Haberler logo Haziran '11 Arşivi

26 Haziran - 2 Temmuz 2011

PİRİN'DE KAZI ÇALIŞMASI NEDEN YOK

 

 

Kommagene Uygarlığı'nın beş büyük kentlerinden biri olan Perre antik kentinde yürütülen kazı çalışmaları ödenek yetersizliği nedeniyle iki yıl önce durdurulurken, ayrılan ödeneğe rağmen kazıdan eser yok.

 

Adıyaman’ın kültür ve turizm miraslarından olan Pirin (Pere Kaya Mezarları)’nda Temmuz Ayı’na girecek olmamıza rağmen kazı yapılmıyor.

Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Ekinci’nin dört ay önceki “Perre Antik kentine 5 Milyon 852 Bin Evro hibe elde edildi” açıklamalarının da askıda kaldığı görüldü.
 
Ekonomik yetersizlik nedeniyle kazıları durdurulan ve birçok insanın istihdam kapısının kapsamasına neden olan Perre kazıları artık devam etmeyecek gibi görünürken, 5 Milyon 852 Bin Evro ödeneğin ne olduğu merak ediliyor.





Vatandaş “Geldiyse nerede” demekten kendini alıkoyamazken, Konuyla ilgili olarak 17 Şubat’ta bir açıklama yapan Adıyaman İl Kültür Ve Turizm Müdürü Mustafa Ekinci şöyle konuşmuştu: “2011 yılında ilk defa Perre Antik Kentinin kazılarını başlatmıştık.2009 yılına kadar süren kazılarda çıkardığımız eserleri korumakta sıkıntı yaşamıştık. Kazılarda çıkarılan mozaik yerinde muhafaza ettiğimiz eserler vatandaşlar tarafından tahribatlara uğratılmıştı. Bilinçsizce yapılan bu davranışlardan sonra 2009 yılında Perre antik kentinin kazılarına son verdik. Perre antik kentininde büyük bir potansiyel bulunuyor. Bugün bir üniversitenin 100 yıl kadar yapacak kazı çalışması buluyor. Çıkan yerleri muhafaza etmek gerekiyor. Bölgesel rekabet edilebilirlik operasyonel programı (BROB) bu bir AB proje türüdür. Projenin maliyeti 5 milyon 852 bin Euro olan projemiz kabul edildi. Perre Antik Kenti bu proje kapsamına alındı. Projeyle birlikte Perre antik kentinde çevre düzenlenmesi yapılacak aktivitelerden bir tanesidir. Geçen rolove ve çevre düzenlenme ihalesini yaptık. Yer teslimi ve proje çalışmaları yapıldı. Proje kapsamında yürüyüş yolları, mozaiklerin yerinde sergilenmesi için hazır zemin, ışıklı sistem, etrafın çevrilmesi ve insanların yoruldukları zaman dinlenebilecekleri kafeteryalar temel ihtiyaçları kapsayacaktır”

İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nün projesinin kabul edilmesiyle birlikte hem Perre’de kazı çalışmaları devam edecek hem de birçok insana istihdam kapısı da açılmış olacakken, hala yerinde sayan Pirin’de neler olacağı merak ediliyor.

Adıyaman Haber, 01.07.2011

KAZI ÇALIŞMALARI YENİDEN BAŞLADI

 

Gazipaşa'nın Güney Köyü’nde Kilikya Uygarlığıyla ilgili kazı çalışmalarına tekrar başlandı.

 

Çalışmalar, Tapınak ve Sütunlu Yol'da Kültür ve Turizm Bakanlığı Temsilcisi Arkeolog Nuray Malçok nezaretinde yapılıyor.


Kazı çalışmalarına, Nebreska Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyelerinden Prof.Dr. Michael Hoff ve Rhys Townsend ile Atatürk Üniversitesi’nden Yrd. Doç.Dr. Birol Can da katılıyor.


Halen 18 kişilik bir ekibin yürüttüğü çalışmalara, 15 Temmuz'dan itibaren 17 kişinin daha katılması planlanıyor.


Kazılarla ilgili bilgi veren Townsend, "2007 yılında başlayan ve geçen yıl ara verilen çalışmalara bu yıl yeniden başladık. Tapınağın podyumunu ortaya çıkarmak için kazılar devam ediyor. Ortaya çıkan taşlar numaralandırılıp çizimleri yapılıyor. Sütunlu Yol'da ise kazı için planlama ve ölçüm çalışması yürütülüyor. Önümüzdeki günlerde Sütunlu Yol'da da kazı başlayacak" dedi.
Townsend, çalışmaların 15 Ağustos'a kadar devam edeceğini sözlerine ekledi.

Yeni Alanya, 01.07.2011

'TOPÇU KIŞLASI' YENİDEN CAN BULUYOR

 

 

İstanbul 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, tarihi Topçu Kışlası'nın ihya edilmesine karar verdi. Karar, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı Şehir Planlama Müdürlüğü ile Beyoğlu Belediyesi Plan Proje Müdürlüğü'nün, kışlanın korunması gerekli kültür varlığı olarak tescil edilmesi yönündeki talebi üzerine alındı.

Kurul kararında, Beyoğlu İlçesi 751 ada, 1-2-3-4 parsellerde bulunan ve yerinde mevcut olmayan kışlaya ait kurula iletilen bilgi ve belgelerden, yapının korunması gerekli kültür varlığı olduğu kanısına varıldığı belirtildi. Kararda, yapının ne şekilde ihya edileceği ise restitüsyon ve rekonstrüksiyon projelerinin Taksim Meydanı Kentsel Tasarım Projeleri ile bütünlük içerisinde değerlendirilmesi gerektiğine dikkat çekildi. Şimdi projenin hazırlanıp Koruma Kurulu'na sunulması gerekiyor. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Büyükşehir Belediyesi'ne Topçu Kışlası ile ilgili çok sayıda teklif geldiğini söylemişti. Kışlanın Büyükşehir Belediyesi tarafından yap-işlet-devret modeli ile yaptırılabileceği belirtiliyor.

Taksim Meydanı'nda bugün Gezi Parkı'nın bulunduğu bölgede yer alan tarihi kışla, 1940'ta Lütfi Kırdar'ın belediye başkanlığı döneminde, "Onaracak bütçe bulunmadığı için" yıkılmıştı. Kışlayken içinde futbol maçları düzenlenen avlu, bir süre Taksim Stadı olarak da kullanıldı. Dolmabahçe Stadı yapılınca eski kışla Taksim Gezi Parkı olarak düzenlendi. "Rus-Hint tarzını yansıtan zarif bir yapı" olarak tanımlanan kışla, 3. Selim tarafından 1806'da yaptırılmıştı. Kışla 1860- 1870 yılları arasında Osmanlı ordusunun modernleştirilmesi sürecinde önemli rol oynamıştı. Kışlanın ayrıca 31 Mart İsyanı'nda da önemli bir yeri var. İsyan, 12 Nisan-13 Nisan 1909 gecesi Taksim Kışlası'ndaki Avcı Taburu'na bağlı askerlerin subaylarına karşı ayaklanmasıyla başlamıştı.

Başbakan Erdoğan, seçim döneminde Haliç Kongre Merkezi'nde düzenlenen "Türkiye Hazır, Hedef 2023" toplantısında Gezi Parkı'nın yerine Topçu Kışlası'nı yeniden yapacaklarını, Taksim trafiğini de tamamen yeraltına alacaklarını açıklamıştı. Projenin ilk ipuçlarını ise 2010 Nisan'ında katıldığı bir televizyon programında vermişti. Başbakan, Amerikalı siyahi lider Martin Luter King'in siyahilerin bir gün beyazlarla eşit olacağına dair inancını dile getirdiği ünlü konuşmasından esinlenerek, "Bir hayalim var... Taksim'de trafiği yerin altına alabilmek" demişti.

Sabah, 01.07.2011

BİR TARİHİ BİNA DAHA ALEVLERE TESLİM OLDU

 

Beyoğlu'nda Vakıflara ait olan üç katlı tarihi kerpiç bina, yangın sonucu kül oldu.

Tarlabaşı Yeniçeri Ağası Sokak'ta Vakıflara ait olan ve kullanılmadığı için tinercilerin mesken edindiği üç katlı binada yangın çıktı. Dün saat 18.00 sıralarında çıkan yangına, Beyoğlu itfaiye ekipleri hemen müdahale etti. Alev alev yanan binanın içinde madde bağımlısı gençler olduğu söylenince önce köpük sıkıldı. Ancak binanın boş olduğu anlaşıldı. Binanın tabanı tazyikli su nedeniyle çöktü. İtfaiye ekipleri yangını söndürmek için 45 dakika çabaladı.

Sabah, Haber: Mustafa Kaya, 01.07.2011

DÜNYA GÖZDELERİ ARASINDA BİR TÜRK YALISI

 

The Telegraph gazetesi, dünyanın en canlı kentlerindeki satıştaki dikkat çekici mülkler arasında, en değerli mülk olarak, İstanbul boğazındaki 72 milyon sterlin (187.2 milyon TL) civarındaki değer ile Tophane Müşir Zeki Paşa yalısını gösterdi. Gazete, söz konusu köşk için şunları yazdı: "İstanbul’daki barok tarzı bir kule gibi konut, 19. yüzyılın ikinci yarında Sultan 2. Abdülhamit için çalışan bir hükümet yetkilisi için inşa edilmiştir. Fransız mimar Alexandre Vallaury’e tarafından dizayn edilen boğaz kenarındaki 5 katlı köşkün 23 yatak odası bulunuyor." Bu arada, söz konusu köşkün satışında aracılık eden Sotheby’s International Realty Türkiye’nin internet sitesinde ise, Balta Limanı Rumelihisarı’ndaki bu köşkün, Sultan II. Abdülhamit dönemi nazırlarından Müşir Zeki Paşa için yapıldığı belirtilerek, yaklaşık 150 yıllık bu barok üsluplu yalının, 5 katta 3 bin metrekareye yakın kapalı alanıyla, 4 bin metrekarelik bahçesiyle ve 130 metrelik rıhtımıyla Boğaz’ın en görkemli malikanelerinden biri olduğu belirtiliyor.

Miliyet Emlak, 01.07.2011

AYIŞIĞI'NA MÜHÜR

 

Cunda Adası Pateriça bölgesinde bulunan Ayışığı Manastırı’nın restorasyonu, projeye uyulmadığı ve doğaya zarar verildiği gerekçesiyle durduruldu. Konukevi ve etkinlik merkezi olarak kullanılmak üzere yapılan restorasyon, Bursa Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu kararıyla mühürlendi. Kurul kararını yerinde bulan Ayvalık Çevre Derneği Başkanı Nuray Özer, müdahale için geç bile kalındığını savunarak, “Çevreciler olarak gelişmeleri protesto etmek için alana yürüyüş düzenlemiştik. Ancak sesimiz duymazdan gelindi. Yollar açılıp endemik bitkiler yok edildi. Bu gibi hassas alanlardaki inşaatlar sık sık kontrol edilmelidir”dedi. Manastırın, Suzan Sabancı tarafından restore edildiği bildirildi.

Cumhuriyet Ege, Haber: Oya Uğral, 01.07.2011

GÖKMEDRESE ÇEYREK ASIRDIR AYNI KADERİ YAŞIYOR

 

 

Sivas'ın en önemli tarihi eserlerinden birisi olan Gökmedrese'de başlatılan restorasyon çalışmaları aradan yıllar geçmesine rağmen bitirilemedi.


Adını gök mavisi çini işlemelerinden alan Gök Medrese, son olarak 2006 yılında onarıma alındı. Eser 5 yıldır restore ediliyor. İhale sözleşmesindeki teslim tarihleri birkaç defa ertelendi. 736 yıllık tarihi eserin restorasyonunun 2008 yılında bitirilmesi ve teslim edilmesi gerekiyordu.


İçinde bulunduğu kötü durumdan bir türlü kurtarılamayan Gökmedrese'nin aynı akıbeti bundan 18 yıl öncede yaşadığı ortaya çıkıyor.


Hürdoğan Gazetesi'nin 1 Mayıs 1993 Cumartesi günkü sayısında “Oh be, Gökmedrese kurtuluyor!” başlığı ile yer alan haberde, Gökmedrese'nin restorasyon çalışmalarına Başbakanlık Tanıtma Fonu'ndan sağlanan para ile başlama imkanı doğmasının sevinç yarattığı vurgulanıyor.
Haberde dönemin valisi Ahmet Karabilgin'in girişimleri sonucu zamanın parası ile 5 milyar lira harcamanın uygun görüldüğü, ilk etapta bu paranın 500 milyon liralık bölümünün verileceği bilgilerine yer verilirken,  ata yadigarı bir tarihi eserin yıllar sonra ele alınacak olmasından dolayı yaşanan mutluluk dile getiriliyor.


1993'te ki haberde en ilgi çeken ayrıntılardan biride Gökmedrese'de Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün başlattığı restorasyon çalışmalarının bir süre sonra durduğu ve daha sonra çalışmalardan vazgeçildiği olarak göze çarpıyor.


1993 yılındaki haberde “Gökmedrese'nin restorasyonu için başbakanlık tanıtma fonundan 5 milyar lira ödenmesi yönetim kurulu tarafından kabul edildiği bu paranın 500 milyon liralık ilk bölümünün ilgili yazısı yazılarak dönemin Başbakanı Süleyman Demirel'in imzasına sunulduğu bilgileri de yer alıyor.


Ancak aradan 18 yıl geçmesine rağmen, Gökmedrese içinde bulunduğu durumdan bir türlü kurtulamadı.


2006 yılında yüklenici bir firmaya verilerek başlatılan restorasyon çalışmaları hüsranla bitti. Firmanın çalışanlara para ödememesi nedeniyle tarihi eserde bir çok kez çalışmalar durdu. Ayrıca restorasyonda gerçek çini yerine mavi boya kullanıldığı ortaya çıkınca bir çok tartışma da beraberinde başladı.


Eserin içinde bulunan kufi yazıları okuyacak birileri bulunamadı. Şu anda eserin içindeki çalışmalar tamamen dururken, eserin dış çevresinde ki çalışmalarda geçtiğimiz günlerde yeniden başladı.


Daha tamamlanmadan çevresindeki yapıların bazı bölümleri tahrip olan Gökmedrese'de çini
Anadolu Selçuklu Devleti'nin önemli eserlerinden biri olan Gökmedrese, o dönemlerden günümüze gelen nadir eserlerden birisi. Çifte minareli taç kapısı, ve kapının üzerindeki süslemeler, Gök Medrese'nin en görkemli bölümü. Süslemelerde 12 tür hayvan başı, yıldız ve hayat ağacı motifleri kullanılmış. Duvarları yontma kalker taşından yapılan medresenin minareleri 25 metre uzunluğunda.


Aradan geçen yılların tarihi eserde meydanda getirdiği tahribat 2006 yılında başlatılan restorasyonla ortadan kaldırılmaya çalışılıyor

Sivas Hürdoğan, 30.06.2011

TARİHİ KİLİSENİN ONARIMI TAMAMLANDI

 

 

1883 yılında kurulan Adıyaman Mor Petrus-Mor Paulus Kilisesi’nin 18 aylık aydır devam eden koruma ve restorasyon işlemleri sona erdi.

Süryani Kadim Cemaatine ait Mor Petrus-Mor Paulus Kilisesin yaklaşık 18 aylık koruma ve restorasyon çalışmalarının ardından 3 Temmuz 2011 günü düzenlenen büyük ayin ile açılacak. 25 yıl boyunca ibadete kapalı kalan ve daha sonra açılan kilisede 12 yıldan beri büyük ayin gerçekleştiriliyor.

Bu yıl 13. Süryani Kadim Cemaati'nin büyük ayininin, Adıyaman'da geniş katılımla gerçekleştirilmesi bekleniyor. Mor Petrus Mor Pavlus Kilisesi'nin kuruluş yıldönümü nedeniyle düzenlenen büyük ayine İstanbul, İzmir ve Ankara başta olmak üzere Almanya, Norveç, İsveç, Hollanda, Amerika ve birçok yerden Adıyaman’dan çeşitli nedenle ayrılmış olan Süryanilerin katılması bekleniyor. Adıyaman, Şanlıurfa, Malatya, Hatay, Mersin ve Elazığ bölgesinden sorumlu Adıyaman Mor Petrus-Mor Pavlus Kilisesi Metropoliti Melki Ürek uzun bir aradan sonra gerçekleştirilen Kilisenin restorasyonu ve Metropolitlik binasının yapımı ve çevre düzenlemeleriyle yeniden eskisi cemaatimize hizmet vermeye devam edecek.

Her yıl geleneksel olarak 29 Haziranda gerçekleştirilen Adıyaman Süryani Kadim Cemaatine ait Mor Petrus-Mor Paulus kilisenin kuruluş yıl dönümü ayininin bu yıl restorasyon çalışmaları nedeniyle 3 Temmuz 2011 Pazar gününe ertelendiğini belirten Adıyaman, Şanlıurfa, Malatya, Hatay, Mersin ve Elazığ bölgesinden sorumlu Adıyaman Mor Petrus-Mor Pavlus Kilisesi Metropoliti Melki Ürek, kilisede yapılan çalışmalar hakkında şu bilgileri verdi: “Adıyaman metropolitliği bugünkü konumuyla Mot Petrus ve Mor Paulus kilisesi 1883 de kuruldu. Daha önce yıkılan Meryem Ana kilisesi üzerine kurulan bir kilisedir. Çok eski tarihi vardır. Bu kilise elbette aktiftir. 1984 yıllarına Adıyaman’daki Süryani Kadim Cemaatine hizmet veren kilisemiz bir süre Metropolit olmadığı için kapalı kaldı ancak o dönemde buranın ruhanisi cemaat dağılınca kendileri de Adıyaman’dan gitti. Böylece kilise 15 yıl kapalı kaldı. 2001’de bu kilise tekrar açıldı. Buraya geldiğimde kilisenin genel durumu pekiyi değildi. Tadilat görmesi gerekiyordu. Restorasyon projelerini kurumlara sundum. Adana Anıtlar Kurulu bölge müdürlüğü bize restorasyonla ilgili proje onayladı. Bu şekilde kiliseyi iç dokuya göre restore ettik. Daha sonra burası metropolitlik konumuna gelmiştir. 1925’te vefat eden en son metropolitten sonra metropolitlik olmamış. Böylece biz 2002’den başlayarak 2010’a kadar restorasyon peşindeydik. Çok uğraştık. Sağolsun şimdiki hükümet bize bu fırsatı verdi. 1,5 sene sonra aldığımız onayın ardından kilise yenilendi. Güçlendirme gündemdedir. Tanrı dilerse 3 Temmuz 2011’de kilisemizin açılışı yapılacaktır. Yani bu demek oluyor ki avlu ve bina restore edildi. Bizim insanımız buraya gelip tekrar buluşacağız. İyi olmasını diliyorum. Adıyaman yerel yönetimini de davet ettik.”

Adıyaman Haber, 30.06.2011

ANTİK KENTTE MİTOLOJİK HEYKELLER

 

 

Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Fen-Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi ve Laodikya Antik Kenti Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, 2011 yılı kazı çalışmaları kapsamında, antik kentte keçi bacaklı bir mitolojik yaratıkla, su perisi ve şarap tanrısının heykellerinin bulunduğunu söyledi.

Şimşek, Laodikya antik kentinde gazetecilere yaptığı açıklamada, 2011 yılı Laodikya kazı çalışmalarının aralıksız sürdüğünü ifade etti.

Çalışmalar kapsamında "Laodikya Kilisesi"nde restorasyon ve kazı çalışmalarına ağırlık verdiklerini belirten Şimşek, "Kilisedeki çalışmaları tamamlamak üzereyiz. Daha önce kazılarına başladığımız Septimus Severius Çeşmesi’nin kuzey kısmındaki çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Gelecekte burasını da tamamen ayağa kaldıracağız" dedi.

Geçmişte Laodikya’nın bir heykel atölyesi bulunduğunu bildiren Şimşek, şunları söyledi:
"Bu atölyede zamanında çok güzel eserlerin çıkarıldığını biliyoruz. Kentin zengin bir alım gücü vardı. O dönemlerde Şarap Tanrısı Diyonizos’un yanında, onu eğlendirmek için bulunduğu öne sürülen mitolojik yaratıklar vardı. Bunlardan bazıları su perisi, bazıları da yarısı hayvan, yarısı insan olan yaratıklardı. Heykeltıraşlar da o dönemdeki olayları taşlara, mermerlere taşımış. Biz bu dönemlerde yapılan eserlere ulaştık. Bulduğumuz bu eserlerden biri yüksek kalitede, dans eder vaziyette bir mitolojik yaratık. Bu yaratık keçi ayaklı, insan gövdeli mitolojik bir yaratık, sakallı ve eşek kulaklı olarak işlenmiş. Heykellerde Laodikyalı heykeltıraşların ince işçiliklerinin ortaya çıktığını görüyoruz. Anatomik oranların detayı ve vücutta gösterilen işçilik, bu başarıyı gözler önüne seriyor. İmparator Septimus Severius’a adanan bu heykeller, MS 2. yüzyılın sonlarına ait eserler. Bir diğer heykel ise su perisine ait. Normal boyutların altındaki bir heykelin alt bölümü. Heykelde elbisedeki kıvrımların verilmesi, ışık gölge kontrastının düşünüldüğünü gösteriyor. Bu çalışma Laodikyalı ustaların stil özelliklerini de gösteriyor."

Ortaya çıkarılan heykellerin, bu sene bulunan en kaliteli eserler olduğunu ifade eden Şimşek, "MS 7. yüzyılda kentler terk edilince birçok heykel kireç yapıldı, duvarlarda kullanıldı. Biz de bunları duvar taşı olarak kullanıldığı için bulabildik" dedi.

"A Evi" olarak adlandırılan bölümde yapılan çalışmalardaysa Zafer Tanrıçası Nike’ye ait bir heykele ulaştıklarını anlatan Şimşek, "Bu heykel, Geç Hellenistik tarzda işlenmiş. Özellikle de elbisenin hemen göğüs altından kemerlenmesi ve gövdenin üst kısmının kısa ve dar, alt kısmının uzun olması düşüncesine göre yapılmış bir tipolojiyi görüyoruz. Önümüzdeki süreçte heykellerin diğer parçalarının da bulunmasını hedefliyoruz" diye konuştu.

Radikal, 30.06.2011

BARCELO'NUN TABLOSUNA REKOR SATIŞ

 

 

İspanyol ressam Miquel Barcelo'nun "Faena de muleta" adlı tablosu, Londra'da yapılan bir müzayedede 4,4 milyon avroya satılarak, hayatta olan İspanyol ressamların en pahalıya satılan eseri rekorunu kırdı.

 

"Faena de muleta", boğa güreşlerindeki matadorun, kılıcını, kırmızı renkli örtünün arkasına gizleyerek boğaya karşı yaptığı son hamleler anlamına gelirken, ressam Barcelo bu tablosunu 1990 yılında çizmişti. 1,7 milyon avro fiyatla satışa sunulan "Faena de muleta" 4,4 milyon avroya alıcı bulurken, aynı zamanda İspanyol sanatçının bu zamana kadarki en pahalı tablosu oldu.


54 yaşındaki Mayorkalı ressam Miquel Barcelo, BM'nin Cenevre'deki ofisinde "İnsan Hakları ve Medeniyetler İttifakı Salonu"nun tavanı yapmış ve maliyetin 18,5 milyon avroyu bulmasından dolayı polemiklere neden olmuştu.


Bu arada Londra'daki müzayede de, 2001 yılında ölen İspanyol heykeltraş Juan Munoz'un "Esquina positiva" adlı eserinin de 3,7 milyon avroya satıldığı kaydedildi.

Akşam, 30.06.2011

MİRGÜN KÖŞKÜ ESKİ GÖRKEMİNE KAVUŞUYOR

 

İstanbul İl Özel İdaresi tarafından restore ettirilen Mirgün Köşkü, Boğaz'ın en nadide tarihi eserleri arasında sayılıyor. 19. yüzyıl geleneksel Türk mimarisinin önemli figürlerinden kabul edilen Köşk, son sahibi Ressam Ahmet Mirgün tarafından 1985'de İstanbul Üniversitesi'ne bağışlandı. Köşk, ahşap merdivenleri, balkon korkulukları, gökyüzüne açılan cihannüması ile Tanzimat Dönemi mimarisinin nadide örneklerinden. Köşkün restore çalışmalarının yanı sıra 150 yıllık tarihi geçmişini anlatan "Seracem" adında bir de belgesel çekiliyor.

Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 30.06.2011

UZAY ÇATILARA YIKIM KARARI

 

Kültür ve Turizm eski bakanlarından Fikri Sağlar’ın bakanlık yaptığı 1992 yılında 1 milyon 300 bin dolar harcanarak Pamukkale’nin iki giriş kapısına yapılan uzay çatılar yıkılacak.

 

Çevre ve Orman Bakanlığı Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı (ÖÇKKB) çatıları yıkılmasına karar verdi. Denizli İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Adem Oklu, çatılara yapıldığı günden itibaren “Demir yığını”, “Pamukkale’nin doğal ve tarihi dokusuyla uyuşmuyor” şeklinde eleştiriler yapıldığını hatırlatarak, “Daha estetik ve daha işlevsel yapılar yapılacak” diye konuştu.

Hürriyet Ege, Haber: Ramazan Çetin, 30.06.2011

"İSTANBUL MODERN DÖNÜŞÜMÜN SONUCU"

 

İngiltere'nin önde gelen gazetelerinden Financial Times'ta 27 Haziran'da yayımlanan yazısında Vincent Boland, İstanbul'un varlıklı ve kültür meraklısı kesimin hafta sonu tatilleri için tercih sebebi olmasında, ülkenin bölgesel güç merkezine dönüşmesinin payı olduğunu vurguladı.

 

"Boğaz'ın Avrupa yakasında bulunan eski bir gümrük antreposundan dönüştürülen İstanbul Modern'in açılışı, bu dönüşümün hem nedeni, hem de sonucu" diyen Boland, modern sanat müzelerinin dünyanın bir kente ve kentin kendine bakışını değiştirdiğini şöyle ifade etti: "Tate Modern, Londra'yı sanatsal demodelikten çıkartıp modernlik tapınağına çevirdi. Bilbao'daki Guggenheim Müzesi, İspanya'nın kuzeyindeki post-endüstriyel kenti dönüştürdü. İstanbul Modern Sanat Müzesi'nin 2004 yılında açılması, bu eski kentin şehirli küresel seçkinlerin hayal gücüne ve seyahatlerine güç sağlayan şebekeye daha gösterişsiz ama bir o kadar etkili biçimde bağlanmasını sağladı."

Zaman, 30.06.2011

"BİR PORTRE İÇİN" 47 MİLYON TL

 

İrlandalı çağdaş ressam Francis Bacon'ın bir tablosu Londra'da düzenlenen açık artırmada 28,8 milyon dolara (yaklaşık 47 milyon TL) satıldı.

 

Christie's Müzayede Evi'nden yapılan açıklamada, Bacon'ın 1953'te yaptığı 'Bir Portre İçin Etüt' adlı yağlı boya tablosunu alan kişinin kimliği belirtilmedi. Bacon, dünya sanatında figüratif ekspresyonizm akımının en önemli isimlerinden biri olarak kabul ediliyor.

Akşam, 30.06.2011

"İSTANBUL'UN TARİHİNİ YENİDEN YAZIYORUZ"

 
Dünyanın en büyük metropolleri arasında yer alan İstanbul’un ulaşım sorunlarına çözüm oluşturmak amacıyla hayata geçirilen Marmaray ve Yenikapı Metrosu, büyük bir ulaşım kompleksinde buluşuyor. Yer altı ve yer üstü raylı sistemini deniz ulaşımıyla birleştiren ‘Yenikapı Transfer Merkezi’ inşaatında gün yüzüne çıkan 8.500 yıl öncesine ait arkeolojik bulguları sergilemek üzere hayata geçirilecek olan Arkeopark projesi için uluslararası platformda bir ‘Yenikapı Transfer Merkezi ve Arkeopark Alanı Uluslararası Proje Daveti’ gerçekleştirildi. Söz konusu davetin basın toplantısı bugün (30 Haziran 2011), Yenikapı Arkeolojik Kazı Alanı’nda gerçekleştirildi.





Konuyla ilgili açıklamada bulunan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, “Her geçen gün İstanbul’un kimliği ve tarihi konusunda yeni bulgular elde ediyoruz ve bu bulgular ışığında tarihini bir defa daha yazıyoruz” sözleriyle başladığı konuşmasında İstanbul’un sahip olduğu özellikleriyle kendini dünyaya kabul ettirme şansının var olduğuna dikkat çekti.

Dünyada çapında ilk defa bir yerel yönetimin bu denli büyük bir arkeolojik kazıya katkı sağladığını vurgulayan Topbaş, söz konusu alanın “farklı bir destinasyon alanı ve bir algı odağı” olarak ortaya çıkacağını ifade etti. “Bu noktada bizler, bir kırılma noktasında birlikteyiz” diyen Topbaş, dünyada artık kentlerin yarıştığına dikkat çekerek, kent olgusunun ve kentlerin gücünün ön planda olduğunu belirtti. “Artık bu bölge bir arkeolojik park” diyen Topbaş, bu noktanın dünyada adeta yeni bir merkez olacağını ve bu noktada yeni bir destinasyon projesinin başladığını anlattı.



 

30 hektarlık proje alanı için bir takım kriterlerin belirlendiğini ifade eden Topbaş, Marmaray projesinin 2013 senesinin sonlarına biteceğini bu bağlamda söz konusu Arkeopark projesinin de 2013 senesinde tamamlanmasını istediklerini ifade etti.





Alanda 35 bini aşkın bulgunun elde edildiğini söyleyen Topbaş, söz konusu değerlerin büyük bir bölümünün alanda sergileneceğine dikkat çekti.

 

 

İstanbul’u “ülke özelliği gösteren bir şehir” olarak tanımlayan Topbaş, İstanbul’un kentlilerine karşı ama aynı zamanda bütün dünyaya karşı sorumlulukları olduğunu ifade etti. İstanbul’un bir model şehir olarak nitelendirilebileceğini anlatan Topbaş, her eserde her adımda İstanbul’un kendine has özelliklerinin ortaya çıkmasının önemine değindi. Söz konusu alanın İstanbul’un diğer dünya kentleri ile yarışında farklılığını ortaya koyacağını aktaran Topbaş, proje ile birlikte projenin yakın çevresinin değişeceğini düşündüğünü de sözlerine ekledi.

Toplantı, soru cevap kısmıyla sona erdi.

 

 

 

Yenikapı İstasyonu teknik bilgiler

  • 5,2 km’lik Taksim-Yenikapı metro hattının en büyük istasyonu,

  • 2013 sonunda Marmaray’la beraber hizmete girmesi planlanıyor,

  • Metro sisteminin en büyük ve merkezi entegrasyon istasyonu,

  • Marmaray, Hafif Metro (Havalimanı-Yenikapı), Taksim- Yenikapı Hattı (Şişhane’den) olmak üzere 3 farklı sistemin entegrasyon noktası

  • Bu 3 sistem, Yenikapı’da yeraltından birbirine entegre edilecek. 3 sistemin maksimum taşıma kapasiteleri toplamı saatte tek yönde 185 bini bulacak.

  • Yenikapı istasyonu, hafif metro istasyonu ve 600 araçlık otoparkla beraber toplam 59 bin m2’lik bir inşaat alanından oluşuyor. Entegrasyonun maliyeti 106 milyon TL. Bu meblağın yüzde 29’u arkeolojik kazı ve ilişkili işlere harcanıyor.

Yapı, 30.06.2011

DEPREMDE TARİHİ CAMİNİN ALEMİ KIRILDI

 

 

Adana'nın Kozan İlçesi'nde dün gece meydana gelen depremde can kaybı olmazken 500 yıllık Küçük Camii'n alemi kırıldı.


Yaşanan depremde Kanuni Sultan Süleyman zamanında Yusuf Bin Abdullah tarafından (H 936M 1520) yılında yaptırılan Küçük Camii'nin alemi ikiye ayrıldı. Sabah namazına gelen Camii imamı İbrahim Erkek, depremde zarar gören minarenin alemiyle ilgili müftülüğe bilgi verdiğini söyledi. 5 yıldır Küçük Cami'nin imamlığını yaptığını belirten Erkek, "Camimiz tarihi bir cami olup Yusuf Bin Abdullah tarafından yapılmıştır. Dün akşam saatlerinde ilçemizde meydana gelen depremde camimizin minaresinin tepesinde bulunan alemin bir bölümü tentenemizin üzerine düştü ve tentenemiz parçalanmış durumda. Tabi Camimizin tepesinde kalan kısımlar ise şuan itibarı ile tehlike arz etmektedir. Olayın sevindirici yanı depremin olduğu saatte camimizde kimsenin olmamasıydı. Ayrıca camimizde devam eden yaz Kur'an Kursumuza gelen öğrencilerimizin talebi bu yıl oldukça yüksek oldu. Onların da bu durumdan psikolojik olarak etkilenmemesi en büyük temennimizdir. Camimiz minaresinin alem kısmının yeniden restore edilmesi ve onarılarak eski görünümüne kavuşturulması bizleri ve cami cemaatimizi rahatlatacaktır" dedi.


Depremin olduğu saatte Kozan'da olduğunu ve Yatsı Namazı'ndan çıkan cemaatin da ğıldığını kaydeden Erkek, "Konu ile ilgili olarak Müftü beye bilgi verdim. Kendisi geldi ve daha sonra Belediyeden yetkili arkadaşlarımız gelerek camimizi incelediler. Ümit ediyoruz camimizin restorasyonu yeniden yapılır. Daha sonra belirli bir arcı sarsıntı olmaması sevindirici" diye konuştu. Camii Cemaati Salih İzgi ise Kozan Mahmutlu Mahallesi'nde oturuyorum. Genelde Küçük Camiiye gelirim evim buraya yakın. Tabi camimizin aleminin yapılması lazım ve devletimizin buna el atmasını istiyoruz" şeklinde konuştu.


Caminin aleminde bulunan ve tehlike arz eden parçalar Kozan Belediyesi İtfaiye Müdürlüğü tarafından alınması için bir çalışma başlatıldı. Diğer Yandan Hastane Camii'nin minarenin Alem kısmının sıvalarında çatlama ve tahribat oluştu.


29 Haziran'da saat 22.48'de hissedilen deprem yerin 5,5 kilometre derinliğinde meydana gelirken vatandaşlar evlerini terk etti. 4. 4 büyüklüğündeki depremde, Kozan Cezaevinde yatan Ramazan Nacar isimli hükümlü ranzanın ikinci katından atlayınca ayağını kırdı. Nazan Yıldırım ise 7'inci kattaki evinden merdivenlerle inmeye çalışırken düşerek yaralandı. Kozan Devlet Hastanesi'nde tedaviye alınan yaralıların sağlık durumlarının iyi olduğu öğrenildi.

Türkiye Gazetesi, 30.06.2011

JAPONLARIN YAPTIĞI MÜZEDE ÇOCUKLAR YAZ OKULUNA GİDİYOR

 

 

Kırşehir'in Kaman İlçesi'ne bağlı Çağırkan beldesindeki Japonların yaptığı Kalehöyük Arkeoloji Müzesi'nde, 'Çocuk Dostu Müze Projesi' hayata geçirildi. Proje kapsamında arkeoloji ile tanışmaları için seramik yapımı, heykel, takı ve yaratıcı drama gibi dallarda verilen uygulamalı eğitimler çocukları geleceğe hazırlıyor.
 

Kaman Kalehöyük Arkeoloji Müzesi'nin bugününün müzecilik anlayışına farklı bir bakış açısı getirdiğini belirten Kırşehir Kültür ve Turizm Müdürü Fuat Dursun, müzede kullanılan teknoloji ve mekan düzenlemesinin eğitim yönünü ön plana çıkarttığını kaydetti.
 

Çocuk Dostu Müze Projesi ile bu avantajın çocukların arkeolojiyi ve tarihi yaşayarak öğrenmesi yönünde kullanılmasının hedeflendiğini belirten Fuat Dursun, "Bakanlığımızın 2009 yılında başlattığı Çocuk Dostu Müze Projesi kapsamında projenin uygulandığı müzelere karşı çocukların ilgisinin büyük oranda arttığı görülmüştür. Müzecilik alanındaki yeni anlayışlara paralel olarak yaşam boyu öğrenme anlayışı ile müzeleri eğitimin bir parçası haline getirme, çocuklarda toplum ve tarih bilincini oluşturma; tarihi severek, eğlenerek öğrenme; çocukların sanatsal yetenek ve yaratıcı güçlerini kullanmalarını sağlamak amacı ile Kaman Kalehöyük Arkeoloji Müzesi'nde çocuklar için seramik çarkında seramik yapımı, heykel, takı ve yaratıcı drama gibi çeşitli eğlendirici, öğretici ve uygulamalı eğitim faaliyetleri düzenlenecektir. " dedi.
 

Eğitimin sonunda yöredeki çocukların, kendi coğrafyalarını tarihiyle birlikte tanıyacaklarına işaret eden Dursun, "Çocuklarımız, eğlendirici faaliyetlerle arkeoloji bilimine giriş yapıp, tarihi ve kültürel öğeleri uygulamalı olarak öğrenmeleriyle birlikte burada geçirdikleri güzeller sayesinde bu kültürel mirasımızı geleceği aktarmada en büyük aracı olacaklardır. " ifadelerini kullandı.

Haber Aktüel, 29.06.2011

OKUL İNŞAATINDAN TARİHİ ESER ÇIKTI

 

Manisa’nın Alaşehir İlçesi’nde yapılması planlanan 18 derslikli ilköğretim okulu ek binası temel kazıları, tarihi esere rastlanması nedeniyle durduruldu

 

Manisa’nın Alaşehir İlçesi’nde yapılması planlanan 18 derslikli ilköğretim okulu ek binası temel kazıları, tarihi esere rastlanması nedeniyle durduruldu. Menderes Mahallesi Sarısu Caddesi üzerinde bulunan Yıldırım Beyazıt İlköğretim Okulu’na kazandırılacak ek binanın temel kazıları sırasında dün saat 11.00 sıralarında yaklaşık 1.5 metre derinlikte mezar kalıntılarına rastlandı.

 Yapılan ilk incelemenin ardından inşaat çalışması durduruldu. Alaşehir Kaymakamı Musa Uslan, Bizans ve Osmanlı dönemine ait olduğunu tahmin ettikleri kalıntılarla ilgili olarak, İzmir 2 Nolu Tabiat ve Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’nun karar vereceğini söyledi. Polis, bölgeyi koruma altına aldı.

Milliyet Ege, Haber: Nurettin Doğan, 29.06.2011

ÇİNLİ ARKEOLOGLAR 104 MEZAR BULDU

 

Çinli arkeologlar ülkenin orta kesimindeki Hınan eyaletinde MÖ yapılan 104 iyi korunmuş mezar buldu. Ulusal basında yer alan haberlere göre, arkeologlar, mezarlarla birlikte 300 civarında bronz eşya, iskeletler, kase ve yeşim gibi mücevherler bulunduğunu açıkladı.

 

Set halinde objelerin de yer aldığı mezarların MÖ 770-256 yılları arasında hüküm süren Doğu Cou Beyliğine ait olduğunu ifade eden uzmanlar, karmaşık yapıdaki mezarların bu özelliklerinden dolayı kraliyet ailesi mezarlarına benzediğini belirtti.


Yetkililer, bulguların, bölgede o dönemdeki gömme gelenekleri, demografik ve sosyal yapıya dair kapsamlı bilgi sağlayacağını kaydetti.

Turizm Gazetesi, 29.06.2011

YEŞİLOVA HÖYÜĞÜ'NDE 8 BİN YIL SONRA YANGIN

 

İzmir’de yerleşiminin en az 8500 yıllık olduğunu kanıtlayan buluntular elde edilen Yeşilova Höyüğü’nde yangın çıktı.

 

Otluk alanda başlayan yangın, Bornova Belediyesi’nin “Zaman Yolculuğu” projesi için yaptığı iki kulübe ve çadıra sıçradı. Yangının tarihi kalıntılara zarar vermemesi ise teselli kaynağı oldu. Bornova Belediye Başkanı Kamil Okyay Sındır, “Kimsenin şüphesi olmasın ki kısa sürede yanan kulübelerin yerine yenilerini yapacağız” dedi.  Kazı Ekibi Başkanı Yar. Doç.Dr. Zafer Derin ise, “Bu alanda 8 bin öncesinden itibaren büyük yangınlar olmuş. Tarih boyunca yaşanan onlarca yangın medeniyetleri yok etmiş. Bunu kazı yaptığımız katmanlardaki buluntulardan anlıyoruz.” dedi.

Milliyet Ege, 29.06.2011

TARİHİ EVLER YIKILINCA MAHALLEYİ DEFİNECİLER BASTI

 

Adana'nın en eski yerleşim yeri olan Tepebağ mahallesinde tapusu Özel İdareye ait 50 evin yıkılmasının ardından bölge define avcılarının akınına uğradı. Mahalle muhtarı Mehmet Demir, her gece birilerinin dedektörle bölgede define aradığını belirterek, yetkililerin bir an önce burayı koruma altına alması gerektiğini söyledi.

 

Adana Valiliği'nin ilk çağlarda kurulan Tepebağ Höyüğü üzerine kurulu Tepebağ Mahallesinde "Arkeolojik Park" yapma kararı alması üzerine mahallede bulunan tapusuz 50 ev yıkıldı. Valilikle mahalle sakinleri arasında varılan anlaşmanın ardından evler tek tek boşaltıldı. Bölgedeki 50 ev yıkılırken, 7 dönümlük yerde yıkımı bekleyen sadece 4 ev kaldı. Evlerin boşaltılıp yıkılmasının ardından bölge hazine arayanların akınına uğradı.

 

Mahalle Muhtarı Mehmet Demir, her gün birkaç defa definecileri kovaladığını belirterek, "Ellerinde detektörlerle gece geliyorlar. Büyük bir çukur kazmışlar. Son anda fark ederek bu kişileri bölgeden uzaklaştırdık. Eğer burası koruma altına alınmazsa talan edilecek." dedi.

 

Bazı fırsatçıların ellerinde dedektörler, kazma küreklerle bölgede kazı yapmaya çalıştığını aktaran Muhtar Demir, "Burası tarihi bir höyük olduğu için define arıyorlar. Büyük bir çukur açmışlar. İş makinesiyle üzerini kapattık. Definecilerin ardından otoparkçılar istila etti buraları. 54 ev vardı, 4 tane kaldı şu anda. Vatandaşlar paralarını aldılar. Arsaların tapusu özel idareye ait. Herkes mutlu ayrıldı. Define avcılarını ve otoparkçıları her gün kovalıyoruz. Tarihi tescilli bir bina restore edilecek. Kapılarını yapıyoruz ancak tekme vurup kırıp talan ediyorlar." diye konuştu.

Zaman, 29.06.2011

BİZANS ESERLERİ KAHVE DUVARINDA, BU KADARINA DA PES!

 

 

Konya'nın Hadim İlçesi'ne bağlı Korualan Beldesi'nde, yaklaşık 50 yıl önce yapılan kahvenin duvarında inşaat malzemesi olarak kullanılan Bizans dönemine ait kabartma eserler, görenleri hayrete düşüyor. Üzerindeki sıvalar kazınarak kahvenin duvarında sergilenen kabartma eserler arasında oturanlar çay ve kahvelerini yudumluyor.

Korualan Belde merkezinde yaklaşık 50 yıl önce kahve yapılırken, çevrede otların arasında dağınık bir şekilde duran Bizans döneminden kalma sütun parçaları ve taşlar inşaat malzemesi olarak kullanılmış. Ardından o dönemde bu üstünde kabartmalarda bulunan tarihi taşların üzeri sıvayla kapatılmış. Bir süre önce ise bu sıvalar kazınarak kabartmalar ortaya çıkarıldı. Kahve duvarında kabartma eserleri görenler ise büyük şaşkınlık yaşıyor.

Korualan Belediye Başkanı AKP'li İbrahim Akmaz, kendisinin de sıvaların kazındıktan sonra ortaya çıkan tarihi kabartmaları görünce çok şaşırdığını belirterek, "Burası eski bir yerleşim bölgesi olduğu için çevrede bir çok tarihi eser bulunuyor. Bu tarihi eserler, çevrede atıl bir vaziyette dururken 50 yıl önce yapılan kahvenin duvarında inşaat malzemesi olarak kullanılmış. Önceleri üzeri sıva ile kaplıymış. Ama şimdi üzerindeki bu sıvalar kazınarak kabartma resimler ortaya çıkarıldı ve duvarda sergileniyor. Beldeye dışarıdan gelenler bunları görünce gözlerine inanamıyor" dedi.

Haber Program, 28.06.2011

GİRESUN'DA MERYEM ANA MANASTIRI TURİZME KAZANDIRILIYOR

 

 

Giresun'un Şebinkarahisar İlçesi'nde bulunan Meryemana Manastırı’nı turizme kazandırma çalışmaları başladı. Sarıyer Köyü sınırları içerisinde yer alan 19. yüzyıldan kalma Meryemana Manastırı'na ulaşım ve çevre düzenleme çalışmaları Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından başlatıldı.

 

Şebinkarahisar Kaymakamlığı'ndan verilen bilgide, Meryemana Manastırı 481-490'da Koloneia Piskoposu olan St John tarafından kurulduğu belirtildi. Buna göre, 1575-1848 yılları arasında her yıl 15 Ağustos'ta hacılar Karahisar'ın Dört İncili'ne saygı göstermeye gelir ve şenlik yaparlardı. O tarihlerde manastırda hacıların getirdiği Virgin Mary (Bakire Meryem) resminin konulduğu bir oda bulunurdu. Şu anki yapıları 19. yüzyıldan kalma olan manastır düzgün olmayan yerli moloz taşlardan inşa edildi. Yatakhane, dershane, kilise, yemekhane, çeşme ve sarnıcın bir arada olduğu manastır basamak şeklinde dört kattan oluşuyor. En üst katta kilise bulunuyor.

Bu alanların turizme kazandırılması için Kültür Bakanlığı tarafından bir proje hazırlanarak çalışmalara başlandığı, proje kapsamında manastıra ulaşım sağlanacağı gibi çevre düzenlemeleri de yapılacağı bildirildi. “Bu sayede ilçemize önemli bir turizm kapısı açılmış olacaktır” denildi.(

Turizm Gazetesi, 28.06.2011

 

Gaziantep'e ait birçok eserin değişik ülke ve illerdeki müzelerde sergilendiğini tespit eden dernek çalışmanın ilk ayağı olarak Anadolu'nun gözyaşları adlı konferans düzenledi. Araştırmacı Yazar Yaşar Yılmaz'ın katıldığı konferansta ortak mesaj, “Eserlerimiz dönmeli oldu.

Turizm Derneği tarafından Ticaret Odası'nda düzenlenen Anadolu'nun gözyaşları adlı konferansta konuşan Araştırmacı Yazar Yaşar Yılmaz, tarihi eserlere sahip çıkılması gerektiğine dikkat çekti. Bu eserlerin Gaziantep'e gelmesi için uzun, politik ve sabırlı mücadeleler gerekiyor diyen Yılmaz, “Valimizin, belediye başkanlarımızın bu salonda olması, geçmişteki gibi bu işin önemsiz olmadığının göstergesidir dedi.

Yılmaz, “Ülkemizin zenginlikleri ne yazık ki son 150 yıl içerisinde yurt dışına taşındı. Tarihte ekonomik krizlerin olduğu dönemlerde, savaş yıllarında kültür yağmalamaları artmıştır. 1880 yılında Zincirli eserleri götürüldü. Ülkemiz bir yandan savaşlarda canıyla uğraşırken, imparatorluk parçalanırken, düşman ve yağmacı barbarlar durmadı, eserlerimizi sessizce yağmalayıp götürdüler. Fransa'da, Belçika'da, Almanya'da o kadar çok eserimiz var ki bunlar asla yasal olarak oraya gitmemiştir. Osmanlı döneminde ekonomik kriz içerisinde bulunduğumuz günlerde bu eserlerimiz barbarca yağmalanmıştır diye konuştu.

Kültür varlıklarının Türkiye'ye geri dönmek için talep beklediğini ifade eden Yılmaz, Almanya Bergama Müzesinde bulunan bir eserimiz öyle bir ün kazanmıştır ki, bugün ünlü Mercedes marka otomobil gibi para basmaktadır. Ancak biz bu tapınağı istemeye kalksak Almanya bu isteğimizi asla yerine getirmeyecektir. Bu nedenle devlet bunu desteklemeli ve sivil toplum kuruluşları bu işin takipçisi olmalıdırlar. Batı artık şunu bilmeli bir gün Anadolu'dan Mehmet gelecek ve bunları alıp gidecek şeklinde konuştu.

Dünya üzerinde tarihi eserler açısından soyulmuş 118 ülkenin bulunduğunu kaydeden Yılmaz, Bu soyulan ülkeler arasında en çok soyulan ülke Çin'dir. Türkiye'de ilk yağma 1402 yılında gerçekleşmiştir. Haksız yollarla ülkemizden kaçırılan eserlerimizi tekrar istiyoruz. Sergilenen tüm eserleri tek tek fotoğraşadım. Bunları çekerken çok hüzünleniyorsunuz. Londra British Museum'un girişinde ağırlığı 8 ton olan bir aslan heykeli var Datça aslanı. İngilizler bunu 1860'lı yıllarda bir zırhlıya koyup kaçırmışlar. Bu müzede 11 gün boyunca çalıştım. Bir şeyi atlamamak için bir daha, bir daha dolaştım. Gezdiğim müzelerden ayrılırken çok hüzünleniyordum. Sanki bir parçam orada kalıyormuş gibiydi. UNESCO kararlarına göre her müze, sergilediği eserlerin nereden geldiğini belirtmek zorundadır. Tarihi bizim gibi yağmalanan 118 ülke var. Türkiye bu işe öncülük etmeli ve bununla ilgili uluslararası bir konferans düzenlemeli. Bu eserlerin kaçırıldığı ülkeler belli. Bu ülkelere bir yaptırım uygulanabilir. Hep birlikte ortak davalar açılabilir. Gelecek kuşaklar bu eserlere sahip çıkmalı.

Turizm Derneği Başkanı Sıtkı Severoğlu da, Gaziantep Turizm Derneği'nin, Gaziantep dışında bulunan tarihi eserlerle ilgili çalışmalar yaptığını söyledi. Severoğlu, Gaziantep'e ait birçok eserin değişik ülke ve illerdeki müzelerde sergilendiğini belirterek, Adana Müzesi'nde Gaziantep'e ait birçok eser sergileniyor. Adana'da sergilenen bu eserlerin Gaziantep'e getirilmesi için milletvekillerimizin de desteğini alarak çalışmalara başladık. Sırf bu eserleri şehrimize getirebilmek adına büyük gayret gösterdik. Adana'da elinde fıstık tutan bir çocuk kabartması var. Bu eser şehrimiz için son derece önemli bir eserdi. Ancak biz bu eseri Gaziantep'e getirtmeyi başaramadık.

Ancak bundan sonraki dönemde başaracağımıza yürekten inanıyorum diyen Severoğlu “Biz 2003 yılında İstanbul Arkeoloji Müzesi'ne Gaziantep eserleri için başvurduğumuzda bize, 'Komik olmayın siz kendi eserlerinizi sergileyecek müzeye sahip değilsiniz' diyorlardı. Bugün çok sayıda müzemiz olduğu gibi eserlerimizi rahatlıkla sergileyeceğimiz boş müzemiz dahi bulunuyor. Ben inanıyorum ki dünyada bulunan tüm eserlerimiz Gaziantep'e dönecek diye konuştu.

Konferansa Gaziantep Valisi Süleyman Kamçı, AK Parti Gaziantep milletvekili Mehmet Erdoğan, Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey, Şehitkamil Belediye Başkanı Rıdvan Fadıloğlu, Gaziantep Turizm Derneği Başkanı B. Sıtkı Severoğlu, SGK Gaziantep İl Müdürü Ahmet Yetim ile diğer davetliler katıldı. Konuşmaların ardından günün anısına Vali Süleyman Kamçı, Araştırma-Yazar Yaşar Yılmaz'a tarih konulu taş bir plaket vererek teşekkür etti. Plaket töreninin ardından toplantı soru ve cevap şeklinde sona erdi.
Gaziante 27 Gazetesi, 28.06.2011

İSTANBUL S.O.S. GİRİŞİMİ, UNESCO KARAR TASLAĞI'NIN ÇARPITILDIĞINI SÖYLÜYOR

 

 

İstanbul'un, plansız yapılaşma sürecinde, yapısal ve sosyal dokusunun bozulması tehdidine karşı İstanbul S.O.S girişimi altında toplanan bir grup İstanbullu, UNESCO karar taslağı hakkında çıkan haberlerin gerçekleri yansıtmadığını söylüyor.
 

İstanbul'un Dünya Mirası Listesi'nden düşürülmediğine karşı çıkan haberlere tepki gösteren S.O.S. girişimi, bu tür haberler ile bilginin eksik ve çarpıtılarak verildiği konusuna dikkat çekiyor.
"UNESCO yaptıklarımızı beğendi", "İstanbul, Dünya Miras Listesi'nden düşürülmüyor", "İstanbul, Tehlike Altındaki Dünya Mirası Listesi'ne düşmedi" şeklinde çıkan haberlerin gerçekleri yansıtmadığını söyleyen S.O.S. girişimi, son olarak Haliç Metro Köprüsü projesinin mimarı Hakan Kıran'ın, UNESCO'nun söz konusu maddeleriyle ilgili İstanbul için endişe belirten bölümleri belirtmediğini söyleyerek İstanbul hakkındaki gerçeklerin saptırıldığını vurguladı.

İstanbul'un doğal, sosyal ve fiziki çevresinin sürdürülebilirliğini sağlayacak katılımcı bir yaklaşım geliştirilmesini öneren ve kentin kimlik öğelerinin korunması konusuna dikkat çeken S.O.S. girişimi İstanbullulara kentlerine sahip çıkmaları konusunda çağrıda bulunuyor.

UNESCO Karar Taslağı hakkında çıkan haberlerin kararın sadece belli kısmını belirttiği konusuna değinen S.O.S girişimi, orijinal karar taslağını şu şekilde açıklıyor:

KARAR TASLAĞI:
35 COM 7B.111 (UNESCO taslak raporu 2011)
Dünya Mirası Komitesi;
1. WHC-11/35.COM/7B.Add belgesini incelemiş

2. Sırasıyla 32. (Quebec 2008), 33. (Sevlla 2009) ve 34. (Brasilia 2010) oturumlarında alınan 32 COM 7B.11, 33 COM 7B.124 VE 34 COM 7B.102 kararlarını değerlendirmeye almıştır

3.Taraf devletin, Haliç Metro Geçiş Köprüsü ile ilgili etki değerlendirme raporları hazırlanmasına dair uluslararası uzmanlar ve ICOMOS rehberliğinde gerçekleştirdiği çabaları görmektedir ve son oturumda geçerli olan köprü tasarımının, kültür varlığının evrensel değerine ciddi bir olumsuz etkisi olacağına dair varılan sonucu, endişeyle dile getirmektedir.

4. Köprünün tasarımı üzerine sütunların inceltilmesi, metro istasyon örtüsünün değiştirilmesi gibi bazı açılardan bakıldığında etkiyi değiştirebilecek farklılıkların uzman önerisiyle yapıldığını görmektedir. Ancak, köprünün önerildiği gibi değiştirilse de varlığın olağanüstü evrensel değeri üzerine olumsuz etkisi olacağını endişeyle belirtmektedir.

5. Köprünün 2005'te Dünya Miras Komitesi'ne hiçbir şekilde danışılmadan prensipte kabul edilmesiyle ilgili hayal kırıklığını dile getirmektedir. Bu durum eylem rehberinin 172. Paragrafına uygun değildir. İki uçta metro tüneli çalışmalarıyla köprünün konumu ve tasarımı neredeyse önemli oranda değiştirilemeyecek şekilde belirlenmiştir.

6. Komite ayrıca yetersiz iletişim, köprüyle ilgili öneriler, koruma planı ihtiyacı, WHC-11/35.COM/7B.Add, s. 165'te belirtildiği şekilde dünya mirası etkin yönetim sistemi ve korunma durumu, trafik ve turizm için gelişme stratejileri, tampon bölge konularında yetersiz geri dönüş nedeniyle hayal kırıklığını dile getirmektedir.

7. Taraf devletin taslak bir yönetim planı oluşturma çabalarını görmekle beraber teslim edilen taslak içeriğinin gereken geniş kapsamlı, çok disiplinli ve etkin niteliğe sahip olmadığını düşünmektedir. Planın, etkili bir koruma çerçevesi, işler bir yönetim sistemi oluşturacak ve ilgili paydaşları dahil edecek, otoriteler arası dialogu güçlendirecek, halkın ve ilgi gruplarının katılımı sağlayacak, şehrin tarihi peyzajının önündeki büyük zorluklara karşılık verebilecek şekilde geliştirimesi gerekmektedir.

8. Taraf devletin, yönetim planı çalışmalarındaki ilerlemeye dair bilgilendirmesini görmekte ve çalışmanın tamamlanmış bir yönetim planı olarak yetkililerce kabul edilen son halini 1 Ekim 2011'e kadar İngilizce veya Fransızca olarak danışma kurullarınca incelenmek üzere Dünya Miras Komitesi'ne iletmesini talep etmektedir.

9. Taraf devletin varlık üzerine Dünya Miras Komitesi ile iletişim halinde bir bağımsız danışman kurul oluşturmasını, altyapı için bir stratejik gelişme çerçevesi oluşturma ve koruma konusunda danışmanlık almasını, varlığın yönetimi için rehberlik sağlanmasını ve Haliç Köprüsü'nün etkilerini hafifletecek tüm olasılıkları değerlendirmesini önermektedir.

10. Ayrıca taraf devletin Dünya Miras Komitesi'ne 2012'deki 36. oturumda incelenmek üzere 1 Şubat 2012'ye kadar varlığın korunma durumu ve yukarıdakilerin uygulanışıyla ilgili güncellenmiş bir rapor sunmasını talep etmektedir. Kayda değer gelişme olmaması halinde varlığın Tehlike Altındaki Dünya Mirası Listesi'ne dahil edilebileceği göz önünde bulundurulmalıdır.

Arkitera, 28.06.2011

 

******


"HALİÇ'E İP DE GERSENİZ UNESCO BEĞENMEYECEK"

 
İstanbul’u dünya kültür mirası listesinden çıkarılma tehlikesiyle karşı karşıya bırakan Haliç Metro Geçiş Köprüsü projesinin mimarı Hakan Kıran, “UNESCO Haliç’e yapılan her şeyi haliyle olumsuz bulacak. Aynı fikirden değilsen UNESCO’dan çıkarsın. Bunu bir tek yaşayan aşağılık varlıklar biz değiliz” dedi.

 

İstanbul’u dünya kültür mirası listesinden çıkarılma tehlikesiyle karşı karşıya bırakan Haliç Metro Geçiş Köprüsü’nün mimarı Hakan Kıran, UNESCO’nun köprüyle ilgili tavsiye kararını değerlendirdi. İstanbul’un halen listeden çıkma tehlikesinde olduğu gerçek dışı olduğunu anlatan Hakan Kıran, UNESCO’nun tavsiye niteliğindeki kararını şöyle değerlendirdi:

“Karardaki diplomatik dili iyi okumak gerek. UNESCO sadece uyarılarını ve endişelerini dile getiren bir istişare kuruludur. Yerine getirdiğimiz taahhütlerden sonra, Paris’teki son toplantıda UNESCO bize ‘Sizi artık suçlamıyoruz’ diyor. Burada yapılacak her tasarımın her haliyle olumsuz etki yaratacağını söylüyor.”

“Bunu zaten herkes biliyor ama karşıdan karşıya ip de gerseniz bu madde geçerli. Yani UNESCO ikna olduk yapın ya da yapmayın demiyor. Bunu diyemez. Aynı fikirden değilsen de Dresden gibi UNESCO’dan çıkıp yapıyorsun köprünü. Fransa’da Bordo, İngiltere’de Londra ve Dresden endişe listesine giren üç şehirdi. Herkes girip çıkıyor. Bunu bir tek biz yaşayan aşağılık varlıklar değiliz.”

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ise şunları söyledi: “UNESCO’nun dışında kalma gibi bir tehlike yok. UNESCO mevcut köprü projesini de olumlu karşıladı ve şu anda biz inşaatımızı devam ettiriyoruz. İstanbul ulaşımının kuzey-güney hattında böyle bir aksı oluşturmak zorundayız. Zorunlu olan hatlarda en doğrusunu ortaya çıkarmak konusunda da hassasiyetimiz olacak. Birtakım imkanları sağlarken, var olan değerleri yok etme gibi bir lüksümüz de yok.”

Hürriyet, Haber: Fatma Aksu, 01.07.2011

'ÇILGIN AMA MUHTEŞEM' KANAL PROJESİ ANALİZİ

 

 

Financial Times gazetesinde yayımlanan bir haber analiz yazısında, hükümetin Karadeniz ile Marmara arasında yapmayı planladığı kanal projesi incelendi.

 

Böyle bir kanal sayesinde Türkiye’nin ticari başkenti olan İstanbul halkının geceleri daha rahat uyuyacağının belirtildiği yazıda, aradan haftalar geçmesine karşın projenin detaylandırılmadığı ve ne denli ciddi olduğunun sorgulandığı kaydedildi.

 

Gazetenin taşımacılık muhabiri Robert Wright imzasıyla yayımlanan yazıda, “Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bile 12 haziran genel seçimlerinden önce projeyi açıkladığında buna ‘çılgın ve muhteşem’ proje dedi” ifadesine yer verdi.

 

Cenevre merkezli deniz taşımacılığı alanında faaliyet gösteren “Riverlake Shipping” şirketinin araştırmadan sorunmlu uzmanı Luis Mateus planların henüz çok erken aşamada olduğunu söyledi. Mateus, "Sanırım inşa edilmesine daha 10 yıl var" dedi.

 

Gazete, planı desetekleyen mimar Ahmet Vefik Alp’in bile bu ve bunun gibi büyük altyapı projelerinin ciddi sorunlar yarattığını söylediğini belirtti.

 

Alp, "Hükümet tarafından doğru bir şekilde ele alınmadığı takdirde, bu projeler çok riskli olabilir” dedi. Erdoğan’ın 27 nisanda yaptığı açıklamada kanalın 45-50 km boyunda olup İstanbul’un batısında yer alacağını ve 150 m genişliğinde ve 25 m derinliğinde olacağını söylediğini hatırlatan gazete, “güzergah gibi temel konular hakkında bilgi verilmedi" diye yazdı.

 

Hükümetin bölgede emlak fiyatlarını etkilemekten kaçınmak amacıyla güzergah konusunda kesin bilgi verilmediğini sölediğini belirten FT, ancak kanal konusunda kötümser olan kişilerin projenin yeteri kadar geliştirilmemiş olup seçim öncesine yetiştilmek amacıyla hızla bir şekilde hazırlandığını savunduklarını kaydetti.

 

Kanalın şüphesiz bazı avantajlarının olduğunun belirtilidiği yazıda, "Boğazı kullanan gemi sayısına uygulanan kısıtlamalar ve arada sırada da olsa sis sırasında uygulanan yasak nedeniyle şilepler Boğaz’dan geçebilmek için günlerce sırada bekliyorlar" diye yazdı.

 

Ancak Prof Alp’in, Karadeniz’in güneye doğru güçlü akıntıya yol açan daha yüksek su seviyesine karşı nasıl bir önlem alınacağı konusunda çok az bilgi verildiğine dikkat çektiğini kaydeden gazete, "Bazı gözlemciler Karadeniz’in şu anda gaz tutan ölü ve daha az oksijen içeren katmanlarına müdahele edilmesi halinde, kanalın toksik hidrojen sülfat gazı salabileceğine dair spekülasyonlarda bulunuyorlar" diye yazdı.

 

ABD’li gemicilik şirketi 'Compass Maritime'dan Basil Karatzas, kanal konusunda Türkiye’nin hassas bir denge tutturması gerektiğine dikkat çekti.

 

Karatzas, "Geçiş ücreti inşaat masraflarını karişılayacak kadar yüksek olmalı, ama Karadeniz’den Akdeniz’e petrol nakledecek bir petrol boru hattı inşa edilmesini teşvik edecek kadar da yüksek olmamalı" dedi.(

Cnn Türk, 28.06.2011

ÇELİKKOL'DAN MÜZE

 

 

Ünlü gölge oyunu ustası Şinasi Çelikkol, Türkiye’den Balkanlar’a kadar birçok yöreden topladığı otantik kıyafetler ve eşyaları Misi Mahallesi’nde 2 ay önce kurduğu özel etnografya müzesinde sergiliyor.


Babasının etkisiyle Bursa’nın yanı sıra Rumeli ve Balkanlar’dan etnografik obje ve malzemeler topladığını belirten Şinasi Çelikkol, eşi Aysel Çelikkol’un da bu konuda kendisine çok büyük destek olduğunu dile getirdi. Çelikkol, ’Bursa ve civarındaki Türkmen, Yörük kıyafetleri, dokuma aletleri ve el işleri koleksiyonumu 9 yıl, Rumeli kıyafetlerini 3 yıl boyunca Bursa Karagöz Sanat Evi’nde sergiledik. Şimdi bunları Misi’de kurduğumuz müzede teşhir ediyorum’ dedi.

 

Bursa’nın temel folklor değerlerinden biri olan Karagöz üzerinde yoğunlaştıktan sonra etnografik eserlere ağırlık verdiğini anlatan Çelikkol, ’1963’lü yıllarda dağ köylerinden babama bir şeyler getiriyorlardı. Babam el işlemelerine meraklıydı. Başkaları karpuz lambalar alırken, babam Yörük kültürünü yansıtan el işlerini alıyordu” diye konuştu.

 

Bursa ve çevresinin yanı sıra Rumeli’den gelen göçmenlerin eşyalarını da yıllarca topladığını ifade eden Çelikkol, 1989’dan bu yana Bulgaristan’dan gelen soydaşların kıyafetlerini toplamaya başladığını anlatan Çelikkol, “Eşimle beraber kurduğumuz müzede bunları meraklılarına sergilerken, bir yandan da ziyaretçilere geleneksel gölge oyunumuz olan Karagöz’ü tanıtıyorum’ ifadelerine yer verdi

Bursa Olay, 28.06.2011

230 MİLYON YILLIK SARKITA TÜRK İMZASI

 

  

 

Konya-Antalya yolu üzerinde bulanan ve dünyanın en uzun mağaralarından biri olan Tınaztepe Mağarası'nda milyonlarca yılda oluşan sarkıt ve dikitlerin üzerindeki yazılar dikkat çekiyor.

