31 Temmuz - 6 Ağustos 2011
|
HALİÇ KÖPRÜSÜ: 'AH!'
Karşımda iki genç Hande
Akarca ve Barış Altan. İkisi de geçen yıl kurulan
“İstanbul S.O.S” sivil toplum girişiminin
gönüllüsü... Önüme koydukları 1 Ağustos 2011 tarihli
“Haliç Metro Geçiş Köprüsü” dosyası günlerdir
elimden düşmüyor. Anımsayacaksınız, bu girişim,
bugüne dek “İstanbul’da neler oluyor farkında
mısınız?” diye haykırmak, kamuoyunu bilgilendirmek,
gerçekleri açıklamak için sayısız kampanya
düzenlemişti. Çalışmalarına sayısız meslek odası ve
çeşitli STK’ler de katılıyor.
Bu kez Zeynep Ahunbay, Cemal Kafadar gibi bilim
insanlarının da desteğini alarak, Haliç Metro Geçiş
Köprüsü’ne dikkatleri çekmek üzere seferber oldular,
alternatif üreten çalışmalarını ortaya koydular. Ama
önce kısa bir “geriye dönüş”:
Adı ‘Altın Boynuz’ diye…
Dünyanın eşsiz değerdeki İstanbul tarihi yarımadası,
Taksim-Yenikapı metro hattında Haliç geçişi
nedeniyle nicedir tehdit altında. Bu geçiş, ortası
raylı, iki yanı yayalara açık bir köprü olarak
tasarlanmış. 460 metresi deniz üzerinde olmak üzere
900 metrelik bir köprü bu. Projenin onaylandığı 2005
yılından beri yurtiçinde ve dışında tartışmaların
ardı kesilmedi. Geçen yıl ihale tamamlandı ve inşaat
başladı.
Ama bu arada UNESCO Dünya Miras Komitesi de köprünün
“Dünya kültür mirasına bir tehdit oluşturduğunu”
defalarca çeşitli raporlarla ortaya koydu.
Değişiklik istedi.
Köprü projesi, Kadir Toptaş ve Mimar Hakan Kıran’ın
eseri. Haliç’in adı yabancı dillerde “Altın Boynuz”
ya, o nedenle köprünün 65 metrelik ayakları üzerinde
yükselen sütunların üst uçları boynuz gibi kıvrık ve
de altın rengindeydi.
“Zevk meselesi” deyip başka yorum yapmayayım!
Bu proje, Mimar Sinan’ın şaheseri Süleymaniye’yi,
Topkapı’yı ve Haliç’in tüm siluetini kapatıyor,
eleştirileri... UNESCO’nun raporları... İstanbul’un
tarihi- kültürel miras listesinden çıkarılma
durumları...
Doğruya doğru, UNESCO raporu etkili oldu: Yüksek
sütunlar yarı yarıya alçaltıldı... Altın renginden
vazgeçildi...
Ancak yapılan değişiklikler yeterli değil ki UNESCO
hâlâ köprünün tarihi silueti ve çevreyi tehdit
ettiğinde ısrarcı... İstanbul S.O.S hâlâ “Köprüye
karşı değiliz ama hiç olmazsa bu alanda buradaki
uzmanların da görüşü alınsa... Bari yükseklik
azaltılsa… Alternatif görüşe kulak verilse…” diye
çırpınıyor.
‘Belleksiz Medya’
Bu arada tuhaf bir oyun oynanıyor:
İstanbul S.O.S, kentimizi tarihi mirasımızı koruma
konusunda baskı yapan UNESCO raporlarının,
kararlarının Türkiye’de medyada çarpıtılıp, eksik ve
yanlış duyurulduğunu iddia ediyor.
“UNESCO yaptıklarımızı beğendi”, “İstanbul, Dünya
Miras Listesi’nden düşürülmüyor”, “Her şey o kadar
iyi yapılıyor ki İstanbul artık UNESCO gündeminden
çıktı” kampanyaları her yıl tekrarlanıyor. Ve
belleksiz medya bunları yutup yayımlıyor!
Nitekim kararların İngilizcesiyle Türkçesinin farklı
olduğunu dosyada görüyorum.
Hakan Kıran’ın “UNESCO’yu bir haftada ikna ettim”
sözü üzerine de İstanbul S.O.S soruyor: “UNESCO’nun
defalarca rapor yazdığı, uzmanları seferber ettiği
bir konuda açıklama yapmak, kamuoyunu bilgilendirmek
proje müellifi bir mimarın sırtına mı yüklendi?
Belediye Başkan’ımız İstanbul’un tarihi ve kültürel
mirasını, tarihi yarımadamızın kaderini yakın dostu
olduğu bilinen bir mimarın eline mi bıraktı?
Mimar Hakan Kıran İstanbul adına konuşma ve
uluslararası önemli bir kuruluş olan UNESCO nezdinde
İstanbul’u temsil etme yetkisini kimden aldı? Bu
konuda bir atama kararı var mıdır? Varsa gerekçeleri
nelerdir?”
İstanbul’a kıymayın efendiler
İstanbul, Haliç, Süleymaniye, Topkapı... Dünya
mirası tarihi yarımada... Yüzyıllardır İstanbul’da,
bozmaya ne denli uğraşsak da, bozamadığımız bir
miras... Şimdi bir -kapris mi, inat mı, dediğim
dedik mi, hangi sözcüğü seçeceğimi bilemedim, siz
seçin- uğruna geri dönüşü olmayan bir şekilde
bozmak… İstanbul’a kıymayın efendiler diye haykırmak
istiyorum. UNESCO korumak için çırpınıyor, biz
bozmak için!
Elimdeki dosyada Prof. Nuray Aydınoğlu’nun
alternatif köprü tasarımı da var: Bugüne dek
yapılanı yok saymayan bir tasarım mümkün... Eğik
askılı köprü yerine alçak profilli düz köprü. Ortaya
ek bir ayak yapılarak, kolayca
gerçekleştirilebilecek bir köprü... Üstelik yükselen
sütunlar, asma halatları ile hiçbir şekilde tarihi
dokuyu gölgelemeyecek bir iş...
Ama elbet ilk şart diyaloğa açık olmak... Bunların
konuşulabilmesi... Sivil toplum kuruluşlarının,
uzmanların söyleyeceklerine kulak vermek... Bir de
şeffaflık…
Biliyorum çok şey istedim. Ama İstanbul’u çok
seviyorum, ondan!
Cumhuriyet, Yazı: Zeynep
Oral, 05.08.2011
|
KARAVANDAN BİR MUCİZE
ÇIKTI!
Hıristiyan dünyası bu
olayı konuşuyor. Yaklaşık 150 yıldır kayıp olan ve
Hıristiyan aleminde Hz. İsa'nın çehresini en doğru
şekilde yansıttığı iddia edilen Veil of Veronica
tablosunun, uzun yıllardır ABD'nin Tennessee
eyaletindeki bir karavanda bulunduğu anlaşıldı. Olay
Kelly Ghormley adlı kadının tabloyu bir kiliseye
satmaya çalışması üzerine ortaya çıktı.
Tennessee'nin
Madisonville şehrinde bir karavanda yaşayan ve
komşuları tarafından Frosty adlıyla tanınan 73
yaşındaki bir adam, tablonun karavanı satın aldığı
günden beri kendisine ait olduğunu ve 17 yıldır
yatak odasında durduğunu açıkladı. Tablonun
günışığına çıkması ise bir soygun neticesinde oldu.
Frosty'nin karavanını soyan Kelly Ghormley adlı
kadın, ele geçirdiği tabloyu bir kiliseye satmaya
çalışırken kilise yetkilileri tabloyu tanıyarak
durumu polise haber verdi. Ghormley'nin
tutuklanmasının ardından olay ABD medyasına yansıdı.
Konuyla ilgili görüş bildiren uzmanlar ise tablonun
paha biçilemez olduğunu söylüyor.
Tablonun Hıristiyan
dünyası için manevi değeri çok büyük. Efsaneye göre
çarmıha gerilmek üzere Romalı askerler tarafından
Golgotha tepesine götürülmekte olan Hz. İsa'ya
yardım eden Veronica adında bir kadın, kalabalığı
yararak Hz. İsa'nın yüzünü bir mendille siler ve
ardından Hz. İsa'nın çehresi bu mendilin üzerinde
belirir. Hıristiyanlar tarafından kutsal kabul
edilen bu mendilden yola çıkılarak yapılan söz
konusu Veil of Veronica tablosu, Hz. İsa'nın
çehresini en iyi yansıtan eser olarak kabul görüyor.
Papa 13. Leo tarafından kutsanan ve 150 yıldır kayıp
olan tablonun Tennessee'ye nasıl gittiği ise
bilinmiyor. Olayla ilgili detaylı bir açıklama
yapması beklenen Vatikan, şimdilik durumu 'tanrının
bir mucizesi' olarak değerlendirmekle yetindi.
Habertürk, 05.08.2011
|
SÜMELA'DA AYİNE İZİN ÇIKTI
Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstanbul Fener Rum Patrikliği’nin Meryemana’nın vefatının yıldönümü nedeniyle Sümela Manastırı’nda ayin düzenlenmesi isteğine olumlu cevap verdi.
İstanbul Fener Rum Patrikliği, Kültür
ve Turizm Bakanlığı’na başvurarak, Meryemana’nın
vefatının yıldönümü nedeniyle,
Trabzon’un Maçka
İlçesi’ndeki tarihi Sümela Manastırı’nda 15
Ağustos’da ayin düzenlemek için izin istedi.
Başvuruyu değerlendiren Turizm ve Kültür Bakanlığı,
Sümela Manastırı’nda Ağustos ayınının ikinci
haftasında ayin düzenlenebileceğini bildirdi, günü
ve saatinin ise Trabzon Valiliği’nce belirleneceğini
kaydetti.
Bakanlığın yazısında ayinin,
manastırda ziyaretçi dolaşımına engel teşkil
etmeyecek şekilde ve sınırlı ziyaretçi katılımı ile
avlu bölümünde yapılmasının uygun olduğu da ayrıca
belirtildi.
Bilindiği gibi geçen yıl 15
Ağustos’ta da Sümela Manastırı’nda ayin
düzenlenmişti.
Fener Rum Patriği
Bartholomeos’un da
katıldığı ayinde 500 kişi manastıra alınmış,
yaklaşık 1000 kişi de ayini, manastırın alt tarafına
kurulan dev ekrandan izlemişti.
Milliyet, 05.08.2011
|
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL
GÜNAY "SELİMİYE CAMİİ VE EDİRNE'DEKİ BÜTÜN ESERLERİ
KORUMAK İÇİN BÜYÜK BİR GAYRETLE ÇALIŞACAĞIZ"
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay, Dünya Kültür Miras Listesi'ne alınan Selimiye
Camisi'ni ziyaretinden sonra düzenlediği basın
toplantısında, önümüzdeki yıllarda Selimiye Camisi
ve Edirne'nin değerinin daha fazla artacağını
söyledi.
Selimiye'nin sadece Türkiye'de değil, eşsiz
mimarisiyle dünyadaki mabetler içerisinde de eşsiz
bir eser olduğunu ifade eden Günay, ''Selimiye,
UNESCO dünya komitesinin 35. Toplantısında
tartışmasız ve oybirliği ile dünya kültür mirası
listesine alınmıştır. Geçen yıl da Kırkpınar somut
olmayan kültür mirası listesine alındı. Yani iki
önemli eser de listede yer aldı'' diye konuştu.
Selimiye Camisi'nin, kubbe
yüksekliği, yapımında kullanılan malzemesi, mermeri
ve çinisiyle tam bir mimarlık şaheseri olduğunu
ifade eden Günay, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Bu
emsalsiz esere, bu emsalsiz şehre ve buradaki bütün
eserlere karşı daha büyük bir gayretle çalışacağız.
Edirne ile ilgili görevlerimizi aksatmadan
yapacağız. Dünyada bu kadar güzel tarihi mabedi ve
tarihi eserleri bir arada bulunduran çok az şehir
var. Yakın zamana kadar göç almadığı bu tarihi
korunmuş vaziyette. Medeniyetlerin getirdiği
güzelliklerin yanında yarattığı tahribatlar da var.
Bu tahribatlardan eserlerimizi koruyalım. Tabii
burada yeni konaklama ve alışveriş merkezlerine
ihtiyaç var. Ama şehrimizin silüetini bozmayalım. Bu
minarelerin görüntüsü bozulmasın. Eğer bozarsak
ecdadımıza karşı borcumuzu yerine getirmemiş
oluruz.''
UNESCO dünya kültür mirası listesine
Türkiye'den Selimiye ile birlikte 10 eserin
girdiğini hatırlatan Günay, Selimiye'nin ardından
Alanya Kalesi ve tersaneleri ile Efes'in sırada
olduğunu açıkladı. Bakan Günay, Türkiye'nin sahip
olduğu tarihi güzellikler açısından dünyanın en
zengin ülkelerinden birisi olduğunu kaydetti.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Basın
Bildirisi, 05.08.2011
|
TARİHİ ESERLERE YENİ
HAYAT
Yatağan'daki
Stratonikeia antik kentinde devam eden kazı
çalışmaları kapsamında bulunan tarihi eserlerin,
restorasyon ve konservasyon çalışmalarıyla ömürleri
uzatılıyor. Pamukkale Üniversitesi Fen Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve
Stratonikeia antik kenti Kazı Başkanı Doç.Dr. Bilal
Söğüt, kazının yanı sıra bir ekibin de, korumu ve
eserlerin restorasyonunda çalıştığını söyledi.
Arazide bulunan eserlerin Kültür ve Turizm
Bakanlığı'na ait Eskihisar Köyü müze deposuna
getirildiğini belirten Söğüt, ''Ekip eserleri burada
ilk olarak yıkıyor. Temizlik yapıldıktan sonra,
eserler restorasyon ve konservasyon çalışması için
uzmanlara teslim ediliyor. Kazmak ve bulmak kadar
önemli olan bir diğer kısım burası'' diye konuştu.
Kazı çalışmaları
kapsamında bulunan ve farklı nedenlerle zarar gören
eserlerin uzman olarak ekipte görev yapan restoratör
ve konservatörler tarafından özel yöntemlerle
birleştirildiğine işaret eden Söğüt, şunları
anlattı: ''Kazı sezonu tamamlanıncaya kadar, koruma
çalışması kapsamına alınan eserlerin büyük bir
bölümün yeniden hayat buluyor. Yaptığımız
restorasyon ve konservasyon çalışması ile tarihi
eserlere yeniden hayat veriyoruz ve eserlerin ömrünü
uzatıyoruz. Eserlerin korunmasına yönelik çalışmayı
uzman akademisyenler ve öğrencilerden oluşan 20
kişilik bir ekip yürütüyor. Kazı çalışması
kapsamında bulunan eserler korunamıyorsa tahrip
olacağı anlamına geliyor. Bu yüzden biz eseri bulmak
kadar o eseri nasıl koruyacağız ve gelecek nesillere
nasıl aktaracağımız kaygısını taşıyoruz. Bizim için
koruma ve onarım çalışmaları son derece önemli.
Çünkü bulduğumuz eserlerin tamamı doğrudan müzelere
gittiğinde vitrine konulacak vaziyette teslim
ediliyor. Müzeye verdiğimiz eserler hiç bir şey
yapılmaksızın vitrine konulup sergilenecek
durumda.''
Stratonikeia antik
kentindeki kazılarda, farklı üniversitelerden
konservatör ve restoratörler görev yapıyor. Kazıda 3
yıldır görev yapan Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel
Sanatlar Fakültesi Seramik Bölümü Mezunu
Restoratör-Konservatör Lale Koydemir, koruma
çalışması yapılan buluntuların parçalar halinde
ellerine geçtiğine belirterek, şöyle konuştu:
''Islak ve kuru temizleme çalışmasının ardından
eser, bir tasnif aşamasına giriyor. Bu aşamadan
sonra eserlerin yerleri tespit ediliyor. Yerleri
tespit edilen eserler yapıştırılıyor. Noksan
yerlerde alçıyla tümlenerek temizlik ve fotoğraflama
aşamasından sonra depoya teslim ediliyor. Eserlerin
çizimlerinde ve fotoğraflanmasında Bilgisayar
teknolojisini de kullanıyoruz. Restorasyonda ekip
olarak çalışıyoruz. Bir eser ortalama bir günde de,
4 günde de bitebiliyor.''
Restorasyon çalışmasında
görevli İstanbul Üniversitesi Taşınabilir Kültür
Varlıklarını Koruma ve Onarım Bölümü öğrencisi Ece
Bayar ise eserleri parçalarını yerleştirdikten sonra
alçıyla kalıbını alarak tümlediğini anlatarak,
''Eserin büyük bir parçası kayıp olduğu için parça
parça ekliyorum. Bu nedenle yavaş yavaş çalışmak
gerekiyor. Bir eseri araya başka eserlerde girdiği
için yaklaşık iki günde tamamlıyorum'' diye konuştu.
Yeni Asır, 05.08.2011
|
TAŞ DEVRİ'NİN EN ÇILGIN PROJESİ
Taş Devri insanlarının İskoçya’dan Türkiye’ye kadar uzanarak bütün Avrupa’yı kat eden bir tüneller ağı inşa ettiği ortaya çıktı.
German Herald dergisinin haberine göre, Alman arkeolog Dr. Heinrich Kusch, “Secrets Of The Underground Door To An Ancient World” (Antik Dünyaya Açılan Yer altı Kapısının Sırları) adlı kitabında, Avrupa kıtasının hemen her köşesinde Neolitik yerleşimlerin altlarında tüneller bulunduğunu belirterek, bu tünel ağının İskoçya’dan bugünkü Türkiye topraklarına kadar uzandığını bildirdi.
Günümüzden yaklaşık 12 bin yıl önce yapılan tünel ağının bazı parçalarının ilk günkü gibi sağlam olduğunu kaydeden Alman arkeolog, Almanya’nın Bavyera bölgesinde bulunan 700 metrelik bir tünelle Avusturya’nın Styria bölgesinde bulunan 350 metre uzunluktaki tünelin bu ağın parçaları olduğunu öne sürdü.
Dr. Kusch’a göre, 70 santimetre çapında olan ve solucan deliklerini andıran bu tünellerin bazı noktalarında oturma yerleri, erzak depoları ve barınma odaları bulunuyor.
Alman arkeolog Anadolu topraklarına kadar uzanan ve bugünün otoyollarının işlevini gören bu tünellerin yırtıcı hayvanlardan ve kötü hava koşullarından korunmak için yapıldığının sanıldığını kaydetti.
Hürriyet, 05.08.2011
|
|
FLORANSA BELEDİYESİ, MİCHELANGELO'NUN HAYALİNİ GERÇEKLEŞTİRMEK İSTİYOR
Michelangelo'nun San Lorenzo için Tasarladığı Ön Cephe
San Lorenzo Kilisesi
San Lorenzo Kilisesi
San Lorenzo Kilisesi
Michelangelo'nun San Lorenzo için Tasarladığı Ön Cephe
San Lorenzo Kilisesi
San Lorenzo Kilisesi'nin değerli mermerleri nedeniyle yağmalanmasının üzerinden 500 yıl geçti. Sonunda Floransa Belediye Başkanı, Michelangelo'nun şehrin bu değerli yapısını tamamlama hayalini gerçekleştirmek istiyor.
Matteo Renzi San Lorenzi Kilisesi'ne, 1419 ile 1446 yıları arasında inşa edilen yapının mimarı olan ünlü Rönesans sanatçısı Brunelleschi'nin de tasarımında yer verdiği, Michelangelo'ya ait ön cephe tasarımını da eklemek istiyor.
La Sapienza Üniversitesi Mimarlık Profesörü Paolo Portoghesi, Runzi'nin kiliseyi 2015 yılına kadar tamamlama hayalini destekliyor ancak kimileri için bu proje oldukça yersiz. Çözüm olarak ise belediye başkanı bu girişim üzerine bir referandum düzenlemeyi planlıyor.
Yapı, 05.08.2011
|
EVLİYA ÇELEBİ DUVAR YAZILARI YAZMIŞ
Türk Dil Kurumu
(DTK) Başkanı Prof.Dr. Şükrü Akalın, Evliya
Çelebi’nin Seyahatname’yi yazmakla kalmayıp
gittiği yerlerde cami, mescit, türbe ve han
duvarlarına yazılar yazdığını, Çelebi’nin bu
özelliğinin pek bilinmediğini, yazdığı yazıların
da zamanla yok olduğunu söyledi.
Türk Dil Kurumu (TDK) Başkanı Prof.Dr. Şükrü
Haluk Akalın, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
günümüzden 400 yıl önce dünyaya gelen, 70 yılı
aşkın ömrünün 51 yılını seyahatle geçiren,
gezdiği, gördüğü yerleri 10 ciltten ve 4 bin
sayfadan oluşan Seyahatname’ye yazan Evliya
Çelebi’nin bugüne kadar yeterince
tanıtılamadığını ancak, bu yıl bir dizi etkinlik
düzenlediklerini söyledi.
Akalın, ünlü Türk gezgini Evliya Çelebi’yi,
ülkemizde ve dünyada en iyi şekilde tanıtma
çabalarının sürdüğünü,
UNESCO
tarafından da bu yılın etkinlikleri kapsamına,
Evliya Çelebi'nin 400. doğum yıl dönümünün de
alındığını ifade etti.
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu ve
bağlı kuruluşları olarak hazırlıklarının devame
ettiğini belirten Akalın, "Bu kapsamda, Evliya
Çelebi ile ilgili her şeyi araştırıyor ve
bıraktığı izleri arıyoruz" dedi.
Evliya Çelebi’nin Seyahatname’yi yazmakla
kalmayıp gittiği yerlerde cami, mescit, türbe ve
han duvarlarına yazılar yazdığını belirten
Akalın, Evliya Çelebi’nin bu özelliğinin pek
bilinmediğini, yazdığı yazıların da zamanla yok
olduğunu söyledi.
Evliya Çelebi’nin duvar yazılarının alelade
olmadığını, her birinin oymacılık sanatının ilgi
çekici örneklerini oluşturduğunu belirten
Akalın, şunları söyledi: "Çünkü babası, Kanuni
Sultan Süleyman’ın kuyumcubaşı idi. Babasından
kuyumculuğu, hakkaklığı yani oymacılık sanatını
öğrenmişti. Evliya Çelebi çok başarılı bir
hakkak idi. Bu sayede altın, gümüş gibi kıymetli
madenleri işleyebiliyor, taşlara, kayalara oyma
ve kabartma yöntemiyle yazı yazabiliyordu.
Geçtiği yerlerde iz bırakmayı seviyordu. Bunun
için uyguladığı yöntem türbelerin, camilerin,
değirmenlerin, mezarlıkların, sarayların,
kiliselerin duvarlarına, ağaçların üzerine
beyitler, notlar yazmaktı.
Seyahatname’sinde
Amasya,
Ankara, Aydın,
Babadağ (Romanya),
Budapeşte,
Çorum,
Diyarbakır,
Tebriz gibi adını andığı 22 yerde böyle yazılar
yazdığını belirtiyor. Bu duvar yazıları, Evliya
Çelebi’nin bu şehirlere gittiğinin somut birer
kanıtı aynı zamanda... Ancak, günümüze gelene
kadar bunların bir bölümü ne yazık ki yok oldu.
TRT ile
birlikte hazırlamakta olduğumuz belgeselde bu
yazıları da görüntülemeye çalışacağız." -ONARIM
HATASI- Evliya Çelebi’nin bu izlerinden en
önemlisinin
Adana’daki
Hasanağa Camii’nde olduğunu, ünlü gezginin, bu
camide namaz kıldığını ve giriş kapısına da yazı
yazdığını ancak yaptığı inceleme sonucunda bu
yazının silindiğini tespit ettiklerini
belirterek, şunları kaydetti: "Yetkililerden
aldığım bilgilere göre, 1998 Adana depremi
sonrasında bir süre ibadete kapatılarak
onarımdan geçirilen tarihi Hasanağa Camii’nin
girişindeki mermerin üzerinde bulunan Evliya
Çelebi’nin el yazısı bilgisizlik sonucunda
silinerek yok edilmiş. Bu yazının kapının
girişinde, sağ tarafta mermer üzerinde olduğu
söyleniyor. 30 Kasım 1949 tarihli Yeni
Mersin
gazetesinde Evliya Çelebi’nin camideki yazısıyla
ilgili haber çıktığını biliyoruz.
Evliya Çelebi, Melek Ahmet Paşa’nın maiyetinde
1671 yılında Adana’ya geliyor. Hasanağa
Camii’nin girişine "Melek Ahmet Paşalı Seyyah-ı
alem Evliya Çelebi ruhu için Allah rızasına
fatiha" yazmıştır. Evliya Çelebi’nin, bu
yazılarla ölümünden sonra da hatırlanmasını ve
ruhuna fatiha okunmasını istediği anlaşılıyor.
Adana’daki tarihî Hasan Ağa Camii’nde Evliya
Çelebi’nin imzasının bulunduğu yazıların yok
edilmesi üzüntü verici. Onarım hatasıyla yok
olan bu yazının benzerlerinin Bosna-Hersek;teki
Foça’da Alaca Cami ve Atik Ali Paşa Camii;nde,
Bulgaristan;da Köstendil’de İnceli Ahmet Zoğu
Camii;nde bulunduğunu biliyoruz.
En son araştırmacı-yazar Mehmet Tütüncü,
Karaman’da Boyalı Kadı Camii olarak da bilinen
Pir Ahmet Efendi Camii’nde Evliya Çelebi;nin
yazısını buldu.
Çekilmekte olan belgeselde bu yazıların
görüntülerine de yer vereceğiz." -EVLİYA ÇELEBİ
ABARTILMIŞ MI?- Akalın, bazı araştırmacıların
Evliya Çelebi’nin bazı yerlere hiç gitmediğini,
hayali geziler yaptığını ileri sürdüklerini de
belirterek, şöyle devam etti: "Örneğin,
Viyana’ya
yaptığı gezinin bir hayal ürünü olduğunu
söyleyenler vardı ama Evliya Çelebi,
Seyahatname;nin 7’inci cildinde çok ayrıntılı
bir biçimde Viyana’yı anlatıyor. Yakın bir
zamanda Viyana arşivlerinde bulunan bir belgede
1665 yılında Viyana;ya gelen Osmanlı
elçilik
heyetinde Evliya Efendi adında bir kişinin de
bulunduğu ortaya çıktı. Bütün bunlar Evliya
Çelebi;nin gezilerinin gerçek olduğunu ortaya
koyuyor.
Evliya Çelebi, Adana’ya da gelmiş, gezmiş, hatta
Adana’nın sıcağı ve bu sıcak karşısında
Adanalıların yaşantısı ile ilgili gözlemlerde
bulunmuştur.
Buraya geldiğinin bir başka işareti de Hasanağa
Camii;ndeki yazısıydı. Ünlü gezgin, bu yazıda
oymacılık sanatını göstermiş. Pek çok marifeti
olan on parmağında on marifeti bulunan bir
insandır Evliya Çelebi... Tarihimizde muhtemelen
böyle yetenekli başka gezginlerimiz de olmuştur
ama Evliya Çelebi’nin en önemli özelliği
gördüklerini, yaşadıklarını yazıya dökmesidir.
Seyahatname;si olmasaydı Evliya Çelebi’yi bu
kadar tanımayacaktık, belki de hiç
bilmeyecektik.
Akalın, Evliya Çelebi’nin son yıllarda değerinin
daha iyi anlaşıldığını,
Türkiye’de de
Kültür ve Turizm Bakanlığı,
Bahçeşehir Üniversitesi
MEDAM, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu
ve bağlı kuruluşları Atatürk Araştırma Merkezi,
Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu ve Atatürk
Kültür Merkezi olarak çok önemli çalışmalar
yapıldığını, Türkologların, tarihçilerin,
sosyologların ve pek çok bilim dalından
araştırmacının ünlü gezgini ve eserini tüm
yönleriyle araştırdığını sözlerine ekledi.
Radikal, 05.08.2011
|
TİEİON ANTİK KENTİNDE
'TOPLU MEZAR' BULUNDU
Zonguldak'ın Çaycuma ilçesine bağlı Filyos
beldesindeki Tieion antik kentinde süren kazı
çalışmalarında, veba salgınından ölen kişilere ait
olduğu tahmin edilen, üzeri kireçle örtülmüş,
içerisinde 4-5 kişinin yer aldığı toplu mezarlar
bulundu.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Zonguldak İl Özel
İdare Müdürlüğü tarafından desteklenen antik
kentteki kazılar, 28 işçi, 25 öğrenci ve 10 uzman
ile Roma dönemine ait tapınak ve Bizans kilisesinin
yanı sıra Roma dönemine ait 2 bin 500 kişilik antik
tiyatroda 5 Temmuz 2011'den itibaren sürüyor.
Karabük Üniversitesi Arkeoloji Bölümü ve Kazı Ekibi
Başkanı Prof.Dr. Sümer Atasoy AA muhabirine yaptığı
açıklamada, kilise ve tapınakta kazı çalışmalarına
ağırlık verdiklerini, kilisenin de etrafında çok
sayıda mezar bulduklarını söyledi.
Bizans döneminde veba salgını nedeniyle toplu
ölümlerin yaşandığını tahmin ettiklerini anlatan
Prof.Dr. Atasoy, şöyle konuştu: "Çocuğuna sarılmış
kadın ile hamile bir kadının da yer aldığı 4-5
kişinin bulunduğu mezarlar tespit ettik. Kadınların
iskeletlerini bulduk. Bizans döneminde veba
salgınından toplu ölümler yaşanmış. Ancak, yılını
tam olarak belirleyemedik. Çalışmamız devam ediyor.
Henüz açmadığımız çok sayıda mezar var. Tarihte
yaşanan bu tarz salgınlarda hayatını kaybedenler
acele şekilde toplu gömülerek üzerine kireç tabakası
örtülüyor. Üzerleri kireçle örtülmüş 6 ceset bulduk.
Daha da var, fakat onları kazmayarak gelecek yıla
bıraktık. Aynı mezarın içinde 4-5 ceset bulunuyor.
Toplu gömülmüş. Çünkü, salgın sırasında zaman yok,
bir an önce gömülüp üzerlerinin kireçle kapatılması
lazım."
Prof.Dr. Atasoy, veba salgınına yol açan farelerin
kıyı kentlerine genellikle gemilerle geldiğine
işaret ederek, "Filyos'taki kent de kıyıda kurulmuş.
Gemilerde buğday ve balık taşındığı için fareler de
liman liman dolaşıyor. Veba salgınını da kıyı
boyunca götürüyorlar. Salgının tam tarihi ve
etkilerinin ne olduğunu tespit edebilmek için
belgelere bakacağız. Eğer tespitlerde
bulunabilirsek, kent hayatında yol açtığı değişimler
hakkında fikir sahibi olabiliriz. Bizans
kaynaklarına konuyla ilgili bakacağız" dedi.
Mezarların arka kısmındaki tapınakta da kazı
yaptıklarına işaret eden Atasoy, "Tapınak
tahminimizden daha büyük boyutta. Bu da bölgenin
önemini ve zenginliğini gösteriyor. Burası zamanında
dini merkezmiş, hem kilisesi hem de tapınağı büyük
yapılmış" diye konuştu.
Antik tiyatronun sahne bölümündeki kazılarda ise bol
miktarda kırılmış heykel parçaları bulduklarını
anlatan Sümer Atasoy, sözlerine şöyle devam etti:
"Bronz heykel parmaklarına da rastladık. Mermer
heykelleri kırıp kireç olarak kullanmışlar.
Heykellere ait kol, ayak parmakları gibi parçalar
çıktı. Heykelleri eritip ham madde olarak
faydalanmışlar. Eritme işleminden kalmış parmaklara
da rastladık. Bu tarz parçalardan bol miktarda
çıkıyor. Ağustos ayının sonunda bu sezonun
kazılarını tamamlayacağız."
Prof.Dr. Atasoy, bulunan tarihi eserlerin saklandığı
depoda bir uzmanın tasnif işlerini yürüttüğüne
işaret ederek, "Kasalar dolusu çanak, tabak ve
çömleklerin tasnifi yapılıyor. Bunlar fotoğrafları
çekilerek çizimleri tamamlanıp yayına hazırlanıyor.
Eserlerden ticaret yapılan ülkeleri anlayacağız"
diye konuştu.
-TİEİON ANTİK KENTİ-
Zonguldak'ın kuzeydoğusunda sahil kenti Filyos'taki
Tieion Antik Kenti, Tios adlı rahibin öderliğindeki
Miletos kolonisince kurulmuş. Tarih boyunca
Herakleia Pontika (Ereğli) ve Amastris'in (Amasra)
gölgesinde kalan kent, çeşitli krallıklara bağlı
varlığını sürdürmüş.
Romalılar tarafından yıkılıp yağma edilen kent, daha
sonra yeniden inşa edilerek Roma eyaletlerine bağlı
ticaret ve balıkçı bölgesi olarak varlığına devam
etmiş. Bölge, sonraki dönemlerde balıkçı kasabasına
dönüşmüş.
19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yabancı
araştırmacılar ve seyyahlarca araştırmalar yapılan
antik kentte, 2006'da başlatılan kazı çalışmalarının
Karadeniz ve Küçük Asya tarihiyle arkeolojisine ışık
tutması bekleniyor.
Türkiye Gazetesi, 05.08.2011
|
MÜZE DENETİMİNDE 'GİZLİ
ZİYARETÇİ' DÖNEMİ
Tarih ile kültürün
buluştuğu, kentlerin kalbi olan müzeler, artık
'gizli ziyaretçiler' tarafından denetlenecek.
Gizli
ziyaretçiler, müzelere normal bir vatandaş
gibi girecek, bilet alacak, alanı gezecek,
müzenin kafeteryasında dinlenip kahve içecek
ve hatta mağazada alışveriş bile yapacak.
Tüm bunları yaparken de müzeye adım attığı
andan itibaren gişe görevlisinden
başlayarak, muhatap olduğu-olmadığı her
kademeden çalışanın davranışlarını, çalışma
biçimini Kültür ve Turizm Bakanlığı'na rapor
etmek üzere not edecek. Konuyla ilgili bilgi
veren Kültür ve Turizm Bakanlığı Döner
Sermaye İşletmesi Merkez (DÖSİM) Müdürü
Murat Usta, gizli ziyaretçilerin aralarında
Ayasofya, Topkapı ve Efes'in de bulunduğu
önemli müze ve ören yerleri bu ay itibarıyla
gözetlemeye başlayacağını söylüyor.
Müzelerin girişinden çıkışına kadar hizmet
veren her bir personelden memnuniyet
derecesini ölçmek, var olan eksiklikleri
tespit etmek amacıyla bu çalışmayı
başlattıklarını belirten Usta, "Yıl boyunca
müze ve bakanlığın Geleneksel El Sanatları
Mağazaları (GES) bu şekilde denetlenecek.
Denetimler raporlar halinde bakanlığa
sunulacak. Böylelikle sorunlara çözümler
üretilmiş olacak." şeklinde konuşuyor. DÖSİM
Müdürü Murat Usta, işin içinde bulunanların
çoğu zaman eksiklikleri göremediğini
kaydediyor. Bu nedenle ziyaretçilerden gelen
şikâyetlerin çoğu zaman profesyonelce
çözümlenemediğine işaret eden Usta,
"Denetimle birlikte kaçak giriş yapılıp
yapılmadığının kontrol edilmesi mümkün
olacak. Yeni denetim yöntemi ile daha iyi
sonuçlar alacağımıza inanıyorum." diyor.
Usta, gizli ziyaretçilerin büyük müzelere
her hafta, küçük müzelere ise daha az
sıklıkta giderek denetimleri
gerçekleştireceğini ifade ediyor.
Zaman Haber: Aslıhan
Aydın, 05.08.2011
|
|
ANTİK KENTTE BİN 200 YILLIK RAHİP EVİ BULUNDU
Muğla'nın Yatağan İlçesi Turgut Beldesinde bulunan 3 bin yıllık Lagina antik kentinde yürütülen kazı çalışmalarında bin 200 yıllık rahip evi bulundu. Lagina Kazı Başkanı Prof.Dr. Ahmet Tırpan, gazetecilere yaptığı açıklamada, büyük bir titizlikle yürütülen çalışmalarda eserleri gün yüzüne çıkardıklarını söyledi. Kazı Başkanı Tırpan, 40 öğrenci, 13 işçi, 7 teknik heyetle çalışmaları yürüttüklerini belirterek, " Almanya'dan gelen 4 mimar da burada bir ay sürecek çalışma yapacak. Kazılar genel olarak tapınak etrafında yoğunlaşmış durumda. Tapınak etrafında Agora denilen yaklaşık 20 adet dükkanı teker teker gün yüzüne çıkarıyoruz" dedi.
Yapılan kazılarda Bin 200 yıllık Rahip evinin gün yüzüne çıkarıldığına işaret eden Tırpan, "Bu ev, yazıtlardan anlaşıldığına göre başrahip Menestes'in evi. Bu alanda çalışmalarımız sürecek. Alman meslektaşlarımız da burada tüm mimari eserleri teker teker çizip eksikler var ise tamamlanması için yerini belirleyecek" diye konuştu.
Öte yandan, Yatağan kaymakamı Hasan Tanrıseven beraberinde İlçeye yeni atanan Cumhuriyet Başsavcısı Soner Gül, Hakim İbrahim Alper Bilgin, Jandarma Komutanı Göksel Söylemez ile birlikte Lagina ve Stratonikeia antik kentlerini gezerek çalışmalar hakkında bilgi aldı.
Türkiye Gazetesi, 04.08.2011
|
HACILAR HÖYÜĞÜ'NDE İNSAN
KAFATASI BULUNDU
Burdur’da
Hacılar Höyüğü’nde 50 yıl aradan sonra yeniden
başlatılan arkeolojik kazılarda, insan
kafatası ve
kemikten yapılan aletler bulundu.
Burdur’da Hacılar
Höyüğü’nde 1957- 1961 yılları arasında İngiliz bilim
adamı James Mellaart tarafından başlatılan kazılar,
50 yıl aradan sonra 29 Temmuz’da yeniden başladı.
İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü
Protohistorya ve Ön
Asya Arkeolojisi
Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Gülsün Umurtak
başkanlığında yürütülen kazılarda, çanak, çömlek,
mühür, taş, kemikten yapılmış aletler ve insan
kafatası bulundu.
Çalışmalar hakkında
bilgi veren kazı başkanı Prof.Dr. Umurtak, Burdur
bölgesinde ilk tarih öncesi arkeoloji çalışmalarını
1957 yılında İngiliz bilim adamı James Mellaart’ın
başlattığını belirtti.
Höyüğün geniş kısmında
iki
sondaj bulunduğunu
kaydeden Prof.Dr. Gülsün Umurtak, çalışmaların
yaklaşık 30 metre uzunluğundaki bir alanda devam
ettiğine dikkati çekti.
İlk olarak MÖ 3 bin
yılına ait ’Tunç Çağı’ dönemin mimarlık tabakalarına
ulaşıldığını kaydeden Prof.Dr. Umurtak, "Şu ana
kadar yapılan kazılarda çanak, çömlek, mühür, taş ve
kemik aletler ve insan kafatası bulduk. İlk hafta
için ilginç sonuçlara ulaştık. Kazı sonunda Burdur
Arkeoloji Müzesi’ne güzel eserler kazandıracağımızı
düşünüyoruz. Kazıların,
Türkiye
arkeolojisine önemli katkılar sağlayacak" diye
konuştu.
Hacılar Höyüğü’ndeki
kazılar, 15 Eylül’e kadar devam edecek.
Milliyet, Haber: Onur
Özkan 05.08.2011
|
VAN'DA 'KENT ESTETİĞİ KURULU' KURULDU
Van Belediye Meclisi'nin aldığı
kararla kurulan Kent Estetiği Kurulu'nun, mücavir
alan sınırları içerisindeki alanlarda kaliteli bir
mimari ve fiziksel çevrenin elde edilmesinin
sağlanması amacıyla nitelikli mimarinin
uygulanmasını ve estetik çözümlere ulaşılmasını
sağlamaya çalışacağı belirtildi.
Van Belediye Meclisi Ağustos ayı toplantısı sürüyor.
Toplantının bugünkü oturumunda Kent Estetik
Kurulu'nun kurulması oy birliği kabul edildi. Bu
kararla Van'da ilk kez kentin görünümünü
değiştirmeyi hedefleyen bir kurulun kurulmasına
karar verilmiş oldu. Kent Estetik Kurulu, kentin
görüntüsünü bozan yapıların denetimi, yeniden
dizaynı, boyanması ve şekillendirilmesi gibi daha
birçok konuda yetkili olacak. Aynı oturumda Kent
Estetik Kurulu üyelikleri için seçim de yapıldı.
Yapılan seçim sonunda Cahit Bozbay, Nejla Bakır ve
Murat Türkoğlu üyeliklere seçildi.
Kent Estetik Kurulu belediyeden seçilen üç üyenin
yanı sıra Mimarlar Odası, Kent Konseyi, Harita
Mühendislere Odası, Peyzaj Mimarları gibi sivil
kuruluşlardan da seçilecek toplam 17 kişi ile görev
yapacak.
Evrensel,04.08.2011
|
OSMANLI DÖNEMİNE AİT
SİKKELER BULUNDU
İstanbul Üniversitesi
(İÜ) Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Asnu
Bilban Yalçın başkanlığında, İstanbul'un tek antik
kalesi olan Yoros Kalesi'nde sürdürülen kazı
çalışmalarında gündelik yaşamla ilgili, seramik,
keramik, su ve yemek kapları, pipo lüleleri,
lazımlık ile Osmanlı dönemine ait sikkeler bulundu.
Kazı ekibi başkanı
Yalçın, İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet
Emre Bilgili ve Beykoz Belediye Başkanı Yücel
Çelikbilek ile Yoros Kalesi kazı alanında yapılan
çalışmalar hakkında, basına bilgi verdi.
Yalçın, Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın izni, İÜ'nün önderliği ve Bakanlar
Kurulu kararı ile yürütülen kazı çalışmalarının
önemine değinerek, ''Kalenin tarihini ortaya
çıkarmak, yaşatmak ve gereken tüm sağlamlaştırma ve
konservasyon çalışmalarını yapmak için buradayız''
dedi.
Yunan ve Roma
dönemlerinde, ''Hieron (kutsal alan)'' adını taşıyan
bu bölgede, Zeus adına bir tapınak bulunduğunu
söyleyen Yalçın, antik dünya insanı için bilinmeyen
bir deniz olan Karadeniz'e açılacak gemilerin son
uğrak yerinin, Yoros Kalesi olduğunu ifade etti.
Yalçın, şunları söyledi:
''Dolayısıyla, buradan
tanrılara en iyi şekilde adak verip denize
açılıyorlar. Sağ salim gidip dönmek için. Yüzyıllar
boyunca burası önemini korumuş kutsal alan diye.
Siyasi açıdan da çok önemli. Herkes buraya sahip
olmak istemiş. Ticari açıdan da çok önemli bir yer
olmuş. Hieron antik dönemde, bütün deniz
yollarındaki mesafelerin alındığı yer olmuş. Eskiden
limanların uzaklığı Hieron'a göre hesaplanırmış. Tüm
antik kaynaklarda ismi geçen bu yer, Orta Çağ'da bir
gümrük yeri olarak karşımıza çıkıyor. Karadeniz'den
gelen gemilerin gümrük vergilerinin toplandığı yer
olduğunu görüyoruz.''
14. yüzyılda Osmanlı
himayesine giren Yoros Kalesi'nin, uzun yıllar
garnizon olarak kullanıldığını ifade eden Yalçın,
birçok gezgin ve yazarın da bundan bahsettiğini,
1800'lü yılların başlarına kadar burada 20 haneli
bir köyün olduğunu, bir cami ile bir hamam
bulunduğunu ve bir grup yeniçerinin burada
yaşadığını anlattı.
Bu kazıların, buradaki
yaşamı ve kalenin yapılış tarihçesini ortaya çıkarma
amacını taşıdığını belirten Yalçın, ikinci aşamada
da kalenin konservasyonu ve günümüze daha sağlam bir
şekilde gelebilmesini sağlayacak tüm tedbirlerin
alınması amacıyla çalışma yapılacağını kaydetti.
Yalçın, buradaki
kazılarda ortaya çıkarılanların, çoğunlukla buradaki
askerlerin yaşamlarına dair çok sayıda seramik ve
keramik kaplar, lazımlık, su içilen ve yemek yenilen
kaplar, askerlerin sıkça kullandığı pipo lüleleri,
Osmanlı dönemine ait sikkelerin ve günlük yaşam
alanları olduğunu belirtti.
İstanbul Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Emre Bilgili
de İstanbul'un kültürel mirasının potansiyelinin çok
yüksek olduğunu, ancak değerlendirilemediğini ifade
ederek, ''Bu bir realite, bir tespit. Tabii ki, bu
tespit işimize bakmamızı gerektirecek'' dedi.
Bu alanda, Kültür Ve
Turizm Bakanlığı'nın izni ile 2 yıldır kazı
çalışması yapıldığını belirten Bilgili, ''Kazı uzun
vadeli bir iştir. Bir dönemde bitmez. Ama kazı bir
gerekçedir. Dikkatleri çekmektir. Bugünkü basın
toplantısı da bunun için yapılıyor. Burası
kamuoyunun gündemine gelsin ki, burayı daha ileri
noktalara götürebilelim. Buranın kültürel
potansiyeli çok yüksek. İstanbul çok ciddi bir
turizm destinasyonu haline gelebilir. Hem kültürel
miras olarak buranın değerlendirilmesi hem ortaya
çıkan objelerin, hem de çevre olarak
değerlendirilmesi açısından ciddi bir proje arayışı
içerisinde olacağız'' şeklinde konuştu.
Beykoz Belediye Başkanı
Yücel Çelikbilek de Beykoz'da koca bir tarih
yattığını ama bu tarihi şu ana kadar kamuoyuna veya
dünyadaki tarihe meraklı insanlara sunamadıklarını
söyledi.
Çelikbilek, buraların
çok özel yerler olduğunu, istenilse de buraların
kurulamayacağını ve yenisini yapma şansının hiç
olmadığını belirterek, ''Buralar yüz yıllar önce
yapılmış, bizlere kadar gelmiş mirastır. Böyle bir
mirasa sahip olmak Beykoz için büyük bir şans.
Beykoz, Asya'nın Avrupa'ya bakan yüzü. Beykoz'un bu
şekliyle dünyaya tanıtılması gerekiyor. İnanıyorum
ki, buralar daha da güzelleşecek'' diye konuştu.
Bu arada, kazı
çalışmalarının 20 kişilik bir ekiple yürütüldüğü
bildirildi.
KALENİN TARİHÇESİ
Anadolu Kavağı'nda bulunan Yoros Kalesi, Karadeniz
ile Marmara Denizi arasındaki geçiş noktasında yer
alıyor. İstanbul'un bu tek Bizans kalesi, Antik
Çağda ''Tanrıların Dağı ve Kutsal Dağ'' anlamlarına
gelen Hieron bölgesinde bulunmakta. ''Yoros'' ismi
1371'de Yıldırım Beyazıd'ın kaleyi fethetmesinin
ardından Türkler tarafından da kullanılmaya
başlanmış. Garnizon olması amacıyla yapılan kale,
gümrük kontrollerinin yapılmasını sağlamasının yanı
sıra, İstanbul'a yönelik Karadeniz;den gelebilecek
saldırıları da önleme görevini uzun yıllar
üstlenmiş. Hatta bu nedenle karşı kıyıya yapılan bir
başka kale ile Yoros Kalesi arasına boğaz geçişini
kapatmak için zincir bile çekilmiş.
Genellikle Cenevizliler
tarafından yapıldığı sanılan kalenin tarihi
kaynaklara göre, 12. yüzyıl Bizans dönemine kadar
uzanmakta. Antik kayıtlarda denizcilerinin
rüzgarlardan yararlanmak ve fırtınalara karşı
gemilerini koruyabilmek için tanrılara adak
sundukları Roma dönemine ait bir tapınağın bu
bölgedeki varlığından bahsedilmesi de bölgenin
tarihini daha da erkeneçekmekte.
Akşam, 04.08.2011
|
19. YÜZYIL GÖRÜNÜMLÜ
2011 MODEL HAN
Sivas kültüründe ve
sosyal hayatında önemli bir yere sahip olan eserler
arasında bulunan Çorapçı Hanı'nda restorasyon
çalışmaları devam ediyor.
Sivas'ın ticari tarihinde önemli bir yere sahip olan
19. yüzyıl yapımı Çorapçı Hanı, yıllarca kaderine
terk edildikten sonra 2010 Mayıs ayında Sivas
Belediyesi tarafından restorasyona alınmış, ilk
başta nerdeyse tamamen yıkılmıştı. Tarihi hanı yıkan
belediye yerine yine eski görünümlü 2011 model bir
han yapıyor.
Hanın restorasyonu için belediye tarafından açılan
ihaleyi belediyenin iştiraki olan Özbelsan AŞ,
restorasyon yeterliliği olmadığı için taşeron firma
kullanarak almıştı.
Tarihi hanı restore yapmak için giren taşeron firma,
konağı tadil etmek yerine yıkınca olaya Koruma
Uygulama Denitim Bürosu (KUDEB) el koymuş, firmanın
restorasyonu 2863 sayılı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kanunu'nda belirtilen teknik
kurallara uygun yapmadığı tespit edilmişti.
Restorasyon alanında incelemelerde bulunan
yetkililer, han binasının temeline kadar yıkılarak
restorasyondan çıkarılıp yeni inşaat alanına
dönüştürüldüğünü tespit etmiş, yapılan inceleme
sonunda restorasyonun durdurulmasına karar
verilmişti.
KUDEB heyeti, restorasyonu durdurma raporuna ayrıca
restorasyonda Horasan harcı yerine çimento harcı
kullanıldığını ve kerpiçlerin sökülüp atıldığını
yazmış, rapor, Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu'na gönderilmişti. Sivas Belediyesi'nin
acemiliğini kabul ettiği projede çeşitli
değişiklikler yapılarak çalışmalara yeniden
başlanmıştı.
Bir süredir devam eden çalışmaları yerinde inceleyen
Sivas Belediye Başkanı Doğan Ürgüp, çalışmaları yıl
sonuna kadar tamamlayarak, Çorapçı Hanını,
İhramcızade İsmail Hakkı Toprak Kültür Merkezi
olarak hizmete sunacaklarını söyledi.
Çalışmalar hakkında bigiler veren Başkan Ürgüp,
“Benden önceki Başkanımız zamanında Çorapçı Hanı bir
bedel karşılığı satın alınmış. Biz göreve geldikten
sonra baktık ki, han oldukça sıkıntılı. Tarihi
Kentler Birliğinden almış olduğumuz teşvik ve
krediyle birlikte projesini Metin Keskin'e
çizdirdik.
Daha sonra proje gereği tadilat yaptırdık ve
restorasyona başladık. Gelinen noktada Çorapçı
Hanının Sivas için önemi çok fazladır. Yaklaşık 1870
yıllarında yapılan altında 14 tane odası, üst
katında 11 oda olmakla birlikte 25 oda veya 25
dükkanla müteşekkil bir handır.
Sivas için burasının önemi tarihi eser olmakla
birlikte, onun da ötesinde İhramcızade İsmail Hakkı
Toprak'ın bir dönem burada kalmış olmasıdır.
Sivas'tan ve Türkiye'nin her tarafından gelen
kendisini seven insanlarla burada bir araya gelmiş
ve onunla sohbet yapma imkanı bulmuşlardır.
İhramcızade Hazretlerinin 40. vefat yıl dönümünde
yapmış olduğumuz panelde bize talepler oldu. Sivas
Belediyesi olarak biz de, restorasyonu
tamamlandıktan sonra burayı “İhramcızade Kültür
Merkezi” olarak hayata geçireceğiz” dedi.
Sivas Belediyesi olarak Çorapçı Hanı'nın çevresinde
de bir takım düzenlemeler yapılacağını kaydeden
Başkan Ürgüp, bu çerçevede vakıflara ait dükkanların
takas yoluyla alınarak, Hanın çevresinin açılacağını
ifade etti.
Konuyla ilgili gerekli tebligatların yapıldığını
bildiren Başkan Ürgüp, çalışmaların tamamlanmasıyla
birlikte, Sivas'a Çorapçı Hanı çevresinde yeni bir
meydan kazandırılacağını söyledi.
Sivas Hürdoğan,
04.08.2011
|
NANO TEKNOLOJİYLE
KORUNACAK
Dalyan'da bulunan ve 3
bin yıllık tarihi geçmişi olduğu bildirilen Kaunos
antik kentinde kazı çalışmalarına başlandı.
Kaunos kazı çalışmaları
ekibinde görev alan Arkeolog Erkan Kart, AA
Muhabirine yaptığı açıklamada, 3 bin yıllık tarihi
geçmişi olan Kaunos antik kentinde, 1966 yılında
başlayan arkeolojik araştırmalar ve kazı
çalışmalarının Prof.Dr. Cengiz Işık başkanlığında,
farklı bilim dallarından oluşan yaklaşık 40 kişilik
ekip ve teknik personel tarafından sürdürüldüğünü
söyledi.
Bu yılki kazı
çalışmalarının önemli bir bölümünü, Roma döneminin
ticari faaliyetlerinin gerçekleştirildiği Bazilika,
Hamam, Agora ve Demeter Kutsal alanın oluşturduğunu
belirten Kart, ''Bazilika'', Roma döneminde hem
alışveriş alanı hem de hukuki, ticari ve adli yargı
organlarının işlem gördüğü bina olarak biliniyor.
Diğer taraftan kaya mezarlarını koruma projesi de
Eylül ayında hayata geçirilmeye başlanacak''dedi.
Erkan Kart,
''çalışmaların, öngörülen program çerçevesinde
Bazilika, Hamam, Agora ve Demeter Kutsal
Tapınağı'ndan oluştuğunu ifade ederek, ''Kazı
çalışmaları, konservasyon, restorasyon, arkeolojik
park çalışmaları ve alan düzenlemeleri gibi farklı
çalışma alanlarında gerçekleştiriliyor. Bundan sonra
buranın çizimini yaparak hem restorasyon hem de kazı
çalışmalarımızı nasıl yönlendireceğimizi
belirleyeceğiz''diye bildirdi.
2 bin 400 yıllık kaya mezarlarının ''nano
teknoloji'' kullanılarak koruma altına alınması
amacıyla Kaunos Antik Kenti Kazı Başkanı Prof.Dr.
Cengiz Işık tarafından TÜBİTAK'a sunulan projenin
kabul edildiğini anlatan Kart, şunları söyledi:
''Kaunos kazı
çalışmalarının dışında büyük bir projeye daha
başlayacağız. Kaya mezarlarını güneş, yağmur ve
diğer doğa olaylarının verdiği zararları minimuma
indirmek amacıyla bir çalışma yapılacak. Kaya
mezarlarını koruma projesi kapsamındaki projemizi
TÜBİTAK değerlendirdi ve kabul gördü. Kazı Başkanı
Prof.Dr. Cengiz Işık hocamızın, daha önceki yıllarda
hazırlamış olduğu raporlar dahilinde konservasyonlar
sağlanacak. Bu çalışmalar Eylül ayında başlayacak,
üç yıllık alt çalışma ve hazırlık oluşturulacak.
Burada yürütülecek olan çalışmalar yaklaşık 10 yıl
sürecek.''
Akşam, 04.08.2011
|
BERGAMA'DA RESTORASYON
ÇALIŞMALARI DEVAM EDİYOR
Bergama Belediyesi,
kentin eski mahallelerindeki yapıları restore
ederek, günümüz turizmine kazandırmaya devam ediyor.
Dört yeni restorasyon çalışması için İzmir
Valiliği'ne müracaat eden Bergama Belediyesi, katkı
payı almaya hak kazandı.
14 Eylül İlköğretim
Okulu Bahçesi’ndeki Papaz Evi denilen eski yapı,
restorasyon çalışması tamamlanan ve yakında
faaliyete başlayacak olan Eski Gazipaşa Okulu
yanındaki bina, yine restorasyon çalışması
tamamlanan Havra Binası’nın yanındaki bina ve
restorasyon çalışmaları devam eden Kapalı Çarşı
çevresindeki dükkanlar İzmir Valiliği’nin
sağlayacağı katkı payı ile Bergama Belediyesi’nce
restore edilecek. Böylece Bergama’daki pek çok
tarihi yapının restorasyonu tamamlanmış olacak ve
Bergama eski otantik görünümüne biraz daha
yaklaşacak.
İzmir
Valiliği, Bergama’dan toplanan emlak vergilerinin %
10’unu, Taşınmaz Kültür Varlıkları’nın Korunmasına
Ait Katkı Payı’na dair yönetmelik kapmasında
restorasyon çalışmaları için Belediye'ye ödüyor.
Bergama’nın bu payı alabilmesi için Belediye’nin
hazırlıklar yapıp, valiliğe müracaatta bulunması
gerekiyor. Bergama Belediyesi anılan dört yer için
çalışmalarını tamamladı ve valiliğe katkı payı için
müracaat etti. Valilik Bergama Belediyesi’nin
restorasyon çalışmalarını uygun bularak, katkı payı
vermeyi kabul etti.
Restorasyon
çalışmalarına önem verdiklerini belirten Bergama
Belediye Başkanı Mehmet Gönenç; “ Tamamladığımız ve
yapımı süren restorasyon çalışmalarımıza önümüzdeki
günlerde yenileri eklenecek. Eski ve bazıları viran
hale gelmiş yapılarımızı restore ederek, Bergama’nın
görünümünü yenilemeyi amaçlıyoruz. Şehrimize gelen
yerli ve yabancı turistlerin tarihi yapısına uygun
bir Bergama görmelerini istiyoruz” dedi. Gönenç,
yeni yapılacak çalışmalarla ilgili de şu açıklamayı
yaptı: “14 Eylül İlköğretim Okulu Bahçesi’ndeki
Papaz Evi olarak anılan eski yapıyı restore
edeceğiz. Restorasyon çalışmaları tamamlanan ve
yakında butik otel olarak hizmet verecek olan
Gazipaşa Okulu’nun yanında Belediye olarak
kamulaştırdığımız binaları restore ederek, butik
otelimizi genişleteceğiz ve yatak kapasitesini
arttıracağız. Yine, restorasyonu tamamlanan
Havra’nın yanındaki binaları kamulaştırdık ve
restore ederek, Havra ile birlikte kültürel tesis
olarak hizmete açacağız. Onarım çalışması
tamamlanmak üzere olan Kapalı Çarşı’nın çevresindeki
dükkanları da restore ederek, bu bölgenin
canlanmasını ve otantik görünümlü dükkanlarıyla
turizme hizmet etmesini sağlayacağız. Bergama
turizminin daha da gelişmesi için butik otelciliği
çok önemsiyoruz. Kale Mahallesi’ndeki butik otel
sayısının artması, Bergama’da turizmin daha da
büyümesini sağlayacaktır. Bu açıdan restorasyon
çalışmalarına oldukça önem veriyoruz.”
Kuzey Ege, 04.08.2011
|
500 YILLIK EŞYALARI
MERCEK ALTINDA
Bursa'da, Muhammed
Üftade Hazretlerinin Uludağ'ın eteklerindeki
tekkesinde bulunan sandıklardan çıkarılan, zamanla
yıpranmış, parçalanmış 64 parça özel eşyası, Bursa
Büyükşehir Belediyesinin öncülüğünde konusunda uzman
ekip tarafından titiz bir çalışmayla eski haline
dönüştürülüyor.
Hazreti Muhammed'in
Hırka-i Şerif'inin restorasyon ve konservasyon
çalışmalarında da görev alan Tekstil Tasarım
Restorasyon ve Konservasyon Uzmanı Levent İnan
başkanlığında, sanat tarihçisi Hülya Demirhan ve
ressam Esra Çetin tarafından yürütülen çalışma
kapsamında, kayıtlı 64 parça eşyanın envanterinin
100'ü bulabileceği bildirildi.
Merinos Atatürk Kongre
ve Kültür Merkezi'ndeki iki atölyede çalışmalarını
sürdüren Levent İnan, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, burada yapılan çalışmanın, konservasyon
laboratuvarı şeklinde oluşturulmuş bir mekanda
taşınabilir kültür varlığı niteliğinde olan Üftade
Hazretlerinin özel ve tekke eşyalarının restorasyonu
ve konservasyonu işini kapsadığını söyledi.
İnan, tekstil ve diğer
malzemelerden ya da karışık malzemelerden yapılmış
envantere kayıtlı 64 parça eşyayı ele aldıklarını
belirterek, şunları kaydetti:
''İki tane de içinden
daha hiç eşya çıkarılmamış sandıkla karşılaştık. Bu
sandıklar içinde, örneğin kaftan gayri ihtiyarı
katlanmış. Tekstillerin uzun süre böyle katlı
durması istenmeyen bir durum. Biz burada artık
yıpranmış, parçalanmaya başlamış, havasız kalmış,
değişik zararlarla hasar görmüş malzemeleri tekrar
eski halene getirebileceğimiz bir laboratuvar
ortamında bulunuyoruz. Yaptığımız ilk iş, bu dijital
olarak eserlerin fotoğraflarını çekmek videolarını
almak, daha sonra en önemli işlem ki bu özel bir
durumdur, rölevelerini almak. Üzerine asetat
yaydıktan sonra, örneğin kaftanın bütün detaylarının
çizimlerini yapıyoruz. Çizimlerde, parçalanmış,
yıpranmış, dikiş olan, tamam olan kısımlar çizimler
üzerinde detaylandırılıyor ve arşivlenecek şekilde
depoluyoruz. Bundan sonra da eserlerin
kondisyonlarına bakmak ve dijital mikroskopla
üzerinde etüt etmek işi var. Doğal yöntemlerle
çalışırsanız eser kendisine nasıl davranılacağının
kopyalarını zaten veriyor.''
Bu eşyaların ömrünün bir
gün nihayetleneceğini ifade eden İnan, ''Bizim
amacımız, bunun dünya müze kurallarında
olabildiğince ömrünü uzatmak, doğru şartlarda
sunumunu ve saklanmasını sağlamak. Biz bu çalışmayla
eserleri gün yüzüne çıkarıyoruz ve sağlıklı hale
getiriyoruz, fakat esas iş ondan sonra başlıyor.
Müze ortamında doğru vitrinlerde sergilenmeli, doğru
nem, ışık, ısı ve nemde saklanmalı'' dedi.
İnan, sandıklardan
çıkarılanlar arasında, Üftade Hazretlerine ait
kaftanlar, takunyalar, makam asaları, kılıçlar
bulunduğunu belirerek, ''Aziz Mahmud Hüdayi
öğrenciliğini yapmış Üftade Hazretlerinin, celvetiye
tarikatı da zaten ciğer taşımakla ilgili olan ciğer
satarak geçimini sağlayan, hatta yokluklara
kendisini adayan varlıklardan uzaklaşmış bir
tarikat. Tamamen kendini tasavvufa vermiş Allah
yolunda ilerlemeye çalışan bir tarikat ve bilinç.
Eşyalarında da zaten bir süsleme bulamayacaksınız,
her şey işe yarar, işlevsel'' diye konuştu.
Envantere kayıtlı olarak
64 parça eşya üzerinde çalıştıklarını anlatan İnan,
sayının azalmadığını, arttığını ve 100'ü
bulabileceğini tahmin ettiğini bildirdi.
İnan, sandıkta hatalı saklanan eserlerden birisinin
de ''Kabe örtüsü'' olduğunu belirterek, şu bilgileri
verdi:
''Sandık içinde siyah
parçalar vardı. Doğru bir şekilde katlanmamış ya da
bozulmuş bu yapıları iyice incelendiğimizde, bir
Kabe örtüsü olduğunu fark ettik. Kabe örtüsü,
boyayarak ya da işleyerek dokumadan yazıların
yazıldığı yüzde 100 ipekten bir örtüdür. Bu Kabe
örtüleri, her sene Ramazan ayının arifesinde, yenisi
İstanbulda dokunur, Sure Alayları'yla Mekke ve
Medine'ye gönderilir, Kabe'nin üzerindeki eski örtü
kaldırılır, yenisi üzerine örtülür. Bu Kanuni
döneminden beri böyle, halifelik Yavuz Sultan Selim
ile geçtiğinden beri Osmanlı bu konuya çok önem
vermiş ve her türlü yardımı yapmış. Hatta Kanuni, 3
tane köyün vakfiyesini Kabe'nin bu tip kumaşlarının
yapımına harcamış. Bu kadar önem veriyor... Yazılı
bir kumaş bu. Sanat tarihi açısından çok önemli, ama
aynı zamanda dini açıdan da önemi var. Sonuçta
Kabe'nin üzerini süslemiş, bir yıl üzerinde kalmış
bir örtü. Bu tip malzemeler, önce halka
dağıtılacaksa dağıtılır, bazen saraya gönderilir,
bazen din büyüklerine, tekkelere gönderilir. Bu da
tekkelere gönderilmiş tekstil malzemelerinden
biri.''
Şu ana kadar envantere kayıtlı 64 parçadan müdahale
etmedikleri hiçbir eser olmadığını belirterek, şu
bilgileri verdi:
''Belli bir program
dahlinde hepsini kaldırmaya çalışıyoruz. Belli bir
zaman sınırlamamız var haliyle. Gerçi konservasyon
ve restorasyonda pek fazla zaman koymamak lazım.
Çünkü zamanı eser koyuyor. Ama aşağı yukarı 5-6 ay
içinde işi tamamlayacağımızı öngörüyoruz bir aksilik
çıkmazsa. Ama yüzde 70-80'ini kesinlikle tamamlarız.
Bu da bir sergiyi sağlayabilmek, olayı anlatabilmek
için yeterli bir malzeme.''
Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe de
Bursa'nın hızla yaşayan canlı bir tarih kentine
dönüştüğünü, müze kent olma yolunda hızlı gelişme
gösterdiğini söyledi.
Altepe, bu çerçevede
kente damgasını vuran şahsiyetlerle ilgili
çalışmaları da sürdürdüklerini vurgulayarak, şunları
kaydetti:
''Bursa'mız bir
evliyalar şehri ve manevi odağı olan şahsiyetler
var. Bunların başta gelenlerinden biri de Üftade
Hazretleri ve en fazla ziyaret edilen yerlerin
başında geliyor, en önemli ziyaretgahlardan biri.
Bizler de Üftade Hazretlerinin daha yakından
tanınmasıyla ilgili çalışmalarımızı başlatmıştık. Şu
anda onun kendi türbesi Pınarbaşı Yerkapı bölgesi.
Bir de onun dergahı var Uludağ eteklerinde Molla
Fenari'de, o dergahı restore ediliyor Büyükşehir
Belediyesi tarafından ve yanındaki cami de restore
ediliyor. Bir yandan da orada kıyıda köşede gelip
geçenlere gösterilen sandıkların içinde eşyaları
vardı. Unutulmuş, ihmal edilmiş, sandıkların içinde
çürümüş, paçavraya dönmüş, parçalanmış, bunlar tek
tek çıkarılıyor, ele alınıyor, ütüleniyor, üstündeki
motifleri, desenleri, röleveleri çıkarılıyor. Bir
yandan buhar verilerek, çanlandırılarak destekleyici
malzemelerle tekrar ortaya konuluyor. Burada Üftade
Hazretlerinin her eşyası var. Kaftanı da var, iç
gömleği, fistanı, pantolonu, sırıkları, şapkasından
külahına kadar her eşyası var. Bu kültür, dergah,
yaşam tarzı da halka tanıtılacak. Dergahta gelişi
güzel tanıtılan, son yıllarda harap olan eserler, bu
çalışmalarla canlandırılarak müze şeklinde dergahta
bu eşyalar yeniden sergilenecek. Hem şahsiyetlere
hem kültürümüze ve Bursa'mıza kazandırılacak.
Restorasyonlar yıl sonuna doğru tamamlanacak,
yaklaşık 6 ayda toparlanacak.''
Recep Altepe, Üftade
Hazretleri gibi manevi şahsiyetleri tüm dünyanın
bildiğini ifade ederek, bu şahsiyetlere ait
mekanların büyük ilgi gördüğünü, tanıtımların
sistemli bir müze şeklinde yapılması halinde, inanç
turizmine de katkı sağlayacağını ve ziyaretçi
sayısını artıracağını sözlerine ekledi.
Akşam, 04.08.2011
|
SİVAS'TA 'TARİHİ DOKU'
YENİDEN GÜNDEMDE
Geçtiğimiz yıllarda
Sivas'ta birçok kez gündeme gelen ve tartışma konusu
olan tarihi dokuyu bozma olayı yeniden gündeme
geldi. Çifte Minare'nin arkasında bulunan
kalıntıları çay bahçesi yapmak isteyen girişimci de
tarihi doku olayına takıldı.
Kitabesine göre, 1271 yılında İlhanlı Veziri Sahip
Şemsettin Mehmed Cüveyni tarafından yaptırılan Çifte
Minareli Medrese'nin onarılması için başlatılan
çalışmalar tamamlandı. Restorasyon çalışmaları
kapsamında tarihi medresenin minareleri ve dış
yüzeyi temizlenirken, zemini de güçlendirildi.
Medresenin arka kısmındaki kalıntılar ortaya
çıkarılarak, bu çalışmayla eserin temel kalıntıları
da yükseltildi.
Alınan bilgilere göre minarelerin arka kısmında
kalan harabe duvarların yükseltildiği ve yenilendiği
alanı Vakıflar Bölge Müdürlüğü çay bahçesi yapılmak
üzere ihale yoluyla kiraya verdi. Ancak, ihaleyi
alan firma malzemelerinin bir kısmını alana
getirmesine rağmen, Sivas Belediyesi'nin engeli ile
karşılaştı.
Söz konusu alanda kurulacak çay bahçesinin tarihi
dokuya zarar vereceğini düşünen Sivas Belediyesi
ihaleyi alan firmaya işletme ruhsatı vermedi.
Alanı ihale eden Vakıflar Müdürlüğü'nün bu projesi
Anıtlar Kurulu tarafından da onaylanırken, işletme
ruhsatı verme yetkisini elinde bulunduran Sivas
Belediyesi'nin bu alanda kurulmak istenen çay
bahçesine işletme ruhsatı verip vermeyeceği merak
konusu olurken, ihaleyi alan firmanın getirdiği
tentelerde kurulumu yapılmamış halde söz konusu
alanda bekliyor.
ÇİFTE MİNARELİ MEDRESE
Taç kapı üzerinde yer alan kitabesine göre, 1271
yılında İlhanlı Veziri Sahip Şemsettin Mehmed
Cüveyni tarafından yaptırılan medresenin, sadece
doğu yönündeki asıl cephesi günümüze kadar ayakta
kalmayı başardı.Tarihi medrese, girişindeki taş
süslemeleri ve tuğla-çini örgülü iki minaresi ile
dikkati çekiyor.
Sivas Hürdoğan,
04.08.2011
|
KASRIN İHMALİ
Günümüzden yaklaşık 420 yıl önce Sultan lll.Murad tarafından yaptırılan Sepetçiler Kasrı, nadide tarihi miraslardan biri... Sarayburnu'nda enfes manzarasıyla birçok farklı amaç için kullanıldı, defalarca yenilendi, korundu, restore edildi... Ancak son restorasyon, uzadı da uzadı, bir türlü bitmedi... Ortalık virane halde kaldı, şu anda da hiçbir çalışma yok... Yapının bir bölümü, Basın Enformasyon İstanbul İl Müdürlüğü ve Uluslararası Basın Merkezi olarak kullanılıyor... Kasrın açık olan uzantısında ise düğün, davet gibi gibi organizasyonlar yapılıyor.
Anlaşıldığı üzre, Sepetçiler Kasrı'nın yerli yabancı, geleni gideni çok... Tarihi kasrı gezmek isteyenler aradığını bulamıyor... Üstelik basınla ilgili bölümlere çıkmak için restore edilen (edilemeyen) katlardan çıkılıyor... Tozun toprağın, ortalarda bırakılmış kabloların, tarihi yapıya yakışmayan çirkin görüntünün ortasından geçilerek... Sonuç itibarıyla, tarihi eserlerin restorasyonu ve korunması konusunda önemli adımlar atılan İstanbul'da Sepetçiler Kasrı'nın da bir an önce hakettiği değeri bulması gerekiyor... Yetkililerin dikkatine...
Habertürk, 04.08.2011
|
|
SMYRNA KAZILARI DESTEK
BEKLİYOR
İzmir'in ilk yerleşim
yeri olarak bilinen Bayraklı-Tepekule'deki Smyrna
antik kentinde Türkiye'nin ilk arkeoloğu Ordinaryus
Profesör Doktor Ekrem Akurgal tarafından 1948
yılında başlatılan arkeolojik kazılar destek
bekliyor. MÖ 3 bin yılına kadar dayanan tarihi ile
İzmir'in belki de en önemli tarihi değeri olan ancak
hak ettiği değeri göremeyen Bayraklı Höyüğü'nde
kazılar yılın 6 ayı Kültür ve Turizm Bakanlığı
desteğiyle sürdürülüyor. Ancak ödenek yetersizliği
ile yavaş ilerleyen kazılar bir bakıma turizme de
ket vurarak, esnafı memnun etmiyor. Konuyla ilgili
bilgi veren Bayraklı Belediyesi Arkeoloğu Umut
Devrim Eryarar, “Ülke genelinde kazılar 1-2 ay
sürüyor. Çünkü hocalar okullarına dönmek zorundalar.
Yaz döneminde verilen bütçeler 1-2 ay kullanmaya
yeterli oluyor. Ancak İzmir kazılarının şöyle bir
şansı var; yıllık olarak destek alabiliyorlar.
Örneğin bizim kazımız 6 ay bütçeli. Haziran'dan
Aralık ayının sonuna kadar devam ediyor. Kış için
ise ekibimiz yetersiz. Maddi destek de yeterli
değil. Örneğin; 100 lira ile 20 işçi
çalıştırabiliyorsanız, 200 lira ile 40 işçi
çalıştırarak, daha fazla alan kazılabilir. Bu
bakımdan bütçe önemli. Bütçe ne kadar kısıtlı olursa
çalışılan alan ufak oluyor” dedi.
Smyrna kazılarından
çıkan tarihi eserlerin İzmir Arkeoloji müzesine
gönderilerek, orada sergilendiğini anlatan höyüğün
arkeologlarından Eryarar, Bayraklı'nın turizmden hak
ettiği payı alması için Bayraklı Belediyesi
tarafından başlatılan çevre düzenlemelerinin
geliştirilerek, desteklenmesi gerektiğini ifade
etti. Eryarar, Bayraklı Belediyesi'nce
projelendirilen ve önümüzdeki dönemde gerekli
izinlerin alınmasıyla 100 dönümlük Smyrna höyüğü
yakınlarına inşaa edilecek bir müze projesinin de
müjdesini verdi.
Her ne kadar Bayraklı
halkı ya da esnafı bundan faydalanamasa da yıl
içinde İzmir'e gelen yaklaşık 1 milyon turistten 12
bin ziyaretçinin Smyrna kazılarını gezdiğini
belirten Eryarar, “Turistler kafileler halinde
yaklaşık 1-2 saatlik süreyle kazıları geziyor.
Kurvazieyr turizmi ile zaten İzmir'de kısa süreli
kalan turist için de 1-2 saat önemli. O nedenle
olabildiğince hızlı şekilde turlar düzenleyerek,
bilgiler veriyoruz. Bir çok turist burada hac
ibadetini görür gibi, ibadetlere gelerek, dua
ediyor. Yurt dışında İzmir denilince akla ilk
Bayraklı höyüğü geliyor. İzmir'e gelen turistlerin
büyük çoğunluğu da eski İzmir'i biliyor. Amacımız
turizmcilerin Bayraklı höyüğüne daha fazla önem
verip, buraya seferler düzenlemeleri” diye konuştu.
Yenigün, 03.08.2011
|
KALEHÖYÜK MÜZESİ,
AVRUPA'DA YARIŞACAK
Japon hükümetinin
karşılıksız kültürel hibe programıyla inşa edilen,
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından teşhir, tanzim
ve çevre düzenlemesi yaptırılan, Türk-Japon
dostluğunun sembolü kabul edilen ve geçen yıl ''En
İyi Yeşil Müze'' ödülü alan Kalehöyük Müzesi, 2012
yılı için Avrupa'nın en iyi müzeleri yarışmasına
aday gösterildi.
Kırşehir Müze Müdürü Adnan Güçlü, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, 1986 yılında başlanan kazı
çalışmaları sonucunda, MÖ 23. yüzyıla (İlk Tunç
Çağı) kadar uzanan tarihi bulgulara rastlanan
Kalehöyük'teki müzenin, mimari projesi ile farklılık
taşıdığını vurguladı.
Türk-Japon dostluğunun simgesi de olan müzenin,
Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından European Museum
Forum'a başvurularak, ''Avrupa'da Yılın Müzesi
2012'' yarışmasına aday gösterildiğini belirten
Güçlü, şu bilgileri verdi:
''Geçen yıl Temmuz ayında açılan
Kalehöyük Arkeoloji Müzesi,
aynı yıl, Amerika'da 1950'li yıllardan itibaren
verilen 'En İyi Yeşil Müze' ödülünü aldı. Pek çok
ziyaretçi ve özellikle mimar,uluslararası ödüle
sahip müzeyi görmeye geldi. Müzemiz doğayla bir
bütünlük arz ediyor. Japon Bahçesi içerisinde yeşili
bol bir müze. Ayrıca Bakanlığımız tarafından 2012
yılı için Avrupa'nın en iyi müze yarışmasına aday
gösterildi. Bu ödülü de alacağımızı düşünüyoruz.''
Habertürk, 03.08.2011
|
|
UGANDA'DA 20 MİLYON YAŞINDA MAYMUN KAFATASI
Fransız ve Ugandalı paleontologlar, Uganda'nın
kuzeyinde, 20 milyon yaşında büyük bir maymuna
ait kafatası buldu.
Bilim adamları, ilk kez bu döneme ait tam
bir kafatasının bulunduğunu belirterek,
fosilin bilim dünyası haritasına Uganda'yı
ekleyeceğini vurguladı. İlk inceleme,
fosilin ağaçlarda yaşayan otçul ve 10
yaşında bir hayvana ait olduğunu gösteriyor.
Zaman, 03.08.2011
|
ESKİ ASKERİ KIŞLA MÜZE
OLUYOR
Mardin'de 32 yıl önce
askeri kışla olarak kullanılan bina restore edilerek
Mardin Müzesi'ne dahil edilecek.
Mardin Müzesi Müdürü
Nihat Erdoğan, Türkiye'nin en zengin tarihi ve
kültürel varlıklarını içinde barındıran, inanç ve
kültür turizmi kapsamında kenti ziyaret eden yerli
ve yabancı turistlerin yoğun ilgi gösterdiği müzenin
kullanım alanının genişletilmesi için çalışmalarını
sürdürdüklerini söyledi.
Tarihi kentin Kültür ve
Turizm Bakanlığı bünyesindeki tek müzesi olan Mardin
Müzesi'nde 32 medeniyetin izini taşıyan eserlerin
bulunduğuna dikkati çeken Erdoğan, yer sıkıntısı
nedeniyle çok sayıda etnografik eserin de müzenin
deposunda saklandığını belirtti.
Bu sorunu çözmek
amacıyla müzenin yanında bulunan ve 1979 yılına
kadar askeri kışla olarak kullanılan binanın Mardin
Müzesi'ne ilave edilmesi için çalışma yürüttüklerini
anlatan Erdoğan, ''Daha önce askeri kışla olarak
kullanılan binanın Mardin Müzesi'ne bağlı ek bina
olarak kullanılması için restorasyon çalışmalarına
başladık. Çalışma sonunda müze ile bağlantısını
sağlayıp Mardin Müzesi'nin kullanım alanını
genişletmeyi planlıyoruz. Eski askeri kışladaki
restorasyon çalışmaları tamamlandıktan sonra depoda
bulunan etnografik eserleri teşhir etme imkanı
bulacağız'' dedi.
Erdoğan, Mardin Müzesi'ne turistlerin yoğun ilgi
gösterdiğini de belirterek, geçen yıl 300 bini aşkın
yerli ve yabancı turistin müzeyi ziyaret ettiğini
söyledi.
Taş mimarisinin izlerini
taşıyan birbirinden güzel tarihi motiflerle süslü
müzede 40 bini aşkın tarihi ve kültürel varlıkların
bulunduğunu bildiren Erdoğan, şunları kaydetti:
''İnanç ve kültür
turizmi açısından Mardin marka şehir haline geldi.
2023 yılı hedefimiz 5 milyon turist, 50 bin yatak
kapasitesine ulaşmaktır. Mardin, turizm çıtasını her
yıl bir önceki yıla oranla artırarak bu hedefe emin
adımlarla ilerliyor. 1999 yılında sadece bir otelin
bulunduğu tarihi kentte bugün 3 bini aşkın yatak
kapasitesine sahip 11 otel var. 3 otelin inşaatı ise
halen sürüyor. Yıl sonuna kadar yatak sayısının 5
bine ulaşacağını düşünüyoruz. Bakıma alınan Mardin
Havaalanı da 15 Ocak 2012 tarihinde iç ve dış hatlar
terminallerinin eklenmesi ve yenilenmesi ile
uluslararası uçuşlara açılacak. Bu çalışmaların tümü
tamamlandığında Mardin daha fazla turistin akınına
uğrayacak, dolayısıyla müzemizi ziyaret eden turist
sayısı da artacaktır.''
Akşam, 03.08.2011
|
120 İLE 400 YILLIK EL YAZMALARI ELE GEÇTİ
İstanbul Fatih'te 2
kişi, aralarında 400 yıllık 81 adet el
yazması eserin de bulunduğu 100'e
yakın tarihi eseri Kapalıçarşı'da satmak
isterken yakalandı. İkilinin
otomobilinde de Arapça, İbranice ve
Osmanlıca 81 adet elyazması, 5 adet çini, 4 adet
tarihi eski camilerin minberinin
üstünde kullanılan alem ve ç3 tane
işlemeli sandık kapağı bulundu. Eserleri tek
tek Doç.Dr. Hüsnü Koyunoğlu,
piyasa değerlerinin
1 milyon TL'yi
bulabileceğini kaydetti.
Sabah Haber: Ali Şahin, 03.08.2011
|
|
|
TARİHİ KÜLLİYEYE AMERİKAN MUTFAK
Selçuklu Sultanı 1. Alaaddin Keykubad’ın annesi Ümmühan Hatun tarafından 1207 yılında Eskişehir’de yaptırılan Seyyid Battal Gazi Külliyesi’nin restorasyon çalışmaları sırasında tarihi dokusunun büyük ölçüde zarar gördüğü öne sürüldü.
Külliye içerisine Amerikan tarzı mutfak ve tuvaletler yaptırıldı. Aydınlatma yapılacağı gerekçesiyle spot lamba ve aydınlatma malzemeleri duvarlara çakılarak bağlandı. İddialara göre külliyenin daha önce mermer olan sütunları yerine beton sütunlar konuldu. Külliyenin türbe kısmının girişine cam bölmeler yapılıp, duvara monte edildi. Ziyaretçiler türbenin iç kısımlarını karanlık ortamda ziyaret edebiliyor. Seyitgazi Belediye Başkanı Adnan Yalçın Şen, restorasyon çalışmalarının tarihi dokuya uygun olarak yapılması gerektiğini söyledi. Külliye içerisine Amerikan tarzı mutfağın yapılmasını eleştiren Şen, “Tarihin gelecek kuşaklara aktarılması için restorasyon gerekli. Ama bu tarihe saygılı olarak yapılmalı. Ciddi kaynak aktarıldı. Müteahhit işini tamamladığını söyleyip gitti. Sonradan çok fazla problem oluştu. Vakıflar Bölge Müdürlüğü geçici kabulü yaparken, genel kabulü yapamadı. Genel kabulün yapılması için bir de işletme hakkının devredilmesi gerekiyor. Tarihi doku zedelendi. Proje Kültür Tabiat Varlıkları Koruma Kurulunca kabul gördükten sonra bu yapıldı. Oradaki dolaplar ve seramikler tarihi dokuya hiç uygun olmadı” dedi.
Mlliyet, Haber: Eyüp Kelebek, 03.08.2011
|
TARİHİ ÇİNİ FIRINLARI
GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR
Yrd. Doç.Dr. V. Belgin
Demirsar-Arlı, başkanlığında 20 kişilik bir ekip
İznik Çini Fırınları kazılarına başladı.
Demirsar-Arlı, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile
İstanbul Üniversitesi adına Bakanlar Kurulu
kararıyla yürütülen çalışmalarda çini ve seramik
fırınlarını ortaya çıkarmayı hedeflediklerini
söyledi. Ağustos ayı sonuna kadar sürmesinin
planlandığı ve bu süre içinde 3 plan karelik bir
bölgenin açılacağını dile getiren Demirsar-Arlı,
"Çalışmalar bu yılda öncelikli olarak İznik II.Murad
Hamamı’nın doğusunda yer alan BHD kodlu
kamulaştırılmış alanda, 14-17. yüzyıllar arasında
faaliyet gösterdiği tespit edilen çini fırınları ve
atölyelerinin bulunduğu şantiyede devam edecektir"
dedi.
Bursa Olay, 03.08.2011
|
|
TARİHİ KAZIDA KUŞ
İSKELETİ ÇIKTI
Van Yüzüncü Yıl
Üniversitesi (YYÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Sanat
Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Mehmet Top,
tarihi Hoşap Kalesi'nin iç mekanlarını yaptıkları
kazı çalışmalarıyla gün yüzüne çıkarttıklarını
belirterek, "Kazı çalışmalarında kuş iskeleti başta
olmak üzere değişik nesneler de bulduk" dedi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Yüzüncü Yıl
Üniversitesi katkılarıyla 2007 yılında Hoşap
Kalesi'nde başlatılan kazı çalışmalarının bu yılki
etabı tamamlandı. YYÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sanat
Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Mehmet Top
başkanlığında yapılan kazı çalışmalarında bugüne
kadar birçok mekanla birlikte değişik nesneler de
gün yüzüne çıkarıldı. Mimar, arkeolog, sanat
tarihçisi ve öğrencilerden oluşan 15 kişilik ekibin
Mahmudi beylerinden Sarı Süleyman tarafından 1643
yılında yaptırılan ve kartal yuvasını andıran Hoşap
Kalesi'ndeki kazı çalışmalarında bulunan kuş
iskeleti büyük ilgi gördü.
Konu ile ilgili İHA muhabirine açıklamalarda bulunan
YYÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü
Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Mehmet Top, kalenin seyir
köşkünde yaptıkları kazı çalışmaları sırasında
bulunan bir mekanın içerisinde kuş iskeleti ile
karşılaştıklarını söyledi. Yrd. Doç.Dr. Mehmet Top,
"Bulduğumuz mekanın içerisinde ilginç bir buluntu
olarak kuş iskeleti ile karşılaştık. Bu kuş iskeleti
sağlam olarak elimize geçti. YYÜ Veteriner Fakültesi
ve Biyoloji bölümündeki kuş bilimi ile uğraşan diğer
hocalarımızla görüşüp kuşun türü ve tahmini kaç yıl
öncesine ait olduğu hakkında bilgi sahibi olacağız"
dedi.
Habertürk, 03.08.2011
|
PERRE ANTİK ŞEHRİ GÜN
YÜZÜNE ÇIKMAYI BEKLİYOR
2001 yılında yerel imkanlarla kazı ve temizleme
çalışmaları başlatılan Kommagene Uygarlığı'nın 5
büyük kentinden birisi olan ve ayakta kalan tek yer
olan Perre antik kentinde 2009 yılından beri kazı
çalışması yapılmıyor.
2001 yılından güz ve yaz olmak üzere 12 dönem
sürdürülen kazı ve temizleme çalışmaları 2009
yılında ödenek yetersizliğinden durduruldu.
Yıllardan beri İl Özel İdare Bütçesi'nden karşılanan
ödenekler ile Perre antik kenti nekropol alanındaki
kazı çalışmalarına ödenek çıkmayınca kazı ve
temizleme çalışmaları durmuştu. Kazı çalışmalarının
durdurulması başta kazıda işçi olarak çalışan Örenli
Mahallesi sakinlerinin tepkisine neden olmuştu.
Turizm sektöründe faaliyet gösteren işletme
sahipleri de kazıların durmasına tepki göstererek,
kazıların devam etmesini istemişlerdi.
Perre antik kentinin gün yüzene çıkarılmasıyla
birlikte daha fazla turistin Adıyaman'a geleceğini
ve ekonomik yönden büyük girdi sağlanacağını
belirten turizmciler, "Adıyaman'a gelen turistler
ekonomiye fazla katkı sağlamıyor. Gelip Nemrut
Dağı'nı görüp gidiyorlar. Perre antik kentinde
kazıların tamamlanmasının ardından turistler kent
merkezinde daha fazla zaman geçirecek. Böylece hem
yeni kent merkezinde alışveriş yapacaklar hem de
tarihi mekanımız turistlerin hizmetine sunulmuş
olacak. Kültür ve Turizm Müdürlüğü yetkililerinin bu
konuda bir şeyler yapmasını bekliyoruz" diye görüş
belirttiler.
Örenli Mahallesi sakinleri ise kazı çalışmalarına
yeniden başlanılması gerektiğini vurgulayarak,
istihdam noktasında kendilerinin buna ihtiyacı
olduğunu ifade ettiler.
2009 yılında İl Özel İdare bütçesinden 100 bin TL
kazı için ödenek ayrılırken, SODES kapsamında 400
bin TL'lik proje hazırlanmış fakat SODES projesi
kabul edilmemişti. Üç galeride sürdürülen kazı
çalışmalarında, 2 galerinin yarım kalırken, 1
galerideki çalışmalar kısmen bitirilmişti.
2001-2009 yıllarında yapılan Perre antik kenti
nekropol alanı ve mozaikli villada yapılan kazı ve
temizlik çalışmasında, 34 güney galeri, 25 kuzey
galeri olmak üzere toplam 59 galeride yapılan
çalışmalarda 49 oda ve 385 lahit mezar olmak üzere
toplam 434 mezarın kazı ve temizliği bitirildi. Bu
kazılar sonucu 217 adet arkeolojik ve 292 adet sikke
olmak üzere toplam 509 adet eser müzeye
kazandırıldı.
Perre antik kenti nekropol alanın bu güne kadar
yüzde 20'sinin gün yüzüne çıkartıldığı belirtiliyor.
Türkiye Gazetesi, Haber: Ahmet Arslantaş, 03.08.2011
|
LAODİKYA'DA TANRIÇA
ATHENA'NIN BAŞI BULUNDU
Denizli'nin
Eskihisar Mahallesi
yakınlarındaki
antik kent Laodikya'da Prof.Dr. Celal Şimşek
başkanlığında yapılan kazılarda dönemin savaş
tanrıçası Athena'nın heykel başı bulundu. Ayrıca,
bulunan eserler arasında İmparator
Marcus Aurelius ile
birlikte yönetimi paylaşan Lucuis Verus ve zengin
biri kişinin daha heykel başları bulundu.
Laodikya antik kentinde sürdürülen kazı
çalışmalarında, antik dönemin tanrıları başta olmak
üzere imparator ve önemli kişilere ait eşyalarla
mermer heykel başları gün yüzüne çıkmaya devam
ediyor. En son yapılan kazılarda ise dönemin savaş
tanrıçası olan ve aynı zamanda Laodikyalı
tekstilciler tarafından da tekstil tanrıçası olarak
görülen Athena'nın mermer heykel başı bulundu. Kazı
Heyeti Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, kutsal kent
Laodikya'nın bir
dokuma kenti olduğunu belirtip, "Tekstilin
Laodikya'da çok eskilere dayandığını biliyoruz. O
dönemde savaş tanrıçası olan Athena, kentteki
tekstilciler tarafından tekstil tanrıçası olarak da
görülüyordu. Boyutunun 3 ya da 3. 5 metre civarında
olduğu tahmin ettiğimiz heykelin gövde kısmını da
çıkarmaya çalışıyoruz. Heykel başının bulunması
özellikle bölge ve
Denizli tekstilinin
ne kadar geçmişe dayandığının da
göstergesi oluyor" dedi.
Prof.Dr. Şimşek, aynı zamanda MS 161- 169 yılları
arasında İmparator
Marcus Aurelius ile
birlikte yönetimi paylaşan, imparatorluğun askeri
kanadını idare eden Lucuis Verus'un
da heykel başının bulunduğunu açıkladı. Çok
kaliteli
birişçilik
gösterildiğini ve portrenin çok canlı olduğunu
kaydeden Şimşek yine MS 1'inci yüzyıla ait
Laodikyalı bir yönetici
işadamının büstünün de kazı çalışmalarında
bulunduğunu belirterek, heykel başının
Hıristiyanlığın yeni
yayıldığı dönemde yüzünün tahrip edildiğini de
sözlerine ekledi.
Son Dakika, 03.08.2011
|
DÜNYA KÜLTÜR MİRASI KAYAKAPI, TURİZME HAZIRLANIYOR
Nevşehir'in Ürgüp İlçesi'nde bulunan Kayakapı
Mahallesi'ndeki tarihi mekanların restore edilerek
turizme kazandırılmasını sağlayacak projeye yeniden
başlanacak. Dünya Kültür Mirası Listesi'ne giren
bölge, çeşitli nedenlerle duran çalışmaların yeniden
başlamasıyla turizme kazandırılacak.
Ürgüp
Belediyesi'nin 2000 yılında yaptığı girişimlerle
kentsel sit alanı olarak ilan edilen ve 2002 yılında
hayata geçirilen ancak daha sonra ekonomik
nedenlerle ara verilen 'Kayakapı Kültürel, Doğal
Çevre Koruma ve Canlandırma Projesi', projeyi tek
başına yürütme kararı alan Dinler Turizm tarafından
tekrar ele alınacak. Ürgüp kent merkezinde Esbelli
Kayası olarak bilinen alanın yamacında bulunan ve
1985 yılında Dünya Kültür Mirası listesine dahil
edilmiş 'Göreme Milli Parkı ve Kapadokya Kayalık
Alanları' içinde yer alan ve 266 bin 500
metrekarelik bir büyüklüğe sahip. Şu an terk edilmiş
bir haldeki Kayakapı Mahallesi'nde, 2002 yılında
başlatılan proje hayata geçirilmiş ancak çeşitli
nedenlerle proje tamamlanamamıştı. Yeniden
başlayacak projeyle Ürgüp'ün en eski yerleşim
alanlarından biri durumundaki bölgenin, 'çevre
mirası' olarak korunması ve turizm ağırlıklı çağdaş
kullanımlar çerçevesinde değerlendirilerek yeniden
canlandırılması hedefleniyor. Projenin yeniden
başlayacak olması nedeniyle bölgeye inceleme gezisi
düzenlendi.
Kayakapı Proje alanında Nevşehir Valisi
Abdurrahman Savaş'a ve beraberindekilere Nevşehir
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Müdürü
Mevlüt Coşkun tarafından brifing verildi. Mevlüt
Coşkun verdiği brifingde projenin başlangıcından
bugüne kadar ki tüm detaylarını, gerçekleşen tüm
evreleri ve bundan sonraki gidişat ve
gerçekleştirilecek uygulamalar hakkında detaylı
bilgiler aktardı. Brifinge Nevşehir Valisi
Abdurrahman Savaş, Nevşehir İl Özel İdare Genel
Sekreteri Abdulkadir Tatar, Ürgüp Kaymakamı Tuğba
Yılmaz, Ürgüp Belediye Başkanı Fahri Yıldız, Ürgüp
İlçe Emniyet Müdürü Nedret Bulut, Ürgüp Belediye
meclis üyesi ve Kayakapı Projesi İdari Amiri Müdürü
Hüsnü Sucu, AKP Ürgüp İlçe Başkanı Ahmet Koçak
da katıldı. Brifingin ardından Vali Savaş ve
beraberindekiler Kayakapı projesinin gerçekleştiği
alandaki çalışmaları Kurul Müdürü Mevlüt Coşkun ve
Kayakapı Projesi İdari amiri Hüsnü Sucu eşliğinde
yerinde gezip, inceleyip bilgi aldı.
Türkiye Gazetesi, Haber: Murat Şişman, 02.08.2011
|
NEMRUT HEYKELLERİ MÜZEYE
ntvmsnbc ve NTV Tarih’in birlikte yürüttüğü
‘Görmezden gelmeyin’ kampanyasına gelen ihbarlar
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a teslim
edildi. Toplam 2 bin ihbardan eleme yapılarak 200’e
yakını Bakan’a iletildi.
ntvmsnbc ve NTV Tarih yayın kurullarının katılımıyla
yapılan toplantıda kendisine sunulan ihbarları
inceleyen Bakan Günay, tarihi eserleri koruma
bilincinin gelişimini de belgeleyen dosyaya yönelik
işbirliğini hızlandıracağını dile getirdi.Günay,
ntvmsnbc’ye ulaşan ihbarlar için bakanlıkta ekip
oluşturulacağını ve hızlı bir şekilde önlem alınması
için yerel yetkililerin harekete geçirileceğini
açıkladı.
‘NEDEN FARKLI TAŞ
KULLANIYORSUNUZ’
Günay, ihbarların artmasından memnuniyet
duyduğunu ancak bazen bazı konuların abartıldığını
da kaydetti. Örnek olarak restorasyonlarda
kullanılan farklı taşları hatırlatan Günay,
“Vatandaşlarımız, ‘Neden farklı taştan yapıyorsunuz.
Heykelin yarısı orijinal diğer yarısı ilgisiz bir
malzemeden. Yanlış restorasyon yapılmış’ diye
ihbarlarda bulunuyor. Oysa ki uluslararası kurallar
artık restorasyonun anlaşılır bir biçimde
sergilenmesi için dikkatli malzeme seçilmesini şart
koşuyor” diye konuştu.
‘KESİN KURUL KARARI
ÇIKMAMIŞTIR’
Bunun bilgi eksikliğinden kaynaklanan
önyargılardan bahseden Bakan Günay, kaygısını şöyle
dile getirdi: “Kesin biri engel olmuştur, kurul
kararı çıkmamıştır, gibi yorumlar yapılıyor. Ancak
geçen gün medyada geniş yer bulan ‘1200 yıllık
satılık kilise’ haberinde de gördüğümüz gibi kurulla
bir ilgisi yok. ”
NEMRUT İÇİN BÜYÜK
PROJE
Yok olan tarihi mirasın en büyük örneklerinin
Nemrut ve Sivas Divriği olduğunu vurgulayan Bakan
Günay, bu bölgeler için radikal bir takım önlem
almayı planladığını da ilk kez dile getirdi.
Nemrut’taki heykellerin her yıl daha da aşındığını
belirten Ertuğrul Günay, dünyada örnekleri olduğunu
hatırlatarak orjinal heykelleri Kahta’da sergilemeyi
planladığını açıkladı: “Nemrut’ta heykellerin
replikalarını yerleştirelim. Müzede ise gerçek
heykeller, doğaya karşı korunaklı hale gelsin. Ancak
bu görüşüme destek verenler olduğu gibi karşı
çıkanlar da var. Ancak bu yıl projeye ciddi bir
mesai harcayacağım. Çünkü Nemrut yüzünden uykularım
kaçıyor.”
‘DİVRİĞİ’DE MAHALLEYİ
KALDIRIYORUZ’
Divriği’deki tahribatı
gördükten sonra araştırma yaptığını anlatan Bakan
Günay, dört yıl önce restorasyon için 2.5 milyon TL
ödenek gönderildiği bilgisini aldığını söyledi:
“Dört yıl önce bu para gönderilmiş ama yerel
yöneticiler ne yapacaklarını bilmediği için
dokunamamışlar. Sonra biz bu paraya eklemeler
yaptık. Şu an oraya aktardığımız para 20 milyon
TL’ye ulaştı. 90 kadar ev yakın bir zamanda kalkmış
olacak o bölgeden. Korumak için mahalleyi
kaldırıyoruz.”
TOPKAPI SARAYIN’DA 5
GECEKONDU
Bakanlığı döneminde gördüğü tahribatların
kendisini bile şaşırtığını anlatan Günay, uzaklara
gitmeye gerek olmadığını dile getirerek Topkapı
Sarayı’nda yaşanan bir olayı şöyle anlattı: “Topkapı
Sarayı’nın içinde bir baktık 5 tane gecekondu var.
‘Bunların burada ne işi var’ dedik. Kimsenin bir
açıklaması yok. İnanabiliyor musunuz? Sur-u Sultan
içinde 5 tane gecekondu vardı. Sağlık Bakanlığı’nın,
Milli Eğitim Bakanlığı’nın hatta Türk Silahlı
Kuvvetleri’nin binaları vardı. TSK’nın kullanmadığı
depolar vardı. Kavga dövüş aldık hepsini. Aya İrini
çöplüktü resmen. ”
‘İLK İŞ SORUMLUSUNU
BULACAĞIM’
NTV Tarih’te yayınlanan ihbarları dün akşam
incelediğini söyleyen Bakan Günay, Beyşehir
Eflatunpınar’la ilgili ihbarı görünce şaşırdığını
söyledi: “Ağustos’ta ordaydım. Çöplük haline gelmiş.
Yetkilileri uyardım. Takipçisi oldum. Ben döndükten
sonra bana fotoğrdaflar göndermişlerdi.
Temizlendiğine dair. Ancak buradan çıkınca ilk işim
sorumlusunu bulmak olacak. Demek ki benden sonra
yine kendi haline bırakmışlar.”
YABANCI KAZI
EKİPLERİNE 3 ŞART
Arkeolojik kazıların büyük çoğunluğunun
yabancıların elinden alındığını belirten Günay,
“Elçiler kapımda kuyruk oldu ama ben direndim” diye
konuştu. Devam etmek isteyenler için ise üç yeni
şart koyduğunu anlattı: “Ne yazıyorsanız bizim
dilimize de çevireceksiniz, Kazdıktan sonra nasıl
korunacağına dair bir proje geliştireceksiniz ve
Kazı ekibi en az üç ay sahada kalacak. Ben
başladığımda 2007’nin sonunda Türkiye'de kazılara 1
milyon TL civarında kaynak ayrılıyormuş sanırım.
Şimdi ise 12 ya da 16 milyon TL civarında.
II. SELİM’İN ÇİNİ
PANOLARI DÖNÜYOR
Bakanlığının sadece tahribatlarla değil
yurtdışına kaçırılan eserlerin dönüşüyle de
uğraştıklarını belirten Bakan Günay, Hattuşaş
Sfenksi’nin 99 yıl sonra evine getirildiğini
hatırlattı. Herakles heykelinin dönüşünün ardından
sıranın Fransa’daki Louvre Müzesi’nde bulunan II.
Selim Türbesi'ne ait çini pano olduğnu dile getirdi.
ÇEVRE BAKANLIĞI İLE SİT ANLAŞMAZLIĞI
Çevre ve Orman Bakanlıkları ile alan konusunda
bir anlaşmazlık yaşadığını söyleyen Günay, bunun
arkeolojik alanların korunmasına engel oluşturduğunu
da belirtti ve önümüzdeki dönemde doğal SİT
alanlarının içerisindeki tarihi sit alanlarının
Kültür Bakanlığı’na verilerek durumun
düzeltileceğini söyledi.
Radikal, 02.08.2011
|
FİLLERİN ATASI TÜRKİYE'DE İLK KEZ AYAĞA KALKIYOR
Kahramanmaraş Müzesi'nde bulunan 3 bin 500 yıllık
Antik Fil Fosilleri ayağa kaldırılıyor. İl Kültür ve
Turizm Müdürü Seydihan Küçükdağlı, "Fillerin atası
olarak değerlendirilen bu büyüklükte bir eserin
ayağa kaldırılması Türkiye'de ilk olacak" dedi.
Devlet Su İşleri (DSİ) tarafından Türkoğlu İlçesi
sınırları içerisindeki Gavur Gölü bataklığında
yürütülen kurutma çalışmaları esnasında biri 1961,
diğeri 1975 yılında bulunan iki antik fil fosili,
farklı bir tarzda yeniden görücüye çıkartılıyor.
Müze Müdürlüğü teşhir tanzim salonlarında yürütülen
çalışmalar kapsamında fillerin atası olarak lanse
edilen 7 metre uzunluğundaki 5 metre yükseklikteki
büyük fil kemikleri birbirine monte edilerek ayağa
kaldırıl ırken, küçük fil ise topraktan çıkartıldığı
hali ile canlandırma yapılarak yine antik fil
salonunda sergilenecek.
Müze inşaat çalışmalarını yürüten firma tarafından
gerçekleştirilen tadilat ve konservasyon
çalışmalarının tamamlanmasının ardından antik filin
yaklaşık 2 ay içerisinde sergiye açılması
bekleniyor. İl Kültür ve Turizm Müd ürü Seydihan
Küçükdağlı, Kahramanmaraş Müzesi'nin yıl sonuna
kadar yeniden hizmete açılarak bölgenin ve
Türkiye'nin önemli müzelerinden biri olacağını
kaydetti. Müzenin en güzide eserlerinden olan antik
fil hakkında da bilgiler veren Küçükdağlı, şöyle
konuştu:
"Bir yıldır restorasyon çalışmaları bakanlığımızın
teşhir tanzim çalışmaları kapsamında
gerçekleştirilen milattan önce 1400, 1500'lü yıllara
kadar giden ve yaklaşık 3500 yıllık antik fil, yani
fillerin atası olan eserimiz daha önce arkeolojik
eserler salonumuzda, yer de teşhir halindeydi.
Müzemizin inşaatına başlarken ki ana hedeflerimizden
bir tanesi bu antik fili ayağa kaldırmaktı,
arkasından ise büyük bir gayretle hem bakanlığımız
personellerinin, hem de gerekli hizmeti veren
arkadaşlarımızın ve İtalyan Fabio'nun
danışmanlığında restorasyon çalışmaları son aşamaya
geldi. Ayağa kalkarak iskelet halinde, Kahramanmaraş
müzesinin en önemli eserlerinden biri olarak bu
antik fil salonda hizmete sunulacaktır. Şu anda bu
teşhiri ilk defa Kahramanmaraş müzesinde görecek
ziyaretçiler. Bunun da çok farklı bir tarz olduğunu
düşünüyoruz. Müzemizin diğer salonlarında da farklı
tarzlar oluşturmaya çalıştık. Artık modern çağda 21.
yüzyılda halkımızın, hem yerli hem yabancı
misafirlerimizin isteklerine cevap verecek şekilde
Kahramanmaraş müzesini hizmete açmak için son
hazırlıklarımızı gerçekleştiriyoruz."
Türkiye'de bu büyüklükte ki bir antik filin ilk kez
ayağa kalktığını dile getiren Küçükdağlı, "Antik
filin bizi en mutlu eden yönlerinden bir tanesi
Türkiye'de bir ilk olarak bu kadar büyüklükte 3 bin
500 yıllık bir antik filin monte edilerek böyle bir
çalışmayla ilk kez teşhir edilecek olması. Bu
farklılıkta bizleri mutlu ediyor. İnanılmaz, salonun
tamamını kapsayan ve yaklaşık 7 metre uzunlukta 4-5
metre yükseklikte olan antik filin büyük talep gö
receğini büyük beğeni toplayacağına inanıyorum.
Çünkü bu büyüklükte teşhir tanzime açılan ilk antik
fil" diye konuştu.
Öte yandan müzede yürütülen çalışmalarda, Direkli
Mağarası ve Domuztepe Kazıları'nın yapıldığı
bölgeler de müze içerisinde oluşturulan orijinal
halleri ile vatandaşların ziyaretine açılacak.
Türkiye Gazetesi, 02.08.2011
|
|
BİN 800 YILLIK TARİHİ ESERE SAYGISIZLIK
Kayseri´de yaklaşık bin 800 yıllık olan tarihi Döner Kümbet´e yazılan yazılar tepki çekiyor.
Talas Caddesi´nde bulunan ve halk arasında ´Döner Kümbet´ olarak bilinen Şah Cihan Hatun Kümbeti´ne kimliği belirsiz kişiler tarafından yazılan ´Ölmek var dönmek yok gülüm´ yazısı tepki çekiyor. Vatandaşlar yaklaşık bin 800 yıllık tarihi bulunan esere daha iyi sahip çıkılması gerektiğini belirterek, “Yabancılar dahi binlerce kilometre yol kat ederek hem kendi hem de bizim tarihimi görmeye gelirken, biz elimizin altında bulunan tarihimize gereken değeri ve özeni gösteremiyoruz” diye tepki gösterdi.
Halk arasında ´Döner Kümbet´ olarak bilinen Şah Cihan Hatun Kümbeti, Talas Caddesi üzerinde ve Seyyid Burhanettin Mezarlığı´nın karşısında bulunuyor. Kayseri´deki Selçuklu eserlerinin en güzel örneklerinden olan bu türbe kitabesine göre Prenses Şah Cihan Hatun adına yaptırılmıştır. Ancak kitabe de bir tarih belirtilmiyor. Albert Gabriel Kayseri Abideleri adlı eserinde türbeyi Niğde ve Ahlat´taki benzer kümbetler ile karşılaştırarak inşa tarihinin 1275 yılı civarında olabileceğini söylemekte.
Kayseri Gündem, 02.08.2011
|
TARİHİ ESER RESTORASYONU İÇİN EVİNİ SATTI
Restorasyonu yarım kalan Şifahiye Medresesi'nde
çalışmalar yeniden başladı. Yüklenici firma sahibi,
medresenin restorasyonunun hızlı bir şekilde
tamamlanması için 2 evini, arabasını ve dükkanını
sattığını belirtti.
Şifahiye Medresesi, 1217 yılında Selçuklu Sultanı 1.
İzzeddin Keykavus tarafından yaptırıldı. Anadolu
Selçuklu hastanelerinin en eskisi ve en büyüğü
olarak bilinen medresedeki yenileme çalışmasının
2009 yılında tamamlanması bekleniyordu. Ancak
ihaleyi alan iki firmanın işi bırakması nedeniyle
restorasyon yarım kaldı. Şimdi ise yaşanan
restorasyon krizi çözülme sürecine girdi. Tarihi
Şifahiye Medresesi'ndeki çalışmalar, Activ Kimyasal
Ürünler Sanayi Ticaret Limited Şirketi sahibi Kemal
Onar'ın girişimleri sayesinde yeniden başladı.
Sivas'ta doğup büyüdüğünü ve bütün yatırımlarını
Sivas'a yaptığını belirten Onar, tarihi Şifahiye
Medresesi'nin yenileme işine kar amacıyla
bakmadığını söyledi.
Onar, tarihi medresedeki yenileme işini eksiksiz
yapmanın yanı sıra ihale şartnamesinde olmayan
çalışmaları da yaptığını ifade etti.
Tarihi güzelliği gelecek nesillere ulaştırmak için
herkesin fedakarlıkta bulunması gerektiğini
vurgulayan Onar, "Ben de üzerime düşen fedakarlığı
yaptım ve bu işi bir an önce tamamlamak için
devletin ödeyeceği ücreti beklemeden iki evimi ve
İstasyon Caddesi'nde bulunan bir dükkanımı, arabamı
sattım. Ben bunların geri dönüşünü beklemiyorum.
Çünkü bu eser tekrar kazanıldığında en büyük geri
dönüşüme sahip olmuş olacağız." dedi.
Onar, ihale şartnamesinde olmayan bazı çalışmaları
da isteyerek yaptığı için 650 bin lira kendi
cebinden harcama yaptığını da kaydetti.
Tarihi yapılardaki yenileme işinin normal işlere
benzemediğini ifade eden Onar, bu tarihi eserlerin
bir ikincisinin olmadığını belirtti.
Bu nedenle buraların restorasyonunun devlet
kurumlarının bizzat kendilerinin yapması gerektiği
görüşünü savunan Onar, işi tamamlamak üzere
olduklarını kaydetti.
Medresenin bu hafta içinde geçici kabulünün
yapılacağını açıklayan Onar, teknik heyetin yapacağı
incelemelerin ardından eksikliklerin giderilerek
restorasyon çalışmasının bitirileceğini kaydetti.
Onar, çalışmaların ardından medresenin yeniden
kültür turizmine kazandırılmış olacağını sözlerine
ekledi.
Türkiye Gazetesi, 02.08.2011
|
İBB, KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI'NI TAKMIYOR
Haliç’te metro köprüsü beklenmedik bir tartışmaya
yol açtı. ‘İstanbul tarihçisi’ Prof. Cemal Kafadar
cesaretle ortaya çıkıp, Haliç’te yapılmakta olan
metro köprüsünün İstanbul’un siluetini bozacağında
ısrar ediyor.
CNN Türk’te Taha Akyol’un İstanbul konulu
programına çıkan Harvard Üniversitesi’nde
Osmanlı üzerine dersler veren Prof. Kafadar,
‘İstanbul’da neler oluyor, farkında mısınız.
İstanbul alarm veriyor duyuyor musunuz. S.O.S.’
girişiminin, bir grup mimar ve mühendisle
‘Cezayir’ Sokağı’nda bir araya gelerek ilginç
tartışmalar yaptılar ve ortaya bir soru çıktı:
“Haliç metro köprüsü, UNESCO tarafından neden
eleştiriliyor?”
Prof. Kafadar: “Beni kimse ikna edemez, köprünün
yüksek plonları silueti etkiliyor.”
RAMAZAN PANAYIRI
Bu konuya yarın da değineceğiz... Ama
ramazan dolayısıyla Prof.Dr. Taylan Ula bir
mesaj göndermiş.
Eminönü Belediyesi’nde, geçen döneme kadar
çeyrek asır süreyle Belediye Meclis üyeleri,
Sultanahmet Meydanı’nın rantını yediler. Tarihi
meydanı ramazan aylarında ‘panayıra’
dönüştürdüler. Belediyenin şirketi üzerinden
yandaşlarına rant temin ettiler. Ahmet
Çetinsaya, Lütfü Kibiroğlu ve Nevzat Er
dönemlerinde, meydan dönerci-sucukçularla istila
edildi. Eminönü Belediyesi kapatılıp Fatih’e
bağlandıktan sonra işlerin değişeceğini
sanıyorduk, ne yazık ki öyle olmadı.
Prof. Ula’nın yazısını okuyoruz:
MÜZEDE RAMAZAN
“İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB),
Sultanahmet Meydanı’nda düzenlediği Ramazan
Çarşısı’nı, zannediyorum Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın (KTB) isteğiyle, geçen sene
Beyazıt Meydanı’na almıştı. Bu sene Sultanahmet
Meydanı’na dönüş yaparak, çarşıyı Türk ve İslam
Eserleri Müzesi’nin (bir diziden iyi
tanıdığımız, eski İbrahim Paşa Sarayı) hemen
önüne kurmuşlar. Çarşı daha faaliyete
geçmemesine rağmen, cumartesi günü müze girişini
zor buldum. Darısı turistlerin başına. Müze
yetkilileri ve müze girişindeki İznik
çinileriyle ilgili bir serginin sahipleri
durumdan çok endişeli. Bu yoğun sezonda,
ziyaretçi sayısının % 50 civarında düşeceği
öngörülüyor. İBB, bu çarşıyı meydana istediği
gibi kurma yetkisine sahip midir? Değilse,
kimlerden izin almıştır? Müzenin bağlı olduğu
KTB’nin onayı ya da haberi var mıdır? Büyük bir
ihtimalle yoktur. 50 metre ilerideki KTB Turizm
Bürosu’na girip İstanbul ile ilgili bir şeyler
isteyin. Verebildikleri tek şey bir City Plan,
çok ısrarcı olursanız bir de İstanbul Guide,
Türkçeleri maalesef yok (2010’da da durum
maalesef aynıydı). Anlaşılan İBB, KTB’yi
takmıyor, KTB de İBB’yi. 500 milyon TL harcanan
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti sürecinin
kalıcı etkilerinin ne olduğunu çok merak
ediyordum.”
İstanbul’un canına böyle okunuyor.
Hürriyet, Yazı: Yalçın Bayer, 02.08.2011
PROF. KAFADAR,
TOPBAŞ'I VE MİMARINI SIKIŞTIRIYOR
Haliç'e üçüncü bir
köprünün yapılması, Taksim-Yenikapı metro hattı
dolayısıyla projelendirilmişti.
Proje 2006'larda gündeme gelmiş, hatta Belediye
Başkanı Kadir Topbaş'ın bir sunuşu ile kamuoyuna
sunulmuştu. Köprünün, cam elyafından bir de ‘Altın
Boynuz'u simgeleştiren motiflerle süsleneceği
belirtilmişti.
Projeden uzun bir süre projeden ses çıkmadı. Bir
buçuk yıl kadar önce proje ihaleye çıkarıldı.
İhaleyi, 146 milyon Euro'ya İtalyan Astaldi ile
Gülermak konsorsiyumunun aldığı açıklandı. Firmalar,
bugüne kadar Haliç'e 32 kazık çaktı.
Bu projeye tepkiler oldu ancak Büyükşehir her
zamanki gibi dikkate almadı.
Şimdi neden bir anda gündeme oturdu?
CNN'de Taha Akyol'un iki programa çıkan Prof. Cemal
Kafadar'ın bu köprünün İstanbul'un siluetini
bozduğuna ilişkin sözleri ortalığı karıştırdı.
İstanbul S.O.S. Girişimi, bir grup bilim adamı ve
gazetecileri bir araya getirdi. Konuyu geçmişinden
beri bugüne kadar anlattılar bize.
İstanbul'u çok yakından ilgilendirdiği için bu
tartışmaların çıkış noktasını başından anlatmamız
gerekiyor.
İSTANBUL ALARM VERİYOR
“İstanbul'da neler oluyor farkında mısınız?
İstanbul alarm veriyor duyuyor musunuz?” sloganı ile
hareket eden İstanbul S.O.S. Girişimi, İstanbul'un
‘hoyratça' yok edilmemesi için mücadele ediyor. Yani
bir sivil toplum örgütü... Farklı meslek alanlarında
bireylerin oluşturduğu hareket, çeşitli meslek
odaları, üniversiteler, STK ve Atlas dergisinin
desteği ile etkinlikler düzenliyor. Etkinliklerinin
esas konusu; İstanbul'un Tehlike Altındaki Dünya
Mirası Listesi'ne girme riskine karşı kamuoyunu
bilgilendirme ve imza kampanyası düzenleme...
Ayrıca, Haliç Metro Geçiş Köprüsü ile Avrasya
Tüpgeçidi olarak adlandırılan motorlu araçların
geçişine yönelik tüpgeçit, Tarlabaşı'nda izinsiz ve
tedbir alınmadan yapılan yıkımlar gibi konular da
gündeminde...
Haliç Metro Geçiş Köprüsü'nün İstanbul tarihi
yarımada için büyük bir tehdit oluşturduğu konusunda
büyük çaba gösteriyor S.O.S.'çiler... Derin endişe
ile ilgilileri uyarmayı ve projeyi UNESCO'nun teklif
ettiği şekilde yeniden gözden geçirmeye davet
ediyor.
Harvard Üniversitesi'nde Osmanlı tarihi üzerinde
dersler veren Prof. Cemal Kafadar, ‘A history of
coffee' adlı kitabı ile biliniyor. Ay sonuna kadar
elindeki kitabı bitirmeye çalışıyor.
“Ay sonunda Amerika'ya döneceğim, benim mücadelem o
tarihe kadar sürecek. Zaten her hafta bölgeyi
üzülerek ziyaret ediyorum” diyor. Köprünün 47 metre
olan yüksekliği birkaç metre düşürülse bile Haliç
siluetine ciddi zarar verecektir” diyerek ısrarını
sürdürüyor. “Çünkü” diye ekliyor:
“Ben bir İstanbul âşığıyım, geçmişinden sorumluyum.
Önümüzdeki ders döneminde Boğaziçi Üniversitesi'ne
geliyorum. Ben niye takipçi olacağım.
Cumhurbaşkanı Gül'ün elinden 2010 Cumhurbaşkanlığı
Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri töreninde tarih
dalında ödül alırken, Haliç köprüsü Süleymaniye'yi
kapatıyor diye konuştum... Çünkü benim içimde bir
yaradır bu.”
Alman Aachen Üniversitesi'nin raporunda dahi köprüde
bazı ‘iyileştirmeler' yapılması gereğine
değiniliyor. Üniversitenin katı tutumuyla bilinen
mimar Michael Kloos'un, bir köprüde ısrarı nedeniyle
Dresden'i dünya mirası listesinden çıkardığı
hatırlatıldı.
Kıran Da Vinci mi
İstanbul S.O.S. Girişimi bu konuda ilginç bir
açıklama yaptı. Açıklamada, tarihi alanların dünya
mirası niteliklerini kaybetmeyecek şekilde korunması
konusunda baskı yapıp raporlar, kararlar
yayınladıkça içeride (Türkiye) de bu kararları
çarpıtma, eksik duyurma gibi kampanyalar başladığı
belirtilerek, ‘Da Vinci olmaya özen gösteren' mimar
Hakan Kıran'ın “UNESCO'yu bir haftada ikna ettim”
sözleri eleştiriliyor.
“İstanbul kenti, Kültür ve Dışişleri bakanlıklarımız
yerel yöneticilerimiz varken İstanbul'u senelerden
beri uğraştıran uluslar arası bir kuruluş olan
UNESCO'nun defalarca rapor yazdığı, uzmanlarını
seferber ettiği bir konuda açıklama yapmak,
kamuoyunu bilgilendirmek proje müellifi bir mimarın
sırtına mı yüklendi? Belediye Başkanımız,
İstanbul'un tarihi ve kültürel mirasını tarihi
yarımadamızın kaderini yakın dostu olduğu bilinen
bir mimarın eline mi bıraktı? Mimar Hakan Kıran,
İstanbul adına konuşma ve uluslararası önemli bir
kuruluş olan UNESCO nezdinde İstanbul'u temsil etme
yetkisini kimden aldı? Sayın Topbaş kentine ne zaman
sahip çıkacak. İstanbul halkına gerçekleri açıklama
lütfunda bulunacak?” diye soruluyor.
Alternatif köprü
İstanbul S.O.S. Girişimi toplantısında Prof.Dr.
Zeynep Akınbay da vardı. Mimar ve mühendislerin
konuşmalarından sonra bir gerçek üzerinde duruldu:
Büyükşehir bu projeyi neden halka sormuyor?
Ortak görüş olarak şu tepki gösterildi:
“Büyükşehir vapurların tip seçimini, otobüslerin
erguvan renkli olup olmayacağını halka sorarken, bu
köprüyü niye sormuyor? Biz köprünün yapımına karşı
değiliz, ama projenin etkileri en az kayba
indirilebilir.
Daha önce Yüksel İnşaat'ın yaptığı, düz, basit, sade
bir köprü yine yapılmaz?”
İBB tarafından halen yapılması öngörülen eğik askılı
köprünün (orta açıklık 180 m), kentin siluetini
bozmaması için Boğaziçi Üniversitesi'nden Prof.
Mehmet Nuray Aydınoğlu tarafından alternatif bir
köprü tasarımı sunuldu. “Eğik askılı köprüden
vazgeçilerek yapılması önerilen alçak profilli düz
köprü için tasarımını gazetecilere dağıtan İstanbul
S.O.S Girişimi üyesi olan Aydınoğlu, “İş işten
geçmeden 180 m'lik orta açıklığın ortasına ek bir
ayak yapılarak proje kolayca gerçekleştirilebilir”
diyor.
Evet, Avrupa'da yapıldığı gibi bu tür projeler niye
halka sorulmuyor? AB Bakanı Egemen Bağış'ın,
inisiyatiflerin Avrupa'daki gücü ve oylama sonucu
geri dönen projeler konusunda bize bir çalıştay
yaptırabilir.
Hürriyet, Yazı: Yalçın
Bayer, 03.08.2011
|
ARKEOLOJİDE DEVİR TESLİM TARTIŞMALARI
Bundan neredeyse 150 yıl kadar önce yaşamış olan
varlıklı Alman arkeolog Heinrich Schliemann,
Çanakkale sınırları içinde yer alan topraklara ilk
adımını attığında muhtemelen bugünkü Türkiye’nin ilk
arkeolojik kazısını yapacağını da bilmiyordu.
Schliemann’ın Osmanlı Devleti’nden izin alarak antik
kent Truva’da yaptığı ilk kazılar pek çok yabancı
arkeoloğun yolunu açtı. Efes, Bergama, Hierapolis ve
Hattuşa gibi pek çok kazı yıllardır yabancı
arkeologlarca yürütüldü. Fakat günümüzde ibre Türk
ekipler lehine çevrilmiş durumda. şu an Türkiye’de
yürütülen 201 kazıdan 48’i yabancı, geri kalanı ise
Türk ekipler tarafından sürdürülüyor.
‘Kazıların kendi momenti vardır’
Kültür ve Turizm Bakalığı’nın bu yıl yabancı ekipler
tarafından yürütülen üç kazının lisansını iptal
etmesi, arkeolojik kazıların nasıl
değerlendirileceği konusunda tartışma başlatmış
görünüyor. Bakan Ertuğrul Günay iptallerle ilgili
kendisine yöneltilen sorulara “Rutin çalışan yabancı
kazılara izin vermeyeceğim. 15 gün kazıyor, hiçbir
koruma önlemi almadan ülkesine geri dönüyor.
Bilimsel yayın bile yapmıyor” diye yanıt verse de,
bazı arkeologlar bu karar yerine farklı
uygulamalarla ekiplerin teşvik edilebileceğini
söylüyor. ıstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümü
Prehistorya Anabilim Dalı’nın eski başkanı Mehmet
Özdoğan’a göre kazıların bir ekipten alınıp
başkasına devredilmesi kabul edilemez.
“Bazı uzmanlar üniversitedeki diğer çalışmaları
sebebiyle o sene gelemiyorlar, yine de birini bu
şekilde zorlamak gereksiz. Bilimin kendi kuralları
vardır, onun için iptallerin doğru olmadığına
inanıyorum” diyor Özdoğan ve ekliyor: “Arkeolojik
kazıların kendi momenti vardır, yani bir şey
yetiştirilmeye çalışılmıyor. Görevimiz yoğunlukla
çalışmak değil, bilimsel çalışmanın kaç ay
sürdüğüyle değerlendirmesi bilimin gereğine uymaz.”
Farklı imaj oluşabilir
Arkeologlar Derneği ıstanbul şubesi Başkanı Necmi
Karul ise “Bu tip yaptırımlar yavaş yavaş Türkiye
hakkında farklı bir imaj oluşmasına sebep olabilir”
diyor. “Bu tavrı etik bulmuyorum. Burada kötü giden
bir şey varsa ekiplere farklı yaptırımlar
uygulanabilirdi. Böyle bir imaj oluşuyor. Ellerinden
kazı alınıyor fikri oluşursa, iyi ekipler de gelmez
ve arkeoloji içine kapalı bir bilim dalına döner”
diye devam ediyor, Karul.
Denizli’de yer alan, UNESCO Kültür Mirası
listesindeki Hierapolis antik kentinin restorasyon
danışmanlığını yapan Haşim Yıldız’a göre karar
yerinde. “Maalesef bazı yabancı kazı ekipleri
çalışmıyor ya da yılda en çok bir ay çalışıp
gidiyorlar. Kültürel değerlere talep arttı ama
ekipler gereğini yerine getirmiyor” diyor Yıldız.
Yıldız’a göre devrin bir sebebi de Türklerin artık
arkeolojide diğer ülkelerle eşit bilgi ve olanaklara
sahip olması.“Türkiye’deki arkeoloji bölümleri
çoğaldı, yabancı arkeologlarla eş seviyelere geldik”
diye ekliyor.
Türkiye’de çalışan İtalyan sanat tarihçisi ve
arkeolog Alessandra Ricci’ye göre ise arkeolojik
kazılar sağlıklı bir ortaklıkla yürümeli. “ıtalya’da
da, diğer Avrupa Birliği üyesi ülkelerde de durum
böyledir, yabancı ekipler gelip kazı çalışması
yapabilir. Önemli olan bunun milletler gözetilmeden
ortaklaşa yapılması.”
Bu yıl devredilen kazılar
Kültür ve Turizm Bakanlığı 2011 yılında Antalya,
Muğla ve Kütahya’daki Xanthos, Letoon ve Aizonai
antik kentlerindeki kazıların lisansını iptal etti.
Bunlardan ilk ikisi 50 yılı aşkın süredir Fransız
ekiplerce yürütülürken, Almanya’daki kazıyı Alman
ekip yürütüyordu.
Xanthos’un yeni çalışma ekibinin başında bulunan
Akdeniz Üniversitesi Dekanı Burhan Varkıvanç, devir
nedeni anlatılmasa da sebebin son yıllarda bölgeye
gerekli özenin ve zamanın gösterilmemesi olduğunu
tahmin ediyor. Letoon kenti kazılarını devralan
Doç.Dr. Sema Atik ise teklifin kendisine
aralıkta sunulduğunu ve 15 kişilik ekiple çalışmaya
başladığını anlatıyor:
“Türk arkeologlar bundan önce de çok başarılıydı,
gerekçenin Türklerin iyileşmesi olduğunu sanmıyorum.
Yine de bilimin ülkelere ve milletlere göre
değerlendirilmemesi taraftarıyım.”
Radikal, Kaynak: Hürriyet Dailiy News, Haber:
Işıl Eğrikavuk, 02.08.2011
|
ÇİN KIRILAN BU TABAĞI KONUŞUYOR
Çin’in başkenti Pekin’deki Yasak Saray Müzesi’nde
muhafaza edilen 1000 yıllık paha biçilemez seramik
tabak tuzla buz oldu.
Hassasiyet ölçümü yapan makina gerekenden fazla
sıkınca tabak 6 parçaya ayrıldı. Bir blogger
tarafından ortaya çıkarılan kazayı müze
yetkillerinin örtbas etmeye çalıştığı belirlendi.
Haber üzerine müze yetkililerine karşı ortaya çıkan
öfke çığ
gibi büyüdü. Müze yetkilileri
parçaların birleştirilebileceğini öne sürerken,
seramik uzmanları bunun mümkün olmadığını açıkladı.
Milliyet, 02.08.2011
|
|
ERZURUM TARİHİ ONLARLA YAŞIYOR
Rus ordularının saldırısını önlemek amacıyla 19’uncu
yüzyılın ikinci yarısında savunma amaçlı olarak
Erzurum’un doğusunda ve çevresinde yapılan tabyalar,
geçmişi günümüze taşıyor. Birçok saldırıya uğrayan
tabyalar, gördükleri savaş, doğal afetlerde tahribat
görmesine karşın hala dimdik ayakta durmayı
başarıyor.
1828 - 1829 Osmanlı - Rus savaşında Erzurum’un
etrafındaki toprak tabyaların yetersiz kalması ve
şehre doğu ve kuzeyden gelen yolları kontrol altında
tutabilmek için Sultan Abdülmecid zamanında Zarif
Mustafa Paşa tarafından 1852’de Mustafa Paşa’nın
ismini taşıyan bir tabya yapıldı. Ancak topların
daha da gelişmesinden dolayı Toprak Tabya’nın yanı
sıra Topağı’na 1, 2 ve 3 numaralı Aziziye Tabyaları
ile onların güneybatısındaki Kiremitlik Tepeleri’ne
1867 - 1872 yıllarında Büyük ve Küçük Kiremitlik
Tabyaları yaptırıldı. Fosfor Mustafa Paşa’nın
düzenlediği plan içerisinde yapılan ve şehre 4- 5
kilometre uzaklıktaki bu tabyaların yapımı sırasında
Kars yolu üzerine de yeni bir tabya daha eklendi.
Erzurumluların da maddi ve işgücü katılımlarıyla
yapılan bu tabyalara da ‘Ahali Tabyası’ ismi
verildi.
Osmanlı tarihine 93 Harbi olarak geçen 1877 -
1878 Osmanlı - Rus savaşında Osmanlılar bu
tabyaların yardımıyla Ruslar’ın ilerlemesini
durdurabildi. Sultan II. Abdülhamid zamanında da
olası bir Rus hücumuna karşı şehri daha uzak
noktalardan koruyabilmek için yeni tabyaların
yapılmasına karar verildi.
Erzurum’a 8 kilometre uzaklıklardaki Oltu -Tortum
yolunu kontrol eden Tafta ve Karagöbek; doğuda
Çobande’de, Dolangez, İlave, Uzunahmet, Küçük Höyük,
Büyük Höyük tabyaları birinci, Sivisli, Ağzı Açık,
Toparlak, Gez tabyaları da ikinci savunma hattı
olarak yapıldı. Güney yönünde de Küçük Palandöken ve
Büyük Palandöken tabyaları yapıldı. Toplam 14 tabya
yapılarak şehrin savunması güçlendirildi.
Mimari yönden estetik ve yapı üslubu olarak herhangi
bir özenin gösterilmediği tabyalarda daha çok
sağlamlık ve kullanım esasları ön plana alınmıştır.
Planlarında ve araziye yerleşiminde daha çok
bulundukları yerlerin konumu, genişliği kontrol
altında tutacakları yerler ön planda tutulmuştur. Bu
yönden ikisi dışında tabyalar birbirlerine
benzemezler. Bu konuda bir araştırma yapan Prof.Dr.
Haşim Karpuz, tabyaları ‘Hilal Tabya’ ve ‘Yay Tabya’
olarak iki ayrı gruba ayırmıştır. Sivri bir tepe
üzerinde yapılmış olan tabyalar daha toplu ve daire
şeklindedir. Bunun yanı sıra daha yayvan ve daha az
sarp olan tepe ve sırtlarda yapılanlar yay şeklinde
yapılmıştır. Bu tabyalar yan yana odalardan meydana
gelmiş, üzerleri kalın bir toprak tabakasıyla
örtülmüştür. Düşmanın geleceği yönün aksi tarafında
da askerlerin toplantı avluları vardı ve ayrıca
depo, revir gibi yapılara da burada yer verilmiştir.
Tabyaların en geniş bölümünde kışla odaları
bulunmaktadır. Bunlar birbirleriyle bağlantılı
dikdörtgen odalardan oluşmaktadır. Odaların
genişlikleri 3 ila 4 metre olup derinlikleri 6 ila
14.50 metre arasındadır. Çoğunlukla tek katlı olan
kışla odalarının bazıları yer kazanmak amacıyla
ahşap kalaslarla ikiye bölünmüş ve iki katlı duruma
getirilmiştir. Bunlardan Büyük Kiremitlik Tabyası
iyi bir durumda günümüze gelerek iki katlı kışlalara
bir örnektir. Bu tabyalar saldıran güçlere yönelik
taraflarda 5 -10 metre kalınlığında bir toprak
yığınıyla takviye edilmiştir. Alt ve üstten kalın
toprak tabakaları ile örtülü olan bu tabyaların
karşı taraftan seçilmeleri de hemen hemen
imkansızdır. Aynı zamanda da topçu ateşinin
etkisinden uzak kalmaktadır.
Bu tabyaların biraz dışında da karargah olarak
kullanılan korunaklı binalar bulunmaktadır. Bu
karargah binaları yan yana odalar ile fırın, mutfak
ve hamamdan oluşmaktadır. Tabyaların yan
taraflarında daha yüksek olarak top mevzileri,
onların yanında topçu odaları bulunmaktadır.
Tabyaların yanlarındaki merdivenlerle çıkılan topçu
odaları gizli bir merdivenle koğuşlara bağlanmıştır.
l877 - 1878 Osmanlı - Rus Savaşından sonra yapılan
tabyalara bir de pusu odaları yerleştirilmiştir.
Bunlar ‘L’, ‘U’, ‘T’ şeklinde yapılmış çokgen veya
dikdörtgen mekanlardır. Bunların hendeğe yönelik
kısımlarına mazgallar yerleştirilmiştir. Bu odalar
hendeği kontrol altında tuttuğu gibi hücuma geçen
karşı tarafı pusu kurarak hafif silahlarla gelenleri
topçu bataryalarından uzak tutmaya yarıyordu.
Erzurum Gazetesi, 02.08.2011
|
TARİHİ CAMİ RESTORE
EDİLMEYİ BEKLİYOR
Kastamonu'da Hanönü
İlçesi'ne bağlı Yukarı Küreçayı Köyü'nde, 1285
yılında yapılan tamamen ahşap tarihi cami, restore
edilmeyi bekliyor.
Vakıflar
Bölge Müdürlüğü Basın ve Halkla İlişkiler Sorumlusu
Erdal Arslan ise AA muhabirine yaptığı açıklamada,
Küreçayı Köyü'nde bulunan tarihi caminin, kısa bir
süre önce Vakıflar Bölge Müdürlüğü bünyesine
alındığını, gerekli araştırmaların yapıldığını ve
yapılmaya devam edildiğini bildirerek, bu caminin
2011 yılı yatırım programına alındığını belirtti.
Arslan,
caminin kapısında yapılış yılının 1285 olarak
görüldüğünü ancak, bunun hicri mi yoksa miladi mi
olduğunun kesin olarak bilinmediğini kaydetti.
Kastamonu Postası,
02.08.2011
|
TÜRK İSLAM ESERLERİ MÜZESİ RESTORE EDİLDİ
Sultanahmet'teki
İbrahim Paşa Sarayı'nda bulunan Türk ve İslam
Eserleri Müzesi'nin restorasyonu tamamladı.
İstanbul İl Özel İdaresi, Sultanahmet'teki
İbrahim Paşa Sarayı'nda bulunan Türk ve İslam
Eserleri Müzesi'ni restore ettirerek
İstanbul'un kültür mirasına kazandırdı. Baştan
aşağı yenilenen müzede restorasyon çalışmaları
kapsamında müzenin protokol giriş saçağı mevcut
çinkodan arındırıldı ve yerine eserin özgün yapısına
uygun kurşun örtü serildi. Kurşun levhaların
uygulamasından önce tüm ahşapların temizlik
işlemleri tamamlanarak, kırık ve çürük olanların
tümlemeleri aslına uygun şekilde yapıldı. Kurşun
üstü alın tahtalarının temizliği yapılarak koruyucu
sürüldü. Eksik ve kırık olan parçaların tamiratı
yapılarak kurşun altı keçesi serildi. Yine aynı
binanın kurşun çatı örtüsünde yer alan delik ve
hasarlı olan bölümlerin lokal onarımları yapıldı. Su
ve nemden dolayı zarar gören müzenin idari bölümünde
yer alan merdiven şaftına ait duvarların niteliksiz
boyaları kazındı. Duvar üzerinde gerekli onarımlar
yapıldıktan sonra koruyucusu sürüldü ve son olarak
da iki kat boyası uygulandı.
Türk ve İslam Eserleri Müzesi, Türk ve İslam sanatı
eserlerini topluca kapsayan ilk Türk müzesi
özelliğini taşıyor. 19. Yüzyılın sonunda başlayan
kuruluş çalışmaları, 1913 yılında tamamlanmış ve
müze,
Mimar Sinan'ın en önemli yapılarından bir olan
Süleymaniye Camii külliyesi içinde yer alan
imaret binasında 1914'de 'Evkaf-ı İslamiye Müzesi'
(İslam Vakıfları Müzesi) adı ile ziyarete açıldı.
Cumhuriyet'in ilanından sonra ise 'Türk ve İslam
Eserleri Müzesi' adını aldı. Müze,
Süleymaniye imaret binasından 1983 yılında,
bugün içinde bulunduğu
İbrahim Paşa Sarayı'na taşındı. 16.
yüzyıl
Osmanlı sivil mimari örneklerinin en önemlilerinden
olan
İbrahim Paşa Sarayı,
Roma dönemine uzanan tarihi hipodrumun
kademeleri üzerinde yükselir. Kesin yapılış tarihi
ve nedeni bilinmeyen bu bina, 1520'de Kanuni
Sultan Süleyman tarafından kendisine 13 yıl
sadrazamlık yapacak olan
İbrahim Paşa'ya hediye edilmişti.
haberler.com, 01.08.2011
|
SANDIKTAN ÇIKAN HAZİNENİN RESTORASYONU TAMAMLANDI
Uludağ eteklerindeki
Üftade Dergahı, camisi ve çilehanesini restore eden
Bursa Büyükşehir Belediyesi, geçtiğimiz Temmuz
ayında 500 yıl sonra açıldığı düşünülen iki
sandıktan çıkan değerli eşyaların tamirini
sürdürüyor. Parçalanmış ve buruşmuş olarak sandıktan
çıkartılan emanetlerin önce envanteri yapıldı.
Rölövelerinin çıkarılmasına ve form kazandırılmasına
başlanan eserler, ardından da müze ortamında
sergilenecek.
Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe,
tarihi ve kültürel mirasa sahip çıktıklarını
belirterek, "Bir sandığın içinde 500 yıllık birikim.
Hepsi paçavra şeklindeydi ve onlar şimdi birer
ziynet gibi nakış nakış işlenecek, göz nuru
dökülecek" dedi. Büyükşehir Belediyesi olarak özel
laboratuvarda restore edilen hazine niteliğindeki
değerler için güzel sanat uzmanlarından hizmet
aldıklarını anlatan Altepe, "Bunlar büyük ve emek
isteyen işler. Her parça tek tek incelenip
fotoğraflanıyor, desenler kağıtlara çıkarılıyor.
Arşivleniyor, motif ve desenler belirleniyor. Fiziki
temizlemeler, ayıklamalar yapılarak eksikler
gideriliyor. 500 yıl önceki tarihi ayrıntılarıyla
bugüne taşıyoruz. Burada birçok bilinmeyen şeyleri
de öğreneceğiz. O günkü yaşam tarzından, kıyafet
sistemine kadar herşey canlandırılmış olacak. Üftade
Tekkesi, camisi restore edilirken ecdadımıza layık
bir şekilde onlardan kalan emanetler de müze
ortamında sergilenecek. Bu paçavra gibi gözüken
manevi değeri yüksek objeler gerçek kimliğine
kavuşacak" diye konuştu.
Sandıktan çıkan değerli eşyaların onarımını ise
Güzel Sanatlar Uzmanı Levent İnan, sanat tarihçisi
Hülya Demirhan ve Güzel Sanatlar Uzmanı Esra Çetin
yapıyor.
Habertürk, 01.08.2011
|
ANTALYA'DA MÜZE ZİYARETÇİSİ % 65 ARTTI
Antalya’da müze ve ören yerlerini gezen ziyaretçi
sayısı geçen yıla oranla yüzde 65 artış gösterdi.
Turistlerin en gözde ziyaret yerleri, Noel Baba
Kilisesi ile Myra antik kenti oldu.
Kültür ve Turizm İl Müdürlüğünün
rakamlarına göre, Antalya'da geçen yılın ilk 6
ayında 1 milyon 108 bin 40 kişinin ziyaret ettiği
müze ve ören yerlerini bu yılın aynı döneminde 1
milyon 525 bin kişi gezdi.
Ziyaretçilerin bıraktığı para da
geçen yıla göre artış gösterdi. Geçen yıl haziran
ayı sonunda müze ve ören yerlerine gelen
ziyaretçilerden elde edilen gelir 2 milyon 778 bin
lira iken, rakam bu yılın aynı döneminde 3 milyon
757 bin 180 liraya yükseldi.
Geçen yıl en çok Aspendos
antik
tiyatrosu ziyaret edilirken bu yıl Myra antik kenti ve
Noel Baba Müzesi büyük ilgi gördü. Geçen yılın ilk 6
aylık döneminde Noel Baba Kilisesi'ni 143 bin 700
kişi ziyaret ederken, 156 bin 420 TL bıraktı. Bu
yılın aynı döneminde Noel Baba Müzesi'ni ziyaret
eden 262 bin 377 kişi 209 bin 110 TL bıraktı.
Myra antik kentini geçen yılın
aynı döneminde 158 bin 107 kişi ziyaret ederken, 159
bin 370 bin lira gelir bıraktı; bu yıl ise 262 bin
377 kişi ziyaret edip 235 bin 715 TL gelir bıraktı.
Perge de bu yıl ziyaretçi sayısını artırdı. Geçen
yıl Perge'yi 143 bin 235 kişi ziyaret etti, 212 bin
400 lira gelir bıraktı. Bu yıl aynı dönemde Perge'yi
ziyaret eden 237 bin 229 kişiden 308 bin 125 lira
gelir elde edildi.
