26 Haziran - 2 Temmuz 2011
|
PİRİN'DE KAZI ÇALIŞMASI
NEDEN YOK
Kommagene Uygarlığı'nın
beş büyük kentlerinden biri olan Perre antik
kentinde yürütülen kazı çalışmaları ödenek
yetersizliği nedeniyle iki yıl önce durdurulurken,
ayrılan ödeneğe rağmen kazıdan eser yok.
Adıyaman’ın kültür ve turizm miraslarından olan
Pirin (Pere Kaya Mezarları)’nda Temmuz Ayı’na
girecek olmamıza rağmen kazı yapılmıyor.
Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Ekinci’nin dört ay
önceki “Perre Antik kentine 5 Milyon 852 Bin Evro
hibe elde edildi” açıklamalarının da askıda kaldığı
görüldü.
Ekonomik yetersizlik nedeniyle kazıları durdurulan
ve birçok insanın istihdam kapısının kapsamasına
neden olan Perre kazıları artık devam etmeyecek gibi
görünürken, 5 Milyon 852 Bin Evro ödeneğin ne olduğu
merak ediliyor.

Vatandaş “Geldiyse nerede” demekten kendini
alıkoyamazken, Konuyla ilgili olarak 17 Şubat’ta bir
açıklama yapan Adıyaman İl Kültür Ve Turizm Müdürü
Mustafa Ekinci şöyle konuşmuştu: “2011 yılında ilk
defa Perre Antik Kentinin kazılarını
başlatmıştık.2009 yılına kadar süren kazılarda
çıkardığımız eserleri korumakta sıkıntı yaşamıştık.
Kazılarda çıkarılan mozaik yerinde muhafaza
ettiğimiz eserler vatandaşlar tarafından
tahribatlara uğratılmıştı. Bilinçsizce yapılan bu
davranışlardan sonra 2009 yılında Perre antik
kentinin kazılarına son verdik. Perre antik
kentininde büyük bir potansiyel bulunuyor. Bugün bir
üniversitenin 100 yıl kadar yapacak kazı çalışması
buluyor. Çıkan yerleri muhafaza etmek gerekiyor.
Bölgesel rekabet edilebilirlik operasyonel programı
(BROB) bu bir AB proje türüdür. Projenin maliyeti 5
milyon 852 bin Euro olan projemiz kabul edildi.
Perre Antik Kenti bu proje kapsamına alındı.
Projeyle birlikte Perre antik kentinde çevre
düzenlenmesi yapılacak aktivitelerden bir tanesidir.
Geçen rolove ve çevre düzenlenme ihalesini yaptık.
Yer teslimi ve proje çalışmaları yapıldı. Proje
kapsamında yürüyüş yolları, mozaiklerin yerinde
sergilenmesi için hazır zemin, ışıklı sistem,
etrafın çevrilmesi ve insanların yoruldukları zaman
dinlenebilecekleri kafeteryalar temel ihtiyaçları
kapsayacaktır”
İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nün projesinin kabul
edilmesiyle birlikte hem Perre’de kazı çalışmaları
devam edecek hem de birçok insana istihdam kapısı da
açılmış olacakken, hala yerinde sayan Pirin’de neler
olacağı merak ediliyor.
Adıyaman Haber,
01.07.2011
|
KAZI ÇALIŞMALARI YENİDEN
BAŞLADI
Gazipaşa'nın Güney
Köyü’nde Kilikya Uygarlığıyla ilgili kazı
çalışmalarına tekrar başlandı.
Çalışmalar, Tapınak ve
Sütunlu Yol'da Kültür ve Turizm Bakanlığı Temsilcisi
Arkeolog Nuray Malçok nezaretinde yapılıyor.
Kazı çalışmalarına, Nebreska Üniversitesi Tarih
Bölümü öğretim üyelerinden Prof.Dr. Michael Hoff ve
Rhys Townsend ile Atatürk Üniversitesi’nden Yrd.
Doç.Dr. Birol Can da katılıyor.
Halen 18 kişilik bir ekibin yürüttüğü çalışmalara,
15 Temmuz'dan itibaren 17 kişinin daha katılması
planlanıyor.
Kazılarla ilgili bilgi veren Townsend, "2007 yılında
başlayan ve geçen yıl ara verilen çalışmalara bu yıl
yeniden başladık. Tapınağın podyumunu ortaya
çıkarmak için kazılar devam ediyor. Ortaya çıkan
taşlar numaralandırılıp çizimleri yapılıyor. Sütunlu
Yol'da ise kazı için planlama ve ölçüm çalışması
yürütülüyor. Önümüzdeki günlerde Sütunlu Yol'da da
kazı başlayacak" dedi.
Townsend, çalışmaların 15 Ağustos'a kadar devam
edeceğini sözlerine ekledi.
Yeni Alanya, 01.07.2011
|
'TOPÇU KIŞLASI' YENİDEN
CAN BULUYOR

İstanbul 2 Numaralı
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu,
tarihi Topçu Kışlası'nın
ihya edilmesine karar verdi. Karar, İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanlığı Şehir Planlama
Müdürlüğü ile Beyoğlu Belediyesi Plan Proje
Müdürlüğü'nün, kışlanın korunması gerekli kültür
varlığı olarak tescil edilmesi yönündeki talebi
üzerine alındı.
Kurul kararında, Beyoğlu İlçesi 751 ada, 1-2-3-4
parsellerde bulunan ve yerinde mevcut olmayan
kışlaya ait kurula iletilen bilgi ve belgelerden,
yapının korunması gerekli kültür varlığı olduğu
kanısına varıldığı belirtildi. Kararda, yapının ne
şekilde ihya edileceği ise restitüsyon ve
rekonstrüksiyon projelerinin Taksim Meydanı Kentsel
Tasarım Projeleri ile bütünlük içerisinde
değerlendirilmesi gerektiğine dikkat çekildi. Şimdi
projenin hazırlanıp Koruma Kurulu'na sunulması
gerekiyor. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı
Kadir Topbaş, Büyükşehir Belediyesi'ne Topçu Kışlası
ile ilgili çok sayıda teklif geldiğini söylemişti.
Kışlanın Büyükşehir Belediyesi tarafından
yap-işlet-devret modeli ile yaptırılabileceği
belirtiliyor.
Taksim Meydanı'nda bugün Gezi Parkı'nın bulunduğu
bölgede yer alan tarihi kışla, 1940'ta Lütfi
Kırdar'ın belediye başkanlığı döneminde, "Onaracak
bütçe bulunmadığı için" yıkılmıştı. Kışlayken içinde
futbol maçları düzenlenen avlu, bir süre Taksim
Stadı olarak da kullanıldı. Dolmabahçe Stadı
yapılınca eski kışla Taksim Gezi Parkı olarak
düzenlendi. "Rus-Hint tarzını yansıtan zarif bir
yapı" olarak tanımlanan kışla, 3. Selim tarafından
1806'da yaptırılmıştı. Kışla 1860- 1870 yılları
arasında Osmanlı ordusunun modernleştirilmesi
sürecinde önemli rol oynamıştı. Kışlanın ayrıca 31
Mart İsyanı'nda da önemli bir yeri var. İsyan, 12
Nisan-13 Nisan 1909 gecesi Taksim Kışlası'ndaki Avcı
Taburu'na bağlı askerlerin subaylarına karşı
ayaklanmasıyla başlamıştı.
Başbakan Erdoğan, seçim döneminde Haliç Kongre
Merkezi'nde düzenlenen "Türkiye Hazır, Hedef 2023"
toplantısında Gezi Parkı'nın yerine Topçu Kışlası'nı
yeniden yapacaklarını, Taksim trafiğini de tamamen
yeraltına alacaklarını açıklamıştı. Projenin ilk
ipuçlarını ise 2010 Nisan'ında katıldığı bir
televizyon programında vermişti. Başbakan, Amerikalı
siyahi lider Martin Luter King'in siyahilerin bir
gün beyazlarla eşit olacağına dair inancını dile
getirdiği ünlü konuşmasından esinlenerek, "Bir
hayalim var... Taksim'de trafiği yerin altına
alabilmek" demişti.
Sabah, 01.07.2011
|
BİR TARİHİ BİNA DAHA
ALEVLERE TESLİM OLDU
Beyoğlu'nda Vakıflara ait olan üç katlı tarihi
kerpiç bina, yangın
sonucu kül oldu.
Tarlabaşı
Yeniçeri Ağası Sokak'ta Vakıflara ait olan ve
kullanılmadığı için tinercilerin mesken edindiği üç
katlı binada yangın çıktı. Dün saat 18.00
sıralarında çıkan yangına, Beyoğlu itfaiye ekipleri
hemen müdahale etti. Alev alev yanan binanın içinde
madde bağımlısı gençler olduğu söylenince önce köpük
sıkıldı. Ancak binanın boş olduğu anlaşıldı. Binanın
tabanı tazyikli su nedeniyle çöktü. İtfaiye ekipleri
yangını söndürmek için 45 dakika çabaladı.
Sabah, Haber: Mustafa
Kaya, 01.07.2011
|
|

|
DÜNYA GÖZDELERİ ARASINDA BİR TÜRK YALISI
The Telegraph gazetesi, dünyanın en canlı kentlerindeki satıştaki dikkat çekici mülkler arasında, en değerli mülk olarak, İstanbul boğazındaki 72 milyon sterlin (187.2 milyon TL) civarındaki değer ile Tophane Müşir Zeki Paşa yalısını gösterdi. Gazete, söz konusu köşk için şunları yazdı: "İstanbul’daki barok tarzı bir kule gibi konut, 19. yüzyılın ikinci yarında Sultan 2. Abdülhamit için çalışan bir hükümet yetkilisi için inşa edilmiştir. Fransız mimar Alexandre Vallaury’e tarafından dizayn edilen boğaz kenarındaki 5 katlı köşkün 23 yatak odası bulunuyor." Bu arada, söz konusu köşkün satışında aracılık eden Sotheby’s International Realty Türkiye’nin internet sitesinde ise, Balta Limanı Rumelihisarı’ndaki bu köşkün, Sultan II. Abdülhamit dönemi nazırlarından Müşir Zeki Paşa için yapıldığı belirtilerek, yaklaşık 150 yıllık bu barok üsluplu yalının, 5 katta 3 bin metrekareye yakın kapalı alanıyla, 4 bin metrekarelik bahçesiyle ve 130 metrelik rıhtımıyla Boğaz’ın en görkemli malikanelerinden biri olduğu belirtiliyor.
Miliyet Emlak, 01.07.2011
|
AYIŞIĞI'NA MÜHÜR
Cunda Adası Pateriça
bölgesinde bulunan
Ayışığı Manastırı’nın restorasyonu, projeye
uyulmadığı ve doğaya zarar verildiği gerekçesiyle
durduruldu. Konukevi ve etkinlik merkezi olarak
kullanılmak üzere yapılan restorasyon,
Bursa Tabiat
Varlıkları Koruma Kurulu kararıyla
mühürlendi. Kurul kararını yerinde bulan Ayvalık
Çevre Derneği Başkanı
Nuray Özer, müdahale için geç bile
kalındığını savunarak, “Çevreciler olarak
gelişmeleri protesto etmek için alana yürüyüş
düzenlemiştik. Ancak sesimiz duymazdan gelindi.
Yollar açılıp endemik bitkiler yok edildi. Bu gibi
hassas alanlardaki inşaatlar sık sık kontrol
edilmelidir”dedi. Manastırın, Suzan Sabancı
tarafından restore edildiği bildirildi.
Cumhuriyet Ege, Haber:
Oya Uğral, 01.07.2011
|
GÖKMEDRESE ÇEYREK
ASIRDIR AYNI KADERİ YAŞIYOR

Sivas'ın en
önemli tarihi eserlerinden birisi olan Gökmedrese'de
başlatılan restorasyon çalışmaları aradan yıllar
geçmesine rağmen bitirilemedi.
Adını gök mavisi çini işlemelerinden alan Gök
Medrese, son olarak 2006 yılında onarıma alındı.
Eser 5 yıldır restore ediliyor. İhale
sözleşmesindeki teslim tarihleri birkaç defa
ertelendi. 736 yıllık tarihi eserin restorasyonunun
2008 yılında bitirilmesi ve teslim edilmesi
gerekiyordu.
İçinde bulunduğu kötü durumdan bir türlü
kurtarılamayan Gökmedrese'nin aynı akıbeti bundan 18
yıl öncede yaşadığı ortaya çıkıyor.
Hürdoğan Gazetesi'nin 1 Mayıs 1993 Cumartesi günkü
sayısında “Oh be, Gökmedrese kurtuluyor!” başlığı
ile yer alan haberde, Gökmedrese'nin restorasyon
çalışmalarına Başbakanlık Tanıtma Fonu'ndan sağlanan
para ile başlama imkanı doğmasının sevinç yarattığı
vurgulanıyor.
Haberde dönemin valisi Ahmet Karabilgin'in
girişimleri sonucu zamanın parası ile 5 milyar lira
harcamanın uygun görüldüğü, ilk etapta bu paranın
500 milyon liralık bölümünün verileceği bilgilerine
yer verilirken, ata yadigarı bir tarihi eserin
yıllar sonra ele alınacak olmasından dolayı yaşanan
mutluluk dile getiriliyor.
1993'te ki haberde en ilgi çeken ayrıntılardan
biride Gökmedrese'de Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün
başlattığı restorasyon çalışmalarının bir süre sonra
durduğu ve daha sonra çalışmalardan vazgeçildiği
olarak göze çarpıyor.
1993 yılındaki haberde “Gökmedrese'nin restorasyonu
için başbakanlık tanıtma fonundan 5 milyar lira
ödenmesi yönetim kurulu tarafından kabul edildiği bu
paranın 500 milyon liralık ilk bölümünün ilgili
yazısı yazılarak dönemin Başbakanı Süleyman
Demirel'in imzasına sunulduğu bilgileri de yer
alıyor.
Ancak aradan 18 yıl geçmesine rağmen, Gökmedrese
içinde bulunduğu durumdan bir türlü kurtulamadı.
2006 yılında yüklenici bir firmaya verilerek
başlatılan restorasyon çalışmaları hüsranla bitti.
Firmanın çalışanlara para ödememesi nedeniyle tarihi
eserde bir çok kez çalışmalar durdu. Ayrıca
restorasyonda gerçek çini yerine mavi boya
kullanıldığı ortaya çıkınca bir çok tartışma da
beraberinde başladı.
Eserin içinde bulunan kufi yazıları okuyacak
birileri bulunamadı. Şu anda eserin içindeki
çalışmalar tamamen dururken, eserin dış çevresinde
ki çalışmalarda geçtiğimiz günlerde yeniden başladı.
Daha tamamlanmadan çevresindeki yapıların bazı
bölümleri tahrip olan Gökmedrese'de çini
Anadolu Selçuklu Devleti'nin önemli eserlerinden
biri olan Gökmedrese, o dönemlerden günümüze gelen
nadir eserlerden birisi. Çifte minareli taç kapısı,
ve kapının üzerindeki süslemeler, Gök Medrese'nin en
görkemli bölümü. Süslemelerde 12 tür hayvan başı,
yıldız ve hayat ağacı motifleri kullanılmış.
Duvarları yontma kalker taşından yapılan medresenin
minareleri 25 metre uzunluğunda.
Aradan geçen yılların tarihi eserde meydanda
getirdiği tahribat 2006 yılında başlatılan
restorasyonla ortadan kaldırılmaya çalışılıyor
Sivas Hürdoğan,
30.06.2011
|
TARİHİ KİLİSENİN ONARIMI
TAMAMLANDI

1883 yılında kurulan
Adıyaman Mor Petrus-Mor Paulus Kilisesi’nin 18 aylık
aydır devam eden koruma ve restorasyon işlemleri
sona erdi.
Süryani Kadim Cemaatine ait Mor Petrus-Mor Paulus
Kilisesin yaklaşık 18 aylık koruma ve restorasyon
çalışmalarının ardından 3 Temmuz 2011 günü
düzenlenen büyük ayin ile açılacak. 25 yıl boyunca
ibadete kapalı kalan ve daha sonra açılan kilisede
12 yıldan beri büyük ayin gerçekleştiriliyor.
Bu yıl 13. Süryani Kadim Cemaati'nin büyük ayininin,
Adıyaman'da geniş katılımla gerçekleştirilmesi
bekleniyor. Mor Petrus Mor Pavlus Kilisesi'nin
kuruluş yıldönümü nedeniyle düzenlenen büyük ayine
İstanbul, İzmir ve Ankara başta olmak üzere Almanya,
Norveç, İsveç, Hollanda, Amerika ve birçok yerden
Adıyaman’dan çeşitli nedenle ayrılmış olan
Süryanilerin katılması bekleniyor. Adıyaman,
Şanlıurfa, Malatya, Hatay, Mersin ve Elazığ
bölgesinden sorumlu Adıyaman Mor Petrus-Mor Pavlus
Kilisesi Metropoliti Melki Ürek uzun bir aradan
sonra gerçekleştirilen Kilisenin restorasyonu ve
Metropolitlik binasının yapımı ve çevre
düzenlemeleriyle yeniden eskisi cemaatimize hizmet
vermeye devam edecek.
Her yıl geleneksel olarak 29 Haziranda
gerçekleştirilen Adıyaman Süryani Kadim Cemaatine
ait Mor Petrus-Mor Paulus kilisenin kuruluş yıl
dönümü ayininin bu yıl restorasyon çalışmaları
nedeniyle 3 Temmuz 2011 Pazar gününe ertelendiğini
belirten Adıyaman, Şanlıurfa, Malatya, Hatay, Mersin
ve Elazığ bölgesinden sorumlu Adıyaman Mor
Petrus-Mor Pavlus Kilisesi Metropoliti Melki Ürek,
kilisede yapılan çalışmalar hakkında şu bilgileri
verdi: “Adıyaman metropolitliği bugünkü konumuyla
Mot Petrus ve Mor Paulus kilisesi 1883 de kuruldu.
Daha önce yıkılan Meryem Ana kilisesi üzerine
kurulan bir kilisedir. Çok eski tarihi vardır. Bu
kilise elbette aktiftir. 1984 yıllarına
Adıyaman’daki Süryani Kadim Cemaatine hizmet veren
kilisemiz bir süre Metropolit olmadığı için kapalı
kaldı ancak o dönemde buranın ruhanisi cemaat
dağılınca kendileri de Adıyaman’dan gitti. Böylece
kilise 15 yıl kapalı kaldı. 2001’de bu kilise tekrar
açıldı. Buraya geldiğimde kilisenin genel durumu
pekiyi değildi. Tadilat görmesi gerekiyordu.
Restorasyon projelerini kurumlara sundum. Adana
Anıtlar Kurulu bölge müdürlüğü bize restorasyonla
ilgili proje onayladı. Bu şekilde kiliseyi iç dokuya
göre restore ettik. Daha sonra burası metropolitlik
konumuna gelmiştir. 1925’te vefat eden en son
metropolitten sonra metropolitlik olmamış. Böylece
biz 2002’den başlayarak 2010’a kadar restorasyon
peşindeydik. Çok uğraştık. Sağolsun şimdiki hükümet
bize bu fırsatı verdi. 1,5 sene sonra aldığımız
onayın ardından kilise yenilendi. Güçlendirme
gündemdedir. Tanrı dilerse 3 Temmuz 2011’de
kilisemizin açılışı yapılacaktır. Yani bu demek
oluyor ki avlu ve bina restore edildi. Bizim
insanımız buraya gelip tekrar buluşacağız. İyi
olmasını diliyorum. Adıyaman yerel yönetimini de
davet ettik.”
Adıyaman Haber,
30.06.2011
|
ANTİK KENTTE MİTOLOJİK
HEYKELLER

Pamukkale Üniversitesi
(PAÜ) Fen-Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi ve
Laodikya Antik Kenti Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr.
Celal Şimşek,
2011 yılı kazı çalışmaları kapsamında,
antik kentte keçi bacaklı bir mitolojik yaratıkla,
su perisi ve şarap tanrısının heykellerinin
bulunduğunu söyledi.
Şimşek, Laodikya antik kentinde gazetecilere yaptığı
açıklamada, 2011 yılı Laodikya kazı çalışmalarının
aralıksız sürdüğünü ifade etti.
Çalışmalar kapsamında "Laodikya Kilisesi"nde
restorasyon ve kazı çalışmalarına ağırlık
verdiklerini belirten Şimşek, "Kilisedeki
çalışmaları tamamlamak üzereyiz.
Daha önce kazılarına başladığımız
Septimus Severius Çeşmesi’nin kuzey kısmındaki
çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Gelecekte burasını da
tamamen ayağa kaldıracağız" dedi.
Geçmişte Laodikya’nın bir heykel atölyesi
bulunduğunu bildiren Şimşek, şunları söyledi:
"Bu atölyede zamanında çok güzel eserlerin
çıkarıldığını biliyoruz. Kentin zengin bir alım gücü
vardı. O dönemlerde Şarap Tanrısı Diyonizos’un
yanında, onu eğlendirmek için bulunduğu öne sürülen
mitolojik yaratıklar vardı. Bunlardan bazıları su
perisi, bazıları da yarısı hayvan, yarısı insan olan
yaratıklardı. Heykeltıraşlar da o dönemdeki olayları
taşlara, mermerlere taşımış. Biz bu dönemlerde
yapılan eserlere ulaştık. Bulduğumuz bu eserlerden
biri yüksek kalitede, dans eder vaziyette bir
mitolojik yaratık. Bu yaratık keçi ayaklı, insan
gövdeli mitolojik bir yaratık, sakallı ve eşek
kulaklı olarak işlenmiş. Heykellerde Laodikyalı
heykeltıraşların ince işçiliklerinin ortaya
çıktığını görüyoruz. Anatomik oranların detayı ve
vücutta gösterilen işçilik, bu başarıyı gözler önüne
seriyor. İmparator Septimus Severius’a adanan bu
heykeller, MS 2. yüzyılın sonlarına ait eserler. Bir
diğer heykel ise su perisine ait. Normal boyutların
altındaki bir heykelin alt bölümü. Heykelde
elbisedeki kıvrımların verilmesi, ışık gölge
kontrastının düşünüldüğünü gösteriyor. Bu çalışma
Laodikyalı ustaların stil özelliklerini de
gösteriyor."
Ortaya çıkarılan heykellerin, bu sene bulunan en
kaliteli eserler olduğunu ifade eden Şimşek, "MS 7.
yüzyılda kentler terk edilince birçok heykel kireç
yapıldı, duvarlarda kullanıldı. Biz de bunları duvar
taşı olarak kullanıldığı
için bulabildik" dedi.
"A Evi" olarak adlandırılan bölümde yapılan
çalışmalardaysa Zafer Tanrıçası Nike’ye ait bir
heykele ulaştıklarını anlatan Şimşek, "Bu heykel,
Geç Hellenistik tarzda işlenmiş. Özellikle de
elbisenin hemen göğüs altından kemerlenmesi ve
gövdenin üst kısmının kısa ve dar, alt kısmının uzun
olması düşüncesine göre yapılmış bir tipolojiyi
görüyoruz. Önümüzdeki süreçte heykellerin diğer
parçalarının da bulunmasını hedefliyoruz" diye
konuştu.
Radikal, 30.06.2011
|
BARCELO'NUN TABLOSUNA REKOR SATIŞ
İspanyol ressam Miquel Barcelo'nun "Faena de muleta" adlı tablosu, Londra'da yapılan bir müzayedede 4,4 milyon avroya satılarak, hayatta olan İspanyol ressamların en pahalıya satılan eseri rekorunu kırdı.
"Faena de muleta", boğa güreşlerindeki matadorun, kılıcını, kırmızı renkli örtünün arkasına gizleyerek boğaya karşı yaptığı son hamleler anlamına gelirken, ressam Barcelo bu tablosunu 1990 yılında çizmişti. 1,7 milyon avro fiyatla satışa sunulan "Faena de muleta" 4,4 milyon avroya alıcı bulurken, aynı zamanda İspanyol sanatçının bu zamana kadarki en pahalı tablosu oldu.
54 yaşındaki Mayorkalı ressam Miquel Barcelo, BM'nin Cenevre'deki ofisinde "İnsan Hakları ve Medeniyetler İttifakı Salonu"nun tavanı yapmış ve maliyetin 18,5 milyon avroyu bulmasından dolayı polemiklere neden olmuştu.
Bu arada Londra'daki müzayede de, 2001 yılında ölen İspanyol heykeltraş Juan Munoz'un "Esquina positiva" adlı eserinin de 3,7 milyon avroya satıldığı kaydedildi.
Akşam, 30.06.2011
|
 |
|
MİRGÜN KÖŞKÜ ESKİ GÖRKEMİNE KAVUŞUYOR
İstanbul İl
Özel
İdaresi tarafından restore ettirilen Mirgün Köşkü,
Boğaz'ın en nadide tarihi eserleri arasında
sayılıyor. 19. yüzyıl geleneksel
Türk mimarisinin önemli
figürlerinden kabul edilen Köşk, son sahibi Ressam
Ahmet Mirgün tarafından 1985'de
İstanbul Üniversitesi'ne
bağışlandı. Köşk, ahşap merdivenleri, balkon
korkulukları, gökyüzüne açılan cihannüması ile
Tanzimat Dönemi mimarisinin nadide örneklerinden.
Köşkün restore çalışmalarının
yanı sıra 150 yıllık tarihi geçmişini anlatan
"Seracem" adında bir de belgesel çekiliyor.
Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 30.06.2011
|
UZAY ÇATILARA YIKIM KARARI
Kültür ve Turizm eski
bakanlarından Fikri Sağlar’ın bakanlık yaptığı 1992
yılında 1 milyon 300 bin dolar harcanarak
Pamukkale’nin iki giriş kapısına yapılan uzay
çatılar yıkılacak.
Çevre ve Orman Bakanlığı Özel Çevre Koruma Kurumu
Başkanlığı (ÖÇKKB) çatıları yıkılmasına karar verdi.
Denizli İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Adem Oklu,
çatılara yapıldığı günden itibaren “Demir yığını”,
“Pamukkale’nin doğal ve tarihi dokusuyla uyuşmuyor”
şeklinde eleştiriler yapıldığını hatırlatarak, “Daha
estetik ve daha işlevsel yapılar yapılacak” diye
konuştu.
Hürriyet Ege, Haber: Ramazan Çetin, 30.06.2011
|
|
"İSTANBUL MODERN DÖNÜŞÜMÜN SONUCU"
İngiltere'nin önde gelen gazetelerinden
Financial Times'ta 27 Haziran'da yayımlanan
yazısında Vincent Boland, İstanbul'un varlıklı
ve kültür meraklısı kesimin hafta sonu tatilleri
için tercih sebebi olmasında, ülkenin bölgesel
güç merkezine dönüşmesinin payı olduğunu
vurguladı.
"Boğaz'ın Avrupa yakasında bulunan eski bir
gümrük antreposundan dönüştürülen İstanbul
Modern'in açılışı, bu dönüşümün hem nedeni,
hem de sonucu" diyen Boland, modern sanat
müzelerinin dünyanın bir kente ve kentin
kendine bakışını değiştirdiğini şöyle ifade
etti: "Tate Modern, Londra'yı sanatsal
demodelikten çıkartıp modernlik tapınağına
çevirdi. Bilbao'daki Guggenheim Müzesi,
İspanya'nın kuzeyindeki post-endüstriyel
kenti dönüştürdü. İstanbul Modern Sanat
Müzesi'nin 2004 yılında açılması, bu eski
kentin şehirli küresel seçkinlerin hayal
gücüne ve seyahatlerine güç sağlayan
şebekeye daha gösterişsiz ama bir o kadar
etkili biçimde bağlanmasını sağladı."
Zaman, 30.06.2011
|
|
"BİR PORTRE İÇİN" 47 MİLYON TL
İrlandalı çağdaş
ressam Francis Bacon'ın bir tablosu Londra'da
düzenlenen açık artırmada 28,8 milyon dolara
(yaklaşık 47 milyon TL) satıldı.
Christie's Müzayede Evi'nden yapılan açıklamada,
Bacon'ın 1953'te yaptığı 'Bir Portre İçin Etüt' adlı
yağlı boya tablosunu alan kişinin kimliği
belirtilmedi. Bacon, dünya sanatında figüratif
ekspresyonizm akımının en önemli isimlerinden biri
olarak kabul ediliyor.
Akşam, 30.06.2011
|
"İSTANBUL'UN TARİHİNİ
YENİDEN YAZIYORUZ"
Dünyanın en
büyük metropolleri arasında yer alan
İstanbul’un
ulaşım sorunlarına
çözüm oluşturmak amacıyla hayata geçirilen
Marmaray ve Yenikapı
Metrosu, büyük bir ulaşım kompleksinde
buluşuyor. Yer altı ve yer üstü raylı sistemini
deniz ulaşımıyla birleştiren
‘Yenikapı Transfer
Merkezi’ inşaatında gün yüzüne çıkan
8.500 yıl öncesine
ait arkeolojik bulguları sergilemek üzere
hayata geçirilecek olan
Arkeopark projesi
için uluslararası platformda bir
‘Yenikapı Transfer
Merkezi ve Arkeopark Alanı Uluslararası Proje
Daveti’ gerçekleştirildi. Söz konusu davetin
basın toplantısı bugün (30 Haziran 2011),
Yenikapı Arkeolojik
Kazı Alanı’nda gerçekleştirildi.

Konuyla ilgili
açıklamada bulunan İstanbul Büyükşehir Belediye
Başkanı Kadir Topbaş, “Her geçen gün İstanbul’un
kimliği ve tarihi konusunda yeni bulgular elde
ediyoruz ve bu bulgular ışığında tarihini bir defa
daha yazıyoruz” sözleriyle başladığı konuşmasında
İstanbul’un sahip olduğu özellikleriyle kendini
dünyaya kabul ettirme şansının var olduğuna dikkat
çekti.
Dünyada çapında ilk defa bir yerel yönetimin bu
denli büyük bir arkeolojik kazıya katkı sağladığını
vurgulayan Topbaş, söz konusu alanın “farklı bir
destinasyon alanı ve bir algı odağı” olarak ortaya
çıkacağını ifade etti. “Bu noktada bizler, bir
kırılma noktasında birlikteyiz” diyen Topbaş,
dünyada artık kentlerin yarıştığına dikkat çekerek,
kent olgusunun ve kentlerin gücünün ön planda
olduğunu belirtti. “Artık bu bölge bir arkeolojik
park” diyen Topbaş, bu noktanın dünyada adeta yeni
bir merkez olacağını ve bu noktada yeni bir
destinasyon projesinin başladığını anlattı.

30 hektarlık
proje alanı için bir takım kriterlerin
belirlendiğini ifade eden Topbaş, Marmaray
projesinin 2013 senesinin sonlarına biteceğini bu
bağlamda söz konusu Arkeopark projesinin de 2013
senesinde tamamlanmasını istediklerini ifade etti.

Alanda 35 bini aşkın bulgunun elde edildiğini
söyleyen Topbaş, söz konusu değerlerin büyük bir
bölümünün alanda sergileneceğine dikkat çekti.

İstanbul’u “ülke
özelliği gösteren bir şehir” olarak tanımlayan
Topbaş, İstanbul’un kentlilerine karşı ama aynı
zamanda bütün dünyaya karşı sorumlulukları olduğunu
ifade etti. İstanbul’un bir model şehir olarak
nitelendirilebileceğini anlatan Topbaş, her eserde
her adımda İstanbul’un kendine has özelliklerinin
ortaya çıkmasının önemine değindi. Söz konusu alanın
İstanbul’un diğer dünya kentleri ile yarışında
farklılığını ortaya koyacağını aktaran Topbaş, proje
ile birlikte projenin yakın çevresinin değişeceğini
düşündüğünü de sözlerine ekledi.
Toplantı, soru cevap kısmıyla sona erdi.

Yenikapı İstasyonu
teknik bilgiler
-
5,2 km’lik
Taksim-Yenikapı metro hattının en büyük
istasyonu,
-
2013 sonunda
Marmaray’la beraber hizmete girmesi planlanıyor,
-
Metro sisteminin en
büyük ve merkezi entegrasyon istasyonu,
-
Marmaray, Hafif
Metro (Havalimanı-Yenikapı), Taksim- Yenikapı
Hattı (Şişhane’den) olmak üzere 3 farklı
sistemin entegrasyon noktası
-
Bu 3 sistem,
Yenikapı’da yeraltından birbirine entegre
edilecek. 3 sistemin maksimum taşıma
kapasiteleri toplamı saatte tek yönde 185 bini
bulacak.
-
Yenikapı istasyonu,
hafif metro istasyonu ve 600 araçlık otoparkla
beraber toplam 59 bin m2’lik bir inşaat
alanından oluşuyor. Entegrasyonun maliyeti 106
milyon TL. Bu meblağın yüzde 29’u arkeolojik
kazı ve ilişkili işlere harcanıyor.
Yapı, 30.06.2011
|
DEPREMDE TARİHİ CAMİNİN
ALEMİ KIRILDI

Adana'nın Kozan İlçesi'nde dün gece meydana gelen
depremde can kaybı olmazken 500 yıllık Küçük Camii'n
alemi kırıldı.
Yaşanan depremde Kanuni Sultan Süleyman zamanında
Yusuf Bin Abdullah tarafından (H 936M 1520) yılında
yaptırılan Küçük Camii'nin alemi ikiye ayrıldı.
Sabah namazına gelen Camii imamı İbrahim Erkek,
depremde zarar gören minarenin alemiyle ilgili
müftülüğe bilgi verdiğini söyledi. 5 yıldır Küçük
Cami'nin imamlığını yaptığını belirten Erkek,
"Camimiz tarihi bir cami olup Yusuf Bin Abdullah
tarafından yapılmıştır. Dün akşam saatlerinde
ilçemizde meydana gelen depremde camimizin
minaresinin tepesinde bulunan alemin bir bölümü
tentenemizin üzerine düştü ve tentenemiz parçalanmış
durumda. Tabi Camimizin tepesinde kalan kısımlar ise
şuan itibarı ile tehlike arz etmektedir. Olayın
sevindirici yanı depremin olduğu saatte camimizde
kimsenin olmamasıydı. Ayrıca camimizde devam eden
yaz Kur'an Kursumuza gelen öğrencilerimizin talebi
bu yıl oldukça yüksek oldu. Onların da bu durumdan
psikolojik olarak etkilenmemesi en büyük
temennimizdir. Camimiz minaresinin alem kısmının
yeniden restore edilmesi ve onarılarak eski
görünümüne kavuşturulması bizleri ve cami
cemaatimizi rahatlatacaktır" dedi.
Depremin olduğu saatte Kozan'da olduğunu ve Yatsı
Namazı'ndan çıkan cemaatin da ğıldığını kaydeden
Erkek, "Konu ile ilgili olarak Müftü beye bilgi
verdim. Kendisi geldi ve daha sonra Belediyeden
yetkili arkadaşlarımız gelerek camimizi incelediler.
Ümit ediyoruz camimizin restorasyonu yeniden
yapılır. Daha sonra belirli bir arcı sarsıntı
olmaması sevindirici" diye konuştu. Camii Cemaati
Salih İzgi ise Kozan Mahmutlu Mahallesi'nde
oturuyorum. Genelde Küçük Camiiye gelirim evim
buraya yakın. Tabi camimizin aleminin yapılması
lazım ve devletimizin buna el atmasını istiyoruz"
şeklinde konuştu.
Caminin aleminde bulunan ve tehlike arz eden
parçalar Kozan Belediyesi İtfaiye Müdürlüğü
tarafından alınması için bir çalışma başlatıldı.
Diğer Yandan Hastane Camii'nin minarenin Alem
kısmının sıvalarında çatlama ve tahribat oluştu.
29 Haziran'da saat 22.48'de hissedilen deprem yerin
5,5 kilometre derinliğinde meydana gelirken
vatandaşlar evlerini terk etti. 4. 4 büyüklüğündeki
depremde, Kozan Cezaevinde yatan Ramazan Nacar
isimli hükümlü ranzanın ikinci katından atlayınca
ayağını kırdı. Nazan Yıldırım ise 7'inci kattaki
evinden merdivenlerle inmeye çalışırken düşerek
yaralandı. Kozan Devlet Hastanesi'nde tedaviye
alınan yaralıların sağlık durumlarının iyi olduğu
öğrenildi.
Türkiye Gazetesi, 30.06.2011
|
JAPONLARIN YAPTIĞI MÜZEDE ÇOCUKLAR YAZ OKULUNA GİDİYOR
Kırşehir'in Kaman İlçesi'ne bağlı Çağırkan beldesindeki Japonların yaptığı Kalehöyük Arkeoloji Müzesi'nde, 'Çocuk Dostu Müze Projesi' hayata geçirildi. Proje kapsamında arkeoloji ile tanışmaları için seramik yapımı, heykel, takı ve yaratıcı drama gibi dallarda verilen uygulamalı eğitimler çocukları geleceğe hazırlıyor.
Kaman Kalehöyük Arkeoloji Müzesi'nin bugününün müzecilik anlayışına farklı bir bakış açısı getirdiğini belirten Kırşehir Kültür ve Turizm Müdürü Fuat Dursun, müzede kullanılan teknoloji ve mekan düzenlemesinin eğitim yönünü ön plana çıkarttığını kaydetti.
Çocuk Dostu Müze Projesi ile bu avantajın çocukların arkeolojiyi ve tarihi yaşayarak öğrenmesi yönünde kullanılmasının hedeflendiğini belirten Fuat Dursun, "Bakanlığımızın 2009 yılında başlattığı Çocuk Dostu Müze Projesi kapsamında projenin uygulandığı müzelere karşı çocukların ilgisinin büyük oranda arttığı görülmüştür. Müzecilik alanındaki yeni anlayışlara paralel olarak yaşam boyu öğrenme anlayışı ile müzeleri eğitimin bir parçası haline getirme, çocuklarda toplum ve tarih bilincini oluşturma; tarihi severek, eğlenerek öğrenme; çocukların sanatsal yetenek ve yaratıcı güçlerini kullanmalarını sağlamak amacı ile Kaman Kalehöyük Arkeoloji Müzesi'nde çocuklar için seramik çarkında seramik yapımı, heykel, takı ve yaratıcı drama gibi çeşitli eğlendirici, öğretici ve uygulamalı eğitim faaliyetleri düzenlenecektir. " dedi.
Eğitimin sonunda yöredeki çocukların, kendi coğrafyalarını tarihiyle birlikte tanıyacaklarına işaret eden Dursun, "Çocuklarımız, eğlendirici faaliyetlerle arkeoloji bilimine giriş yapıp, tarihi ve kültürel öğeleri uygulamalı olarak öğrenmeleriyle birlikte burada geçirdikleri güzeller sayesinde bu kültürel mirasımızı geleceği aktarmada en büyük aracı olacaklardır. " ifadelerini kullandı.
Haber Aktüel, 29.06.2011
|
 |
|
OKUL İNŞAATINDAN TARİHİ ESER ÇIKTI
Manisa’nın Alaşehir İlçesi’nde yapılması planlanan
18 derslikli ilköğretim okulu ek binası temel
kazıları, tarihi esere rastlanması nedeniyle
durduruldu
Manisa’nın Alaşehir İlçesi’nde yapılması
planlanan 18 derslikli ilköğretim okulu ek binası
temel kazıları, tarihi esere rastlanması nedeniyle
durduruldu. Menderes Mahallesi Sarısu Caddesi
üzerinde bulunan Yıldırım
Beyazıt İlköğretim Okulu’na kazandırılacak ek
binanın temel kazıları sırasında dün saat 11.00
sıralarında yaklaşık 1.5 metre derinlikte mezar
kalıntılarına rastlandı.
Yapılan ilk incelemenin
ardından inşaat çalışması durduruldu. Alaşehir
Kaymakamı Musa Uslan,
Bizans ve Osmanlı dönemine ait olduğunu tahmin
ettikleri kalıntılarla ilgili olarak,
İzmir 2 Nolu Tabiat ve Kültür Varlıklarını
Koruma Kurulu’nun karar vereceğini söyledi. Polis,
bölgeyi koruma altına aldı.
Milliyet Ege, Haber: Nurettin Doğan, 29.06.2011
|
ÇİNLİ ARKEOLOGLAR 104 MEZAR BULDU
Çinli
arkeologlar ülkenin orta kesimindeki Hınan
eyaletinde MÖ yapılan 104 iyi korunmuş mezar buldu.
Ulusal basında yer alan haberlere göre, arkeologlar,
mezarlarla birlikte 300 civarında bronz eşya,
iskeletler, kase ve yeşim gibi mücevherler
bulunduğunu açıkladı.
Set halinde objelerin de yer
aldığı mezarların MÖ 770-256 yılları arasında hüküm
süren Doğu Cou Beyliğine ait olduğunu ifade eden
uzmanlar, karmaşık yapıdaki mezarların bu
özelliklerinden dolayı kraliyet ailesi mezarlarına
benzediğini belirtti.
Yetkililer, bulguların, bölgede o dönemdeki gömme
gelenekleri, demografik ve sosyal yapıya dair
kapsamlı bilgi sağlayacağını kaydetti.
Turizm Gazetesi, 29.06.2011
|
YEŞİLOVA HÖYÜĞÜ'NDE 8 BİN YIL SONRA YANGIN
İzmir’de yerleşiminin en az 8500 yıllık olduğunu
kanıtlayan buluntular elde edilen Yeşilova
Höyüğü’nde yangın çıktı.
Otluk alanda başlayan yangın,
Bornova Belediyesi’nin “Zaman Yolculuğu” projesi
için yaptığı iki kulübe ve çadıra sıçradı. Yangının
tarihi kalıntılara zarar vermemesi ise teselli
kaynağı oldu.
Bornova Belediye Başkanı Kamil Okyay Sındır,
“Kimsenin şüphesi olmasın ki kısa sürede yanan
kulübelerin yerine yenilerini yapacağız” dedi. Kazı
Ekibi Başkanı Yar. Doç.Dr. Zafer Derin ise, “Bu
alanda 8 bin öncesinden itibaren büyük yangınlar
olmuş. Tarih boyunca yaşanan onlarca yangın
medeniyetleri yok etmiş. Bunu kazı yaptığımız
katmanlardaki buluntulardan anlıyoruz.” dedi.
Milliyet Ege, 29.06.2011
|
|
TARİHİ EVLER YIKILINCA MAHALLEYİ DEFİNECİLER BASTI
Adana'nın en eski yerleşim yeri olan Tepebağ
mahallesinde tapusu Özel İdareye ait 50 evin
yıkılmasının ardından bölge define avcılarının
akınına uğradı. Mahalle muhtarı Mehmet Demir,
her gece birilerinin dedektörle bölgede define
aradığını belirterek, yetkililerin bir an önce
burayı koruma altına alması gerektiğini söyledi.
Adana Valiliği'nin ilk çağlarda kurulan
Tepebağ Höyüğü üzerine kurulu Tepebağ
Mahallesinde "Arkeolojik Park" yapma kararı
alması üzerine mahallede bulunan tapusuz 50
ev yıkıldı. Valilikle mahalle sakinleri
arasında varılan anlaşmanın ardından evler
tek tek boşaltıldı. Bölgedeki 50 ev
yıkılırken, 7 dönümlük yerde yıkımı bekleyen
sadece 4 ev kaldı. Evlerin boşaltılıp
yıkılmasının ardından bölge hazine
arayanların akınına uğradı.
Mahalle Muhtarı Mehmet Demir, her gün
birkaç defa definecileri kovaladığını
belirterek, "Ellerinde detektörlerle gece
geliyorlar. Büyük bir çukur kazmışlar. Son
anda fark ederek bu kişileri bölgeden
uzaklaştırdık. Eğer burası koruma altına
alınmazsa talan edilecek." dedi.
Bazı fırsatçıların ellerinde dedektörler,
kazma küreklerle bölgede kazı yapmaya
çalıştığını aktaran Muhtar Demir, "Burası
tarihi bir höyük olduğu için define
arıyorlar. Büyük bir çukur açmışlar. İş
makinesiyle üzerini kapattık. Definecilerin
ardından otoparkçılar istila etti buraları.
54 ev vardı, 4 tane kaldı şu anda.
Vatandaşlar paralarını aldılar. Arsaların
tapusu özel idareye ait. Herkes mutlu
ayrıldı. Define avcılarını ve otoparkçıları
her gün kovalıyoruz. Tarihi tescilli bir
bina restore edilecek. Kapılarını yapıyoruz
ancak tekme vurup kırıp talan ediyorlar."
diye konuştu.
Zaman, 29.06.2011
|
 |
BİZANS ESERLERİ KAHVE DUVARINDA, BU KADARINA DA PES!
Konya'nın Hadim İlçesi'ne bağlı Korualan Beldesi'nde, yaklaşık 50 yıl önce yapılan kahvenin duvarında inşaat malzemesi olarak kullanılan Bizans dönemine ait kabartma eserler, görenleri hayrete düşüyor. Üzerindeki sıvalar kazınarak kahvenin duvarında sergilenen kabartma eserler arasında oturanlar çay ve kahvelerini yudumluyor.
Korualan Belde merkezinde yaklaşık 50 yıl önce kahve yapılırken, çevrede otların arasında dağınık bir şekilde duran Bizans döneminden kalma sütun parçaları ve taşlar inşaat malzemesi olarak kullanılmış. Ardından o dönemde bu üstünde kabartmalarda bulunan tarihi taşların üzeri sıvayla kapatılmış. Bir süre önce ise bu sıvalar kazınarak kabartmalar ortaya çıkarıldı. Kahve duvarında kabartma eserleri görenler ise büyük şaşkınlık yaşıyor.
Korualan Belediye Başkanı AKP'li İbrahim Akmaz, kendisinin de sıvaların kazındıktan sonra ortaya çıkan tarihi kabartmaları görünce çok şaşırdığını belirterek, "Burası eski bir yerleşim bölgesi olduğu için çevrede bir çok tarihi eser bulunuyor. Bu tarihi eserler, çevrede atıl bir vaziyette dururken 50 yıl önce yapılan kahvenin duvarında inşaat malzemesi olarak kullanılmış. Önceleri üzeri sıva ile kaplıymış. Ama şimdi üzerindeki bu sıvalar kazınarak kabartma resimler ortaya çıkarıldı ve duvarda sergileniyor. Beldeye dışarıdan gelenler bunları görünce gözlerine inanamıyor" dedi.
Haber Program, 28.06.2011
|
GİRESUN'DA MERYEM ANA MANASTIRI TURİZME KAZANDIRILIYOR
Giresun'un Şebinkarahisar İlçesi'nde bulunan Meryemana Manastırı’nı turizme kazandırma çalışmaları başladı. Sarıyer Köyü sınırları içerisinde yer alan 19. yüzyıldan kalma Meryemana Manastırı'na ulaşım ve çevre düzenleme çalışmaları Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından başlatıldı.
Şebinkarahisar Kaymakamlığı'ndan verilen bilgide, Meryemana Manastırı 481-490'da Koloneia Piskoposu olan St John tarafından kurulduğu belirtildi. Buna göre, 1575-1848 yılları arasında her yıl 15 Ağustos'ta hacılar Karahisar'ın Dört İncili'ne saygı göstermeye gelir ve şenlik yaparlardı. O tarihlerde manastırda hacıların getirdiği Virgin Mary (Bakire Meryem) resminin konulduğu bir oda bulunurdu. Şu anki yapıları 19. yüzyıldan kalma olan manastır düzgün olmayan yerli moloz taşlardan inşa edildi. Yatakhane, dershane, kilise, yemekhane, çeşme ve sarnıcın bir arada olduğu manastır basamak şeklinde dört kattan oluşuyor. En üst katta kilise bulunuyor.
Bu alanların turizme kazandırılması için Kültür Bakanlığı tarafından bir proje hazırlanarak çalışmalara başlandığı, proje kapsamında manastıra ulaşım sağlanacağı gibi çevre düzenlemeleri de yapılacağı bildirildi. “Bu sayede ilçemize önemli bir turizm kapısı açılmış olacaktır” denildi.(
Turizm Gazetesi, 28.06.2011
|
 |

Gaziantep'e ait birçok eserin değişik ülke ve
illerdeki müzelerde sergilendiğini tespit eden
dernek çalışmanın ilk ayağı olarak Anadolu'nun
gözyaşları adlı konferans düzenledi. Araştırmacı
Yazar Yaşar Yılmaz'ın katıldığı konferansta ortak
mesaj, “Eserlerimiz dönmeli oldu.
Turizm Derneği tarafından Ticaret Odası'nda
düzenlenen Anadolu'nun gözyaşları adlı konferansta
konuşan Araştırmacı Yazar Yaşar Yılmaz, tarihi
eserlere sahip çıkılması gerektiğine dikkat çekti.
Bu eserlerin Gaziantep'e gelmesi için uzun, politik
ve sabırlı mücadeleler gerekiyor diyen Yılmaz,
“Valimizin, belediye başkanlarımızın bu salonda
olması, geçmişteki gibi bu işin önemsiz olmadığının
göstergesidir dedi.
Yılmaz, “Ülkemizin zenginlikleri ne yazık ki son 150
yıl içerisinde yurt dışına taşındı. Tarihte ekonomik
krizlerin olduğu dönemlerde, savaş yıllarında kültür
yağmalamaları artmıştır. 1880 yılında Zincirli
eserleri götürüldü. Ülkemiz bir yandan savaşlarda
canıyla uğraşırken, imparatorluk parçalanırken,
düşman ve yağmacı barbarlar durmadı, eserlerimizi
sessizce yağmalayıp götürdüler. Fransa'da,
Belçika'da, Almanya'da o kadar çok eserimiz var ki
bunlar asla yasal olarak oraya gitmemiştir. Osmanlı
döneminde ekonomik kriz içerisinde bulunduğumuz
günlerde bu eserlerimiz barbarca yağmalanmıştır diye
konuştu.
Kültür varlıklarının Türkiye'ye geri dönmek için
talep beklediğini ifade eden Yılmaz, Almanya Bergama
Müzesinde bulunan bir eserimiz öyle bir ün
kazanmıştır ki, bugün ünlü Mercedes marka otomobil
gibi para basmaktadır. Ancak biz bu tapınağı
istemeye kalksak Almanya bu isteğimizi asla yerine
getirmeyecektir. Bu nedenle devlet bunu desteklemeli
ve sivil toplum kuruluşları bu işin takipçisi
olmalıdırlar. Batı artık şunu bilmeli bir gün
Anadolu'dan Mehmet gelecek ve bunları alıp gidecek
şeklinde konuştu.
Dünya üzerinde tarihi eserler açısından soyulmuş 118
ülkenin bulunduğunu kaydeden Yılmaz, Bu soyulan
ülkeler arasında en çok soyulan ülke Çin'dir.
Türkiye'de ilk yağma 1402 yılında gerçekleşmiştir.
Haksız yollarla ülkemizden kaçırılan eserlerimizi
tekrar istiyoruz. Sergilenen tüm eserleri tek tek
fotoğraşadım. Bunları çekerken çok
hüzünleniyorsunuz. Londra British Museum'un
girişinde ağırlığı 8 ton olan bir aslan heykeli var
Datça aslanı. İngilizler bunu 1860'lı yıllarda bir
zırhlıya koyup kaçırmışlar. Bu müzede 11 gün boyunca
çalıştım. Bir şeyi atlamamak için bir daha, bir daha
dolaştım. Gezdiğim müzelerden ayrılırken çok
hüzünleniyordum. Sanki bir parçam orada kalıyormuş
gibiydi. UNESCO kararlarına göre her müze,
sergilediği eserlerin nereden geldiğini belirtmek
zorundadır. Tarihi bizim gibi yağmalanan 118 ülke
var. Türkiye bu işe öncülük etmeli ve bununla ilgili
uluslararası bir konferans düzenlemeli. Bu eserlerin
kaçırıldığı ülkeler belli. Bu ülkelere bir yaptırım
uygulanabilir. Hep birlikte ortak davalar
açılabilir. Gelecek kuşaklar bu eserlere sahip
çıkmalı.
Turizm Derneği Başkanı Sıtkı Severoğlu da, Gaziantep
Turizm Derneği'nin, Gaziantep dışında bulunan tarihi
eserlerle ilgili çalışmalar yaptığını söyledi.
Severoğlu, Gaziantep'e ait birçok eserin değişik
ülke ve illerdeki müzelerde sergilendiğini
belirterek, Adana Müzesi'nde Gaziantep'e ait birçok
eser sergileniyor. Adana'da sergilenen bu eserlerin
Gaziantep'e getirilmesi için milletvekillerimizin de
desteğini alarak çalışmalara başladık. Sırf bu
eserleri şehrimize getirebilmek adına büyük gayret
gösterdik. Adana'da elinde fıstık tutan bir çocuk
kabartması var. Bu eser şehrimiz için son derece
önemli bir eserdi. Ancak biz bu eseri Gaziantep'e
getirtmeyi başaramadık.
Ancak bundan sonraki dönemde başaracağımıza yürekten
inanıyorum diyen Severoğlu “Biz 2003 yılında
İstanbul Arkeoloji Müzesi'ne Gaziantep eserleri için
başvurduğumuzda bize, 'Komik olmayın siz kendi
eserlerinizi sergileyecek müzeye sahip değilsiniz'
diyorlardı. Bugün çok sayıda müzemiz olduğu gibi
eserlerimizi rahatlıkla sergileyeceğimiz boş müzemiz
dahi bulunuyor. Ben inanıyorum ki dünyada bulunan
tüm eserlerimiz Gaziantep'e dönecek diye konuştu.
Konferansa Gaziantep Valisi Süleyman Kamçı, AK Parti
Gaziantep milletvekili Mehmet Erdoğan, Büyükşehir
Belediye Başkanı Asım Güzelbey, Şehitkamil Belediye
Başkanı Rıdvan Fadıloğlu, Gaziantep Turizm Derneği
Başkanı B. Sıtkı Severoğlu, SGK Gaziantep İl Müdürü
Ahmet Yetim ile diğer davetliler katıldı.
Konuşmaların ardından günün anısına Vali Süleyman
Kamçı, Araştırma-Yazar Yaşar Yılmaz'a tarih konulu
taş bir plaket vererek teşekkür etti. Plaket
töreninin ardından toplantı soru ve cevap şeklinde
sona erdi.
Gaziante 27 Gazetesi, 28.06.2011
|
İSTANBUL S.O.S. GİRİŞİMİ,
UNESCO KARAR TASLAĞI'NIN
ÇARPITILDIĞINI SÖYLÜYOR

İstanbul'un, plansız
yapılaşma sürecinde, yapısal ve
sosyal dokusunun bozulması
tehdidine karşı İstanbul S.O.S
girişimi altında toplanan bir
grup İstanbullu, UNESCO karar
taslağı hakkında çıkan
haberlerin gerçekleri
yansıtmadığını söylüyor.
İstanbul'un Dünya Mirası Listesi'nden düşürülmediğine karşı çıkan
haberlere tepki gösteren S.O.S.
girişimi, bu tür haberler ile
bilginin eksik ve çarpıtılarak
verildiği konusuna dikkat
çekiyor.
"UNESCO yaptıklarımızı beğendi",
"İstanbul, Dünya Miras
Listesi'nden düşürülmüyor",
"İstanbul, Tehlike Altındaki
Dünya Mirası Listesi'ne düşmedi"
şeklinde çıkan haberlerin
gerçekleri yansıtmadığını
söyleyen S.O.S. girişimi, son
olarak Haliç Metro Köprüsü
projesinin mimarı Hakan
Kıran'ın, UNESCO'nun söz konusu
maddeleriyle ilgili İstanbul
için endişe belirten bölümleri
belirtmediğini söyleyerek
İstanbul hakkındaki gerçeklerin
saptırıldığını vurguladı.
İstanbul'un doğal, sosyal ve
fiziki çevresinin
sürdürülebilirliğini sağlayacak
katılımcı bir yaklaşım
geliştirilmesini öneren ve
kentin kimlik öğelerinin
korunması konusuna dikkat çeken
S.O.S. girişimi İstanbullulara
kentlerine sahip çıkmaları
konusunda çağrıda bulunuyor.
UNESCO Karar Taslağı hakkında
çıkan haberlerin kararın sadece
belli kısmını belirttiği
konusuna değinen S.O.S girişimi,
orijinal karar taslağını şu
şekilde açıklıyor:
KARAR TASLAĞI:
35 COM 7B.111 (UNESCO taslak
raporu 2011)
Dünya Mirası Komitesi;
1. WHC-11/35.COM/7B.Add
belgesini incelemiş
2. Sırasıyla 32. (Quebec 2008),
33. (Sevlla 2009) ve 34.
(Brasilia 2010) oturumlarında
alınan 32 COM 7B.11, 33 COM
7B.124 VE 34 COM 7B.102
kararlarını değerlendirmeye
almıştır
3.Taraf devletin, Haliç Metro
Geçiş Köprüsü ile ilgili etki
değerlendirme raporları
hazırlanmasına dair uluslararası
uzmanlar ve ICOMOS rehberliğinde
gerçekleştirdiği çabaları
görmektedir ve son oturumda
geçerli olan köprü tasarımının,
kültür varlığının evrensel
değerine ciddi bir olumsuz
etkisi olacağına dair varılan
sonucu, endişeyle dile
getirmektedir.
4. Köprünün tasarımı üzerine
sütunların inceltilmesi, metro
istasyon örtüsünün
değiştirilmesi gibi bazı
açılardan bakıldığında etkiyi
değiştirebilecek farklılıkların
uzman önerisiyle yapıldığını
görmektedir. Ancak, köprünün
önerildiği gibi değiştirilse de
varlığın olağanüstü evrensel
değeri üzerine olumsuz etkisi
olacağını endişeyle
belirtmektedir.
5. Köprünün 2005'te Dünya Miras
Komitesi'ne hiçbir şekilde
danışılmadan prensipte kabul
edilmesiyle ilgili hayal
kırıklığını dile getirmektedir.
Bu durum eylem rehberinin 172.
Paragrafına uygun değildir. İki
uçta metro tüneli çalışmalarıyla
köprünün konumu ve tasarımı
neredeyse önemli oranda
değiştirilemeyecek şekilde
belirlenmiştir.
6. Komite ayrıca yetersiz
iletişim, köprüyle ilgili
öneriler, koruma planı ihtiyacı,
WHC-11/35.COM/7B.Add, s. 165'te
belirtildiği şekilde dünya
mirası etkin yönetim sistemi ve
korunma durumu, trafik ve turizm
için gelişme stratejileri,
tampon bölge konularında
yetersiz geri dönüş nedeniyle
hayal kırıklığını dile
getirmektedir.
7. Taraf devletin taslak bir
yönetim planı oluşturma
çabalarını görmekle beraber
teslim edilen taslak içeriğinin
gereken geniş kapsamlı, çok
disiplinli ve etkin niteliğe
sahip olmadığını düşünmektedir.
Planın, etkili bir koruma
çerçevesi, işler bir yönetim
sistemi oluşturacak ve ilgili
paydaşları dahil edecek,
otoriteler arası dialogu
güçlendirecek, halkın ve ilgi
gruplarının katılımı sağlayacak,
şehrin tarihi peyzajının
önündeki büyük zorluklara
karşılık verebilecek şekilde
geliştirimesi gerekmektedir.
8. Taraf devletin, yönetim planı
çalışmalarındaki ilerlemeye dair
bilgilendirmesini görmekte ve
çalışmanın tamamlanmış bir
yönetim planı olarak
yetkililerce kabul edilen son
halini 1 Ekim 2011'e kadar
İngilizce veya Fransızca olarak
danışma kurullarınca incelenmek
üzere Dünya Miras Komitesi'ne
iletmesini talep etmektedir.
9. Taraf devletin varlık üzerine
Dünya Miras Komitesi ile
iletişim halinde bir bağımsız
danışman kurul oluşturmasını,
altyapı için bir stratejik
gelişme çerçevesi oluşturma ve
koruma konusunda danışmanlık
almasını, varlığın yönetimi için
rehberlik sağlanmasını ve Haliç
Köprüsü'nün etkilerini
hafifletecek tüm olasılıkları
değerlendirmesini önermektedir.
10. Ayrıca taraf devletin Dünya
Miras Komitesi'ne 2012'deki 36.
oturumda incelenmek üzere 1
Şubat 2012'ye kadar varlığın
korunma durumu ve
yukarıdakilerin uygulanışıyla
ilgili güncellenmiş bir rapor
sunmasını talep etmektedir.
Kayda değer gelişme olmaması
halinde varlığın Tehlike
Altındaki Dünya Mirası
Listesi'ne dahil edilebileceği
göz önünde bulundurulmalıdır.
Arkitera, 28.06.2011
******
"HALİÇ'E İP DE
GERSENİZ UNESCO BEĞENMEYECEK"
İstanbul’u dünya
kültür mirası listesinden çıkarılma tehlikesiyle
karşı karşıya bırakan Haliç Metro Geçiş Köprüsü
projesinin mimarı Hakan Kıran, “UNESCO Haliç’e
yapılan her şeyi haliyle olumsuz bulacak. Aynı
fikirden değilsen UNESCO’dan çıkarsın. Bunu bir tek
yaşayan aşağılık varlıklar biz değiliz” dedi.
İstanbul’u
dünya kültür mirası listesinden çıkarılma
tehlikesiyle karşı karşıya bırakan Haliç Metro
Geçiş Köprüsü’nün mimarı Hakan Kıran, UNESCO’nun
köprüyle ilgili tavsiye kararını değerlendirdi.
İstanbul’un
halen listeden çıkma tehlikesinde olduğu gerçek
dışı olduğunu anlatan Hakan Kıran, UNESCO’nun
tavsiye niteliğindeki kararını şöyle
değerlendirdi:
“Karardaki diplomatik dili iyi okumak gerek.
UNESCO sadece uyarılarını ve endişelerini dile
getiren bir istişare kuruludur. Yerine
getirdiğimiz taahhütlerden sonra, Paris’teki son
toplantıda UNESCO bize ‘Sizi artık suçlamıyoruz’
diyor. Burada yapılacak her tasarımın her
haliyle olumsuz etki yaratacağını söylüyor.”
“Bunu zaten herkes biliyor ama karşıdan karşıya
ip de gerseniz bu madde geçerli. Yani UNESCO
ikna olduk yapın ya da yapmayın demiyor. Bunu
diyemez. Aynı fikirden değilsen de Dresden gibi
UNESCO’dan çıkıp yapıyorsun köprünü.
Fransa’da
Bordo, İngiltere’de Londra ve Dresden endişe
listesine giren üç şehirdi. Herkes girip
çıkıyor. Bunu bir tek biz yaşayan aşağılık
varlıklar değiliz.”
İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanı
Kadir Topbaş
ise şunları söyledi: “UNESCO’nun dışında kalma
gibi bir tehlike yok. UNESCO mevcut köprü
projesini de olumlu karşıladı ve şu anda biz
inşaatımızı devam ettiriyoruz.
İstanbul
ulaşımının kuzey-güney hattında böyle bir aksı
oluşturmak zorundayız. Zorunlu olan hatlarda en
doğrusunu ortaya çıkarmak konusunda da
hassasiyetimiz olacak. Birtakım imkanları
sağlarken, var olan değerleri yok etme gibi bir
lüksümüz de yok.”
Hürriyet, Haber: Fatma
Aksu, 01.07.2011
|
'ÇILGIN AMA MUHTEŞEM' KANAL PROJESİ ANALİZİ

Financial Times gazetesinde yayımlanan bir haber
analiz yazısında, hükümetin Karadeniz ile Marmara
arasında yapmayı planladığı kanal projesi incelendi.
Böyle bir kanal
sayesinde
Türkiye’nin ticari
başkenti olan
İstanbul halkının
geceleri daha rahat
uyuyacağının
belirtildiği yazıda,
aradan haftalar
geçmesine karşın
projenin
detaylandırılmadığı
ve ne denli ciddi
olduğunun
sorgulandığı
kaydedildi.
Gazetenin
taşımacılık muhabiri
Robert Wright
imzasıyla yayımlanan
yazıda, “Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan
bile 12 haziran
genel seçimlerinden
önce projeyi
açıkladığında buna
‘çılgın ve muhteşem’
proje dedi”
ifadesine yer verdi.
Cenevre merkezli
deniz taşımacılığı
alanında faaliyet
gösteren “Riverlake
Shipping” şirketinin
araştırmadan
sorunmlu uzmanı Luis
Mateus planların
henüz çok erken
aşamada olduğunu
söyledi. Mateus,
"Sanırım inşa
edilmesine daha 10
yıl var" dedi.
Gazete, planı
desetekleyen mimar
Ahmet Vefik Alp’in
bile bu ve bunun
gibi büyük altyapı
projelerinin ciddi
sorunlar yarattığını
söylediğini
belirtti.
Alp, "Hükümet
tarafından doğru bir
şekilde ele
alınmadığı takdirde,
bu projeler çok
riskli olabilir”
dedi. Erdoğan’ın 27
nisanda yaptığı
açıklamada kanalın
45-50 km boyunda
olup İstanbul’un
batısında yer
alacağını ve 150 m
genişliğinde ve 25 m
derinliğinde
olacağını
söylediğini
hatırlatan gazete,
“güzergah gibi temel
konular hakkında
bilgi verilmedi"
diye yazdı.
Hükümetin bölgede
emlak fiyatlarını
etkilemekten
kaçınmak amacıyla
güzergah konusunda
kesin bilgi
verilmediğini
sölediğini belirten
FT, ancak kanal
konusunda kötümser
olan kişilerin
projenin yeteri
kadar
geliştirilmemiş olup
seçim öncesine
yetiştilmek amacıyla
hızla bir şekilde
hazırlandığını
savunduklarını
kaydetti.
Kanalın şüphesiz
bazı avantajlarının
olduğunun
belirtilidiği
yazıda, "Boğazı
kullanan gemi
sayısına uygulanan
kısıtlamalar ve
arada sırada da olsa
sis sırasında
uygulanan yasak
nedeniyle şilepler
Boğaz’dan geçebilmek
için günlerce sırada
bekliyorlar" diye
yazdı.
Ancak Prof
Alp’in, Karadeniz’in
güneye doğru güçlü
akıntıya yol açan
daha yüksek su
seviyesine karşı
nasıl bir önlem
alınacağı konusunda
çok az bilgi
verildiğine dikkat
çektiğini kaydeden
gazete, "Bazı
gözlemciler
Karadeniz’in şu anda
gaz tutan ölü ve
daha az oksijen
içeren katmanlarına
müdahele edilmesi
halinde, kanalın
toksik hidrojen
sülfat gazı
salabileceğine dair
spekülasyonlarda
bulunuyorlar" diye
yazdı.
ABD’li gemicilik
şirketi 'Compass
Maritime'dan Basil
Karatzas, kanal
konusunda
Türkiye’nin hassas
bir denge tutturması
gerektiğine dikkat
çekti.
Karatzas, "Geçiş
ücreti inşaat
masraflarını
karişılayacak kadar
yüksek olmalı, ama
Karadeniz’den
Akdeniz’e petrol
nakledecek bir
petrol boru hattı
inşa edilmesini
teşvik edecek kadar
da yüksek olmamalı"
dedi.(
Cnn Türk, 28.06.2011
|
ÇELİKKOL'DAN MÜZE

Ünlü gölge oyunu ustası
Şinasi Çelikkol, Türkiye’den
Balkanlar’a kadar birçok
yöreden topladığı otantik
kıyafetler ve eşyaları Misi
Mahallesi’nde 2 ay önce
kurduğu özel etnografya
müzesinde sergiliyor.
Babasının etkisiyle
Bursa’nın yanı sıra Rumeli
ve Balkanlar’dan etnografik
obje ve malzemeler
topladığını belirten Şinasi
Çelikkol, eşi Aysel
Çelikkol’un da bu konuda
kendisine çok büyük destek
olduğunu dile getirdi.
Çelikkol, ’Bursa ve
civarındaki Türkmen, Yörük
kıyafetleri, dokuma aletleri
ve el işleri koleksiyonumu 9
yıl, Rumeli kıyafetlerini 3
yıl boyunca Bursa Karagöz
Sanat Evi’nde sergiledik.
Şimdi bunları Misi’de
kurduğumuz müzede teşhir
ediyorum’ dedi.
Bursa’nın temel folklor
değerlerinden biri olan
Karagöz üzerinde
yoğunlaştıktan sonra
etnografik eserlere ağırlık
verdiğini anlatan Çelikkol,
’1963’lü yıllarda dağ
köylerinden babama bir
şeyler getiriyorlardı. Babam
el işlemelerine meraklıydı.
Başkaları karpuz lambalar
alırken, babam Yörük
kültürünü yansıtan el
işlerini alıyordu” diye
konuştu.
Bursa ve çevresinin yanı
sıra Rumeli’den gelen
göçmenlerin eşyalarını da
yıllarca topladığını ifade
eden Çelikkol, 1989’dan bu
yana Bulgaristan’dan gelen
soydaşların kıyafetlerini
toplamaya başladığını
anlatan Çelikkol, “Eşimle
beraber kurduğumuz müzede
bunları meraklılarına
sergilerken, bir yandan da
ziyaretçilere geleneksel
gölge oyunumuz olan
Karagöz’ü tanıtıyorum’
ifadelerine yer verdi
Bursa Olay, 28.06.2011
|
230 MİLYON YILLIK SARKITA TÜRK İMZASI
Konya-Antalya yolu üzerinde bulanan ve dünyanın
en uzun mağaralarından biri olan
Tınaztepe Mağarası'nda milyonlarca yılda oluşan
sarkıt ve dikitlerin üzerindeki yazılar dikkat
çekiyor.
AA muhabirinin edindiği bilgiye göre, Toroslar'da
yer alan ve 1968 yılında Fransız bilim adamı Michel
Bakalowichz tarafından bulunan
Tınaztepe Mağarası, bin 580 metrelik uzunluğuyla
dünyanın önemli mağaralarından biri olma özelliğine
sahip.
Tınaztepe Mağarası ve çevresi karışık jeolojik
ve jeomorfolojik bir değişim geçirmiş. Oligosen ve
Miyosen dönemine ait alpin dağ oluşumlarıyla bugünkü
tektonik konumlarına ulaşan bölgede genç ve yaşlı
birimler iç içe bulunuyor.
Yapılan araştırmalara göre,
Tınaztepe Mağarası şimdiki durumuna yaklaşık 230
milyon yılda sahip oldu. Mağaradaki büyüleyici
güzellikteki sarkıt ve dikitlerin bir
santimetresinin oluşması için bile binlerce yıl
geçmesi gerekiyor.

