgür ruhu, özgür düşünceyi savunmak için buradayız. Boş bakanlara sanat görmemizi sağlar, ruhunuzu temizler, kafanızı ucubelerden, kurtlardan kurtarır demek için, sanat yenmez ama ekmek su kadar gereklidir demek için, savaşlar son bulsun, insanlığa uzanan el tutulsun diye, o eli tutmak için, 23 Nisan’a, Cumhuriyetimize sahip çıkmak böyle bir günde bu yıkımı başlatmamak için buradayız” dedi.
Önceki gün heykeli yıkma ihalesini alan firmanın yaptığı incelemeleri aktaran Aksoy, “Bu heykeli idam edecek cellatlar burdaydı, araştırmalar yaptılar, heykelin kalbini arıyorlardı. Dediler ki, ‘yeri nerde’, ‘yanlış yerlere bakıyorsunuz’ dedim onlara. Bu heykelin kalbi orda değil, heykelin kalbi içimizde, buralarda” diye konuştu.
Heykeltıraşlar Derneği Başkanı Metin Yergin, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’na ve Türkiye’nin 1967’de imzaladığı Venedik Tüzüğü’ne göre sanatçıların manevi haklarının koruma altında olduğunu dile getirdi. Sanatçının izni olmadan, eser üzerinde değişiklik ya da yerinin değiştirilmesi gibi uygulamaların yapılamayacağını belirten Yergin, “Heykeltıraş Mehmet Aksoy’un ‘İnsanlık Anıtı’ heykelinin, Başbakan Erdoğan tarafından yerinden kaldırılmasının istenmesi kabul edilemez ve bu kanunlara aykırıdır. Başbakan, böylesi bir tutum takınarak Türkiye sanatı ve sanatçısını karşısına almaktadır. Bu tutumun 21. yy. Türkiye’sine ve onun başbakanına yakışmadığını düşünüyoruz” dedi. Yergin, Heykeltıraşlar Derneği olarak bu tür keyfi uygulamaların önüne geçilmesi ve sanatçı haklarının korunması için bir çıkış noktası olarak Özerk Sanat Konseyi’ni önerdi.
Yöre esnaflarından market sahibi İsmet Güngör, “Git Denizli’ye horoz heykeli var, oranın simgesidir. Bu anıt da bize simge oldu. Yıkılmasını istemiyoruz” dedi.
İsteklerinin heykelin yıkılmaması yönünde olduğunu dile getiden Köfteci Mehmet Apaydın, yerel yönetimdeki partinin değişmesinin ardından bu sonuçların ortaya çıktığını ifade etti.
Bakkal Mustafa Güngör ise yapımında harcanan emeğin değerli olduğunu belirterek, heykelin şehirlerine bir sembol olduğunu ve halk olarak sevdiklerini dile getirdi.
Otomotiv işi yapan Sertaç Yağıcıoğlu da Tayyip Erdoğan’ın şehrin insanını rahatsız ettiğini ifade etti. “Başbakan gitsin başka şeylerle uğraşsın. Ne işi var bizim anıtımızla uğraşıyor. Anıtın yakınında oturuyorum, yol yok. Çamur içinde bata çıka gidiyoruz evimize, okulumuza, işimize. Şehrimize bir katkısı oldu bu anıtın” diyen Yağıcıoğlu, heykelin kendileri için gurur verici olduğunu söyledi.
Öğrenci Mehmet Halis Başlı, “Başbakanımız ayıp etti, orayı yaparken çok emek harcandı, emeğe saygısızlık oldu. Buradakiler rahatsız olmuyor heykelin kimseye zararı yok, şehrimize renk katıyor” dedi.
“Başbakan Kars’a gelip, kendisini bununla avutmasın” diyen Mahalle Berberi Yıldıray Halil, Başbakan’ın ucubeyle falan uğraşacağına halkın sorunlarına bakmasını istedi.
Evrensel, Haber: Cihan Bilgen, 24.04.2011
******
İNSANLIK DİRENİŞİ

“Sanatçıysan boyun eğmeyeceksin, boyun eğeceksen sanatçıyım demeyeceksin.” “Kars’a sahip çık, boyun eğme” Böyle yazıyordu Kars’taki İnsanlık Anıtı’nın önünde bekleyen kalabalığın elindeki pankartlarda...
Neredeyse bin kişi toplanmış, anıtın yıkım kararını protesto ediyor. “Yıktırmayız” diyorlar.
Anıta doğru yürürken sizi önce bir tabela karşılıyor. İlk satırda İnsanlık Anıtı’nın kaldırılması” yazıyor, sonra “İhale tarihi: 7.03.2011, sözleşme tarihi: 23.04.2011 ve ihale bedeli 272 bin TL.” “Keşke o tepeye varana kadar geçtiğimiz balçıklı yollara harcasalar o 272 bin TL’yi” diye düşünmeden edemiyorsunuz.
Karşımızda duruyor İnsanlık Anıtı. Sapasağlam bir insanı son kez görenlerinkine benzer bir hüzün var üzerimizde. Belki bir dahaki gelişimizde bu tepede bir apartman yükseliyor olacak, belki de bomboş kalacak bu alan. Eğer “enseyi karartmayacaksak“ da biz kalkıp geldiğimiz için bir dahaki, bir dahaki gelişlerimizde yine bu anıtı göreceğiz. Üstelik tamamlanmış haliyle...
Kalabalık heyecanlı. Biraz kızgın, çokça coşkulu. Ne zamanki anıtı yaratan heykeltıraş Mehmet Aksoy, ona destek olmak için İstanbul’dan kalkıp gelen Mehmet Güleryüz, Tarık Akan, Rutkay Aziz, Umur Bugay, Arif Keskiner, Suavi, Fuat Saka, Menderes Samancılar, Edip Akbayram’la birlikte alana geliyor; alkıştan inliyor ortalık.
Her yaştan, her mahalleden Karslı var burada. Kimileri heykelin yıkımına karşı olduğu için gelmiş, kimi “sanatçıları görmeye geldiğini” itiraf ediyor. Hatta aşağı mahalleden bir hanım kenara oturup örgüsünü örmeye devam ediyor. “Evimden bu heykeli görüyorum, çok da hoşuma gidiyor. Yıkmasınlar” demeyi de ihmal etmiyor. Komşusu Gülperi Hanım ise “O kadar emek var, yazık değil mi?” diye soruyor. 11 yaşındaki Ömer de “Heykele bakınca insanlığı görüyorum” deyip kızıyor yıkıma.
Köşede bekleyen türbanlı kızlar ise yıkımdan yanalar. Neden? “Çünkü Ermenistan’da da aynısından var” diyor üniversitede matematik okuyan Sema, “Bence yıkılsın.” “O zaman neden buradasınız?” diye soracak oluyorum, yanındaki arkadaşları çekiştirip götürüyor Sema’yı.
En büyük alkışı ise bu sırada Mehmet Aksoy’un yanına gelen eski savcı İlhan Cihaner alıyor. Karslılar hemşehrilerine büyük tezahürat yapıyorlar. İlk konuşmayı Kars’ın eski belediye başkanı Naif Alibeyoğlu yapıyor. Yedi yıl önce İçişleri Bakanlığı’na bu heykelin yapımı için dilekçe gönderdiklerini düşüncesini hala savunduğunu söylüyor: “Dünyada yeni acılar çekilmesin, kan dökülmesin.” Konuşmalar alkışlar ve sloganlarla bölünüyor. Ne var ki slogancıların bir miktar “kafası karışık.” “Türkiye laiktir laik kalacak” ile “Yaşasın hakların kardeşliği” aynı ortamda söyleniyor.
Mehmet Aksoy, “Heykelin ve sanatın onurunu, özgür düşünceyi korumak için buradayız” diye başladı söze; “Biz ‘Sanat kafanızı ucubelerden kurtarır’ demek için buradayız. Sanatta sansüre, yasaklamalara, sahnelerin kapatılmasına, kitapların toplatılmasına, heykellerin yıkılmasına hayır!”
Bu protesto gösterisi için İstanbul’dan üç otobüsün önceki gece Kars’a hareket ettiğini, ancak birinin yolda lastiğinin patladığını söyleyince kalabalıktan bir ses yükseliyor: “Patlatmışlardır!..”
Bu cümle, İnsanlık Anıtı’nın önünde toplananların halet-i ruhiyesini çok iyi özetliyor.
İlan ediliyor ki; Muazzez İlmiye Çığ, hastanede tedavisi süren Bedri Baykam ve aynı saatlerde İstanbul Beşiktaş’ta YGS’nin iptali için eylem yapan öğrenciler selam gönderiyorlar İnsanlık Anıtı’nın önünde toplananlara.
Ardından Mehmet Güleryüz, öfkeli bir sesle konuşuyor: “Bir sanatçının ve bir halkın iradesiyle burada yükselen bir anıtın yıkımı için buradayız, çok büyük bir leke bu!”
Rutkay Aziz ise Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e hitaben yazdıkları ve orada bulunan sanatçıların imzaladığı mektubu okuyor: “Bu yıkım kararıyla biz insanlığımızdan utandık ve size gerçeği anlatma kararı aldık. Bize Taliban ayıbı yaşatacaklar, Türkiye bu görüntüyü hak etmiyor. Buna seyirci kalmayın.”
İlhan Cihaner de “Bu siyasi iktidar sadece sanat, heykele değil derelere de, hukuka da düşman” diyor, Karslılara sesleniyor: “Bir hemşehriniz olarak sizden ricam, anıta sahip çıkmanız.”
Son söz hakkı Tarık Akan’da: Dünyanın en önemli heykellerinden birinin bu duruma gelmesi dünyanın en büyük facialarından biri. Yıkılmaya başladığında görev Karslılara düşüyor.”
Ve bitiyor konuşmalar, çocuklar ellerindeki uçurtmaları göğe bırakıyorlar. Heykeller de uçurtmalar kadar özgür olabilsin diye...
Mehmet Aksoy’un vekili avukat Turgut Kazan, 21 Nisan’da Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a bir mektup göndermiş ve bu yıkıma seyirci kalmamasını istemişti. İnsanlık Anıtı’nın önünde konuşan Turgut Kazan, mektubu yolladığı gün Bakan Günay’ın kendisini aradığını ve “anıta ne kadar saygı duyduğunu söylediğini” anlattı.
Kazan; aynı gün Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’nun da Kars Belediyesi’ne bir yazı gönderdiğini açıkladı. Bölge Kurulu Müdürü Lokman Kemaloğlu’nun imzasını taşıyan bu yazıda Kurul, belediyeye henüz anıtın mülkiyet probleminin çözülmediğini ve Kurul değerlendirip karar verene kadar alanda herhangi bir uygulanmaması gerektiği bildiriliyordu. Mehmet Aksoy’un avukatları, Kars Belediyesi’nin uyarıları dinlemediğini dikkate alarak, yazının bir kopyasını Kars Valiliği’ne de gönderdiler.
Aslında yıkımı üstlenen inşaat firmasıyla yapılan sözleşme gereği yıkımın 23 Nisan’da, yani bu protestonun yapıldığı gün başlaması gerekiyordu. İskele kurulmuş, hazır bekliyordu. Ancak vincin beklendiği gerekçesiyle yıkım başlamadı.
Milliyet, Haber: Miraç Zeynep Özkartal, 24.04.2011
******
İNSANLIK ANITI'NIN YIKIMINA RÜZGAR ENGELİ
Kars'taki ''İnsanlık Anıtı''nın kaldırılması için yürütülen çalışmalar, kesim işleminde kullanılacak kesici metal halatın kopması, havanın kararması ve rüzgar nedeniyle yarına ertelendi. Anıt çok sağlam olduğu için kesici halatın 5 kez koptuğunu belirten heykeltraş Mehmet Aksoy, "İdam mahkumunun halatı 3 kez koparsa o mahkum affolur. Onun için Cumhurbaşkanı herhalde onu affedecek ve bu idamı durduracak" dedi.
Kars Belediyesi'nde 7 Mart'ta ihalesi yapılan, Üçler Mahallesi'nde mülkiyeti hazineye ait arazi üzerindeki 24,5 metre yüksekliğinde, 2 betonarmeden oluşan ''İnsanlık Anıtı''nın kaldırılması işini alan firma, akşam saatlerinde çalışmalara başladı. Ancak bu sırada, anıtın kesim işlerinde kullanılacak kesici metal halatın defalarca kopması, havanın kararması ve şiddetli rüzgar sebebiyle çalışmalar yarına ertelendi.
Kars Kalesi'ne bakan insan figürünün boynuna geçirilen kesici metal halatın kopması ve bu nedenle yıkım işlemine başlanamamasını değerlendiren heykeltraş Mehmet Aksoy'dan ilginç bir yorum geldi. Aksoy, "Anıt çok sağlam. Kesemezler. Kaldırmaya çalışsalar da anıt devrilecektir. Kesme işlemini yapacak olan kesici metal halat 5 kez kopmuş. Halat üç kez koparsa bir mahkumun idamı affolur. Böyle bir hak var. Bu bir kuraldır, gelenektir." dedi.
Halatların kopmasının anıtın yıkılmayacağı yönünde bir işaret olarak gören Aksoy, Cumhurbaşkanı ile görüşebilmek için acil randevu talebinde bulunacağını da söyledi. Öte yandan, iki insan figürlü anıtın 18 parça halinde kesileceği, anıtın parçalarının daha sonra kamyona yüklenerek belediyenin belirleyeceği bir bölgede muhafaza edileceği öğrenildi.
Habertürk Haber: Tülay Şubatlı, 25.04.2011
******
AB'DEN TEPKİ
Kars’taki ‘İnsanlık Anıtı’nın yıkımına başlanması, Avrupa Birliği’nde tepkiyle karşılandı.
Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Helene Flautre yıkımı, ‘sanata sansür’ olarak adlandırdı ve şu açıklamayı yaptı: “Yapım sürecinde olan bir anıtın yıkılması, sanat eserlerine yönelik açık bir sansürdür ve bu gelişmeyi kaygı verici buluyorum. Bu eserin aynı zamanda Türkler ve Ermenilerle kardeşlik ve eşitlik projesi olması, yıkım kararıyla bu mesajın da ortadan kaldırılması anlamına geliyor.”
Heykeltraş Mehmet Aksoy’un avukatı Turgut Kazan’ın, Kars’taki İnsanlık Anıtı’nın yıkımına beş kala Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a yaptığı çağrı aynı gün yanıt buldu. Günay, önce Kazan’ı aradı, ardından Erzurum Bölge Koruma Kurulu’nu devreye sokarak yıkımın, kurulca değerlendirilinceye kadar durdurulmasını istedi. Kazan geçen hafta Bakan Ertuğrul Günay’a bir dilekçe vererek 12 Eylül darbesinden sonra açılan Barış Derneği davasında birlikte yargılandıklarını hatırlatmıştı.
Turgut Kazan, “Sonuç olarak, başlatılan yıkım faaliyeti, Koruma Yüksek Kurulu ve Erzurum Koruma Bölge Kurulu kararlarına açıkça aykırıdır. Bölge Koruma Kurulu’nun açık uyarısına rağmen, yıkımı sürdürmek, Belediye Başkanı, Belediye yetkilileri ve yıkımı üstlenip yürüten kişiler için cezai ve hukuki sorumluluk doğuracaktır” diyor. Yıkıma başlanırsa Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurulacağı gibi, tazminat davası açılacak. Kazan, bugün Danıştay’a da başvuracak.
Hürriyet, Haber: Ali Dağlar, 26.04.2011
******
İNSANLIK ANTI'NIN YIKIMINA BAŞLANDI

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Kars gezisinde ’ucube’ diye nitelendirdiği İnsanlık Anıtı’nda yıkım bu sabah başladı. Anıtın heykellerinden birinin baş kısmı bu sabah saat 10.12’de kesildi.
Sukapı Mahallesi'ndeki Üçler tepesi üzerine Kars’ın eski Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu tarafından heykeltraş Mehmet Aksoy’a yaptırılan 24,5 metre yükseklikteki anıtın yıkımına dün sabah 06.00’da başlandı. 272 bin liralık yıkım ihalesini alan Avşin inşaatin işçileri anıtın ilk olarak sırtı Kars Kalesine bakan başını kesmeye çalıştı. Kurulan iskelenin üzerine vinçle kaldırılan elmas kesme makinesini hazırlayan işçiler, zaman zaman çıkan şiddetli rüzgar ve halatın kopması yanısıra meydana gelen teknik arızalar nedeniyle dün saat 19.00 sıralarında anıtın kaldırılma işlemine ara verdi.
Bugün saat 06.00’da yeniden çalışmalarına başlayan işçiler heykelin Kars kalesi’ne bakan taraftaki bölümün baş kısmını saat 10:12'de kesti. İnsanlık anıtının arka tarafındaki kent ormanına giden karayolu heykelin yola düşmesi ihtimaline karşı trafiğe kapatıldı.
Milliyet, Haber: Turgay İpek - Dinçer Aktemur, 26.04.2011
******
İKİ 'SON DAKİKA' HABERİ
Dün öğle saatlerinde Berlin’deki Adnan Restoran’ın sahibi arıyor.
Adnan birkaç yıldan beri, Berlin’de en önemli insanların uğrak yeri.
Şimdiki Cumhurbaşkanı, eski Cumhurbaşkanı, onların birlikte çalıştığı insanlar, siyasi parti yöneticileri, milletvekilleri, gazete ve televizyonların genel yayın müdürleri, yöneticileri, en büyük şirketlerin CEO’ları onun müşterisi.
Adnan, her akşam, Berlin’in nabzının attığı yer.
* * *
Direkt söze giriyor.
“Ertuğrul Bey, Kars’taki heykelin yıkılması burada çok kötü etki yarattı. Ciddi gazetelerde çok ağır yazılar çıkıyor. Konuşulanlar, işittiklerim yazılanlardan da ağır” diye söze başlıyor.
Çok ilginç bir teklifi var.
“Ben Mehmet Aksoy’a ulaşmaya çalışıyorum ama ulaşamadım. Ona bir teklif yapmak istiyorum. Ben bu heykele talibim.”
“Çok büyük bir heykel, ne yapacaksın” diyorum.
“Berlin’e getirteceğim ve burada bir yere diktireceğim.”
Bir an duraklıyorum.
Gözümün önüne, TIR’larla taşınan dev bir heykel geliyor.
Herhalde 21’inci yüzyılın en büyük kültür “Exodus”ü olurdu.
Eminim üzerine belgesel filmler yapılırdı. Dünya basını bu yolculuğu adım adım izlerdi.
Adnan kapattıktan sonra Mehmet Aksoy’u arıyorum.
Kars’tan dönmüş.
Daha ben konuşmadan içini dökmeye başlıyor.
“Konsantrasyonum bozuldu. Heykel yapamıyorum. Sanat eserinin kaderi bir insanın iki dudağının arasına esir olabilir mi” diyor.
Devam ediyor:
“Orada yıkılan sadece bir heykel değil. Bir hayal yıkılıyor. Barış hayali.”
Nefes almak için durunca araya girip, Adnan’ın teklifini iletiyorum.
Bir an duruyor.
“Dünyada ne olağanüstü insanlar var” diyor.
Sonra devam ediyor.
“Türkiye’den de çok teklif var. Ama o heykelin Kars’ta kalması lazım. Cumhurbaşkanı’ndan rica ettim. Hiç olmazsa mahkemeyi beklesinler. Ama beklemiyorlar. Bir üst mahkemeye götürürüz diye davayı da başlatmıyorlar.”
* * *
Heykel yapmaya devam edecekmiş: “İnadına devam edeceğim. Başka bir şey daha yapacağım. Mısır’da Tahrir Meydanı için bir heykel yarışması açıldı. İnadına o yarışmaya gireceğim” diyor.
Telefonu kapattıktan sonra düşünüyorum.
Kars’taki heykeli Berlin’e götürmek sembolik açıdan çok önemli bir şey ama iyi düşünmek lazım.
Berlin, Talat Paşa’nın Ermeniler tarafından öldürüldüğü şehir.
Acaba bu heykel orada başka bir anlama bürünebilir mi?
Yani “Türklerle Ermeniler arasındaki kardeşliği” simgelemekten çok, bir Ermeni anıtına dönüşebilir mi?
Peki, ya Mehmet Aksoy, Tahrir Meydanı için açılan yarışmayı kazanır ve o meydana onun yaptığı bir heykeli dikilirse ne olur?
Acaba orası, Mısır için demokrasi, Türkiye için utanç anıtı haline dönüşebilir mi?
Kıssadan hisse:
Gerçek bir sanatçının heykelini yıkmak kolay, ama o enkazın altından çıkabilmek o kadar kolay değildir.
Mısırlılar enkazın altına eğilip, “Orada kimse var mı” diye seslendiğinde, hiçbir Türk utancından, “Buradayız” diyemez.
Heykelin altında kaybolur gideriz...
BU ÖFKENİN ÜZERİNE DEMOKRASİ İNŞA EDİLİR Mİ
Allah aşkına şu trajediye, şu ruhsuzluğa bakın.
Cumhurbaşkanı’nın eşi Hayrünnisa Gül, sokak ortasında bıçaklanan büyük bir sanatçıyı hastanede ziyarete gitmiş.
Gazete ilk gün haberi atlamış veya görmezden gelmiş.
İkinci gün karar verememiş.
Üçüncü gün karar vermiş ve haberin başlığını atıyor:
“Baykam için değil, başka bir şey için gitmiş”.
Bir sevinç, bir rahatlama...
Demek istiyor ki, “Siz boşuna sevinmeyin, biz de boşuna hayıflanmayalım. Gül, kendi işi için gitmiş, gitmişken ona da uğramış”.
Ya arkadaş ne fark eder?
Gitmiş ya? Ortaçağ karanlığında kalmış bir devletin sessizliğini bozmuş, ülkenin sadece sanat ve sanatçı düşmanlarından ibaret olmadığını küçük bir jestle kayda geçirmiş, eşinin bütün Türklerin Cumhurbaşkanı olduğunu göstermiş.
Söyle Allah aşkına fena mı olmuş?
Yani “Sırf onun için gitmeye değmez” mi diyorsun?
“O bizden değil, ziyareti vacip değildir” mi?
Söyleyin bu kin ve nefret duygusu üzerine, bu bitip tükenmek, tatmin olmak bilmeyen rövanş ihtirasının üzerine demokrasi kurulabilir mi...
Hürriyet, Yazı: Ertuğrul Özkök, 26.04.2011
******
CUMHURİYET'İN BOYNUNDAKİ İLMİK
İnsanlık Anıtı'nın boynuna çelik ilmiği geçirip infaz ettiler dün...
*
Tüm infazlar böyle yapıldı...
Kendilerinden olmayan kim ve ne varsa...
*
Önce İmam yok etme emri verdi...
Sonra yok ediciler yanaştılar...
Sehpalar kuruldu...
Susmayan aydınlar, satılmamış gazeteciler, namuslu bilim adamları, yürekli yargıçlar, onurlu komutanlar, direnen yayıncılar, cesur sivil toplum önderleri...
Laik cumhuriyeti savunan...
Mustafa Kemal'i unutmayan...
Çağdaşlığın derdinde olan...
Çağ dışılığa karşı duran kim varsa...
*
Yıkım iskeleleri, idam sehpaları niyetine...
Delikler açıldı bedenlerde...
Testereler çalıştı...
Sağı solu oyuldu canların...
Çelik halat geçirildi boyunlara...
Ve yok edildiler...
Cumhuriyetçiler, aydınlıkçılar, laikler, kemalistler, yurt severler...
*
Dün heykelin boynuna geçirilen çelik sicimin altı kez koptuğu haberini veriyorlardı televizyonlar... Ve görüntülerde; vuruldukça sarsılan, sallanan, direnen, ama parça parça dökülen İnsanlık Anıtı vardı...
(........)
Öbürlerinin infazını da aynen böyle seyretmiştik...
İmam yıkım emri verdiğinde, çevreye yasak bantları çekildiğinde, polisler etrafı kuşattığında, yıkım makineleri çalışmaya başladığında, sabah karanlıklarında evlerden testere sesleri yükseldiğinde, içimizdeki korku ve acıyla sorduk kimi zaman:
“Ne bu?..”
“Yıkım...”
“Kim?...”
Türkan Saylan mı?...
İlhan Selçuk mu?..
Ya da hepsi mi?..
*
“Tarikat şeyhinin yanına yakışmadığı için” sökülen heykele iyi bakın...
Sadece kendi yıkılışını anlatmaz...
Bir karşı devrimin kin ve nefretle yıkımını anlatır size...
Bir yok edişi...
İlkelliğin çağdaşlığı infazıdır o...
*
Çelik halatı İnsanlık Anıtı'nın boynuna geçirdiler dün...
Cumhuriyet, Yazı: Bekir Coşkun, 27.04.2011
******
KOPARTILAN YALNIZCA HEYKELİN KAFASI MI?
Heykelleri yüzünden Mehmet Aksoy’un başı hep derde girdi.
Örneğin 1975’te Berlin’den Türkiye’ye dönerken yanında Nazım Hikmet’in heykelini de getirince, sınır kapısından doğruca Emniyet’e götürüldü. Aynı yıl Antalya’da bir meydanda yaptığı “işçi ve çocuğu” adlı heykel üzerine boya atılıp parçalandı.
Türkiye’nin önde gelen heykeltıraşlarından Aksoy’un geçenlerde Vatan’dan Tuğrul Tunalıgil’e verdiği mülakat, yaşadığı sıkıntıların, hedef olduğu baskıların, saldırıların çarpıcı bir dökümünü veriyor.
Bir başka örnek: Aksoy, 1979 yılında TBMM’ye konulacak bir Atatürk heykeli için açılan yarışmaya katılır. Eseri birinci seçildiği halde onur jürisinin üyesi olan dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, “Bu komünist işi, Atatürk bile zaten kalpaklı” diye itiraz edince, yarışmada ikinci gelir.
DEVİRLER DEĞİŞİR ZİHNİYET DEĞİŞMEZ
1994 yılına gelindiğinde, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, “Tükürürüm böyle sanatın içine diyerek” Aksoy’un Altınpark’ta duran “Periler Ülkesi adlı heykelinin kaldırtılmasına karar verir. Gerekçesi eseri müstehcen bulmasıdır.
Aksoy, bugünlerde sanat yaşamının yine sıkıntılı bir döneminden geçiyor. Kars’ta yapmakta olduğu, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “ucube” olarak nitelediği “İnsanlık Anıtı”nın yıkım faaliyeti önceki gün başladı. Dün sabah anıtın Kars Kalesi’ne bakan bölümünün başı kesildi.
Heykeli 2006 yılında dönemin Adalet ve Kalkınma Partili belediye başkanı sipariş etmiş, ancak proje Kars’taki MHP örgütünün muhalefetiyle karşılanmıştı. Anıt, belediye başkanlığına 2009’da aynı partiden bir başka ismin gelmesinden sonra bu kez iktidar partisinin de boy hedefi haline gelmişti.
Aksoy’un öyküsüne baktığımızda, 1970’li yılların ortasında sınır kapısında gözaltına alınmasından, Orgeneral Evren’in müdahalesine, Refah Partili Belediye Başkanı’nın “tükürürüm içine” diyerek kendisine tavır almasından, MHP’nin bir eserine itirazına ve iktidar partisinin bizzat projenin yıkım işlemini üstlenmesine kadar uzanan bir çizgi çıkıyor karşımızda.
Bu çizgide, süreklilik arzeden, kendi içinde son derece tutarlı bir zihniyet kalıbı görüyoruz.
Dönemler değişiyor, ama her seferinde bir heykel sanatçısı olarak yaratıcılığından rahatsız olan, onu engellemeye çalışan, eserlerini yasaklayan, ortadan kaldıran, kafasını kopartan bir zihniyeti buluyor karşısında Mehmet Aksoy.
İktidar askerden sivile ya da partiler arasında yer değiştirse de, Türkiye’de hiç değişmeyen olgu, sanata saygı duymayan, ona müdahale etme, hatta yok etme hakkını kendinde gören tutucu zihniyettir.
DIŞ DÜNYADA HEYKEL YIKAN ÜLKE GÖRÜNTÜSÜ
Ve bu zihniyet artık Batı dünyasında da artan ölçüde tepkiyle karşılanıyor.
Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği’nin 7 Nisan’da Meksika’da yapılan genel kurulunda alınan şu karara bir göz atalım:
“Politikacıların beğenmedikleri gerekçesiyle sanat eserlerini ortadan kaldırmak gibi bir hakları olamaz. Böyle bir barış ve dayanışma anıtının saklanması ve korunması gerekir. Türkiye, 21. yüzyılda bir yandan AB’ye aday üye olup, diğer yandan dev heykelleri kendi sanatçılarının, aydınlarının ve uluslararası sanat kamuoyunun itirazlarına rağmen yıkmaya devam edemez.”
Avrupa Uluslararası Sanatçılar Derneği Başkanı Christos Symeonides de geçen mart ayında Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği mesajda şöyle diyor:
“Böyle bir karar ve bunun hayata geçirilmesi sanat özgürlüğünün çok ağır bir ihlalidir. Böylesine bir ihlalin Türkiye gibi kültürel değerlere önem veren bir ülkede yaşanabilmesi karşısında hayretler içindeyiz.”
Benzer tepkilerin önümüzdeki günlerde artacağını ve Türkiye açısından heykel yıkan hoşgörüsüz bir ülke görüntüsünün ön plana çıkacağını söyleyebiliriz.
KAFASI KOPAN SADECE HEYKEL DEĞİL
Bu mesajların da işaret ettiği gibi sorunun bir boyutu, tasarrufun bizzat siyasi iradenin talimatıyla yapılıyor oluşudur. Bir başbakanın karşısındaki sanat eserini beğenmesinin ya da beğenmemesinin, o eserin kalıcı olup olmamasını belirleyebildiği bir ülke, sanat özgürlüğünün siyasal iktidar tarafından rehin alındığı bir ülkedir.
Dün sabah Kars’ta kopartılan yalnızca bir heykelin kafası değildi.
Dün Türkiye’de sanatçıların yaratma özgürlüğünün de kafası kopartılmıştır.
Hürriyet, Yazı: Sedat Ergin, 27.04.2011
******
‘KÜLTÜR TURİZMİNİ GELİŞTİRECEĞİM’ DİYEN BAKAN GÜNAY HEYKEL YIKIMINA SESSİZ
Sanatçılar Bakan Günay’ın milletvekili olduğu İzmir’de yaptığı açıklamalarda kültür turizmini geliştireceklerini söylerken vahşi eylem olarak uluslararası alanda büyük tepkilere neden olan ve Afganistan’daki Taliban’ın gerçekleştirdiği heykel yıkımına benzetilen Kars’taki insanlık heykeli yıkımına ses çıkarmamasına tepki gösteriyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın "ucube" diyerek yıkılması emrini verdiği Kars’taki İnsanlık Heykeli’nin yıkımına yönelik bu girişim yurtiçinde ve yurtdışında tepkilere neden olurken Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay sessiz kalıyor.
Daha önce başbakanın açıklamasının yanlış anlaşıldığını söyleyerek konuyu geçiştirmeye çalışan bakanın bu değerlendirmesi Başbakan Recep Tayip Erdoğan tarafından yalanlanmıştı.
O günden sonra giderek büyüyen tepkilere karşın Bakan Güney konuyla ilgili bir yorum yapmadı.
Bu arada sanatçılar, Bakan Günay’ın milletvekili olduğu İzmir’de yaptığı açıklamalarda kültür turizmini geliştireceklerini söylerken, vahşi eylem olarak uluslararası alanda büyük tepkilere neden olan ve Afganistan’daki Taliban’ın gerçekleştirdiği heykel yıkımına benzetilen Kars’taki insanlık heykeli yıkımına ses çıkarmamasına tepki gösteriyor.
Konuyla ilgili olarak aynı zamanda bakanın eski arkadaşı olan insanlık heykelinin heykeltraşı Mehmet Aksoy’un avukatı Turgut Kazan, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a gönderdiği bir mektupla, Türkiye’yi uluslararası alanda da zor durumda bırakacak heykel yıkımının durdurulmasını ve konuya tepki göstermesini istemişti.
Heykel yıkımına uluslararası alandaki tepkilere son olarak İngiltere’de yayınlanan The Economist Dergisi’nde bir haber yayınlandı.
The Economist’teki haberde "İnsanlık Anıtı"nın heykeltıraşı Mehmet Aksoy'un konuya ilişkin, "Heykel yıkılırsa hükümet Taliban gibi görülür" görüşlerine de yer verildi.
Bu arada sanatçılar da heykel yıkımının durdurulması için geçtiğimiz günlerde Kars’a giderek burada böyle bir girişimin kültür felaketi olacağını ifade eden açıklamada bulundular.
Aralarında heykeltraş, ressam ve sinema oyuncularının da olduğu bir grup sanatçı Kars’a giderek yıkılmak istenen heykelin önünde basın açıklaması yapmış ve bu girişimi protesto etmişti.
2006 yılında Kars eski Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu tarafından heykeltıraş Mehmet Aksoy'a yaptırılan 24,5 metrelik "İnsanlık Anıtı" iki insan figürlü, 24.5 metre yüksekliğinde, 19 ton ağırlığında. İnsanlık Heykeli şimdi İstanbul’dan giden ağır iş makineleri tarafından 18 parçaya bölünerek ortadan kaldırılacak. Heykel, yüzyılın başında bölgede Türkler ile Ermeniler arasında yaşanan acı olaylara tepki olarak iki millet arasındaki kardeşliği simgeliyordu.
Turizm Gazetesi, 27.04.2011
******
BAKAN GÜNAY'DAN HEYKEL YORUMU
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Kars'taki “İnsanlık Anıtı”nın kaldırılmasına ilişkin, “Sanatçı arkadaşlar bu tartışmalar başladığı zaman heykel yıkılmasını önlemek yerine, bakan yıkmaya kalkmasalardı belki şimdi başka bir noktada olabilirdik” dedi.
Akşam 27.04.2011
******
MEHMET AKSOY'A TEK TAVSİYEM: HEYKELE BAŞLA,SİSİPOS'U OKU
Mehmet Aksoy’un İnsanlık Anıtı heykelinin parçalanma işlemine başlandı.
Durumu, yapılanı, sanata reva görüleni tek cümlede özetleyebilirim: Siyasetin giyotini sanatın başını kopardı!
Mehmet Aksoy’u 1979 yılından beri tanırım, çalışmalarını izlerim, hemen hemen her sergisine gittim. İyi bir heykeltıraş, bir cumhuriyet çocuğudur.
Sanatın bireysel, yaratıcı yanı ile toplumsal işlevini kaynaştırmayı iyi bilen bir heykel ustasıdır.
Mehmet Aksoy’un heykelinin yıkımı ile ilgili dün Hürriyet’te Sedat Ergin’in Kopartılan yalnızca heykelin kafası mı? yazısını okuduysanız mesele yok, okumadıysanız internetten bulun ve mutlaka okuyun. O yazı, Mehmet Aksoy’un makus talihinin tarihidir.
Ona yapılan, Türkiye’de sanata, sanatçıya, edebiyatçıya yapılanların da simge örneklerinden biridir.
Her zaman tekrarlamakta olağanüstü yarar var. Siyasetçiler, sanat konusunda kendilerini son söz sahibi olarak göstermekten uzak dursunlar. Sanatı, sanatçıyı, edebiyatçıyı değerlendirmeyi uzmanlara bıraksınlar.
Sanatı ve sanatçıyı, kendi kişisel zevklerinin kurbanı etmesinler.
En hoşlanmadığım, beni irkilten cümle nedir bilir misiniz?
Ben bile anlamıyorum.
Kendini sanatın, bilimin, edebiyatın ekseni sayan bu anlayış, anlayışsızlığın tanımıdır. Heykele karşı ilgisiz ve sevgisiz bir çoğunluğun içinde yaşıyoruz.
Hele siyasetçilerimiz, heykelden anlamıyorlar, anlamadıklarını itiraf etmektense yok etmeyi tercih ediyorlar. Heykel konusunda bilgileri yok denecek kadar az. Bilhassa belediyelerin, yerel yönetimlerin çoğu, modern heykele öcü gibi bakıyorlar. Onları kaldırtıyorlar, depolarda çürümeye bıraktırıyorlar ya da yok edilmesine göz yumuyorlar.
Heykel denince çoğunluğun aklına Atatürk heykelleri ile tarihi büyüklerimizin heykelleri geliyor. Modası geçmiş bir sanat anlayışıyla yapılan bu heykeller, seyredenlere heykel zevkini vermiyor. 1979’dan beri tanıdığım Mehmet Aksoy’un toplumcu anlayışı da başının beladan kurtulmamasının ana nedenlerinden biri.
Mehmet Aksoy’un heykelini yıkanlar, bence en önemlisi, genç kuşak sanatçılarının da, heykeltıraşlarının da yarına dönük umutlarını yıktılar.
Yapmak, yaratmak istediği eser, uzmanların değil, siyasetçilerin kararıyla ya yaşayacak ya yıkılacak.
Niye yapsın? Siz o heykeli yıkmakla, kaç genç kuşak sanatçısının hevesini söndürdüğünüzü biliyor musunuz?
İşin garip tarafı da şu: Bu heykeli yaptıran bir AKP Belediye Başkanı, Naif Alaybeyoğlu.
Kendisiyle tanıştım, modern bir insan. Aklıma hemen bir soru geliyor; devletin devamlılığı ilkesine ne oldu? Biri yapar biri bozar, sözünü doğrulamak için mi çabalıyorsunuz.
İnsan devlete, hükümete, belediyeye güvenmezse kime güvenecek?
Bu sorunun yanıtını ben “Kimseye” diye vereceğim.
Sevgili Mehmet, hemen Böcek atölyene dön, mermerlerinin başına geç. Ve başla çalışmaya.
Yıkımı düşündükçe de okuyacağın tek kitabı salık vereceğim. Albert Camus’nün Sisifos Efsanesi’ni.
Yunan mitolojisinin bu ünlü kahramanı ne yapıyordu?
Bir taşın tepesine kayayı çıkarıyordu, kaya oradan yere yuvarlanıyordu, sonra gene kayayı alıp taşın tepesine çıkarıyordu. Sen de bu direnci unutma, çalış.
Bana kalırsa, bu olayı hem siyaset tarihi hem de sanat tarihi yazacak.
İkisine birden geçmek de her kula nasip olmaz. Yıkanların kıymetini(!) bil.
Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 28.04.2011
******
DÜNYA İNFAZI KONUŞUYOR
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından “ucube” olarak nitelenen İnsanlık Anıtı’nı yıkma çalışmaları, Batılı medyada yayımlanan haber ve yorumlara yansıdı. En çok kullanılan başlık ise “Türkiye dostluk anıtını yıkacak” oldu.
AFP: İslamcı kökenli Başbakan Erdoğan heykeli ucube diye niteleyerek bir eleştiri fırtınasına yol açtı. Bunun nedeni kimilerine göre yaklaşan seçimler öncesi milliyetçi vatandaşları memnun etmek.
AP: Türkiye ile Ermenistan arasında barışı simgeleyen heykelin yıkımı başladı. Sanatçıların heykeli kurtarma çabası yetmedi. Ünlü bir ressam geçen hafta konu ile ilgili yaptığı konuşmadan sonra bıçaklandı.
Wall Street Journal: Başbakan Erdoğan, hafta sonunda sınırın yeniden açılması ve iki komşu arasındaki ilişkilerin iyileştirilmesi çabalarının ne kadar derinden dondurulduğunun işareti olarak Türkiye ile Ermenistan arasındaki dostluk anıtını yıkma talimatını verdi.
The Independent: Türkiye ile Ermenistan didişirken, dostluk eli geri çekiliyor.
Liberation: Türk-Ermeni dostluğu paramparça.
Guardian: Türk heykeltıraş türbeyi gölgede bıraktığı için eleştiriliyordu.
Hürriyet, 28.04.2011
******
GÜNAY: ANITIN YER SEÇİMİ ÖZENSİZ
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, İzmir'e yaptığı ziyaret sırasında soru üzerine Kars'taki heykel tartışmalarına ilişkin, "Bu tür çekişmeleri büyütmeyi doğru bulmuyorum. Orada yaşadığımız olaydan, yer seçimi konusundaki özensizlikten ve bugün geldiğimiz noktadan üzüntü duyuyorum'' dedi. Kars'taki heykel tartışmalarının Eskişehir'deki bir sergide gündeme getirilmesine ilişkin değerlendirmesi sorulan Günay, "Türkiye'nin başka yerlerine yayarak çekişme vesilesi yapmak doğru değil'' şeklinde konuştu.
Sabah, 30.04.2011
|
"BENİ YIKMAK İÇİN
UĞRAŞTILAR, HEYKELİ DE KORUYAMADILAR"
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, son günlerde Kars’taki heykelin
yıkımı, Devlet Tiyatrolarında yaşanan olay ve
İzmir’den aday gösterilmesiyle yine gündemde.
VATAN’ın sorularını yanıtlayan Bakan Günay,
tartışılacak tespitler yaptı:
-Kars’taki heykel yıkılırken içiniz ‘cız’ etmedi
mi?
Ben ilk günden itibaren içimin “cız” ettiğini
paylaşmaya çalıştım. Konuyu başka bir alana
taşımaya, heykel yıkma tartışmasından makul bir
biçimde kurtulmaya çalıştım. Ama benim bu niyet ve
gayretlerimi birileri anlamak ve arkalamak yerine,
hükümet krizi çıkarmaya vesile yapmaya çalıştılar.
-Nasıl bir krizden söz ediyorsunuz?
Ben Sayın Başbakan’ın rahatsız olduğu başka konular
olduğunu, heykel tartışmasının eskiden beri süren,
2006’da başlamış bir tartışma olduğunu, kurullar,
belediye arasında ve sanatçı hakları arasında makul
çözüme kavuşturulması gerektiğini söyledim. Sonra
bir gazete marifetmiş gibi heykelle ilgili
tartışmayı yoğunlaştırdı. Sanata duyarlı olması
gereken çevreler de işlerini güçlerini bıraktılar,
asıl niyetimi okumak, anlamak ve yardımcı olmak
yerine, benimle Başbakan arasında, hükümet içinde
bir kriz çıkarmaya çalıştılar. Bir anlamda beni
etkisizleştirdiler.
-Sayın Başbakan’la hiç konuşmadınız mı?
Konuştum. Ama zaten Başbakan heykelle ilgili
eleştirisini söylemese bile başlamış bir süreç
vardı. O süreç hızlandı. Belediye bir anlamda
sürecin kurallarını gözardı ederek davranmakta
kendisini haklı görmeye başladı.
-Niye müdahale etmediniz?
Ben gereken, eski kurul kararlarını hatırlatan
yazılarımı yazdım. Hem belediyeye hem de konuyu
savunan kişilere bu yazılarla ilgili bilgi verdim.
-“Başbakan istedi, heykel yıkıldı” algısı oluştu.
Sanatçılar rahatsızlığı yüksek sesle dile getirdi?
Bazı arkadaşlarımız iyi şeyler yaptığımız zaman bile
niyet okumasıyla hükümler verebiliyorlar. Sanatçı
arkadaşlarla mümkün olduğunca kamuoyunda tartışmak
istemiyorum. Ama yapmak istediğimi sağduyulu
insanlar anladı. Elimin güçlendirilmesi değil,
zayıflatılmasıyla sonuç almak
isteyenlerin dediği yere geldik.
-Bu süreçte heykeltraş Aksoy ile görüştünüz mü?
Sevdiğim bir insandır, görüştüm. Üzüntü içinde
olduğumu biliyor. Heykeli ve kendisini korumaya
çalıştığım dönemde, o ve arkadaşları elimi
güçlendirmek konusunda daha anlayışlı bir dil
kullansalardı, ben şu anda siyaseten daha fazla
sesimi yükseltebilecek durumda olurdum. Onlar heykel
yıkılmasın diye değil, bakan yıkılsın diye
uğraştılar. Sonuçta bana da zarar verdiler ama
heykeli de korumayadılar.
-“Bakan yıkmak” derken istifa etmeniz gerektiğini
söyleyenleri mi kast ediyorsunuz?
Heykeli, sanatçıyı korumaya ve telif haklarına
işaret etmeye çalıştım. Başbakan başka bir üslupta
diretince işlerini güçlerini bırakıp “Bakan istifa
etsin. Hükümette kriz çıktı” tartışmasına girdiler.
Halbuki yapmaya çalıştığımı anlayıp, başka bir duruş
sergilemiş olsalardı, şu anda çok farklı noktada
olabilirdik.
-Siz tarihe “Döneminde heykel yıkılan bakan”
olarak geçeceksiniz...
Ben döneminde 25 tane devlet tiyatrosu sahnesi
açılmış bir bakan olarak da geçeceğim. Döneminde
Topkapı Sarayı’ndan gecekonduların, askeri yapıların
çıkarıldığı bir bakan olarak da geçeceğim. Döneminde
Türkiye’deki kazıların en fazla yapıldığı -belki
Osman Hamdi Bey’den sonraki- isim olarak da
geçeceğim. Döneminde Türkiye’nin bir ucunda ne yazık
ki talihsiz bir olayın yaşandığı bir bakan olarak da
geçeceğim. Hayat iyi ve kötü tarafları bir bütündür.
-Türkiye için iyi bir görüntü ortaya çıkmadı...
Elbette güzel değil. Belediyeler bazen bizi böyle
olaylarla karşı karşıya bırakıyorlar. Önceki
belediye ne SİT incelemesi ne ciddi proje yaptırmış.
Yeni belediye döneminde tartışmalar başlamış. Yerel
siyasetin çekişmesi tamamen ve yerel politika
üzerinden gidiyor bu iş. Yer seçimi konusunda baştan
özensizlik var. Ama bu özensizliği kurullarımız da
paylaşmış. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
kurullarımız da paylaşmış.
-Aksoy sit raporu olmadığını iddia ediyor...
Yer tespitinden sonra verilmiş sit raporları var.
Ama Sayın Başbakan’la Kars’a gitmeden önce
kurulumuzun, sit bölgesindeki bu yapılaşmanın yeni
bir projeyle kaldırılması konusunda verdiği karar
var. Bütün bunları belediye de gözardı etti ama
sanıyorum heykeli savunuyor gibi gözüken bazı
hukukçular da gözardı etti. Bu çok ince bir nokta.
Ben heykeli yıkmak konusunda belediyenin kararlı
olduğunu görüyorum ama yıktırmamak konusunda yeterli
bir savunma yapıldığı konusunda da kaygı duyuyorum.
-Siz heykeli ucube buldunuz mu?
Bu tartışmayı kapatalım artık.
-O heykelin yerine ne yapılacak?
Tabyalarla ilgili bir çevre düzenlemesi yapılacak.
Zaten böyle bir proje yapılmasını kurul istemişti.
Şunu söyleyeyim; bana göre dışardan bakıyorum, biraz
da dosyayı karıştırdım şu anda yapılan işlem
usülsüzdür. Hukuki gerekler tamamlanmadan yapıyor.
Ama savunma işi bu noktada yeteri kadar başarılı
biçimde sürdürmedi.
-Heykelin ardından ‘Devlet tiyatroları
kapatılsın’ sözleriniz ortaya çıktı. Ama siz öyle
olmadığını ifade ettiniz?
Türkiye’de turizm çok iyi bir yere geldi. Arkeoloji,
tiyatro, eski eserlerin korunması alanlarında önceki
dönemlerle kıyasladığımızda çok yüksek bir
performans sergiledik. Ben tiyatro geleneği olan bir
kasabada büyüdüm. Dünyamda özel bir anlamı var
tiyatronun. Geldiğimde Devlet Tiyatroları’nın toplam
38 sahnesi vardı, 25 yeni sahne açtık. Bir bakan
gayretle 4 yıl içinde 25 tane sahne açabiliyorsa
demek ki yapıda bir hantallık var. Devletin sanat
faaliyetlerini buradan çıkarmak lazım. Daha özerk,
performansa dayalı yeni bir modele dönüştürmek
lazım. Bu öneri ilgiyle karşılandı ama bir
sahnemizde yaşanan sevimsiz olayın arkasına
rastladı. Derhal bunu iktidarın sanat düşmanlığı
vesilesi yapmaya çalıştılar. Sanata ilgi göstermeyen
bir bakan döneminde 25 tane sahne açılabilir mi?
- ‘AKP ve sanat’ hep kavgayla anılıyor oldu?
Başka siyasi partiden bir bakan bunları yapmış olsa
büyük bir övgüyle karşılanabilir. Üzüntüyle
söylüyorum, AKP’nin bunları yapmamasını istiyor bazı
çevreler. “AKP ekonomik olarak kalkındırmaya
çalışıyor ama kültür, sanat hayatımız yok oluyor”
diye bir edebiyat var, bu doğru değil.
-Neden geçmiyor bu önyargı?
Kendisine sol sıfatını yakıştıran ama evrensel
olarak katiyen solla ilişkisi olmayan bazı siyasi
kesimler, bazı şeyleri tekellerine almaya
çalışıyorlar. Atatürk, cumhuriyet, sanat, kültür bu
arkadaşların tekelinde sanki. Atatürk diyerek ülkeyi
ekonomik çöküntüye mahkum ederseniz, Atatürk’e
saygılı davranmış olur musunuz? Türkiye’yi ekonomik
olarak dünyanın 15’incisi, turizmde 7’ncisi
yaparsanız Atatürk’e daha çok saygı göstermiş olmaz
mısınız?
-Genç Osman oyununda yaşananlardan sonra
sanatçıya fırça attınız. Hemen ardından eserin
içeriği değiştirildi ve büyük eleştiri aldı?
Oyunun içeriğine müdahale eden ben değilim,
yönetmen. Müdahale de değil çünkü yönetmen zaten
oyunun bu tarzda yapılmasından rahatsız. Oyunun
seyirciye sataşmalı biçimde olmayacağını bana
tiyatro insanları söylüyor. Seyirci katılmak isterse
katarsanız, istemezse o saygısızlığa dönüşebilir.
İkincisi, bu devlet tiyatrosu sanatçısı benim
çalışanım. Bir kamu çalışanından hangi sıfatı
taşırsa taşısın halka saygılı olmayı beklemek, böyle
bir saygısızlık duyurusu olmuşsa bunu araştırmak
benim görevim.
-Uyarı mı verdiniz?
Hiçbir şey vermedim. Şu anda kendi birimleri
soruşturuyor. Ben sadece olayı öğrenmeye çalıştım ve
ne yazık ki doğru olduğunu öğrendim.
-Savunmasında sakız ve başörtüsüyle ilgili neler
söylüyor?
Soruşturulan bir konu olduğu için yargımı
söylemek istemiyorum. Ama ben bir izleyiciye,
topluma gereken duyarlılığın gösterilmediği gibi bir
kanaate sahip oldum. Sorgulamam bunun doğru olduğunu
gösterdi. Ötesine geçmek, hüküm vermek istemem.
Üzüntü duydum. Devlet olarak görevim halka
hizmettir, kendimi eğlendirmek değildir. Sanatı
halka götürmek, benimsetmek gibi kamusal bir ödevim,
görevim var.
-Sayın Başbakan’ın kızı olmasa da müdahale
ederdim” diyorsunuz?
Elbette. Müzeye, ören yerine gidiyorum.
Karşılaştığım insanlar saygı gösterilmediğini
söylerse o müze müdürünü, gişe görevlisini de
soruşturuyorum. Burada taraflar tanınır olduğu için
gündeme geldi. Başında devlet sıfatı taşıyan her
kurumun ilk görevi halka saygı ve hizmettir.
Vatan, 29.04.2011
|
"DEFİNECİLİK, BULAŞICI
HASTALIK GİBİ
’Ekonomik kriz, kısa yoldan zengin olmak ve dedektör
reklamlarının’ defineciliği cazip hale getirdiğini
öne süren Prof.Dr. Ceylan, "Definecilerimiz artık
ülke sınırlarını aşıp komşu ülkeleri eşmeye başladı.
Yunanistan’dan papaz getirenler bile var" dedi.
Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki 50 bin kilometrekare
alanda 14 yıldan bu yana yüzey araştırması
yaptıklarını belirten Prof.Dr. Alparslan Ceylan,
araştırmalarında çok sayıda ilginç nokta ile
karşılaştıklarını belirtti. Araştırma yaptıkları
höyük, kale ya da yerleşimlerde kendilerinden önce
mutlaka orada bir ya da birkaç kez kaçak kazı ekibi
tarafından eşelenmiş olduğunu vurgulayan Prof.Dr.
Alparslan Ceylan, kaçakcıların hızına
yetişemediklerini belirtti. Özellikle dedektör
reklamlarının kaçaklığı cazip hale getirdiğini ifade
eden Prof. Dr. Ceylan, şöyle konuştu:
"Bundan 10 yıl önce defineciliği hastalık olarak
görüyorduk. Kısa yoldan zengin olmak için şimdi her
seviyeden her insanın kazı çalışması yaptığını
biliyoruz. Bu iş çığrından çıktı. Dedektörlerin
çoğalması, insanların birbirini teşviki ve ekonomik
kriz gibi nedenlerle defineliciliğin bulaşıcı bir
hastalık olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Araştırmalarımda tam 20 yıl hiç uyku uyumadan her
gece kaçak kazıya çıkan biri ile karşılaştık.
Kaçak kazı yaptığı bölgede biz rastladık. Çok
sevindi. Bize kendince bilimsil bilgiler verdi. Şunu
gördük ki o bulunduğu bölge önemli bir bölge ama
altının veya değerli madenlerin kullanılmadan önceki
döneme ait. Yani çok erken bir döneme ait. 6- 7 bin
yıllık yerleşim alanı. Adama; ’Artık git evinde
rahat uyu. Burada altın veya maden hiçbir şey
çıkmaz. Koca dağı boşuna kazmışsın. Git uyku uyu
dedim.’ 6 ay sonra tekrar görüştüğümüzde kaçak
kazıyı bırakmış ama alışkanlık olduğu için
uyuyamadığını söyledi."
Kaçak kazı yapan definecileri ’Ferhat’ın modern
temsilcilerine’ benzeten Prof.Dr. Alparslan Ceylan,
verdikleri çok sayıda konferansa özellikle
definecinin büyük ilgi gösterdiğini bildirdi. Her
konferansta izleyicilerden çok salonun bir tarafına
kaçakcılık dairesinin elemanları bir tarafını da
kaçak kazı işi yapanların doldurduğunu belirten
Ceylan, şöyle konuştu:
"Bunlar konferansta bilimsel bilgi, veriler elde
etmeye çalışıyor. Kaleler, hoyükler nasıl olur ? Ne
gibi özellikleri vardır? Ya da bizim kültür
varlıklarına veya envertarlara geçirdiğimiz yerde
kazı yapmak suç teşkil ediyor mu? Kendileri acaba
kazı yaptıkları yerlerdeki kültür envarterlerine
girmiş mi, girmemiş mi? Suç unsuru oluşturup
oluşturmadığı yönünde bilgi topluyorlar.
Definecilerin bize zararı yok ama, toprak altındaki
kültür varlıklarına var.
Altın bulmak amacıyla kaçak kazı yaptığı yerde küp
çıkarıyor. 4 bin yıllık bir eser. İçinde ’altın yok’
diyor ve onu orada kırıyor. Gittiğimizde kırık
parçalarla karşılaşıyoruz. Oysa o küpü müzeye
ulaştırmış olsa, para kazanacak. Bu şekilde
Erzincan’da bir vatandaşın 4 bin yıllık pitosu
kullandığını görmek bizi çok sevindirdi. 2 metre
boyundaki pitos o dönem kullanılan buzdolabı gibi
birşey. Pitosun 4 bin yıl sonra kullanıldığını
tespit ettik ve çok ilginç."
Yasalara göre izinsiz kazı yapmanın suç olduğunu, bu
kişilerin tarihi yok ettiklerini hatırlatan Atatürk
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Eski Çağ Anabilim
Dalı Başkanı Prof.Dr. Alparslan Ceylan, sözlerini
şöyle tamamladı:
"Definecilerin yaptıkları işin suç olduğunu
bilmeleri gerekiyor. Çok kıymetli tarihi
bilgilerimizi yenileyebileceğimiz veya geleceğe
miras olarak bırakabileceğimiz bu kadar kıymetli
eserleri tahrip etmeleri topluma, yaşadıkları
insanlık çağına ihanet olarak görüyorum. Bunun için
bir an önce çeşitli tedbirler alınmalı. Yani sadece
’yapmayın’ demekle olmaz. Kamu kurum ve kuruluşlar
bununla ilgili çalışma yapıyor ama yeterli olduğu
kanaatinde değilim. Toplumun bilinçlendirilmesi
lazım. Araştırma için gittiğimiz alanların yüzde
95’inde kaçak kazı ile karşılaşıyoruz.
Hatta zaman zaman kürek parçaları, kürek kırıkları
veya kazı alatlerini buluyoruz. Erzurum’da 15 metre
derinliğe kadar indiklerini tesbit ettik. 15 metreyi
indikten sonrada iç kısıma tünel eşerek gitmişler.
Defineciler aynı zamada hayatlarını tehlikeye
atıyor. Gaz sıkışması olan bölgelerde kaçak kazı
için giren insanların geri çıkma şansı yoktur.
Definecilerin sayısını tahmin etmek mümkrün değil.
Kırmızı çizginin ötesindeyiz. Definecilerin binlerce
yıldır toprak altında kalmış medeniyeti tahribine
göz yummamak lazım. Türk defineciler çevre komşu
ülkelere dahi gidiyor. Bunu oradaki bilim ardamları
ve yetkililerden duyuyoruz. Altın bulmak için
Yunanistan’dan papaz getirenleri bile duyduk."
Radikal, Haber: Turgay
İpek, 29.04.2011
|
SARAY, HAŞERELERİYLE
MÜCADELE EDİYOR
İstanbul Büyükşehir
Belediyesi Çevre Koruma Müdürlüğü, Topkapı Sarayı ve
içinde barındırdığı tarihi eserlerin korunması için
kemirgen ve haşereler ile mücadele çalışmalarının
aralıksız sürdürüldüğünü bildirdi.
Büyükşehir
Belediyesinden yapılan açıklamada, geçen yıl
Temmuz ayında Topkapı Sarayı'nda kemirgen ve
haşere mücadelesine başlandığı ve kemirgen
ilaçlamasına halen devam edildiği belirtildi.
Topkapı Sarayı'nda
yapılan mücadelenin, iç ve dış alan olarak iki
farklı sahada gerçekleştirildiği, yapılan
çalışmada 450 bin metrekarelik Saray'ın
tamamının ilaçlanmadan önce kemirgen ve haşere
mücadelesi için gerekenlerin tespit edildiği,
söz konusu projede, kemirgen istasyonlarının
konumlandırılacağı yerlerin Topkapı Sarayı
vaziyet planı üzerinde tespit edilerek, Saray
geneline 169 kemirgen istasyonunun yeterli
olduğunun saptandığı kaydedildi.
Bu çalışma sonucunda
istasyonlara yemleme için gereken kemirgen ilacı
miktarlarının saptandığı ifade edilen
açıklamada, tüm kemirgen mücadelesinde sadece 19
bin 760 kilogram pasta formunda ilaç
uygulamasının ilk etapta yeterli olduğu, sonuçta
ise düzenli kontroller yapıldığı takdirde
kemirgen aktivitesinin yüzde 5'in altına
düşmesinin hesaplandığı ifade edildi.
Açıklamada, kemirgen
mücadelesinde üreme olabilecek yuvaların tespit
edilerek, bu noktalara yeterli miktarda jel
uygulandığı, çalışma süresince, kemirgen
aktivitesinin yüzde 5'in altına düştüğü
noktalarda mücadele yoğunluğunun düşürülerek,
istasyon sayılarının kademeli olarak azaltıldığı
kaydedildi.
Açık ve kapalı
alanlarda 24 ilaçlama işçisi, 4 uzman, 1 ekip
sorumlusunun katılımı ile kapsamlı bir haşere
mücadelesi ve ilaçlamanın bu ay içinde
gerçekleştirildiği belirtilen açıklamada,
çalışmada karasinek, kene, pire, akrep, hamam
böceği, kırkayak, karınca, yaban arısına karşı
ilaçlamalar yapıldığı, Saray'ın, harem, arşiv,
depo ve sergi (kutsal emanetler, padişah
portreleri vs) ile
Bağdat,
Mecidiye, Revan ve Sofa köşkleri gibi kapalı
alan bölümleri ile 1, 2, 3. avlular ve Fil
Bahçesi gibi açık alan kısımlarında da
haşerelere karşı ilaçlama gerçekleştirildiği
bildirildi.
Açıklamada, Çevre
Koruma Müdürlüğünce, Topkapı Sarayı'nın, tarihi
miras içindeki yeri ve önemi dolayısıyla gelecek
nesillere zarar görmeden iletilmesi amacıyla her
türlü haşereye karşı aralıksız mücadele
çalışmaları ve gerekli durumlarda ilaçlama
yapılması kararının alındığı ve bu kapsamda
uzman gözetimindeki ekiplerle çalışmaların
düzenli aralıklarla devam edeceği belirtildi.
Hürriyet, 29.04.2011
|
ÇORAPÇI HANI YOLA MI
KAYDI?

2010 yılında Sivas
Belediyesi tarafından restorasyona alınan Çorapçı
Hanı ile ilgili yeni bir iddia daha ortaya atıldı.
Restorasyon işlemi Sivas Belediyesi tarafından
yürütülen ancak restorasyon yapılmak yerine
yıkılarak yeniden yapıldığı gerekçesiyle durdurulan
çalışmalarla adından sıkça söz ettiren ve geçtiğimiz
ayaz aylarında tartışmalarla gündeme gelen Çorapçı
Hanı'nda bu kez ortaya atılan iddialar kafaları
karıştıracağa benziyor.
Han'ın etrafında işyeri bulunan esnaflar restorasyon
çalışmaları dolayısı ile Çorapçı Hanı'nın yola
kaydığını ileri sürerek çalışma öncesi Han'ın yola
düşen genişliğinin bu kadar olmadığını iddia
ettiler.
Çalışmaların yanlış yürütüldüğü gerekçesi ile Koruma
Uygulama Denetim Bürosu'nun (KUDEB) el koyduğu
Çorapçı Hanı'nın da yürütülen çalışmaların 31
Haziran 2011 tarihinde bitirilmesi hedefleniyor.
Restorasyon işlemlerinin tamamlanmasının ardından
butik otel olarak faaliyet gösterecek olan Han'ın da
elektrik tesisatının yanı sıra birçok çalışma da
tamamlanmış durumda.
Tüm bu çalışmalar yapılırken çevrede faaliyet
gösteren esnaflar han ile ilgili bazı iddialarda
bulunarak Çorapçı Hanı'nın yine gündeme gelmesini
neden oldular. Esnaflar, Çorapçı Hanı'nın yola düşen
bölümünün genişlediğini iddia ederek, “Çalışmalar
başlamadan önce Çorapçı Hanı'nın genişliği bu kadar
değildi. Han biraz daha genişletilerek yola doğru
uzadı. Zaten buradaki yol sıkıntılı, iki araç yan
yana zor geçiyor. Şimdi daha da daraltıldı”
iddialarında bulunarak restorasyonun yine yanlış
şekilde işlediğini ileri sürdüler.
Sivas Hürdoğan,
29.04.2011
|
ILISU BARAJI İNŞAAT
DURDU, İŞÇİLER DİRENİŞTE

Batman Hasankeyf'te
inşaatına başlanan Ilısu barajında çalışan işçiler,
çalışma koşullarının ve sosyal hakların düzeltilmesi
taleplerine karşı bazı arkadaşları ücretsiz izne
çıkartılıp sözcülüklerini yapan arkadaşları da işten
çıkartılınca direniş başlattı. Çalışmayı durduran
yaklaşık 400 işçi, arkadaşlarının görevine iadesini
ya da toplu çıkışlarının verilmesini istiyor.
Ilısu Barajı işçileri,
ağır iş şartları, ücret ve sosyal hakların
düzeltmesi talepleri için işyeri temsilcileriyle
aylardır görüşüyorlardı. Bu görüşmelerden sonuç
alamayan işçiler, bir günlük iş bırakma eylemi
yapmıştı.
İşveren Nurol - Cengiz
firması işçilerin sözcülüğünü yapan Ahmet isimli
işçinin işine son vermesi sonrası direniş başladı.
Güvenlik görevlileri, işçilerin bulunduğu şantiyeyi
ablukaya aldı. İşçiler adına bilgi veren E.Ö., Ilısu
şantiyesinde çalışan işçilerin uzun süredir yoğun
çalışma koşulları ve düşük ücretler nedeniyle mağdur
olduğunu anlattı:
"Nurol ve Cengiz
firmalarına bağlı çalışıyoruz. 11 saatlik işgücü
için 990 lira maaş alıyoruz. Zam talep ettik ancak
yetkililerden yanıt alamadık. Bunun üzerine
şantiyede çalışan tüm işçiler bir günlük iş bırakma
eylemi yaptı. 27 Nisana kadar çalışırsak taleplerin
değerlendirileceği sözünü aldık ve çalışmaya
başladık.
Bu sabah (dün) gelen
kararla işçilerin bir kısmı süresiz ücretsiz izne
gönderildi ve sözcülüğümüzü yapan Ahmet adlı
arkadaşımız da işten atıldı. Şu anda şantiye de
bulunan yaklaşık 400 işçi çalışmayı durdurdu.
Yetkililerden işten atılan arkadaşlarımızın tekrar
işe alınmaması halinde toplu çıkış talep ediyoruz.
Şantiyeyi ablukaya alan güvenlik görevlileri ise
şantiyeye kimsenin girmesine izin vermiyorlar" dedi.
bianet.org, 29.04.2011
|
MSB, SARAYDAKİ DEPOLARI
DEVRETTİ
Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay, Topkapı Sarayı’ndaki Milli
Savunma Bakanlığı’na ait tedarik depolarını dün
itibariyle fiilen teslim aldıklarını belirtti.
Günay ile eski
Ulaştırma Bakanı
Binali Yıldırım,
Turistik Otelciler, İşletmeciler ve Yatırımcılar
Birliğinin (TUROB) Ataköy
Sheraton Oteli’nde
düzenlenen geleneksel yemeğine katıldı.
Bakan Günay, burada yaptığı konuşmada, göreve
geldiği günden itibaren
İstanbul’la ilgili
birçok gayretlerinin bulunduğunu ve
Topkapı Sarayı’nın
bunlardan birisi olduğunu ifade etti. Günay, şunları
söyledi:
“Topkapı Sarayı’ndaki
Milli Savunma Bakanlığı’nın
kullandığı tedarik depolarını bugün itibariyle
fiilen de teslim aldık. Topkapı depoları artık
bizimdir.”
Günay, bakanlığın bu depoları Topkapı Sarayı’nın
ihtiyaçları çerçevesinde sosyal etkinlikler için
kullanacağını söyledi. Bakan, İstanbul’la ilgili
güzel bir gelişme bulunduğunu da ifade
ederek, “İstanbul, 29 Mayıs’ta yepyeni, dünya
ölçeğinde kültür ve kongre merkeziyle tanışacak ve
karşılaşacak” diye konuştu.
Milliyet, 29.04.2011
|
|
TARİHİ ESER HIRSIZLIĞI
Afyonkarahisar Emniyet
Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele
Şube Müdürlüğü, Bolvadin İlçe Emniyet Müdürlüğü ve
Çobanlar ilçe Emniyet Amirliği görevlilerince ortak
yapılan çalışmalarda; İçerisinde tarihi eser olduğu
bilgisi alınan 42 plakalı aracın Çobanlar İlçesinde
yakalanması üzerine yapılan aramada çok sayıda
tarihi eser ele geçirildi.
Yapılan aramada ele geçirilen tarihi eserler
Afyonkarahisar müze müdürlüğüne teslim edildi.
Yakalanan tarihi eserler arasında 24 cm eninde 29
cm. boyunda üzerinde dua eden figürler bulunan
ortasında yuvarlak bir figür ve çerçeve bulunan
levha, 13 cm. uzunluğunda diz çökmüş vaziyette
elleri bulunmayan heykel, Cam görünümlü minik aslan
heykelciği, Mavi-kırmızı renklerde kanatları mavi
boncuklu kuş heykelciği, Koyu kahve renkli 2x2 cm
ebatında altında kartal ve boğa resimleri bulunan
delikli taş mühür, (7) ayrı poşet içerisinde farklı
figürler bulunan değişik boyutlarda toplam
603(altıyüzüç) adet değişik dönemlere ait sikke
tabir edilen eski para, Bir adet metal ördek
heykelcik, (7) adet metal obje, Bir adet metal
yüzük, Bir adet deniz kabuğu, İki adet taş objeye el
konulmuş ve şüpheli şahıslar gerekli tahkikatları
yapılmak üzere gözaltına alınmışlardır.
Afyon Haber, 29.04.2011
|
SIRA 1915'İN
PANORAMASINDA

İstanbul Topkapı’daki
Panorama 1453 tarih müzesinin hemen yanındaki
atölyede, hummalı bir faaliyet var. 1.5 yıl önce
açılan ve İstanbul’un fethini canlandıran Panorama
1453’ü yaratan 10 kişilik ekip, bu kez Panorama
1915’i yaratmak için kolları sıvamış. Atölyenin
kapısı ilk kez Hürriyet’e açıldı.
Panorama 1915
ekibinin başında, yine fikrin sahibi,
ressam-yönetmen Haşim Vatandaş bulunuyor.
Vatandaş, 1952 Konya doğumlu,
İstanbul Devlet
Güzel sanatlar Akademisi Sinema-TV Bölümünden
mezun ve bir çok çizgi, belgesel film
yönetmenliği yapmış. 1453
İstanbul’un
fethinden sonra, dünyanın en kanlı savaşlarından
biri olan Çanakkale’yi canlandırmanın heyecanını
yaşıyor.
Atölyede çok titiz çalışma yürütülüyor. Her
türlü ayrıntı düşünülüyor. Gelebilecek her türlü
eleştiri göz önüne alınarak proje
gerçekleştiriliyor.
Bir yanda bilgisayarlarda çalışan uzman ve
ressamlar, diğer yanda insan figürlerini,
giysilerini, tüfek ve bombalarını yapmak için
uğraşan sanatçılar, bir diğer tarafta da 1915
trajedisini en ufak ayrıntısına kadar
canlandırmak için çaba gösteren bilim adamları
çalışıyor.
Projeye hiç bir
devlet katkısı yok. Haşim Vatandaş, neden devlet
katkısı olmadığına yönelik sorumuzu, “Zaman
alacaktı. Bakanlıklar arası yetkilerle vakit
kaybedecektik. Bu yolu tercih ettik” diyor.
Bunun için Çanakkale Müzecilik adı altında bir
firma kuruldu. Büyük ortağı, işadamı Mehmet
Macit Topsakal. Topsakal, Haliç Kongre
Merkezi’ni yapan kişi. Yap-işlet-devret
kuralıyla işleyecek olan Panorama 1915 Tarih
Müzesi, hesaplamalara göre 10 milyar liraya
malolacak. 3 bin 500 m2 üzerine kurulu, toplam 7
bin m2 kapalı alanı olan bir merkez inşa
ediliyor. Geniş otopark alanları, kafe, lokanta,
müze mağazası var. İçeride konferans salonu da
yer alacak. Çanakkale Savaşlarına ait film ve
belgeseller gösterilecek, konuyla ilgili
konferanslar düzenlenecek.
Müzeye gelenler, 40
metre çapında bir yarımadaya girecek.
Yarımadanın üzerine, dökülen kanı simgeleyen
kırmızı renkli üç boyutlu kubbe yapılıyor.
Üstten bakıldığında Google Earth’te bile
görülecek şekilde bir ayyıldız çizilecek.
İçinde, Arıburnu çevresinde Anzaklarla yaşanan
kara savaşı canlandırılacak. Göğüs göğüse
çarpışan gerçek büyüklükte tam 180 asker figürü
tek tek yapılıyor.
Panorama’ya girenler, Anzak koyuna, Halit Rıza
Tepesi’nden bakıyor olacaklar. Yani, 30 Mayıs
1915’te şehit olan Bitlisli Halit ile Amasyalı
Rıza’nın adını alan tepeden savaşı izleyecekler.
Tepeden bakıldığında, Anzak koyunun yanısıra,
Mahmutsırtı ve Çataltepe de görünecek. 19 Mayıs
saldırısında şehit olan 6 bin Türk askerinin
göğüs göğüse yaptığı çarpışma resmediliyor ve
canlandırılıyor. O tarihte Anafartalar’da savaş
yoktu ama, Mustafa Kemal’in tepeden bakan o ünlü
resminin yer alması için, o savaştan bazı
görüntüler var. Bombalanan gemiler de,
Panorama’da yer alıyor. Haşim Vatandaş,
Çanakkale’ye yılda 3 milyon kişinin şehitlikleri
ve savaş alanlarını ziyaret amacıyla gittiğini,
Panorama 1915 Tarih Müzesi’nin ise, 1.5 milyon
kişiyi ağırlayabilecek kapasitede olduğunu
söylüyor.
Haşim Vatandaş,
Panorama 1453’te, bulutların içine Fatih
portresini ‘şifre’ niyetini gizlemişti. Panorama
1915’te ise 10 kişilik ekibin, yine bir şifresi
olacak. Ortaya kilitli bir sandık bırakılacak ve
bu sandığın, Çanakkale Savaşları’nın 150’inci
yıldönümü olan 2065’te açılması istenecek.
Panorama’yı yaratan ekip, o günkü nesile bir
sürpriz bırakacak. Haşim Vatandaş, bu sürprizi,
projeyi yaratan 10 kişiden başka kimsenin
bilmeyeceğini, ancak 2065’te yeni neslin bunu
öğreneceğini söylüyor.
Arıburnu
çıkarması
Anzak kolordusu,
Çanakkale Savaşı’nın bir cephesi olan ‘Arıburnu
Cephesi’ne, 25 Nisan 1915’te çıkarma başlattı.
Queen, London ve Prince of Wales gemileri ilk
hucuma katılacak olan 1’inci Avustralya Tümeni
3’üncü Tugaya bağlı 1500 askeri taşıyordu.
Askerler saat 03.00 sularında 48 flikaya
bindirildi. Bu flikalar 12 istimbot tarafından
çekilerek Kabatepe yönüne döğru hareket ettiler.
Hedefleri Kabatepeye çıkıp, Kocaçimen Tepe ve
Conk Bayırını aynı gün ele geçirip yarımadada
hakimiyet kurmaktı. İstimbotlar Kabatepe yerine
1,5 km kuzeydeki Arıburnu bölgesine yöneldiler.
Bazı Osmanlı kaynaklarına göre bu yanlış noktaya
yönlenmelerinin sebebi, 3’üncü tabur komutanı
Binbaşı Halis’in İngilizlerin daha önce işaret
olarak bıraktıkları şamadıranın yerini
değiştirerek Kabatepe’den alıp Arı Burnu
açıklarına taşıtmasıydı. Anzakları, 27’inci
alaydan iki manga Hain Tepe’de ateşle karşıladı.
Anzaklar ilk aşamada çok kayıp verdi ve kıyı
başında sıkışıp kaldı. Çabuk toparlandılar ve o
kanlı kara savaşı tüm acımasızlığıyla yaşandı.
Bu tarihten başlayarak harekat, 1915’in Ağustos
ayına kadar dört ay boyunca, Conkbayırı-
Kocaçimentepe-Kabatepe bölgelerinde, tarafların
karşılıklı saldırı ve özellikle gece yapılan
süngü hücumlarıyla, yakın boğuşmalar şeklinde ve
çok kanlı çarpışmalarla geçti. Bu çarpışmalar
sırasında Türkler de, Anzaklar da ağır kayıplar
verdi.
Hürriyet Cuma,
29.04.2011
|
TARİHİ BİNA ÇÜRÜYOR
Çanakkale'de, 2010 yılı Haziran ayı sonunda restorasyon çalışmalarına başlanmasına rağmen yapılan eksik keşif sebebiyle yıl sonunda çalışmalarına ara verilen kordon boyundaki tarihi Devlet Güzel Sanatlar Galerisi bakımsızlık sebebiyle çürümeye başladı.
Kordon boyunun en önemli tarihi binaları arasında yer alan ve Hettie Grech (Madam Katya) tarafından yıllarca kullanıldıktan sonra Güzel Sanatlar Galerisi haline getirilen tarihi binanın restorasyonunda yaşanan sorunun halen çözülememesi sebebiyle bina doğa koşulları sebebiyle yavaş yavaş çürümeye başlarken, vatandaşlarda bu duruma tepki gösterdi.9 yıl önce restore edilmesine rağmen ahşap olan dış cephesi eskiyen tarihi binanın eski haline getirilmesi için Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü'nün geçtiğimiz yıl onarım başlattığını belirten vatandaşlar, "2010 yılı sonunda tamamlanması planlanan restorasyon çalışmaları yıl sonunda durduruldu. Uzun süre de ahşap olan bu yapı açıkta bu şekilde kaldı. Yaptığımız araştırmalarda 500 bin TL'ye ihale edilen restorasyon işinin yanlış keşif sebebiyle daha fazla maliyetinin olduğu, bu sebeple firma tarafından çalışmaların durdurulduğunu öğrendik. Kış boyunca bina bu şekilde durdu. Kar ve yağmur ahşap binanın açık olan bölümlerinden içeriye girerek yapıyı adeta çürüttü.
Yetkililerden en kısa sürede tarihi özelliği olan binayı restore etmelerini ve adına yakışır hale getirmelerini istiyoruz" dedi.
Çanakkale Kent Haber, 28.04.2011
|
 |
YERALTI ŞEHİRLERİNİN
MR'INI ÇEKTİLER
Kapadokya bölgesinde yeni yeraltı şehirlerinin
ortaya çıkartılması amacıyla arkeometre jeofizik
radar taraması yapılırken, bu uygulamanın Türkiye'de
yeraltı şehirleri üzerinde ilk defa uygulandığı ve
yeraltı şehirlerinin içine girmeden haritasının
çıkartılacağı bildirildi.
Aksaray Müze Müdürü Yüksek Sanat Tarihçisi Yusuf
Altın, Kapadokya bölgesi içinde yer alan Aksaray'da
tescilli 18 yeraltı şehri bulunduğunu, 5 yer altı
şehrinin de tescil için sırada beklediğini söyledi.
Altın, Aksaray'ın yeraltı şehirleri açısından zengin
olmasına karşılık sadece 3 yeraltı şehrinin turizme
açık bulunduğunu belirtti. Aksaray'daki yeraltı
şehirlerini turizme kazandırmak için çalışma
başlattıklarını açıklayan Altın, şunları ifade etti:
"Gülağaç Kaymakamlığı'nda yaptığımız bir toplantıda,
yeraltı şehirlerinin boyutlarının arkeometre
jeofizik radar taramasıyla belirlenebileceğini
söyledim. Toplantıda bulunan Saratlı, Demirci ve
Bekarlar kasabalarının belediye başkanları da bu
önerime sıcak baktılar ve hemen çalışmalara
başladık. Daha sonra bu çalışmaya merkeze bağlı
Akçakent kasabası da dahil oldu. 4 kasabamızda da
yer altı şehirlerinin olduğu biliniyordu. Ancak
boyutları bilinmiyordu."
Yeraltı şehirlerinin haritasını çıkarmak için
arkeometre jeofizik radar taraması yaptıklarını
vurgulayan Altın, "Türkiye'de ilk kez yeraltı
şehirlerinin haritasını çıkarmak için Kapadokya
bölgesindeki 4 kasabada arkeometre jeofizik radar
taramasını yaptık" dedi.

Arkeometre jeofizik radar taramasıyla yeraltı
şehirlerinin içine girmeden dışarıdan adeta MR'ını
çektiklerini belirten Altın, şöyle devam etti:
"Bugüne kadar yeraltı şehirlerinin boyutları
bilinmeden temizlik çalışması yapılıyordu.
Potansiyeli olmayanlara devam edilmezken, binlerce
lira boşa gidiyordu. Bizim yaptığımız arkeolojik
çalışmada ise manyetik ve elektromanyetik ölçüm
aletleri ile yeraltı şehrinde bulunan mekanların ne
yöne devam ettiği, kaç metre uzaklıkta oldukları,
oda ve benzeri boşluklu yapıların yeraltındaki alt
ve üst kot sınırları, genişlikleri, uzanım ve dalım
geometrilerini tespit edebiliyoruz. Mekanların
özellikle havalandırma ve giriş kapısı açıklıkları
da tespit edilecek."
Mekanlara zarar vermeden toprak üstünden cihazları
gezdirerek taramaları tamamladıklarını ifade eden
Altın, "Tarama sonucunda yeraltı şehirlerinin
haritalarını çıkartırken, sit alanı ilan edilmesi
için çalışmalar başlayacak. Kültür ve Tabiat
Varlıkları Koruma Kurulu Konya Bölge Müdürlüğü'ne
müracaat edeceğiz. Kurulun değerlendirmesinden sonra
yeraltı şehirlerini turizme kazandırmak için
müzemizdeki teknik uzmanlar tarafından temizlik
çalışmaları başlatılacak" diye konuştu.
Kapadokya'nın Aksaray'dan başladığını anlatan Altın,
Aksaray'daki yeraltı şehirlerinin haritasını
çıkardıktan sonra turizme kazandırarak, turistleri
yeraltı şehirlerine yönlendireceklerini sözlerine
ekledi.
Türkiye Gazetesi, 28.04.2011
|

 |
DOMİNİK'TE BATAN GEMİNİN
MALLARI BULUNDU
Dominik Cumhuriyeti sahillerinde 1500 yıl önce batan geminin enkazına ulaşıldı.
Billy Rawson adlı kaptan ve ekibinin bulduğu gemiden çıkarılan 700 adet gümüş para, Şamanların dini törenlerde kullandığı figürler, zümrüt yeşili taşların milyonlarca dolar değerinde olduğu bildirildi.
Karayip denizlerindeki en eski gemiyi bulduklarını söyleyen Utah menşeili şirketin Başkanı Rany Champion, "İçinde 25 ile 45 kişinin olduğunu tahmin ettiğimiz geminin uzunluğu 15 ile 18 metre arasında. İspanya'ya yeni basılmış paraları götüren geminin fırtınadan dolayı battığını tahmin ediyoruz.
Şu ana kadar 700 adet gümüş para çıkardık. Binlercesinin daha bulunduğunu tahmin ediyoruz.
Paraların üzerinde tarih yok ve her birinin değeri 1000 dolar" dedi.
Türkiye Gazetesi, 28.04.2011
|
TOPKAPI'DA HOLOGRAM
ASKERLER

Kültür ve Turizm Bakanlığı
yaklaşık 3 yıl önce
Topkapı Sarayı
Müzesi’ndeki Silah Seksiyonu’nun yenilenmesi kararı
aldı.
İstanbul Rölöve ve Anıtlar
Müdürlüğü denetiminde yürütülen proje
mimar
Dr. Hasan Fırat Diker’e
teslim edildi. Osmanlı döneminde Dış Hazine binası
olarak kullanılan binada öncelikle restorasyon
çalışması gerçekleştirildi. İki yıl süren
restorasyon ve teşhir tanzim çalışmalarının ardından
tamamlanan projenin yaklaşık 3 milyon TL’lik bütçesi
İl Özel İdaresi
tarafından karşılandı.
Restorasyon sırasında
zemindeki yaklaşık 20 santimetre kalınlığındaki
beton zeminin kaldırılmasıyla yıllardır üstü kapalı
duran 4 kapak ortaya çıkarılmış oldu. Kapaklar
açıldığında yerin altında kalan bölmelerin, binanın
olduğu yerde daha önce bulunan Bizans bazilikasından
kalma 3 lahit ve bir vaftiz havuzu olduğu anlaşıldı.
Bu dört bölmenin dışında yine aynı bazilikanın
kalıntılarından devşirilmiş, üzerinde semboller
bulunan zemin tuğlaları ve yaklaşık 20 metre
derinliğinde, içinde hala su bulunan bir su kuyusu
ortaya çıkarıldı.
Topkapı Sarayı
Müzesi Bilim Kurulu’nun kararıyla çelik
konstrüksiyon üstüne camla kaplanan zemin sayesinde
ziyaretçilerin aydınlatılan bu bölmeleri ve
zemindeki Bizans kalıntılarını da izleyebilmesi
sağlandı.
Restorasyon projesinin
tamamlanmasının ardından eserlerin sergilenmesi
projesine başlandı. Modern müzecilik anlayışıyla,
teknolojinin son imkanları kullanılarak hayata
geçirilen projede ilk olarak müze arşivinin tozlu
raflarındaki savaş ve silah figürlerinin yer aldığı
yüzlerce minyatür incelendi.
Bunların arasından
seçilen ve sinema teknikleriyle canlandırılan
minyatürlerden Osmanlı askeri ve silah kültürünü
anlatan değişik temalarda kısa animasyonlar ve
filmler hazırlandı. Bu filmler, LCD ekranlardan
ziyaretçileri bilgilendirmek için kullanıldı.
Örneğin ok ve yayların sergilendiği vitrindeki LCD
ekrandan dünyaca bilinan “Okçu” minyatürü, ateşli
silahların sergilendiği vitrinde de ateşli
silahların yer aldığı minyatürler kullanıldı.
Viyana Devlet Kütüphanesi’nden
temin edilen ve Osmanlı ordusunun pek çok
karakterinin bir arada görüldüğü iki ayrı minyatürde
yapılan animasyonlara ise mekanın yaklaşık 15
metrekare büyüklüğündeki iki beyaz duvarı perde
olacak. Ziyaretçiler, bu iki duvarda Osmanlı
ordusunun alay geçidini izleyecek.
Mekanda uluslararası
standartlara uygun olarak hazırlanan vitrinler,
düzeyleri ayarlanabilen LED ışıklarla
aydınlatılırken silah teşhirinde kronolojik bir sıra
takip edildi. Binaya ilk girişinde ok ve yayları
görecek olan ziyaretçiler, gezi güzergahını takip
ettikçe kılıçlara, sonrasında da ateşli silahlara
doğru ilerleyecek.
Piri Reis’in
Kitab-ı Bahriyesi’nden alınan ve pek bilinmeyen,
Akdeniz ve Avrupa’yı içeren haritası da Osmanlı’nın
üç kıtaya yayılışının 7 büyük savaş eşliğinde
anlatıldığı dev bir panoya dönüştürüldü.
Yaklaşık 10 metrekarelik
dev harita üzerine yerleştirilen monitörlerden
Kosova, İstanbul, Ridaniye, Mohaç, Preveze, Kıbrıs
ve Bağdat savaşlarını konu alan minyatür
canlandırmaları yayınlanıyor.
Silah Seksiyonu’nda en
çok ilgi çekmesi beklenen yenilik ise hologram. Bina
içindeki yıllardır kullanılmayan ve kapalı tutulan
küçük hücre, Osmanlı ordusunun en bilinen figürleri
Yeniçeri, Sipahi ve Levent’in üç boyutlu olarak,
gerçekten oradalarmış gibi boy gösterecekleri sahne
olarak kullanılacak.
Hologram sayesinde üç
Osmanlı askeri kendilerine has kıyafetlerini,
silahlarını ve o silahları nasıl kullandıklarını
canlıymış gibi gösterecekler. Yeniçeri çakmaklı
tüfeğini, Sipahi ok ve yayını, Levent ise elindeki
yatağanı nasıl kullandığını hareketli bir şekilde
ziyaretçilere gösterecek. Yeniçeri ve Levent
kıyafetleri orijinalleri örnek alınarak modacı Faruk
Saraç tarafından hazırlandı. Hologram çekimleri
yapılırken silah hareketlerinin şiddet unsuru
içermemesi ve bir hedefinin olmamasına özen
gösterildi.
Silah Seksiyonu’nda
ayrıca ziyaretçilere gezi boyunca eşlik edecek
müzikler olacak. Proje kapsamında Cahit Berkay,
Erkan Oğur, İskender Paydaş, Gökhan Kırdar, Hayko
Cepkin, Şebnem Ferah gibi isimlerin yer aldığı
Türkiye’nin 22 tanınmış müzisyeni bir araya
getirildi. Ünlü Türk heavy metal grubu Pentagram
üyelerinden Hakan Utangaç ve Tarkan Gözübüyük
yönetiminde Silah Seksiyonu’na özel hazırlanan 15
şarkılık albümde 14 özgün parça yer aldı. Türkiye’de
ilk defa bir müzenin bir bölümü için özel olarak
hazırlanan albümdeki müzikler, mekanın akustik
özelliklerine uyum sağlayacak şekilde hazırlandı.
Silah Seksiyonu teşhir
tanzim projesini daha önce de Ayasofya’yla ilgili
bilimsel araştırmaları, serafim meleğinin mozaik
yüzünün açılması, Topkapı Sarayı Kutsal Emanetler
Dairesi’ndeki havada duran kılıçlar tasarımı gibi
ses getiren projeleriyle tanınan Fatih Sultan Mehmet
Vakıf Üniversitesi Öğretim Görevlisi Dr. Mimar Hasan
Fırat Diker gerçekleştirdi.
Habertürk, Haber: Serkan
Akkoç, 28.04.2011
|
'KANAL İSTANBUL', MARMARA İLE KARADENİZ'İ
BAĞLAYACAK, GÜNDE 160 GEMİ GEÇECEK
Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan, günlerdir merak edilen “çılgın
proje”sini slaytlar ve animasyonlar eşliğinde
açıkladı. Projesinin adını ‘Kanal
İstanbul’ olarak duyuran Erdoğan, “İstanbul
içinden deniz geçen iki şehre dönüşecek” dedi.
“Büyük Usta” sloganları arasında kürsüye gelen
Başbakan Erdoğan,
İstanbul’un batısında Marmara Denizi’ni
Karadeniz’e bağlayacak Kanal
İstanbul’un, etüt çalışmasının 2 yıl süreceğini
belirtti. Erdoğan, Kanal
İstanbul’dan günde 130-160 geminin geçeceğini
söyledi.
İstanbul Kongre Merkezi’nde yapılan ve
İstanbul milletvekili adaylarının tam kadro yer
aldığı bir toplantıda “Çılgın Projesi”ni açıklayan
Erdoğan,
İstanbul Boğazı’ndaki tanker trafiğini ortadan
kaldırmayı amaçladıklarını belirtti. Konuşmasına
Yahya Kemal Beyatlı’nın “Deniz” şiiriyle başlayıp
daha sonra da Necip Fazıl’dan “Canım İstanbul”la
devam eden Erdoğan, kanalın tam yerini açıklamadı.
Ancak toplantının bitiminde Kongre Merkezi’nden
çıkmak üzereyken, kendisine sevgi gösterilerinde
bulunan vatandaşlara, Erdoğan, “Bak bu proje
Çatalca’ya hediye ona göre” diye seslendi. Erdoğan,
Kanal
İstanbul’u anlatırken, “Panama kanalıyla, Süveyş
ile,
Yunanistan’da Korint Kanalı ile kıyas dahi kabul
etmeyecek, yüzyılın en büyük projelerinden biri için
bugün kolları sıvıyoruz” diye konuştu,
“Projenin önemli gerekçelerinden bir tanesi, Boğaz
trafiğini azaltmak ve Boğaz’daki tehlikeyi minimize
etmek” diyen Erdoğan, şunları da söyledi: “Dünyada
içinden nehir geçen nice şehirler var. Ama içinden
deniz geçen yegane şehir
İstanbul. Şu andan itibaren başlattığımız
projemizle
İstanbul, içinden 2 deniz geçen bir şehre
dönüşüyor, 2 yarımada, 1 ada oluşuyor.” Anadolu
yakası, zaten bir yarımada. Fakat şimdi bir ada
oluşacak.”
“Kanalın finansmanı noktasında hiç bir sıkıntı
yaşanmayacak” diyen Erdoğan, şöyle konuştu: “Zira,
gerek ulaşım boyutuyla, gerek çevresinde oluşacak
yaşam alanları boyutuyla, kanal cazip bir yatırım
alanı olma özelliğini taşıyor. Artık kaynaklar
çeşitlendi, BO (Yap-İşlet)ve BOT (Yap-İşlet-Devret)
gibi sistemlerle artık bunu yapmak mümkün. Çünkü
Türkiye, bir istikrar, güven ülkesi. Türkiye,
2023’e, böyle büyük, çılgın ve muhteşem bir projeyle
girmeyi fazlasıyla hak etmektedir.”
Programın sonunda projenin bir simülasyonunu
izleyicilerle paylaşan Erdoğan, “Diğer önemli
projelerimiz de hazır.
İstanbul’da iki yeni şehir demiştim, onlar.
Ankara’ya ait olanları
Ankara’da,
İzmir’e ait olanları
İzmir’de açıklayacağım. Buna benzer bazı illerde
bu tür açıklamalarımız olacak” dedi. Erdoğan, daha
sonra “dar çerçeve” olarak nitelediği ekibini
sahneye çağırarak, Ulaştırma Bakanı Habip Soluk,
eski Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım,
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı
Kadir Topbaş ve
AKP
İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşcu ile poz verdi.
İŞTE ÇILGIN PROJE KANAL İSTANBUL'DAN KARELER
Başbakan
Tayyip Erdoğan, “Kanalla ilgili araştırmalar,
etütler, zemin incelemelerin, maliyet hesaplarının
bir kısmı yapıldı ancak, spekülasyonlara meydan
vermemek adına, bu ayrıntıları şimdilik
girmeyeceğiz”derken, “12 Haziran seçimlerinin hemen
ardından projenin etüt çalışmalarını başlatacak,
ağırlıklı hazine arazileri kullanılmak suretiyle bu
projeyi gerçekleştireceğiz” dedi. Erdoğan,
konuşmasında finansman konusunu Yap-İşlet ve
Yap-İşlet-Devret’in İngilizce kısaltmaları olan “BO”
ve “BOT”u kullanırken, projenin 2023’te
tamamlanmasının planlandığını belirtti. “Mümkün
olduğunca meskun mahallere girmemeye gayret
edeceğiz” diyen Erdoğan, “Tabi zorlandığımız yerler
olabilir. Orada da kimsenin mağduriyetine asla
fırsat vermeyeceğiz” diye konuştu.
‘Çılgın proje’nin özellikleri
Karadeniz ile Marmara denizi arasında yaklaşık 45
ile 50 kilometre arasında bir kanal yapılacak.
Etüd çalışmaları 2 yıl sürecek projenin
hazırlıklarına, seçim sonrası başlanacak.
Kanalın su derinliğin yaklaşık 25 metre, su
yüzeyindeki genişliği yaklaşık 145-150 metre
civarında, tabanda ise yaklaşık 120 metre olacak.
Günde 130-160 geminin geçeceği Kanal
İstanbul’dan 300 bin tonluk gemiler de
geçebilecek.
Kanal üzerine inşa edilecek köprülerle kara ve demir
yolu ulaşımı kesintisiz sağlanacak.
3’üncü köprünün bağlantı yolları da bu kanalın
üzerinden geçecek.
Kanal
İstanbul’un etrafında kongre-fuar merkezi,
kültür merkezleri,
spor kompleksleri ve yaşam alanları
oluşturulacak.
Ayrıca yıllık 60 milyon kapasiteli bir havalimanı da
inşa edilecek.
Kanalda akıntı olacak kirlilik
yaşanmayacak.
Kanal
İstanbul’u tanıtırken, bu konuda oluşacak
çevreci endişelere de yanıt veren
Tayyip Erdoğan, şunları söyledi: “Kanalın suyu
durgun olmayacak, akıntı nedeniyle, bir kirlilik
oluşmayacak. Kanal,
İstanbul’un yer altı ve yer üstü kaynaklarına
zarar vermeyecek. Bunların hepsinin proje
çalışmaları yapıldı, yapılıyor.
İstanbul’da bir su sorununa asla sebep
olmayacak. Kanal boyunca tabii yaşamın muhafazasına,
tarım alanlarının korunmasına dikkat edilecek. Etüt
çalışmaları sırasında her türlü yapıcı eleştiri,
öneri, katkı alınacak. Sivil toplum örgütleri,
üniversiteler, ilgili tüm kurumlarla koordinasyon
halinde proje yürütülecek.”
Kanal
İstanbul’un artıları
Avrupa Adası oluşacak: Karadeniz ve Marmara
ikinci kez birleşecek. Avrupa yakası ada olacak. İki
yarımada ve bir adayla içinden deniz geçen tek şehir
İstanbul olacak.
Gemi trafiği azalacak: Boğazdan günde geçen 150 gemi
ikinci bir güzergah seçeneğine kavuşacak. Rahatlayan
Boğaz, su sporları ve diğer etkinliklerle çekim
merkezi olacak.
Felaket olasılığı azalacak: Tanker trafiğinin
azalmasıyla
İstanbul’a büyük zarar verebilecek olan kaza
olasılığı da azalacak.
Trafik güvenliği artacak: Doğal alan olan değişken
ve ters akıntıları nedeniyle riskli bir geçiş alanı.
Teknik arızada kaza olasılığı yüksek. Oysa Kanal
İstanbul’da akıntı ve diğer doğal riskler yok.
Boğaz ekolojisi korunacak: Geçen gemilerin pervane
seslerinden bıraktıkları atıklara kadar Boğaz’a
verdikleri zarar azalacak. Balık ve diğer canlılara
baskı azalacak.
Kanal cazibe merkezi olacak: Trakya’da ikinci bir
İstanbul Boğazı olacak. Çevresindeki
yatırımlarla bölge ekonomisi canlanacak.
Kanal
İstanbul’un eksileri
Ekolojik etkisi: Karadeniz ve Marmara’yı ikinci
bir kanalla bağlamanın iki deniz açısından nasıl bir
etkisi olacağı bilinmiyor.
Trafiği azaltmayabilir: Montrö’ye göre transit
gemilerin Boğazları kullanma hakkı kısıtlanamıyor.
Türkiye tankerleri yeni kanalı kullanmaya
zorlayamaz. Dev yatırım işlevsiz kalabilir.
Kenti boğabilir: Yeni kanalla birlikte kentin en
bakir bölgeleri de yapılaşmaya açılacak. Ormanların
bulunduğu Kentin Kuzey aksında oluşacak bir
yapılaşma zaten nüfus baskısı altındaki kenti
boğabilir.
Rant riski: Bölgede oluşacak ekonomik gelişim
bölgedeki rant paylaşımını tetikler. Sosyal sorunlar
oluşabilir.
Hürriyet, Haber: Mustafa Küçük - Sefa Özkaya,
28.04.2011
******
BU PROJE ÇILGIN MI, YOKSA ÇILGINLIK MI?

