Ağustos '11 Arşivi |
28 Ağustos - 17 Eylül 2011 |
|
DEFİNE ARAMAK İÇİN İŞ MAKİNESİ ÇALDILAR
Üsküdar'da fıkraları aratmayan ilginç bir hırsızlık olayı yaşandı. Onur Bütüner ile Turan Özbek adlı iki kafadar, anahtarını kopyaladıkları Üsküdar Belediyesi'nin kaldırım işlerinin Sabah, Haber: Barış Sözal, 16.09.2011 |
![]() |
|
OSMANLI TEKNESİ 'ÇEKEVELE' 5 ASIR SONRA ALANYA'DA
Antalya'nın Alanya İlçesi'nde yürütülen Alanya Kalesi Kızılkule Tophane Ekseni Denizcilik ve Gemicilik Müzesi Projesi kapsamında, Osmanlı döneminde kullanılan ve "Çekevele" tabir edilen teknenin yeniden inşaa edilen omurgası, sergilenmek üzere Alanya Tersanesi'ne yerleştirildi.
Türkiye Gazetesi, 16.09.2011 |
GÖZÜMÜZÜN ÖNÜNDEKİ AKM'Yİ UNUTTUK
Geçenlrde Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, AKM için bana umut
veren bir görüş açıkladı. Hürriyet, Yazı Doğan Hızlan, 16.09.2011 |
|
AA EKİBİ, KİBYRA ANTİK KENTİNİN DERİNLİĞİNE İNDİ
|
|
LAHDİ KAÇAKÇILIKTAN KURTARAN EKİBE ÖDÜL YERİNE SÜRGÜN
Muğla İl Jandarma Komutanlığı’na bağlı istihbarat birimleri, 31 Temmuz 2010’da Milas İlçesi’nde son yılların en büyük kaçakçılık olayını ortaya çıkardı. Jandarma, MÖ 390 yıllarından kalan ve Karia Kralı Mausolos’un babası Hekatomnos’a ait olduğu anlaşılan lahdin kaçakçılarca satılacağı ihbarını aldı. Jandarma, büyük gizlilik içinde yürütülen operasyonla anıt mezarı soyulmaktan son anda kurtardı ve arkeoloji dünyasına kazandırdı. “Yüzyılın arkeolojik keşfi” olarak nitelendirilen anıt mezarın korunması için de Kültür Bakanlığı hemen kazı çalışması başlattı.
Böylesine ses getiren bir tarihi eseri kaçakçıların elinden kurtardıkları için tebrik edilmeyi bekleyen görevlilerse adeta cezalandırıldı. Operasyonda görev alan jandarma elemanları ve arkeologlar hakkında soruşturma açıldı.
Milas İlçe Jandarma Komutanlığı’ndaki 2 istihbarat görevlisi “polis bölgesinde” operasyon yaptıkları gerekçesiyle başka yerlere tayin edildi. Milas Müze Müdürü Erol Özen ise operasyon hakkında Milas Kaymakamı’na yazılı bilgi vermediği için Ödemiş’e tayin edildi. Özen, kendi isteğiyle emekliliğe ayrıldı.
Özen’in yerine Milas Müzesi’ne müdür olarak Ali Sinan Özbey’in atanmasının ardından, müzedeki 2 uzmanın daha başka yerlere tayini çıktı. Ayrıca Ege Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyeleri olan Yrd. Doç.Dr. Aytekin Erdoğan ve Dr. Mehmet Nezih Aytaçlar’ın da danışmanlık görevlerine son verildi. Bunların yanı sıra yine lahdin bulunmasında katkı sağladığı bildirilen Türkiye Taş Kömürü İşletmeleri’ne bağlı bazı arkeologlar hakkında da soruşturma yürütüldüğü öğrenildi. Habertürk, Haber: Tülay Şubatlı, 15.09.2011 |
|
Gazianep 27 Gazetesi, 15.09.2011 |
|
MEDENİYETLER MİRASI DİYARBAKIR MİMARİSİ Yapı, 15.09.2011 |
|
![]() |
ANTİK KENT YANINDA TAŞOCAĞINA TEPKİ
İşadamı İlker Akalan, Gümüşlük Beldesi Karakaya Mahallesi’ndeki, Hazine’ye ait iki araziden 70 dönümlük olanını 10 yıllığına, 990 dönümlük olanını da 49 yıllığına kiralayıp, taşocağı kurmak için ruhsat aldı.
Akalan, geçen hafta çalışmalara başladı. Myndos antik kentine yaklaşık 200 metre mesafedeki araziye taşocağı kurulacak olması belde halkı ve çevrecileri kızdırdı. Ruhsatın iptal edilmesi için toplanan 1200 imza Valiliğe teslim edilirken, Gümüşlük Çevre Doğa Kültür Sanat ve Eğitim Derneği tarafından, Belediye Çay Bahçesi’nde, “Taşocağına Hayır-Gümüşlüğü Dinamitlemeyin” adı altında toplantı düzenlendi. Toplantıya aralarında beldede yaşayan yabancı uyrukluların da bulunduğu yaklaşık 400 kişi katıldı. Gümüşlük Çevre Doğa Kültür Sanat ve Eğitim Derneği Başkanı Yüksel Güner, ruhsatın iptali için ayrıca İdare Mahkemesi’nde dava açacaklarını kaydetti.
On gün önce gerekli ruhsat ve izinleri aldığını, yasal yollardan çalışmalar başladığını belirten İlker Akalan ise, “Eyleminizin bir anlamı yok. Doğaya ve çevreye zarar vermeyeceğim. İzinler alınırken neredeydiniz. Neden zamanında tepki göstermediniz? Faaliyetimizi sürdüreceğiz, gidin şikayetinizi istediğiniz makama yapın. Çünkü, ekmeğimizi taştan kazanıyoruz” dedi. Hürriyet Ege, Haber: Yaşar Anter, 15.09.2011 |
ARŞİMET'İN SIR METİNLERİ ORTAYA ÇIKIYOR
Arşimet'in uzun yıllardır çözülmeye çalışılan metinleri ve çalışmaları sergiye çıkıyor. Teknik adı "palimpsest" olan ve 13. yüzyıla tarihlenen eşsiz parşömende, Arşimet'in bazı çalışmalarının bilinen tek elyazması kopyası yer alıyor. Habertürk, 14.09.2011 |
![]() |
ÖZEL MÜZECİLİKTE GERİDEYİZ
Türkiye'de 36 ilde Kültür ve Turizm Bakanlığı denetimde bulunan 151 adet özel müze, ziyaretçilerini ağırlıyor. Erzurum 23 Temmuz Kongre Müzesi de özel müze statüsünde bulunuyor. Doğu Anadolu Bölgesi'nde en çok sayıda özel müze Malatya’da bulunuyor.
Erzurum Gazetesi, 14.09.2011 |
|
MANİSA ARKEOLOJİ MÜZESİ RUTUBET GEREKÇESİYLE 11 YILDIR KAPALI
Manisa Müzesi içinde yer alan 82 yıllık Arkeoloji Müzesi, nem aldığı gerekçesiyle 11 yıldır kapalı tutuluyor.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, nemli alanın restore edilmesi talimatı vermesine rağmen Anıtlar Yüksek Kurulu'ndan beklenen karar çıkmadığı için müze restore edilemiyor. Manisa İl Kültür ve Turizm Müdürü Erdinç Karaköse, karar çıktığı andan itibaren restorasyon çalışmalarına başlanacaklarını söyledi.
Manisa Etnografya ve Arkeoloji müzeleri, paha biçilmez zenginliğe sahip. Buralarda antik ve mitolojik dönemlere ait yaklaşık 24 bin eser bulunuyor. Etnografya Müzesi açıkken binlerce eserin bulunduğu Arkeoloji Müzesi, rutubet gerekçesiyle 11 yıldır kapalı.
İl Kültür ve Turizm Müdürü Karaköse, müzenin arkeoloji bölümünde nem problemi yaşandığını söyledi. Eserlerin zarar görmemesi için korumaya alındığını dile getiren Karaköse, nemli alanın restore edilmesi gerektiğini bildirdi. Bakan Günay'ın geçen günlerde burasının restore edilmesi için talimat verdiğini ancak Anıtlar Yüksek Kurulu'ndan beklenen kararın hala çıkmadığını aktararak, "Arkeoloji Müzesi'nin yanındaki Etnografya Müzesi açık. Karar çıktıktan sonra restorasyon çalışmalarına başlayacağız. Yer konusundaki sıkıntıları çözmek için çalışıyoruz. Askeri Hastane'nin tahsisini bakanlığımıza yaptırdık. Belediyeden, orasının askeri alandan çıkarılarak kültür alanı olmasını istedik. Çalışma bittiği anda orayı da düzenleyeceğiz." dedi. Zaman, 14.09.2011 |
|
TARSUS BELEDİYESİ İŞGEM İLE KUBAT PAŞA MEDRESESİ RESTORASYON PROJELERİNİ TANITTI
Tarsus Belediyesi tarafından
Çukurova Kalkınma Ajansı'na (ÇKA) sunduğu 2
haberler.com, 14.09.2011 |
|
KÖMÜR KAZDIKÇA MADENCİNİN DE TARİHİ ORTAYA ÇIKIYOR
AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, Uzunmehmet'in Neyren Köyü civarında bulunan değirmenin yakınındaki dere kenarında bulduğu ''siyah taşların'' ocakta yandığını fark etmesiyle havzada bulunduğuna inanılan taş kömürü, ekonomiye katkısının yanı sıra kentin sosyal yaşamını etkileyen en önemli unsurlar arasında yer alıyor.
1802'de İskoçların ilk buharlı gemiyi sefere çıkarmasıyla insanoğlunun ilgisini çekmeye başlayan taş kömürünü kentte 1848'den itibaren uzun yıllar İngiliz, Fransız ve İtalyanlar tarafından üretilmesi dönemin madencilerine ait izlere rastlanmasını da sağlıyor.
Hazineihassa İdaresi dönemi olarak bilinen 1848-1865'de yabancı ve yerli yatırımcıların kontrolü altında 5 yılda 40 bin ton, 1865'den 1935'e kadar özel işletmelerin hakim olduğu 70 yıllık dönemde 83 firmanın, 123 ayrı ocaktan 35 milyon 536 bin 835 ton kömür ürettiği havzada, ocaklarda üretim için yapılan kazılarda zaman zaman geçmiş dönemlere ait işçi malzemeleri de bulunuyor.
Kentte faaliyet gösteren Demir Madencilik Firması Genel Müdürü Mehmet Çelik, AA muhabirine yaptığı açıklamada, geçmişte Fransızlar'ın üretim yaptığı maden ocağında kömür çıkarttıklarını, yer altına geçmiş dönemlere ait çok sayıda malzeme bulduklarını söyledi.
Kömür ocağından çıkan madencilere ait araç gereçleri sakladığını, bunları kentte inşası süren Maden Müzesi'ne bağışlayacağını anlatan Çelik, şunları kaydetti: ''Hiçbir madenci malzemesini ocak içinde
bırakmaz. Bizim ocaktan çıkarttığımız, balta, kazma,
vagon tekerleği, kanca, zincir gibi çok sayıda araç
ve gereç muhtemelen yaşanan bir iş kazasında
hayatını kaybeden işçilere ait. Şu anda elimde
Fransızlar'ın kullandığı türden balta, kazma ucu ve
çeşitli maden gereçleri var. Bunların en az 100
yıllık olduğunu tahmin ediyorum. Ayrıca ocaklardan
çıkan milyonlarca yıllık fosilleri de saklıyorum.
Bunların hepsini Maden Müzesi'ne bağışlayacağım.
Böylece yer altı üretim koşullarının yansıtılmasına
katkı sağlamayı istiyorum.''
Müzeye, taş kömürü üretiminin başladığı kabul edilen 1848'den günümüze TTK bünyesinde bulunan ve Maden Mühendisleri Odası Zonguldak Şube Başkanlığında sergilenen madencilerin kullandığı kazma, baret, fener, maske, çizme ve haberleşme cihazlarının da konulması amaçlanıyor.
Geçmişte çok düşük ücretlerle günde 16 saat çalıştırıldığı iddia edilen işçilerin kaldığı, ''pavyon'' tabir edilen koğuşlarda günlük ihtiyaçlarını karşıladığı bazı eşyaların da yer alacağı müzede, üretim kültürünün önemi ve yer altı koşullarının zorluğunun yansıtılması planlanıyor.
Mevcut kömür damarları yeterli olmadığı gerekçesiyle 1937'de üretime kapatılan, İkinci Dünya Savaşı döneminde sivil savunma tatbikatlarında çevrede yaşayan siviller için alarm esnasında sığınak olarak kullanan ''Eğitim Ocağı''nın, müzeyle maden turizmine önemli katkısı bekleniyor.
1800 metrekare alanda inşası süren müzenin faaliyete geçmesi ile müzeye gelen ziyaretçilerin, kömür üretimiyle ilgili geçmişten bugüne yaşanan sürece şahit olması hedefleniyor. Müzenin 2012'in ilk aylarında açılması bekleniyor Akşam, 14.09.2011 |
|
YENİKAPI'YA ULUSLARARASI PLATFORMDA ÇÖZÜM ARAYIŞI
Columbia Üniversitesi'nden David Graham Shane ve PoliMi'den Ernesto d'Alfonso'nun yürütücülüğündeki ilk oturumda, öncelikle İstanbul Teknik Üniversitesi'nden Prof.Dr. Zeynep Ahunbay Yenikapı bölgesinin tarihsel dökümantasyonu ve bölgedeki günümüze kadar gelebilmiş Theodosius Surları'nın kalıntılarının durumu hakkında bilgi verdi. Bizans döneminde Thedosius limanı, Osmanlı döneminde ise Langa Bostanları olan alanın tarihsel çerçevede, demiryolunun ve karayollarının açılması sonucu ne tip değişiklikler geçirdiği, Osmanlı dönemi haritaları, 19. yüzyılda Mary Walker'ın eskizleri, uydu fotoğrafları ve alanda çekilmiş fotoğraflarla aktarıldı.
Maryland Üniversitesi'nden Matt Bell ise Yenikapı'daki soruna alternatif olarak ikisi de koruma alanlarında ve uzun süredeir işlevsiz, kullanılmadan bekleyen 2 farklı proje sundu. Bunlardan ilki İtalya-Stabiae'deki antik villaların korunması odaklı bir arkeolojik parktı (The Restoring Ancient Stabiae). Alanın arkeolojik dökümantasyonun nasıl yapıldığı, bu tip arkeolojik alanlarda ulaşım sorunlarının nasıl çözümlendiği ve sürdürülebirlirlik üzerine bilgiler verildi. İkinci proje ise Washington DC'deki kullanılmayan ve korunacak tarihi öğelerin ye aldığı, yeşil McMillan arazisi üzerindeki tasarımdı. Altyapı sistemlerinin son derece zarar görmüş olduğu alan için korunacak öğeler doğrultusundaki tasarım yaklaşımı üzerine duruldu. Bu alanda şehrin maddi imkansızlıklarından dolayı alanın sadece park olarak düzenlenmeyip, işletilebilecek yapıların eklemesinin zorunluluğu belirtildi.
İlk oturumun soru cevap bölümünde Matt Bell'in sunduğu projeler doğrultusunda yapılaşma ve arkeolojinin birkilteliği, arkeolojik park tanımının geleneksek park tanımından farklı yönleri tartışıldı. Bunların yanı sıra, Matt Bell çözüm üretmek için öncelikle prensiplerin belirlenmesiyle mimari forma gidilebileceğini, bir mimarın çok kolay imaj yaratabileceğini fakat imajlar sözlere dökülemeye başladığında yol katedilebildiğini ve belediyelere bu aşamada çok iş düştüğünü belirtti. Zeynep Ahunbay ise bu tarz çok katmanlı alanlarda çalışmanın, sorunsuz bir şekilde üretim yapmanın zor olduğunu fakat en azından acil müdahalelerin hemen gerçekleştirilebileceğini belirtti.
Antonella Contin yürütücülüğündeki ikinci oturumda ilk olarak 2004 yılında başlayan Marmaray ve Metro Kazıları'nda arkeolog olarak görev alan Sırrı Çölmekçi, 8500 yıllık tarihsel periyodu kazılar sırasında bulunan mimari öğeler, mezar kalıntıları, Bizans döneminden günümüze ulaşan gemiler, amphoralar, ticaretle ilgili aletler, Osmanlı dönemi kalıntıları gibi buluntular üzerinden aktardı.
Kington Üniversitesi'nden Ed Wall ise Yenikapı Transfer Noktası ve Arkeopark Alanı projesine alternatif olan II. Dünya Savaşı sonrası Londra kıyı yerleşmelerini ve sürdürülebilirlik üzerine kaygılarla hayata geçirilen projeleri tanıttı. Bu projeler arasında South Bank Center, Thames Barrier, Thames Barrier Park, Bonnington Square, Downings Road Moorings yer aldı.
Ferrara Üniversitesi'nden Roberto Di Guilio işgücü ve zamandan tasarruf yapılmasını sağlayan kendi üniversitelerindeki labaratuvarlarda oluşturdukları, didiplinlerarası bir çalışma grubuna sahip TekneHub (Technopoles) projesini tanıttı. Bu proje kapsamında alanın hızlı bir şekilde ölçü alınıp üç boyutlu imajı yaratılabiliyor ve sonrasında tekrar alan çalışmasına gerek duyulmuyor. Bu teknolojinin kullanıldığı, Olevanosul Tusciano, Voumnis' Hypogeum, Via Dell'Abbondanza projeleri tanıtıldı.
Alcala de Henares'ten Daniel Zarza İspanya'nın arkeolojiye tarihteki yaklaşımı ve süreç içerisinde restorasyon ürünlerinden örnekler verdi.
Üçüncü oturum ise Matt Bell yürütücülüğünde Politecnico di Milano'dan Oliviero Tronconi, Arep'ten Luis Mutard, Yapı Kredi'den Nicola Lango Dente ve Impresa Matarrese'den Salvatore Matarrase'nin konuşmalarıyla devam etti. Arkitera, 14.09.2011 |
|
2500 YILLIK SERAMİK PARÇALARI BULUNDU
Side antik lenti Kazı Başkan Yardımcısı ve Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Feriştah Alanyalı, bu yılki kazılarda, küçük bir hamam kompleksi ve oturma birimlerinin açığa çıkarıldığını söyledi.
Açığa çıkarılan hamam kompleksi ile oturma birimlerinin bir kısmının MS 7. yüzyılda kullanımına son verildiğini ifade eden Alanyalı, bölgede yapılan kazılarda MÖ 5. yüzyıl ile MS 13. yüzyıl arasındaki döneme ışık tutacak buluntu ve bilgilere ulaşıldığını bildirdi.
Alanyalı, ''Yapılan çalışmada seramiklerin MÖ 5. yüzyıla ait olduğunun ortaya çıkması bizim için çok önemlidir. Böylelikle, bugüne kadar Side'nin tarihinin çok eskilere gittiğini söylüyorduk, ama elimizde bilgi veya buluntu yoktu. Ancak bugün kesin olarak MÖ 5. yüzyılda yerleşimin olduğunu söyleyebiliyoruz. Hatta seramiklerin kalitesi bize, yerleşimin tarihinin çok daha eski olduğu fikrini veriyor. Yapılacak kazılar sonucunda daha eski tarihlere ait eserler de bulmayı umut ediyoruz. Her halükarda şunu söyleyebilirim; bugün itibariyle Side'de 2 bin 500 yıl öncesindeki yaşama ait izleri bulduk'' dedi.
Anadolu Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Seramik Uzmanı Yrd. Doç. Alptekin Oransay da, MÖ 5. yüzyıla ait seramiklerin Side'nin tarihi açısında önemine işaret etti ve seramiklerin çok kaliteli olduklarını söyledi.
Kazı Başkanı Doç.Dr. Hüseyin Alanyalı da, kazı
döneminde 45'i akademisyen, 70 kişilik bir ekiple
çalıştıklarını anlattı. Bu yılki kazılarda kuma
gömülen doğu kapısının açığa çıkarıldığını ve
Side'nin simgesi olan Apollon Tapınağı'nda
yapılandırma çalışmalarını gerçekleştirdiklerini
söyledi.
Bu sene gün ışığına çıkarılan seramiklerle bölgede 2500 yıl önceki yerleşim izlerinin tespit edildiğini ifade eden Alanyalı, Side'nin tarihinin çok daha eskilere dayandığına inandığını vurguladı. Akşam, 14.09.2011 |
|
DÜNYANIN 3. MOZAİK MÜZESİ'NDE TEŞHİRE YER KALMADI
Sanduka ve kapaktan oluşan lahit, Antakya'nın Harbiye Caddesi Kışlasaray Mahallesi'nde sit sahası içerisinde bir temelin hafriyatında bulundu. Lahitte Alpin ırkından olduğu anlaşılan biri erkek ikisi kadın üç erişkin iskeleti ile bazı küçük buluntular açığa çıkarıldı. Lahdin MS 3. yüzyılda yapıldığı tahmin ediliyor.
Türkiye Gazetesi, Haber: İsmihan Özgüven, 14.09.2011 |
|
SANAT PİYASASI DA EKONOMİ GİBİ GELİŞMEKTE OLANLARA KAYIYOR
Contemporary Art'a Burhan Doğançay ve Mübin Orhon gibi sanatçıların tablolarını vererek destek olan Ülker, şimdi de Artbeat ve Artweek adlı sanat etkinliğinin proje ortağı olarak karşımıza çıktı. Artbeat ilk kez bu yıl düzenlenecek. Bir hafta sürecek bu sanat etkinliğini dDf (Dream Design Factory) adlı şirket organize ediyor. Şirketin ortakları olan Prof.Dr. Esra Ekmekçi ve Arhan Kayar. Çağdaş ve genç sanatçıların önünü açmak, dünya piyasasına tanıtmak için böyle bir platform oluşturduklarını söyleyen Kayar, 3 yıl içinde uluslararası hale geleceklerini söyledi.
Artbeat Proje Direktörü olan Arhan Kayar 'Son yıllarda nereye gitsek İstanbul'dan söz ediliyor. İstanbul artık kültür kenti haline geldi. Dünyanın en önemli etkinliklerinden biri olan İstanbul Bienali başlıyor, FashionWeek var bu dönemde insanlara farklı bir alternatif sunmak istedik' diyor. Şehirde 200 galeri, ülkede 36 güzel sanatlar fakültesi ve çok sayıda özel müzenin olduğunu belirten Kayar 'Dünya sanat piyasasında İstanbul'a karşı özel bir ilgi var. Nasıl ekonomide eksen gelişmekte olan ülkelere kayıyorsa sanatta da aynı durum söz konusu. 'Biz de bu oluşuma destek olmak için yeni bir sanat platformu oluşturmak istedik' diyor.
Projelerden anlaşılıyor ki Ülker'in sanata olan katkısı sürecek. Zuhal Şeker geçen yıl dünyada ilk kez '1400. Yılında Kur'an-ı Kerim Sergisi'ne destek olduklarını, bu sergiye Louvre, Metropolitan ve British Museum'un müdürlerini de davet ettiklerini söyledi. Şeker 'Geldiler ve hayran kaldılar. Gelecek yıl bu koleksiyonu yurtdışında sergilemek için çalışmalar yapıyoruz' diyor. Ülker'in bir başka projesi de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün de özel olarak ilgilendiği Hilye-i Şerif'lerden oluşan bir sergi yapmak. Hilye-i Şerif, Hz. Muhammed'in fiziksel ve kişisel özelliklerini anlatan manzum veya nesir halindeki yazılara verilen isim. Şeker, İslam dünyasında yaygın olan bu eserleri toplamak için çalışmalar yaptıklarını yılın son aylarında sergiyi açacaklarını söyledi. Akşam, Haber: Esin Gedik 14.09.2011 |
|
|
PERİLİ KÖŞK'ÜN KONUKLARI ARTIK SANATSEVERLER OLACAK
Borusan Holding’in 2007 yılından bu yana yönetim merkezi olarak kullandığı Rumelihisarı’ndaki Yusuf Ziya Paşa Köşkü, diğer adıyla ‘Perili Köşk’, artık sanatseverlere açılıyor. Köşk, 100. yaşında “Borusan Contemporary” adıyla Türkiye’nin çağdaş sanat alanındaki ilk ofis müzesine dönüşüyor
Borusan Koleksiyonu’nda yer alan çağdaş sanat eserleri ‘Perili Köşk’teki tüm ofislerde, toplantı odalarında, koridorlarda sergileniyor. Ziyaretçiler hafta sonları, Borusan çalışanlarının ofislerinden Borusan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Kocabıyık’ın ya da Borusan Holding’in CEO’su Agah Uğur’un odasına kadar her mekandaki sanat eserlerini görebilecek. Uğur’un odasında Mel Bochner, Markus Linnenbrink, Monika Bravo, Liam Gillick, Hamra Abbas, Hans Kötter ve Teo Gonzalez’in eserleri yer alıyor. Uğur, odasına yerleştirilen eserler için herhangi bir müdahalede bulunamadığını söylüyor. Seçimi küratörler yapmış fakat özellikle iki eserin odasına asılmasını rica etmiş Agah Uğur. Milliyet, Fotoğraf: Hüseyin Özdemir, 14.09.2011 |
İSTANBUL'UN SİLUETİ BÖYLE DEĞİŞTİ
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 14.08.2011
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Zeytinburnu sahilinde İstanbul’un tarihi siluetini delerek yükselen üç gökdelenle ilgili, “Bununla ilgili farklı girişimlerimiz var. Bundan sonra bir daha böyle bir şey olmaması açısından da çalışma yapılmakta” dedi.
Astay Gayrimenkul Turizm ve Yatırım
A.Ş.’den yapılan açıklamada şöyle denildi: Radikal, Haber: Ömer Erbil, 15.09.2011
Ucube
mi aramıştınız memlekette? Hürriyet, Yazı: Kanat Atkaya, 15.09.2011 |
|
OSMAN HAMDİ ZAMANI
Türk resminin en pahalı tablosu olan Osman Hamdi’nin ünlü ‘Kaplumbağa Terbiyecisi’ni koleksiyonunda bulurduran Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi, 15 Ekim’de açılacak ‘Osman Hamdi Bey ve Amerikalılar: Arkeoloji, Diplomasi, Sanat’ sergisine hazırlanıyor. Osman Hamdi’yi ressamlığının yanı sıra müzeci ve arkeolog kimlikleriyle ele alan sergi, Amerikalı arkeologların Osmanlı topraklarındaki Assos ve Nippur’daki ilk kazılarına ve 2 ülkenin 19. yüzyıldaki diplomatik ilişkilerine ışık tutacak. Sergide, Osman Hamdi Bey’in az bilinen resimlerinin dışında Almanya’dan ve Pennsylvania Üniversitesi Müzesi’nden gelen tablolar Türkiye’de ilk kez sanatseverlerle buluşacak. Radikal, 14.09.2011 |
|
ATATÜRK KÖŞKÜ'YLE İLGİLİ İDDİALARA YAZILI AÇIKLAMA
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Sekreterliği, Yalova'daki Atatürk Köşkü'nde fuhuş yapıldığı yönündeki haberleri yalanladı.
Konuyla ilgili yapılan açıklamada, köşkün halen müze olarak hizmet verdiği aktarıldı. Büyük bir restorasyon süreci geçirdiği için köşkün kapalı bulunduğu ifade edilen açıklamada, haberde bahsedilen uygunsuz davranışların Atatürk Köşkü'nde gerçekleştirilmesinin mümkün olmadığı vurgulandı. Haberlerde söz konusu edilen Yalova TBMM Termal Tesisi'nde görev yapan bazı personelin uygunsuz davranışları sonucu ismi dolaylı da olsa karışan 4 personelin işine son verildiği ifade edildi. Aynı şekilde, herhangi bir personele lojman tahsisinin söz konusu olmadığı belirtildi. TBMM Genel Sekreterliği'nden yazılı ve sözlü hiçbir bilgi talebinde bulunulmadan haberin hazırlanmasının da oldukça manidar olduğu aktarıldı. Zaman, 14.09.2011 |
|
KEHANET MERKEZİ KLAROS'TA BİR İLK
İzmir’de turizmin çeşitlendirilmesiyle bölgenin turizmde rekabet edebilirliğinin artırılması amacıyla geliştirilen “Klaros Bilicilik Merkezi Arkeopark Projesi”ni, Menderes Kaymakamlığı ile Ege Üniversitesi yürütüyor, İzmir Kalkınma Ajansı (İZKA) ise destek verdi.
Proje hakkında bilgi veren Klaros Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Nuran Şahin, bu yıl kazıların onuncu yılının kutlandığını, mulaj sergisi ve arkeopark için yaklaşık beş yıldır çalışma yaptıklarını, ancak en büyük sıkıntılarının sponsor sorunu olduğunu söyledi. Şahin, Klaros kazılarında bulunan 13 eserle açılan arkeoparkın sponsor buldukça geliştirileceğini dile getirdi.
İlk arkeopark Ahmetbeyli sınırları içinde kalan Klaros Kutsal Alanı, bugünkü veriler ışığında dünyanın en eski kehanet merkezi. Klaros ören yerinde açılan Arkeopark’ta, bölgedeki kutsal alandan çıkarılarak İzmir Tarih ve Sanat Müzesi ile Selçuk Efes Müzesi’nde sergilenen 13 eserin kopyaları yer alıyor. İzmir Tarih ve Sanat Müzesi’nde bulunan Homeros heykeli olmak üzere Apollon Tapınağı, güneş saati, Kore ve Kuros gibi eserler de yer alıyor.
Ören yeri olacak İzmir Valisi Cahit Kıraç ise Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Klaros’un düzenli ören yeri yapılması konusunda çalışma başlattığını belirterek, antik kentin merkezinin de önümüzdeki süreçte gün yüzüne çıkarılacağını söyledi. Arkeopark projesinin önemli bir proje olduğuna vurgu yapan Kıraç, kazı çalışmalarını Türk araştırmacıların yapıyor olmasının da ayrı bir gurur kaynağı olduğunu belirtti. Hürriyet Ege, Haber: Turan Gültekin, 14.09.2011 |
|
![]() |
BURASI HALA NEDEN DURUYOR?
Vakıflar İstanbul Bölge Müdürlüğü’nün aylık 2 bin 500 lira gibi komik bir bedelle kiraya verdiği Dolmabahçe’deki çay bahçesi TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı’na devrediliyor. Karar Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, geçen hafta cuma namazı çıkışı, çay bahçesinin yanından geçerken “Burası hala kapatılmadı mı?’’ sorusu üzerine ortaya çıktı.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 14.09.2011 |
ADI 'PAPAZIN EVİ' DİYE Mİ SAHİP ÇIKAN YOK?
Dönemin Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu tarafından restore edildikten sonra 25 yıllığına Kars Müftülüğü'ne devredilen Papaz'ın Evi, kaderine terk edildi.
Papazın Evi, Alibeyoğlu ile dönemin İl Müftüsü Hasan Basiş arasında 16 Şubat 2009 tarihinde imzalan protokole göre müftülük tarafından kültürevi olarak hizmete sokulması amacıyla sözleşme yapılmasına rağmen o günden beri müftülüğün sahip çıkmaması yüzünden harabe haline geldi.
Kars Kalesi eteklerinde ve 12 Havariler Kilisesi’nin bahçesinde bulunan Papaz’ın Evi, Kars’ta İnanç turizminin önemli merkezlerinden biri olarak bu tarihten sonra da taşınmaz tescilli tarihi binalar arasında yer aldı ama halen adı bile telaffuz edilmek istenmiyor.
Tarihi evi bu halde gören vatandaşlar ise ‘Adı Papaz'ın Evi ya onun için sahip çıkılmıyor” şeklinde değerlendiriyor. Tarihi değeri ve anlamı büyük olan aynı zamanda üzerinde Hz. İsa’nın 12 havarisinin kabartma rölyeflerini barındıran dünyada bir eşi daha bulunmayan 12 Havariler Kilisesi’nin ayrılmaz parçası olan Papaz'ın Evi’nin başına gelenler Türk-İslam eseri olmayan yapıların sahiplenilmediğini de gösteriyor.
Bütün tarihi ve turistik binaların önüne önceki yıllarda tanıtım levhası yapıldı ama buraya yapılmadı. Çünkü adından dolayı yok sayıldı ya da bu levhaları yaptıran kurumların ellerinde levha kalmadı.
Papaz'ın Evi ayrıca Kars İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından 2009 yılında hazırlanan Kars İli Kültür Envanteri'nde yer almadı. Ayrıca yine bu kurumun internet sitesinde de yer almadığı gibi her nedense neredeyse hiçbir yerde kayıt altına alınmamış, kültür ve tarihi varlığımız olarak kabul edilmemiş. Evrensel, Haber: Tacettin Durmuş, 13.09.2011 |
![]() |
|
POP SANAT'IN BABASI ÖLDÜ
Pop Sanat’ın öncü isimlerinden Richard Hamilton, 89 yaşında hayata veda etti.
İngiliz ressam ve kolaj sanatçısının, 1956 yılında sergilediği “Günümüz Evlerini Bu Denli Farklı, Çekici Kılan Tam Olarak Nedir?” adlı kolajı, Pop Sanat akımının ilk örneği kabul ediliyor.
Eserlerinde popüler kültür öğelerine göndermeler yapan Hamilton, Beatles’ın ‘White Album’ kapağını da yaptı. Euronews, 13.09.2011 |
ÜÇ BİN YILLIK SU HAVUZU HALA KULLANILIYOR
Kılbasan Belde Belediye Başkanı İbrahim Baykara, AA muhabirine yaptığı açıklamada, beldelerinin hemen kuzeyindeki Karadağ'ın en yüksek tepelerinden olan 2.800 metre yüksekliğindeki Başdağ'da bir çok askeri ve dinsel yapı olduğunu söyledi.
Hitit, Roma ve Bizans dönemleri izlerini taşıyan yapılardan en önemlisinin tepede bulunan küçük kriter çukurunun içine yapılan havuz olduğunu ifade eden Baykara, şunları kaydetti: ''Başdağ'ın üç tarafında askeri yapılar ve kilise kalıntıları var. Karadağ, yapısı itibarı ile bünyesinde hiç su kaynağı olmayan bir dağ. Başdağ tepesinde bulunan küçük kriter içerisine Hititler tahminen 3 bin yıl önce 2 havuz yapmışlar. Yan duvarları küçük taşlarla örülü bu havuzların üst kısımları kesme taşlarla örülü. 10 metre yarı çapında olan yuvarlak büyük havuzun 2 metrelik bölümü şu anda gözüküyor. Havuzun içi toprakla dolmuş. Derinliğin 15 - 20 metreyi bulabileceğini tahmin ediyoruz. Dikdörtgen şeklindeki küçük havuzda aynı sistemle yapılmış. Buranında derinliği belli değil. Yağmur ve kar sularının havuzlarda birikebilmesi için kanallar açılmış. Bu havuzlarda biriken sular gerek insanların ihtiyacı gerekse hayvanların ihtiyacı için kullanılmış.''
Binlerce yıl geçmesine rağmen Karadağ'da
hayvancılık yapan yöre halkının hala hayvanlarının
su ihtiyacının bir bölümünü bu havuzdan
karşıladıklarını belirten Baykara, ''Kışın bu
havuzda biriken sular yaz boyunca hayvanlar
tarafından kullanılıyor. Havuzun kenarındaki taştan
oyulma su teknelerine sular dolduruluyor ve
hayvanlar içiyor. Bu gün imkanlar genişlediği için
hayvancılık yapan insanlar ağıllarına tankerlerle su
taşıyabiliyorlar. Fakat yabani hayvanların su
ihtiyacının karşılandığı tek yer burası'' dedi. ''Havuzlar hakkında çok detaylı bir araştırma yapılmamış. Buraya araştırma yapmaya gelen uzmanlar havuzun yaklaşık 3 bin yıl önce Hititler zamanında yapıldığını Roma ve Bizans dönemlerinde tamir edilip geliştirildiği görüşündeler. Tam anlamıyla Hitit, Roma veya Bizans yapısı diyemiyorlar. Söylenen bu tür bir su yapısının çok fazla örneğinin olmaması. Biz geçen yıl havuzun içini Kültür ve Turizm Müdürlüğünün hazırladığı proje kapsamında 3 ay boyunca temizlemeye çalıştık. Ancak 1 metrelik bölümünü temizleyebildik. Derinliğin çok fazla olduğunu düşünüyoruz. Yetkililer ilgi gösterip de havuz hakkında detaylı bir araştırma ve çalışma yapılırsa Türkiye'de çok önemli bir tarihi yapının gün ışığına çıkarılacağı ve geçmişle ilgili önemli bilgilerin ortaya çıkacağını umuyoruz. Belediye olarak bizim gücümüz yetmiyor.''
Karaman İl Kültür ve Turizm Müdürü Cengiz Orta ise Karadağ'ın tarihin her döneminde önemli bir yerleşim alanı olduğunu dile getirerek, şu ana kadar çok detaylı bilimsel bir çalışmanın yapılmadığını söyledi.
Orta, Karadağ ve havuzun bir an önce turizme kazandırılması için çalışmalarının devam ettiğini belirtti. Akşam, 13.09.2011 |
|
ANKARA'NIN 'HİTİT GÜNEŞİ' BATMADI Radikal, 13.08.2011
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, Danıştay'ın Ankara'nın amblemine ilişkin verdiği kararla ilgili olarak ''Mahkeme kararının, doğru bir karar olduğunu düşünmüyorum'' dedi.
Gökçek, Ankara ile Vietnam'ın başkenti Hanoi'nin kardeş şehir protokol törenin ardından, gazetecilerin sorusu üzerine, Danıştay'ın Ankara'nın amblemine ilişkin kararını değerlendirdi.
''Danıştay'ın sayısız kararı vardır. Bu kararlarda, herhangi bir meclisin iptal ettiği karardan sonra yeni karar alınır ve o da mahkeme tarafından iptal edilirse bir önceki karara kesinlikle dönülmez. Yeniden dönülüp dönülmeyeceği karar verecek olan Belediye Meclisidir. Bu Anayasamızda da açıktır, yerindelik kararı veremez. Yani Belediye Meclisi yerine takdir yetkisi kullanamaz. Bu mahkemenin kararı doğru bir karar değil. Ama mahkeme kararı olduğu için her zaman olduğu gibi uygulamak zorundayız. Gerekeni yapacağız, kimsenin endişesi olmasın. Ama hiçbir zaman bundan sonra Ankara'nın amblemi Hitit olmadı, olamayacak. Bu kadar net ve açık söylüyorum.''
Gökçek, karara ilişkin tezatlar da bulunduğunu öne sürerek, şöyle devam etti: ''Birincisi bizimki amblem değil, logo. Mahkeme logoyla amblemi birbirine karıştırıyor. Üstelik dava açan kişi özellikle 3'te 2 çoğunluktan hiç bahsetmediği halde mahkeme nedense bunu kendiliğinden bulmuş ve oraya koymuş. Hayretle karşıladım. Mahkeme kararının hakkında da ayrıca bizim şikayetçi olmamız söz konusu olabilir. Çünkü yasalar açıkça aykırı bir karar.'' Cumhuriyet, 14.09.2011 |
|
ALTI SARAYI, ÜÇ KASRI, İKİ DE FABRİKASI VAR
Yalova
Atatürk Köşkü ile ilgili iddialar, dikkatleri
TBMM’nin yönetimindeki kültür varlıklarına
çevirdi.
TBMM’ye bağlı Milli Saraylar Daire Başkanlığı
bünyesinde çok sayıda müze, kasır, köşk, saray yer
alıyor. Aynalıkavak Kasrı, Beykoz Kasrı, Ihlamur
Kasırları, Küçüksu Kasrı, Maslak Kasırları, Florya
ve Yalova
Atatürk Köşkleri, Beylerbeyi Sarayı, Yıldız
Sarayı ve Dolmabahçe Sarayı
TBMM Milli Saraylar Dairesi Başkanlığı’na bağlı.
Ayrıca yine
TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı’na bağlı
olarak Aynalıkavak Musiki Müzesi, Dolmabahçe Saat
Müzesi ve Saray Koleksiyonları Müzesi yer alıyor.
Bunun yanı sıra Hereke Halı ve İplek Dokuma ile
Yıldız Çini Fabrikası yine
TBMM’ye bağlı. Osmanlı İmparatorluğu ve
Cumhuriyet’in ilk yallarına ait eserlerin yer aldığı
çok sayıda koleksiyon
TBMM arşivlerinde yer alıyor. Radikal, Haber: Rıfat Başaran, 13.09.2011 |
|
SUUDİLERDEN OSMANLI ESERLERİNE 150 MİLYON DOLAR
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ı ziyaret eden Suudi Arabistan Turizm ve Tarihi Eserler Komisyonu Başkanı Prens Abdulaziz Al-Saud, “Ne kadar kendi eserlerimize önem veriyorsak, Osmanlı eserlerine de o kadar önem veriyoruz” diyerek, Osmanlı eserlerinin onarımı için 150 milyon dolar kaynak ayırdıklarını söyledi. Restorasyon çalışmalarına Kral Abdullah’ın talimatıyla başladıklarını belirten Al-Saud, “Uluslararası bir grup kuruldu. Bu grupta 18 yabancı ile büyük çalışmalar yapıyoruz” diye konuştu. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay da Suudi Arabistan’da bulunan Osmanlı mirasının korunması adına önemli çalışmaların yapıldığını söyledi. Suudi Arabistan’ın birçok eseri restore ettiğini belirten Bakan Günay, “30’dan fazla eseri restore ettiler. Osmanlı’ya ait bir köprünün yıkılmaması için de yerel bir belediye ile ciddi mücadeleye girdiklerini öğrendik. Önemli bir meblağ ile köprüyü yenileyeceklerini ifade ettiler. Biz de bu durumdan büyük mutluluk duyduk” diye konuştu. Türkiye Gazetesi, 13.09.2011 |
|
POMPEİ VE ROMA'YI ARATMIYOR
Süleyman Demirel Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü tarafından Isparta'nın Yalvaç İlçesi'ndeki Pisidia Antiocheia antik kentinde yürütülen kazı çalışmalarının bu yılki bölümünde son günlere yaklaştı.
Kazı Başkanı SDÜ Arkeoloji Bölüm Başkanı Doç.Dr. Mehmet Özhanlı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, bu yılki kazılarda Vicus Aedilicus Tepesi adı verilen tepede, piskopos sarayı olduğu tahmin edilen bir yapı ile Roma dönemine ait bir villanın gün ışığına çıkarıldığını kaydetti.
Tepedeki yapının içinde kendi kilisesinin olmasının, buranın piskopos sarayı olma ihtimalini güçlendirdiğini vurgulayan Özhanlı, yapının duvar resimleri ve taban döşemelerinin Bizans döneminin metropolü olan Pisidia Antiocheia'nın fresko ve mozaiklerde ne kadar ileri seviyeye ulaştığının göstergesi olduğunu söyledi. Yapının tabanındaki mermer taban kaplamaların Bizans'ın geç döneminde sökülerek kireç ocaklarında eritildiğinin tespit edildiğini anlatan Özhanlı, ''Buna rağmen korunmuş olan duvar resimleri, Pompei stiline yakın bir kalitede karşımıza çıktı'' dedi.
Doç.Dr. Mehmet Özhanlı, yapılan sondaj çalışmalarında rastladıkları Roma dönemi villasının da kentin Hellenistik dönemini belgelemeye yönelik önemli bir buluş olduğuna işaret etti. Özhanlı, şöyle konuştu: ''Roma villasının duvarlarındaki resimler, Roma'daki ya da Pompei'deki duvar resimlerini aratmayacak kalitede işlenmiş. Duvar resimlerinde mavi, turuncu, kırmızı, sarı gibi pek çok renk kullanılmış ve çeşitli geometrik şekillerle bitkiler duvarlara resmedilmiş. Bu da bize Pisidia Antiocheia'nın 7. yüzyıl öncesinde özellikle duvar resimlerinde ileri bir sanat boyutuna ulaşmış olduğunu belgelemekte.''
Doç.Dr. Özhanlı, sondaj çalışmasında Roma villasında açığa çıkan seramikler arasında ithal seramiğin az olduğunu, ancak yerel üretimin yanında, ithal seramiklerin taklitlerine de rastladıklarını kaydetti.
Mehmet Özhanlı, bu yılki kazıların 15 Eylül'de sona ereceğini sözlerine ekledi Akşam, 13.09.2011 |
|
FETİH KAZISI
Kırklareli’nin Demirköy İlçesi'ndeki Fatih
Dökümhanesi’nde sürdürülen kazı çalışmalarının bu
yılki bölümü tamamlandı. Kazı Başkanı ve Mimar Sinan
Güzel Sanatlar Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr.
Nurcan Yazıcı, gazetemize yaptığı açıklamada, Fatih
Dökümhanesi’ndeki mescidin de önümüzdeki yıl restore
edileceğini söyledi. Yazıcı, tesislerin üretim
sistemi ve mescitle ilgili şu bilgileri verdi:
Dökümhanede top üretildiğini kesin olarak
bilemiyoruz. Ancak kesin olarak bildiğimiz bir şey
var. Buradan yarı mamul demir İğneada Limanı
üzerinden İstanbul’a, Tophane-yi Amire’ye
gönderiliyor. Kazı çalışmaları sırasında çok sayıda
yarı mamul demir de çıkıyor. Dökümhane yaklaşık
10.000 metre karelik bir alan. Hafif eğimli bir
yamaç üzerinde, İki farklı düzleme oturan yapılardan
(kalıntıları günümüze ulaşmış) oluşmakta. Üst
düzlemde etrafı surlarla çevrili, tahkim edilmiş bir
alan. Bu üst düzleme, kuzey yönden büyük bir taç
kapı ile girilmekte. Bu kısımda avlu ile avlu
etrafında yaşam ve hizmet birimleri olarak
tanımladığımız mekanlar ve bir de Dökümhane Mescidi
bulunmakta. Yani bu üst kısım Dökümhane
çalışanlarının yaşama alanı. Yönetim yapıları,
konaklama yapıları, hamamı, çeşmesi, mescidi ile bir
yaşam kompleksi. Bu yılki kazılarda avluda da
çalışma yaptık. Avluda Arnavut kaldırımı döşeli yolu
açığa çıkardık. Bu arnavut kaldırımı döşeli yolun
bir aksı da mescide doğru gitmekte. Alt düzlemde ise
üretim alanı bulunmakta. Burada su gücüyle çalışan
metal çarkın bulunduğu bilinen kanal ve demir
ergitme fırınları, depolama birimleri var. Su
gücüyle çalışan metal çark önemli. Çünkü bu demir
ergitme fırınları için gerekli olan enerjiyi
üretiyor. 2011 yılı kazı çalışmalarında bu çarkın
bulunduğu kanalı ve çark parçalarını açığa çıkardık.
Kısaca Dökümhane’nin alt setinde/alt düzleminde
üretimle ilgili donanımlar yer almakta. Dökümhane’de
saydığım bu birimlerin hepsi kalıntı halinde
günümüze ulaşmış.” Türkiye Gazetesi, Haber: Sefa Koyuncu, 13.09.2011 |
|
GANOS DAĞI'NDA ARKEOLOJİK YÜZEY ARAŞTIRMALARI YENİDEN BAŞLADI
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Zeynep Koçel Erdem, Ganos Dağı’nda Arkeolojik Yüzey Araştırmaları’nın yeniden başladığını bildirdi.
Erdem, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 2008 yılından bu yana Tekirdağ Merkez ve Şarköy İlçeleri’nde yürütülen “Tekirdağ Ganos Dağı Arkeolojik Yüzey Araştırması”nın bu yılki çalışmasının başlatıldığını söyledi.
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi öğrencileri ve öğretim görevlilerinden oluşan 8 kişilik bir ekiple çalıştıklarını belirten Erdem, şöyle konuştu: “Yürütülen araştırma, yaklaşık 15 gün sürdürülecek. Bölgenin daha önce araştırılmamış olan Yunan ve Roma devirlerine ilişkin kalıntılarının ve özellikle kırsal yerleşmelerinin saptanmasını hedef alan çalışmada, şimdiye kadar yerleşim ölçeğinden, nekropol alanına, kutsal alandan tekil yapı ve tekil buluntuya dek birbirinden farklı karakterde 150′ye yakın kültür varlığı saptandı. Çalışmada, bölge tarihçesinin tarih öncesi devirlere uzandığı da saptandı. Ayrıca biri Ganos (Işıklar) Dağı’nın zirvesi olan Kartaltepe-Bakacaktepe’de, diğeri ise Şarköy Dolucatepe’de Demir Devri’nden Bizans Devri’ne kadar kullanılmış olduğu belirlenen iki önemli kutsal alan tespit edildi. ”
Erdem, araştırma sırasında saptanan alanlar ve çeşitli buluntuların, bu yıl Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde düzenlenen ve aralarında üç boyutlu fotoğrafların da yer aldığı bir fotoğraf sergisiyle tanıtıldığını kaydederken, çalışmaların önümüzdeki yıllarda da sürdürülmesinin planlandığını söyledi. haberler.com, 12.09.2011 |
|
VAN'DA 5 BİN YILLIK OCAK
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Eskiçağ Tarihi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Erkan Konyar başkanlığında Van Kalesi'nin çevresinde yürütülen kazı çalışmalarında, bölgenin asırlar öncesi sosyal ve kültürel yaşamına ilişkin önemli bulgulara ulaşıldı.
Daha önce Urartu Krallığınca 3 bin yıl önce üretilen savaş arabalarının kalıpları ile 15. ve 16. yüzyıl dönemine ait nadide çanak ve çömleklerin bulunduğu kazı çalışmalarında son olarak seyyar ocak ortaya çıkarıldı.
Yrd. Doç.Dr. Konyar, gazetecilere yaptığı açıklamada, Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstanbul Üniversitesi ile Aygaz Genel Müdürlüğünün desteğiyle yaptıkları Van Kalesi höyük kazılarının bu yılki bölümünün devam ettiğini söyledi.
Arazi çalışmalarına paralel olarak laboratuvar çalışmalarının sürdürüldüğünü ifade eden Konyar, höyüğün günümüzden 5 bin yıl öncesine kadar tarihsel süreci yansıttığını, MÖ 3 bin yıldan bu yana Van'daki mimari mekanları, kullanılan araç-gereçleri ve paraları dönemsel olarak yavaş yavaş ortaya çıkardıklarını kaydetti.
Son günlerdeki en önemli verilerden birinin de günümüzden 5 bin yıl öncesine ait olduğu değerlendirilen seyyar ocak olduğunu ifade eden Konyar, bu tür ocaklara daha önce Elazığ, Malatya ve Erzurum bölgesindeki kazılarda da rastladıklarını bildirdi.
Van'da ilk kez bu türden bir bulguya
rastladıklarını belirten Konyar, ''Bu ocaklar özel
günlerde, özel sunumların, özel yemeklerin yapımı ve
hazırlanışı sırasında kullanılıyordu. Seyyar olarak
taşınabiliyordu. Ocağa ait bir kompleks ortaya
çıkardık. Laboratuvar ortamına taşınan ocak,
işlemlerin ardından Van Müzesi'ne teslim
edilecektir'' diye konuştu. Akşam, 12.09.2011 |
|
BİN 800 YILLIK KUMAŞ KALINTISI BULUNDU
Balıkesir Müzesi arkeologlarından Tarkan Özal ve Kütahya Dumlupınar Üniversitesi 3. sınıf öğrencisi Nuriye Özcan ile sekiz işçi, temmuz ve ağustos arasında yaklaşık bir ay süren kazıda, çok zengin cam, metal ve pişmiş toprak buluntulara rastladı. Tepenin doruğundaki yaklaşık 4 bin yıllık kült alanı olduğu düşünülen kayalığı çeviren dairevi alçak surdan oluşan gözetleme kalesi, eteklerindeki kayalar arasında çatı kiremiti ve döşeme lahit mezarlardan oluşan nekropoliste bu sezon 12 mezar açıldı. Son mezarlardan, taş levhaların Roma beton harcıyla birleştirilmesiyle lahit görünümü verilen ve içinden çıkan gümüş aynayla saç topuzu şişinden Romalı soylu bir kadına ait olduğu anlaşılan mezarda, çok ender rastlanan bir buluntu günışığına çıkarıldı. Mezarın bir köşesinde toplu halde bulunan 24 erken Roma dönemi sikkesinden ikisinin yüzeyinde, bin 800 yıl önce içine koyuldukları kumaş kesenin kalıntılarına rastlandı. Arkeologlarca fotoğraflanan eserler, Balıkesir Müzesi’nde korumaya alındı.
Arkeolog Özal, bu tür kalıntıların ancak çok özel şartlarda günümüze kadar ulaşabildiğini belirterek, “Bu kumaş kalıntılarının sikkeler üstünde bunca zaman korunmasının sırrı, mezarın hava ve su sızdırmayacak şekilde beton harcıyla sıvanması. Kepsut Kalburcu Asartepe Tunç, Demir, Arkaik, Klasik, Hellenistik ve Roma dönemleri buluntularının, 1 metre derinlikte çok yoğun bulunduğu bir yer olması sebebiyle mutlaka akademik düzeyde kazıyı hakediyor.” dedi. Star, 12.09.2011 |
|
TARİHİ KİTAPLAR ÇÖPLÜKTEN ÇIKTI
Konya’da seyyar satıcılık yaparak geçimini sağlayan Mehmet Çelik, evine giderken merkez Meram İlçesi Pirebi Mahallesi’ndeki bir çöplükte ilkokul ders kitapları olduğunu fark etti. Kitapları geri dönüşüm firmalarına satmak için toplamaya başlayan Çelik, kitapların arasında Osmanlıca yazılmış, yaprakları yıpranmış, çok eski kitaplar olduğunu gördü.
Milliyet, 12.09.2011 |
|
150 YILLIK TARİHİ BİNA KÜL OLDU
İstanbul Fatih'te
Murat Efendi Sokak 4 numarada bulunan 3 katlı tarihi
ahşap binada, saat 05.00 sıralarında henüz
belirlenemeyen sebeple yangın çıktı. Kısa sürede
büyüyen alevler 2 numaradaki binaya da sıçradı. İlk
müdahaleyi yapan Fatih İtfaiyesi'nin yetersiz
kalması üzerine olay yerine Şişli ve Beyoğlu
İtfaiyesi'nden de ekipler sevk edildi. Ahşap binanın
çatısından yükselen alevler, Saatçi Yokuşu Softa
Hatip Camii'ni de tehdit etmeye başladı. İtfaiye
ekiplerinin ön ve arka cepheden yaptığı müdahalenin
ardından yangın yaklaşık bir saatte
Sabah, Haber: Barış Sözal, 11.09.2011 |
|
EN 'KEBAP' MÜZE KAPANDI Radikal, Haber: Ömer Erbil, 11.09.2011 |
|
![]() |
CHELSEA'DA ARTIK BİR TÜRK GALERİSİ DE VAR
Maide-Emre Kurttepeli, Aslı-Erkut Soyak ve Mel Doğan’ın sahibi olduğu iki katlı, 1200 metrekarelik galerinin açılışına kalabalık bir davetli topluluğu katıldı.
Radikal, 10.09.2011 |
PAHA BİÇİLMEZ SİLAHLAR
İl Özel İdaresi tarafından bakım onarımı, güçlendirmesi ve restorasyon projesi gerçekleştirilen Topkapı Sarayı Silah Seksiyonu bölümü ziyarete açıldı.
Özel animasyonlar sayesinde silahları ve dönemin kıyafetlerini sanal yeniçeriler tanıtıyor, hazırlanan minyatürlerle ise İmparatorluğun 3 kıta üzerindeki hükümranlığı izlenebiliyor.
Milliyet, Haber: Bünyamin Aygün, 10.09.2011 |
![]() |
|
TARİHİ ARAŞTIRMALARA, TARİHİ BOMBA ENGELİ
İzmir’de, Basmane Altınpark kazıları, Kurtuluş Savaşı döneminden kalma el bombası bulunması üzerine durduruldu.
Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilileri, kazılarda çalışanları tehlikeye atmamak için bu önleme başvurulduğunu ifade etti.
Milliyet Ege, 10.09.2011 |
'YARGI BOTTER HAN'DA İŞGALE SON VERECEK'
2. Abdülhamid’in Bahriye Nazırı Hasan Hüsnü Paşa’dan miras kalan İstiklal Caddesi’ndeki Botter Han’ın işgal edildiği gerekçesiyle yargıya başvuran Tuli Kamhi ve Emine Resa Selbes, yargının işgale son vereceğine inandıklarını belirtti. Kamhi ile Selbes’in avukatı, yaptığı açıklamada Botter Han’ın tapusunun uzun bir hukuki sürecin ardından 2006’da kesinleşen mahkeme kararıyla kendileri adına tescil edildiğine dikkat çekerek, şöyle dedi: |
![]() |
|
CİMCİME SULTAN GÖRKEMİYLE BULUŞUYOR
|
ŞÜPHELİ YANGIN TARİHİ KONAĞI KÜLE ÇEVİRDİ
İstanbul Üsküdar'da iki katlı tarihi konak nedeni belirlenemeyen yangında alev alev yanarak kül oldu. İtfaiyenin iki saat süren söndürme çalışmasına rağmen tamamen yanan tarihi konağı 2 yıl önce yüksek mimar Sinan Genim'in satın aldığı ve bir süre önce eve tinercilerin girmesini engellemek için duvarlarına tuğla ördürttüğü öne sürüldü. Önceki akşam saat 23.30 sıralarında konaktan alevler yükseldiğini gören vatandaşlar durumu itfaiyeye bildirdi. Avrupa yakasından bile rahatça görülen alevlere olay yerine kısa sürede gelen itfaiye erleri müdahale etti. Polis, olayla ilgili soruşturma başlattı. Sabah, Haber: Barış Sözal, 10.09.2011 |
|
MEKAN MI KÜLTÜRDEN ÇIKAR YOKSA KÜLTÜR MÜ MEKANDAN?
2001 yılından itibaren her 2 yılda bir düzenlenen Uluslararası Kültür Araştırmaları Sempozyumu'nun 6.sı bu yıl, "Mekan ve Kültür" teması ile Kadir Has Üniversitesi ve Türkiye Kültür Araştırmaları Derneği ortaklığında Kadir Has Üniversitesi Cibali Kampüsü'nde gerçekleştirildi.
8-10 Eylül tarihlerinde 3 gün boyunca sürecek ve
Türkiye'de mekan ve kültür alanında yaptıkları
çalışmalarla tanınan birçok araştırmacı ve
akademisyenin yanı sıra, antropoloji, kültürel
coğrafya ve sosyoloji gibi disiplinlerde mekan
çalışmalarının yönünü belirleyen Edward Soja, Setha
Low, Ayşe Öncü gibi önemli akademisyenler ile yazar
Mıgırdiç Margosyan'ı konuşmacı olarak ağırlayacak
sempozyum, 8 Eylül Perşembe günü, birbirinden ilginç
ve önemli oturumlarla başladı.
Günümüzde mekansallaşmayan olgu olmadığını
söyleyen Low, kültürün mekan oluşturma ve mekanı
dönüştürmedeki etkisi üzerine konuşmasını sürdürdü.
Mekanın insanların gündelik aktiviteleri ile
oluştuğunu dile getiren Low, New York City'de
araştırma yaptığı Moore Street Market örneği
üzerinden konuyu derinleştirdi. Latin Amerikalı
göçmenlerin mekanı olarak ortaya çıkan Moore Street
Market'ın tamamiyle Latin kültürüne, aile yapısına
ve ilişkilerine göre şekillendiğini vurguladı. Daha
pek çok örnekle konuşmasını zenginleştiren Setha
Low'in sunuşu, tartışmanın açılması ile son buldu. Arkitera, 09.09.2011 |
|
|
İNSANLIĞIN İLK TÜRÜ BULUNDU
Yaklaşık iki milyon yıl önce Güney Afrika'da yaşamış olan "maymun adamların", insanlığın ilk türü olduğu düşünülen Homo erectus'tan bugünkü Homosapien'lere evrilme sürecinin kayıp halkası olabileceği öne sürüldü.
O dönemden
kalan iki iskelet üzerinde yapılan
yoğun çalışmalarda, söz konusu insanların bugünkü
insanla anatomik açıdan benzerlik taşıdığı
keşfedildi. Milliyet, 09.09.2011 |
'ÇİNGENE KIZI' BUGÜN RESMEN ZİYARETÇİ ÖNÜNDE Gaziantep’te eski Tekel içki
fabrikasının yerine kurulan ve
sergilenen yaklaşık 1700 metrekarelik
mozaik ile dünyanın en büyük mozaik
müzesi konumuna gelen ‘Zeugma Mozaik
Müzesi’nin resmi açılışı, bugün Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan’ın katılacağı
törenle yapılacak. Gaziantep Büyükşehir Belediyesi tarafından
2008 yılının nisan ayında inşasına başlanan
müze, toplam 50-55 milyon dolarlık yatırımla
tamamlandı. Müzede, Nizip İlçesi'nde Fırat
Nehri kıyısında yer alan Zeugma antik
kentinden çıkarılarak, şu ana kadar
restorasyon ve konservasyonu tamamlanan
yaklaşık 1700 metrekarelik mozaik,
ziyaretçilerin izlenimine sunuluyor. Zeugma Mozaik Müzesi, dünyanın en büyük
mozaik müzesi kabul edilen Tunus’taki Bardo
Müzesi’nin bu unvanını da elinden aldı.
Toplam 30 bin metrekarelik kapalı alanda
kurulan müzede, 3 kattan oluşan yaklaşık 7
bin 75 metrekarelik sergi salonları
bulunuyor. Bodrum katta hamam mozaikleri ve
MS 1. yüzyıla ait ünlü savaş tanrısı Mars
heykeli, giriş katta Fırat kenarındaki
villalarda bulunan mozaikler yer alıyor.
Kazılarda çıkarılan Poseidon ve Euphrates
ikiz villaları, mozaikler, duvar resimleri,
çeşmeler, sütunlar ve duvarlar orijinal
pozisyonlarında ve kazıda ele geçtiği
boyutları ile yerlerine yerleştirilmiş
durumda. İkinci katın birinci bölümünde ‘Çingene Kız’ olarak adlandırılan ve simge haline dönüşen Mainad mozaiği için yapılan özel oda dikkat çekiyor. Labirent şeklinde dizayn edilen odanın duvarında, kaçakçılar tarafından büyük oranda tahrip edilen Mainad mozaiği yer alıyor. İkinci katta, Doğu Roma dönemi kilise mozaiklerinin yanı sıra MS 6. yüzyıla kadar devam eden mozaikler sergileniyor. Müzenin birçok bölümünde eski eser kaçakçıları ve define avcılarının mozaiklere verdiği zararın boyutları da vurgulanıyor. “Dionysos’un Düğünü” mozaiğinde olduğu gibi çalınan bölümün fotoğrafları, eksik olan kısma yansıtılarak parçalarının bugüne kadar bulunmadığına dikkat çekiliyor. 18 Temmuz’da ziyarete açılan müzeye, yerli turistin yanı sıra İtalyan, Fransız, Alman ve Japon turistler büyük ilgi gösteriyor. Hürriyet, 09.09.2011
“Oğlum bunun gibi lahitlerden birinde altın bulmuşlar bizim köyün aşağısında. Benim amcaoğlu gözüyle görmüş...” dedi birisi. Dönüp baktım. İki kafadar dünyanın en büyük mozaik müzesini incelemeye gelmişler ama öncesinde bahçedeki lahiti inceleyerek “lahit muhabbeti” yapmadan edemiyorlar.
Milliyet, Haber: Mehmet Tez, 11.09.2011
9 Eylül’de Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan’ın açılışını
gerçekleştirdiği müzeyi
ilk gün bin 288 kişi 5 lira giriş
ücreti ödeyerek gezdi.
Milliyet, Haber: Ahmet Kaya, 13.09.2011 |
|
OSMANLI SANATI PARİS'E TAŞINIYOR
Osmanlı sanat eserleri Paris’e taşınıyor. Sotheby’s Paris, tarafından düzenlenecek bir sergi, Jean Jacques François Riviére’in 1697 tarihli ‘Türk Kıyafetlerinde Bir Figür’ ve Melchior Lorichs’in ‘Kanuni Sultan Süleyman’ın Portresi’ adlı eserleri yer alıyor. Gümüş işi, seramik, dokuma, hat ve Turqueries sanatlarının seçkin örnekleri de serginin kapsamında.
Sotheby’s Paris’ten Edward Gibbs sergiyi “Osmanlı İmparatorluğu döneminde üretilmiş olan sanat eserlerinin en başarılı örneklerini görme fırsatı sunan” bir etkinlik olarak nitelendiriyor. Radikal, 08.09.2011 |
|
SAVAŞ YOK, ENFLASYON VAR
Kazı Başkanı Prof.Dr. Haluk Abbasoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 1946′da Ordinaryüs Prof.Dr. Arif Müfid Mansel tarafından başlatılan kazılara Prof.Dr. Jale İnan tarafından devam edildiğini, 1985′ten sonra da kazılara kendisinin başkanlık ettiğini belirtti.
Bu sezon kazıların 2 Ağustosta başladığını, 15 Eylülde sona ereceğini ifade eden Abbasoğlu, ”Perge, Türkiye’de Türk arkeologların klasik arkeoloji alanında yaptığı en uzun soluklu Türk kazısı. Bundan onur duyuyoruz. 65 yıllık çalışmada şehrin yüzde 20-25′i gün yüzüne çıkarıldı. Bunlar şehrin önemli yapılarıydı. İki hamam, şehrin kapıları, agora, sütunlu cadde, üç çeşme, evlerin bir kısmı gibi birçok temel yapı ortaya çıkarıldı” dedi.
Antik kentteki sütunlu caddedeki çalışmalarla ilgili bilgi veren Abbasoğlu, caddedeki sütunları ayağa kaldırma çalışmalarına bu yıl da devam edildiğini kaydetti.
Prof.Dr. Abbasoğlu, 6 yıl önce başlatılan ”Bir sütun da sen dik” kampanyasıyla şimdiye kadar 96 sütunu ayağa kaldırdıklarını söyledi.
Bu yıl turizm rehberlerinin bağışladığı parayla 25 sütunu ayağa kaldırdıklarını bildiren Abbasoğlu, sütunları ayağa kaldırmak için Roma çağında kullanılan orijinal mermerleri Marmara Adası’ndan getirttiklerini, bunların Afyonkarahisar’da işlenerek Perge’ye yerleştirildiğini belirtti.
Bir sütunun bin 200-bin 300 liraya mal olduğuna dikkati çeken Haluk Abbasoğlu, yüzde 85 malzemesi orijinal olan Demetrios Apollonios Zafer Takı’nın ayağa kaldırılmasının ise 2012′ye kaldığını kaydetti.
Yeni açılan sütunlu caddede bir yazıt bulduklarını, bir çeşme yapısına ait tanrı figürü bulduklarını, bir heykel kaidesi, Eros heykeline ait bir kaidenin gün ışığına çıkarıldığını kaydeden Haluk Abbasoğlu, şöyle konuştu: ”Perge’de 200′ün üzerinde heykel çıktı ve Antalya Müzesi’nde sergilenen heykellerin hemen hepsi Perge’den. Perge büyük olasılıkla heykel atölyesinin olduğu bir yer. Lahit atölyesi olduğuyla ilgili bir arkadaşımız doktora tezi hazırlıyor. Burada heykeltıraşlık ve lahit atölyesi olduğunu kabul ediyoruz. O yıllarda Marmara Adası’ndan gelen ve burada işlenen lahitler var. Son işlemeler burada yapılıyor. Lahdin teknesi Atina’dan geliyor, üst kapağı burada işleniyor.”
Perge’de kemik işleme atölyesi olma ihtimalinin yüksek olduğunu bildiren Abbasoğlu, kazılarda kemik iğnelere sık rastlandığını söyledi.
”Yaptığımız iskelet araştırmalarında savaş izi yok. Pergeliler barış ve huzur içinde yaşamışlar” diyen Abbasoğlu, Pergelilerin MS sonra 1. yüzyıldan 3. yüzyıla kadar hiç savaşmadığını kaydetti.
Antik kentteki kazılarda erken döneme ait mezarlarda ceza işaretlerine rastladıklarını ifade eden Abbasoğlu, şöyle devam etti: ”Mezarda diyor ki ‘Şu mezarı ben kendim, karım, çocuklarım için yaptırdım. Kim bu mezara izinsiz gömü yaparsa, şehir hazinesine 500 denarius ceza verecek’. Bu MS 1. yüzyılda. MS 3. yüzyıla gittiğimiz zaman bu ceza 25 bin-50 bin denariusa (Roma gümüş para birimi) kadar çıkıyor. Neden? Cezalar artmıyor, enflasyon var. Paranın değeri azalıyor, fakirlik var. Gümüş sikke yerini bronz sikkeye bırakıyor.”
Enflasyonun yaşam biçimine de yansıdığını kaydeden Abbasoğlu, MS 1. yüzyıldan sonraki çanakların çok kaliteli hamurdan yapıldığını, bunun da orada yaşayan insanların et, balık türü kuru gıdalar tükettiğinin göstergesi olduğunu ifade etti.
3. yüzyıldan sonra çanak çömleğin hamurunun kalitesizleşmeye başladığını, ayrıca çukurlaşmaya başladığını bildiren Abbasoğlu, ”Demek ki çorba, bulamaç türü şeyler tüketmişler. Bunu mimaride de görüyoruz” dedi.
Perge’deki antropolojik çalışmalarla ilgili bilgi veren Haluk Abbasoğlu, birçok iskelette Akdeniz anemisine rastlandığını belirtti.
İskeletlerden birinin şakağında da tümöre rastlandığını söyleyen Abbasoğlu, ”Kazılarda frenginin de içinde yer aldığı treponemal hastalıklar bünyesinde yer alan bejel isimli bir hastalığa da rastlandı” diye konuştu.
Kültür varlıklarının korunması ve gün yüzüne çıkarılmasının çok hassas ve maliyetli olduğunu belirten Abbasoğlu, kaynak yetersizliğine dikkati çekerek, iş adamlarını kültür varlıklarına sahip çıkmaya çağırdı. Akşam, 08.09.2011 |
|
TARİHE SAYGISIZLIK
1124-1132 yılları arasında hüküm süren Abu'lMuzafferüddin Gazi tarafından yaptırılmıştır. Tek büyük bir kubbe ile örtülen mescid geleneksel Türk mimarisinin özelliklerini taşır. Erzurum Gazetesi, Haber: Soner İstanbullu, 08.09.2011 |
|
|
AMASYA'DA 7 BİN YILLIK 'AİLE MEZARLIĞI'
Amasya Müzesi’nde yeni yapılan düzenlemelerle, 7 bin yıllık yumurta şeklindeki çömlek mezarlar sergilenmeye başlandı. Müze Müdürü Celal Özdemir, 2007’de Doğantepe beldesindeki kurtarma kazısında bulunan ‘aile mezarlığının’ Amasya bölgesi için önemli olduğunu belirtti.
Yaklaşık 110 santimetrelik iki ayrı küp içinde iki yetişkin ve iki çocuğun mezarlarına ulaşıldığını söyleyen Özdemir, bilimsel arkeolojik bir kazıda küp içinde ele geçirilen, neolitik döneme ait bu mezarların özellikle Karadeniz ve Amasya için bir ilk olduğunun altını çizdi.
Buluntuların Amasya’nın iskan tarihinin neolitik çağa kadar uzandığının bir göstergesi olduğunu belirten Özdemir, 7 bin yıllık aile mezarlığının ziyaretçileri beklediğini de sözlerine ekledi. Habertürk, 08.09.2011 |
LYMIRA ANTİK KENTİNİN KAZI ÇALIŞMALARI SÜRÜYOR
Finike İlçesi'ndeki kazı çalışmaları süren Limyra antik kentinin topoğrafyasının araştırıldığı bildirildi.
Limyra Antik Kenti Kazı 2. Başkanı ve İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Zeynep Kuban, Aa muhabirine yaptığı açıklamada, 42 yıldır süren kazı çalışmaları kapsamında antik kent topoğrafyası araştırmasının yapılacağını söyledi.
Kazı çalışmalarında milattan önce 4. yüzyıla ait kalıntılar bulduklarını belirten Kuban, topoğrafyanın araştırılmasında, bulunan kalıntıların önemli rol oynadığına dikkati çekti. Uzun süredir yapılan kazıların antik kentin sosyal yaşamına ait bilgilere ulaşmaya yeterli olmadığını anlatan Kuban, doğu ve batı kenti olarak ikiye ayrılan bölgede kazı çalışmaları yaptıklarını kaydetti.
Verilerin topoğrafya bilgileri açısından önemli olduğunu ifade eden Kuban, batı kapısındaki kazı çalışmalarının antik kentin gelişimi ve planlamasına ait bilgilerin ortaya çıkarılmasına yardımcı olacağını vurguladı.
Kazı çalışması yürütülen alanlarda çevre kirliği olduğuna işaret eden Kuban, bu kirliliğin kazı faaliyetlerine olumsuz etkileri olduğunu ve çalışma süresi içinde kazı yapmak yerine, bir haftayı aşan çöp toplama işlemleriyle meşgul olduklarını anlattı. haberler.com, 08.09.2011 |
|
TOPLU MEZARLARIN SIRRI LABORATUARDA ÇÖZÜLECEK
Zonguldak’ın Çaycuma İlçesi'nin Filyos beldesindeki Tieion antik kentinde bu sezon tamamlanan kazı çalışmalarında bulunan, veba salgınından ölen kişilere ait olduğu tahmin edilen mezardaki kemikler, Karabük Üniversitesi laboratuvarında inceleniyor.
Filyos’ta 40 işçi, 25 öğrenci ve 10 uzman ile Roma dönemine ait tapınak ve Bizans kilisesinin yanı sıra Roma dönemine ait 2 bin 500 kişilik antik tiyatroda bu yıl 5 Temmuzdan itibaren süren kazılarda sezon tamamlandı.
Karabük Üniversitesi Arkeoloji Bölümü ve Kazı Ekibi Başkanı Prof.Dr. Sümer Atasoy, AA muhabirine yaptığı açıklamada, çalışmaları kapsamında MS 10. yüzyıla ait kilisenin etrafında toplu mezarlar bulduklarını, Bizans döneminde veba salgını nedeniyle toplu ölümlerin yaşandığını tahmin ettiklerini söyledi.
Karabük Üniversitesi laboratuvarında 4-5 kişinin bulunduğu mezarlardaki kemiklerin incelendiğini ifade eden Prof.Dr. Atasoy, şunları kaydetti: ”Bizans döneminde veba salgınından toplu ölümler yaşanmış. Ancak yılını tam olarak belirleyemedik. Bunun için kemikleri üniversitenin laboratuvarına gönderdik. Aralık ayına kadar sonuçları alacağız. Böylece insanların yaşadığı dönemi ve hangi hastalıktan öldüğünü tespit edeceğiz. Bizim tahminimize göre ölüm nedeni veba. Tarihte yaşanan bu tarz salgınlarda hayatını kaybedenler acele şekilde toplu gömülerek üzerine kireç tabakası örtülüyor. Salgın sırasında zaman olmadığından cesetler toplu defnediliyor. Çocuğuna sarılmış kadın ile hamile bir kadının da yer aldığı toplu mezarlardaki cenazelerin dönemini belirleyerek yayınlayacağız. Hazırlayacağımız kitapta bu bölüm önemli yer tutacak.”
Kilisenin yanındaki Roma tapınağında da kazı yaptıklarını belirten Atasoy, ”Tapınak tahminimizden daha büyük boyutta çıktı. Sütunları restore edilip ayağa kaldırılabilirse eser ortaya çıkacaktır. Tapınağın bulunduğu kalenin içinde yaptığımız başka bir kazı da MÖ 6. yüzyıl ilk yerleşime ait kale duvarları tespit ettik” diye konuştu.
Prof.Dr. Atasoy, kentte yaptıkları kazılarda hayvan kemikleri de bulduklarına işaret ederek, şunları söyledi: ”Orta Doğu Teknik Üniversitesinin laboratuvarında bu kemikler inceleniyor. Antik kentte inek, tavuk, domuz ve köpek gibi hayvanlar beslenmiş. Yapılan incelemelerde yerleşim yerinin hayvan ve bitki örtüsü varlığını tespit ediyoruz. İnsanların besleme alışkanlıkları hakkında bilgi sahibi olmamız açısından bunlar önemli. Buradan ilginç şeyler çıkıyor. Beklediğimizden daha önemli ve büyük bir kent. Ancak ne yazık ki istediğimiz kadar hızlı çalışamıyoruz. Kamulaştırma gereken çok sayıda alan var. Kazılara daha fazla zaman ayrılması için ödenek de gerekli.”
Antik tiyatrodaki kazılarda kırılmış yazıtlar bulduklarını, uzmanların bunları birleştirmeye çalıştığını belirten Atasoy, ”MS 1. ve 2. yüzyılda buraya Roma imparatorları çok para yardımı yapmışlar. Yollar, köprüler ve su kemerleri inşa edilmiş. Yazıtlarda bunların izlerini bulacağız. Antik kentte 40 kilometre uzaktan getirilen Roma devrine ait su yolunun ortaya çıkarılması da gerekli” dedi.
Prof.Dr. Atasoy, haritacılarının antik kentin planının çıkarılmasına yönelik çalıştığını, böylece yerleşim yerinin yayılımının görülebileceğini kaydetti.
-TİEİON ANTİK KENTİ- Zonguldak’ın kuzeydoğusunda sahil kenti Filyos’taki Tieion Antik Kenti, Tios adlı rahibin öderliğindeki Miletos kolonisince kurulmuş. Tarih boyunca Herakleia Pontika (Ereğli) ve Amastris’in (Amasra) gölgesinde kalan kent, çeşitli krallıklara bağlı varlığını sürdürmüş.
Romalılar tarafından yıkılıp yağma edilen kent, daha sonra yeniden inşa edilerek Roma eyaletlerine bağlı ticaret ve balıkçı bölgesi olarak varlığına devam etmiş. Bölge, sonraki dönemlerde balıkçı kasabasına dönüşmüş.
19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yabancı araştırmacılar ve seyyahlarca araştırmalar yapılan antik kentte 2006′da başlatılan kazı çalışmalarının Karadeniz ve Küçük Asya tarihi ile arkeolojisine ışık tutması bekleniyor. Zaman, 07.09.2011 |
|
MİLET ANTİK KENTİ KAZILARINDA LİMAN KAPISI BULUNDU
Alman Arkeoloji Enstitüsünce sürdürülen ve Alman Bochum Üniversitesi'nde görevli Prof.Dr. Wolkmar Von Greve’nin kazı başkanlığını yürütülen Didim İlçesi sınırları içerisinde yer alan Milet antik kenti kazı çalışmalarında Liman Kapısı bulundu. Milet antik kenti içerisinde yer alan ve Humeyn tepe olarak adlandırılan bölgede yapılan kazı çalışmalarında Kentte var olduğu bilinen 4 Liman kapısından biri kentin kuzeydoğusunda yapılan kazılarda ortaya çıkarıldı.
Humeyn tepe bölgesinde 5 haftadır 17 kişilik ekiple sürdürülen kazı çalışmalarında Kentin Kuzeydoğu bölgesinde yer alan Liman Kapısı bulundu. Kazı çalışmalarında Jeofizik çalışmaların da yapıldığı görülürken, Kapı’nın yanı sıra duvar kalıntıları ile su kanalları da bulunduğu görüldü. Kazı çalışmalarının 1 hafta daha süreceği bildirildi.
Kazı çalışmalarının yerinde inceleyen Didim Turizm Altyapı Hizmet Birliği Başkanı Salih Bankoğlu ve Didim Kültür Mirası Koruma Derneği Başkanı Mustafa Şentürk kazıda görevli arkeologlarında kazı çalışmaları hakkında bilgi aldı.
Kazı çalışmalarını değerlendiren Didim Turizm Altyapı Hizmet Birliği Başkanı Salih Bankoğlu Didim’in tarihi ve kültürel yönüyle dünyada örneği olmayan bir yer olduğunu söylerken “Maalesef bölgemizde antik yerler ve ören yerleri yeterince ortaya çıkarılamıyor. Bizler DİTAB olarak hem ülke genelinde hem de Dünya genelinde tanıtım çalışmalarımızı sürdürüyoruz fakat görülüyor ki yer altında hazineler yatıyor. Bunlar en kısa sürede ortaya çıkarılıp, gelecek kuşaklara aktarılmalı.”dedi.
Bankoğlu, Alman Arkeoloji Enstitüsünce 100 yıldır sürdürülen kazı çalışmalarını yetersiz olduğunu savunarak, “Bu bölgelerde 1-2 aylık kazı çalışmalarıyla bu işler olmaz; bunlar oylama taktiği gibi görünüyor. Bu kazıları yapanlarla yapılan sözleşmeler yeniden gözden geçirilmeli. Ülkemizde kazı anlamında birçok bilim adamı mevcut; Türk bilim adamlarımızda bu kazıları yapabilir. Türkiye’de bilim adamları bu kazıları yaptığında gerekli ilgi ve destek de sağlanabilir. Küçük ve dar imkanlarla bu işlerde verim almak çok zor” diye konuştu.
Didim Kültür Mirası Koruma Derneği Başkanı Mustafa Şentürk ise, her yıl 1-2 aylık dönemlerde yapılan kazı çalışmalarının yetersiz olduğunu ifade ederek, “Burası dünyanın en önemli kentlerinden biri fakat 100 yıldır kazı çalışması yapılıyor ama sonuç ortada; Bu yerler bir an önce Turizme kazandırılmalı. Bunun için de gerekli tüm destek sağlanmalı” şeklinde konuştu.
Milet antik kentinin eski bir liman kenti olduğunu da hatırlatan Şentürk “Bu kente 4 liman mevcut ve biri daha gün yüzüne çıkarıldı. Bizim burayla ilgili bir projemiz var. Bu proje bu kentin denize bağlanması; Hazırlanacak projeyle Denizin kanallarla bu kentte bağlanması. Ayrıca yine kanallar aracılığıyla bu kentin Bafa gölüne bağlanması. Bu çalışma turist anlamında bu bölgede sirkülasyonu arttıracaktır ve tarihi yeniden canlandıracaktır. Sembolikte olsa gelen turistlerin kanallarla bu bölgeye taşınması ülke ve Didim turizmine bir potansiyel aktaracaktır. Bu projeyi Kültür ve Turizm Bakanımızla görüşerek anlatmayı planlıyoruz” dedi.
Didim Turizm Altyapı Hizmet Birliği Başkanı Salih Bankoğlu i, hazırlanacak projenin Antik kent çevresindeki esnafa ve Didim esnafına da katkı sağlayacağını dile getirerek, “Bu bölgede ayrıca çeşitli eksikliklerde mevcut; bunlarda biri ulaşım diğeri de elektrik. antik kentin ışıklandırmaya ihtiyacı var. Bu bölgenin daha temiz hale getirilmesi gerekiyor. Bu anlamda herkesete buna sahip çıkmalı. Gerek belediye, gerek mahalli idareler gerekse Bakanlık anlamında herkesin yapıcı çalışmaları içerisinde olması lazım” diye konuştu. Haber 3, 07.09.2011 |
|
ÜSKÜP'TEKİ BİR OSMANLI ESERİ DAHA TARİHİ HÜVİYETİNE BÜRÜNDÜ
Üsküp'ün merkezinde bulunan 600 yıllık İshak Bey Camii, şanlı Osmanlı tarihine yakışır hale getirildi. Caminin çevre düzenlemesi ve bahçe duvarını yaptıran Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, sadece Bursa'da değil Balkanlar'daki ecdat yadigarı eserlerin de gelecek kuşaklara aktarılması için çalışmalarının sürdüğünü söyledi.