Ankara-Konya güzergahını kullanan yerli ve yabancı
turistlerin yoğun ilgi gösterdiği mağarayı işleten
firma yetkilileri, mağarayı gezen bazı kişilerin
sorumsuz davranışlarından şikayetçi...
Mağara içine yerleştirilen ''doğayı koruyalım, çöp
atmayınız, kabuklu yemiş yemek yasaktır'' gibi uyarı
levhalarına rağmen, elektrik aksamları ve bazı
duvarların üzerine yer yer, kalem ya da sert
cisimlerle çeşitli yazılar ve isimler yazıldığı
görülüyor.
Mağara içine bu tür olumsuzlukları önlemek için
güvenlik kameraları koymasına rağmen, sadece mağara
duvarlarına değil bir santimetresi bile binlerce
yılda oluşan milyon yıllık sarkıt ve dikitlerin
üzerine ''Fatma aşkım, seni seviyorum'' gibi yazılar
kazınması, burayı gezen doğa tutkunlarını adeta
yaralıyor.
Yetkililer, doğa harikası ve evrensel miras olan
mağaraların korunması için herkesin daha fazla
duyarlılık göstermesi gerektiğini belirtiyor.
Habertürk, 27.06.2011
|
YENİ AKİT'TEN ANTİK ESER YORUMU: "PUTPEREST
KAVİMLERİN ENKAZLARI"

Yeni Akit gazetesi, bir bira markasının
sponsorluğunda Çanakkale'de üç tapınak ile bir
kilisenin restore edilmesine çıkıştı. Gazete,
restore edilen eserleri "putperest ve Hıristiyan
kavimlerin enkazları" olarak niteledi.
Gerici medyanın en fütursuzca saldırgan gazetesi
Yeni Akit, bu defa da antik eserleri hedef seçti.
Gazetede yer alan "Biracının tapınak aşkı" başlıklı
haberde "Biracı Tuncay Özilhan, putperest kavimlerin
tapınaklarını ihya etmek için canla başla çalışıyor.
Efes Pilsen'in sağladığı büyük maddi desteklerle
Çanakkale bölgesinde üç tapınak ile bir kilise
restore edildi" denildi.
Haberde dile getirilen eleştirilerden biri, bir
bira firmasının bu işe sponsor olmasıydı. Fakat
haber sponsorluk müessesesinin yerine sadece "bira
firması sponsorluğunu" eleştirince, çiğ bir içki
karşıtlığına dönüştü.
Haberde asıl dikkat çekici kısım ise, Türkiye'nin
kültürel mirasının önemli bir kısmını oluşturan
antik kalıntıların "putperest ve Hıristiyan
kavimlerin enkazları" olarak nitelenmesi oldu.
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Arkeoloji
Bölümü Başkanı Doç.Dr. Nurettin Arslan'ın
başkanlığında, kırk kişilik bir kazı ekibi
tarafından Assos Behramkale ve Gürpınar'da yürütülen
çalışmalarda Assos Antik Tiyatrosu yeniden ayağa
kaldırılıyor, küp ve lahit mezarlar ile bazilikal
planda bir tapınak da ortaya çıkartılıyor. Ayrıca
Apollon Smintheus Tapınağı ve çevresi düzenleniyor
ve Athena tapınağına ait 6 sütunun tamiratı da
yapılıyor.
AKP döneminde Başbakanlık tarafından akreditasyon
verilen Yeni Akit gazetesi, haberinde "Bira
pazarının en büyük firması olan Efes Pilsen,
kültürel hizmet adı altında putperest ve Hıristiyan
kavimlerin enkazlarını ihya etmeye çalışıyor"
ifadelerine yer verdi.
Haber Sol, 27.06.2011
|
ROMA ARİSTOKRATLARININ VİLLALARI DÜNYAYA AÇILIYOR

Kaçak define kazılarında ortaya
çıkan ve Romalı aristokratlara ait
olduğu tahmin edilen Germenicia
Antik Kenti Yamaç Villaları’nın
taban mozaikleri, otoritelerin
katıldığı sempozyumda görücüye
çıkıyor.
5. Uluslararası Türkiye Mozaik
Corpus’u Sempozyumu 28-30 Haziran
tarihleri arasında Kahramanmaraş’ta
yapılacak.
2007 yılında yöre sakinlerinin ev
tadilatları ve definecilerin kaçak
kazıları sonrası bulunan ve keşfi
büyük heyecan yaratan Germenicia
Antik Kenti Yamaç Villaları’nın
taban mozaiklerinin dünya
literatürüne girmesi amacıyla dünya
mozaik otoriterleri bir araya
geliyor.
Uludağ Üniversitesi Mozaik
Araştırmaları Merkezi tarafından
organize edilen, Kahramanmaraş
Valiliği himayesinde ve Doğu Akdeniz
Kalkınma Ajansı’nın desteğiyle
gerçekleştirilecek sempozyuma 31’i
yabancı 92 akademisyen katılacak.
Aralarında Dünya Mozaik
Araştırmaları Merkezi (AIEMA) başkan
vekili Prof.Dr. Jean Pierre Darmon
ve Uludağ Üniversitesi Mozaik
Araştırmaları Merkezi Kurucu Başkanı
Prof.Dr. Mustafa Şahin’in de yer
aldığı uzmanlar kazı alanlarını
gezerek, mozaikleri yerinde
inceleyecek.
Kaliteleri ve ikonografileri
açısından Zeugma mozaikleri ile
yarışacak nitelikte olan Germanicia
kenti, şehir merkezinden başlayarak
Karamaraş semtine kadar 146
hektarlık geniş bir alana yayılıyor.
Kentin kalıntılarının bulunduğu
Dulkadiroğlu, Bağlarbaşı, Namık
Kemal ve Şeyhadil Mahalleleri, bu
kapsamda 3. derece arkeolojik sit
alanı olarak tescil edildi.
2010 yılında başlatılan kurtarma
kazılarında bir bölümü gün yüzüne
çıkarılan antik kentteki kazılar
tamamlandığında Türkiye’nin en büyük
açık hava müzelerinden biri olacağı
tahmin ediliyor.
10 desimetrekareye düşen mozaik
taşı sayısı yaklaşık 15-20 tane olan
mozaik tabakalarındaki özenli
işçilik, tasvirlerdeki desen, konu
ve ikonografi çeşitliliği mozaik
tabalarının özgün bir karakter
taşıdığını gösteriyor.
MS 4. ve 5. yüzyıla ait bir
Roma Kenti olduğu ve sakinlerinin
yüksek mevkili aristokratlar olduğu
anlaşılan Germenicia, Maraş’ı
dünyanın en önemli mozaik
merkezlerinden biri haline
getirecek.
Her birinde yaklaşık 15-20 oda
bulunan 100 adet villanın olduğu
tahmin edilen antik kentin taban
mozaikleri, dönemin sosyal ve
kültürel hayatı hakkında önemli
ipuçları veriyor.
İnsan, hayvan ve bitki
figürlerinin çok gerçekçi şekilde
resmedildiği mozaikler arasında
bulunan ‘horoz’ figürünün ise
günümüzde bilinen mozaikler arasında
karşılaşılmamış, benzersiz bir
yapıya sahip olduğu belirtiliyor.
Haber 7, 27.06.2011
|
BİZANS KİLİSESİ MOZAİKLERİ TURİZME AÇILACAK

Erzincan'ın önemli tarihi mekanlarından
Altıntepe'de 2003 yılında
ortaya çıkarılan erken Bizans dönemine ait kilisede
restorasyon çalışmaları
devam ediyor. Kilisenin tabanındaki hayvan motifli
figürlerin bulunduğu mozaikler, restorasyon
çalışmasının
tamamlanması ardından turizme açılacak. Ayrıca
Altıntepe'nin bulunduğu
alana Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İtalyanlar
arasında imzalanan protokol doğrultusunda Arkeolojik
Park kurulacak.
Prof.Dr. Tahsin Özgüç tarafından 1959- 1968 yılları
arasında ilk kazıların
başlatıldığı Erzincan'a 15
kilometre uzaklıktaki
Altıntepe'de Atatürk
Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr.
Mehmet Karaosmanoğlu başkanlığındaki ekip, 2003'te
kazılara başladı. Kazılar sırasında surlar, tapınak,
kabul salonu, açık hava tapınağı, oda mezarları,
gelişkin kanalizasyon sistemleri gibi 2 bin 750
yıllık eserler ortaya çıkarıldı. Kazılarda ayrıca
6'ncı yüzyıl sonrası erken Bizans dönemine ait
Bizans Kilisesi ile hayvan figürleri ile kaplı
mozaikler bulundu. Bunun üzerine 2008 yılında
Altıntepe, çitle
çevrilerek koruma altına
alındı. 2009 yılında da üzerinde hayvan motiflerinin
bulunduğu mozaikli bölümün etrafı kapatıldı ve
gezmek isteyenler için asma köprü yapıldı. Bu yıl
içinde mozaikler temizlenerek
sağlamlaştırılacak, kilise
duvarları bakımdan
geçirilecek. Yaklaşık 250 metrekare alan
içerisindeki mozaikler sergilenecek.
Vali Abdülkadir Demir, Altıntepe'nin Erzincan'ın en
önemli antik kentlerinden biri olduğunu ifade etti.
Urartu döneminde kurulan kale şehirle ilgili olarak
Vali Demir, "Bizans dönemine ait mozaikler
bulunduğunda maalesef bir kısmının tahrip edildiği
görülmüş. Çalışmalar tamamlandığında Altınpe, dört
mevsim ziyaret edilecek bir yer haline gelecek.
Kilisenin etrafı korunmuş durumda ve burası
yüksekten görülecek şekilde dizayn edildi. Uzun
vadede İtalyanlarla bir ortak çalışmamız olacak.
Altıntepe'deki kazı alanını açık müze haline
getirmek için uğraşıyoruz. Burası Urartu döneminin
en gelişmiş kalelerinden biridir. Dolayısı ile
Altıntepe, sadece Erzincan için değil, Türk turizmi
içinde önemli bir değer olacak diye konuştu.
Son Dakika, 27.06.2011
|
AYAZMA'DA İNANÇ TURİZMİ

İstanbul'un tarihi
semtlerinden Çengelköy'de bulunan, Bizans döneminden
kalma Aya Pandeleimon Ayazması, inanç
turizmine
açılacak. Rum Ortodokslar için kutsal sayılan ayazma
alanını, kiliseden kiralayan Doğan Okumuş, yıkık
binaları tamir edeceklerini söyledi. Okumuş,
açılışı 27 Temmuz Ayazma
Kutsal Günü'ne
yetiştireceklerini dile getirdi. Çengelköy
sırtlarında bulunan tarihi Aya Pandeleimon Ayazması,
son olarak 1909'da restore edilmişti. Siyah beyaz
fotoğraflarda laternalar çalınırken,
oyunlar düzeninken görülen panayır alanı bugün
neredeyse yıkılmak üzere. Ancak bir kişi var ki o günleri geri getirmek için kolları sıvamış durumda. Rumların
tarihine sahip çıkan ve inanç
turizmini yeniden başlatmaya karar veren
Doğan Okumuş, yaklaşık 7 bin metrekare
büyüklüğündeki alanı bir yıllığına kiraladı. Çöp
içinde kalan alana birçok ağaç dikti ve yürüme
yolları oluşturdu. Bir dönem lokanta olarak kullanılan ancak bugün tavanı bile çöken yeri de et ve balık
lokantası yapacağını kaydeden Okumuş, "İhtiyarlar
için oturma grubu yapacağım. Ayazma suyunu ziyaret
ettikten sonra ikram yapacağız. Çay bahçemiz, kır düğünü
yapılacak alanımız, nargile kafemiz olacak.
Çocuk
oyun
parkı da kuracağız" dedi.
Okumuş, "Türkiye'den yurtdışına özellikle de
Yunanistan'a göç eden çok fazla Rum var. Yüzlerce
kişi yılın belirli zamanlarında dini günleri
vesilesiyle Türkiye'yi ziyaret ediyor. Geldikleri
yerlerden biri de buradaki Ayazma. Sadece kutsal
suya gelmelerini istemiyoruz. 30 yıldır burada
eğlence bile düzenlenmemiş. İnanç turizmi
yaratacağız, İstanbul kazanacak" diye konuştu.
Okumuş, izinlerin de tamamlanması halinde bölgeyi 27
Temmuz Ayazma Kutsal Günü'ne yetiştirip açılış
yapacaklarını dile getirdi. Ayazma kelimesi Yunanca
kutsal pınar, kutsama anlamlarına gelen "hagiasma"
sözcüğünden geliyor. Ortodoks Hıristiyanları
tarafından şifa verdiği kutsal kabul edilen ve bu
nedenle kutsal sayılmış su kaynakları üzerine
yapılan binalara 'ayazma' deniyor.
Sabah, Haber: BilgeEser, 27.06.2011
|
İŞTE DÜNYA MİRASI LİSTESİ'NİN 5 YENİ BÖLGESİ
Paris’te yapılan toplantılarda, Kolombiya, Sudan,
Ürdün, İtalya
ve Almanya’dan aday gösterilen beş
alanın listeye alınması kararlaştırıldı.
Komite, Kolombiya’nın sembolü olmuş bir geleneği
yansıtan, istisnai görünüme sahip bir kahve
ekim alanını, Sudan’ın Meroe
Adası’ndaki arkeoloji sitesini, Ürdün’deki kanyon ve
falezleriyle ünlü, 12 bin yıllık, koruma altındaki
arkeolojik öneme sahip doğal ve kültürel "Vadi Rum"
alanını, İtalya’nın tarihi 6. ve 8. yüzyıllara
dayanan, içinde şato, manastır ve kilisenin
bulunduğu "Lombard" alanını ve son olarak
Almanya’nın 1910 yılında inşa edilen Alfeld’deki
mimari açıdan tarihi öneme sahip Fagus fabrikasını
listeye dahil etti.
Radikal, 27.06.2011
******
'USTALIK ESERİ'NE
UNESCO'DAN ÖDÜL
BM Bilim, Eğitim ve
Kültür Teşkilatı
(UNESCO),
Selimiye Camii ve
Külliyesi'ni, ''Dünya
Mirası Listesi''ne dahil
etti.
Fransa'da hafta sonuna
kadar süren
toplantıların sonunda,
Selimiye Camii ve
Külliyesi'nin Dünya
Mirası Listesi'ne dahil
edilmesi bekleniyordu.
Mimar Sinan,
Selimiye Camii için
"Ustalık eserim"
demişti.
DÜNYA MİRASI
PROGRAMI NEDİR?
1972 tarihli UNESCO
"Dünya Doğal ve Kültürel
Mirasının Korunması
Sözleşmesi"ne göre,
dünyada "evrensel seçkin
değer" ölçütlerine uyan
kültürel ve doğal
varlıklar, "Dünya
Mirası" sayılıyor.
"Dünya Mirası Listesi"
adını taşıyan bu listeye
girmeyi başaran yerler,
dünya çapında statü,
prestij, turistik
çekicilik, kaynak ve
teknik yardım imkanı
elde ediyor.
Üye ülkeler ise bunun
karşılığında söz konusu
yerlerin "otantikliğini
ve bütünselliğini" bir
Yönetim Planı
çerçevesinde korumak
üzere gerekli idari
önlemleri alma
yükümlülüğünü
üstleniyor.
Sözleşmenin
uygulamasının
izlenmesinden, 24
ülkeden uluslararası
uzmanların seçilerek yer
aldığı Dünya Miras
Komitesi sorumlu.
Listeye girecek yerleri
de aynı Komite tespit
ediyor.
Türkiye'nin başvuruları
sonucunda, Dünya Kültür
Mirası Listesine, 1982
yılından bu yana
İstanbul, Divriği Ulu
Cami, Truva, Safranbolu,
Pamukkale, Kapadokya,
Nemrut, Xanthos-Letoon
ve Hatuşaş girdi.
Habertürk, 27.06.2011
******
BERGAMA VE EFES
UNESCO'DA KALICI LİSTEYİ ZORLAYACAK
UNESCO Dünya Miras Merkezi’ne iletilen geçici
listede yer alan Efes Antik Kenti ile Bergama’nın
kalıcı listeye girebilmesi amacıyla çalışmalar
hızlandırıldı. Selçuk ve Bergamalı yöneticiler,
kalıcı listede yer alabilmek için tanıtım atağına
geçtiler.
BM Bilim, Eğitim ve Kültür
Teşkilatı (UNESCO), Selimiye Camii ve Külliyesi’ni,
“Dünya Mirası Listesi”ne dahil etmesinin ardından
Bergama ve Efes'i harekete geçirdi.
Türkiye’nin ilk kez 1994 yılında
UNESCO Dünya Miras Merkezi’ne iletilen geçici
listesi, 2000, 2009 ve 2011 yıllarında güncellendi.
Bu listede yer alan 26 varlık arasındaki Efes Antik
Kenti ile Bergama’nın kalıcı listeye girebilmesi
amacıyla çalışmalar hızlandırıldı. Selçuk ve
Bergamalı yöneticiler, kalıcı listede yer alabilmek
için tanıtım atağına geçtiler.
Turizm Gazetesi, 29.06.2011
******
EFES'İN MİRASINA 1 MİLYON TANIK

UNESCO’nun geçici listesinde yer alan ‘Antik Kent’in
cazibesi, tüm dünyayı etkilemeye başladı. Efes, 6 ay
dolmadan 1 milyondan fazla ziyaretçi çekti.
Antik Çağ’dan kalan en önemli kültür
varlıklarından
Efes’in yıldızı her gün parlıyor. Kruvaziyer
turizminin hızlanmasıyla, antik kente ziyaretçi
akını da arttı. Efes’le yaşayan değerlere tanıklık
edenlerin sayısının artması, Antik Kentin “Dünya
Kültür Mirası” listesine girmesi için önemli adım
kabul ediliyor.
Selçuk Müze Müdürlüğü verilerine göre, Efes’i 2010
yılında 2 milyon 444 bin 182 turist gezdi. Kent,
2011 yılı Haziran ayının ilk yarısına kadar bir
milyon 5 bin ziyaretçi ağırladı. Müze yetkilileri
yıl sonu itibari ile rakamın 3 milyonun üzerine
çıkabileceğini belirttiler.
Efes’in “Dünya Kültür Mirası” listesine girmesi için
çalışmalar yapan Selçuk Belediye Başkanı Vefa
Ülgür, başvuruyu eylül sonuna kadar UNESCO’ya teslim
edeceklerini istediklerini açıkladı.
Milliyet Ege, 29.06.2011
******
SAGALASSOS ANTİK KENTİ
GEÇİCİ LİSTEDE

Burdur'un Ağlasun
İlçesi'nde bulunan
Sagalassos Antik
Kenti'nin Birleşmiş Milletler'e bağlı Eğitim
Bilim ve Kültür Kurumu
UNESCO
tarafından Dünya
Kültür Mirası'na ilişkin oluşturulan asil listede
değil, geçici listede yer aldığı bildirildi.
Burdur Valiliği'nden yapılan açıklamada, Sagalassos
Antik Kenti'nde dün, Antoninler Çeşmesi'nde bulunan
heykellerin kopyalarının yerleştirilmesi sırasında
Vali Süleyman Tapsız'ın, kendisine iletilen bir nota
dayanarak ''Sagalassos Antik Kenti'nin Dünya Kültür
Mirası Listesi'ne alındığını'' belirttiği, ancak
durumun araştırılınca böyle olmadığının anlaşıldığı
ifade edildi.
Açıklamada şu ifadelere yer verildi:
''Sagalassos Antik Kenti 2009 yılında UNESCO
tarafından 'Dünya Mirası Geçici Listesine'
alınmıştır. Antoninler Çeşmesi'ne ait heykellerin
replikalarının 28 Haziran 2011 tarihinde yapılan
açılış töreninde Sayın valimize verilen yanlış bilgi
nedeniyle, Sagalassos Antik Kenti'nin Dünya Mirası
Listesine alındığı sehven belirtilmiştir. Sagalassos
Antik kenti UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi'nde
bulunmaktadır.''
Yapı, Fotoğraf: Ali
Girişimci, 30.06.2011
******
EŞREFOĞLU CAMİSİ DE
UNESCO DÜNYA MİRASI GEÇİCİ LİSTESİ'NDE

Beyşehir Belediye
Başkanı İzzet Taşcı,
Eşrefoğlu Camisi'nin
Birleşmiş Milletler Bilim, Eğitim ve Kültür
Teşkilatı (UNESCO)
tarafından dünya mirası geçici listesine alınmasının
mutluluk verici olduğunu, caminin
kesin listeye dahil
edileceği konusunda da ümitli olduklarını
söyledi.
Taşcı, Eşrefoğlu Camisi'nde gazetecilere yaptığı
açıklamada, UNESCO'nun verdiği kararın mutluluk
verici olduğunu belirtti. Kararın Beyşehir için çok
önemli olduğunu ifade eden Taşcı, geçen yıl
Beyşehir'e ziyarete gelen Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay'a konuyu ilettiklerini hatırlattı.
Bakan Günay'ın Beyşehir'i ziyaretinde Eşrefoğlu
Camisi'ne ve Beyşehir'in tarihi mirasına hayran
kaldığını vurgulayan Taşcı, şunları kaydetti:
''Sayın Bakanımız ziyaretinin ardından Eşrefoğlu
Camisi'nin UNESCO Dünya Kültür Mirası'na aday
gösterilmesiyle ilgili çalışmaların başlatılması
talimatını verdi. Çok ciddi ve uzun süreli bir
çalışma yapıldı. Belediyemiz ve İl Kültür ve Turizm
Müdürlüğü ile gerekli çalışmaları yaptık ve çok
güzel bir dosya hazırladık. Dosyanın takdimi Nisan
ayında yapıldı, Haziran'da da görüşmeler oldu ve
Eşrefoğlu Camisi geçici listeye kabul edildi''
Taşcı, Eşrefoğlu Camisi'nin ahşap, çini ve diğer
yönlerden dünyada eşi benzeri olmayan bir eser
olduğunu belirterek, ''Eşrefoğlu Camisi'nin UNESCO
tarafından dünya mirası geçici listesine alınması
mutluluk verici. Cami'nin listeye dahil edileceği
konusunda da ümitliyiz'' dedi.
Yapı, 30.06.2011
******
BÜYÜK USTA DÜNYA MİRASI'NDA, ALANYA'YI GERİ
ÇEKTİK
Uzaktan bakıldığında, sanırsınız ki, Edirne’nin
tarihsel varlığı Selimiye Camii iki minarelidir.
Oysa değil. Dört minareli.
Yaklaşık 450 yıl önce yapılan Mimar Sinan’ın
muhteşem ustalığı burada. O devrin teknolojisi
malum. Buna rağmen, dört minareyi uzaktan iki
minare imiş gibi gösteren paralellik, o hassas
ölçü ancak Mimar Sinan gibi, yüz yılda kim bilir
kaç kez dünyaya gelen ustaların işi.
Ya da başka örnek. Selimiye Camiinde kuytu bir
köşeye bir kol saati koyun. Saatin tiktaklarını
ta kubbenin tepesinden duymak mümkün. Öylesine
hassas bir yankı sistemi var. Yine müthiş bir
ustalık işi.
Selimiye Camii, beş yıllık uğraş sonucunda
UNESCO’nun Dünya Mirası listesine alınıyor.
Nedir Dünya Mirası? Evrensel seçkin değer
ölçülerine uyan kültürel ve doğal varlıklara
Dünya Mirası deniyor.
Dünya Mirası seçilen bir kültürel varlık dünya
ölçüsünde saygınlık kazanıyor, turistik
çekiciliği artıyor, teknik ve maddi yardım
alması kolaylaşıyor.
42 ARASINDAN 5
Selimiye Camii’nin Dünya Mirası listesine
eklenmesi amacıyla Edirne Belediyesi, Kültür
Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı aylardır
işbirliği halinde çalışıyor.
Edirne Belediyesi CHP’de olmasına rağmen, iş
dünya saygınlığına geldiğinde, şu parti, bu
parti farkı ortadan kalkıyor. Selimiye’nin Dünya
Mirası seçildiği Paris’teki toplantıda bu üç
kurum yine ortak çalışma yürütüyor.
Geçen Kasım ayında Selimiye ilgili çalışmalar
Edirne’de kırkı aşkın yabancı uzmanın
katılımıyla görücüye çıkıyor. Ardından
hazırlanan dosya gerçekten titiz bir çalışmanın
ürünü. Eserin kendisi Dünya Mirası listesine
girmeye değer olabilir, bunu UNESCO’ya anlatmak
önemli.
Nitekim, Selimiye’nin listeye girdiği toplantıda
çeşitli ülkelerden 42 kültür varlığı aynı
listeye aday gösteriliyor. Ama, onlardan sadece
beşi bu ünvana layık görülüyor. Bunlar arasında
kimi bu listeye girme hakkı kazanamıyor, kimi
eksik dosya nedeniyle eleniyor.
1998’DEN BU YANA İLK
Türkiye’den Dünya Mirasına 1998’den beri
herhangi bir kültürel varlık dahil edilmiyor. On
üç yıl sonra Selimiye ilk.
Türkiye’nin UNESCO’ya sunduğu bir başka
varlığımız daha var. Alanya Kalesi ve oradaki
Selçuk Tersanesi.
UNESCO Alanya dosyasını yetersiz buluyor, bunu
fark eden Türkiye, daha seçime girmeden
Alanya’yı geri çekiyor.
Bunun dışında, Türkiye halen sekiz, on varlık
üzerinde çalışmalarını sürdürüyor. Bunlardan
biri Bursa Hanlar Bölgesi.
Selimiye’yi, Mimar Sinan’ı biz zaten biliyoruz,
dünya da biliyor. Bundan sonra dünya daha iyi
bilecek.
Hürriyet, Yazı: Yalçın Doğan, 30.06.2011
|
İSTANBUL'UN TARİHİ YENİDEN YAZILIYOR

İstanbul’un tarihini 4500 yıl geriye
götüren Yenikapı’da yedi yıldır
süren kazılarda 35 batık, on
binlerce eser gün yüzüne çıktı.
Yenikapı Marmaray – Metro
kazılarında son olarak 1500 yıllık
batığın ortaya çıkarılmasıyla,
arkeoloji dünyasının gözleri bu
kazılara çevrildi. Kazı alanında bir
yandan iş makineleri metro
çalışmalarını sürdürürken, bir
yandan da arkeologlar titizlikle
tarihin derinliklerine ulaşıyor. Ve
bu çalışma yedi yıldır aynı incelik
ve heyecanla sürdürülüyor.
Şimdiye kadar 16 bin müzelik
değerde eserin gün yüzüne
çıkarıldığı, İstanbul tarihinin de
4500 yıl daha geriye götürüldüğü
kazının başkanlığını yapan İstanbul
Arkeoloji Müzeleri Müdürü Zeynep
Kızıltan, ‘‘Makinelerle yarışan bir
kazı gerçekleştiriyoruz. Metro
çalışmalarına engel olmadan bilimsel
anlayıştan da taviz vermeden
yaptığımız kazılarda tarihi
değiştiren bilgilere ulaştık” diyor.
Antik Theodosius Limanı’nın
gravürlerde ve kaynaklarda varlığı
biliniyordu. Ancak tam olarak yeri
saptanabilmiş değildi. 2004’te
Yenikapı’da kazılar deniz
seviyesinin 3 metre üstünde sondaj
kazıları şeklinde başladı.
Buluntular heyecan verici olunca
kazı alanı genişletildi. Geç Osmanlı
ve erken Osmanlı buluntularından
sonra limana ait ilk bilgiler elde
edildi. Limanın yapıları ve iskele
kazıkları, halat ve ahşap
kalıntılardan sonra deniz
seviyesinin altına inildiğinde
batıklara ulaşılmaya başlandı.
Kazı ekibi buluntulara çok fazla
sevinemiyordu. Kazıların uzaması
‘metronun bitirilmesi’ tarihini
ileri attıkça siyasi baskı da
artıyordu. Alanda çalışanlar
Neolitik döneme ait buluntular
gelebileceğini söylediklerinde
meslektaşları bile bu söyleme güldü.
Çünkü MÖ 6500 yılına ait İstanbul’da
Yarımburgaz ve Fikirtepe dışında bir
ize rastlanmamıştı. Kamuoyunda
‘metro çalışmaları yavaşlıyor’
seslerinin yükselmeye başladığı
sırada Neolitik döneme ait ilk
buluntu geldi.
Urne tipi bir mezar alandaki
arkeologları heyecanlandırdı.
Dünyanın gözü Yenikapı’ya
çevrilmişti. Neolitik dönem yaşam
izi çamurun içinden çıkmıştı.
Ardından kano küreği, bir başka urne
tipi mezar derken 8500 yıllık ilk
insan mezarı çıkarıldı. İstanbul
tarihiyle ilgili ezber bozuldu.
İstanbul’daki yaşam izleri 4500 yıl
geriye gitti. 35 batıktan sonra 15
metre boyundaki bu yeni batık
arkeologların hassasiyetlerinin ne
kadar haklı olduğunu gösterdi.
Kazı Başkanı Zeynep Kızıltan
süreci Radikal’e şöyle anlattı:
‘‘Bilimsellikten kopmadan yanı
başımızda çalışmalarına devam eden
makinelerle yarışarak kazıları devam
ettirdik. Metro çalışmalarına engel
olmadık. Marmaray kazılarını
bitirdik. Metro kazılarının da üçte
birini teslim ettik. 28 bin
metrekare alanı 14 metre
derinliğinde tamamen el yordamıyla
kazdık. İğne ile kuyu kazmak tabiri
tam da burası için uygun düşer
sanırım.”
Yedi yıllık tarihi kazının kimlik
kartı
-
Yenikapı Marmaray – Metro
arkeoloji kazıları 2004 yılında
başladı.
-
Yedi yıldır süren kazılarda kazı
envanterine alınmış eser sayısı
yaklaşık 40 bin. Etüde alınmış eser
sayısı yaklaşık 150 bin.
-
Bugüne kadar kazılardan yaklaşık
1 milyon kasa çanak-çömlek çıktı.
Bunların çok büyük bir bölümü tasnif
edildi.
-
Kazıda 5. ve 11. yy’ler arasında
muhtelif zamanlarda batmış 35 adet
batık tespit edildi. bunlardan 30
adedi yelkenli yük gemileriyken 5
tanesi kürekle çekilen ince uzun
kadırgalar. Karada bulunmuş batık
açısından dünya üzerinde Yenikapı
kazıları en çok batık çıkan kazı
olma özelliği taşıyor.
-
Kazı alanında halen 45 arkeolog,
mimar, sanat tarihçisiyle 265 işçi
harıl harıl çalışıyor.
-
Dünyada yedi yıl aralıksız süren
başka bir bilimsel kazı yok.
Bilimsel kazılar yılda en fazla iki
ay kazı alanında çalışma yapılırken,
Yenikapı’da aralıksız sürüyor.
-
Kazı alanında Geç Osmanlı
döneminden başlayarak, erken
Osmanlı, Bizans, Roma, klasik ve
arkeik dönem arkeoloji katmanlarının
her evresinden veriler elde edildi.
Büyükşehir Belediyesi kazı
alanında bir arkeopark yapılması
için de düğmeye bastı. Açıklamada
‘‘8500 yıl öncesine ait liman ve
gemileri gün ışığına çıkaran
arkeolojik bulguları sergilemek
üzere Yenikapı Transfer Merkezi
bünyesinde bir de arkeopark
projesini hayata geçiriyoruz. Günde
1.5 milyon insanın seyahat edeceği
önemli bir merkez olacak Yenikapı
Transfer Merkezi ve Arkeopark
Alanı’nı uluslararası mimarların
yaptığı bir projeyle uygulamayı
planlıyoruz” denildi.
Radikal, 26.06.2011
|
EFES ANTİK KENTİNDEKİ KAZI ÇALIŞMALARI
İzmir’in Selçuk
İlçesi'ndeki Efes antik kentindeki 2011 dönemi
kazılarının Ekim ayına kadar devam
edeceği ve kazılara hız verileceği
bildirildi.
Avusturya Efes
Kazıları Başkanı Doç.Dr. Sabine
Landstaetter, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, 2011 dönemi kazılarının
Mayıs’ta başladığını ve Ekim’e kadar
süreceğini belirterek, restorasyon
çalışmalarının ise yıl boyunca
süreceğini söyledi.
Kazının finansmanının Avusturya
ve Avrupa Birliği dışında özel
sponsorlar tarafından da
destekleneceğini kaydeden
Landstaetter, Çukuriçi Höyük’te 3
yıldır devam eden ve Avrupa
Araştırmalar Konseyi tarafından
finanse edilen büyük bir proje
başladığını hatırlattı.
Çukuriçi Höyük’teki kazılarından
elde edilecek yeni buluntuların Batı
Anadolu’nun prehistorik dönemleri
için aydınlatıcı bilgiler ortaya
koyacağını belirten Landstaetter,
Artemis Tapınağı alanındaki “tribün”
olarak adlandırılan yapıda da
çalışmaların sürdüğünü kaydetti.
Landstaetter, buranın küçük bir
tiyatro olduğunu, yazılı
kaynaklardan öğrenildiği üzere
Artemis Kutsal alanında Tanrıça
Artemis adına törenler
düzenlendiğini anlattı. Söz konusu
küçük tiyatronun Erken Roma
İmparatorluk Dönemi’nde özel
törenler için inşa edildiğini
kaydeden Landstaetter, şunları
söyledi:
“2011 kazı alanlarından biri de
Domitian Tapınağı. Alanda yapılan
jeofizik araştırma sonuçları
gösterdi ki alanın büyük kısmında
Geç Antik Dönem yapıları
bulunmaktadır. Jeofizik Araştırmalar
sonucunda tespit edilen bu yapıların
kazısının yapılması gerekmektedir.
Ayrıca yine jeofizik
araştırmalarının, Meryem
Kilisesi’nin güneyinde yapılan
çalışma sonuçları göstermiştir ki,
bu alanda Geç Antik Dönem Konutları
yer almaktadır. Bu evlerde bir kazı
çalışması yapılacaktır ve jeoradar
taramaları Peristyl avlulu ve
apsisli güzel bir odayı
göstermektedir.
Çalışmaların diğer bir odak
noktası Ortaçağ Türk Dönemi
yerleşimi Ayasuluk’un araştırılması
olacak. Vakıflar Genel Müdürlüğü ve
Avusturya Arkeoloji Enstitüsü
arasında imzalanan protokole bağlı
kalınarak, bu yıl iki türbede
araştırmalara devam edilecektir.
Artemision Tapınak alanı girişindeki
türbenin kazıları sonlandırılacak ve
yapı restorasyon için hazır hale
gelecek. Selçuk Devlet Hastanesi
yanındaki türbenin ise belgeleme
çalışmaları tamamlanacak ve bir
restorasyon projesi hazırlanacak. ”
Efes
antik kentinde kazı
çalışmalarının yanı sıra yoğun bir
restorasyon çalışmasının da devam
ettiğine işaret eden Landstaetter,
“Yamaç Ev 2 Mermer Salon Restorasyon
Projesi”nin büyük ilerleme
kaydettiğini, son aylarda yapılan
çalışmalar sırasında ikinci sıra ana
duvar kaplamaları mermer
plakalarının büyük bölümünün
tamamlanmasının mümkün olduğunu
bildirdi.
İlerideki aylarda bu plakaların
yapıştırılması ve duvara montajının
planlandığını ifade eden
Landstaetter, Yamaç Ev 2′nin duvar
resimleri restorasyonunun da yeni
bir proje olduğunu belirtti. Duvar
resimlerinin temizlik, güçlendirme
ve konservasyonunun yapıldığını
kaydeden Landstaetter, projenin
amacının Yamaç Ev 2′deki tüm duvar
resimlerinin güvenlik altına alınıp
korunması ve ziyaretçilere sunulması
olduğunu söyledi.
2010 yılında Hadrian Tapınağı’nda
günümüz korunmuşluk durumunu
gösterir bir restorasyon analizi
yapıldığını da hatırlatan
Landstaetter, “Analiz sonuçları,
tapınağın kötü durumda ve yüksek
risk taşıdığını gösterdi. 50′li
yıllarda yapılan yeniden ayağa
kaldırma çalışmaları sırasında
kullanılan malzemeler yetersiz
kalıyor. Bağlayıcı olarak kullanılan
demir elemanlar suyla temas sonucu
zamanla aşınmış. Bu nedenle kazı ve
turizm sezonu öncesi tehlike taşıyan
bu bölgelerin güvenlik altına
alınmasına karar verildi. 2011 yılı
sonbahar sezonuna kadar Hadrian
Tapınağı için kapsamlı bir
restorasyon konsepti hazırlanacak”
diye konuştu.
En önemli restorasyon
çalışmasının Efes Antik Tiyatro’da
devam ettiğini dile getiren
Landstaetter, bu yıl kuzey girişin
güvenliğinin de sağlanmasının
ardından tiyatronun her iki
girişinin de açılmasının mümkün
olacağını anlattı.
Doç.Dr. Sabine Landstaetter,
kazı programındaki bir yeni bir
projenin de Serapis Tapınağı
olduğunu kaydederek, Efes Vakfı
tarafından finanse edilecek olan bu
projenin amacının Serapis
Tapınağının yeniden ayağa
kaldırılması olduğunu söyledi.
Landstaetter, bu projeyle ilgili şu
bilgileri verdi:
“2011 yılı için restorasyon
öncesi yapıda analiz planlanmıştır.
İlk olarak jeofizik ölçümler ve 3
boyutlu tarama yöntemleriyle
tapınağın tam bir ölçümü
yapılacaktır. Ağustos ayında da yapı
elemanlarının belgelenmesi ve
bilimsel restorasyon araştırmaları
yapılacaktır. Ayrıca sismik ve
statik analizleri de
gerçekleştirilecektir. 2011-2012
yılı kış döneminde yapılan tüm
çalışma ve analiz sonuçlarının
değerlendirilmesi, tapınağın yeniden
ayağa kaldırılması konusunda
bilgiler verilecek ve karar
alınacaktır. ”
Landstaetter, bu yılki kazılarda
antik kentin farklı alanlarında Türk
ve yabancı bilim adamlarından oluşan
150 kişilik uluslararası bilimsel
bir ekibin çalışacağını sözlerine
ekledi.
Son Dakika, 26.06.2011
|
ANTİK TİYATRONUN ÜZERİNDEKi KARAYOLUNUN GÜZERGAHI
DEĞİŞECEK
Zonguldak’ın Çaycuma
İlçesi'ne bağlı
Filyos beldesindeki Tieion antik
kentindeki bulunan Roma dönemine
ait antik tiyatronun üzerinden geçen
karayolunun güzergahı
değiştirilecek.
Kültür ve Turizm
Bakanlığı ile Zonguldak İl Özel
İdare Müdürlüğü tarafından
desteklenen antik kentteki kazı
kazılar kapsamında, 1 Temmuz
itibariyle 30 işçi ve 35 öğrenciyle
çalışmalar başlayacak. Roma dönemine
ait 2 bin 500 kişilik antik
tiyatrodaki kazılarda, oturma
alanları ve sahnenin gün ışığına
çıkarılması amaçlanıyor.
Karabük Üniversitesi Arkeoloji
Bölümü ve Kazı Ekibi Başkanı
Prof.Dr. Sümer Atasoy, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, kazıların
tiyatronun yanı sıra tarihi kale
alanında sürdürüleceğini ve çevrede
de yüzey araştırması
gerçekleştireceklerini söyledi.
Kazılar için bu yıl 150 bin lira
kaynak aktarılmasını beklediklerine
kaydeden Prof.Dr. Atasoy, şöyle
konuştu:
”Tiyatro alanında çok miktarda
toprak yığını birikmiş, bunların
temizlenmesi fazla zaman alıyor.
Geçmiş dönemde bol miktarda toprak
attık. Yeni oturma kademelerini
ortaya çıkardık. Kaç adet oturma
sırası kalmış, kaçı eksik, bunlar
belirlendikten sonra restorasyon
projesi hazırlanabilir. Antik
tiyatronun bir kısmının üzerinden
karayolu geçiyor. Bu yolun
kaldırılması planlanıyor. Tiyatronun
arka kısmından 20 metre genişliğinde
yeni yol yapılmasına yönelik proje
hazırlanıyor. Tiyatronun üzerindeki
yol kalkacak. Yoldaki kanallar ve
elektrik direklerinin de yerine
değişecek. Böylece tiyatronun
tamamını gün yüzüne çıkarmak mümkün
olacak.”
Prof.Dr. Atasoy, tiyatronun sıra
taşlarının geçmişte çevredeki
inşaatlarda kullanıldığını
belirlediklerine işaret ederek,
”Bunlar bizim için önemli sorunlar.
Tiyatronun tam kapasiteyle ortaya
çıkarılıp restore edilmesi 5-6 yılı
bulacaktır. Tiyatro turizme
kazandırılırsa antik kente ilgiyi
arttıracaktır. Tarihi kalıntının
arka kısmındaki mezarlığın
kaldırılması ve yol açılması
gerekli. Aksi takdirde tiyatroya
giriş ve çıkışı sağlamak mümkün
olamaz” dedi.
Tarihi kale içerisindeki Roma
dönemine ait tapınak ve Bizans
kilisesinin de ortaya çıkarılmasına
yönelik kazılar yapacaklarını ifade
eden Atasoy, şunları kaydetti:
”Asıl sahil kısımdaki bölgeyi
kazmak istiyoruz. Orası çok hisseli
özel mülkiyet olduğu için
kamulaştırılması lazım. Bu da çok
para tutuyor. Oraya yaptığımız ön
çalışmaların ardından el
süremiyoruz. Elektro radarla
gerçekleştirdiğimiz çalışmalarla
arazide ne olduğu biliyoruz.
Binalar, sokaklar ve iki hamam gibi
eserler var. Para aktarılamadığı
için kamulaştırma konusunda herhangi
gelişme yok. Antik kentin ana
merkezi bu arazidir. Karadeniz’de
Kastamonu, Sinop, Samsun, Ordu ve
Trabzon’da eski yerleşim alanlarının
izleri kayboldu. Filyos bu açından
bozulmamış ve el değmemiş tek yer
konumunda.”
-TİEİON ANTİK KENTİ-
Zonguldak’ın kuzeydoğusunda sahil
kenti Filyos’taki Tieion antik
kenti, Tios adlı rahibin
önderliğindeki Miletos kolonisince
kurulmuş. Tarih boyunca Herakleia
Pontika (Ereğli) ve Amastris’in
(Amasra) gölgesinde kalan kent,
çeşitli krallıklara bağlı varlığını
sürdürmüş. Romalılar tarafından yıkılıp
yağma edilen kent, daha sonra
yeniden inşa edilerek Roma
eyaletlerine bağlı ticaret ve
balıkçı bölgesi olarak varlığına
devam etmiş. Bölge, sonraki
dönemlerde balıkçı kasabasına
dönüşmüş.
19. yüzyılın ikinci yarısından
itibaren yabancı araştırmacılar ve
seyyahlarca araştırmalar yapılan
antik kentte, 2006′da başlatılan
kazı çalışmalarının Karadeniz ve
Küçük Asya tarihiyle arkeolojisine
ışık tutması planlanıyor.
Zaman, 26.06.2011
|
KERKENES HARABELERİ'NDE KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI
Yozgat‘ın Sorgun
İlçesi'ne bağlı
Şahmuratlı Köyü yakınlarında bulunan
ve Kayıp Şehir Pteria antik kenti
olarak bilinen Kerkenes
Harabeleri‘nde 2011 yılı kazı
çalışmaları başladı.
Anadolu‘nun en eski yerleşim birimlerinden biri olduğu ve Hattuşaş‘tan sonra Hititlerin en büyük antik kenti olarak bilinen Kerkenes Harabelerinde kazı çalışmaları başladı. 1992 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi öğretim üyelerinden Dr. Geoffrey D. Summers başkanlığında başlayan çalışmalar 19 yıldır sürüyor. 2011 yılı kazı çalışmalarında Kapadokya kapısı yakınlarında üzerinde karşı karşıya bakan aslan figürlü bir taş bulundu. Kazı eş başkanı Scott Branting, Kerkenes Harabelerinde bu yıl yapılan çalışmalarda Kapadokya kapısı dışında başka bir alanda da kazı çalışmaları başlattıklarını belirterek, “Burada yaptığımız çalışma 3 hafta sürecek. Şehrin Demir Çağı‘nda MÖ 600 yıllarında Med‘ler tarafından kurulduğu tahmin edilmektedir. Yaptığımız bu çalışmalarda o dönemde büyük bir savaş ve yangın geçiren kete ait bulguları araştırıyoruz” dedi.
Yapılan araştırmaya Chicago
Üniversitesi, Koç Üniversitesi ve
Orta Doğu Teknik Üniversitesinin
destek verdiğini ifade eden Scott
Branting, “Kazı çalışmalarına bu
üniversitelerden öğrenciler
katılıyor, ayrıca harabelerin
bulunduğu Şahmuratlı Köyü halkından
da yardım alıyoruz” diye konuştu.
Kerkenes Harabeleri hakkında ise
şu bilgilere yer verildi.
“Kerkenes Harabelerinde yüzey
araştırması ve kazı çalışmaları 1992
yılında Orta Doğu Teknik
Üniversitesi Öğretim Üyelerinden Dr.
Geoffrey D. Summers başkanlığında
başladı. Yapılan kazılar sonucunda
kentin, Med‘ler ve Pers‘ler arasında
MÖ 580 yılında başlayan ve güneş
tutulmasıyla sona eren savaş
sonrasında Med Kralı Asyages
tarafından kurulan antik Pteria
olduğu öğrenilmiştir. İnanışa göre
Med‘ler ve Pers‘ler yıllarca
savaşmış ancak güneş tutulmasıyla
gökyüzünün tamamen kararıp
yıldızların görünmesiyle tanrının
savaş istemediğini düşünmüşlerdir ve
savaşı Kerkenes Harabeleri‘nin
eteklerinde sona erdirmişlerdir.
Kerkenes Harabeleri çok geniş bir
alanı kaplamaktadır. Harabeleri
çepeçevre saran sur kalıntıları
yerinde durmaktadır. Kentin yaklasik
7 km olan sur duvarlari 2,5
kilometrekarelik bir yerleşim alanı
olusturmaktadır. Orta yerde Sülüklü
Göl (Büyük Göl) olarak anılan yerde
yaklaşık 20 metre çapında su
birikintisi bulunmaktadır. Buna
benzer Kızlar ve Atlar Gölleri de
bulunmaktadır. Araziyi saran sur
kalıntıları batıda yaklaşık 4 m.lik
bir boşluk bırakmaktadır ki
burasının sur kapısı olabileceği
tahmin edilmektedir. Kerkenez
Dağı‘ndaki kayıp şehir Pteria antik
kentinin, kurulduğu alan üzerinde
Kapadokya, Kuzey, Gözbaba, Batı,
Karabaş, Güney, Doğu olmak üzere 7
kapısı bulunmaktadır.
Son yapılan
kazı çalışmaları sonucu Frigçe yazıt
parçaları bulunmuştur, Frigçe
yazıtlar bulunması kentin yıkılmadan
önce büyük ölçüde Frigleştiğini
göstermektedir.”
Beyaz Gazete, 26.06.2011
|
BİN YILDIR UYUYAN KENTİN BİR SIRRI DAHA ÇÖZÜLDÜ

Arkeologlar, dünyanın en gizemli ve keşfedilmeyi
bekleyen yerlerinden biri olan Maya uygarlığından
kalma Palenque antik kentinde, bin yıldan daha eski
bir mezarı görüntülemeyi başardı.
Araştırmacılar, Meksika’nın
güneyinde bulunan antik kentteki 1,500 yıllık mezarı
kamerayla görüntüledi. Böylece, tarihin en gizli
kalmış köşelerinden birinin üzerindeki esrar perdesi
az da olsa aralanmış oldu.

Mezar odasında, ölülerin
hazırlandığı düşünülen bir oda, ölülere sunulan
çanak çömlek gibi çeşitli eşyalar ve kırmızıya duvar
resimleri tespit edildi.
Chiapas eyaletinde bulunan antik
kentteki bir piramidin içinde bulunan mezar odası
1999’da tespit edilmiş ancak içeri erişim
sağlanamamıştı. Meksika Ulusal Antropoloji ve Tarih
Enstitüsü (INAH), mezara piramidin sağlamlığını
etkilememek ve duvar çizimlerine zarar vermemek için
girilmediğini belirtti.
Gür ormanların içinde kaybolan Maya
antik kenti Palenque, yaklaşık bin yıl önce
bilinmeyen nedenlerle terk edildi. Şehir, uygarlığın
en parlak günlerinde kölelerin, sanatçıların,
tüccarların, savaşçıların ve din adamlarının
yaşadığı büyük bir nüfusa sahipti.

Aradan bin yıl geçtikten sonra
arkeologların hala sırlarını çözmeye çalıştığı
Palenque, sahip olduğu kültürel zenginlikle gören
herkesi kendine hayran bırakıyor.
MS 800 yıllarında terk edilen
kentin sahip olduğu üç tapınaktan biri, yedinci
yüzyılda Kral Paca için inşa edilen Yazıtlar
Tapınağı. 1952 yılında, arkeologlar tapınağın içine
ulaşan bir tünel bulmuştu. Araştırmacılar, tüneli
takip ederek sayısız kabartmayla süslenmiş kral
mezarına ulaştı.

Üç yıl boyunca Palenque’nin
haritasını çıkarmak için çalışma yapan Dr. Ed
Barnhart, antik kentin “mevsimsel değişimleri
mükemmel bir şekilde takip edebilecek şekilde” inşa
edildiğini belirtmişti.
Buna göre, ilkbahar ve sonbaharda
yaşanan ekinokslarda, günbatımındaki ışınlar tapınak
odalarının en uzak köşelerini aydınlatıyordu. Yaz
ekinoksunda ise tapınakların ortasındaki odalar gün
ışığıyla doluyordu. Zamanı bu şekilde takip ederek,
Mayalar belli tarım faaliyetlerini ve toplumsal
ritüellerini gerçekleştiriyordu.
Hürriyet, 26.06.2011
|
OSMANLININ KUŞLUK GELENEĞİ DOLMABAHÇE SARAYI'NDA
YAŞATILIYOR

Osmanlı'dan miras kalan kuş evlerinin çoğu
işlevini yitirmiş. Ama Dolmabahçe'de yaptırılan
kuşluk hala ayakta. Tıpkı eskiden olduğu gibi
birbirinden farklı kuş türleri, sarayın bahçesinde
padişahlar gibi ağırlanıyor .
Osmanlı'da kuşların yeri apayrı... Gerek hediye
etmek gerek yetiştirmek için olsun pek çok padişah,
kuş yetiştiriciliğiyle uğraşmış hatta saraylara
kuşhaneler başka bir deyişle 'kuşluklar' inşa
ettirmiş. Osmanlı'daki kuş sevgisi bununla da
kalmamış. 16. yüzyıldan itibaren cami, medrese, han
ve türbelerin kuzey rüzgarı almayan cephelerine,
literatürde kuş köşkü, kuş sarayı, serçe sarayı,
güvercinlik adı verilen kuş evleri yaptırılmış.
Farklı özellikler gösteren bu kuş evlerinin
İstanbul, Anadolu ve Rumeli'de çeşitli örnekleri
mevcut. Örneğin; Edirne'de Rüstem Paşa Kervansarayı
ve Eski Cami, İstanbul'da Süleymaniye Camii,
Amcazade Hüseyin Paşa Külliyesi ve Yeni Cami'deki
küçük girintiler halinde yapılmış kuş evleri, hala
kuşların meskeni. Hakeza, özel taşlarla işlenerek
yapılan serçe ve kuş sarayları da öyle. Mesela, bu
türün örneklerinden Büyükçekmece Köprüsü, Tokat
Ulucami, Üsküdar'daki Yeni Valide, Ayazma ve
Selimiye camileri'ndeki kuş evleri güvercin ve
serçelerin uğrak yeri!
Fakat kuşları yuvasız bırakmamak için ortaya
çıkan bu mimarinin en büyük örneği, 'Saray
Kuşhaneleri' diğerlerine mukabil işlevini yitirmiş.
Biri hariç. Sultan Abdülmecit tarafından 1856'da
Dolmabahçe Sarayı'nda yaptırılan kuşluk, 1984'te
TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı'nca restore
edilerek yeniden kullanıma açılmış. İçine, Ankara
Hayvanat Bahçesi'nden getirilen 13 kuş çeşidi
konulmuş. O gün bugündür 'Dolmabahçe Sarayı Kuşluğu'
ziyaret edilebiliyor. Fakat saraya gelen pek çok
kimse bundan habersiz. Bu yüzden; Dolmabahçe
Sarayı'nı gezen yerli ve yabancı turistler sarayda,
cıvıl cıvıl kuş ve horoz seslerini, ortalıkta arz-ı
endam eden tavus kuşlarını görünce şaşkınlıklarını
gizleyemiyor; bu hayvanların müze-sarayda ne işi
olduğunu öğrenmeye çalışıyor. Kuşhanenin sorumlusu
Hamdi İmer, ziyaretçilerin sarayda kuş
yetiştirildiğini öğrenmeleriyle şaşkınlıklarını
memnuniyete bıraktıklarını söylüyor ve ekliyor:
"Hayvanlarla bizi gören ziyaretçiler, 'Siz
ölmezsiniz!' diye atıfta bile bulunuyorlar." Haksız
da sayılmazlar. Kuşluk bahçesini şöyle bir dolanınca
hayatın stresini arkada bırakıyor insan. Günlük
hayatta duyamayacağınız kadar çok kuş sesi
kulağınızda cıvıldıyor.
Bütün bunlardan geriye bazen tatlı bir tebessüm
kalıyor yüzünüzde, bazen de atalarımız için şükür
duaları... Peki, bizlerde bu duyguları uyandıran
kuşhanede kaç kuş çeşidi var? Sultan Abdülaziz
devrinde dünyanın çeşitli yerlerinden hediye olarak
gönderilen kuşların beslendiği yerde, şimdilerde
kanarya, muhabbet kuşu, sultan papağanı, tavus kuşu,
bıldırcın, muhabbet kuşları, sülünler, fizan tavuğu,
peç tavuğu, yörük tavuğu gibi 13 çeşit kanatlı
yaşıyor.
Kanaryalar ve muhabbet kuşları kuşhanenin iç
odalarında kalıyor. Buraya görevliler dışında kimse
giremiyor. Kanaryalara ait iki oda var. Birinde
kuluçkaya yatanlar duruyor. Doğrusu, bir oda dolusu
kanarya ile tanışmak harika bir duygu. Muhabbet
kuşları ise iç kısımdaki başka bir odada. Kuşhanenin
ziyaret edilebilen tarafında tavuk çeşitleri ve
tavus kuşlarına ait barınaklar mevcut. Buradaki
hayvanlar kafeslerinde hiç durmuyor; gün boyu
bahçede dolaşıyorlar. Türleri farklı olmasına rağmen
birbirleriyle arkadaşça ilişkileri gözden kaçmıyor.
Mesela sürekli kanatlarını açarak ziyaretçilere
görsel şölen yaşatan tavus kuşu hepsinin ağabeyi
gibi, tavukları peşinden ayırmıyor!
Zaman, Haber: Sevim Şentürk 26.06.2011
|
GÖKYÜZÜNDE KÜLTÜREL İŞBİRLİĞİ
Yeşilköy'deki Atatürk Havalimanı'nın
Teknik 2. Hangarı'ndayız.
Karşımızda, Türk Hava Yolları (THY)
Genel Müdürü Doç. Dr Temel Kotil ile
İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV)
Yönetim Kurulu Başkanı Bülent
Eczacıbaşı. Kotil samimiyetle konuğu
Eczacıbaşı'na uçaklarla ilgili bilgi
veriyor, havacılık alanındaki
gelişmelerden bahsediyor. Eczacıbaşı
da ilgiyle onu dinliyor. THY ve
İKSV, son 10 yıldır kendi
alanlarında çok önemli atılımlar
yaptı. THY, 10 yıl öncesine kadar
yalnızca Türk vatandaşlarını taşıyan
bir şirket olarak bilinirken, bugün
Avrupa'nın en iyi havayolu şirketi
unvanına sahip. İKSV de yıllarca
Türkiye'de uluslararası
standartlarda festivaller
düzenledikten sonra 2004'ten
itibaren çıtayı yükseltti.
Avrupa'nın pek çok yerinde,
Türkiye'den sanatçıların katıldığı
festivaller düzenleyen bir kurum
haline geldi. Şimdi Türkiye'nin
İstanbul merkezli bu iki devi,
uluslararası alanda Türkiye'yi daha
iyi tanıtmak ve Türk kültürünü,
sanatını ve sanatçısını dünyayla
buluşturmak için işbirliğine
gidiyor.
SANATSEVERLER FAYDALANACAK
Kültür sanat alanında, son
yıllardaki en önemli ortaklık kabul
edilen bu işbirliğinden kurumların,
sanatçıların yanı sıra sanatseverler
de fazlasıyla yararlanacak. Şimdilik
sadece bir kısmı açıklanan birçok
proje hayata geçirilecek. İki kurum
arasında, uzun vadede daha köklü bir
işbirliğinin temelleri de atılıyor.
KÜLTÜR ARTIK HER YERDE
Çekilişe
katıl, festivallere konuk ol:
Yurtiçinde ve yurtdışında yapılacak
özel promosyonlarla Türk Hava
Yolları misafirleri, İKSV'nin
düzenlediği festivallere bilet
kazanma imkanı bulacak. Türk Hava
Yolları ayrıca yurtdışında da özel
promosyon ve çekilişler yaparak,
belirlenecek talihlileri İstanbul'a
uçuracak ve İstanbul festivallerinde
ağırlayacak.
VIP
salonlarında konser: Yurtdışı bazı
havaalanlarında ve yurtiçi CIP
salonlarında Türk müzisyenlerin
katılımıyla gerçekleştirilmesi
planlanan caz ve klasik müzik
konserleriyle, Türkiye'nin müzikal
alandaki çeşitliliğinin
yurtdışındaki tanıtımına destek
verilecek. Bu konserleri İKSV
organize edecek.
Business
class'ta uçanlar, İstanbul Bienali
sizi bekliyor: Business class uçuş
kartlarını gösteren THY yolcuları,
bu yıl 17 Eylül-13 Kasım tarihleri
arasında gerçekleştirilecek 12.
İstanbul Bienali'ni ücretsiz
gezebilecek.
İstanbul
festivalleri mekanlarında check-in
imkanı: İstanbul festivalleri
mekanlarına THY kioskları kurulacak.
Burada check-in ve call center'lar
oluşturacak.
Uçaklarda
özel İKSV tanıtımı: THY, İstanbul
festivalleri ile ilgili özel tanıtım
filmleri hazırlayacak. Bu filmler
uçakların kabin içi ekranlarında
gösterilecek.
Film
seçimleri İKSV'den: Türk Hava
Yolları uçaklarında, İKSV'nin
desteğiyle seçilecek, telif hakkı
alınmış, festivallerde izleyiciyle
buluşmuş filmler gösterilecek.
Yabancı filmlerin yanı sıra Türk
sineması seçkisine de yer verilmesi
planlanıyor. Bu kapsamda, Türk
sinemasının uluslararası seyircilere
ulaşması adına önemli bir adım
atılmış olacak.
Doç.Dr.
TEMEL KOTİL
- Türk Hava
Yolları'nın kültür
sanat alanında böyle
önemli bir
işbirliğine
girmesinin
motivasyonu nedir?
- Türkiye'nin bayrak
taşıyıcı havayoluyuz
ve aynı zamanda
küresel iş yapan bir
şirketiz. Bunlar
bize, faaliyet
alanımız dışında da
birçok sorumluluk ve
misyon yüklüyor. Bu
misyon çerçevesinde
birçok farklı alanda
sponsorluk ve
işbirlikleri
yapıyoruz. İstanbul
bizim merkezimiz.
Bu şehrin kültür
sanat anlamında bir
merkez olması, hem
kent hem de bizim
için çok önemli.
İKSV, bu anlamda
yıllardan beri
muhteşem programlar
içeren etkinlikler
düzenliyor.
Böyle bir programa
verilecek katkı,
ülkemiz, şehrimiz ve
şirketimiz için
oldukça önemli.
- THY, Türkiye'nin
dünyaya açılan en
önemli markalarından
biri. Şimdi bu
işbirliği sonucu
İKSV aracılığıyla
Türk sanatının da
dünyaya açılması
gibi bir durum söz
konusu. Bu tespite
katılır mısınız?
- Genişleyen uçuş
ağımızla her geçen
gün kapsama
alanımızı
geliştiriyoruz.
Dünyada 139
uluslararası, 41
yurtiçi olmak üzere,
180 noktaya
uçuyoruz. Şu anda
dünyada uçuş ağı en
geniş sekizinci
havayolu şirketiyiz.
Farklı milletlerden,
farklı kültürlerden
insanlar bizimle
uçuyor.
Amerika'dan,
Avrupa'dan,
Balkanlar'dan,
Uzakdoğu'ya,
Ortadoğu'ya veya
Afrika'ya yolcu
taşıyan bir hava
köprüsüyüz. Bu köprü
sadece yolcu
taşımıyor. Yolculuk
esnasında
sunduğumuz, farklı
kültürleri yansıtan
film ve müziklerle
kültür ve sanatı da
taşıyoruz. Türk Hava
Yolları bu çerçevede
çeşitli adımlar
atıyor; Türk sanat
müziğimizin güzide
eserlerinin yer
aldığı albümler
yapmıştık. Şimdi de
135 civarında
türkünün yer aldığı
bir Türk halk müziği
albümü hazırlıyoruz.
İKSV şimdi dünyanın
belli başlı
şehirlerinde Türk
sanat ve kültürünü
sergileyip tanıtan
programlar
düzenliyor. İKSV'nin
yurtdışındaki
programları bizim
hedeflerimizle de
örtüşüyor. Türk Hava
Yolları ve İKSV'nin
bu işbirliğinin,
Türk sanatının ve
sanatçısının dünyaya
açılması için büyük
bir adım olduğu
inancındayım.
- Türk Hava
Yolları'nın
uçuşlarında
uçaklarda Türk
filmlerinin
gösterilmesiyle
ilgili birtakım
telkinler zaman
zaman basına da
yansıyor. Bu
işbirliği sayesinde
bu gerçekleşecek mi?
- Türk sineması son
yıllarda çok önemli
aşamalar kaydetti.
Geçtiğimiz ay Cannes
Film Festivali'nde
yönetmenimiz Nuri
Bilge Ceylan'ın Bir
Zamanlar Anadolu'da
filminin aldığı ödül
hepimizi
gururlandırdı.
İKSV işbirliği ile
uçak içi eğlence
sistemlerimizde
İstanbul Film
Festivali'nde
gösterilen bazı
filmleri
göstereceğiz. Bu
kapsamda son dönemde
ödül alan Türk
filmlerini de
ileride
uçaklarımızda
göstermek istiyoruz.
Ancak Türk
yapımlarına yer
vermememiz konusunda
yolcularımızın
telkinlerini de
dikkate alarak,
haziran ayından
itibaren Türk
filmleri ve
programlarını
uçaklarımızda
göstermeye başladık.
Türk yapımlarında,
özellikle
programlarda,
ülkemizi tanıtıcı
yapımlara yer
vermeye dikkat
ediyoruz.
- THY'yi kullanan
yolcuların kültür
sanat olaylarına
bakışı nedir?
- Günümüzün yoğun,
stresli ve tempolu
hayatı içinde uçak
yolculukları,
kendimize
ayırabileceğimiz bir
zaman dilimi
sunuyor. Uçak içi
eğlence sistemimizi,
bu değerli vakti iyi
şekilde
değerlendirebilmeniz
için tasarladık.
Yerli ve yabancı
olmak üzere, film ve
müzik arşivimiz,
elektronik kitap ve
dergiler
yolculuğunuzu özel
kılıyor. Artık uçak
yolculukları, günlük
hayatta zaman
ayıramadığımız veya
kaçırdığımız vizyon
filmlerini izlemek
için güzel bir
fırsat olarak
çıkıyor karşımıza.
Yılda yaklaşık 30
milyonu aşkın yolcu
taşıyan Türk Hava
Yolları, 200'e yakın
film, 600 CD'den
oluşan müzik
arşiviyle,
yolcularımızın sanat
ve kültür
eğilimlerini
cevaplayacak geniş
bir yelpaze sunmaya
çalışıyor.
- Bu işbirliğinin
Türk Hava Yolları'na
katkısı ne olacak?
- Birçok katkısının
olacağına
inanıyorum. Kültür
ve sanat üretimi ve
tabii ki tüketimi,
bunlara ait
sergiler,
festivaller bir
ülkenin
medeniyetinin ve
kültürel seviyesinin
göstergeleridir.
İKSV'nin
etkinlikleri,
ülkemizin ve
şehrimizin bir
kültür sanat merkezi
olarak tanınmasında
çok önemli
kazanımlar sağladı.
Türkiye'nin
dünyadaki algısını
değiştiren
etkinliklerdi
bunlar. Bu
çalışmalar devam
ettikçe yurtdışından
insanlar sadece
deniz, kum için
değil, kültür sanat
için de Türkiye'ye
gelecektir.
Şunu belirteyim,
kültürel ve sanatsal
etkinlikler halklar
arasında köprüdür,
iletişim dili ve
aracıdır. Bu nedenle
izleri kalıcıdır. Bu
etkinlikler ne kadar
çoğalıp
yaygınlaşırsa dünya
ile bağlarımız da o
derece güçlenecek.
Türk Hava
Yolları'nın
yapabileceklerini de
kazanımlarını da bu
çerçeve içinde
görebiliriz.
- Sizin kişisel
olarak sanata
meraklı olduğunuz
biliniyor. Bu
işbirliğinde bu
ilginizin katkısı
var mı?
- Ülkemizin kültürel
zenginliğini dünyaya
anlatmanın en güzel
yolu sanattan
geçiyor. Bir
toplumun tarihi,
kültürü, gelenekleri
ve değer yargıları
sanatında gizlidir.
Türk Hava Yolları
Genel Müdürü olmamın
dışında, bir Türk
vatandaşı olarak da
sanatımızın ve
sanatçımızın dünyaya
açılmasına Türk Hava
Yolları'nın
sağladığı katkıdan
gurur duyuyorum.
İKSV YÖNETİM KURULU BAŞKANI BÜLENT
ECZACIBAŞI
-
Türk Hava Yolları ile İstanbul
Kültür Sanat Vakfı işbirliğinin
temelleri nasıl atıldı?
- İKSV olarak uzun soluklu
işbirliklerine ve stratejik
ortaklıklara büyük önem veriyoruz.
Ortak değerler paylaştığımız
kurumlarla verimli projeler üreterek
çalışmalarımızın başarılarını
artırdığımıza inanıyoruz.
Türk Hava Yolları ile işbirliğimiz
de işte bu anlayışın bir parçası
olarak ortaya çıktı. THY de, İKSV de
kendi alanlarında, İstanbul'u
bölgesel bir merkez haline getirmeyi
hedefliyor. İki kurumun çalışmaları,
birbirlerine güç kazandıracak
nitelikte ve amaçları birbiriyle
uyumlu. Birlikte yaratacağımız
sinerjinin hem kurumlarımız hem de
ülkemiz adına olumlu sonuçları
olacağına inanarak böyle bir
işbirliğini başlattık.
- Bu işbirliğinin çerçevesi nedir?
- İşbirliğimiz iki temel eksende
gelişecek: Ulaşım ve tanıtım.
İKSV'nin resmi havayolu olan Türk
Hava Yolları, İstanbul
Festivalleri'nde ağırlayacağımız
sanatçıların ulaşımı konusunda
Avrupa ve uzak hat parkurlarında
belirli kolaylıklar sağlayacak.
Ayrıca büyük bir bütçe kalemi olan
kargo konusunda da yükümüzün
hafiflemesine yardımcı olacak.
- Sanatseverlere nasıl avantajlar
sağlayacak?
- Tanıtım ekseninde yolculara
yönelik özel promosyonlar,
havaalanlarında gerçekleştirilmesi
planlanan konserler, uçak içi
eğlence sistemleri için
geliştirilecek yayınlar gibi farklı
projelerimiz var. Yurtiçinde ve
yurtdışında yapılacak özel tanıtım
çalışmalarıyla THY, İKSV
etkinliklerinin daha geniş kitlelere
ulaşmasına ve daha etkin bir şekilde
tanıtılmasına katkıda bulunacak.
Ortak çalışmalarımızla hem
Türkiye'de üretilen sanatın
yurtdışında tanıtılması yolunda
adımlar atacağız hem de
festivallerimize yurtdışından ilgiyi
artıracağız.
- İKSV, son 10 yıldır Türkiye
sınırlarını aşan bir kültür
politikası belirlemiş durumda. Bu
işbirliği İKSV'ye nasıl bir avantaj
sağlayacak?
- İKSV, kuruluşundan bu yana
hedeflerini uluslararası
standartlara göre belirlemiş ve
etkinliklerini yalnızca Türkiye'nin
değil, dünyanın da en seçkin
festivalleri haline getirmek üzere
çalışmış bir kurum. 2004 yılından bu
yana yurtdışında düzenlediğimiz
festival ve etkinlikler de bu
amacımıza başka bir açıdan hizmet
ediyor. Kültür ve sanatın her
anlamda sınır tanımadığını düşünüyor
ve tüm çalışmalarımızda sanatın
uluslararası yönünü vurgulamayı
amaçlıyoruz. Uluslararası boyutumuz
giderek önem kazanıyor ve THY gibi
uluslararası alanda başarılarıyla
tanınan bir kuruluşla işbirliği
yapmak da büyük anlam taşıyor. THY
uluslararası alanda büyük bir
kitleye, doğrudan ulaşmamızı
sağlayacak.
- Bu işbirliği sonucu nasıl projeler
hayata geçirilecek?
- Projelerimizi yavaş yavaş hayata
geçirmeye başladık.
Önümüzdeki dönemde de sürekli olarak
yeni projeler geliştireceğiz. Kısa
vadede hazırlıklarına başladığımız
projeler de var. Örneğin,
yurtdışında bazı havaalanlarında ve
yurtiçi CIP salonlarında Türkiye'den
müzisyenlerin katılımıyla caz ve
klasik müzik konserleri
gerçekleştirmeyi düşünüyoruz. Bu yıl
gerçekleştireceğimiz bir başka
proje, Türkiye'nin en geniş kapsamlı
güncel sanat etkinliği olan İstanbul
Bienali ile ilgili.
Business Class uçuş kartına sahip
THY yolcuları, 12. İstanbul
Bienali'ni ücretsiz gezebilecek.
Bunların yanı sıra yurtiçi ve
yurtdışından birçok THY misafiri,
İKSV'nin düzenlediği festivallere
davetiye kazanma imkanı bulacak.
- İKSV'nin düzenlediği festivallerde
Türkiye'ye birçok yabancı sanatçı
geliyor. Bu işbirliği sanatçı
tercihlerinde İKSV'nin elini
güçlendirir mi?
- İKSV, etkinliklerinde her zaman
uluslararası sanat üretiminin en
nitelikli örneklerine yer vermeyi
amaçlıyor.
Danışma kurullarımız ve festival
direktörlerimiz, dünyadaki sanat
akımlarını takip ediyor ve her
etkinliğimizin programı özenle
hazırlanıyor. THY desteğinin de
yurtdışından sanatçıları İstanbul'a
getirirken pratik anlamda bütçemize
katkısı olacak.
- Bu tür işbirlikleri İKSV'nin
motivasyonunu nasıl etkiliyor?
Sonuçta Türkiye'de kültür sanat
alanına destek olan kurum ve
kuruluşların sayısı hala beklenen
düzeyde değil.
- Bu tür işbirlikleri bizi her
anlamda memnun ediyor.
Öncelikle kültür sanat alanında
kurumlar arasında sürdürülebilir bir
destek ilişkisi kurmanın önemli
olduğunu düşünüyorum. Kültür sanat,
yalnızca Türkiye'de değil, dünyada
da ekonomik hassasiyet dönemlerinden
ilk ve en çok etkilenen alan;
devletin kültüre ayırdığı bütçe ile
istenen nitelikte çalışmalar
başarmak çok zor. Bu yüzden yapılan
etkinliklerde özel sektör
sponsorlukları yaşamsal önem
taşıyor.
Biz de her iki kuruma olumlu
etkileri olacak, çok yönlü bir
işbirliğine başladığımız için
mutluyuz.
- İKSV'nin kültür sanat alanında
yaptığı çalışmalarda önümüzdeki
yıllarda bir değişim olacak mı?
- Misyonumuz doğrultusunda
etkinliklerimizi hangi yönlerde
geliştirebileceğimiz üzerine sürekli
olarak çalışıyoruz. İKSV, 2012
yılında 40. yaşını kutlayacak. Bu
çerçevede bizler de geçmişimizi
yeniden gözden geçirirken,
geleceğimize yönelik hedeflerimizi
bir kez daha değerlendirme fırsatı
buluyoruz. Önümüzdeki dönemde vakıf
çalışmalarındaki en büyük yenilikler
arasında, bu yıl İstanbul Müzik
Festivali kapsamında başlattığımız
eser siparişleri, ilkini 2012
yılında gerçekleştireceğimiz
İstanbul Tasarım Bienali ve daha
etkin bir rol oynamak üzere yeniden
ele aldığımız kültür politikaları
çalışmalarımızı sayabilirim.
Önümüzdeki dönemde gençlere yönelik
daha fazla çalışma yapmayı da
hedefliyoruz.
Sabah, Haber: Olkan Özyurt,
26.06.2011
|
TARİHİ HAMAMDAN KÜLTÜR MERKEZİ'NE
İki yılda 100
farklı sergiye ev sahipliği yapan Osmangazi
Belediyesi Ördekli Kültür Merkezi, halktan yoğun
ilgi görüyor. Yaklaşık 600 yıllık tarihi hamam,
kültür merkezi olarak sosyal yaşamın vazgeçilmezi
oldu. Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar, 600
yıllık tarihi hamamın bugün bambaşka yüzüyle sanatın
ve sosyal yaşamın merkezi olarak hizmet verdiğini
söyledi.
Kültür merkezinin yıl boyunca geleneksel el
sanatlarından, modern sanatlara kadar geniş bir
yelpazede hizmet verdiğine dikkati çeken Dündar,
tarihin ve modern çizgilerin bir arada olduğu
Ördekli Kültür Merkezi’nin etkinlik programının
Haziran 2012’ye kadar dolu olduğunu bildirdi.
Sergilere ücretsiz olarak ev sahipliği yaptıklarını
belirten Dündar, “Burası kentin sanat atölyesi.
Vatandaş tarihi bir mekanda hem sergisini geziyor,
seminerine katılıyor, hem de Osmanlı lezzetlerini
tatma imkanı buluyor” dedi.
Sanatsal ve kültürel etkinliklerin yanı sıra
kafeteryasındaki doyumsuz geleneksel lezzetleri
Bursalılarla buluşturan Ördekli Kültür Merkezi’nde
soğuk günlerin vazgeçilmezi “Osmanlı Çayı”, yerini
soğuk şerbetlere bıraktı. Ahududu, böğürtlen,
demirhindi, reyhan, bal, karadut şerbetleri ile
vazgeçilmez bir mekan olan Ördekli Kültür Merkezi
Bursalılara en iyi hizmeti sunuyor.
Bursa Olay, 26.06.2011
|
TARİHİ KÜMBETE ÖZGÜN VİZYON