Aylardır beklenen o
çılgın projeyi, yeri belli olmasa da artık bütün
Türkiye biliyor. Sadece Türkiye'de değil bütün
dünyada büyük ses getirecek bu projeyle ilgili ilk
yorumlar gelmeye başladı bile. Uzmanlar ve şehir
bilimciler İstanbul içerisinden iki deniz
geçirilmesi ve bir ada oluşturulması projesine ilk
tepkilerini HABERTURK televizyonunda Yiğit Bulut'a
açıkladı.
Yüksek Mimar ve Kent
Bilici Prof.Dr. Ahmet Vefik Alp
Benim daha çılgın bir projem var. Kıbrıs'la
anavatanı birleştiren bir çalışmaydı. Başbakanın
projeci kimliğini takdirle karşılıyorum. Cesaretini
takdirle karşılıyorum. Projeyi genel hatlarıyla
olumlu bulup destekliyorum. Fakat bazı çekincelerim
ve hassasiyetlerim var. Bu projelerin Batılı
dünyalarda genel kitlelerin konsensüsüyle
tartışılarak paylaşımcı olarak ortaya konduğunu
görürüz. Biz Türkler'in kanında var sanırım. Tepeden
olabiliyor. Ama bundan sonra tartışılacak,
konuşulacak, bölge sakinlerinin projeye yaklaşımı ve
tepkisi ortaya konulacak.
İstanbul Boğazı 30 kilometre uzunlukta. Genişliği
ortalama 600 metre, en dar yerinde. Yılda 50 bin yük
gemisi buradan geçiyor. 10 bini tehlikeli madde
taşıyor. İstanbul Boğazı'ndan geçen petrol
Panama'dan geçenin 4, Süveyş'ten geçenin 3 katı.
Burada çok ciddi bir risk var. O bakımdan bu projeyi
desteklemek gerekir. Fakat çok derinlemesine
çalışılması gerekir. Ben İstanbul'un daha fazla
büyütülmesini çok tehlikeli buluyorum. Bu proje yeni
inşaat alanları açmasın diliyorum. Sayın Başbakan
farklı değerlendirdi.
İstanbul 15 milyona yükseldi. Daha fazla büyümesi
çok tehlikeli. kabus şehre dönüşebilir. Kuzeyde
gördüğümüz son yeşil akciğerleri kaybetmemek
gerekir. Bu gibi projeleri İstanbul'a enjekte
ederken İstanbul'un büyümesini tetiklememek lazım.
Su alanlarını bozmamak konusunda da çok dikkatli
olmak lazım. 30 milyonluk İstanbul gibi bir kabus
şehre dönüşmemeliyiz. Ya güzele gideceğiz, ya
kötüye...
İstanbul Serbest Mimarlar Derneği ve İstanbul III
Numaralı Bölge Kurulu
Başkanı Sinan Genim
Başbakanın projesini şiddetle destekliyorum!
Bir an önce hayata geçirilmesini, bir an önce
Türkiye'nin böyle bir projenin başarısını tatmasını
isterim, gurur duyulmasını isterim.
Bu proje İstanbul'un yaşam alanını büyütecektir yani
yaşayan insana da yeni rekreasyon alanları yeni
yerleşim alanları, yeni aktiviteler sunuyor o yüzden
de müthiş sevindirici bir proje.
"Eski şehir"in korunması için de müthiş bir katkısı
olacak. Özellikle Suriçi'ndeki ve Boğaziçi'ndeki
yoğun baskıyı azaltacak. Yeni yerleşim alanları ile
birlikte eski şehir dediğimiz tarihi alanlardaki
baskı azalacak. Eski şehir dokusu nefes alacak.
Bunların dışında Dünya'nın gündeminde Türkiye bu
projeyle büyük oranda yer alacağını umuyorum.
Dünyanın da Türkiye'nin de bu tür projelere şiddetle
ihtiyacı var.
Tankerler boğazdan her geçtiğinde tarihçilerin ve
mimarların yüreği ağzına gelir. Boğaz trafiğine
katkısı çok büyük olacak. Orada şimdi güvenli bir
yerde, bir kanalın içinde tankerler gayet emniyetli
bir şekilde geçecek. Bu da boğaziçinin yüzyılların
kültürel birikiminin rahatlamasına ve kendini
emniyette hissetmesine yol açacak.
Yani yelkenle geçilen bir devirden bugüne gelindi,
Kandilli veya Rumeli Hisarı'nın önünde durusanız
nasıl bir faciayla karşı karşıya olduğumuzu
görürsünüz. Allah bizi koruyor, Tanrı'nın bir lütfu
yani başımıza bugüne kadar birşey gelmemesi. bugünkü
tankerler Indepente gibi de değil onun 2 misli 3
misli tankerler geçiyor, o dönemde olmayan doğalgaz
dolu tankerler geçiyorlar yani büyük bir risk
altındayız.
Projenin Türkiye'ye büyük ekonomik katkısı
olacaktır. Her türlü böyle büyük inşaat faaliyetleri
ülke ekonomisini geliştirmesi açısından, ülke
ekonomisine dinamizm kazandırması açısından büyük
bir başarıdır. Bizim hele orada bunu yapacak
insanların, çalışacak insanların hayat standartları
yükselecek ve Türkiye böyle bir projeyi gündeme
getirmekle dünyada söz sahibi olacak.
Bir dönemde GAP bu tür bir projeydi ama GAP bugün
Türkiye için küçük bir proje artık.
Bunu gerçekleştirebilecek gücümüz var ve bunu da
dünyaya göstermenin zamanı geldi. Önümüzdeki
yıllarda dünyanın ilk 10 ekonomisine girmek üzere
hazırlanan bir ülkenin bu tür projeleri olması
gerekir.
Mimarlar Odası Genel
Başkanı Eyüp Muhçu
Adı üstünde, Başbakan "Çılgın
Proje" diye nitelemiş. Proje, ulusal ya da
bölgesel ölçekte planlamaya dayalı olarak gündeme
gelmiyor. Anti demokratik bilimi dışlayan şekilde
gündeme geliyor.
Projenin uygulanması İstanbul'a aykırı. Bu projeyle
İstanbul'un yeni nüfus yoğunluğu, ulaşım, yerleşim
kararları verilmiş olacak. Kanal çevresinde yeni bir
kent kurulması ve paralel olarak Silivri- Çatalca
hattında yeni bir projeden bahsediliyor. Burada
İstanbul'un geleceğinin tüketilmesi söz konusu
olacak. Çevresel sorunlardan sözedebiliriz.
17 milyon nüfusun üzerine ilave olacak nüfuslarla
25-30 milyona çıkacak. İstanbul'un yok edilmesi
anlamına geliyor. Projeyle ulaşım ihtiyacı
karşılanacğı varsayılıyor. Bu öne çıkarılıyor.
Halbuki ulaşım master planında bu öngörü söz konusu
değil. 3. Köprü siyasal rant projesi olarak
yapılmaya başlandı. İşlevi olmayan projeye işlev
kazandırılması öngörülyor. Maliyetiyle ilgili
açıklama yapılmaması nitelik hakkında fikir veriyor.
Daha çok 12 Haziran sonrasına yönelik bir söylem
halindedir.
Teknik yeterli bir çalışma yapılmamış, maliyet
analizi yapılmamış. Ancak bu proje, ülkenin
öncelikleri, ekonomik kaynakları açısından kabul
edilemeyecek çılgın bir projedir.
Mimarlar Odası Eski
Genel Başkanı Oktay Ekinci
Prof.Dr.
Oktay Ekinci, şunları söyledi: “Bu proje falan
değil sadece hayal. Seçimler yaklaşıyor, bu olsa
olsa seçim vaadi olur. Çocukça, beceriksizce
yapılmış bir animasyon gerçekçi bir proje değil. Sen
Boğaz’ı rahatlatmak istiyorsan burada asıl sorun
petrol taşıyan tanker gemileridir. Petrol neyle
taşınır boru hattıyla ilk once sen bu gemilerin
geçişini engelle. Eğer Boğaz'ı rahatlatmak
istiyorsan tanker geçişlerini engelle. "Kanal
açacağız" diyorlar, bu İstanbul’un felaketi olur.
İstanbul bu yüklemeyi kaldırmaz. İstanbul yükleme
şehri değil; restorasyon şehri olmalıdır,
restorasyon gereklidir bu İstanbul'un felaketi olur.
Bir öğrenci bana böyle bir proje ile gelse ben bu
öğrenciye sıfır veririm böyle bir projenin imkansız
olduğunu anlayana kadar geçirmem onu dersten"
dedi.
MÜSİAD Genel Başkanı
Ömer Cihad Vardan
MÜSİAD Genel Başkanı Ömer Cihad Vardan, Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan tarafından açıklanan “Kanal
İstanbul” projesine ilişkin değerlendirmelerde
bulundu.
Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD)
Genel Başkanı Ömer Cihad Vardan, Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan tarafından açıklanan “Kanal
İstanbul” projesini Türkiye’nin ekonomik
gelişmesine paralel olarak çok önemli bir adım
olduğunu belirterek, “Bu proje ile Türkiye’nin
bölgedeki ekonomik rolü artacaktır” dedi.
Vardan’ın açıklamaları şu şekilde:
Sayın Başbakanımızın açıklamış olduğu ‘Kanal
İstanbul’ projesi iş dünyası ve halkımızı
heyecanlandırmıştır. Projeyi sadece bir kanal,
sadece bir inşaat işi olarak görmemek gerekir. Bu
projenin beraberinde getirdiği çeşitli faydaları
olacaktır. Dünya çapındaki bu projenin, ülkemiz
ekonomisine ciddi katkılarda bulunacağını
düşündüğümüz gibi, böyle bir projenin hayata
geçirilmesiyle, öncelikle boğazlardaki tanker ve yük
gemileri kazaları riski ortadan kalkacaktır.
Boğazlar artık transit geçiş alanı olmayacak, daha
çok turizme yönlendirilecektir. Dünyanın incisi
dediğimiz ‘İstanbul Boğazı’ gerçekten bir inci
olacaktır.
Tabii bunların yanında, ‘Kanal
İstanbul’ projesi, kanal geçiş ücretleri, inşaat
işleri, çevre işleri vb. birçok konuda iş sahası
oluşmasına vesile olacaktır. Aynı zamanda yeni,
planlı ve çağdaş yerleşim bölgelerinin oluşmasına,
bölgenin gelişmesine de çok ciddi bir katkısı
olacağı kanaatindeyiz.
Sayın Başbakanımızın açıkladığı bekleme süresi ile
ilgili zararın yanı sıra bu kanalın kullanılması ile
bu hatta sevkiyat yapmak isteyen ülkelerin sayısı da
her geçen gün artacaktır. Asya ile Avrupa arasında
bir köprü niteliği taşıyan Türkiye’nin bölgedeki
ekonomik rolü de bu vesileyle artacaktır. Sonuçta
biz bu projenin Türkiye’nin gelişmesine paralel
olarak atılmış önemli bir adım olarak görmekteyiz.
Bütün bunlarla beraber İstanbul, dünyanın hakikaten
en güzel kentlerinden biridir ve her türlü yatırıma
layıktır. Özellikle deprem riskinin konuşulduğu
günümüzde İstanbul’un baştan sona ele alınmasında
yarar vardır. Yeni oluşturulacak yerleşim
alanlarıyla eskilerin ikamesi ve eskilerin
rehabilitasyonu hepimizin gündeminde olmalıdır.
Habertürk, 28.04.2011
******
SOKULLU'NUN RÜYASI
Başbakan herkesin merakla beklediği
Çılgın Proje'yi açıkladı.
HABERTURK TV'de
Murat Bardakçı ve
Fatih Altaylı
Murat Bardakçı önce Yiğit Bulut'a sonra
Didem Arslan Yılmaz'a
Çılgın Proje'yi yorumladı...
Murat Bardakçı:
Karadeniz ve Marmara'yı
bağlama projesi, geçmişte en az 4 kere denendi.
Fakat İzmit Körfezi tarafı denendi. Sokollu'nun
projesiydi. O zamanki sıkıntı teknoloji
yetersizliğiydi, dolayısıyla olmadı. Şimdi onu
Batı'ya aldık. Bildiğim kadarıyla Sokollu'dan sonra
üç kere daha denenmiştir. Olmadı.
Sapanca Gölü'nü yukarıdan Karadeniz'e, aşağıdan
Marmara'ya bağlamaktı. Teknoloji gelişti. Harfiyet
problem olmaz. Bizim mühendislerimiz çok iyi.
Ben biliyorum ki Mimarlar Odası, Mühendisler Odası
dava açacaklar. Mimarlar Odası İstanbul için neye
karşı çıkarsa o proje İstanbul'un hayrınadır.
Batı'da olmuş Doğu'da olmuş eskiden beri Rumeli ve
Anadolu'yu bölme planı vardı. Boğazlar çok önemlidir
ama her zaman için bizim için dertti. Savunma
açısından mesela.
Fatih Altaylı:
Biz HABERTÜRK'ün
manşetine aldığımız projeyi Başbakan'ın masasında
gördük. Orada korumalarını bile almadığı, hem
dinlenip hem çalıştığı özel işlerini yürüttüğü bir
ofisi var. Çok da küçük bir ofis, çok önemli bir
yerde. Oradaki proje bizim duyurduğumuz proje.
İstanbul'da bir Manhatten yaratan bir proje. Sonra
bu değişmiş olabilir, fizibilite çalışmaları değimiş
olabilir. Ama İstanbul'a 2. Boğaz manşetimiz
doğrudur. Gümüşdere'den girip oradan aşağı doğru
kanalın inmesi daha makul geliyor bana. Yani oradan
girip Küçükçekmece Gölü'ne çıkabiliyor da olabilir.
Ben bazen çıkıp geziyorum. Maden alanlarından
bahsediyorsa, Eyüp bölgesi içerisinde. O zaman
oralarda da pek çok araziyi kapatmış vaziyetteler.
Yatırımcıların o bölgeye götürülüp gezdirildiğini
biliyoruz. Biz orada Venedik türü kanallar
yapılacağını duymuştuk. Arap yatırımcıların ilgi
gösterdiğini biliyoruz. Havalimanı büyük ihtimalle
Karadeniz kıyısında gibi. Kemerburgaz ucundaymış
gibi. Buradan en iyi durumda olacaklar gemiyle
petrol taşıyan şirketler. Başbakan'ın dediği gibi
gemilerin beklemeden dolayı verdikleri 1.4 milyar
dolar maliyet var. Demek ki petrol şirketleri 1.4
milyar dolar para kazanacaklar. O zaman bu paranın
bir kısmını bize verecekler. Montro'de Boğaz geçişi
bir hak. Gemilerden biz kılavuzluk hizmeti
istemeyenlerden para veremiyoruz. Hukuki tarafları
da var. Bunun izinleri de önemli. ÇED Raporu nasıl
alınacak?
Habertürk, 28.04.2011
******
PROJE, BOĞAZLAR SÖZLEŞMESİ'NE AYKIRI MI?
Beklenen gün geldi ve Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan
Çılgın Proje'yi milyonların önünde açıkladı.
Proje partililer tarafından sevinçle karşılanırken
bir çok soru işaretini de beraberinde getirdi.
Projenin maliyeti ve yeri hakkında 'spekülasyona
neden olmaması için' net bir bilgi vermedi. Bilgi
verilmeyen ve bahsedilmeyen diğer bir konu ise işin
hukuki ve siyasi boyutu oldu. İkinci bir boğazın
ortaya çıkıyor olması ve ticari gemilerin de buradan
geçecek olması uluslararası Boğazlar Sözleşmesi'ne
ilişkin bazı soruları akıllara getirdi. İşte bu
kapsamda işin uzmanlarına konunun yaratabileceği
hukuki ve siyasi sorunları sorduk.
Emekli Büyükelçi
Onur Öymen HABERTURK.COM EKONOMİ SERVİSİ'nin
Çılgın Proje'ye ilişkin sorularını yanıtladı.
İşte Öymen'in değerlendirmeleri:
"Başbakan Erdoğan projenin sadece ekolojik ve ticari
boyuna değindi. Fakat hukuki ve siyasi boyutuna
değinmedi. Tabi Boğazlar meselesi sadece İstanbul
Boğazı'yla değil Çanakkale Boğazı'yla birlikte
değerlendirilmeli.
Bu kanaldan savaş gemileri geçecek mi geçmeyecek mi?
Sadece ticari gemiler mi geçecek? Belli değil.
Montrö Boğazlar Sözleşmesi sadece İstanbul ve
Çanakkale boğazlarını kapsar. Müttefiklerin savaş
gemileri bu kanal üzerinden Karadeniz'e çıkmak
isteyebilir. İşte bu kapsamda konu, uluslararası
hukuk çerçevesinde siyasi boyutlarıyla iyi
değerlendirilmeli; sadece ticari boyutlarıyla değil.
Öncelik hukuk ve siyasi boyut olmalı.
Montrö sözleşmesinde Türkiye'nin yetkileri var ve
bir kurallar sistemi söz konusu. Bu sözleşme
gemilerin geçeceği başka bir yolu öngörmemiştir. Bu
sözleşmeye göre Türkiye, boğazlardan geçen ticari
gemilerden ücret almıyor. Peki bu kanaldan ücret
talep edilirse ne olacak? Ücret alınırsa bir sorun
çıkabilir. Bu konuların iyi değerlendirilmesi
gerekiyor.
Dünyadaki genel trend büyük şehirlerin üzerindeki
yükü hafifletmek yönünde. Fakat bu proje İstanbul'u
bir çekim merkezi haline getirerek İstanbul'un
yükünü daha da artıracaktır. Bu proje İstanbul'u
Meksika gibi tahammül edilmez hale getirecek.
Başbakanın İstanbul konusunda yaklaşımı değişmiş
durumda.
İstanbul bir deprem merkezi ve çok büyük bir deprem
beklentisi varken İstanbul'u çekim merkezi haline
getirmek doğru mudur? "
Yeditepe Üniversitesi
Öğretim Görevlisi Devletler Hukuku Uzmanı Prof.Dr.
Yaşar Gürbüz
ise yaptığı
değerlendirmede, söz konusu kanalın ve buradaki
geçişlerin uluslararası boğazlar sözleşmesiyle
ilgisinin olamayacağını belirtti. "Bu tamamen
Türkiye'nin kendi topraklarındaki bir insiyatiftir"
diyen Gürbüz, ayrıca ticari gemilerin bu kanalı
kullanmayacağını da aktardı. Boğaz'dan geçen
gemilerin bu kanala yönlendirmesinin ise ciddi
sorunlar yaratabileceğini aktaran Gürbüz, "Boğaz
trafiğini azaltmaya yönelik bazı ticari gemiler bu
kanala kesinlikle yönlendirilemez. Fakat isterlerse
bu kanalı kullanabilirler. Bence bu kanalı hiçbir
ticari gemi kullanmaz" diye konuştu.
Habertürk 28.04.2011
******
DOĞAL SİSTEME MÜDAHALE RİSKLİ
Başbakan Erdoğan’ın
açıkladığı “Kanal İstanbul Projesi”ne ilişkin olarak
çevreciler doğal sisteme yapay müdahalelerin ne gibi
değişimler getireceğini bilemeyeceğimiz konusunda
uyardı. Bazı çevreciler de çıkan hafriyatın ne
olacağı sorusunu sordu. İşte çevrecilerin
görüşleri...
Hacettepe Üniversitesi (HÜ) Çevre
Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr.
Cemal Saydam: “Doğal olarak oluşmuş bir sistemi
öyle yapay müdahaleler yaparsanız, ne olacağını
kestiremezsiniz. Boğazlardaki su rejimini
değiştirirseniz,
İstanbul’un kanalizasyon deşarj sistemini
mahvedebilirsiniz. İstanbul’un kanalizasyonu
boğazın altına veriliyor ve bu su
Karadeniz’e gidiyor. Daha açık bir ifadeyle
Karadeniz Marmara’ya bir musluktan boşalıyordu,
şimdi ikinci musluğu açarsanız Karadeniz’deki su
dengesini değiştirirseniz, ne olacağı
kestirilemez. Balık olsun, üst akıntısı olsun,
su rejimi olsun. Marmara’nın su bütçesi ile
oynamaya başlarsanız sistemin nasıl cevap
vereceğini hiç kestiremezsiniz.”
TMMOB Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Murat
Taşdemir: “25 metre derinliğinde, 150 metre
genişliğinde, 45 kilometre uzunluğunda bir kanal
açmak demek, 168 milyon 750 bin metreküp toprak
harfiyatı demek. Bu da yaklaşık 17 milyon kamyon
harfiyat demek. Buradan çıkacak toprağı
İstanbul’un üzerine sersen, İstanbul’un
yüzölçümünü 10 santimetre yükseltirsin. Bu
alanda çok ciddi ekolojik tahribat ve orman
katliamı yapılacak, çok ciddi bir kentleşme
problemi olacak. ”
Orman Mühendisleri Odası Başkanı Muhammet
Saçma: “Bizim önerimiz,
Büyükçekmece’den, Ormanlı
Köyü civarına
uzanacak bir güzergah. Bu da kısmen coğrafi
yapısı itibariyle de kanal geçirmeye uygun bir
yer. Hem mesafe daha kısa, hem de ormandan
geçecek bölümü 7-8 kilometre. Bu güzergahın hem
maliyeti azaltacağını, hem doğaya daha az zarar
vereceğini düşünüyoruz. Bu gibi şeyler ihtiyaçsa
‘karşıyız’ demek doğru değil, alternatif
öneriler sunmak lazım. ”
Çevre Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu
Üyesi Emine Girgin: “Proje kuzey ormanları için
büyük tehdit. Zaten İstanbul şu anda
yaşanılabilir sınırların çok çok üzerinde. Bu
şehre yeni
ulaşım yerlerinin yapılmaması gerekiyor.
Çünkü her yapılan beton yapıtlar şehir dokusuna
zarar veriyor.”
İstanbul Çevre Federasyonu Konseyi Başkanı
Tunay Gürsel: “Bazı kamu ve kurumlar buna gerek
duymadan projeyi yapıyor ve uyguluyor. Bu
kuruluşların dışında Şehir Plancıları Odası
Türkiye Mimarlar Mühendisler Birliği’nin bu
projeyi nasıl değerlendireceği de önemli. Ama
anlaşılan o ki hiçbir kesimin görüşü alınmamış.”
Prof.Dr. İlhan Talınlı (İTÜ Çevre
Mühendisliği öğretim üyesi): “Çevre biliminde
ekosistemler belirli bir taşıma kapasitesine
sahip yaşanılan yerlerdir. ‘Ben yaptım oldu’
projeleriyle ortaya çıkarsanız, çevresel
etkileri ne olacak diye sorma hakkı ne sizde ne
de bendedir. Havada, oksijende, tuzdadır. Su
olmayan bir yere ‘Ben buraya su getirip
yaşayacağım’ derseniz çevre bedelini ister.
Seçim arifesinde ‘Ben yaptım oldu’ mantığıyla
söylenecek bir şey değil.
Yıldırım: Güzergahı açıklamıyoruz
Can Dündar’ın
NTV’deki Canlı Ana Haber programına
katılarak soruları yanıtlayan eski
Ulaştırma Bakanı
Binali Yıldırım, proje kapsamında uygun bir
yapılaşma ve büyük bir yaşam alanı inşa
edileceğini belirtti. Güzergahı kendisinin de
merak ettiğini söyleyen Yıldırım, “Yer ile
ilgili bir açıklama yapmamaya karar verdik.
Amaç, bundan vatandaşın haberinin olmaması
değil.
Sondaj yapılacak milyonlarca ton toprak ve
kaya alınacak. Bölgede su kaynakları var.
Yeraltı ve yerüstü suları var. Bu kanal
yapıldıktan sonra oradaki ekolojik dengeyi
bozmadan, devamını sağlamak lazım” dedi.
Güzergah için bir kaç alternatifin olduğunu
belirten Yıldırım, “Onu teke indirgediğimizde
sorun kalmayacak. Diyelim, yer koordinatı
verdik. İnsanlar gidip birşeyler yapacak. Sonra
değiştiğinde ne olacak? İnsanlar büyük hayal
kırıklığı yaşayacak” ifadelerini kullandı.
KANAL
NASIL AÇILIR?
Türkiye’nin ilk kanal kenti “Port
Alaçatı”yı yapan Ant Yapı Yönetim Kurulu
üyesi Mehmet Okay, kanalın nasıl açılacağını
şöyle anlattı: “Biz bunun bir örneğini Port
Alaçatı’da yaptık. Öncelikle zemin etütleri
yapılması lazım. Denizin yükselmesi, alçalması,
deprem koşulları göz önüne alınarak zeminin
iyileştirilmesi gerekir. Deniz seviyesine
gidilmesi lazım. Bunun için dağların, tepelerin
indirilmesi lazım. Kenarlara rıhtımlar
yapılabilir. Çevre, düzleştirilerek konut,
işyeri gibi yeni yapı fonkisyonları
oluşturulabilir. Biz Alaçatı’da denizden gemiyle
tarayarak açtık kanalı ama İstanbul’da kanalın
hafredilerek açılması gerekiyor. Denizden
gemilerle açarak hafriyatın kıyıya atılması
burada sert zemin olduğu için olmaz. Tarımda
kullanılabilir verimli topraksa hafredilen
toprağın da iyi değerlendirilmesi lazım. İş
makineleriyle kanalın toprağı alınacaktır.
Kanalın ortası açıldıktan sonra ağızlar açılarak
suyun akışı sağlanabilir. Eğer ekili alan
bırakılacaksa çevrede, su alttan tatlı suyla
karışabileceğinden çevre koruma önlemleri
alınmalı.”
Osmanlı’nın hedefi Karadeniz’i
İzmit Körfezi’ne bağlamaktı
Karadeniz-Marmara kanal projesi Osmanlı
döneminde 7 kez gündeme geldi.
Sakarya Nehri’ni
Sapanca Gölü ve İzmit Körfezi’ne bağlama
fikri ilk kez Kanuni Sultan Süleyman döneminde
ortaya atıldı. Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa,
Sakarya’yı Sapanca Gölü yoluyla İzmit Körfezi’ne
bağlamak istedi. Proje için de
Mimar Sinan’ı görevlendirdi. Kanal ve kazı
yapılmaya başlandı, kazılar Körfez tarafından 15
kilometre ilerledikten sonra harplar dolayısıyla
yarıda kaldı.
Milliyet, 28.04.2011
******
ÇILGIN PROJEYE ÇILGIN
MALİYET
İnşaatçılara göre,
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın açıkladığı "Kanal
İstanbul" projesinde 152 milyon metreküp hafriyat
çıkacak ve kanalın kaba inşaatının yapımı için 7
milyon 875 bin metreküp beton kullanılması
gerekecek. Projenin toplam maliyetinin yaklaşık 10
milyar lira olacağı tahmin ediliyor.
AA muhabirinin edindiği
bilgiye göre, yapılan hesaplamalara göre, düz bir
zemin olduğu varsayıldığında, 40 kilometre
uzunluğunda, 25 metre derinliğinde ve 150 metre
genişliğinde bir kanal kazınlıp ortadan
kaldırıldığında ortaya 152 milyon metreküp hafriyat
çıkıyor. Bu hafriyatın da oradan çıkarılıp
boşaltmanın maliyeti yaklaşık 4,5 milyar lira.
Kanalın kaba inşaatının yapımı için ise 7 milyon 875
bin metreküp beton kullanılması gerekiyor. Bunun da
maliyeti 788 milyon lira. Yine kullanılacak 1 milyon
395 bin ton demirin maliyeti 2 milyar lira olarak
hesaplanıyor.
İnşaatçılara göre, bunların hepsi bir araya
getirildiğinde, ışıklandırma ve diğer maliyetlerle
birlikte projenin toplam maliyetinin yaklaşık 10
milyar lira olacağı tahmin ediliyor.
ÇILGIN PROJE İÇİN
KAYNAK VAR MI?
İnanlar İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Serdar İnan,
çılgın projenin her tarafını desteklediğini, ancak
detaylarda hata olabileceğini, detaylarda doğru
gitmek gerektiğini belirtti.
2008 yılında kendisinin "Haliç'i Karadeniz'e
bağlayalım, Karadeniz'deki kömür ocaklarını da göl
haline getirelim ve ikinci boğaz yaratalım' beyanatı
olduğunu anımsatan İnan, Başbakan'ın açıkladığı
Kanal İstanbul projesinin Türkiye'ye ve İstanbul'a
değer katacağını söyledi.
İnan, "Yabancıya satışı başlatmamız ve bu kanallar
üzerinde yapılacak lüks konutları da yabancılara
satmamız lazım. Türkiye'nin ne büyük madeni ne
petrolü var. Bizim elimizde
turizm ve
insanların yaşamak istediği gayrimenkullerimiz var.
Bunun yabancılara satışını ön plana almamız lazım.
İspanya'yı
İspanya yapan
Araplara sattıkları 400 milyar euro'luk gayrimenkul.
O kanalın yapma hakkını bana verin size 30 milyar
dolar ödeyeyim" dedi.
Projenin kendi kendisini finanse edebilecek bir
proje olduğunu ifade eden İnan, "Birkaç yüz milyar
dolar para getirebilecek proje. Boğazda bugün 30
milyon dolara satılan evler var, ikinci boğazda da o
fiyatlara ev satılabilir. Şu anki boğazdan çok daha
güzelini bile yapabiliriz" diye konuştu.
Projenin tamamlanmasının 10-15 seneyi bulabileceğini
belirten İnan, Türkiye'nin dış borcunu bu proje ile
ödeyebileceğini kaydetti.
Aşçıoğlu İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Yaşar
Aşçıoğlu da "Beni heyecanlandıran proje oldu.
İstanbul ve Türkiye için çok önemli proje. Proje
hayata geçtiğinde İstanbul'un şekli, şemali
değişeceği gibi yapı anlayışı da değişecek, yeni
merkezler oluşacak. Başbakan'ı tebrik ediyorum"
dedi.
Projeyle ilgili etüt çalışmalarının 2 yılda
tamamlanmasının kendisine biraz uzun geldiğini, bu
sürenin kısaltılması gerektiğini söyleyen Aşçıoğlu,
projenin devlete sıfır maliyeti olacağını
düşündüğünü belirtti.
Aşçıoğlu, "Başbakan 'genellikle devlet arazilerinin
yoğun olduğu yerlerden geçmeye gayret göstereceğiz'
dedi. Bu ikinci boğazın maliyetini karşılar ve
geçer. Yatırım oralara kayacak. Devletin malı
değerlenecek" dedi.
Projede sadece hafriyat bulunduğunu, proje
tamamlandıktan sonra 25 kilometrelik yerin
hafriyatının 1-1.5 yılda bitebileceğini kaydetti.
Cnn Türk, 28.04.2011
******
KANAL İSTANBUL: BİR
DUBA(İ)STANBUL PROJESİ Mİ?
Proje
Artık İstanbul içinden iki deniz geçen bir şehre
dönüşecek
İstanbul bugün bir kez daha birkaç iyi adamın
sahnesiydi, bizler de seyircileri… Sonunda
Başbakan, (Hıncal Uluç dışındaki) 15 milyon
İstanbullu`nun bilmediği, `kendisinin,
arkadaşlarının ve yüzlerce yıl önceki
idarecilerin` hayali olan çılgın projeyi
bizlerle paylaştı.
Proje, Today`s Zaman Gazetesi`nin 6 ay önceden
tahmin ettiği gibi İstanbul`a ikinci bir Boğaz
projesiydi. Birinci ağızdan öğrendiğimize göre,
Avrupa yakasında, Karadeniz ve Marmara Denizi`ni
birbirine bağlayacak, 45 – 50 km uzunluğunda,
25 m derinliginde, 145 – 150 m genişliğinde
Suveyş veya Panama kanalları gibi ama çok daha
büyük bir kanal inşa edilecekmiş. Projenin 2
senelik etüd çalışmasının ardından 8 – 10 yıllık
bir sürenin sonunda 2023 hedefiyle bitirilmesi
planlanıyormuş. Boğaziçi`nin tehlike arz eden
yoğun gemi trafiğini rahatlatacakmış. İstanbul
da içinden iki kere deniz geçen iki yarım ada ve
bir ada olarak varlığını sürdürecekmiş. Bu
projenin artıları ve eksileri, getirileri ve
götürüleri daha çokca tartışılacaktır, özellikle
daha fazla detayın paylaşılmasıyla birlikte.
Ancak Başbakan`ın bugünkü şovu, dar çerçevede
yaptığı sunumu, söyledikleri ve söylemedikleri
bize bir ilk değerlendirme için yeterince veri
sunuyor.
Sunuş
Dağları delip
geçmek evelallah bizim sanatımızdır…
“Hayal gerçeğe atılmış bir tohumdur” diyerek,
birazdan açıklayacağı hayalinin tohumlarını attı
Başbakan. Konuşmasına İstanbul`un Osmanlı
tarihindeki yeri ve önemiyle girdi; Çanakkale,
Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı ile devam etti;
Bolu Dağı`nı deldi; Karadeniz Otoyolu`ndan
geçti; hızlı trene bindi; duble yol, havayolu,
halkın yolu derken; ve kentsel dönüşüm, TOKİ,
matematik diye giderken 100 TL ye ceyizi içinde
konut ile akıllara üçer üçer çocukları da
getirdi.
Kendi belediye başkanlığı dönemini ve
başardıklarını anlattı. CHP`den devraldıkları
çöp dağlarını nasıl yok ettiğini, kokan Haliç`i
nasıl temizlediğini, yarattıkları yeşil
alanları, şevkatle korunan yoksulları, akan
trafiği ile İstanbul tutkusunun getirdiği yeri
vurguladı. İnşallah, 2013 sonu Marmaray, 2014`de
lastikli tüp geçidin bitmiş olacağının müjdesini
verdi.
Şimdi daha büyük hayalleri olduğunu söyledi. Bu
hayallerin kimin hayalleri olduğunu da
saklamadan, lafı dolandırmadan net bir şekilde
belirtti: “kendisinin, arkadaşlarının ve
yüzyıllar öncesinin yöneticilerinin…”
Tabii ki bu hız ile giderken “Hans, George,
Katarina, Helga bu güzellikleri yaşayacak da,
Ahmet, Mehmet, Hasan, Hüseyin, Ayşe, Fatma niye
bu güzellikleri yaşamasın…” diye `ecnebi`lere de
çarpmadan ve milliyetçi damarları kapartmadan da
edemedi. “Üçüncü Köprü dedik, CHP`lilerin hemen
eteği tutuştu. Sizden zaten başka birşey
beklenmez. Bu zihniyet, Birinci Köprü`ye de,
İkinci Köprü`ye de, Marmaraya da karşıydı”
diyerek de koskoca Üçüncü Köprü’ye karşı verilen
kentsel toplumsal muhalefeti CHP`ye
indirgeyiverdi. Marmaray kazılarında ortaya
çıkan, insanlığın en önemli arkeolojik
buluntuları arasında yer alan tarihi mirasa gene
“çanak çömlek” demekten geri durmadı. Bu
kalıntılar ile insanlık arasındaki bağı
görenlere de “ideolojik yaklaşıyorlar” diye
çıkıştı.
İstanbul`un doğusu ve batısında kurulacak 2 yeni
şehir, 3. Köprü, bağlantı yolları, yeni
havaalanı ile birlikte ele alınması gereken
Kanal İstanbul Projesi kendisinin de belirttiği
gibi “çok ama çok boyutlu” bir proje. “Aynı
zamanda bir enerji, aynı zamanda ulaştırma,
bayındırlık, tarım projesidir. Bu proje bir
şehircilik projesi, onun kadar aile, turizm
projesidir. Bu bir çevre projesidir.”
“Türkiye`nin özeti, Dünya`nın gözbebeği
İstanbul`a yapılan her hizmet aynı zamanda
Trakya`ya, Anadolu`ya tüm Türkiye`ye yapilan
hizmettir. Her hizmet insanlığa yapılan
hizmettir” diye bir insanlığa hizmet projesi
olarak lanse edilen çılgınlığa şüphe ile
yaklaşmamız için projenin kendisi kadar geçmiş
icraatların da yeterince neden sunduğunu
düşünmekteyim.
Çılgın
Sorular
Hans, George, Katerine, Helga bu güzellikleri
yaşayacak da Ahmet, Ayşe niye bu güzellikleri
yaşayamasın?
Başbakan bugün bir kez daha neo-liberal
demokrasinin bam telinin artık kentler ve kent
politikaları olduğunu kanıtladı. Demokratik bir
kent yönetimi aslında demokratik bir bölge,
demokratik bir ülke yönetimi demektir. Berisi
olmadan ötekiler de olmuyor ne yazık ki.
İstanbul`un geleceğini tamamen yeniden
şekillendirme potansiyeline sahip bir proje
kapalı kapılar ardında, yerel yönetimleri
by-pass ederek, sivil veya siyasi topluma
danışmadan başbakanın şahsının ve arkadaşlarının
hayali olarak ortaya çıkabiliyorsa bu şehir ve
ülkede demokrasi işlemiyor demektir. Projenin
fikir geliştirme çalışmaları, malum ranta yol
açmamak için dar kapsamda ve kapalı bir şekilde
yapılmış. Peki bu çılgınlığa ihtiyaç olup olmama
kararında biz kentlilerin, vatandaşların hiç mi
söz söyleme hakkımız yok? İstanbulluların,
otobüslerinin renginin, vapurlarının
tasarımındaki detayların ve köprünün isminin
ötesinde kent ile ilgili kararlara katılmaları
beklenmiyor mu?
İdeolojik olmak
ne demek?
Başbakan, çevrenin, kültürel mirasın ve
sosyal adaletin kentsel ranta feda edilmemesi
yönünde verilen toplumsal mücadeleleri ideolojik
buluyor, ki haklı da. Bu mücadeleler gerçekten
de ideolojik. Belli bir kent ve kent yaşantısı
anlayışından, insan – doğa – tarih ilişkisinden,
adalet ve hak yaklaşımından besleniyor. Peki,
Osmanlı tarihi ve yöneticilerinden feyz alan
Kanal İstanbul ve benzeri çılgın projeler,
sunulduğu gibi tarihin ötesinde ve ideolojilerin
üstünde mi? Bu rüya belli bir ideolojinin rüyası
değil mi? Neo-liberalizm bir ideoloji değil mi?
Bu ideoloji sınıfsal farklılıklara kör mü?
İstanbul, Türkiye ve Dünya`da neo-liberal
şehircilik üzerine o kadar çok örnek var ki bu
çılgınlığın belli bir ideoloji etrafında
örülmediğine ikna olmak imkansız.
Neo-liberalizm, kentleri kapitalizmin cansuyu
olarak görüyor, kent toprağını rant için
kullanıyor ve mekanı yeniden üretirken de
sosyo-mekansal ayrışmayı keşkinleştiriyor.
Yoksul gettoda, varsıl rezidans ve kapalı
sitelerde yaşıyor. Sulukule`de Romanları zorla
tahliye ediyor, yerine varsılları getiriyor.
Ayazma`da yoksulları sürüyor, yerine Ağaoğlu
Projesi yapıyor. Cadde, AVM ile, esnaf, zincir
mağaza ile yer değiştiriyor. Bu arada Küresel
Kent olmak için de sürekli Çılgın Projeler ve
rant olanakları yaratılıyor. Velhasıl,
`ayrışarak yaşamak` olarak adlandırabileceğimiz
bu model sonuna kadar ideolojiktir.
Genellikle hızlı ekonomik büyümenin yaşandığı,
ancak bu büyümenin toplumsal kalkınmaya
dönüşmediği, aksine eşitsiz gelir dağılımını
daha da arttıran, küresel bir kent olma yolunda
hızla ilerleyen metropollerde bu tarzda bir
şehirleşme görülüyor
Büyük çılgınlık
ile diğer çılgınlıklar normalleştiriliyor mu?
Bir konudaki toplumsal muhalefetten
rahatsızsanız, o konudan daha büyük bir gündem
yaratmak ve dikkati dağıtmak işe yarayabilir.
Sadece Kanal İstanbul sunumu içinde bahsi geçen
birçok projenin, hali hazırda şehirciler,
mimarlar, çevreciler, kültür miras uzmanları,
sosyologlar, kentliler ve uluslararası
kuruluşlar tarafından raporlar, bilimsel
çalışmalar, kampanyalar ile sorgulandığını
hatırlatmakta fayda var. 3. Köprü, Lastikli Tüp
Geçit, Kentsel Dönüşüm Projeleri, TOKİ
Konutları, hepsi hem şehircilik, hem toplumsal
adalet, hem demokrasi açısından meşruiyetleri
fazlasıyla sorgulanan projelerdir. Büyük
çılgınlık, yeterince çılgın olan bütün bu
çılgınlıkları normalleştirme ve hızlandırma
işlevi de görmekte sanki.
Gerçekten
bir çevre projesi mi?
Bir proje hem çevreci, hem kalkınmacı, hem
toplumcu, hem adil, hem rantçı olabilir mi? Bir
ihtimal belki, ama o projeyi üreten dünya ve
şehircilik görüşü / politikaları dereleri
korumak için HES yapıyorsa; Hasankeyf`i
kurtarmak için Ilısu Barajı`nı inşa ediyorsa;
Allianoi`yi korumak için betona gömüyorsa
temkinli olmakta fayda var. Gerçekten de
Boğaz`dan geçen tankerlerin ortaya koyduğu
çevresel riskleri merkeze alan bir proje,
beraberinde muazzam bir kentsel gelişmeyi ve
rant artışını neden kurgular? Başbakanın
belediye başkanlığı sırasında kendisinin karşı
çıktığı 3. Köprü Projesi`nin çevresel etkileri
ortadayken, bu proje ile birleşecek iki yeni
kent projesi ne kadar çevreci olabilir?
Independenta –
Çernobil – Fukushima arasında ne bağlantı var?
Başbakan, Kanal İstanbul Projesi`ni
gerekçelendirirken en büyük vurguyu Boğaz`daki
tehlikeye yaptı. “İstanbul’a Büyükşehir Belediye
Başkanı olduğum zaman Independenta faciasını
düşündüm uzun süre, gece gündüz böyle bir şey
bizim başımıza gelse ne yaparız diye kafa
yordum, arkadaşlarımla konuştum” dedi. Peki,
Independenta faciası 10 milyarlarca dolarlık bir
çılgınlık için yeterince motivasyon sağlıyor
ise, Çernobil ve Fukushima faciaları nükleerden
vazgeçmek için neden yeterli olmuyor? Başbakan
bu faciaları neden yeterince düşünmüyor? 2023
için illa bir çılgınlık arıyorsa, harcanacak 10
milyarlarca dolar ile rüzgar ve güneş enerjisine
yatırım yapılabilir, enerji verimliliği
arttırılabilir ve AR-GE`ye kaynak ayırılabilir.
Yoksa bunlar fazla mı çılgın?
Projecilik mi,
şehircilik mi?
Aynen 3. Köprü, bağlantı yolları ve Lastikli Tüp
Geçit Projesi`nde olduğu gibi bu proje de
İstanbul`un Çevre Düzeni Planı`nda yer almıyor.
Yani Belediye Başkanı Topbaş`ın deyimiyle
“İstanbul Anayasası” çiğneniyor. Rantı
sınırlamak için planlar önemlidir, kente projeci
bir şekilde parça parça değil, planlar
çercevesinde bütüncül yaklaşıldığı için. Tabi ki
bu planların da demokratik bir şekilde ve
şehircilik ilkeleri ışığında yapılıyor olması
şartı ile. Çılgınlık arenası olarak görülen
İstanbul`da planlar ya yaşayanlara rağmen
yapılıyor ya da sürekli deliniyor. Aslında bugün
gözden kaçan başka bir haber bu yaklaşımı çok
güzel özetliyordu: İmar Planı`na aykırı olduğu
gerekçesi ile yürütmeyi durdurma kararı alınan
Ali Sami Yen Stadı`ndaki yeni proje için, TOKİ
yetkilileri “mücadele ederiz olmazsa planı
yeniden yaparız” demiş. Bu durumda İstanbul`un
Anayasası`da Ankara`dan yeniden yapılacaktır
diye beklemek çok çılgın olmasa gerek.
Ütopya
bize çok mu lazım?
İstanbul için bir ütopya üretmek gerçekten lazım
mı? İstanbul`un kendisi zaten bir ütopya değil
mi? Dünya Kenti İstanbul`u sıradan bir Küresel
Kente dönüştürme arzusu niye? Sermayenin yapay
kenti Dubai mi olmak isteniyor? Bu kent niçin
Recep Tayyip Erdoğan`ın, bir kaç arkadaşının,
veya yüzyıl önce yaşamış yöneticilerin
hayallerini gerçekleştirmek için
projelendiriliyor? Peki, bırakın ütopyayı,
deprem gibi kenti bekleyen distopyalarla kim,
nasıl, ne zaman ilgilenecek?
Duba(i)stanbul
Kentlerin çılgın projeler ile gelişmesine ve
pazarlanmasına en bilindik örnek Dubai`dir.
İstanbul`u ve ülkeyi yönetenlerin bu kenti aynen
bir Dubai gibi görmek istediklerini gerek
önerilen çılgın projelerin benzerliğinden,
gerekse de körfez sermayesi ile kurulan yakın
ilişkilerden biliyoruz. Petrolden gelen para ile
beslenen Dubai rüyası en son yaşanan finansal
kriz ile sarsılmıştı. Buradaki projelerden biri,
İstanbul için de düşünülen Lale Adası`na ilham
veren, okyanus üzerine palmiye ağacı şeklinde
devasal bir kent inşa eden The Palm Jumerirah
projesidir. Smaq Mimarlık ofisinin, ekonomik,
toplumsal ve ekolojik olarak sürdürülebilir
olmanın çok ötesindeki bu çılgın projelere
farklı bir yaklaşım getiren Dubai Sözleşmesi
çalışması, çılgın projelere alışması gereken biz
İstanbullular için farklı bir bakış açısı
sunabilir. Aşağıdaki teknikler ile bu yapay
adanın sökümünü ve yeniden şekillenmesini
hedefleyen Dubai Sözleşmesi gibi İstanbul`un da
acilen bir sözleşmeye ihtiyacı olduğu görülüyor:
Yeniden şekillendir – şaşalı imgeden kentsel
figüre
Yeniden kapla – arazi olarak kumdan, rüzgar
ve deniz gibi dinamik ortamlara
Yeniden kaynaklandır – talepkar klimalardan
ışık, gölge ve esintiye
Yeniden blokla – kontrol noktalarından
geçirgen parmaklıklara
Yeniden bölgelendir – bölünmüş aynılıklardan
farklılığın keşfine
Yeniden kilitle – görünmez çitlerden açık
seçik girişlere
Yeniden böl – kuşatmanın dışlayıcılığından
kültürel çeşitliliğe
Yeniden kazan – emlak spekülasyonundan
sosyal kullanıma
Yeniden planla – dev malikanelerden
erişilebilir konut topluluklarına
Yeniden kullan – az faydalanılan bahçelerden
ortak avlulara
Yeniden bak – billboard mimarlığından yerel
örneklere
Bu ölçütlerle, sınırlar çevreci ilkelere göre
yeniden çiziliyor, sosyal birleştiriciler olarak
yeniden keşfediliyor ve enerji açığı döngülerini
azaltmak için yeniden kuruluyor. Burada The Palm
Jumerirah ile örneklendirilmiş bu genişleyen,
kalınlaşan, zenginleşen ve saçılan sınırlar,
Dubai’nin çok arzuladığı farklılıkları
barındıran, açık bir metropol olma dokusuna
kavuşmasını sağlayacak.
Birgün,
Yazı: Yaşar Adanalı/Mutlukent.wordpress.com,
28.04.2011
******
KANALIN GÜZERGAHI
TRAKYA'YA İHANET
Prof. Doğan Kantarcı,
Karadeniz-Marmara kanal önerisi üzerine bölgenin
jeolojik ve jeomorfolik yapısını inceleyen bir yazı
gönderdi. Bunları harita üzerinde gösterdi.
Kantarcı, “Kanal bu güzergahta ise, olamaz” dedi.
Kanalın Başbakan’ın
açıklayacağı güzergahta olamayacağını, tabanı ve
yanları betonlaşmazsa yeraltı sularının tuzlanma
tehlikesiyle karşı karşıya kalacağını söyledi.
Merhum Prof. İsmail Yalçın’ların 1950’lerdeki
kanal hattı önerisini (Karadeniz-Terkos Gölü’nün
Mestan Koyu-Küçükaygın Dere- Dolamaçlar Dere
(Sazlıdere’nin yukarı kolu)-Gaipler Dere-Hamzalı
Dere-Sazlı Dere-Dolap Çayırı-Büyükçekmece
Gölü-Marmara Denizi) anımsattıktan sonra
Başbakan ve arkadaşlarının yeni önerisi üzerine
Prof. Kantarcı, iyi bir planlama için doğa ile
ilgili bazı tehlikelerin altını çizdi:
Hat nereden
geçebilir. Görüntülere göre... Karadeniz-Sarı
Tepe/Osmanbey Tepe arasından Dalyan
Dere-Karacaköy Deresi yatağı-
Danamandıra-Tahtaköprü Deresi- Kütüklü Dere-
Kurfallı İstasyonu - Sarıköy Deresi -
Küçükkılıçlı Köyü (Doğuda) - Büyükkılıçlı Köyü
(Batıda) arasından Kınalıdere vadisinden Kınalı
Köprüsü-Marmara Deresi hattının zemin yapısına
bakıldığında:
Karacaköy Deresi yatağı (alüvyon),
Karacaköy-Danamandıra arası kuvarsit ve
kristalen şistlerden (sert kayalar),
Danamandıra-Sinekli arası pliosen yaşındaki
akarsu tortullarından (Killi, kumlu tortul
materyaller), Fener arazisi oligosen kum
taşlarından (aşınabilir kayalar) ve Kınalıdere
vadisi (alüvyon).
Sonuç: İstanbul
Boğazı’nın iki yanı da sert kayalardan
oluşmuştur. Boğaz’daki akıntı hızlıdır. Kanal
açılması öngörülen yumuşak tortul materyallerden
ve aşınabilir kayalardan oluşmuş bir arazide
Karadeniz’in hızlı akan suyunu geçirmek için
dayanıklı bir beton kanal yapmak gerekir. Beton
kanal olmazsa suyun taşıdığı çamur Marmara
Denizi’ni doldurur. Derinliği 25 m, genişliği
150 m, uzunluğu 60-70 km olacak bir kanalın
inşaatı için yapılacak harcama, gelirini
karşılar mı? Montrö Anlaşması’na göre
boğazlardan geçen ticaret gemilerinden vd. sivil
teknelerden para alınmıyor. “Biz kanal açtık,
gemi geçirmek için para ödeyin” demek
uluslararası bir sorun yaratır.
Kuzeydeki eski
Istranca Deresi uzun bir deredir; Durusu Gölü’nü
(Terkos) besler. Terkos’un suyunu bu dere
getirir. Temel besleyici deresi Istıranca’dır.
Oradan bir kanal çektiğiniz vakit dere ile göl
arasını kesersiniz. Yani Terkos Gölü’nün
üzerinden bir kanal açılmayabilir ama Terkos
Gölü’nü besleyen dereyi keserseniz, Terkos
Gölü’nün bir anlamı kalmaz. Dolayısıyla
“İstanbul’un su kaynaklarını yok etmiyoruz” sözü
havada kalır.
Ergene havzasının yeraltı suyunun depolandığı
kumlu tabaka Sinekli -Çerkezköy’den itibaren
başlar. Yukarıdan aşağı bir kanal açtığınız
vakit Sinekli’nin doğusundan akarsu tortullarını
kesersiniz bakın ne olur.
Bu akarsu tortullarının en altındaki kumlu
tabaka tuzlu deniz suyunu alır veya diğer bir
deyimle deniz suyu bu kumlu tabakaya girer ve
Ergene havzasının yeraltı suyunun tuzlanmasına
sebep olur. Bunu önlemek için kanalın tabanının
ve yanlarının mutlaka betonla çevrilmesi
lazımdır. Ama bunu yapamazsınız.
Montrö Anlaşması’na göre, boğazlar doğal su
yoludur. Panama Kanalı ve Süveyş gibi sonradan
açılmış kanallar değillerdir. Dolayısıyla
Cebelitarık Boğazı’ndan geçiş paralı değilse
Türk boğazlarından geçiş de paralı değildir. Bu
sebeple ‘Kanal İstanbul’dan parayla gemi
geçiremeyeceğinize göre, yapılan harcamayı da
karşılayamazsınız.
Hürriyet, Haber: Yalçın
Bayer, 29.04.2011
******
"KANAL İSTANBUL,
YÜRÜRLÜKTEKİ KANUNLARA BİLE UYGUN DEĞİL"
Eski Mimarlar Odası
Genel Başkanı Oktay
Ekinci, bianet'e yaptığı açıklamada, Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan'ın dün (27 Nisan) açıkladığı
"Kanal İstanbul" projesinin gerçekleşme imkanı
bulunmadığını söyledi.
Mimar Sinan Güzel
Sanatlar Üniversitesi (MSGSÜ)
Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama
Bölümü'nden ders veren Ekinci Cumhuriyet gazetesinde
de köşe yazıyor. Ekinci'nin açıklamasından
satırbaşları şöyle:
* Başbakan Erdoğan'ın 27
Nisan'da proje açıklayacağını duyduğumda, İstanbul'u
yeniden ele alacağını, çökmekte olan tarihi dokusunu
kurtaracağını, binaları depreme dayanıklı hale
getireceğini, planlı kentleşme sağlayacağını, yeni
bir imar düzeni getireceğini ummuştum. İktidara
yeniden aday olan bir siyasi liderin İstanbul için
söylemesi gerekenler bunlardı. Açıklamasını duyunca
hüsrana uğradım.
* Kanal İstanbul,
İstanbul'un mevcut planlarını bir geçersiz kılar.
İstanbul'u daha da plansız hale getirir. Gerçek bir
tehlike olmaktan ancak petrol boru hattıyla
kurtulacak olan petrol taşımacılığını tankerlerle
götürmek, kentin ekolojisini, topografyasını,
kültürel ve sosyal yapısını alt üst eder.
* Buna bir proje bile
diyemiyorum. Başbakan'ın önerdiği fikir, İstanbul'un
geleceği açısından büyük riskler taşıyor. Bu, kentin
kurtuluş umudunu ortadan kaldıran, üzerinde çok
fazla düşünülmemiş bir öneriden ibarettir.
* Bu önerinin
gerçekleşme şansı yoktur. Yaklaşık 450 uzmanın beş
yıl çalışarak ürettikleri Metropolitan Planlama
dengelerine aykırıdır. Beş yıllık planın
reddedilmesi demek, kenti plansız hale getirmek
olur. Buna yürürlükteki imar hukuku da şehircilik
hukuku da engeldir. Bu öneri ancak hukukun olmadığı
bir ülkede gündeme gelebilir.
* Başbakan'ın önerisi,
ileri demokrasiyi bırakın normal demokrasiyle de
çelişiyor. Proje öncesi, İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanı
Kadir Topbaş'ın görüşü alındı mı? Topbaş'ın
bu önerilere ne yorum yaptığı sorusuna yanıt
bulamıyorum. Kadir Bey ortada yok.
* Normal demokrasilerde
böyle bir fikir kentin belediye meclisinde
tartışılır, belediye meclisinin kentin planlarıyla
ilişkisini doğru kurması için üniversiteler ve
meslek kuruluşlarından uzmanlar davet edilir.
Bırakın demokrasiyi, monarşik bir ülkede bile bir
hükümet başkanı "Ben karar aldım, böyle bir proje
ilan ediyorum, siz gelin, katılın, destek verin"
diyemez.
* Başbakan "Hayalimdeki
projeydi" diyor ama bu fikir üç yıldır Türkiye'nin
gündemindeydi. 70'li yıllarda eski Başbakan
Bülent Ecevit
de böyle bir proje açıklamıştı. O dönem proje raftan
kalktı çünkü petrolün boru hatlarıyla tartışılması
dünyanın kabul ettiği bir anlayıştı.
* Samsun-Ceyhan Petrol
Boru Hattı, petrolün boğazlardan geçmeden Akdeniz'e
aktarılması için düşünülmüş, doğru bir projedir.
Bunun yerine petrolü tankerlerle taşımaya yönelmek
ve bunun için kenti alt üst etmek akla mantığa uygun
değil. Acaba bu fikir, uluslarası petrol
taşımacılığının bir fikri mi?
* Kanalın etrafında yeni
bir şehir yaratılacağı açıklandı. Bunalımda olan
inşaat sektöründe yeni olanaklar yaratılacak. Ancak
İstanbul konuta doydu, daha fazla yüklenmemek
gerekir. İstanbul'a yeni yükler yüklemek, akla uygun
olmayan bir fantezidir. Bunu bir seçim fantezisi
olarak görüyorum. Maliyeti bile ortaya çıkmadan ilan
edildi.
* Bir kentin
kurtuluşunu, toplumun gelecek umudunun çılgınlıklara
bağlanması, gerçek çılgınlıktır.
bianet.org, Haber: Ayça
Söylemez, 29.04.2011
|
HAFTANIN HABERİ
|
 |
|
EN ÇILGIN PROJE

"Evde sıkıldım ve bir proje de ben yapıverdim. Elime mi yapışacak...?
Başımın gözümün sadakası olsun, projemi halkın yararına hibe ediyorum.
1-Kanal Trabzon: Trabzon’dan başlayarak İskenderun körfezine uzanacak.
Akdeniz’de hamsi avlanacak.
2- Kanal Güdül: Karadeniz ile Akdeniz’in birleşmesinde Ege dışlanmayacak.Gâvur İzmir ıslah olacak.
3-Ankara adası: Ankara’ya deniz getirilmek suretiyle, Sakarya Caddesi sahilinde bira içilip, üst geçitten olta sallandırmak mümkün olacak.
4-İki Karadeniz: Bu kanallardan çıkan topraklarla Karadeniz doldurulup Rusya’yla birleşecek, iki ülke arasındaki ziyaretler kolaylaşacak. Bilâhare, burada " Kanal Moskova" açılması ile ilgili araştırmalar başlayacak.
5-Eskişehir’in Akdeniz’le buluşması: Eskişehir’e suni denizler yapmaktansa; Eskişehir, Akdeniz’e nakledilecek.
6-Karadeniz’in Yeşil Adası Kıbrıs: Ada'yı, Akdeniz’den Karadeniz’e sevk etmek suretiyle, Kıbrıs sorununa kesin çözüm bulunacak
7-Yozgat Gölü: Van Gölü boşaltılarak, Yozgat’ta yeniden oluşturulacak. Her projeye gerekçe şart değil! Van Gölü milyonlarca yıldır aynı yerde, hareket olsun…
Lüzumu halinde "Konya Ovası ile Ağrı Dağı’nın yerlerini değiştirme" projesi de geliştirilebilir."
http://bilgisayarbilisim.net/her-telden-f29/en-cilgin-proje-t63999.html
|
|
BAŞBAKAN'IN 'ÇANAK-ÇÖMLEK' DEDİĞİ ESERLER
Başbakan Erdoğan, ‘çılgın projem’ olarak
adlandırdığı projesini tanıtırken Marmaray’a da
değindi. Başbakan, kazılar sırasında çıkan
bulgular nedeniyle 4 yıllık bir gecikme
yaşadıklarını belirtti. Tarihçiler ve
arkeologlar ise bu gecikmenin çok normal
olduğunu hatta Erdoğan’a yalan söylenildiğini
konusunda hem fikirler.
Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan, “çılgın projem” olarak
adlandırdığı projesini slaytlar ve
animasyonlar eşliğinde açıkladı.
Açıklamalarda yeni projelerinin yanı sıra
bitişi geciken Marmaray projesinden de
bahsetti. Başbakan kazılar sırasında çıkan
eserlerin koruma altına alınmasını, bitimi 4
yıl geciken projenin sebebi olarak gösterdi
ve eserleri ‘çanak çömlek’ olarak
değerlendirdi.
İSTANBUL’UN 8 BİN YILI MARMARAY PROJESİYLE
AYDINLANDI
Marmaray projesi
kapsamında başlayan çalışmalar her ne kadar projeyi
hayata geçirme tarihini 4 yıl kadar ertelese de
İstanbul’un 8 bin yıllık kültür hayatının
gelişimine ışık tutuyor.
Üsküdar Sirkeci Yenikapı
ve Sultanahmet’te yaklaşık 58 bin metre karelik
alanda gerçekleşen kazılar sırasında elde
edilen bulgular arasıda şimdiye kadar Neolitik,
Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerine ait mimari
kalıntılar ile 7 bin 600 adet taşınabilir kültür
varlığı gün ışığına çıkartıldı.
Sirkeci ve Üsküdar’da da
yine Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait mimari
kalıntılar ile birlikte Roma ve Hellenistik dönemlere
ait çeşitli eserler bulundu.
Sultanahmet
eski cezaevi bölgesinde 1997 yılında başlatılan ve
halen devam eden 17 bin metre karelik alandaki
kazılarda da Bizans Büyük Sarayı’na ait birçok yapı
kalıntısı ve küçük buluntu gün ışığına çıkartıldı.
Tüm bunlar
İstanbul gibi bir şehrin topraklarından binlerce
yıllık hayatlar ve yaşamlar geçtiğinin bir
göstergesi.
Kazılar sonucu
ortaya çıkan kültür varlıkları
İstanbul’daki denizcilik, ticaret, günlük yaşam
ve topografyaya ilişkin çok yeni bilgiler sunuyor.
4 YILLIK GECİKME NORMAL
Mİ?
Peki, Başbakan neden
kazılarda çıkan ve
İstanbul’un 8 bin yıllık kültür hayatının
gelişimine ışık tutan eserlere ‘çanak çömlek’ olarak
değerlendirdi.? Ve çıkan bulgular nedeniyle yaşanan
4 yıllık gecikme gerçekten normal bir süre mi?
İşte bu soruları ünlü
tarihçi ve arkeologlara sorduk…
İlber Ortaylı - Topkapı
Sarayı Müzesi Müdürü:
Kazıların 4 yıl gecikmesi
çok normal. Çünkü kazılar sırasında çıkan özellikle
Yenikapı’daki eserler çok değerli. Başbakan’a nasıl
iletiliyor bilmiyorum ama müteahhit firma gecikiyor.
Ya işletmede ya işçilerle ilgili problemlerden
yaşanan gecikmelerden dolayı Başbakan’a eserleri
bahane göstererek yalan söylüyorlar.
Doç.Dr. Necmi Karul -
İstanbul Üniversitesi
öğretim üyesi:
Projeye başlanmadan önce
eğer gerekli etütleri yapsalardı bu kadar gecikme
yaşamazlardı. Çünkü kazılar sırasında çıkan bulgular
çok önemli nitelikte.
İstanbul gibi önemli bir kentte eğer kazı
yapacaksanız uluslar arası standartlarda etüt
yapılması gerekirdi. Kimseye suç atılmasın. 4 yıllık
gecikme çok normal.
Ve ayrıca Yenikapı
kazılarındaki bulgular
İstanbul’un bir dünya kenti olduğunu bir kez
daha kanıtladı. Kesinlikle bu önemi anlamamaktan
kaynaklanıyor. 4 yıllık bir gecikme bir bahane.
Nezih Başgelen -
Arkeolog / Editör:
Yatırımların kaçınılmaz
olduğu durumlarda, ne yazık ki kültürel ve doğal
değerlerin kaybını en aza indirecek akılcı ve
gerçekçi çözümleri geliştiremiyoruz. Bilinen
atasözümüzde olduğu gibi pireye kızıp yorgan yakma
aşamasındayız. Bunun yerine bu konuda yürürlükte
olan yasa ve yönetmeliklerimizin dünyada gelişen
eğilimlere göre değiştirilmesi ve ilgili bürokratik
yapımızın acilen ülkemizin gerçeklerine göre
organize edilmesi ivedik bir zorunluluk haline
gelmiştir. Çanak çömlek meseleleri ise hiçbir
şekilde bir engel değildir.
MARMARAY PROJESİ SIRASINDA BULUNAN ESERLER
 



Hürriyet, 28.04.2011
|
BU KEŞİF TARİHE IŞIK TUTACAK
Peru'da fosilbilimciler 20 milyon yıl önce yaşamış, kehribarda fosilleşmiş yüz kadar böcek buldu.
Araştırmaları yürüten Chiclayo Paleontoloji Müzesi, ülkenin kuzeyindeki Amazon bölgesinde bulunan farklı türden böceklerin en ufak ayrıntısının bile görülebildiğini açıkladı.
Müzenin başkanı Klaus Honninger, kehribardan çıkarılan türler sayesinde, 23 milyon yıl öncesine kadar olan dönemde Amazon'da yaşayan böceklerin belirlenebileceğini vurguladı.
Hürriyet, 28.04.2011
|
 |

|
KÖYLÜLER TARİHİ YAPITLARIN RESTORESİ İÇİN YARDIM BEKLİYOR
Alaplı´ya bağlı Aşağı Tekke Köyü Seyit Mustafa Efendi türbesi yanında, Hristiyanlara ait olduğu öne sürülen mezarlar ve Cenevizlerden kalma bozulmamış su kuyusu ortaya çıktı. Türbeyi restore ettiren Aşağı Büyük Tekke Eğitim ve Kültür Dayanışma Derneği Başkanı İbrahim Efe, diğer tarihi dokuların da gün yüzüne çıkması için yardım beklediklerini söyledi.
Alaplı İlçesi A.Tekke Köyü'nde 1700´lü yıllarda alim olarak yaşamış, çevre köylerden gelen öğrencilere ders verdiği belirtilen Seyit Mustafa Efendi´nin türbesini dernek olarak restore ettirdiklerini belirten Efe, "Türbe çevresinde Hıristiyanlara ait olduğu öne sürelin birçok mezar, Cenevizlerden kalma bozulmamış su kuyusu ve mezar sütunları ortaya çıktı. Buralardaki tarihi dokunun tamamen gün yüzüne çıkarılması için yardım bekliyoruz." dedi.
Köylerinin tarihinin çok eski yıllara dayandığını anlatan Efe, "Seyit Mustafa Efendi köyümüzde 1700´lü yıllarda yaşamış, 1863 yılında türbesi yapılmış, alim Seyit Mustafa Efendi türbesinin etrafından Hıristiyanlara ait olduğu öne sürülen, Müslüman mezarlarına göre başları kıbleye değil ters yöne bakan bir çok mezar var. Ayrıca türbenin yanında Cenevizlerden kalma olduğu belirtilen bozulmamış su kuyusu bulunmakta, mezarlara ait mermer sütunlar da ortaya çıktı. Dernek ve Köy Muhtarlığı olarak türbeyi yeniden restore ederek yeniledik. Restorasyon çalışması isteyen diğer tarihi dokuları tam olarak gün yüzüne çıkması için yardım bekliyoruz." dedi.
Değişim Medya, 27.04.2011
|
KASTABALA, PARA DEĞİL
SPONSOR BEKLİYOR

Osmaniye İli'nin 12 km
kuzey-kuzeybatısında, Cevdetiye-Karatepe yolu
üzerinde, Kesmeburun, Bahçe ve Kazmaca köylerinin
ortasında, Ceyhan nehrinin yakınlarında küçük bir
ovaya hakim kaya çıkıntısı üzerinde yükselen Ortaçağ
kalesi çevresinde gelişen
Kastabala antik
kentinde 2011 yılı arkeolojik kazı ve araştırma
çalışmaları başlıyor.
Bakanlar Kurulu Kararlı
izniyle ilk kez Doç.Dr. Turgut Haci Zeyrek
başkanlığında 2009 yılında başlatılan arkeolojik
kazı, sondaj ve araştırmalar için 2011 yılında
öngörülen çalışmalar 1 Temmuz–29 Ağustos 2011
tarihleri arasında gerçekleştirilecek.
2009 yılı çalışmaları
Kastabala’nın ve
çevresinin bugüne kadar bilinen tarihçesini
değiştirdi. İlk kazı buluntuları yardımıyla antik
kentin geliştiği vadinin Geç Neolitik-Erken
Kalkolitik dönemden başlayan ve MS 13–15. yüzyıla
kadar devam eden yerleşim alanı olarak
değerlendirildiğini belgelendi.
Kazı Başkanı Turgut
Zeyrek,
Kastabala’daki
çalışmaların faaliyet planına ve takvime uygun bir
biçimde sürdürülmeye çalışıldığını belirterek,
şunları söyledi: “2009 yılında yöre halkından
istidam imkanı verdiğimiz onlarca insan burada
sürdürülen çalışmalarımızda görev almış, emeğine
karşılık ödediğimiz parayla ailelerin geçimine
katkıda bulunulmuştur. Osmaniye esnafı da kazı ve
araştırma çalışmalarımız ile bağlantılı hizmet
alımlarımızdan kazanç elde etmiştir. Ulusal ve
uluslararası bilimsel toplantılarda bilimsel
sunumlarımızla Kastabala ve dolayısıyla Osmaniye’nin
tanıtımına katkıda bulunulmuştur. Kazı ve araştırma
buluntularımız arkeoloji bölümü öğrencilerinin
bilimsel araştırma konu malzemesi olarak
sunulmuştur.”
Arkeolojik çalışmaların
yavaş ilerleyen ve özveri gerektiren faaliyetler
olduğunu hatırlatan Zeyrek, 2010 yılında
karşılaştıkları olumsuzlukların ve bununla
bağlantılı olarak çalışmaların uzamasının hizmet
azimlerini etkilemediğini savundu. Zorlu, mütevazı
bir atmosferde büyük bir zevkle çalışmalarına devam
ettiklerini anlatan Zeyrek, şöyle konuştu: “2010
yılında yaptığımız çağrımızı bu vesileyle 2011
yılında yineleme gereği duymaktayız. Şahsım ve
başkanlığımdaki bilim heyetim Osmaniye Valiliğinin,
Osmaniye Belediye Başkanlığının, Osmaniye’li
Sanayici ve İş Adamlarının, Osmaniye Üniversitesi
Rektörlüğü’nün, Osmaniye’ye gönül vermiş herkesin
2011 yılı Kastabala antik kenti kazı
çalışmalarımızda bizleri bu özverili çalışmamızda
yalnız bırakmayacağı inancındayız.”
Kazı, sondaj ve
araştırma çalışmaları için kimseden para
istemediklerini vurgulayan Kazı Başkanı Zeyrek, kazı
evlerinin en kısa sürede inşası, ayni ihtiyaçlarının
karşılanması konusunda sponsor desteği
beklediklerinin altını çizdi. Zeyrek, “Bu hususta
Osmaniyeli ve Osmaniye’ye gönül vermiş herkesi
sponsor arayışımızda desteğe davet etmekteyiz.”
dedi.
Turizm Habercisi, Haber:
Özlem Kapar, 27.04.2011
|
GİZEMLİ BAĞIŞÇIDAN PICASSO TABLOSU
İsmi açıklanmayan Amerikalı bir bağışçı, Sydney Üniversitesi'ne, satışından elde edilecek gelirin bilimsel araştırmalar için kullanılması koşuluyla milyonlarca dolarlık bir Pablo Picasso tablosu bağışladı.
Üniversite yetkilileri, bağış yapılan Picasso'nun 1935 tarihli, sevgilisi Marie-Therese Walter'ı resmettiği "Juene fille endormie" (Uyuyan genç kız) tablosunun haziran ayında Londra'da Christie's müzayede evinde 19.5 milyon dolardan satışa çıkarılmasını bekliyor.
Sydney Üniversitesi rektör yardımcısı Michael Spence, tablonun geçen yıl ABD'den adının açıklanmasını istemeyen bir kişi tarafından bağışlandığını bildirdi.
Spence, tablonun satışından elde edilecek gelirin bir bölümünün obezite, diyabet ve kalp-damar hastalıklarıyla ilgili araştırmaların desteklenmesi için kullanılacağını belirtti.
Picasso'nun başka bir Walter portresi geçen yıl müzayedede rekor fiyat olan 106.5 milyon dolara satılmıştı.
Hürriyet, 27.04.2011
|
 |
ŞEHİTLİKLER DE RESTORE
EDİLECEK
Gelibolu Yarımadası
Tarihi Milli Parkı içerisinde bulunan çok sayıda
şehitlik ile tarihi çeşmenin restore edileceği
açıklandı.
Konu ile ilgili
açıklamalarda bulunan Eceabat Kaymakamı Bülent
Uygur, Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı
sınırları içerisinde Türklere ait 56 adet anıt ve
şehitlik bulunduğunu belirterek, "Bütün
şehitliklerin yapımı tabii ki bir imkan meselesi.
1918'de yabancılar Mondros Ateşkes anlaşmasından
sonra Gelibolu Yarımadası'nda Lozan Anlaşması'na
kadar bütün mezarlıklarını yapıp tamamlamışlar. 1934
yılında Mustafa Kemal Atatürk Ruşen Eşrefle birlikte
tarihi yarımadayı gezerken Ruşen Eşref Atatürk'e
"Paşam, Türk askerleri için de buraya büyük bir
anıt, abide yakışmaz mı? demiş. Atatürk de "Bu
toprakların sadece Türk toprağı olarak kalmış olması
bile tek başına yeterlidir. Bunlar da imkan
meselesidir" diyerek sözünü tamamlamış. Bugün artık
Cumhuriyetin 100. yılına giderken Türkiye dünyanın
en büyük ekonomilerinin arasında yer almakta. Bu tür
şehitlik ve anıtların bakımlarında da belli bir yol
katedilmiş durumda. Özellikle son 10 yılda tarihi
yarımadadaki Türk şehitlik ve anıtlarında ciddi bir
ilerleme var.