Bursa Büyükşehir Belediyesi, Balkanlar'da hayata geçirdiği tarihi ve kültürel miras çalışmalarına Makedonya'nın başkenti Üsküp'ün merkezindeki İshak Bey Camii'ni de ekledi. Üsküp'ü fetheden Bursalı komutan Yiğit Paşa'nın oğlu İshak Bey tarafından yaptırılan ve 1438 yılında ibadete açılan İshak Bey Camii'nin bahçe duvarı ve çevre düzenlemesi Bursa Büyükşehir Belediyesi'nin katkılarıyla yapıldı. İslam Birliği ve Üsküp Çayır Belediyesi'nin de işbirliğiyle hayata geçirilen çalışma ile yaklaşık 600 yıllık cami, Osmanlı tarihine yakışır hale getirildi.
Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, Üsküp gezisi sırasında El Hilal Yardımlaşma Teşkilatı Başkanı ve Üsküp Milletvekili Behicüddin Şehabi, Üsküp Müftüsü İbrahim Şabani ve Çayır Belediye Başkanı İzzet Meciti ile birlikte İshak Bey Camii'ni ziyaret etti. Balkanların Osmanlı tarihi açısından büyük önem taşıdığını dile getiren Başkan Altepe, Üsküp'ün İstanbul'dan 62 yıl önce fethedildiğini kaydetti. Bu yüzden Üsküp'ün Osmanlı dönemi ilk eserleri bakımından zengin bir kent olduğunu dile getiren Başkan Altepe, şu bilgileri verdi: "Burada Alaca Camii olarak da anılan bu eser Üsküp'ü fetheden Bursalı komutan Yiğit Paşa'nın oğlu İshak Bey tarafından yaptırılmış. Ecdat yadigarı bu eserleri ayağa kaldırarak, kültürümüzü bu bölgede de en iyi şekilde yaşatmayı hedefliyoruz. Bu camide çeşitli dönemlerde düzenleme çalışmaları yapılmış. Biz de en önemli eksiklik olan drenaj kanallarının yenilenmesi, bahçe duvarının yapılması ve çevre düzenini tamamladık. Bu çalışmada bize katkı veren Çayır Belediyesi ve İslam Birliği'ne teşekkür ediyorum." Çayır Belediye Başkanı İzzet Meciti ise kendilerine destek olan Recep Altepe'ye Üsküp halkı adına teşekkür etti. Zaman, 07.09.2011 |
|
ÖZTÜRK ZEYTİNLİADA KAZISINI ANLATTI
Balıkesir'in Erdek İlçesi'ndeki Zeytinliada'da süren arkeolojik kazı çalışmalarıyla ilgili kazı ekibi başkanı, Erzurum Atatürk Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Nurettin Öztürk bilgilendirme toplantısı yaptı. Erzurum Gazetesi, 06.09.2011 |
![]() |
|
TÜRKİYE, 'MERMER ÇOCUK BAŞI'NI GERİ İSTİYOR
Türkiye, İngiltere’nin önde gelen kültür kurumlarından Victoria ve Albert Müzesi ile temasa geçerek yüzyılı aşkın süre önce Anadolu’dan Londra’ya kaçırılan mermerden oyma bir çocuk başını istedi.
Müze yetkilileri, başvuruyu değerlendirmeye aldıklarını açıkladı.
Independent gazetesi, İngiltere ile Yunanistan arasında anlaşmazlık konusu olan Partenon Mermerleri gibi, şimdi Türkiye ile de Sidamara Lahiti’nden kopartılan ve bir teoriye göre aşk tanrısı Eros’a ait olduğu düşünülen çocuk başının sorun çıkartabileceğini yazdı. Gazete, 1700 yıllık Sidamara Lahiti’nin bu türdeki arkeoloji eserleri arasında en nadide örneklerinden biri olarak bilindiğini aktardı. 1879 yılında zamanın İngiltere Konsolosu ve arkeolog Sir Charles Wilson tarafından Konya’nın Ereğli İlçesi yakınlarında yapılan bir kazıda bulunan lahitin, şu an mermerden çocuk başı eksik halde, İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergilendığı belirtildi.
Independent, mermer başı lahitten kopartan konsolosun, eserin bütününü bir başka zaman taşımayı planlayıp, mezarın üstünü yine toprakla örttüğünü aktardı. Eski konsolosun torunları tarafından daha sonra Victoria ve Albert Müzesi’ne bağışlanan kıvırcık saçlı çocuk başının Londra’daki Victoria ve Albert Müzesi deposunda saklandığı kaydedildi. Independent’e konuşan Londra’daki Türk turizm yetkilisi Tolga Tüylüoğlu, Türkiye hükümetinin Victoria ve Albert ile geçen yıl irtibata geçtiğini, fakat şimdiye değin mermer oymanın İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne iadesinde başarılı olamadıklarını söyledi. Independent’a konuşan İngiliz müze yetkilileri, Türkiye’nin başvurusunu ciddiyetle değerlendirdiklerini bildirdi. Hürriyet, Haber: İhsan Dörtkardeş, 06.09.2011 |
5 BİN YILLIK BALIKÇI KENTİ İASOS GÖZ KAMAŞTIRIYOR
Buradaki arkeolojik tabakalar üst üste olduğu için buraya gelen ziyaretçiler eserlerin hangi dönemlere ait olduğunu bilmiyor. Hazırlanan projeyle farklı dönemlere ait unsurlar farklı renklerle ziyaretçilere gösterilecek. Amacımız çok önemli bir konumda bulunan İasos Antik Kenti'ni tüm dünyaya tanıtmak ve bölgenin turizmden gereken payı almasını sağlamak. Çünkü burada bütün dönemlerin izlerini bulmak mümkün. Özellikle agorada tabaka tabaka Yunan, Roma, Bizans döneminden izleri görebiliyoruz. Agorada restorasyon yaptıktan sonra burada yapacağımız gezi parkuruyla ziyaretçilerin dikkatini çekmek istiyoruz." Türkiye Gazetesi, 06.09.2011 |
|
"NEMRUT İÇİN BİLİMİN IŞIĞINDA KARAR VERECEĞİZ"
Anadolu Ajansını ziyaretinde yaptığı açıklamada, Nemrut'taki heykellerin korunmasına ilişkin tartışmalara değindi.
Ertuğrul Günay, 2 bin 200 metre yükseklikte, dünyada eşi benzeri olmayan, eşsiz bir tarih parçası Nemrut heykellerinin, zaman içinde ve iklim koşullarının acımasızlığı karşısında çok ciddi yıpranmalar yaşadığını, depremler ve doğal afetlerle heykellerin kaidelerinden düştüğünü söyledi.
Nemrut dağında kış ve yaz ısı farklarının 40 derecenin üzerinde olduğunu, kış aylarındaki rüzgarlar, kum fırtınalarının heykellerin aşınmasına neden olduğunu anlatan Günay, göreve başladığında, heykellerin korunması için ODTÜ ile yapılmış bir ön anlaşma bulunduğunu hatırlattı. Bakan Günay, şu bilgiyi verdi: ''4 yıl geçti, çok ikna olduğum bir
koruma projesi henüz oluşamadı. Heykellerin içine
buzlanma nedeniyle çatlamaları önleyici bazı
maddeler şırınga etmek, böylece çatlamayı
yavaşlatmak, durdurmak gibi bazı arayışlar var, ama
altını çizerek söylüyorum: Bunlar henüz arayışlar.
Bilimsel olarak önümüzdeki yıllarda hangi sonuçları
vereceği çok belli değil. Çünkü geçmiş yıllarda
yapılan koruma önlemlerinin zaman içinde faydalı
olmadığı, eserlere zarar verebileceği ortaya
çıkmış.'' ''Heykellerin, yerinde cam, ahşap, branda
çadır gibi önlemlerle korunması'' şeklinde
öneriler geldiğini belirten Günay, şunları kaydetti:
''Nemrut'ta 2 bin 200 metre dağın
tepesinde, sabitlemeden herhangi bir önlem almak
mümkün değil, ama birinci derece arkeolojik alan
olduğu için sabitlemek de mümkün değil. Yani beton
dökerek, temel kazarak bir koruma önlemi
alamazsınız. Beton dökerek, temel kazarak koruma
önlemi almadığınız zaman da ne yapsanız, çadır,
branda, naylon, ahşap hepsi uçar gider. O yüzden
konuyu çok bilen ve içselleştirmiş arkadaşlarımla
konuşmayı tercih ediyorum. Çünkü insanlar gelişi
güzel, bilmeden eleştirebiliyorlar. Ama rehberler
geçen gün destek verdiler. Çok önem verdiğim ve
güvendiğim arkeologlar destek veriyorlar. Ben de zaten konunun ilgililerinden
birisi olarak 'kesin olarak böyle yapacağız'
demiyorum. Ama bir yeni proje aramamız gerekiyor.
Bunun için elbette ciddi bir bilimsel danışma
yapacağız ve elbette bilimin ışığında karar
vereceğiz. Bütün yüz ifadeleri gitmiş durumda, lime
lime dökülüyor. Benim içim acıyor. İtiraf ediyorum
ki, 4-5 yıldır ikna olduğum bir koruyucu önlem
almadık. 'Arkeolojik eserler yerinde korunur' diye
bir tez var. Yapılar yerinde korunur, ama bunlar
heykel sonuçta, kaide üzerinde heykel. Arkeolojik
eserlerin tümü, taşınabilir parçalar da yerinde
korunabiliyorsa bu kadar arkeoloji müzesi niye var
dünyada. Demek ki müzelere de bazı eserler
kaldırılıyor. Bu heykeller kaldırılır, onların
taklidi yapılmaz, bire bir bugünkü haliyle replikası
yapılır. Onlar bırakılır 20-25 yılda bir onlar
değiştirilebilir ve yine yakın çevrede Nemrut'un
cazibesini azaltmayacak bir yerde bir müze
yapılabilir. Müze yarışmalı bir müze olur. Yani ciddi
bir proje yarışmasından çıkan bir müze olur ve biz
de dünyadaki bu eşsiz eserlerimizi geleceğe, bin
yıllara taşımanın yolunu buluruz. Aksi halde ciddi
bir afet, ciddi bir kış fırtınası, ciddi bir yaz kış
farkı bu heykellerden birisinin ortadan yarılmasına
sebep olabilir.'' Yassıada demokrasi merkezi
Ertuğrul Günay, şöyle devam etti: ''27 Mayıs felaketinin üzerinden 50 yılı aşkın zaman geçti. Türkiye aslında tarihiyle,demokrasi tarihindeki bu ayıplarla yüzleşmekte geç bile kaldı. 51. yılında biz böyle bir adım atabildik. Yassıada'nın yanı sıra zaman içinde 12 Mart'ın da 12 Eylül'ün de bu acılı mekanlarının bir biçimde ibret müzesi, demokrasi tarihinin Türkiye'deki sorunlu sayfalarını anlatacak ibret müzesi haline gelmesini sağlamaya çalışacağız.''
Günay, Yassıada ile ilgili bu yıl içinde fikir projesinin tamamlanmasını, gelecek yıl da projenin uygulamaya geçmesinin planlandığını söyledi. Cumhuriyet, 06.09.2011 |
|
BAKANDAN 'MÜZE' OPERASYONU
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Türkiye’de müzeciliğin Avrupa standartlarına ulaşması için başlattıkları bir dizi çalışmayı anlattı. Kamu kurumlarına kayıtlı görünen 100 koleksiyon tablosunu hala bulamadıklarından yakınan Günay, “Sinema, hat ve kitap müzesi” projeleri hakkında bilgi verdi.
Müzelerin yıllarca ihmale uğradığını, geçmiş
yıllarda tarumar edildiğini dile getiren Günay,
“Orijinal diye alınan baskı tezhip eserler var.
Asıllar fotokopi, fotokopiler asıl sanılmış”
dedi. Günay, şöyle devam etti: “Resim Heykel Müzesi yeni haliyle açılana kadar her hafta gittim. 100 civarında esere henüz ulaşamadık, hala arıyorum. Bunların kayıtları var, ama nerede oldukları belli değil. MİT, Başbakanlık, TÜİK gibi kurumlardan tabloları topladık. Depolardan çıkartılan eserlerle birlikte sergilenen resim ve heykel sayısı 300’den 800’e çıktı.
Resim Heykel Müzesi’nin deposunun camında tel bile yoktu. Birisi elini camdan uzatıp, resim rulolarını alabilecek durumdaydı. Şimdi çelik tel yapıldı. Sergi mekanları 2 katına çıkartıldı. Kermes gibi etkinliklere son verildi. Onlar için müzeden ayrı mekan yaratıldı. Sadece burada değil, tüm müzelerde ciddi bir sayım yapıldı. Ufak tefek hırsızlıklar var, ama hiçbiri Uşak Müzesi’ndeki gibi büyük değil.
Bakanlık görevine geldiğimde ilk iş, müze depolarına giderdim. Buraların kapılarının hiç açılmadığını görürdüm. Koku ve nemden içeri girilmezdi. Buralara çekidüzen verildi. Her gittiğim yerde depolara gittiğim için şimdi tüm depolar çok düzenli.
Eşi Fatoş Güney’in Yılmaz Güney Müzesi talebi var. Biz özel müzelere izin veriyoruz, isterse özel müze kurabilir. Ama tek başına bir müze kurmak yerine bir sinema müzesi kurulmasından yanayız. Yılmaz Güney’den Ayhan Işık’a kadar herkes olur. Ben büyük bir hat ve kitap müzesi kurulmasından yanayım.
Diyarbakır Cezaevi henüz boşaltılmadı. Yeni cezaevi yapılana kadar bizim yapacak bir şeyimiz yok. Ben burada ibret müzesi yapmak istiyorum. Onun dışındaki mekanları değerlendiririz. Mesela İçkale’de, eski sıkıyönetim komutanlığının olduğu yerde bir müze yapıyoruz. Burası Türkiye’nin en büyük müzelerinden biri olacak. Ancak diğer mekanlar için cezaevinin boşaltılması gerekiyor.”
Günay, Louvre Müzesi’nde Ayasofya’nın bahçesindeki 2’nci Selim Türbesi ile Sevr Müzesi’ndeki 3’üncü Murat Türbesi’nden çalınan İznik Çinileri için Fransa hükümeti nezdinde girişimde bulunacaklarını açıkladı. Günay, alt kısmı Perge’de üst kısmı ABD’de bir müzede olan Herakles Heykeli’ni de talep ettiklerini söyledi. Günay, yakın dönemde Almanya’dan Hitit Baltası’nı getirdiklerini belirtti. Hürriyet, Haber: Nuray Babacan, 06.09.2011 |
|
SÜREYYA PAŞA'NIN KEMİKLERİ SIZLIYOR
Radkal, Haber: Mine Tuduk, 06.09.2011 |
|
ŞEHZADELER BU AĞAÇTA UYUDU
Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Gazi'nin salıncağının asıldığı bin 200 yıllık Mızık çamı, 23 yıldır
İlçe merkezine 2
Muhtar
Anıt Sabah, 06.09.2011 |
![]() |
DİREKLİ MAĞARASI'NDAKİ KAZI ÇALIŞMALARI
Kahramanmaraş’ın merkeze bağlı Döngel Köyü'nde bulunan Direkli Mağarası’nda arkeolojik çalışmaların bu yılki bölümünün tamamlandığı bildirildi.
Kazı Başkanı Gazi Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç Dr. Cevdet Merih Erek, Aa muhabirine yaptığı açıklamada, 17 kişilik ekibin katıldığı kazı çalışmalarının 75 gün sürdüğünü belirtti.
Bu yıl özellikle mağara içerisinde kaçak kazı duvarlarında çalışma yaptıklarını kaydeden Erek, “Yontma Taş devrine ait yaşam izlerini belirledik. Elde ettiğimiz bulguları Kahramanmaraş Müzesi’nde yer alan bölümde muhafaza ediyoruz” dedi.
Direkli Mağarası’nın şu anda Türkiye’deki tek mağara kazısı olduğunu belirten Erek, yapılan çalışmalar doğrultusunda eski dönemlere ait bulgulara ulaşmayı planladıklarını ifade etti.
Erek, arkeolojik kazıların çok yavaş ilerlediğini ve Direkli’de daha uzun yıllar çalışma yapılacağını sözlerine ekledi. haberler.com, 05.09.2011 |
|
ALMAN İMPARATORUN ANITINA YENİ YER ARANIYOR
Eski Almanya Fahri Konsolosu ve Akdeniz Türk-Alman İşadamları Derneği Başkanı Teyfik Kısacık, ilçede bulunan ve duble yol çalışması nedeniyle görünmeyen bir noktada kalan anıtın daha uygun bir yere taşınması için çalışmalara başladı.
Bu kapsamda Silifke ve Taşucu belediyelerinin Almanya'daki kentler ile kardeşlik koordinasyonunu sağlayan Nejdet Polat ile anıtı inceleyen Kısacık, çalışmalar hakkında AA muhabirine açıklama yaptı.
Almanya'nın eski Ankara Büyükelçisi Eckart Cuntz ile 2006'nın Kasım ayında Barbarossa'nın anıtını ziyaret ettiklerini belirten Kısacık, Roma-Germen İmparatoru Frederik Barbarossa'nın ülkesinde sakalının kızıla çalması nedeniyle ''Kızıl Sakal'' olarak bilindiğini, Almanya'da ilköğretim seviyesindeki okullarda tarih dersinde çocuklara anlatıldığını söyledi.
Selçuklu Sultanı II. Kılıç Arslan ile barış
içinde serbest geçiş için bir anlaşma yapan
Barbarossa'nın, III. Haçlı Seferi'nde Filistin'e
giderken, Göksu Nehri'nde boğulduğunu ifade eden
Kısacak, ''Yapılan anlaşma kapsamında 3 bini tam
zırhlı toplam 15 bin askeriyle ülkesinden 11 Mayıs
1189'da çıkan Barbarossa, 10 Haziran 1190 tarihinde
ulaştığı Silifke'deki Göksu Nehri'ni geçerken
üzerindeki zırhların ağırlığı nedeniyle 67 yaşında
boğuldu'' dedi. ''İlk olarak 1996 yılında Almanya'nın Adana Fahri
konsolosu olduğumda anıtı ziyaret etmiştim. O zaman
üzerindeki yazıları silinen anıtın tahrip edildiğini
gördüm. Bunun üzerine Silifke Belediye Başkanıyla
görüşüp anıtı mermerden yeniden aynı yerinde
yaptırdık. Ünlü Roma-Germen İmparatoru'nun Göksu
Nehri'nde boğulduğu yerin şu anda anıtının bulunduğu
bölgeye yakın olduğu düşünülüyor. Burası Alman
turistler tarafından da ziyaret edilmektedir.''
Büyükelçilikten de kendisini arayarak ''anıtın daha uygun bir yere taşınması konusunda'' çalışma yapmasını rica ettiklerini anlatan Kısacık, şunları kaydetti: ''Yaptığım bu ziyarette söz konusu anıtın yoldan hiçbir şekilde görünmediğini tespit ettim. Beraber inceleme yaptığımız Polat'ın, durumu bildirdiği Silifke Belediye Başkanı ise söz konusu alanın karayollarının sorumluluk sahasında olduğunu belirterek, yapabilecekleri bir şey olmadığını söyledi. Burada yapılacak en uygun çalışma büyükelçilik ve karayollarının ortak bir proje geliştirerek, Silifke Belediyesi'nin yardımıyla bu anıtın belirlenecek en uygun yere yeniden yapılmasıdır.
Almanlar için tarihte çok önemli bir yere sahip olan Barbarossa'nın anıtının uygun bir yere yeniden yaptırmak yüzyıllardır süren Türk-Alman dostluğu açısından da önem taşıyor. Anıt şu anda bulunduğu yerden yaklaşık 300 metre aşağıda Göksu Nehri'ni de gören bir yere taşınabilir. Biz yer tespitini yaptık ve bu konudaki girişimlerimizi sürdüreceğiz. Çalışma Silifke Belediyesinin Almanya'daki kardeş şehri Hassloch ve Taşucu Belediyesi'nin kardeş şehri Bergkamen belediyelerinin işbirliğinde de olabilir. Böylelikle belediyeler arasındaki kardeşlik ilişkileri daha da gelişir.'' Akşam, 05.09.2011 |
|
'URARTU OKULU'NUN KÜÇÜK ARKEOLOGLARI
Kazı başkanı ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Eskiçağ Tarihi Ana bilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Erkan Konyar, gazetecilere yaptığı açıklamada, Kültür ve Turizm Bakanlığı adına yürütülen Van Kalesi höyüğü kazı çalışmalarının devam ettiğini söyledi.
Kazı çalışmasına paralel olarak ”Urartu Okulu Arkeoloji Atölyesi” projesini geliştirdiklerini bildiren Yrd. Doç.Dr. Konyar, şöyle konuştu: ”Burada Van kentinin kuruluş yıllarından gönümüze kadar olan tarihsel süreci 9-10 yaş grubundaki öğrencilere interaktif olarak vermeye çalışıyoruz. Çocuklara barkovizyon gösterisiyle bölge tarihi anlatılıyor. Daha sonra uygulama alanlarımız var. Bu uygulama alanında çocuklar kazı yapma imkanı buluyor. Daha sonra gerçek kazı alanına yönlendiriyoruz. Burada da konunun uzmanı kişilerle görüşüp çalışmalar hakkında bilgi alıyorlar. Dolayısıyla bu çerçevede bir bütün olarak düşündüğümüzde esas amacımız çocuklarda koruma bilincini geliştirmektir.”
Proje süresinin 10 gün olduğunu ifade eden Konyar, gelecek yıl kazı çalışmalarının başlamasıyla projenin yeniden uygulanacağını söyledi.
Çocuklara eğitim veren arkeolog Gülay Sert de yaklaşık 20 yıldır çocuklara arkeoloji eğitimi üzerine çalıştıklarını belirterek, şöyle konuştu: ”Zengin kültür varlığına sahip bir ülkemiz var. Bunları korumak, ortaya çıkarmak kadar önemli. Korumak sadece üstünü örtmek ya da doğal koşullardan korumak değildir, sevgiyle ve bilgiyle korumaktır. Bundan dolayı Van’da çocuklara kültür bilgisi aşılamak için böyle bir proje başlattık. Çocuklarda kültür varlıklarına karşı duyarlılık kazandırmaya çalışıyoruz. Bu proje destek görürse gelecekte öğretmenlere yönelik böyle bir çalışma başlatmayı planlıyoruz. Çünkü bir öğretmeni bu konuda eğittiğinizde onun bütün meslek yaşantısını bu bilgiyle donatmış oluyorsunuz. Daha sonra kamu çalışanlarına yönelik bir çalışmamız olacak. Şimdi proje sadece Van merkezi kapsıyor. Gelecekte bu proje kapsamında ilçelerdeki ve köylerdeki çocuklara da ulaşmayı hedefliyoruz.”
Kazı alanını gezen İki Nisan İlköğretim Okulu öğrencisi Yasin Karan ise projede yer almaktan mutluluk duyduğunu belirterek, ”Van’ın eski kültürünü öğrendik. Eski dönemde insanların hangi durumlarda, nasıl evlerde, nasıl yaşadıkları konusunda bilgi sahibi olduk” dedi. Akşam, 05.09.2011 |
|
KIBLESİ EN DÜZGÜN CAMİİ HANGİSİ?
Elektronik cihazlara meraklı olan profesör bir arkadaşım, namaz kılmak için uğradığı camilerde vakti olursa kıblenin uygun olup olmadığını da zaman zaman kontrol eder. Hatta cami görevlileri ile bu bilgiyi paylaştığı olur.
Bazı camilerin kıblesinde makul sınırları zorlayacak ölçüde kıble sapmaları olduğunu tespit ettiğini de sohbetlerimiz sırasında kimi zaman bize aktarır.
Fakat bugün sizlerle paylaşmak istediğim asıl konu, kıble tespiti olayından hareketle, geçtiğimiz ramazan ayında yaşanan tartışmalardan biri konusunda aydınlatıcı bir bilgi sunmak...
Profesör dostumuz bayram ziyareti için gittiği bir ilçede namaz kılmak için mola verince, her zamanki gibi merak saikiyle kıblenin durumuna da bakar. Kıblenin yeterince düzgün olmadığını görür.
Bu bilgiyi cami görevlileri ile paylaştığında, “kıble işinde bu kadar hassas olduğuna göre, geçtiğimiz ramazan ayının akıllarda kalan en polemik oluşturan konuları arasında yer alan imsak saati ve sabah namazı vakti konusunda da herhalde bilgisi vardır” düşüncesiyle, söz arasında bu mevzuyu da sormuşlar kendisine...
Onlara verdiği cevabı önemsediğim için bugün sizlerle de paylaşmak istedim.
Profesör dostumuz çıkarmış elindeki cihazı, daha önce ziyaret ettiği ve kıble tespiti yaptığı camilerden kaydettiği görüntülerle örnekler vermiş. Hatta Haziran ayında gittiği Umre ziyareti sırasında merak saikiyle baktığı Medine’deki Peygamber Mescidi kıblesinde, Edirne Selimiye’de bile hafif eğim olduğuna dair resimler göstermiş. Teknolojik destekle kıble tespiti yapılan son dönemde inşa edilen camilerde yüzde 100 isabet tutturulurken, eski camilerden bazılarında az da olsa eğim olduğunu söylemiş. “Gezdiğim camiler arasında kıblesi en düzgün olanın Ankara’daki Kocatepe Camii olduğunu gördüm. Demek ki kıble tespitinde teknoloji işin işine girince hata payı da giderek minimize oluyor. Bu nedenle, ilgili kurumlara teknolojik imkanların elverdiği ölçüde hassas ölçümlerle namaz vakitleri ve ramazan hilalinin ne zaman görüleceği konusunda hesaplar yaptıran Diyanet’in bu yöndeki açıklamalarına da itimat etmek lazım. O günün koşulları içinde bakıldığında Selimiye’nin kıblesinde yüzde 1 sapma ile kıble meselesi belki halledilebiliyordu ama, teknolojinin şimdiki imkanlarıyla internet başında 3-5 yaşındaki çocuklar bile, dünyanın herhangi bir noktasının Kabe doğrultusunda kıblesini yüzde 100 isabetle tespit edebiliyorlar. Namaz vakitlerinin tespitinin de teknolojinin imkan verdiği bu tür hassas ölçüler ışığında yapılmış olacağına itimat etmek lazım.”
Binlerce yıl sonra ay veya güneşin hangi saatler arasında tutulacağını, bunun dünyanın hangi bölgelerinden izlenebileceği bilgisini yüzde 100 isabetle bir veri olarak bizlere aktarabilen, binlerce ışık yılı uzaktaki bir göktaşının dünyaya ne kadar mesafeden geçeceği bilgisini ayrıntılı verebilen bilimin, dünyamızın en yakınındaki gök cismi durumundaki Ay’ın hareketlerini bizleri tatmin edici düzeyde veremeyeceğini düşünmek çok sağlıklı olmaz.
Kanaat-i acizanemce şahsen ben, orucun farz kılınmasıyla ilgili ayette geçen “femen şehide minkümüş şehre felyesumhu” yani, “Kim bu aya şahit olursa, kesinlikle o, oruç tutsun” fermani sübhanisinde ki “şahit olma” olayının da, bu tür teknolojik hesaplamaların işaret ettiği şekliyle değerlendirilebileceğini, bu tür tespitlerin de ilmen duruma şahit ve muttali olmak anlamına gelebileceğini... ışık ve atık kirliliğinin semaya egemen olduğu bu zamanda, gözler yukarıda, tepe bayır gezerek ay peşinden illa ki koşuşturmak gerekmediğini düşünüyorum.
Namaz açısından sorun oluşturmamakla birlikte, eski büyük camilerimizin bazısında bile kıblede yüzde 100 isabet tutturulamazken, işin içine teknolojik saptamanın girdiği camilerdeki yüzde 100 isabet olayının, bilimin imkanlarından ibadet saatlerini belirlemede daha çok yararlanma ve bu sonuçlara itimat etmede çok da tereddüt etmeme konusunda yardımcı olacağını düşünüyorum. Diyanet’e bu konuda güvenilmesi gerektiği inancındayım. Yeni veriler ışığında düzeltilmesi gereken bir nokta olduğunu düşündüklerinde de bundan sarfı nazar etmeyecekleri kanaatindeyim. Tabi ki herşeyin doğrusunu Allah bilir... Haber 7, Yazı: Osman Özsoy, Prof., 05.09.2011 |
|
ROMA'NIN TARİHİ ESERLERİNE SALDIRI
Saldırıların ilkinde Navona Meydanı'ndaki (Piazza Navona) fıskıyeli bir havuzu süsleyen mermer heykel hedef alındı.
Güvenlik kameraları, bir erkeğin meydandaki çeşmeyi süsleyen heykele tekrar tekrar vurarak başının iki yanındaki iki parça mermeri kırıp aldığını kaydetti.
Yetkililerin en önemli tesellisi Mağripli Çeşmesi'nde (Fontana del Moro) vandalizme hedef olan heykelin, büyük değer taşımasına rağmen, 200 yıl kadar önce yapılmış bir kopya olması.
16. yüzyılda Giacomo della Porta tarafından yapılan ve çeşmeyi süsleyen orijinal heykeller ise bir müzede korunuyor.
Bu saldırıdan bir kaç saat sonra, kentin simgelerinden Trevi Çeşmesi'ne bir taş fırlatıldı, ancak taş çeşmeyi süsleyen heykellere isabet etmedi.
Yetkililer iki saldırının aynı kişi tarafından düzenlenmiş olabileceğini düşünüyor. Olay yerine hemen polis kuvvetlerinin sevkedildiğini, ancak onlar ulaşana dek saldırganların kaçtığını belirtiyorlar.
Polis daha sonra Amerikalı bir öğrenciyi mermer parçaları koparmak üzere Kolezyum'un duvarlarına tırmanırken yakaladıklarını duyurdu.
Bu kişinin mermer parçalarını anı olarak ülkesine götürmek istediği belirtildi. Bu olayın diğer iki saldırıyla ilgisi olup olmadığı bilinmiyor.
Roma'nın tarih ve sanat mirası son yıllarda yeni nesil vandalların saldırısı altında.
Vandallar adlarını 1500 yıl önce kenti ele geçirip yakıp yıkan ve tarihi mirasını tahrip eden işgalci ordulardan alıyor.
Son aylardaki saldırılarda, bundan 2.000 yıl önce Roma'ya götürülen bir obelisk de (dikilitaş) graffitilerle kaplandı.
Yetkililer bu gibi saldırıları önlemek için Roma'nın merkezine 1.200 güvenlik kamerası yerleştirdi ve polis devriyelerini sıklaştırdı.
Ancak kentin her gün on binlerce turist ağırladığı ve hükümetin bütçede kesintiye gittiği bir ortamda bu gibi saldırılarla mücadele etmek bir hayli güç. BBC, 05.09.2011 |
|
8 BİN 500 YILLIK PARMAK İZİ BULUNDU
Heyetin 2005 yılından bu yana Yeşilova Höyüğü'nde kazı yaptığını ve günümüzden 8 bin 500 yıl öncesine ait bulgular elde ettiğini hatırlatan Derin, ''Her yıl yeni bilgiler elde ediyoruz, toprağın örttüğü gizli kalmış bir kültürü ortaya çıkarmaya çalışıyoruz'' dedi.
Neolitik döneme ait bir alanı kazdıklarını anlatan Derin, şunları kaydetti: ''O döneme ait birçok çanak çömlekle karşılaştık. Nasıl yaptıklarını öğrendik. Büyük kil topakları bulduk. Büyük bir yangın olmuş ve orada yaşayanlar bölgeyi terk etmişler. Kazıyı yaptığımızda o günün fotoğrafını görüyoruz. Bulgularımız arasında törensel kaplar yani törenlerde kullandıkları kaplar da var. Belki de ilk kez günümüzden 8 bin 500 yıl öncesine dayanan aydınlatma gereçlerine ulaştık. O dönemde aydınlatma için ateş kullanılıyor ve hayvansal yağlardan faydalanılıyor. Kilden yaptıkları bu aydınlatma gereçlerine hayvansal yağ koyup fitille tutuşturuyorlardı. İlk kandillere ulaştık. Aydınlatma için bir takım gereçleri kullandıkları anlaşılıyor. O dönemden sonra kandiller yoğun olarak kullanılıyordu. Aydınlatmada kandilin kullanımına o dönemde ilk kez rastlıyoruz.''
Kazılar sırasında rastladıkları törensel kapların insan ve hayvan şeklinde olabildiğini de söyleyen Derin, özel kapların hayvan şeklinde dizayn edildiğini, özellikle boğa figürlerine rastladıklarını kaydetti.
Boğa figürünün o dönemde erkeği, cinsel gücü ve üremeyi simgelediğini ifade eden Derin, ''Boğa burada bir kült oluşturuyor. Çünkü anaerkil olduğu düşünülen bir toplumun ataerkil yapıya sahip olduğunu gösteriyor. Boğa, erkeği, üremeyi simgeliyor. Bizim için bu bulgu da önemli. Her yerde bu figürü kullanmıyorlar. Daha çok özel kaplar olarak karşımıza çıkıyorlar'' diye konuştu.
Kazılarda elde edilen bir başka önemli bulgunun ise ''günümüzden 8 bin 500 yıl öncesine ait parmak izleri'' olduğunu söyleyen Zafer Derin, şunları anlattı: ''8 bin 500 yıl öncesine ait toplumdakilerin hazırladığı kil topakları bulduk. Yani çanak çömlek için hazırlamış, katkı maddeleri koyup kil yoğurmuşlar ve topak haline getirmişler. Topaktan alıp çanak çömlek haline getireceklerdi.
Büyük yangın ile buranın sonu gelince o topakları bırakıp gitmek zorunda kalmışlar. Bu topaklar Yeşilova'nın bir üretim yeri olduğunu göstermesi açısından önemli. Bir açıdan daha çok önemli, bu topakları yoğuranlar parmak izlerini bırakmışlar. Bazı yerlerde bu parmak izleri çok belirgin halde kalmış. Bize gönderdikleri geçmişten gelen bir haber veya mektup gibi. En azından birkaç kişinin bu topağı yoğurduğu belli. Kil topaklarını kadınlar hazırlarken belli ki minik eller de dokunmuş. Çünkü çocuk ya da çocuklar da bastırarak topağın üstünde parmak izi bırakmışlar.''
Zafer Derin, daha önce herhangi bir kazıda kil üzerinde parmak izine rastlamadığını, kazıya ait bulguları müzelere teslim ettiklerini belirterek, Bornova Belediyesi'nin alanda bina inşa edeceğini, binadaki geçici sergilerde de bulguların sergilenebileceğini sözlerine ekledi. Ntvmsnbc, 05.09.2011 |
|
DEPOLARDAKİ 196 BİN ESER YENİ MÜZE BEKLİYOR
İzmir Kültür ve Turizm İl Müdürü Abdülaziz Ediz, kentte bir mega müze inşa edilmesinin uzun süredir gündemde olduğunu hatırlattı.
Söz konusu müzenin İzmir'e yakışır, zengin kültürel varlıkların sergilenebileceği, bugünkü teknoloji ile donatılmış, kenti anlatacak mimaride olması gerektiğini belirten Ediz, müze hizmete girdiğinde, sergilenecek eser sıkıntısı çekilmeyeceğini söyledi.
Ediz, İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin müze konusunda çalışmaları olduğunu ifade ederek, şu bilgileri verdi: ''Ege Medeniyetler Müzesi veya Mega Müze olarak adlandırılan müzenin yapılması yönündeki çalışmalar devam ediyor. Öyle bir müze binası yapılmalı ki İzmir ile bütünleşmeli, kentin simgesi olmalı. İnsanların rahat gezebileceği, gerektiğinde dinleneceği ortam oluşması gerekir. Hem yerel yönetimin hem de Bakanlığımızın gündeminde bu konu var. Alan çalışmasıyla ilgili yerel yönetimin çalışmaları var. Kadifekale'nin altı, Agora'nın üstü müze için uygun bir yer. Sondaj çalışmaları sonucunda alanın müze için uygun olup olmadığına karar verilecek. Bakanlığın bu çalışmalara sonuna kadar desteği var.''
İzmir'in başlı başına bir açık hava müzesi olduğunu, Efes, Bergama, Teos gibi uzun yıllardır devam eden kazı alanlarında yüzlerce eserin sergilendiğini hatırlatan Ediz, şöyle devam etti: ''Kazı alanlarının dışında İzmir'deki müzelerde 12 bin 448 eser sergileniyor. Depolarda bekleyen eser sayısı ise 196 bin 588. Zaman zaman geçici vitrinlerle kazılarda çıkan eserleri ziyaretçilere açıyoruz. Arkeoloji Müzesi'nde İzmir'in tarihini 8 bin 500 yıl öncesine götüren Yeşilova Höyüğü'nden çıkan eserleri geçici olarak sergiledik.''
Abdülaziz Ediz, Avrupa'da sadece müze görmek için gidilen yerler olduğuna dikkat çekerek, ''Sadece müze yapmak için veya depolarda bekleyen eserlerin sergilenmesi için müze yapılmamalı. Mimarisiyle, konumuyla, içeriği ile cazibe merkezi oluşturulmalı'' dedi. Ntvmsnbc, 05.09.2011 |
|
SİT ALANLARININ KADERİ
Özyanık, korunan alanların, doğa korumanın en önemli araçlardan olduğunu belirterek, kağıt üstünde koruma bölgesi ilan ederek koruma yapılamayacağına dikkati çekti. Koruma alanlarına ilişkin envanterinin çıkarılması, risk unsurlarının analiz edilmesi ve bölgedeki insan faaliyetlerinin yönetilmesi gerektiğini anlatan Özyanık, korunan alanlarda etkin yönetim yapılmasının zorunlu olduğunu söyledi.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığının teşkilat ve görevlerine ilişkin yayımlanan Kanun Hükmünde Kararname ile korunan alanların tespit ve ilanı sürecinde tek yetkili olarak Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğünün görevlendirildiğini hatırlatan Özyanık, daha önce bir alan için farklı birimler tarafından birden çok koruma statüsü kararı verilebildiği söyledi.
Özyanık, Türkiye'de şu anda
özel çevre koruma bölgeleri, doğal sit alanları,
milli parklar, tabiat parkları, yaban hayatı koruma
sahaları, sulak alanlar, tabiatı koruma alanları,
tabiat varlıkları ve tabiat anıtları gibi resmi
koruma statüsü taşıyan alanlar bulunduğuna dikkati
çekerek, ''Artık bütün koruma alanlarının yönetimini
tekleştireceğiz. Aynı kurallar geçerli olacak, ama
yönetim tek elden yapılacak'' dedi.
Doğal sit alanlarının Kültür ve Turizm
Bakanlığından, Tabiat Varlıklarını Koruma Genel
Müdürlüğüne devri için 6 aylık süre olduğuna işaret
eden Özyanık, şöyle konuştu:''Bu süre içinde
vatandaşın sıkıntıya düşmemesi için başvuruları
cevaplandırmaya devam edeceğiz. Kültür ve Turizm
Bakanlığı bu süre içinde dosyalarını tanzim edecek.
Bu alanlar için alınmış mahkeme kararlarının yanı
sıra devam eden hukuki süreçler de var. Bu sürede
biz de doğal sit alanlarıyla ilgili bir envanter
oluşturacağız. Böylece doğal sit alanlarının
biyolojik çeşitliliğini ortaya çıkaracağız, peyzaj
bütünlüğünü görmeye çalışacağız, o bölgedeki doğal
değerlerle ilgili risk unsurlarını belirleyeceğiz.''
Vatandaşlar, daha önce aynı koruma alanı için birden
fazla yerden görüş ya da izin alıyordu. Özellikle
doğal sit alanlarındaki kırsal yerleşimlerde fiziki
müdahale yasağı nedeniyle insanlar kapalı yollarını
açamıyorlardı, ölülerini gömemiyorlardı. Doğal sit
alanlarıyla ilgili tüm bu problemler ortaya çıkacak
ve biz bu problemleri vatandaşın lehine olduğu kadar
doğal korumaya zarar vermeyecek şekilde çözeceğiz.
Bir taraftan vatandaşın, yöre halkının
beklentilerini dikkate alacağız ama bir yandan doğal
dengenin bozulmamasını sağlayacağız.'' ''Son dönemde internet sitelerinde 'doğal sit alanları alınır, satılır' diye ilanlar görüyoruz. İnsan kullanımına kapalı ya da kısıtlı alanların alamı ve satımıyla ilgili bir sektörün oluşması bizim açımızdan çok büyük bir risk. Kamuoyundaki yanlış bilgilerin bunu tetikleyeceğinden endişeliyiz. Art niyetli insanlar 'doğal sit alanı, özel çevre koruma bölgesi kalkacakmış' diyerek kullanımı kısıtlanan veya kullanımı yasaklanan arazileri çok yüksek bedellerle vatandaşlara satabilirler. Vatandaşlarımızın bu konuda çok duyarlı olması lazım. Gerek doğal sitler gerekse de özel çevre koruma bölgeleri için alınan karar ve planlar aynen geçerlidir. Doğal sit alanlarında izinsiz müdahale yasaktır ve bu korunma için çok önemli bir zırhtır. Bunu aynen muhafaza ediyoruz.'' Doğal sit alanlarının altyapı ihtiyaçlarını karşılamak için yatırım programı geliştireceklerini de ifade eden Özyanık, doğal sit alanlarının kanalizasyon, atık su tesisi, çöplerin toplanması konularındaki sorunlarını da çözeceklerini vurguladı. Ntvmsnbc, 05.09.2011
Tabiat Varlıkları Genel Müdür Vekili Ahmet Özyanık, sit envanteri çıkartılması konusunun toplumda yanlış anlaşıldığını savunarak, “bu alanlar kaldırılmayacak, tam tersi daha sıkı korunacak” açıklaması bulundu...
Özel Çevre Koruma Kurumu’nun yerine yeni kurulan
Tabiat Varlıkları Genel Müdürlüğü çatısına
alınmasının ardından yeniden düzenlenmesi düşünülen
sit alanlarının yerinde incelenip, envanterinin
çıkarılmasının yanlış anlaşıldığı bildirildi. Tabiat
Varlıkları Genel Müdür Vekili
Ahmet Özyanık, doğal
sitlerin korunmasıyla
ilgili eski yasanın muhafaza edildiğine dikkat
çekip, “İddia edildiği gibi sit alanları
kaldırılmayıp, daha sıkı korunuracak” dedi. Milliyet Ege, Haber: Mustafa Sarıipek, 09.09.2011 |
|
RESTORASYON AYIBINDAN DÖNÜLDÜ, MİHRAP VE MİNBER YERİNE KONULDU
Çeşme'nin Alaçatı beldesindeki Pazaryeri Camii'ndeki restorasyon ayıbından dönüldü. Zamanla yıpranan İzmir'in tarihi Pazaryeri Camii, CHP'li Alaçatı Belediyesi tarafından 2 milyon TL'ye restore ettirilmişti. Ancak camiye giden cemaat, içeride cami yerine kiliseyle karşılaştı. Zira, Osmanlı döneminde kiliseden camiye çevrilen mekan, restorasyon adı altında kiliseye döndürülmüştü. Kilise döneminden kalma tasvir, figür ve heykelcikler ile adak yeri gün yüzüne çıkarılmış, ancak bir cami için vazgeçilmez olan minber, kürsü ve müezzin mahfili kaldırılmıştı. Musalla taşı ve şadırvan da ortalarda yoktu. Zaman'ın konuyu gündeme getirmesiyle İzmir Müftülüğü, skandalı rapor etti. Çareyi de camiye geçici minber koymakta bulmuştu.
İzmir Valisi Mustafa Cahit Kıraç'ın el koymasıyla sorun çözüldü. Onarımlar sonunda kiliseye benzeyen tarihi Pazaryeri Camii'ndeki eksikler şimdi bir bir gideriliyor. Daha önce 'restorasyon projesinde yok' denilerek reddedilen mihrap, minber ve kürsü yerine yerleştirildi. Kiliseye özgü unsurların üzerine ise perde gerildi. Cami cemaati de yeniden ibadet için mekanı doldurmaya başladı. Konuyu yakından takip eden AKP İzmir İl Genel Meclisi Üyesi Arif Barata, caminin yarım kalan restorasyonunun tamamlanması gerektiğine dikkat çekiyor. Caminin asli unsurları mihrap, minber, kürsü, şadırvan, musalla taşı gibi bölümlerinin yer almadığı restorasyon projesini onaylayan İzmir 1 No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nu eleştiren Barata, böyle bir projenin onaylanmasının düşündürücü olduğunu söylüyor. Restorasyonun bu haliyle eksik olduğunu vurgulayan Barata, "Hala çok eksik var. Mihrap bölümünün tekrar restore edilmesi gerekiyor. Abdest alınacak şadırvanın tekrar yapılması, musalla taşının da yerine konulması lazım. Cami içindeki kilise figürlerinin görünmemesi için konulan perdeler daha modern ve sistemli yapılmalı. Cami kiliseden döndürüldüğü için zemini düz değil. Orta kısım doldurularak, cemaatin rahat namaz kılması sağlanmalı. Restorasyondan sonra basamak haline getirilen mahfil de eski haline çevrilmeli." diyor. Zaman Haber: Mustafa Yüksel, 05.09.2011 |
|
KORUMA ALTINA ALINAN BİNA, ŞEHİR ÇÖPLÜĞÜNE DÖNDÜ
Bazı inşaat firmaları tarafından tonlarca hafriyat dökülen bölgenin görüntüsü, şehir çöplüğünü aratmıyor. Şehrin ortasında ucube bir görünüm arz eden alanın hafriyat ve ev eşyasından oluşan çöplerle doldurulması, vatandaşların tepkisini çekiyor. Pazarcı Yılmaz Hoyur, yetkililerden soruna çözüm bulmasını istiyor. Hoyur, "Tarihi eserdir, 'sahip çıkın' dediler yıkmadılar. Büyük hafriyat kamyonları park eder gibi yaparak gelip lavuar alanına hafriyat döküyor. Kimse sesini çıkarmıyor." diyor. 30 yıldır esnaflık yapan Muhammet Yazıcı da yetkililerin duyarsızlığına tepkili: "Sabah işyerime giderken baktım ki her taraf çöp, hafriyat yığını olmuş. Bayramda dökülmüş çoğu. Belediye bunlara bakmıyor mu? Şehrin ortasında bu kadar pislik yazıktır. Yetkililer buna bir çare bulsun. Ya yolu kapatsın ya da kim döküyorsa tespit etsin."
Türkiye Taşkömürü Kurumu Genel Müdürlüğü, 2005'te tesisin, kurumun ihtiyacına cevap vermediği gerekçesiyle yıkımına karar verdi, 16 Ağustos 2006'da da merkez lavuarının sökümüne başlandı. Ancak Mimarlar Odası Zonguldak Temsilciliği, 26 Eylül 2006'da tesisin tarihi niteliği bulunduğu gerekçesiyle Karabük Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'na müracaat etti. Bunun üzerine çalışmalar durduruldu. Lavuarda incelemelerde bulunan koruma kurulu, cumhuriyet döneminin ilk sanayi yapılarından biri olan lavuarın oy çokluğuyla koruma altına alınmasına karar verdi. Ancak aradan geçen 5 yılda metruk binaya bir çivi bile çakılmadı. Üstüne üstlük koruma altındaki lavuar, tinercilerin mekanı oldu. Geçtiğimiz hafta, herhangi bir güvenlik önleminin alınmadığı lavuardaki silolardan birine düşen Mesut Karaoğlu (24) adlı genç, boğularak hayatını kaybetti. Zaman, Haber: Abdullah Karabacak, 05.09.2011 |
|
KADİFEKALE KAZILARINDA TARİHİ CAMİ ORTAYA ÇIKTI
İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından yürütülen Kadifekale sur duvarları restorasyon çalışmalarına destek kazılarında, Kale Camii olarak tanımlanan yapı tümüyle ortaya çıkarıldı. Çalışmalarda ayrıca, MS 2. yüzyıla ait kadın başı heykeli bulundu.
Dokuz
Çalışmalar kapsamında gün yüzüne çıkarılan kadın
başı figürünün MS 2. yüzyıla ait olduğunu belirten
Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy, heykelin
Hellenistik özellikler baş gösterdiğini ifade etti.
Kadın başı heykelinin Demeter ya da Artemis
görüntüsüne
Kale'deki kazılarda Osmanlı dönemine ait seramik atölyesi buluntuları da elde edildi. Kale'de ortaya çıkarılan caminin İzmir'deki ilk Türk- İslam dönemine ait ibadet yapılarından olduğunu tahmin ettiklerini belirten Yrd.Doç.Dr. Akın Ersoy, "Caminin kapısındaki bir kitabe de Evliya Çelebi tarafından okunmuş. 1308- 1309 tarihlerine ait olduğunu Evliya Çelebi bize ifade ediyor. Gerçekten elde ettiğimiz buluntularımız da bize bunu gösteriyor" dedi.
Yapılan kazılarda, İzmir'in antik çağdan bugüne
bir liman ve
Akın Ersoy, kazılarda Saruhanoğlu Beyliği'ne ait
iki Haber 7, 05.09.2011 |
|
MİMARLIĞIN KÖKENLERİ: “ÇATALHÖYÜK-DÜNYANIN İLK KENTİ” KONFERANSI YEM'DE GERÇEKLEŞTİRİLDİ
Öztuzcu’dan sonra söz alan Seranit firmasının Tasarımdan Sorumlu İcra Kurulu Üyesi Dr. Ece Ceylan Baba ise Çatalhöyük hakkında kısa bilgiler vererek başladığı açılış konuşmasında söz konusu etkinliğin gerçekleştirilmesinden hem bir akademisyen olarak, hem de Seranit ailesinin bir üyesi olarak onur duyduğunu ifade etti. Konuşmasının devamında Seranit firmasının tasarımı ve tasarımcıyı destekleyen yaklaşımından bahseden Baba, Seranit’in ticari faaliyetlerini bilim ve tasarım ile desteklediğini belirterek “Serra” adlı yeni markalarından söz etti.
Yerleşik
yaşama geçişin başladığı ilk kentlerden birisi olan
Çatalhöyük'ün mimari yapısı ve sosyal dokusuna dair
detaylar kazı heyeti başkanı Prof. Ian Hodder
tarafından izleyiciler ile paylaşıldı. Öncelikle
Çatalhöyük’ün konumunu aktaran Hodder, mevcut
yerleşimde çeşitli katmanların mevcut bulunduğunu
ifade etti. Çalışma alanlarını fotoğraflar
aracılığıyla izleyicilerle paylaşan Hodder, alana
dair ilk çalışmanın 1960’ların başında James
Mellaart tarafından gerçekleştirildiğini aktardı. Yapı, 05.09.2011 |
|
HORHOR CAMİSİ AYAĞA KALDIRILIYOR Erzurum Gazetesi, Haber: Şükrü Akyüz, 04.09.2011 |
|
MÜZELERİ 4.MURAT TARZI BASIYOR
Günay,
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın müzeler
ve turistik bölgelerdeki
mağazalarda Çin mallarına göz açtırmadıklarını,
belli standartlar getirdiklerini söyledi. Günay,
“Rekabet ortamı yaratıyoruz. Ürün çeşitliliği
sağladık. Mağazalar üzerinden danışmanlık satıyoruz”
dedi. Günay, Mem-u Zin’in ardından ikinci bir Kürtçe eser basma hazırlığı yaptıklarını kaydetti. Günay, basılacak eserin Fakii Teylan’a ait bir eser olabileceğini belirtti. Günay, Süryani eser basma girişiminde bulunacaklarını da vurguladı. Günay, Bedri Rahmi Eyüpoğlu, Mehmet Akif Ersoy, Yunus Emre ve Evliya Çelebi üzerinde çalışmalar yapıldığını ve kitap çalışmalarının önümüzdeki bir kaç ayda piyasaya çıkmış olacağını kaydetti. Günay, “Yayıncılık dünyasıyla yarışacak kadar kitap basmıyoruz. Özellikli kitaplar basıyoruz. Uygun fiyatta oluyor. Mem-u Zin piyasada tükenmiş. Yeni baskı yapacağız” dedi. Milliyet, Haber: Önder Yılmaz, 04.09.2011 |
|
|
SALVADOR DALİ'NİN ORİJİNAL TABLOLARI GÖRÜCÜYE ÇIKTI
Dünyaca ünlü İspanyol sürrealist ressam Salvador Dali'nin orijinal çalışmalarının yer aldığı sergi Rusya'nın başkenti Moskova'da ilk defa halka açıldı.
Başkent Moskova'daki Dali sergisinde 90 grafik çalışması, 25 tablo ve Figuere'deki Dali Müze-Tiyatrosu'ndan ödünç alınan bazı fotoğraflar yer alıyor. Sergide Dali'nin ilk çalışmalarından 'uçuk' eserlerini yayımladığı döneme kadar sanat hayatının her süreci yansıtılıyor. Moskova'daki serginin açılışına Rusya Devlet Başkanı Dimitriy Medvedev'in eşi Svetlana Medvedeva, Rusya Kültür Bakanı Aleksander Avdeev ve İspanya'nın Moskova Büyükelçisi Juan Antonio March Pujol da hazır bulundu. Zaman, 04.09.2011 |
TÜRKİYE'NİN İLK ARKEOPARK'I 2012'DE BURSA'DA AÇILACAK
Türkiye'nin ilk Arkeolojik Parkı Bursa'da açılacak. Çalışmaları sürdürülen Arkeopark için bugüne kadar yirmiden fazla yapı kalıntısı açığa çıkarıldı. Bir aksilik olmaz ise Arkeopark, 2012 ortalarında ziyarete açılacak. Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, Büyükşehir Belediyesi Tarihi ve Kültürel Miras Projeleri Koordinatörü, Ar-Ge Şube Müdürü Aziz Elbas ve Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Bayram Vardar ile birlikte Akçalar'da yaptığı incelemede, devam eden kazı ve Arkeopark çalışmaları ile ilgili olarak İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Kazı Başkanı Doç.Dr. Necmi Karul'dan bilgi aldı. Tarih öncesi canlandırmaları ve geleneksel köy alanı büyük ölçüde tamamlanan Arkeopark sergi binası ve gezi yolları gibi düzenlemelerin ardından ziyaretçilere hizmet vermeye hazırlanıyor. Emlak Kulisi, 04.09.2011 |
![]() |
KÜLTÜR MERKEZİ YAPILACAKTI, ŞANTİYE OLDU!
Kadıköy'deki tarihi Hasanpaşa Gazhanesi, 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında restore edilip kültür merkezi haline dönüştürülecekti. Bu haber semtte oturanları sevindirmeye yetmişti. Yıllardır metruk bir halde duran bu sanayi tesisinin kaderi değişecek, mahalleli de rahat bir nefes alacaktı. 2010 Ajansı'nın restorasyon için hatırı sayılır miktarda bir ödenek ayırdığı konuşuluyordu. Yapılması gereken tek şey, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ile ajans yetkililerinin masaya oturması ve protokol metninin imzalanmasıydı. Ama beklenen bir türlü olmadı, 2010 etkinlikleri bitince kültür merkezi projesi de rafa kaldırıldı. Böylece semtte oturanların hayalleri de suya düştü. Bu yetmiyormuş gibi tarihi gazhane binası, bir müteahhit firmaya kiralanarak şantiye alanı olarak kullanılmaya başlandı!
Semt sakinleri, gazhanenin bahçesinde çalışan iş makinelerinden büyük bir rahatsızlık duyduklarını söylüyor. 24 saat boyunca çalışan taş kırma makineleri, kepçe ve kamyonlar, gürültü ve toz kirliliği oluşturuyor. Daha da önemlisi, binanın tarihi dokusu büyük zarar görüyor. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından 2. derecede sit alanı ilan edilen bölgeye iş makinelerinin girmesi ise kanunen yasak.
1 Ağustos 1891 yılında Parisli bir sanayici olan Charles George, yap-işlet modeliyle gaz üretimine başlayan tesisin 1993'te faaliyetine son verildi. 1994'te tarihi bina ve çevresi sit alanı ilan edilerek koruma altına alındı. Daha sonraki yıllarda mülkiyet hakkı İBB'ye geçti. İBB, İstanbul Üniversitesi'nden gazhanenin kültür merkezine dönüştürülmesi için bir proje hazırlamasını istedi. Proje geçtiğimiz yıl tekrar gündeme geldi ama sonuç alınamadı. Daha sonra İBB, arazinin bir bölümüne üniversite yapılması için harekete geçti ama buradan da bir netice çıkmadı. Hasanpaşa Gazhanesi'ni gezip şantiye alanını inceledik. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı Basın Müşaviri Ahmet Faruk Yanardağ'a şantiyede çalışan iş makinelerinin tarihi yapıya zarar verdiğini söyledik. Yanardağ, şantiye fotoğraflarını inceledi ve "En kısa sürede şantiyeyi kaldırıyoruz." dedi. İstanbul tarihçisi Haldun Hürel'e göre ise şehirdeki tarihi gazhaneler müze yapılmalı.
1996 yılında mahalleliyle birlikte Gazhane Çevre Kültür ve İşletme Kooperatifi'ni kuran Serkan Öngel, şimdi bu kooperatifin başkanlığını yapıyor. Yüzlerce gönüllü üyesi olan oluşum, uzun bir uğraştan sonra Gazhane'nin bulunduğu bölgeyi sit alanı ilan ettirmiş. Daha sonra dikkatleri tarihi binaya çekmek için uluslararası şenlikler ile birlikte konserler ve tiyatro organizasyonları düzenlemişler, sanat atölyeleri kurmuşlar. Tarihi binanın içerisine şantiye kurulduğu için son derece endişeli olduklarını söyleyen Serkan Öngel, "Biz yetkili kurumlara dilekçeli itirazda bulunduk. 2010 Ajansı, buraya ayrılan parayı başka yerlere kaydırdı. Biz çok umutluyduk ama ajans yetkilileri bizi hayal kırıklığına uğrattı. Yıllardır büyük bir mücadele içerisindeyiz. İBB, defalarca söz verdi ama verilen sözler tutulmadı. Buranın bir rant kapısı haline gelmesini, tarihi binanın yıkılarak AVM ya da apartman dikilmesini istemiyoruz." diyor.
Hasanpaşa Gazhanesi'nin bir bölümünde 100-150 civarında Roman vatandaş yaşıyor. Barakalarına konuk olduğumuz Fadime Yoldadurmaz, burada doğmuş ve büyümüş. Şimdi 36 yaşında ve 4 çocuk annesi. Yaşadığı barakanın ne elektriği var ne de suyu. "Çöpten ne çıkarsa onu yiyoruz, ne çıkarsa onu giyiyoruz." diyor. İçme suyunu Hasanpaşa'daki camilerden temin ediyorlar. Kağıt topladıkları ve ismine çekçek dedikleri arabaların belediye zabıtaları tarafından toplanması, onları zor durumda bırakmış. Kağıt toplayamazlarsa hırsızlık yapmaktan başka çarelerinin kalmadığını söylüyorlar. "Binalar restore edilirse sizler nereye gideceksiniz?" diye soruyoruz. Hiç tereddüt etmeden cevap veriyorlar: "Eğer restore edilirse biz başımızın çaresine bakarız."
Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk, gazhane binasıyla ilgili herhangi bir alakalarının bulunmadığını üzerine basa basa anlatıyor. Gazhanenin Kadıköy sınırları içerisinde bulunduğunu ama binanın İBB'ye ait olduğunu söyleyen Selami Öztürk, "Son olarak buranın üniversite yapılması gündemdeydi ama İBB yetkilileri, bundan da vazgeçti. Biz de zaten üniversite projesine sıcak bakmadık çünkü şartlar buna müsait değil. Burası için en uygun olanı yaklaşık 10 yıl önce İstanbul Üniversitesi tarafından hazırlanan kültür merkezi projesiydi. Ama gelin görün ki burası koca bir şantiyeye dönmüş durumda. Herkes sorumlu olarak bizi görüyor ama belediyemiz herhangi bir söz sahibi değil. Mülk sahibi, İBB. Biz de Kadıköy olarak İBB'nin burayla ilgili vereceği kararı merakla bekliyoruz." diyor.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı Basın Müşaviri Ahmet Faruk Yanardağ, gazhane şantiyesinin en kısa sürede kaldırılacağını söylüyor. Şantiyede çalışan iş makinelerinin tarihi yapılara zarar verebileceği ihtimalini göz önünde bulundurduklarını dile getiren Yanardağ, "Gazhane ile ilgili kesinleşmiş bir projemiz yok ama burası yıllardır gündemimizde. En doğru kararı alarak bu tarihi tesisi Kadıköylülere kazandırmak istiyoruz. Buradaki şantiye, belediyemizin yapı işlerine bağlı bir müteahhit firma tarafından kiralanmış. Bu firma, Kadıköy'deki bazı yolları yeniliyor. Burada iş makinelerinin çalıştığından bizim haberimiz yoktu. En kısa süre içerisinde o iş makinelerini tarihi sit alanından çıkaracağız." diyor. Zaman Pazar, Haber: Bünyamin Köseli, 04.09.2011 |
|
MAHKEME HAMAMI'NDA RESTORASYON TAMAM
Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edilen tarihi Mahkeme Hamamı'nda çalışmalar son aşamaya geldi.
Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, Tarihi ve Kültürel Miras Projeler Koordinatörü ve Ar-Ge Müdürü Aziz Elbas ile birlikte büyük bir bölümü tamamlanan hamamda incelemelerde bulundu. Hamamların Türk tarihinde önemli bir yerinin olduğuna dikkati çeken Başkan Altepe, ecdadın bu yapıtları son derece özenli ve yüksek uygulamalarıyla hayata geçirdiğine işaret etti. Bursa'nın da hamam kültürü açısından zenginliğini dile getiren Altepe, kentin değişik semtlerinde birçok tarihi hamamın göze çarptığını belirtti. Osmanlı dönemi eseri olan hamamların genelde ikili olarak yapıldığının altını çizen Başkan Altepe, Mahkeme Hamamı'nın bu şekilde bir mimarisinin olduğunu vurguladı. Yaklaşık bin 500 metrekare alana kurulan hamamın son derece görkemli bir eser olduğunu ifade eden Altepe, şunları söyledi: "Mahkeme Hamamı ile birlikte Bursa'da ve ilçelerde böyle birçok eseri ayağa kaldırıyoruz. Ördekli Hamamı'nda olduğu gibi Mahkeme Hamamı, Kayıhan Hamamı ve diğer tarihi yapılar da yeniden ayağa kalkarak, kültürel ve sosyal alanda halkımıza hizmet verir hale geliyor." Mahkeme Hamamı'nın da işlevsellik kazandırılarak, kente değer katacak eserlerden biri olduğuna dikkati çeken Başkan Altepe, 1400'lü yılların başında Çandarlı İbrahim Paşa tarafından yaptırılan hamamın yaklaşık 600 yıllık olduğunu söyledi. Zaman, Haber: Ensar Tuna Alatürk, 04.09.2011 |
|
|
UNESCO'DAN METRO KÖPRÜSÜNE RENK AYARI
Haliç Metro Geçiş Köprüsü'nün
rengi tarihi siluete Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 04.09.2011 |
ASLANTEPE'DE DÜNYANIN İLK SARAYI ARANIYOR
Malatya'daki Aslantepe Ören Yeri'nde kalkolitik döneme tarihlenen ve "Dünyanın ilk sarayı'' olarak bilinen kerpiç sarayı koruyan surun ve kuzeyindeki mahallelerin bulunduğu tahmin edilen bölgedeki kazılara ağırlık verildi. Aslantepe Ören Yeri Kazılarının Kültür ve Turizm Bakanlığı Temsilcisi Selahattin Aksu, İtalya'nın La Spienza Üniversitesi öğretim üyesi ve Aslantepe Kazı Başkanı Prof.Dr. Marcella Frangipane başkanlığındaki kazıların 20 Ağustos'ta başladığını ve ekim ayının ortalarına kadar devam edeceğini söyledi. Habertürk, 04.09.2011 |
![]() |
TRUVA HAZİNELERİNİN SIRRI ÇÖZÜLDÜ
İzzettin Efendi’nin yürüttüğü soruşturma sonunda Dahiliye Nezareti’nce kaleme alınan belge, Schliemann’ın Troia Kralı Priamos’a ait olduğunu söylediği hazineleri Atina’ya ne zaman, kaç kerede, kimlerin yardımıyla ve nasıl kaçırdığı konularındaki şüpheleri ortadan kaldırdı.
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi ve Troia Kazı Heyeti Başkan Yardımcısı Doç.Dr. Rüstem Aslan ile Tarih Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Ali Sönmez, arkeolog Schliemann ile ilgili uluslararası arkeolojik araştırma makalesi hazırlamak için iki yıl önce çalışmalara başladı. İki öğretim üyesi, Schliemann’ın ‘Priamos Hazineleri’ olduğunu ileri sürdüğü hazinelerin kaçırılışıyla ilgili arşivlerde ne kadar belge varsa hepsini tek tek taradı. Osmanlı arşivlerinden çıkan bir belge hazinelerin kaçırılışıyla ilgili pek çok bilinmeyene ışık tuttu. Troia hazinelerinin Alman arkeolog Heinrich Schliemann tarafından 1873 yılında Yunanistan’ın Atina kentine kaçırılışının ardından olayla ilgili Osmanlı Devleti’nin başlattığı soruşturmanın belgeleri gün ışığına çıktı. Dahiliye Nezareti’nce 24 Temmuz 1874 tarihinde Osmanlıca olarak kaleme alınan belge, olayla ilgili sır perdesini ortadan kaldırdı.
ÇOMÜ öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Ali Sönmez, Osmanlı Arşivi’nde ortaya çıkan belgenin Schliemann’ın hazineleri kaçırması ile ilgili olarak Osmanlı Devleti’nin açtığı soruşturmanın detayları hakkında bilgiler verdiğini söyledi. Sönmez, “Osmanlı Devleti, Schliemann hazineleri Atina’ya kaçırdıktan sonra hemen soruşturma başlatmış. İzzettin Efendi’yi de bu soruşturma kapsamında görevlendirmiş. Soruşturma sonunda, Dahiliye Nezareti’nce hazırlanan belgede, Schliemann, “Hükümet tarafından tayin edilen Emin Efendi’nin memuriyeti zamanında çıkarılmış olan eşyaları 1873 senesi Nisan ayı başında ve aynı senenin Mayıs ayı sonunda olmak üzere iki kez, Kumkale nahiyesinde bulunan Karanlık Liman isimli yerde, kereste yüklemek üzere gelmiş olan Yunanlı kaptan Andreya’nın gemisine koyarak kaçırmıştır. Üçüncü kez ise, hafif olup da koyun ve koltuğa sığabilen altın mücevherleri ise bir kasa içerisinde ve kendisi ile yanındakiler ceplerinde olarak Kumkale İskelesi’nden Abdullah reisin kayığıyla Kale-i Sultaniye gümrük idaresine getirip oradan Atina’ya götürmüştür’ denmekte. Bu ifade, Schilimann’ın Troia’da bulduğu hazineleri tek değil, üç seferde kaçırdığını gözler önüne seriyor" dedi.
Yrd. Doç.Dr. Ali Sönmez, Schliemann’ın hazineleri kaçırmasının ardından Osmanlı Devleti’nin hazinelerin peşine düştüğünü, ancak geri almakta başarılı olamadığını söyledi. Sönmez, “Osmanlı Devleti, hazineler için Yunan hükümetine başvurmuş. İşi takip etmek için de o dönemin müze müdürü Dethier’i görevlendirmiş. Bir avukat atanmış. Yunanistan’daki ilk mahkeme Mart ayında başlamış ve Osmanlı Devleti’nin aleyhine sonuçlanmış. Daha sonra Osmanlı Devleti itiraz etmiş. Yüksek mahkemeye giderek bu kararını iptal ettirmiş. Hemen akabinde Schliemann’ın evine bir haciz gelmiş. Ama bu durumu önceden Yunan hükümetinden öğrendiği için hazineleri evinden kaçırdığını tahmin ediliyor. Daha sonra Osmanlı Devleti 9 ay süren süren mahkeme sürecinin ardından bu işi anlaşma ile neticelendirmek zorunda kalmış. Schliemann, Osmanlı Devleti’ne 50 bin Frank ödemiş ve dava kapanmış. Oysa, Osmanlı, başlangıçta 1 milyon Frank’ın üzerinde bir para istemiş. Ama o günün şartlarında bunu elde etmek imkansız olduğundan Osmanlı Devleti 50 bin Frank’ı kabul etmek zorunda kalmış” dedi.
ÇOMÜ öğretim üyesi ve Troia Kazı Heyeti Başkan Yardımcısı Doç.Dr. Rüstem Aslan ise, hazinelerin ne zaman, nereden, kaç kerede, kimler tarafından ve nasıl kaçırıldığı konularına açıklık getirmesi ve Osmanlı Devleti’nin hazineler kaçırıldıktan hemen sonra konuyu aydınlatmak için takındığı ısrarcı tutumu anlatmasının belgeyi iki açıdan önemli kıldığını belirtti. Troia hazinelerinin kaçırılışıyla ilgili pek çok konunun uzmanlar tarafından halen tartışıldığına dikkat çeken Doç.Dr. Aslan, bu belgenin, bunun tek bir büyük hazine olduğu ve bir kısmının Troia’da bulunmadığı yönündeki iddiayı çürüttüğünü söyledi. Doç.Dr. Rüstem Aslan, “Şimdiye kadar, Schliemann’ın 31 Mayıs’ta Troia’da önemli bir hazine bulduğunu, ve bunu Calvert’in çitliğine yolladığını, ardından da Atina’ya kaçırdığını ve karısı Sophia Schliemann’nın hazineler bulunurken iddia edildiği gibi Troia’da olmadığını biliyorduk. Aradan onca yıl geçmesine rağmen hazinelerin bir kısmının gerçekten Troia’da bulunup bulunmadığı konusunda hala şüpheler vardı. Bir iddiaya göre, buluntular bir tek büyük hazineydi ve 31 Mayıs’ta bulunup kaçırıldı. Bir başka iddiaya göre ise, buluntular küçük küçük hazinelerdi ama Schliemann sansasyon yaratmak için büyük hazine bulduğunu söylüyordu. İşte bu belge, Schliemann’ın Troia’da 1873 yılının Nisan, Mayıs ve Haziran aylarında küçük küçük hazineler bulup, bunları üç ayrı seferde kaçırdığını ve hazinelerin tek bir büyük hazine olmadığını ortaya koydu. Ayrıca hazinelerin hepsinin Troia’da bulunduğunu gösterdi. Bu da Troia hazinelerinin sırrını çözüyor" dedi.
Aslan, kesin cevabı veren bu belge doğrultusunda hazırlayacakları daha geniş bilgilerin yer aldığı arkeolojik araştırma makalesini, uluslararası alanda kamuoyunda duyurmak için Almanca ve Türkçe olarak yayınlayıp kamuoyu ile paylaşacaklarını da kaydetti. Bir arkeolog olarak hazinelerin çıktığı yerde sergilenmesi gerektiğini de savunan Aslan, ihale aşamasına gelen Troia Müzesi’nin, hazinelerin geri dönme umudunu güçlendirdiğini de belirtti. Hürriyet, 03.09.2011 |
|
![]() |
1500 YILLIK CIMBIZ
Assos antik kentinde bu yıl yapılan kazılarda yaklaşık bin 500 yıllık bronz cımbız ele geçti.
Çanakkale’nin Ayvacık İlçesi sınırları içinde yer alan Assos antik kentinde bu yıl yapılan kazılarda yaklaşık bin 500 yıllık bronz cımbız ele geçti. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Arkeoloji Bölüm Başkanı ve Assos Antik Kenti Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Nurettin Arslan, bu yılki kazılarda önemli olduğunu düşündükleri cımbız, altın küpe, tıp aleti ve “Üçlü tanrıça” elde ettiklerini söyledi. Yaklaşık bin 500 yıllık olduğu tahmin edilen cımbızın, Ayazma Kilisesi yakınlarında gün yüzüne çıktığını belirten Arslan, “Bunun makyaj aleti olarak kullanıldığını biliyoruz. Bronzdan yapılmış ve sadece baş tarafında biraz deformasyon var. Kadınların günümüzde olduğu gibi antik dönemde de kendilerini güzelleştirmek ya da bakım yapma konusunda erkeklere göre daha itinalı olduğunu söylemek mümkün. Sadece cımbız bulduk ama çoğu zaman kazılarda, mezarlarda kadınların kullandığı pudra konulan metalden ya da seramikten yapılmış küçük kap kaçaklar, makyajda kullanılan metal ve kemikten yapılmış aletleri bulmak mümkün. Demek ki Assos’lular antik dönemde yaşayan diğer kadınlar gibi kendilerini güzelleştirmek için bu tür aletleri kullanıyormuş. Kadınların her zaman kendilerini güzelleştirmek isteyen bir yapıya sahip olduğunu anladık” diye konuştu. Arslan ayrıca, yaklaşık 2400-2500 yıllık olduğunu tahmin ettikleri bir altın küpe de bulduklarını söyledi. Vatan, 03.09.2011 |
YENİKÖY KORUSU YENİDEN SATIŞTA
Sait Halim Paşa Korusu olarak bilinen Yeniköy Korusu satışa çıkarıldı. Çukurova Holding, dün gazeteye verdiği ilanda 72 adet parselden oluşan toplamda 71 bin 368 metrekare alana sahip korunun satılık olduğunu duyurdu. Daha önce de satış vitrinine çıkarılan koru için verilen ilanda şu ifadelere yer verildi: “Yapı ve Kredi Bankası ile şirketimiz arasında imzalanan YKB’ye ait bankacılık dışı varlıklara ilişkin opsiyon anlaşması kapsamında sahip olduğumuz ‘satış bildiriminde bulunma’ hakkını Banka’nın kabulüne sunmak üzere, İstanbul’un en gözde merkezlerinden Yeniköy’de Sait Halim Paşa Korusu olarak da bilinen, İstanbul Boğaz manzarasına hakim nadir alanlardan Yeniköy Korusu için yatırımcılardan teklif alınacaktır. Doğrudan yatırımcıların başvuruda bulunması rica olunur. Aracı kabul edilmeyecek.” Korudaki ağaç çeşitleri sakızağacı, gladiçya, gümüşi, ıhlamur, servi, Himalaya ve Toros sedirleri, selvi, fıstık, menengeç, defne, gürgen, akçaağaç ve fıstık çamından oluşuyor. Yapılar ise iki toplantı salonu binası, ofis-idare binası, lojman olarak kullanılan üç farklı bina, Sait Halim Paşa’nın Av Köşkü, Şehitler Anıtı’nın yanı sıra su kuyusu ve gezi yollarından oluşuyor. Milliyet Emlak, 03.09.2011 |
|
AMASYA'DAKİ ARKEOLOJİK KAZILAR
Amasya’da bir süredir devam eden ve önemli kalıntılara ulaşılan Oluz Höyük ve Kızlar Sarayı arkeolojik kazılarının bu yılki bölümünün sona erdiği bildirildi.
Aa muhabirinin edindiği bilgiye göre, merkeze bağlı Tokluca Köyü yakınlarında, 2007 yılında başlatılan Oluz Höyük kazılarının bu yılki bölümü İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Şevket Dönmez’in başkanlığında 15 bilim adamı, 35 öğrenci ve civar köylerde yaşayan kadın ve erkeklerden oluşan yaklaşık 50 kişilik bir ekiple sürdürüldü.
Oluz Höyük kazılarının 17 Temmuz’da başladığını ve ağustos ayı sonuna kadar sürdürüldüğünü belirten yetkililer, kazılarda bin 500 metrekarelik en büyük açma olan “A açması” üzerinde yoğunlaşıldığını bildirdi.
Öte yandan, Amasya kent merkezinde bulunan Kızlar Sarayı çevresinde 2009 yılında başlatılan kazı çalışmaları ise bu yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Emine Dönmez’in başkanlığında 50 kişilik ekiple sürdürüldü.
Kızlar Sarayı’nda 18 Temmuz’da başlayan ve ağustos ayı sonuna kadar devam eden kazılar, deniz seviyesinden 700 metre yükseklikte ve yaklaşık 200 metrekarelik bir alanda gerçekleştirildi. Yetkililer, her iki kazının da Amasya’nın tarihi ve turizmine önemli katkı sağladığını söyledi. haberler.com, 03.09.2011 |
|
RUBENS'İN 'PAHA BİÇİLEMEZ' TABLOSU BULUNDU
Barok dönem ressamlarından Peter Paul Rubens’in 10 yıl önce Belçika Güzel Sanatlar Müzesi’nden çalınan eseri, Yunanistan’da bulundu. Bilirkişilerin yaptığı incelemede, 28x52 boyutundaki, 1618 tarihli, bir domuz avını tasvir eden resmin gerçek olduğu doğrulanırken, eserin “paha biçilemez” resimler statüsünde olduğu belirtildi.
Radikal, 03.09.2011 |
|
KÖPEKLER BİZANS SARAYINA TAHT KURMUŞ
Radikal, Haber: Mustafa Gökkılıç, 02.09.2011 |
|
"KAZILARDA HEDEFLENEN KALINTILARA ULAŞILMAYA BAŞLANDI"
Kazı Heyeti Başkanı Doç.Dr. Burcu Erciyas, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Komana antik kentinde 2011 yılında gerçekleştirilen çalışmalarda Hamamtepe ve havuz bölgesi olmak üzere iki alanda yoğunlaştıklarını söyledi.
Hamamtepe bölgesinde 5 farklı alanda çalıştıklarını belirten Erciyas, şöyle konuştu: ”2009 yılından bu yana devam etmekte olan H1 alanı çalışmasında Bizans dönemine ait işliklerin günyüzüne çıkarılması sürdürüldü. İşliklerden bir kısmının kullanımlarına ait bilgilere de ulaştık. Özellikle metal işleme atölyesi ve şarap, pekmez üretimi için kullanıldığı düşünülen atölye ilgi çekici. Metal atölyesinden metal işlemede kullanılan civa kapları, tava sapları, terazi parçaları ve sayısız bronz obje ele geçirdik. Metal atölyesinin yakınında daha derinlere inildi.”
Kazı çalışmalarında Roma dönemine ait çok sayıda bronz objenin bulunduğunu dile getiren Erciyas, şöyle devam etti: ”Bu objeler arasında şamdan, haç, ziller, at figürü, kılıç sapı bulunuyor. Şarap veya pekmez üretimi için kullanılan atölyeye yakın bir bölgedeki çöp çukurundan ise yoğun üzüm çekirdeği bulundu. Hamamtepe’de çalışmaları sur duvarlarında da sürdürdük. Sur duvarları daha geniş bir biçimde ortaya çıkarılırken duvarın üzerine oturduğu ana kayada çukurlara rastladık. Yine pekmez veya şarap üretimi için kullanılmış olmaları olası bu çukurlarda Hellenistik döneme ait seramikler ve altıncı Mitridat dönemine ait bronz sikke bulduk. Böylece Hamamtepe’deki kazı çalışmalarının en erken evresine ulaşılmış oldu.
Diğer erken buluntuların ele geçtiği alan H5 alanıdır. Burada da 5.2 metre derine inilerek bu derinliklerde Hellenistik döneme tarihlenen seramikler ele geçirildi. Roma seramik ve sikkeleri de mevcut. Komana Antik Kenti kazılarında hedeflenen Hellenistik ve Roma dönemi kalıntılarına ulaşılmaya başlandı. Önümüzdeki birkaç yıl içerisinde bu dönemlere ait yapı kalıntılarının da gün yüzüne çıkarılacağı söylenebilir. Mitridat’ın tapınak merkezlerinden biri olan Komana’da Hellenistik dönemin aydınlanması hem Karadeniz hem de Anadolu arkeolojisi açısından önemli bir katkı olacaktır.”
Hamamtepe’nin bir dönem de mezarlık olarak kullanıldığının artık açık bir şekilde görüldüğünü ifade eden Erciyas, ”2011 yılı kazılarında yaklaşık 8 bireye ait kalıntılar bulundu. İskeletlerin üzerinde bulunan haç kolye ucu, yüzükler gibi bronz takılar iskeletlerin Bizans dönemine tarihlenmelerini sağlamaktadır” dedi.
Komana’daki havuz bölgesinde de kazı çalışmalarının sürdürüldüğünü, havuzun yapısal özelliklerini anlamaya yönelik kazılarda antik kentte Roma döneminde önemli bir su yönetimi planının olduğunun gözlemlendiğini vurgulayan Erciyas, ”Havuza ulaşan pişmiş toprak künkler havuzdan vadiye doğru suyun aktarıldığını göstermektedir. İleriki yıllarda havuzun dahil olduğu kamusal alanın da ortaya çıkarılması hedeflenmektedir” ifadesini kullandı.
Kazı çalışmalarına ek olarak jeomorfolojik, antropolojik, arkeozoolojik çalışmalara da devam etiklerini belirten Erciyas, Komana’nın çevresel verilerinin (hayvan ve bitki kalıntıları) toplanarak incelendiğini, ekonomi, tarım ve sosyal yapı hakkında bilgi toplandığını bildirdi.
Erciyas, iskeletler üzerinde yapılan çalışmaların da Komana antik kentinin Roma dönemindeki sosyo-ekonomik düzeyine ışık tutacağına değinerek, 2011′de sosyal sorumluluk projesine de devam ettiklerini, bu kapsamda bölgedeki Bula Köyü'nde 12 çocuğa resim ve heykel yapma eğitimi verildiğini söyledi.
KOMANA ANTİK KENTİ Mitridat Krallığı’nın yönetiminde önemli bir kültür merkezi olan ve Roma İmparatorluğu döneminde de özerkliğini koruyan Komana antik kentinin, tarihte, ”Anadolu tanrısı Ma”ya adanmış kutsal alan olduğu belirtiliyor.
Aynı zamanda çevre bölgeler için ticaret merkezi görevi gördüğü ifade edilen bölgenin, o dönemde kutsal alanda düzenlenen festivaller, zengin pazar yeri ve kenti çevreleyen verimli arazisiyle Anadolu’nun her tarafından ziyaretçi aldığı kaydediliyor.
ODTÜ ve TÜBİTAK tarafından da desteklenen, ”Komana Pontika Arkeolojik Araştırma Projesi”, Orta Karadeniz Bölgesi’nin klasik çağ kenti Komana’nın konumunu belirlemek ve kentsel dokusunu anlamak amacıyla 2004 yılında başlatılmıştı. Gümenek Hamamtepe bölgesinde yüzey araştırmalarının ardından antik kentin gün ışığına çıkartılması için kazılara başlanmıştı. Akşam, 02.09.2011 |
|
ANTİK KENT HALKLA BULUŞUYOR
Kastamonu’nun Taşköprü İlçesi'nde Zımbıllı tepesindeki Pompeipolis antik kentinde yakın zamanda kazı ziyaretçi alanı açılacağı, bu sayede ziyaretçilerin antik kent ile ilgili daha fazla bilgi sahibi olabileceği bildirildi.
Uluslararası Taşköprü Kültür ve Sanat Festivali etkinlikleri kapsamında, ”Taşköprü’nün Doğal ve Beşeri Zenginlikleri” konulu panel düzenlendi.
Taşköprü Belediyesi Konferans Salonu’ndaki panelde konuşan Münih Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Latife Summerrer, Zımbıllı Tepesi’ndeki Pompeipolis antik kentini gün yüzüne çıkarmak için yürütülen kazı çalışmalarıyla ilgili bilgiler aktardı.
Summerrer, yapımı süren antik kentteki kazı ziyaretçi alanının kısa zamanda açılmasının planlandığını belirterek, böylece ziyaretçilerin Pompeipolis hakkında daha fazla bilgiye sahip olabileceğini söyledi.
Bölgede yetişen dünyaca ünlü sarımsak ile ilgili de uzmanlar tarafından bilgilerin verildiği panele, Taşköprü Kaymakamı Ayhan Kartlı, Taşköprü Belediye Başkanı Hüseyin Arslan ve çok sayıda vatandaş katıldı. Gerçek Gündem, 02.09.2011 |
|
SİRKELİ HÖYÜĞÜ'NDE KAZI ÇALIŞMALARI
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Görevlisi Yrd. Doç.Dr. Ekin Kozal, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 2006 yılından bu yana belirli dönemlerde Sirkeli Höyüğü’nde kazı çalışmalarını sürdürdüklerini söyledi.