Erzurum'da
Cumhuriyet Caddesi üzerindeki Cimcime Hatun
Türbesi’nin restorasyon çalışmalarına önümüzdeki
günlerde başlanacak. Basit onarım usulüyle yapılacak
olan restorasyon çalışmasının Temmuz ayı içerisinde
tamamlanacağı öğrenilirken, kümbetin iç kısmındaki
mihrabın da tamamlanacağı bildirildi.
Erzurum Rölöve ve Anıtlar Müdürü Suat Bakır,
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun
Cimcime Hatun Türbesi’nin restorasyon projesine onay
verdiğini hatırlatarak, hazırlanan alt projelerle
restorasyona önümüzdeki günlerde başlanacağını
bildirdi. Cimcime Hatun Türbesi’nin hem iç, hem de
dışında yapılacak olan bakım çalışmaları hakkında
bilgiler aktaran Erzurum Rölöve ve Anıtlar Müdürü
Suat Bakır, “Türbenin içerisinde derz ve temizlik
işlemleri yapılacak. Dış duvarlardaki sıvalar ve
yapıya daha sonradan eklenmiş olan kalıntılar
ortadan kaldırılacak. Yerinden düşmüş ve oynamış
bulunan taşlar yenilenecek. Kümbet içerisindeki
yarım mihrap tamamlanacak. Kapı değiştirilecek ve
pencere doğraması yapılacak.” diye konuştu.
Cimcime Hatun Türbesi’nin, kubbe kısmında da
bir takım çalışmalar yapacaklarını kaydeden Suat
Bakır, “Şu anda türbenin kubbesinde çeşitli bitkiler
bulunuyor. Bu bitkiler rüzgarın sürüklediği toprak
kalıntılarının kubbeyi oluşturan taşlarının arasına
doluşması nedeniyle oluşmuş. Bu bitkiler
temizlenecek, taşlar da gözden geçirilecek.” dedi.
Restorasyon çalışmasının normal şartlarda
geçtiğimiz yıl için planlandığını, ancak ödenekle
ilgili bazı durumlar nedeniyle ertelendiğini anlatan
Bakır, kaynak sorununun aşıldığını, Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın, restorasyon için gerekli ödeneği
tahsis ettiğini açıkladı.
Cimcime Hatun Türbesi’nin, Çifte Minareli
Medrese, Erzurum Kalesi ve Ulu Camii gibi görkemli
eserlerin bulunduğu bir güzergahta yer aldığına
işaret eden Bakır, “Eski görkemine kavuşturulduktan
sonra Cimcime Hatun Türbesi de, diğer eserlerimiz
gibi göz alacak.” ifadesini kullandı.
CİMCİME HATUN TÜRBESİNİN BİLİNEN TARİHÇESİ
Erzurum, Cumhuriyet Caddesi’nde, Ulu Cami’nin
kuzeyinde bulunan Cimcime Sultan Kümbeti’nin
XIV.yüzyılın başlarında yapıldığı sanılmaktadır.
Türbenin büyük bir kısmı yol seviyesinin
yükselmesinden ötürü toprak altında kalmıştır.
Kümbet Erzurum’un yöresel Sivişli (Keverk) taşından
yapılmış olup silindirik gövdeli taş konik
külahlıdır. Kümbetin gövdesi birbirine bağlanmış
yuvarlak kemerli sütunlarla bir revak konumuna
getirilmiştir. Konik külahın altında dışa taşkın bir
silmesi bulunmaktadır. Türbenin su basmanının
yukarısındaki gövde, birbirine paralel, kalın çift
kabartma çubuklarla daire şeklinde kemerler
oluşturmuştur. Böylece dıştan 12 köşeli olmamasına
rağmen böyle bir gövde görünümü vermektedir.
Erzurum Gazetesi, 25.06.2011
|
İZMİR'DE BİR CEVHER ORTAYA ÇIKIYOR

İzmir’de 2 bin yıllık Roma tiyatrosu
bulundu. Yapılacak olan kazılar için
Büyükşehir Belediyesi kamulaştırma
çalışmaları başlattı.
İzmir
Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz
Kocaoğlu, Roma antik tiyatrosunun
gün ışığına çıkarılması için
yapılacak kamulaştırma çalışmaları
öncesinde bölgede oturan
vatandaşlarla bir araya gelip
düşüncelerini aldı.
İzmir Büyükşehir Belediyesi,
katılımcı ve demokratik yönetim
modeli konusunda yeni ve örnek bir
uygulamaya daha imza attı.
Kadifekale’deki heyelan bölgesinde
yer alan bin 500′ün üzerindeki
konutu yıkarak ortaya çıkan alanda
ağaçlandırma çalışmaları başlatan
Büyükşehir Belediyesi, Agora ile
Kadifekale arasındaki aksta yer alan
ve toprak altında bulunan Roma Antik
Tiyatrosu’nu gün ışığına çıkarmak
amacıyla düşünülen kamulaştırma için
de demokratik bir yöntem uyguladı.
Tiyatro’ya yönelik çalışmalar
öncesinde kazı alanında oturan
vatandaşlarla bir araya gelen İzmir
Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz
Kocaoğlu, bölgede yapılması
düşünülen kamulaştırma ile ilgili
görüş alışverişinde bulundu. 1.
Derecede Arkeolojik Sit Alanı ilan
edilen bölgedeki taşınmaz
sahipleriyle Fuar 4 No’lu Holde bir
toplantı yapan Başkan Aziz Kocaoğlu,
Antik Tiyatro’nun ortaya çıkarılması
için kamulaştırma yapılması
gerektiğini, bu konuda son kararı
yine vatandaşların vereceğini
söyledi.
Agora ile Kadifekale arasında yer
alan Roma antik tiyatrosu kazı
alanı, Kadifekale ile Kubilay
mahalleleri arasındaki 12 bin
metrekarelik alandan oluşuyor. Bu
bölgede, kamulaştırılması planlanan
200 bina ve 164 arsa yer alıyor.
İzmir Büyükşehir Belediyesi, kent
dönüşümü için TOKİ’den satın aldığı
ve hala elinde bulunan 1594 adet
konutu 75, 95 ve 120 metrekarelik
daire seçenekleriyle istemeleri
halinde bu bölgede oturan
vatandaşların satışına sunacak.
Kadifekale eteklerindeki antik
tiyatro ile ilgili en ayrıntılı
bilgi, 1917 – 1918 yıllarında Otto
Berg ve Otto Walter’ın araştırmaları
ile hazırladığı plan ve kesitlerde
bulunuyor. 16 bin kişi kapasiteli
olduğu düşünülen tiyatronun
kalıntılarının Roma dönemi
özellikleri taşıdığı ve bu bilgiyi
pek çok araştırmacının ilettiği de
biliniyor. Eski kaynaklarda, Erken
Hıristiyanlık döneminde yani Roma
İmparatorluğu’nun paganizm döneminde
İzmirli St. Polycarp’ın bu tiyatroda
öldürüldüğü ve tiyatronun tarihin
trajik sahnelerine şahitlik ettiği
öne sürülüyor.
Sabah, 25.06.2011
|
 |
HADRİANAUPOLİS ANTİK KENTİ AÇILMAYI BEKLİYOR
Karabük´ün Eskipazar İlçesi'nde, Karadeniz´in Zeugması olarak adlandırılan Hadrianaupolis antik kentinin turizme açılması için ortaya çıkarılan mozaiklerin kazı alanında sergilenebilmesi için üzerlerinin kapatılması planlanıyor. Karabük İl Kültür ve Turizm Müdürü İbrahim Şahin, MÖ 1. yüzyılda kurulduğu ve MS 8. yüzyıla kadar yerleşim amacıyla kullanıldığı tahmin edilen Hadrianaupolis´teki kazılarda, ortaya çıkan eserleri turizme kazandıracaklarını söyledi. Özellikle B Kilisesi olarak adlandırılan eserin üzerinin kapatılarak bu yıl turizme açılacağını anlatan Şahin, şunları söyledi:”Henüz kazı mevsimi başlamadığı için o bölgelerin projelendirmeleri devam ediyor. İlk olarak ortaya çıkartılan ve B Kilisesi olarak adlandırılan kilisenin üzeri kapatılacak. Projesi yapıldı, ihale aşamasında. Bazı eksik yerler görüldü projede, proje şu anda Koruma Bölge Kurulunda inceleniyor. Dışardan gelen kazı ekiplerinin kalması, yeme içme gibi sorunlarının çözüme kavuşması ve çıkartılan tarihi eserlerin korunması açısında da kazı bölgesinde bir kazı evi yapılamasına yönelik çalışma yapıyoruz. Bunların yanında o bölgenin çevre düzenlemesine yönelik çalışmalar devam edecek ama kazılar gerçekten çok maliyetli bir iş, bu nedenle para buldukça bunları yapma gayreti içinde olacağız.”
Timetürk, 25.06.2011
|
METROPOLİS'TE KAZILAR DEVAM EDİYOR
Torbalı’ya bağlı Yeniköy’de 22 yıldır sürdürülen Metropolis Antik Kenti kazıları başladı. Kazı Başkanı Yard. Doç.Dr. Serdar Aybek tarafından yürütülecek olan kazılarda Dokuz Eylül ve Trakya Üniversitesi ağırlıklı olmak üzere bazı Üniversitenin Arkeoloji Bölümü öğrencileri de görev alacak.
Kazı Başkanı Serdar Aybek bu yıl yeni bir alanda çalışma yapılmayacağını, geçtiğimiz yıl tamamlanamayan ve yarım kalan bölgelerde çalışmaları yürüteceklerini söyledi. Kazı Başkanı Serdar Aybek, “Bu sene de Metropolis’te önemli eserleri gün yüzüne çıkarmayı hedefliyoruz” diye konuştu. Yaklaşık 3 ay sürecek olan çalışmalar Eylül ayında sona ermesi planlanıyor.
İlk Tunç Çağı’ndan itibaren yerleşim gördüğü saptanan 3 bin yıllık Metropolis antik kentinde 1989 yılından beri devam eden arkeolojik kazılar sonucu tiyatro, bouleuterion (meclis yapısı), stoa (üstü kapalı gezinti yolu), latrina (genel tuvalet), hamam-gymnasium kompleksi, atrium’lu ve peristylli evler (ortasında sütunlu bir avlu ve havuz bulunan konut tipi), hamam-palaestra (güreş alanı) ortaya çıkarıldı. Kentin akropolisinde yürütülen arkeolojik kazı çalışmaları sırasında burada da İlk Tunç Çağı ve Orta Tunç Çağı’na ait bazı seramik parçaları ile taş baltalar ve Hitit Dönemi ile çağdaş bir mühür ele geçirildi.
İzmr Kent Haber, 24.06.2011
|
 |
19 - 25 Haziran 2011
|
400 YILLIK ENKAZDAN ANTİKA YÜZÜK
ÇIKTI
ABD'nin
Florida eyaletindeki Florida Keys kentinde
okyanus açıklarında iki yıl önce bulunan İspanyol
gemisi Nuestra Senora de Atocha'nın enkazında altın
bir yüzük bulundu. 1622 yılında yaşanan büyük
fırtınada alabora olarak battığı sanılan gemi
İspanyol korsanlara ait hazineleri taşıyordu. İşte o
hazinelerden biri olan bu altın yüzük şimdi 500 bin
dolar taban fiyatıyla açık artırmada satışa
çıkarılacak. Gemi enkazında daha bir çok değerli
eşyanın
olduğu tahmin ediliyor.
Sabah, 25.06.2011
|
|
|
LAUTREC'İN AŞKINI
ANLATAN RESİMLER
19.
yüzyıl
Fransız
resminin
önemli
isimlerinden
Henri de
Toulouse
Lautrec’in
tek bir
dansçıyı,
Jane
Avril’i
anlatan
resimleri
Londra’da
sergileniyor.
Lautrec,
Moulin
Rouge
için
yaptığı
afişlerle
ünlenmiş,
afiş
çalışmaları
kadar
dansçı
kadınları,
Paris’in
bohem
yaşamını
anlatan
resimleriyle
sanat
tarihine
geçmişti.
Sanatçının
pek çok
resmine
konu
edindiği
Jane
Avril’le
ilişkisini
anlatan
sergide
15’i
Lautrec’in
imzasını
taşıyan
atmış
resim
yer
alıyor.
‘Toulouse
Lautrec
ve
Avril:
Moulin
Rouge’un
ötesinde’
isimli
sergi,
Londra’da
Somerset
House
içindeki
The
Courtauld
Gallery’de
açıldı.
Radikal,
25.06.2011
|
YEŞİLÇAM'IN TARİHİ KONAĞI RESTORE EDİLİYOR
İl Özel İdaresi, Beykoz Fidanlığı içerisindeki Yeşilçam'ın pek çok filmine ev sahipliği yapan tarihi Abraham Paşa Çiftliği'ni restore ediyor. Restorasyon kapsamında binanın temellerini ortaya çıkarmak amacıyla kazılar yapılıyor. Tarihi yapının özgün sıva, taş, ahşap, derz malzemesi için analizlerinin yanı sıra, çatı ile ilgili araştırmalar, sıva raspası, pencere detay çözümleri gibi çalışmaları da sürdürülüyor. 2011 yılsonuna kadar tamamlanması planlanan proje için 3 milyon 211 bin TL bütçe ayrıldı. Beykoz'da, Abrahampaşa korusunun içinde yer alan bina, kamulaştırılarak hazineye devredildiği tarihten bu yana, çeşitli müdahaleler ve kötü kullanımlar sonucu plan ve yapısında fiziki değişikliklere uğradı. 1998 yılında çıkan yangında da binanın batı kanadının üst katındaki mekanlar ile çatısı tamamıyla ortadan kalktı.
Sabah, 25.06.2011
|
 |
 |
MYRA-ANDRİAKE KAZILARI BAŞLADI
Antalya'nın Demre İlçesi'ndeki Likya Uygarlığı'nın en önemli kentlerinden Myra ve Andriake antik kentinde kazılar başladı.
Kazı Başkanı ve Akdeniz ÜniversitesEdebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nevzat Çevik, yaptığı açıklamada, Myra kazılarında üçüncü sezona girildiğini, bu kazı sezonunda, geçen yıldan kalan işlere devam edileceğini kaydetti.
Bu yıl ilk kez Myra'daki antik tiyatroda kazı çalışmalarına başlayacaklarını belirten Prof.Dr. Çevik, ayrıca Andriake antik kentindeki agorada kazıları tamamlamayı, liman tesislerine doğru da kazılara devam etmeyi planladıklarını söyledi.
Çevik, kazıların bu yılki bölümünde 20'si bilimadamı, arkeoloji bölümü öğrencileri ve işçilerden oluşun 100 kişilik bir ekibin çalıştığını, ayrıca bu yılki kazılara, Fransa'daki Nantes Üniversitesi ile Avusturya'daki Viyana Üniversitesi'nden de konuk bilimadamlarının katıldığını açıkladı. Bu yılki kazılar yaklaşık 2,5 ay sürecek.
Türkiye Gazetesi, 25.06.2011
|
SEZAR'IN YÜRÜDÜĞÜ YOL
KAZILIYOR

Muğla'nın
Yatağan İlçesi'nde
bulunan Stratonikeia antik kentinde
büyük
Roma İmparatoru
Sezar'ın bin 500
yıl önce yürüdüğü kuzey şehir
kapısı yolunda kazı
çalışmalarına başlandı.
Yatağan'a bağlı
Eskihisar Köyü'nde bulunan 3 bin yıllık dünyanın en
büyük antik mermer
kentlerinden birisi olan ve gladyatörler kenti
olarak anılan Stratonikeia'da 2011 yılı kazı
çalışmalarına başlandı.
3 bin yıl boyunca birbirinden farklı 11 medeniyeti
içinde barındıran Stratonikeia'da bu yıl
büyük
Roma İmparatoru
Sezar'ın bin 500
yıl önce yürüdüğü kuzey şehir
kapısına ilk kazmayı Kazı Başkanı Doç.Dr. Bilal
Söğüt ve Güney
Ege Linyitleri İşletmesi
Müessese Müdürü Yüksel
Akın vurdu.
Kültür ve Turizm Bakanlığı
tarafından 250 bin lira ödenek ayrılan Stratonikeia
antik kentinde Eylül ayı sonuna kadar devam edecek
olan kazı çalışmalarında
Pamukkale,
İstanbul,
Aydın, Selçuk,
Nevşehir,
Mersin ve
Kırşehir
Üniversiteleri'nden gelen akademisyen ve
öğrencilerden oluşan 55
kişi ile yöreden alınacak 50 işçi ile çalışılacak.
Pamukkale
Üniversitesi Arkeoloji Bölümü
öğretim üyesi Doç.Dr. Bilal
Söğüt,
Stratonikeia'nın
Roma ve Bizans
döneminde siyasi ve dini açıdan önemli bir konumda
olduğunu belirtti.
Doç.Dr. Söğüt, "3 bin
yıllık Stratonikeia antik kenti yüzyıllar önce
büyük bir depremle yerle
bir oldu. Bunun üzerine
Sezar, kenti
yeniden ayağa kaldırdı ve bin 500 yıl önce
törenlerle açılışını yaptı.
Biz de Stratonikeia antik kentinin Anıtsal Şehir
Kapısı'nı yeniden ayağa kaldırdık ve
Sezar'ın yürüdüğü
yolda bu yıl kazı çalışmalarına başladık. Çeşitli
üniversitelerden gelen akademisyen ve öğrencilerle,
kentin kalan bölümlerini ayağa kaldırarak tarihe
ışık tutmak istiyoruz" dedi.
Sratonikeia kazı ekibiyle 2011 yılı kazı
çalışmalarına katılarak, antik kentte ilk kazmayı
vuran GELİ Müessese Müdürü Yüksel Akın,
Yatağan ve
çevresindeki tarihi
Ören yerlerinin
turizm açısından büyük kazanç olduğunu kaydetti.
Akın, Stratonikeia antik kentinin turizme
kazandırılması için kendilerinin de üzerlerine düşen
görevi yapacaklarını ve kazı ekibine her türlü
yardımda bulunacaklarını belirtti.
haberler.com, 24.06.2011
|
İKİ ÜLKE ARASINDA MONA LİSA KAVGASI
Fransız yetkililer, “çok narin ve taşınması oldukça zor olduğu” gerekçesiyle İtalyanların isteğini bir kez daha reddetti.
Yetkililer, “hava sıcaklığı ve titreşimlerin taşıma sırasında tabloya zarar vereceğini" savundu.
İtalya'nın Ulusal Kültür Değerleri Koruma Komitesi, 2013 yılında düzenlenecek bir sergide gösterilmek için tabloyu Louvre Müzesi yetkililerinden ödünç olarak istemişti.
İtalyanların bu konuda daha önceki yıllarda yaptıkları talepler hep reddedilmişti.
Ünlü ressam tarafından 1503 ve 1506 yılları arasında yapılan tablo, Louvre Müzesi'nde her gün her gün binlerce kişi tarafından ziyaret ediliyor. “La Joconde” adıyla da tanınan tablo, 1911 yılında İtalyan bir hırsız tarafından Louvre Müzesi'nden çalınmış, daha sonra aynı hırsız tarafından satılmaya çalışırken 1913 yılında tekrar ele geçirilerek müzeye iade edilmişti.
Tablo sergilenmek üzere 1963 yılında ABD, 1974 yılında Japonya'ya gönderilmişti.
Hürriyet, 24.06.2011
|
 |
KİLİSETEPE HÖYÜĞÜ
KAZILIYOR
Gelibolu Yarımadası
Tarihi Milli Parkı alanında yer alan Eceabat
İlçesi'ndeki Maydos Kilisetepe Höyüğü, Çanakkale
Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) öğretim üyesi Yrd.
Doç.Dr. Göksel Sazcı başkanlığındaki ekip tarafından
kazılıyor.
Fen Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Göksel
Sazcı başkanlığındaki 25 öğrenci ve bilim adamından
oluşan ekip, Bakanlar Kurulu Kararı doğrultusunda 10
yıl boyunca devam edecek olan Maydos Kilisetepe
Höyüğü kazısına geçen yıl start verdi. Antik adı
Maydos (Madytos) olan Eceabat yerleşmesinin
ortasında bulunan ve ismini daha önce üzerinde
bulunan bir kiliseden alan Kilisetepe Höyüğü'ndeki
kazıların ikinci yılında arkeolojik kalıntılar gün
yüzüne ortaya çıkmaya başladı.
Kazı Başkanı Yrd.
Doç.Dr. Göksel Sazcı, Maydos Kilisetepe Höyüğü'nün
200x180 metre ebadında ve 33 metrelik yüksekliği ile
Gelibolu Yarımadası'ndaki en büyük höyüklerden
birisi olduğunu söyledi. Sazcı, höyüğün bu kadar
büyük olmasının ise Çanakkale Boğazı'ndaki
stratejik konumu ile açıklandığını belirtti. Bakır
ve kalay metallerine ulaşmak isteyen Tunç Çağı
tüccarlarının deniz ticaretini geliştirdiklerini
anlatan Göksel Sazcı, "Bu dönemlerde deniz
ticaretinde akıntı ve rüzgar önemli rol
oynamaktadır.
Çanakkale Boğazı'nda
sürekli poyraz esmesi sebebiyle buradan geçmek
isteyen denizciler lodos beklemek zorundaydılar.
Yılda ortalama 10-15 gün esen lodosu yakalamak için
ya Anadolu yakasında bulunan Troia yerleşmesi önünde
ya da Avrupa yakasında bulunan Maydos Kilisetepe
Höyüğü önündeki koylarda beklemek zorundaydılar.
Denizcilere sunulan yiyecek, içecek ve konaklama
hizmetleri ve belki de boğazdan geçmek için alınan
bir tür vergi ile bu iki yerleşme gelişmiştir. Troia
önündeki koyun Karamenderes ve Dümrek çaylarının
getirdiği alüvyonlarla MÖ 2000'lerde dolmaya
başlayıp bataklık halini almasıyla Maydos Kilisetepe
yerleşmesi daha da gelişmiştir" dedi.
Burası Çanakkale,
24.06.2011
|
KUBADABAD SARAYLARI'NDA
KAZI ÇALIŞMASI BAŞLADI
Konya'da Beyşehir
Gölü'nün Gölyaka beldesi kıyılarında yer alan tarihi
Kubadabad saraylarında 2011 yılı kazı çalışmalarına
başlandı.
Beyşehir İlçesi'nde
bulunan tarihi mekanda bu yıl 31. yılına giren kazı
çalışmalarına başkanlık yapan Çanakkale 18 Mart
Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi
Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Rüçhan Arık, Selçuklu
Sultanı Alaaddin Keykubat'ın kurduğu şehrin 'saray
sitesi' olarak nitelendirerek, mekanın 14. yüzyılın
ilk yarısına kadar kullanıldığını tahmin ettiklerini
belirtti.
Prof.Dr. Arık,
"Elimizdeki çıkan bulgular buna işaret ediyor ve bu
mekanın nasıl kullanıldığı, hangi yapıların
ortayaçıktığı bu kazıların sonunda belli olacak"
dedi.
Tarihi mekanı bugüne
kadar yeterince tanıttıklarını ifade eden Prof.Dr.
Arık, "Burası Selçuklu dönemine ait 13. yüzyılın ilk
yarısı sonuna doğru, ortalarında da diyebiliriz,
1235-1236 tarihlerinde yapılmış bir saray sitesi ama
yalnızca saray sitesi değil, burada Sultan Alaaddin
Keykubat bir şehir kurmuş, saray sitesi de bu şehrin
bir ünitesi" diye konuştu. 30 yıldır mekanda
kazıların devam ettiğini ancak daha burada yapılacak
çok işin olduğunu belirten Prof.Dr. Arık, şu
bilgileri verdi: "Burada yeterli bir ödenek ve uzun
bir çalışma olmadan bu işin tamamlanabileceğini,
çabuk ortaya çıkabileceğini sanmıyorum. Bu bir
müteahhit işi değildir. İnce iştir ve kültürümüz,
kültür varlıklarımızın zararsız bir şekilde ortaya
çıkarılması, tanıtılması amaçlanmaktadır. Ondan
sonra da korunması amaçlanmaktadır. Bunun için bize
hem zaman hem de ödenek lazım. Gereken ödenek
verilirse elimizden geldiği kadar hızlı çalışarak,
bu önemli ve tek örnek olan Selçuklu sarayımızı
ortaya çıkarabiliriz" dedi.
Turizm Gazetesi,
24.06.2011
|
RHODİAPOLİS'İN 1000
YILLIK SUSKUNLUĞU BİTTİ

Kökleri 2000 yıl
öncesine dayanan ve millattan sonra 1000 yıl kadar
daha kullanılan antik Rhodiapolis yaşadığı depremler
ve seller sonrasında toprak altına gömüldü.
Döneminde yörenin tıp merkezi olma özelliğini
taşıyan kentin bulunması ancak 2005 yılında
Antalya’da yaşanan büyük yangınlar sonrasında mümkün
oldu. 1000 yıl sonra gün ışığına çıkan kentte süren
kazı çalışmaları sonucunda kentin bir büyük
hastaneye, bir antik tiyatroya ve sarnıçlardan
oluşan bir yapılanmaya sahip olduğu anlaşıldı.
Altı yıldır süren kazı çalışmalarında kent yapısı
büyük ölçüde ortaya çıktı. Akdeniz Üniversitesi’nden
Yrd. Doç. İsa Kızgut kentin dönemin büyük tıp
bilginlerinden Herakleitos’u yetiştirdiğini
belirtiyor. Kentin bir diğer özelliği hayırsever
Opramoas’un yaşadığı yer oluşu. MS 141 yılında
yaşanan büyük depremin ardından çevre kentlerin
onarımı için de büyük bağışlarda bulunan Opramoas
adına kentte bir anıt bulunuyor. Bu anıt şu ana
kadar ‘Anadolu’da bulunan en uzun eski Yunanca
yazıtlı anıt özelliği taşıyor.
Kültür Bakanlığı ve Kumluca Belediyesi’nin
katkılarıyla sürdürülen kazılar sonunda gelişmiş bir
tıp merkeziyle karşılaştıklarını anlatan Kızgut,
“Çevre şehirlerden insanlar Rhodiapolis’e şifa
bulmaya gelmişler, buradaki hastane uzun yıllar
hizmet vermiş” diyor. Kent millattan sonra 1000 yıl
kadar canlılığını koruduktan sonra yaşadığı
depremler ve yıkıntıların ardından unutulmuş.
Orkestra eşliğinde
horon
Önceki akşam Rhodiapolis antik kenti tarihi
günlerinden birini yaşadı. 2005’ten beri süren
arkeolojik kazılar sonrasında ortaya çıkan antik
tiyatronun ağırladığı Tekfen Filarmoni
Orkestrası’nın konserine yöre halkının da ilgisi
büyük oldu. Orkestranın daimi şefi Saim Akçıl
yönetimindeki konserin birinci yarısı Rossini ve
Mendelssohn’un eserlerine ayrılmıştı. İkinci yarı
ise Tekfen Filarmoni’nin ‘çokkültürlülük’ hedefine
uygun olarak N. Kodallı’nın ‘Telli Turna’sıyla
açıldı. İlyas Mirzayev’in ‘Karadeniz Rapsodisi’ne
kemençesiyle Selim Bölükbaşı, tulumla Mahmut
Turan’ın eşlik etmesi, antik tiyatroda horonların
çekilmesine neden oldu.
Antik kentin kazısı sürüyor. Opramoas Stoası yeniden
canlandırılacak, hastane ortaya çıkarılacak ve
yollar yeniden düzenlenecek.
Radikal, Haber: Ayça
Örer, 24.06.2011
|
YEŞİL CAMİ'DE GÖZ KAMAŞTIRICI ESERLER

Bursa’nın dünyaca meşhur Yeşil
Camii’ndeki restorasyon çalışmaları esnasında ortaya
çıkan kalem işleri ve altın baraklar göz
kamaştırıyor.
Rapsa
çalışmaları ile en alttaki
desenleri gün yüzüne çıkaran
mühendisler, bugün yapılan
koruma kurulu heyeti
tarafından incelendi. Klasik
dönemlere ait kalem işleri
ve altın barakların üzerine
1707 yılında ve 1900
yıllarında yapılan sıva ve
boyalar kazınırken, tarihi
cami muhteşem güzelliğiyle
yılsonuna kadar ibadete
açılacağı belirtiliyor.
1419’tan itibaren 30 defa
elden geçen Yeşil Camii son
olarak Harput Grup
sponsorluğunda restore
ediliyor.
Aralık 2011’e kadar sürmesi
planlanan restorasyonun
planlı bir şekilde devam
ettiğini belirten Müteahhit
Ramazan Uslu, "Şuanda
Çalışmalar esnasında caminin
bir bölümü ibadete açık. Bir
bölgede restorasyon
yapılırken, diğer bölge
ibadete açık tutuluyor.
Restorasyon çalışmaları çok
ciddi ve yavaş yapılması
gerekiyor. Halkımızdan bu
yönden anlayış bekliyoruz.
Hızlı bir çalışma birçok
eserin kaybedilmesine neden
olabilir. Bugün yaptığımız
çalışmalar sonucunda
gördüğümüz eserler ile
beraber daha da dikkatli
çalışmamız gerektiğini
anladık. O boyaların
altından inanılmaz kalem
işleri ve altın varaklar
ortaya çıkıyor. 2011’in
sonunda restorasyon
biteceğini düşünüyoruz.
Ekiplerimiz gün boyu
çalışıyor. Başarılı bir
şekilde restorasyonu
bitirerek bu tarihi mekanı
Bursa’ya kazandıracağız.
Dört dönem kalem işleri
çıktı bu kalem işlerinin
hangisinin kullanılması
açısından bugün koruma
kurulu heyeti geldi. En iyi
şekilde yerinde uygulanması
ve restorasyonun
tamamlanması açısından bugün
çok önemli bir gündü hocalar
alttan çıkan kalem işleri
altın barakları nasıl
olacağına karar verecekler
biz yinede alttan çıkan her
kalem işinden bir numune
bırakacağız" dedi.
Bursa Olay, 24.06.2011
|
23 BİN METREKAREDE
BİNLERCE YIL

Bu yıl 120. yılını
kutlamaya hazırlanan İstanbul Arkeoloji Müzesi,
alanında dünyanın en büyük ve zengin müzeleri
arasında yer alıyor. Aynı zamanda Türkiye’nin müze
olarak kullanılmak üzere inşa edilmiş en eski
yapısı. Bu hafta gezi sayfamızı tek bir yapıya
ayırdık. Çünkü bir milyonu aşkın esere sahip müzeyi
gezmek, orta büyüklükte bir kasabayı gezmekten daha
uzun sürüyor. Gülhane Parkı’nın yeşillikleri
arasından geçerek gitmek en keyifli yol. Yüzyıllık
ağaçların gölgesindeki bahçesinde soluklanmayı ihmal
etmeyin.
Aslında ondan
bahsederken
İstanbul Arkeoloji
Müzesi değil, müzeleri demek gerekiyor. Çünkü Eski
Şark Eserleri Müzesi, Çinili Köşk ve Arkeoloji
Müzesi olmak üzere üç ana birimden oluşuyor.
Eminönü’deki Gülhane Parkı’nın yeşilliği ve
ferahlığı içinden geçilerek gidilen ve 120. yılını
kutlamaya hazırlanan müze, Topkapı Sarayı ile aynı
bahçede.
Arkeoloji Müzesi bölümü, 1881 yılında ressam,
arkeolog ve müzeci Osman Hamdi Bey’in uğraşları
sonucunda yapıldı. Bir milyondan fazla eseri
bünyesinde bulunduran müze, dünyanın en
büyüklerinden biri. Bugün bu eserlerin yaklaşık 10
bini ziyaretçiler tarafından görülebiliyor.
Balkanlar’dan Afrika’ya, Anadolu ve Mezopotamya’dan
Arap Yarımadası’na ve
Afganistan’a kadar,
Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları içinde yer alan
medeniyetlere ait eserler bulunuyor.
Neo-klasik mimarinin en güzel örneklerden biri olan
iki katlı binanın, geniş merdivenlerle ulaşılan ve
büyük sütunlarla çevrili girişi, tapınağı andırıyor.
Mimarı Alexander Vallaury, yapılış amacı ise Osman
Hamdi Bey ile ekibinin, Sidon Kral Nekropolü
kazısından çıkardığı buluntuları sergileyecek yer
ihtiyacıydı. Buluntular arasında İskender lahdi de
vardı. Ortaya çıkan yapı, Türkiye’nin ilk dünyanın
ender müze olarak inşa edilen binalardan biriydi.
Girişte Osman Hamdi Bey’in büstü sizi karşılıyor.
Girişin sağındaki 12-20. salonlarda arkaik dönemden
Roama Dönemi’ne heykel sanatının gelişimini gösteren
eserler sıralı. Solda kalan salonlarda ise Sidon
Kral Nekropolü, Küçük Asya tipi lahitler, Anadolu’da
antik çağ mimarlığı, Likya tipi lahit eserler
sergileniyor. Ağlayan Kadınlar Lahdi ile mumyalar da
bu bölümde.
Arkeoloji müzesinin birinci katı şu anda
kullanılmıyor. Ek binanın birinci katındaki 3
salonda, arkaik, Roma ve Bizans dönemlerinden
eserler var. İkinci kattaki 4 salon ise kütüphane,
geçici müsaderelik salonu ve pişmiş heykeller bölümü
olarak kullanılıyor. Buradan Troya, Troya çağdaşı
Anadolu kültürleri ile Frig eserlerinin bulunduğu
bölüme geçebilirsiniz. Ek binanın 3. ve son katında
bulunan 2 salonda ise Suriye,
Filistin ile
Kıbrıs’tan
çıkarılan tarihi eserlere yer veriliyor.
Çinili Köşk müze kompleksinin en eski yapısı. 1472
yılında yapılan ve sadece giriş katı kullanılan
binanın içerisinde 6 salon yer alıyor. Ancak
salonlara geçmeden önce, yapının kubbeli mimarisi
ile girişteki 14 sütunlu mermer revak, sizi
göreceklerinize hazırlıyor. Boydan boya çinilerle
süslü bina ismini bu çinilerin güzelliğinden alıyor.
Bu salonların biri Selçuklu Dönemi eselerine,
diğerleri Osmanlı Dönemi Türk çini ve seramik
sanatına ayrılmış. Kronolojik sıraya göre
yerleştirilen eserleri takip ederken tarih de
sizinle birlikte akıyor ve dönemler arası değişimi
rahatlıkla gözlemleyebiliyorsunuz.
Sanayi-i Nefise Mektebi (Güzel Sanatlar Akademisi)
olarak yine Osman Hamdi Bey tarafından kurulan, daha
sonra müzeye çevrilen Eski Şark Eserleri müze
binası, bahçenin ana kapısından girişte hemen solda.
Dokuz salondan oluşan binanın 4 salonu Mezopotamya
eserlerine, 3 salonu Anadolu eserlerine ayrılmış
durumda. Diğer iki salonda ise Mısır eserleri ile
İslamiyet öncesi Arabistan eserlerine yer veriliyor.
Burada çivi yazısıyla yazılmış tabletlere özellikle
dikkat etmenizi tavsiye ederiz.
Bir adamın karısına büyü yapması karşılığında
büyücüğe verdiği keçi, koyun gibi malların
belgelenmesi ve Hamurabi Kanunları’na kadar pek çok
tablet var.
Bu üç binayı ve sayısı 10 bine yaklaşan eserleri
gezmek kolay olmadığından, arada soluklanabilmek
için müze bahçesindeki huzur dolu kafeteryayı
kullanabilirsiniz. Geliri müze ihtiyaçları için
kullanılıyor.
İMPARATORLAR
İSTANBUL’DA SERGİSİ
HALA GÖRÜLEBİLİR
11 Mayıs’ta açılan İmparatorlar
İstanbul’da
sergisinde Kadeş Antlaşması’nı görebilirsiniz.
Sergide ayrıca ünlü Roma İmparatoru August’un büstü,
Kanuni Sultan Süleyman’ın portresi de var. 1
Ağustos’a kadar açık kalacak.
MÜZENİN TOP 10’U
1- İskender Lahdi: Bu mermer mezar, Osman Hamdi
Bey’in kazı çalışmalarıyla bulundu. Üzerinde Sidon
Kralı’nı Büyük İskender ile gösteren kabartmalar
var. 1887-1888 yılları arasında müzeye getirildi.
2- Ağlayan Kadınlar Lahdi: İskender Lahdi ile
beraber müzeye getirildi. Üzerinde savaşa giden
eşlerinin arkasından ağıt yakan kadınların
kabartmaları bulunuyor.
3- Kadeş Antlaşması: Önemle muhafaza edilen, tarihin
ilk yazılı antlaşması. Günümüze sadece üst kısmı ve
sağ kısmının ufak bir parçası ulaşmış.
4- Troya buluntuları: Troya kentinden çıkan, hazine
değeri olmayan taş ve seramik eserler.
5- Yenikapı eserleri:
İstanbul’da metro
kazısı sırasında bulunan Eski Liman’daki 30 batık
teknenin kalıntıları. Şu anda koruma ve restorasyon
çalışmaları devam ediyor. Teşhiri 5-10 yılı bulacak.
6- Antik çağ heykelleri: Antik dönemden Bizans’a
kadar heykel ve büstler
7- En eski aşk şiiri: Eski Babil döneminde MÖ 18’nci
yüzyılda, Kral Şusin için seçilmiş bir gelinin
kralına söylediği aşk şiirinin tableti.
8- Bereket Tanrıçası: Bolu’da bulunan Bereket
Tanrıçası Tykhe Heykeli’nin başının üzerinde zeytin
yapraklarıyla süslü bir taç var. Sol kolunda ise
meyvelerle dolu bir bereket boynuzu ile Plutos
isimli çocuğu taşıyor.
9- Epheb Heykeli: Genç bir sporcu olan Epheb’in
heykeli, heybetli pozuyla en çok ilgi çeken
eserlerden.
10- Sultan Süleymanın portresi: Bu ara müzede yerli
turistin en çok ilgisini çeken eser denebilir.
Hürriyet Cuma, 24.06.2011
|
SELİMİYE'NİN KADERİ
BELİRLENİYOR
Birleşmiş Milletler Bilim,
Eğitim ve Kültür Teşkilatı'nın
(UNESCO) Dünya Mirası Komitesi
toplantıları Paris'te devam
ediyor. Fransa'da hafta sonuna
kadar sürecek olan toplantıların
sonunda, Selimiye Külliyesi'nin
Dünya Mirası Listesi'ne dahil
edilmesi bekleniyor.
Türkiye, Dünya Mirası Komitesi
(DMK) toplantılarına, Efes ve
Çatalhöyük'ün adaylık
dosyalarını da resmen sundu.
Türkiye tarafından daha önce
aday gösterilen Alanya Kalesi ve
Tersanesi ile Çatalhöyük'ün
dosyalarıysa inceleniyor.
Toplantılarda, yine Türkiye
tarafından aday gösterilen
Bergama, Urfa'daki Göbekli Tepe,
Beyşehir'deki Eşrefoğlu Camii ve
Antakya'daki Saint-Pierre
Kilisesi'nin geçici listeye
alınması konusu da
değerlendiriliyor.
Türkiye'nin başvuruları
sonucunda Dünya Kültür Mirası
Listesi'ne, 1982 yılından bu
yana dokuz alan İstanbul,
Divriği Ulu Camii, Truva,
Safranbolu, Pamukkale,
Kapadokya, Nemrut, Xantos-Latoon
ve Hattuşaş girdi.
Toplantılarda, tehlike altındaki
yerler de gözden geçirilecek. Bu
çerçevede, daha önce bu listeye
alınması istenen İstanbul'un
durumu da incelenecek. Komite
ile son yıllarda
gerçekleştirilen olumlu diyalog
çerçevesinde İstanbul'un,
''tehlike altındaki miras''
listesine alınması ihtimal
bulunmuyor.
İSTANBUL'UN
DURUMU
Tarihi yarımadayı
kapsayan ''İstanbul'un Tarihi
Alanları'' (Süleymaniye ve
çevresi, Zeyrek Ahşap Evler,
surlar, Sultanahmet'teki
Arkeolojik Park Dünya Mirası
Listesi'nde yer alırken,
özellikle Süleymaniye, UNESCO
tarafından ''insan dehasının
emsalsiz bir şaheseri ve en üst
rütbedeki Osmanlı yapısı''
olarak niteleniyor.
Dünya Mirası Komitesi (DMK),
dünyadaki diğer yerlerle
birlikte, ''İstanbul'un Tarihi
Alanları''nın korunma durumunu
da yakından izliyor. Komite,
geliştirilen altyapı
projelerinin, kentin tarihsel ve
mimari mirasının korunması
hedefiyle uyumlu olması
yükümlülüğüne uyup uymadığını
Sözleşme gereğince yakından
inceliyor.
DMK
daha önceki toplantılarda
İstanbul ile ilgili
beklentilerini özetle şu
başlıklarla dile getirmişti:
''Tarihi yarımada için Alan
Yönetim Planının tamamlanarak
uygulanması'', ''Osmanlı tarzı
ahşap evlerin ve surların
standartlara uygun biçimde
restorasyonu ve muhafazası'',
''Haliç Metro Geçişi Köprüsü
Projesi'nin tarihi yarımadanın
müstesna manzarasını ve
özellikle Süleymaniye'nin
görüntüsünü zedelemeyecek
şekilde yapılması'', ''Marmaray
ve Avrasya Tüneli gibi büyük
altyapı projelerinin ve kentsel
dönüşüm projelerinin miras
alanlarını zedelememesine özen
gösterilmesi ve bunların Tarihi
Yarımada'daki miras alanlarına
etkisinin incelenerek buna göre
önlemler alınması.''
Bu
konular DMK'nın geçen yıl 23
Temmuz-3 Ağustos arasında
Brezilya'da yapılan 34.
toplantısında ayrıntılı biçimde
ele alınmış ve ''Türk
makamlarınca gerçekleştirilen
bazı çalışmalar ve sağlanan bazı
ilerlemelerin memnuniyetle
karşılandığı'' ifade edilmişti.
Diğer bazı konularda verilen
bilgi ve yapılan açıklamalar not
alınırken, ayrıca eleştiri,
uyarı ve önerilerde de
bulunulmuş, ancak İstanbul'un
''Tehlike Altında Dünya Mirası
Listesi''ne alınması yolundaki
öneri Brezilya'daki toplantıda
reddedilmişti.
HALİÇ METRO GEÇİŞ
KÖPRÜSÜNE NEDEN İTİRAZ EDİLİYOR?
Edinilen bilgiye
göre, UNESCO'nun metro için
köprü yapılmasına esastan bir
itirazı söz konusu değil. Hatta
Komite, metronun miras
alanındaki trafiği yerin altına
alarak korumaya katkı
yapabileceği görüşünde. Ancak
metro köprüsü direklerinin ve
istasyonun, Dünya Mirası
Alanı'nın özelliklerine yani
İstanbul ve Süleymaniye'nin
manzarasına ve siluetine geriye
dönüşü olmayan bir zarar
vermemesi için gerekli
önlemlerin alınması isteniyor.
İlk
eskizlerde 85 metre olan
direkler, son olarak 55 metreye
indirilmişti. Ancak bazı yerli
ve yabancı uzmanlar, uzun
direklerin yerine, köprünün
altına ayak ilavesiyle destek
ihtiyacının giderilebileceğini
savunuyorlar ve projenin, düz
bir köprü olarak tadil
edilmesini öneriyorlardı. Bazı
teknisyenlerse çok ayaklı bir
düz köprünün, Haliç'teki su
dolaşımını engelleyeceğini ve
böylece büyük emeklerle tekrar
canlanmış olan doğal hayatı yok
edeceğini, ayrıca görüntü
bakımından da masif etki
yaratarak olumsuz bir sonuç
vereceğini iddia ediyorlardı.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi
ise, yıllar süren çalışmalar
sonucunda üzerinde mutabık
kalınan mevcut projenin ilke
olarak en uygun bir çözüm teşkil
ettiğini belirtmişti.
SON DURUM
Dünya Miras
Komitesi'nin geçen yıl
Brezilya'da yapılan toplantıda
Türk makamları ile Dünya Miras
Komitesi arasında yeni bir
diyalog ve işbirliği tesis
edildi. Köprü konusunda
''bağımsız bir çevresel etki
değerlendirmesi'' yapılması
üzerinde karşılıklı bir
mutabakat sağlandı.
İstanbul Büyükşehir
Belediyesi'nin talebi üzerine,
uluslararası tecrübesi olan
yerli ve yabancı (Alman ve
İtalyan Üniversiteleri)
bilimadamlarından oluşan iki
ayrı ekip, Haliç Metro Köprüsü
Projesi'ni köprü mühendisliği,
sismoloji, peyzaj mimarisi ve
sanat tarihi açılarından
ayrıntılı biçimde inceledi. Bu
değerlendirmede şu sorulara
cevap aradılar: ''Mevcut Proje
İstanbul'un Dünya Mirası
alanlarının otantikliğini ve
bütünlüğünü zedeler mi?
Zedelerse, nasıl ve ne ölçüde
zedeler? Proje mümkün olan tek
seçenek midir? Haliç'te başka
bir köprü seçeneği mümkün
müdür?''
Bağımsız değerlendirme
raporlarında bu sorular
cevaplandırıldıktan sonra
özetle, Haliç'in jeolojik ve
sismik koşullarında mevcut
projenin ilke olarak uygun
olduğu, ancak bazı değişiklikler
(pilonların boyunun
kısaltılması, halatların ve
sütunların inceltilmesi,
istasyon örtüsünün kaldırılması,
köprünün renginin
değiştirilmesi, çevre
düzenlemesinin iyileştirilmesi)
yapılmak suretiyle bunun mirasa
olabilecek olumsuz etkisinin
asgariye indirilebileceği ifade
ediliyor.
İBB
Raylı Sistemler Müdürlüğü,
projenin müellifi ve yüklenici
firma, bağımsız değerlendirmede
yer alan önerileri inceledi ve
bunların büyük ölçüde
uygulanabileceğine karar verdi.
Buna göre, projede önemlibazı
değişiklikler yapılarak
direklerin yüksekliği,
sütunların çapı ve halatların
kalınlığı önemli oranlarda
azaltıldı. Renk, ton,
ışıklandırma ve çevreyle uyum
konularında da değişiklikler
planlanıyor.
DÜNYA MİRASI
PROGRAMI
1972 tarihli
UNESCO ''Dünya Doğal ve Kültürel
Mirasının Korunması
Sözleşmesi''ne göre, dünyada
''evrensel seçkin değer''
ölçütlerine uyan kültürel ve
doğal varlıklar ''Dünya Mirası''
sayılıyor.
''Dünya Mirası Listesi'' adını
taşıyan ve bu listeye girmeyi
başaran yerler, dünya çapında
statü, prestij, turistik
çekicilik, kaynak ve teknik
yardım imkanı elde ediyor.
Üye
ülkeler ise bunun karşılığında
söz konusu yerlerin
''otantikliğini ve
bütünselliğini'', bir yönetim
planı çerçevesinde korumak üzere
gerekli idari önlemleri alma
yükümlülüğünü üstleniyor.
Sözleşmenin uygulamasının
izlenmesinden 24 ülkeden seçilen
uzmanların yer aldığı Dünya
Miras Komitesi sorumlu. Listeye
girecek yerleri de aynı Komite
tespit ediyor.
Ntvmsnbc, 23.06.2011
******
İSTANBUL 'TEHLİKE
ALTINDA' DEĞİL

UNESCO
Dünya Mirası
Komitesi toplantılarının
dünkü oturumunda
İstanbul’un
“Tehlike Altındaki Miras
Listesi”ne alınması
gündemden çıkarıldı.
Toplantıda,
Haliç Metro
Köprüsü Projesi’nde bazı
değişiklikler yapılarak
İstanbul
üzerindeki olumsuz
etkinin asgariye
indirilmesi kabul
edildi. Ayrıca tarihi
yarımadanın bu yıl
içinde koruma amaçlı bir
yönetim planına
kavuşacağı müjdesi de bu
toplantıda geldi.
Paris’teki
toplantıda, Haliç Metro
Köprüsü Projesi’nin
İstanbul’un dünya mirası
özelliklerine olumsuz
etkide bulunup
bulunmayacağı konusunda,
Dünya Mirası Komitesi
’nin önerisi üzerine
bağımsız uluslararası
uzmanlara bir etki
değerlendirilmesi
yaptırıldı.
Bu
değerlendirmelerde
projede bazı
değişiklikler yapılması
halinde etkinin asgariye
ineceği sonucu çıktı.
İstanbul Büyükşehir
Belediyesi
uzmanlarının da bu
değişikliklerin
yapılabilir olduğunu
tespit ettikleri
belirtildi. Bu
çerçevede, köprü
ayaklarının,
sütunlarının, metro
örtüsünün ve halatların
önemli ölçüde
inceltilmesi, köprünün
renginin, tonunun,
ışıklandırmasının ve
çevre
düzenlemesinin gözden
geçirilmesi uygun
bulundu.
Toplantının sonunda,
İstanbul’un “Tehlike
Altındaki Miras
Listesi”ne alınmasının
gündemden çıkartılması
kararlaştırıldı.
İstanbul ’un tarihi
yarımadasının,
UNESCO’nun yıllardır
tavsiye ettiği şekilde
bir koruma amaçlı
yönetim planına
kavuşacağı da öğrenildi.
Prof. Nuran Zeren
Gülersoy ’un eşgüdümünde
bir ekip tarafından
hazırlanan 400 sayfalık
yönetim planının, bu yıl
içinde onaylanarak
yürürlüğe girmesi
bekleniyor.
Yaptığı çalışmalarla
İstanbul’un çehresini
değiştiren, Haliç Metro
Köprüsü projesinin
mimarı Hakan Kıran,
kararı Milliyet’e
değerlendirdi. 6 yıldır
büyük sıkıntılar
çekildiğini anlatan
Kıran, Büyükşehir
Belediye Başkanı
Kadir Topbaş’ın
inatçı tavrı ve kurduğu
dev ekiple örnek
çalışmalar yapıp
İstanbul’u 1.5, 2 yıl
içerisinde yeniden
yapılandırmasının bu
kararda etkili olduğunu
söyledi.
Türkiye’nin
1985’ten beri
üye olduğu
UNESCO’nun dünkü
kararının İstanbul için
çok önemli bir dönüm
noktası olduğunun altını
çizen Kıran, “Yapılan
çalışmaları kendi
halkımıza anlatamadık.
Ama UNESCO sayesinde tüm
dünyaya anlatmış olduk”
diye konuştu.
2006 yılından bu yana
İstanbul’un “Tehlike
Altındaki Miras
Listesi”ne alınması
yolunda tartışmaların
sürdüğünü hatırlatan
Kıran, sıkıntıların
artık geride kaldığını
ifade etti. Kıran,
kararın alınmasında
İstanbul Büyükşehir
Belediyesi
çalışanlarının çok büyük
emeği olduğunu da ifade
etti.
Milliyet, 24.06.2011
******
UNESCO'DAN HALİÇ
METRO GEÇİŞİNE ONAY
İstanbul'un, Dünya Miras
Listesi'nden çıkarılmasını gündeme getiren Haliç
Metro Geçiş Köprüsü'yle ilgili Fransa'dan
sevindirici haber geldi.
Başkent Paris'te
gerçekleştirilen 35. UNESCO Dünya Mirası Komitesi
toplantısında Haliç'ten metro geçişine onay verildi.
Bağımsız bilim heyeti‚ köprü mimarisinin tarihî
silüeti etkilemeyeceği kararına vardı. Köprü mimarı
Hakan Kıran, çalışmalara bugün başlayacaklarını
söyledi.
İstanbul Büyükşehir
Belediyesi, UNESCO'nun 2010 yılındaki genel kurul
toplantısındaki talebi üzerine bağımsız Alman ve
İtalyan üniversitelerinden bilim adamlarından oluşan
iki ayrı ekip kurmuştu. Ekip Haliç Metro Köprüsü
Projesi'ni köprü mühendisliği, sismoloji, peyzaj
mimarisi ve sanat tarihi, kültürel miras alanlarına
etkisi açılarından ayrıntılı incelemeye almış ve bu
raporlar daha önce UNESCO Dünya Miras Merkezi'ne
sunulmuştu. Bağımsız değerlendirme raporlarında,
halatların ve sütunların inceltilmesi, istasyon
örtüsünün kütlesinin azaltılması, köprünün renginin
değiştirilmesi, çevre düzenlemesinin iyileştirilmesi
tavsiye edilmişti. Değişikliklerin kültürel mirasa
olabilecek olumsuz etkisinin asgariye
indirilebileceği ifade edildi. Bu hususlar UNESCO
Dünya Miras Komitesi genel kurulunca da uygun
bulundu. Renk, ton, ışıklandırma ve çevreyle uyum
konularında da değişiklikler planlanıyor. Köprünün
inşası süresince de yabancı uzmanlardan danışmanlık
hizmeti alınarak köprünün çevre ile uyumlu şekilde
gerçekleştirilmesi sağlanacak. Haliç Metro
Köprüsü'nün mimarı Hakan Kıran, UNESCO'dan alınan
onayın ardından köprü çalışmalarına bugün
başlayacaklarını dile getirdi. UNESCO'nun bir
danışman heyetle projenin tüm yapım aşamalarını
inceleyeceğini kaydeden Kıran, "Bu, bizim
memnuniyetle karşıladığımız bir olay. Çalışma süresi
çerçevesinde ortaya çıkacak çalışmaları birebir
anlatacağız. Bu heyet, köprü çalışmalarına
karışmayacak ancak çalışmaları birebir takip
edecek." dedi.
Zaman, 25.06.2011
******
"UNESCO'YU BİR HAFTADA İKNA ETTİK"
UNESCO, İstanbul’u Dünya Miras Listesi’nden çıkarma tehdidinde bulunduğu Haliç Metro Geçiş Köprüsü için sonunda onay verdi. Büyük tartışmalara neden olan köprü için UNESCO Dünya Miras Komitesi önceki gün yaptığı 35. toplantıda projeyi uygun buldu. Altı yıllık tartışmanın odak noktasındaki isim mimar Hakan Kıran UNESCO sürecinde yaşananları Radikal’e anlattı. Paris’e bir haftalık çıkarma yaptıklarını ifade eden Kıran, iki bağımsız kurulun incelediği köprü için ana ilkelerde değişiklik istenmediğini, ‘köprü kablo bağlantı noktasını 47 metreye düşüreceklerini, istasyonun da üzerinin açılır kapanır olacağını’ söyledi.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 1998 yılında yapımına başlanan Taksim-Yenikapı metro hattında Haliç geçişi; ortası raylı sistem, iki yanı yaya geçişine açık olarak, 936 metrelik bir köprü olarak projelendirilmişti. Taksim-Şişhane-Unkapanı-Şehzadebaşı-Yenikapı istasyonlarından oluşan bu hatta metro, Şişhane eteklerinde Azapkapı'da yeryüzüne çıkacak, köprü üzerinde Haliç’i geçtikten sonra Süleymaniye’de tekrar yeraltına girecekti.
‘Listeden çıkarırız’
Haliç Metro Köprüsü, onaylandığı 2005 yılından itibaren yoğun tartışmalara konu oldu. Nedeni köprünün tasarımıyla ilgiliydi. Asma sistem olarak projelendirilen köprüde taşıyıcı kule uzunluğu başlangıçta 82 metreydi. Koruma Kurulu’nun itirazı üzerine kule yükseklikleri 55 metreye kadar düşürüldü ve uygulama bu şekilde başlatıldı. Konu UNESCO Dünya Miras Komitesi’nin de gündemine geldi. Komitenin 2010 yılında Brezilya’da yapılan 34. toplantısının taslak metninde “…Haliç üzerindeki metro köprüsünün, üstün evrensel değere ve varlığının bütünlüğüne geri döndürülemez zararlar vereceği…” ifadesi kabul edildi. Komite bu konuda kuleli kablo yapısı ve köprü üstündeki istasyon binası olmadan alternatif bulunmasını talep etti.
Taslak metinde “…Mevcut proje inşa edildiği takdirde İstanbul'un 2011 yılında Dünya Miras Listesi’nden silinmesini değerlendirmek üzere bu yıl Tehlike Altındaki Dünya Miras Listesi’ne yazmaya karar verir…” denildi. Tüm bu tartışmalar kamuoyunda da büyük yankı uyandırdı ve “Dünya Kültür Mirası Listesi’nden çıkarılıyoruz” yorumlarına neden oldu. Ancak UNESCO’nun Paris’teki 35. toplantısında korkulan olmadı.
Köprünün mimarı Hakan Kıran, projeye onay veren UNESCO’yu nasıl ikna ettiğini anlattı.
Öncelikle itiraz sebebi neydi ve bize süreci anlatır mısınız?
İtiraz nedeni köprü ayaklarının yüksekliği ve istasyonun köprünün üzerinde yapılmasıydı. Köprü projesinin 1988 yılında güzergâhı belirlenmiş, planlamaları yapılmış. Taksim-Yenikapı hattında köprü yapılacağı planlara konmuş. 1992 yılından 2004 yılına kadar 15 proje yapılmış. Bunların hepsini de Koruma Kurulu iptal etmiş.
Size nasıl geldi proje?
2004 yılında ben köprü projesi için fikirler ürettim. Konunun Türkiye’deki uzmanlarını çağırıp konuştum. Dünyada köprü projelerinin ünlü isimleriyle bir araya geldim. En az ayaklı, en az etki bırakacak asma köprü fikri ağır bastı.
Dubalı sistem yapılamaz mıydı?
Yüzer teknoloji Haliç’in ekolojik yapısını bozduğu için düşünmedik. Dubalı sistem suyun akış dengesine zarar veriyordu. Her iki tünel girişinde kayma olduğunu tespit ettik. Mimar Sinan, İstanbul’a onca eser kazandırmış ama Haliç’e bir köprü yapmamıştı. Bunun nedenlerini araştırdık. Fatih Sultan Mehmet’in bir fermanı var bu konuda. ‘İki yakaya bina yapmayın, kökleri olan bitkiler dikin’ diyor. Bakın Galata Köprüsü’nün ayakları oynuyor. Biz bu bilgileri toplayıp en uygun projeyi geliştirdik.
Silueti bozduğu çok tartışıldı, daha alçak yapılamaz mıydı?
Yapılamazdı. Etkiyi azaltmak için köprü ayaklarını karadan 110 metre içeride yaptık. Yani insan bakışı açısından uzağa taşıdık. İki tünel arasında 12 metre yüksekliğe yapmak zorundasınız köprüyü. Metro köprüsü olduğundan eğip bükmeniz mümkün değil. Köprünün kendi kalınlığını da en aza indirdik. 3.5 metre. Düz köprü yapın itirazlarına karşı söylüyorum, en az 7 metre kalınlık yapmak zorunda kalırsınız.
UNESCO’yu nasıl ikna ettiniz?
Bir hafta boyunca Paris’e çıkarma yaptık. Birebir projeyi anlattık. Hepsi şaşkınlık içinde ‘Biz böyle bilmiyorduk’ dediler. Sonunda iki bağımsız kurulun inceleyeceğini ve onların vereceği karara uymamızı istediler. Projeden emindik. Almanya Aachen Üniversitesi ve Venedik Üniversitesi’nden bağımsız uzmanlar aylarca süren çalışmalar yaptılar. Her iki kurul da buraya bir köprü yapılacaksa en uygun projenin bu olduğuna karar verdi.
Kamuoyunda projenin perde arkasındaki mimarı Kadir Topbaş olduğu algısı, iddiası var...
Belediye Başkanımızın projeye ilgisi Koruma Kurulu üyeliği döneminden geliyor. Beyoğlu Belediye Başkanlığı döneminde de projeye yakın. Aynı zamanda kendisi mimar ve sanat tarihçi. Bu özelliklerle projede birçok fikri oluşmuş. Bunları bizimle paylaştı. Kendisiyle fikir alışverişinde bulunduk. Belediye Başkanı olarak bu projeye sahip çıkmasa proje çoktan rafa kaldırılırdı.
Başkan olarak değil mimar olarak bu projenin neresinde?
Fikir aşamasında ve prensip kararlarında beraber hareket ettik. İstasyonun köprünün ortasında olması, iki ayaklı asma köprü olmasına beraber karar verdik.
Süleymaniye’yi Kanuni yaptırdı ama mimarı Sinan diyoruz.. 50 yıl sonra köprünün mimarı için kimin ismi geçecek?
Mimarı Hakan Kıran. Ancak başkanımızın fikirlerini, katkılarını görmezden gelemeyiz.
Radikal, 25.06.2011
|

|
PICASSO TABLOSU 35 MİLYON TL'YE SATILDI
İspanyol ressam Pablo Picasso’nun 1935 yılında yaptığı “Jeune Fille Endormie” adlı tablosu İngiltere’nin başkenti Londra’daki Christie’s Müzayede Evi’nin önceki akşam düzenlediği açık artırmada 13.5 milyon sterline (35 milyon TL) alıcı buldu.
Christie’s adına açıklama yapan Giovanna Bertazzoni, Picasso’nun 1927’de 45 yaşındayken tanıştığı sevgilisi Marie-Therese Walter’i resmettiği tablo için “Bir mücevher kadar değerli” diyerek beklentilerin üzerinde bir fiyata satıldığının da altını çizdi.
17 yaşındaki sevgilisini başka tablolarında da resmeden Picasso’nun yapıtı, satışından elde edilen gelir bilimsel araştırmalarda kullanılmak üzere Avustralya’daki Sydney Üniversitesi’ne bağışlanmıştı. Üniversiteden Dr. Michael Spence, tabloyu bağışlayan ve isminin açıklanmasını istemeyen kişiye minnettar olduklarını söyledi.
Akşam, 23.06.2011
|
"ANKARA'NIN BİLMEDİĞİ
890 BATIK VAR"
Türkiye
Sualtı Arkeolojisi
Vakfı Başkanı
Oğuz Aydemir,
dünyanın en eski
batıklarına sahip
Türkiye'nin,
sualtı arkeolojisi
konusunda dünyada bir
numaralı ülke olduğunu
söyledi.
Aydemir,
Türkiye Sualtı Sporları
Federasyonu
ve
İzmir Ticaret Odası
(İZTO) tarafından İZTO
Meclis Salonu'nda
düzenlenen Sualtı
Turizminin
Geliştirilmesi
Sempozyumu'nda yaptığı
konuşmada, dünyanın en
eski batığının
Kaş'taki
Uluburun batığı
olduğunu anlattı.
Müzede sergilenen en
eski geminin
Beşiktaş Askeri Müzesi'ndeki
kadırga olduğunu,
dünyada
sualtı arkeolojisi
bilim dalının
temellerinin de
Türkiye'de atıldığını
belirten Aydemir, şöyle
konuştu:
''Türkiye, dünyanın en
eski batıklarına sahip
ve
sualtı arkeolojisi
konusunda bir numaralı
ülkedir. Özellikle Ege
Bölgesi ve Çeşme
Yarımadası Türkiye'nin
en zengin sualtı
arkeolojik değerlerine
sahiptir.
Bu zenginliğin iyi
değerlendirilmesi
gerekiyor ancak daha
neye sahip olduğumuzun
dahi farkında değiliz.
Dokuz Eylül Üniversitesi
ile birlikte Ege
Denizi'ndeki batıkların
envanterini çıkarmak
için çalışıyoruz. Son 3
senede Ankara'nın
bilmediği 890 batık
saptadık. Bunu fazla
duyuramıyoruz.
Kaçakçılığa yol
göstermiş gibi bir işlev
üstlenmek istemiyoruz.
Bu çalışma önümüzdeki
sene sonu itibarıyla
sona erecek. Sonuçlarını
sanıyorum Kültür ve
Turizm Bakanlığı deklare
edecektir.''
Türkiye
Sualtı Arkeolojisi
Vakfı Başkanı Aydemir,
Türkiye'de sualtı
dalışlarıyla ilgili
mevzuatın katı ve taviz
vermeyen bir yapıda
olmasından şikayet
edilmemesi gerektiğini
söyledi.
Dünyada böyle zenginliğe
sahip bir başka ülkenin
olmadığını anlatan
Aydemir, dolayısıyla
başka ülkelerin
mevzuatlarıyla
karşılaştırmaya
gidilmemesi gerektiğini
ifade etti.
Batıklara kaçak
dalışların
engellenemediğine
dikkati çeken Aydemir,
dalışa yasak bölgelerin
kaldırılmasıyla turizm
gelirinin artacağını
beklemenin de doğru
olmadığını savundu.
Sempozyumda konuşan
Türkiye Sualtı Sporları
Federasyonu
İzmir Temsilcisi ve İZTO
48. Meslek Komitesi
Başkan Yardımcısı Şenol
Öztürk de dalışa yasak
bölge kararlarının bir
çoğunun bilimsel
kriterler göz önüne
alınmadan verildiğini
savundu.
Öztürk, İzmir
kıyılarında sit ve
askeri güvenlik
gerekçesiyle yasaklanan
bir çok alanın turizm
açısından önemli bir
potansiyel oluşturduğunu
söyledi.
Çeşme kıyılarında
Osmanlı-Rus Savaşı'ndan
kalma batıkların turizme
açılması için çağrıda
bulunduklarını anlatan
Öztürk, Rusya için çok
önemli olan bölgenin
değerlendirilmesi
gerektiğini ifade etti.
Federasyon Genel
Sekreteri Oğuz Aydın ise
İzmir'in sualtı sporları
açısından önemli
potansiyel
barındırdığını, kentin
Sualtı Sporları
Olimpiyatları'na aday
olması gerektiğini dile
getirdi.
Habertürk, 23.06.2011
|
TARİHİ KADIRGALAR YENİ MEKANLARINA TAŞINDI
Beşiktaş'taki
Deniz Müzesi'ne yapılan
ek binada sergilenecek
olan tarihi kadırgalar, geçici olarak tutuldukları
binadan sergi mekanına
taşındı. Büyükşehir tarafından 2008'de Beşiktaş
Deniz Müzesi'nin tarihi
kadırgaların sergilenmesine uygun hale getirilmesi
için binanın yanındaki
boş alana iki yeni
blok inşa edildi. Yıl
sonunda tamamlanması planlanan tarihi kadırga
koleksiyonunun sergileneceği iki katlı
binanın
girişine saltanat kayıkları, üst kata da 400 yıllık
tarihi kadırga yerleştirildi. Dünyada orijinal
olarak korunan tek kadırga olma
özelliği taşıyan tarihi
kadırga, yeni mekanına
yağlı kızaklarla kaydırılarak götürüldü.
Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 23.06.2011
|
|
AVRUPALILARIN KÖKENİ RUSYA