Turizm Gazetesi, 01.08.2011
|
YATAĞAN'DAKİ KAZI ÇALIŞMALARINA TÜRSAB'DAN DESTEK
Muğla'nın Yatağan
İlçesi'ndeki, dünyanın en büyük
mermer antik kenti Stratonikeia'da geçen Haziran’da
başlayan kazı çalışmalarına destek olan Türkiye
Seyahat Acenteleri Birliği (TÜRSAB), vinç bağışladı.
Geçen yıl Stratonikeia'yı ziyaret
eden TÜRSAB yönetimine Yatağan Belediye Başkan
Yardımcısı Tarcan Oğuz tarafından ihtiyaç dosyası
verilmişti. TÜRSAB tarafından bağışlanan vinç,
karayoluyla getirilerek kazı heyetine teslim edildi.
Stratonikeia Kazı Saşkanı Doç.Dr. Bilal Sögüt, “Çok
büyük mermer sütunlar ortaya çıktı. Bunların
yerlerine monte edilmesinde güçlük çekiyorduk.
TÜRSAB, geçen yıl verdiği vinç sözünü yerine getirdi
ve vinç gönderdi. Bir taraftan kazı yaparken diğer
taraftan da hızlı bir şekilde büyük mermer sütunları
yerlerine monte edeceğiz” dedi.
Turizm Gazetesi, 01.08.2011
|
AYASOFYA'DA YOLSUZLUK YAPAN GİŞE MEMURLARINA DAVA
AÇILDI
Ayasofya Müzesi’nin gişesinde görevli dört
memur, 2 milyonluk gişe yolsuzluğuyla suçlanıyor.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Memur Suçları
Soruşturma Bürosu iddiaları inceleyerek gişe
memurlarından E.İ., E.Ç., M.E., T.A.’yı
cezalandırılmak üzere mahkemeye sevk etti.
Ayasofya Müzesi’nin gişesinde
görevli dört memurun yapılan yolsuzluktan elde
ettikleri paralarla Tayland’da tatil yaptıkları
iddia edildi. Kültür ve Turizm Bakanlığı Teftiş
Kurulu’ndan Başmüfettiş Bayram Coşkun ile Müfettiş
Yardımcısı Aydın Saffet Özkan tarafından yapılan
inceleme neticesinde yolsuzluğun yapıldığı
belgelendi.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Memur Suçları
Soruşturma Bürosu da iddiaları inceleyerek gişe
memurlarından E.İ., E.Ç., M.E., T.A.’yı
cezalandırılmak üzere mahkemeye sevk etti. Kültür ve
Turizm Bakanlığı’nın milyonlarca lira zarara
uğradığı ileri sürüldü.
Yılda yaklaşık 3 milyon turistin ziyaret
ettiği Ayasofya Müzesi’nin yıllık geliri 27 milyon
liraya ulaşıyor. Bu gelirin önemli bir kısmı (müze
kart geliri hariç) müzenin bahçesindeki gişede
toplanıyor. İddialara göre bu para trafiği, aylık
900 ile 1100 lira arasında değişen maaşlarla çalışan
bazı personelin aklını çeldi. Böyle olunca da
akıllara durgunluk veren bir yolsuzluk planı ortaya
çıktı.
Yolsuzluğun ortaya çıkması bir yıl öncesine
dayanıyor. 2010 yılı yaz aylarında Ayasofya Müze
Müdür Yardımcısı Halil Arça tarafından sahte bir
bilet tespit edilip tutanak altına alındı. Ardından
bakanlık müfettişleri sahte bilet üzerinden
soruşturma başlattı. Soruşturma sonucunda ismi geçen
personelin iş akdi feshedilerek savcılığa sevk
edildi. Ancak yolsuzluğun boyutları tam olarak
ortaya çıkarılamadı. Bunun üzerine müze
çalışanlarından ismini gizleyen dört-beş kişi
savcılığa yolsuzluğun boyutlarını bir bir anlatan
ihbar mektupları gönderdi.
Başsavcılığa ulaşan ihbar mektuplarındaki
akıl almaz iddialar şöyle:
“Ayasofya Müzesi gişesinde çalışan memurlar E.Ç. ve
E.İ. bilet basma yazıcısındaki ‘ücretsiz bilet’
yazısının üstüne para bandı yapıştırdı. Ücretli
yazan biletin üstüne bilgisayardan ücretsiz bilet
komutunu verdiğinde para bandı ile kapatılan dijital
yazıcı çalışmıyor ve böylelikle sisteme ücretsiz,
ziyaretçiye ise ücretli bilet basılmış oluyor. Gişe
memurları bu sistemi de elektronik sistemi kuran MTM
Bilişim Teknolojileri şirketinin çalışanı H.A.
yardımıyla öğrendi.
Şirket bu olaydan şüphelenince H.A.’yı müzeden
uzaklaştırdı. İlk etapta 300-400 bin liralık vurgun
yapıldı. E.Ç., E.İ. ve T.A. bilet yolsuzluğuna devam
etti. Burada devletin 2 milyon lira zarara
uğradığını bilmekteyim. Aynı işlemi Topkapı
Sarayı’ndaki arkadaşlarına da öğrettiler. E.Ç. yıl
içinde en az 10 kez Tayland’a giderek tatil yaptı.
E.İ. ve H.A.’yı da götürdü. E.İ. banka kredisiyle
aldığı evin 60 bin liralık tutarını bir defada
kapattı.”
Bu iddialar üzerine Başsavcılık konuyu araştırdı.
Yolsuzlukla suçlanan gişe memurları E.İ., E.Ç., M.E.
ve T. A. ifade verdi. Zanlılar savcılık ifadelerinde
suçlamaları reddetti.
Ancak savcılık itirazlara rağmen haklarında
dava açılmasını istedi. Mahkeme de zanlılar
hakkındaki iddianameyi kabul etti. Gişedeki
elektronik sistemi kuran MTM Bilişim Teknolojileri
çalışanı H.A. hakkında ise kovuşturmaya gerek
görülmedi.
Milliyet, 01.08.2011
|
DRAMALILAR KÖŞKÜ TURİZME AÇILIYOR
Zamana meydan okuyarak ayakta kalmayı başaran
tarihi Dramalılar Köşkü, Bornova Belediyesi
tarafından yapıldığı 18'inci yüzyıla uygun şekilde
restore edilerek turizme kazındırılıyor. Bornova
Belediyesi, 2 bin 500 metrekarelik alana kurulU
köşkü Dramalılar ailesinden alarak kamulaştırıldı.
Köşkte 17 Haziran'da başlayan restorasyon
çalışmalarının bu ay sonunda tamamlanması
hedefleniyor.
İsveç'in Kalmar kentiyle Bornova Belediyesi arasında
devam eden TUSENET (Sürdürülebilir Turizm Projesi)
çalışmalarının ikinci bölümü olan "Levantenler
Dönemi Yaşantısı" Dramalılar Köşkü'nde sergilenecek.
Köşkte, dönemin Osmanlı ve Levanten yaşantısı
anlatılacak. Bornova Belediye Başkanı Prof.Dr.
Kamil Okyay Sındır, "Zaman içinde kaderine terk
edilen bu tarihi köşkü yıkılmaktan kurtarmak için
çalışmaları hızlandırdık. Burası 1977 yılında Eski
Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından
korunması gereken kültür varlığı olarak tescil
edilmiş. Hazırladığımız proje İzmir 1 Numaralı
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan
onay aldı. İzmir İl Özel İdaresi de bize destek
verdi. En kısa sürede restorasyon işini tamamlayıp
Köşkü Bornova'ya kazandırmayı hedefliyoruz" dedi.
Köşkte Osmanlı ve Rum hayatının yansımalarını
sunacaklarını belirten Sındır, "Burayı ziyarete
gelenler 18. yüzyılın havasını soluyacak.
Avluda döneme uygun kafeler kuracağız. Köşkün
mutfağı da, alana yapacağımız restoranda yine o
yıllara ait Osmanlı ve Rum mutfağından yemekler
sunacak. Ahıra atlar yerleştireceğiz. Seyisler
olacak. Avluda bu atlar gezinti yapacak. Döneme ait
çeşitli antik eserlerle süsleyeceğimiz köşkte
1920'li yıllarda yaşayan ailenin fotoğraflarını
sergileyeceğiz. İç mekanda balmumu heykeller olacak"
diye konuştu.
Yeni Asır, 01.08.2011
|
BU TARİH TALAN EDİLMESİN
Denzli'de Doğa Sevenler Derneği (DOSEV)
tarafından keşfedilen tarihi Türk mezarlığı
korunmayı bekliyor. DOSEV, defineciler tarafından
talan edilmesinden korkulduğu için yeri açıklanmayan
ve ardıç ağacından yapılan mezar başlarının
bulunduğu tarihi mezarlığın korunması için çağrıda
bulundu.
Denizli’de çeşitli doğa ve dağ yürüyüşleri
düzenleyen DOSEV üyeleri, yaptıkları gezilerde daha
önce ayak basılmayan yerlerde tarihi ve doğa
güzelliklerini keşfediyor. Yine yapılan bir doğa
gezisinde bu kez, tarihi bir Türk mezarlığı
keşfedildi. Benzeri sadece
Macaristan’da olduğu belirtilen, ardıç ağacından
yapılan mezar başları, yangın ve definecilerin talan
etme tehlikesiyle karşı karşıya. DOSEV Başkanı Ümit
Şıracı, definecilerin talanına uğramaması için
yerini sadece yetkililere bildirdiği ata mirasının
bir an önce güvenceye alınmasını istedi. Denizli’nin
tarihi ve kültürel mirasının sadece
Roma ve önceki döneme ait olmadığını belirten
Şıracı şunları söyledi:
"Türk yurdu olan bu topraklar, atalarımızın
varlığını belgeleyen, geçmişimizle köprü olabilecek
önemli değerlere ev sahipliği yapıyor. Şimdi bir
mezarlık daha tespit edildi. Yerini
yağmacılardan korumak için açıklamıyoruz. Bu mezarın
tek benzeri Macaristan’da var. Mezar başları Türkler
tarafından kutsal sayılan ardıç ağacından yapılmış.
700- 800 yıl öncesine dayanıyor. En yenisi 70- 80
yıllık. Sayıları 170 civarında. Orta
Asya’da örnekleri çok olan yaklaşık 2 metre
boyundaki mezar başlıkları, buraya gelen Türklerin
kültürlerini de beraberinde getirdikleri ve bu
topraklarda uzun süre muhafaza ettiklerini
gösteriyor. Bazı mezarların çevresi yine ardıç
ağaçları ile çevrilmiş. Mezar başlıklarının üzerinde
defnedilen kişinin hangi Türk boyuna mensup olduğunu
gösteren damgalar mevcut. Bazı mezar başlarının
üzerindeki işlemelerden ve yazılardan, hakan ya da
bey mezarı olduğu anlaşılıyor."
Yeni yapılacak Kent Müzesi’nin
Bizans eserleriyle dolacağını da dile getiren
DOSEV Başkanı Ümit Şıracı, "Oysa bunlar bizim ata
mirasımız. Denizli’de Türk varlığının önemli
kanıtları. Bu mezarlık, Türkologlar için önemli bir
mecra. DOSEV olarak bu konuda bir an öne harekete
geçilmesini istiyoruz. Çünkü bürokratik süreç uzarsa
tarihi mezarlığı kaybederiz" diye konuştu.
Müze Müdürü Hasan Hüseyin Baysal ise, mezarlık
için Aydın Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu’na yazı yazıldığını belirterek şöyle dedi:
"Mezarlıkta biz de inceleme yaptık. Ancak
mezarların yaklaşık 150 yıllık olduğunu tahmin
ediyoruz. O dönemde bölgede
ardıç ağacı fazla olduğu için geleneksel olarak
mezarlarda kullanmış olabilir. Mezarlar taşınmaz
varlıklardır. Korunması için kurula yazı yazdık. Bu
ay içinde yazının bize ulaşmasını bekliyoruz."
Milliyet, Haber: Ramazan Çetin, 01.08.2011
|
YASSIADA'DA 'DEMOKRASİ MÜZESİ' MESELESİ
Yassıada'da demokrasi müzesi kurmanın manası şu:
Müze diyordunuz yaptık, biraz uzak ama olsun,
meraklısı dışında kimse gitmese de olur.
Demokrasi Müzesi ve Belgeliği’
ihtiyacını ilk seslendirenlerden
biriyim. Hayli zaman önce yazdım,
sağ olsun Kültür ve Turizm Bakanı
değerli dostum Ertuğrul Günay
benimseyip mekan aradığını söyledi;
anlaşılıyor ki seçim sonrası yeni
hükümet programının hazırlanması
sürecinde Başbakan Tayyip Erdoğan da
bu öneriyi benimsedi.
Buraya kadar her şey güzel...
Başbakan’a ve Bakan’a teşekkür etmek
gerek... İşin karıştığı nokta ise
bundan sonrası... Yani demokrasi
müzesi olarak seçilen yer:
Yassıada!..
Önemsiz bir mekan mı Yassıada? Asla!
Adanın yakın siyaset ve yargı
tarihimiz açısından fevkalade önemli
bir yer olduğuna şüphe yok. Restore
edilip korunması, müze/mekan haline
getirilmesi iyi olmaz mı? Şüphesiz
olur. Rahmetli Başvekil Adnan
Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin
Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan
Polatkan’ın idamlarının 50.
senesinde ‘Yassıada Müzesi’ kurmak
kuşkusuz iyi fikirdir...
Yargılamanın yapıldığı salonun
geçmişteki gibi düzenlenmesine, mum
heykellerle canlandırmaların
yapılmasına, salonun duvarlarında
TRT’nin arşivinde bulunan ‘Yassıada
Saati’ programına ait bant
kayıtlarının yankılanmasına, siyasi
kişilerin kaldığı hücreleri, o
hücrelerde çekilmiş fotoğraflar
eşliğinde izleyebilme olanağına kim
itiraz edebilir ki...
Dolayısıyla ‘Yassıada Müzesi’ne evet; ama iş
‘Demokrasi Müzesi’ne gelince, “Seçilecek mekan orası
mı olmalı?” derseniz, basında projeyi destekleyen
kimi kalemlerin kanaatinin aksine, cevabım
‘Hayır’!..
Bana göre Yassıada’da demokrasi müzesi yapmaya
kalkmanın manası şu: “Müze diyordunuz yaptık,
milyonlar yatırıp restore ettik, biraz gözden ırak
ama olsun, meraklısı dışında kimse ziyaret etmese de
olur...”
Olanca imkanına ve elinde bulundurduğu bir mekanı
bırakma konusunda askerin geleneksel isteksizliğine
rağmen Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın
tutunamadığı, adanın kendilerine tahsisi için uzun
süre ciddi çaba harcadıktan iki sene sonra orayı
terk eden İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri
Fakültesi’nin kaçarcasına uzaklaştığı, Şehir Hatları
Vapur İşletmesi’nin yolcu taşımayı reddettiği yerde
Kültür Bakanlığı’nın müze yapıp ziyarete açık
tutmayı başaracağını sanmak, kuvveden fiile
çıkarılabilir bir proje midir diye düşünmemek elde
değil... Kaldı ki Tayyip Erdoğan gibi Yassıada’nın
ulaşım, su, enerji olmak üzere zorluklarını iyi
bilen birisinin, Ertuğrul Günay gibi olmazları
bilen, çıkmaz sokaklarda dolaşmanın ne denli yüksek
bedel ödettirdiğini görmüş birinin bu fanteziye
nasıl ikna edildiklerini anlayabilmiş de değilim...
Kaldı ki ‘Demokrasi Belgeliği ve Kütüphanesi’
içermeyen bir ‘Demokrasi Müzesi’ projesinin, eksik
bir teşebbüs olacağını daha önce yazdım. İhtiyaç
olan şudur: İttihat Terakki’nin işkencehanesi olan
Bekirağa Bölüğü’nden 12 Mart’ın ünlü Ziverbey
Köşkü’ne, Sansaryan Han’dan Diyarbakır, Mamak,
Ulucanlar, Sağmalcılar, Selimiye, Balmumcu, Edirne
Cezaevi’ne varana kadar son bir asırda adı acıyla
hafızalara kazınan mekanlarında yaşanan hadiseler ve
devlet arşivindeki sıkıyönetim ve darbe evrakının
toplanacağı bir belgelik!..
‘Demokrasi Müzesi’ nerede kurulmalı, neden Yassıada
uygun mekan değil sorularına cevap ararken akıldan
çıkarılmaması gereken husus, müze kurmakla murat
edilen şey, genç kuşakların bu mekanı ziyaretini
kolaylaştırıp heveslendirerek farkındalıklarının
arttırılması... Yola çıkarken bunu hatırlamakta
sanırım yarar var.
Radikal, Yazı: Avni Özgürel,
01.08.2011
|
CERVANTES'İN KEMİKLERİ ASIRLAR SONRA NEDEN ARANIYOR?
Cervantes'in kayıp kemiklerinin peşine düşüldüğü
yansımıştı geçtiğimiz hafta gazetelere. Amaç,
Don Kişot'un yazarının 'gerçek yüzünü' ortaya
çıkarmak. Şu satırlar ise yazarın kendisine ait:
"Olur da kendisiyle tanışırsan söyle ona, Don
Kişot'un yorgun, artık çürümüş kemiklerini rahat
bıraksın, ölümün bütün yasalarını çiğneyip onu
Kastilya'ya götürmeye kalkmasın".
Don Kişot'un yazarı Miguel de Cervantes'in
kemiklerinin Madrid'deki bir manastırda
aranmaya başlandığını okuduğum günden beri
aynı çelişkili sıkıntıyı yaşıyorum. Bir
yandan yapıtlarıyla insanlığa önemli
miraslar bırakan 'seçilmişleri' rahat
bırakmamız gerektiğini düşünüyorum ama sonra
bencil yanım sanatlarının inceliklerini gün
ışığına çıkarmak isteyenlere hak veriyor.
Onlar adına insanlığa iyilik yapıyormuşuz
gibi hissediyorum. Kadim bir söz yıllar
evvel okuduğum romanda farklı bir ifadeyle
karşıma çıkmıştı. Adam küçük arkadaşına
şöyle sesleniyordu: "Jakob, seni anımsayacak
olan toprağa gömülmeye çalış". 1547 yılında,
İspanya'nın Alcala de Heneras kasabasında,
orta sınıf bir ailenin yoksul bir sağlık
memurunun yedi çocuğundan biri olarak
doğmuştu Miguel De Cervantes. Ve tam da
istediği gibi doğduğu topraklara gömüldü.
Yazarın çocukluğu İspanya'da bir şehirden
diğerine dolaşarak geçer. Sevilla'da bir
Cizvit okuluna devam ettikten sonra Madrid'e
gelip üniversiteye başlar. Erasmus'un
öğrencilerinden Lopez de Hoyos'un öğrencisi
olduğu için ona Rönesans hümanizmasının son
temsilcisi olduğu söylenir. Üniversiteden
sonra zamanın edebiyat ve sanat merkezi
İtalya'ya giden genç adam, daha sonra
İspanyol donanmasıyla İnebahtı Savaşı'na
katılır. O savaşta aldığı yaralardan sonra
sol eli felç olan Cervantes, kardeşi Rodrigo
ile birlikte evine dönerken Türk
korsanlarına esir düşer. Üzerinden çıkan
mektuplar onun önemli biri olduğu izlenimi
verdiği için fidye almak amacıyla beş yıl
esir tutulur. Daha sonra onu bir Yunanlı
esir alır. Başarısız kaçma girişimlerinin
ardından on iki yıl sonra vatanına döner.
Artık otuz iki yaşındadır. Önce oyun
yazarlığını dener ama pek beğenilmez. Mutsuz
bir evlilik yapar ve La Mancha'da memur
olarak çalışmaya başlar. Ama bu defa da
emanetini kullandırdığı banker batınca
zimmetine para geçirmekten hapse mahkum
olur. Ve gerçek edebi hayatı burada başlar.
Don Quijote'nin (Don Kişot) önemli bir
kısmını burada yazdığı biliniyor. (1602) Bu
eserle kısa zamanda şöhret sahibi olmuş
ancak o dönemde bile önü alınamamış korsan
yayıncılık yüzünden para kazanamamış.
Edebiyat sevenlerin malumu olan bu kısa,
çarpıcı hayat hikayesi yazarın ölümsüz
eserinden daha mı kıymetli ki,
araştırmacılar onu gömüldüğü yerde bir türlü
rahat bırakmıyor diye düşünebiliriz pekala.
Diyorlar ki, manastırın betonları arasına
gömülü olan kemikleri arama çalışmalarının
amacı, Juan de Jaurequei tarafından
resmedilmiş bir portresi olan yazarın yüzünü
yeniden oluşturmak ve gerçek şeklini ortaya
çıkarmak. Bu noktada bir yazarın hakiki
suretine kavuşmak neden bu kadar önemlidir
diye sorabiliriz rahatlıkla. Edebiyat
tarihçilerinin, arkeologlarının elbet bu
soruya mantıklı bir cevabı vardır. Ama eğer
benim gibi yazarların, yazarken sahip olduğu
ruh iklimini, o sırada yüzlerinin aldığı
ifadeleri, beden dillerini hayal etmekten
hoşlanıyorsunuz, bu cevap pek tatmin etmez
sizi.
Altı asır boyunca üzerinden savaşlar,
depremler, devrimler geçmiş olan bir
manastırda gömülü olan kemikleri çıkarmak
istemenin başka bir karşılığı da olmalı.
Eğer yazı sanatını oluşturan unsurlar
'başkalarının gözüyle görünür' olmayı da
gerektiriyorsa yapılan araştırmalara bir de
bu gözle bakmalı belki.
Sanat eleştirmeni, romancı John Berger,
'Bir Zamanlar Bir Resimde' başlıklı
denemesinde, resimlerin belli bir anı temsil
ettiği düşüncesinin yanlış olduğunu söyler.
Çünkü resimdeki an fotoğraftakinin tersine
asla resmedildiği gibi var olmamıştır.
Berger'in, ressamın hesap ettiği 'resme
bakma sürecinin öngörülmüş ideal anına'
ulaşıldığı zaman resmin bittiği tespitine
katılıyorum. Peki o süre öngörülebilir mi,
Cervantes'in sahip olduğumuz tek portresi
gerçek ifadesiyle ortaya çıkınca eskisi
bitecek mi, yoksa yeni yüzünü onun zaman ve
tarih içinde değişen sürekliliği olarak mı
algılayacağız? Aynı zamanda antropolojik bir
'kazı' olan bu çaba, gelecek kuşakların yeni
bilgiler ışığında Cervantes'in suretinin
daha farklı yorumlanmasına katkıda bulunur,
kim bilir?
Eğer öyleyse; bugün hala dünyanın en iyi
romanlarından biri olarak kabul edilen, aklı
'delilikle' hicveden modern yapısıyla
yüzyıllardır insanlığın zihnini kurcalayan,
iyimserliğiyle kendisinden sonra gelen
yazarları sarsan 'Don Quijote'nin (Don
Kişot) yazarı Cervantes'e kulak verelim.
Eserin ironik dili, geçmişi hala bedenin
kalıntılarından daha iyi aydınlatıyor çünkü:
"Don Quijote sadece benim, ben de onun için
yaratıldık; o yapabildi, ben yazabildim.
Sadece ikimiz birbirimizle olabiliriz;
...Olur da kendisiyle tanışırsan söyle ona,
Don Quijote'nin yorgun, artık çürümüş
kemiklerini rahat bıraksın, ölümün bütün
yasalarını çiğneyip onu Kastilya'ya
götürmeye kalkmasın".
Zaman, Haber: A. Esra Yalazan, 01.08.2011
|
|
RESTORASYON KURSU BAŞLADI
Yenişehir’de 20 kişinin
katıldığı restorasyon kursu başladı. Kursa
katılanlar ilk derslerine Hükümet Konağı’nın
düzenlemesiyle başladılar.
Kurs Öğretmenleri Muhammed Toprak’tan
restorasyonun inceliklerini öğrenen kursiyerler,
belgelerini aldıktan sonra bu yöndeki projelerde
görev alabilecekler. Yenişehir Kaymakamlığı ve
İŞ-KUR’un desteklediği kursun 3,5 ay süreceğini
belirten Halk Eğitim Merkezi Müdürü İsmail Güzel,
Yenişehir’in tarihi zenginliklerine dikkat çekti.
Güzel, kursiyerlerin Anıtlar Yüksek Kurulu’nun
gerçekleştirdiği projelere katılmanın yanı sıra bu
alanda İŞ-KUR’a gelecek eleman talepleri
doğrultusunda iş imkanına da kavuşabileceklerini
anlattı.
Bursa Olay, 01.08.2011
|
TUTANKAMON EVİNE DÖNÜYOR
New York Metropolitan Sanat Müzesi, firavun Tutankamon’a ait 19 parça eseri Mısır’a iade etmeyi kabul etti.
Mısır haber ajansı MENA’nın önceki gün yayınladığı habere göre, 19 parça eserin iadesine ilişkin anlaşma, Kasım ayında New York Metropolitan Sanat Müzesi ile Mısır Antika Yüksek Konseyi arasında imzalandı.
New York Metropolitan Sanat Müzesi koleksiyonuna 20. yüzyıl başında dahil olan 19 parça eser arasında, daha önce Tutankamon’un mezarını bulan İngiliz arkeolog Howard Carter elindeki 2 santimetrelik bronz heykel ve sfenks biçimli bilezik de bulunuyor. Mısır Antika Yüksek Konseyi Başkanı Muhammed Abdül Maksud, antikaların haftaya salı günü ülkeye ülkeye geleceğini bildirdi
Hürriyet, 01.08.2011
|
|
ANADOLU'DAKİ OSMANLI MİRASI 600 GÜNEŞ SAATİ GÜN
YÜZÜNE ÇIKIYOR
İlk olarak İstanbul Fatih Camii'ndeki güneş saatini iyileştirmek için kolları sıvayan ekipten Mustafa Kaçar, Osmanlı'dan miras kalma bu değerimizin unutulmaması için çabaladıklarını söylüyor.
Zamanı güneşin konumuna göre ölçmeye yarayan;
ancak unutulmaya yüz tutan güneş saatleri, gün
yüzüne çıkıyor.
Anadolu'yu karış karış gezerek güneş
saatlerinin peşine düşen uzman bir ekip, 500
güneş saatini iyileştirmek için kolları
sıvadı. İlk olarak İstanbul'daki Fatih
Camii'nin güneybatı cephesinde 1 m
yüksekliğinde, 1,5 m genişliğindeki
platformun üzerinde yer alan güneş saati
iyileştiriliyor.
Öğleden itibaren çalışan
namaz vaktinin başladığı ve bittiği anı
belirleyen saatin içinde ayrı olarak
ikindiyi de ölçen küçük bir saat bulunuyor.
Saate orijinaline en yakın restorasyonu
yapılarak çizgiler Osmanlı bordosuyla
belirgin hale getirilecek ve demir çubuklar
takılacak. Saatin altına ise ziyarete
gelenleri bilgilendirmek için güneş saatinin
nasıl işlediğini, ne işe yaradığını ve
altındaki matematiksel geri planını anlatan
bir pano koyulacak.
İstanbul Üniversitesi Bilim Tarihi
Öğretim Üyesi Prof.Dr. Mustafa Kaçar,
kaybolmaya yüz tutmuş güneş saatlerinin
tekrar gün yüzüne çıkarılmasını ilke
edindiklerini söylüyor. Kaçar, "Anadolu'daki
hemen hemen bütün güneş saatlerini
fotoğrafladık. 500'den fazla saat var. Bu
değerlerimizin kaybolmaması için elimizden
geleni yapacağız." diyor. Vakıflar Genel
Müdürü Adnan Ertem'in konuyla ilgilendiğini
ve vakıflara bağlı camilerdeki güneş
saatleriyle ilgili hemen iyileştirme
projelerinin hazırlanmasını istediğini
aktaran Kaçar, ikinci olarak Beyazıt
Camii'ndeki iki güneş saatini ele
alacaklarını belirtiyor. Güneş saatlerinin
iyileştirmesinde Prof.Dr. Mustafa Kaçar'la
birlikte İTÜ Elektrik Elektronik Fakültesi
emekli Öğretim Üyesi Prof.Dr. Atilla Bir,
İTÜ Nükleer Fizik bölümünden Yrd. Doç.Dr.
Burak Barutçu, yer ölçümleri için İTÜ İnşaat
Fakültesi Geomatik Mühendisliği bölümünden
Doç.Dr. Rahmi Nurhan Çelik titiz bir
çalışma yürütüyor. Saatlerin fotoğraflarını
ise mimar Aras Neftçi çekiyor.
İstanbul Üniversitesi Bilim Tarihi
Öğretim Üyesi Prof.Dr. Mustafa Kaçar, güneş
saatini şöyle anlatıyor: "Güneşin battığı an
günün değiştiği andır. İslam dünyasında ve
Osmanlı'da da kullanılan bu saatler, günü 24
saate böler ve konumuna göre gerçek zamanı
verir. Çünkü referans olarak güneş
alınmıştır. Osmanlı'da gün akşam başlar,
ertesi akşama kadar devam ederdi. Özellikle
namaz vakitleri güneşin konumuna göre
belirlendiği için güneş saatleri Osmanlı'da
vakti çözmenin en iyi materyaliydi."
Zaman, Haber: Ayşe Tosun, 01.08.2011
|
TARİH YENİLENİYOR
Vakıflar Genel Müdürlüğü, yurt içindeki
restorasyonların yanı sıra, yurt dışına da
Osmanlı’nın hüküm sürdüğü coğrafyadaki eserlerin
yenilenmesi ve bakımı için mimar ve mühendis
gönderiyor.
Yurt dışında, Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi
Başkanlığı (TİKA) ile iş birliği yapan Başbakanlık
Vakıflar Genel Müdürlüğü, restorasyon çalışmalarında
TİKA’ya teknik destek veriyor
Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğünün, 2003
yılından bu yana 3 binin üzerinde eseri restore
ettiği bildirildi. Vakıflar Genel Müdür Yardımcısı
Ali Hürata, yaptığı açıklamada, göreve başladığı 9
aylık dönemde 25 bölgeden 13’ünü gezdiğini,
çalışmaları yerinde incelediğini söyledi.
Seyahatlerini daha çok Sanat Eserleri Yapım Daire
Başkanı ve Yatırım Emlak Daire Başkanı ile birlikte
yaptığını belirten Hürata, aynı ekiple Bursa’ya
geldiklerini, kültür varlıklarını gezdiklerini
anlattı.
Ziyaretlerinin ilk gününde restorasyon çalışmaları
süren vakıf eserlerini incelediklerini anlatan
Hürata, programlarının devamında vakıf
gayrimenkullerinin son durumuyla ilgili bazı
görüşmelerde bulunacaklarını bildirdi. Hürata,
Vakıflar Genel Müdürlüğünün 2003 yılından bu yana
önemli atak içinde olduğunu, tarihi eserlere bakışın
değiştiğini dile getirerek, şöyle devam etti:
‘’Genel Müdürlüğümüz, ülkenin kültür varlıklarını
ayağa kaldırma, koruma ve gelecek nesillere aktarma
noktasında önemli adımlar attı. Bugüne kadar 3 binin
üzerinde eserimiz restore edildi. Yani kültür
varlıklarının üçte biri restorasyondan geçirildi.
Vakıflar olarak ecdadımızın bizlere bıraktığı
eserleri gelecek nesillere aktarma noktasında
çalışıyoruz. Bugüne kadar yaptığımız restorasyon
çalışmalarına harcadığımız para 1 milyar lirayı
geçti. Yap-işlet-devret modeliyle olanları da
eklerseniz toplam yatırım 3 milyar lirayı aşıyor. Bu
çok ciddi bir rakam.’’ Vakıflar Genel Müdürlüğünün
özel bütçeli kurum olduğunu belirten Hürata, genel
bütçeden pay almadıklarını, kendi gelirleriyle
ayakta duran kurumlarının geliri arttıkça
restorasyona daha fazla harcama yapabildiğini
anlattı. Hürata, sadece yurt içinde değil yurt
dışındaki eserlerin restorasyonunda da Vakıflar
Genel Müdürlüğünün önemli rol üstlendiğine işaret
ederek, şunları söyledi:
‘’Yurt dışında Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi
Başkanlığı (TİKA) çalışıyor. TİKA’ya teknik destek
veriyoruz. Bu alanda en iyi kadrolara sahip Vakıflar
Genel Müdürlüğüdür. Osmanlı’nın hüküm sürdüğü
coğrafyanın önemli bölümündeki eserlerin
restorasyonuna teknik destek sağlıyoruz. Eski
eserlerin restorasyonlarına mimar ve mühendis
gönderiyoruz.’’ Son yıllarda eski eserlere yönelik
çalışmalara sponsor desteği de sağlamaya
başladıklarına değinen Hürata, İstanbul ve Bursa’da
bazı eserlerin sponsorların desteğiyle ayağa
kaldırıldığını belirtti.
Makedonya’nın başkenti Üsküp’te, 1492 yılında inşa
edilen ve 1963 yılında bir depremde büyük hasar
gören Mustafa Paşa Camii, uzun yıllar ibadete kapalı
kaldıktan sonra, Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi
Başkanlığı (TİKA) tarafından restore edilerek
yeniden ibadete açıldı. Törene, Başbakan Yardımcısı
Bekir Bozdağ da katıldı.
Vakıflar Genel Müdür Yardımcısı Ali Hürata, Bursa
Bölge Müdürlüğü'nün Bursa, Yalova, Sakarya ve
Bilecik’i kapsadığını, bu illerde 450 kültür
varlığının bulunduğunu, bunların 350’ye yakınına
Bursa’nın sahip olduğunu kaydetti. Bursa’nın vakıf
eserleri açısından İstanbul’un ardından ikinci
sırada geldiğine dikkati çeken Hürata, şu bilgileri
verdi: ‘’Osmanlı’ya başkentlik yapması ve 6
padişahın burada yaşamasının etkisi var. Restorasyon
noktasında da Bursa 3. sırada. 133 adedini restore
ettik. 104 eserin projelerini hazırladık. 2011
yılında 10 adet devam eden işimiz var. 2 adet
sözleşmesi yapılacak, bir adet ilanda olan
çalışmamız var.”
Türkiye Gazetesi, 31.08.2011
|
TARİHİ KİLİSE SATILIYOR!
Mudanya’nın Kumyaka
Köyü'ndeki dünyanın en eski
üçüncü kilisesi olarak gösterilen bin 227 yıllık
Başmelekler Kilisesi, 400 bin dolara yeni sahibini
arıyor.
Mudanya İlçesi'ne bağlı Kumyaka
Köyü,
Hıristiyanlar için büyük önem taşıyan bir tarihi
esere ev sahipliği yapıyor.
Bizans İmparatoru IV. Konstantinos Porphyrogenetos döneminde 780-797 yılları arasında yapılan kilise, dünyanın en eski üçüncü Ortodoks kilisesi olarak, yabancı turistlerin ve din adamlarının akınına uğruyor. Baş Melek Kilisesi ve Taksiyarhon Kilisesi olarak da bilinen kiliseyi 10 yıl önce satın alan İstanbullu işadamı Mete Yalçın, tarihi eseri restore etmek istedi. Ancak yetkili merciler tarafından izin verilmeyince vazgeçerek, kiliseyi satma kararı aldı.
Yaklaşık 10 yıldır yeni sahibini beklenen
kiliseyi almak için Kumyaka Muhtarlığı bir adım atsa
da başarılı olamadı. Köy Muhtarı Razim Batmaz,
kilisenin 400 bin TL’ye satışa sunulduğunu
belirterek, “Biz mülk sahibiyle takas yoluyla veya
para karşılığı kilisenin köye alınmasıyla ilgili
görüştük. Bizim vermiş olduğumuz rakamlar mülk
sahibini tatmin etmedi. Bu kilisenin bir şekilde
ayağa kaldırılması gerekiyor. Kültür ve Turizm
Bakanlığı veya Bursa Valiliği tarafından sahip
çıkılıp bir şekilde kamulaştırılıp kültür turizm
merkezi haline getirilmesi bölgede canlılığı
sağlayacaktır” diye konuştu.
Bu atıllığının bitmesi için gerekli yerlere
müracaatların yapıldığını ifade eden Batmaz, “Birşey
yapılamaması hem tarihin yok olmasına sebep oluyor,
hem de köyün içinde bu yapının eriyip gitmesi bizi
üzüyor. Yapılacak birşey yok. Burası özel mülkiyet.
1938 yılından sonra devletin göçmen gelen
vatandaşlara iskan olarak verdiği yerlerden birisi.
Göçmen bir aileye verildikten sonra 1990 yılında
köyümüzün iş adamı Mete Yalçın tarafından alınmış.
Biraz toparlanmak isteyince Anıtlar Kurulu
tarafından durdurulmuş. Defalarca alıcılar gelmiş
ancak bir anlaşma sağlananamış” şeklinde konuştu.
Ortodoks kilisesi, her yıl Fener Rum Patriği
Barthelemaos tarafından ziyaret ediliyor.
Barthelemaos’un ziyareti sırasında görüşme
yaptıklarını söyleyen Muhtar Batmaz, “Buraya
Barthelemaos geldiğinde kendilerine söyledik. ’Bu
kiliseyi alın ve yaptırın’ dedik. Paralarının
olmadığını söylediler” şeklinde konuştu.
İmparator Konstantin Porphyrogennetos’un 780
yılında kendisini fırtınadan kurtaran köylülere
teşekkür etmek için inşa ettirdiği Taksiyarhon
Kilisesi olarak da bilinen kilise, 1448 yılında
tamir gördü ve 1819 yılında da Sultan II.Mahmut’un
izni ile yeniden restore edildi.
Akıl hastalarını tedavi etmesiyle tanınan kilise,
1922 yılına kadar gerek Rumlar gerek Türkler
tarafından ziyaret edildi ancak Kumkaya’ya Müslüman
halkın yerleşmesiyle, kilise önemini kaybetti. Naos,
Narthex, Exo Narthex, Aziz Haralamboş şapeli, Aziz
Nikolas şapeli, giriş mekanı, Kuzeydoğuda bir oda ve
tedavi hücresi olmak üzere sekiz bölümden oluşan
Başmelekler Kilisesi’nde süsleme olarak sütun ve
başlıkları ile renkleri seçilemeyecek kadar harap
olan freskolar görülüyor.
Kemerlerde, ayakta duran, başları haleli iki
figür bulunuyor. Kiborion planlı bir yapı olan Baş
Melekler Kilisesi’nin, Hristiyanlığın ilk
yıllarından itibaren mezar binalarında da görülen,
dört duvar üzerine oturan beşik tonozlar ve yükselen
kubbeden ibaret bir görünüşü bulunuyor.
Bursa Olay, 31.07.2011
******
"BAŞMELEKLER
KİLİSESİNİN SATILDIĞI İDDİASI"
Bursa'nın Mudanya İlçesi'ndeki Kumyaka Köyü’nde
bulunan ve dünyanın en eski üçüncü kilisesi olarak
gösterilen Başmelekler Kilisesi’nin
satışa çıkarıldığı yönündeki iddialara
Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan cevap
geldi. Kültür ve Turizm Bakanlığı, ''Koruma
kurulu arşivlerinde yapılan incelemede, kilisenin
onarım talebine ilişkin herhangi bir belge
bulunmadığını'' bildirdi.
Habertürk Gazetesi’nde dün (01 Ağustos 2011) yer
alan "Sahibinden satılık kilise" başlıklı habere
göre; kiliseyi 10 yıl önce İstanbullu işadamı Mete
Yalçın satın almıştı. Yalçın, tarihi eseri restore
etmek için gerekli izni alamayınca kiliseyi satma
kararı aldı.
Haberin devamında, 1227 yıllık kilisenin satışa
çıkarılmasının ardından Kumyaka Köyü Muhtarı Razim
Batmaz’ın kiliseyi almak için harekete geçtikleri
belirtiliyor. Batmaz, mülk sahibiyle takas yoluyla
veya para karşılığı kilisenin köye alınmasıyla
ilgili görüştüklerini ancak kendilerinin vermiş
olduğu rakamların mülk sahibini tatmin etmediğini
aktarıyor. Kilisenin bir şekilde ayağa kaldırılması
gerektiğini ifade eden Batmaz, "Kültür ve Turizm
Bakanlığı veya Bursa Valiliği tarafından sahip
çıkılıp bir şekilde kamulaştırılıp kültür turizm
merkezi haline getirilmesi bölgede canlılığı
sağlayacaktır" şeklinde konuşmuş.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ise konuyla ilgili bir
açıklama yaparak, Bursa'nın Mudanya İlçesi,
Zeytinbağı Belediyesi sınırları dahilindeki Kumyaka
Köyü köy merkezinin, Bursa Koruma Kurulunun 14 Ekim
1990 tarihli kararıyla kentsel sit alanı ilan
edildiği belirtti.
Açıklamanın devamında şunlar kaydedildi:
''Bursa Koruma Kurulu'nca alınan 15.10.1999 tarihli
kararla belirtilen sit alanı içerisinde bulunan ve
24 Haziran 1988 tarihinde tescillenen kilisenin
deprem sonucu hasar görmesine ilişkin Mudanya
Kaymakamlığı Kriz Merkezi tarafından hazırlanan
dosyalar incelenerek, yapılan görüşmeler sonucunda,
duvarlarda meydana gelen çatlakların ve statik
durumunun ilgili kuruluşlarca incelenerek
hazırlanacak raporun Kurula getirilmesine karar
verilmiştir.
Yapının özellikleri göz önünde bulundurularak
rölöve-restitüsyon ve restorasyon projelerinin
ilgilisince Kurula getirilmesine, konuyla ilgili
yeni bir karar üretilene kadar can ve mal güvenliği
açısından gerekli tedbirlerin ilgilisi ve ilgili
muhtarlıkça alınmasına karar verilmiştir. Ayrıca,
Koruma Kurulu arşivlerinde yapılan incelemede
kilisenin onarım talebine ilişkin herhangi bir belge
bulunmadığı görülmüştür.''
Yapı, 02.08.2011
|
|
ALT YAPI KAZISINDA 11 TARİHİ MEZAR DAHA BULUNDU
Muğla’nın Kötekli Mahallesi’nde belediye tarafından yürütülen altyapı çalışmaları sırasında, bir hafta öncekinin ardından, 11 tane daha tarihi mezarı bulundu. Bin 500 yıllık olduğu tahmin edilen eserlerin, Bizans dönemine ait fakir mezarı olduğu belirtildi.
Muğla’nın Kötekli Mahallesi’nde belediye tarafından yürütülen altyapı çalışmaları sırasında, bir hafta öncekinin ardından, 11 tane daha tarihi mezarı bulundu. 1500 yıllık olduğu tahmin edilen eserlerin, Bizans dönemine ait fakir mezarı olduğu belirtildi. Sıtkı Koçman Caddesi’ndeki altyapı ve kanalizasyon kazısında bir kafatası ortaya çıkınca çalışma durduruldu ve Muğla Müze Müdürlüğü’nden görevliler çağrıldı. Kafatasının tarihi dönemlere ait olduğu anlaşılınca arkeolojik kazı başlatıldı. Müzeye götürülen kemikler antropologlar tarafından incelendikten sonra rapor hazırlanacağı, Muğla Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na sunulacağı belirtildi.
Türkiye Gazetesi, 31.07.2011
|
'HERA'NIN ŞEHRİ'
TRAKLARI AYDINLATIYOR
Tekirdağ’ın
merkeze bağlı Karaevlialtı mevkii sınırları içindeki
Heraion-Teikhos (Hera’nın şehri) antik kentindeki
kazı çalışmaları sürüyor.
Kazı Başkanı Ahi Evran Üniversitesi Arkeoloji
Bölümü Başkanı Prof.Dr. Neşe Atik, Aa muhabirine
yaptığı açıklamada, 2011 yılı çalışmalarına
başladıklarını belirtti.
2000 yılından bu yana Heraion-Teikhos’da yapılan
kazılardan pek çok ilginç buluntu elde ettiklerini
bildiren Atik, ilk Trak kenti kazısı olan şehrin
Trak ve Hera kültürüyle iç içe olduğunu ifade etti.
Geçen yılki çalışmalarda, kentin akropolündeki
(en yüksek tepesindeki) tapınağı ortaya çıkarmaya
çalıştıklarını anlatan Atik, bunun batıya doğru
ilerlediğini fark ettiklerini ve bu nedenle bu yıl
batıya doğru açıldıklarını söyledi.
Elde ettikleri bulgulara göre tapınağın bir
yangında yok olmuş olabileceğini belirten Atik,
şöyle konuştu: “8. yüzyılda Yunanlılar bu kente geliyor ve
buraya koloni kuruyorlar. Onun için bu kente
Hera’nın ismini veriyorlar. Buluntularda ise Kybele
figürünü çok gördük. Kentte Hera ile Kybele’yi
özdeşleştiren kültler bulduk. Yaptığımız
araştırmalarda başka kültlere ait izler de bulduk.
Örneğin, ilaç kırımları, dikenli deniz salyangozunun
eritildiği ilaç yapılan fırınlar. Demek oluyor ki
burada Asklepios (sağlık tanrısı) kültü var. Ayrıca
sağlık tanrıçası Asklepios’un kızı Hygieia’nın
olabileceğini düşündüğümüz bir mermerden baş bulduk.
Erosla ilgili çok figürinler bulduk. Tapınak içinde
şimdiye kadar çok sayıda hera, kybele, eros,
afrodit, sebasioz gibi tanrılara ait heykelcikler
ile tunçtan yapılmış paralar, amphora kulpları ve
küpler, kurşundan yapılan sapantaşı ve benzeri
eserler çıkardık. Hem Trak hemde Yunan kültleri bir
arada yoğrulmuş şekilde bu kült alanında kutsanmış.
Bir çok kültün bir arda olmasından dolayıda, bunun
pantheon (şehrin saygı gösterdiği, tanrıların bir
arada bulunduğu yer) olarak düşünüyoruz. ”
Türkler’de koçun kutsal olduğu gibi Traklarda da
köpeğin kutsal hayvan olduğunu belirten Atik, “O
dönemde iyi şans getirmesi için köpekler kurban
ediliyordu. Bu kazıya başladığımızda toprakta açık
sarı yuvarlak lekeler gördük. Kazdığımızda adak
çukurları ortaya çıktı. Geçen yıllarda da bir boğa
başıyla bir sunu kabını döşemenin altında bulmuştuk”
diye konuştu.
Bu tapınağın üç ayrı evresi olduğunu anlatan
Atik, şöyle devam etti: “Döşemelerin üzerindeki kap parçalarından
yaptığımız incelemeye göre MÖ 6.
yüzyıldan itibaren burada kutsal alan var. 4.
yüzyılda bir yapılaşma daha oluşmuş. MÖ
2. yüzyılda da bu görkemli tapınak inşa edilmiş. Bu
tapınak bir çok kültün hepsini birden içinde
barındırıyor. Bunun tam tarihini biliyoruz. Çünkü
döşemenin altında Kral 2. Mostis’in 13 sikkesini
bulduk. Bizde de hayırlı olması için temele para
atma adeti vardır. Burada da o yapılmış. Bütün
bunlar buranın bir kutsal alan olduğunu bize açıkça
kanıtlıyor. ”
Geçen dönemki kazılarda tapınağın önünde 2
kalkan bulduklarını belirten Atik, bu kalkanların
savaş tanrısı Ares kültürüyle ilgili süs kalkanı
olabileceğini bildirdi. Trak kalkanlarının ahşap deri ve demirden
yapılmış olduğunu ifade eden Atik, kalkanın parlayan
ancak hafif kalkanlar olduğunu söyledi.
Halkın atlı olması nedeniyle kalkanların hafif
olduğunu anlatan Atik, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Bunlar, çapı 85 santimetreyi bulan büyük
kalkanlar. Olasılıkla duvara asılı süs kalkanı
olarak bulunuyorlardı. Bu yılda diğer kalkanlara
benzeyen bir kalkan daha bulduk. O kadar milimetrik
incelikte ki kazısı çok zor oluyor. Kalkanın tüm
formunu ve büyüklüğünü verdik. Ölçü aletleriyle
çizimi yapıldı. ”
Öncelikli amaçlarının kazı alanının korunması
olduğunu bildiren Atik, bu anlamda bir çok sorunla
karşılaştıklarını belirtti.
Kazı alanının jandarma bölgesi içerisinde yer
almasına rağmen, kaçak kazıcılar tarafından alanın
tahrip edildiğini ifade eden Atik, “Kaçak
kazıcıların hayal gücü sınırsız. Burada tonlarca
altın olduğunu düşündüklerinden geçen yıl bulduğumuz
su kanallarını tahrip ettiler” diye konuştu.
Sadece tarihi aydınlatma amaçlı değil, kültür
turizmini de başlatma amaçlı bu kazıyı başlattığını
anlatan Atik, amacının akrapolün kamulaştırılıp
etrafının çevrilmesi olduğunu söyledi.
Kamulaştırmanın ardından kazı alanını turizme
açmak istediğini ifade eden Atik, şunları kaydetti:
“Arzum, burayı kamulaştırdıktan sonra,
ziyaretçilere açmak. Çalışma devam etse de,
ziyaretçi kazıyı da görmüş olur. Girişe kazı
alanının planı ve buluntuların fotoğrafları yer
alacak. Hemen 3 kilometre ileride Harekattepe
timüslüsü var. 10 kilometre ileride de Tekirdağ
Müzesi yer alıyor. Yani tam bir günlük kültür
turizmini kapsayan bir sıralama. Bütün çabam burada
kültür turizmini başlatmak. Bütün her şey tahsisat
meselesi. Maddi olanaklar el verirse burada bu yıl 4
ay kazı yapmayı planlıyorum. Namık Kemal
Üniversitesi’ne gelmem söz konusu. O zaman bölgeye
yakın olmam nedeniyle, kazılarımı öğrencilerimle
beraber rahatlıkla sürdürebilirim. Trakların yaşam
kültürünü ve medeniyetini dünyaya duyurmak
istiyorum. ”
haberler.com 31.07.2011
|
KIZIK KÖYLERİNE KÜLTÜR MERKEZİ
Bursa Büyükşehir
Belediyesi’nin tarihi ve kültürel miras
çalışmalarına yeni bir halka olarak eklediği
Fidyekızık Konağı, Kızık kültürünün yaşatılacağı
önemli bir sosyal ve kültürel merkez haline geliyor.
Tarihi ve kültürel mirası ayağa kaldırma
çalışmalarını merkezin yanı sıra tüm ilçelerde
uyguladığı restorasyon projeleriyle sürdüren
Büyükşehir Belediyesi, Fidyekızık Mahallesi’nin
meydanında bulunan yaklaşık 100 yıllık tarihi
konağı da ayağa kaldırmak için çalışmalara hız
verdi. Osmanlı’nın son dönem eserlerinden biri
olan ve yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya iken
Tarihi Bursa Kızıklar Derneği tarafından koruma
altına alınan 3 katlı tarihi yapı, bölgeye değer
katacak önemli bir kültür merkezi haline
getiriliyor.
Tarihi binada devam eden restorasyon
çalışmalarını yerinde inceleyen Büyükşehir
Belediye Başkanı Recep Altepe, ayağa kaldırılan
tüm eserlere, orijinal kimlikleri doğrultusunda
işlevsellik kazandırdıklarını söyledi.
Fidyekızık’ın merkezinde bulunan tarihi konağın
da tüm Kızık köylerine hitap edecek bir kültür
merkezi olacağını dile getiren Altepe, "Gerek
Tarihi Bursa Kızıklar Derneği gerekse Yıldırım
Belediyemiz ile iş birliği halinde bu tarihi
eseri de ayağa kaldırma çalışmalarımız hızla
sürüyor. Önümüzdeki 2 ay içinde çalışmalarımızı
tamamlamış olacağız. Tarihi konağın müştemilatı
ve yanındaki binaların cephe düzenlemelerini de
yapacağız. Bunun yanında projelerini
hazırladığımız meydan düzenleme çalışmalarıyla
birlikte Fidyekızık önemli bir değer kazanacak.
Aynı zamanda bu merkezde Kızık kültürü gelecek
kuşaklara da aktarılacak" dedi.
Yıkılmak üzere olan binayı koruma altına
aldıklarını belirten Tarihi Bursa Kızıklar
Derneği Başkanı Ertuğrul Sünel ise tarihi İpek
Yolu’nun başlangıcını oluşturması nedeniyle bu
binanın büyük önem taşıdığını söyledi. Binanın
restorasyon çalışmaları sonucu mükemmel bir
görünüm kazanacağını dile getiren Sünel, "Burası
tüm Kızık köylerine hitap edecek bir merkez
olacak. Restorasyon çalışmaları kısa zaman sonra
bitecek" diye konuştu.
Beraberindeki Tarihi ve Kültürel Miras Projeleri
Koordinatörü Aziz Elbas ve Fen İşleri Daire
Başkanı Fehmi Ökten’den proje hakkında bilgiler
alan Altepe, daha sonra Yıldırım Belediye
Başkanı Özgen Keskin ve Büyükşehir Belediyesi
Genel Sekreteri Seyfettin Avşar ile birlikte
mahalle sakinlerinin sıkıntılarını dinledi.
Bursa Olay, 31.07.2011
|
İSTANBUL KÜLTÜRÜNE DAİR HERŞEY
Uzun zamandır İstanbul’u anlamak
ve kentin geleceğiyle ilgili
planlar yapabilmek için kapsamlı bir envanter
çalışması yapılıyordu. İstanbul kültürü üzerine
yapılan bu inanılmaz envanter projesinin ürünleri ve
sonuçları artık ulaşılabilir durumda.
39 ilçede 500 bin evrak tarandı
2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti kapsamında
yürütülen ‘İstanbul Kültür Mirası ve Kültür
Ekonomisi’ projesi toplamda 18 kitaptan oluşuyor.
Projenin sunduğu veriler ve bilgilere sadece
kitaplar üzerinden ulaşılmadığının altını çizmekte
fayda
var. İstanbul’un kültür, sanat sektörü ve tarihi kültürel miras değerlerine ilişkin hazırlanan, çoğu sektörde ilk olma özelliği taşıyan kitaplardaki bilgilere, verilere ve tablolara aynı zamanda internet ortamandan ulaşmak da mümkün.
Hangi kültür değerlerine sahibiz sorusunun cevabı
veren ‘İstanbul Kültür Mirası ve Kültür Ekonomisi’
projesi için, İstanbul’da, dünyada ilk kez kültür
envanteriyle ilgili verileri aynı kaynaktan
sunabilen bir envanter yazılımı hazırlandı. Yani
verileri tek bir sistemin içinde bulmak mümkün.
Koruma Kurulları’nın arşivlerinin tümünü dijital
hale getiren projede, 39 ilçedeki 500 bin evrak
tarandı ve 38 bin 292 adet tescilli envanterin 28
bini fiş sistemiyle değerlendirildi. İstanbul İl
Kültür Müdürlüğü adına yürütülen proje; Kültür
Bakanlığı, Türkiye Bilimler Akademisi, İstanbul
Büyükşehir Belediyesi ve Fransız Anadolu
Araştırmaları Enstitüsü işbirliğiyle hayata
geçirildi. Proje sayesinde İstanbul kültür
sektörünün
ekonomik değerinin
hesaplanabilmesi artık mümkün. Kültür envanteri
çıkarılacak şehir sırasında ise İzmir var.
Projenin başardıkları
* İstanbul
Deniz Surları ilk kez kayda
girdi.
* 60 bin fotoğraf, 150 bin web sayfası içinde
sisteme alınarak değerlendirildi.
*
İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nin 40
yıllık taşınmaz arşivi dijitalleştirildi.
* İstanbul’da halk kültürünün dünü ve bugünü ile
yaşam ve kent kültürüyle ilgili bilgiler sunuldu.
* 1776-2010 yılları arasında İstanbul için yapılmış
olan 800 harita paftası dijital olarak
kullanılabilecek veri haline getirildi. Bu sayede
herhangi bir binanın yok oluşu veya herhangi bir
semtin tarihsel değişimi ve yitip giden dokusu
izlenebilecek. Aynı zamanda tarihten günümüze
suyolları haritaları kullanılabilecek şekilde
dijitalleştirildi.
* 1923’ten bu yana İstanbul hakkında yazılan tüm
kitap ve tezlerin künyesi çıkarıldı.
Kitaplar hangileri?
Birçok yazarın ve öğretim görevlisinin derlediği,
yazdığı kitaplar İstanbul Bilgi Üniversitesi
Yayınları tarafından yayımlandı. Projede şu kitaplar
yer alıyor: ‘İstanbul’un Tarihi ve Doğal Miras
Değerleri’, ‘İstanbul’da Özel Kültür Politikası ve
Kentsel Alan’, ‘İstanbul’da Medya’, ‘Yaratıcı
İstanbul-Sektörler ve Kent’, ‘Efsane Şehir
İstanbul’, ‘İstanbul’da Eğlence’, ‘İstanbul Kültür
ve Sanat Sektörü’, ‘İstanbul’da Arkeoloji-İstanbul
Arkeoloji Müzeleri Belgeleri’, ‘İstanbul’da Kültür
Turizmi İçin Yenilikçi Stratejiler’, ‘Ayasofya
Müzesi Kültür Envanteri’, ‘İstanbul’da Kentsel
Mimari’, İstanbul’un Manileri Manilerin İstanbul’u’,
‘İstanbul’un Festivalleri’ ve ‘Kültür Ekonomisi
Envanteri İstanbul 2010.’ Sonuncu kitabın aynı
zamanda İngilizce baskısının olduğunu da belirtelim.
Radikal, 31.07.2011
|
RUM DÖNEMİNDEN KALAN DEĞİRMENDE RESTORASYON
Aydın’ın Söke İlçesi’nde Rumlar’dan kalan su değirmeninin restore edilmesi için Aydın Valiliği harekete geçti.
Karacahayıt Köyü Muhtarı Ahmet Ateş, köyde bulunan Rumlardan kalma su değirmeninin onarılması için Aydın Valiliği ve İl Genel Meclisi’ne müracaatta bulundu. Başvuruyu değerlendiren ve olumlu karşılayan Aydın Valiliği, harekete geçti ve restorasyon çalışmalarının başlatılabilmesi için bir proje hazırladı. Söz konusu çalışma kapsamında, İzmir’de faaliyet gösteren bir mimarlık şirketiyle irtibat kuruldu. Köye gelip su değirmenini inceleyen firma yetkilileri, Kaymakam Mehmet Demirezer ve köy muhtarı Ahmet Ateş’e bilgi verdi.
Mlliyet Ege, Haber: Necati Maldar, 31.07.2011
|
|
PORTRENİN ACIMASIZ MUCİDİ
Titizdi, takıntılıydı, portresini yaptığı
öznelerini günlerce atölyesinde tutar, eser bitmeden
bırakmazdı. Tıpkı büyükbabası, psikanalizmin
kurucusu Sigmund Freud’un hastalarını deşifre etmesi
gibi, Lucian Freud da tuvalleri ve boyalarıyla
öznelerini hem fiziksel hem de manevi olarak
çırılçıplak ortaya koyan bir ressamdı.
Lucian Freud, geçen haftaya kadar, İngiltere’nin
en önemli yaşayan sanatçısıydı. Aralarında Kate Moss
ve İngiltere Kraliçesi İkinci Elizabeth’in de yer
aldığı portrelerin; aksi ama içten, realist, hatta
kimilerine göre süperrealist olarak tanımlanan
ressamı; psikanalizin öncülerinden Sigmund Freud’un
torunu, Lucian Freud kısa bir hastalık sonucunda 88
yaşında Londra’daki evinde hayata veda etti.
Lucian Michael Freud, yaşayan sanatçılar arasında
eseri en yüksek fiyata satılan ressamdı. ‘Benefits
Supervisor Sleeping’ (Uyuyan Yardım Denetçisi, 1995)
isimli çıplak şişman kadın portresiyle ismini sanat
tarihine kazıyan Freud, 1923’te Berlin’de doğdu.
1933’te Nazi işgalinden kaçan ailesiyle İngiltere’ye
taşındı. 1939’da İngiliz vatandaşlığına kabul edilen
Freud’un ilk otoportresi 21 yaşındayken Horizon
dergisinde yayınlandı ve hemen ardından Lefevre
Gallery’de ilk kişisel sergisi açıldı. 60 yılı aşkın
sanat kariyerinde pek çok sergisi açılan Freud’un en
dikkat çekici çalışmaları öznelerini tüm
kusurlarıyla çıplak yansıtan portreleriydi.
Bir portre üzerinde saatler, günler hatta aylar
boyunca çalışan Freud’un en uzun süren çalışması
yaklaşık 2 bin 400 saat sürmüş. 16 ay süren resim
boyunca model, yalnızca dört gün izinliymiş. İşin en
enteresan tarafı, Freud’un öznelerini resim üzerinde
çalıştığı süre boyunca atölyesinde bulunmaya mecbur
tutmasıydı. Bu da, sanatçının eserlerindeki
öznelerin yüzlerinde ve vücutlarında hissedilen
yorgunluk, bitkinlik ve hüznün muhtemel sebebiydi.
Portrelerine, öznesinin yüzünden başlayıp etrafa
doğru devam etmeyi tercih eden sanatçı bir resmi
bitirene kadar mutlaka tuvalinde boş bir alan
bırakırdı. Freud’a göre bir resim ‘başka birinin
tuvali üzerinde çalışıyormuş gibi hissettiği an’
bitmiş sayılıyordu.
Çağdaş sanatın git gide soyuta kaydığı 20. yüzyılda
figüratif resim ve portreye sadık kalan az
sanatçıdan biriydi Freud. ‘Et’ göstermekten
çekinmiyor, göze hoş görünen portrelerden ziyade
öznelerini kendi gördüğü gibi yansıtıyordu. Tarzı
yıllar içinde gelişen ve güçlenen ama az değişkenlik
gösteren sanatçılardandı. Yakın ailesini,
arkadaşlarını, tanıdıklarını ve enteresan bulduğu
kişilerin portrelerini yapardı. Profesyonel portre
modellerini tercih etmiyordu çünkü onların bakılmaya
fazla alışık olduğunu, gerçek düşüncelerini ve
hissiyatlarını dışa vuramadığına inanıyordu.
Kim bilir, belki de büyük babası Sigmund Freud ile
zannedilenden daha fazla ortak noktası vardı.
Sigmund Freud’un hastalarını meşhur koltuğunda
deşifre etmesi gibi, Lucian Freud da tuvalleri ve
boyalarıyla öznelerini hem fiziksel hem de manevi
olarak çırılçıplak ortaya koyuyordu. Tüm resimlerini
birer ‘otobiyografi’ gibi görüyordu. “Çalışmalarım
tamamen ben ve çevremle alakalı” demişti.
Freud, Hollandalı 17. yüzyıl ressamı Rembrandt’ın
portrelerine hayrandı, Rönesans sanatçısı Leonardo
Da Vinci’den hazzetmezdi. Manzarayla portreye aynı
şekilde yaklaştığı için pek çok kişinini sıkıcı
bulup burun kıvırdığı İngiliz romantik ressam John
Constable’ın resimlerini beğenirdi. Constable’ın da
yaptığı gibi Freud, karşısındaki kişiyi ya da objeyi
olduğu ve gördüğü gibi çizerdi. Modellerini çıplak
resmetmek istemesinin esas sebebi, onları
isimlerinden, dünyevi sıfatlarından ve unvanlarından
arınmış bir biçimde, gerçek kimlikleriyle ortaya
koyabilmekti.
Freud, aralarında Kate Moss, Jerry Hall ve Kraliçe
İkinci Elizabeth’in yer aldığı birkaç ünlü dışında
yakın olduğu ve sevdiği insanları çizmeyi severdi.
Kendi gibi ressam arkadaşı Francis Bacon’ın intihara
eğilimli sevgilisi George Dyer’ı, portresini yapmak
için çağırdığında, aslında onu depresyondan uzak
tutmak ve ona bir meşgale yaratmak amacındaydı. Aynı
şekilde babası vefat ettiğinde de annesinin bir seri
portresini yapmıştı.
Lucian Freud, içgüdülerine göre hareket eden bir
sanatçıydı. At yarışı ve kumardan zevk alır, hızlı
araba kullanırdı. Tüm bunları para, şan, şöhret
gibi dünyevi şeyleri önemsemez bir tavırla, anlık
heyecan uğruna yapan sanatçı, iyi yemek yemekten ve
samimi olduğu kişilerle uzun sohbet etmekten
hoşlanırdı. Telefonda konuşmayı sever ama kimseye
telefon numarasını vermezdi.
İki evlilik yapan ve pek çok sevgilisi olan
sanatçının 40’a yakın çocuğu olduğu söylense de
resmi açıklanan yalnızca 13 çocuğu bulunuyor.
Freud’un dört yıl evli kaldığı ilk karısı ünlü
heykeltıraş Jacob Epstein’ın kızı Kathleen (Kitty)
Garman’dan iki kızı var. 1953 ve 1957 arasında evli
kaldığı ikinci eşi Caroline Blackwood’dan hiç çocuğu
çocuğu olmayan sanatçının, Bernardine Coverley ile
ilişkisinden ünlü yazar Esther Freud ve moda
tasarımcısı Bella Freud olmak üzere iki kızı; Suzy
Boyt’tan beş; Katherine Margaret McAdam’dan ise
Paul, Lucy, David ve yine bir sanatçı olan Jane
McAdam Freud olmak üzere dört çocuğu daha bulunuyor.
Kendisi de ressam olan David Hockney, Lucian Freud’a
portre için poz verenler arasında yer alıyor. Aynı
dönemde Kate Moss’un da Freud’un öznelerinden biri
olduğunu söyleyen Hockney, Freud’un çok yavaş
çalıştığını ve bu sebeple çalışma sırasında sohbet
edebildiklerini anlatıyor. Poz verirken sigara içmek
isteyen Hockney’e izin veren Freud, bu izni,
Hockney’nin Kate Moss’a sigara konusundan
bahsetmemesi kaydıyla vermiş...
Lucian Freud’un Londra’daki favori restoranlarından
Wolseley, ölümünün ardından sanatçının en sevdiği
masaya siyah bir örtü ve tek bir mum koydu. Bir
diğer favori restoranı Clarke’s’ın sahibi Sally
Clarke gibi Wolseley’nin sahibi Jeremy King de
Freud’a portre modelliği yapmıştı.
Hürriyet Pazar, Haber: Neylan Bağcıoğlu,
31.07.2011
|
|
KÜÇÜK ARKEOLOGLAR ÇATALHÖYÜK'TE
Dünyanın en önemli arkeolojik çalışmaları arasında yer alan Çatalhöyük kazılarını 15 yıldır destekleyen Shell, tarih ve çevre bilincinin yaygınlaşması için düzenlediği Arkeoloji Yaz Atölyesi ile 8-12 yaş grubundaki çocuklara kazı yapma imkanı verdi.
9 bin yıllık Çatalhöyük kültürünü yakından tanıma fırsatı bulan, İstanbul ve Konya'dan gelen 16 çocuk, önce Çatahöyük kazı alanını gezerek yetkililerden bilgi aldı.
Arkeolog Gülay Sert, çocukların ailelerine ve basın mensuplarına kazı alanını gezdirdi.
Kendileri için ayrılan alanda kısa süreliğine kazı yapan küçük arkeologlar, kazının ardından küçük heykelcikler ve resimler yaptı.
Daha sonra edindikleri bilgiler hakkında kısa bir sözlü sınavdan geçen 16 çocuğa, aileleri tarafından "Kültürel Emanetlerin Koruyucusu" sertifikası verildi. Sertifika töreninde gazetecilere açıklamada bulunan Shell Turcas Kurumsal İletişim Müdürü Yankı Özkan, Çatalhöyük kazılarını 15 yıldır desteklediklerini söyledi. Çevre ve tarih bilincini toplumun tüm kesimine yaymak için Türkiye'nin dört bir yanından çocukları ücretsiz kazı alanına getirerek ağırladıklarını belirten Yankı, "Bu şekilde çocuklarımız, geçmişimizi eğlenceli bir şekilde yaşayarak öğreniyorlar ve kültürel değerleri muhafaza etmenin önemini kavrıyorlar" dedi.
Çatalhöyük Kazı Başkanı Prof.Dr. Ian Hodder ise alanda, her yıl yaklaşık 2 ay kazı çalışması yaptıklarını söyledi.
Bu yılki çalışmaların sonunda kazıyla ilgili bir rapor hazırlayacağını belirten Hodder, kazı çalışmalarının başladığı günden bu yana 400 mezar ve 1 milyon obje bulduklarını ifade etti.
Kazı çalışmalarının yapıldığı alanın kar ve yağmurdan etkilenmemesi için ü zerinin kapatıldığını belirten Hodder, "Halk eğitimi bizim için çok önemli. Arkeoloji Yaz Atölyesi projesi uzun yıllardır devam ediyor. Proje kapsamında çocuklara çok güzel bilgiler veriliyor" diye konuştu.
Çatalhöyük ile ilgili bugüne kadar 10 kitap yazıldığını açıklayan Hodder, şunları kaydetti:
"Çatalhöyük çok önemli. Çünkü çok karmaşık ve büyük bir yapısı var. Çatalhöyük kendi dönemi içinde çok gelişmiş bir alan. Ayrıca d öneminin en kalabalık yapılanmasına sahip olduğu görülüyor. Burası, sadece o dönemin sanatını değil, o dönemdeki insanların düşüncelerini de yansıttığı için çok önemli. Çatalhöyük pahalı bir proje. Kazı yaptığımız alan klasik kazı alanlarından değil. Burası tümüyle kerpiç yapılanmanın özelliğine sahip. Bu nedenle korunması gerekiyor. Bu konuda bizi destekleyen herkese teşekkür ediyoruz."
Türkiye Gazetesi, 31.07.2011
|
AĞA CAMİİ'NİN ÇATLAKLARI GÖRÜLDÜ
Beyoğlu İstiklal
Caddesi’ndeki Demirören AVM’nin inşaatı sırasında
hasar gördüğü söylenen Hüseyin Ağa Camii’ndeki
çatlaklardan ilk görüntüler, Kültür Bakanı Ertuğrul
Günay’ın geçen hafta tarihi camiye yaptığı ziyaret
sırasında ortaya çıktı. 1597 yılında yapılan
camideki onarım çalışmalarıyla ilgili bilgi alan
Bakan Günay, duvarlar
ve tavandaki çatlakların bir an
önce giderilmesini istedi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığı,
bir kısmı kaçak olduğu iddiasıyla soruşturulan
Demirören AVM’yle ilgili rapor hazırlamış, AVM’nin
üçte birlik kısmının yıkılmasını istemiş, ayrıca AVM
yapılırken Ağa Camii’nin tahrip olmasına sessiz
kalan 2 No.lu Koruma Kurulu üyeleriyle ilgili de
bakanlık inceleme başlatmıştı.
Radikal, 31.07.2011
|
|
İZNİK ÇİNİSİNİN 400 YILLIK SIRRINI ÇÖZDÜ
İznik çinisi dünyanın en dayanıklı ve en güzel
çinisi olarak paha biçilemez değere sahip.
Yabancıların Sultanahmet Camii'nin mavi
çinilerinin karşısında oturup saatlerce
hayranlıkla izlemesinin sebebi de bu. İznik
çinisinin nasıl yapıldığı 400 yıldır bir
muammaydı. Ta ki iktisat profesörü Işıl
Akbaygil'in İznik Vakfı'nı kurmasına kadar.
Işıl Akbaygil, iktisat profesörü. Uzun
yıllar ekonometri ve iktisadi planlama
dersleri verdi. Artık sayılarla değil, İznik
çinisiyle uğraşıyor. Desenleri, renkleri ve
400 yıllık sırrıyla ilgileniyor. Kralların,
kraliçelerin evlerini İznik çinileriyle
döşüyor. Dünyanın en büyük meydanlarına
İznik çinisinden anıtlar yaptırıyor.
Ekonomi uzmanı Işıl hocanın hayatı
İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü başkanı olduktan sonra değişir.
İlk olarak enstitünün üstlendiği İznik
kazılarından haberdar olur. Sonra doktora ve
yüksek lisans tezlerini okur. Dünyanın en
dayanıklı ve desenleriyle sanatçıları
kendine hayran bırakan İznik çinisinin 400
yıldır üretilmediğini öğrenir. 1989 yılında
enstitü bünyesinde İznik çinisi sergisi
düzenler. Hatta Türkiye Ekonomi Bankası'nın
desteğiyle İznik çinisi kitabını hazırlar.
Fakat Sultanahmet Camii, Topkapı Sarayı
ve daha birçok tarihi eser İznik çinileriyle
doludur ama bu çinilerin nasıl yapıldığına,
renklerinin nasıl elde edildiğine dair
yazılı hiçbir kaynak yoktur. İznik çinisinin
pişirildiği fırınlar bile enstitünün yaptığı
kazılarla yenilerde gün yüzüne çıkıyordur.
Tüm bunlar çok ilgisini çeken Işıl hoca 1993
yılında İznik Vakfı'nı kurar. Ar-Ge ekibi
oluşturur. Bu ekip TÜBİTAK'la birlikte İznik
çinisini incelemeye başlar. İznik çinisinin
nasıl yapıldığı, 500 yıl nasıl dayandığı ve
malzemeleri hakkında yapılan bilimsel
çalışmaların neticesinde 1997 yılında İznik
çinisi yeniden üretilmeye başlanır. Işıl
hoca: "Tıpkı Osmanlı zamanındaki gibi bir
teşkilat yapısı oluşturuldu. Saraya bağlı
Lonca sistemi var. Yani İznik çiniciliği bir
ekol. Desenler Topkapı Sarayı'ndaki
nakkaşhanede hazırlanıyor. İznik'te de
üretim yapılıyor. Her aşamasıyla başka biri
ilgileniyor. Onlara da usta değil, kaşi
deniyor. Biz de yaklaşık 100 kişilik bir
ekiple çalışıyoruz. İstanbul'da tasarım
ekibimiz var. Üretim İznik'te. Yeniden
üretebiliyor olmamızın arkasında Ar-Ge
ekibimiz ve TÜBİTAK var. Yoksa malzemeyi
birleştirmekle olmuyor. Pilav yapmaya benzer
bu. Suyu, yağı, pirinci, tuzu atınca pilav
olmaz. TÜBİTAK'la usulü tespit ettik. Tıpkı
16. yy'da olduğu gibi. Biz 400 yıllık sırrı
keşfettik."
Işıl Akbaygil, hayatını İznik çinilerine
adamış. Hem Türkiye'de hem de dünyada İznik
çinisini anlatmak için neredeyse gitmediği
ülke, görüşmediği lider kalmamış. Geçtiğimiz
yıl Hermes'in Paris mağazasının vitrinlerini
İznik çinileriyle süsleyerek moda dünyasını
ilgisini çekmişti mesela. Hoca, mimari
sergileri de kaçırmıyor. Işıl hocaya göre
İznik çinisinin diğer çiniler ve
seramiklerden farkı sadece yüzyıllarca
dayanıyor olması değil. Deseni ve
geometrisi. Sarayda hazırlanan desenler
İznik çinisinin tamamen İslam geometrisini
içermesine sebep oluyor. Işıl hoca, "İznik
çinisini geometrinin bütün kurallarına hakim
olmayan yapamaz. O yüzden İznik çinisini
yapanlara usta denmemiş. Önce geometrisi,
şekli hazırlanıyor, sonra deseni. Her
desenin de matematiksel bir anlamı var. Bir
iktisatçı olarak İznik çinisiyle uğraşırken
yabancılık çekmiyorum. Çünkü İznik çinisinde
geometri de, matematik de var. Tüm bunları
keşfettikçe heyecanlanıyor, şaşırıyorum. O
yüzden İznik çinisi dünyanın en iyisi."
İznik Vakfı 1997 yılından beri İstanbul
metrosu dışında önemli tarihi yapılar için
de çini üretti, birçok modern camiyi İznik
çinileriyle kapladı. Meksika'daki meşhur
Türk saat kulesinin bozulan çinilerinin bire
bir aynısı üretilip, restore etmişler. En
son Başbakan Tayyip Erdoğan'ın özel
isteğiyle Mescid-i Aksa'nın yanındaki
Zincirli Kubbe'nin dökülen çinilerinin bire
bir aynısı yaptılar.
Prof.Dr. Işıl Akbaygil, İznik Vakfı'nı kurduktan
sonra, İstanbul metrosu inşaatına başlayan dönemin
belediye başkanı Tayyip Erdoğan'ın kapısını çalar:
"Dünyada metrolar sanat eserleriyle meşhurdur,
İstanbul metrosu da İznik çinileriyle meşhur olsun."
teklifinde bulunur. Erdoğan'ın çok hoşuna gider.
İstanbul metro istasyonları İznik çinileriyle
süslenir. Her bir istasyona, bulunduğu bölgeye uygun
çiniler yapılır. Taksim'de, Fatih'in gemileri Taksim
üzerinden Haliç'e indirme sahnesi canlandırılır.
Osmanbey-Nişantaşı istasyonunda �buralar Fatih
Sultan Mehmet'in avlanma sahasıydı� avlanmayı
anlatan bir minyatür kullanılır. Işıl hoca, Nusret
Çolpan'ın çizdiği bu minyatürün paha biçilemez bir
eser olduğunu söylüyor. Mecidiyeköy istasyonunda
meyve bahçeleri var. Burası bir zamanlar meyve
bahçeleriyle doluymuş çünkü. İznik Vakfı en son 20
gün önce açılan Hacıosman metro istasyonundaki
çinileri yaptı. Başbakan Erdoğan açılış töreninde
zeytin ve incir ağacının tasvir edildiği devasa çini
panoları uzun uzun incelemiş.
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın isteğiyle Mescid-i
Aksa bahçesinde bulunan ve Kubbetüs Sahra'nın küçük
bir kopyası olan Kubbe-i Silsile'nin dökülen
çinileri yenilendi. İznik Vakfı, Kanuni Sultan
Süleyman'ın yaptırdığı bu çinilerin bire bir
aynısını üretti. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve
Dışişleri Bakanı'nın uzun uğraşları sonunda çiniler
Kudüs'e Mescid-i Aksa'ya ulaştırıldı. Ürdün Mescid-i
Aksa Vakfı tarafından restorasyon yapıldı.
İznik Vakfı'nın yaptığı çiniler birçok kralın ve devlet liderinin evini süslüyor. Birlişik Arap Emirlikleri Sultanı Al-Nahyan'ın adına yaptırdığı müzede olduğu gibi.
Zaman Pazar, Haber: Gülizar Baki, 31.07.2011
|
DEMRE'DE BİZANS KİLİSESİ BULUNDU
Antalya’nın Demre İlçesi’nde antik Myra-Andriake
Liman Kenti’nde yürütülen kazı çalışmalarında Bizans
dönemine ait bir kilise bulundu.
Demre’de Myra- Andirake Liman Kenti’nde İstanbul
Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü’nden Prof.Dr.
Engin Akyürek başkanlığında yürütülen kazılarda,
Bizans dönemine ait olduğu tahmin edilen bir kilise
bulundu. 20 sikkenin de bulunduğu kilisenin, MS
5′inci yüzyılda inşa edildiğini sanılıyor. Zemini
mozaikle kaplı kilisenin tamamen gün yüzüne
çıkarılması için çalışmalar sürüyor.
Kiliseyi ortaya çıkran
Prof.Dr. Akyürek,
“Andriake yerleşkesinin B bölümünde çalışmalarımız
sürüyor. Liman yerleşkesinde 6 kilise olduğunu
biliyoruz. Kilise hem mimari hem taş işçiliği hem de
yapıda bulunun çok sayıda sikke, 5′inci yüzyılın ilk
yarısının tarihini veriyor. Ancak kazı bitmiş değil,
daha birinci sezonundayız ve önümüzdeki yıl da devam
edecek. Ben bunun bir manastır olabileceğini
düşünüyorum” diye konuştu.
Myra- Andriake kazılarının sonunda büyük bir
kenti toprak altından çıkaracaklarını kaydeden
Prof.Dr. Engin Akyürek, “Orta Çağ’da piskoposluk merkezi
olan bir kent yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Biz şu
anda büyük bir puzzle’la karşı karşıyayız. Bu puzzle
hem Myra antik kenti hem de onun liman yerleşimi
Andiriake’den oluşuyor. Burada sadece bunun bir
parçasını ortaya çıkarmış oluyoruz. Küçük parçalar
yavaş yavaş yerine oturdukça, ortaya çıktıkça biz bu
kenti, bu yerleşmeyi bütün dönemleriyle daha iyi
anlayacağız” diye konuştu.
haberler.com, 30.07.2011
|
DUBLE YOLDA TARİHİ KALINTILAR BULUNDU
Hatay’ın
Reyhanlı İlçesi'nde Cilvegözü Gümrük Kapısı’na giden
karayolundaki duble yol çalışmaları sırasında Roma
dönemine ait küçük bir sanayi görünümünde olan
zeytinyağı işliği ile kaya mezarı ortaya çıkartıldı.
AA muhabirinin İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü
yetkililerinden aldığı bilgilere göre, Reyhanlı
İlçesi'ne bağlı Kavalcık Köyü yakınındaki karayolunda
duble yol çalışması yapan karayolları ekipleri,
arkeolojik verilere rastlayınca durumu Kültür ve
Turizm Müdürlüğü’ne bildirdi. Bunun üzerine harekete
geçen yetkililer Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel
Müdürlüğü’ne yazı yazarak buradaki eserlerin ortaya
çıkarılması için izin istedi.
Gerekli iznin verilmesinin ardından arkeolog
Funda Yüksel ve arkeolog Ali Çelikel yönetiminde 21
işçi tarafından kazı çalışmalarına başlandı. Yüksel,
18 Temmuz’dan bu yana sürdürdükleri kazı çalışmaları
sırasında ilk etapta Roma dönemine ait küçük bir
sanayi görünümünde olan mozaik tabanlı bir siloya
sahip zeytinyağı işliğini (zeytinyağının işlendiği
mekan) ortaya çıkardıklarını söyledi.
Yüksel, devam ettikleri çalışmalar sonunda
zeytinyağı işliğine yakın bir mesafede yine aynı
döneme ait dörtlü gömüye sahip bir kaya mezarı
tespit ettiklerini ifade ederek, mezarda çok sayıda
yağ kandilleri, koku şişeleri ile sikkeler
bulduklarını kaydetti.
Yüksel, kazı çalışmalarına devam ettiklerini
vurgulayarak, ”Şu ana kadar çıkardığımız tarihi
buluntuları Antakya Arkeoloji Müzesi’ne teslim
ettik” dedi.
İl Kültür ve Turizm Müdürü Aysun Çelenk Çakar da,
kazı sırasında çıkan tarihi eserlerin verimli Amik
Ovası’nın geçmiş medeniyetler tarafından da tercih
edildiğini kanıtladığını belirterek, tespit edilen
arkeolojik verilerin Hatay’ın kültür mirasına bir
yenisini daha eklediğini kaydetti.
Çakar, Hatay’da Erzin’de İsos, Reyhanlı
İlçesi'nde
Tell Tayinat, Kavakçık Köyü ve Aççana, Dörtyol’da
Kinet Höyüğü olmak üzere 5 mekanda kazı çalışması
yapıldığını söyledi. Hatay’ın her yöresinden değişik
uygarlıklara ait tarihi eserler ortaya çıktığını
belirten Çakar, ”Yer darlığından bunları korumakta
zorluk çekiyoruz. Maşuklu beldesindeki yeni müzenin
tamamlanmasıyla depoda bekletilen 42 bin eseri
sergileme olanağı bulacağız” diye konuştu.
Zaman, 30.07.2011
|
HAYVANLARIN KEMİK İLİKLERİNİ BİLE YEMİŞLER
Paleolitik dönem insanlarının, kuraklık nedeniyle
hayvan kemiklerini kırarak içerisindeki ilikleri
bile beslenmede kullandıkları ortaya çıktı.
Gazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Görevlilerinden Yrd. Doç.Dr. Cevdet Merih Erek, “Son avcı toplayıcıların bulabildikleri her türlü besin kaynağını en iyi şekilde değerlendirmeye çalıştıklarını saptadık” dedi. Kahramanmaraş Direkli Mağarası'nda yapılan arkeolojik kazılar Paleolitik döneme ışık tutmaya devam ediyor. 2009 yılında bulunan Ana Tanrıça Figürü ile insanoğlundaki Tanrı inancının binlerce yıl öncesine gitmesine neden olan Direkli mağarasında, bu yıl yapılan kazılarda da insanların beslenme ve yaşam tarzlarına ilişkin çok önemli ayrıntılar tespit edildi. Yrd. Doç.Dr. Cevdet Merik Erek başkanlığında 1 Temmuz’da başlayan kazılara, Kültür Bakanlığı’ndan bir temsilci ve Türkiye’nin çeşitli üniversitelerinden katılan 15 öğrencinin katılımıyla devam ediliyor. Zor şartlarda devam eden kazılarda 2 adet yemek ocağı bulunarak, tüketilen hayvanların kemiklerine ulaşıldı. Kazı Başkanı Erek, Karain Mağarası’nın ardından Paleotik döneme ilişkin kazıların yapıldığı tek yerin Direkli Mağarası olduğunu belirterek, araştırmaların önemine dikkat çekti. Mağarayı plan karelere ayırarak kazılarını sürdürdüklerini ifade eden Erek, şöyle konuştu: “Bu plan karelerin bizim için olan önemi şu anda içinde iki tane ocak sistemi saptadık. Bu ocakların içerisinde dönemin besin olarak tüketilmiş hayvanlarına ait kemik kalıntıları bulunmakta. Bu kemiklerin en önemli özelliği ortadan ikiye kesilerek içindeki özün, yani iliğin dahi beslenmede kullanıldığını göstermekte. Yaşanılan dönem son derece kurak ve besin maddelerine ulaşmakta son derece zor bir dönem. Bu sebeple de bu mağarada toplanan son avcı toplayıcıların bulabildikleri her türlü besin kaynağını en iyi şekilde değerlendirmeye çalıştıklarını saptadık.”
Tüketilen hayvanların türlerine ilişkin de
bilgiler de veren Erek, insanların açlık nedeniyle
hayvanların kafa taslarını kırarak beyinlerini
tükettiğini kaydetti. Erek, sözlerini şöyle
sürdürdü: “Mağarada yaşayan insanların o dönemde en
çok tükettikleri hayvan kaplumbağa. Çünkü kaplumbağa
çok hızlı yürüyemeyen bir hayvan. Bu sebeple
yakalanması ve tüketilmesi de son derece kolay.
Kaplumbağadan sonra en fazla tüketilen hayvan dağ
geyikleri. Ama dönem itibariyle kuraklığın verdiği
etkiyle bu hayvanların da sayısal olarak fazla
olmadığı göze çarpıyor. Yani birey sayısı avlanılıp
tüketilen birey sayısı bu hayvanlarda son derece az.
Mağaradaki araştırmalarımızda bu hayvanlara ait
kemiklerin uzun kemikleri bulmamıza rağmen
kafataslarına ve boynuzlara ilişkin sonuçlar son
derece az. Bunun sebebi kafatasının kırılarak
parçalanılarak içerisindeki beyinlerin de
tüketildiğinin anlaşılması. Boynuzları çakmak
taşından üretilen aletlerin yani keskilerin
delicilerin kazıyıcıların bu boynuzlar vasıtasıyla
kullanılması söz konusu oluyor. Yani bir nevi sap
takma olayını gerçekleştiriyorlar.”
Erek, araştırmalarda yabani buğday tanelerinin de
besin kaynağı olarak kullanıldığını tespit
ettiklerini belirterek, bu verilerin ise
Anadolu’daki tarımsal evreye yeni geçiş sırasındaki
durumu aydınlatması açısından önemli olduğunu
vurguladı. Erek, şunları kaydetti: “Geçen sene bu
mağaradaki kazılarımızda arkamdaki plan karelerde
karbonlaşmış yabani buğdaylar bulmuştuk. Bu sene
yine aynı şekilde deliller ele geçmekte ama son
derece az. Bölgedeki yabani buğdayın toplanılarak
besin olarak kullanıldığını da saptadık. Tabi
tarımsal evrelere geçişlerle ilgili çok önemli
noktalardan birisi. Çünkü buğdayın farkındalığı ve
bunun daha sonra köy yerleşimlerine geçildiğinde
evcilleştirilerek büyük toplulukların besinlerini
temin etmeleri ve biriktirmelerinde çok önemli bir
unsur olduğunu biliyoruz ve buradaki bu yerleşimin
Anadolu için tarımsal evreye henüz yeni geçme
sırasındaki durumu aydınlatması açısından çok
önemli.”
Yrd. Doç.Dr. Cevdet Merih Erek, döneme ilişkin
en önemli bulgulardan birinin de delikli ve başlı
iğneler olduğunu kaydetti. İğnelerin giyim kuşamın
da varlığını göstermesi açısından son derece önemli
olduğunu işaret eden Erek, “Ayrıca mağara içerisinde
bu aşağıdaki laboratuarda sürekli sedeman ayıklaması
sırasında taş kemik ve denizel kaklılardan yapılmış
çok sayıda boncuk bulmaktayız. Bu tabi şunu
gösteriyor. Dönemin insanı yaşamak için birçok şeyi
gerçekleştirirken bu arada süslenmenin, düzgün ya da
güzel görünmenin de farkında olduklarını gösteriyor
bu malzemeler bize” diye konuştu. Direkli mağarası
insanının bu mağarayı istasyon gibi kullanmış
olabileceğini söyleyen Erek, sözlerini şöyle
tamamladı: “Direkli mağarası insanı Akdeniz’e kadar
ulaşıp orada belli bir müddet yaşadıktan sonra
tekrar bu mağaraya geldiğini görüyoruz. Yine Orta
Anadolu kökenli volkanik bir taş olan opsidyenin
hala aşağıda laboratuarda bulunan küçük yontma
artıklarının varlığı da orta Anadolu ve Akdeniz
arasında bir istasyonmuş gibi gösteriyor bu Direkli
mağarasını. Ve gidiş gelişlerle sürekli bir iskana
tabi tutulmuş Direkli mağarası sakinleri.” Kazıları
yakından takip eden Kahramanmaraş İl Kültür ve
Turizm Müdürü Seydihan Küçükdağlı’da ilginç bulgular
elde etmeye devam ettiklerini söyledi.
Direkli Mağarası’nı yansıtan bir bölümün kent
müzesinde oluşturulduğunun altını çizen Küçükdağlı, “İki yıl önceki ortaya çıkan Ana
Tanrıça figürünün 11 bin yıl öncesine kadar gitmiş
olması, ortaya çıkan bulguların, kemiklerin, çakmak
taşlarının buradaki yaşamla ilgili bilgiler ortaya
koymuş olmasının çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Bu
güzelliklere ‘geçmişi olmayanın geleceği olmaz’
gözüyle bakarak çok büyük katkısı olacağını,
ilimizin tarihine, kültürüne turizm ve tanıtımına
katkı sağladığını sizler aracılığıyla tüm dünyaya
ulaştığını hep beraber gözlemlemiş olmakta elbette
ki bizleri mutlu ediyor” ifadelerini kullandı.
Direkli Mağarası kazıları Ağustos ayı sonuna kadar
devam edecek.
Haber 7, 30.07.2011
|
EYÜP SULTAN TÜRBESİ RAMAZAN'DA KAPALI
Eyüp İlçe Müftüsü İsa
Gürler, restorasyon çalışması olduğunu için
Eyüp Sultan Türbesi'nin
ramazan ayında açılamayacağını belirterek,
''Ancak ziyarete gelen halkımız hacet penceresinden
türbeyi ziyaret edebileceklerdir'' dedi.
Gürler, Eyüp Sultan Camisi ve türbesinin İstanbul'un
en çok ziyaret edilen mekanlarından biri olduğunu
belirterek, ''Bu da milletimizin Eyüp Sultan
Hazretlerine gösterdikleri saygı ve sevgiden
kaynaklanmaktadır. Ebu Eyyüb El Ensari, sevgili
peygamberimizi yaklaşık 7 ay evinde ağırlama
şerefine nail olmuş, peygamberimizin vahiy
katipliğini, korumalığını yapmış, savaşlarda
sancağını taşımış ve peygamberimizle birlikte Bedir,
Uhud, Hendek savaşlarına katılmıştır'' dedi.
Gürler, Mısır, Suriye, Kıbrıs ve Filistin
fetihlerine katıldığını belirttiği Eyüp Sultan'ın,
80 küsür yaşlarında miladi 669 yılında Hz.
Muhammed'in İstanbul'un fethini müjdeleyen
hadisindeki kutlu ordunun bir neferi olabilmek için
İstanbul'a geldiğini ve burada vefat ettiğini
anlattı. Osmanlı padişahlarından Fatih Sultan
Mehmet'in, 1453 yılında İstanbul'u fethettikten
sonra Eyüp Sultan'ın kabrinin bulunduğu yere türbe
ve cami inşa ettirdiğini belirten Gürler, ''O
tarihten bu yana da ülkemizin en önemli ziyaret
yerlerinden biri halini almıştır. Yapılan
araştırmalara göre normal zamanlarda bile günde
40-50 bin insanımız burayı ziyaret etmekte ve namaz
kılmak için gelmektedirler.
Ramazan aylarında bu sayı daha da artmaktadır''
diye konuştu.
''Restorasyon çalışması olduğu için Eyüp Sultan
Hazretleri'nin türbesi
Ramazanda ayında maalesef açılamayacak ancak
ziyarete gelen halkımız hacet penceresinden türbeyi
ziyaret edebileceklerdir'' diyen Gürler, dışarıda
Kur'an-ı Kerim okunabileceğini ancak içeriye
girebilmenin söz konusu olamayacağını belirtti.
Habertürk, 30.07.2011
|
KAPADOKYA'DA 2 BİN 700 YILLIK TARİH GÜN IŞIĞINA
ÇIKIYOR
Türkiye'nin önemli
turizm merkezlerinden Kapadokya bölgesinde geç Hitit
dönemindeki Tabal ülkesine ait bulgulara rastlanan
Nevşehir'in Gülşehir İlçesi Ovaören beldesindeki
Yassıhöyük'teki arkeolojik kazılarla, bölgenin
yaklaşık 2 bin 700 yıllık tarihi gün ışığına
çıkarılıyor.
Bölgede 2007 yılında Bakanlar Kurulu kararı ile Gazi
Üniversitesi Arkeoloji Bölümü tarafından yürütülen
kazılarda, bugüne kadar demir, ok ve mızrak uçları,
pişmiş toprak ağırşaklar, kemikten yapılmış iğne,
dokumacılıkta kullanılan ağırşaklar, çanak-çömlek
kalıntıları ile 12 hektarlık bir alanı kaplayan
büyük bir kent ve kenti çevreleyen taş surlar açığa
çıkarıldı.
Anadolu'nun yerleşik hayata geçişinin ilk evresinden
başlayıp, Bizans, hatta Osmanlı dönemine kadar
uzandığı tahmin edilen bölgenin, sadece ikamet
edilen bir yer değil, aynı zamanda bir kale kent,
bir idare merkezi ve askeri alanda önemli bir merkez
olduğu tespit edildi.
Bölgede bulunan
Yassıhöyük ve Topakhöyük olmak üzere yaklaşık 25
hektarlık bir alanı kapsayan arkeolojik kazı
alanında, henüz yazılı bir bulguya rastlanmadı,
ancak kazı alanında saray ya da bir mabet olduğu
tahmin ediliyor.
Mimari buluntuların yanı sıra çanak çömlek
buluntuları ile hem Orta Demir Çağ hem de Geç Demir
Çağ dönemindeki kültürel dokuyu göz önüne seren
kazılar, kısıtlı bütçe ile devam ediyor.
Kazı heyeti başkanı Gazi Üniversitesi Fen Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı
Doç.Dr. Süleyman Yücel Şenyurt, yaptığı
açıklamada, arkeolojik çalışmaları 15 kişilik bir
ekiple yürüttüklerini, öncelikli amaçlarının
bilimsel olarak, bölgenin tarihini aydınlatmaya
yönelik bulgulara ulaşabilmek olduğunu söyledi.
Bulunan tarihi kentin mimari, anıtsal eserler ortaya
çıktıkça ayrı ayrı projelerle onların
restorasyonlarını da yapmak suretiyle gelecek
nesillere bırakılacağını belirten Şenyurt, tarihi
bölgenin zamanla yerli ve yabancı turistlerin de
ilgisini çekeceğini, ikinci planda elde edilen
bulguları bölge turizmine kazandırmak hedefinde
olduklarını kaydetti.
Arkeolojik bölgenin Anadolu'nun yerleşik hayata
geçişinin ilk evresinden başlayıp, Bizans, hatta
Osmanlı dönemine kadar süreklilik arz eden bir bölge
olduğunu vurgulayan Şenyurt, ''Elimizde geç Hitit
Tabal ülkesine ait bulgularımız var. Ovaören
beldesinin içindeki mağaralar, yer altı şehirleri
zaten buraların bir eski yerleşim yeri olduğunu
gösteriyor. Buranın Meneşa, Vaşanya gibi şehirlerden
biri olduğunu tahmin ediyoruz. Bunu teyit
edebilirsek buranın adına Ovaören-Meneşa veya
Ovaören-Vanaşa diyeceğiz'' dedi.
Şu ana kadar özellikle Hitit dönemine ait hem önemli
yerleşim mimarisi hem de küçük buluntular elde
ettiklerini anlatan Şenyurt, şu anda bölgedeki
arkeolojik kazılarda, Neolitik döneme ait bulgulara
rastladıklarını söyledi.
Kale kent olarak adlandırdıkları arkeolojik bölgede,
bir saray ya da mabet olduğunu tahmin ettiklerini
dile getiren Şenyurt, bundan sonraki kazıları kentin
saray ya da mabedinin olduğunu tahmin ettikleri
alanda yapacaklarını bildirdi.
Şenyurt, ''Kent içindeki yerleşim dokusunda
yaptığımız çalışmalarda ise iri boyutta
sayılabilecek yapılarla karşılaştık. Her birisinin
depo odalarının, ayrı birimlerinin olduğu yapılar,
bize buranın sadece ikamete yönelik konut veya
yerleşim alanı olmadığını gösterdi. Gerek bulduğumuz
silahlar, ok uçları, mızrak uçları, bıçaklar ve
kamalar gibi aletler, gerekse bulduğumuz surlar,
buranın bir idari merkez olduğunu, askeri alanda
önemli bir doku olduğunu sundu. Bu yönüyle de biz
Ovaören'deki
Yassıhöyük arkeolojik bütünlüğünü kale kent
olarak isimlendiriyoruz ve Demir Çağının,
Anadolu'nun diğer önemli yerleri arasında önemli bir
yere sahip olduğunu düşünüyoruz. Elde ettiğimiz
bulgulara baktığımız zaman, Anadolu Demir Çağı
kentleri arasında Orta Anadolu'da önemli bir kent
olduğunu, jeopolitik konuma sahip güzel bir
coğrafyada kilit rolü oynayan kentlerden biri
olduğunu tespit edebildik. Bundan sonraki
çalışmalarımız yine kent surunun kontrollü bir
şekilde koruyarak açılması, restore edilerek gelecek
kuşaklara aktarılmasına yönelik olacak'' şeklinde
konuştu.
Finansman sıkıntısı nedeniyle yüzde 40 oranında bir
kapasiteyle çalıştıklarına dikkat çeken Şenyurt, 15
kişilik bir ekip ile çalıştıklarını, ancak finansman
sorunu olmadan 45-50 kişilik bir ekiple çalışılması
halinde daha hızlı bir ilerleme kaydedilebileceğini,
10 yıl gibi bir sürede önemli bir mesafe elde
edilebileceğini vurguladı.
Şenyurt, bu yılki arkeolojik kazıların önümüzdeki
günlerde sona ereceğini de sözlerine ekledi.
Habertürk, 30.07.2011
|
EVLİYA ÇELEBİ'NİN 'BEY CAMİSİ' BULUNDU
Ünlü seyyah Evliya Çelebi'nin Seyahatname'sinde
adı geçen 'Bey Cami'sine ait kalıntılar bulundu.
Atatürk Üniversitesi Öğretim Üyesi
Prof.Dr.
Hüseyin Yurttaş, 26 kişilik ekibiyle
Erzincan'ın Kemah İlçesi Kemah Kalesi'nde
yaptığı kazı çalışmalarında önemli tarihi
eserler ortaya çıkardı. Onlardan biri de
Evliya Çelebi'nin Seyahatname'sinde adı
geçen 'Bey Cami' ile çeşitli dönemlere ait
26 adet sikke. Caminin duvar malzemesinin ve
kesme taşların büyük ölçüde kaybolduğunu
söyleyen Yurttaş, "Bulunan bezemeli alçı
parçalarıyla caminin dönemiyle ilgili
ipuçlarını bulacağız. Caminin Osmanlı
Devleti öncesine ait olma ihtimali yüksek."
dedi. Minaresindeki kesme taşların tahrip
edildiğini belirten Yurttaş, kale içindeki 3
metre uzunluğunda ve 3 metre genişliğindeki
minarenin de camiye ait olduğunu ifade etti.
Zaman, 30.07.2011
|
SERAMİK SANATÇISI NASİP İYEM VEFAT ETTİ
Türk resminin usta isimlerinden Nuri İyem'in
eşi, seramik sanatçısı Nasip İyem, 90 yaşında
hayata veda etti.
İyem'in cenazesi bugün Bebek Camii'nde
ikindi vakti kılınacak cenaze namazının
ardından Zincirlikuyu Mezarlığı'na
defnedilecek. İlk resim eğitimini Fatih
Halkevi'nde alan Nasip İyem, 1939'da GSA
Resim bölümüne girerek Leopold Levy
Atölyesi'nde çalıştı. 1944'te usta ressam
Nuri İyem'le evlenerek Akademi'den ayrıldı.
Çocukluk yıllarını geçirdiği Gönen'de,
çömlekçilik yapan annesinin kuzenleri
sayesinde seramikle tanıştı. Eserleri pek
çok sergide ve galeride sergilenen sanatçı,
30 kadar tanınmış yapı için mimari seramik
uygulamaları yaptı. İyem'in eserleri halen
Evin Sanat Galerisi'nde sergileniyor.
Zaman, 30.07.2011
|
ANTİK KENTİ KURTARAN SIR
Suriye’de kuzeybatısında bulunan antik kent Tell
Karkur, binlerce yıl boyunca çok sayıda medeniyetin
yok olduğu bir coğrafyada ayakta kalmayı başardı.
Arkansas Üniversitesi’nden Jesse Casana, “Bölgede
yaptığımız kazılarda, çok sayıda antik kentin ve
küçük yerleşim birimlerinin binlerce yıl önce terk
edilmiş olduğunu anladık… Ancak Tell Karkur ayakta
kalmayı başardı” dedi.
Canasa ve Boston Üniversitesi’nde arkeolog olan
Rudolph Dornemann, dünyanın en büyük kazı
alanlarından birini oluşturan Asi Nehri civarında,
“çamur-tuğladan yapılan evler ve büyük surlar ortaya
çıkardıklarını, bulguların Tell Karkur’daki
medeniyetinin zaman içinde gelişmeye devam ettiğini
gösterdiğini” söyledi.
Dornemann, “Bu alanın oldukça büyük ve koruma
altında alınmış bir yer olduğu anlaşılıyor. Etrafı
ise dağınık bir yerleşim tarafından çevrilmiş” dedi.
Arkeoloji ekibinden Amy Karoll, Tell Karkur’da
yapılan çalışmaları Amerikan Arkeoloji Toplumu’nun
Nisan ayında düzenlenen 76’ıncı konferansında sundu.
Tell Karkur, MÖ 8,500 ve MS 1,350 yıllarını
kapsayan 10 bin yıl boyunca ayakta kaldı. Yaklaşık
300 yıl süren kazı çalışmalarının ardından, şehrin
sadece çok küçük bir kısmı ortaya çıkarılmış
durumda. Bilim insanları, binlerce yıl önce yaşanan
değişiklikleri anlamak için, yeraltını tarayan radar
sistemleriyle incelemeyaptı.
Arkeologlar, kazılarda ortaya çıkarılan ve 4,200 yıl
öncesine ait taştan yapılma bir tapınak buldu.
Casana, “Bu taş yapı içinde bir içki ritüelinde
kullanıldığı düşünülen alçı leğenler bulduk” dedi.
Casana ve meslektaşları tağınağın içinde ayrıca
büyük, oturmak için oyulmuş taşlar, kuzulara ait
kemikler, tütsü yuvaları ve çeşitli dekorlar
bulundu.
Okyanus çökeltileri ve bitki kalıntıları gibi birçok
çevresel kaynaktan elde edilen veriler, yaklaşık
4,200 yıl önce Ortadoğu’yu sarsan bir iklim olayı
yaşandığını savundu. Yale Üniversitesi’nden Harvey
Weiss, “4,200 yıl önce beklenmedik bir kuraklık ve
Akdeniz’in batıya rutubetli hava taşıyan
yağmurlarında sapma yaşandı” ifadesini kullandı.
Weiss, “Batı rüzgarlarının sapması sonucu, Asya’nın
batı bölgesinde 300 yıl boyunca yıllık yağmur oranı
azaldı… Yağmur miktarı yüzde 30-50 azaldı. Sonuç
olarak, ekinleri susuz kalan Ortadoğu medeniyetleri
ayakta kalamadı” dedi. Weiss ayrıca, Ortadoğu’da
yaşanan kuraklığın küresel alanda yayıldığına dikkat
çekti.
Yaşanan kuraklık, Akdeniz’deki uygarlıkların sonunu
getirirken, Büyük Piramitleri inşa eden Mısır’daki
Eski Krallık çöktü. Weiss’in açıklamalarına kıyasla,
Casana “tüm bilim insanlarının bu teoriye
inanmadıklarına” dikkat çekti.
Bilim insanları, neden bu kadar çok medeniyet
çökerken Tell Karkur’un ayakta kalarak genişlemeye
devam ettiğine cevap bulmaya çalıştı. Casana, bu
sorunun kesin cevabının alınabilmesi için tüm şehrin
gün ışığına çıkarılması gerektiğini ifade etti.
Weiss, Tell Karkur’un ayakta kalmasını Asi Nehri’ne
bağlıyor. Ona göre, nehrin altındaki dev yeraltı su
rezervuarı (karst) kuraklık döneminde şehri besledi.
Kuraklığın gelmesinden önce, Tell Karkur güçlü Ebla
krallığının nüfuzu altındaydı. Krallığın
yıkılmasının, şehrin yönetilme şeklini de önemli
derece değiştirdiğine inanılıyor.
Bilim insanları, Tell Karkur’un sırrını çözerek
iklim değişikliği üzerinde yararlı bulgular elde
etmeyi amaçlıyor.
Radikal, 30.07.2011
|
BÜLENT UYGUN'UN EŞİ TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞINDAN
İFADE VERDİ
Bursa'da,
jandarma tarafından düzenlenen tarihi eser
kaçakçılığı operasyonunda çete üyasi olmakla
suçlanan ve tutuksuz yargılanan Teknik Direktör
Bülent Uygun'un ayrı yaşadığı eşi Gamze Uygun,
suçlamaları kabul etmedi.
Şike soruşturması tutuklularından Teknik Direktör
Bülent Uygun'un ayrı yaşadığı eşi Gamze Uygun,
Bursa'da gerçekleşen operasyon kapsamında, "suç
işlemek için örgütü kurmak, örgüte üye olmak, 2863
sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kanunu'na muhalefet ederek izinsiz araştırma ve kazı
yapmak" suçlamasıyla 66 kişiyle kişiyle birlikte
yargılandığı 14. Asliye Ceza Mahkemesi'nde ifade
verdi. 16 yıla kadar hapsi istenen ve avukatıyla
duruşmaya giren Gamze Uygun, tarihi eser kaçakçılığı
ile ilgisinin olmadığını belirterek, "Anılan örgütle
bir bağlantım yok, bana yönelik suçlamaları kabul
etmiyorum" dedi. Uyugun, duruşmadan sonra yline
avukatıyla Bursa Adliyesi'nden ayrıldı.
Jandarma tarafından geçen yıl aralık ayında
düzenlenen tarihi eser operasyonunda Sakarya,
Kütahya, Bolu, Uşak ve Bursa'nın İznik, Mudanya,
Orhaneli, Harmancık, Gemlik, Mustafakemalpaşa ve
Orhangazi ilçelerinde kaçak kazı yaptıkları iddia
edilen zanlıların ev, işyeri ve bürolarında yapılan
aramalarda, 77 sikke, ruhsatsız av tüfeği, 145
tabanca mermisi, 9 milimetre çapında 171 tabanca
mermisi, figürlü tas, bakır bileklik, kolye, çömlek,
mercek, insan figürlü toprak heykel ele
geçirilmişti. Bu davada 21 kişi hakkında dava
açılırken, sanıkların tamamı tutuksuz yargılanıyor
Gamze Uygun kısa süre önce de ayrı yaşadığı eşi
Bülent Uygun'a şike yaptığını ifşa etmekle tehdit
ettiği iddia edilen cep telefonu mesajları attığı
iddiasıyla gündeme gelmişti.
Habertürk, 30.07.2011
|
|
İLK KUŞ BİR DİNOZOR MU?
Nature dergisinde yer alan habere göre "Xiaotingia" adı verilen fosil , bu canlının tüylü bir dinozordan ibaret olduğunu ve paleontologların inandığı kadar büyük bir önem taşımıyor olabileceği görüşünü doğurdu.
Araştırmaya ilişkin raporun yazarları, son otuz yıl içinde adı geçen türlerin "dünyanın en eski kuşu" sıfatına en ciddi adaylar arasında sayıldığını belirtiyor.
Archaeopteryx, bilim çevrelerinin gözünde sadece ilk kuş türü olarak görülmesinin yanında, evrimin en açık örneklerinden biri kabul ediliyordu. Darwin'in "Türlerin Kökeni" adlı evrim teorisini anlattığı kitabını yayınlamasından iki yıl sonra, 1861 senesinde Bavyera'da bulunan bu fosil, hem sürüngenlerin hem de kuşların özelliklerine sahip göründüğünden "dünyanın ilk kuş türü" olarak kabul görmüştü.
Son yıllarda kuşlardakine benzer özelliklere sahip daha eski fosillere ulaşılması, bu konuda şüphe uyandırmıştı. Ancak bilimadamları yine de temkinli olmakta yarar görüyor ve yeni keşfedilecek bir fosilin her şeyi birden bire değiştirip iki fosilin de kuş olarak kabul edilmesiyle sonuçlanabileceğine dikkat çekiyor.
Radikal, 30.07.2011
|
TARİHİ EDİRNE SARAYI GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR
Osmanlı döneminin Topkapı'dan sonra ikinci büyük sarayı olan Saray-ı Cedid-i Amire'deki (Edirne Sarayı)bölümler kazı çalışmasıyla tek tek ayağa kaldırılıyor.
Yapımına II. Murad döneminde başlanan ve Fatih Sultan Mehmed zamanında tamamlanan saray, Tunca Nehri'nin batısında ve tarihi Kırkpınar Yağlı Güreşleri'nin yapıldığı alanda bulunuyor. Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim, I. Ahmed, IV. Mehmed, II. Ahmed, II. Mustafa, III. Ahmed tarafından kullanılan Edirne Sarayı, en görkemli dönemini IV. Mehmed döneminde yaşadı. Kazı Başkanı Doç.Dr. Mustafa Özer, çalışmaların 2 yıldır büyük bir hızla devam ettiğini söyledi. Özer, "Bazı sıkıntılar yaşıyoruz. Ancak buna rağmen kazı ve bilimsel heyet olarak biz burada üzerimize düşeni yapmaya çalışıyoruz." dedi. Mutfak ve hamamdaki çalışmaların son aşamaya geldiğini dile getiren Özer, sarayın en önemli bölümü olan Cihannüma Kasrı'nın ayağa kaldırılması için ihalenin yapıldığını anlattı. Edirne Sarayı'nın tümümün ihyası veya gün yüzüne çıkarılmasının onlarca yıl alacağını ifade eden Özer, önceliğin kısmen de olsa sarayın günümüze ulaşmış olan yapılarına ağırlık vermek olduğunu açıkladı.
Zaman, Haber: Kadri Kılıç, 30.07.2011
|
|
İSTANBUL'UN SUYA UZANDIĞI GERDANLIK MAĞLOVA KEMERİ
İstanbul'un fethedilmesiyle yeni bir çağ açan
Türkler, bu güzel şehirde yeni bir su medeniyeti
vücuda getirdi. Su kemerleri, bentler, sarnıçlar,
ayazmalar, çeşmeler, hamamlar... Tüm bu eserler
İstanbul'un su kültürünü oluşturan mimari anıtlar
olarak ortaya çıktı. Özellikle farklı bir tasarımla
yapılan Mağlova Su Kemeri, Koca Sinan'a kemerlerin
efendisi unvanını kazandırdı.
Alibey Havzası'nı yeşil dokusunu anlatmak
zordur... Her vadisinde, her sırtta sanki başka tür
boyalar kullanılmış gibidir. Gözleriniz inişli
çıkışlı tepelerin renk paletine dalıp gitmişken;
uzakta, ağaçların arasından sürmeli gözlerle sizi
izleyen Mağlova Su Kemeri'ni fark edersiniz. Önce
suyun uçuk mavi rengi etkiler sizi. Hele bir de
güneş gökyüzünde parıldıyorsa, 12 kilometrelik
sahili boyunca mavinin her tonu gönlünüzü çeler.
İstanbul tarih boyunca su sıkıntısı yaşadı.
İstanbul'un su sorununu çözen isim ise Kanuni Sultan
Süleyman oldu. Kanuni, Mimar Sinan'ı çağırarak,
İstanbul'a su getirmesini istedi.
Sinan'ın cevabı ise "Sultanım altın dolu keseleri
uç uca dizerseniz İstanbul'a su gelir" oldu.
Kanuni'nin isteğiyle Mimar Sinan hemen işe
başladı. İlk önce İstanbul'un çevresindeki dere,
tepe ve su kaynaklarını tespit ederek geniş bir
arazi incelemesi yaptı. Belgrad Ormanları'ndan su
getirilmesi için 'Kırkçeşme tesisleri' hayata
geçirildi.
'Kırkçeşme Su yolu' adı verilen bu su hattının en
önemli yapısı ise 'Mağlova Su Kemeri' oldu. İnşası
sırasında 20 Eylül 1563'teki sel felaketinde büyük
oranda zarar gördü. Sinan'ın tamamen ve farklı bir
tasarımla yeniden ayaklandırdığı kemer, günümüzdeki
pek çok meslektaşı tarafından ölümsüz mimarın en
önemli üç eserinden biri kabul edildi. Mağlova Su
Kemeri aynı zamanda Koca Sinan'a, "Kemerlerin
Efendisi" unvanını kazandırdı. Mağlova Su Kemeri,
mekandan soyutlanmış yapısal iskeletiyle sadece
kemer mimari-sinin değil, yapısal kuruluşun
yeryüzündeki en iyi örneklerinden birisi oldu.
Bugün Alibey Barajı içinde Sultangazi
İlçesi'nde
olan Mağlova Kemeri'nin 258 metrelik tepe kısmı,
hala kullanımda olan suyolunun ana galerisini
taşıyor.
Fatih Sultan Mehmet Han ve ardından gelen Osmanlı
sultanları İstanbulun su sorununa çok önem
vermelerine rağmen köklü bir çözüm bulamamışlardı.
İstanbul'un su sorunu Kanuni Sultan Süleyman
döneminde Mimar Sinan'ın dehasıyla çözüldü.
Yeni Şafak, Haber: Muhammed Pamuk, 29.07.2011
|
YENİ AMBLEM 'HUKUKA KARŞI HİLE'
Mahkeme
kararı ile iptal edilen “camili Atakule’li” simgeyi
küçük rötuşlarla yenileyerek yasal sorumluluktan
kurtulduğu yönünde eleştiriler alan
Anakent
Belediyesi’nin, eski simgeleri söküp
sökmeyeceği merak konusu oldu. 8 yıl önce kesinleşen
yargı kararına karşın eski simgeler birçok
altgeçitte ve parkta kullanılıyor. İptal edilen
simgeyi sökmediği için daha önce
Melih
Gökçek hakkında suç duyurusunda bulunan
eski CHP Trabzon Milletvekili
Rahmi Kumaş,
“Gökçek, Ankara ile ilgili her konuyu karmakarışık
hale getiriyor” dedi.
Anakent Belediye Meclisi, 16 Temmuz
2011 tarihinde aldığı bir karar ile “Ankara’nın yeni
simgesini belirlediğini” duyurdu. Ancak Belediye
Başkanı Melih Gökçek’in “ressamların üzerinde
çalıştığını” söylediği simge ile daha önce mahkeme
kararı ile iptal edilen “camili Atakule’li”
simge arasındaki farkın çok az olması,
“hukuk arkadan dolandırılıyor” tartışmasını
doğurmuştu. Ankara’nın simgesi olan “Hitit
Güneşi”nin yine Melih Gökçek yönetimindeki Anakent
Belediyesi kararı ile ortadan kaldırılarak, “camili
Atakule’li” simgenin yürürlüğe koyulması işlemi
karşısında yıllardır hukuk mücadelesi veren CHP eski
Trabzon Milletvekili Rahmi Kumaş, yeni simge için de
iptal davası açtı.
Kumaş, dilekçesinde iptal edilen simgenin, üzerinde
küçük değişiklikler yapılarak yeniden yürürlüğe
koyulması ile ilgili olarak “Davalının iptal edilen
simge yerine, o simgedeki yıldız sayısını iki
arttırıp beşe çıkarması, kubbenin rengini
değiştirmesi yaptığı işlemi hukuka uygun kılmaz. Tam
tersine yapılan, hukuka karşı hile olduğundan işlemi
sakatlar” değerlendirmesini yaptı.
Davayı açan Kumaş, daha önce Cumhuriyet Ankara’ya
yaptığı açıklamada iptal edilen camili simgenin
bulunduğu yerlerden sökülmesi gerektiğine işaret
ederek, kendisinin Gökçek hakkında suç duyurusunda
bulunduğunu söylemişti. Suç duyurusunun gerekçesinin
“Gökçek’in kamu yararına zarar verdiği” yönünde
olduğunu belirten Kumaş, “İçişleri Bakanlığı
soruşturma izni verirse yargılama süreci başlayacak.
İlgili mahkemenin de aleyhine karar vermesi
durumunda Gökçek, görevi kötüye kullanmak suçundan 1
yıl hapis cezası alır. Tabii ama mahkeme bu cezayı
indirebilir ya da erteleyebilir. Ama yeter ki ceza
almış olsun” demişti. Kumaş, son olarak suç
duyurusunun Danıştay’da görüldüğünü ve kısa bir süre
içerisinde davanın açılmasını beklediğini söyledi.
Eski simgelerin bulundukları yerde durmalarına
karşın, yeni bir simge kararı alınması karışıklık
yarattı. Ankara 2. İdare Mahkemesi 1995’te açılan
davayı 2001 yılında kabul etti ve simge iptal
edildi. Anakent Belediyesi’nin çeşitli itiraz ve
karar düzeltme talepleri reddedildi ve Danıştay 8.
Dairesi’nin 23 Ocak 2003 tarihinde verdiği karar ile
simgenin iptali kesinleşti. Kumaş, eski simgelerin
kaldırılıp yerlerine yenilenmiş simgenin konulup
konulmayacağına ilişkin bir açıklama yapmayan
Belediye Başkanı Melih Gökçek için “Ankara ile
ilgili her konuyu böyle karmakarışık bir hale
getiriyor” dedi. İptal edilen simge, sökülmesi
gerektiği halde başta Atatürk Bulvarı’ndakiler olmak
üzere tüm altgeçitlerde, parklarda ve belediyeye ait
yapılarda görülebiliyor.
Cumhuriyet Ankara, 29.07.2011
|
TARİHİ SELÇUKLU MEZARLIĞININ ÇEHRESİ DEĞİŞİYOR
Bitlis'in
Ahlat
İlçesi'nde bulunan ve her biri
birer sanat şaheseri niteliğindeki 8 bin 169 mezar
taşını bünyesinde barındıran
Tarihi Selçuklu
Mezarlığı'nın çehresi değişiyor. İl Kültür
ve Turizm Müdürü Hüsnü Işıkgör,
gazetecilere yaptığı açıklamada, geçtiğimiz yıllarda
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından himaye altına
alınan Tarihi Selçuklu Mezarlığı'nın, yalnızca
Anadolu'nun değil, tüm İslam dünyasının en büyük
mezarlığı olma özelliğini taşıdığını söyledi.
Mezarlıkların ait oldukları dönemin inanç ve tarihi
açısından büyük ip uçları taşıdığını kaydeden
Işıkgör, mezarlıkta üç ana tipte mezar bulunduğunu
belirtti.
Işıkgör, şöyle konuştu:
''Şahideli mezarlar bulunuyor. Bu mezarlar, Orta
Asya'da 7. yüzyılda görülen stilize insan
heykellerinin, İslam etkisiyle değişime uğramış
örnekleridir. İkincisi sanduka mezarlardır.
Kişilerin makamları Genelde bu mezar taşlarında
görülür. Üçüncüsü ise kurgan (oda) mezarlar. Bunlar
Orta Asya Türk tümülüs mezarlarıdır. İçlerindeki
cesetler Genelde mumyalı olup, zenginler ve beyler
için yapıldığı bilinir.''
Mezarlığın mevcut alanını 185 bin metrekare olarak
açıklayan Işıkgör, bu alanın aslında mezarlık
çevresiyle birlikte toplam 345 bin metrekarelik bir
alanı kapsadığını ifade etti. Mezarlıkla ilgili
çevre düzenlemesi işine başladıklarını belirten
Işıkgör, bu çerçevede müteahhit firmayla sözleşme
imzalanacağını ve en kısa zamanda yer teslimi
yapılarak, işlere başlanacağını söyledi.
Işıkgör, ''Proje kapsamında Selçuklu Mezarlığı'nda
yürüyüş yolları yapılacak. Mezarlığın aydınlatma işi
ve yeşillendirme projesi hayata geçirilecek. İhata
duvarı yapılacak. Peyzaj çalışması başlatılacak.
Kısaca bu çalışmalarla mezarlık hak ettiği yere
kavuşacak'' diye konuştu. Bu yıl mezarlıkla ilgili
çalışmalarda büyük aşamalar kat etmeyi
amaçladıklarını vurgulayan Işıkgör, mezarlıkta
yapılan ve yapılacak olan tüm işlemlerin Van Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun
onayıyla yürütüldüğünü söyledi.
Işıkgör, ''Mezarlıkla ilgili tüm projeleri kurulun
onayına sunuyoruz ve kurulun onayından sonra işleri
yapıyoruz. Yeni çalışmaların ilerleme hızı da yine
yer altındaki değerlere bağlı. Şayet düzenleme
çalışmaları sırasında yeni eserlere ve bu yönlü
emarelere rastlanırsa, bu durum kurulun onayına
sunulacak'' diye konuştu.
Yapı, 29.07.2011
|
AİZONAİ'DE TARİH KONUŞACAK
Aizanoi antik kentinde başlayan ve 15 Kasıma
kadar sürmesi planlanan kazılarda, tarihi eserlerin
gün ışığına çıkarılması hedefleniyor. Kazı Grubu
Başkanı ve Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Fen Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr.
Elif Özer, bu yıl Kültür ve Turizm Bakanlığının
girişimleri sonucu Alman Arkeoloji Enstitüsünün
lisansı iptal edilerek, kazı çalışmalarının
kendilerine verildiğini bildirdi.
40 kişilik ekiple başladıkları kazıların stadyum
çevresinde devam edeceğini belirten Doç.Dr. Özer,
“Buraya taşları konuşturmak için geldik. Uzun yıllar
çalışmak istiyoruz. Kazıları üstlenmemizin ardından
bölgeye ilk kez geldiğimiz için önce kenti tanımayı
ve ön çizim çalışmaları yapmayı hedefliyoruz. Ayrıca
kazı evinde gerekli tertip ve düzeni sağlayarak daha
sağlıklı bir kazı yapmayı planlıyoruz. İlk yılımızda
15 Kasıma kadar sürdürmeyi planladığımız kazılarda,
tarihi eserlerin gün ışığına çıkarılması için
elimizden gelen çabayı göstereceğiz” dedi.
Kütahya il merkezine 57 kilometre uzaklıktaki
Çavdarhisar İlçesi'nde yer alan Aizanoi’nin adı “Su
Perisi Erato” ile efsanevi kral Arkas’ın
birleşmesinden ortaya çıkan mitoloji kahramanı
“Azan”dan geliyor. Aizanoi, Frigya’ya bağlı
Aizanitislerin ana yerleşim merkezlerinden biri diye
nitelenirken, kent alanının MÖ 3000’li yıllardan
itibaren kullanıldığı tahmin ediliyor.
Hellenistik dönemde Bergama Krallığı ile Bithinya
arasında el değiştirdiği bilinen Aizanoi’nin MÖ
133’de Roma egemenliğine girdiği tarihi kaynaklarda
yer alırken, bir piskoposluk merkezi olan kentin,
Erken Bizans Dönemi’nde önemini yitirdiği
belirtiliyor.13. yüzyılda Çavdar Tatarlarının üssü olduğu,
sonraları Çavdarhisar ismini aldığı kaydedilen kent,
Avrupalı gezginlerce 1824 yılında keşfedildi.
“İkinci Efes” olarak nitelendirilen Aizanoi’de,
Alman Arkeoloji Enstitüsünce 1970’ten itibaren geçen
yıla kadar yapılan kazılarda, dünyanın en iyi
korunmuş Zeus Tapınağı, 20 bin kişi kapasiteli
tiyatro ve ona bitişik 13 bin 500 kişilik stadyum,
iki hamam, dünyanın ilk borsa yapısı, sütunlu cadde,
Kocaçay üzerinde 5 köprü, “Meter Steunene” kutsal
alanı, nekropoller, bent ve su yolları gün ışığına
çıkarıldı. Zeus Tapınağı’nın çevresinde MÖ 3000’li
yıllara ait yerleşim tabakaları bulundu.
Aizanoi’de, 41 yıl süresince yaz aylarında kazı
çalışmalarını yürüten Alman Arkeoloji Enstitüsü'nün
(DAI) lisansı, bu yıl Bakanlar Kurulu kararıyla
iptal edildi. Bunun üzerine kazı görevi, Pamukkale
Üniversitesi (PAÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü'ne verildi.
Evrensel, 29.07.2011
|
|
TARİHİ ATLAS PASAJI'NDA TURİZM VE KÜLTÜR BİRLEŞTİ
Bugüne kadar Sultanahmet ve Beşiktaş’taki bürolarda hizmet veren İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, İstanbul Beyoğlu’ndaki yeni yerine taşındı. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın geçici olarak kullandığı Atlas Pasajı’na taşınan müdürlükte, turizm ve kültür birimleri ilk kez aynı binada hizmet verecek.
Binanın açılışı için dün İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nde düzenlenen kokteylde konuşan İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Emre Bilgili, yeni binada yeni bir döneme başlayacaklarını söyledi. Her yeniliğin yeni bir heyecan olduğunu belirten Bilgili, “Yeni binamızda çalışanlarımızla yeni bir döneme başlamış oluyoruz. Kültür ve Turizm birleştikten sonra biz ilk defa bir binada birleşmiş olduk. Bu da bizim çalışma dinamiğimizi artıracak. İstanbul adına daha güzel işler yapacağız” dedi.
İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürlüğünün turizm meslek örgütlerine açık olduğuna dikkat çeken Bilgili, şöyle devam etti:
“Biz sahip olduğumuz binamızı bürokratik bir mekan olarak tahayyül etmedik. Her zaman turizm meslek örgütlerinin kullanabileceği ortak mekan olarak düşündük. En az yılda bir defa yönetim kurulu toplantılarını burada yapsınlar diyoruz. Ayrıca Bakanlığımızın üst düzey yetkilileri burayı kullanacak ve randevularını burada verebilecek. Hep birlikte İstanbul turizmini daha canlandırıcı, niteliğini daha da artırıcı çalışmaları birlikte yapacağız. Birlikte İstanbul’da yeni atılımlar yapmaya, yeni açılımlar kazandırmaya çalışacağız. Sultanahmet’teki ofisimiz faaliyetlerine devam ediyor. O binayı İstanbul’daki tanıtma ve danışma bürolarının merkezi olarak konumlandırdık.”
Turizm Gazetesi, 29.07.2011
|
İZMİR'İN İLK TÜRK İSLAM ESERİ ORTAYA ÇIKARILDI
İzmir’in Konak İlçesi Kadifekale semtinde
yürütülen arkeolojik kazılarda, şehrin ilk
Türk-İslam eseri olduğu tahmin edilen kale mescidine
ulaşıldı. Tarihi yapının 14. yüzyılda, şehri
fetheden Türkler tarafından inşa edildiği sanılıyor.
Kazılarda ayrıca Artemis ya da Demeter olduğu tahmin
edilen Roma dönemine ait bir heykel başı da bulundu.
Kadifekale’de iki sezondur sürdürülen kazı çalışmalarıyla ilgili bilgi veren Symrna antik kenti Kazı Başkanı ve Dokuz Eylül Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy, bin 200 metre uzunluk ve 60 metre genişliğindeki surların çevrelediği Kadifekale’nin 17. yüzyıla kadar şehrin merkezi olduğunu, bölgede yaptıkları kazılarda tarihe ışık tutan bulgulara ulaştıklarını söyledi. Bu yılki kazılarda Türk-İslam tarihi açısından çok önemli bulgulara ulaştıklarını kaydeden Yrd. Doç.Dr. Ersoy, şapel olarak bilinen yerin aslında bir mescit olduğunun anlaşıldığını vurguladı. Ersoy, “Geçmişte bu yapının bir mescit olduğu tahminini öne sürenler de manastırdan bozularak yapıldığını söylüyordu ancak bir manastır yapısına rastlamadık. Burası Türk İzmir’inin en önemli yerleşim noktası. Buradaki mescit de kale mescidi olarak değer kazanıyor. İzmir’in ilk ibadet yapılarından bir tanesi.” dedi. Sanat tarihçilerinin bulgular üzerine çalıştığını belirten Akın Ersoy, “Yapı içinde ibadet edilen kısım, bir avlu, iki mezarla temsil edilen hazire var. Minaresini henüz tespit edemedik. Tüm bulgular, bunun en erken Türk-İslam yapılarından olduğunu gösteriyor. Beylikler dönemiyle ilişkilendirmeye çalışıyoruz. Türkler burayı ele geçirdiğinde ibadet yeri gereksinimi sonucu yapının devreye sokulduğunu tahmin ediyoruz.” şeklinde konuştu. Kalenin su ihtiyacını karşılayan sarnıç içinde yaptıkları temizlik çalışmalarını da anlatan Ersoy, MS 2. yüzyıla ait olduğu sanılan bir heykel başına rastladıklarını belirtti. İzmir’in Yerebatan’ı olarak görülen sarnıçla ilgili çeşitli bilgilere de ulaştıklarını, 40 ayak üzerine kurulu sarnıcın daha önce 7 bin kişinin su ihtiyacını karşılayabilecek kapasitede olduğunu, bunun 15-16 bin kişiye kadar çıkarılabildiğini saptadıklarını söyledi.
Türkiye Gazetesi, 29.07.2011
|
İZNİK'TEN ÇALINAN LAHİT İSTANBUL'DA ELE GEÇİRİLDİ
Bursa’nın İznik İlçesi’ndeki Ulusal İznik Nilüfer Hatun Müzesi’nden 13 Mayıs’ta çalınan Roma dönemine ait 2′nci yüzyıldan kalma lahit İstanbul’da ele geçirildi. Eser, İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne teslim edilirken, olayla ilgili 24 yaşındaki Yalçın Torun tutuklandı.
Hıristiyanlığın ilk konsülüne ev sahipliği yapan tarihi eserleriyle ünlü Bursa’nın İznik İlçesi’nde, Ulusal İznik Nilüfer Hatun Müzesi’nde bulunan lahit, 13 Mayıs’ta kimliği belirsiz kişi veya kişilerce çalındı. Roma dönemine ait 2′nci yüzyıldan kalma Zeus ile Miken Kralı’nın kızı Alkmene’nin oğlu olan Herakles’in, Nemean Arslanı’nı mızrak ve kılıçla öldürdüğü anın işlendiği lahitin çalınmasıyla ile ilgili soruşturma sürdürülürken, polisin takibi olumlu sonuç verdi. İki gün önce Eyüp İlçe Emniyet Müdürlüğü Asayiş Büro Amirliği ekiplerince Eyüp Feshane’de şüphe üzerine durdurulan bir araç içerisinde yapılan aramada, aracın arka koltuğunda İznik’ten çalınan eser ele geçirildi.
Eser emniyet yetkililerince İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü’ne teslim edilirken, yakalanan Yalçın Torun çıkarıldığı nöbetçi mahkemece tutuklanarak cezaevine gönderildi.
İznik polisi, lahitin çalınmasından sonra yapılan sayımda ortaya çıkan hırsızlık olayının soruşturmasını da sürdürüyor. Kayıp ikinci eserin de Roma dönemine ait olduğu ve üzerinde eğlence figürlerinin yer aldığı öğrenildi.
haberler.com, 29.07.2011
|
|
ALTINPARK KAZI ALANININ ÜSTÜ CAMLA KAPATILACAK
İzmir’in Konak
İlçesi'ndeki Altınpark arkeolojik kazı
alanının üstü camla kapatılacak. Böylece tarihi
kalıntılar görülebilecek. Kültür ve Turizm Bakanlığı
ile temasa geçilerek kalıntıların sergilenmesi
sağlanacak. Mekan aynı zamanda tarihle, sanatla ve
kültürle buluşma noktası, küçük konserlerin
yapılacağı bir yer olacak.
Konak Belediye Başkanı Hakan Tartan, Büyük İskender’in İzmir’e girdiği kapı olarak bilinen Altınpark’ın, İzmir’in önemli bir arkeolojik kazı merkezi olduğunu söyledi. Yunanistan’daki arkeoparkın benzerini burada kuracaklarını belirten Başkan Tartan, “Burasının en önemli özelliği, şehrin göbeğinde, Basmane semtinde bulunması. Her yere çok yakın. İzmir’e gelen ve fazla vakti olmayan turistlerin tarihi değerleri bulabileceği bir mekan haline getireceğiz. Kazı çalışmalarını iki yıldan beri yürüten Doç.Dr. Akın Ersoy ve ekibine teşekkür ederim.” dedi.
Büyük İskender’in İzmir’i seyrettiği yer olarak
bilinen su kanalını da günyüzüne çıkardıklarını
söyleyen Tartan, bu noktadaki evin ve tüneli yıl
sonunda hizmete sokacaklarını, evin müze olarak
düzenleneceğini anlattı.
Mnet Haber, 28.07.2011
|
İSTANBUL'UN 8 BİN YILLIK AYAK İZİ
Yenikapı’daki kazılarda kentteki ilk insanların
ayak izlerine ulaşıldı.
Marmaray ve metro projesi için Yenikapı’da yedi
yıldır devam eden arkeolojik kazılar kent tarihi
için ilk olma niteliği taşıyan bir keşifle kendini
hatırlattı: İstanbul Arkeoloji Müzeleri
Başkanlığı’nda yürütülen kazılarda kentteki ilk
insanların ayak izlerine ulaşıldı. Bilgi
Üniversitesi Öğretim Üyesi Gökhan Tan imzasıyla
Atlas Dergisi’nin ağustos sayısında yayımlanan
habere göre ayak izi, İstanbul için bir ilk ve
dünyada çok nadir rastlanan bir buluntu olma
özelliğini taşıyor.
Müze arkeologları, Neolitik döneme (MÖ 6 bin 300
ile 5 bin 500) tarihlenen ve deniz seviyesinin 8,2
metre altındaki katmanda, killi tabakanın üzerinde
insana ait ayak izlerine ulaştı. İzlerin, suyla
taşındığı anlaşılan deniz kumuyla örtülmeden önce
kuruduğu ve bu sayede korunageldiği görüldü. Kazı
başkanı, İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü Zeynep
Kızıltan, Anadolu topraklarında insana ait Kula’dan
(Manisa) sonra rastlanan ilk ayak izlerine Yenikapı
’da ulaşılmasını kültür tarihi açısından ve tüm
arkeoloji dünyası için heyecan verici buluyor.
Tarih öncesi dönem uzmanı
Prof.Dr. Mehmet
Özdoğan da şunları söyledi, “Sıradan bir buluntu
değil ve dünyada da çok az örneği var ” diyor. Müze
arkeologları izlerin tek tek ve yönünün ve
sıklığının takip edilebilmesi için toplu olarak
kalıbını çıkartıyor.
Vatan, 28.07.2011
|
SATALA antik kenti
Gümüşhane’nin Kelkit
İlçesi'ndeki, Roma İmparatorluğu’nun doğudaki en
büyük ve önemli karargahlarından olan, harabe
vaziyette de olsa taş binaları, çeşmeleri, hamam ve
su kemeri gibi bazı yapıları günümüze kadar ulaşan
Satala antik kentinin yer altındaki kalıntıları
arkeolojik kazılarla ortaya çıkarılıp, kentin
turizme kazandırılması amacıyla çalışma başlatıldı.
Gümüşhane Kültür ve Turizm Müdürü Temel Yalçın,
yaptığı açıklamada, Kelkit-Erzincan yolu üzerinde,
ilçe merkezine 28, il merkezine 99 kilometre
mesafedeki Sadak Köyü sınırlarında bulunan Satala
antik kentinin geçmişte Anadolu’nun değişik yerleri
ve Kapadokya’dan Karadeniz’e ulaşan askeri yolların
birleştiği, stratejik bir kent konumunda olduğunu
belirtti.
antik kentin aynı zamanda Fırat’ın sularının
korunması amacıyla kurulduğunun bilindiğini, Roma
İmparatorluğu’nun stratejik ileri karakolu görevini
de üstlendiğini ifade eden Yalçın, şunları söyledi:
“Satala, tarihi süreç içerisinde Asur, Makedonya,
Roma ve Bizans hakimiyetinde kalmış, zaman zaman
önemini yitirmiştir. Trabzon Kommenonsları zamanında
tekrar canlanarak, Kommenonsların mesire yeri haline
gelmiştir. MS 1. yüzyılda Roma
İmparatoru Domitianus ve Nevra zamanındaki yolların
bitim noktası olan Satala’yı ünlü imparator Trajan
ve Hodrian ziyaret etmiştir. İmparator Jüstinyen ve
Heraklios zamanında Satala’da bugün bile izleri
görülebilen büyük eserler inşa edildi. Satala
Kalesi’nin Pers tehlikesine karşı yapıldığı ve zaman
içerisinde Jüstinyen tarafından onarıldığı
anlaşılmaktadır. 15. yüzyılda kente su getirmek için
47 gözlü inşa edilen su kemerlerinden günümüzde 2
kemer ayakta kalmıştır. Su kemerleriyle getirilen
sularla beslenen iki havuz, halen köylüler
tarafından biri içme, diğeri ise sulama amaçlı
kullanılıyor.”
Satala antik kentinin yüzey araştırmalarının
Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim
Üyesi Doç.Dr. Süleyman Çiğdem başkanlığındaki bilim
heyeti tarafından yapıldığını, araştırmalarının
Gümüşhane Valiliği Yayınları olarak “Gümüşhane
Bölgesinin Tarihi ve Arkeolojik Araştırmaları” adlı
kitapta yayımlandığını anlatan Yalçın, şöyle devam
etti.
“Bilim kurulu adına bir bilim heyetinin
belirtilen yerde kazı çalışmaları yapmak üzere
Bakanlığımıza başvurması halinde izin
verilebilecektir. Bütün sır ve gizemiyle toprak
altında bulunan Satala Şehri’nin gün ışığına
çıkartılması için antik kentte yüzeysel
araştırmaları tamamlayan Atatürk Üniversitesi Fen
Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Süleyman
Çiğdem başkanlığındaki bilim heyetiyle
görüşmelerimizin olumlu sonuçlandığını
söyleyebilirim. Umarım ki en kısa zamanda
hazırlıklar tamamlanır, bakanlığımıza başvurarak
izin alındıktan sonra kazı çalışmalarına başlanır.
Yer altındaki antik şehrin gün yüzüne çıkarılması
hepimizin ortak isteğidir. ”
Satala antik kentinde 7 taş Çeşme, taş binalar,
harap durumda bir hamam da bulunduğunu dile getiren
Yalçın, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından
arkeolojik sit alanı ilan edilen Satala’da geçmiş
yıllarda yapılan araştırmalarda bulunan kandil,
yüzük taşları, kentte karargah kuran 15. Legio
Apollinares’in arması, kulplu testiler, armalı kemer
toka, madeni para ve mühürlerin İstanbul Arkeoloji
Müzesi’nde, diğer birçok tarihi eserin ise Trabzon
ve Erzurum’daki müzelerde bulunduğunu, kaçırılan
Afrodit’in bronz büstünün ise Londra British
Müzesi’nde olduğunu söyledi.
Yalçın, Satala antik
kentini de kapsayan Sadak Köyü'nde vatandaşların inşaat yapmalarının yasak
olduğunu, bunun için Trabzon Koruma Kurulu’ndan izin
alınması gerektiğini sözlerine ekledi.
haberler.com, 24.07.2011
|
24 - 30 Temmuz 2011
|
ULUSLARARASI TARİHİ ESER
KAÇAKÇILIĞI
Çanakkale başta olmak
üzere beş ayrı ilde polisin uluslarası tarihi eser
kaçakçılığı yaptığı ileri sürülen bir çeteye yönelik
düzenlediği operasyonda 20 kişi gözaltına alındı.
Zanlılardan 10'u polisteki ifadelerinin ardından
salıverilirken, adliyeye sevk edilen diğer 10
kişiden 7'si tutuklandı.
Çanakkale İl Emniyet
Müdürlüğü ekipleri, tarihi eser kaçakçılığı
yaptıkları belirlenen bir çeteyi 5 ay önce fiziki ve
teknik takibe aldı. Polisin takibi sürerken çete
üyesi oldukları ileri sürülen Bulgaristan uyuruklu
M. W. A. (37) ve Y. Q. (44) ülkelerinde, geçen ay
yakalandı. Gözaltına alınan iki Bulgar vatandaşıyla
ilişkisi olduğu belirlenen 2 Türk vatandaşı da
Tekirdağ'ın Çorlu İlçesi'nde yakalanıp, tutuklandı.
Soruşturmayı daha da derinleştiren Çanakkale polisi,
geçen ay yakalanan 4 kişinin bir süredir takipte
oldukları çete üyeleriyle de irtibat halinde
olduğunu tespit etti. Zanlılara yönelik Çanakkale ve
ilçelerdi Gelibolu, Ezine ve Bayramiç ile İstanbul,
İzmir, Balıkesir ve Kırıklareli'nde eş zamanlı
operasyon düzenlendi. Dörder kişilik sekiz ayrı
ekiple 15 ayrı adrese yapılan baskınlarda toplam 20
kişi gözaltına alındı. Zanlıların ev, işyeri ve
üzerlerinde yapılan aramalarda, Hellenistik döneme
ait 169 sikke, gözyaşı kabı, toprak heykelcik gibi
tarihi objeler, Osmanlı Dönemi'ne ait çakmaklı
tabanca, 25 mermi ve 9 dedektör ele geçirildi.
Gözaltına alınan Çanakkale Emniyet Müdürlüğü'ndeki
sorgularında, kaçak kazılarda ortaya çıkan buluntu
tarihi eserlerin yurt dışına kaçırdıkları
belirlendi.
Burası Çanakkale,
29.07.2011
|
|
SICAKLAR KAZILARI DA
ETKİLEDİ
Batman'ın Hasankeyf
İlçesi'nde yapılan arkeolojik kazılarda çalışan
işçiler, 44 dereceye ulaşan sıcaklar nedeniyle zor
anlar yaşıyor.
Kavurucu sıcaklar,
tarihi antik kent Hasankeyf İlçesi'ndeki arkeolojik
kazı çalışmalarını da olumsuz etkiledi. Sabah erken
saatlerde kazı çalışmalarına başlayan işçiler, "Bu
yıl görülmemiş bir sıcaklık yaşıyoruz. Akşam
saatlerinde iş yapmamıza rağmen dayanamıyoruz. Gece
yarılarına kadar hava sıcaklıkları düşmüyor, bünyesi
zayıf olan vatandaşlar dışarıda çalışmasınlar" dedi.