Türk arkeologların başkanlığında sürdürülen çalışmaların, bu yıl İsviçre’nin Bern Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof.Dr. Miroslav Novak başkanlığında yürütüldüğünü belirten Kozal, ”Çalışmalarımızda Tunç ve Demir çağlarındaki yaşam ilişkileri üzerinde yoğunlaştık” dedi.
Kozal, kazılarda Bern Üniversitesi’nden doktora ve lisans öğrencilerinin yanı sıra Çanakkale Onsekiz, Bilkent ve Gaziantep üniversitelerinin öğrencilerinden oluşan 15 kişilik ekibin yer aldığına değinerek, şunları söyledi: ”Sirkeli Höyüğü, tarihsel olarak doğu Çukurova’nın en önemli yerleşim birimlerinden biridir. Ceyhan Nehri’nin kıyısında bulunan bu höyük, aynı zamanda ticari ve doğal yolların kesişme noktasında olması nedeniyle büyük önem taşıyor. Tarihsel açıdan bölgedeki en büyük höyüklerden biri. Buradaki çalışmalarımızda, höyüğün insanlık tarihi açısından önemini ortaya koymaya çalışıyoruz.”
Sirkeli Höyüğü’nü değerli kılan en önemli özelliklerden birinin de Anadolu’nun en eski Hitit kabartması olduğu belirtilen Hitit Kralı 2. Muwatalli’nin kaya üzerine yapılan rölyefi olduğunu dile getiren Kozal, ”Birkaç gün önce başladığımız 2011 yılı kazı çalışmalarında çok sayıda çanak, çömlek, pişirme kapları, tabak, erzak saklama kabı ve Hellenistik döneme ait kadın heykelciği bulduk. Çalışmalarımız bir ay sürecek” diye konuştu.
Kazı Başkanı Prof.Dr. Novak ise ”Çalışmalarımızın, bölgenin tarihine ışık tutacağına inanıyoruz” dedi.
Öte yandan, çalışmalarda gün ışığına çıkarılan tarihi eserlerin, yine ekiptekiler tarafından envantere kaydedildiği ve daha sonra Adana’daki müze yetkililerine teslim edileceği bildirildi. Akşam, 02.09.2011 |
|
TADİLATTAN 'ANTİK KENT' ÇIKTI
Sabah, 02.09.2011 |
|
PARNASSOS ANTİK KENTİ İÇİN TALAN ENDİŞESİ
Şereflikoçhisar’ın Değirmenyolu Köyü’nde 1991 yılında yapılan bir yol çalışması sırasında tesadüfen ortaya çıkarılan ve Anadolu Medeniyetleri Müzesi arkeologları tarafından kazı çalışmaları yapılan Romalılar’dan kalma Parnassos antik kentine ait kalıntılar, kaderine terk edildi.
Eski adı Parlasan olan, Devlet Bakanı Ali Babacan’ın da köyü olan Değirmenyolu’ndaki Parnassos antik kentine ait kazı çalışmalarını geçen yıl Temmuz ayında Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay da ziyaret etti. Ancak ödeneksizlik nedeniyle bölgede bu yıl kazı çalışmaları yapılmadığı belirtildi.
Fadime Görgülü’ye ait tarlada 20 yıl önce yapılan köy yolu çalışmaları sırasında ortaya çıkan Parnassos antik kentine ait kalıntıların bulunduğu bölge, Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından 1993 yılında birinci ve üçüncü derece arkeolojik sit alanı olarak tescil edildi. Geçtiğimiz yıl Anadolu Medeniyetleri Müzesi arkeologları tarafından başlatılan arkeoloji çalışmaları sonrasında bir kilise olduğu sanılan alanda yüzeydeki topraktan 150 santim derinde renkli taşlardan döşenmiş ve yaklaşık 70 metrekare genişliğinde mozaikli bir taban ile sadece bir bölümü korunabilen duvarlara rastlandı.
Mozaikli alanın üç sıra bordür ve ortası ana sahneden oluştuğu gözlendi. Bordürlerde geometrik desenler, ağaçlar ve çeşitli bitki motifleri, ana sahnede ise kuşlar ve otlayan hayvanların resmedildiği ortaya çıktı. Ana sahnenin tam ortasında ise asma yapraklarından bir bordürle çevrilmiş madalyon ortasında 16 satırdan oluşan Grekçe bir yazıt da bulundu.
Parnassos antik kentine ait kalıntıların bulunduğu kazı çalışmaları için ödeneğin kullanıldığı belirtilerek, yeni ödenekle birlikte çalışmaların kısa süre içinde yeniden başlanacağı belirtildi.
Değirmenyolu Köyü’nde 10 dönümlük tarlasında ortaya çıkarılan Parnassos antik kentinin koruma altında olduğunu belirten Fadime Görgülü’nün oğlu Atilla Görgülü, şunları söyledi: “Önemli olan, bu tarihi kalıntıların ortaya çıkarılması. Annemin define kazıcılarının hedefi durumuna düşmemesi, köyümüzün de tarihi ve turistik değer kazanması için verdiği 20 yıllık uğraşlar sonucu geçtimiz yıl Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nden gelen arkeloglar tarafından Türkiye’nin en büyük resimli yer mozaiki ortaya çıkarıldı. 2011 yılında tekrar çalışmalara başlanacağı belirtilerek saha terk edildi.” Hürriyet, 01.09.2011 |
|
ANTİK MUAYENEHANE BULUNDU
Kazı Başkanı Ömer Çelik, yaptığı açıklamada, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Hatay Valiliği ve Erzin Belediyesinin katkısıyla yaklaşık 3 dönümlük hazine arazisindeki kazı çalışmalarının bu yılki bölümüne 31 kişilik bir ekiple temmuz ayında başlandığını ve sezon çalışmalarının sonuna gelindiğini söyledi.
2006 yılında Geç Roma Dönemine ait hamamda kaçak kazı yapıldığının tespit edilmesi üzerine bölgenin mercek altına alındığını ve arkeolojik kazılara başlandığını hatırlatan Çelik, şöyle devam etti: ”Kaçak kazı yapanların tespiti üzerine bölgede 2006 yılında başlatılan ve dört sezondur devam eden kazı çalışmalarımızda tarihe ışık tutacak önemli belgelere ulaşıyoruz. İssos antik kentinin kuzeyinde devam eden kazımızın ilk sezonunda Hamam kompleksinin zemininde bulunan ‘tanrıça Artemis’ mozaiğinin bir bölümünü açtık. Hayvanların birbiriyle mücadelesinin ve av sahnesinin işlendiği mozaikte tanrıça Artemis, elinde ok ve mızrakla hayvanların koruyucusu olarak anlatılmış. Kazımızda ayrıca, hamamı ısıtmak için kullanılan külhana ulaştık. 2008 yılındaki ikinci sezon kazımızda da hamamın ılık (Tepidarium), sıcak (Caldarium) ve soğuk (Frigidarium) sisteme göre çalıştığını belirledik. Bunun yanı sıra bir küvet ile duş alma odalarını gün ışığına çıkardık. Bölgede geçen yıl kazı alanımızı biraz daha genişlettik. Kazıda, hamamın farklı dönemlerde de kullanıldığını tespit ettik. Bu sezonki kazımızda ise geçen yıl bulduğumuz büyük havuzumuzun tamamını gün ışığına çıkardık.
Çelik, havuzun bir bölümünde, MS 3. ve 4′üncü yüzyıllara ait tahrip olmuş durumda taban mozaiği bulduklarına değinerek, ayrıca, çeşme ve buna bağlı su deposu olduğu düşünülen yapıların ortaya çıkarıldığını bildirdi.
Hamam kompleksinin güneyinde de ön cephesi sütunlarla süslü olan ve ”Süs havuzu” olduğunu sandıkları bölüme ulaştıklarına değinen Çelik, ”Hamam kompleksinin dışında batı bölgesinde ise Bizans dönemine ait olduğunu tahmin ettiğimiz taş döşeli bir alana ve fırına ulaştık. Ayrıca, hamamın bitişiğinde geç Roma dönemine ait olduğunu tahmin ettiğimiz bir kaç dükkan da bulundu. İlk belirlemelere göre, bu dükkanların doktorlar tarafından kullanıldığını tahmin ediyoruz. Çünkü dükkanların önünde yapılan çalışmalarda kulak temizliğinde kullanılan tıp aletleri bulundu. Bunlar, burada kulak operasyonları yapıldığını düşündürüyor. Bu alandaki incelemelerimiz devam ediyor” dedi.
Hamam kompleksinden bağımsız olan batı bölümünün üst tabakalarında yaptıkları kazı çalışmasında ise ilk tespitlere göre, Abbasiler dönemine ait olduğunu düşündükleri bir depo ile buna bağlı 4 dükkana da rastladıklarını vurgulayan Çelik, şöyle konuştu: ”Üst tabakalarda yer alan dükkanlar bu alanın Abbasiler döneminde de yerleşim alanı olarak kullanıldığını gösteriyor. Bu sezondaki kazılarda ilk etapta dükkanların giriş kısımlarını açtık. Çalışmamızda Abbasiler dönemine ait bir adet altın sikke bulduk. Bunun yanı sıra çok sayıda çanak çömlek parçaları da çıkardık. Bu bölgedeki kazımız önümüzdeki yıllarda da devam edecek. Bu alandan o döneme daha iyi ışık tutacak bilgilere ulaşabileceğimizi düşünüyoruz. Ayrıca, hamamın içerisinde yer alan ana su kanalında da tahrip olmuş bin adet bronz sikke bulduk.” Hatay bölgesinde şu ana kadar bu şekilde sağlam kalmış bir hamam kompleksinin ortaya çıkarılmadığını belirten Çelik, bölgedeki kazıların hamamın kuzey kısmında bir sonraki sezonda da devam edeceğini söyledi.
Çelik, İssos antik kentinin, bulunan hamam kompleksiyle bir açık hava müzesi haline getirilebileceğini kaydetti.
Erzin Belediye Başkanı Kasım Şimşek de bölgelerinde yapılan kazı çalışmalarına ellerinden gelen her türlü desteği vermeye çalıştıklarını ifade etti.
Roma dönemine ait hamam ile Abbasiler ve Bizanslıların varlığının tespit edildiği mimari yapıların gelecekte ilçe turizmi açısından büyük bir kazanç olacağını vurgulayan Şimşek, kazıda ortaya çıkarılan eserler sayesinde bölgenin açık hava müzesi haline getirilebilecek durumda olduğunu vurguladı. Sabah, 01.09.2011 |
|
CAMİDEKİ SİLUETİN SIRRI
Sabah, 01.09.2011 |
|
BU DA 'SARAY' UYKUSUZLUĞU
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 31.08.2011 |
|
10 BİN 500 YILLIK YERLEŞİM YERİNİ TANITMAK İÇİN SPONSOR ARIYORLAR
Konya’nın Çumra İlçesi’nde yaklaşık 10 bin 500 yıllık geçmişe sahip yerleşim yeri Boncuklu Höyük’de 5 yıldır arkeolojik çalışma yapan kazı başkan yardımcısı Liverpool Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Adnan Baysal, buldukları eserleri sergilemek ve bu eserleri anlatmak için gerekli olan ziyaretçi merkezinin yapımına sponsor aradıklarını söyledi.
Boncuklu Höyük’de her yıl yaz aylarında yapılan kazılar Liverpool Üniversitesi ve İngiliz Arkeoloji Enstitüsü’nden uzmanlar tarafından yürütülüyor. Yapılan kazılarda önemli tarihi eserlerin yanı sıra Anadolu ve Yakın Doğu arkeolojisine ait önemli tespitler yapılıyor. Boncuklu Höyük Kazı Başkan Yardımcısı Liverpool Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Adnan Baysal, her yıl kazı alanına gelen ziyaretçi sayısının arttığına dikkat çekerek, 10 bin 500 yıllık geçmişe ait tarihi anlatmak ve eserleri sergilemek için bir ziyaretçi merkezine ihtiyaç duyduklarını belirtti. Ziyaretçi merkezini yapabilmek için sponsora ihtiyaç duyduklarını ifade eden Baysal, şunları söyledi: “Boncuklu Höyük’te bulunan eserler dünya çapında önem taşırken ziyaretçiler de büyük ilgi gösteriyor. Ziyaretçilerin kazı alanlarını gezerken de çok dikkat etmeleri gerekiyor. Ayrıca ziyaretçilerin bilgilendirilmesi için bir ziyaretçi merkezine ihtiyaç duyuyoruz. Ancak ziyaretçi merkezini oluşturacak bir sponsor bulamadık. Eğer bir sponsor bulursak, 7 metrekare prefabrik bir yapıyla bu tesisi yapabilecegiz. Ziyaretçi merkezi sadece yurt içinden gelen turistlerin değil, dünya ülkelerinden gelen arkeolog ve turistlerin de burayı gezip görmelerini ve yapılan çalışmalar hakkında bilgi edinmelerini sağlayacak. Ziyaretçi merkezinde bilgilendirici levhalar ve resimlere yer verilecek. Ayrıca ilkokul öğrencilerinin burada kazıların nasıl yapıldığını görebilecekler. Ancak bu ziyaretçi merkezinin oluşması maddi imkanlar dahilinde oluyor. Şu ana kadar böyle bir sponsor bulamadık. Ama bir sopnsor desteği ile sadece yurt içindeki değil dünya çapındaki insanların bilgilendirilmesini sağlamış olacağız. ”
Kazı çalışmalarına parasal desteğin Liverpool Üniversitesi ve İngiliz Arkeoloji Enstitüsü tarafından karşılandığını belirten Adnan Baysal, “Bunun dışında hiç bir maddi desteğimiz yok. Ayrıca kazı için de destek verecek sponsor bulabilsek kazının genişlemesine, farklı analizlerin yapılmasına ve hızlı ilerlemesine yardımcı olacak. “dedi.
Çalışmaların devam etmesiyle her geçen gün ilginç buluntular ortaya çıktığını vurgulayan Baysal, sözlerini şöyle sürdürdü: “Yaptığımız kazılarda Anadolu da ilk yerleşimin yapıldığı evler ortaya çıktı. Bu evler yuvarlak planlı evlerdi. Evlerde yaşayan insanların yaşam organizasyonları son derece farklı. Evlerin içerisinde bulduğumuz düzen bin yıl sonrasına tarihlenen Çatalhöyük gibi yerleşim yerlerinde de görülüyor. Boncuklu Höyük günümüzden 10 bin 500 yıl öncesine tarihleniyor. Boncuklu Höyük’te bulduğumuz evlerde hayvan başlarının duvarlara monte edildiğini görüyoruz. Anadolu’daki ve dünyadaki ilk uygulamanın burada yapıldığı görülüyor. ” haberler.com, 31.08.2011 |
|
![]() |
BU KIZ ÇOCUĞU 10 BİN 500 YAŞINDA
Kapadokya bölgesindeki Aşıklı Höyük muhteşem buluş! 1989′dan beri devam eden kazı çalışmaları sonucu, bir evin altında bir kız çocuğunun 10 bin 500 yıllık iskeleti bulundu.
Orta Anadolu bölgesinin ilk köy yerleşmesi Aşıklı Höyük’te 1989′dan beri süren kazılardan 10 bin 500 yıllık çocuk iskeleti ortaya çıktı. Aksaray’ın Gülağaç İlçesi’ndeki höyükte arkeolojik kazı yapan ekibin başkanı Prof.Dr. Mihriban Özbaşaran, ‘Aşıklı Höyük, Orta Anadolu ve Kapadokya bölgesi için ilk yerleşme, ilk tarım ve ilk madencilik gibi özelliklerinin yanı sıra dünyada bilinen ilk beyin ameliyatı gibi teknolojik ve bilişsel gelişmelere de ışık tutuyor’ dedi. İskeletin bugüne kadarki buluntuların en eskisi olduğunu söyleyen Özbaşaran, şunları kaydetti: İskelet, oval bir evin altına açılan çukura anne karnındaki pozisyonuyla gömülmüş. Kemik ve dişleriyle günümüze kadar sağlam bir şekilde ulaşmış. Hacettepe Üniversitesi’nden Prof.Dr. Metin Özbek’in ilk gözlemlerine göre, iskelet, 12-13 yaşlarında hayatını kaybetmiş bir kız çocuğuna ait.
Höyükteki kazıda bugüne kadar 11 metre derinliğe ulaştıklarını ve Aşıklı halkının yaşam şeklini tüm ayrıntılarıyla okuyabildiklerini söyleyen Prof.Dr. Özbaşaran, ‘Arkeolojik dolgunun tabanına ulaştığımızda Aşıklı Höyük’teki ilk yerleşmenin tarihi de ortaya çıkacak’ dedi. Prof.Dr. Özbaşaran, kültür turizmine açılan Aşıklı Höyük’ün Kapadokya’ya gelen turistler için önemli bir uğrak yeri olacağını tahmin ettiklerini söyledi. Akşam, 31.08.2011 |
'FIRTINA GEMİSİ' İLE ZAMANDA YOLCULUK
“Fırtına Gemisi” (The Tempest) Kazdağları’nda yeniden yapılarak mitolojik yolculuğu tekrarlanacak.
Balıkesir’in Edremit İlçesi’ne bağlı Altınoluk Beldesi’ndeki Antandros antik kentinden, MÖ 700 yıllarında hareket eden ve Roma İmparatorluğu’nun kurulmasına neden olan “Fırtına Gemisi” (The Tempest) Kazdağları’nda yeniden yapılarak mitolojik yolculuğu tekrarlanacak.
Altınoluk Beldesi’ndeki Antandros antik kentinde kazı çalışmaları 11 yıldır sürüyor. 27 kişilik ekiple üç farklı alanda sürdürülen çalışmaların bu Eylül ayının ortalarında sona ermesi beklenirken Kazı Başkanı ve Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Gürcan Polat, Büyük Roma İmparatorluğu’nun kurucusu Aeneas’ın mitolojik serüvenini tekrarlamak için hazırladıkları projenin Avrupa Birliği tarafından kabul edildiğini açıkladı. Polat, proje kapsamında, yeniden inşa edilecek Aeneas’ın “The Tempest/Fırtına” adlı gemisinin Altınoluk’tan tan yola çıkarak sadece yelken ve kürekle İtalya’ya gideceğini söyledi.
Antandros antik kentinde üç koldan yürütülen çalışmalarda, Roma villası, nekropol ve yerleşim alanını tespit etmeye uğraştıklarını aktaran Kazı Başkanı Doç.Dr. Gürcan Polat, ayrıca, bu yıl Ege ve Akdeniz ortak kültürünün ortaya çıkarılması ve insancıl tarih bilincinin yaratılması için Büyük Roma İmparatorluğu’nun kurucusu Aeneas’ın Antandros’tan İtaya’nın Castro kentine yaptığı tarihi yolculuğun yeniden canlandırılması girişiminde bulunduklarını da kaydetti. Doç.Dr. Polat, hazırlanan projenin Avrupa Birliği Sivil Toplum Diyaloğu-2 Programı’nca kabul edildiğini ifade etti.
Lecce Üniversitesi Öğretim Üyesi Ord. Prof. Francesco D’Andria ile ortaklaşa hazırladıkları “Altınoluk’tan Castro’ya Zamanda Yolculuk” adlı projenin yaşama geçirilmesi için ilk adımların atıldığını vurgulayan Doç.Dr. Polat, “Proje kapsamında 2 bin 400 yıl önceki arkeolojik verilere dayanılarak, yeni bir yelkenli ve kürekli gemi yapacağız. Bu tekne Büyük Roma İmparatorluğu’nun kurucusu Aneas’ın, Kazdağları’nda hazırlayıp denize açıldığı “Tempest/Fırtına” adlı geminin bir benzeri olacak. ve biz de bu gemiyle Aneas’ın kullandığı rotayı takip ederek İtalya’nın Castro kentine ulaşıp evrensel bir canlandırma yapacağız” dedi.
Kazı Başkanı Polat, “Proje, evrensel tarihin günümüze kadar gelmiş olan ilişkilerinde Ege’nin etkisini tekrar anlatmayı ve belgelemeyi hedefliyor. Büyük Roma İmparatorluğu’nun kurucusu olan Aneas’ın yaptığı tarihsel yolculuğu bir canlandırma ile belgelemek istiyoruz. Dönemin özelliklerine uygun olarak yapılacak “Tempest” yelkenlisinin Altınoluk’tan yola çıkarak, yanlızca yelken ve kürekle MÖ 700′lü yıllarda kullanılan rotayı takip edecek. Tempest, Ege adaları ve Yunanisten kıyıları üzerinden İtalya’nın Castro kentine sürecek tarihi yolculuğu tekrarlayacak. Projenin bilimsel danışmanlığını Lecce Üniversitesi öğretim üyesi Ord. Prof. Francesco D’Andria ile birlikte yürüteceğiz. Ayrıca 360 Derece Tarih Araştırmaları Derneği bu projeyi destekleyecek” diye konuştu. Tempest gemisinin, İtalya, Yunanistan ve Türkiye’den oluşan proje ortaklarının onayıyla Altınoluk’ta kurulacak bir platformda inşaa edilmesi planlanıyor. Aralarında kardeşlik anlaşması protokolü imzalanan Altınoluk ve İtalya’nın Castro belediyelerininde destek vereceği öğrenildi.
MİTOLOJİDE AENEAS Truvalı kahraman Aenas, mitolojik kaynaklara göre, Roma’nın milli kahramanı ve imparator Augustus’un atası sayılıyor. Truva düştükten sonra şehirden kaçıp yeni bir yurt arayan Truvalılara önderlik etti. Önce sağ kurtulanlarla beraber Kazdağları’nın güneyindeki Antandros (Altınoluk) kentine gelip buradan gemi ile denize açılmışlar. Rüzgar onları Kartaca’ya sürükledi. Kartaca Kraliçesi Dido’nun bir süre misafiri olduktan sonra tekrar yola koyuldular ve Orta İtalya’da karaya çıktılar. Burada yerli Sabinlerle de karışarak Roma kentini kurarlar. Truva’ daki palladium adıyla bilinen heykeli beraberinde kaçırıp kurulacak olan Roma kentinin bulunduğu yere diktiği belirtilir. Truva’da Hektor’dan sonra en büyük kahraman sayılırdı. Dardanya prensiydi. Oğulları Romulus ve Remus, Roma İmparatorluğunu kurmuştur. haberler.com, 31.08.2011 |
|
117 YILLIK SIĞINAK HALA AYAKTA Bursa Olay, 31.08.2011 |
|
''KENTİN TURİZM SEKTÖRÜYLE KALKINMASINI AMAÇLIYORUZ'' Yapı, Fotoğraf: İbrahim Sincar/AA, 31.08.2011 |
|
KAPADOKYA'DAKİ YASSIHÖYÜK KAZILARI SONA ERDİ
Kapadokya bölgesinin yaklaşık 2 bin 700 yıllık tarihini ortaya çıkaracak olan Nevşehir’in Gülşehir İlçesi'ne bağlı Ovaören beldesindeki Yassıhöyük’te yürütülen arkeolojik kazıların bu yılki bölümü tamamlandı.
Anadolu’nun yerleşik hayata geçişinin ilk evresinden başlayıp, Bizans, hatta Osmanlı dönemine kadar süreklilik arz eden alanda, 2007 yılında Bakanlar Kurulu kararı ile başlanan arkeolojik çalışmaların bu yılki bölümü de Gazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Doç.Dr. Süleyman Yücel Şenyurt başkanlığındaki ekip tarafından yürütüldü.
Kazı çalışmalarına ilişkin Aa muhabirine açıklama yapan Şenyurt, yaklaşık 25 hektarlık bir alanda hem Orta Demir Çağ hem de Geç Demir Çağ’a ait bulgulara rastladıklarını belirterek, içinde saray ya da bir mabet olduğunu tahmin ettikleri kazı alanında, yine buna ait olduğunu düşündükleri bir de kapıya rastladıklarını söyledi.
Kazılara gelecek yıl devam edeceklerini dile getiren Şenyurt, bugüne kadar demir, ok ve mızrak uçları, pişmiş toprak ağırşaklar, kemikten yapılmış iğne, dokumacılıkta kullanılan ağırşaklar, çanak-çömlek kalıntıları ile 12 hektarlık bir alanı kaplayan büyük bir kent ve kenti çevreleyen taş surların açığa çıkarıldıklarını dile getirdi.
Surların Hitit döneminde yapıldığını, Demir Çağı’nda iki kez onarım gördüğünü, surlardaki en son yapıların da MÖ 8. yüzyılda hüküm süren Tabal Krallığı’na ait olduğunun anlaşıldığını belirten Şenyurt, höyüğün içinde yapılan kazılarda da Demir Çağı’na ait mekanlar ortaya çıkarıldığını anımsattı.
Şenyurt, kazılarda, Demir Çağı’nda da yoğun yerleşime sahne olan surlarla çevrili kentin gerek Hitit İmparatorluk gerekse Geç Hitit Dönemi’nde özellikle Tabal Krallığı’na bağlı önemli kentlerden biri olduğuna dair bulgulara rastlandığını belirtti.
Bu yıl yaklaşık 45 gün süren kazıların tamamlandığına değinen Şenyurt, önümüzdeki yıl yine çalışmalara devam edeceklerini sözlerine ekledi. haberler.com, 31.08.2011 |
|
GÖKÇEADA'DA 8 BİN 500 YILLIK KEŞİF
Çanakkale’nin Gökçeada İlçesi'nde süren arkeolojik kazılarda, adada yaşamın 8 bin 500 yıl öncesine kadar uzandığının kanıtlandığı bildirildi.
Gökçeada’nın Uğurlu Köyü zeytinlik mevkisindeki kazıları yürüten Trakya Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Burçin Erdoğu, yaptığı açıklamada, bölgenin Doğu Ege adalarında bilinen en erken yerleşim yeri olduğunu söyledi.
Uygarlık tarihinin en önemli sürecini kapsayan Neolitik Çağ’ın, insanların yerleşik yaşama geçmesi, tarım ve hayvancıktan oluşan beslenme ekonomisinin başlaması ve buna bağlı sosyal düzenin değişimi ve teknolojik gelişmelerin yaşandığı bir dönem olduğuna işaret eden Erdoğu, “Avrupa’da Neolitik Çağ, Avrupa medeniyetlerinin başlangıcı olarak görüldüğünden Neolitik yaşam biçiminin nasıl başladığı konusuna yönelik tartışmalar hız kesmeden devam etmektedir. Uğurlu-Zeytinlik yerleşmesi Neolitik yaşam biçiminin Avrupa’ya aktarımında rol oynamış anahtar bir merkez görünümündedir” dedi.
Erdoğu, bölgedeki buluntuların araştırma sonuçlarının Avrupa tarihinin yeniden yazılmasına neden olacak derecede önem taşıdığını belirterek, “Yeni Zelanda’nın Waikato Üniversitesi'nden gelen radyoaktif karbon tarihleri, milattan önce 6 bin 500′leri vermiş ve böylece Uğurlu-Zeytinlik yerleşmesinin günümüzden 8 bin 500 yıl öncesine giden Doğu Ege adalarının bilinen en erken yerleşmesi olduğu kanıtlanmıştır” diye konuştu.
Yaklaşık 2 yıldan bu yana yürütülen kazı çalışmalarının bu yılki bölümünün tamamlandığını dile getiren Erdoğu, şöyle konuştu: “2011 kazı sezonunda bulunan Neolitik Çağ’a tarihlendirilen taş temelli bir bina kalıntısı, ilk tarımcı köy topluluklarının Anadolu’dan Avrupa’ya yayılımıyla ilgili görüşleri değiştirebilecektir. Binanın içinde bulunan çanak ve çömleklerle diğer buluntular, Batı Anadolu ile benzerlik taşırken, adanın kendine özgü bir kültürünün de olduğunu işaret etmektedir. Adaya ithal olarak gelen mermerden yapılmış objeler ve obsidiyenden (volkanik kökenli doğal cam) yapılmış aletlerin yanında, cilalı taş baltalar, kemikten aletler ve deniz kabuğundan boncuklar binayla birlikte ele geçmiştir.” Hürriyet, 31.08.2011 |
|
AMAZON LAHİTLERİNİN EN SAĞLAMI KÜTAHYA'DA
Kütahya Arkeoloji Müzesi Müdürü Metin Türktüzün, dünyadaki 20 Amazon lahdinden en sağlamının Kütahya’da olduğunu söyledi.
1990 yılında defineciler tarafından Kütahya’nın Çavdarhisar İlçesi'nde bulunan ve o tarihten bu yana Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen 1848 yıllık Amazon lahdinin bir karı-koca için yapıldığı belirlendi. 1.60 santimetre yüksekliğinde, 2.40 santimetre uzunluğunda ve 1.24 santimetre genişliğindeki lahit, ziyaretçilerin ilgisini çekiyor. Amazon lahdinin MS 160 yılında yapıldığı bildirildi. Arkeoloji Müzesi Müdürü Metin Türktüzün, dünyanın çeşitli ülkelerinde bulunan 20 Amazon lahdinin en sağlamının kendi şehirlerinde olduğunu belirterek, “Lahit, 1990 yılında defineciler tarafından Çavdarhisar’da bulundu. Lahit, üzerindeki Grekler ile Amazonlar çatışmasını anlatan figürlere hiçbir zarar verilmeden çıkarılarak müzeye konuldu. Dünyada Amazonlara ait 20 lahit olduğu biliniyor. Bunların içinde en sağlamı ise bizim müzemizde sergileniyor. Diğer ülkelerdeki Amazon lahitlerinin her birinin parçalardan oluştuğu kayıtlarda yer alıyor” dedi. Haber 3, 30.08.2011 |
|
''KARANTİNA ADASI'NI İZMİR'İN GENELİNDE, URLA'NIN ÖZELİNDE BIR KÜLTÜR TURİZMİ MERKEZİ HALİNE GETİREBİLİRİZ'' Yapı, Fotoğraf: Göksel Kayseri/AA, 30.08.2011
Klazomenai antik kentinde Hitit Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Yaşar Ersoy başkanlığında yaklaşık 20 akademisyen ve arkeoloji öğrencisinden oluşan ekip tarafından 35 işçinin desteğiyle sürdürülen kazı çalışmalarının 2011 yılı sezonu sona erdi.
Kazı heyeti başkanı Prof.Dr. Yaşar Ersoy, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Klazomenai’de bu yıl yürüttükleri çalışmalarda, kentteki anıtsal yapıların ortaya çıkarılmasına ağırlık verdiklerini ve bu çerçevede şehrin devamı niteliğindeki Karantina Adası’ndaki kazı sahasında antik bir tiyatro yapısına ulaştıklarını söyledi.
Kazı çalışmalarında elde edilen bulgulara göre, Karantina Adası’nın kuzey ucunda konumlanan antik tiyatronun, en erken MÖ 2. yüzyılın ortalarında inşa edilmiş bir Hellenistik dönem eseri olduğunun tespit edildiğini vurgulayan Ersoy, oturma sıralarının bir bölümünün gün ışığına çıkarıldığı tiyatronun, yaklaşık 5 bin kişilik olduğunu tahmin ettiklerini bildirdi.
Prof.Dr. Ersoy, bundan sonraki aşamada öncelikle tiyatronun sınırlarının ve planının anlaşılmaya çalışılacağını ifade ederek, ”Kazı sahasında daha geniş alanlarda yapının korunan izlerini tespite ağırlık vereceğiz. Yürütülecek jeofizik ve jeoradar analizleri ile tiyatronun ve Karantina Adası’ndaki diğer resmi yapıların tespitini yapacağız” dedi. Akşam, 02.09.2011 |
|
TABAE ANTİK KENTİ ZİYARETE AÇILIYOR
Denizli’nin Kale İlçesi'ndeki Tabae antik
kentindeki kazılarda tarihi kilitler, at
nalları, çatal-bıçaklar, tiyatro jetonları ve
seramik kaplar ortaya çıktı. Kentteki Roma
sarnıcından çıkan parçalanmış eşyalar, güneşte
kurutulmasının ardından birleştiriliyor. Türkiye Gazetesi, 29.08.2011 |
|
TERMAL TESİS PROJESİ, KÜLTÜR VE TABİAT VARLIKLARINI KORUMA KURULU'NCA KABUL EDİLDİ Yapı, Fotoğraf: Abdulhamid Hoşbaş/AA, 30.08.2011 |
|
![]() |
LAODİKYA YANGINI UCUZ ATLATTI
Laodikya Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, Laodikya antik kentinde çıkan yangın sonrası kazı alanı dışında yer alan bir iki mermer sütun haricinde zarar gören yerin olmadığını söyledi.
Prof.Dr. Şimşek, gazetecilere yaptığı açıklamada, 2000 yıllık antik kentte yangın sonrası geniş çaplı bir araştırma yaptıklarını, yangının neden çıktığı konusunda şu an için net bir bilgi bulunmadığını belirtti.
Yangından zarar vermeden kurtuldukları için mutlu olduklarını belirten Prof.Dr. Şimşek, ''Otluk alanlarda kalan bazı yerlerdeki mermerler yangın dolayısıyla sisten etkilenmiş ama bunlar geçici bir durum. Önemli olan kentte büyük tahribatların meydana gelmemesi. Yaptığımız incelemelerde yangında kazı alanı dışında kalan otluk alanda bir iki sütun mermer haricinde zarar gören yerin olmadığını gördük'' dedi. Ntvmsnbc, 30.08.2011 |
'AYVANSARAY TÜRK MAHALLESİ' YENİLEME PROJESİ' BAŞLADI
Demir, bir yandan uygulama projeleri hazırlanırken bir yandan da hak sahipleriyle görüşmelerin devam ettiğini bildirerek, ''Ayrıca alanda toplam 30 hanenin kiracı olduğu tespit edildi. Kiracılarımızın peşinatsız ve 15 yıl vadeli olmak üzere konut edinebilmeleri için TOKİ ile görüşmelerimiz devam ediyor. Konu ile ilgili kiracılara bilgilendirme toplantısı yapıldı. Kiracıların tahliyesi bayramdan sonra başlayacak'' diye konuştu. Yapı, Fotoğraf: Erhan Elladı/AA, 30.08.2011 |
|
RESİM VE HEYKEL MÜZESİ'NDE SULAR DURULDU Güvenlik ve kurumsallaşma gibi sorunlarını geride bırakan müzede 750 eser sergileniyor.
Ankara Resim ve Heykel Müzesi'nin yakın tarihi biraz problemli, hatta kayıp. Mimar ve mühendis Arif Hikmet Koyunoğlu tarafından 1927'de inşa edilen ve 6 Nisan 1980'den beri müze olarak hizmet veren yapı, 2000'lerin başından bu yana, tadilat gerekçesiyle kapalıydı. 2008'de kimseyi memnun etmeyen bir açılış hamlesi yapan müze, soygun ve kayıp haberleriyle gündeme gelince onarımların yetersiz olduğu gerekçesiyle yeniden kapatıldı.
Müzede ciddi bir yönetim krizi olduğunu kabul eden Ertuğrul Günay, geçtiğimiz ayki açılış konuşmasında süreci anlattı: "Mütevazı bir müze olarak yola çıkan ama epey ihmalkarlığa uğrayan Ankara Resim ve Heykel Müzesi'nin 2008'deki açılışı kimsenin içine sinmedi. Çünkü binadaki sergi salonları son derece sınırlı, güvenlik imkanları son derece yetersizdi. Bunları yeni baştan ele aldık. Güvenlik sisteminden teşhir mekanlarına, salonlardan bahçeye her yeri yeni baştan düzenledik."
Müzenin sorumluluğu Mart 2011'den bu yana Kültür Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürü Vekili Ömer Bozoğlu'nda. "Şu anda teşhirde 750 eser var. Orijinalliğinden şüphe duyulanların sergilenmesi söz konusu bile değil." diyen Bozoğlu'na toplam eser sayısını soruyoruz. Müzede 4.000'e yakın eser olduğunu söyleyen ama net bir sayı veremeyen Bozoğlu şöyle açıklıyor durumu: "Müzedeki eser sayısı 4.000'in üzerinde ama kesin bir rakam veremiyorum. Çünkü diğer kurumlardan gelecek eserler var. Süreç henüz tamamlanmadı. Geçtiğimiz yıllarda müzede ciddi bir hafıza kesintisi yaşandı ve sayımlar sürüyor. Sadece şunu söyleyebilirim. Çalınan değil de devletin farklı kurumlarına sergilenmek üzere verilen eserler söz konusu. Bakanlık birimleri, Anayasa Mahkemesi gibi... Onları tespit edip geri alıyoruz yavaş yavaş. Müzede bulunan ve orijinalliğiyle ilgili soru işaretleri olan eserler için de bir komisyon kuruldu. İncelemeler sürüyor."
"Gidenler tespit edilemez ve geri gelmezse yapacak bir şey yok." diyen Bozoğlu, müze yönetiminin kurumsal kimliğini oturtmak için çalıştıklarını söylüyor ve ekliyor: "2010'da Resim Heykel Müzeleri Yönetmeliği'ni çıkardık. Bundan böyle müzeye girecek ve müzeden çıkacak eserler resmi kurallar çerçevesinde gerçekleşecek. Her türlü düzenlemenin 2012 ortalarında bitmesini planlıyoruz."
Çalınan ve kaybolan eserler 2009 sonunda gündeme gelen çalıntı haberlerine göre Hoca Ali Rıza'ya ait 13 karakalem çalışmasının asıllarının kayıp olduğu, yerlerine fotokopilerinin koyulduğu tespit edilmişti. Çalınan ya da kayıp olan resim sayısının çok daha fazla olduğu, depolarda hatta sergi salonlarında yer alan bazı eserlerin de sahte olduğu söylenenler arasındaydı. Diğer kurumlara sergilenmek üzere giden eserlerin kayıtlarının tutulması sırasında titiz davranılmadığı herkes tarafından kabul edilmiş ve geniş çaplı araştırmalar başlamıştı. Çalışmaların ne zaman sonuçlanacağı henüz belli değil.
Ankara Resim ve Heykel Müzesi'nin ziyareti ücretsiz. Osman Hamdi Bey Salonu'nda başlayan ziyaret; Abdülmecid Efendi'den Şeker Ahmet Paşa'ya, Şevket Dağ'dan İbrahim Çallı'ya Türk resminin önemli isimlerinin tablolarını görme imkanı sunuyor. Ercüment Kalmık ve Neşet Günal gibi hocaların eserlerinin de bulunduğu müzede Fikret Mualla'ya ayrılmış bir oda var. Belli periyotlarla değişmesi ve kimi zaman belli konseptler çerçevesinde yapılması planlanan sergilere geleneksel bir Ankara ev içi de dahil. Türk süsleme sanatları için de bir odanın ayrıldığı müzede; hat, tezhip, ebru, minyatür ve çini örnekleri de mevcut. Alt kattaki iki galeri ise süreli sergiler için ayrılmış. Müzedeki farklı bölümlere dijital güvenlik kodlarıyla girilebiliyor ve şu anda müzede 100'ün üzerinde güvenlik kamerası bulunuyor. Zaman, Haber: Jülide Karahan, 29.08.2011 |
|
GİTTİĞİNİZ YERDE HEYKELLERE BAKIN
Ülkemizde
heykele ve heykelciye reva gördüğümüz muameleyi
biliyorsunuz. Heykele alerjisi olan bir toplumuz!
Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 29.08.2011 |
|
2 BİN 700 YILLIK FRİG YAZITI BULUNDU
Prof.Dr. Cevat Başaran’ın kazı ekibi tarafından Parion’un yakın çevresinin araştırılması sırasında, Kocagür Köyü meydanında kırık bir mermer blok bulundu, bloğun üzerinde 3 satır "Frigce" yazıt olduğu tespit edildi.
Arkeolog Alper Yılmaz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, köy halkının yazıtlı taşı havuz dibi mevkisinden yıllar önce getirerek köy meydanına yerleştirdiğini söyledi.
Köylülerin köy meydanındaki taşın üzerine oturarak dinlendiğini ifade eden Yılmaz, Parion kazısı çalışması sırasında köylülerin üzerine oturduğu taşın dikkatlerini çektiğini bildirdi.
Bunun üzerine yaptıkları incelemede, köylülerin üzerine oturduğu taşın "Frigce" yazıt olduğunu tespit ettiklerini belirten Yılmaz, "Bu yazıt Anadolu arkeolojisi için son derece önemlidir ve bilinen tarihi değiştirmektedir" dedi.
Friglerin Anadolu’ya MÖ 1200’den sonra Balkanlar’dan göç etmeye başladığını ifade eden Yılmaz, şunları kaydetti: "İlk yerleşim yerleri Kuzey Batı Anadolu olduktan sonra, MÖ 9. yüzyılda bugünkü Ankara ve çevresine yerleşmişlerdir ve burada bilinen büyük Frig Uygarlığı’nı kurmuşlardır. Anadolu’nun kayıp lehçelerinden biri olan Frigce yaklaşık 21 harften oluşmaktaydı. Bugüne kadar Frig yazıtları, Frig Vadisi diye adlandırılan bölgede bol miktarda tespit edildi. Bunun yanı sıra Friglerin yayılım alanlarında Frigce yazılı taşlar ve mezarlar tespit edilmiştir. Bugüne kadar yapılan araştırmalarda Anadolu’da Frigce yazıta en son Manyas yakınlarında rastlanmıştı. Manyas’ın batısında herhangi bir Frig yazıtına rastlanmamıştı. Kocagür’de tespit edilen yazıt bize Büyük Frig Krallığı’nın Biga Yarımadası’nın doğusuna kadar geldiğini ve yayıldığını göstermektedir."
Çanakkale Arkeoloji Müzesi’yle irtibata geçildiğini ve 2 bin 700 yıllık yazıtın müzeye konulduğunu ifade eden Yılmaz, yazıt sayesinde bilim dünyasına yeni bilgiler aktarılacağını, Çanakkale bölgesinin Anadolu arkeolojisi için öneminin bir kez daha anlaşılacağını söyledi. Akşam, 29.08.2011 |
|
UNESCO, KAPADOKYA'YI 26 YILDIR DÜNYA MİRASI LİSTESİ'NDE TUTUYOR Yapı, Fotoğraf: Selçuk Yıldız/AA, 29.08.2011 |
|
"TOPKAPI SARAYI ESKİ GÖRKEMİNE KAVUŞACAK"
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, Topkapı Sarayı'nın birçok eksiği
bulunduğunu belirterek, "Burayı dünyanın öteki büyük
saraylarının ciddiyetine, Kanuni Sultan Süleyman
dönemindeki görkemine mutlaka kavuşturacağız'' dedi.
Bakan Günay, Başbakan Erdoğan'ın da katıldığı
Topkapı Sarayı'nda yenilenen Silah Teşhir Bölümü ve
4. avlu yapıları ile restore edilen Matbah-ı
Amire'nin açılış töreninde çalışmalar hakkında bilgi
verdi. Silah Teşhir Bölümü ile ilgili yapılan proje
çalışmasıyla yapının tarihi mimari özelliklerinin
ortaya çıkarıldığını ifade eden Günay, bu bölümde
Fatih Sultan Mehmet döneminden itibaren silahların
sergilendiğini anlattı. |
|
VAZELON'UN KADERİ
Radikal İki, Haber: Önder Kaya, 28.08.2011 |
|
"NEMRUT'UN BEKÇİLERİ YERİNE KONSUN"
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Nemrut’taki heykellerin korunması için Kahta’ya indirileceğini, yerlerine kopyalarının konulacağını açıklaması arkeoloji dünyasında tarihi eserleri korumak için yerlerinden etmek doğru mu tartışması başlattı.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Nemrut heykellerinin doğa koşullarından dolayı yıprandığını ve korunması için heykellerin bulundukları yerden 800 metre aşağıya Adıyaman’ın Kahta İlçesi'nde yapılacak bir müzeye taşınacağını açıklaması arkeoloji dünyasında yeni bir tartışmayı da başlattı. Bakan Günay Nemrut heykelleriyle ilgili “Ben heykellerin aşağıya (Kahta’ya) taşınması noktasındayım. Bu heykellerde yüzyılların yarattığı yıpranmalar var. Çok şiddetli rüzgar esiyor. Yüzeyindeki detaylar yok olmaya başladı. Isı, kışın eksi 40 dereye kadar düşüyor. Buzlanma oluyor, bu da zarar veriyor. Heykeller 800 metre aşağıya Kahta’ya taşınacak” açıklamasını yaptı. “Tarih yerinde güzel” diyen arkeologlar ise heykellerin Kahta’ya taşınmasına karşı, arkeololar “Heykellerin korunması gerekiyor ama günümüz teknolojisi ile bu yerinde olmalı” diyor.
- Prof.Dr. Halet Çambel: Tuhaf bir öneri. Dünyada örneği yok. Taşımak doğru olmaz. Bunca yıllık arkeoloğum ilk defa böyle bir şey duyuyorum.
- Prof.Dr. Semavi Eyice: Heykeleler 100 yıllardır burada duruyor. Taşımak doğru olmaz. Yerinde koruyucu tedbirler alınmalı, üzerlerine sundurma yapılmalı. Eserleri kendi yerinden alıp müzelere gömeceğiz. Her şey müzeye konmaz. Müze didaktik bir yer olması lazım, her eski eseri müzeye koymak doğru değildir. Tahribat insan eliyle de yapılıyor, bu da önlenmeli. Heykeller hava tahribatına maruz kalıyorsa muhakkak koruyucu tedbir alınmalı.
-Doç.Dr. Necmi Karul / Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi Başkanı Yerinde koruma esastır ancak açık alanda koruma oldukça güç, çok özel uygulamalar gerekir. Nemrut gibi bir yerde heykellerin üstüne çatı yapılması silüetini değiştiri. Korunması ve yerlerine replikalarının yapılması doğru bir yaklaşım. Replikalar da ziyaret edilir. Tarih sadece eserlerden ibaret değil, doğal çevre açısından da bir bütünlük sağlar. Nemrut dağındaki tümülüsün varlığı, güneşin batması da bunun bir parçasıdır. Ziyaretçiler etkilenmez.
Özgen Acar/Arkeoloji yazarı Nemrut’u Kahta’ya taşımak doğru olmaz. Yerinde korumak lazım, ‘cam fanus’ projesi yapılabilir. Aşağıya indirilirse yukarıdaki replikalarına kimse çıkıp bakmaz. O zaman Efes’teki Celsus Kitaplığı'nı da müzeye taşıyalım. Tarih yerinde güzel. Dünyada böyle bir örnek yok. Heykellerin acilen korunması gerekiyor, ama bu koruma günümüz teknolojisinde yerinde çözüm getirilmeli. Vatan, 28.08.2011 |
|
KÖYLÜ KADINLAR ARKEOLOJİK KAZI YAPIYOR
Yerleşim birimleri ile takı, figür, iskelet, çanak ve av malzemeleri gibi binlerce yıllık tarihi eşyalara ulaştıklarını ifade eden Karul, kazılarda üniversite öğrencileri kadar civar köylerde yaşayanların da görev aldığını bildirdi.
Kazılarda, kazma ve kürekle ilgili işleri erkeklerin, çapa gerektiren ince işleri ise kadınların yaptığını dile getiren Karul, ’Her yıl yaklaşık 40 kadın görev alıyor. Çapayla kazıyorlar, herhangi bir buluntuya ulaştıklarında bize haber veriyorlar. Köylü kadınlar adeta bir arkeolog gibi çok titiz çalışıyorlar’ dedi.
Kazı alanında görev alan Gülfidan Beki (43), 5 yıldır yaz aylarında kazı yaptığını belirterek, ’Boncuk, iskelet, sapan ve bazı eşyalar buluyoruz. Bulduğumuzda hocaları çağırıyoruz. İlk geldiğimde tedirgindim ancak şimdi çok rahatım. Eşyalara zarar vermediğimiz için sorun yaşamıyoruz’ diye konuştu.
Azime Borazan (44) ise 6 yıldır kazılarda görev aldığına değinerek, şunları söyledi: ’Tarihi eserleri buluyoruz. Bulduklarımızı ekibin başkanı ve diğer yetkililer, kayıt altına alıyor. İşlenmiş kemik ve taş, seramik parçaları, çanaklar bulduk. Figürlere rastlıyoruz, tümlenmiş, tümlenecek figürler buluyoruz. Bulunca seviniyoruz. Köyde kadınlara da anlatıyoruz. Bize ’siz nasıl iskelete elinizi dokunuyorsunuz’ diye soruyorlar. Biz de ’ölüden ne zarar gelir asıl zarar canlıdan gelir’ diyoruz.’
Borazan, kazılarda çalıştıkları için birçok arkeolojik terimi de öğrendiklerini belirterek, köydeki kadın arkadaşlarına da bu öğrendiklerini anlatarak, bilgi sahibi olmalarını sağladıklarını vurguladı.
İlkbaharda sebze bahçelerinde çapayla çalıştıklarını dile getiren Borazan, yaz aylarında da kazı alanında aynı çapayla tarihi eşyalar aradıklarını bildirdi.
Hanife Zengin (42) de kazılarda geçen yıl çalışmaya başladığını ifade ederek, 8 bin 500 yıllık tarihe sahip bir yerde görev yapmaktan keyif aldığını bildirdi.
Zengin, ilkbahar aylarında bağ ve bahçede çalıştıklarına değinerek, ’Sebze çapalıyoruz. Tarladaki zararlı otları temizliyoruz. Burada da topraktaki gizli kalmış eserleri çıkarıyoruz. Fasulye bahçesinde de kazılarda da çapa kullanıyoruz. Ancak kazılar, hem ince hem de çok heyecanlı iş. Binlerce yıllık buluntuya ulaşmak çok önemli. İlk olarak kemikten yapılmış iğne bulduğumda çok sevinmiştim’ diye konuştu. Bursa Olay, 28.08.2011 |
|
BATI ANADOLU'NUN EN BÜYÜK ZEMİN MOZAİĞİ İZMİR AGORASI'NDA BULUNDU sondakika.com, 28.08.2011 |
|
ÇATALHÖYÜK'TE 9 BİN YILLIK RESİM BULUNDU
Bu yıl Çatalhöyük’te sürdürülen kazı çalışmalarında 9 bin yıllık geçmişe sahip resimler ortaya çıkartıldı.
Prof. Ian Hodder’ın başkanlığında, Yapı Kredi’nin desteğiyle yürütülen Çatalhöyük kazılarında, yaklaşık 8 bin kişinin yaşadığı kenti gün ışığına çıkarmak için bir Türk bir de uluslararası ekip görev yapıyor.
Ian Hodder, 9 bin yıllık resmi, evlerden birinin hala sağlam kalan 2.5 metre yüksekliğindeki duvarında bulduklarını belirtti.
Beyaz kille kaplanmış olan duvarın ortasında kırmızıya boyanmış bir oyuk ve bunun içinde de obsidyen ok başları bulunduğunu belirten Hodder şöyle devam etti. “Çatalhöyük’te yaşayanlar, evlerinin ocaktan çıkan isle kaplanmasını önlemek için duvarlarını beyaz kille kaplardı. O nedenle bu katmanların her biri kazı sırasında, özenle, tek tek çıkarıldı. Bu oyuğun altındaki panelde duvarın boyandığı ve bu kırmızı boyanın hala taze olduğu görülüyordu. Bu sene ortaya çıkan diğer bir heyecan verici bulgu ise, bir buzağı kafasının kırmızıya boyanarak başka bir evdeki oyuğun üzerine asılmış olmasıydı. Evlerde, ölenlerin gömüldüğü alanlarda sıklıkla çeşitli resimlere rastlıyoruz. Bu resim ve objelerin, o dönemde yaşayan insanların ölenlerle iletişim kurmasının bir yolu olduğunu düşünüyoruz.” Habertürk, 28.08.2011 |
![]() |
|
LİBYA'DA YAĞMAYA KARŞI KIRMIZI ALARM!
Birleşmiş Milletler’in Eğitim, Bilim ve Kültür’den sorumlu kurumu UNESCO, uluslararası sanat tüccarlarını ve müzeleri, Libya’daki çatışmalar sırasında yağmalanan sanat eserlerine dikkat etmeleri konusunda uyardı. UNESCO’nun hazırladığı raporda, sosyal kargaşa zamanlarında sanat eserlerinin ciddi zararlar gördüğü ve Libya’daki mevcut koşullarda, sanat tüccarlarının özellikle dikkatli olmaları gerektiği bildirildi. Dikkatsiz sanat tüccarlarının satın alacakları eserlerle, yağmayı teşvik edeceği uyarısını yapan UNESCO Genel Müdürü Irina Bokova, komşu ülkeleri de uyardı.
Radikal, 28.08.2011 |
ERDOĞAN CEMAATLERE BAYRAM SÜRPRİZİ YAPTI
Azınlık vakıflarına ait
olmalarına rağmen kamu adına tescili yapılan
taşınmaz malların, söz
Sabah, Haber: Mehmet Nayır, 28.08.2011
Hükümet, azınlık (cemaat)
vakıfları ile ilgili tarihi bir adım atarak 75 yıl
önce el konulan veya Hazine adına tescil edilen mal
varlıklarının asli sahiplerine iadesine imkan
sağladı. 3'üncü kişilere devredilen mallar için de
rayiç bedelden tazminat ödenecek. Vakıflar Genel
Müdürü Adnan Ertem, bu tarihi adımın perde arkasını
SABAH'a anlattı. Değişikliği, Erdoğan'ın,
Sabah, Haber: Mehmet Nayır, 29.08.2011
Radikal İki, Yazı: Baskın Oran, 04.09.2011
|
|
SOLOİ POMPEİOPOLİS'TE HELLENİSTİK DÖNEM İZLERİ
Doğal haliyle ayakta kalan dünyadaki sayılı antik limanlardan Soloi Pompeiopolis antik kentinde bu yıl gerçekleştirilen kazılarda, Hellenistik Döneme ait çok sayıda eser bulunduğu bildirildi.
Dokuz Eylül Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi ve Kazı Başkanı Prof.Dr. Remzi Yağcı, Aa muhabirine yaptığı açıklamada, Mersin’in Mezitli İlçesi'ndeki antik kentte bu yıl 12′incisi gerçekleştirilen kazı çalışmalarının 1 Temmuz-4 Ağustos tarihleri arasında toplam 35 kişilik ekiple yapıldığını söyledi.
Antik kentteki ilk bilimsel çalışmaların 1999 yılında, ilk restorasyon çalışmalarının ise bu yıl başladığını belirten Yağcı, “Soli Höyük ve Sütunlu Cadde’de gerçekleştirilen kazılar restorasyon çalışmaları ile birlikte yürütüldü” dedi.
Kazılarda güneydeki Roma dükkanlarının devamı niteliğinde bir mekan açığa çıktığını ifade eden Yağcı, şöyle konuştu: “Bu mekanın güneyinde Bizans Dönemi su kanalı, altında ise yaklaşık 3. 5 metre derine inen Roma Dönemi rögarı ile bu rögara bitişik bir ocağa rastlandı. Rögar Hellenistik çöplük olarak kullanılmış. Rögar ile ocağın bir dönem aynı anda kullanıldıkları, ocağın hem rögarı hem de Hellenistik tabakayı tahrip ettiği arkeolojik verilerden anlaşılmaktadır. Ocak çevresinde ve rögar içinde milattan önce 3-1. yüzyıla tarihlenen farklı tipte birçok mutfak malzemesi açığa çıkmıştır. Rögardan lagynos (tek kulplu şarap kabı), olpe (sürahi), megara kasesi, kandil, unguentarium (koku kabı) tipinde birçok kap ile ayrıca sikke, figürin (üzerinde bir çift amfora taşıyan katır-adak heykelciği), mortarium (havan) ile havan eli, dokuma ağırlıkları ve ağırşaklar bulundu. Bunlardan müzelik değerdeki 38 parça Mersin Müzesi’ne teslim edildi. Bu zengin Hellenistik kap repertuvarı, Soloi Pompeiopolis’teki Sütunlu Cadde’nin Roma Döneminden önceki kullanımına ilişkin kanıtları göstermesi bakımından önem taşıyor. Bu buluntular, Soloi Pompeiopolis’in Hellenistik Dönemde de etkin bir liman kenti olduğunu akla getirmektedir. ”
Yağcı, Mersin’in dip tarihini araştırdıkları Soli Höyük’teki kazıların ise Arkaik Teras çevresinde gerçekleştirildiğini söyledi.
Arkaik Teras mekanlarının doğuya bakan birbirine bitişik odalardan oluşan bir mimari kompleks olduğunu belirten Yağcı, şunları kaydetti. “Bugüne kadar 15. yüzyıl Kizzuwatna sur duvarlarını açığa çıkararak koruma altına aldığımız Soli’de milattan önce 7. yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren Geç Arkaik Döneme kadar kesintisiz yerleşim söz konusudur. Soli’nin kolonizasyon dönemine (milattan önce 7 ve 6. yüzyıl) tarihlenen bu teras, arkeolojik olarak Soli’nin Doğu Grek ve Kıbrıs ile olan yakın ilişkilerin varlığını gösteriyor. Tarihsel olarak da Atinalı devlet adamı Solon’un kurucusu olduğu Soli’de görev yaptığı dönemi (MÖ 640-559) işaret etmektedir. Bu dönem buluntuları arasında fikellura stili krater parçaları, kabartmalı mimari terra cottalar, Fenike tipi lekythoslar önem taşıyor. Soli teras mekanları, Arkaik Dönemde mimari olarak şimdiye kadar Kilikya’da açığa çıkarılmış en belirgin akropol yapılarıdır. ”
Yağcı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Mersin Valiliği ve Mezitli Belediyesi’nin desteğiyle Sütunlu Cadde ve Soli Höyük’te sürdürülen çalışmaların yanı sıra pilot bölge olarak seçilen Sütunlu Cadde ile limanın birleştiği bölgede restorasyon çalışmalarına başlandığını anımsattı.
Sütunlu Cadde’nin güney ucunda başlatılan proje kapsamında karşılıklı 7′şer toplam 14 sütunun ayağa kaldırılacağını ifade eden Yağcı, “Sütunlu Cadde’deki 14 sütunun ayağa kaldırılması için başlatılan çalışmaların yıl sonunda tamamlanması hedefleniyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile yazışmalarımızda önerdiğimiz kamulaştırma projesi gerçekleştirilirse Sütunlu Cadde’nin batı ucundaki parseller kamulaştırılacak ve Sütunlu Cadde böylece restorasyona daha hazır hale gelecek. Böylelikle ilerleyen süreçte toplam 300 sütundan oluşan cadde görsel açıdan turizme kazandırılacak” diye konuştu. haberler.com, 27.08.2011 |
|
DİYARBAKIR, SURLARIYLA MARKA OLMA YOLUNDA HIZLA İLERLİYOR Yapı, Fotoğraf: Ferit Ozonat /AA, 27.08.2011 |
|
ANTİK MISIR'DA YAĞDAN JÖLE VARDI
İngiltere'nin Manchester Üniversitesi arkeologları, Mısır mumyalarının saç örneklerini inceledi ve 3 bin 500 yıl önce de jöle ile saç maşası kullanıldığını tespit etti. 18 Sabah, 27.08.2011 |
|
TÜRKİYE'NİN 'İLK KAZI DEMİRYOLU HATTI' HURDALIKTAN KURTARILDI Yapı, Fotoğraf: Esma Aygün/AA, 27.08.2011 |
|
"SARAYDAN TAHT KAÇIRMA DİYE BİR ŞEY YOK"
Topkapı Sarayı'ndaki taht olayı için "Bir tarihi eşyanın kullanılmak üzere lojmana taşınması iddiası kesinlikle doğru değil. Kaldı ki o taht III. Selim'e ait de değil, daha sonraki yıllarda temin edilmiş bir kanepe." diyen Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ekliyor: "Sarayda epey mesafe aldık, iki sene içinde her şey yerine oturacak."
Galata Mevlevihanesi Müzesi, Gaziantep Zeugma Mozaik Müzesi ve Topkapı Sarayı Silah Seksiyonu bitti. Gezdik, gördük, haber yaptık. Ama halka açılmadılar. Neden, ne zaman? Resmi açılışların Sayın Başbakan tarafından yapılması gibi bir düşüncemiz var. O nedenle sürekli erteliyoruz. Zeugma için tarih belli: 9 Eylül. Galata Mevlevihanesi yakında... Silah Seksiyonu da zira... Umarım bir an önce açılır, çünkü gerçekten çok özel bir teşhir. Sadece Silahhane de değil Topkapı Sarayı 4. avludaki çeşitli yapılar da elden geçti. Bağdat Köşkü, Revan Köşkü, Lala Mustafa Paşa Köşkü, Sofa Camii... Mecidiye Kuleleri de yolda. Silahhane'yle birlikte onları da açacağız.
Topkapı Sarayı Müzesi'ndeki soruşturma sonuçlandı mı bu arada? Durum ne? Müze Müdürü Yusuf Benli Konya'ya gitti mi? Evet, Yusuf Bey eski görev yeri Konya'ya döndü. Soruşturma sürüyor. Tespit edilen bazı özensizlikler söz konusu ama ortada basına yansıdığı gibi bir kasıt yok. Yani bir tarihi eşyanın kullanılmak üzere lojmana taşınması iddiası kesinlikle doğru değil. Sadece bir objeyi bir yerden bir yere taşırken talimatlandırma ve koruma konularında bazı özensizlikler yapılmış. 'Saraydan taht kaçırma' deyince obje sarayın dışında bir yere kaçırılıyormuş gibi algılanıyor. Halbuki eşya, sarayda aynı avlu içinde bir yapıdan öteki yapıya götürülüyor. Kaldı ki o taht da Necdet Sakaoğlu Hoca'nın bana söylediğine göre daha sonraki yıllarda temin edilmiş bir kanepe.
3. Selim'in tahtı değil mi yani? Necdet Sakaoğlu'nun verdiği bilgiye göre hayır, 3. Selim'in tahtı değil. Yani haber -amacını bilmiyorum ama- gerçeği abarttı.
Haber nasıl ortaya çıktı? Onu bilemem. Yalnız benim için zamanlaması çok üzücüydü. Göreve başladığımdan bu yana Topkapı Sarayı kapsamına katmaya çalıştığım birçok yapı vardı. En son, Milli Savunma Tedarik Komutanlığı'nın kullandığı depoları saraya dahil etmiştik. Taht haberinin basına çıkmasından birkaç gün önce de geniş bir basın topluluğuyla oraları gezdik. Ben bu yapıların saraya katıldığının haber olmasını beklerken... Topkapı Sarayı'ndaki bütün emeğimizi ve gayretimizi küçülten abartılı ve kasıtlı bir haberle karşılaştım. Doğrusu çok üzüldüm.
İlber Ortaylı tahtın 3. Selim'e ait olmadığını fark etmedi ,mi? Etse bile... Yusuf Benli'yle aralarında talihsiz bir basın polemiği geçmiş, yetki sürtüşmesi basına taşınmıştı. Sanıyorum insanlar böyle durumlarda öfkelerini ve içlerindeki duyguları öne çıkarıyor.
Şimdi ne olacak? Saray yine müdürsüz mü kalacak? Şimdilik bir arkadaşımız vekaleten bakıyor. Asaleten de bir arkadaşımız atanacak. Ama açıkçası Topkapı Sarayı'nda son zamanlarda Osmanlı'nın son dönemindeki gibi iş yapmaktan çok laf yapmaya yönelik bir eğilim söz konusu. Yine de, her şeye rağmen Topkapı Sarayı'nda epey mesafe aldık; artık yerimizi, yönümüzü biliyoruz. İki sene içinde her şey yerine oturacak. Şimdi biz İstanbul İl Özel İdaresi'yle birlikte yönümüzü Yıldız Sarayı'na çevirdik. Büyük Mabeyn restore edildi. Orayı devlet kabul salonu yapmaya çalışıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti cumhurbaşkanı ve başbakanı misafirlerini otellerde değil, Osmanlı'dan kalmış gösterişli bir yapıda kabul etsin diye... Sıra Küçük Mabeyn'de. Harem yapılarında da restorasyon başladı. Bir de orada küçük bir opera binası var, Sultan Abdülhamid'in Avrupa'daki en son sanat eserlerini getirtip dinlediği... Orası için de sponsor bulduk. Yıldız Sarayı, bahçesi dahil her şeyiyle ele alındı ve birkaç yıl içinde -birkaç yıl derken 4 yılı bulur- iddialı, güzel ve gezilebilir bir mekan olacak. Kısacası İstanbul, yepyeni bir Topkapı kazanacak. Bu yeni haber, kıymetini bilin!..
Geçtiğimiz aylarda, Topkapı'daki Zührevi Hastalıklar Hastanesi'ni koleksiyoner Öner Kocabeyoğlu'na müze açması için tahsis etmeyi teklif etmiştiniz. Bu konuda bir gelişme kaydedildi mi? Zührevi Hastalıklar Hastanesi Sur-i Sultani sınırları içerisinde boşalttığımız yapılardan biri. Orada çağdaş bir müze açılsın istiyoruz. O zaman tarihi yarımadada tam bir bütünlük sağlanacak. Düşünün: İslam Eserleri Müzesi, Yerebatan Sarnıcı, Mozaik Müzesi, Topkapı Sarayı, Ayasofya... Bir de çağdaş bir müze... Bu isteğimizi Mimar Sinan Üniversitesi'ne de ilettik; bir proje geliştirin, beraber yapmaya çalışalım dedik. Ama yakın zamana kadar tatmin edici bir öneri gelmedi. Öner Bey'e de söyledim çünkü santralistanbul'daki sergisi çok zengindi. Böyle bir koleksiyonun birkaç ay görünüp sonra depoya kaldırılması İstanbul'a büyük haksızlık. Aslında bazı önemli koleksiyonerler konuyla ilgileniyor, haber gönderenler var. Haklı olarak. Benim elimde binlerce eserlik bir koleksiyon bulunsa ve İstanbul'un zenginlerinden olsam böyle bir yapıyı kaçırmam. Çünkü ticari fonksiyonların da önünü açıyoruz.
Koleksiyonu olan başvursun mu o zaman? Evet, koleksiyonu olan gelsin. Biz yolunu açacağız. Orası hediyelik eşya, yeme içme ve periyodik sergi alanı gibi ticari fonksiyonlara da olanak sağlayacak bir yapı. Yatırımcılara çeşitli gelir kapıları açacak bir mekan. Bu konu eylül-ekim gündemimizde. Hatta bir ay içinde ilan verip başvuruları almaya başlayacağız. Zührevi Hastalıklar Hastanesi önümüzdeki süreçte bir kültür işletmesi, bir müze olarak hizmet vermeye başlayacak.
İhale gibi bir şey mi yapacaksınız? Bir biçimde...
Sizin karşı taraftan beklentiniz ne? Bize proje sunup o çerçevede restorasyona girişecekler ve orayı bir kültür sanat işletmesi haline getirecekler. Karşılığında kira da alacağız ama çok sembolik...
Bakanlığa bağlı özel müze statüsünde mi olacak? Tabii, işin içine böyle bir kültür işletmesi girerse özel müze olur.
Yalnız koleksiyonerlerin bir derdi var. Hatta avukat ve koleksiyoner Haluk Perk uyarıyor: "Elinizdekiler arkeolojik eser değilse, yani kayıt ve tescil zorunluluğu yoksa müze ismini kullanın ama kesinlikle bakanlığa bağlı özel müze statüsüne geçmeyin." Gerekçesi de 2863 sayılı yasanın 26. maddesi... Koç, Sabancı, Borusan... Hepsi bakanlığa bağlı müze statüsünde. Nedir bu maddenin meselesi? 26. madde eserleri devlet korumasına alıyor. El ve yer değiştirmede bildirme zorunluluğu yanı sıra satışta alma önceliği devlette...
Bir eser eğer müze koleksiyonuna girmişse devletin defterine de geçmiş olur ve her türlü alım satımının bildirilmesi gerekir. Ama müzecilik böyle bir şey. Hem müzeye koyacağım hem bakkal dükkanı gibi koyduğum her şeyi önüme gelene satacağım, olmaz ki... Kayıt altına almak müzeciliğin ana prensiplerinden biri. Ayrıca işin ne kadar ciddiye alındığını da gösteriyor. Türkiye'de kayıt dışı iş yapma geleneği çok yaygın, demek ki koleksiyonerde de öyle bir yönelim var. Bir de ticari amaçla koleksiyonculuk yapıyorsanız kaydettirmez; rahatça alır, satarsınız. Ama geleceğe kalsın diye koleksiyonculuk yapıyorsanız devletle işbirliği yapmanızda fayda var. Bir de özel müze belgesi almanın getirdiği pek çok kolaylık mevcut, onları da unutmayalım.
AKM için çok güzel haberler verdiniz. Hatta 2011-2012 sezonu dediniz. Bir aksilik olursa size olan güvenimiz sarsılabilir... Niyet, niyet... Niyet o. Bazen haber algılanmak istendiği gibi algılanıyor. Elimden gelse AKM'yi bu yıl açarım ama... Ses düzeni, ışık düzeni, ısıtma düzeni... Bunlar ciddi tadilatlar gerektiriyor. Şu anda nerden baksanız 50 milyonun üzerinde kaynak gerekiyor. Bizim bütçemizde yatırım için ayrılan miktar yılda ortalama 100 milyon. Bunun yarısından fazlasını AKM'ye yatırırsak 2012'de Türkiye'de başka hiçbir iş yapmamamız gerekir. Onun için ciddi bir sponsora ihtiyacımız var. Önümüzdeki ay İstanbul'da, AKM'ye kaynak ayırabileceğini umduğum çevrelerle bir toplantı yapma düşüncesindeyim. Özellikle orkestrası olan ama binası olmayan büyük kuruluşlarla... Benim derdim AKM'nin haftanın 7 günü açık olması, mümkünse. Eskiden olduğu gibi haftanın 2-3 günü açık olsun, diğer günlerde prova bahanesiyle karanlığa gömülsün istemiyorum. Onun için; orkestrası bulunan ve etkinlikleri için düzenli bir sahneye gereksinim duyan kurumlarla işbirliği yapmak istiyorum. Bir miktar kaynak bulursak, bir kullanım protokolü yapar; geri kalanını da bütçemizden karşılar ve AKM'ye hemen gireriz. O zaman bir yılda bitirir ve 2012'nin sonuna yetiştiririz.
En kötü senaryosu nedir bu işin? En kötü senaryo... Taksim'de trafik yer altına alınır ve büyük bir meydan yapılırsa... Çünkü Taksim Meydanı'yla bütünleşen büyük bir park ya da Taksim Kışlası'nın özgün yapısıyla ayağa kaldırılması gibi fikirler söz konusu. O çerçevede belediye arsaları da işin içine katılır ve AKM yeniden yapılır. Yıkmak tabirini kesinlikle kullanmıyorum, aman dikkat! O da tabii uzun sürer. Ben açıkçası İstanbul'da, Taksim'de böyle bir sahne yapısının bu kadar uzun bir geleceğe ertelenmesini çok doğru bulmuyorum. Uzaması gerçekten kötü bir senaryo olur. Zaman, Haber: Jülide Karahan, 27.08.2011 |
|
105 YILDIR SÜREN KAZININ BU YILKİ ETABI TAMAMLANDI
Aydın'ın Didim
İlçesi'nde bulunan Apollon Tapınağı
Kazı heyeti başkanı Almanya Halle
Üniversitesinden Prof.Dr. Helga Bumke ise bu yılın
kazı
Bumke, yürütülen kazı
Tapınakla ilgili çeşitli yazıtlarda Roma dönemine ait müzik ve tiyatro oyunlarından bahsediliyordu. Bugüne kadar da bu oyunların Miletos'ta gerçekleştiğini düşünülüyordu. Ancak, Apollon Tapınağı yanında bu şekilde devasa tiyatronun çıkması bize, bu yazıtlarda bahsedilen oyunların burada gerçekleştiğini gösteriyor.'' Yeni Asır, 27.08.2011 |
|
ÜÇ BİN YILLIK BATIK ŞAŞKINA ÇEVİRDİ
Nautilus gemisinin Ege ve Akdeniz'de MÖ 6'ncı yüzyıl ile MS 17'nci yüzyıl arasında toplam 38 batık tespit ettiği ortaya çıktı. Titanik kaşifi Dr. Robert Ballard başkanlığında dünyaca ünlü 63 metre uzunluğunda sekiz metre genişliğindeki araştırma gemisi Nautilus, ABD'nin Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone, ile Bodrum Limanı'ndan Ege'ye açıldı. Datça Knidos Burnu ve tarihi harabelerine 3 mil açıkta, 5 bin metre derinliğe kadar dalış yapan iki su altı robotu denize indirildi. Su altı robotlarının 490 metrede ilk kez bulduğu ve seksen yıllık olduğu tahmin edilen 41 metre uzunluğundaki ticaret gemisi ile henüz 6 ay önce battığı bilinen ve Sahil Güvenlik Komutanlığı tarafından aranılan ancak bulunamayan 16 metrelik yelkenli 'Miranda' yatının sapasağlam bulunması şaşırttı. Yaklaşık 5 saat boyunca su altı robotu ile Datça açıklarında araştırma yapan Naitulus'un bulduğu yaklaşık 3 bin yıllık eski batık ve anforalar da görenleri şaşkına çevirdi. Hürriyet, Haber: Yaşar Anter - Nilüfer Kandırmış, 27.08.2011 |
|
KEÇECİZADE FUAD PAŞA TÜRBESİ ESKİ GÖRÜNÜMÜNE KAVUŞTU
Mağrip haberler.com, 26.08.2011 |
|
ANTALYA KIYILARI ARKEOLOJİK HAZİNE GİBİ
Antalya’da yapılan su altı arkeoloji çalışmasında Orta Çağ ya da 16. yüzyıl sonlarına ait olduğu sanılan bir savaş gemisi batığına ait bronz top ve güneş saati bulundu.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın izniyle Doğu Akdeniz ve Selçuk üniversitelerinin ortaklaşa yürüttüğü, “Antalya Kıyıları Antik Limanlar ve Demirleme Yerleri Çalışması” kapsamında, Antalya kıyılarında yapılan su altı faaliyetlerine devam edildi.
Doğu Akdeniz Üniversitesi Sualtı Görüntüleme ve Araştırma Merkezi Başkan Yardımcısı Hakan Öniz başkanlığındaki ekip, eski bir dalgıcın ihbarıyla Topçam açıklarında batık bir savaş gemisine ait olduğu belirlenen top ile güneş saatini su yüzüne çıkardı.
Su altı arkeoloğu Hakan Öniz, yaptığı açıklamada, batığın muhtemelen Orta Çağ veya 16. yüzyıl sonlarına ait olduğunu söyledi.
Güney Antalya Turizm Altyapı Geliştirme Birliğinin de (GATAB) desteğiyle batıktaki önemli malzemeleri çıkardıklarını belirten Öniz, buluntuların Antalya Müzesine götürüleceğini vurguladı. Öniz, geminin gövdesine ait parçaların toprak altında olduğunun sanıldığına değinerek, “Su altından bir bronz top ve muhtemelen gemide bulunan bir güneş saatini çıkarttık. Geriye ekonomik değeri olmayan kalıntılar kaldı. Bu önemli kalıntılar Antalya Müzesi'nde tuzsal arındırma işlemine tabi tutulacak ve önümüzdeki ay müzenin uygun yerlerinde ziyarete açılacak” dedi.
Akdeniz kıyılarında su altı robotları, detektör sistemi ve her türlü ileri teknolojiyle denizin altında tespit çalışmaları yürüttüklerini dile getiren Öniz, Alanya, Gelidonya Burnu, Kemer ve Sıçan Adası bölgelerinde faaliyetlerini sürdürdüklerini bildirdi.
Öniz, Antalya kıyılarının, “Arkeolojik bir hazine” olduğuna işaret ederek, “Bizim çalışma iznimiz arkeolojik tespit amaçlı. Limanlar, antik demirleme yerleri ve bunların arasında deniz yoluyla kurulmuş ilişkiler çalışma alanlarımız. Çalışmalarımız Antalya Müzesi'nden arkeologlar tarafından denetleniyor” dedi.
Su altı arkeolojik belirleme çalışmalarında 3 yöntem kullandıklarını vurgulayan Öniz, dipleri manyetik ya da ses sinyalleri ile taradıklarını, bir kaptan gözüyle antik limanlar, akıntılı bölgeler ve gemilerin çarpıp batabileceği burunlarda daldıklarını ve bölgenin tecrübeli dalgıçlarıyla, yaşlılarıyla, liman kahvelerindeki insanlarla görüşerek tespit yaptıklarını söyledi.
Bronz top ve güneş saatinin de Antalya’nın en eski dalgıçlarından Mustafa Mural’ın verdiği bilgi doğrultusunda ortaya çıkarıldığını dile getiren Öniz, buluntuların elde edildiği geminin büyük bir fırtına sırasında karaya oturarak parçalandığını sandıklarını bildirdi.
Öniz, buluntuların hangi ülkeye ait olduğunun mekanik temizleme sırasında ortaya çıkacağına dikkati çekerek, su altında 4 demir top daha bulunduğunu, bunların da gelecek haftalarda yapılacak çalışmayla çıkarılacağını kaydetti. haberler.com, 25.08.2011 |
21 - 27 Ağustos 2011 |
|
TARİHİ BATIKLARA İLGİ PATLADI
Avrua’nın en iyi sekiz müzesi arasında yer alan Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’ni ağustos başına kadar 189 bin 868 kişi ziyaret etti. Hafta sonları ve yaz sezonunda ziyaretçi akının uğrayan müzeye özellikle Yunan adalarından feribotlarla turist taşınması, ziyaretçi sayısı arttırdı.
Cam Batığı Salonu, Tektaş Batığı Salonu, üç ay önce açılan Takı Salonu, Karyalı Prenses, İngiliz Kulesi, Tunç Çağı Batığı salonları ziyaretçi akınına uğradı. Müzeyi gezen yerli ve yabancı turistler, tarihi eserlerin önünde hatıra fotoğrafı çektirmeyi de ihmal etmedi. Milliyet Ege, Haber: Nilüfer Kandırmış, 26.08.2011 |
|
![]() ![]() |
HALK PLAJINDA 5 TOP VE MERMER GÜNEŞ SAATİ BULUNDU
Antalya'nın Topçam Halk Plajı'nda, sahile çok yakın bir bölgede Ortaçağ dönemine ait olduğu belirlenen gemi batığında, biri bronz olmak üzere 5 top ile mermer güneş saati bulundu.
Türkiye Gazetesi, Haber: Hamit Hasan Ayar, 26.08.2011 |
SAGALASSOS ANTİK KENTİNDE ET-BALIK ÇARŞISI BULUNDU
Burdur'un Ağlasun İlçesi yakınlarında bulunan Sagalassos antik kentinde sürdürülen kazı çalışmalarının bu yılki bölümünün sona erdiği bildirildi.
Türkiye Gazetesi, 26.08.2011 |
![]() |
4 BİN YIL ÖNCEKİ İNSANLARIN BESLENME ALIŞKANLIKLARI
Yrd. Doç.Dr. Levent Atıcı'nın National Geographic'ten aldığı araştırma bursuyla desteklediği, beslenme ve etnik kimlik arasındaki ilişkileri araştırdığı proje, Kayseri'deki Kültepe Kaniş/Karum Höyüğü'nde başladı. Proje, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu'nun başkanlığında 2006'da başlatılan yeni dönem arkeolojik kazılar çerçevesinde yürütülüyor.
Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Kaniş şehrinin hem ticaret kolonilerinin başkenti hem de Anadolu'da yazının ilk kez ortaya çıktığı yerleşim birimi olması bakımından önemli olduğunu söyledi.
Yrd. Doç.Dr. Levent Atıcı da Kaniş'te Akkadca'nın bir lehçesi olan Eski Asurca dilinde yazılmış 23 binden fazla kil tablet bulunduğunu belirtti.
Bu tabletlerin hem Anadolu'nun hem de Mezopotamya'nın o dönemdeki politik, sosyal, ekonomik ve hukuki yapısını, tarihini anlamaya yardımcı olduğunu kaydeden Atıcı, şöyle konuştu: ''Bunun yanı sıra günlük
yaşama ilişkin son derece detaylı bilgiler
vermekteler. Mezopotamya'nın farklı devletlerinden
ve kentlerinden gelen, farklı etnik kimlikler
taşıyan, farklı dini inanışlara sahip olan ve farklı
dilleri konuşan birçok insanın Anadolu'ya gelerek
Kaniş'e yerleştiğini ve buranın yerli halkıyla bir
arada barış içinde yaşadıklarını tabletlerden
öğrenmekteyiz. Bu bilgilerin ışığında ve Fransız
gastronom Jean-Anthelme Brillat-Savarin'in ünlü
deyimi 'ne yersen osun' ya da 'bana ne yediğini
söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim' cümlesinden
yola çıkarak Kaniş şehrinin Karum alanında tüccarlar
ve yerli halkın bir arada yaşadığı alanlarda
etnisitenin izini sürme fırsatı bu projeyle hayata
geçirilmiştir. Daha önceki dönemlerde yapılan
kazılar bize Kaniş sakinlerinin yiyecek artıklarını
ve çöplerini sokaklara attıklarını göstermişti. Bu
nedenle Kaniş-Karum sokakları etnik kimlik
arayışının en önemli hedefi haline
gelmiştir.''
Hayvansal besin elde etme, hazırlama ve tüketme yöntem ve tekniklerinde ulusal, yöresel ve geleneksel düzeylerde farklılıklar bulunabileceğine dikkati çeken Atıcı, şunları söyledi: ''Bu farklılıklar çevresel ve iklimsel koşullar gibi ekolojik değişkenlere bağlı olarak ortaya çıkabildiği gibi damak tadı ya da lezzet gibi basit fakat anlaşılması ve açıklanması zor tercihler tarafından belirlenebilir. Bazen de dinsel tabular ya da gelenekler gibi kompleks kültürel ya da sembolik etkenler toplumların yediği ya da yasakladığı besinleri belirler. Anadolu'nun birçok yöresinde koyun eti tercih edilmesine karşın Akdeniz bölgesi ve daha dağlık yörelerde keçinin tercih edilmesi ekolojik etkenlerin yeme alışkanlıklarına etkisine örnek olarak gösterilebilir. Müslümanlar ve Yahudiler'in domuzu yasaklaması da dini inancın beslenme üzerindeki etkisine güzel bir örnek oluşturmaktadır.
Besin olarak tüketilen hayvanların türlerinin saptanmasının yanı sıra bu hayvanların hangi vücut bölümlerinin tercih edildiği bize önemli ipuçları verebilir. Zira, daha çok deri ve tendonlardan oluşan tavuk ayakları Çin, Güney Afrika, Jamaika, Peru, Dominik ve Filipinler menülerinde yer alan ve zevkle tüketilen bir besinken birçok toplumda bunun düşüncesi bile insanların midesini kaldırmaya yetmektedir. Bugün için zaman makinesine atlayıp 4 bin yıl geriye gitme, Asurlu ve Anadolulu hanelere konuk olup akşam yemeğini dilini, dinini, kültürünü sadece tabletlerden bildiğimiz bu insanlarla yeme şansımız elbette yok. Ancak Kültepe Kaniş'in Karum alanında kazısını yaptığımız sokaklar ve burada bulunan hayvan kemiklerinin incelenmesi bize etnik kimlik ve beslenme tercihleri bakımından önemli ipuçları verecektir.''
Atıcı, bugün etin altın değerinde olduğunu, etnik kökenin ise hala kanayan bir yara, ciddi bir politik sorun olduğunu belirterek, ''Kim bilir, Anadolu'nun bağrında 4 bin yıl önce barış içinde yaşamış insanların sırrı belki de yedikleri ette yatmaktadır. Bunu anlamanın tek yolu ise Karum sokaklarındaki çöplerin incelenmesinden geçiyor'' dedi. Akşam, 25.08.2011 |
|
![]() |
SAHTE VİKİNG, ARTEMİS VE MERYEM ANA HEYKELLERİ İLE DOLANDIRDILAR
Tekirdağ'da bir küp içerisinde toprağa gömdükleri sahte Viking, Artemis ve Meryem Ana heykellerini tarihi eser diye bir kişiye 20 bin liraya satarak dolandıran 2 kişi jandarma tarafından yakalandı.