1991'den bu yana mağaralardaki kazılarda 200 kemik parçası bulundu.
Ukrayna’daki kazılarda 32 bin yıllık insan
kemikleri bulundu. Uzmanlara göre kemikler,
Avrupa’daki modern insanların kökenine ait en eski
kanıt. Kırım bölgesindeki Buran-Kaya kazı alanından
çıkan kemikler, dişler, aletler, fildişi süslemeleri
ve hayvan kalıntılarını inceleyen araştırmacılar
fosillerde, ölümden sonraki ritüellerin parçası
olarak etin kemikten ayrıldığını gösteren kesik
izleri tespit etti.
Arkeolog Aleksander Yaneviç, Kırım dağlarındaki
Buran Kaya’da 1991’de dört mağara bulmuştu. O
tarihten bu yana mağaralardaki kazılarda 200 kemik
parçası bulundu. Ayrıca fildişinden yapılmış
süslemelere de rastlandı. Bu süs eşyası, bilim
insanlarına eski insanlarla ‘Gravette’ olarak
bilinen bir kültürel gelenek arasında bağ kurma
şansını verdi. Adını Fransa’da Taş devri
araştırmalarının başlatıldığı La Gravette
bölgesinden alan bu kültür, Avrupa’ya yayıldı.
Prof. Clive Finlayson, “Gravette modern insanı
tanımlayan bir kültür. Bu insanların bıçakları,
hafif aletleri, açık hava kampları vardı. Mamut
kemiklerinden çadırlar dikmişlerdi” diyor.
Finlayson’a göre, parçalar, Avrupa’daki insanların
kökeninin Balkanlar ya da Ortadoğu değil Rusya
ovaları olduğu görüşünü güçlendiriyor.
Radikal, 23.06.2011
|
|
VAN GOGH'TAN 'PORTRE KARDEŞLİĞİ'
Amsterdam'daki
Van Gogh Müzesi, yaptıkları 600 sayfalık
araştırmanın, otoportredeki kişinin ressamın
kendisinden 5 yaş küçük kardeşi Theo olabileceğini
gösterdiğini belirtti. Açıklamada, daha önce Van
Gogh'un düşkün olduğu erkek kardeşini hiç
resmetmediğine inanıldığı belirtildi. Araştırmaya
imza atan uzmanlardan Louis Van Tilborgh, Van
Gogh'un 1887'de resmettiği, açık renk şapkalı ve
mavi paltolu kişinin aslında Theo olduğunu ve bu
sonuca, kardeşlerin hatları arasındaki farklara
bakılarak ulaştıklarını ifade etti.
Akşam, 23.06.2011
|
BU BATIKTAN KAPTAN BİLE ÇIKABİLİR

İstanbul Yenikapı’da devam eden Marmaray-Metro
arkeoloji kazılarında yükü ve ahşap kalıntılarıyla
dünyanın en sağlam batığı bulundu. Çalışanların dahi
fotoğraf çekmesine izin verilmeyen batığı ilk kez
Radikal görüntüledi. İstanbul’un denizcilik tarihi
açısından çok önemli veriler taşıyan batığın 5.
yüzyıla ait olduğu sanılıyor. Arkeologlara göre
dünyada bugüne kadar bulunan batıklar için de bu bir
ilk ve denizcilik tarihinde ezber bozacak.
Bir süre önce 8500 yıllık iskeletlerin de bulunduğu
Yenikapı Marmaray - Metro arkeoloji kazıları 2004
yılından bu yana arkeoloji dünyasına önemli
hazineler kazandırmaya devam ediyor. Kazılarda
binlerce eserin yanı sıra bulunan 35 batıkla Bizans
deniz ticaretine ait en önemli batık koleksiyonu
oluştu. Ancak yaklaşık bir ay önce bulunan yeni bir
batık, arkeologları en çok heyecanlandıran
kalıntılardan biri oldu. 15 metre boyunda, yaklaşık
5 metre enindeki batık gemide yüzlerce amfora olduğu
tahmin ediliyor. Geminin rotası ve yükü, kazı
ilerledikçe netleşecek. “Batıkta neler bulmayı
bekliyorsunuz?” sorumuza arkeologların “Bu batıktan
kaptan bile çıkabilir” yanıtı, beklentilerin
boyutlarını özetliyor. Arkeolog Mehmet Ali Polat bir
aydır bu batık üzerinde çalışıyor:
“Ahşap ve yüküyle bulunmuş dünyada tek örnek.
Buluntuların genişliği 5 metreyi buluyor. Bu bir
küpeşte. Diğer küpeşte henüz açılmadı. Üstündeki
amforalar kırık. Ancak alttaki tabaka olduğu gibi
duruyor. Bulunan en büyük yük gemisi. Ahşapları
sağlam. Dünyada hem geminin ahşapları hem de yüküyle
sapasağlam bilinen başka bir örnek yok. Denizde
kalsa bu kadar korunmazdı. Dalgalar ve tuz, batıktan
geriye çok az örnek bırakırdı.”
Batığın arkeologları bu kadar çok heye
canlandırmasının nedeni, çok iyi derecede buluntu
vermesi. Arkeolog Sırrı Çömlekçi de bu duruma dikkat
çekiyor: “Batıklar arasında Uluburun çok meşhurdur.
Ancak Uluburun batığından geriye ancak yüzde 3 bir
buluntu kalmıştır. Bu veri üzerinden sonuca
ulaşılır. Dünyadaki diğer batıklarda da bu oran
yüzde 5 - 8 arasındadır. Son bulduğumuz batık bize
yüzde 50 oranında buluntu veriyor. Hem de yükleri
sapasağlam. Bu açıdan Bizans denizciliği için çok
önemli bir veri kazandıracak. Tamamen açtığımızda
gemiyi bir bütün olarak görebileceğiz.”
Dünyada büyük yankı uyandırması beklenen batık için
şimdiden pek çok üniversite kalıntıları görmeye
gelmiş. Ancak kazı başkanının talimatı üzerine çekim
izinleri iptal edilmiş.
Marmaray- Metro Arkeolojik Kazıları Başkanı ve aynı
zamanda İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü Zeynep
Kızıltan batıkla ilgili veriler tamamlandığında
kamuoyuna açıklama yapacaklarını söylüyor. Kızıltan,
kazılarda her biri birbirinden değerli buluntular
elde edildiğini, ancak neolİtik dönem mezarlar ile
son batığın İstanbul tarihi açısından ezber
bozduğunu sözlerine ekliyor.
Limanda fırtına sonucu battığı düşünülen geminin şu
an bir küpeştesi ortaya çıkarılıyor. Birçok meyve
çekirdeği de buluntular arasında. Geminin hangi
limandan geldiği ve nasıl bir rota izlediği
buluntulardan yola çıkarak tespit edilebilecek.
Batıktaki kazının yaz sonuna kadar süreceği
belirtiliyor.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 23.06.2011
|
SCHIELE'NİN TABLOSUNA
REKOR FİYAT
28 yaşında İspanyol
gribi salgınında ölen Schiele’nin 1914 yılında
yaptığı, "Haeuser mit Bunter Waesche" (Renkli
Çamaşırlı Evler) adlı tabloya, Sotheby’s’de yapılan
açık artırma öncesinde 22
milyon ile 30 milyon İngiliz sterlini
arasında değer biçilmişti.
Tablo açık artırma öncesi biçilen değer aralığının
alt sınırına
yakın bir fiyattan satılmasına karşın,
sanatçının şimdiye kadar en yüksek fiyattan alıcı
bulan eseri oldu.
Radikal, 23.06.2011
|
|
SHAKESPEARE'NİN MEZARINI
AÇACAKLAR
İngiliz fosil
bilimciler, ölüm nedeni bilinmeyen dünyaca ünlü
yazar William Shakespeare’ın mezarını açarak, ölüm
nedenini araştırmak için izin istedi.
İngiliz
Anglikan Kilisesi’ne
başvuran fosil bilimciler, yazarın 400. ölüm
yıldönümünün denk geldiği 2016 yılına dek
araştırmayı bitirmeyi hedeflediklerini belirtti.
Ayrıca, uzmanlar
kadavra üzerinde
gerçekleştirilecek üç boyutlu özel çizim yöntemiyle
Shakespeare’in yüzü ve bedeninin gerçeğe en yakın
şekilde resmedilebileceğini söylediler.
Milliyet, 23.06.2011
|
GLADYATÖR TURİZMİ
Dünyanın en büyük mermer
kentlerinden biri olan, Yatağan'daki Stratonekeia
Antik Kenti'nde, gladyatörlerin dövüştüğü bir
colosseum (arena) olduğuna dair kanıtlar ağırlık
kazanmaya başladı. Daha önce bulunan 7 gladyatör
steline yenileri eklendi.
Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Fen Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Stratonekeia Kazı
Başkanı Doç. Bilal Söğüt, Truva'nın ünlü kahramanı
Akhilleus'un (Aşil) da buradaki dövüş okulunda
yetiştiğini belirterek, iki yeni mezar steline daha
ulaştıkları söyledi.
Muğla Kültür ve Turizm Müdürü Dr. Kamil Özer ise
Muğla Müzesi bünyesindeki Gladyatör Salonu'da
sergilenen mezar stellerinin tanıtımı için bir dizi
çalışma yapacaklarını açıkladı.
Anadolu'nun hiçbir kentinde bu kadar çok gladyatör
steline rastlanmadığını anlatan Doç. Bilal Söğüt,
"Bulunan gladyatör stelleri bize Stratonikeia
gladyatörlerinin çok meşhur olduğunu ve antik
dönemde iyi bilindiğini gösteriyor. Anadolu'da
hiçbir kentte bu kadar çok gladyatör steline
rastlanmadı. Daha önce bulunan ve Muğla Müzesi'nde
sergilenen 7 gladyatör steline 2 tane daha eklendi.
Gelecek yıllarda da daha pek çok gladyatör ismini
bulacağımızı ümit ediyoruz. Gladyatörlerin burada
Stratonikeia topraklarında emekli olup yaşadıklarını
düşünüyoruz. Stratonikeia mermer kenti olduğu kadar,
gerçek anlamda bir gladyatörler kentidir. Bir zaman
gelecek, insanlar, Stratonikeia'nın her döneme ait
farklı kalıntı zenginliğinin dışında, sadece
Stratonikeia'nın Gladyatörleri'ni konuşacak" dedi.
Söğüt, çalışmaların antik tiyatro kısmında devam
ettiğini belirterek, "Buradaki amfitiyatro,
gladyatör dövüşlerine uygun değil. Seyirci ile sahne
arasında kot farkı yok ve birbirlerine çok yakın.
Ancak bulunan gladyatör iskeletleri, kullanılan
eşyalar, mezar stelleri ve dövüş okulunun varlığı,
arenanın da olabileceği yönündeki tahminlerimizi
güçlendiriyor. Şu anda tiyatro kısmında çalışıyoruz.
İlerleyen dönemlerde kazılarımız bu yöne
kaydıracağız" diye konuştu. Anadolu'nun en büyük
gladyatör dövüş ve eğitim okulunun bulunduğu bölgede
gün ışığına çıkarılacak arenanın turizme katkısının
büyük olacağını belirten Söğüt, turizm dengelerinin
Türkiye lehine döneceğini kaydetti.
Muğla Kültür ve Turizm Müdürü Dr. Kamil Özer ise
Muğla Müzesi bünyesindeki Gladyatör Salonu'da
sergilenen gladyatörün mezar stellerinin tanıtımı
için 2011 yılında bir dizi çalışma yapacaklarını
açıkladı, "Muğla Müzesi'ndeki gladyatör salonumuz
çok özel. Muğla'ya Bodrum ya da Marmaris kadar
ziyaretçi uğramıyor. Salonumuzun tanıtımını iyi
yaparak biraz daha fazla turist çekmeyi
hedefliyoruz. Tanıtım broşürlerimizde Gladyatör
Salonumuza daha fazla yer vererek özellikle
uluslararası fuarlarda tanıtmayı hedefliyoruz. 7
gladyatörün mezar stelinin Muğla Müzesi'nde
sergilenmesi, kültür turizmi açısından bir şans"
görüşünü dile getirdi.
'Truva' filmine konu olan Akhilleus'un da aralarında
bulunduğu 7 gladyatörün mezar steli özel bir salonda
sergileniyor. Salonun duvarlarında, o dönemin
savaşlarını gösteren fotoğraflar yer alıyor. Müzede,
Roma Dönemi'nde ün yapmış Khrysos, Vitalius,
Khrysopteros, Amarios, Eumolos, Droseros ve
Akhilleus adlı savaşçıların mezar stelleri
sergileniyor.
Yeni Asır, Haber: Osman Akça, 22.06.2011
|
KAÇIRILAN ESERLER
KONFERANSI
Turizm Derneği,
yurtdışına kaçırılan eserlerle ilgili konferans
düzenliyor.
Turizm Derneği Başkanı
Sıtkı Severoğlu, dernek olarak 2001 yılında
ilimizden başka yerlere yasal ya da yasal olmayan
yollarla götürülen arkeolojik eserlerin yeniden
kente getirilmesi konusunda çalışmalar yapacaklarını
söyledi. Severoğlu, bu çerçevede Ticaret Odası'nda
yapacakları konferansta Son 3 yıldır çalışmalarını
yürüttüğü ve yazım aşamasında olan ”Anadolu’nun
Gözyaşları” adlı yurt dışına kaçırılan kültür
varlıklarımızın envanteri çalışmasıyla eden Yaşar
Yılmaz'ın konuşmacı olarak katılacağı belirtti.
Gaziantep 27 Gazetesi,
22.06.2011
|
EVLİYA ÇELEBİ'NİN KAYIP HARİTASI

Nil haritası

Nil haritasından Sultan Gavri Hayrati sukemerleri, Kahire
Evliya Çelebi’nin seyahat notlarına dayanan ve
Çelebi’nin gözetiminde yapıldığı tarihi belgelerle
kesinlik kazanan
Nil Haritası,
1453 İstanbul Kültür ve Sanat Dergisi’nin 12.
sayısına konu oldu.
Evliya Çelebi’nin belgesel izi sayılabilecek
harita, bu gün
Vatikan Kütüphanesi arşivlerinde bulunuyor ve
Çelebi’ye ait
Seyahatname’den sonra en önemli belge olarak
kabul ediliyor.
Daha önce hiçbir yerde yayınlanmayan bilgi ve
belgeleri gün yüzüne çıkaran dosya, 'Evliya
Çelebi'nin Belgesel İzleri' başlığıyla
Bilkent Üniversitesi
Öğretim Üyesi Doç.Dr.
Nuran Tezcan tarafından kaleme alındı. Dr.
Tezcan, Chicago Üniversitesi öğretim görevlisi
Robert Dankoff ile beraber Vatikan arşivlerine giren
ve haritayı gün yüzene çıkaran önemli bir bilim
insanı.
Evliya Çelebi 1672-73’te Nil yolculuğuna çıkar.
Amacı Nil’in kaynağını görmektir. Nil’in Kuzey
kolları üzerinde Kahire’den İskenderiye ve Reşid’e
daha sonra Dimyat’a gider. Tekrar Kahire’den yola
çıkarak Nil’in kaynağı olan Cebel-i Kamer’e doğru
Güney yönünde Nil’in sahillerini gezer. Sudan
ortalarına kadar inen Evliya, Nil’e 32 konak
yaklaştığını, fakat vahşi doğa ve barbar kavimler
yüzünden daha ileriye gidemediğini ifade eder.
Evliya Çelebi yolculuğunda harita ile seyahat
ilişkisinin önemini kavramıştır. Daha önce
coğrafyacıların Sudan tarafına sıcaktan
ulaşamadığını, bu bölgenin bilinmediğini,
dolayısıyla kendisinin üstadı Nakkaş Hükmizade Ali
Beg’den öğrendiği üzere seyahati esnasında resmetmiş
olduğu kaleleri, şehirleri, nehir, dağ ve gölleri,
Nil ve Funcistan seyahatini tamamlandıktan sonra,
Papamunta –resimli ilk dünya haritası Mappamundi–
gibi haritada göstermek amacındadır. Ve bunun mevcut
coğrafya eserlerine ve haritalarına bir ek olacağını
da bildirir.
Bugün Vatikan’da Biblioteca Apostolica’da
Evliya Çelebi’nin seyahat notlarına dayanan
Nil haritası, onun seyahatinin sonunda bu
projeyi gerçekleştirmiş olduğunu gösteriyor.
18. yüzyılda
Seyahatname’nin İstanbul’a gönderildiği yıllarda
Kahire’den Vatikan’a gelen bu harita, kaba bez
üzerine çizilmiş. Uzunluğu 543 cm olan haritanın
yukarısında Nil’in kaynağı, aşağısında Nil deltası
bulunuyor. Yani Güney yukarıda, Kuzey aşağıda yer
alıyor. Eni, yukarıda 88, aşağıda 45 cm olan harita
üzerinde Nil, kaynağı olarak kabul edilen Cebel-i
Kamer dağından çıkar, Kızıldeniz ile Libya çölü
arasına sıkıştırılmış biçimde uzanır, Kahire’de iki
kola ayrılıp Akdeniz’e ulaşır.
Eski coğrafya kaynaklarına göre Nil’in kaynağı
Cebel i Kamer dağıdır, haritanın bu anlayışa göre
çizilmiş olduğu görülür. Üzerinde 500’e yakın şehir,
kale, dağ, vadi, göl, kavimler, vahşi hayvanlar,
altın yatakları, ticaret malları vb. üzerine
bilgileri yer alır. Evliya’nın
Seyahatname’nin 10. cildinde geçtiği yerleşim
yerleri hakkında verdiği bilgiler bu haritada
rahatlıkla izlenmektedir.
Evliya Çelebi yalnız Osmanlı ülkesini değil,
komşu ülkeleri de gezmiş, bu ülkelere gitmek için
kral ya da patrik gibi yüksek mevki sahiplerinden
bir çeşit vize demek olan geçiş belgeleri almıştır.
Evliya,
Seyahatname’de “papinta, papinta kagız ya da
papinta hatt” diye adlandırdığı bu belgelerden
birincisini 1074/1664’te Nova’ya giderken Dobro
Venedik (Dubrovnik) kralından almıştır. İkincisini
1075/ 1665’te Batı Avrupa’ya gitmek için Viyana
kralından (1. Leopold) alır.10 Bu belge ile
Seyahatname’nin çeşitli yerlerinde Batı
Avrupa’ya gittiğini bildirirse de bu seyahatini
gerçekleştirememiş olduğu anlaşılır.
Üçüncü belgeyi ise 1082/1672’de Tur-ı Sina’daki
manastır patriğinden almıştır. Bu sonuncusu bugün
elimizde bulunmaktadır. Yunanca olan bu belge
2006’da Pinelophi Stathi tarafından yayınlanmıştır.
Yazar, bu belgenin İstanbul’daki Mukaddes Yerler
Patrik Temsilciliği (Metochion) kütüphanesinde
yabancı memleketlerde seyahat edecek olanlara
verilen mektupları içeren 827 numaralı dosyada
bulunduğunu bildirmektedir: “Patriklikçe tanzim
edilmiş apantahousa, tarihsiz, seyyah Evliya
Çelebi’yi tanıtıyor”.
Bu belgede Evliya Çelebi’den şu sözlerle
bahsedilmektedir:
“.... Hepiniz bilesiniz ki, tarafımızdan tanzim
olunan bu mektubun hamili Evliya Çelebi, namuslu ve
insan dostu bir insandır. Onun arzusu ve emeli
seyyahı alem olmaktır; gezdiği yerleri, şehirleri,
kavimleri anlatmaktır, kalbinde kötülük yoktur, hiç
kimseye haksızlık etmek, hiç kimseyi incitmek
istemez. Biz onun namına tanıklık etmek isteriz ki,
kendisi munis ve iyi bir insandır, bu sebebten
hepinizden niyaz ederiz ki onu iyi bir adam olarak
misafir ediniz, o dindar Hıristiyanlardan lütuflar
ve iyilikler hak etmiştir. Her nerede bulunursa
bulunsun veya seyahat esnasında, ister karada ister
denizde olsun, ister şehirlerde ister köylerde olsun
bizce ve pek çoklarınca insan dostu (barışsever) bir
kişi olarak tanınan kendisi hiç bir tahkikat ve
soruşturmaya maruz kalmamalıdır. Bizim tarafımızdan
ve pek çok başka kişi tarafından barışsever bir kişi
olarak tanınır...”
11 Evliya, bu tavsiye mektubunu hac yolculuğundan
dönüşü sırasında Tur-ı Sina’daki manastırın Rum
Patriğinden nasıl aldığını kendisi Seyahatname’nin
9. cildinde anlatır. Burası ünlü St. Catherine
Manastırı’dır. Evliya, dağların arasında bir dağın
tepesinde benzeri olmayan büyük bir manastır
olduğunu, içinde pek çok patrik, rahip ve keşiş
bulunduğunu, kendisini önce içeri sokmak
istemediklerini, ancak onlarla dostane ilişki
kurarak içeri girip gezdiğini, çok ilginç bir
manastır olduğunu ayrıntılı olarak anlatır. “Amma
kefere elinde kalmışdır. Amma İslam elinde olsa
berbad olurdu” der. Evliya, onlarla kurduğu iyi
ilişkiyi hediyeleşmeye kadar götürmüş, hatta patrik
kendisine bir saat hediye etmiştir. Patrik kendisine
ayrıca yukarıda adı geçen ve Evliya’nın
Seyahatname’de “Seyyah-ı alemdir. Gelüp Tur-ı
Sina’yı ziyaret etmişdir. Yedi kral diyarında kimse
mani olmaya” diye özetlediği geçiş belgesini
almıştır.
Habertürk, 22.06.2011
|
 |
PABLO PICASSO'NUN BATI ŞERİA'DA SERGİLENEN İLK TABLOSU
Filistin'in Ramallah kentindeki bir sanat akademisi, Hollanda'daki "Van Abbemuseum" adlı müzeden Pablo Picasso'nun 1943 yılında yaptığı "Buste de Femme" tablosunu zorlu bir süreç sonunda ödünç alarak sergilemeye başladı.
7 milyon dolar (11.2 milyon TL) değerindeki, "Picasso Filistin'de" adlı sergiye konulan tablo, İspanyol ressamın Batı Şeria'da sergilenen ilk yapıtı oldu. Uluslararası Sanat Akademisi'nin sanat yönetmeni Halit Horan, normalde müzeler arasında altı ay süren ödünç alma sürecinin iki yıl sürdüğüne, büyük güçlüklerle karşılaştıklarına dikkat çekti.
Tablonun Hollanda'nın başkenti Amsterdam'dan Tel Aviv'e uçakla geldikten sonra İsrailli bir güvenlik şirketinin eşliğinde kara yoluyla, çok sayıda kontrol noktasını aşarak Ramallah'a ulaştığını belirten Horani, Arap Dünyası'ndaki ayaklanmaların da gecikmede payı olduğunu vurguladı.
"Bu, Batı Şeria'da sergilenen en değerli sanat eseri" diyen Horani, ödünç alma sürecinin diğer Batılı sanat kuruluşlarına cesaret vereceğini umduğunu da sözlerine ekledi.
Akşam, 22.06.2011
|
TROİA MÜZESİ KAÇIRILAN ESERLERE DÖNÜŞ YOLUNU AÇAR

Anadolu kültürünün Avrupa kültürüyle buluştuğu en
önemli merkezlerden biri olan Troia antik kenti kazı
çalışmaları tüm hızıyla devam ediyor. 1988 yılından
bu yana Prof.Dr. Manfred Korfmann yönetiminde
gerçekleştirilen kazı çalışmaları kapsamında Troia
II savunma duvarlarına bitişik olarak yapılmış, Tunç
Çağı mimarisinde kültsel işlevi olduğuna inanılan
bir megaron yapısı ortaya çıkarıldı. Bu özel yapı,
Çanakkale Boğazı’ndaki rüzgarı sembolize eden bir
çatı konstrüksiyonu ile kapatılarak ziyarete açıldı.
Eserin koruma çatısıyla kaplanarak, restore
edilmesine çeşitli evrelerde destek veren Siemens,
Tunç Çağı’na ait bu eserin sergilenmesine de önemli
katkılarda bulundu.
Troia Kazı Başkan Yardımcısı Doç.Dr. Rüstem Aslan
ile Troia müzesi çalışmalarının geldiği aşamayı ve
son kazılarda elde edilen en yeni buluntuları
konuştuk.
Troia müzesi için yürütülen çalışmalar ne
aşamada?
Kültür Bakanlığı, bir müze yarışması açtı ve bu
yarışma 2 hafta önce sonuçlandı. 2011’in başında
açılmıştı yarışma. 1 Haziran’da yanlış
hatırlamıyorsam jüri birinciyi seçti. Tasarlanan
müzenin, 10 bin metrekare sergi alanı ve 100
hektarlık bir alanın içinde olması gibi belirli
kriterler vardı şartnamede. Troia’yı en iyi anlatan,
Troia fikriyle, milli park fikriyle örtüşen en iyi
proje seçildi. Tabii bu projenin gerçekleşmesi
önemli. Bundan sonraki adım ise uygulama ihalesinin
açılması. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın
inisiyatifinde ve bunu tabii benim söylemem doğru
olmaz fakat doğan hava bir an önce Troia müzesinin
yapımına geçileceği sinyali verildi.
Troia Müzesi'nin açılması hangi açıdan
önemli?
Bu şu açıdan önemli: Troia müzesinin yapılması,
öncelikle Çanakkale’deki turizm kültür aksını
genişletecektir, gelen turistlerin daha uzun süre
Troia’da kalmasını sağlayacaktır. Bunlar birazcık
daha turizme yönelik stratejiler fakat asıl önemlisi
aşağı yukarı dünyanın 44 farklı müze ve
koleksiyonuna dağılmış eserlerin çıktığı topraklara
geri dönme olasılığının önü açılmış olacak.
Türkiye’de, yeni dönem kazılarında çıkan Troia
eserlerinin hepsi Çanakkale Arkeoloji Müzesi’nde.
Eski kazılardan çıkan eserlerin bir kısmı
İstanbul’da. Yanlış hatırlamıyorsam birkaç eser de
Ankara’da var. Arkeolog olarak bizim gönlümüzden
geçen, eserlerin çıktığı toprakta sergilenmesidir.
Peki, bunun olasılığı ne? Hukuki bir süreç başlıyor
çünkü Schliemann’ın kaçırdığı Troia hazineleri ile
ilgili mahkeme süreci, Osmanlı İmparatorluğu ve
Schliemann arasında yapılan bir anlaşmayla ortadan
kalkıyor. Ama tabii bu hukuki sürecin dışında belki
etik baskı oluşturabiliriz. Etik baskı oluşturarak,
bu eserlerin ne karakterle, ödünç mü geçici sergi
mi, bunun önü açılabilir. En azından araştırmacılar
Troia eserlerini bir arada görüp, karşılaştırma ve
değerlendirme fırsatı sağlayabilirler. Belki
Türkiye’deki arkeoloji müzeleri bakış açısına yeni
bir yorum getirecektir, belki bakış açısını
değiştirecektir çünkü bu müze eğer yapılırsa en
modern, en görkemli prestij müzesi olacaktır.
Peki Troia kazılarında elde edilen en yeni
buluntular hangileri?
Troia kazılarına baktığımızda, Korfmann dönemi,
1988’den ölümü 2005’e kadar yaptığı çalışmalarda
çıkan buluntular farklı açılardan
değerlendirilebilir. İlk yazılı mührün bulunması,
son Tunç Çağı, Anadolu dünyasında ait verilerin
ortaya çıkması, çanak çömlek gibi buluntular. Ama
asıl önemli olan Troia’nın bir aşağı kentinin
sanıldığından 10 kat belki ondan çok çok daha büyük
bir kent olduğununun ortaya çıkması olacaktır.
Troia’nın Anadolu Tunç Çağı dönemindeki Anadolu
karakterliğinin her alanda, hem inanç sisteminde,
hem mimari sistemde, önemli bir şekilde buluntularda
vurgulanması ve ispatlanmasıdır. Asıl arkeolojik
sonuç bu aslında. Korfmann sonrası, son Tunç Çağı
dönemi aşağı kentinde savunma hendeğiyle ilgili bazı
sorular vardı. Korfmann sonrası kazılarda hendeğin
devamı tespit edildi ve bu hendeğin komplike bir
kent kapısına ait olduğu saptandı ve bu kent kapısı
da bulundu. Yeni gömüler ortaya çıktı. Artık aşağı
kentin savunma sistemi ve savunma hendeğiyle ilgili
çok fazla kuşku duymaya gerek yok, bu
ispatlanmıştır.
Bundan sonra yapılacak araştırmalar
özellikle neye yönelik olacak?
Tabii bundan sonra yapılan araştırmalar, gene aşağı
kentin belki de dışında ve sınırında tahmin edilen
metropolün mezarlık alanının tespitine yönelik
olacaktır. Metropolün, şimdiye kadar diğer
araştırmacılar tarafından bulunamamış olması
gizemini koruyor. Tahminler var. Tabii metropolün
bulunması ve metropol buluntularının
değerlendirilmesi Troia arkeolojisinde bir dönüm
noktası olabilecektir.
Homeros ölümsüzleştirdi
Troia, Homeros’un İliada Destanı ile ölümsüzleşti.
Daha sonra Schliemann’ın yaptığı çalışmalarla
Troia’nın Hisarlık Tepesi’nde olup olmadığı
tartışmaları sona ermiştir. Manfred Osman
Korfmann’nın 1988-2005 yılları arasındaki Troia
çalışmaları, arkeoloji, kültür ve Troia tarihinde
ise çok derin izler bıraktı. Çünkü, Korfmann’ın
çalışmaları, Calvert, Schliemann, Dörpfeld, Blegen
kazıları sonrasındaki harabe durumuna dönüşen ören
yerini, bakımlı, anlaşılabilir, iyi korunmakta olan
bir antik kente dönüştürdü. Bu koruma ve restorasyon
anlayışı sadece Troia ören yeriyle de sınırlı
kalmayıp, aynı zamanda Homeros’un doğası olan Troia
çevresini de kapsadı. Korfmann’ın çabalarıyla Troia
ve yakın çevresi 1996 yılında Troia Tarihi Milli
Parkı olarak kabul edilmiş ve 1998 yılında UNESCO
Kültür Mirası Listesi’ne alındı. Korfmann aynı
zamanda kurduğu Troia Vakfı ile, Troia ören yerinin
uzun vadeli korunabilmesi için kalıcı bir adımı
attı. Çanakkale-Tübingen Troia Vakfı Manfred Osman
Kütüphanesi, 2007 yılında açılmıştı. 2011 yılı
başındaki İsviçre Bern’den Juker ailesinin
bağışladığı kitap, dergi ve ayrı basımlarla kitap
sayısı 20 bine, dergi ve makale sayısı ise 50 bine
ulaştı. Kütüphane, araştırmacılar ve akademisyenler
başta olmak üzere herkese özgür bir ortamda çalışma
imkanı sunuyor.
UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan ve yaklaşık
5 bin yıllık geçmişi olan Troia Ören Yeri’nden
çıkarılan arkeolojik eserlerin korunmasına ve
sergilenmesine yönelik Çanakkale’nin Tevfikiye
Köyü’nde yapılacak Troia müzesi için mimari proje
elde edilmesi amacıyla Kültür ve Turizm Bakanlığı,
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nce
düzenlenmiş olan yarışmaya 132 adet proje
başvurmuştu.
Yarışma sonucunda birincilik ödülüne, Mimar Ömer
Selçuk Baz, şehir plancısı Okan Bal, inşaat
mühendisi Cenk Kurtel, makine mühendisi Mehmet
Yılmaz ve elektrik mühendisi Berrin Yavuz’dan oluşan
ekibin projesi değer bulunmuştu.
Doç.Dr. Rüstem Aslan kimdir?
İstanbul Üniversitesi –Edebiyat Fakültesi
Prehistorya Anabilim Dalı’ndan mezun olduktan sonra
Almanya Tübingen Üniversitesi’nde Prof. Manfred
Osman Korfmann’nın yanında Troia ve Troas Bölgesi
konusunda master ve doktora çalışması yaptı.
Tübingen Üniversitesi’de Prehistorya anabilim dalı
dışında; Antropoloji, Eski Doğu ve Klasik
Arkeoloji’yi yan bilim dalı olarak aldı.
Korfmann’nın 1988 yılında başlattığı yeni dönem
kazılarına başından itibaren katılıyor. 2005 yılında
Korfmann’nın ölümü sonrasındaki Troia çalışmalarında
kazı başkan yardımcılığı yapıyor. Troia ve arkeoloji
konulu pekçok kitabı ve yüze yakın makalesi
bulunuyor. Troia konulu ulusal ve uluslarası pek çok
belgesele danışmanlık yapan Aslan, 2006 yılından
itibaren Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nde
Arkeoloji Bölümü’nde çalışıyor.
Radikal, Haber: İpek İzci, 22.06.2011
|
CARAVAGGIO'NUN YENİ BİR TABLOSU BULUNDU
İngiltere'de özel bir koleksiyonda ünlü ressam
Caravaggio'ya ait bir resim bulundu.
Caravaggio'nun
Aziz Augustine'i resmettiği ve 1600 yılında
yapıldığı tahmin edilen resim, Yale Üniversitesi
tarafından kataloğa alındı.
The Guardian'ın haberine göre Viyana
Üniversitesi'nden Prof. Sebastian Schütze, resmin
bulunmasının önemli bir keşif olduğu görüşünde. 1571
yılında doğan ve sadece 38 yıl yaşayan
Caravaggio'nun Aziz Augustine resmini 28 yaşında
yaptığı tahmin ediliyor.
Akşam, 22.06.2011
|
|
DEMRE'NİN KİTABI YAZILDI
Akdeniz Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Myra-Andriake kazıları başkanı Prof.Dr. Nevzat Çevik önderliğindeki bilim adamları Demre İlçesi ve çevresinin kitabını yazdı. “Myra-Demre ve Çevresi” adıyla hazırlanan 400 sayfalık kitap, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteğiyle basıldı. DÖSİM mağazalarında satışa sunulan kitapta, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın yazdığı önsöz yer aldı. Kitapta, 39 bilim adamının Myra, Andirake Antik Kentleri ve Saint Nicholas ile ilgili arkeoloji buluntuları, Bizans tarihi, etnoğrafya, doğa ve turizmle ilgili Myra ve Demre’yi anlatan bölümler yer alıyor. Bilim adamlarının araştırmalarının yer aldığı kitap, dünyadaki arkeoloji enstitülerine de gönderildi.
Kitabın editörü ve başyazarı
Prof.Dr. Nevzat
Çevik, “Demre’yi anlatan kapsamlı bir kitap
hazırlandı. İlk kez bir yerleşim birimi, tüm bilim
dalları gözünde incelenerek bir arada okura sunuldu.
Myra-Andriake kazı ekibinin kazı ve araştırmaları
ile ortaya çıkan bilimsel veriler, kazının ikinci
yılında yayınlanarak bilim ve okur dünyasına
sunuldu” dedi.
sondakika.com, 21.06.2011
|
BEŞİKTAŞ'TA MERMER HEYKEL SEMPOZYUMU
Beşiktaş
Belediyesi ve Mimar Sinan Üniversitesi Güzel
Sanatlar Fakültesi, bu yıl Mermer Heykel
Sempozyumu’nu dördüncü kez düzenliyor. 15 Temmuz’a
kadar sürecek sempozyum kapsamında üç yabancı, altı
Türk heykeltıraş
Beşiktaş’ta halkla iç içe heykellerini yontacak.
Ezgi Sandıkçı, Alessandro Pavone, Özer Aktimur,
Michael Levchenko, Çağdaş Erçelik, Robert Bucek,
Yıldız Tülek, Yıldız Güner ve Metin Yergin’in
yonttuğu heykeller daha sonra
Beşiktaş’ta sergilenecek.
Hürriyet, 21.06.2011
|
SALAMİS KAZILARINDA KADIN HEYKELİ BULUNDU
Gazimağusa'daki Doğu Akdeniz Üniversitesi Arkeolojik
ve Kültürel Varlıkları Araştırma Merkezince yeniden
başlatılan Salamis Harabeleri kazı çalışmalarında
bir kadın heykeli bulundu.
Doğu Akdeniz Üniversitesi'nden yapılan yazılı
açıklamada, 15 Haziran 2011'de başlatılan kazıları
yürüten Salamis Kazıları İkinci Başkanı Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Öğretim
Üyesi Doç. Dr Erhan Öztepe'nin çalışmalara ilişkin
verdiği bilgiler aktarıldı.
Açıklamaya göre, Doç.Dr. Öztepe, geçen yılki kazı
çalışmalarında beş heykel bulduklarını ve bu yılki
kazılarda da bir kadın heykeline rastladıklarını
bildirdi.
Kazıların 20 kişilik bir grubun yanında 7 kişilik
bir Kıbrıslı grup ile birlikte yürütüldüğünü
belirten Doç.Dr. Öztepe, amaçlarının Salamis
Bölgesi'ndeki Hamam'ın soğukluk bölümündeki
çalışmaları bitirmek ve Hamam'ın diğer bölümlerini
de açmak olduğunu kaydetti.

Açıklamada, KKTC Bayındırlık ve Ulaştırma Bakanı
Hamza Ersan Saner'in de kazı çalışmalarını yerinde
incelediği bildirildi.
Bakan Saner'in çalışmalara ilişkin yaptığı
değerlendirmelere de yer verilen açıklamada, Hamza
Ersan Saner'in ortaya çıkarılan eserlerin özelde
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti genelde de dünya
kültür mirası olduğunu vurgulad ığı belirtildi.
Açıklamada, 2009'da yapılan kazılarda bulunan
heykellerin replikasının Almanya'daki turizm fuarına
taşıyarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin en iyi
stant ödülüne hak kazandığını anımsatan Bakan
Saner'in, bunun dünya tarihi mirasına katkı olduğunu
ifade ettiği kaydedildi.
Doğu Akdeniz Üniversitesi'nin açıklamasında, 15
Haziran'da başlayan kazı çalışmalarının temmuz ayı
sonuna kadar tamamlanmasının hedeflendiği
bildirildi.
Türkiye Gazetesi, 21.06.2011
|
İSTANBUL MODERN'İN FARKLI YERİNİ ANLATMAK GEREKİYOR
Geçen hafta 2010 Avrupa Kültür Başkenti Etki
Değerlendirme Raporu üzerine iki yazımın başlıkları
şöyleydi: “İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti’ne
değişik bakmak” ve “2010 Kültür Başkenti olmak
İstanbul’a neler kazandırdı”.
Yazılarımda değindiğim bir maddeyi anımsatayım:
“İstanbul’un hala bir Modern Sanat Müzesi yok”.
Okurlarım, görsel sanatlar eleştirmenleri ve
müze ziyaretçileri bana gönderdikleri faks ve
e-postalar ile yazıma bir açıklık getirmemi
istediler.
Özetle gelenleri bir cümlede özetleyebilirim:
İstanbul Modern, bir modern sanat müzesi, siz
de, başka yazarlar, eleştirmenler de onun bu
eksikliği giderdiğini, şimdiye kadar
gerçekleştirdiği sergileriyle de bunu
kanıtladığını belirtiyorsunuz. Ona modern sanat
müzesi demezsek, hangisine bu unvanı vereceğiz,
sorusunu yöneltiyorlar.
* * *
Doğrusunu söylemek gerekirse yanlış anlaşılmaya
biraz ben yol açmışım. Ayrıntıya inmediğim,
farkı ortaya koymadığım için.
Biraz da okurlarım yüzeysel yorumlamış.
İstanbul Modern, kurulduğu günden bu yana Türk
ve dünya sanatçılarının yapıtlarını
sergiledikleri gibi, tematik sergileriyle
dünyadaki akımları, Türkiye’deki izdüşümleri de
bize tanıttı.
Belki de devletin 2010 yılında böyle bir müze
açmamasının nedeni kabul edilir bir gerekçeye
dayanıyor.
Çünkü bu alanı, mekanı Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan, İstanbul Modern’e tahsis etti, açılışta
da bulundu.
Ayrıca İstanbul Modern bu özelliği, bu
kimliğiyle de Cumhurbaşkanlığı Kültür Ödülü’nü
aldı.
Sadece Türkiye’nin önemli ödüllerini almakla
yetinmedi, yurtdışından da, birçok ülkenin
modern sanatla ilgili çalışmaları sonucunda ödül
kazandı.
Fransa Devleti’nin verdiği ödül töreninde ben de
vardım.
İstanbul Modern, sergiler, etkinlikler dışında,
onlarla ilgili söyleşiler, konuşmalar da
düzenleyen, önemli modern sanat müzelerinin
yaptığı gibi, ziyaretçiyi bilgilendiren,
öğretici bir çalışma çabası gösteriyor.
İstanbul Modern’in çocukların sanatla
buluşmasını sağlamaları, hele yaz boyunca bu tür
düzenlemeleri, bence ilerinin bilgili
ziyaretçisini yetiştirme açısından çok yararlı
oluyor.
* * *
Benim eksikliğini duyduğum müze, modern sözü ile
her zaman bir araya gelmesi gerekmeyen,
koleksiyonların sabit biçimde sergileneceği bir
binaydı.
Bunu yazarken, aklımdan çıkmayan da Resim ve
Heykel Müzesi idi.
Eski deyişle bu yazdıklarımın iltibasa mahal
vermemesi için bunları yazdım.
Okurlarımı da anlam, kavram ikileminden
kurtardım.
Hürriyet, Haber: Doğan Hızlan, 21.06.2011
|
GLADYATÖR MEZAR TAŞINA BUGÜNÜ ANLATAN YAZI YAZDIRDI

Yaklaşık yüz yıl önce Türkiye’de bulunan ve
halen Belçika’nın başkenti Brüksel’deki Kraliyet
Sanat ve Tarih Müzesi’nde sergilenen bir gladyatöre
ait mezar taşının üzerindeki yazı ve kabartmalar
deşifre edildi. Ortaya çıkarılan mesaj günümüz spor
müsabakalarında yaşanan hakem hatalarını hatırlatan
bir gerçeği ortaya çıkardı.
Günümüzden yaklaşık 1,800 yıl önce
yaşamış bir gladyatöre ait olduğu tespit edilen
mezar taşında, “Beni hakem hatası öldürdü!” yazdığı
anlaşıldı.
Livescience.com’un haberine göre,
Anadolu’da Karadeniz bölgesindeki Amisus’ta yapılan
kazılar sırasında bulunduktan sonra II. Abdülhamit
tarafından Brüksel’deki Cinquanternaire Müzesi’ne
bağışlanan ve günümüzden yaklaşık 1,800 yıl önce
Roma İmparatorluğu döneminde yaşadığı anlaşılan
gladyatörün mezar taşındaki yazılar geçtiğimiz
günlerde ilk kez deşifre edilebildi.
Yazıları deşifre eden Kanadalı
tarihçi ve Roma dönemi mezar taşları uzmanı Profesör
Michael Carter, mezar taşını yaptıran gladyatörün
yakınlarının da tıpkı bugünkü futbolcular gibi
“hakem hatasından” yakındığını ortaya çıkardı.
Mezar taşının üzerinde biri ayakta
ve diğeri yerde olmak üzere iki gladyatör tasviri
bulunuyor. Ayaktaki gladyatörün elinde iki kılıç
bulunurken, yerdeki gladyatör teslim olduğunu ve
bağışlanmak istediğini belirten bir işaret yapıyor.
Kabartma tasvirin altındaki yazıda,
mezarın Diodorus adlı bir gladyatöre ait olduğu
belirtildikten sonra, tasvirde yerde bulunan
gladyatörün Diodorus, ayaktaki gladyatörün ise
Demetrius olduğu ifade ediliyor.
Yazıda, “Ben rakibim Demetrius
düştükten sonra bile onu öldürmedim. Ama kader ve
suma rudis (hakem) hatası beni öldürdü” yazıyor.
Prof. Carter’a göre, gladyatör
dövüşünde birtakım kurallar bulunuyor. Örneğin
rakiplerden biri karşı tarafın hamlesiyle değil de
kazara yere düştüğü takdirde hakem dövüşü durdurup
yere düşen tarafın kalkmasını bekliyor.
Carter’a göre, Diodorus ile
Demetrius’un dövüşünde de aynısı olmuş. Demetrius
kazayla yere düşünce hakem dövüşü durdurup ayağa
kaldırmış.
Ancak aynı hakem Diodorus kazayla
yere düştüğü zaman maçı durdurmamış. Diodorus’un
bağışla işareti yapmasına rağmen Demetrius kılıcını
rakibine saplayarak öldürmüş.
Diodorus’un yakınlarının mezar
taşına yazdırdığı “hakem hatası” işte bu karar
olmuş.
Hürriyet, 21.06.2011
|
 |
METROPOLİS KAZILARI BAŞLADI
Sabancı Vakfı’nın destek verdiği, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Trakya Üniversitesi işbirliğiyle gerçekleştirilen Metropolis antik kenti kazı çalışmaları başladı.
Sabancı Vakfı’nın 2003 yılından bu yana Metropolis Sevenler Derneği’ne (MESEDER) katkıda bulunarak destek verdiği Metropolis kazı çalışmaları, Trakya Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Serdar Aybek başkanlığında, Türkiye ve Almanya’daki üniversitelerden katılan akademisyen ve öğrencilerden oluşan ekipler tarafından gerçekleştiriliyor.
Bugüne kadar yapılan çalışmalarla 3000 yıllık kentin parlak sosyal yaşantısını aydınlatan önemli veriler elde edilirken, Roma Hamam ve Palaestra alanları önemli ölçüde gün yüzüne çıkarıldı.
Daha önce ortaya çıkarılan stoa olarak adlandırılan sütunlu galeride, restorasyon çalışmalarına öncülük edecek düzenlemeler yapıldı. Ana Tanrıça Kenti’nin bilinmeyen dünyasına yolculuk ekim ayına dek sürecek.
Habertürk, 21.06.2011
|
TARİHİ KALEYİ RESTORE EDELİM DERKEN YIKTILAR
Malatya’nın Battalgazi İlçesi’nde restorasyon çalışmaları yürütülen tarihi kalenin surları yıkıldı.
Geçen yıl kasım ayında, Battalgazi Kalesi’nin Sıptırız Kapısı ve sol tarafındaki surlarında restorasyon çalışması başlatılmıştı. Kapının yakınındaki restorasyonu süren surlar, önceki akşam saatlerinde yıkıldı. O sırada çalışma yapılmaması ve kapı önünde kimsenin bulunmaması sayesinde herhangi bir can kaybı yaşanmadı. Yıkımın ardından Sıptırız Kapısı etrafında güvenlik şeridi oluşturuldu. Battalgazi Belediye Başkanı Selahattin Gürkan, yıkımın nedeni hakkında teknik konular incelendikten sonra daha detaylı bilgiye ulaşacaklarını, kapı ve surlardaki restorasyon sırasında yaşanan kaymanın nedeni araştırıldıktan sonra, çalışmaların sürdürüleceğini ifade etti.
Malatya’nın ilk yerleşim yeri Battalgazi İlçesi’ndeki kale, tarihi kaynaklara göre, Roma-Bizans-Sasani ve Bizans-Arap mücadelelerinde önemli tahribata uğradı. Battal Gazi’nin kahramanlıklarıyla destanlaşan Battalgazi Kalesi, 19’uncu yüzyıla kadar savunmada önemli rol oynadı. Kalenin, yaklaşık 2 bin 850 metre uzunluğundaki surlarının 550 metrelik kısmı için 2010 Kasım ayında restorasyon çalışması başlatılmıştı.
Hürriyet, 21.06.2011
|
 |
12 BİN YILLIK HEYKELLER SERGİLENİYOR

Şanlıurfa Müzesi'nde sergilenen ”dünyanın en eski
totemi” olarak kabul edilen aslan başlı adam heykeli
ve taş blok üzerine çizilmiş bir kadının doğum
sahnesinin yer aldığı eserler büyük ilgi görüyor.
Eser sayısı ve niteliği bakımından Türkiye’nin
önemli müzeleri arasında gösterilen Şanlıurfa
Müzesi, Atatürk Barajı kurtarma kazılarından elde
edilen binlerce tarihi eserin yanı sıra ”insanlık
tarihine ışık tutacak niteliğe sahip” 12 bin yıllık
tapınak merkezi olduğu belirtilen Göbeklitepe’deki
kazılarında gün yüzüne çıkarılan tarihi eserlere de
ev sahipliği yapıyor.
Her yıl çok sayıda yerli ve yabancı turistin
ziyaret ettiği 70 bin civarında eserin yer aldığı
müzede, tarihi Balıklıgöl yakınlarında altyapı
çalışması yapan belediye ekipleri tarafından bulunan
ve günümüzden 13 bin 500 yıl öncesine tarihlenen
erkek heykeli de sergileniyor.
Göbeklitepe kazılarında elde edilen heykellerin
yanı sıra çakmak taşı ve irili ufaklı diğer
eserlerin sergilendiği müzede oluşturulan özel bir
alanda çeşitli yeniliklere imza atıldı.
Eserlerin sergilendiği vitrinler değiştirilirken,
geçen yıl başlatılan onarım çalışmaları kapsamında
güvenlik kameraları da yenilendi.
Yeni görünümleriyle bu yılın başında ziyarete
açılan alanda 1 metre 90 santimetre uzunluğundaki,
üst kısmında aslan başı, ortasında insan, alt
kısmında bebek ve çevresinde yılanların sarılı
olduğu, ”Sağlam olarak elde edilen dünyanın en eski
totemi” olarak kabul edilen ”Aslan başlı adam
heykeli” ile yaban domuzu ve ”Bulundukları yerin
koruyuculuğunu yaptığı belirtilen agresif görünümlü
yabani hayvan figürleri” en çok ilgi gören eserler
oldu.
Neolitik dönemin havasını yansıtan özel alanın
oluşturulduğu müzede, bir kadının doğum sahnesini
yansıtan taş blok üzerine çizilmiş eserde en çok
ziyaret edilen yerlerden biri.
Şanlıurfa Müze Müdürü Müslüm Ercan, yılda
ortalama 30 bin civarında yerli ve yabancı turistin
müzeyi ziyaret ettiğini söyledi.
Daha önce özellikle yabancı ziyaretçilerin
Göbeklitepe kazılarında gün yüzüne çıkarılan
eserleri görmek için Şanlıurfa Müzesi'ne geldiğini
ancak bu konuda düzenleme yapılmadığı için eserleri
görme şansı bulamadığını ifade eden Ercan,
”Eserlerin sergilenmesinin ardından ziyaretçi
sayısında artış oldu. Çalışmalarımız devam ediyor.
Bundan sonraki dönemde kazılar sonucunda elde
edilecek yeni eserler de söz konusu alanda dönüşümlü
olarak sergilenecek” dedi.
Cumhuriyet, 21.06.2011
|
ON YIL SONRA BALKANLARDA OSMANLIDAN İZ KALMAYACAK

Geçtiğimiz hafta Atina’da, Balkanlar’daki
Osmanlı mirasının incelendiği bir toplantı yapıldı.
Prof. Machiel Kiel’in hem fikir babası, hem de
başdanışmanı olduğu projeyle milliyetçilikler
yükselirken, ‘öteki’ne ait mimari mirasın nasıl yok
edildiğini ortaya konması amaçlanıyor.
Balkan coğrafyasına yolu düşenler, Osmanlı’dan
kalma mahzun köprüleri, yıkıldım yıkılacağım diyen
camileri, suyu nicedir akmayan şadırvanları,
süpermarkete dönüştürülmüş tekkeleri görmüştür
mutlaka. İmparatorluğun en uzun yüzyılının yenilgi
ile neticelenip yeni milliyetçiliklerin boy
vermesinin ardından, Osmanlı’dan kalan hemen her
şey, yıkılıp tahrip edildi. Prof. Machiel Kiel’in
öncülüğünde geçen hafta Atina’da yapılan üç günlük
bir toplantıda bu tahribatın boyutları ve nedenleri
tartışıldı.
Türkiye’den Prof. Halil Berktay ile mimarlık
tarihçisi Tülay Artan’ın katıldığı toplantının
amacı, milliyetçiliklerin yükselme dönemlerinde
tahrip edilen eserleri ve bunun tabii sonucunu
gençlere anlatmaktı. Prof. Berktay’ın ifadesiyle,
“Din ‘öteki’nin dini, sanat ‘öteki’nin sanatı
olunca, cami, türbe ve tekkeleriyle dini anıtsal
mimariyi dümdüz etmek büsbütün kolaylaşıyordu.”
Benzer bir trajedi de Anadolu’da yaşanmıştı zaten ve
Osmanlı, Bizans, Rum, Ermeni, Süryani kültür mirası,
tamamen aynı veya benzer gerekçelerle tahrip
edilmişti.
50 yıl boyunca Balkanlar’daki Osmanlı eserlerinin
izini süren Hollandalı sanat tarihçisi Prof. Machiel
Kiel ise durumu gayet net bir biçimde şu sözlerle
özetliyor: “50 yıldır Balkan coğrafyasını geziyorum,
gördüklerimi de yazıyorum. Osmanlı’dan kalan mimari
eserlerin durumu içler acısı ve bunu her seferinde o
bölgenin yetkililerine bildirdim. Saha
çalışmalarında bu eserlerin fotoğrafını çektiğim
için dayak da yedim, hapse de girdim. Temel amacım
bu barbarlığa karşı çıkmak, bunun için mücadele
ediyorum. Çünkü herhangi bir tedbir alınmazsa, on
yıl içinde Balkanlar’da Osmanlı’nın imzasını taşıyan
hiçbir eser kalmayacak.”
Ortaokul ve lise eğitimi görmeden üniversiteye
girebilmiş bir isim Machiel Kiel. Balkanlar’daki
Osmanlı eserlerine ilgi duyması, gençliğindeki taş
ve duvar işçiliğinden kaynaklanıyor bir miktar, bir
miktar da kubbeler serpiştiren bir kültüre olan
derin merakından. Bu nedenle, Balkan coğrafyasında
ayak basmadık köy, ziyaret edilmemiş cami, fotoğrafı
çekilmemiş türbe bırakmamış. Kiel, Harvard, Münih,
Durham ve Utrecht üniversitelerinde kürsü sahibi.
Almanca, İngilizce ve Fransızca yanında Rusça,
Sırpça, Bulgarca ve Türkçe bilen, eski yazıyı gayet
iyi okuyan Kiel,
İstanbul’da Hollanda Arkeoloji Enstitüsü
Müdürlüğü de yaptı. Kiel’in Osmanlı mimarisine
iiişkin 230 makalesi ve 12 kitabı bulunuyor.
Hürriyet, Haber: Sefa Kaplan, 21.06.2011
|
 |
ÇAYIRHAN JULİAPOLİS ANTİK KENTİ KAZILARI BAŞLADI
Nallıhan İlçesi'ne bağlı Çayırhan beldesinde bulunan Juliopolis antik kentindeki kazılar yeniden başladı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Çayırhan Belediyesi’nin katkılarıyla, kentin nekropolünde yürütülen kazılar, Anadolu Medeniyetleri Müze Müdürü Melih Arslan başkanlığında, arkeologlar Mustafa Metin ve Tolga Çelik nezaretinde yürütülüyor.
Çayırhan Belediye Başkanı Ömer Bayrak, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Juliopolis’de 3 yıldır kazı çalışması yürütüldüğünü belirterek, şimdiye kadar yapılan kazılarda 250′ye yakın, 5 ayrı tipte mezar odasına rastlandığını ve mezarlarda tarihi eserlerin bulunduğunu söyledi.
Kazı alanına kısa bir süre önce koruma amaçlı imar planı çıkardıklarını ve bölgeyi tamamen koruma altına almaya çalıştıklarını ifade eden Bayrak, Anadolu Medeniyetleri Müze Müdürü Melih Arslan başkanlığında, arkeologlar Mustafa Metin ve Tolga Çelik nezaretinde, Gülşehri bölgesinde çalışmaların devam ettiğini belirterek, ”Burada 2000-2500 yıllık bir tarih gün yüzene çıkıyor.
Juliopolis antik kenti Çayırhan turizmine çeşitlilik katacak. Şimdiden insanlar gelip kazının yapıldığı alanları dolaşıyor. Buradan çıkan eserler Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergileniyor” dedi.
Ankara Meydanı, 20.06.2011
|
ARKEOLOJİ MÜZESİ 120 YAŞINDA
İstanbul Arkeoloji Müzelerinin 120. kuruluş yıl dönümü, Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı tarafından düzenlenen törenle kutlandı.
Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Selim Seval, Sultanahmet’te bulunan İstanbul Arkeoloji Müzelerinde düzenlenen törende, İstanbul Arkeoloji Müzelerinin dünyanın sayılı arkeoloji müzeleri arasında olduğunu belirtti.
Seval, ”Çok önemli bir koleksiyona ev sahipliği yapan müzenin elemanları, İstanbul’da devam eden kazı çalışmalarında aralıksız görev alarak arkeolojiye ve dolayısıyla İstanbul’un kültürel mirasına sahip çıkıyorlar” dedi.
Seval, müzenin gelişimi, korunması ve sunumunda görev alanları anmak ve kuruluş yıl dönümünü kutlamak için biraraya geldiklerini ifade ederek, ”Bu yaptığımız etkinlikle, özellikle İstanbul’un, daha da geniş açıyla bakarsak Türkiye’nin kendilerine olan teşekkürlerini iletmek istedik. Bu müzenin her kademeden personeli, çok önemli bir görevin sorumluluğu altındalar ve bunu en iyi şekilde yerine getiriyorlar” diye konuştu.
İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü Zeynep Sevim Kızıltun da İstanbul Arkeoloji Müzelerinin son 7 yıldır kentin önemli meydan ve kavşaklarında kesintisiz olarak kazılarını sürdürdüğünü hatırlatarak, ”Zaman zaman moral çöküntüleri yaşasak da meslek ilkelerinden ödün vermeden kentin ve bulunduğumuz coğrafyanın kültürel değerlerine sahip çıkıyoruz. Bu sebeple onurumuza düzenlenen bu tören bizi çok duygulandırdı” dedi.
Konuşmaların ardından, İstanbul Arkeoloji Müzelerinde 20 yılı aşkın süredir çalışan personele müze çalışmalarına katkılarından dolayı plaket verildi.
Gerçek Gündem, 20.06.2011
|
 |
TROIA ANTİK KENTİ GÜN IŞIĞINA ÇIKARILIYOR
Çanakkale merkeze bağlı Tevfikiye
Köyü sınırları
içerisinde bulunan Troia antik kentindeki kazı
çalışmaları yeniden başlıyor.
1988 yılından bu yana Prof.Dr. Manfred Korfmann yönetiminde gerçekleştirilen kazı çalışmaları kapsamında, Troia II savunma duvarlarına bitişik olarak yapılmış Tunç Çağı mimarisinde kültürel işlevi olduğuna inanılan bir megaron yapısının ortaya çıkarıldığını belirten yetkililer, “Bu özel yapı, Çanakkale Boğazı‘ndaki rüzgarı sembolize eden bir çatı konstrüksiyonu ile kapatılarak ziyarete açıldı. Eserin koruma çatısıyla kaplanarak restore edilmesine çeşitli evrelerde destek veren özel bir firma, Tunç Çağı‘na ait bu eserin sergilenmesine de önemli katkılarda bulundu. Anadolu‘daki megaron yapıları arasında şimdiye kadar en iyi şekilde konuma gelmiş olan yapı, içindeki tüm buluntuların envanteriyle birlikte gün ışığına çıkarıldı. Schliemann kazılarından itibaren yanmış kent olarak adlandırılan bu dönemdeki hazine evresine ait bu mimari buluntu, Troia ve Ege Bölgesi kronolojisi içinde büyük önem taşıyor. Bu kültürel yapıların Troia‘daki Schliemann dönemi kazılarında bulunan hazinelerle aynı evreye ait olmaları da buluntuların önümeni daha da artırıyor. Troia‘nın zenginliğinde büyük bir rol oynayan Çanakkale Boğazı‘ndakı rüzgarı da sembolize edecek bir çatı konstrüksiyonu ile kapatılan bu yapı, Troia‘ya gelen ziyaretçiler tarafından rahatça görülebiliyor. Troia Ören Yeri kazı çalışmalarının ana sponsoru olarak desteğini sürdüren Siemens AŞ, bu çerçevede Çanakkale Tübingen Troia Vakfı‘nın kurulmasına öncü rol oynadı” dedi.
Troia antik kentindeki 2011 yılı kazıları, kazı
heyeti başkanı Prof.Dr. Ernst Pernicka
başkanlığında haziran ayı sonunda başlayacak.
Beyaz Gazete, 20.06.2011
|
KÜTAHYA SADECE ÇİNİDEN İBARET DEĞİL