Batman Kent Haber,
29.07.2011
|
ARKEOLOJİK KAZI İÇİN
ŞORT AYARI
Antalya'nın Demre
İlçesi'nde sürdürülen Myra-Andriake kazılarına mini
etek ve bikinileriyle gelen turistler işçilerin
dikkatini dağıtınca mesai saatlerinde zorunlu
değişikliğe gidildi. Sabah saat 05.00'te başlayan
kazılara, turistlerin en yoğun olduğu saatlerde
ara veriliyor. Kazı
Başkanı Prof.Dr. Nevzat Çelik, "Beş tonluk
bir vinç
operatörünün
dev taş ve sütunları kaldırırken dikkatinin
dağılması çok tehlikeli olabilir. Mini etekli, şort
ve bikinili turist kızlar kazı alanına kadar girip
hatıra fotoğrafı çektiriyor. Çalışanın gözü
bir yere kayarsa her an
kaza olabilir" ifadesini
kullandı.
Antalya'nın Demre
İlçesi'nde sürdürülen ve üçüncü sezonuna giren Myra-
Andriake kazıları yılda 500
bin turistin geldiği Myra antik tiyatrosu ve
çevresinde yapılıyor. Kazı Başkanı Prof.Dr. Nevzat
Çevik, yüzlerce kiloluk taşların vinç ve traktör
kullanarak nakliyesini
yapan işçilerin Rus turistlere baktığını fark
ederek, mesai saatlerini değiştirdi. Prof. Çevik,
"Kazı çalışmaları saat 09.00'da başlıyor. Daha önce
işçilere 12.00-13.00 saatleri arasında öğle yemeği
ve uyku molası veriyorduk. Şimdi molayı turistlerin
yoğun olduğu saatlere göre ayarlayarak 12.00-17.00
arasına aldık. Saat 17.00'den sonra tekrar çalışmaya
başlayan 30'u gündelikçi işçi olan 100 kişilik kazı
ekibi gün batana kadar çalışıyor" diye
konuştu. Bu uygulamayı
kazı ekibinin dikkatinin dağılmaması ve öğle
sıcağından korunmak için yaptığını belirten Prof.
Çevik, çok dikkatli davranmak zorunda olduklarını
söyledi.
Her kazının kendi mevsimine
göre çalışma mesaisini belirleyebildiğini hatırlatan
Çevik, henüz müze, ören yeri haline gelmemiş kazı
alanlarına yabancı turist gruplarının girmesine
sıcak
bakmıyor. Binlerce kilo ağırlığında taş kaldırırken
dikkatin dağılmaması gerektiğine vurgu yapan Çevik,
"Turistler genellikle mini etek ve şortlarla
geliyorlar. Bikinisiyle gelenler var. Bunlar işe
olan dikkati dağıtıyor. Can
güvenliği açısından dikkatin dağılmaması
lazım" dedi.
Sabah, Haber: Göksel
Yapar, 29.07.2011
|
KRAL MEZARINA KLİMALI
KORUMA
Karia Kralı Mousolos’un
babası
Hekatomnos’a ait
olduğu iddia edilen ve korunduğu halde birkaç kez
soyguna uğrayan 2400 yıllık mezarın içine, yüksek
nem ve sıcaktan zarar görmemesi için koruma amaçlı
özel klima takıldı.
MÖ 390 yılında yapıldığı
sanılan ve günümüze miras kalan kral mezarı, Kültür
Bakanı
Ertuğrul Günay’ın
özel talimatı ile korumaya alınmış ancak koruma
anında bile birkaç kez soygun girişimine maruz
kalmıştı. Mezar içine 24 metre elektrik kablosu
çeken soyguncular mezarın önündeki 8 metrelik
mermeri kesmeden soygun önlenmişti.
Habertürk, 29.07.2011
|
|
|
KANALİZASYON KAZISINDA TARİH FIŞKIRDI
Müze Müdürlüğü yetkililerinden alınan bilgiye göre, Kötekli Mahallesi Sıtkı Koçman Caddesi'nde belediye ekipleri tarafından yürütülen kanalizasyon çalışmaları sırasında, Bizans Dönemi'ne ait olduğu belirlenen 14 adet mezar ortaya çıktı.
Mezarların 1500 yıllık olduğunun tahmin edildiğini bildiren yetkililer, alanda altyapı çalışmalarının durdurulduğunu, kurtarma kazılarının başlatıldığını belirtti.
Bölgede mezarlardan çıkarılan kemikler Muğla Müzesine getirildi. Kemiklerin müzede Antropologlar tarafından incelendikten sonra hazırlanan raporla Muğla Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kuruluna sunulacağı öğrenildi.
Yetkililer, kazı yapılan bölgede başka tarihi eserlerin bulunabileceğini kaydetti.
Öte yandan bölgede Muğla Müze Müdürlüğü, Muğla Üniversitesi ve Muğla Belediyesi ekipleri ortak çalışma yürütüyor.
Sabah, 29.07.2011
|
DNA TESTİ, ANTİK DÖNEM
YAŞANTISINA IŞIK TUTACAK
Adını Bergama'nın efsanevi kahramanı Telefos'un
güzel karısı "Hiera" alan Hierapolis'de yürütülen
kazı çalışmalarında yeni bulgulara rastlandı. Antik
kentin Kuzey Nekropolü'nde içinde 60 iskelet olan
bir mezar ortaya çıkarıldı. Kazı Heyeti Baş kanı
Ord. Prof.Dr. Francesco D'Andria, bölgede Roma'dan
Ortaçağ'a nasıl bir yaşam olduğunu belirlemek için
iskeletlere DNA testi yapacaklarını belirtti.
Ord. Prof.Dr. D'Andria, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, Norveç'in Oslo ve Fransa'nın Bordeaux
üniversitelerinden ekiplerin Hierapolis'teki
nekropollerde çalışmalar yürüttüğünü, Kuzey
Nekropol'de'deki "Mezar-163"te bir döneme ışık
tutacak iskeletlere ulaştıklarını, define
arayıcıları tarafından kaçak kazılarla yıllar önce
buraların yağmalanmasına rağmen dokunulmamış mezar
bulabilmelerinin çok ilginç olduğunu söyledi.
Bu çalışmadan çıkacak sonucu merakla beklediklerini
ifade eden Ord. Prof.Dr. D'Andria, "El değmemiş oda
mezar ve içinde 60 iskelet bulduk. Bunlar tek tek
ayıklanıyor, çünkü kemik parçaları birbirine
karışmış. Tasnifin ardından DNA çalışmasıyla
Roma'dan Ortaçağ'a nasıl bir yaşam vardı, onu
belirlemeye çalışacağız. O döneme ilişkin çok şey
elde edeceğimize inanıyoruz. DNA araştırması
İngiltere'deki Cambridge Üniversitesi'nde yapılacak"
dedi.
Ord. Prof.Dr. D'Andria, Avrupa ve Türkiye'deki
kazılarda yürütülen DNA çalışmalarının İstanbul'da
bu yılın kasım ayında düzenlenecek sempozyumda ele
alınacağını, yetiştirmeleri durumunda
Hierapolis'teki sonuçları burada açıklayacaklarını,
ayrıca uygulayacakları yöntemden olumlu sonuç
almaları durumunda bunu başta Pamukkale Üniversitesi
olmak üzere, Türkiye'deki üniversitelerle
paylaşacaklarını sözlerine ekledi.
Fransız antropolog Caroline Laforest de
Mezar-163'teki iskeletlerin geniş bir aileye mi ait
olduğunu ya da o bölgede yaşayanların da defnedilip
defnedilmediğini henüz bilmediklerini belirterek,
"İskelet sayısı hayli fazla. Bu nedenle kemik
parçaları karışmış. Bunlar tasnif edilerek, DNA
yöntemiyle cinsiyetleri, akrabalık derecelerini,
çekirdek aile mi, geniş aile mi, aralarında köleler
de var mı bilmiyoruz. Böyle bir şey, yani kölelerin
sahipleriyle birlikte gö mülmesi varsa, bu o döneme
ait çok önemli bir bilgi olacak" diye konuştu.
Mezar girişinde yedi kollu kandil bulunduğunu,
mezarda o dönem Filistin topraklarından gelen
Musevilere ait iskeletlerin olabileceği ihtimalini
de orta koyduğunu anlatan Laforest, şöyle devam
etti:
"Mezardaki iskeletler bu bölgede yaşayanlara mı,
Avrupa ya da Afrika'dan gelenlere mi, Roma insanına
mı ait? Çünkü o döneme ait dokunulmamış, tahrip
edilmemiş mezar bulmak çok zor. Bu bakımdan buradaki
iskeletler çok önemli. Mezardaki iskeletlere DNA
uygulamasıyla nereden geldiklerini belirlemeye
çalışacağız. Biyolojik ve sosyolojik araştırma
yapıp, o dönemin bir genel ya şam panoramasını
çıkarmaya çalışacağız. Hastalık geçirmişler mi,
nasıl besleniyorlardı, stres var mıydı gibi
araştırmalar ile toplum yapısını öğrenmeye
çalışacağız. Belki çok şey öğreneceğiz, belki hiçbir
bilgi elde edemeyeceğiz. Ancak biz yeni bilgilere
ulaşacağımız konusunda umutluyuz."
Laforest, incelemelerinde o dönemin gömü adetleriyle
ilgili bilgilere ulaşabileceklerini de kaydetti.
Türkiye Gazetesi, 29.07.2011
|
DA VİNCİ'LER BİRLEŞİYOR
Londra Ulusal Galerisi ve Louvre Müzesi, Leonardo da Vinci’nin iki ayrı versiyonu bulunan ‘Kayalıklar Bakiresi’ eserini birleştirme kararı aldı.
Galerinin yeni da Vinci sergisi için elindeki versiyonu ödünç veren Louvre, karşılığında da alacağı sanatçıya ait ‘Kayalıklar Bakiresi’, ‘Azize Anne’ ve ‘Vaftizci John’ resim taslaklarını mart ayından itibaren sergileyecek. Ulusal Galeri’nin yöneticisi Nicholas Penny, Fransa’daki meslektaşlarına minnettar kaldıklarını belirtirken, Louvre’dan Henri Loyrette da “sanat tarihçilerinin uzun zamandır beklediği bir olay” yorumunda bulundu.
Radikal, 29.07.2011
|
|
'İZNİK ÇİNİLERİ' SERGİSİ
AÇILDI
Çalık Holding'in
katkılarıyla düzenlenen Mimar
Sinan'ın İzinde temalı "16. Yüzyıl Tarzı Orjinal
Teknik
İznik Çinileri"
sergisi, 28 Temmuz
2011 tarihinde Türk ve İslam Eserleri Müzesi'nde
düzenlenen kokteyl ile açıldı.
Küratörlüğünü Nursen
Güven ve
Güvenç
Güven'in üstlendiği, 49
nadide eserin yer aldığı sergi
31 Ağustos 2011 tarihine kadar
sanatseverlerle buluşmaya devam edecek.
Nursen ve
Güvenç
Güven'in 30. sanat
yılları kapsamında düzenledikleri "16. Yüzyıl Tarzı
Orijinal Teknik İznik Çinileri" sergisi, Türk ve
İslam Eserleri Müzesi Müdürü
Seracettin Şahin ve çok sayıda davetlinin katıldığı
kokteyl ile ziyarete açıldı.
Sergide çeşitli tasvir ve hat
üstadlarının uyarlamalarından, İznik Çinilerinin en
güzel örneklerinin yer aldığı cami ve
türbelerdeki eserlerin farklı
uyarlamalarına kadar toplam 49 eser sanatseverlerle
buluşacak. Geleneksel
sanatlarımızın yaşatılması ve günümüz sanat anlayışı
ile yorumlanarak geliştirilmesinde büyük önem
taşıyan bu sergi 31
Ağustos 2011 tarihine kadar ziyaret edilebilecek.
30. sanat yılını kutlayan Güvenç
Güven, eşi Nursen Güven
ile birlikte açtıkları sergide, nadide örneklerine
yer verdikleri çinicilik sanatı ile ilgili şunları
söyledi: "Türkiye'de İznik Çinisi'nin
yeniden doğuşunda büyük bir rolü olan Hocam
Faik Kırımlı'dan öğrendiğimiz İznik Çinisi sanatına
kendi bilgi ve becerilerimizi de ilave ederek, 16.
yüzyıldaki eserlerin kalitesinde klasik ve özgün
çiniler yapmaya gayret ediyoruz. 30 yıllık sanat
yaşamımızda
eşim Nursen Güven'le birlikte Türk sanatının en
gelişmiş devri olan Mimar Sinan dönemini yani 16.
yüzyılın ikinci yarısındaki sanat kalitesini göz
önünde bulundurarak kalem işleri, restorasyonlar ve
İznik Çinileri gibi tüm çalışmalarımızda bu kaliteyi
devam ettirmeyi hedefliyoruz.
Geleneksel sanatlarımız, Osmanlı'nın kuruluşundan
itibaren zaman içerisinde sürekli olarak gelişme
göstermiştir. Özellikle İstanbul'un fethinden sonra
sarayın İstanbul'da olması, imparatorluğun büyümesi,
gelişmesi doğal olarak kültürümüzü ve geleneksel
sanatlarımızı olumlu etkilemiştir. 16. yüzyılın sonu
itibariyle ise bu sanattaki gerileme 1960'lı yıllara
kadar gelmiştir. Şimdi geçmişten ilham alarak o
dönemin nadide eserlerindeki mükemmelliği bir nebze
olsun yakalamak kültürümüz için büyük önem taşıyor.
Bu sergi vesilesiyle, çini sanatını bugünlere
taşıyan tüm ustalara, sanatçılara
şükranlarımızı sunuyoruz."
Toplam 49 nadide eserin sergilendiği 'İznik
Çinileri' sergisi, 28 Temmuz – 31 Ağustos 2011
tarihleri arasında Türk ve İslam Eserleri Müzesi'nde
ziyaretçilerle buluşuyor.
Sabah, 29.07.2011
|
GERMENİCA MOZAİKLERİ,
MARAŞ'I ARKEOPARK YAPIYOR
Kahramanmaraş'ta kaçak kazılar sonucu ortaya
çıkartılan Germenicia antik kentindeki mozaikler üç
boyutlu görüntüleri ile görenleri büyülüyor. Maraş
Valisi Şükrü Kocatepe, "Germenicia'nın üç boyutlu
görüntülerin elde edildiği sanat değeri çok yüksek
mozaikler olduğu tespit edildi" dedi.
2007 yılında kaçak kazılar ve bazı duyarlı
vatandaşların başvuruları ile gün yüzüne çıkartılan,
MS 3 ve 5. yüzyıllara ait Geç Roma Dönemi Germenicia
antik kentindeki kazı ve araştırma çalışmaları
sürüyor. Kent merkezindeki 4 mahallede, toplam 146
hektar alan üzerinde olduğu öngörülen mozaikler,
sanatsal değeri açısından da benzerlerinden büyük
farklılıklar gösteriyor.
Dönemin sosyal yaşamına ilişkin bilgiler veren
mozaiklerde daha ince ve daha küçük taşlarla üç
boyutlu görüntüler elde edilmesi, eserlerin sanatsal
değerini daha da artırı yor. Kahramanmaraş'ın ev
sahipliğinde Uludağ Üniversitesi Mozaik
Araştırmaları Merkezi kurucusu Prof.Dr. Mustafa
Şahin'in moderatörlüğünde gerçekleştirilen Türkiye
Mozaik Corpusu Sempozyumu'nda da eserlerin değeri
ulusal ve uluslar arası otoriteler tarafından tescil
edilerek, dünya literatürüne girdi.
Kahramanmaraş Valisi Şükrü Kocatepe, mozaiklerin
sanatsal değerinin üst düzeyde olduğunu belirterek
İstanbul Büyük Saray ve Şanlıurfa Haleplibahçe
mozaikleri ile benzerlikler gösterdiğini kaydetti.
Kocatepe, "Yani bu çevredeki diğer illerde olan
mozaiklere göre çok daha üstün sanat değeri olan
mozaikler. Hem motifleri açısından farklılıkları
olan hem de kullanılan malzeme yönüyle daha ince,
daha küçük ve çok renkli malzemenin kullanıldığı üç
boyutlu görüntülerin elde edildiği sanat değeri çok
yüksek olan mozaikler olduğu tespit edildi" diye
konuştu.
Vali Kocatepe, kazılarda gün yüzüne çıkartılan
mozaiklerin bulundukları yerlerde sergileneceğini
ifade etti. Türkiye'nin tek, belki de dünyanın en
büyük arkeoparkını yapmayı hedeflediklerini kaydeden
Kocatepe, şöyle konuştu:
"Biliyorsunuz bizim dört mahallemizde bu mozaikler.
146 hektarlık yani 1 milyon 460 bin metrekarelik bir
alanda bulunuyor. Şu anda biz kamulaştırma
çalışmalarını perdey pey imkanlar ölçüsünde
yapıyoruz. Bakanlık katkısı, il özel idaresinden
yapılan katkılarla birlikte şu anda devam ediyoruz
kamulaştırmalara. Bir yandan da kazı çalışmalarını
sürdürüyoruz. Bunlar uzun yıllar alır. Tabi kazı
çalışmaları geniş bir alanda ancak biz arkeopark
oluşturma yönüyle hedefimizi buna göre belirleyerek
çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Çalışmalar
tamamlandığında yani bir arkeopark olarak
sergilenebilecek bir büyüklüğe eriştiğimizde
bulunduğu yerde mozaikleri üzerlerini kapatarak daha
estetik çevre düzenlemeleri de yaparak Türkiye'nin
tek arkeoparkını belki de dünyanın en büyük
arkeoparkını oluşturmayı hedefliyoruz. Amacımız bu.
Arkadaşlarımız da il kültür müdürlüğü, müze
müdürlüğü çalışmalarına devam ediyor. Bu konuda
Kültür Bakanlığımıza sonuç bildirgesini sunduk.
Ordan da destek istedik. İnşallah sayın
milletvekillerimizin de destekleriyle Kültür
Bakanlığımızın bu konudaki katkısı biraz daha
artarsa bu hızımızı biraz daha artırır diye
düşünüyoruz."
GERMENİCİA ANTİK KENTİ
Roma İmparatoru Kaligula'nın babasının ismini
taşıyan Germenicia antik kentinin, şiddetli deprem
sonucu Ahır Dağı'nda biriken yağmur ve kar sularının
aniden boşalması nedeniyle toprak altında kaldığı
iddia ediliyor. Roma döneminde lejyon komutanları ve
kentteki zenginler tarafından kullanı lan 15-20
odalı yamaç villalarının sayısının ise yüze ulaştığı
tahmin ediliyor.
Türkye Gazetesi, 28.07.2011
|
MALATYA KÜLTÜR VE TURİZM MÜDÜRÜ MAHKEME KARARIYLA
YENİDEN GÖREVİNE DÖNDÜ
Malatya Kültür ve Turizm
İl Müdürü iken ikinci kez görevden alınan Derviş
Özbay, İdare Mahkemesi'nce tekrar görevini geri
aldı. Kültür ve Turizm İl Müdürü Derviş Özbay, daha
önce de görevden alınarak Bartın'a atanmış,
Malatya'ya ise İstanbul Bakırköy Halk Eğitim Merkezi
Müdürü olan Bahaettin Kabahasanoğlu'nun ataması
yapılmıştı.
Derviş Özbay, mahkeme kararı ile
tekrar göreve dönmüş, ancak daha sonra tekrar
görevden alınmıştı. İdare Mahkemesi'ne yine başvuran
Özbay, tekrar yürütmeyi durdurma kararı aldırdı.
Özbay'ın Bartın'a ilişiğini
kestirmeye gittiği ve önümüzdeki günlerde
Malatya'daki görevine başlayacağı ifade edilirdi
Özbay yaptığı açıklamada şunları söyledi: "35 yıllık
devlet görevimde bir savunmam dahi alınmamışken,
birkaç yıldır üzerimde oynanan oyunlar ve görevden
alınmam dolayısıyla hukuk mücadelesinin yanı sıra
onur mücadelesi de veriyorum.”
Turizm Gazetesi, 28.07.2011
|
MÜZEKART'IN KAPSAMI GENİŞLEDİ, FİYATI ARTTI
2008’de başlatılan Müzekart uygulamasının kapsamı
genişletilerek müze ve ören yerlerinin dışında Rahmi
Koç Müzesi, Santral İstanbul ve Modern İstanbul gibi
kültür ve sanat mekanları da uygulama kapsamına
alındı. Fiyatı ise 40 TL oldu. Konu ile ilgili basın
toplantısı İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde yapıldı.
Toplantıda "Museum Pass Istanbul" da tanıtıldı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ve
TÜRSAB-MTM Ortaklığı, "Müzekart +" ve "Museum Pass
Istanbul" kartlarının tanıtım toplantısını İstanbul
Arkeoloji Müzesi'nde gerçekleştirdi.
Basın toplantısında Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, İstanbul Valisi
Hüseyin Avni Mutlu, TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy,
Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı Özgür Özaslan,
Tanıtma Genel Müdürü Cumhur Güven Taşbaşı, TÜROFED
Başkanı Ahmet Barut, TUREB Başkanı Şerif Yenen, Skal
İstanbul Başkanı Vedat Bayrak ve turizm camiasından
çok sayıda isim yer aldı.
Toplantının açılış konuşmasını
yapan DÖSİM Merkez Müdürü Murat Usta, müze
mağazalarının işletmesinin düzenlenen ihale sonucu
Bilintur tarafından alındığını hatırlatarak, Türkiye
genelindeki müze mağaza sayısının 6'dan 49'a
ulaştığını söyledi. Usta, müze mağazalarda sayılan
ürünlerin 1100'ü, satılan el sanatı ürünlerin
üretiminde istihdam edilen kişi sayısının ise 250'yi
bulduğunu söyledi.
Müzekart sayısının 2 milyon 228
bine ulaştığını bildiren Usta, “2006 yılında
müzelerimizi ziyaret eden kişi satısı 16 milyon iken
2010 yılı sonunda bu rakam 25 milyon 854 bine
ulaşmış. Yüzde 61'lik bu artışta Müzekart'ın ciddi
bir katkısı oldu" dedi. Kültür ve Turizm Bakanlığı
Eylül 2010’da 48 müze ve örenyerinde 50 noktanın
işletmesini MTM-TÜRSAB (Türkiye Seyahat Acentaları
Birliği) ortaklığına vermişti.
Toplantıda bir konuşma yapan
Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği Başkanı Başaran
Ulusoy ise "Büyük bir cesaretle 1 milyar 573 milyon
TL'lik yükün altına girdik. Üç ay gibi kısa bir
zamanda müzeleri yeniledik. Bu cesareti gösterirken
en büyük desteği 1492 gündür bizim yanımızda olan
sayın bakanımızdan ve 6530 seyahat acentesinden
aldık" diye konuştu.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay da Müzekart satış rakamlarının 2 milyon 200
bini aştığını vurgulayarak, "Müze mağazalar ve yeni
uygulamalarla Türkiye'nin tarihi kültürel
değerlerine sahip çıktığı algısını tüm dünyaya
gösterdiklerini söyledi.
Müzekart + Museum Pass
İstanbul ne sağlıyor?
"Müzekart +" müze ziyaretlerinin yanı sıra
kart sahiplerini kültürel ve sanatsal faaliyetlerle
buluşturacak. 40 TL'ye satılacak olan "Müzekart +"
kullanıcılarına müze ve ören yerlerinin dışında
Rahmi Koç Müzesi, Santral İstanbul ve Modern
İstanbul gibi kültür ve sanat mekanlarına girişte
indirim sağlayacak. "Museum Pass Istanbul" ise
yabancı ziyaretçilere İstanbul'daki 6 müzeye 72
saatlik süre içinde giriş imkanı sağlayacak ve
fiyatı 72 TL olacak.
Turizm Gazetesi, 28.07.2011
|
|
HAYDARPAŞA YANGININDA FATURA İKİ İŞÇİYE KESİLDİ
Haydarpaşa Garı’nın çatısında 28 Kasım 2010’da meydana gelen yangın ile ilgili yürütülen soruşturma tamamlandı. Adli Tıp Kurumu’ndan numune raporlarının geç gelmesi nedeniyle 8 ayda tamamlanan bilirkişi raporuna göre; yangında sabotaj ihtimali yok. Tarihi gara büyük zarar veren yangının çıkış nedeni çatı izolasyonu için kullanılan elyaf maddenin tutuşması.
Bilirkişi heyeti, yangının tamamen çalışanların tedbirsizlik ve dikkatsizliği sonucu çıktığına dikkat çekti. Çatı zeminine yayılan maddenin alev alması sonucu başladığı tespit edilen yangında asli kusurlu olarak izolasyon çalışması yapan çalışanlar ve onların sorumluları gösterildi.
Yangın sonrasında ihmali bulunduğu iddiasıyla iki işçi gözaltına alınmıştı. Bilirkişi raporunda da işçilerin asli kusurlular arasında gösterilmesi, işçileri sanık sandalyesinde oturtacak. İzolasyon işini üstlenen “Onursal İzolasyon” adlı firmanın yetkilileri ve TCDD kontrolörü de yargılanacak isimler arasında.
Türk Ceza Kanunu’na göre şüpheliler hakkında 3 ay ile 1 yıl hapis cezası istnecek. TCDD kontrol elemanının yangında ihmalinin tespit edilmesi halinise hakkında görevi ihmal suçundan 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açılabilecek.
Milliyet, Haber: Gökhan Karakaş, 28.07.2011
|
HER TÜRLÜ TEKNİK DESTEK VERİLİR
2008 yılında İstanbul Modern'de gerçekleşen 'Gölgeye Övgü' isimli sergi Avrupa Kültür Programı tarafından finanse edilmiş. Yunanistan ve İrlanda ortaklığında gerçekleşen sergiye 200 bin Euro destek verilmiş.
Avrupa Kültür Programı, Avrupa Birliği ve
Türkiye'de kültür sanat alanında yürütülen hibe
programlarından biri. 2007'den beri devam eden
programın 2011 yılı teklif çağrılarına ilişkin
tanıtım toplantısı önceki gün yapıldı. Projesi
olanlar ve destek almak isteyenler 5 Ekim'e kadar
başvurmalı. Her türlü soru, sorun ve teknik destek
için adres: Kültürel İrtibat Noktası.
-Aklımızda bir fikir vardır. Çok harikadır, hatta
mükemmeldir. Ama ah... Para yoktur. Bi olsa! Bi
sponsor çıksa, birileri destek atsa, hibe etse
hatta... Avrupa Kültür Programı, Avrupa Birliği ve
Türkiye'de kültür sanat alanında yürütülen hibe
programlarından biri; tam da o beklenen fırsat gibi.
Üç amacı var: Sanat eserlerinin uluslararası ortamda
dolaşması, insanların yani sanatçıların uluslararası
ortamda dolaşması ve karşılıklı diyalog.
2007-2013 yıllarını kapsayan altı yıllık zaman
aralığında kültür-sanat etkinliklerine verilmek
üzere ayrılan para 400 milyon Euro. Fondan sadece
üye ülkeler değil, aday ülkeler da yararlanabiliyor;
yani Türkiye de... Programın Türkiye ayağını Kültür
ve Turizm Bakanlığı yürütüyor. Bir de Kültürel
İrtibat Noktası isimli bir birim var, bu fondan daha
fazla yararlanılması ve kurumların bilgilendirilmesi
için. Hale Ural ve Hakan Tanrıöver, Nokta'nın
çalışanları. Teknik destek vermenin yanı sıra
gerektiği durumlarda yabancı proje ortağı
bulunmasına da yardımcı oluyorlar. Kendilerine gelen
başvuruları sisteme uygun hale getirmeye epey
hevesliler. Bu niyetle eylülün ilk haftasında proje
yazma eğitimi verecekler. Projesi olup da
hazırlıkları devam edenleri ve teknik destek almak
isteyenleri bekliyorlar; bir an önce yalnız çünkü
kontenjanları 25 kişiyle sınırlı. Türkiye'den çıkan
projeler bugüne kadar Avrupa Kültür Programı'ndan 12
milyon Euro destek aldığına göre, kısa da olsa yol
kat etmişler.
2011 yılı başvuruları için son tarih 5 Ekim.
Prosedürler biraz karışık. Anlaşılan noktalar
arasında; şahıslar değil, tüzel kişilerin
başvurabildiği, başvuranların uluslararası ortaklar
bulması gerektiği ve projenin Avrupa ortak mirasına
katkı yapması beklentisi var.
Hangi projeler daha şanslı sorusunun cevabı aşağı
yukarı şöyle: Diğer ülke ve kurumlarla işbirliği
içinde olanlar, faaliyetlerini düzenli ve net bir
şekilde sonuçlandırabilenler ve teknik kriterleri
yerine düzgünce getirebilenler. Konu sanat olduğu
için içerikle ilgili herhangi bir kıstas ya da
öngörü söz konusu değil.
Tiyatrolar, dans grupları, müzeler, belediyeler,
üniversiteler, araştırma merkezleri, vakıflar,
dernekler ve enstitüler başvuru yapabilir. Şimdiye
dek en çok başvuru özel müzeler tarafından yapılmış.
Üniversitelerden ise neredeyse tık yokmuş. Projesi
olanlar ama nasıl toparlayacaklarını bilmeyenler ya
da dört başı mamur dosyalarını çekmecelerinde
bekletenler Şişhane'deki binasında hayatını sürdüren
Kültürel İrtibat Bürosu'na gidebilir ya da
www.ccp.gov.tr adresine tıklayabilir.
Zaman, Haber: Jülide Karahan, 28.07.2011
|
YÜZ YAŞINDAKİ AĞACA 35 BİN LİRA
Kadıköy Göztepe’de inşaat alanı içinde kalan
yaklaşık 100 yıllık çam ağacı için projede
değişiklik yapıldı.
Çam ağacı 35 bin lira ek harcama yapılarak
kesilmekten kurtarıldı.
Bir kamu bankasının inşaat alanı
içinde bulunan çam ağacı çevresine kazıklar çakılıp
beton ile çevrelendi. Daha sonra ağaç çelik
halatlarla bağlandı. İnşaatı yapan şirketin genel
formeni ve saha sorumlusu Mehmet Ali Karaoğlu çam
ağacının inşaatın otopark bölümünde kaldığını
belirtti. Mehmet Ali Karaoğlu, “Ağacı kesmemek için
projede değişiklik yapıldı. Ağacın inşaat çalışmalar
sırasında devrilmemesi için çevresine 22 metre
derinliğinde fore kazıklar çakıldıktan sonra iki
bölümüne demirli beton kuşaklar yapıldı. Yine ağacın
ayakta kalabilmesi için 3 ayrı bölgeden çelik
halatlarla bağladık ve bu bağlantılar içinde ayrıca
fore kazıklar çakarak ağacı kurtardık” dedi. Mehmet
Ali Karaoğlu bütün bu yapılan işlemlerin maliyetinin
35 bin lirayı bulduğunu söyledi. Firma tarafından
gösterilen örnek davranış Atatürk’ün 1930 yılında
Yalova Millet Çiftliğindeki yazlık köşkünü, yanı
başındaki çınar ağacının kesilmemesi için 4 metre 80
santim kenara kaydırmasını akla getirdi.
Milliyet, Haber: M. Akif Erdem, 28.07.2011
|
|
AMASYA'DA İŞLENEN 'EN ESKİ' CİNAYET AYDINLANIYOR!
Amasya'da sürdürülen Oluz Höyük kazılarında MÖ 5.
yüzyıla ait olduğu tahmin edilen iki yetişkin ve bir
çocuğa ait üç iskelet bulundu. Arkeologlar, söz
konusu iskeletlerin Amasya tarihine ilişkin en eski
cinayetlerden birinin kalıntıları olduğunu tahmin
ediyor.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü öğretim üyesi ve Oluz Höyük Kazı Başkanı
Doç.Dr. Şevket Dönmez, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
merkeze bağlı Tokluca Köyü yakınlarında, 2007
yılında başlatılan Oluz Höyük kazılarının bu yılki
bölümüne 15 bilim adamı, 35 öğrenci ve civar
köylerde yaşayan kadın ve erkeklerden oluşan
yaklaşık 50 kişilik bir ekiple başladıklarını
söyledi.
25 Ağustos'a kadar devam edecek kazıların bu yılki
bölümünde yaklaşık 2 bin 100 metrekarelik bir alan
içinde yer alan Akamenid Pers Sarayı'nı açığa
çıkarmak üzere çalışmalar yürüttüklerini belirten
Dönmez, şu bilgileri verdi:
"Oluz Höyük, MÖ 1'inci yüzyıldan geç
Hellenistik Çağ'a kadar uzanan çok sağlam bir
kronolojiye sahip. Üst üste 9 kent kurulmuş. Bu 9
kent üzerinde bizim sağlam kalıntılara
ulaşabildiğimiz ilk 4 kent var. Diğer kentleri
sadece basamaklı açmalardan ve kalıntılardan
anlayabiliyoruz. Bu yılki kazılarımızın amacını
Akamenid Pers dönemi kalıntılarına ulaşmak
oluşturuyor."
Kazı çalışmalarında son olarak yüzeyden yaklaşık 2
metrelik bir derinlikte iki yetişkin ve bir çocuk
olmak üzere 3 kişiden uluşan bir iskelet topluluğuna
rastladıklarını anlatan Doç.Dr. Şevket Dönmez,
sözlerine şöyle devam etti:
"Son günlerdeki çalışmalarımızda bir mezar olarak
düşündüğümüz iskelet topluluğu dikkatimizi çekmeye
başladı. Doğal olarak bir iskelet ortaya çıktığında
onun mezarda olduğunu düşünürsünüz. Ama
antropologlarımızın bu iskelet topluluğu üzerinde
çalışmalarını yoğunlaştırması bize bunun bir mezar
değil, buraya gelişi güzel atılmış insanlara ait
iskeletler olduğunu göstermeye başladı.
Şu anki çalışmalarımızda 3 iskelet kalıntısına
ulaştık. Bunlar sanki bir çukur açılmış ve onun
içine itilmiş gibi gözüküyor. Öldürülmüş gibi
gözüküyor. Şuan ki değerlendirmemiz bunu gösteriyor.
İskeletlerin MÖ 5. yüzyıldan sonraki bir
döneme ait olduğunu düşünüyoruz. Bunun dışında Oluz
Höyük'ten gelen mezarlar genelde İslami dönem 11 ve
12. yüzyıldan başlıyor ve 15. yüzyıla kadar
ulaşıyor. Bu iskeletleri de o dönemden sayarsak en
az bin yıllık bir iskelet topluluğu ile karşı
karşıyayız. Bu iskeletlerin bir başka yönü de büyük
olasılıkla öldürülmüş ve buraya gömülmüş olmaları.
Bu iskeletler bize Amasya'daki bilinen en eski
cinayetin arkeolojik kalıntılarına ulaşmamızı
sağlayacak."
Kazı Başkanı Dönmez, iskeletler üzerindeki
çalışmaların Hacettepe Üniversitesi Antropoloji
Bölümü Laboratuvarlarında sürdürüleceğini
belirterek, yapılacak araştırmalar sonunda "cinayet
şüphesi"yle ilgili daha net bilgilere ulaşılacağını
sözlerine ekledi.
Türkiye Gazetesi, 28.07.2011
|
|
SELİMİYE CAMİİ'NE DÜNYA MİRASI BERATI
Mimar Sinan'ın eşsiz eseri Selimiye Camii ve
Külliyesi, dünya mirası beratı alacak. Edirne
Belediyesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin
(TBMM) ekim ayında açılmasından sonra Selimiye
Camii'ne dünya mirası beratı verileceğini
açıkladı.
Dünya Miras Listesi'ne giren varlıklar için
yapılacak olan tabelanın yeri de tespit
edildi. Tabelalar Kültür ve Turizm Bakanlığı
ile eşzamanlı olarak ilgili yerlere
dikilecek. Selimiye Camii ve Külliyesi, 27
Haziran 2011'de UNESCO Dünya Miras
Listesi'ne girmişti.
Zaman, 28.07.2011
|
KİMSESİZ RESSAMLARIN TELİF DAVASI
Güzel Sanat
Eseri Sahipleri Meslek Birliği (GESAM), ilk kadın
ressam Mihri Müşfik ve Fikret Mualla’nın eserlerinin
satış hakları için dava açtı.
GESAM, Sanat eserinin satışı
sonrası koleksiyonerler kanalıyla her el
değiştirmede eser sahibine, ölmüşse
mirasçılarına, kimsesizse meslek birliğine
satıştan pay ödenmesini öngören yasa
uyarınca yaşamını yitirmiş ve kimsesiz 2
ressam için Alif Art Antikacılık A.Ş.’den
tazminat istedi. GESAM avukatı Abdullah
Egeli, “Kanun 2006’da çıktı. Sanat eserinin
2’nci satışından itibaren her el
değiştirmede eser sahibi ya da mirasçıya
ödeme yapılması gerekiyor, bunu sanatçılar
ve mirasçıları bilmiyor. Bu nedenle hem eser
sahibi hem devlet milyonlarca lira hak
kaybına uğruyor. Bu bir ilk dava ve emsal
oluşturacak” diyor. Müşfik
ABD, Mualla Paris’te hayatını kaybetmiş,
kimsesizler mezarlığına gömülen Mualla’nın
naaşı daha sonra Türkiye’ye getirilmişti.
Dünyaca ünlü 2 ressamımız hayatta olmadığı,
mirasçıları bulunmadığı, nüfus kayıtlarına
dahi ulaşılamadığı vurgulanarak davalı Alif
Art Antikacılık A.Ş’ye açık artırma yoluyla
geçen sanat eserlerin 5 bin TL’nin üzerinde
gerçekleşen satışından şimdilik 1000 TL
yasal payın GESAM’a ödenmesi istendi.
Başvurusunda diğer sanatçılar için dava
hakkını saklı tuttuğunu belirten Egeli, “Bu
pay farkı 5 yıl zaman aşımına tabi.
Haklarını takip etmek isteyenler GESAM’a üye
olmalılar. GESAM Başkanı Doç.Dr. Osman
Altuntaş’ın sanatçı hassasiyetiyle bu konuyu
ciddi şekilde takibe aldık. Burada hak
sahipleri milyonlarca liralık hak kaybına,
devlet de vergi kaybına uğruyor. Bu konuda
Maliye Bakanlığı da duyarlı olmalı” dedi.
Hürriyet, Haber: Ali Dağlar, 28.07.2011
|
HACILAR'DA 50 YIL SONRA KAZI YENİDEN BAŞLADI
Burdur’un Hacılar Köyü’ndeki arkeolojik kazılar, 50 yıl aradan sonra tekrar başladı.
AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, 1957-1961 yılları arasında İngiliz bilim adamı James Mellaart’ın yürüttüğü Hacılar Höyüğü’ndeki çalışmalar, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Gülsün Umurtak başkanlığındaki 15 kişilik heyetle yeniden başlatıldı.
Prof.Dr. Umurtak, Hacılar Höyüğü’ndeki kazıların uzun yıllar süreceğine işaret ederek, şunları söyledi:
”Anadolu’nun tarih öncesi arkeolojisinde Çatalhöyük’ün çok önemli bir yeri var. Diğeri ise Hacılar Höyüğü’dür. Burdur Bölgesi’nin ve Hacılar’ın önemi ve değeri daima devam edecek. Yapacağımız kazılarla bilim dünyasına ve bu bölgenin arkeolojisine çok önemli katkılar sağlayacağımıza inanıyoruz.”
Kazıevi’nde Prof.Dr. Umurtak ve Prof.Dr. Refik Duru’yu ziyaret eden Burdur Belediye Başkanı Sebahattin Akkaya, Hacılar Höyüğü’nün Burdur’un tarihine ışık tuttuğunu kaydetti. Umurtak ve Duru, 15 Eylül’e kadar sürecek kazı hakkında Akkaya’ya bilgi verdi.
Ziyarette İl Genel Sekreteri Zuhal Arslan, Burdur Belediye Başkan yardımcıları Hasan Duygulu ve Serdar Başgül de yer aldı.
Haber 7, 28.07.2011
|
|
KİBRYA'DA MOZAİK CADDE
BULUNDU
Mehmet Akif Ersoy
Üniversitesi (MAKÜ) Arkeoloji Bölümü tarafından
Burdur’un Gölhisar İlçesi'ndeki Kibrya antik
kentinde yapılan kazılarda, Mozaik Cadde bulundu.
2011 kazı döneminde, MAKÜ Arkeoloji Bölümü
öğrencilerinin gerçekleştirdiği kazılarda, yapının
52,5 m. uzunluğundaki cephesini bir uçtan bir uca
kapladığı düşünülen mozaik döşemin küçük bir bölümü
ortaya çıkarıldı.
MAKÜ Kibrya Kazı Başkanı Yrd.Doç.Dr Şükrü Özdoğru, bulunan mozaik döşemenin kendilerini çok heyecanlandırdığını belirterek, şöyle konuştu: “Kibyra, Hellenistik dönemde (MÖ 330-30) bugünkü Burdur’un Dirmil, Gölhisar, Çavdır ve Denizli’nin Acıpayam ilçelerini kapsayan bölge olan Kabalya’nın egemen şehriydi. Roma döneminde Asya Eyaletinin yargı merkeziydi. Bugün Anadolu’nun bilinen en görkemli yapılarından birinin Bouleuterion-Odeion’un ev sahibidir. Bouleuterion-Odeion yapısında kazı çalışmalarına 2009 yılında Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Arkeoloji bölümü tarafından başlanmış ve yapının iç bölümünün kazısı tamamlanmıştı. Bu çalışmalar sonucunda benzersiz güzelliği ile orkestra zemin döşemeli mermer Medusa resmi ortaya çıkarılmış ve bu resim gerek ulusal gerek uluslar arası basında yankı uyandırmıştı.”
2011 yılında yapının
cephesini tamamıyla ortaya çıkarmak amacıyla
başlayan kazı çalışmalarında, yapının 52,5 m.
uzunluğundaki cephesini bir uçtan bir uca kapladığı
düşünülen muhteşem bir mozaik döşemin küçük bir
bölümünün ortaya çıkarıldığını belirten Özdoğru,
şunları söyledi: “Mozaik döşem, renkli
Tessera’lardan (küp biçiminde kesilmiş küçük taş
parçaları) yapılan geometrik desenler ile
bezenmiştir. Mozaik döşem sanki bugün yapılmışçasına
sağlam durumdadır. Öyle ki bu muhteşem mozaik döşem
tamamıyla açığa çıkarıldığında Anadolu’da bir ilk
gerçekleşmiş olacaktır.”
Yapıya mozaik bir
döşemden girildiğini belirten Yrd.Doç.Dr.Şükrü
Özdoğru, sözlerini şöyle sürdürdü: “Geride tamamıyla
sağlam durumda yedi kapı, önde aralarda sütunların
yükseldiği muhteşem bir mozaik döşem ve içte
benzersiz bir Medusa resmi. tamamı antik dönemde
yapıldığı haliyle ve tamamı benzersizdir. Böyle bir
yapı bu güne dek hayal edilebilir miydi? Bu yapı
tamamıyla açığa çıkarıldığında ülkenin kazanacağı
kültür mirasının, turizmin ve prestijin boyutları
tahmin edilebilir mi?”
Mozaik döşemenin ve
yapının cephe bölümünün tamamıyla açığa çıkarılarak
korunmasının bir zorunluluk olduğunu anlatan
Özdoğru, “Bu çok önemli kültür mirasına ülkemizin
sahip çıkacağına inancımız tamdır. Bu inançla Kibyra
kazı ekibi tüm olumsuzluklara rağmen hocaların ve
stajyer öğrencilerin gönüllü destekleriyle
çalışmalara devam etmektedir” dedi.
Özdoğru, bu noktada
desteklerini esirgemeyen Gölhisar Kaymakamlığı ve
Belediyesine ve Gölhisar halkına teşekkür etti.
Anadolu Haber,
27.07.2011
|
AĞRI'NIN TARİHİ ZENGİNLİĞİ GÜN IŞIĞINI ARIYOR
Doğu Anadolu Bölgesi'nin en zengin tunç ve demir
çağı yerleşimlerine sahip yöresi olan Ağrı ve
çevresi, bölgenin tarihi zenginliğini ortaya
çıkartacak araştırmacıları bekliyor. İbrahim Çeçen
Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekan Yardımcısı ve
Güzel Sanatlar Eğitimi Bölüm Başkanı Doç.Dr. Yusuf
Çetin, "Ağrı kenti ve çevresinde, bölgenin genelini
kapsayan bir yüzey araştırması henüz yapılmamıştır,"
dedi.
Doç.Dr. Çetin, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
Ağrı'daki kültür envanter çalışması için İl Kültür
ve Turizm Müdürü Muhsin Bulut ile Eyüp Paşa ve
Harabe Göl kalelerinde incelemede bulunduğunu
belirtti. Kaçak kazıların, kültürel değerlere
verdiği zararın önüne geçmek için kentteki bütün
yerleşimlerde tespit ve tescil çalışması
yürüttüklerini vurgulayan Doç.Dr. Yusuf Çetin, Ağrı
ve çevresinin, doğudan Anadolu'ya gelen göç ve
akınları ilk önemli geçit noktalarından birisi
olduğunu ifade etti. Bir geçiş bölgesi olduğu için
bünyesinde birçok uygarlığın izlerini saklayan Ağrı
ve çevresinin, tarihi kalıntılar konusunda zengin
olmasına rağmen bölge ile ilgili yeterli
araştırmalar yapılmadığını bildiren Doç.Dr. Çetin,
şöyle konuştu: "Ancak son yıllarda yapılan kısmi
yüzey araştırmalarından bölgenin milattan önceki
dönemlerde de yerleşim bölgesi olarak kullanıldığı
anlaşılmıştır. Tunç ve Demir Çağı yerleşimleri
bakımından Doğu Anadolu Bölgesi'nin en zengin yöresi
olan Ağrı ve çevresinde, bölgenin genelini kapsayan
bir yüzey araştırması henüz yapılmamıştır. Birkaç
kurtarma kazısı dışında planlı kazılar da
yapılmamıştır. Bu nedenle tespit ve tescili olmayan
birçok yerleşim yeri bulunmaktadır. Ayrıca Ortaçağ
mezarlıkları bakımından da çok zengin olan bölgedeki
birçok mezarlığın tespit ve tescil işlemleri henüz
yapılmamıştır. Tespit ve tescili yapılmayan yerler,
koruma altına alınmadığı için eski eser
kaçakçılarının ve bilgisiz insanların tahribatlarına
maruz kalmakta, geriye dönüşü mümkün olmayan ciddi
zararlara neden olmaktadır. Özellikle eski
mezarlıklar, kaleler, höyükler ve nekropoller, eski
eser kaçakçılarının adeta talanına maruz
kalmaktadır."
Doç.Dr. Çetin, son zamanlarda, eski eser
kaçakçıları ile ilgili basında sık sık haberlerin
yer aldığını belirterek, metal dedektör
reklamlarının da bilinçsiz insanları adeta
cesaretlendirdiğine dikkat çekti.
Definecilerin hiçbir bilimsel dayanağı olmayan,
tamamen uydurma hikayelere inanan insanlar olduğunu
ve bu zengin kültürel mirasa ciddi zararlar
verdiğini anlatan Çetin, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Zengin olma düşüncesi ile çevredeki eski yerleşim
alanları darmadağın edilmektedir. Bu durum bilimsel
çalışmalara da ciddi zarar vermektedir. Tunç ve
Demir Çağları nekropollerinde altın bulacağım
düşüncesi ile kazı yapan insanlar, birkaç
çanak-çömlek ve kemik buluntularına rastladığında
hayal kırıklığına uğradığı için de bunları
parçalamaktadır. Bütün bunlardan maalesef İslami
mezarlar da payını almaktadır. İslam dininde, ölü
gömme geleneğinde mezara, ölü ile birlikte hiçbir
şeyin gömülmediği gerçeğine rağmen uydurma
hikayelere inanan insanlar, bu mezarları da tahrip
etmektedir. Bu alanlarda, kazılmadık yer
bırakılmamış, dönemini aydınlatan birçok bilimsel
veri parçalanarak, sağa sola dağıtılmıştır. Mezar
taşları veya yerleşimlerde görülen dinsel anlamları
olan işaretler veya figürlü bezemeler, hazine yerini
gösteriyor düşüncesiyle kırılıp dağıtılmaktadır.
Eğer en kısa zamanda önlem alınmazsa, bölgenin bu
zengin kültürel mirası yok olup gidecektir. Bunun
için öncelikle bölgede geniş çaplı bilimsel bir
yüzey araştırmasının yapılması ve bölgenin
arkeolojik haritası çıkarılarak kültür envanterinin
oluşturulması gerekir."
Taşınabilir kültür varlıklarının korunması ve
gelecek nesillere ulaştırılabilmesi için ilde bir
müzenin mutlaka kurulması gerektiğini belirten
Çetin, tespit ve tescilleri yapılan eserlerin
bulunduğu bölgelerde yaşayan halkın
bilinçlendirilmesi ve devlet-vatandaş iş birliği ile
kaçak kazıların önüne bir an önce geçilmesi
gerektiğini vurguladı.
Tespit ve tescilleri yapılan eserlerin asıllarına
uygun olarak acil restorasyonlarının yapılması
gerektiğini de ifade eden Doç.Dr. Çetin, son
zamanlarda giderek yok olan bölgeye ait etnografik
eserlerin bir an önce toplanması gerektiğini de
kaydetti.
İl Kültür ve Turizm Müdürü Muhsin Bulut da kültürel
mirasın milletlerin hafızası olduğunu belirterek,
"Tüm insanlığın da ortak mirası olan bu kültür
varlıklarının korunması ve gelecek nesillere
ulaştırılması, hepimiz için bir insanlık görevidir.
Dileğimiz, herkesin bu bilinçle kültür mirasımıza
sahip çıkması ve geleceğe ulaştırma çabası içinde
olmasıdır" dedi.
Türkiye Gazetesi, 27.07.2011
|
|
SİDE'DE ANTİK ÇAĞDAN KALMA YENİ BİR HAMAM BULUNDU
Anadolu Üniversitesi tarafından Manavgat'a bağlı Side Beldesi'nde yapılan kazılarda antik çağdan kalma yeni bir hamam bulundu. Anadolu Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Feriştah Alanyalı tarafından yürütülen kazı çalışmaları sırasında, bugüne kadar bilinmeyen bir hamam kalıntısı bulundu. Side'de, halihazırda otopark olarak kullanılan alanın kuzeydoğusu ve Antik Tiyatro'nun hemen batısında yürütülen kazılarda bulunan hamamın kendileri için büyük sürpriz olduğunu belirten Doç.Dr. Alanyalı, "Buradaki kazılara bu sene başladık. Molozları temizlediğimizde, burasının hamam olduğunu anladık. Hamamın, Geç Antik Dönem ve Erken Bizans çağlarında kullanıldığını tahmin ediyoruz. Su rezervuarı ve yerden ısıtmalı olan yapının, umuma açık bir hamam mı veya özel bir kişiye ait bir yapının içinde mi olup olmadığı, ilerleyen zamanlarla ortaya çıkacak" dedi. Yapının tamamen ortaya çıkmasının ardından kontrol altına alınacağını belirten Feriştah Alanyalı, "Hamamın hem çevresini hem de üstünü, doğal etkenlerden zarar gelmeyecek şekilde koruma altına alacağız. Ardından ziyarete açılacak" diye konuştu.
Side Belediye Başkanı Abdulkadir Uçar da kazı çalışmalarını yürüten Anadolu Üniversitesi ekibinden hocaların, Side'de bugüne kadar hiç bilinmeyen, kayıtlarda olmayan bir hamamı bulduklarını söylediğinde çok sevindiğini belirterek, "Side, antik çağlarda çok büyük bir medeniyete ev sahipliği yapmış, Bu dönemin eserlerini ortaya çıkarmamız gerekiyor" dedi.
Türkiye Gazetesi, 27.07.2011
|
KEÇİLER DEFİNECİLERİN KURBANI OLDU
Bolu'nun Ericek Köyü'nde, definecilerin kazdığı yaklaşık 15 metre derinliğindeki çukura düşen iki keçiden birini sahibi, birini ise itfaiye ekibi kuyuya inerek dışarı çıkardı.
Ericek Köyü’nün Karacalar Mahallesi’nde yaşayan Hüseyin Akkaya, 200 keçisini otlatmak için ormanlık alana çıkardı. Öğle saatlerinde keçilerden ikisi ormanda definecilerin kazdığı yaklaşık 15 metre derinliğindeki çukura düştü. Hüseyin Akkaya, halatın ucuna çengel takıp keçilerden birini boynuzundan tutarak çıkartmayı başarırken, diğeri de kuyunun dibinde sıkıştı. Hüseyin Akkaya, Bolu Belediyesi İtfaiye Müdürlüğü’nü arayarak keçisinin çıkartılması için yardım istedi. Olay yerine gelen Bolu Belediyesi İtfaiye Müdürlüğü’nde görevli arama kurtarma ekibi, tarlalardan güçlükle geçerek kuyunun olduğu bölgeye ulaştı. İtfaiyeci, ağaca bağladığı halata tutunarak kuyuya indi. Keçi, boynuzuna halat bağlandıktan sonra itfaiye ekibi tarafından yukarı çekilerek dışarı çıkarıldı.Hüseyin Akkaya, çukurun defineciler tarafından kazıldığını söyledi. Akkaya, "Keçinin bir tanesi düştü, arkasından diğeri düştü. Bir tanesini kurtardık ama diğeri içeride kaldı. İtfaiyeyi arayarak yardım istedik. Keçimizi kurtardılar, hepsine çok teşekkürler" dedi.
Bolu Olay, 27.07.2011
|
|
|
TARİHİ ESER GETİRENE DEĞERİ KADAR PARA
Manisa İl Kültür ve Turizm Müdürü Erdinç Karaköse, Etnografya ve Arkeoloji Müzesi’ne, 2010 yılında 560 eser getiren 15 kişiye, kanun kapsamında toplam 15 bin 980 lira para ödendiğini açıkladı.
Karaköse Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun amacının, Türkiye’nin kültürel değerlerinin yurt dışına kaçırılmasını ve ilegal yollardan satışının önüne geçilmesini sağlamak olduğunu söyledi. Etnografya ve Arkeoloji Müzesi’ne, 2010 yılı içinde toplam 4 bin 559 eser getirildiğini, ancak komisyon tarafından yapılan değerlendirme sonucunda sadece 560 tanesinin tarihi eser niteliği bulunduğuna karar verildiğini belirten Karaköse “Çoğu çiftçilik yapan 15 kişiye, genellikle tarlalarında bulup getirdikleri tarihi eserlerin değeri olan 15 bin 980 lira para ödendi. 2011 yılının ilk altı ayında da toplam 1569 eserin müzeye getirildi” dedi.
Hürriyet Ege, Haber: İlker KIlıçaslan, 27.07.2011
|
TARİHİ NAMAZGAHTA 600 YIL SONRA TERAVİH
Osmanlı’nın ilk döneminde orduların savaşa giderken
ve dönüşte topluca namaz kıldığı tarihi namazgah
temizlendi ve 600 yıl sonra yeniden ibadete
açılıyor. Büyükşehir’in yaptığı düzenlemeyle
namazgahta ramazan ayı süresince açık havada Enderun
Usulü teravih namazı kılınacak…
Müjdeyi…
Bursa’nın en aktif ve
üretken muhtarlarından Namazgah
Mahallesi Muhtarı Nedim Serbestol verdi.
Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk
döneminde ordular savaşa gönderilirken zafer,
dönüşte ise şükür için dua edilip ordunun halkla
beraber toplu namaz kıldığı namazgah, yani
namazlıktan alan Namazgah Muhtarı
Serbestol’un heyecanı, 700 yıl öncesine ait
geleneğin yeniden başlayacak olmasından
kaynaklanıyor.
Heyecanını da şu sözlerle paylaştı:
“Tarihi namazgahta 600 yıldır toplu ve
düzenli namaz kılınmıyordu. 600 yıl sonra burada
ramazan boyunca teravih namazları
kılınabilecek.”
Ekrem Barışık
döneminde bir kez
bayram namazı kılınan namazgahın
ilk temizliği AK Parti Milletvekili
Oğuz Kağan Köksal’ın Bursa Valisi
olduğu dönemde ilk yapılmış.
Restore edilip aslına uygun olarak
canlandırılması için Büyükşehir
Belediye Başkanı Recep Altepe tarafından
proje hazırlatılmış.
Bu kapsamlı restorasyon
Doğal ve
Kültürel Varlıkları Koruma Kurulu tarafından
henüz onaylanmamış ama yine de
Büyükşehir’in çabalarıyla tarihi
namazgah ramazan ayı boyunca teravih namazı
kılınabilecek hale getirilmiş.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü onay
vermiş. Yıldırım Müftülüğü de
ramazan boyunca teravih namazlarını kıldıracak
imamları görevlendirmeyi üstlenmiş.
Namazgah Mahallesi Muhtarı Nedim
Serbestol bütün bu çalışmaların takibini ve
koordinasyonunu yürüttü. 31 Temmuz akşamı
başlayacak teravih namazları için de
Bursalılara şu çağrıyı yaptı:
“Yaz mevsimindeyiz ve hava aşırı sıcak.
Tüm hemşerilerimizi bu sıcak havada, açık havada
ve tarihi namazgahta teravih namazına
bekliyoruz.”
Şunu da ekledi:
“600 yıl sonra toplu namaza açılan
namazgahta teravih namazları Enderun Usulü’ne
göre kılınacak. Yani her dört rekatta bir
hafızlar ilahiler okuyacaklar. Üstelik her ilahi
ayrı makamda olacak.”
Son sözü ise teşekkür içeriyor:
“Büyükşehir Belediye Başkanımız Recep
Altepe’ye çok teşekkür ediyorum. Hem tarihi bir
eseri asıl amacına kavuşturdu, hem Bursa’da bir
farklılık oluşturdu.”
Bursa Olay, Yazı: Ahmet Emin Yılmaz, 27.07.2011
|
HEDEF CERVANTES'İN GERÇEKYÜZÜ
İspanyol tarihçi ve arkeologlar, Batı edebiyatının köşetaşlarından ‘Don Kişot’un yazarı Miguel de Cervantes’in gerçek yüzünü öğrenebilmek için, yazarın kayıp kemiklerini bulmak üzere Madrid’in merkezinde bulunan bir manastırda kazıya başlıyor. Yerel yönetim ve kiliseden izin alan arkeologlar, bilinen tek resmi öldükten 20 yıl sonra ressam Juan de Jauregui tarafından çizilen yazarın, kalıntıları sayesinde gerçek yüz hatlarını şekillendirebilecekler.
Rakipleri tarafından aşırı içkici olduğu söylenen ve siroz hastalığından öldüğü düşünülen Cervantes’in kalıntıları, gerçek ölüm nedenine de ışık tutacak. Uzmanlar, Cervantes’in 1571’de İnebahtı Deniz Muharabesi’nde aldığı yaraların izleri yüzünden, kalıntıları tanımlamanın kolay olacağını belirtiyor. 1616’da ölen yazar, evinin yakınındaki manastıra gömülmüştü. 1673’te bu manastırdaki inşaat sırasında başka manastıra taşınan, sonra tekrar aynı manastıra dönen yazarın kalıntılarının, tam nereye gömüldüğü bilinmiyor. Projenin, 2016 Cervantes ve Shakespeare küresel anma törenine yetişmesi umut ediliyor.
Radikal, 27.07.2011
|
Juan de Jauregui nin çizdi?i bu portre,
Cervantes in bilinen tek resmi. |
İKİZ SFENKSLER KAVUŞUYORLAR
Berlin’e 1915 yılında
restorasyon amacıyla götürüldükten sonra iade
edilmeyen Hattuşaş Sfenksi, 99 yıl sonra ikizine
kavuşuyor. Bu sabah Türkiye’ye ulaşması beklenen
sfenks, Boğazkale ya
da Çorum’a götürülecek.
Türk
ve Alman yetkililer arasında
yapılan görüşmelerden sonra iade edilmesine karar
verilen Sfenks, Hititlerin başkenti Hattuşaş’tan
(Boğazkale) götürülmüştü. Alman arkeologlar
tarafından 1906-1912 yılları arasında yapılan
kazılarda ortaya çıkan eserin bir de ikizi
bulunuyor. Kültür Bakanlığı’nın kültürden sorumlu
Alman Devlet Bakanı Bernd Neumann’la
gerçekleştirdiği görüşmeler sonrasında, sfenksin
Alman-Türk dostluğunun ‘gönüllü bir jest’ olarak
Türkiye’ye iade edilmesine karar verildi. Sfenks,
İstanbul’daki ikizi de söküldükten sonra Çorum ya da
Boğazkale Müzeleri’nin birinde Hattuşaş’ın Dünya
Tarihi Mirası ilanının 25. yıldönümünde
sergilenecek.
Radikal, 27.07.2011
SFENKS, BOĞAZKÖY
MÜZESİ'NDE SERGİLENECEK
Çorum’un Boğazkale
İlçesi'nde yürütülen arkeolojik kazılarda bulunan ve
1917 yılında Almanya’ya götürülen Sfenksi, Boğazköy
Müzesi’nde sergilenecek. Boğazköy Müzesi’nde görevli
Arkeolog Tahir Aksekili, sfenksin yerinin hazır
olduğunu, müze girişindeki aslan figürlü kapının sol
kısmında sergileneceğini söyledi.
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, geçen Şubat ayında Almanya’dan
Boğazköy Sfenksi’nin iadesini istemiş, aksi halde
Almanlar’ın Türkiye’de yaptıkları bütün kazı
çalışmalarını iptal edeceğini söylemişti. Bunun
üzerine Almanlar Sfenksi iade etme kararı aldı.
Bunun üzerine Sfenks iki gün önce İstanbul’a
getirildi. Kültür ve Turizm Bakanı Günay’ın,
Sfenksin ait olduğu yerde sergileneceğini açıklaması
ardından Boğazkale Müzesi’nde de hazırlıklara
başladı. Boğazköy Müzesi’nde görevli Arkeolog Tahir
Aksekili hazırlık çalışmalarının tamamlandığını
söyledi. 3 bin 500 yaşında, 2. 58 metre
yüksekliğinde olan eserin, bir zamanlar Hititlerin
başkenti olan Hattuşa’nın Güney Kapısı’nın sağ
tarafında beklediğini belirterek, “Berlin’den
getirilen sfenks Boğazköy’ün Dünya Miras Alanı ilan
edilişinin 25′inci yıldönümü olan 28 Kasım 2011′de
ziyarete hazır hale getirilecek” dedi.
Boğazkale Hattuşa Ören
Yeri Kazı Başkanı Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden
Doç.Dr. Andreas Schachner, Boğazkale Sfenksi’nin
yıllarca süren görüşmelerin ardından Hattuşa’ya
dönecek olmasından heyecan duyduğunu söyledi.
Doç.Dr. Schachner, 1917′de onarım amacıyla
Almanya’ya götürülen sfenksin ait olduğu coğrafyaya
dönmesi talebini Türkiye’nin her platformda dile
getirdiğini hatırlatarak, “Yasa dışı yollardan yurt
dışına giden bütün eserlerin Türkiye’ye dönmesini
isterim” dedi. Bu arada Doç.Dr. Schachner, 2011
dönemi kazılarının yarın başlayacağını ve 10 Ekime
kadar kazı çalışmalarının devam edeceğini söyledi.
haberler.com, 28.07.2011
|
NASRETTİN HOCA'NIN KIZININ MEZARI ANIT OLUYOR
Nasreddin Hoca'nın kızı Fatma Hatun'a ait olduğu
kesinleşen Eskişehir'in Sivrihisar İlçesi'ndeki
mezar, anıt haline getirilecek.
Yıllar önce Sivrihisar'dan Akşehir'e
götürülen Fatma Hatun'a ait mezar taşı da
geri getirilecek. Projenin önümüzdeki
günlerde tamamlanmasının ardından yapılacak
anıt mezar turizme açılacak. Prof.Dr. Erol
Altınsapan, mezarın bulunması için 2000'de
başlatılan çalışmalar kapsamında Ankara
Salnamesi'ndeki "Kasabaya Şark cihetinden
dahil olan yolun sol cihetinde Hacı
Nasreddin Rahimehullah'ın kerimelerinin
kabri vardır." ifadesine ulaştı. Bu ifadeden
yola çıkan ekip, 13. yüzyıldan kalma Seyid
Mahmut Suzani Türbesi'nin batısında bulunan
iskeleti Eskişehir Arkeoloji Müzesi'ne
teslim etti. Eskişehir Müze Müdürlüğü Tabiat
Varlıkları Koruma Kurulu da mezarın
Nasreddin Hoca'nın kızı Fatma Hatun'a ait
olduğunu tescil etti. Sivrihisar Belediyesi
de bölgeye anıt mezar yapılması için
çalışmalara başladı.
Zaman, Haber: Mehmet Kuru, 27.07.2011
|
ÜNİVERSİTE KAMPÜSÜNDE
TARİHİ ESER
Mardin Artuklu
Üniversitesi’nin Diyarbakır yolu üzerınde yapımı
devam eden yeni kampüs alanındakı kazılarda, 5. ve
11. yüzyıla aıt oldugu belırlenen tarihi kalıntılara
rastlandı.
Mardin Müze Müdürü Nihat
Erdoğan, Artuklu Ünıversitesi’nin kampüsünün
yapımına baslarken burada bir yerlesimin olduğunun
son anda fark edildiğini belirtti.
Erdoğan, yürütülen
kazıda Artuklu ve Roma dönemine ait sikke, ok ve
mızrak uçları, ahşap kapılara ait çiviler, süs ve
metal eşyalardan oluşan kalıntılar bulunduğunu
söyledi. Erdoğan, üniversiteyle bir proje
hazırlayarak, kampüs alanında arkeoloji bölümü
öğrencilerinin uygulamalı eğitim görmesinin
sağlanabileceğini ifade etti.
Antik kent özelliği
taşıyan tek ve ilk üniversitenin Mardin Artuklu
Üniversitesi olacağına dikkati çeken Erdoğan, bu
alandaki çalışmayı ilerki senelerde Artuklu
Üniversitesi'nin Arkeoloji Bölümü için bir
”arkeopark” olarak önermeyi planladıklarını
belirtti.
Bundan sonraki
kazıların, üniversitenin bu alana kurulmasının
ardından Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü
öğrencilerince yürütülmesinin söz konusu olacağını
vurgulayan Erdoğan, ”Burada okuyan öğrenciler
Türkiye’nin en şanslı öğrencileri olacak. Burada tüm
kampüs alanı içerisinde arkeoloji parkını
uygulayacak alanları olacak. Bağrında antik kent
taşıyan tek kampüs ilk üniversite de burası olacak.
Öte yandan üniversiteyi gezmeye gelenler hem
arkeolojik bir alanı hem de üniversite kampüsünü
ziyaret etme fırsatı bulacaklar” şeklinde konuştu.
Trt Haber, 27.07.2011
|
HOŞAP KALESİ'NDE İÇ MEKANLAR GÜN IŞIĞINA ÇIKIYOR
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Yüzüncü Yıl
Üniversitesi katkılarıyla 2007 yılında Hoşap
Kalesi'nde başlatılan kazı çalışmalarının bu yılki
etabı tamamlandı. Mimar, arkeolog, sanat tarihçisi
ve öğrencilerden oluşan ekip, Mahmudi beylerinden
Sarı Süleyman tarafından 1643 yılında yaptırılan
Hoşap Kalesi'nde kazı çalışmalarında 5. yılın sonuna
gelindi. 15 kişilik bir ekibin yürüttüğü kazılarda;
3 hamam, seyir köşkü ve harem odaları olarak
adlandırılan mekanlar ortaya çıkarıldı.
Kalenin hemen eteklerinde medfun; Seyyid Abdurrahman
Kutub Hazretleri'nin kabirlerinin yanıbaşındaki
mescid ve külliyesi gün yüzüne çıkartılıyor.
Konu ile ilgili İHA muhabirine açıklamalarda bulunan
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Fen Edebiyat
Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.
Doç.Dr. Mehmet Top, 2007'de başlattıkları kazı
çalışmalarını Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın
destekleriyle devam ettirdiklerini belirterek, "Kazı
çalışmalarına ilk başladığımız yıllarda kale bir
muammaydı. Kaz ı çalışmalarıyla birlikle iç mekanlar
yavaş yavaş aydınlanmaya başladı. Şu anda
uylaştığımız seviye itibariyle kalede 3 hamam, seyir
köşkü ve harem odaları olarak adlandırılan mekanlar
ortaya çıkarıldı. Ortaya çıkardığımız bu mekanların
ikinci kısmında sağlamlaştırma ve restorasyon, 3.
etabı ise ziyarete açmak olacak" dedi.
Yrd. Doç.Dr. Mehmet Top, Hoşap Kalesi'nin uzaktan
bakıldığı zaman kartal yuvasını andırdığını ve bunun
da insanları cezbettiğini söyledi. Yrd. Doç.Dr.
Mehmet Top, "Kale, hem dış kısmındaki görkemli
yapısı hem de içerisindeki mekanlarıyla tarihsel
açıdan bölgenin en önemli kalelerinden biri" diye
konuştu.
Kalenin tarihçesi hakkında da bilgi veren Yrd.
Doç.Dr. Mehmet Top, "Bu kale Osmanlı yapısı olarak
karşımıza çıkıyor. Buranın Kanunu Sultan
Süleyman'dan sonra Osmanlı egemenliğine girdiğini
biliyoruz. Burası, yerel bir beylik olan Mahmudi
Beyliği hakimiyeti altında. Osmanlı Devleti'nin
hakimiyeti bu bölgede tesir ettikten sonra bu beylik
de Osmanlı Devleti'nin egemenliğine giriyor. Genel
olarak Osmanlı kalesi, yerel olarak baktığımızda
Mahmudi beylerinin ikametgahı olarak kullanılan bir
kale. Kaleye ilişkin elimizde bir tek tarih, kalenin
giriş burcu üzerinde yer alan Süleyman Bey'in
ismiyle 1643 tarihi. Ama bu tarih bizi yanıltmasın,
kalenin 17. yüzyıl öncesine giden birtakım
özellikleri de bulunuyor. 16 yüzyıldan itibaren
kaleyi tarihsel olarak takip edebiliyoruz. Kalenin
Mahmudi Beyliğinin sona ermesiyle 1850'lerde terk
edildiğini görüyoruz. 1980'lere kadar terk edilmiş
olarak kalan kalenin, 1979 tarihinde kültür varlığı
olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından tescil
edildiğini görüyoruz. Özellikle 2007 yılında kalenin
kazı çalışmalarına başladık. 2010 y ılında bir
restorasyon çalışması yapıldı. Kültür ve Turizm
Bakanlığının yaptırdığı restorasyon ve bizim
yaptığımız kazı çalışmaları yla kale kısmi olarak
ziyarete açılacak duruma geldi. Resmi olmasa bile
kalenin ziyarete açıldığını, gelen ziyaretçilerin
kazı alanları dışında mekanları gezdiğini
söyleyebiliriz. Bu önemli bir gelişme çünkü kale
2005 yılında ziyarete kapatılmıştı. Yaklaşık 2010
yılına kadar kale ziyaretçilere kapalı kaldı. Gelen
ziyaretçiler kapıdan geri dönmek zorunda kaldı"
şeklinde konuştu.
Gürpınar Kaymakamı Nurullah Kaya da kalede yapılan
kazı çalışmalarının son halini yerinde inceleyerek
Yrd. Doç.Dr. Mehmet Top'tan bilgi aldı.
Türkiye Gazetesi, Haber: Mehmet Salih Akkuş,
26.07.2011
|
SÜMERBANK KAMPÜSÜ'NE MÜZE PROJESİ İÇİN ONAY
BEKLENİYOR
Kadifekale eteklerine yapılması planlanan Ege
Medeniyetleri Müzesi'ni, kamulaştırma sorunu
nedeniyle Alsancak'taki Sümerbank Eğitim Kampusu
arkasında kalan boş araziye kaydıran Kültür ve
Turizm Bakanlığı, bu bölgeyi Milli Eğitim
Bakanlığı'ndan resmen istedi. Geçtiğimiz günlerde
Milli Eğitim Bakanlığı'na yazı göndererek yaklaşık
130 dönümlük arazinin kullanımını kültür ve sanat
vadisi yapmak üzere talep eden Kültür ve Turizm
Bakanlığı, şimdi merakla gelecek yanıtı bekliyor.
Arazinin 2000 yılı öncesinde Özelleştirme İdaresi
tarafından İl Özel İdaresi'ne devredildiğini, İl
Özel İdaresi'nin de İl Genel Meclisi kararıyla
arazinin kullanım hakkını Milli Eğitim Bakanlığı'na
verdiğini belirten İl Kültür ve Turizm Müdürü
Abdülaziz Ediz, "Şu anda arazi ile ilgili söz sahibi
Milli Eğitim Bakanlığı. Bu bakanlık, alanda bulunan
meslek liselerinin arkasında kalan boş araziyi bize
devrederse bu alana içinde müze de bulunan bir
kültür, sanat vadisi yapmayı amaçlıyoruz" diye
konuştu.
Araziyi devralmaları durumunda hemen çalışma
başlatacaklarını belirten Ediz, öncelikle araziyi
kullanılabilir hale getireceklerini ifade etti.
Ardından alana ilk olarak Ege Medeniyetleri
Müzesi'ni inşa edeceklerini belirten Ediz, "Bu alan
insanların rahatça gezip vakit geçirebilecekleri bir
kültür ve sanat platformu olacak. Arazinin İzmir
Limanı'na yakın olması kruvaziyerle gelen
turistlerin kısa sürede ulaşabilecek olması
nedeniyle de büyük avantaj sağlıyor. Arazide
yeme-içme mekanları da düzenlenecek" diye konuştu.
Ege Medeniyetleri Müzesi için İzmir Büyükşehir
Belediyesi tarafından önerilen Kadifekale
eteklerindeki alanı ikinci plana bıraktıklarını
belirten Ediz, "Müzenin Kadifekale eteklerinde
yapılması da bir fikir. Ancak Kadifekale ile Agora
Ören Yeri arasında kalan bölgedeki kamulaştırma
sorunları, yeni ve çarpık yapıların temizlenmesi,
sondaj kazıları ve Kültür ve Tabiat Varlıkları
Koruma Kurulu'ndan alınacak onayların süreci
uzatacağı açıkça görülüyor. Bu nedenle Sümerbank'a
yönelme ihtiyacı hissedildi. Eğer Sümerbank için
Milli Eğitim Bakanlığı'ndan uygun görüş gelirse
Kadifekale'ye müze yapılmasına gerek kalmaz. Zaten
Agora ile Kadifekale'yi içine alan bölge, gelecekte
açık hava müzesi gibi olacak. Bölgede yeraltında
bulunduğu belirtilen amfi tiyatronun da gün yüzüne
çıkarılması amaçlanıyor" dedi.
İktisat
Kongresi binası yapılacak
İzmir İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, 1. İktisat
Kongresi'nin yapıldığı ve geçen yıllar içerisinde
yıkılan binanın yenisinin inşa edilmesi için Kültür
ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın talimatıyla
çalışma başlattı. Abdülaziz Ediz, Konak'ta bulunan
bina ve arazisi ile ilgili kadastral ve mülkiyet
durumu ile ilgili bilgilerin bulunduğu bir dosyayı,
Bakan Ertuğrul Günay'a ilettiklerini belirtti. Bire
bir yenisi yapılması planlanan ve Aram Hamparsumyan
Hanı olarak bilinen binanın bulunduğu alanın boş
olduğunu ve otopark olarak kullanıldığını belirten
Ediz, "Binanın arsası Hazine'ye ait ve otopark
olarak kullanılıyor. Eğer Sayın Bakanımız uygun
görürse arsaya binanın birebir aynısını yapabiliriz"
diye konuştu. Araştırmalarda bina ile ilgili önemli
bilgilere ulaşıldı. Eski fotoğraflardan binanın orta
kısmının boş olduğu ve asma katlar bulunduğu
belirlendi.
Yeni Asır, Haber: İlker Çoban, 26.07.2011
|
|
YENİŞEHİR'DE TARİHİ EVLER YOK OLUYOR
Osmanlının
ilk başkenti olan Bursa’nın Yenişehir İlçesi'nde
tarihi evlerin yıkılmaya yüz tutması vatandaşları
üzüyor.
Yenişehir’de tarihi 3-5 ev kaldığını belirten
vatandaşlar, "Günümüze zor ulaşan tarihi evler
ilgisizlikten yıkılmaya yüz tuttu. Yetkililer
tarihi evlerin çevresini tenekelerle çevirmekle
yetiniyor. Bu eserler bize dedelerimizden
emanet" dedi.
Kurşurlu Han’da çalışmaların başlamasıyla
ümitlendiklerini dile getiren vatandaşlar, "Ama
nedense çalışmalar yarım kaldı. Şu an bu bölge
çöplük gibi oldu. Madem çalışmalar yarım
bırakılacaktı neden başlandı?" diye sordu.
Bursa Olay, 26.07.2011
|
11 BİN 500 YILLIK GÖBEKLİTEPE'DE KAZI ÇALIŞMALARI
YENİDEN BAŞLIYOR
Dünyanın en eski yerleşim merkezlerinden biri
olan ve Hz. Adem ile Havva'nın cennetten
çıkarıldıklarında yeryüzüne indikleri yer olduğu
iddia edilen Şanlıurfa merkeze bağlı Örencik
Köyü Göbeklitepe mevkisinde kazı çalışmaları
yeniden başlayacak.
11 bin 500 yıllık tarihe sahip olan ören
yerindeki kazı çalışmaları Klaus Schmidt
başkanlığında yapılacak. Kazı ekibi başkanı
Klaus Schmidt, ikinci başkan Cihat
Kürkçüoğlu, Yrd. Doç.Dr. Çiğdem Schmidt ile
Müze Müdürü Müslüm Ercan, Şanlıurfa Vali
Vekili Bahri Tiryaki'yi makamında ziyaret
etti. Vali Vekili Bahri Tiryaki'ye yapılacak
çalışmalarla ilgili bilgi veren Klaus
Schmidt, ilk aşamada planlama ve temizlik
kazısı yapılacağını bildirdi. Schmidt, Eylül
ayında ise kazı çalışmalarının
gerçekleştirileceğini anlattı. Vali Vekili
Bahri Tiryaki ise ziyaretten duyduğu
memnuniyeti dile getirdi. Göbeklitepe'nin
Şanlıurfa için önemli olduğuna dikkat çeken
Tiryaki, burada yapılacak kazı çalışmalarına
önem verdiklerini kaydetti.
Zaman, 26.07.2011
|
2 BİN YIL ÖNCESİNİN 'F1 ARAÇLARI'
Muğla'nın Yatağan
İlçesi'ndeki Stratonikeia antik kentinde devam eden kazı çalışmaları kapsamında, 2
bin yıllık "Araba Yarışı Sahnesi" bulundu.
Pamukkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Stratonikeia
Antik Kenti Kazı Başkanı Doç.Dr. Bilal Söğüt,
AA muhabirine yaptığı açıklamada, antik kentte 45
öğretim elemanı ve öğrenci ile 30 işçiden oluşan bir
ekiple kazı çalışmalarını yürüttüklerini söyledi.
2009 yılında kuzey şehir kapısındaki çalışmalar
esnasında araba yarışı sahnesinin yer aldığı bloklar
bulduklarını hatırlatan Söğüt, şöyle devam etti:
"Bu hafta tamamen farklı bir alanda yaptığımız
çalışmalarda, hatta kentin önemli bir caddesinin
başlangıcı olduğunu düşündüğümüz bölgede
yaptığımız çalışmalarda kabartma olarak yapılmış,
yeni bir araba yarışı sahnesi daha bulduk. Bulunan
eserler bir birine yakın olmayan yerlerden ve
ölçülerine göre farklı yapılara ait olmalı. Bulunan
araba yarışı sahnesi bizim için çok önemli.
Bulunan kabartma ile antik dönemin kültürel hayatı
ve sportif faaliyetleri hakkında bilgi sahibi
oluyoruz. Bulunan araba yarışı sahnesi figürü
sayesinde yaklaşık 2 bin yıl önce kullanılan yarış
arabalarının özellikleri, koşum takımları gibi
detaylar hakkında bilgi sahibi olacağız. Bu eserin
bulunması çok önemli ve sevindirici bir gelişme."
Söğüt, araba yarışı sahnesinin bulunmasının ardından
kazı ekibinin heyecanlı bir bekleyiş yaşadığına
işaret ederek, "Her an aynı bölgede başka araba
yarışı sahnesi figürleri veya farklı figürler
bulmayı umuyoruz. Araba yarışları antik dönem için
en önemli faaliyetlerden birisi. Bu
yarışlarda başarılı olmak büyük bir onur. Antik
dönemde cenaze törenlerinde ve sportif etkinliklerde
düzenlenen araba yarışları büyük önem taşıyor. Antik
döneme ait seramik eserler ve yapılar üzerinde araba
yarışı figürlerine sıklıkla rastlıyoruz" diye
konuştu.
Antik dönemde meşhur araba yarışları yapıldığını
anlatan Söğüt, şunları söyledi:
"Bunlardan birisi ünlü Ozan Homeros'un bize
anlattığı bilgidir. Buna göre Truva Kralı Priamos'un
oğlu Hektor'un Akilleus tarafından
öldürülmesinden sonra savaşa verilen 10 günlük arada
yapılan en önemli faaliyetlerden birisi atlı araba
yarışlarıydı. O yüzden heyecanlıyız. Her kazmayı
vurduğunuzda ne çıkacağı belli olmuyor. O yüzden
vurduğumuz her kazma bizim için yeni bir buluntu
anlamına geliyor. Bölgede önemli bir anıtsal sütunun
kalıntılarını da bulduk. Ekibimizde yer alan
akademisyen ve öğrencilerimiz o nedenle heyecanlı
bir süreç yaşıyorlar. Bölgedeki kazılara 2008
yılında başladık ve güzel çalışmalara imza attık."
Gladyatör kenti
Stratonikeia antik kentinde gladyatörlerin
yaşadığına dair bugüne kadar önemli bulgulara
ulaştıklarına da hatırlatan Söğüt, "Gladyatörlerin
antik dönemde bu bölgede yaşadıklarını ve
mezarlarının burada olduğunu
biliyoruz. Gladyatörlerin mezar stellerinden bir
grup örnek Muğla Müzesi'nde
sergileniyor. Stratonikeia'da son yıllarda
yaptığımız çalışmalarda yeni gladyatör
isimleri bulduk. Bölgede, gelecekte gladyatörlerin
yeni mezar stellerine ulaşacağımızdan eminiz. Antik
dönemde Stratonikeia'nın gladyatörler için önemli
olduğunu düşünüyoruz. Sadece, onların nerede ve
hangi yapıda gösteri yaptıkları konusunda şimdilik
bir kesinlik yok. Bir yapının varlığı ile ilgili
beklentilerimiz yüksek." diye konuştu.
Stratonikeia Kazı Başkanı Doç.Dr. Bilal Söğüt,
Muğla İl Milli
Eğitim Müdürlüğü, AR-GE Projeler Ekibi'nin
hazırladığı "Who Doesn't Know the Past Wonn't Have a
Future;So Teach Through the History" adını taşıyan
ve "Geçmişini Bilmeyen Geleceğini Bilemez; Öyleyse
Tarihimizi Öğretelim" adlı Comennus Bölgesel
Ortaklık Projesi'nden de bahsederek, şunları
söyledi:
"Projenin amacı Muğla'daki idareci, öğretmen ve
öğrencilere yaşadıkları çevrenin tarihinin
tanıtılması, öğretilmesi ve tarih bilincinin
oluşturulması. Bu amaç doğrultusunda Stratonikeia
antik kentinde proje kapsamında çalışma
alanı seçildi. Projenin ilk toplantısını Muğla İl
Milli
Eğitim Müdürlüğü'nde gerçekleştirdik. Toplantıya
projenin yerel ortakları da katıldı. Projeye,
'Avrupa Birliği Hayat Boyu Öğrenme Programı'
kapsamında 49 bin 549 euro maddi destek sağlandığını
öğrendik. Böyle bir projenin çıkması Muğla Milli
Eğitim Müdürlüğü'nde çalışan fedakar
öğretmenlerimizin başarısıdır. Onları tebrik
ediyor ve kutluyorum. Bu projenin yürütüleceği
kentin kazı başkanı olarak çok mutluyum. Ülkemizin
tarihi zenginliklerinin tanıtılması konusunda
elimizden geleni yapmaya hazırız."
Cnn Türk, 26.07.2011
|
ARANAN HAVARİ MEZARI BULUNDU
İtalyan profesör Francesco D’Andria, Hz. İsa’nın 12
havarisinden biri olan ve 2 bin yıl önce Romalılar
tarafından öldürülen St. Philippus’un (Aziz Philip)
mezarını bulduklarını açıkladı
Prof.Dr. Francesco D’Andria, “İncil’de
adı geçen ve
Hıristiyan camiası için çok önemli olan St.
Philippus’un mezarının bulunması dünyada ses
getirecek” dedi.
Denizli’nin 18 kilometre kuzeyinde yer alan
Hierapolis (Pamukkale) kentinde devam eden kazılara
32 yıldır başkanlık eden Prof. D’Andria, St.
Philippus’un
Hıristiyanlık dinini yaymak için Hierapolis’e
geldiğini ve Romalılar tarafından öldürüldüğünü
belirtti.
Yıllardır mezarı bulmak için çaba harcadıklarını
anlatan Prof. D’Andria, “Bugüne kadar mezarın
Şehitlik Tepesi’nde olduğu sanılıyordu ama jeofizik
araştırmalarımzda izine rastlayamamıştık” dedi: “Bir
ay önce Şehitlik Tepesi’ndeki St. Philippus
Kilisesi’nin 40 metre yakınında yeni bir kilise
kalıntısı bulduk. Mezarın burada olduğunu tespit
ettik. Bu buluş Hıristiyan dünyası ve
arkeoloji için çok önemli. Hıristiyanlar buraya
hacı olmaya gelecek” dedi.
Prof. D’Andria yapı ve yazıtlardan mezarın St.
Philippus’a ait olduğunun anlaşıldığını belirtti:
“St. Philippus’un mezarının 5’inci yüzyılda adına
yaptırılan kiliseden çıkarılıp yeni bulduğumuz
mezara nakledildiğini belirledik.”
Milliyet, Haber: Ferah Işık - Ramazan Çetin,
26.07.2011
******
DENİZLİ'DE İNANÇ TURİZMİ
PATLAYACAK
Termal turizmi pazarlamak için yıllardan bu yana
çabalayan Denizli'nin başına talih kuşu kondu.
Pamukkale'deki antik Hierapolis kentinde kazı yapan
İtalyan arkeologların, Hz. İsa'nın 12 havarisinden
biri olan Saint Philippus'un mezarının bulunduğunu
açıklaması tüm dünyada ses getirdi.
Büyük heyecan yaratan kutsal mezarın bulunması
uluslararası haber ajansları tarafından da tüm
dünyaya duyuruldu. İncilde adı geçen Saint
Philippus'un Hıristiyan alemi için büyük önemi
olduğu vurgulandı. Denizli Turistik Otel
İşletmecileri Derneği (DENTUROD) Başkanı Şeref
Karakan, "Pamukkale artık hacı olmak isteyen
Hıristiyanların tur listesinde yer alacak" dedi.
Geçtiğimiz Ocak ayında Laodikya'da, adı İncilde
geçen kutsal kilisenin bulunmasının ardından
Denizli'nin 'inanç turizmine' olan inancı daha da
arttı. Laodikya Kilisesi ABD'nin en önemli
gazetelerinden New York Times'a da konu olurken,
Hıristiyanlar daha yoğun şekilde antik kenti ziyaret
etmeye başladı. Kilisenin bulunmasının ardından
özellikle ABD, Avrupa ve Uzak Doğu'dan gelen
Hıristiyanlar, ayda birkaç kez olan ayin sayısını
haftada 3'e kadar çıkardı. Denizli'nin inanç
turizminde büyük getiri sağlayacağı düşünülürken,
bir diğer kutsal mekan ise Laodikya Kilisesi'nden
yaklaşık 10 kilometre ileride Pamukkale'de bulunan
Hierapolis antik kentinde ortaya çıktı. Dünyanın
aradığı mezarın Denizli'de bulunmasını Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, "Keşif dünya
kataloğuna girecek" şeklinde yorumlarken, Pamukkale
dışındaki alanların da Dünya Miras Listesine
gireceğini söyledi.
Hıristiyanları yakından ilgilendiren Saint
Philippus'un mezarının bulunması dünya basınında da
ses getirdi. Uluslararası haber ajansları İtalyan
Arkeolog Ord. Prof.Dr. Francesco D'Andria'nın
keşfini tüm dünyaya duyururken, kutsal eser Almanya,
İtalya, İspanya, Romanya, Norveç, Finlandiya ve bir
çok ülkedeki haber sitelerine "Hıristiyan alemi için
büyük keşif" şeklinde düştü.
Denizli Turistik Otel İşletmecileri Derneği
(DENTUROD) Başkanı Şeref Karakan, "Hıristiyanlığı
yaymak için o dönemin Roma Devleti'ne bağlı
Hierapolis kentine Hz. İsa tarafından gönderilen,
ancak yakalandıktan sonra Romalılar tarafından
öldürülen Saint Philippus'un mezarının doğa ile
tarihin birleştiği Pamukkale'de bulunması büyük bir
olay. Pamukkale artık hacı olmak isteyen
Hıristiyanların tur listesi içinde ön sıralarda yer
alacak" dedi.
Denizli'nin kurtuluşunun termal turizm ve inanç
turizmi olduğunu vurgulayan Karakan, "Gerek Laodikya
Kilisesi gerekse Saint Philippus'un mezarı Denizli
için büyük önem taşıyor. İnsanların dini
inançlarının gereğini yerine getirdikleri kutsal
mabetleri görmek amacıyla yaptıkları turistik amaçlı
gezilerin Türk turizmcisine getirisi her geçen yıl
artarak devam ediyor. Bulunan her yeni kalıntı, her
yeni kitabe, her yeni simge Türkiye'ye binlerce
kişinin gelmesini sağlıyor" dedi.
Laodikya Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek,
İncilde adı geçen 7 kiliseden birinin bulunmasının
ardından antik kente gelen turist sayısında artış
olduğunu belirterek, özellikle ABD, Avrupa ve Uzak
Doğu'dan gelen ziyaretçilerin ayinler düzenlediğini
söyledi. Laodika'yı ziyaret eden günlük bin 500
turist sayısının restorasyon çalışmalarının
ilerlemesi ve tanıtımın artmasıyla birlikte 2012'den
itibaren 3 bine çıkacağına işaret eden Şimşek,
kilisede vaftiz törenlerinin dahi
düzenlenebileceğini belirtti. Öte yandan kısa süre
sonra İtalya'nın Napoli kentinden 40 kişilik rahip
grubunun, dini inanç turizmi kapsamında Laodikya
Kilisesi'ni ziyaret edeceği ve ayin düzenleyeceği
öğrenildi.
Kültür ve Turizm Müdürü Mehmet Korkmaz ise daha
şimdiden yurtiçi ve yurtdışındaki turizm
acentelerinden bölgeye tur düzenlemek için istek
yaptığını söyledi. Mezarın bulunmasının Denizli ve
ülke turizmi açısından çok önemli olduğunu
vurgulayan Korkmaz, İtalyan kazı heyetinin mezarın
tanıtımı için bir levha hazırladığını kaydederek,
Pamukkale'de belirli noktalarda bulunan plan ve
krokilere Saint Philippus'un mezarının yerinin de
ekleneceğini belirtti. Tanıtım için müdürlüğün
internet sayfasına gerekli bilgilerin girileceğini
anlatan Korkmaz, "Saint Philippus'un mezarı ile
ilgili bilgi ve fotoğrafları aldık. Baskı aşamasına
gelen 250 sayfalık Denizli tanıtım dergisinde geniş
yer vereceğiz. Eser daha şimdiden tüm dünyayı
yakından ilgilendirdi. Tanıtım için çalışmalarımız
sürecek" diye konuştu.
Yen Asır, Haber: Ufuk
Soyhan, 28.07.2011
|
"BİR ANLAMDA BİR DEMOKRASİ MÜZESİ YAPACAĞIZ BURADA"
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay,
beraberinde İstanbul Valisi Hüseyin Avni
Mutlu, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir
Topbaş ve Adalar Belediye Başkanı
Mustafa Farsakoğlu ile
Sivriada ve
Yassıada üzerinde helikopterle incelemelerde
bulundu. Ardından tekneyle Yassıada'ya gelen Günay
ve beraberindekiler, ilk olarak 27 Mayıs darbesinin
ardından mahkeme salonuna dönüştürülen spor salonunu
gezdi.
Burada gazetecilere yaptığı açıklamada, ''Burası
bizim demokrasi tarihimizin, hukuk tarihimizin en
acılı, en yüz kızartıcı olaylarının sergilendiği
mekanlardan birisi'' diye sözlerine başlayan Günay,
bu salonun, 27 Mayıs askeri darbesinden sonra, halk
oyuyla seçilmiş bulunan bir siyasi iktidarın
temsilcilerinin Cumhurbaşkanı ve Başbakanı dahil
olmak üzere yargılandığı, olağanüstü yargılamaların
yapıldığı bir mahkeme salonu olduğunu dile getirdi.
Günay, salonun 1958 yılında askeriyenin kullanımı
için spor salonu olarak yapıldığını anımsatarak, 27
Mayıs askeri darbesinden sonra Demokrat Parti
iktidarının bütün temsilcilerinin bu adada tutuklu
olduklarını ve burada kurulan olağanüstü bir
mahkemede yargılandıklarını anlattı.
Yaşı yarım yüzyılı geçenlerin, radyodan bu
yargılamanın sesli yayınını hatırladıklarını ifade
eden Günay, ''Burada olağanüstü bir mahkeme kuruldu.
En acımasız ve o zamanki darbe iktidarının siyasi
iktidara karşı en fütursuz davranabilecek yargıçları
toplandı. Burada, dünyanın demokrasi tarihinin,
hukuk tarihinin yüzünü kızartan yargılamalar
yapıldı'' diye konuştu.
Dönemin mahkeme başkanı Salim Başol'un Yargıtay
üyesi olduğunu ve daha önceki yıllarda Tan Matbaası
olayından sonra Sabiha Sertel ve Zekeriya Sertel'i
de mahkum etmesiyle tanınan bir yargıç olduğunu
hatırlatan Günay, şunları kaydetti:
''Burada böyle bir yargılama sergilendi. Çevredeki
yapıların bir kısmında da Cumhurbaşkanı ve Başbakan
dahil olmak üzere Demokrat Parti bakanları,
milletvekilleri tutuklu olarak bulundular ve sınırlı
sayıda insanın da yargılamaları sözüm ona izlemesine
imkan veriliyordu. Mekan askeriyenin yönetimindeydi,
son zamanda Sayın Başbakanın da talimatlarıyla
Kültür ve Turizm Bakanlığına devredildi bütün
buradaki yapılar.''
Burada ne yapılabileceği konusunda bir ön inceleme
yapmak için geldiklerini dile getiren Günay, şöyle
devam etti:
''Elbette, burada yaşananları anlatan bir müze
düzenlemesi mutlaka yapacağız. Bu mekan tekrar bir
mahkeme salonu görüntüsüne, o dönemdeki
hukuksuzlukları anlatan, yargı kararlarını da belki
bir biçimde burada sergileyerek bir mahkeme salonu
görüntüsüne dönüştürülecek. Tutukevi olan bölümler
de Celal Bayar'ın, rahmetli Menderes'in ve bütün
öteki tarihimizde bildiğimiz önemli kişilikleri,
belki eşyaları ve çeşitli canlandırmalarıyla,
tutukluluk dönemini yansıtan bir müze düzenlemesi
yapılacak. Bir anlamda bir demokrasi müzesi
yapacağız burada. Ama bundan ibaret olmayacak,
çevrede çeşitli kültür etkinlikleri yapılacak bir
alan, belki küçük bir konaklama tesisi, sergi
salonları, toplantı salonları gibi başka alanlar
gibi düzenlemeler de yapacağız.
Gelirken Sivriada'ya da baktık. Sivriada'da da
tarihi taş ocağı, belki amfi tiyatro olarak
kullanılıp bir toplantı salonuna dönüştürülebilir.''
Valilik,
Büyükşehir ve yerel yönetimlerin katkılarıyla
düzenlemelerin yapılacağını ifade eden Günay,
şunları söyledi:
''İstiyoruz ki, Türkiye tarihiyle yüzleşebilsin.
Türkiye'nin demokrasisi neden çok partili sisteme
geçtiğimizin üzerinden 65 yıl geçmesine rağmen hala
yeni kurumlaşabiliyor. Kuralları hala yeni
oluşabiliyor. Çünkü 1960'da bir darbe, 1971'de bir
başka darbe, 1980'de bir başka darbe... Daha sonra
da 28 Şubat'lar, 27 Nisan'da da çeşitli
örselenmelerle Türkiye demokrasisi karşılaştı ve
kurumlaşması o yüzden gecikti. Bugün biz hala
özgürlükçü yeni bir anayasanın, gerçek bir hukuk
devletinin özlemini çekiyoruz. Bunun için
tarihimizle yüzleşmemiz, ne olduğunu yeni kuşakların
bilmesi, hatta dünyanın bilmesi gerekir. Yassıada
hatta Sivriada, bir anlamda bizim tarihimizdeki bu
haksızlıklar, uğursuzluklar, olumsuzluklar yüzünden
'Yaslı ada' olarak anılan bir mekandı. Biz bu
mekanlar demokrasi ve özgürlükler adası haline
gelsin, bir tür vicdani yüzleşme mekanları haline
gelsin diye düşünüyoruz.''
Adnan Menderes'in tutuklu kaldığı oda
Adnan Menderes'in tutukluluğunu geçirdiği 10
metrekarelik odayı da ziyaret eden Ertuğrul Günay,
burada da şunları dile getirdi:
''Bu küçük oda Türkiye'ye üç dönem halkoyuyla
Başbakanlık yapmış bulunan rahmetli Adnan
Menderes'in tutuklu olarak bulunduğu oda. Zaten
fotoğrafları da anımsayacaksınız, yakın tarihimize
meraklı olanlar, köşede bir küçücük yatak, başında
bir küçük sehpa ve bitkin, pijamalarıyla Başbakan
Menderes, güleç yüzüyle burada onu tutuklamış olan
ve burada nezaret altında tutan bir takım
görevliler. Bu bizim tarihimizin ibret sayfalarından
birisidir.''
Menderes'in iyi eğitim görmüş bir insan olduğunu
belirten Günay, 1930'lu yıllarda Serbest Fırka ile
siyasete heveslendiğini, bölgesinde sevildiğini,
1946 yılında CHP milletvekili seçildiğini, daha
sonra da Demokrat Parti kurucuları arasına
katılarak, Türkiye'de üç dönem Başbakanlık yaptığını
anlattı. Günay, bütün karalamalara, iftiralara,
suçlamalara rağmen Menderes'in hala milletin sevdiği
bir siyaset adamı olduğunu belirterek, şöyle
konuştu:
''Bu oda bir simge. Yandaki bütün öteki odalar,
Cumhurbaşkanı'nın, bakanların, milletvekillerinin
kaldığı mekanlar. Bir ülken tarihinde, halkoyuna
karşı böyle suçlamalar, böyle suçlar işlenmişse, o
ülkenin demokrasi yolundaki yürüyüşü çok
meşakkatlidir, çok çilelidir. O yüzden, bütün bu
çileler bir vade sonra demokrasiyi kırılmaz bir hale
getirir, çelikleştirir. Biz de böyle bir serüven
yaşadık. Bu serüvenin başlangıcı işte buralar. Bu
bizim demokrasi tarihimizin değil sadece, dünya
hukuk tarihinin ve dünya siyasi partiler tarihinin
en acı sayfalarından birisidir, en haksız, en yüz
kızartıcı sayfalarından birisidir. Şimdi, yarım
yüzyıl sonra artık Türkiye Cumhuriyeti hem
demokrasisine, hem halkına güvenen yeni bir devlet
olarak demokrasi yolunda, hukuk devleti yolunda
kararlı adımlarla ilerleyen sağlam bir cumhuriyet
olarak kendi tarihindeki yanlışlarla yüzleşme
cesaretini gösteriyor.''
Diyarbakır Cezaevi için çalışmaların yapıldığını
söyleyen Günay, ''Yassıada'yı da bir müze, demokrasi
ve özgürlükler adası haline getiriyoruz.
Madımak'taki kebapçı ayıbına da son verdik.
Türkiye'nin neresinde geçmiş yıllarda birileri
tarafından suç işlenmişse, onlarla yüzleşme,
onlardan ibret ders çıkarma ve bir daha olmasın diye
yeni ibret mekanı yaratma niyeti ve gayreti
içindeyiz'' diye konuştu.
Günay, tutukluların getirildikleri alanları gezerken
de ''zulümleri batsın'' diye konuştu.
Yapı, Fotoğraf: Y. Erhan Elaldı, 26.07.2011
|
BAKAN GÜNAY, DOÇENTİ YERİN DİBİNE SOKTU
Bakan Günay,
Süleymaniye Camii ile Kanuni Sultan Süleyman ve
Hürrem Sultan türbelerindeki restorasyonlarla ilgili
görevlilerden bilgi almayı da ihmal etmedi. Bakan
Günay'a
İstanbul Valisi
Hüseyin Avni Mutlu, İstanbul Büyükşehir Belediye
Başkanı
Kadir Topbaş, İstanbul İl Kültür ve Turzim Müdürü
Ahmet Emre Bilgili de eşlik etti.
İlk durağı
Beyazıt Kütüphanesi'nin yanında bulunan handa
incelemelerde bulunan Bakan Günay, hanın üstünün
kapatılmaması için görevlilere talimat verdi. Bir
süre burada inceleme yapan Günay daha sonra, handan
ayrıldı ve Süleymani'ye ye geçti. Burada bir süre
vatandaşlarla sohbet eden Günay, turistlerle de
tokalaştı. Ardından Bakan Günay, Süleymaniye Camii
Haziresi'nde bulunan Kanuni Sultan Süleyman ve
Hürrem Sultan türbelerindeki restorasyonla ilgili
bilgiler aldı. Kanuni Sultan Süleyman Türbesinde
bulunan, mezar taşlarını inceleyen Bakan Günay, bir
mezar taşının üzerindeki motiflerden devletin hangi,
kademesinde olduğunu öğrenmek isteyince, yanında
bulunan Yazma Eserler Başkanı Doç.Dr. Muhittin
Macit zor anlar yaşadı. Bir süre mezar taşını
inceleyen Macit, "Şu çiçekli mezarı anlat bana
bakiyim" diyen Bakan Günay'a cevap veremedi. Kısa
bir süre mezar taşını inceleyen Macit'in cevap
veremediğini gören Bakan Günay ise, "Çaktın sınıfta
kaldın. Mahvoldun Hoca" dedi. Doç.Dr. Macit ise,
"Yok sayın Bakanım, bu biraz şey yazı" cevabını
verdi. Bakan Günay, cevap veremeyen Doç.Dr. Macit'e
"Haydaaa" diyerek tepki gösterdi.
Daha sonra Kanuni Sultan Süleyman ve Hürrem
Sultan türbelerini de inceleyen Bakan Günay,
restorasyonu devam eden Süleymaniye Camii ile ilgili
bilgiler aldı. Bakan Günay, Kanuni Sultan Süleyman
türbesinin girişi üzerinde bulunan Hacer'ül Esved
taşının bir parçasına özel ilgi gösterdi. Bakan
Günay restorasyonu devam eden Süleymaniye Camii ile
ilgili görevlilerden bilgi almayı da ihmal etmedi.
GÜNAY’IN
YAZMA ESERLER BAŞKANI DOÇ.DR. MACİT’İ AZARLADIĞI
YÖNÜNDEKİ HABERİN GERÇEĞİ YANSITMADIĞI BELİRTİLDİ
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay’ın, Kanuni Sultan Süleyman
Türbesindeki incelemeleri sırasında Yazma Eserler
Başkanı Doç.Dr. Muhittin Macit’i azarladığı
yönündeki haberlerin gerçeği yansıtmadığı
belirtildi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan yapılan
açıklamada, bir haber ajansının "Doçent yazıyı
okuyamayınca" başlıklı haberinde, Bakan Günay’ın
Kanuni Sultan Süleyman Türbesi’ndeki incelemeleri
sırasında Yazma Eserler Başkanı Doç. Dr Muhittin
Macit’e tepki gösterdiği, azarladığı ifadesinin yer
aldığı aktarıldı.
Açıklamada, "Bakan Günay’ın söz konusu
tepkisi haberde yer aldığı şekilde olmayıp,
kesinlikle incitme amacı içermeyen bir konuşma
mahiyetindedir. Kesinlikle Sayın Macit’e yönelik bir
azarlama ve fırçalama söz konusu değildir" denildi.
Milliyet, Haber: Pınar Çıtak Koygun, 26.07.2011
|
EFES ANTİK KENTİNE KANAL PROJESİ
Efes
antik kentine kanal projesi,
Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel
Müdürlüğü’ne ilk kez 1993 yılında
Selçuk İlçesi'nin CHP’li belediye başkanı
tarafından getirilmişti. Proje, Efes antik kenti
limanının bir kanalla denize bağlanması, kanal
açıldıktan sonra teknelerle limanın gezilmesini
öngörüyordu. Genel müdürlük olarak projeyi
destekledik, ancak kulağa hoş gelen projenin önemli
bir eksik yanına dikkati çektik!
Burasının dünya miras listesinde olan önemli bir
antik kent olduğunu, yapılacak her türlü kazı
çalışmasının Efes Kazı Heyeti Başkanlığı’nca
yapılacağını, ancak kazı çalışmaları tamamlanınca
projenin hayata geçebileceğini bildirdik.
Söylediklerimiz, kanalı bir yıl gibi kısa bir süre
içinde açmak isteyen belediye başkanının hoşuna
gitmemişti. Öfkesini, Selçuk Belediyesi’nin
dergisinde, bu satırların yazarının adını vererek
dile getirdi.
Şimdi yine Selçuk İlçesi'nin CHP’li belediye
başkanlığı bu projeyi yeniden gündeme getiriyor...
Bu ülkede kültürel mirası kim koruyacak? Bu proje
için hiç görüş bildirmeyen
Avusturya
Bilimler Akademisi’ne ve
Arkeoloji
Enstitüsü’ne bağlı
Efes Kazı
Başkanlığı mı? Sadece kendi kazılarının
dışında hiçbir kültürel miras tahribatına ses
çıkarmayan, bana dokunmayan yılan yaşasın mantığıyla
hareket eden Türk arkeoloji profesörleri mi? Kim?
Efes antik kentine, Efes Kazı Heyeti Başkanlığı’nın
ve arkeoloji profesörlerinin göstermediği
hassasiyeti, yanlış bilgilendirildiğini düşündüğüm
Kültür ve Turizm Bakanı Sayın
Ertuğrul Günay’ın
göstereceğini umuyorum.
Cumhuriyet, Yazı: Kenan Yurttagül / Eski
Anıtlar ve Müzeler Gnl. Müd., 26.07.2011
******
ELEŞTİRİYE YANIT
Sayın
Kemal Yurttagül, Eski Anıtlar ve Müzeler
Genel Müdürü’nün 26 Temmuz 2011 Cumhuriyet
gazetesindeki “Efes Antik Kentine Kanal
Projesi” adlı yazısında yer alan, Selçuk
Belediyesi’nin Efes ören yeri ve çevresindeki kültür
varlıklarına koyduğu katkıyı görmezden gelerek
yaptığı eleştiriyi üzüntüyle okudum.
Sayın Yurttagül uzun süre Kültür Bakanlığı’nda ve
Müzeler Genel Müdürlüğü’nde görev yapmış olmasına
rağmen kendi görevleri olan Efes’in haritalarını ve
koruma amaçlı imar planını hazırlamak, Efes’in dünya
kültür mirasına dahil olması için Efes Antik Kenti
Alan Yönetimi Planını yapmak, dünyanın en büyük
antik tiyatrosu olan Efes Antik Tiyatrosu’nun
onarılarak kültür envanterine girmesini sağlamak
gibi koruma ve kollamaya yönelik çalışmalarda
bulunmamıştır.
Efes Antik Tiyatrosu’nun dünya kamuoyunda Efes’in
tanıtımını sağlayacak nitelikte en az bir iki
etkinliğe açılabilmesi amacıyla onarılması
çalışmaları altı yıldır Selçuk Belediyesi tarafından
başlatılmış ve önemli bir kısmı tamamlanmıştır. Şu
an da St. Jean Kilisesi ve Ayasuluk Kalesi’nde
restorasyon ve acil kurtarma çalışmalarıyla beraber
kaleyi gelecek kuşaklara taşıyarak rölöve,
restorasyon, aydınlatma ve peyzaj projelerini eylül
ayında tamamlayarak saha çalışmalarına
başlanılacaktır. Bütün bu işlemler kaynakları çok
kıt olan yirmi beş bin nüfuslu küçük bir belediyenin
gayretleriyle yapılmaktadır. İlgili ören yerlerinin
bütün gelirleri TÜRSAB ve Kültür Bakanlığı
tarafından kullanılmaktadır.
Sonuç olarak Antik Kanal’ın açılamayacağı
eleştirisini getiren Sayın Yurttagül’ün İsveç’te su
yüzüne çıkarılan 63 metre boyunda tarihteki en büyük
kalyon Wasa’nın çıkarılış öyküsünü incelemesini rica
ediyorum. Sayın Yurttagül’ün sözleri Avusturya
Arkeoloji Enstitüsü’nün sözleridir. Kamuoyundan,
basından ve kültür çevrelerinden kurumumuza yapılan
eleştirilerin yapıcı ve daha insaflı olmasını
istemek hakkımızdır diye düşünüyorum.
Cumhuriyet, Yazı: Hüseyin Vefa Ülgür /
Selçuk (İzmir) Belediye Başkanı, 28.07.2011
|
44 BASAMAKLI ANTİK SU SARNICI ÇEKİM MERKEZİ OLDU
Adıyaman Perre antik kenti nekropol alanında 2008 yılında yapılan kazılarda ortaya çıkartılan merdivenli sarnıç turistlerin ilgi odağı oldu. 44 basamaktan oluşan merdivenli su sarnıcı yerli ve yabancı turistlerin uğrak yeri haline geldi.
Kommagene Uygarlığı'nın 5 büyük yerleşim yerinden ayakta kalan tek yer olan Perre Antik Kent'in her geçen gün ziyaretçisi artıyor. Antik kentteki kaya mezarlarını gezen turistlerin en fazla merdivenli su sarnıcı ilgisini çekiyor.
Turistler, yer altında bulunan ve yüksekliği 10 metre olan kuyuya eğimli bir şekilde inen 21 metre uzunluğundaki merdivenlerden inerek sarnıca ulaşıyor Yağmur sularının biriktirilerek kullanıldığı iki sarnıcın daha olduğunu belirten Müze Müdürü Arkeolog Fehmi Eraslan, diğer iki sarnıcın merdivenli olmadığını, merdivenli sarnıcın tek olma özelliğinin olduğunu ifade etti.
Türkiye Gazetesi, 26.07.2011
|
|
|
"TAHRİP ETMEDEN TÜNEL YAPIN"
ODTÜ imar planına ilişkin adımı Ağustos ayında atacağını açıklayan Büyükşehir Belediyesi’ne yanıt veren ODTÜ Rektörlüğü, projelerin kendileriyle paylaşılmadığını ancak doğayı tahrip etmeden yapılacak tünel uygulamalarını her zaman desteklediklerini belirtti.
Anadolu Bulvarı’nın Konya yoluna bağlanmamasının sorumlusunun ODTÜ olmadığını ifade eden rektörlük açıklamasında şu görüşlere yer verildi:
“ODTÜ, Anadolu Bulvarı güzergahının devam ederek Konya yoluna bağlanması için gerekli araziyi 1993 yılında Karayollarına terketmiştir. 1993 yılından bu yana geçen 18 yılda, Çetin Emeç Bulvarı’nın Angora Bulvarı’na bağlanmasıyla ilgili hiçbir proje bugüne kadar ODTÜ ile paylaşılmamıştır. Bu güzergah üzerinde, ODTÜ sınırları içinde ve dışında yer alan çok sayıdaki yapının nasıl aşılacağı konusunda hazırlanan planlar hakkında bilgimiz yoktur. Fakat ODTÜ, doğal ve arkeolojik sit alanları ile orman olarak tescil edilmiş alanları tahrip etmeden yapılacak tünel uygulamalarını hep önermiş ve desteklemiştir.”
Hürriyet Ankara, 26.07.2011
|
SELÇUK KALESİ'NDE ÇALIŞMALAR HIZ ALDI
Ayasuluk Kalesinde çalışmaların hızla ilerlediğini belirten ve bundan sonraki süreçte yapılacak olan hızlı çalışmalar hakkında bilgi veren Ayasuluk ve St.Jean Kilisesi Kazı Başkanı Yrd.Doç.Dr. Mustafa Büyükkolancı; “2010 yılında St. Jean Kilisesi ve Vaftizhanesine ait 36 adet kapının gelecek yıllarda restorasyonlarının yapılması için envanterleri hazırlanmıştı. Bu çalışmada kapıların söve ve lentolarını eksik olanları tespit edilmiş ve bunların benzer mermerden yenilenmesine karar verilmişti. Kültür ve Turizm Bakanlığının 2010 yılında gönderdiği ödenekten kalan 20 bin TL’lik rakamın bu amaçla kullanılması için kapıların eksik olan söve ve lentolarının kesit ve ölçüleri mermer firmalarına verilmiş ve teklifler alınmıştı. Sonuç olarak 30 parçadan oluşan kapı parçaları 2011 ve 2012 yıllarında yerlerine monte edilmek üzere hazırlanmıştır” dedi.
Kapılara ait işlenmiş mermer bloklar Denizli’den bir mermer firması tarafından 2 aylık çalışma sonunda tamamlanarak; 30 ton taşıma kapasiteli bir TIR ile Selçuk İlçesi'ne gönderildiğini hatırlatan Büyükkkolancı; “Mermer blokların önce güvenli bir yere indirilip, bölüm bölüm St. Jean Kilisesine taşınmasında kolaylık sağlayacağı düşüncesiyle Selçuk Belediyesi'ne ait atölye alanına indirilmesi konusunda Belediye Başkanımız H.Vefa Ülgür ve Belediye birim amirlerimiz bu konuda bizlere anlayış göstermişlerdir. Bu anlamda Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkililerine ve Selçuk Belediye Başkanlığı'na teşekkür ediyorum” diyerek; Kilisenin kapılarının yerlerine monte edildikçe Haç Kilisesi olarak ünlenen yapının, plan ve görüntü açısından daha anıtsal bir duruma geleceğini kaydetti.
Selçuk Bölge Haberleri, 25.07.2011
|
|
|
BU FOTOĞRAF ÇOK SERT AMA ÖYKÜSÜ AĞLATIR
Çanakkale'nin Biga İlçesi'ne bağlı Kemer Köyü'ndeki Parion antik kentindeki kazılarda, 1500 yıllık olduğu tahmin edilen 'sevgili mezarı' bulundu.
Kazı başkanı ve Atatürk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Cevat Başaran, bu yılki çalışmalar sırasında kentin nekropolünde (mezarlık) ele geçen çok sayıda normal mezarın yanında bir de farklı mezar ortaya çıkarıldığını söyledi.
Mezarın geç Roma dönemine ait ve 1500 yıllık olduğunun tahmin edildiğini belirten Başaran, “Dikdörtgen planlı 205x75 santimetre ölçülerindeki taş ve kaplama tuğlası birleşiminden oluşturulmuş mezarın içine antropolojik bulgulara göre birbirine sarılmış durumda 18-25 yaşlarında kadın ve erkek iskelet ortaya çıkarıldı” dedi.
Başaran, tek kişilik ve tek kullanımlık görüntüsünde Doğu Batı yönünde uzanan mezardaki iskeletlerin yüzünün güneye baktığını, erkeğin kadının arkasından beline sarıldığının anlaşıldığını ifade ederek, şu bilgileri verdi:
“İskeletler iyi derecede korunmuş. Kemiklerden ve dişlerden anlaşıldığı kadarıyla bir çift aynı anda tek kişilik mezara gömülmüş. Bu durumda ilk akla gelen çiftin aynı anda öldükleridir. Erkeğin kadına sarılmış olması ise, bunların birbirlerine kavuşamadan öldükleri şeklinde düşünülebilir. Birbirlerine kavuşamayan iki sevgilinin aynı anda intihar ettikleri şeklinde yorumlanabilir. Başka bir olasılık ise birbirlerini seven bir çiftin nedeni henüz bilinmeyen ancak, aynı sebepten ve anda öldükleri düşüncesidir.”
Prof.Dr. Cevat Başaran sponsorluğunu İÇDAŞ AŞ'nin üstlendiği Parion antik kenti kazılarının ağustos ayı sonuna kadar devam edeceğini, bulgu ve belgelerin arkeoloji dünyasına önemli katkılar sağlayacağını kaydetti.
Hürriyet, 25.07.2011
|
XANTHOS ANTİK KENTİ KAZISI 60 YIL SONRA TÜRK
ARKEOLOGLARDA
UNESCO tarafından ’Dünya Kültür
Mirası’ listesine alınan Antalya’nın Kaş
İlçesi’ndeki Xanthos antik kentinde, 60 yıldır
Fransız arkeologların başkanlığında yürütülen kazı
çalışmaları, yavaş ilerlediği gerekçesiyle Türk
arkeologlara verildi.
Antalya- Muğla sınırındaki Xanthos antik kentindeki kazılar, Bakanlar Kurulu kararıyla Fransa’nın Bordeaux Üniversitesi’nden alınarak Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof Dr. Burhan Varkıvanç başkanlığındaki ekibe verildi. Antik kentteki ilk kazı, Osmanlı İmparatorluğu döneminde, 1838- 1842 yılları arasında, İngiliz arkeologlar tarafından başlatıldı. Bu dönemde yapılan kazılarda Harpy Anıtı, Payava Lahiti, Nereitler Anıtı, kabartmalar, heykeller ve mimari parçaları ortaya çıkarıldı ve Patara Limanı’ndan gemilere yüklenerek İngiltere’ye götürüldü.
Cumhuriyet Dönemi’ndeki Xanthos kazıları, 1950
yılında Fransa’nın Paris ve Sorbon üniversiteleri
tarafından yürütüldü. Bir süre ara verilen kazılar,
1990 yılında bu kez Bordeaux Üniversitesi’nden
Prof.Dr. Jacques de Caurtils başkanlığında yeniden
başlatıldı. 60 yıldır devam eden kazılarda çok fazla
yol alınamaması tepkilere yol açtı. Geçen yıl Kültür
ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay kazıyı almak istedi,
ancak Fransa Dışişleri Bakanlığı’nın devreye girmesi
nedeniyle süreç bir süre ertelendi. Son olarak,
Bakanlar Kurulu kararıyla Xanthos’ta kazı yapma
yetkisi Fransızlar’dan alındı.
MÖ 2’nci yüzyılda Likya’nın başkenti olan
Xanthos’taki kazılara, Türk bilim adamlarınca bu yıl
yeniden başlandı. Akdeniz Üniversitesi’nden 23
kişilik ekibin katıldığı bu yılki kazılar 2 ay
sürecek. Kazı Başkanı Prof.Dr. Burhan Varkıvanç,
antik kentte daha önce hiç el atılmayan mozaiklerin
onarılacağını, gezi güzergahları ve sıkça ziyaret
edilen yapıların temizleneceğini belirterek kazı
alanını tanımaları için süre gerektiğini belirtti.
Milliyet, 25.07.2011
|
KAZILAR TRİBÜNDEKİ ÖZEL BÖLMELERİ ORTAYA ÇIKARDI
Aydın'ın Germencik İlçesi'ne bağlı Ortaklar
beldesindeki Magnesia antik kentindeki stadyumda
sürdürülen kazılarda, tribünde çeşitli gruplara
bölümler ayrıldığını gösteren bulgulara ulaşıldı.
Kazı Başkanı Prof.Dr. Orhan Bingöl, Tekin Köyündeki
kazı çalışmalarını geçen yıl gün yüzüne çıkarılan ve
yaklaşık 30 bin kişilik olduğu tahmin edilen stadyum
tarafında yürüttüklerini kaydetti.
Kazıların kısıtlı imkanlarla sürdürüldüğünü ancak
stadyumdaki çalışmalarda ilginç bulgular ortaya
çıkardıklarını ifade eden Prof.Dr. Bingöl, şöyle
konuştu: "Büyük bölümünü ortaya çıkardığımız
stadyumun oturma yerleri mermerlerden oluşuyor.
Herkesin oturma yerleri ayrı ayrı. Kral'ın yeri,
protokolde bulunanların yerleri, fırıncılar,
balıkçılar, kuşçular, tuzlu balıkçılar gibi meslek
gruplarının yerleri ayrılmış. Tıpkı Beşiktaş'ın
Çarşı Grubu gibi buradaki stadyumda da çeşitli
gruplara özel yerler ayrıldığı görülüyor."
Prof.Dr. Bingöl, Magnesia'daki stadyumun yapısal ve
sosyokültürel özelliklerinin bilimsel açıdan
araştırılmasına yönelik çalışmalarda çok önemli
sonuçlara ulaşıldığını anlatarak, şunları söyledi:
"Stadyumda yapılan çember çevirme yarışları, at ve
araba yarış larında kazananlara verilen ödülleri
simgeleyen kabartmalar var. Ayrıca günümüzdeki
kombine bilet uygulaması gibi oturma sıralarına
sahip olan kişi, kuruluş, dernekler burada da
mevcut. Bunların içinde İmparatordan, kent
yöneticilerine kadar bir çok kişinin unvan ve
isimlerinin yazılı olduğu sıralar var. En ilginci
psikolojik sorunu olanların, karamsarların yeri de
ayrı."
Kazı çalışmalarını yapan ekibi ziyaret eden
Germencik Kaymakamı Resul Çelik de antik kentteki
eserlerin tüm yapı elemanlarıyla birlikte gün
ışığına çıkarılmasının önemine işaret ederek, "Bu
uğurda çalışan değerli hocamıza çok teşekkür
ediyoruz. Büyük fedakarlıklarla bu çalışmaları sürdü
rüyor. Keşke imkanlarımızı daha zorlayabilsek de
buradaki sıkıntıları erken giderebilsek. En kısa
sürede bu muhteşem eseri ziyarete açmak istiyoruz"
dedi.
Türkiye Gazetesi, 25.07.2011
|
PİSİDİA ANTİOCHEİA'DA YENİ BİR KİLİSE DAHA ORTAYA
ÇIKTI
Isparta'nın Yalvaç
İlçesi'ndeki Pisidia
Antiocheia antik kentindeki kazılarda, yeni bir
kilise kalıntılarına daha ulaşıldığı bildirildi.
Antik kentteki kazı çalışmasını yürüten ekibe
başkanlık eden Süleyman Demirel Üniversitesi Fen
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Doç.Dr.
Mehmet Özhanlı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, bu
yıl kazı çalışmalarına yağışlı hava yüzünden geç
başladıklarını söyledi.
Kazılara, geçen yıl yarım kalan Cardo Maksimus
Caddesi'nde devam ettiklerini belirten Özhanlı,
Aedilis adı verilen tepede yürütülen kazılarda,
yüzeyin yaklaşık 1,5 metre altında, 3 nefli bir
kilise kalıntısına rastladıklarını açıkladı.
Pagan döneminde tapınak olarak inşa edilen yapının,
Hıristiyanlığın ardından kiliseye dönüştürüldüğünü
tespit ettiklerini anlatan Doç.Dr. Özhanlı,
‘Bulduğumuz kilise, antik kentte günışığına
çıkardığımız beşinci kilise. Bir kilise de Men
Tapınağı'nın altında yer alıyor. Dolayısıyla,
bölgedeki kilise sayısı 6'ya yükseliyor. Bu da bize
burasının Hıristiyanlığın önemli bir din merkezi
olduğunu, Pisidia bölgesinin başkenti olduğunu
gösteriyor’ dedi.
Özhanlı, yeni kilise kalıntılarının bölgenin inanç
turizmi açısından değerini daha da artıracağına
dikkati çekti. Pisidia Antiocheia'nın, 7 tepe
üzerine kurulmuş bir kent olduğunu anlatan Özhanlı
bu yıl ayrıca, kentin seramiklerini toplayarak
stratigrafik bir çalışma yapacaklarını kaydetti.
Kentte kil ocaklarına rastladıklarının altını çizen
Özhanlı, bu killerden yararlanarak, kırılan
eserlerin bire bir kopyasını yaptıklarını, bunun
için kendi bütçelerinden 3 bin liraya kil pişirmede
kullanılan fırın satın aldıklarını bildirdi.
Doç.Dr. Özhanlı, Pisidia Antiocheia'nın diğer antik
kentler gibi depremden sonra aniden terk
edilmediğini, yavaş yavaş kent merkezinin bugünkü
Yalvaç'a doğru kaydığını belirterek, ‘Bunun
şanssızlığı şurada: Çoğu malzeme ya aşağıya taşınmış
ya da eritilmiş. Toprak üstünde fazla bir malzeme
yok. Modern Yalvaçlılar kalıntıların çoğunu aşağıya
taşıyarak binalarda yapı malzemesi olarak
kullanmışlar’ diye konuştu.
Radikal, 25.07.2011
|
HASANKEYF, 11 BİN 500 YILLIK TARİHE SAHİPMİŞ
Hasankeyf arkeolojik kazı çalışmalarında bulunan bir
höyük üzerinde Japon ekipler ile beraber yapılan
çalışmalarda Hasankeyf'in tarihinin 11 bin 500 yıl
olduğu ortaya çıktı.
Batman Üniversitesi Rektörü ve Hasankeyf Kazı
Başkanı Prof.Dr. A.Selam Uluçam başkanlığında
Japonya'nın Tsukuba Üniversitesi'nden Doç.Dr. Yutaka
Miyake danışmanlığında 2009 yılından beri Dicle
Nehri'nin kuzey kıyısında bulunan doğal bir kayalık
kitle üzerindeki araştırmalar sonucunda höyük olduğu
anlaşıldı ve bu höyükte yapılan incelemeler
sonucunda Hasankeyf tarihi netleştirildi. Uluçam,
2004 yılındaki yüzey araştırmalar sırasında höyüğü
tespit ettiklerini belirterek, "2009 yılında
Höyük'te kazı çalışmalarına başladık, ancak ara
vermek durumunda kaldık. Şu anda Japonya'nın Tsukuba
Üniversitesi'nden Doç.Dr. Yutaka Miyake adlı bir
arkadaşım tarafından 7 kişilik bir Japon gurup
tarafından 2 yıldır bu çalışmalar sürüyor. Burası
bize Hasankeyf'in MÖ 9 bin 500 yıl önceye
varan Neolitik dönemlerde yaşandığının net
bulgularla bir yer, Artuklu döneminde şekillenmiş
ama daha sonraki dönemlerde birkaç kez tahrip olmuş
ve dört evrede yeniden yapılanmış çünkü Cumhuriyet
dönemine ait mavzer mermi kovanları bile içinde
bulundu. Pek çok seramik, sikke ve malzeme çıkıyor
kazı çalışmalarımız devam ediyor" dedi.
Japonya'nın Tsukuba Üniversitesi'nden Doç.Dr. Yutaka
Miyake ise höyüğün Hasankeyf'in 1,5 kilometre
doğusunda Dicle nehrinin kuzey kıyısında yer
aldığını, doğal bir kayalık kütle üzerinde yükselen
Hasankeyf isimli höyüğün 200 çarpı 160 metre
boyutunda olduğ unu belirterek, "Höyüğün güney
yamaçta açılan açmalarda demir çağa ait kaşıntılar
ve malzemeler tespit edildi. Höyüğün tepesinde yer
alan açmalarda ise Hellenistik çağa ait malzemeler
bulduk. Ancak Hasankeyf Höyüğü'nün iskan edildiği dönem
ise Akeramik (Çanak çömleksiz) Neolitik Çağ'dır. Ama
kesin tarihi elde edemedik daha sonra
netleştireceğiz şimdi yapılan çalışmalarda hep
yuvarlak yapılar çıkıyor. İşte o Neolitik Çağ
başlarına ait olduğunu gösteriyor" diye konuştu.
Türkiye Gazetesi, 25.07.2011
|
OSMANLI'NIN İLK MEDRESESİ KÜTÜPHANE OLUYOR
Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe,
Osmanlı döneminin ilk medresesi Lala Şahin Paşa’nın
restorasyonunun tamamlanmasının ardından, Bursa’ya
çocuk kütüphanesi olarak hizmet vereceğini
müjdeledi.
Tophane Hisar bölgesinde bulunan Lala Şahin Paşa
Medresesi’ndeki restorasyon çalışmalarını
yerinde inceleyen Bursa Büyükşehir Belediye
Başkanı Recep Altepe, Bursa’nın değerlerinin
korunarak yaşatılması ve geleceğe taşınması için
Türkiye’de eşi olmayan çalışmaya imza
attıklarını belirtti. Büyükşehir Belediyesi
Tarihi ve Kültürel Miras Projeleri Danışmanı ve
Ar-Ge Şube Müdürü Aziz Elbas’tan medresedeki
çalışmalarla ilgili bilgiler alan Altepe,
restorasyonu Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından
yapılan medresenin eksiklerinin Büyükşehir
Belediyesi tarafından tamamlanacağını ve mekanın
modern bir çocuk kütüphanesi haline
getirileceğini söyledi.
Altepe, Tophane’de kale içinde Kavaklı
Caddesi üzerinde yer alan Lala Şahin Paşa
Medresesi’nin, Orhan Gazi ve Sultan 1. Murad’ın
kumandanı, Rumeli beylerbeyi Lala Şahin Paşa
tarafından 1339 yılında inşa edildiğini, bu
yapının çocuk kütüphanesi olarak hizmet
vermesinin gelecek nesillerin tarihi eserlerle
dolu bölgeyi de gezmelerine imkan sağlayacağının
altını çizdi.
Bursa’nın tarihi ve kültürel mirasının ayağa
kaldırılması konusunda çalışmalarını
sürdürdüklerini belirten Altepe, uzun süredir
kullanılmayan Lala Şahin Paşa Medresesi’ndeki
incelemesi sırasında Bursa’nın tarihinde iz
bırakan yapıların geleceğe taşındığını
belirterek, "Bursa’daki Osmanlı’nın ilk dönemine
ait anıtsal yapılar, bizim için çok değerli.
Bize ecdadımızın emaneti olan bu yapılar,
Bursa’nın en önemli ziynetleridir. Bursa’nın
farklı köşelerinde bulunan tüm bu yapıları
restore ederek, kullanılabilir hale getiriyoruz.
Mülkiyeti değişik kişilerde olan anıtsal
yapılara fonksiyon kazandırmaya devam ediyoruz"
diye konuştu.
Tophane Hisar bölgesinde Kavaklı Mahallesi’nde
bulunan Lala Şahin Paşa Medresesi’nin tarihi
değerine vurgu yapan Altepe, "Daha önce çocuk
kütüphanesi olarak değerlendirilen ve sonrasında
kullanılmayan bu yapı, bakım ve onarımlarla daha
iyi bir hale getirilecek. Daha önce Vakıflar
Bölge Müdürlüğü himayesinde olan ve restorasyonu
yapılan medreseyi Büyükşehir Belediyesi olarak
Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nden kiraladık. Bizler
de buranın eksiklerini tamamlayıp,
çocuklarımızın yararlanabileceği bir çocuk
kütüphanesi haline getireceğiz" diye konuştu.
Altepe, çocuk kütüphanesinin 2011-2012 eğitim
öğrenim dönemine yetiştirileceğini de sözlerine
ekledi.
LALA ŞAHİN PAŞA’NIN MEDRESESİ
Lala Şahin Paşa Medresesi, Orhan Gazi
ve Sultan 1. Murad’ın kumandanı, Rumeli
beylerbeyi Lala Şahin Paşa tarafından 1339
yılında inşa edildi. Savaş ganimetleri ile
yapıldığı söylenen medresenin inşaatında, köfeki
taşı ve tuğla kullanılmıştır. Kuzey güney
doğrultusunda tonozlu bir eyvan ile bunun önünde
üzeri kubbeli bir kare mekan, iki yanında da
sekiz adet tonozlu birbirlerine simetrik odalar
bulunmaktadır. Medresenin mermer söveli
girişinden sonra, zeminden 0.60 m yüksekliğinde
tonozlu bir bölüme geçilmektedir. Buradaki tonoz
ile kubbeyi birbirinden ayıran kemer Bizans
dönemine ait, Bizans başlıklı iki mermer sütun
üzerine oturtulmuştur. Medrese 1515, 1787, 1818,
1844 ve 1968 yıllarında onarılmıştır.
Bursa Olay, 25.07.2011
|
MKÜ'DEN AĞRI DAĞI'NDA ARKEOLOJİK ARAŞTIRMA
Mustafa
Kemal Üniversitesi (MKÜ) Arkeoloji Bölümü öğretim
üyesi Prof.Dr. Aynur Özfırat başkanlığında Ağrı
Dağı’nda yapılan kazı ve yüzey araştırması
projeleri, temmuz ve ağustos aylarında da devam
edeceği bildirildi.
Mkü Basın ve Halkla İlişkiler Bürosundan yapılan
açıklamada, her iki projenin Kültür ve Turizm
Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel
Müdürlüğü ile Mkü adına yürütüldüğü, çalışmaların
ayrıca Türk Tarih Kurumu Projesi, Ağrı Valiliği ve
Doğubeyazıt Kaymakamlığı destekleriyle sürdürüldüğü
belirtildi.
Konu ile ilgili açıklama yapan Özfırat, 2002
yılından beri devam eden Ağrı Dağı’ndaki
çalışmaların, Bozkurt Kurgan Mezarlığı Kazısı ve
Yüzey Araştırması olmak üzere iki ayrı sektörde
devam ettiğini, projelere ilişkin sistematik bir
biçimde araştırılmamış olan bölgede, özellikle dağın
eteğinde yoğunlaşan çok sayıda yerleşim
belirlenmiştir.
İncelenen 200 arkeolojik yerleşimden elde edilen
sonuçlara göre, ilk iskan Geç Kalkolitik Dönemde (MÖ 3750-3400) başladığını belirten Özfırat şunları
kaydetti:
“Bu tarihlerden Urartu Krallığı’na değin dağ ve
yakın çevresi kesintisiz yerleşime sahiptir. Urartu
egemenliğinde ise burada bir eyalet merkezi
kurularak krallığın sınırları içine alınmıştır. Tüm
bu süreç boyunca dağ ve yakın çevresi, içinde yer
aldığı Doğu Anadolu, Güney Kafkasya (Gürcistan,
Ermenistan, Nahçıvan, Azerbaycan) ve İran
Azerbaycanı’yla paralel bir kültürel gelişim
izlemiştir. Araştırmaların ülkemiz arkeolojisi
açısından en önemli ve yeni bulgularından bir
diğeri, kurgan türü mezarların bulunmuş olmasıdır.
Yüzey araştırmasında belirlenen ykl. 800 kurganın
dışında, Bozkurt’ta yapılan kazılarda incelenen bu
tür mezarlar, taştan yüksek yığma tepeler ve bu
tepelerin altındaki oda, kuyu ya da taş sandık
mezarlardan oluşur. Anadolu dışında Ön Asya’ya
yabancı olan kurgan geleneğinin en erken
temsilcileri, Orta Asya’da MÖ 5 bin yıldan beri
görülmektedir. Avrasya stepleri ve Kuzey Kafkasya’da
ise ilk kez MÖ 4 bin yılda görülen kurganların
daha sonra, MÖ 3 bin yılın ortalarında güneye
inerek Transkafkasya’da var olduğu Doğu
Gürcistan’daki Martkopi, Bedeni ve Trialeti gibi
anıtsal kurganlardan bilinmektedir. ”
Özfırat, Ağrı Dağı’nda bu tür mezarlara ait en
erken bulgular ise söz konusu kültürlerin
güneybatıya hareketini gösterecek şekilde biraz daha
geç bir döneme MÖ 3 bin yıl sonlarına ait
olduğunu, Ağrı dağı ve yakın çevresinde devam eden
her iki proje, arkeoloji bilimine eklediği birçok
yeni veriyle birlikte kurganların Doğu Anadolu
bölgesindeki yayılımı ve tarihlenmesine açıklık
getirdiğini ifade etti.
haberler.com, 25.07.2011
|
2 HOLLANDALI'DAN İNSANLIK ANITI'NIN YIKIMINA İLGİNÇ
PROTESTO
Başbakan Erdoğan’ın "Ucube" diyerek
kaldırılmasını istemesinin ardından Belediye
tarafından yıkılan İnsanlık Anıtı’nın bulunduğu yere
çıkan 2 Hollandalı turist, olayı protesto etmek
için, buraya yaptıkları çeşitli el hareketlerinin
bulunduğu küçük heykeller bıraktı.
Dün akşam saatlerinde Kars’a gelen Hollandalı 34
yaşındaki Elke Merije ile 32 yaşındaki Wouter Anton,
parçalara ayrılarak 3 ay süre içerisinde kaldırılan
’İnsanlık Anıtı’nın bulunduğu yere gitti. Yanlarında
getirdikleri alçıdan yaptıkları el figürlerini,
anıtın kaidesine yan yana dizen ve sanat bölümü
öğrencisi oldukları bildirilen Hollandılar daha
sonra buradan ayrıldı.
2 Hollandalı hakkında polis inceleme başlattı. Daha
sonra buraya gelen çocuklar heykellerini ellerine
alıp, basın mensuplarına poz verdi. Çocukların daha
sonra bu heykelcikleri yanlarında götürdükleri
görüldü.
Hollandalılar’ın, İnsanlık Anıtı’nn yıkılmasını
protesto etmek için böyle bir etkinlikte bulunduğu
bildirildi. Elke Merije ile Wouter Anton’un Kars’a
gelmeden önce İstanbul’a uğradıkları ve İnsanlık
Anıtını yapan heykeltıraş Mehmet Aksoy ile
görüştükleri ileri sürüldü. Hollandılar’ın, el
işaretlerinin ne anlama geldiği konusunu,
yayınlayacakları bir kitapta açıklayacaklarını
söyledi.
İNSANLIK ANITI
Kars Belediye Meclisi, Kent Konseyinin kararı ile
Heykeltraş Mehmet Aksoy’a 2006 yılında yaptırılmaya
başlanan İnsanlık anıtını, 8 Ocak 2011 günü Kars’a
gelen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ’ucube’ye
benzetti ve yıkılmasını istedi. Kars Belediyesi
tarafından yapılan ihaleyi alan firma, 26 Nisan 2011
günü İnsanlık Anıtı’nda yer alan iki heykelden
birinin baş kısmını ’Allahuekber’ sesleri arasında
kesti. Büyük tartışmalara yol açan İnsanlık Anıtı,
14 Haziran 2011’de yıkılarak tamamen ortadan
kaldırıldı.
Radikal, 25.07.2011
******
HOLLANDALILARIN
'EL' EYLEMİ İSTANBUL'DA DA SÜRDÜ
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 8 Ocak günü Kars’ta
yaptığı mitingte "Ucube" diyerek kaldırılmasını
istemesinin ardından Belediye tarafından yıkılan
İnsanlık Anıtı’nın bulunduğu yere, yaptıkları
çeşitli el hareketlerinin bulunduğu küçük heykeller
bırakan Hollandalı 2 sanatçının İstanbul’da da el
arabası üzerinde büyük boy el heykeli gezdirdiği
ortaya çıktı. İnsanlık Anıtı’nın altında bulunan
heykeltıraş Mehmet Aksoy’un yaptığı el heykelini,
"Türkiye’nin dünyaya uzattığı el" olarak tanımlayan
sanatçılar, bundan etkilenerek el heykelleri üzerine
çalıştıklarını söyledi.
Kars’a 24 Temmuz günü gelen Hollandalı 34 yaşındaki
Elke Merije ile 32 yaşındaki Wouter Anton, çok
tartışılan ’İnsanlık Anıtı’nın yıkıldığı yer olan
Timurpaşa Tabyası’na çıktı. Sanatçı olduklarını
ifade eden turistler, yanlarında getirdikleri
alçıdan yapılmış el heykelciklerini boş kalan
kaideye dizdi ve çocuklarla fotoğraf çektirdi.
Heykelciklerden bir bölümünü çocuklara veren
Hollandalılar, daha sonra Kars’ın tarihi ve
turistiklerini gezmeye başladı.
Polisin gelişmeler haberdar olarak inceleme
başlattığını duyunca şaşırdıklarını söyleyen
Hollandalı Wouter Osterholt ile Elke Vitentuis bugün
basın mensuplarının karşısına çıktı. Osterholt,
"Heykel bir kişi tarafından değil, toplumla, halkla
yapılmalıdır. Dolayısı ile bu İnsanlık Anıtı’nı tek
kişi yapmış, Kars halkı buna destek vermemiş.
İnsanlara ’Böyle bir heykel yapalım mı, yapmayalım
mı?’ diye sormamışlar. Oysaki heykelcilik kamusal
bir yapıdır. Dolayısı ile bu İnsanlık Anıtı,
insanlığı temsil etmiyor. Fakat yapılması ne kadar
yanlış olsa da yıkılması da yine kimseye sorulmadan
yıkıldığı için yerinde olmamıştır. Bir heykel
siyasetten ayrılmalı, insanlarla bütünleşmelidir"
diye konuştu.
Kars’taki İnsanlık Anıtı’nın el figüründen çok
etkilendiklerini, bu nedenle el figürleri üzerinde
çalışma yaptıklarını anlatan Hollandalılar,
heykeltıraş Mehmet Aksoy’un yaptığı anıtın altındaki
el figürünü, "Türkiye’nin dünyaya uzattığı el"
olarak tanımladılar. Türkiye’de üç aya yakın bir
süreden beri kaldıklarını ifade eden Hollandalılar,
"Çalışmalara ilk olarak İstanbul Şişli’de başladık.
Sokakta insanların el kalıplarını alarak heykeller
oluşturduk. Yaklaşık 120’den fazla elimizde el
örneği kalıbı var. Bunlardan birini Şişli’ye el
arabasına koyarak götürdük ve insanlarla paylaştık"
dedi.
Radikal, 26.07.2011
|
EVLİYA ÇELEBİ'NİN SÖZÜNÜ ETTİĞİ ÇEŞME Mİ?
Ayasofya giriş kapısına 10 metre mesafede, yol
düzenleme çalışmaları sırasında tesadüfen ortaya
çıkan çeşme için İstanbul Arkeoloji Müzesi kazı
çalışmalarına başladı. Uzmanlara göre bu, Evliya
Çelebi’nin Seyahatname’sinde tılsımlı sütunların
yerini tarif ederken söz ettiği Çukurçeşme olabilir.
İstanbul’da nereye elinizi atsanız bir tarihe
dokunuyorsunuz. Metro ve Marmaray kazıları buna en
çarpıcı örnekler arasında. Her kazılan yerde
İstanbul’un bir dönemine denk gelmek mümkün.
Üsküdar’da kayıp liman, Yenikapı’da onlarca batık,
Sirkeci kazılarında erken Bizans kalıntıları bunu en
çarpıcı örneğini oluşturuyor.
Son olarak Ayasofya Müzesi’nin giriş kapısına 10
metre mesafedeki meydan düzenleme çalışmaları
sırasında tarihi bir çeşme ortaya çıktı. Tesadüf
eseri bulunan çeşmeye ait ilk görüntüleri Radikal
ele geçirdi.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın da yerinde
inceleme yapması beklenen tarihi çeşmenin bugüne
kadar kaynaklarda da pek izine rastlanılmadı.
Çeşmeyi yakından gören sanat tarihçi Yrd. Doç.Dr.
Haluk Çetinkaya “Fatih Belediye Başkanı ile birlikte
meydandan açılan delikten bir merdivenle aşağıya
indik. Yerinde yapılan inceleme neticesinde
İstanbul’da başka örneklerini de bildiğim 7 gözlü
bir 16. yüzyıl çeşmesi olduğu anlaşılmıştır” dedi.
Şimdi ne olacak?
İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü’ne bağlı
arkeologlar tarafından bilimsel kazılar yapılarak
çeşmenin tümü ortaya çıkarılacak. Hazırlanacak
raporlar İstanbul 4 Numaralı Koruma Kurulu’na
iletilecek. Koruma Kurulu tarihi çeşmeyinin ya
yerinde korunmasına karar verecek ya da çeşme
sökülerek meydanın üstüne taşınıp korunacak.
Uzmanlar ise Ayasofya Meydanı’nın tamamen
kazılmasından yana tavır sergiliyor. Bu görüşe göre,
bütün meydan arkeologlar tarafından kazılmalı.
Buluntular meydanın denize bakan tarafında Four
Seasons Otel tarafında kalan ve yıllardır bir türlü
bitirilemeyen Bizans Sarayı kazısı kalıntıları ile
birleştirilmeli ve böylelikle büyük bir arkeolojik
park oluşturulmalı.
Çeşme ve tılsımlı sütunlar
Evliya Çelebi’ye göre Çukurçeşme’nin yakınında,
Ayasofya’nın güneyine düşen bir alanda, üzerinde
dört büyük meleğin heykelleri bulunan dört adet
büyük beyaz mermer sütun bulunuyordu. Her biri dört
ana yöne bakan melek heykellerinden o sene doğu
yönüne bakan Cebrail heykeli kanatlanıp çığlık
atarsa bolluk, batıya bakan İsrafil heykeli çığlık
atarsa kıtlık ve pahalılık, güneye bakan Azrail
heykeli çığlık atarsa veba salgını ve kuzeye bakan
Mikail heykeli çığlık atarsa o yönden büyük bir
kahraman çıkagelirmiş. Yine Çelebi’ye göre bu
tılsımlı sütunlar Hz. Muhammed zamanında bir
depremde yıkılmıştı.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 25.07.2011
|
TARİHİ CAMİYE MODERN ÇEVRE
Mudanya’da tarihi cami ve yapılarda başlatılan revizyon çalışmaları kapsamında, Mudanya Tekke-i Atik Camii’nin çevre düzenlemesi yeniden yapılıyor.
Cami önünde bulunan 2 bin metrekarelik alanda başlatılan genişletme çalışmalarıyla kazandırılan alanın zeminine parke taşı döşenecek. Ayrıca tuvalet, şadırvanı ile abdest alma yerlerinin yenilenmesi yapılacak. Alanda oluşturulacak oturma grupları ile cami cemaatine yaşam alanları kazandırılacak.
Bögedeki görüntü kirliğini son vereceklerini ifade eden Mudanya Belediye Başkanı Hasan Aktürk, bu nedenle 12 Eylül İlköğretim Okulu’nun kantininin yıkılarak daha modern bir görünüme kavuşturacaklarını söyledi. Başkan Aktürk, ‘Burada yapılacak yıkımlarla yerlerine yaşam kalitesi yüksek alanlar kazandırılacak. Ben buradan Büyükşehir Belediyesiyle birlikte koordineli çalışan Mudanya Belediyesi’ne teşekkür ediyor, kazandırılacak olan yaşam alanının Mudanyalılara hayırlı uğurlu olmasını diliyorum’ dedi.
Bursa Bölge, Haber: Ömer Bilik, 25.07.2011
|
EFLATUNPINAR'DA RESTORASYON
Konya Müze Müdürü Dr. Naci Bakırcı, Konya’nın
Beyşehir İlçesi'ne bağlı Sadıkhacı beldesinde bulunan
tarihi yapılardan Eflatunpınar Hitit Anıtı ve
havuzunda yapılan restorasyon çalışmalarının 2,5 ay
içinde tamamlanacağını bildirdi.
Konya Müze Müdürü Dr. Naci Bakırcı, Eflatunpınar ve çevresinin dünya literatürüne girmiş çok kıymetli anıt eserlerinden biri olduğunu söyledi. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın, geçen yıl Konya ziyareti sırasında anıtın etrafındaki düzensizlikleri görüp, buranın hem çevre düzenlemesinin yapılmasını, hem kazı çalışmalarının tamamlanmasını istediğini anlatan Bakırcı, Konya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ile anıtın restorasyonunun yapılması için çalışmalarını başlattıklarını ifade etti. Alanda ilk olarak temizlik çalışması yaptıklarını dile getiren Bakırcı, Devlet Su İşleri (DSİ) 4. Bölge Müdürlüğü’nden yaklaşık 4 kilometre uzunluğundaki su kanallarının genişletilmesi için destek aldıklarını aktardı.
Çalışmalar kapsamında anıtın etrafındaki yakın
alanlarda bulunan, anıt için tehlike oluşturan
toprak dolguları kaldırdıklarını belirten Bakırcı,
şunları kaydetti: ”Su seviyesi anıtın içinde
yaklaşık 20-25 santimetre düşürülerek havuzun içi
otlardan temizlendi. Selçuk Üniversitesi Ziraat
Fakültesindeki öğretim görevlileriyle görüşüldü. Su
hareketliliğinin sağlanması halinde suda
yosunlanmanın daha az olacağı öğrenildi.”
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından gönderilen
ödeneklerle çevre düzenleme çalışması
başlattıklarını da hatırlatan Bakırcı, Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün çevre
düzenleme projesinin Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Yüksek Kurulu tarafından kabul edildiğini de
vurguladı. Bölgenin sit alanı olması nedeniyle
çalışmaların yavaş ilerlediğini anlatan Bakırcı,
Alman Arkeoloji Enstitüsü ve Müze Müdürlüğü
tarafından hazırlanan destinasyon projesinin eksik
taşlarının ihalesinin tamamlandığını açıkladı.
Eflatunpınar Hitit Anıtı restorasyon
çalışmalarının 2,5 ay içinde tamamlanacağını aktaran
Bakırcı, ”Konya civarındaki 5 bin senelik bir anıt
turizme kazandırılmış olacak. Anıt açıkta
bulunuyordu. Çevre düzenlemesinin yapılmasının
ardından sonbaharda pırıl pırıl bir anıtla
karşılaşacağız” dedi. Yapılan araştırmalara göre
Hititler’in önemli su kaynaklarının bulunduğu
yerlere yerleştiğini belirten Bakırcı, Eflatunpınar
Hitit Anıtı’nın İlçenin Sadıkhacı beldesi
çevresinde, Beyşehir-Isparta karayolundan yaklaşık 8
kilometre iç mekanda bulunduğunu belirtti.
Dağ tanrıları figürlerinin bulunduğu sulak
alanda, 4 kilometre kadar akabilen kaynak suları
bulunduğuna dikkati çeken Bakırcı, şöyle devam etti:
”Alanda 500 metrekarelik büyük bir havuz var. Çok
iri olan bazalt taşlarından yapılan anıt, zaman
zaman meydana gelen tabiat olaylarından dolayı
yıpranmış. Proje doğrultusunda bu yıpranmalar 2,5 ay
gibi kısa bir sürede restore edilecek. Sayın
Bakan’ın isteği kısa zamanda yerine getirilmiş
olacak.”
Gerçek Gündem, 25.07.2011
|
2
BİN 200 YILLIK YEMEK KABI BULUNDU
Çin’in kuzeyinde
bulunan Şanşi eyaletinde, MÖ 262 yılında
gerçekleşen Çangping savaşında kullanıldığına
inanılan antik bir yemek kabı bulundu.
Savaşan Beylikler Dönemi’nde (MÖ 475-221) ülkenin
orta kesimini siyasi açıdan şekillendiren Çangping
savaşı ülke tarihinde büyük bir öneme sahip. Şinhua
ajansının haberin göre, yemek kabının ortalama 2 bin
200 yıllık bir geçmişe sahip olduğunu belirten
arkeologlar, kabın bulunduğu yerin Çin Seddi’nin
Baylişı bölümüne yakın bir alanda bulunduğunu
açıkladı.
Bölgede süren çalışmaları yürüten arkeologlar, bu
antik kabın Çin ve Cao beyliklerinin savaşında
askerler tarafından kullanılan yemek kaplarından
biri olduğunu düşünüyor.
Radikal, 25.07.2011
|
VAROLMAYANIN TESCİLİ
Radikal
İki’nin 19 Haziran tarihli nüshasında,
Başbakan Erdoğan’ın seçim öncesi bir “proje”
olarak sunduğu Taksim Topçu Kışlası’nı
yeniden inşa etme niyetinin en az iki yıl öncesine
dayandığından ve bunun için yasal zemin oluşturulma
çabasından bahsetmiştim. Anlaşılan bu çaba
meyvelerini veriyor. Çünkü daha şifahi olarak
reddetmelerine rağmen
II Numaralı Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun,
Beyoğlu Belediyesi’nin başvurusu
üzerine bugün mevcut olmayan kışlayı “korunması
gerekli kültür varlığı” olarak tescil ettiği ortaya
çıktı. 1939’da tümüyle yıkılan bir yapının “korunma”
kararı bir tartışma konusu. Ama önce güncel bir
başka gelişmeden bahsetmek istiyorum.
Yazının yayınlandığı hafta
Kasımpaşa’daki
yol inşaatında çalışan kepçenin dişlerine Ermenilere
ait mezar taşları takıldı. Mezar taşları büyük
olasılıkla 1865’te gömüye kapatılan ve Taksim
Kışlası’nın etrafında bulunan
Surp Hagop
(Pangaltı Ermeni) Mezarlığı’na aitti. Ve
araştırmacı Kevork Pamukciyan’a
göre bu mezarlar, Gezi Parkı’nın (İnönü Gezisi)
basamaklarının inşasında da kullanılmıştı. (K.
Pamukciyan, Zamanlar Mekanlar İnsanlar, İstanbul,
2003)
‘Var olmayan’ cemaatin mezarlığı
Bugünkü Taksim Meydanı’ndan Harbiye’deki Askeri
Müze’ye uzanan mezarlık en erken 1560 yılından, veba
salgını nedeniyle kapatıldığı 1865’e kadar,
mülkiyetini elinde bulunduran Ermeni cemaati
tarafından kullanılıyordu.
Armaveni Miroğlu’nun
makalesinden faydalanarak aktarıyorum (Toplumsal
Bilimler Habercisi, Ermenistan Bilimler Ulusal
Akademisi, 2008/1): Mezarlık ilk kez 1872’de,
kışlaya verilmek üzere cemaaten alınmak istendi.
Ancak Sultan Abdülaziz’in fermanı buna engel olur.
1926’da ikinci atak gelir: Beyoğlu Belediyesi,
Ankara’daki Tapu Genel Merkezi’ne başvurarak
mezarlığın kendi adına kaydedilmesini ister. Beyoğlu
Üç Horan Ermeni Kilisesi, mezarlığın tapusunu
merkeze sunarak arazinin sahipsiz ve metruk
olmadığını belgelemesine rağmen Belediye mezarlığa
el koyar. Patrikhane avukatları karara itiraz eder.
Belediye avukatları işi, Türkiye’de Ermeni cemaati
ve Ermeni Patrikhanesi’nin mevcut olmadığını iddia
etmeye kadar götürür. Mahkeme sunulan belgeler
ışığında Türkiye’de -en azından- Ermenilerin
varlığını kabul eder. Ancak Türk “uzman” ve
tarihçilerin bulunduğu heyet tarafından hazırlanan
rapor, mezarlığın Sultan Bayazıt Vakfı sınırları
içerisinde olduğunu söyler. İstanbul Hukuk
Mahkemesi, Mezarlıklar Kanunu göre mezarlığın metruk
olduğuna ve 1933’te Belediye’ye geçmesine karar
verir.
Sultanahmet yangını
Patrikhane Yargıtay’a gider, yeni davalar açar.
Derken 3 Aralık 1933 gecesi Sultanahmet Adliyesi
yanar ve Pangaltı Mezarlığı’na dair tüm belgeler de
kül olur. Bu belgelerin birer kopyası Tapu Dairesi
ve Belediye’de mevcuttur ama davaların gidişatını
değiştirmez. Belediye, dava sonucunu beklemeden
mezarlığı parsellere böler ve tapularını çıkarmaya
başlar. Üstelik dava sürecinde meydana gelen arsa
değer kaybı için Patrikhane’den tazminat talep eder.
Aynı günlerde mezarlığın kapısındaki “Ermeni
Mezarlığı” yazısı ve haç kaldırılır. 1935’te araziye
bir ortak daha çıkar; Vakıflar Genel Müdürlüğü
mülkiyetin kendisine ait olduğunu iddia eder.
Derken İçişleri Bakanlığı sorunun “barışcıl ve
idari” yöntemlerle çözülmesi için duruma el koyar;
mülkiyet ve zarar tazmin davaları sona erer.
Binaların bulunduğu yaklaşık 6 bin metrakarelik
arazi cemaate bırakılırken, 850 bin metrekarelik
arazi Belediye’ye geçer. O dönemde deniz gören ve
kentin yeni merkezinde yer aldığı için hatırı
sayılır değerdeki bu arazi, cemaatin sahip olduğu
belgelere rağmen 1939’da tümüyle istimlak edilir ve
parsel parsel satılır. En eskisi 500 yaşındaki
mezarların taşları kah Gezi Parkı’nın
basamaklarında, kah Eminönü meydanının tanziminde
kullanılır. Haziran’da Kasımpaşa’da çıkan taşları
inceleyen sanat tarihçisi Elmon Hançer, bunların
büyük olasılıkla Pangaltı Mezarlığı’dan getirildiği
ve yolun düzlenmesi için kullanıldığı görüşünde.
70 yıl öncenin güneşi…
“70 yıl öncesinin güneşiyle çamaşır kurutmaya”
kalkacak ve Taksim Kışlası’nın yeniden inşasını
talep edeceksek sanırım bunları da hatırlamamız
gerekir. Taksim Kışlası CHP iktidarının iradesiyle
yıkılmış ve yerini, lideri İnönü’nün ismini taşıyan
parka bırakmıştı. Belediye hariç kimsenin varlığını
bile hatırlamadığı, 1909’da işlevini yitiren ve daha
çok bir stadyum olarak anılan kışlanın yeniden
inşasında geçmişle inatlaşmak gibi bir niyet varsa
eğer, o geçmişin neyin üzerinde yükseldiğini de
bilmek gerekir.
Gelelim bugüne. II Numaralı Kurul’un “kışlanın
korunması gerekli kültür varlığı olarak tescil
edilmesi” yönündeki kararını duyuran “Topçu Kışlası
yeniden can buluyor” başlıklı haberi, 1 Temmuz’da
Sabah gazetesinde yer aldı. Haberde ne kararın
tarihi ne de karar sayısı yer alıyordu. Kararın 9
Şubat 2011 tarihinde alındığını ancak Kültür
Bakanlığı’na başvurarak öğrenebildim. Sabah’ın eski
gelişmeyi yeni gibi duyuran haberi, “hayaleti
uyandırmak” konusunda muktedirin yanlız olmadığını
gösteriyordu.
Danıştığım tüm uzmanlar, “var olmayan bir yapının
nasıl olup da tescillendiği ve koruma altına
alındığı” sorumu tebessümle karşıladı. Deneyimli bir
kurul üyesi “Mevcut olmayan bir kültür varlığından
geriye birtakım izler kalmışsa, örneğin temel
buluntuları mevcutsa bunlar tescil edilebilir” dedi.
Ancak Gezi Parkı’nda herhangi bir kazı çalışması
yapılmadı. Sayfadaki 1939 tarihli fotoğrafta,
yıkımdan sonra Taksim Kışlası’ndan geriye ne
kaldığına siz karar verin.
Uluslararası Kültürel Varlıkları Koruma
Araştırma Merkezi’nin (ICCROM) eski Genel
müdürü Prof.Dr. Cevat Erder’in
sözleri dikkate değer: “Rekonstrüksiyon yapı bir
kopyadır; tarihi eser değildir. Dünya, 1930’lardan
beri tekrar inşa edilen yapıları tarihi eser olarak
tescillemiyor. Taksim Kışlası’nın yeniden inşasının
tarihi korumayla ilgili olduğunu sanmıyorum. Ama var
olan ideoloji için uygun görünüyor.”
Radikal İki, Haber: Gökhan Tan, 24.07.2011
|
|
DÜNYANIN İLK AKIL HASTANESİ BAKIM BEKLİYOR
Türkiye'nin önemli turizm merkezlerinden Kapadokya bölgesinde dünyanın ilk akıl hastanesi olarak bilinen Aya Maryeros Manastırı turizme kazandırılmayı bekliyor.
Derinkuyu İlçesi Cumhuriyet Mahallesi'ndeki, Bizans döneminden kalma olduğu öne sürülen Aya Maryeros Yeraltı Manastırı, dünyanın ilk akıl hastanesi olarak kullanılan mekan olarak biliniyor.
Geçmişte barınma ve ibadet merkezi olarak kullanılan Derinkuyu Yeraltı Şehri ile turizm pastasından pay almaya çalışan ilçede, vatandaşlar, etrafı yüksek duvarlarla çevrili olan manastırın bir an önce onarılıp, turizme kazandırılmasını istiyor.
Manastırın bulunduğu Cumhuriyet Mahallesi Muhtarı Murat Erciyas, manastırın onarılıp turizme kazandırılması halinde, ilçeye gelen turist sayısının artacağını söyledi. Manastırın onarılıp turizme kazandırılması isteklerini Nevşehir Müze Müdürlüğü yetkililerine de ilettiklerini belirten Erciyas, manastırın mevcut durumunun içler acısı olduğunu söyleyerek, define avcılarının mekanı haline dönüşmesinden yakındı.
Manastırın dünyanın ilk akıl hastanesi olarak bilindiğini vurgulayan Erciyas, bu mekanın bir an önce ülke turizmine kazandırılmasının, Türkiye'nin menfaatine olacağını kaydetti.
Türkiye Gazetesi, 24.07.2011
|
2 BİN 200 YILLIK TARİH AYAĞA KALKIYOR
Bursa’da 2 bin 200 yıl önce Romalılardan kaçarak
ordusuyla Bitinyaya sığınan ünlü Kartacalı Komutan
Hanibal tarafından yaptırıldığı rivayet edilen
tarihi kaleler ve 6 ayrı kapı ayağa kaldırılıyor.
Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, sur
içinde 100 binayı kamulaştırıp yıktıklarını, 6
kapıdan 3’ünün günyüzüne çıkarıldığını, diğer 3’ünde
ise çalışmaların sürdüğünü belirterek, ’Adım adım
surları, kaleleri ve kapıları ortaya çıkarıyoruz.
Buralar aktivite merkezi olacak, döküntü bölgesinden
vizyon bölgeye dönüşecek’ dedi.
Bursa’da tarihi ve kültürel mirasa verdiği
önemle Türkiye ve dünyaya örnek olan Bursa
Büyükşehir Belediyesi, saltanat, fetih ve iç
yerkapınının ardından dış yerkapı, kaplıca ve
zindankapıyı ortaya çıkarıyor.Üftade Camisi’nin
hemen altında dış yer kapının ortaya çıkarıldığı
bölgede incelemelerde bulunan Başkan Recep
Altepe, kaleler ve surların yanına yapılan
binaları kamulaştırıp yıktıklarını ifade etti.
Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe,
Bursa’nın kültür ve medeniyetin başkenti
olduğunu, Osmanlı’nın 130 yılına damgasını
vurduğunu ancak 3 bin 500 yıllık geçmişi
olduğunu hatırlatarak, "Bursa’nın Bitinya
döneminde oluşan sur içi bölgesinde yoğun bir
faaliyet sürdürüyoruz. Surlar Bursa’nın en eski
yerleşiminin duvarları. Bu surlar 2 bin 200 yıl
önce örülmüş. Bu duvarları tekrar orjinal
ölçülerinde rekonstrüksiyondan geçiriyoruz.
Önünde, arkasında ve içindeki binaları
kamulaştırıp ayıklıyoruz.
Tarihi duvarlar, yapılar, taşlar ve motifler
ortaya çıkıyor. Duvarlarda birçok tarih var.
Burasının yüzyıllar boyu nasıl değiştiğini
görüyoruz. 3 bin 400 metre boyunca surlarda
çalışma var. Surların ise 6 tane kapısı var.
Üçünü geçtiğimiz dönemde tamamladık. Saltanat
kapı, iç yer kapı ve fetih kapısında çalışmalar
tamamlandı. Şu anda ise dış yer kapı, zindankapı
ve kaplıca kapıda çalışmalar sürüyor. Proje
çalışmaları tamamlandı, inşaat ve çevre
düzenlemesi ise sürüyor" dedi.
Dış yer kapının Yokuş Caddesi üzerindeki
temellerinin bulunduğunu, buradaki çalışmaların
Anıtlar Kurulu’nun onayından geçmesinin
beklendiğini kaydeden Başkan Recep Altepe,
"Tahtakale bölgesi yeni bir eser kazanacak. Bu
bölgede çalışmalarımız sürüyor. Surlara ve
kalelere yapışım binalar vardı, tamamı yıkıldı.
Arkadaki tabi doku meydana çıktı. Eskiden
görülmüyordu, bu bölgede bu surları görüyoruz.
Şehrin güneyine bakan tarafta ise çift sur var.
Bu bölge düz olduğu için savunulması zor bir
yer. 21-22 metrelik aralıklarla çift sur
yapılmış. İkisi de ayağa kalkıyor. Surların
büyük çouğunluğunu bitirdik. Kalanları da 2-3
yıl içinde tamamlamayı hedefliyoruz. Sur
içindeki 4 mahallede 9 bin nüfus yaşıyor.
Eskiden Osmanlı öncesi dönemde ise şehrin tamamı
burada yaşıyordu. O zaman tarihteki nüfus 5-6
bin civarındaymış" dedi.
Tüm alt kapı ve surlarıyla Bursa’nın tarihi
kimliğini ortaya çıkaracaklarını anlatan Başkan
Altepe, "Surların içindeki, dışındaki
kamulaştırdığımız bina sayısı 100’ü geçti. Adım
adım kamulaştırıyoruz. Bazı vatandaşlar
kendileri geliyor. Artık oralarda
oturulamayacağı, çalışılması gerektiği belli
oldu. Daha önce sur duvarı gözükmüyordu. Hızlı
şekilde kamulaştrırıp özünü ortaya çıkarıyoruz.
Alacahırka’da Zindankapı ve Kaplıcakapı var.
Büyük kamulaştırmalar yaptık. Burçların içindeki
4 katlı apartmanlarıyıktık. Şimdi çevreleri
temizleniyor. Bu bölge aktivite merkezi olacak.
Altındaki Cilimboz Deresi’ndekibinalar ve
çevresi temizleniyor. Vizyon bölge haline
gelecek. Daha önceden döküntü halde, harabe
vaziyetteydi.
Şimdi turistik bir bölge olacak ve arkeolojik
olarak turizme kazandırılacak. Turlar
düzenlenecek, küçük belli araçlarla taranacak,
aslına uygun şekilde tamamlandıkça tanıtılacak.
Zindankapı bu konuda önemli bir yer. Bursalılar
Uludağ’ın eteklerinden ve şehrin batısından
bakınca ne kadar değiştiğini görecekler.
Buradaki yapılar birer birer ortaya çıkacak"
diye konuştu
Hisar bölgesi, Bursa’nın ilk yerleşim alanı
olarak biliniyor. Bölgede, Bitinyalılardan
Romalılara, Bizanslılardan Osmanlılara değin bir
çok medeniyetin izlerini görmek mümkün. Kale
yüksek rakımlı Tophane bölgesinde doğal
kayalıklar üzerine kurulmuştur. Kale’nin ilk
yapısı Bursa kenti (Prussias) kurucuları olan
Bitinyalılar tarafından MÖ 180 -200 yıllarında
yapılmıştır. Bölgede yerleşim planının
Romalılardan kaçarak ordusuyla birlikte
Bitinyaya sığınan ünlü Kartacalı Komutan Hanibal
tarafından yapıldığı rivayet olarak söylenir.
Roma ve Bizans dönemlerinde ilaveler ve kapsamlı
onarımlar yapılmıştır. Osmanlı döneminde
özellikle Timur saldırılarından sonra ve
arkasından yaşanan Karamanoğlu Mehmed Bey’in
kuşatması sonrası Hacı İvaz Paşa tarafından
tamir edilerek güçlendirilmiştir. Bunun dışında
1651 ve 1855 yıllarında teferruatlı bir
onarımdan geçirilmiştir.
3.38 m. uzunluğunda olan Kale’nin surları
Saltanat Kapısı, Yer Kapı (Bab-ı Zemin), Fetih
Kapı (Su Kapısı), Zindan Kapı (Bab-ı Sicn) ve
Kaplıca Kapı olmak üzere 5 adet kapı ile dışa
açılır ve toplamda 14 adet burca sahiptir.
Güvenlik açısından savunulması güç bölgelerde
Yer Kapı-Zindan Kapı arası çift sur olarak inşa
edilmiştir. Bölgede birisi Bizanslılara ya da
Bitinyalılara ait olduğu iddia edilen saray
kalıntıları ile Osmanlı Bey Sarayı’na ait alan
mevcuttur.
Bursa Blge, 24.07.2011
|
MAHMUT MUHTAR PAŞA'NIN KONAĞI'NIN YÜZÜ SONUNDA
GÜLÜYOR
1956'dan 1999 depremine kadar Kadıköy Kız
Lisesi'nin bir parçası olarak kullanılan Mahmut
Paşa Konağı, İl Özel İdaresi tarafından restore
ediliyor. Restorasyon bitiminde konak, Milli
Eğitim Bakanlığı'na bağlı bir idare binası
olarak kullanıma açılacak.
İstanbul'da devlet erkanına ait köşklerden sadece biri Mahmut Muhtar
Paşa Konağı. Fakat günümüzde onu, diğer
köşklerden ayıran bir hikayesi var.
1870'lerde Kadıköylü levantenler (Tanzimat
sonrasında liman kentlerinde yaşayıp
ticaretle uğraşan gayrimüslimler)
tarafından, İtalyan bir mimara yaptırılan
konakta, ilk olarak Alfred Frederic James
Barker adında bir İngiliz yaşar. Hakkında
Fransız asıllı olması ve konakta ailesiyle
birlikte tam 10 yıl yaşamasının dışında
bilgi kalmaz günümüze. Konağı onun
yaptırdığına dair olan söylentileri
saymazsak tabii...
Barker ailesi, 1894 İstanbul depreminde
burayı Dimitri Veldemi adında bir Rum'a
satıp gider. Veldemi'den de Osmanlı
sadrazamlarından Gazi Ahmet Muhtar Paşa'nın
evlenecek oğlu Mahmut Muhtar Paşa alır
konağı. Mahmut Muhtar Paşa'nın konakta
yaşadığı dönemler önemlidir. Çünkü Moda
sakinlerinin, 'Mermer Köşk' olarak da
andıkları yapının kaderini ve onu
diğerlerinden ayıran özelliğini, bu süre
belirler biraz da!
Bahriye nazırı Mahmut Muhtar Paşa, Mısır
Hidivi İsmail Paşa'nın kızı Prenses
Nimetullah Sultan'la evlenip 1897'de konağa
yerleşir. 35 yıl burada ikamet ederler.
Cumhuriyet'ten sonra da onun adıyla anılır.
Konağın onun adıyla anılmasının tek sebebi
Mahmut Paşa'nın uzun yıllar burada yaşaması
değil; görevi dolayısıyla Osmanlı
donanmasını kuvvetlendirmek için
İngiltere'ye sipariş ettiği 'Sultan Osman'
ve 'Reşadiye' adındaki zırhlı gemilerdir!
Mahmut Paşa'nın gemileri sipariş ettiği tarihte,
Birinci Dünya Savaşı çıkar ve İngiltere, parası
peşin ödenen gemileri Osmanlı'ya teslim edemez.
Savaştan sonra, yani Cumhuriyet'in ilan edildiği
yıllarda, bu gemiler Mahmut Muhtar Paşa'nın 'hazine
hakkının kaybına' sebepten yargılanmasına sebep
olur. Mahmut Paşa, dava sonucunda suçlu bulunur ve
gemi için harcananların bedelini faiziyle ödemekle
yükümlü tutulur. Napoli'ye bir gemi seyahatinde
hayatını kaybeden Mahmut Muhtar Paşa'nın borcunu,
Mısır'a yerleşen ailesi Türkiye Cumhuriyeti
Devleti'ne konağı satarak öder. Yıl 1956'dır. 1,5
milyon lira bedelle kamulaştırılan konak Marmara
Denizi'ne kadar uzanan 9 dönümlük arazisiyle, Milli
Eğitim Bakanlığı'na devredilir ve Kadıköy Kız Lisesi
olur. Bir süre sonra, köşkün bahçesine lise için ek
binalar yapılır. Bu, biraz da konağın makus
talihinin izidir aslında. Çünkü, özel bir mimariye
sahip 150 yıllık konağın tarihi, beton yığması
sıradan lise binalarıyla gölgelenir. En kötüsü ise
uzun yıllar derslik olarak kullanılan Mahmut Paşa
Konağı'nın, 1999 Marmara depreminde zarar görmesi
üzerine kapısına kilit vurulmasıdır. Yapıldığı
günden beri pek boş kalmayan konak, depremden sonra
boşaltılmış ve sadece Kadıköy Kız Lisesi
öğrencilerinin dışarıdan baktıkları bir binaya
dönüşmüş.
Mahmut Paşa Konağı'nda 1999'da başlayan bu
sessizlik geçtiğimiz haftalarda bozuldu. Kadıköy Kız
Lisesi mezunları, binanın restore edilebilmesi için
yetkililerle bağlantı kurmuş. Uzun çabalardan sonra
İstanbul İl Özel İdaresi, mezunların sesine kulak
verip restorasyona başlamış. konağı yenileyip
Kadıköy Lisesi Müzesi'ne dönüştürelecek.
Konak, Tanzimat sonrasında yapıldığı için
eklektik mimarinin özelliklerini taşıyor. Yani
Batı'dan Doğu'dan pek çok öğeyi barındırıyor. Bazı
odalardaki duvar bezemelerinde 1900'lerde yaşamış
İngiliz erkeklerini hatırlatan portreler, insan
figürleri var. Bu figürler, yapının ilk sahiplerini
getiriyor akla.
Konak; bodrum, giriş, sofa ve bir cihannümadan
oluşuyor. Giriş katta birbiriyle karşılıklı 6 oda
var. 6'sı da aynı eşitlikte ve misafirler için
ayrılmış. Bu odalarda girişin sağında olanlar
Marmara Denizi'ni görüyor. Antreden sofaya çıkan
merdivenlerde ise yine mermer kullanılmış. Konağın
sofaya açılan 6 odası daha var. Onlardan biri
Prenses Nimetullah, diğerleri de ailenin geri kalan
bireylerince kullanılmış. Bu odaların duvar
bezemeleri ve pencere yapıları göz alıcı.
Üçüncü katına ise hizmetçilerin kullandığı
merdivenden çıkılıyor. Bu merdiven, aynı zamanda
konağı mutfak ve servis odasına bağlıyor. Üçüncü kat
ise hizmetçilere yatak odası olarak ayrılmış. Fakat
konakta aileden daha çok, okul olarak kullanıldığı
yılların izleri var. Duvar, bezeme ve tarihi
kalorifer peteklerinin üzerlerinde hep öğrencilerin
adları yazılı. Arada kopyalar... Ve duvarlara
çakılmış kara tahtalar var!
Zaman Pazar, Haber: Sevim Şentürk, 24.07.2011
|
Definecilik, Türkiye için her zaman ilgi çekici bir
konu. Aşinalık medyada çıkan garip haberlerle ya da
Türk filmleriyle sınırlıysa genellikle tebessüm
ettiriyor. Fakat örneğin taşrada, kulaktan kulağa
dolaşan sayısız define hikayeleri arasında
büyüyenler için her hikaye 'hadi sen de şansını
dene, topla kazma küreği, al detektörü, iz peşine
düş' çağrısı yapıyor ayrıca. Definecilikle ilgili
herhangi bir gündemde bahsi geçen, 'Türkiye'de 5
milyon civarında defineci var' tespiti (her ne kadar
kaynağı belirsiz olsa da), bu konunun kitleler
açısından taşıdığı ciddiyetin bir işareti.
Haberlerde hep bir şeyler ararken ya da bulduğu
değerli bir objeyi satmaya çalışırken yakalandığını
okuduğumuz defineciler, bu kez kendi yasal haklarını
arıyorlar. Avukat Cihan Şimşek'in hukuki
danışmanlığını yaptığı bir girişimle, önümüzdeki ay
imzaya açılacak bir metin hazırlanıyor. Hedef bir
milyon definecinin imzasına ulaşıp talebi TBMM
başkanlığına iletmek.
Girişimin öncülerinden biri Mahmut Geçgin. 1979
doğumlu, Bursa'da yaşıyor. Gömü hikayeleriyle
büyüdüğü çocukluğundan beri defineciliğe ilgi duymuş
fakat bu işe yedi yıl kadar önce başlamış. Bir
süredir de define aramak için kullanılan
detektörleri satan bir mağazası var. Defineciliğin
halk tarafından genellikle olumsuz algılandığını
söylüyor. Kendisi bu nedenle, gittiği yerlerde
tepkilerle karşılaşmamak için fotoğraf çektirmeye
yanaşmadı. Definecilikle ilgili sorularımızı
yanıtlarken ise çekinmedi.
- Definecilik sadece zengin olmanın bir yolu
mu, yoksa aynı zamanda bir tutku mu?
Defineciliği hepatit virüsü gibi görüyorum,
vücutta vardır ama ne zaman faaliyete geçeceği belli
olmaz ve insan ayrımı yapmaz, birden bakarsınız hiç
ummadığınız bir kişi, hiç ummadığınız bir yaştan
sonra definecilikle uğraşır olmuş. Bizler de yeni
yasalardan sonra klavye definecisi olduk çıktık.
Sadece sanal ortamda bilgi ve fotoğraf
alışverişlerimiz oluyor, ötesine geçemiyoruz artık.
- Yeni yasalar defineciliği yasaklıyor mu?
Eski yasalara göre define aramak serbest,
izinsiz kazı yapmak yasaktı. Ancak 2008'den beri
izinsiz define araştırmak da suç. Detektörlü ya da
detektörsüz fark etmiyor. Yani detektör firmalarının
söylediği gibi 'Aramak serbest, kazmak yasak' sözü
artık anlamını yitirdi. Define arama maksadıyla
araziye çıkan birisi izin almamışsa suç işlemiş
sayılıyor. Bu da büyük bir sıkıntı doğuruyor. Her
kesimden insan definecilikle ilgileniyor,
doktorundan, mühendisine, öğretmeninden, polisine,
herkes bir yerde definecilik yapmıştır.
- Başka ülkelerde yasalar var mıdır?
Avrupa'da Yunanistan ve İtalya'da
definecilik ülkemizdeki gibi suç sayılıyor ama diğer
ülkelerde serbest. Özellikle İngiltere ve Amerika'da
yarışmaları olan bir hobi. İnsanlar parklarda,
bahçelerde ellerinde detektörle 'tek para'
arıyorlar. Zaten bu 'tek para'ları bu insanlar
detektörle dolaşıp bulmazsa ne devletin ne de
teknolojinin uzaktan hepsini tespit etme imkanı var.
- Bir defineci bulduğu paraları müzeye
teslim eder mi?
Bizim girişimimiz bunu da sağlamaya
yönelik. Müzeye teslim edilen eserler basit bir
tutanağa geçirilmemeli, suiistimalleri önlemek için
resim ve video çekilerek teslim alınmalı. Resim ve
videoların birer kopyası eseri teslim eden
defineciye verilmeli. Defineciler müzenin vereceği
ücretin düşüklüğünden veya geç ödenmesinden
şikayetçi değiller. Daha çok verdiği eserin
kaybolmasından şikayetçiler. Bu sağlanırsa neden
teslim etmesin?
- Siz detektör de satıyorsunuz. İşe yarıyor
mu o araçlar?
Detektörcülük sektörü tamamen kirlenmiş.
Yıllardır insanlara 1 metre derine inemeyen
detektörleri 6-12 metre arası derinlik vaadiyle
sattılar. Satmaya da devam ediyorlar. Defineci zaten
kandırılmaya müsait. Hatta o kadar alışmışlar ki
yalanlara, 'Detektör derinliği soranlara 1 metreyi
geçmez' dediğimizde tepkilerle karşılaştığımız
oluyor. Dudaklarımızın arasından çıkacak iki
kelimeye inanıp gecesini gündüzünü ve tüm parasını
bu işlere harcayacak bir kitledir defineciler. Biz
boş vaatler vermiyoruz satarken, bakalım başarılı
olabilecek miyiz?
- Siz hiç define buldunuz mu?
Hiç bulmadım, bulana da şahit olmadım. Ama
define bir gerçek ve her yıl bulanlar oluyor,
bunların bir kısmını haberlerde görüyoruz. Sürekli
yakalanan eserler oluyorsa, bulanlar da oluyordur
herhalde. Tabii bir de yakalanmayanlar vardır. Zaten
yasal taleplerimizdeki amacımız yakalanan ve
yakalanmayanları aynı yere yönlendirmek. Yani ne
eserle yakalanıp cezaevine girsin insanlar, ne de
bulduğu eserleri kaçak satmaya çalışsınlar.
- Define ararken gizemli olaylarla karşılaşanların
hikayeleri çok anlatılır, siz yaşadınız mı bu tür
maceralar?
Başımdan ilginç olaylar geçmedi ama
definecilerden duyuyoruz. Arazi şartlarında gecenin
karanlığı, yakalanma korkusu derken insanlar
halüsinasyon görüyor. Cin aleminden varlıkların
hareketlerine şahit olduklarını düşünüyorlar. Bunlar
normal ve sakıncası yok. Sakıncalı olan böyle
şeyleri gördüğünde, orada korunan bir define
olduğuna inanmak.
- Cinli define hikayeleri yaygın mıdır?
Çok yaygın. Gece herhangi bir vahşi hayvan
sesi duyduğunda bile bunu cinlere yoran defineciler
oldukça fazladır. Bu nedenle kazı kadrolarına
mutlaka bir cinci hoca alırlar. Yine definenin
yerini bulmak için cinci hocalardan yardım isteyen
defineciler vardır.
- Bir de define haritaları vardır...
Define haritalarına artık itibar edilmiyor.
Nedeniyse bir dönem çok fazla sahte define haritası
yapılması... O kadar çok sahte haritalar yapılmış
ki, orijinal harita oranı binde bir bile değil
artık. Bu yapılan sahte haritaları İstanbul gibi
büyük şehirlerde, defineci kahvelerinde Anadolu
insanına yüksek fiyatlara sattıkları çok görülmüş
bir şeydir.
- Harita yoksa defineyi nasıl arıyorsunuz,
belli yöntemleriniz var mıdır?
Türkiye definecilik ve tarih bakımından
dünyanın en zengin coğrafyası. Bu konuda en yoğun
bölgelerimiz Ege, Akdeniz ve Marmara. Definecilerin
dikkat etmesi gereken püf noktaları vardır. Yıllarca
metrelerce derinliklerde define aradılar. Artık bu
hurafeden vazgeçmeliler.
- Nedir o püf noktaları?
Türkiye'de her yıl kanalizasyon kazılarında
defineler bulunur. Bunlar genellikle bir - bir buçuk
metre derinlikte bulunur ve çoğunun çevresinde
define işareti yoktur. Zamanla yok olmuştur ya da
zaten işaretsiz gömülmüştür. Define ararken önce
düşünülmesi gereken şey, 'Ben olsam nerede yaşardım?
Nereye gömerdim?' sorusudur. İnsanlar su kaynağına
uzak yaşayamazlar. Bu nedenle definecilik su
kaynaklarına yakın ve tarıma müsait alanlarda
yapılmalıdır. Sonra defineyi gömen adamın neden
gömdüğü düşünülmelidir. Kimse toprağın olsun diye
gömmemiştir. Fazla parasını güvenlik gereği
gömmüştür ve çok derine gömmemiştir. Çünkü para
lazım olduğunda tekrar alması, hatta bazen fazla
parasını tekrar üzerine eklemesi gerekiyor.
- Defineciler tarihi ve kültürel değerleri
bulunan yerlere zarar vermiyorlar mı?
Maalesef zarar veriyorlar. Bilinçsizlikten
kaynaklanıyor. Hala gördüğü işaretin altında para
olduğunu sanan bilinçsiz bir kitle var. Bu insanlara
ulaşmak ve eğitmek için televizyonda kısa programlar
yapılabilir. Bakanlık da eğitim verebilir. Yani
tarihi yerlerin korunması için en iyi yöntem bu,
başka bir yol göremiyorum.
- Defineciler ne istiyor?
Taleplerin ne olduğu şöyle özetlenebilir:
Definecilere arama ruhsatı verilsin; definecilerin
bulduğu eserler kayıt altına alınarak bulana
zimmetlensin; bu eserleri defineciler
sergileyebilsin; definecilikle ilgili Kültür
Bakanlığı'nda bir merci kurulsun; bakanlık
defineciler için eğitim versin; tarihi SİT
alanlarının korunmasında definecilere sorumluluk
verilsin; definecilik çoğu ülkede olduğu gibi suç
değil amatör bir tutku, hobi olarak kabul edilsin...
Akşam Pazar, Haber: Eyüp Tatlıpınar, 24.07.2011
|
KUMRULU MESCİD İLGİYE MUHTAÇ
Yıllardır hiçbir
bakım yapılmaması nedeniyle duvar hatları ve
sıvaları dökülmeye başladı, çatıdan sızan yağmur
suları ile binanın tavanında çürümeler oldu. Adını
çatısına yuva yapan kumrulardan alan mescidin kırık
camların içeri giren kuşlardan bazılarının da burada
öldüğü gözlendi. Tarihi yapının bulunduğu 1273
Sokak’ta oturan vatandaşlar, mescitin restore
edilmesini istiyor.
Milliyet Ege, Haber: Mustafa Oğuz, 24.07.2011
|
|
|
OSMANLI'NIN SON DÖNEMLERİNE AİT BİNLERCE FOTOĞRAF ABD'DEN ÇIKTI
ABD Kongre Kütüphanesi’nde, 1881-1940 yıllarında Kudüs’te yaşayan Amerikan Kolonisi’nin çektiği 10 bini aşkın fotoğraf dijital ortama aktarıldı. Kongre Kütüphanesi’ne, bu koloninin ABD’ye dönen mensupları tarafından 1978 yılında bağışlanan fotoğraf koleksiyonunda, 1914-1918 yılları arasındaki Birinci Dünya Savaşı’nda çekilen Osmanlı, Alman ve İngiliz askerlerinin fotoğrafları yer alıyor. Fotoğraflardan bazıları ise dönemin önde gelen isimlerinde Enver ve Cemal Paşa’ya ait. Bu kareler sadece Avrupa topraklarında değil, Ortadoğu’da da büyük bir savaş yaşandığına işaret ediyor.
Dijital ortama aktarılan fotoğraflar arasında İngiliz devlet adamı Winston Churchill’in Kudüs ziyareti ile Arap ayaklanmaları sırasında Kudüs’ten çıkarılan Yahudilere ait görseller de bulunuyor. Fotoğrafların büyük bölümünün Süveyş Kanalı, Sina Yarımadası, Gazze, Berşeba, Kudüs, Eriha ve Şam’da çekildiği belirtiliyor. Amerikan Kongre Kütüphanesi 2009’da, Padişah II. Abdülhamid döneminde Osmanlı topraklarında çekilen ve daha sonra ABD’ye yollanan bine yakın fotoğraftan oluşan bir albümü dijital ortama aktarmıştı.
Habertürk, 23.07.2011
|
KAÇAK KAZIYA SUÇÜSTÜ
Amasya'da izinsiz kazı
yapan 3 şahıs suçüstü yakalandı.
Edinilen bilgiye göre,
Amasya'nın Göynücek İlçesi'ne bağlı Karayakup Köyü
Güroluk Yaylası Kaynaktaş mevkiinde izinsiz kazı
yapıldığı ihbarı alan jandarma ekipleri, M.B., C.A.
ve K.A.'yı ellerinde kürek, balyoz ve kazmalarla
kazı yaptıkları esnada suçüstü yakaladı.
Şahısların, ifadelerinin
alınmasının ardından cumhuriyet savcısının
talimatıyla serbest bırakıldıkları bildirildi.
Amasya Kent Haber,
22.07.2011
|
|
BU HEYKEL KİME AİT?
İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin merhum başkanı
Ahmet Piriştina döneminde gerçekleştirilen Kordon
düzenlemesi kapsamında Kordon'a dikilen ve balık
kılçığını anımsatan heykel, tartışma konusu oldu.
Dünyanın en büyük arama motoru Google dünkü açılış
sayfasını ünlü Amerikalı ressam ve heykeltraş
Alexander Calder'a ayırdı. 22 Temmuz 1898 tarihinde
doğan ve 1976'da ölen sanatçının en ünlü eseri
Mobil'e de açılış sayfasında yer veren Google,
İzmir'de yeni bir tartışmanın başlamasına yol açtı.
Çünkü Mobil heykel, Kordon'a Piriştina döneminde
dikilen heykele oldukça benziyor.
İki eser arasındaki benzerliğe dikkat çeken İzmirli
fotoğraf sanatçısı Birol Üzmez, "Ey Google sen
nelere kadirsin. Açılış sayfan olmasaydı, yıllardır
İzmir Kordonu'nda balık kılçığı gibi duran
sürrealist heykelin orijinalinin Alexander Calder'e
ait olduğunu nereden bilecektik?" dedi. Bu
benzerlikten sonra yanıtlanması gereken sorular
olduğunu belirten Üzmez, "İzmir'deki heykeli kim
yaptı? Hakikaten aşırma mı, esinlenme mi yoksa
heykelin kaidesinde kime ait olduğu yazıyor mu?"
sorularını yöneltti.
Dönemin Konak Belediye Başkanı olan ve merhum İzmir
Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Piriştina ile
beraber Kordon projesinde çalışan Erdal İzgi ise,
konuyla ilgili yaptığı açıklamada, Kordon'a dikilen
ve dilek ağacı verilen eserin Amerikalı ressam,
mimar ve heykeltraş Alexander Calder'ın eserinden
esinlenerek yapılmış olabileceğini söyledi.
İzgi, "Çelikten yapılan eserin adı 'Dilek Ağacı'dır.
O dönemde bu isim verildi ve sadece bir aksesuvar
olarak konuldu. Söylenildiği kadar da büyük paralar
verilmedi. O dönemde sanat tarihi hocası danışman
Murat Katoğlu'nun önerisiyle görsel cazibe için
konulması uygun görüldü. Dilek Ağacı, heykel değil,
görsel çalışma için genç bir ekip tarafından
yapıldı. Esinlenmiş olabilirler ancak zaten 'Biz
yarattık' iddiasında da hiçbir zaman olmadılar"
dedi.
Yeni Asır, 22.07.2011
|
POMPEİOPOLİS KAZILARI
BAŞLIYOR
Taşköprü İlçesi'nde 2006
yılından bu tarafa sürdürülen Pompeiopolis antik
kentinde 2011 yılı kazıları pazartesi günü
başlayacak.
Taşköprü
Belediyesi’nin desteğiyle Almanya Münih
Üniversitesi’nin sürdürdüğü kazıların uluslararası
ekip tarafından 1 ay boyunca sürdürüleceği
belirtildi.
Konuyla ilgili açıklama
yapan kazı başkanı Almanya Münih Üniversitesi
Öğretim Üyesi Prof.Dr. Latife Summerer, Efes ve
Zeugma antik kentlerine benzerliği ile bilinen
Pompeiopolis antik kentinde 6. sezon kazı
çalışmalarına pazartesi günü başlayacaklarını ve
çalışmalarının 1 ay süreceğini kaydetti.
Geçtiğimiz yıllarda Roma
dönemine ait Pazar yeri, hamam, villa kalıntısı
Agustus Tapınağı vb. çok sayıda bulguya
ulaştıklarına değinen Summerer, bu yılda
Pompeiopolis antik kentinde çıkarılmayı bekleyen ve
tarihe yön verecek ciddi bir çalışma sürdürmeyi
hedeflediklerini, bu kendin Efes ve Zeugma Antik
kentlerine benzetilmelerine rağmen sıfırdan yapılan
bir kent olması yönüyle bu kentlerden daha fazla bir
öneme sahip olduğunu ifade etti.
Taşköprü Belediye
Başkanı Hüseyin Arslan’da Pompeiopolis antik
kentinin gerek ilçe gerekse bölge turizmi açısından
önemine değinerek bu kazıların sağlıklı bir şekilde
ilerlemesi için belediye olarak ellerinden gelen
desteği vermeye devam edeceklerini dile getirdi.
Kastamonu Postası,
22.07.2011
|
17 - 23 Temmuz 2011
|
TARİHÇİLERE URARTUCA
ÖĞRETİYOR
Van'dan Hakkari'ye
giderken şoförümüz bir hikaye anlatmaya başladı.
Vanlılar arasında Van Kedisi kadar meşhur, Mehmet
Amca'nın hikayesini... Bu başarı hikayesini
şaşkınlıkla dinlerken, Mehmet Amca'nın bekçiliğini
yaptığı Çavuştepe Kalesi'nin önünden geçiyorduk o
sırada. "Sabah 5'te gelir kaleye... Akşama kadar
çalışır, turistleri gezdirir, taşları oyar... Şimdi
de kitap yazıyor," deyince; gideceğimiz yere çok geç
kalacağımızı bile bile, "Azmin zaferi işte budur,"
dedirten Mehmet Kuşman'ı tanımak, elini sıkmak
istedim.
Dünyada Urartu
alfabesini oluşturan ilk kişi ve bu dili konuşan 36
kişiden biri o... Mehmet Kuşman'ı New York Times
iki kez haber yapmış, ABD'de sempozyumlara davet
edilmiş. Haftaya Avusturya'da konferans verecek.
Üzerinde çalıştığı kitabı, üç dilde yayımlamaya
hazırlanıyor. Ancak Kültür Bakanlığı'dan bugüne
kadar işittiği tek söz "Aferin," olmuş. Dünyadaki
profesörlerin referans gösterdiği, her kitabeyi
okuyabilen ve tercüme eden 71 yaşındaki Mehmet
Kuşman artık emekli ama hâlâ gönüllü olarak Van
Kalesi'ni korumaya devam ediyor...
- Yıllarca bu kalenin bekçisiydiniz.
Şimdi sizi, dünyanın pek çok ülkesinde konferans
vermeye davet ediyorlar. Haftaya Avusturya'ya
gideceğinizi duydum...
- Evet. 1961 yılından bu
yana Çavuştepe Kalesi'nde bekçilik yapıyorum. Yaş 65
olunca devlet baba 'Güle güle,' dedi. Emekli oldum.
Konferanslara rahatça gidebiliyorum. Hâlâ bekçilik
yapmaya devam ediyorum ama gönüllü olarak. Devlet
Baba'dan para almıyorum. Temizlik, rehberlik,
bekçilik, her şeyiyle ben ilgileniyorum. Sadece
yaptığım taşları satıyorum, o şekilde anlaştık.
- Neden Urartuca öğrenmek istediniz?
- Kalede çalışıyorduk. Bir hocamız, kazıdan
çıkmış bir kitabenin başında düşünüyor. 'Hocam,
herkes kitabe çıktığı zaman seviniyor, siz
düşünüyorsunuz,' dedim. 'Yok,' dedi: 'Ben de
sevindim ama kime okutacağız?' Branşı Fars dili ve
edebiyatıydı. Ben de o zaman çok gençtim.
Zannediyorum ki profesör denince, her şeyi biliyor.
Ankara'da, Emin Bilgiç adında bir bey vardı. O
tarihte onu çağırdılar, geldi ve kitabeyi okudu...
Sonra yeni kitabeler çıkmaya başladı. Hoca yine
düşünüyor. Hoca da beni çok severdi, hatta işe o
aldırmıştı beni. 'Hocam, ben öğrenemez miyim?'
deyince, öyle bir sinirlendi ki, sert bir şekilde
'Hadi canım sen de!' dedi. Ben de 'Bu dili
öğreneceğim,' dedim. Van Kalesi'nde çok yazılar var.
Hangisi Asur, hangisi Urartu seçmek zor. O kış öyle
düşünerek geçti. Bir dahaki sene İran'a gittim.
- Parayı nereden buldunuz?
- Otostopla, atlarla köylere gidiyordum. Çok
zorluk çektim tabii. Her ülkeden harf topladım.
Urartuların yazısı çivi yazısı. Hangi sembol, hangi
harfe denk geliyor? Tek tek araştırdım, alfabeyi
oluşturdum. O zamana kadar alfabe yoktu. 53 tane
harf tamamladım. 22 Mayıs 1986'da Müze Müdürlüğü'ne
bir yazı geldi. Beni Ankara Milli Kütüphane'de
sempozyuma çağırdılar. Türkiye'de kazı yapan yerli
ve yabancı bütün hocalar oradaydı. Önce
inanamadılar. Sonra hepsi teker teker elimi sıktı.
Profesörlerden tebrik alınca daha bir hırslandım.
Dedim ki 'Yazıyı çözdük, bundan sonra sıra lisanda'.
Lisan o kadar zor ki... Nereden bileceksin harfleri,
kelimeleri...
- 'Merhaba' nasıl denir Urartuca?
- 'Eştiye.' Konuşma dilini çözmek zor oldu. 12
yıl kadar uğraştım. Bazı kelimelerin neden
bahsettiğini biliyorum ama cümleyi kuramıyorum. Bir
hoca dedi ki, 'İstanbul'a git, orada Beyazıt'ta
lügat bulabilirsen, belki işini kolaylaştırır.'
Urartuların dili, Ural-Altay kökenli. İyi bir lügat
buldum, ondan faydalandım ve hemen çözüldü. O
zorluklardan sonra çok kolay geldi.
- Şimdi kitabeler çıkınca okumanız için sizi mi
çağırıyorlar?
- Genelde ben okurum. Van'a gelen her valiye
'Bana 30-40 öğrenci verin, bir yer gösterin,
Urartuca öğreteyim,' diyorum. Çivi yazısıyla
yaptığım oymacılığı da öğretirim. Bir zanaat sahibi
olurlar. Her vali hep 'İyi olur,' diyor ama vaatleri
masada kalıyor. Ayda 1200 lira emekli maaşı
alıyorum. 44 yıl hizmetim var. Kendi imkanlarımla
nasıl kurs açayım?
- Bu dili yakınlarınıza öğrettiniz mi?
- Oğlum biliyor, ona öğrettim. O da şimdi
memuriyete atandı. Kamu yönetimi okudu. Altı ay
sonra da kaymakamlık imtihanına girecek.
- Oğlunuz kaymakam olunca belki o bir kurs açar,
sizin gençlere Urartuca öğretmenizi sağlayacak...
- Bir savcı bey vardı, Gürpınar'da... Ona
öğrettim. Bayağı ilerledi Urartuca konusunda. Şimdi
Ankara'ya tayini çıktı. Gece beni alıyordu, evine
gidiyorduk, gece geç saatlere kadar benden ders
alıyordu.
- Urartuca ne kadar zamanda öğrenilir?
- Tahsil yapan bir insan üç yılda öğrenebilir.
Hem okumayı hem yazmayı öğrenmek için üç yıl vermek
lazım.
- Nasıl bir milletmiş Urartular?
- Çok çalışkanlar. Savaşçılar ama savaşı
sevmiyorlar. Silah yapıyor, düşmanına veriyor.
Kitabelerde bir sürü silah var Urartu yapımı...
Asurlular, Urartululardan aldıkları silahla geliyor,
onları öldürüyorlar. Van Kalesi, Urartuların en
büyük kalesi. 135 bin kilometrekare yerde, 3.5 - 4
milyon insan yaşıyor.
- Nasıl geçiyor
bir gününüz?
- Sabah 4'te uyanırım, namazımı kılıp yola
çıkarım. 71 yaşımdayım. Van'ın çıkışından yola kadar
otostop yapıyorum. Akşama kadar burada taşlarımı
oyuyorum, kalenin bakımıyla ilgileniyorum. Yani
turist gelmeyince canım sıkılıyor diye bir şey yok.
Mesela en uzun günler bu günler. Bana kısa geliyor.
Çünkü hep çalışıyorum.
- Eşiniz gurur duyuyordur sizinle...
- Urartu fanatizmime alıştı artık. 11
çocuğumuz var. Altısı kız, beşi erkek. Bir futbol
takımı gibiyiz. Sadece bir oğlum bu dili öğrenmek
istedi. Diğer çocuklarım 'Biz geleceğimize bakalım
baba, geçmişi ne yapalım?' dedi.
- Hepsini okuttunuz mu?
- Evet, hepsi okudu.
- Kızları da okuttunuz mu?
- Kızlar liseye kadar gitti. Oğullarımın
hepsi üniversitelidir.
- Urartular hakkında efsaneler var mı?
- Urartular hakkında bilinmeyen çok şey
var. Acaba müzik var mıydı, yok muydu? Tiyatro yok,
o kesin. Temizliğe önem vermişler. Bıçakla tıraş
oluyorlar. Jilet yok o zaman, bıçak var. Tuvalet
var, foseptik açmışlar. Çok tanrılı bir millet. En
büyük tanrıları, devlet ve savaş tanrısı Haldi.
Sembolleri yılan, akrep, şahin, aslan. Zehirleyici,
parçalayıcı...
- Kitap yazmayı düşünüyor musunuz?
- Ölmeden, öğrendiğim her şeyi anlatmak
istiyorum. Kitap yazıyorum, bitmek üzere. Adı, Doğu
Anadolu'da Urartular. Çivi yazısı (Urartuca), Türkçe
ve İngilizce olarak yayımlanacak.
- Boynunuzdaki kolye dikkatimi çekti. Ne
yazıyor üzerinde?
- Bu kolye orijinaldir. Mezarlıkta buldum.
2600 yıl öncesine ait. Daha eski bile olabilir. Bir
tek bu kolyeyi kendime sakladım ve dilekçe yazdım.
Müzenin bilgisi dahilinde. Bu kolye akiktir. Hiç
bozulmamış gördüğünüz gibi... Öyle güzel figürler
yapmışlar ki, çıplak gözle çözemezsin. Büyüteçle
baktığın zaman akrep var, atlar var aslan var...
Düşünün o zaman büyüteç yok. Nasıl bulmuşlar ve
yapmışlar? Tuhaf...
Sabah Cumartesi, Haber:
Tuluhan Tekelioğlu, 23.07.2011
|
ALTINTEPE KAZILARINDA 3
İSKELET BULUNDU
Erzincan'ın Altıntepe kazı bölgesinde 3 iskelet
bulundu. İskeletlerin Doğu Roma ya da Bizans
dönemine ait olduğu sanılıyor.
Erzincan Valisi Abdülkadir Demir, Altıntepe'de yapılan çalışmaları yerinde inceleyerek Atatürk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Mehmet Karaosmanoğlu'ndan bilgiler aldı. Çalışmaları yerinde inceleyen Vali Abdülkadir Demir,
Altıntepe'nin Erzincan'ın en önemli antik kentlerinden biri olduğunu ifade etti.
İl merkezine 15 kilometre uzaklıktaki doğal bir tepe
üzerine kurulu Altıntepe, sur duvarları, kabul
salonu, açık hava tapınağı, mezarları ve gelişkin
kanalizasyon şebekesiyle Doğu Anadolu Bölgesi'nde
örnek bir yapıya sahip. Altıntepe'de 2003 yılından
itibaren Atatürk Üniversitesi Arkeoloji bölümünce
yürütülen kazı çalışmalarının bu yılki bölümü
başladı. Yapılan kazı çalışmalarında Bizans dönemine
ait olduğu düşünülen 3 adet mezar ve kemikler ortaya
çıkarıldı. İlk bilimsel çalışmaların 1959-1968
yılları arasında yapıldığı alanda, bu yıl da
bilimsel kazı ve onarım çalışmaları gerçekleştiren
ekip, define arayıcıların ın büyük zarar verdiği
kale ve yapıları onararak tekrar turizme
kazandırmayı hedefliyor.
Bizans ve Osmanlı medeniyetlerine ev sahipliği yapan
Altıntepe mevkiindeki arkeolojik kazılara devam
ediliyor. Kazıları yerinde inceleyen Vali Abdülkadir
Demir, çalışmaların tamamlanmasının ardından mekanın
ziyaret edilebileceğini söyledi.
Yapılan kazı çalışmaları hakkında bilgiler veren
Atatürk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi
Prof.Dr. Mehmet Karaosmanoğlu; "Bu yıl dokuzuncusunu
gerçekleştirdiğimiz kazı sezonuna 1 Temmuz
itibariyle başladık, 30 Temmuz'a kadar kazılarımı z
devam edecek. 21 öğrenci ve öğretim üyesi, 24 de
işçi olmak üzere 45 kişilik bir ekiple kazılarımızı
sürdürüyoruz. Bu yılki kazılarda iskelet bulundu.
Fazla erken olmayan bir döneme ait Doğu Roma ya da
bizim bildiğimiz Bizans dönemine ait olması gereken,
yatış olarak da Doğu-Batı yönünde yatmış, aynen
Müslümanlarda olduğu gibi uzanmış, ama sırt üstü
yatmış farkıyla ayrılıyor. Bugün üç tane iskelet
bulundu. Yanında buluntu olarak bir şey çıkmadı."
dedi.
Vali Abdülkadir Demir de konuyla ilgili
açıklamasında şöyle dedi: "Altıntepe kazısı
Erzincan'ın tek arkeolojik kazısıydı. Ama bu yıl
Kemah Kalesi'nde yine Atatürk Üniversitesi'nde
görevli bir hocamız kazı çalışmalarına başladı.
Bizim üçüncü olarak Saztepe mevkiinin de kazı alanı
olarak ilan edilmesi için çalışmalarımız başladı.
Altıntepe bizim için çok önemli. Çünkü Altıntepe
ziyaret edilmek için çok yakın bir mesafede. Hava
alanından 7 -8 dakikada buraya ulaşabilirsiniz.
Türkiye'nin değişik yörelerinde değişik görevlerde
bulunmamız vesilesiyle kazılar gördük. Ancak burada
çok gayretli bir çalışma görüyoruz. Burası
günümüzden 2 bin 750 yıl önceki dönemi yans ıtan
çalışmalar. Bu anlamda çok önemli. Bizim burada
bütün amacımız, b ütün çabamız şu; bu tüp arkeolojik
kazılar çok uzun sürüyor. Bazen 50 yıl sürebiliyor.
İnsanlar sabırsız. Erzincan'da bu konuda yeterince
eser yok. Biz bunu istiyoruz ki çok kısa sürede
çıkaralım. Bu düşünce ile elimizde olan değerleri İl
Ö zel İdaresinden, Kültür Bakanlığından desteklerle
hemen sunulabilir hale getirmek istiyoruz. Bulunan
eserleri hemen restore edip ziyaretçilerin hizmetine
sunmak istiyoruz. Bu kapsamda özellikle Bizans
dönemine ait kilisenin tabanındaki mozaikleri İl
Özel İdaresi kaynakları ile ihalesi yapılarak son
aşamaya gelindi. Orada farklı ihtiyaçlar doğdu. Bu
yıl sonu itibariyle kiliseyi ziyaret edilebilecek
şekle getireceğiz."
Türkiye Gazetesi,
23.07.2011
|
TÜRK TARİHİNİN HERKÜL
ZAFERİ
1980 yılında Perge’den
çıkarıldıktan sonra baş kısmı Türkiye dışına
kaçırılan ‘Yorgun Herakles’, vatanına dönüyor. 1800
yıllık tarihi eserin sergilendiği Boston Güzel
Sanatlar Müzesi, paha biçilmez heykelin bu yıl
sonunda iade edileceğini açıkladı. Times Gazetesi bu
kararı, “Türkiye’nin zaferi” olarak duyurdu.
Antalya’daki
Perge Örenyeri’nden 1980’de bilimsel kazılar sonucu
çıkarılan ancak yasadışı şekilde yurtdışına
kaçırılan “Yorgun Herakles” heykelinin üst yarısı
Türkiye’ye iade ediliyor. 20’nci yüzyılın en büyük
tarihi eser hırsızlıklarından biri olarak görülen
‘kaçırmadan’ beri, 1800 yıllık heykelin bacakları
Antalya Müzesi’nde,
baş ve omuzları ise Boston Güzel Sanatlar Müzesi’nde
sergileniyordu. Türkiye ile
ABD’nin yetkili
makamları arasında tam dört yıldır süren müzakereler
sonunda, Amerikan müzesi, heykelin kendilerinde
bulunan kısmını bu yıl sonunda iade edeceklerini
açıkladı.
İngiliz Times gazetesi,
bu gelişmeyi “Yurtdışına kaçırılmış yüzlerce tarihi
eserin iadesi için mücadele eden Türkiye’nin zaferi”
diye niteledi. ‘Yorgun Herakles’in öyküsü, 1980’de
Perge’de yapılan kazıda alt kısmının bulunmasıyla
başladı. Eski bir Yunan heykelinin Romalılarca
yapılan kopyası olan eserin bir yıl sonra
Boston’daki müzede baş ve omuzları sergilenince,
Türk arkeologlar bu kısımların
Antalya’daki
Herakles’e ait olduğunu dile getirdiler. Boston
Müzesi ve New Yorklu koleksiyoncular ise eseri Alman
bir aracıdan aldıklarını ve herhangi bir resmi kaydı
olmadığını belirterek uzun süre iadeye yanaşmadılar.
Tanrısal bir kuvvet ve
cesarete sahip Herakles, 18 yaşına geldiğinde Nemea
ormanlarında yaşayan bir aslanı öldürme görevini
üstlenir. Hayvanın saldırısını beklerken her gece
kralın 50 kızıyla birlikte olur. Ertesi gün aslanı
arar ve yorgun argın eve döner. Sonunda bir gün
altın postlu aslanı
öldürmeyi başarır. Yorulduğunu fark etmeyecek kadar
çalışkan Herakles’in ömrü, buna benzer 12 görevle
geçer.
Yunan mitolojisinde
Herakles, Roma mitolojisinde ise Herkül olarak
bilinen ilahi kahraman, tanrıların kralı Zeus ile
Miken kralının kızı Alkmene’nin oğludur. Bu mitoloji
kahramanı, Türkiye’de de Ereğli (Heraklion-Ereklion)
diye bilinen tüm yerleşimlerin isim babasıdır.
Hürriyet, 23.07.2011
|
KARİA YÜRÜYÜŞ YOLUNA
DESTEK
Muğla Ticaret ve Sanayi
Odası’nın (MUTSO) yürüyüş turizmi için hazırladığı
Karia Yolu Projesi’ne Güney Ege Kalkınma Ajansı’ndan
(GEKA) 234 bin lira hibe desteği geldi.
Kar amacı gütmeyen
kuruluşlara yönelik hazırlanan 720 proje arasından
ilk 108’e girmeyi başaran Karia Yolu’nu beş arkeolog
ve uzmanın hazırlayacağı belirtildi. MUTSO Başkanı
Bülent Karakuş, “Marmaris, Bozburun, Hisarönü,
Datça, Akyaka, Yerkesik, Ören, Mazı, Bodrum, Milas,
Labranda ve Bafa Gölü’nü içine alan yürüyüş yolunun
uzunluğu 510 kilometre olacak. Yol üzerinde bulunan
yerel halk konaklama eğitimden geçirilecek. Projeyle
yerel halk turizmden pay alacak” dedi.
Hürriyet Ege, Haber:
Ahmet Bayrak, 23.07.2011
|
|
|
ERDEK'TE DE ORTAYA ÇIKTI
Balıkesir'in Erdek İlçesi'nde sürdürülen kazı çalışmalarında Bizans dönemine ait 3 adet fırın ve su kanalı bulundu. Kültür Bakanlığı ve Güney Marmara Kalkınma Ajansı tarafından desteklenen ve Atatürk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyelerinden Doç.Dr. Nurettin Öztürk ve ekibi tarafından sürdürülen kazılarda Bizans dönemine ait 3 adet fırın ile adada bulunan iki adet ayazmadan (su sarnıcı) gelen suyu denize atılmasını sağlayan bir adet de kanal bulundu. Arkeolojik kazıların bu yıl adanın güney yamacında yer alan açık hava tapınma alanından başlandığını söyleyen Öztürk, "Başladığımız kazılarda manastıra ait olduğunu düşündüğümüz kilisenin, ayin döneminde kullanılmak üzere hizmet amacıyla yapıldığını düşündüğümüz üç tane fırınını gün ışığına çıkardık. Erken Bizans dönemine ait olan bu fırınların, külleri ile birlikte korunduğunu gördük" dedi. Kazıları bu yıl içerisinde tamamlanması hedefleniyor.
Hürriyet, Haber: Tarık Köse, Fotoğraf: Haberler, 23.07.2011
|
BUNLAR SİZİN TABLOLARINIZ, TEKMİLİ 63
BİN ADET
Teknolojinin önümüze sunduğu
nimetler öyle göz ardı edilecek türden değil.
Dünyanın gittikçe ele avuca sığdığı gerçeği de
aynı eşikte duruyor.
Neden mi? Londra merkezli
Public Catalogue Foundation adlı vakıf BBC
Televizyonu ile işbirliğine girerek
İngiltere'deki müzelerde, galerilerde,
kütüphanelerde, özel koleksiyonlarda yer
alan tabloları kataloglayıp, fotoğraflarını
çekiyor ve internet üzerinden yayımlıyor.
The Your Paintings (Sizin Tablolarınız) adlı
proje www.bbc.co.uk/arts/yourpaintings
adresinden yayım yapıyor. Sitede 860
koleksiyondan, 15 bin sanatçının yaklaşık 63
bin tablosu var. Bu devasa proje 2012
yılının sonunda tamamlanmayı amaçlıyor.
Caravaggio, Van Gogh,
Cézanne, Manet, Renoir, Picasso gibi usta
sanatçıların sitede yayımlanan tablolarının
fotoğraf kalitesi, en az resimlerin aslı
kadar iyi. Yetkililer bu projenin dünyada
örneğinin olmadığını söylüyor. İş bununla
kalmıyor tabii. Siteye girenler gönüllü
olarak tabloları etiketleyebiliyor. İleride
tablolar hakkında araştırma yapmak
isteyenler bu anahtar sözcükler sayesinde
işlerini epey kolaylaştırmış olacak. Kamuya
mal edilen bu çalışma İngiltere'de büyük
ilgi görüyor. Proje her geçen gün farklı bir
yüzle ilerliyor. Zira büyük bir hazinenin
içinden sessizce keşif yapılıyor. Sürprizler
çıkıyor.
2003 yılında faaliyete
başlayan ve Dr. Fred Hohler tarafından
kurulan Public Catalogue Foundation adlı
vakıf, fotoğrafçılarla birlikte
çalışmalarını yürütüyor. Sanat
eleştirmenleri, küratörler, sanatseverlerle
ilerleyen bu tamamen 'hayır' işi olan proje
için herkes seferber olmuş durumda. BBC
televizyonunun da katkılarıyla genişleyen
proje sanat tarihi adına çok önemli bir iş
gerçekleştiriyor. İngiltere'nin sanat
hazinesi böylece bir bir gün yüzüne çıkıyor,
hatta daha da değerleniyor. İngiltere'de
fotoğraflanmayı bekleyen yaklaşık 200 bin
tablo olduğu söyleniyor. Şu ana kadar 108
bin tablo fotoğraflanmış. Siteyi takip
edenlere bölge bölge bilgiler sunuluyor,
hangi aşamada olunduğu açıklanıyor.
Türkiye'de de depolarda,
müzelerde, koleksiyonlarda gün yüzüne
çıkmayı bekleyen binlerce güzelim tablo var,
böyle bir hizmetin bizde de faaliyete
geçmesi hayal mi acaba?
Zaman, Haber: Musa İğrek,
23.07.2011
|
114 YILLIK KÖŞK ÇOBANLARIN EMRİNE AMADE
1877-1878 yıllarında Osmanlı-Rus Savaşı'nın ardından 40 yıl Rusların işgali altında kalan Sarıkamış'ta, dönemin Rus Çarı 2. Nikola tarafından yaptırıldığı bilinen 114 yıllık tarihi av köşkü, bölgedeki çobanların mekanı oldu. Ormanlık alanda, sarı çam ağaçlarıyla çivi kullanılmadan baltık mimarisi tarzında yapılan ve uzun yıllar askeri bölge içerisinde yer alan köşk, bir süre önce Kültür ve Turizm Bakanlığı'na devredilmişti. Tarihi köşkün, geçtiğimiz yıl restorasyon çalışmalarının yapılacağı bildirilmiş ancak söz konusu çalışmalar başlamamıştı.
Kültür ve Turizm İl Müdürü Hakan Doğanay, AA muhabirine yaptığı açıklamada, bakanlığın web sitesinde yayımlanan “Taşınmazların tahsisi” adı altında Sarıkamış'taki Çar 2. Nikola'nın av köşkünün de bulunduğunu söyledi. Köşk'ün 49 yıllığına kiraya verileceğini belirten Doğanay, “Bakanlığımız, taşınmazların tahsisiyle tarihi köşkün yapımını üstlenen ilgili şahıs ve şirketlere ücretsiz olarak 49 yıllığına kiraya verilmesi için web sitesinde yayımladı. Ancak şu ana kadar herhangi bir talep olmamıştır. Köşk ve yanındaki tarihi ahşap yapıların korunması için güvenlik önlemi yoktur. Geçtiğimiz yıl İŞKUR'dan 6 ay süreyle 3 güvenlik görevlisi alarak, köşkte görevlendirdik. Ancak bu yıl güvenlik görevlisi alınmadı” dedi.
Çar 2. Nikola tarafından 1897 yılında, baltık mimarisi tarzında yaptırılan köşk ve yanındaki ahşap yapı, 80 derecede pişirilmiş, çam ağaçlarından birbirine geçirilmesi şeklinde ve çivi kullanılmadan yapılmış. Köşkte ve diğer ahşap binada toplam 24 oda bulunuyor.
Radikal, 22.07.2011
|
|
|
BRITISH MUSEUM'DAN HAC SERGİSİ
Londra’da bulunan British Museum, bir
Hac sergisi açacağını duyurdu. Ocak 2012’de açılacak
sergide, Kabe’ye yolculuğa dair tarihi ve çağdaş
belgeler bir arada görülebilecek. El yazmaları,
tekstil ürünleri, arkeolojik buluntular ve
fotoğrafların yer alacağı sergide çağdaş Arap
sanatından da örnekler var. Bu sene ilk kez Venedik
Bienali’nde Suudi Arabistan’ı temsil eden
sanatçılardan Shadia Alem ve Kabe yolculuğunu
sembolize eden bir enstalasyonla sergiye katılacak
Ahmed Mater bu isimlerden bazıları. Müzenin
yöneticisi Neil Macgregor, Hac’cın sadece ruhani
değil kültürel bir fenomen de olduğunu, British
Museum’un da her zaman inançla toplum arasındaki
bağa ilgi duyduğunu belirtti.
Radikal, 23.07.2011
|
15 ASIRLIK ÇİFTİN 'SARILMIŞ İSKELETLERİ BULUNDU
Çanakkale'nin Biga İlçesi'ne bağlı Kemer Köyü'nde bulunan Parion antik kentinde sürdürülen kazı çalışmalarında yaklaşık bin 500 yıl öncesine ait bir mezar içinde birbirine sarılmış bir çiftin iskeletleri bulundu.
İÇDAŞ A.Ş. sponsorluğunda gerçekleştirilen Parion kazıları, arkeoloji dünyasına birbirinden değerli buluntular sunmaya devam ediyor. Erzurum Atatürk Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr.Cevat Başaran başkanlığında yürütülen kazılara bu yıl 5 ayrı üniversiteden 65 öğrenci ve 15 akademisyen katılıyor. Çanakkale'nin Biga İlçesi Kemer Köyü çevresinde yedinci yılına giren Antik Parion kenti kazılarında; Arkeopark bölgesi çalışmalarında muhteşem görüntüler ortaya çıktı. Doğu-Batı yönünde hazırlanmış ve yaklaşık bin 500 yıl öncesine ait bir mezar açılınca birbirine sarılmış iki sevgili gün ışığına çıkarıldı.
Ankara Üniversitesi'nden Antropolog Kaan Ülker, diş ve kemik yapısından mezarda birbirine sarılmış olarak bulunan sevgililerin 18-25 yaş aralığında olduğunu belirlediklerini söyledi. İskeletlerden birinin kadın ve ona belinden sarılmış bulunan diğer iskeletin ise bir erkeğe ait olduğunu belirten Ülker, bu mezarın arkeoloji dünyası için çok duygusal bir buluntu olduğunu ifade etti.
Arkeopark Proje Sorumlusu Arkeolog Ersin Çelikbaş ise, bir ev yapı kalıntısı iç inde ortaya çıkan bu mezardaki Parion sevgililerinin sonsuza dek birbirinden ayrılmak istemeyen 2 genç aşığ a ait olduğunu düşündüklerini belirtti. Çelikbaş ayrıca "Bu buluntudaki Parion aşıklarının sevgisine hürmeten mezarlarını korumak, bir cam fanusla sonsuza dek muhafaza etmek ve görülmesine imkan sağlamak istiyoruz" dedi.
Türkiye Gazetesi, 22.07.2011
|
|
|
BERGAMA'DAKİ ROMA DÖNEMİ HAMAM KALINTILARI GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR
Bergama’da Kleopatra Güzellik Ilıcası olarak bilinen ve mülkiyeti Bergama Belediyesi’ne ait alanda bulunan Roma Dönemi hamamının ortaya çıkarılmasına yönelik çalışmalar başladı. İzmir 2 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nca hamamın tescillenmesinin ardından alanda bulunan ve önceleri otel olarak kullanılan 2 katlı yapının 2010 yılında yıkılmasıyla sondaj çalışmaları Bergama Belediyesi’nce başlatıldı.
Bergama Müzesi Müdürlüğü’nün denetiminde ve Ege Üniversitesi Meslek Yüksekokulu Eser Koruma Programı’ndan ilgili arkeologların yürüttüğü çalışmanın kazı başkanlığını ise Sema Çakalgöz yürütüyor. Kazı çalışmalarında eleman, teknik donanım ve ekipman Bergama Belediyesi tarafından karşılanıyor.
Tarihi, MS 2. Yüzyıl’a uzandığı tahmin edilen ve hamam, havuz, soyunma yerlerini içinde barındıran kompleks bir yapı olduğu düşünülen Roma Dönemi mimari kalıntılarının yıllar içinde üzerini örten dolgu malzemeleri temizlendi ve arkeolojik kazılar başladı. Devam edecek çalışmalarla kalıntılar tümüyle gün yüzüne çıkarılacak.
Kazılar esnasında Roma ve Osmanlı dönemlerine ait taş bilezik, tabak, çanak ve çömlek parçaları da bulundu. Bulunan parçalar üniversite laboratuvarında birleştirildikten sonra müzeye teslim edilecek ve sergilenecek.
Kuzey Ege, 22.07.2011
|
REKTÖRLER TARİHİ HOŞAP KALESİ'NDE
İNCELEMELERDE BULUNDU
Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ)
Rektörü Prof.Dr. Peyami Battal ve Hakkari
Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. İbrahim Belenli,
Hoşap Kalesi'nde incelemelerde bulundu.
Rektör Battal, kalenin
korunarak bölgenin kültür turizmine
kazandırılması için burada yürütülen kazı
çalışmalarının öneminin bir kat daha
arttığını söyledi.
YYÜ Rektörü Prof.Dr. Peyami
Battal, Hakkari Üniversitesi Rektörü
Prof.Dr. İbrahim Belenli ve bir toplantı
için bölgede bulunan YÖK Denetleme Kurulu
Başkanı Prof.Dr. İlyas Doğan, başkanlığını
YYÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi
Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Mehmet
Top'un yaptığı Hoşap Kalesi kazı alanında
incelemelerde bulundu.
Heyeti karşılayan kazı
başkanı Yrd. Doç.Dr. Mehmet Top, kalenin
içindeki mekanların ortaya çıkarılmasına
yönelik bu çalışmada çok yol kat
ettiklerini, şu ana kadar iki hamam, seyir
köşkü ve harem kısımlarını ortaya
çıkardıklarını ifade etti. Özellikle harem
kısmında, alçı ve kalem süslemeleri ile
mimari özelliklere rastlandığını ifade eden
Top, "Gün yüzüne çıkarılan bu alanların
korunması için desteğe ve ilgiye ihtiyacımız
var. Kazı sayesinde kaleye ilgi arttı ve
2005 yılından bu yana kapalı olan kale
ziyarete açıldı. Zaten amacımız, Van Gölü
havzası için önemli bir kültürel miras olan
kaleyi, kültür turizmine kazandırmaktı.''
dedi.
YYÜ Rektörü Prof.Dr. Peyami
Battal da kazıyı yerinde gördüklerini,
yapılan çalışmalardan memnuniyet
duyduklarını belirterek, şöyle konuştu:
"Böyle bir çalışmayı, öğretim üyelerimiz ve
öğrencilerimizin yapması, üniversitemizin
destek vermesi çok önemli. Hoşap Kalesi
kültürel miraslarımızdan biri. Kaleyi koruma
ve bölgenin kültür turizmine kazandırılması
amacı, kazının önemini bir kat daha
arttırmaktadır. Biz bu tür çalışmaları görev
bilip üniversite olarak her zaman destek
vereceğiz. Sayın Cumhurbaşkanımız Abdullah
Gül'ün himayesinde bulunan Eski Ahlat Şehri
kazısı, bu dönemden itibaren üniversitemiz
Sanat Tarihi bölümüne verilmiştir. Ben
eminim ki, arkadaşlarım bu kazıyı da diğer
işlerinde olduğu gibi başarıyla
yapacaklar.''
Zaman, Haber: Ahmet Görçüm,
22.07.2011
|
NEMRUT YOLU 8 KM KISALACAK
Malatya ile Nemrut Dağı arasındaki 94 kilometrelik mesafe, yapılan yol çalışmalarıyla 8 kilometre kısalacak.
Malatya Valisi Ulvi Saran, yol yapım çalışmalarını inceleyerek, yetkililerden bilgi aldı. Saran, gazetecilere yaptığı açıklamada, Kubbe Dağı'nda başlayan çalışmaların Nemrut Dağı ile kent merkezi arasındaki mesafeyi kısaltacağını belirtti.
Dünyanın dört bir yanından Nemrut Dağı Milli Parkı'nı görmeye gelenlerle Pütürge ile Doğanyol ilçelerine gidenlerin artık daha rahat seyahat edebileceğini belirterek, ''Bu yol 20 civarındaki virajın ortadan kalmasını, daha az sayıda virajla bu güzergahın geçilmesini sağlayacak. Yolcularımızın yük ve eşya taşımacılığını daha kısa zamanda yapacak. Yolumuz hem hemşehrilerimize, hem de yerli ve yabancı turistlere çok daha keyifli ve rahat bir ulaşım imkanı sağlayacak'' diye konuştu.
Vali Saran, yaklaşık 4 kilometre uzunluğundaki alternatif yolun bir ay içinde tamamlanacağını bildirdi.
Ayrıca Malatya'yı Nemrut Dağı'na bağlayan yol güzergahı üzerinde de çalışma yapıldığını anlatan Saran, ''Bu çalışma, Karayolları Elazığ 8. Bölge Müdürlüğü ile İl Özel İdaremiz tarafından yürütülüyor. Geçen yıl başlatmış bulunduğumuz çalışma, bu sene de devam ediyor. Her iki çalışma sonunda mesafe 8 kilometre kısalacak'' dedi.
Malatya Aktüel 22.07.2011
|
|
|
TEMEL KAZISINDA 3 ESKİ MEZAR BULUNDU
Mersin'de bir ev inşaatı için yapılan temel kazısı sırasında 3 adet eski mezar bulundu. İş makineleri ile yapılan kazıda iskeletler zarar gördüğü için toplanan kemikler bir kutuya konularak Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü.
Edinilen bilgiye göre, merkez Toroslar ilçesi Mevlana Mahallesi'nde Emin Işık adlı şah s, 10 yıldır oturduğu eski evini yıkıp yerine yenisini yapmak için başlattığı temel kazısı sırasında insana ait kemik parçaları ile karşılaşınca çalışmaları durdurarak polise haber verdi. Olay yerine gelen polis ekipleri, bölgedeki vatandaşların yardımı ile başlattığı çalışmada, biri küçük bir çocuğa ait olduğu anlaşılan 3 adet eski mezar buldu. Mezardan çıkarılan ve kemik özelliğini yitirmek üzere olduğu belirtilen iskelet parçaları incelenmek üzere bir kutuya konularak Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü. Emniyet yetkilileri, bulunan mezarların çok eski tarihlere ait olduğunu, bölgenin eski bir mezarlık olabileceğini söyledi.
İnşaat sahibi Emin Işık ise evini yenilemek için başlattığı kazı çalışmasında kemik parçaları ile karşılaştıklarını anlatarak, "Bunun üzerine hemen çalışmayı durdurarak polise haber verdik. Bu bölgenin eski bir mezarlık olduğu söyleniyor. Bulunan kemik parçaları da çok eski tarihlere ait" dedi.
Olayla ilgili incelemenin devam ettiği ifade edildi.
Türkiye Gazetesi, Haber:Hüseyin Kar, 22.07.2011
|
BELEDİYE TÜRBE ÇALIŞMALARINA HIZ VERDİ
Dünden bugüne ulaşan tarihi eserlerin ve kültürel değerlerin medeniyetlerinin en önemli mirasları olduğunu her fırsatta dile getiren Sivas Belediye Başkanı Doğan Ürgüp, bir yandan Sivas'ta bulunan bazı önemli tarihi eserlerin restorasyon çalışmalarını sürdürürken, diğer yandan Sivas'ın manevi isimlerinin kabirlerinin bulunduğu türbelerde de çevre düzenleme çalışması yaptırıyor.
Behrampaşa, Kolağası Konağı, Çorapçıhanı gibi tarihi eserlerde restorasyon çalışmasını sürdüren Sivas Belediyesi diğer yandan şehrin manevi isimlerinin yer aldığı türbelerde de yaptığı çevre düzenleme çalışmalarını sürdürüyor.
Geçen dönem Şeyh Çoban Türbesi ve Arapşeyh Hazretlerinin Türbelerinde yapılan restorasyon ve çevre düzenleme çalışmalarının ardından, bu yıl içerisinde de Durak Baba ve Süt Evliyası türbesinde çevre düzenleme çalışmaları tamamlandı.
Sivas Belediyesi Park Bahçe Müdürlüğü ekipleri tarafından sürdürülen çalışmalar kapsamında Mor Alibaba Kuran Kursunun bahçesindeki Mor Alibaba Türbesinde çevre düzenlemesi yapılıyor.
Sivas Belediyesi tarafından yapılan çalışmalarda ayrıca, bu yıl içerisinde Kale Mahallesinde bulunan Çeltekbaba Türbesinde ve Alibaba Camii çevresinde yeni çalışmalar gerçekleştirilecek.
Sivas'ta bulunan birçok tescilli eski eseri gündemine alan Başkan Ürgüp, bugüne kadar ayakta kalabilmiş bu ecdat yadigarı eserleri, yeni nesillere devretmenin sorumluluğu içerisinde çalışmaların devam edeceğini kaydetti.
Sivas Belediyesi tarafından yapılarak, Sivas'a manevi açıdan çok önemli olan bu mekanları kazandırdıklarını bildiren Belediye Başkanı Doğan Ürgüp, “Halkımız inşallah bundan sonraki süreçte bu manevi isimleri biraz daha yakinen tanıyacaktır. Tarihimizi, geçmişimizi bilmek durumundayız” dedi.
Sivas Hürdoğan, 22.07.2011
|
|
MEHMET GÜLERYÜZ'DEN
TARİHİ KEŞİF: YENİÇERİ MEZAR TAŞI
Oğuz Erten ve Mehmet Güleryüz, yeniçeri mezar taşını Boğaz kıyısındaki köylerden birinde bulmuş.
Türk resminin büyük
ustası Mehmet Güleryüz, tarihe ve onun sanatsal
bakiyelerine ilgisi sayesinde İstanbul’da ender
görülen yeniçeri mezar taşlarından birinin
keşfedilmesini sağladı. Mehmet Güleryüz ile eşim
Özlem İnay Erten’in bir röportajı dolayısıyla bir
araya geldiğimiz bir gün, sohbet sırasında Boğaz
köylerinden birinde –burada köyün ismini vermekten
çekiniyorum- bulduğu yeniçeri mezar taşından
bahsetmesi Türk sanat tarihinde yeni bir buluşun
habercisiydi.
O mezar taşının gerçekten bir yeniçeri mezar taşı
olup olmadığı konusunda o gece uyku ile uyanıklık
arasında sabahı yaptıktan sonra erkenden o Boğaz
Köyü'nde buluşup mezar taşına bakmaya gittik. Köydeki
küçük mezarlığa girer girmez karşıma çıkan bu ender
‘börklü mezar taşı’ gerçekten bir yeniçeriye aitti.
Osmanlıcamızın elverdiği kadarıyla taşın üzerinde;
“Merhum, Sadık’ın, Ruhu için, El Fatiha” gibi
kelimeler okuyabildiklerimizden bazılarıydı.
Hicri olarak taşa kazınmış ölüm tarihini miladiye
çevirdiğimizde karşımıza 1741-1742 yılları çıktı.
Yani II. Mahmut döneminde yaşanan yeniçeri
kıyımından kurtulan bu mezar taşı, Osmanlı’nın Lale
Devri’ni yaşamış bir yeniçeriye aitti. Bir keşif
yapılmıştı yapılmasına ama bundan sonraki yük
öncesinden daha da ağırdı. Yurtdışında yapılacak bir
müzayedede mezar taşının karşımıza çıkma ihtimalinin
gerçekliğini düşününce Mehmet beyle soluğu bir an
önce Türk İslam Eserleri Müzesi’nde aldık. Müze
müdürünün ve müze yetkililerinin ilgisi ve desteği
sayesinde kaymakamlık ve kolluk kuvvetleri
vasıtasıyla bu değerli mezar taşı uzun bir çabanın
sonucunda koruma altına alınmış oldu.
Kim bu yeniçeriler?
Yeniçeri Ocağı, kapıkulu askerlerinin en önemli ve
en imtiyazlı sınıfını oluşturur. Osmanlı ordusunda
yaya ve yol açmak, köprü tamiri yapmakla görevli
olan müsellem ocağının yetmemesi nedeniyle kurulur.
Ocağa alınmada daha çok devşirme yöntemi kullanılır.
Devşirilen çocuklar köylü Türk ailelerinin yanına
verilip Türk-İslam kültürüyle bütünleşmesi sağlanır
ve ardından ocağa alınır. Yeniçeri Ocağı’nın tam
olarak ne zaman kurulduğu bilinmemekle beraber
1362-1380 tarihleri arasında kurulduğu tahmin
edilir. Yeniçeriler genelde Bektaşi tarikatına
mensupturlar ve Hacı Bektaş Veli’ye büyük bir saygı
duyarlar. Hatta Yeniçeri Ocağı’nın kurulması Hacı
Bektaş Veli ile ilişkilendirilir.
Neden kaldırıldı?
Tarih kitaplarında bir beladan kurtulma operasyonu
olarak değerlendirilen; ancak bazı tarihçilerin
büyük bir trajedi olarak yorumladığı Yeniçeri
Ocağı’nın kaldırılması olayı, yeniçerilerin 18.
yüzyılın sonlarından itibaren esnaftan, limana
yanaşan gemilerden haraç alması, yangın söndürüyoruz
diye evlerde hırsızlık yapması, bahşiş verilmeyen
eve su yerine yangını körükleyen neft yağı sıkılması
gibi tacizler sonucunda yaşanır.
15 Haziran 1826, uzun yıllar Yeniçeri Ocağı’nın
yaptıklarını sineye çeken İstanbul halkının adeta
rövanş günüdür. II. Mahmut önderliğinde gerçekleşen
bu olayda, halka dağıtılan silahlar sayesinde
neredeyse hiçbir yeniçeri kalmamacasına bir sürek
avı başlar. Yeniçeri Ocağı’nın bulunduğu
Etmeydanı’nda yani bugünkü Aksaray Horhor’daki
merkez binaları top ateşine tutulur. Günün sonunda 6
bin yeniçeri öldürülmüş, bir o kadarı da esir
alınmıştır. Halk, yeniçerilerden o kadar bıkılmıştır
ki, onların izini taşıyan börklü mezar taşlarını da
yok eder.
İlk soyut heykeller
Heykel sanatı üzerine ‘ucube’ kelimesi üzerinden
yoğun tartışmaların yaşandığı ülkemizde Türk sanat
tarihinin ilk soyut heykelleri olarak
değerlendirilen Osmanlı mezar taşları, eski
mezarlıklarımızda sayıları azalarak varlıklarını
sürdürmeye devam etseler de bugün bir yeniçeri mezar
taşına rastlamak neredeyse imkansızdır. 15 Haziran
1826 günü yaşanan ve Vaka-i Hayriye (Hayırlı Vaka)
olarak adlandırılan Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması
olayında gözden kaçan birkaç börklü yeniçeri mezar
taşı, günümüze ulaşan ender örneklerden oldukları
için 1940 ve 1950’li yıllardan itibaren yapılan
araştırmalarda tespit edilip, Askeri Müze, TİEM
(Türk İslam Eserleri Müzesi) ve Deniz Müzesi
koleksiyonuna alınmışlardır. Üç müzede bulunan
toplam yeniçeri mezar taşı adedi ise yaklaşık
20’dir.
Radikal, 22.07.2011
|
MUĞLA'DA AYNI ANDA 13
ARKEOLOJİK KAZI
Tarihi mirasıyla açıkhava müzesi görünümünde olan
Muğla'da, binlerce yıl öncesinden kalma eserler
arkeolojik kazılarla günyüzüne çıkartılıyor.
Fethiye, Bodrum, Köyceğiz, Yatağan, Milas ve Datça
ilçelerindeki 13 alanda arkeologlar, adeta iğneyle
kuyu kazıyor. Türkiye'de şu anda yabancı arkeoloji
enstitüleri tarafından 40 kazı devam ettiriliyor.
Muğla'da 2011 yılında devam eden arkeolojik kazılar
için Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca 1 milyon 35 bin
lira ödenek ayrıldı. Son üç yıldaki miktar ise 3
milyon 7 bin lira.
Muğla'nın iklimi, denizi ve doğal güzelliklerinin
yanısıra kültür turizminde de hakettiği yeri alması
için bakanlığın desteği devam ediyor. Bu yıl
Menandros anıtına 437 bin 600, Letoon'a 150 bin,
Köyceğiz Kaunos'a 100 bin, Burgaz, Tloos ve
Stratonikeia'ya 50 bin, Myndos, Beçin Kalesi, Lagina
ve Pedesa'ya 40 bin, Euromos'a 30 bin, Leleg yüzey
araştırmalarına 4 bin 200 ve Thera antik kentine 3
bin 200 lira ödenek verildi. Bakanlık Basın ve
Halkla İlişkiler Müşavirliği'nden alınan bilgiye
göre 2002 yılında arkeolojik kazı ve araştırmalara
yaklaşık 1,9 milyon lira ödenek aktarılırken 2010'da
bu rakam, 16 kattan fazla arttırılarak yaklaşık 30,5
milyon liraya ulaştı. Ödeneklerin yıllara göre
artışı şöyle:
"2002'de 1 milyon 877 bin 915, 2003'te 1 milyon 668
bin 154, 2004'te 3 milyon 20 bin 655, 2005'te 8
milyon 548 bin 410, 2006'da 10 milyon 178 bin 871,
2007'de 14 milyon 563 bin 773, 2008'de 21 milyon 103
bin 473, 2009'da 25 milyon 713 bin 577 ve 2010'da 30
milyon 468 bin 165 lira. Aynı dönemde Türk
arkeologların kazılarında da ciddi artış oldu;
2002'de bütün Anadolu'da 57 yerli kazı yapılırken
2010'da 111'e yükseldi. Böylece 2002 ile 2010
yılları arasında, yerli kazılarda yüzde 94,7 artış
sağlandı. Türkiye'de şu anda yabancı arkeoloji
enstitüleri tarafından 40 kazı devam ettiriliyor.
Türkiye Gazetesi, Haber: Kayber Avcı, 21.07.2011
|
MÜTAREKE EVİ RESTORE
EDİLECEK
Kurtuluş Savaşı’nın
sonunda İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan
arasında imzalanan ateşkes anlaşmasına ev
sahipliği yapan tarihi Mütareke binasının
restorasyonu için çalışmalar başladı.
Mütareke binasında
incelemelerde bulunan Büyükşehir Belediye
Başkanı Recep Altepe, restorasyonun, Kültür
Bakanlığı ve Mudanya Belediyesi ile imzalanacak
protokol çerçevesinde hayata geçirileceğini
söyledi.
Tarihi dokunun korunup yenilerek gelecek
kuşaklara aktarılmasına büyük önem verdiklerinin
altını çizen Başkan Altepe, "Kurtuluş Savaşı
sonrasında imzalanan ateşkes anlaşmasına mekan
olan Mütareke binasını restore etmeye
hazırlanıyoruz. İmzalanacak protokolle birlikte
eş zamanlı olarak başlatacağımız projede tarihi
bina aslına uygun şekilde restore edilecek" diye
konuştu.
Mudanya’nın turizm potansiyeline de dikkat çeken
Başkan Altepe, Mudanya Belediyesi ve diğer
kurumların da desteğiyle ilçeyi turizme
kazandırmakta kararlı olduklarını ifade etti.
Mudanya Mütarekesi binasının restorasyonu ile
ilçenin tarihi kimliğini pekiştirileceğini
anlatan Altepe, "Tarih ve turizmin iç içe
bulunduğu Bursa’nın şirin sayfiye beldesi
Mudanya, sahiliyle de deniz tutkunlarını
cezbediyor. Böylesine önemli değerlere sahip
olan Mudanya’yı her yönüyle kalkındırmak başlıca
hedefimiz" dedi.
Mudanya Belediye Başkanı Hasan Aktürk ise,
Mütareke binasının restore edilmeye ihtiyacı
olduğunu vurgulayarak, restorasyon çalışmalarına
öncülük eden Başkan Altepe’ye katkılarından
dolayı teşekkür etti. Aktürk, çalışmalarla
ilgili bilgi vererek, "Protokol, restorasyonun
11 Ekim’de sonuçlandırılmasını öngörüyor. 2
yıldır Barış Haftası olarak kutladığımız
Mütareke Haftasını bu dönemde Büyükşehir
Belediyesi’nin de katkılarıyla uluslararası
organizasyona dönüştürmek istiyoruz" dedi.
Bursa Olay, 21.07.2011
|
PEDASA ANTİK KENTİ
GÜNYÜZÜNE ÇIKARILIYOR
Muğla’nın Bodrum
İlçesi'ne bağlı Konacık beldesinde yapılan kazı
çalışmalarında, Pedasa antik kenti günyüzüne
çıkarılıyor.
Pedasa antik kenti Kazı
Başkanı, Muğla Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı
Prof.Dr. Adnan Diler, Muğla Üniversitesi Rektörü
Prof.Dr. Mansur Harmandar, Konacık Belediye Başkanı
Mehmet Tosun ve Muğla Üniversitesi’nden bazı
akademisyenlere Pedasa antik kenti’nde yapılan kazı
çalışmaları hakkında bilgi verdi.
Prof.Dr. Adnan Diler,
daha sonra Aa muhabirine yaptığı açıklamada, Pedasa
antik kentinin Anadolu Demirçağ uygarlıkları
içerisinde kurulmuş kentlerden biri olduğunu
söyledi. Troya uygarlığının yıkılışından sonra,
ikinci bin yılın son sürecinin Demirçağ
uygarlıklarının ortaya çıkış süreci olduğunu anlatan
Diler:
“Karlar ve Lelekler bu
süreçle birlikte ortaya çıkmıştır. Bu toplumlar
süreç içerisinde uygarlıklar oluşturmuştur. Pedasa
bunlar içerisinde önemli bir yerdedir. Çünkü bizim
Pedasa’da bugüne kadar açığa çıkardığımız bütün
veriler göstermiştir ki, Pedasa Karya’nında aslında
en eski buluntularını bize sunan bir yerdir.
Özellikle mezarlık buluntuları, nekropol buluntuları
bunu çok güzel gösteriyor” dedi.
Pedasa antik kentinden
bugüne kadar Athena kutsal alanında, mezarlık
alanında, platform mezarlarda ve akrapoliste kazı
çalışmaları yaptıklarını, bundan sonrada bu
çalışmaları yapmaya devam edeceklerini belirten
Prof.Dr. Diler, “Ama bizim Pedasa’daki
çalışmalarımızda, özellikle mezarlık, nekropol,
timülüs ve platform mezar çalışmalarının çok ayrı
bir önemi var. Çünkü bunlar etnik yapıyı erken
malzemeyi veren yerler. Çok iyi korunmuş malzemeyi
verdiği içinde önemli buluyoruz. Pedasa’da daha uzun
yıllar çalışılacak. Pedasa’da bir korunmuş doğal
alan, bir arkeolojik alan yaratmaya çalışıyoruz.
Bunun için sponsorlara da ihtiyacımız var” diye
konuştu.
Prof.Dr. Mansur
Harmandar ise Pedasa antik kentinde büyük bir
medeniyet yattığını, buranın Türkiye’nin önemli bir
varlığı ve zenginliği olduğunu ifade etti. Bunu
ortaya çıkarmanın, tabiat varlıklarını, kültür
zenginliğini ortaya koymak bakımından son derece
önemli olduğuna işaret eden Rektör Harmandar, şöyle
konuştu:
“Adnan bey burada 5
yıldır çalışıyor. Çok güzel şeyler ortaya çıkarmış.
Bodrum yarımadası turizme dayalı bir kent oldu.
Turizmi sadece deniz ve güneş turizmi olmaktan
çıkartıp, inanç turizmine, kültür turizmine
dönüştürmek gerekiyor. Sadece yaz aylarında 3-4
aylık bir turizm değil, 12 ay süren bir turizm için
bu tip Ören yerlerimizin antik kentilerimizin ortaya
çıkarılması gerekiyor. Buranın turistlerin ziyaret
ettiği güzel bir antik kenti olarak dizayn
edilmesinden yanayız.”
haberler.com, 21.07.2011
|
CUMHURİYETİN MİRASI
Mimarlar
Odası’nın merkez ve şubeleriyle yoğunlaştığı
çalışmalar arasında “Cumhuriyet Dönemi Mimarlık
Mirası”mızın ülke düzeyinde belgelenmesi ve
yaşatılmasına yönelik çabalar da var. Cumhuriyetin
sadece siyasal ve sosyal alanda değil, kültür
alanında da kolları sıvadığını ve özellikle mimaride
“kimlikli çağdaşlık” ilkesine gösterdiği özeni
belgeleyen bu çalışmalar, 3 yıl önceki sempozyumun
da konusuydu.
26-27 Şubat 2009’da Ankara Çağdaş Sanatlar
Merkezi’ndeki sempozyumun gerekçesi ise çağrı
metninde şöyle özetlenmişti:
“Mimarlar Odası, Cumhuriyet’in mimari mirasının
korunma ve değerlendirilme olanaklarını araştırmak
ve yapıcı öneriler geliştirmek üzere ‘Cumhuriyetin
Mimarlık Mirası’ konulu bir sempozyum ve sergi
düzenliyor. Etkinliğin önemli bir bölümü Mimarlar
Odası şubelerinin bulunduğu yerlerdeki örnekler
üzerine kurgulanıyor. Şubeler, bir olumlu, bir de
olumsuz yapı örneği içerecek şekilde 2 poster
hazırlayacaklar. Mimarlar Odası Kültürel Miras
Komitesi tarafından değerlendirilerek seçilecek ve
olumsuz örnekleri içerecek 5 poster ilk gün, olumlu
örnekleri içerecek 5 poster ise ikinci gün bildiri
olarak sunulacak, diğer katılımlar ise poster sunuşu
olarak sergilenecek. Bu örnekler hem kültürel
mirasımıza ilişkin bir arşivin başlangıcı olacak,
hem de bu mirasın güncel durumunun tartışılmasına
olanak sağlayacak.”
Cumhuriyet ve sanat tarihimiz açısından önem taşıyan
bu buluşmaya katılanlar, iki gün boyunca
“Cumhuriyete Genel Bakış”, “Cumhuriyet Mimarlığı
Üzerine Değerlendirmeler”, “Cumhuriyetin Mimari
Mirasını Koruma Nedenleri”, “Evrensel ve Ulusal
Değerler Bağlamında, İdeoloji ve Koruma Bağlamında,
Cumhuriyet Mimarlığının Tasarımcıları Bağlamında,
Yapı Türleri ve Yapım Teknikleri Bağlamında
Cumhuriyetin Mimari Mirasının Karşı Karşıya
Bulunduğu Sorunlar”, “Yasal, Parasal ve Yönetsel
Sorunlar”, “Planlama Sorunları”, “Uygulama
Sorunları”, “Cumhuriyetin Mirasının Korunması ve
Değerlendirilmesi”, “İlkeler ve Yöntemler, Araçlar”,
“Cumhuriyetin Mimari Mirasının Değerlendirilmesi”
gibi konularda derinlemesine bilgilenme ve düşünce
geliştirme olanağı buldular.
Ayrıca sempozyum kapsamında düzenlenen “Yitirdiğimiz
Miras” konulu poster sergisi de yurt düzeyindeki
durumu belgeleyerek tartışmalara ışık tuttu...
Söz uçar, yazı kalır
Bütün bu konular ve irdeleyen uzmanların konuşmaları
o denli heyecan vericiydi ki hemen tüm
katılımcıların ortak dilekleri şöyleydi:
“Sempozyum, hazırlık sürecinden sunuş ve
tartışmalara kadar, hatta posterleri de içerecek
şekilde mutlaka kitaplaşmalı. Yurdun dört bir
yanında Cumhuriyetin ilk dönemlerindeki ‘mimari
özen’i belgeleyen yapıların kültür mirası olarak
korumaya alınmalarına öncülük etmeli. Bundan sonra
da aynı yapıların birer ‘devrim mirası’ olarak
yaşatılmaları bilincinin güçlenmesine katkıda
bulunmalı.”
İşte bu dilekle Mimarlar Odası’nın en onurlu
çalışmaları arasında yer alacak “Cumhuriyetin
Mimarlık Mirası” kitabı artık elimizde...
Emre Madran ve
Ali Haydar Alptekin’in
yayına hazırladıkları kitabın ilk baskısı
Nilgün Kara Babacan’ın
başarılı tasarımıyla Haziran 2011’de mimarlık ve
kültür dünyamıza armağan edildi. Ferhat Babacan’ın
uygulaması ve Mi-Ka Matbaacılığın özenli
çalışmasıyla da konusunda en nitelikli bir belgesel
gerçekleşti.
Sempozyumun ve kitabın emektarlarından Emre Madran
ve Ali Haydar Alptekin, Cumhuriyet mirasımızın neden
“yeterince” korunmadığı konusunda diyorlar ki;
“İlgisizlikten tahrip olan mimari mirasımızın en
kolay ve kaygısızca yok edilen bölümü Cumhuriyet
dönemi yapılarıdır. Nedenleri arasında koruma
mevzuatımızdaki eksikliklerin yanı sıra, aynı
yapıların korunacak değere sahip olmadığı; yakın
geçmişte inşa edilmeleri; üst düzeyde mimari, sanat
ve estetik değerler içermedikleri; her yerde ve çok
sayıda bulundukları gibi savların etkisi vardır.
Bunların hiçbirinin geçerli olmadığı mimarlarca
bilinse de korumadan sorumlu kadrolar aynı bilinçte
değillerdir. Bu nedenle 2009 sempozyumu ve bu kitap,
en önemli kültürel mirasımızın farkına varılarak
yaşatılmasına önemli katkıda bulunmaktadır.”
Dönemin Oda Genel Başkanı
Bülend Tuna da
şunu ekliyor:
“Mimarlar Odası, Cumhuriyet dönemine ait tüm
yapıların koruma kurullarınca tescil edilerek
değerlendirilmelerini savunuyor.”
Nitekim sempozyuma katılanlar arasındaki Vakıflar
Genel Müdürü Yusuf Beyazıt ile Cumhurbaşkanlığı
Genel Sekreteri Mustafa İsen’in de benzer
gözlemleriyle Cumhuriyetin mimarlık mirasına
sahiplenmek gerektiğini belirtmeleri, yüreklere su
serpen vurgulamalar arasında...
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bu kitaptan edinerek
özellikle Koruma Bölge Kurullarındaki üyeleri ve
uzmanları “dikkate almaları” dileğiyle iletmesini
bekliyoruz.
Cumhuriyet, Yazı: Oktay
Ekinci, 21.07.2011
|
ANTİK EFES YATIRIM
BEKLİYOR
Yılda ortalama 3 milyon
kişi tarafından ziyaret edilen Dünyaca ünlü
Efes antik kenti’ne
son 30 yıldır yeteri kadar yatırım yapılmadığını
dile getiren Selçuk Belediye Başkanı Vefa Ülgür,
“Efes, ülkemizde en çok ziyaretçi çeken ören yeri
olarak birinci sırada. Aynı zamanda da en çok gelir
getiren ören yerimiz” hatırlatması yaptı.
Tamamlanmayı bekleyen
bölümler
Serapis Tapınağı ile ilgili mimari çalışmaların
tamamlandığını ve restorasyon hazır hale geldiğini
belirten Ülgür, kentin değerinin yükselmesi için bu
çalışmaların hızla tamamlanması gerektiğini
vurguladı. Ülgür, antik tiyatronun restorasyonunnun
da tamamlanıp etinliklere geçilmesi gerektiğini
ifade etti.
Milliyet Ege, 21.07.2011
|
|
|
İNSANOĞLU BİLİNENDEN ÇOK DAHA ÖNCE AYAKLANMIŞ
İngiltere'nin Liverpool
Üniversitesi bilim insanları
atalarımızın daha önce bilinenin aksine çok daha
erken dönemlerde iki ayak
üzerinde yürümeye başladığını tespit etti.
Tanzanya'nın Laetoli bölgesinde 1976 yılında ortaya
çıkarılan bir arkeolojik alanda bulunan 11
ayak izine göre,
atalarımız modern
dönemdeki gibi iki
ayak
üzerinde yürümeye 3.7 milyon yıl önce başladı. Daha
önce ise 1.9 milyon yıl önce insanların yürümeye
başladıkları düşünülüyordu. Araştırmalara öncülük
eden Robin Crompton, "Bulgularımıza göre 3.7 milyon
yıl önce atalarımız iki ayak
üzerinde yürümeye başladı. Ancak vakitlerinin çoğunu
ağaç tepelerinde geçiriyorlardı" dedi.
Sabah, 21.07.2011
|
1800 YILLIK ANTİK TİYATRO RESTORE EDİLİYOR
Roma ve Bizans dönemi yapıların yer aldığı Pamukkale Hierapolis'teki 1800 yıllık antik tiyatronun sahne binası restorasyonuna başlandı.
MS 60 yılında başlanan ve 150 yılda tamamlandığı tahmin edilen Roma dönemine ait antik tiyatronun restorasyon işi için geçen yıl yapılan ihaleyi kazanan E.G firmasının restorasyonu tamamladığında, tarihi yapının Türkiye'de sahne binası restore edilen ilk antik tiyatro olacağı belirtildi.
Aydın Sultanhisar'daki Nyssa ve Antalya Perge'deki antik tiyatrolar ile birlikte Anadolu'daki üç örnekten biri olan 12 bin kişi izleyici kapasitesine sahip tiyatronun restorasyon gideri, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca karşılanacak.
Restorasyon çalışmalarında E.G firmasına danışmanlık yapan Arkeolog Haşim Yıldız, AA muhabirine yaptığı açıklamada, tiyatro binasının üç katlı olduğunu, ancak statik açıdan sakıncaları bulunduğu için sadece birinci katın restorasyonunun gerçekleştirileceğini anlattı.
Yıldız, geçmiş yıllarda İtalyanlar tarafından yürütülen restorasyon çalışmasının artık Türk ekip tarafından yapılacağını, kullanılacak parçaların bir araya getirildiğini kaydederek, "Parçaların yüzde 95'i mevcut. Çalışmanın 2012'de tamamlanması planlandı. Bittiğinde burası Türkiye'de sahne binası restore edilen ilk antik tiyatro olacak. Tüneller yeniden ele alınacak. Tiyatroya girişler, yapıldığı dönemde olduğu gibi buralardan olacak. Ayrıca aydınlatması da projeye uygun olarak yapılacak" dedi.
Restorasyon ile ilgili hazırlanan projedeki eksiklerin giderildiğini de ifade eden Yıldız, "İlk hedefimiz birinci kat sahnesine ait bölümü tamamlamak. Duvarların sağlamlaştırılmasının ardından sahneye ait kaide, sütun ve kabartmalar elden geçirilecek. Önümüzdeki yıl da bunların montajı yapılacak. Programda herhangi bir aksaklık olmadığı takdirde 2012'nin temmuz ayında bu çalışmaların bitirilmesi hedefleniyor" diye konuştu.
Yıldız, restorasyon işini Kültür ve Turizm Bakanlığı adına Denizli Müze Müdürlüğü'nün takip ettiğini, Pamukkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü'nden danışmanlık hizmet aldıklarını, restorasyona 1 milyon liranın üzerinde harcama yapılacağını sözlerine ekledi.
Türkiye Gazetesi, 21.07.2011
|
|
KAZI BÖLGESİNE BİNA YAPTIRILIYOR
Fatih Sultan Mehmet'in babası 2. Murat Han zamanında
yaptırılan ve TBMM'nin katkılarıyla ayağa
kaldırılmaya çalışılan Saray-ı Cedid-i Amire'de
(Edirne Yeni Sarayı), bir yandan kazı çalışmaları
devam ederken, bir yandan da tarihi yapıya zarar
veren uygulamalar olduğu öne sürüldü.
Edirne Yeni Sarayı Kazı Başkanı ve Sakarya
Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi, Sanat Tarihi
Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Mustafa Özer, saray
alanında yapılan çalışmaların TBMM'nin de
katkılarıyla sürdürüldüğünü, ancak kurumlar arası
sinerji eksikliği nedeniyle tam anlamı yla
yürütülemediğini söyledi.
Sarayın ihyasındaki önceliği ayakta kalmış yapılara
verdiklerini anlatan Doç.Dr. Özer, çalışmalar
sırasında dünyada eşine rastlanılmayacak
uygulamalarla karşılaştıklarını belirtti.
Saray alanı içine betonarme bina yapımından, saray
alanlarının otopark gibi kullanılmasına kadar tarihi
dokuya aykırı uygulamaların olduğuna dikkati çeken
Doç.Dr. Özer, şunları kaydetti:
"Kırkpınar Yağlı Güreşleri sırasında saray alanları
otopark şeklinde kullanılıyor. Balkan Savaşları'nın
cereyan ettiği bu alanda konserler verdiriliyor.
Kırkpınar güreşlerinin yapıldığı Er Meydanı olarak
adlandır ılan stadyum, sarayın has bahçesinin içinde
yer alıyor. Dünyanın hiç bir sarayı nın içinden
asfalt yol geçmez, ama anlaşılmaz bir şekilde Edirne
sarayının içinden asfalt yol geçiyor.
Sarayın içinde bulunan Devlet Su İşleri seddeleri
sarayı paramparça etmi ş şekilde, kaçak göçmenler
için saray alanına betonarme bina yaptırılıyor."
Osmanlı'nın önemli saraylarından Edirne Sarayı'nın
gün yüzüne çıkarılması için sorunlardan
arındırılması gerektiğini vurgulayan Doç.Dr. Özer,
"Sadece geç miş yıllarda değil günümüzde de
sorunların sürdürüldüğü nü görüyoruz. Saray alanında
kişisel zararlar da var, duvarlara yazı yazma,
takılan kapıları kırma gibi ancak kamu kurumları
zarar verme noktasında daha öncelikli olduğunu
görüyoruz."
Doç.Dr. Özer, restorasyonların tamamlanmasının on
yıllar sürebileceğini şu anda saray bölümlerinden
Matbah-ı Amire (saray mutfağı), Kum Kasrı'nda
restorasyon çalışmalarının devam ettiğini, Cihannüma
Kasrı'nın da projelendirme çalışmalarının
yapılacağını kaydetti.
Özer, mutfak ve hamam kazılarının tamamlanmasının
ardından bölgede bir sergi alanı da oluşturulacağını
bildirdi.
Oluşturulacak sergi alanlarında üç boyutlu
canlandırmaların yapılaca ğını ifade eden Özer, "Kum
Kasrı hamamının arkeolojik kazısının tamamlanmasının
ardından, koruma ve onarım çalışmalarını başlatmayı
hedefliyoruz. Yapı nın, bu durumundan hareketle,
Türk hamamın anatomik yapısını insanlara sunacak
şekilde konservasyonunu yaparak, gelecek kuşaklara
aktarılmasını amaçlıyoruz. Ayrıca, kademeli olarak
gelecekte, kazı alanında bulunan saray yapılarından
Kum Kasrı Meydanı, Kum Kasrı, Kum Kasrı Hamamı ile
Matbah-ı Amire'nin (saray mutfağı) bir bütün olarak
değerlendirildiği, hem yaşanılır, sosyal mekanların
ve hem de arkeolojik bir park alanının
oluşturulmasına dönük çalışmaların ba şlatılmasını
da hedefliyoruz" diye konuştu.
-SARAY-I CEDİD-İ AMİRE-
Tunca Nehri kenarına kurulan sarayın yapımına, II.
Murat'ın emriyle 1450 yılında başlandı.
II. Murat'ın vefatından sonra Fatih Sultan Mehmet,
Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim, I. Ahmet, II.
Ahmet, Sultan Mustafa, III. Süleyman ve IV. Mehmet
(Avcı Mehmet) saraya yeni yapılar ekleyerek
genişletti.
1874 Osmanlı-Rus Savaşı'nda cephanelik olarak
kullanılan saray, Edirne'nin istila edileceği
düşünülerek, dönemin Edirne Valisi Cemil Paşa'nın
emriyle cephanenin Rusların eline geçmemesi için
havaya uçuruldu.
Kazılarda, 1994 yılından bugüne kadar eski dönemlere
ait su kanalları, Balkan savaşından kalma mermi
kovanları, top gülleleri, Osmanlı ordusunun
kullandığı ocak kalıntıları, sikkeler, seramikler,
silah parçaları bulundu.
Türkiye Gazetesi, 21.07.2011
******
1800 YILLIK ARKEOLOJİK
ALAN KADERİNE TERK EDİLDİ
Roma İmparatoru
Hadrianus'un Anadolu'ya geldiği dönemde inşa
ettirdiği iddia edilen kaleye ait kalıntıların
bulunduğu alanın hangi amaçla kullanılacağı 2 yıldır
belirlenemezken,
arkeoloji dünyasını
heyecanlandıran eserlerin ortaya çıkarıldığı alan ot
ve çöplerle kaplandı.
Dilaverbey Mahallesi'nde bulunan Edirne Ticaret
Borsası'na ait arsa, 2007 yılında bir şirket
tarafından alışveriş merkezi yapımı için satın
alındı.
Ancak arsa, 3'üncü derece arkeolojik sit alanı
olduğu için yatırım öncesi Edirne Müze Müdürlüğü
tarafından sondaj yapıldı.
Yapılan sondajda antik kenti Hadrianapolis surlarına
ait duvarlara ve geç Osmanlı dönemine ait eserlere
ulaşıldı. Sondaj raporunun ardından Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, sondajın kazıya
dönüştürülmesine karar verdi.
Edirne Müze Müdürlüğü tarafından 2008 yılında 2
arkeolog ve 12 işçinin katılımıyla başlayan kazılar
2 yıl sürdü. Kültür ve
Turizm Bakanlığı
ile arsayı satın alan şirketin desteğiyle yürütülen
kazılarda Roma İmparatoru Hadrianus tarafından inşa
ettirilen antik kenti Hadrianapolis'in surlarına ait
70 metrelik duvar ortaya çıkarıldı.
Sur dibinde de Roma dönemine ait olduğu düşünülen 30
insan iskeleti bulundu. İskeletler, antropolojik
inceleme için akademisyenlere teslim edildi. Kazı
çalışmalarında top ve gülle parçaları ile Milet
seramiği de ortaya çıkarıldı.
Arkeoloji dünyasını heyecanlandıran kalıntıların
ortaya çıkarıldığı alandaki kazı çalışmalarına maddi
destek sağlayan arsa sahibi şirket, surun ortaya
çıkarılmasıyla birlikte yatırımdan vazgeçti. 2009
yılında maddi imkansızlıklar nedeniyle kazı sona
erdirildi. Kazının tamamlandığı günden bu yana
alanın hangi amaçla kullanılacağı belirlenemedi.
Belirsizlik nedeniyle hiçbir çalışmanın yapılmadığı
kazı alanı, otlarla kaplandı, çevredeki işyerleri
tarafından çöplük olarak kullanıldı.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi
Bölümü Başkanı Prof.Dr. Engin Beksaç, çalışmaların,
Türkiye'nin tarihi açısından çok önemli sonuçlar
verdiğini belirtti. Hadrianus döneminde inşa edilmiş
olan surun bulunduğunu söyleyen Beksaç, şöyle
konuştu:
"Kazı yapıldığı esnada sadece sur duvarı değil
buradaki koruma hendekleri ve diğer askeri
tahkimatların da izleri bulundu. Yapılan kazı
çalışmalarında çok sayıda iskeletle karşılaşıldı.
Bunlar muhtemelen Edirne çevresindeki savaşların
ardında kalan kişilerin cesetleriydi. Kazıların
tamamlanmış olmasına rağmen bazı noktaları
tamamlanamadı. Ödenek bulunamadı ve alanın kendi
tartışmalı konumu nedeniyle sahip çıkan olmadı.
Fakat arkeolojik verilerin çok önemli olması
nedeniyle burada iş merkezi yapılması imkansız hale
geldi. Böylece de burası sonuçsuz bir durum aldı."
Cnn Türk, 21.07.2011
|
|
PLAJDA FOSİL BULUNDU
İskoçya’nın Aberdeen
Kenti’nde kıyıya vurmuş, dev bir deniz hayvanının
kalıntısı bulundu.
Sahilde köpeğini gezdiren Margaret Flippence
(55), dokuz metre uzunluğundaki yaratığı görünce çok
şaşırdığını ve hiçbir şeye benzetemediğini söyledi.
Sahil güvenliğe
haber vermesi sonucu uzmanlar araştırmalara
başladı. Kalıntının, dev bir katil balinaya ya da
pilot balinaya ait olduğu sanılıyor.
Hürriyet, 21.07.2011
|
İNKILAP'IN BİTMEYEN ÇİLESİ
Şehir Hatları'nda yarım asra yakın
Kadıköy-Karaköy seferi yaptıktan sonra, 2008'de
Yalova'ya çekilip üzerine kat çıkılan 'İnkılap'ın
çilesi bitmiyor. Tarihe hürmetsizlik, 'yeni'
fetişizmi, turizm obsesyonu, gemiden otel yaratmak
isterken gözleri perdeleyen kar hırsı... Bugün
akıbeti belirlenecek olan geminin hikayesi ne çok
şey anlatıyor.
Tepede sarı-beyaz renklerde bacaya
benzer bir uzantı görmesek, o malum
zarafette şehir Hatları amblemini
tanımasak, ilk anda gemi demek bile zor.
Kabaca form bir gemiyi andırıyor
gerçekten. Evet, gerçekten deniz
kenarında da duruyor. Ama yine de bir
acayiplik var.
Yarım asra yakın ıstanbul Boğazı’nda,
Kadıköy-Karaköy hattında sefer yaptıktan
sonra üç yıl önce Yalova sahiline
çekilen ‘ınkılap’ bir müddettir
ziyadesiyle acayiplik var. Orijinal iki
katı üzerine bir-iki kat daha çıkılmış
mesela. Uzamış, genleşmiş, ucubeleşmiş.
Sonra makine dairesi, yolcu sıraları
tamamen boşaltılmış; içinde mekanik
anlamda gemiye ait hiçbir şey yok.
Üçüncüsü artık suda bile değil. Sahilde
dibine beton cekilmiş bir biçimde ne
kara, ne su aygıtı olarak öylece
durmakta…
Sizin bu satırları okuduğunuz sıralarda
İstanbul Teknik Üniversitesi’nden bir
akademisyen heyeti Yalova’da, zavallı
‘ınkılap’ta son araştırmayı yapıyor
olacak. ‘ınkılap’ı batırıp deniz
canlıları için resif alanı mı yapalım,
yoksa Aliağa’da ince ince parçalayalım
mı? ‘ınkılap’ın nihai kaderini
belirleyecek tavsiye kararı bugün
belirlenecek.
‘Paşabahçe’nin uzun yol hayatı
Bir edebiyatçının elinden çıkmışçasına,
gayriihtiyari metaforlarla yüklü, biraz
da acıklı bir hikayesi var ‘ınkılap’
adlı geminin.
1961 yılında Glasgow’da bir tersanede
yapılan dokuz kardeş gemiden biri. Misal
yine uzun yıllar şehir Hatları’nda
turlayıp şu an Haliç Tersanesi’nde
tıknefes halde istirahate çekilen
‘Paşabahçe’ gibi öncesinde bir hayatı,
ulusaşırı sular görmüşlüğü yok. Boğaz’ı
bilen mühendisler tarafından, bilhassa
bu günlük seferler için üretilmiş. Halen
daha dünyanın son dört buharlı
gemisinden biri olarak anılıyor. Daha
doğrusu anılıyordu.
‘Kalender’, ‘Altınkum, ‘Güzelhisar’ gibi
20. yüzyıl başlarında yapılan daha yaşlı
vapurlar kuşağının hikayesinde dram var.
70’lerin sonuna kadar kullanılan bu
vapurların da kimi Çanakkele’ye
götürüldü, kimi Aliağa’da söküldü.
‘ınkılap’ gibi 1961 yapımı ‘Harbiye’,
‘Turan Emeksiz’ , ‘Kuzguncuk’, ‘Pendik’,
‘ıhsan Kalmaz’ da seferden eksileli çok
oluyor. Bir kısmı Mudanya’da,
Bandırma’da, Haliç’te, Zonguldak’ta, bir
kısmı çoktan Aliağa’da söküldü bile.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin
2006’da düzenlediği bir kampanya vardı:
‘Haydi İstanbul Vapurunu Seç’.
Nihayetinde karar kılınan model yeni
gemiler yapıldığında eski kuşak için
emeklilik görünmüştü zaten.
‘İnkılap’ı asıl yakan galiba ‘Turan
Emeksiz’ adlı geminin Mudanya’da bir
otele dönüştürülmesi oldu. Sahile
çekilen gemi, 20 oda ve iki süitlik
Turan Emeksiz Otantik Otel’e dönüşmüştü.
Yalova’da önceki dönem belediye
başkanlığı yapan Barbaros Binicioğlu da,
‘ınkılap’ı İstanbul Büyükşehir
Belediyesi’nden 25 bin dolara satın
alarak Yalova’ya getirtti. O zamanların
haberlerinde hep otel ya da restoran
projelerinin adı geçiyor. ıhale açılarak
vapur, bu maksatla 22 yıllığına
Atalaylar Turizm’e veriliyor. Madem otel
olacak, niye daha fazla odası olmasın?
Niye ‘ınkılap’a iki-üç kat daha
çıkılmasın?
Böylelikle normal koşullarda bir
tersaneye çekilmesi gereken geminin iç
mekanının yalan yanlış söküm süreci
başlıyor. Sonra da tamamen ilgisiz
malzemelerle kat çıkarak,
‘ucubeleştirme’ dönemi…
10 Nisan 2008 tarihinde beş saatlik
yolculuğun ardından Yalova’ya
getirildiğinde Yalova Belediyesi Bandosu
marşlarla, davullu zurnalı oyun
havalarıyla karşılamıştı ‘ınkılap’ı.
Ameliyat süreci başladıktan sonraysa
birden ‘ınkılap’ın nikah salonu ya da
müze olması gündeme geldi. Yere
betonlanmış gemiden otel yaratma hülyası
yan taraftan suya karışmıştı sanki.
Belediye’deki değişim, ‘ınkılap’a bakışı
da değiştirmişti. şu anki yönetimden
‘ınkılap’la alakadar olma vazifesini
Yalova Belediye Başkan Yardımcısı Ahmet
Özsümer üstlenmiş durumda. Özsümer, bir
önceki yönetimin şu an ne karada, ne
denizde bir işe yarar halde bulunan gemi
için 1 trilyon 200 milyon harcadığını
iddia ediyor.
Özsümer’e, ‘ınkılap’ın şu anki hali
sorulduğunda biraz ‘Enkaz devraldık’
makamından giriyor lafa. Deprem
bölgesinde, dolgu bir sahile, bir
geminin sabitlenmesini hiç
anlamadıklarını ve çok tehlikeli
bulduklarını söylüyor. Ne yapacaklarını
bilmediklerinden mevzuat aramışlar. Kıyı
Kenar Kanunu’na bakıyorlar; karşılığı
yok. ımar yönetmeliklerine bakıyorlar;
öyle bir yapı modeli görünmüyor.
Belediye Kanunu’na bakıyorlar. E, orada
da tanımlı bir obje değil. ıhale
feshediliyor. Akıbetin belirlenmesine
yardımcı olacak bilirkişi komisyonunun
kurulması için karar alınıyor.
ışte akademisyenler, 18 Ağustos’ta
görülecek tespit davası için tavsiye
kararı vermek üzere bu yüzden şu anda
‘ınkılap’talar.
Bir süre önce gazetelerde ‘ınkılap’ın o
acıklı hallerinin fotoğraflarını
gördüğümde uzun uzun baktım. Tarihe
hürmetsizlik mi dersiniz, ‘yeni’
fetişizmi mi, turizm obsesyonu mu, kat
çıkıp karı katlama hırsı mı… Bu geminin
kaderinden ne çok çok şey
okunabileceğini düşünüyordum.
Kapitalizmin ilke ve ‘ınkılap’ları bir
nevi…
Araştırma yaparken, bu yazının da
şekillenmesine ziyadesiyle katkıda
bulunan bir aile hikayesiyle kesiştim.
Şehir Hatları’nda uzun yıllar buhar
makinelerinden sorumlu makine enspektörü
olarak çalışan büyükbabası Rauf Ateşer
vesilesiyle, müzisyen Serdar Ateşer’ın
bu gemiye, artık olmayan bu gemilere
dair anlatacağı çok şey vardı.
Kendisiyle yaşıt olan ‘ınkılap’
gemisinin ‘sefalet’ sürecini ise
bilhassa takip etmişti. Çektiği
fotoğrafların dışında zamanında
büyükbabasının teslim aldığı gemiyi
farklı yıllarda ziyarete gitmişti hep.
Mesela 2008’de Yalova’ya çekilişinden
sonra, karlı bir gün ‘İnkılap’a bakan
bir birahanede, tanımadığı ‘İnkılap’
severlerle yaptığı muhabbeti unutamıyor.
2010 Kültür Başkenti etkinlikleri
sırasında ‘Ayasofya 1472 yıldır her
zamanki yerinde’ türünden sloganları
‘ınkılap’a uyarlayarak dikkat çekmeyi de
düşünmüşler ama afiş dolaşıma girememiş.
Rauf Ateşer 1994’te hayatını kaybetmiş.
“Bugün de ‘Kalender’i söktüler’ diye hop
oturup hop kalkılan bir ev, ara ara
vapur fotoğraflarını çıkarıp bakan bir
adam…
Serdar Ateşer, ‘yandan çarklıları’ bile
koruyan minicik Avrupa şehirlerini
anıyor sinirle. Sakinleştirecek bir
cümle bulamıyorum.
Büyükbabası şehir Hatları’nde
‘enspektör’ olan müzisyen Serdar Ateşer,
üç-dört yaşından beri vapurlarda. Yaşıtı
olan ‘İnkılap’a alakası o yüzden bir
başka…
“‘İnkılap’ tam benim doğduğum yıl
gelmiş; yaşıtız. Ruhsal olarak
‘İnkılap’ın şu anki halindeyim yani. O
yüzden bu gemiyle çok
özdeşleştirmişimdir kendimi. Her halini
takip etmişimdir.
Ben üç-dört yaşımdan beri gemilerdeyim.
Eski denizaltıcı ve deniz subayı olan
büyükbabam Rauf Ateşer, Deniz
Kuvvetleri’nden ayrıldıktan sonra, aynı
zamanda makineci olduğu için şehir
Hatları’nda enspektör olarak çalışmaya
başlamış. Karaköy Köprüsü’nden evvel
yakılıp önce İstinye’ye, sonra da
ebediyete intikal ettirilme şansını elde
etmiş olan eski Karaköy İskelesi’nin
tepesinde, camekanlı bir kontrol
odasında çalışırdı.
Ben çocukluğumda her vapura binişimde
makine dairelerinde ya da kaptan
köprülerinde, iskele, yolcu, kaza,
münakaşa, kurtarma hikayeleri dinlerdim.
Gündüzleri borda numaralarından,
geceleri vapurların ışıklarından ya da
öndeki projektörün huzmesinin renginden
vapuru tanıma oyunları oynardım kendi
kendime. Bebek Koyu’na bakan evimizde,
burnum camda gece 22.30’ta, bir de
yanılmıyorsam sonuncusu gece yarısına
doğru Eminönü’den gelen ‘Göztepe’ ya da
‘Güzelhisar’ gemilerini beklerdim.
Büyükbabamla vapurlara bindiğimizde önce
bir makine dairesine indirirdi beni. O
gürültü, patırtı, insanlar çalışıyor.
Veletken bayılırdım oraya. Sonra da
kaptan köprüsüne… ıyice sessizdir orası.
Oraya ‘köşk’ de diyorlar ama bence bu
daha sonra çıktı. Daha karaya özgü bir
tarif sanki; biz ‘kaptan köprüsü’derdik.
Sonra da bağım hiç kopmadı vapurlarla…
2005-2006 civarında ilk birkaç gemi
safdışı bırakıldığında ‘Vapurlarımızı
Vermiyoruz Kampanyası’ başlamıştı. Tam o
günlerde İstanbul’da Haliç’te gemilerin
çekildiği
yere yakın, şişhane civarında bir cep
telefoncusuna girdiğimi hatırlıyorum
tesadüf. şık giyimli, İngiliz bir adam
geldi. Onun da öyle bir derdi var belli
ki.
Beklerken sıkıntıdan konuşmaya başladık.
“Burada iki buharlı gemi var. Onlarla
ilgileniyorum” dedi. ılginç bir
konuşmaydı, çünkü başta çok açık
anlatmaya başlamıştı. Benim ‘Ha o gemi
mi, şu tarihte Glasgow’dan gelen’ falan
dememle konuya hakim olduğumu fark edip
birden sustu, hatta çıktı gitti. Beni
işi bozarım diye mi düşündü bilmiyorum.
Ama o dönem böyle insanlar vardı
ortalıkta.
Sonuçta o dokuz geminin hepsinin başına
bir sürü şey geldi. Aliağa’da parça
parça olanlar dışında en fazla acı
çekeni galiba ‘İnkılap’ oldu. Acaba
heyet gezerken orada bulunsam mı diye
bile düşündüm.
Radikal, Haber: Pınar Öğünç, 21.07.2011
|
KAZI ÇALIŞMALARINA
ASGARİ ÜCRETLİ İŞÇİ BULUNAMIYOR
Osmaniye’nin kuzeyindeki
merkeze bağlı Kesmeburun ile Bahçe köyleri arasında
bulunan Kastabala- Hierapolis antik kentinde
sürdürülen arkeolojik kazı çalışmalarında asgari
ücretle çalışacak işçi bulunamıyor.
45 kişilik uzman bir
ekiple çalıştıklarını söyleyen Kazı Başkanı ve
Gaziantep Üniversitesi Fen- Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Anabilim Dalı Başkanı Doç.Dr. Turgut Haci
Zeyrek, asgari ücretle çalışacak eleman
bulamadıklarını, bu sebeple de kazı çalışmalarının
yavaş ilerlediğini söyledi.
Arkeolojik çalışmaların
büyük Mali bütçe gerektirdiğini kaydeden Doç.Dr.
Zeyrek, “Elimizdeki imkanlar nedeniyle asgari
ücretle işçi çalıştırabiliyoruz. Gönül isterdi ki
daha yüksek bütçe ile çalışalım ve işçilere daha
yüksek ücretler verelim. Bulunduğumuz bölge 3 köyün
birleştiği bir noktada. Bahçe, Kesmeburun ve Kazmaca
köylerinin merkezindeyiz. Yerel imkanları
değerlendirmek ve bu yöre halkına istihdam sağlamak
açısından, bu 3 köyden işçi alımını tercih ettik.
Ama hiçbir talip bulamadık” dedi.
“Asgari ücret bahane
gösterilerek çalışmaya gönüllü olmuyorlar” diyerek,
çevre köylerden işçi sağlayamadıklarını belirten
Doç.Dr. Zeyrek, işçi arama çemberini daha da
genişleterek, il merkezinde eleman arama çalışmaları
yaptıklarını, aradan geçen 20 günde yeni yeni işçi
bulmaya başladıklarını söyledi.
Sponsorlara ihtiyaç
duyduklarını da belirten Doç.Dr. Zeyrek şöyle devam
etti:
“Bize para değil kazma,
kürek ihtiyaçlarımızı, 3-4 tane işçinin giderini
üstlenecek sponsor lazım. Tek bir kuruma, tek bir
kişiye yüklenmeden, ihtiyaçlarımızı telafi etme
yolunda bize destek olunmasını bekliyoruz. Ekibimiz
Gaziantep Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi,
İstanbul Üniversitesi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi
ve Çukurova Üniversitesi’nden farklı alanlarda
uzmanlaşmış, profesör, doçent, yardımcı doçent ve
araştırma görevlilerine kadar ulaşan bir ekiptir. ”
Bodrumkale olarak da
bilinen Kastabala antik kenti’ndeki çalışmaları
yerinde inceleyen Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi
(OKÜ) Rektörü Prof.Dr. Orhan Büyükalaca ise
Kastabala antik kenti’nde çok büyük bir hazine
yatmasına rağmen gün yüzüne çıkarılabilen kısmının
oldukça az olmasının üzücü olduğunu söyledi.
Bu durumun kendilerini
düşündürdüğünü aktaran Prof.Dr. Büyükalaca, şöyle
konuştu:
“Bu durum, bizi iki
açıdan düşündürüyor. Bir, kültür mirasımızın toprak
altında kalması. İkincisi de bölgemizin ve
Osmaniyemiz’in kalkınması için, bu kadar büyük bir
fırsat burada yatarken, bir şekilde
değerlendirememiz bizleri düşünceye sevk etti. Ancak
İl Kültür Müdürlüğümüzün ve Gaziantep
Üniversitesi’nin desteğiyle bir çalışmanın
başlatılmış olması sevindirici. Dileğimiz, bu
çalışmaların hızlanması. Bir an önce ivmelenerek, bu
bölgede turizm potansiyeli açısından büyük bir öneme
sahip olan, bu bölgenin canlanması en büyük
dileğimiz. ”
haberler.com, 21.07.2011
|
10 BİN YILLIK KÖYE FRANSIZ İLGİSİ
Orta Anadolu’nun
10 bin yıllık ilk köyü olan Aşıklı Höyük, Fransa’nın
ünlü arkeoloji dergisi Archeologia’da tanıtılırken,
Fransızların Peri Bacaları turlarında Aşıklı Höyük’e
olan ilgisinin artması bekleniyor.
Aşıklı Höyük Kazı Başkanı Prof.Dr. Mihriban Özbaşaran yaptığı açıklamada, Aşıklı Höyük’ün Peri Bacaları ve Orta Anadolu’nun bilinen en eski yerleşimi olduğunu söyledi. 1989 yılında başlayan kazılar sonunda Aşıklı Höyük’te ilk yerleşimin 10 bin yılı aşkın bir süre öncesinde başladığını bilimsel olarak tespit ettiklerini belirten Özbaşaran, ”10 bin yıllık yerleşim, bölgedeki ilk yerleşme, ilk tarım, ilk madencilik ve dünyada bilinen ilk beyin ameliyatı gibi teknolojik ve bilişsel gelişmelerle Dünya ve Anadolu tarihine ışık tutuyor” dedi.
Aşıklı Höyük’ün arkeolog dünyasınca tanınan bir
kazı alanı olduğunu vurgulayan Özbaşaran, ”Aşıklı
Höyük, dönemini yansıtan buluşları ve önemiyle
Dünyada arkeolog dünyasınca tanınan ve takip edilen
bir yerleşimdir” dedi. Aşıklı Höyük’ün son olarak
Fransa’nın ünlü arkeoloji dergisi Archeologia’da 13
sayfa tanıtıldığını belirten Özbaşaran, şunları
kaydetti: ” Archeologia Dergisi’nin bu yıl Haziran
ayında çıkan 489. sayısında Aşıklı Höyük, ‘Orta
Anadolu’da 10 bin yıllık bir köy: Aşıklı Höyük’
başlığı ile 13 sayfa tanıtıldı. Dergide Aşıklı
Höyük’teki kazılardan, öneminden, kazıya bağlı yan
projeler olan çocuk atölyesi ve el sanatları ile
yöre halkının bilinçlendirilmesi konuları ayrıntılı
olarak işlendi. Bu bilgilerin yanında deneysel
Aşıklı evlerinin tanıtılması da turizm yönüyle büyük
önem taşıyor. Etki alanı ile dünyanın sayılı
dergilerinden birisi olan Archeologia, birçok
kesimden insana ulaştığı için, kültür turu
kapsamında Peri Bacaları’na gelen Fransızların
özellikle Aşıklı’yı da tur kapsamına almalarını
sağlayacaktır.” Aşıklı Höyük’ün bir dünya mirası
olduğuna dikkati çeken Prof.Dr. Özbaşaran, Aşıklı
Höyük’ün gün yüzüne çıkmasında Fransız bilim
insanlarının da görev aldığını açıkladı.
Aşıklı Höyük’te bu yılki kazı çalışmalarının
uluslararası bir ekiple başladığını ve iki ay
süreceğini belirten Özbaşaran, şöyle devam etti: ”Bu
yıl alt tabakalara doğru inmeye devam edeceğiz.
Dönem olarakta MÖ 8 bin 500′lere doğru
uzanan bir bölgede kazı yapmaktayız. Önümüzde kazı
yapacağımız 2 metrelik bir dolgunun altında temele
ulaşacağız ve Aşıklı Höyük’teki ilk yerleşimin
tarihi ortaya çıkacak. Ayrıca bu yıl yapılması
planlanan ve birtakım sebeplerden geciken çatı
sistemini de tamamlamayı hedefliyoruz.” Prof.Dr.
Özbaşaran, Aşıklı Höyük’ün kültür turizmine açık
olduğunu ve özellikle yabancı turistlerden her geçen
gün daha fazla ilgi gördüğünü sözlerine ekledi.
Merhaba Gazetesi, 20.07.2011
|
SOLOİ POMPEİOPOLİS KENTİNDE 14 SÜTUN AYAĞA
KALDIRILACAK
Mersin’deki Soloi Pompeiopolis antik kentindeki
kazıların bu yılki bölümü başladı. Dokuz Eylül
Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü
öğretim üyesi ve Kazı Başkanı Prof.Dr. Remzi Yağcı,
Mezitli İlçesinde yer alan kazı çalışmalarının
yürütüldüğü Sütuncu Cadde’de düzenlenen
bilgilendirme toplantısında, antik kentiteki ilk
bilimsel çalışmaların 1999 yılında, ilk restorasyon
çalışmalarının ise bu yıl başladığını söyledi.
Kazıların amacının, Soloi Pompeiopolis antik kenti’ni ayağa kaldırmak olduğunu ifade eden Yağcı,
“Şu anda önemli bir dönüm noktasındayız. Mersin’in
en güzel yerindeyiz. ‘Tarihi çevre ve insanlar nasıl
bir arada yaşar’ bunun mücadelesini veriyoruz.
Yağcı, şöyle devam etti: “Projesi bölge kurulu
tarafından onaylanan, Mezitli Belediyesi'nin
katkılarıyla İl Özel İdaresi'nden toplanan eski eser
fonlarından, Vali Hasan Basri Güzeloğlu’nun
katkıları ve desteğiyle geçti. Restorasyon
çalışmalarının 8 ayda tamamlanması planlanıyor.”