A.A. ve A.K., bir araziye daha önceden gömdükleri küp içindeki sahte Viking, Artemis ve Meryem Ana heykelciklerini topraktan çıkardı. H.K.'ya "Biz pasaport gibi işlemleri halledelim, sen bunun için bize biraz para bul" dediler. Bunun üzerine H.K. yakınlarından bulduğu yaklaşık 20 bin liralık altın bilezik, küpe, inci ve parayı iki kişiye teslim etti. İki kişi ortadan kaybolurken, H.K. ise elindeki altın olduğu öne sürülen heykelcikleri tanıdığı bir kuyumcuya gösterdi.
Kuyumcunun heykelciklerin sahte olduğunu söylemesi üzerine şok yaşayan H.K. hemen durumu jandarmaya bildirdi. Tekirdağ İl Jandarma Komutanlığı'na bağlı ekiplerinin gerçekleştirdiği operasyonla A.K. ve A.A., İstanbul Beylikdüzü'nde yakalanarak Tekirdağ'a götürüldü. Aldıkları para ve ziynet eşyalarını geri veren iki kişi, daha sonra sevk edildikleri mahkemede tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Habertürk, Haber: Göksel Gürsoy, 25.08.2011 |
TARLADAN TARİH FIŞKIRDI
Torbalı'nın Yeniköy ve Özbey köyleri arasındaki tepenin üzerinde kurulu bulunan ve Prof.Dr. Recep Meriç başkanlığındaki ekip tarafından 1989 yılında arkelojik kazılara başlanan tarihi 2 bin 500 yıl öncesine uzanan Metropolis antik kentinde, her yıl yaz aylarında vurulan her kazma, toprak altındaki tarihi gün ışığına çıkarıyor.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Serdar Aybek başkanlığında, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Sabancı Vakfı, Torbalı Belediyesince yaklaşık 300 bin TL'lik ödenekle yürütülen kazılarda, bu yıl ortaya çıkan yeni kalıntılar ve buluntular sayesinde 2 bin 500 öncesinin izleri sürülüyor.
Kazı başkanı Aybek, yaptığı açıklamada, Alman Erlengen Üniversitesi'nden epigrafik yazıt okuyan uzmanların da aralarında bulunduğu 8 Türk ve Alman akademisyenin öncülüğünde, arkeoloji öğrencileri ve işçilerden oluşan 49 kişilik ekibin yürüttüğü kazılarda, sportif ve kültürel etkinliklerin yapıldığı ''Palestra'' adı verilen bölümde imparatorluk salonunun ortaya çıkarıldığını söyledi.
Daha önce sütunları bulunan bölümün 1.5 metre derinine inildiğini ve kazılarda zeminde 40 metre uzunluğunda renkli geometrik şekillerin yer aldığı imparatorluk salonunun ortaya çıkarıldığını belirten Aybek, MS 2. yüzyılın sonlarına ait mozaiklerin, fazla tahrip olmamış şekilde gün yüzüne çıkarıldığını vurguladı.
Zengin geometrik şekilli mozaiklerin, Roma İmparatoru Antoninus Pius onuruna yaptırılan salonun dış mekan mozaiği olduğunu ve palestra alanının daha önce belirlenemeyen sınırlarının da eserle bu yıl ilk kez ortaya çıkarıldığını dile getiren Aybek, imparatorluk salonunda, dönemin imparatoru ve kentin ileri gelen yöneticilerinin özel konuklarının ağırlandığını, diğer günlerde de kültürel ve sportif gösteriler düzenlediği yönünde bulguların elde edildiğini anlattı.
Aybek, bu yılki kazılarla kentin yayıldığı alanın genişliğinin tespit edildiğine ve palestra alanının hemen yanında yaklaşık 3 metrelik derinlikte biçimli, eşit ölçülerde çok sayıda odanın da ortaya çıkarıldığına değinerek, şöyle devam etti: “İmparatorluk salonu, muhtemelen imparatorun ziyaretinde, kentin yöneticilerinin toplandığı alan. Daha önce ortaya çıkarılan Roma hamamıyla birleşik olmasından ötürü burada bir takım sosyal, sportif faaliyetlerin yürüdüğünü düşünüyoruz. Palestra alanında eski uygarlıklarda insanların yaşantısını aydınlatan, dini inançlarını gösteren küçük heykelcikler bulundu. Aynı zamanda binanın hangi dönemlerde kullanıldığını gösteren bronz paralar da bulundu. Bloklarındaki yazıtlar yapının Roma imparatorlarından Antoninus Pius döneminde inşa edildiğini gösteriyor. Yapı tüm özellikleri, ölçüleriyle bizim şimdiye kadar alışık olduğumuz küçük yapıların özelliklerinden ayrılmaktadır.”
Çok zengin mozaikler ve mimariye sahip yapının, Roma döneminde kentin daha geniş alanlara yayıldığını gösterdiğini dile getiren Aybek, bulgulara göre çarşı olarak kullanıldıkları tahmin edilen odaların da toprak altından çıkarıldığını bildirdi.
Aybek, ''İmparatorluk salonunun bulunduğu böylesine resmi bir binanın yanında, sivil konutlar ve insanların yaşadığı evlerin olduğunu düşünmek zor. Bu nedenle odaların yer aldığı alanın da halka hizmet veren çarşı olduğu düşünülüyor'' dedi.
Yamaç üzerinde surlarla ortaya çıkan Metropolis antik kentinin alt kesiminde 2009 yılında ortaya çıkan ilk eserlerin ardından, yüzey araştırmaları ve sondaj çalışmalarıyla kentin yayıldığı diğer alanların da tespit edildiğini vurgulayan Serdar Aybek, Roma hamamının yanındaki antik alanların yer aldığı bir vatandaşa ait tarlanın Kültür ve Turizm Bakanlığının kamulaştırılmasıyla Hellenistik ve Roma döneminin önemli eserlerine uzanan tarihi ortaya çıkardığını vurguladı.
Aybek, tarihe ışık tutan kazılara verilen desteğin önemine dikkati çekerek, ''Kültür ve Turizm Bakanlığının sadece ucu görünen bir tarlanın bulunduğu 30 bin metre kare alanı kamulaştırmasıyla ortaya çıkardığımız antik alanda, 2 bin 500 yıl önce insanların yaşamını sürdürdüğü sosyal binalar var. Kazdıkça çıkıyor, destekler devam ettikçe daha da çıkacak. Bakanlığın desteği büyük önem taşıyor'' dedi.
Kazıların el aletleriyle yapılabildiğini, ortaya çıkan kalıntıların restorasyonunun titizlikle devam ettiğini belirten Aybek, çalışmaların ekim ayına kadar devam edeceğini söyledi. Yenigün, 25.08.2011 |
|
"ÖZEN GÖSTERMEZSENİZ LİSTEDEN ÇIKARILABİLİRSİNİZ"
Troya antik kenti Kazı Başkan Yardımcısı Doç.Dr. Rüstem Aslan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, antik kentin 1998'de ''Dünya Kültür Mirası Listesi''ne alındığını hatırlattı.
Doç.Dr. Aslan, listeye girme sürecinin başlamasının önemli etkenlerinden birisinin 1996'da Troya çevresinin, ''Troya Tarihi Milli Parkı'' ilan edilmesi olduğunu ifade etti.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın başvuruları ve o zamanki kazı başkanı merhum Prof.Dr. Manfred Osman Korfmann'ın girişimleriyle Troya antik kentinin bu listeye girdiğini bildiren Aslan, ''UNESCO size bir unvan, bir marka veriyor. Bunu kullanıp kullanmamak sizin elinizde'' dedi.
Aslan, bu markayı kullanmanın çok önemli olduğunu belirterek, şunları kaydetti: ''Birkaç yıl önce UNESCO
Türkiye Komitesi, listedeki yerlerin sorunlarını
Çanakkale'de, Troya'nın,
Dünya Kültür Mirası Listesi'nde olduğu konusundaki
farkındalığın çok gelişmediğini ileri süren Aslan,
''Turizmciler bunu kullanmasını beceremediler,
kullanamıyorlar hala. Resmi kurumlar bunu
kullanamıyorlar. Sanki var, yok arasında bir şey.
UNESCO size çok önemli bir değer veriyor. Büyük bir
marka veriyor. Bunu kullanıp kullanmamak sizin
elinizde. Belki kültür turizmine dönüştürecek güce
sahip olabilirsiniz'' diye konuştu.
İstanbul'daki Tarihi Yarımada'yla ilgili böyle bir sürecin söz konusu olduğunu ancak şu anda atılan adımlarla bu sürecin durdurulduğunu hatırlatan Aslan, dünyanın başka yerlerinde de listede olduğu halde gerekli özen ve bakım.
Aslan, ''Listede kalıp kalmama sizin elinizde. Buraya gerekli özeni göstermezseniz UNESCO bize verdiği bu önemli markayı verdiği gibi geri de alabilir'' dedi.
Antik kentteki kazılara da değinen Aslan, temmuz ayında başlayan kazıların bu ayın sonuna kadar devam edeceğini söyledi.
Önceki yıllarda aşağı kentte çalıştıklarını, bu yıl kalede tek alanda çalışma yaptıklarını ifade eden Aslan, Troya 2 Kalesi'nin mimarisiyle ilgili bazı sorunların açığa çıkarılması için çalışmaların devam ettiğini sözlerine ekledi. Akşam, 25.08.2011 |
|
İLÇE TURİZMİNE KAZANDIRILACAK
Battalgazi İlçesi'nin Karahan Mahallesi'nde bulunan Kırkkardeşler Mezarlığı'nda arkeolojik çalışmalar başlatıldı. Malatya Haber, 25.08.2011 |
![]() |
ANTALYA KENT MERKEZİ'NDEKİ SARNIÇLAR RESTORE EDİLİYOR Belediye, koruma
amaçlı hazırladığı çevre düzenlemesi projesiyle,
Antalya'nın göç ve ticaret yollarında inşa edilen
sarnıçları koruma altına almak üzere çalışmalara
başladı. Belediyenin hazırladığı proje,
Antalya Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu
tarafından da onayladı. Belediyenin, koruma
kurulunun kararıyla
Akkuyu, Meydan
Kuyusu, Hacı
Mestan, Çift
Sarnıçlar,
Kırdı,
Odabaşıoğlu,
Zeytinli,
Havz-ı Kebir ve
Tek Sarnıç'ın restorasyonuna başladığı
bildirildi.
Yapı, 25.08.2011 |
|
![]() |
TARİHİ SURLARDA ÇİRKİN GÖRÜNTÜ
Yaklaşık 2 bin metre yüksekliğindeki bir tepe üzerinde 5’inci yüzyılda Bizans İmparatoru Theodosius tarafından yaptırılan tarihi Erzurum Kalesi’nde, Kültür Müze Müdürlüğü ile Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğretim üyelerince yapılan kazı çalışmasında Çifte Minareli Medrese’ye 50 metre mesafede sur kalıntıları bulundu. Yaklaşık 5 yıl önce yapılan kazılar soruncu ortaya çıkarılan surlar, restore edilerek koruma altına alındı. Bizans, Roma ve Sasani egemenliğinden sonra 16’ncı yüzyılda Osmanlılar’ın egemenliğine giren kalenin yapılan restorasyon sonrası yarım kalan sur duvarında, inşaat demirlerinin ortada kalması çirkin bir görüntü oluşturuyor. Kalenin tarihini aydınlatmak için 2000 yılında başlatılan kazı çalışmalarında ortaya çıkarıldıktan sonra kaderine terk edilen sura Tebrizkapı çarşısı doğalgaz borusunun döşenmesi vatandaşların tepkisini çekiyor. Cazibe merkezi projeleriyle tarihi eserlerin açıldığı günlerde kentin en eski tarihi yapılarından birinin hoyratça kullanıldığını kaydeden vatandaşlar, “Bir yandan milyonlarca lira harcanarak tarihi yapılar çirkin görüntüden kurtarılırken bir yandan Erzurum Kalesi’ne ait surlara yapılan bu davranışı anlamak mümkün değil. Tarihi surlarda restorasyon sonrası inşaat demirleri ortada bırakıldı. Demirler ve surların içerisinden çıkan borular çirkin bir görüntü oluşturuyor. Bütün bu yapılanlar yetmezmiş gibi Tebrizkapı çarşısında kullanılacak olan doğalgazın boruları sur kalıntılarına döşendi. Turizm merkezi olmaya çalışan kentte, tarihi eserlere karşı gösterilen bu vurdumduymazlığı anlamak mümkün değil” diye konuştu. Erzurum Gazetesi, 25.08.2011 |
KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI
Malatya Arslantepe Höyüğü'nde yapılan kazı çalışmalarının bu yılki bölümü başladı. Türk- İtalyan işbirliği ile 50 yıldır yapılan kazılarda, dünyanın en eski saraylarından birinin kalıntıları ve en eski kılıçlardan biri bulunmuştu. Malatya Haber, 25.08.2011 |
![]() |
|
MYRA ANTİK KENTİNDE YENİ ANIT BULUNDU
Antalya’nın Demre İlçesi’nde bulunan Myra antik kentindeki Myra Tiyatrosu’nun sahne binasında bu yıl başlayan kazılarda yeni bir anıt ve 20′ye yakın değişik tiyatro maskı bulundu.
Akdeniz Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nevzat Çevik başkanlığında yürütülen çalışmalarda, tiyatronun sahne binasının üstündeki moloz ve toprak atılarak sahne binası ortaya çıkartılmaya başladı. Kazı sezonun başından bugüne kadar 3072 büyük mimari taş çıkartılarak taşındı. Bu sırada 9. 5 metre derinlikte, sahne binasının duvarına dayalı bir onurlandırma anıtı bulundu. Anıtın ortaya çıkmasıyla birlikte kazı heyeti, tiyatronun avlusunda büyük bir meydan olduğu sonucuna ulaştı. Kazıda ayrıca kabartmalı filiz kuşakları ve diğer dekoratif tiyatro maskları da ortaya çıktı.
Kazılarak ortaya çıkartılan tiyatro binasının arkasında bir meydan olduğunu kaydeden Kazı Başkanı Prof.Dr. Nevzat Çevik, “Bizim beklediğimizin çok daha altında ve derinde çıktı. Bu derinlikte bir onurlandırma anıtı bulduk. Myralı Posesisi adından, Myralı soylu bir ailenin zengin bir kızı yaptırmış. Bütün ailenin heykellerini üstüne dizerek burada ailesini onurlandırmış. Babası ve bütün ailesi için yaptırdığı anıtta, babasının Likya Birliği’nin başrahibi olduğunu, Gymnasium ve Pyrtaneson görevlisi olduğunu yazıyor. Bu görevler o dönem için bize çok önemli ipuçları veriyor” diye konuştu. haberler.com, 24.08.2011 |
AVRUPA'NIN EN SEÇKİN ARKEOPARKINA AZ KALDI
İstanbul Üniversitesi tarafından 2004 yılından
bu yana Akçalar Aktopraklık Mevkii’nde ’Güney
Marmara Arkeoloji Projesi’ kapsamında yürütülen
kazıların yapıldığı bölge, Bursa’nın geçmişine
ışık tutacak. 8 yıl önce başlanan kazılara son 2
yıldır büyük destek veren Bursa Büyükşehir
Belediyesi, Arkeopark’ta yapılacak müzeyle de
kentin 8 bin 500 yıla uzanan tarihini geleceğe
taşıyacak. Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, Büyükşehir Belediyesi Tarihi ve Kültürel Miras Projeleri Koordinatörü, Arge Şube Müdürü Aziz Elbas ve Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Bayram Vardar ile birlikte Akçalar’da yaptığı incelemede devam eden kazı ve arkeopark çalışmaları ile ilgili olarak İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Kazı Başkanı Doç.Dr. Necmi Karul’dan bilgiler aldı.
Aktopraklık’ta yaşayan tarım topluluklarına ait köy 120 metre çapında bir hendekle çevrili bir alan içerisine kuruluydu" şeklinde konuştu.
Bursa Olay, 24.08.2011 |
|
5 BİN YILLIK ANTİK LİMANA AİT KALINTILAR BULUNDU
Alanya Belediyesi'nin desteğinde, Doğu Akdeniz Üniversitesi Sualtı Görüntüleme ve Araştırma Merkezi ile Selçuk Üniversitesi Sualtı Arkeolojisi Bölümü tarafından sualtı çalışmaları yürütülüyor. Doğu Akdeniz Üniversitesi Sualtı Görüntüleme ve Araştırma Merkezi Başkan Yardımcısı Sualtı Arkeoloğu Hakan Öniz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Alanya'nın Seki Köyü yakınlarında yaptıkları dalışlar sırasında, Adataşı adı verilen ve kısmen doğal liman olan bölgede, Syedra antik kenti'ne ait 5 bin yıllık limanın yerinin tespit edildiğini kaydetti.
Araştırmalarda, kıyı ile yarım ada arasında, çoğunluğu Roma dönemine ait mimari parçaların varlığını belirlediklerini anlatan Hakan Öniz, şöyle konuştu: ''Tabii ki binlerce yıllık zaman içinde büyük dalgaların ve fırtınaların, belki de depremlerin hedefi olması nedeniyle mimari formun çoğunluğu yıkılmış şekilde denizin altında kısmen ayakta duruyor. Bir yerin liman olduğunu vurgulayabilmek için tek başına mendirek ve rıhtım yapılarını bulmak yeterli değil. Liman olduğunu düşündüğümüz bölgenin dibinde yaptığımız araştırmalarda Tunç Çağı'ndan itibaren kullanıldığını düşündüğümüz 11 taş çapa, 7 antik sütunu tespit ettik. BÖylelikle bugün de balıkçılar tarafından kullanılan bu liman, belki de 5 bin yıldır balıkçılar tarafından kullanılmakta. Bunun bir diğer ispatı da, balıkçıların eskiden kullandıkları taştan yapılmış ağ ağırlıkları olduğudur. Denizin altında 5 tane ağ ağırlığı tespit ettik. Böylelikle bölgede Tunç Çağı'ndan itibaren kesintisiz şekilde denizciliğin ve balıkçılığın yapıldığını görüyoruz.''
Hakan Öniz, sualtı araştırmalarının ay sonuna kadar devam edeceğin, araştırmalarda arkeolojik kalıntıların belirlenmesinde özel sonar cihazlarını da kullandıklarını anlattı. Türkiye kıyılarının yüzde 99'unda sistematik sualtı araştırması yapılmadığını vurgulayan Öniz, şöyle devam etti:
''Çalışmalarımız, Türkiye'de hiç yapılmamış sistematik sualtı araştırmaları şeklinde oluyor. Tespit ettiğimiz bölgede, o yerin kıyı boyunu tamamen tarıyoruz. Araştırmalarımızda, önceden belirlediğimiz arkeolojik kalıntıların yerini tespit ederek, bütün sualtı kalıntılarının envanterini çıkarıyoruz. Sualtı arkeolojisi dünyada da yeni bir alan. Dolayısıyla ülkemiz kıyılarının yüzde 99'unda sistematik şekilde sualtı araştırmasının yapılmadığını söylemek mümkün. Kültür varlıklarını korumak istiyorsak, nerede bir eser olduğunu tespit etmemiz ve bunları envantere geçirmemiz gerekiyor. Bizim amacımız doktora çalışmamızı yürütürken şimdilik Antalya kıyılarında, daha sonra da ülkemiz kıyılarının tamamında denizaltındaki her türlü tarihi eserimizi envantere geçirmektir.'' Akşam, 24.08.2011 |
|
HEYKEL YAPMAK SUÇ, YIKMAK SEVAP
Aksoy, Can Yücel için hazırladığı Anıt Mezarı heykelini şu sözlerle anlatıyor; “O bir insanlık anıtıydı. O bir Can anıtıydı. Can Yücel’in Can taşı. Arkasında güneş vurduğunda Can evinin çemberinin ortasında ışıktan bir cenin belirirdi. Can Babanın içindeki ışıktan çocuğu, yaratı cevherini, görünür hale getirirdi güneş…
Mehmet Aksoy mezarın yıkımının sorumluları hakkında ise şöyle konuştu; “Mezar taşında kendi sözleri olan ‘Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi’ yazılıydı. Yalan dolanla yaşayanlar, Allah’la kandıranlar, aldatanlar, Kabeleri para olanlar, onun bu özgür kişiliğinden, düşüncelerinden mezarında bile rahatsız oldular. Çeşitli bahanelerle asıl amaçları mezarı yıkmaktı ve yıktılar. Ama saldıranın suçu yok. Onu bulunduğu bilinç düzeyinde, cahiliye döneminde tutup oyunu sağanlarda suç. Onlar ne mesaj vereceklerini çok iyi bilir.”
Ulusal Plastik Sanatçıları Derneği (UPSD) Başkanı
Ressam Bedri Baykam, ‘Bu ülkenin aydın, yaratıcı
vatandaşları ve sanatçıları olarak, kamuoyunun önüne
sürekli olarak olumsuz olayları, saldırıları kınamak
için çıkıyor olmaktan son derece rahatsızız. Türkiye
ne yazık ki artık kanıksamış bir şekilde neredeyse
her gün sanat eserlerine, sanatçılara, özgür
düşünceye saldırılan bir ülke halini almıştır.’
dedi. Baykam açıklamasının devamında ‘Tüm bu
olayların ortak noktası, hükümetin yüksek sesle bir
kınama yapmaması, adeta sessizliğiyle bu havayı
beslemesidir.’ Baykam Türkiye’nin sanat, edebiyat
ve entelektüel ortamının, kimi yobazların acınası
tavır ve eylemleriyle yaralanmayacağını belirtti. Basın toplantısına katılan sanatçılardan biri de Rutkay Aziz’di. Aziz, “Ülkenin gidişatı hiç de iç açıcı değil. Gençlerin üzerine yüklenmeler, apar topar gözaltına alınmalar, sonradan toparlanan deliller vs. Ruhi Su Hoca’mızın mezarının defalarca kurşunlanması ve son olarak Can Baba’nın mezarına vurulan darbeler. Can Yücel’in ne şiiri ne de ölümsüzlüğü darbe yiyor, darbeleri bu ülkenin kendisi yiyor. Bu da benim içimi acıtıyor, korkutuyor, ürkütüyor.’ diyerek düşüncelerini aktardı.
Ressam Mehmet Güleryüz, “Belli bir yaşı idrak edenler, dostlarıyla maalesef cenazelerde görüştüklerinde birbirlerine biraz da acı bir gülüşle ‘bir dahaki cenazeye’ gibi bir tarif kullanırlar. Biz sanatçılar arasında yaptığımız toplantıları maalesef heykel yıkımları üzerine yapıyor olduk. Bu sefer mezar ve heykel bir araya geldi. Birinci kırılış hayatlaydı, hayata ve geleceğe umut veren bir heykelin ortadan kaldırılmasının şahidi olmaya gittik. Sonra da hiç hesapta olmayan Can Yücel dostumuzun, yıkılan mezarına. Bütün bunlar, ‘Ne söylenebilir ki’ dedirtiyor. Can Yücel’i tekrar gündeme getirecek çalışmalar içerisindeyken bu saldırı oldu. ama Can’ın nerede olduğundan , nereye vardığından habersiz oldukları aşikar. Can bunları yaşasaydı çok büyük şiirler çıkarırdı” diye konuştu.
Eski Kültür Bakanı Ercan Karakaş, Can Yücel’in mezarına karşı yapılan bu saldırı için “İnsanlık dışı bir harekettir” dedi. Karataş, bu tip saldırıların arttığını ve “işaret fişeğinin daima iktidar partisinden” geldiğini vurguladı.
Tiyatro Sanatçısı Orhan Aydın, ‘Kars’ta anıt heykeli yıkan akılla, Can Baba’nın anıt mezarını yıkan akıl aynı akıldır. Bu akıl, Ruhi su’nun mezarına, Kemal Türkler’in mezarına, saldırdı. Bu akıl, Deniz’in, Yusuf’un, Hüseyin’in mezarına saldırdı. Bu akıla karşı çıkış ortak bir akıldan, ülkeyi yeniden savunma aklından çıkmalıdır.” dedi. Evrensel, 24.08.2011 |
|
SAGALASSOS'TA OSMANLI İZLERİNE RASTLANDI
Burdur'un Ağlasun İlçesi'nde bulunan Sagalassos antik kentinde yapılan kazılarda, Osmanlı dönemi izlerine rastlandığı bildirildi.
Burdur İl Kültür ve Turizm Müdürü Mehmet Tanır, yaptığı yazılı açıklamada, Sagalassos antik kentinde bu yıl yürütülen kazı çalışmalarında ilginç verilere ulaşıldığını vurguladı.
Antik kentte 1989 yılından beri yapılan kazılarda, klasik dönem, Bizans dönemi bina ve eserlere ulaşıldığına dikkati çeken Tanır, elde edilen veriler ışığında Sagalassos'un 13. yüzyıldan sonra terk edildiğinin düşünüldüğünü kaydetti.
Yukarı agoranın (Çarşı) Ağlasun İlçesi'ne bakan kısmında ve eskiden Ağlasun-Isparta yolunun geçtiği alanın üst tarafında yapılan kazılarda, galerilerin çöken çatılarının kaldırılması çalışmalarının sürdüğünü vurgulayan Tanır, açıklamasında şu ifadelere yer verdi: ''Bu kazı devam ederken Osmanlı dönemi yapılara, seramik ve metal eşyalara ulaşıldı. Bu veriler üzerinde çalışmalar kazı ekibi tarafından yürütülmektedir. Elde edilen buluntular, Sagalassos'ta Osmanlı döneminde de yerleşim olduğu, yaşamın sürdürüldüğü ve Sagalassos'ta 18. yüzyıla kadar yaşamın devam ettiğini ortaya çıkarmıştır. Dolayısıyla Sagalassos'un en son tarihinin 18. yüzyıla kadar geldiği tahmin edilmektedir. Ortaya çıkarılan veriler, Sagalassos tarihine yeni bir boyut kazandırmıştır.'' Akşam, 24.08.2011 |
![]() |
EDİRNE MÜZESİ SANAL ORTAMA TAŞINDI
Edirne Arkeoloji ve Etnografya Müzesi sanal ortamda da ziyaretçilerine hizmet verecek.
Her yıl binlerce kişinin ziyaret ettiği müzeye gelemeyenleri hesaba katan yetkililer bir çalışma yaptı. Müzenin içini ve çevresini ayrıntılı bir şekilde gösteren görüntü resmi internet adresi olan www.edirnemuzesi.gov.tr adresine yüklendi. İnternet adresine girdikten sonra ziyaretçilerin karşısına Arkeoloji ve Etnografya Müzesi'ni gösteren sanal gezi penceresi çıkıyor. Buradan giriş yapan ziyaretçiler, eserleri ayrıntılı bir şekilde görme fırsatı buluyor. Zaman, 24.08.2011 |
|
TARİHE IŞIK TUTACAK
Sivas İl Kültür ve Turizm Müdürü Kadir Pürlü AA muhabirine yaptığı açıklamada, TBMM'ye devredilen binanın restorasyonunun yapılacağını, peşinden de Sivas Kongresi'nin ruhunu yansıtan modern ve güzel bir müzeye dönüştürüleceğini söyledi.
Pürlü, yaptıkları çalışmayla binaya ait geçmişteki bütün belgeleri bir araya getirmeyi hedeflediklerini ifade ederek, ''Binamızın elde edilebilecek bütün görüntüleri, fotoğraflarıyla ilgili 6 aydır çalışma içindeyiz. Öncelikle binamızın daha arsasının temin kararıyla ilgili belgelere ve binanın daha sonra ödeneklerine ait belgelere ulaştık. Ve günümüze kadar birçok belge bize geldi'' diye konuştu.
Öncelikle binanın yapımına ait 150 civarında bir evraka ulaştıklarını belirten Pürlü, şu bilgileri verdi: ''Buradaki eğitim ve öğretim çalışmalarına yönelik bütün belgeler de toplandı. Binlerce belgenin taranması sonucunda şu anda elimizde 500 civarında belge var. Ayrıca binamızın eski fotoğraflarını da Yıldız Arşivi, Başbakanlık Osmanlı Arşivi ve TBMM'den bulabildiğimiz kadarıyla topladık. Bir de binamıza ait Kurtuluş Savaşı yıllarında çekilmiş kamera görüntüleri vardı. Onların da yerlerini tespit ettik. Yavaş yavaş onları da arşivimize kazandırmaya çalışıyoruz. Örneğin General Harbord'un ekibinin Sivas'ta yaptığı çekimler, yine Almanlar Sivas'ı kare kare fotoğraflamışlar ve 1. Dünya Savaşı'nda ciddi bir fotoğraflama çalışması yapmışlar, onları da elde etmeye çalışıyoruz. Ve TBMM'de Sivas ile ilgili görüşmeler, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün Sivas ziyaretlerine ait kamera görüntüleri, bunların birçok kısmını Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sinema Televizyon Merkezi'nden temin etmeye çalışıyoruz. Neler olduğu belli ancak bu filmlerin restorasyon çalışması devam ettiği için şu anda elimizde değil bunlar.''
Bu belgeleri sağlıklı bir dosya halinde
restorasyon ekibine sunduklarında mimarın geçmişteki
bütün projeleri inceleyerek sağlıklı bir karar
alacağını belirten Pürlü, ''Fotoğraflardan hareketle
daha sağlıklı bir restorasyon yapılabilecek. Ve biz
teşhir tanzim için müzemizin iç kısmını
oluşturacağımız zaman, ki buna müze uzmanları karar
verecekler, sunmuş olduğumuz belgeler onlara ayrıca
ışık olacak'' dedi. Sivas Kongresi'nin TBMM'nin katkılarıyla restore edilip bittikten sonra sadece objelerin sergilendiği bir müze değil, bütün çağdaş teknolojinin getirdiği imkanlardan ve görsel sunumlardan da yararlanarak teşhir tanziminin yapılacağını anlatan Kadir Pürlü, ''Müzemizi ziyaret eden bir gencimiz gerçekten Sivas Kongresi'nin ruhunu almış, kavramış olarak kapıdan çıkacak'' diye konuştu.
Pürlü, bu çalışmalarında ilk kez ortaya çıkan,
binanın inşasının yeni bittiği dönemdeki bir
fotoğrafına da ulaştıklarını vurgulayarak,
''Binamızın henüz inşaatının yeni bittiği zamanki
fotoğrafının son hali çekilmiş, padişaha bir rapor
gönderilmiş. Deniliyor ki, binamız tamamlandı, bitti
ancak kış mevsimi geldiği için toprak tesviyesini
yapamadık diye rapor tutulup gönderilmiş. Böyle
belgeler ve fotoğraflar var elimizde'' dedi.
Milli mücadele yıllarında Mustafa Kemal Atatürk ve Heyet-i Temsiliye tarafından ''Milli Mücadele Karargahı'' olarak kullanılan binada, o yıllara dair izler günümüze taşınıyor. Milli mücadele döneminde Atatürk'ün ''Cumhuriyet'in temelini burada attık'' sözünü söylediği binada, Atatürk'e ait çalışma ve dinlenme odası ile tarihi kongre salonu, kongrenin yapıldığı günlerdeki haliyle muhafaza ediliyor.
Tarihi bina bir süre önce imzalanan protokolle restorasyon yapılmak üzere TBMM'ye devredilmişti. Akşam, 24.08.2011 |
|
HÜSEYİN AĞA CAMİİ KÜLLERİNDEN DOĞACAK Sabah, Haber: Erhan Öztürk, 24.08.2011 |
|
MUMYALARIN YERİ DEĞİŞİNCE ZİYARETÇİ SAYISI ARTTI
Celal Özdemir, AA muhabirine yaptığı açıklamada, müze bahçesindeki Sultan I. Mesut Türbesi'nde 6 sandukada sergilenen 8 adet Selçuklu-İlhanlı dönemine ait mumyayı daha iyi şartlarda korunması için yaklaşık 4 ay önce müzenin ikinci katında iklimlendirme cihazları yerleştirilen ve kameralarla donatılan özel bölüme yerleştirdiklerini belirtti.
İlhanlı Dönemi şahsiyetlerinden 14. yüzyılda hüküm sürmüş Anadolu Nazırı Şehzade Cumudar, Amasya Emiri İşbuğa Noyin, İzzettin Mehmet Pervane Bey, hanımı, erkek ve kız çocuklarına ait mumyaların yeni yerlerinde turistlerden yoğun ilgi gördüğünü ifade eden Özdemir, şunları kaydetti: ''Mumyaları özel olarak hazırlanan modern müzenin mumyalar salonuna taşıdık. Her mumya özel korumalı fanuslu iklimlendirmenin yapıldığı bir ortamda muhafaza ediliyor. Yeni tanıtım çok büyük katkı sağladı, eserler ortaya çıktı. Turistler geziyorlardı, ne olduğunu anlamadan geçip gidiyorlardı. Önceden kısa sürede gezilirken şimdi süre uzadı. Yeni teşhir yöntemiyle müzemize ilgi yaklaşık yüzde 30 oranında arttı. Bu durum Amasya'nın tanıtımı için çok önemli. Yoğun ilgiden dolayı çok mutluyuz. İnşallah kazılarla müzemize olan ilgi daha da artacak.''
Özdemir, Amasya'da devam eden tarihi kazılarda
bulunan eserlerle Amasya Müzesi'nin daha
zenginleştiğini belirterek, bunun kentin turizmine
olumlu katkı sağladığını sözlerine ekledi. Özdemir, Anadolu Nazırı Şehzade Cumudar, Amasya Emiri İşbuğa Noyin, İzzettin Mehmet Pervane Bey, hanımı, erkek ve kız çocuklarına ait olan mumyaların ilk defa 1855'te Fethiye Camisi bodrumunda tesadüfen bulunduğunu ve buradan Burmalı Minare Camisi'ne götürüldüğünü söyledi.
Burada 1928'e kadar teşhir edilen mumyaların Sultan Bayezıd Cami Medresesi'nin müze olarak açılmasının ardından medresenin bir odasında sergilenmeye başlandığını kaydeden Özdemir, 1952'de Yeşilırmak'ın taşması sonucu sular altında kalan mumyaların ciddi zarar gördüğünü belirtti.
Özdemir, 1966'da müze olarak hizmet vermeye başlayan Gökmedrese Camisi'ne taşınan mumyaların 1980'de bugünkü modern müzenin inşa edilmesiyle Amasya Müzesi'ne getirilerek müzenin bodrum katında birkaç yıl teşhir edildiğini, daha sonra ise müze bahçesinde bulunan Sultan I. Mesut Türbesi'nde bugüne kadar sergilendiğini kaydetti. Akşam, 24.08.2011 |
|
BATIK GEMİDEKİ CEVİZLER TAZE ÇIKTI
Geçen mayıs ayında kazı çalışmalarına başlanan yeni bir batık gemisi ise arkeoloji tarihi için bir ilk olma özelliğini taşıyor. Zira 4. yüzyıla ait olan ve sel sonucu battığı tahmin edilen gemiden, badem, ceviz, kiraz, vişne, fındık, kavun çekirdekleri, zeytin, şeftali, çam kozalakları sağlam olarak çıkarıldı. Yükü ve ahşap kalıntılarıyla dünyanın en sağlam batığı olan geminin amforalarının neredeyse tamamı sağlam. Arkeolog Songül Çoban, kaldırılması 2 ay sürecek olan batıkla ilgili "Dünyada hem geminin ahşapları hem de yüküyle sapasağlam bilinen başka bir örnek yok." yorumunu yapıyor. İlk önce geminin üzerindeki balçık seviyesini kaldırıp, batığın kırık amforalarını çıkardıklarını anlatan Çoban, çalışmalar bittikten sonra geminin İstanbul Üniversitesi'ne teslim edileceğini söylüyor.
Yenikapı'daki metro inşaat alanında devam eden arkeolojik kazılarda, bugüne kadar şapel kalıntıları, su kuyuları, ayak izlerinin yanı sıra 35 batık gemi bulundu. Geçtiğimiz mayıs ayında kazı çalışmalarına başlanan yeni bir batık gemi, önemli veriler barındırıyor. 15-16 metre boyunda, yaklaşık 6 metre enindeki batıkta onlarca amfora (antik dönemlere ait bir Yunan çömleği) çıktı. Batığın, limana yanaştığı esnada yaşanan sel sonucu balçığa gömüldüğü tahmin ediliyor. Balçık içinde oksijensiz ortamda kalan batığın içindeki malzemeler bu nedenle bozulmadan günümüze kadar gelmiş. Geminin deniz seviyesinden 4-5 metre aşağıda bulunduğunu belirten arkeolog Songül Çoban, günde 8 saat çalıştıklarını, ince ince kazı yapmanın yorucu olduğunu aktarıyor. Gemiyi dünyadaki emsallerinden ayıran ve ait olduğu yüzyıla dair ipuçları veren bir diğer unsur ise bronz çiviler. Geminin yapımında ahşap çivi ile birlikte kullanılan bronz çivilerin 4-5. yüzyılda kullanıldığı sanılıyor. Sel sonucu battığı düşünülen geminin hangi limandan geldiği ve nasıl bir rota izlediği buluntular sayesinde ortaya çıkarılacak.
Yenikapı Marmaray-Metro arkeoloji kazıları 2004 yılında başladı. Yedi yıldır süren 4. yüzyılda Theodosius Limanı kazılarında kazı envanterine alınmış eser sayısı yaklaşık 40 bin. Etüde alınmış eser sayısı yaklaşık 150 bin. Bugüne kadar kazılardan yaklaşık 1 milyon kasa çanak-çömlek çıktı. Bunlar tek tek tasnif edilerek tamamlanabilen parçalar yapıştırılıyor.
Kazıda 5 ve 11. yüzyıllar arasında muhtelif zamanlarda batmış 35 adet batık tespit edildi. Bunlardan 30 adedi yelkenli yük gemileriyken 5 tanesi kürekle çekilen ince uzun kadırgalar. Yenikapı kazıları karada yapılan kazılarda en çok batık çıkan kazı olma özelliği taşıyor. Kazı alanında halen 45 arkeolog, mimar, sanat tarihçisiyle 265 işçi harıl harıl çalışıyor. Zaman, Haber: Sevgi Korkut, 24.08.2011 |
|
740 YILLIK ÇİNİLERİ ÇİMENTOYLA SIVAMIŞLAR
Ayrıca türbenin kubbe bölümünde bulunan bazı çinilerde çatıdan sızan tuzlu yağmur suyu nedeniyle zarar gördüğü ortaya çıktı. İl Özel İdaresi Koruma Uygulama Denetim Bürosu (KUDEP) gözetiminde tarihi Buruciye Medresesinde başlatılan yeni restorasyon çalışmasıyla ise eserin çatısındaki kurşun kaplamalar yeniden yapılıyor. Restorasyonla zarar gören bölümlerin tespit edilerek onarılacağı belirtiliyor.
Buruciye Medresesi'ni yaptıran ve çocuklarıyla birlikte medrese binasına defnedilen Burucerdioğlu Muzaffer Beyin türbesindeki 740 yıllık çiniler ve yapılması gereken çalışmalar için belgeleme yapılıyor. Çini onarım ekibinin şefi Mustafa Bakır, en uygun müdahale yönteminin belirlenmesi için dokümantasyon ve belgeleme çalışması yaptıklarını kaydetti.
Evrensel, 23.08.2011 |
|
TOPRAĞI KAZDIKÇA BİR TARİH GÜN IŞIĞINA ÇIKIYOR
Prof.Dr. Bilgen, AA muhabirine yaptığı açıklamada, il merkezine yaklaşık 25 kilometre uzaklıktaki höyüğü, 2006 yılından bu yana her yıl 6'şar aylık dönemlerde kazdıklarını hatırlattı.
Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) Genel Müdürlüğüne bağlı Seyitömer Linyitleri İşletmesi (SLİ) Müessesesi sahasındaki kurtarma kazısının, altındaki kömürün ekonomiye kazandırılacak olmasından dolayı tarihi ve akademik öneminin yanı sıra ekonomik boyutunun da bulunduğunu ifade eden Bilgen, 6'ncı sezon kazılarına 6 Haziran'da başladıklarını bildirdi.
Kazıda, öğretim elemanları, öğrenciler ve SLİ
Müessesesince görevlendirilen işçilerden oluşan
250'yi aşkın kişinin görev yaptığını dile getiren
Bilgen, bu yıl 6'ncı dönemini neredeyse
yarıladıkları kazının verimli şekilde sürdüğünü
belirtti.
Höyüğün merkezindeki Erken Tunç Çağı kalıntılarını gün ışığına çıkarıp, Orta Tunç Çağı döneminin tamamına yakınını kazdıklarına işaret eden Bilgen, Hellenistik suru kaldırmaya ve sonraki yıllar için bilgi vermesi bakımından Roma hamamına ait tabakaları açmaya başladıklarını dile getirdi.
Bilgen, bu kapsamda iki ayda çeşitli dönemlere ait çok sayıda tarihi eser bulduklarına değinerek, şöyle konuştu: ''İki ayda, İlk Tunç ve Orta Tunç çağları ile
Akhamenit ve Roma dönemlerine ait hiç
beklemediğimiz, çok kaliteli ve değerli eserler ele
geçti. Bunlar arasında, Roma tabakasında 9 sikke,
Orta Tunç Çağına ait seramiğin yanı sıra metal
eserler, Akhamenit döneme ait bir kılıç, seramik
üretiminin yaygın olarak yapıldığını belirlediğimiz
Erken Tunç Çağından kalma bol miktarda pişmiş
topraktan yapılma kap bulunuyor. Havanın müsait
olduğu zamana kadar, belki aralık ayı olabilir,
kazılarımız devam edecek.'' Sistematik olarak sürdürülen arkeolojik
kazılarda, höyüğün genelinde bulunan eserlere
bakıldığında arkeoloji dünyası için çok önemli
sonuçlar elde edildiğini gördüklerine işaret eden
Türktüzün, ''Kütahya Arkeoloji Müzesi, Tunç dönemine
ait önemli bilgi ve eserlerin olduğu bir müze haline
geldi. Seyitömer kazılarının, bu bölgenin
arkeolojisi açısından çok önemli olduğunu
düşünüyoruz. Çok sayıda eser çıkıyor ve höyüğün
genel karakteriyle ilgili bilgiler elde ediyoruz. Bu
eserleri bize sağladıkları için Prof.Dr. Nejat
Bilgen'e teşekkür ederim'' ifadesini kullandı.
Afyonkarahisar Müze Müdürlüğü'nün 1990-1995 arasında yürüttüğü çalışmalar, 2006'dan itibaren DPÜ Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümünce ele alındı.
TKİ Genel Müdürlüğü ve DPÜ Rektörlüğü arasında imzalanan protokol gereğince her yıl 6'şar aylık dönemler halinde yürütülen kazı çalışmalarının tamamlanması ve höyüğün kaldırılmasının ardından değeri yaklaşık 500 milyon lira olarak tahmin edilen linyit kömürünün çıkarılmaya başlanması hedefleniyor.
Prof.Dr. Nejat Bilgen başkanlığındaki ekibin görev yaptığı höyükte, bu yıl 6 Haziran'da başlayan kazı çalışmalarının kış mevsimi başında tamamlanması ve en az iki yıl daha sürmesi planlanıyor. Akşam, 23.08.2011 |
|
|
DEFİNECİLERİN KUYUSU
Sakarya Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında, bir hafta önce izinsiz kazı çalışması yaptıkları iddiasıyla gözaltına alınan şüphelilerin ifadeleri doğrultusunda bölgede inceleme başlatıldı. Yeni Sakarya, 23.08.2011 |
BAYRAMDA HANGİ MÜZELER KAPALI
Ayasofya Müzesi ve Dolmabahçe Sarayı arife günü, Topkapı Sarayı Müzesi bayramın birinci günü kapalı. Mısır Çarşısı ise bayram boyunca kapalı.
İstanbul Rehberler Odası’nın ülke genelinde en
çok ziyaret edilen müze ve ören yerlerinden aldığı
bilgilere göre önümüzdeki hafta kutlanacak Ramazan
Bayramı’nda mesai saatleri şöyle olacak: Topkapı Sarayı Müzesi: (Tel: 0212 512 04 80) Arife : 09:00-19:00 arası açık, son giriş 18:00. 1. gün : Kapalı 2. gün 09:00-19:00 arası açık, son giriş 18:00. 3. gün 09:00-19:00 arası açık, son giriş 18:00.
Ayasofya Müzesi: (Tel: 0212 522 09 89): Arife : Kapalı 1. gün öğleden sonra açık, açılış 13:00, son giriş 18:00, kapanış 19:00 2. gün , 09:00-19:00 arası açık, son giriş 18:00 3. gün, 09:00-19:00 arası açık, son giriş 18:00 Kariye Müzesi: (Tel: 0212 631 92 41): 1. gün öğleden sonra açık, açılış 13:00, son giriş 18:00, kapanış 19:00 2. gün kapalı 3. gün 09:00-19:00 arası açık, son giriş 18:00 Dolmabahçe Sarayı: (Tel: 0212 236 90 00): Arife : Kapalı 1. gün kapalı. 2. gün 09:00-17 saatleri arasında açık, son giriş 16:20 3. gün 09:00-17 saatleri arasında açık, son giriş 16:20
İstanbul Arkeoloji Müzeleri: (Tel: 0212 520 77 40): Arife : 09:00-19:00 arasi açık 1. gün öğleden sonra açık, açılış 13:00, kapanış 19:00, son giriş 18:00 2. gün 09:00-19:00 saatleri arasında açık, son giriş 18:00 3. gün 09:00-19:00 saatleri arasında açık, son
giriş 18:00 Efes Müzesi: (Tel: 0232 892 60 10): Arife : 08:30-19:00 arasi açık, son giriş 18:30. son giriş 18:30 1. gün öğleden sonra açık, açılış 13:00, kapanış 19:00, son giriş 18:30 2. gün 08:30-19:00 arası açık, son giriş 18:30 3. gün 08:30-19:00 arası açık, son giriş 18:30
Efes Örenyeri: (Tel: 0232 892 60 10): Arife : 09.00-19:00 arası açık, son giriş 18:30 1. gün 09.00-19:00 arası açık, son giriş 18:30 2. gün 09.00-19:00 arası açık, son giriş 18:30 3. gün 09.00-19:00 arası açık, son giriş 18:30 Arife : 08:30-17:15 arası açık, son giriş 17:00 1. gün öğleden sonra açık, 13:00 açılış, kapanış saati 17.15, son giriş 17:00. 2. gün açık, 08:30-17:15 arası açık, son giriş 17:00 3. gün açık, 08:30-17:15 arası açık, son giriş
17:00 Antalya Müzesi: (Tel: 0242 238 56 88): Arife : 09:00-19:00 arası açık, son giriş 18:00 1. gün öğleden sonra açık, 13:00-19:00 saatleri arasında açık, son giriş 18:00 2 gün açık, 09:00-19:00 arası açık, son giriş 18:00 3. gün açık 09:00-19:00 arası açık, son giriş
18:00 Göreme Açıkhava Müzesi: (Tel: 0384 271 21 67): 1. gün öğleden sonra açık, 13:00-19:00 arası açık, son giriş 18:15 2. gün açık, 08:00-19:00 arası açık, son giriş 18:15 3. gün açık , 08:00-19:00 arası açık, son giriş 18:15 Arife günü açık, Bayramın 1.,2,.3. günü kapalı.
Mısır Çarşısı: (Tel: 0212 522 55 92): Arife günü açık, Bayramın 1.,2,.3. günü kapalı. Yerebatan Sarnıcı: (Tel: 0212 512 15 70): Arife : 09:00-19:00 saatleri arasında açık, son giriş 18:30 1. gün öğleden sonra açık; 13:00-19:00 arası açık, son giriş 18:30 2. gün 09:00-19:00 saatleri arasında açık, son giriş 18:30 3. gün 09:00-19:00 saatleri arasında açık, son giriş 18:30 Turizm Habercisi, 23.08.2011 |
|
FOÇA'NIN OSMANLI TARİHİ GÜN IŞIĞINA ÇIKIYOR
İzmir'in Foça İlçesi'ndeki Osmanlı Mezarlığı'ndaki çalışmalarla, kentin Osmanlı tarihi ortaya çıkartılıyor. Bir süre önce Foça Belediyesi tarafından çevre duvarları onarılan, ferforje demirle estetik ve korunaklı hale getirilen mezarlıkta hasar görmüş, yerinden sökülmüş, kırılmış taşlar tespit edilerek onarılıyor ve yerlerine konuluyor. Osmanlı dili ve tarihi konularında uzman olan Prof.Dr. Zeki Arıkan tarafından okunan yazılarla mezarın tarihçesi ve kime ait olduğu belirlenirken kentin tarihine de ışık tutuluyor. Projenin; Foça Kazı Kurulu Başkanı Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Böl ümü öğretim üyesi Prof.Dr. Ömer Özyiğit ile Pamukkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Başkanı Prof.Dr. Kadir Pektaş'ın ortak projesi olduğu belirtildi.
Türkiye Gazetesi, Haber: Hasan Eser, 23.08.2011 |
![]() ![]() |
DÜNYA KÜLTÜR MİRASI LİSTESİ'NE HAZIRLANIYOR
Doğubayazıt sancak beyi Çolak Abdi Paşa tarafından 1685 yılında ilçeye 7 kilometre uzaklıktaki sarp kayalıklar üzerine inşa edilen ve 1784 yılında oğlu İshak Paşa döneminde yapımı tamamlanan 116 odalı İshakpaşa Sarayı, türbesi, camisi, surları, avluları, koğuşları, divan ve harem salonları ile her yıl çok sayıda yerli ve yabancı turisti ağırlıyor.
Dünyadaki ilk kalorifer tesisatının kurulu olduğu sarayın, bir süre önce Birleşmiş Milletler Bilim, Eğitim ve Kültür Teşkilatının (UNESCO) ''Dünya Kültür Mirası Geçici Listesi''ne alınmasının ardından, 2000 yılından bu yana devam eden restorasyon çalışmaları da hız kazandı.
İl Kültür ve Turizm Müdürü Muhsin Bulut, AA muhabirine yaptığı açıklamada, İshakpaşa Sarayı'nın UNESCO'nun geçici listesindeki en önemli eserlerden biri olduğunu belirterek, sarayın asıl listeye girebilecek tüm özelliklere sahip bulunduğunu söyledi.
Bakanlık tarafından sarayda 2000 yılından itibaren başlatılan restorasyon çalışmalarının 2012 yılına kadar devam edeceğini vurgulayan Bulut, ''Temel hedefimiz İshakpaşa Sarayı'nı şu haliyle gelecek kuşaklara aktarabilmektir'' dedi.
Bulut, İshakpaşa Sarayı'nın yalnızca Ağrı'nın ve Türkiye'nin değil tüm dünyanın ortak mirası olduğuna, Osmanlı, Fars ve Selçuklu uygarlıklarına ait mimarinin, geçmişle gelecek arasında köprü kurduğuna değinerek, şunları kaydetti: ''Bu saray tüm dünyanın ortak eseridir ve hepimiz için önemli bir kazançtır. Biz de bunu göz önünde bulundurarak sarayın işlevselliğinin artması ve yaşanabilir bir mekan haline gelmesi için çalışıyoruz. Sarayın gelecek kuşaklara sağlıklı bir şekilde aktarılması için ciddi restorasyonlar yaptık. Son 7 yılda bakanlık tarafından sarayın restorasyonuna 12 milyon 761 bin lira harcandı. Ayrıca sarayın tanıtımı için de çalışmalar yürütüyoruz. Yaptığımız tanıtım çalışmaları sayesinde 2011 yılının ilk 6 ayında sarayı 115 bin yerli ve yabancı turist ziyaret etti.'' Akşam, 23.08.2011 |
|
TARİHİ MALATYA KALESİ AYAĞA KALDIRILIYOR Yapı, Fotoğraf: Mehmet Göresiye/AA, 23.08.2011 |
|
ANADOLU'NUN DÜNYAYA ARMAĞANI: MERMER
Dünyanın en zengin doğal taş oluşumlarının bulunduğu Alp kuşağında yer alan Türkiye, çok çeşitli ve büyük miktarda mermer rezervine sahip. Türkiye, gelişmekte olan sanayi ve üretimde kullandığı teknolojiyle dünyanın en önemli doğal taş üreticileri arasında yer alıyor. Antik dünyanın unutulmaz kentlerinin her köşesinde, binlerce yıla meydan okuyan mermerin izlerini bulmak mümkün. Bu önemli tarihsel gelenek, Türk mermer üreticilerini geleceğe taşıyor. Anadolu'nun birçok yerinde bulunan mermer yataklarının binlerce yıldır işlendiği biliniyor.
Doğada bulunma sayısının diğer malzemelere göre
fazla, taşıyıcı gücünün çok olması nedeniyle ağır
hava koşullarına uzun süre dayanan mermer, dış
görünüşüyle insanları geçmiş yıllardan beri
cezbediyor. Mermeri tercih eden toplumların başında
gelen Frigyalıların ardından, Romalılar
mermercilikle en görkemli yıllarını yaşadı.
Türkiye Mermer Doğaltaş ve Makineleri Üreticileri Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Selehattin Onur, AA muhabirine yaptığı açıklamada, insanoğlunun taş ile tanışmasının var olması ile birlikte başladığını söyledi.
İnsanlık tarihinin uzunca bir bölümünü kapsayan ilksel evrenin taş devri olarak anıldığını hatırlatan Onur, şöyle devam etti: ''İnsanoğlunun yaşamını sürdürmesinde önemli rol oynayan savunma ve avlanmada kullandığı basit el aletleri ve gelişmesinde çok önemli bir buluş olarak kabul edilen tekerlek de taş kullanılarak yapılmıştır. Arkeolojik bulgular sonrası taş devri, yontma ve cilalı devirler olarak tarih sayfalarında yerini almıştır. İnsanoğlunun taşla beraberliği daha sonra da devam etmiştir. Geçmişten bizlere insanlık mirası olarak nitelendirilen hayranlık uyandırıcı pek çok sanat eseri kalmıştır. Günümüze gelindiğinde bilim, sanayi, ticaret ve ileri iletişim teknikleri ile özellikle de gelişmiş bilgisayar teknolojilerinin her konuda olduğu gibi taş sektörü üzerinde de açık bir şekilde etkileri görülmektedir.''
Günümüzde mermer ve doğal taş kavramının ticari
tanımla öne çıktığını belirten Onur, ekonomik olarak
kabul edilebilen boyutlarda blok üretimine uygun,
kesildiğinde düzgün kenar ve köşe verebilen, iyi
cila alabilen her türden doğal taşın mermer olarak
adlandırıldığını vurguladı. ''Ülkemizde büyük bir çoğunluğu dünya taş literatürüne girmiş 250 dolayında değerli mermer çeşidi bulunmaktadır. Ülkemiz sektör olarak, pek çok yönü ile dünyanın önde gelen ülkelerindendir. Doğal taş rezervimiz beş milyar metreküp dolayındadır. Bugün bu rezervler üzerinde her ölçekte sektör mensubumuz emek sarf ederek üretim yapmaktadır.''
Türkiye coğrafyası üzerinde bin 200 civarında mermer ocağı ve değişik ölçekte bin 500 fabrika, 7 bin 500 atölyenin faaliyet gösterdiğini ifade eden Onur, bu iş yerlerinin yaklaşık 250 bin dolayında çalışan istihdam ettiğini bildirdi.
Onur, dünyada ilk 10 ülkenin mermer üretimi ve sağladığı değerin yüzde 97'lik bölümünü karşılayıp, paylaştığına işaret ederek, şöyle konuştu: ''Ülkemiz kalabalık nüfusları sebebiyle Çin ve
Hindistan'dan sonra İtalya, İspanya, İran, Brezilya,
Mısır ile yarışmaktadır. Ülkemiz bu yarışta üretimde
yüzde 10-12, değerde yüzde 10-15 civarında pay
sahibidir. Ürün sunduğumuz ABD ve Çin ile İtalya,
İspanya, Brezilya, Kuzey Afrika kuşağı, Arap
ülkeleri ve Avrupa ülkelerinin tamamına mermer ve
doğal taş ihracatı yapılmaktadır. Ayrıca, İstanbul
Maden İhracatçı ve Ege Maden İhracatçı Birliklerimiz
ciddi pazar araştırmaları yapmaktadır. 145 ülke
hedef pazar olarak ihracatçı birliklerimiz
tarafından mercek altına alınmıştır. Makine ekipmanı
ve sarf malzemelerinde, üretim ve altyapı itibarıyla
makine sanayimiz önemli bir atılım içerisindedir.
Makine üreticilerimiz birçok konuda rakiplerini
geride bırakmış, mermer ve doğal taş sektörünün
başarılı gelişiminde önemli ölçüde söz sahibi
olmuştur.''
Mermerin en zengin şekilde kullanımının, bu doğal taşın en kolay elde edildiği dönemlerle ilişkili olduğuna dikkati çeken Söğüt, ''Bunun için kentin kurulduğu yerin yakınında bir mermer ocağının bulunması çok önemli. Stratonikeia antik kenti bu açıdan çok şanslı. Çünkü kendisinin mermer ocakları var. Yapıların tamamı mermer ve bir defa kullandıkları mermeri ikinci defa kullanmıyorlar. Bazı antik kentlerde mermerler dışarıdan getiriliyor. Öyle olduğu zaman mermeri birkaç defa kullanmak zorunda kalıyorlar. Anadolu, bu açıdan çok zengin'' dedi.
Mermer eserlerin daha önceleri taslak halinde ve bazıların da bitmiş olarak ırmaklar ve sular yoluyla denizlere, daha sonra da ülkelere taşındığını dile getiren Söğüt, şunları kaydetti: ''Roma'yı eser anlamında Roma yapan Anadolu'dur. Çünkü Roma için iki ülke önemlidir. Biri İspanya, diğeri Anadolu... Anadolu, mermeri ve mermer sanatçılarıyla ünlüdür. İspanya'daki tarımsal zenginliğin ötesinde pek çok yapının ustası Anadolu'dan gitmiştir. Mermer dayanıklılığının yanı sıra görsel güzelliği ve sağlamlığı ile binlerce yıldır ilgi odağı olmuştur. Mermerin kullanımı kentlerin ve yaşanılan alanların zenginliği ile de doğrudan ilişkilidir. Stratonikeia antik kentinde sur duvarları bile mermerden yapılmış. Çoğu antik kentte böyle bir şey yok. Ama burada sur duvarlarında kullanılan taşlar bile mermerden.'' Akşam, 23.08.2011 |
|
SAFRANBOLU VE BEYPAZARI'NA RAKİP GELİYOR Yapı, Fotoğraf: Mehmet Altıntaş/AA, 23.08.2011 |
|
KARADENİZ BÖLGESİ'NİN ZEUGMA'SINA ALMAN ARKEOLOG İLGİSİ
MÖ 1. yüzyılda kurulduğu, MS 8. yüzyıla kadar yerleşim amacıyla kullanıldığı tahmin edilen Hadrianaupolis'te, Anadolu'da örnekleri hiç görülmeyen bazı zemin mozaiklerinin turizme kazandırılmasına yönelik kazılara 5 Eylülde başlanacak.
At, fil, panter, geyik ve grifon (sanat tarihinde karışık hayvana verilen isim) gibi birçok hayvan tasvir edilen mozaiklerin üzeri toprakla ötürlerek korunmaya çalışıldığı, antik kentteki Atatürk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Vedat Keleş başkanlığındaki çalışmalara Alman arkeologlar da katılacak.
Eskipazar Belediye Başkanı Dursun Baş, AA muhabirine yaptığı açıklamada, ilçenin yaklaşık 3 kilometre batısında bulunan Hadrianaupolis antik kentinde kazıların 2005'te başladığını, çalışmaların aralıklarla sürdüğünü söyledi.
Bu yıl yeniden tecrübeli bir ekip tarafından kazılara başlanacağını kaydeden Baş, şöyle konuştu: ''Çalışmalar da genellikle mozaiklerin temizliği şeklinde geçecek. Burada Geç Hellenistik, Roma ve Erken Bizans devirlerine ait olduğu anlaşılan 14 adet dağınık yapı tespit edildi. Kazılarda çok sayıda hayvanın tasvir edildiği mozaikler bulundu. Kazı çalışmaları hızlanarak devam edecek. Ortaya çıkan mozaikler yıpranıyor. Antik kentin müze haline getirilmesi için kazı başkanı ile Kültür ve Turizm Bakanlığından bir heyet incelemelerde bulundu. Karabük Valimiz bu konuda çok hassas. Ortaya çıkarılan eserlerin tahrip olmaması ve sergilenebilmesi için üzerinin kapatılmasıyla ilgili projeler çizildi. Çalışmalar bu yıl yetiştirilecek.'' Akşam, 23.08.2011 |
|
![]() |
SELEUKEIA ANTİK KENTİNDE ORMAN YANGINI ÇIKTI
Antalya'nın Manavgat İlçesi'nde bulunan Seleukeia Antik Kent'i yakınlarında orman yangını çıktı. Edinilen bilgiye göre, Manavgat'a yaklaşık 15 kilometre mesafede bulunan Bucakşeyhler Köyü yakınlarındaki Büyük İskender'in haleflerinden Suriye Kralı I. Seleukos Nikator (MÖ 321-280) adına kurulmuş 9 kentten biri olan Seleukeia antik kenti çevresinde orman yangını çıktı. Yangına helikopter, uçak ve arazözlerle müdahale edildiği öğrenildi. Seleukeia antik kenti buluntuları arasında en önemlisi hiç şüphesiz "Yedi Bilgeler Mozaiği" olarak adlandırılan ve yine Antalya Müzesi`nde sergilenen mozaiktir. Gerek işçilik ve renkliliği, gerekse Anaksagoras, Pythagoras, Demosthenes, Lykurgüs, Thukydides ve Salon gibi yedi ünlü düşünürün portlerini içermesiyle çok ayrıcalıklı bir öneme sahiptir. Türkiye Gazetesi, 23.08.2011 |
EYÜP SULTAN TÜRBESİ YENİDEN RESTORE EDİLİYOR
Türbenin restorasyonuna mayıs ayında başlandığını
dile getiren Cengiz, konuşmasını şöyle sürdürdü:
Türbenin bir bütün olarak değerlendirilmesi
gerektiği düşünü lerek daha sonra restorasyon
çalışmalarına Beşir Ağa Türbesi, cüzhane ve sebilin
de dahil edildiğini, bu yerlerin projelerinin
yapıldığını anlatan Cengiz, bu nedenle onarım
süresinin öngörülen 6 ayı geçeceğini söyledi.
Türkiye Gazetesi, 23.08.2011 |
|
YÜZLERCE ESERE ULAŞILDI
Tabae Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Bozkurt Ersoy, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Eski Tunç Çağı, Hititler, Frigya, Pers İmparatorluğu, Eski Yunanlar, Roma İmparatorluğu, Bizans İmparatorluğu ve Türk dönemlerinin izlerini taşıyan alanda sürdürülen 2 aylık çalışmalarda çok verimli bir dönem geçirdiklerini söyledi.
Orta Anadolu'da Hatti ve daha sonra da Hitit İmparatorluğu'nun kurulduğu dönemde, Batı Anadolu'da Ahhiyava ve Lukkalıların uygarlıklarının bulunduğunu anlatan Ersoy, şöyle dedi:
''Bu uygarlıklar Herodot tarihinde daha sonraları
Likya, Karya ve İyonya uygarlıklarının kökeni olarak
gösteriliyor. Likyalılar daha ziyade Gediz Nehri
vadisinde, Karyalılar ise bugünkü Kale, Tavas,
Karacasu ilçeleri ile Muğla'nın tamamını içine
alacak şekilde Büyük Menderes Nehri'nin güneyinde
yerleşmişlerdir. Menderes'in kuzeyi İyonya,
İyonya'nın kuzeydoğusu ise Lidya bölgesidir.
Karya'nın kuzeydoğusunda geniş bir sınırı olan
Frigya bölgesi yer almış, Frigya'yı Karya'dan
Babadağ ve Honaz Dağları ayırmıştır. Bugünkü Kale
İlçesi'nin güney bitişiğinde bulunan ve günümüzde
terk edilmiş durumdaki 'Eski Kale' adıyla anılan
doğal kayalığın üzerinde kurulmuş olan yerin adına
Tabae'dir.''
Ersoy, Tabae'nin, yüzeydeki kalıntılar ve sikkelerden anlaşıldığı kadarıyla, Büyük İskender'den sonra Anadolu'da kurulan antik kent olduğunu dile getirerek, şöyle devam etti: ''Tabae kentinde, Hellenistik dönemde sikke bastırılmış. Özellikle gümüş, bronz, bakır olarak bastırılan sikkeler kendine özgü tipleri ve stilleriyle diğer sikkelerden hemen ayırt edilebiliyor. Sikkelerin ön yüzünde tanrısal başlar, arka yüzünde Tabae kentine ait resim ve yazılar bulunuyor. Sikkenin basılışı MÖ 2'nci, 3. yüzyıllara tarihlendirilebilmekte.
Türklerin yöreye gelişi Büyük Selçuklu
İmparatorluğu komutanlarından Afşin Bey'in Malazgirt
Savaşı öncesindeki keşif harekatlarına uzanıyor.
Bölge 1424 yılında 2. Murat tarafından tamamen
Osmanlı Devleti'ne bağlandıktan sonra, yaşantısına
sakin bir şekilde devam etmiş. 1702-1703 yıllarında
meydana gelen depremlerde 12 bin kişi ölür ve şehir
oturulamayacak hale gelir. Bundan sonra şehir daha
yukarıya, şimdiki merkezine doğru çekilmiş.'' ''Çalışmalar sırasında geçmişten bugüne kadar yüzlerce esere ulaştık. 500'ü aşkın sikke ve metal para var. Bronzlardan tutun da seramiklere kadar birçok buluntu söz konusu. Bunlardan bir kısmı envanter olarak müzeye teslim edilecek. Bir kısmı da bir dahaki sezon inceleme altına alınacak. Bu yılkiler sarnıçtan çıkan ürünler. Bir bölümü sağlam, bir kısmı ise parçalı olarak çıkmış seramikler.
Ortaya çıkarılan eserler onarılarak renklendiriliyor. Bu yıl ortaya çıkardığımız eserlerin en önemlileri bronz heykeller. Bunlar çöp olarak sarnıca atılmış muhtemelen. Yumruk, kafa, kol, el, elbise kıvrımları gibi çeşitli bronz parçaları, küçük figürler var. Bu figürler içerisinde Afrodit başları, insan vücudu, mask, yağ kandilleri var tam olarak ele geçen. Seramik jetonlar var, büyük ihtimalle bu jetonlar tiyatro gibi etkinliklerde kullanılıyordu. Jetonların üzerlerine insan portreleri işlenmiş. Osmanlıca yazılarla donatılmış, dönemin devlet büyüklerine ait metal mühürler bulunuyor. Ele geçen eserler milattan sonra 2. yüzyıl ila 3. yüzyıl arasına tarihlenen eserler. Hangi yüzyıla ait olduğu belli olmayan bir insan kafatası. Bunlar bir yerlerden getirilerek sarnıcın içerisine atılmış.''
Ersoy, birçok medeniyete ev sahipliği yaptığı için hangi kültüre ait olduğu anlaşılamayan, ince bir işçilikle üretilmiş eserlerin tarihlerinin önümüzdeki dönemlerde netlik kazanacağını sözlerine ekledi.
Tabae antik kentinde Roma dönemine ait olan sarnıç, kalın taş sütunlarla inşa edilip, dışarıya su sızdırmaması için tuğla tozuyla sıvanmış. Su alınan seramik kapların sarnıca düşmesi, bazı dönemlerde evlerden temizlenen kalıntıların da içerisine atılmasıyla kullanılmaz hale gelen sarnıç, iki aylık bir süreçte yapılan kazı çalışmalarıyla gün yüzüne çıkartıldı. Akşam, 23.08.2011 |
|
EN ESKİ FOSİL
Avustralya’da yapılan bir araştırmada dünyanın en eski fosili bulundu.
Yaklaşık 3.4 milyar yıllık olduğu tespit edilen bakteri fosili, ülkenin batısındaki Pilbara bölgesinde keşfedildi. Batı Avustralya ve Oxford üniversiteleri tarafından yapılan keşif sonucu bulunan fosilin bir taş parçasının üzerinde yer aldığı açıklandı. İngiliz Oxford Üniversitesi’nden araştırmaya katılan bir profesör, “Bu keşifle birlikte dünyada bundan 3.4 milyar yıl önce yaşam olduğunu kanıtladık. ” dedi. Milliyet, 23.08.2011 |
|
ECDAT MİRASINA SAHİP ÇIKAMADIK
Erzurum’da son bir asır içerisinde onlarca türbenin ve medresenin kaybolduğu bildirildi.
Anadolu’daki Türk - İslam medreselerinden birçoğunu bünyesinde barındıran kentte, eğitim ocaklarından çok azının günümüze ulaştığını belirten yetkililer, birçok türbenin ise çaprık yapılaşma ve ilgisizlik sonucu kaybolduğunu belirtti. Yaklaşık bir asır önce 307 camii, 129 medrese, 13'ü Hıristiyan 106'sı Müslüman olmak üzere 119 mektebin bulunduğunu anımsatan yetkililer, Lalapaşa, Caferzade, Çukur, Karakilise, Zeynel Dairesi, Eminkurbu, Namrevanlı ve Caferiye medreselerinin ise günümüze ulaşamadığını söyledi. Kent merkezinde bulunan yaklaşık 30 mezar yerinin Asri Mezarlığa taşınması sırasında ulemaya ait mezarların kaybolduğunu ifade eden yetkililer, medreselerin yanı sıra Ab-ı güneş, Abulleys, Arap baba, Dabak baba ve Lal baba türbelerinin de çarpık yapılaşmaya kurban gittiğini aktardı. Erzurum Gazetesi, 23.08.2011 |
|
500 YILDIR OKUYABİLEN ÇIKMADI
Kitaplarla içli dışlı olan hemen herkes bilir ki,
bazı kitapları okumak zordur hakikaten. Üslubun veya
metaforların altından kalkamazsınız, olay örgüsünün
ustalığı veya savrukluğu karşısında ne yapacağınızı
kestiremezsiniz bir türlü. Dolayısıyla, ‘zor
okunuyor’ anlaşılır bir niteleme olarak geçer
kayıtlara. Oysa, herhangi bir kitabın neredeyse 500
yıldır okunamaması inanılır gibi değil. Hele
dünyanın en önemli din bilginleri, büyücüleri ve
kriptoloji uzmanları da işin içine dahil olduğu
halde hala sırrrın çözülümemesi son derece çarpıcı. Hürriyet, Haber: Sefa Kaplan, 23.08.2011 |
|
![]() |
ÇİNİ FIRINLARI ARAŞTIRILIYOR
İznik Çini Fırınları Kazısı’nın 2011 yılı çalışmaları, İstanbul Üniversitesi olmak üzere Macaristan’ın Pecs Üniversitesi’nden çeşitli uzman ve öğrencilerin oluşturduğu yaklaşık 20 kişilik bir ekiple Yrd. Doç.Dr. V. Belgin Demirsar Arlı başkanlığında devam ediyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İstanbul Üniversitesi adına Bakanlar Kurulu kararıyla yürütülen çalışmalarda çini ve seramik üretim teknolojilerini aydınlatılması hedefleniyor. Veri sağlama araştırmalarının Ağustos ayı sonuna kadar sürmesi planlanıyor. Bursa Olay, Haber: Hayri Şen, 23.08.2011 |
RESTORASYON CAMİYİ KİLİSEYEÇEVİRDİ
Kilise döneminden kalma tasvirler, figürler, heykelcikler ve altar (adak yeri) gibi eserler gün yüzüne çıkarılmış, ancak bir cami için vazgeçilmez olan minber, kürsü ve müezzin mahfili konulmamıştı. Ne musalla taşı ne de şadırvan vardı. İzmir Müftülüğü, camiyi inceleyip skandalı raporlaştırdı. İlçe müftülüğü de çareyi camiye geçici minber koymakta buldu. İl Özel İdaresi'nden sağladığı kaynakla restorasyonu yaptıran CHP'li Belediye Başkanı Muhittin Dalgıç ise "Art niyet yok. Eksikler giderilecek." diyor.
Beldedeki en eski tarihi yapı olan Alaçatı Pazaryeri Camii, 1874 yılında Yuhannis Halapas tarafından Ayios Konstantinos kilisesi olarak inşa edildi. Cumhuriyet'in kurulduğu yıllarda Atatürk tarafından camiye dönüştürüldü. Bakımsızlıktan harabeye dönen cami için Alaçatı Belediyesi 2009 yılı Eylül ayında restorasyon çalışması başlattı, ancak bu çalışma, cemaati memnun etmedi. Camide kilise döneminde yapılan mermer sütunlardaki tasvirler, figürler, heykelcikler ve altar (adak yeri) gibi eserler gün yüzüne çıkarılırken mihrap başta olmak üzere camiye ait kısımlar ihmal edildi.
Camide inceleme yaparak eksikleri tespit eden İzmir İl Müftülüğü, 29 Eylül 2010 tarihinde bir rapor hazırladı. Raporda, caminin durumu gözler önüne seriliyor. İzmir Valisi M. Cahit Kıraç'a da sunulan keşif raporunda şunlar kaydediliyor: "Restorasyondan önce var olan minber ve kürsünün, bir caminin iç mimarisinin esas unsurlarından olması hasebiyle yerine konulmaları talep edildi. Sol tarafta bulunan altarlar, camide bulunmaması gereken görüntülerdir. Mimari tarzına uygun olarak, estetik bir şekilde, ziyaretçiler geldiğinde otomatik olarak açılabilecek, sair zamanlarda kapatılacak bir sistem yapılmalı. Restorasyondan önce var olan abdest alma yerleri, cami avlusunda uygun bir yere yeniden yapılmalı."
Caminin mülkiyetinin Alaçatı Belediyesi'ne ait olduğunu belirten İlçe Müftüsü Yahya Akman, caminin dış çevresinin restorasyonundan memnun olduklarını ancak içindeki çalışmaların kendilerini rahatsız ettiğini söyledi. Namaz kıldırılan mihrabın hiçbir şekilde restorasyondan geçmediğini vurgulayan Müftü Akman, boyalarının döküldüğüne dikkat çekti. Akman, "Caminin her tarafı restore ediliyor ama mihraba bir fırça bile vurulmuyor. Restorasyondan önce kürsümüz, minberimiz, müezzinliğimiz, mahfilde düz bir namaz kılma yeri vardı. Kürsü ve minber çıkarıldı. 'Restorasyon projesinde bunlar yok.' diye tekrar yerlerine koyulmadı." dedi.
Alaçatı'nın 10 bin olan nüfusunun yazın 100 bine kadar yükseldiğine dikkat çeken AKP İl Genel Meclis Üyesi Arif Barata da mihrabın görüntüsünün içler acısı olduğunu kaydetti. İl Özel İdaresi'nden yaklaşık 2 milyon lira kaynak aktardıklarının altını çizen Barata, sağlıklı bir restorasyon yapılmamasını eleştirdi. Cami tarafında eksik kalan işler SİT gerekçesiyle yapılmamışsa kilise tarafında nasıl çalışma yapıldığının soru işaretleri oluşturduğunu kaydeden Barata, ortaya çıkan tablonun cemaati derinden yaraladığını söyledi. Caminin eksikliklerini tamamlayacaklarını açıklayan Alaçatı Belediye Başkanı Muhittin Dalgıç, "Art niyet yok. Eksiklerin giderilmesi için talimat verdim." şeklinde konuştu. Zaman, Haber: Mustafa Yüksel, 23.08.2011
Çeşme Kaymakamı Cafer Sarılı, Alaçatı Belediye Başkanı Muhittin Dalgıç, İl Müftü Vekili İlyas Öztürk ve AKP İl Genel Meclisi Üyesi Arif Barata ile toplantı yapan Vali Kıraç, caminin asli unsurları olan bütün eksikliklerinin giderilmesi talimatı verdi.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay da konuyla ilgili açıklamalarda bulundu. Ankara'nın Haymana İlçesi'nde bir açılışa katılan Günay, bir soru üzerine, "Orası benim gördüğüm tarihte bir branda ile kapatılmış vaziyetteydi. Bazı özel anlarda, özel ziyaretçiler geldiğinde o kısım kullanılıyor ve açılıyordu. Bunun dışında cami olarak görev yapıyor bildiğim kadarıyla. Bayramda İzmir'e gideceğim, yeniden konuyu incelerim.'' ifadelerini kullandı. Zaman, Haber: Mustafa Yüksel, 25.08.2011
İzmir'in Çeşme İlçesi'ne bağlı Alaçatı beldesindeki Pazaryeri Camii'ni CHP'li belediyenin restorasyon adı altında kiliseye çevirmesine İzmir İl Müftülüğü'nün de rapor hazırlayarak karşı çıktığı ortaya çıktı.
Müftülük, raporunda, caminin içinde sol tarafta bulunan ve kilise döneminde yapılan mermer sütunlardaki tasvirler, figürler, heykelcikler ve altar (adak yeri) gibi eserleri, camilerde bulunmaması gereken görüntüler olarak nitelendirdi.
İzmir İl Müftülüğü Alaçatı beldesindeki Pazaryeri Camii'nde yaptığı incelemede, eksiklikleri tespit ederek, 29 Eylül 2010 tarihinde bir rapor hazırladı. İl Müftü Vekili Mehmet Gündoğdu, İl Müftü Yardımcısı İlyas Öztürk, Çeşme İlçe Müftüsü Yahya Akman, Pazaryeri Camii İmam Hatibi Davut Mercan ve müezzin Yaşar Aslan imzalı raporda, caminin restorasyondan sonraki durumu gözler önüne serildi. İzmir Valisi Cahit Kıraç'a sunulan raporda, 11 maddelik durum tespitiyle 6 maddelik sonuç ve teklifler bölümü bulunuyor.
Minber, kürsü, şadırvan, müezzinlik ve musalla taşının olmadığı vurgulanarak acilen temin edilmesi istenen raporda şunlar kaydediliyor: "Sol taraftaki altarlar camide bulunmaması gereken görüntülerdir. Halihazırda sol taraftaki altarı gizlemek için kullanılan perdeler, estetik bir görüntü vermemekte ve kullanışsız. Restorasyondan önce var olan abdest alma yerleri, cami avlusunda uygun bir yere yeniden yapılmalı. Musalla taşı, caminin batı yönünde, cenaze namazı kılınmasına uygun alana tekrar konulmalı." Zaman, Haber: Mustafa Yüksel, 26.08.2011 |
|
BÖYLE SANSÜR GÖRÜLMEDİ
İtalya’da 13’üncü yüzyıldan kalma bereket ağacı freski, restorasyon yapan sanatçılar tarafından sansürlendi.
10 yıl önce Toscana’da bulunan freskte ağaçtan sarkan penis ve testislerin üzeri boyayla kapatıldı. Olayla ilgili soruşturma açıldı. Milliyet Cadde, 23.08.2011 |
|
![]() |
MÜZEDE 9 BİN ESER VAR
Doğu Karadeniz'de Trabzon, Giresun ve Rize illerindeki müzelerde arkeolojik ve etnografik eserler sergileniyor.
18. yüzyılın ortalarından kalma bir kilise olan Giresun Müzesi, 1924'e kadar faal kilise olarak kullanıldı.
Giresun Haber, 22.08.2011 |
KADINLAR 8 BİN YIL ÖNCE DE TAKILARA MERAKLIYMIŞ
Pazarcık İlçesi Kelibişler
Köyü yakınındaki
höyükte 1995'te başlatılan kazı çalışmalarına
yeniden başlandı. Manchester Üniversitesi'nin
yürüttüğü ve yaklaşık 15 yerli ve yabancı bilim
adamının katıldığı arkeolojik kazılara British
Museum da destek veriyor.
Radikal, 22.08.2011 |
|
"HAMAMIN ETNOGRAFYA MÜZESİ OLARAK HİZMET VERMESİN İSTİYORUZ"
Birgi Belediye Başkanı Muhittin Cumhur Şener, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Birgi'nin geleceğini turizme bağladığını, çok sayıda tescilli yapının emlak vergilerinden kesilen yüzde 10'luk payla restore edildiğini söyledi.
Belde merkezinde bulunan 1663 yılı yapımı Osmanlı eseri Dervişağa Camisi ve Medresesi ile 15. yüzyıl eserlerinden Şeyh Muhittin Hamamı'nın restorasyonu çalışmaları için 5 yıldır hazırlanıldığını belirten Şener, önce rölöve projelerinin tamamlandığını ifade etti.
İzmir 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan da onayların alındığını bildiren Şener, şunları kaydetti: ''Tarihi eser ve tescilli yapıların bulunduğu Birgi'nin merkezinde yer alan beldenin simgelerinden Aydınoğlu Meydanı'na çıkan yolda bulunan iki önemli eserin restorasyonuna birkaç hafta önce aynı anda başlandı. Halk arasında Çukur medrese ve çukur hamam olarak bilinen yapılardan Dervişağa Camisi ve Medresesi 1663 yılında yapılmış. Şeyh Muhittin Hamamı da 7 odasıyla 15. yüzyılın önemli eserlerinden birisidir. Bu iki eserin ayağa kaldırılması ve turizm aksının zenginleştirilmesi için çalışıyoruz.''
Şener, Birgi'de çok sayıda tarihi eseri emlak vergilerinden kesilen yüzde 10'luk payla oluşturulan Kültür Varlıkları Fonu'ndan restore ettiklerini dile getirerek, ''2010 yılında projenin tahmini maliyetini hesapladıktan sonra tekrar fon yardımı için Valimiz Cahit Kıraç'tan destek istedik ve projenin yüzde 95'i kadar destek sağlandı'' dedi.
Her iki eserin restorasyonun 2012 yılının ilk yarısında bitirilmesinin planlandığını belirten Şener, şöyle devam etti: ''Hamamın 2012 yılı sonunda Etnografya Müzesi olarak hizmet vermesini istiyoruz. Büyükçe bir alan ortaya çıkacak, 7 odası var. Osmanlı'da hamam kültürünü gelecek kuşaklara aktarmak istiyoruz, ayrıca Birgi'den çıkarılan yakın tarihimizden örnek eserleri de sergilemek, bir gezi merkezi oluşturmak istiyoruz.
Hamamın hemen karşısında yer alan cami ve medresede ise yok olmaya yüz tutmuş el oymacılık, sayacılık gibi el sanatlarını, meslek guruplarını sergilemek istiyoruz. Ayrıca hediyelik eşya tasarımı ve satışını da düşünüyoruz. Gelen turistler hem dinlenme imkanı, hem de hediyelik eşya satın alma imkanı bulacaklar. Bu iki eserin hemen yanında daha önceden onarılmış bir kültür varlığımız var, onun da pansiyon olarak hizmet vermesini planlıyoruz. Bu alan turist güzergahı, çok sayıda eski eser var. Burada en kısa sürede Sokak Sağlıklaştırma Projesi'ni uygulamak istiyoruz.''
Şener, restorasyonu devam eden eserlerin hemen yanında çok az bir bölümü ayakta kalan değirmeni de restore edeceklerini söyledi.
Birgi'de Osmanlı döneminden kalan 28 değirmen olduğunu belirten Şener, eski eserlerin restorasyonlarının tamamlanmasıyla beldenin turizmden aldığı payın artacağını sözlerine ekledi. Akşam, 22.08.2011 |
|
BİZANS DEFİNESİ BULUNDU
Geçen yıl kaçak kazı yapılarak soyulduğu anlaşılan ve Karia Satrabı Maussollos’un babası Hekatomnos’a ait bir anıtmezar olduğu sanılan Uzunyuva’da Milas Müzesi tarafından sürdürülmekte olan kurtarma ve koruma kazıları sırasında bir seramik küp içinde 2 bin 407 tane gümüş sikke bulundu. Aralarında İslami sikkelerin de bulunduğu sikkelerden 366 tanesinin korozyon nedeniyle birbirine yapışık olduğu, diğer 2 bin 41 tanesinin ise ayrışık durumda olduğu belirlendi.