Kütahya hem tarihi, hem kültürü, hem de
doğasıyla mutlaka görülmesi gereken bir yer. Burada
geçireceğiniz birkaç gün içinde çini atölyelerini,
antik ören yerlerini, eski sokakları, müzeleri
gezebilir, doğa yürüyüşlerine çıkabilir, mağaraları
görebilir, kuşları gözlemleyebilirsiniz.
Daha çok çinisiyle bilinen kenti layıkıyla
gezenler, neden sadece çininin ön planda olduğunu
sorarlar kendilerine. Doğrudur aslında. Kütahya’da
porselen ve çini önemli bir kazanç kapısıdır ama
kent sadece bunlardan ibaret değildir. Öncelikle
dünyadaki ilk toplu sözleşmenin yapıldığı yerdir
Kütahya. Fincancılar ile yanlarında çalışan usta,
çırak ve kalfaların özlük hakları ile ilgili yapılan
bu ilk sözleşme, 1766 yılında taraflarca
imzalanmıştır.
Kütahya’yı gezmek isteyenlere ilk önerim, önce
Hıdırlık Tepe’ye çıkarak şehre yukarıdan bakmaları
olacak. Hıdırlık Tepe ve Bizanslılar tarafından
yapılan Kütahya Kalesi ziyaretlerinden sonra yavaş
yavaş keşfe başlayabilirsiniz.
Benim önerim, Germiyan sokağından başlamanız. Taş
döşeli sokak boyunca sağlı solu dizilmiş 150 yıllık
Türk konakları, sizi tarihin derinliklerine
götürecek. O dönemlerdeki estetiğin ve yaşam
arzusunun neden şimdi olmadığını sorgulayacaksınız.
Ahşap, bağdadi kagir, iki veya üç katlı evlerin
neredeyse tümünün kapısında yapılış tarihi yazıyor.
Rusya’ya ve Avusturya’ya karşı ayaklanmış ama
yenilince Osmanlı’ya sığınmış, 1849-1851 yılları
arasında Kütahya’da kalmış olan Lajos Kossuth ve
ailesinin kaldığı Macar evini de mutlaka görün. Evin
isminin Macar Evi olduğuna bakmayın, 18. Yüzyıl Türk
evlerinin çok güzel bir örneği. Burada iki yıl kalan
Kossuth ve ailesinin kullandığı eşyalar
sergileniyor.
İçi ve dışı tamamen çiniyle kaplı olan Çinili Cami,
1973’te yapılmış. O kadar eski bir cami değil belki
ama çini işçiliğinin muhteşem örnekleri ile kaplı.
Eşi benzeri yok. Orta Asya mimarisi örnek alınarak
yapılmış.
Görmemiz gereken ikinci cami, 1410’da yapılan daha
sonra Mimar Sinan tarafından onarılan Ulu Cami. İçi,
dönemin nakkaş ustaları ve hattatlarının özgün kalem
işlemeleri ile süslenmiş.
Kütahya’nın geçmişi, günümüzden 5 bin yıl öncesine
kadar gidiyor. İlk yerleşimler, MÖ 3 bin yılına
tarihleniyor. Antik dönemde adı Kotiaeion olan
Kütahya, masallarıyla ünlü Aispos (bizim bildiğimiz
adıyla Ezop)’un da yaşadığı yer olarak bilinir.
Evliya Çelebi de Kütahyalıdır. Frigyalılar,
Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular,
Germiyanoğulları ve Osmanlılar bölgede sırayla
egemenlik kurmuşlar.
Yakın geçmişte Kütahya’da Rum ve Ermeni nüfusu da
vardı. Osmanlı İmparatorluğu döneminde çini sanatına
büyük katkıda bulunan bu insanlardan çok az bir yapı
kalmış günümüze. Aslında çiniciliğin tarihi,
Friglere kadar gidiyor. Daha sonra bölgeye kim hakim
olduysa çini sanatı da hakim kültürün etkisinde
kalmış. Yüzlerce yıl süren çini geleneği, Kütahya’yı
dünyada önemli bir çini kenti haline getirmiş.
Atölyeler mutlaka görülmesi gereken yerler.
Yıllardır çalışan çini ustaları, bütün hünerlerini
göstererek önemli eserlere imza atıyor. Bir zamanlar
usta çırak ilişkisi ile yetişen çiniciler artık
okulda yetişerek kent ekonomisine büyük katkılarda
bulunuyorlar.
Bir kentin tarihini ve kültürünü öğrenmek için
mutlaka müzelerini gezmek gerekir. Bunların başında
tabii ki Arkeoloji Müzesi geliyor. Ulu Cami’nin
bitişiğinde yer alan müze binası, 1314 yılında
Germiyan beylerinden Umur bin Savcı tarafından
yaptırıldığı için Savcı Medresesi olarak da bilinir.
Kesme taştan yapılmış yapı, 1965’ten beri Arkeoloji
Müzesi olarak hizmet veriyor. Geç miyosen
fosillerinin yanı sıra palelolitik, kalkolitik, eski
Tunç Çağı, Hitit, Frig, Hellenistik, Roma, Bizans,
Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait çeşitli buluntular
sergilenmekte. Müzenin nadide eserlerinden biri
Amazon’lar Lahiti. Lahit, Çavdarhisar- Aizanoi’de
yapılan kazılarda bulunmuştur.
Çini Müzesi de mutlaka görülmesi gereken bir yer.
Germiyan beyi Yakup Çelebi tarafından 1411 yılında
yaptırılan külliyenin bir bölümü, 1999’da Kültür ve
Turizm Bakanlığı tarafından Çini Müzesi olarak
hizmete açıldı. İçinde 1766 yılında imzalanan
dünyanın ilk toplu sözleşmesinin metnini de
görebilirsiniz.
Kütahya’da Eğrigöz Dağı, Murat Dağı, Yeşildağ,
Akdağ, Simav Dağı, Yellice Dağı, Türkmen Dağı,
Şaphane Dağı ile Fryg Vadisi, Çamlıca, Gölcük
Yaylası ve Domaniç ormanları gibi pek çok yerde doğa
yürüyüşü yapmak mümkün.
Kentin dışında ilk görmeniz gereken yer Aizanoi
antik kenti olmalı. Çavdarhisar İlçesi sınırları
içinde yer alan kent, Efes ile çağdaş. tarihi MÖ 3
bin yıllarına kadar gidiyor.
İsmini su perisi Erato ile efsanevi kral Arkas’ın
birleşmesinden ortaya çıkan Azan isimli mitoloji
kahramanından almış.
Kentin bir çok yapısı hala ayakta. Büyük çoğunluğu
Roma dönemine ait. Kentin en görkemli yapısı ise
Zeus Tapınağı. Tapınak, Anadolu’da günümüze kadar en
iyi korunmuş tapınaklardan biri. Önündeki Tanrıça
figürü de olağanüstü bir eser.
Kütahya’ya gidip de Frig vadisini gezmemek, orada en
az bir gün geçirmemek olmaz. Aslında Vadi Afyon-
Kütahya ve Eskişehir sınırları içinde yer alıyor.
Bir zamanlar bölgenin egemen gücü olan Frigyalıların
yoğun olarak yaşadığı vadi, Kapadokya’nın küçük bir
örneği. Tüflerin oyulmasıyla yapılan barınak ve
kaleler, yüzlere yıl çeşitli uygarlıkları saklamış
içinde. Vadiyi dolaşırken her bir noktada farklı
Frig yerleşimini, kabartmalarını, mezarlarını görmek
olası. Vadi daha sonraki yıllarda erken dönem
Hıristiyanlarına ev sahipliği yapmış.
YAPMADAN DÖNMEYİN
· Antik Roma kenti Aizanoi’yi ve Frigya
Vadilerindeki peribacalarını, kaya mezarlarını,
şapelleri görmeden
· Germiyan Sokağı’ndaki 150 yıllık Türk konaklarını,
Lajos Kossuth’un misafir edildiği evi ve müzeleri
gezmeden
· Kurtuluş Savaşı’na tanıklık eden Zafertepe’yi,
Dumlupınar Şehitliği’ni ziyaret etmeden, vatan için
can verenlerin yaşadıklarını hissetmeden
* Kale içindeki Döner Gazino’da yöresel yemeklerden
yemeden
· Termal sularında şifa bulmadan, pınarlarından
içmeden
· Dünyaca ünlü çini ve porselenlerinden almadan...
Hürriyet Seyahat, Haber: Yıldırım Güngör,
20.06.2011
|
 |
İLGİSİZLİK VAZELON'A KÖK SALDI
Maçka'dak tarihi Vazelon Manastırı'nı ağaçlar sardı, yıkılma tehlikesi var.
Kaynaklara göre Vazelon, MS 270 ila 315 arasında yapıldı. Döneminin en zengin manastırı, geliriyle Sümela'nın da yapılmasını sağladı. Ancak 1923'ten sonra kaderine terk edildi, define avcılarının uğrak yeri oldu. Harabeye dönen manastırı ağaç dalları sardı, taşları dökülüyor.
Manastırın yıkılmaya yüz tuttuğunu belirten Maçka Belediye Başkanı Ertuğrul Genç, tarihi dokusunun büyük oranda bozulduğunu söylüyor. Genç şöyle konuştu: Ancak iyi bir çalışmayla turizme kazandırabiliriz. Tescilli kültür varlığı olan manastırın restore edilmesi için Kültür Bakanlığı nezdinde yaptığımız girişimlerden sonuç alamadık. İnanç turizmi kapsamında Sümela kadar ilgi çekebilir. Çünkü Sümela'yı ziyaret gelen turistler burayı soruyor, gitmek istiyor. Ama yolu bozuk.
Özel İdare Müdürlüğü'nün bu yıl manastırın yolunu yapacağını ifade eden Genç, 'AB fonlarıyla restore etme planımız var. Bakanlık yetkilileri destek vereceklerini söyledi. Çalışmalara başladık' dedi. Manastırın ilk katında salon ve 6 oda, diğer katta mutfak, yemek salonuyla su sarnıcı ve yanı başında üç nefli bir kilise yer alıyor. Kuzey duvarında mahşer günü, cennet, cehennem tasvirlerini konu alan freskler var. Ancak ilgisizlikten özelliğini kaybetti. Ahşap üst örtü sistemleri de zamanla yıkılmış.
Akşam, Haber: Gürkan Ata, 20.06.2011
|
SELİMİYE CAMİİ, DÜNYA MİRASI OLACAK MI?
Osmanlı sanatının en önemli eserlerinden, Mimar Sinan’ın ‘ustalık eserim’ dediği Selimiye Camii, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne giriyor.
Paris’te bugün başlayacak ve 28 Haziran’a kadar sürecek toplantıda “İstanbul’un kültür mirasında kalıp kalmayacağı” da tartışılacak. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın “Seçim sonuçlarından daha heyecanla bekliyorum” dediği Selimiye Camii hakkındaki karar bu hafta Paris’te verilecek. Türkiye’nin Paris’teki UNESCO Daimi Temsilciliği ve Kültür Bakanlığı heyetlerinden oluşan Türkiye heyeti, UNESCO Dünya Mirasını Koruma Komitesi’nin 20-28 Haziran toplantılarına katılıyor. Toplantıda Selimiye Camii’nin listeye alınıp alınmayacağı belli olacak. UNESCO listesine girmeyi bekleyen Alanya hakkındaki kararı da, Alanya raporu tamamlanamadığı için seneye kaldı.
Ayrıca UNESCO’nun daha önce tüm şehri dünya mirası olarak lsitesine aldığı İstanbul’da kültürel eserlerin korunması için gereken özenin gösterilmediği eleştirilerine ilişkin sonuç raporu da görüşülecek. UNESCO, İstanbul’daki çarpık yapılaşmanın, trafiğin ve alt yapı çalışmalarının kültürel mirası tehdit ettiğini rapor etmişti. Türkiye heyeti İstanbul’un listeden çıkarılmasını beklemediklerini, eksiklerini gidererek listede kalacağına inanıyor.
UNESCO daha önce, İstanbul’un yanısıra Göreme ve Kapadokya, Divriği Ulucami, Hattuşaş, Nemrut Dağı, Xanthos, Pamukkale, Safranbolu ve Truva arkeolojik kentini dünya mirası listesine almıştı.
Hürriyet, Haber: Arzu Çakır, 20.06.2011
|
 |
"HERMES ÇANTA ALIR GİBİ TABLO TOPLUYORLAR
Son 8-10 yılda sanat
koleksiyonerliği konusunda oldukça fazla
yol kat ettik. Bugün
kayıtlı tam 2 bin 500 koleksiyoner var.
Elbette bunların hepsi geniş
çaplı koleksiyonlar değil. Ama sanata olan ilginin
her geçen gün fazlalaştığı da bir gerçek. Şüphesiz
bunda ekonomik
istikrar kadar sanatın günümüzde bir prestij sembolü
haline dönüşmesinin de büyük payı var. Ama günümüzde
koleksiyon yapmak o kadar da
kolay değil. Çünkü arz-talep kanunu burada
da işliyor.
Koleksiyoner sayısı arttıkça resme
harcanan para da aşağı
kalmıyor. Oysa 70-80'li yıllarda çok cüzi
fiyatlara önemli bir
koleksiyon oluşturmak mümkündü. Bu hafta
Eko-Sanat'taki konuğum 70'li yıllarda koleksiyona
başlayan ve bugün Türkiye'nin
en iyi 25 koleksiyoneri arasında gösterilen
Ünal Göğüş. 1971'de koleksiyonerliğe başlayan
Ünal Göğüş'ün koleksiyonunda Paris ekolü ağırlıklı
binin üzerinde resim var. Bugün milyonlarca liradan
alıcı bulan Mübin Orhon ve Paris ekolünün diğer
önemli temsilcilerinden Hakkı Anlı, Selim Turan,
Avni Arbaş gibi isimler de Göğüş'ün koleksiyonunda
önemli yer tutuyor.
Koleksiyon yapmanın artık bir trend haline geldiğini
söyleyen Göğüş, "Hermes çanta alır gibi tablo
alıyorlar. Sürü psikolojisi var. Bundan 10 yıl evvel
bin dolara satılamayan resimler, bugün milyonlara
gidiyor" diyor. Göğüş'le Kavacık'taki
ofisinde buluşuyoruz. Hilmi
Güvenal'la birlikte, ki Hilmi
Bey'in de hatırı sayılır bir koleksiyonu var, Reform
Kurumsal isminde bir
şirketleri var. 2002 yılında kurdukları
Reform Kurumsal
şirketi, finansal açıdan sıkıntı yaşayan
şirketlere hizmet veriyor ve onların yeniden
yapılanmasına yönelik çalışmalar gerçekleştiriyor.
Göğüş'e müşterilerine sanat yatırımını
önerip önermediklerini soruyorum. "Biz önermesek de
ofisimize
gelip resim ve heykelleri gören müşteriler
koleksiyon yapmaya başlıyor. Birçok işadamı kendi
şirketlerinin tanıtımında sanatın ne denli önemli
olduğunun farkına vardı. Günümüzde
ofislere, evlere resim asma alışkanlığı
başladı" diyor. Ayrıca sanatın artık iyi bir reklam
aracına dö-nüştüğü konusunda da hemfikir. "Resme 1
milyon harcayan kişi hem yüksek bir kültür birikimi
olduğu fikrini desteklemiş oluyor hem de bu yolla en
prestijli reklamı yapmış oluyor" diyen Göğüş
bilinçsiz alıcıların ise fiyatları gereksiz
yükselttiğinin altını çiziyor.
Göğüş'e artan fiyatların nedenini
neye bağladığını soruyorum? "Resim sahibi olmak en
önemli prestij unsuru oldu. İnsanın evinde, ofisinde
resim olması çok önemli oldu. Bu bir kültür
meselesi. Ama bilinçsiz alımlar yapılıyor. Bugün
koleksiyoner olan bazı arkadaşlarımız 10 yıl evvel
dönüp bu resimlere bakmazdı bile ama şimdi
koleksiyoner oldu" diyor. 10 yıl evvel 10 bin dolara
satılamayan Mübin Orhon'un bugün milyonlara
satılmasını ise gerçekçi bulmuyor. "Bir Mübin Orhon
modası başladı. Artık herkes birbirine 'Senin
Mübin'in var mı?' diye soruyor. Oysa aynı ekolden
çok daha başarılı ressamlar var. Mesela; Ferit
İşcan. Bana kalırsa Ferit İşcan'ın resimleri
Orhon'dan çok daha iyi. Ama bin-2 bin liradan
satılıyor. Anlamak çok güç" diyor Göğüş. Şaşırtıcı
doğrusu. Çünkü Mübin Orhon'un hızla yükselen
fiyatlarına karşı çıkan Ünal Bey'in koleksiyonunda
önemli bir Mübin Orhon seçkisi var.
Göğüş, güncel sanatta fiyatların
çok yükselmesine biraz endişeyle bakıyor. "Bazı çok
genç isimler gereksiz yükseldi" diyor. Bir de
galericiliğin artık işadamları tarafından
yapılmasına tepkili. "Yeni galeri açanlara bakın...
Resimle ilgisi olmayan kişiler galericiliğe başladı.
Bir sanatçıdan elinde belirli sayıda iş varsa ve o
sanatçının fiyatları da astronomik seviyeye
yükseliyorsa, tek tek elinden çıkarmak için galeri
açanlar var. İnsanlar işi gücü bıraktı, galericiliğe
başladı."
Dünyada resmin ebadı ve kağıt ya da
tuval üzerine yapılıp yapılmadığı onun değerini
etkileyen bir faktör değildir. Ama Göğüş'e göre bu
durum Türkiye'de farklı işliyor: "Metrajla resim
alıyorlar. 10 metrekare olan bir resim bizim
ülkemizde maalesef her zaman 3 metrekarelik bir
resimden daha değerli oluyor. Bütün büyük ebatlı
resimlere 'başyapıt' deniyor. Oysa bir ressamın
oldukça ufak boyuttaki bir çalışması da başyapıt
olabilir."
Ünal Göğüş aynı zamanda İstanbul Modern
Müzesi'nin mütevelli heyetinde. "Yeni koleksiyona
başlayacak olan kişilere hangi sanatçıların
eserlerini önerirsiniz?" diye soruyorum. Elbette ilk
cevabı "Ferit İşcan" oluyor ve beğendiği ama
fiyatları henüz çok yüksek seviyelere ulaşmayan yani
hala alınabilir olan sanatçıları saymaya başlıyor:
"Selma Gürbüz, Ali Çelebi, Avni Arbaş, Adnan Varıca
ve Orhan Peker almayı öneririm."
Sabah, Haber: Burcu Aldinç, 19.06.2011
|
KİTAPLARINI KORFMANN KÜTÜPHANESİ'NE BAĞIŞLADILAR
Çanakkale’deki Manfred Osman Kofrmann
Kütüphanesi’ne, İsviçreli arkeolog Prof.Dr. Inses
Juker Scherrer ve eşi Prof.Dr. Hans Juker
tarafından 3 yılda 12 bin kitap bağışlandı.
Fevzipaşa Mahallesi’nde yıllarca Tekel binası olarak kullanılan 100 yıllık tarihi bina, 2007 yılında, Troia Kazıları merhum Başkanı Manfred Osman Korfman’nın adıyla kütüphane haline getirildi. İlk olarak Korfmann’ın Troia ve arkeolojiyle ilgili yaklaşık 8 bin kitabının konulduğu kütüphanedeki kitap sayısı 4 yılda 20 bine ulaştı. Bu artışta, İsviçreli arkeolog Prof.Dr. Inses Juker Scherrer ve eşi Prof.Dr. Hans Juker’in büyük katkısı oldu. Juker çifti 2008′de Çanakkale’ye gerçekleştirdikleri ziyaretin
ardından, kendilerine ait 12 bin kitaplık arkeoloji
kütüphanesini Manfred Osman Korfmann Kütüphanesi’ne
bağışlama kararı verdi. Bu 3 yıllık süre zarfından
kitaplarını parça parça göndererek, Korfmann
Kütüphanesi’nin raflarına büyük zenginlik kattı.
Çanakkale Tübingen Troia Vakfı, bu anlamlı
bağışlar için Korfmaan Kütüphanesi’ndeki sergi
salonuna Prof.Dr. Inses Juker Scherrer ve eşi
Prof.Dr. Hans Juker’in adını vererek teşekkür etti.
Salonun açılışı, Juker Ailesi adına kızları arkeolog
Sabina Brodbeck, Çanakkale Vali Yardımcısı Hüseyin
Kulözü, Belediye Başkan Vekili Belgin Akpınar,
Çanakkale Tübingen Troia Vakfı Başkanı Enver Yılmaz,
Tübingen Troia Vakfı Başkanı Dr. Hans Günther Jansen
ile çok sayıda davetlinin katılımıyla gerçekleşen
törende yapıldı.
Çanakkale Tübingen Troia Vakfı Yönetim Kurulu
Başkanı Enver Yılmaz, 2007 yılında kurulan
kütüphanedeki kitap sayısının son bağışla önemli
ölçüde arttığını belirterek şunları söyledi:
“Kurucumuz rahmetli Manfred Osman Korfmann
aramızda olmasa da yaptıklarıyla insanlar üzerindeki
etki ve heyecanı devam etmektedir. Onu sevenler, ona
saygı duyan ve yaptıklarına inanan Jucker Ailesi
gibi değerli vatandaşlar onun başlatmış olduğu
çalışmalara destek vererek gelecek nesillere ışık
tutmaktadır. 2007 yılında açılan Troia Vakfı Manfred
Osman Korfmann Kütüphanesi’nin 2010 yılında kitap
sayısı 8 bine ulaşırken, bu kitapların sayısı
İsviçre Bern’de yaşayan Jucker Ailesi’nin bağışları
ile 20 bine, makele ve dergi sayısı da 50 bine
ulaştı. ”
Jucker çiftinin kızları arkeolog Sabina Brodbeck
de, kitapların bağışlaması ile aile olarak nasıl
karar aldıklarını anlattı. Daha sonra Korfman
Kütüphanesinin giriş katında bulunan Prof.Dr. Inses
Juker Scherrer-Prof.Dr. Hans Juker sergi salonunun
açılışı yapıldı.
Ayrıca, sergi salonunun önünde Çanakkale Onsekiz
Mart Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim
Bölümü Öğretim Görevlisi Vahid Novruzov tarafından
yapılan Manfred Osman Korfmann’ın büstü de Vali
Vekili Hüseyin Kulözü ve Belediye Başkan Yardımcısı
Belgin Akpınar tarafından açıldı.
haberler.com, 19.06.2011
|
YAYLACIK CAMİİ RESTORE EDİLİYOR

Bursa’nın Nilüfer
İlçesi'ne bağlı Yaylacık
Köyü’ndeki tarihi Camii, Büyükşehir Belediyesi
tarafından restore ediliyor.
Tarihi yapıda sürdürülen restorasyon
çalışmalarını yerinde inceleyen Büyükşehir
Belediye Başkanı Recep Altepe, yapının
yıkılmaktan kurtarılması için çalışmaları bir an
önce başlattıklarını söyledi. Kısa bir süre
içinde özgün bir esere kavuşacaklarını ifade
eden Altepe, "Yapının durumu aciliyet arz ettiği
için temel atma töreni yapamadan işe başladık ve
bugün önemli bir mesafe kat ettik. Önümüzdeki
birkaç ay içinde tarihi yapının restorasyonu
tamamlanacak. Nilüfer Yaylacık Köyü, mevcut yeni
camiinin yanı sıra, çok özel bir yapı olan bu
camiye de kavuşmuş olacak. Tarihi bir değerin
yıkılıp yok olmaktan kurtarılıp, günümüze
kazandırılması anlamında önemli bir çalışmayı
daha tamamlayacağız" dedi.
Yüzlerce yıllık tarihi olan ve son yüzyılın
başında da restorasyon geçirmiş olan tarihi
camiinin üzerindeki tüm yüklerin alındığını,
daha önce çatlayan minarenin de belli bir
noktaya kadar sökülerek yeniden yapıldığını
kaydeden Altepe, "Tarihi mirasın korunması ve
gelecek kuşaklara aktarılmasına yönelik
çalışmalarımız merkezde çok yoğun bir şekilde
sürüyor. Ancak, merkeze paralel olarak
ilçelerimizdeki tarihi değerlerimize de el
attık. Kestel, Gürsu, Mudanya, Gemlik, Nilüfer,
Yıldırım ve Osmangazi’deki tarihi değerlerimiz
birer birer ayağa kaldırılacak. Bugün burada
Nilüfer’e bağlı Yaylacık Köyü’ndeki bir anıtsal
değerimizi kurtararak hem bu köye hem de
Nilüfer’e önemli bir eser kazandırmış olacağız"
diye konuştu.
Altepe ayrıca, bölgedeki Tahtalı Köyü’nde Kale
ve çevresinin restorasyonu, Alaattin, Özlüce ve
Ürünlü gibi çevre köylerde de meydan
düzenlemesi, sosyal tesis binası ve spor tesisi
inşaatı ile yol yapımı gibi pek çok proje
yürüttüklerini hatırlattı.
Genel Sekreter Yardımcısı Bayram Vardar ve
Tarihi Miras Projeler Koordinatörü Aziz Elbas
ile bürokratların da hazır bulunduğu inceleme
gezisinde Altepe, tarihi yapının restorasyon
projelerini inceledi ve restorasyonu yürüten
mimarlardan bilgi aldı.
Projesi Büyükşehir Belediyesi tarafından
hazırlanan Yaylacık Camii’nin restorasyonu,
Bursa Kültür ve Tabiat Varlıkları Kurulu’nun da
gözetiminde gerçekleşiyor. Altepe ile birlikte
inşaat çalışmalarını inceleyen Yaylacık Köyü
Muhtarı Mehmet Gökay da, yüzlerce yıldır
insanlara ibadet mekanı olarak hizmet veren
tarihi yapının bundan sonraki yüzlerce yıl daha
aynı hizmeti verecek olmasından dolayı mutlu
olduklarını belirtti.
Bursa Olay, 19.06.2011
|
HAYRAN HAYRAN BAKTIĞINIZ HEYKEL 6 AYLIK OLABİLİR

Sahte eserlerle piyasada dolandırıcılık
yapanların sayısı her geçen gün artarken, akıllara
durgunluk veren yöntemler geliştiren dolandırıcılar
müzeleri bile kandırdığı biliniyor. Müzelerde 3
binden fazla sahte eser olduğu belirtiliyor. Lidya,
Roma dönemi sikkeler ve heykelleri yapıp 5-6 ay
toprağa gömen dolandırıcılar, sahte eserlerin
oksitlenmesine sebep olup daha sonra eskiymiş gibi
satışa sunuyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı da
müzelerin envanterlerinden çıkan sahte eserler için
resmi sitesinden uyarılarda bulunuyor.
Adana’da bronzdan yaptığı bir heykeli ‘tarihi eser’
olarak satmak isteyen bir kişinin yaptığı heykel
müzecileri bile hayrete düşürmüştü. Heykel, sikke,
elyazması Kuranı Kerim, tablo, terrakota en çok
taklidi yapılan eserler arasında yer alıyor. Tarihi
eser kaçakçılarının yöntemleriyse oldukça ilginç.
Lidya, Roma dönemi sikkeler ile heykelleri yapıp 5-6
ay toprağa gömen sahtekarlar, sahte eserlerin
oksitlenmesine sebep olup daha sonra eskiymiş gibi
satışa sunuyor. Ege ve Akdeniz bölgelerindeki ören
yerleri ile antik kentlerin etrafında yoğunlaşan
dolandırıcılar turistleri hedef seçiyorlar. En çok
sikke ve heykel taklidi yapılırken son dönemde sahte
tabloların da piyasaya sürüldüğü belirtiliyor.
Emekli Müze Müdürü Erdem Yücel “Müzelerde 3 binden
fazla sahte eser olduğunu biliyoruz” diyerek, şu
bilgileri aktarıyor: “Bunlara her geçen gün yenileri
ekleniyor. Müzelerde yeterince uzman yok. Sahte eser
olgusunun bilinmesi gerekir. Gaziantep, Adana
yöresinde sahte eser yapan atölyeler vardı.
Buralardan müzelere çok sayıda eser sattılar.
Maalesef anlaşmalı olarak bu eserleri gerçekmiş gibi
rapor tutarak alan müzeciler de oldu. Çok iyi taklit
olup bilmeden de alanlar var.’’
İşin ilginç yanı definecilerin de birbirlerini
internet sitelerinden bu dolandırıcılara karşı
uyarması. Bir internet sitesindeki uyarı şu şekilde:
‘‘Arkadaşlar, son günlerde yine üçkağıtçılar
hortlamaya başladı. Ellerinde numunelerle ya da
poşet dolusu sarı metallerle dolaşan üçkağıtçı
şebeke elemanlarına dikkat. Masum insanları seçip
ellerindeki sahte sikkeleri satmak isteyen
üçkağıtçıların en belirgin özelliği sizden kapora
adı altında bir miktar para istemeleri. Üçkağıtçı
sahte eser kaçakçıları size geldiklerinde kendi
ellerinizle numune seçmenize asla izin vermezler.
Genelde bu işlerle alakasız birilerini seçerler,
kurban bu işlerden pek anlamayandır. Yakınlarınızı,
tanıdıklarınızı bu kişilere karşı uyarın, paralarını
kaptırmasınlar.”
*
Hakiki sikke üzerindeki patin, asit, limon, alkol ve
sirke gibi maddelerle çıkarılabilir, sahte sikke
üzerindeki patin ıslak bezle çok kolay temizlenir.
*
Hakiki sikkeler üzerinden bulunan patinler yosun
yeşili, duman rengindedir.
*
Hakiki sikke avuç içinde kayar.
Ağırlık ve çapları arasında uyumsuzluk olanlara,
yazılardaki harf hatası olanlara da dikkat edilmesi
gerektiği belirtiliyor.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 19.06.2011
|
 |
TOPKAPI SARAYI'NDA MEHTER VURACAK
Topkapı Sarayı Müzesi'nde eylül ayına kadar haftanın 6 günü mehteran gösterisi düzenlenecek.
Müzenin Bab-ı Hümayun kapısı önünde gerçekleştirilecek konserlerde farklı mehter grupları yer alacak. Yaz boyunca sürecek etkinlikte perşembe, cumartesi ve pazar günleri saat 13.30'da Kültür ve Turizm Bakanlığı Tarihi Türk Müziği Topluluğu Mehter Grubu, çarşamba günleri saat 11.30'da Askeri Müze ve Kültür Sitesi Komutanlığı Mehter Bölüğü, pazartesi ve cuma günleri saat 15.00'te ise Belediye Mehter Grubu konser verecek. Mehter konserlerinin sarayı ziyaret eden yerli-yabancı turistler için en önemli cazibe unsuru olduğunu söyleyen Kültür ve Turizm İl Müdürü Ahmet Emre Bilgili, "Mehteran konserleri Topkapı Sarayı ile bütünleşmiş durumdadır ve en çok uygunluk arz ettiği mekandır." dedi.
Zaman, 18.06.2011
|
UNESCO: HALİÇ KÖPRÜSÜNÜ DANIŞMAN HEYET TAKİP EDECEK
UNESCO, Haliç Metro Geçiş Köprüsü ile ilgili
olarak İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne taslak
karar metni gönderdi. Köprü çalışmalarını
görevlendirilecek 'danışman heyet'in takip
etmesinin istendiği metinde, İstanbul'un
'tehlike altında kültürel miras' listesine
alınma talebi bulunmuyor. Taslak metinde, "Eğer
plan değişiklikleri yapılmazsa İstanbul'un
durumu gelecek yıl tekrar ele alınabilir."
deniyor.
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür
Örgütü (UNESCO) 2011 yılı Temmuz ayında
yapılacak Fransa dönem toplantısında
İstanbul için görüşülecek raporun taslak
metnini gönderdi. Kültür ve Turizm Bakanlığı
ile Dışişleri Bakanlığı'nın yanı sıra
İstanbul Miras Komitesi olarak İstanbul
Büyükşehir Belediyesi'ne gönderilen 8
sayfalık taslak raporda İstanbul'un
tehlikeli miras listesine alınması ile
ilgili bir görüş yer almıyor. Kentin tarihi
miras alanları ve Haliç metro köprü geçişi
ile ilgili UNESCO'ya gönderilen raporların
olumlu olduğu kaydedilen taslak metinde,
"Haliç Metro Geçiş Köprüsü'ne bağımsız
heyetlerin hazırladığı değerlendirme
raporları incelendi ve köprüde birtakım
revizyon yapılması gerekiyor." deniyor.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Haliç
projesiyle ilgili revizyonları yapmayı kabul
ediyor.
İstanbul'un tehlikeli miras alanına
alınmasını 2010 yılındaki UNESCO karar
taslağı öngörüyordu. Yaşanan olumlu
gelişmeler sayesinde son taslak raporda
İstanbul'un tehlikeli miras kapsamına
alınması ile ilgili ifade yer almadı.
İstanbul'da süren alan yönetim planı ve
Haliç Metro Geçiş Köprüsü yapım
çalışmalarının izlenmesi için danışman heyet
kurulması isteğinin yer aldığı raporda şöyle
denildi: "Özellikle köprü ile ilgili olarak
belediyenin UNESCO Dünya Kültürel Miras
Merkezi ile sürekli istişare halinde
bulunması ve çalışmaların denetiminin bir
koordinasyon halinde yapılabilmesi için
danışman heyet kurulmalı. Dünya Miras
Merkezi'nin yaptığı denetimleri güçlü kılmak
için kurulacak heyet ise çalışmaları sürekli
izleyecek."
İstanbul'un 1 yıl önce kurduğu İstanbul
Miras Komitesi'nin olumlu bir gelişme
olduğunun belirtildiği taslak raporda şu
ifadeler yer aldı: "Özellikle son 1 yıldır
yaptığımız çalışmalarda İstanbul'da 10
yıldır verilen ödevlerin yapılmaya
başlandığı görülüyor. 2010 yılında yapılan
denetimler için bu yıl tekrar geleceğiz ve
gelişmeleri izleyeceğiz. Eğer 2011 yılında
hiçbir iş yapılmaz ve plan değişiklikleri
yerine getirilmezse bu durum önümüzdeki
yılki raporlarda tekrar görüşülür. Ancak
çalışmalar bu şekilde hızla devam ederse
ibre İstanbul için olumluya dönmeye
başlıyor."
BM Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü'nün
(UNESCO) Dünya Mirasları-2011 toplantısı,
ülkedeki siyasi kargaşa sebebiyle
Bahreyn'den Fransa'nın başkenti Paris'e
alındı. Paris'te yapılacak UNESCO yıllık
toplantısına Türkiye'den Kültür ve Turizm
Bakanlığı ile Dışişleri Bakanlığı'nın yanı
sıra İstanbul Miras Komitesi olarak İstanbul
Büyükşehir Belediyesi'nden de bir heyet
katılacak. UNESCO Dünya Mirası Komitesi'nin
on gün sürecek toplantısına katılacak olan
heyet, Fransa'da Komite yetkilileri ile de
görüşmeler yapacak. Bu kapsamda Unkapanı'nda
yapımı devam eden Haliç Metro Geçiş
Köprüsü'ne ilişkin çalışmalar ve teknik
özellikleri hakkında İstanbul Miras Komitesi
yetkilileri tarafından Komite'ye bir sunum
yapılacak.
Zaman, Haber: Yasin Kılıç, 18.06.2011
|
BİTLİS'TE TARİHİ YAPILAR ONARILIYOR
Bitlis’te 1885 yılında yaptırılan ev onarılarak kültür evine dönüştürülüyor. Çalışmaları yerinde inceleyen Vali Nurettin Yılmaz, Toplu Konut İdaresince onarılan 126 yıllık evin kültür evi olarak kullanılacağını söyledi.
Bitlis’te ilk defa TOKİ tarafından tarihi bir binanın onarılmasının mutluluğunu yaşadıklarını ifade eden Yılmaz, ”Daha önce bu bina Defterdarlık tarafından kullanılıyordu. Orijinal tarihi yapının, kabartmalı ve renkli desenlerinin üzeri sıvalarla kapatılmış. Bu motiflerin üzerindeki sıvalar temizlenecek. Yapıda değişik kuş ve geometrik motifler var. Yapıda oymalar ve kabartmalar bulunuyor” dedi.
Vali Nurettin Yılmaz’ın incelemelerine, Belediye Başkanı Fehmi Alaydın, Emniyet Müdürü Halil İbrahim Doğan, İl Kültür ve Turizm Müdürü Hüsnü Işıkgör ile Milli Eğitim Müdürü M. Emin Korkmaz da eşlik etti.
Turizm Gazetesi, 18.06.2011
|
 |
BURSA TARİHİ KENT HARİTASINA KAVUŞTU
Brüksel’de
Bursa Günleri ve Kentlerin Diyalogu semineriyle
Bursa’nın sesini uluslararası alanda duyuran
Osmangazi Belediyesi, bir ilke daha imza atarak,
’Bursa tarihi kent haritası’nı Bursa turizmine
kazandırdı.
Osmangazi Belediyesi’nce hazırlanan "Bursa
tarihi kent haritası" Osmangazi Belediye Başkanı
Mustafa Dündar tarafından kamuoyuna tanıtıldı.
Bursa’da bir ilk olan kent haritasının
ayrıntılarını kamuoyuna anlatan Dündar, "Bir
yandan tarihi değerleri ayağı kaldırıyor, diğer
yandan bu değerlerin dünya duyuracak önemli
adımlar atıyoruz" dedi.
Bursa’nın turizm potansiyeline dikkati çeken
Başkan Mustafa Dündar, bacasız sanayide çıtayı
en tepeye çıkarmak istediklerini söyledi.
Bursa’nın hak ettiği turizm potansiyeline
ulaşması gerektiğini vurgulayan Başkan Dündar,
"Bursa tarihi kent haritası" ile birlikte kente
gelen turistlerin tarihi şehri daha yakından
tanımalarına imkan sağlayacak önemli bir adım
attıklarını belirtti. "Bursa tarihi kent
haritası"nda tarihi mekanların, müzelerin, abide
eserlerin, camilerin, külliyelerin, han ve
hamamların yerlerinin şema ve görsel olarak yer
aldığını söyleyen Dündar, "Bursa’da bir ilk olan
bu harita, kent turizmine yeni bir soluk
kazandıracak" dedi.
Haritanın turistlere ulaştırılmak üzere oteller
ve turizm acentelerine dağıtılacağını söyleyen
Dündar, bugüne kadar yapılan haritalar arasında
en kapsamlısı olan "Bursa tarihi kent haritası"
ile Osmangazi Belediyesi’nin tanıtım
çalışmalarına bir halka daha eklediğine değindi.
İlk etapta 5 bin adet bastırılan haritaların
ihtiyaç duyuldukça güncellenerek yeniden
bastırılacağını belirten Dündar, "Bu haritayla
artık turistler kaybolmadan Bursa’da olmanın
keyfini yaşayacaklar" dedi.
Osmangazi Belediyesi olarak şehrin tanıtımı için
Brüksel’de Bursa Günleri ile "Avrupa Genişlemesi
ve AB Komşuluk Politikası için Kentlerin
Diyalogu" seminerini düzenlediklerini söyleyen
Dündar, "Sahip olduğu değerlerle bir dünya kenti
olan Bursa’yı uluslararası çapta tanıtacak
birçok faaliyete ev sahipliği yaptık. Bu
çalışmaları yeni haritamızla birlikte somut
adımlara dönüştürüyor ve Bursa’yı Avrupa’nın,
Orta Doğu’nun Balkanlar’ın ve dünyanın vitrini
yapmayı hedefliyoruz" dedi.
Bursa Olay, 18.06.2011
|
RİZE'DE ESRARENGİZ HAYVAN İSKELETİNİN SIRRI
ÇÖZÜLEMEDİ

Rize’ de eski bir evin temelinde kazı yapılırken
bulunan
ve koruma altına alınan 2 ayaklı
bir hayvan ve yavrusuna ait iskeletin sırrı
çözülemedi.
Türkiye’deki çeşitli üniversitelerle temasa
geçmesine rağmen iskeleti inceleyecek bir muhatap
bulamayan Rize İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü,
son olarak
Erzurum
Atatürk Üniversitesi’ne resmi yazı
ile başvurdu. Buradan gelecek
cevaba göre iskelet incelenmek üzere Erzurum’a
gönderilecek.
Rize’nin Pazar İlçesi Aktaş Köyü’nde yaklaşık bir
ay önce Cihan Yılmaz’ın eski evinin temelinde kazı
yaparken bulduğu ve yapılan ilk incelemede ne olduğu
anlaşılamayan 2 ayaklı bir hayvan ve yavrusuna ait
iskelet, Müze Müdürlüğü ekiplerince koruma altına
alındı. Rize Valiliği’nin, iskeletin evin yaklaşık 1
metre altında dolgu toprak içinde bulunmasının
dinazor iskeleti olması ihtimalini ortadan
kaldırdığı yönündeki açıklamasının ardından,
iskeletin incelemesinin yapılması için Rize
Üniversitesi (RÜ) aracılığı ile
Türkiye'deki çeşitli
üniversitelere yazı yazıldı. Ancak iskeleti
inceleyecek muhatap bulunamadı.
Bunun üzerine Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü,
Erzurum Atatürk Üniversitesi’ne resmi yazı ile
başvurarak, iskeletin incelenerek hangi hayvana ait
olduğunun tespit edilmesini istedi.
Üniversite’den
gelecek yazı sonrası iskelet incelenmek üzere
Erzurum’a gönderilecek.
Kültür ve Turizm İl Müdürü İsmail Hocaoğlu,
iskeletin hangi havyana ait olduğunun henüz
belirlenemediğini belirterek, bu konuda
çalışmalarının sürdüğünü söyledi. Hocaoğlu, "Rize
Üniversitesi aracılığı ile çeşitli üniversitelere
yazı yazdık. Gelen yazılarda üniversitelerin
iskeleti inceleyecek ilgili bölümlerinin bulunmadığı
belirtildi. Şimdi de Erzurum Atatürk Üniversitesi’ne
başvurduk. Oradan gelecek cevabın ardından büyük
ihtimalle iskeleti onlara göndereceğiz. Umarız
iskeletin sırrı kısa
süre sonra çözülmüş olur" dedi.
Milliyet, Haber: Muhammet Kaçar, 17.06.2011
|
BODRUM'UN ALTI ÜSTÜNE GELDİ

Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi ziyaretçilerini
antik çağ gemicilerinin yaşadığı döneme
götürüyor, ortaçağ şövalyeleriyle tanıştırıyor!
Yeni açılan sikkeler salonunda antik çağda alım
gücü ve enflasyonu gösteren tabletler, elbise
süsleri sergileniyor.
Bodrum antik çağın en ünlü kentlerinden
Halikarnassos'un üzerine kurulur. Saint Jean
Şövalyeleri bölgeyi korumak için eski bir
Türk kalesinin üzerine (1406-1522) Bodrum
Kalesi'ni yapar. Dünyanın yedi harikasından
biri olan Mausoleion taşlarının kullandığı,
kuzey yönünden karaya bağlı bir kale.
Savaşlar olur, topraklar el değiştirir,
kaleye girmeye çalışan binlerce gemi,
Ege'nin serin sularına gömülür. Rodos'un
fethinden sonra kale Türklerin eline geçer,
hapishaneye çevrilir. I. Dünya Savaşı'nda
Fransız, İngiliz bombalarıyla bir kısmı
yıkılır.
Bir gün birkaç araştırmacı bu tarihi
merak eder, bir kazma vurur toprağa.
Sikkeler, prenses kolyeleri-yüzükleri,
kaseler, kandiller çıkar ortaya.
Antalya-Gelidonia Batığı kazısından çıkan
eserler Bodrum Müzesi'nde sergilenir.
Kazılar arttıkça artar. Yüzyıllar öncesine
ait gemiler, yüzlerce amphora, cam külçe vb.
eser gün ışığına çıkar. Zamanla müze Sualtı
Arkeoloji Müzesi adını alır, dünyanın sayılı
arkeoloji müzeleri arasına girer.
Bugünlerde ziyaretçi akınına uğrayan
müzede, küçük değişiklikler göze çarpıyor.
Sikkeler daha önce sikke ve mücevherat
salonunda sergileniyordu. 26 Nisan'da
sikkeler için özel bir salon açıldı. Yakın
çevrede bulunan dönemin altınları, elbise
süslemeleri, antik çağda alım gücü ve
enflasyonu gösteren tabletler parlak
camların altına kondu. Bu salondaki en
dikkat çekici eser, pazar yerinden gelen
taban fiyatlarını gösteren yazıt. İmparatora
(1. yy) ait eserle bir ayakkabıcının aylık
maaşı bile hesaplanabiliyor.
Müzenin en yoğun bölümü amphoralar
sergisi. İki kulplu, sivri dipli,
taşınabilir kaplar, iç kalenin soluna
düzenli bir şekilde dizilmiş. Antik devir
ticaretinde zeytin yağı, içecek ve kuru
gıdaların taşınmasında ve saklanmasında
kullanılan kapların üzerine kuşlar pislemiş,
bir kısmı çatlamış, kırılmış. Yeniden elden
geçirilmeleri şart! Sergi, Kenan
amphorasıyla başlıyor, Sakız, Knidos,
İstanköy, Roma, Kartaca, Bizans ve günümüz
Geyre yapımı testilerle son buluyor.
Amphoraların hangi tarihe ve nereye ait
olduğu formlarından, gövde ve kulplarına
basılan mühürlerden anlaşılıyor.
İbadethanenin içine
demir attı
Saint Jean şövalyeleri tarafından yaptırılan
(1406) şapel, İspanyollar tarafından gotik tarzda
onarılmış. Osmanlı'nın eline geçtikten sonra (1523)
camiye çevrilmiş, yanına küçük bir minare eklenmiş.
Savaşlar görmüş, yıkılmış, yeniden ayağa kalkmış.
Hellenistik dönemi malzemelerinden yapılan
ibadethanenin duvarlarında şimdi Venediklilerin
yıktığı mescide ait yazıtlar ve İspanyol
şövalyelerin adları yer alıyor. Evliya Çelebi'nin
Bodrum ziyaretinde Süleymaniye Camii dediği mekanın
içinde Bodrum-Turgut Reis Yassıada açıklarında (MS
7. yy) batan Doğu Roma gemisi sergileniyor. İkiye
bölünüp amphoralarla donatılan gemide yemek yapan
gemicinin mumyasını görmek mümkün. Vitrinlerde
kandiller, mutfak kapları, balık avlamada kullanılan
araçlar...

Yüzyıllar öncesine ait bir gemi
Marmaris yakınlarındaki Serçe Limanı'nda bulunan
Cam Batığı gemisi iskeletiyle meraklılarının
karşısında. Yaklaşık 16 m. uzunluğunda, 5 m. eninde
ve 35 ton yükü taşıyabilen geminin kazısında
arkeologlar 100 ton kumu temizleyerek kazıyı
gerçekleştirmiş. Omurgası karaağaç, kaburga ve
kaplama tahtaları çam olan geminin hikayesi 11. yy'a
dayanıyor. İki tona yakın cam ve metal eşyalar
taşıyan gemide kim bilir neler yaşandı? Salonda
sabit tutulan yüzde 50 nem ve 22 derece ısı
ziyaretçileri farklı bir ruh haline sokuyor.
Fotoğraflar, resimler, panolar, video filmi batığı
geminin nasıl bulunduğunu anlatıyor.

Mezar taşları çöpe gidiyor!
Müzede küçük bir cam parçası bile ışıklı
vitrinlerin arkasında özenle saklanıyor. Ancak
kalenin üst tarafında namazgah bölümünün hali
perişan. Taş duvarlara yaslanmış 15.-16. yüzyıllara
ait mezar taşları çöpe atılmayı bekliyor. Yirmiye
yakın eserin yanına herhangi bir not düşülmemiş,
Peygamber Efendimiz(sas)'in isminin yazdığı bir taş
da kırılıp köşeye atılmış. Müzenin Müdür Yardımcısı
Erhan Özcan, "Kazılar sırasında bulduk. Bizim
koleksiyonumuza ait değil. Yerimiz olmadığı için
kenara koyduk. Hangi döneme ait olduğu tam olarak
tespit edilmedi. İnsanlar mezar sanmasın diye bir
yere dikmedik." diyor. Taşların kısa zamanda bakıma
alınıp hak ettiği değeri bulabileceği bir müzeye
taşınması gerekiyor.
Zaman Cuma, Haber: Ahmet Hülagü, 17.06.2011
|
BOĞAZ'A PERİLİ MÜZE

Borusan Holding’in yönetim merkezi olan
İstanbul
Rumelihisarı’ndaki tarihi ‘Perili Köşk’ müze
oluyor. Borusan Holding’in patronu Ahmet Kocabıyık,
Perili Köşk’ün müze haline getirilmesi için dünyaca
ünlü mimarlarla görüşmeler yapıyor. Sanat
çevrelerinde konuşulanlara göre, çağdaş sanata ev
sahipliği yapacak olan müzenin eylül ayındaki
İstanbul Bienali’ne yetiştirilmesine çalışılıyor.
İstanbul Boğazı’na nazır ‘Perili Köşk’ olarak
bilinen Yusuf Ziya Paşa Köşkü, 2002 yılında Borusan
Holding’e kiralanmıştı. Borusan, 25 yıllığına
kiraladığı binanın yeniden restore edilmesine
yaklaşık 6 milyon
dolar harcamıştı. Borusan Holding Yönetim Kurulu
Başkanı Ahmet Kocabıyık, çok sevdiği binayı bir süre
önce ‘halka açmaya’ karar verdi.
Dünyada pek örneği görülmeyen bir biçimde, Perili
Köşk kısa süre içinde bir ‘ofis müze’ haline
getirilecek. Bina, Borusan Holding’in yönetim
merkezi olmayı sürdürecek ancak haftasonları halk
tarafından müze olarak gezilecek. 10 katlı binada,
Borusan koleksiyonundaki sanat eserleri katlara
serpiştirilmiş durumda.
2007 yılında holding yönetimi binaya taşınırken
Borusan koleksiyonundaki 300 civarı sanat eserinden
100’ün üzerindeki resim, heykel ve duvar boyaması
Perili Köşk’e taşınmıştı. Kocabıyık’ın şu anda
görüştüğü ünlü mimarlardan istediğinin binayı hem
ofis, hem de müze olarak kullanmayı mümkün kılacak
rötuşlar ve ‘müze disiplini’ olduğu konuşuluyor.
‘Peri’ kızı
kulede
1910’da inşa edilen ancak yapımı uzun bir süreçte
tamamlanan Perili Köşk, servetini ticaretle kazanan
Yusuf Ziya Paşa tarafından Rumelihisarı’nda, bir
iddiaya göre, kendi ‘Hıdiv Kasrı’nı oluşturmak için
yapıldı.
Ekonomik sıkıntılar yaşayan Yusuf Ziya Paşa, binayı
tam anlamıyla bitiremedi ve pek kullanamadı. ‘Perili
Köşk’ efsanesi ise Yusuf Ziya Paşa’nın çok güzel bir
kıza aşık olması ve kıskançlığı nedeniyle bu kişiyi
kulenin en üstündeki odaya kapatması hikayesi
üzerine doğdu. İddiaya göre, kızı görmek
isteyenlerin merakı nedeniyle “peri gibi güzel kızın
olduğu köşk” lafından ‘Perili Köşk’ ifadesi çıktı.
Basri Erdoğan isimli Gümüşhaneli bir gayrimenkulcu,
Mısır’da vefat eden Yusuf Ziya Paşa’nın 40’ın
üzerindeki varisini bir araya getirerek binayı aldı.
Mimar Hakan Kıran’ın 1995 - 2000 yılları arasında
yaptığı restorasyon sonrası köşk Borusan Holding’e
kiralandı. Şimdi ise bina İstanbul’un özel müzeleri
arasına gireceği eylül ayına hazırlanıyor.
Milliyet, Haber: Serkan Arman, 17.06.2011
|
"ÇOK BÜYÜK TAZMİNAT DAVASI AÇACAĞIM"
Başbakan Erdoğan’ın “Ucube”
dediği Kars’taki
İnsanlık Anıtı’ndan geriye kalan son parçalar da
yıkıldı ama tartışma bitmedi. Heykelin yıkımını
durdurmak için dava açan
Mehmet Aksoy, bu kez de heykeline zarar
verildiği için çok büyük oranda tazminat davası
açmaya hazırlanıyor.
Kars Belediyesi’nin açtığı yıkım ihalesini 272
bin TL karşılığında alan
Avşin İnşaat’ın taşeron işçileri, paralarını
alamadıkları gerekçesiyle 17 parçasını kestikleri
heykelde çalışmayı durdurup şehri terk etmişti.
Yüzde 70’i kesilen heykelin geriye kalan iki parçası
ise kompresörlü kepçe ile parçalanarak
kaldırılmıştı.
“İşin melodramatik yanı bu yıkımı yapan partinin
sembolünün ampul olması” diyen
Mehmet Aksoy şöyle konuştu. “Karartma günleri
yaşatıyorlar bize. Ampul ışık saçar karartmaz, ama
bu ampul karartıyor. Gerçi ben sanatın ampulü de
aydınlattığını düşünüyorum.”
Geriye kalan iki parçanın heykelin ayakları olduğunu
ifade eden Aksoy, “Haydi heykelimin maddesini
ortadan kaldırdınız, kestiniz biçtiniz, olmadı en
sonunda hırslanıp delici dozerlerle üstüne üşüştünüz
akbaba gibi. Son iki ayağı parça pinçik edildi,
yerine getirilmez biçimde dağıtıldı” dedi.
Çok büyük oranda tazminat davası açacağını
belirten Aksoy, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Telif hakkı bana ait olan bir heykeli
kaldırıyorum diye kesip paramparça, dozerle un ufak
ediyorlar. Dava açıp milli servete dokundun,
değersiz hale getirdin diyeceğiz. O heykelin anlamı
bizim hayallerimizde, çocukların hayallerinde
çoğalarak yaşayacak. Bunu nasıl söküp atacaksınız
merak ediyorum. Ben o heykeli tekrar oraya
diktireceğim. Ben artık bu hayalle yaşayacağım.”
Habertürk, Haber: Tülay Şubatlı, 16.06.2011
******
AB'DEN SANAT DERSİ

Avrupa Birliği (AB) Komisyonu’nun Genişlemeden
Sorumlu Üyesi
Stefan Füle, Avrupa Parlamentosu üyelerinden
Lorenzo Fontana’nın Kars’taki
İnsanlık Anıtı’nın yıkımıyla ilgili verdiği soru
önergesini yanıtladı.
Füle, Kars’ta yıkılan
İnsanlık Anıtı’nın estetik değerini bir devlet
organı, hükümet ya da Avrupa Komisyonu’nun
yargılayamayacağını, sanat eserlerinin yıkılmasının
her zaman ciddi kararlar olduğunu bildirdi.
Kars’taki
İnsanlık Anıtı’nın yıkılmasıyla ilgili bir soru
önergesini yanıtlayan Füle, “Komisyon Türkiye’de
Türk-Ermeni dostluğuna adanmış var olan tek anıtın
yıkılmasından üzüntü duymaktadır” dedi.
Habertürk 22.06.2011
|
TEKİRDAĞ'DA RESTORASYON ÇALIŞMALARI SÜRÜYOR

Tekirdağ'da, 17. yüzyıla kadar dayanan ve
eski Tekirdağ evlerinin kültürel ve tarihi değerleri
koruma projesi kapsamında, restorasyon çalışmaları
sürüyor. Tekirdağ Vali Yardımcısı ve İl Özel İdare
Başkanı Mustafa Masatlı, 'Tekirdağ
Evleri'nin restorasyon çalışmaları için gerekli
ödeneklerin ayrıldığını söyledi. Masatlı, Tekirdağ
evleri için projeleri ikiye ayırdıklarını
belirterek, bunlardan birinin bazı tarihi evlerin
satın alınarak restore edilmesi, diğerinin de sokak
iyileştirilmesi projesi olduğunu kaydetti.
Proje kapsamında, bugüne kadar 10 tarihi evin satın
alındığını ifade eden Masatlı, ''Bu evler, İl Özel
İdare'ye bağlı Kültürel Değerleri Koruma Bürosu
kanalıyla alındı. Bunlardan birinin restorasyonu
bitti. Şu an Tekirdağ Barosu olarak kullanıyor.
Geriye kalan 9 evin beşi Cemal Nadir Sokak'ta, ikisi
50. yıl İlköğretim Okulu'nun olduğu yerde, ikisi de
Tekirdağ Valiliği'ne yakın yerdedir. Bunlardan 7
evin rölöve projesi tamamlanarak Edirne Anıtlar
Kurulu'ndan onay bekleniyor. Bu konuyla ilgili her
hangi bir ödenek sıkıntısı da yok'' diye
konuştu. Cemal Nadir Sokak'ta kültürel dokuyu
korumak istediklerini ifade eden Masatlı,
konuşmasını şöyle sürdürdü:
''Sokak iyileştirilmesi de, Cemal Nadir Sokağın eski
haline dönüştürülme çalışmalarını yürütüyoruz. Bu
projeyle, sokakta kültürel dokuda bütünlük sağlanmış
olacak. Tarih sürekli akıp gidiyor. Önemli olan
tarihten gelen birtakım değerlerin geleceğe
taşınması. Onun için bu evleri koruma adına güvenlik
görevlileri de tuttuk. Bu kişiler, 24 saat boyunca
evleri koruyorlar.''
Tekirdağ'da bugüne kadar, bu asırlık evlerle ilgili
yeterince çalışma yapılmadığını anlatan Masatlı,
Tekirdağ İl Özel İdaresince yapılan çalışmaların,
Türkiye'deki diğer illere de örnek teşkil etmesi
gerektiğini ifade etti. Masatlı, ''Burada kültürel
dokuyu her anlamda ayağa kaldırmış oluyoruz. Biz
tarihi evlerin ayakta tutulması, restorasyonu ile
ilgili de diğer kamu kurum ve kuruluşlarımızın
ilgisini bekliyoruz'' dedi.
Tarihi evlerde bekçilik yapan
Mustafa Akyüz,
evlerin koruma altına alınmadan önce binaların
tahrip edildiğini ve ahşaplarının sökülerek
yakıldığını anlattı. ''Biz tarihi korumak için
buradayız'' diyen Akyüz, şöyle konuştu:
''Bu evlere, tinerciler ve öğrenciler girip
çıkıyordu. Evler de zaten eski olduğu için onlar da
hiç korumuyorlardı. Ama en büyük sıkıntıyı ahşapları
sökmek isteyen kişilerden çekiyoruz. Burada demir,
tahta ne varsa hepsini alıyorlar. Biz de buradan
polise telefon ediyoruz fakat, polis gelene kadar
alıp kaçıyorlar. Onlarla başımız dertte.''
Yapı 16.06.2011
|
İNSANLIK ANITINI YIKANLARA YAPILANLAR İNSANLIK DIŞI
Başbakan Erdoğan’ın “Bu ucubeyi yıkın” talimatıyla
harekete geçen Kars Belediyesi'nin, çeşitli
hukuksuzluklara başvurarak yıktırdığı İnsanlık
Anıtı’nın yıkımını üstlenen taşeron firmanın başına
gelenler, AKP’li belediyenin yıkımı ihale ettiği
Afşin İnşaat ve Oto Nakliyat Şirketi’nin mafyavari
bir şekilde çalıştığını ortaya koydu. İhaleyi alan
Avşin Şirketi’nin sahibi Tuncay Yağcı’nın İl Genel
Meclisi Başkanı Muzaffer Yağcı’nın kardeşi olduğu
anlaşıldı.
Basında çeşitli spekülasyonları yapılan olay
hakkında kendisiyle konuştuğumuz taşeron firmanın
sahibi Ertuğrul Yaman, hem AKP’li belediye başkanı
Nevzat Bozkuş hem de işveren durumundaki Afşin
İnşaat şirketi tarafından aldatıldıklarını, 39 gün
çalışmalarına rağmen paralarını alamadıklarını,
üstelik darp edildiklerini ve ölümle tehdit
edildiklerini belirterek suç duyurusunda
bulunacaklarını duyurdu.
Avrupa’dan ithal edilen tel kesme makineleri
bulunduğu için İnsanlık Heykeli’nin yıkımının
kendilerine teklif edildiğini anlatan Eryaman Karot
Taşeron firması sahibi Ertuğrul Yaman, önce bu
teklife yanaşmadıklarını ancak araya girenlere
güvenerek bu işe girdiklerini belirtti. AKP’li Kars
Belediyesinin ihaleyi İl Genel Meclisi başkanı
Muzaffer Yağcı’nın kardeşi Tuncay Yağcı’nın Afşin
İnş. Oto Nakliyat şirketine verdiğini belirten
Yaman, bu firmayla anlaşarak 25 Nisan’da 2
işçisiyle birlikte heykeli yıkmak üzere çalışmalara
başladıklarını anlattı.
Ertuğrul Yaman, “39 gün yağmur, soğuk sıcak demeden
35 metrelik heykeli kesmeye başladık. 25 Mayıs
tarihinde heykelin kesiminin yüzde 70’ini
bitirdiğimizde yapılan sözleşmede belirtildiği gibi
paramızı almak için Afşin firmasına gittik. Orada
İl Genel Meclisi bizi Afşin şirketi sahibi Tuncay
Yağcı karşıladı. Parayı veremeyeceğini, henüz
belediyenin kendilerine para vermediğini söyledi.
Ancak daha sonra Belediyeyi aradığımda bana parayı
Afşin şirketine teslim ettiklerini söylediler. Bu
kez tekrar Afşin’i aradım, onlar da bunu reddetti.
İyice kafam karıştı ve bu samimiyetsizliğe tepki
olarak malzemeleri toplayarak gitmeye karar verdik ”
diye konuştu.
Gideceklerini öğrenen Kars Belediye Başkanı Nevzat
Bozkuş’un kendisini makamına çağırarak “Ne olur
gitme, basın duyarsa rezil oluruz” diyerek kendisine
gitmemesi yönünde yalvardığını aktaran Yaman, “ Sana
namus sözü ki bu parayı size ödeyeceğim. Afşin’in
parasını ipotek altına alırım. Yeter ki siz bu
heykelin işini bitirin” dedi.
Onun sözüne güverek tekrar işe koyulduk. İş bitikten
sonra tekrar belediyeye geldiğimizde Belediye
başkanı Bozkuş ile Afşin şirketinin sahibi Tuncay
Yağcı oradaydı. Sözleşmede olmadığı halde vinç
parası olan 40 bin TL’yi keseceğini, bütün işçilerim
SSK’lı olmasına rağmen bizi ayrıca özel sigortalı
göstererek bizden 20 bin TL keseceklerini, vinç ve
jeneratörün yakıt ve kira parasını da bizden
keseceklerini ve otel, yemek ihtiyaçlarımız için
verilen parayı keseceklerini söylediler. Şaşırdım
kaldım, geriye 15 bin TL gibi bir para
kalıyordu.Tabii ki kabul etmedim. Karşı çıkarak
orada hazır bulunan Belediye Başkanı Bozkuş’a namus
ve şeref sözünü hatırlattığımda, “Burası kahve
değil, adliye hiç değil, ben karışmam kendi işinizi
dışarıda halledin’ diyerek bizi oradan kovmaya
kalktı” diye anlattı.
Ekibiyle birlikte belediyeden çıkmayı kabul
etmediklerini belirten Yaman, “Birden Yağcı yerinden
kalkarak ‘Eceline mi susadın lan sen’ diyerek bana
yumruk attı.İşçilerim araya girdiğinde birden
üzerimize bir sürü insan geldi ve ağıza alınmayacak
küfürler ederek bizi belediyenin içinde darp
ettiler. ‘Canınızı bağışladık daha ne istiyorsunuz’
diyerek bizi dışarıya attılar” dedi. O gün
malzemeleri toplayıp iki gün bir köyde konakladıktan
sonra İstanbul’a döndüklerini ve hem belediye hem
de Avşin şirketi hakkında suç duyurusunda
bulunacaklarını vurgulayan Yaman, “Ben bu işten çok
zarar ettim.Şimdi ithal olarak aldığım malların bile
parasını ödeyemiyorum Bu yüzden hem arabamı hem de
malzememi satacağım.Biz bunlara güvendik, bize namus
ve şeref sözü verdiler, bizi resmen kullandılar.
Şikayetçiyim” dedi.
Eryaman işçisi Hasan Çıplak ise,” Allahlarından
bulsunlar. Kars belediye yetkilileri ve Afşin
şirketi patronu bize sürekli, ‘ Hakkınızı yersek
çocuklarımızdan çıksın’ diyordu. Bunların hiçbir
sözüne güvenilmez” diye konuştu.
39 gün boyunca 35 metre yükseklikte çalıştıklarını
hatırlatan Eryaman Karot İşçisi Nuri Yiğit, “Biz
işimizi onların sözüne güvenerek bitirdik ancak
onlar hem insanlık heykelini hem bizi harcadılar”
dedi.
Osman Yaman’ın kendileri ayrıldıktan sonra
yaşananlarla ilgili anlattıkları ise heykelin yıkım
işinin nasıl bir şirkete verildiğini göstermesi
açısından önemliydi: “Çalıştığımız iskeleyi
kiraladığımız 26 yaşındaki gence, kira bedelini
Avşin şirketinden alacağımız para içinden
ödeyeceğimizi söyledik. Ama biz paramızı alamayınca,
kira bedelini gidip Avfşin şirketinden almasını,
bunun da bize ödenecek paradan kesilmesini
belirttik. Ancak parasını talep eden genç şirkete
çağrılarak ölümle tehdit edilmiş.
Bununla da yetinmeyen şirket, çalıştığımız süre
boyunca bizim fotoğraflarımızı sergi yapmak amacıyla
çeken Kars Kültür Sanat Derneği başkanı Vedat
Akçayöz’ü yıkım çalışmasına yasadışı bir şekilde
kompresörle devam ettiğini görüntülediği için
dövdürdü.
Birgün, Haber: Zeynep Kuray, 15.06.2011
|
12 - 18 Haziran 2011
|
KATKI
ONAR KÖYÜ KAYA MEZARLARI


Onar Köyü Kaya Mezarları birtakım tipolojik farklılıklar göstermektedir.Buna rağmen genelde birbirne çok yakın biçimde yapılmıştır. Kaya mezarları daha sonraki dönemde açılıp tahrip edilmiş,kapak taşları kırıldığından kimler tarafından yapıldığı belirlenememiştir. 21 adet kaya mezarı açıktadır. En az 5 adet de kapalı (toprak dolmuş) daha vardır.


Kaya mezarlarının tarih saptaması konusunda epigrafi çalışması yardımcı oldu. Mağaraların birinde kline kemerinin üstünde ve altında tabula ansata içerisinde boya ile yazılmış MS 2-3.yy bazı harfler saptandı. Ayrıca fotoğrafı aşağıda görülen atlar freskinin de MÖ 2-3 yy Hellenistik dönemine ait olduğunu düşünüyoruz. Yine bir başka mağarada MS 8-9 yy Bizans dönemine ait bir kelimenin son hecesi duvarda bulunmuştur. Burası kaya kezarı olarak yapılmasına rağmen sonraki dönemlerde oyularak tapınma yeri (kilise) görevi gördüğü anlaşılıyor. Olasılıkla 9-10 yy (İkonaklazma) dönemine ait olabilir.

Hellenistik-Roma-Bizans yerleşimlerinin varlığını gösteren kaya mezarları dışında, toprak üstü araştırmalarında ele geçen ezgi taşı, çanak çömlek (keramikler) parçası buluntuları vardır. Onar Köyü arazisinde ilk Kalkolitik dönemden (MÖ 4500-4000) döneme kadar inen prehistorik yerleşim alanları da bulunmaktadır.
Onar Köyü kaya mezarlarının çok gecikmiş 1. derece sit alanı tescili, yüzyıllardan bu yana olagelen tahribatı daha da artırmıştır. Köylülerin hayvan yemi deposu olarak kullanırken, fiziki müdahale ile (kırarak, yontarak) bilinçsizce yaptığı genişletme tahribatı bir yana son zamanlarda kaçak definecilerin gizli kazıları ve dinamitleme girişimleri yüzünden bu önemli kültürel mirasımız yok olmakla yüzyüzedir. Bu nedenlerle köyün güneyindeki kayalara oyulmuş 21 tanesi açıkta 5'i tamamı ile toprak dolu Onar Köyü kaya mezarlarının bir an önce kurtarma ve temizleme çalışmaları ile bilimsel olarak tarihimizin gün ışığına çıkarılması ve korumaya alınarak turizme sunulması sağlanmalıdır.
Mehmet Ali Tanrıvermiş / Onar Köyü Dernek Başkanı, Kaynak: Dr.İsmail Kaygusuz
|
|
AKHİSAR'DA TARİHİ ESER KAÇAKÇILARI YAKALANDI
Akhisar İlçe Jandarma Komutanlığı asayiş ekiplerince yapılan operasyonda, tarihi eserler ele geçirildi, eser kaçakçıları yakalandı. Eser kaçakçıları çıkarıldıkları nöbetçi savcılıkça ifadeleri alındı ve serbest bırakıldı. Yapılan aramada bulunan 4 parça taş heykel figürleri Manisa Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi ve oraya yapılan incelemede tarihi eserlerin MÖ 4. yüzyıl ve Roma dönemine ait olduğu anlaşıldı.
2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında yapılan çalışmalarda Akhisar'da İ.A. ile N.Ö. Selçikli Köyü çıvarında satmak için müşteri ararken, Akhisar İlçe Jandarma Komutanlığı asayiş ekiplerinin sıkı takibi sonunda yakalandılar. Jandarmanın arabada yaptıkları aramada MÖ 4. yüzyıl ve Roma dönemine ait 4 parça taş heykel figürleri ele geçirildi.
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında olan tarihi eserlere el konularak, ifadeleri alınan şüpheliler İ.A., N.Ö. tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Akhisar Haber, 16.06.2011
|
 |

|
UNESCO, ÜÇ YILLIK MESAİSİNİ TÜRKİYE'YE HARCAYACAK
Tüm insanlığın ortak geçmişini oluşturan değerlerin korunmasında uluslararası işbirliğini mümkün kılmayı amaçlayan Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı'nın (UNESCO) listesi Türk eserleriyle doldu.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Araştırma ve Eğitim Genel Müdürü Mahmut Evkuran, temsili liste için yılda üç dosya görüşen UNESCO'ya dokuz müracaat yaparak, önümüzdeki üç yıllık ajandasını kapattıklarını söylüyor. Normal listede aşure, Türk kahvesi, ebru, mesir macunu şenlikleri ve başka ülkelerle ortak şekilde kutlanan Hıdırellez bulunurken acil koruma gerektiren listede ahlat taş işçiliği, sabantoy, Sarıkeçililer ve kuş dili yer alıyor. Genel Müdür Evkuran, beşi normal, dördü acil koruma gerektiren liste kontenjanını dokuz konuyla dolduran Türkiye'nin dünya kültür diyaloğuna da büyük bir katkı yapmaya hazırlandığına işaret ediyor.
Sarıkeçililer, konar-göçer Yörüklerin son temsilcileri: Sarıkeçililer, yazın yaylalarda ve kışın kışlaklarda hayvancılıkla uğraşan, konargöçer Türk topluluklarıdır. Yörük topluluklarından biri olan ve bugün sayıları 150 civarında kalan Sarıkeçili aşireti, Türkiye'de konar-göçer yörüklerin son temsilcisidir.
Sabantoy, baharın uyanışı: Sabantoy, ekinlerin büyümeğe başladığı, toprağın yeşerdiği ve tabiatın yeniden canlandığı, baharın uyandığı dönemi temsil eder.
Taş işçiliğinin merkezi Ahlat: Van Gölü'nün kenarında kurulu olan Bitlis'in Ahlat İlçesi, işlenmeye müsait taş malzemenin bolluğu, değişik taş türlerinin mevcudiyeti, geçmiş uygarlıklardan devralınan yapı teknolojisi ve kadim geleneklerin varlığı sebebiyle Türkiye'de taş işçiliğinin en önemli merkezlerinden biridir.
Zaman, Haber: Şerif Erdikici, 16.06.2011
|
İSTANBUL 2010 KÜLTÜR BAŞKENTİ'NE DEĞİŞİK BAKMAK
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Etki
Değerlendirme Raporu Mayıs 2011 (*) tarihli
istatistiklerden oluşan kitabı okudum, başkent
olgusuna bir de bu rapor açısından bakacak,
yapılanları / yapılamayanları bu veriler
doğrultusunda değerlendireceğim.
Ben ve benim gibi birçok kişinin “Kültür
Başkenti” olma yılında önerilerimiz,
beklentilerimiz, tasarımlarımız, projelerimiz
vardı.
Çünkü, geçici etkinliklerden çok, kalıcı eserler
bırakılmasını istiyorduk.
Yıllar geçtikten sonra, konserlerin,
toplantıların, sergilerin adının anılmayacağı,
buna karşılık bakın bu yıl şunlar oldu diyecek
çalışmaları ummuştum.
* * *
Raporun içeriğini değerlendirmeden önce yıl boyu
yazdıklarımı özetlemeliyim:
- İstanbul’un hala bir konser salonu yok.
- İstanbul’un hala bir opera salonu yok.
- İstanbul’un hala bir kent müzesi yok.
- İstanbul’un hala bir Modern Sanat Müzesi yok.
- İstanbul’a yıllardır bir kütüphane yapılmadı.
Eski kütüphanelerin kadro ve karşılanmayan
gereksinimlerinin yerine getirilmesi
sağlanamadı.
- Beşiktaş’taki Resim ve Heykel Müzesi’nin
binası onarılmadı, yeni bir müze binası
yapılmadı. Önemli bir koleksiyon bu yüzden gün
ışığına çıkarılamadı. Ufak tefek onarımlarla
ancak damı aktarıldı.
- Büyük bir İstanbul Ansiklopedisi
yayımlanamadı, İstanbul üzerine kapsamlı olmayan
derleme kitaplarla yetinildi.
- İstanbul ve kültürel mirası için hazırlanan
kitapların asıl amacının bu kenti yurtdışında
tanıtmak olduğu kuvvetle vurgulanmadı.
Gerçi başkent olmanın birinci amacının,
işlevinin bu olduğu savı da tartışılabilir.
* * *
Raporun Yönetici Özeti yazısından bir bölümü
aldım, bu satırlar hem saptama başlıklarını hem
bakış açısını yansıttığından okunmaya değer:
“İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Etki
Değerlendirme çalışması Ocak-Nisan 2011
döneminde yürütülmüş, temel amacı belirlenen
kriterler doğrultusunda İstanbul 2010 AKB
programının etkilerinin değerlendirilmesi
olmuştur. Raporda da görüleceği üzere etki
değerlendirmesi için dört ana etki alanı olarak
kültür-sanat ve katılım, kültürel mirasın
korunması, ekonomi ve turizm, imaj/görünüş
belirlenmiştir. Çalışmada, kültür-sanat
alanlarında veri üreten çeşitli kurumlardan
yararlanılmış, İstanbul halkı ile kamuoyu anketi
ve ajans çalışanı anketi ile algı ve etki
ölçümlenmiş, turizm ve ekonomi alanındaki
etkiler için bu alandaki önemli paydaşlar ile
görüşmeler düzenlenmiştir. Ayrıca,
konsolosluklar ve yabancı kültür merkezleri
yöneticileri ile odak grup çalışmaları
düzenlenmiş ve onların da değerlendirmeleri
alınmıştır.
Çalışma sırasında ortaya çıkan önemli bir
tespit, kültür-sanat alanındaki pek çok
istatistiksel verinin ya tutulmuyor olduğu ya da
gecikmeli olarak üretildiğidir. Bazı verilerin
de sadece Türkiye genelinde tutulması, İstanbul
özelinde değerlendirilme yapılamamasına sebep
olmaktadır.(...)”
* * *
Yarın, başkent olgusuna değişik, farklı
açılardan bakan raporu tartışacağız.
(*)
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Etki
Değerlendirme Raporu Mayıs 2011.
Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 16.05.2011
|
PARANIN BAŞKENTİNDE KAZI
BAŞLADI
Altın parayı icat ederek
insanlık tarihine büyük bir katkı yapan Lidya
Krallığı'nın başkenti Sardes'te kazı sezonu açıldı.
ABD'li arkeologlar, 5 bin yıllık tarihi geçmişi olan
Sardes'te Ağustos ayı sonuna kadar sürecek kazı
çalışmalarında yeni keşifler elde etmeyi hedefliyor.
MÖ 546 yılında altın
paranın icat edildiği yer olan Lidya Uygarlığı'nın
başkenti Sardes'de, 2011-2012 kazı sezonu start
aldı. ABD'li 10 arkeolog ve 20'den fazla işçinin
katılımıyla Ağustos ayının ilk haftasına kadar
sürecek çalışmalar kapsamında yer altında gizli
kalan tarihi eserlerin gün ışığına çıkarılması
hedefleniyor. Kazı ekibinin yöneticilerinden olan
ABD'li Arkeolog William Bruce, "Kazılarımız sonunda
Roma dönemine ait mezarlar bulduk. Bunun yanında
kazılarımız sırasında o döneme ait duvar sıvalarıyla
karşılaştık. Bu kazılar sonunda Roma'ya ait dönemde
neler olduğunu anlamak istiyoruz. Şu an kazı
yaptığımız alan ev veya dükkanlar olabilir ama bunu
çalışmalar tamamlanınca göreceğiz" dedi.