AA muhabirinin edindiği bilgiye göre, Toroslar'da yer alan ve 1968 yılında Fransız bilim adamı Michel Bakalowichz tarafından bulunan Tınaztepe Mağarası, bin 580 metrelik uzunluğuyla dünyanın önemli mağaralarından biri olma özelliğine sahip.

Tınaztepe Mağarası ve çevresi karışık jeolojik ve jeomorfolojik bir değişim geçirmiş. Oligosen ve Miyosen dönemine ait alpin dağ oluşumlarıyla bugünkü tektonik konumlarına ulaşan bölgede genç ve yaşlı birimler iç içe bulunuyor.

Yapılan araştırmalara göre, Tınaztepe Mağarası şimdiki durumuna yaklaşık 230 milyon yılda sahip oldu. Mağaradaki büyüleyici güzellikteki sarkıt ve dikitlerin bir santimetresinin oluşması için bile binlerce yıl geçmesi gerekiyor.





Ankara-Konya güzergahını kullanan yerli ve yabancı turistlerin yoğun ilgi gösterdiği mağarayı işleten firma yetkilileri, mağarayı gezen bazı kişilerin sorumsuz davranışlarından şikayetçi...

Mağara içine yerleştirilen ''doğayı koruyalım, çöp atmayınız, kabuklu yemiş yemek yasaktır'' gibi uyarı levhalarına rağmen, elektrik aksamları ve bazı duvarların üzerine yer yer, kalem ya da sert cisimlerle çeşitli yazılar ve isimler yazıldığı görülüyor.

Mağara içine bu tür olumsuzlukları önlemek için güvenlik kameraları koymasına rağmen, sadece mağara duvarlarına değil bir santimetresi bile binlerce yılda oluşan milyon yıllık sarkıt ve dikitlerin üzerine ''Fatma aşkım, seni seviyorum'' gibi yazılar kazınması, burayı gezen doğa tutkunlarını adeta yaralıyor.

Yetkililer, doğa harikası ve evrensel miras olan mağaraların korunması için herkesin daha fazla duyarlılık göstermesi gerektiğini belirtiyor.
Habertürk, 27.06.2011

YENİ AKİT'TEN ANTİK ESER YORUMU: "PUTPEREST KAVİMLERİN ENKAZLARI"

 

 

Yeni Akit gazetesi, bir bira markasının sponsorluğunda Çanakkale'de üç tapınak ile bir kilisenin restore edilmesine çıkıştı. Gazete, restore edilen eserleri "putperest ve Hıristiyan kavimlerin enkazları" olarak niteledi.

 

Gerici medyanın en fütursuzca saldırgan gazetesi Yeni Akit, bu defa da antik eserleri hedef seçti. Gazetede yer alan "Biracının tapınak aşkı" başlıklı haberde "Biracı Tuncay Özilhan, putperest kavimlerin tapınaklarını ihya etmek için canla başla çalışıyor. Efes Pilsen'in sağladığı büyük maddi desteklerle Çanakkale bölgesinde üç tapınak ile bir kilise restore edildi" denildi.

 

Haberde dile getirilen eleştirilerden biri, bir bira firmasının bu işe sponsor olmasıydı. Fakat haber sponsorluk müessesesinin yerine sadece "bira firması sponsorluğunu" eleştirince, çiğ bir içki karşıtlığına dönüştü.

 

Haberde asıl dikkat çekici kısım ise, Türkiye'nin kültürel mirasının önemli bir kısmını oluşturan antik kalıntıların "putperest ve Hıristiyan kavimlerin enkazları" olarak nitelenmesi oldu.

 

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Doç.Dr. Nurettin Arslan'ın başkanlığında, kırk kişilik bir kazı ekibi tarafından Assos Behramkale ve Gürpınar'da yürütülen çalışmalarda Assos Antik Tiyatrosu yeniden ayağa kaldırılıyor, küp ve lahit mezarlar ile bazilikal planda bir tapınak da ortaya çıkartılıyor. Ayrıca Apollon Smintheus Tapınağı ve çevresi düzenleniyor ve Athena tapınağına ait 6 sütunun tamiratı da yapılıyor.

 

AKP döneminde Başbakanlık tarafından akreditasyon verilen Yeni Akit gazetesi, haberinde "Bira pazarının en büyük firması olan Efes Pilsen, kültürel hizmet adı altında putperest ve Hıristiyan kavimlerin enkazlarını ihya etmeye çalışıyor" ifadelerine yer verdi.

Haber Sol, 27.06.2011

ROMA ARİSTOKRATLARININ VİLLALARI DÜNYAYA AÇILIYOR

 

 

Kaçak define kazılarında ortaya çıkan ve Romalı aristokratlara ait olduğu tahmin edilen Germenicia Antik Kenti Yamaç Villaları’nın taban mozaikleri, otoritelerin katıldığı sempozyumda görücüye çıkıyor.

 

5. Uluslararası Türkiye Mozaik Corpus’u Sempozyumu 28-30 Haziran tarihleri arasında Kahramanmaraş’ta yapılacak.

 

2007 yılında yöre sakinlerinin ev tadilatları ve definecilerin kaçak kazıları sonrası bulunan ve keşfi büyük heyecan yaratan Germenicia Antik Kenti Yamaç Villaları’nın taban mozaiklerinin dünya literatürüne girmesi amacıyla dünya mozaik otoriterleri bir araya geliyor.

 

Uludağ Üniversitesi Mozaik Araştırmaları Merkezi tarafından organize edilen, Kahramanmaraş Valiliği himayesinde ve Doğu Akdeniz Kalkınma Ajansı’nın desteğiyle gerçekleştirilecek sempozyuma 31’i yabancı 92 akademisyen katılacak.

 

Aralarında Dünya Mozaik Araştırmaları Merkezi (AIEMA) başkan vekili Prof.Dr. Jean Pierre Darmon ve Uludağ Üniversitesi Mozaik Araştırmaları Merkezi Kurucu Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin’in de yer aldığı uzmanlar kazı alanlarını gezerek, mozaikleri yerinde inceleyecek.

 

Kaliteleri ve ikonografileri açısından Zeugma mozaikleri ile yarışacak nitelikte olan Germanicia kenti, şehir merkezinden başlayarak Karamaraş semtine kadar 146 hektarlık geniş bir alana yayılıyor.

 

Kentin kalıntılarının bulunduğu Dulkadiroğlu, Bağlarbaşı, Namık Kemal ve Şeyhadil Mahalleleri, bu kapsamda 3. derece arkeolojik sit alanı olarak tescil edildi.

 

2010 yılında başlatılan kurtarma kazılarında bir bölümü gün yüzüne çıkarılan antik kentteki kazılar tamamlandığında Türkiye’nin en büyük açık hava müzelerinden biri olacağı tahmin ediliyor.

 

10 desimetrekareye düşen mozaik taşı sayısı yaklaşık 15-20 tane olan mozaik tabakalarındaki özenli işçilik, tasvirlerdeki desen, konu ve ikonografi çeşitliliği mozaik tabalarının özgün bir karakter taşıdığını gösteriyor.

 

MS 4. ve 5. yüzyıla ait bir Roma Kenti olduğu ve sakinlerinin yüksek mevkili aristokratlar olduğu anlaşılan Germenicia, Maraş’ı dünyanın en önemli mozaik merkezlerinden biri haline getirecek.

 

Her birinde yaklaşık 15-20 oda bulunan 100 adet villanın olduğu tahmin edilen antik kentin taban mozaikleri, dönemin sosyal ve kültürel hayatı hakkında önemli ipuçları veriyor.

 

İnsan, hayvan ve bitki figürlerinin çok gerçekçi şekilde resmedildiği mozaikler arasında bulunan ‘horoz’ figürünün ise günümüzde bilinen mozaikler arasında karşılaşılmamış, benzersiz bir yapıya sahip olduğu belirtiliyor.

Haber 7, 27.06.2011

BİZANS KİLİSESİ MOZAİKLERİ TURİZME AÇILACAK

 

 

Erzincan'ın önemli tarihi mekanlarından Altıntepe'de 2003 yılında ortaya çıkarılan erken Bizans dönemine ait kilisede restorasyon çalışmaları devam ediyor. Kilisenin tabanındaki hayvan motifli figürlerin bulunduğu mozaikler, restorasyon çalışmasının tamamlanması ardından turizme açılacak. Ayrıca Altıntepe'nin bulunduğu alana Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İtalyanlar arasında imzalanan protokol doğrultusunda Arkeolojik Park kurulacak.

Prof.Dr. Tahsin Özgüç tarafından 1959- 1968 yılları arasında ilk kazıların başlatıldığı Erzincan'a 15 kilometre uzaklıktaki Altıntepe'de Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Mehmet Karaosmanoğlu başkanlığındaki ekip, 2003'te kazılara başladı. Kazılar sırasında surlar, tapınak, kabul salonu, açık hava tapınağı, oda mezarları, gelişkin kanalizasyon sistemleri gibi 2 bin 750 yıllık eserler ortaya çıkarıldı. Kazılarda ayrıca 6'ncı yüzyıl sonrası erken Bizans dönemine ait Bizans Kilisesi ile hayvan figürleri ile kaplı mozaikler bulundu. Bunun üzerine 2008 yılında Altıntepe, çitle çevrilerek koruma altına alındı. 2009 yılında da üzerinde hayvan motiflerinin bulunduğu mozaikli bölümün etrafı kapatıldı ve gezmek isteyenler için asma köprü yapıldı. Bu yıl içinde mozaikler temizlenerek sağlamlaştırılacak, kilise duvarları bakımdan geçirilecek. Yaklaşık 250 metrekare alan içerisindeki mozaikler sergilenecek.

Vali Abdülkadir Demir, Altıntepe'nin Erzincan'ın en önemli antik kentlerinden biri olduğunu ifade etti. Urartu döneminde kurulan kale şehirle ilgili olarak Vali Demir, "Bizans dönemine ait mozaikler bulunduğunda maalesef bir kısmının tahrip edildiği görülmüş. Çalışmalar tamamlandığında Altınpe, dört mevsim ziyaret edilecek bir yer haline gelecek. Kilisenin etrafı korunmuş durumda ve burası yüksekten görülecek şekilde dizayn edildi. Uzun vadede İtalyanlarla bir ortak çalışmamız olacak. Altıntepe'deki kazı alanını açık müze haline getirmek için uğraşıyoruz. Burası Urartu döneminin en gelişmiş kalelerinden biridir. Dolayısı ile Altıntepe, sadece Erzincan için değil, Türk turizmi içinde önemli bir değer olacak diye konuştu.

Son Dakika, 27.06.2011

AYAZMA'DA İNANÇ TURİZMİ

 

 

İstanbul'un tarihi semtlerinden Çengelköy'de bulunan, Bizans döneminden kalma Aya Pandeleimon Ayazması, inanç turizmine açılacak. Rum Ortodokslar için kutsal sayılan ayazma alanını, kiliseden kiralayan Doğan Okumuş, yıkık binaları tamir edeceklerini söyledi. Okumuş, açılışı 27 Temmuz Ayazma Kutsal Günü'ne yetiştireceklerini dile getirdi. Çengelköy sırtlarında bulunan tarihi Aya Pandeleimon Ayazması, son olarak 1909'da restore edilmişti. Siyah beyaz fotoğraflarda laternalar çalınırken, oyunlar düzeninken görülen panayır alanı bugün neredeyse yıkılmak üzere. Ancak bir kişi var ki o günleri geri getirmek için kolları sıvamış durumda. Rumların tarihine sahip çıkan ve inanç turizmini yeniden başlatmaya karar veren Doğan Okumuş, yaklaşık 7 bin metrekare büyüklüğündeki alanı bir yıllığına kiraladı. Çöp içinde kalan alana birçok ağaç dikti ve yürüme yolları oluşturdu. Bir dönem lokanta olarak kullanılan ancak bugün tavanı bile çöken yeri de et ve balık lokantası yapacağını kaydeden Okumuş, "İhtiyarlar için oturma grubu yapacağım. Ayazma suyunu ziyaret ettikten sonra ikram yapacağız. Çay bahçemiz, kır düğünü yapılacak alanımız, nargile kafemiz olacak. Çocuk oyun parkı da kuracağız" dedi.

Okumuş, "Türkiye'den yurtdışına özellikle de Yunanistan'a göç eden çok fazla Rum var. Yüzlerce kişi yılın belirli zamanlarında dini günleri vesilesiyle Türkiye'yi ziyaret ediyor. Geldikleri yerlerden biri de buradaki Ayazma. Sadece kutsal suya gelmelerini istemiyoruz. 30 yıldır burada eğlence bile düzenlenmemiş. İnanç turizmi yaratacağız, İstanbul kazanacak" diye konuştu. Okumuş, izinlerin de tamamlanması halinde bölgeyi 27 Temmuz Ayazma Kutsal Günü'ne yetiştirip açılış yapacaklarını dile getirdi. Ayazma kelimesi Yunanca kutsal pınar, kutsama anlamlarına gelen "hagiasma" sözcüğünden geliyor. Ortodoks Hıristiyanları tarafından şifa verdiği kutsal kabul edilen ve bu nedenle kutsal sayılmış su kaynakları üzerine yapılan binalara 'ayazma' deniyor.
Sabah, Haber: BilgeEser, 27.06.2011

İŞTE DÜNYA MİRASI LİSTESİ'NİN 5 YENİ BÖLGESİ

 

Paris’te yapılan toplantılarda, Kolombiya, Sudan, Ürdün, İtalya ve Almanya’dan aday gösterilen beş alanın listeye alınması kararlaştırıldı.

Komite, Kolombiya’nın sembolü olmuş bir geleneği yansıtan, istisnai görünüme sahip bir kahve ekim alanını, Sudan’ın Meroe Adası’ndaki arkeoloji sitesini, Ürdün’deki kanyon ve falezleriyle ünlü, 12 bin yıllık, koruma altındaki arkeolojik öneme sahip doğal ve kültürel "Vadi Rum" alanını, İtalya’nın tarihi 6. ve 8. yüzyıllara dayanan, içinde şato, manastır ve kilisenin bulunduğu "Lombard" alanını ve son olarak Almanya’nın 1910 yılında inşa edilen Alfeld’deki mimari açıdan tarihi öneme sahip Fagus fabrikasını listeye dahil etti.

Radikal, 27.06.2011

 

******


'USTALIK ESERİ'NE UNESCO'DAN ÖDÜL



 

BM Bilim, Eğitim ve Kültür Teşkilatı (UNESCO), Selimiye Camii ve Külliyesi'ni, ''Dünya Mirası Listesi''ne dahil etti.

Fransa'da hafta sonuna kadar süren toplantıların sonunda, Selimiye Camii ve Külliyesi'nin Dünya Mirası Listesi'ne dahil edilmesi bekleniyordu.

 

Mimar Sinan, Selimiye Camii için "Ustalık eserim" demişti.

 

DÜNYA MİRASI PROGRAMI NEDİR?
1972 tarihli UNESCO "Dünya Doğal ve Kültürel Mirasının Korunması Sözleşmesi"ne göre, dünyada "evrensel seçkin değer" ölçütlerine uyan kültürel ve doğal varlıklar, "Dünya Mirası" sayılıyor.

"Dünya Mirası Listesi" adını taşıyan bu listeye girmeyi başaran yerler, dünya çapında statü, prestij, turistik çekicilik, kaynak ve teknik yardım imkanı elde ediyor.

Üye ülkeler ise bunun karşılığında söz konusu yerlerin "otantikliğini ve bütünselliğini" bir Yönetim Planı çerçevesinde korumak üzere gerekli idari önlemleri alma yükümlülüğünü üstleniyor.

Sözleşmenin uygulamasının izlenmesinden, 24 ülkeden uluslararası uzmanların seçilerek yer aldığı Dünya Miras Komitesi sorumlu. Listeye girecek yerleri de aynı Komite tespit ediyor.

Türkiye'nin başvuruları sonucunda, Dünya Kültür Mirası Listesine, 1982 yılından bu yana İstanbul, Divriği Ulu Cami, Truva, Safranbolu, Pamukkale, Kapadokya, Nemrut, Xanthos-Letoon ve Hatuşaş girdi.
 

Habertürk, 27.06.2011

 

******


BERGAMA VE EFES UNESCO'DA KALICI LİSTEYİ ZORLAYACAK

 

UNESCO Dünya Miras Merkezi’ne iletilen geçici listede yer alan Efes Antik Kenti ile Bergama’nın kalıcı listeye girebilmesi amacıyla çalışmalar hızlandırıldı. Selçuk ve Bergamalı yöneticiler, kalıcı listede yer alabilmek için tanıtım atağına geçtiler.

 

BM Bilim, Eğitim ve Kültür Teşkilatı (UNESCO), Selimiye Camii ve Külliyesi’ni, “Dünya Mirası Listesi”ne dahil etmesinin ardından Bergama ve Efes'i harekete geçirdi.
 

Türkiye’nin ilk kez 1994 yılında UNESCO Dünya Miras Merkezi’ne iletilen geçici listesi, 2000, 2009 ve 2011 yıllarında güncellendi. Bu listede yer alan 26 varlık arasındaki Efes Antik Kenti ile Bergama’nın kalıcı listeye girebilmesi amacıyla çalışmalar hızlandırıldı. Selçuk ve Bergamalı yöneticiler, kalıcı listede yer alabilmek için tanıtım atağına geçtiler. 

Turizm Gazetesi, 29.06.2011



******


EFES'İN MİRASINA 1 MİLYON TANIK

 

 

UNESCO’nun geçici listesinde yer alan ‘Antik Kent’in cazibesi, tüm dünyayı etkilemeye başladı. Efes, 6 ay dolmadan 1 milyondan fazla ziyaretçi çekti.

 

Antik Çağ’dan kalan en önemli kültür varlıklarından Efes’in yıldızı her gün parlıyor. Kruvaziyer turizminin hızlanmasıyla, antik kente ziyaretçi akını da arttı. Efes’le yaşayan  değerlere tanıklık edenlerin sayısının artması, Antik Kentin “Dünya Kültür Mirası” listesine girmesi için önemli adım kabul ediliyor.

Selçuk Müze Müdürlüğü verilerine göre, Efes’i 2010 yılında 2 milyon 444 bin 182 turist gezdi.  Kent, 2011 yılı Haziran ayının ilk yarısına kadar bir milyon 5 bin ziyaretçi ağırladı.  Müze yetkilileri  yıl sonu itibari ile rakamın 3 milyonun üzerine çıkabileceğini belirttiler.

Efes’in “Dünya Kültür Mirası” listesine girmesi için çalışmalar yapan Selçuk Belediye Başkanı  Vefa Ülgür, başvuruyu eylül sonuna kadar UNESCO’ya teslim edeceklerini  istediklerini açıkladı.

Milliyet Ege, 29.06.2011

 

******


SAGALASSOS ANTİK KENTİ GEÇİCİ LİSTEDE





 Burdur'un Ağlasun İlçesi'nde bulunan Sagalassos Antik Kenti'nin Birleşmiş Milletler'e bağlı Eğitim Bilim ve Kültür Kurumu UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası'na ilişkin oluşturulan asil listede değil, geçici listede yer aldığı bildirildi.

Burdur Valiliği'nden yapılan açıklamada, Sagalassos Antik Kenti'nde dün, Antoninler Çeşmesi'nde bulunan heykellerin kopyalarının yerleştirilmesi sırasında Vali Süleyman Tapsız'ın, kendisine iletilen bir nota dayanarak ''Sagalassos Antik Kenti'nin Dünya Kültür Mirası Listesi'ne alındığını'' belirttiği, ancak durumun araştırılınca böyle olmadığının anlaşıldığı ifade edildi.

Açıklamada şu ifadelere yer verildi:
''Sagalassos Antik Kenti 2009 yılında UNESCO tarafından 'Dünya Mirası Geçici Listesine' alınmıştır. Antoninler Çeşmesi'ne ait heykellerin replikalarının 28 Haziran 2011 tarihinde yapılan açılış töreninde Sayın valimize verilen yanlış bilgi nedeniyle, Sagalassos Antik Kenti'nin Dünya Mirası Listesine alındığı sehven belirtilmiştir. Sagalassos Antik kenti UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi'nde bulunmaktadır.''

Yapı, Fotoğraf: Ali Girişimci, 30.06.2011



******


EŞREFOĞLU CAMİSİ DE UNESCO DÜNYA MİRASI GEÇİCİ LİSTESİ'NDE

 

 

Beyşehir Belediye Başkanı İzzet Taşcı, Eşrefoğlu Camisi'nin Birleşmiş Milletler Bilim, Eğitim ve Kültür Teşkilatı (UNESCO) tarafından dünya mirası geçici listesine alınmasının mutluluk verici olduğunu, caminin kesin listeye dahil edileceği konusunda da ümitli olduklarını söyledi.

Taşcı, Eşrefoğlu Camisi'nde gazetecilere yaptığı açıklamada, UNESCO'nun verdiği kararın mutluluk verici olduğunu belirtti. Kararın Beyşehir için çok önemli olduğunu ifade eden Taşcı, geçen yıl Beyşehir'e ziyarete gelen Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'a konuyu ilettiklerini hatırlattı.

Bakan Günay'ın Beyşehir'i ziyaretinde Eşrefoğlu Camisi'ne ve Beyşehir'in tarihi mirasına hayran kaldığını vurgulayan Taşcı, şunları kaydetti:

''Sayın Bakanımız ziyaretinin ardından Eşrefoğlu Camisi'nin UNESCO Dünya Kültür Mirası'na aday gösterilmesiyle ilgili çalışmaların başlatılması talimatını verdi. Çok ciddi ve uzun süreli bir çalışma yapıldı. Belediyemiz ve İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ile gerekli çalışmaları yaptık ve çok güzel bir dosya hazırladık. Dosyanın takdimi Nisan ayında yapıldı, Haziran'da da görüşmeler oldu ve Eşrefoğlu Camisi geçici listeye kabul edildi''

Taşcı, Eşrefoğlu Camisi'nin ahşap, çini ve diğer yönlerden dünyada eşi benzeri olmayan bir eser olduğunu belirterek, ''Eşrefoğlu Camisi'nin UNESCO tarafından dünya mirası geçici listesine alınması mutluluk verici. Cami'nin listeye dahil edileceği konusunda da ümitliyiz'' dedi.

Yapı, 30.06.2011

 

******


BÜYÜK USTA DÜNYA MİRASI'NDA, ALANYA'YI GERİ ÇEKTİK

 

Uzaktan bakıldığında, sanırsınız ki, Edirne’nin tarihsel varlığı Selimiye Camii iki minarelidir. Oysa değil. Dört minareli.
 

Yaklaşık 450 yıl önce yapılan Mimar Sinan’ın muhteşem ustalığı burada. O devrin teknolojisi malum. Buna rağmen, dört minareyi uzaktan iki minare imiş gibi gösteren paralellik, o hassas ölçü ancak Mimar Sinan gibi, yüz yılda kim bilir kaç kez dünyaya gelen ustaların işi.


Ya da başka örnek. Selimiye Camiinde kuytu bir köşeye bir kol saati koyun. Saatin tiktaklarını ta kubbenin tepesinden duymak mümkün. Öylesine hassas bir yankı sistemi var. Yine müthiş bir ustalık işi.


Selimiye Camii, beş yıllık uğraş sonucunda UNESCO’nun Dünya Mirası listesine alınıyor. Nedir Dünya Mirası? Evrensel seçkin değer ölçülerine uyan kültürel ve doğal varlıklara Dünya Mirası deniyor.


Dünya Mirası seçilen bir kültürel varlık dünya ölçüsünde saygınlık kazanıyor, turistik çekiciliği artıyor, teknik ve maddi yardım alması kolaylaşıyor.


42 ARASINDAN 5
Selimiye Camii’nin Dünya Mirası listesine eklenmesi amacıyla Edirne Belediyesi, Kültür Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı aylardır işbirliği halinde çalışıyor.


Edirne Belediyesi CHP’de olmasına rağmen, iş dünya saygınlığına geldiğinde, şu parti, bu parti farkı ortadan kalkıyor. Selimiye’nin Dünya Mirası seçildiği Paris’teki toplantıda bu üç kurum yine ortak çalışma yürütüyor.


Geçen Kasım ayında Selimiye ilgili çalışmalar Edirne’de kırkı aşkın yabancı uzmanın katılımıyla görücüye çıkıyor. Ardından hazırlanan dosya gerçekten titiz bir çalışmanın ürünü. Eserin kendisi Dünya Mirası listesine girmeye değer olabilir, bunu UNESCO’ya anlatmak önemli.


Nitekim, Selimiye’nin listeye girdiği toplantıda çeşitli ülkelerden 42 kültür varlığı aynı listeye aday gösteriliyor. Ama, onlardan sadece beşi bu ünvana layık görülüyor. Bunlar arasında kimi bu listeye girme hakkı kazanamıyor, kimi eksik dosya nedeniyle eleniyor.


1998’DEN BU YANA İLK
Türkiye’den Dünya Mirasına 1998’den beri herhangi bir kültürel varlık dahil edilmiyor. On üç yıl sonra Selimiye ilk.


Türkiye’nin UNESCO’ya sunduğu bir başka varlığımız daha var. Alanya Kalesi ve oradaki Selçuk Tersanesi.


UNESCO Alanya dosyasını yetersiz buluyor, bunu fark eden Türkiye, daha seçime girmeden Alanya’yı geri çekiyor.


Bunun dışında, Türkiye halen sekiz, on varlık üzerinde çalışmalarını sürdürüyor. Bunlardan biri Bursa Hanlar Bölgesi.


Selimiye’yi, Mimar Sinan’ı biz zaten biliyoruz, dünya da biliyor. Bundan sonra dünya daha iyi bilecek.

Hürriyet, Yazı: Yalçın Doğan, 30.06.2011

İSTANBUL'UN TARİHİ YENİDEN YAZILIYOR

 

 

İstanbul’un tarihini 4500 yıl geriye götüren Yenikapı’da yedi yıldır süren kazılarda 35 batık, on binlerce eser gün yüzüne çıktı.

 

Yenikapı Marmaray – Metro kazılarında son olarak 1500 yıllık batığın ortaya çıkarılmasıyla, arkeoloji dünyasının gözleri bu kazılara çevrildi. Kazı alanında bir yandan iş makineleri metro çalışmalarını sürdürürken, bir yandan da arkeologlar titizlikle tarihin derinliklerine ulaşıyor. Ve bu çalışma yedi yıldır aynı incelik ve heyecanla sürdürülüyor.

 

Şimdiye kadar 16 bin müzelik değerde eserin gün yüzüne çıkarıldığı, İstanbul tarihinin de 4500 yıl daha geriye götürüldüğü kazının başkanlığını yapan İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü Zeynep Kızıltan, ‘‘Makinelerle yarışan bir kazı gerçekleştiriyoruz. Metro çalışmalarına engel olmadan bilimsel anlayıştan da taviz vermeden yaptığımız kazılarda tarihi değiştiren bilgilere ulaştık” diyor.

 

Antik Theodosius Limanı’nın gravürlerde ve kaynaklarda varlığı biliniyordu. Ancak tam olarak yeri saptanabilmiş değildi. 2004’te Yenikapı’da kazılar deniz seviyesinin 3 metre üstünde sondaj kazıları şeklinde başladı. Buluntular heyecan verici olunca kazı alanı genişletildi. Geç Osmanlı ve erken Osmanlı buluntularından sonra limana ait ilk bilgiler elde edildi. Limanın yapıları ve iskele kazıkları, halat ve ahşap kalıntılardan sonra deniz seviyesinin altına inildiğinde batıklara ulaşılmaya başlandı.

 

Kazı ekibi buluntulara çok fazla sevinemiyordu. Kazıların uzaması ‘metronun bitirilmesi’ tarihini ileri attıkça siyasi baskı da artıyordu. Alanda çalışanlar Neolitik döneme ait buluntular gelebileceğini söylediklerinde meslektaşları bile bu söyleme güldü. Çünkü MÖ 6500 yılına ait İstanbul’da Yarımburgaz ve Fikirtepe dışında bir ize rastlanmamıştı. Kamuoyunda ‘metro çalışmaları yavaşlıyor’ seslerinin yükselmeye başladığı sırada Neolitik döneme ait ilk buluntu geldi.

 

Urne tipi bir mezar alandaki arkeologları heyecanlandırdı. Dünyanın gözü Yenikapı’ya çevrilmişti. Neolitik dönem yaşam izi çamurun içinden çıkmıştı. Ardından kano küreği, bir başka urne tipi mezar derken 8500 yıllık ilk insan mezarı çıkarıldı. İstanbul tarihiyle ilgili ezber bozuldu. İstanbul’daki yaşam izleri 4500 yıl geriye gitti. 35 batıktan sonra 15 metre boyundaki bu yeni batık arkeologların hassasiyetlerinin ne kadar haklı olduğunu gösterdi.

 

Kazı Başkanı Zeynep Kızıltan süreci Radikal’e şöyle anlattı: ‘‘Bilimsellikten kopmadan yanı başımızda çalışmalarına devam eden makinelerle yarışarak kazıları devam ettirdik. Metro çalışmalarına engel olmadık. Marmaray kazılarını bitirdik. Metro kazılarının da üçte birini teslim ettik. 28 bin metrekare alanı 14 metre derinliğinde tamamen el yordamıyla kazdık. İğne ile kuyu kazmak tabiri tam da burası için uygun düşer sanırım.”

 

Yedi yıllık tarihi kazının kimlik kartı

  • Yenikapı Marmaray – Metro arkeoloji kazıları 2004 yılında başladı.

  • Yedi yıldır süren kazılarda kazı envanterine alınmış eser sayısı yaklaşık 40 bin. Etüde alınmış eser sayısı yaklaşık 150 bin.

  • Bugüne kadar kazılardan yaklaşık 1 milyon kasa çanak-çömlek çıktı. Bunların çok büyük bir bölümü tasnif edildi.

  • Kazıda 5. ve 11. yy’ler arasında muhtelif zamanlarda batmış 35 adet batık tespit edildi. bunlardan 30 adedi yelkenli yük gemileriyken 5 tanesi kürekle çekilen ince uzun kadırgalar. Karada bulunmuş batık açısından dünya üzerinde Yenikapı kazıları en çok batık çıkan kazı olma özelliği taşıyor.

  • Kazı alanında halen 45 arkeolog, mimar, sanat tarihçisiyle 265 işçi harıl harıl çalışıyor.

  • Dünyada yedi yıl aralıksız süren başka bir bilimsel kazı yok. Bilimsel kazılar yılda en fazla iki ay kazı alanında çalışma yapılırken, Yenikapı’da aralıksız sürüyor.

  • Kazı alanında Geç Osmanlı döneminden başlayarak, erken Osmanlı, Bizans, Roma, klasik ve arkeik dönem arkeoloji katmanlarının her evresinden veriler elde edildi.

Büyükşehir Belediyesi kazı alanında bir arkeopark yapılması için de düğmeye bastı. Açıklamada ‘‘8500 yıl öncesine ait liman ve gemileri gün ışığına çıkaran arkeolojik bulguları sergilemek üzere Yenikapı Transfer Merkezi bünyesinde bir de arkeopark projesini hayata geçiriyoruz. Günde 1.5 milyon insanın seyahat edeceği önemli bir merkez olacak Yenikapı Transfer Merkezi ve Arkeopark Alanı’nı uluslararası mimarların yaptığı bir projeyle uygulamayı planlıyoruz” denildi.

Radikal, 26.06.2011

EFES ANTİK KENTİNDEKİ KAZI ÇALIŞMALARI

 

İzmir’in Selçuk İlçesi'ndeki Efes antik kentindeki 2011 dönemi kazılarının Ekim ayına kadar devam edeceği ve kazılara hız verileceği bildirildi.

 

Avusturya Efes Kazıları Başkanı Doç.Dr. Sabine Landstaetter, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 2011 dönemi kazılarının Mayıs’ta başladığını ve Ekim’e kadar süreceğini belirterek, restorasyon çalışmalarının ise yıl boyunca süreceğini söyledi.

 

Kazının finansmanının Avusturya ve Avrupa Birliği dışında özel sponsorlar tarafından da destekleneceğini kaydeden Landstaetter, Çukuriçi Höyük’te 3 yıldır devam eden ve Avrupa Araştırmalar Konseyi tarafından finanse edilen büyük bir proje başladığını hatırlattı.

 

Çukuriçi Höyük’teki kazılarından elde edilecek yeni buluntuların Batı Anadolu’nun prehistorik dönemleri için aydınlatıcı bilgiler ortaya koyacağını belirten Landstaetter, Artemis Tapınağı alanındaki “tribün” olarak adlandırılan yapıda da çalışmaların sürdüğünü kaydetti.

 

Landstaetter, buranın küçük bir tiyatro olduğunu, yazılı kaynaklardan öğrenildiği üzere Artemis Kutsal alanında Tanrıça Artemis adına törenler düzenlendiğini anlattı. Söz konusu küçük tiyatronun Erken Roma İmparatorluk Dönemi’nde özel törenler için inşa edildiğini kaydeden Landstaetter, şunları söyledi:

“2011 kazı alanlarından biri de Domitian Tapınağı. Alanda yapılan jeofizik araştırma sonuçları gösterdi ki alanın büyük kısmında Geç Antik Dönem yapıları bulunmaktadır. Jeofizik Araştırmalar sonucunda tespit edilen bu yapıların kazısının yapılması gerekmektedir. Ayrıca yine jeofizik araştırmalarının, Meryem Kilisesi’nin güneyinde yapılan çalışma sonuçları göstermiştir ki, bu alanda Geç Antik Dönem Konutları yer almaktadır. Bu evlerde bir kazı çalışması yapılacaktır ve jeoradar taramaları Peristyl avlulu ve apsisli güzel bir odayı göstermektedir.

 

Çalışmaların diğer bir odak noktası Ortaçağ Türk Dönemi yerleşimi Ayasuluk’un araştırılması olacak. Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Avusturya Arkeoloji Enstitüsü arasında imzalanan protokole bağlı kalınarak, bu yıl iki türbede araştırmalara devam edilecektir. Artemision Tapınak alanı girişindeki türbenin kazıları sonlandırılacak ve yapı restorasyon için hazır hale gelecek. Selçuk Devlet Hastanesi yanındaki türbenin ise belgeleme çalışmaları tamamlanacak ve bir restorasyon projesi hazırlanacak. ”

 

Efes antik kentinde kazı çalışmalarının yanı sıra yoğun bir restorasyon çalışmasının da devam ettiğine işaret eden Landstaetter, “Yamaç Ev 2 Mermer Salon Restorasyon Projesi”nin büyük ilerleme kaydettiğini, son aylarda yapılan çalışmalar sırasında ikinci sıra ana duvar kaplamaları mermer plakalarının büyük bölümünün tamamlanmasının mümkün olduğunu bildirdi.

 

İlerideki aylarda bu plakaların yapıştırılması ve duvara montajının planlandığını ifade eden Landstaetter, Yamaç Ev 2′nin duvar resimleri restorasyonunun da yeni bir proje olduğunu belirtti. Duvar resimlerinin temizlik, güçlendirme ve konservasyonunun yapıldığını kaydeden Landstaetter, projenin amacının Yamaç Ev 2′deki tüm duvar resimlerinin güvenlik altına alınıp korunması ve ziyaretçilere sunulması olduğunu söyledi.

 

2010 yılında Hadrian Tapınağı’nda günümüz korunmuşluk durumunu gösterir bir restorasyon analizi yapıldığını da hatırlatan Landstaetter, “Analiz sonuçları, tapınağın kötü durumda ve yüksek risk taşıdığını gösterdi. 50′li yıllarda yapılan yeniden ayağa kaldırma çalışmaları sırasında kullanılan malzemeler yetersiz kalıyor. Bağlayıcı olarak kullanılan demir elemanlar suyla temas sonucu zamanla aşınmış. Bu nedenle kazı ve turizm sezonu öncesi tehlike taşıyan bu bölgelerin güvenlik altına alınmasına karar verildi. 2011 yılı sonbahar sezonuna kadar Hadrian Tapınağı için kapsamlı bir restorasyon konsepti hazırlanacak” diye konuştu.

 

En önemli restorasyon çalışmasının Efes Antik Tiyatro’da devam ettiğini dile getiren Landstaetter, bu yıl kuzey girişin güvenliğinin de sağlanmasının ardından tiyatronun her iki girişinin de açılmasının mümkün olacağını anlattı.

 

Doç.Dr. Sabine Landstaetter, kazı programındaki bir yeni bir projenin de Serapis Tapınağı olduğunu kaydederek, Efes Vakfı tarafından finanse edilecek olan bu projenin amacının Serapis Tapınağının yeniden ayağa kaldırılması olduğunu söyledi. Landstaetter, bu projeyle ilgili şu bilgileri verdi:

“2011 yılı için restorasyon öncesi yapıda analiz planlanmıştır. İlk olarak jeofizik ölçümler ve 3 boyutlu tarama yöntemleriyle tapınağın tam bir ölçümü yapılacaktır. Ağustos ayında da yapı elemanlarının belgelenmesi ve bilimsel restorasyon araştırmaları yapılacaktır. Ayrıca sismik ve statik analizleri de gerçekleştirilecektir. 2011-2012 yılı kış döneminde yapılan tüm çalışma ve analiz sonuçlarının değerlendirilmesi, tapınağın yeniden ayağa kaldırılması konusunda bilgiler verilecek ve karar alınacaktır. ”

 

Landstaetter, bu yılki kazılarda antik kentin farklı alanlarında Türk ve yabancı bilim adamlarından oluşan 150 kişilik uluslararası bilimsel bir ekibin çalışacağını sözlerine ekledi.

Son Dakika, 26.06.2011

ANTİK TİYATRONUN ÜZERİNDEKi KARAYOLUNUN GÜZERGAHI DEĞİŞECEK

 

Zonguldak’ın Çaycuma İlçesi'ne bağlı Filyos beldesindeki Tieion antik kentindeki bulunan Roma dönemine ait antik tiyatronun üzerinden geçen karayolunun güzergahı değiştirilecek.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Zonguldak İl Özel İdare Müdürlüğü tarafından desteklenen antik kentteki kazı kazılar kapsamında, 1 Temmuz itibariyle 30 işçi ve 35 öğrenciyle çalışmalar başlayacak. Roma dönemine ait 2 bin 500 kişilik antik tiyatrodaki kazılarda, oturma alanları ve sahnenin gün ışığına çıkarılması amaçlanıyor.

 

Karabük Üniversitesi Arkeoloji Bölümü ve Kazı Ekibi Başkanı Prof.Dr. Sümer Atasoy, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kazıların tiyatronun yanı sıra tarihi kale alanında sürdürüleceğini ve çevrede de yüzey araştırması gerçekleştireceklerini söyledi.

 

Kazılar için bu yıl 150 bin lira kaynak aktarılmasını beklediklerine kaydeden Prof.Dr. Atasoy, şöyle konuştu:

”Tiyatro alanında çok miktarda toprak yığını birikmiş, bunların temizlenmesi fazla zaman alıyor. Geçmiş dönemde bol miktarda toprak attık. Yeni oturma kademelerini ortaya çıkardık. Kaç adet oturma sırası kalmış, kaçı eksik, bunlar belirlendikten sonra restorasyon projesi hazırlanabilir. Antik tiyatronun bir kısmının üzerinden karayolu geçiyor. Bu yolun kaldırılması planlanıyor. Tiyatronun arka kısmından 20 metre genişliğinde yeni yol yapılmasına yönelik proje hazırlanıyor. Tiyatronun üzerindeki yol kalkacak. Yoldaki kanallar ve elektrik direklerinin de yerine değişecek. Böylece tiyatronun tamamını gün yüzüne çıkarmak mümkün olacak.”

 

Prof.Dr. Atasoy, tiyatronun sıra taşlarının geçmişte çevredeki inşaatlarda kullanıldığını belirlediklerine işaret ederek, ”Bunlar bizim için önemli sorunlar. Tiyatronun tam kapasiteyle ortaya çıkarılıp restore edilmesi 5-6 yılı bulacaktır. Tiyatro turizme kazandırılırsa antik kente ilgiyi arttıracaktır. Tarihi kalıntının arka kısmındaki mezarlığın kaldırılması ve yol açılması gerekli. Aksi takdirde tiyatroya giriş ve çıkışı sağlamak mümkün olamaz” dedi.

 

Tarihi kale içerisindeki Roma dönemine ait tapınak ve Bizans kilisesinin de ortaya çıkarılmasına yönelik kazılar yapacaklarını ifade eden Atasoy, şunları kaydetti:

”Asıl sahil kısımdaki bölgeyi kazmak istiyoruz. Orası çok hisseli özel mülkiyet olduğu için kamulaştırılması lazım. Bu da çok para tutuyor. Oraya yaptığımız ön çalışmaların ardından el süremiyoruz. Elektro radarla gerçekleştirdiğimiz çalışmalarla arazide ne olduğu biliyoruz. Binalar, sokaklar ve iki hamam gibi eserler var. Para aktarılamadığı için kamulaştırma konusunda herhangi gelişme yok. Antik kentin ana merkezi bu arazidir. Karadeniz’de Kastamonu, Sinop, Samsun, Ordu ve Trabzon’da eski yerleşim alanlarının izleri kayboldu. Filyos bu açından bozulmamış ve el değmemiş tek yer konumunda.”

 

-TİEİON ANTİK KENTİ-

Zonguldak’ın kuzeydoğusunda sahil kenti Filyos’taki Tieion antik kenti, Tios adlı rahibin önderliğindeki Miletos kolonisince kurulmuş. Tarih boyunca Herakleia Pontika (Ereğli) ve Amastris’in (Amasra) gölgesinde kalan kent, çeşitli krallıklara bağlı varlığını sürdürmüş. Romalılar tarafından yıkılıp yağma edilen kent, daha sonra yeniden inşa edilerek Roma eyaletlerine bağlı ticaret ve balıkçı bölgesi olarak varlığına devam etmiş. Bölge, sonraki dönemlerde balıkçı kasabasına dönüşmüş.

 

19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yabancı araştırmacılar ve seyyahlarca araştırmalar yapılan antik kentte, 2006′da başlatılan kazı çalışmalarının Karadeniz ve Küçük Asya tarihiyle arkeolojisine ışık tutması planlanıyor.

Zaman, 26.06.2011

KERKENES HARABELERİ'NDE KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI

 

Yozgat‘ın Sorgun İlçesi'ne bağlı Şahmuratlı Köyü yakınlarında bulunan ve Kayıp Şehir Pteria antik kenti olarak bilinen Kerkenes Harabeleri‘nde 2011 yılı kazı çalışmaları başladı.

 

Anadolu‘nun en eski yerleşim birimlerinden biri olduğu ve Hattuşaş‘tan sonra Hititlerin en büyük antik kenti olarak bilinen Kerkenes Harabelerinde kazı çalışmaları başladı. 1992 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi öğretim üyelerinden Dr. Geoffrey D. Summers başkanlığında başlayan çalışmalar 19 yıldır sürüyor. 2011 yılı kazı çalışmalarında Kapadokya kapısı yakınlarında üzerinde karşı karşıya bakan aslan figürlü bir taş bulundu. Kazı eş başkanı Scott Branting, Kerkenes Harabelerinde bu yıl yapılan çalışmalarda Kapadokya kapısı dışında başka bir alanda da kazı çalışmaları başlattıklarını belirterek, “Burada yaptığımız çalışma 3 hafta sürecek. Şehrin Demir Çağı‘nda MÖ 600 yıllarında Med‘ler tarafından kurulduğu tahmin edilmektedir. Yaptığımız bu çalışmalarda o dönemde büyük bir savaş ve yangın geçiren kete ait bulguları araştırıyoruz” dedi.

 

Yapılan araştırmaya Chicago Üniversitesi, Koç Üniversitesi ve Orta Doğu Teknik Üniversitesinin destek verdiğini ifade eden Scott Branting, “Kazı çalışmalarına bu üniversitelerden öğrenciler katılıyor, ayrıca harabelerin bulunduğu Şahmuratlı Köyü halkından da yardım alıyoruz” diye konuştu.

 

Kerkenes Harabeleri hakkında ise şu bilgilere yer verildi.

“Kerkenes Harabelerinde yüzey araştırması ve kazı çalışmaları 1992 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi Öğretim Üyelerinden Dr. Geoffrey D. Summers başkanlığında başladı. Yapılan kazılar sonucunda kentin, Med‘ler ve Pers‘ler arasında MÖ 580 yılında başlayan ve güneş tutulmasıyla sona eren savaş sonrasında Med Kralı Asyages tarafından kurulan antik Pteria olduğu öğrenilmiştir. İnanışa göre Med‘ler ve Pers‘ler yıllarca savaşmış ancak güneş tutulmasıyla gökyüzünün tamamen kararıp yıldızların görünmesiyle tanrının savaş istemediğini düşünmüşlerdir ve savaşı Kerkenes Harabeleri‘nin eteklerinde sona erdirmişlerdir. Kerkenes Harabeleri çok geniş bir alanı kaplamaktadır. Harabeleri çepeçevre saran sur kalıntıları yerinde durmaktadır. Kentin yaklasik 7 km olan sur duvarlari 2,5 kilometrekarelik bir yerleşim alanı olusturmaktadır. Orta yerde Sülüklü Göl (Büyük Göl) olarak anılan yerde yaklaşık 20 metre çapında su birikintisi bulunmaktadır. Buna benzer Kızlar ve Atlar Gölleri de bulunmaktadır. Araziyi saran sur kalıntıları batıda yaklaşık 4 m.lik bir boşluk bırakmaktadır ki burasının sur kapısı olabileceği tahmin edilmektedir. Kerkenez Dağı‘ndaki kayıp şehir Pteria antik kentinin, kurulduğu alan üzerinde Kapadokya, Kuzey, Gözbaba, Batı, Karabaş, Güney, Doğu olmak üzere 7 kapısı bulunmaktadır.

Son yapılan kazı çalışmaları sonucu Frigçe yazıt parçaları bulunmuştur, Frigçe yazıtlar bulunması kentin yıkılmadan önce büyük ölçüde Frigleştiğini göstermektedir.”

Beyaz Gazete, 26.06.2011

BİN YILDIR UYUYAN KENTİN BİR SIRRI DAHA ÇÖZÜLDÜ

 

 

Arkeologlar, dünyanın en gizemli ve keşfedilmeyi bekleyen yerlerinden biri olan Maya uygarlığından kalma Palenque antik kentinde, bin yıldan daha eski bir mezarı görüntülemeyi başardı.

 

Araştırmacılar, Meksika’nın güneyinde bulunan antik kentteki 1,500 yıllık mezarı kamerayla görüntüledi. Böylece, tarihin en gizli kalmış köşelerinden birinin üzerindeki esrar perdesi az da olsa aralanmış oldu.





Mezar odasında, ölülerin hazırlandığı düşünülen bir oda, ölülere sunulan çanak çömlek gibi çeşitli eşyalar ve kırmızıya duvar resimleri tespit edildi.

 

Chiapas eyaletinde bulunan antik kentteki bir piramidin içinde bulunan mezar odası 1999’da tespit edilmiş ancak içeri erişim sağlanamamıştı. Meksika Ulusal Antropoloji ve Tarih Enstitüsü (INAH), mezara piramidin sağlamlığını etkilememek ve duvar çizimlerine zarar vermemek için girilmediğini belirtti.

 

Gür ormanların içinde kaybolan Maya antik kenti Palenque, yaklaşık bin yıl önce bilinmeyen nedenlerle terk edildi. Şehir, uygarlığın en parlak günlerinde kölelerin, sanatçıların, tüccarların, savaşçıların ve din adamlarının yaşadığı büyük bir nüfusa sahipti.





Aradan bin yıl geçtikten sonra arkeologların hala sırlarını çözmeye çalıştığı Palenque, sahip olduğu kültürel zenginlikle gören herkesi kendine hayran bırakıyor.

 

MS 800 yıllarında terk edilen kentin sahip olduğu üç tapınaktan biri, yedinci yüzyılda Kral Paca için inşa edilen Yazıtlar Tapınağı. 1952 yılında, arkeologlar tapınağın içine ulaşan bir tünel bulmuştu. Araştırmacılar, tüneli takip ederek sayısız kabartmayla süslenmiş kral mezarına ulaştı.

 

 

Üç yıl boyunca Palenque’nin haritasını çıkarmak için çalışma yapan Dr. Ed Barnhart, antik kentin “mevsimsel değişimleri mükemmel bir şekilde takip edebilecek şekilde” inşa edildiğini belirtmişti.

 

Buna göre, ilkbahar ve sonbaharda yaşanan ekinokslarda, günbatımındaki ışınlar tapınak odalarının en uzak köşelerini aydınlatıyordu. Yaz ekinoksunda ise tapınakların ortasındaki odalar gün ışığıyla doluyordu. Zamanı bu şekilde takip ederek, Mayalar belli tarım faaliyetlerini ve toplumsal ritüellerini gerçekleştiriyordu.

Hürriyet, 26.06.2011

OSMANLININ KUŞLUK GELENEĞİ DOLMABAHÇE SARAYI'NDA YAŞATILIYOR

 

 

Osmanlı'dan miras kalan kuş evlerinin çoğu işlevini yitirmiş. Ama Dolmabahçe'de yaptırılan kuşluk hala ayakta. Tıpkı eskiden olduğu gibi birbirinden farklı kuş türleri, sarayın bahçesinde padişahlar gibi ağırlanıyor .

 

Osmanlı'da kuşların yeri apayrı... Gerek hediye etmek gerek yetiştirmek için olsun pek çok padişah, kuş yetiştiriciliğiyle uğraşmış hatta saraylara kuşhaneler başka bir deyişle 'kuşluklar' inşa ettirmiş. Osmanlı'daki kuş sevgisi bununla da kalmamış. 16. yüzyıldan itibaren cami, medrese, han ve türbelerin kuzey rüzgarı almayan cephelerine, literatürde kuş köşkü, kuş sarayı, serçe sarayı, güvercinlik adı verilen kuş evleri yaptırılmış. Farklı özellikler gösteren bu kuş evlerinin İstanbul, Anadolu ve Rumeli'de çeşitli örnekleri mevcut. Örneğin; Edirne'de Rüstem Paşa Kervansarayı ve Eski Cami, İstanbul'da Süleymaniye Camii, Amcazade Hüseyin Paşa Külliyesi ve Yeni Cami'deki küçük girintiler halinde yapılmış kuş evleri, hala kuşların meskeni. Hakeza, özel taşlarla işlenerek yapılan serçe ve kuş sarayları da öyle. Mesela, bu türün örneklerinden Büyükçekmece Köprüsü, Tokat Ulucami, Üsküdar'daki Yeni Valide, Ayazma ve Selimiye camileri'ndeki kuş evleri güvercin ve serçelerin uğrak yeri!

 

Fakat kuşları yuvasız bırakmamak için ortaya çıkan bu mimarinin en büyük örneği, 'Saray Kuşhaneleri' diğerlerine mukabil işlevini yitirmiş. Biri hariç. Sultan Abdülmecit tarafından 1856'da Dolmabahçe Sarayı'nda yaptırılan kuşluk, 1984'te TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı'nca restore edilerek yeniden kullanıma açılmış. İçine, Ankara Hayvanat Bahçesi'nden getirilen 13 kuş çeşidi konulmuş. O gün bugündür 'Dolmabahçe Sarayı Kuşluğu' ziyaret edilebiliyor. Fakat saraya gelen pek çok kimse bundan habersiz. Bu yüzden; Dolmabahçe Sarayı'nı gezen yerli ve yabancı turistler sarayda, cıvıl cıvıl kuş ve horoz seslerini, ortalıkta arz-ı endam eden tavus kuşlarını görünce şaşkınlıklarını gizleyemiyor; bu hayvanların müze-sarayda ne işi olduğunu öğrenmeye çalışıyor. Kuşhanenin sorumlusu Hamdi İmer, ziyaretçilerin sarayda kuş yetiştirildiğini öğrenmeleriyle şaşkınlıklarını memnuniyete bıraktıklarını söylüyor ve ekliyor: "Hayvanlarla bizi gören ziyaretçiler, 'Siz ölmezsiniz!' diye atıfta bile bulunuyorlar." Haksız da sayılmazlar. Kuşluk bahçesini şöyle bir dolanınca hayatın stresini arkada bırakıyor insan. Günlük hayatta duyamayacağınız kadar çok kuş sesi kulağınızda cıvıldıyor.

 

Bütün bunlardan geriye bazen tatlı bir tebessüm kalıyor yüzünüzde, bazen de atalarımız için şükür duaları... Peki, bizlerde bu duyguları uyandıran kuşhanede kaç kuş çeşidi var? Sultan Abdülaziz devrinde dünyanın çeşitli yerlerinden hediye olarak gönderilen kuşların beslendiği yerde, şimdilerde kanarya, muhabbet kuşu, sultan papağanı, tavus kuşu, bıldırcın, muhabbet kuşları, sülünler, fizan tavuğu, peç tavuğu, yörük tavuğu gibi 13 çeşit kanatlı yaşıyor.

 

Kanaryalar ve muhabbet kuşları kuşhanenin iç odalarında kalıyor. Buraya görevliler dışında kimse giremiyor. Kanaryalara ait iki oda var. Birinde kuluçkaya yatanlar duruyor. Doğrusu, bir oda dolusu kanarya ile tanışmak harika bir duygu. Muhabbet kuşları ise iç kısımdaki başka bir odada. Kuşhanenin ziyaret edilebilen tarafında tavuk çeşitleri ve tavus kuşlarına ait barınaklar mevcut. Buradaki hayvanlar kafeslerinde hiç durmuyor; gün boyu bahçede dolaşıyorlar. Türleri farklı olmasına rağmen birbirleriyle arkadaşça ilişkileri gözden kaçmıyor. Mesela sürekli kanatlarını açarak ziyaretçilere görsel şölen yaşatan tavus kuşu hepsinin ağabeyi gibi, tavukları peşinden ayırmıyor!

Zaman, Haber: Sevim Şentürk 26.06.2011

GÖKYÜZÜNDE KÜLTÜREL İŞBİRLİĞİ

 

Yeşilköy'deki Atatürk Havalimanı'nın Teknik 2. Hangarı'ndayız. Karşımızda, Türk Hava Yolları (THY) Genel Müdürü Doç. Dr Temel Kotil ile İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı. Kotil samimiyetle konuğu Eczacıbaşı'na uçaklarla ilgili bilgi veriyor, havacılık alanındaki gelişmelerden bahsediyor. Eczacıbaşı da ilgiyle onu dinliyor. THY ve İKSV, son 10 yıldır kendi alanlarında çok önemli atılımlar yaptı. THY, 10 yıl öncesine kadar yalnızca Türk vatandaşlarını taşıyan bir şirket olarak bilinirken, bugün Avrupa'nın en iyi havayolu şirketi unvanına sahip. İKSV de yıllarca Türkiye'de uluslararası standartlarda festivaller düzenledikten sonra 2004'ten itibaren çıtayı yükseltti. Avrupa'nın pek çok yerinde, Türkiye'den sanatçıların katıldığı festivaller düzenleyen bir kurum haline geldi. Şimdi Türkiye'nin İstanbul merkezli bu iki devi, uluslararası alanda Türkiye'yi daha iyi tanıtmak ve Türk kültürünü, sanatını ve sanatçısını dünyayla buluşturmak için işbirliğine gidiyor.
 

SANATSEVERLER FAYDALANACAK
Kültür sanat alanında, son yıllardaki en önemli ortaklık kabul edilen bu işbirliğinden kurumların, sanatçıların yanı sıra sanatseverler de fazlasıyla yararlanacak. Şimdilik sadece bir kısmı açıklanan birçok proje hayata geçirilecek. İki kurum arasında, uzun vadede daha köklü bir işbirliğinin temelleri de atılıyor.
 

KÜLTÜR ARTIK HER YERDE

Çekilişe katıl, festivallere konuk ol: Yurtiçinde ve yurtdışında yapılacak özel promosyonlarla Türk Hava Yolları misafirleri, İKSV'nin düzenlediği festivallere bilet kazanma imkanı bulacak. Türk Hava Yolları ayrıca yurtdışında da özel promosyon ve çekilişler yaparak, belirlenecek talihlileri İstanbul'a uçuracak ve İstanbul festivallerinde ağırlayacak.

VIP salonlarında konser: Yurtdışı bazı havaalanlarında ve yurtiçi CIP salonlarında Türk müzisyenlerin katılımıyla gerçekleştirilmesi planlanan caz ve klasik müzik konserleriyle, Türkiye'nin müzikal alandaki çeşitliliğinin yurtdışındaki tanıtımına destek verilecek. Bu konserleri İKSV organize edecek.

Business class'ta uçanlar, İstanbul Bienali sizi bekliyor: Business class uçuş kartlarını gösteren THY yolcuları, bu yıl 17 Eylül-13 Kasım tarihleri arasında gerçekleştirilecek 12. İstanbul Bienali'ni ücretsiz gezebilecek.

İstanbul festivalleri mekanlarında check-in imkanı: İstanbul festivalleri mekanlarına THY kioskları kurulacak. Burada check-in ve call center'lar oluşturacak.

Uçaklarda özel İKSV tanıtımı: THY, İstanbul festivalleri ile ilgili özel tanıtım filmleri hazırlayacak. Bu filmler uçakların kabin içi ekranlarında gösterilecek.

Film seçimleri İKSV'den: Türk Hava Yolları uçaklarında, İKSV'nin desteğiyle seçilecek, telif hakkı alınmış, festivallerde izleyiciyle buluşmuş filmler gösterilecek. Yabancı filmlerin yanı sıra Türk sineması seçkisine de yer verilmesi planlanıyor. Bu kapsamda, Türk sinemasının uluslararası seyircilere ulaşması adına önemli bir adım atılmış olacak.

 

Doç.Dr. TEMEL KOTİL
- Türk Hava Yolları'nın kültür sanat alanında böyle önemli bir işbirliğine girmesinin motivasyonu nedir?

- Türkiye'nin bayrak taşıyıcı havayoluyuz ve aynı zamanda küresel iş yapan bir şirketiz. Bunlar bize, faaliyet alanımız dışında da birçok sorumluluk ve misyon yüklüyor. Bu misyon çerçevesinde birçok farklı alanda sponsorluk ve işbirlikleri yapıyoruz. İstanbul bizim merkezimiz.
Bu şehrin kültür sanat anlamında bir merkez olması, hem kent hem de bizim için çok önemli.
İKSV, bu anlamda yıllardan beri muhteşem programlar içeren etkinlikler düzenliyor.
Böyle bir programa verilecek katkı, ülkemiz, şehrimiz ve şirketimiz için oldukça önemli.


- THY, Türkiye'nin dünyaya açılan en önemli markalarından biri. Şimdi bu işbirliği sonucu İKSV aracılığıyla Türk sanatının da dünyaya açılması gibi bir durum söz konusu. Bu tespite katılır mısınız?
- Genişleyen uçuş ağımızla her geçen gün kapsama alanımızı geliştiriyoruz.
Dünyada 139 uluslararası, 41 yurtiçi olmak üzere, 180 noktaya uçuyoruz. Şu anda dünyada uçuş ağı en geniş sekizinci havayolu şirketiyiz. Farklı milletlerden, farklı kültürlerden insanlar bizimle uçuyor.


Amerika'dan, Avrupa'dan, Balkanlar'dan, Uzakdoğu'ya, Ortadoğu'ya veya Afrika'ya yolcu taşıyan bir hava köprüsüyüz. Bu köprü sadece yolcu taşımıyor. Yolculuk esnasında sunduğumuz, farklı kültürleri yansıtan film ve müziklerle kültür ve sanatı da taşıyoruz. Türk Hava Yolları bu çerçevede çeşitli adımlar atıyor; Türk sanat müziğimizin güzide eserlerinin yer aldığı albümler yapmıştık. Şimdi de 135 civarında türkünün yer aldığı bir Türk halk müziği albümü hazırlıyoruz. İKSV şimdi dünyanın belli başlı şehirlerinde Türk sanat ve kültürünü sergileyip tanıtan programlar düzenliyor. İKSV'nin yurtdışındaki programları bizim hedeflerimizle de örtüşüyor. Türk Hava Yolları ve İKSV'nin bu işbirliğinin, Türk sanatının ve sanatçısının dünyaya açılması için büyük bir adım olduğu inancındayım.


- Türk Hava Yolları'nın uçuşlarında uçaklarda Türk filmlerinin gösterilmesiyle ilgili birtakım telkinler zaman zaman basına da yansıyor. Bu işbirliği sayesinde bu gerçekleşecek mi?
- Türk sineması son yıllarda çok önemli aşamalar kaydetti. Geçtiğimiz ay Cannes Film Festivali'nde yönetmenimiz Nuri Bilge Ceylan'ın Bir Zamanlar Anadolu'da filminin aldığı ödül hepimizi gururlandırdı.


İKSV işbirliği ile uçak içi eğlence sistemlerimizde İstanbul Film Festivali'nde gösterilen bazı filmleri göstereceğiz. Bu kapsamda son dönemde ödül alan Türk filmlerini de ileride uçaklarımızda göstermek istiyoruz. Ancak Türk yapımlarına yer vermememiz konusunda yolcularımızın telkinlerini de dikkate alarak, haziran ayından itibaren Türk filmleri ve programlarını uçaklarımızda göstermeye başladık. Türk yapımlarında, özellikle programlarda, ülkemizi tanıtıcı yapımlara yer vermeye dikkat ediyoruz.


- THY'yi kullanan yolcuların kültür sanat olaylarına bakışı nedir?
- Günümüzün yoğun, stresli ve tempolu hayatı içinde uçak yolculukları, kendimize ayırabileceğimiz bir zaman dilimi sunuyor. Uçak içi eğlence sistemimizi, bu değerli vakti iyi şekilde değerlendirebilmeniz için tasarladık. Yerli ve yabancı olmak üzere, film ve müzik arşivimiz, elektronik kitap ve dergiler yolculuğunuzu özel kılıyor. Artık uçak yolculukları, günlük hayatta zaman ayıramadığımız veya kaçırdığımız vizyon filmlerini izlemek için güzel bir fırsat olarak çıkıyor karşımıza. Yılda yaklaşık 30 milyonu aşkın yolcu taşıyan Türk Hava Yolları, 200'e yakın film, 600 CD'den oluşan müzik arşiviyle, yolcularımızın sanat ve kültür eğilimlerini cevaplayacak geniş bir yelpaze sunmaya çalışıyor.


- Bu işbirliğinin Türk Hava Yolları'na katkısı ne olacak?
- Birçok katkısının olacağına inanıyorum. Kültür ve sanat üretimi ve tabii ki tüketimi, bunlara ait sergiler, festivaller bir ülkenin medeniyetinin ve kültürel seviyesinin göstergeleridir. İKSV'nin etkinlikleri, ülkemizin ve şehrimizin bir kültür sanat merkezi olarak tanınmasında çok önemli kazanımlar sağladı.


Türkiye'nin dünyadaki algısını değiştiren etkinliklerdi bunlar. Bu çalışmalar devam ettikçe yurtdışından insanlar sadece deniz, kum için değil, kültür sanat için de Türkiye'ye gelecektir.
Şunu belirteyim, kültürel ve sanatsal etkinlikler halklar arasında köprüdür, iletişim dili ve aracıdır. Bu nedenle izleri kalıcıdır. Bu etkinlikler ne kadar çoğalıp yaygınlaşırsa dünya ile bağlarımız da o derece güçlenecek. Türk Hava Yolları'nın yapabileceklerini de kazanımlarını da bu çerçeve içinde görebiliriz.


- Sizin kişisel olarak sanata meraklı olduğunuz biliniyor. Bu işbirliğinde bu ilginizin katkısı var mı?
- Ülkemizin kültürel zenginliğini dünyaya anlatmanın en güzel yolu sanattan geçiyor. Bir toplumun tarihi, kültürü, gelenekleri ve değer yargıları sanatında gizlidir. Türk Hava Yolları Genel Müdürü olmamın dışında, bir Türk vatandaşı olarak da sanatımızın ve sanatçımızın dünyaya açılmasına Türk Hava Yolları'nın sağladığı katkıdan gurur duyuyorum.

 

İKSV YÖNETİM KURULU BAŞKANI BÜLENT ECZACIBAŞI
- Türk Hava Yolları ile İstanbul Kültür Sanat Vakfı işbirliğinin temelleri nasıl atıldı?
- İKSV olarak uzun soluklu işbirliklerine ve stratejik ortaklıklara büyük önem veriyoruz. Ortak değerler paylaştığımız kurumlarla verimli projeler üreterek çalışmalarımızın başarılarını artırdığımıza inanıyoruz.


Türk Hava Yolları ile işbirliğimiz de işte bu anlayışın bir parçası olarak ortaya çıktı. THY de, İKSV de kendi alanlarında, İstanbul'u bölgesel bir merkez haline getirmeyi hedefliyor. İki kurumun çalışmaları, birbirlerine güç kazandıracak nitelikte ve amaçları birbiriyle uyumlu. Birlikte yaratacağımız sinerjinin hem kurumlarımız hem de ülkemiz adına olumlu sonuçları olacağına inanarak böyle bir işbirliğini başlattık.


- Bu işbirliğinin çerçevesi nedir?
- İşbirliğimiz iki temel eksende gelişecek: Ulaşım ve tanıtım. İKSV'nin resmi havayolu olan Türk Hava Yolları, İstanbul Festivalleri'nde ağırlayacağımız sanatçıların ulaşımı konusunda Avrupa ve uzak hat parkurlarında belirli kolaylıklar sağlayacak. Ayrıca büyük bir bütçe kalemi olan kargo konusunda da yükümüzün hafiflemesine yardımcı olacak.


- Sanatseverlere nasıl avantajlar sağlayacak?
- Tanıtım ekseninde yolculara yönelik özel promosyonlar, havaalanlarında gerçekleştirilmesi planlanan konserler, uçak içi eğlence sistemleri için geliştirilecek yayınlar gibi farklı projelerimiz var. Yurtiçinde ve yurtdışında yapılacak özel tanıtım çalışmalarıyla THY, İKSV etkinliklerinin daha geniş kitlelere ulaşmasına ve daha etkin bir şekilde tanıtılmasına katkıda bulunacak. Ortak çalışmalarımızla hem Türkiye'de üretilen sanatın yurtdışında tanıtılması yolunda adımlar atacağız hem de festivallerimize yurtdışından ilgiyi artıracağız.