Geçen yıl 31 Temmuz’da Jandarmaya gelen bir ihbar sonucunda soyulduğu anlaşılan Milas şehir merkezindeki Uzunyuva arkeolojik sit alanının Perslerin Karia Satrabı (valisi) Maussollos’un babası Hekatomnos’a ait bir anıtmezar olabileceği belirlenmişti. Soyulan mezar odasında bulunan muhteşem bir işçilikle yapılmış olan ve üzerinde olağanüstü güzellikte kabartmaların bulunduğu mermer lahit ise uzmanlarca “arkeolojide yüzyılın buluşu” olarak değerlendirilmişti. Üzerinde leylek yuvası olan bir anıt sütunu nedeniyle halk arasında “Uzunyuva” adı verilen arkeolojik alanda kaçakçıların yaptığı soygunun ortaya çıkartılmasından sonra Milas Müzesi Müdürlüğü tarafından bir kurtarma kazısı ve koruma çalışmaları başlatılmıştı. Yoğun şekilde sürdürülen kazılar sırasında Bizans tabakasında bir seramik küp içersinde 2 bin 407 gümüş sikke bulundu. Sikkelerden 2 bin 41 tanesinin tek tek sikkeler halinde olduğu diğer 366 tanesinin ise korozyon nedeniyle birbirine yapışık olduğu belirlendi. Sikkelerin büyük çoğunluğunun Bizans dönemine ait olduğu ve içlerinde az sayıda sikkenin ise İslami sikke olduğu saptandı.
Uzunyuva arkeolojik sit alanında kurtarma kazısını sürdüren Milas Müze Müdürlüğü tarafından sikkeler Milas Müzesi’nde koruma altına alındı. Milas Müze Müdürü Ali Sinan Özbey “Uzunyuva’da sürdürülmekte olan kazılar sırasında dün Bizans tabakasında bir küp içinde gümüş sikkeler bulundu. Sikkelerden 2 bin 41 tanesi tek tek durumda. Diğer 366 tanesi ise korozyon nedeniyle birbirine yapışmış halde bulunuyor. Müzemizdeki restoratör arkadaşlarımız sikkelerin temizlenmesini yapacaklar. Temizlenen sikkelerin belgelemesi ve envanter çalışmasını yapacağız. Daha sonraki aşamada ise bunların sergilenmesi yapılacak” dedi. Mynet Haber, 22.08.2011 |
|
EN ESKİ KARTONPİYER ECEABAT'TA BULUNDU
Çanakkale’nin Eceabat İlçesi’ndeki Maydos Kilise Tepesi Höyüğü ile Çamburnu Mevkisi’ndeki kazılarda, 3300 yıl öncesine ait, dünyada bilinen en eski kartonpiyer uygulamasının ortaya çıktığı bildirildi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın izniyle Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇÖMÜ) Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Göksel Sazcı başkanlığındaki ekip tarafından sürdürülen kazıların bu yılki etabı tamamlandı.
Yrd. Doç.Dr. Sazcı, bu yılki asıl ulaştıklarının, Homeros’un Troya’sı ile çağdaş buluntular olduğunu ifade ederek, şöyle konuştu: “Troya’da yalnızca bir sur ve sur etrafında bir ya da iki ev planı vardır. Merkezdeki yapılar yoktur. Nedeni ise Athena Tapınağı yapılırken bu merkezdeki idari binaların hepsinin antik bir teraslama yapılarak yıkılmasıdır. O yüzden Batı Anadolu’da asilerin, soyluların, din adamlarının, yöneticilerin yaşadığı idari binaların nasıl olduğunu bilmiyoruz. Maydos Kilise Tepesi Höyüğü’ndeki kazılarda çıkarılan yapılar bu boşluğu dolduracak. Bu yapıların süslendiği pişmiş tuğladan yapılmış spiral motifli kabartma bezemeli, üzerinde kırmızı ve beyaz renklerde boyamaların yapıldığı yüzlerce rölyef parçaları bulduk. 3300 yıl öncesine ait bu rölyefler yapıların kapı ve pencere sövelerinde kullanılıyordu. Kartonpiyer gibi tavanla duvarın birleştiği yere denk gelen bir bezeme. Bu bilinen en eski kartonpiyer uygulaması.” Hürriyet Ege, Haber: Bülent Ersöz, 22.08.2011 |
![]() |
ÇALINTI BİR PICASSO İLE NELER YAPABİLİSİNİZ?
Herkesin aklına gelen ve polislerin de başvurduğu ilk açıklama standarttı: “Hırsız bu kadar tanınan bir eserle ne yapacağını bilememiştir.” Gerçekten öyle mi? Çok bilinen bir resmi çalmak beyhude bir çaba mı? Özellikle son yıllarda art arda gelen milyonlarca dolarlık sanat eseri hırsızlığına bakılırsa, bu cüretkar soyguncular sadece macera aramıyor; bildikleri başka yöntemler de var. Dile kolay, ‘Hüküm’ Rembrandt’ın bugüne kadar çalınan seksen ikinci eseri. Geçen yıl, Paris Modern Sanat Müzesi’nden içlerinde Picasso, Modigliani, Braque ve Matisse’in bulunduğu ve topyekun 125 milyon dolar paha biçilen bir dizi eser çalınmıştı. Bu eserler bulunamadı. Daha onlarca örnek bir kenara, müthiş bir suç operasyonuyla, Boston’daki Isabella Stewart Gardner Müzesi’nden 1990’da çalınan Vermeer, Rembrant, Degas tablolarının akıbetinden de hala haber yok. Toplu bir rakam verelim: İtalya merkezli Sanat Suçları Araştırma Kurumu’na (ARCA) göre, bu soygunlar yeraltı dünyasında yıllık 6-8 milyar dolarlık bir pazar oluşturuyor.
Tövbekar hırsız anlatıyor Daha da net bir tarif duymak ister misiniz? O zaman piyasanın içindeki aktörleri dinlemelisiniz. Eski hırsızları, çalıntı malları değiş tokuşa sokanları, Picasso’lara Monet’lere yeniden değer biçen aracıları… Dinleyebilirsiniz; çünkü bazı tövbekarlar, sanat hırsızlığı pazarını gölgelerden çıkardı. En iyi örneklerden biri de, sadece lakabını kullanan, kimliğini tümüyle açıklamayan ‘Turbo Paul.’ Bir zamanlar bizzat içinde olduğundan, sanat hırsızlığı aleminin bütün girdi çıktısını bilen Turbo Paul, bir süredir ‘Art Hostage’ ve ‘Stolen Vermeer’ başlıkları altında iki ayrı blog yazıyor. Bu bloglarda çalıntı sanat eserlerinin izini sürüyor; dedektiflere bazen tavsiyede bulunuyor, bazen de sakarlıklarından ötürü fırça atıyor. Çalışkan bir devlet memuru gibi, büyük soygunlara dair her gelişmeyi kayda alıyor. Bir de yarı resmi bir uğraşı var: Çalınan bazı eserleri geri getirmek için polisle işbirliği yapıyor.
FBI’ın, Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın ve belli başlı tüm polis teşkilatlarının sürekli sitesine uğradığını söyleyen Turbo Paul’e göre, basının sıklıkla başvurduğu “Bu kadar ünlü bir eseri asla satamazlar” cümlesi hem yanıltıcı hem de çok safiyane. Çünkü bu pazarda her şey alınıp satılıyor. Belki tahmin edildiği kadar yüksek paralar kazanılmıyor; ama yine de el değiştirebiliyor. Şu cümleler bir süre önce Foreign Policy dergisine verdiği röportajdan: “Benim bir uyuşturucu taciri olduğumu düşünün, sizin de elinizde bir milyon dolar değerinde bir resim var. Size yüksek kalite uyuşturucu verip, resminizi alabilirim. Sonra da gider birisiyle bir borç için takas ederim ya da bu tür vakalarla ilgilenen bir risk sermayedarına satarım. O da resmin üzerine konulan ödülün peşine düşer. Hırsızlar, sanat eserleri vasıtasıyla adli birimlerle başka türlü pazarlıklara da girerler. Mesela diğer suçları için verilecek cezaların azaltılması kaydıyla eserleri geri vermeyi önerebilirler.”
Picasso ve Rembrandt gözde... Turbo Paul artık pazarın dışında ve bugünlerde
sanat aleminin en esaslı soygununda çalınanları geri
getirebilmek için uğraşıyor. Söz konusu olan,
1990’daki Isabella Stewart Gardner Müzesi soygunu.
Bu olay, işin içindekiler açısından öyle bir travma
yaratmış ki, ne tarafa baksanız, herkesin bir
şekilde sözü oraya getirdiğini görüyorsunuz.
Gerçekten de bu piyasadan bahsederken, hem yöntem
açısından çok ilgi çeken (hırsızlar polis
kılığındaydı), hem de sonuçları açısından yıkıcı
bulunan (Rembrandt’ın tek deniz çalışması,
Vermeer’in bilinen 34 eserinden biri, beş adet Degas
ve daha birçok önemli eser hala kayıp) bu soygunu
anmadan geçemiyorsunuz.
Banka soymaktan kolay Amore ve Mashberg’in kitabını okursanız, sanat hırsızlığına yeltenmeyi düşünebilirsiniz. Çünkü hırsızından güvenlikçisine kadar herkesin ortak görüşü şu: Müzeler ve galeriler yeterince korunmuyor. Kitapta eski hırsızlarla da görüşerek izi sürülen soygunlarda, genellikle, çaldıkları eserler hakkında bir fikri olmayan ikinci sınıf hırsızların yer aldığını görüyorsunuz. Amore’ye göre bir müze soymak, bir bankadan 1 milyon dolar kaldırmaktan çok daha kolay. Öyle çok büyük planlar yapmaya, müthiş bir ekip toplamaya gerek yok. Hırsızlar içeriye giriyor, çerçeveyi yükleniyor (bazen de resmi çerçevesinden söküp alıyor), sonra da yürüyüp gidiyor. Bu soygunlar kimi zaman gün ışığında, müzede onlarca ziyaretçi varken gerçekleşiyor; kimi zaman da geceleri, kırılan bir pencereden içeri süzülerek.
Sadece 26 ay ceza Cezalar ülkeye ve vakaya göre değişiyor. Çeşitli Avrupa ülkelerinden toplam 239 parça sanat eseri çalan Stephane Breitwieser, nihayet yakalandığında bir Fransız mahkemesi onu 26 ay hapse mahkum etmişti. Oğlunun arkasını kollamak niyetiyle bütün eserleri bir çekiçle parçalayan ve bir kanala atarak ortadan kaldıran annesi Mireille de 18 ay hapis cezası aldı. Stockholm Ulusal Müzesi’nden Renoir ve Rembrandt çalan iki kişi içinse altı yıllık hapis cezasıyla 30 milyon dolar tazminat uygun görülmüştü.
YERALTI MÜZESİNİN NADİDE PARÇALARI Bulunamayan yüzlerce çalıntı esere beş örnek:
Radikal, Haber: Yenal Bilgici, 22.08.2011 |
|
|
BU BİR BUZDOLABI!
İzmit Büyükşehir Belediyesi, Kapanca Sokak’ta bulunan 150-200 yıllık evlerin kurtarılması için ’Tarih Koridoru’ adı altında restorasyon çalışması başlattı.
Bir bine ise büyük ölçüde zarar gördüğünden aslına uygun yenisinin yapılması amacıyla yıkıldı. Çalışanlar toprağa gömülü bir küp buldu. Kocaeli Etnografya Müzesi Müdürlüğü’nden gelen ekiplerin gözetiminde üzerine açılan küpün içinde herhangi bir şey çıkmazken, bunun o dönemlerde buzdolabı olmadığı için başta su olmak üzere sıvı ve kuru gıdaların bozulmaması ve serin tutulması amacıyla kullanılan bir küp olduğu anlaşıldı. O dönemde evlerde gıdaların bozulmadan saklanması için toprağa gömülü bu küpler kullanılıyordu. Her evin alt katlarında bu amaçla kullanılan irili ufaklı toprağa gömülü birkaç küp bulunuyordu. Milliyet, Haber: Ergün Ayaz, 22.08.2011 |
TARİHİ HAVUZU BİLE KURUTTUK Esasen konunun uzmanı olan herkes biliyor ki, yer altı sularını böylesi kullanırsak ülke gelecekte çölleşecek.
Hatta sulama yapıyoruz diye yayma su ile toprağı da tüketeceğiz.
Yalnız yurdumuz değil dünya su krizi yaşamaya doğru gidiyor. Türkiye’nin avantajı yer altı sularının varlığı, ne var ki bu bağlamda en sona bırakmamız gereken bu kaynağı hızla tüketiyoruz.
Ömer Fethi Gürer olarak bu bağlamda yapabileceğim konuyu yetkililerin dikkatine sunmak oluyor. Bunu bugünde yapmıyorum uzun yıllar çalıştığım ambalajlı su sektöründe ikende birden çok basın açıklaması ve köşe yazısı ile de ilgililerin dikkatine sundum. Çevre örgütleri, uzmanlar konuyu bilenlerin yüzlerce makaleleri de bu bağlamda yayınlandı. Dünya Su Örgütü konunun önemini sık sık açıklıyor. Toplantılar yapılıyor. Durumun vahim olduğunu bilim adamları açıklıyor. Temiz ve kullanılabilir su kaynakları hızla tüketiliyor. Dünya önemli bölümü su olsa da bu suların içilebilir ya da kullanılabilir oranı çok düşük. Çoğu ülke yer altı sularını korumanın yolunu ararken kimi ülkelerde deniz suyunu arıtıp tüketmeye çalışıyorlar. Kısacası bu alanda sorun çok büyük. Dünyada büyük ülkemizde büyük ve Niğde içinde bu sorunun sinyalleri gelmeye başladı.
Bor Bahçeli Roma Havuzu iki bin yıldır kaynayan su birden çekildi. Havuz kurudu. Tuhaf bir durum ortaya çıktı. Havuza bir yerde anlam katan su olmayınca havuzunda hali tıraşlanmış başa döndü. Sonunda yetkililer duruma el koydu.
Kaynarca, Halaç, Bahçeli da açılan su kuyularının sorunu yarattığı anlaşıldı. Bu kuyuların bazıları kapanması ile su geldi ise de Köşk işletmecisi Uğur Kemer ile konuştuğumda suyun eskisi kadar gelmediğini ve sıkıntının devam edecek görüldüğünü söyledi. Şimdilerde su var gibi ama bu durum Niğde için riskin varlığına ciddi işaret ediyor. Oysa Bahçeli Köşk’te Uğur Kemer Ramazan boyunca olta ile balık tutarak orucunuzu serin ortamda tutun çağrısı yapmıştı. Oltaya gelecek balık yaşayacak su kalmayınca olta ile değil elle balık yakalanacak duruma geldi. Acı bir durum. Kemerhisar İçmelerinin suyu da benzer nedenlerle çekildi. Orada gaz firmaları işin içinde olunca o yüz yıldır kullanılan içmeler için bahane ruhsat olarak açıklanıp içmeler kapatıldı. Koskoca şirketlerin gaz alıp satmalarına dur diyebilecek irade olmadığı için artık İçmeler susuz, Hort hasan diye bilinen çamur banyosu da kurumuştu. Çevre ve doğa aslında her konuda uyarıyor. Yapmayın, geleceğinizi yok etmeyin diyor ama bizim insanımız bunu pek anlamıyor algılamıyor. GİDİŞ İYİYE DOĞRU DEĞİLDİR.
Sorun İçme ve sulama suyunda giderek artmaktadır. Bu nüfusun içmesi, beslenmesi için tüketilen kaynakların sonu olduğu unutulmamalıdır. Çözüm öncelikle yer üstü su kaynaklarından yararlanmak ve özellikle sulama suyunun verimli kullanılmasını sağlamaktır. Ecemiş suyu Niğde bölgesi için bir şanstır. Bu suyun bir an önce Niğde ve Bor için gerek içme gerek sulama suyu olarak ele alınmasının zamanı geçmektedir.
Akkaya barajında sorunun aşılmasından yer altı sularının çekilmesinin sona ermesine değin Ecemiş suyu bölge için önemi artık anlaşılmalıdır. Konun ötelenecek durumu yoktur. Akdenize akan Ecemiş suları belli bir süreç yer altı sularının tüketilmesini yavaşlatacaktır. Bu çözüm dışında yol görülmemektedir. Bölgede tarım bağ bahçe olacağına göre suya gereksinim de vardır. Bunun yolu bölgeyi toptan tarım dışında almak olamayacağına göre yer üstü sularından doğru faydalanmasını bilmektir. Nğde Kent Haber, 21.08.2011 |
|
OSMANLI'NIN KURULDUĞU KALE GÜN IŞIĞINA ÇIKIYOR Vatan, 21.08.2011 |
|
HAMZABEY KÜLLİYESİ GÜN IŞIĞINA ÇIKIYOR
Bursa’nın tarihi cami ve türbelerinin bulunduğu Hamzabey Külliyesi, Bursa Valiliği Tarihi Eser Fonu’ndan sağlanan 733 bin liralık kaynak ile orjinaline uygun şekilde restore ediliyor.
Vakıflar Bursa Bölge Müdürlüğü’nün kontrolünde başlanan restorasyon ile, öncelikle 1440 yılında inşa edilen caminin son cemaat mahalli demir doğramalardan arındırılarak orjinal haline getirilecek. Kubbedeki yırtık kurşunlar değiştirilecek, caminin önündeki şadırvanda, diğer selatin camilerde olduğu gibi ahşap konstrüksiyonlu hale dönüştürülecek. Sultan Çelebi Mehmet Han’ın Vezirlerinden Hamzabey ve Ailelerinin bulunduğu iki ayrı türbe bina, Kara Mustafa Paşa’nın türbesi ile caminin dış ceplerindeki küfeki taşları komple temizlenerek, ilk günkü haline dönüştürülecek. Bahçedeki kötü çitler kaldırılarak yola cephedeki gibi küfeki taşlı ferforjeli, kibar bir görünüme kavuşturulacak. Caminin içerisindeki çimento derzler temizlenip, Horasan harcı ile duvarlar sağlamlaştırılacak. Bazı bölümlerdeki kırılan tuğlalar değiştirilecek, türbe ve caminin drenaj sistemi elden geçirilecek. Caminin iç mekanındaki yağlı boyalar sökülerek, geçmişe ait kalem izi araştırması yapılacak. Minarede bulunan iznik işi çinilerin benzerleri konularak orjinaline dönüş sağlanacak. Çevre düzenlemesi ile birlikte 1 yılda tamamlanması planlanan restorasyonu Usra İnşaat üstlendi. Dış cephe temizliği ile başlayacak restorasyon çalışmalarının hava şartlarına göre 9 ay gibi bir sürede bitirilmesi hedefleniyor. Tarihçi İsmail Yağcı’ya göre Hamzabey Kulliye’sinin büyükçe bir hamamı ve günde bin kişiye yemek çıkaran tarihi imareti de bulunuyordu. Ancak bugün bu tesisler bilinmiyor. Hamza Bey Mahallesi sakinleri, Valilik konağına en yakın cami olması sebebiyle özel ilgi gösteren Bursa Valisi Şahabettin Harput’a teşekkür ettiler.
Bursa Olay, 21.08.2011 |
|
2 BİN 300 YIL ÖNCE KANALİZASYON KURMUŞLAR
Yeni Asır, Haber: Osman Akça - Mustafa Suiçmez, 21.08.2011 |
|
YANGINDA İLK KURTARILACAKLAR
ABD’nin ünlü sanat müzesi National Gallery’nin yöneticileri, geçen günlerde müzenin küratörüne zor bir görev verdi: Üçüncü Dünya Savaşı çıksa neleri kurtarırsın?
Bunun üzerine, Türkiye’de alanında uzmanlaşmış sanat tarihi profesörleri Prof.Dr. Nurhan Atasoy, Prof.Dr. Jale Erzen, Prof.Dr. Kaya Özsezgin, Prof.Dr. Gül İrepoğlu, Prof.Dr. Kıymet Giray, Doç.Dr. Ahmet Kamil Gören ve Sanat Tarihi Derneği Başkanı Nazan Atasoy’a objektif bir ‘Yangında Kurtarılacaklar’ listesi yapıp yapamayacaklarını sordum. Hepsinin istisnasız tek kaygısı vardı: Türkiye gibi kültürü geniş ve zengin bir ülkede, bu seçimi yapmanın dünyanın en zor işi olması... Hitit’ten söyleseniz, Perslerin, Bizans’tan söylesiniz Osmanlı’nın hatırı kalacaktı. Ama yine de, listeye bir yerlerden başlamak lazımdı. Bu mütevazı listeye giremeyen ama kıymeti paha biçilmez başka eserlere de selam göndererek, üzerlerinde mutabık kaldıkları bu eserler ortaya çıktı.
HIRKA-İ ŞERİF
ÇİN PORSELENLERİ
İSKENDER LAHDİ
İZNİK ÇİNİ KANDİL
SELÇUKLU HALISI
OSMAN HAMDİ’NİN KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ
ABDÜLMECİD’İN HAREM’DE BEETHOVEN’I Hürriyet Pazar, Haber: Şermin Terzi, 21.08.2011 |
|
KORUMA KURULLARINA BAKANLIK AYARI
Türkiye genelinde bulunan 32
Sabah, Haber: Erhan Öztürk, 21.08.2011 |
|
10 BİN YIL ÖNCE DIŞARDAN EVLİLİKLER YAPILIYORDU
Çumra İlçesi’ndeki yaklaşık 9 bin yıllık yerleşim yeri Çatalhöyük’den daha eski olan Boncuklu Höyük’deki kazı çalışmaları 2006 yılında başladı. Boncuklu Höyük’de, Çatalhöyük’deki insanların atalarının yaşadığını öne süren kazı başkanı Doç.Dr. Baird, “Boncukluhöyük, yakındoğu ve Türkiye’deki en erken yerleşme birimine işaret ediyor. Buradaki evlerin içinde bulduğumuz buluntular, Çatalhöyük’deki kültürün ilk başlangıcı olarak değerlendirmek mümkün” dedi.
10 bin 500 yıl önce insanların yaşadıkları evlerin yuvarlak olduğunu kaydeden Doç.Dr. Douglas Baird şunları söyledi: “Boncuklu Höyük’te yaptığımız kazılarda yuvarlak planlı evler bulduk. Bunlar dünyadaki en erken evler olabilir. Boncuklu Höyük, Anadolu coğrafyasındaki ilk yerleşim bölgesidir. Burada çok küçük bir yerleşim var. Buradan bin yıl sonra daha büyük yerleşimler Çatalhöyük’te oluşmuş. Çatalhöyük’deki yerleşik düzenin nerede başladığını araştırmak istiyorduk. Yaptığımız çalışmalar bu yerleşimin yaklaşık 1000- 1500 yıl önce Boncuklu Höyük’te başladığını gösteriyor. Bu yerleşim bölgesinde 20 kadar evin olduğunu düşünüyoruz. Yerleşim bölgesinde 100 kadar kişi yaşamış. ”
Yaptıkları kazılarda ortaya çıkardıkları ev ve içerisinde bulunan malzemeleri anlatan Doç.Dr. Douglas Baird şöyle konuştu: “Evin içerisinde küçük delikler tespit ettik. Bu delikler dokuma tezgahlarına ait. Bu, o dönemde yaşayan insanların hasır gibi dokumacılık işleriyle uğraştıklarını gösteriyor. Dünyadaki ilk duvara oturtulmuş hayvan başlarının duvarlara monte edildiğini tespit ettik. Bunları güç göstergesi olarak duvarlara monte ediyorlardı. ”
İnsan kemikleri üzerinde yaptıkları izotop çalışmasında insanların yoğun bir şekilde etle beslendiklerini saptadıklarını belirtti. Doç Dr. Douglas Baird açıklamasını şöyle sürdürdü: “İzotop çalışmaları sonrası, burada yaşayan erkek ve kadınların farklı farklı yiyecek tarzında beslendikleri de ortaya çıktı. Bu da kadınların farklı alanlara gidip yiyecek topla dığını ve kadınların başka bölgelerden buraya geldiklerini gösteriyor. Bu ayrıca dışarıdan yapılan evliliklerin ilk izleri olabilir. Çünkü burada yaşayan erkeklerin aynı oranda beslendiğini, kadınların ise farklı bir beslenme düzeni olduğunu gösteriyor. Sağlıklı bir genetik havuz oluşturmak için dışardan evlilik yaptıklarını düşünüyoruz. Erkekler genellikle yabani büyükbaş hayvanının etiyle besleniyorlar ama kadınların daha çok ördek, kuş, balık, buğday, badem, fındık ve fıstığa benzer ürün ile meyve türünde yiyecekler yediği görülüyor. Çevre koşulları incelendiği zaman kadınların başka çevrelerden geldiğini söylemek mümkün oluyor. ” haberler.com, 21.08.2011 |
|
AFRODİSİAS ANTİK KENTİ KAZILARI
Aydın’ın Karacasu İlçesi'ndeki Afrodisias antik kentindeki kazılarda Roma dönemine ait bir heykel ve kavşak noktası ortaya çıkarıldı.
Kazı Başkanı Roland Smith, Aa muhabirine yaptığı açıklamada, 1961′den beri New York Üniversitesince sürdürülen, bu yıl mayıs ayında başlayan Afrodisias antik kenti kazılarının devam ettiğini belirtti.
Afrodisias’ın Roma İmparatorluğu döneminde bir Yunan kenti olduğunu ve MÖ 2. yüzyıldan MS 6. yüzyıla kadar uzanan bir tarihi olduğunu ifade eden Smith, “Afrodisias, sanatın, tarihin ve doğanın güzel bir kombinasyonudur. Afrodisias diğer kentlere oranla çok iyi korunmuş durumda. Anıtlar, yazıtlar ve sanat eserleri mevcut. Bunların hepsini aynı kentte bulabiliyoruz” diye konuştu.
Bu yıl üç yerde kazı çalışması yaptıklarını bildiren Smith, şöyle devam etti: “Kazı alanlarımızdan biri Tetrapylon caddesidir. Tetrapylon’dan gelip tiyatroya uzanan caddede üç adet kazı açma noktamız var. Bu cadde, kentin geç antik ve antik dönem sonrası yaşamı ile ilgili bilgiler veriyor. Örneğin dün Osmanlı dönemine ait bir katmandan MS 1. yüzyıldan Roma dönemine ait bir vatandaşa ait bir heykel bulduk. Bu heykel bir yerli vatandaşa ait. Kentin ileri gelenlerinden ya da sponsorlarından biri büyük ihtimalle. Sebasteion dediğimiz binanın giriş kapısından geldiğini düşünüyoruz. Aynı zamanda kentin kuzeyinde ızgara planının ne zaman kurulduğunu anlamak için kazılar yapıyoruz. Burada bir kavşak noktası ortaya çıkardık. Bu kavşak noktasında iki drenaj kanalı birbiriyle birleşiyor. Çok önemli bir kavşak olduğu görülüyor. Kazı yaptığımız üçüncü alan ise Hadrian hamamlarıdır. Hadrian hamamlarında konservasyon, restorasyon ve dokümantasyon projesiyle birlikte kazı çalışmalarını sürdürüyoruz. ”
Smith, Afrodisias’ın Unesco Dünya Mirası geçici listesinde yer aldığını hatırlatarak, kentin asil listeye girmeyi hak ettiğini söyledi.
Bu listeye Afrodisias’ın girmesi durumunda ziyaretçi sayısının artacağını kaydeden Smith, “Ayrıca Afrodisias’ın diğer kentler arasındaki konumunu sağlamlaştıracak ve diğerlerine göre avantaj sağlayacak” diye konuştu. haberler.com, 21.08.2011 |
|
MAHARETLİ ELLER MEZAR TAŞLARINI TEMİZLİYOR
Türkiye Gazetesi, 21.08.2011 |
|
ÇEK BİR BUÇUK PORSİYON ALEXANDER!
Sultanahmet’te Mozaik Müzesi’nin tam karşısında
Bizans Saray kalıntılarının bulunduğu Hazine
arazisini “Müze yapacağım” diye 49 yıllığına
kiralayan Fatih Belediyesi, müze yerine restoran
açtı. Sergi alanı, müze deposu, konferans salonu ve
kültür merkezi yapılma sözü verilen araziden şimdi
kebap kokuları yükseliyor. Oysa tahsis protokolünde
restoran görünmüyordu, üstelik sit alanı içinde
herhangi
bir fiziki müdahale de yasaktı.
Onayladığı avan projenin değiştiğini gören Koruma
Kurulu Fatih Belediyesi’ne “Yıkın” talimatı gönderdi
ve sorumlular hakkında suç duyurusunda bulundu.
Sultanahmet Mahallesi Torun Sokak’taki ‘kentsel ve
arkeolojik sit’ alanı içinde Bizans Büyük Saray
kalıntıları ile Baytar Mektebi kalıntılarının
bulunduğu 2 bin 176 metrekarelik bir arazi yıllardır
boş duruyordu.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 21.08.2011 |
|
FETHİYE'DE BULUNAN HEYKELLER
Fethiye’deki Tlos antik kentindeki kazı çalışmalarında bulunan Roma imparatorları ve tanrıça heykelleri müzeye teslim edildi.
Yaka Köyü'nde Tlos antik kentindeki tiyatro sahnesinde bulunan ve MS 2. yüzyıla ait olduğu belirtilen Roma heykeller Fethiye Müze Müdürlüğü’ne teslim edildi. Kamyona konularak taşınan heykeller, bir vinç yardımıyla müzenin bahçesine indirildi.
Roma imparatorları Hadrian Antonius Pius, Mareus Aurellus, Tanrıça İsis ve İmparator Antonius Pius’un kızı Faustinaminor’un heykellerin müzeye tesliminde konuşan Tlos Kazı Başkanı Prof.Dr. Taner Korkut, “Çok önemli heykeller gün ışığına çıkmıştır. 5 heykel ve 3 heykel parçasını müze müdürlüğümüze teslim ediyoruz” dedi.
Fethiye Müze Müdürü İbrahim Malkoç ise, “Bu eserlerle müzemiz en önemli müze olma özelliğini kazanıyor. Bu yeni buluntuları müzede sergileyeceğiz. Turist sayısının artacağına inanıyoruz” diye konuştu. haberler.com, 20.08.2011 |
|
BANKER HAN'I ZARA'NIN TEDARİKÇİSİ ALDI
Eski İstanbul'un finans merkezi olan Sabah, Haber: Dilek Taş, 20.08.2011 |
|
OSMANLI'NIN İLK KADIN SIĞINMA EVİ: KARILAR TEKKESİ
Geçtiğimiz hafta, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin'in kadın sığınma evleri ile ilgili yaptığı açıklamalar hayli meşgul etti gündemi. Bakan Şahin, bu alanda yenilikler getireceğini söylemiş ve mağdur kadınlar için bir adım atmıştı. Bunlardan en çok konuşulanı, yasada yapılması düşünülen değişiklik oldu. Şahin; "50 binin üstünde nüfusu olan yerlerde sığınma evi açılabilir." ifadesinin 'açılır' olarak değiştirileceğini söyledi ve sığınma evi sayılarının artırılması konusunda bir açılım yaptı.
Kadına yapılan şiddetin azalmadığı, üstüne her geçen gün arttığı ülkemizde bu girişim önemli. Çünkü Türkiye'deki kadın sığınma evlerinin sayısı sadece 65. Yani, oldukça az. Modern bir çağda, bu konuya şimdiye kadar önem verilmemiş olması ise ülkemiz açısından olumsuz bir durum. Çünkü, Türkiye'nin mağdur kadınlar için açtığı ilk sığınma evinin tarihi hayli eskiye, 18. yüzyıla kadar uzanıyor. İlginç gelebilir ama Osmanlı Devleti'nde sığınma evlerinin açılış tarihini 300 yıl öncesine götürecek bir yapı mevcut: İstanbul'daki "Hatuniye Dergahı".
Mimar Fatma Sedes'in Tarihi Mirası Koruma Vakfı bünyesinde yaptığı çalışmalarla keşfettiği yapıyı bundan iki yıl önce Aktüel dergisinde Gökçen Beyinli Dinç'in hazırladığı bir dosyayla öğrenmiştik. O dönem yapı Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edilmişti. Şimdi ise, Fatma Şahin'in sığınma evleriyle ilgili yaptığı açıklamalar gözlerimizi, 2010 yılında atıl durumdan kurtarılmış yapıya, Osmanlı'nın sığınma evine çevirdi yeniden.
Yapının, tam olarak hangi tarihlerde yapıldığı ise ihtilaflı. Çünkü Pier Loti'nin hemen altında 2000 metrekarelik bir alanda kurulu bu mekan, sığınma evi olmadan önce bir Mevlevi tekkesiymiş. Bir başka rivayete göreyse 16. yüzyılda Bektaşilerin kaldığı bir ibadethaneymiş. Ama bilgilerden en sağlıklı olanı 18. yüzyılın başlarında Hoca Hüsamettin tarafından yapıldığı ve bir süre sonra sığınma evi olarak kullanıldığı. Bu yüzden; İstanbul Büyükşehir Belediyesi, restorasyonu bitirince buraya Hoca Hüsamettin Tekkesi adını vermiş.
Kaynaklarda anlatıldığı üzere, Doğu'daki ilk sığınma evi Osmanlı'ya ait değil. Yazar Fatma Aliye'nin Hanımlara Mahsus gazete'de 1895 yılında yayımladığı "Meşahir-i Nisvan-ı İslamiyyeden biri: Fatma binti Abbas" adlı makalesi bu konuda bilgi veriyor. Makalede, Fatma binti Abbas'ın 13. yüzyılda Ribatü'l-Bağdadiye tekkesinin şeyhi olduğu ve tekkede kocasından boşanmış, kocası tarafından kovulan, aciz kalan kadınların korunduğu bildiriliyor.
Peki, dergah restorasyon öncesinde nasıldı, şimdi nasıl? Mahalle sakinlerinin söylediğine göre, burada sadece tarihi mezarlıklar, cami minaresi bir de harabe bir ev varmış ve defineciler tarafından kazılara maruz kalmış. 1990'larda ise tekkenin bulunduğu bahçe, gecekondularla dolmuş. 2008'de başlayan ve 2010'da biten restorasyondan sonra ise mezarlara bakım yapılmış, bahçeye peyzaj düzenlemesi getirilmiş ve kaynaklarda geçtiği üzere tekke ve tekkeye bağlı mescit yeniden inşa edilmiş. Şimdi Büyükşehir Belediyesi tarafından özel davet ve toplantılar için kullanılıyor. Etrafı setlerle çevrili ve oldukça bakımlı. Bahçesinde çeşit çeşit ağaçlar ve Osmanlı'da kadınlar için kullanılan çiçekli kırık mezar taşlarının sergilendiği bir alan dahi var. Zaman Cumaertesi, Haber: Sevim Şentürk, 20.08.2011 |
|
ALAHAN MANASTIR TURİZME KAZANDIRILACAK
Türkiye Gazetesi, Haber: Ahmet Güler, 20.08.2011 |
|
MÜZELERDE TEMİZLİK DÖNEMİ
Müze bahçelerinde ziyaretçilerin oturması için konulan reklamlı banklar, müzelerin tarihi havasını bozduğu gerekçesiyle kaldırılıyor. Bunun yerine müzenin tarihi yapısına göre işlenmiş yeni oturaklar getiriliyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü (DÖSİMM), müzeleri baştan aşağıya daha modern bir yapıya dönüştürüyor. Bunun için önemli müzelerin gişe, mağaza satış noktası ve kafeteryaların işletmesini devreden DÖSİMM, şimdi de müzelerin lavabo ve oturak sorunlarına el attı. Müzelerin bahçelerinde yer alan ve özellikle de üzerlerinde banka reklamı olan oturakların buralardan çıkarılacağını aktaran DÖSİM Müdürü Murat Usta, böylece ortamın müze ruhuna daha da uygun olmasını sağlayacaklarını ifade ediyor. İlk uygulamayı Topkapı Sarayı'nda başlattıklarını açıklayan Usta, "Topkapı, çok önemli bir müze. Ancak buranın bahçesinde hiç de uygun olmayan banklar bulunuyordu. Biz de Topkapı'nın ruhuna uygun yeni oturaklar yaptırdık." şeklinde konuşuyor. Topkapı'nın ardından Ankara'daki Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nin bahçesinden de reklamlı bankların kaldırıldığını ifade eden Murat Usta, sırada diğer müzelerin olduğunu dile getiriyor.
DÖSİM Müdürü Murat Usta, gelecek sene için en büyük hedeflerinin müzelerde bulunan lavabo ve tuvaletleri yeniden düzenlemek olduğunu söylüyor. Usta, Topkapı ve diğer büyük müzelerde önlemlerin alınarak buradaki lavabo ve tuvaletlerin hijyen ve temizlik malzemeleri açısından eksiklerinin giderildiğini belirtiyor. Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 20.08.2011 |
|
MOĞOLİSTAN'DA ÇOK ÖNEMLİ İKİ SATIRLIK METİN BULUNDU
Trkiye Gazetesi, Haber: Kamil Erdoğdu, 20.08.2011 |
|
BURGAZADA'DA BİR YILAN HİKAYESİ
Bir blog yazarı, 1 Ağustos 2011 tarihli yazısında pek güzel anlatmış derdini: "Ah Sait abi ah... Gülsem mi, ağlasam mı bilemedim... Buruk bir gülümseyişle yazıyorum bu satırları... Burgazada'daki evine gelip, seninle; senden kalan eşyalarınla, geride bıraktığın izlerinle buluşabilmeyi ne kadar çok istediğimi biliyorsun... Sonunda bir deli cesareti geldi bana Sait abi... Bir İstanbul bileti aldım kendime. Tek kişilik! Otobüsle... On saat... Cam kenarı kalmamış, koridor kenarına düştük... Olsun... Geldiğimin ertesi günü sabah erkenden kalktım... Güzel bir kahvaltı... Yüzümde kocaman bir gülümseme... Tramvayla doğru Kabataş'a... Oradan da vapurla Burgazada'ya... Sana! Ve... Evinin önüne vardım... Siyah demir parmaklıklı kapının önünde durdum... Durdum... Öylece kalakaldım... Tam kapının yanında asılı duran tabelada yazanları algılamaya çalıştım. "SAYIN ZİYARETÇİLERİMİZİN DİKKATİNE! Sait Faik Müzesi tadilat çalışmalarının uzaması nedeniyle Mayıs 2012'ye kadar ziyarete kapalıdır. Anlayışınız için teşekkür ederiz." Nasıl anlatılır ki bu duygu?.. Tam ısırmak üzereyken çocuğun elinden al bakalım çikolatasını... Ne yapar?"
İki yıldan fazla zamandır bu böyle ve nice edebiyatsever, nice Sait Faik dostu; elinden çikolatası alınmış çocuk gibi. Bin bir hevesle yola çıkıyor, Burgazadası Çayır Sokak 15 numaradaki evin hemen giriş kapısında müzenin tadilatının 2012 Mayıs'ına kadar süreceğini okuyor; açık olan bahçe kapısından içeri girip Sait Faik heykeline, tarihi köşkün kenarına köşesine, pencerelerden içeriye bakıyor, bir iki fotoğraf çekiyor ve boynunu büküp yokuş aşağı iniyor.
Köşkte herhangi bir tadilat görünmüyor. Ama bazen bahçede çamaşırlara, içeride birtakım kadınlara rastlanıyor. Onlar ziyaretçileri hemen paylıyor: "Bina tadilatta, başınıza kiremit düşecek, hadi bakiim, hadi..." Ahşap binada kiremit tehlikesi, olmayan bir tadilat meselesi, kendi haline oto çöpe terk edilmiş bir bahçe.
Burgazada muhtarı Mustafa Biçer'e başvuruyoruz. Bildiklerini ve duyduklarını anlatıyor: "2008 sonbaharından beri kapalı galiba. Çünkü ben 2009'da göreve başladım, müzeyi açık göremedim. Tadilat var, tehlike altında diyorlar. Yıkık dökük de değil, sonuçta ahşap bina. Ne yapacaklar ki? Darüşşafaka Cemiyeti'ne bir dilekçe yazdım geçtiğimiz aylarda. Ne zaman bitecek bu tadilat diye... İzinler uzadı, 2012 Mayıs dediler. Bakalım. Acaba paraları mı yok, bilmiyorum ki... Yalnız bu müze, adamız için çok önemli. Görseniz, kapalı dediğimizde nasıl yıkılıyor insanlar."
Anlatılanlara göre fi tarihinde Adalar Belediyesi'nden, "restorasyon projesi için sponsor olan iki kurum maalesef aralarındaki sorunu çözemedikleri için hala bekletiliyor" şeklinde bir açıklama yapılmış. Olayın tek yetkilisi Darüşşafaka Cemiyeti'nin 21 Haziran 2010 tarihli ve 'Sait Faik Abasıyanık Müzesi Restorasyon Çalışmaları' başlıklı açıklamasında müzenin kuruluşu, tarihçesi ve içindeki eşyanın dökümü anlatıldıktan sonra özetle şöyle deniliyor: "Uzun yıllar boyunca pek çok ziyaretçiyi ağırlayan bu müze evde Ocak 2010 tarihinden itibaren restorasyon çalışmaları başlamıştır. Sait Faik Abasıyanık Müzesi 2011 yılında uluslararası müze standartlarına uygun, çağdaş ve pek çok etkinliğe ev sahipliği yapacak biçimde yeniden ziyarete açılacaktır."
Cemiyet, ısrarlı sorular üzerine 12 Kasım 2010'da müzenin 2009 yılından beri kapalı olduğunu, içerideki tüm eşyaların Haziran 2010'da Maslak Kampüsü'ne taşındığını ve Mayıs 2011'de tekrar ziyarete açılacağını bildirmişti. Şimdi verilen tüm tarihler geçti. Darüşşafaka Cemiyeti Yönetim Kurulu Başkanı Zekeriya Yıldırım'a soruyoruz: "Sait Faik Müzesi'nin giriş kapısında tadilatın 2012 Mayıs ayına kadar süreceği, o yüzden kapalı olduğu yazıyor. Fakat hiçbir tadilat söz konusu değil. Muhtarla konuştuk, o da hiçbir tadilata şahit olmadığını söyledi. Durum nedir? Tadilat olacak mı gerçekten? Ne zaman başlayıp ne zaman bitecek? Tam olarak neler yapılacak?" Cevap: "Orası eski eser ve aynı zamanda deprem bölgesinde. Bu yüzden yapılacak işler çeşitlendi. Anıtlar Kurulu'na sunduk. Onay bekliyoruz. Yenilenme diye yola çıktık ama binanın güçlenme ihtiyacı da var. Her şeyin 2012 Mayıs'ına kadar yetişeceğini umuyoruz. Hesapları yapıldı. Müzenin içi için de yeni konseptler araştırıyoruz." Zaman, Haber: Jülide Karahan, 20.08.2011 |
|
AYASOFYA VE SULTANAHMET ARASINDA KİLİMLİ PİKNİK
Ramazan gelince Sultanahmet Meydanı dolup taşıyor. Eline yemek kaplarını alan, bölgede iftar yapmak üzere kendisini bir ağaç altına atıyor. Bu yıl, Fatih Belediyesi iftar için özel bir alan yaratmış. Tahta masalar yerleştirmiş. Derli toplu, küçük dükkanlardan oluşan rengarenk bir alışveriş sokağı yapmış. Ancak, ne yazık ki tüm bu düzenlemelere rağmen, yine de Ayasofya’nın önündeki yeşil alan, kilimli, dev pet şişeli, tencereli gruplar tarafından işgal ediliyor. Sultanahmet Camii’ni, Topkapı Sarayı’nı ve Ayasofya’yı gezmek için gelen turistlere aldırış edilmeden, yerlerde iftar yapılıyor, artıklar, çöpler çimler üzerine bırakılıyor. Parktaki yeşil çimlerin büyük bir bölümü kurumuş, sararmış ve tarihi mirasımızın en değerli alanlarından birisi Belgrad Ormanı’na benzemiş kimsenin umurunda değil.
Milliyet, Yazı: Fatoş Karahasan, 20.08.2011 |
|
SERADAN ÇIKAN ROMA VİLLASI ARKEOLOGLARI HEYECANLANDIRDI
Kadıoğlu Köyü'nde yaşayan Nizamettin Oral’ın (66), evinin bahçesindeki serasını güçlendirmek için yaptığı kazı sırasında üzüm salkımlarının arasında, oturan kadın ile elinde hançerle onu öldürmek isteyen bir erkek figürünün yer aldığı tarihi mozaik bulmasının ardından bahçede Ereğli İlçe Müze Müdürlüğünce sürdürülen kazılar arkeologları heyecanlandırıyor.
MS 3-4. yüzyıla ait olduğu tahmin edilen villanın ortaya çıkarılan bazı odalarındaki taban mozaikleri, yansıttığı figürlerle Gaziantep’teki “Zeugma mozaikleri kadar güzel” olarak nitelendiriliyor.
Oral’ın tesadüf eseri bulduğu mozaiklerle başlayan kazılarda, önemli bir tarihi mirasın izlerinin gün ışığına çıkarılarak bölge turizmine de katkı sağlanması amaçlanıyor.
Kazı sezonunda 13 işçiyle gerçekleştirilen çalışmalarda, daha önce bir kısmı bulunan taban mozaiklerinin tamamının ortaya çıkarılmasıyla gelecek yıl villanın diğer bölümlerine de ulaşılması bekleniyor.
Arkeologlar tarihi eserleri bulmanın mutluluğunu yaşarken, arazinin sahibi ise tarlasını ekememekten dert yanıyor.
Ereğli Müze Müdürü Ahmet Mercan, yaptığı açıklamada, bu sezon tamamladıkları kazıların gelecek yıl devam edeceğini söyledi.
Köyde zengin bir tarihi mirasın izlerine rastlandığını anlatan Mercan, şöyle konuştu: “Kazılarda asma bahçesi içerisinde Trakya kralının bir delilik anında şarap tanrısını hançerleme sahnesinin yer aldığı villanın taban mozaiği 2008′de bulundu. Geometrik desenli mozaikler ortaya çıkarıldı.
Geçen yıl bulunan ve bereket sembolü maskın boynuzları arasında domuz figürleri, yan bordürlerde aslan ve leoparın kavgası, aslanın geyiği avlaması ve su perisi gibi sahnelerin yer aldığı mozaiklerle ilgili çalışmaları bu sezon tamamladık. Şu anda kazı alanının üzerini kapattık. Gelecek yıl çalışmalara devam etmeyi düşünüyoruz. ”
Sebze ihtiyacını karşılamak için ektiği tarlasında kazı yapılan Nizamettin Oral da mozaiklere kimsenin zarar vermemesi için evinden ayrılmadığını, geceleri de temkinli davrandığını söyledi.
Tarlasındaki serası ve diğer bölümlerinde tarımla uğraştığını dile getiren Oral, şunları kaydetti: “Kazılar 2 dönümü aşkın arazimin tamamında yapılıyor. Doğal olarak ben de bahçemden hiçbir şekilde faydalanamıyorum. Bizler köyde yaşıyoruz ve tarım yapmak en önemli işimiz. Evimin sebze ihtiyacını geçmişte tarlamdan karşılıyordum. Artık herhangi bir şey ekmem mümkün değil. Bir dönem arazimin kamulaştırılması gündeme geldi. Ancak şu ana kadar herhangi gelişme yok. Buradan faydalanamayacaksam kamulaştırılması daha yararlı olacaktır. ” haberler.com, 19.08.2011 |
|
GÜNAY, LETOON'DAKİ KAZI ÇALIŞMALARINI BEĞENDİ Yeni Asır, Haber: Erdoğan Kambuş, 19.08.2011 |
|
"TARİHİ SELÇUKLU MEYDAN MEZARLIĞI'NDA BU SENE ÖNEMLİ ÇALIŞMA BAŞLATTIK" Yapı, Fotoğraf Oktay Bayar/AA, 19.08.2011 |
|
TOPRAK ALTINDAKİ HAZİNEMİZ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR
Antalya’da bu yıl 14 antik kentte Türk, 2 antik kentte yabancı bilim adamlarının başkanlığında Bakanlar Kurulu kararıyla kazılara devam edilirken 8 yerde Türk, 2 yerde yabancı bilim adamları yüzey araştırması yapıyor.
Antalya’nın Demre İlçesi'nde, klasik dönemin en büyük Likya kenti Myra ve limanı Andriake Limanı’nda yıllar sonra kazı çalışması başladı. Kazı çalışmaları Akdeniz Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nevzat Çevik başkanlığında devam ediyor.
Tiyatroları, stadyumları, hamamları, su sarnıçları, kaya mezarları ve lahitleriyle dev bir açık hava müzesi olan Finike İlçesi'ndeki Arykanda antik kentindeki kazılar ise 1971′den bu yana devam ediyor. Finike kara yolunun 30. kilometresinde, Arif Köyüne yakın bir ören yeri olan Arykanda kazısı başkanı Prof.Dr. Vahit Macit Tekinalp. Antik kentte şu ana kadar 6-7 tapınak bulundu.
Elmalı Ovası’nın tek kazısı olması nedeniyle önem taşıyan Hacımusalar Höyüğü kazıları, 1994′ten bu yana Bilkent Üniversitesi'nden Doç.Dr. İlknur Özgen başkanlığında devam ediyor.
Prof.Dr. Kılıç Kökten tarafından 1946′dan 1973′e kadar çeşitli aralıklarla sürdürülen Karain Mağarası kazılarında mağaranın Paleolitik (Yontmataş Çağı), Neolitik, Kalkolitik ve İlk Tunç Çağı’nda sürekli iskan gördüğü anlaşıldı. Karain Mağarası tapınma ve odak yeri olarak kullanıldı. Yontmataş Çağı yerleşimi ve kalıntılarıyla Anadolu ve dünyanın en önemli merkezi olan Karain’de dört zaman periyodunda bitki örtüsü, hayvan topluluğu görüldü. Karain çevresinde su aygırı, gergedan, fil gibi hayvanlara ait kalıntılar bulundu. Karain’deki çalışmalar, 1985′ten bu yana Ankara Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Işın Yalçınkaya başkanlığında yürütülüyor. 500 bin yıldır insan yaşamında yer alan Karain’deki eserler, Antalya Müzesi’nde ve Karain’de sergileniyor.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Haluk Abbasoğlu tarafından yürütülen Perge kazıları ise klasik arkeoloji alanında Türkiye’nin yaptığı en uzun ve sürekli kazı özeliğini taşıyor. Abbasoğlu, kentin tarihinin, son çalışmalar ışığında MÖ 4200′e kadar uzandığının ortaya çıktığını vurgulayarak, Hellenistik ve Roma dönemlerinin Perge’nin en parlak dönemleri olduğunu, kentin mezarlığının son yıllarda ortaya çıktığını söyledi.
Demre İlçesi'ndeki Noel Baba Müzesi kazıları ise Hacettepe Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Yıldız Ötüken başkanlığında oluşturulan ekip tarafından sürdürülüyor.
Antalya’nın Kaş İlçesi'ne bağlı Kınık beldesi yakınlarındaki Xanthos Antik Kenti’nde de bu yılki kazı çalışmaları başladı. 1950′den bu yana Fransa’nın Bordeaux Üniversitesi ve Fransız Yüksek Arkeoloji Akademisi tarafından yürütülen kazı çalışmalarına Prof.Dr. Burhan Varkıvanç başkanlık ediyor.
Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Havva İşkan Işık başkanlığında sürdürülen Antalya’nın Kaş İlçesi'ne bağlı Patara Antik Kenti’nde bu yılki kazılara başlandı. Dünyanın ilk demokratik parlamento binasının bulunduğu Patara’da kazı ve restorasyon çalışmaları sürüyor.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Prof.Dr. Refik Duru başkanlığındaki Bademağacı Höyüğü kazısı ise geçen yıl sonlandırıldı.
Antalya’nın Kumluca İlçesi'nin 2,5 kilometre kuzeyinde tepe üzerinde ve eteklerinde kurulu Rhodiapolis kentindeki kazılar ise 2006′da Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Nevzat Çevik başkanlığındaki ekip tarafından başlatıldı. Kazı başkanlığını daha sonra aynı bölümden Doç.Dr. İsa Kızgut üstlendi. Şehirde tiyatro, hamam, Opramoas anıtı, kilise, nekropoller ve çok sayıda su sarnıcı bulunuyor.
Döşemealtı İlçesi Suluin Mağarası’ndaki kazılara Prof.Dr. Harun Taşkarın, Kumluca’daki kazılara Olympos Antik Kenti’nde Prof.Dr. Yelda Olcay Uçkan, Side antik kentindeki kazılara ise Doç.Dr. Hüseyin Sabri Alanyalı başkanlık ediyor.
Gazipaşa İlçesi'ndeki Antiocheia Ad Cragum Antik Kenti kazısı, Nebraska Üniversitesi Tarih Bölümünden Prof.Dr. Michael Hoff, Finike İlçesi Limyra ören yeri kazısı ise Avusturya Arkeoloji Enstitüsünden Dr. Martin Seyer başkanlığında sürdürülüyor.
-YÜZEY ARAŞTIRMALARI- Antalya’da 2011 yılının Bakanlar Kurulu kararı ile Türk ve yabancı bilimadamları tarafından yapılan yüzey araştırmaları ve araştırmayı yürüten bilimadamları ise şunlar:
Beydağları yüzey araştırmaları-Yrd. Doç.Dr. İsa Kızgut, Serik İlçesi Silyon antik kenti ve çevresi-Doç.Dr. Elif Özer, Antalya ili ve ilçeleri yüzey araştırmaları-Prof.Dr. Sencer Şahin, Aspendos antik kenti-Doç.Dr. Veli Köse, Antalya ili ve ilçe sahilleri su altı araştırmaları ve Kaş İlçesi Patara antik kenti Limanı’nda su altı araştırmaları-Yrd. Doç.Dr. Harun Özdaş, Elmalı, Korkuteli, Kemer, Kumluca ve Finike ilçeleri epifraf tarihi (coğrafya konusunda) Prof.Dr. Bülent İplikçioğlu, Antalya ili ve ilçeleri arkeoloji yüzey araştırması Dr. Mehmet Özsait başkanlığında yapılıyor. Ayrıca, Serik İlçesi Pednelissos antik kenti’nde Dr. Lutgarde Vandeput, Gazipaşa İlçesi'nde ise Prof.Dr. Nicholas K. Rauf’un başkanlığında yüzey araştırmalarını sürdürülüyor.
Ören yeri kazıları için Kültür ve Bakanlığınca bu yıl 1 milyon 910 bin lira ödenek verildi. Ödenekler, işçi, yiyecek içecek ve diğer masraflar için kullanılıyor. Star, 19.08.2011 |
14 - 20 Ağustos 2011 |
|
ALIŞVERİŞ MERKEZİ AĞA CAMİİ'Nİ ÇATLATTI Sabah, Haber: Zeymel Yaman, 19.08.2011 |
|
TABLO CANAVARI BU KEZ MATISSE'E SALDIRDI
Geçtiğimiz Nisan ayında Paul Gaugin’in ‘Tahitili Kadınlar’ adlı tablosuna saldıran Susan Burns, aynı eylemi bu kez Henri Matisse’in tablosu üzerinde gerçekleştirdi. 53 yaşındaki kadın, Washington’daki National Gallery müzesine girdi ve Fransız ressam Matisse’in ‘Kuş Tüylü Şapka’ adlı eserine saldırdı. 5 Ağustos’ta gerçekleştiği öğrenilen olay sırasında, Matisse’in 1919 tarihli tablosunu alıp duvara çarpmaya başlayan Burns’e güvenlik güçleri hemen müdahale etti ve sanat vandalı tutuklandı. Burns, 80 milyon dolar değerindeki ‘Tahitili Kadınlar’ tablosuna saldırı düzenledikten sonra tutuklanmış ancak daha sonra, müze ve sergilerden uzak durması kaydıyla serbest bırakılmıştı. Gaugin’in eserine ‘çıplaklık ve eşcinsellik vurgusu’ nedeniyle saldırdığını söyleyen Burns, daha sonra yaptığı açıklamada “Ben CIA ajanıyım” demişti. Hürriyet, 19.08.2011 |
|
TARİH, KİRACIYA PEŞKEŞ ÇEKİLİYOR
İzmir’de, bir çok
tarihi yapı ve ev, amaç dışı kullanım nedeniyle yok
olup gidiyor. Bu tablonun en yoğun olduğu yerlerin
başında, Basmane, Tilkilik, Mezarlıkbaşı semtleri
geliyor. 18 ve 19’uncu yüzyıla ait bu ev ve
yapıların ayakta kalan bir bölümü ise mülk sahipleri
tarafından işyeri olarak kiraya veriliyor. Milliyet, Haber: Mustafa Oğuz, 19.08.2011 |
|
ALLİANOİ ÖLDÜKTEN SONRA DAVASI GÖRÜLECEK "Mahkemenin davayı kabul etmesi durumunda Allianoi’yi kumla kapatanlar tarihsel bir utanç içerisinde olacaklar, çünkü artık bunun dönüşü yok. Sonuçta dava artık Allianoi’nin tarihinin yazılması davasına dönüştü. Suyun altında bırakılması aslında günümüzde halen insanlığın ortak kültürel mirasını koruma kültürünün oluşmadığını gösteren bir durum. Yöneticilerde bu bilinç hala yok. Bu da bizim daha fazla çalışmamız gerektiğini gösteriyor. İnsanlık tarihi çok eski, Allianoi’nin tarihi 2 bin yıllık, bizim ömrümüz bu sürelere bakıldığında çok kısa bir dönemi kapsıyor, ancak bu kısacık dönemde insanlık mirasını korumak için elimizden geleni yapmamız gerekiyor."
Radikal, Haber: Turan Gültekin, 18.08.2011 |
|
O MEZARIN SIRRI ÇÖZÜLDÜ Vatan, Haber: Erdem Sürek, 18.08.2011 |
|
KORUMA ALANLARI, TEK ELDEN İLAN EDİLECEK VE YÖNETİLECEK
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bünyesinde Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü kuruldu. Genel Müdürlük, tüm koruma alanlarını tek elden ilan edecek ve yönetecek.
Türkiye'de şu anda özel çevre koruma bölgeleri, doğal sit alanları, milli parklar, tabiat parkları, yaban hayatı koruma sahaları, sulak alanlar, tabiatı koruma alanları, tabiat varlıkları ve tabiat anıtları gibi resmi koruma statüsü taşıyan alanlar bulunuyor. Daha önce bu alanların her birinin tespit ve ilan süreçleri farklı işliyordu. Milli Parklar Bakanlık tarafından korunan alan olarak ilan edilirken, özel çevre koruma bölgeleri Bakanlar Kurulu kararıyla, doğal sit alanları ise yerel komisyonlarca ilan ediliyordu.
Artık Tabiat Varlıkları Koruma Genel Müdürlüğünün kurulmasıyla bütün koruma alanları tek bir genel müdürlüğün denetiminden geçecek.
Turizm Gazetesi, 18.08.2011 |
|
ÇORUM'DAKİ ESKİYAPAR HÖYÜĞÜ'NDEKİ KAZILARDA HİTİT TABLETİ BULUNDU
Çorum’un Alaca İlçesi'ne bağlı Eskiyapar Höyüğü'nde yürütülen kazı çalışmalarında orta Hitit safhasına ait 3 bin 500 yıllık Hitit Çağına ait tablet bulundu.
Eskiyapar Höyüğü Kazı Başkanı Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Tunç Sipahi, Aa muhabirine yaptığı açıklamada, kazı çalışmaları sırasında Hitit tabakasında 3 bin 500 yıllık bir tablet bulunduğunu belirterek, “Orta Hitit safhasına ait olduğu tahmin edilen tabletin metninde en az iki kent adı ve bir şahıs ismi yer alıyor” dedi.
Filolojik çalışmaların sonunda tabletteki ayrıntıların ortaya çıkacağını belirten Sipahi, Hitit kültür katına ait ikinci seviye molozu içinden çıkan tabletin kırık olduğunu ve parçalarının arandığını, bu kapsamda bir arşivin bulunma olasılığının da güçlendiğini ve çalışmaların bu yönde devam ettiğini söyledi.
Eskiyapar Höyüğü'nün kuzeyindeki bu alanda 2010-2011 yılındaki çalışmalarda 7 kültür seviyesi belirlendiğini anlatan Sipahi, şu bilgileri verdi: “Kazılarda yukardan aşağıya doğru Frig, Hitit ve İlk Tunç Çağına ait eserlere ulaşıldı. Önceki kazı dönemlerinde Eskiyapar Höyük’te İlk Tunç Çağı’ndan günümüze kadar kesintisiz bir yaşam devamlılığı belirlenmişti. Bunlardan İlk Tunç Çağı ve Hitit Çağına ait tabakalar buluntularıyla ön plana çıkmıştı. Eskiyapar çevresinin Hitit Çağı’nda Boğazköy ve Alacahöyük’le olan ekonomik, idari ve kültürel bağlantıları önemlidir. Üçüncü dönem Eskiyapar kazıları söz konusu iki merkeze arkeolojik ve filolojik yönden önemli ölçüde destek sağlayacaktır. ”
Eskiyapar Höyüğü'ndeki kazıların ilk olarak 1968 yılında Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi tarafından başlatıldığını, bu kazıların 80′li yıllara kadar devam ettiğini kaydeden Sipahi, Çorum Arkeoloji Müzesi’nin de 1991-1992 yıllarında burada kazı gerçekleştirdiğini hatırlattı. Daha önce kazı çalışmalarının verilen uzun aralıklarla devam ettiğini belirten Sipahi, 2010 yılından itibaren kazıların sistemli olarak tekrar başlatıldığını bildirdi.
2010′dan itibaren höyüğün kuzey kesimindeki KD sektöründe kazılara devam ettiklerini vurgulayan Sipahi, şöyle devam etti: “Bu yıl ki çalışmalarımızda Hitit ve daha önceki İlk Tunç Çağına ait tabakalar üzerinde yoğunlaştık. Özellikle ‘A açması’ diye adlandırılan alanda kazı çalışmaları devam ediyor. Bu alanın güneyinde sürdürülen kazılarda Hitit tabakalarına inilmesi planlanıyor. ”
Sipahi, 15 Temmuz’da başlayan Eskiyapar kazılarının eylül ayının ilk haftasına kadar devam edeceğini sözlerine ekledi. haberler.com, 18.08.2011 |
|
MARDİN KÜLTÜREL PEYZAJ ALANINDAKİ RESTORASYON ÇALIŞMALARI SÜRÜYOR
Mardin'in bir
süre önce Birleşmiş
Milletler Bilim, Eğitim ve Kültür Teşkilatı'nın
(UNESCO)
'Dünya Mirası Geçici Listesine' alınmasının
ardından Mardin
Kültürel Peyzaj Alanındaki çok sayıdaki
tarihi mekanda
'Tarihi Dönüşüm Projesi' adı altında
başlatılan restorasyon çalışmaları hızlandırıldı.
Mardin'in 'turizm' ile kalkınmasını amaçladıklarını
vurgulayan Mardin Valisi
Turhan Ayvaz,
''Tüm kültürlere ait eserleri onarıyoruz. Mardin'in
eski görünümüne kavuşmasını istiyoruz. Bu alanda
görünümü bozan 700 bina yıkılacak. Tarihi Dönüşüm
Projesi tamamlandığında Mardin, 100 yıl önceki
görünüme kavuşacak. Bu sayede yıllık 1 milyon olan
ziyaretçi sayısı 5 milyona yükselecek'' dedi. Yapı, 18.08.2011 |
|
![]() |
KURŞUNLU MANASTIR ÇAM TEHDİDİ ALTINDA
Davutlar’daki Samson Dağı’nda bulunan Kurşunlu Manastırı’nın yıkılabileceği uyarısı yapıldı.
Ekosistemi Koruma Derneği Başkanı Bahattin Sürücü, manastırın üzerinde büyüyen çam ağaçlarının yapıyı tehdit ettiğini belirtti. Milliyet Ege, 18.08.2011 |
BİR VAKIF ESERİ DAHA HAYATA DÖNÜYOR
1794 yılında Fertellizade Mehmet ve Süleyman Ağa kardeşler tarafından yapılan Fertellizade Camii'nde başlatılan restorasyon çalışmaları tamamlanma aşamasına geldi.
Caminin onarımı için 201 bin 608 lira harcandı. Vakıflar Bölge Müdürlüğü, rölöve, restitüsyon ve restorasyon projeleri tamamlanan Fertellizade Camii'ni Ramazan ayının sonunda bayram namazı ile birlikte ibadete açmayı planlıyor. Cami imam ataması yapılması için Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün İl Müftülüğü ile temasa geçtiği öğrenildi. Sivas Hürdoğan, 18.08.2011 |
|
'DÜNYA MİRASI' SELİMİYE
UNESCO Dünya Mirası
Komitesi'nin oybirliğiyle aldığı kararı ne zaman
kutlayacağız? Tarih, 27 Haziran 2011... Türkiye 12 Haziran genel seçimlerinin sonuçlarıyla meşgulken, Anadolu Ajansı bir haber geçti: "UNESCO Edirne'deki Selimiye Camisi'ni Dünya Mirası listesine ekledi."
Paris'te toplanan UNESCO Dünya Mirası Komitesi, Edirne Selimiye Cami ve Külliyesi'nin, "Dünya Mirası Listesi"ne girmesi için gerekli bütün özelliklere sahip olduğunu; "korunma"sı için de tüm önlemlerin alındığını belirtmişti. Türkiye 10'uncu kez dünya miras listesine girerken, dünyadan da 5 yeni bölge daha ekleniyordu...
Aynı günlerdeki gazete arşivlerine baktım. Bu "uluslararası başarı"mız ya arka sayfalarda ya da kısa haber sütunlarında "sıradan"mış gibi yer aldı. Buna karşın İstanbul'da Haliç üzerine kurulacak "metro köprüsü"yle ilgili yine UNESCO'nun adeta "bıktım sizden, ne yaparsanız yapın" gibilerden raporu, büyük manşetlerle verilmiş; hatta TV'lerde özel program konusu olmuştu. Neredeyse sekiz sütuna manşetlerin altında deniyordu ki; "UNESCO projeyi onayladı; İstanbul'un Dünya Mirası listesinden çıkartılması ertelendi."
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın şu anlama gelen sözlerini de günlerce okuduk, dinledik; "Sınıfı geçtik, İstanbul'u korumak için her şeyi yaptığımızı UNESCO'ya kabul ettirdik."
Böylece Türkiye'yi İstanbul'dan ibaret sanan sözde ulusal basınımız sayesinde, ülkede herkes Topbaş'a "aferin" derken, Edirne Belediye Başkanı Hamdi Sedefçi'nin Selimiye ile kazanılan "ulusal gurur" hakkındaki şu sözleri sadece "yerel basın"da yer alabildi:
"Edirne Belediyesi 6 yıldır Selimiye'nin UNESCO'nun Dünya Kültür Mirası Listesi'ne girmesi için büyük çaba sarf ediyor. Bu gurur listesine iki eseriyle birlikte giren ender illerden biri Edirne. Kırkpınar Yağlı Güreşleri de dünyanın en önemli ve tarihsel spor geleneklerinden biri.."
Selimiye'nin artık "dünyanın" mirası olduğunu belirten Sedefçi, önceki yıl düzenledikleri "Selimiye ve Çevresi Kentsel Tasarım Proje Yarışması"na da değinerek özetle diyordu ki; "Ödül alan projelerimizi, UNESCO'nun görüşlerini de alarak gerçekleştireceğiz."
İstanbul'daki Metro Köprüsü için de mimarlarımızın hünerlerini gösterecekleri bir yarışma düzenlenemez miydi? Böylece UNESCO'ya tek bir projeyle yalvar yakar olmak yerine, Edirne'nin yaptığı gibi ulusal mimarlık birikimlerimiz gösterilemez miydi?
90 yaşın ustalığı
Buna rağmen UNESCO'nun ülkemize bu armağanı hakkında ne Başbakan'dan, ne Cumhurbaşkanı'ndan, ne de temsilcilerinden şöyle yüksek sesle gür bir "teşekkür"ü hala duy(a)madık.
Oysa 2'nci Selim bu eseri Sinan'dan istediğinde, büyük ustamız tam 90 yaşındaydı. Yapımına 1568'de başlanmış, ancak tamamlanması 2'nci Selim'in ölümünden sonra, 1575'te gerçekleşmişti. UNESCO Komitesinin "oybirliği" ile aldığı karardaki gerekçede de Sinan'ın ilerlemiş yaşıyla gerçekleştirdiği bu eserdeki mimari zarafet, anıtsal nitelikler ve kent- le bütünleşen oranların mükemmelliği de vardı.
Uluslararası gurur
Türkiye ise bayram yapmasa bile, Selimiye ile aynı listeye 10'uncu yapıtını kazandırmış oluyor. Bunda Edirnelilerin 6 yıllık çabaları ne kadar etkili ise Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi'nin (ICOMOS) desteği ve olumlu görüşlerinin de payı çok büyük.
Aynı ICOMOS'un Türkiye Milli Komisyonu'nca İstanbul'da süregelen "tarih tahribatı"na yönelik uyarılarının, ilgilileri hemen hiç etkilemediğini de ekleyelim..
Diğer 9 dünya mirasımız olan İstanbul'un Tarihi Alanları (Suriçi), Safranbolu, Hitit Başkenti Hattuşaş, Nemrut Dağı, Xanthos-Letoon antik kentleri, Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası, Troya, Pamukkale-Hierapolis ve Kapadokya'nın yaşatma ve koruma çabalarında ne durumda olduğumuz ise bir başka yazının konusu...
Edirne'yi yürekten ve candan kutluyoruz. Darısı yine yıllardır UNESCO gündemine alınmayı bekleyen Mardin, Ahlat, Cumalıkızık, Diyarbakır Surları, Afrodisias, Harran, Efes, Sümela, Antakya, Bergama ve diğer onur kaynaklarımızın başına... Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 18.08.2011 |
|
MUĞLA'NIN SİT ALANLARI BİRLEŞİYOR
Türkiye Gazetesi, 18.08.2011 |
|
![]() |
192 YILLIK KIŞLA SARAY CAMİİ RESTORASYONUNDA SONA GELİNDİ
Mevlana Kültür Vadisi Projesi kapsamında birçok tarihi eserde restorasyon ve aslına haberler.com, 17.08.2011 |
BÜYÜK İSKENDER HEYKELİ KRİZ YARATTI
Pella’nın kuzeyindeki yeni devlet Makedonya'nın başkenti Üsküp’te ise son yıllarda tarihi tarzda binalar, müzeler ve heykeller inşa edildi. Bu binaların ortasına da Büyük İskender’in 22 metre yüksekliğindeki bronz heykeli dikildi. Yunanistan ve sınır komşusu Makedonya arasında ‘’Büyük İskender’’in kimin atası olduğu, yıllardır büyük tartışma konusu. O nedenle Üsküp’ün merkezine dudak uçuklatan bir bütçe ile dikilen ‘’Büyük İskender’’ heykeli, Yunanları öfkelendirdi. Yunanlar, bu heykelle şu mesajın verilmek istendiğini belirtiyor: ‘’Büyük İskender’in torunları biziz, o bir Yunan değil bir Makedon’du.’’
1991 yılında Yugoslavya’nın dağılmasının ardından kurulan ve Yunanistan'da da Makedonya isimli bir bölge olması nedeniyle adı bir başka büyük tartışma konusu olan Makedonya devleti, o günden bu yana politika ve tarih kitaplarında bu tezi ispatlamaya çalışıyor. Yunanistan da buna karşılık olarak bir anlamda komşusunu cezalandırıyor ve Makedonya’nın NATO ve AB üyeliğine mani çıkarıyor.
Selanikli tarih profesörü Basil Gounaris, ‘’Her dikkatli öğrenci, tarih dersinde Büyük İskernder’in tıpkı Atina'daki Akropolis gibi Yunanistan’a ait olduğunu öğrenmiştir’’ diye konuşuyor. Gounaris, iki ülke arasında ‘’Büyük İskender’’ krizinin asla çözülmeyeceğini iddia ediyor. Üsküp yönetiminin heykel projesiyle milliyetçi duyguları kışkırttığını savunan Profesör Gounaris, Yunanistan’da hiçbir partinin olayları açıklığa kavuşturma riskini de göze alamayacağını belirtiyor. Gounaris, ‘'Çünkü Yunanları bir arada tutan bir tek şey antik tarihtir’’, diyor ve bu kadar büyük anlamı olan bir konuda Yunanların hiçbir taviz vermeyeceğini kaydediyor.
Heykel projesinin bütçesi Yunanların öfkesine karşın Üsküp’te sessizlik hakim. Yetkililer, heykel projesi konusunda yabancı gazetecilere açıklama yapmayı reddediyorlar. Almanya’da yaşayan Makedon siyaset uzmanı Anastas Vangeli, tatilde ülkesine dönünce bir hayli şaşırdığını, zira Üsküplülerin büyük çoğunluğunun anketlerde heykel projesine karşı olduklarının ortaya çıktığını belirtiyor. Zira Vangeli’ye göre proje karşıtları, heykel için ayrılan astronomik bütçenin, sağlık projelerine ya da büyük ihtiyaç duyulan yeni konut inşaatına yatırılması gerektiğini savunuyor. Makedonya’da aylık ortalama gelir düzeyi 300 euro civarında. Vangeli, halkın yüzde 30’u işsizken, milyonlarca euronun ‘’Büyük İskender’’ heykeli için harcanmasının, ülkede büyük tepki çektiğini belirtiyor. Hükümet kaynaklarına göre proje 80 milyon euroya mal oldu. Analist Vangeli ise gerçek rakamın 200 milyon eurodan fazla olduğu görüşünde. Üsküp’teki muhalefet kaynakları ise heykel projesinin maliyetini 500 milyon euroya kadar çıkarıyor.
Paylaşılamayan kahraman III. İskender ya da Makedonyalı İskender diye bilinen Büyük İskender, MÖ 336-323 yılları arasında Makedonya krallığı yapmış tarihin en büyük komutanlarından biri olarak kabul ediliyor. İskender, Pers İmparatorluğu’nu yıkarak Yunanistan’dan Hindistan’a kadar uzanan büyük bir imparatorluk kurmuş, çok kan dökme pahasına eski Yunan uygarlığının Doğu’ya yayılmasında etkili olmuş ve efsanevi bir kahramana dönüşmüştü. Deutsche Welle, 17.08.2011 |
|
TBMM BİLİM KURULU KONGRE MÜZESİ'Nİ İNCELİYOR
Sivas Hürdoğan, 17.08.2011 |
|
NADİR ESERLER MİLLİ KÜTÜPHANE MÜZESİ'NDE
Kütüphanenin koleksiyonunda ''Nadir Eser'' kapsamına giren 27 bin 312 el yazması bulunuyor. Bu eserlerden özel olanları belirli sürelerle kütüphanenin içindeki müzede sergileniyor.
1427'de II. Murat için hazırlanan ''Murad-Name'', ünlü hattatların yazdığı Kur'an-ı Kerimler, Hacı Ali Turabi'nin Bektaşi Divanı ve İstanbul'un fethi sonrasında Ayasofya'da bulunan İncil de koleksiyonda yer alıyor.
AA muhabirinin sorularını yanıtlayan Milli Kütüphane Başkanı Tuncel Acar, kitap, basma kitap, eski harfli kitap, süreli yayın, nadide eser ve kitap dışı olmak üzere arşivlerinde 3 milyon materyal bulunduğunu söyledi.
Kütüphane koleksiyonundaki yazma eserlerin tümünün dijital ortama aktarıldığını anlatan Acar, 1928 öncesi gazetelerin de internet üzerinden araştırmacıların hizmetine sunulduğunu bildirdi.
El yazması nadide eserleri bibliyografik künye bazında bilgisayar ortamında sakladıklarını kaydeden Acar, ''Yazma eserlerimiz artık yurt dışına kaçırılsa bile müzayedelerde satılamaz. Hepsi kayıt altına alındı. Künyeleri mevcut ve görüntüleri internette. Satışa çıkarıldığı an biz onu ispat edebiliriz'' dedi.
Kendilerine intikal eden yazma eserleri gerekli görülürse onarımdan geçirdiklerini ve özel iklimlendirme yapılan depolarda sakladıklarını belirten Acar, nadide eserlerden bazılarını kütüphane içindeki müzede sergilediklerini söyledi.
Seçtikleri eserleri ''Nadide Eserler Müzesi''nde ilgiye sunduklarını dile getiren Acar, ''İnternet ortamında bu eserler sayfa sayfa mevcut. İsteyenler de orijinallerini bu müzede görebilir. Korumaya yönelik olarak insanların eline yazma eser vermiyoruz. Çok yıpranmış eserlerin onarımı çok zaman alıyor. Sadece bir kitap 3-5 ayda onarılıyor'' diye konuştu.
Koleksiyonda çok değerli el yazması Kur'an-ı Kerimlerin ve eserlerin yer aldığını anlatan Acar, şunları kaydetti: ''Kütüphanemiz ilk Türk ansiklopedisinden İstanbul'un fethi sırasında Ayasofya'da bulunan İncil'e kadar pek çok tarihi esere ve bir milyonun üzerinde kitaba da ev sahipliği yapıyor. II. Murat adına yazılan 'Murad-Name' bu eserlerden biri. Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethi sırasında ele geçirilen İncil de Milli Kütüphane koleksiyonunda yer alıyor.
Milli Kütüphane'de sadece İslam yazmaları değil, yabancı yazmaların da bulunuyor. Çok değerli el yazmalarımız var ve bu el yazmaları dönemin bilginlerinin tıp, matematik, astronomi gibi bilimler üzerine yazdığı eserleri de içeriyor.''
Acar, el yazması eserlerin bazılarını satın aldıklarını, bazılarının da bağış yoluyla kazanıldığını sözlerine ekledi. Akşam, 17.08.2011 |
|
URARTU MEZARLARI KORUMA ALTINDA
Bitlis'in Tatvan İlçesi'nde belediye tarafından imara açılan alanda bulunan Urartu kral mezarları, Van Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından SİT alanı ilan edilerek koruma altına alındı.
Türkiye Gazetesi, Haber: Hakan Okay, 17.08.2011 |
![]() |
![]() |
70 ADET SİKKE GÜN YÜZÜNE ÇIKARILDI
Muğla'nın Yatağan İlçesi Turgut beldesindeki üç bin yıllık Lagina antik kentinde yürütülen kazı çalışmalarında, Hekate tasvirli sikkelerin yanı sıra aralarında gümüş sikkelerinde bulunduğu 70 adet sikke gün yüzüne çıkarıldı.
Lagina Kazı Başkanı Prof.Dr. Ahmet Tırpan, gazetecilere yaptığı açıklamada, antik kentte yürütülen kazı çalışmalarının her geçen gün yeni eserlere ulaşmanın kendilerini mutlu ettiğini söyledi.
Tırpan, tapınak etrafında yoğunlaştırdıkları kazı çalışmalarında Ay Tanrıçası Hekate'nin heykelinden sonra, Tanrıça Hekate tasvirli sikkeler ile 70 adet gümüş sikkenin de kazı çalışmalarında bulunduğunu belirtti.
Son günlerde çeşitli uygarlıklara ait değerli eserleri gün yüzüne çıkardıklarını hatırlatan Tırpan, ''Lagina antik kenti Karya döneminde olduğu gibi daha sonraki dönemlerde de hiçbir zaman kutsallığını kaybetmemiş bir antik kent. Kent 2 bin 200 yıl boyunca bir çok medeniyete ev sahipliği yapmış ve şimdi bu medeniyetlerin izleri teker teker ortayı çıkıyor. Bu nedenle her devre ait bol miktarda sikke buluyoruz'' dedi. Akşam, 17.08.2011 |
BİGA'DA BİNLERCE YILLIK ASLAN HEYKELİ BULUNDU
Çanakkale'nin Biga İlçesi'ne bağlı Kemer Köyü sınırları içerisindeki Parion antik kentinde yürütülen 2011 yılı arkeolojik kazılarında, binlerce yıl öncesine ait aslan heykeli bulundu.
Türkiye Gazetesi, Haber: Ayhan Akkaya, 17.08.2011 |
|
ANITTAKİ YAZITLAR GİZEMİNİ KORUYOR
Tek parça kayaya oyulan 17 metre yüksekliğindeki, 2 bin 500 yıllık anıtın, Dünya Kültür Mirası Listesi'ne dahil edilmesi için UNESCO'ya 20 yıl önce yapılan başvuru, anıt korunamadığı için sonuçlanamıyor.
Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Taciser Sivas, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Frig uygarlığının MÖ 9. ile 7. yüzyıllar arasında Eskişehir, Afyonkarahisar, Kütahya ve Ankara illeri arasındaki bölgede hüküm sürdüğünü belirterek, günümüzde ''Frig Vadileri'' adıyla bilinen bölgenin, 19. yüzyıldan itibaren Avrupalı seyyahların, araştırmacıların ilgi odağı olduğunu söyledi.
Frig vadilerinin, her döneme ait kalıntılarıyla ''Kapadokya'' gibi yaz kış kültür turizmine hizmet edecek bir bölge olduğunu belirten Prof.Dr. Sivas, şöyle konuştu: ''Frig Vadisi'nde dinsel törenler için yapılmış
11 anıt bulunuyor. Bunların en önemlisi Yazılıkaya
(Midas) Anıtı'dır. Tek parça bir kayaya oyulan 17
metre yüksekliğinde, 400 metrekarelik dikdörtgen
Yazılıkaya Anıtı, Anadolu'nun en özgün, Friglerin en
anıtsal yapısıdır. Han İlçesi'ne bağlı Yazılıkaya
Köyü'ndeki anıt, açık hava tapınağıdır. Bilim
adamları, Yazılıkaya Anıtı'nın MÖ 8. ile 6. yüzyıl
arasında yapıldığını kabul ediyor. Yazılıkaya,
Friglerin başkenti Gordion'da (Ankara'nın Polatlı
İlçesi yakınlarındaki Yassıhöyük Köyü) yaşayan Kral
Midas'ın emirleriyle yapılmış bir anıttır.
Yazılıkaya kenti 'Mekke, Kudüs, Vatikan' gibi dinsel
bir merkez. Friglerin en kutsal bölgesi. Yazılıkaya,
Ana Tanrıça Matar'a yapılmış en büyük açık hava
tapınağıdır.''
Frigçe'nin Hint-Avrupa karakterli bir dil olduğunu ifade eden Prof.Dr. Sivas, şöyle devam etti: ''Frigçe henüz çözülebilmiş bir dil değil.
Yazıtların sayısı çok az. Mevcut yazıtlarda da
birbirini tekrar eden ifadeler olduğu için gramer
yapısını bilmiyoruz. Hititler de olduğu gibi çivi
yazılı tabletlere, arşivlere de ulaşılmış değil.
Anıtın üzerindeki yazılarda eski Yunanca ile
benzeyen kelimeler de var. Anıttaki yazılarda 'Kral
Midas, Ates, Matar' gibi isimler okunuyor. Anıtın
Kral Midas'a atfedilmiş bir anıt olduğu konusunda da
bazı görüşler var. Dil bilimciler ve araştırmacılar,
yazıyı tam olarak çözmüş değil. Dünyada Frigçe'yi
çözmeye çalışan 3-5 kişi var. Fransız ve İtalyan dil
bilimcileri yıllardır uğraşıyor. Yeni anıtlar,
yazıtlar bulunmadığı, arşive ulaşılamadığı sürece
Frigçe'nin yakın zamanda çözülmesi mümkün
görünmüyor. Yazılar gizemini koruyor.''