Lidya Uygarlığı'nın
başkenti Sardes ve çevresindeki kazılar 50 yılı
geride bıraktı. İlk kazının 1. Dünya Savaşı
öncesinde yapıldığı çalışmalar 1958 yılından
itibaren bilimsel olarak devam etti. ABD'nin Harward
ve Cornell üniversitelerinin öncülüğünde yapılan
kazılara ilk başlarda Amerikalı Profesör Hanfmann
başkanlık ederken, 1976 yılından 2008 yılı sonuna
kadar Kazı başkanlığını Amerikalı Profesör olan
Crawford Greenewalt yürüttü. Greenewalt, 1959
yılında öğrenciyken geldiği Sart'ta yaklaşık 50 yıl
kazı ekibi başkanlığı görevini yürüttükten sonra
2008 yılı sonunda bu görevi öğrencisi Prof.Dr.
Nicholas Dunlop'a devretti.
LİDYA UYGARLIĞI
Batı Anadolu'da, Gediz
ve Küçük Menderes yörelerinde oturan bu halkın
nereden geldiği kesin olarak bilinmiyor. Antik dönem
yazarları onların güneydeki Karyalılar ile kuzeydeki
Mysialılar ve Frigler ile akraba olduklarını söyler.
Hint-Avrupa karakterli bir dilleri olan Lidyalıların
Batı Anadolu'da MÖ 2. bin yılın ikinci yarısından
itibaren var oldukları kabul edilmektedir.

Lydia'nın parlamasının
nedeni bölgede bulunan altın madenleri oldu. Bu
madenin MÖ 7. yüzyılın başından beri Sardes'te
işletilmeye başlaması Lidyalıları zenginleştirmiş ve
güçlendirmişti. Lydia'nın Anadolu'daki uygarlığa
katkısı daha çok ekonomi dalında olmuştur. Altın
sikkeler basarak ticaretteki değiş tokuş usulünü
değer ekonomisine çevirmişlerdir. Lydia tarihinin
bazı dönemlerinde Frigleri de yıkan Kimmerlerin
saldırısına uğradı ve Sardes kenti Kimmerlerle
birlikte yine göçebe bir topluluk olan Traklar
tarafından yağmalandı. Ayrıca, Med ve Perslerle de
çeşitli kez savaşlar yapmışlardır. MÖ 28 Mayıs 585
günü Medlerle yapılan savaş sırasında güneş
tutulması meydana gelmiş ve savaş böylece sona
ermiştir. Lydia devletine son veren Pers kralı Kyros
olmuştur.
Roma döneminin en
görkemli anıtsal yapılarından biri olan Lidya
Uygarlığı'nın başkenti Sardes'teki Gymnasium,
Anadolu'daki benzerleri arasında en büyük
yüzölçümüne sahip bulunuyor. 23 bin metrekareden
fazla bir alan kaplayan anıtsal külliyenin, antik
kentin en işlek kesiminde yer aldığı belirtiliyor.
Söz konusu alanda hamam, spor karşılaşmaları ile
törenlerin yapıldığı mermer avlu, antrenman sahası
ve işyerleri bulunuyor.
Manisa Kent Haber,
15.06.2011
|
TARİHİ HAMAMDA 6 ASIRLIK GELENEK YAŞATILACAK

1. Murat Hüdavendigar tarafından 1366 yılında
yaptırılan ve o dönemde medrese talebelerinin
ücretsiz olarak kullandığı 'Gir Çık Hamamı',
Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından 6 asır
sonra yeniden aslına uygun hale getiriliyor.
Vatandaşların zamanla adını 'Cık Cık Hamamı'na
çevirdiği tarihi yapı restore edildiğinde
öğrenciler yeniden ücretsiz olarak istifade
edecek.
Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından
tarihi ve kültürel miras çalışmaları
kapsamında ele alınan 'Cık Cık Hamamı'nın
restorasyon çalışmalarına başlandı.
Çalışmaları yerinde inceleyen Başkan Altepe,
medrese talebelerine ücretsiz olarak hizmet
veren hamamın yeniden aynı şekilde hizmete
açılacağını söyledi.
Vakıflar Genel Müdürlüğü uhdesindeki
sultan külliyelerini de himayesi altına alan
Büyükşehir Belediyesi, Hüdavendigar
Külliyesi'nin bir parçası olan 'Cık Cık
Hamamı'nda da restorasyon çalışmalarını
başlattı. Restorasyon çalışmalarını yerinde
inceleyen Büyükşehir Belediye Başkanı Recep
Altepe, yapının tarihi hakkında bilgiler
verdi. Osmanlı Sultanı 1. Murat Hüdavendigar
tarafından 1366 yılında yaptırılan 1. Murat
Camii'nin, medrese olarak kullanılan üst
katında eğitim gören talebelerin kullanması
amacıyla yaptırılan ve ücretsiz olması
nedeniyle 'Gir-Çık Hamamı' olarak
adlandırıldığını dile getiren Başkan Altepe,
tarihi yapının günümüze ise 'Cık Cık Hamamı'
olarak taşındığını vurguladı.
Caminin üst katı 1914 yılına kadar
medrese olarak kullanılırken, caminin hemen
yanında bulunan ve önceleri öğrencilere,
daha sonraları ise bekarlara hizmet veren
hamam, zaman içinde deprem ve yangınlarda
kısmen yıkıldı. Hüdavendigar Külliyesi
müştemilatı arasında yer alan harabe
görümündeki Cık Cık Hamamı, Büyükşehir
Belediyesi tarafından yine aslına uygun hale
getiriliyor.
Tarihi ve kültürel mirası ayağa
kaldırma çalışmaları kapsamında ele
aldıkları projenin hızla ilerlediğini ifade
eden Başkan Altepe, geçmişte hamam ve
tuvalet olarak kullanılan yapıda, yine
hamam, tuvaletler ve abdest alma
ünitelerinin yer alacağını kaydetti.
Restorasyon çalışmalarını kısa sürede
tamamlamayı hedeflediklerini dile getiren
Başkan Altepe, şöyle konuştu: "Tarihi yapı
aslına uygun olarak, camiye gelenlere, çevre
halkına ücretsiz olarak hizmet verecek.
Sultan külliyelerinin bakım ve onarımları
kapsamında ele aldığımız bu proje, aynı
zamanda tarihi bölgeye ayrı bir değer
katacak."
Zaman, 15.06.2011
|
JANDARMADAN TARİHİ ESER OPERASYONU
Konya'da jandarma ekipleri, alıcı kılığına girerek tarihi eser satmak isteyen bir şüpheliyi yakalarken, 49 adet sikke ve çeşitli figürlerin bulunduğu tarihi eser ele geçirdi.
Edinilen bilgiye göre, Konya Jandarma Alay Komutanlığı'na bağlı ekipleri, merkez Karatay İlçesi Yarma beldesinde bir kişinin tarihi eser satmaya çalıştığını öğrendi. Çalışma yapan ekipler, H.Ö. ile alıcı kılığında görüşmelere başladı. Görüşmelerin ardından Yarma beldesine alıcı olarak giden jandarma ekipleri şüpheli, H.Ö'yü suçüstü yakaladı. Şüphelinin satmak için getirdiği Roma dönemine ait sikke ve çeşitli figürlerin bulunduğu tarihi eserlere el konuldu.
Olayla ilgili soruşturma devam ediyor.
Türkiye Gazetesi, Haber: Halil İbrahim Varlı 15.06.2011
|
 |

İtalya’nın Floransa kentinde
dökümü yaptırılan 12,5 metre yüksekliğindeki heykel
5 milyon 300 bin euro’ya mal oldu.
|
BÜYÜK İSKENDER, BÜYÜK KRİZ
Makedonya’nın başkenti Üsküp’ün merkezine dikilen,
“Atlı Savaşçı” adlı Büyük İskender heykeli
Yunanistan’da rahatsızlık yarattı.
Heykel haberlerine büyük yer veren Yunan basını bu girişimi “Yunan tarihini çalmak, şovenizmi ve çatışmayı körüklemek” olarak değerlendirildi.
Yunanistan
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Grigoris
Dalavekuras,
Makedonya’da yürütülen siyasetin iki ülke arasındaki komşuluk ilişkilerini ve BM’de yürütülen isim sorununu aşma görüşmelerini olumsuz etkileyeceğini söyledi.
Yunanistan ve Makedonya arasında bölgenin tarihi mirasını sahiplenme konusundaki anlaşmazlık yaklaşık 20 yıldır sürüyor.
Milliyet, 15.06.2011
|
KÜLTÜR MİRASI TALEBİ
Konyaaltı Doğa Sevdalıları ve Abdal Musa Gönüllüleri, mermer ocağı çalışmalarının sürdüğü Dur Dağı'nda, aralarında Abdal Musa'nın da bulunduğu 5 türbe ile 5 ardıç ağacının dünya varlıkları koruma listesine alınması için topladıkları imzaları, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğüne teslim etti.
Konyaaltı Doğa Sevdalıları ve Abdal Musa Gönüllüleri adına Nuran Kaya yaptığı açıklamada, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü tarafından faaliyetinin durdurulması yönünde karar alınmasına rağmen Dur Dağı'ndaki mermer ocağının çalışmaya devam ettiğini bildirdi.
Kaya, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı Antalya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü tarafından, 27 Nisanda Elmalı'nın Tekke Köyü'ndeki Abdal Musa Türbesi, Budala Sultan Türbesi, Mesten Dede Türbesi ve Oturak Baba Mezarlığı ile Dur Dağı'nın ''kutsal'' kabul edildiğinin vurgulandığını, bölgedeki mermer ocağı faaliyetlerinin durdurulmasına da karar verildiği hatırlattı.
Dur Dağı'ndaki türbeler ile Abdal Musa'nın diktiği 5 ardıç ağacının, mermer ocağının çalışması nedeniyle yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu savunan Kaya, bölgenin inanç turizmi ve tarihi sit alanı ilan edilmesini istedi. Kaya ve beraberindekiler, bölgenin dünya varlıkları koruma listesine alınması talebiyle topladıkları ve 1457 kişinin imzaladığını dilekçeyi, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğüne teslim etti.
Kemer Gözcü, 15.06.2011
|
 |

|
39 PARÇA TARİHİ ESER ELE GEÇİRİLDİ
İzmir Emniyet Müdürlüğü ekipleri, Konak İlçesinde esnaflık yapan H.S. isimli şahsın çeşitli tarihi ziynet eşyalarını satmak istediği ihbarını değerlendirerek 39 parça tarihi eseri ele geçirdi.
Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü Mali Büro Amirliği ekipleri, üç hafta sürdürdüğü takibin ardından müşteri gibi davranarak H.S. ile irtibata geçti. Gerçekleşen buluşma sonrasında ekipler zanlı ile birlikte 22 bronz sikke, 8 ok ucu ile yüzük, kolye ucu, bileklik, mühür, madalyon ve heykelcikten oluşan toplam 39 parça tarihi eser ele geçirdi. Ele geçirilen eserlerin İzmir Müze Müdürlüğü'ne gönderildiği belirtildi. Olayla ilgili adliyeye sevk edilen H.S., tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
İzmir Kent Haber, 15.06.2011
|
KARS'TA 'İNSANLIK'TAN ESER KALMADI

Kars'ı kuşbakışı gören Üçler Tepesi mevkiine
dönemin AKP'li Belediye Başkanı
Naif Alibeyoğlu tarafından 2006 yılında
heykeltraş
Mehmet Aksoy'a yaptırılmaya başlanan 24.5 metre
yükseklikteki
İnsanlık Anıtı'na
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 8 Ocak günkü Kars
mitinginde 'ucube'
demiş ve kaldırılmasını istemişti. Belediye Başkanı
Nevzat Bozkuş'un yıkım ihalesini 272 bin liraya
verdiği Afşin İnşaat, işi Eryaman Karot isimli
taşeron firmaya devretti.
26 Nisan'da anıtın iki kafasını tekbir getirerek
kesen Eryaman Karot taşeron firma çalışanları, ana
firmadan paralarını alamadıkları gerekçesiyle 17
parçasını kestikleri heykelin kesim işlemini
durdurup Kars'ı terk etti. Yüzde 70'i yıkılan
İnsanlık Anıtı'nın geriye kalan iki parçası da
kompresörlü kepçe ile parçalanarak kaldırıldı.
İnsanlık Anıtı'ndan geriye temeli ve demirleri
kaldı.
İnsanlık Anıtı'nın altındaki kültür varlığı
olarak tescilli olan Timur Paşa Tabyası ise
çevredeki çobanlar tarafından hala hayvan barınağı
olarak kullanılıyor.
2006 yılında heykeltraş
Mehmet Aksoy, Kars Belediye Başkanı
Naif Alibeyoğlu ile sözleşme imzalamasının
ardından anıtı yapmaya başladı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Kars mitinginde
'İnsanlık
Anıtı'nı 'ucube'
diye nitelendirip yıkılmasını istemesi ile birlikte
anıt için 'sona doğru yolculuk' başladı.
1 Şubat tarihinde Kars Belediye Meclisi,
AKP'li Belediye Başkanı
Nevzat Bozkuş'un yönetiminde toplanarak
'İnsanlık Anıtı'nın kaldırılması ve mevcut yerin
tarihi dokusuna uygun olarak çevre düzenlenmesi
yapılmasını 22 'evet', 4 'hayır' oyu ile
kararlaştırdı. 7 Şubat'ta heykeltıraş
Mehmet Aksoy'un vekili olarak Avukat Turgut
Kazan, Erzurum Birinci İdare Mahkemesi'ne başvurarak
ivedilikle yürütmeyi durdurma kararı verilmesi
talebinde bulundu. 7 Mart'ta Kars Belediyesi heykeli
kaldırmak için ihale yaparken Erzurum Birinci İdare
Mahkemesi de, 'yürütmeyi durdurma' kararı verdi.
11 Mart tarihinde Kars Belediyesi, Erzurum Birinci
İdare Mahkemesi'nin verdiği 'yürütmeyi durdurma'
kararına Bölge İdare Mahkemesi'nde itiraz etti. 16
Mart'ta Kars Belediyesi'nin itirazını kabul eden
Bölge İdare Mahkemesi, yürütmeyi durdurma kararını
kaldırdı. 16 Nisan'da ihaleyi alan Avşin İnşaat,
heykelin yıkılması için iskele kurdu. 23 Nisan
tarihinde İstanbul'dan gelen sanatçılar ile
heykeltraş Mehmet Aksoy, Avukat Turgut Kazan, Kars
eski Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu anıtın
yıkılmasını protesto etti. 26 Nisan'da heykelin
birinin baş kısmı saat tekbir sesleri eşliğinde
kesildi. 14 Haziran tarihinde de 'İnsanlık'tan eser
kalmadı.
Habertürk,14.06.2011
|
30 MİLYON TL'YE PICASSO TABLOSU
21 Haziran’da Londra’da Christie’s Müzayede Evi’nde
düzenlenecek Empresyonist ve Modern Sanat başlıklı
akşam müzayedesinde önemli başyapıtlar satışa
çıkacak. Müzayedeye çıkacak eserler arasında
Picasso’nun “Genç
Kız” tablosunun 10.2 ile 13.6 milyon Euro
(yaklaşık olarak 23 ile 30 milyon TL) arasında bir
satış rakamına ulaşması bekleniyor.
Önümüzdeki haftalarda farklı müzayedelerde satışa
çıkacak eserler dünden itibaren Londra’daki
Christie’s Müzayede Evi’nde sergilenmeye başlandı.
Eserlerin arasında Michelangelo, Stubbs, Goya, Monet
gibi büyük ustaların başyapıtları da yer alıyor
Habertürk,14.06.2011
|
|
|
EVSİZLER HAYRETTİN PAŞA TÜRBESİNİ MESKEN TUTTU
Preveze
Deniz Savaşı'nın komutanı Osmanlı İmparatorluğu'nun
Kaptan-ı Deryası Barbaros Hayrettin Paşa'nın
Beşiktaş Meydanı'ndaki türbesi, evsizler tarafından
yatakhane olarak kullanılıyor. Türbenin bahçesindeki
mezarlıkların arasına battaniye seren 15 evsiz
burada yatıp kalkıyor. Soğuktan korunmak için
birbirlerine sarılarak yatan 15 evsiz, öğle
saatlerine kadar türbenin bahçesinde kalıyor. Daha
sonra yiyecek bulmak için türbeden ayrılan evsizler
hava kararmaya yüz tuttuğunda geri dönüyor.
Yetkililere birçok şikayet gitmiş ama, ne evsizlere
mekan sağlanmış, ne de türbe bu görüntüden
arındırılmış.
Sabah, Haber: Ali Balcı, 14.06.2011
|
TARİHİ 'CIK CIK HAMAMI' RESTORE EDİLİYOR
Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Altepe, Hüdavendigar Külliyesi içerisinde yer alan hamamın restorasyon çalışmalarını yerinde inceledi.
Sultan 1. Murat Hüdavendigar tarafından, 1366 yılında yaptırılan 1. Murat Camii’nin, medrese olarak hizmet veren üst katında eğitim gören talebelerin kullanması amacıyla yaptırıldığını hatırlatan Altepe, hamamın ücretsiz olması nedeniyle ’Gir-Çık Hamamı’ olarak adlandırıldığını ifade etti.
Altepe, zamanla bu ismin ’Cık Cık Hamamı’ olarak değiştiğini belirterek, projenin hızla ilerlediğini, geçmişte hamam ve tuvalet olarak kullanılan yapıda, yine hamam, tuvaletler ve abdest alma bölümlerinin yer alacağını kaydetti.
Restorasyon çalışmalarını kısa sürede tamamlamayı hedeflediklerini belirten Altepe, ’Tarihi yapı, aslına uygun olarak camiye gelenlere, çevre halkına ücretsiz hizmet verecek. Sultan Külliyelerinin bakım ve onarımları kapsamında ele aldığımız bu proje, aynı zamanda tarihi bölgeye ayrı bir değer katacak’ diye konuştu.
Bursa Olay, 14.06.2011
|
EMİRGAN'DAKİ AT AHIRI RESTORASYONUNDA GÖÇÜK
Emirgan Korusu'ndaki
at ahırlarının restorasyonu için kazılan çukurda
göçük meydana geldi. Bir işçi yaralandı. Emirgan
Korusu'ndaki at ahırlarının restorasyon çalışmaları
kapsamında yan sokakla bağlantılı olan duvarın hemen
dibinde izolasyon için kazı yapıldı. Duvar ile yol
arasına yapılacak izolasyon için yaklaşık üç metre
çukur kazıldı. Saat 09.15 sıralarında yağmur
nedeniyle yumuşayan toprak çöktü. Göçük sırasında
çukurda çalışan 55 yaşındaki Bayram Ateş'in kafasına
taş parçası isabet etti. Hastaneye kaldırılan
Ateş'in durumunun iyi olduğu öğrenildi.
Sabah, Haber: Mustafa Kaya, 14.06.2011
|
|
 |
120 YILLIK TARİHİ KULE YILLARA MEYDAN OKUYOR
Çorum'un Sungurlu İlçesi'ndeki 19. yüzyıla ait sivil yapıların en güzellerinden biri olan 120 yıllık tarihi saat kulesi yıllara meydan okuyor.
Türkiye'deki 52 tarihi saat kulesinden biri olan ve ilk günkü gibi çalışan Sungurlu saat kulesi, Kaymakam Edip Bey tarafından 1892 yılında inşa ettirilmiş. Yozgat Saat Kulesini yapan Yozgatlı Şakir Usta'nın eseri olan saat kulesi, kesme taştan yapılmış ve en üst katında dalgalı, saçaklı ahşap bir köşk, onun altında dört yönde yuvarlak saat kadranı, onun altında demir parmaklı balkon bulunuyor. Önceleri, çelik halat ve 50 kilogramlık kovalar vasıtasıyla çalışan saat kulesi, daha sonra elektronik bir mekanizmaya bağlanmış. Kuleye, kuzeye açılan yuvarlak kemerli kapıdan ahşap merdivenlerle çıkılıyor.
Saatin mekanizmasını Çorumlu İbrahim Usta'nın yaptığı ve saat çanının ise Amasya'da görev yapan bir Alman konsolosunun hediyesi olduğu söyleniyor.
Sungurlu Belediye Başkanı Selahaddin Uzunkaya, tarihi Saat Kulesi'nin, 2002 yılında Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu tarafından korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlığı kabul edildiğini söyledi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından saat kulesinin restorasyonu için 76 bin TL ödenek ayrıldığını, 26 Kasım 2007 tarihinde yapılan ihaleyi yüksek mimar Macit Cankat'ın üstlendiğini söyleyen Başkan Uzunkaya, Saat kulesinin restorasyonu için hazırlanan projenin Anıtlar Kurulu tarafından onaylanarak 16 Mayıs 2008 tarihinde restorasyon çalışmalarının tamamlandığını belirtti.
Türkiye Gazetesi, Haber: Serkan Şansever, 14.06.2011
|
ALİ PAŞA'YA TARİHİ VİZYON

Restorasyonuna geçtiğimiz yılın Ağustos ayında
başlanan Ali Paşa Camisi’nde, çalışmalar büyük
ölçüde tamamlandı. İç ve dış olmak üzere tamamen
elden geçirilerek restore edilen Ali Paşa Camisi,
Ramazan Bayramı’ndan önce yeniden ibadete açılacak.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü, Erzurum’daki vakıf
eserlerinin restorasyon çalışmalarını aralıksız
devam ettiriyor. Geçtiğimiz yılın Ağustos ayında
restorasyona alınan Ali Paşa Camisi’ndeki
çalışmalar, yüzde 80 oranında tamamlanırken, baştan
aşağı yenilenen vakıf eseri ibadethane, Ramazan
Bayramı’ndan önce ibadete açılmış olunacak.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkilileri,
Erzurum’da onlarca vakıf eseri cami ve ibadethane
bulunduğunu belirterek, söz konusu eserlerle ilgili
olarak kapsamlı restorasyon çalışmaları
yürüttüklerini kaydetti. Bu çerçevede Kongre
Caddesi’ndeki Ali Paşa Camisi’nde yürütülen
restorasyon çalışmalarında sona gelindiğini ve yapım
işlerinin yüzde 80 oranında tamamlandığını anlatan
ilgililer, tarihi caminin Ramazan ayı içerisinde
ibadete açılacağını dile getirdiler. Caminin içinde
ve dışında yüzde 100’e varan oranlarda restorasyon
yapıldığını anlatan konu ile ilgililer, “Caminin
içerisindeki yer döşemeleri dahil olmak üzere duvar
sıvaları ve kubbe boyaları yenilendi. Caminin
dışında duvarlarda derz yapıldı. Şerefe dibine kadar
minare yenilendi, külahı değiştirildi. Ahşap
sütunlar sökülüp, yeni sıva yapıldı. Tavanlar
değişti, taban zemini sökülüp yenisi çakılacak.”
diye konuştu.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkilileri, Ali Paşa
Camisi’nin Ramazan Bayramı’ndan önce yeniden ibadete
açılmasının planlandığına vurgu yaparak, “İnşaat
sezonu dışındaki süreyi de sayacak olursak,
camimizin restorasyonu yaklaşık bir yılı bulmuş
olacak.” dediler.
Erzurum Ali Paşa Mahallesi’nde, Kongre Caddesi
üzerinde bulunan camiyi Erzurum Valisi Ali Paşa 1569
yılında yaptırmıştır. Sonraki yıllarda harap olan
camiyi Hasan Efendi isimli birisi 1694 yılında
onardı.
Caminin önündeki son cemaat yeri 6 ağaç
sütunun taşıdığı bir çatı ile örtülmüştür. Giriş
kapısı üzerinde caminin 1694 yılında onarıldığını
belirten mermerden dört satırlı kitabesi
bulunmaktadır. Dikdörtgen planlı caminin üzeri
toprak bir damla örtülmüştür. İbadet mekanında
mimari ve bezeme yönünden bir özellik
bulunmamaktadır. Caminin sağ tarafında tuğladan tek
şerefeli bir minaresi vardır. Bahçesinde de 1865
yılında bir çeşme yapılmıştır.
Erzurum Gazetesi, 14.06.2011
|

Kumluca'da, adını, ilçe sınırları içinde bulunan
Rhodiapolis antik kentinden alan bir sivil girişim
başlatılıyor. ''Rhodiapolis Arkeolojik Girişim
Grubu'' adıyla oluşturulacağı açıklanan oluşum,
Kumluca'daki tarihi ve kültürel zenginliklere sahip
çıkmayı amaçlıyor.
Girişim 22 Haziran'da verilecek konser ile ilk
etkinliğini gerçekleştirecek ve kendisini kamuoyuna
tanıtacak.
Konuya ilişkin yapılan yazılı açıklamada,
Kumluca'daki tarihi ve kültürel değerlerin birer
övünç kaynağı olması yanında üzerinde yaşayan
kişilere sorumluluk da yüklediği ifade edilen
açıklamada şu görüşlere yer verildi:
''Dünya kültür mirasının önemli bir parçası olan
Likya kentlerinden, günümüze kalan bu emsalsiz
eserlerin korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması
hepimizin görevi olduğu bilinci ile, bir grup
Rhodiapolis gönüllüsü ile bir sivil inisiyatif
oluşturma çabaları içindeyiz.
Kurmakta olduğumuz ''Rhodiapolis Arkeolojik Girişim
Grubu'' değerli hocamız İsa Kızgut'un öncülüğünde,
22 Haziran 2011 de yapmayı planladığımız Tekfen
Filarmoni orkestrası konseri ile binlerce yıldır
uykudaki Rhodiapolis kentini ilk defa tını ve
kitleler ile buluşturacağız.
Daha sonraki yıllarda, antik kentimizin restorasyonu
için gerekli olan çalışmalara destek
sağlayacağız,Rhodiapolis'i yurt içinde ve dünyada
bilinir kılacağız. Restorasyonu tamamlanan
tiyatronun "kültür ve sanat" ile daha sık bir araya
gelmesi için çalışmalarımızı sürdüreceğiz.
Böylece,
Türkiye'deki ören yerleri için örnek teşkil edecek
bir projenin hayata geçmesinde sivil inisiyatifin
önemini vurgulamış olacağız.''
Kemer Gözcü, 14.06.2011
|
MERSİN - MEZİTLİ'DE
ARKEOLOJİK ALANLARDA TAHRİBAT
Arkeo Sev Gönüllüleri,
genel seçimlerden 4 gün önce, 8 Haziran 2011
tarihinde, Mersin ili Mezitli İlçesine ait olan
Kuyuluk Yolu Kaya Mezarları ile Eski Mezitli'de yer
alan "Cephanelik" ve "Çukur Ağıllık" adları verilen
yörelerdeki arkeolojik miras alanlarını gezdiler ve
buralarda gerçekleşen onarılamaz tahribatların
boyutlarını saptamaya çalıştılar...
Gezimiz yorucu bir parkur oluşturdu. Buraları
önceden bilmediğimiz için ve yer sorduğumuz bazı
köylülerin, nedenini sonradan anlayacağımız bir
şekilde, bizleri hatalı tepelere yöneltmeleri
nedeniyle epey dolaşmak zorunda kaldık.
Mezitli gibi çok bilinen bir ilçeye bağlı bu
alanları keşfetme zevkinin yanı sıra, arkeolojik
alanların onarılamaz boyutlara ulaşmış tahribatı
karşısında büyük bir üzüntüyü birlikte yaşadık...
Gönüllü bir sivil kurum olarak Arkeo-Sev, sivil
yurttaşlardan üniversite dünyamıza kadar herkesi bu
görsel çabalara katmak için, gezi parkurunu geniş
bir şekilde fotoğraflamış ve yayınlamıştır.
"Dedektör var mı, Dedektör…?!"
Soli-Pompeiopolis antik kentinin periferisinde yer
alan ve şimdi “Eski Mezitli” olarak anılan
mahalleye bağlı olan; otoyolun hemen karşı
kıyısındaki bu bölge, sanki anakentlerden yüzlerce
km. uzaklıktaki “dağ başları” gibi pervasız bir
tahribat sergilemekteydi.
Bir yanda, köylülerin “2B” denilen kamu mallarının
yağmalanması projesine ön hazırlık olarak
yaptıkları işlemler… Yarı-çadır, yarı-villa
inşaatlar… Eski tarihi kale, burç, kule gibi
alanların duvar harçlarından oluşan “toprak”
üzerinde “tarla açma” çalışmaları… Tanesi birkaç
liraya satılan fidelerle, oraları kendi namlarına
kapatma çabasında olanların “yeşillendirme
faaliyeti”… Ve bunların ötesinde oyulmamış mezar,
delinmemiş kale altı bırakmadan köstebek
delikleriyle bütün arkeolojik alandaki
zenginlikleri yağmalamak...
Yörede karşılaştığımız sorumlu bir yurttaşın
ifadesiyle "kazmadık bir karış yer
bırakılmamış!"...
İlk denememizde yerini bulamadığımız Çukur Ağıllık
mevkiini araştırırken, bir çoban, muhtemelen bizi
“defineci” sanmıştı… Bu kişinin bize ilk sorusunun,
dedektörü kast ederek, “alet var mı, alet?!...” diye
sorması, bölgedeki tahribatın vehameti hakkında
fikir vermektedir. Yöredeki köylülerin, adeta
potansiyel bir define avcısı gibi düşünüp hareket
etmekte olmalarına karşı eğitici çalışmaların
yapılması gerektiği ortaya çıkıyor.

Arkeo-sev gönüllüleri Kuyuluk yolu üzerindeki Kaya Mezarları ziyaret ediyorlar
Bu Tahribata Müdahale Edilmeli…
Mersin’de Mezitli
denilince akla Soli-Pompeiopolis antik kentinin
geliyor olması normal…
Fakat bilinmeli ki, Mezitli İlçesi'ndeki
tescillenmiş tek arkeolojik sit alanı burası
değildir. Tam tersine Soli - Pompeiopolis antik kent
ve antik limanın, çevredeki diğer yerleşim
alanlarıyla, Nekropol bölgeleriyle, görkemli antik
oyma kaya mezarlarıyla doğal bir bağlantısı vardı.
Kuyuluk yolu üzerinde geçen yıl tesadüfen keşfedilen
Kaya Mezarlar’ın Soli- Sütunlu Caddesinin kuzey
kapısı yönünde yer alması, bu yöredeki antik
yerleşimin birbiriyle bağıntılı özelliğini
göstermektedir.
Tam da bu nedenle, kültür gezileri yapan kuruluşlar,
gezi rehberleri, resmi ve idari kurumlarımız,
Mezitli'de ortaya çıkan “Kaya Mezar”larına gereken
ilgiyi göstermelidirler.

İhtişamlı Kuyuluk Kaya Mezarlıkları...
**
Kuyuluk, Soli ve Çukur Ağıllık kaya mezar
alanlarının Arkeo-Parklar haline getirilmesi, hem bu
alanların korunmasına ve hem de tarih-kültür
bilincinin yükseltilmesin yol açacaktır. Mersin’de
arkeolojik miras yönüyle öne çıkan Mezitli’nin bu
değerleri için çalışan kurumlara katkı sağlayacağız.
Biz Arkeo-Sev olarak Mezitli'de yer alan arkeolojik
alanları tanımak ve tanıtmak istiyoruz. Bu bakımdan,
Mezitli Belediyesi, eğer bu alanlardaki
çalışmalarımızı desteklemek isterse, seviniriz.
Arkeo-sev, arkeolojik miras alanları ile ilgili
Mezitli'de İlçesi'ndeki çalışmalarını sürdürecektir.

Çukur Ağıllık 1. derece arkeolojik sit alanında, monoblok kaya üzerinde çalışılarak yapılmış tarihi bir basamak...

Çukur Ağıllık 1. derece arkeolojik sit alanında sürülüp açılmış tarla....

Çukur Ağıllık 1. derece arkeolojik sit alanında tarihi zeytinyağı işlikleri ve yanında arkeolojik alanı 2B arazisi yapmak için dikime hazır fideler...

Çukur Ağıllık 1. derece arkeolojik sit alanında yapılmakta olan inşaat...
 

Arkeolojik tahribatın bir başka boyutu: Defineci çukurları !
Çukur Ağıllık'taki Arkeolojik Tahribatı
Duyuralım!
Önümüzdeki dönemde de,
Mezitli Kale Köyü-Çevlik-Kuzucu çevresinde yer alan
ve muhtemelen ağırlıkla kaya mezarlardan oluşan
arkeolojik değerleri gezmek ve tanıtmak istiyoruz.
Buralardaki arkeolojik değerlerden “bahsetmeyerek”
oraları koruma düşüncesi sadece defineci tahribatına
yarıyor. Çukur Ağıllık örneği, “defineci”
denilenlerin o yöredeki insanlar veya onlarla
bağıntılı insanlar olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
Bizim fotoğraf yayınlamamız “definecilere çağrı
yapmak” anlamı taşımıyor. Çünkü “defineci”ler, her
kim ise, oraları zaten biliyor ve talan ediyorlar!
Bizim oralarda görünmemiz, fotoğraf yayınlamamız,
yetkilileri uyarıp göreve davet etmemiz, tam tersine
defineciler için caydırıcı bir rol oynayacaktır.
Önümüzdeki dönemde, yetkili kurumlar ile ortak bir
şekilde, Mezitli köy muhtarlarına “Arkeolojik
Varlıkların Korunması Hakkında Bir Sunum”
hazırlamayı da düşünüyoruz.
Arkeolojik miras alanlarımızın gelecek nesillere
taşınması amacıyla yürütülen tüm bu çalışmalarda,
herkesten katkı ve destek bekliyoruz.
Arkeo-Sev Projesi Girişimi, 13.06.2011
|
RESTORASYON VE ASİMİLASYON
Kelimeler birbirine
benzese de çoğu zaman bu kelimeler yan yana
kullanılmaz. Çünkü birinde tahrip ötekinde tamir
vardır…
Bölgemizde bulunan
kültür varlıklarının son zamanlara kadar ihmal
edilip kendi kaderlerine terk edilmesi son derece
üzüntü vericidir. Sanat Tarihçisi olmam hasebiyle
bir yere gittiğimde ilk dikkatimi çeken yerler
haliyle tarihi mekanlar olmuştur.
Diyarbakır"a gelmiştim.
Mayıs sonlarında bir vesileyle yarım günlük de olsa
uğrama fırsatım oldu. Tarihi mekanlarımızda gördüğüm
manzara beni hem sevindirdi, hem de üzdü. Sevindirdi
çünkü yıllarca ihmal edilmiş sur içinde ciddi bir
restorasyon çalışmasına girişilmiş olduğunu gördüm.
Üzüldüm çünkü dünya çapında öneme sahip bir yerin
2011"de olmamıza rağmen kameti kıymetine uygun bir
şekilde restore edilmemiş olduğunu bir kez daha
görmüş oldum.
Son gelişimde birlikte
geldiğim arkadaşlarla restorasyonlardan dolayı ağız
tadıyla tarihi mekanları gezemedik.
Bu arada gelen pek çok
arkadaş da Diyarbakır"la alakalı hiç de iyi bir
algının olmadığı açıkça ifade edilmekte idi. Ancak
gezilip görüldükçe, insanlarla etkileşim içine
girildikçe Diyarbakır insanının o kadirşinas yönünün
kısa süre içinde gözlendiğini ifade eden arkadaşlar
oldu.
Gelelim
restorasyon işine: restorasyon çalışmaları bir
şehrin imajı açısından, yeni neslin kültür bavulu
açısından son derece önemlidir. Ancak restorasyon
çalışmalarında dikkat edilmesi gereken birkaç husus
vardır:
1.
Restorasyon yapılırken restore edilen yapının aslına
sadık kalınarak yapılması, yapıda nitelikli bir
işçilik kullanılması lazımdır.
2.
Restorasyon çalışmaları vakit kaybedilmeden
bitirilmelidir. Restorasyonun gereğinden fazla
uzaması restore edilen yerlere olan ilgiyi
azaltabilecektir. Özellikle tur şirketlerinin
buralara ilgisinin azalmasına sebep olabilecektir.
3.
Restorasyonda önemli olan bir diğer konu da restore
edilen yapının kimlik bilgileri ile ilgilidir.
Burada yapı ile ilgili bilgilerin inkar
politikalarının devamı niteliğinde bilgiler
olmamasına dikkat edilmelidir.
Her yapının Orta
Asya"ya dayandırılması veya Anadolu ve Mezopotamya
bulunan İslam dönemi yapılarının hepsini Selçuklu ve
Osmanlı sanatı ve mimarisi içinde değerlendirilmesi
safsatasından vazgeçilmelidir. Bu, başta Selçuklu ve
Osmanlı mirasına hakarettir.
Kardeşlik deniyorsa ve
isteniyorsa tarihi yerler ve mekanlar üzerinden
gizlice yürütülen asimilasyon ve inkar
politikalarından vazgeçilmelidir.
Mesela Malabadi
Köprüsü'ne bakılıp kitabesi günümüze gelmediği halde
sırf mimari özelliklerinden dolayı
Artukoğullarına ait olduğu söyleniyorsa, buna
karşılık Malabadi ismine bakıp Mervani Devleti
kurucusu olan Bad Bin Dostık"a izafeten yapılmış
olabileceğini de söyleme erdemine sahip olmak
lazımdır. (Malabadi Kürdçe"de Bad
Ailesi-Badoğulları anlamlarına gelir.)
Yine bugünkü şekliyle
surların büyük bir kısmının Mervaniler Devleti
döneminde yapıldığını söylemek ve bunu yer ve yön
tabelalarında belirtmek lazımdır. (Diyarbakır"da
Mervani Devletinin mimari çalışmaları için "Kürt
Mimarisi" kitabına bakabilirsiniz)
Bursa"nın bir Osmanlı şehri, Konya"nın Selçuklu
şehri, Mardin"in bir Artuklu şehri olduğu
vurgulanıyorsa Diyarbakır"ın da en önemli Mervani
şehri olduğu vurgulanmalıdır.
Özelde Diyarbakır"da
genelde Kürdlerin yoğun olarak yaşadıkları yerlerde
geç de olsa restorasyon çalışmalarının yapılıyor
olması son derece önemlidir. Bir şartla ki; bu
yapıların isimlendirilmesi aslına uygun yapılmalı
bir asimilasyon arası olarak görülmemelidir.
Bölgede
bulunan bütün mekanlar çok güzel şekilde restore
edilse bile bölge insanında şimdiye kadar yapılan
maddi ve manevi tahribat için doğrusu ne yapılacak
merakla, özlemle bekliyorum.
Bu konu Restorasyon
kelimesiyle ifade edilir mi bilmiyorum? Ama bildiğim
bir şey var artık seçim bitti. Halk gerekeni tüm
taraflara söyledi.
Bütün aktörlerin yeni
bir dille bölge insanının aklını, kalbini, bedenini
“restore” edecek çalışmalara girmesini
bekliyoruz. Bizden söylemesi: umarız bu sorun
çözülür de "hak arayışları" ve "bu dava"
Mahkeme-i Kübra"ya kalmaz…
Haber Diyarbakır, Yazı: Fehmi Gür / Yazar / Sanat
Tarihçisi, 13.06.2011
|
"MÜZEMİZ 1 MİLYON ESER BARINDIRIYOR"
1800'lerin
son çeyreğine girmek üzere olan bir Osmanlı
İmparatorluğu... Siyasal, toplumsal değişimlerin
yaşandığı, savaş ve isyanların sürdüğü zor bir
dönem... İşte o yıllarda, Türk arkeolojisi ve
sanatında önemli izler bırakan, Türk müzeciliğine
damgasını vuran bir isimle karşılaşıyoruz: Çoğumuzun
yalnızca ressam yönüyle tanıdığı Osman Hamdi Bey...
Çağının çok ötesinde görüşlere sahip... Geçmişe
karşı ilginin olmadığı bir süreçte arkeoloji,
müzecilik, korumacılık gibi kavramların temellerini
atan girişimlerde bulunuyor...
Bu hafta, Sultanahmet semtinde, Gülhane
Parkı'ndan Topkapı Sarayı'na çıkan Osman Hamdi Bey
yokuşunda bulunan onun kurduğu müzedeyim...
İçerisinde yer alan çarpıcı koleksiyonların yanısıra
binalarının mimarisi ve bahçesi ile de tarihsel ve
doğal öneme sahip bu binada tarihin koridorlarında
bir yolculuk yapacağız... Konuğum, 120 yaşını
kutlayan İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü Zeynep
Kızıltan ile buranın kuruluş aşamalarını ve
koleksiyonlarını konuşacağız... Her zamanki gibi
öncelikle bugünden başlıyor ve kutlama etkinlikleri
hakkında bilgi almak istiyorum:
"Müzemizin 120. yılını birtakım etkinliklerle
kutlamak istiyoruz. Daha henüz tam bir program
çıkarılmadı. Ancak, Arkeoloji Müzelerini Sevenler
Derneği'miz var. Bu dernek aracılığıyla bu kurumu
seven, sosyal sorumluluk projelerinde yer almış
dostlarımızdan bir komite oluşturuldu. Bu komite,
yaklaşık 8 haftadır çalışmalar sürdürüyor. Öncelikle
bir yemek verilerek 120. yaş etkinliklerinin
tanıtılması planlanıyor. Henüz tarihi kesinleşmedi.
Onun dışında biz müze olarak neler yapabiliriz diye
düşündük... Tabii bizimkiler maddi imkanlarla
sınırlı olduğu için birtakım konferans dizileri,
seminerler, kazılarımızla, çalışmalarımızla ilgili
bilgilendirmeler olabilir. Küçük bir sergi açmayı ve
bir yıllık çıkarmayı da planlıyoruz. 120. yılımızla
ile ilgili düşüncelerimiz şu an için böyle."
Müze olarak yayınlarınız sürüyor mu?
"Biliyorsunuz metro ve Marmaray kazıları müzemiz
başkanlığında yürütülüyor. Bununla ilgili olarak
daha önce yaptığımız sergilerin katalogları var. En
son 10 Mayıs'ta 'İmparatorlar İstanbul'da isimli bir
sergi açtık. Kataloğu da yayın aşamasında, onu
çıkaracağız... Ve demin de belirttiğim gibi 2011
yılı içerisinde müzemizin çalışmalarını
duyurabileceğimiz bir yıllık basmak istiyoruz."
Önceki yıllarda da yıllıklar çıkıyordu,
ara mı verildi?
"17.sini çıkarmıştık, ama hep aralıklı aralıklı.
Normalde periyodik olarak çıkarmamız gerekiyor.
Ancak çıkaramadık yoğunluktan. Ama şimdi 2011'de
yayınlarsak, ondan sonra en az yılda bir defa
müzenin çalışmalarını anlatacağımız bu yıllıkları
sürdürmek istiyoruz...
Bundan öncekinin tarihi neydi?
"En son, 2003 veya 2004'tü sanırım. Çok emin
değilim, üzerinden çok süre geçti açıkcası."
Siz de uzun yıllardır bu müzedesiniz...
"Ben bu müzede 1985 yılında göreve başladım. Çeşitli
kademelerde görev aldım."
26 yıl olmuş... Biz, daha eskilere, 120
yıl öncesine gidelim... Bu binanın öyküsünü
öğrenelim sizden...
"Burası 13 Haziran 1891 yılında müze binası olarak
resmen ziyarete açılmış. Ama tarih açısından
bakarsanız müzeciliğimiz çok daha gerilere,
1840'lara gidiyor. Aya İrini'de başlayan müzecilik
hikayemiz daha sonra Çinili Köşk'te devam ediyor.
1880 yılında Müze-i Hümayun olarak Çinili Köşk
açılmış. İlk Türk müdür olarak Osman Hamdi Bey
atanmış... Onun atanması, müzeciliğimizde yeni bir
dönemin başlangıcı. Müze denilen bu kurum, eser
açısından fakir, yasa ve yönetmelikleri olmayan,
mevzuattan yoksun, mevcut eserleri tasnif edilmemiş
yığınlar halinde bekletilen bir durumda.
Osman Hamdi Bey'e müdürlüğü döneminde, Sanayi-i
Nefise Mektebi'nin müdürlüğü de veriliyor, iki
görevi birlikte yürütüyor. Osman Hamdi Bey'in
başarılı bir arkeolog ve müzeci olarak tanınmasına
ve İmparatorluk Müzesi'nin dünyanın sayılı müzeleri
arasına girmesine neden olan Sidon (Sayda) kazısı.
1887 yılında Osman Hamdi Bey tarafından yapılan
kazılarda bir nekropol ve İskender, Ağlayan
Kadınlar, Satrap, Likya, Sidon Kralı Tabnit'in lahti
gibi müzemizin çok önemli eserleri çıkarılıyor...
Bunlar büyük meşakkatlerle İstanbul'a
getiriliyor. Ama, müze olarak kullanılan Çinili
Köşk, yeni bulunan eserlerin sergilenmesine uygun
değil..."
O zaman bu eserlerin sergilenebileceği
bir tek Çinili Köşk var...
"Evet, ama Osman Hamdi Bey'in kafasının içerisinde
bir müze projesi hep var sanıyorum. İşte o
imparatorluğun da desteğini alarak Sanayi-i Nefise
hocalarından mimar Alexandre Vallaury'ye bir müze
projesi hazırlatıyor ve bu müze, 13 Haziran 1891
yılında ziyarete açılıyor."
Yani bizim söyleşimizin yayınlanacağı
tarihte... Bugün, 120. yaşına basıyor müze...
"Evet, Ağlayan Kadınlar lahdinden esinlenerek planı
çizdirilen müze binasının açıldığı bu tarih,
Müzeciler Günü olarak da kutlanıyor...
Bu müze, Lahitler Müzesi adıyla da anılıyor.
Sadece uzun kenardan oluşuyor proje. Sonra 1904'te
sağ kanat, 1908'de de sol kanat ilave edilerek
toplam 3 bin metrekarenin üzerinde teşhir alanı olan
bir mekan kazanılıyor."
Yani burası en baştan müze binası olarak
planlanıp yapılmış.
"Evet. Müzemizin bence önemli özelliklerinden biri
o, bu yönüyle de dünyanın sayılı müzeleri arasında
yer alıyor."
Osman Hamdi Bey'den bugüne müzedeki eser
sayısı hangi rakama ulaştı?
"Osman Hamdi Bey, Çinili Köşk'te müdürlüğü
devraldığında 650 eserden oluşuyor müzenin
koleksiyonu. 1884'te yürürlüğü giren bir Asar-ı
Atika Nizamnamesi yani eski eserler yasası
düzenleyip çıkarttırıyor. Bu yasa, 1973'e kadar
yürürlükte kalmıştır.
Osman Hamdi Bey, Osmanlı coğrafyasından eserler
toplatıp Müze-i Hümayun'a getirtiyor. Dolayısıyla
hızlı bir şekilde eser artışı oluyor."
Bugün kaç eser var?
"Şimdi efendim yaklaşık eser sayımız 1 milyon. Bunun
600 bin kadarı sikke, İslami ve gayri İslami olmak
üzere. Yine müzemizin dünya müzeleri arasında önemli
bir koleksiyona sahip olduğu çivi yazılı belgeler
arşivi var. Burada da 80 bine yakın çivi yazılı
belge bulunuyor. Onun dışında 200'e yakın arkeolojik
eserimiz yer alıyor. İstanbul Arkeoloji Müzeleri,
Türkiye müzelerinde korunmakta olan eserlerin
yaklaşık üçte birine sahip..."
Kaç metrekarede ne kadarını
sergileyebiliyoruz bunların?
"10 bin kadarını sergileyebiliyoruz ne yazık ki.
25-30 bin metrekare kapalı ve açık olmak üzere
teşhir alanımız var."
Kutlamalar kapsamında bahsettiğiniz sergi
bu koleksiyonda olan göremediğimiz eserlerden mi
oluşacak?
"Bu sergi 2004 yılı itibarıyla İstanbul'un ulaşım
sorununu çözmek üzere uygulamaya konulan Marmaray ve
metro projeleri kapsamında müzemiz başkanlığında
yürütülen kazılarda günışığına çıkarılan 35 bin
envanterlik eserle, 5.-11. yüzyıllara
tarihlendirilen 35 tekne kalıntısından seçmelerle
oluşacak. Yani açıkcası maddi yönü çok masraflı
olmayan bir sergi. Biz bu Marmaray projesi içersinde
ne yapıyoruz, kentin merkezinde, çok önemli
meydanlarında etrafı metal perdelerle çevrilmiş o
çok geniş alanlarda ne oluyor, bu kentin tarihini 8
bin 500 yıl geriye götüren şey nedir, bunları
birazcık kamuoyuyla paylaşmak istiyoruz. Zaman zaman
bunu yapıyoruz, ama bu kez daha genel bir biçimde,
geniş kitlelerle paylaşmak istiyoruz."
Arkeoloji Müzeleri üç binadan oluşuyor. Bir
tanesi Eski Şark Eserleri Müzesi, diğeri Çinili Köşk
Müzesi, bir de Osman Hamdi Bey'in yaptırdığı
Arkeoloji Müzesi... Diğer ikisinden söz edebilir
miyiz?
"Şark Eserleri Müzesi, 1883 yılında Sanayi-i Nefise
Mektebi olarak yine Alexandre Vallaury tarafından üç
aşamalı yapılıyor. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu'nun
son dönemi sıkıntılı bir dönem, maddi yetersizlikler
var. Küçük küçük paralarla 9 sınıflı bir mektep
olarak açılıyor, bugünkü Mimar Sinan
Üniversitesi'nin de çekirdeğini oluşturuyor. 1917
yılına kadar okul olarak kullanılıyor. 1917 yılında
okul başka bir binaya taşınıyor ve dönemin müzeler
genel müdürü o zaman Yakın Doğu eserleri ile
Yunan-Roma eserlerini ayrı sergilemeyi planlıyor.
Bugün, Osmanlı coğrafyasından gelen 4 ayrı ana
koleksiyon sergileniyor. Arap Yarımadası'ndan gelen
yaklaşık 250 kadar eserimiz var. Mısır eserleri var,
yine yakın eser sayısı olan bir koleksiyon. En büyük
koleksiyonu 10 bin eserle Mezopotamya oluşturuyor.
Dördüncü koleksiyonumuz ise Doğu Anadolu
Bölgesi'nden gelen Urartu eserleri. Toplam 20 bin
eser mevcut..."
Çinili Köşk?
"Çinili Köşk biliyorsunuz İstanbul'daki ilk Osmanlı
yapılarından. 1472 yılında inşa ediliyor. Selçuklu
ve Osmanlı döneminden toplam 3 bin eser yer
alıyor..."
Arkeoloji Müzeleri'ni bu koleksiyonuyla
dünya müzeleri arasında nereye koyabiliriz?
"İlk 10'un içinde diye söyleniyor."
Peki, böyle bir müzeye yılda kaç
ziyaretçi geliyor?
"2011 yılının 30 Mayıs'ına kadar gelen ziyaretçi
sayımız 165 bin. Geçen yıla göre yüzde 25lik bir
artış var. Yani yıllık ortalama 200-250 bin
arasında."
Hemen komşunuz olan Topkapı Sarayı'nın ne
kadar?
"Topkapı Sarayı bunun çok fazlası. yani istediğiniz
sayıyla çarpabilirsiniz. Ayasofya da öyle."
Biraz da kütüphaneden bahsederseniz...
Önemli bir kütüphaneniz var...
"Evet, kütüphanemiz de önemli. Osman Hamdi Bey
planlatırken gerçekten her yönüyle mükemmel bir müze
olması için gayret göstermiş. Kütüphane de 1893
yılında yapılmış ve kısa sürede 15-16 bin adet
kitaba ulaşmış. Şu anda kütüphanemizin yaklaşık 50
bin adet kitabı, 2 bin adet de el yazması mevcut.
Genellikle bilimsel araştırmacılara açık bir ihtisas
kütüphanesi."
Müzede çeşitli etkinlikler de yapılıyor
değil mi? Örneğin Yıldız Salonu'nda...
"Yıldız Salonu 2007 yılında Vehbi Koç Vakfı
tarafından Sevgi Gönül anısına restorasyona alındı.
Daha sonra da Sevgi Gönül anısına sempozyumlar
yapılmaya başlandı. Çeşitli kültürel etkinliklerde,
sempozyum, konferans, seminer salonu olarak
kullanıyoruz. Arkada bir konferans salonu var, önde
de bir geçici sergi salonu. Bu salonumuzda tematik
sergiler yer alıyor. Kültürel amaçlı talepleri geri
çevirmiyoruz. Salonumuzda haftada bir belgesel film
gösterimi oluyor. Her ay en az 4 ve 5 konferans
gerçekleştiriliyor..."
Geçen ay müzede bir "imparatorlar"
sergisi açıldı...
"2010 yılı içerisinde bir 'imparatorlar' sergisi
yapalım diye bir düşünce oluşturduk. İstanbul'un da
o sene Kültür Başkenti olması sebebiyle yapılan
etkinliklere katılmak amacıyla... Fakat o projemizi
2010 yılı içerisinde gerçekleştiremedik. Bu yıl
içinde Kültür Bakanlığı'nın himayesinde ve
katkılarıyla 10 Mayıs'ta açabildik. Müzemiz dışında
yaklaşık 16 müzeden temin edilen 210 eserlik
'Hitit'den Osmanlı'ya' adıyla Anadolu topraklarında
doğup büyümüş imparatorluklarla, doğudan ve batıdan
Anadolu'da bir süre hüküm sürmüş imparatorlukları
anlatan bir sergi."
Müze olarak yurtdışındaki sergilere eser
gönderiyor musunuz?
"Evet, 2010 yılı içerisinde Paris'teki sergiye
ağırlıklı olarak eser verdik. Yine yurtdışı
sergilerine talepler doğrultusunda eserlerin
durumuna göre katkıda bulunuyoruz. En son Sabancı
Müzesi'nde yapılan sergiye eser verdik ve gündemde
yeni sergi talepleri var."
Peki, internette var mısınız?
"İnternette bir sitemiz var. Orada müzemizle ilgili
bilgiler bulunuyor. Bir de yeni yeni yapılan
etkinlikleri, konferanslarımızı orada duyurmaya
çalışıyoruz. En son kazılarımızla ilgili bir yer
açmayı istiyoruz. Belli periyotlarla kazılarımızdaki
gelişmeleri, buluntuları anlatacağız..."
Kazılarımız dediğiniz Marmaray Kazısı mı?
"Evet, ama biz başka kazılar da yapıyoruz. Müzemiz
biraz da müzecilik dışında bu kentsel gelişim
projeleri, ulaşım projeleri, tasarım projelerinde de
yer alıyor. Çünkü İstanbul arkeolojik ve kentsel sit
alanları olan bir kent. Biz bütün temel kazılarında
varız İstanbul içinde yapılan, yani tarihi
yarımadakilerde. Arkeolojik sitlerde yapılan her
binanın temel kazısı, ilgili bölge kurulunun verdiği
kararlar doğrultusunda müzemiz denetiminde
gerçekleştiriliyor."
120 sene önce, dünyadaki ilk müze
binalarından birisini inşa ettiriyor Osman Hamdi
Bey, çok etkileyici...
"İstanbul'daki neo-klasik mimarinin en güzel ve
görkemli örneklerinden biri olan ve bir müze binası
olarak inşa edilen arkeoloji müzesi, cephesinin
ihtişamı ile de son derece dikkat çekici bir
mimariye sahiptir. Uzun cephede geniş merdivenli iki
girişi, dörder sütun ve alınlıklarla bir tapınak
görümündedir. Alınlık üzerinde bulunan kufi
üsluptaki Osmanlıca yazıda 'Asar-ı Atika Müzesi'
yazmaktadır. Bu yazının üzerinde bulunan tuğra,
binayı inşa ettiren II. Abdülhamid'e aittir. Bu
tuğralar, daha sonra büyük olasılıkla 1927-1928
yıllarında yerlerinden sökülmüştür. Evvelce
varolduğu fotoğraflardan ve yerlerindeki izlerinden
anlaşılan tuğraların yerine konulması için 1990'lı
yıllarda çalışmalar yapılmıştır. Müze kütüphanesinde
tuğraların 1/1 ölçüsünde şablonları bulunmuş,
bronzdan döktürülen tuğralar girişlerdeki alınlığa
1994 yılında monte edilmiştir. Böylece uzun
yıllardan beri boş duran alınlıklar, orijinal haline
kavuşturulmuştur."
Müzede neler sergileniyor?
"Arkeoloji Müzesi koleksiyonları, sistemli
kazılardan, hibe, satın alma ve müsadere yoluyla
gelen eserlerden oluşmaktadır. Müzenin zengin
koleksiyonları içinde Osmanlı İmparatorluğu idaresi
altındaki tüm bölgelerden gelen eserler
bulunmaktadır. Klasik binanın alt katında 20, üst
katında ise 16 olmak üzere toplam 36 teşhir salonu
mevcut. Alt kat salonlarda Yunan ve Roma dönemlerine
ait mezar stelleri, lahitler, tapınak frizleri ve
Sidon kazılarından gelen eserler sergileniyor. Diğer
salonlarda ise Arkaik, Hellenistik, Roma ve Bizans
eserleri yer alıyor. Osman Hamdi Bey zamanında
yapılan bu sergileme, bazı değişikliklere rağmen
1991 yılına kadar aynen korunmuş. Müzenin üst kat
salonlarında ise vitrin içlerinde küçük eserler,
tematik ve kronolojik olarak teşhir edilmekteydi.
Ancak bugün, yapısal problemler nediyle bu salonlar
ziyarete açılmayıp depo olarak kullanılıyor.
İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nin 1993 yılında
Avrupa Konseyi Müze Ödülü'nü aldığını da belirtmek
isterim."
Dünya, 13.06.2011
|

|
BAVULDAN 77 SİKKE ÇIKTI
Bilecik'te yolcu otobüsünde yapılan aramada bir bavulda 77 adet sikke ele geçirildi.
Edinilen bilgiye göre, bir ihbarı değerlendiren Bilecik İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, Eskişehir'e gitmekte olan bir yolcu otobüsünü Bursa-Bozüyük Karayolu Çaydere mevkisinde durdurarak arama yaptı. Otobüste yolcu olarak bulunan G.E.O. isimli şahsın bavulunda ele geçirilen 77 adet tarihi sikke ile 20 objeye el konuldu. G.E.O., ifadesinin alınmasından sonra adli makamlara sevk edildi.
Olayla ilgili tahkikat sürüyor.
Bilecik Kent Haber, 13.06.2011
|
İNSANOĞLU 'ÇEKİYOR'