Tarihi yarımadada birçok
kale ve tabyalar var. Bunların bir kısmı tamamlandı,
bir kısmı da devam ediyor. Ancak yarımada da halen
daha yapılması gereken işler var. Çünkü 80 bin
şehidimiz bu topraklarda yatıyor. Tarihi Mehmet
Şevki paşa'nın haritasında Türk şehitliklerinin
yerleri birebir işlenmiş durumda. Şimdi Milli Park
Müdürlüğümüz, Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) ile
işbirliği içinde gerçek şüheda mezarlarının
yerlerinin tespiti noktasında çalışma yürütüyor. Bu
çok önemli bir çalışma. Bunun biran önce
tamamlanmasını arzu ediyoruz. Bunun dışında Mustafa
Kemal Atatürk'ün Jandarma Kireçtepe Şehitliği
bölgesinde 1916'de yarımadada çektirdiği bir resim
var. Bu şehitliğin projesini Köylere Hizmet Götürme
Birliği olarak tamamladık. Bu yerin yapılması
konusunda bir sorun kalmadı. Bugün orası yapıma
hazır hale getirildi. Havuzlar, Akbaş, Alçıtepe,
Soğanlıdere, Çamteke Şehitliği ile 57. Alayın
Komutanı Hüseyin Avni Beyin Mezarı, Mehmet Çavuş
Anıtı ve Rumeli Mecidiye Şehitliği'nin projeleri
Kaymakamlık köylere Hizmet Götürme Birliği
tarafından tamamlandı. Bunun bir kısmının işlemleri
korumu kurulundan geçti. Bir kısmında da Koruma
Kurulunun gördüğü eksiklikler tamamlanıyor" dedi.
Kaymakam Bülent Uygur,
şehitliklerin dışında yarımadada birçok tarihi
çeşmenin de bulunduğunu belirterek, "Gerek 1915,
gerekse öncesi ve sonrasında yarımadada Mehmetçiğin
su içtiği 19 tanesi tescilli, 6 tanesi de tarihi
değeri olan 25 tane tarihi çeşmenin restorasyonu
için çalışma başlattık. Bunların restorasyon
projelendirmesi konusunda da son aşamaya gelindi.
Bunun yanında çok önemsediğimiz bir diğer çalışma da
milli park sınırları içerisinde bulunan 8 köyümüzün
mezarlıklarında bir çalışma başlatacağız. Bu
mezarlıkların da şehitlerimizin ebedi istinatgahı
olduğunu biliyoruz. Yeni başlatmış olduğumuz bir
çalışmayla 8 köyümüzün ve Milli Park sınırları
dışındaki diğer 4 köyde dahil olmak üzere 12 köy ve
Eceabat merkezdeki bütün mezarlıklardaki Osmanlıca
mezar taşlarının Türkçe'ye çevirisini yapıyoruz.
Bunları da tarihi mezar kitabeleri olarak yakın bir
zamanda kamuoyuna sunup tarihe bir not düşeceğiz"
dedi.
Çanakkale Kent Haber,
27.04.2011
|
TARİHE DEV YATIRIM

Erzurum'un
simgesi Çifte Minareli Medrese ile üç kümbetler ve
tarihi kalenin çevresini saran virane görüntülerden
kurtarmak için büyük bir adım atılıyor.
Erzurum'u
açık hava müzesine dönüştürecek, tarihi eserlerin
gün yüzüne çıkarılması sağlayacak 2 ayrı proje
Devlet Planlama
Teşkilatı'ndan (DPT) onay aldı. Yaklaşık
80 milyon liraya mal olması planlanan projeyle
kentin önemli tarihi yapılarının etrafı
boşaltılacak, eski evler restore edilerek sosyal
yaşam alanlarına dönüştürülecek.
Erzurum
Kalesi'ni cazibe merkezi haline getirecek projenin
fizibilite çalışmalarının tamamlanmak üzere olduğunu
ifade eden Büyükşehir Belediye Başkanı
AK Parti'li
Ahmet Küçükler,
yöredeki binaların büyük bölümünün
kamulaştırıldığını, önümüzdeki günlerde bedelleri
ödenen eski ve yıkılmaya yüz tutan evlerin
kirliliğinden kurtulacaklarını bildirdi. Kale
etrafında tarihi dokuyu ortaya çıkaracak modern
projeler yapıldığını ifade eden Başkan Küçükler,
"Cazibe merkezi kapsamına alınan kale etrafında açık
oto parklar, butik oteller olacak.
Erzurum'a
özgü ve kültürünü yansıtan turistik satış yerleri
projeleri uygulanacak. Kent için bu bölge aynı
zamanda ekonomik tarihi mirası anlamda da çekim
merkezi olacak. İstihdam yaratan bir alana
dönüşecek" diye konuştu.
Kent tarihinin önemli simgelerini buluşturma
amacıyla yola çıkan merkez
Yakutiye
İlçe Belediye Başkanı
AKP'li
Ali
Korkut da bu
proje sayesinde DPT'den 17 milyon TL kaynak
aldıklarını bildirdi. Belediye katkısıyla birlikte
yaklaşık 30 milyon TL harcayarak Üç Kümbetler, Çifte
Minareli Medrese ve Ulucami'nin çevresini
temizleyeceklerini anlatan
Korkut,
yapıtların tarihi kale ile buluşacağını anlattı. Üç
kümbetlerin etrafını saran 50 dönümlük alanın yüzde
55'ini kamulaştırarak 8, 5 milyon lira ödeke
yaptıkları, boşaltılan evleri yıkmaya başladıklarına
dikkati çeken Ali
Korkut, 25'e
yakın eski
Erzurum
evinin ise restore edileceğini projelendirdiklerini
belirtti. Restore edilecek eski evlerin kafeterya,
sanat galerisi, butik otellere dönüştürülerek
yaşanabilir alanlar oluşturacaklarını kaydeden
Korkut, Üç
Kümbetlerin ardından Çifte Minareli Medrese'nin
etrafını düzenleyeceklerini söyledi.
Erzurum
için çok önemli olan Üç Kümbetler, Çifte Minareli
Medrese, Ulu Cami ve Kalenin gün yüzüne
çıkarılacağını vurgulayan
Korkut,
bölgenin Kültür Tabiat Varlıklarını Koruma kurulu
tarafından SİT alanı olarak ilan edildiğini ifade
etti. Başkan
Korkut,
şöyle dedi: "Hayalimizde Üç Kümletler, Çifte
Minareli Medrese ve kalenin buluşması vardı.
Hazırladığımız projeyi
Dpt, 28 ayrı
proje arasından seçerek kabul etti. Kültür ve Tabiat
Varlıkları Kurulundan onay alınması halinde evlerin
restorasyonu ve çevre düzenlemesi yapılacak. Üç
Kümbetler, Çifte Minareli Medrese,
Erzurum
Kalesi peyzaj düzenlemesinin andından yaşayan canlı
bir anıt gibi olacak. "
Erzurum Gazetesi, 27.04.2011
|
İLBER HOCA ENDİŞELİ
2010
Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın
Topkapı Sarayı ve
Ayasofya Müzesi’nde yaptığı restorasyon ve
düzenleme çalışmaları hakkında bilgi vermek amacıyla
Topkapı Sarayı’nda bir toplantı düzenlendi.
Toplantıda söz alan
Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı
Prof. İlber Ortaylı, ajansın Haziran sonunda
kapatılacak olmasından duyduğu üzüntüyü anlattı.
Ortaylı, “İstanbul sadece 2010’da değil her zaman
kültür başkenti. Ajans kurulduğunda benzin
fiyatlarına eklenen çok cüzi miktarla çok büyük
işler yapıldı. İstanbul’da kültür ve tarihle ilgili
bir bilinç oluşmaya başladı. Şimdi bu gelişmenin
yarım kalacağını düşünüyorum” dedi.
Prof. Ortaylı şöyle devam etti: “Modern
müzeciliğin gerektirdiği, olmazsa olmaz
organizasyonlar var. İnsanları 50 sene boyunca aynı
eserlerin teşhiriyle oyalayamazsınız. Her büyük
müzenin yüzde 95’i depodadır. Sergiler yapmalısınız,
yeni teşhir alanları düzenlemelisiniz.
Topkapı Sarayı çok zengin ve önemli bir saray.
Burada bazı binaların acil restore edilmesi
gerekiyordu. Bunları kendi bütçemizle karşılamamız
mümkün değil. 2010 kurtardı bizi. Biz 2010
Avrupa Kültür Başkenti ajansının
lağvedilmesinden müştekiyiz. Devam etmesini
istiyoruz.”
Topkapı Sarayı’nın dünyanın en güzel sarayı olduğunu
dile getiren Prof. Ortaylı,
Sur-i Sultani’deki yerleşik yabancı kurumların
çıkması gerektiğini hatırlatarak, “Bir şehir
müzesinden bahsediliyor. Mahvetti beni. Beş yılım
gitti olmuyor. ‘Şehir Müzesi kuracağız’ diye
Darphane’yi aldılar. 12 bin çinimi
sergileyeceğim mekan yok orada. İstanbul Müzesi’ni
Büyükşehir Belediyesi’nin yapması lazım” dedi.
Topkapı Sarayı Müzesi depolarındaki eserler hakkında
da bilgi veren Ortaylı, “Depolarda 120 bin parça
eser var. 12 bin parçasını çiniler oluşturuyor.
Yeryüzünün en zengin çini koleksiyonu. Muhteva
bakımından çok çeşitli ve zengin. Dünyadaki en
zengin saat koleksiyonlarından biri de Topkapı
Sarayı’ndadır. En kötü ihtimalle üçüncü sırada yer
alır. Arşiv 200 bin parçayı geçiyor” diye konuştu.
Habertürk, Haber: Serkan Akkoç, 27.04.2011
|
AYASOFYA'DA ZİYARETÇİ KISITLAMASI

Ayasofya Müzesi'nden bir iyi, bir kötü haber...
Kötüden başlayalım: Bazı günler 17 bin kişiye
ulaşan bir kalabalığın ziyaret ettiği
Ayasofya'da ziyaretçi kısıtlaması yapılacak. İlk
önlem, toplu okul gezileri için yeni düzenleme.
İyi haber ise 2010 İstanbul Avrupa Kültür
Başkenti'nin desteğiyle pek çok restorasyon
çalışması sonucu ziyarete açılan yeni
bölümler...
Günde ortalama 10 bin kişinin ziyaret ettiği
Ayasofya Müzesi'nde bu sayı bazı günlerde 17
bini buluyor. Böyle zamanlarda içeride
hareket etmek zorlaşıyor. Yıl sonuna kadar
3,5 milyon kişiyi ağırlaması beklenen müze
için tehlike çanları çalmaya başladı. Bu
kadar kalabalık, rutubetle birleşince mozaik
ve mermerlerin aşınması kaçınılmaz oluyor.
Bahçeyle birlikte 11.000 metrekarelik alanı
kaplayan müzenin kendisi 7.000 metrekareden
ibaret.
Yılda 3 milyondan fazla ziyaretçi
ağırlamak, Ayasofya'nın mermer ve
mozaiklerinin zarar görmesine sebep oluyor.
Müze Başkanı Haluk Dursun'un verdiği bilgiye
göre önlemler alınmaya başlandı. Milli
Eğitim Bakanlığı'yla yazışmalar yapıldı.
Öğrenci gezileri için birtakım düzenlemeler
yolda. Bir sonraki aşama, randevu sistemine
geçilmesi ve özel gruplar için mesai
saatleri dışında geziler düzenlenmesi. Bu,
şimdi de başarıyla uygulanan bir yöntem.
Ücret iki katına çıkıyor ama (20 yerine 40
lira) müze rahat rahat gezilebiliyor.
Önlemlerden en güzeli ise İstanbul 2010
Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın (AKBA)
desteğiyle restorasyonu tamamlanan
bölümlerin ziyarete açılması ve belli
bölümlerdeki yoğunluğun nispeten azalması.
Bu bölümlerde Ayasofya'nın 1935'te müze
olarak faaliyete geçmesinden sonra 1943'te
avlu bölgesinde yapılan araştırma kazısında
ortaya çıkan ama yıllardır kapalı kalan
yekpare mermerden oyulmuş vaftiz havuzu da
yer alıyor.
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti
Ajansı'nın desteğiyle kentte 2008 yılından
beri devam eden restorasyon çalışmaları
önümüzdeki ay itibarıyla sona eriyor.
Aralarında Ayasofya, Topkapı Sarayı, Kılıç
Ali Paşa Camii, Süleymaniye Külliyesi ve
Darüşşifası gibi önemli kültürel miras
değerlerinin bulunduğu 158 yapının kapalı
kalan pek çok kapısı açılacak. Haziran
itibarıyla ziyaret edilebilecek yerler
arasında Çin ve Japon porselenlerinin
sergilendiği Topkapı Sarayı Müzesi Mutfaklar
Bölümü var. Topkapı Sarayı'nın ziyarete
açılacak diğer yapıları arasında saray
mimarisinin bütün özelliklerini taşıyan
Bağdat, Revan, Sofa köşkleri, İncirlik ve
Lala bahçeleri, Sofa Camii ile Mecidiye
Kuleleri Kapısı da bulunuyor.
Dün yapılan basın toplantısıyla Topkapı
Sarayı ve Ayasofya Müzesi'nde gerçekleşen
çalışmalar tek tek anlatıldı. Topkapı Sarayı
Müzesi Başkanı İlber Ortaylı, 2010 AKBA
Başkanı Şekib Avdagiç ve Genel Sekreteri
Yılmaz Kurt'un ev sahipliğinde Topkapı
Sarayı'nda yapılan toplantıda, üzerinde en
çok durulan nokta, nereye ne kadar para
harcandığıydı. Buna göre Ayasofya Müzesi
için 3.999.753 TL, Topkapı Sarayı Müzesi
için ise 11.735.253,55 TL harcanmıştı.
AKBA tarafından yürütülen tüm kentsel ve
kültürel miras projeleri için 160,5 milyon
TL bütçe ayrılmıştı. İstanbul'daki müzelerin
bakımı, temizliği ve güvenliği için sağlanan
22,1 milyon TL ile AKBA'nın kuruluş kanununa
göre ülkemizin UNESCO Dünya Miras
Listesi'ndeki alanların korunmasına yönelik
sağlanan 35,6 milyon TL birleşince AKBA
tarafından kültürel mirasın korunması ve
kentsel projeler için sağlanan bütçe 218,2
milyon TL'ye ulaşıyor.
Zaman, Haber: Jülide Karahan, 27.04.2011
|
HER ŞEY BU FOTOĞRAFLARLA ORTAYA ÇIKTI
 
 
Avusturyalı Andreas K., bahçesini kazarken
bulduğu eşyaların fotoğraflarını internete koyunca,
bir servet bulduğu ortaya çıktı.
Avusturya, bahçesini kazarken bir servet bulan,
ama bunu fark etmekte geciken Andreas K.’nın başına
gelenleri konuşuyor. Andreas, 2007'de bulduğu antika eserlerin
fotoğraflarını iki yıl önce internete koyunca tam
650 yıllık bir hazineyi keşfettiğini anladı.
Avusturyalı yetkililer, yüz yıllarca toprak
altında bekleyen hazinenin yüzük, broş, süslemeli
kemer tokalar ve
altın kaplamalı gümüş kalıpların yer aldığı 200
parçadan oluştuğunu belirtti. Yetkililer şimdi, Orta Çağ sanatının nadide
eserleri olduğu tahmin edilen antikaların değerini
belirlemeye çalışıyor.
Haftalık Profil dergisinin haberine göre,
Avusturya’nın güneyindeki Wiener Neustadt
kasabasında yaşayan Andreas K., antika eşyaları
bahçesinde bir gölet oluşturmak için çukur kazarken
2007 yılında buldu.
Antikaların değerli olduğunu fark edemeyen adam,
ancak 2009 sonunda evini sattıktan sonra
bodrumundaki kutulardan çıkardığı antikalar
konusunda yetkililere
haber verdi. Andreas, bulduğu antikaların resmini internete
koyunca, koleksiyoncuların verdiği teklifler
karşısında neye uğradığını şaşırdı. Ardından, antikaları Federal Anıt Bürosu'na
teslim etti. Anıt Bürosu, yapılan keşfin “bir peri masalını”
çağrıştırdığını ve gün yüzüne çıkartılan eşyaların
“bugüne kadar Avusturya’da bulunmuş en değerli
servet" olduğunu açıkladı.
Hürriyet, 26.04.2011
|
OBURUN SANAT REHBERİ
‘Uykuluk mevsimi geldi’ dedi
Turgut Kaptan. “Yaa, o yüzden mi uykum var üç
gündür?” diye sordum. “Saçmalama Kemal!” diye kızdı.
Hayatı bir Karagöz Hacivat parodisine dönüştürdüğüm
için beni uzun uzun azarladı. Araya uykumun kurşuni
gökyüzünden ve bitmek bilmez yağmurlardan
kaynaklandığı malumatını da sıkıştırdıktan sonra
konuya döndü: “Uykuluk mevsimi geldi... Hadi
Sütlüce’ye gidelim.”
Bazen, sanat sevgimin de pisboğazlıktan kaynaklanan
bir davranış olduğunu, her şeye duyulan o sonsuz
iştahın, oburluğa dönüştüğünü düşünürüm. Yani
sanatla, mutfak arasında sıkı bir bağ varmış gibi
gelir bana. Zaten evdeki zırva kitaplar içinde en
sevdiğim eser de ‘Picasso’nun Sofrası’dır. Bütün
bunları düşündükten sona Turgut’a döndüm ve dedim
ki, “Evet iyi olur, hem gitmişken
Santralistanbul’daki sergiyi de gezeriz.”
Sonra ben de ona, modern şehir insanın sadece yemek
ya da sadece sanat için asla sokağa çıkmadığı,
müzelerde şık lokantaların o nedenle açıldığı, oysa
cennet mekan İstanbul’umuzun zaten gırtlağına düşkün
sanat gurmeleri için pek çok fırsatlar sunduğu
hakkında uzun uzun konuştum. Sonunda Turgut bayıldı.
Onun için bu ‘gırtlak ve sanat’ önerilerimi size
özetleyerek aktarıyorum.
1- Uykuluk ve Santralistanbul: Evet, Turgut
Kaptan’ın dediği gibi mevsim geldi. Sadrazam’a gidip
fındık mındık gibi tuhaf adları olan o kızarmış yağ
bezelerini afiyetle yiyebilirsiniz. Hazır oraya
gitmişken Santralistanbul’da Türk resminin en meşhur
adamlarını bir araya getiren 20. Yüzyılın 20. Modern
Türk Sanatçısı sergisini gezin. Ya da önce gezin
sonra yiyin, daha iyi.
2- Kurufasulye ve İstanbul Modern: Beyoğlu’ndan
aşağıya indiniz, tarihi çeşmenin oradan ışıkları
geçtiniz. Sola dönmeyip devam edin ve şahane
Karadeniz fasulyecisi Fasuli’ye varın. Bol tereyağlı
kuru fasulyeyi acı biber turşularıyla gövdeye
indirin sonra doğru İstanbul Modern’e... Önce alt
kattaki Kayıp Cennet sergisini gezin. Eğer video
odalarında uyuklamaya başlarsanız üst kata çıkıp
denize nazır bir kahveyle kendinize gelin.
3- Sucuklu yumurta ve Sabancı Müzesi: Ben
ekseriyetle pazar sabahları erkenden Hisar’a kendimi
atıp orada sucuklu yumurtayla kahvaltımı yapıp sonra
da Emirgan’daki müzeyi geziyorum. Ama kahvaltıyı da
Emirgan’da yapmak ve Çınaraltı’nda kıymalı börek
yiyip hemen yandaki müzeye geçerek Sabancı Hat ve
Resim Koleksiyonu sergilerini görmek de mümkün.
4- Köfte ve İslam Eserleri: Pargalı İbrahim’in ruhu
şad olsun. Zatı Şahane’nin evini, yani İslam
Eserleri Müzesi’ni gezmeden önce huyum kurusun,
Sultanahmet Köftcisi’ne uğramadan edemiyorum. Esasen
huyum değil ama ağzım kuruyor ve fena hararet
yapıyor ama, elden ne gelir. Ne uşak halılarından ne
köftelerden vazgeçemiyorum.
5- Karaköy balıkçıları ve Osmanlı Müzesi: Balık
halinin arkasındaki kaçak balık lokantaları şahane.
Gidiyorsun oraya balığını kızarttırıyorsun, yanında
su bardağında rakı, önünde haliç manzarası, kafayı
çekiyorsun. Müze mi? Tabii ki oraya gidecek halin
kalmıyor, ama mühim değil; zaten kapalı. Osmanlı
Bankası Müzesi onarımı bitince, sonbaharda açılacak.
O zaman rakıyı az tutun derim...
Radikal, Yazı: Kemal Yılmaz, 25.04.2011
|
CUMALIKIZIKLILARA ARINÇ'TAN GÜZEL HABER
Devlet
Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç,
Cumalıkızık köy meydanında yaptığı konuşmada,
Cumalıkızık'ın köy statüsüne alınması için talepler
olduğuna değinerek, 'Bu konuda hazırlıklar yapıldı.
İl Genel Meclisimizin bu haftaki toplantısında
Cumalıkızık'ın inşallah köy olması karara
bağlanacak. Mahallenin muhtarı da Cumalıkızık Köyü
muhtarı olacak' dedi.
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent
Arınç, 'Şimdi 90 yıllık cumhuriyetimizle hamdolsun
bu dönemde de dünyada en
güçlü devletlerden, hatırı sözü
dinlenir en büyük ülkelerden birisi halindeyiz'
dedi.
Arınç, Cumalıkızık köy meydanında yaptığı konuşmada,
Cumalıkızık'ın, tarihi bir köy
ve Osmanlı ile yaşıt olduğunu
söyledi. Burada, 700 yıllık Osmanlı köyünde yaşayan temiz
güzel insanlarla birlikte olduklarını ifade eden
Arınç, 'Tarih burada kültürümüz, inancımız burada
kültür ve tabiat varlıklarımız burada,
geleneklerimiz örf ve adetlerimiz burada. Günlük
siyasetimizi bir kenara bıraktık. Burada
kardeşlerimizi ziyaret etmeyi, hanım kardeşlerimizle
selamlaşmayı, anne ve teyzelerimizin dualarını
almayı arzu ettik' diye konuştu. Arınç, şunları
kaydetti:
'Cumalıkızık'ı bilmeyen yok. Kültür Bakanlığımız,
belediyelerimiz,
özel idarelerimiz, buraları tarihi
hüviyetine kavuşması için gayret ediyor.' diyen
Arınç, Cumalıkızık'ın köy statüsüne alınması için
talepler olduğuna da değinerek, 'Bu konuda
hazırlıklar yapıldı. İl Genel Meclisimizin
bu haftaki toplantısında Cumalıkızık'ın inşallah köy
olması karara bağlanacak. Mahallenin muhtarı da
Cumalıkızık Köyü muhtarı olacak' dedi.
Bursa Olay, 25.04.2011
|
800 YILLIK ÇİFTE MİNARE BÖYLE ZULÜM GÖRMEDİ
 




Anadolu’nun en büyük medreselerinden biri olan
Çifte Minareli Medrese, şu günlerde yeni bir
restorasyona hazırlanıyor. Ancak ziyaretçilere
hala açık olan ve zaman zaman çeşitli
etkinliklere ev sahipliği yapan yaklaşık 800
yıllık tarihi eserin duvarlarındaki çiviler,
asırlık eserin görkemini gölgede bırakıyor.
Medrese içindeki çift başlı kartal, hayat ağacı,
ejderlerden oluşan panoları ve göz kamaştıran
oymaları görmeye gelenlerin dikkatini çeşitli
mekanlara çakılmış çiviler çekiyor.
Medresenin ana giriş kapısının üst pervazına
rastgele yerleştirilmiş cihazlar ve kablolar ise
çirkin bir görüntü oluşturuyor. Kablolar ayrıca
avlunun revakları ve sütunlarının yanı sıra
hücre kemerleri, ana eyvanın merdivenleri ile
kümbetin mumyalık kısmında da göze çarpıyor.
Mumyalık kısmındaki giriş merdivenin başına
konulan "Lütfen kültür mirasımızı en iyi şekilde
koruyalım" levhası ise hemen yanı başında
elektrik kabloları ile ilginç bir tezat
sergiliyor.
Çifte Minareli Medrese’deki bu manzara
karşısında hayretler içinde kalanlar ise
mekandan ayrılışlarında ise bir odanın giriş
kapısının üstüne monte edilmiş televizyon anteni
ile karşılaşıyor.
Erzurum Kalesi’ne ait dış surların güneyinde
yer alan tarihi medreseye dair bir kitabe
bulunmadığı için yapım tarihi ve asıl adı
bilinmiyor. Ancak
Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubad’ın kızı
Hundi Hatun veya İlhanlı Hanedanı’ndan Padişah
Hatun tarafından yaptırılmış olabileceği
düşüncesiyle buraya "Hatuniye Medresesi" de
deniliyor.
13’üncü yüzyılda yapıldığı tahmin edilen
medrese, Sultan IV. Murad’ın emriyle
tophane haline getirilmiş ve bir süre de
kışla olarak kullanılmış.
1942-1967 yılları arasında Erzurum Müzesi
olarak kullanılan medrese yaklaşık 35 x 46 metre
boyutlarında.
Zemin katta 19, birinci katta ise 18 oda
bulunmaktadır. Avlu 26x10 metre ölçülerinde dört
yönden revaklarla çevrili olup, girişin
batısındaki kare mekanın vaktiyle mescid olarak
kullanıldığı anlaşılmaktadır. Zemin katın
revakları kalın sütunlar üzerine oturmaktadır.
Sütunların çoğu silindirik, dördü sekizgen
gövdeye sahiptir. Odalar beşik tonozla
örtülüdür.
Medrese’nin bezemesinde kullanılan geometrik
motifler, Selçuklu taş süslemesindeki
örneklerdir. Bezemenin ağırlık unsuru bitkisel
öğelerdir. Palmet ve rumi motiflerin en çok
kullanılanıdır ve her ikisi de birbiri ile uyum
içindedir.
Çifte Minareli Medrese’nin en önemli
yanlarından biri hiç şüphesiz figürlü
süslemesidir. Taç kapının bulunduğu bölümde, her
yüzünde süslemelerle kuşatılmiş 4 adet pano
bulunmaktadır. Panoda palmiye (hayat ağacı), iki
başlı kartal ve altta iki
ejder figürü yer almaktadır. Güney eyvanın
dış duvarlarına bitişik inşa edilen iki katlı
kümbetin gövdesi ise 12 köşelidir. Kümbetin üstü
dıştan külah, içten kubbe ile örtülüdür. Saçağı,
süsleme şeritler ve silmelerle bezenmiştir. Dört
kollu bir düzenlemeye sahip, cenazelik kısmı
çapraz tonozla örtülüdür. Kümbetin iç malzemesi
mermerdir. Süslemeleri medresenin aksine oymadır
ve bitkisel öğelerden oluşmaktadır.
Hürriyet, 25.04.2011
******
MEDRESE OLAYI
AÇIKLIĞA KAVUŞTU
Erzurum’un en önemli simgelerinden tarihi Çifte
Minareli Medrese’nin duvarlarına asılı çiviler ile
kablolarla ilgili tepkilere Vakıflar Bölge
Müdürlüğü’nden açıklama geldi. Açıklamada, çivilerin
yıllar önce Medrese’nin duvarlarına çakıldığı,
kabloların ise çatlakların durumunu izleyen
cihazlara ait olduğu bilgisine yer verildi.
Son günlerde kamuoyunu meşgul eden Çifte
Minareli Medrese’nin duvarlarındaki çivi ve
kablolarla ilgili yazılı bir açıklama yapan Vakıflar
Bölge Müdürlüğü, kentin en önemli vakıf eserlerinden
Çifte Minareli Medrese’nin restorasyonunun
gerçekleştirilerek ayağa kaldırılması için 2008’de
başlanan çalışmanın 2010’da Koruma Kurulu tarafından
onaylandığı, restorasyona bu yıl başlanacağını
bildirdi.
Yaklaşık 800 yıllık bir geçmişe sahip
Medrese’nin bu güne kadar bölüm bölüm restore
edildiği, kapsamlı bir restorasyonun ise bu güne
kadar yapılmadığı bilgisine yer verilen açıklamada,
şunlara yer verildi: “Eserin hızla restorasyona
alınması için ön çalışmaların tamamlanmasının
akabinde restorasyon ihalesine Erzurum Vakıflar
Bölge Müdürlüğümüzce geçtiğimiz 4 Nisan’da çıkılan
ön yeterlilik ihale süreci devam etmektedir.
Restorasyon ihalesinin sonuçlanmasını takiben hızla
restorasyon çalışmalarına başlanılması
planlanmaktadır. Bölge Müdürlüğümüzce eserde görülen
eksiklikler ve tahribatların tespit edilmesi
sonucunda restorasyon çalışmalarının başlatıldığı
kamuoyunca bilinmelidir. Bu eksikliklerin ve zamanla
eserde meydana gelmiş hasarın giderilebilmesi
amacıyla başlanan restorasyon çalışmalarında amaç,
Çifte Minareli Medrese’nin aslına uygun şekilde
restorasyonunun gerçekleştirilmesidir. Çifte
Minareli Medrese’nin duvarlarına yıllar önce
çakılmış çivilerin restorasyon sırasında esere zarar
vermeden sökülmesi sağlanacaktır. Öte yandan
Medrese’de yer alan kablolar, restorasyon projesinin
hazırlanabilmesi için kurulmuş ve medresedeki
çatlakların durumunu izleyen cihazlara ait
kablolardır. Yer hareketlerinin medresede mevcut
çatlaklara etkisinin incelenmesi amacıyla kurulmuş
olan cihazlara ait bu kablolar, restorasyondan sonra
kaldırılacaktır. Yıllar önce eserin aydınlatılması
için çekilen elektrik kabloları ise restorasyon
aşamasında onaylı projeye göre çekilecektir.”
Erzurum Gazetesi, 27.04.2011
|
DOĞALGAZ TABELASI SANATÇILARI KIZDIRDI

Erzurum’da düzenlenen Uluslararası Taş Yontma
Sempozyumu’nda yapılan
ve Büyükşehir Belediyesi
tarafından şehrin dört bir tarafına konulan mermer
çeşmelerden birine
doğalgaz uyarı tabelasının asılması, tepkilere
neden oldu. Atatürk Üniveresitesi
Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel
Bölümü Başkanı Doç.Dr. Mustafa Bulat, "Bu sanata ve
sanatçıya saygısızlıktır" dedi.
Büyükşehir Belediyesi’nin katkıları ile
geçtiğimiz
yıl
Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi
Heykel Bölümü tarafından düzenlenen Uluslararası Taş
Yontma Sempozyumu’na katılan heykeltıraşlar
Selçuklu motiflerinden esinlenerek mermerden 8
çeşme yaptı. Belediye, sanatçıların yaptığı
çeşmeleri kent merkezinin önemli noktalarına
yerleştirdi.
Yenişehir Kavşağındaki heykeltıraş Tansel
Çeber’in yaptığı çeşmeye doğalgaz dağıtım firması
Palen, sarı
renkli bir levha astı. "Dikkat bu
sokakta dogalgaz hattı vardır. İzinsiz kazı
yapılamaz. İzinsiz yapılsa dahi kazıya başlanmadan
önce mutlaka 187 numaralı telefona bilgi verilmedir.
Kazı çalışmaları sırasında pal-gaz görevlilerinin
uyarılarına riayet edilmelidir" yazısını asan Palen
Doğalgaz Dağıtım Şirketine sanatçılar tepki
gösterdi.
Dünya üniversiteler
kış oyunları öncesi düzenledikleri iki ayrı
uluslararası sempozyumda Erzurum’a 8’i çeşme olmak
üzere toplam 16 sanat eseri kazandırdıklarını
anımsatan Atatürk Üniveresitesi Güzel Sanatlar
Fakültesi Heykel Bölümü Başkanı Doç.Dr. Mustafa
Bulat, eserlerin reklam panosu olmadığını söyledi.
Büyükşehir ve Yakutiye Belediyesi ile kış oyunları
koordinatörlüğünün desteklediği eserlerin kent
merkezinin önemli noktalarına konulduğunu ifade eden
Doç.Dr. Mustafa Bulat şunları söyledi:
"Üniversitemizde asistan olan Tansel Çeber’in
Selçuklu mukarnasını anlatan çeşme tasaramı büyük
beğeni kazanmıştı. Suyu 1 ay sonra bağlanacak olan
bu çeşme Büyükşehir Belediyesi tarafından Palandöke
Dağı’na çıkan Yenişehir Kavşağı’na konuldu. Palen
doğalgaz firması bu yapıtın bir sanat eseri olduğunu
algılayamayıp reklamını koyarak sanat eserine
saygısızlıkta bulunmuştur. Böyle bir yapıtı sanat
eseri değil de reklam panosu olarak görmeleri
sanatçıya ve emeğe saygısızlıktır. Belediye bunu
farkedip kaldırtacaktır. Ama bu eserde doğalgaz
tabelasının ne işi olur, anlamak
mümkün değil."
Milliyet, Haber: Turgay İpek, 25.04.2011
|
TÜRKİYE'NİN İLK 'ADA MÜZESİ'NİN ZİYARETE AÇILMASI
İÇİN HAZIRLANAN PROJE ONAYLANDI

Türkiye'nin
ilk 'Ada Müzesi' olması planlanan
Balıkesir'in Erdek
İlçesi
açıklarındaki Zeytinliada'nın
ziyarete açılması için
Erdek Turizm Vakfı
tarafından hazırlanan projenin, Güney
Marmara Kalkınma Ajansı tarafından
onaylandığı bildirildi.
Erdek Kaymakamı İsmail Kaygısız, gazetecilere
yaptığı açıklamada, Güney Marmara Kalkınma Ajansı
tarafından onaylanan projenin yatırım maliyetinin
250 bin TL olduğunu, bu kaynağın önümüzdeki ay
imzalanacak protokolle Erdek Turizm Vakfına
aktarılacağını belirtti.
Kaygısız, vakfın ilk etapta bu kaynakla yerli ve
yabancı turistlerin Zeytinliada'ya ulaşmalarını
sağlamak için iki adet 14 kişilik tekne satın
alacağını kaydederek, haziran ayından itibaren
ilçeye gelen yerli ve yabancı turistlerin bu
teknelerle adaya transfer edileceğini söyledi.
Adada ayrıca yeşil alanlar oluşturulacağını, üst
kısmında bir seyir alanı ile gezi ve yürüyüş yolları
yapılacağını, çay içme ve dinlenme amaçlı küçük
kulübeler inşa edileceğini anlatan Kaygısız,
''Erdek'te tarih turizminin gelişmesine önemli
katkılar sağlayacağına inandığımız bu projeyi
önemsiyoruz'' dedi.
Kaygısız, Zeytinliada'daki kazıların 4 yıldan beri
devam ettiğini hatırlatarak, bugüne kadar yapılan
kazılarda 6. yüzyıla ait Meryem Ana Kilisesi,
çocuklar için vaftiz havuzu ve çok sayıda tarihi
yapının gün yüzüne çıkarıldığını söyledi.
Yapı, 24.04.2011
|
DOLMABAHÇE'NİN KRİSTAL MÜCEVHERLERİ

1856 yılında hizmete açıldığı günden bu yana, Boğaz
kıyısındaki ayrıcalıklı konumuyla dünyanın en
görkemli saraylarından biri olan Dolmabahçe, eşi
benzeri olmayan kristal avizeleriyle de
ziyaretçileri büyülüyor. Saraydaki paha biçilmez
değerdeki 224 avize ve
500 şamdanın bakımları periyodik olarak “avize
atölyesindeki” 10 görevli tarafından titizlikle
yapılıyor.
24 yıldır Dolmabahçe Sarayı’nda aydınlatma araçları
sorumlusu olarak görev yapan Vildan Karahüseyin,
sarayın “kristal mücevherlerini” anlattı.
Dolmabahçe’nin ihtişamını gözler önüne seren en özel
objelerden biri hiç kuşkusuz sarayın ışık kaynakları
olan avizeler... Saray, koleksiyonunda 1800’lerde
dünyanın en önemli avize üreticileri arasında
gösterilen İngiliz Osler, Fransız Baccarat ve
İtalyan Murano markalarının en nadide eserlerini
barındırıyor. Sarayda aydınlatma konusuna büyük önem
verildiğine değinen Vildan Karahüseyin, eskiden her
bir aydınlatma objesinin ayrı bir görevlisi olduğuna
dikkat çekiyor: “O dönemde sarayda şamdancılar,
fenerciler, kandilciler ve gazcılar vardı. Bahçedeki
fenerler de dahil, tüm objeleri yakmak onların
sorumluluğundaydı. Sarayda mum da, havagazı da,
elektrik de kullanıldı. Ama havagazıyla çalışan
devasa bir avizeyi uzun kibritlerle yakmak çok vakit
alıyordu.” Karahüseyin, 20 senedir görevde olduğu
halde bugüne kadar hiçbir avizenin tek bir
parçasının bile kırılmadığını söylüyor. Sadece 1999
depreminde Muayede Salonu’ndaki avizenin küçük bir
parçasının kırılması istisna... Yine de bir kaza
ihtimaline karşın, avizelerin yedek parçaları da
mevcut. Avizelerin tozlarının bile alınması komplike
bir iş. Bu süreçte 1 ay boyunca bakımı yapılacak
avizenin yanında iskele kuruluyor. Muayede
Salonu’ndaki büyük avize ise sadece 2 yılda bir
temizleniyor. Bu işlem 2 ay sürüyor.
Dolmabahçe’nin Medhal Salonu, sarayın giriş salonu
olduğu için diplomatik önem taşıyan bir salon... Bu
salonda yer alan İngiliz Osler marka kristal avize,
elektriğin enerji kaynağı olarak kullanılmaya
başlamasından önceki yıllarda yapılmış, sarayın orta
büyüklükteki avizelerinden biri... Yakıt olarak gaz
kullanıldığı için “gaz avizesi” grubuna giriyor.
Daha sonraki dönemde saraya elektrik döşendikten
sonra, elektrik ampulleriyle aydınlatılır hale
gelmiş. Avize, üç kademede daralarak yükselen kollar
üzerinde toplam 60 adet ‘grave ’ tekniğiyle
desenlenmiş fanus içerisindeki 60 ampulle aydınlatma
görevini yapıyor. Saray görevlileri İngiltere’de
Crystal Palace’da düzenlenen “The Great
Exhibition”da prototipini görerek bu avizeyi sipariş
vermiş. Kristal parçaların içinden geçen veya açıkta
duran, dolayısıyla görünen bütün kısımlar gümüş
kaplama... Böylece, avizedeki kristallerin ışıltısı
gümüşün parıltısıyla kuvvetlendiriliyor.
Karahüseyin, “Bu avizenin sarnıçları uzaktan bakınca
cam gibi gözüküyor ama tamamı kristaldir” diyor.
Yabancı devlet adamlarının en çok etkilendikleri
mekan Kristal Merdivenli Salon. Çünkü merdivenlerin
tırabzanları kristalden, basamakları ise kıymetli
ahşap malzemeden yapılmış. Yukarıdan bakıldığında
“at nalını” andıran bir salon. Ancak bütün olarak
hilale benziyor. Sanki karşılıklı ay ve hilal var,
yıldız da temsilen avize olarak sarkıtılmış gibi...
Padişahla görüşmeye gelen elçiler bu salondaki
“Saltanat Merdivenleri”nden tırmanarak Süfera
Salonu’na (Elçiler Salonu) çıkıyor. Bu derece önemli
bir salonda, hiç şüphesiz kristal malzemelerle
bütünlük oluşturan İngiliz malı bir kristal avize
bulunuyor. Mekanın tavanını oluşturan cam kubbe,
kırmızı renkli yüzeyleriyle sütunlu holde ışığın
süzmesini sağladığı gibi, bu görkemli mekana
etkileyici bir ışıklandırma sağlıyor. Cam kubbede
asılı duran büyük boyutlu kristal avize, alt ve
üstteki kollarında yer alan 144 aydınlatma mumuyla
sarayın dikkat çekici avizelerinden biri...
Sarayın en önemli protokol salonlarından biri olan
Süfera Salonu’na (Elçiler Salonu) gidilirken,
güzergah boyunca tüm kristaller güç, otorite ve
yüksek sanat anlayışının bir göstergesi olarak göze
çarpıyor. Salon, yabancı devletler nezdinde
Osmanlı’nın ihtişamını ve gücünü vurguladığından,
salonu aydınlatan avizeye de büyük önem verilmiş. 80
mumluklu olmasına karşın, Osler marka bu avize çok
katlı ve hacimli kütlesiyle yansıttığı ışıkla,
sarayın en görkemli ikinci avizesi olarak hayranlık
uyandırıyor. Avizedeki kaliteli kesme desenli
kristal top, şık bir estetik anlayışın ürünü. Yaprak
görünümünde kesmeli kristal modüllerin oluşturduğu
ve ağız kısmı dışa büklümlendirilen büyük tabak ve
dekoratif kollarıyla Medhal Salon’daki avize ile
benzerlik gösteriyor.
Dolmabahçe’de bayramlaşma törenlerinin yapıldığı
2000 metreyi aşan 56 sütunlu Muayede Salonu, aynı
zamanda dünya sarayları içerisindeki en büyük balo
salonu. İmparator ve kralların ağırlandığı,
ziyafetlerin tertiplendiği, Topkapı’dan 250 kiloluk
altın tahtın getirtilerek devlet törenlerinin
yapıldığı bu salonda Türkiye’nin en büyük avizesi
bulunuyor. 4.5 tonluk, 464 aydınlatma mumlu devasa
bir İngiliz kristal avize... 1853 yılında Londra’da
Frederick Rixon tarafından tasarlanmış. Karahüseyin,
bu avizenin uzun yıllar hep “Kraliçe Viktorya’nın
hediyesi” sanıldığını ancak yaptıkları çalışmayla
bunun doğru olmadığını ortaya çıkarttıklarını
vurguluyor: “Başbakanlık arşivinde bu avizenin
belgesi bulundu. O belgede avizenin İngiltere’ye
sipariş olarak yaptırıldığı ve 1853 yılında yerine
takıldığı ortaya çıktı. Bu avize, 67 sandık içinde
gemilerle İstanbul’a geldi. 464 havagazı lambalı
olarak imal edildi. Devlete de 850 bin kuruşa mal
oldu.”
Vatan Pazar, Haber: Tuğrul Tunalıgil, 24.04.2011
|
KAPALIÇARŞI CAN ÇEKİŞİYOR

Dünyanın en eski alışveriş
merkezlerinden olan İstanbul'daki tarihi
Kapalıçarşı, uzun yıllardır hiçbir bakım ve onarım
görmeden ayakta kalmaya çalışıyor. Her yağmurda
çatısı akan 550 yıllık çarşıda, turistler alışveriş
yaparken görevliler zemindeki pis suları temizlemeye
çalışıyor.
Kapalıçarşı esnafı, kemerlerinde büyük
çatlaklar oluşan çarşının depremde yıkılmasından
endişe duyuyor. Fatih Sultan Mehmet'in 550 yıl önce
yaptırdığı, her gün yaklaşık 500 bine yakın kişinin
ziyaret ettiği Kapalıçarşı, yıllara tek başına
meydan okuyor. Bugüne kadar birçok deprem, yangın ve
fırtınaya maruz kalan Kapalıçarşı, ilgisizlikten
çürüme noktasına geldi. Özellikle Halıcılar ve
Keseciler Caddesi'ndeki durum içler acısı. Çatıdan
akan yağmur suları, bu caddedeki kemerleri
karartmış. Zeminde biriken sular ise sürekli esnaf
tarafından temizleniyor. Bu sırada turistler
alışveriş yapıyor, yemek yiyor. Çarşının bu durumu
dış basında Herald Tribune ve New York
Times'ta bile haber oldu. 20 yıldır
Kapalıçarşı'da halıcılık yapan Ömer Seçer, "En ufak
bir yağmurda büyük sıkıntı yaşıyoruz. Milyon
dolarlık dükkanlar bunlar. Böyle yağmur olduğu zaman
dükkanda ipek halıları açamıyoruz. Müşteri dükkana
girmeden geçip gidiyor," diyor. Mertcan Halı'nın
sahibi Tevfik Mertcan ise bir kemerdeki büyük
çatlağı göstererek, "Belediye tadilat yapacak. Ama
her dükkandan 20 bin TL isteyeceklermiş. Burada
onarım şart. Büyük çatlaklar var. Burası depremde
çökecek diye korkuyorum," diye konuşuyor. 10 yıldır
Kapalıçarşı'da çalışan Serdar Erdoğan ise bu durumun
Türkiye'nin imajına zarar verdiğini belirterek,
"Buraya Avrupalı insan geliyor. Suların üstünden
hoplaya zıplaya atlıyorlar. Akıllarında
'Kapalıçarşı'nın her yeri çamur içinde,' diye
kalıyor," diyor.
Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir,
2009'da İl Özel İdaresi işbirliğiyle Kapalıçarşı'nın
restorasyon projelerini 14,8 milyon TL'ye
hazırlattıklarını belirterek projelerin 2012 yılı
ortasında tamamlanacağını anlattı. Kapalıçarşı'nın
yüzde 98'inin özel mülkiyet olduğuna dikkat çeken
Demir, bugüne kadar bir çarşı yönetimi
oluşturulamadığını, bununla ilgili kanun
düzenlemesinin önümüzdeki dönem TBMM'den geçeceğini
söyledi. Kapalıçarşı'nın restorasyonu için yaklaşık
150 milyon TL kaynağa ihtiyaç olduğunu vurgulayan
Demir, "Çatılardan, kubbelerden sular akıyor.
Osmanlı döneminden kalma, pis suların tahliyesini
sağlayan kanallar tıkanıyor. Elektrik, telefon
kabloları saç örgüsü gibi her yerde. Bu görüntü
Kapalıçarşı'ya, bize yakışmıyor. Çatısı, gecekondu
çatısından daha berbat. Normalde kemer şeklinde,
kubbemsi çatılar 1980'de beton dökülerek klasik çatı
haline getirilmiş. Üzerine kiremitler döşenmiş, ama
bugün neredeyse hiç kiremit yok, darmaduman her
taraf. Su depolarından, klimalara kadar terk edilmiş
bir tarla gibi. Yıllardır birikmiş sorunları var,"
diyor.
İstanbul'un en ünlü turistik mekanlarından
olan Kapalıçarşı'ya dış basın da büyük ilgi
gösteriyor. Tabii tarihi çarşının içler acısı hali
de gündeme getiriliyor. En son 13 Nisan'da, New York
Times gazetesinde bu konuyla ilgili bir yazı
yayımlandı. Susanne Güsten imzalı, 'İstanbul'un
Tarihi Çarşısını Enkaza Dönmeden Kurtarmak' başlıklı
yazıda şöyle deniliyor: "Osmanlı Sultanı Fatih
Sultan Mehmet tarafından 1461 yılında yaptırılan
İstanbul'daki Kapalıçarşı, genelde 300 bin, yoğun
günlerdeyse yarım milyon kişi tarafından ziyaret
ediliyor. Yaklaşık 25 bin kişi geçimini, Ermeni
antikalarından hediyelik eşyaya farklı ürünlerin
satıldığı 3 bin 600 dükkandan oluşan çarşıdan
sağlıyor. 39 bin metrekarelik çarşının çatısı
altında, kendi postanesi, camisi, karakolu ve
itfaiyesi bulunuyor. Fakat bu şehir içindeki şehrin
bakım ve onarımından sorumlu kimse yok. Bazıları
Osmanlı dönemine kadar dayanan ve büyük çoğunluğunun
tapularını nesillerdir elinde tuttuğu
Kapalıçarşı'nın mülkiyeti, 2 bin 500 dükkan sahibi
arasında bölünmüş durumda. Dedesi 1907 yılında
çarşıda hamal olarak çalışmaya başlayan Kapalıçarşı
Esnaflar Derneği Başkanı Hasan Fırat, çoğunun
Esnaflar Derneği'ne üye olmalarına rağmen, 'Para
toplamak ya da ihale yapmak gibi bir yasal yetkimiz
yok,' diyor." Ayrıca çarşının yangınlardan gördüğü
zarara da değinen Güsten, "Çarşı yangınlar nedeniyle
de yüzyıllardır rahata kavuşamadı. En son büyük
yangın, 1954'te elektrik kontağından çıktı. 28 gün
süren yangın 1300'den fazla dükkanı tahrip etti.
Çarşı altı yıl kapalı kaldıktan sonra, 1960'ta
yeniden açıldı," diyor.
Kapalıçarşı Esnaf Derneği Başkanı Hasan Fırat "Son
10 senedir bu sıkıntılar var. Kapalıçarşı gibi
tarihi yerler sürekli bakım ve onarım ister. En son
25 sene önce onarım yapılmış. Enerji altyapısı
yetersiz. Onarımın bir an önce yapılması lazım.
Bugünkü manzara iyi değil. Dünyanın tarihi mirası
olan, turizm merkezi olan bir yerde bu çirkin
manzara olmaz. Başkasının elinde olsa, bu kadar
kıymetli bir yeri cam fanusta tutar. Bakmakta
sıkıntı çekiyoruz," diyor. Seçim sonrası çıkarılacak
yasayla, yeni bir yönetim planı belirleneceğini
belirten Fırat, bu yönetimin restorasyon işlemini
başlatacağını belirtiyor.
Sabah Pazar, 24.04.2011
|
57. ALAY ANITI GERÇEK ŞEHİTLERİNE KAVUŞTU
Çanakkale'ye gelen turist sayısı son yıllarda
büyük bir hızla artarak yılda 2 milyon civarına
ulaşmış. Ziyaretçilerin önemli bir bölümünü
Gelibolu'ya, 1915'te yapılan Çanakkale Savaşları'nı
anmak, tarihi yerleri görmek için gelenler
oluşturuyor. Şu günler ise Gelibolu'nun en hareketli
günleri. 1980'lerin ilk yıllarından itibaren her yıl
24 Nisan'ı 25 Nisan'a bağlayan gece düzenlenen Anzak
şafak törenlerine katılmak için Avustralya, Yeni
Zelanda'dan 10 bin civarında turist geliyor.
Bir
süredir bu rakama aynı gece düzenlenen 57. Alay
yürüyüşüne katılmak için Türkiye'nin farklı
yerlerinden gelen binlerce öğrenci ekleniyor. Geceyi
çadırlarda geçiren öğrenciler sabaha karşı, 1915'te
Anzak askerlerinin Gelibolu çıkarmasını savuşturmak
için yola çıkan ve büyük kısmı şehit olan 57.
Alay'ın izlediği rotada yürüyüşe geçiyor. Çoğumuz
söz konusu alayın adına Atatürk'ün 'Size taarruzu
emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum' emrinden aşinayız.
Bu yıl, bu iki törenin yanında bir tören daha
düzenlenecek. Özellikle 1994'teki orman yangınından
ciddi biçimde etkilenen, taşıyıcı ayakları
zayıflayan, çevre düzenlemesi bozulan ve törenler
için yetersiz kalan 57. Alay Anıtı'nın yenilenmiş
hali, bugün bir törenle açılıyor. Anıtın yeni
düzenlemesinin sahibi akaryakıt firması Opet.
Düzenlemeyi 2006 yılından beri Gelibolu
Yarımadası'nda yürüttüğü Opet Tarihe Saygı Projesi
kapsamında gerçekleştirmiş.
Uzun yıllardır ihmal edilmişliği hakkında
sürekli haberler okuduğumuz bölgeyi gezerken bize,
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Tarih Bölümü
Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Burhan Sayılır da eşlik
ediyor. Kendisi Opet Tarihe Saygı Projesi'nin
danışmanlarından... Malum, geçeklerin efsanelerle
karıştığı Çanakkale Savaşı'yla ilgili bilgi
kirliliği epey fazla... Anlatılanları dinlerken ya
da okurken şehit düşen asker sayısından, Seyit
Onbaşı'nın 257 okkalık top mermisini sırtında mı
yoksa kucağında mı taşıdığına kadar pek çok olayın
birbirinden farklı yansıtıldığını görüyorsunuz.
Neredeyse her olay işin bu vahim yanından nasibini
almış. Örneğin Sayılır'dan öğrendiğimiz
kadarıyla 57. Alay Anıtı'nın önceki kitabelerinde
yazılı şehit asker isimlerinin önemli bir kısmı
asker olmayan ya da farklı alaylarda askerlik yapmış
kişilere aitmiş.
Sayılır, Çanakkale Savaşları'nın hala
araştırılmaya, üzerinde çalışılmaya muhtaç bir alan
olduğunu, askeri arşivlerde, müzelerde ortaya
çıkarılacak pek çok belgenin, bilginin
akademisyenleri beklediğini söylüyor.
Söz buradan açılmışken, Çanakkale araştırmalarının
uzman ismi Prof. Haluk Oral'ın önceki haftalarda
Askeri Müze'de keşfettiği bir 57. Alay anekdotundan
bahsedelim. Atlas Tarih dergisine bir makale yazan
profesör, cephede ele geçirilen bir İngiliz
miğferinin hikayesini de anlatmış. Oral, ilginç bir
biçimde Askeri Müze'nin Çanakkale Savaşı'na duyduğu
ilginin henüz savaş sürerken başladığını söylüyor.
Tasvir-i Efkar Gazetesi'nin 19 Kasım 1915 tarihli
sayısında 'İngilizlerden Alınan Ganaim Askeri
Müze'de' başlıklı kısa bir haber yer alır. Bu
haberde, Harbiye Nezareti'nin Seddülbahir'de
düşmandan ele geçirilen on adet büyük İngiliz gemi
bayrağının, on adet işaret flamasının, kara ve deniz
subayı ile erata ait 39 şapkanın sergilenmek üzere
Askeri Müze'ye verildiği yazmaktadır.
Sözü Oral'a bırakalım; 'Şimdi müzede bu 39 şapka
sergilenmiyor ama Çanakkale Savaşları reyonunda 57.
Alay'ın kahraman kumandanı Hüseyin Avni Bey'in şehit
olduğunda üzerinde bulunan üniformasının
sergilendiği vitrinde iki şapka var. İngilizlerin
'Wolseley güneş miğferi' dediği şapkaların birinin
arka siperinde mor mürekkeple '19. Fırka Kumandanı'
Mustafa Kemal'in imzası var. Yanında şu yazı
okunuyor: '57. Alay tarafından Korku Deresi'nde
(Arıburnu) iğtinam edilmiştir. / 57. Alay K.
Kaymakam Hüseyin Avni'.
Yazıyı yazan ve imzalayan da efsanevi 57. Alay'ın
kumandanı Binbaşı Hüseyin Avni. 25 Nisan 1915'te
Arıburnu Çıkartması başladığında 19. Tümen Komutanı
Yarbay Mustafa Kemal, yanına bu alayı ve bir dağ
bataryasını alarak düşmanı ilk karşılayan 27.
Alay'ın yardımına yetişmişti. 57. Alay, Arıburnu
Cephesi'nde hep ön saflardadır. Düşmana karşı elde
edilen başarılar sonucu Hüseyin Avni Bey haziran
başında yarbaylığa terfi etti. 13 Ağustos 1915'te de
karargahına düşen bir obüs mermisiyle şehit oldu.'
Akşam Pazar, Haber: Eyüp Tatlıpınar, 24.04.2011
|
ANTİK ZEYTİN ATÖLYESİ BULUNDU
Mersin’in Erdemli
İlçesi'ndeki kazılarda yaklaşık 2 bin 200 yıl
öncesine ait olduğu tahmin edilen antik bir zeytin
atölyesine ulaşıldı.
Erdemli İlçesi'ndeki antik kent Kanlıdivane, Büyük
Akdeniz Havzası'nın tarım ve ticaret merkezi. Çok
eski tarihe sahip zeytinin, bölgenin en önemli geçim
kaynağı olduğu bir kez daha doğrulanmış oldu.
Kazı çalışmalarına katılan arkeolog Filiz Kerem,
“Kanlıdivaneyi önemli kılan şey hep dini merkez
olarak tanınmış olmasıydı, geçmiş kaynaklarda da
böyle geçiyordu, ama yapılan bitki temizliği
sonucunda gördük ki burası büyük bir zeytinyağı
işleme merkeziymiş” dedi.
Ortaya çıkarılan zeytin işletme atölyesinin,
günümüzde kullanılanlardan pek de farklı olmadığını
belirten Kerem, “Bize zaten bazı bulgular burda bir
atölyenin olduğunu gösteriyordu. Zeytin ezme pres
yatağı, daha sonra taşla zeytinin çekirdeğinin
kırıldığı bir yatak ve pres taşlarıyla zeytinin
ezildiğini ve sıcak suyla arıtılıp ve çeşitli
kanallarla aktarıldığını ve ordan da depolanmak
üzere anforalara aktarıldığını bulmuş durumdayız”
dedi.
MÖ 2’nci yüzyılda burada işlenen
zeytin, liman aracılığıyla ihraç ediliyormuş. Mersin
Valiliği yapacağı çalışmayla, kazı alanında tarihi
tekrar canlandırmaya hazırlanıyor.
Mersin Üniversitesi Mühendislik Fakültesi
Mimarlık Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Nida Naycı konuyla
ilgili, “Özel proje alanlarından bir tanesinde bir
zeytinyağı işliği Roma dönemi üstünde bir köy evi
var, biz yapacağımız canlandırmayla iki kültürü
birlikte anlatacağız. Yapacağımız restorasyon
çalışmasıyla ve ordaki köy evini onararak ziyaretçi
merkezine dönüştüreceğiz” dedi.
Hellenistik dönemden günümüze kadar ayakta kalmayı
başaran yapıların bulunduğu bölge, şimdi
misafirlerini bekliyor.
Trt/Haber, 24.04.2011
|
 |
111 YILLIK ŞEKER AHMET PAŞA TABLOSU MÜZAYEDEYE ÇIKIYOR
Kendisi de bir koleksiyoner olan Can Önen’in sahibi olduğu Asar-ı Atika Müzayede ve Sanat Galerisi’nin düzenleyeceği “Osmanlı Şaheserleri, Klasik ve Çağdaş Resim Tablo” müzayedesinde Şeker Ahmet Paşa Koleksiyonu satışa çıkacak. Birçok önemli müze ve koleksiyonda resimleri yer alan, 19. yüzyılın natürmort resimler yapan ilk önemli ustalarından Şeker Ahmet Paşa’nın 1900 tarihli, “Gölde Kuğular ve Sazlık” konulu peyzajı müzayedenin en dikkat çeken eseri. Sultan II. Abdülhamid tuğralı, 4 bölümden oluşan, her bölmesi tuğralı ve ön yüzlerinde inisyaller bulunan sefer tası da öne çıkan eserlerden. Osmanlı’da Sultan’ın erkek çocukları için kullanılan ve mülkün sahibi anlamına gelen eski Türkçe “Melik” yazılı “Tuğralı Gümüş Sefer Tası”nın çıkış fiyatı 140.000 TL. Müzayede 30 Nisan Cumartesi günü saat 14.00’te The Sofa Hotel Frida Salonu’nda gerçekleşecek.
Asar-ı Antika Sanat Galerisi’nin sahibi ve kurucusu Can Önen, müzayedede yer alacak nadide eserleri şu sözlerle anlattı: “Müzayede’de şaheser niteliğinde Osmanlı Saray eserleri ve klasik tablolar satışa sunulacak. Osmanlı ağırlıklı eserler çoğunlukta ama araya otuz kırk tane çağdaş eser serpiştirilen bir koleksiyon oldu. Hepsi Saray parçası, ya bir sultanın elinden çıkmış, ya bir sultana yapılmış ya da bir Osmanlı padişahının başka bir sultana hediye ettiği eserler. Çok önemli parçalar bulunuyor. Hepsinin de bir hikayesi var.”
Habertürk 23.04.2011
|
17 - 23 Nisan 2011
|
 |
KEMAL KURDAŞ VEFAT ETTİ
Türkiye Cumhuriyeti'nin iz bırakan Maliye Bakanlarından, Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nin kurucusu Kemal Kurdaş, 91 yaşında vefat etti
Yaşamı boyunca yüzlerce arkeolojik eserin kurtarılmasına katkıda bulunan Kemal Kurdaş, Ankara'ya kazandırdığı milyonlarca ağaç ile de Ağa Han Mimarlık Ödülü'ne layık bulunmuştu.
Arkasında arkeoloji, ormancılık ve eğitim alanında sayısız ödül bırakan Kurdaş, 22 Nisan 2011 Cuma günü, İstanbul'da, Teşvikiye Camii'nde kılınacak öğle namazının ardından son yolculuğuna uğurlanacak.
Kemal Kurdaş kimdir?
1920 yılında Bursa'da doğan ve zor koşullar altında, parasız yatılı olarak Balıkesir Lisesi'ni bitiren Kurdaş, 1943 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. 1944 yılında Maliye Bakanlığı'nda göreve başlayan Kurdaş, 1953'te Hazine Müsteşar Yardımcılığı'na atandı; 1956'da Washington'da, IMF'de çalışmaya başladı.
1960 yılında Türkiye Cumhuriyeti Maliye Bakanı oldu. 1961 yılının sonunda ise Orta Doğu Teknik Üniversitesi Rektörü olarak göreve başladı. 8 yıl içerisinde Türkiye'nin en önde gelen üniversitelerinden olan ODTÜ'yü yarattı. 1970 yılından itibaren özel sektörün önde gelen şirketlerinde yönetim kurulu üyesi, başkan yardımcısı ve başkan olarak çalıştı.
Kemal Kurdaş'ın ODTÜ ve civarında oluşturduğu milyonlarca ağaçtan oluşan, dünyanın en büyük suni ağaçlandırma çalışması, 1994 yılında Ağa Han Mimarlık Ödülü'ne layık görüldü. Başta Keban Barajı havzasında kalanlar olmak üzere pek çok arkeolojik eserin kurtarılmasını sağlayan Kurdaş; arkeoloji, eğitim ve ormancılık ile ilgili sayısız ödüle sahip.
Geride onlarca makale, gelirleri ODTÜ öğrenci bursları için kullanılan dört adet kitap bırakan Kemal Kurdaş, üç çocuk ve iki torun sahibidir.
Interaktifhaber.com, 20.04.2011
|
MÜZELERİN ÜZERİNDEKİ
DEMOKLES KILICI
Koleksiyonlardaki
eserlerin satın alınmasında önceliği Kültür
Bakanlığı'na veren kanun maddesi, özel müze
açmak isteyenleri tedirgin ediyor. Bakanlık ise
bu maddenin sadece kötü niyetlileri muhatap
aldığını belirtiyor.
Koleksiyoner
Öner Kocabeyoğlu'nun elinde; aralarında
Burhan Doğançay, Mübin Orhon ve İlhan Koman
gibi isimlerin de bulunduğu 1.000'e yakın
eser var. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay, İstanbul'daki Zührevi Hastalıklar
Hastanesi'ni müze yapması için
Kocabeyoğlu'na tahsis etmeye teşne. Öner Bey
çekimser. Şöyle diyor: "Müze açmayı çok
istiyorum ama şartlar biraz karışık
görünüyor. Vakıf kurmak, o vakfı işletmek...
Kanunlar, kurallar... Bir sürü iş. Açık
maddeler de var galiba, biraz daha
araştıracağız."
Arkeolojik Eser
Koleksiyoncular Derneği Başkanı Haluk
Perk'in tavsiyesi ise şu: "Elinizde
arkeolojik eser yoksa devlete bağlı müze
açmayın. Çünkü bir eseri tescil
ettirdiğinizde sorumluluklarınız artıyor.
Onun satışı, el ve yer değiştirmesi bir sürü
işlem gerektiriyor. Çok başınız ağrır. Çoğu
kişi bilmiyor ama 'müze' ismini
kullanmanızda hiçbir sakınca yok. İsmi
kullanın ama kaydolup bakanlığa bağlı resmi
statüye geçmeyin. Ziyaretçi, farkı anlamaz."
İstanbul Modern yıllarca devlete bağlı özel
müze değil, özel iktisadi işletme olarak
faaliyetlerini sürdürdü. Ancak 5. yılında
başvuruda bulundu ve devlete bağlı müze
statüsünü elde etti.
MÜZE KURMAK
İSTEYENLER, DİKKAT!
Devlete bağlı
özel müze kurma isteklerini konu alan
başvurular 2863 sayılı kanun ve buna bağlı
Özel Müzeler ve Denetimleri Hakkında
Yönetmelik hükümleri doğrultusunda
inceleniyor. Müzenin yeterli nitelik ve
nicelikte bulunması ve sürekli hizmet
vermesi hususları dikkate alınarak karar
veriliyor. Pera Müzesi Genel Müdürü M. Özalp
Birol, müze kurmak isteyen kişi ve
kurumların, kanunun 26. maddesine özellikle
dikkat etmelerini salık veriyor. 'Müze, özel
müze ve koleksiyonculuk' başlığı altındaki
26. madde özetle şöyle: "... Gerçek ve tüzel
kişilerce kurulacak müzeler, Kültür ve
Turizm Bakanlığı'nın izin belgesinde
belirlenen konu alanlarına inhisar etmek
şartıyla, taşınır kültür varlığı bulundurup
teşhir edebilirler. Bu müzeler, taşınır
kültür varlıklarının korunması hususunda
devlet müzeleri statüsündedirler. ...
Koleksiyoncular, ilgili müzeye tescil
ettirerek, koleksiyonlarındaki her türlü
eseri on beş gün önce Kültür ve Turizm
Bakanlığı'na haber vermek şartı ile kendi
aralarında değiştirebilir veya satabilirler.
Satın almada öncelik, Kültür ve Turizm
Bakanlığı'na aittir."
Türkiye'de
koleksiyonculuk ve müzeciliğin yeterince
teşvik edilmediğinden dem vuran isimlerden
biri de Rahmi M. Koç. Önerisi şu: "Yapılacak
şey 2863 No'lu kültür ve tabiat varlıklarını
korumaya yönelik kanunun Avrupa'daki
eşdeğeriyle paralellik kazanmasının
sağlanması, meraklıların
iştahlandırılması..."
Yasalarda değil,
onları uygulayanların problemli olduğunu
vurgulayan Perk, "Satın almada önceliğin
bakanlığa verilmesi çok uygulanan bir madde
olmamasına rağmen Demokles'in kılıcı gibi
koleksiyonerin üzerinde." diyor ve ekliyor:
"Kanunun amacı, denetim sağlayarak eserleri
koruma. Koleksiyoner kayıtlı eserini satmak
isterse satın almada öncelik devletin. Siz
biriyle bir fiyata anlaşırsınız, devlet
almak ister, fiyatı fazla bulur, sorun
çıkarır. Böyle bir şey olmadı ama olabilir.
Uygulamalar koleksiyonerlerin başını
ağrıtacak; onları kayıtlı eser toplamaktan,
hele ki müze açmaktan caydıracak nitelikte."
Satın alma
hakkının bakanlıkta olduğunu doğrulayan
Kültür Bakanlığı Tabiat Varlıklarını Koruma
Genel Müdürlüğü'ne göreyse kanunlar
yeterince teşvik edici. Mevzuatın zorluk
çıkarması ancak kötü niyet sezilmesi
durumunda söz konusu: "Bakanlık şimdiye
kadar bir müzenin eserine el koymuş değil
ama hakkı var. Dikkatli olmak zorundayız.
Geçtiğimiz yıl bir özel müzeyi yurtdışına
kültür varlığı kaçakçılığı tespit ederek
kapattık."
Şu anda Kültür
Bakanlığı Tabiat Varlıklarını Koruma Genel
Müdürlüğü'ne bağlı 148 özel müze var. 2023'e
kadar bu sayıyı 400'e çıkarmak isteyen genel
müdürlüğün teşvikkar açıklaması şöyle:
"İsteyen müze ismini kullanabilir ama biz
bakanlığa bağlı müzeler için birtakım
teşvikler sağlıyoruz. 2009'da çıkan bir
yönetmelikle işleri daha da kolaylaştırdık.
Teknik destek, elektrik-su indirimi, işçi
giderlerine destek gibi bir sürü kalem var.
Şirketleşme durumunda özel müzelere kültür
girişimcisi belgesi veriyoruz. Çekincesi
olanlar gelsin anlatalım. Kayıtlı eserlerin
yer değiştirmesi, satış ve el değiştirmesi
gibi durumların 15 gün önceden haber
verilmesi gerekiyor, ama bunlar ancak kötü
niyetli kişiler için sorun çıkarıyor. Kimse
mevzuatı bilmiyor, bu endişeler ondan."
Koleksiyoner
misin, kaçakçı mı?
Özel müze ve
koleksiyonerliği teşvik etmek devletin
görevleri arasında. Kanunlar bu yönde.
Kültür Bakanlığı Tabiat Varlıklarını Koruma
Genel Müdürlüğü'nün dikkatli davranmasının
sebebi ise özel müzeleri ilgilendiren
kanunun arkeolojik eser koleksiyonerliğini
de kapsaması. "Uygulamalar kanunun verdiği
hakkı elinizden alıyor. Öyle yorumlar var
ki, eseri tarlasında bulanla kayıtlı
koleksiyoneri aynı kefeye koyuyor." diyor ve
ekliyor Haluk Perk: "Niyetleri eserleri
korumak ama ayı yavrusunu severken
öldürürmüş. Öküz altında buzağı arıyor,
herkese kaçakçı muamelesi yapıyorlar." M.
Rahmi Koç'a göre ise arkeolojik eserler
konusunda mevzuatın bazı bölümlerinde
koleksiyoneri çok zorlayan, pişman eden katı
uygulamalar mevcut.
Kayıtlı
koleksiyoner desteklenmeyince, bazı
durumlarda eserler kayıtsız kalıyor; bazen
de gayri resmi biçimde yurtdışına
kaçırılıyor. Kültür Bakanlığı Tabiat
Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü'nün
görüşü bu konuda net: "Mevzuat açık.
Dikkatli davranmak zorundayız. Adam 20
yıllık koleksiyoner. Envanter defterinde 20
eser var. Emniyete bir ihbar, bir baskın,
yüzlerce eser. Bildirim yapılmamış. Kamu
davası açılıyor, belgesi iptal oluyor.
Koleksiyonerlik adı altında gayri resmi
kültür varlığı ticaretini engellemek
zorundayız."
Zaman, Haber:
Jülide Karahan, 23.04.2011
|
600 YILLIK UYARI KÖYLÜLERİN HAYATINI KURTARDI
Japonya'da 11 Mart'ta meydana gelen depremin ardından binlerce kişi kayıp iken ilginç haberler de geliyor. Aneyoshi'de yer alan ve bazıları 600 yıllık olan taşların, bazı kişilerin hayatlarını kurtardığı bildirildi. Iwate bölgesinde yer alan 1.2 metre uzunluğundaki taşın üzerinde "Evini buradan aşağıya yapma, çünkü tsunami meydana gelebilir" yazıyor. Taşın, deniz seviyesinden 100 metre yukarısında olduğunu belirten 64 yaşındaki Tamishige Kimura, "1890 yılında meydana gelen ve 22 bin kişinin hayatını kaybettiği tsunamide su, 40 metre yukarıya kadar gelmiş. Geçmişte de çok sayıda tsunami meydana geldiği için gelecek nesilleri uyaran taşlar bulunuyor. Biz de evimizi bu bölgenin yukarısına yaptık" diye konuştu.
Türkiye Gazetesi, 23.04.2011
|
 |
|
320 MİLYON YILLIK FOSİL
BULUNDU
Bartın'da yerin 650
metre altında, 320 milyon yıllık olduğu iddia edilen
bitki fosili bulundu.
Hema Endüstri A.Ş. firmasına ait kuyuların birinde, 320 milyon yıllık olduğu öne sürülen bir fosil bulundu.
Hema çalışanları, yerin 650 metre altında bulunduğunu kaydettikleri fosilin ''Mariopteris nervosa'' türüne ait olduğunu savundu ve Türkiye'de bu kadar eski yıla ait fosillerin bulunmasının nadir olduğunu söyledi.
Bartın Kent Haber,
22.04.2011
|
DA VİNCİ'NİN İLK ÇİZİMİ
BULUNDU
Daily Mail’in haberine göre, ünlü ressam Leonardo da Vince’ye ait olduğu düşünülen çizimler bulundu.
15. Yüzyıl’da yaşamış olan Cenova Kardinali’ne ait eski bir kitabın arasından çıkan çizimler, 70 yıl önce kardinalin ailesi tarafından bulunmuş ve Amedeo Barile satılmıştı.
Antika restorasyonuyla ilgilenen Barile, çizimlerin rönesans sanatçılarından birine ait olduğunu sanıyordu.
Ancak çizimleri inceleyen sanat tarihçisi Peter Hohenstaff'e göre sakallı bir adamı betimleyen resim, Leonardo da Vinci'ye ait ilk çalışmalardan biri.
Ajans tv, 22.04.2011
|
|
|
TARİHİ ÇEŞMELER RESTORE
EDİLİYOR
Osmanlı'dan kalma tarihi çeşmeler, Beyoğlu
Belediyesi'nce gün yüzüne çıkarılıyor.
"Beyoğlu'nda
her semt tarihi çeşmelerle süslenecek" hedefiyle
yürütülen proje kapsamında 2007'den bu yana Osmanlı
dönemine ait toplam 112
tarihi çeşmenin 44'ü restore edildi.
Son dört ayda
da Firuzağa'daki Topçu İsmail Ağa Çeşmesi ve
Türkgücü'ndeki Kethüda Yusuf Efendi Çeşmesi, Susam
Sokak'taki Köşe Çeşmesi, Ömer Avni Mahallesi'ndeki
Koca Yusuf Paşa Çeşmesi, Asmalı Mescit'teki Lale
Beşir Ağa Çeşmesi, Çukur Mahallesi'ndeki 2. Mahmut
Çeşmesi ile Hoca Ali sokaktaki Mihrişah
Kadın Çeşmesi
özel
bakımdan geçirildi. Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet
Misbah Demircan, "Bu tarihi eserlerimizi geleceğe
emanet etmek, görevlerimizin başında geliyor" dedi.
Sabah, Haber: Çağdaş
Çetindemir, 22.04.2011
|
KRAL MEZARLARI GÜN YÜZÜNE ÇIKACAK
Kars’ın Susuz İlçesi’ne bağlı Doyumlu Köyü arazisinde, milattan önceki yıllara ait olduğu sanılan ‘kral mezarları, kaya el yazıları ve hayvan figürleri’nin gün yüzüne çıkarılması için Müze Müdürlüğü çalışma başlattı. Müze Müdürlüğü tarafından görevlendirilen 5 arkeolog, yaklaşık 2 bin dönümlük alanda inceleme yapmaya başladı.
Susuz’a 20 kilometre uzaklıkta bulunan Doyumlu Köyü arazisinde milattan önceki yıllara ait olduğu sanılan tarihi kalıntılar ve mezarların bulunması için Müze Müdürlüğü bölgeye 5 arkeolog gönderdi. Doyumlu Köyü sınırlarındaki arazi üzerindeki kaya el yazıları ile hayvan figürlerin inceleyen arkeologlar, bölgenin koordinatlarını belirledi.
Arazide bulunduğu ileri sürülen kral mezarları, kaya el yazıları, hayvan figürleri ve çivi yazılarının fotoğraflarını çeken arkeologlar çalışmalarını sürdürecek.
Kalıntıların incelenmesi için 2 yıldan beri çalışma yaptığını belirten Doyumlu Köyü Muhtarı Yücel Üzeyir, “Doyumlu, çok eski bir tarihe sahip. Kültür ve Turizm Müdürlüğü ile irtibata geçerek bu araziler üzerinde çalışma başlattık. Gelen arkeologlar, kaya yazıları ve figürlerin Kağızman İlçesi Camuşlu Köyü’ndeki yazı ve figürlerle örtüştüğünü söylediler. Amacım, saklı kalan tarihi, toprak altındaki kral mezarlarını gün yüzüne çıkararak, bölgeyi dünya arkeoloji listesine aldırmak” diye konuştu.
haberler.com, 22.04.2011
|
'UCUBE' GİDERKEN 'KOMPOZİSYON' GELDİ

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay,
önceki akşam Resim Heykel Müzesi’ne giderek, depoda
bekletilen eserlerin teşhire çıkarılması talimatını
verdi. “Ucube” tartışmasıyla gündeme gelen Mehmet
Aksoy’un “Kompozisyon” adlı eseriyle de özel olarak
ilgilenen Günay, bu eserin de sergilenmesini istedi.
Başbakan
Tayyip Erdoğan’ın Kars’taki İnsanlık Anıtı’na
yaptığı “ucube” benzetmesinin ardından gündemden
düşmeyen heykeltıraş Mehmet Aksoy’la ilgili
Ankara Resim Heykel Müzesi’nde sürpriz bir
gelişme yaşandı. Aksoy’un 15 yıldır depoda bekleyen
“Kompozisyon” adlı bir eseri, Resim Heykel
Müzesi’nde sergilenmeye başlandı.
Ankara Hürriyet, Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay’ın çarşamba akşamı aniden Resim
Heykel Müzesi’ne giderek, depoda bekletilen eserleri
incelediği bilgisine ulaştı. Günay, depoda
bekletilen heykellerin müzenin bahçesine konulmasını
istedi.
Ucube tartışmasıyla gündeme gelen Mehmet Aksoy’un
“Kompozisyon” adlı eseriyle de özel olarak ilgilenen
Günay, bu eserin de görücüye çıkmasını istedi.

Bahçede yapılan düzenlemelerin ardından
Ertuğrul Günay’ın isteğiyle söz konusu heykelin
bahçedeki yerini aldığını belirten Kültür Bakanlığı
yetkilileri, “Bakanın talimatıyla sanatçının eseri
bahçeye taşındı. Sergi alanlarının genişlemesiyle
birlikte teşhire çıkan eserlerin sayısı da arttı.
Devlet Koleksiyonu’na girmeye değer görülen bir
eserin müze bahçesinde sergilenmesi kadar olağan bir
durum olamaz” dedi.
Müze Müdürü Ömer Gündoğdu ise, 2010 yılında
başlatılan iyileştirme çalışmalarının sonucunda
müzenin sergi ve teşhir alanlarında artış olduğunu
söyledi. Bu nedenle depoda saklanan eserlerin de gün
yüzüne çıkarılmasına karar verildiğini belirten
Gündoğdu, “Depoda bekleyen eserlerin de
sanatseverlerle buluşturulmasını isteyen Sayın
Günay, yapılan incelemelerin ardından söz konusu
eserin bahçede sergilenmesini istedi. Tartışmalarla
ilgisi olmayan bir adımdır. Önceden 250 eserin
sergilenmesine izin veren sergi salonlarımız,
yapılan çalışmaların ardından yaklaşık 750 eserin sergilenmesine olanak sağlıyor” diye
konuştu.
Kompozisyon isimli heykel ile ilgili olarak da bilgi
veren Gündoğdu, şunları söyledi:
“Bu eser son olarak 1996 yılında sergilendikten
sonra depoya kaldırıldı. Depoya kaldırılmasının
ardından müzenin demirbaşları arasında yerini alan
heykeltıraş Mehmet Aksoy’un ‘Kompozisyon’ isimli
heykeli, Devlet Koleksiyonu’nun nadide eserlerinden
biridir. Tüm sanatçıların ürettiği eserler bizler
için çok değerli. Hiçbir sanatçıya ön yargılı
davranılması söz konusu olamaz. Var olan kültür
değerlerinin korunması ve yerine yenilerinin
eklenerek gelecek nesillere aktarılması hepimizin
görevi.”
Kars’taki “ucube” polemiği Başbakan
Tayyip Erdoğan’ın, heykeltıraş Mehmet Aksoy’un
İnsanlık Anıtı heykelini ucubeye benzetmesiyle
başlamıştı. Kültür Bakanı
Ertuğrul Günay’ın ise başbakanın heykeli
kastetmediğini belirtmesi, ardından da Başbakan
Tayyip Erdoğan’ın heykelle ilgili konuştuğunu
söylemesi tartışmalara yeni bir boyut getirmişti.
Heykelin kaldırılması için de geçen hafta içinde
çalışmalar başladı.
Hürriyet Ankara, Haber: Gamze Kolcu, 22.04.2011
******
"KOMPOZİSYON" TATMİN
ETMEDİ
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay’ın
talimatıyla 15 yıldır depoda bekleyen “Denizi
Bekleyen Adam” isimli heykelinin Resim Heykel
Müzesi’nde sergilenmeye başladığını
Ankara Hürriyet’in
haberinden öğrenen heykeltıraş Mehmet Aksoy, sitemde
bulundu.
Heykelin iç mekan için
tasarlandığını, bahçede sergilenmesinin saygısızlık
olduğunu kaydeden Aksoy, şunları söyledi:
“Bakanlık kayıtlarına ‘Kompozisyon’ olarak geçen
fakat asıl adı ‘Denizi Bekleyen Adam’ olan heykelin
15 yılın ardından depodan çıkarılması duyarlılık
örneği olamaz. Eserin adının yanlış kaydedilmesi
kabul edilebilir gibi değil. En önemli konu ise, o
heykelin iç mekan için tasarlanmış olması. Kalkerden
yapılan ve hava şartlarından etkilenen bir eserin
dış mekana koyulmasını bilgisizlikten başka bir şey
değil. iç mekanlara serpiştirilen heykeller gibi,
benim eserimin de içeriye alınması lazım.
Açılması yılan hikayesine dönen Resim Heykel
Müzesi’nin bir an evvel sanat yaşamına
kazandırılması gerekiyor. Bu denli önemli ve tarihi
bir müzenin yıllarca kapalı kalmasını doğru
bulmuyorum. Resim Heykel Müzesi’nin acilen eski
onuruna kavuşması gerekiyor. Kendini ispatlamış ve
sanata yeni adım atmış sanatçıların o tarihi mekanda
bir araya gelmesi gerekiyor.”
Kars’taki İnsanlık Anıtı
yıkılırken, müzede sergilenme kararı verilen
heykelin hiçbir şeyi telafi edemeyeceğini vurgulayan
Aksoy, şunları söyledi:
“Kars’ta, odamın camından dışarı bakarken içim
acıyor. Yıllarımı verdiğim, ruhumu kattığım eserimin
yıkılması, kırılması, birileri tarafından zarar
görmesi benim vicdanımı rahatsız ediyor. Sanattan
anlamak, bu dili öğrenmek, alfabesini, kodlarını
çözmek bir kültür ve görgü işidir. Bir tarafta
yapılan yargısız infaz, diğer tarafta telafi
edilmeye mi çalışılıyor? Burada suç işlenirken,
orada insanlar kendini temize mi çıkarmaya
çalışıyor? Anlamak mümkün değil. Ben çikolataya
kanacak, onunla mutlu olacak bir insan değilim” diye
konuştu.
Hürriyet Ankara, Haber:
Gamze Kolcu, 23.04.2011
|
MÜZE MÜDÜRLERİ BODRUM'DA
TOPLANACAK
Kültür ve Turizm
Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel
Müdürlüğünce düzenlenen “Müze Çalışmaları ve
Kurtarma Kazıları Sempozyumu ile Müze Müdürleri
Toplantısı” 25- 29 Nisan tarihleri arasında
Bodrum’da yapılacak.
Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından bu yıl yirmincisi
düzenlenen “Müze Çalışmaları ve Kurtarma Kazıları
Sempozyumu ile Müze Müdürleri Toplantısı” Bodrum’da
gerçekleştirilecek.
25-29 Nisan arasında
gerçekleşmesi planlanan faaliyetlerden ilki; 25
Nisan 2011 tarihinde yapılacak ve müzelere ilişkin
sorunlar ile çözüm önerilerinin tartışılacağı Müze
Müdürleri toplantısı olacak. Düzenlenecek sempozyum
ise 26 Nisan 2011 Salı günü saat 09:30’da yapılacak
açılış töreni ile başlayacak.
1990 yılından beri her
yıl farklı illerde düzenlenen ve büyük katılımla
gerçekleşen sempozyum; müze çalışmalarının ve
kurtarma kazılarının sunulup tartışıldığı bilimsel
bir toplantı niteliğinde olacak. Müze
Müdürlüklerince gerçekleştirilen kurtarma kazıları,
sondaj, çevre düzenleme, temizlik ve müze
çalışmaları ile ilgili 65 bildirinin sunulacağı
sempozyuma, Müze müdürlükleri çalışanları ve
akademisyenlerden oluşan yaklaşık 500 kişinin
katılmasının bekleniyor.
Turizm Habercisi,
21.04.2011
|
 |
RESSAMLARIN TABLO KAVGASI
Ressam Metin Asağ Lale, isimli tablosunu kendisinden esinlenerek yapan meslektaşı İsmail Acar'ı sanat hırsızlığıyla suçluyor.
İsmail Acar'ın bazı gazetelere verdiği demeçte ressam Metin Asağ'ın kendine ait bir resmin kopyasını yaptığını iddia etmiş ve Metin Asağ'ı kendi resmini kopyalamakla suçlamıştı. Dün akşam Toprak Sanat Galerisi'nde sergi açan Metin Asağ'a İsmail Acar'ın kendisi ile ilgili iddialarını sorduk ve olayın aslını anlatmasını istedik.
Metin Asağ; İsmail Acar'ın orjinali bana ait dediği arkamda gördüğünüz Lale resmi benim bu yıl tasarladığım bir resimdir. Bu resmi İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin bu yıl altıncısını gerçekleştirdiği İstanbul Lale Festivali için tasarladım. Resmin bütün taslaklarıda elimde. İsmail Acar resmi 2004'te yaptığını söylüyor ancak elinde ne bir taslak var ne de döküman. Benim imzamı taşıyan resmi alttan imzam gözükmeyecek şekilde keserek göndermiş hatta o kadar dikkatsizce kesmiş ki resmi benim imzamın bir kısmı dikkatli bakıldığında altta gözüküyor. İsmail Bey halka mal olmuş başarılı ve saygı duyduğum bir ressam. Neden böyle bir şey yaptı anlamış değilim. Lalenin geçmişi yüzyıllara dayalı ve herkes çizebilir. Ama İsmail Bey benim resmimi kesip biçip bana kopyacı diyor. Adli yola başvurmayacağım ama kendisinden özür bekliyorum. Ben elimde belgeler ile resmin bana ait olduğunu ispatladım madem kendisine ait çıksın ve belgelerle bunu açıklasın ama açıklayamaz çünkü basına gönderdiği resimde dahi dikkatli bakıldığında benim imzam var.
Habertürk, Haber: Hakan Yağcı, 21.04.2011
|
KAÇAK KAZIDAN DÜNYANIN 8. HARİKASI ÇIKTI

Milas’ta, arkeoloji tarihi açısından son 100
yılın en önemli tarihi eserleri olarak gösterilen 2
bin 400 yıllık mezar odasının bulunduğu bölgede
yürütülen kazılarda lahdin üzerini örten ve 5
anıtsal basamağı bulunan podyum ortaya çıkartıldı.
Alınan bilgiye göre, geçtiğimiz yıl Milas’ta
düzenlenen operasyonda bulunan ve arkeoloji tarihi
açısından son 100 yılın en önemli tarihi eserleri
olarak gösterilen 2 bin 400 yıllık mezar odasında
başlatılan bilimsel çalışmalara, nem oranının
korunması amacıyla ara verildi. Lahit ve antik
mezarın bulunduğu Uzunyuva bölgesinde, yüzeyde
başlatılan çalışmalar ise sürüyor.
Kazı ve koruma çalışmaları hakkında açıklama
yapan Kazı Bilim Kurulu Üyesi ve Muğla Üniversitesi
Karya Araştırma ve Uygulama Merkez Müdürü Prof.Dr.
Adnan Diler, 2 bin 400 yıllık mezar odası ve lahdin
üzerini kapatan podyumdaki kazıların büyük oranda
tamamlandığını söyledi.
Diler, mezarın yapıldığı bölgedeki tarihi yapının
büyük oranda ortaya çıktığına işaret ederek, ”Bu
sürecin başarılı olmasında Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın podyumun üzerindeki kaçak bina ve
bölgedeki diğer binaların kamulaştırma çalışmasını
çok hızlı yapması etkili oldu. Kamulaştırma
çalışması tamamlanan binalar yıkıldı. Uzunyuva’daki
çalışmalar, ‘Uzunyuva Anıt Mezarı Arkeoparkı ve
Ziyaretçi Merkezi Projesi’ kapsamında devam ediyor.
Proje, o bölgenin bir açık hava müzesine
dönüştürülmesini hedefliyor.” dedi.
Dünyanın Yedi Harikası’ndan biri diye tanımlanan
Bodrum’daki Halikarnas Mausoleum’u hakkında bilim
adamlarının sadece antik kaynaklarda verilen
bilgiler doğrultusunda fikir sahibi olduğunu anlatan
Prof.Dr. Diler, şunları söyledi:
”Özellikle Bodrum Kalesi’nin yapımı sırasında bu
anıtın parçalarının bir bölümü yurt dışına taşındı.
Heykeltraşlık eserleri şimdi British Museum’da
sergileniyor. Bugün geldiğimiz nota ise çok önemli.
Kaçak kazılarda bulunan Hekatomnos’a ait mezar
podyumunun çok iyi korunmuş olduğunu gördük.
Podyumda 5 anıtsal basamak bulunuyor, bu
basamakların her biri 30 santim ve podyum 5
basamağın üzerinde yükseliyor. Bu yapı bize göre
antik Milasa kentinin her yerinden görülebilen
anıtsal bir yapı. Karya’nın büyük kralının mezarının
böyle olması da normal. Bu kazılarda bulunanlar
tarihe ışık tutacak.”
Diler, Bodrum’daki Halikarnas Mausoleum’unun
Dünyanın Yedi Harikası’ndan birisi olmasına rağmen
bölgeye gelen turistlerin hiç bir şey göremediğini
öne sürerek, şunları söyledi:
”Milas’taki 2 bin 400 yıllık mezar odası ve
lahdin bulunduğu bölgeyi ziyaret eden turistler ise
dünyanın harikasının nasıl bir şey olduğunu görmüş
oluyor. Kaçak kazılarda ortaya çıkartılan eserler, 2
bin 400 yıllık mezar odası, lahit ve lahdin üzerini
kapatan podyum dünyanın 8. harikası olarak ilan
edilmeli. Kazı çalışmaları süren podyum ve altındaki
mezar ve lahit muhteşem yapılar.”
Diler, kazılarda ortaya çıkartılan podyumun
altında binlerce yıllık geçmişi olan mezarlar
bulunduğunu ifade ederek, şöyle konuştu:
”Bizim çalışmalarımızın amacı mezarın
konservasyonunu yapmayı amaçlıyor. Proje duvar
resimleri, lahit ve mezar odasının tamamının
korunmasına yönelik hazırlandı. Mezar odasında
yapılan mikro biyolojik araştırmanın ön etütlerine
göre mezar odasının nemli olması gerektiği ortaya
çıktı. Kaçak kazılar esnasında kesilen mermerlerden
çıkan tozlar duvar resimlerinin üzerine yapışmış
durumda. Bunlar eğer kurursa bir şekilde, bunların
temizlenmesi daha da güçleşecek. Bu nedenle mezar
odasındaki nemin sabit tutulması gerekiyor. Mezar
içerisindeki çalışmaları bu raporlar doğrultusunda
durdurduk. Menin sabit tutulması hayati öneme sahip.
Alman ve İtalyan bilim adalarından nemin sabit
tutulması için yardım alıyoruz. Nemin kontrolü için
oraya bir kapı açılması lazım. Ayrıca, mezar
odasındaki mikro organizmaların çalışanlara zararlı
olup olmadığı da araştırılıyor.”
Jandarma ve polis ekiplerince geçen yıl Milas’ta
düzenlenen operasyonda bulunan ve arkeoloji tarihi
açısından son 100 yılın en önemli tarihi eserleri
olarak gösterilen 2 bin 400 yıllık mezar odası ve
lahdin bulunduğu noktaya ulaşmaya çalışan tarihi
eser kaçakçılarının mezar odasının bulunduğu noktaya
ulaşmak için 2 metre kalınlığındaki mermerleri özel
ekipmanlarla deldikleri ve yerin altındaki mezar
odasına ulaşmak için ise mermerleri delerek 80
santimetre genişliğinde ve 10 metre uzunluğunda bir
tünel kazdıkları ortaya çıkmıştı.
Yaklaşık 1 yıl boyunca geceleri bölgede
çalıştıkları iddia edilen 10 zanlı, mezar odasındaki
lahdi pazarlamaya çalıştıkları esnada güvenlik
güçlerince yakalanmışlar ve adliyeye sevk edilen 10
kişiden 5′i tutuklanmıştı.
AA ekibi tarihi eser kaçakçılarının mezar odası
ve duvarlardaki resimlere verdiği tahribatı yakından
görüntülemişti. Lahdin üzerindeki kabartmalarda MÖ
4. yüzyılın ilk yarısına ait ”Aslan Avı” sahnesi yer
alıyor.
Bölgede yürütülen kazı çalışmaları Milas’ı
ziyaret eden turistlerden yoğun ilgi görüyor. Kazı
çalışmasının yapıldığı bölge güvenlik güçleri
tarafından 24 saat aralıksız olarak korunuyor.
Star, 21.04.2011
|
TOPRAK ALTINDA YATAN TARİHİ KENT HYPAİPA İLGİ
BEKLİYOR

Ödemiş’in 6 kilometre kuzey batısında bulunan ve
eski adı Datbey olan Günlüce Köyü'ndeki antik tarih,
toprak altında yatıyor. Bugüne kadar ciddi bir
arkeolojik kazı yapılmayan Günlüce Köyü'ndeki tarihi
Hypaipa kentinin tarihi yapıları gün yüzüne çıkmayı
bekliyor.
Günlüce Köyünün tarihinin milattan önceki asırlara kadar dayandığını belirten yerel tarihçi emekli tarih öğretmeni Behiç Galip Yavuz, Hypaipa kentinde yaşadıkları bilinen Persler, Lidyalılar, Yunanlılar, Romalılar ve Bizansların birçok tarihi yapısının toprak altında bulunduğunu ve devletin buraya ilgi göstermesi gerektiğini söyledi. Toprak üstündeki kale surları ve köprülerin ayakta durabilmek için doğal şartlara dirense de yıkılıp yok olmaya yüz tuttuğunu belirten Yavuz, “Köyün sokaklarında, bahçelerinde topraktan yapılmış şarap küpleri, tuğla, kiremit parçaları ile mermerden yapılmış birçok tarihi eser parçalarını görmek mümkün. Bunların koruma altına alınması gerekir” dedi.
Öte yandan tarihi çok eskilere kadar dayanan
çömlekçilik mesleğinin köyde nesilden nesile devam
ettiği gözleniyor. Bir zamanlar Dağbağ tepesindeki
üzüm bağlarından yapılan şarapların küplerle, Yunan
mitolojisinin en güçlü ve tanrıların kralı olduğuna
inanılan Zeus’a gönderildiği inancının efsanelerde
anlatıldığına dikkati çeken Behiç Galip Yavuz,
“Zeytin ve üzüm bağları çok olan Hypaipa’da
çömlekçilik mesleği de yaygın olarak yapılıyormuş.
Bunları gün yüzüne çıkarmamız gerekiyor.
DATBEY (HYPAİPA)
İzmir’in Ödemiş İlçesi'ne bağlı Datbey (Günlüce)
Köyü’nün kuzeyindeki Bozdağ’ın uzantısı üzerindedir.
Hypaipa Hellen dilinden bozulmuş bir sözcük olup
“yalçın kayalık” anlamındadır.
Hypaipa kentinin ünü
kadınlarının olağanüstü güzelliği ve bir de Arakhne
(örümcek) mytos’u nedeniyle yayılmıştır. Bu efsaneyi
Ovidius günümüze yansıtmıştır. Efsaneye göre
Arakhne, Hypaipalı ,yetenekli bir genç kızdır.
Babası Idmon, Kolophonlu olup Phokaia (Foça)’nın mor
boyasıyla yünleri boyar ve satarmış. Kızı Arakhne,
Lydia’da becerisiyle tanınmış olup, kır perileri ile
yakınlık kurmuştu. Onu nakış işlerken görenler
becerisine hayran kalır, ustalığını Athena’nın
verdiğini anlarlardı. Ne var ki Arakhne ileri geri
konuşup, yün dokuma becerisinin Athena’dan daha önde
olduğunu söylemekten de geri durmuyordu. Buna üzülen
Athena, yaşlı bir kadın görünümünde ona gelerek,
“İnsan yaşlanınca yalnız elden ayaktan düşüyor ama
geçmiş yıllar da ona güngörmüşlük, bilge
kazandırıyor. Benim sözümü dinle Tanrıçaya kafa
tutma, içinden yalvararak tanrıçanın seni
bağışlamasını dile. Böyle yaparsan belki sana acır
ve bağışlar.” der.
Arakhne bu sözlere kızarak
“Akılsız, sen bunamışsın. Söylediklerin beni hiç
etkilemedi. Söyler misin, Athena neden benden
kaçıyor, benimle yarışmaya gelmiyor” diye cevap
verir. O zaman Athena “Çoktan geldi” dedikten sonra
kendi kimliğine bürünüp iki dokuma tezgahı kurarak
yarışmaya başlarlar. Athena dokuduğu kumaşları
tanrıların ve tanrıçaların gücünü gösteren,
kendilerine karşı gelenlerin nasıl
cezalandırıldığını gösteren resimlerle bezedi .
Arakhne de, kendi dokuduğu kumaşında tanrıların,
tanrıçaların kötü yönlerini, ölümlülerle yaşadıkları
cinselliği canlandırdı. Athena içini kaplayan
kıskançlıkla, Arakhne’nin dokuduklarını yırttı ve
kızın üzerine fırlattı. O anda Arakhne’nin bir
örümceğe dönüştüğü görüldü. Hypaipa’nın kuruluşu da
bu mythos ile özdeştirilmiştir. Günümüze bu kentle
ilgili bir kalıntı gelemediği gibi yörede de
herhangi bir araştırma yapılmamıştır. Bununla
beraber kentin MÖ VII-VI. yy.larda kurulduğu
sanılmaktadır.
Müadele, 21.04.2011
|
KALE, TARİHİ GÖRKEMİYLE BULUŞACAK
Erzurum’un en eski tarihi yapılarından kalenin etrafındaki gecekondular, Devlet Planlama Teşkilatı’ndan (DPT) onay alan cazibe merkezi projesi kapsamında yıkılacak. Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Küçükler, kale çevresiyle ilgili fizibilite çalışmasının tamamlanmak üzere olduğunu, kamulaştırma ve yıkım çalışmalarının birlikte yürütüleceğini söyledi.
Büyükşehir Belediyesi’nin cazibe merkezi kapsamına hazırladığı Erzurum Kalesi’nin etrafının açılması projesi DPT’den onay alınca, çalışmalara da zaman kaybedilmeden başladı. Kale çevresindeki fizibilite çalışmalarının tamamlanmak üzere olduğunu belirten Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Küçükler, yakın tarihte başlanılacak kamulaştırma çalışmalarına paralel olarak Fen İşleri Müdürlüğü ekiplerinin yıkım işlemini yürüteceğini söyledi. Kale ve çevresinin cazibe merkezi projesiyle kentin en görkemli yeri olacağını kaydeden Küçükler, “Kalenin etrafında tarihi dokuyu ortaya çıkaracak modern projeler yapılacak. Açık otoparklar, butik hoteller, Erzurum’a kültürünü yansıtan satış yerleri projeleri uygulanacak. Kale ve Üçkümbetler’in çevresinin açılmasıyla görsel güzelliği ön plana çıkacak. Erzurum Kalesi, Çifte Minareli Medrese, Üç Kümbetler, Aziziye ve Mecidiye Tabyaları ile Ulu Cami birbirini görebilecek. Bu açının yakalanması önemli.
Erzurum Gazetesi, 21.04.2011
|
 |
BU KÖYE GİRMEK 8 LİRA