Dünya Kültür Mirası Listesi'ne dahil olmanın kolay olmadığını anlatan Prof.Dr. Sivas, şunları kaydetti: ''Burada anıtın korunması, çevre düzenlemesi gibi
birtakım projeleri de sunmak gerekiyor. Bir kere
anıtın korunmasıyla ilgili ciddi anlamda bir şey
yapılmadı. Dünya Kültür Mirası Listesi'ne dahil
edebilmeniz için önce esere sahip çıktığınızı
göstermeniz gerekiyor. Biz bu konuda çok yol
katedemedik. Zaman zaman müze küçük temizlik
çalışması yapıyor. Bazı projeler yapıldı, ama
bunların hayata geçirilmesi gerekiyor.'' ''Volkanik tüf, doğa koşullarında en çabuk yıpranan kaya cinsi. Anıt, yaşam savaşı veriyor. Anıtın yüzeyindeki geometrik bezemeler, gündüz gece arasındaki ısı farkı ve mevsimsel farklılıklar nedeniyle patlayarak, kırılarak düşmeye başladı. Yazılar artık eskisi kadar güzel okunamıyor. Çünkü yüzeyde yosunlaşma başladı. Çatlaklar giderek derinleşti. Yer sarsıntıları, kimyasal yağmurlar ve kuş pislikleri anıtı giderek daha da tahrip etmeye başladı. İlk iş olarak anıtın kopmaya aday parçaları acilen sağlamlaştırılmalı. Eskişehir'de kışlar sert geçiyor. 2 yıl önce vinç yardımıyla anıtın üzerine çıktığımızda bazı parçaların 15-20 santimetre anıttan ayrıldığını gördük. Ayrılan parçalan yere düşerse parçalanacak. Bilim adamları depremde anıtın köyün üzerine düşeceğini ifade ediyor. Sadece Yazılıkaya değil bölgedeki 11 anıt da kurtarılmayı bekliyor.'' Akşam, 17.08.2011 |
|
KARAKÖY'Ü 'UÇURACAK' YEDİ PROJE Radikal, 17.08.2011 |
|
|
KIYIDAKİ CAMİ, 80 YILDA KARADA KAYBOLDU
Yerleşim merkezi olarak yaklaşık 3 bin yıllık geçmişi olan, bu süre içinde de en az 10 kez depremlerle yıkıldığı bilinen ve fay hattı da içinden geçen İzmit Körfezi, tüm bunlara rağmen sürekli dolduruluyor.
Bazı eski fotoğraflarla bugünkü görünümü karşılaştırıldığında bu acı gerçek ortaya çıkıyor. Yaklaşık 80-90 yıl önce çekildiği sanılan bir fotoğrafta, Mimar Sinan’ın eseri olan İzmit’teki tarihi Yeni Cuma Camii hemen denizin kıyısında görünüyor. Şimdi ise cami duvarının sağ ve sol istikametine göre sıralanan yüksek binalar, D-100 Karayolu, Vilayet Binası, Büyükşehir Başkanlık binası denizden doldurulmuş alanlarda kurulmuş. Milliyet, Haber: Mustafa Bağdiken, 17.08.2011 |
İNSANLIK 1800 YIL ÖNCE DE EKONOMİK KRİZDEN ETKİLENMİŞ
Muğla Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Kazı Başkanı Yard. Doç Dr. Abuzer Kızıl, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 36 yıl aradan sonra Euromos antik kentinde kazı çalışmalarına başladıklarını belirterek, ''Buradaki hedefimiz, antik kentte olup bizim göremediğimiz, gözlemleyemediğimiz kalıntıları gün ışığına çıkarmak. Aslında bu kalıntılar yüzeydeler ama zaman içerisinde ot ve bitkilerin kapatması sonucu eserler tamamen görünmez bir duruma gelmiş'' dedi.
Çalışmalar kapsamında antik kentin haritasının çıkarılarak Zeus Tapınağı'ndaki mimarileri belgelenmeyi hedeflediklerini ifade eden Kızıl, Euromos antik kenti denilince akıllara sadece ''Zues Tapınağı''nın geldiğini söyledi.
''Gelen ziyaretçiler sadece tapınağı görmeye
gelip, hatta bazen hiç arabalarından inmeyip yol
kenarından izledikten sonra bekçinin bileti
uzatmasına bile gerek kalmadan kenti gezmeden
gidiyorlardı. Bugün özellikle Agora ve Nekropol
alanı ile tiyatroda yaptığımız çalışmalar sayesinde
dikkatler tekrar bu alanlara da yöneldi. Nekropol
alanı artık ziyaretçiler tarafından geziliyor. Bu
çalışmalarla Nekropol'de kaç çeşit mezar olduğunu ve
bu mezarların nasıl tahrip edildiğini de ortaya
çıkarmış oluyoruz.''
Tapınakla ilgili çok önemli projeleri hayata geçirmeyi düşündüklerini anlatan Kızıl, pek çok mimari kalıntının yerinde durduğunu bildirdi.
Kalıntıların tek tek dokümantasyonunu yaptıktan sonra; hangi parçaların nerelere ait olduğunu tespit edeceklerini belirten Kızıl, ''Kenarda bulunan sütunları ve mimari blokları yapılacak olan bir proje kapsamında yerlerine koyacağız ve o zaman tapınak daha ihtişamlı olacak. Bu haliyle bile Anadolu'nun en ihtişamlı en iyi korunan bir kaç tapınağından bir tanesi'' diye konuştu.
Euromos'un, özellikle Hellenistik ve Roma dönemlerinde önem kazandığı bilgisini veren Kızıl, şunları ifade etti: ''1969 yılında Zeus Tapınağı'nda ve çevrede
yapılan araştırma ve kazılarda bulunan hayvan, at
arabaları, çiçek figürleri ile süs parçaları
tapınağın olduğu noktada daha erken bir kutsal
alanın varlığına işaret ediyor. Korint Sitilinde
olan tapınak MS 2. yüzyıla tarihlenir. Tapınağın
İmparator Hadrianus döneminde inşa edildiği
sanılır.''
İnsanlık tarihinin her döneminde ekonomik
sorunların yaşandığına dikkati çeken Abuzer Kızıl,
''Kentteki mimari bloklar taş ocağından kabaca
şekillendirilmiş olarak kente getiriliyor ve burada
son şekli veriliyor. Gerek agorada, gerek tapınakta,
gerek Nekropol alanında bazen yarım kalmış
işçiliklere sahip bloklar görüyoruz. Bu, büyük
ihtimalle o dönemde yaşanan ekonomik durumla
doğrudan ilgili. O dönemde de muhtemelen parasal
sıkıntılar bazı çalışmaların yarım kalmasına sebep
olmuş. Yani ekonomik krizler hemen hemen insanlık
tarihinin her döneminde söz konusu. Bir şekilde
insanlar bundan etkileniyor'' dedi. ''Kentin Agora kısmında da önemli çalışmalar yürütüyoruz. Agora'da çok ciddi bir temizlik çalışması yaptık. Alanda bulunan mevcut mimari kalıntılar artık rahatlıkla algılanabiliyor. Biz artık Agora'nın hangi düzende olduğunu, sütun ve üst yapı elemanlarını tanımlayabiliyoruz. Bununla belki ileri ki yıllarda resipsiyon çalışması yapılabilir. Burada bulunan bazı sütunları rahatlıkla yerlerine koyabileceğiz. Bizim amacımız eserleri sadece ortaya çıkarıp bırakmak değil, elimizden geldiğince restorasyona yönelik orijinal konumlarını tespit ederek az bir müdahale ile eserleri bulunduğu yerde sergilemek. Tiyatroda sadece bir kaç basamağın ön yüzleri görülebiliyordu. Biz tiyatronun var olan basamaklarını ortaya çıkardık. Orkestra kısmını temizledik ve burada böyle bir tiyatro da varmış dedirtecek düzeye getirdik. İleri ki yıllarda orkestra alanında kazılar yapacağız. İnşallah sahne binası ve orkestra ile ilgili de önemli ip uçları ortaya çıkar.''
Bazı noktalarda jeofizik taramalar yapıldığını anlatan Kızıl, bu çalışmanın büyük önem taşıdığını söyledi. Kızıl, ''Artık neyin nerede olduğunu harita üzerinde rahatlıkla görebileceğiz. Ayrıca kamulaştırma çalışmaları için de bu harita çok önemli. Yaptığımız çalışmalarda kentin ovada da geniş bir alana yayılmış olduğunu görüyoruz. Gerek yüzeydeki seramik parçalarından, gerek duvarlarda bulunan mimari parçalardan kentin görünenden daha geniş bir alana yayılmış olduğunu söyleyebiliriz. Surların dışına taşan bir kent söz konusu'' diye konuştu.
Muğla Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yard. Doç Dr. Abuzer Kızıl, çalışmaları 25 kişilik bir ekiple yürüttüklerini sözlerine ekledi. Akşam, 17.08.2011 |
|
TLOS ANTİK KENTİNDEKİ KAZI ÇALIŞMALARI
Muğla’nın Fethiye İlçesi'ndeki Tlos antik kentinde yürütülen kazı çalışmalarında, sahneyi süsleyen alanda Roma imparatorları ve tanrıçaya ait heykellerin bulunduğu bildirildi.
Tlos antik kenti Kazı Başkanı Prof.Dr. Taner Korkut, gazetecilere yaptığı açıklamada, Likya uygarlığının yaşandığı Tlos antik kenti tiyatro sahnesinde yapılan kazı sırasında, Roma imparatorları ve tanrıça heykeller bulunduğunu söyledi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümünden 40 kişilik ekip ve 36 işçi ile kazı çalışmalarını yürüttüklerini ifade eden Korkut, kazılar sırasında 10 bin 500 yıl öncesine kadar yaşam izlerine rastlandığını bildirdi. Korkut, kendisinin gözetiminde Tlos Tiyatrosu sahne bölümünde yapılan kazı sırasında, sahne binasını süsleyen Roma imparatorları Hadrian, Antonius Pius, Mareus Aurellus, Tanrıça İsis ve İmparator Antonius Pius’un kızı Faistinaminor’un heykellerinin bulunduğunu açıkladı.
Kazı süresince Girmeler Mağarası, Tavabaşı Mağarası, Tlos Kent Merkezi, Akropol kaya mezarları, stadyum alanı, Kronos Tapınağı, kent bazilikası ve tiyatro kale çalışmalarının yürütüldüğünü belirten Taner Korkut, şunları söyledi: “Buluntular ile ilgili karbon testleri yaptırdık. Daha önce 2 bin 700 yıl öncesine kadar buluntular vardı. Son buluntular 10 bin 500 yıl öncesine kadar insan yaşamı hakkında bilgi veriyor. Eylül ve Ekim aylarında kent merkezi ve çevresinde yüzey araştırmaları yapılacak. Belgelenen tüm arkeolojik kalıntılar kent haritasına işlenecek. Yeni oluşturulan coğrafi bilgi sistemine aktarılacak. Böylece mevcut arkeolojik kalıntıların tüm bilimcilerle paylaşımı sağlanacak. ” haberler.com, 17.08.2011 |
|
ZAMANDA 9 BİN YILLIK YOLCULUK
Ziyaretçiler farklı zaman dilimlerine ve kültürlere ait yapıları ard arda görerek, adeta zamanda 9 bin yıllık yolculuk yapacak.
Ayasuluk Kalesi ve St. Jean kilisesinde Kültür ve Turizm Bakanlığının desteğiyle Pamukkale Üniversitesi ekibince 2007'de başlatılan çalışmaların planlandığı gibi ilerlediğini ifade eden Ayasuluk Kazıları Başkanı Mustafa Büyükkolancı, ikinci turizm rotasının pagan kültürünün en önemli eserlerinden, dünyanın 7 harikasından biri olan Artemis, uzun yıllar Hristiyanlığın hac merkezi olarak kabul edilen, Hz. İsa'nın genç havarisi adına yaptırılan St. Jean bazilikası ile Aydınoğulları döneminin görkemli yapısı İsabey Camisi, hamamı ve Ayasuluk kalesini kapsadığını söyledi.
Büyükkolancı, kendileri için öncelikli konunun Selçuk kalesini ziyaretçilere açmak olduğunu ve çalışmalarını bu konuda yoğunlaştırdıklarını belirterek, kalede sağlamlaştırma çalışmaları sürerken, kazılarda İsabey Köşkü'nü ortaya çıkardıklarını, Efes kentinden gelen su kemerlerinin son noktasının bu bölge olduğunun anlaşıldığını, kemerlerin sonunda devasa bir sarnıç ve üzerine inşa edilen evlerin kalıntılarına ulaştıklarını vurguladı.
Kalede ve St. Jean bazilikası önündeki çalışmalarda gecikme olmadığını, 2007 yılında belirttikleri gibi 2012'de Selçuk'un yeni bir turizm rotasına kavuşacağını ifade eden Büyükkolancı, yeni güzergah hakkında şu bilgileri verdi:
''Pagan kültürünün en önemli eserlerinden,
dünyanın 7 harikasından biri olan Artemis,
Hristiyanlarca uzun yıllar hac merkezi olarak kabul
edilen, İsa'nın genç havarisi St. Jean'ın mezarının
da bulunduğu St. Jean kilisesi, Aydınoğulları
döneminin en önemli yapısı İsabey Camisi kutsal bir
noktada buluşuyor. Tepeye kurulan St. Jean kilisesi,
paganizme adeta 'Ben senden daha yukarıdayım'
mesajını vermek için inşa edilmişken, İsabey Camisi,
Müslümanlığın tevazusuyla, halkın içinde olduğunu
gösterircesine tepede değil, yerleşim yerinin, yani
halkın içinde konumlanmış durumda. Bu üç yapı
güzergahın önemli parçaları olacak. Ziyaretçiler, üç
farklı inancın görkemli yapılarını aynı güzergahta
görebilecek.''
Efes'in dünya kültür mirası listesine dahil olmaya hazırlandığını da hatırlatan Büyükkolancı, şunları kaydetti: ''Kültür mirası demek, orada üstün evrensel değerlerin olması demek. Efes de bu değerlerin en önemlisi, kesintisiz devam eden 9 bin yıllık yaşam. Bir de kültür mirasına dahil olmak için anıt yapılar olmalı, 1375'te oldukça farklı bir mimariyle inşa edilen İsa Bey Camisi, önemli anıt yapılardan biri olarak karşımıza çıkıyor.
Yıllık 3 milyon ziyaretçiyi bir tek Efes-Meryemana rotası taşıyamaz, bu rotaya alternatif olarak düşünülmesin ama mutlaka bir ikinci rotayı oluşturmalıyız. 2012'de açılacak rotayla ziyaretçiler, bölgenin binlerce yıldır önemli bir merkez olduğunu daha iyi anlayabilecek. Bu noktanın, Efes'in dünya kültür mirası listesine girmesinde çok önemli olduğunu düşünüyorum.''
Büyükkolancı, ikinci rotanın ilçe ekonomisine de olumlu katkı sağlayacağına işaret ederek, her iki rotayı da gezmek isteyenlerin Selçuk'ta daha uzun zaman geçireceğini, hatta konaklamak isteyeceğini sözlerine ekledi. Akşam, 17.08.2011 |
|
APOLLON'DAN TİYATRO ÇIKTI!
Apollon Tapınağı’nda Alman Arkeoloji Enstitüsü tarafından 105 yıldır sürdürülen ve bu yıl 20 Temmuz’da başlayan kazı çalışmalarında yeni bulgulara rastlanıldı. Almanya’nın Halle Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nden Prof.Dr. Andreas Furtuaengler’in başkanlığında yürütülen kazı çalışmalarında 25 metre uzunluğundaki temel duvarlarının yanı sıra Antik Yunan’da konserlerin verildiği, şiirler okunduğu, oyunların oynandığı yer olarak bilinen odeon denilen küçük tiyatrolara ait buluntular ortaya çıkarıldı.
8 yıldır kazı çalışmalarına katılan Almanya Bonn Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Ulf Weber, kazı çalışmalarının bulunduğu alanda 3 ayrı açmalar yaptıklarını ve bu açmaların birinde odeon adı verilen küçük tiyatro olarak adlandırılan yapıya ait kalıntılara ulaştıklarını söyledi. Weber, “3 ayrı yerde açmalar yaptık. Bunların birinde 1,5 metrede Odeon denilen Küçük tiyatroyu andıran kalıntı bulundu. Odeon denilen bu yapılardan yazıtlarda bahsediliyor. Bu yazıtlarda Odeon denilen bu yerlerde konuşmaların yapıldığı bildiriliyor.
Yazıtlarda MS 2 ve 3. Yüzyıla bu kalıntılar anlatılıyor. Bu buluntular tesadüf eseri bulundu. Bu kalıntının 1 tane olduğunu düşünüyoruz. Şu an için duvar kalıntısı ve basamakları bulundu. Yaklaşın 3,5 metrede tam anlamıyla bunun ortaya çıkarılabileceğini düşünüyorum. Daha önce burada kazı çalışması yapanlar, böyle bir şeyin olduğunu dile getirmişler, bunun için de arama yapmışlar ama bulamamışlar. Bunu bulunması bize denk geldi” dedi.
Almanya Bonn Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Ulf Weber , odeon denilen yapının özelliğiyle ilgili de bilgiler vererek, Günümüzde Altınkum’da nasıl ki dans eden eğlenilen yerler varsa o dönemde de insanlar bu yerlerde bu tür etkinlikler düzenlerdi. Eski çağda Miletos’tan Yunanistan’dan gelen insanlar burada eğlenirdi, biz de bunu elimizdeki yazıtlarda biliyoruz. Bu yapı bizim için çok önemli. Zaten 100 yıllık kazı çalışmalarda büyük bir yapıya ilk kez bu yıl rastlanıldı. Ayrıca yine bu kazı çalışmalarında bir amaç da ikinci bir tapınak olması ihtimali. Biz bunun için de kazı çalışması yapıyoruz” diye konuştu.
20 Temmuz’da başlayan kazı çalışmalarının 27 Ağustos’ta sona ereceğini dile getiren Weber “Kazılar tamamlandığında kazı yapılan alanları yarısına kadar dolduracağız. 15 Eylül’de Alman Arkeoloji Enstitüsünden yetkililer gelip burada incelemelerde bulunacaklar. Bu heyetin görüşleri kazı için önemli. Yapılacak değerlendirmeye göre açılan yerlerin kapatılıp kapatılmayacağına karar verilecek. İncelemenin ardından da Kültür ve Turizm Bakanlığına bilgi verilecek” şeklinde konuştu.
Bilindiği gibi; bu yıl ki kazı çalışmalarında 25 metre uzunluğunda kalıntıya rastlanılmış, bu yapı kazı çalışmalarında 100 yıldan sonra bulunan ilk yapı olarak nitelendirilmişti. Kazı çalışmalarında ortaya çıkarılan odeon olarak adlandırılan yapı ise Antik Yunan’da, konserler verilen, şiirler okunan, oyunlar oynanan, genellikle dikdörtgen biçiminde, üzeri kapalı yapı olarak biliniyor. Sabah, 17.08.2011 |
|
BALKANLAR'IN İNCİSİ SİNAN PAŞA CAMİİ
AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, 1615 yılında dönemin Bosna Valisi Sinan Paşa tarafından Prizren'de inşa ettirilen tarihi cami, Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığınca (TİKA), eski ihtişamına kavuştu.
Bugüne kadar asıl kitabesi korunamayan, 1968 yılında ''Osmanlı El Yazmaları Müzesi''ne çevrilip, 1969 yılından bu yana Prizren İslami Birliği'nin mülkiyetine geçen cami, TİKA, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğünün desteğiyle, 2007'de başlattığı restorasyon çalışmaları sonucunda tekrar eski ihtişamına kavuşturuldu.
Bazı bilim adamları tarafından ''Tek kubbeli Hünkar Camileri'' arasında gösterilen camide başlatılan çalışmayla, önce yılların yol açtığı yıpranma durduruldu ardından mimari dokusu korunarak restore edildi.
Restorasyon kapsamında, beden duvarları güçlendirildi, tüm kurşunlar geleneksel detaylarla yenilendi, dış cephe temizliği yapıldı, şerefe altı ve korkuluğu ile minare basamaklarının ıslahı yapıldı.
Ahşap pencereleri yenilenen, demir korkulukları eski görünümüne kavuşturulan caminin mihrap ve minberi temizlendi, mahfil altı sütunların ve barok resim ile diğer süslemelerin iyileştirmesi gerçekleştirildi.
Ana kubbedeki yazı ve motiflerin ihyası tamamlanırken, ısıtma sistemleri ile elektrik tesisatı yenilenerek avizeleri takıldı ve Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ'ın katıldığı törenle geçtiğimiz temmuzda ibadete açıldı.
Türklerin, Arnavutların, Boşnakların ve diğer halkların ortak geleceğinin temelini oluşturan eser olarak tanımlanan cami, ibadete açıldığı günden bu yana özellikle ramazan ayında Müslümanların akınına uğruyor.
Prizrenlilerin yanı sıra, bölgeye diğer
şehirlerden ve ülkelerden gelen Müslümanlar,
muhteşem görünümü ve ihtişamıyla Balkanların incisi
olarak nitelendirilen caminin tekrar ibadete
açılması için yoğun çaba harcayan Türk hükümetine
minnettar olduklarını ifade ediyor.
Ana kubbe ve minaresi kurşun kaplı olan camiye iki kanatlı ahşap bir kapıdan giriliyor ve kapının söveleri (kapı ve pencerenin yerleştiği kasa, çerçeve) mermerden oluşuyor.
Tarihi caminin minberinin altındaki silmeli kemer ve yatık olan müstakil çerçeveler içinde altı adet sivri kemer bulunuyor. Kemer üstündeki üçgen alanda yine silmelerle bezeli üçgen çerçeve yer alıyor.
Çerçeve ve üçgen alanların gül ve yapraklı süslemelerle donatıldığı, dört cephesi titiz bir kesme taş işçiliğiyle yapılmış ahenkli ve anıtsal bir görünüme sahip olan yapının çok yüksek olan beden duvarlarında sivri kemerli dört dizi pencere bulunuyor. Akşam, 16.08.2011 |
|
ÇİFTE MİNARELİ MEDRESE'DE RESTORASYON ÇALIŞMALARI BAŞLIYOR
Erzurum'un tarihi simge yapılarından Çifte Minareli Medrese'de restorasyon çalışmaları başlıyor. Dün akşam saatlerinde restorasyonu üstlenen yüklenici firmaya törenle yer teslimi yapıldı.
Vakıflar Erzurum Bölge Müdürü Kenan Üngan, restorasyonun ardından Çifte Minareli Medrese'nin Vakıf Eserleri Müzesi olarak hizmete açılacağını söyledi. Üngan, 2008'de kapsamlı bir restorasyon için Çifte Minareli Medrese'nin Genel Müdürlükçe yatırım programına alındığını ifade etti. Medrese'nin onarım projelerinin, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nca onaylandığını dile getiren Kenan Üngan, "Restorasyon sürecinde medrese çeşitli bilimsel testlere tabi tutuldu. Uzunca bir süre monitoring yöntemiyle, medresenin taşıyıcı sisteminin yer hareketlerine karşı duyarlılığı izlendi. Malzeme analizleri yapıldı, medresedeki tüm çiniler tek tek sayıldı, envanter oluşturuldu. Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce proje aşamasının tamamlanmasıyla bugün (dün) de yüklenici firmaya restorasyon için yer teslimi yapılacak." dedi.
Üngan, restorasyon çalışması kapsamında temel taban kolunda çevre drenajı, zemin güçlendirme (enjeksiyon), yapı minarelerde güçlendirmelerin yapılacağına dikkat çekti. Zemin döşemelerinin orijinaline uygun olarak yontma taşı ile yenileneceğini anlatan Müdür Üngan, "Esaslı bir restorasyon gerçekleştirilecek. Çinilerde, eksiklikler tamamlanıp yenileme yapılacak, taş yüzeyler mikro kumlama ve kimyasal yöntemlerle temizlencek, beden duvarlarında yer alan taşlarda çürütme işlemi yapılacak. Ahşap kapılar ve pencerelerde özgün olanlar raspa yapılarak koruyucu sürülecek, özgün olmayanlar ise aynı ebat ve ölçüde yenisi yapılarak değiştirilecek. Medresenin bakır kaplama olan çatı örtüsü onarılacak, kümbetin çürüyen ve bozulan çatı tuğlaları değiştirilecek. Elektrik tesisatı yenilenecek, bay ve bayan tuvaletleri yapılacak. Tüm restorasyon çalışması bittikten sonra Çifte Minareli Medrese, Vakıf Eserleri Müzesi olarak hizmet verecek." şeklinde konuştu. Zaman, Haber: Orhan Yıldırım, 16.08.2011 |
|
EFES'TE İSKELE KRİZİ ÇIKTI Yeni Asır, 16.08.2011 |
|
1800 YILLIK DOKTOR EVİ Radikal, 16.08.2011 |
|
ZEUGMA, DÜNYA BİRİNCİSİ OLMAYA ADAY
Gaziantep Zeugma Mozaik Müzesi’nde, önümüzdeki ay restorasyon çalışmalarının tamamlanmasıyla 2 bin 500 metrekare mozaik sergilenecek. Müze Müdür Vekili Ahmet Beyazlar, müzeye Gaziantep çevresinden getirilen mozaiklerin restorasyonunun sürdüğünü belirtti. Beyazlar, mozaiklerin restorasyonunun tamamlanmasıyla birlikte müzede 2 bin 500 metrekare mozaik sergileneceğini, böylelikle dünyanın en büyük mozaik teşhirinin yakalanacağını ifade etti. Habertürk, 16.08.2011 |
![]() |
VALİ TARİHİ SAATİ GÖTÜRDÜ, KÖYLÜLER GERİ İSTİYOR
Burdur Valisi Süleyman
Tapsız, merkeze bağlı Günalan Köyü Camii’nde alarak
makam odasına koyduğu yaklaşık 200 yıllık tarihi
saati, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün izniyle aldığını
söyledi. Saatin 2’nci Abdülhamit zamanında
gönderildiğini belirten Vali Tapsız, saatin Vakıflar
Genel Müdürlüğü envanterine kayıtlı olduğunu
söyledi. Köy ziyaretleri sırasında saati caminin bir
köşesine atılmış halde gördüğünü belirten Vali
Tapsız, şunları söyledi: Radikal, 16.08.2011
Burdur'daki antika saat krizinde son perde... Burdur Valisi Süleyman Tapsız'ın ziyaret için gittiği Günalan Köyü'ndeki camide görüp restore ettirdikten sonra vilayet makamına koyduğu antika saat ile ilgili tartışmaya Burdur Belediye Başkanı Sebahattin Akkaya da katıldı.
'Sayın Valimiz camide bir köşeye konulmuş olan tarihi saate sahip çıkmış, dış kabı yıpranmış olan saati restore ettirerek vilayet makamında sergilemiş ve kamuoyuna tanıtmıştır. Aslında yapılan iş bir kenara bırakılan tarihi değerin yeniden ortaya çıkarılmasıdır. Teşekkür edilmesi gerekirken ve tamamen iyi niyetten kaynaklanan basit bir olayın saptırılarak ortada sanki bir usulsüzlük varmış gibi takdim edilmesini hiç şık bulmuyorum' dedi. Köylülerin saati geri istemesi üzerine Burdur Valisi Tapsız, camide arızalı olan antika saati restore ettirdikten sonra korumak amacıyla makama koyduğunu açıklamıştı. 200 yıllık olduğu tahmin edilen saatin üzerinde Osmanlı motifleri ile Türk bayrağı yer alıyor. Akşam, Haber: Mustafa Kozak, 19.08.2011 |
|
![]() |
BİGA'DAKİ TARİHİ TAŞA KÖYLÜLER SAHİP ÇIKTI
Çanakkale'nin Biga İlçesi'ne bağlı Kocagür Köyü nde 60 yıl önce temel kazısı sırasında bulunan tarihi taşI vatandaşlar koruma altına aldı.
Türkiye Gazetesi, Haber: Ayhan Akkaya, 16.08.2011 |
'ÇILGIN PROJE' YENİ DÜNYANIN YEDİ HARİKALARI LİSTESİNDE
Gelecek yüzyılı biçimlendirecek inanılmaz projeler alt başlığı altında verilen haberlerde, Başbakan Erdoğan’ın Karadeniz ile Marmara Denizi arasında 45-50 km uzunluğundaki ‘Kanal İstanbul’ projesi yedinci sırada yer aldı. Radikal, Haber: Nafiz Albayrak, 16.08.2011 |
|
GAZHANE, ŞANTİYE OLMASIN!
Canbolat, bir
sit alanının bu şekilde kullanılmasına sessiz
kalamayacaklarını vurgulayarak “Daha önce kentsel
dönüşüm kapsamında yıktıkları Sulukule’den gelen
Romen vatandaşlar da Gazhane’ye yerleşmişlerdi. Bu
insanlar kendilerine sağlıklı bir yaşam alanı
yaratılmadığı için buraya sığındılar. Ancak hem bu
insanlar için hem de tarihi Gazhane binaları ve
çevresi için bu durum zarar vericiydi. Yoğun
çalışmalar sonucu bu insanları buradan çıkardılar
ancak yine onlara doğru dürüst bir yer verilmedi.
Koruma Kurulu’nun kararıyla tescilli parselin koruma
alanları belirlenerek kültürel tesis yapılmasına
onay verildi ancak İstanbul 2010 Kültür Başkenti
projeleri kapsamında yapımı gündeme gelen bu tesis
de rafa kaldırıldı. Şimdi de bu sit alanı şantiyeye
dönüştürülmüş durumda. Biz Kooperatif olarak,
Gazhane’deki şantiyeye biran önce son verilmesini
istiyoruz” diyor. Canbolat, granit taşlarından çıkan
tozların çevre halkın sağlığını tehlikeye soktuğuna
da dikkat çekiyor. |
|
|
SERGİDEN REMBRANDT TABLOSUNU ÇALDILAR
ABD’deki Los Angeles kenti yakınlarında gerçekleşen bir sergiden Hollandalı ünlü ressam Rembrandt’ın 250 bin dolar (444 bin TL) değerindeki bir tablosu çalındı.
Polis sözcüsü Steve Whitmore, California Oteli’nde gerçekleyen olay hakkında “Küratörün dikkati kısa süreliğine dağılmış. 15 dakika sonra döndüğünde tablo yok olmuş. Soyguna birden çok kişinin dahil olduğunu ve soygunun iyi planlamış bir eylem olabileceğini düşünüyoruz” Sanatçı “Yargı” (The Judgement) isimli 28’e 15 santimetre boyutlarındaki tabloda mürekkep kullanmıştı. Milliyet, 16.08.2011 |
5 ASIRLIK ÇANAKLAR BULUNDU
Kazı Heyeti Başkanı İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Erkan Konyar, gazetecilere yaptığı açıklamada, kazıların, Kültür ve Turizm Bakanlığının izniyle İstanbul Ünversitesince yapıldığını belirterek, bu yıl kazı çalışmalarının, ikinci sezonunu gerçekleştirdiklerini söyledi.
Konyar, yaklaşık 45 kişilik bilim heyeti ve 60 kişilik öğrenci grubuyla çalışmaları yürüttüklerini ifade etti.
Eski Van şehrini bir bütün olarak düşünmek gerektiğine işaret eden Konyar, kalenin güney kısmındaki kazıların, Van Müze Müdürlüğünce yürütüldüğünü anlattı. Van Valisi Münir Karaloğlu'nun kültürel yapının ayağa kaldırılması konusundaki gayretlerine dikkati çeken Konyar, ''Bu, Van için büyük bir şans'' dedi.
Kendi kazı ekibinin de kuzey bölümdeki höyükte çalışmalarını sürdürdüğünü dile getiren Konyar, şunları kaydetti: ''Bu yıl kazı yaptığımız bölgelerde, 15. ve 16. yüzyıla ait daha çok İran etkili kültürel yapılanmayla karşılaştık. Kalenin çevresindeki alanların, hizmet alanları olarak kullanıldığı anlaşılıyor. Birçok tandır ve bu tandırlarla ilişkili yemek yapılan mutfaklar ve bunlara ait donanımlar bulunuyor. 15. ve 16. yüzyıl dönemine ait oldukça nadide ve yine elit bir tabakaya ait çanak çömlekler bulduk. İran etkili çanak çömlek kültürüne ait özel parçaları tüm haliyle ortaya çıkardık.'' Akşam, 16.08.2011 |
|
ÖDENEK BİTTİ KAZILAR DURDU Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubad'ın Beyşehir kıyısında bulunan yazlık sarayı Kubadabad'da bu yıl 31'incisi yapılan kazı çalışmaları sona erdi.
Kazılar için ayrılan 50 bin liralık ödeneğin bitmesi üzerine çalışmaları sonlandırmak durumunda kaldıklarını belirten Prof.Dr. Arık, tarihi Kubadabad Sarayları'nın ayağa kaldırılarak gün yüzüne çıkarılabilmesi için bölgeye verilen maddi desteğin daha da artırılması gerektiğine dikkat çekti. Bu yıl kazı çalışmaları esnasında 30 yıllık bir kazı evinin onarımını gerçekleştirdiklerini anlatan Arık, deponun ise baştan aşağı elden geçirildiğini, 30 yıllık malzemelerin ise çalışanlar tarafından tasnif edildiğini belirtti. Çalışmalar esnasında 30 yılın sonunda çıkan parçalar içerisinde yapıştırılarak birleştirilmesi gerekenleri de birleştirdiklerini belirten Prof.Dr. Arık, bu sene müzeye 200'e yakın parça teslim ettiklerini belirterek, “Bu azımsanmayacak bir rakam. Özellikle çiniler çok güzel ve önemli parçalar. Onları verdik. Paramız az olmasına rağmen oldukça verimli bir yıl oldu, oldukça memnunuz” dedi. Bugüne kadar devam eden kazılar sırasında ne olduğunu bilemedikleri ama çok büyük bir anonim bir binanın ortaya çıkarıldığını, bunu bir köşk olarak tahmin ettiklerini de belirten Arık, çalışmaları da bu yapının güneyindeki alanda icra ettiklerini anlattı. Manşet Gazetesi, 16.08.2011 |
|
TARİHİ EVLERİN YENİLENME ÇABALARI MEYVELERİNİ VERİYOR
Bu kapsamda; Vali Şahin’in sıcak ilişkileri sonucu Kolin Şirketler Grubu 3 katlı bir evi satın alarak restore ettiriyor.
Yeşil Giresun İlköğretim Okulunun karşısında, yol kenarında vitrin durumunda bir yere sahip yıkılmaya yüz tutmuş, buna rağmen suni tedbirlerle içerisinde oturulan 3 katlı ,arsası 186m2’lik Nermin Türker’e ait evin satışı Kolin Şirketler Grubuna 3 daire karşılığında gerçekleştirildi. Böylelikle hem aile güvenle yaşayabilecekleri bir eve kavuşacak, hem de evin restorasyonu ile birlikte ilimize tarihi dokusu bozulmadan bir ev daha kazandırılmış olacak.
Vali Dursun Ali Şahin dün makamında eski ev karşılığı 3 daire alan Nermin Türker’e dairelerin tapularını verdi.
Bugüne kadar 17 kişiden ev alma sözü alan Vali Şahin’in, tarihi Giresun evlerinin yenilenmesi, yenilenirken de tarihi dokusunun korunması için çalışmaları hızla devam ediyor.
İl merkezinde Kentsel Sit Alanı içerisinde bulunan Zeytinlik Mahallesi ve Hacıhüseyin Mahallesi'nde tarihi tescilli 86 evin 20’ye yakını Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünün katkılarıyla restore edilmişti. Giresun Gazetesi, 16.08.2011 |
|
SURLARDA YENİ BURÇLAR BULUNDU
Bursa Müze Müdürlüğü ekiplerinin nezaretinde, surları restore eden müteahhit firma tarafından yapılan kazı çalışmalarında çok sağlam dış kale burçları ortaya çıktı. Osmangazi Müftülüğü’nün altında bulunan 2 ayrı burcun küfeki taşlarının ilk günkü sağlamlığında ve yüksek kondisyonda olması arkeologları sevindirdi. Çalışma halen faliyette bulunan tarihi müftülük binasının çökme riski sebebiyle durduruldu. Saltanat Kapı’nın güneyindeki burçun iç kalenin burçları olduğunu belirten arkeologlar, ’Bursa Kalesi’de çift duvardan oluşuyor. Müftülüğün altında yeni ortaya çıkan burçlar şehrin dış kalesindeki burçlardır. Tophane yolunun üstünde asırlardır görülen burç ise iç kalenin burcudur. Dış kaledeki burçların ortaya çıkması ile Bursa Kalesi’nin önemli bir eksikliği ortaya çıkartılmış olacaktır. Büyükşehir Belediyesi’nin çalışmalarının ne kadar yerinde olduğunu bulunan burçlarla daha iyi anlaşıldı. Yeni bulunan burçların sağlamlığı dikkat çekicidir. Bu sağlamlıkta kalenin burçlarının günümüze kadar kalması 2 bin yıldan eski olan Bursa surlarının ne kadar sağlam inşa edildiğine ortaya koymaktadır. Şu anda çalışmalar, müftülük binasının çökme tehlikesi olduğu için durduruldu. Bina boşaltıldıktan sonra çalışmalar sürdürülerek, daha aşağıya inilecek, başka burç kemerleri olup olmadığı etrafda detaylı olarak ortaya konulacaktır’ dediler.
Belediye yetkilileri ise, Genelkurmay Başkanlığı ile yazışmaların sürdürüldüğüne dikkat çektiler. Dünya Kaleli Kentler Birliği’nin üyeliğinde bir yıl kaldıktan sonra geçen yıl yönetim kuruluna giren Bursa’nın 2012 yılında kentte yapılacak toplantısından sonra başkanlığa getirilmesi de bekleniyor. Sur restorasyon çalışmaları ile Bursa, dünyadaki en önemli yerel yönetimler arasına girmeyi de hak etti. Bursa Olay, 15.08.2011 |
|
AKTOPRAKLIK HÖYÜĞÜ'NDEN TARİH FIŞKIRIYOR
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Prehistorya Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi ve Aktopraklık kazılarını yürüten ekibin başkanı Doç.Dr. Necmi Karul, yaptığı açıklamada, yaklaşık 8 yıl önce başlayan kazıların bu yılki bölümüne 10 Temmuz’dan bu yana devam ettiklerini söyledi.
’Dairesel şekilde yerleşim düzeninden bahsediyorduk bunu teyit ettik. Tam bir dairesel şekilde yerleşim birimini ortaya çıkarmış olduk. Yeni veri olarak 5600 yıllara ait köyün, altında daha eski başka bir yerleşim alanı bulduk. Yani köyün altında başka bir köye ulaştık. Gömülerle karşılaştık. MÖ 6400 ile 5400 yılları arasındaki bin yıl sürekli yerleşildiği görülüyor. 8 köyün bu alanda kurulduğunu tespit ettik. Uzun süre terk ediliyor ve 4. yüzyılda, Roma döneminde tekrar yerleşim başlıyor.’
Bursa Olay, 15.08.2011 |
|
BERGAMA KALICI OLMAK İÇİN ÇALIŞIYOR
Tarihi milattan önceye uzanan, hemen her alanda ilkleri başlatan Bergama Krallığına ev sahipliği yapan ve tarihsel dokusuyla UNESCO Dünya Kültür Mirası Geçici Aday Listesi'ne kabul edilen İzmir'in Bergama İlçesi, kalıcı miras listesine girmek için kolları sıvadı. Bergama Krallığı ile Hellenistik, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ev sahipliği yapan İzmir'in Bergama İlçesi'nde, tarihten kalan mirasın, dünya mirasına dönüştürülmesi amaçlanıyor.
Bergama, Lidya ve Pers egemenliğinden sonra MÖ 4. yüzyılda Büyük İskender'in tarafından fethedilen, MÖ 133'de de Roma Devleti sınırlarına geçen, MS 395'de Bizans egemenliğine, Türkler'in Anadolu'ya gelmesiyle de Türklerin hakimiyeti altına giren Bergama, antik tarihten günümüze kadar ulaşan eşsiz eserleri Akropol ve Asklepion, Kızıl Avlu olarak nitelenen kilise, Bergama Müzesi'nde sergilenen eşsiz tarihi eserlerle her yıl binlerce turisti misafir ediyor.
Sahip olduğu tarihi dokusuyla bu yıl Haziran ayında UNESCO Dünya Kültür Mirası Geçici Aday Listesi'ne kabul edilen Bergama'nın, kalıcı miras listesine alınması için Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Bergama Belediyesi öncülüğünde çalışmalar yürütülüyor. Bergama Belediye Başkanı Mehmet Gönenç, çalışmalara ve hedeflere ilişkin yaptığı açıklamada, kalıcı miras listesine hazırlık için öncelikle alan yönetim planlamasının gerekli olduğunu, yerel yönetim, bakanlık, üniversiteler ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinin katılacağı çalıştayla, alan planı hazırlanacağını bildirdi. Kentin mimari, arkeolojik ve kültürel özelliklerinin belirleneceği alan planının, Efes antik kenti için yapılan ihale yoluyla ya da üniversitelerden danışmanlık hizmetiyle Bergama Belediyesince hazırlanabileceğini kaydeden Gönenç, planın bir yıl içerisinde tamamlanmasının hedeflendiğini söyledi.
Oluşturulan alan yönetim planının dosya halinde Kültür ve Turizm Bakanlığına iletileceğini, bakanlığın da UNESCO Dünya Kültür Mirası kalıcı listesine Bergama'nın alınması için adaylık başvurusunda bulunacağını kaydeden Gönenç, şöyle devam etti: ''Bizim öngörümüz dosyanın 2013 yılında görüşüleceği yönündedir. Oldukça uzun bir yol. Çalışmalara başladık. Belediyelerle paylaşım içindeyiz. Kalıcı miras listesine Türkiye'den Alanya, Edirne de girmek için aday olmuş durumda. Bu belediyeler tüm planlarını hazırladılar. Listede Türkiye'den halen 9 yer var, ancak 1998 yılından bu yana Türkiye'den kalıcı listeye giren yer yok. Çok önemli kentlerimiz olmasına rağmen, Türkiye olarak miras listesine girme konusunu ihmal etmiş durumdayız. Bergama'yı diğer adaylardan ayıran en önemli özellik ise tarihidir. Bölgenin çok artıları var. Bergama 2 bin 500 yıllık krallık. Bergama, UNESCO'ya göre, diğer yerlerden çok daha bilinen ve tanınan bir bölge.'' Bergama'nın kalıcı miras listesi için avantajının çok olmasına karşın, koruma alanlarındaki tahribat ile eski dokuyu bozan çok fazla yapılaşmanın olduğuna değinen Gönenç, UNESCO'nun miras listesine, antik alanların yanı sıra kent dokusunu yansıtan şehrin bir kısmının içinde olduğu alanları da kabul ettirmeyi istediklerini söyledi.
Bergama'nın yurt dışında bir marka olduğunu ve kentten yıllarca önce taşınan eserlerin sergilendiği Almanya'daki Bergama Müzesi'ni milyonlarca insanın ziyaret ettiğini dile getiren Gönenç, ''Bergama Müzesi'ni sadece bu yıl bin 800 bin ziyaretçi gezecek. Bergama'ya gelen ziyaretçi sayısı ise 400-420 bin kişidir. Bergama'dan götürülen Zeus Sunağı'nı da tamamen ilçe tarihinden kopuk bir eser olarak görüyor ve sergiliyorlar. Onun arkasındaki kenti, tarihi, yurt dışında bilmiyorlar'' dedi.
UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesine giren bölgelerde, miras kriterlerini korumanın önem taşıdığını, Bergama'nın geçici aday listesine alınmasının da bu yöndeki çalışmaları şevklendirdiğini anlatan Gönenç, sözlerini şöyle sürdürdü: ''UNESCO kriterlerini koruyabilmek önemli. İstanbul bu konuda sıkıntı yaşıyor. Geçici listeye girmek bizim için moral oldu. Alan yönetiminde temel kriter de şehirdeki bütün turizm olgusunu planlamaktır. Ziyaretçi yolları, oteller, otopark alanları, güzergahlar, yapılacak kentsel düzenlemeler, restorasyonlar ele alınacak. İmarla ilgili gereklilikler, konaklama tesisleri, ören yerlerinin gelirleri gibi turizmle ilgili tüm unsurlar planlı olarak ele alınacak. Bunlar, Kültür ve Turizm Bakanlığınca ortak çalışmayı gerektiren unsurlardır. Bakanlık, merkezi hükümet ve yerel yönetim tarafından çalışma yapılması gerekiyor. Bakanlık yetkilileriyle yeniden bir araya geleceğiz. Halen bölgeye gelen yıllık ziyaretçi sayısının yüzde 90'ı yabancıdır ve 400-420 bin kişi dolayındadır. UNESCO'nun kalıcı kültür mirası listesine girmemiz halinde, ziyaretçi sayısında çok büyük artış olacak.''
Tarımsal üretim de yaygın olan Bergama'da turizm olgusunun değişmesiyle kentin turizm gelirlerinden daha fazla yararlanması gerektiğini dile getiren Gönenç, UNESCO hedefinin kazandıracağı gelişmeleri şöyle sıraladı: ''Turizm olgusu ve elde edilen gelir sadece arkeolojik ören yerlerinin ziyaretiyle gerçekleşiyor. Gelen turistler 4-5 saat kalıyor. Butik otellerimin gelişmesi lazım. Konaklama yaratalım. Modern beş yıldızlı otellerin dışında kaliteli butik otellere daha fazla ihtiyacımız var. Ören yerleri dışında müzeler, kent dokusu olan alanlar da gezi güzergahları içerisine katılabilirse, turizmden kent de gelir elde edilebilecek. UNESCO süreci gerçekleşirse ciddi anlamda turizmden gelir elde edeceğiz. UNESCO'dan çıkacak sonuç önemli. 3-4 yıl içerisinde Bergama'nın miras listesine gireceğini düşünüyoruz. Bu işin peşini bırakmayacağız.''
Bergama Belediye Başkanı Mehmet Gönenç, miras listesi olmanın önemini vatandaşa da anlatacaklarını, turizm fuarlarında tanıtımı artıracaklarını da dile getirerek, belediyenin koruma çalışmaları kapsamında da eski yapılan restorasyon çalışmalarını da sürdürdüğünü vurguladı. Bergama Kaymakamı Ahmet Ertan Yücel de kültürel ve arkeolojik özelliklerini korumak için Bergama'da itina gerektiren bir çalışma yürütülmesi gerektiğini ifade ederek, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesine girebilmek için tüm imkanların ortaya konacağını vurguladı.
Bergama Ticaret Odası Başkanı Melih Kahraman, geçici adaylık sürecinde UNESCO heyetini ağırladıklarını, kalıcı listeye girme aşamasında da her türlü katkıya hazır olduklarını söyledi. Sit alanı engeli nedeniyle Bergama'da turizm ve işletmelere yönelik yatırımların yapılamadığını, belediye meclisinin bu yönde alacağı kararlarla bölgede turistlerin modern şartlarda konaklayabileceğini tesislerin yapılabileceğini dile getiren Kahraman, yatırımcıların beklentilerini de şöyle dile getirdi: ''Alan yönetiminde öncelikler bir araya getirilmelidir. Ortak aklı harekete geçirmek lazım. Sürece sivil toplum örgütlerini dahil etmek lazım. Bergama'nın çok fazla kültürel mirası var. Konaklama tesislerine yönelik çalışmalarımız devam edecek. Sit engeline takılıp kalıyoruz. Beş yıldızlı kompleks kazandırmak gerekiyor. Belediye meclisinin yönde karara varması lazım. Belediyemize görev düşüyor. İmar mevzuatında değişiklik yapılırsa talep edilen iki otel süratle yapılır. Bu tesisler, Bergama'nın marka imajını tasdikler. Bergama'ya tren ulaştırılırsa da turist sayısı 900 bine ulaşır. Toplu taşımaya ihtiyaç var. Turisti, tek başına kültürel miras artırmaz, destinasyonları artırmak lazım. Yatak kapasitemiz halen 1980'li yıllardan kalma. UNESCO listesine girmesi Bergama'nın turizm anlayışını tetikler. Yatırımlar ortaya çıkar.'' Yeni Asır, 15.08.2011 |
|
GÜMÜŞLÜK'TE DEV ANFİTİYATRO HEYECANI
Gümüşlük, Bodrum’un bozulmamış tek yeri... Yarımadanın her santimetrekaresi kooperatif evlerle, gürültülu barlarla dolup taşarken, Gümüşlük, 2. derecede sit alanı ilan edildiğinden beri bozulma tehdidine karşı direniyor.
- Myndos, Leleglerin ilk ortaya çıktığı ve
aralıksız yerleştiği tek
kent. Yarımadada 8 kentin olduğu biliniyor. Milliyet, Haber: Mehveş Evin, 15.08.2011 |
|
ŞİMDİ DE SIRA AYVANSARAY'DA
|
|
BİR TARİH YOK OLUYOR
Mardin’in Savur İlçesi’ne bağlı Yeşilalan (Barman) Beldesi’nin eski yerleşik konumu Keleha Rêvi (Tilkinin Kalesi) adıyla anılıyordu. Yeni yerleşim yeri ise beldenin hemen güneyinde akan derenin kıyısında Barman adıyla kuruldu.
MÖ kurulan beldenin mimari ve kültür dokusu olağanüstü. Tipik Kürt mimarisine sahip olan beldede, evlerin hemen hemen tümü kesme taşlarla örülmüş. Siyasi baskılardan dolayı beldede yaşayan birçok kişi göç etmiş. Tarihi ev ve yapılar ise kaderine terk edilmiş. Yeşilalan Belde Belediye Başkanı Gülbeyaz Güneş, “Evler birer birer yıkılıyor. Evleri restore etmek, tarihimize sahip çıkmak istiyoruz. Ancak bunun için maddi imkanımız yok” diyerek, Kültür Bakanlığı’nın sorumluluğuna işaret ediyor. Evrensel, 15.08.2011 |
![]() |
|
ÖŞVANK KİLİSESİ RESTORE EDİLMEYİ BEKLİYOR
Erzurum Uzundere’ye bağlı Çamlıyamaç Köyü’ndeki tarihi Öşvank Kilisesi, restore edilmeyi bekliyor. Türkiye ile Gürcistan arasında yapılan anlaşmayla Gürcü Hükümet’in restore edeceği 11 asırlık kilise, yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyor.
Gürcü Kralı Kuropalat Adarnese’nin oğulları David ve Prens Bagralt tarafından 963 - 973 yılları arasında yaptırılan Öşvank Kilisesi, 1022’de Bizans İmparatorluğu denetimine geçti. Bizans İmparatoları 2’nci Basileos ve 8’inci Konstantin tarafından onartılan yıkılan kubbesi onartılan, bölgedeki piskoposluk merkezlerinden ve 11’inci yüzyılda elyazmalarıyla ünlü önemli bir kültür merkezi olan Öşvank Kilisesi, 19’uncu yüzyılın sonundan 1980’e kadar cami olarak kullanıldı. 1985’de Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca tescil edilerek korunması gereken taşınmaz kültür varlıkları arasına alınan ve 1.5 metre yüksekliğindeki sütunu 3 yıl önce çalının tarihi kilise, çökme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Turizm Gazetesi, 14.08.2011 |
BU MÜZEDE TARİHLE ARANIZDAKİ MESAFELER KALKACAK
Dan Brown'un kitabından sinemaya uyarlanan 'Da
Vinci Şifresi', heyecanlı hikayesi kadar Louvre
Müzesi'ne ait salonların ihtişamıyla da büyüledi
izleyiciyi. Türkiye'de, eşine az rastlanır
arkeolojik eserler olsa da sergilemek konusunda söz
konusu filmde izlediğimiz salonların çok gerisinde
olduğumuz bir gerçek. Türk arkeolojisinin ve çağdaş
müzeciliğinin babası sayılan Osman Hamdi Bey'den bu
yana hızlı ilerlediğimiz söylenemez. Son yıllarda bu
konuda atılan iyi niyetli adımların çoğalması, sanat
ve tarih severleri heyecanlandırıyor. Çoğu,
depolarda kötü şartlarda beklemeye terk edilen ya da
eski usulde sergilenen eserlerimiz böylece hak
ettikleri değeri buluyor. Topkapı Sarayı'nda devam
eden sergi alanlarının düzenlenmesi,
çağdaşlaştırılması çalışmaları kapsamında üç yıldır
süren Silah Seksiyonları'nın yenileme çalışmalarını
Türkiye'de 'kültür yönetimi' alanında tek firma olan
Kült Art yaptı. Bu çalışmanın ayrıntılarını ve neden
müzelerimizin çağın gerisinde kaldığını Kült Art'ın
yöneticisi Dündar Hızal'a sorduk.
- Zorluklarla karşılaştınız mı? Akşam Pazar, Haber: Pınar Hiçdurmaz, 14.08.2011 |
|
İSTANBUL'UN TARİHİ CAMİLERİ ZAMANA MEYDAN OKUYOR
Vakıflar İstanbul 1. Bölge Müdürü İbrahim Özekinci, genel müdürlük olarak eski eserleri kurtarma ve gelecek nesillere aktarma projesi çerçevesinde İstanbul'daki birçok eserin restorasyon kapsamına alındığını belirterek, "Vakıflar Genel Müdürlüğü tarihindeki en büyük restorasyon çalışmalarımız bu dönemde yapılıyor." dedi.
Kapalıçarşı girişinde yer alan Nuruosmaniye Camii'nin inşaatına 1748 yılında 1. Mahmut döneminde başlandığını, ancak 1. Mahmut'un ölümü üzerine kardeşi 3. Osman zamanında 1755 yılında tamamlandığını anlatan Özekinci, cami ile birlikte medrese, imarethane, kütüphane, türbe, çeşme ve sebilden oluşan bir külliyenin inşa edildiğini dile getirdi. Nuruosmaniye Camii'nin İstanbul'da inşa edilen ilk barok özellikli cami olduğunu ifade eden Özekinci, şunları kaydetti:
"Burada estetik, zarafet ve mimari yapı temayüz etmiş durumda. Bu camiyi, diğer camilerdeki klasik üsluptan sonra barok ve rokoko üsluba geçişin ilk temsilcisi olarak adlandırıyoruz. Cami içine de avluya da bakıldığı zaman kare planlı cami avlularının dışında oval, elips bir yapı görülüyor. Klasik Osmanlı mimarisinden sonra burada çok farklı bir yapı ve külliye topluluğu karşımıza çıkıyor. Bu cami sanat tarihçilerimizin de çok ilgisini çeken değerli bir eserimiz." Özekinci, camide 1960, 1980 ve 2000'li yıllarda temizlik çalışmalarının yapıldığını anlatarak, şu bilgileri verdi: "En kapsamlı, en büyük restorasyon çalışması ise şu an yapılıyor. Camideki mermer ve taş işçiliği gerçekten çok güzel. Onların temizlik işleri ile başladık ve tamamladık. Ahşap işleriyle ilgili çalışmalarımız devam ediyor. Kısaca tepeden tırnağa elektrik, mekanik ve tesisat ile ilgili gereken bütün çalışmalar devam ediyor." Restorasyon için 5 milyon TL'lik bir bütçe ayrıldığını aktaran Özekinci, yaklaşık 6 aydır devam eden restorasyon çalışmalarının yıl sonuna kadar bitirilmesinin hedeflendiğini kaydetti. Özekinci, konumu itibarıyla cemaatin camiye yoğun ilgi gösterdiğini, turistlerin de camiyi merakla incelediklerini ifade ederek, "Restorasyon çalışmaları bittikten sonra binlerce insan burada birlikte ibadet edebilecek." dedi.
Kaptan-ı Derya Kılıç Ali'nin Mimar Sinan'a yaptırdığı ve kubbenin iki yanındaki yarım kubbeler, diğer iki yanındaki kemerler ve destek duvarlarıyla Ayasofya'nın küçük boyutta bir kopyası niteliğinde olan Tophane'deki Kılıç Ali Paşa Camii'nin kesme taş malzeme ile inşa edildiğini aktaran Özekinci, buradaki çalışmaların 2009 yılında onaylanan rölöve restitüsyon ve restorasyon projeleri doğrultusunda yürütüldüğünü kaydetti. Özekinci, camide namaz kılınmaya başlandığını ifade ederek, "Çevre düzenlemesi ve tuvalet çalışmalarımız olacak. Bunlarda da sona yaklaştık." dedi.
İbrahim Özekinci, yapılan restorasyon çalışmaları sonucu geçen yıl Kurban Bayramı'nda yeniden ibadete açılan Süleymaniye Camii'ndeki çevre düzenlemesi çalışmalarının da tamamlanmak üzere olduğunu aktararak, "Orada vatandaşlarımızın gerçekten en büyük sıkıntı çektiği konu tuvalet ve abdest alma mahalleriydi. Onları da ele aldık ve en kısa zamanda vatandaşlarımızın hizmetine sunacağız." diye konuştu.
İbrahim Özekinci, İstanbul'un fethinin sembollerinden sayılan Fatih Camii'nin 1999 Marmara depreminde hasar gördüğünü ve 2008 yılında restorasyon çalışmalarının başladığını dile getirerek, bu yüzden caminin kısmi olarak ibadete açık olduğunu söyledi. Camide güçlendirme çalışmalarının yanı sıra ibadete açık kalması için koruyucu platform yapılması, taş yüzeylerde mekanik ve kimyasal temizlik, üstü örtülü kurşunların değiştirilmesi, cami genelindeki tüm ahşap kapı, merdiven ve korkuluklarının bakımlarının yapılıp eksik kısımlarının tamamlanması gibi işlemlerin de yapıldığını anlatan Özekinci, camideki çalışmaların yıl sonuna kadar bitirileceğini belirtti.
İstanbul'da ilk ezan sesinin yükseldiği 717 yılında yapılan kentin ilk camii hüviyetini taşıyan Arap Camii'nde de restorasyon çalışmalarında sona yaklaşıldığını ifade eden Özekinci, çevre düzenlemesi çalışmalarının tamamlanmasıyla caminin yeniden ibadete açılacağını kaydetti. Özekinci, halk arasında Ortaköy Camii olarak bilinen Büyük Mecidiye Camisi'nin de bir süre önce restorasyona alındığını belirterek, kurşunlar üzerinde başlayan çalışmaların hızla devam ettiğini anlattı. Ekinci, Yahya Efendi Camii'nin onaylanan proje doğrultusunda restorasyon çalışmalarının devam edeceğini sözlerine ekledi. Zaman, 14.08.2011 |
|
TARİHİ BURUCİYE MEDRESESİ'NDE RESTORASYON ÇALIŞMASI BAŞLATILDI
Kentte 1271 yılında Anadolu Selçuklular döneminde yaptırılan ve 2005 yılında kapsamlı bir restorasyondan geçirilen tarihi Buruciye Medresesi, yeniden onarıma alındı. Çalışmalar kapsamında, ilk olarak 740 yıllık eserin çatısındaki kurşun kaplama yenilenecek.
Çalışmaları yürüten firmanın yetkilileri, çatının altında kalan toprak örtüsünün düzenlenmesinin ardından kurşun kaplama çalışmalarının yapılacağını belirtti. Yetkililer, kurşun kaplama çalışmalarının 45 gün süreceğini bildirdi.
Bu çalışmaların ardından tarihi yapının içerisindeki türbenin çinilerinin yenileneceği, ayrıca eserin bazı kısımlarının da güçlendirileceği öğrenildi.
2005'te restore edilerek klasik el sanatları
merkezine dönüştürülen ve 2006'da dönemin Kültür
ve Turizm Bakanı Atilla Koç'un katıldığı törenle
açılan Buruciye Medresesi'nde, el sanatlarının
yapıldığı atölyeler ve eserlerin sergilendiği iş
yerleri bulunuyor. Tarihi yapının avlusundaki
çay bahçesi ise İl Özel İdaresine bağlı olarak
hizmet veriyor.
Yapı kareye yakın dikdörtgen planlı olup, üzeri açık avlu etrafındaki sütunlu revaklar ve bunların gerisinde bulunan hücrelerden oluşmaktadır. Giriş kapısının sol yanında mavi ve siyah çinilerle süslü türbe hücrede, medrese binasını yaptıran Burucerdioğlu Muzaffer Bey'in ve çocuklarının mezarları bulunmaktadır. Vakfiyesinden binada bir de kütüphane bulunduğu anlaşılmaktadır. Akşam, 14.08.2011 |
|
METRO KÖPRÜSÜ NASIL OLMALI? Neredeyse on yıldır nasıl olacağına bir türlü karar
verilemeyen Haliç'teki metro köprüsü kent hayatından
hiç eksilmeyen ve bildiğimiz bir sorunu tekrar
gündeme getirdi. Proje geliştirme meselesinin
kamu sistemi içinde yerine oturmamış olması... 1. Dünyanın eşsiz kültür mirası olan Süleymaniye Camisi'nin altındaki tüneller nasıl kazıldı? Tüneller plansız ve projesiz mi inşa edildi? Köstebekler (tünel kazan makine böyle adlandırılıyor) yerin altına salınıp, kendi kendilerine mi kazdılar? Yoksa metro vagonlarını geçirmek için feribot mu çalıştırılması öngörüldü? Bu tüneller kazılırken hangi kurumlar ve kişiler Büyükşehir Belediyesi'ne "danışmanlık" hizmeti verdiler? 2. Neden asma bir köprü tercih edildi? Çünkü taşıyıcıları suyun içinde olan bir köprü Haliç'i kirletirmiş. (Yahu çocuk mu kandırıyorsunuz?) Kültür varlığı olarak tescil edilen tarihi Galata Köprüsü'nü restore etmek yerine yeni köprü yapmanın gerekçesi de belki biliyorsunuz, dubalı olmasıydı. O zaman da Büyükşehir Belediye Başkanı Dalan Haliç'in temizliği için ayaklı köprünün gerekli olduğunu iddia etmişti. 3. Projenin konseptinin Kadir Topbaş'a ait olduğu iddia edildi. Ancak kimse neden bir yarışma açılmadı, ya da fikir projesi istenmedi diye sormadı. Peki bu proje için bugüne kadar ne kadar harcama yapıldı? Bütçesini biliyor muyuz? 4. Böylece projeler ilerledi ve uygulama
safhasında tartışıldığı için iş geri dönülmez
noktaya geldi. Kaynaklar çarçur edildi.
Zaman kaybedildi. Üstelik bu tür bir müdahale biçimi
zamanında müdahale etmeyi, süreci sorumluluk alarak
dönüştürmeyi de içermedi. Çünkü ortaya yeni bir
fikir attığınızda "tarihi çevreye uyumlu olmayan"
bir iş yapmış oluyorsunuz ve eleştiriliyorsunuz.
Hiçbir fikir içermeyen, ama reçeteye uygun olacağı
varsayılan "korumacı" projeler yapmak serbest! Bu
yüzden kentin tarihi bölgeleri kişiliksiz
yapılarla doldu. Meslek alanına hakim olan bu tür
bir "duyarlılık" yalnızca kritik olan tasarım
düşüncesini, profesyonel öznelliği korunaklı
av sahasının dışında tutma işlevi görüyor. Bu
nedenle sormak istiyorum: 5. Tarihi Yarımada için Yönetim Planı'nı hazırlayan uzmanlara bu sürece katılım nasıl olacak diye sorduğunuzda bir cevap alamıyorsunuz. Çünkü katılımdan yalnızca sınırlı bir topluluktan görüş almayı anlıyorlar. Ama defalarca toplantıya çağırılan, güya katılım sağlamak için günlerini burada harcayan kişilere lütfedip bir taslağını, özetini bile iletmediler. Oysa bilgilendirme yalnızca bir nezaket gereği değil, STK'ların ayrı bir taraf olarak sürece katılması ve izlemesi UNESCO uygulamalarında bir zorunluluk. Bu zorunluluğu yerine getirmek şöyle dursun, nezaket icabı adresleri kendilerinde bulunan insanlara bir bilgi vermeyi dahi önemsemediler. 6. Çok açık ki hem görev verilen uzmanlar, hem de iktidar çevreleri bağımsız kuruluşları, katılabilecek başka kişileri ya bir "dekor" ya da rakip olarak görüyorlar ve işe bulaştırmak istemiyorlar. Bu yüzden yarışmacı bir ortam oluşmuyor. Bu sorunu hatırlattığınızda ise danışmanlık hizmeti veren uzmanlar "bunu biz söylersek doğru olmaz, ne de olsa biz yönetimin görev verdiği kişileriz, sonra taraf olduğumuz düşünülür" diyorlar. Çünkü onlar görevlerini sivil toplumla bir ara yüz oluşturmak olarak değil, kendi doğrularını temsil etmek olarak görüyorlar. Bu görevi siyasi otoriteye, daha doğrusu bürokratlara bırakıyorlar. Bürokratlar da kendilerini siyasetçileri bilgi açısından teçhiz eden teknokratlar olarak konumlandırıyorlar. Böylece yaratıcı bir iş olması gereken proje teknik şartnameleri kapalı uçlu süreçlerde hazırlanıyor ve göstermelik yöntemlerle ihale ediliyor. Sonuçta kendi kafalarına göre güya neyin nasıl yapılacağını bilenler, sivil toplumu yönetim planının öznesi olarak değil, nesnesi olarak görüyorlar. Yaratıcı enerjiyi harekete geçirecek yöntemleri tercih etmiyorlar. Arkitera, 13.08.2011 |
|
İZMİR'İ FETHEDEN EMİR SULTAN'IN TÜRBESİ RESTORE EDİLİYOR
İzmir Büyükşehir Belediyesi, İzmir'i fetheden komutan Emir Sultan'ın türbesinde restorasyon ve düzenleme çalışmalarını başlattı.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü'yle yapılan protokol kapsamındaki çalışmaların kış döneminde tamamlanmasıyla türbe ve çevresi adeta yeniden doğacak. Belediye tarafından hazırlanan projeler, İzmir 1 No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından onaylandı. Namazgah Mahallesi'nde bulunan, İzmir'i fethederken şehit düşen ve halk arasında 'Emir Sultan' adıyla bilinen Aydınoğulları Beyliği komutanlarından Seydi Mükeremeddin'in naaşının bulunduğu türbenin bahçesinde, Atatürk'ün eşi Latife Hanım'ın dedesi Uşakizade Sadık Bey ve eşi Makbule Hanım ile Aydın Valisi Ahmet Esat Paşa, Kestanepazarı Camisi kurucusu Mısırlı Hüseyin Nuri Efendi, İzmir Kadısı Şükrüzade Abdülkadir Paşa gibi devrinin önde gelen büyükleri de medfun.
Emir Sultan Türbesi'nin bulunduğu alanda, harabe halindeki aşhane, hamam ve dergah olarak kullanılmış üç bina kalıntısı bulunuyor. Restorasyondan sonra dergah, sosyal amaçlı hizmet verecek. Hamam, aslına sadık kalınarak yenilenecek. Aşhane buluntuları üzeri ise bir sundurmayla kapatılarak korunacak. Türbe binasının iç ve dış restorasyonu yapılacak. Hazireye ait mezar taşları tasnif edilerek yerinde korunacak. Bir sanat tarihçisinin çalışmalarıyla araştırma kazısı da yapılacak. Alanda ayrıca güvenlik binası inşa edilecek. Zaman, Haber: Şerif Erdikici, 13.08.2011 |
|
VİLAYET KONAĞI ASLINA UYGUN YENİLENİYOR
İstanbul İl Özel İdaresi, İstanbul Valiliği'nin, devlet başkanlarını, yabancı işadamlarını ve büyükelçileri ağırladığı Vilayet Konağı'nı (Bab-ı Ali) aslına uygun olarak restore ettiriyor. Binanın çatı sistemindeki hasarların giderilmesi planlanıyor. Özellikle kabul salonundaki orta köbekte doğrusal bir çatlama olduğu tespit edilen yapıda iyileştirme çalışmaları yapılacak. Bazı odalarda tavan süslemeleri ihya edilecek binanın, yerinde tespit yapılan mekanlarında kapı kanatları, pencereler gibi genel üsluba uymayan niteliksiz bazı parçalarının değiştirilmesi öngörülüyor. Yeni Şafak, 13.08.2011 |
|
KRAL MEZARI, METAL AKSAMLI BAKTERİ ÜRETMEYEN, ŞEFFAF KAPILARIN KULLANILDIĞI SİSTEMLE KORUNACAK
Muğla
Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı ve Kazı Bilim
Heyeti Üyesi Prof.Dr. Adnan Diler,
Uzunyuva'daki çalışmaların yaklaşık
bir yıldır büyük bir titizlikle sürdürüldüğünü
söyledi. Milas'ta yürütülen tarihi
eser kaçakçılığı operasyonu sonucu ortaya çıkarılan
mezar odasının, Almanya'dan getirtilen özel
ekipmanlarla 24 saat ısı, ışık ve nem oranlarının
takip edildiğini ifade eden Diler, şöyle konuştu:
|
|
AHLAT'IN UNESCO LİSTESİ'NE ALINMASI İÇİN ÇALIŞMALAR SÜRÜYOR
Selçuklu döneminden kalan birçok tarihi eseri barındıran Bitlis'in Ahlat İlçesi'ndeki, 'Eski Yerleşim ve Selçuklu Mezar Taşları'nın, UNESCO Kültür Mirası Listesi'ne alınması için başlatılan çalışmalar devam ediyor.
Ahlat Belediye Başkanı A. Mümtaz Çoban, UNESCO'nun geçici listesinde yer alan Ahlat'ın, bir an önce asıl listeye alınması gerektiğini söyledi. Eski Ahlat şehri ve mezar taşlarının, UNESCO asıl listesine alınmasının sadece Ahlat değil, tüm dünya için önemli olduğunu belirten Çoban, "Ahlat'ın UNESCO'ya hazırlık sürecinin, özellikle de bölgedeki diğer yerlere kıyasla ciddi mesafe kat ettiğini düşünüyorum. Bu süreçte yapmamız gereken görevlerimiz var. Alan çalışması yapmamız lazım. Bu alanda mevcut kültürel dokunun tanımlanması gerekiyor. En büyük avantajımız Ahlat'ın tarihi değerlerinin çok fazla olması. Ahlat'ta adeta konuşan bir tarih yaşıyor." dedi.
Ahlat'taki Tarihi Selçuklu Meydan Mezarlığı'ndaki taşların özel bir konuma sahip olduğunu vurgulayan Çoban, taşların sadece tarihten kalan bir yazıt olarak tanımlanmayacağını kaydetti. Ahlat'taki mezar taşlarının Orhun Yenisey abideleriyle örtüşen bir nitelik arz ettiğini belirten Çoban, şunları ifade etti: "İlçemizde Orhun ve Yenisey'deki yazıtlardan daha zengin olan, daha özel olan bir tarafını da görüyoruz. Bu taşlarda 4 bin yıllık bir medeniyetin izleri var. Türk-İslam medeniyetinin ve İslam aleminin bütün öğeleri taşa işlenmiş. Motiflerin taşa işlendiğini görüyorsunuz. Yani halılara, kilimlere işlenen motiflerin tamamını Ahlat'taki Ahlat Selçuklu Meydan Mezarlığı'nda görme şansına sahipsiniz."
Bu projeyle UNESCO'nun, sadece Ah-lat'ı değil, Türk-İslam medeniyetinin hüküm sürdüğü 55-60 milyon metrekare toprağı sahiplenmiş olacağını söyleyen Çoban, UNESCO'nun böylesine büyük bir değeri kazanacağını ifade etti. Ahlatlıların da bu süreçten kazançlı çıkacağını belirten Çoban, şunları aktardı: "Ecdadımızın mirasını, bu zamana kadar, genel anlamda bir takım teknolojileri kullanarak değil, elimizdeki mevcut imkanlarla koruma yoluna gitmişiz. Bundan sonra bu mirasın korunması için, gerekli tüm teknolojiler kullanılacak. Mezarlık, insanlığın ortak mirasının, yeniden insanlığa sunulması için hazırlanacak. Bu noktada yürütülecek çalışmalarda, gerek Türkiye'nin gerekse UNESCO'nun ciddi derecede gayret göstermesi gerekiyor."
Çoban, "Bu süreçten Türk milleti, Türk dünyası, UNESCO ve dünya büyük kazanç sağlayacak. Ahlat bu eserlerle UNESCO'ya girerse, ülkemizde ve dünyada tarihe ilgi duyan insanların gözü ilçemize dönecek. Kültür ve Turizm Bakanlığımız'ın, Ahlat'ın adaylığı konusu üzerinde, ısrarla durması gerekiyor." diye konuştu. Zaman, 13.08.2011 |
|
78 MİLYON YILLIK GEBE CANAVAR
ABD'nin Kentucky Eyaleti'nde bulunan bir gebe deniz canavarına ait 78 milyon yıllık fosil, 200 yıllık tartışmayı bitirdi. 4.6 m. boyundaki Plesiosaur'un 1.5 m. boyundaki fetüsünün, o zaman yaşayan dev deniz sürüngenlerinin canlı doğum yaptığını ispatladığı öne sürüldü.
Bilim adamları “Bu araştırma Plesiosaur'un canlı doğum yaptığını, yumurta bırakmak için karaya çıkmadığını gösteriyor” dediler. Hürriyet, 13.08.2011 |
|
KAZILARA ASİSTAN OLARAK BAŞLADI, EMEKLİ PROFESÖR OLARAK SÜRDÜRÜYOR
Samsun'un Bafra İlçesi'nde 1974 yılında asistan olarak başladığı İkiztepe kazılarını aralıksız 37 yıldır sürdüren Prof.Dr. Önder Bilgi, emekli olmasına rağmen kazıdan vazgeçmedi.
Samsun yakınlarındaki Dündartepe'de 1940 yılında kazı yapan arkeologlar tarafından keşfedilen İkiztepe'de 1974 yılında başlatılan kazılara asistan olarak başlayan ve profesörlükten emekli olan İstanbul Üniversitesi (İÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Önder Bilgi, 37 yıldır aynı bölgede yaptığı kazı çalışması ile dikkat çekiyor.
İkiztepe'de bugüne kadar yapılan kazılarda bölgede Kalkolitik Döneme (MÖ 5000-4000) ait yerleşmelerin izine rastlanırken, MÖ 4300 ile MÖ 1700 yıllarına kadar da sürekli yerleşim yapıldığı anlaşıldı. Kazılarda Eski Tunç Çağı (MÖ 3000-2000) ve Erken Hitit (MÖ 1900-1800) dönemine ait çok sayıda eser ve kalıntı bulundu.
İkiztepe kazılarını 37 yıldır sürdüren Bilgi, yaptığı açıklamada, İkiztepe kazılarının geçmişle gelecek arasında köprü oluşturduğunu bu nedenle de bölgede kazı çalışmalarını aralıksız sürdürdüğünü söyledi.
Bütün meslek yaşantısındaki arkeolojik kazıları İkiztepe'de geçirdiğini belirten Bilgi, "Bütün meslek yaşantımı bu kazılara adadım, emekli olmama rağmen kazı çalışmalarım sürüyor. Gelecek yıl İkiztepe kazıları ile arkeolojik kazı çalışmalarını tamamen bırakacağım'' diye konuştu. Kazılar nedeni ile Bafra'nın ikinci memleketi olduğunu söyleyen Bilgi, şöyle devam etti: "Burası benim ikinci memleketim oldu. 1972 yılında doktora çalışmalarını tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Ön Asya Arkeolojisi Bölümü'ne asistan olarak katıldım. Benden önce İkiztepe kazılarının başkanı Prof.Dr. Bahadır Alkın'dı. Onun kazı çalışmalarına katılmak için Bafra'ya geldim. İlk defa 1973 yılında geldim. 1974 yılında da kazı çalışmalarına burada başladım."
İkiztepe kazılarında ortaya çıkartılan eserlerin araştırmalara ışık tuttuğunu ve oldukça iyi buluntularla karşılaştıklarını ifade eden Bilgi, ortaya çıkan esenlerin kendisini heyecanlandırdığını ve kazıya olan merakını canlı tuttuğunu kaydetti. İkiztepe ve çevresinde yaşayan insanların ilk defa MÖ 4300 yıllarında bölgeye yerleştiğini ve kesintisiz olarak 1700 yılına kadar burada yaşadıklarını belirlediklerini anlatan Bilgi, bunun çok heyecan verici olduğunu aktardı.
Bilgi, şöyle devam etti: "Bu süreç boyunca insanların burada ahşap evlerde yaşadıklarını gördük. Bunun dışında insanların yaşamını sürdürmek için avcılık, hayvancılık, balıkçılık yaptıklarını ele geçen kemiklerden ve kılçıklardan anladık. Ama esas faaliyetlerinin metalurji olduğunu gördük. Çok sayıda metal eser yani takı, alet, silah ve sembol gibi eserler ürettiklerini belirledik. Bunların sayısının oldukça çok olması bizim dikkatimizi çekti. Anadolu'nun metalurji merkezi olduğu ortaya çıktı. Gün yüzüne çıkan her eser bizi bir o kadar daha heyecanlandırdı ve bugünlere kadar getirdi. '' Zaman, 13.08.2011 |
|
![]() |
ÜRGÜP'TEKİ KAZIDA 10-12 MİLYON YIL ÖNCESİNE AİT KALINTILAR BULUNDU
Nevşehir'in Ürgüp İlçesi'ne bağlı Taşkınpaşa Köyü'nde Miyosen Jeolojik döneme, günümüzden 10-12 milyon yıl öncesine ait olduğu uzmanlarca belirtilen başta zürafa (giraffidae) olmak üzere çeşitli hayvanlara ait fosiller bulundu.
Gazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Paleontolog Doç.Dr. Okşan Başoğlu başkanlığında, Kültür ve Turizm Bakanlığının temsilcisi Asuman Alpagut, bölüm asistanı Simge Gökkoyun ile Yüksek Lisans öğrencileri Tuğçe Şener ve Çilem Sönmez'den oluşan bilimsel araştırma heyeti tarafından yapılan yüzey araştırmaları sırasında, Ürgüp İlçesi'ne bağlı, Taşkınpaşa Köyünün, Kızıl Asma mevkiinde, günümüzden 10-12 milyon yıl önce Üst Miosen dönemine ait olduğu belirlenen, başta zürafa,fil, öküz, koyun, keçi olarak adlandırılan (bovidae), at ve gergedan fosilleri bulundu. Kapadokya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından 2004 yılında bölgede ortaya çıkartılan fil, gergedan, at fosilleri nedeniyle koruma altına alınmıştı. Araştırma heyetinin, Kapadokya bölgesinin değişik merkezlerinde de araştırmalarda bulunacağı belirtildi. Turizm Gazetesi, 13.08.2011 |
2 BİN 500 YILIK YAŞAM ÖLÜM OYUNU
Balıkesir’in Bandırma İlçesi’ne bağlı Ergili Köyü’nün Hisartepe mevkisinde yer alan Daskyleion ören yeri kazılarında, 2500 yıllık 'yaşam ile ölüm arasındaki seyahat'le ilgili bir oyunun buluntularına ulaşıldı. Muğla Üniversitesi öğretim üyesi ve kazı başkanı Doç.Dr. Kaan İren, Daskyleion’da yaşayanların oynadığı bu oyunun Mısır’da icat edilip bölgeye ulaştığını ifade etti.
İren, "Mısır’da icat edilip, oradan Ortadoğu, Kıbrıs ve Anadolu’ya yayılan bu oyun, ölüm ile yaşam arasındaki seyahatle ilgili. Daskyleion’da, Pers giriş yolunda, tahta üzerinde oynandığını belirlediğimiz bu oyunun, aşık kemiği ile 22 kare üzerinde oynandığı biliniyor" dedi. Habertürk, 13.08.2011 |
|
TÜRBENİN ALTINA TÜNEL
Amasya'nın Gümüşhacıköy İlçesi'nde türbedeki mezar soymak için bitişikteki
Edinilen bilgiye göre, Amasya'nın Gümüşhacıköy İlçesi'ne bağlı Güblüce Köyü'nde bulunan Hasan Dede Türbesi'ni soymak için mezarın bitişiğindeki bahçe duvarının altından tünel açan V.Y, O.Ç, Y.B ve Y.K adlı şahıslar İlçe Jandarma Komutanlığı ekipleri tarafından kazı yaptıkları esnada suçüstü yakalandılar. Sabah, 13.08.2011 |
|
MİLLİ SARAYLAR'A YOĞUN İLGİ
TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı'na bağlı 9 tarihi mekanı, yılın ilk yarısında 657 bin yerli ve yabancı turist ziyaret etti.
Aynı mekanlar geçen yılın ilk yarısında 565 bin kişi tarafından ziyaret edilmişti. En fazla ziyaretçiyi 194 bini yerli, 252 bini yabancı olmak üzere toplam 446 bin ziyaretçi ile Dolmabahçe Sarayı ağırlarken, Beylerbeyi Sarayı'nı 67 bini yerli, 45 bini yabancı olmak üzere 113 bin turist gezdi. Zaman, 13.08.2011 |
|
|
EDEBİYAT MÜZESİ AÇILIŞA HAZIR
Birinci Dünya Savaşı döneminde Yoncalık Mahallesi'ndeki askeri kışla içerisinde yer alan 1800’lü yıllardan kalma tarihi Askeriye Hamamı, 500 bin lira harcanarak 12 yılda restore edildi. Eksikleri giderilip doğalgaz bağlandıktan sonra Kültür ve Turizm Müdürlüğü'ne bağlı Resim, Heykel ve Sanat Galerisi olarak kullanılması kararlaştırılmış olmasına karşın tarihi binanın kapısı yaklaşık 2 yıldır kilitli.
Erzurum Gazetesi, 13.08.2011 |
ANİ HARABELERİNE BÜYÜK ONUR
Kars Kültür ve Turizm Müdürü Hakan Doğanay, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Kars'a 42 kilometre
uzaklıktaki Ani Ören Yerinde Firikler, Urartular,
Anadolu Selçukluları ve Osmanlıların yaşadığını
söyledi. Cnn Türk, 13.08.2011 |
|
![]() |
TARİHİ GÜLÜK CAMİİ ADETA DÖKÜLÜYOR
Tarihi Gülük Camii son zamanlarda bakımsızlıktan adeta dökülüyor. Eşi benzeri olmayan mihrabıyla Kayseri’de tarihi bir miras olan Gülük Cami cemaati yetkilileri göreve davet ediyor.Vakıflar?Bölge Müdürlüğü denetiminde olan caminin yapımı için müracat eden vatandaşlara izin çıkmazken, vakıflar yada anıtlar kurulu ise camiyi onarmak için bir girişimde bulunmuyor.
KaYseri Gündem, 12.08.2011 |
BAŞKAN TEKİN, KİLİSE RESTORASYONUNU DEĞERLENDİRDİ
Samsun`un Tekkeköy
İlçesi'ndeki 3 ayrı kilisenin
onarılarak, kültür ve turizme kazandırılması
çalışmalarına tepkiler sürerken, ilçe belediye
başkanı eleştirilere tepki gösterdi.
Samsun Haber, 12.08.2011 |
|
KÜLTÜR BAKANLIĞI'NA GEREK KALMAYACAK
Devletin kültür sanat alından elini çekmesi gerektiği tartışmaları AKP’nin iktidara geldiği ilk yıllara kadar dayanıyor. 2002 yılında Türkiye İşverenler Sendikası Konfederasyonunun hazırlayıp hükümete sunduğu raporda kamunun yeniden yapılandırılması çerçevesinde devletin kültür sanat alanından çekilmesi gerektiğini söylenmişti. Kültür Bakanı Günay, bu konuda kendinden önceki dönemden çalışmalar olduğunu verdiği röportajda da belirtiyor. Hükümetin seçim programında da Kültürü Yaygınlaştırma Projesi (KÜYAP) eliyle devlet kurumlarının yerel yönetimlere devriyle ilgili çalışmalar yapılacağı ifade edilmişti. Belediyelerin bütçeleri gereği istikrarlı bir çalışma yürütemezken devraldıkları devlet kurumlarını işletememeleri sonucunda özel sektöre “devretmek zorunda kalacakları”nı düşünmek için kahin olmaya gerek yok. Kültür Sanat Sen Genel Başkanı Yavuz Demirkaya, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü’nü Bakanın değindiği konularda açıklama yapmaya çağırıyor. Genel Müdürün her defasında “böyle bir çalışma yok” demesini eleştiren Demirkaya, “sendikanın eleştirileri göz ardı ediliyor” dedi.
Bakan Günay’ın, röportajında değindiği bir diğer önemli konu; sanat üretiminde performans. Kültür sanat alanında memur zihniyetinin kalması gerektiğini söyleyen Günay, “performansa ve üretkenliğe dayalı bir sistem” geliştireceklerini vurguluyor. Kültür Sanat Sen Genel Sekreteri Efser Akman, performans sisteminin hali hazırda uygulandığını ve çalışanların birçok mağduriyeti olduğunu dile getirdi.