- İKSV, son 10 yıldır Türkiye sınırlarını aşan bir kültür politikası belirlemiş durumda. Bu işbirliği İKSV'ye nasıl bir avantaj sağlayacak?
- İKSV, kuruluşundan bu yana hedeflerini uluslararası standartlara göre belirlemiş ve etkinliklerini yalnızca Türkiye'nin değil, dünyanın da en seçkin festivalleri haline getirmek üzere çalışmış bir kurum. 2004 yılından bu yana yurtdışında düzenlediğimiz festival ve etkinlikler de bu amacımıza başka bir açıdan hizmet ediyor. Kültür ve sanatın her anlamda sınır tanımadığını düşünüyor ve tüm çalışmalarımızda sanatın uluslararası yönünü vurgulamayı amaçlıyoruz. Uluslararası boyutumuz giderek önem kazanıyor ve THY gibi uluslararası alanda başarılarıyla tanınan bir kuruluşla işbirliği yapmak da büyük anlam taşıyor. THY uluslararası alanda büyük bir kitleye, doğrudan ulaşmamızı sağlayacak.


- Bu işbirliği sonucu nasıl projeler hayata geçirilecek?
- Projelerimizi yavaş yavaş hayata geçirmeye başladık.
Önümüzdeki dönemde de sürekli olarak yeni projeler geliştireceğiz. Kısa vadede hazırlıklarına başladığımız projeler de var. Örneğin, yurtdışında bazı havaalanlarında ve yurtiçi CIP salonlarında Türkiye'den müzisyenlerin katılımıyla caz ve klasik müzik konserleri gerçekleştirmeyi düşünüyoruz. Bu yıl gerçekleştireceğimiz bir başka proje, Türkiye'nin en geniş kapsamlı güncel sanat etkinliği olan İstanbul Bienali ile ilgili.


Business Class uçuş kartına sahip THY yolcuları, 12. İstanbul Bienali'ni ücretsiz gezebilecek. Bunların yanı sıra yurtiçi ve yurtdışından birçok THY misafiri, İKSV'nin düzenlediği festivallere davetiye kazanma imkanı bulacak.


- İKSV'nin düzenlediği festivallerde Türkiye'ye birçok yabancı sanatçı geliyor. Bu işbirliği sanatçı tercihlerinde İKSV'nin elini güçlendirir mi?
- İKSV, etkinliklerinde her zaman uluslararası sanat üretiminin en nitelikli örneklerine yer vermeyi amaçlıyor.


Danışma kurullarımız ve festival direktörlerimiz, dünyadaki sanat akımlarını takip ediyor ve her etkinliğimizin programı özenle hazırlanıyor. THY desteğinin de yurtdışından sanatçıları İstanbul'a getirirken pratik anlamda bütçemize katkısı olacak.


- Bu tür işbirlikleri İKSV'nin motivasyonunu nasıl etkiliyor? Sonuçta Türkiye'de kültür sanat alanına destek olan kurum ve kuruluşların sayısı hala beklenen düzeyde değil.
- Bu tür işbirlikleri bizi her anlamda memnun ediyor.


Öncelikle kültür sanat alanında kurumlar arasında sürdürülebilir bir destek ilişkisi kurmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Kültür sanat, yalnızca Türkiye'de değil, dünyada da ekonomik hassasiyet dönemlerinden ilk ve en çok etkilenen alan; devletin kültüre ayırdığı bütçe ile istenen nitelikte çalışmalar başarmak çok zor. Bu yüzden yapılan etkinliklerde özel sektör sponsorlukları yaşamsal önem taşıyor.


Biz de her iki kuruma olumlu etkileri olacak, çok yönlü bir işbirliğine başladığımız için mutluyuz.


- İKSV'nin kültür sanat alanında yaptığı çalışmalarda önümüzdeki yıllarda bir değişim olacak mı?
- Misyonumuz doğrultusunda etkinliklerimizi hangi yönlerde geliştirebileceğimiz üzerine sürekli olarak çalışıyoruz. İKSV, 2012 yılında 40. yaşını kutlayacak. Bu çerçevede bizler de geçmişimizi yeniden gözden geçirirken, geleceğimize yönelik hedeflerimizi bir kez daha değerlendirme fırsatı buluyoruz. Önümüzdeki dönemde vakıf çalışmalarındaki en büyük yenilikler arasında, bu yıl İstanbul Müzik Festivali kapsamında başlattığımız eser siparişleri, ilkini 2012 yılında gerçekleştireceğimiz İstanbul Tasarım Bienali ve daha etkin bir rol oynamak üzere yeniden ele aldığımız kültür politikaları çalışmalarımızı sayabilirim. Önümüzdeki dönemde gençlere yönelik daha fazla çalışma yapmayı da hedefliyoruz.
Sabah, Haber: Olkan Özyurt, 26.06.2011

TARİHİ HAMAMDAN KÜLTÜR MERKEZİ'NE

 

İki yılda 100 farklı sergiye ev sahipliği yapan Osmangazi Belediyesi Ördekli Kültür Merkezi, halktan yoğun ilgi görüyor. Yaklaşık 600 yıllık tarihi hamam, kültür merkezi olarak sosyal yaşamın vazgeçilmezi oldu. Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar, 600 yıllık tarihi hamamın bugün bambaşka yüzüyle sanatın ve sosyal yaşamın merkezi olarak hizmet verdiğini söyledi.

 

Kültür merkezinin yıl boyunca geleneksel el sanatlarından, modern sanatlara kadar geniş bir yelpazede hizmet verdiğine dikkati çeken Dündar, tarihin ve modern çizgilerin bir arada olduğu Ördekli Kültür Merkezi’nin etkinlik programının Haziran 2012’ye kadar dolu olduğunu bildirdi. Sergilere ücretsiz olarak ev sahipliği yaptıklarını belirten Dündar, “Burası kentin sanat atölyesi. Vatandaş tarihi bir mekanda hem sergisini geziyor, seminerine katılıyor, hem de Osmanlı lezzetlerini tatma imkanı buluyor” dedi.

 

Sanatsal ve kültürel etkinliklerin yanı sıra kafeteryasındaki doyumsuz geleneksel lezzetleri Bursalılarla buluşturan Ördekli Kültür Merkezi’nde soğuk günlerin vazgeçilmezi “Osmanlı Çayı”, yerini soğuk şerbetlere bıraktı. Ahududu, böğürtlen, demirhindi, reyhan, bal, karadut şerbetleri ile vazgeçilmez bir mekan olan Ördekli Kültür Merkezi Bursalılara en iyi hizmeti sunuyor.

Bursa Olay, 26.06.2011

TARİHİ KÜMBETE ÖZGÜN VİZYON

 

 

Erzurum'da Cumhuriyet Caddesi üzerindeki Cimcime Hatun Türbesi’nin restorasyon çalışmalarına önümüzdeki günlerde başlanacak. Basit onarım usulüyle yapılacak olan restorasyon çalışmasının Temmuz ayı içerisinde tamamlanacağı öğrenilirken, kümbetin iç kısmındaki mihrabın da tamamlanacağı bildirildi.

Erzurum Rölöve ve Anıtlar Müdürü Suat Bakır, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun Cimcime Hatun Türbesi’nin restorasyon projesine onay verdiğini hatırlatarak, hazırlanan alt projelerle restorasyona önümüzdeki günlerde başlanacağını bildirdi. Cimcime Hatun Türbesi’nin hem iç, hem de dışında yapılacak olan bakım çalışmaları hakkında bilgiler aktaran Erzurum Rölöve ve Anıtlar Müdürü Suat Bakır, “Türbenin içerisinde derz ve temizlik işlemleri yapılacak. Dış duvarlardaki sıvalar ve yapıya daha sonradan eklenmiş olan kalıntılar ortadan kaldırılacak. Yerinden düşmüş ve oynamış bulunan taşlar yenilenecek. Kümbet içerisindeki yarım mihrap tamamlanacak. Kapı değiştirilecek ve pencere doğraması yapılacak.” diye konuştu.

Cimcime Hatun Türbesi’nin, kubbe kısmında da bir takım çalışmalar yapacaklarını kaydeden Suat Bakır, “Şu anda türbenin kubbesinde çeşitli bitkiler bulunuyor. Bu bitkiler rüzgarın sürüklediği toprak kalıntılarının kubbeyi oluşturan taşlarının arasına doluşması nedeniyle oluşmuş. Bu bitkiler temizlenecek, taşlar da gözden geçirilecek.” dedi.

Restorasyon çalışmasının normal şartlarda geçtiğimiz yıl için planlandığını, ancak ödenekle ilgili bazı durumlar nedeniyle ertelendiğini anlatan Bakır, kaynak sorununun aşıldığını, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, restorasyon için gerekli ödeneği tahsis ettiğini açıkladı.

Cimcime Hatun Türbesi’nin, Çifte Minareli Medrese, Erzurum Kalesi ve Ulu Camii gibi görkemli eserlerin bulunduğu bir güzergahta yer aldığına işaret eden Bakır, “Eski görkemine kavuşturulduktan sonra Cimcime Hatun Türbesi de, diğer eserlerimiz gibi göz alacak.” ifadesini kullandı.

CİMCİME HATUN TÜRBESİNİN BİLİNEN TARİHÇESİ
Erzurum, Cumhuriyet Caddesi’nde, Ulu Cami’nin kuzeyinde bulunan Cimcime Sultan Kümbeti’nin XIV.yüzyılın başlarında yapıldığı sanılmaktadır. Türbenin büyük bir kısmı yol seviyesinin yükselmesinden ötürü toprak altında kalmıştır. Kümbet Erzurum’un yöresel Sivişli (Keverk) taşından yapılmış olup silindirik gövdeli taş konik külahlıdır. Kümbetin gövdesi birbirine bağlanmış yuvarlak kemerli sütunlarla bir revak konumuna getirilmiştir. Konik külahın altında dışa taşkın bir silmesi bulunmaktadır. Türbenin su basmanının yukarısındaki gövde, birbirine paralel, kalın çift kabartma çubuklarla daire şeklinde kemerler oluşturmuştur. Böylece dıştan 12 köşeli olmamasına rağmen böyle bir gövde görünümü vermektedir.
Erzurum Gazetesi, 25.06.2011

İZMİR'DE BİR CEVHER ORTAYA ÇIKIYOR

 

 

İzmir’de 2 bin yıllık Roma tiyatrosu bulundu. Yapılacak olan kazılar için Büyükşehir Belediyesi kamulaştırma çalışmaları başlattı.

 

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, Roma antik tiyatrosunun gün ışığına çıkarılması için yapılacak kamulaştırma çalışmaları öncesinde bölgede oturan vatandaşlarla bir araya gelip düşüncelerini aldı.

 

İzmir Büyükşehir Belediyesi, katılımcı ve demokratik yönetim modeli konusunda yeni ve örnek bir uygulamaya daha imza attı. Kadifekale’deki heyelan bölgesinde yer alan bin 500′ün üzerindeki konutu yıkarak ortaya çıkan alanda ağaçlandırma çalışmaları başlatan Büyükşehir Belediyesi, Agora ile Kadifekale arasındaki aksta yer alan ve toprak altında bulunan Roma Antik Tiyatrosu’nu gün ışığına çıkarmak amacıyla düşünülen kamulaştırma için de demokratik bir yöntem uyguladı. Tiyatro’ya yönelik çalışmalar öncesinde kazı alanında oturan vatandaşlarla bir araya gelen İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, bölgede yapılması düşünülen kamulaştırma ile ilgili görüş alışverişinde bulundu. 1. Derecede Arkeolojik Sit Alanı ilan edilen bölgedeki taşınmaz sahipleriyle Fuar 4 No’lu Holde bir toplantı yapan Başkan Aziz Kocaoğlu, Antik Tiyatro’nun ortaya çıkarılması için kamulaştırma yapılması gerektiğini, bu konuda son kararı yine vatandaşların vereceğini söyledi.

 

Agora ile Kadifekale arasında yer alan Roma antik tiyatrosu kazı alanı, Kadifekale ile Kubilay mahalleleri arasındaki 12 bin metrekarelik alandan oluşuyor. Bu bölgede, kamulaştırılması planlanan 200 bina ve 164 arsa yer alıyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi, kent dönüşümü için TOKİ’den satın aldığı ve hala elinde bulunan 1594 adet konutu 75, 95 ve 120 metrekarelik daire seçenekleriyle istemeleri halinde bu bölgede oturan vatandaşların satışına sunacak. Kadifekale eteklerindeki antik tiyatro ile ilgili en ayrıntılı bilgi, 1917 – 1918 yıllarında Otto Berg ve Otto Walter’ın araştırmaları ile hazırladığı plan ve kesitlerde bulunuyor. 16 bin kişi kapasiteli olduğu düşünülen tiyatronun kalıntılarının Roma dönemi özellikleri taşıdığı ve bu bilgiyi pek çok araştırmacının ilettiği de biliniyor. Eski kaynaklarda, Erken Hıristiyanlık döneminde yani Roma İmparatorluğu’nun paganizm döneminde İzmirli St. Polycarp’ın bu tiyatroda öldürüldüğü ve tiyatronun tarihin trajik sahnelerine şahitlik ettiği öne sürülüyor.

Sabah, 25.06.2011

HADRİANAUPOLİS ANTİK KENTİ AÇILMAYI BEKLİYOR

 

 

Karabük´ün Eskipazar İlçesi'nde, Karadeniz´in Zeugması olarak adlandırılan Hadrianaupolis antik kentinin turizme açılması için ortaya çıkarılan mozaiklerin kazı alanında sergilenebilmesi için üzerlerinin kapatılması planlanıyor. Karabük İl Kültür ve Turizm Müdürü İbrahim Şahin, MÖ 1. yüzyılda kurulduğu ve MS 8. yüzyıla kadar yerleşim amacıyla kullanıldığı tahmin edilen Hadrianaupolis´teki kazılarda, ortaya çıkan eserleri turizme kazandıracaklarını söyledi. Özellikle B Kilisesi olarak adlandırılan eserin üzerinin kapatılarak bu yıl turizme açılacağını anlatan Şahin, şunları söyledi:”Henüz kazı mevsimi başlamadığı için o bölgelerin projelendirmeleri devam ediyor. İlk olarak ortaya çıkartılan ve B Kilisesi olarak adlandırılan kilisenin üzeri kapatılacak. Projesi yapıldı, ihale aşamasında. Bazı eksik yerler görüldü projede, proje şu anda Koruma Bölge Kurulunda inceleniyor. Dışardan gelen kazı ekiplerinin kalması, yeme içme gibi sorunlarının çözüme kavuşması ve çıkartılan tarihi eserlerin korunması açısında da kazı bölgesinde bir kazı evi yapılamasına yönelik çalışma yapıyoruz. Bunların yanında o bölgenin çevre düzenlemesine yönelik çalışmalar devam edecek ama kazılar gerçekten çok maliyetli bir iş, bu nedenle para buldukça bunları yapma gayreti içinde olacağız.”

Timetürk, 25.06.2011

METROPOLİS'TE KAZILAR DEVAM EDİYOR

 

 

Torbalı’ya bağlı Yeniköy’de 22 yıldır sürdürülen Metropolis Antik Kenti kazıları başladı. Kazı Başkanı Yard. Doç.Dr. Serdar Aybek tarafından yürütülecek olan kazılarda Dokuz Eylül ve Trakya Üniversitesi ağırlıklı olmak üzere bazı Üniversitenin Arkeoloji Bölümü öğrencileri de görev alacak.

 

Kazı Başkanı Serdar Aybek bu yıl yeni bir alanda çalışma yapılmayacağını, geçtiğimiz yıl tamamlanamayan ve yarım kalan bölgelerde çalışmaları yürüteceklerini söyledi. Kazı Başkanı Serdar Aybek, “Bu sene de Metropolis’te önemli eserleri gün yüzüne çıkarmayı hedefliyoruz” diye konuştu. Yaklaşık 3 ay sürecek olan çalışmalar Eylül ayında sona ermesi planlanıyor.

 

İlk Tunç Çağı’ndan itibaren yerleşim gördüğü saptanan 3 bin yıllık Metropolis antik kentinde 1989 yılından beri devam eden arkeolojik kazılar sonucu tiyatro, bouleuterion (meclis yapısı), stoa (üstü kapalı gezinti yolu), latrina (genel tuvalet), hamam-gymnasium kompleksi, atrium’lu ve peristylli evler (ortasında sütunlu bir avlu ve havuz bulunan konut tipi), hamam-palaestra (güreş alanı) ortaya çıkarıldı. Kentin akropolisinde yürütülen arkeolojik kazı çalışmaları sırasında burada da İlk Tunç Çağı ve Orta Tunç Çağı’na ait bazı seramik parçaları ile taş baltalar ve Hitit Dönemi ile çağdaş bir mühür ele geçirildi.

İzmr Kent Haber, 24.06.2011



19 - 25 Haziran 2011

400 YILLIK ENKAZDAN ANTİKA YÜZÜK ÇIKTI

 

ABD'nin Florida eyaletindeki Florida Keys kentinde okyanus açıklarında iki yıl önce bulunan İspanyol gemisi Nuestra Senora de Atocha'nın enkazında altın bir yüzük bulundu. 1622 yılında yaşanan büyük fırtınada alabora olarak battığı sanılan gemi İspanyol korsanlara ait hazineleri taşıyordu. İşte o hazinelerden biri olan bu altın yüzük şimdi 500 bin dolar taban fiyatıyla açık artırmada satışa çıkarılacak. Gemi enkazında daha bir çok değerli eşyanın olduğu tahmin ediliyor.
Sabah, 25.06.2011

 

LAUTREC'İN AŞKINI ANLATAN RESİMLER

 

19. yüzyıl Fransız resminin önemli  isimlerinden Henri de Toulouse Lautrec’in tek bir dansçıyı, Jane Avril’i anlatan resimleri Londra’da sergileniyor. Lautrec, Moulin Rouge için yaptığı afişlerle ünlenmiş, afiş çalışmaları kadar dansçı kadınları, Paris’in bohem yaşamını anlatan resimleriyle sanat tarihine geçmişti. Sanatçının pek çok resmine konu edindiği Jane Avril’le ilişkisini anlatan sergide 15’i Lautrec’in imzasını taşıyan atmış resim yer alıyor.

 

‘Toulouse Lautrec ve Avril: Moulin Rouge’un ötesinde’ isimli sergi, Londra’da Somerset House içindeki The Courtauld Gallery’de açıldı.

Radikal, 25.06.2011

YEŞİLÇAM'IN TARİHİ KONAĞI RESTORE EDİLİYOR

 

 

İl Özel İdaresi, Beykoz Fidanlığı içerisindeki Yeşilçam'ın pek çok filmine ev sahipliği yapan tarihi Abraham Paşa Çiftliği'ni restore ediyor. Restorasyon kapsamında binanın temellerini ortaya çıkarmak amacıyla kazılar yapılıyor. Tarihi yapının özgün sıva, taş, ahşap, derz malzemesi için analizlerinin yanı sıra, çatı ile ilgili araştırmalar, sıva raspası, pencere detay çözümleri gibi çalışmaları da sürdürülüyor. 2011 yılsonuna kadar tamamlanması planlanan proje için 3 milyon 211 bin TL bütçe ayrıldı. Beykoz'da, Abrahampaşa korusunun içinde yer alan bina, kamulaştırılarak hazineye devredildiği tarihten bu yana, çeşitli müdahaleler ve kötü kullanımlar sonucu plan ve yapısında fiziki değişikliklere uğradı. 1998 yılında çıkan yangında da binanın batı kanadının üst katındaki mekanlar ile çatısı tamamıyla ortadan kalktı.

Sabah, 25.06.2011

MYRA-ANDRİAKE KAZILARI BAŞLADI

 

 

 

Antalya'nın Demre İlçesi'ndeki Likya Uygarlığı'nın en önemli kentlerinden Myra ve Andriake antik kentinde kazılar başladı.

 

Kazı Başkanı ve Akdeniz ÜniversitesEdebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nevzat Çevik, yaptığı açıklamada, Myra kazılarında üçüncü sezona girildiğini, bu kazı sezonunda, geçen yıldan kalan işlere devam edileceğini kaydetti.


Bu yıl ilk kez Myra'daki antik tiyatroda kazı çalışmalarına başlayacaklarını belirten Prof.Dr. Çevik, ayrıca Andriake antik kentindeki agorada kazıları tamamlamayı, liman tesislerine doğru da kazılara devam etmeyi planladıklarını söyledi.


Çevik, kazıların bu yılki bölümünde 20'si bilimadamı, arkeoloji bölümü öğrencileri ve işçilerden oluşun 100 kişilik bir ekibin çalıştığını, ayrıca bu yılki kazılara, Fransa'daki Nantes Üniversitesi ile Avusturya'daki Viyana Üniversitesi'nden de konuk bilimadamlarının katıldığını açıkladı. Bu yılki kazılar yaklaşık 2,5 ay sürecek.

Türkiye Gazetesi, 25.06.2011

SEZAR'IN YÜRÜDÜĞÜ YOL KAZILIYOR

 

 

Muğla'nın Yatağan İlçesi'nde bulunan Stratonikeia antik kentinde büyük Roma İmparatoru Sezar'ın bin 500 yıl önce yürüdüğü kuzey şehir kapısı yolunda kazı çalışmalarına başlandı.

Yatağan'a bağlı Eskihisar Köyü'nde bulunan 3 bin yıllık dünyanın en büyük antik mermer kentlerinden birisi olan ve gladyatörler kenti olarak anılan Stratonikeia'da 2011 yılı kazı çalışmalarına başlandı.

3 bin yıl boyunca birbirinden farklı 11 medeniyeti içinde barındıran Stratonikeia'da bu yıl büyük Roma İmparatoru Sezar'ın bin 500 yıl önce yürüdüğü kuzey şehir kapısına ilk kazmayı Kazı Başkanı Doç.Dr. Bilal Söğüt ve Güney Ege Linyitleri İşletmesi Müessese Müdürü Yüksel Akın vurdu.

Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 250 bin lira ödenek ayrılan Stratonikeia antik kentinde Eylül ayı sonuna kadar devam edecek olan kazı çalışmalarında Pamukkale, İstanbul, Aydın, Selçuk, Nevşehir, Mersin ve Kırşehir Üniversiteleri'nden gelen akademisyen ve öğrencilerden oluşan 55 kişi ile yöreden alınacak 50 işçi ile çalışılacak.

Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Doç.Dr. Bilal Söğüt, Stratonikeia'nın Roma ve Bizans döneminde siyasi ve dini açıdan önemli bir konumda olduğunu belirtti.

Doç.Dr. Söğüt, "3 bin yıllık Stratonikeia antik kenti yüzyıllar önce büyük bir depremle yerle bir oldu. Bunun üzerine Sezar, kenti yeniden ayağa kaldırdı ve bin 500 yıl önce törenlerle açılışını yaptı.

Biz de Stratonikeia antik kentinin Anıtsal Şehir Kapısı'nı yeniden ayağa kaldırdık ve Sezar'ın yürüdüğü yolda bu yıl kazı çalışmalarına başladık. Çeşitli üniversitelerden gelen akademisyen ve öğrencilerle, kentin kalan bölümlerini ayağa kaldırarak tarihe ışık tutmak istiyoruz" dedi.

Sratonikeia kazı ekibiyle 2011 yılı kazı çalışmalarına katılarak, antik kentte ilk kazmayı vuran GELİ Müessese Müdürü Yüksel Akın, Yatağan ve çevresindeki tarihi Ören yerlerinin turizm açısından büyük kazanç olduğunu kaydetti.

Akın, Stratonikeia antik kentinin turizme kazandırılması için kendilerinin de üzerlerine düşen görevi yapacaklarını ve kazı ekibine her türlü yardımda bulunacaklarını belirtti.

haberler.com, 24.06.2011

İKİ ÜLKE ARASINDA MONA LİSA KAVGASI

 

 

Fransız yetkililer, “çok narin ve taşınması oldukça zor olduğu” gerekçesiyle İtalyanların isteğini bir kez daha reddetti.
        
Yetkililer, “hava sıcaklığı ve titreşimlerin taşıma sırasında tabloya zarar vereceğini" savundu.
        
İtalya'nın Ulusal Kültür Değerleri Koruma Komitesi, 2013 yılında düzenlenecek bir sergide gösterilmek için tabloyu Louvre Müzesi yetkililerinden ödünç olarak istemişti.

İtalyanların bu konuda daha önceki yıllarda yaptıkları talepler hep reddedilmişti.
        
Ünlü ressam tarafından 1503 ve 1506 yılları arasında yapılan tablo, Louvre Müzesi'nde her gün her gün binlerce kişi tarafından ziyaret ediliyor. “La Joconde” adıyla da tanınan tablo, 1911 yılında İtalyan bir hırsız  tarafından Louvre Müzesi'nden çalınmış, daha sonra aynı hırsız tarafından satılmaya çalışırken 1913 yılında tekrar ele geçirilerek müzeye iade edilmişti.
        
Tablo sergilenmek üzere 1963 yılında ABD, 1974 yılında Japonya'ya gönderilmişti.

Hürriyet, 24.06.2011

KİLİSETEPE HÖYÜĞÜ KAZILIYOR

 

Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı alanında yer alan Eceabat İlçesi'ndeki Maydos Kilisetepe Höyüğü, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Göksel Sazcı başkanlığındaki ekip tarafından kazılıyor.

 

Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Göksel Sazcı başkanlığındaki 25 öğrenci ve bilim adamından oluşan ekip, Bakanlar Kurulu Kararı doğrultusunda 10 yıl boyunca devam edecek olan Maydos Kilisetepe Höyüğü kazısına geçen yıl start verdi. Antik adı Maydos (Madytos) olan Eceabat yerleşmesinin ortasında bulunan ve ismini daha önce üzerinde bulunan bir kiliseden alan Kilisetepe Höyüğü'ndeki kazıların ikinci yılında arkeolojik kalıntılar gün yüzüne ortaya çıkmaya başladı.

 

Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Göksel Sazcı, Maydos Kilisetepe Höyüğü'nün 200x180 metre ebadında ve 33 metrelik yüksekliği ile Gelibolu Yarımadası'ndaki en büyük höyüklerden birisi olduğunu söyledi. Sazcı, höyüğün bu kadar büyük olmasının ise Çanakkale Boğazı'ndaki stratejik konumu ile açıklandığını belirtti. Bakır ve kalay metallerine ulaşmak isteyen Tunç Çağı tüccarlarının deniz ticaretini geliştirdiklerini anlatan Göksel Sazcı, "Bu dönemlerde deniz ticaretinde akıntı ve rüzgar önemli rol oynamaktadır.

 

Çanakkale Boğazı'nda sürekli poyraz esmesi sebebiyle buradan geçmek isteyen denizciler lodos beklemek zorundaydılar. Yılda ortalama 10-15 gün esen lodosu yakalamak için ya Anadolu yakasında bulunan Troia yerleşmesi önünde ya da Avrupa yakasında bulunan Maydos Kilisetepe Höyüğü önündeki koylarda beklemek zorundaydılar. Denizcilere sunulan yiyecek, içecek ve konaklama hizmetleri ve belki de boğazdan geçmek için alınan bir tür vergi ile bu iki yerleşme gelişmiştir. Troia önündeki koyun Karamenderes ve Dümrek çaylarının getirdiği alüvyonlarla MÖ 2000'lerde dolmaya başlayıp bataklık halini almasıyla Maydos Kilisetepe yerleşmesi daha da gelişmiştir" dedi.

Burası Çanakkale, 24.06.2011

KUBADABAD SARAYLARI'NDA KAZI ÇALIŞMASI BAŞLADI

 

Konya'da Beyşehir Gölü'nün Gölyaka beldesi kıyılarında yer alan tarihi Kubadabad saraylarında 2011 yılı kazı çalışmalarına başlandı.

 

Beyşehir İlçesi'nde bulunan tarihi mekanda bu yıl 31. yılına giren kazı çalışmalarına başkanlık yapan Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Rüçhan Arık, Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat'ın kurduğu şehrin 'saray sitesi' olarak nitelendirerek, mekanın 14. yüzyılın ilk yarısına kadar kullanıldığını tahmin ettiklerini belirtti.

 

Prof.Dr. Arık, "Elimizdeki çıkan bulgular buna işaret ediyor ve bu mekanın nasıl kullanıldığı, hangi yapıların ortayaçıktığı bu kazıların sonunda belli olacak" dedi.

 

Tarihi mekanı bugüne kadar yeterince tanıttıklarını ifade eden Prof.Dr. Arık, "Burası Selçuklu dönemine ait 13. yüzyılın ilk yarısı sonuna doğru, ortalarında da diyebiliriz, 1235-1236 tarihlerinde yapılmış bir saray sitesi ama yalnızca saray sitesi değil, burada Sultan Alaaddin Keykubat bir şehir kurmuş, saray sitesi de bu şehrin bir ünitesi" diye konuştu. 30 yıldır mekanda kazıların devam ettiğini ancak daha burada yapılacak çok işin olduğunu belirten Prof.Dr. Arık, şu bilgileri verdi: "Burada yeterli bir ödenek ve uzun bir çalışma olmadan bu işin tamamlanabileceğini, çabuk ortaya çıkabileceğini sanmıyorum. Bu bir müteahhit işi değildir. İnce iştir ve kültürümüz, kültür varlıklarımızın zararsız bir şekilde ortaya çıkarılması, tanıtılması amaçlanmaktadır. Ondan sonra da korunması amaçlanmaktadır. Bunun için bize hem zaman hem de ödenek lazım. Gereken ödenek verilirse elimizden geldiği kadar hızlı çalışarak, bu önemli ve tek örnek olan Selçuklu sarayımızı ortaya çıkarabiliriz" dedi.

Turizm Gazetesi, 24.06.2011

RHODİAPOLİS'İN 1000 YILLIK SUSKUNLUĞU BİTTİ

 

 

Kökleri 2000 yıl öncesine dayanan ve millattan sonra 1000 yıl kadar daha kullanılan antik Rhodiapolis yaşadığı depremler ve seller sonrasında toprak altına gömüldü. Döneminde yörenin tıp merkezi olma özelliğini taşıyan kentin bulunması ancak 2005 yılında Antalya’da yaşanan büyük yangınlar sonrasında mümkün oldu. 1000 yıl sonra gün ışığına çıkan kentte süren kazı çalışmaları sonucunda kentin bir büyük hastaneye, bir antik tiyatroya ve sarnıçlardan oluşan bir yapılanmaya sahip olduğu anlaşıldı.


Altı yıldır süren kazı çalışmalarında kent yapısı büyük ölçüde ortaya çıktı. Akdeniz Üniversitesi’nden Yrd. Doç. İsa Kızgut kentin dönemin büyük tıp bilginlerinden Herakleitos’u yetiştirdiğini belirtiyor. Kentin bir diğer özelliği hayırsever Opramoas’un yaşadığı yer oluşu. MS 141 yılında yaşanan büyük depremin ardından çevre kentlerin onarımı için de büyük bağışlarda bulunan Opramoas adına kentte bir anıt bulunuyor. Bu anıt şu ana kadar ‘Anadolu’da bulunan en uzun eski Yunanca yazıtlı anıt özelliği taşıyor.


Kültür Bakanlığı ve Kumluca Belediyesi’nin katkılarıyla sürdürülen kazılar sonunda gelişmiş bir tıp merkeziyle karşılaştıklarını anlatan Kızgut, “Çevre şehirlerden insanlar Rhodiapolis’e şifa bulmaya gelmişler, buradaki hastane uzun yıllar hizmet vermiş” diyor. Kent millattan sonra 1000 yıl kadar canlılığını koruduktan sonra yaşadığı depremler ve yıkıntıların ardından unutulmuş.

Orkestra eşliğinde horon
Önceki akşam Rhodiapolis antik kenti tarihi günlerinden birini yaşadı. 2005’ten beri süren arkeolojik kazılar sonrasında ortaya çıkan antik tiyatronun ağırladığı Tekfen Filarmoni Orkestrası’nın konserine yöre halkının da ilgisi büyük oldu. Orkestranın daimi şefi Saim Akçıl yönetimindeki konserin birinci yarısı Rossini ve Mendelssohn’un eserlerine ayrılmıştı. İkinci yarı ise Tekfen Filarmoni’nin ‘çokkültürlülük’ hedefine uygun olarak N. Kodallı’nın ‘Telli Turna’sıyla açıldı. İlyas Mirzayev’in ‘Karadeniz Rapsodisi’ne kemençesiyle Selim Bölükbaşı, tulumla Mahmut Turan’ın eşlik etmesi, antik tiyatroda horonların çekilmesine neden oldu.


Antik kentin kazısı sürüyor. Opramoas Stoası yeniden canlandırılacak, hastane ortaya çıkarılacak ve yollar yeniden düzenlenecek.

Radikal, Haber: Ayça Örer, 24.06.2011

YEŞİL CAMİ'DE GÖZ KAMAŞTIRICI ESERLER

 

 

Bursa’nın dünyaca meşhur Yeşil Camii’ndeki restorasyon çalışmaları esnasında ortaya çıkan kalem işleri ve altın baraklar göz kamaştırıyor.

 

Rapsa çalışmaları ile en alttaki desenleri gün yüzüne çıkaran mühendisler, bugün yapılan koruma kurulu heyeti tarafından incelendi. Klasik dönemlere ait kalem işleri ve altın barakların üzerine 1707 yılında ve 1900 yıllarında yapılan sıva ve boyalar kazınırken, tarihi cami muhteşem güzelliğiyle yılsonuna kadar ibadete açılacağı belirtiliyor. 1419’tan itibaren 30 defa elden geçen Yeşil Camii son olarak Harput Grup sponsorluğunda restore ediliyor.


Aralık 2011’e kadar sürmesi planlanan restorasyonun planlı bir şekilde devam ettiğini belirten Müteahhit Ramazan Uslu, "Şuanda Çalışmalar esnasında caminin bir bölümü ibadete açık. Bir bölgede restorasyon yapılırken, diğer bölge ibadete açık tutuluyor. Restorasyon çalışmaları çok ciddi ve yavaş yapılması gerekiyor. Halkımızdan bu yönden anlayış bekliyoruz. Hızlı bir çalışma birçok eserin kaybedilmesine neden olabilir. Bugün yaptığımız çalışmalar sonucunda gördüğümüz eserler ile beraber daha da dikkatli çalışmamız gerektiğini anladık. O boyaların altından inanılmaz kalem işleri ve altın varaklar ortaya çıkıyor. 2011’in sonunda restorasyon biteceğini düşünüyoruz. Ekiplerimiz gün boyu çalışıyor. Başarılı bir şekilde restorasyonu bitirerek bu tarihi mekanı Bursa’ya kazandıracağız. Dört dönem kalem işleri çıktı bu kalem işlerinin hangisinin kullanılması açısından bugün koruma kurulu heyeti geldi. En iyi şekilde yerinde uygulanması ve restorasyonun tamamlanması açısından bugün çok önemli bir gündü hocalar alttan çıkan kalem işleri altın barakları nasıl olacağına karar verecekler biz yinede alttan çıkan her kalem işinden bir numune bırakacağız" dedi.

Bursa Olay, 24.06.2011

23 BİN METREKAREDE BİNLERCE YIL

 

 

Bu yıl 120. yılını kutlamaya hazırlanan İstanbul Arkeoloji Müzesi, alanında dünyanın en büyük ve zengin müzeleri arasında yer alıyor. Aynı zamanda Türkiye’nin müze olarak kullanılmak üzere inşa edilmiş en eski yapısı. Bu hafta gezi sayfamızı tek bir yapıya ayırdık. Çünkü bir milyonu aşkın esere sahip müzeyi gezmek, orta büyüklükte bir kasabayı gezmekten daha uzun sürüyor. Gülhane Parkı’nın yeşillikleri arasından geçerek gitmek en keyifli yol. Yüzyıllık ağaçların gölgesindeki bahçesinde soluklanmayı ihmal etmeyin.

 

Aslında ondan bahsederken İstanbul Arkeoloji Müzesi değil, müzeleri demek gerekiyor. Çünkü Eski Şark Eserleri Müzesi, Çinili Köşk ve Arkeoloji Müzesi olmak üzere üç ana birimden oluşuyor. Eminönü’deki Gülhane Parkı’nın yeşilliği ve ferahlığı içinden geçilerek gidilen ve 120. yılını kutlamaya hazırlanan müze, Topkapı Sarayı ile aynı bahçede.


Arkeoloji Müzesi bölümü, 1881 yılında ressam, arkeolog ve müzeci Osman Hamdi Bey’in uğraşları sonucunda yapıldı. Bir milyondan fazla eseri bünyesinde bulunduran müze, dünyanın en büyüklerinden biri. Bugün bu eserlerin yaklaşık 10 bini ziyaretçiler tarafından görülebiliyor. Balkanlar’dan Afrika’ya, Anadolu ve Mezopotamya’dan Arap Yarımadası’na ve Afganistan’a kadar, Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları içinde yer alan medeniyetlere ait eserler bulunuyor.

Neo-klasik mimarinin en güzel örneklerden biri olan iki katlı binanın, geniş merdivenlerle ulaşılan ve büyük sütunlarla çevrili girişi, tapınağı andırıyor. Mimarı Alexander Vallaury, yapılış amacı ise Osman Hamdi Bey ile ekibinin, Sidon Kral Nekropolü kazısından çıkardığı buluntuları sergileyecek yer ihtiyacıydı. Buluntular arasında İskender lahdi de vardı. Ortaya çıkan yapı, Türkiye’nin ilk dünyanın ender müze olarak inşa edilen binalardan biriydi.


Girişte Osman Hamdi Bey’in büstü sizi karşılıyor. Girişin sağındaki 12-20. salonlarda arkaik dönemden Roama Dönemi’ne heykel sanatının gelişimini gösteren eserler sıralı. Solda kalan salonlarda ise Sidon Kral Nekropolü, Küçük Asya tipi lahitler, Anadolu’da antik çağ mimarlığı, Likya tipi lahit eserler sergileniyor. Ağlayan Kadınlar Lahdi ile mumyalar da bu bölümde.


Arkeoloji müzesinin birinci katı şu anda kullanılmıyor. Ek binanın birinci katındaki 3 salonda, arkaik, Roma ve Bizans dönemlerinden eserler var. İkinci kattaki 4 salon ise kütüphane, geçici müsaderelik salonu ve pişmiş heykeller bölümü olarak kullanılıyor. Buradan Troya, Troya çağdaşı Anadolu kültürleri ile Frig eserlerinin bulunduğu bölüme geçebilirsiniz. Ek binanın 3. ve son katında bulunan 2 salonda ise Suriye, Filistin ile Kıbrıs’tan çıkarılan tarihi eserlere yer veriliyor.


Çinili Köşk müze kompleksinin en eski yapısı. 1472 yılında yapılan ve sadece giriş katı kullanılan binanın içerisinde 6 salon yer alıyor. Ancak salonlara geçmeden önce, yapının kubbeli mimarisi ile girişteki 14 sütunlu mermer revak, sizi göreceklerinize hazırlıyor. Boydan boya çinilerle süslü bina ismini bu çinilerin güzelliğinden alıyor.


Bu salonların biri Selçuklu Dönemi eselerine, diğerleri Osmanlı Dönemi Türk çini ve seramik sanatına ayrılmış. Kronolojik sıraya göre yerleştirilen eserleri takip ederken tarih de sizinle birlikte akıyor ve dönemler arası değişimi rahatlıkla gözlemleyebiliyorsunuz.

Sanayi-i Nefise Mektebi (Güzel Sanatlar Akademisi) olarak yine Osman Hamdi Bey tarafından kurulan, daha sonra müzeye çevrilen Eski Şark Eserleri müze binası, bahçenin ana kapısından girişte hemen solda. Dokuz salondan oluşan binanın 4 salonu Mezopotamya eserlerine, 3 salonu Anadolu eserlerine ayrılmış durumda. Diğer iki salonda ise Mısır eserleri ile İslamiyet öncesi Arabistan eserlerine yer veriliyor. Burada çivi yazısıyla yazılmış tabletlere özellikle dikkat etmenizi tavsiye ederiz.


Bir adamın karısına büyü yapması karşılığında büyücüğe verdiği keçi, koyun gibi malların belgelenmesi ve Hamurabi Kanunları’na kadar pek çok tablet var.


Bu üç binayı ve sayısı 10 bine yaklaşan eserleri gezmek kolay olmadığından, arada soluklanabilmek için müze bahçesindeki huzur dolu kafeteryayı kullanabilirsiniz. Geliri müze ihtiyaçları için kullanılıyor.

İMPARATORLAR İSTANBUL’DA SERGİSİ HALA GÖRÜLEBİLİR
11 Mayıs’ta açılan İmparatorlar İstanbul’da sergisinde Kadeş Antlaşması’nı görebilirsiniz. Sergide ayrıca ünlü Roma İmparatoru August’un büstü, Kanuni Sultan Süleyman’ın portresi de var. 1 Ağustos’a kadar açık kalacak.

MÜZENİN TOP 10’U
1- İskender Lahdi: Bu mermer mezar, Osman Hamdi Bey’in kazı çalışmalarıyla bulundu. Üzerinde Sidon Kralı’nı Büyük İskender ile gösteren kabartmalar var. 1887-1888 yılları arasında müzeye getirildi.
2- Ağlayan Kadınlar Lahdi: İskender Lahdi ile beraber müzeye getirildi. Üzerinde savaşa giden eşlerinin arkasından ağıt yakan kadınların kabartmaları bulunuyor.
3- Kadeş Antlaşması: Önemle muhafaza edilen, tarihin ilk yazılı antlaşması. Günümüze sadece üst kısmı ve sağ kısmının ufak bir parçası ulaşmış.
4- Troya buluntuları: Troya kentinden çıkan, hazine değeri olmayan taş ve seramik eserler.
5- Yenikapı eserleri: İstanbul’da metro kazısı sırasında bulunan Eski Liman’daki 30 batık teknenin kalıntıları. Şu anda koruma ve restorasyon çalışmaları devam ediyor. Teşhiri 5-10 yılı bulacak.
6- Antik çağ heykelleri: Antik dönemden Bizans’a kadar heykel ve büstler
7- En eski aşk şiiri: Eski Babil döneminde MÖ 18’nci yüzyılda, Kral Şusin için seçilmiş bir gelinin kralına söylediği aşk şiirinin tableti.
8- Bereket Tanrıçası: Bolu’da bulunan Bereket Tanrıçası Tykhe Heykeli’nin başının üzerinde zeytin yapraklarıyla süslü bir taç var. Sol kolunda ise meyvelerle dolu bir bereket boynuzu ile Plutos isimli çocuğu taşıyor.
9- Epheb Heykeli: Genç bir sporcu olan Epheb’in heykeli, heybetli pozuyla en çok ilgi çeken eserlerden.
10- Sultan Süleymanın portresi: Bu ara müzede yerli turistin en çok ilgisini çeken eser denebilir.
Hürriyet Cuma, 24.06.2011

SELİMİYE'NİN KADERİ BELİRLENİYOR

 

 

Birleşmiş Milletler Bilim, Eğitim ve Kültür Teşkilatı'nın (UNESCO) Dünya Mirası Komitesi toplantıları Paris'te devam ediyor. Fransa'da hafta sonuna kadar sürecek olan toplantıların sonunda, Selimiye Külliyesi'nin Dünya Mirası Listesi'ne dahil edilmesi bekleniyor.

 

Türkiye, Dünya Mirası Komitesi (DMK) toplantılarına, Efes ve Çatalhöyük'ün adaylık dosyalarını da resmen sundu. Türkiye tarafından daha önce aday gösterilen Alanya Kalesi ve Tersanesi ile Çatalhöyük'ün dosyalarıysa inceleniyor.

 

Toplantılarda, yine Türkiye tarafından aday gösterilen Bergama, Urfa'daki Göbekli Tepe, Beyşehir'deki Eşrefoğlu Camii ve Antakya'daki Saint-Pierre Kilisesi'nin geçici listeye alınması konusu da değerlendiriliyor.

 

Türkiye'nin başvuruları sonucunda Dünya Kültür Mirası Listesi'ne, 1982 yılından bu yana dokuz alan İstanbul, Divriği Ulu Camii, Truva, Safranbolu, Pamukkale, Kapadokya, Nemrut, Xantos-Latoon ve Hattuşaş girdi.

 

Toplantılarda, tehlike altındaki yerler de gözden geçirilecek. Bu çerçevede, daha önce bu listeye alınması istenen İstanbul'un durumu da incelenecek. Komite ile son yıllarda gerçekleştirilen olumlu diyalog çerçevesinde İstanbul'un, ''tehlike altındaki miras'' listesine alınması ihtimal bulunmuyor.

 

İSTANBUL'UN DURUMU
Tarihi yarımadayı kapsayan ''İstanbul'un Tarihi Alanları'' (Süleymaniye ve çevresi, Zeyrek Ahşap Evler, surlar, Sultanahmet'teki Arkeolojik Park Dünya Mirası Listesi'nde yer alırken, özellikle Süleymaniye, UNESCO tarafından ''insan dehasının emsalsiz bir şaheseri ve en üst rütbedeki Osmanlı yapısı'' olarak niteleniyor.

 

Dünya Mirası Komitesi (DMK), dünyadaki diğer yerlerle birlikte, ''İstanbul'un Tarihi Alanları''nın korunma durumunu da yakından izliyor. Komite, geliştirilen altyapı projelerinin, kentin tarihsel ve mimari mirasının korunması hedefiyle uyumlu olması yükümlülüğüne uyup uymadığını Sözleşme gereğince yakından inceliyor.

 

DMK daha önceki toplantılarda İstanbul ile ilgili beklentilerini özetle şu başlıklarla dile getirmişti:

''Tarihi yarımada için Alan Yönetim Planının tamamlanarak uygulanması'', ''Osmanlı tarzı ahşap evlerin ve surların standartlara uygun biçimde restorasyonu ve muhafazası'', ''Haliç Metro Geçişi Köprüsü Projesi'nin tarihi yarımadanın müstesna manzarasını ve özellikle Süleymaniye'nin görüntüsünü zedelemeyecek şekilde yapılması'', ''Marmaray ve Avrasya Tüneli gibi büyük altyapı projelerinin ve kentsel dönüşüm projelerinin miras alanlarını zedelememesine özen gösterilmesi ve bunların Tarihi Yarımada'daki miras alanlarına etkisinin incelenerek buna göre önlemler alınması.''

Bu konular DMK'nın geçen yıl 23 Temmuz-3 Ağustos arasında Brezilya'da yapılan 34. toplantısında ayrıntılı biçimde ele alınmış ve ''Türk makamlarınca gerçekleştirilen bazı çalışmalar ve sağlanan bazı ilerlemelerin memnuniyetle karşılandığı'' ifade edilmişti.

 

Diğer bazı konularda verilen bilgi ve yapılan açıklamalar not alınırken, ayrıca eleştiri, uyarı ve önerilerde de bulunulmuş, ancak İstanbul'un ''Tehlike Altında Dünya Mirası Listesi''ne alınması yolundaki öneri Brezilya'daki toplantıda reddedilmişti.

 

HALİÇ METRO GEÇİŞ KÖPRÜSÜNE NEDEN İTİRAZ EDİLİYOR?
Edinilen bilgiye göre, UNESCO'nun metro için köprü yapılmasına esastan bir itirazı söz konusu değil. Hatta Komite, metronun miras alanındaki trafiği yerin altına alarak korumaya katkı yapabileceği görüşünde. Ancak metro köprüsü direklerinin ve istasyonun, Dünya Mirası Alanı'nın özelliklerine yani İstanbul ve Süleymaniye'nin manzarasına ve siluetine geriye dönüşü olmayan bir zarar vermemesi için gerekli önlemlerin alınması isteniyor.

 

İlk eskizlerde 85 metre olan direkler, son olarak 55 metreye indirilmişti. Ancak bazı yerli ve yabancı uzmanlar, uzun direklerin yerine, köprünün altına ayak ilavesiyle destek ihtiyacının giderilebileceğini savunuyorlar ve projenin, düz bir köprü olarak tadil edilmesini öneriyorlardı. Bazı teknisyenlerse çok ayaklı bir düz köprünün, Haliç'teki su dolaşımını engelleyeceğini ve böylece büyük emeklerle tekrar canlanmış olan doğal hayatı yok edeceğini, ayrıca görüntü bakımından da masif etki yaratarak olumsuz bir sonuç vereceğini iddia ediyorlardı.

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi ise, yıllar süren çalışmalar sonucunda üzerinde mutabık kalınan mevcut projenin ilke olarak en uygun bir çözüm teşkil ettiğini belirtmişti.

 

SON DURUM
Dünya Miras Komitesi'nin geçen yıl Brezilya'da yapılan toplantıda Türk makamları ile Dünya Miras Komitesi arasında yeni bir diyalog ve işbirliği tesis edildi. Köprü konusunda ''bağımsız bir çevresel etki değerlendirmesi'' yapılması üzerinde karşılıklı bir mutabakat sağlandı.

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin talebi üzerine, uluslararası tecrübesi olan yerli ve yabancı (Alman ve İtalyan Üniversiteleri) bilimadamlarından oluşan iki ayrı ekip, Haliç Metro Köprüsü Projesi'ni köprü mühendisliği, sismoloji, peyzaj mimarisi ve sanat tarihi açılarından ayrıntılı biçimde inceledi. Bu değerlendirmede şu sorulara cevap aradılar: ''Mevcut Proje İstanbul'un Dünya Mirası alanlarının otantikliğini ve bütünlüğünü zedeler mi? Zedelerse, nasıl ve ne ölçüde zedeler? Proje mümkün olan tek seçenek midir? Haliç'te başka bir köprü seçeneği mümkün müdür?''

Bağımsız değerlendirme raporlarında bu sorular cevaplandırıldıktan sonra özetle, Haliç'in jeolojik ve sismik koşullarında mevcut projenin ilke olarak uygun olduğu, ancak bazı değişiklikler (pilonların boyunun kısaltılması, halatların ve sütunların inceltilmesi, istasyon örtüsünün kaldırılması, köprünün renginin değiştirilmesi, çevre düzenlemesinin iyileştirilmesi) yapılmak suretiyle bunun mirasa olabilecek olumsuz etkisinin asgariye indirilebileceği ifade ediliyor.

 

İBB Raylı Sistemler Müdürlüğü, projenin müellifi ve yüklenici firma, bağımsız değerlendirmede yer alan önerileri inceledi ve bunların büyük ölçüde uygulanabileceğine karar verdi. Buna göre, projede önemlibazı değişiklikler yapılarak direklerin yüksekliği, sütunların çapı ve halatların kalınlığı önemli oranlarda azaltıldı. Renk, ton, ışıklandırma ve çevreyle uyum konularında da değişiklikler planlanıyor.

 

DÜNYA MİRASI PROGRAMI
1972 tarihli UNESCO ''Dünya Doğal ve Kültürel Mirasının Korunması Sözleşmesi''ne göre, dünyada ''evrensel seçkin değer'' ölçütlerine uyan kültürel ve doğal varlıklar ''Dünya Mirası'' sayılıyor.

 

''Dünya Mirası Listesi'' adını taşıyan ve bu listeye girmeyi başaran yerler, dünya çapında statü, prestij, turistik çekicilik, kaynak ve teknik yardım imkanı elde ediyor.

 

Üye ülkeler ise bunun karşılığında söz konusu yerlerin ''otantikliğini ve bütünselliğini'', bir yönetim planı çerçevesinde korumak üzere gerekli idari önlemleri alma yükümlülüğünü üstleniyor.

 

Sözleşmenin uygulamasının izlenmesinden 24 ülkeden seçilen uzmanların yer aldığı Dünya Miras Komitesi sorumlu. Listeye girecek yerleri de aynı Komite tespit ediyor.

Ntvmsnbc, 23.06.2011

 

******


İSTANBUL 'TEHLİKE ALTINDA' DEĞİL

 

 

UNESCO Dünya Mirası Komitesi toplantılarının dünkü oturumunda İstanbul’un “Tehlike Altındaki Miras Listesi”ne alınması gündemden çıkarıldı. Toplantıda, Haliç Metro Köprüsü Projesi’nde bazı değişiklikler yapılarak İstanbul üzerindeki olumsuz etkinin asgariye indirilmesi kabul edildi. Ayrıca tarihi yarımadanın bu yıl içinde koruma amaçlı bir yönetim planına kavuşacağı müjdesi de bu toplantıda geldi.

Paris’teki toplantıda, Haliç Metro Köprüsü Projesi’nin İstanbul’un dünya mirası özelliklerine olumsuz etkide bulunup bulunmayacağı konusunda, Dünya Mirası Komitesi ’nin önerisi üzerine bağımsız uluslararası uzmanlara bir etki değerlendirilmesi yaptırıldı. Bu değerlendirmelerde projede bazı değişiklikler yapılması halinde etkinin asgariye ineceği sonucu çıktı.


İstanbul Büyükşehir Belediyesi uzmanlarının da bu değişikliklerin yapılabilir olduğunu tespit ettikleri belirtildi. Bu çerçevede, köprü ayaklarının, sütunlarının, metro örtüsünün ve halatların önemli ölçüde inceltilmesi, köprünün renginin, tonunun, ışıklandırmasının ve çevre  düzenlemesinin gözden geçirilmesi uygun bulundu.

Toplantının sonunda, İstanbul’un “Tehlike Altındaki Miras Listesi”ne alınmasının gündemden çıkartılması kararlaştırıldı. İstanbul ’un tarihi yarımadasının, UNESCO’nun yıllardır tavsiye ettiği şekilde bir koruma amaçlı yönetim planına kavuşacağı da öğrenildi. Prof. Nuran Zeren Gülersoy ’un eşgüdümünde bir ekip tarafından hazırlanan 400 sayfalık yönetim planının, bu yıl içinde onaylanarak yürürlüğe girmesi bekleniyor.

 

Yaptığı çalışmalarla İstanbul’un çehresini değiştiren, Haliç Metro Köprüsü projesinin mimarı Hakan Kıran, kararı Milliyet’e değerlendirdi. 6 yıldır büyük sıkıntılar çekildiğini anlatan Kıran, Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın inatçı tavrı ve kurduğu dev ekiple örnek çalışmalar yapıp İstanbul’u 1.5, 2 yıl içerisinde yeniden yapılandırmasının bu kararda etkili olduğunu söyledi. Türkiye’nin 1985’ten beri üye olduğu UNESCO’nun dünkü kararının İstanbul için çok önemli bir dönüm noktası olduğunun altını çizen Kıran, “Yapılan çalışmaları kendi halkımıza anlatamadık. Ama UNESCO sayesinde tüm dünyaya anlatmış olduk” diye konuştu.


2006 yılından bu yana İstanbul’un “Tehlike Altındaki Miras Listesi”ne alınması yolunda tartışmaların sürdüğünü hatırlatan Kıran, sıkıntıların artık geride kaldığını ifade etti. Kıran, kararın alınmasında İstanbul Büyükşehir Belediyesi çalışanlarının çok büyük emeği olduğunu da ifade etti.

Milliyet, 24.06.2011

 

******


UNESCO'DAN HALİÇ METRO GEÇİŞİNE ONAY

 

 

İstanbul'un, Dünya Miras Listesi'nden çıkarılmasını gündeme getiren Haliç Metro Geçiş Köprüsü'yle ilgili Fransa'dan sevindirici haber geldi.

 

Başkent Paris'te gerçekleştirilen 35. UNESCO Dünya Mirası Komitesi toplantısında Haliç'ten metro geçişine onay verildi. Bağımsız bilim heyeti‚ köprü mimarisinin tarihî silüeti etkilemeyeceği kararına vardı. Köprü mimarı Hakan Kıran, çalışmalara bugün başlayacaklarını söyledi.

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, UNESCO'nun 2010 yılındaki genel kurul toplantısındaki talebi üzerine bağımsız Alman ve İtalyan üniversitelerinden bilim adamlarından oluşan iki ayrı ekip kurmuştu. Ekip Haliç Metro Köprüsü Projesi'ni köprü mühendisliği, sismoloji, peyzaj mimarisi ve sanat tarihi, kültürel miras alanlarına etkisi açılarından ayrıntılı incelemeye almış ve bu raporlar daha önce UNESCO Dünya Miras Merkezi'ne sunulmuştu. Bağımsız değerlendirme raporlarında, halatların ve sütunların inceltilmesi, istasyon örtüsünün kütlesinin azaltılması, köprünün renginin değiştirilmesi, çevre düzenlemesinin iyileştirilmesi tavsiye edilmişti. Değişikliklerin kültürel mirasa olabilecek olumsuz etkisinin asgariye indirilebileceği ifade edildi. Bu hususlar UNESCO Dünya Miras Komitesi genel kurulunca da uygun bulundu. Renk, ton, ışıklandırma ve çevreyle uyum konularında da değişiklikler planlanıyor. Köprünün inşası süresince de yabancı uzmanlardan danışmanlık hizmeti alınarak köprünün çevre ile uyumlu şekilde gerçekleştirilmesi sağlanacak. Haliç Metro Köprüsü'nün mimarı Hakan Kıran, UNESCO'dan alınan onayın ardından köprü çalışmalarına bugün başlayacaklarını dile getirdi. UNESCO'nun bir danışman heyetle projenin tüm yapım aşamalarını inceleyeceğini kaydeden Kıran, "Bu, bizim memnuniyetle karşıladığımız bir olay. Çalışma süresi çerçevesinde ortaya çıkacak çalışmaları birebir anlatacağız. Bu heyet, köprü çalışmalarına karışmayacak ancak çalışmaları birebir takip edecek." dedi.

Zaman, 25.06.2011


******


"UNESCO'YU BİR HAFTADA İKNA ETTİK"

 

UNESCO, İstanbul’u Dünya Miras Listesi’nden çıkarma tehdidinde bulunduğu Haliç Metro Geçiş Köprüsü için sonunda onay verdi. Büyük tartışmalara neden olan köprü için UNESCO Dünya Miras Komitesi önceki gün yaptığı 35. toplantıda projeyi uygun buldu. Altı yıllık tartışmanın odak noktasındaki isim mimar Hakan Kıran UNESCO sürecinde yaşananları Radikal’e anlattı. Paris’e bir haftalık çıkarma yaptıklarını ifade eden Kıran, iki bağımsız kurulun incelediği köprü için ana ilkelerde değişiklik istenmediğini, ‘köprü kablo bağlantı noktasını 47 metreye düşüreceklerini, istasyonun da üzerinin açılır kapanır olacağını’ söyledi.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 1998 yılında yapımına başlanan Taksim-Yenikapı metro hattında Haliç geçişi; ortası raylı sistem, iki yanı yaya geçişine açık olarak, 936 metrelik bir köprü olarak projelendirilmişti. Taksim-Şişhane-Unkapanı-Şehzadebaşı-Yenikapı istasyonlarından oluşan bu hatta metro, Şişhane eteklerinde Azapkapı'da yeryüzüne çıkacak, köprü üzerinde Haliç’i geçtikten sonra Süleymaniye’de tekrar yeraltına girecekti.

‘Listeden çıkarırız’

Haliç Metro Köprüsü, onaylandığı 2005 yılından itibaren yoğun tartışmalara konu oldu. Nedeni köprünün tasarımıyla ilgiliydi. Asma sistem olarak projelendirilen köprüde taşıyıcı kule uzunluğu başlangıçta 82 metreydi. Koruma Kurulu’nun itirazı üzerine kule yükseklikleri 55 metreye kadar düşürüldü ve uygulama bu şekilde başlatıldı. Konu UNESCO Dünya Miras Komitesi’nin de gündemine geldi. Komitenin 2010 yılında Brezilya’da yapılan 34. toplantısının taslak metninde “…Haliç üzerindeki metro köprüsünün, üstün evrensel değere ve varlığının bütünlüğüne geri döndürülemez zararlar vereceği…” ifadesi kabul edildi. Komite bu konuda kuleli kablo yapısı ve köprü üstündeki istasyon binası olmadan alternatif bulunmasını talep etti.


Taslak metinde “…Mevcut proje inşa edildiği takdirde İstanbul'un 2011 yılında Dünya Miras Listesi’nden silinmesini değerlendirmek üzere bu yıl Tehlike Altındaki Dünya Miras Listesi’ne yazmaya karar verir…” denildi. Tüm bu tartışmalar kamuoyunda da büyük yankı uyandırdı ve “Dünya Kültür Mirası Listesi’nden çıkarılıyoruz” yorumlarına neden oldu. Ancak UNESCO’nun Paris’teki 35. toplantısında korkulan olmadı.

Köprünün mimarı Hakan Kıran, projeye onay veren UNESCO’yu nasıl ikna ettiğini anlattı.

Öncelikle itiraz sebebi neydi ve bize süreci anlatır mısınız?
İtiraz nedeni köprü ayaklarının yüksekliği ve istasyonun köprünün üzerinde yapılmasıydı. Köprü projesinin 1988 yılında güzergâhı belirlenmiş, planlamaları yapılmış. Taksim-Yenikapı hattında köprü yapılacağı planlara konmuş. 1992 yılından 2004 yılına kadar 15 proje yapılmış. Bunların hepsini de Koruma Kurulu iptal etmiş.

Size nasıl geldi proje?
2004 yılında ben köprü projesi için fikirler ürettim. Konunun Türkiye’deki uzmanlarını çağırıp konuştum. Dünyada köprü projelerinin ünlü isimleriyle bir araya geldim. En az ayaklı, en az etki bırakacak asma köprü fikri ağır bastı.

D
ubalı sistem yapılamaz mıydı?
Yüzer teknoloji Haliç’in ekolojik yapısını bozduğu için düşünmedik. Dubalı sistem suyun akış dengesine zarar veriyordu. Her iki tünel girişinde kayma olduğunu tespit ettik. Mimar Sinan, İstanbul’a onca eser kazandırmış ama Haliç’e bir köprü yapmamıştı. Bunun nedenlerini araştırdık. Fatih Sultan Mehmet’in bir fermanı var bu konuda. ‘İki yakaya bina yapmayın, kökleri olan bitkiler dikin’ diyor. Bakın Galata Köprüsü’nün ayakları oynuyor. Biz bu bilgileri toplayıp en uygun projeyi geliştirdik.

Silueti bozduğu çok tartışıldı, daha alçak yapılamaz mıydı?
Yapılamazdı. Etkiyi azaltmak için köprü ayaklarını karadan 110 metre içeride yaptık. Yani insan bakışı açısından uzağa taşıdık. İki tünel arasında 12 metre yüksekliğe yapmak zorundasınız köprüyü. Metro köprüsü olduğundan eğip bükmeniz mümkün değil. Köprünün kendi kalınlığını da en aza indirdik. 3.5 metre. Düz köprü yapın itirazlarına karşı söylüyorum, en az 7 metre kalınlık yapmak zorunda kalırsınız.

UNESCO’yu nasıl ikna ettiniz?

Bir hafta boyunca Paris’e çıkarma yaptık. Birebir projeyi anlattık. Hepsi şaşkınlık içinde ‘Biz böyle bilmiyorduk’ dediler. Sonunda iki bağımsız kurulun inceleyeceğini ve onların vereceği karara uymamızı istediler. Projeden emindik. Almanya Aachen Üniversitesi ve Venedik Üniversitesi’nden bağımsız uzmanlar aylarca süren çalışmalar yaptılar. Her iki kurul da buraya bir köprü yapılacaksa en uygun projenin bu olduğuna karar verdi.

Kamuoyunda projenin perde arkasındaki mimarı Kadir Topbaş olduğu algısı, iddiası var...
Belediye Başkanımızın projeye ilgisi Koruma Kurulu üyeliği döneminden geliyor. Beyoğlu Belediye Başkanlığı döneminde de projeye yakın. Aynı zamanda kendisi mimar ve sanat tarihçi. Bu özelliklerle projede birçok fikri oluşmuş. Bunları bizimle paylaştı. Kendisiyle fikir alışverişinde bulunduk. Belediye Başkanı olarak bu projeye sahip çıkmasa proje çoktan rafa kaldırılırdı.

Başkan olarak değil mimar olarak bu projenin neresinde?
Fikir aşamasında ve prensip kararlarında beraber hareket ettik. İstasyonun köprünün ortasında olması, iki ayaklı asma köprü olmasına beraber karar verdik.

Süleymaniye’yi Kanuni yaptırdı ama mimarı Sinan diyoruz.. 50 yıl sonra köprünün mimarı için kimin ismi geçecek?
Mimarı Hakan Kıran. Ancak başkanımızın fikirlerini, katkılarını görmezden gelemeyiz.

Radikal, 25.06.2011

PICASSO TABLOSU 35 MİLYON TL'YE SATILDI

 

İspanyol ressam Pablo Picasso’nun 1935 yılında yaptığı “Jeune Fille Endormie” adlı tablosu İngiltere’nin başkenti Londra’daki Christie’s Müzayede Evi’nin önceki akşam düzenlediği açık artırmada 13.5 milyon sterline (35 milyon TL) alıcı buldu.

 

Christie’s adına açıklama yapan Giovanna Bertazzoni, Picasso’nun 1927’de 45 yaşındayken tanıştığı sevgilisi Marie-Therese Walter’i resmettiği tablo için “Bir mücevher kadar değerli” diyerek beklentilerin üzerinde bir fiyata satıldığının da altını çizdi.

 

17 yaşındaki sevgilisini başka tablolarında da resmeden Picasso’nun yapıtı, satışından elde edilen gelir bilimsel araştırmalarda kullanılmak üzere Avustralya’daki Sydney Üniversitesi’ne bağışlanmıştı. Üniversiteden Dr. Michael Spence, tabloyu bağışlayan ve isminin açıklanmasını istemeyen kişiye minnettar olduklarını söyledi.

Akşam, 23.06.2011

"ANKARA'NIN BİLMEDİĞİ 890 BATIK VAR"

 

Türkiye Sualtı Arkeolojisi Vakfı Başkanı Oğuz Aydemir, dünyanın en eski batıklarına sahip Türkiye'nin, sualtı arkeolojisi konusunda dünyada bir numaralı ülke olduğunu söyledi.

Aydemir, Türkiye Sualtı Sporları Federasyonu ve İzmir Ticaret Odası (İZTO) tarafından İZTO Meclis Salonu'nda düzenlenen Sualtı Turizminin Geliştirilmesi Sempozyumu'nda yaptığı konuşmada, dünyanın en eski batığının Kaş'taki Uluburun batığı olduğunu anlattı.

Müzede sergilenen en eski geminin Beşiktaş Askeri Müzesi'ndeki kadırga olduğunu, dünyada sualtı arkeolojisi bilim dalının temellerinin de Türkiye'de atıldığını belirten Aydemir, şöyle konuştu:

''Türkiye, dünyanın en eski batıklarına sahip ve sualtı arkeolojisi konusunda bir numaralı ülkedir. Özellikle Ege Bölgesi ve Çeşme Yarımadası Türkiye'nin en zengin sualtı arkeolojik değerlerine sahiptir.

Bu zenginliğin iyi değerlendirilmesi gerekiyor ancak daha neye sahip olduğumuzun dahi farkında değiliz. Dokuz Eylül Üniversitesi ile birlikte Ege Denizi'ndeki batıkların envanterini çıkarmak için çalışıyoruz. Son 3 senede Ankara'nın bilmediği 890 batık saptadık. Bunu fazla duyuramıyoruz. Kaçakçılığa yol göstermiş gibi bir işlev üstlenmek istemiyoruz. Bu çalışma önümüzdeki sene sonu itibarıyla sona erecek. Sonuçlarını sanıyorum Kültür ve Turizm Bakanlığı deklare edecektir.''