Muğla'da Çandır Köyü
sakinlerinin başına gelenler, duyanların aklına Dede
Korkut hikayesi Deli Dumrul'u getiriyor. Kaunos
antik kentinin gişe işletmesini üstlenen TÜRSAB, 8
lira giriş ücreti almaya başladı. Ancak, Kaunos
antik kentinin sınırları içinde kalan Çandır Köyüne
bağlı Bük Mahallesi'nde yaşayan köylüler de, buradan
her geçişlerinde bu ücreti ödemek zorunda kaldı.
Yetkililerse, "En güzeli 20 lira verip müze kart
alsınlar, başka ören yerlerine de girerler" diyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, 13 Eylül 2011'de toplam
48 müze ve ören yerinin giriş gişelerinin özel
sektör tarafından işletilmesi için ihale açtı.
Muğla'nın Köyceğiz İlçesi'ndeki Kaunos antik kentinin
gişelerinin işletmesini Türkiye Seyahat Acenteleri
Birliği (TÜRSAB) aldı. TÜRSAB da 11 Mart'tan
itibaren antik kente girenlerden 8 lira ücret almaya
başladı. antik kentin bulunduğu Çandır Köyünde
oturanlarsa bu ücreti ödemekten muaf tutulmadı.
Çandır Köyü'nün muhtarı Salih Yokarlı köylülerden
para alınmaması taleplerini dile getirerek şöyle
dedi: "antik kentin içinde kalan 14 haneli, 50
nüfuslu Bük Mahallesi'ne girişte köylülerden 8 lira
ücret alınıyor. TÜRSAB yetkililerine durumu
bildirdik. '20 lira verip müze kart alarak, bir yıl
boyunca giriş yapabilirsiniz' dediler. Bük
Mahallesi'nden köyümüze gelmek ya da köyden Bük
Mahallesi'ne gitmek için Kaunos antik kentinden
geçmek zorundayız. Başka yol yok. Ancak her
geçişimizde 8 lira giriş ücreti alınıyor. TÜRSAB hiç
olmazsa köylülerden para almasın." Muhtar Salih
Yokarlı, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın
özelleştirme ihalesinin ardından Kaunos'a geldiğini,
köydeki işsiz gençlerin gişelerde istihdam
edileceğine dair söz verdiğini ancak bu sözün yerine
getirilmediğini de öne sürdü.
Bük Mahallesi'nde yaşayan köylülerden Ramazan
Korkmaz da serzenişini, "İşe gitmek için antik
kentin içinden geçmek zorundayız. Ancak her
defasında ücret ödüyoruz. Zaten kaç para kazanıyoruz
ki? Günlük 8 lira verdiğimizde elimizde avucumuzda
bir şey kalmıyor" diye dile getirdi. Turhan Cengiz
isimli köylü ise "antik kenti bugüne kadar biz
koruduk. Şimdi ücret ödemek abes oluyor.
Ziyaretçilerden para alınması ülke ekonomisine
katkıdır. Ancak biz burada yaşıyoruz" diye dert
yandı. TÜRSAB Marmaris Bölgesel Yürütme Kurulu
Başkanı İsmail Özbozdağ ise, antik kente kimin ne
amaçla girdiğini belirlemek için gerekli
kontrollerin yapılması gerektiğini söyleyerek şöyle
dedi: "Oradaki görevli arkadaşlar da 'Sen geç, sen
geçme' diyemezler. Antik kente kimin, hangi amaçla
girdiğini bilemeyiz. Köylüler 20 lira verip müze
kart alarak geçmeliler. Böylelikle başka ören
yerlerine de girebilirler. Biz antik kenti para
kazanmak için almadık. Buradan elde edilecek gelir
yine burası için harcanacak. Görevli arkadaşlara
kızmasınlar. Ayrıca gazetelere iş ilanı verdik ancak
köyden başvuru olmadı."
Muhtar Salih Yokarlı ve köy halkı, "Bunca yıl
antik kenti biz koruduk, şimdi para ödeyerek
geçmemiz abes oluyor" diyerek uygulamayı eleştirdi.
TÜRSAB yetkilileri ise "Görevli arkadaşlar kimin
köyden olup olmadığını ezbere bilemez" diyerek
uygulamayı savunuyor
Yaşanan olay, akıllara Dede Korkut hikayelerinden
birinin kahramanı Deli Dumrul'u getirdi. Yaptırdığı
köprüden geçenden otuz, geçmeyenden kırk akçe alan
Deli Dumrul, kendine savaşacak birini arar. Bu
sırada obadan bir genç ölür. Deli Dumrul, bunu
Azrail'in yaptığını öğrenince Azrail'e meydan okur.
Azrail, Deli Dumrul'u yere çalar. Dumrul, canının
bağışlanmasını isteyince de, Tanrı, canına karşı can
bulmasını söyler. Önce babasına, sonra annesine
giden Deli Dumrul, bir sonuç alamayınca eşine gelir.
Eşi onun yerine ölmeye razı olur. Bunun üzerine
Tanrı onları bağışlar ve kendilerine 140 yıl ömür
verir.
Sabah, Haber: Osman Akça, 21.04.2011
|
TARİHİ YAPILAR RANT KURBANI

Erzurum’da kültür varlığı olarak kabul edilen tarihi
Erzurum evleri, bilinç eksikliği kadar, müteahhit
firmaların da kurbanı oluyor. Prof.Dr. Hamza
Gündoğdu, “Öyle müteahhitler var ki, tarihi evleri
alabilmek için akıl almaz teklifler sunuyorlar.”
dedi.
Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat
Tarihi Bölüm Başkanı Prof.Dr. Hamza Gündoğdu,
Erzurum’da tarihi niteliğe sahip olan ve kültür
varlığı olarak kabul edilen birçok yapının
geleceğinin tehlikede olduğunu söyledi. Aynı zamanda
Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu Üyesi olan
Gündoğdu, kültür varlığı niteliğine sahip yapıların
her geçen gün biraz daha tahrip edildiğini ve
zamanla ortadan kaldırıldıklarını dile getirdi.
Aralarında tarihi Erzurum evlerinin de bulunduğu
kültür varlıklarının, bilinç eksikliği yüzünden
çürümeye terk edildiğini, bununla birlikte sürece
rant elde etmek isteyen bazı müteahhit firmaların da
katıldığını kaydeden Gündoğdu, “Öyle firmalar var
ki, kültür varlığı niteliğine sahip yapılar için
akıl almaz teklif ve vaatlerde bulunuyorlar. Mülk
sahipleri de bu tekliflerin cazibesine kapılıyor,
ardından elde ne tarihi yapı kalıyor, ne de kültür
varlığı. İlimizde bu tür kayıpların yaşanmasında, bu
tip tekliflerin de büyük rolü var.” diye konuştu.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, kültür
varlıklarının korunması ve gelecek nesillere
aktarılması amacıyla çok çeşitli projeler
yürüttüğünü, bunlardan birisinin de, tarihi
yapıların bakım ve onarımına katkıda bulunmak
olduğunu anlatan Gündoğdu, “Maalesef Erzurum’daki
mülk sahipleri bu uygulamaların hiçbirine gereken
ilgiyi göstermiyor.” dedi.
Vatandaşlardan kanun çerçevesinde tahsil
edilen emlak vergilerinin yüzde 15’lik kısmının,
tarihi ve kültür varlığı eserlerin korunması, bakım
ve onarımının yapılması için oluşturulan fona
aktarıldığına dikkati çeken Gündoğdu, “Bu fondan
birçok şehir faydalanmasını biliyor, ama Erzurum
dönüp bakmıyor bile. Kaldı ki, devlet bu iş için
mülk sahiplerinden para da istemiyor. Kültür varlığı
niteliğine sahip taşınmazı bulunan vatandaş, gidecek
ve destek talebinde bulunacak, hepsi bu kadar.”
ifadelerini kullandı.
Erzurum’daki tarihi yapıların kurtarılması
anlamında mülk sahiplerine büyük sorumluluklar
düştüğünü, ilgili kurum ve kuruluşların da bu işi
takip etmesi gerektiğini vurgulayan Prof.Dr. Hamza
Gündoğdu, böyle devam ettiği müddetçe Erzurum’da
kültür varlığı niteliği taşıyan çok sayıda yapının
kaybolup gideceğini dile getirdi. Gündoğdu, ata
yadigarı olan tarihi yapıların sahiplerine de
çağrıda bulunarak, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın
desteklerinden faydalanmalarını istedi.
Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu
Üyesi, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat
Tarihi Bölüm Başkanı Prof.Dr. Gündoğdu,
Erzurum’daki yerel yönetimler ve sivil toplum
kuruluşlarının da, kültür varlıklarının koruma
altına alınabilmesi yönünde teşvik edici çalışmalar
yapmaları gerektiğini de, sözlerine ekledi.
Erzurum Gazetesi, 21.04.2011
|
RAVANDA KALESİ'NE
TANITIM GEZİSİ

İl Kültür ve Turizm
Müdürü Abdullah Aldemir ile birlikte çok sayıda
kurum ve kuruluşların müdürünün katıldığı gezide
kale ile ilgili bilgi verenİl Kültür ve Turizm
Müdürü Abdullah Aldemir, Polateli İlçesi Belenözü
Köyü yakınındaki Ravanda Kalesi'nin Kilis kent
merkezine 24 kilometre uzaklıkta olduğunu
belirterek, 2006 yılında başlayan restorasyon
çalışmaları kapsamında kalenin şimdiki haline
getirildiğini söyledi.
Kaleye bu zamana kadar
yaklaşık 1 milyon TL para harcandığını ifade eden
Aldemir, "Kalenin mevcut durumu koruma altına
alınarak daha fazla yıkılması önlenmiştir. Çevre
düzenlemesi yapılmıştır. Ayrıca ziyaretçilerin
dinlenmesi için kanepeler, masalar konmuştur.
Tuvaletler, lavabolar, kafeterya, yürüyüş yolları
yapılmıştır. Yürüyüş güzergahına kaleyi tanıtıcı
bilgi levhaları yerleştirilmiştir" dedi.
Kalede bilimsel bir kazı
çalışması yapılmadığından aidiyeti hakkında bilgiler
yoruma ve yörenin ilk sahiplerine dayandığını ifade
eden Aldemir şu bilgileri verdi: "Yesemek'teki Hitit
heykel atölyesi yöreye yakın olduğundan kalenin
Hitit yapısı ya da Hititler tarafından kullanıldığı
görüşü oldukça yaygındır. Ravanda Kalesi'ne ait
basılı kaynaklara dayalı bilgiler Haçlı Seferleri'ne
kadar dayanmaktadır. 1097 yılından itibaren adından
sıkça söz edilen kale, 1. Haclı seferine katılan
Baudoin'le anılmaya başladı ve giderek ünlendi. 12.
yüzyıldan 17. yüzyılın başlarına kadar çeşitli
beylik ve devletlerce (Selçuklu, Artuklu, Eyyübi,
Memluk/Kölemen) kullanılan Ravanda Kalesi, 1516
yılından sonra Osmanlı imparatorluğunun eline
geçmiştir. İslam kaynaklarında "er-Ravendan", Haçlı
kaynaklarında "Ravendel/ Ravandal/Ravenel", Ermeni
kaynaklarında da "Areventen" olarak geçen kale
tarihsel süreç içerisinde bölgeye egemen tüm beylik
ve devletlerce garnizon olarak kullanılmıştır.
Ravanda Kalesi, İslam devletlerince Hıristiyan
Bizans'a karşı verilen savaşlarda önemli bir askeri
üs olmuştur. Ravanda Kalesi görüş açısı oldukça
geniş, yüksek bir konik üzerinde inşa edilmiş ve
tepenin yamaçları da çıkışı engelleyecek kadar
diktir. Kaleye ait tüm yapılar zirvedeki düzlükte
olup, düzlük surlarla çevrilidir. Surları köşeli ve
yarım yuvarlak burçları, iki büyük su sarnıcı ve
oldukça büyük bir yapıya ait olduğu sanılan yapı
kalıntısı, kaleden günümüze kalan mimari başlıca
değerlerdir. Kaynaklarda kalenin eteklerinde bir de
dış surun olduğu anlatılmakla beraber bu surlar
günümüze ulaşamamıştır" dedi.
Kilis Kent Haber,
20.04.2011
|
TARİHİ SİNOP KALESİ İÇİN DENİZDEN KORUMA MENDİREĞİ
YAPILIYOR
Karadeniz’in hırçın dalgaları nedeniyle
tahrip olan tarihi Kumkapı, kale ve surların
korunması için mendirek inşaatı başlatıldı.
MÖ 7. yüzyılda Sinop Yarımadası’nın üzerindeki
Sinop kaleleri, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlılar
döneminde çeşitli onarımlar geçirerek kullanıldı.
Surlar kuzeyden 800, güneyden 400, doğudan 500,
batıdan da 273 metre olmak üzere toplam bin 973
metre uzunluğa sahip.
İl Kültür ve Turizm Müdürü Hikmet Tosun, şehir
merkezinin batı tarafında bulunan tarihi Kumkapı ve
kaleleri ile surlar için denizden kale koruma
mendireği inşaatı çalışmalarına başlanıldığını
söyledi. Tosun, “Sinop’un kuzeyinde bulunan kale
surlarımız maalesef dalgaların dövmesi sonucunda
büyük oranda tahribat görmüştür. Kalelerde meydan
gelen çökmeler, deniz dalgalarının toprağı
boşaltması, yakındaki mahalleyi iskan bakımından
sıkıntıya sokmaktadır. Kültür ve Turizm Bakanlığımız
ile Sinop Valiliğimizin yaptığı değerlendirme
sonucunda DLH Genel Müdürlüğü’nden kale koruma
mendireği talebinde bulunduk. DLH 595 metre
uzunluğunda şevi ile beraber 32 metre genişliğinde
kale koruma mendireğinin inşaatına başlandı.” dedi.
Sinop kalelerinin korunmasına yönelik rölöve
restorasyon projeleri yapıldığını, her yıl bu
onarımlar için yaklaşık 1 milyon TL tutarında
restorasyon çalışması yapıldığını kaydeden Tosun,
“Önümüzdeki yıllarda ilk olarak kuzey kale
surlarının restorasyonunu gerçekleştireceğiz. Bunun
içinde kale koruma mendireği inşaatının
çalışmalarının bitmesini bekliyoruz. Kale ve kale
koruma alanlarının açığa çıkarılması çok önemli.”
diye konuştu.
Zaman, 20.04.2011
|
İZMİR'DE 300 BİN DOLARLIK TARİH ESER ELE GEÇTİ
İzmir polisi tarafından düzenlenen operasyonda Roma,
Bizans ve Hellenistik dönemlere ait fresk tablo,
sikke ve çeşitli objelerden oluşan 118 parça tarihi
eser ele geçirildi. Eserlerin değerinin, yaklaşık
300 bin dolar olduğu öğrenildi. Gözaltına alınan
zanlı, sevk edildiği mahkemece tutuksuz yargılanmak
üzere serbest bırakıldı. Ayrıca 6 Ocak 2011′de
İzmir’de düzenlenen operasyonda ele geçirilen 3
tonluk insan heykelinin de Aydın’dan çalındığı
belirlendi.
İl Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü Mali Büro Amirliği ekipleri, S.Y. (32) adlı kişinin İstanbul’dan yüklü miktarda tarihi eser getirdiğini ve satmak için alıcı aradığını belirledi. Takip ettiği zanlıya yönelik operasyon düzenleyerek gözaltına aldı. Zanlının beraberinde bulunan 118 parça tarihi esere el koyuldu.
Operasyonda ele geçirilen eserler arasında en
dikkat çekenleri, Bizans dönemine ait olduğu tahmin
edilen iki adet fresk tablo oldu. Fresklerden her
birinin değerinin, yaklaşık 50 bin dolar olduğu
belirtildi. Operasyonda ayrıca 107 adet bronz sikke,
2 adet gümüş sikke, 2 adet kurşun obje, 2 adet
yüzük, 1 adet terazi ve 2 adet bronz obje ele
geçirildi. Bu eserlerin, İzmir Müze Müdürlüğü’ne
teslim edileceği belirtildi. Emniyetteki işlemleri
tamamlandıktan sonra İzmir Cumhuriyet
Başsavcılığı’na sevkedilen zanlı S.Y. ise tutuksuz
yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Öte yandan geçen ocak ayında İzmir’de düzenlenen
operasyonda ele geçirilen 3 ton ağırlığındaki, başı
kırık ve cinsiyeti belli olmayan insan heykelinin,
Aydın’daki Gerga ören yerinden çalındığı ortaya
çıktı. Olaydan sonra G.A. ve M.O. isimli zanlılar
gözaltına alınmıştı. Heykel ise İzmir Müze Müdürlüğü
yetkililerine teslim edilmişti.
Time Türk, 20.04.2011
|

|
OSMANLI MİMARİSİNDE FRANSIZ İMZASI: ALEXANDRE VALLAURY
İstanbul Fransız Kültür Merkezi, 19'uncu yüzyıl sonu ve 20'nci yüzyıl başı Osmanlı mimarisinde büyük rol oynayan Alexandre Vallaury'nin eserlerini, görsel ve döküman içerikli bir sergide izleyiciye sunmaya hazırlanıyor.
Norgunk Yayıncılık tarafından düzenlenen, Vallaury'nin tasarladığı anıt yapılara, özellikle Büyükada Rum Yetimhanesi olarak bilinen ahşap yapıya dair Enis Batur'un kaleme aldığı ‘Mimarın Düşüşü' isimli metnin ve fotoğrafların yer aldığı sergi 20 Nisan-20 Mayıs tarihleri arasında görülebilecek.
Levanten bir aileden gelen Alexandre Vallaury, Paris'te Ecole des Beaux-Arts'da mimarlık eğitimi aldıktan sonra İstanbul'a dönerek aralarında İstanbul Arkeoloji Müzesi, Galata'daki Osmanlı Bankası ve bugünkü İstanbul Erkek Lisesi'nin bulunduğu görkemli yapıları tasarladı.
Milliyet Cadde, 20.04.2011
|
TAKSİM'E CAMİ PLANI DURDURULDU

TMMOB, 21 Mayıs 2009 tarihinde İstanbul
Büyükşehir Belediyesi`nce onaylanan 1/5000 Ölçekli
Beyoğlu Kentsel Sit Alanı Koruma Amaçlı Nazım İmar
Planı`nda Taksim Cumhuriyet Meydanı bitişiğindeki
tarihi Taksim Maksemi yanında yer alan 11 pafta, 406
ada ve ilgili parsellerin 'dini tesis alanı' olarak
belirlenmiş olmasına ilişkin iptal ve yürütmesinin
durdurulması talebiyle açılan davada İstanbul 1.
İdare Mahkemesi yürütmenin durdurulması kararını
verdiğini bildirdi.
Odadan yapılan yazılı açıklamanın devamında şöyle
denildi : " Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kanununa göre, hazırlanması aşamasında, tarihi
çevre, kültürel ve doğal miras, sosyal, kültürel ve
ekonomik yapı ve benzerlerine ilişkin gerekli
etütler kent bütünü ile ilişkilendirilerek yapılması
gereken koruma amaçlı imar planları, Taksim Cami
özelinde bu niteliğini yitirmektedir. Tespit edilen
sorunların çözümü ve tarihi, kültürel, doğal
çevrenin yaşanabilir ve sürdürülebilir biçimde
korunabilmesi için alana özgü stratejilerin
belirlenmesi gereken plan ile bu hükümler ve
uygulamaları göz ardı edilmiştir. Bu Kanun hükümleri
ışığında dava konusu alanda yapılan uygulamaya
bakıldığında; İstanbul`un merkezi kabul edilen
Taksim Meydanı`nın tarihi çevresi, kültürel mirası,
sosyal, kültürel, ekonomik yapısı ve fiziksel
koşulları göz önüne alınmadan, komşu yapı ve sokak
dokusu gözetilmeden ve gerekli etüt çalışmaları
yapılmadan dini tesis alanı (cami) olarak planlara
işlendiği görülmektedir. Gerek mevcut donatı
dağılımı ve yürüme mesafesinde yeterli sayıda dini
tesisin var olduğu tespiti, gerekse Taksim
Cumhuriyet Meydanı ve çevresel bütünlüğü
düşünüldüğünde, dava konusu edilen plan kararının
Taksim Cumhuriyet Meydanı`ndaki simgesel yapıların
ve tarihi Taksim Maksemi`nin devamı niteliğindeki
parseller üzerinde sosyal ve fiziksel bir ilişki
kurulamayacak nitelikteki arazi kullanım kararı
getiriyor olması; Bilirkişi raporu ile de
belgelenmiş ve bu rapor ilgili mahkeme tarafından
teknik yönden kapsamlı ve yeterli görülmüştür.
Beyoğlu Kentsel Sit Alanı`nın planlı duruma
geçmesinin, Taksim Cami gibi hiçbir bilimsel ve
teknik temele dayanmayan, Cumhuriyet değerleri ile
anılan meydan üzerinde simgesel tartışmalara neden
olacak bir proje ile engellenmemesi gerekmektedir.
Böyle bir durumun gerçekleşmesi İstanbul için çok
büyük önem taşıyan ve 18 yıldır plan bekleyen
Beyoğlu Kentsel Sit Alanı için büyük bir kayıp
olacaktır. Odamızca açılan dava sonucu verilen
yürütmenin durdurulması kararı, Beyoğlu Kentsel Sit
Alanı ve Taksim Cumhuriyet Meydanı adına yargının
verdiği önemli bir karardır. Aynı zamanda bu karar
ile Taksim Cumhuriyet Meydanı üzerinden yürütülen
siyasal simge tartışmalarının da son bulması
beklenmektedir. TMMOB Şehir Plancıları Odası, temel
sorumlulukları gereği Taksim Cumhuriyet Meydanı`nda
olduğu gibi, kamu yararı ve kentin
sürdürülebilirliğine aykırı biçimde gerçekleşecek
her uygulamada kamu adına gereken duyarlılığı
göstermeye devam edecektir. Basın ve kamuoyunun
bilgisine saygılarımızla sunarız. "
BELEDİYE MECLİSİ'NDE KABUL EDİLMİŞTİ
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun
1993 yılında SİT alanı ilan etmesinden sonra
Belediye’den istediği 1/5000 Ölçekli Koruma Amaçlı
Nazım İmar Planı CHP'lilerin ret oyuna karşın
İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nce kabul
edilmişti. Taksim’deki mescidi planlara işleyen not
raporun 14. maddesine şöyle tanımlanmıştı: “Plan
Notlarının III. Arazi kullanım
KararlarıIIILD.11.maddesi kısmen iptal edilerek ve
yeni not eklenerek ‘bu alanda Dini Tesisler’
yapılabilir şeklinde düzenlenmiştir.”
Mimarlar Odası İstanbul Şube Müdürü Eyüp Muhçu,
planın iptali için dava açacaklarını söyledi. Muhçu
şöyle konuşmuştu: “1/5000 ölçekli planda mescit ve
arkasındaki otopark cami alanı olarak gösterilmiş
olsa bile bunun hukuken bir geçerliliği olmaz. Çünkü
hazırlanan Koruma Amaçlı Nazım Planı’dır. Tarihi
yapının bitişiğinde yeni bir yapı yapılamaz. Son
derece yanlış bir işlem yapılmıştır. Bir dayatma
yapılmak isteniyor ama hukuka aykırıdır. Belediyenin
hazırladığı planda tarihi su kemerinin arkasına
yapılacak cami için ‘yan ve ön bahçe aranmaksızın’
deniyor. Bu ifade su kemerine bitişik yapılabilir
anlamına geliyor.”
Radikal, 20.04.2011
******
FIÇIDAN MİNARELİ MESCİT
Mİ, TARİHİ MAKSEMİN BİR PARÇASI MI?
İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından Beyoğlu
İmar Planları'nda dini tesis alanı olarak belirlenen
Taksim mescidi ve açık otopark alanıyla ilgili
tartışma büyüyor. Büyükşehir Belediyesi'nin yaptığı
plan değişikliğiyle dini tesis alanına çevrilen
alanın yürütmesi, mahkeme kararıyla durduruldu.
1993'te başlanan Beyoğlu Koruma Amaçlı Nazım İmar
Planı çalışmaları 2009'da tamamlanarak Koruma Kurulu
ve Büyükşehir Belediye meclisinde onaylanarak kabul
edilmişti. Planda yapılan değişiklikle cami
yapılmasının önü açılan Taksim mescidi, maksemi ve
açık otopark alanıyla ilgili Türkiye Mimar ve
Mühendis Odaları Birliği (TMMOB) tarafından dava
açıldı. İstanbul 1. İdare mahkemesi TMMOB'un açtığı
davada planın yürütmesini durdurdu.
TMMOB'un
açıklamasında, alanın Cumhuriyet değerleriyle anılan
bir meydan olması, yürüme mesafesinde ibadet
alanının bulunması nedeniyle cami projesinin
bilimsel teknik bir temele dayandırılamayacağı
savunuldu. Taksim su maksemi olarak bilinen yapının,
tarihi kimliği ve dokusu gereği de camiye
çevrilemeyeceği kaydedildi. İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanı Kadir Topbaş ise karara tepkisini
şöyle ifade etti: "Fıçıyı değiştirmek isteseniz ona
karşı çıkıyorlar. Anıtsal yapı özelliği taşıyan bir
kilisenin karşısında böyle ucube, rezil bir fıçı
minarenin mescit şeklinde devam etmesini reva
görenler var."
BÜYÜK CAMİ YAPILMAYACAK Kİ...
Yargının verdiği karara saygı göstermek durumunda
olduklarını belirten Topbaş, sözlerini şöyle
sürdürdü: "Onaylanmış bir Koruma Amaçlı İmar
Planı'na Mimarlar Odası tarafından dava açıldı.
Zaten şu anda orada bir mescit var ve fıçıdan
yapılmış bir minare. Reva mı bu şehre? Doğru bir şey
mi bu? Kalsın mı böyle? Mimarlar Odası'nı anlamak
mümkün değil, her şeye karşı çıkılıyor." Konunun
gerginliğe dönüşmesini istemediklerini vurgulayan
Topbaş, "1960'lardan beri burada planlar işlenmiş,
kaldırılmış, değiştirilmiş. Burada, geçmişte iddia
edildiği gibi, Gezi Parkı'nda büyük bir cami yapmak
anlamı taşımıyordu ki. Burada maskemin arkasında
mevcut olan iki katlı mescidi daha düzgün, daha
sembolik hale getirip ibadet etmek isteyenlere
fırsat verecek bir yapı olarak düşünmek lazım" diye
konuştu
1977'DE BİR HAYIRSEVER YAPTIRDI
İstiklal Caddesi ile Taksim Meydanı'nın birleştiği
köşede, dükkanların üzerinde bulunan Taksim Mescidi,
1977'de Süleyman İshakoğlu adındaki hayırseverin
öncülüğünde toplanan bağışlarla 'Taksim Mescidi
Yapma ve Yaşatma Cemiyeti' tarafından yaptırıldı.
Beyoğlu Müftülüğü'ne bağlı mescidin, artan yaya
trafiğine cevap vermediği gerekçesiyle yıkılarak
yenilenmesi gündeme getirildi. İki katlı kagir
yapının tuvalet ve lojmanı da bulunmadığı
gerekçesiyle daha geniş inşa edilmesi için düzenleme
yapıldığı belirtiliyor.
Sabah Haber: Zeynel
Yaman, 22.04.2011
|
ALT LALELİ ARAÇ TRAFİĞİNE KAPATILIYOR
Fatih Belediyesi, Tarihi
Yarımada'da trafik sorununu çözmek ve bölgeyi görsel
olarak turizme daha
uygun
hale getirmek için başlattığı yayalaştırma
çalışmasını, Alt Laleli bölgesinde de sürdürüyor. 20
gün sürecek çalışmaların ardından Hayriye Tüccarı ve
Türkeli caddeleri arasında kalan "Alt Laleli''
bölgesi araç
trafiğine kapatılacak. Fatih Belediye Başkanı
Mustafa Demir, Ceylan, Şair Haşmet, Paşazade,
Azimkar, Şair Fitnat ve Kızıltaş sokaklarının
araç trafiğine kapatılacağını ve
çalışmaların bütçesinin, Laleli esnafı ve belediye
tarafından ortaklaşa karşılanacağını söyledi.
Proje bütçesi olan 4 milyon liranın
yarısının, bölge esnafı tarafından kurulan
Laleli Sanayici ve İş
Adamları Derneği (LASİAD) tarafından karşılanacağını
belirten Demir, "Alt Laleli esnafı ve LASİAD ile
yaptığımız görüşmede, bir an öce yayalaştırma
çalışmalarının başlaması üzerine yoğun talep aldık.
Örnek bir uygulamayla, bölgenin, esnaf
tarafından daha çok
sahiplenilmesi mümkün
olacak ve bu önemli ticaret
bölgesi rahat bir nefes
alacak'' dedi. Demir, İstanbul'un en önemli
sorununun trafik ve otopark
olduğunu ifade ederek şöyle devam etti: "Tarihi
Yarımada'da bu sorun daha da derinden hissediliyor.
Laleli'de turizmin ve
ticaretin yoğun olması,
gündüz çalışanların oranının diğer bölgelere göre
daha da yoğun olması trafik çilesini içinden
çıkılmaz bir hale dönüştürüyor.
Dünyada bu kadar yoğun olan bölge sayısı çok az ve
bu ülkeler sorunla mücadele için yayalaştırma yoluna
gitmişlerdir.'' Demir, çalışmalara 25 Nisan'da
başlamayı planladıklarını belirterek, "Esnaf,
projenin bir an önce
tamamlanmasını istiyor" diye
konuştu.
Sabah, 20.04.2011
|
|
20 MİLYON YILLIK BÖCEK FOSİLİ
Bu
böceğin, buz devrinden üç milyon yıl önce
yaşadığı ortaya çıktı.
Dinazorlarla birlikte dünyayı dolaştığı tahmin
edilen böceğin, buz devrinden üç milyon yıl önce
yaşadığı bildirildi.
Fosillerin muhafaza edildiği ortamlardan biri de
amberlerdir. Ağaçlardan çıkan amberin canlının
üzerine akıp donması ve canlının o haliyle
muhafaza edilmesiyle oluşan amber içindeki
fosiller, her
zaman
ilgi çekmiştir.
Peru'da bulunan
bir
amber içindeki böcek fosilinin, 20 milyon yıllık
olduğu açıklandı.
Dinazorlarla birlikte dünyayı dolaştığı tahmin
edilen böceğin, buz devrinden üç milyon yıl önce
yaşadığı bildirildi.
Peru'nun kuzeyindeki Chiclayo'da bulunan amber
içindeki fosili araştıran ekibin başındaki isim
olan Honningen Klaus, 20 milyon yıldır amber
içine kalarak günümüze
kadar
gelen böceğin aynı yapıya sahip olduğunu gördük
dedi.
Gaziantep 27 Gazetesi, 20.04.2011
|
300 YILLIK TARİHİN İZİ LONDRA'DA
İngiltere'nin başkenti Londra'da bulunan dünyaca ünlü Victoria and Albert Müzesi, 16. yüzyıldan kalma bir Osmanlı maşrapasına 489 bin sterlin (1 milyon 206 bin TL) ödeyerek Ortadoğu koleksiyonuna ekledi.
1700'lü yıllarda İstanbul'da bir Osmanlı sultanı için yapılan yakut ve zümrüt işlemeli altın yeşil maşrapa şimdiye kadar özel bir koleksiyonda tutuluyordu. The Guardian Gazetesi'ne konuşan Müze Müdürü Mark Jones, 'İngiltere'deki diğer koleksiyonlarda ona benzeyen bir şey yok. Maşrapa, dünyanın en önemli koleksiyonlarından olan Ortadoğu koleksiyonumuz için büyük bir katkıdır' dedi.
Akşam, 20.04.2011
|
 |
VAKIF ARAZİSİNİN ULUCAMİ'YE TAHSİS EDİLMESİNİ
İSTEDİLER

Zonguldak'ta Ulucami'nin yanındaki Vakıflar
Genel Müdürlüğü'ne ait arazinin cami bahçesi
olarak düzenlenmesi istendi.
Ulucami'nin bitişiğinde yer alan arazi ve
yakında boşaltılacak olan İl Müftülüğü
binasının olduğu alanın camiye ait park ve
bahçe şeklinde dizayn edilmesini talep eden
Sürekli Aydınlık İçin Eğitim Yardımlaşma ve
Dayanışma Derneği (SAYDER) yöneticileri,
seslerini duyurmak için Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül ve eşi Harunnisa Gül ile
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve eşi Emine
Erdoğan'a mektup gönderdi.
Caminin bitişiğinde iş hanı olarak inşa
edilmek istenen Ahmet Ali Ağa Vakfı'nın
vakfettiği 400 ada 11 parsel 3 paftadaki
arsanın, cami ihtiyacı için kullanılması,
özel şahıslara kiralanmaması gerektiğini
kaydeden SAYDER Yönetim Kurulu Üyesi Murat
Çepe, şu bilgileri verdi: "Zonguldak'ın en
merkezi noktasında bulunan caminin yanında
vakıf arazisi üzerine 7 katlı bir bina
yapılmak isteniyor. İnşaat yol seviyesine
çıkmış durumda. Binanın yeri Vakıflar
Müdürlüğü'nden yap-işlet-devret modeline
göre kiralanmış. Bu arsa ile Ulucami
Vakfı'na ait olan diğer bina yıkılıp camiye
yakışır şekilde yeniden dizayn edilirse
Zonguldak'a gerçekten çok güzel bir eser
bırakılmış olur."
Vakıf arazileri üzerinde vakfediliş amacı
dışında ticari mantıkla tasarrufta
bulunulmasının yanlış olduğunu söyleyen Çepe
şöyle konuştu:
"Camimizde şu anda vakit namazlarında
bile cami doluyor. Cuma ve bayram
namazlarında ise boş bulunan her yerde
merdiven aralığında, çatı aralarında ve çatı
üzerinde bile namaz kılınmak zorunda
kalınıyor. Bizler vakıf arazisinin vakfın
şanına yakışır şekilde planlanmadığını
görüyoruz. Vakıf eserinin, vakfediliş
amacına uygun olarak kullanılmasını talep
ediyoruz."
Zaman, 19.04.2011
|
 |
BARCELONA'NIN KALBİNDE YANGIN
Ünlü Katalan mimar Antoni Gaudi'nin 1882 yılında yapımına başladığı ve halen bitirilemeyen Barcelona'daki Sagrada Familia Kilisesi'nde bu sabah yangın çıktı.
Yangın paniğe yol açarken, tapınağı ziyaret eden yaklaşık bin 500 kişinin hemen dışarıya çıkarıldığı bildirildi.
Olayda kimse yaralanmazken, yangınla ilgili verilen ilk bilgilerde, tapınağın ayin ve yeraltı bölgelerinde hasar olduğu belirtildi.
Tapınağın müdürlüğünü yapan Joan Rigol, çantasında çakmaklar taşıyan veaklı dengesi bozuk olduğu sanılan 55 yaşlarındaki bir kişinin gözaltına alındığını, ziyaretçiler arasında 7 veya 8 kişinin şüpheli durumda olduğunu açıkladı.
Yangının kısa sürede sürdürüldüğü ve olayla ilgili geniş çaplı soruşturma başlatıldığı kaydedildi.
UNESCO Dünya Kültür Mirasları listesinde bulunan Sagrada Familia, İspanya'nın 12 kültürel hazinesinden biri ve en çok turist çeken mekanları arasında gösteriliyor.
Cnn Türk, 19.04.2011
|
BİZANS'IN ANADOLU'YA AÇILAN SARAYINA RESTORASYON
Bizans imparatorlarından II. Tiberius ile Maurikios (578-602) tarafından, Samandıra'da inşa edilen ve günümüzde harabeye dönen Damatry's Sarayı kurtarılıyor.
İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi'nin konuyla ilgili ele aldığı rapor, arkeolojik sit alanı olan sarayın 1/5 binlik imar planları oybirliği ile kabul edildi. Böylece sarayın restorasyon çalışmalarının önü açılmış oldu. Sancaktepe Belediyesi'nden yapılan açıklamaya göre ise sarayın restorasyon ihalesi yapıldı. Açıklamada, "İstanbul İl Özel İdaresi'nce Damatry's Sarayı kalıntıları, tarihi tescilli Osmanlı evi ve Osmanlı camisini içeren rölöve, restütisyon&restorasyon projelendirilmesi için ihaleler tamamlandı. Arazide tetkikler yapıldı ve proje çalışmaları devam ediyor." ifadelerine yer verildi. Damatry's Sarayı, 14 yüzyıl önce yapılan Bizans dönemine ait en önemli eserlerden biri. Ancak 1980'lerden sonra Samandıra'nın yoğun göç alması ve bölgedeki çarpık yapılaşma sonucu saray, yağma ile yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmış. Bizans ordusunun toplanma ve konaklama yeri olan saray, imparatorların Anadolu'dan dönerken de başkente girmeden evvel son gecelerini geçirdikleri yermiş.
Zaman, Haber: Sevgi Korkut, 19.04.2011
|
 |
KARAGÖZ'E YAN BAKAN KALMAYACAK

Yunanistan ile Türkiye arasında sürüp giden
kültürel tartışmalardan biri: 'Karagöz sizin mi
bizim mi?' Kültür ve Turizm Bakanlığı Araştırma ve
Eğitim Genel Müdürlüğü'nün gün yüzüne çıkardığı bin
500'ü aşkın figürden oluşan Karagöz tasvirleri
koleksiyonu bu tartışmayı ilelebet kapatacak gibi.
Sondan bir önceki haber şöyleydi: UNESCO
bünyesindeki Somut Olmayan Kültürel Mirasın
Korunması Hükümetlerarası Komitesi, 2009 Eylül'ünde
Abu Dabi'de toplanmış ve UNESCO İnsanlığın Somut
Olmayan Kültürel Mirası Temsili Listesi'ne Karagöz'ü
'Türk Gölge Oyunu' adıyla kaydetmişti. Son haber
2010 başlarında Yunanistan'dan geldi. UNESCO'nun
gölge oyunu Karagöz'ü 'Türklerin kültürel mirası'
olarak tescil etmesine kızan Yunanistan, Avrupa
Birliği'ne başvurup gölge oyununun patentini almak
için harekete geçti. Yunan medyası "Karagöz'ü
Türkleştirdiler" ve "Karagöz'e Türk pasaportu
verdiler" gibi yorumlar yaparken resmi yetkililer
"Onların Karagöz'ü onlara bizim Karagöz'ümüz
bize..." demekle yetinmişti. Henüz haberleşmeyen son
gelişme şöyle: AB Komisyonu Yunanistan'ın bu
isteğini "Muhatap biz değiliz, UNESCO" diyerek
reddetti.
Tartışacak bir şey zaten yoktu, ama geçtiğimiz
günlerde Kültür ve Turizm Bakanlığı Araştırma ve
Eğitim Genel Müdürlüğü öyle bir çalışmaya imza attı
ki, bundan sonra kimse Karagöz'e yan gözle bile
bakamayacak. Proje yönetmenliğini Genel Müdür Mahmut
Evkuran'ın üstlendiği çalışma kapsamında; Halk
Kültürü Bilgi ve Belge Merkezi'ndeki çoğu 18.
yüzyıla ait bin 500'den fazla Karagöz tasviri bir
araya geldi.
'Halk Kültürü Bilgi ve Belge Merkezi Karagöz
Katalogları' isimli 5 ciltlik çalışmada; sanatçısı
belirlenemeyen tasvirlerin yanı sıra Hayali Nazif,
Hayali Memduh, Katip Salih, Hattat Yumni, Hafız
Bahattin, Hayali Küçük Ali, Rağıp Tuğtekin, Ressam
Muazzez, Üsküdarlı Muharrem, Hayali Şefik, Hazım
Körmükçü, Şükrü Yesukay, Tuncay Tanboğa, Metin
Özlen, M. Kemalettin Sevilen ve Orhan Kurt'un
çizimleri bulunuyor.
Kataloglar çocukların algısına hitap edecek
sadelikte oldukça basit bir yöntemle tasniflenmiş.
İlk ciltte doğaüstü yaratıklar, ikincide çeşitli
mesleklerin de yer aldığı gündelik yaşam, üçüncüde
eğlenceler ve eğlence kültürünü temsil eden
karakterler, dördüncüde yaşanılan çevre, hayvanlar
ve mekan, beşincide ise hoşgörü temelli etnik
karakterler ve kültürel kimliklerin tasvirleri var.
Başka hiçbir kural söz konusu değil. Sanatçısına
göre, oyuna göre, yapım yılına göre gibi ayrımlar
yapılıp akıl karıştırılmamış. Bu tür bilgiler
tasvirlerin altındaki küçük notlarda verilmiş
sadece.
Kataloglara YKY'nin izniyle
Prof.Dr. Metin
And'ın 'Önemli Bir Kültür Mirası: Karagöz' isimli
makalesi eşlik ediyor. Makalede gölge oyununun
Türkiye'ye nereden, nasıl ve ne zaman geldiğine dair
pek çok açıklama bulunuyor. Gölge oyunu Türkiye'ye
Orta Asya veya İran'dan değil Mı- sır'dan gelmiş.
Üstelik 16. yüzyılda... Gölge oyununun varlığını
kesin olarak gösteren kaynaklara da 16. yüzyıl
Osmanlı belgelerinde rastlanıyor. Yavuz Sultan Selim
döneminin güvenilir tarihçilerinden İbn İyas'ın
verdiği bilgiye göre gölge oyunu Türk topraklarına
şöyle geliyor: 1517'de Mısır'ı ele geçiren Yavuz
Sultan Selim orada beğendiği sanatçılara "İstanbul'a
gelin, oğlum da bu gösterileri görsün." diyor. Oğlu
Kanuni Sultan Süleyman o sırada 21 yaşında.
Osmanlı kültür ve sanatının pek çok öğesini
-Divan şiiri, halk şiiri, tekke şiiri, divan müziği,
halk müziği, sanat dansı, halk dansı, sözlü
edebiyatın tüm söz oyunları, tekerlemeler,
yanıltmaçlar, bilmeceler, gerçeküstü öyküler,
kılıklamalar, çene yarışması, tersinleme,
yerindensizlik, abartma, lafçılık, ad oyunu, cinas
oyunu ve yutturmaca - bünyesinde barındıran gölge
oyununa dair tasvirleri içeren kataloglar şimdilik
İngilizce ve Türkçe. Önümüzdeki günlerde Fransızca,
Arapça ve Rusçası da basılacak.
Zaman, Haber: Jülide Karahan, 19.04.2011
|
 |
SAHTE VAN GOGH TABLOSU SATACAKLARDI
Hatay’da, sahte Van Gogh imzalı tabloyu, 2 milyon dolara satmaya çalışan Suriye uyruklu 2 kişi gözaltına alındı.
Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, Suriye uyruklu A.S. ve K.A.’nın yanlarında getirdikleri Van Gogh’a ait olduğunu iddia ettikleri kadın portresi bulunan tabloyu, 2 milyon dolar karşılığında satmaya çalıştıkları ihbarı üzerine harekete geçti. Bu kişilerin konakladığı oteli belirleyen polis, odalarına baskın yaptı. Yapılan aramada boru içine gizlenmiş vaziyetteki tabloyu ele geçirilirken A.S. ile K.A. gözaltına alındı. Mustafa Kemal Üniversitesi (MKÜ) Güzel Sanatlar Fakültesi öğretim üyeleri tarafından incelenen tablonun Van Gogh’a ait olmadığını, ancak eserin dönemini yansıtması ve işçiliği açısından yapılan değerlendirmede sanatsal özellik taşıdığı ve ’eşi ve benzeri az bulunan’ sanat dilinde ’ünik’ olarak adlandırılan kapsamda yer aldığını bildirildi. Üzerindeki Van Gogh imzası ile arka kısmındaki müze arma ve mühürlerinin sahte olduğu anlaşılan eserin Antakya Arkeoloji Müzesi yetkililerine teslim edildiği, olayla ilgili soruşturma sürdürülüyor.
Hürriyet, Haber: Mehmet Ezen, 19.04.2011
|
OSMAN HAMDİ BEY, KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ'Nİ YEŞİL
CAMİ'DE ÇİZMİŞ

Dünyaca ünlü Türk ressam Osman Hamdi Bey'in,
değer biçilemeyen 'Kaplumbağa Terbiyecisi'
isimli tablosunu Bursa Yeşil Cami'de çizdiği
ortaya çıktı.
Mimar Ergüven Akçay, Bursa'da çeşitli
mekanlarda resim yapan Osman Hamdi Bey'in
Yeşil Cami hünkar mahfilinde başladığı
çalışmasını daha sonra atölyesinde
tamamladığını söylüyor. Akçay'ın iddiasını
İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd.
Doç.Dr. Belgin Demirsar Arlı da doğruluyor.
Dr. Doğan Yavaş ise ünlü ressamın Yeşil
Cami'yi 5 kez tablolarında kullandığını dile
getiriyor. Osman Hamdi Bey'in Bursa'da uzun
soluklu çalışmalar yaptığına dikkat çeken
Dr. Yavaş, "Osman Hamdi Bey, Kaplumbağa
Terbiyecisi'ni Yeşil Cami'de tasarlayarak
çalışmasına başlamış. Günlerce burada
kalamayacağı için mekanın resmini çekerek
eserini atölyesinde tamamlamış. Bir başka
eserinde Yeşil Cami'deki bir mihrapta rahle
üstünde bir kadın resmetmiş." diyor.
Bir tanesi Suna-İnan Kıraç Vakfı resim
koleksiyonunda, diğeri de Pera Müzesi'nde
sergilenen Kaplumbağa Terbiyecisi, 2004
yılında 5 milyon TL'ye satılmıştı. Tablonun
arka planı incelendiğinde Yeşil Cami'de
çizildiği anlaşılıyor. Zira mekandaki firuze
renkli altıgen duvar çinileri, lacivert
üçgen çiniler ile pencere alınlığındaki
'Şifau'l-kulub likai'l-mahbub (Kalplerin
şifası sevgiliyle (Muhammed as) buluşmaktır)
anlamındaki hadis-i şerif, Yeşil Cami'de yer
alıyor.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.
Doç.Dr. Belgin Demirsar Arlı da, 'Kaplumbağa
Terbiyecisi'nin Yeşil Cami'de yapıldığı
kanaatinde. Yrd. Doç.Dr. Arlı, Osman Hamdi
Bey'in ünlü tabloyu yaparken, Yeşil Cami
hünkar mahfilinin üstündeki odayı
kullandığını belirterek, şu bilgileri
veriyor. "Bu tabloya konu olan yer Yeşil
Cami. Mutlaka buraya gelip görmüş ve buradan
resimlerini şekillendirmiş. Camide tablosunu
eskiz yapıp atölyesinde tamamlamış. Ünlü
ressamın bu camide birçok tablosu var."
Zaman, Haber: Ensar Tuna Alatürk, 19.04.2011
|
BAYKAM BIÇAKLANDI
Ressam Bedri Baykam dün
‘İnsanlık Anıtı’ heykelinin yıkımını protesto için
Beşiktaş Akatlar Kültür Merkezi’nde yapılan
toplantının çıkışında bıçaklı saldırıya uğradı.
Saldırıda Baykam’la birlikte asistanı Tuğba
Kurtulmuş da yaralandı. Çelikel’in kaçtığı sırada
bir su taşıma aracının sürücüsüyle de kısa süreli
konuştuğu saptandı.
Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan’ın ‘ucube’ dediği Kars’taki
‘İnsanlık Anıtı’ heykelinin yıkımını protesto için
Beşiktaş Akatlar Kültür Merkezi’nde dün bir
toplantı düzenlendi. Levent Kırca ve Rutkay Aziz’in
de aralarında bulunduğu çok sayıda sanatçının da
katıldığı toplantıda konuşan ressam Bedri Baykam,
“Sayın Başbakan ülkesinin tüm aydınlarına,
sanatseverlerine ve demokrasiye Fransız kalmak
istiyor. Duymak istemiyor, görmek istemiyor,
dinlemek istemiyor. Biz, burada sanki bir cinayeti
engellemeye çalışmak için birarada bulunuyoruz” diye
konuştu. Daha sonra salondan ayrılan Baykam,
asistanı ve sahibi olduğu Piramid Sanat’ın Genel
Koordinatörü Tuğba Kurtulmuş’la birlikte otoparka
yöneldi.
Toplantıyı takip eden ve girişte heykelin
yıkılmaması için imza veren Mehmet Çelikel,
arkalarından gelerek “Bedri Bey” diye seslendi ve
görüşmek istediğini söyledi. “Zamanımız yok”
yanıtını alan Çelikel, “rambo” tabir edilen bıçakla
önce Tuğba Kurtulmuş’u, daha sonra da Bedri Baykam’ı
sağ karın boşluklarından bıçakladı. Saldırgan daha
sonra durdurduğu beyaz bir otomobile zorla binerek
kaçtı.
Baykam, “Bıçaklandım. Araç yok mu, hastaneye götürün
beni” diye yardım istedi, ancak kimse yardımına
koşmadı. Baykam’ın binmek için hamle yaptığı bir
otomobilin sürücüsü de kapılarını açmayarak olay
yerinden uzaklaştı. Baykam daha sonra bir taksiye
binerek Maslak Acıbadem Hastanesi’ne ulaştı. Kanlar
içinde yerde yatan Tuğba Kurtulmuş ise ambulansla
aynı hastaneye götürüldü. Baykam ve Kurtulmuş hemen
ameliyata alındı.
Maslak Acıbadem Hastanesi Başhekimi Prof. Çağlar
Çuhadaroğlu, yaptığı açıklamada Baykam’ın
ameliyatının 4 saat sürdüğünü söyledi. Çuhadaroğlu
şu bilgileri verdi: “Karın bölgesinde,
kalınbağırsağı, 12 parmak bağırsağı ve karaciğerinde
yaralanmalar meydana gelmiştir. Ciddi kanaması olan
Baykam ameliyat sonrası yoğun bakım ünitesine
alınmıştır. Ameliyatı 2 saate yakın süren ve yoğun
bakıma alınan Kurtulmuş’un 12 parmak bağırsağında ve
kalın bağırsağa giden damarlarında yaralanmalar
oluşmuştur.”
Baykam’ı ve Kurtulmuş’u bıçaklayan Mehmet
Çelikel, akşam saatlerinde Bayrampaşa Polis
Merkezi’ne teslim oldu. 35 yaşındaki Çelikel’in
polise verdiği ilk ifadesi şöyle: “Akatlar Kültür
Merkezi’ndeki toplantılara zaman zaman gider
katılırım. Bir hafta önce kültür merkezinden
çıkarken Bedri Baykam’ı gördüm. Otomobiline
biniyordu. ‘Beni Taksim’e bırakır mısın’ dedim. Beni
bırakmadığı gibi bir de küfür etti. Ben de bu
davranışının nedenini sormak için yanına yaklaştım
ve ‘Bedri Bey’ diye seslendim. Bedri Bey oralı
olmadı. Bana cevap vermedi. Beni kaale almadı.
Yanındaki bayan, ’Müsait değiliz, daha sonra’ gibi
bir şeyler söyledi. Ben de sinirlenerek bıçakladım.
Bedri Baykam’a uyuz oluyordum. Bu yüzden kendisini
vurdum, görüşlerini sevmiyordum.”
Polisin yaptığı araştırmada Mehmet Çelikel’in
eşinden boşandığı, bir çocuk babası ve işsiz olduğu
belirlendi. Niğde doğumlu Mehmet Çelikel’in
psikolojik problemi olup olmadığı ise araştırılıyor.
Sağlık kontrolüne götürülen Çelikel hastane
çıkışında basın mensuplarının neden yaptınız
sorusuna “Allahtan başka ilah yoktur” diyerek cevap
verdi. Çelikel, sağlık kontrolünün ardından
Gayrettepe’deki Asayiş Şube Müdürlüğü’ne götürüldü.
Saldırganın olay yerinden bıçak tehdidiyle gasp
ederek kaçtığı aracın sürücüsü ifadesinde, suculuk
yaptığı belirterek şunları söyledi: “Koşarak aracıma
bindi. ‘Beni buradan uzaklaştır. Bir taksi durağına
götür’ dedi. ‘Abi başım belaya girer’ dedim. O da
‘Esas beni almazsan başın belaya girer’ dedi. Biraz
gittik taksi durağı gördüm. Orada bıraktım.”
Saldırganın bindiği taksinin şoförü de ifadesinde,
“Beyoğlu’na götür dedi. Giderken yolda fikir
değiştirdi. ‘Teslim olacağım beni Gayrettepe’ye
(Asayiş Şube Müdürlüğü’nün bulunduğu yer) götür’
dedi. Gayrettepe’de indi” diye ifade verdi.
Mehmet Çelikel’in olaydan sonra 7 ayrı telefon
numarasıyla yaptığı 18 görüşme incelemeye alındı.
Çelikel’in kaçtığı sırada bir su taşıma aracının
sürücüsüyle de kısa süreli konuştuğu saptandı.
Olayla ilgili
İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele
Şubesi de inceleme başlattı. Saldırganın irtibatlı
olduğu kişileri detaylı araştıran polis, ailesinin
de ifadesine başvuracak. Saldırgan Çelikel’in
olaydan birkaç dakika sonra aradığı ve ismi
açıklanmayan bir arkadaşına Baykam’a saldırdığını
ifade ettiği, söz konusu kişinin de Cumhuriyet
gazetesini aradığı ortaya çıktı. Gazetedekilere,
Cumhuriyet okuru olduğunu söyleyen kişinin, Bedri
Baykam’ı bıçaklayan saldırganın ismini vererek
telefonu kapattığı bildirildi.
Hürriyet, 19.04.2011
******
HEYKELTRAŞ AKSOY: SALDIRI PLANLI
“İnsanlık Anıtı”nın heykeltıraşı Mehmet Aksoy,
saldırının planlı olduğunu iddia etti.
Baykam’ın tedaviye alındığı hastanede soruları
yanıtlayan Aksoy, şunları söyledi: “Saldırgan
geliyor içimize ve daha sonra bıçağı saplıyor. Bence
bu çok kasıtlı bir olay. Böyle bir yerin ve günün
seçilmesi çok manidar. Ama çok insanı bıçaklamaları
gerekecek. Saldırgan, ‘sevgilime laf attı, ondan
vurdum’ dese bile ben inanmam buna. Çünkü çok
beklemiş, kararlı.” Bu arada
CHP Genel Başkanı
Kemal Kılıçdaroğlu, Bedri Baykam’a çiçek
göndererek geçmiş olsun dileğinde bulundu ve
saldırıyı kınadı.
Hürriyet, Haber. Gülbahar Karakuş, 19.04.2011
|

|
SON AKŞAM YEMEĞİ ÇARŞAMBA GÜNÜYMÜŞ
Hazreti İsa'nın son akşam yemeğini, Paskalya'dan önceki perşembe günü değil, bir gün önce yediği iddia edildi. Cambridge Üniversitesi'nden Colin Humphreys, Matthew, Mark ve Luke'un inciliyle John'un incilinin karşılaştırılması ve farkları üzerine bir araştırma sonucunda Son Akşam Yemeğinin Gizemi isimli bir kitap kaleme aldı. Kitabında Matthew, Mark ve Luke'un resmi Yahudi takviminden daha eski bir takvim kullanarak İncili yazdığını belirten metalurji uzmanı Humphreys, "İncil kayıtlarında son akşam yemeğiyle çarmıha gerilme arasında çok sayıda sure var. Bunların perşembe akşamıyla cuma sabahı arasında yaşanması imkansız. İki ayrı takvime göre hesaplamalar yapılmış" dedi.
Sabah, 19.04.2011
|
TUTANKAMON'UN 3 BİN YILLIK BORAZANI BULUNDU

Mısır firavunu Tutankamon'un üç bin yıllık
borazanı bulundu. Antik Mısır'ın çocuk kralı
Tutankamon'un mezarında bulunan borazan geçtiğimiz
aylarda Mısır'daki isyan hareketi sırasında yaşanan
kargaşada Kahire müzesinden yağmalanan eserler
arasında yer alıyordu.
1922 yılında keşfedilen Tutankamon'un mezarının
çeşitli bölümlerinde biri bronz diğeri de gümüş iki
trompet ortaya çıkarılmıştı.
Gümüş olan dünya turuna çıkmış olan bir sergide yer
aldığı için yağmalanmaktan kurtuldu, bronz trompet
ise müzeyi basan yağmacıların eline geçti.
3
bin yıl boyunca sessiz kalan trompet 1939 yılında
BBC'nin bir radyo yayınında çalınmıştı.
Krallar Vadisi'nde bulunan trompetlerin üzerinde
antik Mısır'ın savaş tanrılarına ilişkin işlemeler
yer alıyor.
Yetkililer, çalınan trompetin yağmalanan Tutankamon
dönemine ait bazı eserlerle birlikte Kahire
metrosunda bir çantanın içinde bulunduğunu söylüyor.
Radyo yayıncılığının ilk zamanlarında, yapımcılar
trompetlerin sıradışı kayıt potansiyelini dikkate
alarak Mısır Eski Eserler Kurumu'nu Kahire
müzesinden bir yayınla antik trompet seslerini
dünyaya duyurmaya ikna etmişti.
Müzeyi yayın için ikna eden isimlerden Rex Keating,
bir pazar günü öğleden sonra dünya çapındaki 150
milyon dinleyiciye ulaştıran sunucu olmuştu.
Programda önce Tutankamon'un mezarını bulan Howard
Carter'ın ekibinden Alfred Lucas'la bir mülakat
yapmıştı.
Yayına bir kaç dakika kala fenerlerin sönmesi
üzerine müze karanlığa bürünmüş ve dinleti mum ışığı
eşliğinde gerçekleştirilmişti.
Trompeti çalma girişimlerinde daha önce de
aksilikler yaşanmıştı.
Gümüş trompeti Mısır Kralı Faruk'un huzurunda çalma
girişimi, muhtemelen kullanılan modern ağızlığın
uyumsuzluğu nedeniyle başarısızlığa uğramış,
trompetin kendisi hasar görmüştü.
Lucas olay nedeniyle üzüntüden hastanelik olmuş,
trompet ise sonunda onarılmıştı.
1939 yılındaki efsanevi dinletide trompeti çalması
için seçilen, eski bir asker James Tappern'in oğlu
Peter, çocukluğunda babasının anılarının baş
köşesinde yer alan bu öyküyü anlatmaya bayıldığını
aktarıyor.
Tutankamon'un trompetinin laneti
Ancak Tutankamon'un laneti trompet kaydının peşini
bırakmamış, ailenin sahip olduğu kayıt taşınmaları
sırasında kırılmış.
Lanetin sadece plağın kırılmasından ibaret
olmadığına inanılıyor. Kimileri, bu enstrümanların
'savaş borazanı' olduğuna inanıyor.
Tapper'in trompeti üflemesinden kısa bir süre sonra
İkinci Dünya Savaşı başladı.
Kahire müzesinin bir yöneticisi trompetin sihirli
gücüne örnek olarak birinci Körfez Savaşı'ndan önce
de çalınmış olmasını gösteriyor.
Son
olarak da bir müze görevlisi trompeti Mısır
isyanlarından bir hafta önce üflemiş.

Eski asker James Tapper Tutankamon'un trompetini çalarken.

Tutankamon'un gümüş borazanı.
Hrriyet, 19.04.2011
|
SÖZLER TUTULMADI,
HASANKEYF AÇILMADI

Bugün 281. gün... 15
Nisan'da turizme açılacağını duyuran ve söz veren
yetkililerden ses çıkmıyor...
Hasankeyf ve
Hasankeyf halkını ciddiye almayan, verdikleri
sözü tutmayanlardan hesap sorulmalıdır.
Bu konuda Rektör ve
Kazı başkanı A. Selam Uluçam başta olmak üzere
konunun takibini yapmayan Vali, Hasankeyf
Kaymakamı ve Hasankeyf Belediye Başkanı da
suçludur.
Bundan 281 gün önce
13 Temmuz 2010 tarihinde kaya parçası düşmesi
sonucu Turizme kapatılan ve o alanda bulunan
onlarca kişiyi işyerlerini tahliye etmeye
zorlayan yetkililer, kayaların çökme riski
taşıdığı gerekçesiyle Hasankeyfi turizme
kapatmışlardı.
Aradan aylar
geçmesine karşılık alanda hiçbir çalışma
yapılmadığı gibi aksine Hasankeyf kalesi ile
Dicle nehri kenarına demir kapılar yapılarak
ilçe turist ve turizmden soyutlandı.
Daha sonra Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu’nun Hasankeyfin
kapatma kararını verdiği belirtilirken
yetkililer kurul kararına uymak zorunda
olduklarını ifade ederek Hasankeyfi turizme
kapattılar.
Kurul Başkanı olan
Batman Üniversitesi rektörü Prof.Dr. A.Selam
Uluçam, defalarca yaptığı açıklamada
Hasankeyf’in İlçe Kaymakamlığınca kapatıldığını
belirterek demir kapıların Kaymakamlıkça
takıldığını söyledi.
Hasankeyflilerin,
sivil toplum örgütlerinin ve gazetemizin ısrarlı
takibi sonucu 40 gün önce açıklamada bulunan
Hasankeyf Kazı Başkanı Prof.Dr. A.Selam Uluçam,
aylardır beklenen müjdeyi vererek kapı girişinin
sağlamlaştırılmasından sonra 15 Nisanda kutlanan
Turizm Haftası etkinlikleri kapsamında
Hasankeyf’in turizme açılacağını müjdelemişti.
281 gün boyunca
hiçbir işlem yapılmayan ve kaderine terk edilen
Hasankeyf’e 20 gün önce “kapı sağlamlaştırması
çalışması” adı altında müdahalede bulunduğu
gözlendi. 15 Nisan’da turizme açılacağı
müjdelenen Hasankeyf’le ilgili hiçbir yetkilinin
açıklamada bulunmadığı gözlenirken
Hasankeyfliler ve Batmanlılar bu tutumun “halkı
kandırmak” anlamına geldiğini belirterek tüm
yöneticileri samimi olmamakla suçladılar.
Batman Gazetesi,
18.04.2011
|
"BU KAFAYLA BERGAMA KÜLTÜR MİRASI OLAMAZ"
Alman Arkeolog Prof. Helmut Müller, Allianoi’nin suya gömülmesi ve Akropol’e yapılan teleferik yüzünden Bergama’nın UNESCO listesine girmesinin imkansız olduğunu söyledi.
Allianoi üzerinde çalışmaları ile bilinen ve antik kalıntıların isim babası olan Alman Prof. Helmut Müller sağlık sempozyumuna katılmak için Bergama’ya geldi. Burada yaptığı kazı ve araştırmalarla, elde ettiği buluntularla Allianoi antik kentini kanıtladığını belirten Müller, “Bu alan Allianoi kenti değildir diyenlere belge ve kanıt gösterebilirim” dedi. Alman Arkeoloji Enstitüsü üyesi olan Müller tarihi ören yerlerine olduğu gibi sahip çıkılması gerektiğini söyledi.
Bergama'nın Dünya Kültür Mirası Listesi’ne girme çabalarının anlayabildiğini ancak hiç şans vermediğini vurgulayan Müller, “Allianoi baraj suları altında bırakıldı. Akropol’e teleferik yapılması da büyük yanlış. Bu iki yanlış ile Bergama’nın listeye girmesi gittikçe zorlaşıyor. Artık Bergama için bu ancak hayal” sözlerini kullandı.
Almanya’da tarihi Dresden kentinin başına benzer bir olay geldiğini belirten Müller olayı şöyle anlattı: “Kent yeniden yapılandırılırken, Elbe Nehri üzerindeki köprüler yetersiz kaldı. Sanayinin gelişimi için yeni köprü gerekiyordu. UNESCO uyardı; referandumla kabul edilince de listeden hemen çıkardı.”
Milliyet Ege, Haber: Tahsin Tuna, 18.04.2011
|
 |
SU YOLUNU İSTANBUL'DA BULUR
18 Nisan Dünya Anıtlar
ve Sitler Günü'nün bu seneki teması "Su Mirası"
olarak belirlendi. Su mirası, kentlerde suyla temas
eden önemli yapıları içeriyor. Bunlar kentin içinde
kaybolmuş bir kenar çeşmesi de olabilir ya da
heybetini halen daha taşıyan su kemerleri...
İstanbul'da da suyun geçmişten bugüne kente
taşınmasını sağlayan bu çok sayıdaki önemli yapı,
tarihi ve kültürel su mirasımıza ışık tutuyor.

Bozdoğan Kemeri

Mazul Kemeri
İstanbul'un suyunun kente taşınması çok eskilere
dayanıyor. Fetihten önce ilk önemli su tesisleri
Roma İmparatorları tarafından yaptırılmış. Bu
dönemde sur dışındaki bir kaynaktan Haliç'in kenar
mahallelerine kadar su yolu yaptırıldığı ve bu su
yolu için Mazul Kemer ile bugünkü Bozdoğan diye
bildiğimiz Valens Kemeri'ni inşa ettirdiği
biliniyor. Deniz seviyesinden 63 metre yukarıda
bulunan Bozdoğan Kemeri'nin uzunluğu 971 metre,
yüksekliğinin maksimuma ulaştığı noktanın yerden
yüksekliği 29 metre.

Yerabatan Sarayı

Binbirdirek Sarnıcı
I. Teodosyus, Mazul ve Valens Kemerleri'ni
kullanarak 3. Su Yolu ile şehre su getirmiş. Ayrıca
Belgrad Ormanları'ndan Sultanahmet'e kadar 4. Su
Yolu'nu inşa ettirmiş. Roma ve Doğu Roma
İmparatorları, kuraklık ve harp ihtimallerini
düşünerek, şehir içinde üstü açık (Çukurbostan) ve
kapalı sarnıçlar da yaptırmışlar. Üstü açık su
depolarının (Hazneler) en önemlileri Aetiyus
(bugünkü Vefa Stadı), Aspar (Yavuz Selim'deki
Çukurbostan) ve Hegius Mokius (Altınmermer semtinde)
su depoları olarak biliniyor. Üstü kapalı
haznelerinin en meşhurları da, 336 sütunlu Basilika
Sarnıcı (Yerebatan Sarayı), 224 sütunlu Pileksenus
Sarnıcı (Binbirdirek) ve Acımusluk Sarnıcı.
Bu tesislerden halen ayakta olan Mazul ve Valens
(Bozdoğan) Kemerleri Osmanlılar tarafından çok iyi
bir şekilde tamir edilerek, yıkılmaktan kurtarılmış.

Osmanlı Dönemi'ne gelindiğinde ise, fetih sonrası
nüfusun artması sonucu su ihtiyacı daha da
fazlalaşması nedeni ile Marmara Bölgesi Su Tesisleri
inşa edilmiş. Daha sonra da bu tesislere ilave su
yolları yapılmış. Bu su yolları şu şekilde
sıralanıyor: Fatih, Turunçlu, Mahmut Paşa,
3.Mustafa, Bayezid, Süleymaniye, Mihrimah, Ebussuud,
Köprülü, Cerrahpaşa, Sultanahmet, 4.Murat, 1.Mahmut,
Hekimoğlu Ali Paşa, Kasım Ağa, Nuruosmaniye. Bu
tesislerin günlük verimleri 4.335 m3
olup, yeterli miktarda su ihtiyacını karşılıyordu.
Halkalı Su Tesisleri üzerinde de 4 büyük kemer
bulunur: Mazul Kemeri, Kara Kemer, Ali Paşa Kemeri,
Bozdoğan Kemeri. Bu su yolları ile şehirdeki
camilere, çeşme ve sebillere, imaretlere ve şehir
dışındaki kışlalara devamlı olarak su verilebilmiş.

Kırkçeşme Su Tesisleri (Mağlova Kemeri/TAYHaber)

Zamanla nüfusun iyice artması ile su sıkıntısı
yaşanmaya başlamış ve Mimar Sinan'ın yapımında
görevlendirildiği Kırkçeşme Su Tesisleri inşa
edilmiş. Kırkçeşme Su Tesisleri en kurak zamanlarda
dahi günde 4.200 m3 su ile 158 tesisi (94
Çeşme, 19 Kuyu, 15 Maslak, 13 Hamam, 7 Saray vb.)
besliyormuş. Derelerin yanına inşa edilen bentler
ile de kıştan yaza su saklanmış. Belgrad
Ormanları'nda Kırkçeşme Bentleri denilen 4
bentlerle, Kırkçeşme Suları'nın günlük verimi 10.000
m3'e çıkmış.
Teknik anlamda bakıldığında ise bu su yollarının,
kemerlerin ve havuzların inşasında yapılan ince ölçü
ve hesaplamaların bugünkü modern aletlerle yapılan
hesaplar kadar sağlıklı ve hassas sonuçlar verdiği
söyleniyor.
Suların
Taksim Edildiği Yer: Taksim Maksemi

Taksim Maksemi
İstanbul'un Beyoğlu Bölgesi'nin su problemi ilk defa
1732'de yapılmış olan Taksim Suyu tesisleriyle
çözüme kavuşmuş. Bahçeköy civarında derlenen ve
günlük verimi 800 m3 olan su, 20 km'lik
bir isale hattıyla Taksim'deki 2.700 m3'lük
depoya ve oradaki Maksem vasıtasıyla 64 çeşme ve
sebil ile 3 şadırvana ulaşıyormuş. 1732'de I. Mahmut
tarafından yaptırılan Bahçeköy (Sultan Mahmut)
Kemeri ile Topuzlu Bend, Valide Benti ve II. Mahmut
Bendi bu tesislerden. Bentlerin inşasıyla Taksim
Suları'nın günlük verimi 3.000 m3'e
yükselmiş.

Kaynak: Taksim
Meydanı Yarışma Kitabı
Suyun şehre dağıtıldığı yer olan Taksim Maksemi,
sekiz köşeli küfeki taşından bir gövdeye ve yine
piramidal, sekiz köşeli bir çatıya sahip. Maksemin
yuvarlak kemerli giriş kapısının üstünde de 1732
tarihli üç beyitlik kitabesi bulunuyor. Bu kapının
üzerinde yay kemerli pencere ve iki yanında klasik
Türk üslubunda kuş evleri yer alıyor. Maksemin
Harbiye yönünde yüründüğünde görülen duvar da
(Taksim Haznesi) geçmişte herhangi bir sebeple
makseme gelen suyun kesilmesi halinde depodan su
sağlanmak amacıyla yapılmış. Depo, planda dıştan
dışa 17 metre kadar bir genişlik ve 90 metre kadar
bir uzunluğa sahip.
İlk yapıldığında dere sularının küçük
bağlamalarla suları kabartılıyor ve içi sırlı
künklerle şehre ulaştırılıyormuş. 25 kilometre
uzunluğundaki bu hat 1. Sultan Mahmut Kemerleri
üzerinden Derbent, Maslak, Ayazağa, Zincirlikuyu,
Mecidiyeköy, Şişli'den Harbiye'deki Maksem'e, oradan
da Taksim'deki su deposuna ulaşıyor, su oradan şehre
dağıtılıyormuş.
Vakıf Sular
ve Şu Şirketleri
1904'de Sultan 2. Abdülhamid Han tarafından
yaptırılan ve günlük verimi 1.200 m3 olan
Hamidiye Suyu, Kemerburgaz'daki membalardan
alınıyor, Beyoğlu civarındaki kışlalara, saraylara
ve 50 kadar çeşmeye veriliyormuş.
Emirgan'a verilen sular da Kanlıkavak ve Sarıyer
Suları da böyle kaynak suları. Asya Yakası'ndaki
kaynak suları ise Kayışdağı, Atikvalide,
Küçükçamlıca Alemdağ (Taşdelen) sularıyla,
Beykoz'daki 10 Çeşmeler, Karakulak ve İshakağa
olarak sıralanabilir.
1868 yılında Fransız şirketine imtiyaz verilerek,
kente basınçlı su göndermek amacıyla Terkos Şirketi
kurulmuş. Bu şirketin memba, dere ve yeraltı
sularını toplayıp, isale etmesi ve Terkos Gölü'nden
alınacak suyun arıtılarak şehre verilmesi sağlanmış.
Anadolu Yakası'nın su ihtiyacını karşılamak üzere
1888 yılında Üsküdar - Kadıköy Su Şirketi, 1893'te
de Elmalı Deresi üzerinde 1. Elmalı Barajı inşa
edilmiş, Anadoluhisarı'ndan Bostancı'ya kadar olan
sahada su şebekesi döşenmiş.
İstanbul
Sular İdaresi'ne Geçiş
Terkos Şirketi 1932 yılında, Üsküdar -
Kadıköy Su Şirketi ise 1937 yılında satın alınarak,
İstanbul Sular İdaresi (İSİ)'ye devredilmiş.
Daha sonraları DSİ'nin Ömerli Barajı'nı ve Elmalı
Deresi üzerinde 2. Elmalı Barajı'nı inşa etmesi ile
suların Terfi Merkezleri'nde elektrikli pompalarla
kente aktarılması kolaylaşmış.
1981 yılında kurulan bu yeni idarenin ismi
"İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi" (İSKİ) olarak
günümüze gelmiş.
Su
Mirasının Korunması
İstanbul'un su mirası yukarıda ifade edilen
yapılardan çok daha fazla yapıları (çeşmeler,
sebiller, sarnıçlar, vb.) içeriyor. Fakat maalesef
bu yapıların birçoğu korunmayarak tarihin içinde yok
olmaya mahkum edilmiş. Günümüze dek gelebilen ve
ayakta kalabilen bazı yapılar restore edilerek,
gelecek nesillere aktarılması sağlanıyor.
Su yapılarına yönelik yapılan bu çalışmalardan 2
tanesi Taksim Maksemi ve Cendere Hamidiye Pompa
İstasyonu.
Taksim Maksemi

Taksim Cumhuriyet
Sanat Galerisi, kaynak: İSKİ
Taksim Maksemi (Tarihi Su Deposu), İBB tarafından
restore edilerek Taksim Cumhuriyet Sanat Galerisi
adıyla 2008 yılında hizmete açıldı. Taksim
Meydanı'nın önemli simge yapılarından biri olan
maksemin yeni bir işlev kazanması yapının
yaşayabilmesi adına önemli. Fakat Taksim Meydanı'na
yönelik düşünülen yeni projeler ile bu yapının
işlevselliğinin ve fiziki yapısının korunması da
büyük bir önem arz ediyor.
Cendere Hamidiye Pompa İstasyonu

Hamidiye Tesisleri ile yapılan Cendere Hamidiye
Pompa İstasyonu, Şişli İlçesi Ayazağa Köyü sınırları
içinde bulunan bir tarihi yapı. Deniz seviyesinden
34 metre yükseklikte ve içi-dışı çimento harcıyla
sıvanmış iki adet 600 m3'lük hazneden
oluşuyor.