AKM’deki son durumu da değerlendiren Günay, Kültür Merkezi’ni 2011-2012 sezonunda açmayı umut ettiklerini belirtiyor. Devlet bütçesiyle bu sorunun aşılamayacağını savunan Günay, AKM’nin açılmasını sponsor bulunması koşuluna bağlamaktan çekinmiyor. Bu durumun sorumlusu olarak Avrupa Kültür Başkenti Ajansını görüyor. Gazetemiz yazarı, tiyatro eleştirmeni Üstün Akmen, bir kez daha AKM’nin teknik sorunlarının çözülmesi için ajansa bakanlık tarafından aktarılan 70 milyon liranın ne olduğunu soruyor.
Sanatçıların sınırı aştıklarında, kendisinin hükümetle sanatçılar arasında köprü olduğundan bahseden Günay’ın sınırdan kastettiğinin ne olduğunu sorduğumuz, TOMEB Temsilcisi Orhan Kurtuldu’dan “sanat çevreleri hukuki olmayan yıkımlara tutum aldıkları için sınırı aştılar” yanıtını aldık.
Yavuz Demirkaya (Kültür-Sen Genel
Başkanı)
Üstün Akmen (Tiyatro Eleştirmenleri
Birliği Başkanı)
Efser Akman (Kültür-Sanat Sen Genel
Sekreteri)
Savaş Aykılıç (İstanbul Devlet
Tiyatrolarında sahne amiri)
Orhan Alkaya (İstanbul Şehir Tiyatroları
Eski Genel Sanat Yönetmeni, oyuncu, yönetmen)
Serpil Tamur (Devlet Tiyatrosu Oyuncusu)
Orhan Kurtuldu (Tiyatro Oyuncuları Meslek
Birliği-TOMEB İstanbul Temsilcisi)
Evrensel, Haber: İsmail Afacan, 12.08.2011 |
|
GÖKÇEK, AOÇ'DEN YOL GEÇİRİYOR Cumhuriyet Ankara, 12.08.2011 |
|
YAZMA ESERLER MİLLİ KÜTÜPHANE KORUMASINDA
Cnn Türk, 12.08.2011 |
|
VAKIFLAR'DAN RESTORASYON KARŞILIĞI KİRALIK KARGİR HAN
Vakıflar Genel Müdürlüğü İstanbul 1.Bölge Müdürlüğü,
Fatih (Eski Eminönü)
İlçesi'ndeki
539 metrekare kargir hanı, 35 yıllığına restorasyon
karşılığı kiraya vermek üzere ihale açtı. Buna göre
Fatih İlçesi Çelebioğlu Mahallesi, Saka Mehmet
Sokak, 39 parselde kayıtlı, eski eser tescilli
altında iki mağazası olan kargir ikinci vakıf hanı
ve baraka dükkan vasıflı taşınmaz, 35 yıllığına
restorasyon karşılığı kiraya verilecek. Yapı, 11.08.2011 |
|
Olympos'ta kazıların devam ettiğini, gün yüzüne
çıkan antik kente turistlerin ilgisinin her geçen
gün arttığını belirten Erkan Uçkan, planlama
yapılmadığı taktirde antik kentin çok büyük zarar
göreceğini ifade etti. Sadece ören yerinin
korunmasını değil, çevresiyle bütüncül bir korumayı
esas aldıklarını anlatan Uçkan, ''Yapılan kazılar
sonucunda bu antik kent, gün yüzüne çıkacak. Bu
alanın restorasyonu için girişimimiz var. Ören
yerinin çevresini kontrol altına alamazsak Side
örneği ile karşılaşırız. Bölge zarar görmeden,
bölgenin planlamasını yapmak istiyoruz'' ifadesini
kullandı. Olympos'un çevresindeki yapılaşmanın kontrolsüz
olduğunu, bölgede otoparktan altyapıya kadar bir çok
sorun bulunduğuna dikkati çeken Erkan Uçkan,
''Yapılacak planlama ile altyapı sorunu çözülmüş,
ören yerine zarar vermeyen bir yapılaşma çıkacak.
Bölgede kontrol edilebilir bir turizm hedefliyoruz.
Bunun için tesis sahipleriyle, bölge halkıyla, sivil
toplum örgütleriyle görüşüyoruz'' dedi. Her gün üzerinden yaklaşık 10 bin kişinin geçtiği
ören yerinin korunmasının önemini vurgulayan Erkan
Uçkan, tarihi kentin bekçisinin olmadığına dikkati
çekti. Yaptıkları girişimler sonucunda jandarmanın
bölgede güvenliği sağladığını söyleyen Uçkan,
''Bütün ören yerlerinde bekçi var ama burada bekçi
yok. 1,5 aylık kazı çalışmasını tamamladık, bölge
şimdi Allah'a emanet'' dedi. Yazır Köyü muhtarı Halil Karataş, bölgenin koruma altına alınması gerektiğini ifade ederken, ''En kötü plan plansızlıktan iyidir'' dedi.
Kemer Gözcü, 07.08.2011 |
7 - 13 Ağustos 2011 |
|
TARİHİ ESER SATARKEN SUÇÜSTÜ Aydın Emniyeti Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Müdürlüğü ekipleri, Didim’de H.A. (46) ile oğlu E.A.’nın (23) tarihi eser satmak için müşteri aradıklarını belirledi.
Bunun üzerine alıcı rolündeki polisler, baba oğulla bağlantı kurdu. Belirtilen adreste iki zanlı ile buluşan polisler, Roma Dönemi’ne ait olduğu belirlenen iki Meryemana heykeli için pazarlığa başladı. Pazarlığın ardından gerçek kimliğini açıklayan polisler, babayla oğlunu gözaltına aldı. Bir kucağından bebekle tasvir edilmiş, pişmiş topraktan yapılmış, 27 ve 17 santimetre boyundaki iki Meryemana heykeline el konuldu. Hürriyet Ege, 12.08.2011 |
|
![]() |
HOŞAP KALESİ'NE YENİ DÜZENLEME Van-Hakkari karayolu üzerindeki Güzelsu beldesinde dik bir kaya kütlesi üzerine kurulan kale, ihtişamıyla adeta ziyaretçilerini büyülüyor. Gözetleme kulesi, surları, burçları ve beden duvarları bulunan kalenin iç mekanlarındaki mescit, fırın, zindan, seyir köşkü ve harem odaları ise yapılan kazı çalışmaları sonucu gün yüzüne çıkarıldı. Her gün onlarca yerli ve yabancı turist tarafından ziyaret edilen kalenin etrafındaki sit alanı içerisinde kalan ev ve dükkanların kaldırılması için de çalışma başlatıldığı belirtildi.
Van’ın Gürpınar Kaymakamı Nurullah Kaya, sit alanı içerisinde kalan ev ve dükkanlar için çalışma başlattıklarını söyleyerek, “Van Valiliği, Gürpınar Kaymakamlığı ve İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü olarak ortak bir çalışmamız var. İlk etapta sit alanı içerisinde kalan 34 evin kamulaştırması için çalışıyoruz. Vatandaşlarımızın en az seviyede zarar görmesi için elimizden geleni yapıyoruz. Günbaşı yol ayrımı mevkisinde 70 dönümlük bir arazi var. Buradaki evleri oraya taşımak için çalışıyoruz. Kalenin etrafındaki dükkanlar için de çalışmalarımız var. Buradaki 20’ye yakın dükkanı tarihi yapıya uygun bir şekilde ya restore edeceğiz ya da kamulaştıracağız. Ayrıca kalenin çevre düzenlemesi için de Yüzüncü Yıl Üniversitesi ile ortaklaşa Doğu Anadolu Kalkınma Ajansı’na (DAKA) verilmek üzere bir proje yürütüyoruz. Bu çalışmalardaki tek amacımız tarihi yeniden canlandırmaktır” dedi. Anayurt Gazetesi, 12.08.2011 |
ÖZGÜRLÜK ANITI BAKIMA ALINIYOR
New York'un simgesi Özgürlük Anıtı, bakım ve onarım için ziyaretçilere kapatılacak.
ABD İçişleri Bakanı Ken Salazar, yaptığı açıklamada, Özgürlük Anıtı'nın ekim ayı sonundan itibaren bir yıl süreyle kapatılacağını söyledi. Salazar, 27,25 milyon dolara mal olması beklenen yenilemeyle anıtın daha güvenli olacağını bildirdi. Bakım süresince Özgürlük Anıtı'nın bulunduğu ada ise ziyaret edilebilecek. Anıt 11 Eylül saldırılarından sonra güvenlik gerekçesiyle bir süre ziyarete kapatılmıştı. Zaman, 12.08.2011 |
![]() |
KAMU BİNALARI REZİDANSA, OTELE DÖNÜŞECEK Habertürk, 12.08.2011 |
|
3800 YILLIK KÜP
Aksaray'da 3 bin 800 yıllık küp bulundu. Yapılan arama sonucu Yeşilova beldesinde metruk bir evin kilerinde bir küp bulduklarını söyleyen Aksaray Müze Müdürü Yusuf Altın, 'Asur ticaret kolonileri çağından günümüze ulaşan 'Pithos' adı verilen pişmiş topraktan olan küp, zahire deposu olarak yapılmış. Akşam, 12.08.2011 |
|
İSTANBUL'UN 400 YILI SAKLI ODALARDAN ÇIKTI
Sergide 1600'lü
yıllardan başlayan seyahatnamelerden nadir örnekler
ile İstanbul kitapları da yer alıyor. İlk ve en ünlü
İstanbul gravürlerini hazırlamasıyla tanınan Fransız
seyyah, mimar ve ressam Antoine Ignace Melling'in
1819 tarihli İstanbul ve Boğaziçi'nde Seyahat kitabı
da sergide bulunuyor. Tüm dünyada yalnızca 100
kopyası bulunan ve zarar görmemesi için kütüphanenin
özel koleksiyon odalarında tutulan eser, İstanbul'un
günlük hayatını, cenaze törenlerini, av gezilerini,
pikniklerini resmetmesiyle, bu alandaki en yetkin
eserlerden biri olarak nitelendiriliyor. Yaklaşık 40
kitabın bulunduğu sergide, ünlü seyyah Melling'in
gravürleri duvarlarda sergileniyor. 28 Ağustos'a
kadar açık kalacak serginin küratörlüğünü
kütüphanenin nadir eserlerle ilgilenen uzmanı
İrfan Dağdelen,
metin kurgularını ise aynı bölümden Selçuk Aydın
üstlenmiş.
Küratör Dağdelen,
sergiye konu olan zaman aralığının 16, 17 ve 18.
yüzyılı kapsamasının sebebini şöyle açıklıyor: "16.
yüzyıl sosyal hayatta ve mimaride Osmanlı'nın çok
parlak olduğu bir dönem. Biz, araştırmacılara sadece
bunu değil, çökme dönemini ve bu çökmenin
başlangıçlarını da göstermek istedik. Sergide 1901
tarihli kahvehane fotoğrafları da var," diyor.
Dağdelen'e göre her seyyah İstanbul'u farklı
anlatmış: "Kimi muhteşem bir Osmanlı anlatıyor, kimi
önyargılı davranmış. Oryantalist gözle bakanlar da
var yabancılara karşı nezaketten bahseden de. Her
çeşit bakış açısı var." Habertürk, 11.08.2011 |
|
TABAE ANTİK KENTİ ORTAYA ÇIKTI
Ersoy, AA muhabirine yaptığı açıklamada, restorasyona hazır hale getirdikleri sarnıçta, Roma dönemine ait fikir verecek yüzlerce pişmiş toprak kap, bronz sikke ve heykel parçasına ulaştıklarını belirtti.
Roma sarnıcının,
içerdiği buluntular kadar, mimari açıdan özellikler
taşıdığını dile getiren Ersoy, şunları söyledi:
''Ortalama 3 metreyi aşkın dolgu içeren sarnıcın
temizliği hayli zaman aldı. Ancak çalışmalar sonunda
kentin Roma dönemi tarihi hakkında bilgi verecek çok
sayıda buluntuya ulaştık. Sarnıçta MS 2 ve 3.
yüzyıllara ait 50'yi aşkın pişmiş toprak kap
bulundu. Beşik tonozla örtülü iki birimli yapının
zemininde kullanılan tuğla kaplamalar büyük ölçüde
sağlam olarak günümüze ulaşmış. Büyük ölçüde sağlam
durumdaki sarnıcın restorasyonunun yapılarak teşhire
açılması kent için önemli.'' ''Büyük İskender'in Makedonya İmparatorluğu'ndan sonra kurulduğu tahmin edilen şehir, Karya, Helen, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı ve hatta Türkiye Cumhuriyeti döneminde 1954 yılına kadar yerleşim yeri olarak kullanılmış.
Daha sonra sık sık deprem olması sebebiyle afet bölgesi ilan edilmiş ve boşaltılmış. Taşınmak istemeyenler de şimdiki Kale İlçesi'ne yerleştirilmiş. Şehirde 1702 ile 1703 yıllarındaki depremlerde toplam 12 bin kişinin öldüğü biliniyor.''
Roma dönemine ait kayalara oyulmuş evlerin bulunduğu antik şehirde, toprak üstünde iki cami, bir hamam, bir çeşme ve bir sebilin günümüze kadar gelebildiğini belirten Ersoy, sözlerini şöyle sürdürdü: ''13. yüzyıla kadar Bizanslıların elinde bulunan Tabae, daha sonra Türklere geçti. İsmi de Kale-i Tavas oldu. Menteşe Beyliği'nin önemli şehirlerinden biri haline geldi ve önemini Osmanlı döneminde de korudu. Burayı 1330'lu yıllarda gören İbn-i Batuta, eserinde sadece kalesinden bahsediyor. Evliya Çelebi ise 1670'li yıllarda şehrin 50 ev ve bir cami içeren iç kaleyle 300 ev, beş mahalle, beş cami, bir han, bir hamam, üç mektep, üç sebil, iki tekke ve altı zaviyesi olan bir dış kaleden oluştuğunu anlatıyor.'' Akşam, 11.08.2011 |
|
PİRAMİTİN SIRRINI ROBOT ÇÖZECEK
Dassault Systèmes, araştırma ve inceleme teknolojileri konusunda faaliyet gösteren İngiliz Scoutek şirketi ve İngiltere’nin Leeds Universitesi ortaklığıyla oluşturulan Djedi Robot Mission takımına destek vererek piramitlerdeki kuyuları keşfetmek için Djedi adını verdiği araştırma robotunu 4,500 yıldır gözlerden uzak olan kraliçenin odasına göndermek üzere tasarladı. Hala keşfedilmemiş odalar ve kapılar bulunan Büyük Piramit’de aynı zamanda gizli geçitler olduğu da iddia ediliyor.
3 boyutlu ortamda tasarlanan ve simülasyonları gerçekleştirilen Djedi robotu, piramitlerin içindeki çalışma alanında hata oluşmayacak şekilde tasarlandı. Robot Büyük Piramit’in içindeki küçük geçitlerden geçti ve bugüne kadar gün yüzüne çıkmamış kırmızı işaretler ve grafitilerin fotoğraflarını çekti.
DS’in Passion for Innovation (İnovasyon Tutkusu) projesi destekçisi ve Harvard Üniversitesi Eski Mısır Bilimcisi Peter Der Manuelian “Kırmızı boyalı işaretler, numaralar ve grafitiler Giza çevresinde oldukça yaygın. Bunlar genellikle masonların veya tutukluların işaretleri anlamına gelen rakamların, tarihlerin ve hatta çetelerin isimleri” diye konuştu. Uzmanlar, yeni keşfedilen sembollerin piramit içerisinde yer alan kuyuların anlaşılmasında rol oynayabileceğini düşünüyor.
Dassault Systèmes İnteraktif Strateji Direktörü Mehdi Tayoubi 3 boyutun sadece mühendisler için gerekli bir araç olmadığını, bu macerayı tam anlamıyla tecrübe etmenin en iyi yolunun 3 boyutlu deneyimlerden geçtiğini belirtiyor. Dassault Systèmes’in 3 boyutlu mühendislik deneyimleri ve en ileri 3D teknolojileri Djebi robotunun geçtiği kuyuları ve geçitleri 3 boyutlu olarak canlandırabiliyor.
Djedi Roboto Projesi ekibinin çalışmalarına 2011 yılı sonuna kadar devam etmesi ve 2012 yılı başında konuyla ilgili detaylı bir rapor yayınlaması bekleniyor. Elde edilen resimler ve proje raporları aynı zamanda Mısır Eski Yapıtları Yüksek Şurası’nın resmi yayın organı Annales du Service Des Antiquités de l’Egypte (ASAE)’in 84. sayısında da yayınlandı. Ntvmsnbc, 11.08.2011 |
|
BU FOTOĞRAFLAR BERLİN BİT PAZARINDAN ÇIKTI
Türk koleksiyoner Tuncay Demirtaş, Berlin'deki bir bit pazarında gezinti yaptığı sırada, üzerinde Türkiye yazan fotoğraf diaları ve 16 milimetre çapındaki filmlerin dikkatini çektiğini söyledi.
Fotoğraflarda kazı çalışmalarına katılan köylüler ve kazı ekibinin görüldüğünü belirten Demirtaş, şöyle konuştu: “Almanya'da Nemrut Dağı'nın kazı fotoğraflarını görünce çok şaşırdım. Bu fotoğrafları daha önce basılı olarak hiç görmemiştim. Dağda bulunan mezar alanları ve heykellerin ortaya çıkarılışlarını gösteren bu fotoğrafları çeken kişinin, kazılara katılan bir araştırmacı olan Dr. Lothar Carlowitz olduğunu belirledim. Filmlerde ayrıca Kahta İlçesi'ndeki tarihi yerlerin genel görüntüleri de yer alıyor. Satıcıdan filmleri çeken kişinin öldüğünü ve koleksiyonunun satıldığını öğrendim. Nemrut fotoğraf ve filmlerinin yanı sıra bu kişinin koleksiyonundan çıktığı belirlenen Kapadokya ve İstanbul ile ilgili çok ilginç fotoğraflar ve görüntüleri de bit pazarında buldum.”
1950 yılında Profesör Karl Dörner başkanlığındaki Türk-Alman ekibi tarafından restorasyon çalışmaları yapılan Nemrut Dağı'nda, 1989 yılından itibaren Prof.Dr. Sencer Şahin kazı ve restorasyon çalışmaları yapmıştı. Hürriyet, 11.08.2011 |
|
|
23 MİLYON YILLIK BÖCEK FOSİLLERİ BULUNDU
Perulu |
KORSAN KÖYÜ'NDE YAŞAM CANLANIYOR
Bodrum’un 800
yıllık tarihi geçmişe sahip Karakaya Köyü,
restorasyon çalışmasıyla ayağa kaldırıldı. 60 evden
35’inin aslına uygun olarak yenilendiği köyde, son
olarak Gümüşlük Belediyesi’nin katkılarıyla 300
yıllık Osmanlı mescidi ve bahçesindeki ev restore
edildi. Milliyet Ege, Haber: Yaşar Anter, 11.08.2011 |
|
![]() ![]() |
İSTANBUL 'SİT' FAKİRİ ÇIKTI
Osmanlı ve Bizans İmparatorluklarına yüzlerce yıl başkentlik yapmış İstanbul’un, yalnızca 176 sit alanına sahip olduğu ortaya çıktı.
Sit alanları bölgesel olarak değerlendirildiğinde ise İç Anadolu Bölgesi öne çıkıyor. Türkiye’deki toplam sit alanlarının yaklaşık dörtte biri bu bölgede bulunuyor. 2 bin 896 sit alanına sahip bölgeyi, az bir farkla Ege izliyor. Habertürk, 11.08.2011 |
SEYİT BATTAL GAZİ KÜLLİYESİ'NDE İNCELEME
Eskişehir Vali Vekili Ekrem Ballı, Vakıflar Bölge Müdürü Hasan Gök ile Eskişehir'in Seyitgazi İlçesi'nde 1207 yılında yaptırılan ve restorasyon çalışmaları tarihi dokuya uygun yapılmadığı iddia edilen Seyit Battalgazi Külliyesi'nde incelemelerde bulundu.
Ballı, incelemelerin ardından gazetecilere yaptığı açıklamada, elektrik borcu nedeniyle külliyenin aydınlatılamadığını, bu borcun, külliyenin eksikliklerini gidermesi gereken müteahhitten kaldığını kaydetti.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından, elektrik borcu bırakan müteahhide bunun ödenmesi konusunda talimat verildiğini bildiren Ballı, şöyle konuştu: ''Elektrik probleminin bir an evvel çözüme kavuşturulması gerekir. Burası uzun süredir işlevine uygun kullanılamıyor. Külliyenin kurum ya da kurumlar tarafından amacına uygun kullanılması gerekir. Seyitgazi Belediyesi ve Seyit Battalgazi Vakfının bugüne kadar çeşitli girişimleri oldu ama bazı sıkıntılardan dolayı bu durum aşılamadı. Ancak bu saydığım kurumların görüşleri doğrultusunda ya müşterek ya da talep eden kuruluşlardan birine tahsisi suretiyle buranın işlevine uygun olarak ziyarete açılması lazım. Anadolu Üniversitesi, Vakıflar Bölge Müdürlüğüne külliyenin işletimi konusunda çağrıda bulunmuş. Vakıflar Bölge Müdürlüğümüz bunun çalışmasını yapıp genel müdürlüğe sunacak. Ancak Seyitgazi Belediyesi, Seyitgazi Kaymakamlığı ve Seyit Battalgazi Vakfının görüşleri bizim için önemli. Eskişehir Valiliği olarak sorunların çözüme kavuşması için elimizden gelen gayreti sarf edeceğiz.''
Bir gazetecinin, ''Külliye, kısa süre önce restore edildi. Hatalı restorasyon var mı?'' sorusu üzerine Vakıflar Bölge Müdürü Hasan Gök, ''Külliye, Koruma Kurulunun verdiği onay doğrultusunda restore edildi. Eksiklikler giderildi. Restorasyonda hata söz konusu değildir'' dedi.
Öte yandan, külliyeyi ziyarete gelen bir grup vatandaş, elektriğin olmamasını Ballı'ya şikayet etti. Ballı da külliyenin en kısa zamanda aydınlatılacağını bildirdi.
Ziyarette, Seyitgazi Kaymakamı Ahmet İhsan Çiğil, Seyitgazi Belediye Başkanı Adnan Yalçınşen, Seyit Battalgazi Vakfı Başkanı Sırrı Kabadayı da hazır bulundu. Akşam, 11.08.2011 |
|
KİLİSE RESTORASYONUNA MHP'DEN TEPKİ
Samsun İl Genel
Meclisi'nin Tekkeköy İlçe Belediyesi'nin talebi
üzerine, ilçedeki tarihi kiliselerin ortak
çalışmayla restore edilmek istenmesine Milliyetçi
Hareket Partisi'nden (MHP) tepki geldi. Samsun Haber, 11.08.2011 |
|
ÇİNE'DE HİTİT İZLERİ
Hacettepe Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Sevinç Günel başkanlığında sürdürülen Tepecik Höyüğü kazılarında, Hititlerin bölgede bulunduğuna dair önemli bulgulara ulaşılırken, günümüzden 7 bin yıl öncesinde bölgede yaşamın olduğu belgelendi. Hacettepe ve Trakya Üniversitesi Arkeoloji bölümlerinden 14 öğrenci ve 15 işçi ile sürdürülen kazı çalışmalarında bulunan kemik ve fosilleri inceleyen ODTÜ Yerleşim Arkeolojisi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Evangeila Pişkin, hayvan fosillerinin coğrafyadaki türlerin tespiti açısından önemli bulgular olduğunu söyledi. Yrd. Doç.Dr. Pişkin, “Bu yılki kazılarda gün ışığına çıkartılan ve 4 bin 500 yıl öncesine ait olduğu tahmin edilen yetişkin bir erkek geyiğe ait boynuz ve 5 bin yıl öncesine ait vahşi bir köpek ya da çakal kemikleri bulundu. Çıkartılan fosil ve kemikler koruma altına alınıp, inceleme ve tespitleri tamamlandıktan sonra Aydın Müze Müdürlüğü’ne teslim edilecek” dedi.
Kazı Başkanı Prof.Dr. Sevinç Günel de, 7 bin yıl öncesinde bölgede yaşamın bulunduğunu ortaya koyan Tepecik Höyüğü kazılarında elde edilen bulguların, geçmişte bölgenin kültürel ve ekonomik açıdan önemli bir merkez olduğunu gösterdiğini söyledi. Prof.Dr. Günel şöyle konuştu: “Kazının en başından bu yana önemli bulgulara ulaştık. Son iki yılda elde ettiğimiz neticelerle bronz çağlarına ait kültür tabakalarının kronolojik gelişimini ortaya koyabildik. Ayrıca geç Tunç Çağı’na ait mevcut kalıntıları da elde ettik. Bu bulgular bize, Tepecik Merkezi’nin bu bölgede ekonomik anlamda güçlü olduğunu ve bölgeler arası önemli ticari ilişkilere sahip olduğunu gösterdi. ”
En önemli buluntular arasında Son Tunç Çağı’na ait iki mühür baskısı yer aldığını ifade eden Prof.Dr. Günel, “Bu bulguları önemli kılan, üzerinde Hitit hiyeroglif işaretinin yer alması. Böylece Tepecik’in Orta Anadolu Bölgesi’nde Hitit kültürü ile bağlantılarını ortaya koyduk. Aynı döneme tarihlendirilen, elde ettiğimiz Miken boya bezeli kaplar da Tepecik’in Miken kültürü ile olan ilişkilerine ışık tutmuştur” dedi.
Kazılarda elde ettikleri önemli bir buluntunun da erken Tunç Çağı’na ait mezarlar olduğunu kaydeden Prof.Dr. Günel, “Bu mezarlar, toprak ve pitos (küp) mezarlardır. Tanıdığımız ölü gömme geleneği ile benzerlik göstermektedir” diye konuştu. Prof.Dr. Günel, mezarlarda bulunan iskeletlerin Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü’nde, yontma taş devri obsidyen ve çakmak taşı aletlerin ise Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Prehistorya bölümünde incelendiğini kaydetti. haberler.com, 10.08.2011 |
|
TEKKEKÖY MAĞARALARI KAMULAŞTIRILIYOR
Tekkeköy Belediye Başkanı Hayati Tekin'in mağaraları turizme açmak amacıyla sürdürdüğü çalışmalar olumlu şekilde devam ediyor. Sahipsizlik sebebiyle definecilerin kaçak kazı mekanlarından biri olan milattan önce 600 bin yıl öncesine (Neolitik çağ) ait Tekkeköy İlçesi'nin 23 Nisan Mahallesi'ndeki mağaralar, çok sayıda uygarlığın izlerini taşıyor. Tunç devri ile Hitit, Frig, Pontus Rum, Roma, Bizans, Anadolu Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerine ev sahipliği yapan mağaralardan 1941 yılında buradaki mezarlarda yapılan arkeolojik kazılarda Anadolu'da bir benzeri daha olmayan çarkta çekilmiş deve tüyü, al renkli kiremitler olmak üzere çok sayıda kalıntı çıkarılmıştı.
Samsun İl Özel İdaresi ile Tekkeköy Belediyesi'nin 'Tekkeköy Mağaralarının Turizme Kazandırılması Projesi' kapsamında yürüttükleri çalışmalar hızlandı. Samsun Kültür Varlıkları ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu kararıyla 1. derece arkeolojik sit alanı ilan edilen mağaralar, çevresindeki yapıların yıkılıp, oluşturulacak doğal rekreasyon alanları ve müze ile doğa turizmi severlerin beğenisine sunulacak. Bu amaçla eserin çevresindeki 5'i ev 12 adet yerleşim yeri, mülkiyet sahipleriyle yapılan görüşmeler sonucunda kamulaştırılmaya başlandı. 25 bin 611 metrekarelik alanda yapılan kamulaştırmalara destek veren mülkiyet sahipleri, Tekkeköy Tapu Müdürlüğünde Tekkeköy Belediyesi Başkan Yardımcısı Hüseyin Şenel ile imzaları atarak yerlerini belediyeye devretti. Mülkiyet sahipleri, kamulaştırma bedeli olan 1 milyon liranın kendilerine ödenmesini bekliyor.
Evlerin yıkılmasının ardından 340 bin metrekarelik 1. derece sit alanında bilimsel kazılar yapılarak tarihi doku ortaya çıkarılacak. Mekanın ve çevresinin düzensizliği giderilecek, arazinin etrafı çevrilecek, kamera sistemleri kurulup, ışıklandırılacak. Ayrıca doğal yürüme alanları, yağmur barınakları, otopark ve uygun yerlerde ören yerleri yapılacak Giriş çıkışlar ise belirlenecek noktalardan kontrollü olarak yapılacak.
Çalışmalar hakkında bilgi veren Tekkeköy Belediye Başkanı Hayati Tekin, uğraşlarının meyvelerini vermeye başladığını söyledi. "Seçildiğim günden beri en büyük hayalim mağaraları turizme kazandırmaktı. Vatandaşlarımızın da desteği ile çalışmalarımız meyvelerini vermeye başladı." diyen Başkan Tekin, şunları söyledi: "Sit alanı içinde 5 tane ev, 6 -7 tanede bahçe ve hayvan barınağı vardı. Vatandaşlarla görüşerek biçilen değer karşılığında buraları kamulaştırıyoruz. Ödemelerini yapıp yıkımına başlayacağız. Bunlardan birinin Rumlar'dan kalması sebebiyle tarihi özelliği olması söz konusu. Onu yıkamazsak bir müzeye çevirip geçmiş çağlardan bu güne kadarki toplumların yaşantılarını göstereceğiz." Tekkeköy mağaralarının ilçenin çehresini değiştireceğini ifade eden Başkan Tekin, "Yapılacak kazı çalışmalarında elde edilen veriler gün yüzüne çıktıkça Tekkeköy mağaralarını herkes görmek isteyecek. İmkanlar ölçüsünde bu eseri dünyaya tanıtacağız. Zaman içinde de küçük mağara otellerle çok güzel dizayn edilmiş mekanlar meydana getireceğiz." ifadelerini kullandı. Samsun Haber, 11.08.2011 |
|
ÇAYCUMA'DA TÜMÜLÜS TESPİT EDİLDİ
Zonguldak’ın Çaycuma İlçesi'nde, Hellenistik ya da Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen 3 tümülüsten definecilerin zarar vermediği belirlenen birin de kazı çalışması yapılması hedefleniyor.
AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, Çaycuma İlçesi'ne bağlı Filyos beldesindeki Tieion antik kentinde süren kazı çalışmalarını yürüten Karabük Üniversitesi Arkeoloji Bölümü ve Kazı Ekibi Başkanı Prof.Dr. Sümer Atasoy, ilçe merkezindeki gezileri sırasında 3 tümülüs tespit etti.
Tümülüslerin çevresinde yaptığı araştırmada definecilerin mezarlara ulaşılabilmek için 2′sinde kazılar yaptığını gören Prof.Dr. Atasoy, zarar verilmeyen alanda kazı başlatılabilmesi için Çaycuma Belediye Başkanı Mithat Gülşen ile görüşme yaptı.
Prof.Dr. Atasoy, Aa muhabirine yaptığı açıklamada, ilçe merkezine yakın bölgede 3 tümülüse rastladıklarını, bunlardan 2′sinin çevresinde açılan çukurlardan defineciler tarafından hırsızlık yapıldığını tahmin ettiklerini söyledi.
Tümülüslerin kral ya da zengin bir aileye ait olduğunu düşündüklerini anlatan Prof.Dr. Atasoy, şunları kaydetti: “Mezarların dönemini ve kime ait olduğunu kazmadan öğrenmek mümkün değil. Bunların Hellenistik ya da Roma dönemine ait olduğunu tahmin ediyoruz. Bu mezarlar, yerleşim alanları haricinde yapılıyor. Gelen geçen yolcuların görmesi amacıyla yol güzergahları ya da nehir kenarları ile yüksek tepelerde bulunuyorlar. Bunlara ‘anıt mezar’ diyoruz. Tümülüs zaten yığma tepe demek. Onun altında mutlaka bir mezar odası vardır. Önce mezar odasını yaparlar, ölüyü gömerler, onun üzerine anıtsal gözükmesi amacıyla üçgen yığma tepe oluştururlar. Bizim kazı yapmak istediğimiz 6-8 metre yüksekliğinde bir tepe. Tümülüslerden 2′si kurcalanmış. Ancak mezarı bulup bulmadıkları bilmiyoruz. Çünkü, mezar odası her zaman tam merkezde bulunmuyor. Hırsızların yerini tespit etmemesi için tepenin farklı bölgelerinde olabiliyor. Antik devirlerden itibaren bu mezarlar ne yazık ki soyuluyor. Kral ve zengin mezarları olduğu için tepeleri kazıyorlar. ”
Prof.Dr. Atasoy, mezarların çevresindeki çukurların ne zaman kazıldığına yönelik bilgi sahibi olmadıklarına işaret ederek, “Günümüze gelinceye kadar kim bilir kaç kez hırsızlık teşebbüsü yapılmıştır. Tümülüslerden birinde kurtarma kazısı yapmak istiyoruz. Belediye Başkanı Gülşen, ilgili müdürlüklerle izinler konusunda yazışmaları başlatacak. Kaynak da bulursak çalışmalara başlayacağız” dedi. haberler.com, 10.08.2011 |
|
YETİMHANE YETİM KALDI
Türkiye ile Ortodoks Rum Patrikhanesi arasında 47 yıllık bir hukuk tartışmasına neden olan “Avrupa’nın en büyük ahşap yapısı” Büyükada’daki Rum Yetimhanesi, dünyadaki ekonomik kriz nedeniyle kaderiyle baş başa kaldı.
Restorasyon için maddi kaynak bulunamıyor. Ortodoks Rum Patrikhanesi, Büyükada Rum Yetimhanesi’yle ilgili olarak, Vakıflar Genel Müdürlüğü ile aralarında süren hukuk mücadelesinde, mahkemedeki savunmasını “Dünyanın en büyük ikinci ve Avrupa’ nın en büyük birinci ahşap yapısının çürümeye terk edilmesi” üzerine kurmuştu. Ancak şimdi dünyayı etkisi altına alan ekonomik kriz nedeniyle, 50 milyon dolara mal olması beklenen restorasyon için, Patrikhane de çaresiz kaldı. Rum Patrikhanesi’nin Sözcüsü ve Patrik Yardımcısı Peder Dositheos Anhagnotopulos, “Ekonomik krizden söz ederken yalnızca Yunanistan’dan devlet olarak söz etmiyorum. Dünyadaki diğer Ortodoks Hıristiyanlardan söz ediyorum. Habertürk, Haber: Sultan Uçar, 10.08.2011 |
|
MAHİDEVRAN'IN EMANETLERİ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR
Türk İslam Dünyası’ndaki sayılı türbe topluluklarından olan Muradiye Külliyesi’ndeki çalışmalara hız veren Büyükşehir Belediyesi, Topkapı Sarayı’ndan tanınan mimar nakkaş Semih İrteş ile çalışacak
Bursa Olay, 10.08.2011 |
|
![]() |
GENELEVDE 7 BİNA YIKILDI, ARKEOLOJİK KAZI BAŞLIYOR
Ankara Büyükşehir Belediye ekipleri, Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamında belediye tarafından kamulaştırılan Ankara Genelevi'ne ait 7 evi yıktı.
Çalışmalar sırasında cadde üzerinde bulunan bir binanın ön cephesi kepçe ile yıkılıp, içinden eşyalar da kepçe ile taşındı. Belirlenen 7 evdeki eşyaların dışarıya çıkarılmasının ardından, ekipler yıkım çalışmalarına devam etti. Yıkım esnasında herhangi bir gerginlik yaşanmazken, Çevik Kuvvet polisi muhtemel bir olaya karşı tebdir aldı.
Türkye Gazetesi, Haber: Ebubekir Atmaca, 10.08.2011 |
ANTİK ROMA TİYATROSU ERİYOR
Bursa’nın İznik İlçesi'nde dört medeniyete başkentlik yapan dünyaca ünlü beşik tonozlu Antik Roma Tiyatrosu, bakımsızlıktan günden güne çürüyor.
Yetkililerin dört medeniyetin başkenti İznik’i turizm kenti yapma sözüne rağmen dünyada sayılı olan beşik tonozlu Antik Roma tiyatrosu tinercilerin mekanı haline geldi. Bakımsızlık ve pislikten geçilmeyen Selçuk Mahallesi’ndeki antik tiyatronun içler acısı durumu görenlerin tepkisini çekiyor. Bursa Olay, 10.08.2011 |
![]() |
ÇİVİSİZ CAMİ 800 YILDIR CEMAATİNİ AĞIRLIYOR
Çay Mahallesi, Göğceli Mezarlığı içinde yer alan ancak kim tarafından inşa edildiği bilinmeyen çivisiz cami, Anadolu'nun ahşap mimarisinin en güzel örneklerinden birini oluşturuyor. Cami İmamı Hüseyin Özasma, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Göğceli Mezarlıkiçi Camisi'nin, hiç çivi kullanılmadan tek katlı inşa edildiğini, üst üste yığma tekniğiyle yapıları ise tek parça kalasların oluşturduğunu söyledi.Caminin yapımında karaağaç, dışbudak, kestane gibi ağaçların kullanıldığını ifade eden Özasma, şöyle dedi: ''Duvarlarda tek parça olarak kullanılan
kalaslar 15-18 santimetre kalınlığında, 50-70
santimetre ve yaklaşık 12-20 metre uzunluğunda.
Tek katlı ahşap yapı aynı zamanda taşınabilir
özelliğe sahip. Caminin altındaki derinlik ise
yapının hava almasını, nemi ve çürümeyi önlemek
için açılmış. Dikdörtgen olan caminin üstü kırma
çatılı ve kiremitle örtülü. Caminin duvarları
ise kalın kestane ağaçlarından yapılmış.
Köşelerdeki dikmeler birbirine geçme ile
tutturulmuş.''
Tarihi camide teravih namazı kılanlardan Kasım Keskin ise, ''Böyle bir camide namaz kılmak insana huzur veriyor. Düşünün buraya kimler girmiş, kimler çıkmış? Tamamen tarih kokuyor, namaz kılarken insanı kendine çeken uhrevi bir havası var bu caminin. Ben 50 yıllık bir camide namaz kılmakla 800 yıllık bir camide namaz kılmak arasında manevi yönden bir atmosfer değişikliği var'' dedi.
Namaz kılarken tarihe yolculuk yaptığını ifade eden Necmettin Semizoğlu ise caminin mimarisi ve çekiciliğinin kendisini etkilediğini, şehir içinde olmasına rağmen her seferde namazlarını kılmaya Göğceli Mezarlıkiçi Camisi'ne gittiğini söyledi. Akşam 10.08.2011 |
|
AY TANRIÇASI HEKATE BULUNDU Radikal, Haber: Cavit Yıldırım, 10.08.2011 |
|
![]() |
EFSANEVİ KORSANIN GEMİSİ BULUNDU
Alman Spiegel dergisinin haberine göre, Texas Üniversitesi arkeologlarının yürüttüğü araştırmada, Colon kenti açıklarındaki Lajas resifinde tespit edilen batığın, kaptan Morgan'ın beş gemilik filosuna ait olduğu tahmin ediliyor. Radikal, 10.08.2011 |
GİRESUN ADASI'NA KAZI İZNİ VERİLDİ
Giresun Adası'na yönelik planlanan arkeolojik kazı çalışması için Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Müdürlüğü’nden gerekli onay alındı.
Giresun Adası antik dönemden, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine kadar iskan görmüş, mitolojik hikayelere konu olmuş bir yer. Günümüzde de önemli bitki ve kuş türlerini barındırıyor ve 2. Derece Doğal ve Arkeolojik Sit Alanı ilan edilmiş durumda. Valilik Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü'nden yapılan açıklamaya göre, Giresun (Aretias) Adası'nın tarihi ve kültürel turizm potansiyelini ortaya çıkaracak arkeolojik kazılar yapmak üzere Konya Selçuk Üniversitesi'nden 16 kişilik bir ekip önümüzdeki günlerde Giresun'a gelerek çalışmalara başlayacak. Turizm Gazetesi, 10.08.2011 |
|
KEÇİ BURCU'NDA KAÇAK KAZI İDDİASI
''Kültür Varlıklarının Kullandırılması Projesi'' kapsamında, DTSO'ya 10 yıllığına tahsis edilen ve bu yılın sonunda Kültür ve Sanat Merkezi olarak hizmete konulacak, Diyarbakır Surlarına ait 82 burçtan biri olan tarihi ''Keçi Burcu''nun ön kısmında, ıslak zemin çalışması için iş makineleriyle kazıya başlandı.
İhbar üzerine harekete geçen Diyarbakır Müze Müdürlüğü ekiplerinin kazı alanına giderek, ''Arkeolojik alanda iş makineleriyle kazının yapılamayacağını, tarihi dokuya zarar verilmesi ve muhtemel tarihi bir eserin çıkabilme ihtimaline karşı kazının el yöntemiyle yapılması gerektiğini'' kazıyı yürüten firma çalışanlarına ileterek kazının durdurulması uyarısında bulundukları bildirildi.
Uyarıya rağmen yaklaşık 20 metreye ulaşan kazının devam etmesi üzerine Müze Müdürlüğü ekipleri, Emniyet Müdürlüğü'ne haber vererek, kazıyı kaçak olduğu gerekçesiyle durdurdu. Bu arada Sur İlçe Belediyesi İmar Müdürlüğü ekiplerinin de kazı ruhsat başvurusu olmadığı gerekçesiyle tutanak tuttuğu ifade edildi.
Yetkililer, bir ihbar üzerine söz konusu alanda incelemede bulunduklarını belirterek, ''Müze denetiminde kazı yapmaları gerekiyordu. Haber vermeden ve ayrıca iş makineleriyle alanda ciddi tahribat yapıldığı tespit edilince kazı durduruldu'' dedi.
DTSO Genel Sekreteri Mehmet Aslan ise ıslak hacim çalışması için yapılan uygunsuz kazının hemen durdurulduğunu, en kısa zamanda Müze Müdürlüğü denetiminde prosedüre uygun yeniden kazının yapılacağını söyledi.
Konuyla ilgili yüklenici firma ile görüşüldüğünü
ifade eden Aslan, ''İş makineleri çekildi. Onun
yerine el ile kazı yapılacak. Arkeolog gözetiminde
yapılması için Müze'ye yazı yazıldı. Bundan sonraki
çalışma arkeolog gözetiminde gerçekleştirilecek.
Tamamıyla koordinasyon kopukluğundan kaynaklandı.
Tarihi dokuya zarar verme gibi bir düşüncemiz asla
olamaz. Arkeolog gözetiminde Pazartesi çalışmalara
yeniden başlanacak'' dedi.
82 burç arasında bugüne ulaşabilen 76 burçtan biri olan Keçi Burcu, ''Kültür Varlıklarının Kullandırılması Projesi'' kapsamında TSO'ya 10 yıllığına tahsis edilmişti. Akşam 10.08.2011 |
|
TARLABAŞI'NDAN ŞANZELİZE OLUR MU?
UNESCO
da geçen yıl 5366 sayılı yasanın “tarihi mirası
olumsuz etkileyeceğinden” endişelendiğini belirtti.
Projenin iptalini
İstanbul Mimarlar Odası da istiyor. Avukat Barış
Kaşka, eğer Danıştay’dan da bir sonuç alınamazsa,
projenin iptali için AİHM’ye bireysel başvuru yoluna
gideceklerini söylüyor.
Radikal, 10.08.2011 |
|
|
ÇİN'E KADAR YOLU YOKMUŞ
İtalyan gezgin Marco Polo'nun yaşamı boyunca hiç Çin'e gitmediği iddia edildi.
Ünlü gezginin Çin'e giderek, Uzakdoğu hakkında ilk gezi yazıları kaleme alan kişi olduğu biliniyordu. Ancak arkeologlar bunun tam tersini savunuyor. İtalyan tarih dergisi 'Focus Storia'daki makaleye göre, Polo, Karadeniz'e ve oradan da İran'a kadar yolculuk yaptı. Çin'le ilgili yazılarını ise, Karadeniz'de karşılaştığı Çinli, Japon ve Moğol tüccarlardan duyduklarından oluşturdu. Akşam, 10.08.2011 |
SİLİFKE KALESİ'NDE KAZI ÇALIŞMASI BAŞLADI
Ekip başkanı Doç.Dr. Ali Boran, Silifke Kalesinin biran önce turizme kazandırılması için halkın desteğine ihtiyaçlarının olduğunu söyledi. Kaymakam Fatih Damatlar, Belediye Başkanı Bayram Ali Öngel ve Müze Müdürü İlhame Öztürk ile kazı çalışmalarını yerinde inceledi. Kaymakam Damatlar, ünlü gezgin Evliya Çelebi'nin seyahatnamesinde, 17'nci yüzyılda 23 burcu bulunduğu belirtilen ancak aradan geçen yıllarda bunun 13'ünden eser kalmayan Mersin'in Silifke İlçesi'nin sembolü Silifke Kalesi'nde yapılan kazı çalışmaları hakkında Kazı Başkanı Boran'dan bilgi aldı. Çalışmalar hakkında konuklara bilgi veren kazı başkanı Doç. Boran, kısa sürede yaptıkları çalışmalar ile büyük yol aldıklarını kaydetti.
Yapılacak maddi ve manevi destekle kazının ve restorasyonun 15 yılda tamamlanabileceğini ifade eden Boran, "Bakanlar kurulu kararıyla Silifke Kalesinde kazı ve restorasyon çalışması geçtiğimiz aylarda üniversitemize verildi. Benim başkanlığımdaki 5 öğretim görevlisi, yüksek lisans öğrencileri ve 25 işçiyle başlatılan çalışmalarımız hızla devam ediyor. İlk olarak Kültür ve Turizm Bakanlığından ayrılan 70 bin TL'lik ödenekle kazı çalışmamıza başladık. İlk kazı çalışmamızda önemli bulgulara ulaştık. Bunlardan biri de kalelerde ilk kez gördüğümüz 3 su sarnıcı arası su geçişini sağlayan su taksimi. Bu bulgu bölgenin tek örneğidir. Bunun yanı sıra kale içinde Osmanlı dönemine ait tek katlı üzeri ahşap kaplı evlere ulaştık. Bu bulgulardan Evliya Çelebi bir yazısında kale içinde 60 ev ve bir Beyazıt Camisi olduğundan bahsediyor. Bunların tamamını ortaya çıkarmaya çalışacağız" diye konuştu.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın yeniden 35 bin TL'lik bir ödenek aktardığını vurgulayan Boran, açıklamasının devamında şunları söyledi: "Bakanlığımızın ilk olarak gönderdiği 70 bin TL'lik ödeneği bitirmiştik ve kazı çalışmalarımız sonlandırmak zorunda kalıyorduk ama yeniden 35 bin TL'lik bir ödenek daha aktarıldı. Bu ödenekle de gelecek sene kazı çalışması yapacağımız alanı bu yıldan temizlemeyi hedefliyoruz. Kazı çalışmaları yapacağımız alanın yüzeyi tamamen taşlarla kaplı olduğu için çalışmalarımızı güçlükle sürdürüyoruz. Gelecek yıl bu sorunu yaşamamak için bu yıl çalışma alanını hazır hale getireceğiz. " Turizm Gazetesi, 10.08.2011 |
|
TURİZMDE 3 MİLYON 609 BİN LİRA GELİR ELDE EDİLDİ
Antalya Müze Müdür Vekili Mustafa Demirel, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Antalya genelinde 4'ü müze olmak üzere, 12 antik kent ve ören yerini, bu yılın 7 aylık döneminde 1 milyon 667 bin 196 kişinin ziyaret ettiğini söyledi.
Yerli ve yabancı turistlerin en çok ziyaret ettikleri bölgenin Noel Baba Müzesi olduğunu ifade eden Demirel, bu yıl 344 bin 774 kişinin müzeyi gezdiğini ve bu ziyaretlerden 276 bin 165 lira gelir elde edildiğini belirtti.
Demirel, Noel Baba Müzesi'ni 311 bin 271 kişiyle Myra antik kentinin takip ettiğini belirterek, antik kentten 288 bin 705 lira gelir elde edildiğini bildirdi. Demirel, Perge antik kentinin 254 bin 657 kişiyle üçüncü sırada yer aldığını, bu kentin ziyaretlerinden de 357 bin 595 lira gelir elde edildiğini açıkladı.
Mustafa Demirel antik kent ve ören yerleri arasında en çok ziyaret edilenler sıralamasında Aspendos Antik Tiyatrosu, Olympos Ören Yeri, Patara antik kenti, Phaselis antik kenti, Antalya Arkeoloji Müzesi, Atatürk Evi, Xanhos antik kenti, Termessos antik kenti, Simena antik kenti, Karain Mağarası, Elmalı Müzesi ve Arykanda antik kentinin geldiğini söyledi.
Geçen yılın aynı döneminde Antalya'daki müze ve ören yerlerini 1 milyon 317 bin 555 kişinin ziyaret ettiğini belirten Demirel, geçen yılın 7 aylık dönemindeki gelirin ise 2 milyon 652 bin 886 lira olduğunu kaydetti. Akşam 10.08.2011 |
|
ANTİK MYNDOS KENTİNDE BULUŞ!
Kazı Başkan Yardımcısı
Doç.Dr. Durmuş Altan,
"Geçtiğimiz yıl burada kafalarına çivi çakılmış
dönemin ilk Hıristiyan din adamlarının ve 4 çocuğun
kafataslarını bulduğumuzda tapınak olabileceği
varsayımında bulunmuştuk. Şimdi burada 2 bin 400
yıllık tapınak ve tapınağa ait su sarnıçları ile din
adamlarına ait mezarları gün ışığına çıkardık.
Adadan kazdıkça tarih fışkırıyor" dedi. Cnn Türk, 09.08.2011 |
|
TARİHİ ÇEYREKADA!
Köprünün askılı olmasıyla, aşağı doğru bağlanacak çelik halatlar bir perde oluşturacak... Böylece iç kesimlerden baktığınızda, açılarına göre Süleymaniye Camii başta, Beyazıt Kulesi, Sultanahmet Camii, Ayasofya, Topkapı Sarayı çelik halatlar arasından görülebilecek... En azından bazı bölümleri perdelenecek... Sonuçta şu anki silüet çok değişecek... Peki, toplu ulaşım açısından önemli olan metro köprüsünden vazgeçilemeyeceğine göre ne yapılmalı? Uzmanlar bunun için mevcut projeyi kolayca değiştirerek alternatif bir köprü öneriyor... Tarihi eserleri perdeleyecek askılı köprü projesinin, yol yakınken değiştirilmesi isteniyor.
Mevcut proje eğik askılı köprü... Sağdaki temsili fotoğrafta da görüldüğü gibi ayaklardan köprü zeminine bağlanan çelik halatlar yer alıyor... İki ayak arasında 180 metre mesafe bulunuyor... Ayak yükseklikleri ise 55 metre... Uzmanlar bunun yerine alçak profilli düz köprü öneriyor... Çelik halatlar ve ayaklar olmayacak... Bunun yerine ayaklar arasındaki boşluğun ortasına yeni taşıyıcı kazık eklenerek köprü güçlendirilecek... Unkapanı ve Haliç köprülerine benzeyecek... Habertürk, 09.08.2011 Prof.Dr. Ahmet Vefik Alp (Yüksek Mühendis, Mimar, Kentbilimci): Haliç’i katledecek metro hattı için köprü değil mümkünse Haliç altından geçen bir tünel olmasını tercih ederdim. Nitekim İstanbul Büyükşehir Başkan adaylıklarım sırasında kamuoyuna sunduğum “Müzekent İstanbul-Haliç Sualtı Otoparkı” projemde, metroyu Haliç’in altına tasarladığım büyük otoparkın içinden geçirdim ve otoparkın içine de bir metro durağı koydum. Böylece insanlar arabalarını Haliç’in altına bırakıp metroyu kullanabiliyorlardı. İki kıyıdaki arazi kotları nedeniyle su üstünden bir köprü yapılması kaçınılmaz ise alçak profilli, alttan taşınan bir köprü olması tercihim. Uygulanacak projede taşıyıcı ayaklar ve tabliyeyi taşıyacak askı kabloları belli açılardan Tarihi Yarımada ve muhteşem camilerimizin, tarihi eserlerimizin görüntüsünü yaralayacaktır.
Habertürk, 10.08.2011 |
|
GÖBEKLİTEPE KAZILARINDA YENİ BULUNTU
Göbeklitepe Kazıları Başkanı Prof.Dr. Klaus Schmidt, kazı alanının kuzey batı cephesinde yeni eserlerin izlerine rastlandığını belirterek, “Yeni bir dikili taş bulduk. Burada toprak altındaki yapılar muhtemelen daha önce gün yüzüne çıkarılmış olan yapılardan daha büyük” dedi.
Bu bölgedeki kazı yerlerini daha da genişletmeyi düşündüklerini söyleyen Schmidt, “Tabii asıl hedef tamamen bütün alanın kazılması. Burada birçok kabartma ve heykeller var. Yeni kazılarla bu kabartma ve yeni heykellerin sayısının artacağını tahmin ediyoruz. Bu da resim repertuvarının genişlemesi demek, böylece o döneme ait sembol dünyasını daha güzel, daha rahat anlamlandıracağımızı düşünüyoruz” dedi.
Şanlıurfa’nın 18 kilometre kuzeydoğusundaki Göbeklitepe’de dünyanın en eski tapınak kalıntıları ile yaklaşık 12 bin yıl öncesine ait olduğu belirtilen 65 santimetre uzunluğunda insan heykeli gibi tarihi eserler bulunmuştu. Habertürk, 09.08.2011 |
|
AKBIYIK CAMİİ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR
Bursa Olay, 09.08.2011 |
|
'TANRININ GÖZLERİ' BULUNDU!
Radikal, Haber: Ramazan Çetin 09.08.2011 |
|
"MARDİN'İN GEÇMİŞİNİ GELECEĞİ ÜZERİNDE KURGULADIK" |
|
KESTEL'DE 650 YILLIK TARİHİ CAMİ İHYA EDİLDİ
Bursa'nın Kestel İlçesi'ne bağlı Aksu Köyü'nde bulunan tarihi cami, hamam ve imam evi, Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından restore edilerek yeniden ihya edildi.
650 kişinin yaşadığı 120 haneli Osmanlı köyü Aksu'da, tarih bir kez daha canlanıyor. 1 yıl önce başlatılan çalışma ile 650 yıllık cami, hamam ve imam evi, Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün çalışmaları neticesinde eski görünümünü kazandı. Baştan aşağıya yenilenen tarihi yapıların açılış töreni, Bursa Valisi Şahabettin Harput, Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, Vakıflar Bölge Müdürü Mürsel Sarı ve Kestel Kaymakamı Erhan Özdemir'in katılımıyla yapıldı. Vali Şahabettin Harput, Osmanlı'nın kuruluşunda başkentlik yapan Bursa'da tarihi yapıların yerel yönetimler, kamu ve kurumlar tarafından bir bir ayağa kaldırıldığını belirtti.
Vali Harput, şu bilgileri verdi: "Dünyaya adaletin, faziletin, sevginin ve barışın tohumları Bursa'dan yayıldı. Zaman zaman yıkılmış ve virane olan bu yapıları ayağa kaldırmak önemli. Allah bize bunu nasip etti. Bu restorasyonu beraberce bir bayram gibi yaşıyoruz. Bu bizim görevimiz. Geçmişine sahip çıkmayan bir milletin gelecekte ayakta durması mümkün değildir."
Harput'un konuşmasının ardından protokol üyeleri cami, hamam ve imam evinin açılış kurdelesini kesti. Tarihi yapıları gezen protokol üyeleri, yetkililerden bilgi aldı. Vali Şahabettin Harput, daha sonra tarihi Osmanlı Köyü'nde ikamet eden kadınların kurduğu 'Aksu Köyü Kadınları Dayanışma Derneği'ni de ziyaret etti. Çevre ilçelerden gelen aileler ile sohbet ettikten sonra dernek yönetiminden son durumları hakkında bilgi alan Harput, yaptıkları hizmetten dolayı köylü kadınlara teşekkür etti. Zaman, Haber: Ensar Tuna Alatürk, 09.08.2011 |
|
BABİL VE PERS MEDENİYETLERİ GÜN IŞIĞINA ÇIKIYOR Türkiye Gazetesi, 09.08.2011 |
|
|
MUĞLA'DA 1675 YILLIK KİLİSE BULUNDU
Dünyanın en büyük antik mermer kentlerinden biri olan Stratonikeia antik kentinde devam eden kazılarda 1675 yıllık kilise bulundu
Bir ay önce Pamukkale Üniversitesi Öğretim üyesi Doç.Dr. Bilal Söğüt başkanlığında başlayan kazı çalışmalarında önemli antik kalıntılara rastlandı. Bir aylık dönemde yarış arabaları figürü, antik kentler içindeki en yüksek sütundan sonra şimdi de MS 325 yıllarına ait olduğu öğrenilen kilise bulundu. Stratonikeia antik kentinin giriş kapısının hemen sağındaki kilise, kazı heyetini heyecanlandırdı. 1675 yıllık kilisenin Antik Dönem'in en eski kiliselerinden birisi olduğu tahmin ediliyor. Muğla Valisi Fatih Şahin, tarihi kilisenin gün ışığına çıkartılması üzerine antik kenti ziyaret etti. Kazı Başkanı Doç.Dr. Bilal Söğüt, Vali Şahin ve beraberindeki heyete kuzey giriş kapısı, 2 bin 500 yıllık kanalizasyon sistemi, meclis binası, kazı evi deposu, antik tiyatro ve 1675 yıllık kilisenin bulunduğu kazı alanı hakkında bilgiler verdi. Milliyet, Haber: Cavit Yıldırım, 09.08.2011 |
KRAL MEZARI TARLA OLDU
Ankara’nın Polatlı İlçesi'nde bulunan Frigya uygarlığının başkenti Gordion’da 3 bin yıllık tarihin, tarıma kurban edildiği belirtildi.
Gordion’daki kazı çalışmalarına katılan Pensilvanya Üniversitesi Müzesi’nden Arkeolog Dr. Ayşe Gürsan Salzmann, “Gordion çevresinde 110 tümülüs bulunuyor. Ancak, bunlar çiftçiler tarafından tarla haline getirilmeye çalışılıyor. 1 teneke buğday uğruna 3 bin yıllık tarih yok ediliyor. 110 tümülüsün altında 110 krallık ve ailelerine ait mezar var. Maalesef mezarların olduğu yerlerin bir kısmı tarla haline getirilmiş” dedi. Bir yetkili de bölge halkının eğitileceğini söyledi. Milliyet, 09.08.2011 |
|
"DEVLETİN SANAT KURUMLARININ SİVİ TOPLUMA DEVREDİLMESİ LAZIM"
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, "Bakanlığa bağlı kurumların hepsi Cumhuriyet'in ilk yıllarında devletin Batılı kültürü empoze etmesi amacıyla oluşmuş. Bunların bir vadede gönüllü kuruluşlara, özel idarelere, yerel yönetimlere devredilmesi lazım."
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, kabinenin
farklı yüzlerinden biri. Kendinden önceki pek çok
kültür bakanından farklı olarak, sanat çevreleriyle
daha iyi diyalog kuran ortak dil geliştirebilen bir
siyasetçi. Sık sık bunun siyasi bedelini de ödese
bile... Medyada en çok görünen, sorumlu olduğu
alanları en çok gezip dolaşan bakanlardan da biri.
Belli ki bunların ve son seçimler sırasında
İzmir’de gösterdiği performansın etkisiyle
AKP’nin üçüncü döneminde de yerini korudu. Radikal, Haber: Cem Erciyes, 09.08.2011
Cem Erciyes’in dünkü
Radikal’de Bakan Ertuğrul Günay’la yaptığı röportaj,
“AKM’nin kaderi belli oldu” diye yankı buldu gün
boyu... Radikal de “AKM’yi 2012’de açacağız” başlığını
birinci sayfasına taşımış. Hürriyet Kelebek, Yazı: Cengiz Semercioğlu, 10.08.2011 |
|
631 YILLIK HARABE CAMİ, TARİHİ ESER OLARAK YENİ TESCİLLENDİ
Daha önce Bursa Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu tarafından tescili yapılmayan Orhan Gazi Cami'nin 'tarihi yapı tescili' Kocaeli Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu tarafından yaklaşık 2 ay önce yapıldı.
Ahşap mimarisi ile dikkat çeken caminin, bölgenin Osmanlı egemenliğine girdiği 1330 yılında Orhan Gazi zamanında yapıldığı sanılıyor. Toprak zemin üzerine oturtulmuş büyük kazıklarla çakılan temel kirişler üzerine meşe kütükleri birbirine kertilerek yapılan dikdörtgen şeklindeki cami ender mimari eserler arasında yer alıyor. Vakıf kayıtlarına göre camii köy değil vakıf arazisi üzerinde bulunuyor ve eserden "Sapanca kazasına bağlı Tersiye-i Kebir karyesinde vaki merhum ve mağfiru'n-ileyh Sultan Orhan Cami-i Şerifleri" şeklinde söz ediliyor.
Köyden yaklaşık 1 kilometre uzaklıkta mezarlık içinde bulunan cami ahşap taşıyıcıların iyice yıpranması ile birlikte çökme tehlikesi yaşıyor. Bu sebeple 1990'dan beri ibadete kapalı bulunuyor. Cami yıllar içinde bakım ve onarım çalışmaları sebebiyle değişikliğe uğramış durumda. 1938-40'ta ciddi bir onarım gören cami, 1970'lerde yeniden bakıma alında ancak 1967'deki depremde minaresi yıkılmış. Saçtan basit bir minare yapılan caminin ayrıca yakın zamanda ön duvarına örülen tuğla ile örülmüş. Caminin kuzeyindeki sonradan eklenen son cemaat mahalli giriş kapısının önüne, iki ahşap direğin taşıdığı bir sundurma da caminin orijinal mimarisinden hemen ayrılıyor. Köy halkı bu gün yıkılmak üzere olan cami yerine yakınına inşa edilen ve aynı isim verilen yeni camide ibadetlerini yerine getiriyor.
Sakarya Kültür İl Müdürlüğü Sakarya Müze Müdürü Mürşit Yazıcı, tarihi caminin yaklaşık 2 ay önce tescillendiğini doğruluyor. Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun caminin aslının korunamadığı gerekçesiyle tescilini yapmadığını, ancak korunması yönünde kararı olduğunu belirten Yazıcı "1988 yılında Köy halkı eski camiyi yıkıp yerine yeni cami inşa etmek istemiş. Ancak Bursa Kültür ve Tabiat varlıklarını Koruma Kurulu, caminin korunması, yeni caminin başka bir yere yapılması gerektiğine karar vermiş. Ancak camiyi tescillememiş. Caminin tarihi eser tescilini bir vatandaşın başvurusu üzerine yaklaşık 2 ay önce Kocaeli Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu yaptı." bilgisini veriyor.
Sakarya Üniversitesi (SAÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Başkanı Yrd. Doç.Dr. Tülin Çoruhlu, çok kıymetli ve ender olan tarihi bir yapının yıkılmak üzere olmasından büyük üzüntü duyduğunu belirtiyor. Çoruhlu, caminin kendi girişimleri ile 'tarihi eser' olarak tescillendiğini ifade ederek, "Bu çok garip bir durum. Belki tarihi yapı olarak daha önce tescillenseydi sonradan eklemelerle caminin orijinal mimarisi bozulmadı ve daha iyi korunabilirdi. Neyse ki çok geçte olsa cami tarihi eser olarak tescillendi. Bir tarih yok olmaktan kurtuldu. Caminin onarımı için bir çalışma başlattık. Caminin onarılarak eski orijinal hale getirilmesi mümkün. Ancak destek bekliyoruz. Bu caminin bir benzeri Kaynarca İlçesi'nde bulunuyordu ve Şeyh Müslihiddin camiyi onarmayı ve ibadete açmayı başardık." diye konuşuyor. Türkiye Gazetesi, 09.08.2011 |
|
AKDAMAR'DA İKİNCİ AYİN HAÇLI OLARAK YAPILACAK
Van'da 95 yıl aradan sonra ilk kez geçen yıl ''Kutsal Haç Yortusu''nda ibadete açılan Akdamar Kilisesi'nde bu yıl ayin, 11 Eylül'de yapılacak.
Türkiye Ermenileri Patrikliği Genel Vekili Başepiskopos Aram Ateşyan ile Türkiye Ermeniler Patrikliği Ruhani Kurul Başkanı Başrahip Tatul Anuşyan, Akdamar Kilisesi'nde bu yılki ayin hazırlıklarını incelemek üzere Van'a gitti. Van Valisi Münir Karaloğlu'nu makamında ziyaret ederek, bir süre görüşen Ateşyan ile Anuşyan, daha sonra Akdamar Adası'ndaki kiliseye geçti. Geçen yıl yapılan ayine, yurtiçi ve yurtdışından yaklaşık 7 bin kişinin katıldığını söyleyen Ateşyan, şöyle konuştu: ''Kutsal haç yortusu, bu yıl 11 Eylül'e denk geliyor. Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da yurt içi ve yurt dışından binlerce Ermeni cemaatini bekliyoruz. Geçen yılki ayinde sadece haç eksikti. Ermenistan, Beyrut ve Kudüs merkezleri, haç takılmadığı için ayini protesto ettiler. Onlar kiliseye haç takılacağına inanmıyorlardı. Gördüğünüz gibi haç ayinden bir süre sonra takıldı. Onların protestolarının sebebi de kalmadı. Geçen yıl ilk ayin sebebiyle resmi davet yapmıştık. Bu yıl kendilerine bir resmi davet de yapmayacağız. Bu yıl normal ayin gününde isteyen gelir, burada ibadetimizi gerçekleştiririz.'' Akşam, 09.08.2011 |
![]() |
ANTİK GEMİLER SUYA İNDİRİLDİ
Haber Jet, 09.08.2011
Selçuk’ta, belediye tarafından hazırlanan İzmir Kalkınma Ajansı (İZKA) destekli ‘Efes Antik Limanı Canlandırma’ projesi çerçevesinde inşası devam eden iki gemi suya indirildi.
Sit alanına iskelelerin usulsüz yapıldığını ileri süren bazı vatandaşların koruma kuruluna şikayeti üzerine, yazılı emir geldiğini belirten yetkililer, bu nedenle gemilerin suda inşasına devam edileceğini ifade etti.
Milliyet Ege, Haber: Veysel Erol, 10.09.2011 |
|
GİŞELERE ANINDA TAKİP MÜZE GELİRLERİNİ ARTTIRDI
Kültür ve Turizm Bakanlığı, çeşitli illerde bulunan 48 önemli müze ve ören yerinin gişelerini Ankara'da kurduğu 'Gişe İzleme Merkezi'nden takip ediyor. Gişelerde yaşanan her hareket yetkililerce izleniyor, olumsuz durumlara anında müdahale ediliyor, en önemlisi de kaçakların önüne rahatlıkla geçiliyor. Merkeze, görüntülerle birlikte müzenin o dakika itibarı ile ulaştığı ziyaretçi sayısı ve geliri ile ilgili bilgiler de geliyor. Alınan önlemlerle birlikte söz konusu müzelerde yüzde 35 gelir artışı ile yüzde 24 ziyaretçi artışı yaşandı.
Müzelerde yaşanan en büyük sıkıntılardan olan kaçak girişlerin önüne geçmek üzere önemli çalışmalar yapan Kültür ve Turizm Bakanlığı, ilk olarak önemli müze ve ören yerlerinin gişelerini, gişe güvenlik sistemleri ile birlikte özelleştirdi. Buralardaki gişelere elektronik takip sistemi yerleştirildi. Bakanlık daha sonra Ankara'ya 'Gişe İzleme Merkezi' kurdu. Gişe İzleme Merkezi'nin bağlı olduğu Kültür ve Turizm Bakanlığı DÖSİM Müdürü Murat Usta, müzelerden anlık olarak gelen görüntülerin 6 görevli tarafından sürekli olarak izlendiğini söylüyor. Usta'nın verdiği bilgilere göre veriler de görüntülerle birlikte sisteme düşüyor. 30 saniyede bir yenilenen veriler üzerinden o dakika itibarı ile müzeye kaç kişinin girdiği, girenlerin kaçının yerli kaçının yabancı olduğu, kaçının ücretsiz girdiği anında görülebiliyor. Murat Usta, sistemin doğru işlemesi sonucunda müzelerin ziyaretçi sayısı ve geliri ile ilgili de en doğru verileri aldıklarını, buralarda 2012'nin ilk döneminde yüzde 35 gelir artışı, yüzde 24 ziyaretçi artışı yaşandığını dile getiriyor.
Türkiye'de 315 müze bulunuyor. Bunların 100'ü ücretsiz geziliyor. 215 tanesi ise ücretli olarak ziyaret ediliyor. 215 müzeden 48'i Türkiye'nin müze gelirlerinin yüzde 90'ını oluşturuyor. Bu sebeple Ayasofya, Topkapı, Mevlana, Efes gibi mekanların da aralarında bulunduğu 48 müzenin gişesi özelleştirildi. Buralardan gelen gelirler bakanlığın hesabına geçiyor. Bakanlık anlaşma gereği, gelirin yüzde 10'luk kısmını özel şirkete veriyor. Murat Usta, geliri ve ziyaretçisi az olan diğer müzelerin de güvenlik sistemlerinin bulunduğunu ancak yakın dönemde onların da aynı standartlara kavuşturulacağını aktardı. Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 09.08.2011 |
|
HEYKEL YENİDEN DİKİLECEK
Geçtiğimiz günlerde heykeli yapan Nurettin Orhan’ın oğlu heykeltraş Uygur Orhan’la Elazığ Belediye Başkanı Süleyman Selmanoğlu arasında geçen görüşmede, anıt heykelin tekrar Elazığ’a kazandırılması için yapılacak şeyler konuşuldu. Belediye başkanı Süleyman Selmanoğlu yapılacak tüm çalışmaları destekleyeceğini belirtti. Karayoları Bölge Müdürülüğü ile yapılan görüşmede ise kavşak inşaatının bitiminden sonra Çayda Çıra anıtının tekrar yerine konulacağı belirtildi. Bununla ilgili yazılı bir belge imzalandı.
Konu üzerine konuşuğumuz heykeltraş Uygur Orhan, babasının ince bir düşünüşün ürünü, bir aşk öyküsü olan Çayda Çıra anıtının yeniden yerine konulmasında Elazığ halkının gösterdiği duyarlılık ve tepkilerin büyük etkisi olduğunu söyledi. Geniş bir dayanışma örneği gösterip tepkilerini dile getiren yerel ve ulusal basına, kent içinden ve dışından mesajlar yayınlayan sanat kuruluşlarına ve sendikacılara teşekkür eden Orhan, “ama Çayda Çıra anıtımızın tekrar yerine konulması için sadece bir söz aldık. Bu önemli bir gelişmedir. Yalnız işimiz halen bitmedi. Anıt gerçekten yerine dikilene kadar dayanışmamızı sürdürmemiz gerekir. Elazığ halkının ve duyarlı çevrelerin heykelin tekrar yerine dikilene kadar konun takipçisi olacağına inancım sonsuz” dedi.
Çayda Çıra anıtı geçtiğimiz ay kavşak inşaatı bahanesi ile Belediye Meclisi kararı beklenmeden ve sanatçı Nurettin Orhan’dan izin alınmadan yıkılmıştı. Kent içinde ve ülke genelinde geniş tepkilerin dile getirilmesine rağmen hiçbir kurumun açıkça sahiplenmediği yıkım kararı, kimi yerel basın sözcüleri tarafından haklı çıkarılmaya çalışılmıştı. 1980 yılında Elazığ’ın tanınmış Heykeltıraşı Nurettin Orhan ve oğlu Uygur Orhan tarafından yapılan heykel, Elazığ halkının belleğinde unutulmaz bir yere sahipti. Evrensel, 09.08.2011 |
|
TESTİ İÇİNDE GÖMÜLÜ İKİ ÇOCUK MEZARI BULUNDU Türkiye Gazetesi, 09.08.2011 |
|
İSTANBUL'DA BİR SU MÜZESİ'NE DOĞRU "Adell Armatür olarak diyoruz ki eğer yakın bir zamanda tarihi yarımadada bize bir yer tahsis edilirse elimizdeki koleksiyonu orada müze haline getirelim. Bu eserler, Türkiye Cumhuriyeti'nin olsun. Su medeniyetlerinin başkenti olarak kabul edilen İstanbul'a böylesi kapsamlı bir müzenin yakışacağı fikrindeyiz. Ve bu sevginin böyle bir müze yoluyla da 3. kuşaklara aşılanması lazım diye düşünüyoruz."
Su kültürümüzün seçkin örneklerini korumayı ve gelecek nesillere aktarmayı hedefleyen bir sosyal sorumluluk projesini konuşacağız bu haftaki konuklarımla... Adell Armatür ve Vana Fabrikaları A. Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Recep Ali Topçu ve Başkan Yardımcısı Dr. Ercan Topçu bir Su Kültürü Müzesi oluşturulmasına doğru çalışmalarını yoğun bir biçimde sürdürüyorlar... Koleksiyonlarındaki tarihi musluklar, ibrikler, maşrapalar, şifa tasları, mataralar, hamam kültürüne ilişkin eserler, işlemeli bezler, havlular, çeşme gravür ve kartpostalları, su konulu belgelerin sayısı binleri aşmış durumda... Koleksiyon bugün, ev tipi banyo ve mutfak musluk, bataryaları; su, doğalgaz ve ısıtmada kullanılan vana ve fittings üreten firmanın İkitelli Organize Sanayi Bölgesi'ndeki 20 bin metrekare kapalı alana sahip entegre tesislerinde sergileniyor... Ama hedef, belirttiğim gibi çağdaş bir müze...
Öncelikle sormak istiyorum bu koleksiyon merakı nasıl oluştu? Gerçi, koleksiyonunuz üretiminizle uyuşan nitelikte, ama ben başlangıç yıllarına gitmemizi rica edeceğim... "Biz aile olarak Ardahan Posof'luyuz. Dört kuşaktan beri ailemizin günlük yaşamına ait eşyalar, belgeler bir şekilde korunmuş. Şu an onlar bizim elimizde. Dolayısıyla böyle bir saklama kültüründen gelen, ilkgençlik yıllarında o eşyalarla, belgelerle haşır neşir olan bizlerde koleksiyon merakı da doğal olarak gelişti."
Mesela ne gibi belgeler var ailenizden kalan? "Dedemizin babasına ait eski yazılı nüfus cüzdanından tutun da - orası 40 yıl 93 harbinden sonra Rus işgalinde kalmış - Çarlık Rusya'sı amblemli dolaşım belgesine kadar. Amcamız Köy Enstitülerinin ilk mezunlarından... Onun mesela öğrenci gözlem defteri duruyor. Harf inkılabından sonra yeni yazıyı öğrenmek için Millet Mektepleri oluşturulmuş, babam oraya gitmiş onun da belgesi saklanmış. Ailenin soyadını taşıyan mührümüz var. Günümüz Türkçesiyle soyadımızın yazdığı bu bakır mühür de elimizde. Dedemizin saatidir, evdekilerin gümüş yüzükleridir hepsi mevcut."
Böyle olunca da koleksiyonculuk normal... "Taa 80li yıllardan itibaren... O zamanlar biz Bursa'dayız. Babamız, dedemizin saatini ve o güne kadar sakladıklarını verdi, bizim muhafaza etmemizi istedi. Ve eski eşyalara karşı merak başladı..."
Şirketin temellerini atan babanız... "Tabii, Bursa'da nalbur dükkanımız vardı. Oradan başladı. Bu arada musluktur, halıdır, hattır, berattır, fermandır ufak tefek şeyler alıyorduk. Bir taraftan da işlerimiz devam ediyordu. Sonra dedik ki bizde bu koleksiyon merakı var, işimiz ise suyla ilgili, banyo, mutfak bataryası üretiyoruz, çalışma alanımızla bunu buluşturalım... Ve suyla ilgili eserler toplamaya giriştik.
Önce musluklardan başladık. Buradaki espri neydi, eskiden bir çeşme kültürü var, su, çeşmeden alınıp eve getirilirdi. Buna aracılık eden suyla ilgili bütün bu nesneleri almaya başladık: Musluklar, testiler, ibrikler, maşrapalar, hamam kültürü malzemeleri? Bir taraftan bunları toplarken yavaş yavaş da bilgileniyorsunuz. 20 sene önce aldığınız eşyaları almıyorsunuz artık. Öğreniyorsunuz işte ibrikler eskiden şöyle olurmuş, aptes ibriği ayrıymış, hamama gitmenin bir seremonisi varmış gibi...
Zaman içerisinde daha bir konsantre olduk ve hiç ummadığımız bir şekilde 20 yıl öncesinde başlayan bir rüya bu noktaya geldi. Burada en önemli şey, bizim firmanın bu olaya bakışıydı. Bizim babamız nalburculuktan gelmedir. Biz sanayiciyiz şu anda; ticarette ikinci kuşağız, ama sanayici olarak birinci. Yani biz, nalburculuktan sonra toptancılık falan derken üretime mecburen girdik işlerimiz büyüyünce. Şimdi sanayiciyiz ve kendi sektörümüzde suyla ilgili bir şey yapmış olmak çok gurur verici."
Elinizdeki eserlerin tasnifi yapıldı mı? "Zaman zaman yaptığımız sergilerde bunların tanımlamalarını yaptırdık, okuttuk. Hepsi özelliği olan parçalar. Üzerlerinde yazılar, tarihler, beyitler, dizeler var. Koleksiyon genelde madeni eserlerden oluşuyor, şu anda yaklaşık 2 bin civarında obje var. Bunların da büyük bir çoğunluğu Osmanlı dönemine ait olmakla birlikte erken Cumhuriyet, bir miktar Selçuk, geç Roma ve Yunan dönemleri eserleri de var. Çünkü, Anadolu su kültürü diyorsanız bu topraklarda yaşamış nefis uygarlıklar var, onların ürettiği eserler de olmalı. Onları almazsanız olmaz...
İşte burada Adell Armatür'ü devreye soktuk koleksiyonu ileride müzeye, vakfa dönüştürmek üzere? Koleksiyoner belgesi çıkardık, şirketin adına kayıtlı koleksiyon oldu... Şu anda müzeye kayıtlı en az yüz elli civarında eser var."
Peki, bunları fabrikada mı muhafaza ediyorsunuz? "Şu anda fabrikadalar. Daimi sergi salonu şeklinde alanlar oluşturduk, vitrinler yaptırdık müze ortamındaki gibi."
Müze için bir hedef var mı? "Şimdi artık düşünüyoruz ki bu bizi aştı. Yirmi beş yıldan beri topladıklarımız belli bir noktaya geldi. Önemli sergiler açtık. Mesela 'Ab-ı Hayat' ismiyle koleksiyonumuzun bir bölümü 2010 yılında İslam Eserleri Müzesi'nde sergilendi. Müze koleksiyonuyla ortak sergiydi. Bu, çok önemli bir olaydı. Yani böyle bir sergiye imza atmak hakikatten bizim için çok keyifli idi.
Bu arada o sergide göstermek üzere taş eserleri, anıtsal özelliği olan çeşmeleri restore ettirdik. Orada sergilendiler ve sonrasında da müzenin bahçesinde kaldılar."
Bir ihtisas fuarında da serginiz olmuştu... "20-25 yıldan beri yapılan bu fuarlarda ilk defa geçtiğimiz senelerde sektör ile ilgili tarihi eserlerden oluşan seçkiler sergilendi. 2010 Buildist Yapıda Yenilikler Fuarı'nda 'Su Kültürü ve Musluklar,' 2011 Unicera Banyo Mutfak Fuarı'nda 'Türk Yıkanma Kültürü-Hamam', İstanbul Yapı Fuarı'nda 'Suyun Yarenleri', Su Forumu sırasında 'Kaynaktan Damacanaya' isimli sergiler açıldı...
Şimdi Adell Armatür olarak diyoruz ki eğer yakın tarihte tarihi yarımadada bir yer tahsis edilirse bu koleksiyonu orada müze haline getirelim. Bu eserler, Türkiye Cumhuriyeti'nin olsun. Su medeniyetlerinin başkenti olarak kabul edilen İstanbul'a böylesi kapsamlı bir müzenin yakışacağını düşünüyoruz. Ve bu sevginin 3. kuşaklara da aşılanması lazım."
Kesinlikle doğru... Koleksiyonunuzda yer alan musluk dışındaki eserlerden de söz eder misiniz? "Dedik ki bu koleksiyon sadece bu objelerle olmaz. Bizim bunlara belge, kartpostal ve gravür de eklememiz gerek. İstanbul'daki en iyi çeşme kartpostalları koleksiyonu şu anda bizde. 1000'in üzerinde sadece çeşme kartpostalı var. Şu anda kaybolmuştur, bitmiştir, yok olmuştur veya ayakta duruyordur bu çeşmeler bilmiyorum, ama hepsi Osmanlı dönemine ait orijinal çeşme kartpostallarımız var. Ve bunların hepsi dijital ortama da aktarıldı.
Özellikle su tarihimize ışık tutacak olan belgeleri de topluyoruz. Mesela eski su faturaları... Bu arada su mühürleri, suya ilişkin gravürler, kartpostallar, mesela İstanbul valisine kesilmiş fatura, Vehbi Koç'un kestiği fatura da dahil... Eski muslukçudur, yani nalburdur Vehbi Koç da. Onun mesela çeşme başında resmi vardır orijinal. Atatürk su içerken fotoğrafımız vardır, orijinal, Trakya manevralarında çekilmiş zamanında."
Bütün bu koleksiyonu kapsamlı bir katalog haline getirmeyi düşünüyor musunuz? Ab-ı Hayat sergisi için çok güzel bir katalog yayınlanmış, gördüm, ama o koleksiyonunuzun yalnızca bir kısmını barındırıyor... "Bütün koleksiyonun kitaplaşmasını Adell Armatür Ab-ı Hayat Koleksiyonu diye yapabiliriz... Mutlaka iki dilli olması lazım. Özellikle yabancılar daha çok ilgi gösteriyor bu tür çalışmalara."
Bu koleksiyon, kurumsal sosyal sorumluluk çalışmalarınızdan birisi... Koleksiyon merakınızı işinizle buluşturmanız çok güzel... Gördüğüm kadarıyla sevgiyle, zaman, maddi kaynak ayrılarak amatör ruhla oluşturulmuş, son derece önemli bir çalışma... Biz şimdi de sosyal sorumluluk çalışmalarınızdan, destek verdiğiniz diğer organizasyonlar ve etkinliklerden konuşsak... "Biz, 'bir sanayiciden fazlası' olmayı ve bu bağlamda sanayicilik faaliyetleri dışında da değerler yaratarak sadece içinde bulunduğumuz toplum için değil, tüm insanlık için faydalı olmayı hedefliyoruz.
Bu nedenle de bir taraftan sağlıklı suyu insanımızla buluştururken diğer taraftan da topluma anlamlı katkılar sağlayacak ve faaliyette olduğumuz iş kollarıyla paralellik gösteren projeler geliştirip uyguluyoruz. Bu strateji doğrultusunda gerçekleştirilecek anlamlı projeleri ve kurumsal desteğe en çok ihtiyaç duyulan kültür, sanat, çevre ve eğitim alanlarını sahiplenmiş durumdayız.
İçinizde hissedemediğiniz yarayı saramazsınız. Adell Armatür, kurumsal vatandaş bilinci gönlünde hissettiği terennümleri pek çok sosyal sorumluluk projesine aktarmaya gayret ediyor. Belirttiğimiz gibi su kültürünün yanısıra çevre, tarih, sanat, eğitim, kültür, spor toplumsal yaşam alanlarına duyarlı olmayı, değerlerimize sahip çıkmayı, bunları toplum adına koruma altına alarak muhafaza etmeyi ve kalıcı hafıza oluşturarak sonraki nesillere taşımayı gelecek nesillere borcumuz olarak görüyoruz.