Türkiye Gazetesi, 20.07.2011
|
HALİÇ'TE 100 YILLIK ARITMA TESİSİ
Tarihi araştırmalar, dünyanın ilk en büyük arıtma tesisinin 1913-1918 yılları arasında Haliç'te yapıldığını gün yüzüne çıkardı. Benzeri İngiltere'de bulunan ve 2. Abdülhamit tarafından Alman mühendislere yaptırılan 100 yıllık Cibali Su Arıtma Tesisi, Sultan Reşat döneminde bitirildi.
Bugünkü Fatih'in tüm kanalizasyon atık sularının ve Cibali Tütün Fabrikasının atığının burada toplanması sağlandı ve arıtılarak Haliç'e bırakıldı. İngiltere'deki benzerinden sonra dünyada ikinci olarak İstanbul'da yapılan arıtma tesisi, büyüklüğü ve kapsadığı alanla da dünyanın ilk en büyük tesisi özelliğine sahip. 1960'lı yıllara kadar kullanılan tesis, faaliyette olduğu son yirmi yılda Cibali Tütün ve Sigara Fabrikası'nın özel arıtma tesisi olarak kullanıldı. Döneminin en iyi çevre ve şehircilik projelerinden biri olarak gösterilen arıtma tesisi, İstanbul Müzik Müzesi Müdürü tarihçi yazar Süleyman Faruk Göncüoğlu'nun araştırmalarıyla günyüzüne çıkarıldı. Göncüoğlu, Haliç'e bağlanan atık su ve kanalizasyon hattının, denizin ve Haliç'in kirlenmesini önleme çabası bakımandan kendi döneminde büyük bir öngörü ve ileri şehircilik anlayışıyla tasarlandığını ifade etti.
Zaman, Haber: Zeynel Yaman, 20.07.2011
|
|
|
ZEYTİNLİADA'DA BİZANS FIRINI BULUNDU
Balıkesir’in Erdek İlçesi’nde sürdürülen kazı
çalışmalarında Bizans dönemine ait 3 adet fırın ve
su kanalı bulundu.
Kültür Bakanlığı ve Güney Marmara Kalkınma Ajansı
tarafından desteklenen ve Atatürk Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü öğretim üyelerinden Doç.Dr.
Nurettin Öztürk ve ekibi tarafından sürdürülen
kazılarda Bizans dönemine ait 3 adet fırın ile adada
bulunan iki adet ayazmadan (su sarnıcı) gelen suyu
denize atılmasını sağlayan bir adet de kanal
bulundu.
Arkeolojik kazıların bu yıl adanın güney
yamacında yer alan açık hava tapınma alanından
başlandığını söyleyen Öztürk, “Başladığımız
kazılarda manastıra ait olduğunu düşündüğümüz
kilisenin, ayin döneminde kullanılmak üzere hizmet
amacıyla yapıldığını düşündüğümüz üç tane fırınını
gün ışığına çıkardık. “Erken Bizans” dönemine ait
olan bu fırınların, külleri ile birlikte korunduğunu
gördük” dedi.
Kazıların bu yıl içerisinde tamamlanması
hedefleniyor.
Focus Haber, 20.07.2011
|
TABYALAR, TARİH ZİYNETİMİZ
“Nene Hatun Tarihi
Milli Parkı”nın, Genel Müdürlük düzeyindeki Uzun
Devreli Gelişme Planı çalışmalarının devam ettiğini
kaydeden İl Çevre ve Orman Müdürü Toraman, “Plan
tamamlandığında Milli Park sahasında Milli Park
tanıtım ve danışma merkezi ile ziyaretçi merkezi
gibi birimler oluşturulup, alan kılavuzları
görevlendirilecek” dedi.
Erzurum İl Çevre ve Orman Müdürü Muammer Toraman,
“Nene Hatun Tarihi Milli Parkı” ve “Sarıkamış
Allahuekber Dağları Milli Parkı” için hazırlanan
Uzun Devreli Gelişim Planı hakkında bilgiler verdi.
Türkiye’nin, sahip olduğu sulak alanlar, muhafaza
ormanları, tarihi ve kültürel alanları ile doğal
kaynakların korunması ve yaşatılmasında korunan
alanların çok önemli bir rol oynadığını kaydeden
Toraman, “Bakanlığımızın bu hususta çok önemli
çalışmaları bulunmaktadır. Ülkemizdeki ulusal ve
uluslararası seviyede olağan üstü özelliklere sahip
alanlarımızın, korunması, yönetilmesi ve gelecek
nesillere taşınması için milli park, tabiat park,
tabiatı koruma alam, tabiat anıtı, yaban hayatı
koruma-geliştirme sahası ve orman içi dinlenme
alanları gibi bir takım koruma statüleri
verilmektedir.” diye konuştu.
Bu kapsamda Erzurum’da Milli Mücadelede önemli
tarihi olayların cereyan ettiği bir yer olması
nedeniyle Aziziye ve Mecidiye Tabyalarının bulunduğu
387 hektar alanlık bölgenin “Nene Hatun Tarihi Milli
Parkı” olarak ilan edildiğini hatırlatan Toraman,
buna ek olarak, “Allahuekber Dağları Milli Parkı”nın
da, Erzurum’u ilgilendiren bir boyutunun bulunduğunu
belirtti.
“Nene Hatun Tarihi Milli Parkı”nın, Genel
Müdürlük düzeyindeki Uzun Devreli Gelişme Planı
çalışmalarının devam ettiğini ve büyük ölçüde
tamamlandığını kaydeden Toraman, “Plan
tamamlandığında Milli Park sahasında Milli Park
tanıtım ve danışma merkezi ile ziyaretçi merkezi
gibi birimler oluşturulup, alan kılavuzları
görevlendirilecek” dedi.
Ayrıca Sarıkamış Harekatı olarak bilinen tarihi
sürecin yaşandığı Sarıkamış Ormanları ile
Allahuekber Dağları’nı kapsayan 22 bin 980 hektar
büyüklüğündeki alanın, Sarıkamış Allahuekber Dağları
Milli Parkı olarak ilan edildiğini anımsatan
Toraman, söz konusu parkın yüzde 49’luk kısmının
Erzurum sınırları içerisinde olduğunu ifade etti.
Toraman, “Sarıkamış Allahuekber Dağları Milli Parkı
için yaptırılmakta olan 1/25 bin Ölçekli Uzun
Devreli Gelişme Planı çalışmaları son aşamaya gelmiş
bulunmaktadır. Milli Parklarımız için devam etmekte
olan Uzun Devreli Gelişme planları sonuçlandığında
doğal, kültürel ve tarihi zenginliklerimizin
korunarak ve sürekliliği sağlanarak koruma-kullanma
dengesi içerisinde geleceğe aktarılması ve ülke
turizmine kazandırılması ile yöre ve bölge
insanımızın refah seviyesinin artırılması
hedeflenmektedir.” ifadelerini kullandı.
Erzurum Gazetesi, 20.07.2011
|
VALİLİK İZNİYLE, YA ÇIKARSA DİYE DEFİNE ARIYORLAR
Giresun'un Tirebolu İlçesi'ne bağlı Hark Köy'de valilik izni ile define çalışmalarına başladı. Tirebolu İlçesi'nden Bahtiyar Bitiş adlı vatandaş tarafından alınan izin çerçevesinde sürdürülen kazı çalışmaları, resmi görevliler ve jandarmadan oluşan bir komisyon gözetiminde yapılıyor. Şu ana kadar yapılan çalışmada 5 metre çapında 5 metre derinliğinde yer, kazma-kürekle kazıldı. Kazma kürek ile define aramayı sürdüren Bahtiyar Bitiş, günlük masrafının bin TL civarında olduğunu belirti. Bitiş "Hark Köy deresinde Roma dönemine ait define olduğuna dair belge elime geçti. Roma dönemine ait 3790 altın sikke olduğunu sanıyoruz. Gömünün buraya 400 yıl kadar önce eşkiyalar tarafından konulduğu bilgisi var. Ben de şansımı denemek için yasal iznimi alarak bu bölgeye geldim. 1 haftadır kazı çalışmalarımızı devam ettiriyoruz. İnşallah emeğimiz boşa gitmez. Çok ümitliyim." dedi. Giresun müze yetkilisi ise kazı yapılacak alanın kepçe ile çalışmaya el verişli olmadığından kazıyı kazma kürekle devam ettirildiğini ifade ederek, "Eğer tarihi eser çıkarsa, bu tamamen devlete kalacaktır. Ancak altın para çıkarsa da yine devlete kalmak kaydıyla, değerinin yüzde 50'si para bazında kazı yaptıran kişiye ödenecek." diye konuştu. Hark Köyü'nün meraklı sakinleri de her an define çıkabilir ümidiyle, kazı alanı dışındaki kayalıklar üzerinde adeta pusuda bekliyor. Jandarmanın geniş güvenlik önlemleri aldığı alana hiç kimse sokulmuyor.
Türkiye Gazetesi, 20.07.2011
|
|
|
TARİHİ AMBARLAR TANITILACAK
Karaman'ın Taşkale Belediye Başkanı Muhittin Sunaoğlu, Roma, Bizans ve Selçuklular döneminden izler taşıyan kayalara oyulmuş tarihi tahıl ambarlarının Japonya'da tanıtılacağını söyledi.
Belediye Başkanı Sunaoğlu, bu ayın başında düzenledikleri Taşkale buluşması etkinliğine katılmak için Japonya'dan gelen televizyon ekibinin yöreyi beğenmesi üzerine belgesel çekmek için yeniden Taşkale'ye geldiklerini söyledi.
Başkan Sunaoğlu, "Taşkale buluşması etkinliğimize katılmak için beldemize gelen Japonyalı konuklarımız bizlere Taşkale'yi çok beğendiklerini belirterek, bir belgesel çekmek istediklerini söylediler. Kısa süre sonra gelen Japonyalı televizyon ekibi, Taşkale beldesinin tarihi ve coğrafi güzelliklerini dünyaya tanıtmak amacıyla uzun süreli çekimler yaptılar. Taşkale'nin doğal yapısına hayran kalan ekip hazırladıkları belgesel filminin bu yılın Eylül ayında Japon televizyonlarında yayınlanacağını dile getirdiler" dedi. Sunaoğlu, Japon televizyon ekibi tarafından çekilen belgeselin yerel televizyonda da yayınlanacağını sözlerine ekledi.
Karaman Kent Haber, 20.07.2011
|
HATAY'DA NEO HİTİT DÖNEMİNE AİT ASLAN BULUNDU
Hatay’da yapılan arkeolojik kazılarda Neo Hitit
dönemine ait 2 ton ağırlığında 1.60 metre boyunda
1.50 metre uzunluğunda bir aslan heykeli bulundu.
Reyhanlı İlçesinde hayırsever işadamı Kazım
Kuseyri’ye ait olan arazi sınırları içerisinde olan
ve 1930’dan bu yana kazı çalışmalarının devam ettiği
Tell Tayinat Höyüğü'nde bulunan aslan heykeli Antakya
Arkeoloji Müzesi^'ne teslim edildi.
Burada bir açıklama yapan Toronto Üniversitesi
Arkeoloji Profesörü Timothy P. Harrison, buldukları
aslan heykelinin, 1930’lu yıllarda yapılan kazılarda
bulunan aslanlarla aynı sitilde yapıldığını
belirterek, “Antakya’da müzesinde bulunan başka
aslanlarda vardı. Bu aslanı Kazım Kuseyri’nin
arsasından çıktı. Bu aslanında müzede bulunan
aslanlarla aynı döneme ait olduğunu tahmin ediyoruz.
Tell Tayinat Höyüğü'nde ilk kazı çalışmaları 1930’lu
yıllarda yapıldı. O tarihlerde yapılan çalışmalarda
ortaya çıkan tapınakta yapılan kazılarda bulunan
aslanlar Antakya Arkeoloji Müzesi'nde sergileniyor.
Aynı bölgede 2009 yılında bir tapınak daha bulundu.
Yaptığımız kazı çalışmaları sırasında ikinci
tapınağın alt kısımlarında da bu aslan heykelini
bulduk” dedi.
Aslan heykelinin Neo Hitit dönemine ait olduğunun
altını da çizen Harrison, “Tarih olarak şu anda net
bir tarih söylememez mümkün değil. Heykel hakkında
ancak 1930’lu yıllarda bulunan tapınaktan daha erken
bir tarihe ait olduğunu söyleyebiliriz. Bu da
milattan önce 8. veya en geç 9. yüzyıl olabilir.
Çünkü 1930’lu yıllarda yapılan kazılarda bulunan
tapınak 8. yüzyıla aitti. Şimdi bulduğumuz aslan
heykeli de o tapınaktan çıkan aslanların sitilinde
yapılmış bir aslan heykeli. Bu heykelde daha önceki
bir dönemden geldiği için sitilin devamlılığını
gösteriyor. Yani Hatay tarihinde bulunan bir
sanatsal sitilin devamını gösteriyor. Bu müthiş
sanat eserinin bu bölgede üretilen bir sanatın
parçası olduğunu düşünüyoruz” diye konuştu.
Harrison ayrıca Tell Tayinat Höyüğü'nde içinde
çeşitli ülkelerden uzmanlarında bulunduğu 35 kişilik
bir grupla kazı çalışmalarına 21 Haziran’da
başladıklarını ve çalışmalarının Ağustos ayı
ortalarına kadar devam edeceğini söyledi.
Mynet Haber, 19.07.2011
******
TAPINAKTA BULUNAN
TABLET TARİHE IŞIK TUTACAK
Yaklaşık 80 yıl önce başlatıllan ilk kazı çalışmalarının ardından süre gelen yıllarda ortaya çıkarılan kalıntılar, Hatay'ın 3 bin yıllık tarihine ışık tutacak. Dünya genelinde kurulan 23 medeniyetin 15'ine başkentlik yapan Hatay'da bilim adamları, tarihe ışık tutacak kazı çalışmalarına imza atmayı sürdürüyor. Tarihi kent olan Hatay'da 200'ün üzerindeki höyük bulunuyor. Bu höyüklerden biri olan Reyhanlı yolu üzerindeki Tell Tayinat Höyüğü'nde ilki seksen yıl önce Fransızlar döneminde başlayan ve halen devam eden kazılarla birlikte bilim adamları kentin 3 bin yıllık geçmişine ışık tutacak eserleri gün yüzüne çıkarmayı başardı.
Toronto Üniversitesinden Prof.Dr. Timothy Harrison'un kazı başkanlığını yaptığı 35 kişilik ekip Haziran ayında başladığı kazı çalışmalarını sürdürüyor. Kazı ekibinin 2009 yılında ortaya çıkardığı 2 bin 600 yıllık yazılı tabletler, Anadolu'da krallıklar arasındaki yakın ilişkileri ve anlaşmaların en büyük kanıtı olarak gösteriliyor. Kanada, Avustralya, Almanya ve Türk arkeologların yürüttüğü Tell Tayinat Höyüğü'nde kazı ekibine başkanlık yapan Toronto Üniversitesinden Prof.Dr. Timothy Harrison, geçtiğimiz yıl çıkarılan 2 bin 600 yıllık tabletin şifrelerini bulduklarını söyledi. Tell Tayinat, Doğu Akdeniz ile ilgilenen tarihçiler için önemli bir bölge geçiş bölgesi olduğunu aktaran Harrison, höyüğün Hitit krallığının başkenti olduğunu söyledi. Harrison 2009 yılında yapılan kazı çalışmalarında ortaya çıkarılan tapınağın içinde tabletler bulduklarını ifade ederek, "Bulduğumuz tabletler arasında en önemlisi Asur kralı ile bölgenin valisi arasındaki anlaşmayı içeren tabletin üzerinde çalışmalar devam ediyor. 700 satırdan oluşan metnin yer aldığı tablette Asur kralının kendisine bağlı eyaletleri nasıl yönettiğine dair önemli bir belgedir. Bu tabletlerde yer alan anlaşma Asi nehri kanalı ile höyükten 30-40 mil açıkta Mısırlılarla yapılan savaş ile sona eriyor. İnsanlar tablette yazanları gördükçe Asurlular ile kralları arasındaki yapılan anlaşmayı hatırlıyor. O dönem ki şehrin sınırları bugünkü Hatay'ın sınırlarına çok yakın. Tablet MÖ 672 yılının 2. ayının 18'inci günüde yazılmış. Bu tabletten farklı bölgelerde 8 tane daha bulundu. İran'da bulunan tabletler persler ile yapılan anlaşmayı içeriyor. Tablette diplomatik ilişkiler ile ilgili çok şey öğreniyoruz" şeklinde konuştu.
Tell Tayinat Höyüğü kazı alanı saha koordinatörü Dr.
Stephan Batiuk, 2009 yılında buldukları tapınağın
demir çağına tarihlendiğini söyledi. Tapınak içinde
MÖ 8. yüzyıldan kalma sütun kaidesi ve kerpiçten
tuğlalar bulduklarını kaydeden Batiuk, o dönemde
kentin çok büyük yangınlarla yıkım yaşadığını tespit
etiklerini aktardı. Tapınağın kutsal olarak sayılan
odasında önce sunak ardından metal ve seramikten
kaplar bulduklarını belirten Batiuk, seramik
kapların ateşten eridiğini aktararak "Tablette Asur
kralı ile bölgenin yerel kralı arasındaki anlaşma
yer alıyor. Arkeolojide bulunması gereken zor bir
şeyi tespit ettik. Tablet bize kazdığımız alanın
ismini veriyor. Tableti müzeye kaldırdık. Buna
benzer tabletleri ırak ve İran'da bulduk. Bu tablet
ayrıca Irak dışında bulunan ilk yazılı tablet.
Tablet Tell Tayinat'ın tarihlenmesi için çok önemli.
Tabletteki isimler bölgenin kim tarafından
yönetildiğini öğreneceğiz. Politik yapısını
anlayacağız ve en önemlisi hukukla ilgili geriye
gidip kurallarla ilgili benzerlikleri görebileceğiz"
dedi. Bölüm öğrencisi iken geldiği kazı
çalışmalarında doktor olmaya hazırlanan Özge Demirci
arkeolojik kariyer açısından Tell Tayinat'ın kendisi
için büyük bir şans olduğunu vurguladı. Höyüğün
sadece kendi içinde değil yakın çevredeki höyüklerle
de olan bağlantılar açısından büyük önem arz
ettiğini söyleyen Demirci, "Kerpiç kazmak çok zor.
Geldiğimden bu yana çok şey çıkardık. Kazı
çalışmalarımızda çevredeki höyüklerin birbiri ile
bağlantısı ortaya çıkıyor." şeklinde konuştu. Tell
Tayinat Höyüğü'nde devam eden kazı çalışmalarının
Ağustos ayı başlarında tamamlanması bekleniyor.
Türkiye Gazetesi, 22.07.2011
|
IŞIKLANDIRILAN SURLAR BURSA YAMAÇLARINDA PARLAYACAK
Tophane Surları ve Bey Sarayı’nın parçaları
ortaya çıkarılıp, şehrin tarihi kimliği
güçlendirilecek.
Bursa Büyükşehir Belediyesi, Tophane semtindeki binlerce yıllık surları ayağa kaldırıyor. Kültür Müdürlüğü ve Osmangazi Müftülüğü binalarının altında ekipler gerçek sur parçalarına ulaştı. Çalışma sırası ordu evi ile Tophane Endüstri Meslek Lisesi altına geldi. Bu bölgede de ciddi sur kalıntıları olduğu belirlendi. Garnizon Komutanlığı’na bağlı ordu evi bahçesinde yapılacak çalışmalardan sonra, eski Bey Sarayı’nın cihannüma (sarayların bahçesindeki dört tarafa hakim seyir odası) kısmının da ortaya çıkarılması hedefleniyor. Restorasyonun ardından ışıklandırılacak olan tarihi surlar bir gerdanlık gibi Bursa’nın yamaçlarında parlayacak.
Büyükşehir Belediyesi, Bursa’nın “tarih başkenti”
kimliğini öne çıkarmak için başlattığı Tophane
surlarının restorasyonuna hızla devam ediyor.
Tophane yamaçlarındaki İl Kültür Müdürlüğü binası ve
Askeri Garnizon Komutanlığı arasındaki 400 metre
uzunluğundaki bölgede çalışmalar fasılasız sürüyor.
Garnizon Komutanlığı ile görüşen belediye,
Genelkurmay Başkanlığı’ndan ordu evi’de çalışma izni
isteyecek. Jeo radar çalışmaları ile Bursa’daki ilk
Osmanlı sarayının şu an ordu evi olarak kullanılan
yerde bulunduğu kesinleşti. Tarihi Bey sarayı’nın
gün yüzüne çıkarılması planlanıyor. Askeri
tesislerin ise takas yolu ile daha büyük bir alana
yapılması planlanıyor.
Tarihi surların üzerini kaplayan 100 yıllık
bitkileri ve atık malzemeleri temizleyen işçiler
şimdiye kadar Roma ve Osmanlı dönemine ait
metrelerce tarihi suru ilk defa gün yüzüne çıkarttı.
Surların Roma ve Osmanlı dönemine ait parçaları,
kullanılan malzemelerin şekilleri ile anlaşılıyor.
2010 yılında alınan kararla onarımına başlanan Bursa
surların restorasyonunun 2015 yılında bitirilmesi
planlanıyor. Tarihi surlar bulundukça ışıklandırması
da hemen yapılacak. İlk etapta Balibey Hanı ile
garnizon arasındaki alan yeşillendirilip
aydınlatılarak şehrin gözbebeği bir mekan haline
getirilecek. Şehrin 3 girişinden de görülebilecek
olan tarihi Bursa surları, daha sonra Bey Sarayı’nın
da inşaası ile gerçek tarihi kimliğine
kavuşturulacak.
Bithinyalılar, Romalılar, Bizanslılar ve
Osmanlılar tarafından farklı zamanlardaki ilaveler
ve onarımlarla günümüze kadar gelen surlar 1950
tarihinden bu yana hiç elden geçirilmedi.
Yetkililer, “3 bin yıllık tarihi surlardaki zayıf
olan taşları tek tek numaralandırıyoruz. Eksik
surları ise orijinalini bozmadan takviyelerle
sağlamlaştırıyoruz. Surların bazı bölgelerinde çökme
tehlikesi var, surların iç tarafına yapılacak
desteklerle orijinal yapıyı ayakta tutacağız”
dediler.
Bütün çalışmaların bitmesinden sonra
ışıklandırılması planlanan Tophane surları Bursa’ya
muhteşem bir güzellik katacak. Tarihin gün yüzüne
çıkmasının ardından Bursa’ya turistlerin daha çok
ilgi göstermesi bekleniyor.
Bursa Büyükşehir Belediyesi, 19.07.2011
|
TARİHİ GİZEM ÇÖZÜLDÜ
Erzurumlu İbrahim Hakkı
Hazretleri'nin her yıl 21 Mart ve 23 Eylül'de
güneşin ilk ışınlarının hocası
İsmail Fakirullah Hazretleri'nin başucuna doğmasını
sağlayan ışık hadisesi 50 yıl sonra tekrar
gerçekleştirildi. Türbede yapılan düzenlemenin
ardından lazer ışıklarıyla yapılan deneme başarılı
oldu.
Aydınlar (Tillo) İlçesi'nde bulunan ışık düzeneğine tekrar işlerlik kazandırılması için ÇEKÜL Vakfı'nın desteği ile valilik tarafından yılbaşından beri, Başkent Üniversitesi'nden Prof.Dr. Cengiz Işık'ın koordinatörlüğünde ülkemizin çeşitli üniversitelerinden bilim adamlarının da katılımıyla sürdürülen çalışmalar sona erdi. Düzeneğin bozulmasına neden olan ve restorasyonda yeri kaydırıldığı belirtilen pencerenin yerine yeni bir pencere açıldı. Işık düzeneğini başlangıç yeri olan Kaletül Üstad adlı tepedeki pencereden yansıtılan lazer ışınları İsmail Fakirullah türbesinin başucuna ulaştı.
Denemenin başarılı olmasının ardandan bir açıklama
yapan Prof.Dr. Cengiz Işık, "İbrahim Hakkı
Hazretleri'nin ülkemizin yetiştirdiği, ancak bizim
yeterince değerini bilemediğimiz bir bilim adamıdır.
1960'lı yıllarda yapılan restorasyonda bozulan ışık
düzeneğine tekrar işlerlik kazandırmanın mutluluğunu
yaşıyoruz. Gerek, Tillo'nun ve gerekse İbrahim Hakkı
Hazretleri'nin daha iyi tanıtılması gerektiğine
inanıyorum. Özellikle Tillo'nun, inanç turizmi
açısından olduğu kadar kültür turizmi açısından da
büyük bir potansiyeli vardır. Bu potansiyelin
kullanılması gerekiyor. " dedi.
Gecenin geç saatlerine kadar yapılan deneme
çalışmalarını bilim adamları ile birlikte izleyen
Vali
Musa Çolak da
denemenin başarılı olmasından mutlu olduğunu ifade
etti. Çolak, "Dünya üzerinde
öğretmenlere duyulan saygının bir ifadesi olarak
yapılan bu ışık düzeneğine tekrar işlerlik
kazandırmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Bu düzeneğin
tekrar işlerlik kazanması ile birlikte bu ilçemiz
turizm pastasından daha büyük bir pay alacaktır.
Önümüzdeki Eylül ayının 23'ünde ekinoksta yeni doğan
güneşin ilk ışınlarının türbeye yansımasını artık
hep birlikte izleyeceğiz. Ayrıca bu tarihte İbrahim
Hakkı Hazretleri'ni anma etkinliklerini de
gerçekleştireceğiz. "
Işık düzeneğine tekrar işlerlik kazandırılmasında
Prof. Dr Cengiz Işık'ın yanı sıra,
Akdeniz ve
İstanbul
Üniversiteleri'nden ve TÜBİTAK Ulusal Gözlemevi'nden
çeşitli branşlarda 7 bilimadamı çalıştı.
1700'lü yıllarda yapılan ışık düzeneği ile Tillo'nun
yaklaşık 2 kilometre uzaklığındaki bir tepe üzerinde
kurulan bir duvarın ortasından geçen güneş huzmeleri
İsmail Fakirullah Hazretleri'nin türbesinde bulunan
kulenin pencerelerinden aynaların kırılması yöntemi
ile türbenin baş ucuna yansıyordu. Her yıl 21 Mart
ve 23 Eylül tarihlerinde gerçekleşen bu
Hadise 1960'lı
yıllarda türbenin onarılması sırasında bir
pencerenin yerinin kaydırılması ile bozulmuştu.
Erzurum Gazetesi, 19.07.2011
|
BOĞAZ'IN MUHTEŞEM BİR SARAYI OLDU
Uzun yıllar bakımsızlıktan kullanılamaz durumda
bulunan Bebek’teki Mısır Konsolosluğu’na ait
‘Hıdiva Sarayı’ uzun çalışmalar sonucunda
eski ihtişamına kavuşturularak
hizmete açıldı. Hıdiva Sarayı’nın ismi Bebek
Sarayı olarak değiştirildi. 50 odalı sarayın
restorasyonu 10 milyon dolara mal oldu
Mısır Ulusal Bayramı dolayısıyla Mısır Arap
Cumhuriyeti
İstanbul Büyükelçisi Wafaa
Elhadidy tarafından Bebek Sarayı’nda verilen
kokteyle İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu ve
çok sayıda davetli katıldı. Mimar Süreyya
Saruhan ve Ayşe Kaşo’nun 4.5 yıllık uğraşları
sonucunda orijinal haline sadık kalınarak
restore edilen tarihi eser, davete gelenlerin
adeta gözlerini kamaştırdı. Misafirlere Mısır’ın
ulusal içeceği ‘Khalkhade’ ikram edilirken,
ülkenin en popüler müzik grubu ‘Al Tannura’da
bir gösteri izletti.
Büyükelçi Wafaa Elhadidy ile Turizm Konsolosu
Nehad Gamal Eldin; Mısır’ın
modern yüzünü Dünya’ya
yansıtan iki kadın diplomat. Chicago, Moskova,
Varşova gibi önemli şehirlerde görev yaptıktan
sonra 8 ay önce İstanbul’a gelen Büyükelçi
Elhadidy, ‘’İstanbul, muhteşem bir şehir. Burası
benim evim gibi’’ diyor. Elhadidy, ‘’Ülkemizde
yaşanan devrim sürecinden sonra kadınlar
siyasette daha aktif rol alacak. Mısır halkı
devrimi destekliyor. Sadece biraz zaman
gerekiyor’’ dedi.. Turizm Konsolosu Nehad Gamal
Eldin, ‘’Dünya’nın en güzel ülkesindeyim. Birçok
ülkeyi gezdim ama İstanbul kadar güzeli
görmedim’’ diyor. ‘’Her şey yine eskisi gibi.
Olaylar bitti. Ülkemizde çok sayıda kadın
milletvekili, diplomat ve siyasetçi var. Eylül
ayında kendi başkanımızı seçeceğiz. Mübarek
dönemi bitti. Araştırmalar El-Baradey’in yeni
başkan olacağını gösteriyor. Herkesi yeni ve
özgür Mısır’ı görmeye bekliyorum.’’
Mimar Süreyya Saruhan da restorrasyon için
şunları söyledi, “Restorasyon maliyeti 10 milyon
dolar. 50 oda ve 4 salon mevcut. Tarihi yapı
toplam 3 bin 800 metrekarelik bir alana kurulu.
’Art-Novveau’ stilinde diyazn edildi. Denize
doğru kayan sarayın kaymasını önledik ve binayı
10 cm kaldırdık. Binanın teknik sistemleri son
teknolojik ürünlerden
oluşuyor. 1901 yılındaki görünümle şuan arasında
hiçbir fark yok.’’
Vatan, Haber: Mert İnan, 19.07.2011
|
TARİHİ KATERİNA KÖŞKÜ İLGİ BEKLİYOR
Sarıkamış'ta 1896 yılında Rus Çarı 2. Nikola
tarafından tek çivi çakılmadan yaptırılan tarihi
Katerina Köşkü ilgi bekliyor.
Sarıkamış'ta bulunan ve yapım tekniği
bakımından eşine az rastlanır bir eser olan
Katerina Köşkü bakımsızlıktan çürümeye
terkedildi. Köşkün birçok yerinde sökülmeler
yaşanırken, binada yer yer çürümeler de
olduğu gözleniyor. Yetkililer, Sarıkamış
Şehitlik Projesi'yle birlikte söz konusu
tarihi av köşkünün de restorasyonunun
gündemde olduğunu ifade ederek, Kültür ve
Turizm Bakanlığı'nın büyük bir proje
hazırladığını dile getirdi. Aynı yetkililer,
yapılan yarışmada birinci olan projenin
uygulanması için çalışmalar yapıldığını
ancak restorasyon aşamasına geçmenin kolay
olmadığını dile getirdi.
Zaman, Haber: Mehmet Yavuz, 19.07.2011
|
AHMET RATİP PAŞA KÖŞKÜ DE RESTORASYONA GİRİYOR
İstanbul
İl Özel İdaresi, Çamlıca’da Acıbadem
Caddesi üzerinde yer alan
Ahmet Ratip Paşa
Köşkü’nü (Çamlıca Kız Lisesi) restore
ettiriyor. Yapı, 1892-1908 yılları arasında Hicaz
Umumi Valisi olarak görev yapmış olan
Müşir
Ahmet Ratib Paşa tarafından
Mimar
Kemaleddin Bey’e yazlık köşk olarak
yaptırılmış. Çok geniş bir konak olarak inşa edilen
yapı, 'Art Nouveau' özellikler taşıyor.
54 odalı köşkün ilk sahibi Ahmet Ratip Paşa olmuş.
Köşk, II. Meşrutiyet’ten sonra Maarif Bakanlığı
tarafından alınmış. Acıbadem Yatılı Numune Kız
Lisesi, kız ortaokulu, Çamlıca Kız Lisesi olarak
farklı dönemlerde eğitim yuvası olarak kullanılmış.
Bütün kapı ve pencereleri oyma sanatçıları
tarafından yapılan köşkün, merdiven korkuluklarında
değerli bakara kristali kullanılmış. Ahşap aksamı
ile çevresindeki binalardan ayrılan köşkün proje
çizimleri devam ediyor ve yakın bir zamanda da Özel
İdare eliyle uygulama süreci başlayacak.
Yapı, 19.07.2011
|
TÜRKİYE'NİN 3. BÜYÜK MAĞARASI ARAŞTIRILIYOR
Kahramanmaraş'ın doğal güzellikleri arasında yer
alan Yeşilgöz Gölü'nde araştırma çalışmalarına
başladı. Bölgenin doğal güzelliklerini ortaya
çıkartmak ve gölün tüm özellikleri ile ortaya
çıkartılması için çalışma başlatan ODTÜ'ye bağlı 20
kişilik Obruk Mağara Araştırma Grubu, bölgede geniş
çaplı bir araştırma başlattı.
Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Sualtı
Topluluğu ve Anadolu Speleloji (Mağara Bilimi) Grubu
üyesi Ali Yamaç AA muhabirine yaptığı açıklamada,
Keş Dağı'nda yaptıkları araştırma sonunda Yeşilgöz'e
inmeleri halinde buranın Türkiye'nin en derin 3.
büyük mağara olma özelliği taşıyacağını söyledi.
Yamaç, Kahramanmaraş'ın sahip olduğu doğal
güzellikler arasında bulunan Yeşilgöz Gölü'nü
besleyen su kaynaklarına ilişkin öngörülerini
kanıtlamaları halinde buranın turist çekim merkezi
olacağını ifade etti.
Araştırmalarını tamamlamak üzere Kahramanmaraş'a
gelen Obruk Mağara Araştırma Grubu, 2008 yılında Keş
Dağı Yaylası'nda başlayan çalışmalarına bu yılda Keş
Dağı'na çıkarak başladığını belirten Yamaç,
yapılacak çalışmalara ilişkin şu bilgileri verdi:
"Keş Dağı Yaylası'nda bulunan düdenden batan
suyun Yeşilgöz'deki obruktan çıkması çok yüksek. Keş
Dağı'nda yağmur yağmaya başladığından 48 saat sonra
Yeşilgöz'ün bulandığı biliniyor. Bu bilgi de bizi
hedefe ulaştırmada daha azimli kılıyor. Bölgede
araştırmalar devam ediyor. Keş Dağı'ndan Yeşilgöz
Gölü'ne inersek Türkiye'nin en derin 3. büyük
mağarasını bulmuş olacağız."
2008 yılında keşif gezisiyle başlayan
çalışmalardan sonra her yıl buraya gelerek önemli
bir aşama sağladıklarına işaret eden Yamaç, bu yıl
hedefe ulaşmak istediklerini dile getirdi.
20 kişilik ekiple 15 gün boyunca Keş Dağı'nda yer
altı mağarasının başlangıcında kamp kuracaklarını
belirten Yamaç, "Mağaramız aşağı doğru eksi 300
metrede çok dar bir fay kırığına oturdu. Burada
yaklaşık 5 kilometrelik bir fay kırığı var. 4-5
metre eninde sonsuz bir derinlikte ve uzunlukta
devam ediyor. Bu alanda aşağıda doğru ineceğiz.
Çalışmalarımız sonucunda Yeşilgöz'e bağlanmaya
çalışacağız. Sürprizlerde olabilir. Belki 1000 metre
veya 400 metre aşağıda sona da gelebiliriz" dedi.
"Yeşilgöz 815 metre irtifada, Keş Dağı düdeni bin
800 metre irtifada ve ikisinin arasındaki kot farkı
1000 metredir" diyen Yamaç, yer altından ilerleyerek
Yeşilgöz'e ulaşmaları halinde bin metrelik derinliği
olan bir mağaraya ulaşmış olacaklarını dile getirdi.
Ali Yamaç, şunları kaydetti:
"Eğer istediğimiz sonucu yakalayabilirsek,
Yeşilgöz'e ulaşırsak burası Türkiye'nin en derin
üçüncü büyük mağarası olacak. Tabi sürprizleri
unutmak istemiyoruz. Her an her şeyle de
karşılaşabiliriz. Bakarsınız suya kadar ineriz orada
kalırız. Burası çok kolay bir mağara değil.
Araştırmalarımız ne gösterecek önümüzdeki günlerde
belli olur. Bilgili ve konusunda uzman mağaracı
arkadaşlarımız teknik imkanları geniş ekipmanlarla
çalışıyoruz. İnişlerde Lazer metreler kullanıyoruz.
Bu sene burayı bitirmek istiyoruz. Kahramanmaraş'ta
çok mağara var diğer mağaralara da çalışmak için
vaktimiz kalsın istiyoruz."
Dünya Bülteni, 19.07.2011
|
3 TARİHİ ESER KAÇAKÇISI KAZADA CAN VERDİ
Manisa'nın Demirci İlçesi'nden
önceki gün yola çıkan 4 arkadaşın içinde bulunduğu
Hakkı Çelik (37) yönetimindeki
otomobil, Turgutlu-Kemalpaşa yolunda
Halilbeyli yol kavşağında sürücünün aşırı hız
nedeniyle direksiyon hakimiyetini kaybetmesi sonucu
şarampole yuvarlandı. Hakkı Çelik, Yunus Bağcı (38)
ve Mehmet Durak (24) olay yerinde can verdi. Kamil
Özdemir (31) ise hastaneye kaldırıldı. Hakkı Çelik,
Yunus Bağcı ve Mehmet Durak'ın tarihi eser
kaçakçılığı ve kalpazanlık suçundan sabıkalı
oldukları ortaya çıktı.
Sabah, Haber: Rıdvan Körpe - İlker Uyar,
19.07.2011
|
"HALİÇ KÖPRÜSÜ SİLUETİ BOZAR"
Almanya’nın Baden
Württemberg Eyaleti’nin başkenti Stuttgart’taki
tarihi tren garının Stuttgart-21 projesi adı altında
yeniden yapılandırılması gündeme gelmişti.
Aynı zamanda tren istasyonunun alta alınmasını
öngören projenin açıklandığı ilk günden itibaren
şiddetli protestolara neden oldu.
4.8 milyar Euro’luk projenin verimsiz olduğunu
söyleyen protestocular, projeden sorumlu mimarın
maliyetin 18.7 milyar Euro’yu bulabileceğini
söylemesiyle çılgına döndüler.
Seçmenler, buna inat iktidardaki Hıristiyan
Demokratlar’ı (CDU) indirip yerine ‘Birlik
90-Yeşiller’i 1. parti yaptı. CDU’nun seçimleri
kaybetmesi Almanya’da büyük yankı uyandırdı.
Geçen mart ayındaki seçimlerde Yeşiller, SDP’yi
yanlarına alarak Başbakanlık koltuğuna
oturdular.
Merkel’e yenilgiyi, nükleer enerji ve
‘Stuttgart/21’ tartışmaları getirmişti.
Çevresel tepki, eyalette bir iktidarı yıktığı
gibi Federal Başbakan Merkel’i de sarsmıştı.
Halka rağmen bir şey yapılmaya kalkışılırsa
iktidarlar ‘sıkıntıya’ düşebiliyor artık.
AB’nin birçok ülkesinde bu gibi projeler
referandum yoluyla halka soruluyor. Seçmen
sayısının dörtte biri kadar oy çıktığında o
proje iptal edilmiş oluyor. Bizde böyle bir şey
aramayın!
Geçen nisan ayında “Dayatmak ve inatlaşmak seçim
kaybettirir” başlıklı bir yazıda bunları
anlatmıştık. Bu konuyu şimdi neden
hatırlatıyoruz.
Pazar akşamı CNN’de Taha Akyol’un “Eğrisi
Doğrusu” programında iki konuğu vardı.
Televizyonun haber genel yayın yönetmeni Ferhat
Boratav ile Harvard Üniversitesi öğretim üyesi,
tarihçi Prof. Cemal Kafadar... Sorular
karşısında Kafadar, Haliç üzerinde yıllardır
yapılması düşünülen yeni köprünün, İstanbul’un
silüetini bozacağını söyledi. Köprü projesi
Kadir Topbaş’ın geçen döneminin ilk yıllarında
gündeme sokmuştu. Hatırladığımız kadarıyla cam
elyafından yapılacaktı.
Ama ciddi bir adım atılamadı. Çünkü, metro
geçişinde, tarihi kalıntılarla karşılaşması
projeye sekte vurdu. Ama bir başka sorun vardı.
Haliç’in üzerindeki
yükseklik nedeniyle Süleymaniye camisinin
görüntüsünü etkiliyordu.
Prof. Kafadar, bir bilim adamı saygınlığıyla çok
açık şeyler söyledi.
“Böyle bir proje muhteşem bir silueti
etkileyecek, hem de kamunun eliyle... Projenin
yapılması için önce kamuoyunun ikna edilmesi
gerekiyor; hem de şeffaf olarak... Mimar
Sinan’ın önemli bir eserinin silueti yok
edilemez. Bir şehircilik harikasına karşı böyle
dönüşü olmayan bir müdahale yapılmamalı...
Başkan bunun neden yapıldığını kamuoyuna izah
etmelidir. En azından neden bir yarışma
açılmaz?”
Yüksek mimar Hakan Kıran’ın hazırladığı
projesine ulaşabilmek için epeyce zahmet
çektiğini, sonunda köprü simülasyonunu
gördüğünü, itirazlarına karşı izahlarda
bulunduğunu ama “Kıran’ın anlattıklarından ikna
olmadığını” belirten Kafadar, “Bu proje neden
şeffaf bir şekilde Belediye’nin web sitesinde
yer almıyor?” diye sordu.
İstanbul için önemli bir ‘sohbet’ti ama en
çarpıcı sözleri şöyleydi Prof. Kafadar’ın:
“UNESCO, buna ikna olmuyor. Düşünün, Mimar
Sinan’ı korumak için UNESCO, Türkiye ile karşı
karşıya geliyor. Ne yazık ki, bizde ortak bir
karar için çaba gösterilmiyor.”
Hürriyet, Yazı: Yalçın Bayer, 19.07.2011
|
2 MİLYON 500 BİN TL'YE MAL OLACAK
İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve İl Özel
İdaresi'nin iş birliğiyle, Fatih'te bulunan ve
“Demir Kilise” olarak bilinen Sveti Stefan Bulgar
Kilisesi, restore edilecek.
Demir Kilise'nin restore edilmesi,
İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi'nin 11 Mart
2010 tarihli 4. birleşiminde müzakereye açıldı.
Yapılan müzakereler sonucu, restorasyona ilişkin
raporun aynen ve oy çokluğu ile kabulü
kararlaştırıldı.
İhalesi 5 Temmuz'da yapılan kilise
restorasyonunda, öncelikle korozyonun taşıyıcı
sisteme olan etkisini belirleyebilmek amacıyla, iç
ve dış kabuklarında her cephede uygun bir levha
kaldırılarak, taşıyıcı sistem incelenecek ve hasar
tespiti yapılacak.
Kilisenin restorasyonu sırasında, zemin oturumu
nedeniyle yerinden kayan merdivenler ve mermer
kaideler aşama aşama kaldırılıp üstteki
konstrüksiyon hizasına getirilecek. Kilisenin,
karbon ve kir oluşumuna maruz kalan bölgeleri özel
deterjanlı su ile itinalı bir şekilde temizlenecek.
Dış cephede bulunan eksik süsleme elemanlarından
kalıp alınıp, daha sonra özgün ham maddesi ile döküm
yapılacak. Restorasyon esnasında çatının eğimli
kısımları yenilenecek.
Sveti Stefan Bulgar Kilisesi'nin yenileme
çalışmaları, iç ve dış alanlarda ayrıntılı bir
şekilde yapılıp, restorasyon işlemi tamamlanarak
hizmete açılacak. Bir ay içinde başlayacak
restorasyon, yaklaşık 2 milyon 500 bin TL'ye mal
olacak.
1896'da inşa edilen, iskeleti çeşitli biçim ve
boyutlarda çelik profillerden oluşan kilisenin,
bütün dış duvar kaplamaları, pilastrlar (gömme
ayaklar) ve pilastr başlıkları, pencere doğramaları,
kapı kanatları, kemer, saçak silmeleri, çatı, çatı
kenarı, korkuluk duvarı ile bunun üzerindeki
babalar, çan kulesi, bu kulenin 4 yanındaki 4 balkon
ve cephelerdeki çeşitli kabartma ve bezemeler
demirden oluşuyor.
Prefabrike olarak Viyana'da demir malzemesi
kullanılarak hazırlanan ve 500 tonluk kilise, daha
sonra bütün parçaları
İstanbul'a taşınarak, önceden dökülen temele
monte edildi.
Üç nefli ve bir transeptli bazilika sisteminde
yapılan kilisenin, bir bodrumu, zemin katı, galeri
katı ve bir çan kulesi bulunuyor.
Sveti Stefan Bulgar Kilisesi ismiyle, Hasan
Kuruyazıcı ile Metin Tapan'ın kaleme aldığı kitaba
göre kilise, Fatih Sultan Mehmet'in
İstanbul'un fethinin ardından yeni bir Yahudi ve
Hristiyan tapınağı yapılmaması yasağına rağmen inşa
edildi.
Kitapta, Bulgar din adamlarının, Fener Rum
Patrikhanesi ile tüm ilişkileri kesmek istedikleri
için 3 Nisan 1860 tarihindeki paskalya töreninde Rum
patriği adına okunması gereken methiyeyi Osmanlı
padişahı adına okuduğu, bunun da kilise açılmasına
etki ettiği belirtiliyor.
Osmanlı padişahı Sultan Abdülaziz, 5 Mart 1870
tarihinde yayımladığı 11 maddelik fermanla, Bulgar
cemaatinin din işlerini yürütebilmesi için yeni bir
kilise kurulmasına izin verdiği anlatılıyor.
Hürriyet, 19.07.2011
|
AYANİS KALESİ'NDEKİ KAZI ÇALIŞMALARI
Urartu Kralı
II. Rusa tarafından
Van Gölü'ne hakim bir tepe üzerinde yaptırılan
Ayanis Kalesi'ndeki kazı çalışmaları, 23 yıldır
devam ediyor.
Van'a 35 kilometre uzaklıktaki Ağartı
Köyü'nde
inşa ettirilen Ayanis Kalesi'nde, Ege Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü
Öğretim Üyesi Prof.Dr.
Altan Çilingiroğlu başkanlığında 1989 yılında
başlatılan kazılar, 23. yılına girdi.
Şimdiye kadar çok sayıda tarihi eserin gün ışığına
çıkarıldığı kazılarla ilgili gazetecilere açıklamada
bulunan Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Araştırma Görevlisi Mahmut Bilge
Baştürk, bu yılki kazı çalışmalarının yaklaşık
bir ay önce başladığını söyledi.
Baştürk, kazıların
Almanya'dan bir doktora
öğrencisinin
de aralarında bulunduğu 20 kişilik ekiple
sürdürüldüğünü vurgulayarak, çalışmaların Ağustos
ayı sonuna kadar devam edeceğini ifade etti.
Deprem ve sonrasında yaşanan yangın sonucu çöktüğü
belirlenen kalede, tüm eserlerin toprak altında
kaldığı için günümüze kadar bozulmadan muhafaza
edildiğini anlatan
Baştürk, şöyle konuştu:
"Kalede 23 yıldır süren kazı çalışmalarında sayısız
eser gün ışığına çıkarıldı. Eserlerin yanı sıra kale
içindeki saray yapısı ve tapınak da ortaya çıktı.
Kalenin dış alanında da yaptığımız çalışmalarda
büyük bir yaşam alanı olduğu ve farklı kültürlerin
bir arada yaşadığını belirledik. Kalenin üst
kısmındaki tapınakta bulunan yazıt, Urartulara ait
şu ana kadar bulunan en uzun üçüncü yazıt niteliği
taşımaktadır. Yazıtta, kaleyi ve çevresindeki yaşam
alanını, Urartu Kralı II. Rusa'nın çeşitli
ülkelerden getirdiği esirlere inşa ettirildiği
bilgisine ulaşılmaktadır. "
Baştürk, yazıtın 18 metre uzunluğundaki 8 taş
bloktan oluştuğunu dile getirerek, yazıtta savaş
tanrısı Haldi, güneş tanrısı Şivini ile fırtına ve
afet tanrısı Teişeba için adanan kurbanların
sıralandığını bildirdi.
Kalenin karşı tarafındaki Süphan Dağı'nın adının da
birçok Urartu yazıtında olduğu gibi bu yazıtta da
Eiduri olarak geçtiğine değinen
Baştürk, dağın Urartular için kutsal bir nitelik
taşıdığını, ancak isminin ilk kez bu yazıtta tanrı
adları arasında sıralandığını kaydetti.
Yazıtın sonunda II. Rusa'nın, kaleyi yakan ve yıkan
kişilere yönelik beddua ettiğine dikkati çeken
Baştürk, "II. Rusa'ya ait yazıt, 'Ben Argişti
oğlu Rusa, bu tapınağı ben yaptım. Kim bu tapınağı
yıkar, yok eder veya ben yaptım derse tanrı Haldi,
tanrı Şivini ve tanrı Teişeba tohumunu bu dünyadan
kaldırsın, yok etsin' gibi bir bedduayla bitiyor"
dedi.
haberler.com, 18.07.2011
|
Gazetemizin gündeme getirdiği
ve peşini bırakmadığı Müze
konusundaki gelişmeler olumlu sonuçlandı.
Yayınlarımız sonrası Kültür ve Turizm Bakanlığın
harekete geçmesiyle birlikte dün yapımcı firma ile
pürüzler giderildi ve yapılan protokol sonucu
bugünden itibaren kapılarının ziyaretçilere
açılmasına karar verildi.
Dünyanın gözünü diktiği ancak gelen yerli ve
yabancı turistlerin, anlaşılmaz
sorunlar nedeniyle ziyaret edemeyip geri döndükleri
Zeugma Müzesinin bugünden itaberin açılacak olması
geç te olsa sevinç yarattı. Alınan bilgiye göre
protokolü imzalanan ve eksikleri giderilen müzemiz
bugün kapılarını açıyor. Giriş ücretinin 5 TL olarak
belirlendiği Müzenin açılış ve kapanış saatleri
konusunda bugün geniş bir açıklama yapılması
bekleniyor.
Kente gelen yerli ve yabancı turistlere kapılarının
kapatıldığını ve herkesin geri döndüğü Gaziantep
Mozaik Müzesi sonunda açılacak olması seyahat
acentalarına rahat bir nefes aldıracak. Gazetemizin
günlerce gündemde tuttuğu ve bu konuda sorumlu
davranan Gaziantep Turizm Derneği Başkanı Sıtkı
Severoğlu ile Arsan Seyahat Acentası'nın sahibi
Ayşenur Yılmazer'in görüşlerini kamuoyuna yansıttığı
gelişmeler sonrası müzenin açılması memnuniyet
uyandırdı.
Alınan bilgiye göre, harekete geçen yetkililer
gerekli işlemleri yaparak İl Kültür ve Turizm
Müdürlüğü ile protokol imzaladı. İmzalanan
protokolün ardından müzenin açılmasına karar
verildi. Kültür Bakanlığı'na devrilmesi beklenen
müzeyle ilgili Vali Süleyman Kamçı'nın bugün
açıklama yapacağı öğrenildi.
Gaziantep 27 Gazetesi, 18.07.2011
******
Gaziantep Mozaik Müzesi ziyaretçilerini almaya
başladı.
İl Kültür ve Turizm Müdürü Salih
Efiloğlu, müzenin açılmama sebeplerinin
çalışmalardan kaynaklandığını ileri sürdü.
Mozaiklerin taşınması, restorasyonu
konservasyonlarının adeta iğneli bir kuyu kazmak
gibi bir şey olduğunu anlatan Efiloğlu, “Buradaki
her eser bir sanat harikası. Bu taşların her biri
buraya tek tek yerleştirildi. Gece gündüz demeden
çalıştık. Gecikmeler oldu evet ama dünyanın en güzel
mozaik müzesinin yaptık dedi.
Pazartesi günleri hariç her gün 09 ila 18 arasında
açık olan müzenin giriş ücretinin 5 TL olduğu
açıklandı. Dün açılan müzeye yerli ve yabancı
turistler akın akın gelirken, İl Kültür ve Turizm
Müdürü Salih Efiloğlu, müzenin hala eksikliklerinin
bulunduğu yoğun talep üzerine sadece bir bölümünün
turistlerin hizmetine açıldığını söyledi. Efiloğlu,
resmi açılışının Eylül ayında yapılacağını ve
firmanın kendilerine teslim etme tarihinin 24
Ağustos olduğunu belirtti.
Müzede sorularımızı yanıtlayan Efiloğlu, müzenin
açılmama sebeplerinin çalışmalardan kaynaklandığını
ileri sürdü. Mozaiklerin taşınması, restorasyonu
konservasyonlarının adeta iğneli bir kuyu kazmak
gibi bir şey olduğunu anlatan Efiloğlu, “Buradaki
her eser bir sanat harikası. Bu taşların her biri
buraya tek tek yerleştirildi. Gece gündüz demeden
çalıştık. Gecikmeler oldu evet ama dünyanın en güzel
mozaik müzesinin yaptık dedi.
Dünyadaki bütün bilim adamlarının Gaziantep Mozaik
Müzesi'ni çok güzel bir dille ifade ettiğini
söyleyen Efiloğlu, “Eserlerimiz son derece güzel bir
şekilde restore edildi. Mekanlar iyi düzenlendi.
Belki çok değişiklik oldu ama bu sürekli
değişiklikler bize en görkemlisini en güzelini
sundu. Şükürler olsun bugün müzemiz hem bölgemize,
hem ülkemize, hem de dünya kültür ailesine çok
şeyler kattı. Son derece mutluyuz. Görüyorsunuz
insanlarımız geziyorlar görüyorlar son derece keyif
alıyorlar diye konuştu.
Bu müzenin bitiş tarihi yani yetkili firmanın burayı
bize teslim tarihi 24 Ağustos 2011 diyen Efiloğlu,
“Ancak biz yoğun talepler doğrultusunda
çalışmalarımızı hızlandırarak bu müzenin teşhir
salonunu ve mozaiklerin sergilendiği salonu açtık.
Bunun yanında bu binada çocuklar ile ilgili
bölümler, arkeolojik eserlerin restorasyon bölümü
var. Bunların inşaatı devam ediyor. Bütün bu
çalışmalar 2 ay içinde tamamlanacak. Müzenin resmi
açılış taihi Eylül diyebiliriz şeklinde konuştu.
Efiloğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu müzenin
açılışı çok önemli. Onun için bu müzenin açılışında
önemli isimlerin katılacağını düşünüyorum. Açılış
tarihini valimiz ve başkanımız mütakabat sonucu
karar verecek. Bizde bunu bekliyoruz. Şu an da
kullanım alanı olarak yetkiyi biz almış durumdayız.
Müze müdürlüğünün önderliğinde ziyaretçilerimiz
ağırlamaya başladık. Ağır aksakta olsa gayet güzel
gidiyor. Herhangi bir problemde görülmüyor
Müzenin gerek yapısal kompleksi gerekse içinde yer
alan eserleri açısından dünyanın en önemli müzeleri
arasında yer aldığı, Büyükşehir Belediye Başkanlığı
tarafından 2008 yılında inşasına başlanan Zeugma
Mozaik Müzesi'nin 2010 yılında 25 milyon TL.
ödenerek Kültür ve Turizm Bakanlığınca Büyükşehir
Belediyesinden satın alındığı, günümüze kadar olan
maliyetinin yaklaşık 45 milyon TL olduğu belirtildi.
Zeugma Mozaik Müzesi pazartesi günleri hariç
09.00-18.00 saatleri arasında ziyarete açık olup
giriş ücreti 5 TL 'dir. İlk ve orta öğretim
örgencilerine ve 65 yaş üstü vatandaşlarımıza,
gazilere ve şehit yakınlarına, engelli
vatandaşlarımıza ve refakatçilerine er ve erbaşlara,
basın kimlik kartı sahiplerine ücretsizdir.
Gaziantep 27 Gazetesi, 19.07.2011
******
GÜZELBEY'İN MÜZE KEYFİ
Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Asım Güzelbey,
Cumhuriyet tarihinin en
büyük müzesinin halkın
hizmetine açıldığını söyledi.
Güzelbey, “Gaziantep, geçmişine sahip çıkan,
tarihi eserlerini restore eden, müzeler yapan
bir kültür şehri olarak ön plana çıkmıştır. Bu
sadece Türkiye'den değil yurt dışından da
gözlenmektedir. Gaziantep sürekli
yabancı basının yabancı bilim
adamlarının ilgisini çekmektedir dedi.
Müzenin mozaik konusunda dünyanın en büyük
müzesi konumunda olduğunu dile getiren Güzelbey,
Yakın zamana kadar dünyanın en büyük müzesi
Tunus'taki Bardo Müzesi'ydi. Burada yaklaşık
olarak bin 500 metrekare mozaik sergilendiğini
biliyoruz. Gaziantep mozaik müzesinde ise şuanda
bin 600 metrekare mozaik sergilenmektedir.
Yenileme yapılan eserler de sergilendiği zaman
bu rakam 2 bin metrekareye çıkacaktır. Bunu biz
sadece görsel bir mozaik olarak
değerlendirmiyoruz. Tam tersine değişen ve gelişen Gaziantep'in turizm
değerlerine katkı sağlayacağına inanıyoruz dedi.
Güzelbey, İtalya'dan gelen bilim adamlarını
ağırladıklarını ve kent hakkında bilgi
verdiklerini ifade ederek şunları
söyledi:İtalya'nın Bologna Üniversitesi
Gaziantep'i
bir araştırma konusu yapmış.
Bu araştırma için 3 bilim adamı şehrimize geldi.
Bizimle bir takım görüşmeler yaptılar.
Gaziantep'teki bu değişimin gerekçisini ve
gelinen noktayı sordular. Kendilerine,
Gaziantep'in yakın zamana kadar bir yemek şehri
olarak bilindiğini bugün ise bir kültür şehri
olarak, tarihi eserlerini restore eden, müzeler
ve kültür yolu yapan yani yükselen Türkiye
değerine değer katan bir şehir olduğunu ifade
ettik.
Gaziantep 27 Gazetesi, 20.07.2011
|
ANTİK EFES PARA BASTI
İzmir müze ve ören yerlerini gezen turistler bu yıl yüzde 30 artışla 1 milyon 640 bin kişiye ulaşırken, gelir de 4 milyon 786 bin 728 TL oldu. Ziyaretçi rekorunu Efes antik kenti kırdı. Müze ve ören yerlerine ilişkin olarak açıklanan 6 aylık rakamlara göre geçtiğimiz yılın aynı dönemine kıyasla yüzde 30’luk artış yaşandı ve ziyaretçi sayısı 1 milyon 640 bin 218 oldu.
Bu ziyaretçiler geçen yıl 3 milyon 172 bin 955 TL olan geliri, 4 milyon 786 bin 728 TL’ye çıkardı. 2011 yılı hedefi de 4 milyon turiste yükseldi. Ziyaretçi sayısı ve gelir liderliğini ilk 6 ayda 868 bin kişi ile Efes alırken, bu tarihi mekan gelirlerin yüzde 63’ünü tek başına karşıladı.
Onu 167 bin kişi ile Selçuk’taki St. Jean Müzesi, 154 bin kişi ile Bergama’daki Akropol, 148 bin kişi ile Efes Müzesi takip etti. Bergama’daki Asklepieion’u 71 bin kişi, Efes’teki Yamaç Evleri’ni 64 bin kişi, Ödemiş’teki Çakırağa Konağı’nı 18 bin kişi, Çeşme Müzesi’ni 17 bin kişi, Bergama’daki Bazilika’yı 17 bin kişi, Bergama Müzesi’ni 13 bin kişi, Tire Müzesi'ni 5 bin kişi gezdi.
Milliyet Ege, Haber: Burcu Taner, 18.07.2011
|
|
|
SELÇUK İLÇESİ KONUK KAZI BAŞKANLARINI AĞIRLADI
Pamukkale Üniversitesi'nde görevli ve Anadolu’nun en önemli bölgelerindeki güzergahların kazı Başkanları Selçuk İlçesi'ne gelerek; Ayasuluk Kazılarını ve buradaki restorasyon çalışmalarını yerinde incelediler.
Muğla’nın Milas İlçesi'ndeki Beçin Kalesi Kazı Başkanı Pamukkale Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Başkanı Prof.Dr. Kadir Pektaş, Muğla Yatağan’a Bağlı Eskihisar Köyü'ndeki 3 bin yıllık dünyanın en büyük mermer kentine sahip, ölümüne aşkın hikayesinin yaşandığı, gladyatörler kenti Stratonikeia antik kenti Kazı Başkanı olan Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr.Bilal Söğüt, Denizli Laodikya antik kenti Kazı Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek beraberindeki Yardımcı Doç.Dr. Bahadır Duman, Dr.Arkeolog Erim Konakçı, Araştırma Görevlisi Polat Ulusoy, Yüksek Lisans Öğrencisi Arkeolog Pınar Sarıhan ve 10 öğrenci Selçuk İlçesi'ne gelerek Ayasuluk kazılarını yerinde incelediler.
Ayasuluk Tepesi ve St. Jean Kilisesi Kazıları Başkanı Pamukkale Üniversitesi Yardımcı Doç.Dr. Mustafa Büyükkolancı’nın ev sahipliğinde gerçekleşen ziyarette, konuk kazı başkanları Kalede yapılan kazı çalışmaları hakkında bilgi aldılar. Ziyaretin Pamukkale Üniversitesi'nin yürüttüğü kazıları yerinde incelemek, bu kazıları yerinde görmek ve kazılar ile ilgili detaylı bilgi almak olduğunu ifade eden konuk Kazı Başkanları, bu ziyareti ilk olarak Ayasuluk Tepesi kazılarına gerçekleştirdiklerini belirttiler. Ayasuluk Tepesi ve St. Jean Kilisesi Kazı Başkanı Mustafa Büyükkolancı’nın gelecek nesiller için çok önemli çalışmalar yaptığına işaret çeken konuk Kazı Başkanları, bunun bir bölüm ve üniversite dayanışması olduğunu, bu nedenle bölgedeki tüm çalışmaları yerinde görmek için gezeceklerini, ilk ziyareti de Selçuk İlçesi'nde gerçekleşen Ayasuluk Tepesi kazılarına yaptıklarını ifade ettiler.
Buradaki kazılarda Selçuk Belediyesi ve Bakanlığın yapmış olduğu ortak çalışmayı gördüklerini, bunun Selçuk İlçesi için oldukça önem taşıdığını belirten Konuk Kazı Başkanları, ayrıca Ayasuluk Kalesi'nin önemli bir bölümünün ayağa kaldırılmasında başarılı kazı çalışmalarını yürüten Kazı Başkanı Mustafa Büyükkolancı’yı da tebrik ettiler.
Selçuk Bölge Haberler, 18.07.2011
|
500 YILLIK KUTSAL EMANETLER RESTORE EDİLİYOR
Bursa'nın büyük evliyalarından Muhammed Üftade
Hazretleri'nden geriye kalan yok olmaya yüz tutmuş
500 yıllık kutsal emanetler, özel yöntemlerle
restore ediliyor. 500 yıllık Üftade Dergahı'nda iki
sandıkta saklanan Üftade Hazretleri'ne ait kaftan,
seccade, pantolon, takke, sikkeler, makam ve çile
kemerleri, tekkeye ait orijinal objeler, Kabe-i
şerif örtüsü, ipek ve kadife duvar levhaların
yaklaşık 5 ayda restorasyonunun tamamlanarak Üftade
Camisi ve Dergahı'nda sergilenmesi planlanıyor.
Uludağ eteklerindeki Üftade Dergahı, camisi ve
çilehanesini restore eden Bursa Büyükşehir
Belediyesi, buradaki iki sandıkta saklanan 500
yıllık değerli eşyaları da tamirden geçirmeye
başladı. Restorasyonu yapan güzel sanatlar
uzmanları, depodan çıkan sandıklarda paçavra gibi
çıkan güvelerin yediği çok kıymetli emanetleri
görünce büyü k şaşkınlık yaşadılar. Parçalanmış ve
buruşmuş olarak sandıktan çıkartılan kutsal
emanetlerin önce envanterinin yapıldığı,
rölövelerinin çıkarılıp form kazandırılacağı, tamir
ve temizliğinin ardından müze ortamında
sergileneceği belirtildi.
Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe,
tarihi ve kültürel mirasa, kent ziynetlerini bulup
canlandırdıklarını, yaşayan canlı bir tarih şehrini
oluşturmayı hedeflediklerini belirterek, "Kutsal
miras ortaya çıkarmak için bu laboratuarda güzel bir
çalışma yapılıyor. Bursa'nın manevi şahsiyetleri
var. Muhammed Üftade Hazretleri, Aziz Mahmut Hüdai
Hazretleri'nin hocası oluyor. Bursa'nın en büyük
velilerinden. O dönemin yaşam tarzı, tekkedeki
objeler ve o günün yaşant ısı tüm aksesuarlarıyla
burada bulunuyor. Bir sandığın içine atılmış 500
yıllık birikim. Hepsi paçavra şeklindeydi ve onlar
şimdi birer ziynet gibi nakış nakış işlenecek, göz
nuru dökü lecek. Bursa ve İstanbul tarihiyle
bütünleşmiş kadıyken ciğer satmasıyla ü nlenmiş Aziz
Mahmut Hüdai hazretlerinin ciğer sopaları da burada
tamir edilecek" dedi.
Büyükşehir Belediyesi olarak özel laboratuvarda
restore edilen hazine niteliğindeki değerler için
güzel sanat uzmanlarından hizmet aldıklarını anlatan
Başkan Altepe, "Bunlar büyük ve emek isteyen işler.
Her parça tek tek incelenip fotoğraflanıyor,
desenler kağıtlara çıkarılıyor. Arşivleniyor, motif
ve desenler belirleniyor. Fiziki temizlemeler,
ayıklamalar yapılarak eksikler gideriliyor. 500 yıl
önceki tarihi ayrıntılarıyla bugüne taşıyoruz.
Burada birçok bilinmeyen şeyleri de öğreneceğiz. O
günkü yaşam tarzından, kıyafet sistemine kadar her
şey canlandırılmış olacak. Üftade Tekkesi, camisi
restore edilirken ecdadımıza layık bir şekilde
onlardan kalan emanetler de müze ortamında
sergilenecek. Bu paçavra gibi gözüken manevi değeri
yüksek objeler gerçek kimliğine kavuşacak" diye
konuştu.
Kutsal emanetlerin tüm İslam alemini
ilgilendirdiğini anlatan Altepe, "Bu büyük zatlar,
kendilerini insanlık için feda etmiş idealist
insanlar. Dünyaya iz bırakmış insanlar. Bu izleri
ortaya çıkarıyoruz. Bunlar önemli misyon. Tarih
başkentinde bu hazineleri dünya ve Türkiye ile
paylaşmamız gerekiyor. Tüm dünya merak ediyor. Biz
de onların merakını giderecek şekilde çalışıp, bu el
emeği göz nurlarını ortaya çıkaracağız" şeklinde
konu ştu.
Daha önce Peygamber Efendimiz'in hırkai şerifini
restore eden Güzel Sanatlar Uzmanı Levent İnan,
sanat tarihçisi Hülya Demirhan ve Güzel Sanatlar
Uzmanı Esra Çetin ile özel laboratuvarda kıymetli
emanetlerin önce rölövesini çıkarıp, sonra
restorasyonunu yapıyor. Cumhuriyet döneminde
kapatılan dergahta sandıkta saklanırken hasar gören
ve parçalanan çok kıymetli emanetlerdeki zararlılar
dijital mikroskopla bariz şekilde görülüyor.
Sandıktaki kutsal emanetlerin halini gör ünce büyük
şaşkınlık yaşadıklarını anlatan restorasyon
sorumlusu Levent İnan, "Burada eserler hepsi
belgelenip künyelendikten sonra ön temizlikleri
yapıldıktan ve ana işlemleri yapıldıktan sonra
formları kazandırılıp müze ortamında sergilenecek
hale getirilecek. 64 farklı obje burada koruma
altına alındı. Kabe örtü sünden ipek ve kadife duvar
levhasına, sikkelerden takkelere, Üftade
Hazretleri'nin giydiği pantolondan kaftana, makam ve
çile kemerlerinden seccadeye, asalardan kılıçlara 64
parça obje tamir edilecek. Bu onarımları tamamen
doğal malzemelerle yapıyoruz. Hiçbir kimyasal
kullanmıyoruz. Üzerindeki tozları ve fiziksel
yapıları temizleyip, orijinal prototiplerini
çıkarıyoruz. Buna göre, tümlemelerini yapıp arkasına
başka eşdeğer malzeme koyarak formunda estetik
olarak anlaşılır hale getiriyoruz" dedi.
Çok değerli eşyaların tamir edildiği laboratuvarın
yeri ise güvenlik gerekçesiyle açıklanmıyor. Bursa
Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, Tarihi ve
Kültürel Miras Projeleri Danışmanı ve Arge Şube
Müdürü Aziz Elbas ile laboratuvardaki işlemleri
yerinde inceleyerek, güzel sanat uzmanlarına
teşekkür etti. Uludağ'ın eteklerindeki cami,
külliye, çilehane restorasyonu devam ederken, burada
daha 5 ay sürecek değerli eşya onarımlarının
tamamlanmasıyla 2011 sonunda bir bölümümüze olacak
şekilde külliyenin hizmete al ınması planlanıyor. Bu
müzede ise yüksek güvenlikli koruma olacağı
belirtiliyor.
Tamir edilen seccadedeki işlemeler, kaftanın
düğmelerindeki kat kat el işçiliği, seccade
kenarlarındaki altın tel işlemeleri, muhteşem Kabe
örtüsü, kadife ipek duvar süsü ndeki muhteşem hat
yazısı, keten ve pamuktan yapılan kıyafetlerdeki el
işçiliği, yto ğraflanıyor, desenler kağıtlara
çıkarılıyor. Arçile ve makam kemerindeki sağlamlık
ve el işçiliği ise asırlar önce her şeyin ne kadar
güzellikleri içinde bar ındırdığını gözler önüne
seriyor.
Türkiye Gazetesi, Haber: İhsan Altıkardeş - Orhan
Akın, 18.07.2011
|
2 BİN 300 YILLIK KANDİL
Adana'nın Ceyhan
İlçesi'ndeki Tatarlı Höyüğü'ndeki kazılarda 2 bin 300
yıl önce aydınlatmada kullanılan kandil (içinde sıvı
bir yağ ve fitil bulunan kaptan oluşmuş aydınlatma
aracı) bulundu. Kültür ve Turizm Bakanlığı izniyle,
Çukurova Üniversitesi'nce (ÇÜ) yürütülen kazılar
hakkında bilgi veren Fen Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Serdar
Girginer, Tatarlı Höyüğü'nde 2007'de başlayan ve bu
yıl beşincisi yapılan kazıda, 3 bin 500 yıllık
Kizzuwatna Uygarlığı'na ait antik kenti gün yüzüne
çıkarmaya çalıştıklarını bildirdi.
Girginer, kazı sırasında çok sayıda tarihi kalıntıya
ulaştıklarını, bunlar arasına o dönemlerde
aydınlatmada kullanılan kandiller de bulduklarını
ifade ederek, “Bu yıl ise kazının ilk günlerinde
bulduğumuz kandilin 2 bin 300 yıl öncesine ait
olduğunu belirledik” dedi.
Kandilin içine konan yağın bir fitil yardımı ile
yakıldığı aydınlatma aracı olduğunu vurgulayan
Girginer, 'Kandil' kelimesinin ise Latince ışımak,
parlamak, yanmak anlamını ifade eden “Candela”
sözcüğünden geldiğini kaydetti.
Girginer, kandillerin erken dönemlerden itibaren
günlük yaşam içinde evlerde, caddelerde aydınlatma
amacı ile kullanılmakla birlikte, ayrıca, ölümden
sonra da yaşama inanılan çok tanrılı dinlerde öbür
dünyada aydınlanma ihtiyacını karşılamak için
mezarlara ölü hediyesi, dini törenlerde ise adak
eşyası olarak da değerlendirildiğini anlattı.
Günümüzde ortaya çıkarılan en eski kandillerin MÖ
8000-6000'e ait olduğuna dikkati çeken Girginer,
şunları söyledi:
“Bu ilk kandil örnekleri taştan ya da deniz
kabuklarından yapılmıştır. Ancak sonraki dönemlerde
kandil yapımında kullanılan yaygın malzeme pişmiş
topraktır. İnsanlığın gelişimi ile birlikte kandil
form ve bezemeleri de çeşitlilik göstermiş, pişmiş
toprak kandiller çark ya da kalıp yardımı ile
çeşitli formlarda biçimlendirilmiştir. Kandiller
genel olarak yakıtın konduğu gövde, fitilin
yerleştirildiği burun, ayna (discus), burunun
karşısında yer alan kulp gibi bölümlerden
oluşmaktadır.”
Öğretim üyesi Serdar Girginer, “geçmişin aydınlanma
aracı kandillerde yapılan incelemede yakıt olarak
bitkisel ya da hayvansal yağların kullanıldığının
anlaşıldığını” belirterek, şöyle devam etti:
“Kandillerde çoğunlukla yakıt olarak zeytinyağı
kullanıldığını ancak, fakir halkın ya da zeytin
üretiminin olmadığı coğrafyalarda zaman zaman
zeytinyağı yerine susam yağı, ceviz yağı gibi
bitkisel yağların ya da hayvansal yağları
kullandıklarını görüyoruz. Yine antik kaynaklardan
zeytinyağı içene tuz karıştırıldığı ve böylece alev
renginin sarıya dönüştürülerek daha aydınlık bir
ortam oluşturulmaya çalışıldığı anlaşılıyor.”
Girginer, geçmişten günümüze şarkılara, türkülere
ilham kaynağı olan kandillerin, MS 7. yüzyıldan
itibaren mum kullanımının artışı ile bağlantılı
olarak azaldığını kaydetti.Kazı ekibinde yer alan
Arkeolog Hayriye Akıl ise kazıya başladıkları 2007
yılından buyana çeşitli yerleşim yerlerinde
kandillere rastladıklarını belirterek, bunlardan
birisini bu sezon buldukları ve 2 bin 300 yıl
öncesine ait olduğu belirlenen pişmiş topraktan
yapılmış kandil olduğunu kaydetti. Akıl, kandilin
diğer tarihi kalıntılarda olduğu gibi Adana
Arkeoloji Müzesi'ne teslim edileceğini kaydetti.
Radikal, 18.07.2011
|
FIRTINA'NIN GÖRKEMLİ KONAKLARI
Çamlıhemşinliler geçen yüzyılın başında, Rusya,
Polanya’ya gidip pastacılık, fırıncılık öğrenmiş,
kazançlarıyla doğdukları topraklarda Batı
mimarisiyle gözalıcı konaklar yaptırmıştı. Günümüzde
bu konaklar Rize’nin ve Fırtına Vadisi’nin en önemli
kültür varlıkları arasında.
Fırtına Vadisi, Doğu Karadeniz bölgesinin
doğusunda, Kaçkarlar’ın zirvelerinden süzülüp gelen
Fırtına ve Hala derelerinin oluşturduğu büyük bir
vadi. Rize’ye bağlı Çamlıhemşin İlçesi de bu vadide.
İlçe, adını son 20 yılda dağ ve yayla turizmiyle
duyurdu. Bir ara HES tehlikesiyle karşı karşıya
kaldı, ancak bu belayı kısa sürede uzaklaştırdı.
Bal, Yüreğine Sor, Sonbahar gibi filmlere ev
sahipliği yaptı. Dünya Doğayı Koruma Vakfı’na göre
(WWF) Fırtına Vadisi’ndeki ormanlar, Avrupa’da acil
korunması gereken 100 ormandan biri. Vadi 537 odunsu
bitki, 136 kuş, 30 memeli, 21 sürüngen ve 116
endemik bitki türüne ev sahipliği yapıyor. Fırtına,
Hemşin ve Çağlayan dereleri, her yıl akıntıya karşı
yukarılara tırmanan ve yumurtadan çıktıkları yere
yumurtlayan “deniz alaları”nın da yuvası. Böylesine
zengin bir floranın ve doğal varlığın sahibi olan
vadiyi her yıl binlerce kişi ziyaret ediyor. Ayder
gibi şifalı kaplıca suyunun olduğu bir turizm
merkezine, onlarca yaylaya, buzul gölüne de ev
sahipliği yapan vadi büyük kentlerden kaçanlara
sığınak oluyor.
Fırtına Vadisi’nde görülmesi gerekenlerden biri de
konaklar. Hemşinliler geçen yüzyılın başında
Rusya, Polonya, Almanya’ya gidip pastacılık,
fırıncılık öğrenmiş, kazandıkları parayla orada
gördükleri konakların benzerlerini doğdukları
topraklara yaptırmış. Avrupai konaklar, Doğu
Karadeniz bölgesi kırsal mimarisi içinde bu
esinlenmeden dolayı ayrı bir öneme sahip. Çok sayıda
aile gurbet dönüşü hep birlikte yaşayacak geniş
konaklar yaptırdı. Bazıları tamamen kesme taştan,
kimi ahşaptan kimi de ahşap-taş karışımı.
Bugün Çamlıhemşin’in birçok mahallesi ve Köyü'nde bu
görkemli yapılara rastlamak mümkün. Makrevis’e
yapılan yedi konaktan sonra adı Konaklar Mahallesi
olarak değiştirilmiş.
Rusya hatta
İran’a giden gurbetçilerin yaptırdıkları
konaklar hala zamana meydan okuyor. Birçoğu yaz
aylarında sahiplerince kullanılıyor, kışın tamamen
kapalı. Konakların yapılış öyküleri kuşaktan kuşağa
aktarılıyor. Örneğin Makrevis Tepesi’ndeki ortaçağ
şatosu görünümlü Tarakçı Konağı ile hemen üstündeki
alanda, ormanların arasında kalmış Dudi Konağı aynı
aileden iki kişinin rekabeti sonucu ortaya çıkmış.
Tarakçıoğlu Konağı’nı yaptıran Hurşit Ağa, geniş
arazilerin sahibiymiş.
Rusya’da çalışan çocuklarının gönderdiği parayla
17 odalı, 3 katlı konak inşa ettirmiş. Taş ve ahşap
karışımı konağın pencereleri vitraylı (renkli
camlı), misafir odaları şömineli, ahşap oyma
işçiliğinin geleneksel özelliklerini yansıtan,
pencere ve duvar demirlerinin yanı sıra özel koruma
boyaları
Rusya’dan getirilmiş. Tarakçıoğlu Recep Ağa da
bu konağın üstündeki araziye Dudi Konağı’nı
yaptırmış. 30 küsur odalı, çatı ve ahırı ile
birlikte dört katlı yapının en önemli özelliği
odalar arasında antre sisteminin bulunması. Ev ahşap
işçiliğinin tüm inceliklerini yansıtmakla birlikte,
gösterişiyle görenleri şaşkına çeviriyor. Yapımları
yıllar süren konakların her biri için 7 ayrı taş
ocağı kurulmuş. Buralarda işlenen taşlar katır
sırtında evlerin bulundukları bölgeye çıkarılmış. Bu
kadar zahmetle yapılan konaklardan bazıları
günümüzde kaderine terk edilmiş.
Bir zamanlar Tahran’da lokanta işleten,
İzmir’de pastacılık yapan sahibi olan Hacaloğlu
Ailesi de, dış cephesi ateş tuğlasından örülü,
içerisi ahşap bir konak inşa ettirmiş. 10 odalı
yapının yanına, artan malzemelerle Deliemet Konağı
yapılmış. Her ikisi de kaderine terk edilmiş. Koçi
ve Melik lakaplı ailelerin Konaklar Mahallesi’ndeki
konakları ahşaptan yapılmış, demir aksamları
Rusya’dan getirtilmiş. Ortak özellikleri, hemen
hemen hepsinin merkezi bir baca ve mutfak sistemine
sahip olması, geniş ahırlar, odalarda banyolar
bulunması. Bu konaklardan sadece birkaçı üzeri
örtülüp, korumaya alınmış durumda. Diğerleri doğanın
yıpratıcı etkileriyle karşı karşıya. Yine Meliklere
ait taş göze dolgusuyla yapılan büyük bir beyaz
konak var. İç döşemeleri ahşap. Üst kattaki
odalardan birindeki el işçilikleri göze çarpıyor.
* Yukarı Vice’de, Aliefendi, Halilefendi,
Reyhanoğlu, Şeref’in evi ve Ofluoğlu konağı *
Mikrun-Kavak’ta Hacıelimler, Sağırlar, Pelitler ve
Ertançlar konağı * Habak Köyü'nde Hacıömer Efendi,
Hacı İdris Efendi ve Sarıoğlu konağı * Küşüve
Köyü'nde Kozizler, Mazikler, Çolakoğulları, Köseoğlu
konağı * Ayrıca vadinin üstlerindeki Ortan, Çinçiva,
Mollaveyis, Amokta ve Başhemşin’de de konaklar
bulunuyor.
Konaklar, Fırtına Vadisi’nin sahip olduğu kültür
varlıkları arasında belki de en önemlileri. 13’üncü
yüzyıl Ceneviz yapısı Zilkale bir restorasyon
faciasına kurban verildi. 40 kilometre yukarısındaki
Kale-i Bala’nın duvarları çökmek üzere. Geriye
kemerli taş köprüler ve konaklar kalıyor. Konakların
da acilen kurtarılması gerekiyor. Bazı konak
sahipleri evlerine gözü gibi bakıp korumuşsa da
diğerleri tehlikede. Mülk sahiplerinin ya da Kültür
Bakanlığı’nın harekete geçmesi gerekiyor. Konaklarda
eski zaman hikayeleri dinleyerek, büyük şöminelerin
etrafında oturmak, odalarında Fırtına Deresi’nin
sesiyle uyumak eminim ki birçok kişi için bir hayal.
O nedenle bu konakların turizm faaliyetiyle, otel,
pansiyon gibi birer konaklama merkezine
dönüştürülmesi, elbette iyi bir restorasyonla,
mümkün. Şimdilik başka türlü bir kurtuluş yolu
gözükmüyor.
Hürriyet Seyahat, Haber: Uğur Biryol, 18.07.2011
|
NAZİLERİN ÇALDIĞI KLIMT SATIŞA ÇIKIYOR
Avusturyalı ünlü ressam Gustav Klimt'in İkinci Dünya Savaşı sırasında Naziler tarafından çalınan eseri, açık arttırıma çıkarılıyor.
Sanatçının 1915 yılında yaptığı, Avusturya’nın batısındaki bir gölü tasvir eden ‘Litzlberg am Attersee’ adlı eserin, 25 milyon dolardan daha fazla bir fiyata satılması bekleniyor. Nazilerin çaldığı eserlerin, orjinal sahiplerinin soyundan gelenlere geri verilmesi için 1998 yılında çıkartılan ‘sahibine iade yasası’ sayesinde eser, 1944’den beri durduğu Salzburg Modern Sanatlar Müzesi’nden, 83 yaşındaki George Jorisch’e geçti. Eser, New York’ta 2 Kasım’da gerçekleşecek Sotheby’s müzayedesinde satışa çıkacak.
Radikal, 18.07.2011
|
|
|
BRITISH LIBRARY EN ESKİ KİTABIN PEŞİNE DÜŞTÜ
Dünyanın envanteri en geniş kütüphanelerinden birisi
olan, The British Library, Avrupa'nın en eski
kitabını satın almak için bir kampanya başlattı.
Kütüphanenin 1300 yıldan uzun bir süreyi
bozulmadan atlatan, İngiltere’nin en popüler
azizlerinden Aziz Cuthbert’e ait, dokuz milyon pound
değerindeki İncili alması için 2.75 milyon pound
daha toplaması gerekiyor. 1979’da kütüphaneye ödünç
verilen incil, satın alındığında kütüphanede daimi
olarak kalacak. ‘Britanya’nın harikalar yaratıcısı’
olarak bilinen Aziz Cuthbert, 687 yılında öldü.
Viking saldırıları yüzünden yedi yıl bedeni taşınan
Cuthbert Durham Katedrali’nin bulunduğu yere tekrar
gömüldü.
Radikal, 18.07.2011
|
YASSIHÖYÜK'TE ASKERİ GARNİZON BULUNDU
Nevşehir’in Ovaören Beldesi sınırları içerisinde
kalan arkeolojik yerleşim alanı içerisindeki
Yassıhöyük kazısının bu yılki bölümüne başlandı.
Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Doç.Dr. S. Yücel Şenyurt’un başkanlığında, 15 arkeolog, 25 işçiden oluşan 40 kişilik bir ekip ile yürütülen Yassıhöyük kazısının bu yılki bölümünün 15 Ağustos’a kadar devam etmesi planlanıyor. Kazı çalışmaları ile ilgili bilgiler veren Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Doç.Dr. Şenyurt, Ovaören Beldesi’nin yaklaşık 2 kilometre güneydoğusunda yer alan Ovaören arkeolojik alanının zengin tarihi potansiyeli ile ön plana çıktığını söyledi. Bölgede 2007 yılından beri sürdürülen kazı çalışmaları ile Kalkolitik Çağ’da başlayıp (MÖ 5500) Demir Çağı sonuna kadar (MÖ 330) kesintisiz şekilde devam eden bir yerleşimin varlığını saptadıklarını belirten Şenyurt, günümüzden 7 bin 500 yıl önceye kadar dayanan bu tarihsel zenginliğin, bölgenin jeopolitik konumundan kaynaklandığını belirtti. Kral Yolu ve İpek Yolu’nu, Anadolu’nun orta kesiminde birbirine bağlayan doğal güzergah üzerinde yer alan bölgede ayrıca, Alayhan Kervansarayı, Suvasa Hiyeloglif Yazıtı, Zeus Kaya Anıtı, Geç Antik döneme ait Osiana yerleşmesi ve Ortaçağ’a ait Filiköreni gibi kültürel kalıntıların var olduğunu, bölgenin Anadolu tarihi açısından vazgeçilmez bir öneme sahip olduğunu belirten Şenyurt, Yassıhöyük’de 4 yıldan beri Demir Çağı tabakalarında yoğunlaştırılan kazı çalışmaları ile Tabal Krallığının ana merkezlerinden birisini ortaya çıkardıklarını vurguladı.
Şenyurt, Son 4 yıldan beri
kentin tamamını
kapsayan Tabal Krallığı dönemine tarihlenen (MÖ
9-7. yüzyıl) yaklaşık 1250 metre uzunluğunda şehir
surları ortaya çıkartıldığını belirterek şöyle
konuştu:
“Hali hazırda 5 metre yüksekliğe ulaşan bu
surların kalınlığı 4-5 metreye kadar ulaşıyor. Taş
bedenli olmasına karşın surların üst kısmında
kerpicin de kullanıldığı ve toplam yüksekliğin en
alçak kesimde 8 metreye kadar ulaştığını tespit
ettik. Bölgede 1900′lü yılların başından beri
bilinen Acıgöl-Topada ve Gülşehir-Suvasa Luwi
Hiyeroglifli yazıtlarının bulunmasının yanı sıra,
bizim yeni tespit ettiğimiz ve koruma altına
aldığımız bir yazıt da bölgenin Tabal Krallığı’nın
merkezi coğrafyasını oluşturduğunu gösteriyor. Bu
yıl ki kazı çalışmalarında özellikle kent surlarının
yapım tekniği ve dönemsel gelişim aşamaları tespit
edilmeye çalışılacak. Kazılardan elde ettiğimiz
bilimsel veriler, surların ilk kez Hitit
İmparatorluğu döneminde yapıldığını göstermektedir.
Demir Çağı yerleşimcileri mevcut surda onarımlar ve
eklemeler yaparak kentin savunmasını daha güçlü bir
hale getirmişler. Dönemi içerisinde oldukça büyük
bir askeri garnizon kimliğine de sahip olduğu
anlaşılan Yassıhöyük yöredeki insanların olası
saldırılar karşısında sığındığı kale kenttir. Bu
yılki en önemli hedeflerimizden birisi Yassıhöyük’ün
daha eski yerleşim tabakalarını tespit etmek. Şu ana
kadar yüzeyden 4 metre derinliğe kadar indik ve
Hitit dönemi tabakalarına ulaştık. Yassıhöyük’ün MÖ 2000 yılda önemli Hitit kenti olabileceğini
gösteren buluntular şimdilik başlangıç
aşamasındadır. Bu yıl gücümüzün ve maddi
olanaklarımızın yettiği ölçüde en alt tabakalara
kadar inmeyi planlıyoruz. Öyle inanıyorum elde
edebileceğimiz yazılı belgeler yardımıyla, Ovaören
Anadolu arkeolojisinin son 30 yıl içerisindeki en
önemli kazı alanlarından birisi olacaktır. ”
haberler.com, 18.07.2011
|
"BİRGİ AÇIK HAVA MÜZESİ, DOĞAL BİR FİLM PLATOSU..."
Aydınoğulları Beyliği'ne başkentlik yapan, tarihi
konakları ve evleriyle Batı Anadolu'nun en iyi
korunan kenti olarak gösterilen İzmir'in Ödemiş
İlçesi'ne bağlı Birgi beldesinde film ve dizi
çekilmesinin sağlanması yönünde çalışma başlatıldı.
Belde Belediye Başkanı Cumhur Şener, yaptığı
açıklamada, film yapımcılarını beldeyi incelemek
üzere davet ettiklerini kaydetti. Şener, 10 yıl önce
başladıkları restorasyon çalışmalarında önemli
mesafe katettiklerini, bu yıl tamamlanacak sokak
cephe iyileştirmeleriyle 200 evin daha elden
geçirileceğini, 2012 yılında beldedeki sokak ve
yapıların yüzde 50'sinin restore edilmiş olacağını
ifade etti.
İnanç ve tarih turizmi açısından önemli eserlere
ve zenginliklere sahip olan beldede yeni bir
projeyle Dervişağa Camisi Medresesi ve Şeyh Muhiddin
Hamamı'nın restore edileceğini, bölgede bir kültür
merkezi ve etnografya müzesi kurulacağını ifade eden
Şener, Birgi'nin bir el sanatları merkezi haline
gelmesi için de çalıştıklarını anlattı.
Restorasyon çalışmalarıyla güzelliği ön plana
çıkan kentin turizmden istediği payı almaya
başladığına dikkat çeken Şener, şu bilgileri verdi:
''Restorasyon çalışmaları sonrası günübirlik
turizmde bir patlama var. Beldede turistlere hizmet
verecek tesis sayısı da artıyor. Bundan sonraki
hedefimiz konaklamalı turizmi geliştirmek. Bunun
için belediye olarak öncülük yaptık ve tarihi bir
konakta pansiyon kurduk. 60 vatandaşımız
pansiyonculuk kursuna giderek sertifikalarını
aldılar. Onları destekleyerek ev pansiyonculuğunu
başlatıyoruz.''
Şener, bölgeye turizm yatırımcılarının ilgisinin
de arttığını, butik otel, pansiyon tarzı işletmeler
kurmak isteyen girişimciler bulunduğunu ancak
beldede arazi sıkıntısının bu yatırımları
zorlaştırdığını ifade etti. Beldedeki evlerde ahşap
ve taşın bir araya geldiği ender sanat eserlerine
rastlandığını, bunun iyi korunmuş olmasının da
değerini artırdığını ifade eden Şener, bu
korunmuşlukta en önemli etkenin ise fakirlik
olduğuna dikkat çekti. Belediye Başkanı Cumhur
Şener, ''Belde halkı, geçim kaynaklarının çok
kısıtlı olması nedeniyle bu evlerini yıkıp yerine
yenisini yapamadı. Ancak bu durum şimdi bir avantaj
oldu. Hedefimiz insanımızın güzel evlerinde yaşamını
devam ettirerek turizmden geçim sağlamasıdır'' dedi.
Beldenin tanıtımı için yoğun çaba sarf
ettiklerini dile getiren Şener, Birgi'nin tüm
açılardan tarihin yaşandığı bir kent olması
nedeniyle bir film platosu olduğunu da kaydederek,
sözlerini şöyle tamamladı: ''Birgi bir açık hava
müzesi, doğal bir film platosu. Sahne kurmaya gerek
yok. Sokak aralarında Osmanlı kültününü dar sokaklı,
cumbalı evleriyle adeta yaşıyorsunuz. Coğrafi olarak
Bozdağlar'ın yamaçlarındayız, tarihi olarak çok
önemli bir bölgedeyiz. Film ve dizi çeken
yapımcılarla görüşüyoruz. Beldeyi incelemek üzere
davet ediyoruz. Beldede çekilecek dizi ve sinema
filmlerinin bölge turizmine büyük katkılarının
olacağını düşünüyoruz.''
Yeni Asır, 18.07.2011
|
ARAPLAR OTURMAK İÇİN BOĞAZ YALISI, YATIRIM İÇİN LÜKS
OTEL AVINA ÇIKTI
Turkey Sotheby's Yönetim Kurulu Başkanı Hitay'ın
anlattıklarına göre Arap kraliyet aileleri Boğaz'da
yalı ve lüks otel arıyor... Genel Müdür Özver ise
birkaç gün önce yaşadığı olayı şöyle aktardı: Katar
şeyhinin sağ koluna birkaç otel gösterdik. 'Ben
Swissotel'de kalıyorum, elinizde onun gibi bir şey
yok mu' dedi.
Hitay Yatırım Holding, bundan 7 ay önce, 45
ülkede 570'e yakın ofisi bulunan, dünyanın en yaygın
lüks gayrimenkul danışmanlık şirketlerinden biri
olan Sotheby's'i Türkiye'ye getirdi. Şirketin başına
da Çiğdem Hitay geçti. Çiğdem Hitay, Turkey
Sotheby'te müşteriye, 'özel' hizmet sunduklarını,
portföylerinin her geçen gün geliştiğini anlatıyor.
Kısa sürede, 'yabancı yatırımcıların Türkiye'de ilk
çaldığı kapı' haline gelmeyi planladıklarını
söyleyen Çiğdem Hitay ve Turkey Sotheby's Genel
Müdürü Arman Özver ile orta-uzun vadeli hedefleri ve
yabancı yatırımcının Türkiye ilgisi üzerine
konuştuk...
Sotheby's'i Türkiye'ye getirmek nereden
aklınıza geldi?
Hitay: Evet aslında biliyorsunuz biz
Teknoloji Holding döneminde IT sektöründeydik ve
gayrimenkulle hiç alakamız yoktu. Daha sonra bir gün
arkadaşlarla sohbet ederken 'Sotheby's Türkiye'de
niye yok' diye konuşuldu. Biz de 'niye getirmiyoruz'
diye düşündük. Ve girişimde bulunduk. Tabii hemen
olmadı. Görüşmeler 2 yıl sürdü. Bizden önce de çok
kişiyle görüşmüşler ama bizi seçtiler
Zeki Paşa Yalısı'na nasıl talepler geliyor?
Ç.H.: Şimdiye kadar 20 civarında talep
geldi, bunlardan sadece biri Türk. Financal Times'ta
Zeki Paşa Yalısı ile ilgili bir makale yayınlandığı
için Amerikalılardan çok talep var. Yalıyı butik
otel olarak işletmek isteyen yabancı otel zincirleri
var. Bir de tabii oturmak için almak isteyen zengin
Araplar var.
Ünlü Zeki Paşa Yalısı da sizin portföyünüzde..
Nedir fiyatı?
Ç.H.: Yalı, Boğaz'ın en güzel
lokasyonunda... Fiyatı 115 milyon dolar.
115 milyon dolar mı? Peki neden bu kadar
pahalı?
Ç.H.: Tabii konumu ve 130 metre rıhtımı
olması çok önemli. Ama bunun yanı sıra içinde
bulunan paha biçilmez tarihi eserler de var. 2.
Abdülhamit'in Zeki Paşa'ya hediye ettiği, üzerinde
Abdülhamit'in tuğrası da bulunan çok değerli bir
avize var mesela. Bir de, dünyada toplam 4 tane
bulunan ve bunlardan üçü Londra'da Louvre
Müzesi'nde sergilenen konsol var yalının içinde.
En çok ilgi nereden?
A.Ö. Özellikle Arap ülkeleri dikkat
çekiyor. Yaşamak için yalı almak istiyorlar. Yatırım
için de otel... Mesela şu anda Birleşik Arap
Emirlikleri Abu Dabi ve Katar'ın kraliyet ailesinden
insanlar İstanbul'da hem yalı hem de otel arayışı
içinde.
Özellikle yalıda mı oturmak istiyorlar
Ç.H.: Evet Boğaz'da yalı istiyorlar. Boğaz
dışında başka bir yere bakmıyorlar.
Akşam, Haber: Şenay Köşdere, 18.07.2011
|
TARİHİ HAMAM ÇÖPLÜK OLDU
Resmi kaynaklarda ismi dahi olmayan ve halk arasında (Kubiko) olarak bilinen tarihi hamam şimdilerde çöplüğe dönüştü.
Kozluk Yeni Mahalle Devlet Hastanesi yakınlarında bulunan tarihi hamam ilgisizlikten harabe haline geldi. Betonarme binalar arasında yok olma aşamasına gelen tarihi hamam içinde minik bir havuz bulunuyor. Hamamın doğu köşesinden yeryüzüne ulaşan kaynak suyla dolan küçük havuzun zamanında çamaşır yıkama ve banyo ihtiyacını gidermek üzere kullanıldığı söylendi.
2011 yılı imar planlında tescillenen tarihi hamamın içinde biriken çöp, çevrede ikamet eden evleri de rahatsız ediyor. Konu hakkında şikayetlerini dile getiren mahalle sakinleri “Bu denli tarihi bir mekanın korunmamasına anlam veremiyoruz. Kaderine terk edilen bu hamam hiç olmazsa bir temizlikten geçirilip göz kirliliğinin ortadan kaldırılmasını istiyoruz” dediler.
Batman Gazetesi, 17.07.2011
|
|
|
ESKİ KİLİSE, KADINLARA ÖZEL CAMİ OLUYOR
Birinci Dünya Savaşı’ndan kaçıp Türkiye’ye göç eden azınlıklar tarafından kilise olarak kullanılan metruk yapı, Bakırköy’de kadınlara özel cami olarak restore ediliyor.
1900’lü yıllarda 1. Dünya Savaşından kaçarak Bakırköy’e yerleşen azınlıklar, Şenlikköy Mahallesi’ndeki bir araziye klise yaptılar. 1923 yılına kadar kilise olarak kullanılan bina, mübadeleden sonra camiye çevrildi. Bir minare eklenerek camiye çevrilen bina, 1989 yılına kadar kullanıldı. Son 22 yılını ise kapısına kilit vurularak geçirdi. Zaman içinde duvarlarının bir kısmı yıkıldı, sıvaları döküldü, çatısı tahrip oldu. Şimdi Anıtlar Kurulu tarafından 1. derece tarihi yapı olarak kayıt edilen bu bina, kadınlara özel cami olacak. Bakırköy Müftülüğü’nün koordinasyonunda yapılacak proje kapsamında, bina aslına uygun olarak restore edilecek. Daha sonra da sadece kadınların kullanımına açık cami olacak. Bunun gerekçesini ise Bakırköy Müftüsü Zakir Uzun şöyle açıklıyor: “kadınlara camilerde 2. sınıf muamele yapılıyor. Kadınların babaları öldüklerinde bile cenaze namazlarını kılamıyorlar. Bundan ötürü bu tarihi yapıyı kadınlara özel cami ve kültür merkezine dönüştüreceğiz.” Yapının restorasyonunu üstlenen mimar Abdullah Güner ise merkezin sadece dini faaliyetlerle bağlı kalmayacağını Hristiyan veya Musevi kadınların da gelip vakit geçirebileceğini söyledi.
Vatan, Haber: Ali Ağırbaş, 17.07.2011
|
SEYİTÖMER HÖYÜĞÜ KAZILARINDA 4 BİN YILLIK KILIÇ
BULUNDU
Kütahya'da Seyitömer höyüğü kazılarında 4 bin
yıl öncesine ait olduğu düşünülen Pers kılıcı ve
arkaik heykel bulundu.
Çalışmalar TKİ Seyitömer Linyit işletmesi
arazisi içerisinde yer alan ve Dumlupınar
Üniversitesi'nin (DPÜ) Seyitömer Höyüğü
olarak adlandırdığı alanda yapıldı. DPÜ Fen
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı
Prof.Dr. Nejat Bilgen, kazının 6. sezon
olduğunu, çalışmalarda geçen bir aylık
süreçte, çok değişik yeni buluntularla
karşılaştıklarını ifade ediyor.
Prof.Dr. Bilgen, hem Ege hem Mezopotomya
ve Suriye bölgesiyle önemli ticari ilişkiler
olduğunu düşündüklerini, bu sene bulunan
eserler arasında Pers medeniyeti döneminden
kalma kılıç, arkaik heykel ve mermer idole
rastladıklarını belirtiyor.
Fotoğraf: Posta Gazetesi
Prof.Dr. Nejat Bilgen, eliyle gözünü kapatan kadın figürünün yer aldığı bu testinin Orta Tun Çağı'ndan kaldığını tahmin ettiklerini söylüyor.
Kazılarda 60'ı öğrenci ve 250 işçi çalıştı. 10'a
yakın öğretim elemanı görev yaptı. Buluntular
arasında Orta Tunç Çağı'ndan kalma yüksek kabartmalı
topraktan yapılmış bir testi de var. Üzerinde, bir
eliyle gözünü kapatmış giysili kadın figürü yer
alıyor. Bilgen, "Bugüne kadar bu kazılarda bulunan
ve Kütahya Arkeoloji Müzesi'ne ulaşan tek örnek.
Daha önce bulduğumuz eserlerden farklı. Sunu kabı
niteliğindeki bu eser de höyüğün Mezopotamya,
Suriye, Ege, Orta Anadolu arasındaki ilişkilerini
vurgulamak adına önemli bir ipucu. Ayrıca bol
miktarda seramik elimize geçti. Höyükteki odalarda
Erken Tunç Çağı'nda kalıpla seramik üretimi
yapıldığına dair eserlere çokça rastladık." diyor.
Yapılan çalışmalarla, Kütahya Arkeoloji
Müzesi'ne, 10 bine yakın, müze kayıtlarına geçecek
ve sergilenecek nitelikte eser teslim edilmiş. Prof.
Bilgen, "Biz her yıl Kütahya Arkeloji Müzesi'ne bine
yakın envanterlik, yani müze kayıtlarına geçecek ve
sergilenecek nitelikte eser teslim ediyorduk. Geçen
yıl açtığımız DPÜ Arkeoloji Müzesi'nde de 150'ye
yakın eseri sergiledik. Bunun dışında etütlük olarak
da her yıl için depolarımızda 2 bini aşkın eser
bulunduruyoruz. Bunları kış aylarında zaman zaman
restore ederek, çizimlerini yaptıktan sonra tez ve
yayın olarak bilim dünyasına hazırlıyoruz. 6 yılda
bulduğumuz eser sayısı 10 bini geçti." diyor. Önceki
yıl höyükte sondaj yapıldı. Kültür katmanının
höyüğün merkezinden 6 metre daha devam ettiğini
belirlenmiş. Ancak höyüğün eteklerinde daralmalar
söz konusu olabileceğini söylüyor Bilgen.
Bilgen, çalışmaların uzayabileceğini anlatıyor.
Bütün bunlar göz önünde bulundurulursa Türkiye Kömür
İşletmeleri (TKİ) Genel Müdürlüğü ile DPÜ Rektörlüğü
arasında yapılan protokolün en az 3 yıl daha
uzatılması söz konusu olacak: "Konuyu TKİ Genel
Müdürlüğüne bağlı Seyitömer Linyit İşletmesi (SLİ)
Müessesesi yetkilileriyle görüştük. Sözleşmenin
uzatılması konusunda mutabakata vardık. Dolayısıyla
önceki yaptığımız protokolü bu yıl ağustos ya da
eylül ayında yeniden gözden geçireceğiz. Büyük
ihtimalle işçi sayısı 250'den az olmamak kaydıyla en
az 3 yıl daha projenin uzatılmasını teklif
edeceğiz."
Zaman, Haber: Mesut Ekici, 17.07.2011
|
MALTEPE KIŞLASI RESTORE EDİLİYOR
İstanbul İl Özel İdaresi, Bayrampaşa'daki tarihi
Maltepe Kışlası'nı restore ettiriyor. İl Özel
İdaresi'nden yapılan açıklamada, kışlanın,
Sultan II. Mahmut devrinde Hekimbaşı Mustafa
Behçet Efendi'nin önerisiyle yaptırıldığı ve
'Asakir-i Mansure Hastanesi' adıyla da anıldığı
belirtildi.
Maltepe Kışlası'nı yenileme çalışmaları
kapsamında, yapının dış ve avlu cephelerinde
mevcut sıvanın kaldırılarak, horasan harçla
kaba ve ince sıva yapıldığı bildirildi.
Yapı cephesindeki özgün olmayan tuğlayla
yapılmış bacaların kaldırıldığı kaydedilen
açıklamada, çatıdaki yapısal formu bozulmuş
ve tehlike arz eden betonarme saçakların da
belirli bir ölçüde kısaltılarak gerekli
onarımlarının gerçekleştirildiği ifade
edildi. Günümüzde Bayrampaşa Çevik Kuvvet
Şube Müdürlüğü hizmet binası olarak
kullanılan tarihi yapıda devam eden
restorasyon çalışmalarının, Aralık 2011
tarihinde tamamlanmasının planlandığı
kaydedildi. Açıklamada, 1827 yılında II.
Mahmut'un emri üzerine askeri bir hastane
olarak yaptırılan Maltepe Kışlası'nın, 600
yatak kapasiteli ve 4 cepheli olduğu, orta
yerinde büyük bir avlu bulunduğu ifade
edildi. Hastanenin 1831 yılında İstanbul'da
çıkan kolera salgınında tecrit yeri olarak
da kullanıldığı bildirildi.
Zaman, 17.07.2011
|
FATİH'İN DÖKÜMHANESİNDE RESTORASYON ÇALIŞMALARI
Mimar Sinan Üniversitesi öğretim üyesi
Doç.Dr.
Nurcan Yazıcı başkanlığında İstanbul Üniversitesi,
İstanbul Teknik Üniversitesi ve Çanakkale Onsekiz
Mart Üniversitesi'nden öğretim üyeleri ve
öğrencilerden oluşan 30 kişilik bir ekip, Demirköy'e
4 kilometre uzaklıkta bulunan dökümhanede
çalışmalarını sürdürüyor.
Doç.Dr. Yazıcı, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, Demirköy Dökümhanesi'nin Osmanlı
döneminde önemli sanayi tesislerinden biri olduğunu
anımsattı.
Osmanlı Dönemi'nde, bir devlet işletmesi olarak
çalışan ve döneminin en ileri teknolojisine sahip
olduğu anlaşılan Fatih Dökümhanesi'nin, 20. yüzyılın
başlarına kadar aralıksız hizmet verdiğini belirten
Yazıcı, ''Demirköy'ün adıyla özdeşleşen
Dökümhane'nin Osmanlı tarihindeki itibarını iade
etmek adına kültür ve turizme kazandırılması
gerekmektedir'' dedi.
Kazıların 3-4 yıl içinde tamamlanarak, Dökümhane'nin
turizme kazandırılacağını dile getiren Yazıcı,
sözlerini şöyle sürdürdü:
''Dökümhane'deki kazı çalışmalarının 3-4 yıl
içinde tamamlanmasını hedefliyoruz. Dökümhane
yapıları arasında bulunan mescidin restorasyonunun
da önümüzdeki yıl yapılması planlanmakta. Kazı ve
restorasyon çalışmaları tamamlandığında, açığa
çıkarılan kalıntıların, bilgi ve belgelerden
yararlanılarak bir açık hava endüstri arkeoloji
müzesi yapılması planlanmaktadır.
2010 kazı sezonunda, surlarla çevrili yerleşkenin
dört köşesinde yer alan burçlardan, alanın güneybatı
köşesindeki burçta, Dökümhane mescidinin alt
kısmında ve su gücüyle çalışan metal çarkın
bulunduğu bilinen kanalda çalışma yapılmıştı. Geçen
yıl surlarla çevrili olduğu anlaşılan alanın güney
sınırını oluşturan duvar da ortaya çıkarılmıştı. Bu
yıl çalışmalarımızı ağırlıklı olarak metal
fırınlarının bulunduğu bilinen üretim alanında, su
kanalı ve çevresinde yapacağız.''
Yazıcı, çalışmaların 30 Ağustos'a kadar
süreceğini sözlerine ekledi.
DEMİRKÖY DÖKÜMHANESİ
Tarihi Demirköy Dökümhanesi, Fatih Sultan Mehmet'in
1453'de İstanbul'un fethinde kullandığı topların
güllelerinin döküldüğü yer olarak biliniyor.
Dönemin en ileri teknolojisiyle döküm yapılan,
Demirköy Tophane-i Amiriye İşletmeleri olarak anılan
dökümhanede, 15. yüzyıl ortalarından 19. yüzyıl
sonlarına kadar aralıksız üretim yapılması dikkati
çekiyor.
Akşam, 17.07.2011
|
OLUZ HÖYÜK KAZISINDA ÖNEMLİ BULUŞ
Amasya’da 4
yıldır sürdürülen Oluz Höyük kazılarını sürdüren
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Şevket Dönmez, ”Bu yıl
Oluz Höyük kazısında ortaya çıkan Kral Yolu üzerinde
çalışmalarımızı yoğunlaştıracağız” dedi.
Dönmez, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
Amasya’nın Tokluca Köyü yakınlarında 2007′de
başlatılan kazıların bu yılki bölümün 7 Temmuz’da,
10 öğretim görevlisi, 35 öğrenci ve yaklaşık 45
işçiyle başlayacağını söyledi.
Bu yıl Oluz Höyük’te bin 500 metrekarelik en
büyük açma olan A açması üzerinde çalışacaklarını
kaydeden Dönmez, şöyle konuştu:
” 2011 dönemi çalışmalarında birinci ve ikinci
mimari tabakalarda yoğunlaşacağız. Bu yılki
çalışmalarda bir Akamenid Pers Sarayını açığa
çıkarmak üzere plan yaptık. Değerlendirmeler
sonucunda tarihsel coğrafya verileri de göz önüne
alınarak Herodot’un bahsettiği ünlü Kral Yolu’nun
Oluz Höyük üzerinden geçtiği konusunda önemli
ilerlemeler kaydedildi. Perslerin oluşturduğu bu
ünlü yol, Batı Anadolu’da Sardes’ten başlıyor ve ve
Batı İran’daki Susa’da son buluyordu. Bu ünlü yolun,
Orta Anadolu’daki güzergahı tam olarak bilinmiyordu.
Oluz Höyük kazıları bu güzergahın bulunmasında kilit
rol oynamaya başladı.”
Samanyolu Haber, 16.07.2011
|
GÖKÇEK'İN YENİ AMBLEM OYUNU
Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin “amblem değiştirme” çalışmaları son sürat devam ediyor. Mahkemenin iptal kararı verdiği cami, Atakule ve 3 yıldızdan oluşan eski amblem, Büyükşehir Belediyesi tarafından tekrar canlandırıldı. Büyükşehir Belediye Meclisi tarafından tekrar gündeme getirilen eski amblem, cami, Atakule ve beş yıldızı içinde barındırıyor. Mahkemenin iptal kararı sonrası kedi gözlerini Ankara’ya “hediye” eden Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, son olarak eski amblem üzerinde birkaç rötuş yaparak, iptal edilen amblemi tekrar Ankara’nın sembolü haline getirdi.
Melih Gökçek tarafından Belediye Meclisinden geçirilen yeni amblemde de cami minareleri ve hilal yerini korurken, yeni ambleme eskisinden farklı olarak 2 yıldız daha eklendi. Belediye Meclisine gönderilen Başkanlık yazısına göre, amblemde yer alan 5 yıldız, Anadolu’da kurulan Türk Cumhuriyetlerinin başkentlerini sembolize ediyor. Belediye Meclisinin CHP’li Üyesi Fazıl Güleken’in itirazına rağmen AKP ve MHP’li Belediye Meclis üyeleri tarafından kabul edilen amblem, Ankara’nın tartışmalı sembolünü tekrar gündeme taşıdı.
Ankara’nın ambleminin daha önce Hitit Güneş Kursu olduğunun hatırlatılması üzerine ise Melih Gökçek, “Ankara’nın amblemi hiçbir zaman Hitit amblemi olmadı, Hitit benzeri şematik şekiller oldu” sözleriyle “yeni” amblemini savundu. Böylece Ankara yeni amblemine Belediye Meclisinin oy çoğunluğuyla aldığı kararla kavuşmuş oldu.
Evrenl, Haber: Ece Karakuş, 16.07.2011
|
|
BİR TARİH HAZİNESİ DAHA GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR
Türkiye'nin en sıcak kentlerinden Adana'nın
sahilde yer alan iki ilçesinden biri olan Karataş
sınırlarındaki antik kenti Magarsus'un turizme
kazandırılması için yıllardır sürdürülen mücadele
sonuç verdi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 1.5 milyon
liraya kamulaştırılan 35 dönümlük alanda yer alan
Magarsus antik kenti'ndeki 3 bin kişilik amfi
tiyatronun turizme kazandırılması çalışmaları sahil
kenti olmasına rağmen turizmden pay alamayan yöre
halkını da heyecanlandırdı.
Adana Kültür ve Turizm Müdürü Osman Arık, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, kuruluşu MÖ 7.
yüzyıla dayanan Magarsus antik kentinin Grek, Roma
ve Bizans dönemlerinde önemli bir iskan yeri
konumunda olduğunu kaydetti.
Bu koloni şehrin tamamına yakınının günümüzde
toprak altında bulunduğunu vurgulayan Arık, bu
tarihi kalıntının ortaya çıkarılması çalışmalarının
ilk aşamasına, 35 dönüm arazideki, 3 bin kişilik
amfi tiyatroyu gün ışığına çıkartarak
başlayacaklarını kaydetti.
Amfi tiyatronun 4 parsel arsadaki 35 hissedarına
bakanlık tarafından 1.5 milyon lira kamulaştırma
bedeli ödendiğini kaydeden Arık, ''Tapu sahipleriyle
yaşanan anlaşmazlık nedeniyle kamulaştırma çalışması
uzadı. Bu alanın kamulaştırılması için önce komisyon
oluşturuldu, ardından arazi bedelleri belirlenerek
ödemeleri yapıldı. Müze Müdürlüğümüzün denetiminde
35 dönüm arazideki amfi tiyatroda kazı hazırlıkları
başladı'' dedi.
Arık, denize sıfır konumdaki antik tiyatrodaki
kazı çalışmalarının ardından bir tarih hazinesinin
daha gün yüzüne çıkarılacağını belirterek, ''Bu
tiyatro, tarihteki adı Klikya olan Çukurova'nın en
büyük büyük tiyatrosu olma özelliğini taşıyor. Bu
eser Adana ve Çukurova turizmine önemli katkılar
sunacak'' diye konuştu.
Amfi tiyatronun yanı sıra
antik kentite askeri
amaçlı yapılmış tonozlu yapı ile kuzey kısımda hamam
ve sarnıcın da yer aldığına belirten Arık, şöyle
devam etti:
''Büyük İskender'in dua ettiği bilinen ve
döneminde 'kehanet merkezi' olduğuna inanılan Athena
Tapınağı'nın da bulunduğu kentin, yaklaşık 130
hektarlık alanı kapladığını tahmin ediyoruz. Sahile
sıfır konumdaki amfi tiyatronun etrafındaki araziyi
de kamulaştırıp kazı yapacağız. Altında tarih
bulunan bu arazı günümüzde tarım arazisi olarak
kullanılıyor. Arsa sahipleriyle anlaştıkça
kamulaştırma çalışmaları sürecek.''
Arık, sahil bandına sahip Karataş;ta böylesine
önemli tarihi yapının kamulaştırılmasının Adana
için büyük şans olduğunu kaydetti.
KLİKYA'NIN LİMAN ŞEHRİ KARATAŞ
Tarihi çok eskilere dayanan ve Klikya'nın (Çukurova)
önemli bir liman kenti olan Karataş, askeri ve
ticari yollar üzerinde kurulması nedeniyle her
dönemde önemli bir işlev üstlendi. MÖ 1900'lü
yıllarda Arvaza ve Huri Krallıklarının, MÖ 1530'lu
yıllardan sonra da Hitit Krallığı'nın idaresine
giren Karataş, MÖ 1200'lerde önce Kue, sonra da
Asur Krallığı'na geçti.
Bilinen yazılı eserlerin çoğu Kue Krallığı
zamanına rastlayan Karataş sırasıyla Pers, Selevkos,
Roma, Bizans, İslam Arapları ve Selçuk Türk'leri
devirlerini yaşadı. Antik dönemde ''Magarsus''
olarak bilinen bu yöre, ortaçağlardan itibaren
''Karataş'' olarak anılmaya başlandı. Coğrafi durumu
itibarıyla ilkçağda büyük önem taşıyan bu sahil
kenti,aynı zamanda Ceyhan Nehri boyunca sıralanan
Mollos, Mopsuhestia, Hemite ve Asitavandaya
şehirlerine de bir kilit ödevi görüyordu.
Akşam, 16.07.2011
|
KÜLTÜR MİRASIMIZ DOMİNGO'NUN DA İLGİ ALANINDA
Adı Jose Placido Domingo Embil, ya da
daha yaygın bilindiği şekliyle
Placido Domingo. Dünyanın en önemli tenorlarından
biri,52 yıllık bir sanatçı. Hattaiçlerinde teorik
bilgisi en fazla olanı, yaşayan bir efsane.
İşte bu efsane sanatçı ülkemize hayran. Sadece
hayran da değil bizzat yakından ilgileniyor.
“Cenneti ben de görmek istiyorum” diyor gözleri
parlayarak: “Türkiye’ye
gitmek için gün sayıyorum. İki kıtayı birleştiren
bir şehirde yaşamak rüya gibi bir şey olsa gerek.”
Ülkemize ilgisinin sadece
İstanbul ile sınırlı olmadığını
Hasankeyf’ten bahsedince anlıyoruz. Çünkü o
fanatik bir
çevreci. Ayrıca
Avrupa’nın kültürel mirasını korumak üzere
mücadele eden, 50 farklı ülkeden 1500’ün üzerinde
kişi ve sivil toplum kuruluşunun desteklediği örgüt
Europa Nostra’nın başkanı.
Domingo, Hasankeyf ve
Allianoi’nin sular altında kalmasının önlenmesi
için Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan’a yazdığı mektupta Allianoi
için “üstün evrensel değer taşıyan
Roma Hamamı” demiş, sular altında kalmasının
kültürel bir trajedi olacağını belirtmişti. Sanatçı,
bölgeye gösterdiği ilginin Türk halkı tarafından
memnuniyetle karşılandığından emin: “Kültürel miras,
her şeyden önce bizim gururumuz, ait olma duygumuz
ve ortak hafızamızın öz değeridir. Ayrıca çevremiz
ve sürdürülebilir geleceğimiz için de değeri
büyüktür. Ekonomik refahın vazgeçilmezidir. Bu
mirasa sahip çıkmak ve bu potansiyeli geliştirmek
hepimizin görevi. Unutmamalıyız ki hiçbir
fiyat bu ruhu korumak için
yeterince yüksek değildir. Herkes kültürel mirasına
sahip çıkmalı.”
Milliyet Cumartesi, Haber: Nevsal Elevli,
16.07.2011
|
MÜDÜRÜN İKİNCİ SKANDALI
Geçen ay,
Sultan Üçüncü Selim’in tören tahtını lojmana
taşıtmaya kalkışan, bu yüzden de
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay tarafından görevden alınan
Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü
Yusuf Benli, bu olaydan önce bir skandala daha
imza atmış. Benli’nin İznik Müzesi’ndeki bazı
arkeolojik eserlerin yer aldığı zimmetli vitrinleri
yüksek lisans yapan bir kadın arkadaşının “rahat
çalışabilmesi” için izinsiz olarak ve zabıt
tutturmadan açtırdığı, olaydan sonra da müzenin
soyulduğunun belirlendiği ortaya çıktı.
Olay, geçtiğimiz 9 Nisan günü meydana geldi. Yanında
arkeoloji konusunda yüksek lisans yapan bir kadın
öğrenciyle birlikte İznik Müzesi’ne giden Topkapı
Sarayı Müzesi’nin Müdürü
Yusuf Benli, arkadaşının vitrinlerde sergilenen
bazı objeler üzerinde çalışması gerektiğini
söyleyerek müzecilerden vitrinleri açmalarını rica
etti. Müzecilerin, sergilenen objelerin müze
yetkililerinden arkeolog Gül Karaüzüm’ün üzerine
zimmetli olduğunu ve Karaüzüm’ün geçici olarak
Antalya’daki Patara kazılarında görevlendirildiğini,
bu yüzden vitrinleri açamayacaklarını söylemelerine
rağmen Benli’nin ısrarları devam etti. Müzeciler
bunun üzerine, vitrinleri açarak
Yusuf Benli ile birlikte gelen kadının eserler
üzerinde çalışmasına izin verdiler. Ancak, vitrinler
açılırken bir zabıt tutulmadığı gibi, eserlerden
sorumlu olan Gül Karaüzüm’e de bu konuda bilgi
verilmedi. Bu olaydan bir ay sonra ise, müzeden iki
adet arkeolojik eserin çalındığı ortaya çıktı.
Ancak, soygunun hangi gün yapıldığı belirlenemedi.
Müzede yaşanan bu gelişmeler üzerine
Yusuf Benli’nin izinsiz olarak açtırdığı
vitrinlerin sorumlusu ve sergilenen eserleri
zimmetle teslim almış olan arkeolog Gül Karaüzüm, 21
Haziran’da müze müdürlüğüne verdiği dilekçe ile
müzede sayım yapılmasını istedi. Dilekçesinin,
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne de
gönderilmesini isteyen Karaüzüm, vitrinlerin
Antalya’da görevli olduğu sırada kendisine şifahi
bile olsa bilgi verilmeden açıldığını hatırlatarak,
daha başka eserlerin de çalınmış yahut değiştirilmiş
olabileceğini söyledi. Bakanlığın dilekçeyi
uygulamaya koyup koymayacağı ve İznik Müzesi’nde
sayım yapılması konusundaki kararı önümüzdeki
günlerde belli olacak.
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay,
Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Yusuf Benli’yi,
Müze Başkanı Prof.Dr. İlber Ortaylı ile
sürtüşmesinden ötürü görevden aldığını söyledi.
TRT’de konuşan Günay, Üçüncü Selim’in tahtının
lojmana taşınmasıyla ilgili şöyle konuştu: “Basında
bazı talihsiz haberler çıkıyor tabii ‘Koltuk oraya
götürüldü’ falan diye ama bunlar teferruat. Belki
yaptıklarımızdan rahatsız olanların konu saptırma
çabaları. Biz burada devrim niteliğinde işler
yaptık.”
3. Selim’in tahtının taşındığını gösteren
fotoğraflar HABERTÜRK’te yayımlandıktan sonra,
Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Yusuf Benli, önce
tahtın taşınmadığını söylemiş, ertesi gün ifadesini
değiştirerek Günay’a “Depoda sıkışıklık vardı.
Lojmanda boş odalar olduğu için oraya koyup
sıkışıklığı rahatlatmak için taşıttım” demişti.
Habertürk, 16.07.2011
|
SİDE'NİN TARİHİ ESERLERİ SİDE KARTLA GÜN YÜZÜNE
ÇIKARILACAK
Antalya’nın Manavgat
İlçesi'ne bağlı
Side antik kentinde gün yüzüne çıkarılmayan tarihi
eserler Side kart sistemi ile çıkarılacak. Side
Belediyesi hayata geçireceği Side Kart
uygulamasından elde edeceği gelirle tarihi ören
yerinde bulunan eserlerinin onarımı, restorasyonu ve
kazı çalışmalarına destek verecek.
Side Belediye Başkanı Abdulkadir Uçar, turizm beldesinde uygulamaya koyacakları kart sisteminden elde edecekleri gelirle tarihi eserlerin gün yüzüne çıkarılması ve çıkarılan eserlerin korunmasına yönelik çalışmalar konusunda destek olacaklarını kaydetti. Anadolu’da çok sayıda tarihi ören yeri olmasından ötürü Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yeterli ölçüde kaynak aktarımı yapamadığına dikkat çeken Uçar, belediye olarak Türkiye’de bir ilke imza atarak kendi imkanları ölçüsünde tarihi eserlerin gün yüzüne çıkarılmasına öncülük edeceklerini söyledi. Uçar sözlerini şöyle sürdürdü:
“Side antik kenti içinde gün yüzüne çıkalmayan çok
önemli yerler var. Beldemizde 3 yıldır kazı
çalışmalarını Anadolu Üniversitesi yapıyor. Belediye
olarak Tüke Tapınağı’nın ayağa kaldırılması için çok
büyük destek veriyoruz. Side kart uygulamasından
elde edeceğimiz gelirle antik kenti içinde yapılan
kazı ve restorasyon çalışmasına destek olacağız.
Side antik kentinde gün yüzüne çıkarılmayan tarihi
eserleri kendi imkanlarımızla çıkarılmasına yardımcı
olacağız. Avrupa ülkelerinde çoğu tarihi antik
şehirle bu tür bağışlarla ayağa kaldırılmıştır. İlk
önce Apollon Tapınağı’nın etrafını koruyarak
başlayacağız. Bunun için zamanla yarışmamız var.
Side antik kenti’in önemli bir kısmı hale toprak
altında.
Mynet Haber, 16.07.2011
|
|
TARİHİ ESERLER MERDİVEN TAŞI OLARAK KULLANILMIŞ
Antalya’nın Alanya İlçesi’nde bir evin restorasyon çalışması sırasında 19′uncu yüzyıla ait bir tarihi eser parçası ile aynı dönemden kalan bir mezar taşı bulundu. Eski yapıların dış cephesinde süsleme amaçlı kullanılan ‘alınlık taşı’ ile bir mezar taşının, evde merdiven basamağı olarak kullanıldığı ortaya çıktı.
Alanya’nın Çarşı Mahallesi’ndeki 2 katlı bir evde yapılan restorasyon çalışması sırasında ‘alınlık taşı’ ile mezar taşı bulundu. Eserlerin Arkeoloji Müzesi’ne teslim edildiğini anlatan Müze Müdürü Seher Türkmen, taşların evde merdiven basamağı olarak kullanıldığının tespit edildiğini söyledi. Alanya’nın yakın tarihi açısından eserlerin büyük önem taşıdığına dikkat çeken Türkmen, her iki eserin de 19′uncu yüzyıla ait olduğunu kaydetti.
Eserler hakkında bilgi veren Türkmen, “Alınlık taşında, renkli boyalarla mermer üzerine yapılmış betimlemeler bulunuyor. Taşta, Cebrail meleği ve ejderhayı öldüren Hagios Georgios tasvirleri yer alıyor. Side Müzesi Müdürlüğü’nden gelen bir restoratör, resmin ilk sabitlemesini yaptı ve çalışmalar devam ediyor. Mezar taşı ise bir kadının mezarına ait. Taşın üzerinde Grek alfabesiyle ‘Okuyanın rahmetine muhtaçtır’ yazıyor” diye konuştu.
haberler.com, 16.07.2011
|
YAZITLI PİLYE ANITI DİLİNİN ÇÖZÜLMESİNİ BEKLİYOR
Antalya’nın Kaş İlçesi'ne bağlı Kınık beldesi Xanthos antik kentinde bulunan Yazıtlı Pilye Anıtı dilinin çözülmesi bekleniyor. MÖ 425-400 yıllarında dikilen ve Likya Kralı Khere’nin savaş yıllarını anlatan yazıtın içeriğinin asırlar geçmesine rağmen tam çözülemediği belirtiliyor. Hali hazırda dünyanın en eski Likçe yazıtının Xanthos antik kentinde bulunan Yazıtlı Pilye olduğunu belirten Fransa Bordeaux Üniversitesi Klasik Arkeoloji Bölüm ve kazı başkanı Prof.Dr. Jacques Des Courtils, görkemli anıt üzerindeki yazıtın içeriğinin net bir şekilde ortaya çıkarılmadığını söyledi. MÖ 425-400 yıllarında dikilen anıtın dört bir yanında yazıt bulunduğunu belirten Courtils, bugün 6 metresi ayakta kalan anıtın gerçek uzunluğunun 11 metre olduğunu ifade etti. Courtils, iki basamak üzerinde yükselen anıtın yekpare taş blok görünümün üzerinde Harpy Anıtı’nda olduğu gibi 4 tarafı kabartmalı süslü mezar odası ile üstte aslan şeklinde tahta oturan bir prens heykelinin bulunduğunu kaydetti. Courtils, “Yazıtlı Pilye’nin asırlar geçmesine rağmen dili anlaşılmayı bekliyor. Yazıtlı Pilye günümüzde ayakta kalan en önemli Likçe dilinde yazılmış eser. Anıtın önemli bir bölümün yok olması neden ile dili tam anlaşılmıyor. Likçe dilinde yazılan yazıtın dilini çözme çalışmalarımız devam ediyor. Likçe yazılı Yazıtlı Pilye dünya kültür mirası için çok önemli.” diye konuştu.
Mnet Haber, 16.07.2011
|
|
İNŞAATTAN TARİHİ ESER
ÇIKTI
Bolu'da Müze
Müdürlüğü'nün 3. derece sit alanı içersinde bulunan
bir alanda yapılan inşaat kazısında Roma dönemine
ait mozaikler, sütun ve duvarlar ortaya çıktı.
Bolu'da faaliyet
gösteren bir inşaat firması geçtiğimiz yıl Kasım
ayında Bolu Müze Müdürlüğü'ne başvuru yaparak,
İhsaniye Mahallesi Tahvil Mehmet Paşa Caddesi
üzerinde bulunan arsaya bina yapmak istediğini
söyledi. Müze Müdürlüğü, arsanın 3. derece sit alanı
içerisinde yer alması nedeniyle sondaj kazısı yaptı.
Kazı sırasında 3,5 metre derinlikte Roma dönemine
ait mozaik taban döşemesine rastlanması üzerine
Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu'nun izniyle Haziran ayında kurtarma
kazısı yapıldı. Arsa dikkatle açılarak sarı, siyah,
yeşil, turuncu ve beyaz taşlardan yapılmış "Meander"
motifi olarak bilinen birbirine geçmeli dairelerden
oluşan, geometrik süslemeli 200 metrekarelik mozaik
tabana, sütun ve duvarlara ulaşıldı. Müze
Müdürlüğü'nde görevli arkeologlar ve işçiler, kazı
çalışmasından sonra fırçalarla mozaikleri açıp
süngerle temizledi. Kurtarma kazısının
tamamlanmasından sonra Ankara Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'na rapor
gönderileceği belirtilirken, kurulun raporuna göre
mozaiklerin taşınıp taşınmamasına karar verileceği
öğrenildi.
Bolu Müze Müdürü Mustafa
Güneş, kalıntının parselin güney ve kuzeyinden geçen
yolların altından devam ettiğini söyleyerek,
"Kurtarma kazısında 200 metrekare büyüklüğe sahip
bir mozaik taban döşemesi açığa çıkarılmıştır.
Kazıda elde edilen verilere göre, mozaik taban
döşemesinde yer yer tahribat görülmektedir. Zaman
içinde bu parselde yerleşen kişiler tarafından
açılmış olan fosseptik çukurları ve su kuyuları
nedeniyle mozaikte tahribat oluşmuş durumdadır.
Mozaik; kuzey güney doğrultusunda uzanan antik bir
yapının tek mekanına aittir. Kalıntı; parselin güney
ve kuzeyinden geçen yolların altına doğru devam
etmektedir. Mozaikte sarı, siyah, yeşil, turuncu ve
beyaz renkli doğal taşlar kullanılmıştır. Mozaikte
herhangi bir mitolojik sahne bulunmamaktadır.
Mekanın doğu ve batı kenarlarında, adını Menderes
nehrinden alan 'Meander Motifi' orta bölümde ise
birbirine geçmeli dairelerden oluşan bitkisel ve
geometrik süslemeler bulunmaktadır" dedi.
Kazı verilerine göre
mekanın kuzey bölümündeki mozaiklerde yer yer derin
çatlaklar olduğunu belirten Güneş, bunun bölgede
sıkça meydana gelen depremlerle alakalı olduğunu
tahmin ettiklerini söyledi. Şu anda temizleme
çalışmaları yapıldığını söyleyen Güneş, "Mevcut
bulgulara göre mozaiklerin Geç Roma (MS 4-5.
yüzyıllara) ait olduğu değerlendirilmektedir.
Kalıntının parsel sınırlarına taşması ve tümünün
kazılamaması nedeni ile yapının planı ve fonksiyonu
hakkında bilgi elde edilememiştir. Kurtarma
kazısı sonuçları çalışmalar tamamlandığında Ankara
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'na
iletilecek ve kurulun vereceği karar doğrultusunda
mozaiklerin koruma ve nakil durumu, kazının
genişletilmesi ve parsele ilişkin yeni yapılanma
konularında gerekli işlemler yapılacaktır" diye
konuştu.
Bolu Kent Haber,
16.07.2011
|
SANATA TÜKÜREN HEYKELİ DE YIKAR
Elazığ’ın kültürel
mirası ve Elazığ için oldukça önemli bir yere sahip
olan ‘Çayda Çıra’ heykelinin yıkılmasıyla ilgili
tartışmalar sürüyor. 1980 yılında Elazığ’ın tanınan
Heykeltıraşı Nurettin Orhan ve oğlu Uygur Orhan
tarafından yapılan Çayda Çıra heykelinin, Elazığ
Karayolları Müdürlüğü tarafından sorgusuz sualsiz
bir şekilde ‘üst geçit’ bahanesiyle yıkılmasına
demokratik kitle örgütleri ve yerel halk büyük tepki
gösterdi.
Yıkımdan sonra görüştüğümüz Çevre ve Kültür
Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı (ÇEKÜL) Elazığ
Temsilcisi Mustafa Balaban heykelin yıkılmasını
büyük bir eksiklik olarak değerlendirdi. Kentin
sembolleri ve anıt yapılarına yapılan saygısız
müdahaleleri şiddetle kınadıklarını dile getiren
Balaban, “Elazığ kentinin sembollerini taşıyan Çayda
Çıra kavşağındaki heykel de Elazığ’ı, Elazığ yapan
önemli sanat eserlerimizden birisiydi. Heykelin
yıkılmasını büyük bir eksiklik olarak görüyor ve
böyle değerlendiriyoruz” dedi. Sanat eserine ve
sanatçıya saygının gösterilmesini beklediklerini
dile getiren Balaban, heykelin yeri değişecekse bile
onu yapan Heykeltıraş Nurettin Orhan’a da sorularak,
nasıl taşınacağının planı yapıldıktan sonra
taşınmasının uygun olduğuna dikkat çekti.
Çayda Çıra heykelinin Elazığ’a mal olduğunu
söyleyen Eğitim Sen Elazığ Şube Başkanı Musa Doğan,
“Egemenlerin ‘ucube’ diye heykel yıktırdığı bir
ülkede yaşıyoruz” diyerek, bu ‘ucubelerden’ birinin
de Elazığ’ın kültürel mirası Çayda Çıra heykeli
olduğunu ifade etti. Melih Gökçek’in “Ben böyle
sanatın içine tüküreyim” sözlerini hatırlatan Doğan,
sanata ve sanatçıya bakışın tükürmek olduğu bir
ülkede heykel yıkımlarının çok doğal olduğunu
sözlerine ekledi. Böyle bir durumda uzmanlardan
destek alınması gerektiğin belirten Doğan, bu işin
sonuna kadar takipçileri olacağını belirtti.
Emek Partisi (EMEP) Elazığ İl Başkanı Ali Cemal
Zülfikar ise, yaşanan olayı kınadıklarını ve
takipçisi olacaklarını ifade etti. Elazığ’da bu tür
olayların daha önce de yaşandığını dile getiren
Zülfikar, tarihi belediye binasının da para uğruna
iş merkezine çevrildiğini hatırlattı. Bu durumun bir
zihniyet meselesi olduğunu söyleyen Zülfikar,
“Zihninde paradan başka şeylerin olmadığı kişilerin,
böyle sanat vandalistliği yapması çok doğaldır.
Elazığ kamuoyunu bu gibi konular hakkında duyarlı
olmaya davet ediyoruz” dedi.
Elazığ esnaflarından biri olan ve aynı zamanda
Elazığ musikisinde büyük emekleri olan Yaşar
Demirbağ da heykelin yıkılmasının kendisini çok
üzdüğünü dile getirdi. “Çayda Çıra, bizim kolumuz
bacağımızdı” diyen Demirbağ, eser sahibine
sorulmadan heykelin yıkılmasının da çok çirkin
olduğunu söyledi.
Beş yıldır Elazığ’da ikamet ettiğini belirten
Ahmet Doğulu “Elazığ’a ilk geldiğimde gözüme çarpan
en güzel şeylerden biriydi bu heykel. Fakat bugün
görüyorum ki Elazığ en güzeline sahip çıkmıyor. Onu
rant uğruna yıkıyor” dedi. Bu durumun üzüntü verici
olduğunu belirten Doğulu, Elazığ kamuoyunu duyarlı
olmaya çağırdı.
Evrensel, Haber: Orhan Kurul, 15.07.2011
|
RESİM HEYKEL TARTIŞMALARLA AÇILDI
Mimar ve
mühendis Arif Hikmet Koyunoğlu
tarafından 1927 yılında inşa edilen, 1975’te
Kültür Bakanlığı’na devredilen, 6 Nisan
1980’de de müzeye dönüştürülen
Ankara Devlet
Resim ve Heykel Müzesi, geçirdiği kapalı
restorasyon ve bakım çalışmasının ardından yeniden
yurttaşların ziyaretine açıldı. Ancak müzenin
sürekli “tadilat” gerekçesiyle kapalı kalması durumu
yeni değil. Müze, 2008’e dek 6 yıl süreyle,
“tadilat” gerekçesiyle kapalı kalmıştı.
Ulus’taki Ankara Devlet Resim Heykel Müzesi 2008’e
dek “çatısı onarılamadığı”
gerekçesiyle 6 yıl kapalı kalmıştı. Ressamların ve
heykeltraşların yoğun eleştirisi karşısında Kültür
ve Turizm Bakanlığı müzenin tadilatı için protokol
gerçekleştirmişti. Yürütülen çalışmalar kapsamında
müzenin elektrik tesisatı, havalandırma, kapalı
devre kamera sistemi, güvenlik, dış cephe
düzenlemesi, yangın sistemi, kalorifer tesisatının
yenilenmesi gibi birçok işlem gerçekleştirilmişti.
Müze 2008’de ziyarete açıldı. Geçen aylarda yeniden
“onarıma gerek var” gerekçesiyle
ziyarete kapatıldı. Müzede başta teşhir salonları
olmak üzere kapsamlı restorasyon ve bakım çalışması
yapıldı. Çalışmalar sırasında müzenin ışık
sistemleri, çatısı, duvarları yeniden elden
geçirildi. Müzede son yıllarda gündeme gelen
soygunlara karşı güvenlik sistemleri de
geliştirildi. Geçen çarşamba günü de yeniden
yurttaşların ziyaretine açıldı.
Kültür Sanat-Sen Genel Başkanı
Yavuz
Demirkaya, müzenin sürekli “ya geçirdiği
tadilatlarla, ya da soygunlarla kamuoyunun
gündeminden düşmediğine” dikkat çekti. Müzede
“yönetim krizi olduğunu” vurgulayan Demirkaya, “Salt
güvenlik kamerası yerleştirmekle müzenin güvenliği
sağlanamaz” görüşünü dile getirdi. Demirkaya, şöyle
konuştu:
“Devlet Resim Heykel Müzesi’nde başka sorunlar da
var. Birçok insanın sürgüne gönderildiği bir müze
orası. Eski müdürü de atıl durumda bekliyor. Mevcut
müdür zamanında müzede pek çok olumsuzluk yaşandı.
Bunlara soygunlar dahil ancak onun hakkında herhangi
bir işlem yapılmadı. Uluslararası normlarda bir
müzenin nasıl korunacağı bellidir. Ne yazık ki
bakanlık bunu başaramadı. Ankara Devlet Resim Heykel
Müzesi de ‘tadilat’ gerekçesiyle bir kapanıyor, bir
açılıyor.”
Müzede en son geçen yıl sayım sırasında hırsızlık
yapıldığı ortaya çıkmıştı. Müze Müdürü Ömer Osman
Gündoğdu, Altındağ İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne giderek
müzeden hırsızlık olduğunu bildirmiş ve yapılan
tespit sonucu Hoca Ali Rıza’ya ait karakalem
çalışması 13 eserin çalındığı belirlenmişti. Çalınan
eserlerin yerine de fotokopilerinin konulduğu ortaya
çıkmıştı. Ayrıca müzeden 5 eserin de çerçevesinden
alındığı tespit edilmişti. Bu olayın öncesinde de
müzeden İbrahim Çallı’ya ait tablolar çalınmıştı.
Tabloları çalan kişinin müzede görevli güvenlik
görevlisi olduğu ortaya çıkmıştı. Müze salt bu
dönemlerde değil, 1990’lı yıllarda da soygunlarla
gündeme gelmişti.
1975’te Kültür Bakanlığı’na devredilen, 6 Nisan
1980’de müzeye dönüştürülen Resim ve Heykel
Müzesi’nin demirbaşına kayıtlı 399 sanatçının 4000
eseri bulunuyor. Bunların çoğunluğu bağış yoluyla
oluşturuldu. Ressam Şeref Akdik’in eşi Sara Akdik’in
40 yapıtlık Şeref Akdik koleksiyonu, Çeik
Gülersoy’un 7 yapıtlık hat koleksiyonu, Emel
Korutürk’ün İbrahim Çallı portreleri, Bülent-İbrahim
Cimcoz’un İbrahim Çallı portresi, Hikmet Onat, Bedri
Rahmi Eyüboğlu, Eşref Üren ve Arif Kaptan’ın birer
yapıtından oluşan bağışları örnek olarak
gösterilebilir. Bunun yanı sıra Şeker Ahmet Paşa,
Zekai Paşa, Halil Paşa, Hoca Ali Paşa gibi
ressamların eserleri de müzede yer alıyor.
Cumhuriyet Ankara, Haber: Selda Güneysu,
15.07.2011
|
TARİH, ERZURUM HANLARINDA KONAKLIYOR
İslamiyetin yayılış dönemlerinde askeri maksatla ve
sınır emniyetini korumak için kurulan, sonraki
devirlerde ticaret için kullanılan hanlar, zamana
direniyor. İran ve Türkistan’a ulaşan doğu - batı
istikametindeki yol üzerinde bulunan Erzurum’da
bulunan 6 kervansaraydan ikisi kullanılırken, biri
ise zamana direniyor.
Türklerin Müslüman olmasından sonra genişleyen İslam
toprakları üzerinde ortaya çıkan, şehir içinde
olanlarına ‘han’ denilen kervansaraylar, Selçuklular
zamanında en gelişmiş şeklini aldı. Anadolu’da
bulunan çeşitli ticaret yolları üzerinde
kervansaraylar yapıldı. Uzaktan bakılınca bir kale
gibi görünen, içlerine girildiği zaman kervan
kafilelerinin her türlü ihtiyaçlarını karşılayacak
bir teşkilata sahib olan bu binalar, Selçuklu
sultanları ve yüksek devlet görevlileri tarafından
büyük ticaret yolları üzerinde her menzil için, yani
30 - 40 kilometrelik mesafede bir yaptırılmışlardı.
Müslüman doğu ve Hıristiyan batı ülkeleri arasında
bir köprü vazifesini gören Anadolu toprakları
üzerine, büyük kervansaraylar kuruldu. Devlet veya
hayırsever kişiler tarafından kurulan bu muhkem
binalarda kervan ihtiyaçları ücretsiz karşılanırdı.
Bunlar, bir şehir içinde olurlarsa, han olarak
nitelendiriliyordu.
Anadolu'ya gelen yabancı tüccarlara da büyük
kolaylıkların gösterdiği bu merkezlerde yollarda
herhangi bir şekilde zarar gören, soyguna uğrayan ve
malları denizde batan tüccarların zararlarını devlet
hazinesinden tazmin ederek, bir nevi devlet
sigortası kuruldu. İran ve Türkistan'a ulaşan
doğu-batı istikametindeki yol üzerinde bulunan ve
döneminin büyük merkezlerinden olan Erzurum’da pek
çok kervansaray bulunuyordu.