2008 yılında tamamlanan restorasyon çalışmaları
ile bu istasyon, "İstanbul Su Medeniyetleri
Müzesi"ne dönüştürüldü. Müzede, İSKİ bünyesinde
çeşitli su tesislerine ait tarihi haritalar, plan ve
projeler, konu ile ilgili kitaplar, endüstri mimari
örneği olan su pompaları ve ekipmanları
sergileniyor.
Arktera, Kaynak: İSKİ, Peyzaj Mimarları Odası,
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Derl.: Derya Yazma,
18.04.2011
|
 |
"VİKTORYEN BİNALARIN KORUNMASI GEREKİYOR"
İngiltere Tarihi Mirası Koruma Kurulu, Ringo Starr'ın doğduğu evin de içinde bulunduğu Viktoryen üslupta yapılmış olan binaların yıkımına neden olacak planları reddetmeleri için Liverpool Konseyi'ne çağrıda bulundu.
Morton Ortaklık'dan Edward Morton 300 konutun oldukça ucuza restore edilebildiğini söylüyor ve ekliyor: "Bu binaların yıkılmış olduğunu düşünmek bile yeterince üzücü. Daha önce burada yaşayan halkın buna karşı çıkacağını düşünüyorum."
Liverpool Konseyi planlamanın ilk aşaması olan yıkımın Salı günü gerçekleştirileceğini söylüyor.
Fakat konseye baskı yapan bir mektupta koruma kurulu sekreteri William Palin, Morton'un raporunun, konseyin, evleri restore etmenin ekonomik olmadığı hakkındaki iddiasına karşı çıktığını söylüyor ve ekliyor: "Piyasa fiyatının 30 milyon Pound olduğu tahmin edilen bu kalitedeki evlerin yıkılması kamu parasının nasıl boşa harcandığını gösteriyor. Bu rapor konseyin dürüst olmadığını kanıtlıyor."
Arkitera, Kaynak Building Design, Haber: Elizabeth Hopkirk, Çev.: Bahar Bayhan, 18.04.2011
|
"MİMAR SİNAN'I AŞMAK MÜMKÜN DEĞİL"

Dünyanın en önemli sanat tarihçilerinden kabul
edilen Prof. Oktay Aslanapa geleneği devam ettirecek
mimar, sanatkarlar yetişmediği için kendimize has
bir mimari oluşturamadığımızı söylüyor. Bugün
dünyada hakim olan kübizm mimarisinin kurucusu
Corbusier'in Mimar Sinan'dan ilham aldığını anlatan
Aslanapa, Mimar Sinan'ı aşmamızın mümkün olmadığını
ifade ediyor.
Prof. Oktay Aslanapa henüz Türkiye'de sanat tarihinin adı bilinmezken
yurtdışında Türk İslam Sanatı üzerine doktora yapmış
ve Türkiye'de sanat tarihi bölümünü Alman meslektaşı
ile kurmuş bir isim. Bugün dünyanın en önemli sanat
tarihçilerinden sayılan, mimari ve halı konusunda
uzman Aslanapa'nın adının herhangi bir sanat tarihi
kitabının kaynakçasında geçmemesi mümkün değil.
Geçmiyorsa da o kitap makbul sayılmıyor. Anadolu'yu
adım adım gezerek kazılar yapan ve böylece sanat
tarihimizi yeniden yazan Aslanapa, İznik kazıları
ile de çinicilik geleneğimiz hakkında doğru
bilgilere ulaşmamızı sağladı. 95 yaşında olan
hocamızla İstanbul Güzel Sanatlar Fakültesi'nde
konuştuk.
Sizin Türklerin ayak bastığı her yere gidip oradaki
eserleri gördüğünüz söyleniyor. Nerelere gittiniz?
Afganistan'da görev aldım üniversitede, ders
veriyordum. Orada Hubel leşkeri bazar'da saray
kalıntıları, camiler, hepsini inceleme fırsatı
buldum. Epey bir müddet aştırmalar yaptım.
Leşkeribazar çok mühim. Oralara gidip resimler
çektim, sonra bir araştırma için tekrar Orta Asya'ya
gittim. Semerkand, Buhara... oraların incelemelerini
yaptım. Mısır'a Kahire'ye gittim. Anadolu'nun her
yerinde çalışmalarımız, kazılarımız oldu.
Hala zaman zaman tarihi eserleri gidip
görüyor musunuz?
Gidiyorum tabi. Bir camide hasar olduğunu
duyduğumda gidip bakıyorum. Yanlış restorasyon
olduğunu duyduğumda gidip bakıyorum. Ama o kadar.
O zaman iş işten geçmiş oluyor tabi.
Restorasyonlarda size danışmıyorlar mı hocam?
Yok, hiç danışmıyorlar
Bir mimari esere baktığımızda "bu Türk
İslam eseridir" diyebilmek için ne gerekir?
Şunu belirtmek lazım. Türk sanatı mimarisi
Osmanlılarla başlamış bir mimari değildir. Orta
Asya'da kubbe mimarisi, Doğu Türkistan'da büyük
kubbe mimarisi vardır. Sonra Selçuklular zamanında
İran'da büyük kubbeli camiler var. Böyle eski bir
gelenek. Mimari Osmanlılarla Anadolu'da gelişmeye
devam etmiştir ve Mimar Sinan'la şahikasını
bulmuştur. Bu nedenle Türk mimarisini bir bütün
olarak görmek lazım. Çünkü şimdi birçok Prof. ben
Osmanlı sanatına bakarım diyor, öbürkü Selçuklu
sanatına bakarım diyor, bölük pörçük. Ben bütün Türk
sanatını incelemeye aldım ve bütün çalışmalarım
böyledir. Türk İslam eserlerinde mimari hatlar,
Kübizm akımının kurucusu Corbusier'in ilham aldığı
kübik organlar vardır. Kubbelerin kuleleri
etrafındaki elemanlar. İran'da Safevi mimarisi süse
boğulmuştur. Osmanlılarda gayet ölçülü bir süsleme
vardır. Mimari hatlar esastır.
Türkler göçebe bir toplum olduğu için
fazla eser bırakmamıştır, diye bir söylem vardı.
Okullarda bu öğretilirdi...
(Gülüyor.) Türk tarihini bilmeyen cahillerin
kafasıdır bu. O zaman Orta Asya'daki o kadar mimari
eserler nasıl yapılmış?
Son dönem mimarimizi nasıl buluyorsunuz?
Kübik mimari hakim olmuştur bütün dünyada.
Osmanlılarda da kübik mimari hakim olmuştur.
Orijinal bir mimari geliştirilmemiştir.
Şimdi dünyada kübizm akımının hakimiyeti
devam ediyor mu?
Kübizm devam ediyor. Ama ondan gelişmiş çeşitli
üsluplar var mesela İtalyanlar başka Amerikalılar
başka, Ruslar başka. Her biri bunları kendine göre
yorumlayarak gelişiyor.
Kentlerimizde Mimar Sinan'ın kemiklerini
sızlatacak derecede çarpık bir şehirleşme var. Bunun
sorumlusu kim?
Atatürk Cumhuriyet sanatının başlangıcını
gelişmesini üzerine almış ve hayatının sonuna kadar
bu konuda emek vermiş, görev yapmış birisidir. İlk
defa bize Türklüğü, Türk sanatını benimseten Atatürk
olmuştur. Onun ölümünden sonra bunu devam ettirecek
kuvvetli şahsiyet kalmamış. Sonra zayıflaya
zayıflaya tamamen eski gelenek kaybolmuş o gelişme
durmuştur.
Eski evlere, çeşmelere baktığımızda her
biri birer sanat şaheseri. O dönemin günlük
elemanlarıydı bunlar. Günümüzün estetik anlayışını
nasıl değerlendiriyorsunuz?
Günümüzün estetik anlayışı biraz beynelminel. Tüm
dünyada hakim olan mimari akımlar bizde de hakim
olmuştur.
Modern camiler yapılıyor. Kocatepe,
Şakirin gibi. Bunlar mimarimiz açısından nerede
duruyorlar?
Yepyeni bir üslup yepyeni bir görüş
diyebileceğimiz bir şey yok. Hepsi eskinin yarım
yamalak taklitleri.
Çok kocaman, çok uzun minareleri olan camiler
yapıyoruz bugün.
Bunlar iyi bir mimari olmadığını gösterir. Eski
camilerin nispetleri kubbe minare hepsi dengelidir.
Birbirine uygun nispetlerle yapılmıştır. Bunu
başaramayınca acayip şeyler yapılıyor. Minareyi
uzatıyor, kubbeleri değiştiriyor. Bunlar iyi şeyler
değil.
Mimari geleneğimiz neden oturmadı?
Devam ettirecek kadar iyi mimar sanatkar
yetişmemiş.
Bizim Mimar Sinan'ı aşmamız mümkün mü? Ya
da aşmalı mıyız?
Hayır. O dönem geçmiştir. Mimar Sinan'ın çağdaşı
olan Rönesans mimarlarının da aşılması söz konusu
olmaz.
Mimar Sinan ustalık eseri olarak
Selimiye'yi söyler ama sizce Mimar Sinan'ın en iyi
eseri hangisi?
Corbusier vardır kübik mimarinin kurucusu
İsviçreli mimar. O İstanbul'a gelip incelemeler
yapmıştır. "Bana ilham veren Mimar Sinan olmuştur.
Onun kübik hatlar içeren mimari organlarından ilham
alarak kübik mimariyi buldum" diyor. Bir de dünya
çapında bir Japon mimar var hala hayatta. "Ben Roma
mimarisiyle, Mimar Sinan'a bakarak bütün
çalışmalarımı yaptım" diyor. Bu ikisi Mimar Sinan'ın
durumunu biraz aydınlatır. Mimar Sinan'ın en iyi
eseri şudur demek doğru değil. Kendisi çıraklık
kalfalık ustalık eseri diye sıralar ama o onun
tevazusundan.
Minyatürle ilgili olarak hep bir İran
Türkiye çekişmesi var. Bu halıda da aynı şekilde,
hatta da aynı çekişme var. Bu rekabet
kültürlerimizin yakın olmasından mı kaynaklanıyor?
Gayet tabi. İran'da uzun zaman Türkler,
Selçuklular hakim olmuştur. İsfahan'da Mescid-i Cuma
gibi eserler Selçukluların yaptığı eserlerdir. İran
ancak Safevilerle kendine has bir şeyler yapmaya
başlamıştır gayet mübalağalı görüntüler halinde.
Mesela İran camileri süse boğulmuştur, mimari süsün
altında ikinci planda kalmıştır. Bütün sanatlarda da
böyledir.
Halıyı ele alalım mesela. İran'da 16. yüzyıldan
evvel halı yoktur. Safeviler zamanında İran halıları
çıkmıştır. Ama dünyada bütün halılar hep İran
halıları olarak bilinir. Aslında Türk halılarının
ihtişamı hiçbir zaman İran tarafından taklit bile
edilememiştir.
Cidde'de dünyanın en yüksek binası
yapılıyor. Yüksek daha yüksek... İnsanların bu
yükseklik tutkusu nereden kaynaklanıyor?
İstanbul'da binlerce gökdelen yapılıyor yepyeni
şehirler kuruluyor. Bu tabi bir rekabet doğuruyor.
Herkes yüksek bina yapmak istiyor. Tabi bir de
ekonomik bakımdan sınırlı arsalar üzerinde ne kadar
yüksek bina yaparsak o kadar avantajlı oluyor.
Sanatımızda heykel pek yok. Bu gelenekle,
inançla ilişkilendiriliyor?
Bu yanlış bir bilgiden kaynaklanıyor; tasvir
yasağı. Aslında tasvire tapmak yasaktır, tasvir
yasağı diye bir şey yoktur. İslam'ın ilk
dönemlerinde Mekke'nin fethi zamanında Mekke heykel
doluydu. Araplar hepsini kırıp dökmeye başladı. Hz.
Muhammed geldiğinde bakıyor durum kötü bir Hz.
Meryem, Çocuk İsa freski var duvarda. Hemen önünde
duruyor, "buna dokunmayacaksınız" diyor. O dokuzuncu
yüzyıla kadar orada durmuş. Ondan sonra taassup
almış yürümüş tasvir yasağı diye diye. İslam'da öyle
bir yasak yoktur. Göktürklerle başlayan bir heykel
sanatımız var. Birçok heykel var Orta Asya'da.
Onlardan başlayarak bütün Türk devletlerinde
heykeller, balballar var. Fakat taassup nedeniyle
gelişmemiş.
Yurt dışındaki müzelerde çok sayıda bize ait
tarihi eser var. Bunlardan içinizi cız ettiren var
mı?
Bütün Avrupa, Amerika, Rus müzeleri hepsi
Türkiye'den gitme eserlerle doludur. Çünkü Osmanlı
döneminde kazı yapma izni verildiğinde bu kazılarda
çıkan eserlerin belli bir bölümünü alıp götürmek
müsaadesi vardı fakat bunlar hepsini alıp
götürmüşlerdir. British Museum'da bir kilometre
boyunca antik şehirler sırayla sergilenmiştir. Çıkan
eserler bizde hiç örneği olmayan eserlerdir. Mesela
Samerra'da Almanlar kazılar yapmış, çıkan eserlerin
hepsini götürmüşler bize hiçbir şey kalmamış. Çünkü
o zaman Osmanlı'da sanat eserini saklamak gibi bir
şey yok.
Bu eserler ait oldukları yere geri
getirilmeli mi?
İmkan yok, koyacak yer bulamazsın. Bütün şehri
doldurur. Bu sayede de korunmuştur bu eserler.
Türkiye'ye baktığınız zaman dünyanın yedi
harikası arasına girer dediğiniz eser hangisi?
Mimar Sinan'ın eserleri başta gelir gene.
Bazıları götürüldü ama birçok tarihi
eserimiz de yok oldu. Bunlardan en çok
hayıflandığınız, yok olmamalıydı dediğiniz?
Edirne'de Mimar Sinan'ın eserleri yok olmuştur.
Anadolu'da birçok kazı yerlerinde eserler yok
olmuştur. Çok büyük zarar verilmiştir. Atatürk
zamanında Atatürk'ün telkiniyle korunması zaptu rapt
altına alınmıştır.
Üniversitede sanat tarihi bölümü başına
geçince kazılar yaptığınızı söylemiştiniz. Bu
kazılar sanat tarihimize ne kattı?
İlk kazımız Diyarbakır Artuklu Sarayı kazısıydı.
Çok muhteşem bir saray kazısı yaptık. Biraz
restorasyonunu yaptık. Çok güzel bir şey oldu sonra
bir daha ilgilenemedim çünkü yasak bölge yaptılar.
Saray İçkale'de orada askeri birlik var. Katiyen
gidip göremedim. Bir sürü hikayeler anlattılar, kazı
tahrip oldu, yakıldı, yıkıldı diye... Fakat en son
haber aldığıma göre korunma altına alınmış. Sonra
Kayseri Keykubadiye kazısı yaptık. Alaaddin
Keykubat'ın zehirlenerek öldüğü saray. Kendi eşi ve
oğlu zehirliyorlar Alaaddin Keykubad'ı. Bir av eti
sunuyorlar sıcak sıcak. Keykubat zehirlendiğini
anlıyor fakat karısı ve oğlu tarafından
zehirlendiğine o kadar üzülüyor ki orada tonozlu bir
yer var gidip orada ölüme terk ediyor kendini. Sonra
Yozgat Kalehisar kazısı yaptık. Orada Osmanlı öncesi
keramik fırınlar bulduk. Sonra İznik kazılarına
başladık. Sistemli olarak İznik kazılarına devam
ettik bugün de hala yardımcılarım devam
ettiriyorlar.
Bu kazılardan hangisinin sizin için ayrı
bir yeri var?
İznik kazıları çok mühim. Çünkü o zamana kadar
yalan yanlış bilinen bilgiler kazılar sonunda
doğrulandı ve hepsinin ne olduğu açıklandı esaslı
olarak.
Bu kazılar sonucu İznik'te çinicilik tekrar
başlamış.
Biraz da öyle oldu. Bir sanat dalı yeniden doğdu.
Sanat tarihi alanında dünyanın sayılı
isimlerindensiniz. O dönemde Türkiye'de sanat tarihi
bölümü yoktu. Nasıl oldu da sanat tarihçisi oldunuz?
Evet, sanat tarihinin adı bile yoktu burada.
Edebiyat Fakültesi'nde dört bölüm vardı: tarih,
edebiyat, felsefe, coğrafya. Ben orada okudum.
Üniversite reformunda hocaların çoğu Hitler'den
kaçan Almanlar. O şekilde mezun olduk. 1938'de
bakanlık bir Avrupa imtihanı açtı. Türk İslam Sanatı
ihtisası yapmak üzere Avrupa'ya bir öğrenci
gönderilecekti. Bu imtihanı kazandım. Sanat tarihine
bu şekilde girdim. O zamana kadar sanat tarihi
bilinmezdi.
Nasıl bir alan olduğunu bilerek mi
seçtiniz?
Türk İslam Sanatı deyince tahmin ediyordum az
çok. İmtihanı kazanınca sanat tarihçisi oldum.
İmtihan önemli, kazanmasaydım sanat tarihiyle alakam
olmayacaktı.
O yıllarda Avrupa'da okumak zor olsa
gerek...
O zaman Avrupa'ya Köstence üzerinden gidiliyordu.
Berlin'e gittik. Talebe müfettişi Reşat Şemsettin
Sirer bizi karşıladı. O zaman Hitler hakimdi.
Yahudiler kapılarında sarı yıldız olan damgalı
evlerde oturuyorlardı. Öyle bir evde kiracı olarak
oturmaya başladım. Her gün bir Alman hanımdan ders
alıyordum. Çalışmalara devam ederken baktım ki
Berlin'de çok Türk talebe var. Biz hep Türkçe
konuşuyoruz. Reşat Şemsettin Sirer'e "Hiç Türkçe
konuşulmayan bir yere gidersem orada daha rahat
Almanca öğrenirim" dedim. Bunun üzerine beni
Marburg'a gönderdi. Orada üniversiteye devam
ediyorum fazla anlamadığım halde. Bir taraftan da
Almanca çalışıyorum. 1940 senesinin başında savaş
patlak verdi. Bütün Avrupa'daki talebeler hepsi
Münih'te toplandı ve geri geldik.
Yarım mı kaldı tahsiliniz?
O zaman için evet. Ben gelir gelmez yedek subay
okuluna müracaat ettim. 6 ayda mezun oldum. Kurayla
kıtalara gönderiliyoruz, bana Mardin'in kazası
Midyat çıktı. Orada yedek subaylığa başladım
asteğmen olarak. Dönemin sonuna doğru bakanlıktan
benim ev adresime bir mektup geliyor. "Tahsilinizi
tamamlamak üzere tekrar Avrupa'ya gitmeniz
kararlaştırılmıştır. Bakanlığa müracaat ederek
harcırahınızı, pasaportunuzu alıp görevinizin başına
gitmeniz gerekiyor." O zaman Reşat Şemsettin Sirer
Yüksek Tedrisat Müdürü. Doğru oraya gittim. Bir
asker selamı çakarak "Yarım kalan tahsilimi
tamamlamak üzere tekrar Almanya'ya gitmek için size
geldim" dedim. "Olur mu savaş var" dedi.
Ama sizi çağırmışlardı?
Ben de "Bakanlıktan mektup geldi" dedim.
Görevlileri çağırdı böyle bir mektup var mı diye.
Bulup getirdiler o zaman tamam dedi. Ben yüksek
öğretmen okulunda okurken müdürümüz olan Hamit
Olgunsu Edebiyat Fakültesi'nin Dekanı olmuştu.
Yakından ilgilendi. Reşat Şemsettin Sirer'le acele
muamelemi tamamladılar. Ben bu defa araştırma
yaptım. Türk İslam Sanatı ihtisası için en iyi yer
Viyana Üniversitesi çıktı. O zaman Almanya Viyana
beraberdi. Dünyanın en esaslı sanat tarihi
enstitüsüydü.
Hocam Türkiye'de Türk İslam Sanatı
konusunda hiçbir şey yok. Viyana'da kürsü var. Bu
nasıl bir çelişki?
E durum bu. Sanat tarihinin adı yok ki nerede
kaldı Türk İslam Enstitüsü olsun. (kendi yazdığı
kitabı gösteriyor) Ama sonra liselerde ve imam
hatiplerde bu kitap okundu bugün bile hala okunuyor.
Peki Türkiye'de dönünce Türk İslam sanatı
ihtisası yapmış biri olarak bir şey yapabildiniz mi?
Ne de olsa sanat tarihi bölümü yok.
1943'te doktoramı tamamlayıp döndüğümde İstanbul
Üniversitesi'nde sanat tarihi bölümü yeni kurulmuş.
Güzel bir şans eseri Viyana'daki hocam Prof. Ensdith
davet edilmiş bu enstitünün başına. Tabi Prof.
Ensdith beni hemen yanına asistan aldı biz sanat
tarihi öğretimine başladık. Fındıklı'da Güzel
Sanatlar Akademisi'nin yanındaki binada Türkiye'de
sanat tarihi öğretimine başladık. Şimdi o binanın
kapısında bir plaket var. "Türkiye'de sanat tarihi
dersleri ilk defa bu binada Prof. Ensdith ve
Aslanapa tarafından başlatılmıştır" diye. 1945'te
savaş durumu karıştı biz sembolik olarak savaşa
katıldık. Bütün Alman hocalar enterne edildi. Prof.
Ensdith de Kırşehir'e gönderildi. Beni de 2. defa
askere aldılar.
Ya fakülte?
Her şey yüzüstü kaldı bir müddet. 1946'da barış
imzalanınca hocalar görevlerine döndüler. Ben de
terhis oldum. Tekrar öğretime başladık. Fakülteye
gelmek isteyen bazıları Prof. Ensdith aleyhine
kampanya başlattılar. 1949'da mukavelesi uzatılmadı.
O gittikten sonra sanat tarihi dersleri biraz aksadı
tabi. Başka bir Alman Prof. geldi. 1960'a kadar
böyle idare ettik. 60'da ben profesör oldum. Bütün
enstitü idareme geçti ve kazılara başladık.
Yeni Şafak, Haber: Emeti Saruhan, 18.04.2011
|
KÜLTÜRE DEVLET DESTEĞİ, AVRUPA'NIN ONDA BİRİ
Türkiye'de devletin kişi başı kültür harcaması 10
Euro civarında iken Avrupa'nın önemli ülkelerinde
100 Euro'nun üzerinde.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın "Devlet
Tiyatroları'nı kapatabiliriz" çıkışının yarattığı
tartışmalar devam ediyor. Her ne kadar bakan, "Bu
sözü söylemedim. Yeni yapılanmayla Devlet
Tiyatroları'na aktardığımız payı azaltacağız demek
istedim" diye düzeltme yapsa da, ‘ödenekli kültür
sanat kurumları' bir kez daha tartışmanın odağında.
Türkiye gibi Kültür Bakanlığı'nın bütçesi toplam
bütçenin binde 5'i olan bir ülkede, kültür ve sanat
alanına yapılan mütevazı katkıların arttırılmak
yerine törpülenmek istenmesi bir yana dünyada,
Avrupa'da durum nasıl bir bakalım dedik.
Özellikle küresel ekonomik krizin ardından bütçe
kısıtlamaları gündeme gelmiş olsa da Avrupa'nın
birçok ülkesinde kültür ve sanata devlet destekleri
sürüyor. Küçük bir örnek verelim:Türkiye'de Devlet
Tiyatroları'nın 2011 bütçesi 62 milyon Euro.
İngiltere, Royal Opera'ya bu sezon için 30 milyon
Euro destek sağladı.
Birkaç çarpıcı not daha: Fransa, kültürel miras için
1 milyar Eurodan fazla destek sağlıyor. İtalya'da
operaya 250 milyon Euro kaynak aktarılıyor. İsveç'te
kitap basımına ayrılan pay 300 milyon Euro.
İngiltere'de müzeler, galeriler ve kütüphanelere 500
milyon Eurodan fazla destek var.
Kültür Turizm Bakanlığı dün bir açıklama yaparak
bakan Ertuğrul Günay'a deste verdi. Açıklamada 2002
yılından bu yana sahne sayısının yüzde 152,2; koltuk
sayısının yüzde 145,9; temsil sayısının yüzde 38,4;
seyirci sayısının yüzde 61,8 arttığını belirtilerek,
aynı dönemde özel tiyatro desteğininde yüzde 311,8
oranında artırıldığı ifade edildi. Açıklamada,
"2002'de 23 olan sahne sayısı 58; 8 bin 294 olan
koltuk sayısı 20 bin 808, 4 bin 063 olan temsil
sayısı 5 bin 624 oldu" denildi. Ayrıca 2001-2002
sezonunda 1 milyon 14 bin 57 olan seyirci sayısının
1 milyon 641 bin 139'u bulduğu da kaydedildi.
TÜRKİYE
* Kültür Bakanlığı bütçesi: 690 milyon Euro
* Devletin kişi başı kültür harcaması: 10 Euro
* Sahne sanatlarına ayrılan pay
* Devlet Tiyatroları: 62 milyon Euro
* Opera Bale: 76 milyon Euro
ALMANYA
* Doğrudan kültür harcamaları: 8.3 milyar Euro
* Devletin kişi başı kültür harcaması: 101 Euro
* Hükümetin kültür harcamaları içindeki payı: 14.6
(%)
* Sahne sanatlarına ayrılan pay (tiyatro/müzik): 3
milyar Euro
FRANSA
* Doğrudan kültür harcamaları: 12 milyar Euro
* Devletin kişi başı kültür harcaması: 197 Euro
* Hükümetin kültür harcamaları içindeki payı: 51 (%)
* Sahne sanatlarına ayrılan pay (tiyatro/müzik): 4.2
milyar Euro
İTALYA
* Doğrudan kültür harcamaları: 6.7 milyar Euro
* Devletin kişi başı kültür harcaması: 112 Euro
* Hükümetin kültür harcamaları içindeki payı: 26 (%)
* Sahne sanatlarına ayrılan pay (tiyatro/müzik): 1
milyar Euro
İSPANYA
* Doğrudan kültür harcamaları: 5.1 milyar Euro
* Devletin kişi başı kültür harcaması: 119 Euro
* Hükümetin kültür harcamaları içindeki payı: 15 (%)
* Sahne sanatlarına ayrılan pay (tiyatro/müzik): 150
milyon Euro
İNGİLTERE
* Doğrudan kültür harcamaları: 8.8 milyar Euro
* Devletin kişi başı kültür harcaması: 143 Euro
* Hükümetin kültür harcamaları içindeki payı: 34 (%)
* Sahne sanatlarına ayrılan pay (tiyatro/müzik): 416
milyon Euro
RUSYA
* Doğrudan kültür harcamaları: 4.4 milyar Euro
* Devletin kişi başı kültür harcaması: 30 Euro
* Hükümetin kültür harcamaları içindeki payı: 30 (%)
* Sahne sanatlarına ayrılan pay (tiyatro/müzik): 200
milyon Euro
YUNANİSTAN
* Devletin kişi başı kültür harcaması: 32 Euro
* Sahne sanatlarına ayrılan pay (tiyatro/opera): 42
milyon Euro
Ntvmsnbc, 18.04.2011
|
KOMAGENE CANLANACAK, ADIYAMAN 1,5 MİLYON TURİST
ÇEKECEK

Şu anda 45 bini yabancı olmak üzere yılda 190 bin
turist ağırlayan Adıyaman, turizm atağına geçti,
2020 yılına kadar turist sayısını 1.5 milyona
çıkarmayı hedefledi. Adıyaman Belediye Başkanı Necip
Büyükaslan, "Adıyaman'ın bugünkü yatak kapasitesi
1500. Bölgede konaklama imkanları olmayınca turist
gelmiyor.
5 yıldızlı otelimiz yok. İşadamlarımızın 5
yıldızlı ve butik otel yatırımları yapmalarını
istiyoruz. Bu konuda müteşşebislere her türlü
desteği vereceğiz" dedi.
Turizme geç kaldık
Adıyaman Valiliği, Başbakanlık Tanıtma
Fonu, GAP Bölge Kalkınma İdaresi (BKİ), Adıyaman
Üniversitesi ile Turizm Yazarları ve Gazetecileri
Derneği (TUYED) işbirliğiyle düzenlenen arama
toplantısına çok sayıda turizmci katıldı. Adıyaman
Belediye Başkanı Necip Büyükaslan, bölgenin tarihte
Komagene krallığı olarak büyük bir uygarlığa ev
sahipliği yaptığını hatırlatarak, 1970-1980 arasında
200 bini yabancı olmak üzere 300 binin üzerinde
turist ağırladıklarını belirterek, "Bugün bu rakam
40 bine kadar geriledi. Turizmi geliştirmek için
elimizden geleni yapacağız" dedi..
Barajda tekneler dolaşacak
Büyükaslan, turizm hamlesi kapsamında
yapacakları projelerden bazılarını şöyle sıraladı:
"Sülüklü Göl projesi ile sağlık turizmini
canlandıracağız. Tekne turlarıyla Atatürk Barajı
çevresindeki tarihi ve doğal güzellikleri de
göstereceğiz. Çelikan İlçesi'ndeki Çad Barajında
bulunan yüzer adaları da turizme açacağız. Varolan
konakları yenileyeceğiz ayrıca yeni konaklar
yaptırarak Mardin'deki gibi hizmete sunmak
istiyoruz."
5.8 milyon Euro harcanacak
Adıyaman Valisi Ramazan Sodan ise,
‘Kommagene Nemrut Turizm Odaklı Canlandırma Projesi'
için Avrupa Birliği projelerinden de
yaralandıklarını söyledi. Yüzlerce proje arasından
seçilen projelerinin toplam bedeli 5 milyon 852 bin
Euro olduğunu söyleyen Sodan, "Bu projeyle Adıyaman
turizmi canlandıracağız" dedi.
Nemrut Dağı eteklerine butik oteller
yapılmalı
TUI AG Türkiye Temsilcisi Hüseyin Baraner,
bundan sonraki süreçte Adıyaman'ın daha fazla turist
çekmesi için Nemrut Dağı eteklerinde 25-30 odalı
küçük butik otellerin yapılması önerisinde bulundu.
Artık turistin farklı ve yerel olanla ilgilendiğini
kaydeden Baraner, Nemrut Dağı'nın aydınlatılarak
yürüyüş parkuları oluşturulabileceğini söyledi.
Barener, bu nedenle 2-3 milyon dolarlık şehre değer
katmayan projeler yerine büyük projelere ağırlık
verilmesi gerektiğine dikkat çekti. Diana Turizm
Kültür Turları Müdür Yardımcısı Süleyman Akçalı ise
hedefleri arasında Antalya'dan Adıyaman'a günlük
uçak turları yapmanın yer aldığını kaydetti.
Hürriyet, Haber: Ömür Kırbaşlı, 18.04.2011
|
TARİH KOKAN SANAYİ KENTİ: YATAĞAN

Yıllardır Yatağan Termik Santrali'yle gündeme
gelen sanayi kenti Yatağan mermercilik sektörünün
yanında çok sayıda doğal ve tarihi zenginliği
barındırıyor.
Sahip olduğu doğal güzelliklerinin yanında, tarihi
ve kültürel zenginlikleriyle, ülkemiz turizminin
nirengi noktalarından birisi durumdaki Yatağan iç
kesimlere çektiği turizm sektöründen belirli bir pay
almaktadır.
Yatağan İlçesi'nin, Eskihisar Köyü sınırları içindeki
"Stratonikya tarihi antik kenti" ve Turgut beldesi
sınırları içindeki "Lagina antik kenti"nin yanında,
ilçeye bağlı Bozüyük beldesinde de, Kanuni Sultan
Süleyman'ın Rodos Seferi sırasında, gölgesinde
konaklayarak bir süre dinlendiği, 800 yıllık tarihi
çınarı, aynı belde içinde yer alan, tarihi yapıları,
yine Yatağan İlçesi'yle iç içe olan ve eski adıyla
Gevenes, yeni adıyla da Çaybükü Köyündeki, ünlü
Ormancı türküsünün doğmasına neden olan, acı bir
olayla da anılsa, kültürel zenginliğimiz olan olayın
yaşandığı "Belen Kahvesi", Yatağan İlçesi ve
çevresinin önemli tarihi ve kültürel zenginlikleri
arasındadır.
Yatağan İlçesi'nin, diğer yerleşim birimlerindeki
tarihi zenginliklerle, Aydın'a bağlı Çine ve
Karpuzlu ilçelerine kadar uzanan alanı kaplayan ve
"Jeolojik Park" olarak, projelendirilerek kültür
turizmine kazandırılması düşünülen önemli doğal ve
tarihi zenginliği bulunuyor.
Aydın-Çine yönünden Yatağan'a giriş yapanlar, Çine
vadisinin olağanüstü güzelliğinden etkilenirler.
Şimdi Çine çayının suları altında kalan Çine vadisi
içinden akan ve yılın altı ayı zakkumlarla çevrili
deresi, ilginç kaya şekilleri, tarihi köprüsü ile
mutlaka görülmelidir. Vadiyi gezmek için yeni yolu
değil eski Çine- Yatağan yolunu kullanmak gerekir.
Stratonikeia
antik kenti
Yatağan'dan çıktıktan 7 kilometre sonra sağınızda
delik deşik kömür ocaklarının yanından geçeceksiniz.
Yolda bir tabela gözünüze çarpacak. Yoldan 1 km
içerideki bir antik kenti işaretliyor bu tabela.
Stratonikeia'yı.
Dünyanın en büyük antik mermer kentine sahip,
ölümüne aşkların yaşandığı, Gladyatörler kenti
Stratonikeia antik kenti girişindeki Eski Hisar Köyü'nde asırlık çınarlar altında beyaz-mavi badanalı
küçük bir köy kahvesine rastlarsınız önce. Biraz
soluklanabilir ve tarihi kentin hikayesini
dinleyebilirsiniz.
Khrysaor birliğinin bir kenti olarak bilinen
Stratonikeia'ın eski adı İdrias idi. MÖ 281-261
yılları arasında tahtta bulunan Seleukos kralı
Antiokhos'un karısı Stratonike adına kent
yenilenmiştir. MÖ 133 yılında Pergamon krallığının
Roma'ya miras kalması karşısında ayaklanan
Aristonikos'un kente sığınması sırasında Romalılarca
kuşatılmış, halkı açlıktan kırılmıştır. Bir zamanlar
bol bulunan su kaynakları Eskihisar Köyü'ne
çınarların gölgesinde ve ilkçağ anıtlarının
yanıbaşında bir görsellik veriyordu.
Şimdi terkedilmiş olan Eskihisar Köyü'nün kuzeydoğu
köşesinde büyük kesme taşlar ile tahkim edilmiş
kalenin yıkıntıları, kentin kuzey kenarında büyük
bloklardan oluşan ana giriş kapısı, kentin tam
ortasında en iyi durumda olan yapı
Bouleuterion (küçük tiyatro), batısında bu alanın
anıtsal giriş kapısı (Serapis Tapınağı olduğu da
söyleniyor), kentin batısında gymnasion, giriş
kapısının önündeki kutsal yolun kenarında da oda
mezarlar antik kent gezisinde karşınıza çıkacak
kalıntılardır.
Kentin akropolü güneydeki dağın tepesinde. Çevresi
surlarla çevrili. Karayolunun hemen altındaki bir
teras üzerinde yazıtında imparator için yapıldığı
yazılan küçük bir tapınağın kalıntıları göze çarpar.
Paganların dini merkezi: Lagina
Yatağan - Milas yolunun bu defa 3.
kilometresinden ayrılan Turgut yoluyla ulaşılıyor bu
ören yerine. Ayışığının ve yol ayrımlarının
tanrıçası olan Hekate'nin tapınağı Lagina adındaki
bu kutsal yerde yükseliyordu. Günümüzde kazılar
sonucunda dairesel propylonlu avlunun bir bölümü
ortaya çıkarıldı. Tapınak MÖ 40 yılında Parthların akınına uğrayarak
yağmalanmış. Ayakta duran avlu kapısının üstündeki
yazıtta Augustus tarafından tapınağın onartıldığı
(MÖ 27) yazıyor. Tapınak, Hellenistik çağın modasına
uygun, yalancı ikisıra sütunlu planda, Korinth
düzenindeydi. Stratonikeia kentini kuran
Seleukosların bir bakıma modernist yaklaşımı olan
Korinth düzeni, burada özellikle kullanılmış olmalı.
Lagina kazıları, müzeciliğin babası sayılan Osman
Hamdi bey tarafından 1891-1893 yıllarında yapılmış
ve elegeçen kabartmalar İstanbul Arkeoloji
Müzeleri'ne taşınmış.
Günümüze kadar devam eden kazılar sonunda tapınağın
mimari parçaları düzenlenmiş, propylon kazılarak
tümüyle ortaya çıkarılmış ve Güneydoğuda niteliği
bilinmeyen bir kutsal yapı keşfedilmiştir.
800 yıllık anıt ağaç
Muğla- Yatağan yoluna 24 kilometre mesafede, Bozöyük
beldesi Pınarbaşı mevkiindeki Pınarbaşı Restoran
içerisinde bir anıt ağaç var. Orman Bakanlığı
tarafından tescil edilen ve korumaya alınan anıt
ağacının çapı 6, yüksekliği ise yaklaşık 30 metre.
Yatağan'a yolunuz düştüğünde 800 yıllık çınar
ağacının altında sabah kahvaltısı ile bölgeye özgü
yöresel yemekleri yemeden geçmeyiniz.
Dünya standardında mermer rezervi
Yatağan'dan kuş uçuşu 8 kilometre ötede, Yatağan-
Muğla yolunun 5. kilometresinde sağa ayrılan yol ile
ulaşılan Bağyaka Köyü'nün 3 km dışında Panamara
kalıntıları yer alır. Muhtemelen Stratonikeia antik
kentine bağlı bir tapınak yeriydi Panamara.
Tapınaktan bugüne ulaşan kalıntılar fazla bir değer
taşımıyor.
Türkiye Elektrik Kurumu santralı; Yatağan-Milas
karayolunun 3. km'sin de 1.163.000 metre karelik bir
alan üzerine 1975 yılında kurulmuştur. Termik
Santrali, Muğla Yatağan linyit havzasındaki düşük
kalitedeki kömürün değerlendirilmesi ve ülkemizin
artan enerji ihtiyacını karşılamak amacıyla tesis
edilmiştir.
Santralin üç ünitesi çalışmaktadır. Santral 3 X 210
megavat gücünde elektrik üretmektedir. Santralde 850
personel çalışmaktadır.
Güney Ege Linyit İşletmeleri; Bu santralin kömür
ihtiyacını karşılayan Güney Ege Linyitleri İşletmesi
Müessese Müdürlüğü Yatağan-Milas karayolunun 8.
kilometresinde bulunmaktadır. Bu müessese, linyit
üreten bir kamu kuruluşudur. İşletme 1979 tarihinde
kamulaştırılmıştır.
İşletmenin kömür havzası, Yatağan sınırları içinde
10.874.000 metre karelik alanı kapsamaktadır. Yıllık
kömür üretimi 3,5 milyon tondur.
Üretilen kömürün % 93'ü santralde enerji üretimi
için kullanılmaktadır. % 7'lik kısmı ise, bölgenin
yakıt ihtiyacını karşılamaktadır.
Kömür açık işletme yöntemleriyle çıkarılmakta olup,
Kömür işletmelerinde 1200 personel çalışmaktadır.
Mermercilik; Yatağan ve yöresi yurtdışında da kabul
görmüş dünya standartlara uygun üç yüz yıllık mermer
rezerve sahiptir.
Kaliteli bol kristalli ve mükemmel cila tutan mermer
özelliğine sahiptir. Yörede 80 civarında mermer
ocağı bulunmakta olup 50'ye yakın orta ölçekli
mermer teknolojisine uygun fabrikasyon sisteminde
üretim yapılmaktadır. Ülkemizin mermer ihtiyacının %
60'ı yöremizdeki mermer sektörünce karşılanmaktadır.
Aynı sektör 63 ülkeye mermer ihraç etmektedir.
Mermer sektöründe yaklaşık 1800 kişi istihdam
edilmektedir.
Feldspat; Yörede özel sektöre ait feldspat maden
ocağı ve fabrikası bulunmaktadır. Mika, cam ve boya
sanayinde kullanılan albit cevheri işlenir. Tesisin
kapasitesi yıllık 500 bin tondur. Bu ürünlerin %90'ı
ihraç edilmektedir.
Yem Sanayi; Bölge çiftçisini mahsullerinin
değerlendirilmesinde önemli rolü olan Yatağan Yem
Sanayi A.Ş. 1993 yılından bu yana her türlü hayvan
yemi üretimi yapmaktadır. Fabrika 28.800 ton hayvan
yemi üretime kapasitesine sahiptir.
Süt Sanayi; Bölgedeki süt üretimi Ege Süt Endüstri
Limitet şirketince değerlendirilmektedir. Süt
üreticilerimizden yıllık 14.600.000 Litre süt alımı
yapılmaktadır. Bu sütler işlenerek krema, tereyağı,
yoğurt ve peynir çeşitleri iç ve dış piyasaya
sunulmaktadır.
Zeytincilik; Zeytin üreticiliği çok eskilere
dayanmaktadır. Tüm köylerde zeytin üretimine büyük
bir önem verilmektedir. Üretilen zeytin yemeklik ve
yağlık olarak iç ve dış piyasada tüketilmektedir.
Deniz olmayan kentte turizm olur mu?
- Söz konusu yer, yıllardır kirlilikle gündeme gelen
Muğla'nın Yatağan İlçesi'yse olur. Valilikten,
Belediyeye kadar herkes elini taşın altına koyar ve
turizmden pay almak için 'Kültür Yolu' projesini
hazırlarlar.
Yatağan artık hava kirliliği ile değil, kültür
turizmiyle Türkiye gündemine oturacak.
Muğla Valiliği, Yatağan Kaymakamlığı, Kültür ve
Turizm İl Müdürlüğü, Güney ege Linyit İşletmeleri
(GELİ), Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu,
Yatağan, Bozüyük, Bencik ve Turgut Belediyeleri el
ele vererek, eşine az rastlanır bir dayanışmayla
"Kültür Yolu Projesi"ni masaya koyuyorlar. Termik
santralin neden olduğu hava kirliliği ile ülke
gündemine oturan kentin, projenin tamamlanmasıyla
kültür turizminin önemli merkezlerinden birisi
haline geleceği düşüncesindeyim. Kömür ve santrale
bağlı bir ekonomiye sahip olan ilçe, artık turizmde
de söz sahibi olacak. Nasıl olmasın ki; Dünyanın en
büyük mermer kenti Stratonikeia ve Pagan dinin
merkezi Lagina Antik kentleri burada bulunuyor.
Projenin çalışmalarına başladı bile...
Üç aşamadan oluşan projenin ilk ayağında; Belen
Kahvesi, Bağyaka Orman Yolu, Bozüyük Pınarbaşı
Tesisleri, Kapubağ Meyintan Mahallesi, Kapubağ Köyü,
Külbarajı, Stratonikeia antik kenti arasında 20
kilometrelik bir Kültür Yolu belirlendi.
İkinci aşamada ise Stratonikeia antik kenti,
Bağcılar, Lagina ve Kutsal Yol arasına 9,5
kilometrelik yol yapılacak. Kültür Yolunun kazıkları
Muğla Orman bölge Müdürlüğü tarafından çakıldı.
Önümüzdeki günlerde Geli, Orman ve İl Özel idaresi
iş makineleri çalışmalarına başlaması bekleniyor.
Üçüncü aşamada da Kutsal Yol'dan itibaren
Türkiye'nin ilk Jeopark projesinin uygulandığı
Gökbel Vadisi'ne 27 kilometrelik yol yapılacak.
Orman Genel Müdürlüğü ile İl Özel İdaresi arasında
yolların devir protokolleri imzalandı. Prosedürlerin
tamamlanmasının ardından 2 ay içerisinde projenin
ilk iki aşaması tamamlanacak.
Yeni Asır, Yazı: Osman Akça, 18.04.2011
|
3 TARİHİ ANIT MEZAR KURTARILIYOR

Gaziantep’in Araban
İlçesi'nde Elif Beldesi ile
Hisar ve Hasanoğlu köylerinde bulunan, Roma
döneminden kalma üç tarihi anıt mezar AKP
Gaziantep Milletvekili Mehmet Erdoğan’ın
girişimleriyle restore ediliyor.
AKP Gaziantep Milletvekili Mehmet Erdoğan,
yaptığı açıklamada, Kültür ve Turizm Bakanlığı
nezdinde yapmış olduğu girişimler neticesinde, üç
tarihi anıt mezarın restorasyon ve statik
sağlamlaştırma çalışmalarının 2011 yılı içerisinde
yapılmaya başlanacağını bildirdi.
Gaziantep’in tarihi ve kültürel değerlerinin
bölge turizmine kazandırılmasına yönelik çalışmalara
önem verdiklerini ifade eden Erdoğan,”Ülke genelinde
yapmış oldukları yatırımlarla sanayide ön plana
çıkan şehrin tarihi ve kültürel dokularını koruyarak
da turizm alanında Gaziantep ilimizi ön plana
çıkarmayı hedeflemekteyiz.” dedi.
Gerekli maddi ödeneğin teminine yönelik
çalışmaların tamamlandığını belirten Erdoğan,
“Tarihe beşiklik etmiş Gaziantep ilimizin tarihi
değerleri korunarak ülke turizmine
kazandırılacaktır.” ifadelerini kullandı.
Erdoğan’a teşekkür eden Araban Belediye Başkanı
Mehmet Özdemir de, “Sayın vekilimiz dünyanın hiçbir
yerinde başka örneği olmayan Roma dönemine ait üç
tarihi anıt mezarlara sahip çıktı.
Yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olan, adeta
ilçemizin sembolü haline gelmiş, üç anıt mezara
sahip çıkarak Kültür ve Turizm Bakanlığı nezdinde
yapmış olduğu girişimler neticesinde rölöve,
restitüsyon, restorasyon ve statik sağlamlaştırma
projelerinin onaylanarak gerekli maddi ödeneğin
teminine yönelik olumlu adımlar atıldı.
Çalışmaların tamamlanmasını sağladığı için ve yok
olma tehlikesi ile karşı karşıya olan tarihi üç anıt
mezarı tarih turizmine kazandıracağı için kendisine
çok teşekkür ediyoruz.” diye konuştu.
Haber 7, 18.04.2011
|
BOĞAZ'IN ALTINDAKİ TARİHİ ESERLERE ÖZEL KORUMA
Avrupa ve Asya kıtasını deniz altından karayoluyla birbirine bağlayacak tüp geçit hattındaki tarihi eserler koruma altına alınacak.
Cankurtaran sahili ile Haydarpaşa arasında ATAŞ firmasının yapacağı İstanbul Boğazı Karayolu Geçiş Projesi'nde tarihi eserler için özel koruma programı hazırlandı. Şirket, arkeolojik kazılar nedeniyle 3,5 yıl geciken Marmaray Projesi ile aynı kaderi paylaşmamak için uzmanlara hattın arkeolojik ve tarihi analizini çıkarttırdı. Proje güzergahı tarihi kalıntı ihtimaline karşı jeo radarlarla tarandı. Özellikle kazı işleri yapılacak altgeçitler ve aç-kapa yapıların bulunduğu alanlarda arkeojeofizik araştırmalar yapıldı. Buluntu olduğu düşünülen alanlarda arkeolojik kazılar Koruma Kurulu'nca görevlendirilecek arkeolog ve sanat tarihçisi denetiminde gerçekleştirilecek. Bulunan tarihi eserler uygun bir müzeye teslim edilecek.
Bizans mimarisi alanında uzman Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi, Yrd. Doç.Dr. Haluk Çetinkaya ve ekibi güzergah boyunca 6 ay çalıştı. Proje güzergahı boyunca varlığı milattan önce 400'lü yıllara kadar uzanan Çatladıkapı, Kumkapı, Yenikapı ve Davutpaşa deniz surlarının ayakta kalan bölümleri koruma altına alınacak. Kennedy Caddesi'nin güneyinde yer alan Mermerkule köşküne yaya erişimini sağlamak için, yolun güney kısmına ilave bir yaya altgeçidi inşa edilecek. Küçük Ayasofya Camii, Boukoleon Sarayı ve Limanı da korunacak. Çalışmalarda titreşim yüzünden zarar görme ihtimali bulunan tarihi eserler civarında patlatma ve kazık çakma işlemi uygulanmayacak. Koca Mustafa Paşa Camii ve Medresesi 18. yüzyılda inşa edilen Ermeni Hastanesi ve Surp Hovhannes Kilisesi için inşaat sırasında gözlem raporu tutulacak. Samatya'da tarihi Helen Sarayı ve Theodosius Limanı bölgesinde yer alan altgeçit batıya kaydırılacak. Yenikapı altgeçidi yeni dolgunun altındaki kalıntılara müdahale edilmemesi için eşdüzey bir kavşakla değiştirilecek.
Zaman, Haber: Yasin Kılıç, 18.04.2011
|
 |
'UCUBE'YE İDAM SEHPASI

Başbakan Recep Tayip Erdoğan'ın
'ucube' dediği Kars'taki İnsanlık Anıtı'nın
kaldırılması ihalesini alan firma, anıt çevresindeki
çalışmalarına devam ediyor.
Kars Belediyesinde 7 Mart'ta ihalesi yapılan
Üçler Mahallesi'nde mülkiyeti hazineye ait arazi
üzerindeki 24.5 metre yüksekliğinde, 2
betonarmeden oluşan ''İnsanlık Anıtı''nın
kaldırılması işini alan firma, yağışa rağmen
çevre düzenlemesi çalışmalarını sürdürüyor.
Bölgeye güvenlik şeridi çeken ve alana araç
girişine izin vermeyen firma çalışanları, anıtın
temelindeki toprağı kepçeyle temizledikten sonra
iskele kurdu.Heykeltıraş Mehmet Aksoy'un yaptığı
anıtı indirecek olan vincin de İstanbul'dan
Kars'a hareket ettiği öğrenildi. Firma
çalışanlarına zaman zaman taş atan çevredeki
çocuklar, polisin müdahalesiyle bölgeden
uzaklaştırıldı. Kars Belediye eski Başkanı Naif
Alibeyoğlu tarafından yaptırılan İnsanlık Anıtı,
Başbakan Erdoğan'ın kente yaptığı bir ziyarette
söylediği 'ucube' benzetmesi sonrası günlerce
tartışılmıştı.
Akşam, 18.04.2011
******
"BUGÜN DE OLSA,
YARIN DA OLSA O HEYKEL ORADAN KALKACAKTI"
Kars'ta aylardır gündemden düşmeyen
İnsanlık Anıtı'nda yıkım aşamasına gelindi.
Kars Belediye Meclisi'nin usulsüz ve gerekli
izinler alınmadan yapımına başlanan anıt için
verdiği yıkım kararına, heykeltraş
Mehmet Aksoy, avukatları aracılığıyla itiraz
etmiş, yapılan itiraza Belediye de karşı itirazda
bulunmuştu. Heykeltraşın itirazıyla durdurulan yıkım
kararını,
Erzurum 1. İdare Mahkemesi bozmuştu. Gelinen
süreçte anıta iskele kuruldu ve ihaleyi alan firma
etüt çalışmalarına başladı.
Konu ile alakalı konuşan Kars Belediye Başkanı
Nevzat Bozkuş, geçmiş belediye döneminde
kanunların hiçe sayılarak yanlış karar alındığını
ifade etti.
Başkan Bozkuş, alınan belediye meclisi kararı
çerçevesinde heykelin kaldırılması için ihale
yapıldığını anlatarak, "Şu anda iskele kuruluyor.
Ayın 22'sinde ise bilfiil olarak heykeli oradan
kaldırma işlemi başlayacak. Bugün de olsa, yarın da
olsa o heykel oradan kalkacaktı" açıklamasında
bulundu.
Habertürk 18.04.2011
******
"İNSANLIK
ANITI'NA KENDİMİZİ SİPER EDECEĞİZ"
UNESCO’nun sivil toplum
kuruluşlarından Uluslararası
Tiyatro Eleştirmenleri Birliği (IATC)’nin
Türkiye Merkezi Başkanı (TEB) olan
Üstün Akmen, Başbakan’ın “ucube” dediği ve
yıkımı için geçen günlerde iskele yerleştirilen
heykeltıraş
Mehmet Aksoy’un “İnsanlık
Anıtı”nın yıkım tarihi olarak belirlenen 23
Nisan Cumartesi günü Kars’taki yürüyüşe
katılacaklarını söyledi.
“Başbakan’ın bir süre önce: ‘Tiz vurasınız
kellesünü’ diye buyurduğu
Mehmet Aksoy’un Kars’taki “İnsanlık
Anıtı”nın cehalete kurban edilerek “hak ile
yeksan” olmaması için uğraş verenlerin yanında yer
alacağız” diyen
Üstün Akmen, Türkiye’deki tiyatro
eleştirmenlerinin sadece tiyatro alanında değil, her
dalda sanatın onurunu korumayı görev bildiklerini
açıkladı.
“Cumartesi günü saat 15.00’te Kars’tayız, insanlık
adına “İnsanlık Anıtı”na yapılacak saldırıya Mehmet
Aksoy’un yanında kendimizi siper edeceğiz” diyen
Üstün Akmen, Atatürk Kültür Merkezi’nin onarılmayıp
“metruk” halde bırakılmasından sonra, hukuku
tanımadan alınan heykel yıkma kararının çok anlamlı,
ama aynı oranda son derece tehlikeli bir girişim
olduğunu da sözlerine ekledi.
Habertürk
21.04.2011
******
'İNSANLIK ANITI' İÇİN KÜLTÜR
BAKANI'NA MEKTUP
İnsanlık Anıtı'nı yapan heykeltıraş
Mehmet Aksoy'un avukatı
Turgut Kazan,
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay'a bir mektup yazarak anıtın
yıkımını durdurması için çaba göstermesini istedi.
12 Eylül'de Barış Derneği davasında Bakan Günay ile
birlikte yargılandıklarını hatırlatan Avukat Kazan
mektubunda, "Çok iyi hatırlayacaksınız ki, sizinle
aynı davada sanıktık, yargılandık. Şimdi Kültür
Bakanısınız. Ve müvekkilim
Mehmet Aksoy'un yapıp yarattığı
İnsanlık Anıtı, salt barışı temsil ettiği için
bazı çevrelerin hedefi oldu. Başbakan da, onların
desteğini sağlamak amacıyla anıtı ucube sayıp
yıkılması talimatını verdi" diye yazdı.
İdari yargıya açtıkları davanın ve
AİHM'e yaptıkları başvurunun sonuçları bile
beklenmeden heykelin yıkılmak istendiğini ifade eden
Kazan,
Koruma Yüksek Kurulu'nun "mülkiyet sorunu
çözüldükten sonra Koruma Kurulu'na başvurulmasını"
öneren 06.01.2011 günkü kararının bir yıkım kararı
sayılarak uygulama yapıldığını oysa Kültür
Bakanı'nın anıtı sevdiğini ve desteklediğini hatta
"Başbakan onu kastetmemiştir" dediğini hatırlattı.
Anıtı yıkmak için iskele kurulduğunu büyük bir
Taliban ayıbı yaşatılacağını belirten Kazan, şunları
söyledi: "Yıkım için iskele kuruldu. Vinç yola
çıktı, geliyor. Siz Kültür Bakanısınız, buna seyirci
kalamazsınız. Türkiyemizin alnına böyle bir kara
leke sürülmesine karşı çıkmalısınız.
Mehmet Aksoy vekili sıfatıyla ve son bir umutla
size başvuruyorum."
Mektubunda Avrupa Uluslararası Sanatçı Dernekleri
Birliği ve Genel Sekreteri Christos Symeonides'in
mektubu ile AIAP Dünya Genel Kurulu'nun Meksika
toplantısındaki kararı duyuran AIAP Başkanı Rosa
Maris Burillo Velasco'nun mektubunun birer örneğini
de ekleyen Kazan, "UNESCO'yu,
AB'yi ve çağdaş bütün dünyayı ayağa kaldıracak,
sizleri barış düşmanı, sanat düşmanı, kültür düşmanı
suçlamasıyla karşı karşıya bırakacak bu girişimi
önleyici bir çaba harcamanızı bekliyorum" dedi.
Habertürk, Haber: Tülay Şubatlı, 21.04.2011
******
"BU ANIT YIKANLARIN
KAFASINDA PATLAR"
Kars’ta yapımı
durdurularak, yıkım kararı çıkartılan ve "ucube
heykel" tartışmalarına konu olan "İnsanlık Anıtı"nın
heykeltıraşı Aksoy, Kars’ta bir otelde basın
toplantısı düzenledi.
Aksoy, 23 Nisan’da sanatçılar, sanatseverler,
heykeltıraşlar, ressamlar, müzisyenler ve tiyatro
severlerden oluşan yaklaşık 200 kişinin Kars’a
gelerek, İnsanlık Anıtı önünde düzenlenecek mitinge
katılacağını söyledi.
Heykelin tamamlanmasından sonra, o bölgede Kafkas
Barış Şenlikleri’nin yapılmasının planlandığını
belirten Aksoy, "Kafkasya’daki düşmanlıklar gitsin,
dünyadaki savaşlar son bulsun dedik. Kan davaları
pompalanmasın istedik. Kars, savaşların acısını çok
iyi bilir. Çünkü çok savaşlar görmüştür" dedi.
Savaşların insanı, kendine bile düşman ettiğini
vurgulayan Aksoy, anıtın tamamlanmadığını ve öylece
bıraktırıldığını belirtti.
"Daha vicdan ve gözyaşı bile yapılamadı. Şiirin,
resmin, sözün söyleyemediğini heykel söyler" diyen
Aksoy, sözlerine şöyle devam etti: "Biz Kars’ta
çocuklarımız heykelle tanışsın dedik. Bu heykelin
barış mesajı niye anlaşılmıyor bunu ben bile anlamış
değilim. Kardeş kardeşi öldürmesin, barış olsun
dedik. Savaşlar insanı insana düşman eder, sanatlar
ise özgür eder. Dünyanın barışa ihtiyacı var.
Bakınız Ortadoğu, İslam coğrafyası bile kan gölü
olmuş."
Gazetecilerin, anıtın kaldırılmasıyla ilgili son
hazırlıkların yapıldığını hatırlatılması üzerine
heykeltıraş Aksoy, şöyle konuştu: "Bir firma gelmiş
ve iskele kurmuş. Daha anıtın içinde ne olduğunu
bile bilmiyorlar. Bu anıt yıkanların kafalarına
patlar. Anıtı politika çamuruna bulaştırıp, oy
almaya çalışıyorlar. Şu anda Kars’ta anıtın
yıkılmasını istemeyenlerin oranı yüzde 15’lerden
yüzde 70’lere çıktı. Bakınız Başbakan Kars’a geldi
ve ’yıkılsın’ dedi hemen ardından yıkılması
hızlandırıldı. Burada totaliter rejim özentisi var.
Bakın politikacılar gider ama sanat ve sanatçı
kalır. Onlar tarihe yıkan, biz ise yapan olarak
geçeriz. Şu anda bu anıtı yıkmakla insanlık suçu
işliyorlar."
Yıkımın 23 Nisan’da yapılacağı yönündeki bir soru
üzerine Aksoy, "Bizler yaklaşık 200 sanatçı ile
Kars’ta 23 Nisan günü miting yapacağız. Aralarında
Edip Akbayram gibi ünlü sanatçılarında olduğu
Türkiye’nin her yerinden sanatçı gelecek. Yaklaşık 4
otobüs ve uçakla gelecekler. Bunlar bu anıtın
yıkılmasını istemeyenler ve kendi imkanlarıyla
gelecekler" diye konuştu.
Sanatçılar, sanatseverler, heykeltıraşlar,
ressamlar, müzisyenler, tiyatro severler ve kalpten
barış isteyenlerle birlikte miting
düzenleyeceklerini anlatan Aksoy, işlenen insanlık
suçunu herkesin göreceğini savundu.
Aksoy, "Bakınız 23 Nisan’da heykel yıkılıyor.
Böylelikle Cumhuriyet’in değerlerine karşı
çıkılıyor. Onlar 23 Nisan’da ’heykel yıkılsın’
diyecekler, bizler ise ’yıkılmasın’ diyeceğiz. Önce
’yıkalım sonra mahkeme edelim’ diyorlar. Bizler
sonunda ne yaptık, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne
başvurmak zorunda kaldık. Çünkü bu anıt yıkılırsa
Taliban ile aramızda bir fark kalmaz" dedi.
Eski Kars Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu da
İnsanlık Anıtı’nın resmini bir kağıda çizerek,
Kars’ın son günlerde, tarihinde görülmediği kadar
Türkiye gündeminde ulusal ve uluslararası basında
haber konusu olduğunu söyledi.
Radikal, 21.04.2011
|
DİLLERİN ATASI AFRİKA'DA DOĞMUŞTU

Dünyada konuşulan yedi bin dilin tek bir
kökeni mi var? Yoksa dünya dilleri birden fazla
kaynaktan mı doğdular? Dillerdeki seslerin coğrafi
dağılımını inceleyen bir çalışma, modern insan
dillerinin tek kökenli olduğuna ve bunun Afrika'nın
güneyinde ortaya çıktığına işaret ediyor.
DNA bilgilerini kullanarak bir topluluğun
geçmişini öğrenmek günümüzde kolay. DNA dizisi
birbirine benzer olan bireyler yakın akrabadır. Grup
içinde genetik çeşitliliğin en yüksek olduğu bölge
ise soyun ilk evrildiği ve yayılmaya başladığı
bölgedir. Bunun nedeni, göç edenlerin genelde küçük
bir grup olmasıdır. Dolayısıyla göçmenlerin
çeşitlilikleri de geride kalanlardan az olur.
Örneğin günümüz tarım bitkilerinde genetik
çeşitliliğin en yüksek oldukları bölgeler, Sovyet
genetikçi Nikolay Vavilov'un 1920'lerde öne sürdüğü
üzere, tarımın ilk başladığı bölgelerdir:
Mezopotamya ve Güney Asya gibi.
İnsanlar arasında genetik çeşitliliğin en yoğun
olduğu bölge ise Afrika'dır. Afrika'dan Asya'ya ve
oradan Güney Amerika'ya doğru gidildikçe, genetik
çeşitlilik ciddi biçimde azalır.
Velhasıl genetik veriler, modern insanın 200 bin
yıl kadar önce Afrika'da evrildiğini, 60-70 bin yıl
önce de başka kıtalara göçlerin başladığını
göstermekte. Fosil buluntuları da aynı sonuca işaret
eder. Yani bu bulgular ışığında tüm günümüz
insanlarının ilk Afrika'da evrilip dünyaya oradan
yayıldıkları sonucu çıkmaktadır. Peki ya dillerin
kökeni?
Dil evrimini incelemenin zorlukları
Arkeolojik çalışmalara göre modern insanların müzik
ve süsleme gibi sembolik faaliyetleri ilk defa 100
bin yıl kadar zaman önce ortaya çıkıyor. Dünya
dillerin evriminin de bu zamana denk geldiği
düşünülüyordu. Ancak dillerin gerçekten tek bir
Afrikalı kökeni mi olduğu, yoksa modern dillerin
birden fazla defa, birbirinden bağımsız mı evrildiği
daha bilinmiyordu.
Doğrusu dillerden soy ağacı oluşturmak çok daha
çetrefilli bir iş. Bunun başlıca sebebi dillerin
sesleri ve yapısının DNA'ya kıyasla çok hızlı
değişmeleridir. Dillerin alışverişe açıklığı işi
daha da zorlaştırır. Dillerin karşılaştırmak ve
özelliklerini kategorize etmenin zorlukları da ek
bir sorun.
Bu kısıt ve zahmetler yüzünden dil bilimcilerin
şimdiye kadar kurdukları soy ağaçları fazla eskiye
uzanmıyordu. Gerçi bir dil ailesi içinde dillerin
geçmişine yönelik önemli araştırmalar yapılmaktaydı.
Örneğin 2003'te yapılan bir çalışma, Urdu, Kürtçe ve
Almanca dahil 450 dil barındıran Hindu-Avrupai dil
ailesinin 9 bin yıl önce Anadolu'da doğup tarımla
beraber doğuya ve batıya yayıldığını tahmin
edebilmişti. Ancak dil aileleri arasındaki
ilişkileri ortaya çıkarmak çok daha zordu.
Max Planck Evrimsel Antropoloji Enstitüsü'nde
çalışan dilbilimcilerin 2008'de yayınladıkları Dünya
Dil Yapıları Atlası bu açıdan önemli bir gelişme
oldu (The World Atlas of Language Structures, kısaca
WALS;
http://wals.info/).
Toplam 2600 dile ait gramer, ses ve söz dağarcığı
bilgilerini içeren bu kamuya açık derleme, dil
evrimi çalışmalarına da büyük ivme kattı. Bu
verileri dayanarak yapılmış ve bu hafta içinde
yayınlanan iki çalışma da WALS'in faydalarını
kanıtlıyor.
Makalelerden Nature dergisinde yayınlananı, dört
dil ailesine mensup dillerin evrimini araştırıyor.
Çalışmada, dillerde söz dizimi gibi yapıların
zamanla nasıl değiştiği incelenmiş. Sonuçlar, her
dil ailesinin kendine mahsus evrim biçimleri
olduğuna işaret ediyor. Yani çalışmaya göre söz
dizimi gibi özellikler açısından, diller arasında
ortak, evrensel bir yapı bulunmamakta.
Bunun iki olası açıklaması düşünülebilir:
Birincisi, diller çok hızlı ve serbest evrildiğinden
ortak yapılar görünmüyordur. İkincisi, dillerin
birbirinden bağımsız kökenleri olabilir.
Seslerin ortak kökeni
Science dergisinde yayınlanan ikinci makale de ortak
köken sorusuna, bu sefer farklı bir yöntemle
yaklaştı. Makalenin yazarı Yeni Zelandalı Quentin
Atkinson, türler arasında evrimsel soy ağaçları
üzerine çalışmalarıyla tanınan bir biyolog.
Atkinson, WALS'ta bulunan 504 günümüz dilinin
çeşitliliklerini ve coğrafi dağılımlarını inceledi.
Ancak Atkinson, dillerin çeşitliliğini gramer veya
sözcükler yerine dillerin sesçik (fonem)
dağarcığıyla ölçtü.
Çalışmanın sonuçları netti: Dünya dillerin sesçik
çeşitliliği, Afrika'dan uzaklaştıkça belirgin
biçimde azalmaktaydı - tıpkı insan genetik
çeşitliliği gibi.
Örneğin kimi Afrika dillerinde 100'ü aşkın sesçik
bulunabilirken, bu rakam Avustronezya dil ailesinden
Havai dilinde 13'e düşüyordu.
Atkinson, diller arasındaki akrabalıklar gibi
değişkenleri de göz önüne aldıktan sonra, dillerin
tek bir kökeni olduğu ve bu ata dilin güney
Afrika'da doğduğu olduğu sonucuna ulaştı.
Araştırmada ayrıca sesçik çeşitliliği ve nüfus
büyüklüğü arasında bir bağıntı da görüldü. Örneğin
Afrika'dan göç ettikten sonra nüfusun patlama
yaptığı Güneydoğu Asya'da sesçik çeşitliliği yüksek.
Bu da nüfus çoğaldıkça genetik çeşitliliğin
artmasını anımsatıyor.
Atkinson'un bir diğer ilginç gözlemi, ata dilin
özellikleri arasında dil şaklatma seslerinin
olabileceği. Bu sesler 'cık cık' derken çıkardığımız
sesin akrabaları - Türkçe ve Yunanca dahil bazı
dillerde örnekleri mevcutlar, İngilizce gibi başka
dillerdeyse yoklar. Öte yandan bugün Kalahari
Çölü'nde yaşayan ve genetik olarak en 'atasal'
sayılan toplulukların kimilerinin dillerinde bu
seslerden çok sayıda bulunuyor. Bu da dil şaklatma
seslerinin atasal olduğuna işaret ediyor.
Çalışma modern insanın yalnızca genetik değil,
kültürel açıdan da tek bir kökene dayandığı fikrini
destekliyor.
Kaynak:
Dunn M vd (2011) Nature, Atkinson QD (2011) Science 332:346-349
Haber Sol, Yazı: Mehmet Somel, 17.04.2011
|
SIRADA MİHRİMAH SULTAN CAMİİ Mİ VAR?

Haydarpaşa Garı ile başlayıp Mimar Sinan’ın eseri
Kılıç Ali Paşa Camii ile devam eden ve son olarak da
Bayezid Camii Hünkar Kasrı’nda gerçekleşen
yangınlarla en değerli mimari eserlerimiz ehil
olmayan ellerde yok olmaya devam ederken,
yüzyılların bu yapılarda yol açmadığı zararın,
birkaç ay gibi kısa bir süre içinde
gerçekleştirildiğini izliyoruz. Kültür Bakanımızın
ağzından duyduğumuz “Çalışanların galiba biraz daha
dikkatli olması ihtiyacı gün geçtikçe artıyor”
cümlesindeki “galiba” ve “gün geçtikçe artıyor”
ifadelerini değerlendirmek ise oldukça zor.
Sulukule’den Mihrimah’a
Geniş bir kamuoyu tarafından yapılan itirazlara ve
tartışmalara rağmen gerçekleşen Sulukule
yıkımlarının ardından, TOKİ tarafından çok büyük bir
hızla devam ettirilen toplu konut inşaatının
yarattığı sorunlar, tahmin edilenin çok ötesine
geçti. Alandan yerleşik insanlarının göç
ettirilmesiyle yaratılan sosyal hafıza kaybı,
kentsel doku ve morfolojinin tamamen ortadan
kaldırılmasıyla gerçekleştirilen kentsel hafıza
yitimi ve kentsel sürekliliğin yok edilmesi,
hepimizin ‘Sulukule Yenileme Alanı’nda öngördüğümüz
olumsuz etkilerdi. Yine, kent çeperlerindeki olumsuz
etkisi yetmezmiş gibi, tarihi yarımadanın içerisinde
de, site mantığında bir yapılaşmayla geçirgen
dokunun sürekliliğinin geçirgen olmayan, yabancı bir
dokuyla kesilmesi, kamusal alanların (yani herkesin
dolaşabileceği sokaklar ve açık alanların) yok
edilmesi de, projenin gerçekleşmeye başlamasından
önce ortaya konan olumsuzluklar arasındaydı.
Bu süreçte, kentsel ve tarihi dokunun tamamen yok
sayılmasının yanında, kentin en önemli simgeleri,
İstanbul’u İstanbul yapan tarihi anıtların da, aynı
vurdumduymazlıkla tahrip edildiğine tanık oluyoruz.
Çalışmalar devam ettikçe, II. Theodusius Surlarının
çok yakınına kadar gelen ve yükseklik olarak onu
aşan yapılaşmayla surların algılanmasına ve etki
alanına verilen zarar, bu süreçte ilk tanıklığımız
oldu. Son aşamada gördüklerimiz ise çok daha geri
dönülmez etkiler yaratabilecek bir hatayı gözler
önüne seriyor. Şimdi de, 1562-1565 yılları arasında,
Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan için,
Mimar Sinan’ın inşa ettiği ikinci külliye olan,
Edirnekapı Mihrimah Sultan Külliyesi tehlike
altında.
Külliyenin camisi, çok büyük bir cami olmamasına
karşın, zamanın başlıca kara kapısı ve gümrük kapısı
olan Edirnekapı’ya yaklaşan ve bu kapıdan geçen
yolcuları tüm zarafetiyle karşılayan bir giriş
yapısı olarak, Mimar Sinan eserleri içerisinde çok
özel bir yere sahip. Mihrimah Sultan Camii,
İstanbul’daki Mimar Sinan yapıları arasında 1999
depreminden strüktürel olarak en ağır şekilde
etkilenen yapı oldu. Bu tarihten 2010’a kadar
strüktürel sağlamlaştırma ağırlıklı restorasyon
çalışmaları dolayısıyla kapalı kaldı. Yapının
depremden bu kadar çok etkilenmesinin sebepleri
arasında, payandalarının bulunmayışının yanında,
zeminiyle ilgili sorunlar öne çıkarıldı. Bugün
geldiğimiz durumda ise, hemen yanındaki TOKİ inşaat
hafriyatı, caminin avlusuna ve medresenin beden
duvarlarına dayanmış durumda. Zeminden metrelerce
aşağıya inmiş olan kazıda, strüktürel sorunları
güçlükle giderilmiş olan Mihrimah Sultan Camii’nin
neredeyse temelleri ortaya çıkarılmak üzere. Bu
hatanın düzeltilmesiyle ilgili hemen bir önlem
alınmazsa (ki önlem alınsa bile yapıya şu ana kadar
verilmiş olan zararı bilemiyoruz!), çok yakında
gazetelerimizde “Edirnekapı Mihrimah Sultan Camii
devrildi!” şeklinde bir haberle karşılaşmamız
mümkün.
Radikal, Yazı: Ege Uluca Tümer/Yrd. Doç.Dr.,
İstanbul Kültür Üni., 17.04.2011
|
 |
DEMİRÖREN AVM'YE SUÇDUYURUSU
Kültür Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığı, bir kısmı kaçak olduğu iddiasıyla soruşturulan İstiklal Caddesi’ndeki Demirören AVM ile ilgili raporunu tamamladı.
Radikal gazetesinin haberine göre bakanlık müfettişlerinin altı aylık çalışması sonrasında ortaya çıkan raporda çarpıcı tespitler bulunuyor.
Raporda inşaatın kaçak kısımlarına göz yuman Yenileme Alanı Koruma Kurulu üyeleri, Beyoğlu Belediye Başkanlığı’nın üst düzey yetkilileri ve Demirören AVM’nin sahipleri hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunulmasına karar verildi. Raporda 2004’te 19.000 metrekare inşata izni verilen, ancak yedi yıl içerisinde 50 bin metrekarelik bir inşaat alanına ulaşan AVM’nin üçte birlik kısmının yıkılması da isteniyor. Yine aynı raporda kaçak inşaata göz yuman Koruma Kurulu üyelerinin, bakanlık tarafından görevden alınması da istendi. Ayrıca AVM yapılırken Ağa Camii’nin tahrip olmasına sessiz kalan 2 Nolu Koruma Kurulu üyeleriyle ilgili de bakanlık soruşturma başlattı.
Ntvmsnbc, 17.04.2011
|
ALMAN ARŞİVİ OLMASA YANDIK!

Türkiye'de yapılan neredeyse her restorasyon
için önce Alman Arkeoloji Enstitüsü'nün kapısını
çalmak gerekiyor. Pek çok tarihi yapının eski
hallerine dair görsel yalnızca onlarda var.
Kültür tarihçileri, mimarlar ve akademisyenler
bu görsel malzemeleri enstitüden temin ediyor.
İşin garip yanı enstitünün sahip olduğu görsel
kaynakları bir zamanlar Kültür Bakanlığı elinin
tersiyle itmiş.
Osmanlı'nın ilk fotoğrafçılarından
Sebah&Joallier Fotoğrafhanesi, 30 yıl önce
arşivini satma kararı alır. Fotoğrafları
muhafaza etmek zahmetli iştir çünkü.
Ellerinde bu topraklara dair, 100 yıllık bir
tarihe ışık tutan görseller vardır.
Arkeoloji Müzesi'nin yani Kültür
Bakanlığı'nın kapısını çalarlar. Bir kurul
oluşturulur, üç ay fotoğraflar incelenir,
dönemin parasıyla 3 milyon lira bedel
biçilir. Fakat Kültür Bakanlığı'ndan ödenek
çıkmaz. Bu durum, kültür-sanat camiasında
duyulur. Alman Arkeoloji Enstitüsü, aileye o
zamanın parasıyla 45-49 milyon lira teklif
eder. Yaklaşık 25 bin Euro. Bütün koleksiyon
o günün akşamında enstitü binasına taşınır.
Aradan yıllar geçer ve Türkiye'de
restorasyon seferberliği başlar. Özellikle
İstanbul'un 2010 Avrupa Kültür Başkenti
olması sebebiyle büyük küçük onlarca cami,
tarihi yapı, ahşap ev bir bir restore
edilir. Bu restorasyonlar için çalışan
mimarlar, kültür tarihçileri, akademisyenler
yapıların eski hallerine dair bilgiye, daha
doğrusu görsele ihtiyaç duyar. İmdada Alman
Arkeoloji Enstitüsü'ndeki fotoğraf
koleksiyonları yetişir.
Vakti zamanında, bakanlığın ödenek
ayıramadığı görsel arşiv, şimdi bilimsel
açıdan çok büyük değere sahip. Alman
Arkeoloji Enstitüsü'nün koleksiyonerlerden
topladığı fotoğrafların yanı sıra kendi
arkeolog ve akademisyenleri tarafından
çekilmiş geniş bir fotoğraf arşivi var.
Enstitünün Beyoğlu'ndaki Boğaz manzaralı
tarihi taş binası, son 10 yılda ziyaretçi
akınına uğramasının nedeni işte bu.
Alman Arkeoloji Enstitüsü, hem İstanbul'un hem
de Türkiye'nin mimari mirasının görsel arşivine
sahip. Enstitü müdürü ve Bergama kazı başkanı
Prof.Dr. Felix Pirson, görsel arşivlerini fotoğraf
stüdyolarının satışa sunulan koleksiyonlarını alarak
genişlettiklerini söylüyor. Ellerindeki bütün
fotoğrafları bir yıl içinde dijital ortama
aktaracaklar.
Nakkaş Kaya Üçer de kalem işlerini restore ettiği
Piyale Paşa Camii'nin eski haline dair görseli Alman
Arkeoloji Enstitüsü'nden almış. Üçer, bu alanda
çalışan herkesin yolunun mutlaka buraya düştüğünü
söylüyor. Çünkü enstitü fotoğrafları tasnif etmiş.
Konu başlıklarına ve coğrafi bölgeye göre
istediğiniz fotoğrafa kısa sürede ulaşabiliyorsunuz.
Halbuki, 19. yy Osmanlı coğrafyasının kültür ve
tarih varlığını sergileyen fotoğrafların benzerleri,
İstanbul Üniversitesi'nde bulunan ve II.
Abdülhamit'in çektirdiği Yıldız Albümleri'nde var.
Yıldız Albümleri'ni oluşturan film stüdyolarından
biri de zaten Sebah&Joallier Fotoğrafhanesi (Artık
Sabah Fotoğrafçılık olarak biliniyor).
Üniversitede ve Süleymaniye Kütüpha-nesi'nde
bulunan fotoğraflar tasnif edilmediği için
araştırmacılar hangi fotoğrafı nerede bulacağını
bilmiyor. Üçer, İslam Eserleri Müzesi ve Süleymaniye
Kütüphanesi depolarında yüzlerce belge ve cam dianın
beklediğini söylüyor. Yıldız Albümleri'nin bir
kısmının tasnif edilmiş kopyası IRCICA'da var ama
onlar da Alman Arkeoloji Enstitüsü'nden daha çok
ücret talep ediyor. Fotoğraf başına 150 dolar. Alman
Arkeoloji Enstitüsü akademisyenlerden 5 Euro
istiyor. Bu sebeple araştırmacılar daha çok Alman
Arkeoloji Müzesi'ni tercih ediyor.

İbrahim Müteferrika'nın kurduğu Osmanlı'nın ilk matbaasında basılan kitapları araştırmacılar inceleyebiliyor.
Fotoğraf koleksiyonlarının Türkiye'nin ve
İstanbul'un mimari mirasının arşivi olduğunu
söyleyen enstitü müdürü Prof.Dr. Felix Pirson,
kütüphanelerinin de Türkiye'nin en kapsamlı
arkeoloji kütüphanesi olduğunu vurguluyor.
Osmanlı'nın ilk matbaasında basılan 17 kitabın 14'ü
koleksiyonları arasında. İbrahim Müteferrika'nın
bastığı bu kitapların çoğu son örneklerden. Alman
seyyahların kitapları, haritaları ve gravürleri de
var.
Alman Arkeoloji Enstitüsü'nün İstanbul şubesi,
1929 yılında kurulmuş. İstanbul'a ve Anadolu'ya
gelen arkeologların, oryantalistlerin ve
tarihçilerin ofis olarak kullandığı enstitüde
zamanla Osmanlı coğrafyasındaki kültürlerle ilgili
çok sayıda kaynak birikmiş. Almanya'ya
götürülmeyenler burada tutulmuş. Pirson,
kütüphaneden ve fotoğraf arşivinden herkesin
faydalanabileceğini söylüyor. Doktora yapanlar ve
bilim adamları, isterseler burada gece de
kalabiliyor. 5 adet misafir odaları var.

Piyale Paşa Camii eski hali (üstte) ve yeni hali (altta).
Kültür Tarihçisi Süleyman Faruk Göncüoğlu:
Türkiye'nin bir kültür politikası olmadığı için
kültürümüze dair herhangi bir eyleme geçilmedi. Ne
zaman ki restorasyonlar başladı ve dokümana ihtiyaç
duyuldu yapılan hata anlaşıldı. Çünkü Başbakanlık
Osmanlı Arşivleri'nde sadece belge var. Fotoğraf ve
efemera (gündelik yaşama ait ıvır zıvırlar; diploma,
gazete, broşür, mektup, kartvizit, poster,
kartpostal, davetiye...) yok. Kültür ve sanat
tarihçileri, restorasyonlarda bu tarz belgelere de
ihtiyaç duyuyor. Yabancıların Osmanlı kültür
tarihini yorumlama gücü de böyle belgelere sahip
olmalarından geliyor. Halbuki İstanbul'da böyle çok
koleksiyon satılığa çıktı. Hepsini yabancı
enstitüler aldı. Bizim tabeladan öteye gitmeyen
vakıflarımız, enstitülerimiz ise böyle envanterlere
sahip çıkmadı. Şimdi bakanlık, vakıflar ve bu
kurumlar onların kapısını çalıyor.

Alman Arkeoloji Enstitüsü kütüphanesinde seyyahların Osmanlı coğrafyasına dair izlenimlerini yazdığı kitaplar var. Bu haritalar, resimler ve gravürler bugünlerde yapılan restorasyonlar için önemli kaynaklar.
Anadolu'ya önce Osmanlı'yı merak eden seyyahlar
geldi. Toprak üstündeki yapıları, insanların
hayatlarını gözlemleyen ve yazan bu Batılı
seyyahlardan sonra arkeologlar toprak altındakileri
görmeye geldi. Görmekle kalmadı bulduklarını
yanlarında götürdü. Pirson, 19. yy'da arkeolojinin
bir amacının da büyük müzelere malzeme temin etmek
olduğunu hatırlatıyor. "Bunu sadece Batı Avrupa'da
değil dünyanın her yerinde görüyoruz. Hatta İstanbul
müzesinde de görüyoruz." diyen Pirson, konjonktürün
artık değiştiğini, kazıların müzeye malzeme toplamak
için değil bilim için yapıldığını söylüyor.
Kazılarda bulunanlar o bölgede yapılan müzelerde
sergileniyor. 130 yıldır devam eden Bergama kazısına
da başkanlık eden Pirson, Bergama kazıları
araştırılan Kızıl Avlu adlı kuleyi restore edip müze
haline getirdiklerini vurguluyor. Alman Arkeoloji
Enstitüsü, Bergama dışında Çorum Hattuşa, Urfa
Göbeklitepe, Milet, Didim, Priene'de de arkeolojik
kazılar yapıyor.
Zaman Pazar, Haber: Gülizar Baki, 17.04.2011
|
TARİHİ YARIMADADAKİ İSKELELER YENİ YÜZE KAVUŞACAK
Doğal ve tarihi güzellikleri bir arada barındıran İstanbul'daki iskelelerin kendisine yakışır güzellikte olması için harekete geçildi.
Tarihi Yarımada'daki Eminönü, Karaköy ve Perşembe Pazarı motor iskeleleri yıkılarak modern şekilde inşa edilecek. İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi'nin konuyla ilgili ele aldığı raporda, Eminönü'ndeki turizm iskelesi ile Üsküdar ve Kadıköy'deki motor iskelelerinin de daha sonra aynı şekilde yıkılıp yapılacağı belirtildi. İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi, nisan ayı toplantılarının son birleşimi Saraçhane Belediye Sarayı'ndaki Meclis Salonu'nda yapıldı. Tarihi Yarımada'daki Eminönü, Karaköy ve Perşembe Pazarı motor iskeleleri yıkılarak yeniden inşa edilmesi oybirliğiyle kabul edildi. Yeni inşa edilecek modern motor iskelelerinde yolcu peronu, iskeleye ait teknik hizmet birimleri, depo vb. kullanımlar için bölümler yer alacak. İskelenin eni 7 metreyi, boyu 42 metreyi, yüksekliği ise 4 metreyi aşmayacak. İnşaat aşamasında ve işletme dönemlerinde çevresel değerlerin korunması açısından hava kalitesinin korunmasına dikkat edilecekken, su ve katı atık kirliliği yapılmayacak. Seyir emniyeti, can-mal güvenliği açısından her türlü tedbirlerin alınacağı iskelelerin inşası sırasında deprem riskine karşı yer ve bina etütleri de yapılacak. Yönetmelikler çerçevesinde gürültü kontrolü sağlanacak ve iskeleler İstanbul'a yakışır estetik güzellikte inşa edilecek.
Zaman, Haber: Sevgi Korkut, 17.04.2011
|
 |
DÜNYANIN EN BÜYÜK MOZAİK MÜZESİ ZİYARETE AÇILDI
Dünyanın en büyük mozaik müzesi konumunda olan
Gaziantep Mozaik Müzesi yeni yerinde vatandaşların
hizmetine açıldı. Resmi açılışını Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan’ın yapması beklenen müzenin bu yıl
sonuna kadar yarım milyon insanın ziyaret etmesi
bekleniyor.
Sadece kentin değil, ülkenin de turizm hizmetine sunulacak olan müzede çalışmaların son aşamaya geldi. 800 metrekaresi Zeugma antik kentinden çıkarılan toplam 2 bin 350 metrekarelik mozaik teşhir edebilecek müzeyi, bu yıl 500 bin kişinin gezmesini bekleniyor. Dünyanın incisi konumunda olan Zeugma antik kenti ve mozaiklerin Gaziantep’in tanıtımına en büyük katkıyı yapması bekleniyor. Turizm Haftası kutlama etkinlikleri kapsamında Zeugma Müzesi’nde bir tören gerçekleştirildi. Vali Süleyman Kamçı, dünyanın en büyük müzesi olarak tarihe geçecek olan Mozaik Müzesi’nin çok şeyi değiştireceğini söyledi.
2008 yılında temeli atılan ve bugün itibariyle
içerisinde konferans salonu ve müze kısmıyla 30 bin
metrekare kapalı alana sahip Mozaik Müzesi,
çalışmaların tamamlanmasından sonra dünyanın en
büyük Mozaik Müzesi olarak Gaziantep ve Türk
turizminin hizmetine sunulacak.
Gaziantep’in, tarihi ve kültürel zenginliği,
yöresel değerleri ve dünyaca meşhur mutfağı ile bir
çekim merkezi olduğunu ifade eden Gaziantep Valisi
Süleyman Kamçı, “Bu kadar geniş bir turizm
potansiyeline sahip olan Gaziantep’in, tüm
imkanların kullanılarak, kendisine has bölgesel bir
cazibe merkezi olmasını sağlayacak, stratejiler
geliştirilmesi gerekmektedir. Bu yolda ilimizin
adıyla özdeşleşen, dünyanın incisi Zeugma antik
kenti ve mozaikleri, kentimizin tanıtımına en büyük
katkıyı yapacaktır. İlimizin kültür turizmine
açılmasında çok önemli adımlar atılmıştır. Çok
değerli restorasyon çalışmaları gerçekleşmiş,
nitelikli bir çok tesis ve otel hizmete
sunulmuştur.” şeklinde konuştu.
Gaziantep İl Kültür ve Turizm Müdürü Salih
Efiloğlu, yapımına Mayıs 2008 yılında başlanan
Zeugma Müze Kompleksi’nin tamamlandığını ifade
ederek, “Müze 3 katlı ve 36 bin metre karelik bir
alana ve 30 bin metrekarelik kapalı alana sahip.
Yeni müze binamızda, başta Zeugma mozaikleri olmak
üzere diğer tarihi ve kültürel değerlerimiz için
geniş ve modern teşhir alanları var. Işıklandırma ve
güvenlik açısından dünya standartlarına uygun bir
müze ortamı yapıldı. Müzemizin korunması için 120
kamera yerleştirildi, çevre düzenlemesi da
tamamlandı. Müzemizde, arşiv deposu, kütüphane,
hatıra eşya satış reyonları, kongre, seminer ve
toplantı salonları yer alıyor. Müze binası için 42
milyon TL’lik bir harcama yapıldı.” diye konuştu.
Zeugma antik kentinden çıkartılan mozaiklerin,
Gaziantep’in yanı sıra Türk ve dünya turizmi
açısından da çok önemli bir yere sahip olduğuna
işaret eden Efiloğlu, Zeugma antik kenti’nde
kurtarma kazılarının devam ettiğini, bu kazılar
sırasında çıkartılarak müzeye kazandırılmış
mozaiklerin toplam alanın 2 bin 400 metrekare
olduğunu belirtti. Efiloğlu, “Bunların da bin 257
metre karelik bölümünün restorasyonu tamamlandı ve
teşhir edilebilecek aşamada. Yeni müze binamıza
taşınma işlemini tamamladıktan sonra Zeugma
mozaiklerinin restorasyon çalışmalarına hız verdik.”
şeklinde konuştu.
Efiloğlu, uzman ekiplerin halen müzede bulunan
tüm mozaiklerin restorasyonunu yaparak, yerli ve
yabancı turistler için teşhire hazır hale getirmeye
çalıştıklarını ifade etti. Efiloğlu, “Zeugma antik
kentindeki kurtarma kazılarında şu ana kadar,
mozaiklerin sadece yüzde 20′lik bir kısmı
çıkartılabildi. Çıkartılacak olan yeni mozaiklerle
birlikte sahip olduğumuz mozaik miktarı daha da
artmış olacak.” dedi
Zaman, 16.04.2011
|
TARİHİ BEHRAMPAŞA HANI'NA İLK KAZMA VURULDU

Sivas’ta butik otel yapılmak üzere restorasyona
alınmasına karar verilen tarihi Behrampaşa Hanı’nda
restorasyon ve restütasyon projesinin hazırlanmasına
yönelik ön çalışma başladı. Bu kapsamda hanın
temellerinin bulunmasına yönelik kazı çalışması,
arkeolojik kazı, sondaj, orijinal duvarların ortaya
çıkarılması (raspa), esere sonradan ilave edilen
duvarların yıkılması çalışmaları yapılıyor.
Geçtiğimiz yıllarda kullanılma amacı ile çokça tartışılan, hatta birkaç defa müstecirle mahkemeye yansıyan 438 yıllık tarihi Behrampaşa Hanı butik otel olacak. Bu amaçla geçtiğimiz aylarda Sivas Belediyesi ile Vakıflar Bölge Müdürlüğü arasında protokol imzalanmıştı. Tarihi Han’ın amacına uygun olarak kullanılması için restorasyon ve restütasyondan geçirilmesi gerekiyor. Tarihi hana uygulanacak restorasyon ve restütasyon proje hazırlık çalışmaları ise devam ediyor. Bu kapsamda projelerin hazırlanmasına yönelik ön çalışma yapılması için tarihi hana ilk kazma vuruldu. Ön çalışma kapsamında hanın temellerinin bulunmasına yönelik kazı çalışması, arkeolojik kazı, sondaj, orijinal duvarların ortaya çıkarılması (raspa), esere sonradan ilave edilen duvarların yıkılması çalışmaları yapılıyor. Handa yürütülen çalışmaların yaklaşık bir ay sürmesi bekleniyor. Bu çalışmadan çıkacak sonuca göre restorasyon, restütasyon ve temel güçlendirme projeleri hazırlanacak. Bu projelerin uygulanmasının ardından Tarihi Behrempaşa Hanı butik otel olarak turizme kazandırılacak.
1573 yılında Sağır Behrampaşa tarafından
yaptırılan Behrampaşa Hanı, Kepçeli mevkiinde tarihi
Kurşunlu Hamamı ile yan yana bulunuyor. Hanın,
ortası açık bir avlunun çevresinde sıralanmış 52
odası var. Kesme taş malzemeli ve iki katlı olarak
inşa edilmiş. İçerisinde bir de ahır kısmı bulunan
han, güney yönünde dışa taşıntılı, sivri kemerli bir
girişi ve bu girişin üzerinde üç dilimli kemere ve
iki pencereye sahip. Pencerelerinin sağ ve solunda
aslan motifi bulunan han, halk arasında ‘Taşhan’
olarak anılıyor.
Zaman, 16.04.2011
|
 |
255 YILLIK ÇEŞME ONARILACAK
Darende'nin kerpiç mimarisi ile ünlü Balaban beldesinde yaptırılan sokak sağlıklaştırılması çalışmaları kapsamında Osman Kadıoğlu Konağı'nın altındaki 255 yıllık tarihi çeşme de gün yüzüne çıkarılıyor.
Vali Ulvi Saran'ın talimatları ile İl Özel İdaresi Genel Sekreterliği'nce sağlanan kaynakla KUDEB tarafından Balaban Kasabası'nda sürdürülen sokak sağlıklaştırması kapsamında Darendeli Abdurrahman Paşa tarafından hicri 1177 yılında yaptırılan çeşmede yapılan teknik çalışmaların ardından, eserin taşları ve kitabesi gün yüzüne çıktı.
ÇEKÜL Malatya Bölge Koordinatörü Bekir Sözen, tarihi çeşmenin gün yüzüne çıkmasında emeği geçen herkese teşekkür etti.
Malatya Haber, 16.04.2011
|
900 YAŞINDA ROMALI
Kayseri polisi, tarihi eser satacaklarını öğrendiği A.D. ve S.D.’yle müşteri gibi bağlantı kurdu.
Melikgazi İlçesi’ndeki eve giden ekipler, Roma dönemine ait 112 santimetre boy ve 43 santimetre enindeki kadın heykeline el koydu.
900 yıllık heykelin, sağ eli bilek kısmından
kırık olan sağ ve sol omuzuna yakın yerlerde yılan
figürleri bulunuyor. S.D. ile A.D. tutuksuz
yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Hürriyet, 16.04.2011
|
|

|
SUR RESTORASYONUNDA 2. ETAP
Battalgazi İlçesi'ndeki tarihi kale surlarının restorasyonuyla ilgili 2. etap çalışmalarına başlandı.
Surların onarımına ilişkin olarak ilçe belediyesinden yayınlanan basın bülteni şöyle:
"2 bin 850 metre uzunluğundaki tarihi kale surlarının restorasyonun 2.etap çalışmalarına başlandı.
İlçemizde bulunan 2 bin 850 metre uzunluğundaki tarihi kale surlarının restorasyon çalışmalarına yeniden başlandı.
Restorasyon çalışmalarına 2010 yılında başlanmıştı, kış mevsimi dolayısıyla verilen aranın ardından, havaların ısınmasıyla birlikte 2. Etap çalışmalarına başlandı.
Çalışmaların, 71 burcu ve 11 kapısı bulunan surların batı kısmındaki Sıptırız girişinden başladığını ifade eden Başkan Gürkan;"Kale surlarının restorasyonunu İl özel idaresi, emlak paylarından ödenek aktarmak suretiyle başlatan ve her gün takibini yapan Sayın Valimiz; Doç.Dr. Mehmet Ulvi Saran’a şükranlarımı sunuyorum" dedi.
Onarım yapılan surları yerinde inceleyen başkan Gürkan, çalışmaların hızlı bir şekilde devam ettiğini, aslına uygun projelendirildiğini, bittiği takdirde muhteşem görünüşü, tarihi özelliğinin ortaya çıkacağını, İlçenin çehresinin değişeceğini, güzelleşeceğini, çevre düzenlemeleriyle bütünleşeceğini, Battalgazi’nin eski asaletli dönemlerine geri döneceğini, turizm açısından da büyük bir gelişme sağlanacağını söyledi."
Malatya Haber, 15.04.2011
|
BURDUR'DA 'SAGALASSOS, TOROSLARIN SAKLI KENTİ'
KONFERANSI
Belçika'nın
Ankara Büyükelçisi
Pol de Witte,
Burdur'un
Ağlasun İlçesi'nde
22 yıldır devam eden
Sagalassos antik
kenti kazılarını desteklediklerini belirterek,
"desteklerimizin karşılığını da gördük" dedi.
Burdur Müzesi'nde "Sagalassos,
Toroslar'ın Saklı
Kenti" konulu konferansa katılan
Büyükelçi de Witte,
Sagalassos'taki
kazı çalışmalarının uzun süredir devam ettiğini
söyledi.
Kazılarda ortaya çıkan eserlerin oldukça değerli
olduğuna dikkati çeken de Witte, "22 yıldır yapılan
bu çalışmaları destekliyoruz, desteklerimizin
karşılığını gördük" diye konuştu.
Kazı çalışmalarını yürüten Prof. Marc Wealkens,
antik kentte bulunan eserlerin Avrupa'daki müzelerde
sergilendiğini belirtti.
Kültür ve Turizm İl Müdürü Mehmet
Tanır da
Sagalasos'ta yapılan kazılar sonrası ortaya çıkan
buluntuların, dünyanın dikkatini çektiğini
vurguladı.
Kazılarda gün ışığına çıkarılan eserlerin müzede
sergilendiğini anlatan
Tanır,
Burdur'un zengin
tarihi, gölleri, barajları, yaylaları, antik
şehirleri, Teke yöresi
kültürüyle turizmin
yeni cazibe merkezi
olduğunu ifade etti.
haberler.com, 13.04.2011
|
10 - 16 Nisan 2011
|
CUMALIKIZIK'A BEBKA
DESTEĞİ
Yıldırım Belediyesi,
Bursa Eskişehir Bilecik Kalkınma Ajansı'nın (BEBKA)
2010 yılı mali destek programı fonundan destek
almaya hak kazandı.
Daha önce de AB hibe
fonundan destek alan Yıldırım Belediyesi bu kez
Cumalıkızık’ın tarihi ve kültürel değerlerinin
markalaştırılması amacıyla yeni projeyi hayata
geçirmeye hazırlanıyor.
UNESCO dünya mirası listesine aday gösterilen
Cumalıkızık’ın dünyada tanınmasına katkıda bulunmayı
hedefleyen Yıldırım Belediyesi, proje hedefleri
arasına yöre halkının turizm gelirlerinde artış
sağlamak, Cumalıkızık'ın korunması ve gelecek
nesillere taşınması ile yörede yaşayan halka eğitim
verilmesi gibi maddeleri aldı.
Bu amaçla Yıldırım
Belediyesi
proje
bütçe tutarı olarak belirlediği 218 bin 458 liranın
163 bin 844 liralık kısmını Bursa Eskişehir Bilecik
Kalkınma Ajansı’ndan (BEBKA) alacak.
297 adet proje içinden kar amacı gütmeyen
kuruluşlara ait proje başvurularından 24 adedi uygun
bulan BEBKA, Yıldırım Belediyesi’nin projesini 1.
destek vereceği kuruluş olarak seçti.
Yıldırım Belediye Başkanı Özgen Keskin, BEBKA uzmanı
Resul Kaan Onaç ve Yıldırım Belediyesi AB Hibe
Projeleri Koordinatörü Ersan Turan’ın da katıldığı
bir tören ile BEBKA’nın Buttim İş Merkezi’ndeki
yerinde protokol imzalanarak, Cumalıkızık için
hazırlanan projenin ilk ayağı atılmış oldu.
BEBKA Uzmanı Resul Kaan Onaç, projenin hayırlı
olması temennisinde bulundu. Keskin, daha önce de AB
hibe fonundan aldıkları destek ve BEBKA’dan almaya
hak kazandıkları para ile toplam 1 milyon liralık
hibeyi Yıldırım Belediyesi’ne kazandırdıklarına
dikkat çekti.
Keskin, “Belediye bütçesinden para çıkmadan çok
güzel hizmetleri Yıldırımlılara kazandırmış olduk.
Daha önce de AB fonundan yararlanarak onlarca
kursiyere meslek edindirdik.Şimdi de BEBKA’dan
alacağımız hibe ile Cumalıkızık’ı tanıtmak, marka
yapmak için yeni bir projeye başlayacağız. Bu
çalışmanın detaylarını önümüzdeki günlerde
Cumalıkızık’da yapacağımız bir basın toplantısı ile
anlatacağız” diye konuştu.
Bursa Olay, 15.04.2011
|
TABYALARIN GELİŞİM PLAN
İHALE EDİLDİ
Nene
Hatun Tarihi Milli Parkı olarak ilan edilen Aziziye
ve Mecidiye Tabyaları, proje sonrası adeta canlı bir
tarih müzesi olacak Çevre ve Orman Bakanlığı,
Aziziye ve Mecidiye Tabyaları’nı kapsayan Nene Hatun
Tarihi Milli Parkı için yapılacak gelişim planını
ihale etti. Tabyalardaki planlamanın devam ettiğini
belirten Çevre ve Orman Müdürü Muammer Toraman, her
ayrıntının büyük bir özenle incelendiğini söyledi.
Tabyaların en iyi şekilde değerlendirileceğini
kaydeden Toraman, “Aziziye ve Mecidiye Tabyaları’nda
alana girilen yerden gezilebilecek bütün alanlara
kadar her türlü ayrıntı hesaplanıyor. Çalışmalar
bittiğinde çarpışmalar yaşandığı yerde simülasyonla
canlandırılacak, tarihi ve yabancı dil bilen alan
kılavuzları ziyaretçilere eşlik edecek böylece
ziyaretçiler Erzurumlular’ın tarih yazdığı o günlere
gidecek. Seyir teraslarıyla şehir izlenebilecek”
dedi.
Anayurt Gazetesi, Haber:
M. Nuri Şahin, 15.04.2011
|
|
FABRİKA DEPOSUNDAKİ
MİLYARLIK KOLEKSİYON

Türkiye’nin en önemli
aynı zamanda gizemli koleksiyonlarından ‘Salih
Tatlıcı Koleksiyonu’, tarumar olmak üzere. 2009’da
ölen ünlü işadamı Salih Tatlıcı’nın 3 milyar
dolarlık serveti, aile arasında dava konusu. Sarıyer
1. Sulh Hukuk Mahkemesi’ndeki dava sürerken olan
paha biçilmez koleksiyona oluyor. Aile bireyleri
arasında çoğu nadir 1000’e yakın ferman, hat levha,
resim ve ahşap eserden oluşan koleksiyonla ilgili
gizli savaş yaşanıyor. Aileden ne Salih Tatlıcı’nın
ne de çocuklarının ‘koleksiyonerlik’ belgesi var.
Salih Tatlıcı, bu nadide koleksiyonu yaparken
devlete bilgi vermemiş.
Süleyman Seyyit, Hüseyin Zekai Paşa, Neşet Günal,
İbrahim Çallı, Avni Lifij, Hoca Ali Rıza,
Ayvazovski, Sami Yetik, Hamit Görele, Fikret Mualla,
Cihat Burak, Nurullah Berk gibi ressamların
eserlerinin yer aldığı koleksiyonda ayrıca Osmanlı
padişahı III. Selim’e ait 27 adet ferman, III.
Mustafa ve I. Abdülhamit tuğralı fermanlar
bulunuyor.
Fabrikadaki mini müze
Tatlıcı’nın 2. eşi Nurten Marika Tatlıcı’dan
olan oğlu Uğur Tatlıcı’nın koleksiyonu diğer
mirasçılardan kaçırdığı iddia ediliyor. Eserlerin
yurtdışına kaçırıldığı ihbarı üzerine Aralık 2009’da
harekete geçen Gümrükler Kaçakçılık ve İstihbarat
ekipleri, tabloların 300’e yakınını Uğur Tatlıcı’ya
ait Kağıthane’deki pil şirketinde bulmuştu.
Gelişigüzel istiflenen tablolarla ilgili müze
bilirkişi raporu hazırlamıştı. Uzman raporunda
birçok eserin 2863 sayılı yasa kapsamında korunması
gereken kültür varlığı olduğu ortaya çıktı.
Eserlerin bir kısmı yedi emin olarak Topkapı Sarayı
Müzesi’ne kaldırıldı. Nurten Marika Tatlıcı ile Uğur
Tatlıcı’nın bu iddialarla ilgili davası ise Şişli
Asliye Mahkemesi’nde devam ediyor.
1000 eser daha var
Ailenin diğer mirasçıları 1000 eser daha
olduğunu belirterek Uğur Tatlıcı’ya ait Yeniköy ve
Beykoz’daki villalar ile Beşiktaş’taki şantiyenin
basılmasını istedi. Bu adreslerde koleksiyonun eksik
eserleri çıktı. Ancak iddiaya göre koleksiyonda
Kanuni Sultan Süleyman’ın bir fermanı ile Osman
Hamdi’nin ‘Kaplumbağa Terbiyecisi’ tablosunun bir
versiyonu kayıptı.
Herkes 3 milyar dolarlık servetin peşindeyken konu
sanat tarihçilerini endişelendiriyor. Mimar Sinan
Güzel Sanatlar Üniversitesi öğretim üyeleri Prof.Dr.
Semra Germaner, Doç.Dr. Leyla Ersin Emekçiler ve
Haliç Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nden
Yard. Doç.Dr. Savaş Çevik, verdikleri raporda “Çok
sayıda eser 2 yıldan fazla bir süredir tozlu ve
kimyasal malzeme dolu fabrikanın deposunda, bir evin
içinde havuzun yanında ve hiçbir koruma önlemi
alınmadan istiflenmiş. Bu koleksiyon ‘Ulusal Kültür
Mirası’ sayılmalıdır” dedi. Uğur Tatlıcı ise “Babam
yollamıştır” dediği eserlerin varlığından fabrikaya
polis baskınıyla haberi olduğunu belirtti.
Radikal (kısaltarak),
Haber: Abullah Kılıç, 15.04.2011
|
BATTAL GAZİ'NİN EVİNDE
KAZI
8. yüzyılda yaşadığı
belirtilen Battal Gazi'nin doğduğu evde kazı
çalışması yapılması kararının alındığı bildirildi.
Malatya Valiliği'nden yapılan yazılı açıklamaya
göre, Battalgazi İlçesi'ndeki, Selçuklu dönemine ait
olan ve ''Battal Gazi Evi'' olarak tescil edilmiş
tarihi yapının rölöve, restitüsyon ve restorasyon
projelerine esas teşkil edecek ''temizlik kazısı''
çalışmalarına başlanacak.
Malatya Koruma Uygulama ve
Denetim Bürosu (KUDEB) Başkanı Levent İskenderoğlu
koordinatörlüğünde yürütülecek kazı çalışmaları,
Fırat Üniversitesi Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar
Bölümü Başkanı Doç.Dr. İsmail Aytaç'ın kazı
başkanlığında, Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Sanat Tarihi Anabilim Dalı Başkanı Yrd.
Doç.Dr. Fuat Şancı ve uzman tarihçi Bayram Güngör'ün
katılımıyla gerçekleştirilecek.
Açıklamada şu bilgi
verildi:
''Halihazırda büyük bölümü toprak altında bulunan
yapı, üç Selçuklu kümbetinden oluşmaktadır. Malatya
KUDEB'de görevli arkeolog ve sanat tarihçilerinden
oluşan bir ekibin iştirakiyle sürdürülecek kazı
çalışmalarının sonucunda, halk arasında Battal
Gazi'nin ocağı olarak bilinen yapının ortaya
çıkarılması ile ilimiz tarihine ilişkin eşsiz
bilgiler elde edilebileceği beklenmektedir.
Yapılacak kazı bu yönüyle önem arz etmektedir.
Battal Gazi Evi'nin ilimiz turizmine
kazandırılmasının ilk adımı olan temizlik kazısı,
ilimizin tarihi doku zenginliğiyle önemli bir
kültürel potansiyele sahip Battalgazi İlçemizin bu
kimliğinin pekişmesine katkı sağlayacaktır. İki ayda
bitirilmesi hedeflenen kazı çalışmalarına paralel
olarak, yapının çevre temizliği ve bilgi tabelaları
konulmasının ardından restorasyon çalışmalarına
başlanacaktır.''
Açıklamada, kazı
çalışmalarının 15 Nisan'da başlayacağı, bu
çalışmaların Malatya'nın tarih, kültürel ve turistik
potansiyelinin ortaya çıkarılmasında önemli bir
halkayı oluşturacağı kaydedildi.
Valiliğin tescil
çalışmaları kapsamında, ''Battal Gazi Evi'' adıyla
tescili yapılan bina yıkıntı halinde korunmaktadır.
8. yüzyılda Malatya'da doğduğu belirtilen Battal
Gazi'nin yaşadığı ev olarak bilinmektedir. Uzun
yıllar halka yemek dağıtılan hayrat yeri olarak
kullanılmıştır. Evliya Çelebi'nin Seyahatname'sinde
bu yapıdan bahsettiği aktarılır.
Malatya Aktüel, 14.04.2011
|
"KAPALIÇARŞI'YI KİM
KURTARACAK?"