Afrika,
Avrupa ve
Asya'da bulunan fosilleşmiş insan kalıntılarını
inceleyen
Cambridge Üniversitesi'nden uzmanlar, inanılması
güç sonuçlara ulaştılar.
Araştırmaya göre, günümüz insanı, avcı-toplayıcı
atalarından yüzde
10 daha küçük ve kısa, hatta
beyinlerimiz de atalarımızınkine oranla yüzde 10
daha küçük.
Bu sonuçlar, insanoğlunun "büyüdüğü" yönündeki genel
görüşün de yanlış olduğunu ortaya çıkarıyor.
Bilimadamları, bu küçülmenin nedeninin
daha sınırlı
beslenme alışkanlıklarına yol açan tarımda
gelişmeye ve hastalıkların yayılmasına yol açan
kentleşme hareketleri olduğunu söylüyorlar.
İnsan evriminde uzman olan Doktor Marta Lahr,
günümüzden 200 bin yıl önce yaşayan atalarımızın çok
daha iri ve sağlıklı olduğunu söylüyor.
İsrail'deki mağaralarda bulunan ve günümüzden
120 ile 100 bin öncesine dayanan fosiller, daha iri
ve kaslı bir insan portresi çiziyor.
Araştırmacılar, 20 bin yıl önce bir erkeğin beyninin
1500 santimetreküp,
modern insanın beynininse 1350
santimetreküp olduğunu söylüyorlar.
Doktor Lahr, "Evrimsel gelişimimiz beyinlerimizi
küçültüp, daha işlevsel hale getiriyor ve böylece
harcanan enerji miktarını azaltıyor, tıpkı günümüzde
bilgisayar işlemcilerinin küçüldükçe daha verimli
ancak daha az enerji harcar hale gelmeleri gibi"
diyor.
Milliyet, 13.06.2011
|
'BESMELE' YAZILI LEVHAYA 70 BİN TL
Nika Müzayede tarafından Gayrettepe'deki Dedeman
Otel'de gerçekleştirilen "Osmanlı Eserleri Klasik ve
Çağdaş Tablo Müzayedesi''nde, Osmanlı eserleri,
klasik ve çağdaş parçaların bulunduğu 400 adet eser
satışa sunuldu.
Müzayedede
Rıdvan Efendi'nin hicri 1343 tarihli deri
üzerine besmele yazılı hat levhası 70 bin liraya
alıcı buldu.
Habertürk, 12.06.2011
|
|
 |
DEV FRIDA KAHLO KOLEKSİYONU SAHTE ÇIKTI
Meksika Ulusal Galerisi’nde sergilenen Frida Kahlo eserlerinin orijinalliği tartışılıyor. Carlos ve Leticia Noyola’ya ait tablo ve desenlerden oluşan koleksiyon, ortaya çıktığında büyük ilgi görmüş, sanatçının bu bilinmeyen eserleri hakkında iki de kitap yazılmıştı. Ne var ki Frida Kahlo Vakfı’na göre yeni sergilenmeye başlanan 1200 parçalık bu koleksiyon sahte.
Frida Kahlo’nun yaşadığı evde bir açıklama yapan uzmanlar sanatçının bu kadar çok resim yapmış olamayacağını savunuyor. Frida’nın hayatı boyunca 400 ila 500 arasında eseri olduğu biliniyor.
Toplantıya Frida’nın kocası Diego Rivera’nın ilk evliliğinden olan kızı Guadalupe Rivera da katıldı ve bir dönem aynı evde oturduğu Frida’nın pek çok resmini Diego’nun zorlamasıyla bitirdiğini anlattı. Ayrıca, Frida neredeyse her eserinde farklı imzalar kullanıyordu. Sanat tarihçileri bu yeni eserlerin hepsinde tıpa tıp aynı imzanın kullanılmış olmasını da sahtekarlığın bir delili olarak görüyor.
Habertürk, 11.06.2011
|
HARMANCIK'TA 3 BİN YILLIK GAGA AĞIZLI TESTİ BULUNDU
Kepekdere Mahallesi’nde Halil Kamil Yılmaz’a ait
tarlada belediyeye ait iş makinesi su kanalı
açmak için kazı yaparken tarihi bir testi
bulundu. Gaga ağızlı testi, tarla sahibi
tarafından Harmancık İlçe Emniyet Amirliği
ekiplerine teslim edildi.
Bursa Müzesi Müdür Yardımcısı Gongagül Hançer ve
arkeolog Turhan Kayabey, Harmancık’a gelerek,
kazı yerinde incelemelerde bulundu. Hançer,
tarladan çıkartlan testinin gaga ağzı testisi
olduğunu söyledi. Testinin MÖ 3000 yıllarına
ait olduğunu söyleyen Hançer, testinin içinden
sadece toprak çıktığını belirtti.
Bursa Olay, 11.06.2011
|
|
5 - 11 Haziran 2011
|
KARTONDAN TARİHİ YAPI
Taksim Kışlası’nın yeniden yapılması
fikri ilk kez karşıma Beyoğlu İmar Planı’nda çıktı.
Ocak ayında bol bol haberini yaptığımız planda,
Taksim Kışlası’nın Cumhuiyet Caddesi’ne bakan
cephesinin yeniden inşa edilmesinden söz ediliyordu
ama o kışlanın yerinde duran Gezi Parkı’nın tamamen
ortadan kalkacağına dair bir şey yoktu.
Sadece Taksim Kışlası değil, zaman içinde yıkılmış,
yok olup gitmiş pek çok başka binanın da ‘ihya
edilmesinden’ yani yeniden yapılmasından
bahsediliyor. Cami, mescit, hamam, mektep binaları
yeniden yapılıp, ‘sosyal tesis’ olacak.
Bütün bu projelerin arkasında kayıp Osmanlı
İstanbuluna yönelik bir hasret var. Zamanında
yapılmış ve yıkılmış anıtsal binaları, yok olmuş
mahalleleri yeniden yaratma fantezisi. Azıcık kent
bilinci, tarih sevgisi olan insanın o dokuyu
koruyamayan, binaları heder edenlere kızmaması
mümkün değil, Sultanahmet’teki ahşap adliye binası,
Mercan’daki o koca Ali Paşa Sarayı hala kent
silüetinin bir parçası olsa ne kadar güzel olurdu.
Ama artık yoklar. İşin fenası onları yeniden yapmak
da mümkün değil. Uzaktan bakanlar için, benzer bir
gölgeyi silüete katmakla iş bitmiyor. Yanına
yaklaştığında, içine girdiğinde alçıdan bir dekor,
kötü bir kopyayla karşılaşmak kaçınılmaz.
Hiçbir orijinal malzemesi kalmamış, eski taşları,
merdivenleri, kapıları olmayan, eski fotoğrafına
bakarak yapılmış, herşeyin eskiyi taklit ettiği bir
binada ruh olamaz. Çünkü eski binaların ruhu, yüz
yıllık merdivenlerine sinen yaşanmışlıktan gelir.
Sadece dış cephesi kalsa bile taşlarının eskiliği,
yıpranmışlığıyla kendi hafızasını dışavurur. O
nedenle yeni yapacağınız bina ne yaparsanız yapın
ruhsuz, anlamsız bir taklit tuhaf bir neo
Osmanlıcılık gösterisi hatta daha kötüsü kitsch
olacaktır.
Üstelik, İstanbul harıl harıl daha fazla yeşil alan
talep ediyor. Ali Samiyen Stadı’nın bile yıkılmışken
bir daha yapılmaması tartışılıyor. Şimdi Gezi
Parkı’nın üzerine tekrar eski kışlayı dikip onu da
AVM filan yapmanın ne manası var bilmiyorum.
Radikal, Yazı: Cem Erciyes,
11.06.2011
|
İSKELE KALKTI, MELEK GÖRÜNDÜ
Ayasofya 916 yıl kilise ve 481 yıl boyunca cami
olarak kullanıldı. Osmanlı döneminde Cami-i Kebir
diye adlandırılan ve 76 yıl önce müzeye dönüştürülen
Ayasofya’da, 17 yıldır süren restorasyon tamamlandı
ve kurulan iskele kaldırıldı. İskelenin kalkışıyla
kubbedeki Tanrı’nın tahtının koruyucusu Serafin
Meleği de yüzünü gösterdi. Yıllardır müze deposunda
efsaneye dönüşen ikona ve mozaikler de kitaba
dönüşüyor. Kitabı hazırlayan müze müdürü Haluk
Dursun anlatıyor.
17 yılda kubbenin değişik
bölümlerindeki mozaiklerin restorasyon ve
konservasyonuyla (korunmasıyla) uğraşıldı. Hatların
restorasyonu da tamamlandı. Mozaiklerle birlikte iki
kültürün çok önemli unsurları olarak, üvey evlat
muamelesi görmeden restore edildi. Ayasofya’yı tüm
araştırmacılara açıyoruz, arşivini dijitale
çekiyoruz. Ayasofya Müzesi Yıllığı’nı 18 yıl aradan
sonra yeniden çıkardık.
İskeleye çıkınca meleğin yüzünü ilk gören adamım.
1849’dan beri kapalı, en son Fossatti görmüş.
Ayasofya’da son büyük restorasyonu yapan Fossati bu
kapağı koyarak mozaikleri korumuş. Restoratör
arkadaşlar kapağın kaldırılma kararının bana ait
olduğunu söylediler. Bu kapağın iki anlamı var.
Birincisi suret olarak bir camide yer almaması
gereken yüzün kapanması. İkinci neden kubbedeki
mozaik parçaların dökülmesini önlemek.
Zaten Fossati o meleklerin resmini
çekip, yayınlamış. Bizim girişte bu var, kamuya
açık, herkes görebilirdi. Fossati, ‘Kapağın altında
şöyle bir yüz var’ diye meleği oraya koymuş zaten.
Diğer iki tanesi fresk ve yüz yok. İkincisinde de
yüz var ama diğeri kadar bütün değil. Mozaiklerin
bir kısmı dökülmüş, yarım yüz, manası yok.
Birbirinin aynısı olan şeyden en güzelini restore
ettik. Serafin Meleği, Tanrı’nın manevi tahtının
koruyucusu. Kubbede olması bunu ifade ediyor. Yüzü
melek gibi deriz hani; güzelliğini vurgulamak için.
Ama buradaki yüz ürkütücü, çünkü o koruyucu melek,
caydırıcı olması gerektiği için ürkütücü bir bakışı
var. Daha önce depoda duran Sultan Abdülmecid’in
Bizans dönemi mozaiği ile yapılan tuğrası ilk defa
Ayasofya Müzesi’ne asıldı.
HERKESİN AYASOFYA’SI KENDİNE
Müze olarak diğerlerinden farklı olan
Ayasofya’nın bir imajı var, içeriden baktığınız
zaman da bir mesajı... Dışarıda bu mekan
Grek-Ortodoks bir mabet, Osmanlı döneminde yine
kutsal bir mabet olarak algılanıyor. İki taraf da
kendine göre bunu dönüştürmek, amacına uygun
kullanmak istiyor. Ayasofya sadece bir müze değil.
Bunun altını çok çiziyorum; dünya mimarı mirasının
çok önemli bir elemanı. Genç Türkiye’nin bu mirasa
nasıl sahip çıktığının da bir göstergesi.
Ayasofya müze olarak kalmalı, başka bir yol çok
büyük sıkıntılara yol açar. Dışişleri Bakanlığı
kadar temsil özelliğine sahip. Yurtdışından gelen
her resmi heyet buraya geliyor. Papa, Rus patriği ya
da Obama ile bire bir konuşma imkanına sahibim.
Önceki hafta sayın Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül
buradaydı.
Her gelen kendi Ayasofya’sını görmek istiyor. Hacı
amca “Burada bir gün nasıl namaz kılarım” diye
bakıyor.
Yunanistan’dan
gelen bir madam “Ben ne zaman pazar ayini yaparım”
diye... Büyük bir grubu karşınıza almamak için en
iyisi müze olarak kalması.
DEPODAKİ ENVANTER KİTAP OLDU
Haluk Dursun, deposundaki envanterini
ilk kez görsel halinde kitap haline getirmiş. Bilgi
Üniversitesi Yayınları’ndan çıkması beklenen Dursun
imzalı kitabın adı, ‘Ayasofya Kültür Envanteri’.
“İnsanlara göremediği mozaikleri gösteremediğinizde,
bunu efsaneye dönüştürüyorlar. Sanki çok mozaik
varmış gibi, ‘işte buyrun’ diyoruz. Yeraltına giren,
gözüyle gören kişilerden biriyim, su kuyuları ve
sarnıçları var, onu da kitapta anlatıyorum” diyor.
İşte depodaki eserler: Ayasofya Müzesi İkona ve
Kilise Eserleri Koleksiyonu, Taş Eserler
Koleksiyonu, Türbe Eserleri Koleksiyonu, Sikke
Koleksiyonu, Ayasofya Müzesi Mozaik Envanteri,
Ayasofya Müzesi Etütlük Eserleri, Ayasofya Müzesi
İkona ve Kilise Eşyaları Etütlük.
İSTANBUL’DA YAŞAMA
SANATI
Haluk Dursun, ‘İstanbul’da Yaşama
Sanatı’ adlı çok beğenilen kitabın da yazarı aynı
zamanda. Yabancı misyon ziyaretlerinde dünya
liderleriyle müzeyi gezerken onlara dair
izlenimlerini kaleme alıyor. Bunları ‘Meraklısına
Ayasofya’ adıyla kitaplaştırma hazırlığında.
Hürriyet Cumartesi, Haber: Ali
Dağlar, 11.06.2011
|
PERGE İÇİN REHBER
OLDULAR
'Perge'de sen de bir
sütun kaldır' kampanyasına destek veren Antalyalı
350 rehber, turlardan ayırdıkları paraları
birleştirerek, antik kentte 25 sütunun
kaldırılmasına katkı sağladı.
Perge Kazı Başkanı
Prof.Dr. Haluk Abbasoğlu düzenlenen plaket töreninde
ilk kez bir grubun kendi isteğiyle kampanyaya destek
verdiğini söyledi. Abbasoğlu, 'Daha önce Bakan
Ertuğrul Günay'ın girişimleri sonucu turizmciler 25
sütunun kaldırılmasına katkı yaptı. Perge'de ayağa
kalkmayı bekleyen yüzlerce sütun var. Rehberlerin
gösterdiği duyarlılığı diğer vatandaşlardan da
bekliyoruz'' dedi.
Akşam, 11.06.2011
|
|
 |
HAYDARPAŞA'DA İMAR PLANINA ASKI MUAFİYETİNE İPTAL
Anayasa Mahkemesi İstanbul’daki Haydarpaşa, Galataport gibi dev kentsel dönüşüm projelerin imar planlarının İmar Kanunu’ndaki askı sürelerinden muaf olacağı ve kesinleşeceği düzenlemesini iptal etti, yürürlüğünü de durdurdu.
Bu karar çerçevesinde imar planları askıya çıkarılacak. Haydarpaşa başta olmak üzere, TCDD’ye ait istasyon, gar ve arazilerinin satışını, okulların DSİ, karayolları arazilerinin, Devlet Hava Meydanları’nın satışını öngördüğü için eleştirilen Torba Kanun’un ilgili 43’üncü madde ise vize aldı.
CHP, 5793 sayılı “Kamu Mali Yönetimi Ve Kontrol Kanunu İle Bazı Kanun ve KHK’larda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştu. Yüksek Mahkeme, imar planlarının “ilan ve askıya dair hükümlerden muaf olacağı” ve “ilan ve askıya dair hükümlerden muaf olarak kesinleşip yürürlüğe gireceği” düzenlemelerini Anayasa’ya aykırı buldu ve iptaline karar verdi. Bu iki maddenin telafisi güç veya olanaksız durum ve zararların önlenmesi ve iptal kararının sonuçsuz kalmaması için kararın Resmi Gazete’de yayımlanacağı güne kadar yürürlükleri de durduruldu.
Hürriyet, Haber: Oya Armutçu, 11.06.2011
|
BAŞBAKAN GELECEK DİYE
ÇIPLAK HERKÜL YOK EDİLMİŞ
Son günlerde, Ölüm Pornosu kitabının Türkçe’ye çevrilmesiyle hararetlenen “muzır gündemi”ne bir madde de Eskişehir’den geldi. Arkeoloji Müzesi’nin açılışında, “Başbakan Erdoğan görmesin” diye çıplak Herkül heykeli, yerinden kaldırılarak bir paravanın arkasına mı saklandı? Bu çarpıcı iddia, Eskişehir’de yayın yapan Milli İrade Gazetesi’nde fotoğraflarla yer aldı.
Başbakan Erdoğan, 28 Mayıs’taki miting sonrası, Eskişehir’de ETİ Arkeoloji Müzesi’nin açılışını da yaptı. Ancak Başbakan gittiğinde, müzede daha önce sergilenen önemli bir eser yerinde yoktu: MS 2. yüzyıla ait çıplak haldeki Herkül heykeli... Heykel, Erdoğan’ın ziyareti öncesi müzede bir paravanın arkasına kaldırılmıştı.
Müze Müdürü Dursun Çağlar, Habertürk’e yaptığı açıklamada, “Heykelin Başbakan Erdoğan’dan saklanması diye bir şey söz konusu değil’’ dedi ve ekledi: “Olur mu öyle şey. Başkakan Erdoğan’ın müzemizin açılışını yapacağı gün Herkül heykelinin üzerinde durduğu kaide çöktü. O halde sergileyemezdik, geçici olarak kaldırdık. Heykelin kaidesinin düzenlenmesi için acil yazı yazdık. En kısa sürede müzemizin bahçesinde tekrar sergilenmeye başlanacak.’’
Çağlar, müzenin ETİ sponsorluğunda yenilendiğini ve açılışı Erdoğan’ın Eskişehir ziyareti öncesine yetiştirmeye uğraştıklarını anlattı: “Son bir hafta 70 kişi gece gündüz çalıştık. Ancak son gün böyle bir aksilik oldu. Bunun başka bir nedeni yok.’
Habertürk, Haber: Bülent Günal, 10.06.2011
|
 |
|
OSMANLI ŞAHESERLERİ SATIŞA ÇIKIYOR
Nika Müzayede,
Osmanlı şaheserleri ve klasik, çağdaş resim
tablolarından oluşan müzayedesini 11 Haziran günü
gerçekleştirecek. Müzayede'de şair ressam
Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun
son tablosundan,
Sultan Abdülhamid Han'ın
kızı devletin idaresinde önemli bir yeri olan
Semiha Sultan'ın
mührüne, Hidiv Hanedanı Kral Fuad'ın özel tepsisine,
Av.
Sadık Atakan'ın
Çanakkale - Kütahya koleksiyonuna,
Mehmet Celalettin'in
ve
Aziz Rufai Efendi'nin
200 yıllık hat levhalarına, Rıdvan Efendi'nin hat
levhasına, 300 yıllık Kuran-ı Kerim'e kadar birçok
eser yer alacak.
Habertürk 10.06.2011
|
ZEUGMA, GÜNAY'I AĞLATTI
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, Türkiye’deki kazılarda bulunup
yurtdışındaki müzeleri süsleyen tarihi eserlerin
teker teker getirileceğini anlatırken, Zeugma
örneğini verirken ağladı.
Günay, dün turizm sektörünün temsilcileriyle
İzmir’de bir araya geldi. Toplantıda duygulu bir
konuşma yapan Günay, Türkiye’den gitmiş eserlerin
yeniden yerlerine döndürülmesi için gösterdikleri
çabaları anlatırken gözyaşlarını tutamadı. Günay,
Gaziantep’te bulunan Zeugma antik kenti’ni gezdiğini
belirterek, bu bölgede daha önce yabancı heyetler
tarafından yapılan kazılarda önemli eserlerin
bazılarının dünyadaki müzelere götürüldüğüne işaret
ederek, “Yurtdışına gittiğim zaman ören yerlerini
geziyorum. Rehberler gösteriyorlar, Türkiye’den
geldiğini söylüyorlar. Oturup dizlerimi dövmek
geliyor içimden” dedi.
Hürriyet, 10.06.2011
|
BULVARDA HAYALET KÖŞK

Çankaya’nın göbeğinde hayalet köşkü andıran
Kızılay’a ait Renda Köşkü, ilgi bekliyor. Kızılay
yetkilileri, binayı müzeye dönüştürme planlarının
olduğunu belirtirken, gerekli izinlerin beklendiğini
söylediler.
Atatürk Bulvarı üzerinde bulunan tarihi Renda Köşkü’nün içler acısı
hali görenlerin içini burkuyor. Başkent’in en
merkezi yerinde bulunan ve Hayalet Köşk’ü andıran
bina, kimsesizliğe terkedilmiş izlenimi uyandırıyor.
Bakımsız bahçesi, yer yer çatlayan bina
duvarları, kırık merdivenleri, tahrip olan kapısı ve
yıkılmaya yüz tutmuş bahçe duvarı “köşk kaderine mi
terk edildi” sorusunu akıllara getiriyor. Türk
Kızılay Derneği’ne ait olan binanın akibeti ise
belli değil.
Köşk ile ilgili olarak her yıl bir başka proje
ortaya atılıyor. Fakat bu projelerin hiç birisi
bugüne kadar hayata geçirilemedi. Geçtiğimiz
yıllarda da Çankaya Belediyesi, ODTÜ ve Kızılay
işbirliği ile müze ve kültür merkezine
dönüştürülmesi planlanan projeden ise ses çıkmadı.
2004 yılında ise köşkün kiraya verilmesi gündeme
gelmişti. Tarihi köşke talip ise hemen yanı başında
bulunan
ABD Büyükelçiliği olmuştu. 2010 yılında ise
satılacağı söylenen köşkün satışı konusunda da
hayata geçen bir çalışma olmadı.
Türk Kızılay’ı Gayri Menkul Bölümü yetkilileri
köşk ile ilgili olarak müze ve kültür merkezi
çalışması projesinin devam ettiğini fakat binanın
elçiliklere yakın olması sebebiyle konunun çok
hassas olduğunu ve şu an için net bir sonuca
ulaşamadıkları söyledi.
Çalışmanın başlaması için gerekli izinlerin
beklendiğini aktaran yetkililer imar ve iskan
aşamalarının takip edildiğine vurgu yaptılar.
Hürriyet Ankara, Haber: Oğuz Demir, 10.06.2011
|
KAHTA KALESİ'NİN RESTORASYON İHALESİ YAPILDI
Kahta’nın Kocahisar Köyü'ndeki tarihi kalenin restorasyon ihalesi Gaziantep Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü tarafından yapıldı.
Kale ihalesi, Gaziantep Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü'nün Eyüboğlu Mah. Gaziokulu Sok. No:20 Şahinbey adresinde yapıldı. Bu gün saat 14:00 yapılan ihaleyi kazanan firma daha sonra açıklanacak ve restorasyon çalışmaları hemen başlatılacak. Kaledeki çalışmaların uzun bir süre devam edeceği ve Kocahisar köylülerine geçici iş sitihdamı sağlanacağı öğrenildi.
Yıllardan beri restorasyonu ihmal edilen Yeni Kale kış mevsiminde yağan yağışlarda bir duvarın tamamı yıkılmıştı. Diğer kale duvarlarının da yıkılmaya yüz tuttuğu kale Kommagene Krallığı'ndan günümüze miras kalan önemli bir tarihi eser olarak yerli ve yabancı turistlerin gözdesi konumunda olmasına rağmen yıkılma tehlikesinden dolayı 5 yıldan beri ziyaretlere kapatılmıştı.
Adıyaman Haber, 09.06.2011
|
 |
İNSANLIK ANITI'NIN YIKIMI DURDU

Kars'taki ''İnsanlık
Anıtı''nın kaldırılması işini alan taşeron
firmanın işçileri, paralarını alamadıkları
gerekçesiyle yıkım çalışmalarını durdurdu.
Heykelin kaldırılması işini 272 bin liraya alan
Avşin İnşaat'ın anlaştığı taşeron firma Eryaman
Karot'un işçileri, paralarını alamadıkları
iddiasıyla iş bıraktı.
Kars Belediye Başkanı Nevzat Bozkuş, konuya
ilişkin gazetecilere yaptığı açıklamada, taşeron
firmayla bir sözleşmelerinin bulunmadığını,
muhataplarının Avşin İnşaat olduğunu belirterek,
şunları söyledi:
''Onlar da anıtın kalan kısmını 24 Haziran'a kadar
kaldıracaklar. Anıt, yüklenici firma tarafından
mevcut yerinden kaldırılmaya başladı. Yüzde 70
seviyelerinde parça parça kesilerek kaldırıldı.
Yüklenici firma ile alt yüklenici firma arasında bir
sözleşme var. İşi alan yüklenici firma bir başka
firmayla anlaşarak işi yapmaya çalışıyor. Kendi
aralarında alacak verecek meselesinden dolayı doğan
bir sorun nedeniyle geçici olarak işin geriye kalan
yüzde 30'luk kısmı durduruldu.''
Sorunun iki firma arasında çözüleceğini dile getiren
Bozkuş, ''Bir başka firmayla mı anlaşır, yoksa
kendisi mi yapar bilmem ama sonuç itibarıyla 24
Haziran'a kadar geriye kalan yüzde 30'luk kısmını,
yani son iki parçayı da kaldıracak'' dedi.
Bozkuş, 272 bin liralık ihale bedelinin 172 bin
lirasının KDV'si ile birlikte ödendiğini, işin
bitmesinin ardından geriye kalan bedelin de ilgi
firmaya ödeneceğini sözlerine ekledi.
Habertürk, 09.06.2011
|
 |
1600 YILLIK KUMAŞ BULUNDU
Laodikya antik kentinde, MS 4-5'inci yüzyıla ait olduğu belirlenen yaklaşık 1600 yıllık kumaş parçalarına ulaşıldı.
Laodikya Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, gazetecilere yaptığı açıklamada, Denizli'nin 6 kilometre kuzeyinde yer alan, Romalılar için vazgeçilmez bir öneme sahip antik Laodikya kentinde bugüne kadar boya üretim atölyesi, dokuma tezgahı parçası, tekstil boya kalıntılarını ortaya çıkardıklarını belirtti.
Dünyada tekstiliyle ünlü Denizli'de, Büyük Konstantin dönemine ait onarımda kullanılan kumaş parçalarının, teknik tekstilin o tarihlerde kullanılmaya başlandığının işareti olduğunu belirten Şimşek, “Gün yüzüne çıkarılan kumaş, keten. Bulduğumuz kumaş, kaliteli ve çok ince işçiliği bulunuyor. Dokumasındaki incelik ve işçilik, insanı cezbediyor. Kullanım alanı ise insanı daha da şaşırtıyor. Keten kumaş, İncil'de adı geçen ve kısa süre önce bulunan 7 kiliseden biri olan Laodikya Kilisesi'ndeki su taşıma borularının tamirinde, su borularının sızdırmaması için kullanılmış” dedi.
Kumaşın genellikle kolay çürüyebilen bir ürün olduğuna dikkati çeken Şimşek, “Dokunan ipler, kullanılan malzemeler daha iyi incelendiğinde tekstil konusunda daha farklı bilgilere ulaşılabilir. Bulduğumuz keten kumaşların tıpa şeklindeki taşlara sarıldığı için havasız kalmalarından dolayı bugüne kadar korunageldiğini gözlemledik. Bu kumaş Laodikya'nın tekstil sektörüyle iç içe olduğunun somut kanıtıdır. Laodikyalılar 5. yüzyılda bile kumaş üretmişler. Bu bizi heyecanlandıran bir gelişme” diye konuştu.
Hürriyet, 09.06.2011
|
EFES ANTİK KANAL PROJESİ 2 YIL İÇİNDE TAMAMLANACAK
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Efes
Antik Kanal Projesi'ni iki yıl içinde tamamlamayı
düşündüklerini söyledi.
Günay, Efes Antik Kanal ile ilgili
daha önce çok ciddiyeti olmayan projeler
üretildiğini ifade ederek, ''Bilimsel bazda
araştırmalar, zemin etütleri yapmamız gerekiyordu.
Kazı ekibiyle birlikte kısa süre içinde bu etütleri
tamamlayacağız. Limanın başlangıç noktasını tespit
ettikten sonra, doğrudan denizi içeri çekmek değil,
deniz suyunu başka teknikle limanın başlangıç
noktasına alıp sirkülasyonu hızlandırmaya ve su
içerisindeki oksijeni çoğaltmaya çalışacağız. Kısa
süre içinde antik dönemin teknelerine benzeyen
teknelerle deniz kıyısından Efes Antik Limanı'na
ulaşmak mümkün olacak'' dedi.
Efes'e verdikleri değerin göstergesi olarak da Los
Angeles Times gazetesine buranın reklamını
verdiklerini belirten Bakan Günay, AK Parti'nin
İzmir ile ilgili birçok proje hazırladığını anlattı.
Günay, İzmir'in müze şehir haline gelmesi ve
Bergama'dan Efes'e kadar ören yerlerinin ayağa
kaldırılmasının kendisini heyecanlandırdığını dile
getirdi.
Efes Antik Kanal Projesi'nin ne zaman
bitirileceği yönündeki soru üzerine Günay, ''İki yıl
içinde tamamlayacağımızı umuyorum. 2013'de EXPO 2020
için karar verilmiş olacak. Ondan önce bu projeyi
tamamlamış oluruz. İzmir'in dünya çapında sunumuna
özel bir katkı olmuş olur'' yanıtını verdi.
Turizm Gazetesi, 09.06.2011
|
HİNDİSTAN 'PICASSO'SUNA AĞLIYOR
Hindistan'ın en ünlü sanatçısı ve ressamı Makbul Fida Husain'in 95 yaşında Londra'da öldüğü bildirildi.
Hindistan haber ajansının, sanatçının ailesine dayanarak verdiği haberde, radikal Hinduların tehditleri üzerine 2006'da ülkeden ayrılarak Katar'a giden Husain'in, bugün Londra'daki Royal Brompton hastanesinde hayatını kaybettiği belirtildi.
Hindistan televizyonlarında verilen haberde "Hindistan'ın Picassosu" olarak gösterilen Husain'in, kalp krizi ve akciğer yetmezliğinden öldüğü kaydedildi.
Müslüman olan sanatçı, Hindu tanrıçalarının nü resimlerini yaptığı için radikal Hinduların şimşeklerini üzerine çekmişti
Hürriyet, 09.06.2011
|

|
HAZİNELER HAVAYA UÇURULUYOR

Mersin’in Silifke
İlçesi'nde definecilerin
Tapureli antikkentinde binlerce yıllık
tarihi eserleri dinamitle havaya uçurdukları ortaya
çıktı. Dedektör satışının yasal olması definecilerin
iştahını arttırıyor. Bilgisayarlı dedektörler ile
yerin altındaki her türlü metal ayrışımı
yapabiliyor. Mersin’in Silifke İlçesi'nin kuzey
doğusunda, bugünkü Tapureli Köyü’nün batısında yer
alan arkeolojik yerleşim tehdit altında.
Vadi kenarında iki tepelik üzerinde kurulu olan ve
oldukça zengin arkeolojik kalıntıları içerisinde
barındıran antik yerleşimdeki kabartmalar, bölgede
bir süredir
devam eden sistematik tahribatın
kurbanı oldu. Bekçinin olmadığı antik kent
definecilerin uğrak mekanı oldu.
Tapureli antik kenti, sahip olduğu kalıntılarıyla
bölgedeki Hellenistik Dönemde kurulan (MÖ 2 yüzyıl
ve sonrası) ve varlığını Roma ve
Erken Bizans dönemlerinde de devam ettiren
yerleşimlerden biri. Yerleşim içerisinde çok sayıda
yapı, neredeyse Antik Dönem’de kullanıldıkları
halleriyle ayakta.
Bununla birlikte, ormanlık bir coğrafya içinde
kalması, burayı korunması zor bir alan haline
getiriyor. Yerleşim içinde çok sayıda konuta ait
kalıntılar, kilise yapıları, atölyeler ve görkemli
bir nekropol alanı bulunuyor. Dağlık Kilikya’nın en
etkileyici alanlarından biri olan Tapureli, organize
şekilde tahrip ediliyor.
Yüzlerce yıldır zarar görmeden günümüze gelen kaya
kabartmaları, defineciler tarafından işaret olarak
kabul ediliyor ve içlerinde altın olabileceği
umuduyla
yok ediliyorlar. Bu hızla giderse,
antik Dağlık Kilikya bölgesinin zengin kaya kabartma
koleksiyonundan geriye hiçbir şey kalmayacak.
Türkiye'nin arkeolojik
zenginlikleri yıllarca bütçe ve bürokratik
sıkıntıları nedeniyle günışığına çıkarılamazken
Arkeologlar Derneği İstanbul Şube Başkanı Doç.Dr.
Necmi Karul uyardı: “Definecilerin Anadolu’da
girmediği antik kent kalmadı.” Karul’a göre bunun en
önemli nedeni, arkeolog ve akademisyenlerin önünde
onlarca yasa ve kural varken, internette, TV
reklamlarında boy gösteren defineciliğin önünde
hiçbir yasal engelin olmaması.
Emniyette sorgulanan definecilerin çalışma
yöntemleri endişe yarattı. Buna göre şüpheliler
define olduğunu belirledikleri alanlarda dinamit
lokumu patlatıyor ardından da kazı yaparak tarihi
eserleri ele geçiriyor. Ellerinde harita ya da
defineci işaretleri bulunduruyorlar. Bunları
internet ortamında özel defineci sayfalarından da
temin edebiliyorlar. Piyasada kolayca elde ettikleri
dedektörler sayesinde antik kentleri tek tek
dolaşıyorlar.
Doç.Dr. Karul ‘‘Akademisyen arkeologların önüne
konan yasa ve kurallar maalesef defineciler için
yok. Definecilik neredeyse yasal. Dedektör satışları
TV’de yapılıyor. Yasalar definecileri koruyor. Ancak
suçüstü yaparsan ceza veriliyor. Bu sözlerimden
definecileri yasal hale getirmeli anlamı çıkmasın.
Kaçak kazı suç olmalı ve caydırcı cezalar konmalı.’’
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 09.06.2011
|
TÜRK INDIANA JONES'LAR ARANIYOR

ABD Büyükelçiliği’nin düzenlediği Afganistan’ın
kültür mirası turumuzda son durağımız Logar
bölgesindeki Mes Aynak oldu. Burası, Budist kültürün
geçmişteki en önemli merkezlerinden birisi. Bu
bomboş ve çorak arazi ortasında bugün zamana karşı
hummalı bir arkeoloji çalışması var, çünkü yakında
bu çok önemli tarihsel alan, bakır madeni çıkartmak
için dinamitlerle yerle bir edilecek. Mes Aynak,
dünyanın en zengin ikinci bakır madenlerinin
bulunduğu yer. Kazılardan elde edilen bulgulara göre
Budistler de bakır madenciliğiyle ile uğraşmış.
Afganistan çok fakir bir ülke. Mes Aynak’ta bakır
madenciliği başlayınca 1.2 milyon dolar gelir elde
edilmeye başlanacak fakat bu aynı zamanda 2600
yıllık Budist kalıntılarının da sonu demek olacak.
Bakır madenlerinin işletme haklarını alan Çin,
faaliyetlerine başlamak için 2012 yılına kadar
bekleme sözü vermiş. Bakır madenciliği için
Çinlilerin yaptığı yatırım, Afganistan’daki en büyük
yabancı yatırım aynı zamanda. Arkeologların derdi
de, bu bir yıllık süre içinde kurtarabildikleri
kadar çok şeyi kurtarıp madencilikten etkilenmeyecek
yeni bir müzeye taşımak. Bu yüzden de zamana karşı
yarışıyorlar, bazı Afganları arkeolog olarak
eğitiyorlar ve Dünya Bankası’nın desteklediği proje
için, burada çalışacak çok sayıda arkeolog
arıyorlar. Arkeologlar, güneş altında çalışırken
Çinliler de onları bir tepeden seyrediyor. Onlar da
bu arkeolojik projeyi destekliyorlar ama bize
söylenene göre her gün sabırsızlanıyorlar. Şimdilik
kazılan alan o kadar büyük sayılmaz. Üstelik bölgede
19 farklı yerde Budist yerleşimleri varmış ve
birçoğuna daha ilk arkeolojik kazma vurulmamış bile.
Bulunanlar ise nefes kesiyor, aralarında 6 metre
boyunda dev Buda heykelleri de var, bakır ve
altından süslemeler de.
Fransız arkeolog Philippe Marquis’e göre, Mes
Aynak’ın hakkını vererek buluntuların tek tek
envanterini çıkarmak, bunları gün yüzüne taşımak ve
başka bir yere götürüp, aslına uygun bir biçimde
yeniden kurabilmek en az on yıl isteyen bir çalışma.
Bu nedenle de mümkün olduğu kadar çok arkeoloğa
ihtiyaç var. “Gönüllülerle güvenlik nedeniyle
çalışmak istemiyoruz. Onlara bir şey olsa hesap
veremeyiz. Bu yüzden bazı Afganları eğitmeye
çalışıyoruz ama asıl ihtiyacımız olan, yetişmiş
arkeologlar. Türk arkeologlar gelmek isterlerse çok
memnun oluruz” diyor.
Afganistan’ın kültür mirasını bir turist olarak
görmek için epey bir zamana ihtiyaç var. Fakat bu
mirasa bizim gibi şöyle bir göz atmak bile, bu kadim
kültürün ne kadar zengin olduğunu fakat savaş ve
işgallerle nasıl da yok edildiğini anlamaya yetiyor.
Bir de Afganistan’ın aslında geçmişte hiç de fakir
olmadığını, bilim ve sanat merkezi olduğunu
görmeye... Bu iliştirilmiş turistlik gezisinden
benim anladığımsa şu; dünyanın Afganistan’a çok ama
çok borcu var.
Radikal, Haber: Ayşe Karabat, 09.06.2011
|
 |
MÜZE YOLUNDA ÇALIŞMA
Aslantepe Açık Hava Müzesi'ne giden yolda çalışmalar yapıldı. Elektrik ve telefon kablolarının yerin altına alındığı yolda doğalgaz çalışmalarıda yapılıyor. Açık hava müzesine giden yoldaki eski evlerinde aslına uyğun olarak restore edileceği öğrenildi.
Konuyla ilgili açıklama yapan Orduzu Belediye Başkanı Cumali Ekin, "Tamamen valiliğin kontrolünde gerçekleşen çalışmalar hızla devam etmektedir. Elektrik ve telefon kabloları yer altına alındı. Doğalgaz boruları döşendi. Aslantepe Camii'nden Müzeye kadar olan yolun etrafındaki evlerin restore çalışmaları devam ediyor. Yolun genişletilmesi için hak sahipleriyle görüşerek rızalarını aldık. Bazı istinat duvarlarını yıkarak yola katacağız. Aynı güzergah tamamen ışıklandırılacak ve yollarına taş döşenecek.
Çalışmalar neticelendirilirse beş yüz metreden itibaren turistler, müze havasına sokulacak. Evlerin yapılarıyla, yollardaki döşeme taşlarıyla, ışıklandırmasıyla Açık Hava Müzesi'ne gidene kadar tarihi soluyacak misafirlerimiz" dedi.
Malatya Haber, 08.06.2011
|
270 TARİHİ ESER ELE GEÇİRİLDİ

Tarihi eser kaçakçılarına yönelik 6 ilde düzenlenen
operasyonlarda, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine
ait 270 adet tarihi eser ele geçirildi.
Operasyonlarda 1'i kadın 23 kişi gözaltına alındı.
Alınan bilgiye göre, İstanbul Mali Suçlarla Mücadele
Şube Müdürlüğü ekipleri, tarihi eser kaçakçılarına
yönelik 6 ay öncesinden çalışma başlattı. Ekipler,
bu çalışmaların sonucunda da İstanbul, Ankara,
Bursa, Düzce, Yalova ve Bilecik illerinde takibe
aldıkları 26 ayrı adrese eş zamanlı operasyon
düzenledi. Operasyonda 1'i kadın 23 kişi gözaltına
alındı.
Bu kişilerin üzerlerinde ve bulundukları adreslerde
yapılan aramalarda, Roma, Bizans ve Osmanlı
dönemlerine ait 270 parça tarihi eser, 6 dinamit
lokumu ve 1 tabanca ele geçirildi. Ele geçirilen
tarihi eserler arasında Roma imparatorlarına ait
olduğu iddia edilen 1 altın madalyonun da bulunduğu
belirtildi. Emniyet Müdürlüğünde sorguları süren
şüphelilerin, elde ettikleri tarihi eserleri, yurt
iç ve yurt dışında pazarlamak istediklerini
söyledikleri öğrenildi.
Şüpheliler hakkında, TCK'nın 220. maddesi
kapsamında, ''suç işlemek amacıyla örgüt kurmak,
örgüte üye olmak ve örgütlü halde 2863 sayılı Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'na muhalefet''
suçlarından işlem yapılarak adliyeye sevk
edilecekleri kaydedildi.
turktime.com, 08.06.2011
******
TARİHİ ESERLERİ DİNAMİT PATLATARAK ÇIKARMIŞLAR

Roma, Bizans ve İslami dönemlere ait 270 eserin
ele geçirildiği ve 23 kişinin gözaltına alındığı
operasyonda ilginç bir bulguya ulaşıldı. Eserler
dinamit patlatılarak çıkarıldı.
İstanbul polisinin yaklaşık 6 ay önce
başlattığı tarihi eser operasyonunda Roma,
Bizans ve İslami dönemlere ait 270 adet eser
ele geçirildi. İstanbul dışındaki 5 ayrı
ilde yürütülen operasyonda 23 şüpheli
gözaltına alındı. Tarihi eserlerin
birçoğunun köylülerden toplandığını
belirleyen polis ilginç bir bulguya daha
ulaştı. Ele geçirilen malzemeler arasında
yer alan dinamit lokumlarının, toprak
altında patlatılarak eserlerin dışarı
çıkarılmasında kullanıldığı anlaşıldı. Ele
geçirilen bazı eserlerdeki kırıkların bu
patlamalar nedeniyle gerçekleşmiş
olabileceği tahmin ediliyor. Mali Suçlarla
Mücadele Şube Müdürlüğü, Ankara, Bursa,
Yolava, Düzce ve Bilecik illerinde örgütlü
olarak tarihi eser kaçakçılığı yapıldığı
duyumu üzerine harekete geçti. Soruşturmada
tarihi eserlerin hangi bölgelerden
çıkarıldığı ve buna kimlerin aracılık ettiği
belirlendi. Yapılan eşzamanlı operasyonda 23
kişi gözaltına alındı. Şüphelilerin
adreslerinde yapılan aramalarda 270 adet
Roma, Bizans ve İslami dönemlere ait eser
bulundu. Eserler arasında dünyada sadece 7
tane bulunan Roma imparatorlarına ait bir
madalyon ile Zeus'un oğlu heykeli de var.
Şahısların adreslerinde yapılan aramalarda 6
parça dinamit lokumu ve bir adet de
ruhsatsız tabanca ele geçirildi.
Zaman, Haber: Fazlı Mert, 09.06.2011
|
SADRAZAMIN MEZARINI KAZIP İÇİNE GİRDİLER
Manisa'daki Lala Paşa Camisi'nin bahçesinde bulunan Sadrazam Lala Koca Mehmet Paşa'nın mezarının açılarak, içine girildiği belirlendi.
Alınan bilgiye göre, namaz için camiye gelen cemaati, caminin arkasındaki bahçede bulunan Sadrazam Lala Koca Mehmet Paşa'ya ait mezarda, bir insanın girebileceği büyüklükte delik açılmış olduğunu fark edince, durumu cami imamı Şefik Durgut'a bildirdi.
Durgut'un durumu polise bildirmesi üzerine olay yerine gelen ekipler, mezarda inceleme yaptı. Mezarın yaklaşık 415 yıllık olduğu bildirilirken, içerisinden alınan bir şey olup olmadığının araştırıldığı kaydedildi.
Cami imamı Durgut ise olayın gündüz mutlaka fark edileceğini, gece meydana gelmiş olabileceğini ifade etti. Soruşturmanın sürdüğü bildirildi.
haberjet.com, 08.06.2011
|
 |
DANYAL PEYGAMBER MEZARININ ARKEOLOJİK KAZI
ÇALIŞMALARI SÜRÜYOR
Tarsus Belediyesi tarafından
Makam-ı Danyal Camisi’nde şadırvan yapımı için
başlatılan çalışma sırasında Hz. Danyal Peygamberin
kabrinin bulunması üzerine kazı çalışmaları
başlatılmıştı. Arkeolojik kazı çeşitli birimlerde
görev alan görevliler tarafından oluşturulan heyet
tarafından yerinde inceledi.
Çalışmalara Tarsus Belediye Başkanı Burhanettin Kocamaz, M.Ü. Mimarlık Fakültesinden Prof.Dr. Tamer Gök ve Yrd. Doç.Dr. İpek Durukan, Cumhuriyet Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihçisi ve Kazı Başkanı Yrd.Doç.Dr. Erdal Keser, Adana Kültür-Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürü İsmail Salman, Vakıflar Bölge Müdürlüğünden Rabia Uç Karalar ve Utku Utkan,Tarsus Belediyesi İmar ve şehircilik Müdürü Mustafa Solak, Tarsus Belediyesi İmar ve şehircilik Müdürlüğünden Mimar Fevziye Kökdil, Tarsus Müze Müdürü Arkeolog Mehmet Çavuş, Arkeolog Abdulbari Yıldız, Müteahhit firmadan Zülfikar Tümer İnönü, proje danışmanları Nimet Özgönül, Cumhur Gürel, Asu Özyar katıldı. Kazı başkanı Yard. Doç.Dr. Erdal Keser tarafından kazı alanında gelinen nokta açıklandı ve yapılması planlanan işler hakkında bilgi verildi. Heyet daha sonra Kubatpaşa Medresesi’nde inceleme yaptı.
Yapılan açıklamada konu ile ilgili tüm meslek
guruplarının katılımı ile ilk kez gerçekleştirilen
toplantıda yapılacaklar bir takvime bağlandı. Buna
göre alanda kazıların bitirilmesi, koruma
işlemlerinin hızla yapılması, çevre düzenleme
projesinin bir an önce hazırlanarak uygulanması
takvime bağlandı. Belediye Başkanı Burhanettin
Kocamaz, yaklaşık 5 yıl önce caminin abdest alma
bölümünün inşaatı sırasında Hz. Danyal Peygamber’in
Horasan mozaiğiyle kaplı mezarının ortaya
çıkarıldığını söyledi. Kocamaz, kazı çalışmalarında,
zeminden 6,5 metre derinliğinde Danyal Peygamber’in
mezarına ulaşıldığını ve düzenleme yapılarak koruma
altına alındığını söyledi.
Zaman, 08.06.2011
|
BİR TARİHE BÖYLE KIYMIŞLAR

Sirkeci'de Merzifoni Kara Mustafa Paşa Camii,
Balaban Mescidi, Çamlıca'da Şeyh Selami Ali
Efendi Camii, Göksu Camii, Aksaray'da Oruç Gazi
Camii, Pirizat Hatun Camii, Deniz Abdal Dergahı,
Topkapı'da Şiri Merd Çavuş, İlyaszade ve Sakine
Hatun camileri, Yenikapı'da Malkoç Süleyman Ağa
Camii, Samatya'da Kadiri Dergahı, Fındıklı'da
Süheyl Bey Camii, Tophane'de İmalat-ı Harbiye
Usta Mektebi, Unkapanı'nda Voynuk Şüca Camii,
Sabiha Sultan Sıbyan Mektebi, Saraçhane'de Fatih
zamanından kalma İbrahim Paşa Hamamı...
Uzayıp giden bu liste İstanbul'da imar
faaliyetleri bahanesiyle, iki cami
arasındaki mesafe 500 metreyi bulmadığı gibi
komik sebeplerle ya da sebepsiz yıkılan
tarihi eserlerimize ait. Sadece İstanbul'da
mı? Cumhuriyet'in ilk yıllarında vakıf
mallarının tasfiyesi sırasında Urfa'da 45
camiden 38'i satılmış. Yine İzmir-Tire'de
44, Edirne'de 100'ün üzerinde cami ve
mescit, Gaziantep'te 35 cami ve 42 mescit
satılmış. Diğer il ve ilçelerde de durum pek
farklı olmasa gerek. Hasbelkader bu yıkımdan
kurtulanlar günümüzde tarihi eser olarak
kayıtlı ve üzerlerine bir çivi çakmak bile
yasak.
Chronicle dergisi, son sayısında
"Vandallık ki en çok yakışandır bize"
başlıklı dosyada tarihi İstanbul'da yapılan
kültür kıyımını rakamları ve örnekleriyle
anlatıyor. Dergide yer alan yıkılan tarihi
eserlere ait fotoğraflar olayın vahametini
daha da görünür kılıyor. Yıkılan eserlerin
pek çoğu mimari şaheseri. Bazıları Mimar
Sinan'ın imzasını taşıyor. Dergideki
bilgilere göre hikaye 1924 yılında Şer'iye
ve Evkaf Vekaleti'nin kaldırılıp yerine
Diyanet İşleri Başkanlığı ve Umum Evkaf
Müdürlüğü'nün kurulmasıyla başlıyor. Osmanlı
topraklarındaki sayısız vakıf eseri için
kurulan Evkaf Nezareti'nin işlerinin bir
müdürlük tarafından yürütülmesi mümkün
değildir. Dolayısıyla vakıf eserleri bir
'yük'tür. 1970'lere kadar sürecek tasfiye
işlemleri için adım böylece atılmış olur.
1935'te 2845 numaralı kanun ile bazı
camilerin açık tutulup diğerlerinin
kapatılması istenir. Tasnif harici tutulan
cami ve mescitler "usul ve mevzuata göre
kendilerinden başkaca istifade edilmek
üzere" kapatılır. Birbirine yakın binlerce
cami bu sebeple sanat kıymetlerine
bakılmaksızın satılır. 1926-1972 arasında
494 cami arsası, 722 mescit arsası, 598 cami
ve 995 mescit satılmış. Hayrat satışının en
az olduğu şehir bir mescit ile Yozgat, en
fazla olduğu şehir ise 386 eserle İstanbul.
Karo haricine çıkartılan 914 camiden 81'inin
satıldığı İstanbul'u 209 satışla Bursa ve
208 satışla Aydın izliyor. Ağrı, Artvin,
Batman, Bilecik, Bingöl, Hakkari, Kırıkkale,
Şırnak, Uşak ve Van'da ise hayrat satışı
gerçekleşmemiş.
Tarihi eserlerin kıymetini geçmişe göre
biraz öğrenir gibi olduk. Ama "Ba'de
harabi'l-Basra". Peki tam olarak
öğrenebildik mi? Onu da zaman gösterecek.
Zaman, 08.06.2011
|
İDİL BİRET'E İKİNCİ TOPKAPI SÜRPRİZİ

İki yıl önce Topkapı Sarayı avlusunda verdiği
konser, şarap satıldığı gerekçesiyle Alperen
Ocakları’nca basılma istenen piyanist İdil
Biret, önceki akşam İstanbul Müzik Festivali
kapsamında verdiği resitalde Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın saray avlusunda satış yasağı
sürpriziyle karşılaştı.
Topkapı Sarayı’nın birinci avlusundaki Aya
İrini Müzesi’nde, 4 Haziran’da davetlilere
yönelik özel bir konserle başlayan 39’uncu
İstanbul Müzik Festivali kapsamında
önceki akşam piyanist İdil Biret ‘Gezi
Yılları’ başlıklı bir resital verdi.
Liszt’in eserlerinin ağırlıkta olduğu
resital sonrasında Biret’in yeni yayımlanan
albümlerini ve ‘Dünya Sahnelerinde Bir Türk
Piyanisti’ adlı biyografisini imzalayacağı
duyuruldu. Ancak, Aya İrini’nin bağlı
bulunduğu Ayasofya Müzesi Müdürlüğü’nden
yapılan yazılı ve sözlü uyarı nedeniyle
konser salonu önünde yemek ve içecek servisi
yapılamadı. CD, kitap, festival broşürleri
satılamadı.
Uygulama dinleyicilerin tepkisini
çekerken, çok üzgün olduğunu ifade eden İdil
Biret “2009’da konserimi basıp afişlerimin
yakılmasını telin eden Sayın Kültür Bakanı
Ertuğrul Günay, bugün yine benim
konserimi hedef alan bu uygulama konusunda
ne düşünüyor, merak ediyorum” dedi. Kültür
ve Turizm Bakanlığı Döner Sermaye İşletmesi
Müdürlüğü (DÖSİM) ile Bilkent Üniversitesi
kuruluşu olan Bilintur’un 2009’da yaptıkları
‘gelir paylaşımı’ anlaşması gereği müze ve
ören yerlerindeki satış mağazaları Bilintur
tarafından işletiliyor. Topkapı Sarayı
avlusunda ayrıca DÖSİM’le anlaşmalı olarak
Karakol Restoran gıda satışı yapıyor.
Festivali düzenleyen
İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı (İKSV)
geçen yıl DÖSİM’in önerisi doğrultusunda
Karakol Restoran ve Bilintur’la bağlantıya
geçmiş, yiyecek ve içecek servisi restoran
tarafından yürütülmüş, CD ve hediyelik eşya
satışlarını da İKSV yapmıştı. Bu yıl Aya
İrini’nin tahsisi için DÖSİM’e izin
başvurusu yapan vakıf, “ticari gelir
getirici satış ünitesi açılmaması kaydıyla”
avlunun kullanımı iznini almıştı. İçki ve
yemek servisini Karakol Restoran’a veren
vakıf, CD ve kitap satışını kendisi
yürütecek şekilde hazırlık yapmıştı.
Açılış konseri akşamı sorun yaşanmazken,
önceki akşam Karakol Restoran, sadece kendi
sınırları içinde servis yapabileceğini
bildirip, Aya İrini’de stand açmadı.
Ayasofya Müzesi Müdürlüğü’nden gelen yazı
üzerine İKSV yetkilileri de CD ve kitap
standını açamadı.
“Bakanlığımızca, Bilkent
Üniversitesi’nin bir alt kuruluşu olan
Bilintur Bilkent Turizm İnşaat Yatırım ve
Ticaret A.Ş ile 2009 yılında imzalanan
sözleşme gereği aralarında Topkapı
Sarayı’nın da bulunduğu ülkemizdeki 52 müze
ve örenyerindeki ticari alanların
işletilmesi konusunda gelir paylaşımı
esasına dayalı bir anlaşma imzalanmıştır. Bu
anlaşma çerçevesinde anılan şirkete söz
konusu etkinlikler müddetince mobil üniteler
aracılığıyla hediyelik eşya, CD, kitap ve
içecek hizmeti sunulması yönünde bilgi
verilmiştir. Bugünden itibaren festival
müddetince konser araları ve sonrasından
İKSV’nin konsere özel CD ve kitapları da
olmak üzere izleyicilerin ihtiyaç
duyacakları ürünlerin sunumu ve satışı
olanağı sağlanmış olacaktır. Bakanlığımızın
konserlerde yeme-içme ve diğer ürünlerin
satışına yasak getirdiğine yönelik bir
girişimi olmamıştır.”
Hürriyet, 08.06.2011
|
BU SEFER HEYKELİ 'DOKUNULMAZ' YERE DİKTİ

Kars’ta yaptığı “İnsanlık Anıtı” ile son dönemde
sıkça adından söz ettiren heykeltraş Mehmet
Aksoy’un yeni projesi de çok ses getirecek.
Başbakan Erdoğan’ın “ucube” nitelendirmesine
karşın, birçok çevreden büyük destek alan Aksoy,
son projesini Hava Kuvvetleri Komutanlığı için
yaptı. Hava Kuvvetleri’nin 100. Yılı nedeniyle
yapılan anıt Atatürk Havalimanı apronunun askeri
bölgesinde 100 dönümlük
bir alana yapıldı. Ortasında
26 metre çapında gökyüzünü yansıtan bir ayna
bulunan anıtın ana formunu 76 metrelik dev
kanatları olan bir kartal oluşturuyor.
Hava Kuvvetleri’nin açıkladığı 100. Yıl
etkinlikleri programına göre anıt 17 Haziran’da
açılacak. Ancak askere
yakın kaynaklar açılışın daha
ileri bir tarihe ertelenebileceğini ifade
ediyor. Ertelemenin, Ağustos ayında Hava
Kuvvetleri Komutanı olacak Orgeneral Balanlı’nın
tutuklanmasından sonra askerler ile hükümet
arasında yaşanan gerginlikle ilgili olabileceği
konuşuluyor.
Eserin sahibi Mehmet Aksoy şunları söyledi:
“İnsanlık Anıtı’ndan sonra kaşar ve bal heykeli
yapmak istiyorlarmış. Onlar heykele karşı
değillermiş ama kaşarı tanıtmak istiyorlarmış,
faydalı bir şey yapmak
istiyorlarmış. Heykeli 3 boyutlu bir reklam
aracı olarak görüyorlar. Ama sanat ampulü de
aydınlatacak. Onların şifresini Da Vinci çözdü.
100. Yıl Anıtı çok önemli bir çalışma oldu.
Dünyada bu boyutta bir anıt yok. 26 metre
çapında bir aynayla gökyüzünü yere indirdik. Ben
Türkiye’ye böyle bir anıt yapabildiğim için onur
duyuyorum.”
Anıt Türk Hava Kuvvetleri dergisinde şu
ifadelerle anlatıldı: Türk Hava Kuvvetleri’nin
dünya havacılık tarihindeki özel yerini
vurgulamak için dünyada hiçbir benzeri olmayan
çağdaş bir form dili, kavram ve anlayışı ile bir
mekan düzenlemesi yapılmıştır. Ortada 26 metre
çapında, 120 santimetre yüksekliğinde küre
parçası gibi duran aynada gökyüzü yansır. Aynayı
kuşatarak sıfırdan yükselen iki form ortada
birleşip, tekrar yükselerek evrenin
derinliklerine, sonsuza işaret edilir. Bu iki
formun birleştiği yerdeki boşluk modern bir
uçağı anımsatır. Bu uçak geceleri özel bir
aydınlatma ile ışıktan bir uzay gemisi gibi
gökyüzünde kayıp gidecektir. Sıfırdan yükselen
kartal 76 metre kanat aralığı ile uçar. Siyah
parlak granitten yapılan yürüme bandında
yürdüğünüzde aynada kendinizi gökyüzünde yürüyor
gibi hissedersiniz. Anıta ulaşan en uzun daire
parçası güneş yörüngesinin izidir. Onun üstünde
Türk Hava Kuvvetlerinin 100 yıllık tarihinin
kilometre taşları yer almaktadır. Dünya’nın en
büyük anıt heykelini
ilk tayyarenin havalandığı
göklere kanat açtığı yerden Türkiye’den
göklerdeki istikbale uzaya gönderiyoruz.
Vatan Haber: Yusuf Demir, 07.06.2011
|

|
'BİR PARİS KAFESİ'NE
4.5 MİLYON STERLİN
Londra’daki Christie’s müzayede evi, 1897 yılında yapılan tablonun 1916’dan beri özel bir koleksiyonda bulunduğunu belirtti.
Chritie’s, 1,8 milyon sterlinden başlayan açık artırmaya telefonla katılan alıcının, Rus ressamın en büyük yağlıboya tablosuna sahip olduğunu kaydetti.
Radikal, 07.06.2011
|
KAZIYA OT ENGELİ
Kayseri-Sivas karayolu
üzerinde bulunan Kültepe Kaniş/Karum Höyüğü'ndeki
kazı çalışmalarının, bu yıl boyu 1 metreye ulaşan
yabani otlar nedeniyle 25 gün geç başlayacağı
bildirildi.
Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve kazı başkanı
Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, 2011 yılı çalışmalarına gelecek hafta
başlayacaklarını ve geçen yıl olduğu gibi bu yıl da
''Tepe'' olarak adlandırdıkları ''Kaniş'' bölgesinde
sürdüreceklerini söyledi.
En önemli hedeflerinin Kültepe'nin daha erken
dönemlere ait yerleşimleriyle ilgili bilgiler elde
etmek olduğunu belirten Kulakoğlu, şöyle devam etti:
''Çalışmalar önümüzdeki hafta başlayacak ama
maalesef öncelikle temizlik çalışmaları yapmamız
gerekecek. Zira bu yıl oldukça geniş bir alanda ot
temizliğine girmek zorunda kalacağız. Çünkü, Kültepe
şimdiye kadar karşılaşmadığımız kadar yoğun bir
bitki örtüsü ile kaplanmış durumda. Buradaki
zamanımızı sanırım 20-25 gün kadar ot temizliği ile
harcamak zorunda kalacağız. Zaten kısıtlı
ödeneklerle çalışıyoruz, ot mücadelesi bizi bu dönem
bir hayli zorlayacak.''
Kulakoğlu, kazı çalışmalarının özellikle 2009
yılından itibaren tepede yoğunlaşmaya başladığını
belirterek, amaçlarının Kültepe'nin ön önemli dönemi
olan Asur Ticaret Kolonileri Çağına ait 4 bin yıl
önceki yerleşimin kökenini araştırmak olduğunu
anlattı.
İlk Tunç Çağına ait yerleşim tabakalarına
inebilmeleri ve geçen yıl ki çalışmalarını
genişletebilmeleri halinde çok önemli sonuçlara
ulaşacaklarını tahmin ettiklerini dile getiren
Kulakoğlu, ''Geçen yıl ki çalışmalarımız sonucunda
günümüzden yaklaşık 5 bin yıl öncesine ait büyük bir
anıtsal yapının, büyük bir kısmını açığa
çıkarmıştık. 2011 yılında da çalışmalarımız aynı
alanda devam edecek ve bu alanda çok önemli idari
-belki bir saray anlamında- yapıyla karşılaşacağız''
diye konuştu.
Kulakoğlu, kazı heyetinin 80 kişiden oluştuğuna
dikkati çekerek, heyette dünyanın önde gelen
üniversitelerinden bilim adamlarının da bulunduğunu
anlattı.
Bu bilim adamları ile birlikte interdisipliner
bir çalışma gerçekleştirdiklerini vurgulayan
Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, bu çalışmaların sadece
Kültepe'nin değil Anadolu'nun tarihinin
aydınlatılmasında da önemli bir rol oynayacağını
sözlerine ekledi.
Star, 07.06.2011
|
ANDRIAKE LİMANINA RESTORASYON ÇALIŞMASI BAŞLATILDI
Antalya’nın Demre
İlçesi'nde bulunan Likya
Uygarlığı’nın önemli kentlerinden biri Myra antik
kenti’nin limanı Andriake’de restorasyon çalışması
başlatıldı.
Antalya’nın Demre
İlçesi'nde bulunan Likya
Uygarlığı’nın önemli kentlerinden biri Myra antik
kenti’nin limanı Andriake’de restorasyon çalışması
başlatıldı. Restorasyonda geçen yılki kazılarda
ortaya çıkarılan liman yapıları sağlamlaştırılıyor.
Kazı Başkanı Akdeniz Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Nevzat Çevik, Aa muhabirine yaptığı açıklamada, antik liman kenti Andriake’de restorasyon çalışması başlatıldığını belirterek, çalışmaların Kültür ve Turizm Bakanlığının sağladığı ödenekle yürütüldüğünü kaydetti. Restorasyon çalışmalarının 10 kişilik ekiple beş haftada tamamlanacağını belirten Çevik, şöyle konuştu:
“Myra-Andriake kazılarındaki misyonumuza, temel
kazı politikamıza bağlı olarak kazdığımız kentleri
zamanında restore edip, konsolide edip, güvenle
geleceğe bırakmak istiyoruz. Bunun son örneği
yapılar. Bunlar Andriake liman yapılarıdır. Bunların
kazılarını geçen yıl tamamlamıştık. Bu yıl da
sağlamlaştıracağız. Bunu böylece geleceğe, kültür
dünyamıza, geleceğimize aktarmak üzere elimizden
gelen öncelikli ve zamanlı işleri yapmak istedik. ”
Çevik, restorasyon çalışmalarının, geçen yılki
kazılarda ortaya çıkarılan liman yapıları, dükkanlar
ve işliklerden oluştuğunu anlattı. Üst yapıları
hariç yapıların tüm bölümlerinin sağlam halde ortaya
çıkarıldığına dikkati çeken Çevik, “Çalışmalarda önce karşılama bölümü
sağlamlaştırıldı. Onurlandırma anıtının yıkılan
taşları yeniden yerine konarak, anıt ayağa
kaldırıldı. Tüm dükkanların ve depoların,
imalathanelerin sağlamlaştırması yapılıyor. Yapılar
olduğu gibi korunuyor” dedi.
haberler.com, 07.06.2011
|
KARKAMIŞ, İTALYANLARA TESLİM
Karkamış antik kentinde kazı seçimlerin hemen ardından başlıyor.
Japonlar ve İtalyanların talip olduğu Karkamış
kazısını, daha önce İslahiye’deki Tilmen Höyük
kazıların da başında bulunan İtalya Bologna
Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nicola
Marchetti başkanlığındaki bir ekip yürütecek.
Karkamış antik kentindeki mayınların
temizlenmesi çalışmaları bir süre önce tamamlanmış,
bir taraftan Japonya diğer taraftan İtalya kazı
çalışmalarının kendi ülkelerindeki arkeologlara
verilmesi için de uzun süredir Kültür ve Turizm
Bakanlığı ile irtibat halindeydi. Gülen taraf
İtalyanlar oldu. Karkamış kazısını İtalya Bologna
Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nicola
Marchetti başkanlığındaki bir ekip yürütecek.
Karkamış kazıları için uzun süredir İtalyan ve
Japon ekipler kıyasıya bir rekabet içerisindeydiler.
İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi de Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan’a mektup yazarak bir İtalyan
firmanın Gaziantep’in Karkamış İlçesi'ndeki antik
kentte yapılacak kazılara sponsor olmak istediğini
bildirmişti.
Aynı zamanda Gaziantep’in İslahiye
İlçesi'ndeki
Tilmen Höyük’te uzun yıllar kazı başkanlığı yapan
İtalya Bologna Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr.
Nicola Marchetti, Karkamış Harabeleri’ndeki
kazılarda da görev almak için Kültür ve Turizm
Bakanlığı’na başvurmuştu. Marchetti, kazı işlerini
ülke olarak üstlenmeye talip olduklarını
belirtmişti.
Karkamış kazıları için Japon Prensi Tomohito
Mikasa da, Kültür Bakanlığı’na müracaat etmişti.
Aynı zamanda bir arkeolog olan Mikasa’nın başında
bulunduğu Japon Ortadoğu Kültür Merkezi, 1986
yılından beri Kırşehir’in Kaman İlçesi'ndeki
Kalehöyük’te kazı çalışması yapıyor. Mikasa ve
ekibinin, Avrupa kazı heyetlerinden daha seri ve
sürekli çalıştıkları biliniyor. Japonlar ve
İtalyanlar kazı işini almak için Kültür ve Turizm
Bakanlığı nezdindeki girişimlerini artırdıkları
belirtildi.
Tarihi MÖ 3 bin yıllarına dayanan Karmamış’ta
toplam 663 bin 800 metrekarelik alanda mayınlar elle
temizlendi. 1200 mayın çıkarıldı ve imha edildi.
Dünya tarihinde ilk yazılı anlaşma olan Kadeş
Anlaşması’nın yapıldığı yer olan Karkamış`ta, mayın
temizleme sırasında bulunan sikke ve tarihi değeri
henüz tespit edilemeyen bazı eserler de Kültür ve
Turizm Müdürlüğü’ne teslim edildi.
Gaziantep Haberler, Haber: Gülşah Erkaya,
07.06.2011
|
PARTİ PROGRAMLARINDA KÜLTÜR VE SANAT
Parti
liderleri, yetkilileri, meydanlarda, televizyon
ekranlarında ekonomiden siyasete kadar uzayan bütün
konularda programlarını, ileriye dönük tasarımlarını
anlatıyorlar.
Benim izlediğim kadarıyla hiçbiri kültüre,
sanata dair bir vaatte bulunmuyor.
Ama sadece liderlerin bu durumunu
eleştirmeyelim.
Medya mensuplarının da soruları arasında
kültüre, sanata dair bir soru yok.
Onlar da siyasetin dar dairesinde dönenip
duruyorlar.
Anladığıma göre, liderler kadar onları da
kütüphaneler, müzeler, kültür merkezleri, konser
salonları, opera salonları ilgilendirmiyor.
Daha da ileri giderek söyleyelim, halkımız da
kültür ve sanat konusunda partilerin ne
yapacağını merak etmiyor.
Olumsuz açıdan bakarsak, bu konuda vaatlerin
gerçekleşmediğini gördüğünden aynı vaatlerin
tekrarını dinlemek istemiyor.
Oysa kültür ve sanat öylesine önemli, hayati bir
özellik taşıyor ki, her şeyin burada başladığını
ve burada bittiğini ne liderler ne medya
mensupları fark edebiliyor.
* * *
Herkes bir ülkenin geleceğinin, ekonomi, siyaset
kadar kültür ve sanatla gelişeceğini umarım
biliyor.
Kütüphanesiz, salonsuz kentlerin, gökdelenlerle,
rezidanslarla, AVM’lerle düzeyinin
yükselmeyeceğini nasıl anlatacağız.
Ulusal değil uluslararası alanda, Türk
sanatının, edebiyatının, sinemasının tanınmadan,
AB’ye girme girişimlerinin nakıs teşebbüs olarak
kalacağını bilenlerin bu gerçeği her yerde
söylemelerini, yazmalarını öneriyorum.
Susuyorlar!
Kültürün, sanatın, yaratıcılığın özgürlük içinde
gerçekleşeceğini, siyasetçilerin ilk kural
olarak benimsemeleri gerekir.
Parti programlarında, bina vaatleri arasında,
özgürlüğün ilk koşul olduğuna değinilmiyor.
Bu binalar yapılsa da denetimli bir yönetimin,
sanata, kültüre bir yararı olmayacağını
bilmenizi isterim.
* * *
Parti programlarında ayrıntıya yer verilmez,
diyeceksiniz.
Ama özgürlük sadece bir ayrıntı mıdır?
Toplatılan kitaplar, müstehcen kavramının sık
sık yargılanma gerekçesi olması, ayrıntı değil
esastır.
Birçok ünlü yazarın, dünya edebiyatının sayılı
ve saygın adlarının kitapları hakkında
soruşturmalar açıldı, açılıyor.
Partilerin aday listelerinde, edebiyatçılara,
sanatçılara yer vermediğini gördüm.
Oysa onların dertlerini, yıllanmış sorunlarını
Meclis’e taşıyacaklar, tasarılar
hazırlayacaklardı.
Sporcuları düşünen liderlerin sanatçıları,
kültür adamlarını, edebiyatçıları düşünmemesi
beni hayrete düşürüyor.
* * *
Dört partinin programındaki kültür, sanatla
ilgili vaatleri taradım ve genel görünüm ne
yazık ki bu. Daha sonraki yazılarımda, o
programlardan bazı bölüm başlıklarını size
ileteceğim.
Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 07.06.2011
******
AK PARTİ PROGRAMINDA KÜLTÜR VE SANAT
AK
Parti’nin kültür ve sanata dair vaatlerinin öne
çıkanlarını, benim için önem taşıyanlarını
sıraladıktan sonra, düşüncelerimi, yorumlarımı,
dipnotları halinde yazacağım.
Programda, kültür ve sanata dair bölümün
başlığı:
Kültürde 2023 Hedeflerimiz.
“Kültür alanında devletin rolü sadece destek
sağlamak değildir. Politikaları ve destekleri
2023 vizyonumuza uygun olarak kullanarak,
toplumsal birliği güçlendirmek ve yeni bir
uygarlık sentezi oluşturmak yönünde ileri
aşamalar kaydetmek amacımızdır.”
Açıkça belirtmek gerek ki, artık devletin
“kültür politikası” diye bir programı
olmamalıdır.
Bu, eskide kalması gereken bir anlayıştır.
Çünkü, devletin kültürü denetlemesine yol açar.
“Kültür alanında devletin rolü sadece destek
sağlamak değildir” cümlesini tam tersiyle;
“Devlet artık sadece destek sağlamalıdır”
şeklinde düzeltmek gerek.
“Cumhuriyetimizin 100. yılında Türkiye’de kültür
ve sanat değerlerimiz muhafaza edilecek, yeniden
üretilecek ve gelecek nesillere aktarılacaktır”
ifadesi küresel kültüre yer vermediğinden eksik
bir tanımdır.
“Kültür merkezi bulunmayan illerde kültür
merkezleri inşa edeceğiz.”
Bu merkezlerin ne olacağı, işlevleri, çalışma
yöntemleri konusunda ne yazık ki bilgi
verilmiyor. Çünkü bu merkezler belki eski
halkevlerinin yerini alabilir. Ama bunlar da
devletin, hükümetin politikası doğrultusunda
çalışırlarsa, görevlerini yerine getiremezler.
Aşağıdaki madde önemli, çünkü devamı konusunda
kaygı taşıyorum: “Kütüphane, kültür merkezi ve
müze gibi kültürel tesislerin yerel yönetimlere
devredilmeleri tamamlanacaktır. Özel sanat
kurumları ve sanat ve kültür ile ilgilenen
STK’lara verilen destekler artarak devam
edecektir.”
Aslında devletin, hükümetin bu kurumlara
yeterince para harcamadığı bilinen bir gerçek.
Haliyle kültür merkezinin yerel yönetimin kültür
anlayışını yansıtmasından korkuyorum. Açıkçası
halk eğitim merkezlerinin bir türevi gibi
faaliyet gösterme riskleri de yok değil.
Kütüphane ve müzelerin, devir düşüncesi bir
ihtimal iyi sonuçlar verebilir.
* * *
Gelelim aşağıdaki
büyük iddia taşıyan satırlara:
“İstanbul'da tarihimizi, uygarlığımızı ve
kültürümüzü simgeleyen unsurların sergilendiği
dünya çapında büyük bir müze kuracağız.
Gaziantep'te Zeugma Müzesi ve Eskişehir Eti
Arkeoloji Müzesi ise 2011'de açılacak. 2023
yılına kadar ise Ankara'da Türkiye Uygarlıklar
Müzesi, İzmir'de Ege Medeniyetleri Müzesi,
Antalya'da Akdeniz Uygarlıkları Müzesi, Van'da
Urartu Müzesi, İstanbul'da Osmanlı Milletleri
Müzesi, Çanakkale'de Troya Müzesi, Şanlıurfa'da
ise Edessa Arkeoloji Müzesi ile Haleplibahçe
Müzesi kuracağız. Her tarihi eserimizi restore
edeceğiz.”
İstanbul'un kültür başkenti olduğu 2010 yılında
bile İstanbul'a bir müze kurulmadığını
düşünürsek, başta İstanbul olmak üzere diğer
illerde bu kadar geniş kapsamlı müzeleri nasıl
yapacağız sorusu akla geliyor.
Şehir müzesinin bile olmadığı bir kentte bu
biraz büyük bir iddia. Üstelik yakın tarihte
kaçırılmış büyük bir fırsat hala akıllardayken.
“Büyük şehirlerimizde Milli Müze Kompleksleri
kurulacak, depolarda kalan sergilenmemiş eser
kalmayacak.
Tesbit edilen tüm önemli eserlerimizin TEDA
projesi kapsamında çeviri ve baskı masraflarını
karşılayacağız.”
“Depolarda kalan sergilenmemiş eser” sözü bana
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi'nin durumunu
anımsatıyor. Müzenin deposundaki eserler
yıllardır sergilenmeyi bekliyor. İstanbul Resim
ve Heykel Müzesi'ndeki depolardaki eserleri
unutmayalım. Hükümet ilk önce mevcut eserlerin
gün ışığına çıkmasını sağlasa yeter! AK
Parti'nin Türk yazarlarının yabancı dillerde
yayınlanmasını sağlayan TEDA projesini övmek
gerekir. Gerçekten birçok yazarımızın yapıtları
bu programın yardımıyla başka dillere çevrildi.
“5000 kişinin üzerinde nüfusa sahip her yere
kütüphane açılması” da bana gerçekçi gelmedi.
Oraya kitap bulmak çok zor. Üstelik büyük
kütüphanelerin kadro sorunu, yer sorunu yaşadığı
bir ülkede bunu gerçekleştirmek neredeyse
imkansız!
* * *
Dilerim bu vaatler gerçekleşir, biz de sevinerek
yazarız.
Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 08.06.2011
******
"ESKİŞEHİR 2013 TÜRK DÜNYASI KÜLTÜR BAŞKENT OLACAK"
İki günlük parti programlarında kültürle ilgili
vaatler konusunda yazdıklarıma, AK Parti Eskişehir
milletvekili adayı Nabi Avcı'dan yanıt geldi.
Bu konuda başka parti mensuplarından da gelen
yorumları, yerimin elverdiği oranda aktaracağım.
“Kültür Başkenti” unvanı dünyada son yıllarda moda
bir kavram olarak, markalaştırma stratejilerinin bir
parçası olmuş, çok yaygın biçimde de kullanılarak
benimsenmiştir. Kültür, gençlik, spor, çocuk, kitap
vs. gibi temalarla özdeşleştirilen kentlerde belirli
bir yıl içerisinde yoğunlaştırılmış etkinlikler
gerçekleştirilerek hem kentin altyapısına önemli
katkı hem de kentin markalaşma ve tanıtımına büyük
bir destek sağlanmaktadır.
Bu durumdan hareketle, Kültür Bakanlığımız
bünyesindeki Türksoy gibi uluslararası meşruiyeti
olan bir kurumun himayesinde ve Türk dünyasını içine
alacak bir kültür başkenti projesi oluşturularak,
2013 yılından başlamak üzere her yıl Türk Dünyasının
ayrı bir kenti “Türk Dünyası Kültür Başkenti” ilan
edilecek ve bu yıl içerisinde Türk dünyası ve kültür
ağırlıklı etkinlikler gerçekleştirilmesi,
hükümetimizin kültür politikası için de çok güçlü
bir enstrüman oluşturacaktır. Bunun için ilk yılın
kültür başkenti olarak Eskişehir seçilmiş ve
Başbakanımız tarafından 28 Mayıs Cumartesi günü
Eskişehir'de açıklanmıştır.
İlk şehir olarak seçilen Eskişehir'de yıl boyunca
müzik, edebiyat, plastik sanatlar, sinema, tiyatro
etkinlikleri gerçekleştirilerek hem kentin kültürel
altyapısına yoğun bir dinamizm ve yenileşme imkanı
sağlanmış olacak, hem de kentin ekonomisinde çok
ciddi bir canlanma fırsatı yakalanmış olacaktır.
Bu sürecin en önemli kazanımı, Eskişehir'in nihayet
bir dünya markası kent hüviyetine kavuşması
olacaktır.
Yapılacak yüzlerce etkinlikle Eskişehir tam
anlamıyla bir ekonomik canlanma yaşayacak ve birçok
kişiye iş imkanı sağlanmış olacaktır. Etkinliklerde
görev alacak olan elemanların büyük bölümünün
Eskişehir'deki üniversite öğrencilerinden
seçilmesine büyük özen gösterilecektir.
Sosyal ve kültürel altyapı geliştirilerek, büyük
yatırımlarla konferans salonu, kültür merkezi,
konser ve tiyatro salonları, özel müzeler kompleksi
inşa edilecektir.
Eskişehir 2013 Türk Dünyası Kültür Başkenti
projesinin gerçekleştirilme sürecinde İstanbul 2010
Avrupa Kültür Başkenti sürecinin kültür dünyamıza
kazandırdığı kavramsallaştırma ve projelendirme
yeteneğinden ve tecrübe birikiminden yararlanabilme
imkanlarının bulunması da ayrı bir fırsat
oluşturmaktadır.
Yazının sonunda gerçekleştirilecek etkinliklerin
ayrıntılı bir listesi veriliyor.
Doğrusu kültür programıyla ilgili bir yazı almama
sevindim. Dün de yazdığım gibi, bu listeleri ve
vaatleri dosyama koyacağım ve izleyeceğim.
Hürriyet, Yaz: Doğan Hızlan, 09.06.2011
******
CHP, KENDİ GEÇMİŞİNİN KÜLTÜR DENEYİMLERİNDEN
YARARLANSIN
Bugün CHP’nin seçim beyannamesinde
yer alan kültür, sanat konusundaki vaatlerine
dipnotu düşeceğim.
Beyannamedeki bazı maddeleri, geçmişteki
iktidarlarında uyguladıkları için bu konuda
deneyimleri olduğu kanısındayım.
Programda; kültür politikası deyimini
kullanmayışlarını çok olumlu karşılıyorum, çünkü
kültür politikası, her hükümetin kendi
anlayışında ürettiği bir kültür dünyasıdır ki,
ancak totaliter ülkelerde söz konusu olabilir.
Beyanname, yalnız bana ve benim gibi düşünenlere
değil, sanatın, edebiyatın özgürlüğünü savunan
herkese sesleniyor:
“KÜLTÜR VE SANATA
ÖZGÜRLÜK”
Kültürel etkinlikler ve sanatta uygulanan
keyfi yasaklara ve sansüre son vereceğiz.
Çağdaş sanat anlayışı çerçevesinde sanatın
özgürleşmesinin önündeki tüm yasal engelleri
kaldırmak amacıyla Sanat Yasası oluşturacağız.
Devlet bünyesindeki sanat kurumlarının
özerkliğini koruyacak, siyasi amaçlar için
kullanılmalarına engel olacağız.”
Sanat kurumlarının özerkliğini sağlamak konusuna
ağırlık vermeleri şarttır.
Çünkü iktidarların, sanatı kısıtlayan, ideolojik
içerik taşıyan bütün müdahalelere karşı bir
müdahalede bulunması gerekir.
Sanatçıların haklarını savunabilmeleri,
koruyabilmeleri, ancak örgütlenmeleri sayesinde
gerçekleşebilir.
Bu maddeyi uygulamaya geçirmelerini bekliyorum:
“Sanatçıların sendikal örgütlenmesini teşvik
edeceğiz. Devlet bünyesinde çalışan tüm
sanatçılarımızın özlük haklarını ve çalışma
koşullarını iyileştireceğiz.
Özel sanat projelerini ve alternatif sanat
dallarını destekleyecek ve teşvik edeceğiz.”
* * *
“Türk Edebiyatı’nın yurtdışında gelişmesi
amacıyla yazarlarımıza ücretsiz çeviri ve
tanıtım desteği vereceğiz.”
Şimdi bu konuda çalışmalarını sürdüren TEDA’ya
destek verirseniz, bu tanınmayı hız kesmeden
belki de hızını artırarak sağlayabilirsiniz.
Aşağıdaki madde çok önemlidir.
‘Harika Çocuklar’ yasasını geniş biçimde
uygulayabilirseniz, Türk çoksesli müziği yeni
İdil Biret’ler, yeni Suna Kan’lar kazanır.
“HERKES İÇİN KÜLTÜR VE SANAT”
Eğitimde kültür ve sanata daha geniş yer
verecek, okullarda bu tip etkinliklere daha çok
kaynak ayrılmasını sağlayacağız. Sanata özel
yeteneği olan çocukları erken yaşlarda tespit
ederek, yeteneklerini geliştirmeleri için en
ileri düzeyde eğitim olanakları sağlayacağız.
Tüm il ve ilçe merkezlerimizde, sanatın her
dalıyla ilgilenenlerin buluşma yeri haline
gelecek Kültür-Sanat Evleri açacağız.
Yurttaşlarımızı kültür ve sanatla buluşturmak
için gezici tiyatroları, sergi ve konserleri
daha geniş kitlelere ulaştıracak destekler
sağlayacağız.”
Hiç kuşkusuz CHP’nin gündeme getirmesi gereken
bir madde:
“12 Eylül rejiminin çiğnediği Atatürk’ün
vasiyetine sahip çıkacak, Türk Dil Kurumu ile
Türk Tarih Kurumu’nu yeniden hayata
geçireceğiz.”
* * *
Gezici kütüphaneler, sinema ve tiyatro
gelirleri üzerindeki vergi indirimi, sinema ve
tiyatroya destek bölümleri gerçekten sanatın
gelişmesi, sanatçının yaşayabilmesi için önemli
maddeler.
Ancak, bunların bir bölümü partinin
beyannamesinde bulunan, herkesin iyi diyeceği
maddeler.
Ben CHP’nin sanata daha derin bir anlayışla
yaklaşmasını bekliyorum.
Gezici kütüphaneler kadar, eski kütüphanelere
kadro ve para yardımı, yeni bir kütüphane
yapılması için çaba, devletin, üniversitelerin,
kurumların ellerinde bulunan tabloların,
heykellerin korunabileceği, sergilenebileceği
bir bina bekliyorum.
Bir konser salonu, bir opera salonu.
Seçimden sonra CHP’nin daha somut çözümlerle
uğraşmasını bekliyorum.
* * *
Beyanname’de yer alan vaatleri izleyeceğim.
Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 10.09.2011
******
MHP KORUMAYI KÜLTÜR
POLİTİKASI YAPACAK
Bugün partilerin kültüre, sanata,
edebiyata bakışlarını nasıl yansıttıkları
konusundaki dizimi sürdüreceğim.
İki ayrı partinin seçim
beyannamelerinde kültüre, sanata verdikleri yeri
size aktaracağım, her zamanki gibi de bu
vaatlere dipnotu düşeceğim.
Bugün iki partinin programını yazacağım: Biri
MHP, diğeri BDP.
MHP MEDYAYI GÖREVLENDİRİYOR
MHP seçim beyannamesinin ilk maddesi şöyle:
“Medya’nın toplumsal sorumluluk çerçevesinde
yayın yapmasına, Türk dilinin doğru kullanılması
ve milli kültür ve ahlaki değerlerin korunmasına
katkıda bulunması sağlanacak. Farklı kültürler
karşısında, özellikle yeni nesillerin kültür
şokuna uğramasına ve kimlik bunalımına düşmesine
mani olunacak.”
Açıkçası medyanın bunu nasıl başaracağı
konusunda bir tahminde, öneride bulunamıyorum.
Çünkü ben dilin, medyadan değil de iyi edebiyat
yapıtlarından öğrenileceği kanısındayım.
Aşağıdaki madde, MHP’nin siyasal anlayışıyla
uyumlu, tutarlı. Ancak ben “temel milli
mutabakatları bozan” saptamasının
uygulanamayacağı kanısındayım:
“Türk kültürü ve sanatının yaşatılması,
geliştirilmesi, tanıtılması ve
yaygınlaştırılması amacıyla ‘milli kültür
endüstrisi’ oluşturulacak. Milli kültür
değerlerimizin yıpratılarak kültürümüzle ilgili
temel milli mutabakatları bozan, kayıtsızlık ve
düşmanlık örneği uygulamalar önlenecek.”
Bugün artık “devlet politikası” yerine, STK’nın
desteklenmesi daha çağdaş bir yaklaşım gibi
geliyor:
“Ata yadigârı Türk mimarisinin, musikisinin,
tiyatrosunun, sinemasının, edebiyatının
korunması ve geliştirilmesi devlet politikası
haline getirilecek. Bilimsel araştırma ve
incelemelerin ışığında tarihi gerçeklerin ortaya
çıkarılması ve Türk tarihine ilişkin çarpıtma ve
iftiraların önüne geçilebilmesi amacıyla
arşivlerin ilim adamlarınca incelemesi
sağlanacak.”
BDP, ÇOK DİLLİ ÇOK KİMLİKLİ ÇOK KÜLTÜRLÜ BİR
ORTAMI SAVUNUYOR
Seçim beyannamesinden bir bölüm, başlıktaki
anlayışı özetliyor:
“Türkiye Cumhuriyeti çok kimlikli, çok dilli ve
çok kültürlüdür. Bu değerler partimizin övünç
kaynağıdır. Türkler, Kürtler, Çerkezler,
Ermeniler, Rumlar, Süryaniler, Keldaniler,
Araplar, Lazlar ve diğerleri bu toprakları kendi
kültürel değerleriyle harmanlayıp bir kültür
mozaiği oluşturmuşlardır. Partimizin amaçladığı
toplumsal yapı, aynı mahallede yaşayan ancak
farklı dilleri konuşan, farklı dini mekânlarda
farklı şekilde ibadet eden ve bundan ötürü
dışlanmayan, tam tersine, devletin farklılıkları
ve kültürel değerleri desteklediği bir toplumsal
yapıdır.”
BDP, yerel kültürle evrensel kültürün bir arada
yaşatılmasını öngörüyor:
“Partimizin kültür politikası, Mezopotamya ve
Anadolu topraklarında yaşayan tüm kültürlerin
yaşatılması ve geliştirilmesi ekseninde evrensel
kültür değerlerine de açık olacaktır. Her türlü
farklılığı zenginlik olarak gören, çevreye ve
ekolojiye sahip çıkan, toplumsal cinsiyet ve
kuşaklar arası eşitsizlikleri yok eden, ortak
bir barış kültürü yaratmak partimizin temel
hedefi olacaktır.”
BDP, kitaplıkların açılması, sanatın, sanatçının
korunması, kültürel mirasımızın çeşitliliği göz
önünde bulundurularak korunmasını da beyannamede
savunuyor.
Seçimden sonra bunları izleyip yazmak bize
düşüyor.
Hrriyet, Yazı: Doğan
Hızlan, 11.06.2011
|
TOPKAPI DÜNYADA EN ÇOK ZİYARET EDİLEN MÜZE
SIRALAMASINDA SEKİZİNCİ
Dünyanın en çok ziyaret
edilen müzeleri sıralamasında Türkiye’den sadece bir
müze girebildi.
Geçen yılın ziyaretçi sayıları
karşılaştırılarak yapılan sıralamada birinci sırayı
Paris’teki Louvre Müzesi aldı. 3 milyon 588 bin
kişinin gezdiği Topkapı Sarayı ise sıralamada
sekizinci sıraya yerleşti. TOP 10 şöyle: 1-Louvre
(Paris) 8 milyon 523 bin kişi; 2- British Museum
(Londra) 5 milyon 842 bin kişi; 3- Metropolitan
Museum (New York) 5 milyon 216 bin kişi; 4- Tate
Modern Gallery (Londra) 5 milyon 61 bin kişi; 5-
National Gallery (New York) 4 milyon 954 bin kişi;
6- National Gallery of Arts (Washington) 4 milyon
777 bin kişi; 7- Vatikan Müzeleri (Roma) 4 milyon
676 bin kişi; 8- Topkapı Sarayı; 9- MOMA (New York
Modern Sanat Müzesi) 3 milyon 131 bin kişi; 10-
Centre Pompiduo (Paris) 3 milyon 130 bin kişi.
Hürriyet Seyahat, Haber: Reha Erus, 06.06.2011
|
YARIM YÜZYILLIK GEMİ UCUBEYE DÖNDÜ