Selçuklular zamanında Anadolu'da kurulan yol
güzergahlarının Osmanlılar zamanında değişmesi Ümit
Burnu yolunun bulunması ile Hindistan'a ulaşan
ticaret yolunun ağırlık merkezinin Atlas Okyanusu’na
kaymasıyla Anadolu'da ticaretin önemini kaybetmesi
üzerine, hanlar da sessizliğe büründü. Bir döneme
tanıklık eden Taşhan (Rüstem Paşa), Gümrük,
Cennetzade, Kamburoğlu, Karasu ve Hacı Bekir
Hanları’nda Cennetzade ve Kamburoğlu zaman
içerisinde yıkılırken, Gümrük Hanı’da yok olmamak
için zamana direniyor. Günümüzde Taşhan ve Hacılar
Hanı canlılığını koruyor.
TAŞHAN (RÜSTEMPAŞA BEDESTENİ)
Mumtazam kesme taştan yapılmış olan Taşhan (Rüstem
Paşa Bedesteni), iki katlıdır. Kanunu Sultan
Süleyman'ın Sadrazamı Rüstempaşa tarafından
yaptırılmış olan bedesten 1970 yılında restore
edilmiştir. Menderes Caddesi üzerinde bulunan ve
halk arasında Taşhan diye adlandırılan bedestenin
üst katlarında Oltu taşı işlemecileri faaliyet
göstermektedir. Alt katlarında ise, çeşitli iş
yerleri bulunmaktadır.
HACILAR HANI
1772 yılında Hacı Emin ile Hacı Fetullah tarafından
yaptırılmış olup dikdörtgen planlıdır. Hanın iki
giriş kapısı ve yirmi dört odası bulunmaktadır. Avlu
içerisindeki odaların giriş kapıları kemerli olup,
dikdörtgen ayaklara oturmaktadır. Han içerisinde bir
de çeşme vardır. İki katlı olarak yaptırılan Hacılar
Hanının, 1800'lü yıllarda çıkan büyük yangında üst
katı tamamen yanmıştır. Hacca gidip gelenler
Erzurum’dan geçerken bu handa konakladıkları için
zaman içinde hanın ismi Hacılar Hanı olmuştur.
GÜMRÜK HANI
Şehir merkezinde, Kongre Meydanı yakınında yer alır.
Orijinal özellikleri büyük ölçüde kaybolmuş, üzeri
toprak damla örtülü uzun bir mekan ile, bu mekanın
birer kapıyla açılan dokuz hücreden ibaret hanın 18.
yüzyıldan kalmış olduğu tahmin edilmektedir.
Gümrük Han’ı farklı mimarisi ile Osmanlı döneminde
tek numune olarak ortaya çıkıyor. Sanat tarihçisi,
Hamza Gündoğdu, uzun bir mekana 9 hücreyle açılan
hanın, diğer hanlarından farklı özelliklere sahip
olduğunu söylüyor. İmparatorluğun eserlerinde;
hanlar, ortada bir avlu ve iki üç katlı oda ile
hücrelerden oluşurken, Gümrük Hanı’nda uzun bir
mekana açılan hücreler şeklinde bir plan uygulanmış.
CENNETZADE HANI
Şehir merkezinde yer alan han, 18. yüzyıldan
kalmışsa da çok değişikliğe uğramıştır. Son yıllarda
bir yangın geçiren hanın planı, ortada dörtgen bir
avlu ve avlu etrafında dizilmiş odalardan
oluşmaktadır. Orta avluda 8 adet ahşap sütun tavanı
ayakta tutmaktadır. Günümüzde iş hanı olarak
kullanılmaktadır.
KANBEROĞLU HANI
Şehir merkezinde, Taş Mağaralar’ın aşağı kısmında
yer alan hanın 19. yüzyıldan kalma olduğu
sanılmaktadır. Han, uzun dikdörtgen bir avlunun iki
yanına dizilmiş 21 dükkandan oluşan kesme ve moloz
taşlardan yapılmış bir mimariye sahiptir.
KARASU HANI
Aşkale’nin 32 kilometre batısında yer alan Osmanlı
hanlarındandır. 17. yüzyıl başlarında derbent hanı
olarak inşa edilmiştir. Han, sadece kapalı hol
bölümünden oluşmakta bu yönüyle dikkat çekmektedir.
Erzurum Gazetesi, Haber: Ayhan Türkez, 14.07.2011
|
ANTANDROS ANTİK KENTİ 11. SEZON KAZILARI BAŞLADI
Balıkesir’in Edremit İlçesi'ne bağlı Altınoluk Beldesi’ndeki Antandros antik kenti 11. sezon kazıları başladı. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Klasik Arkeoloji Anabilim Dalı’ndan Doç.Dr. Gürcan Polat’ın başkanlığında Ege Üniversitesi’nin yanı sıra İstanbul Üniversitesi, Ankara Üniversitesi ve Trakya Üniversitesi’nden öğretim üyeleri ve öğrenciler tarafından sürdürülen kazılarda bu dönem de yeni bulgulara rastlanması düşünülüyor. Kazı çalışmaları hakkında bilgi veren Gürcan Polat, 2000 yılında başlayan çalışmalarının 11. sezonla devam ettiğini, geçen 10 yıllık süreçte 5 bin metrekarelik alanda çalışma yaptıklarını söyledi. Bu sezon yapılacak kazılarda geçmiş dönemlere ait yeni mezar lahitlerinin açılmasını beklediklerini vurgulayan Polat, ”Bunun yanında geçen sene ortaya çıkan surların yatay ve düşey aksislerinin belirgin hale getirilmesi hedefliyoruz. Villalarda ise yaşam alanlarında çalışmalar sezon boyunca yapılacak. Bölgede bulunan arkeolojik eserler ise kazı evinde gerçekleştirilen restorasyon çalışmalarıyla tekrar boyutlandırılıyor” dedi. Polat, kazıların 5 Eylül’e kadar devam edeceğini sözlerine ekledi.
Samanyolu Haber, 14.07.2011
|
|
ÇANLI KİLİSE TURİZME KAZANDIRILACAK
Aksaray İl Genel Meclisi, merkeze bağlı Akhisar Köyü'nde bulunan Çanlı Kilise’nin restore edilmesi kararı aldı.
Uzmanlar tarafından yapılan incelemeler sonunda, 11. yüzyılda yapıldığı belirlenen ve Hıristiyan dünyası için büyük önem taşıyan, Haç planlı kayaya oyulmuş vaziyette inşa edilen kiliselerden biri olan Çanlı Kilise’nin restore edilerek Aksaray turizmine kazandırılması için çalışmalar başlatıldı. Aksaray İl Genel Meclisi, bölgenin ulaşım yollarının yapılmasının yanı sıra kilisenin aslına uygun bir şekilde restore edilmesi için gerekli çalışmaların başlatılması kararını aldı.
Aksaray’ın her değerinin aktif hale getirilmesinin önemini vurgulayan İl Genel Meclisi Başkanı Özkan Doygun, “Aksaray tarım, sanayi ve turizm şehridir. 10 bin yıllık kültürü ve tarihi değerleri olan şehrimizin her değerinin aktif hale getirilmesi son derece önemli” dedi.
Aksaray Kent Haber, 13.07.2011
|
TARİHİ MERMER SÜTUN ELE
GEÇİRİLDİ
Tekirdağ'da faaliyet
gösteren bir temizlik firmasına ait binada
saklandığı tespit edilen tarihi mermer sütun
başlığı, düzenlenen operasyonla ele geçirildi.
Alınan bilgiye göre,
Demirli Köy'de Roma dönemine ait olduğu belirtilen
sütun başlığını satmak için girişimde bulunan M.B.,
M.K., S.D., H.A. ve H.Ç. isimli şahıslar ile alıcı
kılığına girerek temas sağlayan jandarma ekipleri,
söz konusu şahısları gözaltına alındı. Sütun başlığa
ise el konuldu.
Jandarma karakolundaki
sorgularının ardından nöbetçi mahkemeye sevk edilen
şüpheliler, serbest bırakıldı.
Tekidağ Kent Haber,
06.07.2011
|
|
10 - 16 Temmuz 2011
|
SAAT KULESİ'NİN
RAKAMLARI SİLİNİYOR
Çorum’un simgesi haline
gelen Beşiktaş Muhafızı olan Hasan Paşa’nın
destekleriyle 1894 yılında yaptırılan Saat Kulesi ya
da Çorumluların deyimiyle Çan Saati aradan geçen
yıllara meydan okurken, vatandaşlar Saat Kulesi’nin
yakın zamanda tadilat görmesine rağmen saat
kısmındaki rakamların giderek silikleştiğini
kaydederek yetkililerin bu konuyla ilgilenmesini
istedi.
Çok sayıda kişinin kendi
saatini bile Saat Kulesi’ne göre ayarladığını
belirten vatandaşlar, küçük bir düzenleme ile saat
üzerindeki rakamların belirgin hale
getirilebileceğini ifade etti.
Çorum Haber, 15.07.2011
|
|
|
NECİP PAŞA KONAĞI ONARILIYOR
Çanakkale Valiliği Devlet Güzel Sanatlar Galerisi restorasyon projesini üstlenen ve Umtek yapı firması tarafından yapılan Necip paşa konağı yenilenmesi başladı.
394 bin Tl. kesif bedelli proje 30 Ekim tarihine kadar tamamlanacak. Binada çürüyen ahşap taşıyıcı elemanlar takviye edilerek yenileniyor. Önceki yüklenici firma tarafından çatı işleri tamamlanmış olan restorasyon işinde bodrum katında deniz suyu geçirmezlik için izolasyon yapılıyor. İşin kontrolluğunu İstanbul rölöve ve anıtlar müdürlüğü yapıyor.
Kordon boyunda alt katı sanat galerisi, üst katı ise İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü olarak kullanılan Devlet Güzel Sanatlar Galerisi binasının önceki restorasyon çalışması, 22 Haziran 2010 tarihinde başlayıp 19 Aralık 2010 tarihinde bitmesi gerekiyordu. Ancak ödenek yetersizliği nedeniyle 10 ay önce başlatılan restorasyon tamamlanamadı. Tarihi bina bütün kış ödenek bekledi.
Burası Çanakkale, 15.07.2011
|
YEŞİL CAMİ'NİN ÇİNİLERİ
1 KİLO ALTINLA CANLANDI
Osmanlı sanatının
Anadolu'daki zirve eseri olan Yeşil Cami, yapılan
restorasyon çalışmalarıyla eski ihtişamına
kavuşturuluyor.
Harput Holding'in sponsorluğundaki restorasyon
çalışmalarında, en hassas işlerden birisi olan
çinilerin altın varakla desenlenmesi işi devam
ediyor. Türkiye'de başka hiçbir binada örneği
bulunmayan eşsiz İznik çinileri üzerine soğuk altın
varakla yapılmış desenler, 6 asır sonra ilk defa
restore edildi. Maddi değeri 80 bin lira olan 1 kilo
altın varak, 8 kişilik özel ekibin 6 aylık emeği ile
yüzlerce çininin üzerine ilk günkü güzelliğinde
nakşedildi.
9 Eylül Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Sevim
Çizer'in çini konusundaki engin tecrübesini ekip
başkanı olarak yansıttığı hummalı çalışmalar devam
ediyor. 6 kişilik ekip, evvela 900 kase 23.75 ayar
altın varağı cam kaselerde Arap zamkı ve saf su ile
ezerek, nakış için hazır hale getirdi. Daha sonra
yanlış temizlik veya halkın el ile dokunması
sebebiyle yıpranan altın varaklı desenler milimetrik
fırçalarla canlandırılmaya başlandı.
Hünkar mahfilindeki bütün çiniler, zemindeki
desenlenmiş orijinal çiniler, caminin yapıldığı 1419
yılından bu tarafa ilk defa altın varaklı nakış
restorasyonu gördü. Kubbelerdeki kalem işleri
çeşitli restorasyonlarda 7 farklı şekilde sıva
altından çıkarılmasına rağmen altın varaklı İznik
çinilerine kimse şimdiye kadar dokunmaya cesaret
edememişti.
Maddi değeri 80 bin lira olan 1 kilo varak altın,
uzmanları tarafından 2.5 ayda ezildi. Daha sonra
ehil nakkaşlar, tamamen kaybolan desenleri, zarar
görmemiş yerlerdeki orijinal şekillerine uygun
olarak milimetrik fırçalarla yeniden nakşetti.
Hünkar mahfilindeki bütün derzler altın varakla
canlandırıldı.
Usra İnşaat'ın Nakkaş ekibinin sorumlusu Erdinç
Gökçe, çinilerin üzerinde sır üstü soğuk altın
tekniği kullanıldığına dikkat çekerek, "İyi niyetle
yapılan yanlış temizlemeler veya el teması yüzünden
zamanla desenlerin yüzde 90'ı dökülmüş. Kaselerle
satın alınan altın varağı, Arap zamkı ve saf su ile
ezdik. Daha sonra 8 kişilik bir nakkaş ekibi ile
milimetrik fırçalarla çinilerin varaklı desenlerini
canlandırdı. Tamamen silinen desenler yeniden
çizildi. Orijinallerine hiç dokunmadık. Satıh
temizliğini de yaptık. Bordür çinilerin bitiş
kontörlerine varak geçtik. Çiçekli desenlerin
tahrirleri (kontör) altın varak yapıldı.
Eyvanlardaki altıgen çinilerin göbek motifleri
altınla varaklandı. Kaybolan desenlerin serigrafi
ipeğinden kalıplarını çıkarttık. Eksikler
tamamlandı, deseni hiç olmayanlar tam yapıldı. 1
kilo altın varak kullandık. 23.75 ayar ezme altın
kullandık. Bunları kase içinde milimetrik toz olarak
aldık. 80 bin liralık altın ezildi, nakış için 2.5
ayda uygun kıvama getirilip, 8 kişinin 4 aylık titiz
çalışması ile orijinal İznik çinilerine nakşedildi.
Bütün çinilerin üzerindeki eksikler, hünkar
mahfilindeki bütün derzler ilk defa restore edildi"
dedi.
Gökçe, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Yeşil Cami, 1412-19 yılları arasında yapıldı. Kalem
işlerinde 3 ayrı dönem bilinen 4 ayrı boya kapatma
operasyonu yapıldı. 7 kat iş yapılmış denilebilir.
Ancak altın varaklı çinilerde ilk defa işlem
yapıldı, eski ihtişamına kavuşturuldu. Çinilerin
üzerinde büyük oranda sır kayıpları vardı.
Kabarmalar vardı. Tek tek cımbızlarla sırlar
yerlerine yapıştırıldı."
Yeşil Cami'nin ana kubbesinde şu anda 4 farklı kalem
işinden hangisinin canlandırılacağına ise Bursa
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu üyeleri
önümüzdeki günlerde karar verecek. Bu karardan sonra
ana kubbede de çalışmalar başlayacak. Ayrıca mihrap
da elden geçirilecek.
Diğer taraftan Yeşil Cami'nin dış kısımdaki
restorasyona da Harput Holding'in sponsorluğunun
devam etmesi bekleniyor. Dış mekanda şadırvanın
orijinaline uygun hale getirilmesi, bahçe
düzenlemesi, elektrik tesisatının yenilenmesi,
aydınlatma, drenaj giderlerinin açılması, su
izolasyonları gibi yaklaşık 500 bin liralık daha
harcama yapılması gerekiyor. Sponsor firmanın onay
vermesi ile Ramazan Bayramı sonrasında caminin
tamamen ibadete kapatılıp birkaç ayrı ekibin
çalışmasıyla yıl sonuna kadar restorasyonun
bitirilmesi hedefleniyor.
Yeşil Cami'nin mihrabından pencere korkuluklarına
kadar her safhasında muhteşem bir sanat göze
çarpıyor. Yeşil Cami'nin Bursa'da en az Ulucami
kadar mimari bir şaheser olduğu belirtiliyor.
İngiltere Kraliçesi Elizabeth de 2 yıl önce tarihi
camiyi ziyaret etmişti. Çelebi Mehmet Han'ın
yaptırdığı cami, bir dönem saray olarak da
kullanıldı.
Bursa Büyükşehir
Belediyesi, 15.07.2011
|
EYLÜL SONU ZİYARETE AÇILIYOR
Tavanında bulunan Türk bayrağını oluşturan cam mozaikler dökülmeye başladığı için can güvenliğini tehlikeye atacağı gerekçesiyle ziyarete kapatılan Gelibolu Yarımadası’ndaki Şehitler Abidesi’ndeki tadilat çalışmaları eylül sonu tamamlanacak.
21 Ağustos 1960’ta açılan 41.7 metre yüksekliğindeki abideye görsel zenginlik Türk bayrağı motifli mozaikler, 2007’de dökülmeye başlamıştı.
Hürriyet, 15.07.2011
|
|
|
DAVUT'UN KRALLIĞI
BULUNDU
Varlığı İncil ve Tevrat'taki referans noktalarının
gölgesinde tartışma konusu
olan ve İsrail'in ikinci kralı Davud'un MÖ 10'uncu
yüzyılda kurduğu öne sürülen krallığa ait kalıntılar
bulundu. Kudüs'ün 30 kilometre
uzağındaki Elah Vadisi'nde bulunan Khirbet
Qeiyafa'da yapılan kazı çalışmalarında bir kentin
ortaya çıktığını söyleyen ünlü arkeolog Yosef
Garfinkel "Kentin gün ışığına çıkardığımız yüzde
10'luk kısmında ele geçen tüm bulgular Davud'un
krallığının varlığına işaret ediyor" dedi.
Sabah, 15.07.2011
|
KÖYLÜNÜN SİT DERDİNE BİR
ÇÖZÜM ÖNERİSİ
'Türkiye'de en fazla
sit sorunu nerede yaşanıyor' diye sorulsa cevap
bellidir; İzmir
Çünkü, bizim kentte binlerce hektarlık alan sit
kapsamında.
Çoğu da doğal sittir...
Çünkü karar vericiler, ender bulunduklarını,
özellikleri ve güzellikleri bakımından korunması
gerekli diye düşünmüşlerdir o yerleri.
Düşünmüşlerdir de düşünemedikleri bir durum
vardır.
Köylüler
O doğal sit kapsamındaki milyonlarca metrekare
alanların hatırı sayılır kısmında köyler vardır,
köylüler vardır.
Arazisi sit olduğu için köylü çivi bile çakamaz.
Tarım yapıyorsa ürününü saklayacağı bir depo
kuramaz örneğin.
Bağı varsa, kulübe dikemez mesela.
Hayvancılık yapıyorsa dam kuramaz.
Çünkü karşısında koskoca sit durur.
Kurmak istese, köylüye 'koruma amaçlı imar planı
yaptır getir' derler.
Karnını zor doyuran köylünün planın parasını
nereden bulacağı düşünülmez.
Parayı bulsa bile kendi arazisi kadar koruma
amaçlı plan yaptırılması istenmez. SİT alanının
bütününde plan yaptırması zorunlu tutulur.
Çünkü mevzuat hazretleri böyle emreder.
Oysa uzmanının anlattığına göre çözümü basittir.
Köy yerleşik alanlarındaki sit sınırlarını
belirleyen ve kurumlar tarafından yapılan 1/25
bin ölçekli koruma planlarına, tarımsal
faaliyetlerin önünü açacak detaylı plan notları
yazmak yeterlidir.
Ankara'nın belirleyeceği bu plan notlarının
uygulanması yetkisi bölge kurullarına
bırakılmalıdır.
Sit ile başı belada olan köy yerleşik
alanlarındaki yapılaşma izinlerinin Ankara'dan
değil de bölge kurullarından verilmesi gerekir.
Gerek duyulursa tüm sit alanın değil de köylünün
sahip olduğu arazi kadar alt ölçekli koruma
planı istenmesi de bir çözümdür.
Hem koruma, hem de köylünün tarımsal
faaliyetlerini sürdürmesini bir arada sağlamak
doğru olanıdır.
Mevzuat hazretleri değiştirip, köyleri, köylüyü
kurtaracak isim de Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay'dır.
Benim tanıdığım Bakan Günay, bu sorunu çözecek
hem iradeye, hem de güce sahiptir.
Yeni Asır, Yazı: Ertan
Sayın, 15.07.2011
|
YOKOLUŞ
ABD’de yeni bulunan bir fosil, dinozorların 65 milyon yıl önce astreoit çarpmasıyla yok olduğunu gösterdi.
Dünyada yaşayan son dinozorların “sonunun”, büyük bir göktaşı çarpmasıyla geldiği ortaya çıktı. ABD’nin Montana Eyaleti’nin güneydoğusundaki Hell Creek Bölgesi’nde yapılan kazılarda 3 boynuzlu, otçul Triceratops familyasına ait bir hayvanın 45 cm’lik kahverengi boynuz fosili bulundu. Kaya tabakasında 13 cm aşağıda bulunan boynuz dinazorların, ani bir küresel felaket sonucu yok olduklarını kanıtlıyor.
Bilim adamlarına göre, 65 milyon yıl önce, Kretase Çağı’nın sonlarında Meksika kıyılarına düşen bir kuyruklu yıldız veya asteroit dinozorların sonunu getirdi. Yale Üniversitesi’nden Dr. Tyler Lyson, “Bu keşif, dinozorların meteor çarpmasından önce yavaş yavaş ölmediğine dair kanıtlar sunuyor” dedi. Dinozorların nasıl öldüğü bilim dünyasında tartışma konusu.
Amerikalı bir bilim insanı, tablolarda resmedilen dev deniz yaratıklarının hala yaşıyor olabileceğini öne sürdü. ABD’deki Portsmouth Üniversitesi’nden Dr. Darren Naish, Londra’da bir sempozyumda yaptığı konuşmada deniz ve okyanusların derinliklerinde dev ahtopot, metrelerce uzunluğunda su yılanı, hatta su dinozorlarının hala hayatta olabileceğini savundu.
Hürriyet, 15.07.2011
|
|
UNESCO KORUMALI
XANTHOS'UN ARKEOLOJİK ZENGİNLİĞİ AVRUPALI TURİSTLERİ
BÜYÜLÜYOR
Likya Birliği'nin dini
ve idare merkezi olan
Xanthos Antik Kent, arkeolojik zenginliği ve ayakta
kalan tarihi yapısı ile dünya kültür mirasının en
önemli yapıtları arasında varlığını koruyor.
Antalya'nın Kaş
İlçesi
Kınık beldesinde
bulunan ve 60 yıldır Fransız arkeologların kazı
yaptığı Xanthos antik kenti, 1988 yılında
Birleşmiş Milletler
Eğitim Bilim ve Kültür
Kurumu (UNESCO) tarafından
koruma
altına alındı.
Antalya ve
Muğla il sınırında
bulunan ve 330 dönüm alan üzerine kurulan Likya
Birliği'nin başşehri Xanthos antik şehri, birinci
derece sit alanı içinde bulunuyor.
Xanthos'ta 1950 yılından bu yana Fransız
arkeologların kazı çalışması
yaptığını belirten Bordeaux Üniversitesi Klasik
Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Jacques Des
Courtlis, tarihi şehrin 23 yıl önce
UNESCO tarafından
koruma
altına alındığını
söyledi. Xanthos'ta 20 yılın üzerinde kazı başkanı
olarak görev yaptığını belirten Courtlis, 60 yıldır
kazı çalışması yapılan
tarihi
Ören yerinde
arkeolojik zenginliklerin tamamının gün yüzüne
çıkmasının vakit alacağını kaydetti. Xanthos'un
arkeolojik zenginliği ile dünya kültür mirası
listesinin en önemli tarihi
Ören yerlerinden
biri olduğunun altını çizen Courtlis, bu zenginliğin
kıymetinin çok iyi bilinmesi gerektiğini ifade etti.
Courtlis, Likya Birliği'nin dini ve idare merkezi
olan Xanthos'ta Hellenistik kapı, Vespasianus
kapısı, Nereidler Anıtı, Hellenistik surlar,
Polygonal duvarları, kilise, Likya mezarları, antik
tiyatro, agora,
Roma lahitleri,
Likya lahiti, Harp anıtı, Likya mezarları, Yazıtlı
pilye, Aslan lahiti, Basilika, Nekropol, Bizans
yapısı ve Payova lahitinin halen orjinalliğini
koruduğunu belirtti. Courtlis, "Xanthos, 23 yıldır
UNESCO tarafından
koruma altında. Dünyanın, halihazırda en zengin
kültür mirasına sahip. Bu zenginliği gözümüz gibi
korumalıyız. Xanthos, dünyada arkeoloji turizmi
bakımından çok önemli bir tarihi şehir. Harp anıtı
ve Yazıtlı bilye halen orjinalliğini koruyor.
Xanthos,
Türkiye'nin dünyada
erkeoloji turizminde söz sahibi olmasında çok önemli
bir şans. " diye konuştu.
İngiliz Andante In Travel Archaelogy Turizm Seyahat
Acentesi Arkeoloji Turizmi Direktörü arkeolog Dr.
Denise Allen,
UNESCO tarafından
koruma altına alınan Xanthos'a son 5 yıldır
ABD, İngiliz,
Danimarka,
Fransa,
İtalya,
Belçika,
Hollanda,
Kanada ve Norveçli
arkeoloji tutkunu turistlerin yoğun ilgi
gösterdiğini söyledi. Geçen yıl
Türkiye'de 68 bin
İngiliz,
Alman,
Kanada,
ABD,
İsviçre, Fransız,
Belçika,
Avusturya,
Çek Cumhuriyeti,
İsveç ve Norveçli
turisti arkeoloji turuna çıkardıkları bilgisini
veren Allen, bunların başında birinci sırada Xanthos
ile
Side Antik Kent,
Letoon, Patara,
Manavgat Seleukia
ve Perge olduğunu kaydetti. Allen, şunları belirtti:
"UNESCO
tarafından koruma altına alınan Xanthos, büyüleyici
bir şehir. Geniş bir alana yayılı olan tarihi
Ören yerindeki
tarihi eserler geçmişe yolculuk ettirmeye halen
devam ediyor. Xanthos'u gÖren
Avrupalı ve İskandinav turistler büyüleniyor. En
önemlisi de şehrin 2 bin 500 yıl öncesine ait alt
yapısı halen varlığını koruyor. Basilika, kilise ve
agora çevresinde bulunan taban mozaikleri ve şehre
giriş taşları günümüz şehir planlayıcılarına yol
gösteriyor. "
haberler.com, 14.07.2011
|
HÜSEYİN RAHMİ
GÜRPINAR'IN HEYBELİDA'DAKİ EVİ RESTORE EDİLİYOR
İstanbul İl Özel
İdaresi, Cumhuriyet dönemi yazarlarından
Hüseyin Rahmi
Gürpınar'ın
Heybeliada’da 1912-1944 yılları arasında
yaşadığı evi restore ettiriyor. Rölöve çalışması
tamamlanan yapının restorasyon çalışmalarına 2011
yılı içerisinde başlanması bekleniyor. Heybeliada’da
denize nazır muhteşem bir tepede yer alan ev, Kültür
Bakanlığı tarafından müzeye dönüştürülmüştü. Evde,
aralarında Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın kendi yaptığı
el işlerinin de bulunduğu eşyalar ve kitaplar
sergileniyor.
Rölöve çalışması
tamamlanan yapının mimari ve yapısal olarak önemli
bir problemi olmamasına rağmen, içeride teşhir
edilen Hüseyin Rahmi Gürpınar’a ait orijinal eşya ve
objelerin, yapıda iklimlendirme şartlarının
sağlanamamasından dolayı sağlıklı koşullarda
sergilenmediği tespit edildi. Müze-eve yapılan
çeşitli ziyaretlerde, evin kış aylarında
ısıtılamadığı, dolayısı ile eserlerin rutubetli
ortamlarda sergilenmek durumunda kaldığı belirtildi.
Yapının müzecilik kriterlerini sağlayacak şekilde,
özellikle mekanik tesisat şartlarının ve
kullanımının sağlanarak yeniden işlevlendirilmesi
gerektiği ifade edildi.
Heybeliada’da 84
ada, 7 parsel’de, Dibektaşı Sokak üzerinde, Ada’nın
yüksek bir noktasında yer alan yapı; bodrum, zemin,
bir normal kat ve çatı katından oluşuyor.
Yapı 14.07.2011
|
"TOPKAPI SARAYI'NDA
'DEVRİM' NİTELİĞİNDE İŞLER YAPTIK"
Restorasyonu
tamamlanan tarihi
Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi'nin
açılış töreninin ardından TRT Haber'in canlı yayın
konuğu olan Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay,
Topkapı Sarayı
için, ''Bir rota çizdik, bir strateji planımız var
ve adım adım orayı Kanuni Sultan dönemindeki
ciddiyetine, görkemine, saygınlığına ve güzelliğine
kavuşturmaya çalışıyoruz'' dedi. Bakan Günay,
''Basında bazı talihsiz haberler çıkıyor tabii
'Koltuk oraya götürüldü' falan diye; ama bunlar
teferruat. Belki yaptıklarımızdan rahatsız olanların
konu saptırma çabaları. Biz burada devrim
niteliğinde işler yaptık'' şeklinde konuştu.
Şimdiye kadar Milli Savunmanın kullandığı dört
depoyu Topkapı'nın teşhir mekanları, kültürel sosyal
mekanlar haline getirmeye çalıştıklarını bildiren
Günay, ''Ben şu anda Topkapı'da neler yapacağımızı
çok iyi biliyorum. Bir rota çizdik, bir strateji
planımız var ve adım adım orayı Kanuni Sultan
dönemindeki ciddiyetine, görkemine, saygınlığına ve
güzelliğine kavuşturmaya çalışıyoruz'' ifadelerini
kullandı.
Günay, bunun dışında Sultan Abdülhamit'e uzun süre
çalışma mekanı olan
Yıldız Sarayı'nın restorasyon işine
girdiklerini ifade ederek, burasının terk edilmiş,
unutulmuş durumda olduğunu, dört yılda en çok
uğraşacağı işlerin başında burasının geldiğini
söyledi.
Yassıada'yı
bir özgürlükler müzesi ve demokrasi adası haline
getirmeye çalışmanın, yıllardır talepleri olduğunu
anlatan Günay, şöyle konuştu:
''Seçimin hemen eşiğinde bize bu tahsisi yaptı Sayın
Başbakanımız, çok teşekkür ediyorum kendisine.
Önümüzdeki günlerde ben İstanbul Büyükşehir Belediye
Başkanı'nı, İstanbul Valimizi, teknik
arkadaşlarımızı alarak Yassıada ve Sivriada'da
gerekli incelemeleri yapacağım. Önümüzdeki dönem
İstanbul hem yeni bir müze hem yeni bir kültür
vahası hem demokrasi ve özgürlük kavramıyla kavrayan
kültür adası, hatta adaları kazanmış olacak.''
Selimiye'nin
Dünya Miras Listesi'ne girdiğini, bunun çok heyecan
verici olduğunu belirten Günay, şunları kaydetti:
''90 yıl sonra bizim topraklarımızdan alınıp
götürülmüş olan Boğazköy Sfenksi topraklarımıza
dönüyor, Anadolu'ya dönecek. Çorum Müzesi'nde
sergilenecek. Divriği Dünya Miras alanının
çevresinde yeni kamulaştırma projelerini başlattık
ve 90 yapının çok önemli bir kısmıyla mutabakata
vardık. Orada epey bir yapıyı kaldırmıştık. Şimdi
Divriği Ulu Cami ve Şifahanesi ile Kale arası da
kalksın, bütünleştirip Anadolu'nun bu önemli
mücevherini dünyaya tanıtmaya çalışacağız ama
Diyarbakır'da, Kars'ta unuttuğumuz yerler vardır.
Elbette Hatay'da, İzmir'de, Antalya'da, Türkiye'nin
başka yerlerinde daha çok yapacak işimiz var.
Geçtiğimiz dört yılın deneyim ve birikiminden
yararlanarak şimdi daha hızlı çalışma performansı
sergileyeceğimizi düşünüyorum.''
Ankara Devlet Resim
ve Heykel Müzesi restorasyonu
Bakan Günay, Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi
restorasyonunun ayrıntılarının sorulması üzerine,
aslında müzenin daha önce restore edildiğini
belirterek, ''Biz yeni başladığımızda 7 yıldır
kapalıydı burası. Bir an önce açılsın düşüncesiyle o
restorasyonla yetinip açmıştık; ancak zaman içinde
hiçbir şeyin mükemmel olmadığını gördük ve yenileme
ihtiyaçları doğdu'' dedi. Bakan Günay, şöyle devam
etti:
''Güvenlik
sistemimiz ve sergi mekanlarımız yeterli değildi. O
yüzden 2010 yılı içinde yani bir yıldan biraz daha
kısa sürede, bir kapatma kararı verdik. Yeni baştan
tavandan-çatıdan zemine kadar yeni teşhir salonları
açmaya çalışarak ve dış mekanı elden geçirerek, aynı
zamanda güvenlik sistemlerini yenileyerek gerçekten
bir devlet, bir kamu kurumuna yakışır Resim ve
Heykel Müzesi yapmaya çalıştık. O ciddiyette, o
duyarlılıkta bir müze yapmaya çalıştık.''
Bakan Günay, ''güvenlik sistemi ve teşhir
salonlarının büyüklüğündeki sıkıntının''
hatırlatılması üzerine, müzede geçmiş yıllarda
sadece üst katlarda teşhir olduğunu söyledi.
Binanın 1926 yapımı olduğunu ancak 1980'den sonra
müzeye dönüştürüldüğünü ifade eden Günay,
konuşmasını şöyle sürdürdü:
''Sadece üst salon, alt salonda periyodik sergi
salonları ve kullanılmayan birtakım depo mekanları
vardı, bunların hepsini açtık. Tavanlara inanılmaz
şekilde asma tavan yapılarak alçaltılmıştı. Bunları
kaldırdık ve orijinal tavanları ortaya çıkardık.
Teşhirde kullanılmayan bu depo alanlarını ve
periyodik sergi alanlarını teşhirin içine aldık. Ana
kapıdan girdikten itibaren tamamı müze haline geldi
yapının. Periyodik sergide bahçeden gelen ayrı bir
bölüm var. İki ayrı kat var. Orası da yapılıyor
şimdi. Geçmiş dönemde 300'ün altında resim ve heykel
sergileniyordu. Şu anda 800'e ulaştı rakam ve üç
katına yaklaştı neredeyse. Depolarımızda bu zamana
kadar unutulmuş, ihmal edilmiş olan eser de böylece
sergilenme imkanına kavuştu.''
Bakan Günay, 'Fikret
Mualla eserlerine' yönelik soruyu da ''Buraya
geçmiş yıllarda da en az 25 kez gelmişimdir. Fikret
Mualla 4-5 taneydi sergide. Şimdi 30'dan fazla
Fikret Mualla sergileniyor. Hani depoda ne varsa
hepsini ortaya çıkarmış olduk'' diye konuştu.
Ayrıca güvenlik sistemlerinin son derece yetersiz
olduğunu, depoların bir çelik kafesi, penceresinin
bile bulunmadığını, kapı giriş yerinin çok
gelişigüzel olduğunu dile getiren Günay, bütün
bunları şimdi dünyada kullanılan yöntemlerle
yenilemeye çalıştıklarını bildirdi. Günay, ''Bu işi
çok fazla kurcalamak istemiyorum. Bir nazar ve bir
kaza 'Allah esirgesin' olabilir kaygısıyla ama
Ankara'ya, başkente yakışır, Türkiye'ye, içinde
yaşadığımız çağa, döneme yakışır bir Resim ve Heykel
Müzesi olmaya başladı'' dedi.
Müzeye hemen sanatçıların ilgisinin doğduğunu da
ifade eden Günay, ''Değerli bir sanatçımız Sayın
Metin Yurdanur, 7 objesini burada sergilenmek üzere
bize verdi. Bu at heykelleri, aslan heykelleri,
barışı simgeleyen kadın heykelleri Metin Yurdanur
hocamızın. Sanıyorum önümüzdeki dönemlerde benzer
birtakım sergiler de buraya gelecektir ve
koleksiyonumuz gittikçe zenginleşecektir'' diye
konuştu.
Yapı, 14.07.2011
|
'UCUBE'Cİ ZİHNİYET
ELAZIĞ'DA DOLAŞIYOR
Elazığ’ın kültürel
simgelerinden biri olan ‘Çayda Çıra’ heykeli, Elazığ
Karayolları Müdürlüğü tarafından yıkıldı. Heykelin
Belediye Meclisinin kararı dahi beklenmeden,
sorgusuz sualsiz bir şekilde üst geçit yapılacak
bahanesiyle yıkılması ise tepkilere neden oldu.
1980 yılında Elazığ’ın
tanınan Heykeltıraşı Nurettin Orhan ve oğlu Uygur
Orhan tarafından yapılan Çayda Çıra heykeli, Elazığ
halkının belleğinde unutulmaz bir yere sahipti.
Uygur Orhan’ın deyimiyle “Halkın sevdiği, halkla
bütünleşmiş, düğün konvoylarının çevresini
dolaşmadan geçmediği, bir semt adı gibi,
minibüslerde, taksilerde adres olarak tarif edilen
ve böyle tarihe geçen, belleklere kazınan,
gazetelerde, İnternet’te, kartpostallarda ve
İnternet sitelerinde görüntüleri kullanılan” bir
heykeldi.
12 Temmuzda gelişigüzel
bir şekilde yerinden sökülen ve bir enkaz haline
getirilen heykelin yıkımı, ertesi gün yapılan basın
açıklamasıyla protesto edildi. Basın açıklamasını
heykelin yapımında büyük emeği geçen, aynı zamanda
usta heykeltıraşın oğlu Uygur Orhan yaptı. “Gün ola
devran döne, yıkılan heykellerin hesabı sorula”
şiarıyla açıklamaya başlayan Orhan, halkın bağrına
bastığı kültürel bir anıtın yok edildiğini dile
getirdi. “Elazığ’ın yetiştirmiş olduğu, Balak Gazi,
Çayda Çıra anıtı Değirmen Çekenler heykelleriyle
simgeleşmiş halkın sorunlarıyla, estetik
kaygılarıyla özdeşleşmiş; Nurettin Orhan’ın Malatya
yol kavşağında bulunan heykel kompozisyonunun
yıkılması sanat adına acı verici, utanç duymamız
gereken bir durumdur. Bu dramatik olayı protesto
ediyor ve yetkililerden yanıt bekliyoruz” diyen
Orhan, ‘ucube heykel’ olarak nitelendirilen İnsanlık
Anıtı’nı yıkan zihniyetin bugün Elazığ’da
dolaştığına dikkat çekti.
“Heykeltıraşın kendi anlatımıyla heykeller gelecek
kuşaklara kalan kültür sanat eserleridir. Korumalı
ve desteklemeliyiz. Biz onları tapmak için yapmadık.
Bir güzellik olsun, halkın estetik beğenileri
gelişsin diye yaptık. Halk yararlansın diye yaptık.
Ama artık yok.” diye tepki gösteren Orhan,
valilikten, belediyeden ve karayolları bölge
müdürlüğünden heykelin akibetine dair haber
beklediklerini söyledi. Açıklamaya Emek Partisi ve
KESK’e bağlı sendikalar da destek verdi.
Evrensel, Haber: Orhan
Kurul - Ümit Örk, 14.07.2011
|
DİVRİĞİ ULU CAMİİ
ÇEVRESİNDEKİ KAMULAŞTIRMA ÇALIŞMALARI DEVAM EDİYOR
Birleşmiş
Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü'nün
(UNESCO) 'Dünya
Kültür Mirası Listesinde' yer alan
Divriği Ulu Camii ve
Darüşşifası çevresindeki 2. etap kamulaştırma
çalışmaları sürüyor. Tarihi yapının etrafındaki
binalara yönelik yürütülen 2. etap kamulaştırma
çalışmaları için oluşturulan
Kıymet Takdir ve
Uzlaşma Komisyonu, 110 parselin malikleri ile
Divriği Kaymakamlığı'nda toplantı yaptı. Toplantıda,
88 parselin malikleri ile anlaşma sağlanırken, 7
parsel maliki kurulun önerdiği ücreti kabul etmedi.
Kıymet Takdir ve Uzlaşma Komisyonu, teklif ettiği
gayrimenkul bedellerini kabul etmeyen tapu malikleri
için Sivas İl Özel İdaresi Genel Sekreterliği
Divriği Asliye Hukuk Mahkemesi'ne kamulaştırma bedel
tespiti davası açacak. Bir taraftan mahkeme süreci
devam ederken, diğer taraftan Erdal Çetindağ
yönetiminde Sivas Koruma Uygulama Denetim Bürosu
(KUDEB) ekipleri gözetiminde yıkım çalışmalarına
başlanacak.
Yıkım esnasında arkeologlar ve bazı jeoloji
uzmanları da hazır bulunacak. Yıkıntı altından
muhtemel tarihi eser kalıntıları olup olmadığı
tespit edilecek, varsa bu bölge karantinaya alınarak
arkeolojik kazı çalışmalarına başlanacak. Bu aşamada
mahkeme süreci biterse, bu parseller üzerinde acilen
yıkım işlemleri gerçekleştirilerek, bu yıl
içerisinde çevre düzenleme çalışmalarına başlanacak.
Divriği Kaymakamı Salih Ayhan, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, geçtiğimiz yıl 69 parsel maliklerinden
22'si ile anlaşma yapılamadığını belirterek, bu 22
parselin halen mahkeme işlemlerinin devam ettiğini
söyledi. Bu yıl yapılan 2. etap çalışmalarında,
halkın yaşanan bu uzun süreçten rahatsız olduğunu,
uzlaşma kurulunun önerdiği rakamları tereddütsüz
kabul ettiklerini ifade eden Kaymakam Ayhan, şunları
kaydetti:
''Günlerdir bize gelip teşekkür ediyorlar. Gecekondu
sahiplerine bile arsa ücreti değil sadece ev
ücretini verdik, onlar da memnuniyetlerini dile
getiriyor. Kimseyi mağdur etmedik. Biz bu kadarını
açıkçası beklemiyorduk. Bu parsel maliklerimizden
birçoğu çok düşük bir rakam teklif edileceğini
zannetmiş olabilirler ama herkes hakkını almıştır.
Bütün hissedarlara, müştereklere, gayrimenkul
sahiplerine, Divriğililer adına hassaten teşekkür
ediyorum. Çünkü, bundan 5 veya 10 yıl sonra
Divriği'de bu bölgede yapılacak hizmetlerin ardından
değişimi görünce inanın en fazla onlar
sevineceklerdir. Divriği'yi güzel günler bekliyor.''
Ayhan, yakın bir zamanda İl Özel İdaresi yetkilileri
ve KUDEB yetkililerinin boşaltma tebliğlerini
yaptıktan sonra yıkım çalışmalarına başlayacaklarını
ifade ederek, ''Sayın Başbakanımız, Kültür Bakanımız
ve Sayın Valimiz yapılan çalışmaları yakından takip
etmektedirler. Bu hizmet sürecinde bize destek olan
ve olmaya devam edecek bütün Divriği halkına
şimdiden teşekkür ediyorum, hayırlı olsun.''
Yapı, 14.07.2011
|
KAZILAR YENİDEN BAŞLIYOR
Bursa’nın Yenişehir
İlçesi'nde Barcın Köyü yakınlarında bulunan höyükte
kazılar başladı.
2005’ten bu yana
Hollanda Araştırma Enstitüsü tarafından yapılan
kazılara bu yıl da devam ediliyor. Prof.Dr. Hadi
Özbal ve ekibi, kazılara başlamadan önce
Yenişehir Kaymakamı Samet Ercoşkun’u ziyaret
etti. Ercoşkun, "Barcın höyüğü kazılarını
önemsiyoruz. Bizim yapabileceğimiz bir şey
varsa, elimizden ne geliyorsa yaparız" dedi.
Bilindiği üzere, daha evvelki kazılarda 8 bin
400 yıllarına ait insan iskeletleri ve çeşitli
heykeller bulunmuştu. Sütün ilk kez o çağlarda
işlenerek süt ürünleri imal edildiğine dair
önemle bulgular ortaya çıkmıştı. 2 ay sürecek
kazılar bayrama kadar devam edecek.
|
MİRO, ELLİ YIL SONRA LONDRA'DA
Sürrealist Katalan sanatçı Joan
Miro elli yıl
sonra Londra'da. Tate Modern'de açılan oldukça
hacimli retrospektif sergide sanatçının, öyle
ortalıkta göremeyeceğiniz tabloları, heykelleri
ve baskıları var. Ana-baba günlerini andıran
ziyaret günlerinde usta sanatçı, renkli ve
sonsuz bir rüyaya davet ediyor.
Çizginin ve rengin ustası Katalan ressam
Joan Miro (1893-1983) yıllar sonra yeniden
Londra'da. Tate Modern'de açılan "Miro: The
Ladder of Escape" adlı retrospektif sergi
usta sanatçıyı tüm dönemleriyle ağırlıyor.
Dünyanın dört bir yanından çeşitli
müzelerden, özel koleksiyonlardan derlenen
sergide Miro'nun tablolarının, heykellerinin
ve baskılarının yer aldığı yüz elli eser
Tate Modern'in on üç odasına serpiştirilmiş.
Küratörlüğünü Makro Daniel'in yaptığı "Miro:
The Ladder of Escape", 50 yıldan bu yana
Londra'da düzenlenen en büyük Miro sergisi
olarak anılıyor.
Hemen söyleyelim. Sergideki kalabalıktan
eserleri hemencecik görmeniz zor. Ana-baba
gününü andıran bu kalabalıkta "afedersiniz,
pardon" cümlelerinin eşliğinde minik
adımları göze almanız gerekiyor. Günler
öncesinden alınmış biletiniz varsa, uzun
uzun beklemenize gerek kalmayacak, yoksa
Tate Modern'in devasa binasında Miro'nun
eserlerini görmek için epey vakit harcamanız
gerekecek.
Miro'nun yaklaşık atmış yılı tüm
sırlarıyla önünüze açılırken, hayret dolu
bakışlar sergiye girer girmez başlıyor.
Özellikle erken dönem işlerinin yer aldığı
ilk odacıklardaki kalabalıktan, Miro'nun
çocuksu bir masumiyetle yoğrulmuş dilinin,
ziyaretçilerin hayal güçlerini nasıl kolayca
genişlettiğini sezebiliyorsunuz.
İlk odada ailesinin kaldığı evden,
çiftlikten manzaralar, bir zamanlar ünlü
romancı Ernest Hemingway'e ait Miro'nun
"Farm" adlı eseri, ikinci odada Katalan
köylerini anlatan resimler var. Üçüncü odada
"Aya Havlayan Köpek" adlı meşhur tablosu,
dördüncü odada ise kağıt üzerine pastel
figürleri ve beşli "Metamorfoz" serisi asılı
duruyor. Beşinci odada sanatçının 1936'dan
itibaren başlayan "Barselona" serisi dikkat
çekiyor. Bu uzunca eserdeki sert yüzler,
garip figürler Miro'nun diktatör rejime bir
çığlığı sanki.
Altıncı odada ise "şiirleri
resimleştiren, resimleri şiirleştiren"
Miro'nun üzerine kısacık bir şiir yazdığı
devasa tablosu var. Yedinci odada sanatçının
guajları, suluboyaları gittikçe olgunlaşan
dönemleri karşınıza çıkıyor. Sekizinci odada
yine ayrı bir dönem. Dokuzuncu odada aynı
zamanda usta bir seramikçi ve heykeltıraş
olan sanatçının bronz işleri yer alıyor.
Burada Miro gittikçe daha da beliriyor
zihninizde.
Onuncu odaya gelince... Özel
koleksiyonlardan derlenen öyle her yerde
göremeyeceğiniz üç devasa mavi tablo ve
yeşil, turuncu ile kırmızının benek benek,
çizgi çizgi döşendiği tablolar sergileniyor.
Onbirinci oda yanmış tuvallere ayrılmış. On
ikinci odada gittikçe daha da soyuta sığınan
bir ressamın üç büyük tablosu asılı. Son
odada ise ağaçtan, bronzdan yapılmış
heykeller ve uzunca bir fermanı andıran
motifler var. Sergide İspanya iç savaşı ve
İkinci Dünya Savaşı'nı görmüş sanatçının
politik işleri de dikkat çekiyor.
Miro'nun eserleri toprak, ateş, su ve
havayla sıkıca halleşen bir sanatçıyı ele
verirken, her izleyici bu sonsuzlukta
kendinden bir şeyler buluyor. 20. yüzyıl
sanatında Picasso ve Dali ile birlikte çok
önemli bir eşikte duran Miro'nun
heykellerinde de aynı kural yıkıcılığı hemen
seziyorsunuz. Şairlik ve ressamlık arasında
gidip gelen bir sanatçı öteden beriden bir
şeyler toplayıp önünüze sunuyor.
Suskunluğu dillere destan
Miro'nun,
odalara serpiştirilen eserleri bir bir dile
geliyor, eşiğinize kocaman hikaye bırakıyor.
İzleyiciye ise çizgiler ve renkler arasında
kurulmuş biraz çileli, biraz da imrenilesi
büyük bir dünyaya sığınmak düşüyor. Tıpkı
Fransız şair Paul Eluard'ın yaptığı gibi:
"İlk sabah, son sabah, dünya başlar. Titrek
yaşamı, değişimi betimlemek için insanlardan
uzaklaşıp kapanacak mıyım kendi içime?
Sözcükler takılıyor aklıma, dışarı çıkmak,
benimle konuşan, beni gören, dinleyen ve
Miro'nun ezelden beri en saydam
başkalaşımlarını yansıttığı o suçsuz
dünyanın merkezine gitmek istiyorum."
Miro'nun, renkleriyle, çizgisiyle verdiği
hayat sevinci öyle hemen dile gelecek türden
değil. Belki onun yaptığı gibi susmak, daha
da susmak aynı kıyıda buluşturabilir.
Sergi 11 Eylül'e kadar ziyarete açık.
Bereketli bir sanat hayatı süren Miro'nun
yüze yakın heykel ve tablosu da 31 Temmuz'a
kadar Paris Mayo Müzesi'nde.
Zaman, Haber: Musa İğrek, 14.07.2011
|
TOPLUMSAL KİMLİK VE KÜLTÜR
AKP’nin kültüre
ilişkin hükümet programında önemli bir maddenin
üzerinde duracağım bugün:
“Kültür, toplumsal kimliğimizin en önemli
unsurudur.
Bu bağlamda, temel hedefimiz medeniyet, kültür
ve sanat değerlerimizi muhafaza eden, yeniden
üreten ve gelecek nesillere aktaran, evrensel
kültüre katkıda bulunan, kültürel farklılıkları
zenginlik olarak gören, herkesin kültür ve sanat
faaliyetlerine katkıda bulunduğu ve erişebildiği
bir toplumsal yapıyı oluşturmaktır.”
Kültürde muhafazakarlığın önemini, işlevini
kabul ederim. Ancak Türkiye coğrafyasında bu
terim, sadece Türk ve İslam eserlerinin,
değerlerinin muhafazası biçiminde
yorumlanmamalıdır.
Kozmopolit ya da çokkültürlülük anlayışı bizim
bu çalışmalarımıza egemen olmalıdır.
Bu maddedeki “kültürel farklılıkları zenginlik
olarak gören” sözünü geniş anlamda ben böyle
yorumluyorum.
Herkesin kültür ve sanat faaliyetlerine
erişebilmesi için hükümetin, devletin yapması
gereken bir sıralamam var.
Önce kütüphanelerin geliştirilmesi, herkesin bu
kitaplıklara ulaşabilmesi.
Gerçi şimdi birçok kütüphane için internet ağı
kullanılırlık kazandırıyorsa da, kütüphaneye
gitmenin ayrı bir zevki ve kitap okuma
alışkanlığı kazandırdığını söylemeye gerek yok.
Şimdi bizim kütüphanelerimize, yalnız büyük
kentlerde olanları değil, bütün illerdeki
kütüphanelere aynı yardımı yapmak gerekir.
Kültür, elbette toplumsal kimliğimizin en önemli
unsuru sayılabilir ama artık bunu küresel
unsurlarla da beslemek gerekir.
Bu belli ölçüde değerlerimizi, sanatımızı,
kültürümüzü, edebiyatımızı dünya standardında
düşünmek gereğini de zorunlu kılar.
* * *
Okul kitaplıklarının durumu, özellikle
Anadolu’dakilerin, milli eğitim bakanlığının
malumudur.
Hemen hemen her gün birçok kimseye Anadolu
okullarından kitap isteği ulaşmaktadır.
Kitapseverler binayı, rafları yapmakta ama içine
konulacak kitap sağlanamamaktadır.
Basılan kitapların en azından bir bölümünün bu
okullara gönderilmesi, eksikliği giderecek bir
girişimdir.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın satın aldığı
kitaplardan, temel kitaplar niteliği taşıyanlar
bu kütüphanelere gönderilebilir.
Ancak kitap seçiminde, belli bir düşünce,
ideoloji anlayışı doğrultusunda tercihlerden
kaçınılmalıdır, kısacası kitap seçimi çok
tarafsız; daha doğrusu bütün tarafların
düşüncelerini içeren bir anlayışla
gerçekleştirilmelidir.
Aşağıdaki maddenin önemli bir kısmı
uygulanmakta, olumlu sonuçları alınmaktadır:
Türk kültür, sanat ve edebiyatının ulusal ve
uluslararası platformlarda tanıtılması
çalışmalarına devam edilecektir. E-kitap
çalışmaları kapsamında Türk edebiyatının klasik
kaynakları elektronik ortamda yayınlanacaktır.
Bu hükümetin başarılı girişimlerinden biri, Türk
edebiyatının dışarıda tanınmasını sağlamak için,
kitapların yayın masraflarından bir bölümünün
TEDA projesi sayesinde ödenmesidir.
Bir kurul, başvuruları değerlendirmektedir,
birçok Türk yazarının kitabı bu suretle çeşitli
dillerde yayınlanmıştır.
Kültür ve sanatta, STK’lara ve kurumlara yardım
konusundaki bu maddenin de daha yoğun biçimde
uygulanmasını, daha fazla ödenek ayrılmasını
talep ediyorum:
Özel sanat kurumlarına, sanat ve kültür ile
ilgilenen STK’lara verilen destekler artarak
devam edecektir.
Tarihimizin önemli şahsiyetleri, olayları, masal
kahramanları ve kültürel zenginlik unsurlarımız
belgesel, dizi ve çizgi filmlerle
anlatılacaktır.
STK’lara kültür ve sanat alanındaki yardım,
“kültür politikası”nın çağdaş bir anlayışla
algılanmasıdır.
Etkinlikleri devletin veya hükümetin değil,
STK’ların yapması, devletin, hükümetin sadece
destekçi rolünü üstlenmesi geçerli bir
yöntemdir.
Kurumlara yardımı da yapmalı ki böylece
uluslararası önemde sergiler, toplantılar
yapılabilsin.
* * *
Konu burada bitmeyecek.
Yeniden bu programa döneceğim.
Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 14.07.2011
******
BENİ KORKUTAN MADDE
Programda yer alan bir
madde, beni kaygılandırdı.
Bakın, maddeyi
okuduktan sonra sanırım siz de benim gibi
gelecekteki çalışmaların niteliğinden
kuşkulanacaksınız. Sanat düzeyinin ne olacağı
sorusunu soracaksınız?
Dünkü yazımın sonunda değindiğim konuya bugün
ayrıntılı biçimde yaklaşacağım.
İsterseniz o maddeyi bir kez daha okuyalım:
“Tarihimizin önemli şahsiyetleri, olayları,
masal kahramanları ve kültürel zenginlik
unsurlarımız belgesel, dizi ve çizgi filmlerle
anlatılacaktır.”
Bu tür tanıtmalar için duyduğum kaygılar nereden
kaynaklanıyor?
Önce tarihimizin önemli şahsiyetleri kimdir
sorusunu sormak gerek?
Bunun tarafsız ve yön tutmadan saptanması
gerekiyor.
Tarihi şahsiyetleri eleştirel bir anlayışla
şimdiye kadar veremedik. Onların hepsi, bizim
yanlış anlayışımıza göre, insanüstü
varlıklardır, ne zaafları vardır ne de hataları.
Ne yapmışlarsa iyi yapmışlardır(!).
Öylesine överiz ki, sanki bir ermiş, bir
peygamberin hayat hikayesini anlatıyoruz
sanırlar.
Senaryolar da bu anlayışın izinde yazıldığından,
resmi tarihin yansıması olduğundan,
inandırıcılıktan uzak bir alana düşer. Böylece
de istenen amaç gerçekleşmez.
Masal kahramanlarına gelince. Belki bu nesnel
anlayışla yapılabilir. Zaten tarihi şahsiyetler
de bir masal kahramanı niteliği taşır.
“Yarınımızın teminatı gençleri” düşünürsek,
gerçekçi olan, anlattıklarımızın kusurlarının da
sergilendiği yaşam belgeselleri hazırlamak
gerekecek.
Bu çalışmalarda, bakanlığın temsilcisinin de yer
aldığı ancak, tarafsız bir kurula gereksinim
vardır.
Bir de tarihimizin önemli şahsiyetlerinin
heykelleri parklara, meydanlara dikiliyor ki,
heykel sanatı açısından onları eleştirmek bile
boşuna bir çabadır.
Çünkü artık parklarda eskiyen ‘tarihi kişiler’
yerine, modern heykellerle açık alanları
donatmak gerekir.
Yukarıdaki maddenin uygulamasını dikkatle
izleyeceğim.
Aşağıdaki program maddesinin, bütün illeri,
ilçeleri kapsamasını bekliyorum:
“9 yıl önce uluslararası ölçekte bir kültür
envanterine sahip değildik. Şimdi bütün
illerimizde somut ve somut olmayan kültürel
mirasımızın ayrıntılı bir envanterine sahibiz.”
Kültür envanterlerinin yapılmasının öneminin
altını çizelim.
Envanter yapılmadığı sürece, kültür
varlıklarımızın ne olduğunu bilmemiz imkansız.
Ayrıca envanter olmayınca, özellikle somut
kültürel mirasın kaybolma, çalınma ihtimali
yüksektir, şimdiye kadar birçok obje kaybolmuş,
bulunamamıştır. Çünkü bunlar kayda
geçirilmemiştir.
Şimdi bütün valiliklerden gelen kültür
envanterine ait ciltleri gördükçe, bu alanda
ciddi çalışmaların sürdüğü kanısına varıyorum.
Kağıt üzerindeki
bütün bu vaatlerin yapılmasını bekliyorum,
umuyorum gerçekleşir.
Ancak uygulamada Kültür ve Turizm Bakanlığı’na
daha çok bütçe ayrılmasını mutlaka
belirtmeliyim.
Ayrıca “Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma
Kurulu” gibi, çağın gerisinde kalmış
edebiyat-sanat dışı kurumlara sanat ve
edebiyatın değerlendirilmesi bırakılmamalı.
Geçtiğimiz dönem dava açılan kitaplar ve yıkılan
heykeller dolayısıyla bazı tereddütler yaşıyorum
ve taşıdığım kaygılarımı da saklı tutuyorum.
Ayrıntılı olarak değerlendirdiğim kültür
programının uygulamaya geçirileceği yeni
dönemde, kitapların yasaklanmadığı, sanatın
başarılarla konuşulduğu bir Türkiye hayal
ediyorum.
Hürriyet, Yazı: Doğan
Hızlan, 15.07.2011
|
|
TARİHİ KONAK KÜL OLUYORDU
Kastamonu’da tarihi olduğu öğrenilen bir konakta, henüz bilinmeyen nedenle yangın çıktı. Dumanları gören bir vatandaşın ihbarı üzerine olay yerine giden ekipler, yangını büyümeden söndürdü.
Edinilen bilgiye göre, Kastamonu’nun Kışla Mahallesi H. Hayri Darende Sokakta bulunan tarihi ve boş bir binada henüz bilinmeyen nedenle yangın çıktı. Çevredeki vatandaşların dumanları görür görmez ihbarı üzerine itfaiye ekipleri ve polis ekipleri yangına müdahale etti. Merdivenlerin alt kısmında meydana gelen küçük çaptaki yangın büyümeden önlendi. Konakta araştırma yapan ekipler, yangının kapıları açık olan binanın içerisine atılmış olan sigara izmaritinden kaynaklanmış olabileceğini belirtti.
Olayla ilgili soruşturma başlatan polis, olayın failini henüz belirleyemezken, tarihi olduğu öğrenilen binanın dış cephesindeki boya ve yazılar dikkat çekti.
Kastamonu Kent Haber, 14.07.2011
|
AVUSTRALYA'DA BİR İLK: İSLAM MÜZESİ KURULUYOR
Avustralya'nın Victoria eyaletinde hükümet
desteğiyle ülkenin ilk İslam Müzesi kuruluyor.
Liberal Parti hükümeti müze için 500 bin dolar
devlet yardımı yapacak.
Bazı Avrupa ülkeleri cami ve minare yasağını
tartışırken Avustralya'da ise dini değerlere
saygıya örnek teşkil edecek bir gelişme
yaşanıyor. Avustralya'nın Victoria
eyaletinde İslam Müzesi kurulması için adım
atıldı. Üstelik ülkede ilk olacak müzeye
Avustralya yönetimi de destek veriyor.
Avustralya Çok Kültürlülük ve Vatandaşlık
Bakanı Nicholas Kotsiras, Victoria
eyaletinde kurulacak olan İslam Müzesi'ni
memnuniyetle karşıladıklarını söyledi. İslam
Müzesi için mali destek toplamak amacıyla
düzenlenen gala yemeğine katılan Bakan
Kotsiras, "Dünya kültürleri, gelenekleri,
dinleri, sanatları ile medeniyetler ve
insanlık arasında köprü vazifesi
görmektedir. Bu tür faaliyetler sayesinde
insanlar bir araya geliyor. Victoria,
gelişen, uyumlu ve kozmopolit bir eyalet
vizyonuna kavuşuyor." ifadesini kullandı.
Bakan Kotsiras, müzenin ayrıca İslam
kültürünün daha doğru ve güzel tanınması
adına da önemli bir adım olacağını dile
getirdi. Avustralya'da bir ilki oluşturacak
olan İslam Müzesi için yardım toplanan
geceye katılan çeşitli kurum ve toplum
liderleri, proje için katkıda bulundular.
Victoria eyaleti Liberal Parti hükümeti ise
İslam Müzesi için 500 bin dolar devlet
yardımı yapacaklarını açıkladı.
Victoria eyaletinde şu anda Yunanlıların
Hellenic Müzesi, Carlton'da İtalyan Müzesi,
Melbourne'un merkezindeki Çin Mahallesi'nde
yer alan Çin Müzesi ve St. Kilda semtinde
yer alan Yahudi müzeleri bulunuyor. İslam
Müzesi böylece bu zincire eklenen yeni bir
halka olacak.
Zaman, Haber: Yunus Sağlam, 14.07.2011
|
TARİHİ SABUN İMALATHANESİ ÇÖKÜYOR
Kilis'te, tarihi sabun imalathanesi ilgisizlik yüzünden göçmeye başladı.
Öğretmenevi karşısında bulunan tarihi sabun imalathanesi binasının 1880 yılında yapıldığı tahmin ediliyor.
Masmana olarak bilinen sabun imalathanesi, yıllarca işletildikten sonra kaderine terk edildi.
Tarihi verilere göre masmananın 1880 yılında imalata başladığı, zeytinyağı imalathanesi olarak kullanıldığını belirten Kilisliler, "Son yıllarda viraneye dönen sabun imalathanesi ilgisizlik ve bakımsızlık yüzünden göçmeye başladı.Tarihi bina,1930 ile 1940'lı yıllar arasında sabun imalathanesi olarak kullanılırken, sit alanı içerisinde olduğu için çevresine herhangi bir şey yapılmadı, ancak korumaya yönelik de hiçbir çalışma yok. Tarihimiz göz göre göre yok oluyor. Tarihi yapıların korunması ve restore edilmesi gerekiyor. Eğer gerekli tedbirler alınmaz ise bir süre sonra bina tamamen yıkılacak. Tarihi yerlerimize sahip çıkmamız gerekiyor" dediler.
Kilis Kent Haber, 14.07.2011
|
|
|
ÇANLI KİLİSE TURİZME KAZANDIRILACAK
Aksaray İl Genel Meclisi, merkeze bağlı Akhisar Köyü'nde bulunan Çanlı Kilise’nin restore edilmesi kararı aldı.
Uzmanlar tarafından yapılan incelemeler sonunda, 11. yüzyılda yapıldığı belirlenen ve Hıristiyan dünyası için büyük önem taşıyan, Haç planlı kayaya oyulmuş vaziyette inşa edilen kiliselerden biri olan Çanlı Kilise’nin restore edilerek Aksaray turizmine kazandırılması için çalışmalar başlatıldı. Aksaray İl Genel Meclisi, bölgenin ulaşım yollarının yapılmasının yanı sıra kilisenin aslına uygun bir şekilde restore edilmesi için gerekli çalışmaların başlatılması kararını aldı. Aksaray’ın her değerinin aktif hale getirilmesinin önemini vurgulayan İl Genel Meclisi Başkanı Özkan Doygun, “Aksaray tarım, sanayi ve turizm şehridir. 10 bin yıllık kültürü ve tarihi değerleri olan şehrimizin her değerinin aktif hale getirilmesi son derece önemli” dedi.
Aksarya Kent Haber, 13.07.2011
|
KİLİS EVLERİ İLGİ BEKLİYOR
Kilis'in toplumsal yaşantısına ışık tutan, aynı zamanda tarihi ve turistik kıymete sahip olan tarihi evleri ilgi bekliyor.
Selçuklu ve Osmanlı mimarisinden izler taşıyan tarihi Kilis evlerinde, günlük yaşama dair çok çeşitli ayrıntılar yer alırken, bazı bahçeli evlerde yazlık ve kışlık bölümler bulunuyor. Yazlık ve kışlık olmak üzere iki mutfağa, iki banyoya sahip evlerde günlük ev hayatını kolaylaştıracak birçok ayrıntı düşünülerek inşa edildiği görülüyor.
Evlerin inşasında kullanılan taşların doğal özelliği ve kalın duvarlar sayesinde zamane apartman dairlerine nazaran, bu tür evlerde yazlar daha serin kışlar ise daha sıcak geçiyor. Evlerde Kilis'te ekinlik olarak tabir edilen geniş bahçelerde her çeşit çiçek ve hatta ağaçlar yetişiyor.
Bu tür yönleriyle ilgi ve beğeni toplayan tarihi evlerden bazılarının dıştan ve içeriden tahrip olduğu görülürken, Kilis'in tarihi ve turistik değerleri arasına bu tür evlerin de dahil edilmesi kentin tarihi ve turistik açıdan katlı olacağı belirtildi.
Kilis Kent Haber, 13.07.2011
|
|
LAGİNA'DA KAZI ÇALIŞMASI BAŞLADI
Muğla'nın Yatağan İlçesi Turgut Beldesi'nde
bulunan 3 bin yıllık Lagina antik kentinde kazı
çalışmaları başladı.
Lagina Kazı Başkanı
Prof.Dr. Ahmet Tırpan, büyük bir titizlikle
yürütülen çalışmalarda, gün y üzüne çıkarılan tarihi
eserlerin laboratuvar çalışmalarının ardından
parçalarının birleş tirilerek eski haline
getirildiğini söyledi.
Lagina antik kenti ve çevresinde tespit edilen
kalıntılara göre bölgedeki yerleşimlerin MÖ 3.
bine kadar uzandığını belirten Tırpan, "Burada
yaşayan halk ise bölgeye ismini veren ve Anadolu'nun
yerli halkı olan Karialılardır. Yarbaşı mevkinde ele
geçen Eski Tunç Dönemi mezarlarından sonra,
bölgedeki en erken buluntular Submiken Dönemi'ne
aittir. Lagina çevresinde MÖ 8. yüzyıldan itibaren
küçük yerleşimler büyümeye ve yeni yerleşimlerin
sayıları artmaya başlamıştır. Bu gelişimin bir
sonucu olarak kutsal alanlar da imar edilip anıtsal
büyük yapılar inşa edilmiştir. Hekate Kutsal alanı
içerisinde ele geçen ve Bodrum Müzesine teslim
edildiği belirtilen buluntulara göre, Lagina Hekate
kutsal alanın tarihinin Geometrik Döneme kadar
gittiği anlaşılmaktadır" dedi.
Tırpan, bu yıl sürdürülen kazı çalışmaları nın
Selçuk Üniversitesi ile Pamukkale Üniversitesi'nden
katılan 45 öğrenci ve 18 işçi ile yürütüldüğüne
işaret ederek, "Kazı ekibine önümüzdeki günlerde
İtalyan ve Alman öğrenci ve öğretim görevlileri de
katılacak. Kazı ekibinde görev yapan öğrencilerimiz
40 derece sıcakta iğne ile kuyu kazarcasına titiz
bir çalışma ile tarihimizi gün yüzüne çıkarmanın
mutluluğunu yaşıyorlar. Lagina antik kentinde bir
taraftan temizlik çalışması yaparken bir taraftan da
kazı çalışmalarımız devam ediyor.
Kazılarda bir
sezonda yaklaşık 2 bin civarında tarihi eser
çıkıyor. Şu ana kadar Roma, Hellenistik ve Erken
Bizans dönemlerine ait aralarında 2000 yıllık Tanrı
Dionysos'a ait heykel başı, pişmiş toprak kaplar,
erken döneme ait sikkeler, Hekate Kutsal Alanına ait
yeni mermer bloklar bulduk" diye konuştu.
Ahmet Tırpan, bu yıl yürütülecek kazı çalışmalarının
antik kentin kuzeyindeki Agora
bölgesinde sürdürüleceğini ifade etti.
Türkiye Gazetesi, 13.07.2011
|
|
OSMANLI ESERLERİ YOK OLMAYA YÜZ TUTTU
Van'ın Başkale İlçesi'nde 1653 yılında Hüsrev Paşa tarafından inşa edilen kale ve medresenin bakımsızlıktan yok olmaya yüz tutması tepki çekiyor.
İlçe merkezine 17 kilometre uzaklıkta bulunan Örenkale Köyü'nde medresesinin yanı sıra kalenin yanındaki mezarlıkta bulunan kümbet ve mezar taşları dikkat çekiyor.
İlçe merkezine 17 kilometre uzaklıkta bulunan Örenkale Köyü'nde medresesinin yanı sıra kalenin yanındaki mezarlıkta bulunan kümbet ve mezar taşları dikkat çekiyor. İki katlı olan medresenin büyük bir bölümü halen sağlam durumdayken, her geçen yıl biraz daha tahribata uğruyor. Yetkilere başvurduklarını, fakat henüz somut bir adım atılmadığını ifade eden köylüler, "Osmanlı'nın inşa ettiği doğunun doğusundaki medrese restore edilse turizm açısından güzel bir gelir kapısı oluşturacaktır. Bu tarihi güzelliklerin çürümeye terk edilmesini önlemek için yetkilerin bu konuda duyarlı olmalarını, medresenin ve Hüsrev Paşa'nın içinde yattığına inanılan kümbet ve ona ait caminin restore edilmesini istiyoruz. Köyümüze her sene bu medrese ve kaleyi görmek için turistlerin geldiğini, fakat kar yağışı, yağmur gibi doğa olayları nedeniyle bu yapılar tahrip oluyor" dediler.
Türkiye Gazetesi, 13.07.2011
|
MEZAR TAŞLARI, AHMET PAŞA'YA AİT
İzmir'in Selçuk İlçesi'nde, Ayasuluk Kalesi ve St. Jean Kilisesi kazı çalışmalarında geçen yıl bulunan mezar taşlarının, bölgede çok sayıda yapı inşa ettiren Ahmed Paşa'nın mezarına ait olduğu bildirildi.
Efes'te sürdürülen ve geçtiğimiz sezon Selçuk Devlet Hastanesi bahçesindeki türbenin restorasyonunda yürütülen kazılarda bulunan mezar taşlarına ilişkin inceleme sona erdi. Ayasuluk projesi sorumlusu mimar Erdem Soner Bellibaş, "Mezar taşlarının Aydınoğulları Beyliği döneminde yaşamış ve Ayasuluk'un şehirleşmesinde büyük katkısı bulunduğu bilinen Ahmed Paşa'ya ait olduğu kesin olarak tespit edildi. Mezarın bulunduğu türbe, iç duvarlarında yer alan yelkenli, el ve Mühr-ü Süleyman motiflerini tasvir eden grafitiler ile büyük önem taşıyor" dedi. Türbenin elden geçirilmesi için rölöve ve restorasyon projelerinin büyük ölçüde tamamlandığını ifade eden Bellibaş, çalışmalara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan alınacak onayın ardından başlanabileceğini söyledi.
Öte yandan Selçuk Belediyesi meclis toplantısında Ayasuluk kazılarına kaynak aktarılması önergesi Belediye Başkanı Hüseyin Vefa Ülgür ile AK Partili üyeler arasında tartışmaya neden oldu. Belediyenin kazılara kaynak aktarmasına karşı olduklarını belirten AK Partili üyeler, yardımın Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yapıldığını söyledi. Ülgür de, kalenin turizme kazandırılması için belediye olarak üç yıldır malzeme, işgücü ve ekipman desteğinde bulunduklarını ifade etti. Ödenek talebi CHP'li üyelerin oylarıyla kabul edildi.
Bergama'daki Roma Hamamı gün yüzüne çıkartılıyor
Bergama'da Kleopatra Güzellik Ilıcası olarak bilinen ve mülkiyeti belediye arazisinde bulunan Roma dönemi hamamının ortaya çıkarılması için çalışmalara başlandı. İzmir 2 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nca hamamın tescillenmesinin ardından alanda bulunan ve önceleri otel olarak kullanılan 2 katlı yapı geçtiğimiz yıl yıkılmıştı. MS 2. yüzyılda yapıldığı tahmin edilen hamam ve havuzdan oluşan kompleksin üzerini örten dolgu malzemeleri temizlendi ve arkeolojik kazılara başlandı.
Yeni Asır, 13.07.2011
|
|
|
MALTEPE KIŞLASI HAYATA DÖNDÜRÜLÜYOR
Sultan II. Mahmud devrinde
Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi'nin önerisi ile
askeri hastane olarak yaptırılan Maltepe Kışlası, İl
Özel İdaresi'nce kente
yeniden kazandırılacak.
Yenileme çalışmaları
kapsamında, yapının dış ve avlu cephelerinde mevcut
sıvanın kaldırılarak, horasan harçla kaba ve ince
sıva işlemleri
yapıldı. Özgün olmayan tuğlayla yapılmış bacalar
kaldırılarak, çatıdaki tehlike arz eden betonarme
saçaklar da kısaltıldı. Bayrampaşa Çevik Kuvvet
Şube Müdürlüğü
hizmet
binası olarak kullanılan
binanın
restorasyonun Aralık 2011'de tamamlanacak. 1831'de
başgösteren kolera salgınında tecrit yeri olarak
kullanılan hastane, 1922'de kapatıldı.
Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 13.07.2011
|
TARİHİ NAMAZGAHTA UTANDIRAN YAZILAR
Çanakkale'nin Gelibolu
İlçesi'nde bulunan ve
Türklerin ilk açık hava namazgahı olduğu
bildirilen 'Azepler Namazgahı'nın duvarlarına
yazılan çirkin yazılar, burayı ziyarete
gelenlerin tepkisini çekiyor.
Fener Meydanı'nda, 1407 yılında Hacı
Paşaoğlu İskender Bey tarafından sefere
çıkan deniz tüfekçi erleri için yaptırıldığı
belirtilen namazgahın duvarlarına, kimliği
belirsiz kişilerce çeşitli yazılar yazıldı.
Çanakkale Boğazı'nın kıyısında yer alan,
konumu ve güzel mimarisiyle dikkati çeken
Azepler Namazgahı'nı ziyarete gelen
turistler, tarihi yapının duvarlarındaki
yazılardan ve bakımsızlığından şikayetçi.
Vatandaşlar, duvardaki yazıların, ata
yadigarı namazgaha yakışmadığını ve
yetkililerin bir an önce buranın korunması
için gerekli tedbirleri alması gerektiğini
ifade ediyor.
İlçe Müftülüğü yetkilileri, namazgahın
sorumluluğunun Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nde
olduğunu, bu nedenle kendilerinin herhangi
bir şey yapamadıklarını bildirdi. Azepler
Namazgahı'nın duvarlarındaki yazılar ve
çevresinin bakımsızlığı konusunda ilgili
kurumlara bilgi aktardıklarını belirten
müftülük yetkilileri, bundan kendilerinin de
rahatsızlık duyduklarını ifade ettiler.
AZEPLER NAMAZGAHI
Gelibolu Belediyesi'nin internet
sitesinde, Azepler Namazgahı'na ilişkin şu
bilgilere yer veriliyor: "Bu tür yapıların
en görkemlisi, en güzeli olarak
nitelendirilmektedir 12,50x10,00 metre
ölçülerinde, üstü açık çevresi korkuluklu
bir ana mekan biçimindedir. Biri külahlı,
öbürü açık iki minberi, mermerden mihrabı
vardır. Mihrabın yanlarında süslü pencereler
bulunmaktadır. Yazıtlı kapısı, dilimli ve
Rumi süslemedir. Mihrap mermerden bir niş
içindedir. Gelibolu'da boğaz ve Marmara'ya
karşı geniş bir alan olan Fener Meydanı'nda
bir açık hava cami olan namazgah, 1407
yılında Hacı Paşaoğlu İskender Bey
tarafından inşa edilmiştir. Sefere çıkan
deniz tüfekçi erleri için yaptırılmıştır.
Azaplar sefere çıkacakları zaman toplu halde
burada namaz kılarlardı."
Zaman, 13.07.2011
|
GEÇMİŞİ 3 BİN YIL ÖNCESİNE DAYANIYOR
Tarihte ''kayıp şehir'' olarak bilinen Pteria'nın
izleri, Yozgat'ın Sorgun İlçesi Şahmuratlı Köyü'ndeki
Kerkenes Dağı'nda yapılan kazı çalışmalarında
aranıyor.
Kazı Heyeti Başkanı ABD'li arkeolog Scott
Branting, yaptığı açıklamada, bu yıl kazı
çalışmalarının yaklaşık 14-15 hafta kadar süreceğini
belirterek, 7 haftalık çalışma sonucunda ilk
aşamanın tamamlandığını söyledi.
Ekip olarak birkaç haftaya kadar Kerkenes
harabelerinden ayrılacaklarını, kendilerinden sonra
arkeolog Geoffrey Summers'ın ekibinin çalışmalara
devam edeceğini anlatan Branting, bölgede 2 yıldır
kendisine bağlı 29 kişilik bir ekiple kazı yaptığını
kaydetti.
Her kazı sezonunda büyük bir heyecan duyduğunu
anlatan Branting, ''Summers ve ekibi, Mayıs ayında
Kapadokya Kapısı yakınlarında kazı yaptılar. Biz de
Kapadokya Kapısı'nın kuzey tarafına düşen Türkçe bir
deyimle mahalle olarak adlandırılabilecek, 300
metrekarelik bir alanda 3 açma çalışması
gerçekleştirdik'' dedi.
Branting, MÖ 600 yıllarında Medler tarafından
kurulduğu tahmin edilen ve 7 kilometrelik surlarla
çevrili kentin, MÖ 547 yıllarında Persler tarafından
işgal edildiğini, halkının esir alındığını ve kentin
tamamen yakılarak tahrip edildiğinin sanıldığını
dile getirerek, Kerkenes Harabelerinin arkeologlar
için sırlarla dolu bir yer olduğunu kaydetti.
Burada MÖ 1000 yıllarından itibaren medeniyetin
var olduğunu ifade eden Branting, ''Kerkenes'te daha
önce yapılan kazılarda, bu söylediklerimize uygun
belirtiler bulundu. Şehrin yapısı, binaların
yerleri, caddeleri, sokakları, surları, saray yapısı
hakkında bilgiler edindik. Sokak ve cadde olarak
düşündüğümüz yerlerde kazı çalışmaları yapıyoruz ve
zamanla bunları gün ışığına çıkaracağız'' diye
konuştu.
Branting, geçen yıl Geoffrey Summers ve ekibince
yapılan kazılarda, Kapadokya Kapısı'nın iki kulesi
arasına inşa edilen ağır ahşap kapıların yanmasıyla
meydana gelen çöküntünün altında kalan bir insan
iskeletinin bulunduğunu, iskeletin bir kadına ait
olduğunu sandıklarını belirterek, şunları kaydetti:
''Ahşap kapıların durumu Orta ve Batı
Anadolu'daki demir çağı kentlerinde bulunan şehir
kapılarına dair ipucları vermektedir. Bizim ekibin
yapacağı kazılardan önce merkezi dağ kolu üzerinde
olan tapınak çevresine doğru ilerlemekti. 27 günde
tamamlanan bu araştırmalarla Kerkenes'te bölgenin
alışık olduğumuz bu karaktere uygun, kentsel yapı
adalarıyla dolu olduğunu gördük. Bunların haricinde
saray yapı grubunun arkasındaki alan ile batı
surunun iç tarafında belirgin bir kamusal yapının,
atölyelerin ve ahırların bulunmadığı bilgisine
ulaştık. Bu nedenle kentin kuzeyinde bulunan yapı
grupları yani mahallede araştırmalara başladık.''
Branting, Demir Çağı kenti olan Kerkenes'te
yürütülen çalışmaların en önemli sonucu, kentin
Anadolu'ya özgü niteliklerini gösteren önemli
kanıtların ortaya çıkarılması olduğunu söyledi.
Branting, bunların kentin büyük olasılıkla MÖ 7'nci
yüzyılın ortalarında kurulmuş bir Anadolu eyalet
merkezi olduğunu düşündürdüğünü bildirdi.
Branting, Kerkenes harabelerinde şimdiye kadar
yapılan kazılarda, envanterlik, yani vitrine konacak
şekilde bir esere rastlamamış olmalarına rağmen
bulunan birçok tarihi eserin Anadolu Medeniyetleri
Müzesi, Yozgat Müzesi ve Kerkenes Kazı Evinde
korunduğunu söyledi.
Kesin kanıt bulunmamakla birlikte Kerkenes'in
Pteria olarak tanımlanmasında bir şüphe olmadığını
bildiren bir rapor da yazıldığını dile getiren
Branting, kazılarda bulunan Frigce yazılar, kule
kapısının dış kısmındaki bir basamaklı sunak, yine o
çağlara ait fildişi eserler, saray yolu, kral yolu,
çeşitli metal parçalar, çanak ve o çağlara ait
çömleklerin, buranın kayıp şehir Petria olduğu
ihtimalini kuvvetlendirdiği kaydetti.
Akşam, 13.07.2011
|
TARİHİN TANIKLARI İÇİN MİLANO MODELİ
Nallıhan’ın 83 “tarihsel ağacını” belirleyen
Kültür ve Turizm Bakanlığı, bin 400 ağaç bulunan
Milano’daki gibi anıt ağaçların envanterini
çıkarttı. Bakanlık, en yaşlısı bin 71 yaşında olan
Nallıhan’daki 83 anıtsal ağacın turizme
kazandırılması için özel bir tanıtım çalışması yapma
kararı aldı.
Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu’nun tescil ettiği ağaçlar, Nallıhan
Turizm Gönüllüleri Derneği’nin girişimiyle ortaya
çıkarıldı. Proje kapsamında Nallıhan’ın tüm
köylerindeki aday anıt ağaçlar araştırıldı.
Bölgedeki ağaçların yaş, çap, boy, tepe çapı, biçim,
tarihsel ve kültürel özelliklerine göre anıtsal olup
olmadıkları tespit edildi. Araştırmalar sonrasında
83 ağacın “anıt ağaç” olma özelliğine uyduğu
kaydedildi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilileri, içlerinde
gövdesinde yıldırım izi olan 1071 yaşındaki
karaçamın, 600 yaşındaki saplı meşenin, 660
yaşındaki kokulu ardıçın, 595 yaşındaki boylu
ardıçın, 460 yaşındaki sakız ağacının, 400 yaşındaki
mor dutun, 550 yaşındaki türk fındığının olduğu
bölgeye giderek incelemelerde bulundu. Yapılan
değerlendirmeler sonrasında da bakanlık yetkilileri
bu anıt ağaçların tanıtılması ve turizme
kazandırılması konusunda bir çalışma yapılması
kararı aldı.
Tanıtım çalışmaları kapsamında Nallıhan Turizm
Gönüllüleri Derneği Gönüllüsü Mustafa Bektaş ve
Orman Yüksek Mühendisi Ahmet Demirtaş ortaya
çıkarılan anıt ağaçlarla ilgili tanıtıcı bir kitap
hazırladı. Kitapta, anıt ağaçların fotoğraflarına,
yerlerine, tür, yaş ve ebatlarına dair geniş
kapsamlı bilgilere yer veriliyor. “Bir ilçede
bulunan anıt ağaçların belirlenmesi çalışması
Türkiye’de ilk olsa gerekir” diyen Demirtaş, kitapta
çalışmayla ilgili detayları şöyle aktardı:
“Köy muhtarları, Nallıhan halkı, kamu kuruluşu
ilgilileri ile araştırdık. Anıt özelliklerini yaş,
çap, boy, tepe çapı, biçim, tarihsel ve kültürel
özelliklerine göre belirledik. Ağaç boyu boy ölçer
yardımıyla, göğüs ve tepe çapları şerit metreyle
yaşı ise artım burgusu yardımıyla karot alınarak ve
TSE tarafından yayınlanan ‘Anıt Ağaçlar-Envanter,
Seçim Kuralları ve İşaretleme Standartlarına’ uygun
olarak belirledik.
Hürriyet Ankara, Haber: Umut Erdem, 13.07.2011
|
BASKIN BAKAN'INDIR
Kültür ve Turizm Bakanlığı görevine ikinci kez
getirilen
Ertuğrul Günay, yeni döneme habersiz kültür
baskınlarıyla başladı. Kral Midas’ın tümülüsüne
giren Bakan Günay, elektrik kesintisi nedeniyle
mezarın jeneratör çalıştırılmadan karanlıkta
bırakılmasına, Eskişehir Sivrihisar’da ise Nasreddin
Hoca’nın evinin düzgün restore edilmemesine kızdı.
Bakan Günay, geçtiğimiz cumartesi günü koruma
almadan, kendi arabasıyla direksiyon başına geçerek
Bolu’ya, pazar günü de Polatlı ve Sivrihisar’a
gitti.
Bakan Günay, Polatlı’da Frigya Kralı Midas’ın
tümülüsünü ziyaret etti. Tümülüse giden yolun
karanlık olduğunu ve ziyaretçilerin kapıdan
döndüğünü gören Bakan Günay, görevlilerden
“Elektrikler kesildi” açıklamasını alması üzerine
jeneratör olup olmadığını sordu. Karanlık yolda
fenerle ilerlerken jenaratörün benzininin bittiğini
öğrenen Günay, görevlilere sinirlendi. 15 dakika
içinde jeneratöre benzin konularak tümülüs
aydınlatıldı.
Sivrihisar’a da giden Bakan Günay, 1881’de inşa
edilen, “Balkanlar’ın en büyük kilisesi” olarak
tanımlanan Ermeni Kilisesi’ni gezdi. Sivrihisar’a 26
kilometre uzaklıkta Hortu Köyü’ndeki Nasreddin
Hoca’nın evine de giden Bakan Günay, burada da evin
restorasyonundan ve çevre düzenlemesinden
hoşnutsuzluk yaşadı. Evin direklerini göstererek “Ne
bu? İmalata bakar mısın? Daha bir senelik direk!
Midas’ın mezarına gittim 3 bin yıllık yapı. Bunlar
çürüyor, akıyor. Kullanılan malzeme kötü çam.
Bunları böyle kabul etmem” diyen Günay, Nasreddin
Hoca’nın sözüne atıfta da bulunarak şu eleştirileri
yöneltti: “Parayı veren düdüğü çalar. Parayı ben
veriyorsam düdük elimde. Arkadaşlar yaptığımız işi
doğru yapacağız, bir kerede yapacağız. Arkamızdan
iki sene sonra millet ‘Bunu kim yaptırmış, Allah
belasını versin’ demesin. Bu milletin parasını
kullanıyoruz, milletin parasını çarçur etmek
kimsenin hakkı değil.”
Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 13.07.2011
|
ANKARA RESİM VE HEYKEL MÜZESİ, YENİDEN
Güzel
Sanatlar Genel Müdürlüğü'ne bağlı Ankara Resim ve
Heykel Müzesi, gerçekleştirilen bakım çalışması ve
artırılan güvenliği ile yeniden ziyarete hazır hale
getirildi.
Bu kapsamda, bugün saat 19.30'da müzede Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın katılımıyla bir
tanıtım töreni gerçekleştirilecek. Mimar Arif Hikmet
Koyunoğlu tarafından 1927 yılında inşa edilen müze
binası, Atatürk'ün toplantılarının yanı sıra ilk
opera, ilk tiyatro ve ilk sergiye ev sahipliği
yaptı. Türk Ocakları Merkez Binası olarak
projelendirilen yapı, Türk Ocakları'nın
kapanmasından sonra Ankara Halkevleri olarak hizmet
vermeye başladı. Bina 1980'de Resim ve Heykel Müzesi
olarak hizmete açıldı.
Zaman, 13.07.2011
ANKARA RESİM VE
HEYKEL, 3 YIL SONRA GERÇEKTEN 'MÜZE' OLDU
‘Hırsızlık’… Belki de
bir müze için en büyük talihsizlik bu kelimeyle
anılmaktır. Çok değil, daha geçen yıl Ankara Resim
Heykel Müzesi’nin başına geldiği gibi. Müzeden çok
sayıda eserin çalındığı, hatta bazı karakalem
çalışmalarının sahteleriyle değiştirildiği sayım
çalışmaları sırasında ortaya çıktı. Ancak Kültür
Bakanı Ertuğrul Günay’ın talimatıyla Ankara Resim
Heykel Müzesi’nin hem fiziki sorunlarını çözüldü hem
de depolarda çürümeye terk edilen paha biçilmez
sanat eserleri ziyaretçilerle buluşmaya başladı.
Ankara Resim Heykel Müzesi, Atatürk’ün talimatıyla
mimar Arif Hikmet Koyunoğlu tarafından Türk Ocağı
binası olarak 1927 yılında inşa edildi. Cumhuriyet
döneminin önemli toplantıları, törenleri,
konserleri, tiyatroları, opera ve bale temsilleri,
bu yapının görkemli salonunda gerçekleştirildi.
Çeşitli bakanlıklara da ev sahipliği yapan bina,
sonra 1978’de devlet kurumlarında bulunan sanat
eserleri toplatılarak müze haline dönüştürüldü.
Ankara’nın önemli sanat merkezlerinden olan müze,
yedi yıl boyunca kapalı kaldı. Bu sırada yapılan
sayım, bir skandalı da ortaya çıkardı. Hoca Ali
Rıza’ya ait bazı karakalem çalışmaları çalınıp
yerine fotokopileri konulmuş, bazılarının çerçevesi
çalınmış, paha biçilemeyen sanat eserleri müzenin
depolarında kaderine terk edilmiş…
A’dan Z’ye elden
geçirildi
Bakan Günay’ın ‘Her şey
mükemmel olsun’ talimatıyla bir yıl daha restore
edilen müze, yeniden sanat aşıklarını ağırlamaya
başladı. Peki ne değişti Ankara Resim Heykel’de?
Çevre düzenlemesi elden geçirildi, güvenlik
kameraları yenilendi, teşhir alanları genişletildi.
Genişletilen yeni
mekanlar sayesinde daha önce 250 civarında sanat
eseri, sanatseverlerin beğenisine sunulurken, bugün
700’ü resim olmak üzere 800’e yakın sanat eseri
sanatseverlerin beğenisine sunuluyor. Ertuğrul
Günay, teşhir alanlarını genişletme çalışmaları
sırasında en heyecan verici olanının müzenin sergi
salonlarındaki asma tavanları söküldüğünde erişilen
yapının orijinal tavan yapısı olduğunu söylüyor.
Günay, müzedeki değişimi
şöyle anlatıyor: “Sadece üst salon, alt salonda
periyodik sergi salonları ve kullanılmayan bir takım
depo mekanları vardı. Bunların hepsini açtık.
Tavanlara inanılmaz bir şekilde asma tavan yapılarak
alçaltılmıştı. Bunları kaldırdık ve orijinal
tavanlar ortaya çıkardık. Teşhirde kullanılmayan bu
depo alanlarını ve periyodik sergi alanlarını
teşhirin içine aldık. Fikret Mualla 4-5 taneydi
sergide şimdi 30’dan fazla Fikret Mualla
sergileniyor. Depoda ne varsa hepsini ortaya
çıkarmış olduk. Müzede esere zarar veren direkt
aydınlatmadan ortam aydınlatmasına geçildi.
Depo sistemlerini yeniledik. Tabi periyodik olarak
da burada sergileri yenileyeceğiz. Şu anda 800’e
yakın heykel ve resim sergileniyor ama zaman içinde
bunların hepsi yenilenecek. Burası artık Türkiye’ye,
içinde yaşadığımız çağa yakışır bir müze olmaya
başladı.”
Bakan Günay, çalınan eserlerin yanı sıra Bakanlığın
kötü yönetim döneminde çeşitli kurumlara verilmiş,
hatta ‘hatırlı kişilere’ armağan edilmiş eserlerden
söz ediyor. Dağıtılan eserlerin ‘birkaç yüzü’ geri
alınmış. Depolardaki 30 Fikret Mualla tablosu artık
teşhirde. Eşref Üren, Malik Aksel, Fikret Mualla,
Arif Kaptan, Osman Hamdi, Refik Epikman, Arif Hikmet
Koyunoğlu ve İbrahim Çallı adına özel sergi
salonları oluşturuldu.
Radikal, Haber: Tarık
Işık 15.07.2011
|
CINGILLIOĞLU, ABROMOVİÇ'İ SOLLADI
ABD’nin prestijli sanat dergisi ARTnews, 2011
yılında sanata en çok yatırım yapan 200 kişiyi
belirledi. Türkiye’den Suna ve İnan Kıraç’ın da
olduğu listenin ilk onunda ise, yurtdışında yaşayan
Türk işadamı Halit Cıngıllıoğlu yer alıyor. Derginin
Temmuz sayısındaki habere göre Cıngıllıoğlu, modern,
çağdaş, empresyonist ve savaş sonrası dönem
sanatıyla ilgileniyor.
Listenin Katar şeyhi Saud bin Mohammad bin Ali
Al-Thani ve François Pinault gibi isimleri de
içerdiği düşünülürse, Cıngıllıoğlu’nun yıl içinde
yaptığı harcamanın hayli yüksek olduğu anlaşılıyor.
Haber yayımlandığından bu yana dünyadaki tüm sanat
dergileri, internet siteleri ve blogları ismi geçen
koleksiyoncularla konuşmaya çalışıyor ancak onlar
sessiz kalmayı tercih ediyor. ARTnews konuya esprili
yaklaşıyor: “Aldıkları eserleri asacak yer
arıyorlar…”
Bu arada ARTnews sıralama yapmadı ama sanat
çevreleri listenin zirvesinde Katarlı koleksiyoner
Şeyh Al-Thani’nin olduğunda hemfikir. Al-Thani
özellikle Picasso ve Bacon satın alıyor. Zirvedeki
diğer isimler, Fransız çift Hélène ve Bernard
Arnault, New Yorklu Debra ve Leon Black, Los
Angeles’ta yaşayan Edythe L. ve Eli Broad, Alexandra
veSteven A. Cohen, Laurence Graff, Philip S.
Niarchos, François Pinault, Emily ve Mitchell Rales.
Bu arada Rus milyarder Roman Abramoviç ilk ona
giremeyerek sanat çevrelerini şaşırttı. Tıpkı
Abramoviç gibi İngiliz sanatçı ve sanat
koleksiyoncusu Damien Hirst de ilk ona giremeyen
isimlerden oldu.
Modigliani’yi 70 milyon dolara Cıngıllıoğlu mu sattı?
Halit Cıngıllıoğlu’nun ismi ilk olarak 2001
yılında Sotheby’s’de düzenlenen bir müzayedede
sanatla beraber anılmıştı. Sahibi olduğu Demirbank’a
TMSF tarafından el konmasının ardından
Cıngıllıoğlu’nun aralarında Renoir, Cézanne ve
Picasso’nun eserlerinin de bulunduğu dokuz parçalık
koleksiyonu satışa çıkardığı gazetelerde yer
almıştı. Haberler doğrulanamamıştı ama Monet’nin en
ünlü nilüferli tablolarından biri 7.1 milyon dolara,
‘Parlamento Binaları, Batan Güneş’ tablosu ise 14.5
milyon dolara alıcı bulmuştu. 2010 yılının kasım
ayında düzenlenen bir müzayedede Modigliani’nin
‘Divanda Oturan Çıplak Kadın’ adlı tablosu 70 milyon
dolarla satış rekoru kırdığında ise tablonun
satışının Cıngıllıoğlu tarafından gerçekleştirildiği
Wall Street Journal gibi gazetelerde haber olmuştu.
1999 yılında Cıngıllıoğlu tarafından 16.8 milyon
dolara satın alınan tablo, 2010 kasımında 70 milyon
dolara satılmıştı. Ancak Cıngıllıoğlu o zaman,
konunun kendisiyle bir ilgisi olmadığı açıklamasında
bulunmuştu.
Demirbank’ın batmasının ardından Belçika’ye yerleşen
Halit Cıngıllıoğlu, HCBG ve Demir-Halk Bank
Holland’ı kurdu. 2009 yılında Bruges şehrinin fahri
konsolosu olarak atanan Cıngıllıoğlu’nun ismi aynı
zamanda Sotheby’s’in danışma kurulu listesinde yer
alıyor. 1995 yılında memleketi Kayseri’deki Erciyes
Üniversitesi’ne 10 milyon dolarlık yatırım yapan
Cıngıllıoğlu, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel
tarafından da Devlet Üstün Hizmet Madalyası ile
onurlandırılmıştı.
Zirvedeki 10 isim
Hélène ve Bernard Arnault
Debra ve Leon Black
Edythe L. ve Eli Broad
Halit Cıngıllıoğlu
Alexandra ve Steven A. Cohen
Laurence Graff
Philip S. Niarchos
François Pinault
Emily ve Mitchell Rales
Saud bin Mohammad bin Ali Al-Thani
Radikal, 13.07.2011
|
SARAYDAN ÖNCE TAHT, SONRA KIZ KAÇIRMA
Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Yusuf Benli’nin 3.
Selim’in tahtını çekyat gibi gelişigüzel bir biçimde
lojmanına taşıtmasını 17 Haziran’da Radikal
‘Saray’dan Taht Kaçırma’ başlığıyla gündeme
getirmişti. Haber üzerine Kültür ve Turizm Bakanlığı
soruşturma başlatmıştı. Ancak soruşturmanın sonucu
beklenmeden Harem bölümünde sergilenen 3. Selim
tahtını lojmanına taşınması emrini veren ve 14.
Louis masasında kahvaltı eden müdüre değil, emri
yerine getiren 2 kadın uzmana ceza verildi.
Harem Sorumlusu Doç.Dr. Canan Cimilli Galata
Mevlevihanesi Müzesi’ne, kahvaltının edildiği
Mecidiye Köşkü Sorumlusu Ayşe Ünal da Yıldız Sarayı
Müzesi’ne tayin edildi. Kültür ve Turizm Bakanlığı
Teftiş Kurulu Başkanlığı’nca açılan soruşturmanın
sonucu beklenmeden gerçekleştirilen tayin, ‘müdürün
bakanlıkça korunduğunun açık belgesi’ olarak
değerlendirildi.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay olayın
Radikal’de yayımlanmasından sonra ‘‘İddia gerçekse
elbette yaptırıma uğrar. Bir soruşturma başlattık.
Herkesin savunma hakkı var. Onu bir dinleyelim
bakalım” demişti. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel
Müdür Yardımcısı Vekili Zülküf Yılmaz muhakkik tayin
edildi. Ancak muhakkikin taraflı olabileceği ve
olayın vahameti açısından bakanlık müfettişlerince
sorgulanması gerektiği vurgulanınca müfettiş Zafer
Yer görevlendirildi. Soruşturma sürerken başka
iddialar da gündeme geldi. Yolsuzluk, müze içinde
kaçak kazı, uzmanlar arasında ayrımcılık ve müzenin
ayniyatına kayıtlı tarihi eserleri lojmanında
bulundurmakla suçlanan Yusuf Benli ile ilgili
soruşturma 3 haftadır devam ediyor.
Müfettiş iddiaları araştırırken müzeye bomba gibi
bir haber düştü. Harem sorumlusu yani "Tahtı
lojmanıma taşıyın” emrini yerine getiren Canan
Cimilli, Galata Mevlevihanesi Müzesi’ne tayin
edildi. 22 Haziran’da gerçekleştirilen tayin,
valilikten Topkapı Sarayı’na gönderildi. Ancak Müze
Müdürü, tayin Cimilli’ye tebliğ etmedi.
Müze Müdürü Benli’nin özel misafirleriyle Mecidiye
Köşkü’nde tarihi eserler üzerinde oturup kahvaltı
ettiği, bu nedenle köşkün ‘İç Oda’ olarak
adlandırılan kısmında bulunan mermer 14. Louis
masasında lekeler oluştuğu da iddia edilmişti. Bu
iddia müfettiş tarafından soruşturulurken Mecidiye
Köşkü’nün sorumlusu Ayşe Ünal’ın da tayini Yıldız
Sarayı Müzesi Müdürlüğü’ne yapıldı. Ancak Ünal’ın da
tayini müze müdürlüğü tarafından kendisine tebliğ
edilmedi.
Telefonla aradığımız Cimilli devlet memuru olduğu
gerekçesiyle konuşamayacağını söyledi. Müfettiş
Zafer Yer de bu aşamada konuşmasının doğru
olmayacağını belirtirken müzeye yakın çevrelerden
edindiğimiz bilgiye göre, Zafer Yer’in tayinlere çok
bozulduğu, “Eğer karar verilmiş ise benim soruşturma
yapmamın ne anlamı var’’ dediği öne sürüldü.
Müze Başkanı İlber Ortaylı da tayini duyduğunu ve
çok şaşırdığını belirterek ‘‘Soruşturma devam
ederken tayin çıkarılması çok ilginç’’ diye konuştu.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 13.07.2011
******
MÜDÜR TAHTTAN DÜŞTÜ
Topkapı Sarayı'nda 3.
Selim'in Harem'deki tahtını lojmanına taşımak
istediği için eleştirilen Saray Müze Müdürü Yusuf
Benli görevinden alındı. Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay görevden alma kararının altında Benli
ve İlber Ortaylı arasındaki çekişme olduğu söylendi.
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay,
katıldığı bir
televizyon
programında restorasyon çalışmaları hakkında bilgi
verirken, 3’üncü Selim’in tahtının lojmana
taşınmasına ilişkin fotoğraflara da değindi. Günay,
“Basında bazı talihsiz haberler çıkıyor tabii
‘Koltuk oraya götürüldü’ falan diye ama bunlar
teferruat. Belki yaptıklarımızdan rahatsız olanların
konu saptırma çabaları. Biz burada devrim
niteliğinde işler yaptık” dedi. TRT
Haber’in canlı
yayın konuğu olan Günay, Topkapı Sarayı’nı eski
görkemine kavuşturacaklarını belirtip, “Bir rota
çizdik, bir strateji planımız var ve adım adım orayı
Kanuni Sultan dönemindeki ciddiyetine, görkemine,
saygınlığına ve güzelliğine kavuşturmaya
çalışıyoruz” diye konuştu. Tahtın taşındığını
gösteren fotoğraflar yayımlandıktan sonra Topkapı
Sarayı Müzesi Müdürü Yusuf Benli, önce tahtın
taşınmadığını söylemiş, ertesi gün ifadesini
değiştirerek Günay’a “Depoda sıkışıklık vardı.
Lojmanda boş odalar olduğu için oraya koyup
sıkışıklığı rahatlatmak için taşıttım” demişti.
Hürriyet, 14.07.2011
******
3. SELİM'İN TAHTI
MECLİS GÜNDEMİNDE
3. Selim’in tahtının
taşındığına yönelik iddiaları Meclis gündemine
taşıyan CHP Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek,
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a, “Kültür ve
Turizm Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığı’nca açılan
soruşturmanın sonucu beklenmeden neden iki görevli
tayin edilmiştir” diye sordu.
CHP Kırklareli
Milletvekili Turgut Dibek, TBMM Başkanlığı’na,
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın
yanıtlaması istemiyle soru önergesi verdi. 3.
Selim’in tahtıyla ilgili basında çıkan haberleri
hatırlatan Dibek, şöyle dedi:
“Basında çıkan haberlere
göre Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Yusuf Benli’nin 3.
Selim’in tahtını lojmanına taşıtması üzerine
Bakanlığınızca başlatılan soruşturma bitmeden tahtın
taşınması emrini veren ve 14. Louis masasında
kahvaltı eden müdüre değil, emri yerine getiren iki
uzmana ceza verilmiştir. Harem sorumlusu Doç.Dr.
Canan Cimilli Galata Mevlevihanesi Müzesi’ne,
Mecidiye Köşkü sorumlusu Ayşe Ünal da Yıldız Sarayı
Müzesi’ne tayin edilmiştir.”
CHP’li Dibek, Bakan
Günay’a şu soruları yöneltti:
“Kültür ve Turizm
Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığı’nca açılan
soruşturmanın sonucu beklenmeden neden iki görevli
tayin edilmiştir?
Söz konusu tayinler emri
veren müdürün korunacağı, emri uygulamak zorunda
olan sorumluların cezalandırılacağı anlamına mı
gelmektedir?
Canan Cimilli ve Ayşe
Ünal’ın Valilikten gelen tayin yazıları hangi
gerekçe ile müdür tarafından taraflara tebliğ
edilmemiştir?"
Turizm Gazetesi,
15.07.2011
******
BAKAN'A GÖRE
TOPKAPI'DAKİ SKANDAL 'TEFERRUAT'
Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay, Topkapı Sarayı'nı Kanuni
Sultan dönemindeki ciddiyetine, görkemine,
saygınlığına ve güzelliğine kavuşturmaya
çalıştıklarını belirtirken Radikal'in 'Saraydan Taht
Kaçırma' başlığı ile duyurduğu haberleri 'teferruat'
olarak niteledi.
TRT Haber’in sorularını
yanıtlayan Günay, “Basında bazı talihsiz haberler
çıkıyor tabii ‘Koltuk oraya götürüldü’ falan diye
ama bunlar teferruat. Belki yaptıklarımızdan
rahatsız olanların konu saptırma çabaları. Biz
burada devrim niteliğinde işler yaptık” dedi.
Milli Savunma’nın kullandığı 4 depoyu Topkapı’nın
teşhir ve kültürel sosyal mekanları haline getirmeye
çalıştıklarını bildiren Günay, “Ben şu anda
Topkapı’da neler yapacağımızı çok iyi biliyorum. Bir
rota çizdik, bir strateji planımız var ve adım adım
orayı Kanuni Sultan dönemindeki ciddiyetine,
görkemine, saygınlığına ve güzelliğine kavuşturmaya
çalışıyoruz” diye konuştu.
Radikal (kısaltarak),15.07.2011
|
MİKELANJ YURTTA KALIYORMUŞ!
Oxford Üniversitesi'ne bağlı Campion Yurdu'nun duvarında bulunan tablonun, ünlü İtalyan ressam Mikelanj'ın eseri olduğu ortaya çıktı.
İtalyan akademisyen Antonio Forcellino, bu gerçeğin kızılötesi teknoloji kullanılarak yapılan incelemeyle saptandığını açıkladı. İsa Peygamber'in çarmıha gerilmesinin resmedildiği tablonun, daha önce, Marcello Venusti'ye ait olduğuna inanılıyordu. Tablo, bu keşif üzerine indirildi ve güven altında sergilenebilmesi için Ashmolean Müzesi'ne gönderildi.
Akşam, 13.07.2011
|
|
TARİHİ HANLAR BÖLGESİ'NDE DEĞİŞİM SÜRÜYOR
Bursa'da geçtiğimiz dönem hayata geçirilen Uzun
Çarşı, Tuzhan, Gale-Tahıl Hanı, Okçular ve
Kayhan Çarşısı cephe sağlıklaştırma ve çatı
düzenleme çalışmalarıyla değer bulan Tarihi
Çarşı Hanlar Bölgesi, Büyükşehir Belediyesi'nin
yatırımlarıyla Bursa'nın en büyük alışveriş
merkezi haline geliyor.
Çarşının yıpranan tüm dokularını elden
geçiren ve çatı düzenlemeleriyle her türlü
hava şartlarında vatandaşlara keyifli bir
alışveriş ortamı sunan Büyükşehir
Belediyesi, Ulucami'nin hemen kuzeyindeki
Sahaflar ve Gelinlikçiler Çarşısı'nda
düzenleme çalışmalarının startını verdi.
Belediye Başkanı Recep Altepe, Sahaflar
ve Gelinlikçiler Çarşısı için hazırlanacak
proje öncesi çarşıda incelemelerde bulundu.
Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter
Yardımcısı Bayram Vardar ve Fen İşleri Daire
Başkanı Fehmi Ökten'in de hazır bulunduğu
ziyarette Çarşı Yönetim Kurulu Başkanı
Süleyman Bozkurt ve esnafla bir araya gelen
Başkan Altepe, çalışmalara kısa zaman içinde
başlanacağını kaydetti. Çarşının hemen
Ulucami'nin yanında bulunmasına rağmen
düzensiz çatılar yüzünden çarşı içinde
Ulucami'yi görmenin mümkün olmadığını
kaydeden Başkan Altepe, "Biz Tarihi Çarşı ve
Hanlar Bölgesi'ni büyük bir alışveriş
merkezi olarak ele alıyoruz. Bu sebeple
çarşının her köşesinin modern bir görünüme
bürünmesi gerekli." dedi.
Başkan Altepe, şöyle konuştu:
"Esnafımızın görüşlerini aldık. Zeminden
çatı kaplamasına kadar bölgeyi modern bir
görünüme kavuşturacağız. Dükkanların cephe
düzenlemeleri, tep tip tabela uygulamasıyla
burası da çarşının önemli bir parçası haline
gelecek. Halkımız hem sıcak hem de yağışlı
havalarda da burada keyifli bir şekilde
alışverişlerini yapabilecek." Sahaflar ve
Gelinlikçiler Çarşısı Yönetim Kurulu Başkanı
Süleyman Bozkurt da, "Açıkçası çarşımızın
mevcut görüntüsünden utanıyorduk. Herkes bu
düzenlemelerden çok son derece memnun."
şeklinde konuştu.
Zaman, 13.07.2011
|
TROYA'DA 50 KİŞİLİK UZMAN EKİPLE ÇALIŞMA
Troya antik kenti Kazı Başkan Yardımcısı Doç.Dr.
Rüstem Aslan, Türk, Alman ve Amerikalı 50 kişiden
oluşan ekibin hafta sonunda Troya antik kentinde
kazı çalışmalarına başlayacağını bildirdi. Aslan,
yaptığı açıklamada, çalışmaların amacının, son tunç
Troya aşağı kentinin savunma sistemini daha iyi
anlamak olduğunu söyledi. Aynı zamanda tunç çağına
ait nekropolün (mezarlık alanı) yerini tespit etmek
amacıyla araştırmaların yapılacağına işaret eden
Aslan, ‘’Bunun dışında Troya kalesi içinde, mimarı
bazı sorunları aydınlatmaya yönelik kazılar
yapılacak’’ dedi. Bu yılki çalışmaları farklı
kıldığını dile getiren Aslan, şöyle konuştu: ‘’Troya
Müzesi Projesi’nin ortaya çıkmasıyla Troya’daki
çalışmaları daha uzun vadeli, geleceğe yönelik
şekilde planlamak mümkün olacaktır” dedi.
Türkiye Gazetesi, 13.07.2011
|
OSMANLI'NIN İNŞA ETTİĞİ ESERLER YOK OLUYOR
Başkale İlçesi'nde 1653 yılında Hüsrev Paşa
tarafından inşa edilen kale ve medresenin
bakımsızlıktan yok olmaya yüz tutması tepki çekiyor.
Medresenin yanı sıra kalenin yanındaki mezarlıkta
bulunan kümbet ve mezar taşları da harabe halde. İki
katlı olan medresenin büyük bir bölümü, her geçen
yıl biraz daha tahribata uğruyor. Örenkale Köyü
sakinleri “Osmanlı’nın inşa ettiği doğunun
doğusundaki medrese restore edilse turizm açısından
güzel bir gelir kapısı oluşturacaktır” diyor.
Türkiye Gazetesi, 13.07.2011
|
İSOS ANTİK KENT KAZISINDA HAMAM KALINTILARI ORTAYA
ÇIKTI
Hatay’ın Erzin
İlçesi'nde 5 bin yıllık
tarihi olan İsos Antik Kenti'nde yapılan kazılarda
hamam ortaya çıkarıldı. MÖ 545 yılında önemli bir
yerleşim merkezi olan İsos antik kentinde kazı
çalışmaları başladı. Arkeolog Ömer Çelik
başkanlığındaki 30 kişilik ekip tarihi eserleri yer
yüzüne çıkarmak uğraş veriyor.
Bölgede Artemis Mozaiği'nin
bulunmasının ardından kazı amaçlı harekete
geçtiklerini söyleyen Çelik, ilk yapılan kazı
çalışmalarıyla hamam kalıntılarının ortaya
çıkarıldığını ifade etti. Alanda yüzeysel
araştırmalarda yaptıklarını anlatan Çelik, "Bunun
üzerine mozaiğin tamamını ortaya çıkarmak istedik.
Sonra planlama İsos’un tarihsel sürecinin ortaya
koymaya yöneldi. Hamam üzerinden bütün İsos’a
bakmaya başladık." ifadelerini kullandı.
Saklı tarihin kazı çalışmalarıyla
ortaya çıkarıldığını belirten Erzin Kaymakamı
İskender Yönden, Uluslararası Narenciye Kültür ve
Sanat Festivali’nin bir bölümünün İsos antik
kentinde yapılacağını duyurdu. İsos’a hak ettiği
değerin verildiğini vurgulayan Yönden, "Kesinlikle
hak ettiği değer veriliyor. Müze Müdürlüğü’nün
çalışmaları burada devam ediyor. Çok büyük bir
alanda yapılıyor kazı çalışmaları. Bu yıl çok ciddi
bir çalışma var" diye konuştu.
İsos antik kentinin Erzin’in
tarihsel hazinesi olduğunu kaydeden Erzin Genç
İşadamları Derneği Başkanı Necat Ertaç ilçenin
altında yatan 5 bin yıllık tarihi kentin en sağlam
şekilde gün yüzüne çıkarılması gerektiğine vurgu
yaptı.
Turizm Gazetesi, 13.07.2011
|
|
PAHA BİÇİLEMEYEN TABLO SERGİDE
Ünlü ressam Leonardo da Vinci’nin uzun yıllardır kayıp olduğu düşünülen eseri "Salvator Munti", kasım ayında sergilenmeye başlayacak.
1958 yılında 45 sterline (70 dolara) satılan ancak bugün paha biçilemeyen Salvator Munti, Londra’da "National Gallery"de sergilenecek.
Leonarda da Vinci’nin, bu eseri 1500’lü yıllarda yaptığı ve 1649 yılında İngiltere Kralı 1.Charles’ın sanat koleksiyonuna katıldığı kayıt altına alınmasına karşın o tarihten bu yana kayıp olduğu düşünülüyordu.
Radikal, 13.07.2011
|
Cumhuriyet tarihinin en
büyük Mozaik Müzesi yapılsın, tüm dünyaya müzemiz
açıldı diye duyurulsun, ama akıl almaz işler yüzünden
o güzelim MÜZE KAPALI kalsın.. İl Kültür ve Turizm
Müdürü Salih Efiloğlu'nun geçtiğimiz hafta
gazetemizin yaptığı uyarı sonrası 'Salı günü
açılacak dediği müze maalesef dün de açılmadı ve
gelen turistler kapıda kalarak öfkeyle geri döndü..
Büyük sıkıntının yaşandığı ve henüz açılış tarihi
konusunda net bir açıklamanın yapılmadığı müze ile
ilgili turizm seyahat acentleri çok zor durumda
kaldı. Bu gidişle Gaziantep'e yerli ve yabancı
turizm programlarının çoğunun iptal edilmesinden
korkuluyor.
Turizm Derneği Başkanı Sıtkı Severoğlu şehrimize
gelen turistlerin Müzeyi göremeyişlerinin gelecekte
büyük sıkıntılara yol açabileceğini söylerken, Arsan
Yönetim Kurulu Başkanı Ayse Nur Yılmazer ise “Lütfen
bir yetkili çıksın ve bize tarih versin. Ben 25
yıllık meslek hayatımda bu kadar zorlanmadım dedi.
Turizm Derneği Başkanı Sıtkı Severoğlu ise,
“Binlerce kilometre mesafeden gelen çok sayıda
turist müzeyi göremeden hayal kırıklığı yaşayarak
geri dönüyorlar. Turizmde büyük hedefi olan şehrin
bu sorunu çözmesi gerekir mesajını verdi...
Yılmazer, kendilerine verilen bilgiler doğrultusunda
programlarına Gaziantep Zeugma Müzesi gezisini
aldıklarını ancak bunu gerçekleştiremeyen kendisi
gibi çok sayıda seyahat acentalarının çok zor
durumda kaldıklarını ifade etti.
Muhabirlerimizin gittiği Gaziantep Zeugma Müzesi'nde
çalışmaların sürdüğü ve ziyaretçilerin alınmadığı
görüldü. Bakım yüzünden gelen ziyaretçilerin geri
dönmek zorunda kaldığı Müze, turizme de zarar verme
noktasına geldi.
Müzede bulunan bir şantiye görevlisi, müzenin her
gün dünya kadar ziyaretçi ağırladığını, ancak bu
bakımlardan dolayı gelen ziyaretçilerin geri dönmek
zorunda kaldığını belirtti. Görevli, haftaya heyet
geleceğini ve bu heyetin raporları doğrultusunda
hareket edileceğini belirterek, şu an müzenin dış
cephesindeki camlara Şlm çekildiğini ve aslında bu
bakımın 3 aylık süresi var. Eğer gelen heyet olumlu
bir rapor verirse, müzenin pazartesi veya salı günü
açılabilir dedi.
Turizm Derneği Başkanı Sıtkı Severoğlu, Cumhuriyet
Tarihinin en büyük mozaik müzesinin Gaziantep'te
açıldığının herkes tarafından duyurulduğunu ancak
gelenin elinin boş gittiğini söyledi. Kültür
Bakanının Gaziantep'e geldiğini ve açılış konusunda
bilgiler verdiğini anlatan Severoğlu, “Kentin en
büyük ve önemli bir müzesi var. Doyayısıyla
turistler bu güzelliği görmek için akın akın
geliyorlar. Her gün müzeye gelen 1-2 otobüs
ziyaretçi ve bunun dışında yerli ve yabancı
turistler burayı görmeden, dışarıdan bakıyorlar
öylece gidiyorlar dedi.
Durumun tanıtım açısından doğru olmadığını ve
problemin biran önce çözülmesi gerektiğini söyleyen
Severoğlu, “Müzemiz açılmalı. Bu konuda Gaziantep'te
acentelik hizmeti veren tur operasyonları da müzeyi
programlarına koydukları halde gösteremiyorlar ve
sorun yaşıyorlar. Binlerce kilometre mesafeden gelen
ve ciddi paralar harcayan turistler hayal
kırıklığına uğruyorlar. Kesin bir tarih verilmeli ve
müze biran önce açılmalı...
Severoğlu, konuyla ilgili çözüm önerisi de sundu ve
“Hiç değilse müze binasının arkeoloji bölümü
açılsın. Buranın geçici olarak bir kısmı açılmalı.
Gelen turistler hayal kırıklığı yaşamadan bu sorun
çözülmeli... Kurumlar arasında problem varsa, yasal
gereği neyse halledilmeli
Arsan Yönetim Kurulu Başkanı Ayse Nur Yılmazer,
kapalı olan Zeugma Müzesi'yle ilgili yaşadıkları
sıkıntıları net bir dille anlattı.. Kentin inanılmaz
sayıda VIP konuk talebi aldığını söyleyen Yılmazer,
“Bu konuklar son derece iyi eğitilmiş ve raŞne
kültürün bilincinde olan insanlar oldukları için de
dünyadaki en güzel ,en paha biçilmez eserleri görmek
için her türlü fedakarlığı yapabilen varlıklı
kişiler. Zeugma Mozaik Müze’mizin kapalı oluşu,
üstelik de açılmış gibi bir izlenimle hala
konukların doğru bilgilendirilmemelerine devam
edilmesi elbette başta biz turizmcilere bu sezon çok
sıkıntılı anlar yaşatmaya devam ediyor dedi.
Konuklarımızın kat ettikleri onca yolu ve elbette
beklentilerini göz önüne alarak, bir Gaziantep’li
turizmci olarak inanılmaz rica ve minnetlerle her
defasında izin alabilmek için bu dönem çektiğimiz
çileyi ben meslek hayatımdaki 25 yıl boyunca
yaşamadım diyen Yılmazer, “Ama bana gönderilen
mektup inanın tüm çabalarıma değdi ve beni
gülümseten cok sevimli bir ifadeyle meslek hayatımı
taçlandırdı: Bu muhteşem müzeyi gezebilmek için
döktüğümüz onca dil ve emeğimizin fevkalade farkında
olan konuğumuz Antwerp Ticaret Odası Kıdemli
Danışmanı Mr. Jan Borremans, teşekkür yazısında ,
Müzeyi gezme olanağı sağlayabilmek için verdiğim
savaş sonunda bana “ Gazi Ayşe” diye hitap ederek hem
ince ince gönderme yapmış, hem de beni cok ama cok
onurlandırdı şeklinde konuştu.
Gaziantep 27 Gazetesi, 12.07.2011
******
MÜZEMİZ KAPALIDIR, GELMEYİN
Gaziantep Zeugma Müzesi dün de ziyaretçilere
açılmadı. Haftalardır olduğu
gibi, şehrimize gelen yerli ve
yabancı turistler kapıdan geri döndü.
Hepsi de üzüntülü ve tepkili biçimde müzenin
kapalı olması kentin ayıbıdırdiyerek sitem etti.
Bakanlıktan gelecek ekibin beklendiği ve onların
raporuna göre karar verileceğinin öğrenildiği
müze ile ilgili tarih konusunda şu ana kadar
kesin bir açıklama yapılmadı. Dün müzeye giden
ve kapıların kapalı olduğu görerek yeri dönen
turistler, isyan etti ve sırf bu müzeyi görmek
için geldik. Ama mağdur olduk.
Gaziantep'in sahibi yok mudur? diye konuştular.
Alınan bigiye Kültür ve Turizm Bakanlığı müzenin
eksiklerinden dolayı açılmasına onay vermediği
öğrenildi. Büyükşehir Belediyesi tarafından
yaptırılan ve devrinin bakanlığına verileceği
müzeyle ilgili sonradan meydana gelen
eksikliklerden ötürü
bu işlem yapılamadığı
belirtildi.
İddiaya göre, bu konuyla ilgili birimler
uluslararası ajanslara ve gazetelere müzenin
açık olduğunu bildirdi. Bu haberler üzerine
şehrimize gelen yabancı turistler ise büyük bir
hayal kırıklığına uğradı. Çünkü
hepsi de müzenin kapalı
olduğunu görünce gezemeden ülkelerine geri
dönmek zorunda kaldı.
Yetkililer, bu durumla nasıl başa çıkacaklarını
bilemediklerini söyleyerek, “Şu anda ciddi bir
duyarsızlık var. Sektöre ve insanlara sanki müze
açıkmış gibi anlatıyoruz ama gelen
ziyaretçilerimizi geri çevirmek zorunda
kalıyoruz. Deniz aşırı ülkelerden bu mozaikleri
görmek isteyen insanlara buyurun bu sizin giriş
paranız geri iade etmemiz gerekiyor gibi bir
şansımız yok. Bu anlaşmalar gereği turizm
bakanlığında kapatılma gerekçesidir
değerlendirmesini yaptı.
Gaziantep Mozaik Müzesi'ne gelen yerli turistler
öfkeli. Sırf müzeyi görmek için geldiklerin
söyleyen turistler, müzenin biran önce
ziyaretçilere açılmasını istedi.
Gaziantep 27 Gazetesi, 13.07.2011
|
VE GÖKÇEADA DA TAHRİP OLUYOR
Eski
Bademli, Gökçeada'ya bağlı tarihi bir Rum
Köyü. 2004'te 'Sit Alanı' ilan edilerek koruma
altına alındı. En fazla iki katlı taş yapılardan
oluşan köyün, denize kıyısı olan tarafında yükselen
Masi Club Otel, ada sakinlerinin
tepkisini çekiyor.
Yaklaşık bir yıldır Gökçeada Belediyesi'ne şikayette
bulunanlar, seslerinin duyulmasını istiyor. Imbros
Gönüllüleri'nden Penbe Turhan Ruşen "Bir süreliğine
ada dışına çıkmıştım. Döndüğümde gördüklerime
inanamadım. Adanın balkonu olan Bademli'nin yerine
bir otel koymuşlar. Hemen hemen tüm perspektifleri
kısıtlıyor. Bu akıl almaz bir durum" diyor.
Masi Club Otel'in bitişiğine yapılan ve tepki çeken
ek yapı için, Gökçeada Belediyesi tarafından 21
Aralık 2010 tarih ve 21 sayılı ek yapı ruhsatıyla 23
parselde, mimari dokuyu tahrip eden bir inşaat izni
verilmiş.
Gökçeada'yı Koruma Derneği Başkanı Stelyo Berber, bu
yapının bir şekilde yönetmeliklere uygun hale
getirildiğini söylüyor: "Kılıfına uydurmuşlar ve
koskoca bir tarihi mahfediyorlar. Sonuçta kağıt da
kalem de Belediye'nin elinde. Adanın en eski
yerleşim bölgesine bütün dokuyu bozacak bir bina
diktiler. Bu geri alınması gereken bir hata."
Imbros Gönüllüleri'nden Arif Ertik, otelin sahibinin
Yıldırım İnşaat olduğunu belirterek, otelin ilk önce
2000'de ev olarak tasarlandığını ama fazla büyük
olduğu için, otele dönüştürülmesi gerektiğini
söylüyor. Bu aşamada imar iznini alan Yılmaz İnşaat,
10 yıl sonra altı katlı inşaatı başlatıyor.
"Yıl 2010 oldu. Yılmaz İnşaat, 'Benim zaten imar
iznim var, neden burayı genişletmiyorum?' dedi ve
Gökçeada'nın tahribatı başladı. 150 kişi imza
topladık. Şikayetlerde bulunduk ama süreç, çıkarlar
doğrultusunda ilerliyor."
"1800'lerden kalan tarihi çeşmeyi yıktılar, yol
yaptılar. Yetkili kurumların, herhangi bir menfaati
kamuya ait olan tarihi ve doğa güzelliklerin
üzerinde tutmaya yasal hakkı yok."
Bademli Köyü, 'Sit Alanı' olarak ilan edilen tipik
eski bir Rum köyü. Ertik, köyün tümünün 'Sit Alanı'
olarak koruma altında olduğunu ama Masi Club Otel'in
bulunduğu bölgenin 2004'de 'Sit Alanı' olmaktan
çıkarıldığını belirtiyor.
Ruşen ise, "İnşaat izninin kaç metrekare zemine
uygulanmak üzere, kaç kat için verildiği, kurallara
uygun yapılıp yapılmadığı belli bile değil. Belediye
inşaata ait bilgilerin yer aldığı tabelayı herkesin
bilgi edinebileceği şekilde inşaat alanına koymuyor,
koyulmasına izin vermiyor. Adanın ve köylerin
karakteristik özelliği bozuluyor. Bir tarih daha yok
oluyor" diyerek tepkisini belirtiyor.
Adalıların talebi açık: "Hiçbir esasa uymayan bu
yapının yapımının durdurulması, eski iki katlı
haline getirilmesi ve inşaatın köyün dokusuna uygun
olacak şekle dönüştürülmesi."
Bunlar için henüz geç değil. Ada sakinleri,
taleplerinin gerçekleşmesi için ellerinden geleni
yapmaya kararlı.
Gökçeada Belediye'si ise, Masi Club Otel'in
bulunduğu bölgenin 'Sit Alanı' olmadığını, inşaatın
yasal olduğunu söylüyor.
Bianet, Haber: Işıl Cinmen, 12.07.2011
|
TRUVA SUSUZ KALDI
Her yıl dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen ortalama 500 bin kişinin ziyaret ettiği Truva antik kenti sınırları içinde kaldığı Tevfikiye Köyünün borcu nedeniyle susuz kaldı. Antik kentteki tuvaleti kullanan turistler ellerini yıkayamadan çıkmak zorunda kaldı. Bazı turistler ise sabunlu kalan ellerini antik kentin simgesi tahta Truva atının yanındaki çeşmenin borularında kalan suyla durulayabildi. Köye içme suyu sağlayan birliğe olan yaklaşık 25 bin TL’lik borcun ödenmemesi sonucu ortaya çıkan sıkıntı, antik kente gönderilen bir tanker su ile çözülmeye çalışıldı.
Tevfikiye Köyü Muhtarı Mehmet Er “İçme suyunu Grup İçme Suyu Birliği’nden sağlıyoruz. Yılbaşından bu yana bazı köylüler su parasını ödemediği için borcumuz birikti. Köylüden alacağımız para 25 bin lirayı buldu. Birliğe, şu an harman zamanı olduğunu söyleyip, borcumuzu ödemek için biraz zaman istedik. Ancak birlik buna rağmen suyumuzu kesti” dedi.
Sorun, Grup İçme Suyu Birliği’nin borç tahsilatı için ek süre tanıması ve köye su vermesiyle şimdilik çözüldü.
Milliyet, Haber: Burak Gezen - Ersan Küçükkuru, 12.07.2011
|
|
PARİON ANTİK KENTİNDE YAĞ KANDİL BULUNDU
Çanakkale’nin Biga
İlçesi'ne bağlı Kemer Köyü'nde
bulunan Parion antik kentindeki kazılarda, MS 2.
yüzyıl Roma dönemine ait olduğu bildirilen, ön
kısmında tiyatro maskı ve üzerinde yanık izleri olan
yağ kandili bulundu.
Kazı başkanı ve Atatürk Üniversitesi Arkeoloji
Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Cevat Başaran,
yaptığı açıklamada, yağ kandilinin, tiyatro
bölgesindeki kazılarda bulunduğunu söyledi.
Bronz döküm sapı ve ön kısmında da tiyatro maskı
bulunan yağ kandilinin, bölgede az rastlanılan
kaliteli bir işçilikle yapıldığını belirten Başaran,
”MS 2. yüzyıl Roma dönemine ait kandilin üzerindeki
figürden anlaşıldığı üzere, tiyatrodaki sanatçıları
temsil eden maskı o dönemdeki tiyatrocular yüzlerine
takarak alttan seslendirme yapıyorlar. O nedenle ses
çıksın diye ağız açık bırakılıyor” dedi.
Başaran, daha önce tiyatro bölgesindeki kazılar
sırasında çıkarılan friz parçalarına yeni örneklerin
eklendiğini, tiyatronun ön yüzündeki ana sahnenin
kendiliğinden ortaya çıktığını, frizin yavaş yavaş
tamamlanmaya başladığını ifade ederek, ”Frizde
temsili olarak Yunan mitolojisinde yer altı tanrısı
Hades, karısı Persophone’yi yer altı dünyasına
götürüyor. Hades’in Persophone’yi kaçırması, buna
yardımcı olan diğer tanrılar Afrodit, Artemis,
Athena’nın gözü önünde oluyor. Roma dönemini
aydınlatan bu sahnelere lahitler üzerinde
rastlıyoruz” diye konuştu.
Kazılar sırasında 2005 yılından bu yana on üçüncü
taş mezarın açıldığını dile getiren Başaran,
nekropol bölgesinde, MS 2.yüzyıla ait mezarda
unverteryumla alabastron kap bulunduğunu, kabın koku
kabı olarak kullanıldığını, asıl mezarın kapağının
oyulup tahrip edilerek kemiklerin bir yana
itildiğini ve mezarın ikinci kez kullanıldığını
belirlediklerini sözlerine ekledi.
Star, 12.07.2011
|
CUNDA'NIN KARŞISINDAKİ ADAYA İSKELE İZNİ YOK
Ayvalık Cunda Adası’nın karşısındaki 3 bin
metrekaresi Hazine’nin olan, 9 bin metrekarelik
araziye sahip Tavuk Adası, 2009’da emlakçı Dikran
Masis’e satıldı.
Adayı turizme açmayı planlayan Masis, üzerinde
şapeller bulunan rahibelerin dinlenme odalarından
oluşan 25 yapının restorasyonu ve Cunda’ya uzanan
bir iskele için proje hazırlattı. Geçen nisan ayında
tarihi yapıların restorasyonuyla işe başlandı.
Müze sergi salonu, dinlenme odaları, kafeteryadan
oluşan restorasyon projesindeki 25 metrelik
iskelenin yapılması, Dalyan Boğazı’nı daraltacağı ve
büyük tonajlı teknelerin geçemeyeceği gerekçesiyle,
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın kurduğu tarafından
oluşturulan komisyonca reddedildi.
Ayvalık Adaları Koruma Platformu Sözcüsü Havva
Taylan, Tabiat Parkı için hazırlanan revizyon
planına karşı çıkmalarının en büyük nedeninin hazine
arazilerinin satışında önceliğin yanındaki arsa
sahibine verilmesi olduğunu söyledi.
Güney Marmara Çevre Derneği (GÜMÇED) Şube Başkanı
Mehmet Akif Öznal ise, Tabiat Parkı’na son dönemde
ilginin şaşırtıcı şekilde arttığını söyledi. Öznal,
“Tabiat Parkı için hazırlanan plan değişikliğinin bu
ilgiyle bağlantılı olduğunu düşünüyoruz. Gelişmeler
yörede yaşayan biz yurttaşları tedirgin ediyor.
Türkiye’deki arazilerin sadece yüzde 1’i koruma
altında. Bari buralar korunarak, doğal yapısı
bozulmasın” diye konuştu.
Hrriyet Ege, Haber: Tuncel Yılmaz, 12.07.2011
|
ADANA'DA BİR TARİH DOĞUYOR
Adana’nın Ceyhan
İlçesi'nde Çukurova tarihine ışık
tutan Tatarlı Höyüğü’ndeki 3.500 yıllık Kizzuwatna
Uygarlığı’na ait antik kentin gün yüzüne
çıkartılması için 5. dönem kazı çalışmalarına
başlandı.
Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) Fen Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Serdar
Girginer AA muhabirine yaptığı açıklamada, Tatarlı
Höyüğü’nde bu yıl beşincisi yapılan kazı
çalışmalarına 22 kişilik bir ekiple başladıklarını
söyledi.
Girginer, çalışmalarını bakanlık, üniversite ve
Ceyhan ilçe belediyesinin katkıları ile
sürdürdüklerini belirterek, kazılarda Kizzuwatna
Uygarlığı’na ait kentin gün ışığına çıkarmaya
çalıştıklarını ifade etti.
Adana’nın yaklaşık 50 kilometre doğusunda Ceyhan
İlçesi sınırları içinde yer alan Tatarlı (Yedioluk)
Köyü'nde yaklaşık 3 dönümlük bir alanda 2007 yılından
bu yana çalışmalarını yürüttüklerini anlatan
Girginer, ”Bugüne kadar yaptığımız kazı
çalışmalarında 316 adet envanter değerdeki esere
ulaşarak Adana Arkeoloji Müzesi’ne teslim ettik”
dedi.
Girginer, Tatarlı Höyüğü’ndeki kazı
çalışmalarının Kizzuwatna Uygarlığı hakkında yeni
bilgilerin elde edilmesini sağladığını dile
getirerek, şu bilgileri verdi:
”Höyük, özellikle MÖ II. bin yıl arkeolojisine
çok yeni veriler veren, hatta bazı kronolojik
sorunları da çözmeye aday bir kazının merkezi
durumuna geldi.
Höyük, Hititlerle çağdaş dönemlerde uzun bir süre
bağımsız bir ülke olarak varlığını sürdüren, son
dönemlerinde Hititlerin hakimiyetine giren, ancak
Hitit dünyası ile hiçbir zaman kültürel bağlarını
koparmayan Kizzuwatna’nın en önemli yerleşmelerinden
birisidir. Bunun dışında esas kültürel anlamda bağlı
bulunduğu bölge Amanosların doğusunda yer alan Kuzey
Suriye’dir. Tüm bu bölgede Çukurova yerli
insanlarının dışında Hurri halkı yaşamaktadır.
Tatarlı Höyük’ün Kizzuwatna Ülkesi’nin
MÖ II. bin
yıl yazılı belgelerinde adı geçen önemli
yerleşmelerinden birisi olması gerekmektedir. Bu
düşüncelerle gerek MÖ II. bin yılda, gerek Demir
Çağı’nda ve gerekse Hellenistik Dönem’de Tatarlı
Höyük hep kutsal özellikler sunmaktadır.
Çalışmalarımız esnasında bulduğumuz eserler ve bu
eserlerin bize verdiği bilgiler de hep bu yönde.”
Serdar Girginer, geçen yıl kazıların çok verimli
geçtiğini belirterek, gün ışığına çıkardıkları Orta
Tunç Çağı verileri içinde Suriye kültürüne özgü
kutsal törenlerde kullanılan kaplara, aplike edilen
tanrıça heykelcikleri, geç Hitit Dönemi’ne ait
kutsal bir mekanda kullanılan dini tapınma tasvirli
levha ve Zeus’un pişmiş topraktan büstünün bölge
için çok önemli olduğunu bildirdi.
Yörenin bir dokuma merkezi olduğunu kanıtlayan
bulgulara da ulaştıklarını anlatan Girginer,
”Buluntular arasında yine her döneme ait çok sayıda
ve çeşitli tiplerde tezgah ağırlıkları bulunuyor. Bu
da bölgenin en azından 2 bin 500 yıllık dokuma
merkezi olduğunu bize gösteriyor. Kesin olmamakla
birlikte, 4 yıllık kazılar sonucunda karşımıza çıkan
tüm veriler Tatarlı Höyük’ün Hititlerin Kizzuwatna
ülkesinde yer alan önemli kutsal merkezi Lawazantiya
ile aynı olabileceğini düşündürmektedir” dedi.
Girginer, kazı yaptıkları şehrin Hitit döneminde
çok büyük bir kent olduğunu vurgulayarak, ”İlerleyen
yıllarda ulaşacağımız eserlerle burası Boğazköy,
Alacahöyük, Efes gibi çok cazip bir turizm merkezi
haline gelecek. Çünkü çıkardıklarımız eserler
sergilenecek. Çevre düzenlemesi de yapacağız ve
burayı turizme kazandıracağız” diye konuştu.
Sabah, 12.07.2011
|
ATLANTİS BULUNDU MU?
Bilim insanları, petrol şirketlerinin
okyanuslarda yaptığı keşiflerde topladığı verileri
bir araya getirerek son yılların en heyecan verici
keşiflerinden birine imza attı. Jeologlar, Kuzey
Atlantik Okyanusu’nda deniz tabanının altında, şekli
tıpkı kayıp kıta Atlantis’i andıran bir ada
keşfetti.
56 milyon yıl öncesine uzanan
coğrafi oluşumda nehir yatakları ve dağlar bulunduğu
belirtildi. Nature Geoscience dergisinde yayımlanan
araştırma ekibinin başındaki isim, Cambridge
Üniversitesi’nden Nicky White, “Deniz yatağının
yaklaşık 2 kilometre altında antik bir kara parçası
duruyormuş gibi görünüyor” dedi.
Söz konusu kara parçası, İskoçya’nın
açıklarında bulunan Orkney-Shetkand Adaları’nın
batısında keşfedildi. Kapladığı alan yaklaşık 10 bin
kilometre kare olan esrarengiz adanın İskoçya’yı
oluşturan kara parçasına ait olabileceği, hatta
Norveç’e kadar uzandığı düşünülüyor.
OKYANUSUN DİBİNDE YATAN HAYAT
Bilim insanlarının yaptığı keşif,
okyanus tabanı ve derinliklerine inen ses
dalgalarını kullanan sismik ölçümler sayesinde
yapıldı.
Araştırma ekibindeki Ross Hartley,
sismik verilerle oluşturulan haritanın, efsanevi
Atlantis adasını anımsattığını belirtti.
Araştırmacılar, esrarengiz kara
parçasında sekiz büyük nehir ortaya çıkarırken,
okyanus tabanının altından taş örnekleri topladı.
Örneklerde çiçek poleni ve kömüre rastlanması, kara
parçasında yaşama olanak veren bir coğrafi yapı
olduğunu savundu.
White, “deniz tabanının altında
küçük fosiller gibi deniz yaşamına ait örnek
bulduklarını, bunun da keşfedilen kara parçasının
bir zamanlar su seviyesinin üzerinde olduğunu,
sonradan denize dibine çöktüğünü gösterdiğini”
belirtti.
White, bu durumun önemli bir soruyu
akıllara getirdiğini söyledi: “Kara parçasını suyun
üzerine çıkaran, ardından 2.5 milyon yıl içinde
tekrar okyanusun dibine gömen etki neydi?”
Araştırmacılar, 2.5 milyon yılın jeolojik açıdan
kısa bir süre olduğuna dikkat çekti.
NASIL SU YÜZÜNE ÇIKTI
White ve ekibi, esrarengiz kara
parçasının bir zamanlar su yüzüne çıkmasını sağlayan
etkinin, okyanus tabanındaki yanardağ faaliyeti
olduğunu düşünüyor. Dünyanın çekirdeğinden okyanusa
hareket eden lav ve diğer materyalleri taşıyan
oldukça sıcak akım, bazen daire veya mantar şeklini
alarak okyanus tabanında yükseliyor.
Araştırmacılar, bu tür bir akımın
keşfedilen kara parçasını yaklaşık 30 milyon yıl
öncesinde okyanusun yüzeyine taşıdığını düşünüyor.
Esrarengiz kara
parçasının ortasında, kıvrımlı bir nehir yatağı
bulunuyor.
Hürriyet, 12.07.2011
******
KAYIP ADA ATLANTİS HAKKINDA TEORİLER
Yunanlı ünlü filozof
Plato’nun ilk olarak 2000 sene önce bahsettiği
Atlantis, o günden bu yana insanların gerçekten var
olup olmadığını tartıştıkları efsanevi bir kıta.
Bazıları Plato’nun yazdıklarının gerçek olduğunu
kabul ederken, bazıları ise var olmuş bir
medeniyetin ardından iz bırakmadan yok olması
fikrini kabul etmiyor. Plato, notlarında Atlantis’in
Kuzey Afrika ve Asya’nın birleşimi kadar büyük
olduğunu belirtiyor. Bu kadar büyük bir kıtanın
tamamen gözlerden kaybolması pek akla yatkın
değilken, bilim dünyası bugüne kadar kayıp kıta
hakkında somut bir delil elde edemedi.
Bu konuda araştırmalarını sürdürenler, Atlantis’in
nerede bulunmuş olabileceği sorusunu soruyor. Ortaya
atılan teoriler, kayıp kıtanın Okyanusya’dan
Antarktika’ya kadar birçok yerde bulunduğunu iddia
ediyor. ABD'li araştırmacı Jeff Danelek, bu
teorilerden bazılarını değerlendirdi:
Birçok bilim insanı ve
tarihçiye göre, Plato’nun ünlü diyalogları Critias
ve Timaeus’da bahsettiği son derece zengin bir
uygarlık olan Atlantis tamamen kurgu ürünü. Bu fikri
savunanlar, Plato’nun tanrılara sırtını çevirerek
yok edilen bir uygarlıktan bahsederek, bu şekilde
aynısını yapmaya cüret edecek insanları uyardığını
ve onları aydınlattığını savunuyor.
Plato, notlarında Yunan
Tanrısı Poseidon’un Atlantis’in ilk kralının kızı
olan Atlas’a aşık olduğunu anlatıyordu. Plato’nun
notlarında ayrıca Atlantis’in 12,000 yıl önce Yunan
ve Doğu Akdeniz’den gelen toplumlar tarafından
yenilgiye uğratıldığı yer alıyor. Ancak bu tarih ilk
uygarlıkların bile görülmeye başladığı tarihin
öncesine düşüyordu.