Türkiye Sualtı Arkeolojisi Vakfı Başkanı Aydemir, Türkiye'de sualtı dalışlarıyla ilgili mevzuatın katı ve taviz vermeyen bir yapıda olmasından şikayet edilmemesi gerektiğini söyledi.

Dünyada böyle zenginliğe sahip bir başka ülkenin olmadığını anlatan Aydemir, dolayısıyla başka ülkelerin mevzuatlarıyla karşılaştırmaya gidilmemesi gerektiğini ifade etti.

Batıklara kaçak dalışların engellenemediğine dikkati çeken Aydemir, dalışa yasak bölgelerin kaldırılmasıyla turizm gelirinin artacağını beklemenin de doğru olmadığını savundu.

Sempozyumda konuşan Türkiye Sualtı Sporları Federasyonu İzmir Temsilcisi ve İZTO 48. Meslek Komitesi Başkan Yardımcısı Şenol Öztürk de dalışa yasak bölge kararlarının bir çoğunun bilimsel kriterler göz önüne alınmadan verildiğini savundu.

Öztürk, İzmir kıyılarında sit ve askeri güvenlik gerekçesiyle yasaklanan bir çok alanın turizm açısından önemli bir potansiyel oluşturduğunu söyledi.

Çeşme kıyılarında Osmanlı-Rus Savaşı'ndan kalma batıkların turizme açılması için çağrıda bulunduklarını anlatan Öztürk, Rusya için çok önemli olan bölgenin değerlendirilmesi gerektiğini ifade etti.

Federasyon Genel Sekreteri Oğuz Aydın ise İzmir'in sualtı sporları açısından önemli potansiyel barındırdığını, kentin Sualtı Sporları Olimpiyatları'na aday olması gerektiğini dile getirdi.

Habertürk, 23.06.2011

TARİHİ KADIRGALAR YENİ MEKANLARINA TAŞINDI

 

Beşiktaş'taki Deniz Müzesi'ne yapılan ek binada sergilenecek olan tarihi kadırgalar, geçici olarak tutuldukları binadan sergi mekanına taşındı. Büyükşehir tarafından 2008'de Beşiktaş Deniz Müzesi'nin tarihi kadırgaların sergilenmesine uygun hale getirilmesi için binanın yanındaki boş alana iki yeni blok inşa edildi. Yıl sonunda tamamlanması planlanan tarihi kadırga koleksiyonunun sergileneceği iki katlı binanın girişine saltanat kayıkları, üst kata da 400 yıllık tarihi kadırga yerleştirildi. Dünyada orijinal olarak korunan tek kadırga olma özelliği taşıyan tarihi kadırga, yeni mekanına yağlı kızaklarla kaydırılarak götürüldü.

Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 23.06.2011

AVRUPALILARIN KÖKENİ RUSYA

 


1991'den bu yana mağaralardaki kazılarda 200 kemik parçası bulundu.

 

Ukrayna’daki kazılarda 32 bin yıllık insan kemikleri bulundu. Uzmanlara göre kemikler, Avrupa’daki modern insanların kökenine ait en eski kanıt. Kırım bölgesindeki Buran-Kaya kazı alanından çıkan kemikler, dişler, aletler, fildişi süslemeleri ve hayvan kalıntılarını inceleyen araştırmacılar fosillerde, ölümden sonraki ritüellerin parçası olarak etin kemikten ayrıldığını gösteren kesik izleri tespit etti.


Arkeolog Aleksander Yaneviç, Kırım dağlarındaki Buran Kaya’da 1991’de dört mağara bulmuştu. O tarihten bu yana mağaralardaki kazılarda 200 kemik parçası bulundu. Ayrıca fildişinden yapılmış süslemelere de rastlandı. Bu süs eşyası, bilim insanlarına eski insanlarla ‘Gravette’ olarak bilinen bir kültürel gelenek arasında bağ kurma şansını verdi. Adını Fransa’da Taş devri araştırmalarının başlatıldığı La Gravette bölgesinden alan bu kültür, Avrupa’ya yayıldı.


Prof. Clive Finlayson, “Gravette modern insanı tanımlayan bir kültür. Bu insanların bıçakları, hafif aletleri, açık hava kampları vardı. Mamut kemiklerinden çadırlar dikmişlerdi” diyor. Finlayson’a göre, parçalar, Avrupa’daki insanların kökeninin Balkanlar ya da Ortadoğu değil Rusya ovaları olduğu görüşünü güçlendiriyor.

Radikal, 23.06.2011

VAN GOGH'TAN 'PORTRE KARDEŞLİĞİ'

 

Amsterdam'daki Van Gogh Müzesi, yaptıkları 600 sayfalık araştırmanın, otoportredeki kişinin ressamın kendisinden 5 yaş küçük kardeşi Theo olabileceğini gösterdiğini belirtti. Açıklamada, daha önce Van Gogh'un düşkün olduğu erkek kardeşini hiç resmetmediğine inanıldığı belirtildi. Araştırmaya imza atan uzmanlardan Louis Van Tilborgh, Van Gogh'un 1887'de resmettiği, açık renk şapkalı ve mavi paltolu kişinin aslında Theo olduğunu ve bu sonuca, kardeşlerin hatları arasındaki farklara bakılarak ulaştıklarını ifade etti.

Akşam, 23.06.2011

BU BATIKTAN KAPTAN BİLE ÇIKABİLİR

 

 

İstanbul Yenikapı’da devam eden Marmaray-Metro arkeoloji kazılarında yükü ve ahşap kalıntılarıyla dünyanın en sağlam batığı bulundu. Çalışanların dahi fotoğraf çekmesine izin verilmeyen batığı ilk kez Radikal görüntüledi. İstanbul’un denizcilik tarihi açısından çok önemli veriler taşıyan batığın 5. yüzyıla ait olduğu sanılıyor. Arkeologlara göre dünyada bugüne kadar bulunan batıklar için de bu bir ilk ve denizcilik tarihinde ezber bozacak. 

Bir süre önce 8500 yıllık iskeletlerin de bulunduğu Yenikapı Marmaray - Metro arkeoloji kazıları 2004 yılından bu yana arkeoloji dünyasına önemli hazineler kazandırmaya devam ediyor. Kazılarda binlerce eserin yanı sıra bulunan 35 batıkla Bizans deniz ticaretine ait en önemli batık koleksiyonu oluştu. Ancak yaklaşık bir ay önce bulunan yeni bir batık, arkeologları en çok heyecanlandıran kalıntılardan biri oldu. 15 metre boyunda, yaklaşık 5 metre enindeki batık gemide yüzlerce amfora olduğu tahmin ediliyor. Geminin rotası ve yükü, kazı ilerledikçe netleşecek. “Batıkta neler bulmayı bekliyorsunuz?” sorumuza arkeologların “Bu batıktan kaptan bile çıkabilir” yanıtı, beklentilerin boyutlarını özetliyor. Arkeolog Mehmet Ali Polat bir aydır bu batık üzerinde çalışıyor: 

“Ahşap ve yüküyle bulunmuş dünyada tek örnek. Buluntuların genişliği 5 metreyi buluyor. Bu bir küpeşte. Diğer küpeşte henüz açılmadı. Üstündeki amforalar kırık. Ancak alttaki tabaka olduğu gibi duruyor. Bulunan en büyük yük gemisi. Ahşapları sağlam. Dünyada hem geminin ahşapları hem de yüküyle sapasağlam bilinen başka bir örnek yok. Denizde kalsa bu kadar korunmazdı. Dalgalar ve tuz, batıktan geriye çok az örnek bırakırdı.” 

Batığın arkeologları bu kadar çok heye canlandırmasının nedeni, çok iyi derecede buluntu vermesi. Arkeolog Sırrı Çömlekçi de bu duruma dikkat çekiyor: “Batıklar arasında Uluburun çok meşhurdur. Ancak Uluburun batığından geriye ancak yüzde 3 bir buluntu kalmıştır. Bu veri üzerinden sonuca ulaşılır. Dünyadaki diğer batıklarda da bu oran yüzde 5 - 8 arasındadır. Son bulduğumuz batık bize yüzde 50 oranında buluntu veriyor. Hem de yükleri sapasağlam. Bu açıdan Bizans denizciliği için çok önemli bir veri kazandıracak. Tamamen açtığımızda gemiyi bir bütün olarak görebileceğiz.” 

Dünyada büyük yankı uyandırması beklenen batık için şimdiden pek çok üniversite kalıntıları görmeye gelmiş. Ancak kazı başkanının talimatı üzerine çekim izinleri iptal edilmiş. 

Marmaray- Metro Arkeolojik Kazıları Başkanı ve aynı zamanda İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü Zeynep Kızıltan batıkla ilgili veriler tamamlandığında kamuoyuna açıklama yapacaklarını söylüyor. Kızıltan, kazılarda her biri birbirinden değerli buluntular elde edildiğini, ancak neolİtik dönem mezarlar ile son batığın İstanbul tarihi açısından ezber bozduğunu sözlerine ekliyor.

Limanda fırtına sonucu battığı düşünülen geminin şu an bir küpeştesi ortaya çıkarılıyor. Birçok meyve çekirdeği de buluntular arasında. Geminin hangi limandan geldiği ve nasıl bir rota izlediği buluntulardan yola çıkarak tespit edilebilecek. Batıktaki kazının yaz sonuna kadar süreceği belirtiliyor.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 23.06.2011

SCHIELE'NİN TABLOSUNA REKOR FİYAT

 

28 yaşında İspanyol gribi salgınında ölen Schiele’nin 1914 yılında yaptığı, "Haeuser mit Bunter Waesche" (Renkli Çamaşırlı Evler) adlı tabloya, Sotheby’s’de yapılan açık artırma öncesinde 22 milyon ile 30 milyon İngiliz sterlini arasında değer biçilmişti.

Tablo açık artırma öncesi biçilen değer aralığının alt sınırına yakın bir fiyattan satılmasına karşın, sanatçının şimdiye kadar en yüksek fiyattan alıcı bulan eseri oldu.

Radikal, 23.06.2011

SHAKESPEARE'NİN MEZARINI AÇACAKLAR

 

İngiliz fosil bilimciler, ölüm nedeni bilinmeyen dünyaca ünlü yazar William Shakespeare’ın mezarını açarak, ölüm nedenini araştırmak için izin istedi.

 

İngiliz Anglikan Kilisesi’ne başvuran fosil bilimciler, yazarın 400. ölüm yıldönümünün denk geldiği 2016 yılına dek araştırmayı bitirmeyi hedeflediklerini belirtti. Ayrıca, uzmanlar kadavra üzerinde gerçekleştirilecek üç boyutlu özel çizim yöntemiyle Shakespeare’in yüzü ve bedeninin gerçeğe en yakın şekilde resmedilebileceğini söylediler.
Milliyet, 23.06.2011

GLADYATÖR TURİZMİ

 

Dünyanın en büyük mermer kentlerinden biri olan, Yatağan'daki Stratonekeia Antik Kenti'nde, gladyatörlerin dövüştüğü bir colosseum (arena) olduğuna dair kanıtlar ağırlık kazanmaya başladı. Daha önce bulunan 7 gladyatör steline yenileri eklendi.

Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Stratonekeia Kazı Başkanı Doç. Bilal Söğüt, Truva'nın ünlü kahramanı Akhilleus'un (Aşil) da buradaki dövüş okulunda yetiştiğini belirterek, iki yeni mezar steline daha ulaştıkları söyledi.
Muğla Kültür ve Turizm Müdürü Dr. Kamil Özer ise Muğla Müzesi bünyesindeki Gladyatör Salonu'da sergilenen mezar stellerinin tanıtımı için bir dizi çalışma yapacaklarını açıkladı.

Anadolu'nun hiçbir kentinde bu kadar çok gladyatör steline rastlanmadığını anlatan Doç. Bilal Söğüt, "Bulunan gladyatör stelleri bize Stratonikeia gladyatörlerinin çok meşhur olduğunu ve antik dönemde iyi bilindiğini gösteriyor. Anadolu'da hiçbir kentte bu kadar çok gladyatör steline rastlanmadı. Daha önce bulunan ve Muğla Müzesi'nde sergilenen 7 gladyatör steline 2 tane daha eklendi. Gelecek yıllarda da daha pek çok gladyatör ismini bulacağımızı ümit ediyoruz. Gladyatörlerin burada Stratonikeia topraklarında emekli olup yaşadıklarını düşünüyoruz. Stratonikeia mermer kenti olduğu kadar, gerçek anlamda bir gladyatörler kentidir. Bir zaman gelecek, insanlar, Stratonikeia'nın her döneme ait farklı kalıntı zenginliğinin dışında, sadece Stratonikeia'nın Gladyatörleri'ni konuşacak" dedi.

Söğüt, çalışmaların antik tiyatro kısmında devam ettiğini belirterek, "Buradaki amfitiyatro, gladyatör dövüşlerine uygun değil. Seyirci ile sahne arasında kot farkı yok ve birbirlerine çok yakın. Ancak bulunan gladyatör iskeletleri, kullanılan eşyalar, mezar stelleri ve dövüş okulunun varlığı, arenanın da olabileceği yönündeki tahminlerimizi güçlendiriyor. Şu anda tiyatro kısmında çalışıyoruz. İlerleyen dönemlerde kazılarımız bu yöne kaydıracağız" diye konuştu. Anadolu'nun en büyük gladyatör dövüş ve eğitim okulunun bulunduğu bölgede gün ışığına çıkarılacak arenanın turizme katkısının büyük olacağını belirten Söğüt, turizm dengelerinin Türkiye lehine döneceğini kaydetti.

Muğla Kültür ve Turizm Müdürü Dr. Kamil Özer ise Muğla Müzesi bünyesindeki Gladyatör Salonu'da sergilenen gladyatörün mezar stellerinin tanıtımı için 2011 yılında bir dizi çalışma yapacaklarını açıkladı, "Muğla Müzesi'ndeki gladyatör salonumuz çok özel. Muğla'ya Bodrum ya da Marmaris kadar ziyaretçi uğramıyor. Salonumuzun tanıtımını iyi yaparak biraz daha fazla turist çekmeyi hedefliyoruz. Tanıtım broşürlerimizde Gladyatör Salonumuza daha fazla yer vererek özellikle uluslararası fuarlarda tanıtmayı hedefliyoruz. 7 gladyatörün mezar stelinin Muğla Müzesi'nde sergilenmesi, kültür turizmi açısından bir şans" görüşünü dile getirdi.

'Truva' filmine konu olan Akhilleus'un da aralarında bulunduğu 7 gladyatörün mezar steli özel bir salonda sergileniyor. Salonun duvarlarında, o dönemin savaşlarını gösteren fotoğraflar yer alıyor. Müzede, Roma Dönemi'nde ün yapmış Khrysos, Vitalius, Khrysopteros, Amarios, Eumolos, Droseros ve Akhilleus adlı savaşçıların mezar stelleri sergileniyor.
Yeni Asır, Haber: Osman Akça, 22.06.2011

KAÇIRILAN ESERLER KONFERANSI

 

Turizm Derneği, yurtdışına kaçırılan eserlerle ilgili konferans düzenliyor.

 

Turizm Derneği Başkanı Sıtkı Severoğlu, dernek olarak 2001 yılında ilimizden başka yerlere yasal ya da yasal olmayan yollarla götürülen arkeolojik eserlerin yeniden kente getirilmesi konusunda çalışmalar yapacaklarını söyledi. Severoğlu, bu çerçevede Ticaret Odası'nda yapacakları konferansta Son 3 yıldır çalışmalarını yürüttüğü ve yazım aşamasında olan ”Anadolu’nun Gözyaşları” adlı yurt dışına kaçırılan kültür varlıklarımızın envanteri çalışmasıyla eden Yaşar Yılmaz'ın konuşmacı olarak katılacağı belirtti.

Gaziantep 27 Gazetesi, 22.06.2011

EVLİYA ÇELEBİ'NİN KAYIP HARİTASI

 


Nil haritası

 


Nil haritasından Sultan Gavri Hayrati sukemerleri, Kahire

 

Evliya Çelebi’nin seyahat notlarına dayanan ve Çelebi’nin gözetiminde yapıldığı tarihi belgelerle kesinlik kazanan Nil Haritası, 1453 İstanbul Kültür ve Sanat Dergisi’nin 12. sayısına konu oldu.

Evliya Çelebi’nin belgesel izi sayılabilecek harita, bu gün Vatikan Kütüphanesi arşivlerinde bulunuyor ve Çelebi’ye ait Seyahatname’den sonra en önemli belge olarak kabul ediliyor.

 

Daha önce hiçbir yerde yayınlanmayan bilgi ve belgeleri gün yüzüne çıkaran dosya, 'Evliya Çelebi'nin Belgesel İzleri' başlığıyla Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Nuran Tezcan tarafından kaleme alındı. Dr. Tezcan, Chicago Üniversitesi öğretim görevlisi Robert Dankoff ile beraber Vatikan arşivlerine giren ve haritayı gün yüzene çıkaran önemli bir bilim insanı.

 

Evliya Çelebi 1672-73’te Nil yolculuğuna çıkar. Amacı Nil’in kaynağını görmektir. Nil’in Kuzey kolları üzerinde Kahire’den İskenderiye ve Reşid’e daha sonra Dimyat’a gider. Tekrar Kahire’den yola çıkarak Nil’in kaynağı olan Cebel-i Kamer’e doğru Güney yönünde Nil’in sahillerini gezer. Sudan ortalarına kadar inen Evliya, Nil’e 32 konak yaklaştığını, fakat vahşi doğa ve barbar kavimler yüzünden daha ileriye gidemediğini ifade eder.

 

Evliya Çelebi yolculuğunda harita ile seyahat ilişkisinin önemini kavramıştır. Daha önce coğrafyacıların Sudan tarafına sıcaktan ulaşamadığını, bu bölgenin bilinmediğini, dolayısıyla kendisinin üstadı Nakkaş Hükmizade Ali Beg’den öğrendiği üzere seyahati esnasında resmetmiş olduğu kaleleri, şehirleri, nehir, dağ ve gölleri, Nil ve Funcistan seyahatini tamamlandıktan sonra, Papamunta –resimli ilk dünya haritası Mappamundi– gibi haritada göstermek amacındadır. Ve bunun mevcut coğrafya eserlerine ve haritalarına bir ek olacağını da bildirir.

 

Bugün Vatikan’da Biblioteca Apostolica’da Evliya Çelebi’nin seyahat notlarına dayanan Nil haritası, onun seyahatinin sonunda bu projeyi gerçekleştirmiş olduğunu gösteriyor.

 

18. yüzyılda Seyahatname’nin İstanbul’a gönderildiği yıllarda Kahire’den Vatikan’a gelen bu harita, kaba bez üzerine çizilmiş. Uzunluğu 543 cm olan haritanın yukarısında Nil’in kaynağı, aşağısında Nil deltası bulunuyor. Yani Güney yukarıda, Kuzey aşağıda yer alıyor. Eni, yukarıda 88, aşağıda 45 cm olan harita üzerinde Nil, kaynağı olarak kabul edilen Cebel-i Kamer dağından çıkar, Kızıldeniz ile Libya çölü arasına sıkıştırılmış biçimde uzanır, Kahire’de iki kola ayrılıp Akdeniz’e ulaşır.

 

Eski coğrafya kaynaklarına göre Nil’in kaynağı Cebel i Kamer dağıdır, haritanın bu anlayışa göre çizilmiş olduğu görülür. Üzerinde 500’e yakın şehir, kale, dağ,  vadi,  göl, kavimler, vahşi hayvanlar, altın yatakları, ticaret malları vb. üzerine bilgileri yer alır. Evliya’nın Seyahatname’nin 10. cildinde geçtiği yerleşim yerleri hakkında verdiği bilgiler bu haritada rahatlıkla izlenmektedir.

 

Evliya Çelebi yalnız Osmanlı ülkesini değil, komşu ülkeleri de gezmiş, bu ülkelere gitmek için kral ya da patrik gibi yüksek mevki sahiplerinden bir çeşit vize demek olan geçiş belgeleri almıştır.

Evliya, Seyahatname’de “papinta, papinta kagız ya da papinta hatt” diye adlandırdığı bu belgelerden birincisini 1074/1664’te Nova’ya giderken Dobro Venedik (Dubrovnik) kralından almıştır. İkincisini 1075/ 1665’te Batı Avrupa’ya gitmek için Viyana kralından (1. Leopold) alır.10 Bu belge ile Seyahatname’nin çeşitli yerlerinde Batı Avrupa’ya gittiğini bildirirse de bu seyahatini gerçekleştirememiş olduğu anlaşılır.

 

Üçüncü belgeyi ise  1082/1672’de Tur-ı Sina’daki  manastır patriğinden almıştır. Bu sonuncusu bugün elimizde bulunmaktadır. Yunanca olan bu belge 2006’da Pinelophi Stathi tarafından yayınlanmıştır. Yazar, bu belgenin İstanbul’daki Mukaddes Yerler Patrik Temsilciliği (Metochion) kütüphanesinde yabancı memleketlerde seyahat edecek olanlara verilen mektupları içeren 827 numaralı dosyada bulunduğunu bildirmektedir: “Patriklikçe tanzim edilmiş apantahousa, tarihsiz, seyyah Evliya Çelebi’yi tanıtıyor”.


Bu belgede  Evliya Çelebi’den şu sözlerle bahsedilmektedir:

“.... Hepiniz bilesiniz ki, tarafımızdan tanzim olunan bu mektubun hamili Evliya Çelebi, namuslu ve insan dostu bir insandır. Onun arzusu ve emeli seyyahı alem olmaktır; gezdiği yerleri, şehirleri, kavimleri anlatmaktır, kalbinde kötülük yoktur, hiç kimseye haksızlık etmek, hiç kimseyi incitmek istemez. Biz onun namına tanıklık etmek isteriz ki, kendisi munis ve iyi bir insandır, bu sebebten hepinizden niyaz ederiz ki onu iyi bir adam olarak misafir ediniz, o dindar Hıristiyanlardan lütuflar ve iyilikler hak etmiştir. Her nerede bulunursa bulunsun veya  seyahat esnasında, ister karada ister denizde olsun, ister şehirlerde ister köylerde olsun bizce ve pek çoklarınca insan dostu (barışsever) bir kişi olarak tanınan kendisi hiç bir tahkikat ve soruşturmaya maruz kalmamalıdır. Bizim tarafımızdan ve pek çok başka kişi tarafından barışsever bir kişi olarak tanınır...”

 

11 Evliya, bu tavsiye mektubunu hac yolculuğundan dönüşü sırasında Tur-ı Sina’daki manastırın Rum Patriğinden nasıl aldığını kendisi Seyahatname’nin 9. cildinde anlatır. Burası ünlü St. Catherine Manastırı’dır. Evliya, dağların arasında bir dağın tepesinde benzeri olmayan büyük bir manastır olduğunu, içinde pek çok patrik, rahip ve keşiş bulunduğunu, kendisini önce içeri sokmak istemediklerini, ancak onlarla dostane ilişki kurarak içeri girip gezdiğini, çok ilginç bir manastır olduğunu ayrıntılı olarak anlatır. “Amma kefere elinde kalmışdır. Amma İslam elinde olsa berbad olurdu” der. Evliya, onlarla kurduğu iyi ilişkiyi hediyeleşmeye kadar götürmüş, hatta patrik kendisine bir saat hediye etmiştir. Patrik kendisine ayrıca yukarıda adı geçen ve Evliya’nın Seyahatname’de “Seyyah-ı alemdir. Gelüp Tur-ı Sina’yı ziyaret etmişdir. Yedi kral diyarında kimse mani olmaya” diye özetlediği geçiş belgesini almıştır.

Habertürk, 22.06.2011

PABLO PICASSO'NUN BATI ŞERİA'DA SERGİLENEN İLK TABLOSU

 

 

Filistin'in Ramallah kentindeki bir sanat akademisi, Hollanda'daki "Van Abbemuseum" adlı müzeden Pablo Picasso'nun 1943 yılında yaptığı "Buste de Femme" tablosunu zorlu bir süreç sonunda ödünç alarak sergilemeye başladı.

 

7 milyon dolar (11.2 milyon TL) değerindeki, "Picasso Filistin'de" adlı sergiye konulan tablo, İspanyol ressamın Batı Şeria'da sergilenen ilk yapıtı oldu. Uluslararası Sanat Akademisi'nin sanat yönetmeni Halit Horan, normalde müzeler arasında altı ay süren ödünç alma sürecinin iki yıl sürdüğüne, büyük güçlüklerle karşılaştıklarına dikkat çekti.

 

Tablonun Hollanda'nın başkenti Amsterdam'dan Tel Aviv'e uçakla geldikten sonra İsrailli bir güvenlik şirketinin eşliğinde kara yoluyla, çok sayıda kontrol noktasını aşarak Ramallah'a ulaştığını belirten Horani, Arap Dünyası'ndaki ayaklanmaların da gecikmede payı olduğunu vurguladı.

 

"Bu, Batı Şeria'da sergilenen en değerli sanat eseri" diyen Horani, ödünç alma sürecinin diğer Batılı sanat kuruluşlarına cesaret vereceğini umduğunu da sözlerine ekledi.

Akşam, 22.06.2011

TROİA MÜZESİ KAÇIRILAN ESERLERE DÖNÜŞ YOLUNU AÇAR

 

 

Anadolu kültürünün Avrupa kültürüyle buluştuğu en önemli merkezlerden biri olan Troia antik kenti kazı çalışmaları tüm hızıyla devam ediyor. 1988 yılından bu yana Prof.Dr. Manfred Korfmann yönetiminde gerçekleştirilen kazı çalışmaları kapsamında Troia II savunma duvarlarına bitişik olarak yapılmış, Tunç Çağı mimarisinde kültsel işlevi olduğuna inanılan bir megaron yapısı ortaya çıkarıldı. Bu özel yapı, Çanakkale Boğazı’ndaki rüzgarı sembolize eden bir çatı konstrüksiyonu ile kapatılarak ziyarete açıldı. Eserin koruma çatısıyla kaplanarak, restore edilmesine çeşitli evrelerde destek veren Siemens, Tunç Çağı’na ait bu eserin sergilenmesine de önemli katkılarda bulundu.


Troia Kazı Başkan Yardımcısı Doç.Dr. Rüstem Aslan ile Troia müzesi çalışmalarının geldiği aşamayı ve son kazılarda elde edilen en yeni buluntuları konuştuk. 

Troia müzesi için yürütülen çalışmalar ne aşamada?
Kültür Bakanlığı, bir müze yarışması açtı ve bu yarışma 2 hafta önce sonuçlandı. 2011’in başında açılmıştı yarışma. 1 Haziran’da yanlış hatırlamıyorsam jüri birinciyi seçti. Tasarlanan müzenin, 10 bin metrekare sergi alanı ve 100 hektarlık bir alanın içinde olması gibi belirli kriterler vardı şartnamede. Troia’yı en iyi anlatan, Troia fikriyle, milli park fikriyle örtüşen en iyi proje seçildi. Tabii bu projenin gerçekleşmesi önemli. Bundan sonraki adım ise uygulama ihalesinin açılması. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın inisiyatifinde ve bunu tabii benim söylemem doğru olmaz fakat doğan hava bir an önce Troia müzesinin yapımına geçileceği sinyali verildi. 

Troia Müzesi'nin açılması hangi açıdan önemli?
Bu şu açıdan önemli: Troia müzesinin yapılması, öncelikle Çanakkale’deki turizm kültür aksını genişletecektir, gelen turistlerin daha uzun süre Troia’da kalmasını sağlayacaktır. Bunlar birazcık daha turizme yönelik stratejiler fakat asıl önemlisi aşağı yukarı dünyanın 44 farklı müze ve koleksiyonuna dağılmış eserlerin çıktığı topraklara geri dönme olasılığının önü açılmış olacak.

Türkiye’de, yeni dönem kazılarında çıkan Troia eserlerinin hepsi Çanakkale Arkeoloji Müzesi’nde. Eski kazılardan çıkan eserlerin bir kısmı İstanbul’da. Yanlış hatırlamıyorsam birkaç eser de Ankara’da var. Arkeolog olarak bizim gönlümüzden geçen, eserlerin çıktığı toprakta sergilenmesidir. Peki, bunun olasılığı ne? Hukuki bir süreç başlıyor çünkü Schliemann’ın kaçırdığı Troia hazineleri ile ilgili mahkeme süreci, Osmanlı İmparatorluğu ve Schliemann arasında yapılan bir anlaşmayla ortadan kalkıyor. Ama tabii bu hukuki sürecin dışında belki etik baskı oluşturabiliriz. Etik baskı oluşturarak, bu eserlerin ne karakterle, ödünç mü geçici sergi mi, bunun önü açılabilir. En azından araştırmacılar Troia eserlerini bir arada görüp, karşılaştırma ve değerlendirme fırsatı sağlayabilirler. Belki Türkiye’deki arkeoloji müzeleri bakış açısına yeni bir yorum getirecektir, belki bakış açısını değiştirecektir çünkü bu müze eğer yapılırsa en modern, en görkemli prestij müzesi olacaktır. 

Peki Troia kazılarında elde edilen en yeni buluntular hangileri?
Troia kazılarına baktığımızda, Korfmann dönemi, 1988’den ölümü 2005’e kadar yaptığı çalışmalarda çıkan buluntular farklı açılardan değerlendirilebilir. İlk yazılı mührün bulunması, son Tunç Çağı, Anadolu dünyasında ait verilerin ortaya çıkması, çanak çömlek gibi buluntular. Ama asıl önemli olan Troia’nın bir aşağı kentinin sanıldığından 10 kat belki ondan çok çok daha büyük bir kent olduğununun ortaya çıkması olacaktır. Troia’nın Anadolu Tunç Çağı dönemindeki Anadolu karakterliğinin her alanda, hem inanç sisteminde, hem mimari sistemde, önemli bir şekilde buluntularda vurgulanması ve ispatlanmasıdır. Asıl arkeolojik sonuç bu aslında. Korfmann sonrası, son Tunç Çağı dönemi aşağı kentinde savunma hendeğiyle ilgili bazı sorular vardı. Korfmann sonrası kazılarda hendeğin devamı tespit edildi ve bu hendeğin komplike bir kent kapısına ait olduğu saptandı ve bu kent kapısı da bulundu. Yeni gömüler ortaya çıktı. Artık aşağı kentin savunma sistemi ve savunma hendeğiyle ilgili çok fazla kuşku duymaya gerek yok, bu ispatlanmıştır. 

Bundan sonra yapılacak araştırmalar özellikle neye yönelik olacak?
Tabii bundan sonra yapılan araştırmalar, gene aşağı kentin belki de dışında ve sınırında tahmin edilen metropolün mezarlık alanının tespitine yönelik olacaktır. Metropolün, şimdiye kadar diğer araştırmacılar tarafından bulunamamış olması gizemini koruyor. Tahminler var. Tabii metropolün bulunması ve metropol buluntularının değerlendirilmesi Troia arkeolojisinde bir dönüm noktası olabilecektir.

Homeros ölümsüzleştirdi
Troia, Homeros’un İliada Destanı ile ölümsüzleşti. Daha sonra Schliemann’ın yaptığı çalışmalarla Troia’nın Hisarlık Tepesi’nde olup olmadığı tartışmaları sona ermiştir. Manfred Osman Korfmann’nın 1988-2005 yılları arasındaki Troia çalışmaları, arkeoloji, kültür ve Troia tarihinde ise çok derin izler bıraktı. Çünkü, Korfmann’ın çalışmaları, Calvert, Schliemann, Dörpfeld, Blegen kazıları sonrasındaki harabe durumuna dönüşen ören yerini, bakımlı, anlaşılabilir, iyi korunmakta olan bir antik kente dönüştürdü. Bu koruma ve restorasyon anlayışı sadece Troia ören yeriyle de sınırlı kalmayıp, aynı zamanda Homeros’un doğası olan Troia çevresini de kapsadı. Korfmann’ın çabalarıyla Troia ve yakın çevresi 1996 yılında Troia Tarihi Milli Parkı olarak kabul edilmiş ve 1998 yılında UNESCO Kültür Mirası Listesi’ne alındı. Korfmann aynı zamanda kurduğu Troia Vakfı ile, Troia ören yerinin uzun vadeli korunabilmesi için kalıcı bir adımı attı. Çanakkale-Tübingen Troia Vakfı Manfred Osman Kütüphanesi, 2007 yılında açılmıştı. 2011 yılı başındaki İsviçre Bern’den Juker ailesinin bağışladığı kitap, dergi ve ayrı basımlarla kitap sayısı 20 bine, dergi ve makale sayısı ise 50 bine ulaştı. Kütüphane, araştırmacılar ve akademisyenler başta olmak üzere herkese özgür bir ortamda çalışma imkanı sunuyor.

UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan ve yaklaşık 5 bin yıllık geçmişi olan Troia Ören Yeri’nden çıkarılan arkeolojik eserlerin korunmasına ve sergilenmesine yönelik Çanakkale’nin Tevfikiye Köyü’nde yapılacak Troia müzesi için mimari proje elde edilmesi amacıyla Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nce düzenlenmiş olan yarışmaya 132 adet proje başvurmuştu.


Yarışma sonucunda birincilik ödülüne, Mimar Ömer Selçuk Baz, şehir plancısı Okan Bal, inşaat mühendisi Cenk Kurtel, makine mühendisi Mehmet Yılmaz ve elektrik mühendisi Berrin Yavuz’dan oluşan ekibin projesi değer bulunmuştu.

Doç.Dr. Rüstem Aslan kimdir?
İstanbul Üniversitesi –Edebiyat Fakültesi Prehistorya Anabilim Dalı’ndan mezun olduktan sonra Almanya Tübingen Üniversitesi’nde Prof. Manfred Osman Korfmann’nın yanında Troia ve Troas Bölgesi konusunda master ve doktora çalışması yaptı. Tübingen Üniversitesi’de Prehistorya anabilim dalı dışında; Antropoloji, Eski Doğu ve Klasik Arkeoloji’yi yan bilim dalı olarak aldı. Korfmann’nın 1988 yılında başlattığı yeni dönem kazılarına başından itibaren katılıyor. 2005 yılında Korfmann’nın ölümü sonrasındaki Troia çalışmalarında kazı başkan yardımcılığı yapıyor. Troia ve arkeoloji konulu pekçok kitabı ve yüze yakın makalesi bulunuyor. Troia konulu ulusal ve uluslarası pek çok belgesele danışmanlık yapan Aslan, 2006 yılından itibaren Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nde Arkeoloji Bölümü’nde çalışıyor.

Radikal, Haber: İpek İzci, 22.06.2011

CARAVAGGIO'NUN YENİ BİR TABLOSU BULUNDU

 

İngiltere'de özel bir koleksiyonda ünlü ressam Caravaggio'ya ait bir resim bulundu.

 

Caravaggio'nun Aziz Augustine'i resmettiği ve 1600 yılında yapıldığı tahmin edilen resim, Yale Üniversitesi tarafından kataloğa alındı.

 

The Guardian'ın haberine göre Viyana Üniversitesi'nden Prof. Sebastian Schütze, resmin bulunmasının önemli bir keşif olduğu görüşünde. 1571 yılında doğan ve sadece 38 yıl yaşayan Caravaggio'nun Aziz Augustine resmini 28 yaşında yaptığı tahmin ediliyor.

Akşam, 22.06.2011

DEMRE'NİN KİTABI YAZILDI

 

Akdeniz Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Myra-Andriake kazıları başkanı Prof.Dr. Nevzat Çevik önderliğindeki bilim adamları Demre İlçesi ve çevresinin kitabını yazdı. “Myra-Demre ve Çevresi” adıyla hazırlanan 400 sayfalık kitap, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteğiyle basıldı. DÖSİM mağazalarında satışa sunulan kitapta, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın yazdığı önsöz yer aldı. Kitapta, 39 bilim adamının Myra, Andirake Antik Kentleri ve Saint Nicholas ile ilgili arkeoloji buluntuları, Bizans tarihi, etnoğrafya, doğa ve turizmle ilgili Myra ve Demre’yi anlatan bölümler yer alıyor. Bilim adamlarının araştırmalarının yer aldığı kitap, dünyadaki arkeoloji enstitülerine de gönderildi.

 

Kitabın editörü ve başyazarı Prof.Dr. Nevzat Çevik, “Demre’yi anlatan kapsamlı bir kitap hazırlandı. İlk kez bir yerleşim birimi, tüm bilim dalları gözünde incelenerek bir arada okura sunuldu. Myra-Andriake kazı ekibinin kazı ve araştırmaları ile ortaya çıkan bilimsel veriler, kazının ikinci yılında yayınlanarak bilim ve okur dünyasına sunuldu” dedi.

sondakika.com, 21.06.2011

BEŞİKTAŞ'TA MERMER HEYKEL SEMPOZYUMU

 

Beşiktaş Belediyesi ve Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, bu yıl Mermer Heykel Sempozyumu’nu dördüncü kez düzenliyor. 15 Temmuz’a kadar sürecek sempozyum kapsamında üç yabancı, altı Türk heykeltıraş Beşiktaş’ta halkla iç içe heykellerini yontacak.

Ezgi Sandıkçı, Alessandro Pavone, Özer Aktimur, Michael Levchenko, Çağdaş Erçelik, Robert Bucek, Yıldız Tülek, Yıldız Güner ve Metin Yergin’in yonttuğu heykeller daha sonra Beşiktaş’ta sergilenecek.

Hürriyet, 21.06.2011

SALAMİS KAZILARINDA KADIN HEYKELİ BULUNDU

 

  

 

Gazimağusa'daki Doğu Akdeniz Üniversitesi Arkeolojik ve Kültürel Varlıkları Araştırma Merkezince yeniden başlatılan Salamis Harabeleri kazı çalışmalarında bir kadın heykeli bulundu.


Doğu Akdeniz Üniversitesi'nden yapılan yazılı açıklamada, 15 Haziran 2011'de başlatılan kazıları yürüten Salamis Kazıları İkinci Başkanı Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr Erhan Öztepe'nin çalışmalara ilişkin verdiği bilgiler aktarıldı.


Açıklamaya göre, Doç.Dr. Öztepe, geçen yılki kazı çalışmalarında beş heykel bulduklarını ve bu yılki kazılarda da bir kadın heykeline rastladıklarını bildirdi.


Kazıların 20 kişilik bir grubun yanında 7 kişilik bir Kıbrıslı grup ile birlikte yürütüldüğünü belirten Doç.Dr. Öztepe, amaçlarının Salamis Bölgesi'ndeki Hamam'ın soğukluk bölümündeki çalışmaları bitirmek ve Hamam'ın diğer bölümlerini de açmak olduğunu kaydetti.






Açıklamada, KKTC Bayındırlık ve Ulaştırma Bakanı Hamza Ersan Saner'in de kazı çalışmalarını yerinde incelediği bildirildi.


Bakan Saner'in çalışmalara ilişkin yaptığı değerlendirmelere de yer verilen açıklamada, Hamza Ersan Saner'in ortaya çıkarılan eserlerin özelde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti genelde de dünya kültür mirası olduğunu vurgulad ığı belirtildi.


Açıklamada, 2009'da yapılan kazılarda bulunan heykellerin replikasının Almanya'daki turizm fuarına taşıyarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin en iyi stant ödülüne hak kazandığını anımsatan Bakan Saner'in, bunun dünya tarihi mirasına katkı olduğunu ifade ettiği kaydedildi.


Doğu Akdeniz Üniversitesi'nin açıklamasında, 15 Haziran'da başlayan kazı çalışmalarının temmuz ayı sonuna kadar tamamlanmasının hedeflendiği bildirildi.

Türkiye Gazetesi, 21.06.2011

İSTANBUL MODERN'İN FARKLI YERİNİ ANLATMAK GEREKİYOR

 

Geçen hafta 2010 Avrupa Kültür Başkenti Etki Değerlendirme Raporu üzerine iki yazımın başlıkları şöyleydi: “İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti’ne değişik bakmak” ve “2010 Kültür Başkenti olmak İstanbul’a neler kazandırdı”.
 

Yazılarımda değindiğim bir maddeyi anımsatayım: “İstanbul’un hala bir Modern Sanat Müzesi yok”.
Okurlarım, görsel sanatlar eleştirmenleri ve müze ziyaretçileri bana gönderdikleri faks ve e-postalar ile yazıma bir açıklık getirmemi istediler.
Özetle gelenleri bir cümlede özetleyebilirim:
İstanbul Modern, bir modern sanat müzesi, siz de, başka yazarlar, eleştirmenler de onun bu eksikliği giderdiğini, şimdiye kadar gerçekleştirdiği sergileriyle de bunu kanıtladığını belirtiyorsunuz. Ona modern sanat müzesi demezsek, hangisine bu unvanı vereceğiz, sorusunu yöneltiyorlar.


* * *


Doğrusunu söylemek gerekirse yanlış anlaşılmaya biraz ben yol açmışım. Ayrıntıya inmediğim, farkı ortaya koymadığım için.
Biraz da okurlarım yüzeysel yorumlamış.
İstanbul Modern, kurulduğu günden bu yana Türk ve dünya sanatçılarının yapıtlarını sergiledikleri gibi, tematik sergileriyle dünyadaki akımları, Türkiye’deki izdüşümleri de bize tanıttı.
Belki de devletin 2010 yılında böyle bir müze açmamasının nedeni kabul edilir bir gerekçeye dayanıyor.
Çünkü bu alanı, mekanı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul Modern’e tahsis etti, açılışta da bulundu.
Ayrıca İstanbul Modern bu özelliği, bu kimliğiyle de Cumhurbaşkanlığı Kültür Ödülü’nü aldı.
Sadece Türkiye’nin önemli ödüllerini almakla yetinmedi, yurtdışından da, birçok ülkenin modern sanatla ilgili çalışmaları sonucunda ödül kazandı.
Fransa Devleti’nin verdiği ödül töreninde ben de vardım.
İstanbul Modern, sergiler, etkinlikler dışında, onlarla ilgili söyleşiler, konuşmalar da düzenleyen, önemli modern sanat müzelerinin yaptığı gibi, ziyaretçiyi bilgilendiren, öğretici bir çalışma çabası gösteriyor.
İstanbul Modern’in çocukların sanatla buluşmasını sağlamaları, hele yaz boyunca bu tür düzenlemeleri, bence ilerinin bilgili ziyaretçisini yetiştirme açısından çok yararlı oluyor.


* * *


Benim eksikliğini duyduğum müze, modern sözü ile her zaman bir araya gelmesi gerekmeyen, koleksiyonların sabit biçimde sergileneceği bir binaydı.
Bunu yazarken, aklımdan çıkmayan da Resim ve Heykel Müzesi idi.
Eski deyişle bu yazdıklarımın iltibasa mahal vermemesi için bunları yazdım.
Okurlarımı da anlam, kavram ikileminden kurtardım.

Hürriyet, Haber: Doğan Hızlan, 21.06.2011

GLADYATÖR MEZAR TAŞINA BUGÜNÜ ANLATAN YAZI YAZDIRDI

 

 

Yaklaşık yüz yıl önce Türkiye’de bulunan ve halen Belçika’nın başkenti Brüksel’deki Kraliyet Sanat ve Tarih Müzesi’nde sergilenen bir gladyatöre ait mezar taşının üzerindeki yazı ve kabartmalar deşifre edildi. Ortaya çıkarılan mesaj günümüz spor müsabakalarında yaşanan hakem hatalarını hatırlatan bir gerçeği ortaya çıkardı.

 

Günümüzden yaklaşık 1,800 yıl önce yaşamış bir gladyatöre ait olduğu tespit edilen mezar taşında, “Beni hakem hatası öldürdü!” yazdığı anlaşıldı.

 

Livescience.com’un haberine göre, Anadolu’da Karadeniz bölgesindeki Amisus’ta yapılan kazılar sırasında bulunduktan sonra II. Abdülhamit tarafından Brüksel’deki Cinquanternaire Müzesi’ne bağışlanan ve günümüzden yaklaşık 1,800 yıl önce Roma İmparatorluğu döneminde yaşadığı anlaşılan gladyatörün mezar taşındaki yazılar geçtiğimiz günlerde ilk kez deşifre edilebildi.

 

Yazıları deşifre eden Kanadalı tarihçi ve Roma dönemi mezar taşları uzmanı Profesör Michael Carter, mezar taşını yaptıran gladyatörün yakınlarının da tıpkı bugünkü futbolcular gibi “hakem hatasından” yakındığını ortaya çıkardı.

 

Mezar taşının üzerinde biri ayakta ve diğeri yerde olmak üzere iki gladyatör tasviri bulunuyor. Ayaktaki gladyatörün elinde iki kılıç bulunurken, yerdeki gladyatör teslim olduğunu ve bağışlanmak istediğini belirten bir işaret yapıyor.

 

Kabartma tasvirin altındaki yazıda, mezarın Diodorus adlı bir gladyatöre ait olduğu belirtildikten sonra, tasvirde yerde bulunan gladyatörün Diodorus, ayaktaki gladyatörün ise Demetrius olduğu ifade ediliyor.

 

Yazıda, “Ben rakibim Demetrius düştükten sonra bile onu öldürmedim. Ama kader ve suma rudis (hakem) hatası beni öldürdü” yazıyor.

 

Prof. Carter’a göre, gladyatör dövüşünde birtakım kurallar bulunuyor. Örneğin rakiplerden biri karşı tarafın hamlesiyle değil de kazara yere düştüğü takdirde hakem dövüşü durdurup yere düşen tarafın kalkmasını bekliyor.

 

Carter’a göre, Diodorus ile Demetrius’un dövüşünde de aynısı olmuş. Demetrius kazayla yere düşünce hakem dövüşü durdurup ayağa kaldırmış.

 

Ancak aynı hakem Diodorus kazayla yere düştüğü zaman maçı durdurmamış. Diodorus’un bağışla işareti yapmasına rağmen Demetrius kılıcını rakibine saplayarak öldürmüş.

 

Diodorus’un yakınlarının mezar taşına yazdırdığı “hakem hatası” işte bu karar olmuş.

Hürriyet, 21.06.2011

METROPOLİS KAZILARI BAŞLADI

 

 

Sabancı Vakfı’nın destek verdiği, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Trakya Üniversitesi işbirliğiyle gerçekleştirilen Metropolis antik kenti kazı çalışmaları başladı.

 

Sabancı Vakfı’nın 2003 yılından bu yana Metropolis Sevenler Derneği’ne (MESEDER) katkıda bulunarak destek verdiği Metropolis kazı çalışmaları, Trakya Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Serdar Aybek başkanlığında, Türkiye ve Almanya’daki üniversitelerden katılan akademisyen ve öğrencilerden oluşan ekipler tarafından gerçekleştiriliyor.

Bugüne kadar yapılan çalışmalarla 3000 yıllık kentin parlak sosyal yaşantısını aydınlatan önemli veriler elde edilirken, Roma Hamam ve Palaestra alanları önemli ölçüde gün yüzüne çıkarıldı.

Daha önce ortaya çıkarılan stoa olarak adlandırılan sütunlu galeride, restorasyon çalışmalarına öncülük edecek düzenlemeler yapıldı. Ana Tanrıça Kenti’nin bilinmeyen dünyasına yolculuk ekim ayına dek sürecek.

Habertürk, 21.06.2011

TARİHİ KALEYİ RESTORE EDELİM DERKEN YIKTILAR

 

 

Malatya’nın Battalgazi İlçesi’nde restorasyon çalışmaları yürütülen tarihi kalenin surları yıkıldı.

 

Geçen yıl kasım ayında, Battalgazi Kalesi’nin Sıptırız Kapısı ve sol tarafındaki surlarında restorasyon çalışması başlatılmıştı. Kapının yakınındaki restorasyonu süren surlar, önceki akşam saatlerinde yıkıldı. O sırada çalışma yapılmaması ve kapı önünde kimsenin bulunmaması sayesinde herhangi bir can kaybı yaşanmadı. Yıkımın ardından Sıptırız Kapısı etrafında güvenlik şeridi oluşturuldu. Battalgazi Belediye Başkanı Selahattin Gürkan, yıkımın nedeni hakkında teknik konular incelendikten sonra daha detaylı bilgiye ulaşacaklarını, kapı ve surlardaki restorasyon sırasında yaşanan kaymanın nedeni araştırıldıktan sonra, çalışmaların sürdürüleceğini ifade etti.


Malatya’nın ilk yerleşim yeri Battalgazi İlçesi’ndeki kale, tarihi kaynaklara göre, Roma-Bizans-Sasani ve Bizans-Arap mücadelelerinde önemli tahribata uğradı. Battal Gazi’nin kahramanlıklarıyla destanlaşan Battalgazi Kalesi, 19’uncu yüzyıla kadar savunmada önemli rol oynadı. Kalenin, yaklaşık 2 bin 850 metre uzunluğundaki surlarının 550 metrelik kısmı için 2010 Kasım ayında restorasyon çalışması başlatılmıştı.

Hürriyet, 21.06.2011

12 BİN YILLIK HEYKELLER SERGİLENİYOR

 

 

Şanlıurfa Müzesi'nde sergilenen ”dünyanın en eski totemi” olarak kabul edilen aslan başlı adam heykeli ve taş blok üzerine çizilmiş bir kadının doğum sahnesinin yer aldığı eserler büyük ilgi görüyor.

 

Eser sayısı ve niteliği bakımından Türkiye’nin önemli müzeleri arasında gösterilen Şanlıurfa Müzesi, Atatürk Barajı kurtarma kazılarından elde edilen binlerce tarihi eserin yanı sıra ”insanlık tarihine ışık tutacak niteliğe sahip” 12 bin yıllık tapınak merkezi olduğu belirtilen Göbeklitepe’deki kazılarında gün yüzüne çıkarılan tarihi eserlere de ev sahipliği yapıyor.

 

Her yıl çok sayıda yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği 70 bin civarında eserin yer aldığı müzede, tarihi Balıklıgöl yakınlarında altyapı çalışması yapan belediye ekipleri tarafından bulunan ve günümüzden 13 bin 500 yıl öncesine tarihlenen erkek heykeli de sergileniyor.

 

Göbeklitepe kazılarında elde edilen heykellerin yanı sıra çakmak taşı ve irili ufaklı diğer eserlerin sergilendiği müzede oluşturulan özel bir alanda çeşitli yeniliklere imza atıldı.

 

Eserlerin sergilendiği vitrinler değiştirilirken, geçen yıl başlatılan onarım çalışmaları kapsamında güvenlik kameraları da yenilendi.

 

Yeni görünümleriyle bu yılın başında ziyarete açılan alanda 1 metre 90 santimetre uzunluğundaki, üst kısmında aslan başı, ortasında insan, alt kısmında bebek ve çevresinde yılanların sarılı olduğu, ”Sağlam olarak elde edilen dünyanın en eski totemi” olarak kabul edilen ”Aslan başlı adam heykeli” ile yaban domuzu ve ”Bulundukları yerin koruyuculuğunu yaptığı belirtilen agresif görünümlü yabani hayvan figürleri” en çok ilgi gören eserler oldu.

 

Neolitik dönemin havasını yansıtan özel alanın oluşturulduğu müzede, bir kadının doğum sahnesini yansıtan taş blok üzerine çizilmiş eserde en çok ziyaret edilen yerlerden biri.

 

Şanlıurfa Müze Müdürü Müslüm Ercan, yılda ortalama 30 bin civarında yerli ve yabancı turistin müzeyi ziyaret ettiğini söyledi.

 

Daha önce özellikle yabancı ziyaretçilerin Göbeklitepe kazılarında gün yüzüne çıkarılan eserleri görmek için Şanlıurfa Müzesi'ne geldiğini ancak bu konuda düzenleme yapılmadığı için eserleri görme şansı bulamadığını ifade eden Ercan, ”Eserlerin sergilenmesinin ardından ziyaretçi sayısında artış oldu. Çalışmalarımız devam ediyor. Bundan sonraki dönemde kazılar sonucunda elde edilecek yeni eserler de söz konusu alanda dönüşümlü olarak sergilenecek” dedi.

Cumhuriyet, 21.06.2011

ON YIL SONRA BALKANLARDA OSMANLIDAN İZ KALMAYACAK

 

 

Geçtiğimiz hafta Atina’da, Balkanlar’daki Osmanlı mirasının incelendiği bir toplantı yapıldı. Prof. Machiel Kiel’in hem fikir babası, hem de başdanışmanı olduğu projeyle milliyetçilikler yükselirken, ‘öteki’ne ait mimari mirasın nasıl yok edildiğini ortaya konması amaçlanıyor.

 

Balkan coğrafyasına yolu düşenler, Osmanlı’dan kalma mahzun köprüleri, yıkıldım yıkılacağım diyen camileri, suyu nicedir akmayan şadırvanları, süpermarkete dönüştürülmüş tekkeleri görmüştür mutlaka. İmparatorluğun en uzun yüzyılının yenilgi ile neticelenip yeni milliyetçiliklerin boy vermesinin ardından, Osmanlı’dan kalan hemen her şey, yıkılıp tahrip edildi. Prof. Machiel Kiel’in öncülüğünde geçen hafta Atina’da yapılan üç günlük bir toplantıda bu tahribatın boyutları ve nedenleri tartışıldı.

Türkiye’den Prof. Halil Berktay ile mimarlık tarihçisi Tülay Artan’ın katıldığı toplantının amacı, milliyetçiliklerin yükselme dönemlerinde tahrip edilen eserleri ve bunun tabii sonucunu gençlere anlatmaktı. Prof. Berktay’ın ifadesiyle, “Din ‘öteki’nin dini, sanat ‘öteki’nin sanatı olunca, cami, türbe ve tekkeleriyle dini anıtsal mimariyi dümdüz etmek büsbütün kolaylaşıyordu.” Benzer bir trajedi de Anadolu’da yaşanmıştı zaten ve Osmanlı, Bizans, Rum, Ermeni, Süryani kültür mirası, tamamen aynı veya benzer gerekçelerle tahrip edilmişti.

50 yıl boyunca Balkanlar’daki Osmanlı eserlerinin izini süren Hollandalı sanat tarihçisi Prof. Machiel Kiel ise durumu gayet net bir biçimde şu sözlerle özetliyor: “50 yıldır Balkan coğrafyasını geziyorum, gördüklerimi de yazıyorum. Osmanlı’dan kalan mimari eserlerin durumu içler acısı ve bunu her seferinde o bölgenin yetkililerine bildirdim. Saha çalışmalarında bu eserlerin fotoğrafını çektiğim için dayak da yedim, hapse de girdim. Temel amacım bu barbarlığa karşı çıkmak, bunun için mücadele ediyorum. Çünkü herhangi bir tedbir alınmazsa, on yıl içinde Balkanlar’da Osmanlı’nın imzasını taşıyan hiçbir eser kalmayacak.”

Ortaokul ve lise eğitimi görmeden üniversiteye girebilmiş bir isim Machiel Kiel. Balkanlar’daki Osmanlı eserlerine ilgi duyması, gençliğindeki taş ve duvar işçiliğinden kaynaklanıyor bir miktar, bir miktar da kubbeler serpiştiren bir kültüre olan derin merakından. Bu nedenle, Balkan coğrafyasında ayak basmadık köy, ziyaret edilmemiş cami, fotoğrafı çekilmemiş türbe bırakmamış. Kiel, Harvard, Münih, Durham ve Utrecht üniversitelerinde kürsü sahibi. Almanca, İngilizce ve Fransızca yanında Rusça, Sırpça, Bulgarca ve Türkçe bilen, eski yazıyı gayet iyi okuyan Kiel, İstanbul’da Hollanda Arkeoloji Enstitüsü Müdürlüğü de yaptı. Kiel’in Osmanlı mimarisine iiişkin 230 makalesi ve 12 kitabı bulunuyor.

Hürriyet, Haber: Sefa Kaplan, 21.06.2011

ÇAYIRHAN JULİAPOLİS ANTİK KENTİ KAZILARI BAŞLADI

 

 

Nallıhan İlçesi'ne bağlı Çayırhan beldesinde bulunan Juliopolis antik kentindeki kazılar yeniden başladı.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Çayırhan Belediyesi’nin katkılarıyla, kentin nekropolünde yürütülen kazılar, Anadolu Medeniyetleri Müze Müdürü Melih Arslan başkanlığında, arkeologlar Mustafa Metin ve Tolga Çelik nezaretinde yürütülüyor.

 

Çayırhan Belediye Başkanı Ömer Bayrak, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Juliopolis’de 3 yıldır kazı çalışması yürütüldüğünü belirterek, şimdiye kadar yapılan kazılarda 250′ye yakın, 5 ayrı tipte mezar odasına rastlandığını ve mezarlarda tarihi eserlerin bulunduğunu söyledi.

 

Kazı alanına kısa bir süre önce koruma amaçlı imar planı çıkardıklarını ve bölgeyi tamamen koruma altına almaya çalıştıklarını ifade eden Bayrak, Anadolu Medeniyetleri Müze Müdürü Melih Arslan başkanlığında, arkeologlar Mustafa Metin ve Tolga Çelik nezaretinde, Gülşehri bölgesinde çalışmaların devam ettiğini belirterek, ”Burada 2000-2500 yıllık bir tarih gün yüzene çıkıyor.

Juliopolis antik kenti Çayırhan turizmine çeşitlilik katacak. Şimdiden insanlar gelip kazının yapıldığı alanları dolaşıyor. Buradan çıkan eserler Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergileniyor” dedi.

Ankara Meydanı, 20.06.2011

ARKEOLOJİ MÜZESİ 120 YAŞINDA

 

 

İstanbul Arkeoloji Müzelerinin 120. kuruluş yıl dönümü, Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı tarafından düzenlenen törenle kutlandı.

 

Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Selim Seval, Sultanahmet’te bulunan İstanbul Arkeoloji Müzelerinde düzenlenen törende, İstanbul Arkeoloji Müzelerinin dünyanın sayılı arkeoloji müzeleri arasında olduğunu belirtti.

 

Seval, ”Çok önemli bir koleksiyona ev sahipliği yapan müzenin elemanları, İstanbul’da devam eden kazı çalışmalarında aralıksız görev alarak arkeolojiye ve dolayısıyla İstanbul’un kültürel mirasına sahip çıkıyorlar” dedi.

 

Seval, müzenin gelişimi, korunması ve sunumunda görev alanları anmak ve kuruluş yıl dönümünü kutlamak için biraraya geldiklerini ifade ederek, ”Bu yaptığımız etkinlikle, özellikle İstanbul’un, daha da geniş açıyla bakarsak Türkiye’nin kendilerine olan teşekkürlerini iletmek istedik. Bu müzenin her kademeden personeli, çok önemli bir görevin sorumluluğu altındalar ve bunu en iyi şekilde yerine getiriyorlar” diye konuştu.

 

İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü Zeynep Sevim Kızıltun da İstanbul Arkeoloji Müzelerinin son 7 yıldır kentin önemli meydan ve kavşaklarında kesintisiz olarak kazılarını sürdürdüğünü hatırlatarak, ”Zaman zaman moral çöküntüleri yaşasak da meslek ilkelerinden ödün vermeden kentin ve bulunduğumuz coğrafyanın kültürel değerlerine sahip çıkıyoruz. Bu sebeple onurumuza düzenlenen bu tören bizi çok duygulandırdı” dedi.

 

Konuşmaların ardından, İstanbul Arkeoloji Müzelerinde 20 yılı aşkın süredir çalışan personele müze çalışmalarına katkılarından dolayı plaket verildi.

Gerçek Gündem, 20.06.2011

TROIA ANTİK KENTİ GÜN IŞIĞINA ÇIKARILIYOR

 

Çanakkale merkeze bağlı Tevfikiye Köyü sınırları içerisinde bulunan Troia antik kentindeki kazı çalışmaları yeniden başlıyor.

 

1988 yılından bu yana Prof.Dr. Manfred Korfmann yönetiminde gerçekleştirilen kazı çalışmaları kapsamında, Troia II savunma duvarlarına bitişik olarak yapılmış Tunç Çağı mimarisinde kültürel işlevi olduğuna inanılan bir megaron yapısının ortaya çıkarıldığını belirten yetkililer, “Bu özel yapı, Çanakkale Boğazı‘ndaki rüzgarı sembolize eden bir çatı konstrüksiyonu ile kapatılarak ziyarete açıldı. Eserin koruma çatısıyla kaplanarak restore edilmesine çeşitli evrelerde destek veren özel bir firma, Tunç Çağı‘na ait bu eserin sergilenmesine de önemli katkılarda bulundu. Anadolu‘daki megaron yapıları arasında şimdiye kadar en iyi şekilde konuma gelmiş olan yapı, içindeki tüm buluntuların envanteriyle birlikte gün ışığına çıkarıldı. Schliemann kazılarından itibaren yanmış kent olarak adlandırılan bu dönemdeki hazine evresine ait bu mimari buluntu, Troia ve Ege Bölgesi kronolojisi içinde büyük önem taşıyor. Bu kültürel yapıların Troia‘daki Schliemann dönemi kazılarında bulunan hazinelerle aynı evreye ait olmaları da buluntuların önümeni daha da artırıyor. Troia‘nın zenginliğinde büyük bir rol oynayan Çanakkale Boğazı‘ndakı rüzgarı da sembolize edecek bir çatı konstrüksiyonu ile kapatılan bu yapı, Troia‘ya gelen ziyaretçiler tarafından rahatça görülebiliyor. Troia Ören Yeri kazı çalışmalarının ana sponsoru olarak desteğini sürdüren Siemens AŞ, bu çerçevede Çanakkale Tübingen Troia Vakfı‘nın kurulmasına öncü rol oynadı” dedi.

 

Troia antik kentindeki 2011 yılı kazıları, kazı heyeti başkanı Prof.Dr. Ernst Pernicka başkanlığında haziran ayı sonunda başlayacak.

Beyaz Gazete, 20.06.2011

KÜTAHYA SADECE ÇİNİDEN İBARET DEĞİL

 

 

Kütahya hem tarihi, hem kültürü, hem de doğasıyla mutlaka görülmesi gereken bir yer. Burada geçireceğiniz birkaç gün içinde çini atölyelerini, antik ören yerlerini, eski sokakları, müzeleri gezebilir, doğa yürüyüşlerine çıkabilir, mağaraları görebilir, kuşları gözlemleyebilirsiniz.

 

Daha çok çinisiyle bilinen kenti layıkıyla gezenler, neden sadece çininin ön planda olduğunu sorarlar kendilerine. Doğrudur aslında. Kütahya’da porselen ve çini önemli bir kazanç kapısıdır ama kent sadece bunlardan ibaret değildir. Öncelikle dünyadaki ilk toplu sözleşmenin yapıldığı yerdir Kütahya. Fincancılar ile yanlarında çalışan usta, çırak ve kalfaların özlük hakları ile ilgili yapılan bu ilk sözleşme, 1766 yılında taraflarca imzalanmıştır.


Kütahya’yı gezmek isteyenlere ilk önerim, önce Hıdırlık Tepe’ye çıkarak şehre yukarıdan bakmaları olacak. Hıdırlık Tepe ve Bizanslılar tarafından yapılan Kütahya Kalesi ziyaretlerinden sonra yavaş yavaş keşfe başlayabilirsiniz.


Benim önerim, Germiyan sokağından başlamanız. Taş döşeli sokak boyunca sağlı solu dizilmiş 150 yıllık Türk konakları, sizi tarihin derinliklerine götürecek. O dönemlerdeki estetiğin ve yaşam arzusunun neden şimdi olmadığını sorgulayacaksınız. Ahşap, bağdadi kagir, iki veya üç katlı evlerin neredeyse tümünün kapısında yapılış tarihi yazıyor.


Rusya’ya ve Avusturya’ya karşı ayaklanmış ama yenilince Osmanlı’ya sığınmış, 1849-1851 yılları arasında Kütahya’da kalmış olan Lajos Kossuth ve ailesinin kaldığı Macar evini de mutlaka görün. Evin isminin Macar Evi olduğuna bakmayın, 18. Yüzyıl Türk evlerinin çok güzel bir örneği. Burada iki yıl kalan Kossuth ve ailesinin kullandığı eşyalar sergileniyor.


İçi ve dışı tamamen çiniyle kaplı olan Çinili Cami, 1973’te yapılmış. O kadar eski bir cami değil belki ama çini işçiliğinin muhteşem örnekleri ile kaplı. Eşi benzeri yok. Orta Asya mimarisi örnek alınarak yapılmış.


Görmemiz gereken ikinci cami, 1410’da yapılan daha sonra Mimar Sinan tarafından onarılan Ulu Cami. İçi, dönemin nakkaş ustaları ve hattatlarının özgün kalem işlemeleri ile süslenmiş.

Kütahya’nın geçmişi, günümüzden 5 bin yıl öncesine kadar gidiyor. İlk yerleşimler, MÖ 3 bin yılına tarihleniyor. Antik dönemde adı Kotiaeion olan Kütahya, masallarıyla ünlü Aispos (bizim bildiğimiz adıyla Ezop)’un da yaşadığı yer olarak bilinir. Evliya Çelebi de Kütahyalıdır. Frigyalılar, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular, Germiyanoğulları ve Osmanlılar bölgede sırayla egemenlik kurmuşlar.


Yakın geçmişte Kütahya’da Rum ve Ermeni nüfusu da vardı. Osmanlı İmparatorluğu döneminde çini sanatına büyük katkıda bulunan bu insanlardan çok az bir yapı kalmış günümüze. Aslında çiniciliğin tarihi, Friglere kadar gidiyor. Daha sonra bölgeye kim hakim olduysa çini sanatı da hakim kültürün etkisinde kalmış. Yüzlerce yıl süren çini geleneği, Kütahya’yı dünyada önemli bir çini kenti haline getirmiş.


Atölyeler mutlaka görülmesi gereken yerler. Yıllardır çalışan çini ustaları, bütün hünerlerini göstererek önemli eserlere imza atıyor. Bir zamanlar usta çırak ilişkisi ile yetişen çiniciler artık okulda yetişerek kent ekonomisine büyük katkılarda bulunuyorlar.

Bir kentin tarihini ve kültürünü öğrenmek için mutlaka müzelerini gezmek gerekir. Bunların başında tabii ki Arkeoloji Müzesi geliyor. Ulu Cami’nin bitişiğinde yer alan müze binası, 1314 yılında Germiyan beylerinden Umur bin Savcı tarafından yaptırıldığı için Savcı Medresesi olarak da bilinir. Kesme taştan yapılmış yapı, 1965’ten beri Arkeoloji Müzesi olarak hizmet veriyor. Geç miyosen fosillerinin yanı sıra palelolitik, kalkolitik, eski Tunç Çağı, Hitit, Frig, Hellenistik, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait çeşitli buluntular sergilenmekte. Müzenin nadide eserlerinden biri Amazon’lar Lahiti. Lahit, Çavdarhisar- Aizanoi’de yapılan kazılarda bulunmuştur.