Yalova’da önceki dönemde Belediye Başkanlığı
yapan Barbaros Binicioğlu’nun İstanbul Büyükşehir
Belediyesi’nden 25 bin dolara satın alarak Yalova’ya
getirttiği İnkılap Vapuru, restoran veya otel olarak
kullanılması
için 22 yıllığına ’Atalaylar
Turizm’e ihaleyle verildi. İhale ardından ‘İnkılap
Vapuru’nu otel yapmayı planlayan şirket yetkilileri,
vapura ek kat yaptırdı. Eski Başkan Barbaros
Binicioğlu bu duruma tepki göstererek, vapurun
orijinalliğinin korunması gerektiğini belirtti.
Binicioğlu, yapılan kat artışı ile ilgili İçişleri
Bakanlığı’na ve Yalova Valiliği’ne suç duyurusunda
bulunacağını belirterek, vapurda yapılan
çalışmaların, tekneyi gecekondu görüntüsüne
büründürdüğünü savunanlar da belediyenin
yapılacakları kamuoyuna açıklamasını istedi.
Bu gelişmenin ardından Yalova Kent Konseyi’nde
tartışma konusu olan İnkılap Vapuru’na gemi belgesi
alınması istendi.
Görüntüsü nedeniyle eleştirilen
ve kamuoyu tarafından ‘ucube’
olarak adlandırılan tarihi vapurun restorasyonu için
gerekli olan gemi belgesinin alınamadığı öğrenildi.
Yalova Belediye Başkan Yardımcısı Ahmet Özsümer,
gemiyle ilgili akıbetin yapılacak olan meclis
toplantıları sonucu belli olacağını söyledi. Geminin
restorasyonu, restoran ve otel olarak kullanımı
ihalesini alan firmayla sözleşmeyi feshettiklerini
de belirten Özsümer, “Biz göreve geldiğimizde bu
sorunu kucağımızda bulduk. Ardından ihalesi yapıldı.
Fakat kıyı kenar kanununa aykırılıkların söz olduğu
belirtilince biz ihaleyi kazanan firmadan İnkılap’ın
gemi olduğunu ispatlayacak bir belge getirmesini
istedik.
Belirlenen sürede bu belge getirilmedi. Konuyla
ilgili Bayındırlık ve İmar Müdürlüğü’ne görüş
sorduk. Müdürlük gemi hakkında kıyı kenar kanunun
uygulanmasını istediler. Geminin altına beton
atılmış.
Zaten getirildiği zaman bile kanunlara aykırı durum
var. Biz de bu durum karşısında kanunları
uygulamakla mükellefiz” dedi. Geminin bu halde
bundan sonra duramayacağını söyleyen Özsümer, “Artık
bu geminin bu halde duramayacağı kesinleşti. Ya
batırılarak resif alanı haline getirilecek ya da
gemi sökülüp parçalanacak. Gemi olmadığına göre yapı
olarak değerlendirmek gerekecek. Yapı haliyle de
kanunlara aykırı. Konuyu bu ayki belediye meclis
toplantısında görüşeceğiz. Meclis İnkılap konusunda
karar verecek” diye konuştu.
Vatan, 06.06.2011
|
OKULUMA DOKUNMA!

İstanbul’da AKP hükümetinin tarihi okulları
satışa çıkarması üzerine kurulan ve 2 yıldır okul
satışlarına karşı eylemlerle mücadelelerini sürdüren
Okuluma Dokunma İnisiyatifi’ne İstanbul Fotoğraf ve
Sinema Amatörleri Derneği (İFSAK) ve Türk Mimar ve
Mühendisler Odası Birliği'nden (TMMOB) destek geldi.
İFSAK üyeleri İstanbul’da satışa çıkarılan okulları
objektijlerine alarak çektikleri fotoğrafları
sergiye dönüştürdü. Galatasaray Lisesi önünde iki
gün boyunca süren sergide birçok usta ve amatör
fotoğraf sanatçısının çektikleri fotoğraflar yer
aldı.
Sergi açılışında Okuluma Dokunma İnisiyatifi adına
konuşan Nebat Bükrek, ‘’12 Haziran’da seçimler
olacak. 8 yıldır iktidarda olan AKP hükümetinin tek
icraatı birçok alanda özelleştirmeler yaparak onları
satmak oldu. Şimdi ise sıra okullarımıza geldi. Ama
okullarımızı sattırmayacağız ve seçimlerde AKP’yi
sandığa gömeceğiz’’ diye konuştu.
Okuluma Dokunma İnisiyatifi’ne destek veren ve
mücadelelerinde yanlarında olduklarını söyleyen ÖDP
İstanbul İl Başkanı Hüseyin Atalay ise, ‘’Son
yıllarda emeğe ve insanlığa saygısızlığı hayata
geçiren AKP, şimdi de tarihi okullarımıza ve
anılarımıza yarattığı kapitalist unsurlarla
saldırmaktadır. Biz ÖDP olarak buna izin
vermeyeceğiz ve bu mücadelenizde yanınızda
olacağız’’ dedi.
Usta fotoğrafçılar Ara Güler ve Özcan Yurdalan’ın da
destek verdiği sergiye, eski KESK Başkanı Döndü
Takaçınar da katılımıyla destek verdi.
Hükümetin gözü bu okullarda
ÜSKÜDAR
30 bin 823 metrekare tapu alanına sahip Çamlıca Kız
Lisesi
27 bin 174 metrekare tapu alanına sahip Kandilli Kız
Lisesi
BEŞİKTAŞ
18 bin 800 metrekare tapu alanına sahip Etiler
Otelcilik Turizm Meslek Lisesi
9 bin 620 metrekare tapu alanına sahip Etiler Lisesi
10 bin metrekare tapu alanına sahip Levent Kız
Meslek Lisesi
KADIKÖY
15 bin 651 metrekare tapu alanına sahip İlhami
A.Örnekal İlköğretim Okulu
15 bin 651 metrekare tapu alanına sahip Fenerbahçe
Lisesi
Bin 752 metrekare tapu alanına sahip Kemal Atatürk
Lisesi
Bin 944 metrekare tapu alanına sahip İbrahim Ökten
İlköğretim Okulu
ZEYTİNBURNU
53 bin 693 metrekare tapu alanına sahip Mermerci
Anadolu Otelcilik Meslek Lisesi
BAKIRKÖY
13 bin 728 metrekare tapu alanına sahip Bakırköy Kız
Meslek Lisesi
4 bin 809 metrekare tapu alanına sahip Kartaltepe
İlköğretim Okulu
ŞİŞLİ
4 bin 211 metrekare tapu alanına sahip Rüştü Uzel
K.M.L.
6 bin 590 metrekare tapu alanına sahip Nilüfer Hatun
İlköğretim Okulu
800 metrekare tapu alanına sahip Maçka İlköğretim
Okulu
776 metrekare tapu alanına sahip Sait Çiftçi
İlköğretim Okulu
BEYKOZ
8 bin 344 metrekare tapu alanına sahip Paşamandıra
İlköğretim Okulu
Bin 725 metrekare tapu alanına sahip Polonezköy
İlköğretim Okulu
KAĞITHANE
5 bin 905 metrekare tapu alanına sahip Ziyapaşa
İlköğretim Okulu
2 bin 302 metrekare tapu alanına sahip Çağlayan
İlköğretim Okulu
FATİH
4 bin 133 metrekare tapu alanına sahip Oruçgazi
İlköğretim Okulu
MALTEPE
2 bin 351 metrekare tapu alanına sahip Küçükyalı
Merkez İlköğretim Okulu
Birgün, Haber: Ali Cemal Karabudak 06.06.2011
|
İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZELERİ 120 YAŞINDA
120 yıl önce 650 eserle kurulan Türkiye'nin ilk müzesi bugün 1 milyon esere ev sahipliği yapıyor.
Arkeoloji Müzesi, Çinili Köşk Müzesi, Eski Şark Eserleri Müzesi olmak üzere üç ana bölümden oluşan ve tarihin farklı dönemlerine izler bırakmış uygarlıklardan kalan eşsiz eserlere ev sahipliği yapan İstanbul Arkeoloji Müzeleri 120. yaşını kutluyor.
Türkiye'nin ilk müzesi olarak 13 Haziran 1891 yılında ressam-arkeolog Osman Hamdi Bey tarafından kurulan müzede İskender Lahdi, Ağlayan Kadınlar Lahdi, Kadeş Anlaşması, Troia buluntuları ve Yenikapı eserleri gibi dünya kültür mirası açısından çok değerli buluntular yer alıyor.
Dünya kültür mirasının en önemli müzelerinden olan ve her yıl yaklaşık 150 bin ziyaretçiyi tarihle buluşturan İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nin 120. yıl kutlamaları, Arkeoloji Müzelerini Sevenler Derneği'nin katkılarıyla haziran ayında başlıyor.
Yen Şafak 06.06.2011
|
 |
|
MÜZE BAHÇESİ YENİDEN DÜZENLENDİ
Bilecik Müzesi'nin bahçesi yeniden düzenlendi.
Bahçede daha önceden yer alan tarihi taşlar tehlike oluşturduğundan Bilecik Müze Müdürlüğü ve Bursa Rölöve Anıtlar Müdürlüğü ile ortaklaşa çizilen proje çerçevesinde 70 arkeolojik taşlar sağlamlaştırıldı.
Zemine beton döküldükten sonra granit kaideler üzerine tarihi taşlar vinç yardımıyla yerleştirildi.
Düzenlenmenin ardından bahçe, güzel bir görünüme kavuştu.
Bilecik Kent Haber, 06.06.2011
|
NOEL BABA'NIN DUVARI BULUNDU
Altyapı çalışmaları sırasında şimdi müze olan Noel Baba Kilisesi'nin bilinmeyen sur duvarı bulundu.
Demre Belediyesi, Anıtlar Kurulu'ndan aldığı izinle Noel Baba Müzesi'nin batısından geçen yolda yağmur suyu tahliye kanal çalışması başlattı. Çalışmalar sırasında, iki kat halinde kazılan kanalın kenarında duvara rastlanması üzerine, ilçeye gelen Antalya Müzesi ve Antalya Anıtlar Kurulu uzmanları, kanal çalışmasını durdurdu. Duvarda incelemeler yapan Myra Andriake Kazıları Başkanı Akdeniz Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof.Dr. Nevzat Çevik, duvarın ortaya çıkmasının sürpriz olmadığını söyledi. Duvarda iki evre görüldüğünü belirten Çevik, derinde olan bölümün MS 6. yüzyılda, toprağa yakın bölümün ise MS 13. yüzyılda yapıldığını kaydetti.
Çevik, ''MS 6. yüzyıldan kalan, kilisenin kastron (çevre) duvarıdır. Burası adeta Pompei... Nereyi kazarsak bir şey çıkacağını beklemek lazım. Bu bilinçle kazarsak, yer altından çıkanlar sürpriz olmaz ve zarar vermeyiz'' dedi.
Çevik, Noel Baba Müzesi'nin kastron duvarına yer altından bağlantı olduğunu tahmin ettiklerini ve daha fazla bilgi için arkeolojik çalışma yapılması gerektiğini söyledi.
Habertürk, 06.06.2011
|
 |
ASURCA SÖZLÜK PROJESİ 90 YILDA TAMAMLANDI
Şikao Üniversitesi'nde
1921'de başlatılan Asurca Sözlüğü
projesi
tamamlandı. Mezopotamya'daki bu antik uygarlığa ait
sözlüğün hazırlanmasına, küçük bir akademik grup
tarafından Türkiye, Irak, İran ve Suriye'de bulunan
kil ve taş tabletler üzerinde çalışılarak başlandı.
On yıllar geçtikçe büyüyen, bir sonraki kuşaklar
tarafından devralınan çalışmalar
90 yıl sonra tamamlanabildi. 21 ciltten oluşan, bir
antik medeniyetin ansiklopedisi niteliğindeki
sözlükte aşk mektuplarından tıbbi reçetelere, vergi
kayıtlarından astronomik gözlemlere, dinsel
metinlere, sözleşmelere ve şiirlere dek zengin
bilgiler yer alıyor.
Sabah, 06.06.2011
|

|
GALATA MEVLEVİHANESİ'NİN DÖRT YILLIK ÇİLESİ DOLDU
2. Bayezid tarafından yaptırılan ilk Mevlevihane olan 520 yıllık Galata Mevlevihanesi'nin, dört yıl süren restorasyonu nihayet tamamlandı. Açılışı Başbakan Erdoğan'ın yapması bekleniyor. Galata Mevlevihanesi Müzesi Müdürü Yavuz Özdemir, "Konsept tamamen değişti. Çağdaş bir müzecilik anlayışıyla donatıldı" dedi. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın desteğiyle yapılan restorasyonda derviş odaları sergi alanı haline getirildi. Halet Said Efendi ve Şeyh Galip türbeleri de onarılırken Şeyh Galip türbesinde daha önceden bilinmeyen kalem işleri ortaya çıkartıldı. Yangın ve hırsızlığa karşı güvenlik sistemi kurulan müzede, hologram semazen de sema dönecek.
Sabah, Haber: Hasan Ay, 06.06.2011
|
BİR DÜNYA MİRASI ÇÖKÜYOR

Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer alan 755
yıllık Divriği Ulu Camii bugüne
kadar yapılan yanlış
restorasyonların kurbanı oldu. Taş işlemeciliğinin
en harika örneği ‘Çarşı Kapı’ yıllar önce yapılan
yanlış müdahaleler neticesinde çökme tehlikesi
yaşıyor. Sivas’ın Divriği İlçesi'ndeki camiye büyük
ilgi gösterdiğini hatta makam odasında kapının
resmini tam karşısına koyduğunu söyleyen Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, ‘‘Arka tarafta camiyi
baştan başa çevreleyen betondan bir kuşak yapılmış.
Bu yanlış uygulama camiye çok büyük baskı yapıyor.
Yanlış müdahaleler maalesef eseri bu duruma
getirdi’’ dedi.
Evliya Çelebi Divriği Ulu Cami için ‘‘Üstad-ı mermer
bu camiyi öyle nakş-ı bukalemun eylemiş ki methini
anlatmaya diller kısır, kalemler kırıktır’’ diyor.
Yaklaşık 755 yıldan beri ayakta kalmayı başaran
eşsiz eser hala zamana meydan okuyor. Ancak son yüzyılda yapılan yanlış
müdahaleler eserin statik yapısını bozdu.
Özellikle 1971 yılında yapılan müdahale eseri
temelden sarsmış. O dönem cami ve darüşşifanın batı
tarafındaki toprak platformun önüne taştan bir
istinat duvarı örüldü, doğu tarafında daha önce
yapılan hafriyat sonunda meydana gelen koridor
şeklindeki boşluk betonerme ayaklarla kapatılarak
üzeri taş döşendi. Toprak çatıda beton ve kurşun
kaplama yapıldı. Bu iki müdahale eserin statik
yapısını bozdu. Yıllar
içinde mimari yapı üzerinde aşırı
yükden dolayı bel vermeler, çatlamalar oluştu.
Avrupalı bilim adamları tarafından ‘Anadolu’nun
Elhamra’sı olarak kabul edilen Divriği Ulu Cami ve
Darüşşifası’nın onarımına yönelik çalışmalar
Vakıflar
Genel Müdürlüğü, Kültür Varlıkları
Müzeler Genel Müdürlüğü ile Sivas Valiliği
tarafından yapılan protokol gereği yürütülüyor. Bu
durum da koordinasyon karmaşası doğuruyor. Acil
olarak bir bilim kurulu ve koordinasyon merkezi
oluşturulması isteniyor.
Divriği Ulu Cami üzerine bilimsel çalışmalar yapan
Prof.Dr. Semavi Eyice de yanlış restorasyona dikkat
çekti. Eyice şöyle konuştu:
“Anadolu sanat tarihinin en önemli eseridir. İhmal
edilmemeliydi. Restorasyonlar hep başında uzman
olmadan müteahhitlere yaptırıldı. Toprak damlı eser,
beton kaplandı. Beton dam statik yapısını bozdu.
Ağırlık yaptı. Toprak dam 500 yıl camiyi ayakta
tuttu. Bundan vazgeçilmemeliydi. Eski usulü bırakıp
modern teknikler kullanacağım diye
esere büyük zarar verildi.’’
Kültür Bakanı Ertuğrul Günay: Rutubeti önlemek için
2 metre boşluk bırakarak drenaj yapmışlar. Ancak bu,
camide rutubeti daha da arttırmış. 2.5 milyon lira
özel idareye 2003’te aktarılmış. Ancak hiç
kullanılmamış. 2008’de bu parayı bulunca üzerine
12.5 milyon lira daha gönderdim. Çevrede gecekondu
yapılaşmaları vardı. Bunlar camiye baskı yapıyordu.
Uzman raporlarına dayanarak 54 bina kamulaştırıldı.
İmam hatipi başka yere taşıdık. Hala kamulaştırma
devam ediyor. 10 milyon lira daha kaynak ayırdım.
Zemin inceleme statik projesini İTÜ hazırlıyor.
Rölöve ve restitute projeleri de hazırlanıyor. Doğru
restorasyon için son sürat çaba gösteriyoruz.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 06.06.2011
|
11 YIL SONRA ZİYARETE AÇILDI
Aydın'ın Didim
İlçesine bağlı Bala't Köyü'nde Miletos antik kenti
içinde yer alan ve 2000 yılında ziyarete kapatılan
Milet Müzesi, 11 yıl sonra ziyarete açıldı. Didim'de
Miletos antik kentinde 1973 yılında hizmete açılan
Milet Müzesi, 2000 yılının kasım ayında duvarların
ve tavanın çatlaması, sıvaların dökülmesi üzerine,
can güvenliği olmaması gerekçesiyle kapatılmıştı.
Milet Müze Müdürü Mehmet Bilici, gazetecilere
yaptığı açıklamada, 2007 yılının sonuna doğru temeli
atılan yeni müze binasının tamamlandığını
belirterek, Milet Müzesi'nin en modern şekilde
dizayn edilerek ülke ve yöre turizminin hizmetine
girdiğini söyledi. Bilici, 1973 yılında kurulan
Milet Müzesi'nin eski binasının 2000 yılında statik
açıdan problem yaratması nedeniyle yıkıldığını, 2007
yılında ise yeni müze binasının temelinin atıldığını
hatırlatarak, 11 yıl sonra ziyarete açılan Milet
Müzesi'nin bölgenin en önemli müzelerinden biri
olduğunu belirtti. Mehmet Bilici, şunları kaydetti:
''Milet, Priene ve Didim'de yapılan arkeolojik
kazılar sonucu bulunan eserler müzemizde
sergilenmekte. Bölgemizdeki ören yerlerinde çıkan
tüm eserleri burada sergiliyoruz. Milet Müzesi'nde
toprak ve bronz eserler, cam eserler, taş ve mimari
eserler ile heykeltıraş eserler var. Aynı zamanda
bölgemize ait buluntular müzemizde
sergilenmektedir.''
Yeni Asır, 05.06.2011
|
ANTİK KENTİ HALK KORUYACAK
Mersin'in Erdemli İlçesi'ne bağlı Ayaş
beldesindeki Elaiussa Sebaste antik kentinde 16
yıldır kazı çalışmalarını yürüten İtalyan ekip,
tarihi dokuların korunmasına katkı sağlamak
amacıyla yöre halkını eğitecek.
Antik kentteki kazının başkanlığını yürüten
Roma La Sapienza Üniversitesi'nden Prof.Dr.
Evgenia Eqnini Schneider, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, kazı çalışması
yürüttükleri Ayaş beldesindeki yöre halkının
ve belediye personelinin bölgedeki tarihi
eserler konusunda yeterli bilgiye sahip
olmadıklarını söyledi.
Bu nedenle çalışmalar sırasında zaman
zaman sıkıntı yaşadıklarını anlatan
Schneider, tarihi daha iyi koruyabilmek
adına bu yıl yöre halkını eğiteceklerini
vurguladı. Bu sayede çalışmaların daha verimli
geçeceğine ve tarihin korunmasında en etkin
rol alan halkın bilinçlendirileceğine işaret
eden Schneider, şöyle devam etti:
''Ayaş yöresi, tarihi eserler bakımından
açık hava müzesi gibi. Bölgede lahit
mezarlar çok fazla ve bu lahitler ile diğer
tarihi ve kültürel değerlerin korunması
gerekiyor. Bu nedenle kazı döneminde hem
belde halkının hem de belediye personelinin
tarihi eserlerin korunmasına yönelik
eğitimler verilecek. Halkın tarihi eserlere
karşı daha duyarlı olmaları sağlanacak. Eğer
çevre halkını bu konuda bilinçlendiremezsek,
yıllardır yaptığımız kazı çalışmasının bir
anlamı olmaz. Yöre halkı antik kazı
bölgesini ve çevredeki tarihi eserleri kendi
malı gibi korumalı ve sahiplenmeli. Mezar
lahitlere zarar vermemeli. Biz bunu sağlamak
istiyoruz.''
Geçen yıllarda kazı çalışması yapılan
yerlerde de incelemelerde bulunduklarını
kaydeden Schneider, eksiklikleri ve yeni
kazı döneminde yapılması gerekenleri
belirlediklerini belirterek, ''Geçtiğimiz
yıllarda da kazı esnasında önemli eserlere
rastlamış eserleri, Mersin Müze Müdürlüğü'ne
teslim etmiştik. Bu yıl da yeni eserlere
rastlamayı umuyoruz'' diye konuştu.
Yeni dönem kazı çalışmalarına 18 Ağustos
tarihinde başlayacaklarını ve 18 Ekim
tarihinde de sonlandıracaklarını söyleyen
Schneider, antik kenti turistlerin uğrak
noktası haline getirmeyi arzuladıklarını
vurguladı.
Schneider, antik tiyatro bölgesinde
Valilik tarafından ışıklandırılacağını,
bunun da yöre turizmi açısından sevindirici
bir gelişme olduğunu kaydetti.
Zaman, 05.06.2011
|
TROYA HAZİNELERİ ÇANAKKALE'YE DÖNÜYOR
Çanakkale Valisi Güngör Azim Tuna, Kültür ve
Turizm Bakanlığı'nca, Troya Müzesi'nin yapımına
ilişkin, "Dünyanın, 44 değişik ülkesinde değerli
parçaları sergilenen Troya Hazineleri, artık
Çanakkale'ye dönmenin yolculuğuna başlıyor,
evine dönmenin adımını atıyor" dedi.
Tuna, Valilikte düzenlediği basın
toplantısında, UNESCO Dünya Miras
Listesi'nde yer alan ve yaklaşık 5 bin
yıllık geçmişi olan Troya Ören Yeri'nden
çıkarılan arkeolojik eserlerin
sergilenmesine yönelik Çanakkale'nin
Tevfikiye Köyü'nde yapılacak Troya Müzesi
için düzenlenen 'Troya Mimari Proje
Yarışması'nın sonuçlandığını söyledi.
Tuna, Troya Müzesi yapımıyla ilgili
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca düzenlenen
"Troya Mimari Proje Yarışması" jürisinin 27
- 30 Mayıs tarihlerinde Ankara'da
toplandığını belirtti. Yarışmaya katılan 132
projenin değerlendirildiğini ve birinciyi
tespit ettiğini anlatan Tuna, birinciliği
alan Mimar Ömer Selçuk Baz ekibinin 60 bin
TL ödül kazandığını kaydetti. Vali Tuna, iki
yıl gibi bir sürede yapılması planlanan 10
bin 500 metrekare kapalı alanlı müze için
yaklaşık 104 bin metrekarelik alanın daha
önce kamulaştırıldığını ve sorunsuz halde
hazır olduğunu bildirdi.
İnsanlığın uzun yürüyüşüne MÖ 3 binli
yıllardan günümüze kadar 5 bin yıldır
tanıklık eden antik kentin, mitolojik
önemine ve değerine uygun bir mekana
gecikmiş de olsa kavuşacağını ifade eden
Tuna, "Dünyanın, 44 değişik müzesinde
değerli parçaları sergilenen Troya
Hazineleri, artık Çanakkale'ye dönmenin
yolculuğuna başlıyor, evine dönmenin adımını
atıyor" dedi.
Zaman, 04.06.2011
|
SULTAN 1. YUSUF'A MÜFETTİŞ BİLE YOK

Topkapı Sarayı Müze
Müdürü Yusuf Benli’nin ziyaretçilerin dokunmasının
bile yasak olduğu Padişah 3. Selim’in tahtını
lojmanına taşıttığı iddiası, gündeme damgasını
vurdu. Radikal Gazetesi, taht taşınırken çekilen
fotoğraflarıda yayınladı. Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay soruşturma başlatıldığını söyledi.
İddialara göre Yusuf Benli, Topkapı Sarayı’nın harem
Hünkar Sofası Bölümü’ndeki tahtı, yağmurlu bir günde
müze içindeki lojmanına taşıttı. Ancak taht,
lojmanın giriş kapısından geçmedi.
Bu sırada görevliler tahtı kapıdan nasıl
sokacaklarını düşünürken, paha biçilemeyen eserin
üstüne yağmurdan korumak için beyaz branda örtüldü!
İddialara göre Benli, tahtın geçmesi için kapının
yıkılması talimatını da verdi. Görevliler kapıyı
yıkmaya hazırlanırken lojmanın iç kısmındaki kapının
da dar olduğu anlaşıldı ve taht lojman yerine tekrar
depoya kaldırıldı.
1962 doğumlu Yusuf Benli, Selçuk Üniversitesi
Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü mezunu. Sivas,
Akşehir, Konya ve Çanakkale gibi çeşitli müzelerde
çalışan Benli 2007-2010 yılları arasında Mevlana
Müzesi Müdürlüğü yaptı. 9 Ağustos 2010’da Topkapı
Sarayı Müze Müdürlüğü’ne atanan Benli, bir gazeteye
verdiği röportajda Topkapı Sarayı ile ilgili her
konuda tek hukuki yetkilinin kendisi olduğunu, İlber
Ortaylı’nın görevinin sadece ‘misafirleri ağırlamak’
olduğunu söylemişti.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, iddialarla
ilgili "Tahkikat yapılıyor" diyerek şunları söyledi:
“Arkadaşımızın savunması, ‘Depoda sıkışıklık vardı.
Lojman olarak ayrılmış mekanda da boş odalar vardı,
oraya koyalım ve sıkışıklığı rahatlatalım’ şeklinde
ama hangisi gerçektir, resmi tahkikat başlattık.
Böyle bir şey yapmış olabileceğine ihtimal
vermiyorum. Çünkü daha önce de müze müdürlüğü
yapmıştı, kendisiyle ilgili bir şikayet yoktu.
Yanlış anlaşılma oldu veya iddia gerçekse elbette
yaptırıma uğrar. Bir soruşturma başlattık. Onu bir
dinleyelim bakalım.’’ ‘Teftiş Kurulu
görevlendirilmedi örtbas etmeye çalışıyorlar’
Murat Bardakçı (Habertürk Gazetesi Yayın
Danışmanı) Yusuf Benli tuhaf ve Saray’a ait olmadığını bundan 3
ay kadar önce İlber Ortaylı Hoca aleyhine basına
verdiği demeçle zaten göstermişti. O zamanki
tuhaflığı şimdi hayli artmış olacak ki tahtı bile
evine taşıtmaya kalkıyor. Bu olay Türkiye’deki iyi
eğitim almış sanat tarihçilerinin nasıl işsiz kalıp
bu çevrelerden uzak tutulduklarını ve üniversite
giriş puanları hasbelkader bu mesleklere tutmuş
olanların ise layık olmadıkları şekilde bu mevkilere
yerleştiklerini gösteriyor. Tahtı lojmanına
götürmeye kalkan müdürü iş başında tutmak isteyen
çevreler, dün sabahtan itibaren devreye girdiler ve
rezaletin fotoğraflarla belgelenmesine rağmen
Saray’a müfettiş gönderilmemesini sağladılar. Olayı,
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü Daire
Başkanı Zülküf Yılmaz adında bir kişinin
soruşturmasına karar verilmiş. Teftiş Kurulu’nun
görevlendirilmemesi, bu çevrelerin Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay’ı bile devreden çıkartmaya
çalıştıklarının kanıtıdır.
Habertürk, 04.06.2011
******
'SARAY TAHTI'NA İNCELEME

Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Yusuf Benli’nin
Harem Hünkar Sofrası bölümünde bulunan
3. Selim tahtını lojmanına taşıttığı iddiası
büyük tartışma yarattı. Haziran 2010’da
Mevlana Müze Müdürlüğü görevinden Topkapı Sarayı
Müzesi Müdürlüğü’ne atanan Yusuf Benli’nin, yağmurlu
bir havada taşıttığı tahtı, lojmanın giriş
kapısından geçmeyince depoya kaldırttığı haberi
üzerine
Kültür ve Turizm Bakanlığı soruşturma başlattı.
Soruşturmanın bizzat Kültür Varlıkları ve Müzeler
Genel Müdürlüğü Genel Müdür Yardımcısı Vekili Zülküf
Yılmaz tarafından yürütüldüğü;
Ankara’dan
İstanbul’a gelen Yılmaz’ın Topkapı Sarayı’nda
dün itibariyle incelemelere başladığı öğrenildi.
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, konuyla ilgili olarak dün
İzmir’de yaptığı açıklamasında söz konusu olayın
araştırıldığına dikkat çekerek, “Arkadaşımızın
savunması ‘Depoda sıkışıklık vardı. Lojman olarak
ayrılmış mekanda da boş odalar vardı, oraya koyalım
ve sıkışıklığı rahatlatalım’ şeklinde ama hangisi
gerçektir, resmi tahkikat başlattık. Ben böyle bir
şey yapmış olabileceğine ihtimal vermiyorum. Çünkü
daha önce de müze müdürlüğü yapmıştı ve kendisiyle
ilgili bir şikayet yoktu. Yanlış anlaşılma oldu veya
iddia gerçekse elbette yaptırıma uğrar. Herkesin
savunma hakkı var. Onu bir dinleyelim bakalım” dedi.
Kendisiyle görüştüğümüz İstanbul Kültür ve Turizm İl
Müdür Yardımcısı Emel Kamar ise konuyla ilgili
olarak “Başarılı olduğu için Topkapı Sarayı Müzesi
müdürlüğüne gelmiş bir müze müdürünün bunu
yapmayacağını düşünüyorum. Tabii bu benim şahsi
fikrim. Ama konu Kültür Bakanlığı’nda ve soruşturma
da açıldı” diye konuştu.
Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı Prof.Dr. İlber
Ortaylı, önceki gün yaptığı açıklamada şunları
söylemişti: “Soruşturuyoruz. Lojman kapısında
girmeyince geri gönderilmiş. Arkadaş Harem ile
lojmanı karıştırdı sanırım. (...) Bu arkadaş geldiği
günden beri kendi başına takılıyor, pek bilgi
verdiği de yok.” Benli ile Ortaylı arasında geçen
ilk gerginlik görev tanımları nedeniyle çıkmıştı.
Yusuf Benli, atamasının ardından İlber Ortaylı için
“O sadece misafirleri ağırlamakla görevli, müzeden
esas sorumlu kişi benim” şeklinde bir açıklamada
bulunmuştu. Benli’nin bu açıklaması Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay’dan tepki görmüş; Günay “Müze
müdürü arkadaşımız belki amacını aşan bazı
nitelemeler yapmış. Gereken uyarılar yapıldı”
demişti.
Milliyet, 04.06.2011
******
İLBER ORTAYLI'DAN FERMAN GİBİ UYARI

Topkapı Sarayı Müzesi’nde Müdür Yusuf Benli’nin
3. Selim tahtını lojmanına taşıtmaya kalkması ve
Mecidiye Köşkü’nde tarihi eserlerin üzerinde
kahvaltı ettiğinin ortaya çıkmasıyla Müze Başkanı
İlber Ortaylı saray çalışanlarına yönelik bildiri
yayımladı.
Osmanlıca ifadelerle yayımlanan ‘ferman’ gibi
bildiride Ortaylı, Benli’nin 3. Selim’e ait tahtı
lojmanına taşıtmasına da atıfta bulunuyor: “Saray
bölümleri ve eşyalarının korunması, yer
değiştirilmesi şahsi mülkümüzdeki gibi düşünülemez
ve ancak mahviyetkar (alçakgönüllü) bir hizmetkarın
saygı ve huşu dolu çalışmasıyla yapılmalıdır.
Eşyaların keyfi yer değiştirmesi saray
envanterlerinde de içinden çıkılmaz sorunlar
yaratır.”
Topkapı Sarayı Müze Müdürü Yusuf Benli, Harem
bölümünde yıllardır sergilenen 3. Selim tahtını
lojmanına taşıtmak istemiş, lojman kapısından
geçmeyeceği anlaşılınca ‘yıkın’ talimatı vermiş
ancak iç kapıdan da geçmeyeceği anlaşılınca tahtı
depoya geri götürmek zorunda kalmıştı. Ayrıca
Benli’nin Mecidiye Köşkü’nde tarihi eserler üzerinde
misafirlerini ağırladığı da ileri sürülmüştü.
Radikal’in 3 Haziran’da manşetten duyurduğu haber
yankı uyandırmıştı. Kültür ve Turizm Bakanlığı,
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdür Yardımcısı
Zülküf Yılmaz’ı muhakkik olarak göndermişti.
Topkapı Sarayı Müze Başkanı Prof.Dr. İlber Ortaylı
haberin ardından uzmanlarla toplantı yaptı. Ortaylı,
toplantı sonrası da tüm çalışanlar için bildiri
yayımladı. Bildirinin bir bölümü şöyle:
“Son zamanlarda sarayın Harem’de Hünkar Sofası,
Bağdat ve Revan Köşkü gibi bölümlerinde çay içildiği
ve Mecidiye Köşkü’nde kuratörlerle toplantılar
yapıldığı, Mecidiye Köşkü’nde hünkarın kahve
odasında misafir ağırlandığı, aynı adetin Bağdat
Köşkü’nde de tekrarlandığı, maalesef Bakanımızın ali
katından ihtar edilmiştir. Bu gibi kullanımların
ilgili birimlerce izin alınmadan yapıldığı ve müze
başkanlığına da bilgi verilmediği üzüntüyle müşahade
edilmektedir. Hamiyetkar bir memur sınıfının bu gibi
usulsüz kullanımlardan rahatsız olması beklenir.”
Bildiride ayrıca inşaat molozlarının gelişigüzel
çöpe atıldığı da vurgulandı. Ortaylı bildiride
molozların gelişigüzel toplanamayacağını belirtti:
“Revan Köşk’te hoyratça kaldırılan yığında tesadüfen
bir çiniye rastlanılmıştır. Topkapı Saray Müzesi’nin
yönetimindekilerin ve en küçük rütbeli çalışanının
hep birlikte bu milli abidenin hizmetkarları
olduklarını unutmamaları gerektiğini hatırlatırız.
Aksine davranışlar Sayın Bakanımızın da belirttiği
gibi hoş görülmeyecektir.”
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdür Yardımcısı
Zülküf Yılmaz, geçen cumartesi günü Topkapı Sarayı
Müzesi’nde göreve başladı. Müze uzmanları, güvenlik
görevlileri ve tahtı taşıyanların tek tek
ifadelerini aldı. İfade işlemi üç gün boyunca gece
geç saatlere kadar sürdü. Müze müdürünün taht
taşıtmayla ilgili olarak “Depolar rutubetliydi,
lojmanın daha sağlıklı olduğunu düşündüm” şeklindeki
ifadesi müze çalışanlarınca “Aynı depodaki 3 binden
fazla esere yazık değil mi?’’ diye eleştirildi.
Teftiş Kurulu’ndan müfettiş yerine personelden
muhakkik gönderilmesi de akıllarda soru işaretine
yol açmıştı. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay
dün Teftiş Kurulu Başkanlığı’na soruşturma izni
verdi. Bir müfettişin bu hafta müzeye geleceği
bildirildi.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 08.06.2011
Topkapı Sarayı Müze Müdürü
Yusuf Benli’nin sarayda bulunan Padişah 3.
Selim’in tahtını lojmanına taşıtmasıyla ilgili
haberden 4 gün sonra müfettiş görevlendirildi. Olay
ortaya çıktığında soruşturma başlatan
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, konunun
incelenmesi için dün Kültür ve Turizm Bakanlığı
Teftiş Kurulu Başkanlığı’na talimat verdiğini
söyledi.
Radikal Gazetesi, Benli’nin
Topkapı Sarayı’nın Harem Hünkar Sofası
Bölümü’ndeki Padişah 3. Selim’in tahtını, yağmurlu
bir günde müze içindeki lojmanına taşıtmak
istediğini görüntülemişti.
Taht, lojman kapısından geçmeyince
Yusuf Benli, lojman kapısının yıkılması için
görevlilere talimat vermiş, görevliler kapıyı
yıkmaya hazırlanırken lojmanın iç kısmındaki kapının
da dar olduğu anlaşılınca taht, lojman yerine depoya
kaldırılmıştı. Ziyaretçilerin dokunmalarına bile
izin verilmeyen tahtın lojmana taşınmaya
çalışıldığının fotoğraflarıyla haber olmasının
ardından soruşturma başlatılmıştı.
Ancak Habertürk Yayın Danışmanı
Murat Bardakçı, soruşturmada müfettiş
görevlendirilmediğine dikkat çekmişti. İddiaların
doğru olması halinde Benli’nin yaptırıma
uğrayacağını belirten Bakan Günay’ın bugünden
itibaren konuyu incelemeye başlayacak müfettişlerin
raporuna göre hareket edeceği bildirildi.
Habertürk 08.06.2011
|
VENÜS 200 YIL SONRA ROMA'DAN AYRILDI
Roma döneminin en iyi korunan heykellerinden biri
olan “Capitoline
Venus” 200 yıl sonra ilk kez İtalya’dan ayrıldı.
Heykel ABD’de Ulusal Sanat Galerisi’nde (National
Gallery of Art) sergilenecek.
Heykel daha önce 1797’de
Napolyon döneminde Fransa’ya getirilmiş,
Napolyon’un iktidardan düşmesiyle birlikte
1816’da yeniden Roma’ya
Capitoline Müzesi’ne geri gelmişti.
Habertürk 04.06.2011
|
|
BOĞAZKÖY SFENKSİ COĞRAFYASINA DÖNÜYOR

Boğazkale İlçesi'nde, Hititlerin başkenti
Boğazköy-Hattuşa’da Almanya ile Osmanlı
İmparatorluğu tarafından ortak yürütülen kazılara,
1906-1907, 1911 ve 1912 yıllarında birlikte
başlanmıştır.
Boğazköy’de başlanılan kazılarda Hitit arşivine ait 10400 tablet ve iki sfenks açığa çıkartılmış ve bulunan bu eserler İstanbul Arkeoloji Müzelerine getirilmiştir. Almanlarla varılan anlaşma gereğince tabletler ve iki sfenkse ait parçalar 1915, 1917 tarihlerinde, temizleme, onarım ve yayın çalışmalarının yapılması için iki parti halinde Berlin’e gönderilmiştir. Onarımları bitirilen üç bin civarında tablet ile bir sfenks 1924-1943 yıllarında iade edilmiştir.
Kültür Bakanlığı’nın arşivlerinde yalnızca onarım
için gönderildiğine dair onlarca resmi belge
olmasına rağmen, iade edilmeyen ve şu anda Berlin
Devlet Müzeleri’nde bulunan Boğazköy Sfenksinin
iadesi için 1938 yılına kadar görüşmelere devam
edilmiştir. Ancak İkinci Dünya Savaşının başlaması
ve savaş sonrasında ise Berlin Pergamon Müzesinin
Doğu Almanya’da kalması üzerine ilişkiler
kesilmiştir.
Ülkemizin 1973 yılında Doğu Almanya’yı resmi
olarak tanımasından sonra sfenksin iadesi ile ilgili
görüşmelere 1974 yılında tekrar başlanmıştır. 24
Temmuz 1987 yılında sfenksin iadesi amacıyla
Unesco’ya başvurulmuştur. 13 Ekim 1987 tarihinde
Berlin’de sfenksin iadesi için yapılan görüşmelerde,
belgeler incelendikten sonra görüşmelerin başlaması
kararlaştırılmış, anlaşma bir nota teatisi ile
belgelenmiştir. 4 Ekim 1990 tarihinde iki
Almanya’nın birleşmesi sonucu askıya alınan konunun
gündeme gelmesi amacıyla, 1991 yılında Federal
Almanya Cumhuriyeti’ne bir nota verilmiştir.
Berlin’de 7 Şubat 1994 yılında belgelerin karşılıklı
incelenmesi için yapılan toplantıda, Alman tarafı
sfenksin mülkiyetinin Türkiye’ye ait olduğunu
çürütecek herhangi bir belge gösterememiştir.
UNESCO Kültürel Malların İadesi Komitesi’nin 1999
Ocak ayında yapılan toplantısında Almanya ile bilgi
ve belge konusunda tavsiye kararı çıkarılması
sağlanmıştır. Dışişleri Bakanlığı tarafından söz
konusu tavsiye kararına istinaden, bilgi ve belge
alışverişi yapılması için Almanya Dışişleri
Bakanlığı’na 8 Eylül 2000 tarihli bir nota
verilmiştir. Unesco Kültürel Malların İadesi
Komitesi’nin 2001 yılı Mart ayında yapılan
toplantısında konu tekrar gündeme gelmiş ve ikili
toplantıların devamı şeklinde bir tavsiye kararı
daha çıkartılmıştır.
18 Nisan 2011 tarihinde ise Ankara’da Kültür ve
Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel
Müdürlüğü’nde Türk ve Alman heyetleri arasında
gerçekleştirilen toplantı neticesinde sfenksin
ülkemize iadesi konusunda mutabakata varılmış ve
sfenksin Almanya’dan Türkiye’ye iadesi konusunda
teknik ayrıntıları ve bürokratik işlemleri görüşmek
üzere Almanya’da bir toplantının yapılması konusunda
uzlaşı sağlanmıştır.
13 Mayıs 2011 tarihinde Berlin’de Alman ve Türk
heyetleri arasında Alman Dışişleri Bakanlığı’nda
yapılan toplantıda, en geç 28 Kasım 2011 tarihinde
94 yıldır Berlin Pergamon Müzesinde bulunan Boğazköy
Sfenksinin ülkemize iadesinin gerçekleştirileceği,
en geç 31 Mayıs 2011 tarihinde Türk ve Alman teknik
uzmanlardan oluşan bir heyetin eserin taşınması ile
ilgili teknik çalışmalara başlayacağı konularında
Alman tarafıyla mutabık kalınarak konuya ilişkin bir
“Mutabakat Zaptı” imzalanmıştır.
Bu çerçevede Türk ve Alman teknik uzmanlardan
oluşan bir heyet 25-28 Mayıs 2011 tarihlerinde
Berlin’de bulunan sfenks ile ilgili gerekli
incelemelerde bulunmuşlardır.
Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Ertuğrul Günay “99
yıl önce ülkemizden koparılıp götürülen bir anıt,
Boğazköy sfenksi şimdi bu yıl içinde Boğazköy
kazılarının yüzüncü yılına varmadan topraklarımıza
dönecek. İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde ya da Anadolu
Medeniyetler Müzesi’nde değil Çorum’da
sergileyeceğiz. Henüz bilgilerimiz yetersiz.
Taşların da anıtların da belki bizim bilmediğimiz
bir ruhu vardır diye düşünüyorum. Onlar 90-100 yıl
önce koparıldıktan sonra, başka mekanlara
taşındıktan sonra acaba hangi acıları taşıdılar
çektiler, biz onu bilmiyoruz. Boğazköy sfenksi 100
yıla yakın bir süre sonra, 5 bin yıl önce yapıldığı
topraklara döndükten sonra acıları önemli biçimde
azalacaktır. Darısı bu coğrafyadan koparılıp giden
öteki eserlerin başına. ” şeklindeki açıklaması ile
Berlin’den getirilecek olan sfenksin Boğazköy-
Hattuşa’nın Dünya Miras Alanı ilan edilişinin 25.
yıldönümü olan 28 Kasım 2011 de Boğazköy Müzesi'nde
ziyarete hazır hale getirileceğini belirtmiştir.
haberler.com, 04.06.2011
|
MÜZEDEKİ HİTİT PRENSİNE AİT YÜZÜK
Sivas Arkeoloji
Müzesi'nde sergilenen, Hitit döneminde yaşayan bir
prense ait olduğu düşünülen “altın mühür yüzük”
ziyaretçilerin dikkatini çekiyor.
Orta Anadolu’nun en büyük müzesi olan Sivas
Arkeoloji Müzesinde, Sarissa ve Kayalıpınar kazı
alanlarında gün yüzüne çıkarılan çok sayıda tarihi
eser sergileniyor. Eserler arasında Kangal’a bağlı
Yarhisar Köyü yakınlarında bir tarlada bulunan saf
altından yapılmış ve Hitit dönemine ait prenslerden
birine ait olduğu düşünülen altın mühür yüzük, ilgi
çekiyor.
Hitit dönemine ait örneği olmayan yüzük, yaklaşık
16 gram ağırlığında. Alındıktan sonra Sivas Atatürk
Kongre ve Etnografya Müzesi'ne kaldırılan yüzük, daha
sonra da Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmeye başladı.
Tek parça kalıptan çıkarıldıktan sonra dövülerek
inceltiğine dair vurgu izleri görülen yüzüğün, mühür
tasvir alanının iki ucunda yatay yerleştirilmiş ve
uzuvları ayrı ayrı işlenmiş, kanatları açık çift
başlı kartal bulunuyor. Bu kartalların yanında kaide
üzerinde duran bir gaga ağızlı testiyle, bunların
üzerlerinde birer üçgen işareti bulunurken, mührün
merkezinde ana motif olarak sola dönük hörgüçlü bir
boğa yer alıyor. Boğanın gövdeden ayrı tasvir edilen
başında çene, burun ve sağ boynuz ayrı parçalar
halinde gösteriliyor.
Boğanın üzerinde 3 kolu yivli, bir kolu düz
bırakılmış bir haç ve solunda bir üçgen bulunurken,
mühür kenarında bu üçgenin ucuna kadar bir de çatlak
mevcut. Boğanın altında ise iki küçük üçgen arasında
ön bacakları ile testi arasında ikinci bir
hiyeroglif işareti görülüyor.
Müze yetkilileri, tunç banttan yapılmış yüzük
mühürlerin Hitit İmparatorluk çağına ait olduğunun
Boğazköy, Konya Karahöyük baskılarından
anlaşıldığını ifade etti. Yine mühür üzerinde
bulunan çift başlı kartalın Hitit sanatında kutsal
hayvan olarak kullanıldığının belirlendiğini anlatan
müze yetkilileri, Hitit İmparatorluk çağına ait
mühür yüzük baskıları üzerinde hiyeroglif
işaretlerinin iki yanında dikey ve yatay duran çift
başlı kartalın isim işareti olarak fonetik değerinin
saptandığını, daha çok bezeme unsuru olarak
kullanıldığının düşünüldüğünü kaydetti.
Yetkililer, elde edilen bulgular doğrultusunda
yüzüğün Hitit prenslerinden birine ait olabileceğini
belirtti.
haberler.com, 04.06.2011
|
2700 YILLIK YOL GÜNYÜZÜNE ÇIKIYOR

Van Valisi Münir Karaloğlu, Van Kalesi'nde
yaptıkları çalışmalar sonucu Urartular dönemine ait
2700 yıllık orijinal yolu gün yüzüne çıkardıklarını
söyledi.
Urartu Kralı 1'inci Sarduri tarafından MÖ 840
yılında inşa edilen Van Kalesi'nde restorasyon
çalışmaları tüm hızıyla devam ediyor. Tarihi Van
Kalesi'nin zirvesinde bulunan eski Van kentinden 100
metre yükseklikte inşa edilen ve geçen yıl restore
edilerek ibadete açılan Süleyman Han Camii'nin yanı
sıra kale surlarının yarısı geçen yıl restore
edilmişti. Bu yıl ikinci etabı yapılacak olan
surların yanı sıra Urartuların Van Kalesi'nde
kullandıkları orijinal yol da gün yüzüne
çıktı.
Çalışmaları yerinde inceleyen Vali Karaloğlu, Van
Kalesi'nde 2 yıldan bu yana çok ciddi bir
restorasyon yapıldığını, geçen yılki çalışmaların
tamamlandığını ve bu yıl yeni restorasyon ihalesine
çıkacaklarını belirtti. Kültür ve
Turizm Bakanlığının Van
Kalesi'nin yeni
ihalesi için 9 milyon TL civarında bir ödenek tahsis
ettiğini ifade eden Karaloğlu, "Van Kalesi'nin
üzerindeki eserler ve surlar ortaya çıktıkça
ziyaretçi sayısı da artıyor. Kaleye çıkarken yola
ihtiyaç oldu. Van Kalesi'ne çıkan orijinal
Urartu yolu konusunda
Mimarlar Odası Başkanı Şabettin Öztürk'e yaptırmış
olduğumuz araştırma ve proje çalışması kuruldan
geçti. Şu anda aşağından kalenin zirvesine kadar
çıkan bin 200 metrelik eski Urartu yolunun ihalesini
yapacağız. İhaleyi yapabilmek için önce zemini
görmek istedik. Orijinal yola ulaşabilmek için öncü
bir kazı yaptırdık. Şu anda bu kazı tamamlanmak
üzere. İhalenin ardından kalenin iç kapısı ile
beraber orijinal Urartu yolunu da yapınca
vatandaşımız daha rahat
bir şekilde kaleye çıkacak"
dedi.
Yer yer insanların dinlenebilecekleri banklar,
çöp kutuları ve gece ziyaretleri için de yol boyunca
aydınlatma yapmak istediklerini de ifade eden Vali
Karaloğlu, "İnsanımız daha rahat bir şekilde orijinal
yolu kullanarak
kaleye çıkacak. Bunun çalışmalarını yapıyoruz.
Kalenin üzerinde askeri bir ambar var. Bu ambarın
projeleri, rölöve ve restorasyon çalışmaları
tamamlandı ve kuruldan geçti. Bu sene ödenek
ayırtabilirsek askeri ambarı onartıp kafeterya
olarak kullanmak
istiyoruz. Tabii artık kaleye
çıkışlar arttı. Yukarı çıkan insanlar dinlenip bir
şeyler içmek istiyor. Biz de bu tip mekanları
oluşturacağız. Kale üzerinde zaten çok sayıda sivil
mimari örnekleri var. Kaledeki komuta kademesinin
oturduğu kerpiç evler var. Kale surları onarıldıktan
sonra inşallah o evleri de onarıp sosyal donatı
olarak kullanmak
istiyoruz" şeklinde konuştu.
Sabah, 04.06.2011
|
'İNSANLIK' GİTTİ, YERİNE 'BAL VE KAŞAR' ANITI
YAPILACAK

İnsanlık Anıtı’nın yıkımı sürerken, Kars
Belediyesi yeni bir sanat hamlesine hazırlanıyor.
Kentte bir önceki CHP’li belediye başkanının
yaptırdığı heykelleri kaldırdığı için adı “Heykel
karşıtı başkan” olarak anılan Kars Belediye Başkanı
Nevzat Bozkuş, “kaşar” ve “bal” heykeli
yaptırarak bu imajı silmeye çalışacak. Başkan
Bozkuş, bu heykellerin kentin tanıtımına katkıda
bulunacağını da söyledi.
Kars Belediyesi,
Birleşmiş Ressamlar ve Heykeltıraş Derneği başta
olmak üzere üniversitelerin güzel sanatlar
bölümlerine gönderdiği yazıda Kars’ın bal ve
kaşarını tanıtıcı heykel yaptıracağını duyurdu.
Heykelin kaidesinin ise belediye tarafından
yaptırılacağı belirtildi.
Kaşar ve bal heykellerinin ölçülerinin nasıl
olacağına da karar veren belediye kaşar heykelinin
dört kademe beton kaide üzerinde 1.5 metre
yükseklikte ve 2.1 metre genişlikte planlamış.
Kaşar, polyester dökümden olacak. Bal heykelinin
3.30 metre yüksekliğinde ve 1 metre genişliğinde
olması planlanıyor.
Kars Belediyesi’nin kaşar ve bal heykellerini nasıl
yaptıracağı açıklanmadı. İhale ya da sipariş usulü
yaptırılması beklenen heykellerle ilgili projeyi
hayata geçirebilmek için belediye üniversitelerden
yaklaşık bir fiyat istedi.
Habertürk’e konuşan Kars Belediye Başkanı
Nevzat Bozkuş “Heykellerin nasıl olacağını iyi
kötü tasarladık, çok güzel olacak. Kaşar ve bal
heykellerini kentin girişinde yolun iki yanına
koyacağız. Görenler ‘Demek buranın kaşarı meşhurmuş’
diyecek” dedi. Başkan Bozkuş, iki heykelle birlikte
sanata karşı olmadıklarının da görüleceğini söyledi,
“Şehri tanıtan şeyler yapmakta fayda var. Kars’taki
ürünlerin pazar sorununu çözebilmek için proje
geliştirmemiz lazımdı. Bu nedenle Kars ile
özdeşleşmiş heykeller yapalım, insanların dikkatini
çekelim istedik” diye konuştu.
Yaptığı
İnsanlık Anıtı yıkılırken belediyenin ballı
kaşarlı heykel yaptırma planına tepki gösteren
Mehmet Aksoy şöyle konuştu:
“Aslında bu bir kaşar düşünce. Heykeli yıkan
kafanın zihniyetini gösteriyor. Heykeli yenilir
içilir bir şey gibi düşünüyorlar.”
Habertürk, Haber: Tülay Şubatlı, 04.06.2011
|