Plato notlarında
binlerce yıl önce tüm dünyayı etkisi altına alan
büyük bir sel felaketinden bahsetmişti. Bu felaketin
ardından hayatta kalan insanlar yeni uygarlıkların
temelini atmıştı. Buna dayanarak, Plato’nun
Atlantis’i sel felaketinin ardından yeni oluşan
uygarlıklardan biri olarak değerlendirdiği
düşünülebilir.
Böylece, Plato’nun
yaşadığı zamandan 10 bin yıl önce büyük bir sel
felaketi yaşanmış olduğunu da düşünebiliriz.
Bazılarına göre bu son Buz Devri’nde eriyen
buzulların neden olduğu dev okyanus dalgaları veya
Dünya’ya düşmüş bir meteordan kaynaklanıyor.
Bu teori ilk olarak
1882 yılında yazdığı “Atlantis, the Antediluvian
World” adlı kitapta yazar Ignatius Donnelly
tarafından ortaya atıldı. Donnelly, Atlantik
Okyanusu’nun derinliğini sadece birkaç yüz metre
olarak tahmin etmiş ve okyanus tabanının nadiren
dikey olarak yüzeye doğru hareket ettiğini
düşünmüştü.
Atlantik’in
kilometrelerce derinliğe sahip olduğu ve kıtalar
oluşturacak kadar yükselme hareketleri yapmadığı
keşfedilene kadar, Donnelly’nin teorisi birçoklarına
mantıklı geldi. Bugün bazıları, Plato Atlantis’i
eski adıyla “Herkül’ün Sütunları” olarak bilinen
Cebelitarık Boğazı’nın dışına yerleştirdiği için
hala Atlantik’te aramaktadır.
Bilimsel açıdan biraz
doğruluk payı içerdiği öne sürülen bir teori,
Plato’nun Atlantisliler olarak bahsettiği insanların
bir zamanlar Yunanistan’ın Girit Adası’nda yaşamış
Minos uygarlığı olduğu. Minos uygarlığı, MÖ 1,600
yılında bugün Santorini Adası olarak bilinen Tera'da
yaşanan dev volkanik patlamada neredeyse dünyadan
silindi. Patlama ayrıca Akdeniz kıyılarında dev
tsunamilerin oluşmasına neden oldu.
Tanrıların öfkesinden
kaynaklandığına inanılacak bu tür bir felaket,
mutlaka Mısırlıların kayıtlarına geçer ve olaydan
1,000 yıl sonra yaşamış olan Plato’nun mitolojisine
dahil olurdu. Bir hipotez, yüzyıllarca anlatılan bu
olayın abartılarak Plato’nun kulağına farklı bir
şekilde gittiği. Kısaca, yaşanan felaket çok büyük
ve zengin bir ada uygarlığının üzerinde odaklanarak
anlatılmış olabilir.
Kabul edilen bir diğer
teori, Atlantis’in yine Plato’nun dünyaya
gelmesinden binlerce yıl önce meydana gelen bir
olaydan uydurulmuş bir şey olduğu. Bu sefer
hayallere kaynak oluşturan olay MÖ 5,600 senesinde
Akdeniz’in Boğazları aşarak Karadeniz’de büyük bir
sele neden olması.
Bu olay gölü bir deniz
haline getirdi ve bu değişime tanık olan insanların
üzerinde büyük bir etki yaptı. Bu insanlar yükselen
sulardan kaçarak yaşadıkları yerleri terk etmek
zorunda kaldı.
Zamanla, oldukça abartılan bir öyküye
çevrilen olay Plato’nun hayal gücünü etkiledi.
Kutup noktalarının
kaymasıyla Dünya’nın çok büyük felaketlerle
karşılaşabileceğini öne süren ABD’li akademisyen
Charles Hapgood, yerkabuğunun yaklaşık 12 bin yıl
önce kaymış olabileceğini öne sürmüştü. Hapgood’a
göre, yerkabuğu her bin yılda yeraltındaki basınçtan
dolayı kayıyordu. Hapgood, bu düşüncelerine
dayanarak Atlantis’in bir zamanlar Dünya’nın çok
daha kuzeyinde bir noktada yer aldığını ve ılıman
bir iklime sahip bu kıtada çok nüfuslu bir
uygarlığın yaşadığını öne sürdü.
Ancak kutup
noktalarının yer değiştirmesi Atlantis’i buz çağının
göbeğine düşürdü ve koca kıta bugün yaşamın olmadığı
Antarktika’ya döndü. Bazıları bu teoriyi mantıklı
bulsa da, yerkabuğunun Hapgood’un bahsettiği kadar
ani ve büyük değişimlere neden olacak şekilde
kayması bilimsel olarak desteklenen bir şey değil.
Şaşırtıcı şekilde,
antik bir ada uygarlığına ait inanışları olan tek
uygarlık Yunanlılar değildi. Hindistan ve Asyalı
toplulukların, Hint Okyanusu’nda bir zamanlar var
olmuş olduğuna inandığı Lemurya adında bir kıta
vardı. Bu fikir, ilk olarak 19’uncu yüzyılda yaşamış
zoolog Philip Sclater’den geldi.
Sclater, incelediği
hayvanların orijinlerinde kopukluk olduğunu ortaya
çıkarınca bir zamanlar Madagaskar ve Hindistan’ın
birleşik olabileceği fikrini ortaya attı. İki kara
parçasının oluşturduğu kıta ise Lemurya’ydı. Ancak
tektonik hareketlerden pek anlamayan Sclater, Hint
Okyanusu’nda bahsettiği kıta değişimini
destekleyecek hiçbir jeolojik değişimin gözlenebilir
olmadığını fark etmedi.
Mu, Atlantik veya
Pasifik Okyanusu’nda var olduğu düşünülen bir kıta.
Kıta’nın, insanlığın ortaya çıktığı dönemin
başlarında yok olduğu ve geride kalan insanlarının
kıtalara dağılarak ileriki uygarlıkların temelini
attığına inanılıyor. Bugün ise bilim insanları Mu,
Atlantis veya Lemurya gibi adalar hakkında ortaya
atılan teorileri reddediyor.
Çünkü bahsedildiği
kadar büyük kıtaların çok kısa zamanda okyanusun
dibini boylaması bilimsel olarak destek görmüyor.
Ayrıca, tarih boyunca elde edilen arkeolojik ve
genetik bulgular, Eski Dünya (Asya-Avrupa) ve Yeni
Dünya’da (Amerika) ortaya çıkmış uygarlıkların aynı
atalardan geldiklerini ortaya koyuyor.
Eğer Buz Çağı’na ait
bir Dünya haritasına bakılırsa, o dönem Kuzey
Amerika ve Avrupa’nın çoğunu oluşturan dev buz
dağlarının barındırdığı su sayesinde okyanus
seviyelerinin 60 metre civarında alçak olduğu
anlaşılır. Aynı dönemde, bugün takımadalar halinde
bulunan Endonezya, Avustralya’dan Hindistan’a kadar
uzanan Batı Avrupa büyüklüğünde bir kara parçasıydı.
Ilıman iklimi, tropikal bitki örtüsü ve geniş yaşam
alanı, bir uygarlığın ortaya çıkması için çok uygun
bir yerdi.
Belki de o zamanlar çok
ileri teknoloji elde etme noktasına kadar gelen bir
uygarlık ortaya çıktı ve sonunda kendi kendini yok
etti. Zamanla yükselen sular da bu uygarlıktan kalan
kalıntıların üzerini örttü. Tabii bu teori, dünyanın
dört bir yanındaki farklı kültürler için çok
gelişmiş ve sonradan yok olmuş uygarlıklara ait
hikayeler üretmek için kullanılabilir.
Plato’nun bir zamanlar
Atlantik Okyanusu’nda bir kıtanın var olduğuna
yönelik notları, kolayca ortadan kalkabilecek bir
düşünce değil. Bugün Afrika kıyılarından Güney ve
Kuzey Amerika açıklarına ve Avrupa kıyılarına kadar
Atlantik Okyanusu’nda bulunan kara parçaları bu
düşüncenin parçası olabilir. Ancak bu ada devletler
ve kara parçaları büyüklük açısından dikkate
alınacak bir özellik taşımadıkları gibi, bugüne dek
üzerlerinde gelişmiş bir uygarlığın yaşadığına dair
bir iz bulundurmuyorlar.
Bahama Adaları’nın
açıklarındaki Bimini Adası’nda 1968 yılında
keşfedilen insan yapımına benzeyen rıhtım, elde
edilen tek modern bulgu. Ancak bazı bilim insanları
bunun bile kayaların doğal düzeninden oluştuğunu öne
sürüyor. Bermuda Şeytan üçgeni ise, pek destek
görmeyecek bir teori olarak çok arkalarda kalıyor.
Hürriyet, 12.07.2011
|
SAKLI HAZİNE: YARIMBURGAZ MAĞARALARI
2007 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla yüzey
araştırması yapılıp 2009 yılında kazılmaya başlanan
Küçükçekmece Göl Havzasında bulunan Bathonea kazı
sahası ve dünyanın en önemli mağaraları arasında
gösterilen Yarımburgaz mağaralarına, bir inceleme
gezisi düzenlendi.
Geziye; İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, İl
Özel İdaresi Genel Sekreteri Sabri Kaya, Avcılar
Kaymakamı Savaş Tuncer, Küçükçekmece Kaymakamı Orhan
Öztürk, Başakşehir Belediye Başkanı Mevlüt Uysal,
Küçükçekmece Belediye Başkanı Aziz Yeniay, Avcılar
Belediye Başkanı Mustafa Değirmenci, İstanbul İl
Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Emre Bilgili, Kocaeli
Üniversitesi Rektör Yrd. Prof.Dr. Hasret Çomak,
KKTC Üniversitesi Rektör Yrd. Prof.Dr. Ülker Vancı
Osam, Kocaeli Üniversitesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı
Bölüm Başkanı Prof.Dr. Ümit Biçer ve çok sayıda
basın mensubu katıldı.
Geziye katılanlar, İstanbul’un yeni tarihi
yarımadası olmaya aday olan Bathonea kazıları
hakkında, kazının başkanlığını yürüten Kocaeli
Üniversitesi’nden Yrd. Doç.Dr. Şengül Aydıngün
tarafından bilgilendirildi.
Bathonea’da 2500 yıllık Bizans, Roma, Osmanlı
imparatorlukları ile ilgili pek çok kalıntı
çıkacağının umulduğunu belirten yetkililer, burada
yapılacak arkeolojik çalışmanın belki de 20 yıldan
fazla süreceğini ve hem İstanbul tarihi hem de dünya
tarihi açısından birçok bulguya ulaşılabileceğini
belirtti.
Mutlu: “Hep ifade ediyoruz; İstanbul bir kültür
şehridir diye. Burası, İstanbul’un tarih ve kültür
şehri olduğunun kanıtıdır. Çalışmalar İstanbul’un
arkeolojik tarihine de çok önemli bir katkıdır.
Çalışmaları derinleştirerek, bu alanı İstanbul için
tarih ve gezi alanı yapacağız. Tarihe ve geçmişe
borcumuz var. Eserlerimiz, bugüne kadar korunduğu
gibi bundan sonra da iyi korunmalıdır.” dedi.
Vali Mutlu ve beraberindeki ekip Bathonea’dan
sonra Küçükçekmece Gölü’nün yakınlarında ve
Başakşehir İlçesi'ne bağlı Altınşehir mahallesinin
yakınlarında bulunan Yarımburgaz mağaralarına geçti.
Başakşehir Belediye Başkanı Mevlüt Uysal ve diğer
yetkililerden mağaralar hakkında bilgi alan İstanbul
Valisi Hüseyin Avni Mutlu; “Dünyanın ilk 10
arkeolojik kalıntı alanı arasında gösterilen
Bathenoea’da gezi yaptık. Burası ise oluşumu
itibariyle, mağara turizmi açısından önemli bir yer,
ancak bugüne kadar değerlendirme imkanımız olmadı.
Burası 750 metre uzunluğunda bir mağara. Burayı bir
ören yeri haline getirerek Türk turizmine sunmamız
gerekir. Bu konuda Kültür Bakanlığı çalışmalarını
sürdürmektedir. Biz de yerelde neler yapabiliriz
bunları düşünmekteyiz. İl Özel İdaresi ve İlçe
Büyükşehir Belediyesi olarak bugün gezdik,
bilgilendik. Bundan sonra neler yapabiliriz, bunları
değerlendireceğiz.” dedi.
Bathonea’daki kazıyı, Kocaeli Üniversitesi adına
Yrd. Doç.Dr. Şengül Aydıngün’ün başkanlığında,
İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Prehistorya
Ana Bilim Dalı Öğretim Görevlisi Dr. Emre
Güldoğan’ın başkan yardımcılığında, KKTC Doğu
Akdeniz Üniversitesi Sualtı Görüntüleme ve Araştırma
Merkezi Başkan Yardımcısı Hakan Öniz, Lahey, Viyana
Bilimler Akademisi, Madrid Autonoma Üniversiteleri
ile Türk Üniversitelerinden pek çok bilim dalından
uzmanlar yürütüyor. 2009 yılından itibaren değişik
üniversitelerden bir kısmı kazı alanında, bir kısmı
kazı evlerinde, bir kısmı ise üniversitelerin
laboratuarlarındaolmak üzere 71 bilim adamı hizmet
veriyor. Bunun yanında 25 öğrenci, 40 işçi de kazı
alanında çalışıyor. Şimdiye kadar 2000 m2 alan
kazıldı ve 7 kazı açması yapıldı. Antik yol ve
meydan temizliği gerçekleştirildi.
Buradaki kazılar, uluslararası arkeoloji
dünyasında da dikkatle izleniyor. Amerikan Arkeoloji
Enstitüsü resmi yayını “Archaeology” dergisi, 2009
yılının en önemli arkeolojik keşifleri listesinde
Bathonea’yı ilk on içinde gösterdi. Dergide, 2009
yılında Türkiye’den sadece Bathonoea kazısı yer
bulabildi. Bunun yanında İngiliz “Heritage Key” adlı
Kültürel Miras Kurumu ve Independent de, buradaki
kazıları 2009 yılının dünyanın dördüncü büyük keşfi
olarak gösterdi.
YARIMBURGAZ MAĞARALARININ ÖNEMİ
Geçmişi Paleolitik çağa uzanan Yarımburgaz
Mağaraları Avrupa’nın en eski yerleşim alanlarından
biri. İstanbul’un 22 kilometre kuzeybatısında
Küçükçekmece Gölü’nün 1.5 kilometre kuzeyinde,
Altınşehir mahallesi civarında ve Kayabaşı-Şamlar
Köyü yolu üzerinde yer alıyor. Denizden yüksekliği
ortalama 15 metre olan mağaralar, 1838′den günümüze
dek birçok jeolog ve antropolog tarafından
incelendi.
Yakındoğu ve Avrupa’nın da en eski buluntu
yerlerinden biri durumunda olan Yarımburgaz
Mağaraları, Türkiye’de insanla ilgili en eski
buluntuları tabakalaşmış olarak vermesi bakımından
büyük bir öneme sahip. Bugünkü veriler, Yarımburgaz
Mağaralarının Ota Pleistones diye adlandırılan ve
günümüz öncesi 730 bin ile 130 bin yılları arasını
kapsayan dönemin ikinci yarısında, insanlarının
burayı belirli bir süre barınak olarak
kullandıklarını gösteriyor. Mağaranın değişik
kesimlerinde yapılan kazılardan elde edilen
bulgularda, alt paleotik çağdan Bizans dönemine
kadar çeşitli zamanlarda yerleşmeler olduğu
anlaşılıyor.
Uzmanlar, mağara duvarlarında bulunan gemi
resimlerinin, çok eskiden burada yaşayan insanların
denizcilikle uğraştığını gösterdiğini söylüyor.
Bulgulara göre eskiden fırtınalı havalarda
Küçükçekmece Gölü’ne giren tekneler, mağaranın
yanına yanaşarak yüklerini buraya boşaltıyordu. Daha
sonraları gölü denize bağlayan boğazın daralması ve
mağaraya doğru sokulan dere ağzının dolmasıyla bu su
yolunun önemini yitirdiği sanılıyor.
En eski insan yerleşimi olan mağara, göle
kuzeyden inen bir vadi yamacında iki büyük galeri
olarak başlıyor. Bu iki galerinin altta olanı vadi
tabanından 15 metre yükseklikte. İki galeri
birbiriyle, geniş ve eğimli bir koridorda buluşuyor.
Alttaki galeriden kuzeydoğuya doğru uzanan mağara
ileride iki kola ayrılıyor. Sağdaki kol daha uzun ve
genişçe bir dehlizden sonra takip edilemeyecek
şekilde daralıyor. Uzunluğu yaklaşık 1 kilometre
olan mağaranın içinde, tavan yükseklikleri 15
metreyi bulan odalar bulunuyor. Salonlarının birinin
duvarında kırmızı kille yapılmış dümenli kayık
resimleri yer alıyor. Başakşehir ilçe sınırları
içindeki birinci derece arkeolojik SİT alanında
bulunan ve Avrupa’nın en eski yerleşim alanlarından
olan Yarımburgaz Mağaraları’nın çevre şartlarının
iyileştirilmesi ve bölgeye ilişkin dikkatin
arttırılarak geziye açılacak duruma getirilmesi,
ülke turizmi açısından da büyük önem taşıyor.
Gazeteport, 12.07.2011
|
İZNİK, TURİZM BÖLGESİ İLAN EDİLMEK İSTİYOR
İznik Belediye Başkanı Kadri Eryılmaz,
ilçelerinin kısmi turizm bölgesi ilan edilmesini
istedi. Eryılmaz, İznik'i çinicilik ve turizm
alanında dünya çapında tanıtmak istediklerini
belirtti.
Bursa'da Botanik Park'ta basın
toplantısı düzenleyen Başkan Kadri Eryılmaz, 16-23
Temmuz tarihleri arasında yapılacak olan 2.
Uluslararası İznik Festivali hakkında bilgi verdi.
Eryılmaz, İznik'i çinicilik ve turizm alanında dünya
çapında tanıtmak istediklerini kaydetti.
Eryılmaz, geçen seneki festivalden sonra İznik'i
ziyaret eden kişi sayısında büyük artış olduğuna
dikkat çekerek, "Hafta sonları İznik'te müthiş bir
yoğunluk hissediyoruz. Bazen 22 binlik nüfusumuz
turistlerle 100 bini buluyor. Bu güzel bir gelişme,
ancak bu beraberinde bazı sıkıntıları da getiriyor"
dedi.
Eryılmaz, her yıl düzenledikleri festivalle İznik'i
dünyaya tanıtma fırsatı bulduklarını, ancak yatak,
otopark, lokanta sayısındaki azlık sebebiyle
potansiyellerini kullanamadıklarının altını çizerek,
"İznik, 4 medeniyete ev sahipliği yapmış, tacı
elinden alınmış bin kentimizdir. Maksadımız bu tacı
tekrar İznik'e takmak. Biz İznik olarak kısmi turizm
bölgesi ilan edilmek istiyoruz. Kısmi turizm bölgesi
ilan edilelim ki yatak sayımız artsın, alt yapı
meselemiz çözülsün. Turizmciler teşvik kapsamına
alınmadan maalesef yatırım yapmak istemiyor" diye
konuştu.
Festival yönetmeni Faruk Akkaya
ise, hedeflerinin dünya genelindeki 7 bin festival
içinde ilk 50 festival arasına girmek olduğunu
kaydetti. İznik'in dünya medeniyeti açısından çok
önemli bir kültür şehri olduğunu ifade eden Akaya,
"İznik, ilk konsilin toplandığı, İncil'in 80'den 4'e
indirildiği, dünyanın ilk kubbeli mabedinin
yapıldığı, 4 medeniyete ev sahipliği yapmış bir yer.
Bu yüzden İznik'i dünyaya tanıtmak en önemli
görevlerimizden biri" dedi.
İznik Festivali, 16 Temmuz
Cumartesi Yenişehir-İstanbul Kapı'daki kortej
yürüyüşüyle başlayacak, çeşitli ülkelerin halk
dansları ile devam edecek. Festivalde çeşitli
animasyon gösterileri yapılacak. Müzik grupları bir
dizi konser verecek. 22 Temmuz Cuma saat 14:00'da
ise Şehit Sedat Pelit Parkı'nda ata sporumuz olan
yağlı güreş müsabakaları yapılacak.
Festivalin son günü saat 09:30
İzzet Peşte Su Sporları Eğitim Merkezi'nde kürek
yarışları ile yüzme yarışları, saat 22:00'da ise
Ayasofya önünde Murat Göğe Bakan konseri ile
festival son bulacak.
Turizm Gazetesi, 12.07.2011
|
SİVRİHİSAR'DA HEYKEL MÜZESİ AÇILIYOR
Sivrihisarlı heykeltıraş Metin Yurdanur'a ait
Sivrihisar'daki tarihi konak Türkiye'nin ilk
heykel müzesi olacak.
Geçtiğimiz hafta sonu Sivrihisar'a giden
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay,
Metin Yurdanur'a ait tarihi konağı ziyaret
etti. Yurdanur, konağın süresiz olarak
Sivrihisar Belediyesi'ne devredileceğini
belirterek, belediye tarafından restorasyonu
yapıldıktan sonra Türkiye'nin ilk heykel
müzesi olacağını söyledi. Bakan Günay da
Surp Yerortutyun Kilisesi'nin
restorasyonunun devam ettiğini ifade ederek,
"2011 yılı sonu itibarıyla restorasyon
çalışmaları tamamlanacak. Böylelikle
Sivrihisar'a hem bir anıt müze hem de burada
çeşitli müzik etkinliklerinin,
konferansların ve söyleşilerin yapılacağı
bir kültür merkezi kazandırmış olacağız.''
dedi.
Zaman, 12.07.2011
|
TARİHİ KAYSERİ GAR
BİNASI, BAŞKANLIK MAKAMI OLACAK
Kayseri
Kocasinan Belediyesi´nin, Devlet Demiryolları Genel
Müdürlüğü ile yaptığı anlaşma çerçevesinde, tren
yolunun ve garının şehir dışına taşınma çalışması
tamamlanma aşamasına geldi.
Şehir dışına taşınan tren yolunda raylar döşendi,
istasyon binası ihale edildi. Bu çalışmaların yanı
sıra koruma altına alınan tren garı binasının
sembolik olarak Büyükşehir Belediyesi Başkanlık
makamı ya da müze olarak kullanılması düşünülüyor.
Kocasinan Belediye Başkanı Bekir Yıldız, tren
yolunun şehir dışına taşınması yönündeki
çalışmaların büyük bir hızla devam ettiğini
açıklayarak, yeni tren yolunun raylarının da
döşenerek tamamlandığını açıkladı. Yıldız, 60 milyon
liralık ilk ihalede yol taşıma çalışmasının
arkasından yeni istasyon binasının yapımı için de
ihale yapıldığını belirtti.
Yıldız, tren yolu ile ilgili yapılan çalışmalar
hakkında şu bilgileri verdi: "Demir yollarının
rayları döşendi. İstasyon binası ihale edildi. 60
milyon lira ihale edilen yol yapımı tamam. İstasyon
yapımı ve yolun yüzde 20´lik kısmı 42 milyon liraya
ihale edildi. Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğü,
bu ihale sonrasında işlerin bitmesiyle gelecek yıl
yeni gar binasına taşınacağını düşünüyoruz.
Taşınmadan sonra bizde güzergahtaki tren yolunu
kaldıracağız. "
Başkan Bekir Yıldız, mevcut tren garındaki bazı
binaların koruma altına alındığını ifade ederek,
"Buradaki binalardan bazıları Anıtlar Kurulu
tarafından tescil edildi. Bunlar korunacak. Diğer
binalar yıkılacak. Merkez gar sembolik olarak
Büyükşehir Belediyesi başkanlık makamı olarak
kullanılması düşünülüyor. O şekilde
değerlendirilmesi yönünde teklifler var. Yine
burasının müze olması yönünde düşünce ve teklifler
var. Gerçekten tren garı 1929 yılında Almanlar
tarafından yapılan binadır. Tarihi bir yapı. Burası
başka maksatla kullanılacaktır. Diğer binalarla
birlikte burası da hem elden geçirilecek hm de bir
şekilde kullanılacak. Buna o zaman karar veririz. "
diye konuştu.
Kayseri Gündem, 12.07.2011
|
ROMA TİYATROSUNDA KAZILAR BAŞLIYOR
Uzun süredir
polemik konusu olan Roma Tiyatrosu kazı çalışmaları
start alıyor. Bu çalışma ile ilgili olarak Bursa
Vali yardımcısı Adnan Kayık, Belediye Başkanı Kadri
Eryılmaz, İl Kültür Turizm Müdürü Ahmet Gedik, U.Ü.
Fen ve Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı
Prof.Dr. Mustafa Şahin, İznik Müze Müdürü Mehmet
Yıldız ve Araştırma Görevlisi Ahmet Ali Altın Roma
tiyatrosunda incelemelerde bulundular.
İl Kültür Turizm Müdürü Ahmet Gedik “ Gerekli
izinlerin alınıp ve kazı ekiplerin oluşturulduğunu
çalışma grupları için yapılacak ihale sonucunda
çalışmalara başlanacağını söyledi.
Kazı başkanı ilçe Müze Müdür Vekili Mehmet
Yıldız, U.Ü. Fen ve Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü Doç.Dr. İbrahim Hakan Mert, Doç.Dr. Arzu
Öztürk, Öğretim Görevlisi Dr. Derya Şahin, Öğretim
Görevlisi Reyhan Şahin, Araştırma Görevlisi A. Ali
Altın ve 20 kişiden oluşan öğrenci ekibinden oluşan
ekip, yakın zamanda çalışmalarına başlayacak. İznik
Belediye Başkanı Kadri Eryılmaz yaptığı açıklamada
“İznik Belediyesi olarak Roma tiyatrosunun ayağa
kalkması için elimizden gelen yardımı yapacağız”
dedi.
iznik.gen.tr, 11.07.2011
|
|
MARDİN KALESİ 20 MİLYON LİRAYA RESTORE EDİLECEK
Soğuk savaş döneminde uzun yıllar boyunca
NATO’ya hizmet veren Mardin Kalesi'nin turizme
açılması için keşif bedeli hazırlandı. Mardin İl
Özel İdaresi kale için 1 milyon 340 bin lira
tutarında keşif bedeli hazırladı. Yaklaşık 20 milyon
liraya mal olacak restorasyon çalışmalarının
ardından Mardin kalesi 50 yıl aradan sonra dünya
turizmine açılacak.
Hazırlanan keşif bedeli ardından
kale içinde rölove, restorasyon ve kaya ıslahı
çalışması başlayacak. Üniversite gözetiminde
yapılacak restorasyon çalışması bir yıl devam
edecek. Yaklaşık 20 milyon liraya mal olacak
restorasyon çalışmalarının ardından Mardin kalesi 50
yıl aradan sonra dünya turizmine açılacak.
Mardin Valisi Turhan Ayvaz, Mardin
kalesinin restorasyon çalışmasının hızlandırılması
için keşif bedeli hazırlandığını belirterek,
önümüzdeki aylarda restorasyon çalışmasının filen
başlayacağını söyledi.
Kale restorasyonu projesinin özel
ihtisas gerektirdiğini ifade eden Vali Ayvaz, "Milli
Savunma Bakanlığı nezdinde kalenin boşaltılması
konusunda girişimlerde bulunduk. Kalenin lazerle
taramasını yaptırdık ve rolöveleri ile birlikte
Diyarbakır Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu Müdürlüğü'ne gönderdik. Koruma
kurulundan olumlu karar çıktı. Keşif bedeli
çıkartıldı. Bir ay içinde restorasyon çalışmaları
başlayacak. Bir yıl sürecek restorasyon kapsamında
rolöve, Kaya ıslahı ve restorasyon çalışması
yapılacak. Restorasyon için yaklaşık olarak 16 ile
20 milyon TL tutarında para harcanacak. Kalenin
restorasyonu tamamlandığında ve askeriye tarafından
boşaltıldığı takdirde hemen turizme açılacaktır”
dedi.
1960 yılında ABD ve eski SSCB arasında yaşanan soğuk
savaş sırasında stratejik konum itibari NATO
bünyesine dahil edilen kale, 50 yıldır Hava Radar
Mevzi Komutanlığı'nca kullanılıyordu.
Turizm Gazetesi, 11.07.2011
|
KARANTİNA'DA TARİHİ KAZI
İzmir'in Urla
İlçesi'ndeki Klazomenai antik kentinin
merkezi
konumunda bulunan Karantina Adası'nda 2 bin 600 yıl
öncesinin tarihi kalıntılarının ortaya çıkarılması
için ilk kez kazı başlatıldı. Thales, Anaximandras
ve Anaximanes gibi filozoflar yetiştiren Batı
Anadolu'da M. Ö. 1050-300'lü yıllarda hüküm süren
İon Medeniyeti'nin oniki İon kenti arasında anılan
İzmir'in Urla İlçesi'ndeki Klazomenai antik
kentindeki kazının Başkanı
Prof.Dr. Yaşar Ersoy, tarihi
adanın adının milattan önce seferden dönenlerin
salgın hastalıklara karşı tedavilerinin yapıldığı
yer olmasından geldiğini söyledi.
Sabah, 11.07.2011
|
ROMALILARIN İKİBİN YILLIK BİTKİ İLAÇLARI
İtalya'nın Piambino
şehri açıklarında bulunan bir geminin enkazından
ilkyardım çantası çıktı. Antik Romalılara ait
geminin MÖ 130 yılında battığı
belirlenirken, İtalyan
araştırmacılar ağzı sımsıkı kapalı olduğu için
günümüze kadar suyun altında bozulmadan saklanmış
ilaçlara DNA analizi yaparak içeriklerini öğrendi.
Tahta bir sandığın içindeki 136 küçük ilaç şişesinde
saklanan ilaçların kereviz, soğan,
havuç,
kabak ve kestane çeşitli
bitkilerin tozlarından yapıldığı ortaya çıktı.
İlaçların içinde mide rahatsızlıklarını tedavi etmek
için günümüzde de kullanılan kil maddesine de
rastlandı. Uzmanlar çantanın antik medeniyetlerin
tıp bilgisine ışık tuttuğunu
söylüyor.
Sabah, 11.07.2011
|
TARİHİ KAPALIÇARŞI, SANAL ORTAMDA DA GEZİLEBİLECEK
Nuruosmaniye, Mercan ve Beyazıt arasında yer
alan tarihi Kapalıçarşı, 15 bin kare fotoğrafla
internet ortamına taşındı. 360 derece sanal tur
yapılabilen uygulama için fotoğraf çekimleri 4
ay sürdü. İçinde 64 cadde ve sokak ile iki
bedesten olan Kapalıçarşı'daki 3 bin 285 dükkan
internetten gezilebiliyor.
Her gün yüz binlerce yerli ve yabancı
turistin ziyaret ettiği Kapalıçarşı, artık
sanal ortamda da geziliyor. 45 bin metrekare
kapalı alana kurulu olan çarşıyla ilgili
'sanal tur' uygulaması için 15 bin kare
fotoğraf çekildi. 4 ay süren fotoğraf
çekimleri esnasında Kapalıçarşı'nın her
sokağı her mağazası karış karış gezildi.
Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan
Kapalıçarşı 550. yılında sanal ortamda da
gezilebiliyor. İnternette
www.kapalicarsi360.com adresinden çıkılan
sanal turda, çarşıdaki caddeleri, sokakları,
mağazaların içerisini panoramik olarak
görmek mümkün. 360 derece tur yapabilme
imkanı sunulan sitede üye işyerleri hakkında
bilgiler de yer alıyor. Projeyi 5 kişilik
uzman kadrosuyla hazırlayan Ahmet Medar, şu
bilgileri verdi: "Çarşıyı internetten gezip
görmenin yanı sıra alışveriş yapmak
isteyenlere rehber oluyoruz. Sanal tur için
15 bin kare fotoğraf çekildi. Bir dükkanın
360 derece fotoğraf halini yakalamak için en
az 10 fotoğraf karesi kullandık. Dükkanların
dekorasyonu değiştikçe sitedeki fotoğrafları
değişiyor. Bir işyeri kendini yeniliyorsa
biz de onu güncelliyoruz."
Fotoğraf çekimlerinin 4 ay sürdüğünü
anlatan Medar, her bir karenin tek tek ışık
ayarından geçirildiğini söylüyor. Sitenin
dünya genelinde 45'in üzerinde ülkeden
tıklandığını anlatan Medar, şöyle konuştu:
"Tekil tıklanma hiti 30 binin üzerinde.
İngilizce dil desteği olduğu için
yurtdışından da siteye giriliyor.
Kapalıçarşı'ya gelenler esnaftan aldıkları
broşürlerden siteye ulaşıyor. Çarşıda
çalışanlar bile aylar sonra kaybolmadan
yolunu bulabiliyor. Sitemizde kroki özelliği
de var. Hangi kapıdan nereye nasıl
gidileceği belli." Tarihi Kapalıçarşı, 16
kapıyla İstanbul'a açılıyor. Nuruosmaniye,
Mercan ve Beyazıt arasında yer alan
Kapalıçarşı'nın 64 cadde ve sokak ile iki
bedesten var. İçinde 3 bin 285 dükkan
bulunan çarşı, 1,5 milyar dolar değerinde.
İçinde 24 han, 1 cami, 2 mescit, 7 çeşme, 1
şadırvan, 1 kıraathane, 5 lokanta ve 4 tane
de kafeterya bulunuyor.
Zaman, Haber, Sevgi Korkut, 11.07.2011
|
OLMAYAN DEFİNE İÇİN ARKADAŞLARINI KAÇIRDILAR
Bilecik'te
birlikte define aradığı
arkadaşlarının, bulduğu altınları sakladığı
kuşkusuyla el ve ayakları
bağlanıp otomobil
bagajına konulan Ali Sait Özdemir, cep telefonuyla
aradığı polis tarafından kurtarıldı. Beyice Köyü'nde
define arayan Ali Sait Özdemir, arkadaşları
tarafından, onlardan habersiz define bulup altınları
sakladığı gerekçesiyle kaçırıldı. Elleri ve ayakları
bağlanıp otomobilin
bagajına konulan Özdemir, daracık bagajda güçlükle
cep telefonundan 155 Polis İmdat' hattını arayıp
yardım istedi. Polis, Özdemir'in plakasını verdiği
otomobili Bilecik-Bozüyük karayolunda
durdurdu. Polisin bagajda elleri ayakları bağlı
halde bulduğu Ali Sait Özdemir'in arkadaşları
tarafından dövüldüğü belirlendi. Özdemir, ambulansla
Bilecik Devlet Hastanesi'ne kaldırıldı.
Otomobilde
bulunan M.E, E.E., Z.T.ve H.Ç. ise gözaltına alındı.
Özdemir'in "Define bulmak için kazı yaptık. Bir ara
işlerim nedeniyle Bilecik'ten ayrıldım. Arkadaşlarım
da benim defineyi bulup kaçtığımı sanmışlar. Ama ben
define bulmadım" dediği öğrenildi.
Sabah, Haber: Tuna Çam, 11.07.2011
|
ZEUGMA'DA KAZI ÇALIŞMALARI DEVAM EDİYOR
Gaziantep’in Nizip İlçesi’ndeki antik Zeugma
antik kentinde, kazı ve kurtarma çalışmaları
sürüyor.
Kazı Başkanı ve Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim üyesi Doç.Dr. Kutalmış Görkay, 23 Haziran’da başlayan çalışmalar hakkında gazetecilere değerlendirme yaptı. Eylül ayına kadar sürecek dönemde 2007′de ortaya
çıkarılan Muzolar Evi’ndeki çalışmalara devam
edileceğini, daha önce bu bölgede güzel tarihi
eserlere rastladıklarını belirten Doç.Dr. Görkay,
ayrıca kamulaştırılması tamamlanan agorada çalışma
yürüteceklerini kaydetti.
Bu yıl da bütçelerinin büyük bir kısmının
kendilerine her konuda destek veren Kültür ve Turizm
Bakanlığı’ndan geldiğini vurgulayan Doç.Dr. Görkay,
“Bu sayede, aktarılan bütçeyle 2005 yılından bu yana
çalışmalara sezon başlarında devam ediyoruz. Bunun
dışında Dionysos ve Danae evlerini koruyacak
‘korugan’ müze tamamlandı. Müze sayesinde Zeugma’ya
gelen turist sayısının arttığını görüyoruz.
Yapılacak çalışmalarla Zeugma bir Ören yeri
statüsüne geçiyor ve böyle olunca turistlerin
sayısının daha çok artacağını tahmin ediyoruz. Şu an
için 55 kişilik bir ekiple çalışmalarımıza Eylül
ayına kadar devam edeceğiz. Bu yıl kazı
çalışmalarına Türkiye’deki çeşitli üniversitelerden
öğrenciler ve öğretim üyelerinin yanı sıra Almanya
ve İngiltere’den araştırmacı ve öğrenciler
katılıyor” dedi.
Açık hava müzesine dönüştürülmesi hedeflenen
Zeugma antik kentinde, Bakanlar Kurulu’nun 2005′de
aldığı kararla Doç.Dr. Kutalmış Görkay
başkanlığındaki heyet tarafından kazıları
başlatılmıştı.
Zeugma antik kenti MÖ 300′de Büyük İskender
tarafından ”Selevkia Euphrates” adıyla kuruldu.
Romalı komutan Pompeius, MÖ 64′de kendine yaptığı
yardımlar karşılığında kenti 1. Antiachos’a verdi.
Kommagene Krallığı’nın 4 büyük şehrinden biri
olan kent, MÖ 31′den itibaren tamamıyla Roma
İmparatorluğu’na bağlandı ve ”köprü”, ”geçit”
anlamına gelen ”Zeugma” adını aldı.
Roma döneminde büyük bir zenginlik ve ihtişam
yaşayan Zeugma, MS 256′da Sasani Kralı 1. Şapur
tarafından ele geçirilerek yakılıp yıkıldı.
GAP kapsamında inşa edilen Birecik Barajı’nda su
tutulmaya başlanmasıyla Türk ve yabancılardan oluşan
ekipler tarafından antik kentin sular altında
kalacak bölümlerinde yoğun kurtarma kazıları
yapıldı.
Kurtarma kazılarında gün ışığına çıkarılan ve her
birinin bir şaheser olduğu ifade edilen mozaikler,
duvar resimleri, Mars Heykeli ve Kil Mühür Baskı
Koleksiyonu, ilk önce Gaziantep Arkeoloji Müzesi’ne
taşındı ve ziyaretçilerin ilgisine sunuldu.
Zeugma’da ortaya çıkarılan tarihi eserler, şimdi
ise dünyanın en büyük mozaik müzesi olarak inşa
edilen Zeugma Mozaik Müzesi’nde ziyaretçilerini
bekliyor.
Açık hava müzesine dönüştürülmesi hedeflenen
Zeugma antik kentinde, Bakanlar Kurulu'nun 2005
yılında aldığı karar kapsamında, Doç.Dr. Kutalmış
Görkay başkanlığındaki kazı çalışmaları devam
ediyor.
Gaziantep Güncel, 11.07.2011
|
|
ÇİVİ YAZILI TABLETLER TARİHE IŞIK TUTUYOR
Hatay’da ilk kazı çalışması 1936-1939 yılları arasında Leonard Woolley tarafından yapılan ve 2003 yılından beri de Koç Üniversitesi tarafından sürdürülen Aççana Höyüğü kazılarında ortaya çıkarılan tabletlerden o dönemin siyasi, toplumsal olaylarının yanı sıra ticaretiyle ilgili de bilgilere ulaşılabildiği bildirildi. Çivi yazılı belgelerde adı “Alalakh” olarak geçen, bugüne kadar 550’nin üzerinde tablet ile bine yakın yazılı belgenin çıkarıldığı höyükte ABD, İtalya, İngiltere, Yunanistan ve Türkiye’den yaklaşık 40 arkeolog ile 50 işçi çalışıyor.
Habertürk, 11.07.2011
|
MAHKEMEYİ BEKLEMEDEN RUM KİLİSESİNİ GERİ VERDİK
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin “3 ay içinde
iade edin” dediği Bozcaada’daki Kimisis Teodoku Rum
Ortodoks Kilisesi’ne ait manastır, kilise ve
mezarlık, Bozcaada Kadastro Mahkemesi’nin kararı
beklenmeden belediye ve mal müdürlüğünce iade
edildi. Vakfın avukatı Cem Murat Sofuoğlu, “Türk
mahkemeleri Büyükada’daki Rum Yetimhanesi davasında
AİHM kararını iç hukuk kurallarına göre kabul ederek
Türkiye’de ve Avrupa Konseyi üyesi ülkeler arasında
bir ilki gerçekleştirmişti. Bozcaada’daki mülklerin
iadesi yetimhanenin iadesini istisna olmaktan
çıkarttı” dedi.
Bozcaada’da 1991’de kadastro çalışmaları sırasında
sahipleri bilinmeyen araziler parsellere bölünmüş,
Kimisis Teodoku Rum Ortodoks Kilisesi’nin kullandığı
ancak tapusu bulunmayan manastır, kilise ve mezarlık
da Hazine’ye geçmişti. Kilise, mülkleri geri
alabilmek için Bozcaada Kadastro Mahkemesi’nde dava
açmış, mahkeme 2001’de mülklerin kilise adına tapu
siciline kaydedilmesine hükmetmişti. Ancak Hazine
kararı temyiz edince, Yargıtay 2002’de mahkemenin
kararını bozmuştu. Yargıtay 2003’te nihai kararı
onadıktan sonra Vakıf konuyu AİHM’e taşımıştı.
Kimisis Teodoku Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı’nın
avukatı Cem Murat Sofuoğlu kararla ilgili şunları
söyledi: “Türk mahkemeleri Büyükada’daki Rum
Yetimhanesi davasında AİHM kararını iç hukuk
kurallarına göre kabul ederek Türkiye’de ve Avrupa
Konseyi üyesi ülkeler arasında bir ilki
gerçekleştirdi. Bozcaada’daki mülklerin iadesi
yetimhanenin iadesini istisna olmaktan çıkarttı.
Türkiye, AİHM kararlarını iç hukuk yollarını
kullanarak tanımayı bir teamül haline getirdi. Bu da
insan hakları ve hukukun üstünlüğü açısından önemli
bir geleneğin başlangıcı.”
Hürriyet, Haber: Eyüp Serbest, 11.07.2011
|
AHMET BEY KONAĞI RESTORE EDİLİYOR
Kilis'in kültürel zenginliklerinin korunması amacıyla başlatılan çalışmalar kapsamında tarihi Ahmet Bey Konağı restore ediliyor.
Kilis'in merkezinde bulunan Tarihi Ahmet Bey Konağı, yaklaşık 80 yıllık bir geçmişe sahip. İki kattan oluşan konak, taş işçiliği yönünden çok önemli. Konağın bütün köşeleri bazalt taşlarıyla örülerek, kale kapılarını andıran demir kapısıyla, binanın iç ve dışında ağaç oymacılığının en güzel örneklerinin bulunduğu Ahmet Bey Konağı, mirasçıları tarafından restore edilmeye başlandı.
Kilis'in önemli konaklarından biri olan Ahmet Bey konağının restorasyon edilmeye başlanması, kentte memnuniyet ile karşılanırken, kentin tarihi dokusu açısından restorasyonun tamamlanmasının Kilis için önemli olduğu bildirildi.
Kilis Kent Haber, 11.07.2011
|
|
İSTANBUL'DAN KAÇIRILAN 'TAŞ MEKTEP'
Adalar Müzesi 2011’in ilk sergisini açtı, ay
sonuna kadar da açık kalacak. ‘Adalar Binalar
Mimarlar’ sergisi, Prens Adaları’nı “inşa eden”
mimarları ve eserlerini fotoğraflar, çizimler ve
haritalarıyla bir arada sunuyor. İstanbul ve kültür
mirasımız adına kayda değer bir çalışma. Çünkü her
şeye rağmen Adalar, İstanbul’un yitirdiği geleneksel
kent dokusunu olabildiğince muhafaza edebilen tek
ilçesi.
Daha fazla kayıp yaşanmadan böyle
bir belgeleme ve bilgilendirmenin yapılması bu
nedenle önemli.
Gelgelelim, görsel ve zihinsel hafızasında
azımsanmayacak yeri olan kimi yapılar sergide mevcut
değil. Büyükada’da Kaymakamlık olarak kullanılan
Hacopulo Köşkü örneğin. Adaların en görkemli yapısı
olmasına rağmen mimarı bilinmiyor ve
bu nedenle sergide yok.
Kaymakamlık da, devleti temsilen kullandığı kültür
mirasının menşei hakkında bilgi sahibi değil. Bu
yazının konusu olan Taş Mektep de mimarı bilinmeyen
yapılardan. 1925’ten 1970’lere kadar Büyükada
İlkokulu olarak kullanılan ve en az 30 yıldır boş
olan 150 yaşındaki bu yapı nedeni belirsiz bir
şekilde cezalandırılmasaydı, İstanbul’un ilk kent
müzesinin mekanı olabilirdi. ‘Adalar Binalar
Mimarlar’ sergisi de belki, anlamını pekiştirecek bu
tarihi yapıda açılabilirdi.
Taş Mektep’in Adalar Müzesi’ne tahsisinin ve sonra
geri alınmasının uzunca bir öyküsü var: İstanbul
Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) mülkiyetindeki bina
2005’te, Adalar Belediyesi’nin talebiyle “müze ve
sergi sarayı olarak kullanılmak üzere” 10 seneliğine
bu kuruma tahsis ediliyor. Adalar Vakfı, Adalar
Müzesi’nin kurulması ve binanın restorasyonu için
talip oluyor. Bunun için Adalar Belediyesi’yle
birlikte proje yapıyor. İstanbul 2010 Avrupa Kültür
Başkenti (AKB) Ajansı’nın kurulmasıyla kaynak sorunu
çözülüyor. AKB Ajansı, Ocak 2009’da projeyi kabul
ediyor ancak protokolün imzalanması daha sonraya
bırakılıyor. Adalar Vakfı, harap durumdaki binanın
kazanılması ve müze haline getirilmesi için proje
çalışmalarına başlıyor. Derken AKP’li Adalar
Belediye Başkanı Coşkun Özden, 29 Mart 2009’da
tekrar aday olduğu seçimi kaybediyor. Ve Adalar
Belediyesi, Adalar Vakfı ve İstanbul 2010 AKB Ajansı
arasındaki protokole, CHP’li yeni başkan Mustafa
Farsakoğlu 7 Nisan’da (görevi devraldıktan üç
gün sonra) imza atıyor.
Siyasi karar
Bundan sonra işler karışıyor: İBB’nin 2005’te Adalar
Belediyesi’ne yaptığı tahsisi yerel seçimlere 19 gün
kala, 10 Mart 2009’da iptal ettiği ve bu durumu 20
Mart’ta Adalar Belediyesi’ne yazıyla bildirdiği
ortaya çıkıyor. Dört yıl önce yapılan tahsisin seçim
döneminde kaldırılması, kararın siyasi olduğu
yönünde tartışmalara neden oluyor.
Konuştuğum eski başkan Coşkun Özden iptal kararının
siyasetle ilgili olmadığı görüşünde: “Hatırladığım
kadarıyla Taş Mektep’in Adalar Belediyesi’ne veriliş
şeklinde bir yanlışlık vardı. Bu nedenle İBB geri
aldı” diyor. Adalar Vakfı Başkanı Halim Bulutoğlu
aynı fikirde değil. “Sanırım seçim sürecinde Mustafa
Farsakoğlu’nu desteklememiz ve bunu saklamamamız bu
kararın çıkmasında etkili oldu” diyor Bulutoğlu,
“Adalar Belediyesi’nin Büyükşehir Belediyesi’ndeki
meclis üyesi de belli ki, kendi belediyesinin ortağı
olduğu projenin iptal edilmesine itiraz etmemiş”
diye devam ediyor. Bulutoğlu’nun işaret ettiği, o
dönemde İBB Meclis üyesi de olan Adalar Belediyesi
eski Başkan Yardımcısı Bülent Mısırlıoğlu bir
itirafta bulunuyor: “Açıkçası seçim sürecinde
Büyükşehir Meclisi’ndeki toplantılara da pek
gidemiyorduk. İptal kararını, 20 Mart 2009’da Adalar
Belediyesi’ne gönderilen yazıyla öğrendik.”
Mısırlıoğlu buna rağmen Farsakoğlu yönetiminin iptal
kararını, seçimlerden önce alınmış gibi göstererek
siyaset malzemesi yaptığını söylüyor. Başkan Mustafa
Farsakoğlu ise cevabında, kararın Belediye personeli
tarafından aylarca gizlendiğini söylüyor: “Bilgimiz
olmayan bir şeyi nasıl gizleriz? Belediyedeki mevcut
kadrolar, bizim başarısız olmamızı istedi. Bizde
maalesef böyle bir kin duygusu var. Hukukçumuz bile,
dava açma süresi sona erdikten sonra bize haber
veriyor.”
Engelliye engelli
Sonuçta 30 yıl sonra nefes almaya başlayan,
projeleri, protokolleri yapılan Taş Mektep, 20 Mart
2009 tarihli kararla tekrar sessizliğe gömülüyor.
İBB, tarihi binayı önce kendi bünyesindeki Müzeler
Müdürlüğü’ne ve 11 Şubat 2010’da da “Fiziksel
Engelliler Rehabilitasyon Merkezi” kurulması
amacıyla beş yıllığına Milli Eğitim Müdürlüğü’ne
tahsis ediyor.
İBB, Adalar İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nün binayı
bu amaçla talep ettiğini doğruluyor. Ancak bu talep
inandırıcı olmaktan hala uzak. İlçe Müdürlüğü “Biz
orayı temizledik ve kendi uhdemize aldık. Ancak
henüz okul için bir hazırlık yok” diyor. İl Milli
Eğitim Müdürlüğü’nün ise oraya bir okul
yapılacağından haberi yok. İlk Yatırım Bölümü “Böyle
bir projeden haberimiz yok, bizim haberimiz olmadan
da gerçekleşmesi mümkün değil” cevabını veriyor.
Kaldı ki Kadıyoran yokuşu üzerindeki bina, gerek
girişinin bulunduğu Türkoğlu Sokak’taki merdivenler
ve gerek binanın yüksek merdivenleri nedeniyle
fiziksel özürlüler için uygun bir seçim gibi
görünmüyor. Ayrıca 2. derece tarihi eser statüsüyle
korunan binanın engellilerin kullanacağı şekilde
düzenlenmesi belki de mümkün değil.
Cezalı bina
Peki tekrar kazınımı için projeleri yapılan, daha da
önemlisi restorasyonu için İstanbul 2010 AKB
Ajansı’ndan kaynak temin edilen bina, neden Adalar
Belediyesi’nden alındı? İBB’den bu sorunun cevabını
bekliyorum. Adalar Müzesi faaliyetlerini, merkeze
uzak Aya Nikola mevkiinde, helikopter hangarından
sergileme alanına dönüştürülen prefabrik bir yapıda
sürdürüyor. Aralarında ‘Adalar Binalar Mimarlar’ın
da bulunduğu geçici sergilerini, Çınar Meydanı’ndaki
Adaevi’nin bahçesinde düzenliyor.
Bu haliyle bile görenleri heyecanlandırmaya aday Taş
Mektep ise, askerdeki “cezalı bina”ları andırıyor.
Kapısı kilitli. Bahçesindeki ek binada bir bekçi
oturuyor, milli bayramlarda mektebin balkonuna
bayrak asıyor.
Memleketten yurtdışına kaçırılan kültür mirasımızı
geri kazanmak için son yıllarda gösterilen çaba
anlamlı olabilir. Keşke yurt içindekileri de
unutmasak. İşe, cezaları affederek başlasak.
Radikal İki, Haber: Gökhan Tan, 10.07.2011
|
AYASOFYA MÜZESİ'Nİ GEÇEN AY 313 BİN 742 KİŞİ GEZDİ
İstanbul’un tarihi simgelerinden Ayasofya Müzesi,
Haziran ayında 313 bin 742 kişi tarafından ziyaret
edildi. Yaz aylarının gelmesiyle yerli ve yabacı
turistlerin akınına uğrayan İstanbul’un tarihi
mekanları ziyaretçilerle dolup taşıyor. Sultanahmet
Camii, Ayasofya Müzesi, Topkapı Sarayı ve Yerebatan
Sarnıcını gezmek isteyenler giriş kapılarında uzun
kuyruklar oluşturuyor. Dünyanın en çok ziyaret
edilen müzeleri arasında yer alan ve tarihe tanıklık
eden Ayasofya Müzesini geçen yıl 2 milyon 952 bin
768 kişi ziyaret etti. 2010 yılı Haziran ayında 286
bin 371 kişinin gezdiği müzeyi bu yılın aynı ayında
313 bin 742 kişi ziyaret etti. 916 yıl kilise olan,
1453 yılında Fatih Sultan Mehmed tarafından
İstanbul’un fethiyle camiye çevrilerek 482 yıl cami
olarak kullanılan, Atatürk’ün emri ve Bakanlar
Kurulu’nun Kararı ile 1935 yılında müze olarak
kapılarını ziyarete açan Ayasofya’yı yılsonuna kadar
3 milyonu aşkın turistin gezeceği tahmin ediliyor.
Türkiye Gazetesi, 10.07.2011
|
SANAT PİYASASINDA ŞAŞAALI DÖNEME DÖNÜŞ
Sanat, geç de olsa, krizin etkilerini atlattı.
Sanat eserleri, lüks tüketim araçlarının aksine
kişisel gelişimin ve refah seviyesinin göstergesi
olduğu gibi bu yıl yeniden kar marjı yüksek bir
yatırım aracı.
Geçen hafta Jean-Michel Basquiat’nın 1985
tarihli otoportresi Londra’daki Phillips de Pury
& Co.’nun çağdaş sanat müzayedesinde sekiz yıl
önceki fiyatının beş katından fazlasına, 2.1
milyon Sterlin’e (yaklaşık 4.5 milyon lira)
satıldı. Basquiat’nın portresi 2003’te Phillips
de Pury New York’ta 647 bin dolara satılmıştı.
Phillips de Pury & Co. müzayedesindeki eserlerin
yüzde 87.5’inin alıcı bulduğu gecenin hasılatı
11 milyon Sterlin’in üzerindeydi. Geçen yıl
benzer eserlerin satışa çıkarıldığı müzayede 4
milyon Sterlin getirmişti.
19 Haziran’da sona eren İsviçre’deki Art
Basel’de de satışların verimli geçmesi ve 200
binle 2 milyon dolar arasında birçok eserin
alıcı bulması sanat piyasasının kriz öncesi,
2007’deki düzeyine döndüğünün habercisiydi.
Phillips de Pury & Co.’nun ardından Sotheby’s de
bu yaza karlı girdi. 88 lottan oluşan müzayedede
108.8 milyon Sterlin hasılat yapıldı. Bu
müzayedede Kont Christian Graf
Duerckheim-Ketelhodt koleksiyonundan satışa
sunulan eserlerden 34’ü toplam 60.4 milyon
sterline satıldı. Bu müzayede sonucunda
Duerckheim koleksiyonundaki sanatçılardan Georg
Baselitz, Sigmar Polke, Eugen Schönebeck, Markus
Lüpertz ve Blinky Palermo’nun eserleri de bugüne
kadarki en yüksek satış rakamlarını yakaladı.
Sigmar Polke’nin 1967 tarihli günbatımı
çalışması ‘Dschungel’ (Vahşi Orman) beklenen 4
milyon Sterlin’in çok üstüne, 5.8 milyona
satıldı. New York’tan Christophe van de Weghe,
bir müşterisi için Gerard Richter’in 1974
tarihli renk tablosu ‘1024 Farben’ı 4.2 milyon
Sterlin’e aldı.
Sanat piyasasıyla ilgili bir veri de global
boyutta hareket etmesi. Piyasa büyümek istiyor
ve aslında büyümenin de yaşanacağı alan Türkiye,
Hindistan,
İran ve
Çin gibi gelişmekte olan ülkeler.Radara son
birkaç senede giren bu ülkelerin sanatçılarının
eserleri kar marjları açısından dikkat çekiyor.
Taner Ceylan’ın ‘Yalan Dünya’ eserinin
uluslararası isimler kadar yüksek fiyata (160
bin Euro, Art Basel) alıcı bulması bunun örneği.
Piyasanın gidişatıyla ilgili bir diğer gelişme
de müzayede şirketlerinden geldi. Christie’s son
bir yılda 5 milyar dolar ciro yaptı. Satışlar
yüzde 53 oranında artarken 1 milyon doların
üzerinde fiyat sahip lotlarda kar marjları yüzde
90’lara ulaştı. Sotheby’s müzayedeleri son bir
yılda 2.1 milyar dolar ciroyla yüzde 88’lik
artış sağladı. Bu ciro artışına en büyük katkıyı
çağdaş sanat eserleri yaptı. Çağdaş sanat bir
önceki yıla oranla yüzde 97 oranında artış
gösterdi ve toplam 870 milyon dolarlık ciro
getirdi. Bir diğer dikkat çekici artışsa
Sotheby’s Hong Kong’dan geldi. Sothebys’in yer
aldığı diğer bölgelerden sıyrılan Hong Kong
yüzde 135 oranında artışla 638.9 milyon dolar
ciroya ulaştı
Hürriyet Pazar, Haber: Neylan Bağcıoğlu,
10.07.2011
|
Arasa Meydanı'ndaki Mevlevihane'nin Vakıflar
Bölge Müdürlüğü tarafından restore edilip, müze
olarak açılması turistlerin büyük ilgisini çekiyor.
İlk altı ayda 21 bin kişinin ziyaret ettiği
Mevlevihane Müzesi, kentin sosyal yaşantısına ve
eğitimine büyük katkılar sağlıyor. Bir dönem cami ve
okul olarak kullanılan mevlevihanede çok önemli
eserlerde sergileniyor.
Vakıflar Bölge Müdürü İsa Güven, bu tür eserlerin son
beş yıl içinde restore edildiğini ve kentin tarihi
güzelliklerini ön plana çıkarmayı hedeşediklerini
söyledi. Hedeşerine ulaşma konusunda ciddi
çalışmalar yaptıklarını anlatan Güven, “Büyükşehir
ve ilçe belediyelerin de katkılarıyla sokak
sağlıklaştırma çalışmalarıyla beraber Gaziantep’in
tarihi güzelliklerine dikkat çekmeye çalışıyoruz.
Yaptığımız çalışmalarda eserlerin onarımını yaparken
aslını korumaya çalışıyoruz. Amacımız Gaziantep’in
Osmanlıdan kalan mirasını gün yüzüne çıkarmakla
beraber gelecek nesillere aktarımını sağlamak dedi.
Güven, yıllarca camii köşelerinde çürümeye terk
edilmiş el yazması kuranları, hat çalışmalarını,
halı ve kilimleri gerekli onarım çalışmalarından
sonra müzede sergilenmeye başlandığını belirterek,
ilk altı ayda 21 bin misaŞrin ağırlandığını ve
kültür varlığının tanıtımının ciddi bir şekilde
yapıldığını söyledi.
Müzenin tarihi yapısıyla beraber manevi yapısını da
korumaya özen gösteren Güven, yeni çalışmalarından
da söz etti Güven, “Çalışmalarımız devam ediyor.
Tahtacı camii, çınarlı camii, Ahmet çelebi camii,
Kara tarla camii, ve kültür merkezi olarak
düzenlenecek sinagog için çalışma hazırlığı
yapıyoruz” şeklinde konuştu.
Evliya Çelebi'nin övgülerini kazanan, kuş ve ney
seslerinin birbirine sema döndüğü yer Mevlevihane...
“Gaziantep’teki Mevlevihanelerin en mükemmeli ve en
müzeyyeni” demiştir ünlü seyyah Gaziantep
Mevlevihane’si için. Geçmiş zamanların sosyal
dayanışma yeri. Yoksulların barınmalarını, açların
doymalarını sağlayan bereketli mutfağıyla,
gönüllerin ekseninde dönen sema dünyasıyla tam bir
Mevlana kültürü örneği. 4. Murad döneminde kurulan
Mevlevihane de semahane odası, derviş hücreleri,
mutfak ve camii bulunuyor. Yıllarca Mevlevi
kültürünü yaşatabilen bir yer, öyle ki son şeyhi
Mehmet Nuri Ocak belediye reisi iken bu görevi
Mevlevihane için terk edebilmiştir.
1902-1903 yıllarında geçirdiği iki büyük yangına
rağmen varlığını koruyabilmiş bir mimari burası.
Şeyhlerinin mezarını koynunda taşıyan bir bahçeye ve
kuşların çınladığı bir avluya sahip.
1925 yılında tekke ve zaviyelerin kapatılması kanunu
ile semahane de etkinlikler sona ermiş. Camii ve
okul olarak kullanılmış yıllarca.
Gaziantep 27 Gazetesi, Haber: Tuba Canpolat,
10.07.2011
|
ASSOS ANTİK KENTİNDE 30. KAZI SEZONU BAŞLADI
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Arkeoloji
Bölümü öğretim üyesi ve Assos Antik Kenti Kazı
Heyeti Başkanı Prof.Dr. Nurettin Aslan, Assos antik
kentinde 30. kazı sezonuna başladıklarını bildirdi.
Aslan, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
Çanakkale’nin Ayvacık İlçesi'ne bağlı Behram
Köyü'ndeki Assos Antik Kentinde başlayan kazı
çalışmalarının, yerli ve yabancı araştırmacılar ile
öğrencilerden oluşan 40 kişilik ekip tarafından
gerçekleştirileceğini söyledi.
Kazıların, başta Kültür ve Turizm Bakanlığı olmak
üzere Türk Tarih Kurumu ve Efes Pilsen Firması
tarafından desteklendiğini ifade eden Aslan, ”Kazı
programı çevresinde sur duvarları, agora ve konut
alanındaki kazıların yanında yüzey aştırması ve
antik kentin planı çıkartılacak. Geçen yıla göre
ziyaretçi sayısındaki yüzde 50 artış ve Assos ören
yerine gösterilen ilgi, kazı heyetini memnun ediyor”
dedi.
Kazının ilk haftasında Assos tiyatrosunda
düzenlenen keman konseri, Aristophanes ve
Sophokles’in eserlerinin sahnelenmesinin, kazı ekibi
açısından moral kaynağı olduğunu belirten Aslan,
şöyle konuştu:
”Yaz aylarında Assos’ta düzenlen konser, tiyatro
ve festivaller, Athena Tapınağı ve tiyatroda
yapılıyor. Muhteşem bir manzaraya sahip tiyatronun
restorasyonunu tamamlayarak, festivalleri en az 5
bin kişinin daha sağlıklı bir ortamda izlemelerini
sağlamak için sponsor arayışlarımız devam ediyor.
Aristoteles’in 3 yıl yaşadığı Assos, tarihi
kalıntıları, mavi bayraklı sahilleri, köy kültürü ve
iyi korunmuş doğal çevresiyle ülkemizin önemli
mekanları arasında yer almaktadır.”
Aslan, kazı çalışmalarının eylül ayı ortalarına
kadar devam edeceğini sözlerine ekledi.
Akşam, 10.07.2011
|
|
YENİ BİR TURİZM KENTİ DOĞUYOR
İlk yerleşimin ortaçağda başladığı tahmin edilen Santa antik kenti Gümüşhane il merkezine 73 kilometre uzaklıkta. Yedi mahallesindeki 300’den fazla taştan inşa edilmiş tek katlı evleriyle tarih ve doğayı bir arada sunuyor.
Gümüşhane Kültür ve Turizm Müdürü Temel Yalçın, 17. yüzyılda adı duyulan kentin en parlak dönemini 19. yüzyılda yaşadığını, bu dönemde nüfusun 5 bin kadar olduğu yönünde yazılı kaynaklar bulunduğunu söylüyor.
Bu dönemde nüfusun tamamının Hıristiyanlardan oluştuğunu ifade eden Yalçın, “Krom bölgesinde yaşayanlar hariç hepsinin anadili, Gümüşhane’de yaşayan diğer Rum topluluklarında olduğu gibi Türkçe’ydi. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın ‘Arkeolojik ve Doğal Sit Alanı’ ilan ettiği Santa, 60 haneli Binatlı (Pinatanton), 200 haneli Terzili (Terzanton), 120 haneli Zurnacılı (Zournatsanton), 300 haneli Piştovlu (Pistofanton), 260 haneli İşhanlı (Ishananton), 53 haneli Çakallı (Sakalanton) ve hane sayısı bilinmeyen Sincanlı olmak üzere yedi mahalleden oluşuyor” diye anlatıyor.
Yalçın’ın anlattıklarına göre kentte her mahallesi taştan inşa edilen konutlar, her mahallede en az bir kilise, bir çeşme mevcut. Günümüzde hala yaylacılar tarafından kullanılan binalar, yapılan tahribat ve ilavelere rağmen göz alıcı görünümünü koruyor.
Trabzon Koruma Kurulu’na sunulan yeni projeyle antik kentte bir dizi çalışma yapacaklarını belirten Yalçın, “Bu kapsamda mahalle yolları kentin tarihsel ve doğal dokusuna uygun taşla döşenerek, sağlıklı yürüme imkanı sağlanacak. Amacımız bölgenin gerçek güzelliğini bozmadan aslına uygun olarak iyileştirmesini yapmak. Böylelikle yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekerek Doğu Karadeniz’in turizmde hak ettiği değere kavuşmasını istiyoruz” diye konuşuyor.
Radikal, 10.07.2011
|
SAGALASSOS GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR
Burdur’un Ağlasun
İlçesi'ndeki antik kentte kazılar başladı.
Sagalassos kazı ekibinden Belçika Leuven Katolik
Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve
Sagalassos Kazı Başkan Yardımcısı Prof.Dr. Jeroen
Poblome, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 2011 yılı
kazılarının antik kentin 8 noktasında yapılacağını
kaydetti.
Bu yıl ilk kez Çataloluk mevkisideki kilisede
çalışma başlatıldığını anlatan Poblome, ”Buradaki
kilise kaçak kazı yapanlar yüzünden sürekli rahatsız
ediliyordu. Bu yıl kiliseyi kazmayı plana aldık.
Burada mobilyalar da var, ama henüz gün ışığına
çıkarılmadı” dedi.
Bu yılki kazılara 40 yabancı, 45 Türk bilimadamı
ile 65 işçinin katıldığını anlatan Poblome, kazılan
alanları restore edip ziyarete açmayı
hedeflediklerini, bu şekilde antik kentin daha iyi
korunacağına inandıklarını vurguladı.
Gerçek Gündem, 10.07.2011
|
|
ENEZ'DE ESKİ LİMANLAR ARAŞTIRILACAK
Edirne’nin
Enez İlçesi'nde 40 yıldır süren arkeolojik kazı
çalışmalarının, eski limanların araştırılmasıyla
devam edeceği bildirildi.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü emekli öğretim üyesi ve Enez
Arkeolojik Kazı Başkanı Prof.Dr. Sait Başaran, Aa
muhabirine yaptığı açıklamada, Enez’de 1971 yılından
bu yana sürdürülen arkeolojik kazı çalışmalarının bu
yılki bölümünün Avusturyalı ve Alman bilim
adamlarının da katılımı yarın başlayacağını söyledi.
Bu yılki kazıların 30 kişilik bir ekiple Kral
Kızı mevkisindeki Bazilika, Kale ve ilçe girişindeki
Nekropel alanında devam edeceğini ifade eden
Başaran, Enez’de bulunan Lagün Göllerinde su altı
arkeojeofizik ön kazı çalışmasıyla da eski
limanların yapılarının araştırmasına
başlanacaklarını bildirdi.
Enez’in Türkiye arkeolojisi için çok önemli bir
bölge olduğunu vurgulayan Başaran, şöyle devam etti:
“Ege, Batı Anadolu ve Yunanistan arasındaki geçiş
yolu üzerinde yer alan Enez’de, bütün bölgelerin
kültürlerini bulmak mümkün. Enez antik çağda çok
zenginleşmiş bir kent olarak karşımızda duruyor. 40
yıldan bu yana süren kazılarda Enez’in o dönemlerde
diğer kentlerle yaptığı ticareti gösteren anfora
damgalı çok sayıda kulplar ele geçirildi. Bunlar
çeşitli şehir ve firmalara ait anfora kulplarıdır. ”
Antik liman olan Dalyan ve Taşaltı Gölleri’nin 1.
derece doğal sit alanı kapsamında olduğunu ve koruma
altında bulunduğu için bugüne kadar bilimsel su altı
arkeolojik araştırmalarının henüz yapılmadığını
vurgulayan Başaran, Enez’in eski çağda Taşoz
Boğazı’ndan Çanakkale Boğazı’na kadar olan Kuzey Ege
kıyılarında tek korunaklı liman kenti olduğunu
anımsattı.
O tarihlerde Enez’in bölgenin şehirleri arasında
büyük bir önem taşıdığını ve “çifte limanlı” antik
kent olarak tanımlandığını anlatan Başaran,
kuruluşunda deniz kenarında bulunan Enez’in bugün 4
kilometre içeride kaldığını ifade etti. Başaran, şunları kaydetti:
“Kentin kuruluşundan (MÖ 7′nci yüzyıl) 19.
yüzyıla kadar kullanılmış olan Enez limanları, Meriç
Nehri’nin yüzyıllar boyunca alüvyon sürükleyerek
ağzını doldurmasıyla bugün kullanılmaz hale
gelmiştir. Kentin güneyinde yer alan Dalyan Gölü ile
doğusundaki Taşaltı Lagün Gölü, 19. yüzyıldan
itibaren sığlaşmış, gemilerin içeri girmelerine
imkan vermekten uzak kalmıştır. ”
Alınan bilgiye göre, Traklar’ın iskan yeri
Enez’in tarihi MÖ 3000′e kadar uzanıyor. Ainos adını
taşıyan ve adı Homeros Destanı’nda da geçen Enez,
birçok ülkenin hakimiyeti altında yaşamını sürdürdü.
Son olarak Cenovalı Gattelusi ve Deorea
ailelerinin hakim olduğu Enez’i, 1456 yılında Fatih
Sultan Mehmet’in komutanlarından, Has Yunus Bey
Osmanlı topraklarına kattı.
haberler.com, 10.07.2011
|
DİREKLİ MAĞARASI'NDA YONTMA TAŞ DEVRİ'NİN İZLERİ
ARANIYOR
Kahramanmaraş’ın merkeze bağlı Döngel
Köyü'nde
bulunan Direkli Mağarası’nda arkeolojik çalışmalara
yeniden başlandı.
Kahramanmaraş’a 65 kilometre uzaklıkta bulunan
Döngel Köyü'ndeki Direkli Mağarası’nda çalışmalara
1959 yılında yaptığı araştırmayla ilk ışık tutan
isim Prof.Dr. Kılıç Kökten oldu. Kökten’in yazdığı
bir makaleden yola çıkılarak yürütülen çalışmalar
doğrultusunda, bölgede önemli gelişmeler kaydedildi.
Gazi Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi
Yrd. Doç Dr. Cevdet Merih Erek’in başkanlığında
yürütülen çalışmalar kapsamında, 2 yıl önce bulunan
ana tanrıça figürü, dünyanın birçok ülkesinde
meraklıları tarafından ilgiyle karşılandı. Mağara
dönemi yerleşimlerinden, köysel yerleşime geçiş
sürecine ışık tutan ve yapılan yaşlandırma
yöntemiyle MÖ 10 bin 730 yıllara tekamül eden
mağarada, yapılan çalışmalar doğrultusunda, daha da
eski dönemlere ulaşılabilmesi planlanıyor.
Kazı Başkanı Yrd.
Doç.Dr. Erek, beraberinde
bakanlık temsilcisi ve 17 kişilik üniversite
öğrencisi ile birlikte mağarada kazı çalışmalarına
yeniden başladı. Kazı alanının tahrip olmaması için
tel örgülerle kaplandığını ve bölgenin sit alanı
ilan edildiğini kaydeden Erek, şu anda Türkiye’de
tek mağara kazısının burada gerçekleştirildiğini
ifade etti.
Özellikle önceki yıl yapılan çalışmalarda,
mağaranın iç kuzey profili yakınlarında bulunan ana
tanrıça figürünün büyük yankı uyandırdığını
hatırlatan Erek, bulunan bu figürün bilim dünyasında
büyük ilgi uyandırdığına dikkati çekti. Mağaranın,
mağara dönemi yerleşimlerinin sona ermesiyle, köysel
yerleşim yerlerinin kurulması arasında kalan geçiş
süreciyle ilgili olduğunu dile getiren Erek, şöyle
konuştu:
”Çalışmaların 15-20 yıl süreceğini tahmin
ediyoruz. Mağaranın kuzey ve güney bölümünün aynı
seviyeye gelmesiyle birlikte özellikle Yontma Taş
devrine ait yeni bulgulara ulaşacağımızı tahmin
ediyoruz. Mağara kazısı çok hassas ve bir santimetre
bile bazen bizleri MÖ 10 bin yıl geriye
götürebiliyor. Dolayısıyla büyük emek ve dikkat
gerektiren bir kazı çalışması sürdürüyoruz.”
Yapılan çalışmalarla Kahramanmaraş’ın en eski
insanlık tarihinin de ortaya çıkacağını anımsatan
Yrd. Doç.Dr. Erek, kentte Yontma Taş devrine ait 30
istasyon saptadıklarını ve buralardan çıkan
eserlerin geçmişe ait izleri günümüze taşıdığını
söyledi.
Hedeflerinin Direkli Mağarası’ndaki çalışmaları
uluslararası bilimin hizmetine açmak olduğunu ifade
eden Erek, ”Birçok bilim adamı Direkli’yi merak
ediyor ve çalışmak istediklerini söylüyorlar. Tabii
şu anda burada çalışmalar daha çok yeni. Özellikle
alt yapının iyileştirilmesi gerekiyor. 3 yıldan bu
yana çadırda kalıyoruz ve kazı evi inşaatı yeni
başladı. İnşallah bu inşaatın bitmesiyle bilim
adamlarını buraya davet edeceğiz” diye konuştu.
Erek, kazı çalışmalarına 17 öğrencinin
katıldığını ve Ağustos ayı sonuna kadar çalışmalara
devam edeceklerini sözlerine ekledi.
Kahramanmaraş Yorum Gazetesi, 10.07.2011
|
BATILI TARİHÇİLER: SİNAN MİKELANJ'DAN BÜYÜK
Türkler’in 2700 yıllık tarihleri boyunca en iyi
dönemleri 16. yüzyıldır (1500-1600). Bu asırda 5
muazzam Türk imparatorluğu, Dünya servet ve
egemenliğinin dörtte üçünü elinde tuttu: Osmanlı
Türkiyesi, “Türkmen Devleti” denen Safevi İran,
Timuroğulları’nın Hindistan imparatorluğu,
Osmanoğulları hanedanından (İkinci Murad’dan) inen
Güney Hindistan Adil-Şahlar imparatorluğu ve
Türk’leşmiş Cengizoğulları’nın Türkistan (Şeybani)
imparatorluğu...
Avrupalı tarihçiler Kaanuni dönemi Türkiyesi’ne
dünya devleti (mesela Fransızca puissance mondiale,
Almanca Weltreich) diyorlar. Ben bunu “cihan
devleti” diye Türkçe’ye çevirdim (benden önce
Türkçe’de hiçbir yazar cihan devleti tabirini
kullanmadı). Cihan padişahı yalın şekilde
kullanılırsa Kaanuni’dir. Cihan hakanı, padişahı
olur da cihan mimarı olmaz mı? Şimdi de bu yazılımla
ilk defa olarak Mimar Sinan’ı cihan mimarı diye
anıyorum. Cihan devleti tercümem gibi kabul görür mü
bilmiyorum.
98’İNDE ÖLDÜ 5 PADİŞAH GÖRDÜ
Mimar Sinan, 29 Mayıs 1490 günü Kayseri merkez
ilçesinin Kesi bucağının Ağırnas Köyü'nde doğdu ki o
gün İstanbul’un Fethi’nin 37. yıldönümüdür. 9 Nisan
1588 günü İstanbul’da konağında öldü. 97 yaşını 10
ay ve 11 gün geçiyordu, yani 98 yaşında idi.
Baba-oğul 5 padişah devridir: İkinci Bayezid, Yavuz
Sultan Selim, Kaanuni Sultan Süleyman, İkinci Selim,
Üçüncü Murad...
Süleymaniye Külliyesi‘nden sonra Edirne Selimiye
Külliyesi de, geçen UNESCO’nun Dünya İnsanlık Mirası
listesine ve himayesine alındı. Sinan’ın en büyük
iki eseridir.
Orduya girdi. İstihkam subayı olarak yükseldi.
Yavuz’un İran ve Mısır, Kaanuni’nin Belgrad, Rodos,
Mohaç, Viyana, Bağdad seferlerine katıldı. Köprü
mühendisi sıfatıyla parladı. Aynı zamanda seçkin bir
fikir adamı ve müellif olan Vezir-i azam Damad Lutfi
Paşa tarafından bizzat padişaha takdim edildi. Adam
teşhis edip yükseltmekte Türk tarihinde emsalsiz
olan Kaanuni, yaşı 40’ı geçmiş bu istihkam albayının
mimarlık ve mühendislik bilgisine, san’at zevkine,
köprü kurmaktaki maharetine hayran oldu. Sinan’ı
ordudan aldı. Hassa ser-mimarı tayin etti ki aşağı
yukarı imparatorluğumuzun bayındırlık bakanı
gibidir. Bu makamı yarım yüzyıldan fazla muhafaza
etti.
Devrinde Türk cihan devletinin bütün imkanlarının
elinde bulunduğunu unutmamak gerekir. Cihan mimarı
olarak istediği malzemenin alası kendisine verildi.
Devrin büyük hattatları, nakkaşları, oymacıları,
çinicileri, camcıları emrindeydi.
Değişik planlarla yaptığı (plan ve maket
kullandığını biliyoruz) eserlerinin sayısı
şaşırtıcıdır: 81 cami, 51 mescid, 81 medrese, 19
türbe, 17 imaret, 3 hastahane, 7 baraj, 8 köprü, 18
kervansaray, 33 saray, 32 hamam, 6 mahzen. Toplam
356’dır. Hersek Köprüsü, Ayasofya Hamamı gibi insanı
heyecanlandıracak estetik derecesinde şaheserleri
çoktur. Eserlerinin büyük bir kısmı bugünkü Türkiye
sınırları dışında kaldı. Bugünkü Sırbistan,
Hırvatistan, Bosna Hersek, Kosova, Makedonya,
Macaristan, Yunanistan, Bulgaristan. Arnavutluk,
Ukrayna, Kıbrıs, İran, Irak, Suriye, Suudi
Arabistan’da çok güzel eserler yaptı.
Yetiştirdiği mimarlar, Hindistan’a kadar giderek
büyük eserler inşa ettiler. Sultanahmet kompleksi
gibi şaheserler, onun öğrencilerinin veya onların
öğrencilerinin eserleridir.
Mimar Sinan’ı Kaanuni’nin türbesinin inşaatının
başında, elinde mimarların kullandığı ölçü aleti
zira ile gösteren bir minyatür. (Süleymanname’den)
Bugüne kadar hiçbir Türk mimarı, Sinan’ın dehasını
aşamadı. İstanbul ve Edirne’ye bugünkü çehresini
veren Sinan’ın eserleridir. Sinansız bir İstanbul
düşününüz...
Batılı mimari tarihçilerinden bazıları Sinan’ın
Mikelanj’dan büyük mimar olduğunu vurgulamışlardır.
Zaten büyük Rönesans mimarları ile çağdaştır.
Başarısını, doğuş eseri dehası yanında, 16. asır
coğrafyasının önemli ülkelerinde bulunmuş, oralarda
çeşitli medeniyetlerin birbirine benzemez eserlerini
incelemiş, kullanılan malzemeye dikkat etmiş
olmasına borçludur. Binlerce İlk, Orta ve Yeni Çağ
eserini incelediği muhakkaktır. Onun için sanat
ufku, ekserisi yalnız İtalya’yı gören büyük Rönesans
mimarlarından geniştir. Bağdad, Şam, Haleb, Kahire
gibi İslam mimarisinin şaheserleri ile dolu Osmanlı
kentlerini de gördü. Ama Osmanlı Türkiyesi’ne
mahsus, has, karakteristik çizgiyi hiç unutmadı, çok
geliştirdi. Sonraki bilhassa bir çok camimizin,
Sinan’ın eserleri de görülerek yapıldığı
muhakkaktır.
Eserlerini, mesela İstanbul şehrinin en uygun
yerlerini seçerek yaptığını görüyoruz. Gelişigüzel
bir devlet arsasında inşaat yaptığını göremiyoruz.
Minare mimarisine ve cami akustik’ine verdiği önemi
ayrıca kaydetmek gerekir.
Bugünkü Ayasofya, minareleri ile, muhteşem siluetini
Sinan’a borçludur. Ayasofya malum bütün Avrupa’da
ayakta kalan en eski mimari eserdir. Bunu da
Sinan’ın bazı kısımlarını yeniden inşa ederek
yaptığı restorasyona borçlu bulunuyoruz. Sinan’ın
eserlerine çok da iyi bakamadığımız, hatta
bazılarını yeni bina yapmak gibi barbarca niyetlerle
yıktığımız malumdur.
2 defa evlenen Sinan’ın çocuğu olmadı. Çok cömertti.
Ölümünde mirası, borçlarını karşılamadı; Hazine-i
Hassa’dan ödendi. Süleymaniye Camii yanındaki zarif
türbesinde yatıyor. Çok uyum sağladığı Cihan Hakanı
Sultan Süleyman’ın az ötesinde...
Türkiye Gazetesi, 09.07.2011
|
İSHAKPAŞA SARAYI'NDA GENİŞ ÇAPLI RESTORASYON
BAŞLATILIYOR
Ağrı'nın Doğubayazıt
İlçesi'ndeki tarihi
İshakpaşa Sarayı'nın büyük çaplı restorasyon
çalışmalarına önümüzdeki günlerde başlanacağı
belirtildi. Çalışmaların, iki yıl içerisinde
tamamlanacağı öğrenildi.
Osmanlı İmparatorluğu'nun Lale Devri'nde
yapılan son büyük anıt yapısı olan İshakpaşa
Sarayı, tarihinin en kapsamlı
restorasyonlarından birine hazırlanıyor.
İstanbul Topkapı Sarayı'ndan sonra son
devirde yapılmış sarayların en ünlülerinden
olan İshakpaşa Sarayı, geniş çaplı
restorasyon programına alındı. 2009 yılında
çatı onarım ve güçlendirme çalışması yapılan
sarayda, önümüzdeki ay içerisinde ise 2 yıl
sürecek ambarlar ve sarayın zemin kısmının
güçlendirme çalışması yapılacak. Restorasyon
çalışmalarına başkanlık edecek olan Yüksek
Mimar Ahmet Serbestoğlu, sarayda ambarlar
kısmında çalışma yapılacağını söyledi. Ambar
duvarlarının uzun yıllar su aldığını ifade
eden Serbestoğlu, "Haliyle duvarların
içindeki harç erimiş. Bu harçların
erimesiyle birlikte bilhasa avlu tarafındaki
duvarlarda bir hareketlenme oluşmaya
başladı. Bu hareketlenmeyi gidermeye
çalışacağız." dedi.
Ağrı Kültür ve Turizm Müdürü Muhsin Bulut
ise 1948 yılından beri İshakpaşa Sarayı'nda
çeşitli zamanlarda restorasyonlar
yapıldığını ifade ederek, "Bundan sonra
İshakpaşa Sarayı'nda yapılan restorasyonda
yapılacak hatanın dönüşü olmadığı için
Ortadoğu Teknik Üniversitesi ve
hocalarımızla birlikte bir danışmanlığımız
var. Bakanlığımızın en deneyimli mimarları,
mühendislerin rehberliğinde İshakpaşa Sarayı
restore ediliyor. 2009 yılında yapılan
restorasyon kamuoyunda büyük takdir topladı.
Yeni çalışma da aynı titizlikle yapılacak
olup, iş bittikten sonra saray, gelecek
kuşaklara daha modern, güzel ve sağlam bir
şekilde miras bırakılacak." diye konuştu.
Sarayın, ambar ve mescit kısmının
duvarlarında çeşitli hasarlar oluştuğunu ve
duvarların yıkılmaması için çelik direkler
kullanıldığını dile getiren Bulut, "Bu
çalışmayla çelik duvarlar kaldırılarak
orijinal haline getirip turizmin hizmetine
sunacağız. Buraları önümüzdeki yıllarda çok
amaçlı olarak kullanmayı hedefliyoruz. Bir
kısmını sergi salonu ya da çay kahve
yudumlanabilecek nezih bir mekan haline
getirmeyi hedefliyoruz. Burada yapılacak
çalışmada, yaklaşık 20 uzman ekip çalışacak
olup, hata yapma şansımız yoktur. Daha
temkinli daha dikkatli bir çalışma
başlıyor." şeklinde konuştu.
Erzurum Rölöve ve Anıtlar Bölge Müdürü
Suat Bakır da 8 milyon TL'ye ihale edilen
çalışmalar sonrası sarayı daha güzel,
yaşanılabilir, gezilebilir bir mekan haline
dönüştürülmeyi hedeflediklerinin altını
çizdi. Bakır, İshakpaşa Sarayı'nın zindan,
harem odaları, mahkeme salonu, mescit ve
ambar odalarının iki yıl içerisinde restore
edileceğini söyledi. Bakır, "Restorasyon
çalışmalarında, konularında uzman restoratör
mimarlar ile çok sayıda teknik eleman görev
alacak. Ayrıca, Ahmed-i Hani Türbesi'nin de
yine yıl içerisinde restorasyonunu
gerçekleştireceğiz." ifadelerini kullandı.
Zaman, 09.07.2011
|
|
KANALİZASYON ÇUKURUNDAN 'HAZİNE' ÇIKTI
Mersin'in Tarsus İlçesi'nde yürütülen alt yapı çalışmalarında oda mezar bulundu. Tarsus Belediyesi ekipleri, Kemalpaşa Mahallesi Şelale Caddesi'nde kanalizasyon çalışması başlatıldı. Kazı yapılırken 3.5 metre derinliğinde Roma dönemine ait kayaya oyulmuş oda mezarı bulunuldu. Bunun üzerine çalışmalara ara verilip, Müze Müdürlüğü'ne bilgi verildi. Bölgede inceleme başlatılan arkeologlar, Roma dönemine ait 2'si torpido şeklinde lahit olmak üzere, 3 mezar bulundu. Ayrıca mezardan çıkartılan sağlam bir küpten de kül çıktı. Bu küllerin kremasyon denilen uygulamayla yakılan cesetlerin küller olduğu, oda mezarının ise bir aile mezarı olabileceğini anlaşıldı. Oda mezarı yerinden çıkartılarak incelenmek üzere Tarsus Müze Müdürlüğü'ne götürüldü. Geçtiğimiz hafta Mersin'in merkez Mezitli İlçesi'nde yol çalışması sırasında Roma dönemine ait olduğu sanılan 22 mezar bulunmuştu.
Hürriyet, Haber: Tolunay Duman, 09.07.2011
|
KINALIADA'DA 4 TARİHİ BİNA ÇIKAN YANGINLA KÜL OLDU
Kınalıada’da 3 katlı ahşap binada çıkan yangın, 4
tarihi binayı kullanılamaz hale getirdi. Yangın dün
saat 14.00 sıralarında Kınalıda sahili Akasya
Caddesi 15 numarada çıktı. Üç katlı ahşap bina
çatısındaki tamirat işlemleri sırasında başlayan
yangın, rüzgarın da etkisiyle kısa sürede ahşap
binanın tamamını kapladı. Giderek büyüyen alevler,
çevredeki ahşap binalara da sıçradı. İtfaiye
ekipleri müdahalede yetersiz kalınca, diğer
adalardan ve Kartal itfaiyesinden yardım istendi.
Kartal itfaiyesine ait araçlar gemilerle adaya
gönderildi. Yangına 4 söndürme helikopteri de
müdahale etti. Uzun çabalar sonucu yangın kontrol
altına alınırken, 4 bina kullanılamaz hale geldi.
Türkiye Gazetesi, 09.07.2011
|
EFES PARA BASARKEN AGORA SINIFTA KALDI
İzmir Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü'ne bağlı
müzeleri ve ören yerlerini bu yılın ilk 6 ayında 1
milyon 640 bin 218 kişi ziyaret ederken, listenin
ilk sırasına Efes Antik Kenti oturdu. Müze ve ören
yerlerini gezen turistlerin yüzde 54'ü Efes antik
kentini tercih etti. Efes, toplam gelirlerin yüzde
63'ü olan 3 milyon lirayı da tek başına kazandırdı.
Ören yerleri arasında Efes 868 bin ziyaretçi ile
birinci sıradaki yerini korurken, kazı
çalışmalarının devam ettiği Agora'yı sadece 18 bin
kişi gezdi.
Bu yılın ilk yarısında ildeki müzeleri ve ören
yerlerini gezen ziyaretçi sayısı, geçtiğimiz yılın
aynı dönemine göre yüzde 28 oranında arttı. Müzeler
ve ören yerleri arasında en çok ziyaretçiyi Efes
Anti Kenti aldı. Efes'i Ocak-Haziran döneminde 868
bin kişi gezdi. Efes'i 167 bin kişi ile Selçuk'taki
St. Jean Müzesi, 154 bin kişi ile Bergama'daki
Akropol, 148 bin kişi ile Efes Müzesi takip etti.
Bergama'daki Asklepieion'u 71 bin, Efes'teki Yamaç
Evleri'ni 64 bin, Ödemiş'teki Çakırağa Konağı'nı 18
bin, Çeşme Müzesi'ni 17 bin, Bergama'daki
Bazilika'yı 17 bin, Bergama Müzesi'ni 13 bini, Tire
Müzesi'ni 5 bin, Ödemiş Müzesi'ni 2 bin kişi gezdi.
İzmir merkezdeki müze ve ören yerleri ise sıralamada
geride kaldı. Atatürk Müzesi'ni 34 bin, Tarih ve
Sanat Müzesi'ni 19 bin, Arkeoloji Müzesi'ni 14 bin
kişi ziyaret etti. Son yıllarda kruvaziyer yolcuları
İzmir kent merkezinde dolaşmayı tercih etmesine
rağmen, kazıların devam ettiği Agora ören yerine
sadece 18 bin turist geldi. Agora'ya gelen turist
sayısı geçtiğimiz yıla göre yüzde 15'e yakın oranda
geriledi. 2009 yılı Ocak-Haziran döneminde Agora'yı
32 bin kişi, 2010 yılı aynı döneminde ise 22 bin
turist gezmişti.
Müze ve ören yerlerini gezen turistler yılın ilk 6
ayında İzmir'e 4.7 milyon lira bıraktı. 2009 yılında
bu rakam 2.9 milyon lira, geçtiğimiz yılın ilk
yarısında ise 3.1 milyon lira olmuştu. Gelirlerin
yüzde 63'üne denk gelen 3 milyon lira Efes'ten
sağlandı. Efes geçtiğimiz yılın ilk yarısında 2
milyon lira gelir sağlamıştı. Yamaçevleri 561 bin
lira, Akropol 426 bin lira para kazandırdı. Agora
antik kentinin geliri ise 44 bin lirada kaldı.
İzmir Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı Ekrem
Demirtaş, kruvaziyerle İzmir'e gelen yolcuların
yüzde 70'inin kent merkezinde kaldığını belirterek,
Agora'ya ilginin düşmesinin sebebinin
araştırılması gerektiğini söyledi. Agora ören
yerinde euronun geçmemesinin sıkıntıya neden
olduğunu söyleyen Demirtaş, bu konuda çok sayıda
girişimde bulunduklarını ancak bürokrasiyi
aşamadıklarını söyledi. Demirtaş, "Cebinde euro olan
turist, Agora'yı dışardan görebiliyor. İçeriye
giremiyor. Burada bir gişe kurulursa ve euro geçerli
olursa, turist girip gezebilir" dedi.
Yen Asır, Haber: Sinan Doğan, 09.07.2011
|
YUNANLILAR MURAT REİS'İN KÜLLİYESİ'NE BANDO OKULU
KURUYOR
400 yıla yakın Osmanlı Devleti hakimiyetinde
kalan Rodos'taki tarihi eserler, Türklerin
elinden alınarak yok edilmek isteniyor. Onlardan
biri de Murat Reis Külliyesi. Rodos Belediyesi,
külliyenin avlusuna bando mızıka merkezi
kuruyor.
Yunanistan'ın Rodos adasındaki Osmanlı
kültür mirası Murat Reis Camii ve Külliyesi,
çifte tehlike yaşıyor. Rodos Belediyesi,
bakımsızlıktan yıkılmak üzere bulunan tarihi
eserin avlusuna bando mızıka merkezi
kuruyor. Bu duruma tepki gösteren ada
Türkleri, külliyenin isimsiz dilekçelerle
parça parça Müslümanların ellerinden
alındığını söylüyor.
400 yıla yakın Osmanlı Devleti
hakimiyetinde kalan Rodos, Yunanistan'ın en
çok Osmanlı eseri bulunan yerlerinden biri.
UNESCO tarihi eserler listesinde olması
sebebiyle şimdiye kadar ayakta kalan
eserler, ya bakımsızlıktan ya da çeşitli
isimler altında vakıf mülkiyetinden
çıkarılarak yok edilmek isteniyor. Rodos
İslam Eserlerini Koruma Vakfı Rodos Evkaf
İdaresi ise tarihi eserlerin Türklerin
elinden alınmasına göz yumuyor. Belediyenin
en fazla tepki çeken icraatı, Murat Reis
Camisi ve Külliyesi'nde yürüttüğü çalışma.
Külliyenin girişindeki tabelada tadilat için
900 bin Euro ayrıldığı yazıyor. Buna
karşılık tarihi yapıda restorasyon yerine
avluda bando mızıka eğitim merkezi inşaatı
yapılıyor. Külliyenin 80 yaşındaki bekçisi
Şaban Kargiglioğlu, Rodos yönetiminin asıl
amacının Türk izlerini silmek olduğunu
söylüyor. 55 yıldır tek odada yaşayan
Kargiglioğlu, bir isimsiz dilekçeyle
külliyenin vakfın elinden alındığını
anlatıyor. Murat Reis Camii'nin 1972 yılında
kapatıldığını anlatan yaşlı bekçi, "Türkiye
acil el uzatmalı" çağrısında bulunuyor.
Rodos'un fethi sırasında şehit olan 30
bin Osmanlı askerinin kabri burada. Bu
sebeple Murat Reis Külliyesi, aynı zamanda
Türk şehitliği olarak biliniyor. Rodos
şehrinin ortasındaki külliyede Kırım hanları
Fetih Giray ve Saadet Giray'ın mezarları,
yine Kırım hanları Şahin Giray ve Canbek
Giray ile İran Şahı 2. Safi Mirza'nın
türbeleri, Beyzade Sultan ve daha birçok
tarihi şahsiyetin kabirleri yer alıyor.
Murat Reis, Barbaros Hayrettin Paşa'nın
ve Preveze Deniz Zaferi'nde Andrea Doria'yı
yenen filonun amirallerinden, Hint Okyanusu
Filolar Komutanı. 1609'da 103 yaşındayken
cephede savaşarak şehit düşmüştü. Osmanlı
donanması Akdeniz'de her sefere çıktığında,
bugün isminin verildiği külliyedeki kabrini
ziyaret ediyordu.
Zaman, Haber: Vahit Yazgan, 09.07.2011
|
KANALİZASYONDAN SERVET ÇIKTI
Fransız medyasında
çıkan haberlere göre, Millau şehrinde yaşayan bir
çift evlerinin kilerindeki kanalizasyon borularını
onarırken küçük çaplı bir servet buldu. Adı
açıklanmayan çiftin, kanalizasyonda bulduğu küçük
bir çanağın içinden 34 altın sikke çıktı.
Yerel bir
antika uzmanına göre, sikkeler 1595 ile 1789
yılları arasında kullanılmışlar. Altınlardan en
değerlisi 1640 tarihli 13. Luis döneminden kalan
sikke
ve tahmini değeri 6500 Euro.
AFP
haber ajansına konuşan tarihi para
uzmanı Marc Aigouy, Fransız talihli çifte buldukları
altınları satın almayı ya da onlar adına bir
açık artırma düzenlemeyi teklif ettiğini
belirtti. Marc Aigouy, Amerikan ve
Japon antika meraklılarının ilgi göstermesi
halinde altın sikkelerin toplam değerinin 100 bin
Euro'yu aşabileceğini ifade etti.
Talihli çift buldukları altınların sahibi
olabilecekler, zira Fransız yasalarına göre kişiler
sahibi oldukları evlerin içinde buldukları değerli
eşyaların mülkiyet hakkına sahipler.
Milliyet, 09.07.2011
|
RODOS'TAKİ 3 BİN OSMANLI EL YAZMASI YOKOLMAKTAN
KURTULDU
Türk nüfusun yoğun olarak yaşadığı Yunanistan'ın
Rodos adasındaki Hafız Ahmed Ağa Kütüphanesi,
önemli bir kurtarma operasyonuna şahitlik etti.
Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi
tarafından yürütülen çalışmayla tarihi
binadaki Osmanlı yadigarı el yazması
kitaplar yok olmaktan kurtuldu. Kültür ve
Turizm Bakanlığı ile Türk İşbirliği ve
Kalkınma Ajansı'nın (TİKA) desteklediği
proje çerçevesinde kütüphanedeki 3 bine
yakın kitabın tescili ve tespiti yapıldı,
coğrafi künyeleri çıkarıldı. Bütün
sayfalarının dijital kopyaları çekilen
kitaplar, elektronik ortama aktarıldı.
Medrese talebelerinin yararlanması için
Kanuni Vakfı Külliyesi içinde ve Süleymaniye
Camii'nin yanıbaşında inşa edilen
kütüphanede, hasarlı ve hastalıklı
kitapların tamiri de yapıldı. Rodos'un Uzgur
Köyü'nde doğan Tophane Müşiri Ahmed Fethi
Paşa'nın babası Rikabdar-ı Şehriyari Hafız
Ahmed Ağa'nın ismini taşıyan ve 1793 yılında
açılan kütüphanede üç yıl çalışıldı. Son
olarak adadan gelen iki görevli, Konya'da
kitap ve kağıt restorasyonuyla ilgili kurs
gördü.
Kütüphanede bin 200'ü elyazması 2 bin 250
kitap bulunduğunu belirten Konya Bölge Yazma
Eserler Kütüphanesi Müdürü Bekir Şahin,
bunların arasında 850 yıllık eserler ile
1401 yılında yazılmış altın varaklı mushafın
da yer aldığını söyledi. Kütüphanedeki bütün
eserlerin dijital ortama aktarıldığını
vurgulayan Şahin, üç yıl içinde tescil ve
tespitlerini yapıp kitapların coğrafi
künyelerini çıkardıklarını, dijital
kopyalarını çektiklerini aktardı. Böylece
elektronik bir kitap oluştuğunu belirten
Müdür Şahin, "İki odadan müteşekkil
kütüphane, iki kubbeyle örtülü. Avlusunda
Kur'an okumak için odalar, bir kuyu ve bir
çeşme bulunmakta. Rodoslu Türkler, geçmişten
bugüne bayramlarda bu avluda kurban kesip
aşure pişiriyor." dedi.
Hafız Ahmet Ağa Kütüphanesi'nden iki
görevliye, Konya'da kağıt restorasyonu, cilt
ve yazma eserlerin korunması eğitimi
verdiklerini ifade eden Bekir Şahin,
görevlilere bir yazma eserin nasıl ele
alınması gerektiğinden yapraklarının
açılmasına kadar teorik ve pratik her türlü
bilgiyi öğrettiklerini anlattı. Bir
kütüphanenin iklimlendirilmesi için neminden
sıcaklığına varıncaya kadar, rafların
düzeltilmesi, yangın, deprem, sel gibi
afetlere karşı alınacak önlemler konusunda
Rodoslulara eğitim verdiklerinin altını
çizen Şahin, "Bu arkadaşlarımız, mükemmel
ciltler yaptılar. Hafta sonları dahil her
gün sabahtan geç saatlere kadar eğitime
devam ettiler. Her kütüphanenin kendine has
tecrübeleri var. Biz onlardan, onlar da
bizden birçok tecrübe edindi. Konya ile
Rodos arasında bir kültür köprüsü kuruldu.
Rodos'tan gelen arkadaşlarımız için bir
aylık eğitim yeterli değil, devam etmesini
ümit ediyoruz." şeklinde konuştu.
Zaman, Haber: Vahit Yazgan, 08.07.2011
|
HÖRGÜÇLÜ BOĞALARLA DÖVÜŞLER DÜZENLENİYORMUŞ
Roma
Dönemi'nin tarihe nam salmış unutulmaz dövüşçüleri
gladyatörlerin, Anadolu'nun en büyük stadyumu olan
Laodikya'da, İspanya'daki geleneksel boğa
güreşlerine benzer şekilde hörgüçlü boğalarla dövüş
yaptıkları ve bu dövüşlerin, dönemin vazgeçilmez bir
etkinliği olduğu belirlendi.
Laodikya Kazı Heyeti
Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, gazetecilere yaptığı
açıklamada,
285 metre uzunluğunda
70 metre genişliğinde ve
yaklaşık 25 bin kişilik kapasitesiyle Laodikya
Stadyumu'nun, antik dünyanın ikinci, Anadolu'nun ise
en büyük stadyumu olduğunu kaydetti.
Stadyumun
Laodikyalı zengin bir aile tarafından yaptırılarak,
Roma İmparatoru Titus'a ithaf edildiğini belirten
Prof.Dr. Şimşek, Roma Dönemi yapısı olan stadyumun,
büyük güçlükler ve maliyetle yapıldığının
görüldüğünü ifade etti. Prof.Dr. Şimşek, stadyumun
18 kilometre uzaktan öküz
arabalarıyla getirilen mermerlerle inşa edildiğini
belirlediklerini ve bugünün parasıyla restorasyonu
için 10 milyon liradan fazla kaynağa ihtiyaç duyulan
yapının, o dönem maliyetinin ise 20 milyon lirayı
bulduğunun hesap edildiğini belirtti. Şimşek, ''Bu
da spora verilen önemi gösteriyor'' dedi.
Stadyumda gladyatör dövüşlerinin yapıldığını, bu
mücadeleler sırasında gladyatörlerin sadece
birbirleriyle dövüşmediklerini, aynı zamanda vahşi
hayvanlara karşı da savaşlar verdiklerine işaret
eden Şimşek, kazılar sırasında bulunan kabartmalar
ışığında, Laodikya Stadyumu'nun bugün İspanya ile
özdeşleşmiş boğa güreşlerine benzer mücadelelere de
sahne olduğunun ortaya çıktığını bildirdi. Şimşek,
kabartmalarda, gladyatörlerin ''hörgüçlü boğalar''
ile yaptıkları birçok mücadelenin resmedildiğini
belirterek, şunları kaydetti: ''Burada, İspanya'da
geleneksel hale gelen boğa güreşlerine benzer
gösteriler yapılmış. Yapılan mücadeleler,
stadyumdaki mermerlere kabartma heykeller olarak
yansımış. Hörgüçlü boğalarla yapılan mücadeleler o
kadar fazla ki kabartmalardaki hörgüçlü boğalar,
bunun vazgeçilmez olduğunu gösteriyor'' Laodikya'da
başarılı dövüşçülerin heykellerinin de dikildiğini
dile getiren Şimşek, yeni mücadeleye başlayacak
sporcuların hırslarını kamçılamak için görünen
yerlere dikilen bu heykellerde, gladyatörlerin
yetiştirildiği bir okuldan da bahsedildiğini,
ileriki dönemde bu konuda daha fazla bilgi sahibi
olabileceklerini sözlerine ekledi.
Yeni Asır, 08.07.2011
|
6. SEZON KAZILARI BAŞLADI
İzmir'in en eski
yerleşim alanı olan Yeşilova Höyüğü'nde 6. sezon
kazı çalışmalarının başladığı bildirildi. Yeşilova
Höyüğü Kazı Heyeti Başkanı Ege Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.
Doç.Dr. Zafer Derin yaptığı açıklamada, 4 Temmuzda
başlayan kazların Eylül ayı sonuna kadar devam
edeceğini, çeşitli üniversitelerin arkeoloji bölümü
öğrencilerinin de aralarında bulunduğu 50 kişilik
kazı heyetinin çalışma yaptığını söyledi.
Kazılarda
Neolitik çağın son dönemine ait yapıların önemli
kısmını açığa çıkarmayı amaçladıklarını belirten
Derin, şu bilgileri verdi: ''Yeşilova Höyüğü'nde 6.
sezon kazı çalışmaları, aralarında çok sayıda
üniversite öğrencisinin de bulunduğu kalabalık bir
ekiple başladı. Bu sezon çalışmalarında Neolitik
dönemin önemli mimarı kalıntılarını ortaya çıkarmak
ve Yeşilova Höyüğü'nü görsel yönden zenginleştirmeyi
amaçlıyoruz. Daha çok insanın izleyeceği, anlayacağı
mimari kalıntıları görebileceği bir kazı alanı
yaratmayı amaçlıyoruz. Höyük kazı çalışmaları yavaş
ilerleyen kazı çalışmalarıdır. Toprağın hemen 1
metre altında kazı yaptığımız için son derece hassas
çalışmak gerekiyor. Bu yıl kazı ekibinin yüzde 80'i
bayanlardan oluşuyor, bayanların hassas elleri ile
ince narin bir şekilde özen gösterilerek İzmir'in
geçmişi gün yüzüne çıkarılmaya çalışılıyor. Kültür
ve Turizm Bakanlığı ile Bornova Belediyesi başta
olmak üzere sağlanan maddi katkıların el verdiği
ölçüde çalışmalarımızı Eylül ayı sonuna kadar devam
ettirmeyi amaçlıyoruz.''
Kazılarla İzmir'in geçmişine bir yolculuk
yaptıklarını, 6. sezon yolculuğunda ilginç
buluntular elde edeceklerine inandıklarını anlatan
Zafer Derin, sözlerine şöyle devam etti: ''Kazı
çalışmaları süresince İzmir kent kültürünün açığa
çıkarılmasına katkı sağlayacak buluntular elde
etmeyi hedefliyoruz. Hem İzmir, hem Avrupa, hem de
dünya kültürel mirası açısından yeni bulgular
kazanacağımızı düşünüyoruz. Kazılarımıza büyük
destek veren Bornova Belediyesi ile sürdürdüğümüz
Zaman Yolculuğu Projemiz var, 2 yıldır devam ediyor,
bu yıl da devam edecek. Kazı öncesinde talihsiz bir
olay yaşadık, öğrencilere o dönem yaşamını anlatmaya
çalıştığımız binalar yandı. Ancak belediye o
yapıları en kısa sürede yenileyeceğini söyledi.
Gelen öğrencilerimize yine o dönem yaşamını bire bir
gösterebileceğiz. En kısa zamanda eğitim
çalışmalarını zenginleştirerek sürdüreceğiz. Ayrıca
Bornova Belediyesi'nin projesini hazırladığı
Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi Projesi'ni yaşama
geçirmeye çalışacağız. Bürokratik işlemler bitmek
üzere ve en kısa zamanda temelini atacağız.
Belediyenin ödenekleri mevcut. Bu proje kazı evi,
sergi binası ve neolitik köyden oluşan bir
kompleksten oluşuyor. Böyle bir merkezi de kent
kültürüne katmayı hedefliyoruz. Bu bizim
çalışmalarımızı da rahatlatacak. Kazı alanını gezen
ziyaretçiler bilimsel çalışmanın nasıl yapıldığını
görecekler, kazıları izleyebilecekler ve çıkan
eserleri inceleyebilecekler.''
Kazılarda bugüne kadar yaklaşık 800 eserin İzmir
Arkeoloji Müzesi'ne kazandırıldığını, bu eserlerin
bir kısmının ilk defa bu yıl sergilendiğini belirten
Derin, kazı heyeti olarak bundan büyük mutluluk
duyduklarını ifade etti. Daha çok eserin
sergilenmesini hedeflediklerini ifade eden Derin,
''Daha çok eserin sergileneceği müzelerin
oluşturulması, çıkan eserlerin halkın, turistlerin
görmesi, temel hedefimiz bu'' dedi.
Yeşilova Höyüğü kazılarında bir çok ilginç
eserlerin çıkarıldığını anlatan Derin, en ilginç
buluntulardan birinin 8 bin 200 yıllık mühür
olduğunu ifade etti. Kazılarda çok sayıda mühür
bulunduğunu, bunun da organize bir topluluğun
yaşadığının bir göstergesi olduğunu dile getiren
Demir, ''Geçen yıl günlük yaşamla ilgili bazı
bulgular açığa çıkmıştı. Bu yıl da bu tür eserleri
ortaya çıkaracağız. Pişmiş toprak kilden yapılma
fırça sapları bulduk, bunlar duvarları boyamak için
kullanılmış. O dönem insanı tarafından kullanılan
eşyaları ortaya çıkarmayı, buradaki yaşamı anlamayı,
o insanların nasıl hangi çevre koşullarında
yaşadıklarını anlamayı hedefliyoruz'' diye konuştu.
Yeni Asır, 08.07.2011
|
ALTINPARK KAZILARINA DEVAM EDİLİYOR
Konak Belediyesi tarafından 2008 yılında başlatılan Basmane-Altınpark kazı alanındaki çalışmalarda 3.döneme girildi. Geçtiğimiz yıllar içinde titiz yürütülen çalışmalar sonucunda alanın 3‘te 2‘lik kısmını gün yüzüne çıkaran arkeologların hedefi ise alanın tamamında bulunan tarihi eserleri ortaya çıkarmak.
Kazıların tamamlanmasının ardından Türkiye‘nin en önemli arkeoparkını Altınpark‘ a kuracaklarını bir kez daha yineleyen Konak Belediye Başkanı Hakan Tartan, Basmane ve çevresinin İzmir‘in antik dönemine ışık tutacak çok önemli eserleri bünyesinde barındırdığını vurguladı. Tarihi Smyrna şehrinin kuzeye ve doğuya açılan kapısının Basmane‘de olduğu düşünülürken, bunu destekleyen en büyük kanıtlardan birinin de Altınpark‘ta yapılan çalışmalar sonucunda ortaya çıkarılan Roma Yolu olduğunu anlatan Başkan Tartan, MS 2.yüzyıla tarihlenen kalıntıların, İzmir‘in geçmişine yönelik önemli bir dönemi aydınlatacağını söyledi. Dokuz Eylül Üniversitesi öğretim üyesi Yard. Doç.Dr. Akın Ersoy öncülüğündeki ekip tarafından sürdürülen çalışmaların sonunda önemli bir mimari yapıyla kalıntıları koruyacaklarını ve İzmirlilere benzersiz bir Arkeopark kazandıracaklarını dile getiren Başkan Tartan şöyle konuştu: “Böylesine önemli kalıntıları, çağdaş bir tasarımla hazırlayacağımız parkta, hem yerli ve yabancı turistlere hem de İzmirlilere sunacağız. Böylece tarihsel bir kültür alanı yaratmış olacağız. Alanda kurulacak cam zemin üzerinden Antik dönem, Roma dönemi, Bizans dönemi ve yakın tarihimize ışık tutacak eserler izlenebilecek. Ayrıca oluşturulacak amfi tiyatro ile İzmir yeni bir açık hava kültür merkezine kavuşacak” diye konuştu.
Beyaz Gazete, 08.07.2011
|
|
KAYIP SU YOLU BULUNDU
Küçükçekmece Gölü
Havzası'nda yürütülen Bathonea kazısında İstanbul'un
tarihine yeni
bir sayfa açacak yapı kalıntılarına ulaşıldı. Kazı
ekibinin başkanı Kocaeli Üniversitesi Arkeoloji
Prehistorya Anabilim Dalı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Şengün
Aydıngün, oval biçimde bir su yapısı bulduklarını,
şimdiye kadar 60 metresi ortaya çıkarılan yapının
uzunluğunun 100 metreyi geçmesini beklediklerini
kaydetti. 6 metre derinliğinde, 2.60 metre duvar
kalınlığı olan 19 metre enindeki yapının tamamının
Roma İmparatoru Konstantin damgalı tuğlalarla
örüldüğünü anlatan Aydıngün "İstanbul'un su yapıları
tarihine önemli bir katkı sağlayacak yapıda, damgalı
amfora kulpları, unguanteriumlar da (kültür tarihi
içinde koku kabı olarak kullanılan, ölü hediye
objeleri) ortaya çıkarıldı" dedi. Aydıngün heyecan
uyandıran diğer bir bulgunun da Geç Roma dönemine
tarihlenen kale kalıntısı olduğunu kaydetti.
Arkeolog Ümran Yöğrük Planken de İstanbul'un
tarihten gelen bir su sıkıntısı olduğunu hatırlattı
ve "İstanbul'a su taşıyan iki kanaldan birisi
bilinmiyor. Bizim tahminimiz bu kayıp olan (Aretas
Hepdomos) İstanbul'un su yolunun ucunu yakalamış
durumdayız'' diye konuştu.
Sabah, Haber: Mesut Er, 08.07.2011
******
BÜYÜK KANIT BULUNDU
Küçükcekmece gölünde
bulunan Bathonea kentindeki kazı çalışmalarında
ortaya çıkan toplu mezarda 11. yüzyılda yaşanan
büyük bir depremde ölüp acele gömülen ilk
İstanbulluların yattığı belirlendi. Küçükçekmece
Gölü'ne uzanan yarımadada 2 yıl önce bulunan antik
Bathonea kentte devam eden çalışmalarında
İstanbul'da yaşanan depremlere ait en eski iz de gün
yüzüne çıktı.
Çalışmalar kapsamında bulunan 6 metre
derinliğe sahip su yapısının, İstanbul'a su taşıyan
kanallardan biri olabileceği öngörülüyor. 12 metre
yüksekliğindeki bir kalenin de kalıntılarına
rastlanan çalışmalarda en dikkat çekici bulgu ise,
bir mezarlık alanı. 11'inci yüzyıla ait bir depremde
ölenlerin gömüldüğü bir alan olarak düşünülen
mezarlıktaki çok sayıda kemik ve iskelet üzerinde
araştırmalar devam ediyor.
Hürriyet, Haber: Dilhun Gençdal - Zafer Karakoç,
10.07.2011
|
TABAE ANTİK KENTİ KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI
Denizli’nin Kale
İlçesi'ndeki Tabae antik kentinde
2011 yılı kazı çalışmaları başladı.
Ege Üniversitesi (EÜ) Edebiyat Fakültesi Sanat
Tarihi Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Bozkurt
Ersoy’un başkanlık ettiği kazılarda, aynı
üniversiteden Prof.Dr. İnci Kuyulu Ersoy, Prof.Dr.
Ayşe Aydın, Doç.Dr. Sedat Bayrakal ile Yrd. Doç.Dr. Yekta Demiralp, Yrd.
Doç.Dr. Şakir Çakmak, Yrd.
Doç.Dr. Harun Ürer, Yrd. Doç.Dr. Rüçhan Bubur,
öğretim görevlisi Sevinç Gök Gürhan, Uzman Hasan
Uçar ve restorasyon teknikeri Elif Topaç ile 20
öğrenci görev alıyor.
Kazı heyeti başkanı
Prof.Dr. Ersoy, Aa
muhabirine yaptığı açıklamada, bu yılki kazı
çalışmalarının, antik kentin üç ayrı bölgesinde
yapılacağını, öncelikle 2007′den itibaren kazı
yapılan su sarnıcındaki çalışmayı tamamlamayı
hedeflediklerini bildirdi.
Bu yılki bir başka çalışma alanı olarak kentin
terk edilmesinin ardından büyük ölçüde tahrip olan
Tekkeönü Mescidi ile antik kent çevresindeki
mağaraları seçtiklerini anlatan Prof.Dr. Ersoy,
kazıların hızla ilerleyebilmesi için sponsor
çağrısında bulundu.
Prof.Dr. Ersoy, “Ödeneğin yeterli gelmesi
durumunda 14. ve 15. yüzyıllara ait hamam
kalıntısında kazı ve temizlik çalışması başlatmayı
planlıyoruz. Çalışmaların bu noktaya gelmesinde
destek sağlayan Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Kale
Belediye Başkanı İsmail Yarımca’ya teşekkür
ediyoruz. Ancak sponsor desteği sağlanırsa kazı
çalışmaları çok daha hızlı gerçekleşir” dedi.
Tabae antik kentindeki kazı çalışmalarının
Ağustos ortalarına kadar süreceği kaydedildi.
haberler.com, 08.07.2011
|
OLYMPOS ANTİK KENT KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI
Antalya’nın Kumluca İlçesi’nde bulunan Olympos
antik kentinde, bu yılki arkeolojik kazı çalışmaları
başladı. Kazıyı, Anadolu Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü öğretim üyesi Doç.Dr.
Yelda Olcay Uçkan başkanlığındaki bir ekip
yürütüyor.
Kazı ekibinde yer alan ‘Bizans Dönemi’ doktora
öğrencisi Seçkin Evrim, çalışmalar hakkında bilgi
verirken, Anadolu Üniversitesi olarak 11 yıldır
Olympos antik kentinde araştırma yaptıklarını, bu
çalışmaların 7 yılının ise antik kentin planının
ortaya çıkarılması, yapı stoğunun belirlenmesi,
yapıların teknik çizimlerinin yapılması ve
topoğrafik harita üzerine yerleştirilmesi ile
geçtiğini söyledi.
Evrim, 4 yıl önce başlayan kazı çalışmalarına 30
kişilik bir ekiple devam ettiklerini belirterek, “Bu
yılki kazılarda, antik kentin Roma döneminden Bizans
dönemine geçiş sürecinde, yapıların geçirdiği
değişimi tespit etmek istiyoruz” dedi. Seçkin Evrim,
antik kentin tarihçesi hakkında şu bilgiyi verdi:
“Olympos’un kesin kuruluş tarihi bilinmemekle
birlikte, MÖ 168-78 yıllarında basılan Likya
Konfederasyonu sikkelerinde adı geçiyor. İktisadi
bir birlik olan Likya Konfederasyonu konseyinde,
Olympos’un 3 oy hakkı olduğu biliniyor. Tarihçilere
göre, MÖ 80 yılında ‘Zenniketes’ isimli Kilikyalı
bir korsan tarafından ele geçirilen kent, 78 yılında
Romalılar tarafından alındı. Haçlı seferleri
sırasında Venedik, Ceneviz ve Rodos şövalyelerinin
istilasına uğrayan Olympos, 15. yüzyılda, Fatih
Sultan Mehmet döneminde, Osmanlı İmparatorluğu’na
katıldı. Yakın zamana kadar yerleşimin olmadığı
antik kent, sadece göçerler tarafından kışlak olarak
kullanıldı.”
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Suna-İnan Kıraç
Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Enstitüsü (AKMED)
tarafından desteklenen Olympos kazıları, ağustos ayı
sonuna kadar devam edecek.
Samanyolu Haber, 08.07.2011
|
HORHOR ÇEŞMESİ ESKİ GÜNLERİNİ ARIYOR
İstanbul’daki tarihi Horhor Caddesi’nin en bariz
özelliklerinden biri yol üzerinde yer alan iki
çeşmesiydi. Bu çeşmeler Büyük Horhor Çeşmesi ile Acı
Çeşme’ydi. Artık unutulmuş ve eski ehemmiyetini
kaybetmiş olan Horhor Çeşmesi restore edileceği günü
bekliyor. İkiz tek yüzlü duvar çeşmesi olan Horhor
Çeşmesi, Kültür Bakanlığı kayıtlarında XIX. yüzyıl
İstanbul çeşmeleri arasında yer alıyor. 1876 yılında
yaptırıldığı sanılan Horhor Çeşmesi, adeta
çeşmelikten çıkmış, bir taş duvar gibi duruyor.
Önündeki yalak kapatılmış, tretuvar yapılmış. 45
yıldır da çeşmenin musluğu bile yok olmuş. Fatih’te,
Horhor semtine adını veren çeşme, Fatih Parkı’ndan
Aksaray’a doğru inen yokuşun ortasında yer alıyor.
Semt sakinleri Fatih Belediyesi’ne ve İstanbul İl
Özel İdaresi’ne seslenerek, çeşmenin biran önce
restore edilerek musluklarından su akmasını hayal
ediyorlar.
Horhor Çeşmesi, Kültür Bakanlığı kayıtlarında XIX.
yüzyıl İstanbul Çeşmeleri arasında yer alıyor. Fatih
Parkı’ndan Aksaray’a doğru inen yokuşun ortasında
yer alan Horhor Çeşmesi, restore edileceği günü
bekliyor.
Türkiye Gazetesi, Haber: Cüneyt Bitikçioğlu,
08.07.2011
|
PAHA BİÇİLEMEYEN KUTSAL KİTAP ÇALINDI
İspanya'nın en ünlü katedrallerinden biri olan ve
“Santiago yürüyüşü” adlı Hristiyanların haç yolunun
bittiği yer olarak tanınan Santiago Compostela
Katedrali'nde bulunan, 12. yüzyıla ait el yazması
kitabın çalındığının geçen salı günü anlaşıldığı
bildirildi. Katedralin üst düzey görevlisi Jose
Maria Diaz bugün basına verdiği bilgide, kitabın
kasada bulunduğu odada gizli kamera olduğunu ancak
olayla ilgili hiçbir görüntü olmadığını söyledi.
Kitabı alma yetkisine sadece kendisinin ve iki arşiv
araştırma uzmanının sahip olduğunu kaydeden Diaz,
“Bu kilisenin papazlar meclisi, 800 yıldır bu kitabı
korumayı bildi şimdi ise kendimizi korkunç bir
terörist saldırının kurbanı gibi hissediyoruz.
Olabilecek en iyi şey, hırsızın yada kitaba şu anda
sahip olanın, onun paha biçilmez olduğunu bilmesi ve
kitaba zarar vermemesi olur. Ben bu hırsızlığı kimin
yaptığına ilişkin şüphelere sahip olabilirim ama
bunu söyleyemem çünkü ön yargılı olmak bir günahtır”
dedi.
Katedralin en değerli kitabı olarak gösterilen ve
sigortası olmayan “Codice Calixtion”un, 1990 yılında
Burgos'da sergilenmek istendiği, ancak bir sigorta
firmasının bunun için 1 milyar pesetas (yaklaşık 6
milyon euro) talep ettiği ileri sürüldü. Şimdiye
kadar sadece iki kez katedral dışına çıkartıldığı
söylenen kitabın, İspanya'nın ulusal kültürel değeri
olarak tanındığı ifade edildi.
5 ayrı kitabın karışımından oluşan, parşömen
kağıdına yazılı 225 sayfası olan ve Santiago
Yürüyüşü'nü yapacak hacılara bir nevi rehber olacak
bilgilerden oluşan kitabın 1964 yılında tek cilt
haline getirildiği bildirildi. İspanyol polisi,
çalınan kitabı bulmak için geniş çaplı bir araştırma
başlatırken, Galisya yerel basınında çıkan
haberlerde, kitabın bazı koleksiyoncuların
yönlendirdiği suç örgütleri tarafından çalınmış
olabileceği iddia edildi.
Radikal, 07.07.2011
|
1 MİLYON 460 BİN METREKARELİK MÜZE
Türkiye’de son yıllarda yapılan en önemli tarihi
keşiflerden biri olan Germenicia antik kentinde
dünyanın en büyük arkeoparkı kurulacak.
Kahramanmaraş’ta 1 milyon 460 bin metrekare alana
yayılan antik kentteki buluntuların yerinde
sergilenmesi planlanıyor.
Kaçak kazılarda ortaya çıkan ve Romalı aristokratlara ait olduğu tahmin edilen Germenicia Antik Kenti Yamaç Villaları’nın taban mozaiklerinin dünya otoritelerine tanıtılması amacıyla Uludağ Üniversitesi Mozaik Araştırmaları Merkezi tarafından organize edilen, Kahramanmaraş Valiliği himayesinde ve Doğu Akdeniz Kalkınma Ajansı’nın desteğiyle gerçekleştirilen 5. Uluslararası Türkiye Mozaik Corpus’u Sempozyumu sonuç bildirgesi açıklandı. 28-30 Haziran tarihleri arasında Kahramanmaraş’ta yapılan ve yerli-yabancı yaklaşık 100 bilim insanının katıldığı sempozyumun sonuç bildirgesinde Germancia’daki buluntuların müzeye taşınmaması ve yerinde sergilenmesi önerildi. Bu sayede 1 milyon 460 bin metrekare alanda oluşacak arkeoparkın dünyanın en büyüğü olacağı belirtiliyor.
Bakanlar kurulu kararlı kazı statüsü isteniyor
Sempozyum sonuç bildirgesi, komite adına Uludağ
Üniversitesi Mozaik Araştırmaları Merkezi Kurucu
Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin, Avusturya Bilimler
Akademisi ve AIEMA Yönetim Kurulu Üyesi Prof.Dr.
Werner Jobst, Ege Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Gürcan Polat ve Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar
Fakültesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Selçuk Şener
imzasıyla yayınlandı. Komite üyelerinin tavsiye
niteliğinde kararlarının yer aldığı sonuç
bildirgesinde şimdiye kadar sürdürülen kurtarma
kazırlarının bilimsel arkeolojik kazılara
dönüştürülmesi istendi. Kentte müze başkanlığında
sürdürülen mevcut kazıların Bakanlar Kurulu Kararlı
Kazı statüsüne dönüştürülmesi gerektiği
belirtilerek, bilimsel kazıların başlatılmasına
kadar bir bilim ve teknik kurulun oluşturulması
gerektiği vurgulandı.
Bölgede kentsel dönüşüm
Bildirgede, günümüz yerleşiminin üzerine
kurulduğu antik kent alanının yüzey araştırması,
jeofizik çalışmalar ve sondaj kazılarıyla, sit
alanının gerçek sınırlarının belirlenmesi
gerektiğine dikkat çekildi. Kamulaştırılan alandaki
mevcut binaların, toprak altında olası buluntuların
korunması da gözetilerek yıkılması ve
kaldırılmasının önerildiği bildirgedeki tavsiye
kararları arasında bu konuya uzun vadeli bakılarak
antik kentin bulunduğu yerleşim alanında kentsel
dönüşümün programa alınarak biran önce planlanması
gerektiği de yer aldı. Gerçekleştirilecek kazı
çalışmaları sonucunda ortaya çıkartılacak mozaikler
dahil tüm kültür varlıklarının, müzeye taşınmadan
yerinde sergilenmesi ifade edilerek,
Kahramanmaraş’ta bir arkeopark oluşturulması,
böylece Kahramanmaraş’ın kültür, turizm ve tanıtım
açısından yeni bir kimlik daha kazanacağı
vurgulandı.
Romalı aristokratların villaları
Kaliteleri ve ikonografileri açısından Zeugma
mozaikleri ile yarışacak nitelikte olan Germanicia
kenti, şehir merkezinden başlayarak Karamaraş
semtine kadar 146 hektarlık geniş bir alana
yayılıyor. Kentin kalıntılarının bulunduğu
Dulkadiroğlu, Bağlarbaşı, Namık Kemal ve Şeyhadil
Mahalleleri, bu kapsamda 3. derece arkeolojik sit
alanı olarak tescil edildi. Antik kentte 2010
yılında başlatılan kurtarma kazılarında taban
mozaiklerinin bir bölümü gün yüzüne çıkarıldı. 10
desimetrekareye düşen mozaik taşı sayısı yaklaşık
15-20 tane olan mozaik tabakalarındaki özenli
işçilik, tasvirlerdeki desen, konu ve ikonografi
çeşitliliği mozaik tabalarının özgün bir karakter
taşıdığını gösteriyor. MS 4. ve 5. yüzyıla ait bir
Roma Kenti olduğu ve sakinlerinin yüksek mevkili
aristokratlar olduğu anlaşılan Germenicia antik
kentinde her birinde yaklaşık 15-20 oda bulunan 100
adet villanın olduğu tahmin ediliyor. Villalarda
bulunan taban mozaikleri, dönemin sosyal ve kültürel
hayatı hakkında önemli ipuçları veriyor.
haberler.com, 06.07.2011
|
3 - 9 Temmuz 2011
|
TARİHE 3 BOYUTLU
MODELLEME
Gümüşhane Üniversitesi
Harita Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Yrd.
Doç.Dr. İbrahim Asri başkanlığında başlatılan
çalışma ile kentteki tarihi binalar 3 boyutlu olarak
modelleniyor. Asri, çalışma bittiğinde Gümüşhane’de,
İstanbul’da bulunan MiniaTürk benzeri bir çalışmanın
yapılabileceğini söyledi.
Geçtiğimiz eğitim
öğretim yılında başlatılan çalışma ile öğrencilere
seçmeli ders olarak okutulan “Dijital Fotogrametri
ve 3B Modelleme” dersi alan öğrenciler, öğretim
üyelerinin başkanlığında Gümüşhane il genelinde
bulunan bazı tarihi eserler ve bölgelerde 3 boyutlu
modelleme yapıyor.
Konu ile ilgili
gazetecilerin sorularını cevaplandıran Asri, ilk
olarak Tekke beldesinde bulunan Çağırgan Baba
Türbesi’nin modellemesinin yapıldığını ve Google
Earth programına monte edildiğini belirterek Olucak
Köyü'nde bulunan İmera Manastırı’nın ve Santa
Harabelerindeki Binatlı Mahallesi’nde bulunan
kilisenin modellemesinin yapıldığını söyledi. Asri,
hazırladıkları program kapsamında Gümüşhane’nin eski
yerleşim yeri olan Süleymaniye mahallesindeki
eserler ve il genelindeki tarihi konakların
modellemelerinin yapılacağını belirterek çalışmanın
tamamlanmasıyla birlikte Gümüşhane’de Miniatürk
benzeri bir yapının yapılabileceğini söyledi.
Harita mühendisliğinin
amaç bir mühendislik bilimi değil, araç bir
mühendislik bilimi olduğunu hatırlatan Asri, “Harita
mühendisliği birçok mühendislik alanına veri üretir.
Teknik bilimlerin yanısıra sosyal bilimlere de veri
üretir. Turizme veri de üretiyoruz. Şuanda bizim
yaptığımız çalışma mühendislik alanında olmasının
yanısıra tanıtım amaçlı ve turizme katkı sağlamak
için yapıyoruz. İnsanlar bu modelleri internette
görüp, ‘dünya gözüyle gerçeğini göreyim’
diyebiliyor” dedi.
İstanbul’da bulunan
MiniaTürk’te tüm Türkiye’deki eserlerin küçük
modellerinin yer aldığını hatırlatan Asri,
“Gümüşhane’de ki güzel bir parka ildeki önemli
tarihi eserlerin 3 boyutlu modellerinin yer aldığı
Minia-Gümüşhane, veya GümüşMinia gibi bir bölüm
yapılması hayallerimizden birisi” diye konuştu.
Gümüşhane’de merkez
Dumanlı Köyü sınırları içerisinde bulunan Santa
Harabeleri ve Gümüşhane’nin eski yerleşim yeri olan
Süleymaniye Mahallesi ile ilgilendiklerini dile
getiren Asri, proje ile hedeflerinin “Gümüşhane’deki
bütün tarihi eserlerin 3 boyutlu ve nitelikli olarak
kayıt altına almak, oluşturacağımız bir bilgi
sistemine dahil edilerek internetten yayınlamak
Gümüşhane’ye olan ilgiyi arttırmak ve turizme katkı
sağlamak” olduğunu söyledi.
Asri, proje ile bir
diğer çalışma olan “Google Maps Tabanlı Gümüşhane
Konakları Coğrafi Bilgi Sistemi” altyapısının da
oluşturulduğunu ve il genelindeki bütün konakların
bu sisteme dahil edileceğini söyledi. Asri, şimdilik
sadece il merkezinde bulunan 10’dan fazla konağın
sisteme dahil edildiğini ifade etti.
Asri, 3 boyut modelleme
tekniği ile deprem analizi yapmak konusunda da bir
çalışmalarının olduğunu da belirterek, “Sistemi
binaların deprem analizlerinin yapılmasında
kullanmayı planlıyoruz. Özellikle Gümüşhane’de
köprüler için geçerli olacak bu projemiz. 3 boyutlu
modellemesi yapılan binayı veya köprüyü bilgisayar
ortamında kaç şiddetinde bir depreme dayanır, nasıl
bir güçlendirme yapılması gerektiği konusunu yapmayı
planlıyoruz.” dedi.
Gümüşhane Kent Haber,
07.07.2011
|
800 YILLIK MEZARLIKTA
KAZI
Malatya'nın ilk yerleşim
yeri olarak bilinen Battalgazi İlçesi'ndeki Selçuklu
dönemine ait mezarlıkta kazı çalışması yapılacak.
Malatya Valiliğine bağlı
Koruma Uygulama Denetim Bürosu (KUDEB) Başkanı
Levent İskenderoğlu, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, Battalgazi İlçesi'ndeki 40 Kardeşler
Şehitliği diye bilinen bir mezarlık olduğunu
söyledi.
13. yüzyıla ait Selçuklu
mezarları ile dolu olan bu mezarlık alanında kazı
çalışması yapacaklarını kaydeden İskenderoğlu,
''Burası 120 dönümlük tescilli bir alan. Sayın
Vali'miz Ulvi Saran'ın talimatları ile buranın
kazısı için gerekli izinleri aldık. Malatya
Arkeoloji Müzesi Müdürlüğünün denetiminde Çankırı
Karatekin Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi
Dekanı ve Sanat Tarihi profesörü Halit Çal hocamızın
bilimsel başkanlığında ve benim koordinatörlüğümde
yürütülecek bir kazı çalışması yapacağız'' dedi.
40 yıldır Bitlis Ahlat'ta
bir Türk İslam dönemi kazısı yapıldığına dikkati
çeken İskenderoğlu, bu kazı sonucunda oldukça ciddi
verilere ulaşılmış durumda olduğunu, Malatya'da da
Türk İslam dönemine ait önemli tarihi dokuların
bulunduğunu belirtti.
Malatya'da, dünyanın ilk
şehir devleti olarak bilinen Aslantepe Ören Yeri'nde
de kazılar yapıldığını ifade eden Levent
İskenderoğlu, ''Malatya'da Aslantepe'nin yanı sıra
başka kazı alanlarımızın da olmasını istiyoruz''
diye konuştu.
''Temizlik kazısı
adı ile başlayan bu kazı çalışmamızın, ilerleyen
dönemde Prof.Dr. Halit Çal hocamızın başkanlığında
ulusal bir kazıya dönüştürülmesi ve devam
ettirilmesini düşünüyoruz'' diyen İskenderoğlu, kazı
kapsamında mezarlık alanını açacaklarını, burada taş
sandukalara sahip mezarlar olduğunu aktardı.
''Bu taşların 4 tarafı
kabartma süslemelerle dolu. Aynı zamanda Kuran
motifleri ile süslenmiş. Görenlerin 'Çok ilginç,
üslup açısından Anadolu'da tek' dediği bir üsluba
sahip mezar taşları'' diyen İskenderoğlu, kazıların
bu hafta içinde başlayacağını bildirdi.
Şu anda kazının ön
hazırlık çalışmalarının sürdüğüne dikkat çeken
İskenderoğlu, ''Sayın Vali'miz konuyu yakından takip
ediyor. Kazı içine Usta Şagirt Kümbeti ve 40
Kardeşler Şehitliği dahil'' dedi.
KUDEB'in Malatya'nın
turizm alt yapısını geliştirmeye yönelik çalışmalar
yaptığını anlatan İskenderoğlu, şu bilgileri verdi:
''Sokak sağlıklaştırmaları
yapıyoruz. Tek yapı ölçeğinde restorasyonlar
yapıyoruz. Bu tür kültür varlıklarının görünür ve
korunur hale getirilmesi için çalışmalar
yürütüyoruz. Bütün bunlar bizim binlerce yıldır
biriktirdiğimiz ortak kültürün görünür hale gelmesi
demek. Dolayısı ile turizm için düşünecek olursak
insanların Malatya'yı bir cazibe merkezi olarak
görmeye başlamasını sağlayacak çalışmalar.''
Malatya'nın 5 bin 500 yıl
önce yerleşim görmüş olan bir şehir olarak
Anadolu'nun en eski şehirlerinden biri olduğunu
belirten İskenderoğlu, ''Malatya'da yaşamış,
medeniyet üretmiş bütün toplumların bize bıraktığı
her mirasa sahip çıkmayı hedefliyoruz. Tarihin her
katmanında üretilmiş medeniyet göstergelerinin
ortaya konması için topyekun bir çalışma
yürütüyoruz'' dedi.
Malatya Aktüel, 07.07.2011
|
DEFİNE AVCILARI İŞ
PEŞİNDE
Hazine avcılarının ilgi
odağı halinde olan Hasankeyf'teki ören yerlerinin
define meraklıları tarafından delik-deşik edilmesi
üzerine görevliler önlemleri arttırdı.
Hasankeyf Kale
bölgesinde kazı çalışmalarından sorumlu S.A.
isimli görevli, Hasankeyf İlçesi Kale Ören
yeri, Yukarı Şehir civarı mevkiinde,
1.60 metre
derinliğinde, çapı 300x2,80 metre civarında
bir çukurun açılması sureti ile kaçak kazı
yapıldığını ihbar etti. Hazine avcılarının
ilgi odağı halinde olan Hasankeyf’teki ören
yerlerinin define meraklıları tarafından
delik-deşik edilmesi üzerine görevliler
önlemleri arttırdı.
Batman Gazetesi,
07.07.2011
|
GUARDİ'NİN TABLOSUNA
SERVET ÖDENDİ
18. yüzyılda yaşamış
Venedikli ressam Francesco Guardi'nin, Venedik'i
resmettiği tablosu,
İngiltere'de
Southeby's
müzayede evinde
yapılan açık artırmada 26,7 milyon sterline
(yaklaşık 70 milyon 221 bin TL) satıldı.
Klasik Venedik resim
ekolünün en son temsilcileri arasında
gösterilen Guardi'nin 1760'lı yıllarda
yaptığı,"Venedik, Rialto Köprüsü'nden Bir
Görünüş, Fondamenta del Carbon'dan Kuzeye Bakış"
adlı tablosu, bu yıl içinde uluslararası bir
müzayede evinde en
yüksek fiyata satılan eser oldu.
Cnn Türk, 07.07.2011
|
|
|
TAŞ HEYKEL SEMPOZYUMU SONA ERDİ
Çorum Valiliği'nce taş heykelciliğinin ilk örneklerini veren Hitit Medeniyeti'nin mirasına sahip çıkmak amacıyla düzenlenen ''1. Ulusal Hattuşa Taş Heykel Sempozyumu'' dün sona erdi.
Çorum'a farklı kentlerden davet edilen 7 heykel sanatçısı, Kültür Park’ta hazırlanan şantiyede, önceden projelendirdikleri eserleri yapmak için gece gündüz var güçleriyle çalıştılar.
13 Haziran'da başlayan sempozyuma katılan sanatçıların çalışmaları sona ererken, Vali Nurullah Çakır ve Belediye Başkanı Muzaffer Külcü, ortaya çıkan heykellerin açılışını gerçekleştirdi.
Çorum'dan heykeltıraş Serdar Kaynak, Eskişehir Anadolu Üniversitesi'nden heykeltıraş Selçuk Yılmaz, Van Yüzüncüyıl Üniversitesi'nden heykeltıraş Ercan Yılmaz, İstanbul'dan serbest sanatçılar Evriç Kılıç, Serkan Yüksel, Yıldız Teknik Üniversitesi'nden Ertuğ Atlı, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Fakültesi'nden heykeltıraş Neslihan Pala’nın uğraşları sonucu ortaya çıkan eserlerin Valilik ve Belediye tarafından kentin belirlenen güzergahlarında sergileneceği açıklandı.
Çorum Haber, 07.07.2011
|
ROMA DÖNEMİNE AİT İKİ
BRONZ HEYKEL KOLU BULUNDU
Mersin'in Tarsus İlçesi'nde, 1857 yılında inşa
edilen ve Türkiye'deki tek peygamber kabrinin
bulunduğu Makam Camisi'ndeki kurtarma kazısı
çalışmaları kapsamında, Roma dönemine ait 2 adet
bronz heykel kolu bulunduğu bildirildi.
Tarsus Müze Müdürü Mehmet Çavuş, MÖ 4-5'inci
yüzyıllarda yaşayan Danyal Peygamber'in kabrinin
bulunduğu Makam Camisi'nde, Kültür ve Turizm
Bakanlığı tarafından verilen izinle geçen yıl
başlatılan kurtarma kazısının devam ettiğini
belirtti.
Çavuş, 1 milyon 350 bin lira bedelle ihale edilen ve
yüzde 95'i Mersin İl Özel İdare tarafından
karşılanan kurtarma kazısı sırasında Türkiye'deki
tek peygamber kabrinin bulunduğu Makam Camisi'nde
Roma dönemine ait 2 adet bronz heykel kolu
bulunduğunu bildirdi.
Bronz heykel kolu üzerinde konservasyon (resim,
heykel gibi sanat eserlerinin nesiller boyu
özelliklerini kaybetmeyecek şekilde korunması işi)
ve restorasyon çalışması yapılacağını ifade eden
Çavuş, bu amaçla Bakanlıktan uzman eleman
isteyeceklerini söyledi.
Müze Müdürü Çavuş, camideki arkeolojik çalışmaların
kısa bir süre sonra tamamlanacağını ve daha sonra
ortaya çıkarılan malzemelerin restorasyonuna
geçileceğini belirterek, "Yıl sonuna kadar
tamamlanmayı planladığımız restorasyon
çalışmalarından sonra da ışıklandırılıp, çevre
düzenlemesi yapılarak Makam-ı Danyal Camisi'ni yerli
ve yabancı turistlerin ziyaretine hazır hale
getirileceğiz" dedi.
Çavuş, Makam-ı Danyal Camisi'nde bugüne kadar
yapılan çalışmaları da anımsatarak, şöyle devam
etti:
"Makam-ı Danyal Camisi'ndeki çalışmalar 2006
yılında, caminin abdest alma bölümünün inşaatı
sırasında Danyal peygamberin türbesinin ortaya
çıkarılmasıyla başladı. Cami zemininden 6.5 metre
derinlikte Danyal Peygamberin mezarının muhafazası
olan Horasan mozaiğine ulaşılarak çevresinde
düzenleme yapılıp koruma altına alındı. Cami için
Mersin Valiliği, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Tarsus
Belediyesinin ortaklaşa yürüttüğü çalışma
kapsamında, İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ)
tarafından uygulama projesi hazırlandı.
Türkiye'deki ilk peygamber mezarı olan Danyal
Peygamberin mezarının bulunduğu Makam Camisinin
uygulama projesinin ihalesi geçen yıl yapılarak
kurtarma kazısı başlatıldı. 1 milyon 350 bin TL
ihale bedeliyle gerçekleştirilen kurtarma kazısı
kapsamında birisi 10-12'nci yüzyıla, diğerleri
1800'lü yıllara ait olmak üzere 36 bireye ait
kemikler buldu. Bu kemikleri incelettikten sonra
alana defnettik.
Mevcut türbe yapısının kuzeyinde bulunan ve türbeyle
bağlantılı dini bir mekanla anıtsal bir yolu ortaya
çıkardık. Roma dönemine ait bu yol sert kalker
taşından yapılmış. Yolun batısında mezarların
altında kalan havuz ve kanallarla bağlantılı su
sistemi bulundu."
-DANYAL PEYGAMBER'İN ÖYKÜSÜ-
Kendisine kitap indirilmeyen, MÖ 4-5'inci
yüzyıllarda yaşayan Danyal peygamber, MÖ 606'da
çocuk olduğu halde esir edilerek İsrailoğulları ile
beraber Babil'e gönderildi. II. Babil Kralı
Nebukadnesar (MÖ 605-562) zamanında yaşadığı
belirtilen Hz. Danyal'dan, "Yahudiler;i, Babil
esaretinden ilmi ve kehanetleriyle kurtarmış
peygamber" olarak da söz ediliyor.