Bu yöndeki çalışmalar arasında eğitimi en önemlilerinden birisi olarak görüyoruz. Yıldızı parlayan bir toplum olarak her şeyden önce eğitim fazını tamamlamamız geriyor. Bu eğitime de daha okul öncesi çağda başlanmalıdır.
Medya da çok önemli, onun da bu konularda halkı doğru bir şekilde bilinçlendirmesi gerekiyor. Ayrıca çevre çalışmalarını da destekliyoruz. Çevre dernekleri ve vakıfları ile çalışmalar sürdürüyoruz. Kamuoyunun aydınlatılması, fertlerin bilinç ve sahiplenme düzeylerinin yükseltilmesi, çevre duyarlılıklarının geliştirilmesine dair eğitimler veriyor, yayınlar yapıyoruz. Sergilere, ulusal ve uluslararası toplantılara katılıp bildiriler sunuyoruz. Üniversiteler ve ortaöğretim kurumları, STK'larla ilişki içindeyiz. Bu arada, çalışanlarımıza teknik eğitimler dışında sosyal ve kişisel içerikli eğitimler de veriyoruz.
Bu çalışmalarımız sonucunda geçtiğimiz yıllarda İSO 2009 Çevre Teşvik, GESİAD Türkiye'nin En Başarılı Sosyal Sorumluluk Projesi ödülleri aldık."
Su kaynaklarının gitgide azaldığı dünyamızda bunlar çok önemli, örnek farkındalıklar... "Evet, koleksiyondaki amacımız da kalıcı bir hafıza, farkındalık oluşturmak. Su kullanma bilincini geliştirmek istiyoruz. Özellikle sanayicilerimizin kendi ana iş kollarının yanında buna paralel olarak kültürel, sanatsal faaliyetler içerisinde olmasını arzu ediyoruz. Yani işadamının tüm mesaisini sadece para kazanmaya indirgememesi, daha bütünsel yaklaşıp toplumun dertleriyle, sanatın gelişimiyle, dünyanın geleceği ile de ilgilenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü, gelecek nesillere güzel bir dünya bırakmamız gerekiyor. Bugün veya geçmişte yaşanan güzellikleri, kültürü, yaşama biçimlerini bir şekilde gelecek nesillere aktarmak gerekiyor. İşte bu eserlerle kalıcı bir hafıza oluşturarak gelecekteki nesillerle buluşturursak mutlu olacağız.
Şunu da arzu ediyoruz bu bir rolmodel olur, bir örnek olur tüm işadamı arkadaşlarımıza, sanayicilerimize. Kendi işiyle alakalı veya ilgi duydukları özel bir konuda olabilir kültürel eserleri biriktirip zayi olmamalarını sağlayabilirler.
Bir de şu var böyle hobiler insanı psikolojik olarak rahatlatıyor. Çünkü hep para, para, para diyorsunuz; bu, insanı bir noktada mutlu etmiyor. Gönül dünyamıza, ruh dünyamıza ait bazı şeyler de deşarj olmamızı, sıfırlamamızı ve daha dengeli, sağlıklı bir hayat kurgulamamızı sağlıyor.
Bu arada bir literatür değişikliğini arzu ediyoruz. Aslında 'su tüketimi' olarak kullanılıyor, ama doğru deyim, su tüketimi değil. Biz, bunu biraz daha değiştirerek 'su yönetimi,' suyun doğru kullanımı şeklinde bir literatür değişikliğine gitsek faydalı olacak diye düşünüyoruz."
Müzeyle birlikte bir Su Akademisi projeniz de var sanırım? "Bu çalışmalarımızı önümüzdeki yıllarda Su Akademisi çatısı altında toplayarak daha bilimsel çalışmalar yapmak, yurtdışına taşımak, su kültürümüzü dünya insanlığına ulaştırmak istiyoruz. Çünkü güzel bir söz var diyor ki 'eğer bağrınızda, gönlünüzde sevgiyi barındırıyorsanız, tüm dünya insanlığı bir ailedir.' Bu ailenin ortak değerlerini onlarla buluşturmak, onlarla tanıştırmak ve gelecek adına oradan bir şeyler alabilmek, zenginleşmek adına önem arz ediyor.
Dolayısıyla bu su akademimiz bilimadamlarımızla, suya gönül veren insanlarla gönülden çalışmalar geliştirecek. Suyun biyolojik dünyamız ve ruh dünyamız için gerekliliğini ortaya koyan çalışmalar. Su, aynı zamanda toplumsal barış, toplumlar arası barış için aracı olarak kullanılmış geçmişte. Çünkü, insanı mutlu ediyor, gönül dünyasını arındırıyor. Üçte ikimiz su, dolayısıyla arınan su bizim düşüncemizi de arındırıyor, karşı tarafa hoşgörü olarak yansıyor ve insanın kendisiyle, toplumuyla daha uzlaşı içerisinde yaşamasını sağlıyor.
Bir diğer taraftan su, gitgide azalan bir nimet, çok yok. Özellikle ülkemizde 2030'lu yıllarda su sıkıntısının yaşanacağını, su fakiri bir ülke olacağımızı söylüyor bilimadamları. Bu açıdan da bir farkındalık yaratarak suyu doğru kullanmayı öğretmeyi de arzu ediyoruz: Eğitimler, seminerler vererek; fabrikalarda, okullarda kamuoyuna bu konuda bilgilendirme yaparak farkındalık düzeyini geliştirmeyi istiyoruz."
Yurdışında sizin su medeniyetlerine ilişkin objelerden oluşun bu koleksiyonunuz gibi başka koleksiyonlar var mı? "Su kültürü yani temizlik kültürü diye bir kavram Avrupa'da son 150 - 200 yıla dayanıyor malumunuz. Bizde ise su kültürü çok eski bir gelenek. Yurtdışında çok fazla böyle bir kültür yok, ama mesela endüstriyelleşmeyle birlikte musluk topluyorlar veya son 100 yıllık hijyen kültürü oluşturuyorlar. Ama bizdeki gibi 700 sene öncesine, 2 bin sene öncesine giden bir gelenekleri yok. Roma'da hamam kültüründen bahsediyoruz, bu topraklarda yaşamış medeniyetlerden kaynaklanıyor bu kültür." Dünya, 08.08.2011 |
|
ELHAÇ AHMET PAŞA SIBYAN MEKTEBİ RESTORE EDİLİYOR haberler.com, 08.08.2011 |
|
ZEUGMA'NIN BİR BENZERİ
Bilindiği gibi daha önceki devirlerde iç kesimlerde hiçbir kentleşme yok. Yerleşmeler köylerden ve kalelerden ibaret. Karadeniz sahilinde şehirleşme var ama iç bölgelerden şehirleşmeden yoksun. İlk defa Roma generali Pompeus Magnus, Pontus ve Paflagonya Bölgesi'nde 7 şehir kurmuş ve burada kurduğu şehre kendi ismini vermiş ve buradaki kenti Roma standartlarında göre kurmuş. Bu kenti nasıl yaratmış hangi yapılara sahip etmiş, bunları araştırıyoruz” dedi.
Gaziantep 27 Gazetesi, 08.08.2011 |
|
KULELİ'NİN ESKİDEN ÜNLÜ KULELERİ YOKTU Çok az kişinin bildiği Kuleli Askeri Lisesi hakkındaki tarihi gerçekler, Ermenistan’da basılan “Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermeni Sporcular” adlı kitapla tekrar gündeme geldi. Kitabın yazarı Erivan’daki Soykırım Müzesi Müdürü olan Hayk Demoyan. Oldukça kapsamlı hazırlanmış kitapta “Osmanlı İmparatorluğu döneminde yaşamış Ermeni sporcular”, “Ermeni futbolunun doğuşu”, “Ermeni kadını ve spor”, “Ermeni spor kulüpleri” gibi dikkat çekici başlıklar ve o döneme ait çarpıcı fotoğraflar var.
O fotoğraflardan biri ise Çengelköy ile Vaniköy arasında yıllardır Boğaz’ın incisi gibi duran Kuleli Askeri Lisesi’ne ait. Ancak bir farkla: Kuleli Askeri Lisesi’nin kuleleri kitaptaki fotoğrafta görülmüyor.
Konuyla ilgili olarak İstanbul Süper Amatör Ligi’nde mücadele eden köklü takımlardan Taksimspor’un kapısını çaldık. Fenerbahçe’nin efsanevi futbolcusu Lefter Küçükandonyadis’in sarı lacivertli takıma transfer olmadan önce formasını giydiği Taksimspor’un Başkanı Garo Hamamcıoğlu ile kulübün Genel Sekreteri Ramanos Cezveciyan, Doğu Ermenicesi ile kaleme alınan kitapta yazılanları anlamamıza yardımcı oldu. Kuleli Askeri Lisesi’nin Ermeni Yetimhanesi olmasıyla ilgil olarak kitapta şunlar yer alıyor: “1915 olaylarından sonra Osmanlı İmparatorluğu’nda farklı grupların ve Ermeniler’in organizasyonları ile yüzlerce yetimhane açıldı. 1915 olaylarından sonra yetim kalan çocuklar tek tek bulunarak Beylerbeyi, Yedikule, Hasköy, Arnavutköy ve benzerleri gibi birçok yetimhaneye yerleştirildiler. (...) 1920 yılında İngiliz askeri ataşesinin organizasyonuyla da Kuleli Askeri Lisesi boşaltıldı ve binaya Ermeni yetimler yerleştirildi. (...) Kuleli Askeri Lisesi’nin Ermeni yetimhanesine dönüşmesi özellikle Türk milliyetçileri arasında infiale yol açtı. Yetimhaneye Ermeni bayrağı çekilmesi üzerine Türk milliyetçileri lise önünde gösteriler yaptı.’’
“Kuleli Askeri Lisesi’nin Tarihçesi’’ adlı kitabın yazarı Akdeniz Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. İsrafil Kurtcephe de şu bilgileri verdi: “1853-1856 yılları arasındaki Kırım Savaşı’nda Kuleli Askeri Lisesi’nin olduğu yer kışlaydı. Osmanlı Devleti, Kuleli Kışlası’na Fransız ve İngiliz askerleri yerleştirmişti. Kırım Savaşı bittikten sonra ise müttefik askerleri, Kuleli Kışlası’nı boşaltacaktı. Ancak boşalttıkları sırada büyük bir yangın çıktı ve kışla tamamen yandı. 1856 yılında Kuleli’nin yeniden yapılması için ünlü Ermeni mimar Garabed Amira Balyan hazırladığı projeyi Padişah Abdülmecid’e sundu ve proje kabul edildi. 1856-58 yılları arasında yapılan yeni binada ise kuleler dikkat çekiyordu. Yani yangından önceki dönemde Kuleli Kışlası’nın kuleleri yoktu.’’ Habertürk, Haber: Bülent Günal, 08.08.2011 |
|
![]() |
ROMA HAMAMI TEMİZLENİYOR
Binlerce yıllık geçmişi bulunan Tarsus’un antik kent dokusuna ait tarihi ve kültürel mirasın izlenebilir ender örneklerinden olan ve Tarsus Müze Müdürlüğümüzce 2004-2007 yılları arasında yapılan temizlik ve kazı çalışmalarında havuzu ile hipokaust sistemi ortaya çıkarılan Roma Hamamı’nda genel temizlik çalışmaları başlatıldı.
Tarsus Belediyesi’nin sponsorluğunda gerçekleştirilecek temizlik çalışmasını Kırşehir Üniversitesi Arkeoloji Bölümünde görevli bulunan Yrd. Doç.Dr. Işık Adak Adıbelli ve ekibi yapacak.
Tarsus’un kent merkezinde bulunan Donuktaş Tapınağı ile hemen hemen çağdaş olan Roma Hamamı, aynı teknikle inşa edilmiştir. Büyük bir kütleye sahip olması nedeniyle arka mahallelere ulaşımı kolaylaştırmak için açılan geçitleri halk bugün “Altından Geçme” ya da “Kemeraltı” olarak adlandırmakta. Çarşı merkezinde kaldığı için her devirde başka amaçlarla kullanılmış ve bu nedenle de Tarsus’ta en çok tahrip edilen kalıntılar arasındadır.
Bugün görünen kalıntılar iki ana bloktan oluşuyor. Doğu batı eksenli ve yine onu dik kesen güney kuzey eksenli iki duvar 3 m. kalınlığında ve yaklaşık 9 m. yüksekliğinde. Bu duvarların kesiştiği kuzey batı bölümde üzeri kubbe ile örtülmüş bir eyvan yer almaktadır. Yapı, moloz taşlarla Opus sementicum (Roma betonu) tekniğiyle yapılmış. Tarsus Haber, 08.08.2011 |
URARTULAR SAVAŞ ARABALARI İHRAÇ ETMİŞ
Urartu medeniyetine asırlarca başkentlik yapan Van'da 2 yıldır kazı çalışmaları yürüten İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Erkan Konyar, gazetecilere yaptığı açıklamada, geçen yıl kalenin kayalık yamaçlarında etnoarkeolojik araştırma yaptıklarını söyledi.
Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde yapılan etnoarkeolojik çalışmaları göz önünde bulundurarak, kayalıklarda yer alan oyukların, Urartu savaş arabalarının aksamlarının yapımında kullanılan kalıplar olduğunu belirlediklerini anlatan Konyar, Urartular'ın savaş arabası, tekerlek ve araba aksamı ürettiğini tespit ettiklerini belirtti.
Konyar, kalıplarda yapılan inceleme ve ölçümler
sonunda önemli bulgulara rastlandığına dikkati
çekerek, ''Söz konusu kalıplar üzerinde yaptığımız
çizim ve ölçümlerin ardından kayalıklarda bulunan
kalıpların, Urartu ve yakın doğu medeniyetlerindeki
tekerlek ölçüleriyle birebir örtüştüğünü tespit
ettik. Urartu resim sanatında kullanılan araba
tasvirleriyle bu işaretleri karşılaştırdığımızda da
olumlu sonuç aldık'' dedi.
Konyar, eski çağlarda Van Gölü havzasının
tekerlekli araç üretiminde önemli bir merkez
olduğuna değinerek, şunları kaydetti: ''Bu araçların yapım tekniği ve aşamasıyla ilgili
de elde ettiğimiz veriler çerçevesinde şöyle
söyleyebiliriz. Uygun sertlikteki ağaçlar belli bir
süre suda bekletildikten ve yumuşaklığını
kazandıktan sonra kalenin kayalıklarındaki kalıplara
çakılıyordu. Bunlar bir haftalık kuruma süresinden
sonra kalıplardan sökülüp gerekli işlemler yapılarak
son işlemi gerçekleştiriliyordu.''
Urartular'ın, demir henüz bulunmadığı için tekerleği ahşaptan yaptıklarına işaret eden Konyar, belli bir kalıp kullanılması nedeniyle seri üretim yapıldığını anlattı.
Kaya işçiliğinde büyük mesafe alan Urartular'ın, kayalıklarda oluşturulan kalıplarla endüstriyel bir aşamaya da geçtiğini anlatan Konyar, söz konusu kalıplardan yararlanarak, geleneksel yöntemle Van'da Urartu arabası üretmeyi planladıklarını sözlerine ekledi. Akşam, 08.08.2011 |
|
TARİHİ KİTAPLIK HAYATA DÖNDÜRÜLDÜ
Köşkün rölöve ve restorasyonuna geçen mayıs
ayında başlayan
Bornova Belediyesi, 2011 yılı içinde çalışmaları
bitirmeyi hedefliyor. Restorasyon ve rölöve
çalışmaları bittiğinde ilçeye yeniden kütüphane
olarak hizmet verecek olan köşkte iç ve dış sıva
raspası, zemin kat döşemesi yenilenmiş olacak.
Köşkün temel etekleri de izolasyon yapmak üzere
açıldı. Menemen’in Mermerli Mahallesi’nde bulunan Rum
Kilisesi (Agios Konstatinos),
İzmir İl Özel İdaresi katkılarıyla Menemen
Belediyesi tarafından restore edildi. Mülkiyeti
Menemen Belediyesi’ne ait olan ve uzun yıllar depo
olarak kullanılan 250 metrekarelik kapalı alana
sahip kilisenin çok yakında Kültür Evi olarak
hizmete açılacağını belirten Menemen Belediye
Başkanı Tahir Şahin, “Aslına uygun olarak
profesyonel bir ekip tarafından yenilenen kültür
mirasımızı halkımızın kullanımına açacağız. Bu
hizmetlerimiz devam edecek” dedi. Milliyet Ege, 08.08.2011 |
|
MAYINLARDAN TEMİZLENEN TARİH YENİDEN CANLANACAK
Tarihi MÖ 3 bin yıllarına dayanan Karmamış'taki 663 bin 800 metrekarelik alanda bulunan mayınların elle temizlenmesinin ardından Karkamış antik kentindeki kazı çalışmalarının Bakanlar Kurulu kararıyla, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Bologna Üniversitesi'nce yürütülmesine karar verildi.
Bölgedeki çalışmalarda 1200 mayının topraktan çıkarılarak imha edildiğini bildiren yetkililer, aynı alanda yürütülecek kazı çalışmalarını, bugüne kadar Gaziantep'te birçok kazı çalışması gerçekleştiren ve iyi derecede Türkçe bilen Prof.Dr. Nicolo Marchetti başkanlığında ekibin yürüteceğini bildirdi.
Kültür ve Turizm İl Müdürü Salih Efiloğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Gaziantep'in birçok medeniyetin beşiği olan, batı medeniyetine geçiş noktasında yer alan bir kent olduğunu söyledi.
Karkamış antik kentinin mayınlardan temizlendiğini, bölgenin tarihi sit alanı olduğunu ifade eden Efiloğlu, Karkamış antik kentinin uzun zamandır merak konusu olan bir alan olduğunu vurguladı.Karkamış'ın Suriye'ye komşu, İstanbul-Bağdat demiryolunun kavşağında, Fırat Nehri'nin süzülerek aktığı bir yer olduğunu, bölgede ender kuş türlerinin bulunduğunu ifade eden Efiloğlu, şöyle konuştu: ''Karkamış antik kenti, tarihi zenginliği açısından bütün dünyanın ilgisini çeken geç Hitit dönemi bilim ve sanat merkezi. Burayla ilgili büyük beklentilerimiz var. Birçok ülkeden bilim adamı, üniversiteler bununla ilgili kazı için müracaata bulundu. En çok Japonlar ve İtalyanlar üzerinde duruldu. Çünkü onlar Türkiye'ye yabancı değil. Bologno Üniversitesi ile Kültür ve Turizm Bakanlığı bir protokol yaptı. Protokol de Bakanlar Kurulu kararına bağlandı. Prof.Dr. Nicolo Marchetti, Gaziantep'te tanıdık bir sima. Türkçesi de iyi. Biz ona 'Antepli Nicola' diyoruz. Bizim için mutluluk verici, kendisi de Gaziantep'i seviyor. Üniversitesi de ciddi bir üniversite. Ben umuyor ve diliyorum ki, layıkıyla son derece güzel bir kazı yapılacak. Biz de tarihi tanıklık etmek için sabırsızlanıyoruz. Kazılara önümüzdeki aylarda başlanmış olacak.''
Efiloğlu, Marchetti'nin kazılara yönelik
hazırlıklarına başladığını, kazının uzun soluklu
bir bilimsel kazı olacağını ifade etti.
Karkamış'a birçok yatırımın gelmesini
istediklerini belirten Efiloğlu, bölge için bir
master planı hazırlanması gerektiğini dile
getirdi.
İhaleyi kazanan Nokta Yatırım Limited Şirketi toplam 663 bin 800 metrekarelik alanda mayınları elle temizlemiş, köpeklerin de kullanıldığı mayın temizleme çalışmaları sırasında çıkarılan 1200 mayın imha edilmişti.
Gerek mayın temizleme ve imha gerekse mayın
temizleme sonrası kalite kontrol işi BM
standartlarına yapılmıştı. Mayın temizlemesi
sırasında sıkı bir denetim kontrol mekanizması
kurulmuş ve kazı sırasında bulunan sikkeler ve
tarihi değeri henüz belirlenemeyen bazı
eserleri, Müze Müdürlüğüne teslim edilmişti.
Karkamış krallarından söz eden ilk belgeler, MÖ 1700'e doğru ortaya çıkar. MÖ 1650'li yıllarda, Hitit Kralı Hattuşili I, Karkamış ve çevresindeki kentleri alarak, kuzey Suriye yolunun güvenliğini sağladı. Daha sonra, Mitanniler'in egemenliği altına giren kent, Şuppiluliuma I döneminde yeniden Hititlere bağlandı.
Karkamış çoğu büyük Hitit kralları soyundan gelen ve İmparatorluğun Suriye'deki topraklarını denetim altında tutan bağlı krallar tarafından yönetiliyordu. Hitit İmparatorluğu'nun MÖ 12. yüzyıl başlarında yıkılmasından sonra kent, yeni kurulan çok sayıda geç Hitit Krallığından birinin merkezioldu.
Asur Kralı Acurnasirpal II'nin Suriye seferi (MÖ 876-866) sırasında, haraca bağlanan Karkamış, MÖ 717'de Asur Kralı Sargon II tarafından yakılıp yıkılarak, Asur topraklarına katıldı.
George Smith'in (1876) Cerablus yakınındaki kalıntıların, Karkamış'a ait olduğunu bulmasından sonra, Hogarth, Lawrence, Campbell-Thompson ve Woolley, 1878-1881, 1911-1914 ve 1919-1920 yılları arasında kentte British Museum adına kazı çalışmaları yapmış. Kalenin bulunduğu tepede, tarih öncesi kalıntıların yanı sıra, erken ve geç Hitit dönemlerinden iki ana yerleşim yeri saptanmıştır. Dış kent, iç kent ve kale olmak üzere üç bölümden oluşan dikdörtgen planlı Karkamış'ta, yönetsel ve dinsel işlevli yapılar, kentin çekirdeğini oluşturmaktaydı.
Yapılar, Hitit-Asur üslubunda kabartmalarla kaplı siyah bazalt ve beyaz kireç taşı ortostatlarla süslüdür. Bulunan kabartmaların çoğunluğu, geç Hitit dönemine tarihlendirilmektedir. Bu kabartmalar, Tanrıça Kupapa ve onun adına yapılan tören alayındaki askerlerin, rahiplerin, çeşitli hayvanları taşıyan kişilerin, uzun ve düz kılıçlarla silahlanmış prenslerin, savaş arabalarının, karışık yaratıkların, koruyucu hayvanların yer aldığı tören alayı betimlemeleriyle MÖ 1. bin yıl başlarındaki yaşam biçimine, giysilerine ve kültürüne ışık tutmaktadır. Karkamış kabartmalarının, büyük çoğunluğu bugün Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde sergileniyor. Akşam, 08.08.2011 |
|
BAKAN'DAN 'KONUŞAN' MÜZECİLERE SİTEM
Bakan Günay, “Müzelerde görevli arkadaşlarımız son zamanlarda bizimle konuşmak yerine basınla konuşmak gibi bir alışkanlık geliştirdiler. Bu kamu görevlileri için güzel değil” dedi.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, İstanbul Arkeoloji Müzesi yönetiminin, “tarihi eser kaçakçılığı kapsamında geçen yıl Türkiye genelinde yapılan operasyonlarda ele geçirilen 68 bin eserin, mahkeme süreci uzun sürdüğü için depolarda bekletildiği ve müzelerde yer kalmadığı için korunamadığı” yönündeki açıklamalarının hatırlatılması üzerine, gazetecilere, basına bilgi sızdıran müze çalışanlarından dert yandı.
Milliyet, 08.08.2011 |
|
MÜZELERİ KAÇAK ESERLER DOLDURDU!
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 08.08.2011 |
|
ŞEHZADE MEDRESESİ YİNE EĞİTİM MERKEZİ OLACAK
Tarihi Şehzadebaşı Medresesi'ne ait bina, restorasyondan sonra Sabah, 08.08.2011 |
|
TOPÇU KIŞLASI İÇİN PROJE BİLE YOK
|
|
YASAKLI KÖY: ILDIRI
Çeşme, turizm potansiyelini
beldelerine ve köylerine taşırken ilçe ekonomik
anlamda hızla büyümeye devam ediyor. Ancak bu güzide
turizm merkezinin aynı güzellikteki köyü olan
Ildırı, sit engelini aşamadığı için yerinde sayıyor.
Sit ile yıllardır başı belada olan Ildırı'da sit
nedeniyle tek bir çivi bile çakılamıyor.
Yeni Asır (kısaltarak), Haber: Kahraman Durak, 08.08.2011 |
|
![]() |
SELÇUK'TA KAÇAK KAZI YAPANLAR SUÇÜSTÜ YAKALANDI
Selçuk İlçesi Arvalya mevkiinde kaçak kazı yapan 5 kişi Selçuk Jandarma ekiplerince suçüstü yakalandılar.
Alınan bilgiye göre Selçuk İlçesi Arvalya mevkiinde kaçak kazı yaptıklarını tesbit eden Selçuk Jandarma ekipleri olay yerine operasyon düzenledi. Operasyonda kazı yapan İ.Y, E.Y, R.Y, H.K ve N.Ç suçüstü yakalandılar. Selçuk Jandarma Karakol Komutanlığı'nda işlemleri tamamlanan şahısların mahkemeye sevk edildiği, daha sonra mahkemece tutuklanarak cezaevine gönderildikleri bildirildi.
Bir süre önce aynı alanda başka kişiler tarafından yine kaçak kazı yapıldığı, kazı yapanların yakalandıkları öğrenildi. Selçuk Bölge Haberleri, 08.08.2011 |
SİDE ANTİK KENTİNDE YAZ DÖNEMİ KAZILARI 15 EYLÜL'DE SONA ERECEK
Kanal Vip, 08.08.2011 |
|
HATİCE VE FEHİME SULTAN YALILARINDA 30 MİLYON LİRALIK OTOPARK SORUNU Sabah, Haber: Hasan Ay, 07.08.2011 |
|
ANADOLU'DAKİ İLK TERMAL TEDAVİ MERKEZİ
Halk arasında ”Kral Kızı” olarak da bilinen Yozgat’ın Sarıkaya İlçesi'ndeki 3 bin yıllık geçmişe sahip, Anadolu’nun ilk termal tedavi merkezi ”Basilica Therma”, arkeolojik kazı çalışmalarıyla gün yüzüne çıkartılıyor.
Sarıkaya Belediye Başkan Yardımcısı Sadettin Öztürk, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Erken Roma dönemine ait ayakta kalabilen nadir eserlerinden biri olan Basilica Therma’nın Türkiye için önemli bir eser olduğunu söyledi. Tarihi eserin özel yapılar arasında yer aldığını ifade Öztürk, ”Basilica Therma, Roma İmparatorluğu döneminde bir termal merkez olarak kullanılmasının yanı sıra aynı zamanda ülkenin doğu kısmının da idare edildiği bir merkez olmuş. Söz konusu dönemde sefere giden Roma orduları da burayı dinleme amaçlı kullanmış” dedi. Bugüne kadar gün ışığına çıkarılmış Roma dönemi eserlerinin hiçbirinde olmayan ”dilini çıkarmış yılan” figürünün sadece Basilica Therma’da yer aldığını belirten Öztürk, bu figürün tıbbın ve sağlığın sembolü anlamına geldiğini ifade ederek, şöyle konuştu: ”Tam termal kaynağın üzerinde kurulmuş bir yapının üzerinde bu figürün bulunması buranın tedavi merkezi olarak da kullanıldığının ispatıdır. Burası Türkiye’nin belkide dünyanın ilk termal merkezidir diyebiliriz.
Sarıkaya’daki kaplıca sularının romatizmal ağrılara, böbrek taşlarının düşmesine, eklem kireçlenmelerine, bel fıtığına, karaciğer ve safra kesesi taşlarına ve cilt hastalıklarına iyi geldiği uzmanlar tarafından saptanmıştır.” Belediye olarak Roma Hamamı Basilica Therma’nın geçmişten bu yana çeşitli sel baskınları, hafriyat ve çöp atıklarından kurtarılarak, turizme kazandırılması için 3 yıldan bu yana çalışmalar sürdürdüklerini aktaran Öztürk, dünya mirasına sahip çıkmak için seferber olduklarını vurguladı. Basilica Therma’nın turizme açılmasının önündeki en büyük engelin sonradan bilinçsiz şekilde yapılan binalar olduğunu aktaran Öztürk, ”Bu binalar tarihi Roma Hamamı’nın görüntüsünü engelliyor. Mülkiyeti birkaç dükkan elde etmek için bazı kişilere verilmiş bu binaları kamulaştırılarak, bu sorunu ortadan kaldırmayı düşünüyoruz” dedi. Sarıkaya’nın tanıtımını yeterince yapamadıkları için turizmden hak etiği payı alamadığını dile getirten Öztürk, ”Biz Sarıkaya’nın tanıtımı için Kültür ve Turizm Bakanlığı ile irtibata geçtik. Onların da bize bu konuda yardımcı olacaklarını tahmin ediyoruz. El birliği ile daha büyük çalışmalara imza atabiliriz. Bizim yaptığımız çalışmalar kısıtlı oluyor. Uluslararası boyuta taşıyacak güçte değiliz” diye konuştu.
Basilica Therma’daki kazı çalışmalarını yürüten Yozgat Müze Müdürlüğü arkeologlarından Ömer Yıldız ise Sarıkaya Belediyesi tarafından temin edilen işçilerle alan üzerindeki temizlik çalışmalarını sürdürdüklerini belirterek, birinci ve ikinci etap çalışmalarını tamamladıklarını söyledi. Yıldız, tarihi Basilica Therma’da bugüne kadar yürütülen kazı çalışmaları hakkında şu bilgileri verdi: ”Roma Hamamı’nın ön cephesini oluşturan kemerlerin etrafında sonradan yapılan ve kemerlerin önünü tamamen kapatan beton blokları kaldırdık. Kuzey apsisi içindeki dolgu toprakları temizledik. Ancak burada su çıkması nedeniyle çalışmalarımızı durdurduk. Kemerlerin önündeki betonarme oluğu sökerek su seviyesini düşürdük, bütün paye ayaklarını temizleyerek açığa çıkardık. Kuzey apsis içinde bir oval duvar bloku, sökülen beton olukların altında ve güney apsis önünde çamura gömülü durumda bulunan, üçü arşitrava ait toplamda beş büyük mimari parçayı ortaya çıkardık. Hamamın iç kısmında üçlü kemer altındaki mermer döşemesi de böylece açığa çıkmış oldu. Betonarme deponun güneyinde ve doğu kemerlerine bitişik alanda 12 metre uzunluğunda beton blok temizlenerek, bu kısımdaki kemerleri beton bloklardan ayırdık.” Samanyolu Haber, 07.08.2011 |
|
İLK ÖZEL İDARESİ BAB-I ALİ'Yİ RESTORE ETTİRİYOR
İstanbul İl Özel İdaresi,
İstanbul Valiliği'nin, devlet başkanlarını, yabancı
iş adamlarını ve büyükelçileri ağırladığı
Cağaloğlu'ndaki Vilayet Konağı'nı (Bab-ı Ali)
restore ettiriyor. Rölöve, Restitüsyon ve
Restorasyon Projeleri Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 07.08.2011 |
|
ENEZ'DE FATİH CAMİİ ONARILACAK
Edirne’nin Enez İlçesi'ndeki Fatih Camisi’nin (Ayasofya Kilisesi) restorasyonu için çalışma yapıldığı bildirildi.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü emekli Öğretim Üyesi ve Enez Arkeolojik Kazı Başkanı Prof.Dr. Sait Başaran, 1456 yılında ilçenin fethedilmesinin ardından, tarihi kale içinde bulunan Ayasofya Kilise’nin sadece kapısının değiştirildiğini ve minber ilave edilerek camiye çevrildiğini belirtti.
Enez’de arkeolojik kazıların 40 yıldan bu yana sürdürüldüğünü vurgulayan Başaran, Fatih Camisi’nin Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından projelerinin hazırlandığını söyledi. Başaran, sözlerini şöyle sürdürdü. ”Enez’de kale içinde camiye çevrilen Ayasofya Kilisesi döneminin en önemli kiliseleri arasındaydı. İstanbul’da bulunan Zeyrek Camisi (Pantokrator manastırı Kilisesi) ile çağdaş ve aynı teknikle yapılmış. Vakıflar Bölge Müdürlüğü şimdi bu tarihi eseri ayağa kaldırmak için çalışma başlattı. Birkaç ay içinde Eski eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulundan geçerek, çalışmaların başlamasını bekliyoruz.”
Kilisenin yapım tarihi ile ilgili bir belge bulunmamaktadır. Ancak, mimari özelliklerinden Orta Bizans döneminde, XII. yüzyılda yapıldığı anlaşılmaktadır. İlk yapıldığında kapalı Yunan haçı şeklindeki kilise, 1456 yılından sonra Fatih Sultan Mehmet tarafından camiye çevrilmiştir.
XVIII. yüzyılda çok harap hale gelen cami, 1710 tarihli kayıta göre tamir geçirmiştir. Balkan Savaşları sırasında ve 1. Dünya Savaşında kale ile birlikte tahrip edilmiş ve minaresi pabuç kısmına kadar yıkılmıştır. 1956 yılındaki depremde de büyük hasar görmüş, 1962 yılından sonra cami terk edilmiştir. Zaman 07.08.2011 |
|
HZ. ALİ'NİN AĞABEYİNİN KABRİ DİYARBAKIR'DA Sabah, 07.08.2011 |
|
RESTORASYON FACİALARI CENNETİ TÜRKİYE
Radikal, Haber: Seben Dayı - Sibel İzci, 07.08.2011 |
|
KAÇIRILAN TARİHİ ESERLER ARTIK EVİNE DÖNÜYOR
Ne kadar kabullenmek istemesek de kadir kıymet bilmezliğimiz dillere destan. Hep tersini düşünür, savunuruz ama karşımıza çıkan yeni yeni bilgi ve belgeler her seferinde bizi şaşkınlıkla dolu bir mahcubiyete sürükler. Yaklaşık 10 asırdır bu hazinenin üstünde oturan bir millet olarak onları özellikle 'dış mihraklara' karşı koruma sicilimiz pek de iyi değil. Dünyanın pek çok önemli müzesinde, Anadolu'dan kaçırılmış tarihi eserler sergilenmeye devam ediyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın bu yılki çalışmalarıyla, Anadolu topraklarından kaçırılan 1883 tarihi eser, 'evlerine' döndü. Bakanlık, 2007-2011 yılları arasında 3 bin 610 adet tarihi eseri çıkarıldığı topraklara geri getirmişti. Bakanlık dün, tarihi eserlerin iadesiyle ilgili yazılı bir açıklama yaptı. Açıklamada, Almanya'dan iade edilen Boğazköy Sfenksi hariç getirilen eserlerin içeriğiyle ilgili bilgi verilmezken konu hakkında hayli ilginç veriler mevcut. Bu yılın ilk yedi ayı içinde, 1883 tarihi eserin geri getirilmesi, son 8 yılın en yüksek iade rakamına işaret ediyor. Hedefte ise aralarında Bergama-Zeus Sunağı, Aphrodisias-İhtiyar Balıkçı Heykeli, Hacı Bayram Veli Türbesi Sandukası, Konya Beyhekim Cami Mihrabı ve Troya kalıntılarına ait parçaların da yer aldığı toplam 7 eser var. 'Eve dönüş' yolundaki hedefler arasında, ilk kez 14 Temmuz 2003'te Zaman'ın gündeme getirdiği Fransa'daki Louvre Müzesi'nde bulunan Sultan II. Selim türbesine ait çini pano da yer alıyor.
Eserlerin iadesiyle ilgili çalışmalar sürerken tarihi eser kaçakçılığıyla mücadele de devam ediyor. Çalınan eserin fotoğraflı envanter bilgileri, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı tüm müze müdürlüklerine, özel müzelere, koleksiyonerlere gönderilirken; bu konuda bakanlık internet sitesinde de duyurular yapılıyor. Ayrıca yurtdışına çıkışlarının önlenmesi amacıyla fotoğraflı envanter bilgileri ilgili kurumlara gönderilerek tüm gümrük kapıları uyarılıyor. Kaçırılan eserlerin iadeleriyle ilgili çalışmalar, bilim adamları ve müze müdürlüklerince hazırlanan raporlar doğrultusunda, ilgili kurumlarla işbirliği sağlanarak sürdürülüyor. Eserlerin iadesinin ikili görüşmeler ve anlaşmalar kapsamında sağlanamaması durumunda, konsolosluklar ve elçilikler aracılığıyla hukuk bürolarıyla ilişkiye geçilerek hukuki süreç başlatılıyor.
Anadolu topraklarına tekrar kazandırılan tarihi eserler arasında İngiltere'den 17, Almanya'dan 1 eser de bulunuyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı, ABD'den 4, Danimarka'dan 4, Bulgaristan'dan 3, İngiltere'den 3, Fransa'dan 2, İrlanda'dan 1, Portekiz'den 1, İtalya'dan 1, İskoçya'dan 1, Rusya'dan 1 ve Ukrayna'dan da 1 tarihi eserin iadesi için çalışmalarını sürdürüyor. Zaman Haber: Özge Yalın, 07.08.2011 |
|
ERMENİ VE RUM EVLERİN RESTORASYONUNA TEPKİ
Doç.Dr. Doğan, "Erivan’daki Türk eserlerinin bir
tanesini restore edin. Bu restorasyonu yaparken de
Türk evini restore ediyoruz diye manşet atın. Buna
müsade eder mi Ermenistan? Peki siz hangi akla
hizmetle Ordu’da Ermeni ve Rum evlerini tadilat
ediyoruz diyebiliyorsunuz?" diye konuştu. Hürriyet, Haber: Erol Küçükoğlu, 07.08.2011 |
|
76 YILLIK FOTOĞRAFLARLA, AİLE YADİGARI TABLONUN İZİNDE
Aile fotoğrafından yola çıkan Tanju, dedektif gibi iz sürerek tablonun Sabancı Müzesi’nde olduğunu tespit etti. Holding ve müze ile yaptığı görüşmelerden sonuç alamayınca dava açtı. Sabancı Holding ise tablonun koleksiyoner Mesut Hakgüden’den intikal ettiğini bildirdi.
Halife Abdülmecid’in Sakıp Sabancı Müzesi’nde sergilenen iki ayrı ‘Genç Kız’ tablosunun çalıntı olduğunu iddia ederek, 76 yıl önce çekilen bir fotoğrafla mahkemeye başvuran Gür Fuat Tanju, dedesinden miras tablonun kendisine iade edilmesi veya değerinin ödenmesini istiyor. Armatör dedesi Hayri Araboğlu’nun kucağında 76 yıl önce çekilen fotoğrafla İstanbul 4 Asliye Hukuk Mahkemesi’ne başvuran Tanju, tablonun ellerinden uçup gidişinin hikayesini şöyle anlattı: “Dedemden bize 6 tablo miras kalmıştı. Tablolardan ikisi babamın evindeydi. Babam ölünce annem evden taşındı. Taşınma esnasında bu iki tablo kaybolmuş. Dededen miras olduğu halde taşınırken kaybolan veya çalınan iki ayrı tabloyu, rahmetli Sakıp Sabancı’nın gazetelerde yayımlanan bir röportajında gördüm. Tablonun Abdülmecid’e ait olduğunu anlatıyordu. Annem, evi taşıyanları o dönem sorgulamış, peşlerine düşmüş ama tablonun o kadar değerli olduğunu bilmediği için hallerine acıyıp polise şikayet etmemiş.”
Radikal, 07.08.2011 |
|
KUYRUKLU YILDIZ ALTINDA BİR EV Doğrusu yenileme çalışmalarının yapılacağını duyduğumuzda aklımıza düştü evi ziyaret etme fikri. Evi görmek için başka vesile arayanlara yazarın 1864'ün 17 Ağustos'unda doğduğunu hatırlatabiliriz; yani doğum gününün yaklaştığını. Yalnız hemen söyleyelim, Heybeli'ye vardıktan sonra eve ulaşmak için küçük bir zahmete katlanmanız gerekiyor. Zira Gürpınar kalabalıktan uzak kalmak için kıyıdan biraz uzağa kurmuş evini. Yaklaşık yarım saat yürüyüp yokuş çıkmalısınız. Fayton ya da bisiklet kiralamak işinizi kolaylaştırır. Yolda müzeyle ilgili bir tabela yok. Bir süre devam eden, daha sonra çatallanan yolun kafanızı karıştırmaması için Türk usulü tarif şöyle; askeriyeye kadar devam edip, soldaki yokuşu çıkan yolu takip edeceksiniz. Eğer asfalttan ayrılıp toprak yollara sapmadıysanız, oradan çam ağaçlarının içindeki eve ulaşmanız 10 dakika sürmeyecek. İşin bu kısmı yalnızca öğlen sıcağında eve giden bizim için değil, vaktiyle Gürpınar'ı ziyaret eden arkadaşları için de dertliymiş. Devrin önemli kadın şairlerinden Şükufe Nihal bir kez 'Buraya gelmek için tayyareye binmeli' şeklinde sitem ettiğinde 'Haklısınız' demiş Gürpınar; 'Benim evin yolu benden daha meşhurdur.'
İçeri adımınızı attığınızda ilk katta oturma odası biçiminde düzenlenmiş geniş bir salonla ve yazarın okuma odası olarak kullandığı küçük bir bölümle karşılaşıyorsunuz. Gayet sade bir havaya sahip ilk katta aslında epey eşya varmış vaktiyle. Fakat yağmalanmış. 'Yılan hikayesi'ni şöyle anlatalım; Gürpınar'ın ölümünün ardından ev yazarın mirasçısı, dayı kızı Emine Muzaffer'in yazlığına dönüşür. Muzaffer, evi 1964'te İl Özel İdaresi'ne müze yapılması için satar. Çalışmalar ancak 1983'te başlar; Kültür ve Turizm Bakanlığı'na devredilerek. 1987'de müzeye çevrilmesi için bu kez Adalar Belediyesi'ne verilir. Öncekilerin beceremediği işi belediye de beceremez. 1996'da adaya kaymakam atanan Mustafa Farsakoğlu (şimdiki belediye başkanı) tekrar ilgi gösterir, belediye ve bakanlıkla işbirliği yaparak 2000'de nihayet müzeye dönüşmesini sağlar. Bütün bu süre boyunca bekçiye rağmen engellenemeyen yağmalarda, envanterde görünen yazarın piyanosu, bisikleti, kemanı, yağlıboya tabloları, avizeleri, kristal likör takımları, antika halıları kaybolur. Yine önemli bir kısmı kaybolsa da, fareler ve böcekler dışında kitaplara dokunan pek olmaz.
Evin çatı katına çıktığınızda küçük bir bölümün, Gürpınar'ın kendisine ördüğü takkeler, vazo kılıfları gibi elişlerinin sergilenmesi için ayrıldığını görüyorsunuz. Adayı, denizi ve İstanbul'u gören geniş manzaraya sahip en güzel oda da yine çatı katında bulunuyor. Burası Gürpınar'ın gençlik yıllarından beri en yakın arkadaşı olan Miralay Hulusi Bey'e ayrılmış. İstanbul'dan neredeyse hiç ayrılmamasına karşın, Hulusi Bey 1933'te vefat edince sıkıntıdan ve kederden kaçmak için Mısır'a gitmesi arkadaşına duyduğu sevgiyi anlatmaya yetiyor. Kitaplarını ilk önce okuttuğu, her sabah birlikte yürüyüşe çıktığı Hulusi Bey dışında yalnızlığını kimseyle paylaşmadığını söylemek yanlış olmaz. 'Müzmin bekar'dır ve ömür boyu evlenmez. Aşk onun için cinselliğin öne çıktığı gelip geçici bir durumdur. Refik Ahmet Sevengil, Gürpınar'ı anlattığı bir yazısında şöyle diyor; 'Bir gün (bekarlığının) sebebini sorduğumda önce sıkıldı, kızardı, suali cevapsız bırakmamak için gülümsedi: Yattığım odada başka nefes istemem, sinirlenirim, bunun içindir ki misafirlikte de kalmam.'
Romanlarında, öykülerinde ve tiyatro oyunlarında ironinin eksik olmadığı sıcak bir dille insanları ve kadın erkek ilişkilerini anlatan yazarın, evini insanlardan uzak bir yere kurmasının nedenini onun hikayesini öğrendiğinizde anlıyorsunuz. Kendisi henüz çevresini tanıyacak yaşa bile gelmemişken annesini veremden kaybeder, babası yeniden evlenip İstanbul'dan ayrılırken onu babaannesine bırakır. Mahmudiye Rüştiyesi'nin subay bölümünde okurken annesini teslim alan hastalık onu da yakalayınca okulu bırakıp yalıtılmış bir yaşama başlar. Zaten verem hastalığıyla tanışmış bir ailede büyümesi onu mikroptan korkan, aşırı titiz, eldivensiz gezmeyen, tokalaşmaktan kaçınan, başkasının dokunduğu yere elini sürmeyen bir 'hastalık hastası' yapmıştır. Romanlarında dönemin insanlarını ve daha çok da kadınları başarıyla anlatabilmesinin nedeni, kadınların arasında geçen çocukluğudur.
Akşam Pazar, Haber: Eyüp Tatlıpınar, 07.08.2011 |
|
TARİHİ KÖŞK HARABEYE DÖNDÜ
Sarıkamış'ta bulunan ve yapım tekniği bakımından Dünya'da eşine ender rastlanan bir eser olan Katerine Köşkü bakımsızlık ve ilgisizlikten dolayı çürümeye terk edildi. Ağaçtan ve biri birine geçme metoduyla yapılan Katerine Köşkü'nün bir çok yerinde sökülmeler gözlenirken, binanın çürüyen ağaçları ise görenleri hayrete düşürüyor.
Osmanlı-Rus savaşından sonra Rus Çarı II. Nikola tarafından komutanlık binası olarak yaptırılan köşk, zaman zaman da av köşkü olarak kullanılmış. Yöre halkı tarafından 'Katerine Köşkü' olarak adlandırılan tarihi bina, bir 'ahşap harikası' olarak değerlendiriliyor. Buna rağmen yeterli ilgiyi göremeyen Katerine Köşkü' yavaş yavaş çürümeye yüz tutmuş.
Fırınlanmış çam ağaçlarının köşelerinin
çentilmesiyle tek bir çivi bile kullanılmadan inşa
edilen köşkte, duvarlarının içinden geçirilen
borularla oluşturulan bir tür kalorifer sistemi
bulunuyor. Köşkün içi ise 'Baltık tarzı' olarak
KATERİNA KÖŞKÜ 19. yüzyıl sonunda Baltık mimari tarzında,
Doğu-Batı istikametinde inşa edilen bina dikdörtgen
planlı olup, üç bölümden oluşmaktadır. Kuzey
Ana binanın sağında ve solunda bodrum katı ile
birlikte iki katlı olan ve temel duvarları taştan,
Binanın kuzey ve güney Sabah, 06.08.2011 |
|
TUNÇ ÇAĞI'NA IŞIK TUTAN KAZI
Samsun’un Bafra İlçesi'nde 1974 yılında başlayan İkiztepe kazıları devam ediyor. Bugüne kadar 11 bin 700 civarında eser ve kalıntının ortaya çıkarıldığı kazının, gelecek yıl tamamlanması planlanıyor.
Samsun yakınlarındaki Dündartepe’de 1940 yılında kazı yapan arkeologlar tarafından Bafra İlçesi'nde keşfedilen İkiztepe’de, 1974 yılında başlatılan ve bugüne kadar süren kazıların bu yılki bölümü ”Tepe 3” olarak adlandırılan bölgede başladı.
İstanbul Üniversitesi (İÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü’nden emekli olan Prof.Dr. Önder Bilgi başkanlığında günümüze kadar sürdürülen kazılarda şimdiye kadar İlk Tunç ve Orta Tunç Çağı (MÖ 4300-1700) dönemine ait yaklaşık 11 bin 700 eser ve kalıntı bulunduğu belirtildi.
Kazı Başkanı Bilgi, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca desteklenen İkiztepe’de kazı çalışmalarının 37 yıldır devam ettiğini ve yöredeki kazı çalışmalarının sonuna gelindiğini söyledi.
İkiztepe kazılarında bulunan eserlerin bölgenin tarihini aydınlattığını söyleyen Bilgi, şu bilgileri verdi: ”İkiztepe’de bugüne kadar elde edilen buluntu sayısı 11 bin 700 dolayına ulaştı. Kültür ve Turizm Bakanlığı adına yürüttüğümüz kazıların bu yılki bölümü devam ediyor. Ortaya çıkartılan eserler büyük önem taşıyor. Eserler bölgenin tarihinin bilinmesi açısından bazı karanlık noktaları aydınlattı. Burada yaşayan insanların ilk defa MÖ 4300 yıllarında bölgeye yerleştiği, kesintisiz olarak MÖ 1700 yılına kadar burada yaşadıklarını belirledik. Bu zaman içinde insanlar burada ahşap evlerde yaşamış. Yaşamlarını sürdürmek için avcılık, hayvancılık, balıkçılık yapmışlar. Bunları bulduğumuz kemiklerinden ve balık kılçıklarından anladık. Ama esas faaliyetlerinin metalurji olduğunu gördük. Amasya’nın Merzifon İlçesi'nden elde ettikleri bakırı ve Sinop’un Durağan İlçesi'nden sağladıkları arseniği karıştırarak metal alaşım haline getirerek çok sayıda metal eser, silah, takı, alet ve sembol gibi eserler ürettiklerini gördük. Ayrıca çok sayıda dokuma tezgahı ile karşılaştık. Bütün bunları değerlendirdiğimizde basit bir yaşamları olan fakat sanayi bakımından çok yüksek bir teknolojiye sahip bir topluluğun İkiztepe’de yaşamış olduğunu anladık.”
Bilgi, burada yaşayan insanların Hint Avrupalı olduğunu, bu insanların Orta Anadolu’da İkiztepe sonrasında kurdukları siyasi birlikle üne kavuşan Hititler’in de atası olabileceklerini düşündüklerini kaydetti.
İkiztepe kazılarının 37 yıldır devam ettiğini ve gelecek yıl tamamen bitirileceğini ifade eden Bilgi, yapılan çalışmalarda elde edilen eserlerle ilgili olarak bugüne kadar 3 kitap yayımladıklarını ve elde edilen bütün bilgilerin tek bir kitap haline getirileceğini kaydetti.
İkiztepe ören yerinde bugüne kadar yapılan kazılarda, bölgede Kalkolitik döneme MÖ 5000-4000 ait yerleşmelerin izine rastlanırken, MÖ 4300 ile MÖ 1700 yıllarına kadar da sürekli yerleşim yapıldığı anlaşıldı. Kazılarda, İlk Tunç Çağı (MÖ 3000-2000) ve Erken Hitit (MÖ 1900-1800) dönemine ait çok sayıda eser ve kalıntı bulundu. Ayrıca Hellenistik döneme ait kesme taştan inşa edilmiş bir tümülüs anıt mezar ortaya çıkarıldı.
İkiztepe’deki kazılarda elde edilen arkeolojik parçalar arasında yer alan en ilginç buluntuları ise ameliyatlı kafatasları oluşturuyor. İkiztepe ören yerindeki en yüksek tepede MÖ 2300-2100 yıllarına ait mezarlıktan çıkarılan 690 iskeletin 8′inde bu döneme ait bilinçli ameliyatlar yapıldığına dair izlere rastlanmıştı.
Tıp kitaplarında yer alan Aztek ve Eski Mısır örneklerinden farklı olarak ”kapak açma” yöntemiyle gerçekleştirilen ameliyatların izini taşıyan buluntular, Anadolu’da rastlanan tek örnekler olması açısından da arkeolojik bir önem taşıyor.
Ayrıca bu eserlerin incelenmesi sonucunda burada yaşayan insanların, Akdeniz ırkının özelliklerini taşımadıkları ve Alacahöyük’te yaşayan Orta Anadolu ırkından farklı, Güney Rusya ile Bulgaristan’da yaşamış ırktan oldukları anlaşıldı.
Kazılarda bugüne kadar elde edilen buluntuların bir bölümü Samsun Arkeoloji ve Etnografya Müzesi’nde sergileniyor. Zaman, 06.08.2011 |
|
RESTORASYONU MÜTEAHHİT YAPMAMALI
Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanata Tarihi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Haşim Karpuz, Konya’nın restorasyon tarihine bakıldığında çok güzel işlerin yapıldığı gibi çok kötü, acemice restorasyonların da yapıldığını ifade etti.
Osmanlı döneminde Asar-ı Atika Nizamnamesine bağlı olarak Konya’da tarihi yapıların korunması ve restorasyonuna önem verildiğini ifade eden Prof.Dr. Haşim Karpuz, “Bazı fotoğraflarda bunu görüyoruz. 1905-1907 yıllarında Alaeddin Camii’nin minberinin, Sahip Ata Camii’nin mihrabının fotoğraf çekilmiş. Ve fotoğrafın arkasına imam dahil 3 kişi tutanak gibi imza atarak Asar-ı Atika’yı koruyacağım, yangın ve doğal felaketin dışındaki zararlardan sorumlu olacağım diye imama zimmetlemişler. Cumhuriyetin ilk yıllarında da korunma kararları alınmış. 1931 yılında Atatürk Konya Türk Ocağını ziyaret edince bir rapor vermişler. Gençler raporda, İnce Minare Medresesi, Karatay Medresesi, Mevlana Türbesi gibi birçok Selçuklu eserinin harap halde olduğunu ve bunların acilen restorasyonunun yapılmasını istemişler. Bunun üzerine Atatürk, İsmet Paşa’ya çok sayıda tarihi eserler var, yer üstünde ve yer altında zengin değerlerimiz var, bunların kazılıp restorasyonun yapılması için uzmanlara ihtiyaç var. Yurt dışına öğrenci gönderelim ve tarihi eser alanında mütehassıs yetiştirelim şeklinde telgraf çekmiştir” dedi.
Prof. Karpuz, gerek yurtdışına öğrenci gönderilmesi gerekse ülke içinde yetişen uzmanlarla 1950’li yıllarda İnce Minare, Karatay ev Sırçalı Medresesinin restorasyonları, o zamanın Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün tek restorasyon mimarı Mahmut Akok tarafından yapıldığına dikkat çekti. 1980’lere gelindiğinde Türkiye’nin ekonomik bakımdan güçlendiğini müzecilik, arkeoloji ve restorasyon alanında birçok uzmanın yetiştiğini dile getiren Prof. Karpuz, bu uzmanlarla Konya’da merkez ve ilçelerde birçok tarihi eserin onarıldığını belirtti.
“Restorasyonlarda işi alan müteahhit alanında uzmansa, iyi ustalar buluyorsa yapı aslına uygun olarak yapılıyor. Ancak bu işten anlamıyorsa yapının bütün özelliklerini yok ediyorlar” diyen Prof. Karpuz, şu değerlendirmelerde bulundu: “En kötü restore edilen tarihi eser Sahip Ata Hankahı’dır. Çünkü yapının restorasyonunu bu işten anlamıyan birine vermişler ve hankah içinde bulunan Büyük Selçuklu duvar çinilerini kırmıştı. Bu olay karşısında genel müdür bile gözyaşlarını tutamadı. Sonrasında genel müdürlük olaya el koydu çok iyi bir çini restorasyonu buldular. Restorasyonun ardından hankah eski haline getirildi ve çini müzesi yapıldı. Önceki adam hiç tarihi eser restorasyon etmemiş, cahil ama müteahhit ihaleye giriyor ve kazanıyor. İhale yoluyla restorasyon yapılamaz. Restorasyon arkeolojik kazı yapılır gibi yapılmalı. En iyi uzmanları bulacaksınız ve bulduğunuz uzmanlar projesini ve uygulamasını kendilerini yapacak. Eşrefoğlu Camii’ de aynı şekilde. Çini işlerini yapan ustalar iyi ama çinileri çok abartılı bir şekilde restore ettiler. Yrd. Doç.Dr. Yaşar Erdemir, doktora tezi yaptı. Tezinde caminin özgün renklerini ve motiflerin şekillerinin orijinalini belirtmişti. Ancak çok abartılı bir restorasyon yapıldığı için çinilerde özgün renkler yakalanamadı.”
Müze-i Hümayun’nun anaokulu olarak hizmet vermesini değerlendiren Prof.Dr. Haşim Karpuz, buranın tarihi özelliğinden dolayı kültür amaçlı kullanılmasının daha doğru olacağını kaydetti. Müze-i Hümayunda restorasyon değil rekonstrüksiyonun (bir eserin yeniden yapımı) yapıldığını aktaran Prof. Karpuz, “Dolayısıyla binanın orijinal bir tarafı yok. Sadece kapıya kitabesini koydular. Bu yapı mimarlık tarihi bakımından değeri yok ama tarih bakımından değeri var. Çünkü Konya’nın ilk müze binasını hatırlatması bakımından değeri var. Milli Eğitim mülkün olan tarihi binaları ihtiyaçları doğrultusunda değerlendiriyor. Ancak buranın ana okulu olarak yapılması yanlış. Kültür ve sanat amaçlı kullansalar daha doğru olurdu” diye konuştu.
Alaeddin Tepesi’ndeki II. Kılıçarslan Köşkü’nün yapım çalışmalarını da değerlendiren Prof. Karpuz, köşkün genel durumu hakkında tamamlayıcı bilgilere sahip olmadıklarını söyledi. Yapılması planlanan projede köşkün iki kulesi olan bir saray gibi gösterildiğini ifade eden Prof. Karpuz, şunları kaydetti: “Eski fotoğraflar da bugünkü kalan parçanın tam yıkılmadan önceki halini gösteriyor. Bir işe yaramıyor. Ne kadar tarihi canlandırıyoruz ya da sarayı eski şekline dönüştüreceğiz dense de çok fazla ilerleme kaydedilemeyecek. Sarayın seyir köşkünü yapabiliriz ancak çok fazla üst yapıya ait restorasyon da ortaya konamayacak. Devam eden kazılarda yeni bilgi ve bulgulara ulaşmayı bekliyoruz. Acaba iç kale çift surla mı çevriliydi? Buna bakıyoruz. Sarayın önünde bir çift izine rastlandı. Kazılarda sarayın önünde çift sur izine rastlandı. Bu surların saray kompleksini içene aldığını, İnce Minare’nin hizasına gitmeden köşe yapıp sarayı içine aldığını ve bütün tepeyi çevrelediğini ileri süren görüşler var. Kazılarda iç kale surlarının Selçuklular zamanında yapıldığını ve restorasyona uğradığını görüyoruz. Çünkü Selçuklular Konya’yı fethettiğinde şehir haraptı. Selçuklularda haçlılara karşı korunmak için iç kalelerini restore etmişler. Kazılarda çini, mimari parçalar, alçı süslemeler, kandiller, sikkeler gibi küçük parçalar da bulundu. Bunlar önemlidir.”
Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü'nün Alaeddin çevresinde aldığı kontrollü kazı çalışmalarında ise geç kalındığını anlatan Prof. Karpuz, “Selçuklu Konya’sının kent dokusunun korunması için çok geç kalındı. 1982’de Alaeddin Tepesi, Bedesten, Mevlana Müzesi’nin olduğu alan arkeolojik kentsel sit ilan edildi. Biz bunların birleştirilip surların geçtiği alanlarda kontrollü kazı yapılsın tavsiyesinde bulunduk. Şu anda kazı yapılan alanlarda sur çıkıyor ama anıtlar kurulu dış surlarının evin temelinde korumak şartıyla inşaata izin veriyor. Bu yanlıştır. Bugün dershane olarak kullanılan eski otel binasının altında tarihi su kalıntıları var. Doktorlar iş hanının altında dış kale surları var. Belediye Konya surlarının bir bölümünü koruyup sergilemesi lazım ama bu yapılmıyor” diye konuştu. Konya Merhaba, 06.08.2011 |
|
NADİR ESERLER BU MERKEZDE GENÇLEŞİYOR
Arte Su Arte, 2006 yılından beri Türkiye'nin ilk ve tek özel restorasyon merkezi. İlgilisi bilir. Türkiye'de restorasyon merkezlerinin sayısı oldukça azdır. Bu eksikliği kapatmaya çalışmasından ötürü önemli bir merkez olan Arte Su Arte'nin kuruluş nedenini merak edip düştük Çukurcuma'nın yokuş yollarına.
Arte Su Arte, Çukurcuma'da tarihi bir binanın alt katında hizmet veriyor. Solmuş, yırtılmış Osman Hamdi Bey tabloları, lime lime dağılmış Yavuz Selim, Kanuni kaftanları, Sultan Abdülaziz'in saltanat kayığının deri mataraları, Dolmabahçe Sarayı'nın porselenleri, Urartu'nun bronz eserleri, Roma'nın cam sürahileri, Bahriye Nezareti'nin haritaları gibi koleksiyonların güzide parçaları hassasiyetle yenileniyor. Bu merkeze gelince fark ettik ki her şey restore edilebiliyormuş.
Merkezin kurucusu mimar Naim Arnas aynı zamanda bir koleksiyoner. Yıllarca biriktirdiği eserlerin restorasyonunu yaptırmak için uğraşmış. Bir müddet Sultanahmet'te bir merkezde yaptırmış. Sonra oradan ayrılan restoratörlerle çalışmış. "Öncelikle arkeolojik eserler için bir restorasyon merkezine ihtiyaç vardı. Türkiye'de hiç restorasyon merkezi yok. Dolayısıyla piyasada çok iyi restoratörler de yok. Olanlar da tablo restorasyonu yapıyorlar." diyen Arnas, 2005'te hem kendi koleksiyonu için hem de dıştan gelecek eserler için kendi işini kendi görmeye karar vermiş.
Restorasyonun ne kadar uzun sürdüğünü ve masraflı olduğunu Arte Su Arte'ye gelince anlıyoruz. Masanın üzerindeki Osmanlı paşasının resmini bir esnaf getirmiş. "Restorasyonu 8 ay sürecek. Fiyatı da 7 bin dolar. Getirilen eserin gerçek ya da kopya olmasına göre fiyat belirleniyor." diyor Arnas ve diğer masanın üzerinde duran büyük siyah bir kamyonu göstererek devam ediyor: "El yapımı bir kamyon. Üzerinde 3 aydır uğraşıyoruz. Bitirirsek Bursa'daki oyuncak sergisine koyacağız. Kadir Has Müzesi'ne ait HSBC Bank'ta bombalanmış bir tablo vardı. Paramparça geldi. En tahrip olmuş eserimiz oydu. Restorasyonu tam 1 yıl sürdü. Restorasyon öyle özensiz yapılacak bir şey değil. Bir tablonun sadece temizliği 3-4 gün sürer. Üzerindeki patinayı almanız, altındaki katmanları kontrol etmeniz lazım. Kibrit çöpünden bina yapmak gibi bir şey."
Merkezde hemen hemen her tür restorasyon yapılıyor. Tablo, tekstil, hat ve levha, kağıt, deri eserler, seramik eserler, taş eserler, ahşap eserler, metal eserler ve mimari restorasyon... Eski oyuncakları dahi restore ediyorlar. Fakat onlar buna restore etmek değil, tamir etmek diyorlar. Etraf, paşa tablolarıyla dolu. Tablo restorasyonu belli ki Arte Su Arte için daha önemli. Fakat Naim Arnas, tablo konusunda Türkiye'de yetişmiş restoratörlerin olmamasından şikayetçi. Bu yüzden merkezin başında 2006 yılından bu yıla kadar hep yabancılar olmuş. Önce bir Fransız, sonra bir İspanyol. Diğer elemanlar ise Bulgaristan ve Belçikalıymış. Ara ara Türkler de katılmış ancak hep sınırlı sayıda. Şimdi ise merkezin başında Bilge Su Şen bulunuyor. Ancak tablo işi geldiğinde hemen yurtdışından sürekli çalıştıkları elemanlar çağırılıyor. Naim Arnas, "Bu merkezi açtıktan sonra gördüğüm şu: Restorasyon konusunda Türkiye'de yetişmiş insan sayısı az. Olanlarsa dışarıda eğitim almışlar. Özellikle tablo konusunda... Uzun bir süre bu eksiği kapatmak için uğraştık. Restore edilmesi gereken şeylerin bazılarını burada restore ettik, bazılarını dışarıya gönderdik. Özellikle tekstil konusunda dışarıdan bir arkadaşla çalışıyoruz. Kağıt restorasyonu konusunu bazen bünyemizde hallediyoruz bazen dışarıdan part time çalışan arkadaşlarımıza başvuruyoruz. Ancak tekstilde, ahşapta, pişmiş toprakta yetişen arkadaşlarımız var." diyor.
Arte Su Arte, geçtiğimiz aylarda açılan Hamam Kültürü Sergisi'ndeki eserlerin tamamını restore etmiş. Sergide yer alan tekstilden metale her tür malzeme ellerinden geçmiş. Hatta sabunlar bile... Yine mayıs ayında Bursa'da açılan oyuncak sergisindeki bütün eserlerin bakım ve onarımları da yine burada yapılmış. Zaman Cumaertesi, Haber: Saliha Cüvelek, 06.08.2011 |
|
FATİH'İN DÖKÜMHANESİNİN DEMİR ÇARK DİŞLİSİ BULUNDU
Türkiye Gazetesi, 06.08.2011 |
|
|
MURAT MOROVA, BRITISH MUSEUM KOLEKSİYONUNDA
Daha önce Erol Akyavaş'ın 'Miraçname'sini koleksiyonuna katan British Museum bu kez de Morova'nın "Kıssadan Hisse" adlı dizisinden "Hz. Eyüp" temalı eseri satın aldı. Eser, geçtiğimiz yıl İstanbul Galeri Nev'de sergilenmişti. İşlerini genellikle geleneksel form/felsefe ile temellendiren sanatçı, el yapımı kağıt üzerine gerçekleştirdiği bu dizisinde 'kadim hikayeler' ile 'bugün' arasındaki mesafede 'tarih', 'tekerrür', 'tekamül' kavramları üzerinden bir okuma pratiği yapıyor. Daha önce açtığı sergilerine "Remz", "Nafile Yazılar", "Yalan Dünya", "Uryan", "Dem Bu Dem" gibi başlıklar koyan sanatçı bu dizide de geleneksel formları çağdaş sanatın öğeleriyle birleştiriyor. Zaman, 06.08.2011 |
YUKARIKÖY BAŞTAN YARATILACAK
Narlıdere'nin en eski yapılarının bulunduğu Yukarıköy'deki 11 tarihi binanın restore edilmesi için İzmir İl Özel İdaresi bütçesinden 426 bin lira ayrıldığı açıklandı.
Belediye Başkanı Abdül Batur, Narlıdere'de modern bir köy yaratılacağını belirterek, "Yukarıköy baştan yaratılarak Narlıdere'nin çekim merkezi olacak" dedi. Narlıdere'nin kentsel sit alanı içerisinde bulunan ilk yerleşim bölgesi olan Yukarıköy'deki tarihi binaların, restorasyon projeleri, tabiat varlıkları kurulu tarafından onaylandı. İzmir İl Özel İdaresi, Yukarıköy'de bulunan 11 tarihi evin restorasyon çalışmaları için 426 bin lira bütçe ayırdı. Yukarıköy'ün, Narlıdere'nin Şirince'si olma yolunda hızla ilerlediğini söyleyen Batur, "Koruma altındaki köyü yaşatmak zorundayız. Narlıdere merak edilecek, tercih edilecek bir çekim merkezi haline gelecek. Yukarıköy, Narlıdere'nin tarihi değeri" dedi. Yeni Asır, Haber: Fatih Abacıoğlu, 05.08.2011 |
|
YELKENLER YOROS'A
İstanbul’un antik dönemden kalan tek kalesi olan Yoros (Hieron) Kalesi’nde iki yıldır süren kazılar sonucunda Osmanlı dönemine ait bir çok eser bulundu. Kültür Bakanlığı ve İstanbul Üniversitesi tarafından yürütülen kazı aynı zamanda Bakanlar Kurulu önerili yapılıyor. İstanbul İl Kültür Müdürü Prof.Dr. Ahmet Emre Bilgili, Kazı Başkanı Prof.Dr. Asnu Bilban Yalçın ve Beykoz Belediye Başkanı Yücel Çelikbilek, Yoros’da (Hieron) yaptıkları basın açıklamasıyla kazı hakkında bilgi verdiler. Yoros Kalesi’nin tarihi açıdan çok önemli olduğunu vurgulayan Kazı Başkanı, kalenin konumu nedeniyle İstanbul’un Karadeniz’e açılan kapısı olduğunu, hatta Pers Kralı Darius’un da burada konakladığının düşünüldüğünü belirtti. Asnu Bilban, vakti zamanında kalenin eteklerinde 300 geminin demirleyebildiği bir liman bulunduğunu belitti.
Zeus ve 12 Yunan Tanrısı için yapılmış iki tapınak da olduğu bilinen alanda ilerleyen safhalarda bunlara da ulaşılabileceği düşünülüyor. Dini önemi de bulunan kalede ilkçağ insanını Karadeniz’in bilinmezliği korkutmuş ve gemiciler Karadeniz’e açılmadan önce burada Zeus’a adak adarlarmış. Osmanlı döneminde yeniçeri garnizonu olarak kullanılan kalede ulaşılan materyaller genellikle gündelik yaşama dair. Keramik kaplar, levazımlıklar, su ve yemek kapları, pipo lüleleri bulunanlar arasında. Genç bir kazı olduğunu vurgulayan Asnu Bilban, kazı çalışmaları ilerledikçe antik döneme ait bulgulara rastlanabileceğini ve bu bulguların Yunan Kolonizasyon devrini aydınlatabileceğini belirtti.
Yoros (Hieron) Kalesi'ndeki çalışmaların bir önemli diğer özelliği de bir kale kazısı yapılıyor olması. Ülkemizde genellikle kalelerle ilgili yapılan çalışmalar düzenleme ile geçiştirilir. Böylelikle Yoros kazısı, Kale kazıcılığının değerli bir örneğini de teşkil etmiş oluyor.
Bu alanda deniz savaşlarının yoğun olması su altı kazılarının da önemini arttırıyor. İlerleyen dönemlerde bu konuda da girişimlerin olacağı yapılan açıklamalardan anlaşılıyor.
Kale ve çevresindeki 1600 metre karelik bir alana kazı izni alınmış durumda. Arkeolog, sanat tarihçisi ve mimarlardan oluşan yirmi kişilik ekiple çalışmalar yürütülüyor. Kazı ekibinin ihtiyaçlarının karşılandığı, lojistik destek sağlandığı ve kısmi değerlendirmeyi yapıp ilgili müzeye götürecek bir kazı evinin kazı alanına yapılacağını söyleniyor. Geniş kapsamlı bir çalışmayla bölgenin ören yeri haline getirilmesi hedefleniyor.
KALENİN TARİHİ Yoros Kalesi, İstanbul’da Anadolu Kavağı sırtlarındaki Doğu Roma döneminden kalma önemli bir kale. Yoros, imparatorluk zayıf düştükten sonra Cenevizlilerin eline geçmiş ve uzun süre onların elinde kalmış; bu yüzden bir Ceneviz Kalesi olduğu inancı doğmuş. Adının nereden geldiği kesin olarak bilinmemekle birlikte, “Kutsal yer” anlamına gelen Hieron’dan geldiği görüşü oldukça yaygın. Osmanlı Devletinde yeniçeri garnizonuna dönüştürülmüş. 1800’lerin başında ise 20 köyden oluşan bir garnizona dönüşmüş. Deniz ticareti için önemli olduğu kadar İstanbul’u, Karadeniz’den gelecek saldırılara karşı korumak için de kullanılmış. Evrensel, Haber: İsmail Afacan, 05.08.2011 |
|
ANTİK KENTTE DİNAMİT TEHLİKESİ
Labranda antik kenti kazısında eşbaşkan olarak görev yapan Adnan Menderes Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Fatma Bağdatlı Çam, büyük bir ekiple çalıştıklarını restorasyon için çizimler yapıldığını, bunlar bittikten sonra restorasyon ve konservasyon çalışmalarına geçeceklerini söyledi.
Labranda’nın diğer antik kentlere göre daha şanslı olduğunu belirten Çam, “antik kentin taşları yerinden sökülerek başka alanlarda kullanılmamış. Ayakta kalan yapıların bir kısmı depremler ve doğal şartlardan dolayı zarar görmüş. Yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya. Onun için bu yıl özellikle restorasyon çalışmalarına ağırlık vererek, duvarların çizimlerinin yapılması, daha sonra restorasyon ve ardından da konservasyon çalışmalarının yapılması planlanmakta. Labranda antik kentinin yakınlarında bazı maden çalışmaları yapılıyor. Maden ocaklarındaki dinamit patlamaları buradan da hissediliyor. Bu patlamalar zor şartlarda ayakta duran yapıların daha çabuk zarar görmesini ve daha çabuk yıkılabilmesini sağlamakta. Kaymakamlığa ve ilgili makamlara maden ocaklarının Labranda antik kentine verdiği zararlar hakkında bilgi aktardık” dedi.
Labranda antik kenti, kutsal bir alan olarak kabul ediliyor. MÖ 4. yüzyılın ortalarında Hekatomnik krallığı tarafından kuruldu.Buradaki ilk inşaat çalışmaları Kral Mausoles tarafından MÖ 4. yüzyılın ortalarında başlatılmış. Daha sonra kardeşi İdrieus tarafından sürdürülmüş.Buradaki yapıların çoğu tapınak. Hekatomnos ailesiyle ilgili kutsal yapılar içermekte. Antik dönemde Labranda da yılda bir kere çok büyük bir festival düzenlenerek, tanrılara adaklar adanmaktaydı.Milas’tan buraya gelen 14 kilometre uzunluğunda 8 metre genişliğinde mermerden yapılmış bir antik yol vardı. Buradaki çalışmalar bu yol sayesinde yapılmış.Burada görev yapan rahiplerin evleri de bu alan içerisinde yer alıyordu. Labranda’da önemli su kaynağı var. Bu suyun bulunduğu kısımda büyük blok taşlardan yapılmış bir mezar yapısı var. Bu mezarın Hekatomnos ailesine ait kral veya yöneticiye ait olduğu düşünülmekte. Cnn Türk, 05.08.2011 |
|
ÇEŞME'NİN TARİHİ 5 BİN YIL ÖNCESİNE GİTTİ
Çeşme’teki Bağlararası Mevkii’nde 2001 yılında tesadüf sonucu Çeşme Müzesi uzmanı Arkeolog Hüseyin Vural tarafından keşfedilen bronz çağına ait yerleşim merkezinde bugüne kadar yapılan kazı çalışmalarında Çeşme tarihinin günümüzden en az 5 bin yıl öncesine kadar gittiği tespit edildi. Ankara Üniversitesi Sualtı Arkeolojik Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin (ANKÜSAM), ‘İzmir Bölgesi Kazı ve Araştırmalar Projesi’ (IRERP) kapsamında yapılan arkeolojik kazılar Doç.Dr. Vasıf Şahoğlu başkanlığında sürdürülüyor.
Kazı Başkanı Doç.Dr. Vasıf Şahoğlu, bölgenin önemini ortaya koyarak, Çeşme’de binlerde yıldan bu yana devam eden gelenek ve yaşam biçimlerinin kökeninin incelenmesini hedeflediklerini söyledi. Doç.Dr. Şahoğlu, “Bölgenin özellikle MÖ 2 bin başlarındaki Girit-Minos deniz ticareti ile olan ilişkisi ve Çeşme Bağlararası’nın bu ticaret ağı içerisindeki rolü, cevap aranması gereken en önemli sorulardan bazıları. Batı Anadolu sahil kesiminin, İç Anadolu bölgesinde etkin olan Hititler ile olan sosyo-kültürel, siyasi ve ticari ilişkileri de yine araştırmalarımızın en önemli odak noktalarından birisini oluşturmakta” diye konuştu.
Bu yılki kazı çalışmalarının 19 Temmuz’da başladığını ve 15 Eylül’e kadar devam edeceğini kaydeden Doç.Dr. Vasıf Şahoğlu, şöyle dedi: “Bu yılki kazı sezonunun ana hedefi, kazı yapılan alanlarda derinleşilerek daha erken dönemlerin araştırılması. Yaklaşık 25 kişilik bir ekiple sürdürdüğümüz çalışmalarımızda, Çeşme’de günümüzden 3 bin 700 yıl önce meydana gelmiş büyük depremin izlerini de araştıracağız. Geçen yıl iki farklı alanda kazı çalışması yaptık. Birinci kazı alanımız MÖ 3 bin ortalarına tarihlenen kısımdı. Bir diğer alan ise geçen yıl yeni kazmaya başladığımız MÖ 2 bin ortalarına tarihlenen yerleşmede yaptığımız kazılardı. Bu alanda gerçekleştirdiğimiz kazılarda MÖ 13-14. yüzyıllara tarihleyebileceğimiz Myken döneme ait bir çukur içerisinden Ege adalarına has boyalı seramik örnekleri ile çok iyi korunmuş 3 bin 300 yıllık bir bronz mızrak ucu bulmuştuk. Büyük ölçüde tahribata maruz kalmış bu mimari ögelerin kazısını bu yıl da sürdüreceğiz. Kazılarımız Çeşme tarihinin daha birçok bilinmeyenine ışık tutacak. ”
Doç.Dr. Vasıf Şahoğlu, bu yılki çalışmalarda şu ana kadar karşılarına çıkan en iyi korunmuş mimari öğelere rastladıklarını vurguladı. Yaklaşık 4 bin 500 yıl öncesine tarihlenen 2 metre yüksekliğindeki taş duvarları ortaya çıkardıklarını kaydeden Doç.Dr. Şahoğlu, bölgedeki bu taş mimarinin, günümüzde de süregelen taş mimari geleneği kökeninin binlerce yıl öncesine tarihlendiğini gösterdiğini ekledi. haberler.com, 04.08.2011 |
|
![]() |
ADIYAMAN'DAN NEMRUT DAVASI
Malatya Valiliği'nin internet sitesinde yer alan Nemrut figürü, Adıyaman Belediyesi'nin girişimiyle kaldırıldı. Malatya Haber, 04.08.2011 |
ASKER DENETİMİNDE TARİH TAHRİP EDİLİYOR
Van, Hakkari ve Ağrı’da bulunan tarihi kaleler yıllardır halka yasaklanmış durumda. Geçmiş tarihe ışık tutan ve turizm açısında önemli mekanlar olan kalelerde tarihi çalışmalar yapılması yerine büyük bölümü askerler için yapılan nöbet kuleleri ve koruma duvarlarıyla tahrip ediliyor. Başta Hakkari’de bulunan Hakkari ile Bay Kaleleri, Van’da bulunan Tilki Tepe, Toprak, Çatak ve Muradiye kaleleri, Patnos’ta bulunan Kot Tepesi Kalesi başta olmak üzere tarihi kalelerin tamamı askerlerin nöbet alanları olarak kullanılıyor. Kalelerde restorasyon yerine asker kulübeleri inşa ediliyor. İşte “güvenlik” bahane edilerek, halkın alınmadığı ve askeri alan ilan edilen tarihi kalelerin özellikleri:
CÖLEMERİK KALESİ Hakkari İl merkezinde kuzey güney yönlerine uzanan, yüksekliği 100-200 metre olan bir tepe üzerinde kurulmuş olan tarihi kale, 1990’lı yılların başında beri askerler tarafından gözetleme kulesi ve güvenlik amaçlı olarak kullanılıyor. Kale, 1990 yılına kadar üst kısımlarında bulunan çay bahçeleriyle halkın en önemli dinlenme mekanı olarak kullanılıyordu.
BAY KALESİ Şehrin güney tarafında ve merkeze yaklaşık 8 kilometre uzaklıkta bulunan kale, sarp ve kayalık bir tepe üzerinde yer alıyor. Kaleye hem kuzeyden hem de güney tarafından iki yol bulunuyor. Mimari dokusu büyük ölçüde tahrip olan kalenin en üst kesiminde moloz taşlar ve Horasan harcı ile tutturulmuş duvar izleri mevcut. Tarihi kaynaklarda Hakkari Beylerinden Malik Beyin’in hüküm sürdüğü belirtilen Kale, yıllardır askerlerin nöbet alanı olarak kullanılıyor.
TOPRAKKALE Van’ın kuzeydoğu yönünde Van Ovası’nda bulunan ve Urartuların ikinci başkenti olarak bilinen yerleşme alanına yer alan Toprakkale Zimzim kayalıkları üzerine kurulmuştur. Urartu sulama tesislerinin en gelişmiş örneğini oluşturan ve Rusa Barajı olarak anılan barajın iki ayrı gövde duvarı vardır ve deniz seviyesinden 2 bin 544 metre yüksekliğindedir. Dönemin medeniyetlerine ev sahipliği yapmış olan Toprakkale, 1980 darbesinden sonra yasak bölge ilan edilerek, askeri alan yapıldı. Bir zamanlar işkencehane olarak kullanıldığı belirtilen Toprakkale’de son olarak Van Barosu’na yapılan bir başvuruda Kalede bulunan bir mağarada yüzlerce kişinin cenazelerin bulunduğu belirtilmişti.
TİLKİTEPE Van’ın 8 kilometre güneyinde, Van Gölü’nün kıyısında yer alan Tilkitepe Höyüğü, ilk defa 1899 yılında İngiliz arkeolog Belck tarafından keşfedilmiştir. Yaklaşık olarak 45 metre çapında ve 10 metre yüksekliğindedir. Tilkitepe Doğu Anadolu’da keşfedilmiş ender höyüklerden birisidir. Bölgede bulunan höyük sayısının az olmasın en önemli nedeni olumsuz iklim koşullarıdır. Bölgede en önemli tarihi mekan olarak kabul edilen Tilki Tepe, yıllardır Özel Hareket timlerin eğitim alanı olarak kullanılıyor. Kazı çalışmaları yapmak isteyen arkeologlar bölgeye bile yaklaştırılmıyor.
AZİZ ETİENNE KİLİSESİ Van’ın Çatak İlçe merkezinde bulunan tarihi Aziz Etienne Kilisesi’nin (Dera Heşet) etrafı, 1995 yılından bu yana İlçe Jandarma Karakolu tarafından tel örgülerle örülüp halka yasaklandı. Sayısız kilise, manastır ve tarihi yapının bulunduğu kentte, eserler; kimi zaman 9. yüzyıldan kaldığı belirtilen Hogecvank Manastırı (Der Meryem) ile 13. yüzyıldan kalma St. Bartholomeus Kilisesi gibi, operasyonlara çıkan askerlerin atış poligonu oluyor, kimi zaman ise 13. yüzyıldan kalma Ardzvaber Manastırı gibi askerler tarafından yıkılarak taşları yeni yapılacak karakollar için kullanılıyor. Hemen hemen her Köyü'nde bir kilisenin bulunduğu hatta bazı kiliselerin camiye çevrilip kullanılıyor. Halk arasındaki adıyla Dêra Hêşet Kilisesi askerlerin nöbet tuttuğu bir mekan haline geldi.
PATNOS KOT TEPESİ (AZNAVUR) Ağrı’nın Patnos İlçesi’nde bulunan ve en eski uygarlık merkezi olarak bilinen Urartu döneminin en önemli mekanlarından olan Kot Tepesi (Aznavur ), tarıma yönelik sulama kanallarına sıkça rastlandığı tarihi bir mekan. Tarihi önem ve döneme sahip olan Kot Tepesi’nde şimdi ise askeriye ait bina ve askeri kuleler bulunuyor. Alana halkın yaklaşmasına dahi izin verilmiyor. Tarihi Aznavur Tepesi, 1965 yılından bu yana askeriyenin denetiminde bulunuyor. 46 yıl önce ilçeye yerleşen 34. Motorlu Tugay Piyade Komutanlığı’na bağlı askerlerin yerleşmesi üzerine tarihi bölge halka yurttaşlara yasaklanmıştır. Evrensel, 01.08.2011 |
![]() |
TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B 34345 Kuruçeşme İstanbul Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298 e.posta: info@tayproject.org |
Copyright©1998 TAY Projesi |