Çini Müzesi de mutlaka görülmesi gereken bir yer. Germiyan beyi Yakup Çelebi tarafından 1411 yılında yaptırılan külliyenin bir bölümü, 1999’da Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Çini Müzesi olarak hizmete açıldı. İçinde 1766 yılında imzalanan dünyanın ilk toplu sözleşmesinin metnini de görebilirsiniz.

Kütahya’da Eğrigöz Dağı, Murat Dağı, Yeşildağ, Akdağ, Simav Dağı, Yellice Dağı, Türkmen Dağı, Şaphane Dağı ile Fryg Vadisi, Çamlıca, Gölcük Yaylası ve Domaniç ormanları gibi pek çok yerde doğa yürüyüşü yapmak mümkün.


Kentin dışında ilk görmeniz gereken yer Aizanoi antik kenti olmalı. Çavdarhisar İlçesi sınırları içinde yer alan kent, Efes ile çağdaş. tarihi MÖ 3 bin yıllarına kadar gidiyor.


İsmini su perisi Erato ile efsanevi kral Arkas’ın birleşmesinden ortaya çıkan Azan isimli mitoloji kahramanından almış.


Kentin bir çok yapısı hala ayakta. Büyük çoğunluğu Roma dönemine ait. Kentin en görkemli yapısı ise Zeus Tapınağı. Tapınak, Anadolu’da günümüze kadar en iyi korunmuş tapınaklardan biri. Önündeki Tanrıça figürü de olağanüstü bir eser.

Kütahya’ya gidip de Frig vadisini gezmemek, orada en az bir gün geçirmemek olmaz. Aslında Vadi Afyon- Kütahya ve Eskişehir sınırları içinde yer alıyor. Bir zamanlar bölgenin egemen gücü olan Frigyalıların yoğun olarak yaşadığı vadi, Kapadokya’nın küçük bir örneği. Tüflerin oyulmasıyla yapılan barınak ve kaleler, yüzlere yıl çeşitli uygarlıkları saklamış içinde. Vadiyi dolaşırken her bir noktada farklı Frig yerleşimini, kabartmalarını, mezarlarını görmek olası. Vadi daha sonraki yıllarda erken dönem Hıristiyanlarına ev sahipliği yapmış.

YAPMADAN DÖNMEYİN
· Antik Roma kenti Aizanoi’yi ve Frigya Vadilerindeki peribacalarını, kaya mezarlarını, şapelleri görmeden
· Germiyan Sokağı’ndaki 150 yıllık Türk konaklarını, Lajos Kossuth’un misafir edildiği evi ve müzeleri gezmeden
· Kurtuluş Savaşı’na tanıklık eden Zafertepe’yi, Dumlupınar Şehitliği’ni ziyaret etmeden, vatan için can verenlerin yaşadıklarını hissetmeden
* Kale içindeki Döner Gazino’da yöresel yemeklerden yemeden
· Termal sularında şifa bulmadan, pınarlarından içmeden
· Dünyaca ünlü çini ve porselenlerinden almadan...

Hürriyet Seyahat, Haber: Yıldırım Güngör, 20.06.2011

İLGİSİZLİK VAZELON'A KÖK SALDI

 

 

Maçka'dak tarihi Vazelon Manastırı'nı ağaçlar sardı, yıkılma tehlikesi var.


Kaynaklara göre Vazelon, MS 270 ila 315 arasında yapıldı. Döneminin en zengin manastırı, geliriyle Sümela'nın da yapılmasını sağladı. Ancak 1923'ten sonra kaderine terk edildi, define avcılarının uğrak yeri oldu. Harabeye dönen manastırı ağaç dalları sardı, taşları dökülüyor.


Manastırın yıkılmaya yüz tuttuğunu belirten Maçka Belediye Başkanı Ertuğrul Genç, tarihi dokusunun büyük oranda bozulduğunu söylüyor. Genç şöyle konuştu: Ancak iyi bir çalışmayla turizme kazandırabiliriz. Tescilli kültür varlığı olan manastırın restore edilmesi için Kültür Bakanlığı nezdinde yaptığımız girişimlerden sonuç alamadık. İnanç turizmi kapsamında Sümela kadar ilgi çekebilir. Çünkü Sümela'yı ziyaret gelen turistler burayı soruyor, gitmek istiyor. Ama yolu bozuk.
 

Özel İdare Müdürlüğü'nün bu yıl manastırın yolunu yapacağını ifade eden Genç, 'AB fonlarıyla restore etme planımız var. Bakanlık yetkilileri destek vereceklerini söyledi. Çalışmalara başladık' dedi. Manastırın ilk katında salon ve 6 oda, diğer katta mutfak, yemek salonuyla su sarnıcı ve yanı başında üç nefli bir kilise yer alıyor. Kuzey duvarında mahşer günü, cennet, cehennem tasvirlerini konu alan freskler var. Ancak ilgisizlikten özelliğini kaybetti. Ahşap üst örtü sistemleri de zamanla yıkılmış.

Akşam, Haber: Gürkan Ata, 20.06.2011

SELİMİYE CAMİİ, DÜNYA MİRASI OLACAK MI?

 

 

Osmanlı sanatının en önemli eserlerinden, Mimar Sinan’ın ‘ustalık eserim’ dediği Selimiye Camii, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne giriyor.

 

Paris’te bugün başlayacak ve 28 Haziran’a kadar sürecek toplantıda “İstanbul’un kültür mirasında kalıp kalmayacağı” da tartışılacak. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın “Seçim sonuçlarından daha heyecanla bekliyorum” dediği Selimiye Camii hakkındaki karar bu hafta Paris’te verilecek. Türkiye’nin Paris’teki UNESCO Daimi Temsilciliği ve Kültür Bakanlığı heyetlerinden oluşan Türkiye heyeti, UNESCO Dünya Mirasını Koruma Komitesi’nin 20-28 Haziran toplantılarına katılıyor. Toplantıda Selimiye Camii’nin listeye alınıp alınmayacağı belli olacak. UNESCO listesine girmeyi bekleyen Alanya hakkındaki kararı da, Alanya raporu tamamlanamadığı için seneye kaldı.

Ayrıca UNESCO’nun daha önce tüm şehri dünya mirası olarak lsitesine aldığı İstanbul’da kültürel eserlerin korunması için gereken özenin gösterilmediği eleştirilerine ilişkin sonuç raporu da görüşülecek. UNESCO, İstanbul’daki çarpık yapılaşmanın, trafiğin ve alt yapı çalışmalarının kültürel mirası tehdit ettiğini rapor etmişti. Türkiye heyeti İstanbul’un listeden çıkarılmasını beklemediklerini, eksiklerini gidererek listede kalacağına inanıyor.


UNESCO daha önce, İstanbul’un yanısıra Göreme ve Kapadokya, Divriği Ulucami, Hattuşaş, Nemrut Dağı, Xanthos, Pamukkale, Safranbolu ve Truva arkeolojik kentini dünya mirası listesine almıştı.

Hürriyet, Haber: Arzu Çakır, 20.06.2011

"HERMES ÇANTA ALIR GİBİ TABLO TOPLUYORLAR

 

Son 8-10 yılda sanat koleksiyonerliği konusunda oldukça fazla yol kat ettik. Bugün kayıtlı tam 2 bin 500 koleksiyoner var. Elbette bunların hepsi geniş çaplı koleksiyonlar değil. Ama sanata olan ilginin her geçen gün fazlalaştığı da bir gerçek. Şüphesiz bunda ekonomik istikrar kadar sanatın günümüzde bir prestij sembolü haline dönüşmesinin de büyük payı var. Ama günümüzde koleksiyon yapmak o kadar da kolay değil. Çünkü arz-talep kanunu burada da işliyor.

Koleksiyoner sayısı arttıkça resme harcanan para da aşağı kalmıyor. Oysa 70-80'li yıllarda çok cüzi fiyatlara önemli bir koleksiyon oluşturmak mümkündü. Bu hafta Eko-Sanat'taki konuğum 70'li yıllarda koleksiyona başlayan ve bugün Türkiye'nin en iyi 25 koleksiyoneri arasında gösterilen . 1971'de koleksiyonerliğe başlayan Ünal Göğüş'ün koleksiyonunda Paris ekolü ağırlıklı binin üzerinde resim var. Bugün milyonlarca liradan alıcı bulan Mübin Orhon ve Paris ekolünün diğer önemli temsilcilerinden Hakkı Anlı, Selim Turan, Avni Arbaş gibi isimler de Göğüş'ün koleksiyonunda önemli yer tutuyor.

Koleksiyon yapmanın artık bir trend haline geldiğini söyleyen Göğüş, "Hermes çanta alır gibi tablo alıyorlar. Sürü psikolojisi var. Bundan 10 yıl evvel bin dolara satılamayan resimler, bugün milyonlara gidiyor" diyor. Göğüş'le Kavacık'taki ofisinde buluşuyoruz. Hilmi Güvenal'la birlikte, ki Hilmi Bey'in de hatırı sayılır bir koleksiyonu var, Reform Kurumsal isminde bir şirketleri var. 2002 yılında kurdukları Reform Kurumsal şirketi, finansal açıdan sıkıntı yaşayan şirketlere hizmet veriyor ve onların yeniden yapılanmasına yönelik çalışmalar gerçekleştiriyor. Göğüş'e müşterilerine sanat yatırımını önerip önermediklerini soruyorum. "Biz önermesek de ofisimize gelip resim ve heykelleri gören müşteriler koleksiyon yapmaya başlıyor. Birçok işadamı kendi şirketlerinin tanıtımında sanatın ne denli önemli olduğunun farkına vardı. Günümüzde ofislere, evlere resim asma alışkanlığı başladı" diyor. Ayrıca sanatın artık iyi bir reklam aracına dö-nüştüğü konusunda da hemfikir. "Resme 1 milyon harcayan kişi hem yüksek bir kültür birikimi olduğu fikrini desteklemiş oluyor hem de bu yolla en prestijli reklamı yapmış oluyor" diyen Göğüş bilinçsiz alıcıların ise fiyatları gereksiz yükselttiğinin altını çiziyor.

Göğüş'e artan fiyatların nedenini neye bağladığını soruyorum? "Resim sahibi olmak en önemli prestij unsuru oldu. İnsanın evinde, ofisinde resim olması çok önemli oldu. Bu bir kültür meselesi. Ama bilinçsiz alımlar yapılıyor. Bugün koleksiyoner olan bazı arkadaşlarımız 10 yıl evvel dönüp bu resimlere bakmazdı bile ama şimdi koleksiyoner oldu" diyor. 10 yıl evvel 10 bin dolara satılamayan Mübin Orhon'un bugün milyonlara satılmasını ise gerçekçi bulmuyor. "Bir Mübin Orhon modası başladı. Artık herkes birbirine 'Senin Mübin'in var mı?' diye soruyor. Oysa aynı ekolden çok daha başarılı ressamlar var. Mesela; Ferit İşcan. Bana kalırsa Ferit İşcan'ın resimleri Orhon'dan çok daha iyi. Ama bin-2 bin liradan satılıyor. Anlamak çok güç" diyor Göğüş. Şaşırtıcı doğrusu. Çünkü Mübin Orhon'un hızla yükselen fiyatlarına karşı çıkan Ünal Bey'in koleksiyonunda önemli bir Mübin Orhon seçkisi var.

Göğüş, güncel sanatta fiyatların çok yükselmesine biraz endişeyle bakıyor. "Bazı çok genç isimler gereksiz yükseldi" diyor. Bir de galericiliğin artık işadamları tarafından yapılmasına tepkili. "Yeni galeri açanlara bakın... Resimle ilgisi olmayan kişiler galericiliğe başladı. Bir sanatçıdan elinde belirli sayıda iş varsa ve o sanatçının fiyatları da astronomik seviyeye yükseliyorsa, tek tek elinden çıkarmak için galeri açanlar var. İnsanlar işi gücü bıraktı, galericiliğe başladı."

Dünyada resmin ebadı ve kağıt ya da tuval üzerine yapılıp yapılmadığı onun değerini etkileyen bir faktör değildir. Ama Göğüş'e göre bu durum Türkiye'de farklı işliyor: "Metrajla resim alıyorlar. 10 metrekare olan bir resim bizim ülkemizde maalesef her zaman 3 metrekarelik bir resimden daha değerli oluyor. Bütün büyük ebatlı resimlere 'başyapıt' deniyor. Oysa bir ressamın oldukça ufak boyuttaki bir çalışması da başyapıt olabilir."

Ünal Göğüş aynı zamanda İstanbul Modern Müzesi'nin mütevelli heyetinde. "Yeni koleksiyona başlayacak olan kişilere hangi sanatçıların eserlerini önerirsiniz?" diye soruyorum. Elbette ilk cevabı "Ferit İşcan" oluyor ve beğendiği ama fiyatları henüz çok yüksek seviyelere ulaşmayan yani hala alınabilir olan sanatçıları saymaya başlıyor: "Selma Gürbüz, Ali Çelebi, Avni Arbaş, Adnan Varıca ve Orhan Peker almayı öneririm."

Sabah, Haber: Burcu Aldinç, 19.06.2011

KİTAPLARINI KORFMANN KÜTÜPHANESİ'NE BAĞIŞLADILAR

 

Çanakkale’deki Manfred Osman Kofrmann Kütüphanesi’ne, İsviçreli arkeolog Prof.Dr. Inses Juker Scherrer ve eşi Prof.Dr. Hans Juker tarafından 3 yılda 12 bin kitap bağışlandı.

 

Fevzipaşa Mahallesi’nde yıllarca Tekel binası olarak kullanılan 100 yıllık tarihi bina, 2007 yılında, Troia Kazıları merhum Başkanı Manfred Osman Korfman’nın adıyla kütüphane haline getirildi. İlk olarak Korfmann’ın Troia ve arkeolojiyle ilgili yaklaşık 8 bin kitabının konulduğu kütüphanedeki kitap sayısı 4 yılda 20 bine ulaştı. Bu artışta, İsviçreli arkeolog Prof.Dr. Inses Juker Scherrer ve eşi Prof.Dr. Hans Juker’in büyük katkısı oldu. Juker çifti 2008′de Çanakkale’ye gerçekleştirdikleri ziyaretin ardından, kendilerine ait 12 bin kitaplık arkeoloji kütüphanesini Manfred Osman Korfmann Kütüphanesi’ne bağışlama kararı verdi. Bu 3 yıllık süre zarfından kitaplarını parça parça göndererek, Korfmann Kütüphanesi’nin raflarına büyük zenginlik kattı.

 

Çanakkale Tübingen Troia Vakfı, bu anlamlı bağışlar için Korfmaan Kütüphanesi’ndeki sergi salonuna Prof.Dr. Inses Juker Scherrer ve eşi Prof.Dr. Hans Juker’in adını vererek teşekkür etti. Salonun açılışı, Juker Ailesi adına kızları arkeolog Sabina Brodbeck, Çanakkale Vali Yardımcısı Hüseyin Kulözü, Belediye Başkan Vekili Belgin Akpınar, Çanakkale Tübingen Troia Vakfı Başkanı Enver Yılmaz, Tübingen Troia Vakfı Başkanı Dr. Hans Günther Jansen ile çok sayıda davetlinin katılımıyla gerçekleşen törende yapıldı.

 

Çanakkale Tübingen Troia Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Enver Yılmaz, 2007 yılında kurulan kütüphanedeki kitap sayısının son bağışla önemli ölçüde arttığını belirterek şunları söyledi:

“Kurucumuz rahmetli Manfred Osman Korfmann aramızda olmasa da yaptıklarıyla insanlar üzerindeki etki ve heyecanı devam etmektedir. Onu sevenler, ona saygı duyan ve yaptıklarına inanan Jucker Ailesi gibi değerli vatandaşlar onun başlatmış olduğu çalışmalara destek vererek gelecek nesillere ışık tutmaktadır. 2007 yılında açılan Troia Vakfı Manfred Osman Korfmann Kütüphanesi’nin 2010 yılında kitap sayısı 8 bine ulaşırken, bu kitapların sayısı İsviçre Bern’de yaşayan Jucker Ailesi’nin bağışları ile 20 bine, makele ve dergi sayısı da 50 bine ulaştı. ”

 

Jucker çiftinin kızları arkeolog Sabina Brodbeck de, kitapların bağışlaması ile aile olarak nasıl karar aldıklarını anlattı. Daha sonra Korfman Kütüphanesinin giriş katında bulunan Prof.Dr. Inses Juker Scherrer-Prof.Dr. Hans Juker sergi salonunun açılışı yapıldı.

 

Ayrıca, sergi salonunun önünde Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü Öğretim Görevlisi Vahid Novruzov tarafından yapılan Manfred Osman Korfmann’ın büstü de Vali Vekili Hüseyin Kulözü ve Belediye Başkan Yardımcısı Belgin Akpınar tarafından açıldı.

haberler.com, 19.06.2011

YAYLACIK CAMİİ RESTORE EDİLİYOR

 

 

Bursa’nın Nilüfer İlçesi'ne bağlı Yaylacık Köyü’ndeki tarihi Camii, Büyükşehir Belediyesi tarafından restore ediliyor.

 

Tarihi yapıda sürdürülen restorasyon çalışmalarını yerinde inceleyen Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, yapının yıkılmaktan kurtarılması için çalışmaları bir an önce başlattıklarını söyledi. Kısa bir süre içinde özgün bir esere kavuşacaklarını ifade eden Altepe, "Yapının durumu aciliyet arz ettiği için temel atma töreni yapamadan işe başladık ve bugün önemli bir mesafe kat ettik. Önümüzdeki birkaç ay içinde tarihi yapının restorasyonu tamamlanacak. Nilüfer Yaylacık Köyü, mevcut yeni camiinin yanı sıra, çok özel bir yapı olan bu camiye de kavuşmuş olacak. Tarihi bir değerin yıkılıp yok olmaktan kurtarılıp, günümüze kazandırılması anlamında önemli bir çalışmayı daha tamamlayacağız" dedi.


Yüzlerce yıllık tarihi olan ve son yüzyılın başında da restorasyon geçirmiş olan tarihi camiinin üzerindeki tüm yüklerin alındığını, daha önce çatlayan minarenin de belli bir noktaya kadar sökülerek yeniden yapıldığını kaydeden Altepe, "Tarihi mirasın korunması ve gelecek kuşaklara aktarılmasına yönelik çalışmalarımız merkezde çok yoğun bir şekilde sürüyor. Ancak, merkeze paralel olarak ilçelerimizdeki tarihi değerlerimize de el attık. Kestel, Gürsu, Mudanya, Gemlik, Nilüfer, Yıldırım ve Osmangazi’deki tarihi değerlerimiz birer birer ayağa kaldırılacak. Bugün burada Nilüfer’e bağlı Yaylacık Köyü’ndeki bir anıtsal değerimizi kurtararak hem bu köye hem de Nilüfer’e önemli bir eser kazandırmış olacağız" diye konuştu.


Altepe ayrıca, bölgedeki Tahtalı Köyü’nde Kale ve çevresinin restorasyonu, Alaattin, Özlüce ve Ürünlü gibi çevre köylerde de meydan düzenlemesi, sosyal tesis binası ve spor tesisi inşaatı ile yol yapımı gibi pek çok proje yürüttüklerini hatırlattı.


Genel Sekreter Yardımcısı Bayram Vardar ve Tarihi Miras Projeler Koordinatörü Aziz Elbas ile bürokratların da hazır bulunduğu inceleme gezisinde Altepe, tarihi yapının restorasyon projelerini inceledi ve restorasyonu yürüten mimarlardan bilgi aldı.


Projesi Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan Yaylacık Camii’nin restorasyonu, Bursa Kültür ve Tabiat Varlıkları Kurulu’nun da gözetiminde gerçekleşiyor. Altepe ile birlikte inşaat çalışmalarını inceleyen Yaylacık Köyü Muhtarı Mehmet Gökay da, yüzlerce yıldır insanlara ibadet mekanı olarak hizmet veren tarihi yapının bundan sonraki yüzlerce yıl daha aynı hizmeti verecek olmasından dolayı mutlu olduklarını belirtti.

Bursa Olay, 19.06.2011

HAYRAN HAYRAN BAKTIĞINIZ HEYKEL 6 AYLIK OLABİLİR

 

 

Sahte eserlerle piyasada dolandırıcılık yapanların sayısı her geçen gün artarken, akıllara durgunluk veren yöntemler geliştiren dolandırıcılar müzeleri bile kandırdığı biliniyor. Müzelerde 3 binden fazla sahte eser olduğu belirtiliyor. Lidya, Roma dönemi sikkeler ve heykelleri yapıp 5-6 ay toprağa gömen dolandırıcılar, sahte eserlerin oksitlenmesine sebep olup daha sonra eskiymiş gibi satışa sunuyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı da müzelerin envanterlerinden çıkan sahte eserler için resmi sitesinden uyarılarda bulunuyor.

Adana’da bronzdan yaptığı bir heykeli ‘tarihi eser’ olarak satmak isteyen bir kişinin yaptığı heykel müzecileri bile hayrete düşürmüştü. Heykel, sikke, elyazması Kuranı Kerim, tablo, terrakota en çok taklidi yapılan eserler arasında yer alıyor. Tarihi eser kaçakçılarının yöntemleriyse oldukça ilginç. Lidya, Roma dönemi sikkeler ile heykelleri yapıp 5-6 ay toprağa gömen sahtekarlar, sahte eserlerin oksitlenmesine sebep olup daha sonra eskiymiş gibi satışa sunuyor. Ege ve Akdeniz bölgelerindeki ören yerleri ile antik kentlerin etrafında yoğunlaşan dolandırıcılar turistleri hedef seçiyorlar. En çok sikke ve heykel taklidi yapılırken son dönemde sahte tabloların da piyasaya sürüldüğü belirtiliyor. Emekli Müze Müdürü Erdem Yücel “Müzelerde 3 binden fazla sahte eser olduğunu biliyoruz” diyerek, şu bilgileri aktarıyor: “Bunlara her geçen gün yenileri ekleniyor. Müzelerde yeterince uzman yok. Sahte eser olgusunun bilinmesi gerekir. Gaziantep, Adana yöresinde sahte eser yapan atölyeler vardı. Buralardan müzelere çok sayıda eser sattılar. Maalesef anlaşmalı olarak bu eserleri gerçekmiş gibi rapor tutarak alan müzeciler de oldu. Çok iyi taklit olup bilmeden de alanlar var.’’

İşin ilginç yanı definecilerin de birbirlerini internet sitelerinden bu dolandırıcılara karşı uyarması. Bir internet sitesindeki uyarı şu şekilde: ‘‘Arkadaşlar, son günlerde yine üçkağıtçılar hortlamaya başladı. Ellerinde numunelerle ya da poşet dolusu sarı metallerle dolaşan üçkağıtçı şebeke elemanlarına dikkat. Masum insanları seçip ellerindeki sahte sikkeleri satmak isteyen üçkağıtçıların en belirgin özelliği sizden kapora adı altında bir miktar para istemeleri. Üçkağıtçı sahte eser kaçakçıları size geldiklerinde kendi ellerinizle numune seçmenize asla izin vermezler. Genelde bu işlerle alakasız birilerini seçerler, kurban bu işlerden pek anlamayandır. Yakınlarınızı, tanıdıklarınızı bu kişilere karşı uyarın, paralarını kaptırmasınlar.”

* Hakiki sikke üzerindeki patin, asit, limon, alkol ve sirke gibi maddelerle çıkarılabilir, sahte sikke üzerindeki patin ıslak bezle çok kolay temizlenir.
* Hakiki sikkeler üzerinden bulunan patinler yosun yeşili, duman rengindedir.
* Hakiki sikke avuç içinde kayar.
Ağırlık ve çapları arasında uyumsuzluk olanlara, yazılardaki harf hatası olanlara da dikkat edilmesi gerektiği belirtiliyor.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 19.06.2011

TOPKAPI SARAYI'NDA MEHTER VURACAK

 

 

Topkapı Sarayı Müzesi'nde eylül ayına kadar haftanın 6 günü mehteran gösterisi düzenlenecek.

 

Müzenin Bab-ı Hümayun kapısı önünde gerçekleştirilecek konserlerde farklı mehter grupları yer alacak. Yaz boyunca sürecek etkinlikte perşembe, cumartesi ve pazar günleri saat 13.30'da Kültür ve Turizm Bakanlığı Tarihi Türk Müziği Topluluğu Mehter Grubu, çarşamba günleri saat 11.30'da Askeri Müze ve Kültür Sitesi Komutanlığı Mehter Bölüğü, pazartesi ve cuma günleri saat 15.00'te ise Belediye Mehter Grubu konser verecek. Mehter konserlerinin sarayı ziyaret eden yerli-yabancı turistler için en önemli cazibe unsuru olduğunu söyleyen Kültür ve Turizm İl Müdürü Ahmet Emre Bilgili, "Mehteran konserleri Topkapı Sarayı ile bütünleşmiş durumdadır ve en çok uygunluk arz ettiği mekandır." dedi.

Zaman, 18.06.2011

UNESCO: HALİÇ KÖPRÜSÜNÜ DANIŞMAN HEYET TAKİP EDECEK

 
UNESCO, Haliç Metro Geçiş Köprüsü ile ilgili olarak İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne taslak karar metni gönderdi. Köprü çalışmalarını görevlendirilecek 'danışman heyet'in takip etmesinin istendiği metinde, İstanbul'un 'tehlike altında kültürel miras' listesine alınma talebi bulunmuyor. Taslak metinde, "Eğer plan değişiklikleri yapılmazsa İstanbul'un durumu gelecek yıl tekrar ele alınabilir." deniyor.

 

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) 2011 yılı Temmuz ayında yapılacak Fransa dönem toplantısında İstanbul için görüşülecek raporun taslak metnini gönderdi. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Dışişleri Bakanlığı'nın yanı sıra İstanbul Miras Komitesi olarak İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne gönderilen 8 sayfalık taslak raporda İstanbul'un tehlikeli miras listesine alınması ile ilgili bir görüş yer almıyor. Kentin tarihi miras alanları ve Haliç metro köprü geçişi ile ilgili UNESCO'ya gönderilen raporların olumlu olduğu kaydedilen taslak metinde, "Haliç Metro Geçiş Köprüsü'ne bağımsız heyetlerin hazırladığı değerlendirme raporları incelendi ve köprüde birtakım revizyon yapılması gerekiyor." deniyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Haliç projesiyle ilgili revizyonları yapmayı kabul ediyor.

İstanbul'un tehlikeli miras alanına alınmasını 2010 yılındaki UNESCO karar taslağı öngörüyordu. Yaşanan olumlu gelişmeler sayesinde son taslak raporda İstanbul'un tehlikeli miras kapsamına alınması ile ilgili ifade yer almadı.

 

İstanbul'da süren alan yönetim planı ve Haliç Metro Geçiş Köprüsü yapım çalışmalarının izlenmesi için danışman heyet kurulması isteğinin yer aldığı raporda şöyle denildi: "Özellikle köprü ile ilgili olarak belediyenin UNESCO Dünya Kültürel Miras Merkezi ile sürekli istişare halinde bulunması ve çalışmaların denetiminin bir koordinasyon halinde yapılabilmesi için danışman heyet kurulmalı. Dünya Miras Merkezi'nin yaptığı denetimleri güçlü kılmak için kurulacak heyet ise çalışmaları sürekli izleyecek."

 

İstanbul'un 1 yıl önce kurduğu İstanbul Miras Komitesi'nin olumlu bir gelişme olduğunun belirtildiği taslak raporda şu ifadeler yer aldı: "Özellikle son 1 yıldır yaptığımız çalışmalarda İstanbul'da 10 yıldır verilen ödevlerin yapılmaya başlandığı görülüyor. 2010 yılında yapılan denetimler için bu yıl tekrar geleceğiz ve gelişmeleri izleyeceğiz. Eğer 2011 yılında hiçbir iş yapılmaz ve plan değişiklikleri yerine getirilmezse bu durum önümüzdeki yılki raporlarda tekrar görüşülür. Ancak çalışmalar bu şekilde hızla devam ederse ibre İstanbul için olumluya dönmeye başlıyor."

 

BM Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü'nün (UNESCO) Dünya Mirasları-2011 toplantısı, ülkedeki siyasi kargaşa sebebiyle Bahreyn'den Fransa'nın başkenti Paris'e alındı. Paris'te yapılacak UNESCO yıllık toplantısına Türkiye'den Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Dışişleri Bakanlığı'nın yanı sıra İstanbul Miras Komitesi olarak İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nden de bir heyet katılacak. UNESCO Dünya Mirası Komitesi'nin on gün sürecek toplantısına katılacak olan heyet, Fransa'da Komite yetkilileri ile de görüşmeler yapacak. Bu kapsamda Unkapanı'nda yapımı devam eden Haliç Metro Geçiş Köprüsü'ne ilişkin çalışmalar ve teknik özellikleri hakkında İstanbul Miras Komitesi yetkilileri tarafından Komite'ye bir sunum yapılacak.

Zaman, Haber: Yasin Kılıç, 18.06.2011

BİTLİS'TE TARİHİ YAPILAR ONARILIYOR

 

 

Bitlis’te 1885 yılında yaptırılan ev onarılarak kültür evine dönüştürülüyor. Çalışmaları yerinde inceleyen Vali Nurettin Yılmaz, Toplu Konut İdaresince onarılan 126 yıllık evin kültür evi olarak kullanılacağını söyledi.

 

Bitlis’te ilk defa TOKİ tarafından tarihi bir binanın onarılmasının mutluluğunu yaşadıklarını ifade eden Yılmaz, ”Daha önce bu bina Defterdarlık tarafından kullanılıyordu. Orijinal tarihi yapının, kabartmalı ve renkli desenlerinin üzeri sıvalarla kapatılmış. Bu motiflerin üzerindeki sıvalar temizlenecek. Yapıda değişik kuş ve geometrik motifler var. Yapıda oymalar ve kabartmalar bulunuyor” dedi.


Vali Nurettin Yılmaz’ın incelemelerine, Belediye Başkanı Fehmi Alaydın, Emniyet Müdürü Halil İbrahim Doğan, İl Kültür ve Turizm Müdürü Hüsnü Işıkgör ile Milli Eğitim Müdürü M. Emin Korkmaz da eşlik etti.
Turizm Gazetesi, 18.06.2011

BURSA TARİHİ KENT HARİTASINA KAVUŞTU

 

Brüksel’de Bursa Günleri ve Kentlerin Diyalogu semineriyle Bursa’nın sesini uluslararası alanda duyuran Osmangazi Belediyesi, bir ilke daha imza atarak, ’Bursa tarihi kent haritası’nı Bursa turizmine kazandırdı.

 

Osmangazi Belediyesi’nce hazırlanan "Bursa tarihi kent haritası" Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar tarafından kamuoyuna tanıtıldı. Bursa’da bir ilk olan kent haritasının ayrıntılarını kamuoyuna anlatan Dündar, "Bir yandan tarihi değerleri ayağı kaldırıyor, diğer yandan bu değerlerin dünya duyuracak önemli adımlar atıyoruz" dedi.


Bursa’nın turizm potansiyeline dikkati çeken Başkan Mustafa Dündar, bacasız sanayide çıtayı en tepeye çıkarmak istediklerini söyledi. Bursa’nın hak ettiği turizm potansiyeline ulaşması gerektiğini vurgulayan Başkan Dündar, "Bursa tarihi kent haritası" ile birlikte kente gelen turistlerin tarihi şehri daha yakından tanımalarına imkan sağlayacak önemli bir adım attıklarını belirtti. "Bursa tarihi kent haritası"nda tarihi mekanların, müzelerin, abide eserlerin, camilerin, külliyelerin, han ve hamamların yerlerinin şema ve görsel olarak yer aldığını söyleyen Dündar, "Bursa’da bir ilk olan bu harita, kent turizmine yeni bir soluk kazandıracak" dedi.


Haritanın turistlere ulaştırılmak üzere oteller ve turizm acentelerine dağıtılacağını söyleyen Dündar, bugüne kadar yapılan haritalar arasında en kapsamlısı olan "Bursa tarihi kent haritası" ile Osmangazi Belediyesi’nin tanıtım çalışmalarına bir halka daha eklediğine değindi. İlk etapta 5 bin adet bastırılan haritaların ihtiyaç duyuldukça güncellenerek yeniden bastırılacağını belirten Dündar, "Bu haritayla artık turistler kaybolmadan Bursa’da olmanın keyfini yaşayacaklar" dedi.


Osmangazi Belediyesi olarak şehrin tanıtımı için Brüksel’de Bursa Günleri ile "Avrupa Genişlemesi ve AB Komşuluk Politikası için Kentlerin Diyalogu" seminerini düzenlediklerini söyleyen Dündar, "Sahip olduğu değerlerle bir dünya kenti olan Bursa’yı uluslararası çapta tanıtacak birçok faaliyete ev sahipliği yaptık. Bu çalışmaları yeni haritamızla birlikte somut adımlara dönüştürüyor ve Bursa’yı Avrupa’nın, Orta Doğu’nun Balkanlar’ın ve dünyanın vitrini yapmayı hedefliyoruz" dedi.

Bursa Olay, 18.06.2011

RİZE'DE ESRARENGİZ HAYVAN İSKELETİNİN SIRRI ÇÖZÜLEMEDİ

 

 

Rize’ de eski bir evin temelinde kazı yapılırken bulunan ve koruma altına alınan 2 ayaklı bir hayvan ve yavrusuna ait iskeletin sırrı çözülemedi. Türkiye’deki çeşitli üniversitelerle temasa geçmesine rağmen iskeleti inceleyecek bir muhatap bulamayan Rize İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, son olarak Erzurum Atatürk Üniversitesi’ne resmi yazı ile başvurdu. Buradan gelecek cevaba göre iskelet incelenmek üzere Erzurum’a gönderilecek.

 

Rize’nin Pazar İlçesi Aktaş Köyü’nde yaklaşık bir ay önce Cihan Yılmaz’ın eski evinin temelinde kazı yaparken bulduğu ve yapılan ilk incelemede ne olduğu anlaşılamayan 2 ayaklı bir hayvan ve yavrusuna ait iskelet, Müze Müdürlüğü ekiplerince koruma altına alındı. Rize Valiliği’nin, iskeletin evin yaklaşık 1 metre altında dolgu toprak içinde bulunmasının dinazor iskeleti olması ihtimalini ortadan kaldırdığı yönündeki açıklamasının ardından, iskeletin incelemesinin yapılması için Rize Üniversitesi (RÜ) aracılığı ile Türkiye'deki çeşitli üniversitelere yazı yazıldı. Ancak iskeleti inceleyecek muhatap bulunamadı.

 

Bunun üzerine Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü, Erzurum Atatürk Üniversitesi’ne resmi yazı ile başvurarak, iskeletin incelenerek hangi hayvana ait olduğunun tespit edilmesini istedi.

Üniversite’den gelecek yazı sonrası iskelet incelenmek üzere Erzurum’a gönderilecek.

 

Kültür ve Turizm İl Müdürü İsmail Hocaoğlu, iskeletin hangi havyana ait olduğunun henüz belirlenemediğini belirterek, bu konuda çalışmalarının sürdüğünü söyledi. Hocaoğlu, "Rize Üniversitesi aracılığı ile çeşitli üniversitelere yazı yazdık. Gelen yazılarda üniversitelerin iskeleti inceleyecek ilgili bölümlerinin bulunmadığı belirtildi. Şimdi de Erzurum Atatürk Üniversitesi’ne başvurduk. Oradan gelecek cevabın ardından büyük ihtimalle iskeleti onlara göndereceğiz. Umarız iskeletin sırrı kısa süre sonra çözülmüş olur" dedi.

Milliyet, Haber: Muhammet Kaçar, 17.06.2011

BODRUM'UN ALTI ÜSTÜNE GELDİ

 

 

Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi ziyaretçilerini antik çağ gemicilerinin yaşadığı döneme götürüyor, ortaçağ şövalyeleriyle tanıştırıyor! Yeni açılan sikkeler salonunda antik çağda alım gücü ve enflasyonu gösteren tabletler, elbise süsleri sergileniyor.

 

Bodrum antik çağın en ünlü kentlerinden Halikarnassos'un üzerine kurulur. Saint Jean Şövalyeleri bölgeyi korumak için eski bir Türk kalesinin üzerine (1406-1522) Bodrum Kalesi'ni yapar. Dünyanın yedi harikasından biri olan Mausoleion taşlarının kullandığı, kuzey yönünden karaya bağlı bir kale. Savaşlar olur, topraklar el değiştirir, kaleye girmeye çalışan binlerce gemi, Ege'nin serin sularına gömülür. Rodos'un fethinden sonra kale Türklerin eline geçer, hapishaneye çevrilir. I. Dünya Savaşı'nda Fransız, İngiliz bombalarıyla bir kısmı yıkılır.

 

Bir gün birkaç araştırmacı bu tarihi merak eder, bir kazma vurur toprağa. Sikkeler, prenses kolyeleri-yüzükleri, kaseler, kandiller çıkar ortaya. Antalya-Gelidonia Batığı kazısından çıkan eserler Bodrum Müzesi'nde sergilenir. Kazılar arttıkça artar. Yüzyıllar öncesine ait gemiler, yüzlerce amphora, cam külçe vb. eser gün ışığına çıkar. Zamanla müze Sualtı Arkeoloji Müzesi adını alır, dünyanın sayılı arkeoloji müzeleri arasına girer.

 

Bugünlerde ziyaretçi akınına uğrayan müzede, küçük değişiklikler göze çarpıyor. Sikkeler daha önce sikke ve mücevherat salonunda sergileniyordu. 26 Nisan'da sikkeler için özel bir salon açıldı. Yakın çevrede bulunan dönemin altınları, elbise süslemeleri, antik çağda alım gücü ve enflasyonu gösteren tabletler parlak camların altına kondu. Bu salondaki en dikkat çekici eser, pazar yerinden gelen taban fiyatlarını gösteren yazıt. İmparatora (1. yy) ait eserle bir ayakkabıcının aylık maaşı bile hesaplanabiliyor.

 

Müzenin en yoğun bölümü amphoralar sergisi. İki kulplu, sivri dipli, taşınabilir kaplar, iç kalenin soluna düzenli bir şekilde dizilmiş. Antik devir ticaretinde zeytin yağı, içecek ve kuru gıdaların taşınmasında ve saklanmasında kullanılan kapların üzerine kuşlar pislemiş, bir kısmı çatlamış, kırılmış. Yeniden elden geçirilmeleri şart! Sergi, Kenan amphorasıyla başlıyor, Sakız, Knidos, İstanköy, Roma, Kartaca, Bizans ve günümüz Geyre yapımı testilerle son buluyor. Amphoraların hangi tarihe ve nereye ait olduğu formlarından, gövde ve kulplarına basılan mühürlerden anlaşılıyor.

 

 

İbadethanenin içine demir attı

Saint Jean şövalyeleri tarafından yaptırılan (1406) şapel, İspanyollar tarafından gotik tarzda onarılmış. Osmanlı'nın eline geçtikten sonra (1523) camiye çevrilmiş, yanına küçük bir minare eklenmiş. Savaşlar görmüş, yıkılmış, yeniden ayağa kalkmış. Hellenistik dönemi malzemelerinden yapılan ibadethanenin duvarlarında şimdi Venediklilerin yıktığı mescide ait yazıtlar ve İspanyol şövalyelerin adları yer alıyor. Evliya Çelebi'nin Bodrum ziyaretinde Süleymaniye Camii dediği mekanın içinde Bodrum-Turgut Reis Yassıada açıklarında (MS 7. yy) batan Doğu Roma gemisi sergileniyor. İkiye bölünüp amphoralarla donatılan gemide yemek yapan gemicinin mumyasını görmek mümkün. Vitrinlerde kandiller, mutfak kapları, balık avlamada kullanılan araçlar...

 

 

Yüzyıllar öncesine ait bir gemi

Marmaris yakınlarındaki Serçe Limanı'nda bulunan Cam Batığı gemisi iskeletiyle meraklılarının karşısında. Yaklaşık 16 m. uzunluğunda, 5 m. eninde ve 35 ton yükü taşıyabilen geminin kazısında arkeologlar 100 ton kumu temizleyerek kazıyı gerçekleştirmiş. Omurgası karaağaç, kaburga ve kaplama tahtaları çam olan geminin hikayesi 11. yy'a dayanıyor. İki tona yakın cam ve metal eşyalar taşıyan gemide kim bilir neler yaşandı? Salonda sabit tutulan yüzde 50 nem ve 22 derece ısı ziyaretçileri farklı bir ruh haline sokuyor. Fotoğraflar, resimler, panolar, video filmi batığı geminin nasıl bulunduğunu anlatıyor.

 

 

Mezar taşları çöpe gidiyor!

Müzede küçük bir cam parçası bile ışıklı vitrinlerin arkasında özenle saklanıyor. Ancak kalenin üst tarafında namazgah bölümünün hali perişan. Taş duvarlara yaslanmış 15.-16. yüzyıllara ait mezar taşları çöpe atılmayı bekliyor. Yirmiye yakın eserin yanına herhangi bir not düşülmemiş, Peygamber Efendimiz(sas)'in isminin yazdığı bir taş da kırılıp köşeye atılmış. Müzenin Müdür Yardımcısı Erhan Özcan, "Kazılar sırasında bulduk. Bizim koleksiyonumuza ait değil. Yerimiz olmadığı için kenara koyduk. Hangi döneme ait olduğu tam olarak tespit edilmedi. İnsanlar mezar sanmasın diye bir yere dikmedik." diyor. Taşların kısa zamanda bakıma alınıp hak ettiği değeri bulabileceği bir müzeye taşınması gerekiyor.

Zaman Cuma, Haber: Ahmet Hülagü, 17.06.2011

BOĞAZ'A PERİLİ MÜZE

 

 

Borusan Holding’in yönetim merkezi olan İstanbul Rumelihisarı’ndaki tarihi ‘Perili Köşk’ müze oluyor. Borusan Holding’in patronu Ahmet Kocabıyık, Perili Köşk’ün müze haline getirilmesi için dünyaca ünlü mimarlarla görüşmeler yapıyor. Sanat çevrelerinde konuşulanlara göre, çağdaş sanata ev sahipliği yapacak olan müzenin eylül ayındaki İstanbul Bienali’ne yetiştirilmesine çalışılıyor.   


İstanbul Boğazı’na nazır ‘Perili Köşk’ olarak bilinen Yusuf Ziya Paşa Köşkü, 2002 yılında Borusan Holding’e kiralanmıştı. Borusan, 25 yıllığına kiraladığı binanın yeniden restore edilmesine yaklaşık 6 milyon dolar harcamıştı. Borusan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Kocabıyık, çok sevdiği binayı bir süre önce ‘halka açmaya’ karar verdi.

Dünyada pek örneği görülmeyen bir biçimde, Perili Köşk kısa süre içinde bir ‘ofis müze’ haline getirilecek. Bina, Borusan Holding’in yönetim merkezi olmayı sürdürecek ancak haftasonları halk tarafından müze olarak  gezilecek. 10 katlı binada, Borusan koleksiyonundaki sanat eserleri katlara serpiştirilmiş durumda.

2007 yılında holding yönetimi binaya taşınırken Borusan koleksiyonundaki 300 civarı sanat eserinden 100’ün üzerindeki resim, heykel ve duvar boyaması Perili Köşk’e taşınmıştı. Kocabıyık’ın şu anda görüştüğü ünlü mimarlardan istediğinin binayı hem ofis, hem de müze olarak kullanmayı mümkün kılacak rötuşlar ve ‘müze disiplini’ olduğu konuşuluyor.
 

‘Peri’ kızı kulede
1910’da inşa edilen ancak yapımı uzun bir süreçte tamamlanan Perili Köşk, servetini ticaretle kazanan Yusuf Ziya Paşa tarafından Rumelihisarı’nda, bir iddiaya göre, kendi ‘Hıdiv Kasrı’nı oluşturmak için yapıldı.  


Ekonomik sıkıntılar yaşayan Yusuf Ziya Paşa, binayı tam anlamıyla bitiremedi ve pek kullanamadı. ‘Perili Köşk’ efsanesi ise Yusuf Ziya Paşa’nın çok güzel bir kıza aşık olması ve kıskançlığı nedeniyle bu kişiyi kulenin en üstündeki odaya kapatması hikayesi üzerine doğdu. İddiaya göre, kızı görmek isteyenlerin merakı nedeniyle “peri gibi güzel kızın olduğu köşk” lafından ‘Perili Köşk’ ifadesi çıktı.


Basri Erdoğan isimli Gümüşhaneli bir gayrimenkulcu, Mısır’da vefat eden Yusuf Ziya Paşa’nın 40’ın üzerindeki varisini bir araya getirerek binayı aldı. Mimar Hakan Kıran’ın 1995 - 2000 yılları arasında yaptığı restorasyon sonrası köşk Borusan Holding’e kiralandı. Şimdi ise bina İstanbul’un özel müzeleri arasına gireceği eylül ayına hazırlanıyor.

Milliyet, Haber: Serkan Arman, 17.06.2011

"ÇOK BÜYÜK TAZMİNAT DAVASI AÇACAĞIM"

Başbakan Erdoğan’ın “Ucube” dediği Kars’taki İnsanlık Anıtı’ndan geriye kalan son parçalar da yıkıldı ama tartışma bitmedi. Heykelin yıkımını durdurmak için dava açan Mehmet Aksoy, bu kez de heykeline zarar verildiği için çok büyük oranda tazminat davası açmaya hazırlanıyor. Kars Belediyesi’nin açtığı yıkım ihalesini 272 bin TL karşılığında alan Avşin İnşaat’ın taşeron işçileri, paralarını alamadıkları gerekçesiyle 17 parçasını kestikleri heykelde çalışmayı durdurup şehri terk etmişti. Yüzde 70’i kesilen heykelin geriye kalan iki parçası ise kompresörlü kepçe ile parçalanarak kaldırılmıştı.

 

“İşin melodramatik yanı bu yıkımı yapan partinin sembolünün ampul olması” diyen Mehmet Aksoy şöyle konuştu. “Karartma günleri yaşatıyorlar bize. Ampul ışık saçar karartmaz, ama bu ampul karartıyor. Gerçi ben sanatın ampulü de aydınlattığını düşünüyorum.”

 

Geriye kalan iki parçanın heykelin ayakları olduğunu ifade eden Aksoy, “Haydi heykelimin maddesini ortadan kaldırdınız, kestiniz biçtiniz, olmadı en sonunda hırslanıp delici dozerlerle üstüne üşüştünüz akbaba gibi. Son iki ayağı parça pinçik edildi, yerine getirilmez biçimde dağıtıldı” dedi.

 

Çok büyük oranda tazminat davası açacağını belirten Aksoy, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Telif hakkı bana ait olan bir heykeli kaldırıyorum diye kesip paramparça, dozerle un ufak ediyorlar. Dava açıp milli servete dokundun, değersiz hale getirdin diyeceğiz. O heykelin anlamı bizim hayallerimizde, çocukların hayallerinde çoğalarak yaşayacak. Bunu nasıl söküp atacaksınız merak ediyorum. Ben o heykeli tekrar oraya diktireceğim. Ben artık bu hayalle yaşayacağım.”

Habertürk, Haber: Tülay Şubatlı, 16.06.2011

 

******


AB'DEN SANAT DERSİ

 




Avrupa Birliği (AB) Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Stefan Füle, Avrupa Parlamentosu üyelerinden Lorenzo Fontana’nın Kars’taki İnsanlık Anıtı’nın yıkımıyla ilgili verdiği soru önergesini yanıtladı.

 

Füle, Kars’ta yıkılan İnsanlık Anıtı’nın estetik değerini bir devlet organı, hükümet ya da Avrupa Komisyonu’nun yargılayamayacağını, sanat eserlerinin yıkılmasının her zaman ciddi kararlar olduğunu bildirdi.

 

Kars’taki İnsanlık Anıtı’nın yıkılmasıyla ilgili bir soru önergesini yanıtlayan Füle, “Komisyon Türkiye’de Türk-Ermeni dostluğuna adanmış var olan tek anıtın yıkılmasından üzüntü duymaktadır” dedi.

Habertürk 22.06.2011

TEKİRDAĞ'DA RESTORASYON ÇALIŞMALARI SÜRÜYOR

 

 

Tekirdağ'da, 17. yüzyıla kadar dayanan ve eski Tekirdağ evlerinin kültürel ve tarihi değerleri koruma projesi kapsamında, restorasyon çalışmaları sürüyor. Tekirdağ Vali Yardımcısı ve İl Özel İdare Başkanı Mustafa Masatlı, 'Tekirdağ Evleri'nin restorasyon çalışmaları için gerekli ödeneklerin ayrıldığını söyledi. Masatlı, Tekirdağ evleri için projeleri ikiye ayırdıklarını belirterek, bunlardan birinin bazı tarihi evlerin satın alınarak restore edilmesi, diğerinin de sokak iyileştirilmesi projesi olduğunu kaydetti.
    
Proje kapsamında, bugüne kadar 10 tarihi evin satın alındığını ifade eden Masatlı, ''Bu evler, İl Özel İdare'ye bağlı Kültürel Değerleri Koruma Bürosu kanalıyla alındı. Bunlardan birinin restorasyonu bitti. Şu an Tekirdağ Barosu olarak kullanıyor. Geriye kalan 9 evin beşi Cemal Nadir Sokak'ta, ikisi 50. yıl İlköğretim Okulu'nun olduğu yerde, ikisi de Tekirdağ Valiliği'ne yakın yerdedir. Bunlardan 7 evin rölöve projesi tamamlanarak Edirne Anıtlar Kurulu'ndan onay bekleniyor. Bu konuyla ilgili her hangi bir ödenek sıkıntısı da yok'' diye konuştu. Cemal Nadir Sokak'ta kültürel dokuyu korumak istediklerini ifade eden Masatlı, konuşmasını şöyle sürdürdü:
    
''Sokak iyileştirilmesi de, Cemal Nadir Sokağın eski haline dönüştürülme çalışmalarını yürütüyoruz. Bu projeyle, sokakta kültürel dokuda bütünlük sağlanmış olacak. Tarih sürekli akıp gidiyor. Önemli olan tarihten gelen birtakım değerlerin geleceğe taşınması. Onun için bu evleri koruma adına güvenlik görevlileri de tuttuk. Bu kişiler, 24 saat boyunca evleri koruyorlar.''
    
Tekirdağ'da bugüne kadar, bu asırlık evlerle ilgili yeterince çalışma yapılmadığını anlatan Masatlı, Tekirdağ İl Özel İdaresince yapılan çalışmaların, Türkiye'deki diğer illere de örnek teşkil etmesi gerektiğini ifade etti. Masatlı, ''Burada kültürel dokuyu her anlamda ayağa kaldırmış oluyoruz. Biz tarihi evlerin ayakta tutulması, restorasyonu ile ilgili de diğer kamu kurum ve kuruluşlarımızın ilgisini bekliyoruz'' dedi.
    
Tarihi evlerde bekçilik yapan Mustafa Akyüz, evlerin koruma altına alınmadan önce binaların tahrip edildiğini ve ahşaplarının sökülerek yakıldığını anlattı. ''Biz tarihi korumak için buradayız'' diyen Akyüz, şöyle konuştu:
    
''Bu evlere, tinerciler ve öğrenciler girip çıkıyordu. Evler de zaten eski olduğu için onlar da hiç korumuyorlardı. Ama en büyük sıkıntıyı ahşapları sökmek isteyen kişilerden çekiyoruz. Burada demir, tahta ne varsa hepsini alıyorlar. Biz de buradan polise telefon ediyoruz fakat, polis gelene kadar alıp kaçıyorlar. Onlarla başımız dertte.''

Yapı 16.06.2011

İNSANLIK ANITINI YIKANLARA YAPILANLAR İNSANLIK DIŞI

 

Başbakan Erdoğan’ın “Bu ucubeyi yıkın” talimatıyla harekete geçen Kars Belediyesi'nin, çeşitli hukuksuzluklara başvurarak yıktırdığı İnsanlık Anıtı’nın yıkımını üstlenen taşeron firmanın başına gelenler, AKP’li belediyenin yıkımı ihale ettiği Afşin İnşaat ve Oto Nakliyat Şirketi’nin mafyavari bir şekilde çalıştığını ortaya koydu. İhaleyi alan Avşin Şirketi’nin sahibi Tuncay Yağcı’nın İl Genel Meclisi Başkanı Muzaffer Yağcı’nın kardeşi olduğu anlaşıldı.


Basında çeşitli spekülasyonları yapılan olay hakkında kendisiyle konuştuğumuz taşeron firmanın sahibi Ertuğrul Yaman, hem AKP’li belediye başkanı Nevzat Bozkuş hem de işveren durumundaki Afşin İnşaat şirketi tarafından aldatıldıklarını, 39 gün çalışmalarına rağmen paralarını alamadıklarını, üstelik darp edildiklerini ve ölümle tehdit edildiklerini belirterek suç duyurusunda bulunacaklarını duyurdu.
 

Avrupa’dan ithal edilen tel kesme makineleri bulunduğu için İnsanlık Heykeli’nin yıkımının kendilerine teklif edildiğini anlatan Eryaman Karot Taşeron firması sahibi Ertuğrul Yaman, önce bu teklife yanaşmadıklarını ancak araya girenlere güvenerek bu işe girdiklerini belirtti. AKP’li Kars Belediyesinin ihaleyi İl Genel Meclisi başkanı Muzaffer Yağcı’nın kardeşi Tuncay Yağcı’nın Afşin İnş. Oto Nakliyat şirketine verdiğini belirten Yaman, bu firmayla anlaşarak 25 Nisan’da  2 işçisiyle birlikte heykeli yıkmak üzere çalışmalara başladıklarını anlattı.


Ertuğrul Yaman, “39 gün yağmur, soğuk sıcak demeden 35 metrelik heykeli kesmeye başladık. 25 Mayıs tarihinde heykelin kesiminin yüzde 70’ini bitirdiğimizde yapılan sözleşmede belirtildiği gibi paramızı almak için  Afşin firmasına gittik. Orada İl Genel Meclisi bizi  Afşin şirketi sahibi Tuncay Yağcı karşıladı. Parayı veremeyeceğini, henüz belediyenin kendilerine para vermediğini söyledi. Ancak daha sonra Belediyeyi aradığımda bana parayı Afşin şirketine teslim ettiklerini söylediler. Bu kez tekrar Afşin’i aradım, onlar da bunu reddetti. İyice kafam karıştı ve  bu samimiyetsizliğe tepki olarak malzemeleri toplayarak gitmeye karar verdik ” diye konuştu.
 

Gideceklerini öğrenen Kars Belediye Başkanı Nevzat Bozkuş’un kendisini makamına çağırarak “Ne olur gitme, basın duyarsa rezil oluruz” diyerek kendisine gitmemesi yönünde yalvardığını aktaran Yaman, “ Sana namus sözü ki bu parayı size ödeyeceğim. Afşin’in parasını ipotek altına alırım. Yeter ki siz bu heykelin işini bitirin” dedi.


Onun sözüne güverek tekrar işe koyulduk. İş bitikten sonra tekrar belediyeye geldiğimizde Belediye başkanı Bozkuş ile Afşin şirketinin sahibi Tuncay Yağcı oradaydı. Sözleşmede olmadığı halde  vinç parası olan 40 bin TL’yi keseceğini, bütün işçilerim SSK’lı olmasına rağmen bizi ayrıca özel sigortalı göstererek bizden 20 bin TL keseceklerini, vinç ve jeneratörün yakıt ve kira parasını da bizden keseceklerini ve otel, yemek ihtiyaçlarımız için verilen parayı keseceklerini söylediler. Şaşırdım kaldım, geriye 15 bin TL gibi bir para kalıyordu.Tabii ki kabul etmedim. Karşı çıkarak orada hazır bulunan Belediye Başkanı Bozkuş’a namus ve şeref sözünü hatırlattığımda, “Burası kahve değil, adliye hiç değil, ben karışmam kendi işinizi dışarıda halledin’ diyerek bizi oradan kovmaya kalktı” diye anlattı.
 

Ekibiyle birlikte belediyeden çıkmayı kabul etmediklerini belirten Yaman, “Birden Yağcı yerinden kalkarak ‘Eceline mi susadın lan sen’ diyerek bana yumruk attı.İşçilerim araya girdiğinde birden üzerimize bir sürü insan geldi ve ağıza alınmayacak küfürler ederek bizi belediyenin içinde darp ettiler. ‘Canınızı bağışladık daha ne istiyorsunuz’ diyerek bizi dışarıya attılar” dedi. O gün malzemeleri toplayıp iki gün bir köyde konakladıktan sonra İstanbul’a döndüklerini ve   hem belediye hem de Avşin şirketi hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını vurgulayan Yaman, “Ben bu işten çok zarar ettim.Şimdi ithal olarak aldığım malların bile parasını ödeyemiyorum Bu yüzden hem arabamı hem de malzememi satacağım.Biz bunlara güvendik, bize namus ve şeref sözü verdiler, bizi resmen kullandılar. Şikayetçiyim” dedi.


 Eryaman işçisi Hasan Çıplak ise,” Allahlarından bulsunlar. Kars belediye yetkilileri ve Afşin şirketi patronu bize sürekli, ‘ Hakkınızı yersek çocuklarımızdan çıksın’ diyordu. Bunların hiçbir sözüne güvenilmez” diye konuştu.


39 gün boyunca 35 metre yükseklikte çalıştıklarını hatırlatan Eryaman Karot İşçisi Nuri Yiğit, “Biz işimizi onların sözüne güvenerek bitirdik ancak onlar hem insanlık heykelini hem bizi harcadılar” dedi.

Osman Yaman’ın kendileri ayrıldıktan sonra yaşananlarla ilgili anlattıkları ise heykelin yıkım işinin nasıl bir şirkete verildiğini göstermesi açısından önemliydi: “Çalıştığımız iskeleyi kiraladığımız 26 yaşındaki gence, kira bedelini Avşin şirketinden alacağımız para içinden ödeyeceğimizi söyledik. Ama biz paramızı alamayınca, kira bedelini gidip Avfşin şirketinden almasını, bunun da bize ödenecek paradan kesilmesini belirttik. Ancak parasını talep eden genç şirkete çağrılarak ölümle tehdit edilmiş.


Bununla da yetinmeyen şirket, çalıştığımız süre boyunca bizim fotoğraflarımızı sergi yapmak amacıyla çeken Kars Kültür Sanat Derneği başkanı Vedat Akçayöz’ü yıkım çalışmasına yasadışı bir şekilde kompresörle devam ettiğini görüntülediği için dövdürdü.

Birgün, Haber: Zeynep Kuray, 15.06.2011



12 - 18 Haziran 2011

KATKI




ONAR KÖYÜ KAYA MEZARLARI




 



 

Onar Köyü Kaya Mezarları birtakım tipolojik farklılıklar göstermektedir.Buna rağmen genelde birbirne çok yakın biçimde yapılmıştır. Kaya mezarları daha sonraki dönemde açılıp tahrip edilmiş,kapak taşları kırıldığından kimler tarafından yapıldığı belirlenememiştir. 21 adet kaya mezarı açıktadır. En az 5 adet de kapalı (toprak dolmuş) daha vardır.

 



 

Kaya mezarlarının tarih saptaması konusunda epigrafi çalışması yardımcı oldu. Mağaraların birinde kline kemerinin üstünde ve altında tabula ansata içerisinde boya ile yazılmış  MS 2-3.yy bazı harfler saptandı. Ayrıca fotoğrafı aşağıda görülen atlar freskinin de MÖ 2-3 yy Hellenistik dönemine ait olduğunu düşünüyoruz. Yine bir başka mağarada MS 8-9 yy Bizans dönemine ait bir kelimenin son hecesi duvarda bulunmuştur. Burası kaya kezarı olarak yapılmasına rağmen sonraki dönemlerde oyularak tapınma yeri (kilise) görevi gördüğü anlaşılıyor. Olasılıkla  9-10 yy (İkonaklazma) dönemine ait olabilir.






Hellenistik-Roma-Bizans yerleşimlerinin varlığını gösteren kaya mezarları dışında, toprak üstü araştırmalarında ele geçen ezgi taşı, çanak çömlek (keramikler) parçası buluntuları vardır. Onar Köyü arazisinde ilk Kalkolitik dönemden (MÖ 4500-4000) döneme kadar inen prehistorik yerleşim alanları da bulunmaktadır. 

 

Onar Köyü kaya mezarlarının çok gecikmiş 1. derece sit alanı tescili, yüzyıllardan bu yana olagelen tahribatı daha da artırmıştır. Köylülerin hayvan yemi deposu olarak kullanırken, fiziki müdahale ile (kırarak, yontarak) bilinçsizce yaptığı genişletme tahribatı bir yana son zamanlarda kaçak definecilerin gizli kazıları ve dinamitleme girişimleri yüzünden bu önemli kültürel mirasımız yok olmakla yüzyüzedir. Bu nedenlerle köyün güneyindeki kayalara oyulmuş 21 tanesi açıkta 5'i tamamı ile toprak dolu Onar Köyü kaya mezarlarının bir an önce kurtarma ve temizleme çalışmaları ile bilimsel olarak tarihimizin gün ışığına çıkarılması ve korumaya alınarak turizme sunulması sağlanmalıdır.

Mehmet Ali Tanrıvermiş / Onar Köyü Dernek Başkanı, Kaynak: Dr.İsmail Kaygusuz

AKHİSAR'DA TARİHİ ESER KAÇAKÇILARI YAKALANDI

 

 

Akhisar İlçe Jandarma Komutanlığı asayiş ekiplerince yapılan operasyonda, tarihi eserler ele geçirildi, eser kaçakçıları yakalandı. Eser kaçakçıları çıkarıldıkları nöbetçi savcılıkça ifadeleri alındı ve serbest bırakıldı. Yapılan aramada bulunan 4 parça taş heykel figürleri Manisa Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi ve oraya yapılan incelemede tarihi eserlerin MÖ 4. yüzyıl ve Roma dönemine ait olduğu anlaşıldı.

 

2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında yapılan çalışmalarda Akhisar'da İ.A. ile N.Ö. Selçikli Köyü çıvarında satmak için müşteri ararken, Akhisar İlçe Jandarma Komutanlığı asayiş ekiplerinin sıkı takibi sonunda yakalandılar. Jandarmanın arabada yaptıkları aramada MÖ 4. yüzyıl ve Roma dönemine ait 4 parça taş heykel figürleri ele geçirildi.

 

Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında olan tarihi eserlere el konularak, ifadeleri alınan şüpheliler İ.A., N.Ö. tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Akhisar Haber, 16.06.2011

UNESCO, ÜÇ YILLIK MESAİSİNİ TÜRKİYE'YE HARCAYACAK

 

 

Tüm insanlığın ortak geçmişini oluşturan değerlerin korunmasında uluslararası işbirliğini mümkün kılmayı amaçlayan Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı'nın (UNESCO) listesi Türk eserleriyle doldu.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Araştırma ve Eğitim Genel Müdürü Mahmut Evkuran, temsili liste için yılda üç dosya görüşen UNESCO'ya dokuz müracaat yaparak, önümüzdeki üç yıllık ajandasını kapattıklarını söylüyor. Normal listede aşure, Türk kahvesi, ebru, mesir macunu şenlikleri ve başka ülkelerle ortak şekilde kutlanan Hıdırellez bulunurken acil koruma gerektiren listede ahlat taş işçiliği, sabantoy, Sarıkeçililer ve kuş dili yer alıyor. Genel Müdür Evkuran, beşi normal, dördü acil koruma gerektiren liste kontenjanını dokuz konuyla dolduran Türkiye'nin dünya kültür diyaloğuna da büyük bir katkı yapmaya hazırlandığına işaret ediyor.

 

Sarıkeçililer, konar-göçer Yörüklerin son temsilcileri: Sarıkeçililer, yazın yaylalarda ve kışın kışlaklarda hayvancılıkla uğraşan, konargöçer Türk topluluklarıdır. Yörük topluluklarından biri olan ve bugün sayıları 150 civarında kalan Sarıkeçili aşireti, Türkiye'de konar-göçer yörüklerin son temsilcisidir.

 

Sabantoy, baharın uyanışı: Sabantoy, ekinlerin büyümeğe başladığı, toprağın yeşerdiği ve tabiatın yeniden canlandığı, baharın uyandığı dönemi temsil eder.

 

Taş işçiliğinin merkezi Ahlat: Van Gölü'nün kenarında kurulu olan Bitlis'in Ahlat İlçesi, işlenmeye müsait taş malzemenin bolluğu, değişik taş türlerinin mevcudiyeti, geçmiş uygarlıklardan devralınan yapı teknolojisi ve kadim geleneklerin varlığı sebebiyle Türkiye'de taş işçiliğinin en önemli merkezlerinden biridir.

Zaman, Haber: Şerif Erdikici, 16.06.2011

İSTANBUL 2010 KÜLTÜR BAŞKENTİ'NE DEĞİŞİK BAKMAK

 

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Etki Değerlendirme Raporu Mayıs 2011 (*) tarihli istatistiklerden oluşan kitabı okudum, başkent olgusuna bir de bu rapor açısından bakacak, yapılanları / yapılamayanları bu veriler doğrultusunda değerlendireceğim.
 

Ben ve benim gibi birçok kişinin “Kültür Başkenti” olma yılında önerilerimiz, beklentilerimiz, tasarımlarımız, projelerimiz vardı.
Çünkü, geçici etkinliklerden çok, kalıcı eserler bırakılmasını istiyorduk.
Yıllar geçtikten sonra, konserlerin, toplantıların, sergilerin adının anılmayacağı, buna karşılık bakın bu yıl şunlar oldu diyecek çalışmaları ummuştum.


* * *


Raporun içeriğini değerlendirmeden önce yıl boyu yazdıklarımı özetlemeliyim:
-  İstanbul’un hala bir konser salonu yok.
-  İstanbul’un hala bir opera salonu yok.
-  İstanbul’un hala bir kent müzesi yok.
-  İstanbul’un hala bir Modern Sanat Müzesi yok.
-  İstanbul’a yıllardır bir kütüphane yapılmadı. Eski kütüphanelerin kadro ve karşılanmayan gereksinimlerinin yerine getirilmesi sağlanamadı.
-  Beşiktaş’taki Resim ve Heykel Müzesi’nin binası onarılmadı, yeni bir müze binası yapılmadı. Önemli bir koleksiyon bu yüzden gün ışığına çıkarılamadı. Ufak tefek onarımlarla ancak damı aktarıldı.
-  Büyük bir İstanbul Ansiklopedisi yayımlanamadı, İstanbul üzerine kapsamlı olmayan derleme kitaplarla yetinildi.
-  İstanbul ve kültürel mirası için hazırlanan kitapların asıl amacının bu kenti yurtdışında tanıtmak olduğu kuvvetle vurgulanmadı.