Rivayete göre, Nebukadnesar rüyasında
İsmailoğulları'ndan gelecek bir erkek çocuğun kendi
tahtını sarsacağını öğrenir. Bunun üzerine
İsmailoğulları'ndan doğan erkek çocukların
öldürülmesini emreder. Hz. Danyal doğunca, ailesi
onu dağ başında bir mağaraya bırakır. Mağarada bir
erkek ve bir dişi aslan himayesinde büyüyen Danyal,
delikanlı olunca kavminin arasına karışır. Bir
kıtlık yılında Tarsus'a davet edilen Danyal
Peygamber'in, Tarsus'a gelmesiyle bolluk meydana
gelir, bu nedenle de Babil'e geri gönderilmez.
Danyal Peygamber, ölünce de Tarsus'ta şimdiki Makam
Camisi'nin bulunduğu yere gömülür.
Hz. Ömer devrinde Tarsus fethedildiği zaman Danyal
Peygamber'in mezarı açtırılır, burada büyük bir
lahit içerisinde altın iplikle dokunmuş kumaşa
sarılı, gayet uzun boylu bir kişiye ait ceset
bulunur. Başından geçen maceraların sembolü olarak
iki aslan tarafından yalanan genç bir çocuk
figürünün bulunduğu bir yüzüğe rastlanır. Bunun
üzerine Hz. Ömer, Danyal Peygamber'in cesedinin,
Yahudiler tarafından çalınmasını önlemek için daha
derine defnettirir ve kimi kaynaklara göre bereket
için üzerinden de Berdan Nehri'nden gelen bir çay
suyunu geçirtir.
Türkiye Gazetesi, 07.07.2011
|
TARİHİ TERSANEYE GEMİ
ÇEKİLECEK
Kızılkule'den Tersane
bölgesine kadar olan yürüme yollarının büyük bir
kısmının tamamlandığını söyleyen Alanya Müze Müdürü
Seher Türkmen "Son olarak Girene Çeşmesi'ne su
bağlama işlemini tamamladık. Toplam üç etaptan
oluşan projenin birinci etabını yaklaşık 1,5-2 ay
içerisinde bitirmiş olacağız. Birinci etap
tamamlandığında surların deniz tarafına bakan
kısımda dileyen herkesin yürüyebileceği yürüyüş yolu
kullanıma açılmış olacak" dedi. Tersanenin
içerisinde sergilenmek üzere bir gemi çalışması
olduğunu anlatan Türkmen, "Uzun soluklu ve çok yönlü
çalışmalarımızla Belediye ile birlikte devam
ediyoruz" dedi.
Yeni Alanya, Haber:
Tolga Şilil, 07.07.2011
|
|
|
LOUVRE'UN RESSAMI ARTIK
YOK
Ünlü Amerikalı ressam Cy
Twombly, 83 yaşında Roma’da hayata veda etti.
Paris’teki ünlü Louvre Müzesi’nin tavanına resim
yapan Twombly, son yıllarda kanserle savaşıyordu.
Gagosian Galeri’sinin sahibi Larry Gagosian,
sanatçının ölümü hakkında “Sanat, gerçek bir dahiyi,
orijinal bir yeteneği ve, onu tanıma şansı elde
edenler için, harika bir insanı kaybetti”
açıklamasında bulundu. 1928 yılında Amerika’nın
Virginia eyaletinde doğan Twombly, soyut
dışavurumculuğun en yüksek döneminde New York’ta
eğitimini gördü. 1957 yılında Amerika’dan Roma’ya
taşınan Twombly’nin sanatında, Akdeniz peyzajı,
şiirleri, tarihi ve mitolojisi sürekli bir motif
halini aldı.
Radikal, 07.07.2011
|
PICASSO'NUN TABLOSU
GALERİDEN ÇALINDI
Dünyaca ünlü ressam
Pablo Picasso'nun 'Tete de Femme' adlı tablosu
dün San Francisco'da sergilendiği Weinstein
Galeri'den çalındı.
Galeri
sahipleri, hırsızın güpegündüz tabloyu alıp
taksiye binerek kaçtığını anlattı. Polis
hırsızın tabloyu satma ihtimaline karşı
kentteki sanatseverleri uyardı. Picasso'nun
1965 yılında yapıp şoförüne hediye ettiği
tablo, birkaç ay önce galeri sahipleri
tarafından 122 bin 500 dolara satın
alınmıştı.
Zaman, 07.07.2011
|
|
|
ÇAL DAĞI'NDA 90 YILLIK SAVAŞ İZLERİ
Haymana Çal Dağı’nda 2 Eylül 1921 günü 900 er ile 3 Alay Komutanı ve 5 Tabur Komutanı olmak üzere 82 subayın şehit olduğu mevziler, aradan 90 yıl geçmesine rağmen izlerini koruyor. Çal Dağı’ndaki mevzileri bir gurup gönüllü ile birlikte gezen Topçu Albay Kadim Koç, burada çok çetin muharebeler yaşandığını söyledi.
13 Eylül Sakarya Savaşı Zaferi’nin canlandırmasının senaryosunu yazan Polatlı Topçu ve Füze Okulu’nda görevli Topçu Albay Kadim Koç, şimdi de savaşın geçtiği stratejik noktalarda incelemeler yapıyor. Her yıl devletin zirvesinin katıldığı törende halka çok daha iyi bir etkinlik sunmak isteyen Albay Koç, bine yakın asker kaybının yaşandığı Çal Dağı’ndaki mevzileri inceledi.
Beraberinde gönüllü olan Polatlı Karadenizliler Derneği Başkanı Zeki Sönmez, bölgedeki köylülerden Selahattin Yazıcı ile birlikte Çal Dağı’nda 10 kilometrelik alanı tırmanan Koç, şunları söyledi: "Çal Cephesinde, 24’üncü ve 15’inci Tümen ile Yunan birlikleri arasında göğüs göğüse çatışmalardan sonra iki taraf da büyük kayıplar vermişti. Birliklerimiz Haymana kuzeybatı sırtlarına çekilmek zorunda kalmıştı. Düşman, Çal Dağı’nın tamamını işgal etmeye başlamıştı. Bu muharebelerde özellikle 57 tümenin kayıpları çok fazlaydı. 2 Eylül 1921 günü 3’ü Alay Komutanı, 5’i tabur komutanı olmak üzere 82 subay ve 900 er zayiatımız olmuştu.”
Hürriyet, Haber: Metin Özdemir, 07.07.2011
|
MİNARELER 159 YIL SONRA ORİJİNAL YERİNDE
Büyükşehir Belediyesi’nin 7 merkez ilçede sürdürdüğü tarihi ve kültürel mirası ayağa kaldırma projeleri kapsamında ele alınan Yıldırım Camii’ndeki çalışmalarda son aşamaya gelindi. Caminin 1854 depreminde ve 1949 yılında yaşanan doğal afetlerde yıkılan iki minaresi orijinaline uygun olarak yeniden yapıldı. Yıllar sonra yapılan minarenin kaldırılması sürerken, Başkan Altepe çalışmaları yerinde inceledi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı kontrolünde olan sultan külliyelerinin bakım, onarım ve güvenlik gibi hizmetlerinin Büyükşehir Belediyesi’ne geçmesinin ardından külliyelerdeki çalışmalara hız verdiklerini dile getiren Başkan Altepe, "Yaklaşık 150 yıl önce yıkılan Yıldırım Camii minarelerini aslına uygun olarak ayağa kaldırma çalışmalarımız tamamlandı. Şimdi sonradan yapılan minarenin sökme işlemi sürüyor. Mahya geleneği ilk Yıldırım Camii’nde başladı. En kısa zamanda iki minare arasına mahya konulacak" diye konuştu.
Başkan Altepe, daha sonra Tarihi ve Kültürel Miras Projeler Danışmanı Aziz Elbas ve Genel Genel Sekreter Yardımcısı Mustafa Altın ile birlikte külliyede incelemelerde bulundu.
Bursa Olay, 07.07.2011
|
|
EFES'İN TARİHİ BÜYÜSÜ
GEMİLERLE GELECEK
Selçuk Belediyesi'nin
İzmir Kalkınma Ajansı (İZKA) destekli projesi
kapsamında 1700 yıl öncesine ait tekniklerle inşa
edilen ve o dönemi yansıtan 1 ticaret, 1 savaş
gemisi 1 ay sonra tamamlanacak.
Gemi yapımcısı Ahmet
Kuşçan, yaptığı açıklamada, Selçuk Belediyesinin
Efes antik kentini canlandırmak için yaptığı projeyi
Marinamar Şirketi olarak hayata geçirdiklerini
anlattı. İZKA'nın desteklediği proje kapsamında MS
300'lü yılları canlandıran biri savaş, diğeri
ticaret gemisi olmak üzere 2 gemi inşa ettiklerini
kaydeden Kuşçan, gemilerin yüksek gemi inşa
mühendisi Burak Acar tarafından tasarlandığını
belirtti.
Gemilerin dönem
gemilerinin tipolojisine bire bir sadık kalınarak
inşa edildiğini bildiren Kuşcan, mümkün olduğu kadar
döneminin inşa tekniğine yakın inşa tekniği tercih
ettiklerini dile getirdi. Bundan 1700 yıl önce
gemilerin sedirden yapıldığını, ancak bugün sedir
ağacı kesiminin yasak olduğunu hatırlatan Ahmet
Kuşcan, ''Sedire yakın yerel ağaçları kullanıyoruz.
Kaplamada karaçam ve kızılçamı kullanıyoruz,
iskeletindeyse meşe ağacını kullandık'' diye
konuştu.
Savaş gemisinin 19 metre
boyunda ve 20 kürekçinin çalışacağı yelkenli bir
gemi olarak inşa edildiğini ifade eden Kuşcan,
ticaret gemisinin ise 15 metre boyunda ve 3 ambara
sahip olduğunu anlattı. Ahmet Kuşcan, 1700 yıl önce
ticaret gemilerinin 15-17 ton yük taşıdığını, inşa
ettikleri yeni gemilerin boş deplasmanlarının da
9-11 ton ağırlığında olduğunu ifade etti.
Gemi inşaatının 1 ay
sonra tamamlanacağını ifade eden Ahmet Kuşcan,
şunları söyledi: ''Tekneler zengin Efes kentini
canlandıracak. Liman kentleri o dönemde hep zengin
ve refahın üst seviyede olduğu kentlerdi. Bunun
sebebi de denizcilikle uğraşmalarıydı. Limanın bir
kısmını canlandırmak için Pamucak Sahili'ne yakın
Efes antik kentinin önünden gelen kanalda
sergilenecekler. O bölge küçük bir yer olduğu için 2
gemi tercih edildi. Gemiler yüzer iskelelerle
sergilenecekler. İskeleler de demonte olacak.''
İzmir için hükümetin
hazırladığı Efes antik kenti projesinin, su
kanalının genişletilmesini öngördüğünü söyleyen
Kuşcan, Selçuk Belediyesince gerçekleştirilen
projenin ise daha küçük olduğunu, ancak diğer proje
için başlangıç sayılabileceğini ifade etti. Kuşcan,
''Milattan Sonra 300'lü yıllara ait iki gemi inşa
ediyoruz. Selçuk'ta sergilenecek bu gemilerin sizi
nereye götüreceği ruhunuzun romantizmine bağlı, o
döneme de gidebilirsiniz'' dedi.
Gemilerin atölyesinde
inşa edildiği Güzelbahçe İMKB Teknik ve Endüstri
Meslek, Denizcilik Anadolu Meslek Lisesi, Denizcilik
Meslek Lisesi'nin Müdürü Şuayip Kurt da projenin
çözüm ortağı olduklarını, gemilerin yapımına
öğrencilerin yardım ettiğini anlattı. Sektöre
yetişmiş eleman sağlamak için çalıştıklarını
söyleyen Kurt, ''Bu fırsatı yakaladığımız için
çocuklarımız çok şanslı. Bu tekneleri inşa eden
çocuklarımız her türlü tekneyi yapabilir'' diye
konuştu.
Selçuk Belediyesi Kültür
ve Eğitim Müdürlüğü'nden Arkeolog Yusuf Yavaş da
bölge turizmini çeşitlendirmek istediklerini ifade
etti. Gemilerin turistik sefer yapmak üzere değil,
ziyaret edilmek üzere tasarlandığını söyleyen Yavaş,
''Selçuk Pamucak Sahili'ndeki otellerin
müşterilerini her şey dahil sisteminden çıkarmayı ve
bölgede yeni bir çekim merkezi yaratmayı istiyoruz.
Gelen müşteriler hangi bölgede olduğunu bile
bilmiyor. Biz İzmir'de, Selçuk'ta, Efes'te
olduklarını bilmelerini istiyoruz. Gemilerin son
rötüşları sergilenecekleri alanda yapılacak ve
gemiler 1 ay içinde ziyarete açılacak'' dedi.
Yeni Asır, 07.07.2011
|
FETİH TABLOSU ZONARO'NUN
DEĞİL, HASAN RIZA'NINMIŞ
Ressam Hüsnü Tengüz, 'Sanat Hayatım' adlı hatıratında Zonaro'nun ünlü Türk ressam Hasan Rıza Bey'e ait Fatih'in Dolmabahçe'den gemileri karaya çekişinin tablosunu kopya ettiğini doğruluyor.
Saray ressamı
Zonaro'ya ait olduğu düşünülen, Fatih Sultan
Mehmet'in İstanbul'a girişini ve gemilerin
karadan yürütülmesini tasvir eden resimlerin
gerçek sahibi belli oldu.
Tablolar, Balkan
Savaşları'nda şehit olan ressam Hasan
Rıza'ya ait. İddia, ressam Hüsnü Tengüz'ün
'Sanat Hayatım' adlı hatıratının ortaya
çıkmasıyla kesinleşti. İstanbul Büyükşehir
Belediyesi Kültür AŞ'den yapılan açıklamada,
sanat eleştirmeni Ömer Faruk Şerifoğlu'nun,
geçtiğimiz aylarda uzun tartışmalara yol
açan Zonaro ve Hasan Rıza'nın fetih konulu
tabloları hakkındaki gerçekleri, "1453
İstanbul Kültür ve Sanat Dergisi''nde kaleme
aldığı belirtildi. Tengüz hatıratında,
şunları aktarıyor: "Bir gün Hoca Ali Rıza ve
Ahmet Ziya ile Zonaro'nun Beşiktaş'ta,
Akaretler'de oturduğu daireye gittik. Biz
içeriye girdiğimiz zaman Fatih'in
Dolmabahçe'den gemileri karaya çekişinin
tablosunu yapıyordu. Bu tablonun orijinali
rahmetli Hasan Rıza Bey'indir. Zonaro
yağlıboya ile yapmakta olduğu tabloda
Fatih'in bindiği atın resmiyle meşguldü. Bu
tablo gibi aslı, Askeri Müze'de bulunan
Fatih'in Büyük Topları, Edirne'den
İstanbul'a Nakli adlı tablosu da Hasan
Rıza'nındır ve Zonaro tarafından kopya
edilmiştir.''
Zonaro'nun da
hatıratında bu tabloları yaparken Deniz
Müzesi'nden aldığı tablolardan
yararlandığını söylediği belirtilen Ömer
Faruk Şerifoğlu'nun makalesinde, şu
ifadelere yer verildi: "90'lardan beri bu
tabloların aslında Hasan Rıza'ya ait olduğu,
Zonaro'nun onun eserlerini kopya ettiği
iddiası vardı ama elde bunu ispatlayacak
belge yoktu. Tengüz'ün hatıratında
yazılanlar, Zonaro'nun, Hasan Rıza'dan
tabloları kopya ettiğini doğruluyor. Artık
olayın bir şahidi var." Şehit Ressam Hasan
Rıza Bey'in, 12 yılını İtalya'da sanat
eğitimiyle geçirmiş önemli bir ressam,
gerçek bir vatanperver olduğu belirtilen
açıklamada, Hasan Rıza Bey'in daha sonra
Edirne Sanayi Mektebi müdürlüğü görevini
üstlendiği ifade edildi. Hasan Rıza Bey,
Balkan Savaşı'nın sonlarında Edirne'nin
bombalandığı günlerde Edirne Hastanesi'nin
müdürlüğünü de üstlenmiş. Şehrin işgalinden
bir gün önce, bombardıman altındaki kentten,
resimlerini kurtarmak üzere atölyesine doğru
giderken yolda şehit edildiği bildirildi.
Zaman, 07.07.2011
|
ERTUĞRUL GÜNAY 61.
HÜKÜMETTE DE DEVAM
12 Haziran'da yapılan
genel seçimlerden sonra ençok oy alan parti olarak
AKP'nin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'den aldığı 61.
hükümeti kurma görevini yerine getirmek üzere
hazırladığı yeni bakanlar kurulu listesi onaylandı.
Başbakan Erdoğan'ın
açıkladığı 61. hükümette Kültür ve Turizm Bakanlığı
görevini Ertuğrul Günay yapacak.
Dünden bugüne Kültür ve Turizm Bakanlğı
23. Türkiye Cumhuriyeti döneminde Basın Yayın
ve Turizm Bakanlığı kuruldu. Bakanlık kurulduktan
sonra İbrahim Sıtkı Yırcalı 1957-1958 tarihlerinde
bu görevi yürüttü. Daha sonra Ali Server
Somuncuoğlu, Zühtü Tarhan, Selim Rauf Sarper,
Mustafa Cihat Baban, Kemal Sahir Kurutluoğlu, Kamran
Evliyaoğlu, Celal Tevfik Karasapan ve Nurettin
Ardıçoğlu Basın Yayın ve Turizm Bakanlığı yaptı.
Basın Yayın ve Turizm Bakanlığı, İsmet İnönü'nün
başkanlığında Cumhuriyet Halk Partisi tarafından
kurulan 28. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti döneminde
Turizm ve Tanıtma Bakanlığı oldu.
Bakanlığın adı değiştiğinde görevi sürdüren Nurettin
Ardıçoğlu, 1963 yılının sonuna kadar görevini
sürdürdü. Daha sonra Ali İhsan Göğüş, Ömer Zekai
Dorman, İsmail Hakkı Akdoğan, Nihat Kürşat,
Necmettin Cevheri, Erol Yılmaz Akçal, Ahmet İhsan
Kırımlı, Orhan Birgit, İlhan Evliyaoğlu, Lütfi
Tokoğlu, Nahit Menteşe, Altan Öymen, İskender Cenap
Ege, Alev Coşkun, Barlas Küntay ve İlhan Evliyaoğlu
Turizm ve Tanıtma Bakanı olarak görev yaptılar.
İlk Kültür Bakanı Talat Halman
Türkiye ilk Kültür Bakanı ile 12 Mart sonrası
kurulan Nihat Erim hükümeti döneminde tanıştı. Talat
Sait Halman 13 Temmuz 1971 ve 13 Aralık 1971
tarihleri arasında bu görevi yürüttü.
Daha sonra, Hayriye Ayşe Nermin Neftçi, Rıfkı
Danışman, Avni Akyol, Ahmet Taner Kışlalı, Tevfik
Koraltan, Mustafa Cihat Baban Kültür Bakanlığı
görevini üstlendi.
Turizm ve Tanıtma Bakanlığı, Bülend Ulusu'nun
başkanlığında 21 Eylül 1980'de kurulan 44. Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti döneminde Kültür ve Turizm
Bakanlığı adını aldı. Değişiklik sırasında Turizm ve
Tanıtma Bakanlığı yapan İlhan Evliyaoğlu, Kültür ve
Turizm Bakanı olarak görevine 1983 yılının sonuna
kadar devam etti. Evliyaoğlu'nun ardından, Mükerrem
Taşçıoğlu, Ahmet Mesut Yılmaz ve Mustafa Tınaz
Titiz, Kültür ve Turizm Bakanı olarak görev yaptı.
Turgut Özal'ın başkanlığında 21 Aralık 1987'de
kurulan 46. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti döneminde,
Kültür ve Turizm Bakanlıkları yeniden ayrıldı. Bu
sırada Kültür ve Turizm Bakanı olarak görev yapan
Mustafa Tınaz Titiz, Turizm Bakanlığını İlham
Aküzüm'e, Kültür Bakanlığını Namık Kemal Zeybek'e
devretti.
1989-2003 tarihleri arasında Bülent Akarcalı,
Abdülkadir Ateş, Halil Çulhaoğlu, Şahin Ulusoy,
İrfan Gürpınar, Bilal Güngör, İrfan Gürpınar, Işılay
Saygın, Bahattin Yücel, İbrahim Gürdal, Ahmet Tan,
Erkan Mumcu, Mustafa Rüştü Taşar ve Güldal Akşit
Turizm Bakanı olarak görev yaptılar.
Aynı tarihler arasında Namık Kemal Zeybek, Gökhan
Maraş, Durmuş Fikri ağlar, Timurçin Savaş, Ercan
Karakaş, İsmail Cem, Köksal Toptan, Durmuş Fikri
Sağlar, Agah Oktay Güner, İsmail Kahraman, Mustafa
İstemihan Talay, Suat Çağlayan, Hüseyin Çelik ve
Erkan Mumcu Kültür Bakanı olarak görev yaptılar.
2003'te Kültür ve Turizm Bakanlğı birleşti
AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın
başkanlığında kurulan 59. Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti döneminde, Kültür Bakanlığı ile Turizm
Bakanlığı, TBMM'de 16 Nisan 2003'de kabul edilen
4848 sayılı yasa ile birleştirildi ve ''Kültür ve
Turizm Bakanlığı'' adını aldı.
Aynı gün, Kültür Bakanı Erkan Mumcu, Kültür ve
Turizm Bakanlığı'na, Turizm Bakanı Güldal Akşit de
kadından sorumlu Devlet Bakanlığı'na getirildi.
Mumcu 15 Şubat 2005'te, Bakanlık görevinden ve
partiden istifa etti.
Bunun üzerine TBMM 22. ve 24. dönem Aydın
milletvekillerinden Atilla Koç, 21 Şubat 2005'te
Erkan Mumcu'dan boşalan Kültür ve Turizm
Bakanlığı'na atandı.
Koç, 29 Ağustos 2007'te görevini Ertuğrul Günay'a
teslim etti.
Bu tarihten itibaren Kültür ve Turizm Bakanı olarak
görev yapan Günay, 61. Hükümet döneminde de aynı
görevini sürdürecek.
Turizm Gazetesi,
06.07.2011
|
|
MÜZEMİZ NİYE KAPALI?
Gaziantep Zeugma
Müzesi'nın haftalardır kapalı olduğu öğrenildi.
Şehrimize gelen
yerli
ve yabancı turistlerin müzeye yapmak
istedikleri ziyaretler bir türlü gerçekleşmiyor.
Çok sayıda turistin kapıdan dönmesinin,
Gaziantep turizmine büyük darbe vurduğunu
söyleyen vatandaşlar günlerdir kapılar kapalı.
Ancak resmi konuklar gelince açılıyor.
Vatandaşlara ise kapatılıyor. Bu Gaziantep adına
büyük bir kayıp ve aynı zamanda utanç
vesilesidirdiye konuşuyorlar.
Gaziantep 27 Gazetesi,
06.07.2011
|
ANİ'DEKİ KAZI
ÇALIŞMALARINI AMERİKALI EKİP YÖNETECEK
Kars Valisi Ahmet
Kara, Ani Harabeleri'ndeki kazı çalışmalarının
yavaş gittiğini, yeni düzenlemeyle Amerikalı bir
ekiple anlaşma yapıldığını öğrendiklerini
söyledi.
Vali Kara,
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Ani'deki kazı
çalışmalarında Prof.Dr. Yaşar Çoruhlu'yu
görevlendirdiğini hatırlattı. Ani'deki
düzenlemeler için yaklaşık 100 ile 150 bin
lira para ayrıldığının altını çizen Vali
Kara, "Hocamız da ekibiyle beraber gelip 20
ile 30 gün arasında buralarda çalışıp
gidiyordu. Fakat bu yıl Kültür Turizm
Bakanlığı kazı başkanlığını bizim müze
müdürümüze verdi. Yani müze müdürümüz şu
anda kazı heyetinin başkanı. Dolayısıyla
müze müdürümüz kendi heyetini kurup
çalışması lazım. Herhalde yağmurları
bekliyordu. Şimdi gayet havalar güzelleşti.
Ben geçen senelere göre daha fazla kazı
yapılacağına inanıyorum." dedi.
Ani
Harabeleri'ndeki kazının bitmesini
beklediklerini ifade eden Vali Kara, "Kazı
bitmeden restorasyon hızlı gidemiyor.
Restorasyon hızlı gitmeyince Ani perişan
halde duruyor. Bundan da fevkalade üzüntü
duyuyoruz. Burada 700 yıllık medeniyetten
bahsediyoruz. Orada 700 yıllık bir medeniyet
yaşamış ora kazılıp gün yüzüne tam olarak
çıkartılamamış. Ya da yıkılan eserler
yıkıntı halinde duruyor. Restore edip de
turistlerin hizmetine sunamamışız. Bu bizim
Kars olarak noksanımız, eksiğimizdir." diye
konuştu.
Ani
Harabeleri'ndeki kazı ve restorasyon
çalışmalarının tamamlanmasıyla birlikte
Kars'a yılda 1 milyon turist getirmeyi
amaçladıklarını da vurgulayan Vali Kara,
"Sadece Ani kenti kazıp ve restorasyon
tamamlamış olsa Kars 50 ile 60 bin turist
değil, 1 milyondan aşağı turist çekmez.
Benim hedefim 1 milyondur." ifadelerini
kullandı.
Zaman 06.07.2011
|
TARİHİ MERMER SÜTUN ELE GEÇİRİLDİ
Tekirdağ'da faaliyet gösteren bir temizlik firmasına ait binada saklandığı tespit edilen tarihi mermer sütun başlığı, düzenlenen operasyonla ele geçirildi.
Alınan bilgiye göre, Demirli Köy'de Roma dönemine ait olduğu belirtilen sütun başlığını satmak için girişimde bulunan M.B., M.K., S.D., H.A. ve H.Ç. isimli şahıslar ile alıcı kılığına girerek temas sağlayan jandarma ekipleri, söz konusu şahısları gözaltına alındı. Sütun başlığa ise el konuldu.
Jandarma karakolundaki sorgularının ardından nöbetçi mahkemeye sevk edilen şüpheliler, serbest bırakıldı.
Tekidağ Kent Haber, 06.07.2011
|
|
ALTINTEPE KALESİ'NDE KAZILAR YENİDEN BAŞLADI
Erzincan’ın Üzümlü ilçe sınırlarında yer alan
Altıntepe Kalesi’nde kazı çalışmalarına yeniden
başlandı.
İl merkezine 15 kilometre uzaklıktaki doğal bir
tepe üzerine kurulu, sur duvarları, kabul salonu,
açık hava tapınağı, mezarları ve gelişkin
kanalizasyon şebekesiyle Doğu Anadolu Bölgesi’nde
örnek bir yapıya sahip Altıntepe’de 2003 yılından
itibaren Atatürk Üniversitesi Arkeoloji Bölümünce
yürütülen kazı çalışmalarının bu yılki bölümü
başladı.
İlk bilimsel çalışmaların 1959-1968 yılları
arasında yapıldığı alanda, bu yıl da bilimsel kazı
ve onarım çalışmaları yapan ekip, define
arayıcılarının büyük zarar verdiği kale ve yapıları
onararak tekrar turizme kazandırmayı hedefliyor.
Atatürk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim
üyesi Prof.Dr. Mehmet Karaosmanoğlu, yaptığı
açıklamada, bu yıl kazılara 1 profesör, 2 doktora
öğrencisi, 1 yüksek lisans öğrencisi, 21 üniversite
öğrencisi ve 23 işçi olmak üzere toplam 48 kişilik
bir ekiple çalışmalara başladıklarını söyledi.
Kazı çalışmalarını, Altıntepe’nin değişik
yerlerinde sürdürmeyi planladıklarını anlatan
Karaosmanoğlu, ”Bu yıl yağmurun fazla olması
nedeniyle kazı yapılacak bölgede ilk iki gün ot
temizliği yaptık. Pazartesi itibarıyla da kazı
çalışmalarımıza başladık. Kazı çalışmalarına kalenin
doğu tarafındaki Bizans surlarına ait kapı yapısını
açmaya çalışıyoruz” dedi.
Bizans dönemi sur duvarlarında olduğu gibi koruma
işlemi (keeping) yapacaklarını ifade eden
Karaosmanoğlu, bunun projesini hazırlayıp
Erzurum’daki bölge kuruluna vereceklerini, onay
aldıktan sonra da projenin hayata geçirileceğini
vurguladı.
Prof.Dr. Karaosmanoğlu, bu nedenle önce Bizans
dönemi kapısının ön kısmında temizlik çalışmalarına
başladıklarını ve buradan aşağıya kadar inip sur
duvarlarının nereye kadar gittiğini tespit etmeye
çalışacaklarını ifade etti.
Mozaik şekilli taş döşemenin bu yıl yapılacak
çalışma ile koruma altına alınacağını belirten
Karaosmanoğlu, şöyle konuştu:
”Diğer bir çalışma alanımız ise Urartu dönemine
ait tapınak sarayın batısındaki mozaik şekli olan
taş döşemenin etrafını koruma altına alıyoruz. Yine
elediğimiz kerpiç toprağıyla etrafı yükseltip orayı
da bu şekilde koruma altına alıyoruz. Diğer bir
çalışma alanımız da kalenin batı tarafındaki orta
kesimlerinden giden sur duvarlarını açığa çıkarmak.
İlk bölüm kazılarında bu surlar kısmen çıkarılmıştı
ancak planlara geçirilmediği için biz hem açıp hem
de plana geçirmeyi hedefliyoruz. Geçen yıllardan
kalan bazı eksikliklerimiz vardı, onları da
tamamlamaya çalışıyoruz.”
Karaosmanoğlu, 2003 yılından beri kazı
çalışmalarını sürdürdüklerini ve tamamlamak üzere
oldukları apadananın (saraylarda tavanı sütunlar
üzerine oturtulmuş taht salonu) kuzeybatı kesimine
dökülen toprak yığınını boşaltıp orayı da açmayı
planladıklarını söyledi.
Altıntepe Kalesi’nde kazı çalışmaları, 30
Temmuz’a kadar sürdürülecek.
Star, 05.07.2011
|
|
İsmi Arasa Meydanı Tahmis Kahvesi olarak değiştirilen ve 22 aylık bir çalışma sonrasında yeni yüzü ile misafirlerini ağırlamaya başlayan Tahmis Kahvesi, Vakıfların açtığı ihale ile sanayici Mehmet Hilmi Bağcı tarafından alındı. Hobi olarak bu işi yapacağını söyleyen Bağcı, Biz ticari amaç dışında kentin kültür yapısını da yansıtmak istiyoruz. Mevlevi tekkesiyle ve kültür yoluyla konsept bir gelişmeyi amaçlıyoruz dedi.
Kozluca Mahallesi, eski buğday arasasının kuzeyinde yer alan Arasa Meydanı Tahmis Kahvesi'nin 22 Temmuz'da resmi açılışının yapılacağı belirten Bağcı, “Çay kahve ve nargile dışında burayı Antep yemekleriyle de zenginleştirmek istiyoruz. Amacımız kendi kültürümüzü yalın ve özgür bir biçimde yansıtabilmek. Burayı daha önce farklı kişilerin elindeydi. Biz yeni bir yüz kazandırmak istiyoruz. Otoparkıyla, bahçesiyle hayat'ıyla burayı zenginleştirmek istiyoruz dedi.
Arasa Meydanı Tahmis Kahvesi'nin 22 aylık bir çalışma sonunda bittiğini anlatan Bağcı, “Vakışar Bölge Müdürlüğü restorasyonunu, bizde iç dizaynını yaptık. Burayı, geniş bir yelpazeye hitap edecek hale getirmek istiyoruz. Kültürel etkinliklerin, sohbetlerin olduğu yer olacak. Bayan misaŞrlerimize tanıtmak istiyoruz. Kabullerini ve toplantılarını burada yapmaları için yeni düzenlemeler yapıyoruz. Tarih kokan bu kahvede önemli işler yapacağız diye konuştu.
Gazianep 27 Gazetesi, 05.07.2011
|
8500 YILLIK TARİHE 'AMAZON' ELİ
İzmir’de yerleşik insan yaşamının en az 8500 yıllık olduğunu kanıtlayan eserlerin çıkarıldığı Yeşilova Höyüğü’nde yaz dönemi kazıları başladı. Bornova Belediyesi’nin maddi ve manevi tüm desteği verdiği kazılarda bu yıl 27’si Arkeoloji Bölümü öğrencisi olmak üzere toplam 50 kişi çalışacak. Bu yıl çalışmalar katılanların yüzde 90’nın bayan olması, “8500 yıllık tarihe Amazonların eli değiyor” esprilerinin yapılmasına neden oldu.
Yeşilova Höyüğü’ndeki yaz dönemi çalışmalarına ilk kazmayı Bornova Belediye Başkanı Prof.Dr. Kamil Okyay Sındır vurdu. Başarılı bir dönem geçirilmesini dileyen Sındır, “Bizim burası için bir Zaman Yolculuğu projemiz var. Aslında siz de burada her an bir zaman yolculuğu yaşıyorsunuz. Çıkardığınız buluntularla bizi de o zamanlara götürüyorsunuz. Sizin gayretiniz Bornova, İzmir, Türkiye ve hatta dünya tarihi ile kültürüne büyük katkı sağlıyor. Biz, belediye olarak buradaki çalışmalara her türlü yardımı yapıyoruz ve yapmaya devam edeceğiz. Uygulayacağımız Ziyaretçi Merkezi Projesi ile İzmirlileri 8500 yıl öncesine adeta yaşatarak götüreceğiz” dedi.
Kazı Heyeti Başkanı Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yard. Doç.Dr. Zafer Derin de şöyle konuştu: “Bu yıl burada görev yapan arkadaşlarımızın yüzde 90’ınını bayanlar oluşturuyor. O yüzden biz kendi aramızda “Yeşilova Höyüğü’ne Amazonların eli değecek”, esprisi yapıyoruz. Gerçekten de bayanlar nakış işler gibi alanda çalışıyor ve çok hassas eserlerin çıkarılmasını sağlıyor. Bu yıl temel amacımız görsel açıdan önem arz eden mimari kalıntılar bulmaktır. Çalışmalarımızda Bornova Belediye Başkanımız Prof.Dr. Kamil Okyay Sındır’ın büyük desteğini görüyoruz. Kendisine çok teşekkür ediyoruz.”
Haber Ekspres, 05.07.2011
|
|
25 KENTİN YARGILAMA
MERKEZİ
Kazı çalışmalarının
büyük bir bölümünün tamamlandığı Burdur'un Gölhisar
İlçesi'ndeki Kibyra antik kent içinde yer alan
Odeon'un üzeri kapalı tek yapı özelliği taşıdığı
bildirilirken, 3 bin 600 kişilik Odeon'da aynı
zamanda mahkemelerin de görüldüğü bildirildi.
Kazı ekibinin başkanı,
Mehmet Akif Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim
Üyesi Yrd.Doç.Dr. Şükrü Özdoğru, 3 bin 600 kişilik
Odeon'un binlerce yıl önce 25 kentin yargılama
merkezi olarak da kullanıldığı bildirdi. Yrd.Doç.Dr.
Özdoğru, "Dış cephe çalışmasına başlayacağımız
Odeon, 3 bin 600 kişilik kapasiteye sahip.
Restorasyon çizimi tamamlandı. Cam, kiremit ve
çatısı belirlendi. Bu alanda hem müzik dinletileri,
hem de mahkemeler görülüyordu" dedi.
Yrd.Doç.Dr. Özdoğru,
"Taş oturma sütunları üzerine 'Mıh'lar ile
sabitlenmiş tahta ahşap oturma gruplarına rastladık.
Kapalı alanın çökmesi ile birlikte oturma grupları
büyük hasar görmüş ancak sahnenin ortasında bulunan
'Medusa' eseri için henüz çalışma başlatmadık.
Medusa antik eserinin zarar görmemesi gerekiyor. Bu
yüzden aslına uygun şekilde üzerinin kapatılması ya
da farklı bir yöntem ile bu eserin orijinal olarak
zemine yerleştirilmesini arzu etmekteyiz. Bu
alanların korunması duygusunu, kazı, koru, kullan
anlayışı ile halkımızı bilinçlendiriyoruz. Eserler
binlerce yıl öncesinden günümüze kadar gelmiş nadide
parçalardır" diye konuştu.
Eserlerin, Tefenli,
Acıpayam, Korkuteli, Seki bölgelerine kadar
uzandığını hatırlatan Yrd.Doç.Dr. Özdoğru, "Şehir MÖ
2.yüzyılı anlatmaktadır. Antik eserin bulunduğu
bölgenin 3 boyutlu çizimini yaptık. 2 büyük deprem,
1 büyük yangın geçirmiş olan Odeon antik mahkeme ve
müzik salonu Patara yargılama meclisinden daha
büyük. Patara bin 500 kişilik. Odeon ise 3 bin 600
kişiliktir. Biz buraya sadece Medusa'ya yönelik bir
çalışma düşünmüyoruz. Kalıcı ve her mevsim gelip
görülmesi sağlanacak projeler üzerinde durmaktayız"
dedi.
Medusa'nın çok önemli
olduğuna dikkat çeken Yrd.Doç.Dr. Şükrü Özdoğru,
"Orkestra salonlarında mermer döşeme vardı. Ancak
ilk defa resim olarak mermer döşemeye burada
rastlanıldı. Kibyra, Medusa resmiyle simgeleşecek.
Ebatları yanında, orkestranın tam merkezinde
kırmızı, beyaz ve yeşil mermerden yapılmış Medusa
başı, tamamıyla sağlam olarak ortaya çıkarıldı. Bir
orkestra salonunun zemin döşemesinde böylesine bir
Medusa resmi, Anadolu arkeolojisi için tekil örnek.
Önümüzdeki yıllarda bu eşsiz arkeolojik buluntunun
yerinde sergilenmesi mümkün olacak" şeklinde
konuştu.
Burdur Kent Haber,
05.07.2011
|
Büyükşehir Belediyesi Kent Konseyi Kültür Sanat
ve Turizm Çalışma Grubu Başkanı Yunus Emre Tansü,
Dülük antik kentinin yapılacak çalışmalarla ciddi
bir turizm merkezi haline geleceğine inandığını
söyledi.
Tansü, Dülük Baba Mesire Alanı'nın yukarı
bölümündeki kaya mezarlıklarının tahrip ediliş
durumda olduğunu ve çok ciddi bir düzenleme
yapılması gerektiğini tespit ettiklerini dile
getirdi. Çevre düzenlemesi yaparken dikkat edilmesi
gereken konuların olduğuna dikkat çeken Tansü, Bir
şeye dikkat etmek lazım. Burada Gaziantep'e mahsus 3
bin metrekarelik alanda yetişen yabani bir zahter
türü var. Bu türün yok edilmemesi gerekiyor. 200-300
kök halinde bulunuyor. Bunun koruma altına alınması
gerekiyor. Buraya makineleri, dozerleri bilinçsiz
bir şekilde sokarsak bu zahter türünü yok edebiliriz
dedi.
Jüpiter Tapınağı'nda da incelemelerde bulunduklarını
ve kazıların 45 gün devam ettiğini kaydeden Tansü,
Artık bu kazıların Almanlardan alınıp Gaziantep'teki
arkeoloji bölümüne verilmesinin zamanı gelmiştir.
Çünkü 45 günlüğüne yurt dışından gelen bu ekipler
sadece 3-4 göz yeri açabilmişler. Burada yıl boyunca
veya 10 ay kazı yapılabilir. Bunu da Gaziantep'teki
ve çevre illerdeki Arkeoloji Müzesi ile ilgili
kurumlar yapabilir. Jüpiter Tapınağı'nın ciddi
olarak ele alınması ve turizme kazandırılması
gerekiyor diye konuştu.
Kent Konseyi Kültür Sanat ve Turizm Çalışma Grubu
Başkanı Yunus Emre Tansü, Çevre ve Sağlık Çalışma
Grubu Başkanı Ergün Özuslu, İl Kültür ve Turizm
Müdürlüğü Enformasyon Memuru M. Bülent Öztürk ile
Kent Konseyi üyeleri, Dülük antik kentindeki kaya
mezarlarında incelemelerde bulundu. Dülük antik
kentinin dünyanın en eski yerleşim bölgelerinden
birisi olduğunu belirten Kent Konseyi Kültür Sanat
ve Turizm Çalışma Grubu Başkanı Yunus Emre Tansü,
kaya mezarlıklarının çok bakımsız olduğunu söyledi.
Gaziantep 27 Gazetesi, 04.07.2011
|
|
TARİH GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR
Şahinbey Belediyesi tarafından Gümrük Han ve Bostancı Mektebinde yapılan restorasyon çalışmalarını yerinde gezerek incelemelerde bulunan Şahinbey Belediye Başkanı Mehmet Tahmazoğlu, “geçmişe sahip çıkarak tarihi dokunun gün yüzene çıkartılması, geçmişle geleceği bütünleştirme acısından çok önemlidir” dedi.
Çalışmaların sadece bunlarla sınırlı olmadığına deyinen Başkan Tahmazoğlu Sokak sağlıklaştırma projeleri hakkında bilgiler vererek, “Şehreküstü dediğimiz Tekke Camiden Kabasakal Camine kadar, tarihi dokunun bol olduğu ciddi bir alanımız var, burada sokak sağlıklaştırma çalışmalarına başladık. Özellikle Pişirici Mescidi'nin önündeki pişirici sokak onun altında Müftüoğlu sokak, Hübeydullah sokak ve Şıh Camii sokağı bu dört sokak başta olmak üzere şuan da proje çalışmaları tamamlandı. Kuruldan da geçti şuan da ihale aşamasında dedi.
“Bu sokaklarıda eski görünümüne kazandıracağız diyen Tahmazoğlu, “Yine Şıh Camisinin güney tarafında yaklaşık 25 – 30 tane binayı aldık yıktık, tarihi olmayan binaları ve camide şehitler caddesi arasındaki alanı meydan ve park olarak düzenliyoruz. Böylelikle Savaş Müzemiz ve ihsan bey cami ile o iki tarihi alanı birbirine bağlamış oluyoruz. insanlarımız gezmeye geldiği zaman şuanda Şıh camini bulamıyorlardı. Çünkü binaların arasında arasında kalmıştı. Yaptığımız çalışma ile Şıh Hamam ve Şıh Camisini tamamen ortaya çıkarmış olduk şeklinde konuştu.
Gaziantep 27 Gazetesi, 04.07.2011
|
SERAPİS TAPINAĞI AYAĞA KALDIRILACAK
Avusturya Efes Kazıları Başkanı Doç.Dr. Sabine Landstaetter, kazının finansmanının Avusturya ve Avrupa Birliği dışında özel sponsorlar tarafından destekleneceğini kaydetti. Landstaetter, Çukuriçi Höyük’te 3 yıldır devam eden ve Avrupa Araştırmalar Konseyi tarafından finanse edilen büyük bir proje başladığını hatırlattı.
Landstaetter, kazı programındaki yeni bir projenin de “Serapis Tapınağı” olduğunu kaydederek, Efes Vakfı tarafından finanse edilecek olan bu projenin amacının Serapis Tapınağı’nın yeniden ayağa kaldırılması olduğunu söyledi. Landstaetter, bu yılki kazılarda antik kentin farklı alanlarında Türk ve yabancı bilim adamlarından oluşan 150 kişilik uluslararası bilimsel bir ekibin çalışacağını sözlerine ekledi.
Habertürk, 04.07.2011
|
|
UNESCO BİZİM GÖZÜMÜZÜ AÇTI
UNESCO’nun başta
İstanbul için tehlikeli bulduğu, fakat projede
yapılan değişiklikler sonucu onay verdiği Haliç
Metro Geçiş Köprüsü Projesi’nin mimarı Hakan Kıran
süreci değerlendirdi: “Türkiye için faydalı oldu.
UNESCO değerlerimizin farkına varmamızı sağladı.
Algımızı değiştirip, gözümüzü açtı.”
İstanbul’un siluetini bozacağı gerekçesiyle
yapımı tartışma konusu olan Haliç Metro Geçiş
Köprüsü’nün ele alındığı UNESCO’nun Paris’te yapılan
son toplantısını değerlendiren Haliç Köprüsü mimarı
Hakan Kıran, “UNESCO’dan çıkan son kararda ifade
edilen ‘endişe ve siluete olumsuz etki yaratacağı’
yolundaki ifadeler sadece bir uyarı” dedi. UNESCO
köprü yapımına hiçbir zaman karşı çıkmadığını,
sorunun gelişen dünyada şehirlerinin ihtiyaçlarına
cevap veren yapıların, bütün dünyanın kabul ettiği
UNESCO’nun bilimsel kriter ve metodolojisine uyup
uymadığı olduğunu belirten Kıran, şunları söyledi:
“Eksikliğimiz, yıllardan beri altında imzamız olan
anlaşmayı işletmeyip, yok saymamızdı. Bizden
istenen, mirasın en az etkilenmesi ve tedbir
alınabilmesi için, kendilerine danışılması. Kültürel
miras herkesin malı. Korumak da bu kuruluşun varoluş
amacı. Her ülkenin sivil toplumu, uzmanları
sorunlarını Dünya Mirası Komitesi’ne yansıtabiliyor.
Komite
İstanbul ile kasten veya önyargıyla uğraşıyor da
değil. İyi bir adım atılınca takdir ediliyor. Bu
süreçte Türkiye UNESCO’yla tanıştı. Kısaca, UNECSO
değerlerimizin farkına varmamızı sağladı. Algımızı
değiştirip, gözümüzü açtı.”
“İnşaatı durdurarak iyi niyetimizi gösterip, yol
haritamızı gözden geçirdik. Bizim gibi tehlike
altına alınmış Londra, Barcelona, Bordeaux, Dresden,
St. Petersburg gibi dünya şehirlerinin yaptığı
çalışmayı yaptık. UNECSO
İstanbul için bir şans ve fırsat. Bilimsel
anlamda uyanıp örgütlenerek, ilişki kurmayı
başardık.
İstanbul ile ilgili olarak gelinen nokta, yani
Tehlike Listesi perspektifinin kaldırılması,
Türkiye’nin Komite ile işbirliği yaptığını, altyapı
projelerinin kültür mirasına olumsuz etkisini aza
indirme yönünde gayret gösterdiğini gösteren olumlu
bir aşama. Bunun geçmişte yeterince yapılmamış
olması sözleşmenin hükümlerinin bilinmemesinden
kaynaklanıyor.”
UNESCO büyükelçilerinin geçtiğimiz aylarda
ziyaret ettikleri Almanya’nın Köln şehri
yetkilileri, Türk delegasyonuna tecrübelerini şöyle
aktardı: “Dünya Mirası Sözleşmesi’nin ruhunu ve
mekanizmalarını kavramakta gecikmemiz, sorunlar
çıkmasına neden oldu. Sözleşmeden kaynaklanan
yükümlülüklerimizi başlangıçta yeterince
kavrayamadık. Konuların kimi zaman siyasileşmesi,
inatlaşma ve bunun tırmanması olumsuz sonuçlara yol
açtı. Örneğin bu inatlaşma önlenebilse ve siyasiler
katı davranmamış olsa Dresden Tehlike Altında Dünya
Mirası Listesi’ne alınmaktan kolaylıkla
kurtulabilirdi. Bu süreç bizim için çok eğitici
olduk. ‘Size ne?’ yaklaşımının doğru olmadığını,
miras alanlarının herkese ait olduğunun bilincine
vardık. UNESCO’ya müteşekkiriz.”
Hürriyet, Haber: Fatma Aksu, 04.07.2011
|
BİRİ BU TAHRİBATA DUR DESİN!
Mersin’in Mezitli
İlçesi'nde yer alan Soloi
Pompeiopolis antik kentinde yağma sürüyor.
Definecilerin delik deşik ettiği antik kentte kaçak
inşaatlar yapılarak kent yağmalanıyor. Arkeo-Sev
grubu bu ay içinde tahribatı fotoğraflarla
belgeledi. Kaya mezarlar kırılarak tek tek yok
edilirken, 1. derece arkeolojik sit alanı içine
fidanlık oluşturulmaya çalışılması da tahribatı
arttırıyor.
Bir bekçisi bile yok
Defineciler tarafından delik deşik edilen antik
kentte kaya mezarlar da yine defineciler tarafından
parçalanmış. 1400 yıllık kentin bekçisi olmaması ise
dikkat çekiyor.
Defineci, kaçak yapı ve özensiz koruma kurbanı olan
Soloi Pompeipolis, dünyada ilgi uyandırıyor. Kentte
Bizans dönemine ait bir kiliseden kaçırıldığı
bilinen altın ve gümüş objeler Petersburg Hermitage
Müzesi koleksiyonunu süslüyor.
Derhal harekete geçilmeli
Arkeo-Sev grubu yaşanan tarih katliamını durdurmak
için yetkilileri uyararak önlem alınmasını istedi:
‘‘Antik kent ve antik limanın çevredeki diğer
yerleşim lanlarıyla, nekropol bölgeleriyle, görkemli
antik oyma kaya mezarlarıyla doğal bağlantısı vardı.
Kuyuluk yolu üzerinde tesadüfen bulunan kaya
mezarları bu kentin bir parçasıdır. Kültür gezileri
yapan kuruluşlar, resmi ve idari kurumlar Mezitli’de
ortaya çıkan kaya mezarlar ve antik kentteki
defineci tahribatlarını durdurmak için derhal
harekete geçmelidirler.’’
Pompeiopolis kentinde liman, sütünlu cadde, tiyatro,
Roma hamamı, kent duvarları, nekropol, su kemeri
gibi yapılar bulunmaktaydı. Günümüzde dağ kapısından
deniz kapısına kadar uzanan Korint başlıklı 200
sütunlu yolda, 41 adet sütun ayakta kalmayı başardı.
Bunlardan 33 adedi başlıklı olup insan aslan ve
kartal kabartmaları ile süslü. Ayrıca liman , hamam
kalıntıları, su kemeri, kaya mezarları bugüne kadar
ulaşabilmiş kalıntılar arasında yer alır.
Mersin Müzesi’nde kente ait eserler sergilenirken
bugüne kadar özel koleksiyonlarda ne kadar eser
olduğu tam olarak tespit edilebilmiş değil. Uzun
yıllar boyunca yağmalanan antik kentten Rusya’daki
Hermitage Müzesi koleksiyonunda kentten götürülmüş
Bizans dönemine ait olduğu bilinen altın ve gümüş
sikkeler olduğu biliniyor.
Depremle yerle bir olmuştu
Deniz kenarında bulunan Soloi antik kenti, MÖ 7.
yüzyılda Rodoslu koloniciler tarafından kuruldu.
Kente güneş anlamına gelen Soloi adı verildi. Roma
yönetimi Akdeniz’deki korsan faaliyetlerine son
vermek amacıyla MÖ 64 yılında Pompeius’u
görevlendirdi. İtalya’dan başlayarak Yunanistan ve
Kilikya’ya kadar olan bölgelerde korsan
faaliyetlerine son vererek Soloi’ye geldi. Yürüttüğü
büyük operasyonun zaferi anısına, kenti yeniden imar
ederek, adını Pompeipolis olarak değiştirdi. Kent
527 yılında meydana gelen büyük yer sarsıntısı ile
tamamen harap oldu. Yeniden inşa edilmeye çalışılsa
da bu yüzyıldan sonra yoğunlaşan Sasani ve Müslüman
Arap akınları nedeniyle yeniden eskisi gibi imar
edilemedi ve terk edildi.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 04.07.2011
|
İSTANBUL MÜZELERİNE
ZİYARET 6,5 MİLYONDAN İBARET
Nüfusu 13 milyona
yaklaşan ve yılda 7 milyon yabancı ziyaretçinin
giriş yaptığı İstanbul’da 2010’da müze ve sarayları
6,5 milyon biletli ziyaretçi gezdi. Müzelere 2
milyon da ücretsiz ziyaretçi kabul edildi.
Ziyaretlerin yüzde 76’sı Ayasofya ve Topkapı
Sarayı’na yapıldı.
İstanbul müze
gelirleri yılda 100 milyon TL’yi bulmuyor.
Kültür turizmine gerekli
önemin verilmediğinin, tanıtımının ihmal edildiğinin
en öneli kanıtlarından biri İstanbul’un müzelerine
yapılan ziyaret ile ilgili verilerdir. Doğu Roma,
Bizans, Osmanlı uygarlıklarına başkentlik yapmış
İstanbul’un her karışından tarih ve kültür varlığı
fışkırırken bunların müzelerde, ören yerlerinde
ziyarete açılıp, ziyaretçilerin kullanımına
sunulmasında, bundan kaynak elde edilmesinde ne
yazık ki nal topluyoruz.
Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın DÖSSİM biriminin verilerine göre, 2010
yılında İstanbul müzelerini 5,5 milyon biletli
ziyaretçi gezdi. 2009 yılında sayı 4,5 milyondu. Her
yıl müzeleri, özellikle öğrenci grupları olarak 1,5
milyon dolayında da ücretsiz ziyaretçi geziyor.
Dolmabahçe ve Beylerbeyi
Sarayı ziyaretleri de 1 milyona yaklaşıyor. Bunlarla
birlikte, ziyaretçi sayısı 6,5 milyonu buluyor.
İstanbul’da 13 milyona
yakın bir nüfus yaşıyor ve yılda gelen yabancı
ziyaretçi sayısı da 7 milyonu aştı. Bu potansiyel
talebin fiiliyata geçeni henüz çok sınırlı. Paris’te
Notre Dame Katedrali’nin tek başına çektiği yıllık
ziyaretçi sayısı yılda 13 milyon, Louvre Müzesi’nin
tek başına çektiği ziyaretçi 9 milyon. Bizde 1
numarada, 2,2 milyon ziyaretçisi ile Ayasofya var.
Topkapı Sarayı Müzesi’nin biletli ziyaretçi sayısı
ise 2 milyonu ancak buluyor.
Topkapı ve Ayasofya,
müze ziyaretlerinin yüzde 76’sını oluşturuyor.
İstanbul’un bu iki gözdesini Topkapı Harem dairesi
yıllık 500 bin ziyaret ile izliyor. Dördüncü sırada
Kariye ve beşinci sırada Arkeoloji müzesi var.
TBMM çatısı altındaki
saraylardan Dolmabahçe yılda 800 bin Beylerbeyi
Sarayı da 200 bin dolayında ziyaretçi kabul ediyor.
Bunları da dikkate aldığınızda 6,5 milyon dolayında
bir müze ziyaretçisi İstanbul gibi bir kültür
turizmi başkentine çok yetersiz ve ortada yazık
edilen bir miras var. Bu, büyük ölçüde kültür
turizmine ilgisizliğin, bütçede bu alana dönük
ayrılan payların yetersizliğinin bir sonucu.
İlgisizlik sadece
İstanbul ile sınırlı değil elbette. Türkiye’nin
diğer müze ve ören yerleri de tam bir ilgisizlik ve
adamsendecilik tavrı ile karşı karşıya. En çok
ziyaret edilen Topkapı ve Ayasofya’dan elde edilen
gelir yılda 60 milyon TL’den ibaret. Koskoca
İstanbul’un müze gelirlerinin toplamını alt alta
yazsanız 100 milyon TL bile etmiyor.
Yazık ki ne yazık…
Turizm Habercisi, Yazı:
Mustafa Sönmez, 03.07.2011
|
DÜNYA ARKEOLOJİK ŞEYLER LİSTESİ
Tamam, belki Eurovision’da finale kalamadık ama
Selimiye Camii’nin UNESCO Dünya Kültür Mirası
Listesi’ne alınmasıyla tüm dünyaya şanlı geçmişimizi
bir kez daha kabul ettirdik. Bu önemli başarıya imza
atarak bizleri sonsuz gururlandıran tüm devlet
görevlilerini, akademisyenleri, uzmanları
ve de “bu ülkede iyi şeyler de
oluyorcuları” canı gönülden kutluyoruz.
Liste’ye girmek için kriterler
Bu vesileyle,
Dünya Kültür Mirası Sözleşmesi’ne
taraf ülkeler ile UNESCO arasında süregiden
alışverişin bazı detaylarına dikkat çekmekte fayda
var. 1972 tarihli Sözleşme koşullarına göre taraf
devletler, ilgili kurumları aracılığıyla bir ulusal
liste hazırlıyor ve Dünya Kültür Mirası Komitesi’ne
sunuyor. Bu bağlamda sözleşmeye taraf olan
ulus-devletler dışında herhangi bir oluşum UNESCO
tarafından tanınmıyor.
Komite, aday gösterilen yerlerin “özgünlüğü” ve
“insanlığın ortak evrensel mirası” olup olmadığıyla
ilgileniyor ve teknik değerlendirmeyi uluslararası
uzman kuruluşların temsilcilerine bırakıyor. Bu
uzmanlar da aday yerlerin “evrensel değerleri”,
yaratıcı “dehayı”, kültürel ve
doğal “çeşitliliği” ve “güzelliği” yansıtıp
yansıtmadığını ölçerek Komite’ye önerilerini
sunuyor. Her yıl toplanan Komite de adaylar arasında
tercihini yapıyor. Elbette, listeye kabul edilen
yerlerin özgünlüğünü, evrenselliğini ve
bütünselliğini korumak amaçlı “alan yönetim
planlarının” uygulanması tamamen devletlerin
sorumluluğunda.
Neoliberal ortak payda
Ancak, listenin tarihsel gelişim sürecine ve
halihazırda listeye alınmış yerlerin niteliklerine
ve ülkelere göre dağılımına baktığımızda, evrenselci
ideallerin Avrupa seçkinlerine özgü bir tarih yazımı
ve demokratikleşme tahayyüllü üzerinden
gerçekleştiğini yadsımak mümkün değil. Hal böyle
olunca, Sözleşme’ye taraf olmuş devletler de listeyi
kendi seçkinlerinin tarih yazımlarını ve
demokratikleşme tahayyüllerini sergileyebilecekleri
bir mücadele alanı olarak algılayarak hareket
edegelmişler. Özellikle de Türkiye gibi
modernizasyon tarihi “Avrupalılaşmadan
Avrupalılaşma” itkisiyle belirlenen bir ülkede
bu mücadele alanı daha bir anlamlı
olmuş.
Şovenistliklerin çarpıştırıldığı
bir alan olmasına rağmen,
Sözleşme’nin taraf ülkeleri ortak paydada buluşturan
en önemli özelliği neoliberal ekonominin
gerekleriyle uyumlu getirileri. Komite sekretaryası
tarafından hazırlanan tanıtıcı broşürlere bakacak
olursak, listede bulunmak aday ülkelere “statü”,
“prestij”, “turistik çekicilik” kazandıran ve
“uluslararası kaynak” ve “teknik yardımlara” ulaşma
imkanını artıran süper bir durum. Özellikle de Dünya
Bankası gibi kuruluşlardan gelecek desteklerin büyük
önemi var.
Ne yazık ki, bu prestij ve paralara konmak için
yapılması gerekenlerin neler olduğu konusunda
hükümetler, yerel belediyeler ve projelerde yer
alabilmek için sırada bekleyen akademisyen ve
uzmanlar ciddi sorunlar yaşayabiliyor. Listeye
alınan yerlerin “sınırlarının” belirlenip “otantik”
haline en uygun duruma getirilmesi ve
müzeleştirilerek turistik paylaşıma açılması
politikası, para ve prestijden nasibini almayı
umanların uzlaştığı bir yaklaşım olarak
geçerliliğini koruyor. Bu esnada yerleşik halkın
farklı yerlerde iskana zorlanması da küçük bir
ayrıntı.
Kültür mirasında Türkiye
Türkiye, Sözleşme’ye 1983’te, meşhur 2863 sayılı
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nu
meclisten geçirdiği sırada taraf oldu. Küçük bazı
değişikliklerle halen yürürlükte olan bu kanun
kapsamında, Özal hükümetinin öngördüğü yağma usulü
yapılaşmanın önündeki en önemli engel olarak görülen
Anıtlar Yüksek Kurulu kaldırıldı, Bakanlık
tarafından seçilen kişilerden oluşan Koruma
Kurulları devreye sokuldu. Dünya Kültürel Mirası
Listesi’nde görünür olma çabası da bu sırada Özal
hükümetinin Nisan 1987’de Avrupa Birliği’ne yaptığı
ancak hezimetle sonuçlanan üyelik başvurusunun bir
parçası olarak kurgulanmıştı. Gerçekten de, Selimiye
Camii’nin kabul edilmesine kadar listede bulunan
dokuz yerimizin yedisi (Sivas Divriği Camii,
İstanbul Tarihi Yarımada, Kapadokya, Hitit başkenti
Hattuşa, Nemrut Dağı, Pamukkale ve Xanthos) Özal
hükümetinin 1984-1987 arasında yaptığı girişimlerin
sonucudur. Listeye daha sonra çeşitli zamanlarda
birçok aday gösterildi ancak 1994’te kabul edilen
Safranbolu ve 1998’de kabul edilen Truva sit alanı
dışında herhangi bir yer kaydedilmedi. Selimiye’nin
13 yıllık bir aradan sonra listede yer alması bu
anlamda önemli bir başarı.
Son yıllarda Komite, evrensellik kavramının içini
kendince doldururak ulaşmak istediği naif ideale
yaklaşmak şöyle dursun, Sözleşme’ye taraf ülkelerin
milliyetçi tarih söylemlerini azdırdığının ve
neoliberal politikalar kapsamında neden olduğu insan
hakları ihlallerinin farkına geç ve güç de olsa
varmaya başladı. Anlaşılan o ki, kültür mirasının
değeri, evrenselci, milliyetçi veya neoliberal
tahayyüllerin erişemediği bir yerlerde yatıyor. Bu
“değer”, sınırları haritada belirlenmiş bir bina
kompleksinin taşı-duvarında kullanılan malzemede, bu
taşa-duvara bakmaya gelenlerin sağlayacağı turizm
gelirinde veya Dünya Bankası’ndan gelecek
paracıklarda değil; bu taşla-duvarla beraber
yüzlerce yıldır beraber varolan insanların
kültürlerinde yaşıyor. UNESCO bu farkındalıkla,
2003’te “Somut Olmayan Kültürel Mirası Koruma
Sözleşmesi”ni, ardından da 2005’te “Kültürel İfade
Çeşitliliğinin Korunması ve Yükseltilmesi
Sözleşmesi”ni kabul etti.
Bu kapsamda, geçmişin kültürel çeşitliliğini
bağrında yaşattığını göstermeye hevesli
hükümetimizin, aynı hevesi günümüz kültürel
çeşitliliğini yaşatmakta gösterdiğini söylemek
oldukça zor. Türkiye, Somut Olmayan Kültürel Mirası
Koruma Sözleşmesi’ne hemen taraf oldu.
Bu hızla,
Mevlevi Sema seremonisi, meddahlık, Karagöz, Aşık
geleneği, Bektaşi semah seremonisi, Kırkpınar yağlı
güreşleri ve sohbet geleneği gibi en basit tabiriyle
ataerkil bir milliyetçiliğin kabul edebildiği
çeşitlilikte bir buketi Somut Olmayan Miras
Listesi’ne kaydettirdi. Ancak, tahmin edilebileceği
üzere ülkemiz “Kültürel İfade Çeşitliliğinin
Korunması ve Yükseltilmesi Sözleşmesi”ne taraf
olmadı. Böylece evrensel değerleri, ulusal
hükümetlerin kendilerince yorumladıkları bir resmi
tarih söylemi içinden oluşturmanın önemi de UNESCO’ya hatırlatılmış oldu.
Her zamanki pragmatik yaklaşımlarıyla büyüklerimiz,
işlerine gelen sözleşmeye imza atıp işlerine
gelmeyeni görmezden gelerek çok stratejik
davrandıklarını, bu vesileyle dünyanın ve milletin
gözünde prestij, statü ve paralarını artırmaya devam
ettiklerini düşünüyor olabilirler. Hatta, Selimiye
vesilesiyle, Hasankeyf’te verilen mücadeleyi,
İstanbul’un “tehlikedeki miras” listesine girme
korkusunu ve tüm kültür mirası politikalarının
ardında gözetilmesi gereken İnsan Hakları
Sözleşmesi’ne yapılan sayısız ihlali unutarak,
milletçe hem birbirimizle hem de dünyayla
hellaleşebileceğimizi umuyor olabilirler. Bunca
emeği geçenin sevinçleri kursaklarında kalmasın.
Unuttuk diyelim olsun bitsin...
Radikal, Yazı: Çiğdem Atakuman - Dr., Arkeolog,
03.07.2011
|
İKİZTEPE KAZILARI TEMMUZ'DA BAŞLIYOR
Samsun'un
Bafra İlçesi'nde 1974'ten bu yana sürdürülen İkiztepe
kazılarının bu yılki bölümüne temmuz ayında
başlanacağı bildirildi.
Samsun yakınlarındaki Dündartepe'de 1940 yılında
keşfedilen İkiztepe'de yürütülen kazı
çalışmalarının bu yılki
bölümü, İstanbul
Üniversitesi (İÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Önder Bilgi
başkanlığındaki heyet tarafından Tepe 3'te
sürdürülecek.
Bu yıl planlanan çalışmalar
hakkında AA muhabirine bilgi veren Prof.Dr. Bilgi,
İkiztepe kazılarının 37 yıldır devam ettiğini ve bu
yılki bölümünün temmuz ayının ikinci yarısında
başlayacağını söyledi.
Çalışma süresinin 45 gün
olarak planlandığını, ancak kazı süresinin
uzayabileceğini belirten Bilgi,
çalışmalarda MÖ 3000-2400 yılları arasındaki
dönemin araştırılacağını ifade etti.
Prof.Dr. Bilgi, bu yılki kazılarda koruma
işlemlerinin yanı sıra eserlerin gün ışığına
çıkarılmasına ağırlık verileceğini belirterek, şöyle
konuştu:
"Bu yıl da "Tepe 3" olarak adlandırılan bölümde
kazıları sürdüreceğiz. Öncelikle kazı alanlarını
korumaya alacağız. Bu yılki
çalışmalarda şehirleşme
konusunda buluntu elde etmeyi amaçlıyoruz.
İmar
durumuyla ilgili şehirleşme var mı, yok mu, bu
konuda ayrıntıların ortaya çıkarılmasına
çalışacağız. Ayrıca yerleşim yerlerindeki mezarlar
ve buluntuların incelenmesi sonucu önemli bilgilere
ulaşacağımızı düşünüyoruz. İkiztepe'de bugüne kadar
elde edilen buluntu sayısı yaklaşık 12 bin 500'e
ulaştı. Kültür ve
Turizm
Bakanlığı adına yürütüğümüz kazıların bu yılki
bölümünde önemli eserler çıkaracağımızı düşünüyorum.
Geçen yıl Tepe 1 ve 2'de sürdürdüğümüz
çalışmaları tamamladık.
Bu yıl Tepe 3 dediğimiz alanda denize bakan yamaçta
kazı çalışmalarını
sürdüreceğiz. "
Prof.Dr. Bilgi, geçmiş yıllardaki
çalışmalarda
Tepe 1'de yanmış bir ev kalıntısına rastlandığını
hatırlatarak, "İlk Tunç Çağı tabakalarına inilmiş,
yanmış ev kalıntısına rastlanmıştı. Bu yıl da buna
benzer buluntulara rastlayabileceğimizi umut
ediyoruz. Bu da bize, bölgedeki yerleşim ve
şehirleşme hakkında net bilgi sağlayacak" dedi.
Geçen yıl önemli sayılabilecek bulgular elde
edildiğini anımsatan Prof.Dr. Bilgi, kazılarda
tezgah ağırlıkları, ağırşaklar, kemik deliciler,
zıpkın uçları, hançer, çakmak taşı gibi eserler
bulduklarını anlattı.
Bilgi bu yılki kazılarda da kendisiyle birlikte 10
kişilik bir heyetin çalışacağını, ihtiyaç duyulması
halinde uzmanların da kendilerine katılmasının
planlandığını bildirdi.
-İKİZTEPE KAZILARI-
İkiztepe ören yerinde bugüne kadar yapılan
kazılarda, bölgede Kalkolitik döneme (MÖ 5000-4000)
ait yerleşimlerin izine rastlandı, MÖ 4000 ile MÖ
1700 yıllarına kadar sürekli yerleşim yapıldığı
anlaşıldı.
Kazılarda Eski Tunç Çağı (MÖ 3000-2000) ve Erken
Hitit (MÖ 1900-1800) dönemine ait çok sayıda eser ve
kalıntı bulundu. Ayrıca MÖ 330-30 yılları dönemine
ait anıt mezar ortaya çıkarıldı.
İkiztepe'deki kazılarda elde edilen arkeolojik
parçalar arasındaki en ilginç buluntuları ise
ameliyatlı kafatasları oluşturuyor.
Tıp kitaplarında yer alan Aztek ve Eski Mısır
örneklerinden farklı olarak
"kapak açma" yöntemiyle yapılan ameliyatların izini
taşıyan buluntular, Anadolu'da rastlanan tek
örnekler olması açısından arkeolojik önem taşıyor.
Ayrıca bu eserlerin incelenmesi sonucunda, burada
yaşayan insanların, Akdeniz ırkının özelliklerini
taşımadıkları ve Alacahöyük'te yaşayan Orta Anadolu
ırkından farklı, Güney Rusya ile Bulgaristan'da
yaşamış insanlardan geldikleri anlaşıldı.
Kazılarda bugüne kadar 12 binden fazla buluntu elde
edildi. Bunların önemli bölümü ise halen Samsun
Arkeoloji ve Etnografya Müzesi'nde sergileniyor.
-AMELİYATLI KAFATASLARI-
İkiztepe'deki kazılarda elde edilen arkeolojik
parçalar arasında yer alan en ilginç buluntuları ise
ameliyatlı kafatasları oluşturuyor.
İkiztepe ören yerindeki en yüksek tepede MÖ
2300-2100 yıllarına ait mezarlıktan çıkarılan 690
iskeletin 8'inde bu döneme ait bilinçli ameliyatlar
yapıldığına dair izlere rastlanmıştı.
Tıp kitaplarında yer alan Aztek ve Eski Mısır
örneklerinden farklı olarak
"kapak açma" yöntemiyle gerçekleştirilen
ameliyatların izini taşıyan buluntular, Anadolu'da
rastlanan tek örnekler olması açısından da
arkeolojik bir önem taşıyor.
Ayrıca bu eserlerin incelenmesi sonucunda burada
yaşayan insanların, Akdeniz ırkının özelliklerini
taşımadıkları ve Alacahöyük'te yaşayan Orta Anadolu
ırkından farklı, Güney Rusya ile Bulgaristan'da
yaşamış ırktan oldukları anlaşıldı.
Kazılarda bugüne kadar elde edilen buluntuların bir
bölümü Samsun Arkeoloji ve Etnografya Müzesi'nde
sergileniyor.
Son Dakika, 03.07.2011
|
İSTANBUL'U YAŞIYOR GÖZLERİ KAPALI
İspanya ordusunun topçu
birliklerinde yüzbaşı olarak görev yapan Pepe Soto
Chica'nın hayatı, 1996'da
bombalarla ilgili bir çalışmada kazayla patlayan bir
el bombasıyla alt üst oldu. Büyük patlamanın en
yakınında olan Chica'nın sağ bacağı koptu, her iki
gözü görme yeteneğini, kulakları da işitme
yeteneğini kaybetti. Aylarca hastanede yatarak
hayata
yeniden tutunmaya çalışan İspanyol yüzbaşının
kaybettiği sağ ayağına protez takılarak yürümesi
sağlandı. Kulaklarına takılan özel birtakım
cihazlarla az da olsa duyabilen Chica, görme
yeteneğini ise tekrar kazanamadı. Yaşadığı iş kazası
nedeniyle askerlik yapamayacağını anlayan Chica,
bunun üzerine yaşama yeniden tutunmak için
çocukluğundan beri meraklı olduğu tarihe yöneldi.
İspanya'nın en eski ve tarihi üniversitelerinden
biri olan Granada Üniversite'nin tarih bölümünde
okumaya başlayan Chica, önce mezun oldu, sonra da
profesör olmak için çalışmaya başladı. Bizans
İmparatorluğu'nun tarihine büyük ilgi duyan Chica,
doktora tezini de bu konuya ayırdı. Chica,
İstanbul'a ilk kez doktora tezini hazırlamak için
geldi.
Yedinci yüzyılda Bizans İmparatoru olan
Kral Heraklius dönemindeki tarihi yapıları araştıran
Chica, bu kral tarafından Ayvansaray'da yaptırılan
surları tek tek elleriyle inceledi. Görme yeteneği
olmadığı için tüm surları sadece elleriyle dokunup
tanıyan Pepe Soto Chica, araştırmasının sonunda tam
bin sayfalık tez hazırlayarak İspanya'ya döndü.
Chica'nın İstanbul'da hazırladığı tez, İspanya'nın
en önemli üniversitesinde çok ilgi görünce de
hocalarının onayıyla profesör oldu. Chica, bu
çalışmalarının sonucunda Bizans İmparatorluğu'nun
son dönemini anlatan Tiempo De Leones /
Aslanların Zamanı isimli tarihi bir roman da
yazdı. Romanın tüm Avrupa'da yoğun ilgi gördüğünü
söyleyen Chica, "Aslanların Zamanı Türkçeye
de çevrilirse çok mutlu olurum," diyor.
İstanbul' un tarihini İspanya ve tüm
Avrupa'ya tanıtmak isteyen Chica, romanında Bizans
İmparatorluğu'nun son zamanlarında yaşlı bir adamın
hayat hikayesini ve tarihte bıraktığı izleri
anlatıyor. Aslanların Zamanı adlı bu roman
İspanya'da o kadar ilgi gördü ki kısa sürede üç
baskı yaptı. Pepe Soto Chica, romanını çok önemli
bir tarihin kalıntılarının üzerinde yaşayan
Türklerin de okumalarını istediğini söylüyor: "Bu
romanımı okuyan İspanyollar, mutlaka merak edip
İstanbul'a gelir. Türkçeye çevrilmesi halinde
Türkler de benim gibi farklı şeyler görüp
yaşayacaklar."
"Gözleri gören insanlar,
tarih kitaplarında kendilerine anlatılanlara göre
tarihi eserlere bakar. Onun için
farklı
şeyleri keşfedemezler. Ben her şeyi dokunarak,
koklayarak ve hissederek keşfediyorum. Ayasofya'nın
kolonlarının sıcak olduğunu dokunarak keşfettim.
Sultanahmet Camisi'nin içindeki sesin nasıl
yankılandırıldığını, Topkapı Sarayı'nda denizden
gelen ışıltıların nasıl yankılandırıldığını
hissettim. Osmanlı İmparatorluğu dönemini inceleyip
tarihi kitaplar yazmak
istiyorum. Bu araştırmalarıma da Osmanlı'nın ilk
başkenti olan İznik'ten başlayacağım.
Bir rehberim
aracılığıyla Sultanahmet Turizm
ve Yatırımcılık Derneği ile bağlantı kurdum. Dernek
Başkanı Kaan Koç da benim gibi tarihe meraklı olduğu
için onun yardımlarıyla Osmanlı'nın tarihini
inceleyeceğim. Yeni
kitabım Bizans ve Osmanlı İmparatorluklarının mutfak
kültürü üzerine olacak."
Sabah Pazar, Haber: Ali Balcı, 03.07.2011
|
|
TARİHİ EVLERE GÖNÜLLÜ EVİ
Manisa’nın Kula
İlçesi’nde, dış cephe
tadilatları belediye tarafından yapılan 18
tarihi ev,
Marshall ve gönüllü vatandaşlar tarafından
boyanacak. Kula Belediyesi ve Marshall işbirliği ile
yapılan “ Hayatı Renklendir” kampanyası çerçevesinde
Yörük Hasanların Halil Ağa Sokağı’nın çehresi
değişiyor. Kula Belediyesi tarafından cephe
tadilatları yapılan 18 tarihi ev, 8 Temmuz’da
Marshall ve Gönüllü vatandaşların katılımı ile
boyanmaya başlayacak. Belediye Başkanı Selim Aşkın,
“Hayatı Renklendir” kampanyasının korunma için
ideal proje olduğunu söyledi.
Milliyet Ege, Haber: Hikmet Sepet, 03.07.2011
|
9 AY TAKSİTLE SANAT ESERİ
Türk çağdaş sanatının altın çağı 2009 yılında
Burhan Doğançay'ın Mavi Senfoni'sinin 2.2 milyon
liradan satılmasıyla başladı. İlk
defa yaşayan Türk bir ressamın eseri bu kadar yüksek
fiyattan alıcı buldu. Alıcı da
Murat Ülker. 1994'te 50 bin liraya aldığı resmi
15 yıl sonra 2.2 milyon liraya satarak bir anlamda
Türkiye'de çağdaş sanatın yolunu açan kişi ise Duran
Ofset'in sahibi
Oktay Duran'dı. Zaten Duran "Bir aile serveti"
diye nitelendirdiği Mavi Senfoni'yi satma nedenini
de "Milyon liranın üzerine satarak çağdaş sanatın
yolunu açmaktı" diye anlatıyor. Haksız da sayılmaz.
Mavi Senfoni satıldıktan iki hafta sonra
gerçekleşen Contemporary
İstanbul'da o yıl sergilenen eserlerin yüzde 70'i
satıldı. Oysa daha önce en fazla yüzde 50 oranında
satış gerçekleşirdi.
Bu da Mavi Senfoni'nin rekor
fiyata
satılmasından sonra Türkiye'de gözlerin çağdaş
sanata çevrildiğini gösteriyor. O dönemde yabancı
gazeteler 'Türk çağdaş sanatında milat' başlıkları
atıyordu. Kısacası Duran amacına ulaşmış ve Türk
çağdaş sanatının Rönesansı'nın başlamasında etken
rol üstlenmişti. Oktay Duran yıllardır tutkuyla
bağlı olduğu hobisini 3 ay önce Akaretler'de açtığı
Art On the Gallery ile
profesyonelliğe çevirdi. Duran'la
Akaretler'deki galerisinde taksitle sanat eseri
satmaya başlaması üzerine konuştuk.
Galerilerde dokuz ay taksitle sanat eseri satmak çok
da yaygın bir uygulama değildir. Duran'a
taksitlendirme olayının et kilerini soruyorum. 3-5
bin dolar civarındaki
eserlerin alıcılarının resmi zaten
satın alabildiklerini belirten
Duran, "Hatta 30-40 bin dolar
civarındaki eserler de alınıyor. Fakat bir de
entelektüel seviyesi yüksek ama gelir seviyesi daha
az olan kesim var. Üstelik bu kesim en çok sahip
olmak isteyenler. İşte biz de onlara
vadeli satış
yapıp işlerini kolaylaştırmak
istedik. Garanti
Amerikan Express ve Akbank Wings'le anlaştık. Peşin
fiyatına 9 ay vadeli
satış yapıyoruz" diyor.
Oktay Duran'a Mavi Senfoni'nin satış
sürecini de soruyorum. Burhan Doğançay eseri satma
demiş. Duran, "İleride daha fazla edeceğini
biliyordu. Ama Türkiye'de çağdaş sanatın yolunun
açılabilmesi için mutlaka 2 milyon liranın üzerine
çıkması gerekiyordu. Ailece konuştuk. Çünkü bu bir
aile servetiydi. Satılıp da çağdaş sanatın önünü
açamasaydı çok üzülürdük" diyor. 2.2 milyon lirayı o
bile beklemiyormuş. Duran, Doğançay'ın yaklaşık 50
tane daha resmine sahip olduğunu söylüyor.
Oktay Duran'a göre sanattan anlamak
iş bağlarken bile etkili oluyor, karşındakine güven
veriyor. Hatta devletlerin imajlarını düzeltmek için
sanata yatırım yaptıklarını anlatıyor: "Amerikalılar
başlattı bunu. Japonya da 40 yıl önce farkına vardı.
Son olarak da Çin uyandı. Ülke 'Çin malı, ucuz ve
kötü olandır' imajını sanatta ortadan kaldırma
gayretinde. Sanat katma değeri artırıyor."
ART On the Gallery'de isteyen kurumlara
özel ücretsiz sanat dersleri verilirken, Türk
sanatçılar da yurtiçi ve yurtdışında destekleniyor.
Galerinin desteklediği sanatçılar arasında Seçkin
Pirim ve Burcu Perçin de var. Pirim "Eski ustalar
çok zor dönemde yaşamış. Biz çok şanslı bir döneme
denk geldik. Türk sanatının yükseldiği bir
dönemdeyiz. Eskiden Türk sanatçısının yurt dışına
çıkması imkansızdı. Şimdi tüm bunlar halledildi"
diyor. Burcu Perçin'e göre de eserlerinin iyi fiyata
satılması onay görmesi anlamına geliyor.
Vadeli satışlara ilginin hiç de az
olmadığını da öğreniyorum Duran'dan. 50 bin doları
bir kerede ödeyemeyen ama eseri almak isteyenler
artık 9 ay vadeyle eseri rahatlıkla satın alıyormuş.
Bu uygulamadan tek memnun olan alıcılar da değilmiş.
Duran'la sohbetimize çağdaş sanatın yükselen iki
ismi Seçkin Pirim ve Burcu Perçin de katılıyor.
Pirim, vadeli satışların kendilerine de yaradığını
söylüyor. Nasıl yaramasın? Bu şekilde sanat eserleri
daha fazla kişi tarafından alınabiliyor ve çağdaş
sanat daha büyük kitlelere yayılmış oluyor. Oktay
Duran bundan sonraki hedefinin de Gaziantep'te bir
galeri açmak olduğunu söylüyor.
Sabah, Haber: Burcu Aldinç, 03.07.2011
|
İZİNSİZ KAZIYA JANDARMA
BASKINI
Bilecik'te Jandarma
ekipleri, izinsiz kazı yapanlara yönelik operasyon
düzenledi.
Edinilen bilgiye göre,
Bozüyük İlçesi Karaağaç Köyü Kuştepe mevkiinde
izinsiz kazı yapılacağı yönünde İl Jandarma
Komutanlığınca ihbarın gelmesi üzerine harekete
geçen ekipler, izinsiz kazı yaparlarken suçüstü
yakalanan şüpheliler H.K., M.A. ve M.A. ile birlikte
(8) adet muhtelif kazı malzemesi, (1) adet tabanca
ile bu tabancaya ait (13) adet fişek ele geçirdi.
Şüpheliler, ifadelerinin
alınmasından sonra adli mercilere sevk edildi. Ele
geçirilen malzemelere el konulurken, olayla ilgili
tahkikat sürüyor.
Bilecik Kent Haber,
03.07.2011
|
|
|
DA VINCI'YE AİT OLDUĞU ANLAŞILAN TABLOYA REKOR FİYAT
'Salvator Mundi' veya 'Saviour of the World' (Dünyanın Kurtarıcısı) diye adlandırılan ve Hazreti İsa’nın elinde bir yerküreyle resmedildiği tabloyu İngiltere’nin başkenti Londra’daki Ulusal Galeri’de inceleyen uzmanlar, Leonardo Da Vinci tarafından 500 yıl önce yapılan ahşap üzerine yağlıboya yapıtın değerinin 120 milyon sterlin (312 milyon TL) olduğunu açıkladı.
İngiliz Daily Mail Gazetesi’nde çıkan haberde bu rakamın bir tabloya biçilen en yüksek değer olduğuna dikkat çekildi.
Geçen yıl, Leonardo Da Vinci uzmanı olan Milanolu profesör Pietro Marani tabloyu incelemek için Londra’ya geldi. İtalyan ve İngiliz meslektaşlarıyla birlikte tabloyu inceleyen Pietro Marani, “50 yıldır varlığından haberdar olduğumuz tablonun sanıldığı gibi öğrenci Giovanni Boltraffio’ya ait olmadığı, Leonardo Da Vinci’nin kendisine ait olduğu kanısına vardık. Ancak tablonun sahipleri bu konuda sessiz kalmamızı, konunun gizli kalmasını istediği için o zaman açıklama yapmadık” dedi.
1958’de komik denebilecek bir fiyata el değiştiren ve yüzyıllar sonra Da Vinci’ye ait olduğu anlaşılan tablo, bu yıl içinde Londra’da Ulusal Galeri’de sergilenecek.
Habertürk, 03.07.2011
|
KARABALÇIK HAMAMI, FOLKLORİK MÜZE OLUYOR
Osmangazi Belediyesi bu kez Karabalçık Köy Hamamı’nın yenilenmesi için düğmeye bastı. Tarihin başkenti Osmangazi’de tarihi eserleri yenileyerek ayağa kaldıran Osmangazi Belediyesi, Karabalçık Köy Hamamı’nın kente kazandırılması için çalışmalara başladı.
Karabalçık Köyü’nde ilgisizlik ve yılların verdiği yorgunlukla harabeye dönen tarihi hamamın restorasyonu için çalışmalara start verildi. Hamamda ön incelemeleri tamamladıklarını belirten Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar, proje çiziminin ardından çalışmalara hızla başlayacaklarını bildirdi.
Başkan Dündar, harabe durumdaki hamamın restorasyon çalışmalarının ardından ’folklorik müze’ olarak kullanılacağını söyledi. Hamamın ne zaman ve kim tarafından yapıldığının bilinmediğini ifade eden Başkan Dündar, çalışmaların ardından tarihi yapının günümüze kazandırılacağını kaydetti.
Şehrin tarihi değerlerinin, o milletin aynası gibi olduğunu anlatan Dündar, “Bizler de bu bilinçle sahip olduğumuz değerleri gelecek nesillere taşımak amacındayız. Her zaman dediğim gibi, Osmangazi Belediyesi olarak merkezden en uç noktalara kadar her yerde farkımızı ortaya koyuyoruz. Karabalçık Köy Hamamı da bunun en güzel örneği” dedi.
Bir yandan modern şehrin gereklerini yerine getirip, diğer yandan kültürel zenginliğe sahip çıktıklarını anlatan Dündar, “Osmangazi, doğası, termali, dağı ve tarihiyle gerçek bir turizm cenneti. Bizlerde her zaman bu değerleri geliştirmeye ve kentimize katkı sağlamaya devam edeceğiz” diye konuştu.
Bursa Bölge, 03.07.2011
|
|
CEBİMİZDEKİ DEĞERLİ KİTAPLAR SARAYDA BASILIYOR
"Darphane'yi nasıl bilirsiniz?" diye sorsalar ilk
olarak madeni paraların doğum yeri deriz herhalde.
Araya yanlış bildiklerimizi de serpiştiriveririz:
"Aslında kağıt paralar da burada basılır." gibi. Bir
de Darphane'ye dair çoğumuzun bilmedikleri var.
Nüfus cüzdanı, ehliyet, pasaport gibi değerli kağıt
diye nitelendirilen 9 çeşit evrakın basımı burada
yapılıyor. Hem de 1933'ten beri.
Değerli Kağıtlar Kanunu'nda yer alan 9 çeşit
değerli kağıdın basımı Damga Matbaası Müdürlüğü'nde
yapılıyor. Bunlar; pasaportlar, yabancılar için
ikamet tezkereleri, nüfus cüzdanları, aile
cüzdanları, sürücü belgeleri, sürücü çalışma
belgeleri, motorlu araç trafik belgesi, motorlu araç
tescil belgesi ve iş makinesi tescil belgesi.
Bunların dışında vize pulları, yurtdışı çıkış harç
pulları, gemi adamı cüzdanı gibi kanunda yer almayan
evrakların basımı da burada gerçekleşiyor.
Damga Matbaası Müdürlüğü, Topkapı Sarayı
sınırlarında faaliyete devam ediyor. Çok eskilere
dayanan demirden kalıpların, damga pulu örneklerinin
yer aldığı binada teknoloji ve tarih iç içe geçmiş.
Makinelerin hepsi Alman malı. Kağıtların dış kapak
malzemesinden kağıdına hatta ipliğine kadar hepsi
özel. Ürünlerin tasarımı üç kişilik bir ekip
tarafından yapılıyor ve sisteme aktarılıyor. Hemen
yan odada tasarımlar kalıba dökülüyor ve üretim için
makinelere gönderiliyor.
İşlemlerden sonra sıra kalite kontrolde. İmajında
bozukluk var mı, barkot doğru mu, barkot ve seri
numarası uyumlu mu? Tüm güvenlik aşamaları ayrı ayrı
odalarda kontrol edildikten sonra paketlenip ilgili
makamlara gönderiliyor.
Fatih'in bastırdığı altın, Türk darphanesinin
miladı
Değerli kağıtlara geçmeden önce Darphane ve Damga
Matbaası Genel Müdürlüğü'nün tarihinden kısaca
bahsedelim. Fatih Sultan Mehmet tarafından Beyazıt
Camii civarında tesis ettirilen Darphane, Türk
darphanesinin başlangıcı kabul ediliyor. Tarihini
tespit eden bir belge mevcut değil. Fatih Sultan
Mehmet'in adına bastırdığı ilk Türk altını, 1467
tarihli olduğundan bu tarih Türk darphanesinin
kuruluş yılı olarak kabul ediliyor. Darphane, o
tarihten sonra genişletilerek 1596'da Beyazıt'ta
Simkeşhane isimli hana taşınmış ve burada ilk
muntazam şeklini almış. İkinci kuruluşu da Sultan
Üçüncü Ahmet zamanına denk geliyor. 1723'te
Simkeşhane'den Topkapı Sarayı sahası içinde bugüne
kadar gelen binalara taşındığı, 1832'de yeni
atölyelerin inşasıyla genişletildiği biliniyor.
Burası 1843'ten beri devletin ana darphanesi olması
özelliğini taşıyor. 1845 yılında kurulan Matbaa
Müdürlüğü ile birleşmesiyse 1933 yılına dayanıyor.
Günümüzde Hazine Müsteşarlığı'na bağlı olan Darphane
ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğü, İstanbul'da iki
ayrı binada hizmet veriyor. Kurumun yönetim ile
darphane bölümü, Beşiktaş Balmumcu'daki genel
müdürlük binasında. Damga Matbaası ise 1726 yılında
taşınılan, Topkapı Sarayı avlusundaki eski Darphane
(Darphane-i Amire) binalarında.
Eski bir damga pulu kalıbı.
Eskiden hatalı kağıtlar bu ocakta yakılarak imha edilirmiş. Yakın zamandan birkaç kez kullanılmış ama dumandan dolayı valilikten özel ekip gelip, yetkilileri uyarmış. Şimdi hatalı kağıtlar kesilerek imha ediliyor.
Osmanlı ve Cumhuriyet dönemine ait damga pulu örnekleri.
Zaman Pazar, Haber: Aslıhan Köşşekoğlu,
03.07.2011
|
|
KALEHÖYÜK, ÖDÜLE ADAY
Türkiye ve Japonya arasındaki kültürel işbirliği sonucu imzalanan Nota Teatisi kapsamında Kırşehir’in Kaman İlçesi'nde yapılan Kaman-Kalehöyük Arkeoloji Müzesi, Kültür Bakanlığı tarafından Avrupa’da Yılın Müzesi 2012 (European Museum of the Year 2012) ödülüne aday gösterildi. 1986 yılında başlanan kazılar sonucunda MÖ 23’üncü yüzyıla (Tunç Çağı) kadar uzanan tarihi bulguların sergilendiği müzede Hitit dönemi ve ve Demir Çağı da 3 boyutlu animasyonlarla canlandırılıyor. Kaman-Kalehöyük’ün formunu ve 1986 yılından bugüne sürdürülen kazı çalışmalarını yansıtan mimarisiyle de dikkat çeken müze, geçen yıl açılmış ve 6 ay gibi kısa sürede 17 bin ziyaretçi çekmişti.
Radikal, 03.07.2011
|
CELAL HOCA AMERİKA'YI YENİDEN KEŞFETTİ
Sahip olduğu kültürel hazineyle dünyanın sayılı
müzelerinden Topkapı Sarayı'nın gündeminde ünlü
astronom Klaudyos Batlamyus'un ikinci yüzyılda
hazırladığı renkli dünya atlası var. Atlas altıncı
yüzyılda kayboldu. 1929'da Atatürk'ün envanter
istemesiyle ortaya çıkan eserin restorasyonu için
Berlin Üniversitesi profesörlerinden Hugo İbscher'i
Türkiye'ye davet etti. İbscher teknolojinin
yetersizliği nedeniyle eserin sadece haritalarını
restore edebildi. Batlamyus'un en gelişmiş
projeksiyon metodunun kullanıldığı tek eser olarak
bilinen atlasın bir nüshası ise Vatikan'da
bulunuyor. Eserin restorasyonu için 2004'te Kültür
ve Turizm Bakanı Atilla Koç'tan istenen izin 3,5 yıl
sonra Topkapı Sarayı Müze Başkanı Prof.Dr. İlber
Ortaylı'nın çabalarıyla çıkabildi. Ancak atlasın
restore edilebilmesi için gerekli bütçe bulunamadı.
Jeolog Prof.Dr. Celal Şengör devreye girerek
orjinal adı 'Geogrifike Üfegesis' olan atlasın
restorasyonuna sponsor oldu. 7 yıllık bürokrasinin
sonunda atlasın restorasyonunu Köln
Üniversitesi'nden Prof.Dr. Robert Fuchs yönetiminde
Uzman Konservatör Nil Baydar gerçekleştirecek.
Jeolog Şengör, restorasyonuna sponsor olduğu atlasın
hikayesini AKŞAM'a anlattı.
Celal Şengör'e göre eserin en önemli özelliği ise
Batlamyus'un o dönemde bilinen dünyanın her yerini
astronomik gözlemler kullanmak suretiyle tespit
ettiği yegane kaynak olması: 'Batlamyus çizimler
için bilgiler yeterli olmayınca kervanların kaç
günde gittiğini tahmin ederek ikinci yüzyılda bu
dünya haritasını çıkarıyor. Muazzam bir iş.'
Batlamyus'un yaşadığı dönemde kıta olarak sadece
Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının bilindiğini
söyleyen Şengör, 'Batlamyus, atlasında dünyanın
bilinen kısmı anlamına gelen 'Ökümene'yi, enlem ve
boylam değerleri vererek kitaplaştırıyor.
Çoğaltıldıktan sonra bir nüshası da 14'üncü yüzyılda
Avrupa'ya kadar ulaşıyor. Christoph Colomb'un eline
geçiyor ve bugünkü Amerika Kıtası'nın keşfinde büyük
rol oynuyor' dedi.
Şengör'ün 'Büyük tarihi bir hadise' diyerek
tanımladığı olaya göre Atatürk'ün 1926 yılında
Topkapı Sarayı'nın envanterinin çıkartılması emir
vermesi üzerine eserleri kimse Yunanca bilmediği
için okuyamıyor. Dönemin Müze Müdürü Halil Ethem
Bey, Efes'te çalışmakta olan Berlin Üniversitesi
Rektörü Adolf Deissmann'dan yardım istiyor.
Deissmann'in incelemeleri sonucunda eserin
Batlamyus'un kayıp eseri olduğunu söylüyor.
Halil Ethem Bey'in eserin orijinalliği ortaya
çıkınca Atatürk'e haber gönderdiğini söyleyen
Şengör, 'Atatürk, Topkapı Sarayı'nda nüshayı
gördükten sonra restore edilmesi için emir veriyor.
Bu restorasyonu yapabilecek kişinin ise Berlin
Üniversitesi'nden Prof.Dr. Hugo İbscher olduğu
söyleniyor. İbscher, sadece haritaların kenarlarını
restore edebiliyor ama metin kısmının onarımını
yapamıyor. Çünkü o dönemin teknolojisi buna yetersiz
kalıyor' diye konuştu.
Akşam, Haber: Bülent Şanlıkan, 03.07.2011
|
'KAZI EVİ' AGORA'YA ÇOK YAKIŞACAK
İzmir Büyükşehir Belediyesi, Agora kazı alanı
içindeki yıkılmaya yüz tutmuş tarihi bir yapıyı
kente kazandırmak
için kolları sıvadı. İzmir'in 19. yüzyıl kentsel
yerleşim alanı içerisinde bulunan tarihi yapının
"Agora kazı evi" olarak kullanılacağı açıklandı.
İçerden ve dışarıdan "askıya alınarak" güçlendirme
çalışmalarına başlanan
binanın, orijinal haline
en yakın şekilde restore edilerek ayağa kaldırılması
planlanıyor. Agora Kazı Evi'ndeki
çalışmaların Aralık
ayına kadar sürmesi hedefleniyor.
İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan
"Agora Kazı Evi Restorasyonu Projesi", İzmir
Kalkınma Ajansı'nın (İZKA) "Turizm ve Çevre" başlığı
altında açtığı
destek programında yapılan
değerlendirme sonucunda
İzmir çapında birinci olmuştu.
Agora kazılarını desteklemek
için kolları sıvayan ve bu kapsamda işçilik ve
malzeme destekleri
hariç, sadece kamulaştırmalar için 27 milyon TL
harcayan İzmir Büyükşehir Belediyesi, "Agora Kazı
Evi Projesi" ile ortaya çıkarılan eserler için
envanterleme, konservasyon, kataloglama ve depolama
gereksinimlerine yanıt verecek üniteler oluşturacak.
Yapının yeni işleve
yönelik düzenlemesinde, kent tarihini araştıranların
çıkarılan objeler hakkında bilgi toplayabilmelerini
sağlayacak bir kütüphane de yer alacak. Ayrıca kazı
çalışmaları bünyesinde
görev yapan farklı üniversite ve
disiplinlerden yerli ve yabancı arkeolog, mimar,
sanat tarihçi, epigraf,
antropolog, tarihçi vb.
akademisyenlerin
konaklama gereksinimlerini karşılayacak
mekanlar da yaratılacak.
Binanın tarihçesi
1850 ortalarında yapıldığı tahmin edilen yapı, dış
sofalı, tek çıkma köşk odalı ev tipi özellikleri
gösteriyor. Kalın taş duvarlardan oluşan yapının
zemin katı; gıda ve yakacak depolanması, yemek
yapılması, binek hayvanların barınması ve yıkanma
gibi aktivitelerde kullanılması için daha basık
olarak inşa edilmiş. 90 parselde yer alan binanın
yapıldığı dönemde, zeminde bulunan bir ahır, kiler,
taşlık ve üç odanın yer aldığı biliniyor.
Son Dakika, 02.07.2011
|
MEVLANA'NIN EVİNİ BULDULAR
Araştırmacı-Yazar
Mehmet Ali Uz, 1885 yılına kadar "Molla-i Atik
Medresesi" olarak faaliyet gösterdiği iddia edilen,
Mevlana'nın evinin yerini kesin olarak tespit
ettiklerini bildirdi.
Uz, yaptığı açıklamada, Konya'nın Selçuklulara
başkentlik yapmış tarihi bir şehir olduğunu söyledi.
Konya'nın her yerinde pek çok tarihi esere
rastlamanın mümkün olduğunu belirten Uz, son 100 yıl
içinde Konya'da tarihi bir çok yapının tahrip
edildiğini, kurdukları ekiple 2 yıldır Konya'daki
tarihi eserlerin yerlerini tespit etmeye
çalıştıklarını bildirdi.
Araştırmalarına ilk olarak Konya'nın merkezinde
bulanan Alaaddin Tepesi etrafından başladıklarını
ifade eden Uz, Alaaddin Caddesi üzerindeki tarihi
eserlerin yerlerini tespit etmeye başladıklarını
dile getirdi.
Uz, Alaaddin Caddesi'nin kuzeydoğusunda bulunan,
eski adıyla Çifte Merdiven Mahallesi olarak bilinen
Şems-i Tebrizi Mahallesi'nde araştırmalar
yaptıklarını anlattı.
İLK İPUCU: SEYFİYE MEDRESESİ
1924 yılı tapu kadastro kayıtları ve Konya
Büyükşehir Belediyesi harita kayıtları ile tarihi
belgeleri incelediklerinde Mevlana'nın evinin kesin
yerinin bilgisine ulaştıklarını belirten Uz,
Mevlana'nın evinin Seyfiye Medresesi'nin bitişiğinde
olduğunun çoğu kişi tarafından bilindiğini açıkladı.
Selçuk Üniversitesi Rektörlüğü binası arkasındaki
Ahmet Özdemir Sokağı üzerindeki bugün faaliyet
gösteren Sabah Dershanesi Ahmet Sağır Şubesi'nin
bulunduğu alanda Mevlana'nın evinin yerini
belirlediklerini dile getiren Uz, “Bugüne kadar
Mevlana'nın evi ve medresesi ile ilgili olarak
birçok çalışma var. Selçuk Üniversitesi Rektörlük
binasının doğusunda yer alan büyük bir bölge işaret
ediliyor. Bölgede apartmanlar yapılırken bazı kabir
kalıntılarının çıktığı beyan ediliyor” dedi.
Mevlana'nın evinin yerinin tespit edilmesine yönelik
1956 yılında da Araştırmacı Mehmet Önder tarafından
çalışmaların yapıldığını anlatan Uz, şunları
kaydetti:
“Yaptığımız araştırmada en küçük bir tereddüt bile
mevzu bahis değil. Çünkü sabit olduğu bir nokta var.
Seyfettin Karasungur Türbesi'nin kuzeyinde Seyfiye
Medresesi inşa edilmiş. Tarihi kaynaklara göre
Seyfiye Medresesi'nin bitişiğinde Mevlana'nın evi
yani Molla-i Atik Medresesi bulunuyor. 1924
yılındaki tapu kayıtlarında Mevlana'nın evi 1017
metre genişliğindeki bahçenin birebir güneybatı
köşesinde yer alıyor. Önünde başka parseller de var.
Mevlana'nın evinin yerinden oynaması hatta 30 metre
kaydırılması mümkün değil. Çünkü iki medrese de sırt
sırta inşa edilmiş. 1924 yılında yapılan kadastro
tespitinde burası 21 pafta, 242 ada, 35 parsel'de
kayıtlı, 1017 metrekare genişliğinde bir alan. Fakat
zaman içerisinde tapu kadastro kayıtlarının da
değiştiğini görüyoruz. Burası 57 parsel, 916 ada
olmuş. 1017 metrekare arsanın 135 metrekare kadarı
yola terk edilmiştir. Dershane binası yaklaşık 889
metrekare alana inşa edilmiştir. Bu duruma göre,
eski Mevlana Medresesi'nin hiçbir özel şahısta bir
metre yeri yoktur.”
Mevlana'nın babası Baha
Veled'in 1228 yılında Karaman'dan Konya'ya geldiğini
belirten Uz, Veled'in ve ailesinin ilk olarak
Altunba Medresesi'ne yerleştirildiğini, bir süre
sonra Baha Veled'in isteği üzerine Selçuklu devlet
adamlarından Bedreddin Gühertaş'ın yaptırdığı
Molla-i Atik Medresesi'ne taşındıklarını ifade etti.
Mevlana'nın ölümünden sonra 1885 yılına kadar
medrese olarak işlevini sürdüren Molla-i Atik
Medresesi'nin bir çok müderris yetiştirdiğini
açıklayan Uz, 1924 yılına kadar boş bırakılan
medresenin 1942 yılında Ahmet Civelek adında bir
kişiye satıldığını vurguladı.
5-6 yıl sonra Halil İbrahim Erdönmez'e devredilen
arazinin vakıf alanı olarak tespit edilmesinin
ardından Büyükkoyuncu Vakfı'na devredildiğini
hatırlatan Uz, Bursa'da yaşayan Erdönmez ailesi ile
irtibata geçtiğini, ailenin ellerinde bulunan
belgeleri kendisine gönderdiğini söyledi.
Gönderilen belgelerde daireler arasında
arazinin Mevlana'nın evinin olduğuna yönelik bir
takım yazışmaların yapıldığının gösterildiğini
belirten Uz, “Erdönmez ailesi mülkiyetine geçen
arsanın medrese yeri olduğunu biliyordu ancak
buranın Mevlana'nın evi ve medresesi olduğunu
bilmiyordu” diye konuştu.
Dershane binası üzerine “Bu bina Hazret-i
Mevlana'nın evi ve medresesi üzerine inşa
edilmiştir” yazılı bir tabela asılması gerektiğini
kaydeden Uz, dershane içinde Mevlana'nın medrese ile
ilgili sözleri ile kısa hayatı ve eserlerinin yer
aldığı bir Mevlana köşesinin yapılmasının uygun
olacağını sözlerine ekledi.
Radikal, 02.07.2011
|
28 YILDIR TARİHİ HALILARIN PEŞİNDE KOŞAN SUZAN
BAYRAKTAROĞLU: DEPODA SANDIĞIMIZ HALI AMERİKA'DA
ÇIKTI
Suzan Bayraktaroğlu ülkemizin sayılı halı ve
kilim uzmanlarından. 28 yıldır Anadolu'yu karış
karış dolaşarak vakıf camilerindeki tarihi
halıları topluyor. Bugüne kadar yüz binlerce
halıyı incelemiş. Çok defa bitlenmiş, güvelerle
mücadele etmiş. Tüm bu zorluklarla baş edip paha
biçilemez halıları gün yüzüne çıkartmanın
dışında, depolardan çalınan halıları hafiye gibi
takip etmiş.
Suzan Bayraktaroğlu ile 4 yıl önce açılan
halı müzesinde, Ankara'da görüşüyoruz. Arka
fonda göz alıcı kırmızısı ve mavisiyle 400
yıl önce dokunmuş bir Milas halısı. Yerde
16. yy'dan kalan başka bir halı. Üzerinde
oturuyoruz. Biz konuşurken içeriye bir
anne-kız giriyor. Genç anne duvarlarda raylı
paravan sistemiyle sergilenen halıları ileri
geri iterek inceliyor. Kızı ise yere
çömeliyor hemen. Yüzyıllık halının
desenlerini inceliyor.
Seccadeler koca bir kitabın sayfalarıymış
gibi dizilmiş. Her sayfada başka bir yörenin
ve yüzyılın deseniyle, rengiyle
karşılaşıyorlar. Annesi desenlere ve
renklerine, bir de kaçıncı yüzyıldan
kaldığına dikkat ediyor, kızı ise sayfa gibi
açılmasına, çevirip çevirip kahkahalar
atıyor.
Vakıf Eserleri Müzesi Ulus'ta Gençlik
Parkı'nın hemen karşısında, İller
Bankası'nın yanında tarihi bir binada
ziyaretçilerini bekliyor. Giderseniz giriş
katta, soldaki salonda turuncu bir zemin
üzerine asılı olan karanfil desenli Milas
halısına dikkatlice bakın. Uzun ve aksiyon
dolu bir seyahatin sonunda oraya gelmiş. Onu
yüzyıllar süren uykusundan genç ve meraklı
bir halı uzmanı Suzan Bayraktar uyandırır
önce. Milas Ulucamii'nde onlarca kat halının
altında toz ve güve içinde kendisine
yüklenen görevi sabırla ifa ediyordur çünkü.
Bayraktar, deseni, rengi, örme tekniği ile
benzersiz olan halıyı envanter listesine bir
numaralı halı olarak kaydeder ve depoya
kaldırır. O vakitler müze olmadığı için
vakıf eserleri depolarda tutuluyordur. Bu
halının hikayesinin finali, bulunmasından
yıllar sonra 2002'de başlıyor.
Suzan Hanım, ofisinde Washington'dan
gelen bir halı sergisinin kataloğunu
inceliyordur. Sayfaları çevirirken depodaki
bir numaralı halının fotoğrafıyla
karşılaşır. O süreci şöyle anlatıyor: "Şoke
oldum. Elim ayağım titremeye başladı. Depoda
bildiğimiz halı Amerika'da ve adamlar
sergilerinin kataloğunu Washington'dan
Ankara'ya arkadaşıma gönderiyorlar."
Uzun yazışmalar, İnterpol'e bildirmeler
sonunda halı Amerika'dan 2004'te gelir ve
2007 yılında kurulan müzede yerini alır.
Bayraktaroğlu, insanların camilere
vakfettiği, yüzyıllarca dayanıp günümüze
ulaşan her biri sanat eseri kıymetindeki
halıların böyle bir akıbete uğramasını büyük
vebal olarak görüyor. Nitekim ilk çalıntı
halıya rastladığı 1994 yılındaki şaşkınlık
ve heyecanını anlatırken gözleri doluyor.
Konuşma yaptığı sempozyumda çalıntı
halıyla karşılaştı
İstanbul'da büyük bir halı kongresi
yapılıyordur, Lütfi Kırdar Sergi ve Kongre
Sarayı dünyadan gelen yüzlerce halı uzmanı
ve halı ticaretiyle uğraşan onlarca firmayı
ağırlamaktadır. Firmalar stant kurmuş
halılarını ziyaretçilere gösteriyordur.
Bayraktaroğlu da konuşmasını yaptıktan sonra
bu stantları gezerken daha yenilerde
envantere kaydettiği ve depoya kaldırdıkları
halıyı bir gurup yabancının incelediğini
görür. Gerisini kendisi anlatıyor:
"Yaklaştım evet bu bizim halı. Hatta halıyı
kendi ellerimle tamir etmiştim, diktiğim ipi
buldum. Elim ayağım titremeye başladı.
Firmaya belli etmemem gerekiyordu ama çok
heyecanlanmıştım. Nereye söylemeliyim, genel
müdürlüğümü aramalıyım, emniyete mi haber
vermeliyim, şaşırdım kaldım. Neden sonra bu
organizasyonun başındaki profesöre söylemek
aklıma geldi. Adını şimdi hatırlamıyorum.
Yanına gittiğimizde dilim tutuldu, bir süre
konuşamadım. Kızım sakin ol, söyle diyor.
Yanımdaki arkadaşıma sen söyle diyorum ama o
da neyi söyleyeceğini bilmiyor. Birkaç
dakika sonra sakinleştim, hoca
anlattıklarımı duyar duymaz standa gitti,
halıya el koydu. Firma halının çalıntı
olduğundan haberdar değilmiş. Aynı kişiden 7
halı aldıklarını söylediler. Hepsini
verdiler. O zaman gece 12'ye kadar emniyette
kaldık."
Araştırmacıların girmesi yasak ama
hırsızlar girebilir
Suzan Hanım, İki yıl sonra 1996'da yine
İstanbul'daki uluslararası bir toplantıya
uzman sıfatıyla katılır. Zengin bir Alman,
halı koleksiyonunu ve koleksiyonunun en
nadide parçaları olan Türk halılarını
anlatır. Sunumunun sonuna doğru der ki
"Koleksiyonumun en değerli parçasını
göstereceğim şimdi. Henüz yeni aldığım için
kitabıma ve sunumuma koyamadım." Ekrana
yansıyan fotoğraf Suzan Hanım'ı şoke eder.
Öyle derin bir ah çeker ki bütün salon dönüp
ona bakar. Hatta ne tesadüftür ki önünde
oturan kişi önceki toplantıda da vardır ve
dönüp Suzan Hanım'a "Yine mi?" der.
Koleksiyoner satın aldığı halının çalıntı
olduğunu duyunca sempozyumu da ülkeyi de
terk eder. Uzun yazışmalar bir sonuç
getirmez. Halı halen Almanya'da,
koleksiyoner ise ölmüş. Böyle olaylar sadece
halıların başına gelmiyor, 2000'li yıllara
kadar vakıf camilerinden o kadar çok eser
çalınıyor ki o zamanlar vakıflarda çalışan
personel arasında şöyle bir espri dolaşır:
"Depolara araştırmacıların girmesi yasak ama
hırsızlara serbest."
Vakıf mallarını çalınmamaları için müzede
sergilemek gerekiyor
2002 yılına kadar çalıntı eserlerle ilgili nasıl
bir prosedür izleneceği de muallaktadır. O yıl
kurulan kaçakçılık birimi artık çalınan eserlerin
peşine düşüyor. Ama Bayraktaroğlu'na göre
hırsızlıklara karşı en iyi önlem müze açmak.
Bayraktaroğlu, "İnsanlar bu eserleri depolarda
durması için değil insanlığa hizmet etmesi için
bağışlamış. Vakıf eseri olmalarının bir gereği
olarak halkın kullanımına açılması gerekiyor."
diyor. Nitekim 2007 yılında kurulan 6 müze,
camilerden toplanan ve yıllarca depolarda saklanan
tarihi halıları sergiliyor. Bayraktaroğlu bu
müzeleri 28 yıllık emeğinin neticesi olarak görüyor
ve müzeyi gözleri yaşararak anlatıyor: "Aslında
80'li yıllarda böyle bir müze kurulabilirdi ama
yapılmadı. Benim işime de çul-çaputla ilgilenmek
olarak bakıyorlardı. Nihayet bunların kıymeti
anlaşıldı, emeklerimiz boşa gitmedi, çürümekten ve
çalınmaktan kurtardığımız vakıf malları yeniden
halkın hizmetine girdi."
Saçımı bitlenmeyeyim diye hep kısa kestirirdim
Tarihi halıları tespit etmek için köy köy dolaşan
Suzan Hanım çok kere bitlenmiş, "Saçımı hep kısa
kestirirdim, kolay temizlensin diye." diyor. Müzeyi
gezdirirken mesleki hayatında en büyük desteği
eşinden aldığını söylüyor. Bunaldığı zamanlarda
"Görevin bu yapmalısın." diyerek şevklendirmiş, sık
sık şehir dışına seyahate gittiğinde çocuklara
bakmış. Müze kurulurken de her türlü yardımı yapmış.
Getir götür işlerini bile. O yüzden "Eşim sayesinde
halı uzmanı oldum. Eşim hem bana hem de halılara
sahip çıktı." diyor.
Halı Türk icadı ama üniversitelerde dersi yok
Suzan Bayraktaroğlu, sanat tarihi bölümünde
okurken hocasının yönlendirmesiyle halı ve kilim
üzerine çalışmaya başlamış. Yıl 1978. "O zamanlar
halı ve kilimlerle ilgilenmezdi kimse. Önemsenmezdi.
Hocam beni halı üzerine çalışma yapmaya yönlendirdi.
Yüksek lisans tezimi de bu alanda yaptım. Halen
hiçbir üniversitede Türk halı ve kilimine dair bir
ders yok. İki yıllık bölümlerde halı örmeyi
öğretiyorlar ama uzman yetiştirilmiyor. 1983'ten
beri yüzlerce vakıf cemisinin on binlerce halısını
inceledim. Bir halı ya da kilimin deseninden,
renginden, örgü tekniğinden nereye ve hangi yüzyıla
ait olduğunu anlayabiliyorum. Aldığım eğitimden çok
mesleki hayatımın bir katkısı bu. Kimse ilgi duymadı
bu zamana kadar, keşke bu birikimimi anlatabileceğim
birileri olsa. Yeni gelen uzmanlar arasında
ilgililer var, daha çok başındalar. Bu biraz olsun
beni rahatlatıyor."
Ölümlük halılar
Suzan Bayraktaroğlu: Anadolu'da vefat
edenler evden halıya sarılarak çıkarılır. Hala devam
eden bir gelenektir. Camiye götürüldükten sonra bu
halı ölenin hayrına camide bırakılır, üzerinde namaz
kılındıkça sahibinin ruhuna da sevap gitsin diye.
Ölümlük halı denir bunlara. Her genç kız daha
bekarken hem kendisine hem de eşine birer ölümlük
halı örer. En iyi iplerden, en güzel desenlerde ve
renklerde dokur. Çeyizinde saklar. Günümüze kalan
500-600 yıllık halılar da böyle. Devrinin en ince
estetik anlayışını sergiler. Vakfedildiği için ne
kadar eskirse eskisin camilerden atılmazlar. Çoğu
tarihi caminin zeminde 6-7 kat halı serilidir.
Asırlık halılar işte buralarda en altta kalanları.
Eğer bu gelenek olmasaydı o zamandan günümüze halı
kalmazdı. Vakfedilen eşyaya duyulan bu saygı
maalesef bugün yok. Biz gidiyoruz halıları
inceliyoruz. Ayırtıyoruz, eğer o gün aldırmazsak
camide bırakırsak, nasıl duyuyorlarsa hemen gelip
çalıyorlar.
Zaman Cumaertesi, Haber: Gülizar Baki, 02.07.2011
|
11 MİLYAR $'LIK MABET
Hindistan’ın Kerala bölgesindeki bir tapınakta milyonlarca dolar değerinde bir hazine keşfedildi. Altın, gümüş ve birçok değerli taş içeren hazine Sree Padmanabhaswamy adlı tapınağın gizli mahzenlerinde bulundu. 16’ıncı yüzyılda bölgede hüküm süren Travancore Krallığı tarafından inşa edilen tapınakta bulunan hazineye henüz resmi olarak değer biçilmedi. Ancak Hindustan Times gazetesi hazinenin değerinin 11 milyar doları (17.7 milyar TL) bulabileceğini yazdı. Hintli yetkililer hazinenin tamamının sayılmasının yaklaşık 1 haftayı bulacağını açıkladı. Tarihçiler ise böyle büyük bir hazineye değer biçmenin zor olduğunu dile getirdi.
Tapınakta varolduğu tahmin edilen hazinenin araştırılması kararı bölgede oturan bir avukatın önerisiyle alındı. Avukat Anand Padmanaban’ın tapınağın korunması ve incelemeler yapılması tavsiyelerini dinleyen Hindistan Yüksek Mahkemesi araştırma kararı aldı. Karar alındıktan sonra tapınakta çalışmalar başlatıldı. Mahkeme araştırma için 7 kişilik bir ekip atadı. Açılan iki hazine odasından bu değerli parçalar çıktı. Araştırmayı yürüten uzmanlar daha açılması gereken birçok oda olduğunu belirtti.
Milliyet, 02.07.2011
|
|
|
YOL KAZI ÇALIŞMASINDA ROMA MEZARLARI BULUNDU
Mersin’in merkez Mezitli İlçesi’nde yol çalışması sırasında Roma dönemine ait olduğu sanılan 22 mezar bulundu.
Atatürk Mahallesi Mersin Üniversite Yolu Caddesi’nde Mezitli Belediyesi tarafından yapılan yol çalışması sırasında, iş makinesinin kazı yaptığı alanda, lahit mezarlar ortaya çıktı.
Belediye yetkilileri, mezarlarla ilgili inceleme yapılması için Emniyet Müdürlüğü ile Müze Müdürlüğüne bilgi verdi.
Kazı yerine toplanan vatandaşlar da lahitlerle fotoğraf çekilirken, mahalleli olup biteni ilgiyle izledi.
Roma dönemine ait olduğu belirtilen kayaya oyma 22 mezarın yaklaşık 2 bin yıllık olduğu tahmin ediliyor. Mezarlar üzerinde bulunan 7 lahit ise incelenmek üzere araçlara konularak Mersin Müzesi’ne götürüldü.
Antik Liman Kenti Soli Pompeiopolis Bilimsel Kazı Başkanı 9 Eylül Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Remzi Yağcı, mezarlarda incelemede bulundu.
Prof.Dr. Yağcı, böylesine üst üste gömü yapılmış mezarların Kilikya arkeolojisinde eşine az rastlanılan bir durum olduğunu söyledi. 2 bin yıl öncesine ait olduğu sanılan mezarlara hediye olarak bırakılan gözyaşı şişelerinin de bulunduğunu belirten Prof.Dr. Yağcı, "Pişmiş topraktan yapılan mezarlarda adeta üst üste gömü yapılmış. Bu durum oldukça ilginç. Lahitler müzede incelenecek. Ayakta kalan az miktardaki toprak üstü varlıkları ve limanıyla, dünyada benzerine az rastlanan bir özellik taşıyan Soli Pompeiopolis antik kenti gizemini hala koruyor" dedi.
Kuyuluk ve Akdeniz mahallelerinde 2 yıl önce yapılan inşaat sırasında aile mezarı olduğu tahmin edilen 6 mezar bulunmuştu.
Milliyet, Haber: Gülhan Demirci, 02.07.2011
|
ULUCANLAR'DA TARİHİ ÇARPITMA
Yaşar Kemal,
Kemal Tahir, Bülent Ecevit ve Yılmaz Güney gibi
ismlerin hapis yattığı, avlusunda Deniz Gezmiş ve
arkadaşlarının idam edildiği, son olarak Altındağ
Belediyesi’nin “restore ettiği” Ulucanlar Cezaevinde
“tarihi bilgilerin çarpıtıldığı” ortaya çıktı.
Mimarlar Odası üyesi Tezcan Karakuş Candan,
cezevinde bir levhada yazıldığının tersine,
“İskilipli Atıf Hoca’nın Ulucanlar’da değil Ulus
Meydanı’nda infaz edildiğini” söyledi. Candan,
“İskilipli Atıf Hoca’nın Deniz Gezmiş ile
eşitlenmeye çalışıldığını” kaydetti.
Müzeye dönüştürülen cezaevindeki izlenimlerini
Cumhuriyet Ankara ile paylaşan mimar Tezcan Karakuş
Candan, “Uçurtmayı Vurmasınlar” filmine konu olan
kadınlar koğuşunun görüş odalarının üçte birisinin
yıkıldığını, bu odaların adeta “el sürülmeye
korkulacak derecede” yenilendiğini, odalar yıkılınca
da küçük idam avlusunun tüm özgünlüğünü kaybettiğine
dikkat çekti. Candan, görüşlerini şöyle dile
getirdi:
“İdamların canlı tanığı ‘ulu kavak’ öylesine
yalnızlaşmış, öylesine kıyıda köşede kalmış ki...
Taamüden yapımış, o kadar belli. Deniz Gezmiş’in
idamdan önce oturduğu ana binanın avluya bakan
odası, Altındağ Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler
Müdürlüğü’ne hizmet veren mutfak haline getirilmiş.
Cezaevi yıllardır kendi yaşadıklarıyla oluşturduğu
doğal dokusunu, rengini kaybetmiş, her şeyi
tipleştiren stabilize eden bir pembe boyadır şimdi
duvarlardaki renk. Soluk benizli bir cezaevidir
şimdi Ulucanlar yeni rengiyle...”
Yenilenen cezaevinde “izlerini arayanların
bulamayacağına” dikkat çeken Karakuş Candan,
“Ulucanlar Cezaevi’nde müze diye bize sunulan,
yutturulmaya çalışılan resmi tarihtir aslında.
İskilipli Atıf Hoca’nın, Deniz Gezmiş’le
eşitlenmesidir aslında. Bu eşitleme için tarihi bile
çarpıtmayı göze almışlar. Küçük avluda bir levhada
İskilipli Atıf Hoca’nın ilk infaz edilen kişi olduğu
yazıyor. Ama biz biliyoruz ki, İskipli Atıf Hoca,
Ulus’ta, meydanda infaz edildi, Ulucanlar’da değil”
görüşünü dile getirdi. Candan, ayrıca koğuşlara
bakan çatı arası pencerelerinin, ahşap pencerelere
dönüştürüldüğünü, sergileme sisteminin gelişigüzel
yapıldığına da işaret etti. Ulucanlar Cezaevi’nin
müzeye dönüştürülme fikrinin Mimarlar Odası’na ait
olduğunu anımsatan Candan, ancak restorasyonu
gerçekleştiren AKP’li Altındağ Belediyesi’nin
“binlerce insanın emeğinin üzerine kaçak, göçek son
taşı koyduğu için, bütün bir emeği kendisininmiş
gibi göstermeye çalıştığına” dikkat çekti.
Cumhuriyet Ankara, 01.07.2011
|
ARAPGİR'İN TARİHİ ESERLERİNİN RESTORASYONU
ÇALIŞMALARI
Arapgir Belediyesi ve Kaymakamlığı ile İstanbul
Teknik Üniversitesinin (İTÜ) iş birliğinde
başlatılan çalışmalar kapsamında, üniversitenin
Mimarlık Bölümü öğretim üyesi
Prof.Dr.
Kutgün Eyüpgiller başkanlığındaki
23 kişilik heyet ilçeye geldi.
Prof.Dr. Eyüpgiller, gazetecilere yaptığı
açıklamada, Elmasik Hamamı, Cemal Nalçakan
Evi, Eskişehir bölgesindeki Abbasgiller Konağı,
Bekir Tan Evi (Halifegiller) ve Kürdağa Konağı'ndan
(Sırrı Özünal evi) oluşan 5 eserin rölöve
ve restorasyon projelerinin hazırlandığını söyledi.
Eyüpgiller, İTÜ Mimarlık Bölümü tarafından geçen yıl
yapılan çalışmada, ilçedeki
Çarşı Hamamı,
Ulu Cami, Ispanakçı Mustafa Paşa Kütüphanesi, Lutfi
Kulu Konağı, Serkis Miraşoğlu Konağı, Kaşkaloğlu
Konağı ve Keşişin Evi diye
adlandırılan konağın rölöve ve restorasyon
projelerinin çizildiğini, üniversitenin
Taşkışla binasında sergilenen projenin
büyük beğeni topladığını ifade etti.
Bu çalışmalar tamamlandıktan sonra ilçedeki diğer
tarihi eserler ve konakların projelerinin de
İTÜ Mimarlık Bölümü tarafından hazırlanacağını
belirten Eyüpgiller, daha sonra hepsinin restorasyon
çalışmalarına başlanacağını bildirdi.
İTÜ Mimarlık Fakültesi, Arapgir
Kaymakamlığı, Arapgir Belediyesi, İstanbul Arapgir
Kültür Derneği ile ÇEKÜL Vakfının iş birliği
sonunda, tarihi eserlerin restorasyon projeleri ile
ilçenin imar planının yapılması
çalışmalarının devam ettiğini dile getiren
Eyüpgiller, proje kapsamında 20-25 Haziran
2011'de İTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümünden
öğretim görevlisi Dr. Engin Eyüboğlu,
araştırma görevlisi Eren Kürkçüoğlu, şehir
planlama öğrencileri Ömer Türkoğlu ve Gülçin Kartal
ile mimar Burcu Tan'dan oluşan bir heyetin
ilçede planlama ve tasarım çalışmaları yaptığını
anlattı.
Eyüpgiller, çalışma kapsamında,
Arapgir'in
1/5000 ölçekli nazım imar planı çalışmasının taslak
olarak tamamlandığını, 1/1000
ölçekli uygulama imar planı çalışması için
gerekli son tespitlerin yapıldığını belirterek, bu
çalışmalara ilave olarak aynı grup tarafından
belediye önündeki meydanın düzenlenmesi için
yeni bir proje geliştirildiğini, yine
Havut Gediği mevkisinden kent girişi için
hazırlanan park ve peyzaj projesinin
detaylarının hazırlandığını ifade etti.
Yapı, 01.07.2011
|
AYIŞIĞI'NA MÜHÜR!
Cunda
Adası Pateriça bölgesinde bulunan
Ayışığı Manastırı’nın restorasyonu, projeye
uyulmadığı ve doğaya zarar verildiği gerekçesiyle
durduruldu. Konukevi ve etkinlik merkezi olarak
kullanılmak üzere yapılan restorasyon,
Bursa
Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu kararıyla
mühürlendi. Kurul kararını yerinde bulan Ayvalık
Çevre Derneği Başkanı
Nuray Özer,
müdahale için geç bile kalındığını savunarak,
“Çevreciler olarak gelişmeleri protesto etmek için
alana yürüyüş düzenlemiştik. Ancak sesimiz duymazdan
gelindi. Yollar açılıp endemik bitkiler yok edildi.
Bu gibi hassas alanlardaki inşaatlar sık sık kontrol
edilmelidir”dedi. Manastırın, Suzan Sabancı
tarafından restore edildiği bildirildi.
Cumhuriyet Ege, Haber: Oya Uğral, 01.07.2011
|
|
KAVŞAK İNŞAATI ROMA KALINTILARINI GÜN YÜZÜNE ÇIKARDI
Bandırma-Erdek karayolu üzerinde yaptırılan
Tatlısu Kavşağı'nın inşaat kazılarında, Roma
dönemi ve Kyzikos antik kentine ait köprü
ayağı, temel kalıntıları ve seramik parçalarına
rastlandı.
Özel bir şirket tarafından 29 Nisan'da
başlatılan çalışmalar, ortaya çıkan
arkeolojik bulgular nedeniyle üç noktada
durduruldu.
Bandırma Arkeoloji Müdürü Zeliha Doğan,
gazetecilere yaptığı açıklamada, bölgenin 1.
derece arkeolojik sit alanında yer aldığına
dikkati çekerek, şu bilgileri verdi: ''Başından beri takip ettiğimiz yapım
çalışmalarının değişik noktalarında, Roma
dönemine ait olabileceğini düşündüğümüz,
Kyzikos antik kentine ait köprü ayağı ve
temel kalıntılarının yanı sıra seramik
parçalarına rastlandı. Bu nedenle üç
noktada, yapım çalışmalarına ara verdirdik.
Bu bölge Kyzikos antik kenti sınırları
içinde bulunup, 1. derece sit alanı
kapsamında yer alıyor. 1. derece arkeolojik
sit alanlarında çalışmaların yapılması
sadece kurum kararıyla Müze Müdürlüğü
denetiminde onaylı projelerle
yapılabiliyor.''
Doğan, önümüzdeki hafta, Kyzikos ören
yerindeki kazıları yürüten ekibin başkanı
Yrd. Doç. Nurettin Koçhan ve kurul
uzmanlarının, bölgedeki incelemelerinin
ardından yol haritasını gözden
geçireceklerini belirterek, ''Ancak bölgede
yapılan alt geçit konusunda sistem
değişikliği beklemiyorum. Sadece, bu tarihi
bulguların korunmasına yönelik önlemler
alınabilir'' dedi.
Erdek Kaymakamı İsmail Kaygısız da
bölgede uzmanlar tarafından yapılacak
incelemelerden sonra nasıl bir yol
izleneceği ve hangi önlemlerin alınacağının
belirleneceğini kaydetti.
Öte yandan, iki ayda bitirilmesi taahhüt
edilen Bandırma-Tatlısu kavşağı alt geçit
çalışmalarında 25 işçi çalışıyor. Burada
yapılacak çalışma ile Bandırma-Erdek-Tatlısu
kavşağındaki yoğun trafikten kaynaklanan
kaza riskinin ortadan kaldırılması
amaçlanıyor.
Zaman 01.07.2011
|
"UNESCO DOĞAL MİRAS LİSTESİ'NE IHLARA'YI ALMAMIZ
LAZIM"
Kültür
ve Turizm Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Özaslan,
bir otelde düzenlenen
Aksaray Turizmi
Geliştirme Çalıştayı programında
Anadolu'nun büyük kesiminde turizm konusu
geçtiğinde altyapı eksikliğinin görüldüğünü
söyledi.
Aksaray'ın turizm açısından potansiyelinin farkında
olduklarını, Aksaray'ın 90'lı yıllarda termal ve kış
sporları turizmi açısından Bakanlar Kurulu
tarafından turizm merkezi ilan edildiğine dikkati
çeken Özaslan, Türkiye'nin de muhtelif yerlerinde
250'ye yakın kültür turizm gelişim bölgesi ilan
edildiğini belirtti. Özaslan, bu bölgelerin ancak
büyük kısmının teknik ve bütçesel anlamda yatırıma
açma noktasında istenilen noktaya gelmediğini
kaydetti.
Özaslan, Aksaray'ın da bu yerlerden biri olduğunu,
hem termal hem kış sporları açısından istenilen
noktada bulunmadığını belirterek, ''Bakanlar Kurulu
kararı var. Aradan 20 yıl geçmiş ne noktadayız, bunu
tartışalım. Belediyelerle işbirliğinde olmamız
gerekiyor. Tanıtma, yatırım, altyapı boyutu var.
Bakanlığımız dışında kamu idarelerininde yapması
gereken işler var. 70 - 80 kilometre ilerisindeki
bir merkezimiz yaklaşık 1,5 -2 milyon ziyaretçi
alırken Aksaray onda birini bile almıyor belki. Bunu
iyi kurgulamamız gerekiyor varlık içinde yokluk
çekiyoruz'' diye konuştu.
Turizm bölgelerinin altyapı noktasında bazı
eksikliklerinin tamamlaması gerektiğinin altını
çizen Özaslan, ulaşım altyapısı eksik olan bir yerde
ne iç turizm, ne de dış turizmden fazla bir şey
beklenmesinin mümkün olmadığını söyledi.
Ancak geçmişle kıyaslandığında büyük bir ilerleme
olduğunu vurgulayan Özaslan, şunları kaydetti:
''Kapadokya ya mevcut bir kitle geliyor. Bundan
yararlanmamız lazım., Aksaray sadece Ihlara değil,
inanç, tarih kültür, termal turizmi ile hepsi bir
araya getirmemiz mümkün olabilir. Ihlara, Kapadokya
çok özel konumu olan, aynı Göreme Vadisi gibi farklı
boyutu olan bir yer. Nihai hedefimiz UNESCO doğal
miras listesine Ihlara'yı almamız lazım. Bu bir
marka olmalı. Taşıdığı özellikleri itibariyle çok
farklı bir boyutta Ihlara. Bu konuda çalışmalar
başladı. İlk önce geçici liste sonra daimi listeye
alınması hedefimiz olmalı. Ihlara uluslararası bir
markayı hak eden bir yer.''
Özaslan, Aksaray'da yapılan çalıştay sonunda kenti
daha çekici hale getirmek için herkesin üzerine
düşeni yapacağını söyledi.
Çalıştayın açılışına katılan Aksaray Valisi Orhan
Alimoğlu da kentin turizm açısından adını duyurması
için ellerinden gelenin en iyisini yapmaya
çalıştıklarını bildirdi.
Yapı, 01.07.2011
|
TARİHİ ESERLER TARLA SINIRI OLDU
Hatay’ın Erzin
İlçesi'nde 5 bin yıllık geçmişe
sahip İsos antik kentine kimse sahip çıkmayınca
tarihi eserler tarlalara sınır oldu. Gün yüzüne
çıkmayı bekleyen tarihi kent, sahipsizlik içinde
günden güne eriyor.
MÖ 545 yılında önemli bir yerleşim merkezi olan İsos (Epifenya), Erzin sınırları içerisinde sahipsiz bir şekilde ayakta kalmaya çalışıyor. 5 bin yıllık geçmişe sahip İsos antik kenti, Büyük İskender döneminin savaşlarını yaşayan, dönemin ticaret merkezi olan önemli bir kent. Bizans, Geç Hitit, Pers ve Osmanlı İmparatorluğuna ev sahipliği yapan İsos, bölgesel anlamda önemli bir yerleşim yeri olmasına rağmen günümüzde işlevsiz günlerini yaşıyor. İstasyon mevkiindeki İsos antik kentinde yer alan liman, kale, su kemeri, tapınak, hamam ve su deposu kalıntıları zamana direniyor.
İsos antik kentinden kalan en sağlam yapı su
kemerleri. 1-2 kilometre uzunluğunda, yüksekliği ise
yer yer 7-8 metre olan su kemerleri, Akdeniz’de
bulunan Cenevizli gemicilere Amanos dağları
eteklerinden su iletme projesinin ürünüydü. Bugün
bir bölümü yıkılmış olan su kemerleri, hala ayakta
kalmaya çalışıyor.
İsos antik kentine sahip çıkılması gerektiğini
vurgulayan Erzin Çevre Koruma Derneği Başkanı Cemal
Ertaç, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a
seslenerek yardım istedi. 5 bin yıllık geçmişe sahip
antik kentin ayakta zor durduğunu anlatan Ertaç,
antik kentte yapılan kazıların ardından tarihi
eserlerin üzerinin toprakla kapatıldığını söyledi.
Tarihi eserlerin vatandaş tarafından tarla sınırı
yapılmasına büyük tepki gösteren Ertaç, ”Bu manzara
tarihimize büyük saygısızlıktır. İki tarlanın
ortasında tarihi mermer sütunların sınır haline
getirilmesi, tarihimize gösterdiğimiz saygıyı,
değeri bir kez daha gözler önüne sermiştir.” diye
konuştu.
Bir bölümü toprak altında olan
antik kentin gün
yüzüne çıkması gerektiğini ifade eden Çevre Koruma
Derneği Başkanı Cemal Ertaç, ”Toprak altında bir
tarih yatıyor. Antik kent, Hatay için tarihi bir
hazine. Bir an önce Kültür ve Turizm Bakanımız
Ertuğrul Günay harekete geçmelidir. Toprak altında
gün yüzüne çıkmayı bekleyen 5 bin yıllık bir kent
var. Tarihini seven herkesi İsosa sahip çıkmaya
davet ediyoruz.” ifadelerini kullandı.
Star, 30.06.2011
|
|
ÖZEL İDARE TARİHE SAHİP ÇIKIYOR
Samsun İl Özel İdaresi, kültür ve tabiat varlıklarını korumak amacıyla gerçekleştirdiği restorasyon, bakım ve onarım çalışmalarına devam ediyor.
İl Özel İdaresi tarafından tarihi yaşatmak, var olan tarihi eserlere sahip çıkmak amacıyla gerçekleştirilen Bafra Çetinkaya Beldesi Hızırbey Türbesi'nin restorasyon çalışması için ihalesinin yapıldığı ve kısa sürede tamamlanacağı bildirildi.
Samsun'daki taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarıyla ilgili işlemleri ve uygulamaları yürütmek, denetimlerini yapmak üzere Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'na dayanarak İl Özel İdaresi bünyesinde kurulan Koruma Uygula ve Denetim Bürosu'nca (KUDEB) yapılan çalışmalar hızla sürdürülüyor.
Bafra Çetinkaya Beldesi Hızırbey Türbesi'nin restorasyon projesinin ihalesinin yapıldığını kaydeden İl Özel İdaresi Yetkilileri, “Bafra'nın Çetinkaya Beldesi, Kümbet Tepe mevkiinde bulunan yapı mimari özelliklerinden ve bazı belgelerden 14.yy'a ait olduğu belirlenmiştir. Türbede eski Bafra beylerinden Candaroğlu İsfendiyar Beyin oğlu Hızır Bey'in mezarı bulunmaktadır” dedi.
Yetkililer, Atakum Yukarı Aksu Köyü Çeşmesinin de proje ihalesinin tamamlandığını en kısa sürede ihale edilerek restorasyonunun yapılacağını ve kullanılır hale getirileceğini de söyledi.
Şu anda kullanılmayan çeşmenin üst kısmında madalyon içinde yıldız ve bitki motifleri ayrıca çerçeve içinde Arapça yazı süslemeleri, kenar silmelerinde ise ibrik kuş ve baklava dilimli süslemeler bulunmakta.
Samsun Kent Haber, 30.06.2011
|
BİNLERCE YILLIK TEKNE
GÜN YÜZÜNE ÇIKTI!
1987 yılında
elektromanyetik radar araştırmaları sonucu
keşfedilen güneş teknesinin üzerindeki taştan
örtünün kaldırılma çalışmalarına başlandı. Antik
Mısır döneminin günümüze kalan en önemli
miraslarından biri olarak kabul edilen güneş
teknesi, keşfedilen ikinci tekne olma özelliğini
taşıyor. İlk güneş teknesi 1954 yılında Gize’deki
Büyük Piramit’in yakınlarında, bir çukurun içinde
bulunmuştu.
Mısır Antik Eserler
Bakanlığı, Waseda Üniversitesi ve Japon Restorasyon
Araştırma Enstitüsü, ikinci teknenin gün yüzüne
çıkarılma çalışmalarını 2008 yılından beri
sürdürüyordu. İkinci güneş teknesi, 23 Haziran
Perşembe günü Mısır Antik Eserlerden Sorumlu Devlet
Bakanı Dr. Zahi Havas ve Japonya’nın Mısır
Maslahatgüzarı Masami Kinefuchi’nin katıldığı
toplantıda basın mensuplarına gösterildi.
Mısır Türkiye Turizm
Konsolosu Nehad Gamal Eldin, “Güneş teknelerinin
4500 yıl önce Kral Khufu ile birlikte gömüldükleri
düşünülüyor. Eski inanışa göre Güneş Tanrısı Ra,
dünyayı bir teknenin üzerinde baştan başa
dolaşıyordu. Tarihçiler teknelerin inşasında bu
inancın etkili olduğunı düşünüyor. Restorasyon
çalışmalarının tamamlanmasının ardından tüm dünyanın
bu muhteşem güneş teknesini görebilmesini umut
ediyorum” açıklamasını yaptı.
1954 yılında Mısırlı
mimar ve arkeolog Kemal El Malak tarafından bir
çukurun içerisinde üzerinde 41 taş katmanlı bir çatı
olduğu halde bulunan ilk tekne parçalar halindeydi
ve bu parçaların birleştirilmesi 20 yıl almıştı.
İkinci teknenin üzerinde ise yine 41 katmanlı taştan
bir çatı bulunuyordu. İleri teknolojilerle
gerçekleştirilen bu çalışma sonucunda ikinci güneş
teknesinin de parçaları birleştirilecek ve
tamamlanmış hali sergilenecek.
Turizm Habercisi,
29.06.2011
|
TARİHİ HANLARA
RESTORASYON
Nevşehir'in Derinkuyu
ilçe sınırları içinde yer alan tarihi hanlar
onarılmayı bekliyor.
Derinkuyu İlçesi'ne
bağlı Doğala Köyü girişinde mezarlıkla iç içe
bulunan Doğan Han, Til köyde bulunan Dolay Han ve
ilçe merkezinde bulunan bir han daha bakımsızlıktan
yok olmak üzere.
Doğala Köyü eski muhtarı
Recep Damgacı, Doğala Köyü'nde bulunan Doğan Han’ın
Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce tadilat için sıraya
alındığını, ancak bugüne kadar çalışmaların
başlatılmadığını ifade etti. Damgacı, "2003 yılında
Vakıflar Genel Müdürlüğü, 2004 yılında da Kayseri
Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne hanın restorasyon
kapsamına alınması ile ilgili olarak müracaat ettik.
Bize hanın Vakıflar Envanteri'nde kayıtlı olmadığını
bildirdiler. 2005 yılında köyümüzde başlayan Tapu
Kadastro tarafından Doğan Han’ı hazine adına tescil
edildi. Onarımla ilgili dilekçemize Kaymakamlık,
Doğan Han’ın restorasyonu için teklifte bulundu. Bu
teklif sonucunda ise Doğan Han'ın vakıf eserleri
tadilat sıralamasında 58’inci sıraya
yerleştirildiğini öğrendik ancak hanın
restorasyonunu ile ilgili bugüne kadar maalesef
hiçbir gelişme sağlanamadı" diye konuştu.
Selçuklular dönemine ait
olduğu bilinen, 1250 ila 1260 yılları arasında
yapıldığı sanılan Doğala ve Tilköydeki hanları iki
kardeşin yaptırdığı biliniyor. Doğala Köyü'nde
bulunan hana adı verilen Doğan Han'ın ayrıca yine
köy içindeki adı bir camiye de adı verilerek
yaşatılıyor.
Nevşehir Kent Haber,
27.07.2011
|
TARİHİ HAMAM
YIKILIYOR
Kars'ta Taş Köprü
yanında bulunan ve yıllarca Karslılara hizmet veren
tarihi Muradiye Hamamı ilgisizlik ve sahipsizlik
yüzünden yıkılıyor. Sıvaları dökülen ve camları
kırılan hamam sahip çıkılmadığı takdirde yıkılarak
kaybolacak.
Her gün yüzlerce yerli
ve yabancı turistin akın ettiği bölgede bulunan
tarihi hamama ne belediye, ne valilik ve ne de İl
Kültür ve Turizm Müdürlüğü sahip çıkıyor.
Birkaç yıl önce Belediye
Başkanlığı’nca restora edilen ve restorası yarım
bırakılan tarihi hamamlar bali çekenlerin ve
sarhoşların mekanı haline gelmiş bir halde
bulunuyor.
Hasani Harakani Türbesi
ve Evliya Camii'nin karşısında, Kars Kalesi’nin
altında ve tarihi taş köprünün yanı başında bulunan
Muradiye Hamamı kente gezmek için gelen yerli ve
yabancı turistlerin objektiflerine hiçte hoş olmayan
görüntülerle yansıyor.
Yıllarca Karslılar
tarafından kullanılan tarihi hamam, boş kalmasıyla
birlikte harabeye döndü. Duvarlarının sıvası dökülen
bacası yıkılan ve pencereleri kırılan hamamın biran
evvel koruma altına alınmasa tamam yıkılarak tarihin
karanlıklarına gömülecek.
MURADİYE HAMAMI
Taş kitabesinde Hicri
1188 / Miladi 1774 tarihi bulunan ve Osmanlı mimari
tarzında inşa edilen hamamın batı girişinde bulunan
büyük ahşap balkonu sebebiyle halk arasında balkonlu
hamam olarak da bilinir. Bir büyük ve bir küçük iki
kubbeli ve dikdörtgen planlı olarak yapılmıştır. İç
mekanındaki sağır kemerler dikkat çekicidir.
Taşınmaz, tescil edilerek koruma altına alınmıştır.
Kars Kent Haber,
21.07.2011
|