ABD’nin prestijli
gazetelerinden New York Times, Kapalı Çarşı’yı
ziyaret ederek tarihi çarşının acil çözüm bekleyen
sorunlarını anlattı.
Susanne Güsten’in kaleme
aldığı “İstanbul’un
Tarihi Çarşısını Kurtarmak için Entropi ile
Savaşmak” başlıklı yazıda Kapalı Çarşı’yı kimin
onaracağı tartışmalarının sürdüğünü belirtti.
Güsten, Kapalı Çarşı’da
kısa sürede çalışmalar başlatılmazsa ‘çürüyerek
yıkılacağı’nı söyledi.
Yazıda, binlerce insanın ziyaret ettiği, 25 bin
kişinin geçimini sağladığı 550 yıllık Kapalı
Çarşı’nın kendi posta ofisi, camisi, polisi ve
itfaiye istasyonu ile bir şehri andırdığı
anlatıldı.Yazıda, “Bakım ve onarıma gelindiğinde ise
bu şehir içindeki şehirde kimse yetkili değil”
denildi. Güsten, Fatih Belediye Başkanı’nın onarımı
esnafın yapması gerektiğini söylediğini aktardı.
Bu ay İstanbul’da yeniden yağmur yağmaya başladığını
belirten Güsten, Kapalı Çarşı esnafı ile yaptığı
görüşmeleri aktardığı yazısında şu ifadeleri
kullandı:
“Zarif kubbeleri destekleyen küflü ve çürümekte olan
kolonları işaret eden halı satıcısı Osman Varlı,
‘çok endişeleniyorum’ diyor. Yağmur yağdığında
çatıdan akan sular bir nehir gibi kolonlardan
süzülüyor. Kolonların fazla dayanmayacağını söyleyen
Varlı, ‘tırnağınla duvarı çizsen dökülüyor’ diyerek
gösteriyor.”
Akan tavanın en acil problem olduğunu söyleyen
Güsten, “Ancak, birçok sorun daha var” diye eklemeyi
ihmal etmiyor. Yazıda, 500 watt’lık elektrik
sağlanabilen ancak 5 bin watt enerji ihtiyacı olan
Kapalı Çarşı’da dükkan sahiplerinin dışarıdan kablo
çekmesi sonucu duvarların “kablolardan oluşan
sarmaşıklarla kaplandığı” yorumu da yer aldı.

Kapalı Çarşı’yı anlatan
NYT yazarı, “Onarıma gelindiğinde bu şehir içindeki
şehirde kimse yetkili değil. Yağmurda çatıdan akan
sular bir nehir gibi kolonlardan süzülüyor” diye
yazdı.
Mlliyet, 14.04.2011
|
ULUCAMİ'NİN VAV'LARI
Bursa'ya ne zaman yolum
düşse ayaklarım beni Ulucami'ye sürükler. Bu camide
arınıp durulur, bütün duvarları ve sütunları bir
harfler, semboller, şifreler dünyasına dönüştüren
celi sülüs, talik ve divani yazıların her birini
okuyup anlamaya çalışırken zamanı unuturum.
Bilmem hiç dikkatinizi çekti mi? Ulucami, eski Bursa
kartpostallarının hemen hepsinde manzaraya bütünüyle
hakim görünür. Şehir, onun ihtişamını görünür
kılmak, daha doğrusu onun temsil ettiği değerlere
saygısını ifade etmek için sürekli rüku ve sücud
halinde gibidir. Göz kamaştırıcı bir yeşilliğin
tabii bir uzantısı gibi şekillenen munis ahşap
dokunun ortasında bir ışık kütlesi haline beliren;
saltanatını ezip sindirerek değil, davet edip
kucaklayarak süren bir ihtişam...
Bursa'nın fethi, bana sorarsanız, Ulucami'nin
inşasıyla tamamlanmıştır. Sarayının pencerelerinden
yahut Bursa kalesinin burçlarından adını kıyamete
kadar yaşatacak caminin yavaş yavaş şekillenişini
seyreden Yıldırım Bayezid'in büyük hayaliyle bu
caminin cesameti arasında doğrudan bir ilişkinin
bulunduğuna inanıyorum. Moğol istilasının ardından
paramparça olan Anadolu'nun, yirmi kubbenin bir
araya gelerek üzerini örttüğü mekan gibi yeniden
birleşip bütünleştiği büyük bir ülke hayali...
Ulucami'nin, İslam'ı Anadolu'dan sürüp çıkarmaya
niyetlenmiş müttefik bir Haçlı ordusuna karşı
Niğbolu'da kazanılan büyük zaferin ganimetleriyle
inşa edilmiş olması ona ayrı bir anlam kazandırır.
Rivayet odur ki, zafer kazanıldığı takdirde Allah
rızası ve halkın hoşnutluğu için yirmi cami yaptırma
sözü veren Yıldırım, elde edilen ganimetin bu kadar
camiye yetmeyeceği anlaşılınca damadı Emir Sultan'ın
tavsiyesiyle yirmi kubbeli bir cami yapılmasına
karar verir.
Emir Sultan dedim; başta onun gördüğü rüya olmak
üzere, Ulucami'nin inşasıyla ilgili birçok efsanenin
bulunduğunu biliyorum. Bazan efsaneler, bir devrin
zihniyet dünyasına ayna tuttuğu için hakikati arşiv
belgelerinden bile daha doğru yansıtır; ama saf
tarihin efsanelerden daha heyecan verici olduğu
zamanlar da vardır. Osmanlı Devleti'nin kuruluş
yılları ve Bursa'nın bir "payitaht" olarak
şekillenişi, bütün efsaneler hafızalardan ve
kayıtlardan silinse bile güzelliğinden hiçbir şey
kaybetmez; çünkü gerçeğin kendisi efsanelerden daha
güzeldir.
Zamanda yolculuk mümkün olsa ve bana "Haydi Abbas,
zamanda nereye istiyorsan, seni oraya götürelim!"
deseler, herhalde Ulucami'nin taş taş yükselmekte
olduğu günlere gitmek, bu caminin ilk halini görmek
isterdim.
Ulucami talihsiz bir camidir; ibadete açıldıktan iki
yıl sonra Yıldırım Bayezid'i büyük bir yenilgiye
uğratan Timur, Bursa'yı da işgal etmiş, askerleri
burada kaldıkları sürece Ulucami'yi ot ambarı olarak
kullandıkları yetmiyormuş gibi ayrılırken ateşe
vermişlerdi. Osmanlılara büyük öfke duyan
Karamanlıların da yaktıkları Ulucami, bilindiği
gibi, duvarlarındaki yanık izlerini ve is tabakasını
yok etmek için bütünüyle sıvanmıştı. Eski
kartpostallar, Ulucami'nin sıvalı halini gösterir.
Bursa'nın ve Ulucami'nin yaşadığı en büyük felaket
1855 depremidir. Ahmet Cevdet Paşa'nın Tezakir'de
ayrıntılı bir şekilde tasvir ettiği, Keçecizade Fuad
Paşa'nın tabiriyle "Osmanlı tarihinin dibacesi"ni
zayi eden bu depremde, Ulucami'nin de mihrap ve
minberin üzerini örten iki kubbesi hariç, bütün
kubbeleri çökmüştü. Sultan Abdülmecid'in tamir
ettirdiği bu muhteşem mabedin yazılarını "tashih ve
tezyin" etmeleri için de iki büyük hattat, Mehmed
Şefik Bey ve Abdülfettah Efendi, Bursa'ya
gönderilmişlerdir. Bu bilgi, kalın sütunları tüy
gibi hafifletip mekana iç rahatlatıcı bir sıcaklık
veren yazıların depremden önce de var olduğunu
gösterir.
Yazının başında da ifade ettiğim gibi, Ulucami'nin
duvar ve sütunlarını bezeyen büyüleyici yazılar, bir
semboller ve şifreler ummanıdır. Mesela meçhul
hattatın, güney duvarını bezeyen o naif Kabe
resminin altındaki yeşil renkli celi sülüs vav
harfiyle ne söylemek istediğini hep merak
etmişimdir. Allah'ın birliğini ifade eden vahdaniyet
kelimesinin ilk harfi olduğu için Tevhid'e mi işaret
etmek istiyordu? Belki de mesajını bu harfin ebced
hesabındaki sayısal karşılığı olan 6'ya gizlemişti.
Mehmed Şefik Bey'in tashih ettiği yazılardan biri
olan müsenna çifte vav'ın kuyruklarının kesiştiği
noktadaki boşlukta da "İtteku vavat" (Vav'lardan
sakınınız) hadisi yazılıdır. Buyurunuz,
yorumlayınız!
Zaman (kısaltarak),
Yazı: Beşir Ayvazoğlu, 14.04.2011
|
DİNLERİ BULUŞTURAN
'BERGAMA'

Üç bin yıllık tarihi
geçmişi ile Bergama İlçesi, Müslümanlık,
Hıristiyanlık ve Yahudilik'e ait önemli merkezleri
bir arada bulunduruyor.
İnanç Turizmi Gerek ilkçağ medeniyetlerinin
Anadolu'da gelişmesi, gerekse Hıristiyanlığın ilk
dönemlerinde havarilerin, Orta Çağ'da ise
Museviler'in bulundukları ülkelerde karşılaştıkları
ağır baskı ve yok etme politikaları sonucu Anadolu
topraklarına sığınmış olmaları ve hoşgörü ile
karşılanmaları, Türkler'in kendi dini olan
İslamiyet'e ait eserlerin yanı sıra, çok sayıda
kilise, sinagog ve diğer mabetlerle dini eğitim
veren okul ve vakıfların Anadolu'da yer almasına
neden olmuştur. Türkler'in İslami anlayışı
paralelinde derin saygı ve hoşgörü ortamında
günümüze kadar ulaşan bu eserler, Türkiye'yi diğer
ülkelerden daha avantajlı duruma getirmektedir.
Anadolu'da, inanç turizmi kapsamında; Müslümanlık,
Hıristiyanlık ve Yahudilik'e ait önemli ziyaret
merkezleri bulunmaktadır. Üç bin yıllık tarihi
geçmişi ile Bergama İlçesi de bu ziyaret merkezleri
içerisinde yer almaktadır.
Kızıl Avlu
Hıristiyanlık döneminde bir piskoposluk merkezi
olan Bergama, İncil'de sözü edilen yedi kiliseden
biri olan Kızıl Avlu diye adlandırılan Mısır Tanrısı
Serapis'e adanan tapınağa sahiptir. Kızıl Avlu,
Hıristiyanlığın yasak olduğu dönemlerde,
Hıristiyanların toplanıp gizlice ibadet ettikleri ve
İncil'in St John'un kaleme aldığı Revelation
bölümünde sözü edilen 7 kiliseden kesin olarak yeri
bilinen tek kilisedir.
Bergamalılar tarafından "Kızıl Avlu" diye
adlandırılır. Kızıl Avlu diye adlandırılmasının
sebebi; dışarıdan bakıldığında tamamen kırmızı tuğla
ile kaplı olmasıdır. Binayı kaplayan mermerlerden
birkaçı bugün bile görülmektedir.
Bazilika, Mısır Tanrısı "Serapis" (Serapien) adına
yapılmıştır. "Ne yerde ne gökte" anlamına gelir.
Çünkü bazilika; altından akan Selinus çayını örten
iki tünel üzerine inşa edilmiştir. Hıristiyan
inancına göre ise, Bergama Kilisesi "Evlenme,
Birleşme" ya da "Pişmanlık" anlamına gelir. Roma
Dönemi'nde bazilikada din ve devlet işleri birlikte
yürütüldüğünden dolayı "Birleşme" anlamı da
verilmiştir. "Pişmanlık" anlamı ise daha önce
Bergama'da bulunan ve "Şeytanın Tahtı" denen Zeus
Sunağı'ndan (Altar) kaynaklanmaktadır.
Bergama Kilisesi Hz. İsa'dan sonra 313-500 yılları
arasında etkin rol oynamıştır. Bergama Kilisesi'nin
Piskoposu, Aziz Lukas idi. Aziz Lukas, Bergama'da
inek heykeli içinde yakılmıştır. Bizans döneminde
iki bölümü nefi ve apsisi ile kiliseye döndürülen
Seramis Tapınağı'nda bugün kulelerden biri cami
olarak kullanılıyor.
Havra ve
Sinegog
Bergama'da Yahudiler'e ait 1862 yılında yapılmış
sinagog bulunmaktadır. En eski sinagog olan havra
Kızılavlu'ya bakan bodrum üzerindeki kemerli kapısı
kalmıştır. Sabah, öğle ve akşam olmak üzere günde 3
defa havraya gidilip ibadet yapılırdı. İbadetlerini
ayakta gerçekleştirirlerdi. Havrada ibadet edenler
evlerindeki gibi rahat davranırlardı. İbadetlerinde
yalnız Tevrat okunur, ilahi söylenirdi.
Bergama, Bizans döneminde Ephesos Başpiskoposluğu'na
bağlı olup Monofizitler mezhebinin etkinliği
içindeydi. Medeniyetlerin beşiği Bergama, Karasi
Beyliği'nin egemenliği altına girerek İslam
dünyasıyla tanıştı. Bergama'da İslamiyet'e ait
eserler Osmanlı Devleti'nin egemenliği ile görülmeye
başlanmıştır.
Şadırvan Camii'nin yanında bulunan Arap Camii diye
bilinen camiinin günümüze sadece minaresi kalmıştır.
Beylikler döneminde yapıldığı için Selçuklu Minaresi
adı kalmıştır. Selçuklu eseri olmasına rağmen
Selçuklu mimarisi özelliklerini taşıdığı için
Selçuklu Minaresi adını almıştır.
Ulu Cami
Yıldırım Beyazıt zamanında yaptırılan tek
minareli camilerimizdendir. Kuzeye bakan kapısının
üzerindeki kitabede "Sultanlar Sultanı, Arap ve Acem
Ulemasının Emin, Gaziler ve Mücahitler Yardımcısı,
Murat Han'ın Oğlu Sultan Beyazıt Han" yazmaktadır.
Bergama tarihinda birçok "ilk" var
İlk Parşömen (Deriden kağıt yapımı)
İlk Asya Kütüphanesi (200.000 ciltlik)
İlk büyük Hastane (Asklepion)
İlk Telkinle Tedavi (Psikoterapi
İlk Doğal Tedavi (Müzik, tiyatro, spor, güneş, su ve
çamur ile)
İlk Farmakoloji (Bitkisel İlaçlar)
İlk Afyon Maddeli İlaç
İlk Kent Hijyeni (Sağlık altyapısı)
İlk Tıp- Eczacılık Simgesi (Yılan)
İlk Mühendislik, "U" Borusu Yöntemi ile Trigonometri
İlk Kent İmar Yasası
İlk Kent Çarşı- Pazar Yasası
İlk Komün Devleti
İlk Grev ve Toplu Sözleşme (M. Ö 248'de ücretli
askerlere, I.Eumenes haklarını verdi.)
İlk Dört Tiyatrolu Kent
İlk ve En Dik Tiyatrolu Kent
İlk Meslek Sendikaları ve Sendika Konfederasyonu
İlk Üç Dereceli Öğretim (İlk, orta, lise)
İlk ve En Büyük Sunak
İlk Kazı Müzesi (Arkeoloji deposu ve sonra müze)
İlk Ahşap Sahneli Tiyatro
İlk Hıristiyan Kilisesi (Yedi kiliseden biri)
İlk Batı Türkçesi Grameri (Bergamalı Kadri
Efendi'nin Müyesseretü'l Ulum adlı yapıt)
İlk İşgali Kıran Kent (15 Haziran 1919)
İlk Festival Yapan Şehir (Kermes)
Yeni Asır, 14.04.2011
|
|
DEFİNECİLERE SUÇÜSTÜ
Rize’de define bulmak
amacı ile izinsiz kazı yapan 4 kişi jandarma
ekipleri tarafından suçüstü yakalanarak gözaltına
alındı.
Edinilen bilgiye göre,
aldığı bir ihbarı değerlendiren Rize Jandarma
Komutanlığı ekipleri, doğal SİT Alanı olan ve Rize
merkezde bulunan Ayene Tepesi’nde izinsiz kazı yapan
R.M., A.İ., B.F. ve Ş.A. isimli 4 kişiyi define
bulmak için kaçak kazı yaparken suçüstü yakaladı.
Şahıslarla birlikte kazı
için kullanılan bol miktarda malzeme ele geçirildi.
Şahısların üzerinde yapılan aramada ise R.M.’nin
üzerinde bir adet 9 mm çapında ruhsatsız tabanca,
Ş.A.’nın üzerinde ise bir adet pompalı av tüfeği ele
geçirildi. Silah ve malzemelere el konulurken, dört
kişi hakkında yasal işlem başlatıldı.
Rize Kent Haber,
14.04.2011
|
AĞLARA BU KEZ TARİH TAKILDI
Marmara Denizi'nde balıkçı ağlarına bu kez balık yerine küp ve anforalar takıldı. Antik çağlara ait olduğu sanılan eserleri ne yapacağını bilemeyen balıkçılar, soluğu İstanbul'un ünlü balıkçısı, Türkiye'de ilk deniz canlıları müzesini kuran Balıkçı Kenan'da aldı. Bir tanesi insan boyundaki irili ufaklı 16 ayrı parçadan oluşan küp ve anforalar basına gösterildi. Balıkçı Kenan'ın Beylikdüzü Gürpınar'da yeralan Türkiye Deniz Canlıları Müzesi'ndeki mumyalanmış yüzlerce deniz canlısı arasına katılan eserlerin İstanbul Arkeoloji Müzesi yetkililerince inceleneceği belirtildi.
Balık ağlarına takılan anfora ve küplerle ilgili bilgi veren Balıkçı Kenan Tesisleri'nin sahibi Kenan Balcı, "Gece balıkçılar büyük heyecanla arayıp küp ve anfora bulduklarını söylediler. Balıkçılarımız bu eserler konusunda bilgiye sahip olmadıklarından doğrudan buraya getirdiler. Küp ve anforaları görünce çok şaşırdım. Üzerleri kabuk bağlamış, midye kabukları tam anlamıyla eserlerle bütünleşmiş. Durumu yetkililere bildirdik. İncelemede bulunacaklarını söylediler. Görüntüsüyle herkesi büyüleyen bu eserler, yüzlerce deniz canlısının arasında Türkiye Deniz Canlıları Müzesinde sergilenmeye devam edecek. Müzemize giriş ücretsizdir. Özellikle çocuklarımız gelsin tarih ve denizi burada bir arada görsünler" dedi.
Habertürk, Haber: Müslim Sarıyar,14.04.2011
|
 |
|
TARİHÖNCESİ EVRİMİN SIRRI ONDA GİZLİ
ABD’de New
Mexico’da bulunan yeni dinozor türünün, bu
hayvanların tarihöncesi evrimiyle ilgili kayıp
halkayı tamamlayacağı belirtildi.
Bulunan 205 milyon yıllık fosillerin büyük gözlü,
keskin dişli, büyük bir köpek boyutundaki
Daemonosaurus dinozoruna ait olduğu açıklandı. Bilim
adamları Daemonosaurus’un Arjantin ve Brezilya’ya
denk düşen bölgedeki dinozorlarla, “theropod” türü
arasındaki kayıp halka olduğuna inanıyor.Kuşların
koku hocası Kanada’da yapılan bir araştırmada ise
kuşların koku alma yeteneklerini dinozorlardan
aldıkları ortaya çıktı.
Hürriyet, 14.03.2011
|
REKTÖR ÖYLE, MÜDÜR BÖYLE

Kültür Bakanlığı ve
İnönü Üniversitesi’nin işbirliği ile bu yıl
Malatya’da gerçekleştirilecek '33. Uluslararası
Kazı, Araştırma ve Arkeometri Sempozyumu’ konusunda
Valilik ile İnönü Üniversitesi arasında “paylaşım”
kavgası çıktı. 23-27 Mayıs tarihleri arasında Turgut
Özal Kongre ve Kültür Merkez’inde gerçekleştirilecek
olan ve yaklaşık 50 yıldır Aslantepe’deki kazıların
başkanlığını yürüten İtalyan Arkeolog Prof.Dr.
Marcella Frangipane’ye ‘Fahri Doktora’ unvanın da
verileceği sempozyum ile ilgili olarak Kültür ve
Turizm İl Müdürü Bahaettin Kabahasanoğlu’nun
geçtiğimiz hafta yaptığı bilgilendirmeye yönelik
açıklama, rektörlüğün tepkisine yol açmıştı. Kültür
ve Turizm Müdürü, rektör Prof.Dr. Cemil Çelik’in
çıkışı üzerine bir açıklama yaptı.
Kültür ve Turizm İl
Müdürü Bahaettin Kabahasanoğlu’nun sempozyuma
ilişkin açıklamasını geçtiğimiz hafta Hekimhan
Meslek Yüksek Okulu’nda inceleme yaparken basın
mensuplarına değerlendiren İnönü Üniversitesi
Rektörü Prof.Dr. Cemil Çelik, Üniversitenin, Kültür
Bakanlığı ile protokol imzaladığını hatırlatarak
‘Bütün katılımcıların çantalarına kadar her türlü
hazırlığımızı tamamladık. Ne Valiliğin, ne de Kültür
Müdürlüğü’nün bu konuda bir katkısı yok’ diyerek
tepki gösterdiği belirtilmişti.
Rektör Prof. Çelik,
Kültür Müdürü’nün açıklamasına karşılık, basın
mensuplarına yaptığı açıklamada ‘500 kişinin
katılacağı bir toplantıya bizim ev sahipliği
yapmamızla ilgili gerekli görüşmelerimizi yaptık.
Protokol imzalandı. Bütün katılımcıların çantalarına
kadar her türlü hazırlığımızı tamamladık. Ne Kültür
Müdürlüğünün ne de Valiliğin bu konuda bir katkısı
var. Bazı basın kuruluşlarına 'Arslantepe
Sempozyumunu yapıyoruz' denilmiş.'' ifadelerine yer
vermişti.
Mayıs ayında bir
sempozyum yapılacağını duyuran, sempozyumdan daha
ziyade Arslantepe’nin ‘Açık Hava Müzesi’ olması ve
Arslantepe odaklı çalışmaların Malatya’nın turizm
noktalarını zenginleştireceğine vurgu yapan
açıklamasıyla Rektörün tepkisini çeken Kültür ve
Turizm İl Müdürü Bahaettin Kabahasanoğlu ise, Rektör
Cemil Çelik’in bu tepkisi ile ilgili olarak
değerlendirmesi istendiğinde, ‘Bizim amacımız kavga
değil. Bizim için önemli olan, Malatya’nın kültür ve
turizmine katık sağlayacak, canlılık kazandıracak bu
sempozyumun başarılı geçmesidir’ dedi.
Kabahasanoğlu, ‘Bu
sempozyum, şehrimizin tarihi ve turistik değerlerini
tanıtmak açısından önemli bir katkı sağlayacaktır.
Bizim tek isteğimiz başarılı bir şekilde
sonuçlanmasıdır. Sayın Rektör ile görüşmeden bu
konuda bir açıklama yapmak da istemiyorum’ diye
konuştu.
Kabahasanoğlu'nun, Vali
Saran'a çok yakın isimlerden biri olması nedeniyle,
müdürün bu açıklamalarının Vali'nin de görüşünü
yansıttığı değerlendiriliyor.
Bu arada rektör Prof.Dr.
Çelik’in, bir yurt dışı gezisi nedeniyle Malatya’da
bulunmadığı öğrenildi ve bu nedenle konuya ilişkin
yeni bir değerlendirmesi alınamadı.
33. ULUSLARARASI KAZI
ARAŞTIRMA VE ARKEOMETRİ SEMPOZYUMU
Kültür ve Turizm
Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel
Müdürlüğü tarafından her yıl düzenlenen ‘Kazı
Araştırma ve Arkeometri Sempozyumu’nun 33.’sü 23 -27
Mayıs tarihleri arasında İnönü Üniversitesi Turgut
Özal Kongre ve Kültür Merkez’inde
gerçekleştirilecek.
Sempozyuma, 500’ün
üzerinde yerli ve yabancı bilim adamı katılacak.
Sempozyumda, bilim adamları tarafından yapılan
kazılar, yüzey araştırmaları ve bu çalışmalarda ele
geçirilen buluntular üzerindeki arkeometrik
çalışmalara ilişkin yaklaşık 350 bildiri sunulacak.
Sempozyuma, 2004 yılında
Konya Selçuk Üniversitesi, 2005’te Antalya Akdeniz
Üniversitesi, 2006’da Ankara Üniversitesi Dil Tarih
ve Coğrafya Fakültesi, 2007’de Kocaeli Üniversitesi,
2008’de Çanakkale On Sekiz Mart Üniversitesi,
2009’da Denizli Pamukkale Üniversitesi ve 2010
yılında ise Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri
kapsamında İstanbul ev sahipliği yapmıştı.
Sempozyum süresince,
çeşitli illerden arkeoloji konusunda çalışan
bilimsel kuruluş, yayınevi, şirket ve sivil toplum
kuruluşlarından oluşan yaklaşık 20 tanıtım ve satış
standı açılacak.
Malatya Haber, 13.04.2011
|
49 HEYKEL RESİM HEYKEL MÜZESİ'NE
Türkiye
İstatistik Kurumunun (TÜİK) aralarında Şevket Dağ,
Nurullah Berk, Vecihi Bereketoğlu gibi önemli
ressamların eserlerinin bulunduğu koleksiyonu,
Kültür ve Turizm Bakanlığına devredildi. Eserler,
Resim ve Heykel Müzesinde sergilenecek.
Konuya ilişkin protokol, Devlet Bakanı Cevdet
Yılmaz, Kültür ve Turizm Bakanı Günay, TÜİK Başkan
Vekili Ömer Toprak, Kültür Bakanlığı Güzel Sanatlar
Genel Müdür Vekili Ömer Bozoğlu tarafından TÜİK
binasında imzalandı.
Devlet Bakanı Cevdet Yılmaz, imza töreninde
yaptığı açıklamada, eserlerin, 1926'da kurulan
merkezi istatistik dairesinden bu yana kurumda
muhafaza edildiğini, gerekli bakımların yapıldığını,
ancak bu işin TÜİK'in değil, Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın asli görevi olduğunu inandıklarını ve
eserlerin devrine karar verdiklerini söyledi.
Kurum envanterine kayıtlı 49 eser bulunduğunu
ifade eden Yılmaz, resimlerin en iyi şekilde
korunacağına inandıklarını, gönül rahatlığıyla devri
gerçekleştirdiklerini belirtti.
Yılmaz, ayrıca, Kültür ve Turizm Bakanlığının
eserlerden ikişer reprodüksiyonlarını hazırlayarak,
kuruma hediye ettiğini dile getirerek, bunun için
ayrıca teşekkür etti.
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay da kurumun gösterdiği dayanışma
ve örnek tavır için teşekkür etti.
Eserlerin
Ankara Resim Heykel Müzesinde sergileneceğini
bildiren Günay, müzeden geçmiş yıllarda bazı
eserlerin dışarıya verildiğini, hatta bunların
önemli bölümünün müze envanterinde kaydının bile
bulunmadığını, bunları toparlamaya çalışırken böyle
bir tavırla karşılamaktan mutluluk duyduklarını
söyledi.
Resim Heykel Müzesi'ni muhtemelen bu ayın sonunda,
sergi alanlarını iki katına çıkarmış biçimde yeniden
kamunun ilgisine sunacaklarını bildiren Günay, şöyle
konuştu:
“Bu çerçevede çeşitli birimlere dağılmış olan
eserleri de biraraya getirmeye, toplamaya
çalışıyoruz. Biz Resim Heykel Müzesi envanterinden
dışarıya çıkmış eserleri toplamaya çalışırken, çok
güzel bir gelişme oldu, hiç bu envantere girmemiş
bulunan TÜİK'teki 49 adet ve son derece değerli
imzalara sahip eserin, bizim envanterimize girme
imkanı oldu. Vecihi Bereketoğlu'ndan Şevket Dağ'dan
Hoca Ali Rıza'ya gerçekten Türk resminin çok önemli,
değerli isimlerini kapsayan zengin bir koleksiyon.
Biz bu resimleri, Resim Heykel Müzesinde
sergileyeceğiz.”
Bakan Günay, TÜİK ile turizm gelirleri
istatistikleri konusunda da işbirliği içinde
çalıştıklarına işaret ederek, “Orada da klasik
yöntemlerin dışına taşan yeni bir gelişmeyi inşallah
önümüzdeki günlerde kamuoyu ile paylaşacağız ve
Türkiye'nin turizm gelirlerinin şimdiye kadar
alışmış yöntemlerle hesaplananın üzerinde ve
ötesinde olduğu da böylece iki kurumun ortak
çalışması sonucunda ortaya çıkmış olacak” dedi.
Basın toplantısının ardından Yılmaz ve Günay, 49
eserin reprodüksiyonlarından oluşan sergiyi gezdi. Yılmaz ve Günay, eserler hakkında uzmanlardan da
bilgi aldı. Bu arada Şevket Dağ'ın “Cami İçi (Vaaz
Kürsüsü)” tablosunun fiyat tespitinin yapılmadığı,
ancak yaklaşık değerinin 2 milyon Avro olduğu
aktarıldı.
Ertuğrul Günay, Resim Heykel Müzesi'nden çalınan
eserlerin toparlaması noktasında hangi aşamaya
gelindiğini ve müsebbiplerin bulunup bulunmadığının
sorulmasına karşılık da hem çalışan hem de kayıtla
başka kurumlara verilen eserlerin olduğunu ifade
etti.
“Müsebbipler var... Müzenin kuruluş aşamasından
itibaren uzun yıllar yönetimde bulunmuş, bakanlıkta,
üst düzeyde bulunmuş bazı kişilerin, kamunun çeşitli
birimlerine çeşitli saiklerle bu eserleri
dağıttığına dair resmiyete kavuşmuş bilgiler var”
diyen Günay, hangi kurumda oldukları bilinen
eserlerin bir kısmının kendilerine geldiğini bir
kısmının da bulundukları yerde kayıt altına
alındıklarını bildirdi.
Müzede hem müfettiş incelemesi hem de bir bilim
komisyonu çalışması yürütüldüğünü anlatan Günay, bu
çalışma neticesinde maalesef bazı eserlerin
orijinali ile değiştirilmiş olduğunun, bazı
eserlerin de o müzede bulunacak vasıfta olmadığının
tespit edildiğini kaydetti.
Resim Heykel Müzesi'ni hem dijital ortamda hem de
klasik yöntemlerle bir envantere kavuşturduklarını
belirten Günay, müze binasının içindeki sergi
mekanlarını da iki katına çıkaracaklarını bildirdi.
Günay, “Hem dış mekanda etnoğrafya ve Resim
Heykel mekanında tümüyle bir iyileştirme sağlandı
hem de Resim Heykelin içindeki sergi alanları iki
katına çıktı. Artık orada eskisinden en az bir kat
fazla resmin sergilendiğini göreceksiniz. Açılış da
bu ay sonu mayıs ayı başı olabilir” dedi.
Ertuğrul Günay, müzede gerekli güvenlik
önlemlerinin alınıp alınmadığına ilişkin de “Tabi ki
aldık. Üzüntüyle söylemem gerekir ki ben teslim
aldığımda depoların penceresinde çelik tel bile
yoktu” dedi.
TÜİK'ten devralınan eserlerin daha önce kurum
içinde nerelerde tutulduğuna ilişkin soruyu da TÜİK
Başkan Vekili Ömer Toprak cevapladı. Toprak, zaman
zaman bakımları yaptırılan bu eserlerin kurum
genelinde asılı olduğunu, depo ve sair yerlerde
muhafaza edilmediğini söyledi.
Söz konusu eserlerin parasal değerine ilişkin
soruyu da Devlet Bakan Cevdet Yılmaz yanıtladı.
Yılmaz, her bir eserin ortalama 3 milyon lira olduğu
düşünülürse 49 eserin değerinin yaklaşık 150 milyon
lira olacağını dile getirdi.
Yılmaz'a, espriyle “Maliye Bakanı duymasın” diyen
Günay, daha sonra da Maliye Bakanının da kendilerine
destek verdiğini söyledi.
Resimlerin TÜİK tarafından iyi korunduğunu
belirten Günay, “Biz kendi depolarımızda daha vahim
durumda resimler bulduk. Resim Heykel Müzesi'nin
deposunda çok vahim durumda eserler gördük” dedi.
Müzenin depolarında 30 kadar da Fikret Mualla
resmi bulduklarını anlatan Günay, daha önce müzede 3
ya da 5 Fikret Mualla resmi sergilerken, bu
resimlerin bulunmasından sonra küçük bir odayı
Fikret Mualla resimlerine tahsis ettiklerini, bu
odanın yakın zamanda sanatseverlerin izlenimine
açılacağını bildirdi. Günay bunun, bu dönemde kültür
sanata verilen önemin ve nasıl bir sıçrama
yaşandığının göstergesi olduğunu söyledi.
Hürriyet, 13.04.2011
|
SANAT KÖPRÜSÜ DAĞILIYOR

Türkiye'deki sayılı dükkanlı köprülerden olan
Irgandı köprüsü, Osmangazi Belediyesi tarafından 10
yıllık kullanım süresi dolduğu için Vakıflar'a
devredildi. Kiralar yükselince köprü üzerindeki
dükkanlarda el sanatları icra edenler mekanlarını
bir bir kapatmaya başladı.
Tarihi köprüde el sanatkarlarının yaşaması için
dükkan kiraları 80 lira civarında tutulurken,
Vakıflar'a devirle birlikte kiralar 250 liraya
çıkarıldı. El sanatları ile geçimlerini sağlamaya
çalışan ustalar, zaten fazla insanın geçmediği
köprüde yüksek kiraları ödeyemeyince mekanlarını
kapatmaya başladı. Tarihi Irgandı sanat köprüsünün
yaşaması için Büyükşehir Belediyesi'nin devreye
girmesini isteyen sanatkarlar, aksi halde
kiralardaki
yüzde
300'lük artışı karşılayamayan bütün dükkanların
kapanacağını söyledi.
Daha evvel Osmangazi Belediyesi'ne aylık 70-80 lira
kira veren oymacı, sedefkar, hattat, tespihçi,
dokumacı ustaları artık mesleklerini sonlandırmaya
hazırlanıyor. Irgandı köprüsü üzerindeki
sanatkarlar, el emeğine saygının bir ürünü olarak
oluşturulan köprünün bu kira artışları ile
yaşamasının
mümkün
olamayacağını savundu.
Sanatkarlar, Büyükşehir Belediyesi bu köprüyü
kültürel bölge olarak sahiplenmezse herkesin teker
teker dükkanını boşaltacağına dikkat çekti. Vakıflar
Bölge Müdürlüğü'nün köprüyü bir akar olarak
görmesine
çok
üzüldüklerini dile belirten sanatkarlar, ne
yapacaklarını şaşırmış durumda.
Irganda köprüsü esnafı adına konuşan Geleneksel El
Sanatları Derneği Başkanı Zafer Karazeybek:
"Vakıflar'ın mülkiyetindeki Irganda köprüsünü
Büyükşehir Belediyesi veya Osmangazi Belediyesi'nin
kültürel olarak sahiplenmesini istiyoruz. Osmangazi
Belediyesi'ndeyken 60-80 lira olan kiraları
Vakıflar'ın 250 liraya çıkarması ile buradaki
sanatkarlar
bir bir iş
bırakmaya hazırlanıyor. 6 aydır derdimizi kimseye
anlatamadık. Valilik, Büyükşehir Belediyesi ve
Osmangazi'den görüşme taleplerine cevap gelmedi.
Burası açıldığında turistler ve Bursa halkının
gelmesi için yapılacağı sözü verilen otopark bile
yapılmamıştır. Burası sahiplenilmezse bir hafta
sonra gitmek zorunda kalacağız. Mesleklerimizi de
bırakacağız. Ben sedefkarım, bu mesleği yapacak
gençleri bulmakta zorluk çekiyoruz. Dükkanı kapatıp,
İstanbul'a gitmeyi düşünüyorum" dedi.
Köprüde gençlere yönelik hat, tezhip, ebru ve
oymacılık kursları da veriliyor. Dükkanların
Vakıflar'ın istediği fiyatlardan kiracı bulması
bölgedeki insan akışının azlığı sebebiyle imkansız
gözüküyor. Dükkanların boşalması ile sanat köprüsü
fonksiyonunu yitirecek. Vakıflar yetkilileri ise,
dükkan kiralarının bölgedeki kiralara göre
ayarladıklarını belirtiyor.
Bursa Olay, 13.04.2011
|
150 YILLIK EV KÜL OLDU

Kağıthane'de 2 katlı eski bir evde çıkan
yangın korku ve paniğe neden oldu. Evde kaldığı
belirtilen tinerciler tarafından çıkartıldığı öne
sürülen yangında alevler kısa sürede tüm evi sardı.
İtfaiyecilerin güçlükle müdahalede bulunduğu
yangında ev tamamen kül oldu. Ev sahibi ve komşular,
tinerciler için önlem almadıklarını öne sürdükleri
yetkililere sitem etti. Kendisinden bilgi alan
polislere sitem eden ev sahibi, "Benim canım yanmış,
gelmiş bana laf söylüyorlar. Ben de memurluk yaptım.
Şunu göz göre göre devlet yaktı. Ben başka bir şey
bilmiyorum. Tinerci yakmadı devlet yaktı." dedi.
Kağıthane'de polisi ve itfaiyeyi alarma geçiren yangın, akşam
saatlerinde Merkez Mahallesi Tabya Caddesi 37
numaradaki 150 yıllık geçmişi olan 2 katlı evde
çıktı. İddialara göre uzun süredir kimsenin
kalmadığı evde bir süredir barınan tinerci bir grup
giriş katta yangın çıkardı. Alevler kısa sürede üst
kata ve oradan da çatıya sıçradı.
Evden yükselen dumanlar bir kilometre uzaktan
görülürken, itfaiye ekipleri hemen harekete geçti.
Çok yakın bir mesafede olan ve kısa sürede olay
yerine gelen Kağıthane İtfaiye ekipleri, alevlere
müdahalede yetersiz kalınca olay yerine Şişli,
Seyrantepe itfaiye ekipleri de sevk edildi. Takviye
itfaiye ekipleri gelene kadar alevler tüm evi sardı.
Ahşap döşemeler alevlerin etkisiyle yer yer çöktüğü
gözlenirken, ev tamamen yandı. İtfaiye ekipleri
alevlerin bitişikteki binaya sıçramadan yangını
söndürdü.
Yanan evin bitişiğinde oturan Mehmet Kızılay,
tinercilerden şikayet ederek, " Buralarda çok
tinerci var. Onlar geliyor buralara. Burası aynı
şekilde birkaç defa daha yanmış. Tinerciler devamlı
burada. İnşaatlar çok olduğu için tinerci çok
buralarda. Devamlı kovalıyoruz elimizden geleni
yapıyoruz. Kaç sefer polis çağırdık. Polis alıp
götürüyor, bir gün sonra geri geliyorlar. Adamlar
elinde tiner poşetleri ile dolaşıyorlar. Bir şey
yapamıyoruz. Ancak polis çağırıyoruz." dedi.
Ev sahibi Engin Tan ise üç dört ay önce yine
tinerciler tarafından evinin yakıldığını söyledi.
Kağıthane Karakoluna giderek müracatta bulunduğunu
belirten Tan, "İki tane memurla berebar geldik. Üst
kattaki binanın içine girdik. Hiçbir olumsuzluk
yoktu. Döndük alt kata girdik. İçerde tinercilerin
oturduklarını gördük. Polis memuru 'ertesi gün gelip
evini boşaltacağız' diye bana söyledi." şeklinde
konuştu.
"Bu benim atamdan kalma bina. Ben iki tane
tinerci için ev mi yıkacağım." diyen ev sahibi Tan,
"Bina istimlakta. Belediyeye gidiyoruz, 'biz
yıkamayız' diyorlar. Emniyete gidiyorum 'ben 24 saat
bekleyemem' diyorlar. Emniyet bana diyor ki 'sen
içeriye gir, tinerciyi gör, müdahale etme hiçbir şey
yapma 155 i ara gelsinler müdahale etsinler' diyor.
Benim o kadar gücüm yetkim var mı? Ben vatandaşım.
Tinercilerle devlet başa çıkamıyor. Ben nasıl
çıkayım?" ifadelerini kullandı.
Polis geldikten bir gün sonra evinin yandığını öne
süren Tan, "Bu dördüncü oldu. Emniyette şikayetimiz
var, belediye de var. Biz artık bıktık. Vatandaş
olarak biz Kağıthane de dışarı çıkamıyoruz.
Kağıthane'nin merkezinde tinercisi orda, esrarkeşi
orda, eroinmanı orda. Karakola 100 metre mesafe
burası. Bu şikayetler daha önce kaymakama da
iletildi. Ben bu evin damadıyım. Yanan evde 25
senemi geçirdim. Bunların kimler tarafından
yakıldığını karakol biliyor." dedi.
Röportaj yaptığı sırada eve gelen polis ekiplerinin
sorularını yanıtlayan Tan, polislere sitem ederek
"Benim canım yanmış, gelmiş bana laf söylüyorlar.
Ben de memurluk yaptım Şunu göz göre göre devlet
yaktı. Ben başka bir şey bilmiyorum. Tinerci yakmadı
devlet yaktı." iddiasında bulundu.
Polis, evi yaktıkları öne sürülen tinercileri
yakalamak için çalışma başlattı.
Sabah, 13.04.2011
|
"İSA'NIN ÇARMIHA GERİLDİĞİ ÇİVİYİ BULDUM" İDDİASI
Kanada asıllı İsrailli yönetmen Simcha Jacobovici, 20 yıl önce Kudüs'teki bir mezarda bulunan iki çivinin, Hz.İsa çarmıha gerilirken ellerine çakılan çiviler olduğunu iddia etti. Telegraph gazetesinde yer alan habere göre İsa'nın çarmıha gerilmesinde rol oynadığı rivayet edilen Yahudi din adamı Caiaphas'a ait mezarda, o dönem ölü kemiklerinin saklandığı kireç taşından yapılmış 12 sandık bulundu. Çiviler, üzerinde "Caiaphas" ve "Caiaphas'ın oğlu Joseph" yazan sandıkların birinden çıktı. "Elimizde güçlü kanıtlar var" diyen Jacobovici, çivilerle ilgili bir de belgesel çekti.
Uzmanlar ise yönetmenin iddiasını ispatlanması zor ve zorlama buldu.
Milliyet, 13.04.2011
|
 |
|
TUTANKHAMON EVİNE DÖNDÜ
Eski Mısır firavunlarından Tutankhamon'un
çalınan altın kaplamalı heykeli, ülkeye geri
getirildi.
Mısır Eski Eserler Üst Kurulu'ndan yapılan
açıklamaya göre, ocak ayından beri kaçırılan
10 eserden 4'ü ülkeye tekrar kazandırıldı.
Halka duyurmak amacıyla medyada gösterilen
tarihi eserler, şu an Kahire'deki Mısır
Müzesi'nde yeniden sergileniyor.
Zaman, 13.04.2011
|
LAODİKYA KAZILARI İÇİN 2 MİLYON ÖDENEK
Laodikya
kazılarına bu yıl 2 milyon liraya yakın ödenek
tahsisi yapılacak.
Denizli Belediye Başkanı Osman Zolan, “Laodikya Antik Kenti kazılarını önemsiyor ve her türlü desteği veriyoruz. Bu yıl da talep edilen ödeneği karşılayacağız. Talep edildikçe buraya para aktarımı yapılıyor. Bu yılki talebin 2 milyon liraya yakın olacağı tahmin ediliyor” dedi. Zolan, Laodikya’da Kültür ve Turizm Bakanlığı, İl Özel İdaresi, Denizli Belediyesi ve Pamukkale Üniversitesi işbirliğiyle bir çalışma sergilendiğini, ziyaretçilerden elde edilen gelirle kazı giderlerinin çıkarılacağını, aynı zamanda Denizli’nin uluslararası alanda tanıtımına önemli katkıda bulunacağını belirtti.
Laodikya Kazı Heyeti Başkanı
Prof.Dr. Celal
Şimşek, antik kentte kazıların 12 ay yapılabilir
hale gelmesinin daha yoğun çalışma imkanı
sağladığını, bu yıl da kazıların yanı sıra
restorasyon çalışması yürüteceklerini söyledi. Bu
yılın kazı programını uygulamaya başladıklarını
bildiren Prof.Dr. Şimşek, 6 bin 200 metrekare alana
yayılan ve MS 3. yüzyıldan itibaren kullanılmaya
başlanan A Evi ile Hac Kilisesi, Tapınak A,
İmparator Septimius Severus Çeşmesi ve Stadyum
Caddesi’nde kazı ile restorasyon çalışmalarının
birlikte yapılacağını ifade etti. Kazı çalışmalarını
tamamladıkları Suriye Caddesi’nde restorasyonun
süreceğini anlatan Şimşek, “Caddeye açılan
sokaklarda da kazı ve restorasyon yapacağız. Buraya
gelen ziyaretçiler çalışmaları da görme imkanı
bulacak. Ana sokak ve caddeleri gezecekler. Böylece
ziyaretçileri tarihi yolculuğa çıkaracağız” dedi.
Denizli Haber, 12.04.2011
|
ATATÜRK MÜZESİ ÇALIŞMALARI
Gaziantep Büyükşehir Belediyesi tarafından, Gazi Mustafa Kemal
Atatürk anısına ''Atatürk Müzesi'' çalışmalarında
sona gelindi.
Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey, yaptığı
açıklamada, 26
Ocak 1933
günü Gaziantep'e gelen Ulu Önder Atatürk'ün büyük
bir coşkuyla karşılandığını belirtti.
Güzelbey, zamanın
Belediye
Başkanı Hamdi Kutlar'ın önerisi ve Belediye Meclisi
kararı ile Atatürk'e fahri hemşehrilik beratı
verildiğini hatırlatarak, şu bilgileri verdi:
''Atatürk, Gaziantep ili Bey Mahallesi nüfusuna
kaydedildi. Biz de Büyükşehir Belediyesi olarak Ulu
Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk'e olan vefa
borcumuzu ve bağlılığımızı göstermek amacıyla
şehrimizde Atatürk Müzesi yapmayı kararlaştırdık.
Bey Mahallesi'nde bulunan Adil Sani Konukoğlu'na ait
geleneksel Antep evi, müze yapılmak üzere belediyeye
bağışlandı.
Belediyemizin İmar ve Şehircilik Daire Başkanlığı'na
bağlı KUDEB birimi tarafından yürüten Atatürk Müzesi
projesi kapsamında yapının rölöve, restitüsyon ve
restorasyon projeleri hazırlanmıştır. Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun onayına
müteakip Atatürk Müzesi'nin restorasyon çalışması
planlandığı şekilde tamamlanmıştır.''
Müze içerisinde Atatürk araştırma kitaplığı, çalışma
odası, çok amaçlı sergi salonları, Atatürk'ün
hayatının anlatıldığı sinevizyon odası, sergi
alanları ve hediyelik eşya satış ünitesinin
yapılmasının planlandığını belirten Güzelbey,
çalışmalarda
son
aşamaya gelindiğini kaydetti.
Gaziantep 27 Gazetesi, 12.04.2011
|
TARİHİ KÖPRÜYE AVİZE TAKILDI
Rize’nin İkizdere
İlçesi'ne bağlı Güneyce belde
belediyesince, tarihi kemer köprünün altına
aydınlatma amacıyla avize takıldı.
Güneyce Belediyesince
belde merkezinde bulunan ve 1901 yılında inşa
edildiği tahmin edilen tarihi kemer köprünün altına,
aydınlatma amacıyla avize asıldı. Sokak
direklerinden çekilen hat ile elektrik verilen
avize, geceleri otomatik olarak yanıyor.
Üzerinde aydınlatma bulunmayan tarihi köprünün
altında yanan avize, görenlerin ilgisini çekiyor.
Güneyce Belediye Başkanı Kemal Köse, tarihi taş
kemer köprüyü aydınlatmak istedikleri
için böyle
bir uygulama yaptıklarını anlatarak, “Köprünün
altında bir zincir asılı idi. Bunu da
değerlendirerek
Samsun’dan
özel yapım
21 ampulü olan avize getirttim. Yaklaşık 3 bin
liraya mal oldu. Amacımız köprünün aydınlatılması”
dedi.
Milliyet, 12.04.2011
|
|
 |
NİŞANYAN'A TEHDİT DAVASI
İzmir'in Selçuk İlçesi'ne bağlı tarihi Şirince Köyü'ndeki yapıların yıkım kararına ilişkin beyanlarında, Kaymakam Aziz İnci'yi 'tehdit' ettiği iddiasıyla, köydeki 'Nişanyan Evleri'nin işletmecisi Sevan Nişanyan hakkında, 6 aydan 2 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açıldı.
İddiaya göre Yazar Sevan Bedros Nişanyan, geçen Ocak ayında bir gazetede çıkan haberde devlete meydan okudu. Gazeteye verdiği beyanatta, devletin bürokratlarının hayal kurduğunu belirten Nişanyan, "Kaymakam da dahil olmak üzere cahil bu insanlar. Bu kurdukları hayaller, çok fazla ilgimi çekmiyor. Gelecekleri varsa görecekleri de var. Kan dökülmeden bu işin yapılabileceğini zannediyorlarsa çok yanılıyorlar" dedi.
Gazetede çıkan haberden sonra Selçuk Kaymakamı Aziz İnci, savcılığa suç duyurusunda bulundu. Dosyayı inceleyen Cumhuriyet Savcısı Bekir Güney, toplanan delil ve alınan ifadelere göre, Sevan Bedros Nişanyan'ın söylediği sözlerle Selçuk Kaymakamı'nı tehdit ettiğini belirtip 6 aydan 2 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanması için İzmir 22. Sulh Ceza Mahkemesi'nde dava açtı. Selçuk Savcılığı'nda ifade veren Sevan Bedros Nişanyan, suçlamaları kabul etmedi. Kendisinin kimseyi tehdit etmediğini belirten Nişanyan, "Dökülecek kan benim de olabilir dedim" diye konuştu. Sevan Bedros Nişanyan, önümüzdeki günlerde hakim önüne çıkacak.
Yeni Asır, Haber: Ali Eyce, 12.04.2011
|
SAFRANBOLU'DA 7 TARİHİ ÇEŞME RESTORE EDİLİYOR
Karabük'ün Safranbolu İlçesi'nde 7 tarihi çeşme restore edilerek yeniden işlev kazandırılacak. Herhangi mimari plana dayanmaksızın 18. ve 19. yüzyıl ile 20. yüzyıl başlarında inşa edilmiş yaklaşık 2 bin geleneksel konağın ve içlerinde han, hamam, çeşme ve cami gibi bin 250 tescilli yapının bulunduğu Safranbolu'da, çeşitli bölgelerde, 18. yüzyıl başlarında yapılmış 50'si daha önce devlet ve vatandaş işbirliğiyle restore edilmiş yaklaşık 150 tarihi çeşme yer alıyor.
Safranbolu Belediye Başkanı Necdet Aksoy, Osmanlı kent yapısının vazgeçilmez unsuru olan tarihi çeşmeleri koruyarak gelecek kuşaklara aktarmanın en önemli görevlerinden birisi olduğunu söyledi. Atalarından kendilerine korunarak bırakılan su ve çeşme kültürünü en iyi şekilde koruyacaklarını ve işlevsel halde tutacaklarını anlatan Aksoy, şöyle dedi:
''Çeşme, kültürümüzün önemli yapı taşlarından birisi. Osmanlı döneminde çok önem verilirdi. Dini bakımdan 'cömertliğin', sosyal açıdan 'tanınmışlığın' ve mimari yönden 'cezbediciliğin' ifadesi 150 tarihi çeşmeden onarım bekleyen 7'si için restorasyon çalışması başladı. Padişah 3. Selim'in sadrazamlarından İzzet Mehmet Paşa'nın yaptırdığı İnce Köprü'den geçen Paşa Suyu ile konakların yakınından çıkan kaynaklardaki kanallarda meydana gelen arızalar nedeniyle bir bölümü susuz kalan çeşmelerin şebekeye bağlanarak sularının akıtılması da sağlanacak.''
Yapı, 12.04.2011
|
 |
|
ANDY WARHOL OTOPORTRESİ REKORA ADAY
1963 yılında 1.600 dolara satın alınan
Andy Warhol otoportresi, mayıs ayında New
York'ta müzayadeye çıkacak. Christie's müzayede evi
tarafından düzenlenecek müzayedede eserin 30 milyon
doların (45 milyon TL) üzerinde bir fiyata satılması
bekleniyor.
Warhol'un en pahalı otoportresi geçtiğimiz yılın
mayıs ayında Sotheby's New York'ta 32 milyon dolara
(48 milyon TL) satılmıştı.
Habertürk, 12.04.2011
|
SONUCA ULAŞAMAYAN 'ULAŞIM' PROJESİ

Fotoğraftakiler (soldan sağa): DLH Marmaray Bölge
Müdürü Dr.Müh. Haluk İbrahim Özmen ve Proje Müdürü
Hüseyin Belkaya
İstanbul'un bitmek bilmeyen projelerinden biri
olan Marmaray Projesi, 11 Nisan Pazartesi günü DLH
Marmaray Bölge Müdürü Dr.Müh. Haluk İbrahim Özmen ve
Proje Müdürü Hüseyin Belkaya tarafından Mimar Sinan
Güzel Sanatlar Üniversitesi'nde masaya yatırıldı.

Marmaray Projesi güzergahı
Proje Müdürü Hüseyin Belkaya projenin başlangıcından
günümüze dek olan süreçteki çalışmaları ve
gelişmeleri dinleyicilere aktarmak üzere bir sunum
gerçekleştirdi. 2002 yılında tohumları atılan bu
proje halen daha devam etmekte olup, ne zaman
biteceği tam olarak bilinmiyor. Projenin
güzergahları doğrultusunda Yenikapı, Sirkeci ve
Üsküdar'da yeni yeraltı istasyonları inşa edilecek
ve demiryolu teknolojisi, modern sistemler ve
demiryolu araçları kullanılarak iyileştirileceği
planlanıyor. Projeye, banliyö demiryolu sisteminin
altyapısında yapılacak yenilemeler ile birlikte bu
hatlar entegre olacak. Bu şekilde gerçekleşecek
yolculuk süreleri Halkalı'dan Gebze'ye, Sirkeci'den
Haydarpaşa'ya feribotla geçiş dahil olmak üzere,
tipik koşullar altında 185 dakika sürerken,
iyileştirilmiş banliyö demiryolu sistemi hizmete
açıldığında, bu yolculuk 105 dakika sürecek.

Yukarıda belirtilen güzergahlara ek olarak,
yolculuk süresi ile ilgili diğer örnekler, aşağıda
liste halinde sunuluyor:
- Gebze ve Halkalı arası 105 dakika
- Bostancı ve Bakırköy arası 37 dakika
- Söğütlüçeşme ve Yenikapı arası 12 dakika
- Üsküdar ve Sirkeci arası 4 dakika
Projenin mühendislik açısından kurgusunu anlatan
Belkaya, depreme yönelik oldukça fazla önlem alarak
projeyi gerçekleştirdiklerini belirtti. "Deprem
zamanında keşke bu tünelde olsak" diyen Belkaya,
yapılan sismik haritalar ve fay hatlarının
belirlenmesi ile 7,5 büyüklüğündeki depreme
dayanaklı bir sistem tasarladıklarını vurguladı.
Ayrıca tünellerde yer alacak "erken uyarı
sensörleri" ile depremi önceden tayin edip, Kandilli
Rasathanesi'ne bildirileceğini ve rasathaneninde tüm
İstanbul'a ileteceğini ifade eden Belkaya, daha
sonra projenin inşa detaylarından bahsetti.

Batırma Tünellerin imalatı
Tünellerin üretimleri DLH'nın özel üretim
yerlerinde, kuru havuzlarda yapılıyor. Yapılan
batırma tüneller, yüzer şekilde Büyükada
yakınlarında deneme batırmaları yapılarak su alıp
almadığı test ediliyor. Yapılan revizyonlar
sonrasında da güzergahlara getirilip, içleri su dolu
tanklarla batırılıyor ve yerleştiriliyor.
Belkaya daha sonra kazılar sonucu ortaya çıkan
kültürel mirastan söz etti. Yenikapı Theodosius
Limanı'nı istasyon alanı olarak özellikle
seçtiklerini belirtti. Bunun nedeni olarak da liman
buluntularını mimari buluntulara göre daha kolay
kaldırabilmek olduğunu söyledi. Yenikapı
İstasyonun'daki şantiyeden ve orada çıkan tarihi
eserlerden, buluntulardan söz eden Belkaya,
arkeologların buradaki çalışma sürecini uzattığından
yakındı. Çalışma saatlerinin yoğun olmadığından,
onların istemiş oldukları saatlerde çalışmak
istemediklerinden ötürü projenin yavaşladığını ve bu
nedenle projede 2 sene kayıp olduğunu belirtti.
Belkaya, kazıların daha hızlı gerçekleşmesini
istediklerini fakat bu durumun arkeoloji bilimine
ters olduğunu ve bu bilimin tam olarak ne olduğunu
çözemediğini sözlerine ekledi. Bu nedenle de
Arkeoloji Müzesi ile zaman zaman anlaşmazlıkların
ortaya çıktığını anlamak mümkün.
Arkeologlara olan bu sitemlerden sonra Yenikapı
kazısında çıkan tarihi eserlerin görsellerini
dinleyicilerle paylaşan Belkaya, kazıda çıkan gemi
buluntularını UNESCO tarafından koşul tutulan 8 tane
uzmandan birine inceletme yaptıklarını ve istenilen
her şeye uyulduğunu söyledi. Yenikapı Bölgesi'nde
MÖ 6500 yıllarına ait buluntular çıktığını,
bunların kentimiz açısından çok önemli olduğunu
ifade ederek sözlerini tamamladı.
Sunum ardından sorulara geçilerek, proje hakkında
dinleyicilerin merak ettikleri cevaplandı. İlk
olarak dinleyicilerden bir kişi şu soruları
yöneltti: "Radikal Gazetesi'nde proje nedeni ile
Topkapı Sarayı'nın zarar gördüğü yazılmıştı. Bunun
doğruluk payının olup, olmadığını öğrenebilir miyim?
Bugüne kadar şantiyelerde herhangi bir iş kazası,
ölüm oldu mu?"
İlk soruya Haluk İbrahim Özmen, böyle birşeyin
gerçek olmadığını sadece Gülhane Duvarı'nda çatlak
olduğunu, onun da nedeninin bu proje olmadığını ama
yine de bu konuda çok dikkatli davrandıklarını
belirtti. Çalışmalarını üniversitelerden ve Kültür
Varlıkları Koruma Kurulu'ndan gelen raporlar
doğrultusunda gerçekleştirdiklerini vurguladı.
İkinci sorunun cevabını ise Hüseyin Belkaya vererek,
şimdiye kadar şantiyelerde 2 kişinin hayatını
kaybettiğini, çok ağır şartlarda çalışmalarını
sürdürdükleri için sürekli denetlemelerin
yapıldığını söyledi.
Sözü daha sonra 2010 İstanbul Kültür Ajansı'ndan
Korhan Gümüş aldı. Korhan Gümüş bu tip büyük
projelerin yönetim modellerinin önemine dikkat
çekti. Gümüş, projenin sadece ulaşım projesi olarak
ele alındığını oysa ki kentsel planlama ve tasarım
açısından beraber ele alınması gerektiğini
vurguladı. Bu nedenle de sanki Bayındırlık Bakanlığı
ile Ulaştırma Bakanlığı arasında bir koordinasyon
olmadığı gibi göründüğünü, proje iyi yönetilirse çok
başarılı bir proje olabileceğini ifade etti. Kentsel
tasarım açısından özellikle projede yapılacak
istasyon binalarının mimari açıdan iyi tasarlanması
gerektiğini ve bu nedenle iyi mimarlar ile
çalışmasının önemini vurguladı. Korhan Gümüş,
projenin sahilde gerçekleşmesi yatırımların
maliyetini çok daha fazla arttırdığını ve ayrıca bu
şekilde ulaşımın dikeyleştiğini belirterek, acaba bu
proje E-5'de olamaz mıydı diyerek kafalarda soru
işareti yarattı. Bu eleştirilerin üzerine Haluk
İbrahim Özmen, Bayındırlık Bakanlığı ile herhangi
bir anlaşmazlık olmadığını, projenin ulaşım projesi
olduğunu söyledi. Kentsel anlamda İBB tarafından
Yenikapı ve Üsküdar İstasyonları'na yönelik kentsel
tasarım projelerinin gerçekleştirildiğini, proje
kapsamına arkeolojik park alanları, müze alanları
yaratmak istediklerini vurgulayarak kentsel planlama
açısından da çalışmalar yaptıklarını belirtmek
istedi. Yönetim modeli olarak da dinamik bir çalışma
sistemine sahip olduklarını, fikir ve görüş alarak
çalışmalarına devam ettiklerini söyledi. Projenin de
merkezi yönetimin bir projesi olduğu için başka
yönetim modellerinin olabileceğini fakat ona karar
verecek olan birimin kendileri olmadığını vurguladı.
İMP Kentsel Tasarım ve Yarışmalar Bölümü
Yürütücüsü Murat Vefkioğlu, Yenikapı İstasyonu'na
yönelik açılacak yarışmayı kendilerinin
hazırladıklarını ve şartname hazırlarken
Yenikapı'nın potansiyellerinin kente nasıl
kazandırabileceklerini düşünerek hareket ettiklerini
söyledi. Fakat DLH'nın şartnamenin hazırlanması
sürecinde görüşlerini yadırgadıklarını belirten
Vefkioğlu, "Biz böyle yaptık, böyle... Siz de ona
göre yapın" gibi bir tutum sergilediklerini söyledi.
Vefkioğlu bir diğer sitemini proje müdürü Hüseyin
Belkaya'ya arkeologlar hakkındaki görüşlerinden
ötürü yaptı.
Kentin mirasının geleceğe taşınmasında
arkeologların çok önemli bir role sahip olduğunu
vurgulayan Vefkioğlu, kurumlar arası koordinasyonun
ve çalışmaların projenin başlangıcından beri mi
yoksa proje sonrasında duruma göre mi geliştiğini
sorarak sözlerini bitirdi.
Murat Vefkioğlu'nun görüşlerine ve sorusuna
yönelik Haluk İbrahim Özmen söz aldı. Proje
hakkındaki ön çalışmaların 2002 yılı itibari ile
tamamlanmış olduğunu söyledi. Arkeologlar konusunda
da öyle bir düşünce içinde olmadıklarını sadece
kendilerinin çekirdek bir kadro oldukları için
İBB'den daha hızlı ilerlediklerini vurguladı.
Hüseyin Belkaya da arkeologların çok önemli meslek
adamları olduklarını, onlara çok şey borçlu
olduklarını, sadece projenin yavaşlaması nedeni ile
onlara sitem ettiğini belirtti.
Dinleyicilerden gelen bir diğer soru da, Avrasya
Tüneli Projesi ile bu proje arasında bir bağlantı
olup olmadığı sorusuydu. Bu soruya Özmen, kendileri
bu konuyla ilgili birim olmadığını, detaylar
hakkında fazla bilgisi olmadığı cevabını verdi.
Haluk İbrahim Özmen son olarak da Marmaray
Projesi'nin ne zaman hayata geçirileceği sorusuna
yanıt vererek, projenin %70'nin tamamlanmış olduğunu
ve 2013 yılı 29 Ekim'de test sürüşlerinin
yapılmasını umduklarını söyledi.
Arkitera, Haber:
Derya Yazman, 12.04.2011
|
1.5 MİLYON DOLARLIK ATATÜRK TABLOSU
Bali Müzayede’nin, 14 Mayıs’ta İstanbul Ritz
Carlton otelinin balo salonunda düzenleyeceği
müzayedenin en değerli eseri
Ferruh Başağa’ya ait “Aydınlanma”
tablosu. İçinde
Atatürk figürü bulunan tablonun değerinin 1.5
milyon dolara alıcı bulması bekleniyor.
Yine aynı müzayede de satışa sunulacak olan
Mübin Orhon'un “Delacroix'a Saygı” adlı
tablosunun değerinin ise 1 milyon doları aşacağı
tahmin ediliyor.
Bali Müzayede Yönetim Kurulu Başkanı Hakan Bali,
olan müzayede kapsamında
Ferruh Başağa,
Burhan Doğançay,
Mübin Orhon, Selim Turan, Neş'e Erdok, Erol
Akyavaş, Neşet Günal, Nejat Melih Devrim, Fikret
Mualla gibi çağdaş ve modern Türk resminin öncü
isimlerine ait eserler yer alacağını söyledi.
Habertürk 12.04.2011
|
|
TARİHİ SEFARATHANE İTALYA'YI BEKLİYOR

İstanbul Boğazı'nda
Tarabya Oteli'nin yanında bulunan İtalyan
Sefarethanesi, restore edilmezse yıkılacak. Sultan
II. Abdülhamid; 1909'da, ünlü saray mimarı
D'Aronco'ya yaptırdığı 5 katlı ahşap binanın
tapusunu, Karadağ prensinin kızıyla evlenen İtalya
Kralı Victor Emmanuel'e düğün hediyesi olarak verdi.
Tam 102 yaşında olan bina, yıllara meydan okudu.
Fakat 10 yıl önce, bahçedeki ağaç, üzerine yıldırım
düşünce devrildi ve binaya ağır hasar verdi. Bunun
üzerine, İtalyan ve Türk mimarlar, restorasyon için
seferberlik ilan etti. Her iki ülkede eşzamanlı
basın açıklamaları ve toplantılar düzenlediler.
Türkiye'de bürokratik işlemler, hızla tamamlandı,
gerekli izinler alındı, tadilat projesi çıkarıldı.
2006'nın Mayıs'ında dış iskele de kuruldu. Fakat,
Sefarethane'nin onarımı için gereken bütçe ve son
izin, İtalya Bakanlar Kurulu'na takıldı. Aradan
geçen 5 yıl içinde, bu izin çıkmadı.
İstanbul Teknik Üniversitesi, Mimarlık Tarihi
Bölümü'nün ünlü mimarlarından Prof.Dr. Afife Batur,
"Böyle bir eserin bu hale gelmiş olmasına çok
üzülüyorum. Türkiye'deki resmi prosedür çok kısa
sürede tamamlandı. Ama İtalyan hükümeti bütçe
çıkarmazsa tarihi ve mimari özelliği büyük olan bina
birkaç yıl içinde yıkılacak" dedi. Batur şöyle devam
etti: "Mülk İtalya'ya ait olduğu için bütçenin ve
onayların bu ülke tarafından verilmesi gerekiyor.
Böylesine terk edişin, çöküşün sahibi olan ülke;
sanatta, mimaride dünya şaheserleri yaratmış,
benliği sanatla yoğrulmuş İtalya'dır. Hayranlık
duyduğum İtalyanların böyle bir ihmali, aldırmazlığı
kabullenişini düşünemiyorum. Binanın bir an önce
eski görkemine kavuşması için diplomasinin harekete
geçmesi gerektiğine inanıyorum." Sarıyer Belediyesi
yetkilileri ise, Dışişleri Bakanlığı'nın bir an önce
devreye girmesi gerektiğini söyledi.
Sabah, Haber: Erhan Öztürk, 12.04.2011
|
|
ÇANAKKALE'DE SIR SİPER
En kanlı çatışmaların
yaşandığı Gelibolu yarımadasında beş yıldır
araştırma yapan Avustralya, Yeni Zelanda ve
Türkiye’den arkeolog ve tarihçilerden oluşan ekip,
yaklaşık dört kilometrelik siper sistemi ile yedi
tünel ve 12 mezar keşfetti. Avustralya’nın Melbourne
Üniversitesi’nden Prof. Antonio Sagona
başkanlığındaki ekip, yeni bulguların savaşın
gelişimi konusundaki tarihi bilgilerde yeni sayfa
açacak nitelikte olduğunu söyledi. Prof. Sagona’ya
göre siperlerin keşfi, ön cephedeki askerlerin çok
kısa sürede yer değiştirmesinin ardındaki sır
perdesini ortadan kaldırıyor. Ayrıca İngiliz
askerlerden kalan tıbbı malzeme ve içilebilir
durumda rom şişelerine de rastlandı. Buluntular
Çanakkale Müzesi’ne teslim edildi.
Hürriyet, 12.04.2011
|
HORHOR MEDRESESİ RESTORE
EDİLİYOR

Daha önce Milli Emlak
Genel Müdürlüğü'ne ait olan eski Van şehrindeki
tarihi eserler ve 82 dönümlük arazinin tapusu Vali
Münir Karaloğlu'nun girişimleri sonucu geçtiğimiz
hafta Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne devredildi.
Karaloğlu, devir işlemlerinin ardından beraberinde
Mimarlar Odası Başkanı Şahabettin Öztürk ve İl
Kültür ve Turizm Şube Müdürü Salih Tatlı ile
birlikte eski Van şehrinde incelemelerde bulundu.
Eski Van şehrindeki kiliseler başta olmak üzere
Kızıl Camii, Ulu Camii, Abbasağa Camii, Horhor
Camii, Çifte Hamam Miri Ambarı ve Horhor kaynak suyu
bölgesini gezerek, yetkililerden bilgi aldı.
Yaklaşık 2 kilometrelik alanı gezen Karaloğlu,
bölgeye uygulayacakları projeler ve devam eden
restorasyon çalışmaları ile ilgili bilgi verdi.
Geçen yıl ihalesi Vakıflar Genel Müdürlüğü
tarafından yapılan Kayaçelebi Camii'nin restorasyon
projesinin başlayacağını ve bu yıl ibadet açmayı
planladıklarını kaydeden Karaloğlu, Hüsrevpaşa
Camii'nin restorasyon projesinin ise devam ettiğini
bildirdi. Eski Van şehrindeki eserlerin tapusunun
şimdiye kadar Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne
devredilmesinin eksiklik olduğunu ifade eden
Karaloğlu, ancak geçen hafta ifrazını yaptıkları 82
dönümlük arazinin ve 5 eserin tapusunun Vakıflar
Genel Müdürlüğü'ne devredildiğini bildirdi.
Kayaçelebi Camii, Kızıl
Camii, Ulu Camii, Abbasağa Camii, Horhor Camii,
Çifte Hamam'ın projelerinin hazır olduğunu anımsatan
Karaloğlu, "Bu 5 eserin rolöve ve restorasyon,
restitüsyon projeleri Kültür ve Tabiat Varlıkları
Koruma Kurulu'ndan geçti. İnşallah biz Horhor Camii
ve Medresesinden başlayarak, Hüsrevpaşa Camii'nden
sonra eski Van şehrinde yeni bir dinamiği ayağa
kaldırmak istiyoruz" dedi.
Van Kalesi'nin sadece kaleden ibaret olmadığını ve
gezildiğinde birbirinden değerli yüzlerce tarihi
eserin yer aldığını anımsatan Karaloğlu, "Bunların
başında Miri Ambarı'ndan Sarnıçına, Kilisesinden,
Camisine, Medresesinden Hamamına kadar çok sayıda
eser var. Minarelerindeki süslemelere bakınca
insanın hayran olmaması mümkün değil. Kızıl Camiinin
minaresindeki süslemeler, çiniler 13. yüz yıldan
kalma Selçuklu eserleri. Bu önemli eserler mutlaka
ayağa kaldırmamız lazım. Bunun için de Van Kalesi
etrafında eski Van şehrinde daha çok çalışma
yapmamız lazım. Mevcut eserlerin tamamını ayağa
kaldırıp buraları 24 saat yaşanabilir mekanlar
haline getirmemiz lazım. Yoksa oraları korumamız
mümkün değil. Van Kalesi'nin güney ve kuzey
aydınlatmalarını zaten geçen yıl bitirmiştik. Bazı
eksiklikler var onlarda tamamlanacak. Süleyman Han
Camii bitti, kaledeki Sur restorasyonları bu yıl da
devam edecek. İnşallah kale ve çevresi 3-5 yıl sonra
gerçekten Türkiye'nin ve dünyanın dört bir
tarafından insanların 'gidip orayı görelim' denecek
mekanlar haline gelecek" dedi.
Eski Van şehrinde Hüsrevpaşa ve Kayaçelebi Camileri
ile birlikte bu yıl restorasyonuna başlayacakları
Horhor Cami'yi de inanç turizmine kazandıracaklarını
anlatan Karaloğlu, şunları kaydetti: "Vakıflar Genel
Müdürlüğümüzle görüşüp bu yıl önemli eserlerden bir
tanesi olan Horhor Cami'yi ayağa kaldırmak
istiyoruz. Horhor Camii ve medresesi önemli bir
merkez. Burayı ayağa kaldırıp, kalenin zirvesinde
Süleyman Han Camii eteğinde ise Horhor Camii
insanlarımızın ziyaret edeceği mekanlar haline
gelir. Buraların restore edilerek turizme
kazandırılması inanç turizmi açısından çok önemli.
Van zaten başlı başına Türkiye'nin en önemli inanç
turizm merkezlerinden bir tanesi. Ama bunu
destekleyecek yapıları ortaya çıkarmamız lazım"
dedi.
Haber
Diyarbakır, Haber: Fikret Özkan, 11.04.2011
|
GÖBEKLİ TEPE'Yİ DÜNYAYA ANLATTI

Günümüzden 12 bin yıl öncesini anlatan 'Göbekli
Tepe: Dünya'nın İlk Tapınağı' isimli belgesel;
Amerika, Hindistan, İran ve Çin'de pek çok dünya
festivalinde gösterildikten sonra İstanbul'da.
Önce İstanbul Film Festivali, sonra üniversite
gösterimleriyle yolculuğuna devam edecek film;
insanlık tarihini yeniden gözden geçirmemizi
salık veriyor.
Şanlıurfa yakınlarındaki Göbekli Tepe'yi
dünyaya tanıtan 'Göbekli Tepe: Dünya'nın İlk
Tapınağı' isimli belgeselin temelleri
yönetmen ve yapımcı Ahmet Turgut Yazman'ın
2006 yılında okuduğu bir gazete haberiyle
atıldı. Yazman'ın okuduğu haberde Alman bir
arkeolog (Doç.Dr. Klaus Schmidt), Göbekli
Tepe'yi anlatıyordu. Dediğine göre; yazıyı
keşfeden Sümer medeniyetinden ve Mısır'daki
piramitlerden 6 bin, İngiltere'deki ünlü
megalitik anıt Stonehenge'den 7 bin, şimdiki
zamandan tam 12 bin yıl önce bir 'uygarlık'
yaşamıştı Göbekli Tepe'de. İlkel ama
bilinçli, yerleşik değil ama inançlı... Bu
bilgi, Yazman'ın hayatındaki diğer her şeyi
askıya alıp yola çıkmasına sebep oldu.
Belgesel çekimleri için Kahire Müzesi
yöneticisi ejiptolog Wafaa El-Saddik,
astronom ve fizikçi B.G.Sidharth, sufi Metin
Bobaroğlu ve arkeolog Prof. Mehmet Özdoğan
ile görüşmeler yapan Yazman, Göbekli Tepe'yi
önce dünyaya sonra bize anlattı.
İnsanoğlunun yerleşik hayata geçmesi
beslenme ve tarımla değil de inanç ve
ibadetle mi ilgili?
Göbekli Tepe'ye bakış açımızı
değiştirecek bir konu bu. Yüzyıllardır
bildiğimiz üzere insanoğlu avcı ve
toplayıcılıktan tarıma yöneliyor, sonra
yerleşik hayata geçiyor ve bir medeniyet,
bir kültür oluşturuyor. Sosyolojik ve
antropolojik olarak elimizdeki bilgiler
aşağı yukarı böyle. Ama Göbekli Tepe
kazılarında bulunan tapınaklar bu bilgiyi
yeniden gözden geçirmemizi gerektiriyor.
Çünkü ortada bildiğimiz anlamda bir yerleşim
yok, sadece tapınaklar yani bir inanç
sistemi, bir kültür, bir medeniyet var;
ibadet ediyor insanlar.
Bu durumda pek çok tarihi bilgi yerle
bir mi oluyor?
Göbekli Tepe'de 12 bin yıl öncesine ait
tapınaklar var; bu bile insanlık tarihine
tekrar bakmamız, tarih kurgusunu
sorgulamamız için yeterli. Evet, 5 bin
yıllık kurgu yerle bir olabilir. 12 bin yıl
önce birtakım insanlar tapınak yapmış. 60
tonluk taşların taşınması, dikilmesi, bir
düzene konması, üstünün işlenmesi... Tarihin
cevaplaması gereken yeni sorular var.
Dünya bu bilgiyi nasıl algıladı?
Biraz yavaş. Amerika Arkeoloji
Enstitüsü'nün Göbekli Tepe kazılarından
çıkan bulguları tanıması 10 sene aldı.
Birtakım popülist yaklaşımlar da oldu.
Mesela Almanya'da 'Adem'le Havva'nın
yaşadığı yer bulundu' diye haberler yapıldı.
Göbekli Tepe'nin böyle iddialı ve popülist
yaklaşımlara ihtiyacı yok. Eldeki zaten çok
önemli bir bilgi.
Belgesel nasıl işliyor?
Dünyanın dört bir yanından pek çok
uzmanın görüşüne yer veren belgesel, tamamen
bilimsel verilerle soru jimnastiği yaparak
ilerliyor. Özellikle D Tapınağı'nda birtakım
semboller var. Boğa, turna, yılan gibi...
Araştırmalar sembolik anlatım ve mitolojik
dili çözme üzerine yoğunlaştı. Göbekli
Tepe'yi anlamak için arkeolojik yaklaşım
yeterli değil. Bilimsel ve mistik verileri
harmanlamak, matematiksel ve sezgisel
bilgileri bir araya getirmek gerekli. Filmde
iki ve üç boyutlu animasyonlarla çizgi
animasyonlar kullandık. Kutsal metinlerden,
özellikle Kur'an-ı Kerim'den faydalandık.
Bir anlama çabası var filmde; niye varız, ne
amaçla buradayız... İki derdim var.
Birincisi Göbekli Tepe'yi dünyaya duyurmak,
ikincisi Göbekli Tepe'yi anlamak.
Siz kişisel olarak neler öğrendiniz?
Anladığımı anlatmak zor. İçsel olarak çok
şey öğrendim. 12 bin yıl önce ibadete önem
veren benim gibi, sizin gibi; bilen,
bilinçli bir insan topluluğu var.
Varoluşunun kozmik bağlarının peşinde olan
bir insan topluluğu... Göbekli Tepe insanın
manevi yolculuğunda önemli bir durak; sadece
arkeolojik bir buluntu değil. Varoluşsal
sorulara da cevap veren bir yer.
Bundan sonra?
Şu anda tapınakların yüzde 20'si
çıkarıldı. Yüzde 80'i toprağın altında.
Kazılar devam ediyor; daha neler çıkacak,
merakla bekliyorum. Schmidt'e göre 50 ile 90
yıl arasında iş var. 10 sene sonra filmin
ikincisini çekebilirim.
Zaman, Haber: Jülide Karahan, 11.04.2011
|
KÜRATÖR DEVRİ KAPANDI: SALT AÇILDI
Garanti Bankası
bünyesinde, farklı misyonlarla ve değişik mekanlarda
faaliyet gösteren Osmanlı Bankası Müzesi, Platform
Garanti Güncel Sanat Merkezi ve Garanti Galeri'nin
özerk bir kurum olarak yeniden yapılandırılmasından
bir kültür kurumu doğdu: SALT.
SALT'ın Beyoğlu
binası, bugün Ben bir stüdyo sanatçısı değilim ve
Laboratuvar adlı iki sergiyle kapılarını açıyor.
Dün yapılan basın toplantısında konuştuğumuz
Araştırma ve Programlar Direktörü Vasıf Kortun,
SALT'ın küratörlerle çalışmayacağını, bunun yerine
bir Araştırma ve Programlar ekibi kurduklarını
söyledi. "Sinematik model peşindeyiz, burada küratör
diye bir şey yok" diyen Kortun, böylece, sorumlu tek
mercinin küratör olduğu ve dolayısıyla etkin bir
soruşturmanın yer alamadığı bir sistemden,
tartışarak üreten bir sisteme geçtiklerini söylüyor.
Kortun'un sözlerine bakılırsa, Garanti Bankası
bünyesinde faaliyet gösteren bu üç kurumun tek çatı
altında toplanması üç yıllık bir süreç sonunda
gerçekleşmiş.
Taraf, Haber: Elif Bereketli, 11.04.2011
|
GÜL, MİMAR SİNAN PROJESİNİ HİMAYELERİNE ALIYOR
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Mimar Sinan'ı anma
programı kapsamında Ağırnas'taki törenlere katıldı.
Tören sonrasında Gül, Mimar Sinan'ın doğduğu evi
gezdi. Gül, burada, ÇEKÜL Vakfı tarafından Mimar
Sinan'ın evi ve çevresi ile tanıtılmasına yönelik
hazırlanan projesinin Cumhurbaşkanlığı himayesine
alınması yönünde talimat verdi. Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül, Mimar Sinan'ın Ağırnas'taki doğduğu ve
iki katı yer altında olan 4 katlı evi gezdi. Burada
Belediye Başkanı İsmail Mete ve ÇEKÜL Vakfı Başkanı
Prof.Dr. Metin Sözen'den yapılan çalışmalar
hakkında bilgi aldı. Restore edilerek turizme
kazandırılan evin çevresindeki tarihi binalarında
restore edilerek, bölgenin turizme kazandırılması
konusunda yapılan çalışmalar olduğu bilgisi
aktarıldı. Cumhurbaşkanı Gül, hazırlanan proje
çalışmasının önemli olduğunu dile getirerek, Çevre
ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu'na bu projenin
tamamlanması noktasında destek vermesini istedi.
Gül, projenin tamamlanmasıyla birlikte yapılacak
olan çalışmaların Cumhurbaşkanlığı himayelerine
alınacağını ve Mimar Sinan'ın hem tanıtılacağını hem
de mimari özelliklerinin anlatılmasına katkı
sağlayacaklarını söyledi. Cumhurbaşkanı Abdullah
Gül, daha sonra evin balkonana çıkarak burada halkı
selamladı. Evdeki inceleme sonrasında dar sokaktan
aracına doğru ilerleyen Gül, burada yaptıkları el
işini satan Ağırnaslı bayanlarla görüştü. Gül,
bayanların satışa çıkardıkları bütün dantelli
eşarpları, kazakları ve diğer el işlerini aldı.
Bayanlar ise Cumhurbaşkanına teşekkür etti. Gül, bu
bölgenin turizme kazandırılacağını ve yaptıkları el
işlerinin daha çok değerleneceğini ve daha çok
çalışmaları gerektiğini belirtti.
Yeni Şafak, 11.04.2011
|
"UCUBE" YIKILIRSA YENİSİNİ YAPACAK

Eskişehir'de düzenlenen panelde konuşan heykeltraş
Mehmet Aksoy, yıkılması planlanan "İnsanlık
Anıtı"yla ilgili olarak "Yıksınlar ben yenisini
yaparım" dedi.
Eskişehir'de Tepebaşı Belediyesi tarafından
heykeltıraş Mehmet Aksoy'un Kars'ta yaptığı ve
yıkılması tartışılan ''İnsanlık Anıtı'' için
Eskişehir Kültür Merkezi'nde ''İnsanlık Yıkılmaz,
ben gördüm, duydum, tanıdım'' adlı söyleşi
düzenlendi.
Söyleşi söyleşi öncesinde sanatçı Tarık Akan'ın
yönettiği ''Işık Yontucusu'' adlı belgesel izlenime
sunuldu.
Burada bir konuşma yapan Heykeltıraş Mehmet
Aksoy, Kars'ın bugüne kadar bir çok savaşa sahne
olduğunu belirterek, söz konusu anıtla birlikte kötü
izlerin silinmesini amaçladığını kaydetti. Aksoy,
sanatı ve sanatçıyı anlamaya çalışmanın hükümetlerin
görevi olduğunu ifade ederek, şöyle konuştu:
''Türkiye'de herkesin evinde ya da her kentte
heykeller yok. Ama hükümetlerin bunu bir şekilde
anlaması, desteklemesi gerekir. Heykeli bitirmiş
değilim. Ben sanat yapmaya devam edeceğim. Bu heykel
yıkılsın yenilerini yapmaya devam edeceğim,
yaparım.''
Sinema sanatçısı Tarık Akan da sinema oyuncusu
olarak taşıdığı duyguları, ''Işık Yontucusu'' adlı
belgeselle anlatmak istediğini belirterek,
Anadolu'dan çıkan Mehmet Aksoy'un tanınmasına
inandığı için belgeseli çektiğini bildirdi.
Sanat ve sanatçının desteklenmediğini iddia eden
Akan, sözlerine şöyle devam etti:
''Ülkemde 1960 sonrasından itibaren sanat ve
sanatçının hiçbir değeri yok. Var olan da yok
edilmeye çalışıldı. Mehmet Aksoy gibi yaratıcı bir
sanatçı Türkiye'de değilde başka bir ülkede olsaydı
tüm dünya tarafından tanınırdı.''
Söyleşiye, İstanbul Barosu Eski Başkanı Avukat
Turgut Kazan, CHP Parti Meclisi Üyesi Ercan Karakaş
ile Cumhuriyet Gazetesi yazarı Oktay Ekinci katıldı.
Ntvmsnbc, 11.04.2011
|
520 YILLIK GALATA KAPILARINI AÇIYOR

En eski Mevlevi tekkesi Galata Mevlevihanesi'nde
restorasyon çalışmaları bitti. Dört yıldır kapalı
olan Mevlevihane Mayıs ayında kapılarını
ziyaretçilerine açıyor. Müzede üç boyutlu hologram
semazen de sema dönecek.
İstanbul'un en eski Mevlevihanesi eski görkemli
günlerine yine kavuşuyor. 4 yıldır kapalı olan
Galata Mevlevihanesi Müzesi, Mayıs ayında yenilenen
yüzüyle kapılarını açıyor.
İstanbul'un en eski Mevlevi Tekkesi olan 520
yıllık Galata Mevlevihanesi, 20 Mayıs 2007'de
ziyaretçilere kapatıldığını belirten Müze Müdürü
Yavuz Özdemir, "2009 yılında restorasyon çalışmaları
başladı. Bu süreçte İstanbul 2010 Kültür Ajansı ile
görüştük ve onlarla ortak bir çalışma yapıldı" dedi.
Mevlevihanede ayrıcaa Osmanlı İmparatorluğu
döneminin önemli dervişleri, neyzenleri ve divan
şairlerinin mezarlarının bulunduğu Hamuşen Hazire
Alanı'nın da restorasyonunun yapıldığını söyleyen
Özdemir, "Restore edilen eserler arasında Halet
Efendi Kütüphanesi, Halet Efendi Türbesi, Şeyh Galip
Dede Türbesi, Esrar Dede ve Humbaracı Ahmet Paşa'nın
mezarlarının yanı sıra, buraya sonradan nakledilen
İbrahim Müteferrika'nın mezarı da bulunuyor. Yine
bahçe içerisinde bulunan sebil ve kütüphane de
restora edilen bölümler arasında" diye konuştu.
6 bin 800 m2 açık alan ve bin 100 m2'lik kapalı
alana sahip olan Galata Mevlevihanesi Müzesi'nin,
Mayıs ayında Müzeler Haftası'nda açılacağını
belirten Özdemir. "Burası insanların gelip objeleri
görüp gidecekleri bir yer değil.
Beyoğlu dokusuyla kontrast oluşturuyor. Biz
istiyoruz ki insanlar İstiklal Caddesi'nin
kargaşasından, gürültüsünden kaçıp müzeye
geldiklerinde huzur bulsunlar. İrnsanlara
dinlenecekleri, düşünecekleri bir alan yaratmak
istiyoruz.
Yine salonumuzda sema gösterileri yapılacak,
müzik dinlenebilecek, hatta bahçede müzenin
konseptine uygun olarak konserler düzenlenecek. "
diye anlattı. Müze bölümünde farklı bölümler
oluşturduklarını dile getiren Özdemir, burada hat,
ebru, gravür ve müzik eserlerini sergileyeceklerini
belirtirken, bir bölümde de üç boyutlu bir hologram
yaptıklarını ve burada sema dönen bir semazenin
görüntüsünün ziyaretçilere gösterileceğini ifade
etti.
Mayıs ayında kapılarını açacak olan Mevlevi
Tekkesi'nin içi de yenidenr düzenlendi. 1.5 milyon
liralık restorasyonla müzenin içinde üç boyutlu
semazenin yer aldığı bir bölüm oluşturuldu.
Vatan, Haber: Meltem Günay, 11.04.2011
|
MONA LISA'NIN SIRRI ORTAYA ÇIKACAK MI?

Leonardo da Vinci‘nin ünlü tablosu Mona Lisa
gerçekte kim? Sık sık spekülasyonlara neden olan bu
sorunun yanıtını bulmak için artık bilim adamları
görevde...
Çok sayıda sanat tarihçisi, Leonardo da Vinci‘ye
1479-1542 yılları arasında yaşamış Floransalı bir
tacirin karısı olan Lisa Gherardini del Giocondo‘nun
modellik yaptığını öne sürüyor. Bu nedenle jeolog,
antropolog ve kültür tarihçilerinden oluşan bir ekip
La Giocondo‘nun mezarını kazarak, kemikleri üzerinde
araştırma yapacak.
Araştırmacılar kısa adı Mona olan kadının DNA
izine ve kafatasına rastlamayı, ellerindeki
bulgularla, kimliğini tespit edip yüzünün
konstrüksiyonunu çıkarmayı umuyorlar. Kazıya Nisan
sonunda başlanacağı ilan edildi ama mezarın boş
olmasından endişe ediliyor. İtalyan La Stampa
gazetesi seksenli yıllarda mezarın bulunduğu bölgede
bir yer altı otoparkı inşa edildiğini, inşaat
sırasında Mona Lisa‘nın kemiklerinin taşınmış
olabileceğini yazdı. Paris‘teki Louvre Müzesi'nde
sergilenen Mona Lisa tablosu Şubat ayında da bir
erkeğin portresi olduğu iddiaları yüzünden
manşetlere taşınmıştı. İddia sahibi de Gionco‘nun
mezarında araştırma yapacak ekibi görevlendiren
İtalyan Kültür Mirasını Koruma Komitesi başkanı
Silvano Vinceti idi. Vinceti, Mona Lisa‘nın
gözlerinde gizlenen harf ve rakamlardan yola çıkarak
Leonardo da Vinci‘ye genç ögrencisi Gian Giacomo
Caprotti Alias Salai‘nin modellik yaptığını öne
sürmüştü. Vincenti sanatçının Salai‘yi resmettiği
diğer tablolarla Mona Lisa karşılaştırıldığında
burun ve ağız yapısında benzerlik olduğunu da iddia
etti. Ancak Louvre Müzesi yetkilileri 2004 ve 2009
yıllarında Mona Lisa tablosunu ayrıntılı bir biçimde
incelediklerini, eserin orijinali değil kopyası ile
çalışan İtalyan bilimadamı Vincenti‘nin iddialarının
doğru olmadığını belirttiler. Vincenti ise
Louvre‘daki meslektaşlarının yanıtını ''Mona
Lisa‘nın gözlerindeki şifreyi görmemek için kör
olmanız gerek'' şeklinde yorumladı ve istenirse
yardımına başvurabileceklerini söyledi.
Sırrı bu kez de bulunamazsa Mona Lisa tablosunun
önümüzdeki yıllar, hatta yüzyıllar boyunca yeni
spekülasyonlara neden olacağı kesin.
Ntvmsnbc, Haber: Fulya Canşen, 11.04.2011
|
SÜMELA'YA TARİHİ KİRA ARTIŞI
Trabzon'un Maçka İlçesi'nde bulunan tarihi Sümela Manastırı konusunda Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü arasındaki anlaşmazlık yıllar öncesine dayanıyor. Vakıflar, 19 Eylül 1991'de Maçka Asliye Hukuk Mahkemesi'ne, Sümela Manastırı'nın Hazine'nin değil, vakfın malı olduğunu öne sürerek dava açtı.
Dava kapsamında dosya bilirkişiye gönderildi. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medeni Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Hüseyin Hatemi yaptığı inceleme sonucunda, Sümela'nın vakıf malı olduğunu belirledi. Mahkeme, 1999'da davayı Sümela'nın vakıf malı olduğu kararına vararak sonuçlandırdı. Ancak manastır, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın himayesindeydi. Sonuç olarak, Vakıflar, 'turizm amaçlı' ve 'restorasyon' yapılması şartlarıyla Sümela'yı bakanlığa 10 yıllığına tahsis etti, kiralama bedeli olarak da yıllık 60 TL olarak belirledi. Bu oran her yıl TEFE oranında artırıldı, en son 2010'da ödenen kira bedeli 270 TL oldu.
Vakıflar Genel Müdürlüğü kısa bir zaman önce süresi dolan sözleşmeyi yenilemek isteyen Kültür ve Turizm Bakanlığı'na, çok düşük bir kira ödendiğini ancak manastırdan her yıl ortalama 850 bin lira kazandığını belirterek bu oranın günümüz şartlarına göre artırılması gerektiğini iletti. İki kurum arasında süren sıkı pazarlıklar sonucunda Sümela'nın kirasına nisan ayı başında 333 kat zam yapılarak, yıllık 90 bin TL'ye çıkarıldı. 10 yıl geçerli olacak sözleşmede kira oranı yine her yıl TEFE ve TÜFE oranında artırılacak.
VakIflar Bölge Müdürlüğü görevinden, milletvekili aday adaylığı için istifa eden Mahzar Yıldırımhan, 10 yıl önceki kira bedelinin reeli yansıtmadığının altını çizerek, 'Son yıllarda Genel Müdürlüğümüz, bütün mülkiyetlerinden reele yakın kira almaya başladı. Çünkü birçok yerden komik kiralar alınıyordu. Sonuçta buralardan kazanılacak para yeni restorasyonlara gidecek' dedi.
Akşam, Haber: Gürkan Ata, 11.04.2011
|
 |
|
BİLECİK MÜZESİ'NE MAKYAJ
Bilecik'te müze bahçesi
yeniden düzenleniyor.
Daha evvel müzenin
bahçesinde sergilenen tarihi taşlar tehlike arz
ediyordu. Bahçede teşhir edilen 70 kadar arkeolojik
taş Bilecik Müze Müdürlüğü ile Bursa Rölöve Anıtlar
Müdürlüğü ile ortaklaşa çizilen proje kapsamında
sağlamlaştırılacak. Turizm açısından iyi bir mekan
hazırlanması maksadıyla bahçe düzenlenmesinin
masrafı Bilecik İl Özel İdaresi'nce karşılanacak.
Zemine beton döküldükten sonra granit kaideler
üzerine tarihi taşlar yerleştirilecek.
Bilecik Kent Haber,
11.04.2011
|
7 BİN METREKARENİN ÜSTÜ DE ALTI DA TARİH

7 bin 202 metrekare üzerine kurulu Sultanahmet
Endüstri Meslek Lisesi, binası ve altındaki sarnıçla
tarihin kalbinde bir okul. Roma döneminden kalan
sarnıca girdik, ihtişamını hala koruduğunu gördük.
İstanbul’un taşı toprağı altın, altı ise sarnıç… Özellikle tarihi yarımadada pek çok yapının altında bulunan sarnıçların en büyüğü Yerebatan. En eskilerinden biri ise Sultanahmet Endüstri Meslek Lisesi’nin altındaki Roma döneminden kalan sarnıç. İçine girilmeyen sarnıcın büyüklüğü konusunda çeşitli rivayetler mevcut. Kimine göre bu sarnıç Yerebatan ile birleşiyor. Sarnıca girdik, hala ihtişamını koruduğunu gördük.
Roma döneminden kaldı
Sultanahmet Endüstri Meslek Lisesi gerek tarihi
gerek sarnıcı gerekse bulunduğu konumla içinde tam
bir tarih barındırıyor. 1868’de kapılarını Sanayi
Mektebi olarak açılan okuldan mezun olanlara
zamanında ‘mühendis’ gözüyle bakılırmış. Çünkü
Türkiye’nin ilk meslek lisesi unvanına sahip. Okul,
dört ayrı binadan oluşuyor, 7 bin 202 metrekare
alana ve muhteşem bir manzaraya sahip. Zaten bu
sarnıcın okulun altını tamamen kapladığı
belirtiliyor. Üstelik İstanbul’un en eski kalıntısı
Hipodrom duvarı Sfendon üzerine inşa edilmiş.
Sultanahmet’te At Meydanı olarak bilinen alanda o
günden bugüne kalan tek tarihi kalıntı Sfendon
duvarı. Belki pek çok kişi o duvarın önünden
geçmiştir fakat orada tarih yattığını
bilemeyebilirsiniz. Zira bu duvardaki küçük bir
bölmeden sarnıca ulaşılıyor ama girişi çok küçük
olduğu için fark etmek mümkün değil.
Aslında burası sarnıç olarak inşa edilmedi, Roma
İmparatorluğu döneminde bugün sarnıç olarak bilinen
yerde atlar barınıyormuş, Bizanslılar ise daha sonra
burayı sarnıca çevirmiş.
Girişten itibaren 20-25 metrekarelik bölümü
gezilebilen sarnıçta merdivenlerle halen su olan
bölüme iniliyor. Yıllar ihtişamından bir şey
götürmese de sarnıcın durumu çok iyi değil. Çünkü
hiç restore edilmesi düşünülmemiş bir yapı.
Sorumluluğu ve anahtarı okul yönetiminde duran
sarnıcın içinde geçen yıl Sultanın Sırrı filminin
çekimleri yapılmış. Daha önce de yabancı bir
belgesele konu olmuştu.
Sanat Tarihçi Prof.Dr. Semavi Eyice, bu sarnıçta
geçmişte hayvanların muhafaza edildiğini belirterek
Bizanslılar’ın şehirde su sıkıntısı baş gösterince
içini sıvayıp sarnıca dönüştürdüklerini söylüyor.
Zaten bu yapının dışında hipodromdan başka bir iz
kalmadığını anlatıyor. 1920’li yıllarda İngiliz
arkeoloji grubunun hipodromun izlerini planını
ortaya çıkardığını söylüyor.
Sarnıçların İstanbul’a has olduğunu belirten
Eyice, onlara gereken değerin verilmediği konusunda
sitemkar: “Örneğin Karagümrük’te eski su haznesinin
arkasında bir sarnıç var. Bizans döneminden kalan
sarnıç sütun başlığı müzesi gibiydi fakat mahalleli
çöp atıyordu. Sonra da zaten üstünü toprakla
kapattılar. İstanbul’daki pek çok sarnıç aynı kadere
terk edildi.”
Meslek Lisesi’nin üzerinde kurulduğu sarnıcın dış
cephesi hipodromun son kalıntısı. Ama duvarın
dibinde yıllar önce gecekondu yapılmış ve sonra
yıkılmış. Gecekondunun izlerini görmek hala mümkün
çünkü tarihi duvarın belli bir bölümü fayansla
kaplı. Bahçeşehir ve Marmara Üniversitelerinde
İstanbul dersleri veren Haldun Hürel, gecekonduların
1980’e kadar orada bulunduğunu belirterek “Eskinin
su depoları şimdi üvey evlat muammelesi görüyor.
Bunları açmak tabii ki emek istiyor ama en azından
korumaya alsak” diyor.
Star, Haber: İnci Döndaş, 10.04.2011
|
SEYİTGAZİ MÜZESİ MÜDÜRLÜĞÜ KAPATILDI
Eskişehir
Seyitgazi Müzesi Müdürlüğünün kapatılmasına ilişkin
Bakanlar Kurulu kararı Resmi Gazete’nin 9 Nisan 2011
tarihli sayısında yayımlandı. Karara göre, Kültür ve
Turizm Bakanlığı'nın taşra teşkilatında yer alan
Eskişehir Seyitgazi Müzesi Müdürlüğü kapatıldı.
Turizm Gazetesi, 09.04.2011
|
RESTORASYONDA UZMAN SIKINTISI
Kapsamlı restorasyonlara tabi tutulması gereken
tarihi eserlerin büyük bir bölümünde, yüklenici
müteahhit firma sıkıntısı yaşandığı bildirildi.
Türkiye’nin birçok bölgesinde yaşanan bu sıkıntıdan
Erzurum’daki tarihi Çifte Minareli Medrese de
nasibini aldı.
Erzurum Vakıflar Bölge Müdürü Kenan Üngan,
tarihi Çifte Minareli Medrese’nin bu yıl kapsamlı
bir restorasyon çalışmasına tabi tutulacağını
anımsatarak, çalışmalara başlanması sürecinde
karşılaşılan müteahhit firma sıkıntısına değindi.
Çifte Minareli Medrese gibi büyük hacimli
tarihi bir yapının restorasyonunun, ancak benzer
nitelikte iş bitirmiş olan yüklenici firmalar
tarafından yapılabileceğine dikkati çeken Üngan,
Erzurum ve bölgede söz konusu niteliklere haiz
yüklenici bulunmadığını dile getirdi. Üngan,
özellikle büyükşehirlerde faaliyet gösteren ve iş
bitirmiş olma niteliği taşıyan yüklenici firmaların
tespiti yönünde bir çalışma başlattıklarını
belirterek, tarihi Çifte Minareli Medrese’nin
restorasyonuna en kısa sürede başlamayı
planladıklarını ifade etti. Yüklenici firma
sıkıntısı dolayısıyla restorasyon çalışmalarının
aksamaması için alanında uzman kişi ve kuruluşlarla
temasların sürdürüldüğünü vurgulayan Üngan, “Çifte
Minareli Medrese gibi çok önemli bir tarih ve sanat
eserinin restore edilmesi, bir takım şartlara haiz
olmayı gerektiriyor. Bu kadar büyük hacimli bir
eseri restore edecek olan yüklenicinin, benzer
nitelikte iş bitirmiş ve alanında uzman olması, en
başta aradığımız şartlar. İlimizde ya da bölgemizde
bu niteliğe sahip müteahhit firma maalesef
bulunmuyor.” dedi.
Erzurum Vakıflar Bölge Müdürlüğü olarak, bu
sıkıntıyı aşmak için tüm imkanları seferber
ettiklerini ve Çifte Minareli Medrese’deki
restorasyona bir an önce başlamayı planladıklarını
anlatan Üngan, tarihi eserin, restorasyonu
yapıldıktan sonra vakıf müzesi olarak Erzurum
turizminin hizmetine sunulacağını ifade etti.
ERZURUM’UN SEMBOLÜ TARİHİ ÇİFTE MİNARELİ
MEDRESE
Erzurum’un sembolü haline gelen Çifte Minareli
Medrese’nin kitabesi olmadığından, yapılış tarihi
kesin olarak bilinmemektedir. Selçuklu Sultanı
Alaaddin Keykubat’ın kızı Hundi Hatun veya İlhanlı
hanedanlarından Padişah Hatun tarafından yaptırılmış
olabileceği düşüncesi ile adına Hatuniye Medresesi
de denilmektedir. Genellikle 13. yüzyılın sonlarında
yaptırıldığı kabul edilmektedir. Osmanlı
Padişahlarından 4.Murat’ın emri ile bir süre
“Tophane” olarak, daha sonra da “Kışla” olarak
kullanılmıştır. 1942-1967 yılları arasında Erzurum
Müzesi olarak kullanılan medrese, günümüzde çay
bahçesi ve resim sergi salonu olarak
kullanılmaktadır. Medrese yaklaşık 35x46 m.
boyutlarındadır. İki katlı, dört eyvanlı ve açık
avlulu medreseler grubundandır. Zemin katta 19,
birinci katta ise 18 oda bulunmaktadır. Avlu 26x10
m. ölçülerinde dört yönden revaklarla çevrili olup,
girişin batısındaki kare mekanın vaktiyle mescid
olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Zemin katın
revakları kalın sütunlar üzerine oturmaktadır.
Sütunların çoğu silindirik, dördü sekizgen gövdeye
sahiptir. Odalar beşik tonozla örtülüdür.
Erzurum Gzetesi, Haber: Samet
Özünal,09.04.2011
|
GÜLDÜREN RESTORASYON
Niğde'deki Gümüşler Manastırı'ndaki 'Gülen Meryem' freskinden çok etkilenen Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, önümüzdeki yıldan itibaren freskin Türkiye'nin tanıtımında kullanılacağını söyleyince itirazlar yükseldi. İşte, Kapadokya bölgesiyle ilgili araştırmalarıyla tanınan uzmanların itiraz nedeni:
- Yavuz İşçen: Yarardan çok zarar getirir. Hıristiyan dünyasından büyük tepki alırız. Ortodoks inancına göre, gülüyorsan şeytanı sevindiriyorsun demektir. Çünkü İsa'nın çarmıha gerilmesini, acı çekmesini isteyen de şeytandır. Meryem ya da İsa gülmez. Bu olsa olsa restorasyon hatasıdır.
- Gürsel Korat: Bu bir restorasyon hatasıdır. Tüm dünyadaki Meryemler durgun, bir tek Niğde'deki gülüyor... Bu şaka olmalı!
- Doç.Dr. Sacit Pekak: 1964-65 yıllarında Gümüşler Manastırı çalışmasını yapan İngiliz Arkeolog Michael Gough'tır. Sanat tarihçileri ve arkeologlar, onarımdan önce durum tespiti için eserin fotoğrafını çeker, çizimini yapar, rapor yazar sonra restore eder. Bu belgeler büyük olasılıkla İngiltere'de arşivlerde vardır. 'Gülen Meryem' demek için bu belgeleri görmek gerekir.
AKŞAM'A konuşan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ise şu açıklamayı yaptı: Brezilya'da, İsa siyah olarak resmedilmiştir. Hatta ağlayan Meryem Ana ve ağlayan İsa da var. Onlara inanıyorlar da gülen Meryem'e mi inanmıyorlar? Demek ki bizim topraklarımız yani Anadolu, Meryem'i güldürmüş. Ne kadar güzel!
Akşam, Haber: Özlem Çelik, 09.04.2011
|
 |
HASANKEYF'İN BELİRSİZ KADERİ
Atatürk Üniversitesi
Güzel Sanatlar Enstitüsü’nün davetlisi olarak
Erzurum’a giden Batman Üniversitesi Rektörü ve
Hasankeyf Arkeolojik Kazı Başkanı Prof.Dr.
Abdüsselam Uluçam, Bugünkü Hasankeyf’in, acilen yeni
yerleşim alanına taşınarak, altındaki tarihi
Hasankeyf’e ulaşacak arkeolojik kazılar için ortam
hazırlanması gerektiğini kaydetti.
Batman Üniversitesi Rektörü
Prof.Dr. Abdüsselam
Uluçam, Hasankeyf’in Türkiye’nin büyük bir kültür
mirası olduğunu hatırlatarak, “Ilısu Barajı’nın
inşaatı devam ediyor. Baraj bittiğinde Hasankeyf’in
büyük bölümü sular altında kalacak. Artık karar
verilmelidir, Hasankeyf’teki tarihi doku ne olacak,
taşınacak mı, baraj suları altında mı kalacak?” diye
sordu.
Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü’nün
davetlisi olarak Erzurum’a giden ve Kültür
Merkezi’nde bir konuşma yapan Uluçam, 2004 yılından
beri Bakanlar Kurulu Kararı ile Hasankeyf Arkeolojik
Kazı Başkanlığı’nı yürüttüğünü ve pek çok eseri gün
yüzüne çıkardıklarını ve pek çoğunun da onarımını
gerçekleştirdiklerini vurguladı.
Hasankeyf Tarihi ve Hasankeyf Kenti’nin tam
anlamıyla bir ören yeri konumunda olduğunu ve
Hasankeyf’teki kültür varlıklarından hiç birisinin
sağlam olarak günümüze ulaşamadığını ve Bazı mimari
elemanları ile varlığını sürdürebilenlerin de
yıkılmak üzere olduğu uyarısında bulunan Uluçam,
“Bunlardan Ulu Cami, Rızk Camisi’nin taç kapısı, Koç
Camisi’nin ana giriş eyvanı ile örtü sistemi ve
mihrabı, İç Kale kapıları, Küçük Saray, Su Kulesi,
İmam Abdullah Zaviyesi minaresi her an yıkılma
tehlikesi ile karşı karşıyadır. 2010 yılında Zeynel
Bey Türbesi, El-Rızk Camii taç kapısı, Sultan
Süleyman ve Koç Camileri, Artuklu Hamamı ile İç Kale
kapılarında sağlamlaştırma çalışmalarına
başlanmıştır.” bilgisini verdi.
Hasankeyf’te bugün için bir belirsizliğin söz
konusu olduğunu ifade eden Uluçam, “Gelecek endişesi
ve yoksulluk içinde yaşayan Hasankeyf Halkı, sahibi
olduğu kültürel zenginliğin farkında değildir.
Bunları koruma bilinci de oluşmamıştır. Hasankeyf
zengin bir turizm potansiyeli sahiptir. Ancak
ihtiyaçlara cevap verebilecek çağdaş standartlarda
hiçbir tesis ve konaklama ünitesi bulunmamaktadır.
Mevcut tesislerin tamamı yasadışıdır ve sağlığa
uygun değildir” değerlendirmesini yaptı.
1952 yılından bu yana Hasankeyf’in Baraj suları
altında kalacağı gerekçesiyle yeterince yatırım ve
kaynak aktarımından yararlanamadığını anlatan
Uluçam, ekonomik imkansızlıkların, cehaletin ve
tembelliğin bu bölgeye büyük bir zarar verdiğini
hatırlattı.
“Ilısu Barajı’nın yapım aşamasına gelmesi ile
Hasankeyf’in doğal yapısı ve kültürel donanımı
değişik çevrelerce gündeme taşınarak çok yönlü bir
sahiplenme sürecine girilmiş, ancak sahipsizlikten
hala kurtarılamamıştır” yakınmasında bulunan Uluçam,
“Barajın yapımı halinde, Ortaçağ Dünyasının zengin
ve mamur kenti, Artuklu Devleti’nin Başkenti olan
Hasankeyf Aşağı Şehri’nin tamamı sular altında
kalacaktır” uyarısında bulundu.
Neler yapılmalı?
Barajın yapım sürecine paralel olarak yeni bir
çalışma takvimi ve stratejisi belirlenmesi
gerektiğini anlatan Prof.Dr. Uluçam, “Bilimsel
Danışma Kurulu’na gerekli ve yeterli maddi destek
sağlanarak araştırma yapmaları ve sonuca ulaşmaları
sağlanmalıdır. Bu sonuca göre mimari yapıların
taşınıp taşınamayacakları, varsa taşınabileceklerin
hangileri olduğu belirlenerek Diyarbakır Kültür ve
Tabiat Varlıkları’nı Koruma Kurulu’na görüş
sunulmalıdır” dedi.
Bugünkü Hasankeyf’in acilen yeni yerleşim alanına
taşınarak altındaki tarihi Hasankeyf’e ulaşacak
arkeolojik kazılar için ortamın hazırlanması
gerektiğini dile getiren Uluçam, “Kazı Başkanlığının
koordinatörlüğünde, sondaj, kazı, belgeleme, koruma
ve taşıma ekipleri oluşturulmalı, bu ekiplere her
açıdan gerekli destek sağlanmalıdır. Kültür
varlıklarının niteliklerine göre envanter ve
belgeleme çalışmaları tamamlanmalıdır. Barajdan
etkilenmeyecek kültür varlıkları hızla restore
edilmelidir. Kültürel Mirasın korunması ve turizm
işletmeciliği konusunda Hasankeyf halkını
bilinçlendirmek amacıyla, Batman Üniversitesi’ne
bağlı olarak Yeni Hasankeyf’te kurulması planlanan
Turizm ve Otelcilik Meslek Yüksekokulu ve uygulama
oteli bir an önce gerçekleştirilmelidir. Tarihi ören
yerini tek elden yöneterek korumak ve sağlıklı bir
turizm hizmeti sunmak açısından, Hasankeyf’i bir
kuruma tahsis ederek yetki ve sorumluluk
verilmelidir.” dedi.
Haber Doğu, Haber: Veysi Demir/İLKHA, 09.04.2011
|

|
ASIRLIK KÖPRÜLER KURTULUYOR
Edirne'de Tunca Nehri üzerinde bulunan asırlık iki köprünün restorasyonu için onay çıktı.
Kültür ve Tabiat Varlıkları Korumu Bölge Kurulu Yalnızgöz ve Saraçhane köprülerinin restorasyonu değerlendirdi. Kurulun yaptığı değerlendirme sonucunda tarihi köprülerin onarımı için onay verdi. Edirne merkezi Yıldırım Mahallesi'ne bağlayan Yalnızgöz ile Sarayiçi bölgesine bağlantıyı sağlayan Saraçhane köprülerinin yapılması için top İl Özel İdaresi ile karayollarında özellikle Saraçhane Köprüsü'nün onarılmasıyla birlikte iki mahalle arasındaki geçişler daha kestirme yoldan ve kısa yoldan gerçekleşmiş olacak.
SARAÇHANE KÖPRÜSÜ
Saraçhane Köprüsü 1451 yılında II.Murat döneminde yapılmıştır. Tunca Nehri üzerinde yapılan köprü şehri Sarayiçi bölgesine bağlamaktadır. Köprü 1706 yılında II. Mustafa döneminde onarımdan geçirilmiştir. Dönemin Edirne Valilerinden Hacı Esved Paşa 1886 yılında taştan örme ayaklar üzerindeki köprüyü 50-60 metre daha uzatmıştır. Saraçhane Köprüsü 120 metre uzunluğunda, 5 metre genişliğinde 11 ayaklı ve 10 kemerli bir köprüdür.
Sabah, 09.04.2011
|
İZNİK'TE ROMA TİYATROSU VE SURLAR RESTORE EDİLECEK
Bursa’nın İznik
İlçesi'nde Roma Tiyatrosu ve tarihi
surların restore edileceği bildirildi.
AKP İlçe Başkanı Osman Sargın, gazetecilere
yaptığı açıklamada, İznik Kaymakamı Nurettin
Kakillioğlu, İl Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Gedik
ile birlikte TBMM’de Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay ile bir görüşme yaptıklarını
belirtti.
İlçedeki Roma Tiyatrosu ve surların ele
alındığını anlatan Sargın, şunları kaydetti:
“Sayın Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ile
yapılan özel toplantı neticesinde, İznik Roma
Tiyatrosunun 2011 yılı içerisinde temizlik ve kazı
işlemlerinin tamamlanması ve 2012 yılı içerisinde de
restorasyonunun yapılabilmesi konusunda Kültür ve
Tabiat Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Osman
Murat Süslü’ye talimat verilmiştir.
Roma döneminde yapılan ilçenin etrafını kuşatan 4
bin 970 metre uzunluğundaki sular bakımsızlıktan
günden güne dökülüyordu. Bakanımız konuyla ilgili
surların 2012 yılı içerisinde restorasyon projesinin
yapılacağını ve 2013 yılında çalışmalara
başlanacağını ifade etti. ”
haberler.com, 09.04.2011
|
MYRA ANTİK KENTİ TİYATROSU YENİDEN DÜZENLENİYOR
Demre'deki
Myra antik kenti tiyatrosunun rölöve ve
restitüsyon projesi ihalesi yapıldı.
İhaleyi 440 bin TL'ye Mimar Nuran
Demirtaş
aldı.
Çalışmalar, Myra Andriake Kazı Başkanlığı ve
Mimar Nuran
Demirtaş ve
ekibi tarafından yürütülecek. Nuran
Demirtaş'ın
ekibinde mimar, mühendis ve arkeologlardan
oluşan on kişi yer alacak.
Projeye göre çalışmalar bu yıl sonunda
tamamlanacak.
Verilen bilgiye göre proje uyarınca
yapılacak çalışmalarla antik tiyatronun
mimari rölöveleri çıkarılacak. Tiyatroya ait
dışarıdaki binlerce bağımsız taş blokun
taraması yapılacak. Bilgisayar ortamında
tiyatronun orijinal hali ayağa kaldırılacak.
Bu işlemi tiyatronun restorasyonu ve
uygulamsı izleyecek. Tiyatronun sahne kısmı
da ayağa kaldırılarak Myra antik tiyatrosu
eski görkemli günlerine kavuşacak.
Çalışmaları başlatmak üzere
Demre'deki
antik Myra tiyatrosunda Myra- Andriake
Kazısı Başkanı
Akdeniz
Üniversitesi Fen ve Edebiyat fakültesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr.
Nevzat Çevik, Öğretim Görevlisi Süleyman
Bulut,
Antalya
Rölöve Müdürü Mehmet Ali Özgün, proje
yürütücüsü Mimar Nuran
Demirtaş,
mimar, inşaat mühendisi ve arkeologların
katıldığı bir toplantı yapıldı.
haberler.com, 08.04.2011
|
VALİ KÜÇÜK: ANTİK KENTTEKİ ÇALIŞMALAR HIZLA DEVAM
EDİYOR
Karabük Valisi İzzettin Küçük,
”Eskipazar’daki Hadrianaupolis antik kentinde eski
Roma dönemine ait antik eserlerin görünür hale
getirilmesi ili ilgili çalışma yapıyoruz” dedi.
Küçük, gazetecilere yaptığı açıklamada,
Karadeniz’in Zeugması olarak adlandırılan
Hadrianaupolis antik kentinde bulunan mozaiklerin
kazı alanında sergilenebilmesi için proje çiziminin
2 hafta içinde teslim edileceğini söyledi.
Projeyi inceledikten sonra Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kuruluna göndereceğini, anlatan
Küçük, şöyle dedi:”MÖ 1. yüzyılda kurulduğu ve MS
8. yüzyıla kadar yerleşim amacıyla kullanıldığı
tahmin edilen Hadrianaupolis’teki kazılarda ortaya
çıkartılan Anadolu’da örneklerine hiç görülmeyen
bazı zemin mozaiklerini turizme kazandırmalıyız.
Eski Roma dönemine ait antik eserlerin görünür hale
getirilmesi ile ilgili proje çizimi iki hafta
içerisinde teslim edilecek. Kuruldan geçtikten sonra
ihaleye verilecek. Bu sürecin tamamlanması Haziranı
bulur.”
Batı Karadeniz Ekspresi, 07.04.2011
|
3 - 9 Nisan 2011
|
"KAYNAKLARA GÖRE SİNAN"
KONFERANSI
Mimar Sinan Araştırma
Merkezi, Türk Sanatı ve mimarisinin, özellikle Türk
mimarlık ve sanat tarihinde çok önemli yere sahip
olan Mimar Sinan’ın uluslararası tanınırlığını
artırma ve dünya mimarlık ve sanat tarihi içindeki
yerini tanımlama, eserlerinin tanımlanması ve
korunması için gerekli araştırma ve geliştirme
çalışmalarını yapma ve teşvik etme; sanatsal ve
bilimsel bilgiyi paylaşıp, yaygınlaştırma ve gelecek
kuşaklara aktarma misyonu doğrultusunda seri
konferanslar düzenlemektedir.
Bu bağlamda, seri
konferansların üçüncüsü; 12 Nisan 2011 tarihinde
saat:15.00’de MSGSÜ Sedad Hakkı Eldem Oditoryumu’nda
Prof.Dr. Suphi Saatçi’nin konuşmacı olarak yer
alacağı “Kaynaklara göre Sinan” başlığı altında
düzenleniyor.
TBMMO Mimarlar Odası,
08.03.2011
|
KOCA SİNAN'A VE
YARATTIĞI EŞSİZ DEĞERLERE SAHİP ÇIKMAYA SAYGI!
Mimar Sinan’ı 423. ölüm
yıldönümü nedeniyle, Mimarlar Odası’nın tüm
birimleriyle birlikte gelenekselleşmiş anma
etkinlikleri çerçevesinde, 9 Nisan 2011 Cumartesi
günü, saat 10.30’da Süleymaniye Külliyesi’ndeki
mezarı başında saygıyla anıyoruz. Takip eden hafta
boyunca ise Mimarlar Odası’nın tüm birimleri,
kentlerinde çok sayıda ulusal ve uluslararası
etkinlik düzenliyorlar. Mimarlar Odası, her iki
yılda bir Ulusal Mimarlık Ödülleri kapsamında
mimarlık alanında önemli yapıtlara imza atmış ve
meslek etiğine bağlı, deneyimli meslektaşlarımızı
Mimar Sinan’ın adını taşıyan “Sinan Ödülü” ile
onurlandırmaktadır.
Anıtsal yapıtlarıyla
“Geçti bu demde cihandan pir-i mimaran-ı Sinan”
nitelemesini hak eden “Koca Sinan” için ne kadar şey
yapılsa azdır.
Anadolu’dan Balkanlar’a
uzanan geniş bir coğrafyada çok sayıda “duru, yalın,
dolgun kitleler üzerinde dengelenen ana kubbe ve
kubbecikler dizgesini kuran, mühendislik yeteneği
ile mimarlık zarafetini bütünleştiren” büyük ustanın
eserleri, bulunduğu kentlere siluet, estetik, sanat
ve kimlik değerleri katmıştır. Yarattığı eserleri
çevresiyle, doğayla ve insanla barışık bir
yapılaşmanın görkemli anıtsal örnekleri olarak
mimarlığın evrensel değerleriyle buluşmuştur.
Günümüzde dahi bu yapıtlar, bulundukları kentleri
biçimlendirmekte, yaşamımızı etkilemekte ve mimari
nitelikleri nedeniyle bilimsel araştırmaların ilgi
odağında yer almaktadırlar.
Sinan’ın kendi çağından
günümüze verdiği mesajı doğru anlamak ve bundan
dersler çıkarmak ona ve mimarlığa olan borcumuzun
bir gereğidir. Ülkemizde neo-Osmanlıcılığın
ideolojik olarak dayatıldığı bir ortamda, “tarihi
yapıtların kopyalarını yapmak, biçimlerini
sürdürmek” şeklinde tanımlanabilecek, özellikle kamu
eliyle yapılaşmalar gündeme getirilmekte ve
uygulanmaktadır.
Bu yaklaşımla esas
olarak, Sinan’ın akılcı mimari anlayışının özünü
oluşturan araştırma, öğrenme, anlama, çağdaş bir
mimari yaratma, sürekli olarak kendini aşma çabaları
anlaşılmamakta ve kentsel kirlilik oluşturan çağdışı
kopyalamalarla tarihe ve Sinan’a saygısızlık
yapılmaktadır.
Son yıllarda yapılan
veya yapılmakta olan adliye binaları, okullar,
çeşitli devlet binaları, ulaşım yapıları bu
“taklitçi” anlayışın ürünü olarak
şekillenmektedirler. En son olarak ise, Sinan’ın
ustalık dönemi eseri Edirne’deki Selimiye Camisi’nin
bir kopyasının, İstanbul Ataşehir’de başbakan
tarafından temeli atılarak yapılmaya başlanması
“mimarlık karşıtı” bu yaklaşımın geldiği aşama
bakımından “ibret verici” olarak
değerlendirilmektedir.
Ne yazık ki, Sinan’a ve
yarattıklarına saygısızlık, sadece “taklitçi”
dayatmalarla sınırlı kalmamakta, bütün kentleşme ve
yapılaşma alanlarında egemen olan “rantçı” anlayışın
çeşitli örnekleri ile de yaşanmaktadır.
Tarihi kent
merkezlerinde 5366 sayılı Yasa ile dayatılan kent
dokusunun, kültür varlıklarının yok edilmesine neden
olan “yenileme” adındaki çalışmalar başka büyük bir
saygısızlık örneği oluşturmaktadırlar. Bu kapsamda
İstanbul’da Tarlabaşı, Sulukule, Balat gibi tarihi
mahalleler ile diğer kimi kentlerimizdeki “yenileme
alanı” ilan edilen mahalleler yağmalanmaktadır.
Kültür mekanlarına
yönelik başta AKM, tarihi sinemalar, tiyatro
binaları olmak üzere sistemli bir şekilde yok etme
çabaları, Haydarpaşa Garı gibi kültür varlıklarının
yakılması, “kültürel değerlerden ve gelişimden uzak”
bir “yağmacı kentleşme politikalarının hezeyanları”
olarak yansımaktadır.
Kentlerin kimlik
değerlerini, siluetini ezen yapılaşmalar, estetikten
yoksun, planlamayı dışlayan “TOKİ mimarlığı”
uygulamaları, kıyılara yönelik girişimler, kent
merkezlerindeki AVM’ler, depreme karşı hazırlıkların
tavsanması, Cumhuriyet dönemi mimarlığının karşı
karşıya kaldığı riskler ve daha pek çok örnekten söz
edebiliriz…
Yine bir “Sinan’ı anma
günü” nedeniyle süreçten sorumlu olanlar “mimarlık
ve kentleşme” adına tıpkı geçmişte yaptıkları gibi
“nutuklar” atacaklar, Sinan’a övgüler yapacaklar. Ya
sonra yine “nerede kalmıştık” denilerek aynı
yanlışlara devam mı edilecek?
Mimarlar Odası olarak,
büyük ustayı ölüm yıldönümü nedeniyle saygıyla
anarken, “Sinan’a saygısızlık” şeklinde
nitelediğimiz tüm bu mimarlık ve kentleşme
yanlışları artık tekrarlanmasın ve yeniden bir kez
daha birlikte düşünelim istiyoruz. Bu kapsamda ülke
yöneticilerini, yerel yönetimleri, yatırımcıları ve
ilgili tüm kesimleri kentlerimize, Koca Sinan’a ve
yarattığı eşsiz değerlere sahip çıkmaya davet
ediyoruz.
Kamuoyuna saygıyla
duyurulur.
TBMMO Mimarlar Odası,
08.042011
|
ÇÖPE ATILACAK VAZOYA 612 BİN TL DEĞER BİÇİLDİ
İngiltere'de bir kadın yaklaşık 612 bin TL (250 bin
Pound) değerindeki Çin vazosunun değerini beşte bir
oranında düşürdü. Adı açıklanmayan bir kadın, büyük
babasının kendisine verdiği vazoyu uzun süre evinde
sakladı. Vazoyu bir arkadaşının istediğini söyleyen
kadın, 1821 ile 1850 yılları arasında hüküm süren
Qing Hanedanlığına ait vazoyu aldı. Pencere
kenarında sakladığı vazoyu bir süre sonra atmaya
çöpe atmaya karar verdi. Benzer bir vazonun 470 bin
TL'ye (192 bin Pound) satıldığına dair bir haber
okudu.
Fotoğraflarını çektiği vazoyu bir müzayede
şirketine gönderen kadın aldığı cevap karşısında
şaşırdı. Gelen cevapta vazonun yaklaşık 612 bin TL
olduğu belirtiliyordu. Hemen vazoyu açık artırmaya
koyan kadın aldığı bir başka cevap üzerine ise
üzüldü. Zira, yıllar önce vazonun kenarındaki
çıkıntıları kendisi kırmıştı. Mezatçılar, vazonun
122 bin TL'ye (50 bin Pound) satılabileceğini
açıkladı.
Türkiye Gazetesi, 08.04.2011
|
|
 |
OSMANLI DÖNEMİNE AİT BIÇAK 1,14 MİLYON TL'YE SATILDI
Dünyaca ünlü Christie's müzayede evinde yapılan açık artırmada, 16'ncı yüzyıl Osmanlı dönemine ait bıçak, en yüksek fiyata satılan eserler arasında yer aldı.
''İslam ve Hint Eserleri'' adlı müzayedede bugün yapılan satışta, altın ve turkuvaz taşı süslemeli saplı Osmanlı dönemine ait bıçak, 457 bin 250 sterline (yaklaşık 1 milyon 143 bin TL) alıcı buldu.
İznik çinileri de müzayedede yüksek fiyata satılan parçalar arasında yer aldı. 1590 tarihli İznik çinisi bir tabak 85 bin 250 sterline (yaklaşık 213 bin TL), 1570 tarihli yine İznik çinisi mozaik ise 181 bin 250 sterline (yaklaşık 453 bin TL) alıcı buldu.
Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman'ın bir fermanı 241 bin 250 sterline (yaklaşık 603 bin TL) ve 16'ncı yüzyıl Osmanlı dönemine ait bir Kuran-ı Kerim de 61 bin 250 sterline (yaklaşık 153 bin TL) satıldı.
Toplam 416 eserin satışa sunulduğu müzayedenin en yüksek fiyata satılan parçası ise, 11'inci yüzyıl Fatımi dönemi Mısır'a ait ceylan şeklindeki bronz heykel oldu. Heykel, 937 bin 250 sterline (yaklaşık 2 milyon 343 bin TL) alıcı buldu.
Müzayedede Osmanlı dönemine ait halılar, Kuran-ı Kerimler, tombaklar, ipek örtüler, tepsiler ve fermanlar satıldı. Türkiye'nin yanı sıra, Orta Asya, Mısır, İran, Hindistan, Suriye gibi ülke ve bölgelerden de eserler açık artırmada yer aldı.
Habertürk, 08.04.2011
|
EDİRNE'NİN İLK MÜZESİ ZİYARETÇİSİYLE BULUŞUYOR
Edirne'nin ilk müzesi olan Türk-İslam Eserleri
Müzesi ziyaretçiyle buluşmaya hazırlanıyor.
Selimiye Camii Külliyesi içerisinde bulunan ve
Osmanlı döneminde yüzyıllarca Dar'ül-Tedris
Medresesi olarak kullanılan yapı Cumhuriyet
döneminde müzeye çevrildi.
Türk-İslam Eserleri Müzesi olarak yıllarca
hizmet veren tarihi yapı, zaman içinde
yıpranmaya başladı. Müzenin eski görünümüne
kavuşması için 2009 yılında restorasyon
çalışmasına başlandı. Burada sergilenen
eserler Edirne Müzesi deposuna alındı.
Edirne tarihi açısından büyük önemi bulunan
eserlerin bakım ve koruma çalışmaları devam
ediyor. Uzman bir ekip tarafından yürütülen
çalışmalarda birbirinden güzel tablo, hat ve
çini sanatı eserleri yeniden hayat buldu. Şu
ana kadar 20 civarında eserin bakım ve
koruma önlemleri tamamlandı. Tarihi
eserlerin korumalarına yönelik önlemler,
sağlanabilecek ödenek ölçüsünde devam
edecek. Bakım ve koruma önlemi alınan
eserler Türk-İslam Eserleri Müzesi'nin
açılmasıyla birlikte yeniden ziyaretçisiyle
buluşacak.
Müze Müdürü Hasan Karakaya, Edirne tarihi
açısından büyük önemi bulunan eserlerin
bakımlarının devam ettiğini söyledi. Şu ana
kadar Selimiye Külliyesi içerisinde bulunan
El Yazmaları Kütüphanesi'nden alınan Kabe
tasvirli duvar resmi, Necmi İğe Konağı'ndan
alınmış 18. yüzyıl Arnavutköy'ü olması
muhtemel panorama, manzara konulu duvar
resimlerinin bakımlarının yapıldığını
kaydeden Karakaya, temizlik, bakım ve
konservasyon çalışmaları sonucunda eserlerde
saklanmış detayların ortaya çıkmaya
başladığını belirtti.
Zaman, 07.04.2011
|
2 BİN YILLIK KALE YIKILIYOR

Adıyaman'ın, Kahta İlçesi'nde bulunan 2 bin
yıllık geçmişe sahip Kommagene Krallığı döneminde
yaptırılmış olan Eski Kahta Kalesi'nin burç ve sur
duvarları yıkılmaya başladı. Önceki gece aniden
yıkılan burç ve surlarından kopan taşlar, kalenin
yanı başındaki Kocahisar Köyü sakinlerinin büyük
korku yaşamasına yol açtı. Köy sakinleri, 'Restore
edilmeyen kale başımıza yıkılıyor' diyerek tepki
gösterirken, kalenin yanı başındaki ilköğretim
okulunda ise tehlike nedeniyle öğrencilerin teneffüs
sırasında bahçeye çıkmasına izin verilmiyor.
Kommagene Krallığı döneminde Kahta'ya 20 kilometre
uzaklıktaki Kocahisar Köyü'nde bulunan Eski Kahta
Kalesi 300- 350 metre yüksekliğindeki kayaların
üzerine yapılıp, Memluklar zamanında restore edildi.
Tek giriş kapısı olan ve dev surlarla çevrilen
kalenin içerisinde; çarşı pazar yerleri, cami, su
sarnıçları, zindanlar ve kitabeler bulunuyor. Yüksek
kayalıkların üzerine inşa edildiği için yerli ve
yabancı ziyaretçilerin ilgisini çeken kale,
yapısındaki bazı yıkılmaların can güvenliğini
tehlikeye sokacağı gerekçesiyle 5 yıldır
ziyaretçilere kapalı bulunuyor.
Arkeologlara göre 2 bin 200 yıllık geçmişi bulunan,
Kommagene Krallığı'nın önemli eserleri arasında
gösterilen ve restore edilmesi beklenen tarihi
kalenin burç ve sur duvarları önceki gece büyük bir
gürültüyle yıkıldı. Kalenin yamacında bulunan
Kocahisar Köyü sakinleri, gürültü sonrası deprem
meydana geldiği düşüncesiyle kendilerini dışarı
attı. Kalenin surlarından kopan onlarca kilo
ağırlığındaki taş ve kaya parçalarını gören köy
sakinleri, facianın eşiğinden döndüklerini ifade
etti.
Köy sakinlerinden 35 yaşındaki Mahmut Kutlar,
ilgisizlik ve bakımsızlık nedeniyle tarihi kalenin
yıkıldığını, gece yıkılmış olmasının kendileri adına
şans olduğunu söyledi. Kutlar, "Böyle bir tarihi
ayıp ancak Türkiye'de yaşanır. Bu kale dünyada ender
bulunan tarihi eserlerden biridir. 2 bin 200 yıllık
geçmişi olan bu kale, 1970 yılında adı Dörner olan
yabancı bir arkeolog tarafından kısmen onarıldı. Son
yıllarda yıkılma tehlikesi geçirdiği için turistik
ziyaretlere kapatıldı. 5 yıldan beri kaleyi görmeye
gelen turistler geri dönüyor. Her yıl kalenin
onarılacağı söyleniyor ama aradan yıllar geçmesine
rağmen kimse burayla ilgilenmedi. Köy halkı olarak
böyle büyük bir tarihi eserin göz göre yıkılması
karşısında kahroluyoruz" dedi.
Kayalıklar üzerine inşa edilmiş olan tarihi kalenin
yamacında bulunan Kocahisar İlköğretim Okulu da
tehlike altında olduğu için öğrenciler teneffüs
saatlerinde güvenlik gerekçesiyle bahçeye
çıkarılmıyor. Kalenin kuzeydoğusundaki duvarlarının
yıkılması ile düşecek taşların okula zarar
vereceğini söyleyen köy sakinlerinden Mehmet
Yücedağ, "Allah göstermesin okul tarafındaki kale
duvarı yıkılırsa düşecek olan koca taşlar okula
zarar verebilir. Hele gündüz yıkılma meydana gelirse
teneffüsteki öğrencilerin ölümüne neden olabilir.
Bunun için öğrencilerin teneffüslerde dışarı
çıkmasına izin verilmiyor. Bir an önce önlem alınıp;
bu kale ya tümden yıkılmalı ya da onarımı bir an
önce yapılmalıdır" diye konuştu.
Teneffüs saatinde dışarı çıkamayan öğrenciler ise
ders saatlerinde kalenin yıkılma tehlikesi nedeniyle
korkuya kapıldıklarını ifade etti.
5 yıl önce ziyarete kapatılan kalenin ilgisizlik
nedeniyle yıkılmaya başladığını ifade eden Kocahisar
Köyü sakinleri, kalenin restore edilmesi halinde hem
yerli ve yabancı turistlerin ilgi odağı haline
geleceğini, hem de doğal bir film platosu haline
dönüşeceğini kaydetti.
dha.com.tr, Haber: Ali Leylak- Haci Bozkurt,
07.04.2011
|
İSLAM ESERLER MÜZAYEDESİ REKORLA BİTTİ

İngiltere'nin başkenti Londra'da, müzayede evi
Sotheby's tarafından düzenlenen İslam Eserler
Müzayedesi'nde rekor kırıldı. Müzayedede,
Stuart Cary Welch koleksiyonuna ait,
Şah Tahmasp Şehnamesi'nden bir sayfa, 7.4 milyon
pound'a (18.75 milyon TL) alıcı buldu.
Reuters'in haberine göre, müzayededen önce,
eserin 2 ila 3 milyon pound arasında bir fiyata
satılması bekleniyordu. Bir önceki İslam Eserleri
müzayede rekoru, Christie's'de geçen yıl düzenlenen
bir müzayedede 6.2 milyon pounda (15.7 milyon TL)
satılan Acem vazosuna aitti.
'Dünyanın en önemli sanat eserlerinden biri'
olarak gösterilen Şehname, 10. yüzyıl sonlarında
Firdevsi tarafından kaleme alınmış, 1520'li yıllarda
ise Şah Tahmasp'ın hamiliğinde dönemin en iyi
ressamları tarafından 30 yılda resimlendirilmişti.
Şehname'nin 1560'lı yılların sonunda Osmanlı Sultanı
II. Selim'e hediye edildiği, 1900'lü yılların
başına kadar ise Osmanlı Sarayı'nda muhafaza
edildiği düşünülüyor.
Habertürk, 07.04.2011
Nano-Yorum: 2006
yılında yayınladığımız "Koparılan Sayfalar" başlıklı
yazı dizimizin 20. bölümünde Şehname'nin kaçırılma
hikayesini anlatmıştık. İlgilenenler için:
http://www.tayproject.org/Haber.fm$Retrieve?ID=2317&html=haber_detail_tu.html&layout=web
******
TÜRKİYELİ RESSAMLAR SANAT PİYASASINA DAMGA VURDU

Dünyaca ünlü Sotheby's Müzayede Evi'nde bugün
yapılan Çağdaş Türk Sanatı açık artırmasında, 2
milyon 300 bin sterlinden fazla satış yapıldı.
Sotheby's Londra'da yapılan müzayedede,
aralarında Mübin Orhon, Burhan Doğançay, Bedri Rahmi
Eyüboğlu, Bedri Baykam, Taner Ceylan, Yüksel Arslan,
İlhan Koman, Nuri İyem, Fikret Mualla ve Fahrelnissa
Zeid gibi önemli sanatçıların eserlerinin de yer
aldığı toplam 102 eser satışa sunuldu. Müzayedede en
yüksek fiyata satılan eser, 277 bin 250 sterlin ile
(yaklaşık 693 bin
TL) ressam
Burhan Doğançay'ın “Fısıldayan Duvar 2” adlı 1985
tarihli yağlıboya tablosu oldu. Bu tabloyu 241 bin
250 sterlinle (yaklaşık 603 bin TL) Mübin Orhon'un
1963 tarihli isimsiz yağlıboya eseri ile 229 bin 250
sterlinle (yaklaşık 573 bin TL) Taner Ceylan'ın 2011
tarihli “1879” isimli yağlıboya eseri takip etti.
Burhan Doğançay'ın 1977 tarihli bir diğer isimsiz
eseri 151 bin 250 (yaklaşık 378 bin TL) sterline
alıcı bulurken, Mübin Orhon 1962 tarihli isimsiz
yağlıboya eseri 97 bin 250 sterline (yaklaşık 243
bin TL)
ve Bedri
Rahmi Eyüboğlu'nun 1965 tarihli “Öpücük” adlı eseri
91 bin 250 sterline (yaklaşık 228 bin TL) satıldı.
Radikal, 07.04.2011
|
HAVRAN TEPEOBA ANTİK
KENTİ MADENCİLERİN KISKACI
ALTINDA
Tepeoba Köyü Kumluca mevkiinde bulunan
Tepeoba antik kenti uluslar arası madencilerin
tehdidi altında. Bilimsel araştırma bekleyen antik
kent şimdi yok olma ile karşı karşıya.
Havran İlçesi'nin şirin köylerinden biri olan
Tepeoba Köyü civarında antik kentin olduğu yıllardan
beri söyleniyor. Bu konuda derin araştırma yapan,
Körfezdeki Zümrüt Havran kitabı yazarı değerli
araştırmacı yazar, Zekeriya Özdemir’de Thebe antik
kentinin Havran Tepeoba Köyü civarlarında geniş bir
arazide yer aldığı konusunda geniş araştırma yazısı
yer almıştı. Yine Prof.Dr.Engin Beksaç tarafından da
bu bölgede antik kentin olduğu araştırma yazılarında
dile getirilmiştir.
Havran İlçesi’nin Tepeoba Köyü kendince mütevazı
bir yerdir. Ama esasında Tepeoba isminin içinde de
saklı olan bir gerçeği de gizlemektedir. Burası eski
bir antik kent ve mezarlık alanlarının bulunduğu bir
yerdir. Tepeoba sözcüğü esasında içinde eski bir
kentin ismi olan Thebai ismini de gizlemektedir.
Tepeoba çevresinde bu antik kentin izlerini bulmak
da mümkündür. Çünkü kalıntılar orada bizi
beklemektedir. Onlar hala ayakta durmaktadır. Hala
geçmişin sesini bizlere ve geleceğe yansıtmak için
çabalamaktadır.
Havran Thebe antik kenti kalıntıları, Kumluca
Mezarlığı ve Thebe harabeleri olmak üzere iki
kısımdan oluşuyor.Eybek dağlarının güney
eteklerindeki geniş düzlükte fıstık çamı dikim
sahası ortasında Tepeoba hudutlarında Havran’a 15
km. uzaklıkta çok eski bir mezarlık. Yaklaşık 20
dönüm genişliğindeki mezarlıkta 10′dan fazla tümülüs
görülmektedir. Ayrıca yüzden fazla mezarlık
bulunmaktadır. Mezarların büyük kısmı kaçak kazılarla
tahrip edilmiştir. Üzerinde kızılçam ağaçları bulunan
mezarlıkta büyük taşlar yanında mezar kapağı tuğla
parçaları görülmektedir. Thebe Harebeleri ise; mezarlığın 500 m kuzeyinde (Orman
İdaresi'ne ait
fıstık çamı dikim sahasında) doğu batı yönünde
yaklaşık 300 m uzunluğundaki duvar ile birlikte bir
takım kalıntılar dikkat çekicidir.
Kumluca ovasının ve ormana ait fıstık dikim
sahasının batısında yaklaşık olarak
10x15 m genişliğinde ve 10 m yüksekliğinde bina
kalıntısı. Özellikle kuzey tarafında kemerli giriş
kapısı ve işlenmiş taşlar dikkat çekicidir. Harç
kullanılmamıştır. Yapıda kullanılan taşlar çok büyük
ve muntazamdır. Aynı yapının güney tarafında da
kemerli bir kapı bulunmaktadır. Çevrede bu şekilde
20′den fazla yapının kalıntıları görülmektedir. Bütün
ova ve hanlar yolu üzerindeki yamaçlarda yüzlerce
dönüm arazide şehrin kalıntıları
görülmektedir. Araziye yayılmış durumdaki harabelere
ve kapladığı alana bakıldığında Thebe şehrinin çok
büyük bir yerleşim olduğu görülmektedir.
Körfezde Politika, 07.04.2011
|
HASANKEYF'TE HER YER TAPULU!

Batman Üniversitesi Rektörü ve Hasankeyf Kazıları
Başkanı Prof.Dr. Abdüsselam Uluçam, baraj suları
altında kalacak Hasankeyf'te kamuya ait arazilerde
kazıların tamamlandığını söyledi.
Geçmiş yıllarda bölgede yapılan tapu kadastro
sonrası her yerin vatandaşların üzerine
tapulandığını ifade eden Uluçam, "Her yeri, cami,
köprü, mezarlık ne varsa tapulamışlar. Kazı
yapacağız vatandaş 'Burası benim arazim' diyor.
Dokunmamıza izin vermiyor. ‘Çok para verirsen
dokunabilirsin' diyor. Biz göreve geldikten sonra
3,5 yılda 35 yıllık iş yaptık. Hasankeyf'in
bilinmesi gereken kültür varlıklarına ulaşıldı.
Kamuya ait arazilerde kazı tamamlandı. Eğer diğer
araziler de istimlak edilirse onlar üzerinde çalışma
gerçekleşir" diye konuştu.
Milliyet, Haber: Salih Tekin, 07.04.2011
******
HASANKEYF'E SENSÖRLÜ TAKİP SİSTEMİ TAKILIYOR
 
Hasankeyf ören yerinin kontrollü olarak turizme
açılması çalışmaları tüm hızı ile devam ediyor.
Kaya
düşmesi ile birlikte turizme kapatılan antik
kentte sensörlü takip sistemi de kuruluyor.
Hasankeyf
kalesinin Nisan ayında kontrollü olarak turizme
açılması için büyük önem taşıyan orta kapının
Kültür ve Turizm Bakanlığı kontrolünde
güçlendirme çalışmalarını yerinde inceleyen İlçe
Kaymakamı Cevat Uyanık “Nisan ayı içersinde
kontrollü olarak ziyarete açılması için orta
kapının can ve mal güvenliğine zarar gelmeyecek
şekilde onarılması ve sensorlar takılarak
kontrol edilmesi çok önemli. Kurul burada
kontrollü geçiş ve turnike sistemi için onay
verdi en kısa sürede tekrar turizme açılacak
olması tüm esnaflarımız ve vatandaşlarımız için
büyük önem taşımaktadır” dedi.
Batman Gazetesi, 07.04.2011
|
BİLİM İNSANLARINI ŞAŞIRTAN KEŞİF
Çek Cumhuriyeti'nde yapılan arkeolojik kazılar sırasında bulunan ve yaklaşık 5 bin yıllık olduğu tahmin edilen bir erkeğe ait iskelet, araştırmacıları oldukça şaşırttı.
Arkeologlar bulunan iskeletin bir erkeğe ait olduğunda hemfikirler, ancak bu mağara adamının ilk "eşcinsel" insanlardan olabileceğini düşünüyorlar.
O dönemde erkeklerin sağ tarafları üzerine yatırılarak ve kafaları batıyı gösterir halde, kadınlarınsa sol tarafları üzerine ve kafaları doğuyu gösterir halde gömüldüğünü söyleyen araştırmacılar, bulunan erkek iskeletinin sol tarafı üzerine yatırılarak ve kafası doğuyu gösterir halde gömüldüğünü belirtiyorlar.
Aynı zamanda, erkeklerin silahları, balta ve bıçaklarıyla gömüldüğü çağlarda, kadınların da kolyeler, hayvanlar, küpeler ve çömleklerle gömülürken, sözkonusu mezardan silah yerine çömlek ve kaplar çıkarılması da, "eşcinsel" mağara adamı iddiasını güçlendiriyor.
Ölünün gömülmesi sırasında hata yapılmadığına inanan arkeologlar, o zamanlarda cenazelere büyük önem verildiğini ve bu tür bir hatanın mümkün olamayacağı görüşünde.
Ekip üyelerinden Katerina Semradova, Mezolitik dönemden kalma bir mezarda bulunan kadın savaşçının da erkek gibi gömülmüş olduğunu hatırlatıyor.
Milliyet, 07.04.2011
|

 |

|
KUŞADASI BELEDİYESİ'NE TARİHİ VE KÜLTÜREL MİRASI KORUMA ÖDÜLÜ
Tarihi Kentler Birliği'nin Tarihi ve Kültürel Mirası Koruma, Proje ve Uygulamalarını Özendirme Yarışması'nın sonuçları açıklandı. Kuşadası Belediyesi, tarihi ve kültürel mirası koruma ödülü kazandı.
Edinilen bilgiye göre, Tarihi Kentler Birliği'nin Malatya Anemon Otel’de gerçekleştirilen seminerinde Tarihi Kentler Birliğinin 2010 Yılı Tarihi ve Kültürel Mirası Koruma, Proje ve Uygulamalarını Özendirme Yarışması sonuçları da açıklandı. Tarihi Kentler Birliği Danışma Kurulu üyesi Hasan Özge tarafından açıklanan sonuçlara göre, aralarında Kuşadası Belediyesi’nin de bulunduğu Gölcük, Gümüşhane, İncesu, Kemaliye, Kocaeli, Konak, Kütahya, Manisa, Muğla, Ordu, Sivrihisar ve Yalova belediyeleri Tarihi ve Kültürel Mirası Koruma, Proje ve Uygulamalarını Özendirme Yarışması'nda teşekkür belgesi aldı.
Proje dalında; Rize, Siverek, Silifke, Bornova, Antalya Büyükşehir Belediyesi ödüle layık görülürken, Uygulama dalında ise Küre, Taşucu, Milas, İzmir, Bayındır Belediyesi başarılı bulundu. 10. Yıl Derviş Parlak Özel Ödülü'nü Yalvaç Belediyesi alırken, süreklilik dalında ödüle Odunpazarı, Niksar, Bursa Büyükşehir, Birgi, Altındağ Belediyeleri layık görüldü. Metin Sözen Büyük Ödülü'nü ise Battalgazi Belediyesinin hak ettiği aktarıldı. Ödüllerin 13-15 Mayıs 2011 tarihinde Samsun'da yapılacak olan toplantıda dağıtılacağı açıklandı.
Kuşadası Belediye Başkanı M. Esat Altungün, Kuşadası’nın tarihi kimliğinin yeniden kazandırılması amacıyla yürüttükleri çalışmaların devam ettiğini belirterek, bu çalışmalarının Tarihi Kentler Birliğinin Tarihi ve Kültürel Mirası Koruma, Proje ve Uygulamalarını Özendirme Yarışması'nda ödülle karşılık bulmasından son derece mutlu olduklarını söyledi.
Selçuk Bölge Haberleri,07.04.2011
|
KADIKÖY'DEKİ TARİHİ KONAK, 3.5 MİLYON DOLARA SATILIYOR
Yapı Merkezi Holding, sahibi olduğu Kadıköy Acıbadem Mahallesi’nde yer alan Sokullu Konağı’nı 3 milyon 500 bin dolara satışa çıkardı. Ziyaeddin Paşa Köşkü olarak da anılan yapı, 1975’li yıllara kadar Anadolu Erkek Lisesi olarak hizmet vermişti. Elde edilen bilgilere göre, 2 milyon 500 bin dolar restorasyon masrafı bulunan konak, birinci dereceki tarihi eserin 2 nolu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’na kayıtlı. 8 bin 245 metrekare yüzölçümünde arsaya sahip olan konağın büyüklüğü ise 2 bin 48 metrekare.
Konağın pazarlanmasıyla ilgilenen yüksek şehir plancısı Emrah Arslan, 35 yıldır yaşamın olmadığı konağın, 1992’de şimdiki sahibi Yapı Merkezi Holding ’in mülkiyetine geçtiğini kaydetti. Konağın restore edildiği takdirde yönetim merkezi veya eğitim kurumu olarak da hizmet verebileceğini belirten Arslan, restorasyon için yetkili kurullardan izin alındığını söyledi.
Sultan 5. Mehmet Reşat’ın Sokullu Konağı’nı yazlık olarak kullanmak için mimar Vedad Tek’e yaptırdı. Oğlu Şehzade Dr. Ziyaeddin Efendi’nin kullandığı bölüm bir yangında yok oldu. 1922’de hanedanın yurtdışına çıkarılma zorunluluğu üzerine, Abdülkerim Cevdet Sokullu Paşa tarafından satın alındı. Sokullu Paşa’nın varisleri 1945’te Erdem Ailesi’ne satınca konağın kaderi başka bir mecraya taşındı.
Eğitimci aile, burada Özel Anadolu Lisesi açarak 1975 yılına kadar işletti. Konağın arazisi zamanla parsellenerek ahırlar, mutfak ve personel odaları yıkıldı. Okulun 1975’te kapanmasından sonra bina boş ve bakımsız kaldı.
Milliyet, Haber: Tebernüş Kireççi, 07.04.2011
|
 |

|
"O ÇALIŞMAYI BEĞENMİYORUM"
Karayolları 8. Bölge Müdür Yardımcısı Hürrem Çapar, Malatya İl Koordinasyon Kurulu'nda Arapgir'de Kozluk Çayı üzerinde bulunan tarihi Meydan Köprüsü'nün restorasyonu ile ilgili bilgi verirken, Vali Ulvi Saran'dan eleştiri aldı.
Vali Saran, Arapgir’de Kozluk Çayı üzerindeki Tarihi Meydan Köprüsü’nde restorasyon adı altında yapılan çalışmayı eleştirdi. Vali Saran, ‘Restorasyon, aslına uygun düzenleme demek. Karayolları oraya yeni bir köprü yapıyor. Onun adı restorasyon değil. Oradaki çalışmayı beğenmiyorum’ diye konuştu.
Arapgir’in dört kilometre kuzeyinde Kozluk Çayı üzerinde Meydan Köprüsü adıyla maruf, iki kemer gözlü büyük bir köprü bulunmaktadır. Köprünün, Osmanlı Padişahları’ndan 4. Murat (1623-1640) tarafından yaptırıldığı rivayeti yaygındır. 4. Murat’ın 1635-1638 tarihlerindeki Safeviler üzerine yaptığı seferleri esnasında yaptırmış olma ihtimali üzerinde durulabilir. Meydan Köprüsü’nün kemerleri aynı doğrultuda bulunmaktadır. Köprü, kullanılır durumda, yöre halkının ihtiyacına cevap vermektedir.
Malatya Haber, Fotoğraf: Bakış Gazetesi, 06.04.2011
|
272 BİN LİRAYA DİLİM DİLİM OLACAK

Başbakan Erdoğan’ın “Ucube” dediği Kars’taki
İnsanlık Anıtı’nın yıkımı için Kars
Belediyesi’nin 7 Mart’ta yaptığı ihale sonuçlandı.
İhaleyi 272 bin TL teklif veren
Avşin İnşaat kazandı. İhalede aslında en düşük
teklifi 225 bin TL ile
Gensa vermişti. Belediye, firmaya teklifin neden
bu kadar düşük olduğunu sordu ancak bir yanıt
alamadı.
Bunun üzerine ihale dışı bırakılan
Gensa’dan sonra 272 bin TL’lik en düşük teklifi
veren
Avşin İnşaat ihaleyi kazanmış oldu. İhaleye
diğer firmalardan itirazlar olabileceği için 1 hafta
bekleyeceklerini belirten Kars Belediye Başkanı
Nevzat Bozkuş, süreçle ilgili şu bilgileri
verdi: “Yaklaşık 15 gün içinde yıkım işlemi
başlayacak. Heykel parça parça kesilerek
kaldırılacak. Anıtın bulunduğu yerde çevre
düzenlemesini yaptıktan sonra alanı sahibine Milli
Emlak Müdürlüğü’ne iade edeceğiz.”
Osmanlı döneminden kalan ve tescilli olan tabyanın
yakınında yapılması ve Milli Emlak’a ait alanda
olması nedeniyle anıtın kaçak olduğunu ifade eden
Başkan Bozkuş, “Yaptığımız işlem hukuka aykırı
olmadığı için gayet rahatız. Anıt belediyenin malı.
Eğer sanatçı heykelin parçalarını isterse o parçalar
da belediyenin malı. Eğer belediye isterse verir.
Sanatçı isterse veririz niye vermeyelim” dedi.
Heykeli yapan
Mehmet Aksoy’un kuruma karşı resmi bir sıfatı
olmadığını kaydeden Bozkuş, eski Belediye Başkanı
ile sanatçı arasında yapılan sözleşmenin de geçerli
olmadığını belirtti. Anıt için belediyeyle 350 bin
TL’lik anlaşma yapan
Mehmet Aksoy kendisine 120 bin TL ödendiğini
açıklamıştı.

KARS: 134 YIL ÖNCE VE BUGÜN
Tarih: 1877
Yer: Kars Savaş Meydanı...
İngiliz ressamın çizdiği Kars resminde türbeler,
camiler ve savaş hazırlığındaki Osmanlı askerleri
tasvir edilmiş. 134 yıl sonra
Vedar Akçayöz tarafından çekilen Kars
fotoğrafında ise Çanak antenlerin şehri işgal ettiği
görülüyor. 134 yıl önceki tahta köprü ise artık yok.
Habertürk Haber: Tülay Şubatlı, 06.04.2011
******
RENGARENK İNSANLIK ANITI!

Kars Belediyesi 7 Mart 2011 günü İnsanlık
Anıtı'nın yıkım ihalesini yaptı. Ancak İstanbul'da
yaşayan Heykeltıraş Mehmet Aksoy'un avukatları
Turgut Kazan, Aslı Kazan ve Serdar Laçin, aynı gün
Erzurum 1'inci İdare Mahkemesi'ne dava açtı. Bu dava
sonucunda İnsanlık Anıtı ile ilgili yürütmeyi
durdurma kararı verildi. Aksoy'un avukatları, "Geri
dönüşümü olmayan bir zararın doğmaması için Erzurum
1'inci İdare Mahkemesi yıkım kararına ilişkin
yürütmeyi durdurma kararı verdi. Anıt, dava
sonuçlanıncaya kadar yıkılamayacak" dedi.
Bunun üzerine Kars Belediye Başkanlığı 1'inci İdare
Mahkemesi'nin verdiği yürütmeyi durdurma kararına
itiraz etti. Bir üst mahkemeye yapılan itiraz
sonucunda Bölge İdare Mahkemesi 16 Mart 2011
tarihinde İnsanlık Anıtı ile ilgili alınan
yürütmenin durdurulması kararını kaldırdı.
Radikal, 06.04.2011
|
ENKİ BİLAL'E REKOR FİYAT
Çizgi romancı Enki Bilal'in bir deseni bu güne kadar görülmemiş bir fiyatla 70 bin 100 Euro'ya (yaklaşık 154 bin TL) satıldı. Fransız sanatçının Artcurial kuruluşu tarafından satışa çıkartılan özgün çizimleri arasından "Canavar Dörtlemesi" olarak Türkçede de Marmara Çizgi'den yayımlanan eserinin 1. cildi "Canavarın Uykusu"nun son sayfasını oluşturan tek desenin orijinali 70 bin 100 Euro'ya alıcı buldu.
Cumhuriyet gazetesinin haberine göre bu rekor satıştan sonra, yine aynı gün, Bilal'in bir başka çizimi, "32 Aralık" başlıklı kitabının kapağı da 117 bin 600 Euro'ya (yaklaşık 255 bin TL) satıldı. Aralarında 700 özgün Bilal çiziminin de yer aldığı çok sayıda çizgi roman deseni satışından toplam 1.55 milyon Euro hasılat elde edildi.
André Franquin'in ünlü çizgi roman kahramanı Spirou'nun bir deseni 57 bin 600 (yaklaşık 126 bin TL), Jacques Tardi'nin "Gar Sokağı 120 (Numara)" başlıklı kitabının kapağı 39 bin 200 (yaklaşık 85 bin TL) ve Hugo Pratt'ın suluboya ve çini mürekkebiyle çizilmiş bir resmi de 32 bin 500 Euro'ya (yaklaşık 70 bin TL) alıcı buldu.
1951'de Boşnak bir baba ve Slovak bir anneden eski Yugoslavya'nın başkenti Belgrad'da dünyaya gelen Enki Bilal 9 yaşından beri Paris'te yaşıyor. Bilal'in bu ay içerisinde "Mahlukk" isimli yeni kitabı da yine Marmara Çizgi tarafından basılacak.
Habertürk, 06.04.2011
|
 |
KANUNİ'NİN CEPHEDE VEFATI, OĞLU SELİM'İN GÖREVE
ÇAĞRILIŞI VE SELİMİYENİN İNŞASI
Soru: Kanuni
Sultan Süleyman'ın, oğlu Selim için tahta
çıkarılması vasiyetinde bulunduğu doğru mu? Doğruysa
böyle bir vasiyet geçerli sayılır mı?
Cevap: 46 yıllık hükümdar Kanuni Sultan Süleyman,
Macaristan'daki Zigetvar kalesinin fethinden bir gün
önce 71 yaşında kale alınmak üzere iken vefat etmiş,
böylece ülkesine son bir zafer daha hediye ederek
cephede hayata gözlerini yummuştur. Ancak bu sırada
oğlu Selim'in tahta çıkarılması yolunda bir vasiyeti
söz konusu olmamıştır.
Nitekim savaş meydanındaki vefattan sonra dirayetli
devlet adamı Sokullu Mehmed Paşa, büyük bir
basiretle Padişah'ın vefatını kimseye duyurmamış,
Kütahya sancak beyliğinde bulunan tahtın tek adayı
Şehzade Selim'i durumdan haberdar etmek üzere
gönderdiği posta, 23 günde Kütahya'ya ulaşmış, 43
yaşındaki Şehzade ise Kütahya'dan mahmuzladığı
atıyla üç günde Üsküdar'daki hemşiresi Mihrimah
Sultan'ın köşküne gelerek İstanbul'daki Şeyhülislam
ve diğer devlet ricalini durumdan haberdar etmiş,
bunun üzerine Şehzade Selim'in padişahlığının
başladığını Ebussuud efendi ile devlet ricali ilan
etmişlerdir. (1566)
İki günlük bu dinlenmeden sonra genç padişah, yanına
aldığı bir süvari alayı ile süratli bir yolculuk
daha yaparak 20 günde Belgrad'a ulaştığı sırada
Hünkar'ın cenazesi de tahnit edilmiş olarak
Zigetvar'dan Belgrad'a getirilmişti. Tecrübeli
devlet adamı Sokullu, tahtın tek adayı Şehzade
Selim'in geldiğini anlayınca Cihan Padişahı'nın
vefatını saklamaya artık gerek görmemiş, hafızlar
hep bir ağızdan yüksek sesle Kur'an okumaya
başlayınca durumu anlayan tüm asker, paşalar, halk,
koca hünkar için gözyaşı dökmeye başlamışlardır..
Bu karşılaşma sırasında 43 yaşındaki genç padişah
Selim, huzuruna vardığı tecrübeli devlet adamı
Sokullu Mehmed Paşa'nın elini öpme tevazuu
göstermiş, ancak Sokullu daha çabuk davranıp
kayınpederi de olan Selim'in eteklerine kapanarak
asıl eli öpülecek olanın tahtın tek sahibi Şehzade
Sultan olduğunu ifade etmek istemiş, böylece askere
de itaat mecburiyeti mesajını da vermeyi
başarmıştır.
Genç Padişah Selim Han, bu anlayış içindeki
Sokullu'yu görevinden hiç ayırmayarak 8 senelik
padişahlığı sırasında ona hep vefa duygusuyla
bakarak, gölge padişah gibi görevinde ibka etmiştir.
Tahtın tek varisi şefkatli Selim, bir vefa örneği
daha göstermiştir. O da merhum hünkar babasının ilk
hanımı, gözden düşmüş olan Mahidevran'ın Bursa'da
oğlu Mustafa'nın mezarı yanında yoksul halde
yaşamasına son vermek olmuştur. Bunun için hemen
emrini vermiştir:
- Hünkar babamın birinci hanımı Mahidevran annemize,
kimseye muhtaç olmayacak miktarda emekli aylığı
bağlansın. Ayrıca başucunda beklediği Mustafa'sının
mezarı üzerine de büyük bir türbe yapılsın.
Kısa zamanda Mahidevran anneye emekli maaşı
bağlanır, merhum Şehzade Mustafa'ya da annesini
memnun edecek güzellikte bir türbe yapılır, nihayet
sevgili annesi de vefatında o türbeye yavrusunun
yanına defnedilir.
Kıbrıs'ı fethetmek gibi değerli cihad hizmetlerinden
sonra sıra gelir hayalinde hep canlı tuttuğu Edirne
Selimiye Camii'nin inşasına. Düşüncesini çok sevdiği
baba yadigarı koca Sinan'a anlatır:
- Hünkar babam der, genç yaşta ölen Şehzade Mehmed
ağabeyim için Şehzade Camii'ni yaptırdı. Arkasından
kendi adına da Süleymaniye Camii'ni inşa ettirdi.
Şimdi sıra benim camime geldi..
Baba yadigarı Koca Sinan, genç padişah Selim
Sultan'ın bu arzusuna ümitli cevap verir:
- Şehzadebaşı çıraklık devremin, Süleymaniye ise
kalfalık devremin eseridir. Senin camin Selimiye ise
inşallah ustalık devremin eseri olacaktır. Hatta
Ayasofya'yı dahi geçebilecektir inşallah..
Nitekim geçmiştir de. Selimiye'de kubbe yüksekliği
43 metre, genişlik ise 31 metreyi aşmıştır.
Bu muhteşem eserden dolayı İkinci Selim Han, sekiz
buçuk senelik padişahlığından fazla, 6 senede
yapılan Selimiye gibi eşsiz bir mabedin sahibi
olmasıyla meşhur olmuştur ve halen dünyaya iftiharla
ilan ettiğimiz örnek eserlerimizin en başında Edirne
Selimiye Camii gelmektedir.
Osmanlı sultanları büyüğüyle de küçüğüyle de ölmez
eserler bırakarak gitmişlerdir bu dünyadan. Hizmet
eden ecdadımızın hepsine de hürmet ve minnet
borçluyuz. Ruhları şad olsun cümlesinin de..
Zaman, Yazı: Ahmed Şahin, 06.04.2011
Nano Yorum:
Sultan II. Selim ile Mimar Sinan arasındaki konuşma
tam olarak bu şekilde mi gerçekleşti bilmiyoruz.
Kayıtlar bizi birçok konuda aydınlatıyorsa da detay
konuşmalar hakkında bilgimiz yok. Ayrıca, Mimar
Sinan'ın Ayasofya'nın mimarisinden çok etkilendiği
biliniyorsa da bu yapıyı bir geçme çabası var mıydı,
bunu da blmiyoruz. Üstelik, yaptığı bilinen
eserlerinden aynı türde olanların bile birbirine
benzemediği dikkate alınırsa bu çok da önemli değil
kuşkusuz. Bütün dert kubbenin çapı mıydı yani? Öyle
olsaydı kesinlikle geçerdi ama yukarıdaki yazının
aksine günümüz mimarlarının ve araştırmacılarının
ölçüleri bunun doğru olmadığını söylüyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ayasofya'nın kubbe çapını 30.80-31.88 olarak veriyor. 1990-93 yılları arasında yapılan lazerli okumalarda ise Ayasofya kubbesinin çapı kuzey-güney ekseni üstünde duvardan duvara 34,709 metre (galeri kornişleri arasında 31,805 metre) ve doğu-batı ekseninde 33,092 metre (galeri kornişleri arasında 30,855 metre) olarak saptanmıştır. Selimiye Camii'nin kubbe çapı ise; M. Yorulmaz tarafından 30.75 m, N. Çamlıbel tarafından 31.50 m, A. Kuran tarafından 31.22 m. olarak verilmektedir (Sinan'ın İstanbul'u, Reha Günay, Yem Yayınları, İstanbul 2006, s: 55). Ayrıca, Selimiye'de Prof.Dr. Doğan Kuban'ın teodolitle yaptığı ölçümlerde, kubbe genişliği kuzey-güney aksında 31.7 metre,doğu-batı aksında 31.2 metre olarak saptanmıştır (http://www.selimiyecamii.com/kubbe.html).
TAYHaber, Ayşe Bayvas,
08.04.2011
|
SİDE MÜZESİ, RESTORASYON VE KONSERVASYONUNU YAPTIĞI
ESERLERİN TEŞHİRİNE BAŞLADI
Side Müzesi, 60 yıllık dosya kayıtlarını güncelleştirerek yenileme çalışması başlattı. Güncelleştirme çalışmalarıyla tasnif edilen envanter kayıtlarının yeni yapılan depoda muhafaza edileceği belirtildi. Turizm sezonu öncesi yapılan yenilik çalışmalarıyla ilgili gazetecilere açıklamasında bulunan Side Müzesi Müdürü Güner Kozdere, kurum bünyelerinde bulunan 60 yıllık dosyaları güncelleyerek günümüz şartlarına cevap verecek hale getirdiklerini söyledi. Müze ihtisas kütüphanesinde toplam bin 2 kitabın mevcut olduğu bilgisini veren Kozdere, eserlerin yeni idari binada tematik olarak yeniden düzenleme yapılarak görücüye çıkartıldığını kaydetti. Dönem içinde müze teşhir, tanzim, çevre düzenleme, müze kayıtlarına giren sikke, restorasyon ve konservasyon çalışmalarının aralıksız devam ettiği bilgisini veren Kozdere, yeni yıl içinde envanter numaralı 22 adet eserin(tanrı başı ve portre) 2. Nolu teşhir salonunda arkeoloji severlerin beğenisine sunduklarını belirtti. Kozdere, “Müzemizde güncelleştirme çalışmalarımız aralıksız devam ediyor. Müzemizdeki eserlerin restorasyon ve konservasyon çalışmaları restoratör Suzan Okumuş öncülüğünde yapılıyor. Kurumumuz laboratuvarında 223 tarihi sikkenin konservasyonunu tamamladık. Yine aynı kapsamda envanter kayıtlı 5 tarihi eserin restorasyonunu tamamladık. 223 numaralı Roma aslanı heykelinin restorasyon çalışması devam etmekte.” diye konuştu.
Müzelerini 2011 yılı ilk 3 ayında 13 bin 363
kişin ziyaret ettiğini belirten Kozdere, bu
ziyaretlerden toplamda 66 bin 680 lira para geliri
elde ettiğini ifade etti. Yılın ilk 3 ayında 169
müze kartı satışı olduğu bildiren KoZdere, satışardan
3 bin 670 lira gelir elde edildiğini kaydetti.
Müzeyi 2010 yılında 237 bin kişinin ziyaret
ettiği belirten Kozdere, bu rakamla Side’nin son 20
yılın en üst düzey ziyaretçi rakamına ulaştığını
kaydetti. Kozdere, müzelerini 2007′de 99 bin,
2008′de 117 bin, 2009′da 136 bin ve 2010′da 237 bin
yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiğini belirtti.
Samanyolu Haber, 06.04.2011
|
SÜLEYMANİYE DOĞUMEVİ KÜTÜPHANE OLUYOR

İstanbul'un tarihi Süleymaniye semtinde
bugünlerde sessiz sedasız bir değişim yaşanıyor.
Süleymaniye Camii'nin restorasyonundan sonra
şimdi de tarihi Süleymaniye Doğumevi ile
Darü'ş-Şifa binası restore ediliyor.
Her iki mekan da restorasyonu tamamlandıktan
sonra Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi
bünyesine katılacak. Böylece, yıllardır yer
darlığı yüzünden gerektiği gibi hizmet
veremeyen Türkiye'nin en büyük yazma eserler
kütüphanesi, büyük imkanlara sahip olacak.
Raflarında toplam 75 bin 904 cilt yazma eser
bulunan Süleymaniye Yazma Eserler
Kütüphanesi, önümüzdeki günlerde iki tarihi
mekanın bünyesine katılmasıyla büyük bir
külliye haline gelecek.
Süleymaniye Doğumevi olarak bilinen Eski
Tıp Medresesi ve Darü'ş-Şifa'nın Süleymaniye
Kütüphanesi'ne tahsisi ile birlikte
kütüphane yeni birimler de ihdas edilerek
dünya standartlarında hizmet vermeye
başlayacak. Darü'ş-Şifa'da modern bir kitap
teşhir merkezinin yanı sıra konferans
salonu, çeşitli bilim dallarıyla ilgili
uzman odaları ve Kitap Sanatları Enstitüsü
oluşturulacak. Eski Tıp Medresesi
(Süleymaniye Doğumevi) ise teknik
servislerin bulunduğu birim ve Dijital Arşiv
Merkezi olarak kullanılacak. Darü'ş-Şifa'nın
restorasyon çalışmaları son aşamaya geldi.
Eski Tıp Medresesi'nin restore edilmesi ile
ilgili proje ise önümüzdeki günlerde
uygulamaya konulacak. Süleymaniye Yazma
Eserler Kütüphanesi Müdürü Emir Eş,
"Süleymaniye Kütüphanesi'ne tahsis edilecek
mekanların hizmete girmesi ile külliye tam
bir bilgi ve araştırma merkezi haline
gelerek, kütüphanemiz Türkiye ve dünyada hak
ettiği kıymeti haiz olacak." diyor.
Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi'nde
bulunan bütün eserler, 2010 yılı itibarıyla
dijital ortama aktarılmış bulunuyor. Okuyucu
ve araştırmacılara 'Yordam Kütüphane
Otomasyon Programı' aracılığıyla tam metin
erişim hizmeti verdiklerini söyleyen Emir
Eş, "Ülkemizde çeşitli kurumlar, ellerinde
bulunan yazma eserlerin tamiri konusunda
kurumumuzdan yardım beklemekte ancak mevcut
personellerimizin sayısı, değil bu
eserlerin; kendi kitaplarımızın beklediği
hizmeti vermeye bile yetmiyor." dedi.
Yazma eserler tek çatı altında
Türkiye'deki tüm yazma eserler
kütüphaneleri, tek çatı altında toplanıyor.
Resmi Gazete'de yayımlanan Türkiye Yazma
Eserler Kurumu Başkanlığı'nın kurulmasıyla
ilgili yasa, Kütüphane Müdürü Emir Eş'in
dile getirdiği sorunları ortadan kaldırmayı
amaçlıyor. Kuruma önce bir başkan atanacak.
Seçimden sonra ise gerekli yönetmeliklerin
çıkarılmasının ardından Ankara, İstanbul ve
Konya'da üç başkanlık ve bunlara bağlı
olarak yaklaşık 15 müdürlük kurulacak. Emir
Eş'e göre, başkanlığın kurulması eserlerin
seçimi, satın alınması, devri, korunması
konusunda hem bütçe hem de standardizasyon
getirmesi açısından büyük önem taşıyor. Tek
bir çatı altında toplanacak yazma eser
kütüphanelerinde mevcut yazma eserlerin
tıpkıbasım, tahkik, çeviri vb. yollarla
bilim dünyasına sunulacak olması da bu
eserlerin gün ışığına çıkmasını sağlayacak.
"Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı
Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun"un
devreye girmesiyle koruma ve restorasyon
gibi alanlarda birçok uzman istihdam
edilecek. Yasa eserlerin korunması, kağıt
restorasyonu ile konservasyonu ve cilt
konularında da önemli iyileştirmeler
getiriyor. Kurulacak yeni laboratuvar,
araştırma merkezleri ve servislerle,
kütüphanelerdeki eserlerin yıpranması ya da
zayi olmasının önüne de geçilecek.
Zaman, 06.04.2011
|
 |
3500 YILLIK MUMYALAR DA KALP HASTASI ÇIKTI
Bilim adamları, damar tıkanıklılığının günümüzün hastalığı olmadığı, 3500 yıl önceki Mısır mumyalarında da görüldüğünü açıkladı. California Üniversitesi'nde yapılan araştırma hakkında bilgi veren Dr. Gregory Thomas, "Damar tıkanıklığı günümüzün hastalığı olarak biliniyordu. Ancak 52 mumya üzerinde bilgisayarlı tomografi (CT) ile yapılan araştırmada 44 tanesinde kalp tıkanıklığı, yüzde 45'inin damar duvarlarında kalsiyum tespit edildi. İncelediğimiz mumyaların en eskisi 40 yaşında iken, Milattan Önce 1580 ile 1550 yılları arasında yaşamış olan Rai. Kalp hastalığı işaretleri görülen Rai, Kraliçe Ahmose Nefertari'nin dadısı" diye konuştu.
Türkiye Gazetesi, 06.04.2011
|
LAHİT ARKEOLOJİ MÜZESİ'NE TAŞINDI
Afyonkarahisar’ın Şuhut
İlçesi'nde geçtiğimiz yıl
Nisan ayında bir vatandaşın arsasında yaptığı temel
kazısı sırasında bulunan antik lahit, Afyonkarahisar
Arkeoloji Müzesi’ne taşındı.
Antik lahit, uzmanların nezaretinde gerçekleştirilen kurtarma kazısı sonucu vinç yardımı ile bulunduğu yerden kaldırılarak Afyonkarahisar Arkeoloji Müzesi’ne götürüldü. Titizlikle yürütülen kurtarma kazısına Şuhut Belediyesi’ne bağlı ekipler de destek verdi. Kurtarma kazısı esnasında çalışmaların yapıldığı yerde toplanan çok sayıda vatandaş tonlarca ağırlıktaki tarihi eserlerin vinç ile kamyona yüklenmesini merakla takip etti. Müze yetkilileri, çıkan eserlerin hangi döneme ait olduğunun ortaya çıkartılması için araştırma yapılacağını bildirdi.
Bugün, 06.04.2011
|
|
LONDRA MÜZAYEDESİ'NDE
EROL AKYAVAŞ'A 1.4 MİLYON LİRA