Gerçi başkent olmanın birinci amacının, işlevinin bu olduğu savı da tartışılabilir.


* * *


Raporun Yönetici Özeti yazısından bir bölümü aldım, bu satırlar hem saptama başlıklarını hem bakış açısını yansıttığından okunmaya değer:
“İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Etki Değerlendirme çalışması Ocak-Nisan 2011 döneminde yürütülmüş, temel amacı belirlenen kriterler doğrultusunda İstanbul 2010 AKB programının etkilerinin değerlendirilmesi olmuştur. Raporda da görüleceği üzere etki değerlendirmesi için dört ana etki alanı olarak kültür-sanat ve katılım, kültürel mirasın korunması, ekonomi ve turizm, imaj/görünüş belirlenmiştir. Çalışmada, kültür-sanat alanlarında veri üreten çeşitli kurumlardan yararlanılmış, İstanbul halkı ile kamuoyu anketi ve ajans çalışanı anketi ile algı ve etki ölçümlenmiş, turizm ve ekonomi alanındaki etkiler için bu alandaki önemli paydaşlar ile görüşmeler düzenlenmiştir. Ayrıca, konsolosluklar ve yabancı kültür merkezleri yöneticileri ile odak grup çalışmaları düzenlenmiş ve onların da değerlendirmeleri alınmıştır.
Çalışma sırasında ortaya çıkan önemli bir tespit, kültür-sanat alanındaki pek çok istatistiksel verinin ya tutulmuyor olduğu ya da gecikmeli olarak üretildiğidir. Bazı verilerin de sadece Türkiye genelinde tutulması, İstanbul özelinde değerlendirilme yapılamamasına sebep olmaktadır.(...)”


* * *


Yarın, başkent olgusuna değişik, farklı açılardan bakan raporu tartışacağız.

(*) İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Etki Değerlendirme Raporu Mayıs 2011.

Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 16.05.2011

PARANIN BAŞKENTİNDE KAZI BAŞLADI

 

 

 

Altın parayı icat ederek insanlık tarihine büyük bir katkı yapan Lidya Krallığı'nın başkenti Sardes'te kazı sezonu açıldı. ABD'li arkeologlar, 5 bin yıllık tarihi geçmişi olan Sardes'te Ağustos ayı sonuna kadar sürecek kazı çalışmalarında yeni keşifler elde etmeyi hedefliyor.

 

MÖ 546 yılında altın paranın icat edildiği yer olan Lidya Uygarlığı'nın başkenti Sardes'de, 2011-2012 kazı sezonu start aldı. ABD'li 10 arkeolog ve 20'den fazla işçinin katılımıyla Ağustos ayının ilk haftasına kadar sürecek çalışmalar kapsamında yer altında gizli kalan tarihi eserlerin gün ışığına çıkarılması hedefleniyor. Kazı ekibinin yöneticilerinden olan ABD'li Arkeolog William Bruce, "Kazılarımız sonunda Roma dönemine ait mezarlar bulduk. Bunun yanında kazılarımız sırasında o döneme ait duvar sıvalarıyla karşılaştık. Bu kazılar sonunda Roma'ya ait dönemde neler olduğunu anlamak istiyoruz. Şu an kazı yaptığımız alan ev veya dükkanlar olabilir ama bunu çalışmalar tamamlanınca göreceğiz" dedi.





Lidya Uygarlığı'nın başkenti Sardes ve çevresindeki kazılar 50 yılı geride bıraktı. İlk kazının 1. Dünya Savaşı öncesinde yapıldığı çalışmalar 1958 yılından itibaren bilimsel olarak devam etti. ABD'nin Harward ve Cornell üniversitelerinin öncülüğünde yapılan kazılara ilk başlarda Amerikalı Profesör Hanfmann başkanlık ederken, 1976 yılından 2008 yılı sonuna kadar Kazı başkanlığını Amerikalı Profesör olan Crawford Greenewalt yürüttü. Greenewalt, 1959 yılında öğrenciyken geldiği Sart'ta yaklaşık 50 yıl kazı ekibi başkanlığı görevini yürüttükten sonra 2008 yılı sonunda bu görevi öğrencisi Prof.Dr. Nicholas Dunlop'a devretti.

 

LİDYA UYGARLIĞI

Batı Anadolu'da, Gediz ve Küçük Menderes yörelerinde oturan bu halkın nereden geldiği kesin olarak bilinmiyor. Antik dönem yazarları onların güneydeki Karyalılar ile kuzeydeki Mysialılar ve Frigler ile akraba olduklarını söyler. Hint-Avrupa karakterli bir dilleri olan Lidyalıların Batı Anadolu'da MÖ 2. bin yılın ikinci yarısından itibaren var oldukları kabul edilmektedir.





Lydia'nın parlamasının nedeni bölgede bulunan altın madenleri oldu. Bu madenin MÖ 7. yüzyılın başından beri Sardes'te işletilmeye başlaması Lidyalıları zenginleştirmiş ve güçlendirmişti. Lydia'nın Anadolu'daki uygarlığa katkısı daha çok ekonomi dalında olmuştur. Altın sikkeler basarak ticaretteki değiş tokuş usulünü değer ekonomisine çevirmişlerdir. Lydia tarihinin bazı dönemlerinde Frigleri de yıkan Kimmerlerin saldırısına uğradı ve Sardes kenti Kimmerlerle birlikte yine göçebe bir topluluk olan Traklar tarafından yağmalandı. Ayrıca, Med ve Perslerle de çeşitli kez savaşlar yapmışlardır. MÖ 28 Mayıs 585 günü Medlerle yapılan savaş sırasında güneş tutulması meydana gelmiş ve savaş böylece sona ermiştir. Lydia devletine son veren Pers kralı Kyros olmuştur.

 

Roma döneminin en görkemli anıtsal yapılarından biri olan Lidya Uygarlığı'nın başkenti Sardes'teki Gymnasium, Anadolu'daki benzerleri arasında en büyük yüzölçümüne sahip bulunuyor. 23 bin metrekareden fazla bir alan kaplayan anıtsal külliyenin, antik kentin en işlek kesiminde yer aldığı belirtiliyor. Söz konusu alanda hamam, spor karşılaşmaları ile törenlerin yapıldığı mermer avlu, antrenman sahası ve işyerleri bulunuyor.

Manisa Kent Haber, 15.06.2011

TARİHİ HAMAMDA 6 ASIRLIK GELENEK YAŞATILACAK

 

 

1. Murat Hüdavendigar tarafından 1366 yılında yaptırılan ve o dönemde medrese talebelerinin ücretsiz olarak kullandığı 'Gir Çık Hamamı', Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından 6 asır sonra yeniden aslına uygun hale getiriliyor. Vatandaşların zamanla adını 'Cık Cık Hamamı'na çevirdiği tarihi yapı restore edildiğinde öğrenciler yeniden ücretsiz olarak istifade edecek.

 

Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından tarihi ve kültürel miras çalışmaları kapsamında ele alınan 'Cık Cık Hamamı'nın restorasyon çalışmalarına başlandı. Çalışmaları yerinde inceleyen Başkan Altepe, medrese talebelerine ücretsiz olarak hizmet veren hamamın yeniden aynı şekilde hizmete açılacağını söyledi.

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü uhdesindeki sultan külliyelerini de himayesi altına alan Büyükşehir Belediyesi, Hüdavendigar Külliyesi'nin bir parçası olan 'Cık Cık Hamamı'nda da restorasyon çalışmalarını başlattı. Restorasyon çalışmalarını yerinde inceleyen Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, yapının tarihi hakkında bilgiler verdi. Osmanlı Sultanı 1. Murat Hüdavendigar tarafından 1366 yılında yaptırılan 1. Murat Camii'nin, medrese olarak kullanılan üst katında eğitim gören talebelerin kullanması amacıyla yaptırılan ve ücretsiz olması nedeniyle 'Gir-Çık Hamamı' olarak adlandırıldığını dile getiren Başkan Altepe, tarihi yapının günümüze ise 'Cık Cık Hamamı' olarak taşındığını vurguladı.

 

Caminin üst katı 1914 yılına kadar medrese olarak kullanılırken, caminin hemen yanında bulunan ve önceleri öğrencilere, daha sonraları ise bekarlara hizmet veren hamam, zaman içinde deprem ve yangınlarda kısmen yıkıldı. Hüdavendigar Külliyesi müştemilatı arasında yer alan harabe görümündeki Cık Cık Hamamı, Büyükşehir Belediyesi tarafından yine aslına uygun hale getiriliyor.

Tarihi ve kültürel mirası ayağa kaldırma çalışmaları kapsamında ele aldıkları projenin hızla ilerlediğini ifade eden Başkan Altepe, geçmişte hamam ve tuvalet olarak kullanılan yapıda, yine hamam, tuvaletler ve abdest alma ünitelerinin yer alacağını kaydetti. Restorasyon çalışmalarını kısa sürede tamamlamayı hedeflediklerini dile getiren Başkan Altepe, şöyle konuştu: "Tarihi yapı aslına uygun olarak, camiye gelenlere, çevre halkına ücretsiz olarak hizmet verecek. Sultan külliyelerinin bakım ve onarımları kapsamında ele aldığımız bu proje, aynı zamanda tarihi bölgeye ayrı bir değer katacak."

Zaman, 15.06.2011

JANDARMADAN TARİHİ ESER OPERASYONU

 

  

 

Konya'da jandarma ekipleri, alıcı kılığına girerek tarihi eser satmak isteyen bir şüpheliyi yakalarken, 49 adet sikke ve çeşitli figürlerin bulunduğu tarihi eser ele geçirdi.


Edinilen bilgiye göre, Konya Jandarma Alay Komutanlığı'na bağlı ekipleri, merkez Karatay İlçesi Yarma beldesinde bir kişinin tarihi eser satmaya çalıştığını öğrendi. Çalışma yapan ekipler, H.Ö. ile alıcı kılığında görüşmelere başladı. Görüşmelerin ardından Yarma beldesine alıcı olarak giden jandarma ekipleri şüpheli, H.Ö'yü suçüstü yakaladı. Şüphelinin satmak için getirdiği Roma dönemine ait sikke ve çeşitli figürlerin bulunduğu tarihi eserlere el konuldu.
Olayla ilgili soruşturma devam ediyor.

Türkiye Gazetesi, Haber: Halil İbrahim Varlı 15.06.2011



İtalya’nın Floransa kentinde dökümü yaptırılan 12,5 metre yüksekliğindeki heykel 5 milyon 300 bin euro’ya mal oldu.

BÜYÜK İSKENDER, BÜYÜK KRİZ

 

Makedonya’nın başkenti Üsküp’ün merkezine dikilen, “Atlı Savaşçı” adlı Büyük İskender heykeli Yunanistan’da rahatsızlık yarattı.

 

Heykel haberlerine büyük yer veren Yunan basını bu girişimi “Yunan tarihini çalmak, şovenizmi ve çatışmayı körüklemek” olarak değerlendirildi.

Yunanistan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Grigoris Dalavekuras, Makedonya’da yürütülen siyasetin iki ülke arasındaki komşuluk ilişkilerini ve BM’de yürütülen isim sorununu aşma görüşmelerini olumsuz etkileyeceğini söyledi.
Yunanistan ve Makedonya arasında bölgenin tarihi mirasını sahiplenme konusundaki anlaşmazlık yaklaşık 20 yıldır sürüyor.

Milliyet, 15.06.2011

KÜLTÜR MİRASI TALEBİ

 

 

Konyaaltı Doğa Sevdalıları ve Abdal Musa Gönüllüleri, mermer ocağı çalışmalarının sürdüğü Dur Dağı'nda, aralarında Abdal Musa'nın da bulunduğu 5 türbe ile 5 ardıç ağacının dünya varlıkları koruma listesine alınması için topladıkları imzaları, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğüne teslim etti.

Konyaaltı Doğa Sevdalıları ve Abdal Musa Gönüllüleri adına Nuran Kaya yaptığı açıklamada, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü tarafından faaliyetinin durdurulması yönünde karar alınmasına rağmen Dur Dağı'ndaki mermer ocağının çalışmaya devam ettiğini bildirdi.


Kaya, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı Antalya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü tarafından, 27 Nisanda Elmalı'nın Tekke Köyü'ndeki Abdal Musa Türbesi, Budala Sultan Türbesi, Mesten Dede Türbesi ve Oturak Baba Mezarlığı ile Dur Dağı'nın ''kutsal'' kabul edildiğinin vurgulandığını, bölgedeki mermer ocağı faaliyetlerinin durdurulmasına da karar verildiği hatırlattı.


Dur Dağı'ndaki türbeler ile Abdal Musa'nın diktiği 5 ardıç ağacının, mermer ocağının çalışması nedeniyle yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu savunan Kaya, bölgenin inanç turizmi ve tarihi sit alanı ilan edilmesini istedi. Kaya ve beraberindekiler, bölgenin dünya varlıkları koruma listesine alınması talebiyle topladıkları ve 1457 kişinin imzaladığını dilekçeyi, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğüne teslim etti.

Kemer Gözcü, 15.06.2011

39 PARÇA TARİHİ ESER ELE GEÇİRİLDİ

 

 

 

İzmir Emniyet Müdürlüğü ekipleri, Konak İlçesinde esnaflık yapan H.S. isimli şahsın çeşitli tarihi ziynet eşyalarını satmak istediği ihbarını değerlendirerek 39 parça tarihi eseri ele geçirdi.

 

Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü Mali Büro Amirliği ekipleri, üç hafta sürdürdüğü takibin ardından müşteri gibi davranarak H.S. ile irtibata geçti. Gerçekleşen buluşma sonrasında ekipler zanlı ile birlikte 22 bronz sikke, 8 ok ucu ile yüzük, kolye ucu, bileklik, mühür, madalyon ve heykelcikten oluşan toplam 39 parça tarihi eser ele geçirdi. Ele geçirilen eserlerin İzmir Müze Müdürlüğü'ne gönderildiği belirtildi. Olayla ilgili adliyeye sevk edilen H.S., tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

İzmir Kent Haber, 15.06.2011

KARS'TA 'İNSANLIK'TAN ESER KALMADI

 

 

Kars'ı kuşbakışı gören Üçler Tepesi mevkiine dönemin AKP'li Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu tarafından 2006 yılında heykeltraş Mehmet Aksoy'a yaptırılmaya başlanan 24.5 metre yükseklikteki İnsanlık Anıtı'na Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 8 Ocak günkü Kars mitinginde 'ucube' demiş ve kaldırılmasını istemişti. Belediye Başkanı Nevzat Bozkuş'un yıkım ihalesini 272 bin liraya verdiği Afşin İnşaat, işi Eryaman Karot isimli taşeron firmaya devretti.

 

26 Nisan'da anıtın iki kafasını tekbir getirerek kesen Eryaman Karot taşeron firma çalışanları, ana firmadan paralarını alamadıkları gerekçesiyle 17 parçasını kestikleri heykelin kesim işlemini durdurup Kars'ı terk etti. Yüzde 70'i yıkılan İnsanlık Anıtı'nın geriye kalan iki parçası da kompresörlü kepçe ile parçalanarak kaldırıldı. İnsanlık Anıtı'ndan geriye temeli ve demirleri kaldı.

İnsanlık Anıtı'nın altındaki kültür varlığı olarak tescilli olan Timur Paşa Tabyası ise çevredeki çobanlar tarafından hala hayvan barınağı olarak kullanılıyor.

2006 yılında heykeltraş Mehmet Aksoy, Kars Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu ile sözleşme imzalamasının ardından anıtı yapmaya başladı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Kars mitinginde 'İnsanlık Anıtı'nı 'ucube' diye nitelendirip yıkılmasını istemesi ile birlikte anıt için 'sona doğru yolculuk' başladı.

 

1 Şubat tarihinde Kars Belediye Meclisi, AKP'li Belediye Başkanı Nevzat Bozkuş'un yönetiminde toplanarak 'İnsanlık Anıtı'nın kaldırılması ve mevcut yerin tarihi dokusuna uygun olarak çevre düzenlenmesi yapılmasını 22 'evet', 4 'hayır' oyu ile kararlaştırdı. 7 Şubat'ta heykeltıraş Mehmet Aksoy'un vekili olarak Avukat Turgut Kazan, Erzurum Birinci İdare Mahkemesi'ne başvurarak ivedilikle yürütmeyi durdurma kararı verilmesi talebinde bulundu. 7 Mart'ta Kars Belediyesi heykeli kaldırmak için ihale yaparken Erzurum Birinci İdare Mahkemesi de, 'yürütmeyi durdurma' kararı verdi.

11 Mart tarihinde Kars Belediyesi, Erzurum Birinci İdare Mahkemesi'nin verdiği 'yürütmeyi durdurma' kararına Bölge İdare Mahkemesi'nde itiraz etti. 16 Mart'ta Kars Belediyesi'nin itirazını kabul eden Bölge İdare Mahkemesi, yürütmeyi durdurma kararını kaldırdı. 16 Nisan'da ihaleyi alan Avşin İnşaat, heykelin yıkılması için iskele kurdu. 23 Nisan tarihinde İstanbul'dan gelen sanatçılar ile heykeltraş Mehmet Aksoy, Avukat Turgut Kazan, Kars eski Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu anıtın yıkılmasını protesto etti. 26 Nisan'da heykelin birinin baş kısmı saat tekbir sesleri eşliğinde kesildi. 14 Haziran tarihinde de 'İnsanlık'tan eser kalmadı.

Habertürk,14.06.2011

30 MİLYON TL'YE PICASSO TABLOSU

21 Haziran’da Londra’da Christie’s Müzayede Evi’nde düzenlenecek Empresyonist ve Modern Sanat başlıklı akşam müzayedesinde önemli başyapıtlar satışa çıkacak. Müzayedeye çıkacak eserler arasında Picasso’nun “Genç Kız” tablosunun 10.2 ile 13.6 milyon Euro (yaklaşık olarak 23 ile 30 milyon TL) arasında bir satış rakamına ulaşması bekleniyor.

 

Önümüzdeki haftalarda farklı müzayedelerde satışa çıkacak eserler dünden itibaren Londra’daki Christie’s Müzayede Evi’nde sergilenmeye başlandı. Eserlerin arasında Michelangelo, Stubbs, Goya, Monet gibi büyük ustaların başyapıtları da yer alıyor

Habertürk,14.06.2011

EVSİZLER HAYRETTİN PAŞA TÜRBESİNİ MESKEN TUTTU

 

Preveze Deniz Savaşı'nın komutanı Osmanlı İmparatorluğu'nun Kaptan-ı Deryası Barbaros Hayrettin Paşa'nın Beşiktaş Meydanı'ndaki türbesi, evsizler tarafından yatakhane olarak kullanılıyor. Türbenin bahçesindeki mezarlıkların arasına battaniye seren 15 evsiz burada yatıp kalkıyor. Soğuktan korunmak için birbirlerine sarılarak yatan 15 evsiz, öğle saatlerine kadar türbenin bahçesinde kalıyor. Daha sonra yiyecek bulmak için türbeden ayrılan evsizler hava kararmaya yüz tuttuğunda geri dönüyor.

Yetkililere birçok şikayet gitmiş ama, ne evsizlere mekan sağlanmış, ne de türbe bu görüntüden arındırılmış.

Sabah, Haber: Ali Balcı, 14.06.2011

TARİHİ 'CIK CIK HAMAMI' RESTORE EDİLİYOR

 

 

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Altepe, Hüdavendigar Külliyesi içerisinde yer alan hamamın restorasyon çalışmalarını yerinde inceledi.


Sultan 1. Murat Hüdavendigar tarafından, 1366 yılında yaptırılan 1. Murat Camii’nin, medrese olarak hizmet veren üst katında eğitim gören talebelerin kullanması amacıyla yaptırıldığını hatırlatan Altepe, hamamın ücretsiz olması nedeniyle ’Gir-Çık Hamamı’ olarak adlandırıldığını ifade etti.


Altepe, zamanla bu ismin ’Cık Cık Hamamı’ olarak değiştiğini belirterek, projenin hızla ilerlediğini, geçmişte hamam ve tuvalet olarak kullanılan yapıda, yine hamam, tuvaletler ve abdest alma bölümlerinin yer alacağını kaydetti.


Restorasyon çalışmalarını kısa sürede tamamlamayı hedeflediklerini belirten Altepe, ’Tarihi yapı, aslına uygun olarak camiye gelenlere, çevre halkına ücretsiz hizmet verecek. Sultan Külliyelerinin bakım ve onarımları kapsamında ele aldığımız bu proje, aynı zamanda tarihi bölgeye ayrı bir değer katacak’ diye konuştu.

Bursa Olay, 14.06.2011

EMİRGAN'DAKİ AT AHIRI RESTORASYONUNDA GÖÇÜK

 

Emirgan Korusu'ndaki at ahırlarının restorasyonu için kazılan çukurda göçük meydana geldi. Bir işçi yaralandı. Emirgan Korusu'ndaki at ahırlarının restorasyon çalışmaları kapsamında yan sokakla bağlantılı olan duvarın hemen dibinde izolasyon için kazı yapıldı. Duvar ile yol arasına yapılacak izolasyon için yaklaşık üç metre çukur kazıldı. Saat 09.15 sıralarında yağmur nedeniyle yumuşayan toprak çöktü. Göçük sırasında çukurda çalışan 55 yaşındaki Bayram Ateş'in kafasına taş parçası isabet etti. Hastaneye kaldırılan Ateş'in durumunun iyi olduğu öğrenildi.

Sabah, Haber: Mustafa Kaya, 14.06.2011

120 YILLIK TARİHİ KULE YILLARA MEYDAN OKUYOR

 

 

 

Çorum'un Sungurlu İlçesi'ndeki 19. yüzyıla ait sivil yapıların en güzellerinden biri olan 120 yıllık tarihi saat kulesi yıllara meydan okuyor.


Türkiye'deki 52 tarihi saat kulesinden biri olan ve ilk günkü gibi çalışan Sungurlu saat kulesi, Kaymakam Edip Bey tarafından 1892 yılında inşa ettirilmiş. Yozgat Saat Kulesini yapan Yozgatlı Şakir Usta'nın eseri olan saat kulesi, kesme taştan yapılmış ve en üst katında dalgalı, saçaklı ahşap bir köşk, onun altında dört yönde yuvarlak saat kadranı, onun altında demir parmaklı balkon bulunuyor. Önceleri, çelik halat ve 50 kilogramlık kovalar vasıtasıyla çalışan saat kulesi, daha sonra elektronik bir mekanizmaya bağlanmış. Kuleye, kuzeye açılan yuvarlak kemerli kapıdan ahşap merdivenlerle çıkılıyor.


Saatin mekanizmasını Çorumlu İbrahim Usta'nın yaptığı ve saat çanının ise Amasya'da görev yapan bir Alman konsolosunun hediyesi olduğu söyleniyor.

Sungurlu Belediye Başkanı Selahaddin Uzunkaya, tarihi Saat Kulesi'nin, 2002 yılında Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu tarafından korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlığı kabul edildiğini söyledi.


Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından saat kulesinin restorasyonu için 76 bin TL ödenek ayrıldığını, 26 Kasım 2007 tarihinde yapılan ihaleyi yüksek mimar Macit Cankat'ın üstlendiğini söyleyen Başkan Uzunkaya, Saat kulesinin restorasyonu için hazırlanan projenin Anıtlar Kurulu tarafından onaylanarak 16 Mayıs 2008 tarihinde restorasyon çalışmalarının tamamlandığını belirtti.

Türkiye Gazetesi, Haber: Serkan Şansever, 14.06.2011

ALİ PAŞA'YA TARİHİ VİZYON

 

 

Restorasyonuna geçtiğimiz yılın Ağustos ayında başlanan Ali Paşa Camisi’nde, çalışmalar büyük ölçüde tamamlandı. İç ve dış olmak üzere tamamen elden geçirilerek restore edilen Ali Paşa Camisi, Ramazan Bayramı’ndan önce yeniden ibadete açılacak.

Vakıflar Bölge Müdürlüğü, Erzurum’daki vakıf eserlerinin restorasyon çalışmalarını aralıksız devam ettiriyor. Geçtiğimiz yılın Ağustos ayında restorasyona alınan Ali Paşa Camisi’ndeki çalışmalar, yüzde 80 oranında tamamlanırken, baştan aşağı yenilenen vakıf eseri ibadethane, Ramazan Bayramı’ndan önce ibadete açılmış olunacak.

Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkilileri, Erzurum’da onlarca vakıf eseri cami ve ibadethane bulunduğunu belirterek, söz konusu eserlerle ilgili olarak kapsamlı restorasyon çalışmaları yürüttüklerini kaydetti. Bu çerçevede Kongre Caddesi’ndeki Ali Paşa Camisi’nde yürütülen restorasyon çalışmalarında sona gelindiğini ve yapım işlerinin yüzde 80 oranında tamamlandığını anlatan ilgililer, tarihi caminin Ramazan ayı içerisinde ibadete açılacağını dile getirdiler. Caminin içinde ve dışında yüzde 100’e varan oranlarda restorasyon yapıldığını anlatan konu ile ilgililer, “Caminin içerisindeki yer döşemeleri dahil olmak üzere duvar sıvaları ve kubbe boyaları yenilendi. Caminin dışında duvarlarda derz yapıldı. Şerefe dibine kadar minare yenilendi, külahı değiştirildi. Ahşap sütunlar sökülüp, yeni sıva yapıldı. Tavanlar değişti, taban zemini sökülüp yenisi çakılacak.” diye konuştu.

Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkilileri, Ali Paşa Camisi’nin Ramazan Bayramı’ndan önce yeniden ibadete açılmasının planlandığına vurgu yaparak, “İnşaat sezonu dışındaki süreyi de sayacak olursak, camimizin restorasyonu yaklaşık bir yılı bulmuş olacak.” dediler.

Erzurum Ali Paşa Mahallesi’nde, Kongre Caddesi üzerinde bulunan camiyi Erzurum Valisi Ali Paşa 1569 yılında yaptırmıştır. Sonraki yıllarda harap olan camiyi Hasan Efendi isimli birisi 1694 yılında onardı.

Caminin önündeki son cemaat yeri 6 ağaç sütunun taşıdığı bir çatı ile örtülmüştür. Giriş kapısı üzerinde caminin 1694 yılında onarıldığını belirten mermerden dört satırlı kitabesi bulunmaktadır. Dikdörtgen planlı caminin üzeri toprak bir damla örtülmüştür. İbadet mekanında mimari ve bezeme yönünden bir özellik bulunmamaktadır. Caminin sağ tarafında tuğladan tek şerefeli bir minaresi vardır. Bahçesinde de 1865 yılında bir çeşme yapılmıştır.

Erzurum Gazetesi, 14.06.2011

 

Kumluca'da, adını, ilçe sınırları içinde bulunan Rhodiapolis antik kentinden alan bir sivil girişim başlatılıyor. ''Rhodiapolis Arkeolojik Girişim Grubu'' adıyla oluşturulacağı açıklanan oluşum, Kumluca'daki tarihi ve kültürel zenginliklere sahip çıkmayı amaçlıyor.

Girişim 22 Haziran'da verilecek konser ile ilk etkinliğini gerçekleştirecek ve kendisini kamuoyuna tanıtacak.


Konuya ilişkin yapılan yazılı açıklamada, Kumluca'daki tarihi ve kültürel değerlerin birer övünç kaynağı olması yanında üzerinde yaşayan kişilere sorumluluk da yüklediği ifade edilen açıklamada şu görüşlere yer verildi:


''Dünya kültür mirasının önemli bir parçası olan Likya kentlerinden, günümüze kalan bu emsalsiz eserlerin korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması hepimizin görevi olduğu bilinci ile, bir grup Rhodiapolis gönüllüsü ile bir sivil inisiyatif oluşturma çabaları içindeyiz.


Kurmakta olduğumuz ''Rhodiapolis Arkeolojik Girişim Grubu'' değerli hocamız İsa Kızgut'un öncülüğünde, 22 Haziran 2011 de yapmayı planladığımız Tekfen Filarmoni orkestrası konseri ile binlerce yıldır uykudaki Rhodiapolis kentini ilk defa tını ve kitleler ile buluşturacağız.


Daha sonraki yıllarda, antik kentimizin restorasyonu için gerekli olan çalışmalara destek sağlayacağız,Rhodiapolis'i yurt içinde ve dünyada bilinir kılacağız. Restorasyonu tamamlanan tiyatronun "kültür ve sanat" ile daha sık bir araya gelmesi için çalışmalarımızı sürdüreceğiz.

Böylece, Türkiye'deki ören yerleri için örnek teşkil edecek bir projenin hayata geçmesinde sivil inisiyatifin önemini vurgulamış olacağız.''

Kemer Gözcü, 14.06.2011

MERSİN - MEZİTLİ'DE ARKEOLOJİK ALANLARDA TAHRİBAT

 

Arkeo Sev Gönüllüleri, genel seçimlerden 4 gün önce, 8 Haziran 2011 tarihinde,  Mersin ili Mezitli İlçesine ait olan Kuyuluk Yolu Kaya Mezarları ile  Eski Mezitli'de yer alan "Cephanelik" ve "Çukur Ağıllık"  adları verilen yörelerdeki  arkeolojik miras alanlarını gezdiler ve  buralarda gerçekleşen onarılamaz tahribatların boyutlarını saptamaya çalıştılar...

Gezimiz yorucu bir parkur oluşturdu. Buraları önceden bilmediğimiz için ve  yer sorduğumuz bazı köylülerin, nedenini sonradan anlayacağımız bir şekilde, bizleri hatalı tepelere yöneltmeleri nedeniyle epey dolaşmak zorunda kaldık.

Mezitli gibi çok bilinen bir ilçeye bağlı bu alanları keşfetme zevkinin yanı sıra, arkeolojik alanların  onarılamaz boyutlara ulaşmış tahribatı karşısında büyük bir  üzüntüyü birlikte yaşadık...

Gönüllü bir sivil kurum olarak  Arkeo-Sev,  sivil yurttaşlardan üniversite dünyamıza kadar herkesi bu  görsel çabalara katmak için, gezi parkurunu geniş bir şekilde fotoğraflamış ve yayınlamıştır.

"Dedektör var mı, Dedektör…?!"
Soli-Pompeiopolis antik kentinin periferisinde yer alan  ve şimdi “Eski Mezitli” olarak anılan mahalleye  bağlı olan; otoyolun hemen karşı kıyısındaki  bu bölge, sanki anakentlerden yüzlerce km. uzaklıktaki “dağ başları” gibi pervasız bir tahribat sergilemekteydi.

Bir yanda, köylülerin “2B” denilen kamu mallarının yağmalanması projesine ön hazırlık  olarak yaptıkları işlemler… Yarı-çadır, yarı-villa inşaatlar… Eski tarihi kale, burç, kule gibi alanların duvar harçlarından oluşan “toprak” üzerinde “tarla açma” çalışmaları…  Tanesi birkaç  liraya satılan fidelerle, oraları kendi namlarına kapatma çabasında olanların “yeşillendirme faaliyeti”… Ve bunların ötesinde oyulmamış mezar, delinmemiş kale altı  bırakmadan köstebek delikleriyle bütün arkeolojik alandaki zenginlikleri   yağmalamak...

Yörede karşılaştığımız  sorumlu bir yurttaşın ifadesiyle "kazmadık  bir karış yer bırakılmamış!"...

İlk denememizde yerini bulamadığımız Çukur Ağıllık mevkiini araştırırken, bir çoban, muhtemelen bizi “defineci” sanmıştı… Bu kişinin bize ilk sorusunun, dedektörü kast ederek, “alet var mı, alet?!...” diye sorması, bölgedeki tahribatın vehameti hakkında fikir vermektedir. Yöredeki köylülerin, adeta potansiyel  bir define avcısı gibi düşünüp hareket etmekte olmalarına karşı eğitici çalışmaların yapılması gerektiği ortaya çıkıyor.





Arkeo-sev gönüllüleri Kuyuluk yolu üzerindeki Kaya Mezarları ziyaret ediyorlar

 

Bu Tahribata Müdahale Edilmeli…

Mersin’de Mezitli denilince akla  Soli-Pompeiopolis antik kentinin geliyor olması normal…

Fakat  bilinmeli ki, Mezitli İlçesi'ndeki tescillenmiş tek arkeolojik sit alanı  burası değildir. Tam tersine Soli - Pompeiopolis antik kent ve antik limanın, çevredeki diğer yerleşim alanlarıyla, Nekropol bölgeleriyle, görkemli antik oyma kaya mezarlarıyla doğal bir bağlantısı vardı. Kuyuluk yolu üzerinde geçen yıl tesadüfen keşfedilen Kaya Mezarlar’ın Soli- Sütunlu Caddesinin kuzey kapısı yönünde yer alması, bu yöredeki antik yerleşimin birbiriyle bağıntılı özelliğini göstermektedir.

Tam da bu nedenle, kültür gezileri yapan kuruluşlar, gezi rehberleri, resmi ve idari kurumlarımız, Mezitli'de ortaya çıkan “Kaya Mezar”larına gereken ilgiyi göstermelidirler.




İhtişamlı Kuyuluk Kaya Mezarlıkları...

 

**
Kuyuluk, Soli ve Çukur Ağıllık kaya mezar alanlarının Arkeo-Parklar haline getirilmesi, hem bu alanların korunmasına ve hem de tarih-kültür bilincinin yükseltilmesin yol açacaktır. Mersin’de arkeolojik miras yönüyle öne çıkan Mezitli’nin bu değerleri için çalışan kurumlara katkı sağlayacağız.

Biz Arkeo-Sev olarak Mezitli'de yer alan arkeolojik alanları tanımak ve tanıtmak istiyoruz. Bu bakımdan, Mezitli Belediyesi, eğer bu alanlardaki çalışmalarımızı desteklemek isterse, seviniriz.

Arkeo-sev, arkeolojik miras alanları ile ilgili Mezitli'de İlçesi'ndeki çalışmalarını sürdürecektir.

 


Çukur Ağıllık   1. derece arkeolojik  sit alanında, monoblok kaya üzerinde çalışılarak yapılmış tarihi bir basamak...

 


Çukur Ağıllık   1. derece arkeolojik  sit alanında sürülüp açılmış tarla....
 


Çukur Ağıllık   1. derece arkeolojik  sit alanında tarihi zeytinyağı işlikleri ve yanında arkeolojik alanı 2B arazisi yapmak için  dikime hazır fideler...

 


Çukur Ağıllık  1. derece arkeolojik  sit alanında yapılmakta olan inşaat...  
 




Arkeolojik tahribatın bir başka boyutu: Defineci çukurları !

 

Çukur Ağıllık'taki  Arkeolojik Tahribatı Duyuralım!

Önümüzdeki dönemde de, Mezitli Kale Köyü-Çevlik-Kuzucu çevresinde yer alan ve muhtemelen ağırlıkla kaya mezarlardan oluşan arkeolojik değerleri gezmek ve tanıtmak istiyoruz.

Buralardaki arkeolojik değerlerden  “bahsetmeyerek” oraları koruma düşüncesi sadece defineci tahribatına yarıyor. Çukur Ağıllık örneği, “defineci” denilenlerin o yöredeki insanlar veya onlarla bağıntılı insanlar olduğunu açıkça ortaya koyuyor.

Bizim fotoğraf yayınlamamız “definecilere çağrı yapmak” anlamı taşımıyor. Çünkü “defineci”ler, her kim ise, oraları zaten biliyor ve talan ediyorlar!

Bizim oralarda görünmemiz, fotoğraf yayınlamamız, yetkilileri uyarıp göreve davet etmemiz, tam tersine defineciler için caydırıcı bir rol oynayacaktır.

Önümüzdeki dönemde, yetkili kurumlar ile ortak bir şekilde, Mezitli köy muhtarlarına  “Arkeolojik Varlıkların Korunması Hakkında Bir Sunum” hazırlamayı da düşünüyoruz.

Arkeolojik miras alanlarımızın gelecek nesillere taşınması amacıyla yürütülen  tüm bu çalışmalarda, herkesten katkı ve destek bekliyoruz.
Arkeo-Sev Projesi Girişimi, 13.06.2011

RESTORASYON VE ASİMİLASYON

 

Kelimeler birbirine benzese de çoğu zaman bu kelimeler yan yana kullanılmaz. Çünkü birinde tahrip ötekinde tamir vardır…

 

Bölgemizde bulunan kültür varlıklarının son zamanlara kadar ihmal edilip kendi kaderlerine terk edilmesi son derece üzüntü vericidir.  Sanat Tarihçisi olmam hasebiyle bir yere gittiğimde ilk dikkatimi çeken yerler haliyle tarihi mekanlar olmuştur.

 

Diyarbakır"a gelmiştim. Mayıs sonlarında bir vesileyle yarım günlük de olsa uğrama fırsatım oldu. Tarihi mekanlarımızda gördüğüm manzara beni hem sevindirdi, hem de üzdü. Sevindirdi çünkü yıllarca ihmal edilmiş sur içinde ciddi bir restorasyon çalışmasına girişilmiş olduğunu gördüm.

Üzüldüm çünkü dünya çapında öneme sahip bir yerin 2011"de olmamıza rağmen kameti kıymetine uygun bir şekilde restore edilmemiş olduğunu bir kez daha görmüş oldum.

 

Son gelişimde birlikte geldiğim arkadaşlarla restorasyonlardan dolayı ağız tadıyla tarihi mekanları gezemedik.

 

Bu arada gelen pek çok arkadaş da Diyarbakır"la alakalı hiç de iyi bir algının olmadığı açıkça ifade edilmekte idi. Ancak gezilip görüldükçe, insanlarla etkileşim içine girildikçe Diyarbakır insanının o kadirşinas yönünün kısa süre içinde gözlendiğini ifade eden arkadaşlar oldu.

 

Gelelim restorasyon işine: restorasyon çalışmaları bir şehrin imajı açısından, yeni neslin kültür bavulu açısından son derece önemlidir. Ancak restorasyon çalışmalarında dikkat edilmesi gereken birkaç husus vardır:

1.      Restorasyon yapılırken restore edilen yapının aslına sadık kalınarak yapılması, yapıda nitelikli bir işçilik kullanılması lazımdır.

2.      Restorasyon çalışmaları vakit kaybedilmeden bitirilmelidir. Restorasyonun gereğinden fazla uzaması restore edilen yerlere olan ilgiyi azaltabilecektir. Özellikle tur şirketlerinin buralara ilgisinin azalmasına sebep olabilecektir.

3.      Restorasyonda önemli olan bir diğer konu da restore edilen yapının kimlik bilgileri ile ilgilidir. Burada yapı ile ilgili bilgilerin inkar politikalarının devamı niteliğinde bilgiler olmamasına dikkat edilmelidir.

 

Her yapının Orta Asya"ya dayandırılması veya Anadolu ve Mezopotamya bulunan İslam dönemi yapılarının hepsini Selçuklu ve Osmanlı sanatı ve mimarisi içinde değerlendirilmesi safsatasından vazgeçilmelidir. Bu, başta Selçuklu ve Osmanlı mirasına hakarettir.

 

Kardeşlik deniyorsa ve isteniyorsa tarihi yerler ve mekanlar üzerinden gizlice yürütülen asimilasyon ve inkar politikalarından vazgeçilmelidir.

 

Mesela Malabadi Köprüsü'ne bakılıp kitabesi günümüze gelmediği halde sırf mimari özelliklerinden dolayı Artukoğullarına ait olduğu söyleniyorsa, buna karşılık Malabadi ismine bakıp Mervani Devleti kurucusu olan Bad Bin Dostık"a izafeten yapılmış olabileceğini de söyleme erdemine sahip olmak lazımdır. (Malabadi Kürdçe"de Bad Ailesi-Badoğulları anlamlarına gelir.)

 

Yine bugünkü şekliyle surların büyük bir kısmının Mervaniler Devleti döneminde yapıldığını söylemek ve bunu yer ve yön tabelalarında belirtmek lazımdır. (Diyarbakır"da Mervani Devletinin mimari çalışmaları için "Kürt Mimarisi" kitabına bakabilirsiniz)

 

Bursa"nın bir Osmanlı şehri, Konya"nın Selçuklu şehri, Mardin"in bir Artuklu şehri olduğu vurgulanıyorsa Diyarbakır"ın da en önemli Mervani şehri olduğu vurgulanmalıdır.

 

Özelde Diyarbakır"da genelde Kürdlerin yoğun olarak yaşadıkları yerlerde geç de olsa restorasyon çalışmalarının yapılıyor olması son derece önemlidir. Bir şartla ki; bu yapıların isimlendirilmesi aslına uygun yapılmalı bir asimilasyon arası olarak görülmemelidir.

 

Bölgede bulunan bütün mekanlar çok güzel şekilde restore edilse bile bölge insanında şimdiye kadar yapılan maddi ve manevi tahribat için doğrusu ne yapılacak merakla, özlemle bekliyorum.

Bu konu Restorasyon kelimesiyle ifade edilir mi bilmiyorum? Ama bildiğim bir şey var artık seçim bitti. Halk gerekeni tüm taraflara söyledi.

 

Bütün aktörlerin yeni bir dille bölge insanının aklını, kalbini, bedenini “restore” edecek çalışmalara girmesini bekliyoruz.  Bizden söylemesi: umarız bu sorun çözülür de "hak arayışları" ve "bu dava"  Mahkeme-i Kübra"ya kalmaz…

Haber Diyarbakır, Yazı: Fehmi Gür / Yazar / Sanat Tarihçisi, 13.06.2011

"MÜZEMİZ 1 MİLYON ESER BARINDIRIYOR"

 

1800'lerin son çeyreğine girmek üzere olan bir Osmanlı İmparatorluğu... Siyasal, toplumsal değişimlerin yaşandığı, savaş ve isyanların sürdüğü zor bir dönem... İşte o yıllarda, Türk arkeolojisi ve sanatında önemli izler bırakan, Türk müzeciliğine damgasını vuran bir isimle karşılaşıyoruz: Çoğumuzun yalnızca ressam yönüyle tanıdığı Osman Hamdi Bey... Çağının çok ötesinde görüşlere sahip... Geçmişe karşı ilginin olmadığı bir süreçte arkeoloji, müzecilik, korumacılık gibi kavramların temellerini atan girişimlerde bulunuyor...

 

Bu hafta, Sultanahmet semtinde, Gülhane Parkı'ndan Topkapı Sarayı'na çıkan Osman Hamdi Bey yokuşunda bulunan onun kurduğu müzedeyim... İçerisinde yer alan çarpıcı koleksiyonların yanısıra binalarının mimarisi ve bahçesi ile de tarihsel ve doğal öneme sahip bu binada tarihin koridorlarında bir yolculuk yapacağız... Konuğum, 120 yaşını kutlayan İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü Zeynep Kızıltan ile buranın kuruluş aşamalarını ve koleksiyonlarını konuşacağız... Her zamanki gibi öncelikle bugünden başlıyor ve kutlama etkinlikleri hakkında bilgi almak istiyorum:

 

"Müzemizin 120. yılını birtakım etkinliklerle kutlamak istiyoruz. Daha henüz tam bir program çıkarılmadı. Ancak, Arkeoloji Müzelerini Sevenler Derneği'miz var. Bu dernek aracılığıyla bu kurumu seven, sosyal sorumluluk projelerinde yer almış dostlarımızdan bir komite oluşturuldu. Bu komite, yaklaşık 8 haftadır çalışmalar sürdürüyor. Öncelikle bir yemek verilerek 120. yaş etkinliklerinin tanıtılması planlanıyor. Henüz tarihi kesinleşmedi. Onun dışında biz müze olarak neler yapabiliriz diye düşündük... Tabii bizimkiler maddi imkanlarla sınırlı olduğu için birtakım konferans dizileri, seminerler, kazılarımızla, çalışmalarımızla ilgili bilgilendirmeler olabilir. Küçük bir sergi açmayı ve bir yıllık çıkarmayı da planlıyoruz. 120. yılımızla ile ilgili düşüncelerimiz şu an için böyle."

 

Müze olarak yayınlarınız sürüyor mu?
"Biliyorsunuz metro ve Marmaray kazıları müzemiz başkanlığında yürütülüyor. Bununla ilgili olarak daha önce yaptığımız sergilerin katalogları var. En son 10 Mayıs'ta 'İmparatorlar İstanbul'da isimli bir sergi açtık. Kataloğu da yayın aşamasında, onu çıkaracağız... Ve demin de belirttiğim gibi 2011 yılı içerisinde müzemizin çalışmalarını duyurabileceğimiz bir yıllık basmak istiyoruz."

 

Önceki yıllarda da yıllıklar çıkıyordu, ara mı verildi?
"17.sini çıkarmıştık, ama hep aralıklı aralıklı. Normalde periyodik olarak çıkarmamız gerekiyor. Ancak çıkaramadık yoğunluktan. Ama şimdi 2011'de yayınlarsak, ondan sonra en az yılda bir defa müzenin çalışmalarını anlatacağımız bu yıllıkları sürdürmek istiyoruz...

 

Bundan öncekinin tarihi neydi?
"En son, 2003 veya 2004'tü sanırım. Çok emin değilim, üzerinden çok süre geçti açıkcası."

 

Siz de uzun yıllardır bu müzedesiniz...
"Ben bu müzede 1985 yılında göreve başladım. Çeşitli kademelerde görev aldım."

 

26 yıl olmuş... Biz, daha eskilere, 120 yıl öncesine gidelim... Bu binanın öyküsünü öğrenelim sizden...
"Burası 13 Haziran 1891 yılında müze binası olarak resmen ziyarete açılmış. Ama tarih açısından bakarsanız müzeciliğimiz çok daha gerilere, 1840'lara gidiyor. Aya İrini'de başlayan müzecilik hikayemiz daha sonra Çinili Köşk'te devam ediyor. 1880 yılında Müze-i Hümayun olarak Çinili Köşk açılmış. İlk Türk müdür olarak Osman Hamdi Bey atanmış... Onun atanması, müzeciliğimizde yeni bir dönemin başlangıcı. Müze denilen bu kurum, eser açısından fakir, yasa ve yönetmelikleri olmayan, mevzuattan yoksun, mevcut eserleri tasnif edilmemiş yığınlar halinde bekletilen bir durumda.

 

Osman Hamdi Bey'e müdürlüğü döneminde, Sanayi-i Nefise Mektebi'nin müdürlüğü de veriliyor, iki görevi birlikte yürütüyor. Osman Hamdi Bey'in başarılı bir arkeolog ve müzeci olarak tanınmasına ve İmparatorluk Müzesi'nin dünyanın sayılı müzeleri arasına girmesine neden olan Sidon (Sayda) kazısı. 1887 yılında Osman Hamdi Bey tarafından yapılan kazılarda bir nekropol ve İskender, Ağlayan Kadınlar, Satrap, Likya, Sidon Kralı Tabnit'in lahti gibi müzemizin çok önemli eserleri çıkarılıyor...

 

Bunlar büyük meşakkatlerle İstanbul'a getiriliyor. Ama, müze olarak kullanılan Çinili Köşk, yeni bulunan eserlerin sergilenmesine uygun değil..."

 

O zaman bu eserlerin sergilenebileceği bir tek Çinili Köşk var...
"Evet, ama Osman Hamdi Bey'in kafasının içerisinde bir müze projesi hep var sanıyorum. İşte o imparatorluğun da desteğini alarak Sanayi-i Nefise hocalarından mimar Alexandre Vallaury'ye bir müze projesi hazırlatıyor ve bu müze, 13 Haziran 1891 yılında ziyarete açılıyor."

 

Yani bizim söyleşimizin yayınlanacağı tarihte... Bugün, 120. yaşına basıyor müze...
"Evet, Ağlayan Kadınlar lahdinden esinlenerek planı çizdirilen müze binasının açıldığı bu tarih, Müzeciler Günü olarak da kutlanıyor...

 

Bu müze, Lahitler Müzesi adıyla da anılıyor. Sadece uzun kenardan oluşuyor proje. Sonra 1904'te sağ kanat, 1908'de de sol kanat ilave edilerek toplam 3 bin metrekarenin üzerinde teşhir alanı olan bir mekan kazanılıyor."

 

Yani burası en baştan müze binası olarak planlanıp yapılmış.
"Evet. Müzemizin bence önemli özelliklerinden biri o, bu yönüyle de dünyanın sayılı müzeleri arasında yer alıyor."

 

Osman Hamdi Bey'den bugüne müzedeki eser sayısı hangi rakama ulaştı?
"Osman Hamdi Bey, Çinili Köşk'te müdürlüğü devraldığında 650 eserden oluşuyor müzenin koleksiyonu. 1884'te yürürlüğü giren bir Asar-ı Atika Nizamnamesi yani eski eserler yasası düzenleyip çıkarttırıyor. Bu yasa, 1973'e kadar yürürlükte kalmıştır.

 

Osman Hamdi Bey, Osmanlı coğrafyasından eserler toplatıp Müze-i Hümayun'a getirtiyor. Dolayısıyla hızlı bir şekilde eser artışı oluyor."

 

Bugün kaç eser var?
"Şimdi efendim yaklaşık eser sayımız 1 milyon. Bunun 600 bin kadarı sikke, İslami ve gayri İslami olmak üzere. Yine müzemizin dünya müzeleri arasında önemli bir koleksiyona sahip olduğu çivi yazılı belgeler arşivi var. Burada da 80 bine yakın çivi yazılı belge bulunuyor. Onun dışında 200'e yakın arkeolojik eserimiz yer alıyor. İstanbul Arkeoloji Müzeleri, Türkiye müzelerinde korunmakta olan eserlerin yaklaşık üçte birine sahip..."

 

Kaç metrekarede ne kadarını sergileyebiliyoruz bunların?
"10 bin kadarını sergileyebiliyoruz ne yazık ki. 25-30 bin metrekare kapalı ve açık olmak üzere teşhir alanımız var."

 

Kutlamalar kapsamında bahsettiğiniz sergi bu koleksiyonda olan göremediğimiz eserlerden mi oluşacak?
"Bu sergi 2004 yılı itibarıyla İstanbul'un ulaşım sorununu çözmek üzere uygulamaya konulan Marmaray ve metro projeleri kapsamında müzemiz başkanlığında yürütülen kazılarda günışığına çıkarılan 35 bin envanterlik eserle, 5.-11. yüzyıllara tarihlendirilen 35 tekne kalıntısından seçmelerle oluşacak. Yani açıkcası maddi yönü çok masraflı olmayan bir sergi. Biz bu Marmaray projesi içersinde ne yapıyoruz, kentin merkezinde, çok önemli meydanlarında etrafı metal perdelerle çevrilmiş o çok geniş alanlarda ne oluyor, bu kentin tarihini 8 bin 500 yıl geriye götüren şey nedir, bunları birazcık kamuoyuyla paylaşmak istiyoruz. Zaman zaman bunu yapıyoruz, ama bu kez daha genel bir biçimde, geniş kitlelerle paylaşmak istiyoruz."

 

Arkeoloji Müzeleri üç binadan oluşuyor. Bir tanesi Eski Şark Eserleri Müzesi, diğeri Çinili Köşk Müzesi, bir de Osman Hamdi Bey'in yaptırdığı Arkeoloji Müzesi... Diğer ikisinden söz edebilir miyiz?
"Şark Eserleri Müzesi, 1883 yılında Sanayi-i Nefise Mektebi olarak yine Alexandre Vallaury tarafından üç aşamalı yapılıyor. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemi sıkıntılı bir dönem, maddi yetersizlikler var. Küçük küçük paralarla 9 sınıflı bir mektep olarak açılıyor, bugünkü Mimar Sinan Üniversitesi'nin de çekirdeğini oluşturuyor. 1917 yılına kadar okul olarak kullanılıyor. 1917 yılında okul başka bir binaya taşınıyor ve dönemin müzeler genel müdürü o zaman Yakın Doğu eserleri ile Yunan-Roma eserlerini ayrı sergilemeyi planlıyor. Bugün, Osmanlı coğrafyasından gelen 4 ayrı ana koleksiyon sergileniyor. Arap Yarımadası'ndan gelen yaklaşık 250 kadar eserimiz var. Mısır eserleri var, yine yakın eser sayısı olan bir koleksiyon. En büyük koleksiyonu 10 bin eserle Mezopotamya oluşturuyor. Dördüncü koleksiyonumuz ise Doğu Anadolu Bölgesi'nden gelen Urartu eserleri. Toplam 20 bin eser mevcut..."

 

Çinili Köşk?
"Çinili Köşk biliyorsunuz İstanbul'daki ilk Osmanlı yapılarından. 1472 yılında inşa ediliyor. Selçuklu ve Osmanlı döneminden toplam 3 bin eser yer alıyor..."

 

Arkeoloji Müzeleri'ni bu koleksiyonuyla dünya müzeleri arasında nereye koyabiliriz?
"İlk 10'un içinde diye söyleniyor."

 

Peki, böyle bir müzeye yılda kaç ziyaretçi geliyor?
"2011 yılının 30 Mayıs'ına kadar gelen ziyaretçi sayımız 165 bin. Geçen yıla göre yüzde 25lik bir artış var. Yani yıllık ortalama 200-250 bin arasında."

 

Hemen komşunuz olan Topkapı Sarayı'nın ne kadar?
"Topkapı Sarayı bunun çok fazlası. yani istediğiniz sayıyla çarpabilirsiniz. Ayasofya da öyle."

 

Biraz da kütüphaneden bahsederseniz... Önemli bir kütüphaneniz var...
"Evet, kütüphanemiz de önemli. Osman Hamdi Bey planlatırken gerçekten her yönüyle mükemmel bir müze olması için gayret göstermiş. Kütüphane de 1893 yılında yapılmış ve kısa sürede 15-16 bin adet kitaba ulaşmış. Şu anda kütüphanemizin yaklaşık 50 bin adet kitabı, 2 bin adet de el yazması mevcut. Genellikle bilimsel araştırmacılara açık bir ihtisas kütüphanesi."

 

Müzede çeşitli etkinlikler de yapılıyor değil mi? Örneğin Yıldız Salonu'nda...
"Yıldız Salonu 2007 yılında Vehbi Koç Vakfı tarafından Sevgi Gönül anısına restorasyona alındı. Daha sonra da Sevgi Gönül anısına sempozyumlar yapılmaya başlandı. Çeşitli kültürel etkinliklerde, sempozyum, konferans, seminer salonu olarak kullanıyoruz. Arkada bir konferans salonu var, önde de bir geçici sergi salonu. Bu salonumuzda tematik sergiler yer alıyor. Kültürel amaçlı talepleri geri çevirmiyoruz. Salonumuzda haftada bir belgesel film gösterimi oluyor. Her ay en az 4 ve 5 konferans gerçekleştiriliyor..."

 

Geçen ay müzede bir "imparatorlar" sergisi açıldı...
"2010 yılı içerisinde bir 'imparatorlar' sergisi yapalım diye bir düşünce oluşturduk. İstanbul'un da o sene Kültür Başkenti olması sebebiyle yapılan etkinliklere katılmak amacıyla... Fakat o projemizi 2010 yılı içerisinde gerçekleştiremedik. Bu yıl içinde Kültür Bakanlığı'nın himayesinde ve katkılarıyla 10 Mayıs'ta açabildik. Müzemiz dışında yaklaşık 16 müzeden temin edilen 210 eserlik 'Hitit'den Osmanlı'ya' adıyla Anadolu topraklarında doğup büyümüş imparatorluklarla, doğudan ve batıdan Anadolu'da bir süre hüküm sürmüş imparatorlukları anlatan bir sergi."

 

Müze olarak yurtdışındaki sergilere eser gönderiyor musunuz?
"Evet, 2010 yılı içerisinde Paris'teki sergiye ağırlıklı olarak eser verdik. Yine yurtdışı sergilerine talepler doğrultusunda eserlerin durumuna göre katkıda bulunuyoruz. En son Sabancı Müzesi'nde yapılan sergiye eser verdik ve gündemde yeni sergi talepleri var."

 

Peki, internette var mısınız?
"İnternette bir sitemiz var. Orada müzemizle ilgili bilgiler bulunuyor. Bir de yeni yeni yapılan etkinlikleri, konferanslarımızı orada duyurmaya çalışıyoruz. En son kazılarımızla ilgili bir yer açmayı istiyoruz. Belli periyotlarla kazılarımızdaki gelişmeleri, buluntuları anlatacağız..."

 

Kazılarımız dediğiniz Marmaray Kazısı mı?
"Evet, ama biz başka kazılar da yapıyoruz. Müzemiz biraz da müzecilik dışında bu kentsel gelişim projeleri, ulaşım projeleri, tasarım projelerinde de yer alıyor. Çünkü İstanbul arkeolojik ve kentsel sit alanları olan bir kent. Biz bütün temel kazılarında varız İstanbul içinde yapılan, yani tarihi yarımadakilerde. Arkeolojik sitlerde yapılan her binanın temel kazısı, ilgili bölge kurulunun verdiği kararlar doğrultusunda müzemiz denetiminde gerçekleştiriliyor."

 

120 sene önce, dünyadaki ilk müze binalarından birisini inşa ettiriyor Osman Hamdi Bey, çok etkileyici...
"İstanbul'daki neo-klasik mimarinin en güzel ve görkemli örneklerinden biri olan ve bir müze binası olarak inşa edilen arkeoloji müzesi, cephesinin ihtişamı ile de son derece dikkat çekici bir mimariye sahiptir. Uzun cephede geniş merdivenli iki girişi, dörder sütun ve alınlıklarla bir tapınak görümündedir. Alınlık üzerinde bulunan kufi üsluptaki Osmanlıca yazıda 'Asar-ı Atika Müzesi' yazmaktadır. Bu yazının üzerinde bulunan tuğra, binayı inşa ettiren II. Abdülhamid'e aittir. Bu tuğralar, daha sonra büyük olasılıkla 1927-1928 yıllarında yerlerinden sökülmüştür. Evvelce varolduğu fotoğraflardan ve yerlerindeki izlerinden anlaşılan tuğraların yerine konulması için 1990'lı yıllarda çalışmalar yapılmıştır. Müze kütüphanesinde tuğraların 1/1 ölçüsünde şablonları bulunmuş, bronzdan döktürülen tuğralar girişlerdeki alınlığa 1994 yılında monte edilmiştir. Böylece uzun yıllardan beri boş duran alınlıklar, orijinal haline kavuşturulmuştur."

 

Müzede neler sergileniyor?
"Arkeoloji Müzesi koleksiyonları, sistemli kazılardan, hibe, satın alma ve müsadere yoluyla gelen eserlerden oluşmaktadır. Müzenin zengin koleksiyonları içinde Osmanlı İmparatorluğu idaresi altındaki tüm bölgelerden gelen eserler bulunmaktadır. Klasik binanın alt katında 20, üst katında ise 16 olmak üzere toplam 36 teşhir salonu mevcut. Alt kat salonlarda Yunan ve Roma dönemlerine ait mezar stelleri, lahitler, tapınak frizleri ve Sidon kazılarından gelen eserler sergileniyor. Diğer salonlarda ise Arkaik, Hellenistik, Roma ve Bizans eserleri yer alıyor. Osman Hamdi Bey zamanında yapılan bu sergileme, bazı değişikliklere rağmen 1991 yılına kadar aynen korunmuş. Müzenin üst kat salonlarında ise vitrin içlerinde küçük eserler, tematik ve kronolojik olarak teşhir edilmekteydi. Ancak bugün, yapısal problemler nediyle bu salonlar ziyarete açılmayıp depo olarak kullanılıyor.

 

İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nin 1993 yılında Avrupa Konseyi Müze Ödülü'nü aldığını da belirtmek isterim."

Dünya, 13.06.2011

BAVULDAN 77 SİKKE ÇIKTI

 

Bilecik'te yolcu otobüsünde yapılan aramada bir bavulda 77 adet sikke ele geçirildi.

 

Edinilen bilgiye göre, bir ihbarı değerlendiren Bilecik İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, Eskişehir'e gitmekte olan bir yolcu otobüsünü Bursa-Bozüyük Karayolu Çaydere mevkisinde durdurarak arama yaptı. Otobüste yolcu olarak bulunan G.E.O. isimli şahsın bavulunda ele geçirilen 77 adet tarihi sikke ile 20 objeye el konuldu. G.E.O., ifadesinin alınmasından sonra adli makamlara sevk edildi.

 

Olayla ilgili tahkikat sürüyor.

Bilecik Kent Haber, 13.06.2011

İNSANOĞLU 'ÇEKİYOR'

 

 

Afrika, Avrupa ve Asya'da bulunan fosilleşmiş insan kalıntılarını inceleyen Cambridge Üniversitesi'nden uzmanlar, inanılması güç sonuçlara ulaştılar.


Araştırmaya göre, günümüz insanı, avcı-toplayıcı atalarından yüzde 10 daha küçük ve kısa, hatta beyinlerimiz de atalarımızınkine oranla yüzde 10 daha küçük.


Bu sonuçlar, insanoğlunun "büyüdüğü" yönündeki genel görüşün de yanlış olduğunu ortaya çıkarıyor.


Bilimadamları, bu küçülmenin nedeninin daha sınırlı beslenme alışkanlıklarına yol açan tarımda gelişmeye ve hastalıkların yayılmasına yol açan kentleşme hareketleri olduğunu söylüyorlar.


İnsan evriminde uzman olan Doktor Marta Lahr, günümüzden 200 bin yıl önce yaşayan atalarımızın çok daha iri ve sağlıklı olduğunu söylüyor.


İsrail'deki mağaralarda bulunan ve günümüzden 120 ile 100 bin öncesine dayanan fosiller, daha iri ve kaslı bir insan portresi çiziyor.


Araştırmacılar, 20 bin yıl önce bir erkeğin beyninin 1500 santimetreküp, modern insanın beynininse 1350 santimetreküp  olduğunu söylüyorlar.


Doktor Lahr, "Evrimsel gelişimimiz beyinlerimizi küçültüp, daha işlevsel hale getiriyor ve böylece harcanan enerji miktarını azaltıyor, tıpkı günümüzde bilgisayar işlemcilerinin küçüldükçe daha verimli ancak daha az enerji harcar hale gelmeleri gibi" diyor.

Milliyet, 13.06.2011

'BESMELE' YAZILI LEVHAYA 70 BİN TL

Nika Müzayede tarafından Gayrettepe'deki Dedeman Otel'de gerçekleştirilen "Osmanlı Eserleri Klasik ve Çağdaş Tablo Müzayedesi''nde, Osmanlı eserleri, klasik ve çağdaş parçaların bulunduğu 400 adet eser satışa sunuldu.

 

Müzayedede Rıdvan Efendi'nin hicri 1343 tarihli deri üzerine besmele yazılı hat levhası 70 bin liraya alıcı buldu.

Habertürk, 12.06.2011

DEV FRIDA KAHLO KOLEKSİYONU SAHTE ÇIKTI

 

 

Meksika Ulusal Galerisi’nde sergilenen Frida Kahlo eserlerinin orijinalliği tartışılıyor. Carlos ve Leticia Noyola’ya ait tablo ve desenlerden oluşan koleksiyon, ortaya çıktığında büyük ilgi görmüş, sanatçının bu bilinmeyen eserleri hakkında iki de kitap yazılmıştı. Ne var ki Frida Kahlo Vakfı’na göre yeni sergilenmeye başlanan 1200 parçalık bu koleksiyon sahte.

 

Frida Kahlo’nun yaşadığı evde bir açıklama yapan uzmanlar sanatçının bu kadar çok resim yapmış olamayacağını savunuyor. Frida’nın hayatı boyunca 400 ila 500 arasında eseri olduğu biliniyor.

 

Toplantıya Frida’nın kocası Diego Rivera’nın ilk evliliğinden olan kızı Guadalupe Rivera da katıldı ve bir dönem aynı evde oturduğu Frida’nın pek çok resmini Diego’nun zorlamasıyla bitirdiğini anlattı. Ayrıca, Frida neredeyse her eserinde farklı imzalar kullanıyordu. Sanat tarihçileri bu yeni eserlerin hepsinde tıpa tıp aynı imzanın kullanılmış olmasını da sahtekarlığın bir delili olarak görüyor.

Habertürk, 11.06.2011

HARMANCIK'TA 3 BİN YILLIK GAGA AĞIZLI TESTİ BULUNDU

 

Kepekdere Mahallesi’nde Halil Kamil Yılmaz’a ait tarlada belediyeye ait iş makinesi su kanalı açmak için kazı yaparken tarihi bir testi bulundu. Gaga ağızlı testi, tarla sahibi tarafından Harmancık İlçe Emniyet Amirliği ekiplerine teslim edildi.


Bursa Müzesi Müdür Yardımcısı Gongagül Hançer ve arkeolog Turhan Kayabey, Harmancık’a gelerek, kazı yerinde incelemelerde bulundu. Hançer, tarladan çıkartlan testinin gaga ağzı testisi olduğunu söyledi. Testinin MÖ 3000 yıllarına ait olduğunu söyleyen Hançer, testinin içinden sadece toprak çıktığını belirtti.

Bursa Olay, 11.06.2011



5 - 11 Haziran 2011

KARTONDAN TARİHİ YAPI

 

Taksim Kışlası’nın yeniden yapılması fikri ilk kez karşıma Beyoğlu İmar Planı’nda çıktı. Ocak ayında bol bol haberini yaptığımız planda, Taksim Kışlası’nın Cumhuiyet Caddesi’ne bakan cephesinin yeniden inşa edilmesinden söz ediliyordu ama o kışlanın yerinde duran Gezi Parkı’nın tamamen ortadan kalkacağına dair bir şey yoktu.


Sadece Taksim Kışlası değil, zaman içinde yıkılmış, yok olup gitmiş pek çok başka binanın da ‘ihya edilmesinden’ yani yeniden yapılmasından bahsediliyor. Cami, mescit, hamam, mektep binaları yeniden yapılıp, ‘sosyal tesis’ olacak.


Bütün bu projelerin arkasında kayıp Osmanlı İstanbuluna yönelik bir hasret var. Zamanında yapılmış ve yıkılmış anıtsal binaları, yok olmuş mahalleleri yeniden yaratma fantezisi. Azıcık kent bilinci, tarih sevgisi olan insanın o dokuyu koruyamayan, binaları heder edenlere kızmaması mümkün değil, Sultanahmet’teki ahşap adliye binası, Mercan’daki o koca Ali Paşa Sarayı hala kent silüetinin bir parçası olsa ne kadar güzel olurdu. Ama artık yoklar. İşin fenası onları yeniden yapmak da mümkün değil. Uzaktan bakanlar için, benzer bir gölgeyi silüete katmakla iş bitmiyor. Yanına yaklaştığında, içine girdiğinde alçıdan bir dekor, kötü bir kopyayla karşılaşmak kaçınılmaz.


Hiçbir orijinal malzemesi kalmamış, eski taşları, merdivenleri, kapıları olmayan, eski fotoğrafına bakarak yapılmış, herşeyin eskiyi taklit ettiği bir binada ruh olamaz. Çünkü eski binaların ruhu, yüz yıllık merdivenlerine sinen yaşanmışlıktan gelir. Sadece dış cephesi kalsa bile taşlarının eskiliği, yıpranmışlığıyla kendi hafızasını dışavurur. O nedenle yeni yapacağınız bina ne yaparsanız yapın ruhsuz, anlamsız bir taklit tuhaf bir neo Osmanlıcılık gösterisi hatta daha kötüsü kitsch olacaktır.


Üstelik, İstanbul harıl harıl daha fazla yeşil alan talep ediyor. Ali Samiyen Stadı’nın bile yıkılmışken bir daha yapılmaması tartışılıyor. Şimdi Gezi Parkı’nın üzerine tekrar eski kışlayı dikip onu da AVM filan yapmanın ne manası var bilmiyorum.

Radikal, Yazı: Cem Erciyes, 11.06.2011

İSKELE KALKTI, MELEK GÖRÜNDÜ

 
Ayasofya 916 yıl kilise ve 481 yıl boyunca cami olarak kullanıldı. Osmanlı döneminde Cami-i Kebir diye adlandırılan ve 76 yıl önce müzeye dönüştürülen Ayasofya’da, 17 yıldır süren restorasyon tamamlandı ve kurulan iskele kaldırıldı. İskelenin kalkışıyla kubbedeki Tanrı’nın tahtının koruyucusu Serafin Meleği de yüzünü gösterdi. Yıllardır müze deposunda efsaneye dönüşen ikona ve mozaikler de kitaba dönüşüyor. Kitabı hazırlayan müze müdürü Haluk Dursun anlatıyor.

 

17 yılda kubbenin değişik bölümlerindeki mozaiklerin restorasyon ve konservasyonuyla (korunmasıyla) uğraşıldı. Hatların restorasyonu da tamamlandı. Mozaiklerle birlikte iki kültürün çok önemli unsurları olarak, üvey evlat muamelesi görmeden restore edildi. Ayasofya’yı tüm araştırmacılara açıyoruz, arşivini dijitale çekiyoruz. Ayasofya Müzesi Yıllığı’nı 18 yıl aradan sonra yeniden çıkardık.


İskeleye çıkınca meleğin yüzünü ilk gören adamım. 1849’dan beri kapalı, en son Fossatti görmüş. Ayasofya’da son büyük restorasyonu yapan Fossati bu kapağı koyarak mozaikleri korumuş. Restoratör arkadaşlar kapağın kaldırılma kararının bana ait olduğunu söylediler. Bu kapağın iki anlamı var. Birincisi suret olarak bir camide yer almaması gereken yüzün kapanması. İkinci neden kubbedeki mozaik parçaların dökülmesini önlemek.

 

Zaten Fossati o meleklerin resmini çekip, yayınlamış. Bizim girişte bu var, kamuya açık, herkes görebilirdi. Fossati, ‘Kapağın altında şöyle bir yüz var’ diye meleği oraya koymuş zaten. Diğer iki tanesi fresk ve yüz yok. İkincisinde de yüz var ama diğeri kadar bütün değil. Mozaiklerin bir kısmı dökülmüş, yarım yüz, manası yok. Birbirinin aynısı olan şeyden en güzelini restore ettik. Serafin Meleği, Tanrı’nın manevi tahtının koruyucusu. Kubbede olması bunu ifade ediyor. Yüzü melek gibi deriz hani; güzelliğini vurgulamak için. Ama buradaki yüz ürkütücü, çünkü o koruyucu melek, caydırıcı olması gerektiği için ürkütücü bir bakışı var. Daha önce depoda duran Sultan Abdülmecid’in Bizans dönemi mozaiği ile yapılan tuğrası ilk defa Ayasofya Müzesi’ne asıldı.


HERKESİN AYASOFYA’SI KENDİNE

Müze olarak diğerlerinden farklı olan Ayasofya’nın bir imajı var, içeriden baktığınız zaman da bir mesajı... Dışarıda bu mekan Grek-Ortodoks bir mabet, Osmanlı döneminde yine kutsal bir mabet olarak algılanıyor. İki taraf da kendine göre bunu dönüştürmek, amacına uygun kullanmak istiyor. Ayasofya sadece bir müze değil. Bunun altını çok çiziyorum; dünya mimarı mirasının çok önemli bir elemanı. Genç Türkiye’nin bu mirasa nasıl sahip çıktığının da bir göstergesi.


Ayasofya müze olarak kalmalı, başka bir yol çok büyük sıkıntılara yol açar. Dışişleri Bakanlığı kadar temsil özelliğine sahip. Yurtdışından gelen her resmi heyet buraya geliyor. Papa, Rus patriği ya da Obama ile bire bir konuşma imkanına sahibim. Önceki hafta sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül buradaydı.


Her gelen kendi Ayasofya’sını görmek istiyor. Hacı amca “Burada bir gün nasıl namaz kılarım” diye bakıyor. Yunanistan’dan gelen bir madam “Ben ne zaman pazar ayini yaparım” diye... Büyük bir grubu karşınıza almamak için en iyisi müze olarak kalması.

 

DEPODAKİ ENVANTER KİTAP OLDU

Haluk Dursun, deposundaki envanterini ilk kez görsel halinde kitap haline getirmiş. Bilgi Üniversitesi Yayınları’ndan çıkması beklenen Dursun imzalı kitabın adı, ‘Ayasofya Kültür Envanteri’. “İnsanlara göremediği mozaikleri gösteremediğinizde, bunu efsaneye dönüştürüyorlar. Sanki çok mozaik varmış gibi, ‘işte buyrun’ diyoruz. Yeraltına giren, gözüyle gören kişilerden biriyim, su kuyuları ve sarnıçları var, onu da kitapta anlatıyorum” diyor. İşte depodaki eserler: Ayasofya Müzesi İkona ve Kilise Eserleri Koleksiyonu, Taş Eserler Koleksiyonu, Türbe Eserleri Koleksiyonu, Sikke Koleksiyonu, Ayasofya Müzesi Mozaik Envanteri, Ayasofya Müzesi Etütlük Eserleri, Ayasofya Müzesi İkona ve Kilise Eşyaları Etütlük.


İSTANBUL’DA YAŞAMA SANATI

Haluk Dursun, ‘İstanbul’da Yaşama Sanatı’ adlı çok beğenilen kitabın da yazarı aynı zamanda. Yabancı misyon ziyaretlerinde dünya liderleriyle müzeyi gezerken onlara dair izlenimlerini kaleme alıyor. Bunları ‘Meraklısına Ayasofya’ adıyla kitaplaştırma hazırlığında.

Hürriyet Cumartesi, Haber: Ali Dağlar, 11.06.2011

PERGE İÇİN REHBER OLDULAR

 

'Perge'de sen de bir sütun kaldır' kampanyasına destek veren Antalyalı 350 rehber, turlardan ayırdıkları paraları birleştirerek, antik kentte 25 sütunun kaldırılmasına katkı sağladı.

 

Perge Kazı Başkanı Prof.Dr. Haluk Abbasoğlu düzenlenen plaket töreninde ilk kez bir grubun kendi isteğiyle kampanyaya destek verdiğini söyledi. Abbasoğlu, 'Daha önce Bakan Ertuğrul Günay'ın girişimleri sonucu turizmciler 25 sütunun kaldırılmasına katkı yaptı. Perge'de ayağa kalkmayı bekleyen yüzlerce sütun var. Rehberlerin gösterdiği duyarlılığı diğer vatandaşlardan da bekliyoruz'' dedi.
 Akşam, 11.06.2011

HAYDARPAŞA'DA İMAR PLANINA ASKI MUAFİYETİNE İPTAL

 

 

Anayasa Mahkemesi İstanbul’daki Haydarpaşa, Galataport gibi dev kentsel dönüşüm projelerin imar planlarının İmar Kanunu’ndaki askı sürelerinden muaf olacağı ve kesinleşeceği düzenlemesini iptal etti, yürürlüğünü de durdurdu.

 

Bu karar çerçevesinde imar planları askıya çıkarılacak. Haydarpaşa başta olmak üzere, TCDD’ye ait istasyon, gar ve arazilerinin satışını, okulların DSİ, karayolları arazilerinin, Devlet Hava Meydanları’nın satışını öngördüğü için eleştirilen Torba Kanun’un ilgili 43’üncü madde ise vize aldı.

CHP, 5793 sayılı “Kamu Mali Yönetimi Ve Kontrol Kanunu İle Bazı Kanun ve KHK’larda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştu. Yüksek Mahkeme, imar planlarının “ilan ve askıya dair hükümlerden muaf olacağı” ve “ilan ve askıya dair hükümlerden muaf olarak kesinleşip yürürlüğe gireceği” düzenlemelerini Anayasa’ya aykırı buldu ve iptaline karar verdi. Bu iki maddenin telafisi güç veya olanaksız durum ve zararların önlenmesi ve iptal kararının sonuçsuz kalmaması için kararın Resmi Gazete’de yayımlanacağı güne kadar yürürlükleri de durduruldu.

Hürriyet, Haber: Oya Armutçu, 11.06.2011

BAŞBAKAN GELECEK DİYE ÇIPLAK HERKÜL YOK EDİLMİŞ

Son günlerde, Ölüm Pornosu kitabının Türkçe’ye çevrilmesiyle hararetlenen “muzır gündemi”ne bir madde de Eskişehir’den geldi. Arkeoloji Müzesi’nin açılışında, “Başbakan Erdoğan görmesin” diye çıplak Herkül heykeli, yerinden kaldırılarak bir paravanın arkasına mı saklandı? Bu çarpıcı iddia, Eskişehir’de yayın yapan Milli İrade Gazetesi’nde fotoğraflarla yer aldı.

Başbakan Erdoğan, 28 Mayıs’taki miting sonrası, Eskişehir’de ETİ Arkeoloji Müzesi’nin açılışını da yaptı. Ancak Başbakan gittiğinde, müzede daha önce sergilenen önemli bir eser yerinde yoktu: MS 2. yüzyıla ait çıplak haldeki Herkül heykeli... Heykel, Erdoğan’ın ziyareti öncesi müzede bir paravanın arkasına kaldırılmıştı.

Müze Müdürü Dursun Çağlar, Habertürk’e yaptığı açıklamada, “Heykelin Başbakan Erdoğan’dan saklanması diye bir şey söz konusu değil’’ dedi ve ekledi: “Olur mu öyle şey. Başkakan Erdoğan’ın müzemizin açılışını yapacağı gün Herkül heykelinin üzerinde durduğu kaide çöktü. O halde sergileyemezdik, geçici olarak kaldırdık. Heykelin kaidesinin düzenlenmesi için acil yazı yazdık. En kısa sürede müzemizin bahçesinde tekrar sergilenmeye başlanacak.’’

Çağlar, müzenin ETİ sponsorluğunda yenilendiğini ve açılışı Erdoğan’ın Eskişehir ziyareti öncesine yetiştirmeye uğraştıklarını anlattı: “Son bir hafta 70 kişi gece gündüz çalıştık. Ancak son gün böyle bir aksilik oldu. Bunun başka bir nedeni yok.’
Habertürk, Haber: Bülent Günal, 10.06.2011

 

 

OSMANLI ŞAHESERLERİ SATIŞA ÇIKIYOR

 

Nika Müzayede, Osmanlı şaheserleri ve klasik, çağdaş resim tablolarından oluşan müzayedesini 11 Haziran günü gerçekleştirecek. Müzayede'de şair ressam Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun son tablosundan, Sultan Abdülhamid Han'ın kızı devletin idaresinde önemli bir yeri olan Semiha Sultan'ın mührüne, Hidiv Hanedanı Kral Fuad'ın özel tepsisine, Av. Sadık Atakan'ın Çanakkale - Kütahya koleksiyonuna, Mehmet Celalettin'in ve Aziz Rufai Efendi'nin 200 yıllık hat levhalarına, Rıdvan Efendi'nin hat levhasına, 300 yıllık Kuran-ı Kerim'e kadar birçok eser yer alacak.

Habertürk 10.06.2011

ZEUGMA, GÜNAY'I AĞLATTI

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Türkiye’deki kazılarda bulunup yurtdışındaki müzeleri süsleyen tarihi eserlerin teker teker getirileceğini anlatırken, Zeugma örneğini verirken ağladı.

 

Günay, dün turizm sektörünün temsilcileriyle İzmir’de bir araya geldi. Toplantıda duygulu bir konuşma yapan Günay, Türkiye’den gitmiş eserlerin yeniden yerlerine döndürülmesi için gösterdikleri çabaları anlatırken gözyaşlarını tutamadı. Günay, Gaziantep’te bulunan Zeugma antik kenti’ni gezdiğini belirterek, bu bölgede daha önce yabancı heyetler tarafından yapılan kazılarda önemli eserlerin bazılarının dünyadaki müzelere götürüldüğüne işaret ederek, “Yurtdışına gittiğim zaman ören yerlerini geziyorum. Rehberler gösteriyorlar, Türkiye’den geldiğini söylüyorlar. Oturup dizlerimi dövmek geliyor içimden” dedi.

Hürriyet, 10.06.2011

BULVARDA HAYALET KÖŞK

 

 

Çankaya’nın göbeğinde hayalet köşkü andıran Kızılay’a ait Renda Köşkü, ilgi bekliyor. Kızılay yetkilileri, binayı müzeye dönüştürme planlarının olduğunu belirtirken, gerekli izinlerin beklendiğini söylediler.
 

Atatürk Bulvarı üzerinde bulunan tarihi Renda Köşkü’nün içler acısı hali görenlerin içini burkuyor. Başkent’in en merkezi yerinde bulunan ve Hayalet Köşk’ü andıran bina, kimsesizliğe terkedilmiş izlenimi uyandırıyor.

 

Bakımsız bahçesi, yer yer çatlayan bina duvarları, kırık merdivenleri, tahrip olan kapısı ve yıkılmaya yüz tutmuş bahçe duvarı “köşk kaderine mi terk edildi” sorusunu akıllara getiriyor. Türk Kızılay Derneği’ne ait olan binanın akibeti ise belli değil.

 

Köşk ile ilgili olarak her yıl bir başka proje ortaya atılıyor. Fakat bu projelerin hiç birisi bugüne kadar hayata geçirilemedi. Geçtiğimiz yıllarda da Çankaya Belediyesi, ODTÜ ve Kızılay işbirliği ile müze ve kültür merkezine dönüştürülmesi planlanan projeden ise ses çıkmadı. 2004 yılında ise köşkün kiraya verilmesi gündeme gelmişti. Tarihi köşke talip ise hemen yanı başında bulunan ABD Büyükelçiliği olmuştu. 2010 yılında ise satılacağı söylenen köşkün satışı konusunda da hayata geçen bir çalışma olmadı.

 

Türk Kızılay’ı Gayri Menkul Bölümü yetkilileri köşk ile ilgili olarak müze ve kültür merkezi çalışması projesinin devam ettiğini fakat binanın elçiliklere yakın olması sebebiyle konunun çok hassas olduğunu ve şu an için net bir sonuca ulaşamadıkları söyledi.


Çalışmanın başlaması için gerekli izinlerin beklendiğini aktaran yetkililer imar ve iskan aşamalarının takip edildiğine vurgu yaptılar.

Hürriyet Ankara, Haber: Oğuz Demir, 10.06.2011

KAHTA KALESİ'NİN RESTORASYON İHALESİ YAPILDI

 

 

Kahta’nın Kocahisar Köyü'ndeki tarihi kalenin restorasyon ihalesi Gaziantep Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü tarafından yapıldı.

 

Kale ihalesi, Gaziantep Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü'nün Eyüboğlu Mah. Gaziokulu Sok. No:20 Şahinbey adresinde yapıldı. Bu gün saat 14:00 yapılan ihaleyi kazanan firma daha sonra açıklanacak ve restorasyon çalışmaları hemen başlatılacak. Kaledeki çalışmaların uzun bir süre devam edeceği ve Kocahisar köylülerine geçici iş sitihdamı sağlanacağı öğrenildi.

 

Yıllardan beri restorasyonu ihmal edilen Yeni Kale kış mevsiminde yağan yağışlarda bir duvarın tamamı yıkılmıştı. Diğer kale duvarlarının da yıkılmaya yüz tuttuğu kale Kommagene Krallığı'ndan günümüze miras kalan önemli bir tarihi eser olarak yerli ve yabancı turistlerin gözdesi konumunda olmasına rağmen yıkılma tehlikesinden dolayı 5 yıldan beri ziyaretlere kapatılmıştı.

Adıyaman Haber, 09.06.2011

İNSANLIK ANITI'NIN YIKIMI DURDU

 

 

Kars'taki ''İnsanlık Anıtı''nın kaldırılması işini alan taşeron firmanın işçileri, paralarını alamadıkları gerekçesiyle yıkım çalışmalarını durdurdu.

Heykelin kaldırılması işini 272 bin liraya alan Avşin İnşaat'ın anlaştığı taşeron firma Eryaman Karot'un işçileri, paralarını alamadıkları iddiasıyla iş bıraktı.

Kars Belediye Başkanı Nevzat Bozkuş, konuya ilişkin gazetecilere yaptığı açıklamada, taşeron firmayla bir sözleşmelerinin bulunmadığını, muhataplarının Avşin İnşaat olduğunu belirterek, şunları söyledi:

''Onlar da anıtın kalan kısmını 24 Haziran'a kadar kaldıracaklar. Anıt, yüklenici firma tarafından mevcut yerinden kaldırılmaya başladı. Yüzde 70 seviyelerinde parça parça kesilerek kaldırıldı. Yüklenici firma ile alt yüklenici firma arasında bir sözleşme var. İşi alan yüklenici firma bir başka firmayla anlaşarak işi yapmaya çalışıyor. Kendi aralarında alacak verecek meselesinden dolayı doğan bir sorun nedeniyle geçici olarak işin geriye kalan yüzde 30'luk kısmı durduruldu.''

Sorunun iki firma arasında çözüleceğini dile getiren Bozkuş, ''Bir başka firmayla mı anlaşır, yoksa kendisi mi yapar bilmem ama sonuç itibarıyla 24 Haziran'a kadar geriye kalan yüzde 30'luk kısmını, yani son iki parçayı da kaldıracak'' dedi.

Bozkuş, 272 bin liralık ihale bedelinin 172 bin lirasının KDV'si ile birlikte ödendiğini, işin bitmesinin ardından geriye kalan bedelin de ilgi firmaya ödeneceğini sözlerine ekledi.

Habertürk, 09.06.2011

1600 YILLIK KUMAŞ BULUNDU

 

  

 

Laodikya antik kentinde, MS 4-5'inci yüzyıla ait olduğu belirlenen yaklaşık 1600 yıllık kumaş parçalarına ulaşıldı.

 

Laodikya Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, gazetecilere yaptığı açıklamada, Denizli'nin 6 kilometre kuzeyinde yer alan, Romalılar için vazgeçilmez bir öneme sahip antik Laodikya kentinde bugüne kadar boya üretim atölyesi, dokuma tezgahı parçası, tekstil boya kalıntılarını ortaya çıkardıklarını belirtti.

 

Dünyada tekstiliyle ünlü Denizli'de, Büyük Konstantin dönemine ait onarımda kullanılan kumaş parçalarının, teknik tekstilin o tarihlerde kullanılmaya başlandığının işareti olduğunu belirten Şimşek, “Gün yüzüne çıkarılan kumaş, keten. Bulduğumuz kumaş, kaliteli ve çok ince işçiliği bulunuyor. Dokumasındaki incelik ve işçilik, insanı cezbediyor. Kullanım alanı ise insanı daha da şaşırtıyor. Keten kumaş, İncil'de adı geçen ve kısa süre önce bulunan 7 kiliseden biri olan Laodikya Kilisesi'ndeki su taşıma borularının tamirinde, su borularının sızdırmaması için kullanılmış” dedi.

 

Kumaşın genellikle kolay çürüyebilen bir ürün olduğuna dikkati çeken Şimşek, “Dokunan ipler, kullanılan malzemeler daha iyi incelendiğinde tekstil konusunda daha farklı bilgilere ulaşılabilir. Bulduğumuz keten kumaşların tıpa şeklindeki taşlara sarıldığı için havasız kalmalarından dolayı bugüne kadar korunageldiğini gözlemledik. Bu kumaş Laodikya'nın tekstil sektörüyle iç içe olduğunun somut kanıtıdır. Laodikyalılar 5. yüzyılda bile kumaş üretmişler. Bu bizi heyecanlandıran bir gelişme” diye konuştu.

Hürriyet, 09.06.2011

EFES ANTİK KANAL PROJESİ 2 YIL İÇİNDE TAMAMLANACAK

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Efes Antik Kanal Projesi'ni iki yıl içinde tamamlamayı düşündüklerini söyledi.

 

Günay, Efes Antik Kanal ile ilgili daha önce çok ciddiyeti olmayan projeler üretildiğini ifade ederek, ''Bilimsel bazda araştırmalar, zemin etütleri yapmamız gerekiyordu. Kazı ekibiyle birlikte kısa süre içinde bu etütleri tamamlayacağız. Limanın başlangıç noktasını tespit ettikten sonra, doğrudan denizi içeri çekmek değil, deniz suyunu başka teknikle limanın başlangıç noktasına alıp sirkülasyonu hızlandırmaya ve su içerisindeki oksijeni çoğaltmaya çalışacağız. Kısa süre içinde antik dönemin teknelerine benzeyen teknelerle deniz kıyısından Efes Antik Limanı'na ulaşmak mümkün olacak'' dedi.

Efes'e verdikleri değerin göstergesi olarak da Los Angeles Times gazetesine buranın reklamını verdiklerini belirten Bakan Günay, AK Parti'nin İzmir ile ilgili birçok proje hazırladığını anlattı. Günay, İzmir'in müze şehir haline gelmesi ve Bergama'dan Efes'e kadar ören yerlerinin ayağa kaldırılmasının kendisini heyecanlandırdığını dile getirdi.

 

Efes Antik Kanal Projesi'nin ne zaman bitirileceği yönündeki soru üzerine Günay, ''İki yıl içinde tamamlayacağımızı umuyorum. 2013'de EXPO 2020 için karar verilmiş olacak. Ondan önce bu projeyi tamamlamış oluruz. İzmir'in dünya çapında sunumuna özel bir katkı olmuş olur'' yanıtını verdi.

Turizm Gazetesi, 09.06.2011

HİNDİSTAN 'PICASSO'SUNA AĞLIYOR

 

Hindistan'ın en ünlü sanatçısı ve ressamı Makbul Fida Husain'in 95 yaşında Londra'da öldüğü bildirildi.

 

Hindistan haber ajansının, sanatçının ailesine dayanarak verdiği haberde, radikal Hinduların tehditleri üzerine 2006'da ülkeden ayrılarak Katar'a giden Husain'in, bugün Londra'daki Royal Brompton hastanesinde hayatını kaybettiği belirtildi.

 

Hindistan televizyonlarında verilen haberde "Hindistan'ın Picassosu" olarak gösterilen Husain'in, kalp krizi ve akciğer yetmezliğinden öldüğü kaydedildi.

 

Müslüman olan sanatçı, Hindu tanrıçalarının nü resimlerini yaptığı için radikal Hinduların şimşeklerini üzerine çekmişti

Hürriyet, 09.06.2011

HAZİNELER HAVAYA UÇURULUYOR

 

 

Mersin’in Silifke İlçesi'nde definecilerin Tapureli antikkentinde binlerce yıllık tarihi eserleri dinamitle havaya uçurdukları ortaya çıktı. Dedektör satışının yasal olması definecilerin iştahını arttırıyor. Bilgisayarlı dedektörler ile yerin altındaki her türlü metal ayrışımı yapabiliyor. Mersin’in Silifke İlçesi'nin kuzey doğusunda, bugünkü Tapureli Köyü’nün batısında yer alan arkeolojik yerleşim tehdit altında. 

Vadi kenarında iki tepelik üzerinde kurulu olan ve oldukça zengin arkeolojik kalıntıları içerisinde barındıran antik yerleşimdeki kabartmalar, bölgede bir süredir devam eden sistematik tahribatın kurbanı oldu. Bekçinin olmadığı antik kent definecilerin uğrak mekanı oldu. 

Tapureli antik kenti, sahip olduğu kalıntılarıyla bölgedeki Hellenistik Dönemde kurulan (MÖ 2 yüzyıl ve sonrası) ve varlığını Roma ve Erken Bizans dönemlerinde de devam ettiren yerleşimlerden biri. Yerleşim içerisinde çok sayıda yapı, neredeyse Antik Dönem’de kullanıldıkları halleriyle ayakta. 

Bununla birlikte, ormanlık bir coğrafya içinde kalması, burayı korunması zor bir alan haline getiriyor. Yerleşim içinde çok sayıda konuta ait kalıntılar, kilise yapıları, atölyeler ve görkemli bir nekropol alanı bulunuyor. Dağlık Kilikya’nın en etkileyici alanlarından biri olan Tapureli, organize şekilde tahrip ediliyor. 

Yüzlerce yıldır zarar görmeden günümüze gelen kaya kabartmaları, defineciler tarafından işaret olarak kabul ediliyor ve içlerinde altın olabileceği umuduyla yok ediliyorlar. Bu hızla giderse, antik Dağlık Kilikya bölgesinin zengin kaya kabartma koleksiyonundan geriye hiçbir şey kalmayacak.

Türkiye'nin arkeolojik zenginlikleri yıllarca bütçe ve bürokratik sıkıntıları nedeniyle günışığına çıkarılamazken Arkeologlar Derneği İstanbul Şube Başkanı Doç.Dr. Necmi Karul uyardı: “Definecilerin Anadolu’da girmediği antik kent kalmadı.” Karul’a göre bunun en önemli nedeni, arkeolog ve akademisyenlerin önünde onlarca yasa ve kural varken, internette, TV reklamlarında boy gösteren defineciliğin önünde hiçbir yasal engelin olmaması.
 

Emniyette sorgulanan definecilerin çalışma yöntemleri endişe yarattı. Buna göre şüpheliler define olduğunu belirledikleri alanlarda dinamit lokumu patlatıyor ardından da kazı yaparak tarihi eserleri ele geçiriyor. Ellerinde harita ya da defineci işaretleri bulunduruyorlar. Bunları internet ortamında özel defineci sayfalarından da temin edebiliyorlar. Piyasada kolayca elde ettikleri dedektörler sayesinde antik kentleri tek tek dolaşıyorlar. 

Doç.Dr. Karul ‘‘Akademisyen arkeologların önüne konan yasa ve kurallar maalesef defineciler için yok. Definecilik neredeyse yasal. Dedektör satışları TV’de yapılıyor. Yasalar definecileri koruyor. Ancak suçüstü yaparsan ceza veriliyor. Bu sözlerimden definecileri yasal hale getirmeli anlamı çıkmasın. Kaçak kazı suç olmalı ve caydırcı cezalar konmalı.’’

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 09.06.2011

TÜRK INDIANA JONES'LAR ARANIYOR

 

 

ABD Büyükelçiliği’nin düzenlediği Afganistan’ın kültür mirası turumuzda son durağımız Logar bölgesindeki Mes Aynak oldu. Burası, Budist kültürün geçmişteki en önemli merkezlerinden birisi. Bu bomboş ve çorak arazi ortasında bugün zamana karşı hummalı bir arkeoloji çalışması var, çünkü yakında bu çok önemli tarihsel alan, bakır madeni çıkartmak için dinamitlerle yerle bir edilecek. Mes Aynak, dünyanın en zengin ikinci bakır madenlerinin bulunduğu yer. Kazılardan elde edilen bulgulara göre Budistler de bakır madenciliğiyle ile uğraşmış. 

Afganistan çok fakir bir ülke. Mes Aynak’ta bakır madenciliği başlayınca 1.2 milyon dolar gelir elde edilmeye başlanacak fakat bu aynı zamanda 2600 yıllık Budist kalıntılarının da sonu demek olacak. Bakır madenlerinin işletme haklarını alan Çin, faaliyetlerine başlamak için 2012 yılına kadar bekleme sözü vermiş. Bakır madenciliği için Çinlilerin yaptığı yatırım, Afganistan’daki en büyük yabancı yatırım aynı zamanda. Arkeologların derdi de, bu bir yıllık süre içinde kurtarabildikleri kadar çok şeyi kurtarıp madencilikten etkilenmeyecek yeni bir müzeye taşımak. Bu yüzden de zamana karşı yarışıyorlar, bazı Afganları arkeolog olarak eğitiyorlar ve Dünya Bankası’nın desteklediği proje için, burada çalışacak çok sayıda arkeolog arıyorlar. Arkeologlar, güneş altında çalışırken Çinliler de onları bir tepeden seyrediyor. Onlar da bu arkeolojik projeyi destekliyorlar ama bize söylenene göre her gün sabırsızlanıyorlar. Şimdilik kazılan alan o kadar büyük sayılmaz. Üstelik bölgede 19 farklı yerde Budist yerleşimleri varmış ve birçoğuna daha ilk arkeolojik kazma vurulmamış bile. Bulunanlar ise nefes kesiyor, aralarında 6 metre boyunda dev Buda heykelleri de var, bakır ve altından süslemeler de. 

Fransız arkeolog Philippe Marquis’e göre, Mes Aynak’ın hakkını vererek buluntuların tek tek envanterini çıkarmak, bunları gün yüzüne taşımak ve başka bir yere götürüp, aslına uygun bir biçimde yeniden kurabilmek en az on yıl isteyen bir çalışma. Bu nedenle de mümkün olduğu kadar çok arkeoloğa ihtiyaç var. “Gönüllülerle güvenlik nedeniyle çalışmak istemiyoruz. Onlara bir şey olsa hesap veremeyiz. Bu yüzden bazı Afganları eğitmeye çalışıyoruz ama asıl ihtiyacımız olan, yetişmiş arkeologlar. Türk arkeologlar gelmek isterlerse çok memnun oluruz” diyor.
Afganistan’ın kültür mirasını bir turist olarak görmek için epey bir zamana ihtiyaç var. Fakat bu mirasa bizim gibi şöyle bir göz atmak bile, bu kadim kültürün ne kadar zengin olduğunu fakat savaş ve işgallerle nasıl da yok edildiğini anlamaya yetiyor. Bir de Afganistan’ın aslında geçmişte hiç de fakir olmadığını, bilim ve sanat merkezi olduğunu görmeye... Bu iliştirilmiş turistlik gezisinden benim anladığımsa şu; dünyanın Afganistan’a çok ama çok borcu var.

Radikal, Haber: Ayşe Karabat, 09.06.2011

MÜZE YOLUNDA ÇALIŞMA

 

 

Aslantepe Açık Hava Müzesi'ne giden yolda çalışmalar yapıldı. Elektrik ve telefon kablolarının yerin altına alındığı yolda doğalgaz çalışmalarıda yapılıyor. Açık hava müzesine giden yoldaki eski evlerinde aslına uyğun olarak restore edileceği öğrenildi. 

 

Konuyla ilgili açıklama yapan Orduzu Belediye Başkanı Cumali Ekin, "Tamamen valiliğin kontrolünde gerçekleşen çalışmalar hızla devam etmektedir. Elektrik ve telefon kabloları yer altına alındı. Doğalgaz boruları döşendi. Aslantepe Camii'nden Müzeye kadar olan yolun etrafındaki evlerin restore çalışmaları devam ediyor. Yolun genişletilmesi için hak sahipleriyle görüşerek rızalarını aldık. Bazı istinat duvarlarını yıkarak yola katacağız. Aynı güzergah tamamen ışıklandırılacak ve yollarına taş döşenecek.

 

Çalışmalar neticelendirilirse beş yüz metreden itibaren turistler, müze havasına sokulacak. Evlerin yapılarıyla, yollardaki döşeme taşlarıyla, ışıklandırmasıyla Açık Hava Müzesi'ne gidene kadar tarihi soluyacak misafirlerimiz" dedi. 

Malatya Haber, 08.06.2011

270 TARİHİ ESER ELE GEÇİRİLDİ

 

 

Tarihi eser kaçakçılarına yönelik 6 ilde düzenlenen operasyonlarda, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait 270 adet tarihi eser ele geçirildi. Operasyonlarda 1'i kadın 23 kişi gözaltına alındı.

 

Alınan bilgiye göre, İstanbul Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, tarihi eser kaçakçılarına yönelik 6 ay öncesinden çalışma başlattı. Ekipler, bu çalışmaların sonucunda da İstanbul, Ankara, Bursa, Düzce, Yalova ve Bilecik illerinde takibe aldıkları 26 ayrı adrese eş zamanlı operasyon düzenledi. Operasyonda 1'i kadın 23 kişi gözaltına alındı.

Bu kişilerin üzerlerinde ve bulundukları adreslerde yapılan aramalarda, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait 270 parça tarihi eser, 6 dinamit lokumu ve 1 tabanca ele geçirildi. Ele geçirilen tarihi eserler arasında Roma imparatorlarına ait olduğu iddia edilen 1 altın madalyonun da bulunduğu belirtildi. Emniyet Müdürlüğünde sorguları süren şüphelilerin, elde ettikleri tarihi eserleri, yurt iç ve yurt dışında pazarlamak istediklerini söyledikleri öğrenildi.

Şüpheliler hakkında, TCK'nın 220. maddesi kapsamında, ''suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, örgüte üye olmak ve örgütlü halde 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'na muhalefet'' suçlarından işlem yapılarak adliyeye sevk edilecekleri kaydedildi.

turktime.com, 08.06.2011

 

******


TARİHİ ESERLERİ DİNAMİT PATLATARAK ÇIKARMIŞLAR

 

 

Roma, Bizans ve İslami dönemlere ait 270 eserin ele geçirildiği ve 23 kişinin gözaltına alındığı operasyonda ilginç bir bulguya ulaşıldı. Eserler dinamit patlatılarak çıkarıldı.

 

İstanbul polisinin yaklaşık 6 ay önce başlattığı tarihi eser operasyonunda Roma, Bizans ve İslami dönemlere ait 270 adet eser ele geçirildi. İstanbul dışındaki 5 ayrı ilde yürütülen operasyonda 23 şüpheli gözaltına alındı. Tarihi eserlerin birçoğunun köylülerden toplandığını belirleyen polis ilginç bir bulguya daha ulaştı. Ele geçirilen malzemeler arasında yer alan dinamit lokumlarının, toprak altında patlatılarak eserlerin dışarı çıkarılmasında kullanıldığı anlaşıldı. Ele geçirilen bazı eserlerdeki kırıkların bu patlamalar nedeniyle gerçekleşmiş olabileceği tahmin ediliyor. Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü, Ankara, Bursa, Yolava, Düzce ve Bilecik illerinde örgütlü olarak tarihi eser kaçakçılığı yapıldığı duyumu üzerine harekete geçti. Soruşturmada tarihi eserlerin hangi bölgelerden çıkarıldığı ve buna kimlerin aracılık ettiği belirlendi. Yapılan eşzamanlı operasyonda 23 kişi gözaltına alındı. Şüphelilerin adreslerinde yapılan aramalarda 270 adet Roma, Bizans ve İslami dönemlere ait eser bulundu. Eserler arasında dünyada sadece 7 tane bulunan Roma imparatorlarına ait bir madalyon ile Zeus'un oğlu heykeli de var. Şahısların adreslerinde yapılan aramalarda 6 parça dinamit lokumu ve bir adet de ruhsatsız tabanca ele geçirildi.

Zaman, Haber: Fazlı Mert, 09.06.2011

SADRAZAMIN MEZARINI KAZIP İÇİNE GİRDİLER

 

 

Manisa'daki Lala Paşa Camisi'nin bahçesinde bulunan Sadrazam Lala Koca Mehmet Paşa'nın mezarının açılarak, içine girildiği belirlendi.


Alınan bilgiye göre, namaz için camiye gelen cemaati, caminin arkasındaki bahçede bulunan Sadrazam Lala Koca Mehmet Paşa'ya ait mezarda, bir insanın girebileceği büyüklükte delik açılmış olduğunu fark edince, durumu cami imamı Şefik Durgut'a bildirdi.


Durgut'un durumu polise bildirmesi üzerine olay yerine gelen ekipler, mezarda inceleme yaptı. Mezarın yaklaşık 415 yıllık olduğu bildirilirken, içerisinden alınan bir şey olup olmadığının araştırıldığı kaydedildi.


Cami imamı Durgut ise olayın gündüz mutlaka fark edileceğini, gece meydana gelmiş olabileceğini ifade etti. Soruşturmanın sürdüğü bildirildi.

haberjet.com, 08.06.2011

DANYAL PEYGAMBER MEZARININ ARKEOLOJİK KAZI ÇALIŞMALARI SÜRÜYOR

 

Tarsus Belediyesi tarafından Makam-ı Danyal Camisi’nde şadırvan yapımı için başlatılan çalışma sırasında Hz. Danyal Peygamberin kabrinin bulunması üzerine kazı çalışmaları başlatılmıştı. Arkeolojik kazı çeşitli birimlerde görev alan görevliler tarafından oluşturulan heyet tarafından yerinde inceledi.

 

Çalışmalara Tarsus Belediye Başkanı Burhanettin Kocamaz, M.Ü. Mimarlık Fakültesinden Prof.Dr. Tamer Gök ve Yrd. Doç.Dr. İpek Durukan, Cumhuriyet Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihçisi ve Kazı Başkanı Yrd.Doç.Dr. Erdal Keser, Adana Kültür-Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürü İsmail Salman, Vakıflar Bölge Müdürlüğünden Rabia Uç Karalar ve Utku Utkan,Tarsus Belediyesi İmar ve şehircilik Müdürü Mustafa Solak, Tarsus Belediyesi İmar ve şehircilik Müdürlüğünden Mimar Fevziye Kökdil, Tarsus Müze Müdürü Arkeolog Mehmet Çavuş, Arkeolog Abdulbari Yıldız, Müteahhit firmadan Zülfikar Tümer İnönü, proje danışmanları Nimet Özgönül, Cumhur Gürel, Asu Özyar katıldı. Kazı başkanı Yard. Doç.Dr. Erdal Keser tarafından kazı alanında gelinen nokta açıklandı ve yapılması planlanan işler hakkında bilgi verildi. Heyet daha sonra Kubatpaşa Medresesi’nde inceleme yaptı.

 

Yapılan açıklamada konu ile ilgili tüm meslek guruplarının katılımı ile ilk kez gerçekleştirilen toplantıda yapılacaklar bir takvime bağlandı. Buna göre alanda kazıların bitirilmesi, koruma işlemlerinin hızla yapılması, çevre düzenleme projesinin bir an önce hazırlanarak uygulanması takvime bağlandı. Belediye Başkanı Burhanettin Kocamaz, yaklaşık 5 yıl önce caminin abdest alma bölümünün inşaatı sırasında Hz. Danyal Peygamber’in Horasan mozaiğiyle kaplı mezarının ortaya çıkarıldığını söyledi. Kocamaz, kazı çalışmalarında, zeminden 6,5 metre derinliğinde Danyal Peygamber’in mezarına ulaşıldığını ve düzenleme yapılarak koruma altına alındığını söyledi.

Zaman, 08.06.2011

BİR TARİHE BÖYLE KIYMIŞLAR

 

 

Sirkeci'de Merzifoni Kara Mustafa Paşa Camii, Balaban Mescidi, Çamlıca'da Şeyh Selami Ali Efendi Camii, Göksu Camii, Aksaray'da Oruç Gazi Camii, Pirizat Hatun Camii, Deniz Abdal Dergahı, Topkapı'da Şiri Merd Çavuş, İlyaszade ve Sakine Hatun camileri, Yenikapı'da Malkoç Süleyman Ağa Camii, Samatya'da Kadiri Dergahı, Fındıklı'da Süheyl Bey Camii, Tophane'de İmalat-ı Harbiye Usta Mektebi, Unkapanı'nda Voynuk Şüca Camii, Sabiha Sultan Sıbyan Mektebi, Saraçhane'de Fatih zamanından kalma İbrahim Paşa Hamamı...

 

Uzayıp giden bu liste İstanbul'da imar faaliyetleri bahanesiyle, iki cami arasındaki mesafe 500 metreyi bulmadığı gibi komik sebeplerle ya da sebepsiz yıkılan tarihi eserlerimize ait. Sadece İstanbul'da mı? Cumhuriyet'in ilk yıllarında vakıf mallarının tasfiyesi sırasında Urfa'da 45 camiden 38'i satılmış. Yine İzmir-Tire'de 44, Edirne'de 100'ün üzerinde cami ve mescit, Gaziantep'te 35 cami ve 42 mescit satılmış. Diğer il ve ilçelerde de durum pek farklı olmasa gerek. Hasbelkader bu yıkımdan kurtulanlar günümüzde tarihi eser olarak kayıtlı ve üzerlerine bir çivi çakmak bile yasak.

 

Chronicle dergisi, son sayısında "Vandallık ki en çok yakışandır bize" başlıklı dosyada tarihi İstanbul'da yapılan kültür kıyımını rakamları ve örnekleriyle anlatıyor. Dergide yer alan yıkılan tarihi eserlere ait fotoğraflar olayın vahametini daha da görünür kılıyor. Yıkılan eserlerin pek çoğu mimari şaheseri. Bazıları Mimar Sinan'ın imzasını taşıyor. Dergideki bilgilere göre hikaye 1924 yılında Şer'iye ve Evkaf Vekaleti'nin kaldırılıp yerine Diyanet İşleri Başkanlığı ve Umum Evkaf Müdürlüğü'nün kurulmasıyla başlıyor. Osmanlı topraklarındaki sayısız vakıf eseri için kurulan Evkaf Nezareti'nin işlerinin bir müdürlük tarafından yürütülmesi mümkün değildir. Dolayısıyla vakıf eserleri bir 'yük'tür. 1970'lere kadar sürecek tasfiye işlemleri için adım böylece atılmış olur.

1935'te 2845 numaralı kanun ile bazı camilerin açık tutulup diğerlerinin kapatılması istenir. Tasnif harici tutulan cami ve mescitler "usul ve mevzuata göre kendilerinden başkaca istifade edilmek üzere" kapatılır. Birbirine yakın binlerce cami bu sebeple sanat kıymetlerine bakılmaksızın satılır. 1926-1972 arasında 494 cami arsası, 722 mescit arsası, 598 cami ve 995 mescit satılmış. Hayrat satışının en az olduğu şehir bir mescit ile Yozgat, en fazla olduğu şehir ise 386 eserle İstanbul. Karo haricine çıkartılan 914 camiden 81'inin satıldığı İstanbul'u 209 satışla Bursa ve 208 satışla Aydın izliyor. Ağrı, Artvin, Batman, Bilecik, Bingöl, Hakkari, Kırıkkale, Şırnak, Uşak ve Van'da ise hayrat satışı gerçekleşmemiş.

 

Tarihi eserlerin kıymetini geçmişe göre biraz öğrenir gibi olduk. Ama "Ba'de harabi'l-Basra". Peki tam olarak öğrenebildik mi? Onu da zaman gösterecek.

Zaman, 08.06.2011

İDİL BİRET'E İKİNCİ TOPKAPI SÜRPRİZİ

 

 

İki yıl önce Topkapı Sarayı avlusunda verdiği konser, şarap satıldığı gerekçesiyle Alperen Ocakları’nca basılma istenen piyanist İdil Biret, önceki akşam İstanbul Müzik Festivali kapsamında verdiği resitalde Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın saray avlusunda satış yasağı sürpriziyle karşılaştı.

 

Topkapı Sarayı’nın birinci avlusundaki Aya İrini Müzesi’nde, 4 Haziran’da davetlilere yönelik özel bir konserle başlayan 39’uncu İstanbul Müzik Festivali kapsamında önceki akşam piyanist İdil Biret ‘Gezi Yılları’ başlıklı bir resital verdi. Liszt’in eserlerinin ağırlıkta olduğu resital sonrasında Biret’in yeni yayımlanan albümlerini ve ‘Dünya Sahnelerinde Bir Türk Piyanisti’ adlı biyografisini imzalayacağı duyuruldu. Ancak, Aya İrini’nin bağlı bulunduğu Ayasofya Müzesi Müdürlüğü’nden yapılan yazılı ve sözlü uyarı nedeniyle konser salonu önünde yemek ve içecek servisi yapılamadı. CD, kitap, festival broşürleri satılamadı.
 

Uygulama dinleyicilerin tepkisini çekerken, çok üzgün olduğunu ifade eden İdil Biret “2009’da konserimi basıp afişlerimin yakılmasını telin eden Sayın Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, bugün yine benim konserimi hedef alan bu uygulama konusunda ne düşünüyor, merak ediyorum” dedi. Kültür ve Turizm Bakanlığı Döner Sermaye İşletmesi Müdürlüğü (DÖSİM) ile Bilkent Üniversitesi kuruluşu olan Bilintur’un 2009’da yaptıkları ‘gelir paylaşımı’ anlaşması gereği müze ve ören yerlerindeki satış mağazaları Bilintur tarafından işletiliyor. Topkapı Sarayı avlusunda ayrıca DÖSİM’le anlaşmalı olarak Karakol Restoran gıda satışı yapıyor. Festivali düzenleyen İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı (İKSV) geçen yıl DÖSİM’in önerisi doğrultusunda Karakol Restoran ve Bilintur’la bağlantıya geçmiş, yiyecek ve içecek servisi restoran tarafından yürütülmüş, CD ve hediyelik eşya satışlarını da İKSV yapmıştı. Bu yıl Aya İrini’nin tahsisi için DÖSİM’e izin başvurusu yapan vakıf, “ticari gelir getirici satış ünitesi açılmaması kaydıyla” avlunun kullanımı iznini almıştı. İçki ve yemek servisini Karakol Restoran’a veren vakıf, CD ve kitap satışını kendisi yürütecek şekilde hazırlık yapmıştı.


Açılış konseri akşamı sorun yaşanmazken, önceki akşam Karakol Restoran, sadece kendi sınırları içinde servis yapabileceğini bildirip, Aya İrini’de stand açmadı. Ayasofya Müzesi Müdürlüğü’nden gelen yazı üzerine İKSV yetkilileri de CD ve kitap standını açamadı.

 

“Bakanlığımızca, Bilkent Üniversitesi’nin bir alt kuruluşu olan Bilintur Bilkent Turizm İnşaat Yatırım ve Ticaret A.Ş ile 2009  yılında imzalanan sözleşme gereği aralarında Topkapı Sarayı’nın da bulunduğu ülkemizdeki 52 müze ve örenyerindeki ticari alanların işletilmesi konusunda gelir paylaşımı esasına dayalı bir anlaşma imzalanmıştır. Bu anlaşma çerçevesinde anılan şirkete söz konusu etkinlikler müddetince mobil üniteler aracılığıyla hediyelik eşya, CD, kitap ve içecek hizmeti sunulması yönünde bilgi verilmiştir. Bugünden itibaren festival müddetince konser araları ve sonrasından İKSV’nin konsere özel CD ve kitapları da olmak üzere izleyicilerin ihtiyaç duyacakları ürünlerin sunumu ve satışı olanağı sağlanmış olacaktır. Bakanlığımızın konserlerde yeme-içme ve diğer ürünlerin satışına yasak getirdiğine yönelik bir girişimi olmamıştır.”

Hürriyet, 08.06.2011

BU SEFER HEYKELİ 'DOKUNULMAZ' YERE DİKTİ

 

 

Kars’ta yaptığı “İnsanlık Anıtı” ile son dönemde sıkça adından söz ettiren heykeltraş Mehmet Aksoy’un yeni projesi de çok ses getirecek. Başbakan Erdoğan’ın “ucube” nitelendirmesine karşın, birçok çevreden büyük destek alan Aksoy, son projesini Hava Kuvvetleri Komutanlığı için yaptı. Hava Kuvvetleri’nin 100. Yılı nedeniyle yapılan anıt Atatürk Havalimanı apronunun askeri bölgesinde 100 dönümlük bir alana yapıldı. Ortasında 26 metre çapında gökyüzünü yansıtan bir ayna bulunan anıtın ana formunu 76 metrelik dev kanatları olan bir kartal oluşturuyor.

Hava Kuvvetleri’nin açıkladığı 100. Yıl etkinlikleri programına göre anıt 17 Haziran’da açılacak. Ancak askere yakın kaynaklar açılışın daha ileri bir tarihe ertelenebileceğini ifade ediyor. Ertelemenin, Ağustos ayında Hava Kuvvetleri Komutanı olacak Orgeneral Balanlı’nın tutuklanmasından sonra askerler ile hükümet arasında yaşanan gerginlikle ilgili olabileceği konuşuluyor.

Eserin sahibi Mehmet Aksoy şunları söyledi: “İnsanlık Anıtı’ndan sonra kaşar ve bal heykeli yapmak istiyorlarmış. Onlar heykele karşı değillermiş ama kaşarı tanıtmak istiyorlarmış, faydalı bir şey yapmak istiyorlarmış. Heykeli 3 boyutlu bir reklam aracı olarak görüyorlar. Ama sanat ampulü de aydınlatacak. Onların şifresini Da Vinci çözdü. 100. Yıl Anıtı çok önemli bir çalışma oldu. Dünyada bu boyutta bir anıt yok. 26 metre çapında bir aynayla gökyüzünü yere indirdik. Ben Türkiye’ye böyle bir anıt yapabildiğim için onur duyuyorum.”

Anıt Türk Hava Kuvvetleri dergisinde şu ifadelerle anlatıldı: Türk Hava Kuvvetleri’nin dünya havacılık tarihindeki özel yerini vurgulamak için dünyada hiçbir benzeri olmayan çağdaş bir form dili, kavram ve anlayışı ile bir mekan düzenlemesi yapılmıştır. Ortada 26 metre çapında, 120 santimetre yüksekliğinde küre parçası gibi duran aynada gökyüzü yansır. Aynayı kuşatarak sıfırdan yükselen iki form ortada birleşip, tekrar yükselerek evrenin derinliklerine, sonsuza işaret edilir. Bu iki formun birleştiği yerdeki boşluk modern bir uçağı anımsatır. Bu uçak geceleri özel bir aydınlatma ile ışıktan bir uzay gemisi gibi gökyüzünde kayıp gidecektir. Sıfırdan yükselen kartal 76 metre kanat aralığı ile uçar. Siyah parlak granitten yapılan yürüme bandında yürdüğünüzde aynada kendinizi gökyüzünde yürüyor gibi hissedersiniz. Anıta ulaşan en uzun daire parçası güneş yörüngesinin izidir. Onun üstünde Türk Hava Kuvvetlerinin 100 yıllık tarihinin kilometre taşları yer almaktadır. Dünya’nın en büyük anıt heykelini ilk tayyarenin havalandığı göklere kanat açtığı yerden Türkiye’den göklerdeki istikbale uzaya gönderiyoruz.

Vatan Haber: Yusuf Demir, 07.06.2011

'BİR PARİS KAFESİ'NE
4.5 MİLYON STERLİN

 

Londra’daki Christie’s müzayede evi, 1897 yılında yapılan tablonun 1916’dan beri özel bir koleksiyonda bulunduğunu belirtti.

Chritie’s, 1,8 milyon sterlinden başlayan açık artırmaya telefonla katılan alıcının, Rus ressamın en büyük yağlıboya tablosuna sahip olduğunu kaydetti.


Radikal, 07.06.2011

KAZIYA OT ENGELİ

 

Kayseri-Sivas karayolu üzerinde bulunan Kültepe Kaniş/Karum Höyüğü'ndeki kazı çalışmalarının, bu yıl boyu 1 metreye ulaşan yabani otlar nedeniyle 25 gün geç başlayacağı bildirildi.

 

Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve kazı başkanı Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 2011 yılı çalışmalarına gelecek hafta başlayacaklarını ve geçen yıl olduğu gibi bu yıl da ''Tepe'' olarak adlandırdıkları ''Kaniş'' bölgesinde sürdüreceklerini söyledi.

 

En önemli hedeflerinin Kültepe'nin daha erken dönemlere ait yerleşimleriyle ilgili bilgiler elde etmek olduğunu belirten Kulakoğlu, şöyle devam etti:

''Çalışmalar önümüzdeki hafta başlayacak ama maalesef öncelikle temizlik çalışmaları yapmamız gerekecek. Zira bu yıl oldukça geniş bir alanda ot temizliğine girmek zorunda kalacağız. Çünkü, Kültepe şimdiye kadar karşılaşmadığımız kadar yoğun bir bitki örtüsü ile kaplanmış durumda. Buradaki zamanımızı sanırım 20-25 gün kadar ot temizliği ile harcamak zorunda kalacağız. Zaten kısıtlı ödeneklerle çalışıyoruz, ot mücadelesi bizi bu dönem bir hayli zorlayacak.''

 

Kulakoğlu, kazı çalışmalarının özellikle 2009 yılından itibaren tepede yoğunlaşmaya başladığını belirterek, amaçlarının Kültepe'nin ön önemli dönemi olan Asur Ticaret Kolonileri Çağına ait 4 bin yıl önceki yerleşimin kökenini araştırmak olduğunu anlattı.

 

İlk Tunç Çağına ait yerleşim tabakalarına inebilmeleri ve geçen yıl ki çalışmalarını genişletebilmeleri halinde çok önemli sonuçlara ulaşacaklarını tahmin ettiklerini dile getiren Kulakoğlu, ''Geçen yıl ki çalışmalarımız sonucunda günümüzden yaklaşık 5 bin yıl öncesine ait büyük bir anıtsal yapının, büyük bir kısmını açığa çıkarmıştık. 2011 yılında da çalışmalarımız aynı alanda devam edecek ve bu alanda çok önemli idari -belki bir saray anlamında- yapıyla karşılaşacağız'' diye konuştu.

 

Kulakoğlu, kazı heyetinin 80 kişiden oluştuğuna dikkati çekerek, heyette dünyanın önde gelen üniversitelerinden bilim adamlarının da bulunduğunu anlattı.

 

Bu bilim adamları ile birlikte interdisipliner bir çalışma gerçekleştirdiklerini vurgulayan Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, bu çalışmaların sadece Kültepe'nin değil Anadolu'nun tarihinin aydınlatılmasında da önemli bir rol oynayacağını sözlerine ekledi.

Star, 07.06.2011

ANDRIAKE LİMANINA RESTORASYON ÇALIŞMASI BAŞLATILDI

 

Antalya’nın Demre İlçesi'nde bulunan Likya Uygarlığı’nın önemli kentlerinden biri Myra antik kenti’nin limanı Andriake’de restorasyon çalışması başlatıldı.

 

Antalya’nın Demre İlçesi'nde bulunan Likya Uygarlığı’nın önemli kentlerinden biri Myra antik kenti’nin limanı Andriake’de restorasyon çalışması başlatıldı. Restorasyonda geçen yılki kazılarda ortaya çıkarılan liman yapıları sağlamlaştırılıyor.

 

Kazı Başkanı Akdeniz Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Nevzat Çevik, Aa muhabirine yaptığı açıklamada, antik liman kenti Andriake’de restorasyon çalışması başlatıldığını belirterek, çalışmaların Kültür ve Turizm Bakanlığının sağladığı ödenekle yürütüldüğünü kaydetti. Restorasyon çalışmalarının 10 kişilik ekiple beş haftada tamamlanacağını belirten Çevik, şöyle konuştu:

“Myra-Andriake kazılarındaki misyonumuza, temel kazı politikamıza bağlı olarak kazdığımız kentleri zamanında restore edip, konsolide edip, güvenle geleceğe bırakmak istiyoruz. Bunun son örneği yapılar. Bunlar Andriake liman yapılarıdır. Bunların kazılarını geçen yıl tamamlamıştık. Bu yıl da sağlamlaştıracağız. Bunu böylece geleceğe, kültür dünyamıza, geleceğimize aktarmak üzere elimizden gelen öncelikli ve zamanlı işleri yapmak istedik. ”

 

Çevik, restorasyon çalışmalarının, geçen yılki kazılarda ortaya çıkarılan liman yapıları, dükkanlar ve işliklerden oluştuğunu anlattı. Üst yapıları hariç yapıların tüm bölümlerinin sağlam halde ortaya çıkarıldığına dikkati çeken Çevik, “Çalışmalarda önce karşılama bölümü sağlamlaştırıldı. Onurlandırma anıtının yıkılan taşları yeniden yerine konarak, anıt ayağa kaldırıldı. Tüm dükkanların ve depoların, imalathanelerin sağlamlaştırması yapılıyor. Yapılar olduğu gibi korunuyor” dedi.

haberler.com, 07.06.2011

KARKAMIŞ, İTALYANLARA TESLİM

 

Karkamış antik kentinde kazı seçimlerin hemen ardından başlıyor. Japonlar ve İtalyanların talip olduğu Karkamış kazısını, daha önce İslahiye’deki Tilmen Höyük kazıların da başında bulunan İtalya Bologna Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nicola Marchetti başkanlığındaki bir ekip yürütecek.

 

Karkamış antik kentindeki mayınların temizlenmesi çalışmaları bir süre önce tamamlanmış, bir taraftan Japonya diğer taraftan İtalya kazı çalışmalarının kendi ülkelerindeki arkeologlara verilmesi için de uzun süredir Kültür ve Turizm Bakanlığı ile irtibat halindeydi. Gülen taraf İtalyanlar oldu. Karkamış kazısını İtalya Bologna Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nicola Marchetti başkanlığındaki bir ekip yürütecek.

 

Karkamış kazıları için uzun süredir İtalyan ve Japon ekipler kıyasıya bir rekabet içerisindeydiler.

İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a mektup yazarak bir İtalyan firmanın Gaziantep’in Karkamış İlçesi'ndeki antik kentte yapılacak kazılara sponsor olmak istediğini bildirmişti.

 

Aynı zamanda Gaziantep’in İslahiye İlçesi'ndeki Tilmen Höyük’te uzun yıllar kazı başkanlığı yapan İtalya Bologna Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nicola Marchetti, Karkamış Harabeleri’ndeki kazılarda da görev almak için Kültür ve Turizm Bakanlığı’na başvurmuştu. Marchetti, kazı işlerini ülke olarak üstlenmeye talip olduklarını belirtmişti.

 

Karkamış kazıları için Japon Prensi Tomohito Mikasa da, Kültür Bakanlığı’na müracaat etmişti. Aynı zamanda bir arkeolog olan Mikasa’nın başında bulunduğu Japon Ortadoğu Kültür Merkezi, 1986 yılından beri Kırşehir’in Kaman İlçesi'ndeki Kalehöyük’te kazı çalışması yapıyor. Mikasa ve ekibinin, Avrupa kazı heyetlerinden daha seri ve sürekli çalıştıkları biliniyor. Japonlar ve İtalyanlar kazı işini almak için Kültür ve Turizm Bakanlığı nezdindeki girişimlerini artırdıkları belirtildi.

 

Tarihi MÖ 3 bin yıllarına dayanan Karmamış’ta toplam 663 bin 800 metrekarelik alanda mayınlar elle temizlendi. 1200 mayın çıkarıldı ve imha edildi. Dünya tarihinde ilk yazılı anlaşma olan Kadeş Anlaşması’nın yapıldığı yer olan Karkamış`ta, mayın temizleme sırasında bulunan sikke ve tarihi değeri henüz tespit edilemeyen bazı eserler de Kültür ve Turizm Müdürlüğü’ne teslim edildi.

Gaziantep Haberler, Haber: Gülşah Erkaya, 07.06.2011

PARTİ PROGRAMLARINDA KÜLTÜR VE SANAT

 

Parti liderleri, yetkilileri, meydanlarda, televizyon ekranlarında ekonomiden siyasete kadar uzayan bütün konularda programlarını, ileriye dönük tasarımlarını anlatıyorlar.

 

Benim izlediğim kadarıyla hiçbiri kültüre, sanata dair bir vaatte bulunmuyor.
Ama sadece liderlerin bu durumunu eleştirmeyelim.
Medya mensuplarının da soruları arasında kültüre, sanata dair bir soru yok.
Onlar da siyasetin dar dairesinde dönenip duruyorlar.
Anladığıma göre, liderler kadar onları da kütüphaneler, müzeler, kültür merkezleri, konser salonları, opera salonları ilgilendirmiyor.
Daha da ileri giderek söyleyelim, halkımız da kültür ve sanat konusunda partilerin ne yapacağını merak etmiyor.
Olumsuz açıdan bakarsak, bu konuda vaatlerin gerçekleşmediğini gördüğünden aynı vaatlerin tekrarını dinlemek istemiyor.
Oysa kültür ve sanat öylesine önemli, hayati bir özellik taşıyor ki, her şeyin burada başladığını ve burada bittiğini ne liderler ne medya mensupları fark edebiliyor.


* * *


Herkes bir ülkenin geleceğinin, ekonomi, siyaset kadar kültür ve sanatla gelişeceğini umarım biliyor.
Kütüphanesiz, salonsuz kentlerin, gökdelenlerle, rezidanslarla, AVM’lerle düzeyinin yükselmeyeceğini nasıl anlatacağız.
Ulusal değil uluslararası alanda, Türk sanatının, edebiyatının, sinemasının tanınmadan, AB’ye girme girişimlerinin nakıs teşebbüs olarak kalacağını bilenlerin bu gerçeği her yerde söylemelerini, yazmalarını öneriyorum.
Susuyorlar!
Kültürün, sanatın, yaratıcılığın özgürlük içinde gerçekleşeceğini, siyasetçilerin ilk kural olarak benimsemeleri gerekir.
Parti programlarında, bina vaatleri arasında, özgürlüğün ilk koşul olduğuna değinilmiyor.
Bu binalar yapılsa da denetimli bir yönetimin, sanata, kültüre bir yararı olmayacağını bilmenizi isterim.


* * *


Parti programlarında ayrıntıya yer verilmez, diyeceksiniz.
Ama özgürlük sadece bir ayrıntı mıdır?
Toplatılan kitaplar, müstehcen kavramının sık sık yargılanma gerekçesi olması, ayrıntı değil esastır.
Birçok ünlü yazarın, dünya edebiyatının sayılı ve saygın adlarının kitapları hakkında soruşturmalar açıldı, açılıyor.
Partilerin aday listelerinde, edebiyatçılara, sanatçılara yer vermediğini gördüm.
Oysa onların dertlerini, yıllanmış sorunlarını Meclis’e taşıyacaklar, tasarılar hazırlayacaklardı.
Sporcuları düşünen liderlerin sanatçıları, kültür adamlarını, edebiyatçıları düşünmemesi beni hayrete düşürüyor.


* * *


Dört partinin programındaki kültür, sanatla ilgili vaatleri taradım ve genel görünüm ne yazık ki bu. Daha sonraki yazılarımda, o programlardan bazı bölüm başlıklarını size ileteceğim.

Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 07.06.2011

 

******


AK PARTİ PROGRAMINDA KÜLTÜR VE SANAT

 

AK Parti’nin kültür ve sanata dair vaatlerinin öne çıkanlarını, benim için önem taşıyanlarını sıraladıktan sonra, düşüncelerimi, yorumlarımı, dipnotları halinde yazacağım.

 

Programda, kültür ve sanata dair bölümün başlığı:
Kültürde 2023 Hedeflerimiz.
“Kültür alanında devletin rolü sadece destek sağlamak değildir. Politikaları ve destekleri 2023 vizyonumuza uygun olarak kullanarak, toplumsal birliği güçlendirmek ve yeni bir uygarlık sentezi oluşturmak yönünde ileri aşamalar kaydetmek amacımızdır.”
Açıkça belirtmek gerek ki, artık devletin “kültür politikası” diye bir programı olmamalıdır.
Bu, eskide kalması gereken bir anlayıştır. Çünkü, devletin kültürü denetlemesine yol açar.
“Kültür alanında devletin rolü sadece destek sağlamak değildir” cümlesini tam tersiyle; “Devlet artık sadece destek sağlamalıdır” şeklinde düzeltmek gerek.
“Cumhuriyetimizin 100. yılında Türkiye’de kültür ve sanat değerlerimiz muhafaza edilecek, yeniden üretilecek ve gelecek nesillere aktarılacaktır” ifadesi küresel kültüre yer vermediğinden eksik bir tanımdır.
“Kültür merkezi bulunmayan illerde kültür merkezleri inşa edeceğiz.”


Bu merkezlerin ne olacağı, işlevleri, çalışma yöntemleri konusunda ne yazık ki bilgi verilmiyor. Çünkü bu merkezler belki eski halkevlerinin yerini alabilir. Ama bunlar da devletin, hükümetin politikası doğrultusunda çalışırlarsa, görevlerini yerine getiremezler.
Aşağıdaki madde önemli, çünkü devamı konusunda kaygı taşıyorum: “Kütüphane, kültür merkezi ve müze gibi kültürel tesislerin yerel yönetimlere devredilmeleri tamamlanacaktır. Özel sanat kurumları ve sanat ve kültür ile ilgilenen STK’lara verilen destekler artarak devam edecektir.”
Aslında devletin, hükümetin bu kurumlara yeterince para harcamadığı bilinen bir gerçek. Haliyle kültür merkezinin yerel yönetimin kültür anlayışını yansıtmasından korkuyorum. Açıkçası halk eğitim merkezlerinin bir türevi gibi faaliyet gösterme riskleri de yok değil. Kütüphane ve müzelerin, devir düşüncesi bir ihtimal iyi sonuçlar verebilir.


* * *

 

Gelelim aşağıdaki büyük iddia taşıyan satırlara:
“İstanbul'da tarihimizi, uygarlığımızı ve kültürümüzü simgeleyen unsurların sergilendiği dünya çapında büyük bir müze kuracağız.
Gaziantep'te Zeugma Müzesi ve Eskişehir Eti Arkeoloji Müzesi ise 2011'de açılacak. 2023 yılına kadar ise Ankara'da Türkiye Uygarlıklar Müzesi, İzmir'de Ege Medeniyetleri Müzesi, Antalya'da Akdeniz Uygarlıkları Müzesi, Van'da Urartu Müzesi, İstanbul'da Osmanlı Milletleri Müzesi, Çanakkale'de Troya Müzesi, Şanlıurfa'da ise Edessa Arkeoloji Müzesi ile Haleplibahçe Müzesi kuracağız. Her tarihi eserimizi restore edeceğiz.”


İstanbul'un kültür başkenti olduğu 2010 yılında bile İstanbul'a bir müze kurulmadığını düşünürsek, başta İstanbul olmak üzere diğer illerde bu kadar geniş kapsamlı müzeleri nasıl yapacağız sorusu akla geliyor.
Şehir müzesinin bile olmadığı bir kentte bu biraz büyük bir iddia. Üstelik yakın tarihte kaçırılmış büyük bir fırsat hala akıllardayken.


“Büyük şehirlerimizde Milli Müze Kompleksleri kurulacak, depolarda kalan sergilenmemiş eser kalmayacak.
Tesbit edilen tüm önemli eserlerimizin TEDA projesi kapsamında çeviri ve baskı masraflarını karşılayacağız.”