Erol Akyavaş ın 1982 tarihli tablosu, beklenin üzerinde bir fiyata gitti.
Uzun zamandır Türk
sanatseverler
ve
koleksiyonerler nefeslerini tutmuş dünyaca ünlü
müzayede evlerinin çağdaş Türk resmi satışlarını
bekliyor. Bu müzayedelerden ilki dün Londra, New
Bond Street’deki Bonhams müzayede evinde yapıldı.
Seksen dört lotun bulunduğu müzayedeye Erol
Akyavaş’ın 1982 tarihli 270x110 cm ölçülerindeki
‘End of Encounter’ isimli yapıtı damgasını vurdu.
Yapıt 280 bin ile 340 bin sterlin aralığında alıcı
bulmayı beklerken 535 bin 200 sterline (yaklaşık 1
milyon 338 bin lira) el değiştirdi. En pahalı ikinci
ve üçüncü yapıtlar yine Akyavaş’ın ‘Miras VIII’ ve
‘Untitle’ resimleri oldu.
Ömer Uluç’un ‘İsimsiz’ yapıtı ise 68 bin 400
sterline satıldı. 27 eser alıcıyla buluştu, yani
üçte ikisi satılamadı. Toplam satış rakamı ise 1
milyon 7 bin sterlinde kaldı. Erol Akyavaş’ın ‘End
of Encounter’ isimli yapıtı müzayedede satılan tüm
diğer yapıtların toplamından
daha
yüksek rakama satılmış oldu.
*Erol Akyavaş, End of Encounter, 1982, 535,200
sterlin
*Erol Akyavaş, Miras VIII, 1986, 96,000 sterlin
*Erol Akyavaş, Untitle, 78,000 sterlin
*Ömer Uluç, İsimsiz, 68,400 sterlin
*Bedri Baykam, La Bohemia of Christiania,
2010, 36,000
sterlin
*Bedri Baykam, La Sirene, 2010, 36,000 sterlin
*Azade Köker, Boğazkesen, 22,000 sterlin
*Devrim Erbil, View of the Golden Horn, 2011, 19,200
sterlin

Ömer Uluç’un
‘İsimsiz’ adlı resmi 68 bin 400 sterline alıcı
buldu.
Radikal, Haber: Oğuz
Erten, 06.04.2011
|
|
GİZEMİ ÇÖZMEK İÇİN MEZAR KAZACAKLAR
İtalyan araştırmacılar
Leonardo Da Vinci’nin ünlü
Mona Lisa tablosunun esrarını çözmek için
Floransalı bir kadının mezarını kazıp kemikleri
üzerinde araştırma yapacaklar. Rönesans döneminde
yaşayan kadının
Mona Lisa resmine modellik yaptığı düşünülüyor.
Araştırma başarılı olursa, Da Vinci’nin ünlü
tablosu üzerindeki esrar perdesi kalkmış olacak.
Mezarı kazılacak kadın,
Francesco del Giocondo adlı zengin bir ipek
tüccarının karısı olan
Lisa Gherardini.
Habertürk, 06.04.2011
|
'TAHİTİLİ KADINLAR'A İMHA GİRİŞİMİ
Fransız ressam Paul Gauguin'in 'Tahitili Kadınlar' eserine müzede saldıran kadın, hırsızlık ve sergideki eşyaları tahip suçlamasıyla mahkemeye sevk edildi. Mahkemede konuşan 53 yaşındaki Susan Burns, tabloyu fazla homoseksüel bulduğu için imha etmek istediğini söyledi. ABD'nin başkenti Washington'daki Ulusal Sanat Galerisi'nde 1 Nisan'da ünlü ressamın 80 milyon dolar değerindeki tablosuna yumruğuyla defalarca vuran Burns, 'Gauguin'in bir günahkar olduğunu seziyorum. Onda çıplaklık var ve bu çocuklar için kötü. Onu ortadan kaldırmaya çalışıyordum. Bence bu yakılmalı' dedi. Mahkemedeki görevlileri de tehdit eden saldırgan, CIA ajanı olduğunu iddia ederek, 'Hepinizi öldüreceğim' şeklinde konuştu. Müze yetkilileri, tablonun şeffaf plastik koruması nedeniyle tahrip olmadığını belirtti. Daha önce polise saldırmak ve darp suçlamaları nedeniyle 6 ay hapis yatan Burns'ün akli dengesinin yerinde olup olmadığını belirlemek için sağlık kurumundan rapor bekleniyor. Fransız ressam Gauguin (1848-1903), 1891 yılındaki Tahiti seyahati sırasında yaptığı, yerel kadınların portrelerini içeren tablolarla tanınıyor.
Bu ilk değil!
Sanat eserlerinin başına gelen ilk kaza bu değil. Geçtiğimiz yıllarda, bir sanat öğrencisi, Picasso'nun bir tablosunu yere düşürerek 10 santimetrelik bir yırtık açmış, sergiye sarhoş dalan bir grup Monet'nin bir tablosunu yırtmış, Vatikan'daki Michelangelo tablosu, 'Ben İsa'yım' diye bağıran bir adamın çekiç darbelerine maruz kalmıştı.
Akşam, 06.04.2011
|
 |

|
TABYA İHALESİ TAMAMLANDI
Osmanlı - Rus Devletleri arasında 1877 - 1878 yılları arasında gerçekleşen ve tarihe ’93 Harbi’ olarak geçen savaşın yapıldığı Aziziye Tabyaları’nın gelişim planı, ihale edildi. Nene Hatun Tarihi Milli Parkı olarak ilan edilen Aziziye ve Mecidiye Tabyaları, proje sonrası adeta canlı bir tarih müzesi olacak
Çevre ve Orman Bakanlığı, Aziziye ve Mecidiye Tabyaları’nı kapsayan Nene Hatun Tarihi Milli Parkı için yapılacak gelişim planını ihale etti. Tabyalardaki planlamanın devam ettiğini belirten Çevre ve Orman Müdürü Muammer Toraman, her ayrıntının büyük bir özenle incelendiğini söyledi. Tabyaların en iyi şekilde değerlendirileceğini kaydeden Toraman, “Aziziye ve Mecidiye Tabyaları’nda alana girilen yerden gezilebilecek bütün alanlara kadar her türlü ayrıntı hesaplanıyor. Çalışmalar bittiğinde çarpışmalar yaşandığı yerde simülasyonla canlandırılacak, tarihi ve yabancı dil bilen alan kılavuzları ziyaretçilere eşlik edecek böylece ziyaretçiler Erzurumluların tarih yazdığı o günlere gidecek. Seyir teraslarıyla şehir izlenebilecek” dedi.
Erzurum Gazetesi, 06.04.2011
|
YALIDA YANGIN

Sarıyer Yeniköy Köybaşı Caddesi 179 numaradaki
Suna Mardin'e ait tarihi 3 katlı Ratip Efendi
yalısında akşam 19.00 sıralarında yangın çıktı.
Yangın kısa sürede yalının çatı katına sıçradı.
Yangını gören mahalle sakinleri itfaiye ekiplerine
haber verirken, yangına ilk müdahale ise yalıda
tesisatçı olarak çalışan Şükrü Çelik tarafından
yapıldı.
Yangının büyümesinin ardından ise Mardin'e ait olan
yalıda kiracı olarak oturan Siemens'in Türkiye
Ticari Genel Müdürü Thomas Kolbinger'in eşi Mrs.
Kolbinger kendisini dışarı attı. Olay yerine kısa
sürede gelen İstinye itfaiyesi ekipleri yirmi dakika
kadar süren bir çalışmanın ardından yangını
söndürdü. Yalının elektrik tesisatçısı Çelik,
yangının şömineden çıktığını söyledi. Yalının denize
bakan ikinci ve üçüncü katında büyük çapta maddi
hasar meydana geldi. Yangını eşinden öğrenen Thomas
Kolbinger'in de olay yerine geldiği görüldü.
Habertürk, 06.04.2011
******
TARİHİ YALIDA YANGIN SONRASI HASAR TESPİTİ

Yeniköy'de Suna Aksoy
Mardin'e ait yaklaşık 300 yıllık Ebubekir Tatip
Yalısı'nın giriş katında önceki gün çıkan yangın
sonrasında Boğaziçi İmar Müdürlüğü mimarları, hasar
tespiti yaptı. Önceki akşam meydana gelen yangın
nedeniyle denize bakan kısımda önemli ölçüde hasar
meydana geldi. Yangını söndürmek için çatıya sıkılan
su, çatlaklara yol açtı. Bacanın tamamen yandığı
belirlenirken, tavanda çatlak ve dökülmeler meydana
geldiği kaydedildi. Yalının yağmurdan zarar
görmemesi için çatısına naylon kapatıldı.
Sabah, Haber: Mustafa Kaya, 07.04.2011
|
ANTİK TİYATRO YAKININDA KAÇAK KAZI
Kırklareli’nin
Vize İlçesi'ndeki antik tiyatro yakınlarında kaçak
kazı yapıldığı belirlendi.
Edinilen bilgiye göre, Vize Emniyet Müdürlüğü
ekipleri, devriye görevleri sırasında antik tiyatro
yakınında arkeolojik sit alanı içerisinde kaldığı
gerekçesiyle boşaltılan bir evden tiyatro
istikametine tünel kazıldığını tespit etti.
İlk belirlemelere göre tünelin girişinde insana
ait olduğu tahmin edilen kemikler, evin içerisinde
kulpu kırık içi boş bir küp ile siyah poşet
içerisinde tarihi eser olabileceği tahmin edilen
parçalar ele geçirildi. Konuya ilişkin başlatılan soruşturma sürüyor.
haberler.com, 05.04.2011
|
ULUSLARARASI BERGAMA SEMPOZYUMU BAŞLIYOR

Ege Üniversitesi Rektörü
Prof.Dr. Candeğer Yılmaz,
Ege Üniversitesi ve Bergama Belediyesince düzenlenen
''Uluslararası Bergama Sempozyumu''nun, ilçenin
UNESCO Kültürel Miras Listesi'ne girme çabalarına
katkı sağlayacağını belirtti.
Ege Üniversitesi Rektörü
Prof.Dr. Candeğer
Yılmaz, 7-9 Nisan tarihleri arasında yapılacak
sempozyumun tanıtımına ilişkin Rektörlük Senato
Salonu'nda düzenlediği basın toplantısında,
sempozyumun amacının Bergama'nın tarihinde yer alan
önemli zenginliklerin daha fazla gün ışığına
çıkmasını sağlamak olduğunu söyledi.
Sempozyuma verdikleri önemi vurgulayan
Prof.Dr.
Yılmaz, ''Bergama kültür tarihimizin çok önemli
merkezlerinden biridir. Tıptan eczacılığa,
psikiyatriden arkeolojiye, tarihten sanat tarihine
birçok yelpazedeki hazine niteliğinde malzemeleri
barındırmaktadır. Sempozyum, Bergama Belediyesinin
UNESCO'nun kültürel miras listesine girme çabalarına
destek olacak'' diye konuştu.
Bergama Belediye Başkanı Mehmet Gönenç de
sempozyuma gösterilen ilgiden memnuniyet
duyduklarını, çoğunluğu tarih ve arkeoloji alanında
olmak üzere başvurusu yapılan 140 bildiriden 70'inin
etkinlik programına alındığını bildirdi. Gönenç, sempozyumda Almanya, Avusturya,
Yunanistan ve Japonya'dan bilim insanlarının da 13
bildiri sunacağını kaydetti.
Sempozyumda, Bergama'nın turizm potansiyeli, jeo
arkeolojik yapısı, Bergama köylü hareketi, peyzaj
mimarlığı bağlamında etütler, sanat tarihi
konularında yapılmış araştırmalar tartışılacak. 70
bildirinin yanı sıra 32 poster tebliğ sunulacak.
Cumhuriyet, 05.04.2011
|
SELEUKEİA VE SELGE ANTİK KENTLERİ TURİZME KAZANDIRILACAK
Manavgat’ta Side antik kentinden sonra Selge ve Seleukeia antik kentleri kültür, tarih ve arkeoloji turizmine kazandırılacak.
Kaymakam Hacı İbrahim Türkoğlu, makamında yaptığı basın açıklamasında ilçenin kültür, tarih ve arkeoloji zenginliklerini bir bir günyüzüne çıkaracaklarını söyledi.
Bucakşıhlar (Bucakşeyhler) Köyü sınırları içinde bulunan Seleukeia antik kentinin gün yüzüne çıkması ve kültür turizmine kazandırılması için çalışma başlattıklarını belirten Türkoğlu, tarihi eserlerin korunması hususunda İlçe Orman İşletme Müdürlüğü’nün genel temizlik çalışması yaptığını ifade etti. Antik şehrin kültür ve arkeoloji turizmine kazandırılması için Kültür ve Turizm Bakanlığı’na yazılı başvuruda bulunduklarını belirten Türkoğlu, ilk etapta Bucakşıhlar ile antik şehir arasında bulunan 3 kilometrelik yolu yapacaklarını kaydetti. Türkoğlu, “Manavgat’ımızın tarihi ve doğal güzelliklerini bir bir gün yüzüne çıkaracağız. Side antik kent yanı sıra Bucakşıhlar Köyü Seleukeia ve Altınkaya(Zerk) Köyü Selge antik kent’i kültür ve arkeoloji turizmine kazandıracağız. Bu kültürel zenginliklerimizi dünya gündemine taşımanın zamanı geldi. Turizmde her alanda marka olacağız.” diye konuştu.
Türkoğlu, Manavgat’ta göreve başlayalı 1,5 yıl olmasına rağmen ilçenin tarihi ve doğal güzellikleriyle ilgili her gün yeni bir şeyler öğrendiğini kaydetti.
Side Müze Müdürü Güner Kozdere, sorumluluk alanlarında 49 arkeolojik, 5 doğal, 4 kentsel olmak üzere toplam 58 sit alanı ile 375 tescilli taşınmaz kültür ve tabiat varlığının bulunduğunu söyledi. Kozdere, sorumluluk alanları içinde Gündoğmuş, Akseki ve İbradı ilçeleri yanı sıra Seleukeia ve Selge antik kentlerinin de bulunduğunu aktardı.
Kanal Vip, 05.04.2011
|
 |
|
HÜNKAR MAHFİLİNİ ELEKTRİK SOBASI YAKMIŞ
Tarihi Beyazıt Camii'nin
bitişiğindeki Hünkar mahfilinde geçtiğimiz Şubat'ta
çıkan yangının nedeni belli oldu. Yangının, ısınmak
amacıyla yakılan elektrik sobasının kısa devre
yapması sonucunda çıktığı belirlendi. İstanbul
İtfaiyesi'nin raporunda, elektrik tesisatının zayıf
olduğu, bu nedenle ek ve bağlantı yapılan kısımdaki
bandajın aşırı ısınarak ahşabın yanmasına neden
olduğu belirtildi. 17. yüzyıl Osmanlı kasırlarının
en görkemli örneklerinden olan Hünkar Kasrı'nın iç
tarafında bulunan, padişahın namaz kıldığı ve zaman
zaman halkı kabul ettiği tarihi yapının üst katı
yangında harap olmuştu.
Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 05.04.2011
|
EFES ANTİK SUYOLU
TURİZME KAZANDIRILMAYI BEKLEYEN MUHTEŞM BİR ALAN

Kuşadası Yerel Tarih
Araştırmaları Derneği (KUYETAD) 5- 6 Nisan tarihleri
arasında söyleşi ve Efes suyolu bilgilendirme gezisi
düzenliyor.
Avusturyalı
Hidrolog (Su Mühendisi) Gilbert Wiplinger’in
konuşmacı olarak katılacağı söyleşi 5 Nisan Salı
günü Saat 15.00- 17.00 arasında Kuşadası Esnaf
Odası Salonu’nda gerçekleştirilecek. Söyleşide;
tarihi suyolunun korunması, kent turizmine
kazandırılması için nelerin yapılması gerektiği
üzerine bir sohbetin de yürütüleceği
belirtildi. 6 Nisan Çarşamba günü de Efes’in
tarihi suyolunun Bahçecik Boğazı bölümü
gezilecek. Burada da Hidrolog Gilbert Wiplinger
tarihi suyolunu tanıtacak ve yapılan bilimsel
çalışmaları aktaracak.
İki günlük
etkinliğe (KURED) Kuşadası Rehberler Derneği,
Kuşadası Selanik Mübadilleri ve Rumeli
Göçmenleri Derneği ile Giritliler Dostluk
Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği de destek
veriyor.
Etkinlik ile
ilgili olarak açıklama yapan Kuşadası Yerel
Tarih Araştırmaları Derneği Başkanı Şenol Eskin;
“ Efes tarihi suyolu ile ilgili KUYETAD olarak
iki günlük etkinlik düzenliyoruz. Etkinliğimize;
(KURED) Kuşadası Rehberler Derneği, Kuşadası
Selanik Mübadilleri ve Rumeli Göçmenleri Derneği
ile Giritliler Dostluk Dayanışma ve Yardımlaşma
Derneği de destek veriyor. Kentimizin tarihi ve
turizmi açısından Efes Suyolu çok önemli.
Aslında Efes Antik Suyolu turizme kazandırılmayı
bekleyen muhteşem bir alan. Antik dönemde
yapılan yaklaşık 42 kilometrelik suyolu ile
Efes’e su götürülmüş. 1600’lü yılların başında,
tarihi suyolunun bir bölümü kullanılarak Osmanlı
döneminde Kuşadası’na da su getirilmiş. Her
açıdan bunca öneme sahip suyolu ne yazık ki kent
tarihimiz ve turizmimize kazandırılmamış
durumda. Bun amaçla; tanıtımının yapılması,
onarımının sağlanması, kentin turizmine katkı
sağlaması için projelendirilmesi gerekiyor.
Böylesi bir çalışmanın başarılması ile kent
turizmimizin daha nitelikli hale geleceği
açıktır.
Bu önemi hem
Kuşadası halkına ve hem de yetkililere aktarmak
üzere iki günlük etkinlik düzenlemiş
bulunuyoruz. Etkinliğimizin ilk günü olan 5
Nisan Salı günü sinevizyon gösterimi ile Efes
Suyolu’nda yapılan çalışmaları Hidrolog Gilbert
Wiplinger aktaracak. Etkinliğimizin ikinci günü
olan 6 Nisan Çarşamba günü ise antik suyolunun
Bahçecik Boğazı alanını gezeceğiz. Gerek
söyleşiye ve gerekse de suyolu gezisine; tarih
severlerin ve yetkililerin yoğun ilgi
göstereceğine inanıyoruz” dedi.
Selçuk Bölge Haberleri,
05.04.2011
|
RHODİAPOLİS ANTİK KENTİ KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI
Antalya’nın Kumluca İlçesi'ndeki Rhodiapolis
antik kentinde 2011 yılı kazı çalışmaları törenle
başladı.
Akdeniz Üniversitesi (AÜ) Arkeoloji Bölümünden
Doç.Dr. İsa Kızgut başkanlığında yürütülen kazı
çalışmalarının altıncı yılı dolayısıyla tören
düzenlendi. antik kentte gerçekleştirilen törene Kumluca
Kaymakamı Salih Işık, Belediye Başkanı Hüsamettin
Çetinkaya, Akdeniz Üniversitesi Rektörü Prof.Dr.
İsrafil Kurtcephe, Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji
Bölüm Başkanı ve Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı
Prof.Dr. Burhan Varkıvanç, Bakanlık temsilcisi
olarak Antalya Müzesinden Arkeolog Mustafa Samur ve
kazı ekibi katıldı.
Törende konuşan Kumluca Kaymakamı Salih Işık, her
yönüyle gelişen Kumluca’da, tarihinin de gün yüzüne
çıkarılması açısından Rhodiapolis kazılarının ayrı
bir önemi olduğunu söyledi. Tarih ve turizm
açısından Kumluca’nın önemli bir değeri olan
Rhodiapolis’te kazı çalışmalarının altı yıldır
başarılı şekilde yürütüldüğünü ifade eden Işık, kazı
ekibine gayretlerinden dolayı teşekkür etti.
Kumluca Belediye Başkanı Hüsamettin Çetinkaya da,
Rhodiapolis’in kazı çalışmalarının başladığı ilk
günden bu yana olduğu gibi, kazı çalışmalarına her
türlü desteği vereceklerini kaydetti. Kumluca’da bir
değişimin başlangıcı olarak gördükleri Rhodiapolis
kazılarında bugün gelinen noktada, doğru kişilerle
doğru iş yaptıklarını gördüklerini ifade eden
Çetinkaya, Kumluca Belediyesi, Akdeniz Üniversitesi
ve Kültür Bakanlığı ortaklığında çok güzel bir
çalışma yürütüldüğünü bildirdi.
Akdeniz Üniversitesi Rektörü
Prof.Dr. İsrafil
Kurtcephe de, her alanda olduğu gibi arkeoloji
alanında da Türkiye’nin arkeolojik alanda en çok
kazı yapan üniversitesi olma yolunda ilerlediklerini
belirtti. Kurtcephe, artık kazıların 50, 60, 100 yıl
süren çalışmalarla değil, 10 yıl gibi kısa sürede
kazılarla antik kentlerin ortaya çıkarılabildiğine
işaret etti.
Kazı Başkanı Doç.Dr. İsa Kızgut da, bu yılki
kazıların geçen yıllara göre üç ay önce başladığını
ve 80 kişilik ekiple kazıların altı ay süreceğini
bildirdi. Rhodiapolis antik kentinde, geride kalan
beş yıla bakıldığında çok başarılı bir kazı
döneminin geçirildiğinin görüldüğünü ifade eden
Kızgut, bu çalışmalar neticesinde antik kentin büyük
bölümünün ortaya çıktığını kaydetti. Kızgut, bu yıl
kazılarda, ortaya çıkarılan binaların
restorasyonunun yapılacağını, Astepion kazısına
başlanacağını ve Andron (Devlet konuk evi) kazısının
yapılacağını sözlerine ekledi.
Antalya’nın Kumluca İlçesi'ndeki Rhodiapolis
antik kenti, ilçe merkezinden 2,5 kilometre uzaklıkta,
şehrin kuzeyinde ve şehri kuşbakışı görebilecek
şekilde tepe üzerinde kurulu bir şehir. Tamamı
ormanlara kaplı antik kent, 2000 yılında çıkan
yangınla gün yüzüne çıktı. Daha sonra yapılan
çalışmalar neticesinde ilk olarak 2006 yılında
Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı
Prof.Dr. Nevzat Çevik başkanlığındaki bir ekip tarafından
kazı çalışmaları başlatıldı.
İk kez Avusturyalı bilim adamlarınca keşfedilen
kentin en ünlü siması, 2. yüzyılda da yaşamış ve tüm
Likya kentlerine yardım etmiş ünlü yardımsever
Opramoas’tır. Şehirde, tiyatro, hamam, Opramoas
anıtı, kilise, nekropoller ve çok sayıda su sarnıcı
bulunuyor. Nevzat Çevik tarafından sürdürülen
kazılarda agora ve stoa, tiyatro, doğu parados
açılmış, sahne binası tamamlanmış, toplantı salonu
açılmış, yuvarlak tapınak alanının bir kısmı
açılmış, antik kentin güney yapısındaki çalışmalar
tamamlanmıştı. Kazılarda 60′tan fazla da sikke
bulunmuş, bunlar arasında 13. yüzyılda beylikler
döneminden Hamitoğulları’na ait İslami ve gümüş bir
sikke de ortaya çıkartılmıştı.
Rhodiapolis antik kenti kazıları iki yıldır
Akdeniz Üniversitesi (AÜ) Arkeoloji Bölümünden
Doç.Dr. İsa Kızgut başkanlığında yürütülüyor.
haberler.com, 04.04.2011
|
MÜZELERDEN 200 MİLYON BEKLİYOR
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay,
arkeolojik kazılara 2002 yılında 2 milyon TL
civarında ayrılan kaynağın, 2010 yılında 30 milyon
TL’ye çıktığını söyledi.
Müzelerden elde edilen gelirde de artış
yaşandığına dikkat çeken Günay, “2007 yılının
sonunda, müzelerden elde edilen geliri 70 milyon TL
civarında almıştım. 2010 yılında 170 milyon TL’nin
üzerine çıktık. Bu yıl 200 milyon TL’nin üzerinde
bir rakam bekliyorum” dedi.
Türkiye’de son zamanda arkeoloji alanında çok
önemli gelişmeler olduğunu vurgulayan Günay, “2002
yılında Türkiye’de 56 arkeoloji kazısı varken, bugün
111 kazıyı Türk arkeologları yapıyor. 40 yabancı
kazımız var. Böylece 150’nin üzerinde yerli ve
yabancı kazımız var” dedi.
Habertürk, 04.04.2011
|
'EBEDİ AŞK'A 16 MİLYON LİRA
Çinli ressam Zhang Xiaogang’ın ‘Ebedi Aşk’ adlı üç
parçalı tablosu 79 milyon Hong Kong dolarına
(yaklaşık 16 milyon lira) alıcı buldu.
Bu, Çinli
çağdaş bir ressamın eserine bugüne dek ödenen en
yüksek meblağ oldu. 2008’deki daha önceki rekor 14.5
milyon lirayla 2008’de Zeng Fanzhi’ye aitti. 1988
tarihli ‘Ebedi Aşk’ tablosu sebollerle çevrili kıraç
bir alandaki yarı çıplak figürleri içeriyor.
Sotheby’s Çağdaş Asya Sanatı Başkanı Evelyn Lin,
“Tablo
Çin avangart sanatını tanımlayan bir döneme ait
anıtsal müze kalitesinde bir eser” diye konuştu.
Hürriyet, 04.04.2011
|
|
 |
GİRESUN KALESİ'NDEKİ RESTORASYON ÇALIŞMALARINA HIZ VERİLECEK
Giresun Valisi Dursun Ali Şahin, Giresun Kalesi'nde incelemelerde bulundu. İl Kültür ve Turizm Müdürü Emin Yılmaz ile Giresun Belediye Başkan Yardımcısı Ömer Cinel’den kale hakkında bilgi alan Vali Şahin, kalede restorasyon çalışmalarına hız verileceğini, bölgede teleferik kurulması için çalışma başlatılacağını söyledi.
Tarihi dokuya uygun olarak yapılan çevre düzenlemesi ve restorasyonun örnek olduğunu belirten Vali Şahin, "Kale ve yaylalarımız başta olmak üzere Giresun’u en iyi şekilde turizme hazırlamayı amaçlıyoruz” dedi. Kalede bulunan şehitlik ve mezarlıkta da incelemelerde bulunan Vali Şahin, buraların proje kapsamında Giresun’a yakışır şekilde düzenlenmesi talimatını verdi.
Giresun yaylalarının Türkiye ve Ortadoğu’da tanıtımının sağlanacağını aktaran Şahin, yaylaların kısım kısım turizme kazandırılacağını kaydetti. Küresel ısınmadan dolayı yayla turizminin önem kazandığını dile getiren Vali Şahin, Giresun’u her alanda olduğu gibi turizmde de hak ettiği yere getirmeyi hedeflediklerini söyledi.
Öncelikle çevre konusu üzerinde duracağını dile getiren Şahin, Giresun için son derece önemli olan katı atık depolama alanları meselesini çözüme kavuşturacağını, katı atık tesisiyle ilgili bakanlık onayının çıkmasının ardından ihalenin en kısa zamanda yapılacağını söyledi.
Turizm Gazetesi, 04.04.2011
|
"BİZ, EFES'İN
YÖNETİMİNE TALİBİZ"

Selçuk Belediye
Başkanı H.Vefa Ülgür, Efes ören yerlerinde
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Bilintur’a
kiralanan ve burada yaptırılan hediyelik eşya
dükkanlarının Selçuk Belediyesi tarafından
mühürlenmesi ile ilgili Bakan Günay ile
aralarında yaşanan sıkıntıların çözüme
kavuşacağına inandığını belirterek; “Efes’in
Dünya Kültür Mirasına girmesi ile buranın
yönetimi yerel inisiyatifine geçecek. Yani biz
burada Efes’in yönetimine talibiz” dedi.
Bu yerel
inisiyatifin içerisinde başta Selçuk Belediyesi
olmak üzere; Avusturya Kazı Evi ve sivil toplum
örgütlerinin olacağını belirten Başkan Ülgür;
“Bizim Efes’in yönetimine talip olmamızın
çelişkileri ortadadır. Efes’in rantlarını bir
takım insanlara verip bizim bu attığımız
adımların önünü kesmek isteyenler var. Burada
tabi ki ticaret yapılmalı. Buraya Bilintur’da
gelebilir, başka bir firmada gelebilir, bu o
kadar önemli değil, kime isteniyorsa ona
verilir. Ama ticaretin nerde nasıl yapılacağı
kurallara bağlıdır. Bu sizin veya bizim
keyfimizle yapılacak bir iş değildir. Bu anlamda
ne yaptığımıza bakmamız için bugünün dağılımı
çok önemlidir bizim için” dedi.
Efes antik kentinin
Dünya Kültür Mirası Lİstesi'ne girebilmesi için
sözleşmenin imzalandığını, sürecin başladığını
ve 15 Eylül 2011 tarihinde ise sonucun
açıklanacağını hatırlatan Başkan Ülgür; “Bu
konuda sözleşme imzalayıp dünya kültür mirasına
girmek için ihale yaptık. Biz bu projeyi
bitirdikten sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı
aracılığı ile UNESCO’ ya başvuracağız. UNESCO
2012 yılı içerisinde bunu değerlendirecek.
Planımızı uygun bulursa Efes’i Dünya Kültür
Mirası Lİstesi'ne aldıracak. Bakanlıkla bu
konuda protokolümüzü yaptık. Bunun bize katkısı
ve faydası oldukça yüksek olacak” dedi.
Belediye
Başkanlığının ikinci döneminde Efes ören
yerlerine büyük yoğunluk sağladığını kaydeden
Başkan Ülgür; “Bizim fabrikalarımız bana göre
Efes, Meryemana, Şirince, Kale, Selçuk’ta çok
fazla bilinmese de Belevi Beldesi sınırları
içerisindeki Mozole olduğunu düşünüyorum. Biz bu
fabrikalarımızı en yakın zamanda ayağa
kaldırabilirsek, dünya turizm müzesine
sunabilirsek kentin sırtı yere gelmeyecek. Ben
bu konuda ikinci dönemimden itibaren büyük emek
sarf ediyorum ve bunda da başarılı olacağıma
inanıyorum” şeklinde konuştu.
Selçuk Bölge Haberleri, 04.04.2011
|
ALAY KÖŞKÜ'NDEN EDEBİYAT MÜZESİ'NE

Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nca yurt genelinde başlatılan 'Edebiyat
Müzeleri' projesi kapsamında, Topkapı Sarayı
surlarına inşa edilen Tarihi Alay köşkü binası,
Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Müzesi ve
Kütüphanesi olarak yeniden düzenleniyor. 2007'de
restore edilerek İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nün
kullanımına verilen tarihi bina, geçtiğimiz
haftalarda boşaltılarak müze için çalışmalara
başlandı.
İki katlı binanın üst katı kütüphane ve müze
olarak hizmet verirken, giriş kat ise edebiyatçılar
kahvesi olacak. Türk edebiyatının en önemli
isimlerinden Ahmet Hamdi Tanpınar'ın adının
verileceği müzede, Tanpınar'ın kişisel eşya ve
eserlerinin yer aldığı bir köşe de yapılacak. Nisan
ayı içinde açılması planlanan müzenin, dekorasyon
çalışmaları devam ediyor. Türk edebiyatının kaynak
eserleriyle önde gelen edebiyatçılarının
yapıtlarının yer alacağı kütüphane, halka açık
olacak. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay
tarafından hayata geçirilen 'Edebiyat Müzesi'
projesinin ilki 12 Mart 2011'de Ankara'da Mehmet
Akif Ersoy ismiyle açıldı. Adana'da 'Karacaoğlan
Edebiyat Müze Kütüphanesi', Diyarbakır'da 'Ahmet
Arif Edebiyat Müze Kütüphanesi', Erzurum'da
'Erzurumlu Emrah Edebiyat Müze Kütüphanesi'
kurulması için çalışmalar sürüyor.
Tanpınar'ın adıyla yaşayacak
Türk edebiyatının en önemli değerlerinden
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın adını taşıyacak olan
Edebiyat Müzesi'ne ev sahipliği yapacak olan Alay
Köşkü, 1460'ta ahşap olarak yaptırıldı. Köşk
yangında harap olunca Sultan II. Mahmut döneminde
bugünkü haliyle yeniden inşa edildi. Cumhuriyet
döneminde telgrafhane olarak kullanılan Köşk,
2007'de restore edilerek İl Kültür ve Turizm
Müdürlüğü'nün kullanımına verildi.
Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 04.04.2011
|
HZ. İSA'NIN İLK RESMİ Mİ?
Kudüs'te bir mağarada keşfedilen 2 bin yıllık demir
tabletin üzerindeki fotoğrafın Hz. İsa'nın ilk
portresi olabileceği açıklandı.
Bilim insanları, söz konusu tabletin Hz. İsa
ile aynı dönemde yaşayan kişiler tarafından
demire kazılmış olabileceğini belirtiyor. Bir
kredi kartı büyüklüğündeki tabletin o dönemde
Hristiyanlara yakın bir Masonik tarikat
tarafından yapılmış olabileceği tahmin ediliyor.
Akşam, 04.04.2011
|
|


 |
'KRAL YOLU' TURİZME AÇILACAK
Muğla’nın Bodrum İlçesi’ne bağlı Gümüşlük Beldesi’nde sahilden 200 metre açıktaki Tavşan Adası ile beldeyi bağlayan ve suların çekilmesiyle ortaya çıkan Antik Myndos kentine ait 3 bin 500 yıllık Kral Yolu, onarılarak turizme açılacak. Kazı Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin, "Suların çekilmesiyle bir tarih ortaya çıktı" dedi.
Bodrum’a 18 kilometre uzaklıktaki Gümüşlük’te, her yıl yaklaşık 300 bin kişinin ziyaret ettiği ve 2007 yılının ocak ayında suların aniden çekilmesiyle ortaya çıkan 150 metre uzunluğunda 1.5 metre genişliğindeki Kral Yolu’nun onarılarak turizme açılacağı belirtildi. Kazı Başkanı Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın denetiminde yapılan kazı çalışmalarında Tavşan Adası’nda eski bir kilise, din adamlarına ait mezarlar, antik Myndos Kenti’nin sur duvarlarının gün ışığına çıkarıldığını da hatırlattı. Prof.Dr. Şahin, "Kral Yolu’nu onararak gelen turistlerin Tavşan Adası’na kolaylıkla gitmelerini sağlayacağız. Yolun altından açacağımız su kanallarıyla Gümüşlük Limanı’na su sirkülasyonu kazandırıp temiz kalmasını sağlayacağız. 3 yıl içinde kazı çalışmaları tamamlayarak, Hıristiyanlığın yayılmasında önemli bir mekan olan ada tam bir açık hava müzesi gibi olacak" diye konuştu.
Tur rehberi Leyla Topal da tarihi mekanlarını turizme kazandırılması bölgeye gelen turistler için çok önemli olduğunu belirtti. Topal, "Açık hava müzesi haline gelecek Tavşan Adası’nı ziyaret edecek turist sayısında patlama olur" dedi.
Milliyet, Haber: Yaşar Anter, 04.04.2011
|
BİR ROMA ESERİ DAHA SULAR ALTINDA KALACAK
Muğla'nın Köyceğiz İlçesi'nde bulunan ve baraj suları altında kalacak olan tarihi Akköprü'nün zarar görmeden ileriki yıllarda tekrar gün ışığına çıkarılabilmesi için kil ve kaya dolguyla kaplandığı bildirildi.
Dalaman Akköprü Barajı ve Hidroelektrik Santralı (HES) Proje Müdürü İlker Akar, gazetecilere yaptığı açıklamada, Romalılar tarafından MS 3. yüzyılda Dalaman Çayı üzerine yapıldığı tahmin edilen, 30 metre yükseklikte ve 50 metre uzunluğundaki tarihi Akköprü'nün baraj suları altında kalacağını söyledi.
Dalaman Akköprü Barajı'nın enerji üretimine başlamasıyla birlikte sular altında kalacak olan tarihi Akköprü'nün zarar görmemesi ve ileriki yıllarda tekrar gün ışığına çıkarılabilmesi için koruma çalışmaları yapıldığını belirten Akar, şöyle konuştu:
''Akköprü'de başlatılan restorasyon çalışması tamamlandı. Tamamen kil ve kaya dolgu ile kaplanarak korumaya alındı. Yavaş yavaş yükselen baraj suyunun altında kalacak. Önümüzdeki günlerde tamamen suya gömülmüş olacak. Baraj ömrünü tamamladığında bu da yaklaşık 200 yıl sonra demek oluyor, gün yüzüne çıkarılabilecek. Biz o zamanki kuşaklara bilgi amaçlı köprünün bazı yerlerine bilgiler yazarak tarihe not düştük. Ayrıca muhafaza içerisinde Kur'an-ı Kerim ve bu güne kadar baraj inşaatında çalışan yaklaşık bin 300 personelin isimlerini yazdık.''
Akköprü Köyü Muhtarı Mustafa Karahan ise vatandaşların kullandığı Akköprü ve 1960 yılında ormancılar tarafından yapıldığı bilinen köprülerin, baraj suları altında kalacağını anımsatarak, ''Akköprü korumaya alındı. Köylünün kullanacağı başka köprü yok. Yetkililer tarafından gösterilecek bir yere acilen yeni köprü yapılması gerekiyor. Kısa sürede sorunun çözüleceğini bekliyoruz'' dedi.
Akköprü, turizm sezonunda günde ortalama 600 kişinin rafting yaptığı, Türkiye'nin en iyi rafting rotalarından biri olan Dalaman Çayı parkuru üzerinde yer alıyordu.
Cnn Türk, 04.04.2011
|
 |
|
NOEL BABA'YA MART AYINDA 33 BİN ZİYARETÇİ
Antalya’nın Demre İlçesi’nde bulunan
Noel Baba Müzesi’ni bu yılın mart ayında rekor
düzeyde ziyaretçi gezdi. Geçen ay 33 bin 444 kişinin
gezdiği müzeden 165 bin 500 lira gelir elde edildi.
Yine Demre’de bulunan
Likya Uygarlığı’nın önemli kentlerinden
Myra antik kentini mart ayında 27 bin 576 kişi
ziyaret etti ve 142 bin TL gelir bıraktı. Geçen
yılın mart ayında ise
Myra antik kentini 14 bin 830 kişi ziyaret
etmiş ve karşılığında 78 bin 400 TL gelir
sağlanmıştı.
Habertürk 04.04.2011
|
PERİLER VADİSİ SİT ALANI OLDU

Simav'da, Kapadokya'yı andıran peri bacası
oluşumlarının bulunduğu bölge korumaya alındı.
Kütahya'nın Simav İlçesi'nde, Nevşehir'in Kapadokya
bölgesini andıran peri bacası oluşumlarıyla dikkati
çeken alan, birinci derecede korunması gerekli
kültür ve tabiat varlığı niteliğiyle korumaya
alındı.
Alınan bilgiye göre, Yeniköy beldesinin Sarıyar
Deresi mevkisinde peri bacalarının bulunduğu alan,
vatandaşlar tarafından "Periler Vadisi" diye
anılıyor. Kapadokya'ya benzerliği dolayısıyla turizme
açılması istenen alan, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na
bağlı Kütahya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu tarafından birinci derecede doğal sit
alanı ilan edilerek tescillendi.
Yeniköy Belediye Başkanı Mehmet Çakır, yaptığı
açıklamada, bölgenin turizme açılması halinde
beldesinin Kapadokya'dan farksız bir konuma
geleceğini söyledi. Peri bacalarının turizmin hizmetine sunulması
halinde hem beldenin hem de çevre belde ve köylerin
kazançlı çıkacağını ifade eden Çakır, "Simav, termal
turizm ve şifalı sularıyla ünlü bir ilçemiz.
Kaplıcalarının yanında peri bacalarıyla ününe ün
katacaktır" dedi.
Beldede yaşayan vatandaşlar ise Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın bölgenin turizme açılması için çalışma
yapmasını istedi.
Radikal, 04.04.2011
|
"ZEUGMA ORTADOĞU'NUN MÜZESİ OLDU"
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, Zeugma Mozaik Müzesi’ni ziyareti
sırasında, müzenin tamamlandığını belirterek
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın mayıs ayı başında
Gaziantep’e gelişi sırasında açacağını bildirdi.
Günay, “Zeugma Mozaik Müzesi, sadece Gaziantep’in
değil, sadece Türkiye’nin değil, dünyanın,
Ortadoğu’nun önemli büyük müzelerinden birisi haline
geldi. O yüzden Büyükşehir Belediye Başkanımız başta
olmak üzere tüm arkadaşlarıma teşekkür ediyorum”
dedi.
Bakan Günay,
Karkamış antik kentindeki mayın temizleme
çalışmalarının da tamamlandığını, kazı çalışmalarına
başlanacağını açıkladı.
Habertürk 04.04.2011
|
|
ANTİK KENT LAODİKYA, "MEGA MÜZE" İSTİYOR

Denizli'de bulunan Laodikya
antik kenti Kazı Heyeti
Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, MÖ 2500'lü
yüzyıllarda Anadolu'nun en önemli ve ünlü
kentlerinden biri olarak bilinen Laodikya'dan kazı
çalışması sırasında çıkan eserlerin sergilenmesi
için ''Mega Müzeye'' ihtiyaç duyulduğunu söyledi.
Denizli'de bulunan Laodikya
antik kenti Kazı
Heyeti Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, MÖ 7500'lerde
kurulan, 2500'lü yıllarda Laodikya ismiyle anılmaya
başlanan antik kentte yapılan kazı çalışmaları
sırasında geçmişe ait yeni bir bilgi, belge ve eseri
bulmanın mutluluğunu yaşadıklarını ifade etti.
Hristiyan alemi için önemli bir merkez olan
kentte yürütülen çalışmaları 12 ay aralıksız olarak
sürdürdüklerini belirten Şimşek, ''Üniversite ve
belediye iş birliğiyle yürüttüğümüz çalışmalarda
ülkemizde 12 ay boyunca kazı çalışması yapan tek
ekip olmanın gururu içindeyiz. Boş geçen hiçbir
günümüz olmuyor. Geçmişe ait bir imparator başı, tıp
malzemesi, tekstil kalıntıları, ilk yerleşim birimi
materyalleri, dini temsil eden kalıntıları ortaya
çıkarmak, tarihin farklı bir yönünü gösterebilmek
bizim çalışma azmimizi daha da artıyor'' dedi.
Antik kentten çıkan birbirinden değerli eserlerin
Denizli Müze Müdürlüğü'ne teslim edildiğini anlatan
Şimşek, konuşmasını şöyle sürdürdü:
''2003 yılından bu yana çıkardığımız eserler bir
müzeyi dolduracak nitelikte. Bunların
sergilenebilmesi için büyük bir mega müzenin
yapılması, Laodikya antik kenti'ne özgü bir ören
yeri müzesinin yapılması bu eserlerin daha güzel
görünmesini ve bilinçli bir şekilde çıkan eserleri
incelenmesini sağlayacaktır. Müze ziyaretinin
ardından antik kentin gezilmesi ziyaretçiler
açısından daha bilgilendirici olacaktır.''
Cumhuriyet, 04.04.2011
******
2 BİN 250 YILLIK MERMER KANTAR TOPUZU

Denizli’deki antik Laodikya kenti kazılarında 2 bin
250 yıl öncesine ait mermerden kantar topuzları ile
tartı aletlerine ait parçalar bulundu.
Laodikya Kazı Heyeti Başkanı
Prof.Dr. Celal
Şimşek, Laodikya’nın antik dönemde "ticaret merkezi"
olarak ünlendiğini, bunu da tekstil üretimine borçlu
olduğunu ifade ederek, burada üretilen kumaş
ve benzeri
dokuma ürünlerinin
Efes üzerinden
Atina ve
Roma’ya satılmasıyla Çürüksu Vadisi’nin en
önemli
yerleşim yeri olarak dikkati çektiğini söyledi.
Ticaret yapılırken gıda ve
benzeri ürünlerin tartıldığını, bunu da kazılarda
ortaya çıkarılan tartı malzemelerinin ortaya
koyduğunu anlatan Şimşek, "Suriye
Caddesi’nin iki yanında dükkanlar bulunuyor.
Buradaki kazılarda mermerden yapılmış küre
şeklindeki kantar topuzları, pirinç ve bronzdan
yapılmış terazi aparatları bulduk. Kazılarda ortaya
çıkarılan tartı malzemeleri, Laodikya’da ticaretin
ne
kadar
önemli olduğunu gösteren somut veriler" dedi.
Üzerinde numaralar yazılı bir mil kullanılarak
ağırlığın belirlenmesi yönteminin günümüzden 20-30
yıl
öncesine kadar yaygın olarak kullanıldığını
anımsatan Celal Şimşek, "Kazılarda bulduğumuz sistem
de günümüze kadar uzanan sistemin benzeri. Ayrıca
altın, gümüş gibi değerli madenlerin tartıldığı
hassas tartı aletlerinin küçük kefe ve gramları da
var. Bu da o dönem tartının ne kadar yaygın
kullanıldığının bir başka göstergesi" diye konuştu.
Buldukları tartı malzemelerinin
Hellenistik döneme
ait ve 2 bin 250 yıllık olduğunu belirten Prof.Dr.
Celal Şimşek, elde edilen bulgulardan bu
malzemelerin MS 7. yüzyıla kadar kullanıldığının
anlaşıldığını, tüm bunların ışığında "tartının
geçmişi insanlığın tarihi kadar eskidir"
denilebileceğini sözlerine ekledi.
Milliyet, 04.04.2011
|
ALİ PAŞA SARAYI KÜLLERİNDEN DOĞUYOR

Tarihi yarımada, Topkapı'dan sonra yeni bir saraya
daha kavuşuyor. Sultan Abdülaziz tarafından 1865'te
Balyan kardeşlere yaptırılan, 1911'de bir yangınla
kül olan ve şu an yerinde otopark bulunan Ali Paşa
Sarayı aslına uygun olarak tekrar inşa edilecek.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, bir yangınla yok
olan ve şu an yerinde otopark olan Ali Paşa
Sarayı'nı tekrar İstanbul'a kazandırmak için kolları
sıvadı.
Abdülaziz tarafından 1865'te, Çırağan Sarayı'nın
da mimarları olan Agop ve Sarkis Balyan kardeşlere
yaptırılan saray, daha sonraki yıllarda
Abdülmecid'in büyük kızı Fatma Sultan'a ve 1887
yılında da Abdülaziz'in kızları Saliha ve Nazime
Sultanlara tahsis edilmişti.
Beyazıt Mercan Yokuşu'ndaki tarihi yapı, 1911'de
çıkan bir yangınla yok olunca kalıntıları da
yıkılmış ve yerine otopark yapılmıştı. Mülkiyeti
Büyükşehir Belediyesi'ne ait olan otoparkın tahliye
edilmesinin ardından İstanbul, yeni bir saraya daha
kavuşacak.
Akşam'ın haberine göre, hazırlanan saray
projesine göre, yapının toplam alanı 11 bin 292 m2.
Dor İnşaat Taahhüt Mimarlık İthalat ve İhracat
Şirketi'nin ihaleyle aldığı 'Ali Paşa Sarayı
Restitüsyon ve Rekonstrüksiyon Projesi', İstanbul IV
Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu tarafından da onaylandı. Projeye göre yapıya,
yönetim binası fonksiyonu verildi. Bu fonksiyona
göre yapı, hizmet ve kültürel olmak üzere büyükşehir
belediyesi tarafından çok amaçlı olarak
kullanılacak. Projeleri tamamlanan sarayın yapımı
için, otoparkın tahliye davası sürüyor.
Abdülaziz tarafından 1865'te, Agop ve
Sarkis Balyan kardeşlere yaptırıldığı bilinen saray,
Ali Paşa'nın 1871 yılında ölümünün ardından satın
alınarak kısa bir süre şeyhülislamlık olarak
kullanılıp, daha sonra Abdülmecid'in büyük kızı
Fatma Sultan'a ve 1887 yılında da Abdülaziz'in
kızları Saliha ve Nazime Sultanlara tahsis edildi.
Bir süre Mercan İdadisi ve Erkan-ı Harbiye
(Genelkurmay) olarak kullanılan saray, 1911'de çıkan
Mercan yangınında sadece kagir duvarları kalacak
şekilde yok oldu. Yapı, 1950-1955 yılları arasında
belediye tarafından yıkıldı. 1958'de saraydan kalan
bodrum katı üzerine Kapalıçarşı yangınında
dükkanları yanan esnaflar için barakalar yaptırıldı.
1985'te konaktan geriye kalan bodrum katı ve
duvarları ortadan kaldırılarak İstanbul Büyükşehir
belediyesi tarafından katlı otopark inşa edildi.
Ntvmsnbc, 04.04.2011
|
 |
KADIKÖY'DE 'UCUBE' TARTIŞMASI
Temelinin atıldığı günden beri tartışma yaratan Kadıköy sahil şeridindeki otel tepki çekmeye devam ediyor... Kadıköylüler ve mimarlar binanın tarihi silüeti bozduğunu belirtiyor.
Kadıköy sahil şeridinde yer alan ve yapımı sırasında tepkilere neden otele, mimarlar ve Kadıköylüler silüeti bozduğu gerekçesiyle tepkili. Kadıköy'ün silüetini değiştiren bina yapımı sırasında da "Moda Sahiline Hançere Hayır" protestolarına neden olmuş ancak tepkilere rağmen tamamlanmıştı. Corner Otel olarak işletilmesi planlanan ancak Hilton Double Tree Otel olarak hizmete giren binayla ilgili olarak Moda Sahiline Hançer-İmar Yağması Dev Corner Otele Hayır Platformu Sözcüsü mimar Reşit Karahan şöyle konuştu:
"2008 sonunda Türkiye Çevre Koruma ve Yeşillendirme Kurumu (TURÇEK) bünyesinde bir platform kurduk. İki aşamalı bir çalışma yürüttük. Öncelikle kamuoyunu bilgilendirdik, sivil toplum örgütleriyle görüşüldü, parlementoya, belediyeye taşıdık. Çok sayıda yürüyüş ve basın açıklaması düzenlendi. 2009'da 10 bin üzerinde imza topladık.
Hukuk mücadelesi yürüttük. Bu bina bir ucubedir, bir kent suçudur. Çevresi tamamıyla altı kat yüksekliktir. Rüzgarı kesiyor, silüeti bozuyor, yöredeki binaların görüntü ve değer kaybı cabası. Deprem riski olarak çok ciddi bir yanı var, ulaşımı katledecek, getireceği çok büyük zararlar bulunuyor."
Milliyet, 04.04.2011
|
HAYDARPAŞA'DA YANGININ YARALARI SARILIYOR

TCDD Genel Müdürlüğü, geçen yıl kasım ayında bir
bölümü küle dönen Haydarpaşa Gar binası çatısının
yeniden yapımı ile çevre düzenlemesi çalışmalarının
başladığını açıkladı. TCDD Genel Müdürlüğü'nden
yapılan açıklamada, garda öncelikli olarak zamana ve
yangına bağlı olarak ortaya çıkan hasarın tespit
edildiği belirtildi.
Gar binası ve yakın çevresi kapsamında yapılacak
tüm restorasyon çalışmalarının akademik denetim
içinde tamamlanması için İstanbul Teknik
Üniversitesi (İTÜ) öğretim üyelerinden bir heyet
oluşturulduğu ifade edilen açıklamada, şöyle
denildi: 'Haydarpaşa Gar Binası'nın Danışma Kurulu
Üyeleri, gar binasındaki mevcut durumu tespit etmek
ve gereksinimleri belirlemek amacıyla TCDD 1. Bölge
Müdürlüğü yetkilileri ile bir mekan analizi
gerçekleştirmişlerdir. Bu çalışmayla 100 yıllık
yapının yönetim mekanlarında çağdaş konfor
şartlarının sağlanmasına yönelik eksikliklikler be
beklentiler saptanmıştır. Gerek personelin gerekse
de yolcuların çağdaş bir gar binasından
beklentilerini ortaya koyması hedeflenmektedir.'
Yeni Şafak, 04.04.2011
******
HAYDARPAŞA İÇİN
ÖNERİLER MASADA
Geçtiğimiz
Kasım'da çatısı yanan tarihi Haydarpaşa Garı yeniden
düzenleniyor. Garın tarihi dokusuna sadık kalınması
için oluşturulan Danışma Kurulu üyelerinden İTÜ
Öğretim Üyesi Atilla Dikbaş, yapılacak çalışmaları
anlattı. Dikbaş, NTV'ye yaptığı açıklamada, Gar'ın
restorasyon sürecini esas alacak mimari çalışmaları
tamamlamak üzere olduklarını söyledi. Dikbaş,
"Gar'ın kullanıcısı yolcular... Fakat binanın
kullanıcıları, Haydarpaşa Garı'nı işleten TCDD
yetkilileri... Onların buradaki ofislerine yönelik
bir mekan analizi yaptık. Mekanların yeniden
örgütlenmesine yönelik bir çalışma başlatılması
gerekiyor" dedi. Garda yolcuların ihtiyaçları için
kafelerin, döviz bürolarının, bankaların olacağını
belirten Dikbaş, "Üç tane daha çok önemli işlev
önerdik ama bunu tartışıyoruz. Örneğin demiryolu
müzesi, kitaplık ya da bir takım sergi ve toplantı
mekanları yapılabilir" diye konuştu. Dikbaş
"Restorasyondan sonra da yangın vb. gibi olayların
olmaması için de ciddi bir yol haritası
belirleyeceğiz" dedi.
Sabah, 05.04.2011
|
SİNOP'TA YENİ KİLİSE KALINTILARI

Sinop’un Ada Mahallesi’nde yapılan tarihi kazı
çalışmalarında yeni bir kilisenin kalıntıları daha
ortaya çıkarıldı.
Sinop Arkeoloji Müzesi Arkeologu Fuat Dereli
öncülüğünde, Şeker Fabrikaları Genel Müdürlüğü’ne
tahsisli alanda 10 gündür 15 kişilik bir ekip
tarafından gerçekleştirilen temizlik kazısında, Roma
dönemine ait, çevresinde su sarnıçlarının da
bulunduğu tarihi kilise kalıntılarına rastlandı.
Sinop İl Kültür ve Turizm Müdürü Hikmet Tosun,
tarihi kilise kalıntılarının bulunduğu alanı
arkeolojik park olarak kullanmak istediklerini
söyledi. Tosun, “Sinop Ada Mahallesi’nde bulunan 4
bin 700 metrekarelik, Şeker Fabrikaları Genel
Müdürlüğü’ne tahsisli olan ve devletin tasarrufu
altında bulunan alanda bir kültür merkezi yapmayı
düşündük, ancak buranın bir bölümü Anıtlar Koruma
Kurulu tarafından sit alanı ilan edilmişti. Biz de
buranın sınırlarını belirlemek için bir temizlik
kazısı başlattık, bu kazı esnasında Roma dönemi bir
kiliseye ait kalıntıları tespit ettik, ayrıca
kilisenin sağında ve solunda su sarnıçlarına
rastladık. Kazılarımız, şu anda devam ediyor, kazı
alanından çıkan buluntulara da ilgi çok büyük. Biz
bu bölgeyi bir arkeolojik park yaparak, kültür
merkezinin de bir zenginliği olacağını düşünüyoruz.”
dedi.
Kazıların, Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan temin
edilen 20 bin TL tutarındaki bir ödenek ile
sürdürüldüğünü hatırlatan Tosun, şöyle konuştu:
“Kazılarda tam bir sonuca varamadık, İl Özel
İdaresi’nden 10 bin TL tutarında bir ödenek talep
ettik, bunun akabinde de kazı çalışmalarımızı
tamamlayacağız. Kazı çalışmalarımız bittikten sonra
da bu arsanın imar sorununu da çözmüş olacağız.
Sinop’a güzel bir kültür merkezi kazandırarak,
ilimizin büyük bir eksikliğini bu şekilde gidermek
istiyoruz.”
Haber Aktüel 03.04.2011
|
İRİ GÖĞÜSLÜ HEYKELE 'UCUBE' MUAMELESİ
Fransa’da 10 bin nüfuslu Neuville-en-Ferrain
kasabasında belediye başkanı Gerard Cordon,
belediye binasındaki
Fransa’nın sembollerinden sayılan
Marianne’in heykelini kaldırttı. Nedeni ise
heykelin göğüslerinin büyük olması. AFP ajansına
konuşan belediye binası çalışanı, 2007 yılında
yerel sanatçı Catherine Lamacque tarafından inşa
edilen heykelin insanların gevezelik etmesine
neden olduğunu söyledi. Eserin sahibi
heykeltıraş Lamacque ise “Cumhuriyetin
cömertliğini sembolize etmek için bilerek
heykelin göğüslerini büyük yaptım. Başkanın
kararı saçma. Umarım heykeli yıkmazlar” dedi.
“Cumhuriyet Zaferi”ni sembolize eden Marianne,
Fransa’nın gayriresmi simgelerinden biri
olarak kabul ediliyor.
Kars Belediyesi
de kaldırmıştı
Kars Belediye binası önüne 2006’da
yerleştirilen iki kadın heykeli de 2009’da
Belediye Başkanı Nevzat Bozkuş tarafından “Resmi
dairenin kapısında kadın figürleri hoş
durmuyordu” denilerek kaldırılmıştı (sağda).
Kars’ta Dört Mevsim heykeline de zarar
verilmişti.
Hürriyet, 03.04.2011
|
|
 |
İSLAMİ ESERLER LONDRA'DA SATIŞA SUNULUYOR
Dünyanın sayılı müzayede evlerinden Sotheby's, bu yıl yine Çağdaş Türk Sanatını yerli yabancı koleksiyonerlerin beğenisine sunuyor. Üçüncü defa 6 Nisan 2011'de, Londra'da yaklaşık 102 eser satılacak. Bunların yarısını modern, yarısını çağdaş sanat eserleri oluşturacak. İslami eserlerin de satışa sunulacağı müzayedede nadir sayıda resimler, el yazması eserler yeni sahiplerine gidecek. Müzayedenin yönetmeni ise bir 2008 yılından beri Sotheby's'te görev yapan Türk: Elif Bayoğlu. Müzayedede satılacak olan şamdanın 3.2 milyon ile 4.8 milyon dolar arasında alıcı bulması bekleniyor. Müzayedede ayrıca sanatçı Burhan Doğançay'ın yaptığı "Fısıldayan Duvar II" adlı eseri de satışa sunulacak. Eserin 192 bin ile 288 bin dolar arasında alıcı bulması bekleniyor.
Türkiye Gazetesi, 03.04.2011
|
HİTİTLER DE AYNI TAŞ OCAĞINI KULLANMIŞTI
Malatya’daki Aslantepe Ören Yeri’nden çıkarılan ve
Geç Hitit Dönemi’ne ait olduğu belirtilen kral
Tarhunza ve aslan heykellerinin kopyaları, o
dönemdeki taş ocağı bulunarak, aynı aynı taşlardan
yapıldı.
Vali Ulvi Saran, yaptığı açıklamada, Malatya’nın
önemli bir geleneksel yapı mirasına sahip olan bir
il olduğunu söyledi. Son yıllarda artan kentleşme ve yeni
yapılaşmaların geleneksel mimarinin mirası olan bir
takım yapıların ortadan kalkmasına ve hızla yok
olmasına yol açtığını kaydeden Saran, “Malatya’nın
gerek kent merkezinde gerekse ilçelerde geleneksel
sivil mimarinin bizlere devretmiş olduğu yapıları
korumak ve yaşatmak üzere çalışmalarımıza başladık”
dedi.
Valilik bünyesinde Koruma Uygulama ve Denetim
Bürosu’nu kurduklarını anlatan Ulvi Saran, bu
birimin çok kısa bir sürede kurulmuş olmasına rağmen
muazzam bir çalışma gösterdiğini dile getirdi.
Öncelikli olarak antik dönemlerden bugüne miras
bırakılmış bulunan arkeolojik bölgelerde, özellikle
Aslantepe Ören Yeri’nde bulunan değerleri muhafaza
etmek için çalıştıklarını ifade eden Vali Saran, bu
ören yerinin MÖ 6 bin 500′lü yıllara
uzanan önemli bir arkeolojik alan olduğuna işaret
etti.
Vali Saran, bu yıl Aslantepe Ören Yeri’nde devam
eden kazıların 50. yılı olduğunu kaydetti.
Bu nedenle büyük bir arkeoloji kongresi
düzenleyeceklerine dikkati çeken Ulvi Saran, şöyle
konuştu:
“Buradaki kazıların 50. yılına denk gelecek
şekilde Aslantepe’nin daha iyi algılanır ve gezilip
görülür hale getirilmesi için ciddi bir çalışma
yaptık. Aslantepe Höyüğü’nün çevresinde çevre
düzenlemesi yaptık. Ören yerinin kenarına tunç çağı
evi inşa ettik. Etrafında bir çevre duvarı yaptık.
Yollarını taş kaplama yaptırdık. Ayrıca sit alanının
içerisinde gezinti alanı yapacağız. Gelen turistler
rahatlıkla Aslantepe’yi görebilecekler.”
Aslantepe Ören Yeri’nin güneyinde bulunan ve
kalkolitik dönemden kalan sarayın açık hava müzesi
yapılacağını belirten Saran, “Açık hava müzesini de
şuan tamamlamak üzereyiz” dedi. Aslantepe’nin Türk arkeolojisine hediye ettiği ve
buradaki kazılarda çıkan önemli heykellere işaret
eden Saran, kral Tarhunza ve aslan heykelleri
çıkarıldıktan sonra Ankara’daki medeniyetler
müzesinde sergilendiğini aktardı.
Kazı bölgesinde bir müze oluşturmayı
planladıklarını ve bunun içinde o tarihi eserlerinin
birebir aynısını yapmayı planladıklarını dile
getiren Saran, şunları kaydetti:
“Bunların başında kral Tarhunza’nın heykeli ve
aslan heykelleri geliyor. Birçok rölyef var. Bunlar
Geç Hitit dönemine tarihleniyor. Bunlar Anadolu
Medeniyetleri Müzesi’nde bulunuyor. Bunların
aynısını gerçek boyutları ile gerçek taş malzemeden
yapılmak üzere imal edip yerine koyacağız. Kral
Tarhunza’nın heykeli tamamlandı. Aslan heykeli
bitmek üzere. Rölyefler de arkasından tamamlanacak.
Mayıs ayı içerisinde yapacağımız arkeoloji
kongresine bunları yetiştireceğiz. Bu eserleri
höyükte çıkarıldıkları yere koymayı tasarlıyoruz. Bu
heykellerin kopyaları gerçek boyutları ile oldukları
gibi aynı zamanda çıkarıldıkları yerden de
incelendiği üzere bu eserlerin yapılmasında
kullanılan taş ocağından bundan binlerce yıl önce
hangi yerden malzeme alınmışsa aynı yerdeki taş
malzemeden yapılmasını sağlamış bulunuyoruz.”
Vali Saran, heykellerin binlerce yıl önce
Aslantepe’nin çevresindeki bir taş ocağının
malzemesi ile yapıldığını, kendilerinin de aynı taş
ocağından malzeme alıp kopyaları yaptıklarını
sözlerine ekledi.
haberler.com, 02.04.2011
|
TURİZM BELDESİ SİDE'DE TÜKE TAPINAĞI RESTORE
EDİLECEK
Antalya’nın Manavgat
İlçesi Side
beldesindeki tarihi Tüke Tapınağı restore edilecek.
Söz konusu çalışmaya Anadolu Üniversitesi Arkeoloji
Bölümü’nün de destek olacağı bildirildi.
Konuyla ilgili açıklama yapan Side Belediye
Başkanı Abdulkadir Uçar, turizm beldesinin simgesi
olan Apollon Tapınağı’nın yakınındaki Tüke
Tapınağı’nı 1 yıl içinde ayağa kaldırmayı
hedeflediklerini söyledi.
Uçar, Çalışmaların haziran ayı içinde Anadolu
Üniversitesi Arkeoloji Bölümü ve Kazı Başkanı
Doç.Dr. Hüseyin Alanyalı ile eşi Feriştah
Alanyalı’nın yapacağını belirtti.
Tüke Tapınağı’nın ayağa kaldırılması için her
türlü desteği vereceklerini belirten Uçar, “Tapınak
2012 Haziran ayında tamamen ortaya çıkacak. Side’yi
Side yapan tarihi zenginliğimiz. Bu zenginliğimizi
gün yüzüne çıkarmak için var gücümüzle çalışıyoruz.
Side’nin Simgesi olan Apollon Tapınağı’ndan sonra
ikinci simge Tüke Tapınağı olacak.” diye konuştu.
Star Gündem, 02.04.2011
|
|
SİDE ANTİK KENTİ ARKEOLOJİ TURİZMİNDE İKİNCİ EFES
OLMA YOLUNDA
Side antik kent, kültür, tarih ve arkeoloji turizminde ikinci Efes olmaya hazırlanıyor. Efes’ten bir yıl sonra 1947 yılında Side’de kazı çalışmalarına başlayan İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Ordinaryüs Prof.Dr. Arif Müfid Mansel’in başlattığı çalışmaları 3 yıldır Anadolu Üniversitesi sürdürüyor. Anadolu Üniversitesi’nin 61 yıl sonra kazı çalışmalarına başlaması arkeoloji turizmi tutkunlarını sevindirdi. Tarihi şehirde bazı Hellenistik, Roma ve Bizans dönemi eserlerinin ayakta olmasına rağmen yüzde 60 toprak altında bulunuyor. Bastıyalı Turizm Seyahat Acentesi Arkeoloji Turizmi Uzmanı Mehmet Reşat Akıl, yaptığı açıklamada Side destinasyonunun deniz, kum ve güneş turizminden kültür, tarihi ve arkeoloji turizmine kaydığını belirtti. Anadolu Üniversitesi’nin kazı çalışmalarıyla birlikte 5 yıl içinde Side’nin ikinci Efes olacağını belirten Akıl, İtalya Roma’da bulunmayan Roma eserlerinin çoğunun antik şehirde bulunduğunu ifade etti.
Kazı çalışmalarıyla birlikte bölgenin alternatif
turizminde sürekli canlı kalacağını belirten Akıl,
geçen yıl Side’de 340 bin İskandinav turistin
kültür, tarih, sanat ve arkeololoji turizmine
çıktığını, 2011′de ise bu rakamın 400 bin olmasını
beklediklerini kaydetti.
Side kazılarına 3 yıl önce Side
antik tiyatroda
zemin etüdü çalışmalarıyla başladıklarını belirten
Anadolu Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı
Doç.Dr. Hüseyin Alanyalı, ikinci yılında Dionysos
Tapınağı, Side antik kent geneli ve ticari agora
çevresinde düzenleme çalışması yaptıklarını ifade
etti. Alanyalı, 2011 yılında Side Belediyesi’nin
katkılarıyla Tüke Tapınağı’nı ayağa kaldıracaklarını
belirtti.
Geçen yıl itibariyle müze envanterine 2 bin 140
arkeolojik, 9 bin 838 sikke olmak üzere, toplam 11
bin 978 eserin kaydının yapıldığını belirten müze
müdürü Güner Kozdere, sorumluluk alanlarında 49
arkeolojik, 5 doğal, 4 kentsel olmak üzere toplam 58
sit alanı ile 375 tescilli taşınmaz kültür ve tabiat
varlığının bulunduğunu söyledi.
Anadolu Üniversitesi’nin kazı çalışmalarıyla
bölgenin arkeoloji zenginlik bakımından ikinci Efes
olacağını belirten Kozdere, başta mezarlıklar
bölgesi olmak üzere tarihi şehrin önemli bir
kesimininde 64 yıldır hiç kazı çalışmasının
yapılmadığını kaydetti.
Timetürk, 02.04.2011
|
TARİHİ MEKANLARIN KORUNMASI ADINA YENİ BİR DÖNÜŞÜM
HAREKETİ BAŞLADI
Tarihi
Kentler Birliğinin
Malatya Semineri
kapsamında, Malatya'ya gelen Tarihi Kentler
Birliği Danışma Kurulu Başkanı ve Kayseri Büyükşehir
Belediyesi Başkanı Mehmet Özhaseki,
Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı
Recep
Altepe'nin de aralarında bulunduğu çok
sayıda belediye başkanı Malatya'nın
Battalgazi İlçesinde tarihi mekanları
gezdi. ÇEKÜL Başkanı
Prof.Dr. Metin Sözen,
gazetecilere Türkiye'de son dönemde tarihi
mekanların restorasyonuna ilişkin yapılan
çalışmaları anlattı. Türkiye'de tarihi mekanların
korunması adına yeni bir dönüşüm hareketinin
başladığını kaydeden Sözen, 50 yıl içinde yapılan
büyük yanlışlara değindi. Kentsel dokuların
kaybolduğunu anlatan Sözen, tarihi mirasın
niteliğine göre korunamamasının, çeşitli yasalar,
yönetmelikler, uluslararası anlaşmalar olmasına
rağmen gecikmişlik ve bir yanlışlığın egemen
olduğunu söyledi. Sözen, şöyle konuştu:
''Şimdi çeşitli kurumların bir araya gelerek buna
dur diyeceği dönüşüm hareketinin başladığı bir
dönemdeyiz. 21. yüzyıla girerken bu hareket her
kesimin içinde olduğu yeni organizasyonlarla
şekilleniyor. Hem kamunun içinde olduğu, hem
sivillerin olduğu, hem yerel yöneticilerin olduğu,
sivil toplum örgütlerinin destek verdiği bu
politikada Tarihi Kentler Birliğinin kurulmasından
bu yana da büyük bir dayanışma; büyük bir yarış
uluslararası boyuta çıkacak somut sonuç alma hevesi
başladı. Sanıyorum ki 21. yüzyılın başından itibaren
bugüne kadar burada gördüğünüz gibi sokaklardan
evlere, evlerden anıtsal yapılara, soyut mirastan
somut mirasa kadar bir değişme söz konusu. Bunu
Türkiye için bir devrim hareketi olarak görüyorum.''
Malatya Valisi Ulvi Saran da
Malatya'nın geçmişte pek çok farklı uygarlıktan ve
tarihi dönemlerden izler taşıması münasebeti ile
önemli bir tarihi kent misyonunu üstlendiğini
anlattı. Malatya'nın bir süreden beri Tarihi Kentler
Birliğinin de üyesi olduğuna dikkati çeken Saran,
''Bugün Malatya Tarihi Kentler Birliğinin yıllık
olağan bir toplantısı münasebeti ile Türkiye'nin
dört bir tarafından gelen belediye başkanlarını,
bilim adamlarını ve sivil toplum kuruluşu
temsilcilerini ağırlıyor'' dedi. Tarihi Kentler
Birliğinin bu toplantısının Malatya'da yapılmasının
Malatya adına oldukça önemli bir etkinlik olduğunu
belirten Saran, ''Bundan büyük bir mutluluk
duyuyoruz'' diye konuştu. Tarihi ve geleneksel
mirası korumaya yönelik ciddi çalışmalar
başlattıklarını kaydeden Vali Saran, ''Malatya sivil
mimari özellikleri ile dikkati çeken bir şehir.
Çarpık kentleşme nedeni ile pek çok tarihi yapı ve
kerpiç yapılar önemli ölçüde yok olmuş olmakla
birlikte mevcutları korumak ve muhafaza altına
almakla yükümlüyüz'' dedi.
Bir süre önce Koruma Uygulama ve Denetim Bürosu'nu
(KUDEB) kurduklarını ifade eden Saran, ilin her
tarafında tabiat ve kültür varlıklarını, tarihi
eserleri tespit edip tescil altına aldıklarını
anlattı. Pek çok tarihi eserin restore de edildiğini
aktaran Saran, ''Her ilçede ve beldede bir sokağı
sağlıklaştırmak amacındayız. Battalgazi İlçesinde
bir sokağı sağlıklaştırdık. Yeşilyurt, Darende ve
Balaban devam ediyor. Gündüzbey ve Arapgir'e de
yakında başlayacağız'' ifadesini kullandı.
Malatya Belediye Başkanı
Ahmet Çakır
ise Tarihi Kentler Birliği Malatya Semineri'ne
katılımın oldukça iyi olduğunu belirtti. Katılımı
400'le sınırlandırmalarına karşılık 500'ün üzerinde
katılım gerçekleştiğini ifade eden Çakır, ''Amacımız
tarihi güzellikleri, tarihi mirasımızı korumak,
onları yaşanan birer mekan haline getirmek'' dedi.
Bu toplantının kentin tarihi değerlerinin
tanıtılması bakımından da önemli olduğunu bildiren
Çakır, ''Katılımcılar gerçekten çok memnun.
Malatya'mızı, ilçelerimizi gezdirdik. Bir çok
belediyelerimizin yapmış olduğu çalışmalar da hem
sunumda tanıtıldı. Belediyelerimizin yapmış olduğu
çalışmalar birbirine örnek teşkil etmesi adına da
olumlu sonuçlar veriyor'' diye konuştu.
Yapı, 02.04.2011
|
"YAPILAŞMALAR KÜLTÜRÜMÜZÜ YANSITMIYORSA BELEDİYE
BAŞKANLARI OLARAK BUNDAN KAYGI DUYMALIYIZ"
Kayseri
Büyükşehir Belediye Başkanı ve Tarihi Kentler
Birliği Başkanı Mehmet Özhaseki,
''Yapılaşmalar kültürümüzü yansıtmıyorsa belediye
başkanları olarak bundan kaygı duymalıyız'' dedi.
Malatya Anemon Otel'de gerçekleştirilen
Tarihi Kentler Birliği Malatya Seminerleri
açılış programında konuşan Özhaseki, yaşadığımız
coğrafyadaki tarihi eserlerin kaybolmasından kaygılı
olduklarını kaydetti. Anadolu'da 11 bin yıllık bir
uygarlığın mirasçısı olduklarını anlatan Özhaseki
şöyle konuştu:
''Yaşadığımız coğrafyada tarihi eserlerin
kaybolmasından kaygılıyız. Yapılaşmalarımız
kültürümüzü yansıtmıyorsa belediye başkanları olarak
bundan kaygı duymalıyız. Bu kaygıları taşıyan
insanlar olarak bir aradayız. Tarihi kentler birliği
bir okul gibidir. Burada çok değerli hocalarımız
var. 11 bin yıllık bir uygarlığın mirasçısıyız ama
bunun bazılarımız farkında bile değiliz. İçimizdeki
sevgi aklimini hale hale dışımıza yansıtmamız
gerekiyor. Bizler yerel yöneticiler olarak iş yapmak
zorundayız. İnsanlar bizden hizmet bekliyor. Bu
hizmetleri yaparken kültürümüzü de korumak
zorundayız.''
Malatya Valisi Ulvi Saran da Malatya'nın simge bir
kent olduğunu ifade ederek, 6 bin yılın üzerinde bir
geçmişi bulunan Aslantepe'nin önemli bir tarihi
değer olduğuna vurgu yaptı. Malatya Belediye Başkanı
Ahmet Çakır ise Malatya olarak yılın ilk
toplantısına ev sahipliği yapmaktan onur
duyduklarını belirtti ve yarın Battalgazi İlçesi'nde
gerçekleştirilecek olan programa ilgi gösterilmesini
beklediklerini söyledi.
Yapı, 02.04.2011
|
 |
ARKEOLOJİ MÜZESİ'NE YENİ KAMERA SİSTEMİ KURULUYOR
Hatay Arkeoloji Müzesi'ne 28 yeni kapalı devre kamera takılmaya başlandığı bildirildi. Sistemi yerleştiren ESKA Mühendislik Şirketi'nin Sorumlusu Ömer Tiryaki, AA muhabirine yaptığı açıklamada, mevcut kameraların yetersiz kaldığını, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın bilgisinde müzenin iç ve dış bölümlerinin güvenlik açısından izlenmesi için 28 yeni kamera takacaklarını söyledi.
Kameraların Alman malı, görüntü çözünürlüğünün yüksek ve gece görüşlerine açık olduğunu belirten Tiryaki, şöyle devam etti:
''Önce müzeye gelerek keşif çalışması yaptık. İç ve dış bölümleri izleyecek şekilde 28 ayrı mekana kamera yerleştirmeye başladık. Kameraların bir özelliği de şayet bir hareketlilik yoksa kayıt cihazı çalışmıyor. En küçük bir harekette ise kayıt devreye giriyor. Çok özellikleri bulunan kamere sistemi 50 bin TL'ye mal olacak.''
Bu arada, geçen yıl Arkeoloji Müzesi'ni 114 bin 706 kişinin ziyaret ettiği de öğrenildi.
Hatay Gündem, 01.04.2011
|
LE CORBUSIER'İN
ŞANDİGAR'I İÇİN İMZA KAMPANYAS BAŞLATILDI

Le Corbusier'nin
"Şandigar Hükümet Binası" (Chandigarh Secretariat)
yapısı. Foto: duncid/Flickr
Hindistan'ın, baştan
ayağa Le Corbusier tarafından tasarlanan modernist
kenti Şandigar'ın parça parça satılmasına "Dur!"
deme vakti geldi. Başlatılan imza kampanyası
ile kentin, bir araya getirilmesi imkansız bir
yap-boz olmaktan kurtarılması planlanıyor.
Hindistan'ın Şandigar kenti, 1950'lerde modernist
bir mucize olarak ortaya çıkmıştı. ABD'li mimarlar
Albert Mayer ile Matthew Nowicki'in elinden çizime
aktarılan Şandigar nazım planının yanı sıra; Hükümet
Binası, Yargıtay, Yasama Meclisi ve Bilgi Müzesi de
dahil olmak üzere pek çok kamu yapısına imza atan Le
Corbusier, Şandigar'a muazzam bir mimari miras
bıraktı.
Giderek bakımsızlığa
terk edilen eserler, son dönemde geniş ölçekli bir
yağmaya maruz kaldı ve Le Corbusier imzasını taşıyan
her nevi tasarım (lambadan mobilyaya, mimari
çizimden rögar kapağına), uluslararası antika
pazarında kolaylıkla alıcı buldu. Dünyayı alarma
geçiren olay ise, yine mimarın tasarımı olan bir
rögar kapağının, Avrupa'daki bir müzayedede 24 bin
Dolar'a satılması oldu.

Le Corbusier
tasarımı rögar kapakları açık arttırmalarda 24
bin Dolar'a alıcı bulmuştu. Foto: Rossipaulo/Flickr.
Gazeteci mimardan
imza kampanyası
International Herald Tribune gazetesi tasarım
eleştirmeni Alice Rawsthorn, Le Corbusier'nin
Şandigar mirasının talan edilmesinin önüne
geçebilmek için bir imza kampanyası başlattı. İmza
kampanyasının asıl hedefi ise, uluslararası mimarlık
ve sanat tarihi çevrelerini bir araya getirip,
sosyal medyanın itici gücü ile birlikte UNESCO için
baskı unsuru yaratarak, Şandigar'ın Dünya Miras
Alanı (DMA) listesine eklenmesini sağlamak.
Kampanyayı yürütenler,
yerel itirazların yetersiz kaldığı şu noktada,
uluslararası unsurların yaptırım gücü olan
açıklamalarının başarı sağlamada daha faydalı
olacağına inanıyor. Şandigar'ın DMA listesine dahil
olmasıyla birlikte, kamuya ait malların yasadışı
yollardan ortadan kaldırılmasına ilişkin önlemlerin
de daha rahat geliştirilebileceği savunuluyor.

Müzayedede satılan
Pierre Jeanneret tasarımı senato koltukları.
Fotoğraf: independant.co.uk
Ne var ki, Le Corbusier
mirasını korumak için yürütülen girişimler,
Şandigar'daki modernist
eserlerin çoğunu sınırları içinde barındıran yerel
yönetimlerin bürokratik ve parçalanmış yapısı
nedeniyle birtakım güçlüklerle karşı karşıya
geliyor.
Pencap ve Haryana yüksek
mahkemelerinden gelen son müjdeli haberde, Şandigar
kenti Turizm Daire Başkanı ile ilgili
belediye vekilinin, orijinal mimari öğeleri korumak
ile görevlendirildiği açıklandı. Öte yandan,
Şandigar Birlik Bölgesi de birimlerini bu konuda
uyararak; Le Corbusier ve kuzeni Pierre Jeanneret
başta olmak üzere, 1950'li ve 1960'lı yıllarda kent
için çalışmış olan mimarların tasarladıkları
eserlerin envanterinin çıkarılmasını istedi.
Mimarizm,
31.03.2011
|
TARİHİ SUYOLLARI
TEMİZLENİYOR
Safranbolu Belediye
Başkanı Dr. Necdet Aksoy, ilçenin tarihi
bölgesindeki su yollarının temizlenmeye başlandığını
bildirdi.
Karabük'ün Safranbolu
İlçe Belediye Başkanı Dr. Necdet Aksoy, ilçede bağ
sulama ve tarihi çeşmelere su getirmek amacıyla 18
ve 19. yüzyıl ile 20. yüzyılın başlarında yapılan su
arklarının temizliği ve yaşatılması korumacılık
anlamında büyük önem taşıdığını söyledi.
Tarihte olduğu gibi
günümüzde de halen mevcut kanalların kullanıldığını
anlatan Aksoy, "İlçemizde özellikle Bağlarbaşı
Mahallesi Develik Sokak, Değirmenbaşı mevkisi,
Ihlamur Caddesi ve Gümüş mevkisi başta olmak üzere
tarihi su kanalları temizleniyor. Bu kanallarımızı
korumak amacıyla da onarımları yapılıyor. Belediye
olarak üzerinde önemle durduğumuz kanallarımızın
korunmasında ve temiz kalmasında halkımızın
duyarlılığı çok önemli" dedi.
Karabük Kent Haber,
30.03.2011
|
|
KAÇAK DEFİNECİLER DEREDE YAKALANDI
Kocaeli'de derenin içinde define arayan 6 kişi jandarma tarafından yakalandı.
Alınan bilgiye göre olay İzmit'e bağlı Biberiye Köyü'nde meydana geldi. Bir istihbaratı değerlendiren Kocaeli İl Jandarma Komutanlığına bağlı ekipler Biberiye Köyü Şelale Mevkii bölgesinde kaçak kazı yapılacağını tespit etti. Ormanlık alanda arama yapan ekipler dere içinde kazı yapan S.Ç., D.A., A.A., M.U., A.C.I. ve H.R.B.'yi suç üstü yakaladı. Yapılan aramada ise 1 adet üçlü uzatma kablosu, 4 adet ışıldak, 1 adet jeneratör, 2 adet kürek, 2 adet kazma, 1 adet demir mızrak, 1 adet tahta, 2 adet balyoz, 4 adet hitli ucu, 1 adet su pompası motoru, 1 adet hitli, 1 adet tabanca ele geçirildi. Derede define arayan 6 kişi de jandarma tarafından yapılan sorgularının ardından savcılığa sevk edildi.
Kocaeli Kent Haber, 29.03.2011
|

|
BİLİNÇSİZ KAZILAR HÖYÜKLERİ YOK EDİYOR
Diyarbakır'ın Ergani İlçesi'nde tarihi höyükler, köylülerin ve define avcılarının kazıları nedeniyle tahrip oluyor. Yerleşim birimler içinde kalan onlarca tarihi höyük, define avcıları ve bilinçsiz vatandaşlar tarafından tahrip ediliyor.
Henüz hiçbir resmi kazı çalışması ve bilimsel araştırmanın yapılmadığı höyükler, büyük bir risk altında bulunuyor. Yerleşik hayata geçişin ilk örneklerinden olan ve dünyada ilkel tarımın ilk kez yapıldığı Ergani'de tarihe ışık tutacak birçok eser gün yüzüne çıkarılmayı bekliyor.
Ergani Kaymakamı Ramazan Yıldırım, "Tarihi açıdan zengin bir mozaiğe sahip ilçemizin neredeyse her yerleşim biriminde mevcut bulunan bu höyüklerin korunması için hassasiyetimiz var. Ancak tahribat konusunda şu ana kadar bize ulaşan herhangi bir şikayet yok. Yerleşim birimlerimizdeki höyükleri tahrip etmeye yönelik herhangi bir müdahalede kolluk görevi yürüten jandarmamız müdahil olarak gerekli müdahaleyi yapacaktır" dedi.
Diyarbakır Haber, 24.03.2011
|
TARİHİ CEZAEVİ OTEL
OLUYOR

Sinop Tarihi Cezaevi
kompleksinin içinde yer alan Çocuk Islah Evi otel
oluyor.
Sinop Tarihi Cezaevi'nin
1939 yapımı çocuk ıslah evi ve müşahede hücrelerini
içine alan bölümü yap-işlet-devret modeliyle 49
yıllığına özel sektöre veriliyor. Söz konusu alan
için Kültür ve Turizm Bakanlığı Yatırım İşletmeleri
Genel Müdürlüğü'nce konaklama ve turizm amaçlı nisan
ayında proje ihalesine çıkacak. Bakanlık
kriterlerine uygun projenin belirlenmesi ardından 5
bin 699 metrekarelik alanı kapsayan tarihi mekan 49
yıllığına özel sektöre turizm amaçlı kiraya
verilecek.
Konuyla ilgili 11
Nisan'da ihale yapılacağını belirten İl Kültür ve
Turizm Müdürü Hikmet Tosun, uygulamayla tarihi
mekanın farklı bir çehre ve hüviyet kazanacağını
söyledi. Tosun, "Cezaevi iki bölümden oluşuyor. Biri
yetişkinler için yapılan cezaevi, diğeri de çocuk
ıslah evi. Cezaevi özelleşmiyor. Önceki yıllarda
yetişkinlere ait bölüm olan Tarihi Sinop Cezaevi AB
projesiyle kültür kompleksi, adalet müzesi ve deniz
müzesi olarak projelendirilmişti. Çocuk ıslahevi
1939 yapımıdır. Müşahede hücreleri ise dönemlemeyi
yansıtmaktadır ve kültür varlığı değildir. Bu iki
alan bakanlığımızca 11 Nisan'da ihaleye çıkacak.
Tamamen turizm amaçlı, yeme içme ve konaklamayı da
içine alacak şekilde proje geliştirenler arasında
ihale olacak. Daha sonra belirlenen projeye tahsisi
yapılacak. Müracaatlar başladı. Biz büyük bir talep
olmasını bekliyoruz. Bu alan çok lüks bir otel,
düğün salonu, yeme içme merkezi olabilir.
Uygulanacak olan proje turizm noktasında var olan
alt yapı sorunumuza büyük bir katkı sağlayacak çok
amaçlı bir kompleks olabilir. Bakanlığımız da böyle
düşünüyor" dedi.
Sinop Kent Haber,
24.03.2011
|