“Depolarda kalan sergilenmemiş eser” sözü bana İstanbul Resim ve Heykel Müzesi'nin durumunu anımsatıyor. Müzenin deposundaki eserler yıllardır sergilenmeyi bekliyor. İstanbul Resim ve Heykel Müzesi'ndeki depolardaki eserleri unutmayalım. Hükümet ilk önce mevcut eserlerin gün ışığına çıkmasını sağlasa yeter! AK Parti'nin Türk yazarlarının yabancı dillerde yayınlanmasını sağlayan TEDA projesini övmek gerekir. Gerçekten birçok yazarımızın yapıtları bu programın yardımıyla başka dillere çevrildi.


“5000 kişinin üzerinde nüfusa sahip her yere kütüphane açılması” da bana gerçekçi gelmedi. Oraya kitap bulmak çok zor. Üstelik büyük kütüphanelerin kadro sorunu, yer sorunu yaşadığı bir ülkede bunu gerçekleştirmek neredeyse imkansız!


* * *


Dilerim bu vaatler gerçekleşir, biz de sevinerek yazarız.

Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 08.06.2011



******


"ESKİŞEHİR 2013 TÜRK DÜNYASI KÜLTÜR BAŞKENT OLACAK"

 

İki günlük parti programlarında kültürle ilgili vaatler konusunda yazdıklarıma, AK Parti Eskişehir milletvekili adayı Nabi Avcı'dan yanıt geldi.

Bu konuda başka parti mensuplarından da gelen yorumları, yerimin elverdiği oranda aktaracağım.
“Kültür Başkenti” unvanı dünyada son yıllarda moda bir kavram olarak, markalaştırma stratejilerinin bir parçası olmuş, çok yaygın biçimde de kullanılarak benimsenmiştir. Kültür, gençlik, spor, çocuk, kitap vs. gibi temalarla özdeşleştirilen kentlerde belirli bir yıl içerisinde yoğunlaştırılmış etkinlikler gerçekleştirilerek hem kentin altyapısına önemli katkı hem de kentin markalaşma ve tanıtımına büyük bir destek sağlanmaktadır.


Bu durumdan hareketle, Kültür Bakanlığımız bünyesindeki Türksoy gibi uluslararası meşruiyeti olan bir kurumun himayesinde ve Türk dünyasını içine alacak bir kültür başkenti projesi oluşturularak, 2013 yılından başlamak üzere her yıl Türk Dünyasının ayrı bir kenti “Türk Dünyası Kültür Başkenti” ilan edilecek ve bu yıl içerisinde Türk dünyası ve kültür ağırlıklı etkinlikler gerçekleştirilmesi, hükümetimizin kültür politikası için de çok güçlü bir enstrüman oluşturacaktır. Bunun için ilk yılın kültür başkenti olarak Eskişehir seçilmiş ve Başbakanımız tarafından 28 Mayıs Cumartesi günü Eskişehir'de açıklanmıştır.

İlk şehir olarak seçilen Eskişehir'de yıl boyunca müzik, edebiyat, plastik sanatlar, sinema, tiyatro etkinlikleri gerçekleştirilerek hem kentin kültürel altyapısına yoğun bir dinamizm ve yenileşme imkanı sağlanmış olacak, hem de kentin ekonomisinde çok ciddi bir canlanma fırsatı yakalanmış olacaktır.
Bu sürecin en önemli kazanımı, Eskişehir'in nihayet bir dünya markası kent hüviyetine kavuşması olacaktır.

Yapılacak yüzlerce etkinlikle Eskişehir tam anlamıyla bir ekonomik canlanma yaşayacak ve birçok kişiye iş imkanı sağlanmış olacaktır. Etkinliklerde görev alacak olan elemanların büyük bölümünün Eskişehir'deki üniversite öğrencilerinden seçilmesine büyük özen gösterilecektir.

Sosyal ve kültürel altyapı geliştirilerek, büyük yatırımlarla konferans salonu, kültür merkezi, konser ve tiyatro salonları, özel müzeler kompleksi inşa edilecektir.

Eskişehir 2013 Türk Dünyası Kültür Başkenti projesinin gerçekleştirilme sürecinde İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti sürecinin kültür dünyamıza kazandırdığı kavramsallaştırma ve projelendirme yeteneğinden ve tecrübe birikiminden yararlanabilme imkanlarının bulunması da ayrı bir fırsat oluşturmaktadır.
Yazının sonunda gerçekleştirilecek etkinliklerin ayrıntılı bir listesi veriliyor.

Doğrusu kültür programıyla ilgili bir yazı almama sevindim. Dün de yazdığım gibi, bu listeleri ve vaatleri dosyama koyacağım ve izleyeceğim.

Hürriyet, Yaz: Doğan Hızlan, 09.06.2011

 

******


CHP, KENDİ GEÇMİŞİNİN KÜLTÜR DENEYİMLERİNDEN YARARLANSIN

 

Bugün CHP’nin seçim beyannamesinde yer alan kültür, sanat konusundaki vaatlerine dipnotu düşeceğim.
 

Beyannamedeki bazı maddeleri, geçmişteki iktidarlarında uyguladıkları için bu konuda deneyimleri olduğu kanısındayım.
Programda; kültür politikası deyimini kullanmayışlarını çok olumlu karşılıyorum, çünkü kültür politikası, her hükümetin kendi anlayışında ürettiği bir kültür dünyasıdır ki, ancak totaliter ülkelerde söz konusu olabilir.
Beyanname, yalnız bana ve benim gibi düşünenlere değil, sanatın, edebiyatın özgürlüğünü savunan herkese sesleniyor:

 

“KÜLTÜR VE SANATA ÖZGÜRLÜK”

Kültürel etkinlikler ve sanatta uygulanan keyfi yasaklara ve sansüre son vereceğiz.
Çağdaş sanat anlayışı çerçevesinde sanatın özgürleşmesinin önündeki tüm yasal engelleri kaldırmak amacıyla Sanat Yasası oluşturacağız. Devlet bünyesindeki sanat kurumlarının özerkliğini koruyacak, siyasi amaçlar için kullanılmalarına engel olacağız.”


Sanat kurumlarının özerkliğini sağlamak konusuna ağırlık vermeleri şarttır.
Çünkü iktidarların, sanatı kısıtlayan, ideolojik içerik taşıyan bütün müdahalelere karşı bir müdahalede bulunması gerekir.
Sanatçıların haklarını savunabilmeleri, koruyabilmeleri, ancak örgütlenmeleri sayesinde gerçekleşebilir.


Bu maddeyi uygulamaya geçirmelerini bekliyorum:
“Sanatçıların sendikal örgütlenmesini teşvik edeceğiz. Devlet bünyesinde çalışan tüm sanatçılarımızın özlük haklarını ve çalışma koşullarını iyileştireceğiz.
Özel sanat projelerini ve alternatif sanat dallarını destekleyecek ve teşvik edeceğiz.”

 

* * *

 

“Türk Edebiyatı’nın yurtdışında gelişmesi amacıyla yazarlarımıza ücretsiz çeviri ve tanıtım desteği vereceğiz.”


Şimdi bu konuda çalışmalarını sürdüren TEDA’ya destek verirseniz, bu tanınmayı hız kesmeden belki de hızını artırarak sağlayabilirsiniz.
Aşağıdaki madde çok önemlidir.
‘Harika Çocuklar’ yasasını geniş biçimde uygulayabilirseniz, Türk çoksesli müziği yeni İdil Biret’ler, yeni Suna Kan’lar kazanır.

 

“HERKES İÇİN KÜLTÜR VE SANAT”

Eğitimde kültür ve sanata daha geniş yer verecek, okullarda bu tip etkinliklere daha çok kaynak ayrılmasını sağlayacağız. Sanata özel yeteneği olan çocukları erken yaşlarda tespit ederek, yeteneklerini geliştirmeleri için en ileri düzeyde eğitim olanakları sağlayacağız.
Tüm il ve ilçe merkezlerimizde, sanatın her dalıyla ilgilenenlerin buluşma yeri haline gelecek Kültür-Sanat Evleri açacağız. Yurttaşlarımızı kültür ve sanatla buluşturmak için gezici tiyatroları, sergi ve konserleri daha geniş kitlelere ulaştıracak destekler sağlayacağız.”


Hiç kuşkusuz CHP’nin gündeme getirmesi gereken bir madde:
“12 Eylül rejiminin çiğnediği Atatürk’ün vasiyetine sahip çıkacak, Türk Dil Kurumu ile Türk Tarih Kurumu’nu yeniden hayata geçireceğiz.”

 

* * *

 

Gezici kütüphaneler, sinema ve tiyatro gelirleri üzerindeki vergi indirimi, sinema ve tiyatroya destek bölümleri gerçekten sanatın gelişmesi, sanatçının yaşayabilmesi için önemli maddeler.
Ancak, bunların bir bölümü partinin beyannamesinde bulunan, herkesin iyi diyeceği maddeler.
Ben CHP’nin sanata daha derin bir anlayışla yaklaşmasını bekliyorum.
Gezici kütüphaneler kadar, eski kütüphanelere kadro ve para yardımı, yeni bir kütüphane yapılması için çaba, devletin, üniversitelerin, kurumların ellerinde bulunan tabloların, heykellerin korunabileceği, sergilenebileceği bir bina bekliyorum.
Bir konser salonu, bir opera salonu.
Seçimden sonra CHP’nin daha somut çözümlerle uğraşmasını bekliyorum.

 

* * *

 

Beyanname’de yer alan vaatleri izleyeceğim.

Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 10.09.2011

 

******


MHP KORUMAYI KÜLTÜR POLİTİKASI YAPACAK

 

Bugün partilerin kültüre, sanata, edebiyata bakışlarını nasıl yansıttıkları konusundaki dizimi sürdüreceğim.

 

İki ayrı partinin seçim beyannamelerinde kültüre, sanata verdikleri yeri size aktaracağım, her zamanki gibi de bu vaatlere dipnotu düşeceğim.
Bugün iki partinin programını yazacağım: Biri MHP, diğeri BDP.


MHP MEDYAYI GÖREVLENDİRİYOR
MHP seçim beyannamesinin ilk maddesi şöyle:
“Medya’nın toplumsal sorumluluk çerçevesinde yayın yapmasına, Türk dilinin doğru kullanılması ve milli kültür ve ahlaki değerlerin korunmasına katkıda bulunması sağlanacak. Farklı kültürler karşısında, özellikle yeni nesillerin kültür şokuna uğramasına ve kimlik bunalımına düşmesine mani olunacak.”


Açıkçası medyanın bunu nasıl başaracağı konusunda bir tahminde, öneride bulunamıyorum. Çünkü ben dilin, medyadan değil de iyi edebiyat yapıtlarından öğrenileceği kanısındayım.
Aşağıdaki madde, MHP’nin siyasal anlayışıyla uyumlu, tutarlı. Ancak ben “temel milli mutabakatları bozan” saptamasının uygulanamayacağı kanısındayım:


“Türk kültürü ve sanatının yaşatılması, geliştirilmesi, tanıtılması ve yaygınlaştırılması amacıyla ‘milli kültür endüstrisi’ oluşturulacak. Milli kültür değerlerimizin yıpratılarak kültürümüzle ilgili temel milli mutabakatları bozan, kayıtsızlık ve düşmanlık örneği uygulamalar önlenecek.”


Bugün artık “devlet politikası” yerine, STK’nın desteklenmesi daha çağdaş bir yaklaşım gibi geliyor:
“Ata yadigârı Türk mimarisinin, musikisinin, tiyatrosunun, sinemasının, edebiyatının korunması ve geliştirilmesi devlet politikası haline getirilecek. Bilimsel araştırma ve incelemelerin ışığında tarihi gerçeklerin ortaya çıkarılması ve Türk tarihine ilişkin çarpıtma ve iftiraların önüne geçilebilmesi amacıyla arşivlerin ilim adamlarınca incelemesi sağlanacak.”


BDP, ÇOK DİLLİ ÇOK KİMLİKLİ ÇOK KÜLTÜRLÜ BİR ORTAMI SAVUNUYOR
Seçim beyannamesinden bir bölüm, başlıktaki anlayışı özetliyor:
“Türkiye Cumhuriyeti çok kimlikli, çok dilli ve çok kültürlüdür. Bu değerler partimizin övünç kaynağıdır. Türkler, Kürtler, Çerkezler, Ermeniler, Rumlar, Süryaniler, Keldaniler, Araplar, Lazlar ve diğerleri bu toprakları kendi kültürel değerleriyle harmanlayıp bir kültür mozaiği oluşturmuşlardır. Partimizin amaçladığı toplumsal yapı, aynı mahallede yaşayan ancak farklı dilleri konuşan, farklı dini mekânlarda farklı şekilde ibadet eden ve bundan ötürü dışlanmayan, tam tersine, devletin farklılıkları ve kültürel değerleri desteklediği bir toplumsal yapıdır.”


BDP, yerel kültürle evrensel kültürün bir arada yaşatılmasını öngörüyor:
“Partimizin kültür politikası, Mezopotamya ve Anadolu topraklarında yaşayan tüm kültürlerin yaşatılması ve geliştirilmesi ekseninde evrensel kültür değerlerine de açık olacaktır. Her türlü farklılığı zenginlik olarak gören, çevreye ve ekolojiye sahip çıkan, toplumsal cinsiyet ve kuşaklar arası eşitsizlikleri yok eden, ortak bir barış kültürü yaratmak partimizin temel hedefi olacaktır.”
BDP, kitaplıkların açılması, sanatın, sanatçının korunması, kültürel mirasımızın çeşitliliği göz önünde bulundurularak korunmasını da beyannamede savunuyor.

Seçimden sonra bunları izleyip yazmak bize düşüyor.

Hrriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 11.06.2011

TOPKAPI DÜNYADA EN ÇOK ZİYARET EDİLEN MÜZE SIRALAMASINDA SEKİZİNCİ

 

Dünyanın en çok ziyaret edilen müzeleri sıralamasında Türkiye’den sadece bir müze girebildi.

 

Geçen yılın ziyaretçi sayıları karşılaştırılarak yapılan sıralamada birinci sırayı Paris’teki Louvre Müzesi aldı. 3 milyon 588 bin kişinin gezdiği Topkapı Sarayı ise sıralamada sekizinci sıraya yerleşti. TOP 10 şöyle: 1-Louvre (Paris) 8 milyon 523 bin kişi; 2- British Museum (Londra) 5 milyon 842 bin kişi; 3- Metropolitan Museum (New York) 5 milyon 216 bin kişi; 4- Tate Modern Gallery (Londra) 5 milyon 61 bin kişi; 5- National Gallery (New York) 4 milyon 954 bin kişi; 6- National Gallery of Arts (Washington) 4 milyon 777 bin kişi; 7- Vatikan Müzeleri (Roma) 4 milyon 676 bin kişi; 8- Topkapı Sarayı; 9- MOMA (New York Modern Sanat Müzesi) 3 milyon 131 bin kişi; 10- Centre Pompiduo (Paris) 3 milyon 130 bin kişi.

Hürriyet Seyahat, Haber: Reha Erus, 06.06.2011

YARIM YÜZYILLIK GEMİ UCUBEYE DÖNDÜ

 

 

Yalova’da önceki dönemde Belediye Başkanlığı yapan Barbaros Binicioğlu’nun İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden 25 bin dolara satın alarak Yalova’ya getirttiği İnkılap Vapuru, restoran veya otel olarak kullanılması için 22 yıllığına ’Atalaylar Turizm’e ihaleyle verildi. İhale ardından ‘İnkılap Vapuru’nu otel yapmayı planlayan şirket yetkilileri, vapura ek kat yaptırdı. Eski Başkan Barbaros Binicioğlu bu duruma tepki göstererek, vapurun orijinalliğinin korunması gerektiğini belirtti. Binicioğlu, yapılan kat artışı ile ilgili İçişleri Bakanlığı’na ve Yalova Valiliği’ne suç duyurusunda bulunacağını belirterek, vapurda yapılan çalışmaların, tekneyi gecekondu görüntüsüne büründürdüğünü savunanlar da belediyenin yapılacakları kamuoyuna açıklamasını istedi.

Bu gelişmenin ardından Yalova Kent Konseyi’nde tartışma konusu olan İnkılap Vapuru’na gemi belgesi alınması istendi.

Görüntüsü nedeniyle eleştirilen ve kamuoyu tarafından ‘ucube’ olarak adlandırılan tarihi vapurun restorasyonu için gerekli olan gemi belgesinin alınamadığı öğrenildi. Yalova Belediye Başkan Yardımcısı Ahmet Özsümer, gemiyle ilgili akıbetin yapılacak olan meclis toplantıları sonucu belli olacağını söyledi. Geminin restorasyonu, restoran ve otel olarak kullanımı ihalesini alan firmayla sözleşmeyi feshettiklerini de belirten Özsümer, “Biz göreve geldiğimizde bu sorunu kucağımızda bulduk. Ardından ihalesi yapıldı. Fakat kıyı kenar kanununa aykırılıkların söz olduğu belirtilince biz ihaleyi kazanan firmadan İnkılap’ın gemi olduğunu ispatlayacak bir belge getirmesini istedik.

Belirlenen sürede bu belge getirilmedi. Konuyla ilgili Bayındırlık ve İmar Müdürlüğü’ne görüş sorduk. Müdürlük gemi hakkında kıyı kenar kanunun uygulanmasını istediler. Geminin altına beton atılmış.

Zaten getirildiği zaman bile kanunlara aykırı durum var. Biz de bu durum karşısında kanunları uygulamakla mükellefiz” dedi. Geminin bu halde bundan sonra duramayacağını söyleyen Özsümer, “Artık bu geminin bu halde duramayacağı kesinleşti. Ya batırılarak resif alanı haline getirilecek ya da gemi sökülüp parçalanacak. Gemi olmadığına göre yapı olarak değerlendirmek gerekecek. Yapı haliyle de kanunlara aykırı. Konuyu bu ayki belediye meclis toplantısında görüşeceğiz. Meclis İnkılap konusunda karar verecek” diye konuştu.

Vatan, 06.06.2011

OKULUMA DOKUNMA!

 

 

İstanbul’da AKP hükümetinin tarihi okulları satışa çıkarması üzerine kurulan ve 2 yıldır okul satışlarına karşı eylemlerle mücadelelerini sürdüren Okuluma Dokunma İnisiyatifi’ne İstanbul Fotoğraf ve Sinema Amatörleri Derneği (İFSAK) ve Türk Mimar ve Mühendisler Odası Birliği'nden (TMMOB) destek geldi.


İFSAK üyeleri İstanbul’da satışa çıkarılan okulları objektijlerine alarak çektikleri fotoğrafları sergiye dönüştürdü. Galatasaray Lisesi  önünde iki gün boyunca süren sergide birçok usta ve amatör fotoğraf sanatçısının çektikleri fotoğraflar yer aldı.

Sergi açılışında Okuluma Dokunma İnisiyatifi adına konuşan Nebat Bükrek, ‘’12 Haziran’da seçimler olacak. 8 yıldır iktidarda olan AKP hükümetinin tek icraatı birçok alanda özelleştirmeler yaparak onları satmak oldu. Şimdi ise sıra okullarımıza geldi. Ama okullarımızı sattırmayacağız ve seçimlerde AKP’yi sandığa gömeceğiz’’ diye konuştu.

Okuluma Dokunma İnisiyatifi’ne destek veren ve mücadelelerinde yanlarında olduklarını söyleyen ÖDP İstanbul İl Başkanı Hüseyin Atalay ise, ‘’Son yıllarda emeğe ve insanlığa saygısızlığı hayata geçiren AKP, şimdi de tarihi okullarımıza ve anılarımıza yarattığı kapitalist unsurlarla saldırmaktadır. Biz ÖDP olarak buna izin vermeyeceğiz ve bu mücadelenizde yanınızda olacağız’’ dedi.


Usta fotoğrafçılar Ara Güler ve Özcan Yurdalan’ın da destek verdiği sergiye, eski KESK Başkanı Döndü Takaçınar da katılımıyla destek verdi.

Hükümetin gözü bu okullarda

ÜSKÜDAR
30 bin 823 metrekare tapu alanına sahip Çamlıca Kız Lisesi
27 bin 174 metrekare tapu alanına sahip Kandilli Kız Lisesi

BEŞİKTAŞ
18 bin 800 metrekare tapu alanına sahip Etiler Otelcilik Turizm Meslek Lisesi
9 bin 620 metrekare tapu alanına sahip Etiler Lisesi
10 bin metrekare tapu alanına sahip Levent Kız Meslek Lisesi

KADIKÖY
15 bin 651 metrekare tapu alanına sahip İlhami A.Örnekal İlköğretim Okulu
15 bin 651 metrekare tapu alanına sahip Fenerbahçe Lisesi
Bin 752 metrekare tapu alanına sahip Kemal Atatürk Lisesi
Bin 944 metrekare tapu alanına sahip İbrahim Ökten İlköğretim Okulu

ZEYTİNBURNU
53 bin 693 metrekare tapu alanına sahip Mermerci Anadolu Otelcilik Meslek Lisesi

BAKIRKÖY
13 bin 728 metrekare tapu alanına sahip Bakırköy Kız Meslek Lisesi
4 bin 809 metrekare tapu alanına sahip Kartaltepe İlköğretim Okulu

ŞİŞLİ
4 bin 211 metrekare tapu alanına sahip Rüştü Uzel K.M.L.
6 bin 590 metrekare tapu alanına sahip Nilüfer Hatun İlköğretim Okulu
800 metrekare tapu alanına sahip Maçka İlköğretim Okulu
776 metrekare tapu alanına sahip Sait Çiftçi İlköğretim Okulu

BEYKOZ
8 bin 344 metrekare tapu alanına sahip Paşamandıra İlköğretim Okulu
Bin 725 metrekare tapu alanına sahip Polonezköy İlköğretim Okulu

KAĞITHANE
5 bin 905 metrekare tapu alanına sahip Ziyapaşa İlköğretim Okulu
2 bin 302 metrekare tapu alanına sahip Çağlayan İlköğretim Okulu

FATİH

4 bin 133 metrekare tapu alanına sahip Oruçgazi İlköğretim Okulu

MALTEPE

2 bin 351 metrekare tapu alanına sahip Küçükyalı Merkez İlköğretim Okulu

Birgün, Haber: Ali Cemal Karabudak 06.06.2011

İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZELERİ 120 YAŞINDA

 

 

120 yıl önce 650 eserle kurulan Türkiye'nin ilk müzesi bugün 1 milyon esere ev sahipliği yapıyor.
 

Arkeoloji Müzesi, Çinili Köşk Müzesi, Eski Şark Eserleri Müzesi olmak üzere üç ana bölümden oluşan ve tarihin farklı dönemlerine izler bırakmış uygarlıklardan kalan eşsiz eserlere ev sahipliği yapan İstanbul Arkeoloji Müzeleri 120. yaşını kutluyor.

Türkiye'nin ilk müzesi olarak 13 Haziran 1891 yılında ressam-arkeolog Osman Hamdi Bey tarafından kurulan müzede İskender Lahdi, Ağlayan Kadınlar Lahdi, Kadeş Anlaşması, Troia buluntuları ve Yenikapı eserleri gibi dünya kültür mirası açısından çok değerli buluntular yer alıyor.

 

Dünya kültür mirasının en önemli müzelerinden olan ve her yıl yaklaşık 150 bin ziyaretçiyi tarihle buluşturan İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nin 120. yıl kutlamaları, Arkeoloji Müzelerini Sevenler Derneği'nin katkılarıyla haziran ayında başlıyor.

Yen Şafak 06.06.2011

MÜZE BAHÇESİ YENİDEN DÜZENLENDİ

Bilecik Müzesi'nin bahçesi yeniden düzenlendi.

Bahçede daha önceden yer alan tarihi taşlar tehlike oluşturduğundan Bilecik Müze Müdürlüğü ve Bursa Rölöve Anıtlar Müdürlüğü ile ortaklaşa çizilen proje çerçevesinde 70 arkeolojik taşlar sağlamlaştırıldı.

Zemine beton döküldükten sonra granit kaideler üzerine tarihi taşlar vinç yardımıyla yerleştirildi.

Düzenlenmenin ardından bahçe, güzel bir görünüme kavuştu.

Bilecik Kent Haber, 06.06.2011

NOEL BABA'NIN DUVARI BULUNDU

 

 

Altyapı çalışmaları sırasında şimdi müze olan Noel Baba Kilisesi'nin bilinmeyen sur duvarı bulundu.

Demre Belediyesi, Anıtlar Kurulu'ndan aldığı izinle Noel Baba Müzesi'nin batısından geçen yolda yağmur suyu tahliye kanal çalışması başlattı. Çalışmalar sırasında, iki kat halinde kazılan kanalın kenarında duvara rastlanması üzerine, ilçeye gelen Antalya Müzesi ve Antalya Anıtlar Kurulu uzmanları, kanal çalışmasını durdurdu. Duvarda incelemeler yapan Myra Andriake Kazıları Başkanı Akdeniz Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof.Dr. Nevzat Çevik, duvarın ortaya çıkmasının sürpriz olmadığını söyledi. Duvarda iki evre görüldüğünü belirten Çevik, derinde olan bölümün MS 6. yüzyılda, toprağa yakın bölümün ise MS 13. yüzyılda yapıldığını kaydetti.

 

Çevik, ''MS 6. yüzyıldan kalan, kilisenin kastron (çevre) duvarıdır. Burası adeta Pompei... Nereyi kazarsak bir şey çıkacağını beklemek lazım. Bu bilinçle kazarsak, yer altından çıkanlar sürpriz olmaz ve zarar vermeyiz'' dedi.

 

Çevik, Noel Baba Müzesi'nin kastron duvarına yer altından bağlantı olduğunu tahmin ettiklerini ve daha fazla bilgi için arkeolojik çalışma yapılması gerektiğini söyledi.

Habertürk, 06.06.2011

ASURCA SÖZLÜK PROJESİ 90 YILDA TAMAMLANDI

 

Şikao Üniversitesi'nde 1921'de başlatılan Asurca Sözlüğü projesi tamamlandı. Mezopotamya'daki bu antik uygarlığa ait sözlüğün hazırlanmasına, küçük bir akademik grup tarafından Türkiye, Irak, İran ve Suriye'de bulunan kil ve taş tabletler üzerinde çalışılarak başlandı. On yıllar geçtikçe büyüyen, bir sonraki kuşaklar tarafından devralınan çalışmalar 90 yıl sonra tamamlanabildi. 21 ciltten oluşan, bir antik medeniyetin ansiklopedisi niteliğindeki sözlükte aşk mektuplarından tıbbi reçetelere, vergi kayıtlarından astronomik gözlemlere, dinsel metinlere, sözleşmelere ve şiirlere dek zengin bilgiler yer alıyor.

Sabah, 06.06.2011

GALATA MEVLEVİHANESİ'NİN DÖRT YILLIK ÇİLESİ DOLDU

 

2. Bayezid tarafından yaptırılan ilk Mevlevihane olan 520 yıllık Galata Mevlevihanesi'nin, dört yıl süren restorasyonu nihayet tamamlandı. Açılışı Başbakan Erdoğan'ın yapması bekleniyor. Galata Mevlevihanesi Müzesi Müdürü Yavuz Özdemir, "Konsept tamamen değişti. Çağdaş bir müzecilik anlayışıyla donatıldı" dedi. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın desteğiyle yapılan restorasyonda derviş odaları sergi alanı haline getirildi. Halet Said Efendi ve Şeyh Galip türbeleri de onarılırken Şeyh Galip türbesinde daha önceden bilinmeyen kalem işleri ortaya çıkartıldı. Yangın ve hırsızlığa karşı güvenlik sistemi kurulan müzede, hologram semazen de sema dönecek.

Sabah, Haber: Hasan Ay, 06.06.2011

BİR DÜNYA MİRASI ÇÖKÜYOR

 

 

Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer alan 755 yıllık Divriği Ulu Camii bugüne kadar yapılan yanlış restorasyonların kurbanı oldu. Taş işlemeciliğinin en harika örneği ‘Çarşı Kapı’ yıllar önce yapılan yanlış müdahaleler neticesinde çökme tehlikesi yaşıyor. Sivas’ın Divriği İlçesi'ndeki camiye büyük ilgi gösterdiğini hatta makam odasında kapının resmini tam karşısına koyduğunu söyleyen Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, ‘‘Arka tarafta camiyi baştan başa çevreleyen betondan bir kuşak yapılmış. Bu yanlış uygulama camiye çok büyük baskı yapıyor. Yanlış müdahaleler maalesef eseri bu duruma getirdi’’ dedi.

Evliya Çelebi Divriği Ulu Cami için ‘‘Üstad-ı mermer bu camiyi öyle nakş-ı bukalemun eylemiş ki methini anlatmaya diller kısır, kalemler kırıktır’’ diyor. Yaklaşık 755 yıldan beri ayakta kalmayı başaran eşsiz eser hala zamana meydan okuyor. Ancak son yüzyılda yapılan yanlış müdahaleler eserin statik yapısını bozdu.

Özellikle 1971 yılında yapılan müdahale eseri temelden sarsmış. O dönem cami ve darüşşifanın batı tarafındaki toprak platformun önüne taştan bir istinat duvarı örüldü, doğu tarafında daha önce yapılan hafriyat sonunda meydana gelen koridor şeklindeki boşluk betonerme ayaklarla kapatılarak üzeri taş döşendi. Toprak çatıda beton ve kurşun kaplama yapıldı. Bu iki müdahale eserin statik yapısını bozdu. Yıllar içinde mimari yapı üzerinde aşırı yükden dolayı bel vermeler, çatlamalar oluştu.

Avrupalı bilim adamları tarafından ‘Anadolu’nun Elhamra’sı olarak kabul edilen Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası’nın onarımına yönelik çalışmalar Vakıflar Genel Müdürlüğü, Kültür Varlıkları Müzeler Genel Müdürlüğü ile Sivas Valiliği tarafından yapılan protokol gereği yürütülüyor. Bu durum da koordinasyon karmaşası doğuruyor. Acil olarak bir bilim kurulu ve koordinasyon merkezi oluşturulması isteniyor.

Divriği Ulu Cami üzerine bilimsel çalışmalar yapan Prof.Dr. Semavi Eyice de yanlış restorasyona dikkat çekti. Eyice şöyle konuştu:
“Anadolu sanat tarihinin en önemli eseridir. İhmal edilmemeliydi. Restorasyonlar hep başında uzman olmadan müteahhitlere yaptırıldı. Toprak damlı eser, beton kaplandı. Beton dam statik yapısını bozdu. Ağırlık yaptı. Toprak dam 500 yıl camiyi ayakta tuttu. Bundan vazgeçilmemeliydi. Eski usulü bırakıp modern teknikler kullanacağım diye esere büyük zarar verildi.’’

Kültür Bakanı Ertuğrul Günay: Rutubeti önlemek için 2 metre boşluk bırakarak drenaj yapmışlar. Ancak bu, camide rutubeti daha da arttırmış. 2.5 milyon lira özel idareye 2003’te aktarılmış. Ancak hiç kullanılmamış. 2008’de bu parayı bulunca üzerine 12.5 milyon lira daha gönderdim. Çevrede gecekondu yapılaşmaları vardı. Bunlar camiye baskı yapıyordu. Uzman raporlarına dayanarak 54 bina kamulaştırıldı. İmam hatipi başka yere taşıdık. Hala kamulaştırma devam ediyor. 10 milyon lira daha kaynak ayırdım. Zemin inceleme statik projesini İTÜ hazırlıyor. Rölöve ve restitute projeleri de hazırlanıyor. Doğru restorasyon için son sürat çaba gösteriyoruz.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 06.06.2011

11 YIL SONRA ZİYARETE AÇILDI

 

Aydın'ın Didim İlçesine bağlı Bala't Köyü'nde Miletos antik kenti içinde yer alan ve 2000 yılında ziyarete kapatılan Milet Müzesi, 11 yıl sonra ziyarete açıldı. Didim'de Miletos antik kentinde 1973 yılında hizmete açılan Milet Müzesi, 2000 yılının kasım ayında duvarların ve tavanın çatlaması, sıvaların dökülmesi üzerine, can güvenliği olmaması gerekçesiyle kapatılmıştı. Milet Müze Müdürü Mehmet Bilici, gazetecilere yaptığı açıklamada, 2007 yılının sonuna doğru temeli atılan yeni müze binasının tamamlandığını belirterek, Milet Müzesi'nin en modern şekilde dizayn edilerek ülke ve yöre turizminin hizmetine girdiğini söyledi. Bilici, 1973 yılında kurulan Milet Müzesi'nin eski binasının 2000 yılında statik açıdan problem yaratması nedeniyle yıkıldığını, 2007 yılında ise yeni müze binasının temelinin atıldığını hatırlatarak, 11 yıl sonra ziyarete açılan Milet Müzesi'nin bölgenin en önemli müzelerinden biri olduğunu belirtti. Mehmet Bilici, şunları kaydetti: ''Milet, Priene ve Didim'de yapılan arkeolojik kazılar sonucu bulunan eserler müzemizde sergilenmekte. Bölgemizdeki ören yerlerinde çıkan tüm eserleri burada sergiliyoruz. Milet Müzesi'nde toprak ve bronz eserler, cam eserler, taş ve mimari eserler ile heykeltıraş eserler var. Aynı zamanda bölgemize ait buluntular müzemizde sergilenmektedir.''

Yeni Asır, 05.06.2011

ANTİK KENTİ HALK KORUYACAK

 

Mersin'in Erdemli İlçesi'ne bağlı Ayaş beldesindeki Elaiussa Sebaste antik kentinde 16 yıldır kazı çalışmalarını yürüten İtalyan ekip, tarihi dokuların korunmasına katkı sağlamak amacıyla yöre halkını eğitecek.

 

Antik kentteki kazının başkanlığını yürüten Roma La Sapienza Üniversitesi'nden Prof.Dr. Evgenia Eqnini Schneider, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kazı çalışması yürüttükleri Ayaş beldesindeki yöre halkının ve belediye personelinin bölgedeki tarihi eserler konusunda yeterli bilgiye sahip olmadıklarını söyledi.

 

Bu nedenle çalışmalar sırasında zaman zaman sıkıntı yaşadıklarını anlatan Schneider, tarihi daha iyi koruyabilmek adına bu yıl yöre halkını eğiteceklerini vurguladı. Bu sayede çalışmaların daha verimli geçeceğine ve tarihin korunmasında en etkin rol alan halkın bilinçlendirileceğine işaret eden Schneider, şöyle devam etti:

''Ayaş yöresi, tarihi eserler bakımından açık hava müzesi gibi. Bölgede lahit mezarlar çok fazla ve bu lahitler ile diğer tarihi ve kültürel değerlerin korunması gerekiyor. Bu nedenle kazı döneminde hem belde halkının hem de belediye personelinin tarihi eserlerin korunmasına yönelik eğitimler verilecek. Halkın tarihi eserlere karşı daha duyarlı olmaları sağlanacak. Eğer çevre halkını bu konuda bilinçlendiremezsek, yıllardır yaptığımız kazı çalışmasının bir anlamı olmaz. Yöre halkı antik kazı bölgesini ve çevredeki tarihi eserleri kendi malı gibi korumalı ve sahiplenmeli. Mezar lahitlere zarar vermemeli. Biz bunu sağlamak istiyoruz.''

 

Geçen yıllarda kazı çalışması yapılan yerlerde de incelemelerde bulunduklarını kaydeden Schneider, eksiklikleri ve yeni kazı döneminde yapılması gerekenleri belirlediklerini belirterek, ''Geçtiğimiz yıllarda da kazı esnasında önemli eserlere rastlamış eserleri, Mersin Müze Müdürlüğü'ne teslim etmiştik. Bu yıl da yeni eserlere rastlamayı umuyoruz'' diye konuştu.

 

Yeni dönem kazı çalışmalarına 18 Ağustos tarihinde başlayacaklarını ve 18 Ekim tarihinde de sonlandıracaklarını söyleyen Schneider, antik kenti turistlerin uğrak noktası haline getirmeyi arzuladıklarını vurguladı.

 

Schneider, antik tiyatro bölgesinde Valilik tarafından ışıklandırılacağını, bunun da yöre turizmi açısından sevindirici bir gelişme olduğunu kaydetti.

Zaman, 05.06.2011

TROYA HAZİNELERİ ÇANAKKALE'YE DÖNÜYOR

 

Çanakkale Valisi Güngör Azim Tuna, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca, Troya Müzesi'nin yapımına ilişkin, "Dünyanın, 44 değişik ülkesinde değerli parçaları sergilenen Troya Hazineleri, artık Çanakkale'ye dönmenin yolculuğuna başlıyor, evine dönmenin adımını atıyor" dedi.

 

Tuna, Valilikte düzenlediği basın toplantısında, UNESCO Dünya Miras Listesi'nde yer alan ve yaklaşık 5 bin yıllık geçmişi olan Troya Ören Yeri'nden çıkarılan arkeolojik eserlerin sergilenmesine yönelik Çanakkale'nin Tevfikiye Köyü'nde yapılacak Troya Müzesi için düzenlenen 'Troya Mimari Proje Yarışması'nın sonuçlandığını söyledi.

 

Tuna, Troya Müzesi yapımıyla ilgili Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca düzenlenen "Troya Mimari Proje Yarışması" jürisinin 27 - 30 Mayıs tarihlerinde Ankara'da toplandığını belirtti. Yarışmaya katılan 132 projenin değerlendirildiğini ve birinciyi tespit ettiğini anlatan Tuna, birinciliği alan Mimar Ömer Selçuk Baz ekibinin 60 bin TL ödül kazandığını kaydetti. Vali Tuna, iki yıl gibi bir sürede yapılması planlanan 10 bin 500 metrekare kapalı alanlı müze için yaklaşık 104 bin metrekarelik alanın daha önce kamulaştırıldığını ve sorunsuz halde hazır olduğunu bildirdi.

 

İnsanlığın uzun yürüyüşüne MÖ 3 binli yıllardan günümüze kadar 5 bin yıldır tanıklık eden antik kentin, mitolojik önemine ve değerine uygun bir mekana gecikmiş de olsa kavuşacağını ifade eden Tuna, "Dünyanın, 44 değişik müzesinde değerli parçaları sergilenen Troya Hazineleri, artık Çanakkale'ye dönmenin yolculuğuna başlıyor, evine dönmenin adımını atıyor" dedi.

Zaman, 04.06.2011

SULTAN 1. YUSUF'A MÜFETTİŞ BİLE YOK

 

 

Topkapı Sarayı Müze Müdürü Yusuf Benli’nin ziyaretçilerin dokunmasının bile yasak olduğu Padişah 3. Selim’in tahtını lojmanına taşıttığı iddiası, gündeme damgasını vurdu. Radikal Gazetesi, taht taşınırken çekilen fotoğraflarıda yayınladı. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay soruşturma başlatıldığını söyledi.

İddialara göre Yusuf Benli, Topkapı Sarayı’nın harem Hünkar Sofası Bölümü’ndeki tahtı, yağmurlu bir günde müze içindeki lojmanına taşıttı. Ancak taht, lojmanın giriş kapısından geçmedi.

Bu sırada görevliler tahtı kapıdan nasıl sokacaklarını düşünürken, paha biçilemeyen eserin üstüne yağmurdan korumak için beyaz branda örtüldü! İddialara göre Benli, tahtın geçmesi için kapının yıkılması talimatını da verdi. Görevliler kapıyı yıkmaya hazırlanırken lojmanın iç kısmındaki kapının da dar olduğu anlaşıldı ve taht lojman yerine tekrar depoya kaldırıldı.

1962 doğumlu Yusuf Benli, Selçuk Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü mezunu. Sivas, Akşehir, Konya ve Çanakkale gibi çeşitli müzelerde çalışan Benli 2007-2010 yılları arasında Mevlana Müzesi Müdürlüğü yaptı. 9 Ağustos 2010’da Topkapı Sarayı Müze Müdürlüğü’ne atanan Benli, bir gazeteye verdiği röportajda Topkapı Sarayı ile ilgili her konuda tek hukuki yetkilinin kendisi olduğunu, İlber Ortaylı’nın görevinin sadece ‘misafirleri ağırlamak’ olduğunu söylemişti.

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, iddialarla ilgili "Tahkikat yapılıyor" diyerek şunları söyledi: “Arkadaşımızın savunması, ‘Depoda sıkışıklık vardı. Lojman olarak ayrılmış mekanda da boş odalar vardı, oraya koyalım ve sıkışıklığı rahatlatalım’ şeklinde ama hangisi gerçektir, resmi tahkikat başlattık. Böyle bir şey yapmış olabileceğine ihtimal vermiyorum. Çünkü daha önce de müze müdürlüğü yapmıştı, kendisiyle ilgili bir şikayet yoktu. Yanlış anlaşılma oldu veya iddia gerçekse elbette yaptırıma uğrar. Bir soruşturma başlattık. Onu bir dinleyelim bakalım.’’ ‘Teftiş Kurulu görevlendirilmedi örtbas etmeye çalışıyorlar’

Murat Bardakçı (Habertürk Gazetesi Yayın Danışmanı) Yusuf Benli tuhaf ve Saray’a ait olmadığını bundan 3 ay kadar önce İlber Ortaylı Hoca aleyhine basına verdiği demeçle zaten göstermişti. O zamanki tuhaflığı şimdi hayli artmış olacak ki tahtı bile evine taşıtmaya kalkıyor. Bu olay Türkiye’deki iyi eğitim almış sanat tarihçilerinin nasıl işsiz kalıp bu çevrelerden uzak tutulduklarını ve üniversite giriş puanları hasbelkader bu mesleklere tutmuş olanların ise layık olmadıkları şekilde bu mevkilere yerleştiklerini gösteriyor. Tahtı lojmanına götürmeye kalkan müdürü iş başında tutmak isteyen çevreler, dün sabahtan itibaren devreye girdiler ve rezaletin fotoğraflarla belgelenmesine rağmen Saray’a müfettiş gönderilmemesini sağladılar. Olayı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü Daire Başkanı Zülküf Yılmaz adında bir kişinin soruşturmasına karar verilmiş. Teftiş Kurulu’nun görevlendirilmemesi, bu çevrelerin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ı bile devreden çıkartmaya çalıştıklarının kanıtıdır.

Habertürk, 04.06.2011

 

******


'SARAY TAHTI'NA İNCELEME

 

 

Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Yusuf Benli’nin Harem Hünkar Sofrası bölümünde bulunan 3. Selim tahtını lojmanına taşıttığı iddiası büyük tartışma yarattı. Haziran 2010’da Mevlana Müze Müdürlüğü görevinden Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü’ne atanan Yusuf Benli’nin, yağmurlu bir havada taşıttığı tahtı, lojmanın giriş kapısından geçmeyince depoya kaldırttığı haberi üzerine Kültür ve Turizm Bakanlığı soruşturma başlattı. Soruşturmanın bizzat Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü Genel Müdür Yardımcısı Vekili Zülküf Yılmaz tarafından yürütüldüğü; Ankara’dan İstanbul’a gelen Yılmaz’ın Topkapı Sarayı’nda dün itibariyle incelemelere başladığı öğrenildi.


Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, konuyla ilgili olarak dün İzmir’de yaptığı açıklamasında söz konusu olayın araştırıldığına  dikkat çekerek, “Arkadaşımızın savunması ‘Depoda sıkışıklık vardı. Lojman olarak ayrılmış mekanda da boş odalar vardı, oraya koyalım ve sıkışıklığı rahatlatalım’ şeklinde ama hangisi gerçektir, resmi tahkikat başlattık. Ben böyle bir şey yapmış olabileceğine ihtimal vermiyorum. Çünkü daha önce de müze müdürlüğü yapmıştı ve kendisiyle ilgili bir şikayet yoktu. Yanlış anlaşılma oldu veya iddia gerçekse elbette yaptırıma uğrar. Herkesin savunma hakkı var. Onu bir dinleyelim bakalım” dedi.


Kendisiyle görüştüğümüz İstanbul Kültür ve Turizm İl Müdür Yardımcısı Emel Kamar ise konuyla ilgili olarak “Başarılı olduğu için Topkapı Sarayı Müzesi müdürlüğüne gelmiş bir müze müdürünün bunu yapmayacağını düşünüyorum. Tabii bu benim şahsi fikrim. Ama konu Kültür Bakanlığı’nda ve soruşturma da açıldı” diye konuştu.

 

Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı Prof.Dr. İlber Ortaylı, önceki gün yaptığı açıklamada şunları söylemişti: “Soruşturuyoruz. Lojman kapısında girmeyince geri gönderilmiş. Arkadaş Harem ile lojmanı karıştırdı sanırım. (...) Bu arkadaş geldiği günden beri kendi başına takılıyor, pek bilgi verdiği de yok.” Benli ile Ortaylı arasında geçen ilk gerginlik görev tanımları nedeniyle çıkmıştı. Yusuf Benli, atamasının ardından  İlber Ortaylı için “O sadece misafirleri ağırlamakla görevli, müzeden esas sorumlu kişi benim” şeklinde bir açıklamada bulunmuştu. Benli’nin bu açıklaması Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’dan tepki görmüş; Günay “Müze müdürü arkadaşımız belki amacını aşan bazı nitelemeler yapmış. Gereken uyarılar yapıldı” demişti.

Milliyet, 04.06.2011

 

******


İLBER ORTAYLI'DAN FERMAN GİBİ UYARI

 

 

Topkapı Sarayı Müzesi’nde Müdür Yusuf Benli’nin 3. Selim tahtını lojmanına taşıtmaya kalkması ve Mecidiye Köşkü’nde tarihi eserlerin üzerinde kahvaltı ettiğinin ortaya çıkmasıyla Müze Başkanı İlber Ortaylı saray çalışanlarına yönelik bildiri yayımladı.

Osmanlıca ifadelerle yayımlanan ‘ferman’ gibi bildiride Ortaylı, Benli’nin 3. Selim’e ait tahtı lojmanına taşıtmasına da atıfta bulunuyor: “Saray bölümleri ve eşyalarının korunması, yer değiştirilmesi şahsi mülkümüzdeki gibi düşünülemez ve ancak mahviyetkar (alçakgönüllü) bir hizmetkarın saygı ve huşu dolu çalışmasıyla yapılmalıdır. Eşyaların keyfi yer değiştirmesi saray envanterlerinde de içinden çıkılmaz sorunlar yaratır.”

Topkapı Sarayı Müze Müdürü Yusuf Benli, Harem bölümünde yıllardır sergilenen 3. Selim tahtını lojmanına taşıtmak istemiş, lojman kapısından geçmeyeceği anlaşılınca ‘yıkın’ talimatı vermiş ancak iç kapıdan da geçmeyeceği anlaşılınca tahtı depoya geri götürmek zorunda kalmıştı. Ayrıca Benli’nin Mecidiye Köşkü’nde tarihi eserler üzerinde misafirlerini ağırladığı da ileri sürülmüştü. Radikal’in 3 Haziran’da manşetten duyurduğu haber yankı uyandırmıştı. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdür Yardımcısı Zülküf Yılmaz’ı muhakkik olarak göndermişti.

Topkapı Sarayı Müze Başkanı Prof.Dr. İlber Ortaylı haberin ardından uzmanlarla toplantı yaptı. Ortaylı, toplantı sonrası da tüm çalışanlar için bildiri yayımladı. Bildirinin bir bölümü şöyle:

“Son zamanlarda sarayın Harem’de Hünkar Sofası, Bağdat ve Revan Köşkü gibi bölümlerinde çay içildiği ve Mecidiye Köşkü’nde kuratörlerle toplantılar yapıldığı, Mecidiye Köşkü’nde hünkarın kahve odasında misafir ağırlandığı, aynı adetin Bağdat Köşkü’nde de tekrarlandığı, maalesef Bakanımızın ali katından ihtar edilmiştir. Bu gibi kullanımların ilgili birimlerce izin alınmadan yapıldığı ve müze başkanlığına da bilgi verilmediği üzüntüyle müşahade edilmektedir. Hamiyetkar bir memur sınıfının bu gibi usulsüz kullanımlardan rahatsız olması beklenir.”

Bildiride ayrıca inşaat molozlarının gelişigüzel çöpe atıldığı da vurgulandı. Ortaylı bildiride molozların gelişigüzel toplanamayacağını belirtti:

“Revan Köşk’te hoyratça kaldırılan yığında tesadüfen bir çiniye rastlanılmıştır. Topkapı Saray Müzesi’nin yönetimindekilerin ve en küçük rütbeli çalışanının hep birlikte bu milli abidenin hizmetkarları olduklarını unutmamaları gerektiğini hatırlatırız. Aksine davranışlar Sayın Bakanımızın da belirttiği gibi hoş görülmeyecektir.”

Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdür Yardımcısı Zülküf Yılmaz, geçen cumartesi günü Topkapı Sarayı Müzesi’nde göreve başladı. Müze uzmanları, güvenlik görevlileri ve tahtı taşıyanların tek tek ifadelerini aldı. İfade işlemi üç gün boyunca gece geç saatlere kadar sürdü. Müze müdürünün taht taşıtmayla ilgili olarak “Depolar rutubetliydi, lojmanın daha sağlıklı olduğunu düşündüm” şeklindeki ifadesi müze çalışanlarınca “Aynı depodaki 3 binden fazla esere yazık değil mi?’’ diye eleştirildi.

Teftiş Kurulu’ndan müfettiş yerine personelden muhakkik gönderilmesi de akıllarda soru işaretine yol açmıştı. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay dün Teftiş Kurulu Başkanlığı’na soruşturma izni verdi. Bir müfettişin bu hafta müzeye geleceği bildirildi.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 08.06.2011

 

Topkapı Sarayı Müze Müdürü Yusuf Benli’nin sarayda bulunan Padişah 3. Selim’in tahtını lojmanına taşıtmasıyla ilgili haberden 4 gün sonra müfettiş görevlendirildi. Olay ortaya çıktığında soruşturma başlatan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, konunun incelenmesi için dün Kültür ve Turizm Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığı’na talimat verdiğini söyledi.

 

Radikal Gazetesi, Benli’nin Topkapı Sarayı’nın Harem Hünkar Sofası Bölümü’ndeki Padişah 3. Selim’in tahtını, yağmurlu bir günde müze içindeki lojmanına taşıtmak istediğini görüntülemişti.

 

Taht, lojman kapısından geçmeyince Yusuf Benli, lojman kapısının yıkılması için görevlilere talimat vermiş, görevliler kapıyı yıkmaya hazırlanırken lojmanın iç kısmındaki kapının da dar olduğu anlaşılınca taht, lojman yerine depoya kaldırılmıştı. Ziyaretçilerin dokunmalarına bile izin verilmeyen tahtın lojmana taşınmaya çalışıldığının fotoğraflarıyla haber olmasının ardından soruşturma başlatılmıştı.

 

Ancak Habertürk Yayın Danışmanı Murat Bardakçı, soruşturmada müfettiş görevlendirilmediğine dikkat çekmişti. İddiaların doğru olması halinde Benli’nin yaptırıma uğrayacağını belirten Bakan Günay’ın bugünden itibaren konuyu incelemeye başlayacak müfettişlerin raporuna göre hareket edeceği bildirildi.

Habertürk 08.06.2011

VENÜS 200 YIL SONRA ROMA'DAN AYRILDI

Roma döneminin en iyi korunan heykellerinden biri olan “Capitoline Venus” 200 yıl sonra ilk kez İtalya’dan ayrıldı.

 Heykel ABD’de Ulusal Sanat Galerisi’nde (National Gallery of Art) sergilenecek.

Heykel daha önce 1797’de Napolyon döneminde Fransa’ya getirilmiş, Napolyon’un iktidardan düşmesiyle birlikte 1816’da yeniden Roma’ya Capitoline Müzesi’ne geri gelmişti.

Habertürk 04.06.2011

BOĞAZKÖY SFENKSİ COĞRAFYASINA DÖNÜYOR

 

 

Boğazkale İlçesi'nde, Hititlerin başkenti Boğazköy-Hattuşa’da Almanya ile Osmanlı İmparatorluğu tarafından ortak yürütülen kazılara, 1906-1907, 1911 ve 1912 yıllarında birlikte başlanmıştır.

 

Boğazköy’de başlanılan kazılarda Hitit arşivine ait 10400 tablet ve iki sfenks açığa çıkartılmış ve bulunan bu eserler İstanbul Arkeoloji Müzelerine getirilmiştir. Almanlarla varılan anlaşma gereğince tabletler ve iki sfenkse ait parçalar 1915, 1917 tarihlerinde, temizleme, onarım ve yayın çalışmalarının yapılması için iki parti halinde Berlin’e gönderilmiştir. Onarımları bitirilen üç bin civarında tablet ile bir sfenks 1924-1943 yıllarında iade edilmiştir.

 

Kültür Bakanlığı’nın arşivlerinde yalnızca onarım için gönderildiğine dair onlarca resmi belge olmasına rağmen, iade edilmeyen ve şu anda Berlin Devlet Müzeleri’nde bulunan Boğazköy Sfenksinin iadesi için 1938 yılına kadar görüşmelere devam edilmiştir. Ancak İkinci Dünya Savaşının başlaması ve savaş sonrasında ise Berlin Pergamon Müzesinin Doğu Almanya’da kalması üzerine ilişkiler kesilmiştir.

 

Ülkemizin 1973 yılında Doğu Almanya’yı resmi olarak tanımasından sonra sfenksin iadesi ile ilgili görüşmelere 1974 yılında tekrar başlanmıştır. 24 Temmuz 1987 yılında sfenksin iadesi amacıyla Unesco’ya başvurulmuştur. 13 Ekim 1987 tarihinde Berlin’de sfenksin iadesi için yapılan görüşmelerde, belgeler incelendikten sonra görüşmelerin başlaması kararlaştırılmış, anlaşma bir nota teatisi ile belgelenmiştir. 4 Ekim 1990 tarihinde iki Almanya’nın birleşmesi sonucu askıya alınan konunun gündeme gelmesi amacıyla, 1991 yılında Federal Almanya Cumhuriyeti’ne bir nota verilmiştir. Berlin’de 7 Şubat 1994 yılında belgelerin karşılıklı incelenmesi için yapılan toplantıda, Alman tarafı sfenksin mülkiyetinin Türkiye’ye ait olduğunu çürütecek herhangi bir belge gösterememiştir.

 

UNESCO Kültürel Malların İadesi Komitesi’nin 1999 Ocak ayında yapılan toplantısında Almanya ile bilgi ve belge konusunda tavsiye kararı çıkarılması sağlanmıştır. Dışişleri Bakanlığı tarafından söz konusu tavsiye kararına istinaden, bilgi ve belge alışverişi yapılması için Almanya Dışişleri Bakanlığı’na 8 Eylül 2000 tarihli bir nota verilmiştir. Unesco Kültürel Malların İadesi Komitesi’nin 2001 yılı Mart ayında yapılan toplantısında konu tekrar gündeme gelmiş ve ikili toplantıların devamı şeklinde bir tavsiye kararı daha çıkartılmıştır.

 

18 Nisan 2011 tarihinde ise Ankara’da Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nde Türk ve Alman heyetleri arasında gerçekleştirilen toplantı neticesinde sfenksin ülkemize iadesi konusunda mutabakata varılmış ve sfenksin Almanya’dan Türkiye’ye iadesi konusunda teknik ayrıntıları ve bürokratik işlemleri görüşmek üzere Almanya’da bir toplantının yapılması konusunda uzlaşı sağlanmıştır.

 

13 Mayıs 2011 tarihinde Berlin’de Alman ve Türk heyetleri arasında Alman Dışişleri Bakanlığı’nda yapılan toplantıda, en geç 28 Kasım 2011 tarihinde 94 yıldır Berlin Pergamon Müzesinde bulunan Boğazköy Sfenksinin ülkemize iadesinin gerçekleştirileceği, en geç 31 Mayıs 2011 tarihinde Türk ve Alman teknik uzmanlardan oluşan bir heyetin eserin taşınması ile ilgili teknik çalışmalara başlayacağı konularında Alman tarafıyla mutabık kalınarak konuya ilişkin bir “Mutabakat Zaptı” imzalanmıştır.

 

Bu çerçevede Türk ve Alman teknik uzmanlardan oluşan bir heyet 25-28 Mayıs 2011 tarihlerinde Berlin’de bulunan sfenks ile ilgili gerekli incelemelerde bulunmuşlardır.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Ertuğrul Günay “99 yıl önce ülkemizden koparılıp götürülen bir anıt, Boğazköy sfenksi şimdi bu yıl içinde Boğazköy kazılarının yüzüncü yılına varmadan topraklarımıza dönecek. İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde ya da Anadolu Medeniyetler Müzesi’nde değil Çorum’da sergileyeceğiz. Henüz bilgilerimiz yetersiz. Taşların da anıtların da belki bizim bilmediğimiz bir ruhu vardır diye düşünüyorum. Onlar 90-100 yıl önce koparıldıktan sonra, başka mekanlara taşındıktan sonra acaba hangi acıları taşıdılar çektiler, biz onu bilmiyoruz. Boğazköy sfenksi 100 yıla yakın bir süre sonra, 5 bin yıl önce yapıldığı topraklara döndükten sonra acıları önemli biçimde azalacaktır. Darısı bu coğrafyadan koparılıp giden öteki eserlerin başına. ” şeklindeki açıklaması ile Berlin’den getirilecek olan sfenksin Boğazköy- Hattuşa’nın Dünya Miras Alanı ilan edilişinin 25. yıldönümü olan 28 Kasım 2011 de Boğazköy Müzesi'nde ziyarete hazır hale getirileceğini belirtmiştir.

haberler.com, 04.06.2011

MÜZEDEKİ HİTİT PRENSİNE AİT YÜZÜK

 

Sivas Arkeoloji Müzesi'nde sergilenen, Hitit döneminde yaşayan bir prense ait olduğu düşünülen “altın mühür yüzük” ziyaretçilerin dikkatini çekiyor.

 

Orta Anadolu’nun en büyük müzesi olan Sivas Arkeoloji Müzesinde, Sarissa ve Kayalıpınar kazı alanlarında gün yüzüne çıkarılan çok sayıda tarihi eser sergileniyor. Eserler arasında Kangal’a bağlı Yarhisar Köyü yakınlarında bir tarlada bulunan saf altından yapılmış ve Hitit dönemine ait prenslerden birine ait olduğu düşünülen altın mühür yüzük, ilgi çekiyor.

 

Hitit dönemine ait örneği olmayan yüzük, yaklaşık 16 gram ağırlığında. Alındıktan sonra Sivas Atatürk Kongre ve Etnografya Müzesi'ne kaldırılan yüzük, daha sonra da Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmeye başladı.

 

Tek parça kalıptan çıkarıldıktan sonra dövülerek inceltiğine dair vurgu izleri görülen yüzüğün, mühür tasvir alanının iki ucunda yatay yerleştirilmiş ve uzuvları ayrı ayrı işlenmiş, kanatları açık çift başlı kartal bulunuyor. Bu kartalların yanında kaide üzerinde duran bir gaga ağızlı testiyle, bunların üzerlerinde birer üçgen işareti bulunurken, mührün merkezinde ana motif olarak sola dönük hörgüçlü bir boğa yer alıyor. Boğanın gövdeden ayrı tasvir edilen başında çene, burun ve sağ boynuz ayrı parçalar halinde gösteriliyor.

 

Boğanın üzerinde 3 kolu yivli, bir kolu düz bırakılmış bir haç ve solunda bir üçgen bulunurken, mühür kenarında bu üçgenin ucuna kadar bir de çatlak mevcut. Boğanın altında ise iki küçük üçgen arasında ön bacakları ile testi arasında ikinci bir hiyeroglif işareti görülüyor.

 

Müze yetkilileri, tunç banttan yapılmış yüzük mühürlerin Hitit İmparatorluk çağına ait olduğunun Boğazköy, Konya Karahöyük baskılarından anlaşıldığını ifade etti. Yine mühür üzerinde bulunan çift başlı kartalın Hitit sanatında kutsal hayvan olarak kullanıldığının belirlendiğini anlatan müze yetkilileri, Hitit İmparatorluk çağına ait mühür yüzük baskıları üzerinde hiyeroglif işaretlerinin iki yanında dikey ve yatay duran çift başlı kartalın isim işareti olarak fonetik değerinin saptandığını, daha çok bezeme unsuru olarak kullanıldığının düşünüldüğünü kaydetti.

 

Yetkililer, elde edilen bulgular doğrultusunda yüzüğün Hitit prenslerinden birine ait olabileceğini belirtti.

haberler.com, 04.06.2011

2700 YILLIK YOL GÜNYÜZÜNE ÇIKIYOR

 

 

Van Valisi Münir Karaloğlu, Van Kalesi'nde yaptıkları çalışmalar sonucu Urartular dönemine ait 2700 yıllık orijinal yolu gün yüzüne çıkardıklarını söyledi.
 

Urartu Kralı 1'inci Sarduri tarafından MÖ 840 yılında inşa edilen Van Kalesi'nde restorasyon çalışmaları tüm hızıyla devam ediyor. Tarihi Van Kalesi'nin zirvesinde bulunan eski Van kentinden 100 metre yükseklikte inşa edilen ve geçen yıl restore edilerek ibadete açılan Süleyman Han Camii'nin yanı sıra kale surlarının yarısı geçen yıl restore edilmişti. Bu yıl ikinci etabı yapılacak olan surların yanı sıra Urartuların Van Kalesi'nde kullandıkları orijinal yol da gün yüzüne çıktı.

 

Çalışmaları yerinde inceleyen Vali Karaloğlu, Van Kalesi'nde 2 yıldan bu yana çok ciddi bir restorasyon yapıldığını, geçen yılki çalışmaların tamamlandığını ve bu yıl yeni restorasyon ihalesine çıkacaklarını belirtti. Kültür ve Turizm Bakanlığının Van Kalesi'nin yeni ihalesi için 9 milyon TL civarında bir ödenek tahsis ettiğini ifade eden Karaloğlu, "Van Kalesi'nin üzerindeki eserler ve surlar ortaya çıktıkça ziyaretçi sayısı da artıyor. Kaleye çıkarken yola ihtiyaç oldu. Van Kalesi'ne çıkan orijinal Urartu yolu konusunda Mimarlar Odası Başkanı Şabettin Öztürk'e yaptırmış olduğumuz araştırma ve proje çalışması kuruldan geçti. Şu anda aşağından kalenin zirvesine kadar çıkan bin 200 metrelik eski Urartu yolunun ihalesini yapacağız. İhaleyi yapabilmek için önce zemini görmek istedik. Orijinal yola ulaşabilmek için öncü bir kazı yaptırdık. Şu anda bu kazı tamamlanmak üzere. İhalenin ardından kalenin iç kapısı ile beraber orijinal Urartu yolunu da yapınca vatandaşımız daha rahat bir şekilde kaleye çıkacak" dedi.

 

Yer yer insanların dinlenebilecekleri banklar, çöp kutuları ve gece ziyaretleri için de yol boyunca aydınlatma yapmak istediklerini de ifade eden Vali Karaloğlu, "İnsanımız daha rahat bir şekilde orijinal yolu kullanarak kaleye çıkacak. Bunun çalışmalarını yapıyoruz. Kalenin üzerinde askeri bir ambar var. Bu ambarın projeleri, rölöve ve restorasyon çalışmaları tamamlandı ve kuruldan geçti. Bu sene ödenek ayırtabilirsek askeri ambarı onartıp kafeterya olarak kullanmak istiyoruz. Tabii artık kaleye çıkışlar arttı. Yukarı çıkan insanlar dinlenip bir şeyler içmek istiyor. Biz de bu tip mekanları oluşturacağız. Kale üzerinde zaten çok sayıda sivil mimari örnekleri var. Kaledeki komuta kademesinin oturduğu kerpiç evler var. Kale surları onarıldıktan sonra inşallah o evleri de onarıp sosyal donatı olarak kullanmak istiyoruz" şeklinde konuştu.

Sabah, 04.06.2011

'İNSANLIK' GİTTİ, YERİNE 'BAL VE KAŞAR' ANITI YAPILACAK

 

 

İnsanlık Anıtı’nın yıkımı sürerken, Kars Belediyesi yeni bir sanat hamlesine hazırlanıyor. Kentte bir önceki CHP’li belediye başkanının yaptırdığı heykelleri kaldırdığı için adı “Heykel karşıtı başkan” olarak anılan Kars Belediye Başkanı Nevzat Bozkuş, “kaşar” ve “bal” heykeli yaptırarak bu imajı silmeye çalışacak. Başkan Bozkuş, bu heykellerin kentin tanıtımına katkıda bulunacağını da söyledi.

 

Kars Belediyesi, Birleşmiş Ressamlar ve Heykeltıraş Derneği başta olmak üzere üniversitelerin güzel sanatlar bölümlerine gönderdiği yazıda Kars’ın bal ve kaşarını tanıtıcı heykel yaptıracağını duyurdu. Heykelin kaidesinin ise belediye tarafından yaptırılacağı belirtildi.

 

Kaşar ve bal heykellerinin ölçülerinin nasıl olacağına da karar veren belediye kaşar heykelinin dört kademe beton kaide üzerinde 1.5 metre yükseklikte ve 2.1 metre genişlikte planlamış. Kaşar, polyester dökümden olacak. Bal heykelinin 3.30 metre yüksekliğinde ve 1 metre genişliğinde olması planlanıyor.

 

Kars Belediyesi’nin kaşar ve bal heykellerini nasıl yaptıracağı açıklanmadı. İhale ya da sipariş usulü yaptırılması beklenen heykellerle ilgili projeyi hayata geçirebilmek için belediye üniversitelerden yaklaşık bir fiyat istedi.

 

Habertürk’e konuşan Kars Belediye Başkanı Nevzat Bozkuş “Heykellerin nasıl olacağını iyi kötü tasarladık, çok güzel olacak. Kaşar ve bal heykellerini kentin girişinde yolun iki yanına koyacağız. Görenler ‘Demek buranın kaşarı meşhurmuş’ diyecek” dedi. Başkan Bozkuş, iki heykelle birlikte sanata karşı olmadıklarının da görüleceğini söyledi, “Şehri tanıtan şeyler yapmakta fayda var. Kars’taki ürünlerin pazar sorununu çözebilmek için proje geliştirmemiz lazımdı. Bu nedenle Kars ile özdeşleşmiş heykeller yapalım, insanların dikkatini çekelim istedik” diye konuştu.

 

Yaptığı İnsanlık Anıtı yıkılırken belediyenin ballı kaşarlı heykel yaptırma planına tepki gösteren Mehmet Aksoy şöyle konuştu:

“Aslında bu bir kaşar düşünce. Heykeli yıkan kafanın zihniyetini gösteriyor. Heykeli yenilir içilir bir şey gibi düşünüyorlar.”

Habertürk, Haber: Tülay Şubatlı, 04.06.2011





.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi