Haberler logo Ağustos '11 Arşivi

28 Ağustos - 17 Eylül 2011

DEFİNE ARAMAK İÇİN İŞ MAKİNESİ ÇALDILAR

 

 

Üsküdar'da fıkraları aratmayan ilginç bir hırsızlık olayı yaşandı. Onur Bütüner ile Turan Özbek adlı iki kafadar, anahtarını kopyaladıkları Üsküdar Belediyesi'nin kaldırım işlerinin ihalesini alan Salih Bayat'a ait 34 0720238 plakalı iş makinesinin çaldılar. İskele Caddesi'nde park halindeki aracı çalıştıran Onur Bütüner, aracı kullanmakta güçlük çekince cadde üzerinde sağlı-sollu park etmiş 14 otomobile hasar verdikten sonra ana caddeye çıktı. Samsun'a doğru yola çıkan kepçenin süratli bir şekilde hareket etmesinden şüphelenen Üsküdar Önleyici Hizmet Büro Amirliği'ne bağlı bir ekip otomobilindeki polis memurları iş makinesini O 1 Karayolu Haydarpaşa Eğitim ve Araştırma Hastanesi Mevkii önünde durdurdu. Genel Bilgi Taraması'ndan (GBT) geçirilen 2 kafadardan Onur Bütüner'in hırsızlık suçundan sabıkasının bulunduğunu öğrenen polis memurları merkez ile telsiz temasına geçti. Polislerin "Bir iş makinesi yakaladık. Kaydı var mı" anonsuna telsiz merkezi "Evet bir iş makinesi çalındı. 14 otomobile de hasar verdi" bilgisi üzerine Onur Bütüner ve Turan Özbek gözaltına alındı. 2 kafadar polise suçlarını itiraf etti. Bütüner, "Yakalanmasak Samsun'a gidip, iş makinesini define aramakta kullanacaktık" dedi. Aracın sahibi Salih Bayat ise "" Her şey aklımı gelirdi ama iş makinemin çalınacağı asla" diyerek şaşkınlığını gizleyemedi.

Sabah, Haber: Barış Sözal, 16.09.2011




OSMANLI TEKNESİ 'ÇEKEVELE' 5 ASIR SONRA ALANYA'DA

 

  

 

Antalya'nın Alanya İlçesi'nde yürütülen Alanya Kalesi Kızılkule Tophane Ekseni Denizcilik ve Gemicilik Müzesi Projesi kapsamında, Osmanlı döneminde kullanılan ve "Çekevele" tabir edilen teknenin yeniden inşaa edilen omurgası, sergilenmek üzere Alanya Tersanesi'ne yerleştirildi.


Alanya Belediyesi'nin yürüttüğü proje kapsamında, Osmanlılar'ın 16. yüzyılda kullandığı "Çekevele" tabir edilen teknenin omurgası, Urla Tersanesi'nde yaptırıldı. Osmanlı donanmasında lojistik ikmali için kullanılan 14,95 metre uzunluğunda, 4,9 metre genişliğindeki teknenin omurgası, vinç yardımıyla Alanya Limanı'na getirildi. Tekne, başka bir teknenin yardımıyla sergilenmek üzere 1226 yılında Selçuklu Hükümdarı Alaaddin Keykubat'ın yaptırdığı Alanya Tersanesi'ne çekildi.


Alanya Belediye Başkanı Hasan Sipahioğlu, gazetecilere yaptığı açıklamada, "Çekevele"yi temsilen yaptırılan tekne omurgasının, tamamlanmamış haliyle sergileneceğini söyledi. Tersanede, dönemin gemi ve denizcilik hayatının anlatılacağı afişlerin de yer alacağını belirten Sipahioğlu, şöyle konuştu:
"Alanya Tersanesi, restorasyonun ardından eski görünümüne kavuştu. Projeyle tersanedeki gemicilik ve denizcilik tarihini anlatacağız. Osmanlı'nın denizlere hakim olduğu tarihlerdeki geminin bitmemiş hali sergilenecek. Tersaneye yerleştirilecek fotoğraflar ve bilgi notlarıyla o dönemin hayatını anlatacağız. Projeyle sadece Anadolu Selçuklu ve Osmanlı dönemi değil, Alanya Kalesi'nin tarihi de anlatılacak. Kızılkule ve çevresinde de çalışmalarımız devam ediyor."
Müze Müdürü Seher Türkmen ise, Alaaddin Keykubat tarafından yaptırılan tersanenin, dünyada o dönemden günümüze kalan tek tersane olma özelliği taşıdığını bildirdi. Türkmen, tersaneye 16. yüzyılda Osmanlılar'ın kullandığı bir tekne türünün replikasını yerleştirdikleri için mutlu olduklarını dile getirdi.

Türkiye Gazetesi, 16.09.2011

GÖZÜMÜZÜN ÖNÜNDEKİ AKM'Yİ UNUTTUK

 

Geçenlrde Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, AKM için bana umut veren bir görüş açıkladı.

Artık bu binanın yasal durumu ile uğraşmayacağını, yasalarla mücadele etmeyeceğini, özel girişimcilerin, kurumların yardımıyla binayı yenileyeceklerini belirtti.
Aşağı yukarı o konuşmadan belleğimde kalanlar bunlar.
Dilerim Bakan, bu görüşünü gerçekleştirsin. AKM’yi İstanbul’a kazandırsın.
Sadece devletin değil İstanbul’daki ticari, sınai bütün kurumların da katkısını istesin. Çünkü onlar da bu kentin kültüründen sorumludurlar ve sponsor olmaları gerekir.
Operadan tiyatroya kadar birçok kurum da iyi bir salona kavuşsunlar.
Göçmen kuşlar gibi dolaşmasınlar!
Gerçekten de AKM’ye İstanbul’un çok ihtiyacı var. Hala onun yerini dolduracak bir mekan yapılmış değil.
Bu görüşü seslendirdiğinizde, yazdığınızda şöyle itirazlar geliyor:
“İlle neden AKM’ye takılıp kaldınız, başka salonlar yapıldı, onları hiç kaale almıyorsunuz, onların AKM’nin yerini aldığını bir türlü kabul etmiyorsunuz.”
İstanbul’da Uluslararası Lütfi Kırdar Sergi ve Kongre Sarayı’ndan, Haliç Kongre Merkezi’nden, Harbiye’deki İstanbul Kongre Merkezi’nden söz ediyorlar.
Opera ve senfoni orkestrası da başka salonlarda konser, temsil veriyor.
Biri Fulya’daki Fulya Sanat Merkezi, diğeri de Süreyya Operası.
Hiçbiri de konser ve opera için yeterli değil.

İşte AKM’nin gerekliliği, vazgeçilmezliği bu noktada ortaya çıkıyor.
Çünkü birçok salonun altyapısı, sanatın her türünün gerçekleşmesini mümkün kılmıyor.
Çok amaçlı salon lafı beni ürpertiyor. Düğünden konsere kadar her şeyin yapılabileceği bir salon ne operaya yarar ne tiyatroya ne de orkestraya.
Çünkü bütün bu türlerdeki salonların akustiği de altyapısı da farklıdır.
Sadece oturacak koltukların olması yeterli değildir. Sadece dış görünüşü kurtarır.
Kısaca İstanbul’un hala bir opera binası, bir tiyatro salonu, bir konser salonu yok!
İstanbul’un kültür başkenti olduğu geçen yıl da bu fırsat heba edilmişti.
Son bir örnek vereyim:
Ünlü oyuncu Kevin Spacey, İstanbul’a geliyor ve burada William Shakespeare’in III.Richard’ını oynayacak, talep çok.
Beş gün sürecek temsilin bütün biletleri tükenmiş, daha fazla bilet satamıyorlar.
Çünkü Kevin Spacey’nin oynayabileceği tek salon Muhsin Ertuğrul Salonu.
Altyapı yalnız bu salonda var. Ancak o salon da en fazla 600 kişi alıyor. Bu sayı böyle bir temsil için çok az. Oysa böyle bir oyunun çok daha fazla isteklisi var ama ne yazık ki yer yok.
Bu oyun bize acı gerçekleri bir kez daha anımsatıyor.
Her konserde, her etkinlikte buna çare arıyoruz.

Ertuğrul Günay’ın, bir İstanbullu olarak, AKM’yi onarmasını beklediğimi söyleyeceğim.
Her gün önünden geçtiğimiz binayı kimsesizliğe terk etmeye, onu unutup gitmeye hakkımız yok.

Hürriyet, Yazı Doğan Hızlan, 16.09.2011

AA EKİBİ, KİBYRA ANTİK KENTİNİN DERİNLİĞİNE İNDİ

 

  

 

Anadolu Ajansı kameramanı ve foto muhabiri, Burdur'un Gölhisar İlçesi'ndeki Kibyra antik kentinin MS 1. yüzyılda inşaa edildiği belirlenen atık su kanalına girerek, henüz 100 metrelik bölümü açılabilen kanalın detaylarını görüntüledi ve fotoğrafladı.


Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi (MAKÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümünce 2006'da kazı çalışmalarına başlanan Kibyra antik kentinde yeni verilere ulaşıldı.


Yrd. Doç.Dr. Şükrü Özüdoğru başkanlığında yürütülen kazı çalışmalarında, kentte geçen yıl keşfedilen, bu yıl 100 metrelik bölümü temizlenebilen atık su kanalını, Anadolu Ajansı foto muhabiri Sefa Karacan ve kameraman Bekir Bektaş görüntüledi.


İki metre yükseklik ve yarım metre genişliğe sahip kanalda 100 metre kadar ilerleyen AA ekibi, yaklaşık 2 bin yıl önce inşa edilen kanalı ve kanala yapılan bağlantıları kayda aldı. Kente yerleşim başlamadan önce inşaa edildiği belirlenen kanalda çeşitli yapılardan farklı ebatlarda bağlantıların yer aldığı, zaman zaman eğimin arttığı kanalın yapı olarak bugüne sağlam şekilde ulaştığı görüldü.


Kibyra Kazı Başkanı, MAKÜ Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Şükrü Özüdoğru, AA muhabirine açıklamada bulunurken, ovanın manzarasını engellemeyecek şekilde planlanan kentin öncelikle altyapısının tamamlandığını, cadde, sokak ve binaların yapımının ardından sivil halkın yerleşimine açıldığını bildirdi.






Özüdoğru, "Kentin kurulma aşamasında ilk olarak inşaa edilen 300 metre uzunluğundaki atık su kanalının 100 metrelik bölümünü sağlam olarak bulduk. Yer altında korunmuş halde ve bir insanın içinde rahatlıkla yürüyebileceği yükseklikte. Atık su kanalının kent kurulma aşamasında öncelikli olması bugüne kadar rastladığımız bilgilerin dışında. Bu da gösteriyor ki kent kurulurken altyapıya çok büyük önem verilmiş" dedi.


Kazı çalışmalarında yeni bilgilere ulaşıldığını belirten Özüdoğru, 2009'da ortaya çıkarılan meclis binasında kentin yöneticisi olarak bilinen kişinin adının geçtiği yazıtlar ve kentin taşınma sürecine yönelik veriler ortaya çıktığını ifade etti.


Özüdoğru, yapının iç bölümündeki zemin kazıları sırasında ortaya çıkartılan Medusa resminin bu yerin sanat evi olarak da kullanıldığını gösterdiğini bildirdi.


Özüdoğru, Medusa olarak adlandırılan mitolojik yaratığın figürlerine daha önce çeşitli yerlerde rastladıklarını ancak ilk kez renkli mermer parçalarıyla ince işçilik kullanılarak bir sahneye işlendiğini gördüklerini ifade ederek, bunun o dönemde nazar boncuğu görevi yaptığını belirtti.
Yrd. Doç.Dr. Özüdoğru, Roma döneminde idari merkez olarak Efes'in kullanıldığını, Kibyra'nın ise 25 kentin önemli üst düzey yargılamalarının yapıldığı bir merkez olduğuna dikkati çekti.
Özüdoğru, "Mahkemelerin yapısı Yargıtaya ya da Danıştay'a benziyor. Kişiler bazındaki mahkemelerden çok şehirler arasındaki sorunların yansıdığı davaların görüldüğü üst düzey bir mahkeme yapısı" dedi.


Aynı dönemde yargı, politika ve sanat alanlarında kullanılan yapının dışında kent meydanında kullanılan mozaik yapıya, atölyelere, hamam ve tapınağa ulaştıklarını kaydeden Özüdoğru, bulunan 540 metrekarelik mozaik yapının bugüne kadar korunan en büyük sağlam mozaik yapı olduğunu belirtti.


Mozaik üzerinde bir yazıya da rastladıklarını kaydeden Özüdoğru, yazıtta "İyi dileklerimle. MS 249. Erkek kardeşimle birlikte vatanıma söz verdiğim gibi bu mozaikleri yaptırdım" yazdığını bildirdi.

Yrd. Doç.Dr. Özüdoğru, 2010'da kaçakçılar tarafından talan edilen mezarda yaptıkları kurtarma kazısında, kaçakçıların fark etmediği bir taban gömüsüyle karşılaştıklarını söyledi.
Mezarda rastladıkları iskeletlerden birinin kafatasında delik olduğunu belirlediklerini, başlangıçta bunun mızrak darbesiyle oluşmuş olabileceğini düşündüklerini belirten Özüdoğru, "MAKÜ Antropoloji Bölümünde yapılan incelemeler sonucunda, kafatasındaki deliğin etrafının törpülenmiş olduğu belirlendi. Yaklaşık 1800 yıl önce yapılan beyin ameliyatından kısa süre sonra kişinin öldüğü, kafatasındaki deliğin de bu ameliyat sırasında açıldığı tespit edildi. Bu da 1800 yıl önce burada beyin ameliyatı yapıldığını gösteriyor" dedi.
Türkiye Gazetesi, Haber: Sefa Karacan - Bekir Bektaş, 16.09.2011

LAHDİ KAÇAKÇILIKTAN KURTARAN EKİBE ÖDÜL YERİNE SÜRGÜN

 

Muğla İl Jandarma Komutanlığı’na bağlı istihbarat birimleri, 31 Temmuz 2010’da Milas İlçesi’nde son yılların en büyük kaçakçılık olayını ortaya çıkardı. Jandarma, MÖ 390 yıllarından kalan ve Karia Kralı Mausolos’un babası Hekatomnos’a ait olduğu anlaşılan lahdin kaçakçılarca satılacağı ihbarını aldı. Jandarma, büyük gizlilik içinde yürütülen operasyonla anıt mezarı soyulmaktan son anda kurtardı ve arkeoloji dünyasına kazandırdı. “Yüzyılın arkeolojik keşfi” olarak nitelendirilen anıt mezarın korunması için de Kültür Bakanlığı hemen kazı çalışması başlattı.

 

Böylesine ses getiren bir tarihi eseri kaçakçıların elinden kurtardıkları için tebrik edilmeyi bekleyen görevlilerse adeta cezalandırıldı. Operasyonda görev alan jandarma elemanları ve arkeologlar hakkında soruşturma açıldı.

 

Milas İlçe Jandarma Komutanlığı’ndaki 2 istihbarat görevlisi “polis bölgesinde” operasyon yaptıkları gerekçesiyle başka yerlere tayin edildi. Milas Müze Müdürü Erol Özen ise operasyon hakkında Milas Kaymakamı’na yazılı bilgi vermediği için Ödemiş’e tayin edildi. Özen, kendi isteğiyle emekliliğe ayrıldı.

 

Özen’in yerine Milas Müzesi’ne müdür olarak Ali Sinan Özbey’in atanmasının ardından, müzedeki 2 uzmanın daha başka yerlere tayini çıktı. Ayrıca Ege Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyeleri olan Yrd. Doç.Dr. Aytekin Erdoğan ve Dr. Mehmet Nezih Aytaçlar’ın da danışmanlık görevlerine son verildi. Bunların yanı sıra yine lahdin bulunmasında katkı sağladığı bildirilen Türkiye Taş Kömürü İşletmeleri’ne bağlı bazı arkeologlar hakkında da soruşturma yürütüldüğü öğrenildi.

Habertürk, Haber: Tülay Şubatlı, 15.09.2011

 

Gaziantep, Kilis ve Halep'teki müzeler, kaleler ve turizm açısından önemli noktalar, ''Tarihin Tanıkları'' projesi çerçevesinde bölge turizminin gelişmesine katkı sağlamak için etkin bir şekilde tanıtılacak.Ticaret Odası Genel Sekreter Yardımcısı Figen Çeliktürk, Gaziantep, Kilis ve Halep'in turizm destinasyonu açısından birbirine çok yakın ve etkileşim içinde olan iller olduğunu söyledi.


Bu 3 kentin tanıtımına katkıda bulunmak için Türkiye-Suriye Bölgelerarası İşbirliği Programı kapsamında ''Tarihin Tanıkları'' projesi hazırladıklarını, projede Gaziantep İl Özel İdaresi, Halep Ticaret Odası, Kilis Ticaret ve Sanayi Odasının ortakları olduğunu ifade eden Çeliktürk, “''Projede üç kenti birlikte ele aldık. Hedefimiz bu üç ildeki kalelerin, müzelerin ve turizm açısından önemli noktaların etkin bir şekilde tanıtımı. Gaziantep Kalesi, Kilis'teki Ravanda Kalesi ve Halep Kalesi önemli tarihi mekanlar. Projeyle bölgede turizmin gelişmesi ve böylelikle ekonomik ve sosyal kalkınmaya katkıda bulunmasını hedefliyoruz. Projenin bütçesi de 186 bin 250 lira olarak belirlendi.''

Çeliktürk, bir web sitesi oluşturacaklarını ve burada Gaziantep, Halep ve Kilis ile ilgili bilgiler ve fotoğrafların yer alacağını belirtti. Sitede Halep ve Gaziantep Kalesi ile Kilis'teki Ravanda Kalesi'nin ve müzeleri sanal olarak gezilebileceğini, aynı zamanda müzelerin tanıtılacağını dile getiren Çeliktürk, “Ziyaretçiler sanal ortamda kalelerin ve müzelerin içine girebilecek. Ayrıca sitede bu üç kentin turistik yerleri, kalınabilecek oteller, restoranlar, coğrafi konum ve ulaşım gibi birçok alanda bilgi alınabilecek.Sitede kent planları ve haritalar olacak. Kent planları üzerinde önemli tarihi ve turistik yerler gösterilecek. Tarihi ve turistik alanlarla ilgili filmler hazırlanacak. İnteraktif bir DVD hazırlayacağız. Bunlar İngilizce, Türkçe ve Arapça olarak hazırlanacak. Böylelikle yerli ve yabancı turistler siteden etkin bir şekilde yararlanabilecek. Yürüttüğümüz projelerin en önemli temellerinden birini turizmi canlandırarak sosyal ve ekonomik gelişmeye destek olmak dedi.

Gazianep 27 Gazetesi, 15.09.2011

MEDENİYETLER MİRASI DİYARBAKIR MİMARİSİ

 

 

Diyarbakır Valiliği'nin desteğiyle Dicle Üniversitesi öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. İrfan Yıldız'ın editörlüğünde, 'Medeniyetler Mirası Diyarbakır Mimarisi' adıyla kitap hazırlandı. Bir çok tarihi değere sahip Diyarbakır'ın merkezde 17 cami, 16 mescit, 5 medrese, 9 kilise, 21 türbe, 4 han, 5 köprü, 6 hamam, 33 çeşme, 14 kamu yapısı ve sivil mimari örneği olarak çok sayıda ev ile köşk bulunduğunu ifade eden Yrd. Doç.Dr. Yıldız, mevcut olan tarihi eserler hakkında birçok araştırma yapıldığını ve bunların yayınlandığını belirtti. Diyarbakır'daki tarihi eserleri bir bütün olarak yayınlandığı tek eserin Prof.Dr. Metin Sözen tarafından hazırlanan ve 1971 yılında baskısı yapılan Diyarbakır'daki Türk Mimarisi adlı kitap olduğunu belirten Yıldız, şöyle konuştu:
    
''Bizim böyle bir çalışmaya girişmemizin temel sebeplerinden biri, Diyarbakır'daki mimari eserler hakkında araştırma yapacak kişilerin istifadesine, bütün tarihi eserleri kapsayan ve tek elden yararlanabilecekleri bir kaynak sunmak. Ayrıca şimdiye kadar Diyarbakır'daki tarihi eserler hakkında araştırma yapan bütün bilim adamlarının bilgisinden faydalanıp bunu bu konuyla ilgilenenlere sunmaktır. Bunu büyük oranda başardığımızı düşünüyorum. Dicle Üniversitesi'nde görev yapan bir sanat tarihçi öğretim üyesi olarak bu tür bir çalışma yapmayı boynumuzun borcu olarak gördük ve böyle bir eser ortaya koymayı Diyarbakır'a gönül veren bilim adamları sayesinde, Dicle Üniversitesi Rektörlüğü'nün teşviki ve Diyarbakır Valiliği'nin desteğiyle gerçekleştirdik.''

Yıldız, eserin Diyarbakır'ın merkez ilçelerinde bulunan mimari eserler üzerine araştırma yapan yirmi beş bilim adamının yazdığı yirmi makaleyi içerdiğini belirterek, ''Kitap, 1960 yıllarından itibaren Diyarbakır'daki tarihi eserler üzerinde çalışan deneyimli bilim adamları ile son yıllarda bu konuda araştırma yapan gençlerin birlikte yaptığı zengin içerikli bir eser olması açısında da önemlidir. Diyarbakır'ın tarihsel zenginliğini yansıttık'' dedi.

Yapı, 15.09.2011

ANTİK KENT YANINDA TAŞOCAĞINA TEPKİ

 

 

İşadamı İlker Akalan, Gümüşlük Beldesi Karakaya Mahallesi’ndeki, Hazine’ye ait iki araziden 70 dönümlük olanını 10 yıllığına, 990 dönümlük olanını da 49 yıllığına kiralayıp, taşocağı kurmak için ruhsat aldı.

 

Akalan, geçen hafta çalışmalara başladı. Myndos antik kentine yaklaşık 200 metre mesafedeki araziye taşocağı kurulacak olması belde halkı ve çevrecileri kızdırdı. Ruhsatın iptal edilmesi için toplanan 1200 imza Valiliğe teslim edilirken, Gümüşlük Çevre Doğa Kültür Sanat ve Eğitim Derneği tarafından, Belediye Çay Bahçesi’nde, “Taşocağına Hayır-Gümüşlüğü Dinamitlemeyin” adı altında toplantı düzenlendi. Toplantıya aralarında beldede yaşayan yabancı uyrukluların da bulunduğu yaklaşık 400 kişi katıldı. Gümüşlük Çevre Doğa Kültür Sanat ve Eğitim Derneği Başkanı Yüksel Güner, ruhsatın iptali için ayrıca İdare Mahkemesi’nde dava açacaklarını kaydetti.

 

On gün önce gerekli ruhsat ve izinleri aldığını, yasal yollardan çalışmalar başladığını belirten İlker Akalan ise, “Eyleminizin bir anlamı yok. Doğaya ve çevreye zarar vermeyeceğim. İzinler alınırken neredeydiniz. Neden zamanında tepki göstermediniz? Faaliyetimizi sürdüreceğiz, gidin şikayetinizi istediğiniz makama yapın. Çünkü, ekmeğimizi taştan kazanıyoruz” dedi.

Hürriyet Ege, Haber: Yaşar Anter, 15.09.2011

ARŞİMET'İN SIR METİNLERİ ORTAYA ÇIKIYOR

 

 

Arşimet'in uzun yıllardır çözülmeye çalışılan metinleri ve çalışmaları sergiye çıkıyor. Teknik adı "palimpsest" olan ve 13. yüzyıla tarihlenen eşsiz parşömende, Arşimet'in bazı çalışmalarının bilinen tek elyazması kopyası yer alıyor.

Yazıldığı dönemden beri içeriği gizli kalan parşömendeki metni ortaya çıkarabilmek için, bir grup bilimadamı 12 yıl boyunca çeşitli yöntemlerle çalıştı. Ancak bu çalışmadan önce de uzmanlar, küften zarar gören kitabın parçalarını bir araya getirmek için 4 yıl uğraştı.

"Kaybolan ve Bulunan: Arşimet'in Sırları" adlı sergi Baltimore Walters Sanat Müzesi'nde 16 Ekim'de açılacak.

Habertürk, 14.09.2011

ÖZEL MÜZECİLİKTE GERİDEYİZ

 

Türkiye'de 36 ilde Kültür ve Turizm Bakanlığı denetimde bulunan 151 adet özel müze, ziyaretçilerini ağırlıyor. Erzurum 23 Temmuz Kongre Müzesi de özel müze statüsünde bulunuyor. Doğu Anadolu Bölgesi'nde en çok sayıda özel müze Malatya’da bulunuyor.


Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın internet sitesinden derlenen bilgilere göre, kamu kurum ve kuruluşları, gerçek ve tüzel kişilerle, vakıfların kendi hizmet konuları veya amaçlarını gerçekleştirmeleri i
çin başvurmaları halinde özel müze açılmasına bakanlık tarafından izin veriliyor.


Özel müze kurma istekleri "Özel Müzeler ve Denetimleri Hakkında Yönetmelik" hükümleri doğrultusunda incelenirken, müzenin yeterli nitelik ve nicelikte bulunması, sürekli hizmet vermesi hususları dikkate alınarak değerlendirme yapılıyor.

Gerçek ve tüzel kişilerce kurulan müzeler, bakanlığın izin belgesinde belirlenen konu alanlarına ilişkin taşınır kültür varlığı bulundurup, teşhir edebiliyor. Bu müzelerde taşınır kültür varlıklarının korunması ise devlet müzeleri statüsünde yapılıyor.

Ülke genelinde 36 ilde, Kültür ve Turizm Bakanlığı denetiminde 151 adet özel müze bulunuyor, bu müzeleri yerli ve yabancı turistler ziyaret edebiliyor.

Türkiye'de en çok özel müzenin bulunduğu il ise 40 özel müze ile İstanbul. İstanbul'u 31 müze ile Ankara, 8 müze ile İzmir takip ediyor. Çanakkale'de 7, Bursa ile Kütahya'da 6'şar, Gaziantep ve Eşkişehir'de 5'er özel müze bulunuyor.

ÜLKE GENELİNDEKİ ÖZEL MÜZELER

Türkiye'de yer alan özel müzeler ve bulundukları iller şöyle:

Afyonkarahisar: Bolvadin Müzesi, Zafer Müzesi

Amasya: Alpaslan Belediyesi Müzesi, Şehzadeler Müzesi

Ankara: 75. Yıl Cumhuriyet Eğitim Müzesi, AnkaraAnadolu Mimarlık ve Mobilya Kültürü Mirası Müzesi, Ankara Barosu Hukuk Müzesi, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Oyuncak Müzesi, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Müzesi, Beypazarı Kent Tarihi Müzesi, Beypazarı Tarih ve Kültür Müzesi, Beypazarı Yaşayan Müze, Çankaya Atatürk Köşkü Müzesi, Çengelhan Rahmi M. Koç Müzesi, Gazi Üniversitesi Mesleki Eğitim Fakültesi Prof. Ülker Muncuk Müzesi, Kurtuluş Savaşında Atatürk Konutu ve Vagonu, Meteoroloji Müzesi, MTA Tabiat Tarihi Müzesi, Mustafa AYAZ Vakfı Plastik Sanatlar Müzesi, ODTÜ Müzesi, Özel TED Ankara Koleji Vakfı Müzesi, Şerife Uludağ Kız Olgunlaşma Enstitüsü 100. Yıl Müzesi, PTT Müzesi, TCDD Malıköy Müzesi, TCDD Müzesi Sanat Galerisi, TCDDY Açıkhava Buharlı Lokomotif Müzesi, Telekomünikasyon Müzesi, Türk Hava Kurumu Müzesi, Türkiye> Ormancılık Müzesi, Ülker Zaim Müzesi, Vakıf Eserleri Müzesi, Ziraat Bankası Müzesi, AOÇ Müze ve Sergi Salonu, Ulucanlar Cezaevi Müzesi, Sebahattin Yıldız Müzesi

Antalya: Suna ve İnan Kıraç Kaleiçi Müzesi

Aydın: Fatma Suat Orhon Müze ve Sanat Evi, Nazilli Etnoğrafya Müzesi, Adnan Menderes Üniversitesi Çine Arıcılık Müzesi

Bartın: Kemal Samancıoğlu Etnoğrafya Müzesi

Bayburt: Baksı Müzesi

Balıkesir: Kuvayi Milliye Kültür Müzesi

Bursa: Bursa Karagöz Müzesi, Bursa Kent Müzesi, İnegöl Kent Müzesi, Ormancılık Müzesi, Anadolu Arabaları Müzesi, Bursa Basın Tarihi Müzesi,

Çanakkale: Adatepe Zeytinyağı Müzesi, Bigalı (Çamyayla) Atatürk Evi Müzesi, Çanakkale Belediyesi Kent Müzesi ve Arşivi, Kabatepe Tanıtma Merkezi, Milli Park Çamburnu Ziyaretçi Merkezi, Şehitler Abidesi Harp Müzesi, Yenice Belediyesi Türkevi Etnoğrafya Müzesi

Düzce: Sarsılmaz Harp ve Av Silahları Müzesi

Edirne: Trakya Üniversitesi Çağdaş Resim Heykel Müzesi, Trakya Üniversitesi II. Beyazit Sağlık Müzesi, Trakya Üniversitesi Lozan Müzesi, Vakıf Eserleri Müzesi

Erzincan: Kemaliye Ocak Köyü Ali Gürel Müzesi

Erzurum: 23 Temmuz Kongre Müzesi

Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Çağdaş Sanatlar Müzesi, Anadolu Üniversitesi Eğitim Karikatürleri Müzesi, Cumhuriyet Tarihi Müzesi, Eskişehir Kent Müzesi, Eskişehir T.C.D.D.Y. Müzesi

Gaziantep: Kültür Tarihi Müzesi, Mevlevi Kültürü ve Vakıf Eserleri Müzesi, Şahinbey Belediyesi Savaş Müzesi, Emine Göğüş Gaziantep Mutfak Müzesi, Bayaz Han Kent Müzesi

İstanbul: 500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi, Aşiyan Müzesi (Tevfik Fikret'in Evi), Atatürk Müzesi, Ayşe ve Ercüment Kalmık Müzesi, Basın Müzesi, Beşiktaş Jimnastik Kulübü Müzesi, Büyükşehir Belediyesi Şehir Müzesi, Büyükşehir Belediyesi Yerebatan Sarnıcı, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi Müzesi, Denizcilik Müzesi (Tarih ve Sanat Merkezi), Denizcilik ve Su Ürünleri Müzesi, H. Rahmi Gürpınar Müzesi, Haluk Perk Müzesi, İSKİ İstanbul Su Medeniyetleri Müzesi, İstanbul PTT Müzesi, Kazım Karabekir Paşa Müzesi, Kont Seçini İtfaiye Müzesi, Marmara Üniversitesi Cumhuriyet Müzesi ve Sanat Galerisi, Mimar Sinan Resim ve Heykel Müzesi, Miniatürk Mini TürkiyeParkı, Osmanlı Bankası Müzesi, Pera Müzesi (Suna ve İnan Kıraç Vakfı), Rahmi M. Koç Sanayi Müzesi, Rezzan Has Haliç Kültürleri Müzesi, Sadberk Hanım Müzesi, Sait Faik Abasıyanık Müzesi, Sakıp Sabancı Müzesi, Santral İstanbul Enerji ve Çağdaş Sanatlar Müzesi, Sirkeci Garı TCDD İstanbul Demiryolu Müzesi, İstanbulOyuncak Müzesi, Tanzimat Müzesi, Türk İnşaat ve Sanat Eserleri Müzesi, Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi, Türkiye İş Bankası Müzesi, Vakıflar Halı Müzesi, Vakıflar Kilim ve Düz Dokuma Yaygılar Müzesi, Yahya Kemal Beyatlı Müzesi, Yapı Kredi Vedat Nedim Tör Müzesi, Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü Akaretler Mustafa Kemal Müzesi, İstanbul Modern Sanat Müzesi

İzmir: Ahmet Piriştina Kent Arşivi Müzesi, İzmir Ticaret Odası Müzesi, Konak Belediyesi Ümran Baradan Oyun ve Oyuncak Müzesi, Selçuk Yaşar Resim Müzesi ve Sanat Galerisi, TCDDY 3. Bölge Müze ve Sanat Galerisi, Ege Üniversitesi Etnografya Müzesi, Mask Müzesi, TCDDY Selçuk Çamlık Açık Hava Buharlı Lokomotif Müzesi

Kayseri: Gevher Nesibe Tıp Tarihi Müzesi

Kastamonu: Şeyh Şaban-ı Veli Külliyesi Vakıf Eserleri Müzesi, 75. Yıl Cumhuriyet Müzesi

Karabük: Safranbolu Kent Tarihi Müzesi

Kırıkkale: Silahsan Müzesi

Konya: A. R. İzzet Koyunoğlu Şehir Müzesi, Sahip Ata Hanegahı Vakıf Müzesi, Ilgın Kent Müzesi

Kocaeli: Kocaeli Üniversitesi Prof.Dr. Baki Komsuoğlu Müzesi

Kütahya: Dumlupınar Kurtuluş Savaşı Müzesi, Dumlupınar Üniversitesi Müzesi, Kütahya Jeoloji Müzesi, Kütahya Kent Tarihi Müzesi, Tavşanlı Belediyesi Müzesi, Anadolu Kültür Sanat ve Arkeoloji Müzesi

Malatya: İnönü Üniversitesi İsmet İnönü Müzesi, Somuncu Baba Darende Tanıtım Merkezi Müzesi, Turgut Özal Müzesi

Mardin: Sakıp Sabancı Kent Müzesi

Mersin: Silifke Taşucu Amphora Müzesi, Mustafa Erim Kent Tarihi Müzesi

Muğla: Halıcı Ahmet Urkay Müzesi

Nevşehir: Kapadokya Kültür Müzesi, Kapadokya Sanat ve Tarih Müzesi

Sakarya: Ali Fuat Paşa Kuvay-i Milliye Müzesi

Samsun: Atatürk Evi (Mustafa Kemal Paşa) Müzesi, Mübadele Evi

Şanlıurfa: Mahmud Nedim Konağı Kurtuluş Savaşı Müzesi

Tokat: Tokat Mevlevi Kültürü ve Vakıf Eserleri Müzesi

Trabzon: Atatürk Köşkü Müzesi

Zonguldak: Çanakçılar Seramik Müzesi

Erzurum Gazetesi, 14.09.2011

MANİSA ARKEOLOJİ MÜZESİ RUTUBET GEREKÇESİYLE 11 YILDIR KAPALI

 

Manisa Müzesi içinde yer alan 82 yıllık Arkeoloji Müzesi, nem aldığı gerekçesiyle 11 yıldır kapalı tutuluyor.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, nemli alanın restore edilmesi talimatı vermesine rağmen Anıtlar Yüksek Kurulu'ndan beklenen karar çıkmadığı için müze restore edilemiyor. Manisa İl Kültür ve Turizm Müdürü Erdinç Karaköse, karar çıktığı andan itibaren restorasyon çalışmalarına başlanacaklarını söyledi.

 

Manisa Etnografya ve Arkeoloji müzeleri, paha biçilmez zenginliğe sahip. Buralarda antik ve mitolojik dönemlere ait yaklaşık 24 bin eser bulunuyor. Etnografya Müzesi açıkken binlerce eserin bulunduğu Arkeoloji Müzesi, rutubet gerekçesiyle 11 yıldır kapalı.

 

İl Kültür ve Turizm Müdürü Karaköse, müzenin arkeoloji bölümünde nem problemi yaşandığını söyledi. Eserlerin zarar görmemesi için korumaya alındığını dile getiren Karaköse, nemli alanın restore edilmesi gerektiğini bildirdi. Bakan Günay'ın geçen günlerde burasının restore edilmesi için talimat verdiğini ancak Anıtlar Yüksek Kurulu'ndan beklenen kararın hala çıkmadığını aktararak, "Arkeoloji Müzesi'nin yanındaki Etnografya Müzesi açık. Karar çıktıktan sonra restorasyon çalışmalarına başlayacağız. Yer konusundaki sıkıntıları çözmek için çalışıyoruz. Askeri Hastane'nin tahsisini bakanlığımıza yaptırdık. Belediyeden, orasının askeri alandan çıkarılarak kültür alanı olmasını istedik. Çalışma bittiği anda orayı da düzenleyeceğiz." dedi.

Zaman, 14.09.2011

TARSUS BELEDİYESİ İŞGEM İLE KUBAT PAŞA MEDRESESİ RESTORASYON PROJELERİNİ TANITTI

 

Tarsus Belediyesi tarafından Çukurova Kalkınma Ajansı'na (ÇKA) sunduğu 2 projenin kabul edilmesinden sonra projeleri tanıttı.

2010 yılı Küçük Ölçekli Altyapı Mali Programına 4 proje sunan Tarsus Belediyesi, ÇKA yasa gereği en fazla iki projeye Mali destek verebildikleri için "Tarsus İŞGEM (İş Geliştirme Merkezi) İyileştirme ve Geliştirme Projesi" ile "Tarsus Kubat Paşa Medresesi Restorasyon Projesi" Mali destek almaya hak kazandı.

İŞGEM'de ve Kubat Paşa Medresesi'nde yapılacak çalışmalar hakkında slayt bilgi sunan Belediye Başkanı Burhanettin Kocamaz, İŞGEM'le işsizliği önleyeceklerini, Kubat Paşa Medresesi'ni restorasyon yaparak tarihe sahip çıkacaklarını söyledi.

Türkiye'de ilk kez Tarsus'ta İŞGEM kurulduğunu ifade eden Başkan Kocamaz, daha sonra faaliyet geçen İŞGEM'lerin yerel yönetimlerin desteği olmadığı için ayakta kalamadığını söyledi.

Başkan Kocamaz, "Ülkemizde ilk İŞGEM 2003 yılında Tarsus'ta kurulmuştur. Tarsus İŞGEM'in başarılı uygulamaları diğer İŞGEM'lerin kurulmasına da önderlik etmiştir. Tarsus İŞGEM İyileştirme ve Geliştirme Projesi'nin genel amacı kentimizdeki işsizlik oranın sürdürülebilir şekilde düşürülmesini hedeflemektedir. Bu amaca ulaşmak için kentimizde bulunan İş Geliştirme Merkezi'nin hizmet alt yapısının güçlendirilmesi ve kapasitesinin arttırılması planlanmıştır. Proje toplam bütçesi 1.235.000,00 TL olup projeye Çukurova Kalkınma Ajansı katkısı 741.000,00 TL'dir. Proje 18 ay içerisinde tamamlanacak.Tarsus İŞGEM'de şu anda 84 işletme ile 960 kişiye(Ağustos 2011 verilerine göre) istihdam sağlanmaktadır. Projemiz ile İŞGEM içerisinde atıl durumda bulunan 3.193 metrekare alanda düzenlemeler yapılarak 15 adet yeni işyeri oluşturulacaktır. Bu işyerlerinin girişimciler tarafından kullanılmaya başlamasıyla 200 kişiye istihdam sağlaması beklenmektedir. Ayrıca mevcut altyapı hizmetlerinin güçlendirilmesi amacıyla ilave kanalizasyon sistemi, bozulmuş yolların onarılması, yeni yolların açılmasını, güvenlik amaçlı kamera sisteminin kurulması, çatıların yenilenmesi ve yangın tesisatının yenilenmesi gibi önemli çalışmalar da gerçekleştirilecektir. İŞGEM, Tarsus Fevzi Çakmak Mahallesi 1803 ada 22 nolu parselde 51.518 metrekare yüzölçümünde olup eski Karamehmetler Yağ Sanayi Fabrikası alanında kurulmuş. Bu alanın satılması gündeme geldiğinde Tarsus Belediyesi olarak bu tesisin başka şirket veya kişilerin eline geçmesi ile buradaki işyerlerinde sıkıntı yaşanması ve bu yapının bozulmasından duyduğu endişe sonucunda satın alınmasına karar vermiştir. Bu kararın alınmasında belediyemizin sosyal belediyecilik anlayışı ile yaklaştığı, ülkemizde ve bölgemizde işsizliğin bu kadar yüksek olduğu bir dönemde bu işyerlerinin kapanması veya taşınması ile mağdur olacak işveren ve işçiler düşünülerek hareket edilmiştir" dedi.

Tarsus Belediyesi olarak tarihe verdikleri değer nedeniyle Tarihi Kentler Birliği tarafından 5 kez üst üste ödül kazandıklarını söyledi.

Başkan Kocamaz, "10 bin yıllık tarihi geçmişe sahip Tarsus gerek tarihi gerekse de doğal zenginlikleri bakımından son derece güçlü turizm potansiyeline sahiptir. Tarsus'un başta inanç turizm olmak üzere yayla ve deniz turizmi açısından da birçok turizm yöresine kıyasla büyük avantajları bulunmaktadır. Tarsus Belediyesi olarak kentimizdeki tarihi ve kültürel değerlere önem veriyor ve korunması için gerekli gayreti gösteriyoruz.

Tarsus Belediyesi Tarihi Kentler Birliğinin kurucu üyesidir. Belediyemiz tarihi ve kültürel mirasımızın korunması için gerçekleştirdiği projeler ile 5 yıl üst üste Tarihi Kentler Birliğinden ödül almıştır. 2004 yılında Senpol Kuyusu ve Çevresi Düzenleme Projesi, 2005 yılında Kırkkaşık Bedesteni Koruma ve Onarım çalışmaları, 2006 yılında Tarsus Tarihi Ticaret Merkezi Kentsel Tasarım Projesi, 2007 yılında Kubat Paşa Medresesi Rölove Projesi, 2008 yılında Makam-ı Daniyal Camisi Restorasyon projesi ile başarı ödülü kazanmıştır" şeklinde konuştu.

Başkan Kocamaz, Makam Cami'nin güney doğusunda yer alan tarihi Kubat Paşa Medresesi'nin de restore edilerek yaşayan bir ''Kent Müzesi'' haline dönüştürüleceğini söyledi.

Kubat Paşa Medresesi'nin turizme kazandırılması için hazırladıkları ''Tarsus Kubat Paşa Medresesi Restorasyon Projesi''nin ÇKA tarafından desteklendiğini belirten Başkan Kocamaz, şunları kaydetti:

"Tarsus Kubat Paşa Medresesi Restorasyon Projesinin genel amacı kentimizdeki tarihi, kültürel yapıların korunmasını ve restorasyonunu yaparak turizm amaçlı kullanımını sağlamaktır. Bu amaç doğrultusunda Kubat Paşa Medresesinin restorasyonu yapılarak "Kent Müzesi" olarak kullanıma kazandırılacaktır. Proje Toplam Bütçesi 900.000,00 TL olup projeye Çukurova Kalkınma Ajansı katkısı 540.000,00 TL'dir. Proje 12 ay içerisinde tamamlanacak. Ramazanoğlu Kubat Paşa tarafından 1557 yılında yapılan medrese, eski zamanlardan günümüze gelebilen tek eğitim ve öğretim binasıdır. Bina 1969-1970 yıllarında genel bir restorasyon yapılmış ve 1971 yılında Kültür Bakanlığı'nca Tarsus Müzesi olarak kullanılmaya başlanmış ve daha sonra 75.Yıl Kültür Merkezinin yapılması ile müze bu alana taşınmıştır. Uzun zamandır kullanılmayan yapıda yıpranmalar başladı. Belediyemiz tarafından hazırlanan Kubat Paşa Restorasyon projesi Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu kararı ile onaylandı. Bina mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait olup, belediyemiz ile Adana Vakıf Müdürlüğü arasında yapılan protokol ile belediyemize tahsis edilmiştir.

Tarsus Belediyesi ile Çukurova Kalkınma Ajansı arasında yapılan sözleşmeler ile projeler 5 Ağustos 2011 tarihinde resmen başladı. Projelerimizin kentimize hayırlı olmasını temini ederim" dedi.

Tanıtım toplantısına belde belediye başkanları, oda ve dernek temsilcileri, muhtarlar, belediye meclisi üyeleri ve çok sayıda davetli katıldı.

haberler.com, 14.09.2011

KÖMÜR KAZDIKÇA MADENCİNİN DE TARİHİ ORTAYA ÇIKIYOR

 

 

Zonguldak'ta geçmişte Fransızların işlettiği maden ocağında kömür üretimi yapan özel firma, kömürü kazdıkça kazmadan baltaya yıllar öncesinde kullanılan işçi malzemeleri de buluyor.

 

AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, Uzunmehmet'in Neyren Köyü civarında bulunan değirmenin yakınındaki dere kenarında bulduğu ''siyah taşların'' ocakta yandığını fark etmesiyle havzada bulunduğuna inanılan taş kömürü, ekonomiye katkısının yanı sıra kentin sosyal yaşamını etkileyen en önemli unsurlar arasında yer alıyor.

 

1802'de İskoçların ilk buharlı gemiyi sefere çıkarmasıyla insanoğlunun ilgisini çekmeye başlayan taş kömürünü kentte 1848'den itibaren uzun yıllar İngiliz, Fransız ve İtalyanlar tarafından üretilmesi dönemin madencilerine ait izlere rastlanmasını da sağlıyor.

 

Hazineihassa İdaresi dönemi olarak bilinen 1848-1865'de yabancı ve yerli yatırımcıların kontrolü altında 5 yılda 40 bin ton, 1865'den 1935'e kadar özel işletmelerin hakim olduğu 70 yıllık dönemde 83 firmanın, 123 ayrı ocaktan 35 milyon 536 bin 835 ton kömür ürettiği havzada, ocaklarda üretim için yapılan kazılarda zaman zaman geçmiş dönemlere ait işçi malzemeleri de bulunuyor.

 

Kentte faaliyet gösteren Demir Madencilik Firması Genel Müdürü Mehmet Çelik, AA muhabirine yaptığı açıklamada, geçmişte Fransızlar'ın üretim yaptığı maden ocağında kömür çıkarttıklarını, yer altına geçmiş dönemlere ait çok sayıda malzeme bulduklarını söyledi.

 

Kömür ocağından çıkan madencilere ait araç gereçleri sakladığını, bunları kentte inşası süren Maden Müzesi'ne bağışlayacağını anlatan Çelik, şunları kaydetti:

''Hiçbir madenci malzemesini ocak içinde bırakmaz. Bizim ocaktan çıkarttığımız, balta, kazma, vagon tekerleği, kanca, zincir gibi çok sayıda araç ve gereç muhtemelen yaşanan bir iş kazasında hayatını kaybeden işçilere ait. Şu anda elimde Fransızlar'ın kullandığı türden balta, kazma ucu ve çeşitli maden gereçleri var. Bunların en az 100 yıllık olduğunu tahmin ediyorum. Ayrıca ocaklardan çıkan milyonlarca yıllık fosilleri de saklıyorum. Bunların hepsini Maden Müzesi'ne bağışlayacağım. Böylece yer altı üretim koşullarının yansıtılmasına katkı sağlamayı istiyorum.''
        
Türkiye Taşkömürü Kurumuna (TTK) ait ''Eğitim Ocağı'' çevresinde Türkiye'nin ilk Maden Müzesi kurulmasına yönelik hazırlanan proje doğrultusunda, ziyaretçilerin yerin metrelerce altında kullanılan araç ve gereçleri görmelerinin yanı sıra maden ocağını gezmeleri hedefleniyor.

 

Müzeye, taş kömürü üretiminin başladığı kabul edilen 1848'den günümüze TTK bünyesinde bulunan ve Maden Mühendisleri Odası Zonguldak Şube Başkanlığında sergilenen madencilerin kullandığı kazma, baret, fener, maske, çizme ve haberleşme cihazlarının da konulması amaçlanıyor.

 

Geçmişte çok düşük ücretlerle günde 16 saat çalıştırıldığı iddia edilen işçilerin kaldığı, ''pavyon'' tabir edilen koğuşlarda günlük ihtiyaçlarını karşıladığı bazı eşyaların da yer alacağı müzede, üretim kültürünün önemi ve yer altı koşullarının zorluğunun yansıtılması planlanıyor.

 

Mevcut kömür damarları yeterli olmadığı gerekçesiyle 1937'de üretime kapatılan, İkinci Dünya Savaşı döneminde sivil savunma tatbikatlarında çevrede yaşayan siviller için alarm esnasında sığınak olarak kullanan ''Eğitim Ocağı''nın, müzeyle maden turizmine önemli katkısı bekleniyor.

 

1800 metrekare alanda inşası süren müzenin faaliyete geçmesi ile müzeye gelen ziyaretçilerin, kömür üretimiyle ilgili geçmişten bugüne yaşanan sürece şahit olması hedefleniyor.

Müzenin 2012'in ilk aylarında açılması bekleniyor

Akşam, 14.09.2011

YENİKAPI'YA ULUSLARARASI PLATFORMDA ÇÖZÜM ARAYIŞI

 

 

Disiplinlerarası Yenikapı Sempozyumu'nun ikinci gününde kültürel miras ve değerlendirme yöntemleri, Yenikapı'ya çözüm olabilecek uluslararası örnekler ve proje yönetimi üzerine tartışmalar gerçekleşti.

 

Columbia Üniversitesi'nden David Graham Shane ve PoliMi'den Ernesto d'Alfonso'nun yürütücülüğündeki ilk oturumda, öncelikle İstanbul Teknik Üniversitesi'nden Prof.Dr. Zeynep Ahunbay Yenikapı bölgesinin tarihsel dökümantasyonu ve bölgedeki günümüze kadar gelebilmiş Theodosius Surları'nın kalıntılarının durumu hakkında bilgi verdi. Bizans döneminde Thedosius limanı, Osmanlı döneminde ise Langa Bostanları olan alanın tarihsel çerçevede, demiryolunun ve karayollarının açılması sonucu ne tip değişiklikler geçirdiği, Osmanlı dönemi haritaları, 19. yüzyılda Mary Walker'ın eskizleri, uydu fotoğrafları ve alanda çekilmiş fotoğraflarla aktarıldı.

 

Maryland Üniversitesi'nden Matt Bell ise Yenikapı'daki soruna alternatif olarak ikisi de koruma alanlarında ve uzun süredeir işlevsiz, kullanılmadan bekleyen 2 farklı proje sundu. Bunlardan ilki İtalya-Stabiae'deki antik villaların korunması odaklı bir arkeolojik parktı (The Restoring Ancient Stabiae). Alanın arkeolojik dökümantasyonun nasıl yapıldığı, bu tip arkeolojik alanlarda ulaşım sorunlarının nasıl çözümlendiği ve sürdürülebirlirlik üzerine bilgiler verildi. İkinci proje ise Washington DC'deki kullanılmayan ve korunacak tarihi öğelerin ye aldığı, yeşil McMillan arazisi üzerindeki tasarımdı. Altyapı sistemlerinin son derece zarar görmüş olduğu alan için korunacak öğeler doğrultusundaki tasarım yaklaşımı üzerine duruldu. Bu alanda şehrin maddi imkansızlıklarından dolayı alanın sadece park olarak düzenlenmeyip, işletilebilecek yapıların eklemesinin zorunluluğu belirtildi.

 


Stabiae Arkeolojik Park Projesi

 

Prof.Dr. Nuran Zeren Gülersoy UNESCO'nun koruma anlayışına paralel "Valetta Antlaşması" ve buna benzer antlaşmalar üzerine bilgi verdi.

 

İlk oturumun soru cevap bölümünde Matt Bell'in sunduğu projeler doğrultusunda yapılaşma ve arkeolojinin birkilteliği, arkeolojik park tanımının geleneksek park tanımından farklı yönleri tartışıldı. Bunların yanı sıra, Matt Bell çözüm üretmek için öncelikle prensiplerin belirlenmesiyle mimari forma gidilebileceğini, bir mimarın çok kolay imaj yaratabileceğini fakat imajlar sözlere dökülemeye başladığında yol katedilebildiğini ve belediyelere bu aşamada çok iş düştüğünü belirtti. Zeynep Ahunbay ise bu tarz çok katmanlı alanlarda çalışmanın, sorunsuz bir şekilde üretim yapmanın zor olduğunu fakat en azından acil müdahalelerin hemen gerçekleştirilebileceğini belirtti.

 

Antonella Contin yürütücülüğündeki ikinci oturumda ilk olarak 2004 yılında başlayan Marmaray ve Metro Kazıları'nda arkeolog olarak görev alan Sırrı Çölmekçi, 8500 yıllık tarihsel periyodu kazılar sırasında bulunan mimari öğeler, mezar kalıntıları, Bizans döneminden günümüze ulaşan gemiler, amphoralar, ticaretle ilgili aletler, Osmanlı dönemi kalıntıları gibi buluntular üzerinden aktardı.

 

Kington Üniversitesi'nden Ed Wall ise Yenikapı Transfer Noktası ve Arkeopark Alanı projesine alternatif olan II. Dünya Savaşı sonrası Londra kıyı yerleşmelerini ve sürdürülebilirlik üzerine kaygılarla hayata geçirilen projeleri tanıttı. Bu projeler arasında South Bank Center, Thames Barrier, Thames Barrier Park, Bonnington Square, Downings Road Moorings yer aldı.

 

Ferrara Üniversitesi'nden Roberto Di Guilio işgücü ve zamandan tasarruf yapılmasını sağlayan kendi üniversitelerindeki labaratuvarlarda oluşturdukları, didiplinlerarası bir çalışma grubuna sahip TekneHub (Technopoles) projesini tanıttı. Bu proje kapsamında alanın hızlı bir şekilde ölçü alınıp üç boyutlu imajı yaratılabiliyor ve sonrasında tekrar alan çalışmasına gerek duyulmuyor. Bu teknolojinin kullanıldığı, Olevanosul Tusciano, Voumnis' Hypogeum, Via Dell'Abbondanza projeleri tanıtıldı.

 

Alcala de Henares'ten Daniel Zarza İspanya'nın arkeolojiye tarihteki yaklaşımı ve süreç içerisinde restorasyon ürünlerinden örnekler verdi.

 

Üçüncü oturum ise Matt Bell yürütücülüğünde Politecnico di Milano'dan Oliviero Tronconi, Arep'ten Luis Mutard, Yapı Kredi'den Nicola Lango Dente ve Impresa Matarrese'den Salvatore Matarrase'nin konuşmalarıyla devam etti.

Arkitera, 14.09.2011

2500 YILLIK SERAMİK PARÇALARI BULUNDU

 

 

Antalya'nın Manavgat İlçesi'ne bağlı Side beldesindeki antik kentte yapılan kazılarda, MÖ 5. yüzyıla ait, çeşitli ev gereçlerine ait seramik parçaları gün ışığına çıkartıldı.

 

Side antik lenti Kazı Başkan Yardımcısı ve Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Feriştah Alanyalı, bu yılki kazılarda, küçük bir hamam kompleksi ve oturma birimlerinin açığa çıkarıldığını söyledi.

 

Açığa çıkarılan hamam kompleksi ile oturma birimlerinin bir kısmının MS 7. yüzyılda kullanımına son verildiğini ifade eden Alanyalı, bölgede yapılan kazılarda MÖ 5. yüzyıl ile MS 13. yüzyıl arasındaki döneme ışık tutacak buluntu ve bilgilere ulaşıldığını bildirdi.

 

Alanyalı, ''Yapılan çalışmada seramiklerin MÖ 5. yüzyıla ait olduğunun ortaya çıkması bizim için çok önemlidir. Böylelikle, bugüne kadar Side'nin tarihinin çok eskilere gittiğini söylüyorduk, ama elimizde bilgi veya buluntu yoktu. Ancak bugün kesin olarak MÖ 5. yüzyılda yerleşimin olduğunu söyleyebiliyoruz. Hatta seramiklerin kalitesi bize, yerleşimin tarihinin çok daha eski olduğu fikrini veriyor. Yapılacak kazılar sonucunda daha eski tarihlere ait eserler de bulmayı umut ediyoruz. Her halükarda şunu söyleyebilirim; bugün itibariyle Side'de 2 bin 500 yıl öncesindeki yaşama ait izleri bulduk'' dedi.

 

Anadolu Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Seramik Uzmanı Yrd. Doç. Alptekin Oransay da, MÖ 5. yüzyıla ait seramiklerin Side'nin tarihi açısında önemine işaret etti ve seramiklerin çok kaliteli olduklarını söyledi.

 

Kazı Başkanı Doç.Dr. Hüseyin Alanyalı da, kazı döneminde 45'i akademisyen, 70 kişilik bir ekiple çalıştıklarını anlattı. Bu yılki kazılarda kuma gömülen doğu kapısının açığa çıkarıldığını ve Side'nin simgesi olan Apollon Tapınağı'nda yapılandırma çalışmalarını gerçekleştirdiklerini söyledi.
 
Hüseyin Alanyalı, ''Anadolu Üniversitesi olarak bu sene kazılarımızın üçüncü yılındayız. Side'nin hem tarihini açığa çıkarmak, hem bilimsel araştırmalar yapmak, hem de turizme hizmet etmek amacıyla çalışmalarımızı sürdürüyoruz'' diye konuştu.

 

Bu sene gün ışığına çıkarılan seramiklerle bölgede 2500 yıl önceki yerleşim izlerinin tespit edildiğini ifade eden Alanyalı, Side'nin tarihinin çok daha eskilere dayandığına inandığını vurguladı.

Akşam, 14.09.2011

DÜNYANIN 3. MOZAİK MÜZESİ'NDE TEŞHİRE YER KALMADI

 

     

 

Çok sayıda medeniyete ev sahipliği eden Hatay'daki kazı çalışmalarında gün ışığına çıkartılan eserler, mozaik koleksiyonu bakımından dünyada üçüncü sırada yer alan Arkeoloji Müzesi'nde sergileniyor.


AA muhabirinin edindiği bilgiye göre, ilk kez 1932'de bilimsel kazılara başlanılan Hatay'da çalışmaların henüz ilk yıllarında çeşitli ve kıymeti büyük olan tarihi eserler bulunması üzerine o dönemde Fransız idaresinde bulunan şehirde görevli Antikiteler Müfettişi Prost'un isteği üzerine, sancak dahilinde bulunan bütün tarihi eserlerin Antakya'da toplanarak bir müze kurulmasına karar verildi.


Günün modern müzecilik anlayışına uygun olarak Mişel Ecoşerde tarafından hazırlanan plan 1934'te uygulamaya konuldu. 1939'da inşaatı tamamlanan müzede üç bilimsel heyetin yaptığı kazılarda bulunan eserler toplandı. Hatay ana vatana katıldığında müze binası tamamlandı. Bu sırada kazılarla ve çeş itli şekilde elde edilen eserler de depolarda bulunuyordu. Bu tarihten itibaren eserlerin düzenlenmesi 9 senede tamamlandı, bu nedenle müze 23 Temmuz 1948'de Hatay'ın kurtuluş bayramında ziyarete açıldı.


Kentte 1932'de başlatılan kazı çalışmalarında gün ışığına çıkarılan eserlerin sergilenmesi için yapılan müze alanı yetersiz kalınca 1974'te ek inşaat çalışması yapıldı. Çalışmayla 5 olan teşhir salonu sayısı 8'e çıkarıldı.


Hitit, Hellenistik, Bizans ve Roma dönemine ait eserlerin sergilendiği Hatay Arkeoloji Müzesi, mozaik koleksiyonu açısından Tunus'ta bulunan Bardo Müzesi'nden sonra ikinci sırada yer alıyordu. Geçen hafta Gaziantep'te Zeugma Mozaik Müzesi'nin açılmasının ardından üçüncü sıraya gerileyen Hatay Arkeloloji Müzesi'nde toplam 120 panodan oluşan mozaik yer alıyor.
Müzeye gelen ziyaretçiler mevcut mozaiklerin yaklaşık 960 metrekaresini görebiliyor. Yer darlığı nedeniyle yaklaşık 300 metrekarelik mozaik ise depoda bekletiliyor.






Asi Nehri'nin kenarındaki Cumhuriyet Alanı'nda bulunan müzede 18 bin 115 arkeolojik, 987 etnografik, 14 bin 412 sikke, 432 tablet, bin 412 mühür ve mühür baskısı, 2 arşiv vesikası, 73'de el yazması kitap olmak üzere toplam 35 bin 433 eser yer alıyor ancak yer sıkıntısı nedeniyle bunlardan sadece bin 425'i sergilenebiliyor.


Mozaik koleksiyonu açısından dünyanın üçüncü müzesi konumundaki Hatay Arkeoloji Müzesi'ni geçen yıl 27 bin 447'si yabancı, 94 bin 3'ü yerli olmak üzere 121 bin 450 kişi ziyaret etti.

Müzede sergilenen eserlerden en büyük ilgiyi Okeanus ve Tethis, Talassa ile Mevsimler mozaikleri görüyor.


MS 4. asırda yapılan, eski adı Daphne şimdiki adı ise Harbiye olan beldede yapılan kazı çalışmalarında gün ışığına çıkarılan "Okeanus ve Tethis Mozaiği" müzedeki en önemli mozaikler arasında bulunuyor. Deniz tanrısı olan Okeanus, Gaia'nın (toprak ana) 12 Titan çocuklarından biri, Tethis ise deniz tanrıçası, Okeanus'un kız kardeşi. Denizin içerisinde ve deniz hayvanlarıyla beraber Okeanus ve Tethis'in arkada yer aldığı mozaiğin köşelerinde yunus balığı üzerine binmiş Eros motifleri görülüyor.


Harbiye beldesinde yapılan kazı çalışmalarında gün ışığına çıkarılan ve MS 5. asra ait "Talassa Mozaiği" de müzede ziyaretçilerin en çok dikkatini çeken eserler arasında bulunuyor. Mozaikte, sağ elinde bir kürek sol elinde de bir yunus balığı taşıyan çıplak Talassa'nın dalgalar arasında çırpınışı tasvir ediliyor. Göğsüne sarılan yılanın sol omzuna doğru uzandığı mozaikte Talassa gür saçları üzerinde ıstakoz kıskaçları taşıyor.

Mevsimler Mozaiği, MS 2. yüzyılda yapılmış Roma devri eseridir. Harbiye'de yapılan kazı çalışmasında gün yüzüne çıkarılan ve müzede sergilenen mozaik, spiral şeritlerle birbirinden ayrılmış dokuz sahneden oluşuyor. Dört köşede mevsimleri temsil eden şahıslar, diğer bölümlerde ise Hellenistik mitolojiden alınmış sahneler yer alıyor.


Mevsimler Mozaiği ile aynı salonda sergilenen ve MS 5. yüzyıla ait, Antakya'nın Narlıca beldesi çevresinde yapılan kazı çalışmasında bir banyonun döşemesi olarak bulunan Soteria Mozaiği de yine ilgi çeken eserlerden birini oluşturuyor. Soteria'nın dolgun vücutlu bir kadın olarak canlandırıldığı, başında yapraktan bir çelenk taşıdığı ve göğsünde Bizans üsluplu bir kolye bulunan mozaik de müze ziyaretçilerinin ilgisini çeken eserler arasında bulunuyor.






MS 4. yüzyılda Antakya'da inşa edilmiş bir evin oda döşemesi olarak bulunan Sarhoş Dionysos Mozaiği de müzede yer alıyor. Romalıların Baküs dedikleri şarap tanrısı Dionysos, mitolojide güzel renkli şarabın mucidi olarak biliniyor. Burada başında yapraklardan yapılmış bir çelenk taşıyan Dionysos ayakta duramayacak kadar sarhoş olduğundan yanındaki küçük Satyros'a dayanmaktadır. Elindeki kadehten dökülen içkiyi mukaddes hayvanı panter içmektedir.


Harbiye beldesinde yapılan kazı çalışmasında bulunan eserlerden biri de Khresis Mozaiği'dir. Khresis, Kral Agamemnon'un kölesidir. Fidyesi olan iki şehri (tepsinin içinde temsili olarak şehirlerin surları ve anahtarı yer alıyor) Agamemnon'a sunmaktadır.

Müzede özel bir salonda teşhir edilen Antakya Lahdi de görünüşü ve mimari yapısıyla dikkati çeken en önemli eserler arasında bulunuyor.


Arkeolojik literatürde Sidemara tipi lahit grubuna giren sanduka ve kapaktan oluşan 247 santimetre uzunluğu, 122 santimetre genişliği ve 120 santimetre de yüksekliğiyle görenlerde hayranlık uyandırıyor.


Sidemara, Konya Ereğli'si sınırındaki Anbararası Köyü'nün antik adıdır. Lahdin yapıldığı mermerin Afyon yöresindeki Synnada (Şuhut) ve Dokimeion (İncehisar) mermer yataklarından çıkarılmış olduğu tespit edilmiştir. Sidemara tipi lahitler Roma İmparatorluğu döneminde moda olmuş ve Anadolu'nun birçok yöresinde de kullanılmıştır.

 

Sanduka ve kapaktan oluşan lahit, Antakya'nın Harbiye Caddesi Kışlasaray Mahallesi'nde sit sahası içerisinde bir temelin hafriyatında bulundu. Lahitte Alpin ırkından olduğu anlaşılan biri erkek ikisi kadın üç erişkin iskeleti ile bazı küçük buluntular açığa çıkarıldı. Lahdin MS 3. yüzyılda yapıldığı tahmin ediliyor.


Arkeoloji Müzesi'nde mozaik ve lahitlerin yanı sıra İmparator Lucius Verus'un heykeli dikkati çekiyor. MS 2. yüzyılda yapılan eser, Samandağ İlçesi'ndeki kazı çalışmasında gün ışığına çıkarıldı.

Müzede mozaik, lahit ve heykellerin yanı sıra sikke, mühür ve ç eşitli dönemlere ait ev eşyaları ile aslanlı sütun kaideleri ziyaretçilerin ilgisini çekiyor.


Yer darlığı yüzünden çok sayıda eserin depoda beklediği müzedeki soruna çözüm olması amacıyla mayıs ayında Reyhanlı İlçesi yolu Maşuklu beldesinde yeni müzenin temeli atıldı. Aynı anda 800 kişinin gezebileceği, 10 bin 700 metrekarelik sergi alanına sahip olacak yeni müzede, depoda bekletilen eserler de ziyarete açılacak.


Yapımı sürdürülen müzede kütüphane ve arşiv salonunun yanı sıra otopark, toplantı salonu, gezinti yerleri ve spor alanları yer alacak.

Türkiye Gazetesi, Haber: İsmihan Özgüven, 14.09.2011

SANAT PİYASASI DA EKONOMİ GİBİ GELİŞMEKTE OLANLARA KAYIYOR

 

 

Murat Ülker 2  yıl önce Burhan Doğançay'ın 'Mavi Senfoni' adlı tablosuna 2.2 milyon TL vererek bir rekora imza atmıştı. Yıldız Holding Başkanı Murat Ülker, pek bilinmese de Türkiye'nin en önemli koleksiyonerleri arasında. Önceki gün Ülker'in desteklediği Artbeat etkinliği öncesi bir araya geldiğimiz Yıldız Holding Kurumsal İletişim Müdürü Zuhal Şeker'e 'Bu etkinliğine ortak olmayı Murat Ülker mi istedi?' diye sordum. Şeker, bu desteğin uzun vadeli bir stratejinin ürünü olduğunu söyledi.


Hikayesi şöyle: Murat Ülker, birkaç yıl önce Burhan Doğançay'la tanışmış ve Türk ressamlarının neden dünya arenasında hak ettiği yeri bulamadığını konuşmuşlar. Doğançay, ünlü galeri ve müzayedelerin eserleri 1 milyon doların üstüne çıkan sanatçılara yer verdiğini anlatmış. Ülker de ilk müzayedede Mavi Senfonisi'ye 2.2 milyon TL vererek Türk resminin dünya pazarlarına açılmasına ön ayak olmuş. İşe de yaramış dünya basınına da yansıyan haberlerin ardından artık birçok galeri Doğançay ve diğer ressamlara yer vermeye başlamış.

 

Contemporary Art'a Burhan Doğançay ve Mübin Orhon gibi sanatçıların tablolarını vererek destek olan Ülker, şimdi de Artbeat ve Artweek adlı sanat etkinliğinin proje ortağı olarak karşımıza çıktı. Artbeat ilk kez bu yıl düzenlenecek. Bir hafta sürecek bu sanat etkinliğini dDf (Dream Design Factory) adlı şirket organize ediyor. Şirketin ortakları olan Prof.Dr. Esra Ekmekçi ve Arhan Kayar. Çağdaş ve genç sanatçıların önünü açmak, dünya piyasasına tanıtmak için böyle bir platform oluşturduklarını söyleyen Kayar, 3 yıl içinde uluslararası hale geleceklerini söyledi.

 

Artbeat Proje Direktörü olan Arhan Kayar 'Son yıllarda nereye gitsek İstanbul'dan söz ediliyor. İstanbul artık kültür kenti haline geldi. Dünyanın en önemli etkinliklerinden biri olan İstanbul Bienali başlıyor, FashionWeek var bu dönemde insanlara farklı bir alternatif sunmak istedik' diyor. Şehirde 200 galeri, ülkede 36 güzel sanatlar fakültesi ve çok sayıda özel müzenin olduğunu belirten Kayar 'Dünya sanat piyasasında  İstanbul'a karşı özel bir ilgi var. Nasıl ekonomide eksen gelişmekte olan ülkelere kayıyorsa sanatta da aynı durum söz konusu. 'Biz de bu oluşuma destek olmak için yeni bir sanat platformu oluşturmak istedik' diyor.

 

Projelerden anlaşılıyor ki Ülker'in sanata olan katkısı sürecek. Zuhal Şeker geçen yıl dünyada ilk kez  '1400. Yılında Kur'an-ı Kerim Sergisi'ne destek olduklarını, bu sergiye Louvre, Metropolitan ve British Museum'un müdürlerini de davet ettiklerini söyledi. Şeker 'Geldiler ve hayran kaldılar. Gelecek yıl bu koleksiyonu yurtdışında sergilemek için çalışmalar yapıyoruz' diyor. Ülker'in bir başka projesi de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün de özel olarak ilgilendiği Hilye-i Şerif'lerden oluşan bir sergi yapmak. Hilye-i Şerif, Hz. Muhammed'in fiziksel ve kişisel özelliklerini anlatan manzum veya nesir halindeki yazılara verilen isim. Şeker, İslam dünyasında yaygın olan bu eserleri toplamak için çalışmalar yaptıklarını yılın son aylarında sergiyi açacaklarını söyledi.

Akşam, Haber: Esin Gedik 14.09.2011

PERİLİ KÖŞK'ÜN KONUKLARI ARTIK SANATSEVERLER OLACAK

 

Borusan Holding’in 2007 yılından bu yana yönetim merkezi olarak kullandığı Rumelihisarı’ndaki Yusuf Ziya Paşa Köşkü, diğer adıyla ‘Perili Köşk’, artık sanatseverlere açılıyor. Köşk, 100. yaşında “Borusan Contemporary” adıyla Türkiye’nin çağdaş sanat alanındaki ilk ofis müzesine dönüşüyor

 

Borusan Koleksiyonu’nda yer alan çağdaş sanat eserleri ‘Perili Köşk’teki tüm ofislerde, toplantı odalarında, koridorlarda sergileniyor. Ziyaretçiler hafta sonları, Borusan çalışanlarının ofislerinden Borusan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Kocabıyık’ın ya da Borusan Holding’in CEO’su Agah Uğur’un odasına kadar her mekandaki sanat eserlerini görebilecek. Uğur’un odasında Mel Bochner, Markus Linnenbrink, Monika Bravo, Liam Gillick, Hamra Abbas, Hans Kötter ve Teo Gonzalez’in eserleri yer alıyor. Uğur, odasına yerleştirilen eserler için herhangi bir müdahalede bulunamadığını söylüyor. Seçimi küratörler yapmış fakat özellikle iki eserin odasına asılmasını rica etmiş Agah Uğur.

Milliyet, Fotoğraf: Hüseyin Özdemir, 14.09.2011

İSTANBUL'UN SİLUETİ BÖYLE DEĞİŞTİ

 

 

Zeytinburnu’nda tarihi İstanbul surlarının yakınında yapılan üç gökdelen, kentin Sultanahmet Camii ile özdeşleşmiş tarihi siluetini boza boza yükseliyor. Kazlıçeşme Meydanı’nın yanında İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ve Zeytinburnu Belediyesi’nin sorumluluğunda yapılan inşaatlarla ilgili Koruma Bölge Kurulu’ndan izin alınmadığı anlaşıldı. İstanbul 4 Numaralı Koruma Bölge Kurulu raportörleri, ‘inşaatın İstanbul’un Marmara siluet kapsamında olduğunu ve yarımadanın siluetini olumsuz yönde etkilediğini’ tespit etti. Kültür ve Turizm Bakanlığı belediyelere “Durdurun” dedi. Sonuç: İnşaatlar tam gaz devam ediyor, koruma kurulunun yerinde ise yeller esiyor. 

Belediye kurula sormadı
ASTAY Gayrimenkul tarafından geçen yıl nisanda başlanan ve Mart 2012’de hizmete açılması planlanan üç gökdelenin hemen yakınındaki eski Sümerbank arazisi içinde Bizans askeri garnizon kalıntıları bulunuyor. İstanbul’un tarihi alanlarını kapsayan Tarihi Yarımada Yönetim Planı’na ait ‘Yönetim Alanı’ sınırları içinde kalan inşaatlarla ilgili olarak İBB’nin ilgili Koruma Bölge Kurulu’na danışması gerekiyordu. Proje kurulun onayına sunulmadığı gibi hafriyat sırasında Arkeoloji Müzesi uzmanları da yer almadı. 

Kurul rapor hazırladı
Gökdelenlerin bu tarihi yarımadada nasıl yükseldiği Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne yapılan vatandaş şikayetiyle ortaya çıktı. Kıyıdan bakıldığında Sultanahmet Camii’nin minarelerinin arasına üç gökdelen eklenmiş gibi bir manzara vardı. Denize 200 metre uzaklıkta kurulan üç blok 27, 32 ve 36 katlıydı. Genel Müdür Yardımcısı Nermin Beşbaş, inşaatlar için 4 Numaralı Koruma Bölge Kurulu’ndan bilgi istedi. Kurul da raportör görevlendirdi. İki uzmanın yerinde yaptığı inceleme sonucunda hazırlanan raporda; “Müdürlüğümüz arşivinde yapılan incelemede parsele ilişkin işlem dosyası bulunmadığı, Koruma Bölge Kurulu tarafından alınan bir karara rastlanmadığı, parsele ait tescil kaydının olmadığı, sit alanı içinde olmayan parsele ilişkin plan yapma, onama yetkisinin İBB ve Zeytinburnu Belediyesi’nde olduğu, inşaat faaliyetlerinin devam ettiği, alanın İstanbul’un Marmara siluet kapsamında kalmakta olduğu, Tarihi Yarımada’ya çok yakın bir noktada bulunan parseldeki yapılaşmanın İstanbul’un siluetini olumsuz etkilediğinin tespit edildiği, konunun Koruma Bölge Kurulu’nca da değerlendirilmesi gerektiği” vurgulandı. 

‘Geri dönüşsüz zarar’
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Koruma Bölge Kurulu’ndan gelen bu bilgiler üzerine inşaatlarla ilgili belediyelerden değerlendirme istedi. İBB ve Zeytinburnu Belediyesi’ne gönderilen 11 Ağustos tarihli yazıda “Sit alanında olmayan ancak Tarihi Yarımada Yönetim Alanı Sınırı içinde kalan ve Tarihi Yarımada’ya çok yakın bir noktada bulunan söz konusu parseldeki çalışmaların incelenerek değerlendirilmesi ve varlığın olağanüstü evrensel değerini geri döndürülemez şekilde olumsuz yönde etkileyecek uygulamaların durdurulması” istendi.


Ancak inşaatlar devam ettiği gibi, bu yapının İstanbul’un siluetine zarar verdiğini tespit eden koruma kurulu tarihe karışmış durumda. Kurullar bir süre önce Kanun Hükmünde Kararname’yle lağvedilmişti.

UNESCO Türkiye’yi uyarmıştı
UNESCO 2003 yılından bu yana İstanbul’da büyük ölçekli projelerin, kentin silueti üzerinde endişelerini dile getirmiş, büyük ölçekli projelerin uygulanması öncesinde uluslararası standartların göz önüne alınması istenmişti. Çalışmaların Dünya Mirası Kültür Varlıkları için Etki Değerlendirmesi Rehberi doğrultusunda yapılması tavsiye edilmişti. Uzmanlar UNESCO’nun ilk toplantısında gökdelenlerin gündeme geleceğini ve bu konuda İstanbul’a büyük yaptırımlar uygulanabileceğini söylüyor.

Topbaş da rahatsız, önlem yolda
Üç gökdelene yapı ruhsat iznini Zeytinburnu Belediyesi verdi. Belediyenin, projeyi onaylarken yükseklikten çok yapının arazi içinde kaplayacağı genişliği baz alarak ruhsat verdiği belirtiliyor. Ancak binaların boyu uzadıkça İstanbul siluetine zarar verdiği de ortaya çıktı. Görüntünün İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ı da rahatsız ettiği öne sürülüyor. Yeni imar düzenlemesi hazırlandığı, tarihi ve doğal sit dışında kalan yerlerde yapılacak yüksek yapılara, bundan sonra bu yasaya göre izin verileceği belirtiliyor.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 14.08.2011

 

******


"ESKİ SİLUETİ KORUYACAĞIZ"

 

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Zeytinburnu sahilinde İstanbul’un tarihi siluetini delerek yükselen üç gökdelenle ilgili, “Bununla ilgili farklı girişimlerimiz var. Bundan sonra bir daha böyle bir şey olmaması açısından da çalışma yapılmakta” dedi.


Topbaş, Radikal’in dün ‘Tarihi siluete gökdelen girdi’ manşetiyle duyurduğu haber üzerine açıklama yaptı. Topbaş, binanın hoş olmayan bir görüntü oluşturduğunu söyledi. Binaların siluete giren noktaları olduğunu belirten Topbaş, şöyle konuştu:
“İmar Daire Başkanlığı’na yeni bir çalışma verdik. İstanbul’un bütün topografik alanlarında yeni bir kodlama yapacağız. Bundan sonra asla böyle bir olumsuzluğun ortaya çıkmaması için gerekli çalışmalar yapılacak. Tarihi Yarımada’yı etkileyen ve özellikle bizim miras yapılarına baktığımız alanları etkileyen yüksek yapılar olmaması gerekiyor. Doğu Roma’dan, Bizans’tan, Osmanlı’dan kalan gravüre giren bu hattın bozulmaması lazım.”


Topbaş, inşaatı devam eden binanın İstanbul’un gravürü denilen Salacak’tan bakılan şeklini etkilemediğini, başka noktalardan bakıldığında ise siluete giren noktaları olduğunu belirtti.


‘Öngörülememiş’
“Binaya ruhsat verilirken öngörülememiş mi” sorusu üzerine ise Topbaş, “Öngörülememiş demek ki...” dedi. Topbaş, gökdelenlerle ilgili ne yapılacağı sorusuna “Bir çalışma yapılıyor, sonra açıklayacağız. Burada maalesef bir eksiklik oluşmuş, bunu görmekteyiz” yanıtını verdi.

Astay: Hukuka uygun bir proje
İstanbul’un siluetine gölge düşüren üç gökdelenin sahibi Astay, projesini “İstanbul’un siluetini gölgelediği ve izinsiz yol alındığı haberleri kesinlikle gerçeği yansıtmamaktadır” diyerek savundu.

 

Astay Gayrimenkul Turizm ve Yatırım A.Ş.’den yapılan açıklamada şöyle denildi:
“Hukuka ve ilgili idarelerin düzenleyici esaslarına büyük bir titizlikle riayet eden Astay, söz konusu eleştiri ve suçlamaları hak edecek hiçbir faaliyet, karar veya uygulama içinde yer almamaktadır. Projenin yer aldığı arazi, sit alanı olarak tanımlanan sur koruma bandı dışında bulunmaktadır. Söz konusu alanla ilgili koruma kurulu, herhangi bir karar almamış, sonrasında yapılan inceleme sonunda bildirilen raportör görüşü ise konunun kurul kapsamında olmayacağını teyit etmiştir. Hukuki, idari, inşai açılardan hiçbir eksiği olmayan Astay Zeytinburnu Projesi, Mart 2012’de kat sahiplerine teslim edilecektir.”

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 15.09.2011

 

******


UCUBE Mİ ARAMIŞTINIZ?

 

Ucube mi aramıştınız memlekette?

Dünkü Radikal’in manşetine bakmanızı öneririm.
Ucubeye geleceğim ama önce bir şaheserden bahsetmem gerekiyor.

Doğan Kuban, kendi alanında ancak “eşsiz” olarak tanımlanabilecek dev eseri “Osmanlı Mimarisi”nde şöyle not düşer:
“Eğer Sinan bir mimarsa, Mehmed Ağa bir heykeltıraştır.”
Doğan Kuban, mimarlık alanında çağdaş Türkiye’nin 1 numarası.
Sinan, tabii ki Mimar Sinan.
Mehmed Ağa da Sedefkar Mehmed Ağa, Mimar Sinan’ın öğrencisi. 17’nci yüzyılda mimarbaşı mertebesine yükselmiş büyük bir sanatçı.
Kuban’a “Sinan mimarsa, Mehmed Ağa da heykeltıraştır” yazdıran eser ise İstanbul’un gözbebeklerinden Sultanahmed Camii’dir.

Sultan Ahmed’in (1590-1617) adına yaptırdığı görkemli cami öldüğü yıl bitmiş ve 3 yıl sonra buradaki türbesine defnedilmiş.
İmparatorluğun maddi açıdan zayıfladığı dönemde böyle büyük bir işe kalkışmasının öyküsü uzundur.
Geniş bir istimlak operasyonu için büyük paralar ödenmiştir mesela.
Mehmed Ağa, hocası Mimar Sinan’a karşı kendisini utandırmayacak dev eserinin hem içine hem dışına büyük özen göstermiştir.
Dünyada “Blue Mosque/Mavi Cami” olarak nam salmasını sağlayan İznik çinilerinin sayısı 21 bin 43’tür.
6 minaresi vardır ki; bunun hikayesi daha başkadır.
Doğan Kuban, Sultanahmed Camii’nin konumunu, görkemini ve büyüklüğünü şöyle açıklar:
“Sultanahmed Camii genç sultanın kendisinden önceki bütün sultan yapılarını ve kuşkusuz Ayasofya’yı geçmek amacıyla ve İstanbul’un birinci tepesine Hıristiyan simgesi yerine bir Müslüman simgesi yerleştirmek isteğiyle başlatılmış olmalıdır.”

Sultanahmed Camii’nin temel kazısına 1609 Kasımı’nda belirlenen uğurlu saatte törenle başlanmış, dev eser 7 yıldan fazla süren çalışmanın ardından 1617’de yine törenle açılmış.
Tarihi Yarımada’da bir gerdanlık gibi uzayıp giden siluetin en kıymetli taşlarındandır. Seyrine doyum olmayan o manzaranın başrol oyuncularındandır.
Şimdi gelelim Radikal’in manşetine...

Ömer Erbil imzalı haberde kullanılan fotoğraf durumu özetliyor zaten.
Yüzyıllardır sahilden Sultanahmed’e bakanlar 6 minare görürken artık “6 minare 3 gökdelen” manzarasıyla karşılaşıyor.
Zeytinburnu’nda dikilen 3 gökdelen, 4 asırlık manzaraya yancı yazılmış, öylece duruyor.
Habere göre şikayeti değerlendiren Kültür Bakanlığı durumdan rahatsız!
Bakanlığın görevlendirdiği Koruma Kurulu “Olmaz böyle şey!” demiş ama laflarının artık hükmü yok çünkü “o kurul” bir süre önce “kanun hükmünde kararname” marifetiyle tarihe karışmış bulunuyor!
İşin daha komiği (gülünecek bir şey yok, acı bir ifadeyle kafanızı sağdan sola, soldan sağa sallayınız!) İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş da durumdan rahatsız Radikal’e göre!

Dalga mı geçiyorsunuz Allah aşkına?
Camiye sırtını dayamış seyyar köfteci tezgahından bahsetmiyoruz, dev gibi 3 adet kule söz konusu.
İş bu noktaya gelene kadar niye rahatsız olmadınız?
İnşaat devam ediyormuş, eder. Benim bildiğim Türkiye’de, benim bildiğim İstanbul’da o kuleler biter, durmaz, yenileri de dikilir.
Sorulduğunda da suratını ekşitip “Rahatsızım” der geçer, gider...
Bir İstanbul mitinginde, Sultanahmed Camii ile Zeytinburnu arasındaki Kazlıçeşme’de dev sahneye çıkan Başbakan Erdoğan kuleleri işaret edip “Bu ucuubeleeer!” diye söze başlarsa veya UNESCO “Gençler ne iş? Yine yamultmuşuz İstanbul’un tarihi mirasını?” derse ne olur, onu bilemem ama verilecek cevapları tahmin edebilirim:
“Sormayın efenim, biz de bir rahatsızız bir rahatsızız ki...”

Hürriyet, Yazı: Kanat Atkaya, 15.09.2011

OSMAN HAMDİ ZAMANI

 

Türk resminin en pahalı tablosu olan Osman Hamdi’nin ünlü ‘Kaplumbağa Terbiyecisi’ni koleksiyonunda bulurduran Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi, 15 Ekim’de açılacak ‘Osman Hamdi Bey ve Amerikalılar: Arkeoloji, Diplomasi, Sanat’ sergisine hazırlanıyor. Osman Hamdi’yi ressamlığının yanı sıra müzeci ve arkeolog kimlikleriyle ele alan sergi, Amerikalı arkeologların Osmanlı topraklarındaki Assos ve Nippur’daki ilk kazılarına ve 2 ülkenin 19. yüzyıldaki diplomatik ilişkilerine ışık tutacak. Sergide, Osman Hamdi Bey’in az bilinen resimlerinin dışında Almanya’dan ve Pennsylvania Üniversitesi Müzesi’nden gelen tablolar Türkiye’de ilk kez sanatseverlerle buluşacak.

Radikal, 14.09.2011

ATATÜRK KÖŞKÜ'YLE İLGİLİ İDDİALARA YAZILI AÇIKLAMA

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Sekreterliği, Yalova'daki Atatürk Köşkü'nde fuhuş yapıldığı yönündeki haberleri yalanladı.

 

Konuyla ilgili yapılan açıklamada, köşkün halen müze olarak hizmet verdiği aktarıldı. Büyük bir restorasyon süreci geçirdiği için köşkün kapalı bulunduğu ifade edilen açıklamada, haberde bahsedilen uygunsuz davranışların Atatürk Köşkü'nde gerçekleştirilmesinin mümkün olmadığı vurgulandı. Haberlerde söz konusu edilen Yalova TBMM Termal Tesisi'nde görev yapan bazı personelin uygunsuz davranışları sonucu ismi dolaylı da olsa karışan 4 personelin işine son verildiği ifade edildi. Aynı şekilde, herhangi bir personele lojman tahsisinin söz konusu olmadığı belirtildi. TBMM Genel Sekreterliği'nden yazılı ve sözlü hiçbir bilgi talebinde bulunulmadan haberin hazırlanmasının da oldukça manidar olduğu aktarıldı.

Zaman, 14.09.2011

KEHANET MERKEZİ KLAROS'TA BİR İLK

 

 

Kuruluş tarihi MÖ 13. yüzyıla giden ve şu anki verilerle antik dünyanın en eski kehanet merkezi olan Klaros’ta, Türkiye’nin ilk mulaj sergisi ve arkeopark açıldı.

 

İzmir’de turizmin çeşitlendirilmesiyle bölgenin turizmde rekabet edebilirliğinin artırılması amacıyla geliştirilen “Klaros Bilicilik Merkezi Arkeopark Projesi”ni, Menderes Kaymakamlığı ile Ege Üniversitesi yürütüyor, İzmir Kalkınma Ajansı (İZKA) ise destek verdi.


Temmuz 2010’da başlayan ‘Klaros Bilicilik Merkezi Mulaj Arkeoparkı’, önceki gün yapılan törenle açıldı. Açılışın ardından antik kenti gezen İzmir Valisi Cahit Kıraç, antik dönemde Apollon Tapınağı’nda yapılan ayinleri izlemek için gelen önemli kişilerin kullandığı 2 bin 200 yıllık mermer protokol koltuğuna oturdu.


Arkeoparkı açılışına, İzmir Valisi Cahit Kıraç’ın yanı sıra Ege Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Candeğer Yılmaz, Menderes Kaymakamı Tahsin Kurtbeyoğlu, İzmir Ticaret Odası Başkanı Ekrem Demirtaş ile çok sayıda davetli konuk katıldı.

 

Proje hakkında bilgi veren Klaros Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Nuran Şahin, bu yıl kazıların onuncu yılının kutlandığını, mulaj sergisi ve arkeopark için yaklaşık beş yıldır çalışma yaptıklarını, ancak en büyük sıkıntılarının sponsor sorunu olduğunu söyledi. Şahin, Klaros kazılarında bulunan 13 eserle açılan arkeoparkın sponsor buldukça geliştirileceğini dile getirdi.


Ege Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Candeğer Yılmaz da,  Türkiye’nin ilk mulaj müzesi olan Klaros’un yerel yönetim, üniversite ve vilayetin ortak yapılan bir proje olmasının da önemine değindi.

 

İlk arkeopark

Ahmetbeyli sınırları içinde kalan Klaros Kutsal Alanı, bugünkü veriler ışığında dünyanın en eski kehanet merkezi. Klaros ören yerinde açılan Arkeopark’ta, bölgedeki kutsal alandan çıkarılarak İzmir Tarih ve Sanat Müzesi ile Selçuk Efes Müzesi’nde sergilenen 13 eserin kopyaları yer alıyor. İzmir Tarih ve Sanat Müzesi’nde bulunan Homeros heykeli olmak üzere Apollon Tapınağı, güneş saati, Kore ve Kuros gibi eserler de yer alıyor.

 

Ören yeri olacak

İzmir Valisi Cahit Kıraç ise Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Klaros’un düzenli ören yeri yapılması konusunda çalışma başlattığını belirterek, antik kentin merkezinin de önümüzdeki süreçte gün yüzüne çıkarılacağını söyledi. Arkeopark projesinin önemli bir proje olduğuna vurgu yapan Kıraç, kazı çalışmalarını Türk araştırmacıların yapıyor olmasının da ayrı bir gurur kaynağı olduğunu belirtti.

Hürriyet Ege, Haber: Turan Gültekin, 14.09.2011

BURASI HALA NEDEN DURUYOR?

 

 

Vakıflar İstanbul Bölge Müdürlüğü’nün aylık 2 bin 500 lira gibi komik bir bedelle kiraya verdiği Dolmabahçe’deki çay bahçesi TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı’na devrediliyor. Karar Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, geçen hafta cuma namazı çıkışı, çay bahçesinin yanından geçerken “Burası hala kapatılmadı mı?’’ sorusu üzerine ortaya çıktı.


Radikal yıllardır aynı kişiye kiralanan ve İstanbul’un en değerli yerlerinden olan çay bahçesinin komik bir bedelle kiraya verilmesini 14 Mayıs’ta ‘Beleşbahçe’ diye manşetine taşımış, ancak yetkililerden ses çıkmamıştı. Geçen hafta cuma namazını Bezm-i Alem Valide Sultan Camii’nde kılan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Dolmabahçe Sarayı’nın yanındaki çay bahçesinin önünden geçerken bürokratlarına ‘‘Hala çay bahçesi duruyor mu?’’ diye sordu. Bürokratların “Kira sözleşmesi sürüyor. Aralık ayında sözleşmesi bitecek, uzatmıyoruz. Araziyi de TBMM’ye devrediyoruz” dediği öğrenildi. Vakıflar Genel Müdürlüğü de, önümüzdeki yıl 4 bin metrekare araziye sahip çay bahçesi ve otoparkın Milli Saraylar Daire Başkanlığı’na devredileceğini söyledi.

Ömer Avni Mahallesi Meclisi Mebusan Sokağı 1 ada 9 parselde yer alan Dolmabahçe Camii ve arsasının tamamı Bezm-i Alem Valide Sultan Vakfı’na kayıtlı. İçinde otopark ve çay bahçesi olan arazi, Turgut Özal’ın başbakanlığının ilk yıllarında işletmeye açıldı. Tinercilerden ve ayyaşlardan korumak düşüncesiyle verilen arazi zaman içinde rant kapısı oldu. Aylık sadece çay geliri yaklaşık 200 bin lirayı bulan çay bahçesi Vakıflar’a sadece 2 bin 500 lira kira ödüyordu. Radikal bu çarpıcı durumu gündeme taşıdı.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 14.09.2011

ADI 'PAPAZIN EVİ' DİYE Mİ SAHİP ÇIKAN YOK?

 

 

Dönemin Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu tarafından restore edildikten sonra 25 yıllığına Kars Müftülüğü'ne devredilen Papaz'ın Evi, kaderine terk edildi.

 

Papazın Evi, Alibeyoğlu ile dönemin İl Müftüsü Hasan Basiş arasında 16 Şubat 2009 tarihinde imzalan protokole göre müftülük tarafından kültürevi olarak hizmete sokulması amacıyla sözleşme yapılmasına rağmen o günden beri müftülüğün sahip çıkmaması yüzünden harabe haline geldi.

 

Kars Kalesi eteklerinde ve 12 Havariler Kilisesi’nin bahçesinde bulunan Papaz’ın Evi, Kars’ta İnanç turizminin önemli merkezlerinden biri olarak bu tarihten sonra da taşınmaz tescilli tarihi binalar arasında yer aldı ama halen adı bile telaffuz edilmek istenmiyor.

Son yıllarda Ebul Hasan Harakani Türbesi, Kars Kalesi, Evliya Camisi ve Külliyesi ile birlikte birçok tarihi yapı, Ebul Hasan Harakani Derneği tarafından bölgede çevre düzenlemesi yapılarak istimlak edilen binaların yerleriyle birlikte inanç turizmine kazandırılmaya çalışılıyor. Bölgedeki yüksek binalar istimlak edilip yıkılıyor ki tarihi bölge ortaya çıksın ve kendini göstersin. Lakin Papaz'ın Evi'nin çevresini ise ot ve çalılar sardığı için gözükmüyor. Müftülüğe devredildiği halde binaya sahip çıkan bir kurum bulunmuyor. Bu nedenle kaderine terk edildiği için de etrafını saran çalılar ve yabani otlar yüzünden yok olması isteniyor.  

 

Tarihi evi bu halde gören vatandaşlar ise ‘Adı Papaz'ın Evi ya onun için sahip çıkılmıyor” şeklinde değerlendiriyor. Tarihi değeri ve anlamı büyük olan aynı zamanda üzerinde Hz. İsa’nın 12 havarisinin kabartma rölyeflerini barındıran dünyada bir eşi daha bulunmayan 12 Havariler Kilisesi’nin ayrılmaz parçası olan Papaz'ın Evi’nin başına gelenler Türk-İslam eseri olmayan yapıların sahiplenilmediğini de gösteriyor.

 

Bütün tarihi ve turistik binaların önüne önceki yıllarda tanıtım levhası yapıldı ama buraya yapılmadı. Çünkü adından dolayı yok sayıldı ya da bu levhaları yaptıran kurumların ellerinde levha kalmadı.  

 

Papaz'ın Evi ayrıca Kars İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından 2009 yılında hazırlanan Kars İli Kültür Envanteri'nde yer almadı. Ayrıca yine bu kurumun internet sitesinde de yer almadığı gibi her nedense neredeyse hiçbir yerde kayıt altına alınmamış, kültür ve tarihi varlığımız olarak kabul edilmemiş.

Evrensel, Haber: Tacettin Durmuş, 13.09.2011

POP SANAT'IN BABASI ÖLDÜ

 

Pop Sanat’ın öncü isimlerinden Richard Hamilton, 89 yaşında hayata veda etti.

 

İngiliz ressam ve kolaj sanatçısının, 1956 yılında sergilediği “Günümüz Evlerini Bu Denli Farklı, Çekici Kılan Tam Olarak Nedir?” adlı kolajı, Pop Sanat akımının ilk örneği kabul ediliyor.

 

Eserlerinde popüler kültür öğelerine göndermeler yapan Hamilton, Beatles’ın ‘White Album’ kapağını da yaptı.

Euronews, 13.09.2011

ÜÇ BİN YILLIK SU HAVUZU HALA KULLANILIYOR

 

 

Karaman'nın merkez Kılbasan beldesinde sönmüş volkanik dağ Karadağ'ın Başdağ tepesinde bulunan ve 3 bin yıl öncesinde yapıldığı tahmin edilen su havuzu halen işlevini yerine getiriyor ve bugün yöre halkı tarafından hayvanlarının su ihtiyacının karşılanmasında kullanılıyor.

 

Kılbasan Belde Belediye Başkanı İbrahim Baykara, AA muhabirine yaptığı açıklamada, beldelerinin hemen kuzeyindeki Karadağ'ın en yüksek tepelerinden olan 2.800 metre yüksekliğindeki Başdağ'da bir çok askeri ve dinsel yapı olduğunu söyledi.

 

Hitit, Roma ve Bizans dönemleri izlerini taşıyan yapılardan en önemlisinin tepede bulunan küçük kriter çukurunun içine yapılan havuz olduğunu ifade eden Baykara, şunları kaydetti:

''Başdağ'ın üç tarafında askeri yapılar ve kilise kalıntıları var. Karadağ, yapısı itibarı ile bünyesinde hiç su kaynağı olmayan bir dağ. Başdağ tepesinde bulunan küçük kriter içerisine Hititler tahminen 3 bin yıl önce 2 havuz yapmışlar. Yan duvarları küçük taşlarla örülü bu havuzların üst kısımları kesme taşlarla örülü. 10 metre yarı çapında olan yuvarlak  büyük havuzun 2 metrelik bölümü şu anda gözüküyor. Havuzun içi toprakla dolmuş. Derinliğin 15 - 20 metreyi bulabileceğini tahmin ediyoruz. Dikdörtgen şeklindeki küçük havuzda aynı sistemle yapılmış. Buranında derinliği belli değil. Yağmur ve kar sularının havuzlarda birikebilmesi için kanallar açılmış. Bu havuzlarda biriken sular gerek insanların ihtiyacı gerekse hayvanların ihtiyacı için kullanılmış.''

 

Binlerce yıl geçmesine rağmen Karadağ'da hayvancılık yapan yöre halkının hala hayvanlarının su ihtiyacının bir bölümünü bu havuzdan karşıladıklarını belirten Baykara, ''Kışın bu havuzda biriken sular yaz boyunca hayvanlar tarafından kullanılıyor. Havuzun kenarındaki taştan oyulma su teknelerine sular dolduruluyor ve hayvanlar içiyor. Bu gün imkanlar genişlediği için hayvancılık yapan insanlar ağıllarına tankerlerle su taşıyabiliyorlar. Fakat yabani hayvanların su ihtiyacının karşılandığı tek yer burası'' dedi.
                
Bu yapıların bu gün bile kullanılmasının havuzların ne kadar önemli olduğunun ispatı olduğunu belirten Baykara, şöyle devam etti:

''Havuzlar hakkında çok detaylı bir araştırma yapılmamış. Buraya araştırma yapmaya gelen uzmanlar havuzun yaklaşık 3 bin yıl önce Hititler zamanında yapıldığını Roma ve Bizans dönemlerinde tamir edilip geliştirildiği görüşündeler. Tam anlamıyla Hitit, Roma veya Bizans yapısı diyemiyorlar. Söylenen bu tür bir su yapısının çok fazla örneğinin olmaması. Biz geçen yıl havuzun içini Kültür ve Turizm Müdürlüğünün hazırladığı proje kapsamında 3 ay boyunca temizlemeye çalıştık. Ancak 1 metrelik bölümünü temizleyebildik. Derinliğin çok fazla olduğunu düşünüyoruz. Yetkililer ilgi gösterip de havuz hakkında detaylı bir araştırma ve çalışma yapılırsa Türkiye'de çok önemli bir tarihi yapının gün ışığına çıkarılacağı ve geçmişle ilgili önemli bilgilerin ortaya çıkacağını umuyoruz. Belediye olarak bizim gücümüz yetmiyor.''

 

Karaman İl Kültür ve Turizm Müdürü Cengiz Orta ise Karadağ'ın tarihin her döneminde önemli bir yerleşim alanı olduğunu dile getirerek, şu ana kadar çok detaylı bilimsel bir çalışmanın yapılmadığını söyledi.

 

Orta, Karadağ ve havuzun bir an önce turizme kazandırılması için çalışmalarının devam ettiğini belirtti.

Akşam, 13.09.2011

ANKARA'NIN  'HİTİT GÜNEŞİ' BATMADI

 

 

Yılan hikayesine dönen Ankara’nın sembolü konusunda en başa dönüldü. "Minareli" Ankara amblemini iptal etmesinin ardından Ankara Büyükşehir Belediye meclisi kararıyla yeni  amblem gülen “Ankara kedisi” olarak belirlenmişti.

Ancak Danıştay, 2007 yılında “minareli” amblemin iptal edilmesinin ardından önceki duruma, yani “Hitit Güneşi” amblemine dönülmesi gerektiğine hükmetti. Belediyenin bunun yerine gülen kedi amblemini belirlediğine dikkat çeken Danıştay, bunun için alınan belediye meclis kararının da kanunun öngördüğü “üçte iki çoğunlukla toplanma” hükmüne uymadığını belirtti.

Radikal, 13.08.2011

 

******


GÖKÇEK, MAHKEME KARARINI BEĞENMEDİ

 

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, Danıştay'ın Ankara'nın amblemine ilişkin verdiği kararla ilgili olarak ''Mahkeme kararının, doğru bir karar olduğunu düşünmüyorum'' dedi.

 

Gökçek, Ankara ile Vietnam'ın başkenti Hanoi'nin kardeş şehir protokol törenin ardından, gazetecilerin sorusu üzerine, Danıştay'ın Ankara'nın amblemine ilişkin kararını değerlendirdi.


''Mahkeme kararının doğru bir karar olduğunu düşünmüyorum'' diyen Gökçek, şöyle konuştu:

''Danıştay'ın sayısız kararı vardır. Bu kararlarda, herhangi bir meclisin iptal ettiği karardan sonra yeni karar alınır ve o da mahkeme tarafından iptal edilirse bir önceki karara kesinlikle dönülmez. Yeniden dönülüp dönülmeyeceği karar verecek olan Belediye Meclisidir. Bu Anayasamızda da açıktır, yerindelik kararı veremez. Yani Belediye Meclisi yerine takdir yetkisi kullanamaz. Bu mahkemenin kararı doğru bir karar değil. Ama mahkeme kararı olduğu için her zaman olduğu gibi uygulamak zorundayız. Gerekeni yapacağız, kimsenin endişesi olmasın. Ama hiçbir zaman bundan sonra Ankara'nın amblemi Hitit olmadı, olamayacak. Bu kadar net ve açık söylüyorum.''

 

Gökçek, karara ilişkin tezatlar da bulunduğunu öne sürerek, şöyle devam etti:

''Birincisi bizimki amblem değil, logo. Mahkeme logoyla amblemi birbirine karıştırıyor. Üstelik dava açan kişi özellikle 3'te 2 çoğunluktan hiç bahsetmediği halde mahkeme nedense bunu kendiliğinden bulmuş ve oraya koymuş. Hayretle karşıladım. Mahkeme kararının hakkında da ayrıca bizim şikayetçi olmamız söz konusu olabilir. Çünkü yasalar açıkça aykırı bir karar.''

Cumhuriyet, 14.09.2011

ALTI SARAYI, ÜÇ KASRI, İKİ DE FABRİKASI VAR

 

 

Yalova’daki Atatürk Köşkü’nde fuhuş baskını iddialarıyla birlikte TBMM’ye bağlı saray ve fabrikalar gündeme geldi. TBMM’ye bağlı Milli Saraylar Daire Başkanlığı bünyesinde altı kasır, üç saray ve köşkler var. Hereke Halı ve İplik Dokuma Fabrikası ve Yıldız Porselen Fabrikası da TBMM’ye bağlı olarak hizmette.

 

Yalova Atatürk Köşkü ile ilgili iddialar, dikkatleri TBMM’nin yönetimindeki kültür varlıklarına çevirdi. TBMM’ye bağlı Milli Saraylar Daire Başkanlığı bünyesinde çok sayıda müze, kasır, köşk, saray yer alıyor. Aynalıkavak Kasrı, Beykoz Kasrı, Ihlamur Kasırları, Küçüksu Kasrı, Maslak Kasırları, Florya ve Yalova Atatürk Köşkleri, Beylerbeyi Sarayı, Yıldız Sarayı ve Dolmabahçe Sarayı TBMM Milli Saraylar Dairesi Başkanlığı’na bağlı. Ayrıca yine TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı’na bağlı olarak Aynalıkavak Musiki Müzesi, Dolmabahçe Saat Müzesi ve Saray Koleksiyonları Müzesi yer alıyor. Bunun yanı sıra Hereke Halı ve İplek Dokuma ile Yıldız Çini Fabrikası yine TBMM’ye bağlı. Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet’in ilk yallarına ait eserlerin yer aldığı çok sayıda koleksiyon TBMM arşivlerinde yer alıyor. 

Meclis Başkanı Cemil Çiçek, ‘Köşk ve sosyal tesiste alem yapılıyor’ iddiaları üzerine harekete geçerek, ağustos ayının ilk haftasında, yanına sadece şoförü ve korumasını alarak kimseye haber vermeden gece saatlerinde Yalova’ya gitti ve hem köşke hem de tesise baskın yaptı. Köşkün restorasyon sebebiyle kapalı olmasına rağmen personelin hiçbir iş yapmadan Yalova’da kalmaya devam ettiğini gören Çiçek, görevlilerin Milli Saraylar bünyesindeki diğer kuruluşlara dağıtılması talimatını verdi. Ardından da sosyal tesise müfettişler göndererek kayıt defterleri ile hesapları incelemeye aldırdı ve Milli Saraylar’da üst düzeydeki bir yöneticinin başta gelini olmak üzere bazı yakın akrabalarını eğitimlerine uygun olmayan konumlara getirdiği yolundaki iddiaların da araştırılmasını istedi. 

Çiçek, dün gazetecilerin iddialarla ilgili soruları üzerine de Köşk’ün halen restore edildiğini anımsattı. Söz konusu yerde Meclis’e ait bir termal tesis bulunduğunu belirten Çiçek, “Öyle büyük bir tesis de değil. 35 odalı zannediyorum. Bir iddia var, soruşturma başlattık. O soruşturma sonuçlanırsa size de bilgi veririz. Orada taşerona ait işçiler var. Onların işine son verildi. Bize ait personel açısından da görev değişikliği yapıldı, ama soruşturmanın sonucunu bekliyoruz” dedi. “Fuhuş deniyor, doğru mu?” sorusuna, “Ne denirse” yanıtını veren Çiçek, “Siz gitmişsiniz” denilmesi üzerine de “Gittim, evet” diye konuştu.

TBMM Genel Sekreterliği, basında yer alan haberlerdeki “Yalova Termal’deki Atatürk Köşkü ve yanındaki tesis fuhuş mekanı olmuş” ibaresinin gerçeği yansıtmadığını öne sürdü. TBMM’den yapılan açıklamada, Yalova Termal’deki Atatürk Köşkü’nün müze olarak hizmet verdiği, restorasyon nedeniyle de kapalı olduğu belirtilerek, “Dolayısıyla uygunsuz davranışların Atatürk Köşkü’nde gerçekleştirilmesi mümkün değildir” denildi. Açıklamada, olaya ismi karışan 4 personelin işine son verildiği de belirtildi.

Radikal, Haber: Rıfat Başaran, 13.09.2011

SUUDİLERDEN OSMANLI ESERLERİNE 150 MİLYON DOLAR

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ı ziyaret eden Suudi Arabistan Turizm ve Tarihi Eserler Komisyonu Başkanı Prens Abdulaziz Al-Saud, “Ne kadar kendi eserlerimize önem veriyorsak, Osmanlı eserlerine de o kadar önem veriyoruz” diyerek, Osmanlı eserlerinin onarımı için 150 milyon dolar kaynak ayırdıklarını söyledi. Restorasyon çalışmalarına Kral Abdullah’ın talimatıyla başladıklarını belirten Al-Saud, “Uluslararası bir grup kuruldu. Bu grupta 18 yabancı ile büyük çalışmalar yapıyoruz” diye konuştu. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay da Suudi Arabistan’da bulunan Osmanlı mirasının korunması adına önemli çalışmaların yapıldığını söyledi. Suudi Arabistan’ın birçok eseri restore ettiğini belirten Bakan Günay, “30’dan fazla eseri restore ettiler. Osmanlı’ya ait bir köprünün yıkılmaması için de yerel bir belediye ile ciddi mücadeleye girdiklerini öğrendik. Önemli bir meblağ ile köprüyü yenileyeceklerini ifade ettiler. Biz de bu durumdan büyük mutluluk duyduk” diye konuştu.

Türkiye Gazetesi, 13.09.2011

POMPEİ VE ROMA'YI ARATMIYOR

 

 

Isparta'nın Yalvaç İlçesi'ndeki Pisidia Antiocheia antik kentindeki kazılarda piskopos sarayı ve bir Roma villası gün ışığına çıkarıldı. Bilim adamları, her iki yapıdaki duvar resimlerinin, Roma ve Pompei'de ulaşılan kalitede olduğuna dikkati çekti.

 

Süleyman Demirel Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü tarafından Isparta'nın Yalvaç İlçesi'ndeki Pisidia Antiocheia antik kentinde yürütülen kazı çalışmalarının bu yılki bölümünde son günlere yaklaştı.

 

Kazı Başkanı SDÜ Arkeoloji Bölüm Başkanı Doç.Dr. Mehmet Özhanlı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, bu yılki kazılarda Vicus Aedilicus Tepesi adı verilen tepede, piskopos sarayı olduğu tahmin edilen bir yapı ile Roma dönemine ait bir villanın gün ışığına çıkarıldığını kaydetti.

 

Tepedeki yapının içinde kendi kilisesinin olmasının, buranın piskopos sarayı olma ihtimalini güçlendirdiğini vurgulayan Özhanlı, yapının duvar resimleri ve taban döşemelerinin Bizans döneminin metropolü olan Pisidia Antiocheia'nın fresko ve mozaiklerde ne kadar ileri seviyeye ulaştığının göstergesi olduğunu söyledi. Yapının tabanındaki mermer taban kaplamaların Bizans'ın geç döneminde sökülerek kireç ocaklarında eritildiğinin tespit edildiğini anlatan Özhanlı, ''Buna rağmen korunmuş olan duvar resimleri, Pompei stiline yakın bir kalitede karşımıza çıktı'' dedi.

 

Doç.Dr. Mehmet Özhanlı, yapılan sondaj çalışmalarında rastladıkları Roma dönemi villasının da kentin Hellenistik dönemini belgelemeye yönelik önemli bir buluş olduğuna işaret etti.

Özhanlı, şöyle konuştu:

''Roma villasının duvarlarındaki resimler, Roma'daki ya da Pompei'deki duvar resimlerini aratmayacak kalitede işlenmiş. Duvar resimlerinde mavi, turuncu, kırmızı, sarı gibi pek çok renk kullanılmış ve çeşitli geometrik şekillerle bitkiler duvarlara resmedilmiş. Bu da bize Pisidia Antiocheia'nın 7. yüzyıl öncesinde özellikle duvar resimlerinde ileri bir sanat boyutuna ulaşmış olduğunu belgelemekte.''

 

Doç.Dr. Özhanlı, sondaj çalışmasında Roma villasında açığa çıkan seramikler arasında ithal seramiğin az olduğunu, ancak yerel üretimin yanında, ithal seramiklerin taklitlerine de rastladıklarını kaydetti.

 

Mehmet Özhanlı, bu yılki kazıların 15 Eylül'de sona ereceğini sözlerine ekledi

Akşam, 13.09.2011

FETİH KAZISI

 

Kırklareli’nin Demirköy İlçesi'ndeki Fatih Dökümhanesi’nde sürdürülen kazı çalışmalarının bu yılki bölümü tamamlandı. Kazı Başkanı ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Nurcan Yazıcı, gazetemize yaptığı açıklamada, Fatih Dökümhanesi’ndeki mescidin de önümüzdeki yıl restore edileceğini söyledi. Yazıcı, tesislerin üretim sistemi ve mescitle ilgili şu bilgileri verdi: Dökümhanede top üretildiğini kesin olarak bilemiyoruz. Ancak kesin olarak bildiğimiz bir şey var. Buradan yarı mamul demir İğneada Limanı üzerinden İstanbul’a, Tophane-yi Amire’ye gönderiliyor. Kazı çalışmaları sırasında çok sayıda yarı mamul demir de çıkıyor. Dökümhane yaklaşık 10.000 metre karelik bir alan. Hafif eğimli bir yamaç üzerinde, İki farklı düzleme oturan yapılardan (kalıntıları günümüze ulaşmış) oluşmakta. Üst düzlemde etrafı surlarla çevrili, tahkim edilmiş bir alan. Bu üst düzleme, kuzey yönden büyük bir taç kapı ile girilmekte. Bu kısımda avlu ile avlu etrafında yaşam ve hizmet birimleri olarak tanımladığımız mekanlar ve bir de Dökümhane Mescidi bulunmakta. Yani bu üst kısım Dökümhane çalışanlarının yaşama alanı. Yönetim yapıları, konaklama yapıları, hamamı, çeşmesi, mescidi ile bir yaşam kompleksi. Bu yılki kazılarda avluda da çalışma yaptık. Avluda Arnavut kaldırımı döşeli yolu açığa çıkardık. Bu arnavut kaldırımı döşeli yolun bir aksı da mescide doğru gitmekte. Alt düzlemde ise üretim alanı bulunmakta. Burada su gücüyle çalışan metal çarkın bulunduğu bilinen kanal ve demir ergitme fırınları, depolama birimleri var. Su gücüyle çalışan metal çark önemli. Çünkü bu demir ergitme fırınları için gerekli olan enerjiyi üretiyor. 2011 yılı kazı çalışmalarında bu çarkın bulunduğu kanalı ve çark parçalarını açığa çıkardık. Kısaca Dökümhane’nin alt setinde/alt düzleminde üretimle ilgili donanımlar yer almakta. Dökümhane’de saydığım bu birimlerin hepsi kalıntı halinde günümüze ulaşmış.”

Birçok üniversiteden 30 öğrenci ve akademisyenin yer aldığı, Prof.Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu başkanlığındaki Türk Bilim Tarihi Kurumu’yla iş birliği içinde yürütülen kazı çalışmalarına temmuz ayı başında başlanıldığını anlatan Yrd. Doç.Dr. Yazıcı, şunları kaydetti: “Burada kazı çalışmaları başlamadan önce sadece mescidin tuğla minaresi belli bir seviyeye kadar görülebiliyordu. Yapılan kazılarla bütün bu mimari birimlerin duvar kalıntıları ve su kanalı açığa çıkarıldı. Üretim alanındaki demir ergitme fırınlarının ise izleri görülebilmekte. Daha demir fırınlarının kazısı yapılmadı. Dökümhane Mescidi’ne gelince, bu küçük ölçekli (yaklaşık 11x16 metre ölçülerinde) bir mescid. Dökümhane çalışanlarının kullanımı için yapılmış. Kazı çalışmalarının sonrasında restorasyon çalışmaları olacak. Osmanlı döneminde, bir devlet işletmesi olarak çalışan ve döneminin en ileri teknolojisine sahip olduğu anlaşılan Fatih Dökümhanesi, 20. yüzyılın başlarına kadar aralıksız hizmet vermiş. 1950’li yıllara kadar çoğu birimleri ile ayakta olduğu bilinen ve kısa zamanda ciddi bir tahribata uğradığı anlaşılan Fatih Dökümhanesi, temel duvar seviyesinde de olsa günümüze ulaşmış önemli Osmanlı demir sanayi tesislerinden birisidir. Demirköy’ün adıyla özdeşleşen dökümhanenin Osmanlı tarihindeki itibarını iade etmek adına kültür ve turizme kazandırılması gerekmektedir.’’ Yazıcı, kazı çalışmalarının tamamlanmasının ardından tarihi dökümhanenin, açık hava endüstri müzesi haline dönüştürüleceğini söyledi.

Türkiye Gazetesi, Haber: Sefa Koyuncu, 13.09.2011

GANOS DAĞI'NDA ARKEOLOJİK YÜZEY ARAŞTIRMALARI YENİDEN BAŞLADI

 

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Zeynep Koçel Erdem, Ganos Dağı’nda Arkeolojik Yüzey Araştırmaları’nın yeniden başladığını bildirdi.

 

Erdem, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 2008 yılından bu yana Tekirdağ Merkez ve Şarköy İlçeleri’nde yürütülen “Tekirdağ Ganos Dağı Arkeolojik Yüzey Araştırması”nın bu yılki çalışmasının başlatıldığını söyledi.

 

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi öğrencileri ve öğretim görevlilerinden oluşan 8 kişilik bir ekiple çalıştıklarını belirten Erdem, şöyle konuştu:

“Yürütülen araştırma, yaklaşık 15 gün sürdürülecek. Bölgenin daha önce araştırılmamış olan Yunan ve Roma devirlerine ilişkin kalıntılarının ve özellikle kırsal yerleşmelerinin saptanmasını hedef alan çalışmada, şimdiye kadar yerleşim ölçeğinden, nekropol alanına, kutsal alandan tekil yapı ve tekil buluntuya dek birbirinden farklı karakterde 150′ye yakın kültür varlığı saptandı. Çalışmada, bölge tarihçesinin tarih öncesi devirlere uzandığı da saptandı. Ayrıca biri Ganos (Işıklar) Dağı’nın zirvesi olan Kartaltepe-Bakacaktepe’de, diğeri ise Şarköy Dolucatepe’de Demir Devri’nden Bizans Devri’ne kadar kullanılmış olduğu belirlenen iki önemli kutsal alan tespit edildi. ”

 

Erdem, araştırma sırasında saptanan alanlar ve çeşitli buluntuların, bu yıl Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde düzenlenen ve aralarında üç boyutlu fotoğrafların da yer aldığı bir fotoğraf sergisiyle tanıtıldığını kaydederken, çalışmaların önümüzdeki yıllarda da sürdürülmesinin planlandığını söyledi.

haberler.com, 12.09.2011

VAN'DA 5 BİN YILLIK OCAK

 

 

Van Kalesi'nin kuzeyindeki höyükte yapılan kazı çalışmalarında, 5 bin yıl öncesine ait topraktan yapılmış seyyar ocak bulundu.

 

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Eskiçağ Tarihi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Erkan Konyar başkanlığında Van Kalesi'nin çevresinde yürütülen kazı çalışmalarında, bölgenin asırlar öncesi sosyal ve kültürel yaşamına ilişkin önemli bulgulara ulaşıldı.

 

Daha önce Urartu Krallığınca 3 bin yıl önce üretilen savaş arabalarının kalıpları ile 15. ve 16. yüzyıl dönemine ait nadide çanak ve çömleklerin bulunduğu kazı çalışmalarında son olarak seyyar ocak ortaya çıkarıldı.

 

Yrd. Doç.Dr. Konyar, gazetecilere yaptığı açıklamada, Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstanbul Üniversitesi ile Aygaz Genel Müdürlüğünün desteğiyle yaptıkları Van Kalesi höyük kazılarının bu yılki bölümünün devam ettiğini söyledi.

 

Arazi çalışmalarına paralel olarak laboratuvar çalışmalarının sürdürüldüğünü ifade eden Konyar, höyüğün günümüzden 5 bin yıl öncesine kadar tarihsel süreci yansıttığını, MÖ 3 bin yıldan bu yana Van'daki mimari mekanları, kullanılan araç-gereçleri ve paraları dönemsel olarak yavaş yavaş ortaya çıkardıklarını kaydetti.

 

Son günlerdeki en önemli verilerden birinin de günümüzden 5 bin yıl öncesine ait olduğu değerlendirilen seyyar ocak olduğunu ifade eden Konyar, bu tür ocaklara daha önce Elazığ, Malatya ve Erzurum bölgesindeki kazılarda da rastladıklarını bildirdi.

 

Van'da ilk kez bu türden bir bulguya rastladıklarını belirten Konyar, ''Bu ocaklar özel günlerde, özel sunumların, özel yemeklerin yapımı ve hazırlanışı sırasında kullanılıyordu. Seyyar olarak taşınabiliyordu. Ocağa ait bir kompleks ortaya çıkardık. Laboratuvar ortamına taşınan ocak, işlemlerin ardından Van Müzesi'ne teslim edilecektir'' diye konuştu.
 
At nalı biçimindeki ocakta oyma baskılı bezeklerin yer aldığını ifade eden  Konyar, ''Arka tarafında da hayvan biçimli bir çıkıntı olduğunu görüyoruz. Bu bölmeye bir kap oturtulduğunu, altında yakılan ateşle yemeklerin hazırlandığını düşünüyoruz'' dedi.

Akşam, 12.09.2011

BİN 800 YILLIK KUMAŞ KALINTISI BULUNDU

 

 

Balıkesir’in Kepsut İlçesi'ne bağlı Kalburcu Köyü yakınında, antik kumaş bulundu. Balıkesir Müze Müdürlüğü’nce Asartepe Tepesi’nde yapılan kazılarda ortaya çıkan kumaş parçasının bin 800 yıllık olduğu tahmin ediliyor. Kazı bölgesininse MÖ 2 bin yılından genç Roma dönemine kadar büyük ve zengin bir yerleşim yeri olduğu belirtildi.

 

Balıkesir Müzesi arkeologlarından Tarkan Özal ve Kütahya Dumlupınar Üniversitesi 3. sınıf öğrencisi Nuriye Özcan ile sekiz işçi, temmuz ve ağustos arasında yaklaşık bir ay süren kazıda, çok zengin cam, metal ve pişmiş toprak buluntulara rastladı. Tepenin doruğundaki yaklaşık 4 bin yıllık kült alanı olduğu düşünülen kayalığı çeviren dairevi alçak surdan oluşan gözetleme kalesi, eteklerindeki kayalar arasında çatı kiremiti ve döşeme lahit mezarlardan oluşan nekropoliste bu sezon 12 mezar açıldı. Son mezarlardan, taş levhaların Roma beton harcıyla birleştirilmesiyle lahit görünümü verilen ve içinden çıkan gümüş aynayla saç topuzu şişinden Romalı soylu bir kadına ait olduğu anlaşılan mezarda, çok ender rastlanan bir buluntu günışığına çıkarıldı. Mezarın bir köşesinde toplu halde bulunan 24 erken Roma dönemi sikkesinden ikisinin yüzeyinde, bin 800 yıl önce içine koyuldukları kumaş kesenin kalıntılarına rastlandı. Arkeologlarca fotoğraflanan eserler, Balıkesir Müzesi’nde korumaya alındı.

 

Arkeolog Özal, bu tür kalıntıların ancak çok özel şartlarda günümüze kadar ulaşabildiğini belirterek, “Bu kumaş kalıntılarının sikkeler üstünde bunca zaman korunmasının sırrı, mezarın hava ve su sızdırmayacak şekilde beton harcıyla sıvanması. Kepsut Kalburcu Asartepe Tunç, Demir, Arkaik, Klasik, Hellenistik ve Roma dönemleri buluntularının, 1 metre derinlikte çok yoğun bulunduğu bir yer olması sebebiyle mutlaka akademik düzeyde kazıyı hakediyor.” dedi.

Star, 12.09.2011

TARİHİ KİTAPLAR ÇÖPLÜKTEN ÇIKTI

 

 

Konya’da, 200-300 yıllık olduğu tahmin edilen 15 kitap, seyyar satıcı tarafından çöplükte bulunarak Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi’ne teslim edildi.

 

Konya’da seyyar satıcılık yaparak geçimini sağlayan Mehmet Çelik, evine giderken merkez Meram İlçesi Pirebi Mahallesi’ndeki bir çöplükte ilkokul ders kitapları olduğunu fark etti. Kitapları geri dönüşüm firmalarına satmak için toplamaya başlayan Çelik, kitapların arasında Osmanlıca yazılmış, yaprakları yıpranmış, çok eski kitaplar olduğunu gördü.


Çelik, bunun üzerine, değerli olabileceğini düşünerek, kitapları Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi’ne getirdi. 200-300 yıllık olduğu belirlenen, biri el yazması 15 kitap, yetkililer tarafından teslim alındı.


Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi Müdürü Bekir Şahin ise “Bu kitaplardan 14 tanesi nadir matbu denilen değerli eser, 1 tanesi de yazma eser. Kitaplardan biri bizde olmayan bir eser, bir başkası ise örneği başka bulunmayan bir kitap. Yazma eserin 300 yıllık olduğunu düşünüyoruz. Diğerleri ise 150-200 yıllık eserler” dedi.

Milliyet, 12.09.2011

150 YILLIK TARİHİ BİNA KÜL OLDU

 

İstanbul Fatih'te Murat Efendi Sokak 4 numarada bulunan 3 katlı tarihi ahşap binada, saat 05.00 sıralarında henüz belirlenemeyen sebeple yangın çıktı. Kısa sürede büyüyen alevler 2 numaradaki binaya da sıçradı. İlk müdahaleyi yapan Fatih İtfaiyesi'nin yetersiz kalması üzerine olay yerine Şişli ve Beyoğlu İtfaiyesi'nden de ekipler sevk edildi. Ahşap binanın çatısından yükselen alevler, Saatçi Yokuşu Softa Hatip Camii'ni de tehdit etmeye başladı. İtfaiye ekiplerinin ön ve arka cepheden yaptığı müdahalenin ardından yangın yaklaşık bir saatte kontrol altına alındı. Yanan 150 yıllık tarihi ahşap binada kısmen çökmeler meydana geldi. Yangının çıktığı binada tinercilerin kaldığını söyleyen vatandaşlar, itfaiye ekiplerine alevleri söndürmekte yetersiz kaldığı gerekcesiyle tepki gösterdi.

Sabah, Haber: Barış Sözal, 11.09.2011

EN 'KEBAP' MÜZE KAPANDI

 

 

Fatih Belediyesi’nin Sultanahmet’in göbeğinde “Müze yapacağım” diye kiraladığı arazide açtığı kebapçı, kepenklerini indirdi. Radikal’in 21 Ağustos’ta yayımlanan ‘Sultanahmet’e Kebap Müzesi/Çek birbuçuk porsiyon Alexander’ başlığıyla skandalı duyurmasının ardından, Muradan Restoran kapılarını müşterilerine kapattı. Kapıya da şöyle bir pankart astı: ‘‘Size daha iyi hizmet verebilmek için tadilattayız.’’ 

Fatih Belediyesi ise Koruma Kurulu’nun “Yıkılsın” talimatına ve 2010 tarihli suç duyurusuna rağmen yıkım işlemini hala gerçekleştirmedi. Koruma Kurulu kararlarına aykırı inşaatı yapan da, kurulun yıkım kararını uygulayacak olan da Fatih Belediyesi olunca, Muradan isimli kebabçının ‘daha iyi hizmet ’’ adı altında ne yapacağı da merak konusu. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada ‘protokole aykırı davranan kebapçının yıkılacağını, Fatih Belediyesi ile bu konuda koordinasyon sağladıklarını’ söylemişti. 

Kebap restoranının açıldığı 2 bin 176 metrekarelik Hazine arazisi, Sultanahmet Mahallesi Torun Sokak’ta bulunuyor. Üzerinde Bizans Büyük Sarayı ve Baytar mektebi kalıntıları bulunan arazi, kentsel ve arkeolojik sit alanı içinde kalıyor. Uzun süre boş olan arazi, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 2006 yılında ‘müze, sergi alanı ve konferans salonu’ olması için, eski ismiyle Eminönü Belediyesi’ne 49 yıllığına kiralanmıştı. Ancak araziye kebapçı açıldı. İstanbul 4 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu 02.06.2010’da ilke kararlarına aykırı inşa edilen yapının yıkılmasını isteyerek sorumlular hakkında Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 11.09.2011

CHELSEA'DA ARTIK BİR TÜRK GALERİSİ DE VAR

 

 

Maide-Emre Kurttepeli, Aslı-Erkut Soyak ve Mel Doğan’ın sahibi olduğu iki katlı, 1200 metrekarelik galerinin açılışına kalabalık bir davetli topluluğu katıldı. 

Beş İstanbullu, beş New Orleans’lı sanatçının eserlerinin yer aldığı açılış sergisi ‘Double Crescent: Art From Istanbul and New Orleans’ın küratörü ise aynı zamanda 8. İstanbul Bienali’nin küratörlüğünü üstlenen Dan Cameron.


Sergide İstanbul’dan Hale Tenger, Ali Kazma, Ayşe Erkmen, Gülsün Karamustafa ve Nazım Ünal Yılmaz, New Orleans’tan ise Bruce Davenport, Skylar Fein, Dave Greber, Generic Art Solutions ve Regina Scully’nin eserleri yer alıyor. Açılışta gazetecilerin sorularını yanıtlayan Emre Kurttepeli, “Burada değişiklik yaratacak sanatçıların kapısı olmaya çalışacağız” dedi ve bir sonraki serginin Berlin’deki sanatçılara yoğunlaşacağını belirtti.

Radikal, 10.09.2011

PAHA BİÇİLMEZ SİLAHLAR

 

 

İl Özel İdaresi tarafından bakım onarımı, güçlendirmesi ve restorasyon projesi gerçekleştirilen Topkapı Sarayı Silah Seksiyonu bölümü ziyarete açıldı.

 

Özel animasyonlar sayesinde silahları ve dönemin kıyafetlerini sanal yeniçeriler tanıtıyor, hazırlanan minyatürlerle ise İmparatorluğun 3 kıta üzerindeki hükümranlığı izlenebiliyor.
Sinema teknikleriyle canlandırılan minyatürlerden Osmanlı askeri ve silah kültürünü anlatan değişik temalarda kısa animasyon ve filmler hazırlandı. Bu filmler, LCD ekranlardan ziyaretçileri bilgilendirmek için kullanılıyor. Örneğin, ok ve yayların sergilendiği vitrindeki LCD ekrandan dünyaca bilinen “Okçu” minyatürü, ateşli silahların sergilendiği vitrinde de ateşli silahların yer aldığı minyatürler gösteriliyor.

Yeni bölümün çağdaş müzecilik anlayışıyla modern tekniklerle donatılarak düzenlenmesiyle sergilenen silah ve savaş aletlerinden Sultan 3. Mustafa nın törensel zırh takımı adıyla altın zırhı ziyaretçilerden en büyük ilgiyi görüyor.


Diğer ilgi gören aletler ise Fatih Sultan Mehmet’in kullandığı kılıcı, Macar kılıçları ve Stefan’ın kılıcının yanı sıra sanal Sipahiler, Yeniçeriler ve Leventler’in gösterileri olarak sıralanıyor.

Milliyet, Haber: Bünyamin Aygün, 10.09.2011

TARİHİ ARAŞTIRMALARA, TARİHİ BOMBA ENGELİ

 

İzmir’de, Basmane Altınpark kazıları, Kurtuluş Savaşı döneminden kalma el bombası bulunması üzerine durduruldu.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilileri, kazılarda çalışanları tehlikeye atmamak için bu önleme başvurulduğunu ifade etti.


Bomba uzmanlarının Altınpark kazı alanında yapacağı araştırmadan sonra arkeologların, çalışmalarını bıraktıkları yerden sürdürecekleri belirtildi. Kazı yetkilileri olumsuzluk çıkmazsa, çalışmalara pazartesi günü tekrar başlanacağını bildirdi.

Milliyet Ege, 10.09.2011

'YARGI BOTTER HAN'DA İŞGALE SON VERECEK'

 

 

2. Abdülhamid’in Bahriye Nazırı Hasan Hüsnü Paşa’dan miras kalan İstiklal Caddesi’ndeki Botter Han’ın işgal edildiği gerekçesiyle yargıya başvuran Tuli Kamhi ve Emine Resa Selbes, yargının işgale son vereceğine inandıklarını belirtti. Kamhi ile Selbes’in avukatı, yaptığı açıklamada Botter Han’ın tapusunun uzun bir hukuki sürecin ardından 2006’da kesinleşen mahkeme kararıyla kendileri adına tescil edildiğine dikkat çekerek, şöyle dedi:

“Kamhi’nin Selbes’ten pay satın aldığı yönündeki bilgi ve beyanlar gerçek dışıdır. Bina ile ilgili olarak on yıllardan beri dayanıksız iddialarda bulunan ve maliki muris Zeynep Oyvar ile hiçbir irtibat ve ilintileri olmayan sözde varisler kesinleşmiş mahkeme kararları nedeniyle hukuken hak elde edemeyeceklerini anladıkları için, bayram tatili boşluğundan istifadeyle fiili ve fiziki bir işgal ile sahibi bulunmadıkları sahaları ‘kiraya’ vermek gibi hukuksuz ve abesle iştigal saydığımız eylemlere kalkışmışlardır. Mütecavizler hakkında gerekli suç duyuruları ve bina sahiplerinin haklarını koruyacak hukuki girişimler başlatılmış olup, idari makamların ve yargı mercilerinin haklılığımız yönünde süratle karar üreterek işgale son verileceğine inancımız tamdır.”
Milliyet, 10.08.2011

CİMCİME SULTAN GÖRKEMİYLE BULUŞUYOR

 

 

Erzurum Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, Cimcime Hatun Türbesi’de restorasyon çalışması başlattı. Yıpranan duvarları ve bakımsız hali elden geçirilerek tarihi güzelliğine kavuşturulacak.

Erzurum Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü tarafından başlatılan cimcime hatun restorasyon çalışmaları 15 gün içerisinde tamamlanması planlanıyor. Geçtiğimiz yıllarda çevresinde bulunan iş yerlerinin yıkılarak gün yüzüne çıkarılan cimcime hatun türbesi türbenin bakım, onarım ve restorasyonuna başlanması için gerekli onayın Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu tarafından verilmesinin ardından çalışmalar başlatıldı. Cimcime hatun çevresine kurulan iskelerle ile geçen yıllara dayanamayan duvarları tarihi dokuya zarar vermeden düzeltilip üst noktasında biten otların temizleneceği bildirildi. Cimcimle Hatun Türbesi’nin onarımı için 14 bin 670 TL tutarında ödeneklerinin bulunduğunu bildirildi.

Erzurum, Cumhuriyet Caddesi’nde, Ulu Cami’nin kuzeyinde bulunan Cimcime Sultan Kümbeti’nin XIV.yüzyılın başlarında yapıldığı sanılmaktadır. Türbenin büyük bir kısmı yol seviyesinin yükselmesinden ötürü toprak altında kalmıştır. Kümbet Erzurum’un yöresel Sivişli (Keverk) taşından yapılmış olup silindirik gövdeli taş konik külahlıdır. Kümbetin gövdesi birbirine bağlanmış yuvarlak kemerli sütunlarla bir revak konumuna getirilmiştir. Konik külahın altında dışa taşkın bir silmesi bulunmaktadır. Türbenin su basmanının yukarısındaki gövde, birbirine paralel, kalın çift kabartma çubuklarla daire şeklinde kemerler oluşturmuştur. Böylece dıştan 12 köşeli olmamasına rağmen böyle bir gövde görünümü vermektedir.

Erzurum Gazetesi, Haber: Soner İstanbullu, 09.09.2011

ŞÜPHELİ YANGIN TARİHİ KONAĞI KÜLE ÇEVİRDİ

 

İstanbul Üsküdar'da iki katlı tarihi konak nedeni belirlenemeyen yangında alev alev yanarak kül oldu. İtfaiyenin iki saat süren söndürme çalışmasına rağmen tamamen yanan tarihi konağı 2 yıl önce yüksek mimar Sinan Genim'in satın aldığı ve bir süre önce eve tinercilerin girmesini engellemek için duvarlarına tuğla ördürttüğü öne sürüldü. Önceki akşam saat 23.30 sıralarında konaktan alevler yükseldiğini gören vatandaşlar durumu itfaiyeye bildirdi. Avrupa yakasından bile rahatça görülen alevlere olay yerine kısa sürede gelen itfaiye erleri müdahale etti. Polis, olayla ilgili soruşturma başlattı.

Sabah, Haber: Barış Sözal, 10.09.2011

MEKAN MI KÜLTÜRDEN ÇIKAR YOKSA KÜLTÜR MÜ MEKANDAN?

 

2001 yılından itibaren her 2 yılda bir düzenlenen Uluslararası Kültür Araştırmaları Sempozyumu'nun 6.sı bu yıl, "Mekan ve Kültür" teması ile Kadir Has Üniversitesi ve Türkiye Kültür Araştırmaları Derneği ortaklığında Kadir Has Üniversitesi Cibali Kampüsü'nde gerçekleştirildi.

 

8-10 Eylül tarihlerinde 3 gün boyunca sürecek ve Türkiye'de mekan ve kültür alanında yaptıkları çalışmalarla tanınan birçok araştırmacı ve akademisyenin yanı sıra, antropoloji, kültürel coğrafya ve sosyoloji gibi disiplinlerde mekan çalışmalarının yönünü belirleyen Edward Soja, Setha Low, Ayşe Öncü gibi önemli akademisyenler ile yazar Mıgırdiç Margosyan'ı konuşmacı olarak ağırlayacak sempozyum, 8 Eylül Perşembe günü, birbirinden ilginç ve önemli oturumlarla başladı.

Kadir Has Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Zuhal Ulusoy, Sempozyum Düzenleme Kurulu Başkanı Emine Onaran İncirlioğlu, Kültür Araştırmaları Derneği Başkanı Gönül Pultar ve Kadir Has Üniversitesi Rektörü Mustafa Aydın'ın açılış konuşmaları ile başlayan sempozyumun ilk konuşmacısı New York City Üniversitesi'nden Prof. Setha Low oldu. "Kültürü Mekansallaştırmak, Mekanı Kültürelleştirmek" başlıklı konuşmasında Türkiye'de de gündem de olan kapalı siteler, kamusal alan gibi konulara yer veren Low, geçmişten bugüne gerçekleştirdiği araştırmalarından örnekler sundu. Bugün Amerika'daki en büyük sorunlardan birinin sosyal ayrışma ve güvenlik olduğunu söyleyen Low, bu dönemde kapalı sitelere artan ilgiye değindi. İnsanların çoğunlukla güvenlikli bir mekan arayışında sığındıkları kapalı sitelerin giderek dışlanma ve ayrışma olgularını tetiklediğini dile getiren Low, bu süreçte gerçekleşen ötekileştirmeye ve kendi gibi olmayandan korkan bir toplumun oluştuğuna vurgu yaptı ve insanların güvenlik nedeniyle bir araya toplanma güdüsünün aslında sosyal bağlara darbe vurduğunu söyledi.

 

Günümüzde mekansallaşmayan olgu olmadığını söyleyen Low, kültürün mekan oluşturma ve mekanı dönüştürmedeki etkisi üzerine konuşmasını sürdürdü. Mekanın insanların gündelik aktiviteleri ile oluştuğunu dile getiren Low, New York City'de araştırma yaptığı Moore Street Market örneği üzerinden konuyu derinleştirdi. Latin Amerikalı göçmenlerin mekanı olarak ortaya çıkan Moore Street Market'ın tamamiyle Latin kültürüne, aile yapısına ve ilişkilerine göre şekillendiğini vurguladı. Daha pek çok örnekle konuşmasını zenginleştiren Setha Low'in sunuşu, tartışmanın açılması ile son buldu.

Kentsel Dönüşüm Değil Rantsal Dönüşüm!
Sempozyum süresince aynı saatte farklı temaları işleyen oturumların gerçekleşmesi bir yandan çeşitliliği sağlarken diğer yandan da tüm oturumların ilgi çekici olması karar vermeyi biraz zorlaştırsa da biz, ilk oturumların arasından, bugün Türkiye'nin gündemindeki konulardan biri olan "Kentsel Dönüşüm" başlıklı oturumu izlemeye karar verdik. Mimar Burçin Altınsoy Özgüner'in oturum başkanlığını üstlendiği panelin konuşmacıları Bilkent Üniversitesi'nden Tahire Erman, BM-Habitat AGFE ve Sulukule Platformu'ndan Cihan Uzunçarşılı Baysal ve ODTÜ'den Yeliz Kahya oldu.

İlk konuşmacı olarak söz alan Tahire Erman, Ankara'da Karacaören TOKİ Konutları üzerine gerçekleştirdiği araştırmasını aktardı. Kentsel dönüşüm mağdurlarının apartman yaşamına adaptasyonunu inceleyen Erman, sosyolojik bağlama oturan çalışmasından elde ettiği bulguları dinleyiciler ile paylaştı. Bugün kentsel dönüşüme maruz kalan birçok gecekondu mahallesinin tahliyesi sonrasında sakinlerinin yerleştirildikleri apartman dairelerindeki yaşadıklarını anlatan Erman, bu kitlenin aile yapısına ve alıştıkları yaşam biçimine taban tabana zıt olarak inşa edilen konutları eleştirdi. Fiziksel olarak bu konutların yeterli bir yaşam alanı yaratmadığı üzerinde duran Erman, aynı zamanda mahalle sakinlerinin arasındaki ilişkilerin de zedelendiğini belirtti. Erman, bunun sonucunda güvensiz bir yaşama ortamı ve aslında, eskiden olduğundan daha kalitesiz bir yaşam alanı yaratıldığını ve mahalle sakinlerinin bu yaşama mahkum edildiklerini vurguladı.

Tahire Erman'dan sonra söz alan Cihan Uzunçarşılı Baysal da Ayazma Bezirganbahçe'de yürüttüğü araştırmasının sonuçlarını ve bu süreçte yaşananları aktardı. Konuyu insan hakları bağlamında değerlendiren Baysal, süreçlerin hukuki altyapısının bulunmadığının altını çizdi. Konuşmasına, yaşanan küreselleşme ve neoliberal süreçler bağlamında dünyada yaşanan değişimi anlatarak başlayan Baysal, bu süreçlerin Türkiye'deki yansıması olarak kentsel dönüşüm süreçlerini ve özelde Bezirganbahçe'de yaşanan dönüşümü aktardı. Tahire Erman'ın çalışması ile benzer bulgulara sahip olduğunu dile getiren Baysal, temelde insan hakkı ihlali olarak gördüğü kentsel dönüşüm süreçlerini kent girişimciliği olarak değerlendirdiğini söyledi.

Cihan Uzunçarşılı Baysal'dan sonra ise sözü Yeliz Kahya devraldı. Kentsel kamusal mekanın geçmişten bugüne yaşadığı değişmi irdeleyen Kahya, oldukça ilginç bir çalışma sundu. Osmanlı'dan bugüne Türkiye'de kamusal alan ve ortak yaşam kavramlarının dönüşümünü aktaran Kahya, gündelik hayat pratiklerinin değişmini ve bugün İstanbul'daki ortak mekan algısını anlattı.

"Küreselin Gelenekseli İşgali"
İkinci oturumlardan ise "Üretim Mekanları" başlıklı paneli izlemeyi seçtik. Yıldız Teknik Üniversitesi'nden Asuman Türkün'ün oturum başkanı olduğu panelin konuşmacıları Marmara Üniversitesi'nden Gül Özsan, Dokuz Eylül Üniversitesi'nden Nezihat Köşklük Kaya, Doğu Akdeniz Üniversitesinden Zehra Öngül ve Banu Tevfikler Çavuşoğlu oldu.

Panelde sözü ilk alan Esnaf-Zanaatkarlar, Semt ve Kent başlıklı çalışması ile Gül Özsan oldu. Moda semti üzerine yürüttüğü çalışmasında bir semtin sınırlarını kimlerin belirlediğini ve "modalı olmak" deyimini sorgulayan Özsan, diğer yandan kentteki esnaf kavramının dönüşümünü ve toplumsal yapı üzerindeki etkisi üzerine gerçekleştirdiği çalışmasını aktardı.

Gül Özsan'dan sonra sözü devralan Nezihat Köşklük Kaya, Denizli Buldan'da tarihi süreçte değişen dokumacılık ve buna göre biçimlenen binaları değerlendirdiği çalışmasını sundu. Geçmişte Buldan'da el dokuma tezgahlarının etrafında biçimlenen konutların bugün yeni dokuma tezgahlarına göre biçimlendiğini söyleyen Kaya, bu dönüşümleri, konut yapısının yeniden biçimlenişini mimari açıdan değerlendirdi.

Panelin son konuşmacıları olan Zehra Öngül ve Banu Tevfikler Çavuşoğlu ise Kuzey Kıbrıs'ta atölye mekanının kişiselleştirilmesi üzerine gerçekleştirdikleri çalışmalarını aktardı. Atölyelerin yalnızca çalışma mekanı olarak kullanılmadığını, aynı zamanda birer buluşma mekanı ve ortak kullanım alanı olduğunu vurgulayan Öngül ve Çavuşoğlu, atölye sahiplerinin atölyelerini kendilerine has bir mekana dönüştürdüklerini ve böylece kişiselleşen mekanın atölye sahiplerine huzurlu bir çalışma ortamı sunduğunu söyledi.

1900'lerden 2000'lere İstanbul
Son oturumlarda ise "İstanbul'u Yıkarak Yapmak" başlıklı panele katıldık. Oturum başkanlığını İstanbul Teknik Üniversitesi'nden İpek Ya da Akpınar'ın yaptığı panelin konuşmacıları ODTÜ'den Cana Bilsel, mimar Burak Boysan, İstanbul Teknik Üniversitesi'nden Funda Uz Sönmez ve Londra City Üniversitesi'nden Özlem Ünsal oldu.

Panelin ilk konuşmacısı Canal Bilsel'di. İstanbul'un 100 yıllık yıkıp yeniden inşa etme tarihinde cumhuriyet dönemini değerlendiren Bilsel, Fransız kent plancısı Henri Prost'un İstanbul planı hakkında bilinmeyenleri anlattı. Bilsel, Haliç'teki sanayi bölgesini kaldırarak radikal bir plancı olarak tanınan Prost'un, aslında İstanbul'u modernleştirme projelerinin bir parçası olduğunu vurguladı.

Cana Bilsel'den sonra sözü devralan Burak Boysan, konuşmasını Menderes dönemi imar operasyonları üzerine gerçekleştirdi. Bugün İstanbul'daki binaların yalnızca binde 5'lik bir bölümünün 50 yıllık bir geçmişe sahip olduğunu dile getiren Boysan, İstanbul'da yıkarak yapma olgusunun cazip bir faaliyet algılandığını dile getirdi.

Boysan'dan sonra sözü alan Funda Uz Sönmez ise 1980'lerde Bedrettin Dalan yıkımlarını konu alan sunuşunu gerçekleştirdi. Sönmez, dönemde Tarlabaşı yıkımları ile ünlenen Dalan'ın medyadaki söylemlerini ve medyanın bu yıkım projelerine karşı takındığı tavrı aktardı.

Son konuşmacı olarak söz alan Özlem Ünsal ise 2000'li yılların İstanbul projelerinde Kadir Topbaş'ı ele aldı. Topbaş döneminde de yıkıp yapma arzusunun devam ettiğini belirten Ünsal, bu dönemde kentin giderek sermayeye bırakıldığını ve rant mekanı olarak kullanıldığını vurguladı. Günümüzün yıkım projelerinin kentsel dönüşüm projeleri olduğunu söyleyen Ünsal, bu yıkımlarla hem toplumun hem de fiziki mekanın dönüştürüldüğünü belirtti.

İlk günü bir hayli yoğun ve ilginç geçen sempozyum, 9-10 Eylül tarihlerinde de birbirinden ilginç oturumlarla devam edecek.

Arkitera, 09.09.2011

İNSANLIĞIN İLK TÜRÜ BULUNDU

 

Yaklaşık iki milyon yıl önce Güney Afrika'da yaşamış olan "maymun adamların", insanlığın ilk türü olduğu düşünülen Homo erectus'tan bugünkü Homosapien'lere evrilme sürecinin kayıp halkası olabileceği öne sürüldü.

 

O dönemden kalan iki iskelet üzerinde yapılan yoğun çalışmalarda, söz konusu insanların bugünkü insanla anatomik açıdan benzerlik taşıdığı keşfedildi.

İskeletlerden birisi genç bir kadına, diğeri de 11 yaşlarında olduğu tahmin edilen bir erkek çocuğuna ait.

Güney Afrika'nın Malapa bölgesinde yapılan kazılarda iskeletleri bulan Witwatersand Üniversitesi öğretim üyelerinden Lee Berger, yapılan analizler sonucunda, kemiklerin sahibi olan türün, insana varılan evrimdeki türlerin doğrudan atası olabileceğini öne sürdü. Berger, 1.9 milyon yıl önce yeryüzünde dolaşan bu "maymun adamların" araç-gereç yapımına bu tarihten de önce başladığını belirtti.

Milliyet, 09.09.2011

'ÇİNGENE KIZI' BUGÜN RESMEN ZİYARETÇİ ÖNÜNDE

 

Gaziantep’te eski Tekel içki fabrikasının yerine kurulan ve sergilenen yaklaşık 1700 metrekarelik mozaik ile dünyanın en büyük mozaik müzesi konumuna gelen ‘Zeugma Mozaik Müzesi’nin resmi açılışı, bugün Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın katılacağı törenle yapılacak.

Gaziantep Büyükşehir Belediyesi tarafından 2008 yılının nisan ayında inşasına başlanan müze, toplam 50-55 milyon dolarlık yatırımla tamamlandı. Müzede, Nizip İlçesi'nde Fırat Nehri kıyısında yer alan Zeugma antik kentinden çıkarılarak, şu ana kadar restorasyon ve konservasyonu tamamlanan yaklaşık 1700 metrekarelik mozaik, ziyaretçilerin izlenimine sunuluyor.
 

Zeugma Mozaik Müzesi, dünyanın en büyük mozaik müzesi kabul edilen Tunus’taki Bardo Müzesi’nin bu unvanını da elinden aldı. Toplam 30 bin metrekarelik kapalı alanda kurulan müzede, 3 kattan oluşan yaklaşık 7 bin 75 metrekarelik sergi salonları bulunuyor. Bodrum katta hamam mozaikleri ve MS 1. yüzyıla ait ünlü savaş tanrısı Mars heykeli, giriş katta Fırat kenarındaki villalarda bulunan mozaikler yer alıyor. Kazılarda çıkarılan Poseidon ve Euphrates ikiz villaları, mozaikler, duvar resimleri, çeşmeler, sütunlar ve duvarlar orijinal pozisyonlarında ve kazıda ele geçtiği boyutları ile yerlerine yerleştirilmiş durumda.
 

İkinci katın birinci bölümünde ‘Çingene Kız’ olarak adlandırılan ve simge haline dönüşen Mainad mozaiği için yapılan özel oda dikkat çekiyor. Labirent şeklinde dizayn edilen odanın duvarında, kaçakçılar tarafından büyük oranda tahrip edilen Mainad mozaiği yer alıyor. İkinci katta, Doğu Roma dönemi kilise mozaiklerinin yanı sıra MS 6. yüzyıla kadar devam eden mozaikler sergileniyor. Müzenin birçok bölümünde eski eser kaçakçıları ve define avcılarının mozaiklere verdiği zararın boyutları da vurgulanıyor. “Dionysos’un Düğünü” mozaiğinde olduğu gibi çalınan bölümün fotoğrafları, eksik olan kısma yansıtılarak parçalarının bugüne kadar bulunmadığına dikkat çekiliyor. 18 Temmuz’da ziyarete açılan müzeye, yerli turistin yanı sıra İtalyan, Fransız, Alman ve Japon turistler büyük ilgi gösteriyor.

Hürriyet, 09.09.2011

 

******


"TÜRKÇESİ YOK MU BUNUN EVLADIM?"

 

 

Gaziantep’teki Zeugma Mozaik Müzesi’nden ve buranın yemeklerinden öğrendiğim şu: Kültür ve kebap bir arada şahane gidiyor. Antep’in sırtı yere gelmez... Ancak Zeugma ile ilgili Türkçe eser olmaması büyük eksiklik, çünkü satılan kitaplar İngilizce...!

 

“Oğlum bunun gibi lahitlerden birinde altın bulmuşlar bizim köyün aşağısında. Benim amcaoğlu gözüyle görmüş...” dedi birisi. Dönüp baktım. İki kafadar dünyanın en büyük mozaik müzesini incelemeye gelmişler ama öncesinde bahçedeki lahiti inceleyerek “lahit muhabbeti” yapmadan edemiyorlar.


Az ileride başörtülü bir teyze ile iki kızı Zeugma kitabına bakıyor. “Türkçesi yok mu bunun evladım?” diye bana soruyor. Bakınıyorum, soruyorum. Yok. Gerçekten de dev gibi müzesi var Zeugma’nın ama Türkçe bir tanıtım kitabı henüz yok. En yakın zamanda olacağını ümit ediyoruz. Ben ve başörtülü teyze...

Antik Roma’da gezmek gibi
Herkes yığılı Tarkan CD’lerini inceliyor (!), bir iki Türkiye kitabı, tuğralı çay bardağı ya da Zeugma çantası alıp ortamı şenlendiriyorlar.


Eskiden Tekel fabrikası bulunan bu mekanda inşa edilen Zeugma Mozaik Müzesi’nin girişindeyim. Turist otobüsleri yanaşmış, kalabalık grup saat 09.00’da açılacak müzeyi bekliyor. Hollandalı turistler kafeye topluca giriyor. Ve manzara aşağı yukarı bu.


Burası çok modern, ensesindeki gecekondularla hafiften tezat oluşturan kocaman etkileyici bir yer. Memleketimizin en nadide hazinelerinden bazıları, Zeugma antik kenti mozaikleri işte burada. Dünyanın en büyük Mozaik Müzesi'nde. Üç katlı müze etkileyici. Girişteki film salonunda şehrin eski hali animasyon bir filmle anlatılıyor. Burada kazı alanındaki ortam canlandırılmış. Bir antik Roma kentinin sokaklarında gezmek gibi.


Duvarlardaki dokunmatik ekranlarda müzenin planı bulunuyor, “dokun bilgi al” yöntemiyle bütün müze elinizin altında. Çocuklar için bir de mozaik bulmaca hazırlamışlar. Ben de oynadım. Ve hayır bir hoşluk olarak kafede mozaik pasta yok.


Müzede yer alan onlarca harika eser arasında bazıları öne çıkıyor. Kral 1. Antiokos’un tanrılar arasında barışı tesis etmeye yönelik çabalarını canlandıran kabartmalar hemen girişte yer alıyor. Buradaki açıklamada barışa vurgu yapılması sanırım şu anki siyasi duruma dair de bir mesaj niteliğinde. Burasının bir barış müzesi olarak algılanması isteniyor.

En büyük eksiklik
Görkemli bronz Mars heykeli ve Çingene Kızı isimli mozaik diğer iki önemli eser. Esasen bu isim ona kulağındaki küpeden dolayı kazı alanında çalışanlar tarafından takılmış ve öyle de kalmış. İskender’in portresi olabileceğine dair yorumlar var. Zeugma’nın Mona Lisa’sını aynen Louvre’daki gibi özel bir odada sergiliyorlar. Bence gidin görün.


Zeugma ile ilgili Türkçe bir eser olmaması büyük eksiklik. Satılan kitaplar İngilizce. Derhal bu konu üzerine çalışmak lazım. Öte yandan kazı yeri çalışmaları da bence belgeselleştirilmeli ve film salonunda izletilmeli. Çünkü insan gönüllü olarak gidip bu güzelliklerin gün ışığına çıkmasına yardım etmek istiyor. Bir de tabii mozaiklerin ilk bulunduğu andaki resimlerini ve konumlarını. Başbakan burayı açarken “Güneydoğu Anadolu deyince hep Diyarbakır’ı öne çıkarmak isteyenlere bir cevap veriyoruz” diye konuştu.


Diyarbakır’ı iki saat kuzeye alıp, yerine Gaziantep’i bir saat Doğu’ya kaydırsak şahane bir adet yeni Diyarbakır’ımız olur mu emin değilim. Ama Gaziantep’in kocaman, gelişen, müzeleri ve restore edilen eski mahalleleriyle yavaştan bir kültür şehri olmaya başladığı görünen bir gerçek.
Bu arada lahmacun şehrinden kültür şehrine geçtik mesajı veren değerli Gaziantep Belediye Başkanı Asım Güzelbey’e bir çift sözüm var.


Lahmacun, kebap, baklava ve Zeugma birlikte gayet iyi göründü bana başkan... Önce müze ziyareti ardından lahmacun kebap bir arada olmaz mı?

Milliyet, Haber: Mehmet Tez, 11.09.2011

 

******


ZEUGMA'YA 1 GÜNDE TAM 3 BİN ZİYARETÇİ

 

 

Gaziantep’te 55 milyon dolarlık yatırımla kurulan ve dünyanın en büyük mozaik müzesi unvanını kazanan Zeugma Mozaik Müzesi’ni açılışından bir gün sonra 3 binden fazla kişi ziyaret etti

 

9 Eylül’de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın açılışını gerçekleştirdiği müzeyi ilk gün bin 288 kişi 5 lira giriş ücreti ödeyerek gezdi.

18 yaş altı ve 65 yaş üstü yaklaşık bin 800 kişinin de ücretsiz girdiği müzede ilk günkü ziyaretçi sayısı 3 binin üzerine çıktı. Müze yetkilileri, bunu ‘rekor’ olarak değerlendirirken, yerli ve yabancı turistlerin ilgisinin süreceğini, aylık ortalama 100 bin ziyaretçi beklediklerini söyledi.


30 bin metrekarelik kapalı alanda 7 bin 75 metrekarelik sergi salonlarında toplam bin 700 metrekare mozaiğin sergilendiği müze, bu haliyle dünyanın en büyük mozaik müzesi kabul edilen Tunus’taki Bardo Müzesi’ni geride bıraktı. 36 bin metrekarelik alana sahip müzede 5 konferans salonu, depo, arşiv, kütüphane, hatıra eşya satış reyonları, çocuk sanat atölyesi, otopark ve arkeolojik eserler ve restorasyon merkezi bulunuyor.

Milliyet, Haber: Ahmet Kaya, 13.09.2011

OSMANLI SANATI PARİS'E TAŞINIYOR

 

Osmanlı sanat eserleri Paris’e taşınıyor.

Sotheby’s Paris, tarafından düzenlenecek bir sergi, Jean Jacques François Riviére’in 1697 tarihli ‘Türk Kıyafetlerinde Bir Figür’ ve Melchior Lorichs’in ‘Kanuni Sultan Süleyman’ın Portresi’ adlı eserleri yer alıyor. Gümüş işi, seramik, dokuma, hat ve Turqueries sanatlarının seçkin örnekleri de serginin kapsamında.


19 - 22 Eylül arasında düzenlenecek ‘Turkophilia Revealed’ adındaki sergi yine aynı tarihlerdeki 14. Uluslararası Türk Sanatı Kongresi süresince gezilebilecek.

 

Sotheby’s Paris’ten Edward Gibbs sergiyi “Osmanlı İmparatorluğu döneminde üretilmiş olan sanat eserlerinin en başarılı örneklerini görme fırsatı sunan” bir etkinlik olarak nitelendiriyor.

Radikal, 08.09.2011

SAVAŞ YOK, ENFLASYON VAR

 

 

UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası Geçici Listesi’nde bulunan Perge antik kentinde kazı çalışmaları 65′inci yılını doldurdu.

 

Kazı Başkanı Prof.Dr. Haluk Abbasoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 1946′da Ordinaryüs Prof.Dr. Arif Müfid Mansel tarafından başlatılan kazılara Prof.Dr. Jale İnan tarafından devam edildiğini, 1985′ten sonra da kazılara kendisinin başkanlık ettiğini belirtti.

 

Bu sezon kazıların 2 Ağustosta başladığını, 15 Eylülde sona ereceğini ifade eden Abbasoğlu, ”Perge, Türkiye’de Türk arkeologların klasik arkeoloji alanında yaptığı en uzun soluklu Türk kazısı. Bundan onur duyuyoruz. 65 yıllık çalışmada şehrin yüzde 20-25′i gün yüzüne çıkarıldı. Bunlar şehrin önemli yapılarıydı. İki hamam, şehrin kapıları, agora, sütunlu cadde, üç çeşme, evlerin bir kısmı gibi birçok temel yapı ortaya çıkarıldı” dedi.

 

Antik kentteki sütunlu caddedeki çalışmalarla ilgili bilgi veren Abbasoğlu, caddedeki sütunları ayağa kaldırma çalışmalarına bu yıl da devam edildiğini kaydetti.

 

Prof.Dr. Abbasoğlu, 6 yıl önce başlatılan ”Bir sütun da sen dik” kampanyasıyla şimdiye kadar 96 sütunu ayağa kaldırdıklarını söyledi.

 

Bu yıl turizm rehberlerinin bağışladığı parayla 25 sütunu ayağa kaldırdıklarını bildiren Abbasoğlu, sütunları ayağa kaldırmak için Roma çağında kullanılan orijinal mermerleri Marmara Adası’ndan getirttiklerini, bunların Afyonkarahisar’da işlenerek Perge’ye yerleştirildiğini belirtti.

 

Bir sütunun bin 200-bin 300 liraya mal olduğuna dikkati çeken Haluk Abbasoğlu, yüzde 85 malzemesi orijinal olan Demetrios Apollonios Zafer Takı’nın ayağa kaldırılmasının ise 2012′ye kaldığını kaydetti.

 

Yeni açılan sütunlu caddede bir yazıt bulduklarını, bir çeşme yapısına ait tanrı figürü bulduklarını, bir heykel kaidesi, Eros heykeline ait bir kaidenin gün ışığına çıkarıldığını kaydeden Haluk Abbasoğlu, şöyle konuştu:

”Perge’de 200′ün üzerinde heykel çıktı ve Antalya Müzesi’nde sergilenen heykellerin hemen hepsi Perge’den. Perge büyük olasılıkla heykel atölyesinin olduğu bir yer. Lahit atölyesi olduğuyla ilgili bir arkadaşımız doktora tezi hazırlıyor. Burada heykeltıraşlık ve lahit atölyesi olduğunu kabul ediyoruz. O yıllarda Marmara Adası’ndan gelen ve burada işlenen lahitler var. Son işlemeler burada yapılıyor. Lahdin teknesi Atina’dan geliyor, üst kapağı burada işleniyor.”

 

Perge’de kemik işleme atölyesi olma ihtimalinin yüksek olduğunu bildiren Abbasoğlu, kazılarda kemik iğnelere sık rastlandığını söyledi.

 

”Yaptığımız iskelet araştırmalarında savaş izi yok. Pergeliler barış ve huzur içinde yaşamışlar” diyen Abbasoğlu, Pergelilerin MS sonra 1. yüzyıldan 3. yüzyıla kadar hiç savaşmadığını kaydetti.

 

Antik kentteki kazılarda erken döneme ait mezarlarda ceza işaretlerine rastladıklarını ifade eden Abbasoğlu, şöyle devam etti: ”Mezarda diyor ki ‘Şu mezarı ben kendim, karım, çocuklarım için yaptırdım. Kim bu mezara izinsiz gömü yaparsa, şehir hazinesine 500 denarius ceza verecek’. Bu MS 1. yüzyılda. MS 3. yüzyıla gittiğimiz zaman bu ceza 25 bin-50 bin denariusa (Roma gümüş para birimi) kadar çıkıyor. Neden? Cezalar artmıyor, enflasyon var. Paranın değeri azalıyor, fakirlik var. Gümüş sikke yerini bronz sikkeye bırakıyor.”

 

Enflasyonun yaşam biçimine de yansıdığını kaydeden Abbasoğlu, MS 1. yüzyıldan sonraki çanakların çok kaliteli hamurdan yapıldığını, bunun da orada yaşayan insanların et, balık türü kuru gıdalar tükettiğinin göstergesi olduğunu ifade etti.

 

3. yüzyıldan sonra çanak çömleğin hamurunun kalitesizleşmeye başladığını, ayrıca çukurlaşmaya başladığını bildiren Abbasoğlu, ”Demek ki çorba, bulamaç türü şeyler tüketmişler. Bunu mimaride de görüyoruz” dedi.

 

Perge’deki antropolojik çalışmalarla ilgili bilgi veren Haluk Abbasoğlu, birçok iskelette Akdeniz anemisine rastlandığını belirtti.

 

İskeletlerden birinin şakağında da tümöre rastlandığını söyleyen Abbasoğlu, ”Kazılarda frenginin de içinde yer aldığı treponemal hastalıklar bünyesinde yer alan bejel isimli bir hastalığa da rastlandı” diye konuştu.

 

Kültür varlıklarının korunması ve gün yüzüne çıkarılmasının çok hassas ve maliyetli olduğunu belirten Abbasoğlu, kaynak yetersizliğine dikkati çekerek, iş adamlarını kültür varlıklarına sahip çıkmaya çağırdı.

Akşam, 08.09.2011

TARİHE SAYGISIZLIK

 

 

Osmanlı döneminde kışla olarak kullanılan Erzurum kalesini ziyarete gelen turistler kale duvarlarına yazılmış yazılar karşısında şaşkınlıklarını gizleyemiyorlar. Kale içerisinde bulunan güvenlik kameralarının ise çalışmadığı ortaya çıktı.


Erzurum'da çifte minareli medrese, Lalapaşa medresesi ve Yakutiye medresesinden sonra kentin önemli tarihi mekanlarından biri konumunda bulunan Erzurum kalesindeki bakımsızlık ve korunaksızlık gelenleri ziyaretçileri hayrete düşürüyor. Saat kulesi olarak adlandırılan bölüme yazılmış olan yazılar tarihi kalede tarihe saygının boyutunu ortaya koyuyor. Yapılan yanlış restorasyon sonucu alçı ile kapatılan duvarlara sevgililer isimlerini, askerler kalan şafaklarını yazıyorlar. Duvarlara yazılan yazılar sonucu ise tarihi kalenin içerisi metruk bir binayı andırıyor.

Erzurum'a gelen yerli ve yabancı turistler karşılaştıkları manzara karşısında şaşkınlıklarını gizleyemiyor. 5. yüzyılda yaptırılan ve günümüze kadar ulaşan tarihi kalenin bakımsızlığına tepki gösteren ziyaretçiler, "Buraya girişte bizden ücret alıyorlar burayı bir kazanç kapısı olarak görüyorlar. Bizler buraya girerken verdiğimiz paralara üzülmüyoruz, verdiğimiz paraların ticari ranta dönüştüğünü görünce üzülüyoruz" dediler.

ERZURUM KALESİ'NİN TARİHİ
Yaklaşık 2 bin metre yükseklikte bir tepe üzerinde inşa edilmiş olan iç kale 5. yüzyılda Roma İmparatoru Theodosius tarafından yaptırılmıştır. Son zamanlara kadar Türkler tarafından kışla olarak kullanılmıştır. Kale Mescidi ve saat kulesi Türk mimarlığının ilk örnekleri olmaları bakımından önem taşırlar. Tepsi Minare olarak da adlandırılan kule Ortaçağ'larda gözetleme kulesi olarak kullanılmıştır. Osmanlı mimarisinin Barok çağında saat kulesine çevrilmiştir.

1124-1132 yılları arasında hüküm süren Abu'lMuzafferüddin Gazi tarafından yaptırılmıştır. Tek büyük bir kubbe ile örtülen mescid geleneksel Türk mimarisinin özelliklerini taşır.

Erzurum Gazetesi, Haber: Soner İstanbullu, 08.09.2011

AMASYA'DA 7 BİN YILLIK 'AİLE MEZARLIĞI'

 

Amasya Müzesi’nde yeni yapılan düzenlemelerle, 7 bin yıllık yumurta şeklindeki çömlek mezarlar sergilenmeye başlandı. Müze Müdürü Celal Özdemir, 2007’de Doğantepe beldesindeki kurtarma kazısında bulunan ‘aile mezarlığının’ Amasya bölgesi için önemli olduğunu belirtti.

 

Yaklaşık 110 santimetrelik iki ayrı küp içinde iki yetişkin ve iki çocuğun mezarlarına ulaşıldığını söyleyen Özdemir, bilimsel arkeolojik bir kazıda küp içinde ele geçirilen, neolitik döneme ait bu mezarların özellikle Karadeniz ve Amasya için bir ilk olduğunun altını çizdi.

 

Buluntuların Amasya’nın iskan tarihinin neolitik çağa kadar uzandığının bir göstergesi olduğunu belirten Özdemir, 7 bin yıllık aile mezarlığının ziyaretçileri beklediğini de sözlerine ekledi.

Habertürk, 08.09.2011

LYMIRA ANTİK KENTİNİN KAZI ÇALIŞMALARI SÜRÜYOR

 

Finike İlçesi'ndeki kazı çalışmaları süren Limyra antik kentinin topoğrafyasının araştırıldığı bildirildi.

 

Limyra Antik Kenti Kazı 2. Başkanı ve İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Zeynep Kuban, Aa muhabirine yaptığı açıklamada, 42 yıldır süren kazı çalışmaları kapsamında antik kent topoğrafyası araştırmasının yapılacağını söyledi.

 

Kazı çalışmalarında milattan önce 4. yüzyıla ait kalıntılar bulduklarını belirten Kuban, topoğrafyanın araştırılmasında, bulunan kalıntıların önemli rol oynadığına dikkati çekti.

Uzun süredir yapılan kazıların antik kentin sosyal yaşamına ait bilgilere ulaşmaya yeterli olmadığını anlatan Kuban, doğu ve batı kenti olarak ikiye ayrılan bölgede kazı çalışmaları yaptıklarını kaydetti.

 

Verilerin topoğrafya bilgileri açısından önemli olduğunu ifade eden Kuban, batı kapısındaki kazı çalışmalarının antik kentin gelişimi ve planlamasına ait bilgilerin ortaya çıkarılmasına yardımcı olacağını vurguladı.

 

Kazı çalışması yürütülen alanlarda çevre kirliği olduğuna işaret eden Kuban, bu kirliliğin kazı faaliyetlerine olumsuz etkileri olduğunu ve çalışma süresi içinde kazı yapmak yerine, bir haftayı aşan çöp toplama işlemleriyle meşgul olduklarını anlattı.

haberler.com, 08.09.2011

TOPLU MEZARLARIN SIRRI LABORATUARDA ÇÖZÜLECEK

 

Zonguldak’ın Çaycuma İlçesi'nin Filyos beldesindeki Tieion antik kentinde bu sezon tamamlanan kazı çalışmalarında bulunan, veba salgınından ölen kişilere ait olduğu tahmin edilen mezardaki kemikler, Karabük Üniversitesi laboratuvarında inceleniyor.

 

Filyos’ta 40 işçi, 25 öğrenci ve 10 uzman ile Roma dönemine ait tapınak ve Bizans kilisesinin yanı sıra Roma dönemine ait 2 bin 500 kişilik antik tiyatroda bu yıl 5 Temmuzdan itibaren süren kazılarda sezon tamamlandı.

 

Karabük Üniversitesi Arkeoloji Bölümü ve Kazı Ekibi Başkanı Prof.Dr. Sümer Atasoy, AA muhabirine yaptığı açıklamada, çalışmaları kapsamında MS 10. yüzyıla ait kilisenin etrafında toplu mezarlar bulduklarını, Bizans döneminde veba salgını nedeniyle toplu ölümlerin yaşandığını tahmin ettiklerini söyledi.

 

Karabük Üniversitesi laboratuvarında 4-5 kişinin bulunduğu mezarlardaki kemiklerin incelendiğini ifade eden Prof.Dr. Atasoy, şunları kaydetti:

”Bizans döneminde veba salgınından toplu ölümler yaşanmış. Ancak yılını tam olarak belirleyemedik. Bunun için kemikleri üniversitenin laboratuvarına gönderdik. Aralık ayına kadar sonuçları alacağız. Böylece insanların yaşadığı dönemi ve hangi hastalıktan öldüğünü tespit edeceğiz. Bizim tahminimize göre ölüm nedeni veba. Tarihte yaşanan bu tarz salgınlarda hayatını kaybedenler acele şekilde toplu gömülerek üzerine kireç tabakası örtülüyor. Salgın sırasında zaman olmadığından cesetler toplu defnediliyor. Çocuğuna sarılmış kadın ile hamile bir kadının da yer aldığı toplu mezarlardaki cenazelerin dönemini belirleyerek yayınlayacağız. Hazırlayacağımız kitapta bu bölüm önemli yer tutacak.”

 

Kilisenin yanındaki Roma tapınağında da kazı yaptıklarını belirten Atasoy, ”Tapınak tahminimizden daha büyük boyutta çıktı. Sütunları restore edilip ayağa kaldırılabilirse eser ortaya çıkacaktır. Tapınağın bulunduğu kalenin içinde yaptığımız başka bir kazı da MÖ 6. yüzyıl ilk yerleşime ait kale duvarları tespit ettik” diye konuştu.

 

Prof.Dr. Atasoy, kentte yaptıkları kazılarda hayvan kemikleri de bulduklarına işaret ederek, şunları söyledi:

”Orta Doğu Teknik Üniversitesinin laboratuvarında bu kemikler inceleniyor. Antik kentte inek, tavuk, domuz ve köpek gibi hayvanlar beslenmiş. Yapılan incelemelerde yerleşim yerinin hayvan ve bitki örtüsü varlığını tespit ediyoruz. İnsanların besleme alışkanlıkları hakkında bilgi sahibi olmamız açısından bunlar önemli. Buradan ilginç şeyler çıkıyor. Beklediğimizden daha önemli ve büyük bir kent. Ancak ne yazık ki istediğimiz kadar hızlı çalışamıyoruz. Kamulaştırma gereken çok sayıda alan var. Kazılara daha fazla zaman ayrılması için ödenek de gerekli.”

 

Antik tiyatrodaki kazılarda kırılmış yazıtlar bulduklarını, uzmanların bunları birleştirmeye çalıştığını belirten Atasoy, ”MS 1. ve 2. yüzyılda buraya Roma imparatorları çok para yardımı yapmışlar. Yollar, köprüler ve su kemerleri inşa edilmiş. Yazıtlarda bunların izlerini bulacağız. Antik kentte 40 kilometre uzaktan getirilen Roma devrine ait su yolunun ortaya çıkarılması da gerekli” dedi.

 

Prof.Dr. Atasoy, haritacılarının antik kentin planının çıkarılmasına yönelik çalıştığını, böylece yerleşim yerinin yayılımının görülebileceğini kaydetti.

 

-TİEİON ANTİK KENTİ-

Zonguldak’ın kuzeydoğusunda sahil kenti Filyos’taki Tieion Antik Kenti, Tios adlı rahibin öderliğindeki Miletos kolonisince kurulmuş. Tarih boyunca Herakleia Pontika (Ereğli) ve Amastris’in (Amasra) gölgesinde kalan kent, çeşitli krallıklara bağlı varlığını sürdürmüş.

 

Romalılar tarafından yıkılıp yağma edilen kent, daha sonra yeniden inşa edilerek Roma eyaletlerine bağlı ticaret ve balıkçı bölgesi olarak varlığına devam etmiş. Bölge, sonraki dönemlerde balıkçı kasabasına dönüşmüş.

 

19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yabancı araştırmacılar ve seyyahlarca araştırmalar yapılan antik kentte 2006′da başlatılan kazı çalışmalarının Karadeniz ve Küçük Asya tarihi ile arkeolojisine ışık tutması bekleniyor.

Zaman, 07.09.2011

MİLET ANTİK KENTİ KAZILARINDA LİMAN KAPISI BULUNDU

 

 

Alman Arkeoloji Enstitüsü'nce sürdürülen Didim’e bağlı Balat Köyü sınırları içerisinde yer alan Milet antik kenti kazı çalışmalarında tarihi bir liman kapısı bulundu.

 

Alman Arkeoloji Enstitüsünce sürdürülen ve Alman Bochum Üniversitesi'nde görevli Prof.Dr. Wolkmar Von Greve’nin kazı başkanlığını yürütülen Didim İlçesi sınırları içerisinde yer alan Milet antik kenti kazı çalışmalarında Liman Kapısı bulundu. Milet antik kenti içerisinde yer alan ve Humeyn tepe olarak adlandırılan bölgede yapılan kazı çalışmalarında Kentte var olduğu bilinen 4 Liman kapısından biri kentin kuzeydoğusunda yapılan kazılarda ortaya çıkarıldı.

 

Humeyn tepe bölgesinde 5 haftadır 17 kişilik ekiple sürdürülen kazı çalışmalarında Kentin Kuzeydoğu bölgesinde yer alan Liman Kapısı bulundu. Kazı çalışmalarında Jeofizik çalışmaların da yapıldığı görülürken, Kapı’nın yanı sıra duvar kalıntıları ile su kanalları da bulunduğu görüldü. Kazı çalışmalarının 1 hafta daha süreceği bildirildi.

 

Kazı çalışmalarının yerinde inceleyen Didim Turizm Altyapı Hizmet Birliği Başkanı Salih Bankoğlu ve Didim Kültür Mirası Koruma Derneği Başkanı Mustafa Şentürk kazıda görevli arkeologlarında kazı çalışmaları hakkında bilgi aldı.

 

Kazı çalışmalarını değerlendiren Didim Turizm Altyapı Hizmet Birliği Başkanı Salih Bankoğlu Didim’in tarihi ve kültürel yönüyle dünyada örneği olmayan bir yer olduğunu söylerken “Maalesef bölgemizde antik yerler ve ören yerleri yeterince ortaya çıkarılamıyor. Bizler DİTAB olarak hem ülke genelinde hem de Dünya genelinde tanıtım çalışmalarımızı sürdürüyoruz fakat görülüyor ki yer altında hazineler yatıyor. Bunlar en kısa sürede ortaya çıkarılıp, gelecek kuşaklara aktarılmalı.”dedi.

 

Bankoğlu, Alman Arkeoloji Enstitüsünce 100 yıldır sürdürülen kazı çalışmalarını yetersiz olduğunu savunarak, “Bu bölgelerde 1-2 aylık kazı çalışmalarıyla bu işler olmaz; bunlar oylama taktiği gibi görünüyor. Bu kazıları yapanlarla yapılan sözleşmeler yeniden gözden geçirilmeli. Ülkemizde kazı anlamında birçok bilim adamı mevcut; Türk bilim adamlarımızda bu kazıları yapabilir. Türkiye’de bilim adamları bu kazıları yaptığında gerekli ilgi ve destek de sağlanabilir. Küçük ve dar imkanlarla bu işlerde verim almak çok zor” diye konuştu.

 

Didim Kültür Mirası Koruma Derneği Başkanı Mustafa Şentürk ise, her yıl 1-2 aylık dönemlerde yapılan kazı çalışmalarının yetersiz olduğunu ifade ederek, “Burası dünyanın en önemli kentlerinden biri fakat 100 yıldır kazı çalışması yapılıyor ama sonuç ortada; Bu yerler bir an önce Turizme kazandırılmalı. Bunun için de gerekli tüm destek sağlanmalı” şeklinde konuştu.

 

Milet antik kentinin eski bir liman kenti olduğunu da hatırlatan Şentürk “Bu kente 4 liman mevcut ve biri daha gün yüzüne çıkarıldı. Bizim burayla ilgili bir projemiz var. Bu proje bu kentin denize bağlanması; Hazırlanacak projeyle Denizin kanallarla bu kentte bağlanması. Ayrıca yine kanallar aracılığıyla bu kentin Bafa gölüne bağlanması. Bu çalışma turist anlamında bu bölgede sirkülasyonu arttıracaktır ve tarihi yeniden canlandıracaktır. Sembolikte olsa gelen turistlerin kanallarla bu bölgeye taşınması ülke ve Didim turizmine bir potansiyel aktaracaktır. Bu projeyi Kültür ve Turizm Bakanımızla görüşerek anlatmayı planlıyoruz” dedi.

 

Didim Turizm Altyapı Hizmet Birliği Başkanı Salih Bankoğlu i, hazırlanacak projenin Antik kent çevresindeki esnafa ve Didim esnafına da katkı sağlayacağını dile getirerek, “Bu bölgede ayrıca çeşitli eksikliklerde mevcut; bunlarda biri ulaşım diğeri de elektrik. antik kentin ışıklandırmaya ihtiyacı var. Bu bölgenin daha temiz hale getirilmesi gerekiyor. Bu anlamda herkesete buna sahip çıkmalı. Gerek belediye, gerek mahalli idareler gerekse Bakanlık anlamında herkesin yapıcı çalışmaları içerisinde olması lazım” diye konuştu.

Haber 3, 07.09.2011

ÜSKÜP'TEKİ BİR OSMANLI ESERİ DAHA TARİHİ HÜVİYETİNE BÜRÜNDÜ

 

Üsküp'ün merkezinde bulunan 600 yıllık İshak Bey Camii, şanlı Osmanlı tarihine yakışır hale getirildi. Caminin çevre düzenlemesi ve bahçe duvarını yaptıran Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, sadece Bursa'da değil Balkanlar'daki ecdat yadigarı eserlerin de gelecek kuşaklara aktarılması için çalışmalarının sürdüğünü söyledi.

 

Bursa Büyükşehir Belediyesi, Balkanlar'da hayata geçirdiği tarihi ve kültürel miras çalışmalarına Makedonya'nın başkenti Üsküp'ün merkezindeki İshak Bey Camii'ni de ekledi. Üsküp'ü fetheden Bursalı komutan Yiğit Paşa'nın oğlu İshak Bey tarafından yaptırılan ve 1438 yılında ibadete açılan İshak Bey Camii'nin bahçe duvarı ve çevre düzenlemesi Bursa Büyükşehir Belediyesi'nin katkılarıyla yapıldı. İslam Birliği ve Üsküp Çayır Belediyesi'nin de işbirliğiyle hayata geçirilen çalışma ile yaklaşık 600 yıllık cami, Osmanlı tarihine yakışır hale getirildi.

 

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, Üsküp gezisi sırasında El Hilal Yardımlaşma Teşkilatı Başkanı ve Üsküp Milletvekili Behicüddin Şehabi, Üsküp Müftüsü İbrahim Şabani ve Çayır Belediye Başkanı İzzet Meciti ile birlikte İshak Bey Camii'ni ziyaret etti. Balkanların Osmanlı tarihi açısından büyük önem taşıdığını dile getiren Başkan Altepe, Üsküp'ün İstanbul'dan 62 yıl önce fethedildiğini kaydetti. Bu yüzden Üsküp'ün Osmanlı dönemi ilk eserleri bakımından zengin bir kent olduğunu dile getiren Başkan Altepe, şu bilgileri verdi: "Burada Alaca Camii olarak da anılan bu eser Üsküp'ü fetheden Bursalı komutan Yiğit Paşa'nın oğlu İshak Bey tarafından yaptırılmış. Ecdat yadigarı bu eserleri ayağa kaldırarak, kültürümüzü bu bölgede de en iyi şekilde yaşatmayı hedefliyoruz. Bu camide çeşitli dönemlerde düzenleme çalışmaları yapılmış. Biz de en önemli eksiklik olan drenaj kanallarının yenilenmesi, bahçe duvarının yapılması ve çevre düzenini tamamladık. Bu çalışmada bize katkı veren Çayır Belediyesi ve İslam Birliği'ne teşekkür ediyorum." Çayır Belediye Başkanı İzzet Meciti ise kendilerine destek olan Recep Altepe'ye Üsküp halkı adına teşekkür etti.

Zaman, 07.09.2011

ÖZTÜRK ZEYTİNLİADA KAZISINI ANLATTI

 

 

Balıkesir'in Erdek İlçesi'ndeki Zeytinliada'da süren arkeolojik kazı çalışmalarıyla ilgili kazı ekibi başkanı, Erzurum Atatürk Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Nurettin Öztürk bilgilendirme toplantısı yaptı.

Doç.Dr. Nurettin Öztürk, 4 Temmuz'da başlattıkları bu seneki kazı çalışmalarının tamamlanmasının ardından, yerel basın mensupları ile vatandaşlara brifing verdi. Yaklaşık 150 kişinin katıldığı toplantıda konuşan Doç.Dr. Öztürk, Zeytinliada'da, 2300 yıllık geçmişe sahip bulunan antik tapınak alanlarını bir rastlantı sonucu ortaya çıkardıklarını vurguladı. Kazı Başkanı Öztürk, "Kyzikos ve Erdek-Bandırma yolu üzerinde jeolojik çalışmalar gerçekleştirdiğimiz sırada, dönemin Erdek Belediye Başkanı Hüseyin Sarı tarafından, adaya bir restaurant yapılması için Anıtlar Yüksek Kurulu'na izin başvurusunda bulunuldu. Bunun üzerine adada yaptığımız çalışmalarda çok önemli yapıtlar ve bulgulara ulaştık. Erdek'in, yakın bir gelecekte Ortodoks Hiristiyanlar için çok önemli bir haç merkezi olacağını şimdiden müjdelemek isterim" dedi.

Erzurum Gazetesi, 06.09.2011

TÜRKİYE, 'MERMER ÇOCUK BAŞI'NI GERİ İSTİYOR

 

 

Türkiye, İngiltere’nin önde gelen kültür kurumlarından Victoria ve Albert Müzesi ile temasa geçerek yüzyılı aşkın süre önce Anadolu’dan Londra’ya kaçırılan mermerden oyma bir çocuk başını istedi.

 

Müze yetkilileri, başvuruyu değerlendirmeye aldıklarını açıkladı.

 

Independent gazetesi, İngiltere ile Yunanistan arasında anlaşmazlık konusu olan Partenon Mermerleri gibi, şimdi Türkiye ile de Sidamara Lahiti’nden kopartılan ve bir teoriye göre aşk tanrısı Eros’a ait olduğu düşünülen çocuk başının sorun çıkartabileceğini yazdı. Gazete, 1700 yıllık Sidamara Lahiti’nin bu türdeki arkeoloji eserleri arasında en nadide örneklerinden biri olarak bilindiğini aktardı. 1879 yılında zamanın İngiltere Konsolosu ve arkeolog Sir Charles Wilson tarafından Konya’nın Ereğli İlçesi yakınlarında yapılan bir kazıda bulunan lahitin, şu an mermerden çocuk başı eksik halde, İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergilendığı belirtildi.

 

Independent, mermer başı lahitten kopartan konsolosun, eserin bütününü bir başka zaman taşımayı planlayıp, mezarın üstünü yine toprakla örttüğünü aktardı. Eski konsolosun torunları tarafından daha sonra Victoria ve Albert Müzesi’ne bağışlanan kıvırcık saçlı çocuk başının Londra’daki Victoria ve Albert Müzesi deposunda saklandığı kaydedildi. Independent’e konuşan Londra’daki Türk turizm yetkilisi Tolga Tüylüoğlu, Türkiye hükümetinin Victoria ve Albert ile geçen yıl irtibata geçtiğini, fakat şimdiye değin mermer oymanın İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne iadesinde başarılı olamadıklarını söyledi. Independent’a konuşan İngiliz müze yetkilileri, Türkiye’nin başvurusunu ciddiyetle değerlendirdiklerini bildirdi.

Hürriyet, Haber: İhsan Dörtkardeş, 06.09.2011

5 BİN YILLIK BALIKÇI KENTİ İASOS GÖZ KAMAŞTIRIYOR

 

     

 

Argosluların kurduğu bir liman kenti olan İasos antik kenti, Kıyıkışlacık Köyü'nde, bir yarımada üzerinde ihtişamıyla göz kamaştırıyor.


Kıyıkışlacık Köyü'ndeki İasos antik kentinde bulunan büyük surlar, su kemerleri, agora, tiyatro, mezar taşları ile İtalyan kazı heyeti tarafından yürütülen kazı çalışmalarında ortaya çıkarılan Roma Dönemi'ne ait oda mezarları ve balıkçı pazarı ile kent adeta açık hava müzesi durumunda.
İasos'ta yapılan arkeolojik kazılarda kentteki en eski yerleşimin MÖ 3 bin yıllarının sonuna doğru tespit edildiğini ve kentin bütün dönemlere tanıklık eden çok önemli bir şehir olduğunu belirten İtalyan Kazı Heyeti Başkanı ve Tuscia Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Marcello Spanu, "Kentte Neolitik, Arkaik, Hellenistik, Roma, Bizans, Genç Bizans, Orta Çağ, Menteşe, Selçuklu ve Osmanlı döneminden izleri görmek mümkün" dedi.


Prof.Dr. Spanu, İasos'ta 51 yıldır İtalyan kazı heyeti tarafından önemli kazı çalışmaları yürütüldüğüne işaret ederek, "Antik kentte ilk kazıyı 51 yıl önce İtalyanlar başlattı ve bu çalışmalar 51 yıldır aralıksız devam ediyor. Bu yıl iki aylık bir sürede 35 İtalyan arkeolog, mimar ve restoratör, 16 işçi ve 5 öğrenciyle çalışmalar yürütülüyor. Kentte toprak altında kalmış önemli eserleri gün yüzüne çıkarmaya çalışıyoruz. Bugüne kadar bölgede çok önemli bulgulara ulaşıldı" diye konuştu.

İasos'un kentte bulunan iki liman sayesinde balıkçı kenti olduğunu söyleyen Spanu, şunları kaydetti:
"Kentte bulunan limanlar çok önemli bir konumdaydı. Havalimanı alanındaki büyük körfez bütün Anadolu'da isminden söz ettirmiş ve burada balıkçılar çok değerli balıkları avlamışlardır. Bölgede bulunan balık pazarında alışveriş yapılmış. Kentin kurulduğu alan önceleri bir ada iken daha sonra adanın denizle birleştiği alan dolmuş ve ada yarımada haline dönüşmüştür. Antik kente ait önemli yapılar bu yarımada üzerinde yer almaktadır. Büyük sur, su kemerleri, mezarlar ile balık pazarı olarak adlandırılan yapı ise sur dışında yer almaktadır. İasos'da yapılan kazılarda kentteki en eski yerleşimin MÖ 3 bin yıllarının sonuna uzandığı tespit edilmiştir."





Bu yıl kazı çalışmalarını agora ve kale alanında sürdürdüklerini ifade eden Spanu, şöyle konuştu:
"İasos antik kentinde çok önemli tarihi buluntular var fakat bunların birçoğu ziyaretçiler tarafından bilinmiyor. Burada büyük bir proje hazırlayacağız. Amacımız kültür turizmine hizmet etmek.

Buradaki arkeolojik tabakalar üst üste olduğu için buraya gelen ziyaretçiler eserlerin hangi dönemlere ait olduğunu bilmiyor. Hazırlanan projeyle farklı dönemlere ait unsurlar farklı renklerle ziyaretçilere gösterilecek. Amacımız çok önemli bir konumda bulunan İasos Antik Kenti'ni tüm dünyaya tanıtmak ve bölgenin turizmden gereken payı almasını sağlamak. Çünkü burada bütün dönemlerin izlerini bulmak mümkün. Özellikle agorada tabaka tabaka Yunan, Roma, Bizans döneminden izleri görebiliyoruz. Agorada restorasyon yaptıktan sonra burada yapacağımız gezi parkuruyla ziyaretçilerin dikkatini çekmek istiyoruz."

Türkiye Gazetesi, 06.09.2011

"NEMRUT İÇİN BİLİMİN IŞIĞINDA KARAR VERECEĞİZ"

 

Anadolu Ajansını ziyaretinde yaptığı açıklamada, Nemrut'taki heykellerin korunmasına ilişkin tartışmalara değindi.

 

Ertuğrul Günay, 2 bin 200 metre yükseklikte, dünyada eşi benzeri olmayan, eşsiz bir tarih parçası Nemrut heykellerinin, zaman içinde ve iklim koşullarının acımasızlığı karşısında çok ciddi yıpranmalar yaşadığını, depremler ve doğal afetlerle heykellerin kaidelerinden düştüğünü söyledi.

 

Nemrut dağında kış ve yaz ısı farklarının 40 derecenin üzerinde olduğunu, kış aylarındaki rüzgarlar, kum fırtınalarının heykellerin aşınmasına neden olduğunu anlatan Günay, göreve başladığında, heykellerin korunması için ODTÜ ile yapılmış bir ön anlaşma bulunduğunu hatırlattı.

Bakan Günay, şu bilgiyi verdi:

''4 yıl geçti, çok ikna olduğum bir koruma projesi henüz oluşamadı. Heykellerin içine buzlanma nedeniyle çatlamaları önleyici bazı maddeler şırınga etmek, böylece çatlamayı yavaşlatmak, durdurmak gibi bazı arayışlar var, ama altını çizerek söylüyorum: Bunlar henüz arayışlar. Bilimsel olarak önümüzdeki yıllarda hangi sonuçları vereceği çok belli değil. Çünkü geçmiş yıllarda yapılan koruma önlemlerinin zaman içinde faydalı olmadığı, eserlere zarar verebileceği ortaya çıkmış.''
 

''Heykellerin, yerinde cam, ahşap, branda çadır gibi önlemlerle korunması'' şeklinde öneriler geldiğini belirten Günay, şunları kaydetti: ''Nemrut'ta 2 bin 200 metre dağın tepesinde, sabitlemeden herhangi bir önlem almak mümkün değil, ama birinci derece arkeolojik alan olduğu için sabitlemek de mümkün değil. Yani beton dökerek, temel kazarak bir koruma önlemi alamazsınız. Beton dökerek, temel kazarak koruma önlemi almadığınız zaman da ne yapsanız, çadır, branda, naylon, ahşap hepsi uçar gider. O yüzden konuyu çok bilen ve içselleştirmiş arkadaşlarımla konuşmayı tercih ediyorum. Çünkü insanlar gelişi güzel, bilmeden eleştirebiliyorlar. Ama rehberler geçen gün destek verdiler. Çok önem verdiğim ve güvendiğim arkeologlar destek veriyorlar.
 

Ben de zaten konunun ilgililerinden birisi olarak 'kesin olarak böyle yapacağız' demiyorum. Ama bir yeni proje aramamız gerekiyor. Bunun için elbette ciddi bir bilimsel danışma yapacağız ve elbette bilimin ışığında karar vereceğiz. Bütün yüz ifadeleri gitmiş durumda, lime lime dökülüyor. Benim içim acıyor. İtiraf ediyorum ki, 4-5 yıldır ikna olduğum bir koruyucu önlem almadık.
 

'Arkeolojik eserler yerinde korunur' diye bir tez var. Yapılar yerinde korunur, ama bunlar heykel sonuçta, kaide üzerinde heykel. Arkeolojik eserlerin tümü, taşınabilir parçalar da yerinde korunabiliyorsa bu kadar arkeoloji müzesi niye var dünyada. Demek ki müzelere de bazı eserler kaldırılıyor. Bu heykeller kaldırılır, onların taklidi yapılmaz, bire bir bugünkü haliyle replikası yapılır. Onlar bırakılır 20-25 yılda bir onlar değiştirilebilir ve yine yakın çevrede Nemrut'un cazibesini azaltmayacak bir yerde bir müze yapılabilir.
 

Müze yarışmalı bir müze olur. Yani ciddi bir proje yarışmasından çıkan bir müze olur ve biz de dünyadaki bu eşsiz eserlerimizi geleceğe, bin yıllara taşımanın yolunu buluruz. Aksi halde ciddi bir afet, ciddi bir kış fırtınası, ciddi bir yaz kış farkı bu heykellerden birisinin ortadan yarılmasına sebep olabilir.''
 

Yassıada demokrasi merkezi
Yassıada'nın müze ada olmasıyla ilgili de bilgi veren Günay, Yassıada'da 27 Mayıs'ta olup biteni aynen canlandıracak bir müze düzenlemesi yapacaklarını anlattı. Bu konuda henüz bir ön çalışma, fikir çalışması yaptıklarını, ciddi bir kaynağa ihtiyaç bulunduğunu söyleyen Günay, ''Yassıada'da demokrasi tarihinin bu acılı ve ayıplı sayfasıyla yüzleşmemizi sağlayacak bir düzenleme yapmayı planlıyoruz'' dedi.

 

Ertuğrul Günay, şöyle devam etti: ''27 Mayıs felaketinin üzerinden 50 yılı aşkın zaman geçti. Türkiye aslında tarihiyle,demokrasi tarihindeki bu ayıplarla yüzleşmekte geç bile kaldı. 51. yılında biz böyle bir adım atabildik. Yassıada'nın yanı sıra zaman içinde 12 Mart'ın da 12 Eylül'ün de bu acılı mekanlarının bir biçimde ibret müzesi, demokrasi tarihinin Türkiye'deki sorunlu sayfalarını anlatacak ibret müzesi haline gelmesini sağlamaya çalışacağız.''

 

Günay, Yassıada ile ilgili bu yıl içinde fikir projesinin tamamlanmasını, gelecek yıl da projenin uygulamaya geçmesinin planlandığını söyledi.

Cumhuriyet, 06.09.2011

BAKANDAN 'MÜZE' OPERASYONU

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Türkiye’de müzeciliğin Avrupa standartlarına ulaşması için başlattıkları bir dizi çalışmayı anlattı. Kamu kurumlarına kayıtlı görünen 100 koleksiyon tablosunu hala bulamadıklarından yakınan Günay, “Sinema, hat ve kitap müzesi” projeleri hakkında bilgi verdi.

 

Müzelerin yıllarca ihmale uğradığını, geçmiş yıllarda tarumar edildiğini dile getiren Günay, “Orijinal diye alınan baskı tezhip eserler var. Asıllar fotokopi, fotokopiler asıl sanılmış” dedi.
 

Günay, şöyle devam etti: “Resim Heykel Müzesi yeni haliyle açılana kadar her hafta gittim. 100 civarında esere henüz ulaşamadık, hala arıyorum. Bunların kayıtları var, ama nerede oldukları belli değil. MİT, Başbakanlık, TÜİK gibi kurumlardan tabloları topladık. Depolardan çıkartılan eserlerle birlikte sergilenen resim ve heykel sayısı 300’den 800’e çıktı.

 

Resim Heykel Müzesi’nin deposunun camında tel bile yoktu. Birisi elini camdan uzatıp, resim rulolarını alabilecek durumdaydı. Şimdi çelik tel yapıldı. Sergi mekanları 2 katına çıkartıldı. Kermes gibi etkinliklere son verildi. Onlar için müzeden ayrı mekan yaratıldı. Sadece burada değil, tüm müzelerde ciddi bir sayım yapıldı. Ufak tefek hırsızlıklar var, ama hiçbiri Uşak Müzesi’ndeki gibi büyük değil.

 

Bakanlık görevine geldiğimde ilk iş, müze depolarına giderdim. Buraların kapılarının hiç açılmadığını görürdüm. Koku ve nemden içeri girilmezdi. Buralara çekidüzen verildi. Her gittiğim yerde depolara gittiğim için şimdi tüm depolar çok düzenli.

 

Eşi Fatoş Güney’in Yılmaz Güney Müzesi talebi var. Biz özel müzelere izin veriyoruz, isterse özel müze kurabilir. Ama tek başına bir müze kurmak yerine bir sinema müzesi kurulmasından yanayız. Yılmaz Güney’den Ayhan Işık’a kadar herkes olur. Ben büyük bir hat ve kitap müzesi kurulmasından yanayım.

 

Diyarbakır Cezaevi henüz boşaltılmadı. Yeni cezaevi yapılana kadar bizim yapacak bir şeyimiz yok. Ben burada ibret müzesi yapmak istiyorum. Onun dışındaki mekanları değerlendiririz. Mesela İçkale’de, eski sıkıyönetim komutanlığının olduğu yerde bir müze yapıyoruz. Burası Türkiye’nin en büyük müzelerinden biri olacak. Ancak diğer mekanlar için cezaevinin boşaltılması gerekiyor.”

 

Günay, Louvre Müzesi’nde Ayasofya’nın bahçesindeki 2’nci Selim Türbesi ile Sevr Müzesi’ndeki 3’üncü Murat Türbesi’nden çalınan İznik Çinileri için Fransa hükümeti nezdinde girişimde bulunacaklarını açıkladı. Günay, alt kısmı Perge’de üst kısmı ABD’de bir müzede olan Herakles Heykeli’ni de talep ettiklerini söyledi. Günay, yakın dönemde Almanya’dan Hitit Baltası’nı getirdiklerini belirtti.

Hürriyet, Haber: Nuray Babacan, 06.09.2011

SÜREYYA PAŞA'NIN KEMİKLERİ SIZLIYOR

 


Süreyya Paşa'nın bağışladığı arazide hastane kuruldu, ancak aynı arazideki Paşa'nın yadigarı Selamlık Köşkü'nün (sağ altta) büyük kısmı yıkıldı.

 

İstanbul’da devasa bir çamlık arazinin içinde bulunan Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi yıllardır onlarca hastanın derdine derman oluyor. Bir süre önce dünyada en zor organ nakli olarak kabul edilen akciğer naklini başarıyla gerçekleştiren hastane birçok konuda ilklere imza atıyor. Ancak 1951 senesinde kendisine ait Maltepe Narlıdere mevkiinde bulunan 1800 dönümlük araziyi, yoksullar ve işçiler için bir hastane inşa edilmesi amacıyla SSK’ya bağışlayan, ismi de 1952’de açılan göğüs hastalıkları hastanesine verilen Süreyya Paşa’nın hatırası bakımsızlık ve ilgisizlik içinde çürümeye bırakılmış durumda. Cumhuriyet sonrası döneminin parmakla gösterilen girişimcisi ve hayırseveri olan Süreyya Paşa’nın (İlmen), Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları Hastanesi’ne tepeden bakan bir konumda bulunan yakın tarihten izler taşıyan türbe mezarı ve hastanenin bulunduğu ormanlık arazide yer alan iki tarihi köşkü bakımsızlıktan yıkılarak çökmüş. 1952 senesinde restore edilerek 50 yataklı hastane binası olarak kullanılan tarihi ‘Haremlik Köşkü’ ve idare binası olarak kullanılan ‘Selamlık Köşkü’, yıllar içinde çürüyüp metruk bir hale gelmiş durumda. 

Narlıdere çiftliği, Süreyya Paşa’nın çok sevdiği yer olması nedeniyle, araziye hakim tepeye kendi için yaptırdığı ve vefat edince gömülmeyi vasiyet ettiği türbe mezar da tarihi köşklerle aynı kaderi paylaşıyor. Türbenin etrafında yer alan ve fırtınadan yıkılmış ağaçlar şans eseri türbenin üzerine düşmemiş ancak ikinci bir fırtınada ne olacağı belirsiz. Türbe etrafındaki koruyucu tel ve beton parmaklıklar sökülerek yerinden çıkartılmış ve duvarı yazılarla kirletilmiş, mezarın çevresi ise çöp içinde. Hastanenin bulunduğu geniş arazinin hemen bitiminde yer alan Maltepe Başıbüyük’te ‘Hastane Arkası’ adlı sokakta oturan mahalle sakinleri Süreyya Paşa’nın türbe mezarıyla hiçbir yetkilinin ilgilenmediğini, mezarın evsiz yurtsuz barınağı olduğunu söylüyor. Hastanede tedavi gören hasta ve hasta yakınlarının Süreyya Paşa’nın türbe mezarını ziyarete gelerek dua ettiğini söyleyen semt sakini Fatma T., “Süreyya Paşa yaşarken iyiliksever ve çok muhterem bir zatmış. Ama şimdi mezarına bile kimse sahip çıkmıyor. Mahalledeki kadınlar ara sıra gidip türbenin etrafını süpürerek temizliyoruz. Bütün malını fakir fukara için bağışlamış olan bu muhterem zatın, bari anısına saygı gösterilsin. Ne belediye, ne hastane ne de yetkililer Süreyya Paşa’ya sahip çıkmıyor. Paşa’nın kemikleri sızlıyordur” diyor.

Süreyya Sineması, plajı, altyapısı...
1874 yılında Yugoslavya’daki Patgoriçe’de doğan Süreyya Paşa, ilkokuldan sonra askeriyeye girerek, Balkan Harbi’nde Tümgeneral oldu. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ordudan ayrılarak iş hayatına atılan Süreyya Paşa, Türkiye’nin ilk özel, devlet yardımı almadan kurulan Süreyya Paşa Mensucat Fabrikası’nı da 1914’te kurdu. Süreyya Paşa Soyadı Kanunu’nun çıkmasıyla İlmen soyadını aldı. Milletvekiliği de yapan Süreyya İlmen hayırseverliği ve bizzat kendisinin finanse ettiği sosyal hizmetlerle dolu bir yaşam geçirdi. Erken Cumhuriyet yıllarında İstanbul ve özellikle Kadıköy, Üsküdar civarına katkıda bulunarak birçok konuda öncülük etti. Süreyya Paşa (İlmen), Kadıköy ve Üsküdar’ın gelişmesi için masrafların bir kısmını bizzat kendisi üstlenerek, elektrik, kanalizasyon, halkın temiz su içmesi ve böylece tifodan korunmasını sağlamak için Kayış Dağı suyunun Kadıköy’e getirilmesi gibi birçok işe önayak oldu. Halen Kadıköy’de ‘Yoğurtçu Parkı’ adıyla bilinen dere kenarının ıslahıyla yeşil alanın oluşturulması, Süreyya Sineması, Maltepe sahilinde bulunan Süreyya Plajı’nı yaptırdı. Ayrıca Kadıköy Hilaliahmer (Kızılay) Cemiyeti, Şark Musiki Cemiyeti, Maltepe Maarif Encümeni, Üsküdar İdman Kulübü ve Sivil Havacılık Kulübü başkanlıklarında bulundu. Ticaret ve Sanayi Odaları, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu ve CHP Üsküdar İlçe Başkanlığı, İstanbul Milletvekilliği (1927–1930) ve şehir meclis üyeliği gibi görevler yaptı. Süreyya Paşa, Maltepe’deki Narlıdere Çiftliği’ni 1952’de Türk işçisinin sağlığını korumak amacı ile işçi sigortaları (SSK) kurumuna, Süreyya Sineması’nı Darüşşafaka Cemiyeti’ne, Süreyya Plajı’nı ise Maltepe Belediyesi’ne bağışlayarak, 1955’te Kadıköy Moda’da bulunan evinde vefat etti.

Radkal, Haber: Mine Tuduk, 06.09.2011

ŞEHZADELER BU AĞAÇTA UYUDU

 

 

Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Gazi'nin salıncağının asıldığı bin 200 yıllık Mızık çamı, 23 yıldır koruma altında bulunuyor.

 

İlçe merkezine 2 kilometre uzaklıktaki Domur Köyü yakınında yer alan karaçam türündeki Mızık çamının 1980 yılında hayati fonksiyonlarını tamamen yitirdiği, 1988'de ise esen şiddetli rüzgar nedeniyle yıkıldığı bildirdi. Daha sonra çürüme belirtileri görülen ağacın verniklenerek koruma altına alındığını belirten köy muhtarı İbrahim Yıldız, üzeri çatıyla kapatılan çamın bin 200 yaşında olduğunu söyledi.

 

Yıldız, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Müdürlüğünce 1988'de anıt ağacın tescil edildiğini ifade ederek, "Osmanlı Devleti'ni kuran Osman Gazi'nin bebekliğinde ninesi Hayme Ana tarafından dallarına salıncak kurularak sallandığı rivayet edilen ağaç, Osmanlı'nın doğuşuna şahitlik etmiş. Yöre halkı tarafından kutsal sayılan bu ağaç, 11 metrelik boyu, 4.70 metre çevresi ve ahtapotu andıran yaygın dalları ile insanları hayrete düşüren haşmetli görüntüsünün yanı sıra oldukça ilginç kıvrımlara sahip. Bu ağaç aynı zamanda geçmişten günümüze bir köprü görevi görüyor" dedi.

 

Muhtar Yıldız, anıt ağacın çevresine çeşme, mescit ve tuvalet yapılması için yetkili kurumlara müracaat ettiğini ancak herhangi bir olumlu cevap alamadığını ifade etti.

 

Anıt ağacı görmek için Bursa'dan ailesiyle birlikte Domurköy'e gelen Halil İbrahim Aşçı da, her Türk'ün Mızık çamını mutlaka görmesi gerektiğini söyledi.

Sabah, 06.09.2011

DİREKLİ MAĞARASI'NDAKİ KAZI ÇALIŞMALARI

 

Kahramanmaraş’ın merkeze bağlı Döngel Köyü'nde bulunan Direkli Mağarası’nda arkeolojik çalışmaların bu yılki bölümünün tamamlandığı bildirildi.

 

Kazı Başkanı Gazi Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç Dr. Cevdet Merih Erek, Aa muhabirine yaptığı açıklamada, 17 kişilik ekibin katıldığı kazı çalışmalarının 75 gün sürdüğünü belirtti.

 

Bu yıl özellikle mağara içerisinde kaçak kazı duvarlarında çalışma yaptıklarını kaydeden Erek, “Yontma Taş devrine ait yaşam izlerini belirledik. Elde ettiğimiz bulguları Kahramanmaraş Müzesi’nde yer alan bölümde muhafaza ediyoruz” dedi.

 

Direkli Mağarası’nın şu anda Türkiye’deki tek mağara kazısı olduğunu belirten Erek, yapılan çalışmalar doğrultusunda eski dönemlere ait bulgulara ulaşmayı planladıklarını ifade etti.

 

Erek, arkeolojik kazıların çok yavaş ilerlediğini ve Direkli’de daha uzun yıllar çalışma yapılacağını sözlerine ekledi.

haberler.com, 05.09.2011

ALMAN İMPARATORUN ANITINA YENİ YER ARANIYOR

 

 

Ordusu ile Kudüs'ü fethetmeye giderken, Göksu Nehri'nden geçmeye çalıştığı sırada boğulan Roma-Germen İmparatoru Friederich Barbarossa'nın 40 yıl önce Mersin'in Silifke İlçesi'nde hayatını kaybettiği nehir yakınlarına yaptırılan anıtı, duble yol çalışmaları nedeniyle görünmeyen bir noktada kaldı. Alman İmparatoru'nun anıtının görünecek bir noktaya yapılması konusunda girişimlerde bulunuluyor.

 

Eski Almanya Fahri Konsolosu ve Akdeniz Türk-Alman İşadamları Derneği Başkanı Teyfik Kısacık, ilçede bulunan ve duble yol çalışması nedeniyle görünmeyen bir noktada kalan anıtın daha uygun bir yere taşınması için çalışmalara başladı.

 

Bu kapsamda Silifke ve Taşucu belediyelerinin Almanya'daki kentler ile kardeşlik koordinasyonunu sağlayan Nejdet Polat ile anıtı inceleyen Kısacık, çalışmalar hakkında AA muhabirine açıklama yaptı.

 

Almanya'nın eski Ankara Büyükelçisi Eckart Cuntz ile 2006'nın Kasım ayında Barbarossa'nın anıtını ziyaret ettiklerini belirten Kısacık, Roma-Germen İmparatoru Frederik Barbarossa'nın ülkesinde sakalının kızıla çalması nedeniyle ''Kızıl Sakal'' olarak bilindiğini, Almanya'da ilköğretim seviyesindeki okullarda tarih dersinde çocuklara anlatıldığını söyledi.

 

Selçuklu Sultanı II. Kılıç Arslan ile barış içinde serbest geçiş için bir anlaşma yapan Barbarossa'nın, III. Haçlı Seferi'nde Filistin'e giderken, Göksu Nehri'nde boğulduğunu ifade eden Kısacak, ''Yapılan anlaşma kapsamında 3 bini tam zırhlı toplam 15 bin askeriyle ülkesinden 11 Mayıs 1189'da çıkan Barbarossa, 10 Haziran 1190 tarihinde ulaştığı Silifke'deki Göksu Nehri'ni geçerken üzerindeki zırhların ağırlığı nedeniyle 67 yaşında boğuldu'' dedi.
 
Bu nedenle Alman vatandaşların halen Silifke bölgesine geldiğinde, 1971 yılında Alman Büyükelçiliği tarafından Silifke-Konya karayolunun 9. kilometresinde yol kenarına yaptırılan Barbarossa anıtını mutlaka ziyaret ettiğini anlatan Kısacık, şöyle devam etti:

''İlk olarak 1996 yılında Almanya'nın Adana Fahri konsolosu olduğumda anıtı ziyaret etmiştim. O zaman üzerindeki yazıları silinen anıtın tahrip edildiğini gördüm. Bunun üzerine Silifke Belediye Başkanıyla görüşüp anıtı mermerden yeniden aynı yerinde yaptırdık. Ünlü Roma-Germen İmparatoru'nun Göksu Nehri'nde boğulduğu yerin şu anda anıtının bulunduğu bölgeye yakın olduğu düşünülüyor. Burası Alman turistler tarafından da ziyaret edilmektedir.''
                
Kısacık, bir Alman turistin şu anda Silifke-Mut arasında yapımı süren duble yol çalışması nedeniyle yoldan görünmeyen anıtın daha uygun yere taşınması için Almanya'nın Ankara Büyükelçiliğine başvurduğunu söyledi.

 

Büyükelçilikten de kendisini arayarak ''anıtın daha uygun bir yere taşınması konusunda'' çalışma yapmasını rica ettiklerini anlatan Kısacık, şunları kaydetti:

''Yaptığım bu ziyarette söz konusu anıtın yoldan hiçbir şekilde görünmediğini tespit ettim. Beraber inceleme yaptığımız Polat'ın, durumu bildirdiği Silifke Belediye Başkanı ise söz konusu alanın karayollarının sorumluluk sahasında olduğunu belirterek, yapabilecekleri bir şey olmadığını söyledi. Burada yapılacak en uygun çalışma büyükelçilik ve karayollarının ortak bir proje geliştirerek, Silifke Belediyesi'nin yardımıyla bu anıtın belirlenecek en uygun yere yeniden yapılmasıdır.

 

Almanlar için tarihte çok önemli bir yere sahip olan Barbarossa'nın anıtının uygun bir yere yeniden yaptırmak yüzyıllardır süren Türk-Alman dostluğu açısından da önem taşıyor. Anıt şu anda bulunduğu yerden yaklaşık 300 metre aşağıda Göksu Nehri'ni de gören bir yere taşınabilir. Biz yer tespitini yaptık ve bu konudaki girişimlerimizi sürdüreceğiz. Çalışma Silifke Belediyesinin Almanya'daki kardeş şehri Hassloch ve Taşucu Belediyesi'nin kardeş şehri Bergkamen belediyelerinin işbirliğinde de olabilir. Böylelikle belediyeler arasındaki kardeşlik ilişkileri daha da gelişir.''

Akşam, 05.09.2011

'URARTU OKULU'NUN KÜÇÜK ARKEOLOGLARI

 

 

Van Kalesi höyüğünde kazı çalışmasını yürüten İstanbul Üniversitesi ekibince geliştirilen ”Urartu Okulu Arkeoloji Atölyesi” projesi kapsamında Vanlı çocuklar, bölgenin tarihi ve kazı çalışmaları konusunda bilgilendiriliyor.

 

Kazı başkanı ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Eskiçağ Tarihi Ana bilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Erkan Konyar, gazetecilere yaptığı açıklamada, Kültür ve Turizm Bakanlığı adına yürütülen Van Kalesi höyüğü kazı çalışmalarının devam ettiğini söyledi.

 

Kazı çalışmasına paralel olarak ”Urartu Okulu Arkeoloji Atölyesi” projesini geliştirdiklerini bildiren Yrd. Doç.Dr. Konyar, şöyle konuştu:

”Burada Van kentinin kuruluş yıllarından gönümüze kadar olan tarihsel süreci 9-10 yaş grubundaki öğrencilere interaktif olarak vermeye çalışıyoruz. Çocuklara barkovizyon gösterisiyle bölge tarihi anlatılıyor. Daha sonra uygulama alanlarımız var. Bu uygulama alanında çocuklar kazı yapma imkanı buluyor. Daha sonra gerçek kazı alanına yönlendiriyoruz. Burada da konunun uzmanı kişilerle görüşüp çalışmalar hakkında bilgi alıyorlar. Dolayısıyla bu çerçevede bir bütün olarak düşündüğümüzde esas amacımız çocuklarda koruma bilincini geliştirmektir.”

 

Proje süresinin 10 gün olduğunu ifade eden Konyar, gelecek yıl kazı çalışmalarının başlamasıyla projenin yeniden uygulanacağını söyledi.

 

Çocuklara eğitim veren arkeolog Gülay Sert de yaklaşık 20 yıldır çocuklara arkeoloji eğitimi üzerine çalıştıklarını belirterek, şöyle konuştu:

”Zengin kültür varlığına sahip bir ülkemiz var. Bunları korumak, ortaya çıkarmak kadar önemli. Korumak sadece üstünü örtmek ya da doğal koşullardan korumak değildir, sevgiyle ve bilgiyle korumaktır. Bundan dolayı Van’da çocuklara kültür bilgisi aşılamak için böyle bir proje başlattık. Çocuklarda kültür varlıklarına karşı duyarlılık kazandırmaya çalışıyoruz. Bu proje destek görürse gelecekte öğretmenlere yönelik böyle bir çalışma başlatmayı planlıyoruz. Çünkü bir öğretmeni bu konuda eğittiğinizde onun bütün meslek yaşantısını bu bilgiyle donatmış oluyorsunuz. Daha sonra kamu çalışanlarına yönelik bir çalışmamız olacak. Şimdi proje sadece Van merkezi kapsıyor. Gelecekte bu proje kapsamında ilçelerdeki ve köylerdeki çocuklara da ulaşmayı hedefliyoruz.”

 

Kazı alanını gezen İki Nisan İlköğretim Okulu öğrencisi Yasin Karan ise projede yer almaktan mutluluk duyduğunu belirterek, ”Van’ın eski kültürünü öğrendik. Eski dönemde insanların hangi durumlarda, nasıl evlerde, nasıl yaşadıkları konusunda bilgi sahibi olduk” dedi.

Akşam, 05.09.2011

KIBLESİ EN DÜZGÜN CAMİİ HANGİSİ?

 

Elektronik cihazlara meraklı olan profesör bir arkadaşım, namaz kılmak için uğradığı camilerde vakti olursa kıblenin uygun olup olmadığını da zaman zaman kontrol eder. Hatta cami görevlileri ile bu bilgiyi paylaştığı olur.

 

Bazı camilerin kıblesinde makul sınırları zorlayacak ölçüde kıble sapmaları olduğunu tespit ettiğini de sohbetlerimiz sırasında kimi zaman bize aktarır.

 

Fakat bugün sizlerle paylaşmak istediğim asıl konu, kıble tespiti olayından hareketle, geçtiğimiz ramazan ayında yaşanan tartışmalardan biri konusunda aydınlatıcı bir bilgi sunmak...

 

Profesör dostumuz bayram ziyareti için gittiği bir ilçede namaz kılmak için mola verince, her zamanki gibi merak saikiyle kıblenin durumuna da bakar. Kıblenin yeterince düzgün olmadığını görür.

 

Bu bilgiyi cami görevlileri ile paylaştığında, “kıble işinde bu kadar hassas olduğuna göre, geçtiğimiz ramazan ayının akıllarda kalan en polemik oluşturan konuları arasında yer alan imsak saati ve sabah namazı vakti konusunda da herhalde bilgisi vardır” düşüncesiyle, söz arasında bu mevzuyu da sormuşlar kendisine...

 

Onlara verdiği cevabı önemsediğim için bugün sizlerle de paylaşmak istedim.

 

Profesör dostumuz çıkarmış elindeki cihazı, daha önce ziyaret ettiği ve kıble tespiti yaptığı camilerden kaydettiği görüntülerle örnekler vermiş. Hatta Haziran ayında gittiği Umre ziyareti sırasında merak saikiyle baktığı Medine’deki Peygamber Mescidi kıblesinde, Edirne Selimiye’de bile hafif eğim olduğuna dair resimler göstermiş. Teknolojik destekle kıble tespiti yapılan son dönemde inşa edilen camilerde yüzde 100 isabet tutturulurken, eski camilerden bazılarında az da olsa eğim olduğunu söylemiş.

 

 

Ardından da, kıble doğrultusunda bu kadarcık eğimin namaz için elbette hiçbir şekilde sorun oluşturmadığını anlattıktan sonra, bahsettiği kıble olayı ile sordukları soru arasındaki bağlantıyı da şu şekilde izah etmiş:

“Gezdiğim camiler arasında kıblesi en düzgün olanın Ankara’daki Kocatepe Camii olduğunu gördüm. Demek ki kıble tespitinde teknoloji işin işine girince hata payı da giderek minimize oluyor. Bu nedenle, ilgili kurumlara teknolojik imkanların elverdiği ölçüde hassas ölçümlerle namaz vakitleri ve ramazan hilalinin ne zaman görüleceği konusunda hesaplar yaptıran Diyanet’in bu yöndeki açıklamalarına da itimat etmek lazım. O günün koşulları içinde bakıldığında Selimiye’nin kıblesinde yüzde 1 sapma ile kıble meselesi belki halledilebiliyordu ama, teknolojinin şimdiki imkanlarıyla internet başında 3-5 yaşındaki çocuklar bile, dünyanın herhangi bir noktasının Kabe doğrultusunda kıblesini yüzde 100 isabetle tespit edebiliyorlar. Namaz vakitlerinin tespitinin de teknolojinin imkan verdiği bu tür hassas ölçüler ışığında yapılmış olacağına itimat etmek lazım.”

 

 

Doğrusunu isterseniz bu yaklaşım tarzını oldukça makul ve ikna edici buldum.

 

Binlerce yıl sonra ay veya güneşin hangi saatler arasında tutulacağını, bunun dünyanın hangi bölgelerinden izlenebileceği bilgisini yüzde 100 isabetle bir veri olarak bizlere aktarabilen, binlerce ışık yılı uzaktaki bir göktaşının dünyaya ne kadar mesafeden geçeceği bilgisini ayrıntılı verebilen bilimin, dünyamızın en yakınındaki gök cismi durumundaki Ay’ın hareketlerini bizleri tatmin edici düzeyde veremeyeceğini düşünmek çok sağlıklı olmaz.

 

 

Nitekim aylar öncesinden, geçtiğimiz ramazan ayı hilaline ait bilgi olarak, “bu sene ramazan ayı hilalinin, 31 Temmuz 2011 (30 Şaban 1432) Pazar günü, Türkiye saati ile 10.10’da ilk defa, Avustralya’nın doğusundan itibaren görülmeye başlanacağı ve astronomi ilmine göre daha önceki günlerde görülmesine imkan olmadığı”bilgisi geçildi ve öyle de oldu.

 

Kanaat-i acizanemce şahsen ben, orucun farz kılınmasıyla ilgili ayette geçen “femen şehide minkümüş şehre felyesumhu” yani, “Kim bu aya şahit olursa, kesinlikle o, oruç tutsun” fermani sübhanisinde ki “şahit olma” olayının da, bu tür teknolojik hesaplamaların işaret ettiği şekliyle değerlendirilebileceğini, bu tür tespitlerin de ilmen duruma şahit ve muttali olmak anlamına gelebileceğini... ışık ve atık kirliliğinin semaya egemen olduğu bu zamanda, gözler yukarıda, tepe bayır gezerek ay peşinden illa ki koşuşturmak gerekmediğini düşünüyorum.

 

Namaz açısından sorun oluşturmamakla birlikte, eski büyük camilerimizin bazısında bile kıblede yüzde 100 isabet tutturulamazken, işin içine teknolojik saptamanın girdiği camilerdeki yüzde 100 isabet olayının, bilimin imkanlarından ibadet saatlerini belirlemede daha çok yararlanma ve bu sonuçlara itimat etmede çok da tereddüt etmeme konusunda yardımcı olacağını düşünüyorum. Diyanet’e bu konuda güvenilmesi gerektiği inancındayım. Yeni veriler ışığında düzeltilmesi gereken bir nokta olduğunu düşündüklerinde de bundan sarfı nazar etmeyecekleri kanaatindeyim.

Tabi ki herşeyin doğrusunu Allah bilir...

Haber 7, Yazı: Osman Özsoy, Prof., 05.09.2011

ROMA'NIN TARİHİ ESERLERİNE SALDIRI

 

 

İtalya'nın başkenti Roma'da üç önemli tarihi anıt saldırıya uğrayarak tahrip edildi.

 

Saldırıların ilkinde Navona Meydanı'ndaki (Piazza Navona) fıskıyeli bir havuzu süsleyen mermer heykel hedef alındı.

 

Güvenlik kameraları, bir erkeğin meydandaki çeşmeyi süsleyen heykele tekrar tekrar vurarak başının iki yanındaki iki parça mermeri kırıp aldığını kaydetti.

 

Yetkililerin en önemli tesellisi Mağripli Çeşmesi'nde (Fontana del Moro) vandalizme hedef olan heykelin, büyük değer taşımasına rağmen, 200 yıl kadar önce yapılmış bir kopya olması.

 

16. yüzyılda Giacomo della Porta tarafından yapılan ve çeşmeyi süsleyen orijinal heykeller ise bir müzede korunuyor.

 

Bu saldırıdan bir kaç saat sonra, kentin simgelerinden Trevi Çeşmesi'ne bir taş fırlatıldı, ancak taş çeşmeyi süsleyen heykellere isabet etmedi.

 

Yetkililer iki saldırının aynı kişi tarafından düzenlenmiş olabileceğini düşünüyor. Olay yerine hemen polis kuvvetlerinin sevkedildiğini, ancak onlar ulaşana dek saldırganların kaçtığını belirtiyorlar.

 

Polis daha sonra Amerikalı bir öğrenciyi mermer parçaları koparmak üzere Kolezyum'un duvarlarına tırmanırken yakaladıklarını duyurdu.

 

Bu kişinin mermer parçalarını anı olarak ülkesine götürmek istediği belirtildi. Bu olayın diğer iki saldırıyla ilgisi olup olmadığı bilinmiyor.

 

Roma'nın tarih ve sanat mirası son yıllarda yeni nesil vandalların saldırısı altında.

 

Vandallar adlarını 1500 yıl önce kenti ele geçirip yakıp yıkan ve tarihi mirasını tahrip eden işgalci ordulardan alıyor.

 

Son aylardaki saldırılarda, bundan 2.000 yıl önce Roma'ya götürülen bir obelisk de (dikilitaş) graffitilerle kaplandı.

 

Yetkililer bu gibi saldırıları önlemek için Roma'nın merkezine 1.200 güvenlik kamerası yerleştirdi ve polis devriyelerini sıklaştırdı.

 

Ancak kentin her gün on binlerce turist ağırladığı ve hükümetin bütçede kesintiye gittiği bir ortamda bu gibi saldırılarla mücadele etmek bir hayli güç.

BBC, 05.09.2011

8 BİN 500 YILLIK PARMAK İZİ BULUNDU

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ege Üniversitesi ve Bornova Belediyesi'nin katkılarıyla Yeşilova Höyüğü'ndeki kazıların başkanlığını yürüten Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Zafer Derin, bölgenin İzmir'de tarih öncesi döneme ait en eski yerleşim alanı olarak bilindiğini belirtti.

 

Heyetin 2005 yılından bu yana Yeşilova Höyüğü'nde kazı yaptığını ve günümüzden 8 bin 500 yıl öncesine ait bulgular elde ettiğini hatırlatan Derin, ''Her yıl yeni bilgiler elde ediyoruz, toprağın örttüğü gizli kalmış bir kültürü ortaya çıkarmaya çalışıyoruz'' dedi.

 

Neolitik döneme ait bir alanı kazdıklarını anlatan Derin, şunları kaydetti:

''O döneme ait birçok çanak çömlekle karşılaştık. Nasıl yaptıklarını öğrendik. Büyük kil topakları bulduk. Büyük bir yangın olmuş ve orada yaşayanlar bölgeyi terk etmişler. Kazıyı yaptığımızda o günün fotoğrafını görüyoruz. Bulgularımız arasında törensel kaplar yani törenlerde kullandıkları kaplar da var. Belki de ilk kez günümüzden 8 bin 500 yıl öncesine dayanan aydınlatma gereçlerine ulaştık. O dönemde aydınlatma için ateş kullanılıyor ve hayvansal yağlardan faydalanılıyor. Kilden yaptıkları bu aydınlatma gereçlerine hayvansal yağ koyup fitille tutuşturuyorlardı. İlk kandillere ulaştık. Aydınlatma için bir takım gereçleri kullandıkları anlaşılıyor. O dönemden sonra kandiller yoğun olarak kullanılıyordu. Aydınlatmada kandilin kullanımına o dönemde ilk kez rastlıyoruz.''

 

Kazılar sırasında rastladıkları törensel kapların insan ve hayvan şeklinde olabildiğini de söyleyen Derin, özel kapların hayvan şeklinde dizayn edildiğini, özellikle boğa figürlerine rastladıklarını kaydetti.

 

Boğa figürünün o dönemde erkeği, cinsel gücü ve üremeyi simgelediğini ifade eden Derin, ''Boğa burada bir kült oluşturuyor. Çünkü anaerkil olduğu düşünülen bir toplumun ataerkil yapıya sahip olduğunu gösteriyor. Boğa, erkeği, üremeyi simgeliyor. Bizim için bu bulgu da önemli. Her yerde bu figürü kullanmıyorlar. Daha çok özel kaplar olarak karşımıza çıkıyorlar'' diye konuştu.

 

 

Derin, o çağda yaşayanların nasıl tören yaptıkları konusunda detaylı bilgiye sahip olmadıklarını, ev içindeki bazı mekanların dini alan haline dönüştürüldüğünü tespit ettiklerini kaydetti.

 

Kazılarda elde edilen bir başka önemli bulgunun ise ''günümüzden 8 bin 500 yıl öncesine ait parmak izleri'' olduğunu söyleyen Zafer Derin, şunları anlattı:

''8 bin 500 yıl öncesine ait toplumdakilerin hazırladığı kil topakları bulduk. Yani çanak çömlek için hazırlamış, katkı maddeleri koyup kil yoğurmuşlar ve topak haline getirmişler. Topaktan alıp çanak çömlek haline getireceklerdi.

 

Büyük yangın ile buranın sonu gelince o topakları bırakıp gitmek zorunda kalmışlar. Bu topaklar Yeşilova'nın bir üretim yeri olduğunu göstermesi açısından önemli. Bir açıdan daha çok önemli, bu topakları yoğuranlar parmak izlerini bırakmışlar. Bazı yerlerde bu parmak izleri çok belirgin halde kalmış. Bize gönderdikleri geçmişten gelen bir haber veya mektup gibi. En azından birkaç kişinin bu topağı yoğurduğu belli. Kil topaklarını kadınlar hazırlarken belli ki minik eller de dokunmuş. Çünkü çocuk ya da çocuklar da bastırarak topağın üstünde parmak izi bırakmışlar.''

 

Zafer Derin, daha önce herhangi bir kazıda kil üzerinde parmak izine rastlamadığını, kazıya ait bulguları müzelere teslim ettiklerini belirterek, Bornova Belediyesi'nin alanda bina inşa edeceğini, binadaki geçici sergilerde de bulguların sergilenebileceğini sözlerine ekledi.

Ntvmsnbc, 05.09.2011

DEPOLARDAKİ 196 BİN ESER YENİ MÜZE BEKLİYOR

 

İzmir Kültür ve Turizm İl Müdürü Abdülaziz Ediz, kentte bir mega müze inşa edilmesinin uzun süredir gündemde olduğunu hatırlattı.

 

Söz konusu müzenin İzmir'e yakışır, zengin kültürel varlıkların sergilenebileceği, bugünkü teknoloji ile donatılmış, kenti anlatacak mimaride olması gerektiğini belirten Ediz, müze hizmete girdiğinde, sergilenecek eser sıkıntısı çekilmeyeceğini söyledi.

 

Ediz, İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin müze konusunda çalışmaları olduğunu ifade ederek, şu bilgileri verdi:

''Ege Medeniyetler Müzesi veya Mega Müze olarak adlandırılan müzenin yapılması yönündeki çalışmalar devam ediyor. Öyle bir müze binası yapılmalı ki İzmir ile bütünleşmeli, kentin simgesi olmalı. İnsanların rahat gezebileceği, gerektiğinde dinleneceği ortam oluşması gerekir. Hem yerel yönetimin hem de Bakanlığımızın gündeminde bu konu var. Alan çalışmasıyla ilgili yerel yönetimin çalışmaları var. Kadifekale'nin altı, Agora'nın üstü müze için uygun bir yer. Sondaj çalışmaları sonucunda alanın müze için uygun olup olmadığına karar verilecek. Bakanlığın bu çalışmalara sonuna kadar desteği var.''

 

İzmir'in başlı başına bir açık hava müzesi olduğunu, Efes, Bergama, Teos gibi uzun yıllardır devam eden kazı alanlarında yüzlerce eserin sergilendiğini hatırlatan Ediz, şöyle devam etti:

''Kazı alanlarının dışında İzmir'deki müzelerde 12 bin 448 eser sergileniyor. Depolarda bekleyen eser sayısı ise 196 bin 588. Zaman zaman geçici vitrinlerle kazılarda çıkan eserleri ziyaretçilere açıyoruz. Arkeoloji Müzesi'nde İzmir'in tarihini 8 bin 500 yıl öncesine götüren Yeşilova Höyüğü'nden çıkan eserleri geçici olarak sergiledik.''

 

Abdülaziz Ediz, Avrupa'da sadece müze görmek için gidilen yerler olduğuna dikkat çekerek, ''Sadece müze yapmak için veya depolarda bekleyen eserlerin sergilenmesi için müze yapılmamalı. Mimarisiyle, konumuyla, içeriği ile cazibe merkezi oluşturulmalı'' dedi.

Ntvmsnbc, 05.09.2011

SİT ALANLARININ KADERİ

 

 

Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürü Ahmet Özyanık, doğal sit alanlarının envanterini çıkartacaklarını belirterek, ''Bu alanların hangilerinin daha öncelikli olarak korunacağına karar vereceğiz, ama korunması gerekmeyen alanların çıkmasına da şaşırmamaz gerekiyor. Çünkü daha önce doğal sit alanlarını belirleyen arkadaşlar bu işin uzmanları değillerdi. El yordamıyla, iyi niyetle belirlemişler ve bu alanlar bu şekilde ortaya çıkmış, korunmuş'' dedi.

 

Özyanık, korunan alanların, doğa korumanın en önemli araçlardan olduğunu belirterek, kağıt üstünde koruma bölgesi ilan ederek koruma yapılamayacağına dikkati çekti. Koruma alanlarına ilişkin envanterinin çıkarılması, risk unsurlarının analiz edilmesi ve bölgedeki insan faaliyetlerinin yönetilmesi gerektiğini anlatan Özyanık, korunan alanlarda etkin yönetim yapılmasının zorunlu olduğunu söyledi.

 

Çevre ve Şehircilik Bakanlığının teşkilat ve görevlerine ilişkin yayımlanan Kanun Hükmünde Kararname ile korunan alanların tespit ve ilanı sürecinde tek yetkili olarak Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğünün görevlendirildiğini hatırlatan Özyanık, daha önce bir alan için farklı birimler tarafından birden çok koruma statüsü kararı verilebildiği söyledi.

 

Özyanık, Türkiye'de şu anda özel çevre koruma bölgeleri, doğal sit alanları, milli parklar, tabiat parkları, yaban hayatı koruma sahaları, sulak alanlar, tabiatı koruma alanları, tabiat varlıkları ve tabiat anıtları gibi resmi koruma statüsü taşıyan alanlar bulunduğuna dikkati çekerek, ''Artık bütün koruma alanlarının yönetimini tekleştireceğiz. Aynı kurallar geçerli olacak, ama yönetim tek elden yapılacak'' dedi.
        
Yeni yapılanma kapsamında doğal sit alanlarının Kültür ve Turizm Bakanlığından, Çevre ve Şehircilik Bakanlığına aktarıldığını belirten Özyanık, bugüne kadar ilan edilmiş bin 234 doğal sit alanının statüsünün aynen devam ettiğini ifade etti.

 

Doğal sit alanlarının Kültür ve Turizm Bakanlığından, Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğüne devri için 6 aylık süre olduğuna işaret eden Özyanık, şöyle konuştu:''Bu süre içinde vatandaşın sıkıntıya düşmemesi için başvuruları cevaplandırmaya devam edeceğiz. Kültür ve Turizm Bakanlığı bu süre içinde dosyalarını tanzim edecek. Bu alanlar için alınmış mahkeme kararlarının yanı sıra devam eden hukuki süreçler de var. Bu sürede biz de doğal sit alanlarıyla ilgili bir envanter oluşturacağız. Böylece doğal sit alanlarının biyolojik çeşitliliğini ortaya çıkaracağız, peyzaj bütünlüğünü görmeye çalışacağız, o bölgedeki doğal değerlerle ilgili risk unsurlarını belirleyeceğiz.''
                 
Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurullarının arkeolog, sanat tarihçisi, mimar ve şehir plancılarından oluştuğuna işaret eden Özyanık, ''Bu meslek grupları, Anıtlar Kurulundan gelen meslek gruplarıydı. Ancak, yapılanmaya doğal sitlerin ilave edilmesine rağmen meslek grupları çeşitlendirilmedi. Yeni düzenlemeyle Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurullarında doğal değerler ve biyolojik çeşitlilik konusunda bilgi sahibi olan biyolog, orman mühendisi, su ürünleri mühendisi, çevre mühendisi, ziraat mühendisi ve peyzaj mimarı istihdam edeceğiz. Bu insanların da kendi konularında ihtisas sahibi olmalarına dikkat edeceğiz. Artık herhangi bir doğal değer konusunda kararı arkeologlar değil biyologlar verecekler'' diye konuştu.

         
Özyanık, dünyada korunan alanların toplam karasal alanın yüzde en az yüzde 5'i olmasının amaçlandığına dikkati çekerek, Avrupa'da ise korunan alanın karasal alanın yüzde 10'unun üzerinde olması gerektiğini söyledi. Türkiye'de ise korunan alanların toplam karasal alana oranının yüzde 3-4 olduğunun tahmin edildiğini belirterek, şöyle devam etti: ''Türkiye'nin korunan alan büyüklükleri açısından dünya standardına ulaşması lazım. Ancak doğal sit alanlarının toplam büyüklüğünün ne kadar olduğuna dair net bir bilgimiz yok. Doğal sit alanlarının envanterini çıkartarak, özelliklerini göreceğiz. Bu alanların hangilerinin daha öncelikli olarak korunacağına karar vereceğiz, ama korunması gerekmeyen alanların çıkmasına da şaşırmamaz gerekiyor. Çünkü daha önce doğal sit alanlarını belirleyen arkadaşlar bu işin uzmanları değillerdi. El yordamıyla, iyi niyetle belirlemişler ve bu alanlar bu şekilde ortaya çıkmış, korunmuş.

 

Vatandaşlar, daha önce aynı koruma alanı için birden fazla yerden görüş ya da izin alıyordu. Özellikle doğal sit alanlarındaki kırsal yerleşimlerde fiziki müdahale yasağı nedeniyle insanlar kapalı yollarını açamıyorlardı, ölülerini gömemiyorlardı. Doğal sit alanlarıyla ilgili tüm bu problemler ortaya çıkacak ve biz bu problemleri vatandaşın lehine olduğu kadar doğal korumaya zarar vermeyecek şekilde çözeceğiz. Bir taraftan vatandaşın, yöre halkının beklentilerini dikkate alacağız ama bir yandan doğal dengenin bozulmamasını sağlayacağız.''
                 
Genel Müdür Özyanık, doğal sit alanlarının Çevre ve Şehircilik Bakanlığına aktarılmasının ardından kamuoyunda doğal sit alanı ve özel çevre koruma bölgesi statülerinin kaldırılacağına yönelik iddialar ortaya atıldığını belirterek, şunları kaydetti:

''Son dönemde internet sitelerinde 'doğal sit alanları alınır, satılır' diye ilanlar görüyoruz. İnsan kullanımına kapalı ya da kısıtlı alanların alamı ve satımıyla ilgili bir sektörün oluşması bizim açımızdan çok büyük bir risk. Kamuoyundaki yanlış bilgilerin bunu tetikleyeceğinden endişeliyiz. Art niyetli insanlar 'doğal sit alanı, özel çevre koruma bölgesi kalkacakmış' diyerek kullanımı kısıtlanan veya kullanımı yasaklanan arazileri çok yüksek bedellerle vatandaşlara satabilirler. Vatandaşlarımızın bu konuda çok duyarlı olması lazım. Gerek doğal sitler gerekse de özel çevre koruma bölgeleri için alınan karar ve planlar aynen geçerlidir. Doğal sit alanlarında izinsiz müdahale yasaktır ve bu korunma için çok önemli bir zırhtır. Bunu aynen muhafaza ediyoruz.''

Doğal sit alanlarının altyapı ihtiyaçlarını karşılamak için yatırım programı geliştireceklerini de ifade eden Özyanık, doğal sit alanlarının kanalizasyon, atık su tesisi, çöplerin toplanması konularındaki sorunlarını da çözeceklerini vurguladı.

Ntvmsnbc, 05.09.2011

 

******


"SİT'TE GEVŞEME YOK"

 

Tabiat Varlıkları Genel Müdür Vekili Ahmet Özyanık, sit envanteri çıkartılması konusunun toplumda yanlış anlaşıldığını savunarak, “bu alanlar kaldırılmayacak, tam tersi daha sıkı korunacak” açıklaması bulundu...

 

Özel Çevre Koruma Kurumu’nun yerine yeni kurulan Tabiat Varlıkları Genel Müdürlüğü çatısına alınmasının ardından yeniden düzenlenmesi düşünülen sit alanlarının yerinde incelenip, envanterinin çıkarılmasının yanlış anlaşıldığı bildirildi. Tabiat Varlıkları Genel Müdür Vekili Ahmet Özyanık, doğal sitlerin korunmasıyla ilgili eski yasanın  muhafaza edildiğine dikkat çekip, “İddia edildiği gibi sit alanları kaldırılmayıp, daha sıkı korunuracak” dedi.

Yeni oluşturulan birim ve çalışma şekli konusunda Türkiye genelindeki binden fazla sit alanı için yeniden belirleme anlamına geldiği iddia edilen kararla ilgili ülke çapında lehte ve aleyhte tepkiler oluştu. Köylerinin sit alanında olması nedeniyle yıllardır sıkıntı çeken, yeni ev yapamayan, evlerini tamir de edemeyen özellikle Datça Bozburun Yarımadası’nda yaşayan köylüler kararın olumlu olduğunu savundu. Bazı çevreciler bu sayede rant kapılarının birilerine açılacağı ve SİT alanlarının peşkeş çekileceği iddiasında bulundu.

“Korunan alan sistemi Türkiye’de oluşmuş değil” diyen Özyanık şu bilgileri verdi: “Ülke genelinde koruma alanlarının toplamı yüzde 6 civarında ama bu rakama doğal sitler dahil değil. Milli park, doğal sit ve sulak alan birbirinden ayrılırsa çok değişik rakamlar ortaya çıkacak. Bunu yaparak gerçek korunan alanları belirlemiş olacağız. Kısacası, doğal sitlerin  envanterini çıkarıp, tanıyacağız.”

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, 17 Ağustos’ta kanun hükmünde kararname ile Özel Çevre Koruma Kurumu’nu kapattı ve görevlerini Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nda  kurulan Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü’ne devretti. Bu kararla milli parklar, tabiat koruma alanları, tabiat varlıkları, tabiat anıtları, doğal sit alanları, sulak alanlar ve özel çevre koruma bölgelerinin tespit, tescil ve ilanının tek yerden yürütülmesinin önü açıldı.

Milliyet Ege, Haber: Mustafa Sarıipek, 09.09.2011

RESTORASYON AYIBINDAN DÖNÜLDÜ, MİHRAP VE MİNBER YERİNE KONULDU

 

 

İzmir'in Çeşme İlçesi Alaçatı beldesinde, CHP'li belediyenin restorasyon adı altında kiliseye çevirdiği Pazaryeri Camii aslına dönüyor. Restorasyon ve onarım sırasında ortadan kaybolan mihrap, minber ve kürsü yerine yerleştirildi. Tarihi cami, yeniden eski görünümüne kavuştu. Cemaat, ibadet için yeniden camiyi doldurdu. Diğer eksiklerinin giderilmesi için ise çalışmalar sürüyor.

 

Çeşme'nin Alaçatı beldesindeki Pazaryeri Camii'ndeki restorasyon ayıbından dönüldü. Zamanla yıpranan İzmir'in tarihi Pazaryeri Camii, CHP'li Alaçatı Belediyesi tarafından 2 milyon TL'ye restore ettirilmişti. Ancak camiye giden cemaat, içeride cami yerine kiliseyle karşılaştı. Zira, Osmanlı döneminde kiliseden camiye çevrilen mekan, restorasyon adı altında kiliseye döndürülmüştü. Kilise döneminden kalma tasvir, figür ve heykelcikler ile adak yeri gün yüzüne çıkarılmış, ancak bir cami için vazgeçilmez olan minber, kürsü ve müezzin mahfili kaldırılmıştı. Musalla taşı ve şadırvan da ortalarda yoktu. Zaman'ın konuyu gündeme getirmesiyle İzmir Müftülüğü, skandalı rapor etti. Çareyi de camiye geçici minber koymakta bulmuştu.

 

İzmir Valisi Mustafa Cahit Kıraç'ın el koymasıyla sorun çözüldü. Onarımlar sonunda kiliseye benzeyen tarihi Pazaryeri Camii'ndeki eksikler şimdi bir bir gideriliyor. Daha önce 'restorasyon projesinde yok' denilerek reddedilen mihrap, minber ve kürsü yerine yerleştirildi. Kiliseye özgü unsurların üzerine ise perde gerildi. Cami cemaati de yeniden ibadet için mekanı doldurmaya başladı. Konuyu yakından takip eden AKP İzmir İl Genel Meclisi Üyesi Arif Barata, caminin yarım kalan restorasyonunun tamamlanması gerektiğine dikkat çekiyor. Caminin asli unsurları mihrap, minber, kürsü, şadırvan, musalla taşı gibi bölümlerinin yer almadığı restorasyon projesini onaylayan İzmir 1 No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nu eleştiren Barata, böyle bir projenin onaylanmasının düşündürücü olduğunu söylüyor. Restorasyonun bu haliyle eksik olduğunu vurgulayan Barata, "Hala çok eksik var. Mihrap bölümünün tekrar restore edilmesi gerekiyor. Abdest alınacak şadırvanın tekrar yapılması, musalla taşının da yerine konulması lazım. Cami içindeki kilise figürlerinin görünmemesi için konulan perdeler daha modern ve sistemli yapılmalı. Cami kiliseden döndürüldüğü için zemini düz değil. Orta kısım doldurularak, cemaatin rahat namaz kılması sağlanmalı. Restorasyondan sonra basamak haline getirilen mahfil de eski haline çevrilmeli." diyor.

Zaman Haber: Mustafa Yüksel, 05.09.2011

KORUMA ALTINA ALINAN BİNA, ŞEHİR ÇÖPLÜĞÜNE DÖNDÜ

 

 

Zonguldak'ta, Anıtlar Kurulu tarafından 5 yıl önce şehre ve turizme kazandırılmak için koruma altına alınan kömür yıkama tesisi (lavuar) ve çevresindeki 100 dönümlük alan kaderine terk edildi.

 

Bazı inşaat firmaları tarafından tonlarca hafriyat dökülen bölgenin görüntüsü, şehir çöplüğünü aratmıyor. Şehrin ortasında ucube bir görünüm arz eden alanın hafriyat ve ev eşyasından oluşan çöplerle doldurulması, vatandaşların tepkisini çekiyor. Pazarcı Yılmaz Hoyur, yetkililerden soruna çözüm bulmasını istiyor. Hoyur, "Tarihi eserdir, 'sahip çıkın' dediler yıkmadılar. Büyük hafriyat kamyonları park eder gibi yaparak gelip lavuar alanına hafriyat döküyor. Kimse sesini çıkarmıyor." diyor. 30 yıldır esnaflık yapan Muhammet Yazıcı da yetkililerin duyarsızlığına tepkili: "Sabah işyerime giderken baktım ki her taraf çöp, hafriyat yığını olmuş. Bayramda dökülmüş çoğu. Belediye bunlara bakmıyor mu? Şehrin ortasında bu kadar pislik yazıktır. Yetkililer buna bir çare bulsun. Ya yolu kapatsın ya da kim döküyorsa tespit etsin."

 

Türkiye Taşkömürü Kurumu Genel Müdürlüğü, 2005'te tesisin, kurumun ihtiyacına cevap vermediği gerekçesiyle yıkımına karar verdi, 16 Ağustos 2006'da da merkez lavuarının sökümüne başlandı. Ancak Mimarlar Odası Zonguldak Temsilciliği, 26 Eylül 2006'da tesisin tarihi niteliği bulunduğu gerekçesiyle Karabük Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'na müracaat etti. Bunun üzerine çalışmalar durduruldu. Lavuarda incelemelerde bulunan koruma kurulu, cumhuriyet döneminin ilk sanayi yapılarından biri olan lavuarın oy çokluğuyla koruma altına alınmasına karar verdi. Ancak aradan geçen 5 yılda metruk binaya bir çivi bile çakılmadı. Üstüne üstlük koruma altındaki lavuar, tinercilerin mekanı oldu. Geçtiğimiz hafta, herhangi bir güvenlik önleminin alınmadığı lavuardaki silolardan birine düşen Mesut Karaoğlu (24) adlı genç, boğularak hayatını kaybetti.

Zaman, Haber: Abdullah Karabacak, 05.09.2011

KADİFEKALE KAZILARINDA TARİHİ CAMİ ORTAYA ÇIKTI

 

 

İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin tarihi Kadifekale bölgesinde yürüttüğü kazı çalışmaları sırasında, MS 2. yüzyıla ait olduğu tahmin edilen kadın başı figürü ile İzmir'deki Türk-İslam dönemine ait ilk camilerden biri ortaya çıkarıldı.

 

İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından yürütülen Kadifekale sur duvarları restorasyon çalışmalarına destek kazılarında, Kale Camii olarak tanımlanan yapı tümüyle ortaya çıkarıldı. Çalışmalarda ayrıca, MS 2. yüzyıla ait kadın başı heykeli bulundu.

 

Dokuz Eylül Üniversitesi Arkeoloji Bölümü tarafından Güney sur duvarları bölümünde sürdürülen kazılara ek olarak yapılan çalışmalarda, 3 noktada kazı çalışması yapıldı ve cami yapısı ortaya çıkarıldı. Çalışmalarda, Bizans Sarnıcı içindeki dolgu temizlendi. Yakın bir zamanda sarnıcın içine merdivenle ulaşılması sağlanacak.

 

Çalışmalar kapsamında gün yüzüne çıkarılan kadın başı figürünün MS 2. yüzyıla ait olduğunu belirten Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy, heykelin Hellenistik özellikler baş gösterdiğini ifade etti. Kadın başı heykelinin Demeter ya da Artemis görüntüsüne sahip olduğunu belirten Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy, heykelin göz işçiliği ve matkap izlerinin çok ince işlenmiş olduğunu ve bu izlerin heykelin dönemini gösterdiğini vurguladı.

 

Kale'deki kazılarda Osmanlı dönemine ait seramik atölyesi buluntuları da elde edildi. Kale'de ortaya çıkarılan caminin İzmir'deki ilk Türk- İslam dönemine ait ibadet yapılarından olduğunu tahmin ettiklerini belirten Yrd.Doç.Dr. Akın Ersoy, "Caminin kapısındaki bir kitabe de Evliya Çelebi tarafından okunmuş. 1308- 1309 tarihlerine ait olduğunu Evliya Çelebi bize ifade ediyor. Gerçekten elde ettiğimiz buluntularımız da bize bunu gösteriyor" dedi.

 

Yapılan kazılarda, İzmir'in antik çağdan bugüne bir liman ve ticaret kenti olma özelliklerinin net bir şekilde ortaya çıktığını belirten Yrd.Doç.Dr. Akın Ersoy, şunları söyledi: "Son zamanlarda yaptığımız çalışmalarla genç Bizans döneminde ve beylikler döneminde İzmir Limanı'nın ne kadar işlek olduğunu görmüş olduk."

 

Akın Ersoy, kazılarda Saruhanoğlu Beyliği'ne ait iki sikke bulunduğunu söyleyerek şöyle konuştu: "Bu sikkeler, beylikler arasındaki ticaret ilişkilerini göstermesi açısından çok önemli. Çünkü, İzmir, Aydınoğulları beyliğine ait bir toprak parçası. Ayrıca, burada yine 13. yüzyıldan Fransız sikkeleri elde ettik. Bu da Bizans döneminde, henüz Türkler'in bu bölgeye hakim olmadığı süreçteki ticaret ilişkilerini açıklaması adına bize güzel veriler sundu."

 

 

Kadifekale'deki kazı çalışmaları sırasında daha önce de, Büyük İskender'in generalleri Antigonos ve Lysimakhos (MÖ 4. yy. sonu- 3. yy. ilk yarısı) dönemine ait sur duvarları ile Hellenistik dönem, Roma dönemi, Bizans dönemi ve Osmanlı dönemine ait eserler gün yüzüne çıkarılmıştı. İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin sur duvarlarının restorasyonu projesinin tamamlanması ve bölgedeki yıkımların bitmesi ile Kadifekale İzmir'in çekim merkezlerinden biri haline gelecek.

Haber 7, 05.09.2011

MİMARLIĞIN KÖKENLERİ: “ÇATALHÖYÜK-DÜNYANIN İLK KENTİ” KONFERANSI YEM'DE GERÇEKLEŞTİRİLDİ

 

 

Seranit’in sponsorluğunda İstanbul Serbest Mimarlar Derneği tarafından düzenlenen ve mimarlık tarihinin en önemli dönüm noktalarını ele alan "Mimarlığın Kökenleri" konferans dizisi “Çatalhöyük-Dünyanın İlk Kenti” konferansı yapı dünyasının bilgi merkezi Yapı-Endüstri Merkezi’nde bugün (05 Eylül 2011) gerçekleştirildi.


Etkinliğin açılış konuşmasında söz alan İstanbulSMD Başkanı Oğuz Öztuzcu, söz konusu konferans dizisinin gerçekleşmesinde katkısı olan herkese teşekkürlerini ileterek başladığı konuşmasında insanlık tarihi ile mimarlık tarihi arasındaki derin ve güçlü ilişkiye dikkat çekti.

 

Öztuzcu’dan sonra söz alan Seranit firmasının Tasarımdan Sorumlu İcra Kurulu Üyesi Dr. Ece Ceylan Baba ise Çatalhöyük hakkında kısa bilgiler vererek başladığı açılış konuşmasında söz konusu etkinliğin gerçekleştirilmesinden hem bir akademisyen olarak, hem de Seranit ailesinin bir üyesi olarak onur duyduğunu ifade etti. Konuşmasının devamında Seranit firmasının tasarımı ve tasarımcıyı destekleyen yaklaşımından bahseden Baba, Seranit’in ticari faaliyetlerini bilim ve tasarım ile desteklediğini belirterek “Serra” adlı yeni markalarından söz etti.

 

Yerleşik yaşama geçişin başladığı ilk kentlerden birisi olan Çatalhöyük'ün mimari yapısı ve sosyal dokusuna dair detaylar kazı heyeti başkanı Prof. Ian Hodder tarafından izleyiciler ile paylaşıldı. Öncelikle Çatalhöyük’ün konumunu aktaran Hodder, mevcut yerleşimde çeşitli katmanların mevcut bulunduğunu ifade etti. Çalışma alanlarını fotoğraflar aracılığıyla izleyicilerle paylaşan Hodder, alana dair ilk çalışmanın 1960’ların başında James Mellaart tarafından gerçekleştirildiğini aktardı.

Alanda gerçekleştirilen çalışmalar kapsamında son derece önemli ev konsantrasyonları keşfettiklerini belirten Hodder, yapıların tipik mimari detayları hakkında bilgiler verdi. Bu kapsamda Hodder, ana oda buna bağlı olarak şekillenen yan odalar, fırın, depolanma kısımları, insanların atalarının gömüldüğü kısım ve uyuma platformlarının konumlanış biçimlerini aktardı. Bu bağlamda binaların pek çok farklı fonksiyonu bünyesinde barındırdığına dikkat çeken Hodder, ayrıca Çatalhöyük’te yaşamış olan insanların toprak kayması gibi sorunlarla karşılaşmış olduğu bulgusunu izleyicilerle paylaştı. Bunun için bina duvarlarının çeşitli şekillerde desteklenmiş olduğunu ifade eden Hodder, “Çatalhöyük’teki duvarlar birbirlerini destekler biçimde yapılmış” dedi.

En belirgin çalışma bulgularının binaların birbirine yaslanmış biçimde yapılanması olduğunu aktaran Hodder, bu şekilde binaların birbirlerinden destek aldığını vurguladı. Bunun bütün bir sosyal sistem ile yakından ilişkili olduğunu da sözlerine ekleyerek, “Bu noktada mimari ve sosyal yapı arasındaki etkileşimi görüyoruz” dedi.

 Çatalhöyük’te bütün binaların radyal çizgilerle oluştuğunu söylemenin mümkün olabileceğini ifade eden Hodder, “Bütün duvarlar tek bir çizgi ile çizilmiş gibi. En eski evler ise en iç tarafta kalıyor, bununla ilgili belli kanıtlar var” dedi.

Konuşması kapsamında Çatalhöyük’ün sosyal yapısına da değinen Hodder, “ata”ların büyük bir öneme sahip olduğunu ve karmaşık bir sosyal düzenlemenin mevcut bulunduğunu belirterek söz konusu düzenlemenin ata bağları üzerine oturtulduğunu anlattı.

Bu bağlamda çatalhöyük’te toplumun sosyal gruplara bölündüğünü aktaran Hodder, merkezi bir iktidarın ve bir mülk anlayışının bulunmadığını belirterek, “Bütün evler son derece birbirine benziyor ve büyük evlerde bulunan semboller ile küçük evlerde bulunan semboller aynı. Çatalhöyük’te son derece güçlü bir eşitlik anlayışı mevcut” dedi.

Yapı, 05.09.2011

HORHOR CAMİSİ AYAĞA KALDIRILIYOR

 

 

Eski Van şehrinin batı bölümünde bulunan tarihi Horhor Camii, Van Valiliği tarafından gün yüzüne çıkarılıyor.

Kazı çalışmalarını yürüten Yüzüncü Yıl Üniversitesi Mimarlık Bölümü Öğretim Üyesi ve Mimarlar Odası Van Şubesi Başkanı Yrd. Doç.Dr. Şahabettin Öztürk, Horhor Camii'nin batısında Horhor bahçeleri ile Horhor çeşmesi, doğusunda ise Abbas Ağa Camii'nin yer aldığını belirtti. Caminin 1915 yılına kadar ibadete açık olduğunu ifade eden Dr. Öztürk, "1915-1918 yılları arasında şehrin işgalinden sonraki süreç içerisinde cami tamamıyla yıkılmış. Özellikle üst örtü sistemi ile beden duvarlarının büyük bir bölümü yıkılmış. O tarihten günümüze kadar gerek doğanın olumuz etkisi altında gerekse defineciler tarafından büyük oranda tahrip edilmiş. Van Valiliği tarafından şu an kazı çalışmalarını gerçekleştirmekteyiz. Kazı çalışmalarında ortaya çıkan veriler ışığı altında Bitlis Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından restorasyonu gerçekleştirilecektir" dedi.

Caminin genel mimari özellikleri hakkında bilgi veren Dr. Öztürk, "Caminin kitabesi mevcut değildir. Ancak malzemesi, mimari formu ve diğer özellikleri dikkate alındığında muhtemelen 18. yüzyılın son çeyreğinde inşa edilmiş bir yapı olduğunu düşünmekteyiz. Yaklaşık 9 metre 70 santim eninde, 17 metre boyunda dikdörtgen planlı bir cami olduğunu görmekteyiz. Beden duvarları tamamıyla sıralı moloz taştan. Yaklaşık 1.5 metre kalınlığında üst örtü sistemi ise geleneksel sivil mimari dokusunda yani düz tavan olarak inşa edildiğini görmekteyiz. Dekoratif süsleme özellikleri açısından çok zengin olduğu söylenemez ancak mihrabın ve mihrabın üzerindeki istiridye türü kemeri ve diğer süsleme özellikleri açısından son derece önemli bir yapı olduğunu düşünmekteyiz" şeklinde konuştu.

Toplam 20 günlük bir süre içerisinde kazının tamamlanmasını planladıklarını ifade eden Dr. Öztürk, "Ancak Horhor Camii'nin kuzeyindeki verilerin de ortaya çıkarılması zorunluluk arz etmektedir. Bu bağlamda caminin restorasyonu sırasında ön kısmanda da kazı çalışmalarının devam etmesi gerekmektedir" şeklinde sözlerini tamamladı.

Erzurum Gazetesi, Haber: Şükrü Akyüz, 04.09.2011

MÜZELERİ 4.MURAT TARZI BASIYOR

 

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, bakanlığı bünyesindeki müze ve merkezleri özel arabasına binerek, günlük kıyafetleriyle denetlediğini açıkladı. 4. Murad tarzı ani baskınlar nedeniyle müze yönetimlerinin artık her an temiz ve dikkatli bir yönetim sergilediğini belirten Günay, “hassasiyetinizi hissettirmezseniz işiniz zor” dedi.


Günay, bazı müzelere iyi bakılmadığı, ziyaretçilerin geri gönderildiği ve amaç dışı kullanım iddialarının artması üzerine 4. Murad tarzı denetimler gerçekleştiriyor. Konuya ilişkin Milliyet’in sorularını yanıtlayan Günay, habersiz gerçekleştirdiği Gordion baskınında yaşadıklarını şu sözlerle anlattı: “Gordion’a gittim habersiz. Kendi arabamla. karşıdan tanımıyorlar. ‘Jeneratör çalışmıyor’ diye gelen ziyaretçileri geri gönderiyorlardı. Birkaç bağırdım. Geldi benzin. Sorun hemen çözüldü. Arada haber vermeden gidiyorum. İlk zamanlar müze depolarına girilmiyordu. Şimdi giriliyor. Kurumlarda ‘adam bakıyor’ diye yayıldı. ‘Avazı çıktığı kadar bağırıyor’ diye yayıldı. Onun için müzede havalandırılmış, tozu alınmış elden geçirilmiş hale geliyor. Hassasiyetinizi hissettirmezseniz işiniz zor.”
 

Günay, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın müzeler ve turistik bölgelerdeki mağazalarda Çin mallarına göz açtırmadıklarını, belli standartlar getirdiklerini söyledi. Günay, “Rekabet ortamı yaratıyoruz. Ürün çeşitliliği sağladık. Mağazalar üzerinden danışmanlık satıyoruz” dedi.
 

Günay, Mem-u Zin’in ardından ikinci bir Kürtçe eser basma hazırlığı yaptıklarını kaydetti. Günay, basılacak eserin Fakii Teylan’a ait bir eser olabileceğini belirtti. Günay, Süryani eser basma girişiminde bulunacaklarını da vurguladı. Günay, Bedri Rahmi Eyüpoğlu, Mehmet Akif Ersoy, Yunus Emre ve Evliya Çelebi üzerinde çalışmalar yapıldığını ve kitap çalışmalarının önümüzdeki bir kaç ayda piyasaya çıkmış olacağını kaydetti. Günay, “Yayıncılık dünyasıyla yarışacak kadar kitap basmıyoruz. Özellikli kitaplar basıyoruz. Uygun fiyatta oluyor. Mem-u Zin piyasada tükenmiş. Yeni baskı yapacağız” dedi.

Milliyet, Haber: Önder Yılmaz, 04.09.2011

SALVADOR DALİ'NİN ORİJİNAL TABLOLARI GÖRÜCÜYE ÇIKTI

 

Dünyaca ünlü İspanyol sürrealist ressam Salvador Dali'nin orijinal çalışmalarının yer aldığı sergi Rusya'nın başkenti Moskova'da ilk defa halka açıldı.

 

Başkent Moskova'daki Dali sergisinde 90 grafik çalışması, 25 tablo ve Figuere'deki Dali Müze-Tiyatrosu'ndan ödünç alınan bazı fotoğraflar yer alıyor. Sergide Dali'nin ilk çalışmalarından 'uçuk' eserlerini yayımladığı döneme kadar sanat hayatının her süreci yansıtılıyor. Moskova'daki serginin açılışına Rusya Devlet Başkanı Dimitriy Medvedev'in eşi Svetlana Medvedeva, Rusya Kültür Bakanı Aleksander Avdeev ve İspanya'nın Moskova Büyükelçisi Juan Antonio March Pujol da hazır bulundu.

Zaman, 04.09.2011

TÜRKİYE'NİN İLK ARKEOPARK'I 2012'DE BURSA'DA AÇILACAK

 

 

Türkiye'nin ilk Arkeolojik Parkı Bursa'da açılacak. Çalışmaları sürdürülen Arkeopark için bugüne kadar yirmiden fazla yapı kalıntısı açığa çıkarıldı.
 

Bir aksilik olmaz ise Arkeopark, 2012 ortalarında ziyarete açılacak. Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, Büyükşehir Belediyesi Tarihi ve Kültürel Miras Projeleri Koordinatörü, Ar-Ge Şube Müdürü Aziz Elbas ve Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Bayram Vardar ile birlikte Akçalar'da yaptığı incelemede, devam eden kazı ve Arkeopark çalışmaları ile ilgili olarak İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Kazı Başkanı Doç.Dr. Necmi Karul'dan bilgi aldı. Tarih öncesi canlandırmaları ve geleneksel köy alanı büyük ölçüde tamamlanan Arkeopark sergi binası ve gezi yolları gibi düzenlemelerin ardından ziyaretçilere hizmet vermeye hazırlanıyor.

Emlak Kulisi, 04.09.2011

KÜLTÜR MERKEZİ YAPILACAKTI, ŞANTİYE OLDU!

 

 

Kültür merkezine dönüştürülmesi beklenen Kadıköy'deki Hasanpaşa Gazhanesi, şimdi şantiye olarak kullanılıyor! Sit alanı ilan edilen bölgede iş makineleri çalışıyor. Konuyla ilgili görüştüğümüz İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı Basın Müşaviri Ahmet Faruk Yanardağ, "Emir verdik, en kısa süre içerisinde şantiyeyi kaldırıyoruz." diyor.

 

Kadıköy'deki tarihi Hasanpaşa Gazhanesi, 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında restore edilip kültür merkezi haline dönüştürülecekti. Bu haber semtte oturanları sevindirmeye yetmişti. Yıllardır metruk bir halde duran bu sanayi tesisinin kaderi değişecek, mahalleli de rahat bir nefes alacaktı. 2010 Ajansı'nın restorasyon için hatırı sayılır miktarda bir ödenek ayırdığı konuşuluyordu. Yapılması gereken tek şey, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ile ajans yetkililerinin masaya oturması ve protokol metninin imzalanmasıydı. Ama beklenen bir türlü olmadı, 2010 etkinlikleri bitince kültür merkezi projesi de rafa kaldırıldı. Böylece semtte oturanların hayalleri de suya düştü. Bu yetmiyormuş gibi tarihi gazhane binası, bir müteahhit firmaya kiralanarak şantiye alanı olarak kullanılmaya başlandı!

 

Semt sakinleri, gazhanenin bahçesinde çalışan iş makinelerinden büyük bir rahatsızlık duyduklarını söylüyor. 24 saat boyunca çalışan taş kırma makineleri, kepçe ve kamyonlar, gürültü ve toz kirliliği oluşturuyor. Daha da önemlisi, binanın tarihi dokusu büyük zarar görüyor. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından 2. derecede sit alanı ilan edilen bölgeye iş makinelerinin girmesi ise kanunen yasak.

 

1 Ağustos 1891 yılında Parisli bir sanayici olan Charles George, yap-işlet modeliyle gaz üretimine başlayan tesisin 1993'te faaliyetine son verildi. 1994'te tarihi bina ve çevresi sit alanı ilan edilerek koruma altına alındı. Daha sonraki yıllarda mülkiyet hakkı İBB'ye geçti. İBB, İstanbul Üniversitesi'nden gazhanenin kültür merkezine dönüştürülmesi için bir proje hazırlamasını istedi. Proje geçtiğimiz yıl tekrar gündeme geldi ama sonuç alınamadı. Daha sonra İBB, arazinin bir bölümüne üniversite yapılması için harekete geçti ama buradan da bir netice çıkmadı. Hasanpaşa Gazhanesi'ni gezip şantiye alanını inceledik. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı Basın Müşaviri Ahmet Faruk Yanardağ'a şantiyede çalışan iş makinelerinin tarihi yapıya zarar verdiğini söyledik. Yanardağ, şantiye fotoğraflarını inceledi ve "En kısa sürede şantiyeyi kaldırıyoruz." dedi. İstanbul tarihçisi Haldun Hürel'e göre ise şehirdeki tarihi gazhaneler müze yapılmalı.

 

1996 yılında mahalleliyle birlikte Gazhane Çevre Kültür ve İşletme Kooperatifi'ni kuran Serkan Öngel, şimdi bu kooperatifin başkanlığını yapıyor. Yüzlerce gönüllü üyesi olan oluşum, uzun bir uğraştan sonra Gazhane'nin bulunduğu bölgeyi sit alanı ilan ettirmiş. Daha sonra dikkatleri tarihi binaya çekmek için uluslararası şenlikler ile birlikte konserler ve tiyatro organizasyonları düzenlemişler, sanat atölyeleri kurmuşlar. Tarihi binanın içerisine şantiye kurulduğu için son derece endişeli olduklarını söyleyen Serkan Öngel, "Biz yetkili kurumlara dilekçeli itirazda bulunduk. 2010 Ajansı, buraya ayrılan parayı başka yerlere kaydırdı. Biz çok umutluyduk ama ajans yetkilileri bizi hayal kırıklığına uğrattı. Yıllardır büyük bir mücadele içerisindeyiz. İBB, defalarca söz verdi ama verilen sözler tutulmadı. Buranın bir rant kapısı haline gelmesini, tarihi binanın yıkılarak AVM ya da apartman dikilmesini istemiyoruz." diyor.

 

Hasanpaşa Gazhanesi'nin bir bölümünde 100-150 civarında Roman vatandaş yaşıyor. Barakalarına konuk olduğumuz Fadime Yoldadurmaz, burada doğmuş ve büyümüş. Şimdi 36 yaşında ve 4 çocuk annesi. Yaşadığı barakanın ne elektriği var ne de suyu. "Çöpten ne çıkarsa onu yiyoruz, ne çıkarsa onu giyiyoruz." diyor. İçme suyunu Hasanpaşa'daki camilerden temin ediyorlar. Kağıt topladıkları ve ismine çekçek dedikleri arabaların belediye zabıtaları tarafından toplanması, onları zor durumda bırakmış. Kağıt toplayamazlarsa hırsızlık yapmaktan başka çarelerinin kalmadığını söylüyorlar. "Binalar restore edilirse sizler nereye gideceksiniz?" diye soruyoruz. Hiç tereddüt etmeden cevap veriyorlar: "Eğer restore edilirse biz başımızın çaresine bakarız."

 

Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk, gazhane binasıyla ilgili herhangi bir alakalarının bulunmadığını üzerine basa basa anlatıyor. Gazhanenin Kadıköy sınırları içerisinde bulunduğunu ama binanın İBB'ye ait olduğunu söyleyen Selami Öztürk, "Son olarak buranın üniversite yapılması gündemdeydi ama İBB yetkilileri, bundan da vazgeçti. Biz de zaten üniversite projesine sıcak bakmadık çünkü şartlar buna müsait değil. Burası için en uygun olanı yaklaşık 10 yıl önce İstanbul Üniversitesi tarafından hazırlanan kültür merkezi projesiydi. Ama gelin görün ki burası koca bir şantiyeye dönmüş durumda. Herkes sorumlu olarak bizi görüyor ama belediyemiz herhangi bir söz sahibi değil. Mülk sahibi, İBB. Biz de Kadıköy olarak İBB'nin burayla ilgili vereceği kararı merakla bekliyoruz." diyor.

 

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı Basın Müşaviri Ahmet Faruk Yanardağ, gazhane şantiyesinin en kısa sürede kaldırılacağını söylüyor. Şantiyede çalışan iş makinelerinin tarihi yapılara zarar verebileceği ihtimalini göz önünde bulundurduklarını dile getiren Yanardağ, "Gazhane ile ilgili kesinleşmiş bir projemiz yok ama burası yıllardır gündemimizde. En doğru kararı alarak bu tarihi tesisi Kadıköylülere kazandırmak istiyoruz. Buradaki şantiye, belediyemizin yapı işlerine bağlı bir müteahhit firma tarafından kiralanmış. Bu firma, Kadıköy'deki bazı yolları yeniliyor. Burada iş makinelerinin çalıştığından bizim haberimiz yoktu. En kısa süre içerisinde o iş makinelerini tarihi sit alanından çıkaracağız." diyor.

Zaman Pazar, Haber: Bünyamin Köseli, 04.09.2011

MAHKEME HAMAMI'NDA RESTORASYON TAMAM

 

Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edilen tarihi Mahkeme Hamamı'nda çalışmalar son aşamaya geldi.

 

Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, Tarihi ve Kültürel Miras Projeler Koordinatörü ve Ar-Ge Müdürü Aziz Elbas ile birlikte büyük bir bölümü tamamlanan hamamda incelemelerde bulundu. Hamamların Türk tarihinde önemli bir yerinin olduğuna dikkati çeken Başkan Altepe, ecdadın bu yapıtları son derece özenli ve yüksek uygulamalarıyla hayata geçirdiğine işaret etti. Bursa'nın da hamam kültürü açısından zenginliğini dile getiren Altepe, kentin değişik semtlerinde birçok tarihi hamamın göze çarptığını belirtti. Osmanlı dönemi eseri olan hamamların genelde ikili olarak yapıldığının altını çizen Başkan Altepe, Mahkeme Hamamı'nın bu şekilde bir mimarisinin olduğunu vurguladı. Yaklaşık bin 500 metrekare alana kurulan hamamın son derece görkemli bir eser olduğunu ifade eden Altepe, şunları söyledi: "Mahkeme Hamamı ile birlikte Bursa'da ve ilçelerde böyle birçok eseri ayağa kaldırıyoruz. Ördekli Hamamı'nda olduğu gibi Mahkeme Hamamı, Kayıhan Hamamı ve diğer tarihi yapılar da yeniden ayağa kalkarak, kültürel ve sosyal alanda halkımıza hizmet verir hale geliyor." Mahkeme Hamamı'nın da işlevsellik kazandırılarak, kente değer katacak eserlerden biri olduğuna dikkati çeken Başkan Altepe, 1400'lü yılların başında Çandarlı İbrahim Paşa tarafından yaptırılan hamamın yaklaşık 600 yıllık olduğunu söyledi.

Zaman, Haber: Ensar Tuna Alatürk, 04.09.2011

UNESCO'DAN METRO KÖPRÜSÜNE RENK AYARI

 

Haliç Metro Geçiş Köprüsü'nün rengi tarihi siluete uygun olarak değiştirilecek. Hacıosman-Yenikapı metro bağlantısını sağlayacak olan köprünün yüksekliğinin düşürülmesi, ayakları, sütunlar, metro örtüsü ve bağlantı halatlarının inceltilmesine karar veren UNESCO'nun istediği değişikliklerden biri de rengi oldu. Beyaz renkte tasarlanan köprünün, tarihi yarımadanın siluetine uygun olarak koyu gri olması tavsiye edildi.

Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 04.09.2011

ASLANTEPE'DE DÜNYANIN İLK SARAYI ARANIYOR

 

Malatya'daki Aslantepe Ören Yeri'nde kalkolitik döneme tarihlenen ve "Dünyanın ilk sarayı'' olarak bilinen kerpiç sarayı koruyan surun ve kuzeyindeki mahallelerin bulunduğu tahmin edilen bölgedeki kazılara ağırlık verildi. Aslantepe Ören Yeri Kazılarının Kültür ve Turizm Bakanlığı Temsilcisi Selahattin Aksu, İtalya'nın La Spienza Üniversitesi öğretim üyesi ve Aslantepe Kazı Başkanı Prof.Dr. Marcella Frangipane başkanlığındaki kazıların 20 Ağustos'ta başladığını ve ekim ayının ortalarına kadar devam edeceğini söyledi.

Habertürk, 04.09.2011

TRUVA HAZİNELERİNİN SIRRI ÇÖZÜLDÜ

 

 

Çanakkale’ye bağlı Tevfikiye Köyü sınırlarındaki Troia antik kentinden Alman arkeolog Schliemann’ın bulup kaçırdığı hazinelerin gizemi çözüldü.

 

İzzettin Efendi’nin yürüttüğü soruşturma sonunda Dahiliye Nezareti’nce kaleme alınan belge, Schliemann’ın Troia Kralı Priamos’a ait olduğunu söylediği hazineleri Atina’ya ne zaman, kaç kerede, kimlerin yardımıyla ve nasıl kaçırdığı konularındaki şüpheleri ortadan kaldırdı.

 

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi ve Troia Kazı Heyeti Başkan Yardımcısı Doç.Dr. Rüstem Aslan ile Tarih Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Ali Sönmez, arkeolog Schliemann ile ilgili uluslararası arkeolojik araştırma makalesi hazırlamak için iki yıl önce çalışmalara başladı. İki öğretim üyesi, Schliemann’ın ‘Priamos Hazineleri’ olduğunu ileri sürdüğü hazinelerin kaçırılışıyla ilgili arşivlerde ne kadar belge varsa hepsini tek tek taradı. Osmanlı arşivlerinden çıkan bir belge hazinelerin kaçırılışıyla ilgili pek çok bilinmeyene ışık tuttu. Troia hazinelerinin Alman arkeolog Heinrich Schliemann tarafından 1873 yılında Yunanistan’ın Atina kentine kaçırılışının ardından olayla ilgili Osmanlı Devleti’nin başlattığı soruşturmanın belgeleri gün ışığına çıktı. Dahiliye Nezareti’nce 24 Temmuz 1874 tarihinde Osmanlıca olarak kaleme alınan belge, olayla ilgili sır perdesini ortadan kaldırdı.

 

ÇOMÜ öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Ali Sönmez, Osmanlı Arşivi’nde ortaya çıkan belgenin Schliemann’ın hazineleri kaçırması ile ilgili olarak Osmanlı Devleti’nin açtığı soruşturmanın detayları hakkında bilgiler verdiğini söyledi. Sönmez, “Osmanlı Devleti, Schliemann hazineleri Atina’ya kaçırdıktan sonra hemen soruşturma başlatmış. İzzettin Efendi’yi de bu soruşturma kapsamında görevlendirmiş. Soruşturma sonunda, Dahiliye Nezareti’nce hazırlanan belgede, Schliemann, “Hükümet tarafından tayin edilen Emin Efendi’nin memuriyeti zamanında çıkarılmış olan eşyaları 1873 senesi Nisan ayı başında ve aynı senenin Mayıs ayı sonunda olmak üzere iki kez, Kumkale nahiyesinde bulunan Karanlık Liman isimli yerde, kereste yüklemek üzere gelmiş olan Yunanlı kaptan Andreya’nın gemisine koyarak kaçırmıştır. Üçüncü kez ise, hafif olup da koyun ve koltuğa sığabilen altın mücevherleri ise bir kasa içerisinde ve kendisi ile yanındakiler ceplerinde olarak Kumkale İskelesi’nden Abdullah reisin kayığıyla Kale-i Sultaniye gümrük idaresine getirip oradan Atina’ya götürmüştür’ denmekte. Bu ifade, Schilimann’ın Troia’da bulduğu hazineleri tek değil, üç seferde kaçırdığını gözler önüne seriyor" dedi.

 

Yrd. Doç.Dr. Ali Sönmez, Schliemann’ın hazineleri kaçırmasının ardından Osmanlı Devleti’nin hazinelerin peşine düştüğünü, ancak geri almakta başarılı olamadığını söyledi. Sönmez, “Osmanlı Devleti, hazineler için Yunan hükümetine başvurmuş. İşi takip etmek için de o dönemin müze müdürü Dethier’i görevlendirmiş. Bir avukat atanmış. Yunanistan’daki ilk mahkeme Mart ayında başlamış ve Osmanlı Devleti’nin aleyhine sonuçlanmış. Daha sonra Osmanlı Devleti itiraz etmiş. Yüksek mahkemeye giderek bu kararını iptal ettirmiş. Hemen akabinde Schliemann’ın evine bir haciz gelmiş. Ama bu durumu önceden Yunan hükümetinden öğrendiği için hazineleri evinden kaçırdığını tahmin ediliyor. Daha sonra Osmanlı Devleti 9 ay süren süren mahkeme sürecinin ardından bu işi anlaşma ile neticelendirmek zorunda kalmış. Schliemann, Osmanlı Devleti’ne 50 bin Frank ödemiş ve dava kapanmış. Oysa, Osmanlı, başlangıçta 1 milyon Frank’ın üzerinde bir para istemiş. Ama o günün şartlarında bunu elde etmek imkansız olduğundan Osmanlı Devleti 50 bin Frank’ı kabul etmek zorunda kalmış” dedi.

 

ÇOMÜ öğretim üyesi ve Troia Kazı Heyeti Başkan Yardımcısı Doç.Dr. Rüstem Aslan ise, hazinelerin ne zaman, nereden, kaç kerede, kimler tarafından ve nasıl kaçırıldığı konularına açıklık getirmesi ve Osmanlı Devleti’nin hazineler kaçırıldıktan hemen sonra konuyu aydınlatmak için takındığı ısrarcı tutumu anlatmasının belgeyi iki açıdan önemli kıldığını belirtti. Troia hazinelerinin kaçırılışıyla ilgili pek çok konunun uzmanlar tarafından halen tartışıldığına dikkat çeken Doç.Dr. Aslan, bu belgenin, bunun tek bir büyük hazine olduğu ve bir kısmının Troia’da bulunmadığı yönündeki iddiayı çürüttüğünü söyledi. Doç.Dr. Rüstem Aslan, “Şimdiye kadar, Schliemann’ın 31 Mayıs’ta Troia’da önemli bir hazine bulduğunu, ve bunu Calvert’in çitliğine yolladığını, ardından da Atina’ya kaçırdığını ve karısı Sophia Schliemann’nın hazineler bulunurken iddia edildiği gibi Troia’da olmadığını biliyorduk. Aradan onca yıl geçmesine rağmen hazinelerin bir kısmının gerçekten Troia’da bulunup bulunmadığı konusunda hala şüpheler vardı. Bir iddiaya göre, buluntular bir tek büyük hazineydi ve 31 Mayıs’ta bulunup kaçırıldı. Bir başka iddiaya göre ise, buluntular küçük küçük hazinelerdi ama Schliemann sansasyon yaratmak için büyük hazine bulduğunu söylüyordu. İşte bu belge, Schliemann’ın Troia’da 1873 yılının Nisan, Mayıs ve Haziran aylarında küçük küçük hazineler bulup, bunları üç ayrı seferde kaçırdığını ve hazinelerin tek bir büyük hazine olmadığını ortaya koydu. Ayrıca hazinelerin hepsinin Troia’da bulunduğunu gösterdi. Bu da Troia hazinelerinin sırrını çözüyor" dedi.

 

Aslan, kesin cevabı veren bu belge doğrultusunda hazırlayacakları daha geniş bilgilerin yer aldığı arkeolojik araştırma makalesini, uluslararası alanda kamuoyunda duyurmak için Almanca ve Türkçe olarak yayınlayıp kamuoyu ile paylaşacaklarını da kaydetti. Bir arkeolog olarak hazinelerin çıktığı yerde sergilenmesi gerektiğini de savunan Aslan, ihale aşamasına gelen Troia Müzesi’nin, hazinelerin geri dönme umudunu güçlendirdiğini de belirtti.

Hürriyet, 03.09.2011

1500 YILLIK CIMBIZ

 

 

Assos antik kentinde bu yıl yapılan kazılarda yaklaşık bin 500 yıllık bronz cımbız ele geçti.

 

Çanakkale’nin Ayvacık İlçesi sınırları içinde yer alan Assos antik kentinde bu yıl yapılan kazılarda yaklaşık bin 500 yıllık bronz cımbız ele geçti. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Arkeoloji Bölüm Başkanı ve Assos Antik Kenti Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Nurettin Arslan, bu yılki kazılarda önemli olduğunu düşündükleri cımbız, altın küpe, tıp aleti ve “Üçlü tanrıça” elde ettiklerini söyledi. Yaklaşık bin 500 yıllık olduğu tahmin edilen cımbızın, Ayazma Kilisesi yakınlarında gün yüzüne çıktığını belirten Arslan, “Bunun makyaj aleti olarak kullanıldığını biliyoruz. Bronzdan yapılmış ve sadece baş tarafında biraz deformasyon var. Kadınların günümüzde olduğu gibi antik dönemde de kendilerini güzelleştirmek ya da bakım yapma konusunda erkeklere göre daha itinalı olduğunu söylemek mümkün. Sadece cımbız bulduk ama çoğu zaman kazılarda, mezarlarda kadınların kullandığı pudra konulan metalden ya da seramikten yapılmış küçük kap kaçaklar, makyajda kullanılan metal ve kemikten yapılmış aletleri bulmak mümkün. Demek ki Assos’lular antik dönemde yaşayan diğer kadınlar gibi kendilerini güzelleştirmek için bu tür aletleri kullanıyormuş. Kadınların her zaman kendilerini güzelleştirmek isteyen bir yapıya sahip olduğunu anladık” diye konuştu. Arslan ayrıca, yaklaşık 2400-2500 yıllık olduğunu tahmin ettikleri bir altın küpe de bulduklarını söyledi.

Vatan, 03.09.2011

YENİKÖY KORUSU YENİDEN SATIŞTA

 

Sait Halim Paşa Korusu olarak bilinen Yeniköy Korusu satışa çıkarıldı. Çukurova  Holding, dün gazeteye verdiği ilanda 72 adet parselden oluşan toplamda 71 bin 368 metrekare alana sahip korunun satılık olduğunu duyurdu. Daha önce de satış vitrinine çıkarılan koru için verilen ilanda şu ifadelere yer verildi:

Yapı ve Kredi Bankası  ile şirketimiz arasında imzalanan YKB’ye ait bankacılık dışı varlıklara ilişkin opsiyon anlaşması kapsamında sahip olduğumuz ‘satış bildiriminde bulunma’ hakkını Banka’nın kabulüne sunmak üzere, İstanbul’un en gözde merkezlerinden Yeniköy’de Sait Halim Paşa Korusu olarak da bilinen, İstanbul Boğaz manzarasına hakim nadir alanlardan Yeniköy Korusu için yatırımcılardan teklif alınacaktır. Doğrudan yatırımcıların başvuruda bulunması rica olunur. Aracı kabul edilmeyecek.”

 

Korudaki ağaç çeşitleri sakızağacı, gladiçya, gümüşi, ıhlamur, servi, Himalaya ve Toros sedirleri, selvi, fıstık, menengeç, defne, gürgen, akçaağaç ve fıstık çamından oluşuyor. Yapılar ise iki toplantı salonu binası, ofis-idare binası, lojman olarak kullanılan üç farklı bina, Sait Halim Paşa’nın Av Köşkü, Şehitler Anıtı’nın yanı sıra su kuyusu ve gezi yollarından oluşuyor.

Milliyet Emlak, 03.09.2011

AMASYA'DAKİ ARKEOLOJİK KAZILAR

 

Amasya’da bir süredir devam eden ve önemli kalıntılara ulaşılan Oluz Höyük ve Kızlar Sarayı arkeolojik kazılarının bu yılki bölümünün sona erdiği bildirildi.

 

Aa muhabirinin edindiği bilgiye göre, merkeze bağlı Tokluca Köyü yakınlarında, 2007 yılında başlatılan Oluz Höyük kazılarının bu yılki bölümü İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Şevket Dönmez’in başkanlığında 15 bilim adamı, 35 öğrenci ve civar köylerde yaşayan kadın ve erkeklerden oluşan yaklaşık 50 kişilik bir ekiple sürdürüldü.

 

Oluz Höyük kazılarının 17 Temmuz’da başladığını ve ağustos ayı sonuna kadar sürdürüldüğünü belirten yetkililer, kazılarda bin 500 metrekarelik en büyük açma olan “A açması” üzerinde yoğunlaşıldığını bildirdi.

 

Öte yandan, Amasya kent merkezinde bulunan Kızlar Sarayı çevresinde 2009 yılında başlatılan kazı çalışmaları ise bu yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Emine Dönmez’in başkanlığında 50 kişilik ekiple sürdürüldü.

 

Kızlar Sarayı’nda 18 Temmuz’da başlayan ve ağustos ayı sonuna kadar devam eden kazılar, deniz seviyesinden 700 metre yükseklikte ve yaklaşık 200 metrekarelik bir alanda gerçekleştirildi.

Yetkililer, her iki kazının da Amasya’nın tarihi ve turizmine önemli katkı sağladığını söyledi.

haberler.com, 03.09.2011

RUBENS'İN 'PAHA BİÇİLEMEZ' TABLOSU BULUNDU

 

Barok dönem ressamlarından Peter Paul Rubens’in 10 yıl önce Belçika Güzel Sanatlar Müzesi’nden çalınan eseri, Yunanistan’da bulundu. Bilirkişilerin yaptığı incelemede, 28x52 boyutundaki, 1618 tarihli, bir domuz avını tasvir eden resmin gerçek olduğu doğrulanırken, eserin “paha biçilemez” resimler statüsünde olduğu belirtildi.


65 yaşında antikacı bir erkek ve 40 yaşında bir kadın, eseri arabalarında, 1 milyon Euro’ya satmaya çalışırken yakalandı. Rubens’in ‘The Hunt for the Caledonian Wild Boar’ ve Caravaggio’nun ‘Flagellation of Christ’ adlı tablolarını çalan hırsızlar kaçarken ‘Flagellation of Christ’ adlı tabloyu yolda düşürmüştü.

Radikal, 03.09.2011

KÖPEKLER BİZANS SARAYINA TAHT KURMUŞ

 

 

Sancaktepe’ye bağlı Samandıra semtinde bulunan Damatris Sarayı İstanbul’un en eski tarihi eserleri arasında yer alıyor. 1500 yıl önce Bizans döneminde inşa edilen saray, sınırları içinde bulunduğu Samandıra İlçesi'ne adını veriyor. Ancak tarihi saray ilgisizlikten yok olmak üzere.
Kaderine terk edilen Damatris Sarayı için İstanbul İl Özel İdaresi tadilat projesi hazırlamak isterken sarayın bahçesinde tavuk ve horozlar için kümes yapılması vatandaşı çileden çıkardı. Her yanı çöplük haline gelen sarayda sokak köpekleri keyif sürüyor. 1996 yılında sit alanı ilan edilen saray, aradan geçen 16 yıla rağmen hiç bakım görmedi. 

Damatris Sarayı’nın gün yüzüne çıkan kalıntılarının restorasyonu için rölöve, restitüsyon, restorasyon ve zemin-temel etüdü yapılması gerekiyor. Bu kapsamda İstanbul İl Özel İdaresi İmar Yatırım ve İnşaat Daire Başkanlığı’na bağlı Etüt Proje Müdürlüğü sarayın tarihi dokusunu canlandırmak için proje hazırlanmasına karar verdi. 1500 senelik sarayın plan ve projesi için 24.06.2010’da ihale yapıldı. İstanbul İl Özel İdaresi 365.975 lira tutarındaki restorasyon ihalesini Akropol Mühendislik’e verdi. Sarayın aslına uygun restore edilebilmesi için kesin tarih verilmiyor. 

Sancaktepe Belediyesi geçen yıl ilçenin tarihini anlatan bir kitap yayımladı. Kitapta Damatris Sarayı’nın tarihi ve mevcut durumu ile ilgili bilgilere yer verildi. Sancaktepe Belediye Başkanı İsmail Erdem kitabın kendine ayrılan sunuş bölümünde tarihi Bizans sarayıyla ilgili şunları yazmıştı: 
“Sancaktepe, yeni bir ilçe olmasına karşın oldukça köklü bir tarihe sahiptir. Yapılan araştırmalar, Sancaktepe’nin nüvesini oluşturan Samandıra’da, 570’li yıllarda Damatris Yazlık Sarayı’nın olduğunu göstermektedir. Yakın zamanlarda gün yüzüne çıkan bu önemli tarihi yapının kalıntılarına baktığımızda devasa büyüklükte bir saray olduğunu anlıyoruz. Böylesi bir yapıyı bünyesinde bulunduran beldenin merkezi konumu yadsınamaz.’’


Ancak bu devasa tarihi sarayda artık tavuk, horoz ve köpekler yaşıyor. Sokak hayvanlarının barınağı haline gelen saray ayrıca tiner bağımlısı gençlerin de uğrak yeri.

16 yıl önce bulunmuştu Saray kalıntıları, 1995’te bir inşaat çalışması sırasında ortaya çıktı. Bölge 1996 yılında sit alanı ilan edildi. Daha sonra yapılan çalışmalarla da buranın I. Tiberius Konstantinos (578-582) ve Mavrikos (582-602) dönemlerinde inşa edilen bir Bizans sarayı olduğu belirlendi.

Radikal, Haber: Mustafa Gökkılıç, 02.09.2011

"KAZILARDA HEDEFLENEN KALINTILARA ULAŞILMAYA BAŞLANDI"

 

 

Tokat’taki Komana antik kentinde ODTÜ Mimarlık Fakültesi Yerleşik Arkeolojisi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç.Dr. Burcu Erciyas başkanlığında yürütülen kazı çalışmalarının bu yılki bölümü tamamlandı.

 

Kazı Heyeti Başkanı Doç.Dr. Burcu Erciyas, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Komana antik kentinde 2011 yılında gerçekleştirilen çalışmalarda Hamamtepe ve havuz bölgesi olmak üzere iki alanda yoğunlaştıklarını söyledi.

 

Hamamtepe bölgesinde 5 farklı alanda çalıştıklarını belirten Erciyas, şöyle konuştu:

”2009 yılından bu yana devam etmekte olan H1 alanı çalışmasında Bizans dönemine ait işliklerin günyüzüne çıkarılması sürdürüldü. İşliklerden bir kısmının kullanımlarına ait bilgilere de ulaştık. Özellikle metal işleme atölyesi ve şarap, pekmez üretimi için kullanıldığı düşünülen atölye ilgi çekici. Metal atölyesinden metal işlemede kullanılan civa kapları, tava sapları, terazi parçaları ve sayısız bronz obje ele geçirdik. Metal atölyesinin yakınında daha derinlere inildi.”

 

Kazı çalışmalarında Roma dönemine ait çok sayıda bronz objenin bulunduğunu dile getiren Erciyas, şöyle devam etti:

”Bu objeler arasında şamdan, haç, ziller, at figürü, kılıç sapı bulunuyor. Şarap veya pekmez üretimi için kullanılan atölyeye yakın bir bölgedeki çöp çukurundan ise yoğun üzüm çekirdeği bulundu. Hamamtepe’de çalışmaları sur duvarlarında da sürdürdük. Sur duvarları daha geniş bir biçimde ortaya çıkarılırken duvarın üzerine oturduğu ana kayada çukurlara rastladık. Yine pekmez veya şarap üretimi için kullanılmış olmaları olası bu çukurlarda Hellenistik döneme ait seramikler ve altıncı Mitridat dönemine ait bronz sikke bulduk. Böylece Hamamtepe’deki kazı çalışmalarının en erken evresine ulaşılmış oldu.

 

Diğer erken buluntuların ele geçtiği alan H5 alanıdır. Burada da 5.2 metre derine inilerek bu derinliklerde Hellenistik döneme tarihlenen seramikler ele geçirildi. Roma seramik ve sikkeleri de mevcut. Komana Antik Kenti kazılarında hedeflenen Hellenistik ve Roma dönemi kalıntılarına ulaşılmaya başlandı. Önümüzdeki birkaç yıl içerisinde bu dönemlere ait yapı kalıntılarının da gün yüzüne çıkarılacağı söylenebilir. Mitridat’ın tapınak merkezlerinden biri olan Komana’da Hellenistik dönemin aydınlanması hem Karadeniz hem de Anadolu arkeolojisi açısından önemli bir katkı olacaktır.”

 

Hamamtepe’nin bir dönem de mezarlık olarak kullanıldığının artık açık bir şekilde görüldüğünü ifade eden Erciyas, ”2011 yılı kazılarında yaklaşık 8 bireye ait kalıntılar bulundu. İskeletlerin üzerinde bulunan haç kolye ucu, yüzükler gibi bronz takılar iskeletlerin Bizans dönemine tarihlenmelerini sağlamaktadır” dedi.

 

Komana’daki havuz bölgesinde de kazı çalışmalarının sürdürüldüğünü, havuzun yapısal özelliklerini anlamaya yönelik kazılarda antik kentte Roma döneminde önemli bir su yönetimi planının olduğunun gözlemlendiğini vurgulayan Erciyas, ”Havuza ulaşan pişmiş toprak künkler havuzdan vadiye doğru suyun aktarıldığını göstermektedir. İleriki yıllarda havuzun dahil olduğu kamusal alanın da ortaya çıkarılması hedeflenmektedir” ifadesini kullandı.

 

Kazı çalışmalarına ek olarak jeomorfolojik, antropolojik, arkeozoolojik çalışmalara da devam etiklerini belirten Erciyas, Komana’nın çevresel verilerinin (hayvan ve bitki kalıntıları) toplanarak incelendiğini, ekonomi, tarım ve sosyal yapı hakkında bilgi toplandığını bildirdi.

 

Erciyas, iskeletler üzerinde yapılan çalışmaların da Komana antik kentinin Roma dönemindeki sosyo-ekonomik düzeyine ışık tutacağına değinerek, 2011′de sosyal sorumluluk projesine de devam ettiklerini, bu kapsamda bölgedeki Bula Köyü'nde 12 çocuğa resim ve heykel yapma eğitimi verildiğini söyledi.

 

KOMANA ANTİK KENTİ

Mitridat Krallığı’nın yönetiminde önemli bir kültür merkezi olan ve Roma İmparatorluğu döneminde de özerkliğini koruyan Komana antik kentinin, tarihte, ”Anadolu tanrısı Ma”ya adanmış kutsal alan olduğu belirtiliyor.

 

Aynı zamanda çevre bölgeler için ticaret merkezi görevi gördüğü ifade edilen bölgenin, o dönemde kutsal alanda düzenlenen festivaller, zengin pazar yeri ve kenti çevreleyen verimli arazisiyle Anadolu’nun her tarafından ziyaretçi aldığı kaydediliyor.

 

ODTÜ ve TÜBİTAK tarafından da desteklenen, ”Komana Pontika Arkeolojik Araştırma Projesi”, Orta Karadeniz Bölgesi’nin klasik çağ kenti Komana’nın konumunu belirlemek ve kentsel dokusunu anlamak amacıyla 2004 yılında başlatılmıştı. Gümenek Hamamtepe bölgesinde yüzey araştırmalarının ardından antik kentin gün ışığına çıkartılması için kazılara başlanmıştı.

Akşam, 02.09.2011

ANTİK KENT HALKLA BULUŞUYOR

 

Kastamonu’nun Taşköprü İlçesi'nde Zımbıllı tepesindeki Pompeipolis antik kentinde yakın zamanda kazı ziyaretçi alanı açılacağı, bu sayede ziyaretçilerin antik kent ile ilgili daha fazla bilgi sahibi olabileceği bildirildi.

 

Uluslararası Taşköprü Kültür ve Sanat Festivali etkinlikleri kapsamında, ”Taşköprü’nün Doğal ve Beşeri Zenginlikleri” konulu panel düzenlendi.

 

Taşköprü Belediyesi Konferans Salonu’ndaki panelde konuşan Münih Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Latife Summerrer, Zımbıllı Tepesi’ndeki Pompeipolis antik kentini gün yüzüne çıkarmak için yürütülen kazı çalışmalarıyla ilgili bilgiler aktardı.

 

Summerrer, yapımı süren antik kentteki kazı ziyaretçi alanının kısa zamanda açılmasının planlandığını belirterek, böylece ziyaretçilerin Pompeipolis hakkında daha fazla bilgiye sahip olabileceğini söyledi.

 

Bölgede yetişen dünyaca ünlü sarımsak ile ilgili de uzmanlar tarafından bilgilerin verildiği panele, Taşköprü Kaymakamı Ayhan Kartlı, Taşköprü Belediye Başkanı Hüseyin Arslan ve çok sayıda vatandaş katıldı.

Gerçek Gündem, 02.09.2011

SİRKELİ HÖYÜĞÜ'NDE KAZI ÇALIŞMALARI

 

 

Adana’nın Ceyhan İlçesi'ndeki Sirkeli Höyüğü’nde 2011 yılı kazı çalışmalarına başlandı.

 

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Görevlisi Yrd. Doç.Dr. Ekin Kozal, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 2006 yılından bu yana belirli dönemlerde Sirkeli Höyüğü’nde kazı çalışmalarını sürdürdüklerini söyledi.

 

Türk arkeologların başkanlığında sürdürülen çalışmaların, bu yıl İsviçre’nin Bern Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof.Dr. Miroslav Novak başkanlığında yürütüldüğünü belirten Kozal, ”Çalışmalarımızda Tunç ve Demir çağlarındaki yaşam ilişkileri üzerinde yoğunlaştık” dedi.

 

Kozal, kazılarda Bern Üniversitesi’nden doktora ve lisans öğrencilerinin yanı sıra Çanakkale Onsekiz, Bilkent ve Gaziantep üniversitelerinin öğrencilerinden oluşan 15 kişilik ekibin yer aldığına değinerek, şunları söyledi:

”Sirkeli Höyüğü, tarihsel olarak doğu Çukurova’nın en önemli yerleşim birimlerinden biridir. Ceyhan Nehri’nin kıyısında bulunan bu höyük, aynı zamanda ticari ve doğal yolların kesişme noktasında olması nedeniyle büyük önem taşıyor. Tarihsel açıdan bölgedeki en büyük höyüklerden biri. Buradaki çalışmalarımızda, höyüğün insanlık tarihi açısından önemini ortaya koymaya çalışıyoruz.”

 

Sirkeli Höyüğü’nü değerli kılan en önemli özelliklerden birinin de Anadolu’nun en eski Hitit kabartması olduğu belirtilen Hitit Kralı 2. Muwatalli’nin kaya üzerine yapılan rölyefi olduğunu dile getiren Kozal, ”Birkaç gün önce başladığımız 2011 yılı kazı çalışmalarında çok sayıda çanak, çömlek, pişirme kapları, tabak, erzak saklama kabı ve Hellenistik döneme ait kadın heykelciği bulduk. Çalışmalarımız bir ay sürecek” diye konuştu.

 

Kazı Başkanı Prof.Dr. Novak ise ”Çalışmalarımızın, bölgenin tarihine ışık tutacağına inanıyoruz” dedi.

 

Öte yandan, çalışmalarda gün ışığına çıkarılan tarihi eserlerin, yine ekiptekiler tarafından envantere kaydedildiği ve daha sonra Adana’daki müze yetkililerine teslim edileceği bildirildi.

Akşam, 02.09.2011

TADİLATTAN 'ANTİK KENT' ÇIKTI

 

 

2007 yılında yöre sakinlerinin ev tadilatları ve kaçak kazılar sonrası bulunan ve keşfi büyük heyecan yaratan Germenicia Antik Kenti Yamaç Villaları'nın taban mozaikleri, Kahramanmaraş'ta düzenlenen Uluslararası 5. Mozaik Corpusu Sempozyumu dünya literatürüne girdi.

Uludağ Üniversitesi Mozaik Araştırmaları Merkezi Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin, Kahramanmaraş'ta gerçekleştirilen 5. Mozaik Corpusu Sempozyumu sayesinde artık Kahramanmaraş'ın mozaiklerini bütün dünyanın tanıyacağını söyledi.

Sempozyumdaki çalışmaların ardından mozaik alanıyla ilgili eylem planı hazırlandığını ifade eden Şahin, ''Bugüne kadar Kahramanmaraş mozaiğine sahip çıkmış ve ortaya çıkartılmasında el ele vermiş. Ancak bu yeterli değil. Bu çalışma daha disiplinli ve sürekli hale getirilmeli. Uzun soluklu çalışma gerekiyor. Kamulaştırmada bugüne kadar nereden ihbar geldiyse oraya el konmuş ve oralar kamulaştırılmış. Biri sağdan biri soldan alınmış dağınıklık söz konusu'' dedi.

Prof.Dr. Şahin, kamulaştırma çalışması farklı parsellerde yapılması sonucu, parseller arasındaki bazı yerleşimlerin devam ettiğini, bunun da güvenlik zafiyetine yol açabileceğini, bunun da ne kadar iyi niyetli olunursa olunsun mozaiklerin kaçırılmasına ve tahrip edilmesine zemin hazırlayacağını vurguladı.


Şahin, kamulaştırma çalışmalarının düzenli bir şekilde yapılması gerektiğini kaydetti.

Kahramanmaraş'ın bugüne kadar dondurmasıyla, kırmızı biberiyle isim yaptığını, şimdi ise değişik alternatiflere sahip olduğun dile getiren Prof. Şahin, şöyle konuştu:
''Buranın, bu kimlikle ön plana çıkması gerekiyor. Önerimiz de şu; açığa çıkan mozaikleri yerinde koruyalım. Trilyonlar harcayıp beton binaların içerisine mozaikleri sergilemeyelim. Mozaiklerin bulunduğu alanı kamulaştıralım. Güvenlik önlemi alalım ve arkeopark şeklinde değerlendirerek ziyaretçilere doğrudan yerinde, kendi mimarisiyle gösterelim.

Mozaik sanatında dünyada ve Türkiye'de ilk olacak. İnşallah yerel idareciler bu konuda el ele verir ve bu başarılır. Mozaik alanının arkeopark olarak düzenlenmesiyle birlikte Kahramanmaraş yeni bir kimlik kazanacak. Mozaik alanı 146 hektar. 'Buranın tamamını kamulaştırılalım' dersek hayal olur. Ada ada yapılması gerekiyor. Belirli bir bölüm açılacak ve orası turizme kazandırılacak. Sonra diğer adada yolumuza devam edeceğiz. Yani açık hava müzesi olacak.''

Prof. Şahin, Türkiye'deki müzelerde ören yerlerinin yansıtılmaya çalışıldığını, bunun değişik müzelerde örneklerinin görüldüğünü dile getirdi. Bu yapılırken Avrupa'daki müzelerden etkilenildiğini ifade eden Prof. Şahin, şöyle devam etti:
''Beton kütlenin içerisine çiftlik evi yapıyoruz, mağaza yapıyoruz. Binayı getirip dikmeye çalışıyoruz. Avrupa'daki müzelerden etkileniyoruz. Almanya'da bir müze var. Bergama Müzesi, o müzeye gittiğimiz zaman pazar yeri kapısının olduğu gibi taşındığını ve orada sergilendiğini görüyoruz. Bu Almanya için elzem çünkü Almanya'da o kentin bulunduğu yer yok. Dışardan getirmiş. Biz şimdi onlara bakıp o örneği olduğu gibi getirirsek kentlerin tamamını boşaltıp müzelerin içine doldurmamız lazım. Bu anlamsız bir şey olur. Kaynak israfı olur aynı zamanda. Örneğin bir mağara sergilenecekse bunu binaya taşımak yerine bizzat mağarayı turizme açmak gerekir.''

Prof.Dr. Şahin, Türkiye'de birçok şeyin ihmal edildiğini, bunlardan birinin de mozaik sanatı olduğunu söyledi. Mozaik sanatının ilk çıktığı günden, yani Hazreti İsa'dan önce 8. yüzyıldan ve Bizans çağı sonuna kadar mozaik sanatının aralıksız uygulandığı tek bölgenin Anadolu olduğunu ifade eden Şahin, şunları anlattı:
''Hatta şunu söyleyebilirim antik kaynaklar mozaik sanatının Bergama'da yaratıldığını ve buradan dünyada yayıldığını ifade ederler. Böylesi bir ülke olmamıza rağmen örneğin Mısır ve Tunus mozaiklerini corpuslar şeklinde yayınlayıp dünyaya tanıtmış. Biz de bu konu ihmal edilmiş. Bu eksikliği fark edince bu merkezi kurma zorunluluğu ortaya çıktı. Bu merkezi bu şekilde 2004'de kurduk. Kurmakla yetinmedik bunu Dünya Mozaik Araştırmaları Merkezi'nin Türkiye temsilciliği haline getirdik, kurumsallaştırdık.

Amacımız öncelikle Türkiye mozaiklerini dünyaya tanıtmak. İşte Kahramanmaraş'ta yaptığımız çalışmalar gibi. Tanıtmak yeterli değil bunları kalıcı hale getirmek gerekiyor. Bunun için de Türkiye Mozaik Corpusu adı altında bir çalışma başlattık. Bu proje çerçevesinde il il bütün mozaikleri ciltler halinde yayınlamak istiyoruz. Kaç cilt olacak derseniz 2009'da ilkini yayınladık. Bu sene sonuna kadar 3 cilt daha yayınlamayı planlıyoruz. Bu bir başlangıçtır ve bunun devamı gelecektir. Sonuçta Türkiye mozaikleri ölümsüzleşecektir.''

Prof.Dr. Şahin, mozaiklerin kaybolmasını, tahrip olmasını önlemek amacıyla veri bankası altında toplamak istediklerini, bunu bugüne kadar parasal destek bulamadıklarını için gerçekleştiremediklerini dile getirdi.

GERMENİCİA ANTİK KENTİ
Kaliteleri ve ikonografileri açısından Zeugma mozaikleri ile yarışacak nitelikte olan Germanicia kenti 146 hektarlık geniş bir alana yayılıyor. Kentin kalıntılarının bulunduğu Dulkadiroğlu, Bağlarbaşı, Namık Kemal ve Şeyhadil mahalleleri, bu kapsamda 3. derece arkeolojik sit alanı olarak tescil edildi.

MS 4. ve 5. yüzyıla ait bir Roma Kenti olduğu ve sakinlerinin yüksek mevkili aristokratlar olduğu anlaşılan Germenicia, Kahramanmaraş'ı dünyanın en önemli mozaik merkezlerinden biri haline getirecek. Her birinde yaklaşık 15-20 oda bulunan 100 adet villanın olduğu tahmin edilen antik kentin taban mozaikleri, dönemin sosyal ve kültürel hayatı hakkında önemli ipucları veriyor.

İnsan, hayvan ve bitki figürlerinin çok gerçekçi şekilde resmedildiği mozaikler arasında bulunan ''horoz'' figürünün ise günümüzde bilinen mozaikler arasında karşılaşılmamış, benzersiz bir yapıya sahip olduğu belirtiliyor.

Germenicia Antik Kenti Yamaç Villaları'nın taban mozaikleri, alanında uzman bilim adamlarının katıldığı sempozyumla görücüye çıktı. Aralarında Dünya Mozaik Araştırmaları Merkezi (AIEMA) Başkanvekili Prof.Dr. Jean Pierre Darmon ve Uludağ Üniversitesi Mozaik Araştırmaları Merkezi Kurucu Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin'in de yer aldığı uzmanlar, kazı alanlarını gezerek, mozaikleri yerinde inceledi.

Sabah, 02.09.2011

PARNASSOS ANTİK KENTİ İÇİN TALAN ENDİŞESİ

 

 

Şereflikoçhisar’ın Değirmenyolu Köyü’nde 1991 yılında yapılan bir yol çalışması sırasında tesadüfen ortaya çıkarılan Parnassos antik kentine ait kalıntılar, kaderine terk edildi.

 

Şereflikoçhisar’ın Değirmenyolu Köyü’nde 1991 yılında yapılan bir yol çalışması sırasında tesadüfen ortaya çıkarılan ve Anadolu Medeniyetleri Müzesi arkeologları tarafından kazı çalışmaları yapılan Romalılar’dan kalma Parnassos antik kentine ait kalıntılar, kaderine terk edildi.

 

Eski adı Parlasan olan, Devlet Bakanı Ali Babacan’ın da köyü olan Değirmenyolu’ndaki Parnassos antik kentine ait kazı çalışmalarını geçen yıl Temmuz ayında Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay da ziyaret etti. Ancak ödeneksizlik nedeniyle bölgede bu yıl kazı çalışmaları yapılmadığı belirtildi.

 

Fadime Görgülü’ye ait tarlada 20 yıl önce yapılan köy yolu çalışmaları sırasında ortaya çıkan Parnassos antik kentine ait kalıntıların bulunduğu bölge, Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından 1993 yılında birinci ve üçüncü derece arkeolojik sit alanı olarak tescil edildi. Geçtiğimiz yıl Anadolu Medeniyetleri Müzesi arkeologları tarafından başlatılan arkeoloji çalışmaları sonrasında bir kilise olduğu sanılan alanda yüzeydeki topraktan 150 santim derinde renkli taşlardan döşenmiş ve yaklaşık 70 metrekare genişliğinde mozaikli bir taban ile sadece bir bölümü korunabilen duvarlara rastlandı.

 

Mozaikli alanın üç sıra bordür ve ortası ana sahneden oluştuğu gözlendi. Bordürlerde geometrik desenler, ağaçlar ve çeşitli bitki motifleri, ana sahnede ise kuşlar ve otlayan hayvanların resmedildiği ortaya çıktı. Ana sahnenin tam ortasında ise asma yapraklarından bir bordürle çevrilmiş madalyon ortasında 16 satırdan oluşan Grekçe bir yazıt da bulundu.

 

Parnassos antik kentine ait kalıntıların bulunduğu kazı çalışmaları için ödeneğin kullanıldığı belirtilerek, yeni ödenekle birlikte çalışmaların kısa süre içinde yeniden başlanacağı belirtildi.

 

Değirmenyolu Köyü’nde 10 dönümlük tarlasında ortaya çıkarılan Parnassos antik kentinin koruma altında olduğunu belirten Fadime Görgülü’nün oğlu Atilla Görgülü, şunları söyledi:

“Önemli olan, bu tarihi kalıntıların ortaya çıkarılması. Annemin define kazıcılarının hedefi durumuna düşmemesi, köyümüzün de tarihi ve turistik değer kazanması için verdiği 20 yıllık uğraşlar sonucu geçtimiz yıl Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nden gelen arkeloglar tarafından Türkiye’nin en büyük resimli yer mozaiki ortaya çıkarıldı. 2011 yılında tekrar çalışmalara başlanacağı belirtilerek saha terk edildi.”

Hürriyet, 01.09.2011

ANTİK MUAYENEHANE BULUNDU

 

 

Hatay’ın Erzin İlçesi'nde bulunan İssos antik kentinde, Roma dönemine ait hamam kompleksinin bitişiğinde doktorlar tarafından kulak operasyonları için kullanıldığı sanılan iş yerleri bulundu.

 

Kazı Başkanı Ömer Çelik, yaptığı açıklamada, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Hatay Valiliği ve Erzin Belediyesinin katkısıyla yaklaşık 3 dönümlük hazine arazisindeki kazı çalışmalarının bu yılki bölümüne 31 kişilik bir ekiple temmuz ayında başlandığını ve sezon çalışmalarının sonuna gelindiğini söyledi.

 

2006 yılında Geç Roma Dönemine ait hamamda kaçak kazı yapıldığının tespit edilmesi üzerine bölgenin mercek altına alındığını ve arkeolojik kazılara başlandığını hatırlatan Çelik, şöyle devam etti:

”Kaçak kazı yapanların tespiti üzerine bölgede 2006 yılında başlatılan ve dört sezondur devam eden kazı çalışmalarımızda tarihe ışık tutacak önemli belgelere ulaşıyoruz. İssos antik kentinin kuzeyinde devam eden kazımızın ilk sezonunda Hamam kompleksinin zemininde bulunan ‘tanrıça Artemis’ mozaiğinin bir bölümünü açtık. Hayvanların birbiriyle mücadelesinin ve av sahnesinin işlendiği mozaikte tanrıça Artemis, elinde ok ve mızrakla hayvanların koruyucusu olarak anlatılmış. Kazımızda ayrıca, hamamı ısıtmak için kullanılan külhana ulaştık. 2008 yılındaki ikinci sezon kazımızda da hamamın ılık (Tepidarium), sıcak (Caldarium) ve soğuk (Frigidarium) sisteme göre çalıştığını belirledik. Bunun yanı sıra bir küvet ile duş alma odalarını gün ışığına çıkardık. Bölgede geçen yıl kazı alanımızı biraz daha genişlettik. Kazıda, hamamın farklı dönemlerde de kullanıldığını tespit ettik. Bu sezonki kazımızda ise geçen yıl bulduğumuz büyük havuzumuzun tamamını gün ışığına çıkardık.

 

Çelik, havuzun bir bölümünde, MS 3. ve 4′üncü yüzyıllara ait tahrip olmuş durumda taban mozaiği bulduklarına değinerek, ayrıca, çeşme ve buna bağlı su deposu olduğu düşünülen yapıların ortaya çıkarıldığını bildirdi.

 

Hamam kompleksinin güneyinde de ön cephesi sütunlarla süslü olan ve ”Süs havuzu” olduğunu sandıkları bölüme ulaştıklarına değinen Çelik, ”Hamam kompleksinin dışında batı bölgesinde ise Bizans dönemine ait olduğunu tahmin ettiğimiz taş döşeli bir alana ve fırına ulaştık. Ayrıca, hamamın bitişiğinde geç Roma dönemine ait olduğunu tahmin ettiğimiz bir kaç dükkan da bulundu. İlk belirlemelere göre, bu dükkanların doktorlar tarafından kullanıldığını tahmin ediyoruz. Çünkü dükkanların önünde yapılan çalışmalarda kulak temizliğinde kullanılan tıp aletleri bulundu. Bunlar, burada kulak operasyonları yapıldığını düşündürüyor. Bu alandaki incelemelerimiz devam ediyor” dedi.

 

Hamam kompleksinden bağımsız olan batı bölümünün üst tabakalarında yaptıkları kazı çalışmasında ise ilk tespitlere göre, Abbasiler dönemine ait olduğunu düşündükleri bir depo ile buna bağlı 4 dükkana da rastladıklarını vurgulayan Çelik, şöyle konuştu:

”Üst tabakalarda yer alan dükkanlar bu alanın Abbasiler döneminde de yerleşim alanı olarak kullanıldığını gösteriyor. Bu sezondaki kazılarda ilk etapta dükkanların giriş kısımlarını açtık. Çalışmamızda Abbasiler dönemine ait bir adet altın sikke bulduk. Bunun yanı sıra çok sayıda çanak çömlek parçaları da çıkardık. Bu bölgedeki kazımız önümüzdeki yıllarda da devam edecek. Bu alandan o döneme daha iyi ışık tutacak bilgilere ulaşabileceğimizi düşünüyoruz. Ayrıca, hamamın içerisinde yer alan ana su kanalında da tahrip olmuş bin adet bronz sikke bulduk.”

Hatay bölgesinde şu ana kadar bu şekilde sağlam kalmış bir hamam kompleksinin ortaya çıkarılmadığını belirten Çelik, bölgedeki kazıların hamamın kuzey kısmında bir sonraki sezonda da devam edeceğini söyledi.

 

Çelik, İssos antik kentinin, bulunan hamam kompleksiyle bir açık hava müzesi haline getirilebileceğini kaydetti.

 

Erzin Belediye Başkanı Kasım Şimşek de bölgelerinde yapılan kazı çalışmalarına ellerinden gelen her türlü desteği vermeye çalıştıklarını ifade etti.

 

Roma dönemine ait hamam ile Abbasiler ve Bizanslıların varlığının tespit edildiği mimari yapıların gelecekte ilçe turizmi açısından büyük bir kazanç olacağını vurgulayan Şimşek, kazıda ortaya çıkarılan eserler sayesinde bölgenin açık hava müzesi haline getirilebilecek durumda olduğunu vurguladı.

Sabah, 01.09.2011

CAMİDEKİ SİLUETİN SIRRI

 

 

Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası ile ilgili araştırmaları ve kitapları bulunan, bilgilerini ziyaretçilerle paylaşan araştırmacı-yazar Ruhan Özaygün, eşsiz eserin bilinmeyen yönlerini AA muhabirine değerlendirdi.

Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası'nı, ''Bilimin ve ilmin birleştiği bir mimari yapı'' olarak nitelendiren Özaygün, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu'nun (UNESCO) ''Dünya Kültür Mirası Listesinde'' yer alan eserin yapımı aşamasından önce de bilimden faydalanılarak hazırlıklar yapıldığını söyledi.

Mengücekoğulları'nın Divriği'ye kazandırdığı bu şaheserde ortaya çıkan ''Namaz kılan insan'' ve diğer siluetler ile gölgeler için, tarihi yapıyı inşa eden mimar ve ustaların çok ince hesaplar yaptığını, bu siluetlerin ve gölgelerin tesadüf olmadığını belirterek, ''Eseri inşa eden mimar ve ustalar, binayı yapmadan önce 2 yıl boyunca güneşin doğuşundan batışına, yıldızların çıkışından kayboluşlarına kadar hepsini hesaplamış. Bu hesaplar yapıldıktan sonra, elde edilen sonuç, bu eser üzerinde gösterilmeye çalışılmıştır. Kapılarda ilk etapta siluet bakıyor, temaşa ediyor. İkincisinde siluetteki o kişi kitap okuyor, üçüncü durumda namaz kılıyor, dördüncü olayda ise kadına çevriliyor. Onun için burada tesadüf bir şey yoktur, eseri ilme hizmet, hakka hizmet, fisebilillah (Allah rızası için) düsturuyla yapmışlardır'' diye konuştu.

Bu eseri yapan mimarın ve ustaların, kapılardaki motiflerin her birini ince ince hesapladığını, söz konusu motifleri yaparken ilime, bilime ve Kur'an-ı Kerim'e başvurduğunu vurgulayan Özaygün, mimarın ve ustaların devrin teknolojisine uyum sağlayarak bazı gölgeler oluşturduklarını ifade ederek, ''Kur'an-ı Kerim'de Furkan Suresi'nin 45 ve 46. ayetlerini okuduğumuz zaman bu gölge meselesinin iç yüzünü anlayabiliriz. 'Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığını görmez misin? İsteseydi onu sabit kılardı. Sonra biz güneşi gölgeye delil kıldık. Sonra onu kendimize yavaş yavaş çektik' ayetlerinden de göreceğiz ki burada asıl gölge değil, gölgeyi uzatan güneş ile gölgenin hareket ve tavırlarını bilmek mecburiyetindeyiz'' dedi.


Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası'nın batı kapısında (taç kapı) ikindi vakti görülen namaz kılan erkek silueti, cennet kapısında saat 07.00 sıralarında çıkan namaz kılan kadın silueti ve şah kapısında saat 09.00 sıralarında oluşan ve eseri yaptıran Ahmet Şah'ın başını temsil ettiğine inanılan erkek kafası silueti, görenleri adeta büyülüyor.

Özellikle tarihi eserin batı yamacında camiye girişi sağlayan taç kapıda, ikindi namazı vaktinde güneşin etkisiyle ortaya çıkan, yaklaşık 4 metre uzunluğundaki ''namaz kılan insan'' silueti ziyaretçilerin ilgi odağı oluyor.

Tarihi eseri görmeye gelenler, ziyaret saatlerini namaz kılan insan siluetinin çıktığı ikindi namazı vaktine denk getirmeye çalışıyor.

Yıllarca fark edilemeyen siluetin, 2005 yılında fotoğraf çeken bir turist tarafından görüntülenmesinin ardından ünü yurt dışına kadar ulaşmış. Kente gelen yerli turistlerin yanı sıra yabancı turistler de güneş giriş kapısına vurduğunda ortaya çıkan gölgenin önünde fotoğraf çektiriyor.

''ANADOLU'NUN EL-HAMRASI''
Anadolu beyliklerinden Mengücekoğulları döneminde hükümdar Süleyman Şah'ın oğlu Ahmed Şah tarafından 1228 yılında yaptırılan Divriği Ulu Camii 1280, caminin bitişiğinde Behram Şah'ın kızı Melike Turan Melek'in de aynı yıl yaptırdığı Darüşşifa ise 768 metrekarelik alana sahip.

İnanç ve tarih turizmi açısından önemli bir eser olarak gösterilen Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası, mimari üslubuyla dikkati çekiyor. Avrupalı bilim adamları tarafından, ''Anadolu'nun El-Hamrası'' olarak görülen tarihi yapı, mimari yapısı ile başta sanat tarihçileri olmak üzere mimar ve mühendisleri büyülüyor.

Süsleme ve örtü biçimlerinin dengeli ve uyumlu bir şekilde ayarlanmasıyla başlı başına kendine özgü bir yapı olan Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası'nda, ışık ve gölge oyunları güçlü şekilde hissediliyor.


Evliya Çelebi'nin, ''Üstad-ı mermer bu camiye öyle emek sarf edip, kapı ve duvarları öyle nakış bukalemun eylemiş ki, methinde diller kısır, kalem kırıktır'' ifadesini kullandığı, ''Görmeden Ölmeyin'' sloganıyla tanıtılan ve 1985 yılında UNESCO'nun ''Dünya Kültür Mirası Listesi''ne alınan eseri, her yıl çok sayıda turist ziyaret ediyor.

Ruh hastalarının musiki, su sesi ve Kur'an dinletisiyle tedavi edildiği darüşşifada, hasta ve tabip odaları bulunuyor. Darüşşifa'nın içerisinde Ahmet Şah, eşi Turan Melek ve ailesinin türbeleri de yer alıyor. İki kubbe ve 23 tonoz çatı ile örtülü olan tarihi eserdeki mihrabın biçim ve bezemelerinin Anadolu'da başka bir örneği bulunmuyor.

Ahlatlı mimar Hürremşah tarafından yapılan eşsiz eserde, Ahlatlı ve Tiflisli taş ustalarının çalıştığı belirtiliyor. Başmimar Hürremşah Bin Muğis El-Hilati ile birlikte eserde Ahmet Nakaş Hilati (Ahlatlı Mimar), Ahmet Bin İbrahim El Tiflisi (Ağaç İşleri Sanatçısı, Nakkaş ve Ahmet Bin Muhammed'in (Hattat ve Nakkaş) çalıştığı kaynaklarda yer alıyor.

Sabah, 01.09.2011

BU DA 'SARAY' UYKUSUZLUĞU

 

 

Topkapı Sarayı Müzesi içinde sakladığı paha biçilmez eserleriyle Türkiye’nin en iyi korunan mekanları arasında alması gerekirken güvenlik sistemi alarm veriyor.


Saray, 10 yıllık teknolojiyle korunuyor. 2000 yılında Aselsan tarafından kurulan güvenlik sistemi yenilenmedi. Müzenin yangın söndürme ve yangın ihbar sistemlerinin de eski olduğu biliniyor. İstanbul Emniyet Müdürlüğü ve İstanbul Valiliği’nin uyarılarına rağmen Kültür ve Turizm Bakanlığı Topkapı Sarayı güvenlik ihalesini 2007 yılından bu yana yapmayı başaramadı.


İstanbul Emniyet Müdürlüğü Özel Güvenlik Şubesi 9 Mayıs 2006 tarihli raporunda müze güvenliğinin yetersiz olduğunu ortaya koymuş, İstanbul Valiliği de bir an önce acil önlem alınmasını istemişti. 2007 yılında İstanbul Rölöve Anıtlar Müdürlüğü’nce kapsamlı bir ihale dosyası hazırlandı. Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı DÖSİM (Döner Sermaye Merkez Müdürlüğü) ihale için 4 milyon lirayı İstanbul DÖSİM’e gönderdi. İstanbul Rölöve Anıtlar Müdürlüğü ihaleye çıkacağı sırada 2010 İstanbul Kültür Başkenti Ajansı devreye girdi ve ödenek iptal edildi.


2008 yılı ağustos ayında, İstanbul Rölöve Anıtlar Müdürlüğü maliyet raporu 2010 Kültür Başkenti Ajansı’na gönderildi. Ajans tarafından 2009 programına dahil edilen Topkapı Saray ihale 16 Şubat 2009 günü yapıldı. Ancak katılım yetersiz olunca ihale iptal edildi. Bir yıl sonra İstanbul Rölöve Müdürlüğü şartnameyi yenileyerek ihale dosyasını 2010 Ajansı’na yeniden gönderdi. Ancak 2010 Ajansı, ihaleyi 2010 yılı yatırım programından çıkardı.

Bu sırada Topkapı Sarayı Müzesi yetkilileri güvenlik zafiyetleriyle ilgili bakanlığa hemen her gün yeni bir rapor gönderiyordu. Üzerinde paha biçilmez eserlerin zimmeti bulunan memurların uykuları kaçıyordu. Bu durum 30 Ekim 2010 günü İstanbul’daki birim amirleri toplantısında gündeme geldi. Bakan Ertuğrul Günay güvenlik ihalesinin yeniden gündeme alınmasını istedi. Bakanlığın 2011 yılı yatırım programına dahil edilen proje, bu kez de İl Özel İdare’ye havale edildi.

Sarayın güvenliğindeki dokuz açık
27 Aralık 2010 tarihli raporda Topkapı Sarayı Müzesi Güvenlik Sistemi’nin eksiklikleri ve yapılması gerekenler şöyle sıralanmıştı:
1- Topkapı Sarayı’nın geneli için güvenlik konseptinin oluşturulması
2- Kameraların görüntülerinin taşınacağı ve sistemin kurulacağı bilgisayar ağı altyapısı
3- İp kamera (CCTV) güvenlik sistemi
4- Hırsız alarm ve kartlı geçiş sistemi
5- Yangın algılama sistemi
6- Yangın söndürme sistemi
7- Çevre güvenlik sistemi
8- Tüm bu güvenlik sistemlerini tek çatı altında toplayan ve bir merkezde izlenmesini sağlayan güvenlik sistemleri merkezi
9- Altyapı ve kablo işleri

Altı yılda kaçanlar-yakalananlar
Topkapı Sarayı`nın bahçesinde müze kapandıktan sonra elinde bir poşetle çıkan Ersin Öztürk elinde İtalyan fayans parçaları ile yakalanmıştı. (Temmuz 2005)
Bağdat Köşkü`nün arkasındaki Kavuk Odası`na iple tırmanan ve odanın camı kırarak içeri giren bir hırsızın, depodan dokuz tarihi eseri çaldığı ortaya çıkmıştı. (Haziran 2005)
Bağdat Köşkü`nün yakınında bulunan Fil Bahçesi`nin kapısı kırılarak içeri girilmiş, havuzdan süs balıkları çalınmıştı.(2004 Mayıs)
Gece yarısı tel örgüleri aşıp sekiz devriye görevlisini atlatarak Topkapı Sarayı’na giren 19 yaşındaki Suat B. bekçi köpekleri tarafından yakalanmıştı. (2007)

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 31.08.2011

10 BİN 500 YILLIK YERLEŞİM YERİNİ TANITMAK İÇİN SPONSOR ARIYORLAR

 

Konya’nın Çumra İlçesi’nde yaklaşık 10 bin 500 yıllık geçmişe sahip yerleşim yeri Boncuklu Höyük’de 5 yıldır arkeolojik çalışma yapan kazı başkan yardımcısı Liverpool Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Adnan Baysal, buldukları eserleri sergilemek ve bu eserleri anlatmak için gerekli olan ziyaretçi merkezinin yapımına sponsor aradıklarını söyledi.

 

Boncuklu Höyük’de her yıl yaz aylarında yapılan kazılar Liverpool Üniversitesi ve İngiliz Arkeoloji Enstitüsü’nden uzmanlar tarafından yürütülüyor. Yapılan kazılarda önemli tarihi eserlerin yanı sıra Anadolu ve Yakın Doğu arkeolojisine ait önemli tespitler yapılıyor. Boncuklu Höyük Kazı Başkan Yardımcısı Liverpool Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Adnan Baysal, her yıl kazı alanına gelen ziyaretçi sayısının arttığına dikkat çekerek, 10 bin 500 yıllık geçmişe ait tarihi anlatmak ve eserleri sergilemek için bir ziyaretçi merkezine ihtiyaç duyduklarını belirtti. Ziyaretçi merkezini yapabilmek için sponsora ihtiyaç duyduklarını ifade eden Baysal, şunları söyledi:

“Boncuklu Höyük’te bulunan eserler dünya çapında önem taşırken ziyaretçiler de büyük ilgi gösteriyor. Ziyaretçilerin kazı alanlarını gezerken de çok dikkat etmeleri gerekiyor. Ayrıca ziyaretçilerin bilgilendirilmesi için bir ziyaretçi merkezine ihtiyaç duyuyoruz. Ancak ziyaretçi merkezini oluşturacak bir sponsor bulamadık. Eğer bir sponsor bulursak, 7 metrekare prefabrik bir yapıyla bu tesisi yapabilecegiz. Ziyaretçi merkezi sadece yurt içinden gelen turistlerin değil, dünya ülkelerinden gelen arkeolog ve turistlerin de burayı gezip görmelerini ve yapılan çalışmalar hakkında bilgi edinmelerini sağlayacak. Ziyaretçi merkezinde bilgilendirici levhalar ve resimlere yer verilecek. Ayrıca ilkokul öğrencilerinin burada kazıların nasıl yapıldığını görebilecekler. Ancak bu ziyaretçi merkezinin oluşması maddi imkanlar dahilinde oluyor. Şu ana kadar böyle bir sponsor bulamadık. Ama bir sopnsor desteği ile sadece yurt içindeki değil dünya çapındaki insanların bilgilendirilmesini sağlamış olacağız. ”

 

Kazı çalışmalarına parasal desteğin Liverpool Üniversitesi ve İngiliz Arkeoloji Enstitüsü tarafından karşılandığını belirten Adnan Baysal, “Bunun dışında hiç bir maddi desteğimiz yok. Ayrıca kazı için de destek verecek sponsor bulabilsek kazının genişlemesine, farklı analizlerin yapılmasına ve hızlı ilerlemesine yardımcı olacak. “dedi.

 

Çalışmaların devam etmesiyle her geçen gün ilginç buluntular ortaya çıktığını vurgulayan Baysal, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Yaptığımız kazılarda Anadolu da ilk yerleşimin yapıldığı evler ortaya çıktı. Bu evler yuvarlak planlı evlerdi. Evlerde yaşayan insanların yaşam organizasyonları son derece farklı. Evlerin içerisinde bulduğumuz düzen bin yıl sonrasına tarihlenen Çatalhöyük gibi yerleşim yerlerinde de görülüyor. Boncuklu Höyük günümüzden 10 bin 500 yıl öncesine tarihleniyor. Boncuklu Höyük’te bulduğumuz evlerde hayvan başlarının duvarlara monte edildiğini görüyoruz. Anadolu’daki ve dünyadaki ilk uygulamanın burada yapıldığı görülüyor. ”

haberler.com, 31.08.2011

BU KIZ ÇOCUĞU 10 BİN 500 YAŞINDA

 

 

Kapadokya bölgesindeki Aşıklı Höyük muhteşem buluş! 1989′dan beri devam eden kazı çalışmaları sonucu, bir evin altında bir kız çocuğunun 10 bin 500 yıllık iskeleti bulundu.

 

Orta Anadolu bölgesinin ilk köy yerleşmesi Aşıklı Höyük’te 1989′dan beri süren kazılardan 10 bin 500 yıllık çocuk iskeleti ortaya çıktı. Aksaray’ın Gülağaç İlçesi’ndeki höyükte arkeolojik kazı yapan ekibin başkanı Prof.Dr. Mihriban Özbaşaran, ‘Aşıklı Höyük, Orta Anadolu ve Kapadokya bölgesi için ilk yerleşme, ilk tarım ve ilk madencilik gibi özelliklerinin yanı sıra dünyada bilinen ilk beyin ameliyatı gibi teknolojik ve bilişsel gelişmelere de ışık tutuyor’ dedi. İskeletin bugüne kadarki buluntuların en eskisi olduğunu söyleyen Özbaşaran, şunları kaydetti: İskelet, oval bir evin altına açılan çukura anne karnındaki pozisyonuyla gömülmüş. Kemik ve dişleriyle günümüze kadar sağlam bir şekilde ulaşmış. Hacettepe Üniversitesi’nden Prof.Dr. Metin Özbek’in ilk gözlemlerine göre, iskelet, 12-13 yaşlarında hayatını kaybetmiş bir kız çocuğuna ait.

 

Höyükteki kazıda bugüne kadar 11 metre derinliğe ulaştıklarını ve Aşıklı halkının yaşam şeklini tüm ayrıntılarıyla okuyabildiklerini söyleyen Prof.Dr. Özbaşaran, ‘Arkeolojik dolgunun tabanına ulaştığımızda Aşıklı Höyük’teki ilk yerleşmenin tarihi de ortaya çıkacak’ dedi. Prof.Dr. Özbaşaran, kültür turizmine açılan Aşıklı Höyük’ün Kapadokya’ya gelen turistler için önemli bir uğrak yeri olacağını tahmin ettiklerini söyledi.

Akşam, 31.08.2011

'FIRTINA GEMİSİ' İLE ZAMANDA YOLCULUK

 

“Fırtına Gemisi” (The Tempest) Kazdağları’nda yeniden yapılarak mitolojik yolculuğu tekrarlanacak.

 

Balıkesir’in Edremit İlçesi’ne bağlı Altınoluk Beldesi’ndeki Antandros antik kentinden, MÖ 700 yıllarında hareket eden ve Roma İmparatorluğu’nun kurulmasına neden olan “Fırtına Gemisi” (The Tempest) Kazdağları’nda yeniden yapılarak mitolojik yolculuğu tekrarlanacak.

 

Altınoluk Beldesi’ndeki Antandros antik kentinde kazı çalışmaları 11 yıldır sürüyor. 27 kişilik ekiple üç farklı alanda sürdürülen çalışmaların bu Eylül ayının ortalarında sona ermesi beklenirken Kazı Başkanı ve Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Gürcan Polat, Büyük Roma İmparatorluğu’nun kurucusu Aeneas’ın mitolojik serüvenini tekrarlamak için hazırladıkları projenin Avrupa Birliği tarafından kabul edildiğini açıkladı. Polat, proje kapsamında, yeniden inşa edilecek Aeneas’ın “The Tempest/Fırtına” adlı gemisinin Altınoluk’tan tan yola çıkarak sadece yelken ve kürekle İtalya’ya gideceğini söyledi.

 

Antandros antik kentinde üç koldan yürütülen çalışmalarda, Roma villası, nekropol ve yerleşim alanını tespit etmeye uğraştıklarını aktaran Kazı Başkanı Doç.Dr. Gürcan Polat, ayrıca, bu yıl Ege ve Akdeniz ortak kültürünün ortaya çıkarılması ve insancıl tarih bilincinin yaratılması için Büyük Roma İmparatorluğu’nun kurucusu Aeneas’ın Antandros’tan İtaya’nın Castro kentine yaptığı tarihi yolculuğun yeniden canlandırılması girişiminde bulunduklarını da kaydetti. Doç.Dr. Polat, hazırlanan projenin Avrupa Birliği Sivil Toplum Diyaloğu-2 Programı’nca kabul edildiğini ifade etti.

 

Lecce Üniversitesi Öğretim Üyesi Ord. Prof. Francesco D’Andria ile ortaklaşa hazırladıkları “Altınoluk’tan Castro’ya Zamanda Yolculuk” adlı projenin yaşama geçirilmesi için ilk adımların atıldığını vurgulayan Doç.Dr. Polat, “Proje kapsamında 2 bin 400 yıl önceki arkeolojik verilere dayanılarak, yeni bir yelkenli ve kürekli gemi yapacağız. Bu tekne Büyük Roma İmparatorluğu’nun kurucusu Aneas’ın, Kazdağları’nda hazırlayıp denize açıldığı “Tempest/Fırtına” adlı geminin bir benzeri olacak. ve biz de bu gemiyle Aneas’ın kullandığı rotayı takip ederek İtalya’nın Castro kentine ulaşıp evrensel bir canlandırma yapacağız” dedi.

 

Kazı Başkanı Polat, “Proje, evrensel tarihin günümüze kadar gelmiş olan ilişkilerinde Ege’nin etkisini tekrar anlatmayı ve belgelemeyi hedefliyor. Büyük Roma İmparatorluğu’nun kurucusu olan Aneas’ın yaptığı tarihsel yolculuğu bir canlandırma ile belgelemek istiyoruz. Dönemin özelliklerine uygun olarak yapılacak “Tempest” yelkenlisinin Altınoluk’tan yola çıkarak, yanlızca yelken ve kürekle MÖ 700′lü yıllarda kullanılan rotayı takip edecek. Tempest, Ege adaları ve Yunanisten kıyıları üzerinden İtalya’nın Castro kentine sürecek tarihi yolculuğu tekrarlayacak. Projenin bilimsel danışmanlığını Lecce Üniversitesi öğretim üyesi Ord. Prof. Francesco D’Andria ile birlikte yürüteceğiz. Ayrıca 360 Derece Tarih Araştırmaları Derneği bu projeyi destekleyecek” diye konuştu. Tempest gemisinin, İtalya, Yunanistan ve Türkiye’den oluşan proje ortaklarının onayıyla Altınoluk’ta kurulacak bir platformda inşaa edilmesi planlanıyor. Aralarında kardeşlik anlaşması protokolü imzalanan Altınoluk ve İtalya’nın Castro belediyelerininde destek vereceği öğrenildi.

 

MİTOLOJİDE AENEAS

Truvalı kahraman Aenas, mitolojik kaynaklara göre, Roma’nın milli kahramanı ve imparator Augustus’un atası sayılıyor. Truva düştükten sonra şehirden kaçıp yeni bir yurt arayan Truvalılara önderlik etti. Önce sağ kurtulanlarla beraber Kazdağları’nın güneyindeki Antandros (Altınoluk) kentine gelip buradan gemi ile denize açılmışlar. Rüzgar onları Kartaca’ya sürükledi. Kartaca Kraliçesi Dido’nun bir süre misafiri olduktan sonra tekrar yola koyuldular ve Orta İtalya’da karaya çıktılar. Burada yerli Sabinlerle de karışarak Roma kentini kurarlar. Truva’ daki palladium adıyla bilinen heykeli beraberinde kaçırıp kurulacak olan Roma kentinin bulunduğu yere diktiği belirtilir. Truva’da Hektor’dan sonra en büyük kahraman sayılırdı. Dardanya prensiydi. Oğulları Romulus ve Remus, Roma İmparatorluğunu kurmuştur.

haberler.com, 31.08.2011

117 YILLIK SIĞINAK HALA AYAKTA




 
Eskişehir’de 2. Abdülhamid döneminde demiryollarına kalifiye elaman yetiştirmek için kurulan çırak okulunun altında yapılan 100 kişi kapasiteli 4 odalı sığınak aradan bir asır geçmesine rağmen hala kullanılabilir durumda.

Çeşitli eklentileri ve tadilatlar sonucu Hoşnudiye Mahallesi Ahmet Kanatlı Caddesi’nde Zübeyde Hanım Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi olarak hizmet veren bina 1894 yılında 2. Abdülhamid tarafından yaptırıldı.

Demiryollarına kalifiyeli çırak yetiştirilebilmesi amacıyla yaptırılan binaya ayrıca 4 odalı bir sığınak da inşa ettirildi.

Toplam 100 kişi kapasiteli, radyasyon, deprem ve bombalara karşı dayanıklı yaptırılan sığınağın kapıları 10, tavanları ise 110 santimetre kalınlığında.

Günümüze kadar hiç hasar görmeden kalan ve ihtiyaç duyulabileceği düşüncesiyle bakımları yapılan sığınak, zamanın teknolojisini de yakın zamana kadar bünyesinde barındırdı.

Sığınakla birlikte yaptırılan ve kirli havayı dışarıya pompalayıp içeriye filtrelerden geçerek gelen temiz havayı verebilen pompalar, yaklaşık 20 yıl önce rutubetten dolayı çürüyünce atıldı.

Çırak okulunun 1934 yılında şimdiki adı Türkiye Lokomotif ve Motor Sanayii AŞ (TÜLOMSAŞ) olan "Cer Atölyesi"ne taşınmasıyla boşalan bu bina, sığınağıyla Demiryolları Hastanesine dönüştürüldü.

Çeşitli eklentiler yapılarak 2003 yılı sonuna kadar sağlık hizmeti veren TCDD Hastanesi’nde 1987’den 2009’a kadar hastane müdürlüğü yapan ve sığınağın tarihçesini kaynaklardan araştıran Ahmet Gökçe, AA muhabirine, 117 yıllık tarihe sahip binanın altındaki sığınaklarının halk tarafından fazla bilinmediğini söyledi.

TCDD Hastanesi’nin 26 Aralık 2003 yılında SSK Genel Müdürlüğüne devredilerek kapandığını, 2004 yılında yeniden açılarak 150 yataklı Kadın Doğum Hastanesi olarak hizmet vermeye başladığını ifade eden Gökçe, "Bu bina 2005 tarihinde SSK hastanelerinin Sağlık Bakanlığına devredilmesi sonucu Zübeyde Hanım Kadın Doğum ve Çocuk Hastanesi adını aldı. Daha sonra çocuk hastanesi, ardından da fizik tedavi ve rehabilitasyon merkezi oldu" dedi.

Gökçe, Almanlara yaptırılan, radyasyon, deprem ve bombalara karşı dayanıklı olduğu bilinen sığınağın, 17 Ağustos Marmara ve 12 Kasım Düzce depremlerinde hasar görmeden bugüne kadar geldiğini ifade ederek, şöyle konuştu: " Tuvalet ve mutfak gibi zorunlu ihtiyaçların görülebileceği yerlerin de bulunduğu sığınakta hastanenin dışına çıkış için özel yapılmış koridor da var. Bu sığınaklar 1991 yılındaki 1. Körfez Savaşı döneminde kullanılabileceği ihtimali üzerine temizlenip hazırlandı. O zamandan beri kullanılabilecek durumdalar.

İhtiyaç duyulabileceği düşüncesiyle bu sığınakların belli aralıklarla bakımları yapılıyor."

Bursa Olay, 31.08.2011

''KENTİN TURİZM SEKTÖRÜYLE KALKINMASINI AMAÇLIYORUZ''

 

 

Yüzyıllardır farklı dil, din ve kültüre sahip insanların barış ve huzur içerisinde yaşadığı Mardin, turizm hedefini her geçen gün büyütüyor. Yılda yerli ve yabancı yaklaşık 1 milyon turistin ziyaret ettiği Mardin, 3 yıl sonra 5 milyon turisti ağırlamayı amaçlıyor.

Mardin Valisi Turhan Ayvaz, AA muhabirine, bir süre önce Birleşmiş Milletler Bilim, Eğitim ve Kültür Teşkilatının (UNESCO) ''Dünya Mirası Geçici Listesi''ne alınmasının ardından, ''Mardin Kültürel Peyzaj Alanı''ndaki çok sayıdaki tarihi mekanda ''Tarihi Dönüşüm Projesi'' adı altında başlatılan restorasyon çalışmalarının hızlandırıldığını söyledi.

Proje tamamlandığında Mardin'in 100 yıl önceki görünümüne kavuşacağını belirten Ayvaz, bu kapsamda tarihi dokuyu bozan 700 binanın yıkılacağını bildirdi.

Bölgenin en huzurlu illerinin başında Mardin'in geldiğine değinen Ayvaz, şöyle dedi:
''Burada farklı diller ve dinlerin bir arada yaşamasından dolayı bir hoşgörü var. Bu hoşgörüden dolayı ilimizde güvenlik sıkıntısı yok. Mardin, turistlerin rahatlıkla gelip gezebileceği bir ilimizdir. Bu konuda yerli-yabancı turistlerin içi rahat olsun. Asayiş noktasında hiç sıkıntımız ve eksiğimiz yoktur. Buraya gelip rahat bir şekilde tatillerini geçirebilirler. Buranın en önemli özelliği kentin güzelliği ve tarihi dokusudur. İnsanlar buraya inanç turizmi için geliyor. Yavaş yavaş turizmin buraya hayat vereceği çok net şekilde anlaşılıyor. Bu nedenle hedefimiz 3 yıl sonra 5 milyon turist sayısına ulaşmaktır. Kentin turizm sektörüyle kalkınmasını amaçlıyoruz. Mardin, kent merkezinin yanı sıra Savur, Midyat ve diğer ilçelerinin tarih ve kültürel değerler açısından çok zengin.''

Belediye Başkanı Mehmet Beşir Ayanoğlu ise Ramazan Bayramı tatili nedeniyle çok sayıda kişinin gezmek için Mardin'e geldiğini belirterek, bu nedenle otellerdeki doluluk oranın yüksek olduğunu söyledi.

Türkiye'de yaşayan herkesin Mardin'i görmesi gerektiğini savunan Ayanoğlu, ''Turizmin gelişmesi için belediye olarak büyük çaba gösteriyoruz. Mardin 3 yıl sonra 5 milyon turisti ağırlayacak potansiyele sahiptir. Bu hedefimize ulaşacağız'' dedi.

Yapı, Fotoğraf: İbrahim Sincar/AA, 31.08.2011

KAPADOKYA'DAKİ YASSIHÖYÜK KAZILARI SONA ERDİ

 

Kapadokya bölgesinin yaklaşık 2 bin 700 yıllık tarihini ortaya çıkaracak olan Nevşehir’in Gülşehir İlçesi'ne bağlı Ovaören beldesindeki Yassıhöyük’te yürütülen arkeolojik kazıların bu yılki bölümü tamamlandı.

 

Anadolu’nun yerleşik hayata geçişinin ilk evresinden başlayıp, Bizans, hatta Osmanlı dönemine kadar süreklilik arz eden alanda, 2007 yılında Bakanlar Kurulu kararı ile başlanan arkeolojik çalışmaların bu yılki bölümü de Gazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Doç.Dr. Süleyman Yücel Şenyurt başkanlığındaki ekip tarafından yürütüldü.

 

Kazı çalışmalarına ilişkin Aa muhabirine açıklama yapan Şenyurt, yaklaşık 25 hektarlık bir alanda hem Orta Demir Çağ hem de Geç Demir Çağ’a ait bulgulara rastladıklarını belirterek, içinde saray ya da bir mabet olduğunu tahmin ettikleri kazı alanında, yine buna ait olduğunu düşündükleri bir de kapıya rastladıklarını söyledi.

 

Kazılara gelecek yıl devam edeceklerini dile getiren Şenyurt, bugüne kadar demir, ok ve mızrak uçları, pişmiş toprak ağırşaklar, kemikten yapılmış iğne, dokumacılıkta kullanılan ağırşaklar, çanak-çömlek kalıntıları ile 12 hektarlık bir alanı kaplayan büyük bir kent ve kenti çevreleyen taş surların açığa çıkarıldıklarını dile getirdi.

 

Surların Hitit döneminde yapıldığını, Demir Çağı’nda iki kez onarım gördüğünü, surlardaki en son yapıların da MÖ 8. yüzyılda hüküm süren Tabal Krallığı’na ait olduğunun anlaşıldığını belirten Şenyurt, höyüğün içinde yapılan kazılarda da Demir Çağı’na ait mekanlar ortaya çıkarıldığını anımsattı.

 

Şenyurt, kazılarda, Demir Çağı’nda da yoğun yerleşime sahne olan surlarla çevrili kentin gerek Hitit İmparatorluk gerekse Geç Hitit Dönemi’nde özellikle Tabal Krallığı’na bağlı önemli kentlerden biri olduğuna dair bulgulara rastlandığını belirtti.

 

Bu yıl yaklaşık 45 gün süren kazıların tamamlandığına değinen Şenyurt, önümüzdeki yıl yine çalışmalara devam edeceklerini sözlerine ekledi.

haberler.com, 31.08.2011

GÖKÇEADA'DA 8 BİN 500 YILLIK KEŞİF

 

Çanakkale’nin Gökçeada İlçesi'nde süren arkeolojik kazılarda, adada yaşamın 8 bin 500 yıl öncesine kadar uzandığının kanıtlandığı bildirildi.

 

Gökçeada’nın Uğurlu Köyü zeytinlik mevkisindeki kazıları yürüten Trakya Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Burçin Erdoğu, yaptığı açıklamada, bölgenin Doğu Ege adalarında bilinen en erken yerleşim yeri olduğunu söyledi.

 

Uygarlık tarihinin en önemli sürecini kapsayan Neolitik Çağ’ın, insanların yerleşik yaşama geçmesi, tarım ve hayvancıktan oluşan beslenme ekonomisinin başlaması ve buna bağlı sosyal düzenin değişimi ve teknolojik gelişmelerin yaşandığı bir dönem olduğuna işaret eden Erdoğu, “Avrupa’da Neolitik Çağ, Avrupa medeniyetlerinin başlangıcı olarak görüldüğünden Neolitik yaşam biçiminin nasıl başladığı konusuna yönelik tartışmalar hız kesmeden devam etmektedir. Uğurlu-Zeytinlik yerleşmesi Neolitik yaşam biçiminin Avrupa’ya aktarımında rol oynamış anahtar bir merkez görünümündedir” dedi.

 

Erdoğu, bölgedeki buluntuların araştırma sonuçlarının Avrupa tarihinin yeniden yazılmasına neden olacak derecede önem taşıdığını belirterek, “Yeni Zelanda’nın Waikato Üniversitesi'nden gelen radyoaktif karbon tarihleri, milattan önce 6 bin 500′leri vermiş ve böylece Uğurlu-Zeytinlik yerleşmesinin günümüzden 8 bin 500 yıl öncesine giden Doğu Ege adalarının bilinen en erken yerleşmesi olduğu kanıtlanmıştır” diye konuştu.

 

Yaklaşık 2 yıldan bu yana yürütülen kazı çalışmalarının bu yılki bölümünün tamamlandığını dile getiren Erdoğu, şöyle konuştu:

“2011 kazı sezonunda bulunan Neolitik Çağ’a tarihlendirilen taş temelli bir bina kalıntısı, ilk tarımcı köy topluluklarının Anadolu’dan Avrupa’ya yayılımıyla ilgili görüşleri değiştirebilecektir. Binanın içinde bulunan çanak ve çömleklerle diğer buluntular, Batı Anadolu ile benzerlik taşırken, adanın kendine özgü bir kültürünün de olduğunu işaret etmektedir. Adaya ithal olarak gelen mermerden yapılmış objeler ve obsidiyenden (volkanik kökenli doğal cam) yapılmış aletlerin yanında, cilalı taş baltalar, kemikten aletler ve deniz kabuğundan boncuklar binayla birlikte ele geçmiştir.”

Hürriyet, 31.08.2011

AMAZON LAHİTLERİNİN EN SAĞLAMI KÜTAHYA'DA

 

Kütahya Arkeoloji Müzesi Müdürü Metin Türktüzün, dünyadaki 20 Amazon lahdinden en sağlamının Kütahya’da olduğunu söyledi.

 

1990 yılında defineciler tarafından Kütahya’nın Çavdarhisar İlçesi'nde bulunan ve o tarihten bu yana Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen 1848 yıllık Amazon lahdinin bir karı-koca için yapıldığı belirlendi. 1.60 santimetre yüksekliğinde, 2.40 santimetre uzunluğunda ve 1.24 santimetre genişliğindeki lahit, ziyaretçilerin ilgisini çekiyor. Amazon lahdinin MS 160 yılında yapıldığı bildirildi. Arkeoloji Müzesi Müdürü Metin Türktüzün, dünyanın çeşitli ülkelerinde bulunan 20 Amazon lahdinin en sağlamının kendi şehirlerinde olduğunu belirterek, “Lahit, 1990 yılında defineciler tarafından Çavdarhisar’da bulundu. Lahit, üzerindeki Grekler ile Amazonlar çatışmasını anlatan figürlere hiçbir zarar verilmeden çıkarılarak müzeye konuldu. Dünyada Amazonlara ait 20 lahit olduğu biliniyor. Bunların içinde en sağlamı ise bizim müzemizde sergileniyor. Diğer ülkelerdeki Amazon lahitlerinin her birinin parçalardan oluştuğu kayıtlarda yer alıyor” dedi.

Haber 3, 30.08.2011

''KARANTİNA ADASI'NI İZMİR'İN GENELİNDE, URLA'NIN ÖZELİNDE BIR KÜLTÜR TURİZMİ MERKEZİ HALİNE GETİREBİLİRİZ''

 

 

Urla'daki Urla-Klazomenai antik kenti bünyesindeki Karantina Adası'ndaki kazı alanında incelemelerde bulunan Bakan Günay, Urla-Klazomenai Antik Kenti Kazı Başkanı Prof.Dr. Yaşar Ersoy ve diğer yetkililerden bilgi aldı.

Bakan Günay, gazetecilere yaptığı açıklamada, İzmir'de ören yerlerini biraz daha toparlamak, gezilebilir bir duruma kavuşturmak ve bu çalışmaları hızlandırmak gibi bir kararları olduğunu söyledi.

Karantina Adası'nın turizme kazandırılması gerektiğini kaydeden Günay, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Şimdiye kadar çeşitli biçimlerde sağlık ünitelerinin kullandığı bir adaydı. Ama Urla'ya yeni bir hastane yapılması için ihale yapıldı. Bu hastane buradan çıkarsa, geri kalan ünitelerin de 1980'lerden bu yana arkeolojik alan olarak tespit edilmiş bu adadan bir ölçüde arındırılması, adadaki eski karantina merkezlerinin belki yine tarihi baskıyla müzeye dönüştürülmesi, üzerinde yeni yapı kullanmamak kaydıyla belki birkaç binanın butik otel haline getirilmesi ve adanın çekiciliğinin artırılması için arkeolojik kazı yapılması gerekiyordu.

Bu yaz yeni başladık, güzel veriler elde edilmiş, gelecek yaz burada nasıl bir yerleşimini olduğunu daha iyi anlarız. Karantina Adası'ndaki öteki yapılarla ilgili mülkiyet ya da kullanım fonksiyonlarını değiştirince, İzmir'in genelinde Urla'nın özelinde bir kültür turizmi merkezi haline umarım getirebiliriz.''

Yapı, Fotoğraf: Göksel Kayseri/AA, 30.08.2011

 

******


KLAZOMENAİ'DE ANTİK TİYATRO KALINTILARINA ULAŞILDI

 

 

İzmir’in Urla İlçesi'nde bulunan Klazomenai antik kentinde sürüdürülen kazı çalışmalarında Hellenistik döneme ait ve yaklaşık 5 bin kişilik olduğu tahmin edilen tiyatro kalıntılarına ulaşıldı.

 

Klazomenai antik kentinde Hitit Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Yaşar Ersoy başkanlığında yaklaşık 20 akademisyen ve arkeoloji öğrencisinden oluşan ekip tarafından 35 işçinin desteğiyle sürdürülen kazı çalışmalarının 2011 yılı sezonu sona erdi.

 

Kazı heyeti başkanı Prof.Dr. Yaşar Ersoy, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Klazomenai’de bu yıl yürüttükleri çalışmalarda, kentteki anıtsal yapıların ortaya çıkarılmasına ağırlık verdiklerini ve bu çerçevede şehrin devamı niteliğindeki Karantina Adası’ndaki kazı sahasında antik bir tiyatro yapısına ulaştıklarını söyledi.

 

Kazı çalışmalarında elde edilen bulgulara göre, Karantina Adası’nın kuzey ucunda konumlanan antik tiyatronun, en erken MÖ 2. yüzyılın ortalarında inşa edilmiş bir Hellenistik dönem eseri olduğunun tespit edildiğini vurgulayan Ersoy, oturma sıralarının bir bölümünün gün ışığına çıkarıldığı tiyatronun, yaklaşık 5 bin kişilik olduğunu tahmin ettiklerini bildirdi.

 

Prof.Dr. Ersoy, bundan sonraki aşamada öncelikle tiyatronun sınırlarının ve planının anlaşılmaya çalışılacağını ifade ederek, ”Kazı sahasında daha geniş alanlarda yapının korunan izlerini tespite ağırlık vereceğiz. Yürütülecek jeofizik ve jeoradar analizleri ile tiyatronun ve Karantina Adası’ndaki diğer resmi yapıların tespitini yapacağız” dedi.

Akşam, 02.09.2011

TABAE ANTİK KENTİ ZİYARETE AÇILIYOR

 

Denizli’nin Kale İlçesi'ndeki Tabae antik kentindeki kazılarda tarihi kilitler, at nalları, çatal-bıçaklar, tiyatro jetonları ve seramik kaplar ortaya çıktı. Kentteki Roma sarnıcından çıkan parçalanmış eşyalar, güneşte kurutulmasının ardından birleştiriliyor.

Denizli’nin Kale İlçesi yakınındaki Tabae antik kentinde bulunan Roma dönemine ait sarnıcın restorasyonu için proje çalışmalarına başlandığı bildirildi. Restorasyon projesini hazırlayan mimar Hülya Kahveci, yaptığı açıklamada, kazılarda Roma dönemine ait özgün ve büyük sarnıç bulunduğunu hatırlattı. Sarnıcın ziyaretçilerin de görebileceği şekilde koruma altına alınması ve onarımının yapılması gerektiğini belirten Kahveci, ‘’Bunun için aslını koruyan restorasyon çalışması yapılacak. Aslını hiç bozmadan, ilave yapmadan özgün sıvasını, özgün taşlarını, ilave bir malzeme kullanmadan sarnıcın restorasyon yapılması kararına varıldı. Ziyaretçilerin binaya zarar vermeden gezebileceği portatif malzemeler kullanacağız. Önümüzdeki sezonda onarımı yapılarak ziyaretçiye açılması hedefleniyor’’ dedi.

Türkiye Gazetesi, 29.08.2011

TERMAL TESİS PROJESİ, KÜLTÜR VE TABİAT VARLIKLARINI KORUMA KURULU'NCA KABUL EDİLDİ

 

 

Kocaeli'de bir zamanlar vatandaşların çamaşır ve halı yıkama yeri olan 18 asırlık Roma hamamının da içinde bulunduğu 11 bin metrekarelik alanda kurulması planlanan termal tesis projesi, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunca kabul edildi.

AA muhabirinin edindiği bilgiye göre, Gölcük'ün Yazlık Mahallesi'nde 2000 yılına kadar üzerinden yol geçen 2. yüzyıla ait Roma hamamı ve çevresinde, yaklaşık 10 ay önce Gölcük Belediyesi ve Kocaeli Müze Müdürlüğünün hazırladığı proje kapsamında kazı çalışmaları başladı.

Yaklaşık 3 ay süren çalışmalar sonunda bölgede, su kanalları, tarihi yapılar ve sikkeler bulundu. Hamamda bulunan Roma dönemine ait tonozlu yapının çevresi ise uzman ekiplerce yapılan çalışmalarla temizlendi.

Yapılacak restorasyon çalışmalarının ardından bölgede Gölcük Belediyesince kurulması planlanan termal tesise de Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulundan onay çıktı. Kararın ardından Gölcük Belediyesi ve Kocaeli Müze Müdürlüğü yetkilileri, bölgedeki çalışmalarını hızlandırdı.

Gölcük Belediye Başkanı Mehmet Ellibeş, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 2. yüz yıla ait olduğu belirlenen tarihi Roma hamamının, Roma ve Bizans döneminde yaralı askerlerin tedavisinde kullanılan bir sağlık merkezi olduğunu söyledi.

Hamamın Osmanlı döneminde de aynı amaçla kullanıldığını ancak zamanla hamamın atıl durumda bırakıldığını anlatan Ellibeş, şimdi ise söz konusu tarihi yapıyı restore ettikten sonra sağlık turizmine kazandırmak için çalıştıklarını kaydetti.

Çalışmalara Kocaeli Valiliği, Gölcük Kaymakamlığı, İl Özel İdaresi ve Gölcük Kaymakamlığının da katıldığını kaydeden Ellibeş, şöyle devam etti:
''2007 yılında ılıca ve çevresindeki 9 milyon 173 bin 45 metrekarelik alan, Kültür ve Turizm Bakanlığınca termal turizm alanı ilan edildi ve hamamın restore edilmesi için bir birlik kuruldu. Birliğin çalışmaları kapsamında yapılan incelemede hamam suyunun cilt ve astım gibi hastalıklarını tedavi edebilecek niteliğe sahip olduğu belirlendi. Ayrıca ılıcadaki su sıcaklığının 22 ila 37 derece arasında değiştiği tespit edildi. MTA tarafından hamam bölgesinde yapılan 2 sondaj sonuncunda 400 metre derinliğe inilmiş ve buradaki su sıcaklığının 32 derecede olduğunu belirlendi. Bu değeri vatandaşlara sunmak için bir proje oluşturduk ve bunu Kültür ve Turizm Bakanlığına sunduk.''

2009'da söz konusu Kültür ve Turizm Bakanlığı ile bir protokol imzaladıklarını anlatan Ellibeş, hamamın restore edilmesi, 11 bin metrekarelik bölgede turizm tesis, mesire, spor ve ağaçlık alanlarının kurulmasını öngören bir projeyi de bakanlığa sunduklarını vurguladı.

Bakanlığın ise projenin bölgenin tarihi yapısını gün yüzüne çıkaracak kazının yapılmasının ardından değerlendirilmesi yönünde bir şart koştuğunu vurgulayan Ellibeş, daha sonra ise Kocaeli Müze Müdürlüğünce bölgede kazı çalışmaları yapıldığını anlattı.

Kazı sonrası, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan söz konusu alanda kurulacak termal tesis projesine onay çıktığını dile getiren Ellibeş, Kamu ihale Kurumu'na 15 gün içerisinde başvurarak söz konusu projenin ihalesi için gün alacaklarını kaydetti.

İhalenin gerçekleşmesinin ardından projenin kısa sürede hayata geçirileceğini anlatan Ellibeş, ''Proje kapsamında kurulacak tesisin yapımın 1 yıl sürecek ve 2012'nin sonunda vatandaşlara hizmetine sunulacak. Tesiste, erkekler ve kadınlar için 150 metrekarelik termal havuzlar ile onların tamamlayıcıları olarak da banyolar, kafeterya ve lokantalar yapılacak. Tesisin yapımı yaklaşık 3 milyon TL ile mal olacak'' şeklinde konuştu.

Projenin tamamlanması durumunda Kocaeli'de ilk kez bir kaplıca kurulmuş olacağına dikkati çeken Ellibeş, sözlerini şöyle tamamladı:
''Biz burada arkeolojik kazıyı yapana kadar insanlarımız, deterjana gerek kalmadan, suyun kükürt özelliğinden dolayı çamaşırlarını yıkıyordu. Bu yüzden de ılıcanın içinde sonradan yapılmış, tonozlu yapının tarihi havasını bozan betonarme yapılar bulunmaktadır. Bu durum tarihe yapılmış bir haksızlıktı. Bu proje ile bu haksızlığı ortadan kaldıracağız. Bu bir imkan, buranın bu şekliyle atıl kalması, hem ülkemiz, hem bölgemiz hem de ülkemiz için kayıp olacaktı. 2 bin yıllık tarihi, sağlık turizmi ile birleştireceğiz. Sanayi kenti olarak anılan Kocaeli, artık ılıca, termal turizmle de anılan bir kent olacak. İçerisinde kadınların çamaşır yıkadığı 2 bin yıllık tarihi turizme kazandıracağız.''

Yapı, Fotoğraf: Abdulhamid Hoşbaş/AA, 30.08.2011

LAODİKYA YANGINI UCUZ ATLATTI

 

 

Laodikya Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, Laodikya antik kentinde çıkan yangın sonrası kazı alanı dışında yer alan bir iki mermer sütun haricinde zarar gören yerin olmadığını söyledi.

 

Prof.Dr. Şimşek, gazetecilere yaptığı açıklamada, 2000 yıllık antik kentte yangın sonrası geniş çaplı bir araştırma yaptıklarını, yangının neden çıktığı konusunda şu an için net bir bilgi bulunmadığını belirtti.

 

Yangından zarar vermeden kurtuldukları için mutlu olduklarını belirten Prof.Dr. Şimşek, ''Otluk alanlarda kalan bazı yerlerdeki mermerler yangın dolayısıyla sisten etkilenmiş ama bunlar geçici bir durum. Önemli olan kentte büyük tahribatların meydana gelmemesi. Yaptığımız incelemelerde yangında kazı alanı dışında kalan otluk alanda bir iki sütun mermer haricinde zarar gören yerin olmadığını gördük'' dedi.

Ntvmsnbc, 30.08.2011

'AYVANSARAY TÜRK MAHALLESİ' YENİLEME PROJESİ' BAŞLADI

 

 

 

Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Tarihi Yarımada içinde yer alan Fatih'in, tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yaptığını belirtti.

İlçedeki sivil mimarlık örnekleri ve anıt eserlerin tarih ve kültür mozaiği konumunda olduğunu kaydeden Demir, ilçenin tarihi ve kültürel dokusuyla Türkiye ve tüm dünya için geçmişten günümüze uzanan eşsiz bir mirasa sahip olduğunu vurguladı.

Demir, ancak bu tarihi ve kültürel dokunun, parsel büyüklüklerinin çarpıklığı, çok paydaşlılık, proje oluşturmakta ve fonksiyon vermekte karşılaşılan zorluklar gibi nedenlerle gerçek sahipleri tarafından uzun yıllardır ilgisiz bırakıldığını, bakımsızlık nedeniyle gelişimini ve değişimini tamamlayamadığını aktardı.

Bu bölgelerin, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı gibi İstanbul'un merkezinde çöküntü ve enkaz alanları oluşturduğunu bildiren Demir, şunları söyledi:
''Burası Haliç surları ile kara surlarının tam birleştiği yer: Fatih'in en uç noktası. Tarih boyunca da önemli bir yer olmuş. Blaherne Sarayı burada. Onun bir parçası sayılır, onun tam bahçesi gibi duruyor, yanında yine Ayazma var. Turistlerin önem verdiği, turistlerin hala gelip gittiği bir Ayazma. Bu Ayazma'ya turistler geliyor. Üst tarafında Anemas Zindanları var. Bu güzergah bizim için önemli bir turizm yeri. Bu güzergahın gerçek değerini bulması için mutlaka yenileme çalışması yapılmalı. Bu bölgede bulunan Emir Buhari Tekkesi Mescidi'nin restorasyonunu bitirdik. Klasik Osmanlı Türk mimarisinin en gözde örnekleri burada. Onun için buraya Ayvansaray Türk Mahallesi diyoruz. Her şeye rağmen kendini muhafaza edebilmiş ve bugünlere ulaşmış tarihi eserler.''

Bu sebeplerle bölgenin Ayvansaray Türk Mahallesi yenileme alanı ilan edildiğini, 2006 yılından bu yana projeyle ilgilendiklerini ifade eden Demir, ''Yenileme alanında toplam 69 parsel bulunuyor. Bu parsellerden 4'ü anıt eser, 15 tanesi ise sivil mimarlık örneği, yani tarihi eser. Bunlar koruma altına alındı. Mahallede 81 aile yaşıyor. Toplam 149 hissedar bulunuyor. Buradaki evlerin yıkımına başladık. Yıkılan evlerin yerine yapacağımız evler tamamen Osmanlı Türk mimarisi örneği olacak. Kendine özgü küçük bir mahalle olacak. 2013 yılının sonunda bu projenin tamamlanmasını amaçlıyoruz. Proje bütçesi yaklaşık 30 milyon lira'' dedi.

 

Demir, bir yandan uygulama projeleri hazırlanırken bir yandan da hak sahipleriyle görüşmelerin devam ettiğini bildirerek, ''Ayrıca alanda toplam 30 hanenin kiracı olduğu tespit edildi.

Kiracılarımızın peşinatsız ve 15 yıl vadeli olmak üzere konut edinebilmeleri için TOKİ ile görüşmelerimiz devam ediyor. Konu ile ilgili kiracılara bilgilendirme toplantısı yapıldı. Kiracıların tahliyesi bayramdan sonra başlayacak'' diye konuştu.

 




Projeye göre 48 konut, 5 adet ticari dükkan, 1 otel, 2 butik otel, 1 kat otoparkı ve 1 sosyal tesis yapılmasının planlandığını bildiren Demir, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Tarihi eserlerin bizden sonraki kuşaklara aktarılmasında sıkıntılar yaşanabilecek bir bölge. Bu nedenle alanda bulunan anıt eserlerin restore edilmesi ve bu yapıların hayata kazandırılması için çalışmalara başladık. Bu projeyi yaparak, hayal ettiğimiz şehri kurmuş oluyoruz, tarihi eserlerin restorasyonunu yapmış oluyoruz ve bölgeyi tam yaşanabilir sosyal donatıları mükemmel hale getiriyoruz. Mülk sahiplerinin imkanlarıyla yapamayacakları bir avantaj sağlıyoruz. Projenin tamamlanmasıyla birlikte bölgede oturan insanların yaşam standartları yükselecek. Dünya mirası ve yaşayan kültür korunacak. Tarihi dokunun ve şehrin özgün kimliğinin sürdürebilirliği sağlanacak ve fiziksel çöküş durdurulacak.''

Yapı, Fotoğraf: Erhan Elladı/AA, 30.08.2011

RESİM VE HEYKEL MÜZESİ'NDE SULAR DURULDU

 

 

Nereden baksak 10 yıldır kapalı olan ve soygun, kayıp haberleriyle gündeme gelen Ankara Resim ve Heykel Müzesi, kapsamlı bir restorasyon çalışmasının ardından geçtiğimiz ay ziyarete açıldı.

 Güvenlik ve kurumsallaşma gibi sorunlarını geride bırakan müzede 750 eser sergileniyor.

 

Ankara Resim ve Heykel Müzesi'nin yakın tarihi biraz problemli, hatta kayıp. Mimar ve mühendis Arif Hikmet Koyunoğlu tarafından 1927'de inşa edilen ve 6 Nisan 1980'den beri müze olarak hizmet veren yapı, 2000'lerin başından bu yana, tadilat gerekçesiyle kapalıydı. 2008'de kimseyi memnun etmeyen bir açılış hamlesi yapan müze, soygun ve kayıp haberleriyle gündeme gelince onarımların yetersiz olduğu gerekçesiyle yeniden kapatıldı.

 

Müzede ciddi bir yönetim krizi olduğunu kabul eden Ertuğrul Günay, geçtiğimiz ayki açılış konuşmasında süreci anlattı: "Mütevazı bir müze olarak yola çıkan ama epey ihmalkarlığa uğrayan Ankara Resim ve Heykel Müzesi'nin 2008'deki açılışı kimsenin içine sinmedi. Çünkü binadaki sergi salonları son derece sınırlı, güvenlik imkanları son derece yetersizdi. Bunları yeni baştan ele aldık. Güvenlik sisteminden teşhir mekanlarına, salonlardan bahçeye her yeri yeni baştan düzenledik."

 

Müzenin sorumluluğu Mart 2011'den bu yana Kültür Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürü Vekili Ömer Bozoğlu'nda. "Şu anda teşhirde 750 eser var. Orijinalliğinden şüphe duyulanların sergilenmesi söz konusu bile değil." diyen Bozoğlu'na toplam eser sayısını soruyoruz. Müzede 4.000'e yakın eser olduğunu söyleyen ama net bir sayı veremeyen Bozoğlu şöyle açıklıyor durumu: "Müzedeki eser sayısı 4.000'in üzerinde ama kesin bir rakam veremiyorum. Çünkü diğer kurumlardan gelecek eserler var. Süreç henüz tamamlanmadı. Geçtiğimiz yıllarda müzede ciddi bir hafıza kesintisi yaşandı ve sayımlar sürüyor. Sadece şunu söyleyebilirim. Çalınan değil de devletin farklı kurumlarına sergilenmek üzere verilen eserler söz konusu. Bakanlık birimleri, Anayasa Mahkemesi gibi... Onları tespit edip geri alıyoruz yavaş yavaş. Müzede bulunan ve orijinalliğiyle ilgili soru işaretleri olan eserler için de bir komisyon kuruldu. İncelemeler sürüyor."

 

"Gidenler tespit edilemez ve geri gelmezse yapacak bir şey yok." diyen Bozoğlu, müze yönetiminin kurumsal kimliğini oturtmak için çalıştıklarını söylüyor ve ekliyor: "2010'da Resim Heykel Müzeleri Yönetmeliği'ni çıkardık. Bundan böyle müzeye girecek ve müzeden çıkacak eserler resmi kurallar çerçevesinde gerçekleşecek. Her türlü düzenlemenin 2012 ortalarında bitmesini planlıyoruz."

 

Çalınan ve kaybolan eserler

2009 sonunda gündeme gelen çalıntı haberlerine göre Hoca Ali Rıza'ya ait 13 karakalem çalışmasının asıllarının kayıp olduğu, yerlerine fotokopilerinin koyulduğu tespit edilmişti. Çalınan ya da kayıp olan resim sayısının çok daha fazla olduğu, depolarda hatta sergi salonlarında yer alan bazı eserlerin de sahte olduğu söylenenler arasındaydı. Diğer kurumlara sergilenmek üzere giden eserlerin kayıtlarının tutulması sırasında titiz davranılmadığı herkes tarafından kabul edilmiş ve geniş çaplı araştırmalar başlamıştı. Çalışmaların ne zaman sonuçlanacağı henüz belli değil.

 

Ankara Resim ve Heykel Müzesi'nin ziyareti ücretsiz. Osman Hamdi Bey Salonu'nda başlayan ziyaret; Abdülmecid Efendi'den Şeker Ahmet Paşa'ya, Şevket Dağ'dan İbrahim Çallı'ya Türk resminin önemli isimlerinin tablolarını görme imkanı sunuyor. Ercüment Kalmık ve Neşet Günal gibi hocaların eserlerinin de bulunduğu müzede Fikret Mualla'ya ayrılmış bir oda var. Belli periyotlarla değişmesi ve kimi zaman belli konseptler çerçevesinde yapılması planlanan sergilere geleneksel bir Ankara ev içi de dahil. Türk süsleme sanatları için de bir odanın ayrıldığı müzede; hat, tezhip, ebru, minyatür ve çini örnekleri de mevcut. Alt kattaki iki galeri ise süreli sergiler için ayrılmış. Müzedeki farklı bölümlere dijital güvenlik kodlarıyla girilebiliyor ve şu anda müzede 100'ün üzerinde güvenlik kamerası bulunuyor.

Zaman, Haber: Jülide Karahan, 29.08.2011

GİTTİĞİNİZ YERDE HEYKELLERE BAKIN

 

Ülkemizde heykele ve heykelciye reva gördüğümüz muameleyi biliyorsunuz.
 

Heykele alerjisi olan bir toplumuz!
Hele modern heykele bakarken heyula görmüş gibi oluyoruz.
Oysa yalnız kentin meydanlarını değil, büyük binaların da içini süsleyen, güzelleştiren, o mimari çalışmayı bütünleyen, içeride bulunan insanın hayatına estetik değerler sokan şeylerin başında heykel gelir.


yapı(*) dergisinden aldığım biri olumlu, biri olumsuz iki örneği okumanızı isterim.
Birincisi:
“27 yıldır Elazığ’ın önemli bir meydanında duran ve köylünün üretimini simgeleyen ‘Çayda Çıra’ heykeli, yol yapımı gerekçesi ile yıkıldı. Elazığ’da 1984-89 yılları arasında görev yapan Anavatan Partili Belediye Başkanı Mustafa Temizer tarafından, Elazığlı ressam ve heykeltıraş Nurettin Orhan’a yaptırılan Çayda Çıra heykelinin AKP’li Belediye Başkanı Süleyman Selman tarafından yıktırılması tepkilere neden oldu. Malatya güzergahındaki Çayda Çıra heykelinin yıkılmasını protesto eden Eğitim-Sen üyeleri adına basın açıklamasını okuyan, Nurettin Orhan’ın oğlu Uygur Orhan, babasının yaptığı ve Elazığ’ın simgesi heykelin yıktırılmasına ilişkin olarak, ‘Çayda Çıra, Elazığ’dır. Sizler bu heykeli yıkmakla çok büyük bir öyküyü, bir aşk öyküsünü yıktınız. Sizler bu heykeli yıkmakla, büyük bir efsaneyi yıktınız’ dedi.”


Olumlu örnek ise şöyle:
“Kars’ta sanatçı Mehmet Aksoy tarafından tasarlanan ve Başbakan Erdoğan tarafından ‘ucube’ olarak nitelendirildikten sonra yapım halindeyken yıkılan ‘İnsanlık Anıtı’ heykelinin bir benzeri de Türkiye sınırına 15 kilometre uzaklıkta Gürcistan’ın Batum kentinde yer alıyor. Bizdeki ‘ucube’ olarak nitelendirilirken, Batum’daki metal benzeri ise ‘Aşk’ heykeli olarak biliniyor. Amerika’da çalışan Gürcü heykeltıraş Tamara Kvesitadze tarafından yapılan ve yazar Kurban Said’in Azerbaycanlı bir genç ile bir Gürcü kızı arasındaki aşkı anlatan ‘Ali ile Nino’ adlı yapıtından esinlenerek ‘Aşk’ adı verilmiş 7 metre yüksekliğindeki metal heykel, deniz kenarında kent girişinde yer alıyor. Birbirine aşık iki geci simgeleyen figürler, üzerine yerleştirildikleri mekanik kaide sayesinde dönerek 8-10 dakikada bir birleşip yeniden ayrılıyorlar.”

Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 29.08.2011

2 BİN 700 YILLIK FRİG YAZITI BULUNDU

 

 

Çanakkale’nin Biga İlçesi'nin Kocagür Köyü'ndeki Parion antik kenti kazılarında, kırık bir mermer blok üzerinde 3 satır "Frigce" yazıta rastlandı.

 

Prof.Dr. Cevat Başaran’ın kazı ekibi tarafından Parion’un yakın çevresinin araştırılması sırasında, Kocagür Köyü meydanında kırık bir mermer blok bulundu, bloğun üzerinde 3 satır "Frigce" yazıt olduğu tespit edildi.

 

Arkeolog Alper Yılmaz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, köy halkının yazıtlı taşı havuz dibi mevkisinden yıllar önce getirerek köy meydanına yerleştirdiğini söyledi.

 

Köylülerin köy meydanındaki taşın üzerine oturarak dinlendiğini ifade eden Yılmaz, Parion kazısı çalışması sırasında köylülerin üzerine oturduğu taşın dikkatlerini çektiğini bildirdi.

 

Bunun üzerine yaptıkları incelemede, köylülerin üzerine oturduğu taşın "Frigce" yazıt olduğunu tespit ettiklerini belirten Yılmaz, "Bu yazıt Anadolu arkeolojisi için son derece önemlidir ve bilinen tarihi değiştirmektedir" dedi.

 

Friglerin Anadolu’ya MÖ 1200’den sonra Balkanlar’dan göç etmeye başladığını ifade eden Yılmaz, şunları kaydetti:

"İlk yerleşim yerleri Kuzey Batı Anadolu olduktan sonra, MÖ 9. yüzyılda bugünkü Ankara ve çevresine yerleşmişlerdir ve burada bilinen büyük Frig Uygarlığı’nı kurmuşlardır. Anadolu’nun kayıp lehçelerinden biri olan Frigce yaklaşık 21 harften oluşmaktaydı. Bugüne kadar Frig yazıtları, Frig Vadisi diye adlandırılan bölgede bol miktarda tespit edildi. Bunun yanı sıra Friglerin yayılım alanlarında Frigce yazılı taşlar ve mezarlar tespit edilmiştir. Bugüne kadar yapılan araştırmalarda Anadolu’da Frigce yazıta en son Manyas yakınlarında rastlanmıştı. Manyas’ın batısında herhangi bir Frig yazıtına rastlanmamıştı. Kocagür’de tespit edilen yazıt bize Büyük Frig Krallığı’nın Biga Yarımadası’nın doğusuna kadar geldiğini ve yayıldığını göstermektedir."

 

Çanakkale Arkeoloji Müzesi’yle irtibata geçildiğini ve 2 bin 700 yıllık yazıtın müzeye konulduğunu ifade eden Yılmaz, yazıt sayesinde bilim dünyasına yeni bilgiler aktarılacağını, Çanakkale bölgesinin Anadolu arkeolojisi için öneminin bir kez daha anlaşılacağını söyledi.

Akşam, 29.08.2011

UNESCO, KAPADOKYA'YI 26 YILDIR DÜNYA MİRASI LİSTESİ'NDE TUTUYOR

 

 

Dünya miraslarını korumak ve gelecek nesillere aktarmak amacıyla UNESCO tarafından 6 Aralık 1985 tarihinde 357 sıra numarası ile doğal ve kültürel varlıklar kategorisinde Dünya Mirası Listesine dahil edilip koruma altına alınan Kapadokya ve Göreme Milli Parkı, Ürgüp, Göreme, Uçhisar, Çavuşin, Derinkuyu yer altı şehri, Mustafapaşa yerleşim merkezleri ile Avanos'un bir bölümünü kapsıyor.

Yılda ortalama 2 milyon yerli ve yabancı turist tarafından ziyaret edilen Kapadokya ve Göreme Milli Parkı içinde çok sayıda kayadan oyma ve tarihi kilise, şapel manastırlar, yemekhaneler ve keşiş hücreleri, depo ve şarap yapım yerleri bulunuyor.

Volkanik tüften oluşmuş ilgi çekici yapısı içinde Bizans kilise mimarisi ve Hristiyan tarihinden önemli bir devri sergileyen Kapadokya ve Göreme Milli Parkı, 1985 tarihinden beri doğal ve kültürel varlık olarak Dünya Mirası Listesindeki yerini koruyor.

Nevşehir Valisi Abdurrahman Savaş, AA muhabirine, bölgede sadece peri bacalarını değil, Kapadokya bölgesini bir bütün olarak korumaya çalıştıklarını ve gelecek nesillere aktarmaya gayret gösterdiklerini söyledi.

Kapadokya bölgesinin UNESCO tarafından korunan diğer bölgelerden farklı olduğunu vurgulayan Savaş, bölgede sadece insan yapımı eserler değil, aynı zamanda doğal eserlerin de bulunduğuna dikkati çekti.

Savaş, UNESCO tarafından Dünya Mirası Listesine alınarak korunmaya çalışılan mekanların büyük çoğunluğunun tarihi ve kültürel süreç içinde insan eliyle yapılan eserler olduğunu kaydetti.

Kapadokya'nın doğal yapısı ile fark yarattığını belirten Vali Savaş, ''Buranın korunması bir bütün olarak sağlanmalıdır. Biz de bunu yapıyoruz ve bölgeyi bir bütün olarak korumaya çalışıyoruz. Ancak aşınma süreci var. Doğal aşınma ile hasar gören yapıları da uzman ekiplerle restorasyon, rölöve ve restitüsyon çalışmaları ile korumaya çalışıyoruz'' dedi.

Bölge halkının çoğunluğunun da Kapadokya'nın korunması konusunda oldukça hassas davrandıklarını ifade eden Savaş, doğal doku ve tarihi eserlerin ömrünü uzatmayı amaçladıklarını, ancak saklayarak değil, ziyarete de açık tutarak bunu gerçekleştirdiklerini vurguladı.

Yapı, Fotoğraf: Selçuk Yıldız/AA, 29.08.2011

"TOPKAPI SARAYI ESKİ GÖRKEMİNE KAVUŞACAK"

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Topkapı Sarayı'nın birçok eksiği bulunduğunu belirterek, "Burayı dünyanın öteki büyük saraylarının ciddiyetine, Kanuni Sultan Süleyman dönemindeki görkemine mutlaka kavuşturacağız'' dedi. Bakan Günay, Başbakan Erdoğan'ın da katıldığı Topkapı Sarayı'nda yenilenen Silah Teşhir Bölümü ve 4. avlu yapıları ile restore edilen Matbah-ı Amire'nin açılış töreninde çalışmalar hakkında bilgi verdi. Silah Teşhir Bölümü ile ilgili yapılan proje çalışmasıyla yapının tarihi mimari özelliklerinin ortaya çıkarıldığını ifade eden Günay, bu bölümde Fatih Sultan Mehmet döneminden itibaren silahların sergilendiğini anlattı.

Sarayın restore edilen yeni binalarıyla teşhirlerin daha geniş kapsamlı yapılacağını anlatan Günay, Silah Teşhir Bölümü için aralarında Cahit Berkay, Demir Demirkan ve Hayko Cepkin'in de bulunduğu sanatçılar tarafından yapılan bestelerden oluşan özel bir müzik çalışması yapıldığını söyledi. Mutfaklar bölümünün restorasyonunun da bitirildiğini anlatan Günay, "Topkapı Sarayı'nın çok eksiği var. Hala Topkapı Sarayı'nda yapılması gereken çok şey var. Burayı dünyanın öteki büyük saraylarının ciddiyetine, Kanuni Sultan Süleyman dönemindeki görkemine mutlaka kavuşturacağız'' dedi. Günay, Suri Sultani'yi iyileştirmeye çalıştıklarını da belirterek, sarayın depo, teşhir, sergi imkanlarını geliştirmeye çalıştıklarını kaydetti. Göreve başladığı zaman sarayın avlusu içinde çeşitli lansmanlar yapıldığını anlatan Günay, artık saray içinde lansman ve etkinlik yapılmadığını, etkinliklerin birinci avluyla sınırlandırıldığını ifade etti. Günay, "Topkapı Sarayı'nda geçmiş yıllarda bu sarayın rantını kullanan bazı girişimler ne kadar olmuştur bilmiyorum ama bu konuyu bütünüyle sorguluyorum. Şu anda hiçbir şekilde bu sarayın imkanları hiç kimse tarafından kullanılmıyor. Sarayda, yönetimin dışında herhangi bir derneğin ve vakfın kullandığı tek bir metrekare yok" dedi.

Restorasyon sırasında ortaya çıkarılan 3 lahit ve vaftiz havuzu da dün ziyarete açıldı. İl Özel İdaresi tarafından bakımı, onarımı, güçlendirmesi ve restorasyonu yapılan Topkapı Sarayı Silah Teşhir Bölümü'nün restorasyon çalışmaları sırasında yerdeki 20 santimetrelik beton zemin kaldırılınca yıllardır üstü kapalı olan 4 kapak ortaya çıkmıştı. Kapaklar açıldığında binanın olduğu yerde daha önceden bulunan Bizans bazilikasının üç lahit ve bir vaftiz havuzunun burada olduğu anlaşıldı. Ayrıca üzerinde semboller bulunan 20 metre derinliğinde su kuyusu ortaya çıkarıldı. Bu bölümler çelik konstrüksiyon üstüne cam kaplanarak ve aydınlatılarak ziyaretçilere açıldı.
Sabah, 29.08.2011

VAZELON'UN KADERİ

 

 

Türkiye, türlü güzellikleri ve türlü garabetleri içinde barındıran bir ülke. 17 Ağustos 2011 tarihli gazeteleri okuduğumda buna bir kez daha şahit oldum. Gazete haberlerinde Patrik Bartalemeos’un Maçka’daki Vazelon Manastırı'na çıkmak için gerçekleştirdiği çileli yolculuktan bahsediliyordu. Patrik, manastırın içler acısı halini görmüş ve kendisine yöneltilen “Bu manastırı restore ettirecek misiniz?” sorusuna da, büyük manastırlarda keşiş kıtlığı olduğu ve dağ başındaki bu manastıra hiç kimsenin gelmek istemeyeceği yönünde bir cevap vermişti. Sonrasında da manastırın ancak devletin el atmasıyla yaşayabileceğini, bunun ise zor olduğunu beyan etmişti. 

Aslında habere konu olan manastırdan ziyade, yetkililerin bu konudaki tutumu düşündürücü. Merkezde bulunan ve turizme kazandırılma ihtimali olan Boztepe’deki Kızlar Manastırı gibi yapılara el atılırken, ihtişam itibarıyla Sümela’dan sonra bölgenin en muhteşem manastırlarından birisi olan Vazelon, -hem de acilen kurtarılması gerekirken- kendi kaderine terk ediliyor. Trabzon da tıpkı İstanbul gibi, Ortodoks dünyası açısından son derece önemli bir merkez. Hatta şu rahatlıkla söylenebilir ki, İstanbul’dan sonra Ortodoks aleminin belki de en önemli ikinci ziyaret merkezi olabilecek konumda. Zira hem Rusya’ya olan yakınlığı hem de Yunanistan’da yaşayan Karadeniz kökenli vatandaşlar açısından taşıdığı önem, şehri turizm açısından bir cazibe merkezi haline getiriyor. Nitekim Stelyo Berberakis, “Trabzon” adlı derginin 2. sayısında kaleme aldığı bir yazısında, mübadele sonrasında Pontuslu Rumların sırf yeşil bir bitki örtüsüne sahip olmasından dolayı Kuzey Yunanistan’ı seçtiklerini, Yunanistan’ın inşaat işlerinin onlardan sorulduğunu, horon ve kemençe kültürü başta olmak üzere folklorik geleneklerini yaşattıklarını, tıpkı Karadenizli Türkler gibi çok çocuk sahibi olduklarını, silaha tutkuyla sarıldıklarını, Yunanistan’daki pek çok fıkranın da başkahramanı olduklarını söyler. Özellikle yaşlı Pontuslular, torunlarına Karadeniz’i mutlaka ziyaret etmelerini öğütler. Berberakis, haklı olarak bu tür ziyaretlerin iki taraf arasındaki ortaklıkları önplana çıkartacağını ve dostluk köprüleri tesisine ortam hazırlayacağını sözlerine ilave eder. 

Vazelon tıpkı Sümela gibi, Maçka İlçesi'nin sınırları içinde. Yapı, Kiremitli Köyü'ne 7 kilometre uzaklıkta. Vaftizci Yahya’ya adanan bu manastıra gitmek için Trabzon’dan doğuya doğru ilerleyerek Maçka’ya giden yola girmeniz ve ilerideki yol ayrımında Sümela’ya giden yöne değil de, sağdaki Hamsiköy yoluna sapmanız gerekli. Kiremitli Köyü'nden sonra ormanlık bir alanda yolunuza devam ederken Vazelon’a çıkan patikayı da kollamanız şart. Sisli havalarda manastırı görmeniz ve patikanın girişini bulmanız zor. Yolun başından aracınızı bırakarak biraz yürümeniz lazım. Patikaya saptıktan 6-7 dakika sonra manastır karşınızda belirecektir.


Manastıra ulaştıktan sonra giriş kapısını arıyorum. Binanın batı kısmında, otlar arasında bir giriş kapısı buluyorum, ancak buradan girmek mümkün görünmüyor. Güney tarafındaki gedikten zor da olsa yapının içine giriyorum. Ne yazık ki gördüğüm manzara pek de iç açıcı değil. Manastırın hemen her yeri delik deşik. Adeta köstebek yuvasına dönmüş. Sebep ise, Karadeniz’de artık bir hastalık haline gelmiş olan define arayıcılığı… 

Defineciler sadece zemine zarar vermiyorlar, bir şeyler buluruz umuduyla zaman zaman koca duvarları alaşağı ediyor, şömine ya da mumluklar için açılan boşlukların altını kazıyorlar. Etrafta kilometrelerce alanda herhangi bir ev, manastırda da güvenlik olmadığı için, mekanı dinamitlerle yıkmaya kalksanız size karışacak bir Allah’ın kulu bulamazsınız. Halbuki manastır, sahip olduğu hususiyetler göz önünde tutulduğunda, mutlak surette koruma altına alınması gereken bir mekan.
Bazı kaynaklarda manastırın tarihi 3. yüzyıla kadar indiriliyor. Manastırın bugün ayakta kalan bölümünün 14.-19. yüzyıllar arasında inşa edildiği düşünülüyor. Yapı, Osmanlılar zamanında son derece geniş olan mülklerini büyük ölçüde muhafaza etmiş. Manastırın faaliyetleri 1923’teki Lozan mübadelesine kadar sürmüş.


Vazelon Manastırı, bir mağara ve ayazma çevresinde gelişmiş. Mağaraya ulaşmak için manastır içindeki dehlizlerde maceralı bir yolculuğu göze almanız gerekiyor. Ancak inanın buna değiyor. Zira mağaranın girişindeki freskler tüm canlılığını koruyorlar. Seçebildiğim kadarıyla buraya işlenen sahneler arasında Kıyamet, İsrafil’in sura üflemesi, Araf, Mizan Terazisi ile günah ve sevapların tartılması, çok başlı bir köpek ve cehennemdeki zebaniler resmedilmiş. İnsan yüzlerinin neredeyse tamamı, ne yazık ki zarar görmüş. Zamanla bu mağaranın etrafında keşiş odaları, mutfak, yemekhane, depo gibi birimler oluşmuş. Keşiş odalarının bulunduğu mekanın çatısı ve kat araları ahşaptan yapıldığı için bugüne kadar ulaşamamış.


Manastırın vakit geçirmeden koruma altına alınmaya ve restore edilmeye ihtiyacı var. Aksi takdirde çok geç olabilir. Vazelon, bakir doğası ve barındırdığı güzellikler ile turizm açısından da gelecek vaat eden bir bölge. Zira ziyaretçiler buraya ulaşmak için şirin bir köy olan Kiremitli’den geçmek ve kuş sesleri eşliğinde, toprak kokan bir orman içerisinde ilerleyip yine son derece sevimli ama uzun patika yoldan bölgeye ulaşmak durumunda. Vazelon, sahip olduğu ancak her geçen gün yıpranan freskleri ile de Sümela’yla yarışabilecek nitelikte.


Manastırın bir diğer önemi de keşişlerin tuttuğu kayıtlar. Bu kayıtlar bilhassa sosyal tarih açısından büyük önem taşır. Trabzon Rum İmparatorluğu kronikçilerinin atladığı pek çok boşluğu doldurur niteliktedirler. Bölgeye yapılan akınlar, o civarda yaşayan halkın etnik ve sosyo-kültürel durumları hakkında oldukça velud bilgiler içerirler. Üstelik manastır kayıtları, ünlü Rus tarihçisi Uspenski tarafından daha 1927’de yayınlanmış. Hasılı neresinden bakarsanız bakın Vazelon’suz kamil bir Trabzon tarihi yazmak pek mümkün gözükmüyor.

Radikal İki, Haber: Önder Kaya, 28.08.2011

"NEMRUT'UN BEKÇİLERİ YERİNE KONSUN"

 

 

Arkeoloji dünyasında tarihi eserleri korumak için yerlerinden etmek doğru mu tartışması başladı.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Nemrut’taki heykellerin korunması için Kahta’ya indirileceğini, yerlerine kopyalarının konulacağını açıklaması arkeoloji dünyasında tarihi eserleri korumak için yerlerinden etmek doğru mu tartışması başlattı.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Nemrut heykellerinin doğa koşullarından dolayı yıprandığını ve korunması için heykellerin bulundukları yerden 800 metre aşağıya Adıyaman’ın Kahta İlçesi'nde yapılacak bir müzeye taşınacağını açıklaması arkeoloji dünyasında yeni bir tartışmayı da başlattı. Bakan Günay Nemrut heykelleriyle ilgili “Ben heykellerin aşağıya (Kahta’ya) taşınması noktasındayım. Bu heykellerde yüzyılların yarattığı yıpranmalar var. Çok şiddetli rüzgar esiyor. Yüzeyindeki detaylar yok olmaya başladı. Isı, kışın eksi 40 dereye kadar düşüyor. Buzlanma oluyor, bu da zarar veriyor. Heykeller 800 metre aşağıya Kahta’ya taşınacak” açıklamasını yaptı. “Tarih yerinde güzel” diyen arkeologlar ise heykellerin Kahta’ya taşınmasına karşı, arkeololar “Heykellerin korunması gerekiyor ama günümüz teknolojisi ile bu yerinde olmalı” diyor.

 

- Prof.Dr. Halet Çambel: Tuhaf bir öneri. Dünyada örneği yok. Taşımak doğru olmaz. Bunca yıllık arkeoloğum ilk defa böyle bir şey duyuyorum.

 

- Prof.Dr. Semavi Eyice: Heykeleler 100 yıllardır burada duruyor. Taşımak doğru olmaz. Yerinde koruyucu tedbirler alınmalı, üzerlerine sundurma yapılmalı. Eserleri kendi yerinden alıp müzelere gömeceğiz. Her şey müzeye konmaz. Müze didaktik bir yer olması lazım, her eski eseri müzeye koymak doğru değildir. Tahribat insan eliyle de yapılıyor, bu da önlenmeli. Heykeller hava tahribatına maruz kalıyorsa muhakkak koruyucu tedbir alınmalı.

 

-Doç.Dr. Necmi Karul / Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi Başkanı

Yerinde koruma esastır ancak açık alanda koruma oldukça güç, çok özel uygulamalar gerekir. Nemrut gibi bir yerde heykellerin üstüne çatı yapılması silüetini değiştiri. Korunması ve yerlerine replikalarının yapılması doğru bir yaklaşım. Replikalar da ziyaret edilir. Tarih sadece eserlerden ibaret değil, doğal çevre açısından da bir bütünlük sağlar. Nemrut dağındaki tümülüsün varlığı, güneşin batması da bunun bir parçasıdır. Ziyaretçiler etkilenmez.

 

Özgen Acar/Arkeoloji yazarı

Nemrut’u Kahta’ya taşımak doğru olmaz. Yerinde korumak lazım, ‘cam fanus’ projesi yapılabilir. Aşağıya indirilirse yukarıdaki replikalarına kimse çıkıp bakmaz. O zaman Efes’teki Celsus Kitaplığı'nı da müzeye taşıyalım. Tarih yerinde güzel. Dünyada böyle bir örnek yok. Heykellerin acilen korunması gerekiyor, ama bu koruma günümüz teknolojisinde yerinde çözüm getirilmeli.

Vatan, 28.08.2011

KÖYLÜ KADINLAR ARKEOLOJİK KAZI YAPIYOR

 

 

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Prehistorya Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Aktopraklık kazılarını yürüten ekibin başkanı Doç.Dr. Necmi Karul, yaklaşık 8 yıl önce başlayan kazılarda bugüne kadar önemli buluntulara ulaştıklarını söyledi.

 

Yerleşim birimleri ile takı, figür, iskelet, çanak ve av malzemeleri gibi binlerce yıllık tarihi eşyalara ulaştıklarını ifade eden Karul, kazılarda üniversite öğrencileri kadar civar köylerde yaşayanların da görev aldığını bildirdi.

 

Kazılarda, kazma ve kürekle ilgili işleri erkeklerin, çapa gerektiren ince işleri ise kadınların yaptığını dile getiren Karul, ’Her yıl yaklaşık 40 kadın görev alıyor. Çapayla kazıyorlar, herhangi bir buluntuya ulaştıklarında bize haber veriyorlar. Köylü kadınlar adeta bir arkeolog gibi çok titiz çalışıyorlar’ dedi.

 

Kazı alanında görev alan Gülfidan Beki (43), 5 yıldır yaz aylarında kazı yaptığını belirterek, ’Boncuk, iskelet, sapan ve bazı eşyalar buluyoruz. Bulduğumuzda hocaları çağırıyoruz. İlk geldiğimde tedirgindim ancak şimdi çok rahatım. Eşyalara zarar vermediğimiz için sorun yaşamıyoruz’ diye konuştu.

 

Azime Borazan (44) ise 6 yıldır kazılarda görev aldığına değinerek, şunları söyledi:

’Tarihi eserleri buluyoruz. Bulduklarımızı ekibin başkanı ve diğer yetkililer, kayıt altına alıyor. İşlenmiş kemik ve taş, seramik parçaları, çanaklar bulduk. Figürlere rastlıyoruz, tümlenmiş, tümlenecek figürler buluyoruz. Bulunca seviniyoruz. Köyde kadınlara da anlatıyoruz. Bize ’siz nasıl iskelete elinizi dokunuyorsunuz’ diye soruyorlar. Biz de ’ölüden ne zarar gelir asıl zarar canlıdan gelir’ diyoruz.’

 

Borazan, kazılarda çalıştıkları için birçok arkeolojik terimi de öğrendiklerini belirterek, köydeki kadın arkadaşlarına da bu öğrendiklerini anlatarak, bilgi sahibi olmalarını sağladıklarını vurguladı.

 

İlkbaharda sebze bahçelerinde çapayla çalıştıklarını dile getiren Borazan, yaz aylarında da kazı alanında aynı çapayla tarihi eşyalar aradıklarını bildirdi.

 

Hanife Zengin (42) de kazılarda geçen yıl çalışmaya başladığını ifade ederek, 8 bin 500 yıllık tarihe sahip bir yerde görev yapmaktan keyif aldığını bildirdi.

 

Zengin, ilkbahar aylarında bağ ve bahçede çalıştıklarına değinerek, ’Sebze çapalıyoruz. Tarladaki zararlı otları temizliyoruz. Burada da topraktaki gizli kalmış eserleri çıkarıyoruz. Fasulye bahçesinde de kazılarda da çapa kullanıyoruz. Ancak kazılar, hem ince hem de çok heyecanlı iş. Binlerce yıllık buluntuya ulaşmak çok önemli. İlk olarak kemikten yapılmış iğne bulduğumda çok sevinmiştim’ diye konuştu.

Bursa Olay, 28.08.2011

BATI ANADOLU'NUN EN BÜYÜK ZEMİN MOZAİĞİ İZMİR AGORASI'NDA BULUNDU

 

 

Batı Anadolu'nun en büyük zemin mozaiği İzmir Agorası'nda yapılan kazı çalışmaları sırasında bulundu.

İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin dünyanın "kent merkezindeki en büyük antik agorası" olarak bilinen İzmir Agorası'ndaki kamulaştırmaları sürüyor. Yıkılan binaların altından ise her geçen gün yeni bir buluntu ortaya çıkıyor. Batı Anadolu'da en büyük mozaikli zemin buluntusu, bunlardan bir tanesi. Büyükşehir Belediyesi'nin "Arkeoloji ve Tarih Parkı" olarak düzenlemeye hazırlandığı Agora ve çevresinde Dokuz Eylül Üniversitesi Arkeoloji Bölümü tarafından yapılan çalışmalarda elde edilen arkeolojik bulgular, İzmir için büyük önem taşıyor. Belediye tarafından kamulaştırılan alanda bulunan ve 900 metrekarelik alanın hemen hemen yarısını kaplayan mozaik döşeme, büyüklüğü ve yerinde korunmuş olması ile İzmir ve Batı Anadolu için bir ilk olma özelliği taşıyor. Geometrik desenlerden oluşan büyük boyutlardaki mozaik üzerinde restorasyon ve düzenleme çalışmaları ara vermeden yoğun olarak devam ediyor.

Mozaik alanda devam eden çalışmalar hakkında bilgi veren Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy şöyle konuştu: "Bölgede iki senedir kazı çalışmalarını sürdürüyoruz. Mozaikli yapı dememizin nedeni, tabanın tümünde mozaik zemin olmasından kaynaklanıyor. Burası, Batı Anadolu'da en büyük mozaikli zemin buluntusu olarak görünüyor. Çünkü ilk tespitlerimize göre burası 900 metrekarelik bir alan ve mozaikler hemen hemen bu alanın yarısını kaplıyor. MS 2. yüzyılda yapılmış bir kültür sarayı, toplantı salonu olarak tanımlayabileceğimiz yapı. Arkadaşlarımız bir yandan mozaikleri ortaya çıkarırken diğer yandan da restorasyonunu yapıyorlar. "

Mozaikli alanın kent turizmine bir an önce katılması için ara vermeden çalıştıklarını söyleyen Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy, "Mozaikli alanda çıkarılan yaklaşık birer santimetre büyüklüğündeki küp parçacıklarının her birini tek tek yerine koyuyoruz. Buraya ziyaretçi akışı devam ettiği için çıkardığımız malzemenin restorasyonunu yapmamız gerekiyor. " dedi. Mozaik figürlerin bitkisel motiflerden oluştuğu bilgisini veren Akın Ersoy şöyle devam etti: "Bizim bulduğumuz mozaiklerde yuvarlak ve kare modüller içerisinde bitkisel motiflerden ibaret iç içe geçmiş halkalar yer alıyor. Bunnun yanı sıra kadeh formatında objeleri tasvir eden figürler de var. Mozaik tabanın yaklaşık 200 yıl kullanıldığının işaretlerini görüyoruz. Bu yapı, iki evreli mozaik tabana sahip. En üst tabaka MS 4. yüzyıla ait olan ikinci evre. Birinci evre mozaik tabanı ise, MS 2 yüzyıla ait. Demek ki yaklaşık 200 yıl boyunca kullanılmış bir taban bu. Bir yangın geçirmiş, tahrip görmüş ve onun üzerine yeni bir döşeme oluşturmuşlar. Şimdi biz ikinci evre mozaiğine sahibiz. "

İzmir Büyükşehir Belediyesi, ilk kamulaştırmalarına 1997 yılında başlanan, ilk yıkımı ise 2005 yılında gerçekleştirilen tarihi alanda, "Agora ve Çevresi Koruma, Geliştirme ve Yaşatma Projesi" çerçevesinde bugüne kadar 26 milyon 808 bin 987 liralık kamulaştırma bedeli ödedi. Toplam 21 bin 987 metrekarelik alandan 18 bin 337 metrekaresini kamulaştırarak tapusunu alan Büyükşehir Belediyesi, geri kalan bölümleri kamulaştırmak için de çalışmalarını sürdürüyor.

sondakika.com, 28.08.2011

ÇATALHÖYÜK'TE 9 BİN YILLIK RESİM BULUNDU

 

 

Bu yıl Çatalhöyük’te sürdürülen kazı çalışmalarında 9 bin yıllık geçmişe sahip resimler ortaya çıkartıldı.

 

Prof. Ian Hodder’ın başkanlığında, Yapı Kredi’nin desteğiyle yürütülen Çatalhöyük kazılarında, yaklaşık 8 bin kişinin yaşadığı kenti gün ışığına çıkarmak için bir Türk bir de uluslararası ekip görev yapıyor.

 

Ian Hodder, 9 bin yıllık resmi, evlerden birinin hala sağlam kalan 2.5 metre yüksekliğindeki duvarında bulduklarını belirtti.

 

Beyaz kille kaplanmış olan duvarın ortasında kırmızıya boyanmış bir oyuk ve bunun içinde de obsidyen ok başları bulunduğunu belirten Hodder şöyle devam etti.

“Çatalhöyük’te yaşayanlar, evlerinin ocaktan çıkan isle kaplanmasını önlemek için duvarlarını beyaz kille kaplardı. O nedenle bu katmanların her biri kazı sırasında, özenle, tek tek çıkarıldı. Bu oyuğun altındaki panelde duvarın boyandığı ve bu kırmızı boyanın hala taze olduğu görülüyordu. Bu sene ortaya çıkan diğer bir heyecan verici bulgu ise, bir buzağı kafasının kırmızıya boyanarak başka bir evdeki oyuğun üzerine asılmış olmasıydı. Evlerde, ölenlerin gömüldüğü alanlarda sıklıkla çeşitli resimlere rastlıyoruz. Bu resim ve objelerin, o dönemde yaşayan insanların ölenlerle iletişim kurmasının bir yolu olduğunu düşünüyoruz.”

Habertürk, 28.08.2011

LİBYA'DA YAĞMAYA KARŞI KIRMIZI ALARM!

 

 

Birleşmiş Milletler’in Eğitim, Bilim ve Kültür’den sorumlu kurumu UNESCO, uluslararası sanat tüccarlarını ve müzeleri, Libya’daki çatışmalar sırasında yağmalanan sanat eserlerine dikkat etmeleri konusunda uyardı. UNESCO’nun hazırladığı raporda, sosyal kargaşa zamanlarında sanat eserlerinin ciddi zararlar gördüğü ve Libya’daki mevcut koşullarda, sanat tüccarlarının özellikle dikkatli olmaları gerektiği bildirildi. Dikkatsiz sanat tüccarlarının satın alacakları eserlerle, yağmayı teşvik edeceği uyarısını yapan UNESCO Genel Müdürü Irina Bokova, komşu ülkeleri de uyardı.


Açıklamanın ardından, Libyalıları arayan Bokova, Libya’da yaşanabilecek yağmaları değerlendirmek ve tehlikedeki eserleri korumak konusunda UNESCO’nun da yardımda bulunacağını bildirdi.


Libya, Yunan kültürünün ilk şehirlerinden biri olan Cyrene’nin bulunduğu 5 dünya mirasına sahip bir ülke. Dünya mirası listesinde Roma İmparatorluğu’nun en güzel kentlerinden Leptis-Magna ve ‘Çölün İncisi’ olarak da bilinen ‘Ghadames’ antik kenti de yer alıyor.

Radikal, 28.08.2011

ERDOĞAN CEMAATLERE BAYRAM SÜRPRİZİ YAPTI

 

 

Hükümet, azınlık (cemaat) ı ile ilgili tarihi bir karara imza attı. 'ın bu akşam gerçekleşecek farklı inanç gruplarının temsilcileri ile iftar buluşması öncesi yapılan jestle, cemaat vakıflarının 75 yıl önce el konulan veya Hazine adına tescil edilen mal varlıklarının asli sahiplerine iadesine imkan sağlandı. Dün Resmi Gazete'de yayımlanan Kanun Hükmünde Kararname ile kamu kurumları adına tescilli olan, aralarında mezarlık ve çeşmelerin de bulunduğu mal varlıkları cemaat vakıflarına devredilecek. İlgili vakıfların 12 ay içinde başvurması ve Vakıf Meclisi'nin olumlu görüşü ile iade işlemi gerçekleşecek. Hükümet attığı adımla ilk defa azınlık vakıflarına el konulan taşınmazları ile ilgili tazminat verilmesini de karara bağladı. Azınlık vakıflarına ait olmakla birlikte Hazine, Vakıflar Genel Müdürlüğü ve İl Özel İdaresi adına kaydedilen veya 3. şahıslara geçen gayrimenkuller için "rayiç değeri" üzerinden değer tespiti yapılarak cemaat vakıflarına ödeme yapılacak. Ödemeyi Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü üstlenecek. Cemaat vakıflarının avukatı Kezban Hatemi düzenlemeyi, "Bu büyük devrim. Askeri vesayet sonrası atılan en büyük adımlardan biri" olarak tanımladı. Düzenleme ile cemaatlerin kiliseleri, gayrimenkulleri ve belediye kanuna aykırı olarak el konulan mezarlıklarının bile iade edileceğini aktaran Hatemi, "Öyle bir işlem ki bu; Hazine veya devlet kurumu gayrimenkulü 3. kişiye sattıysa bedeller tespit edilip cemaat vakıflarına ödeniyor. Cumhuriyet tarihinin yüz karası bir durumu ortadan kaldırmaya yönelik çok büyük adım" dedi. Hatemi, bugün Başbakan Erdoğan ile yapacakları iftar öncesi sorunlarının çözüldüğünü belirterek, şöyle dedi: "Devleti ihkak-ı hak yaptığı yani mal varlığına kendiliğinden el koyduğu vatandaşına tazminat ödeyeceğini söylüyor. Bu büyük devrimdir. Hakkın ihlalini gidermek, eşit vatandaşlık uygulamasına geçmektir. Bugün hükümetle ikinci iftarımız olacak ve ikinci iftara kalmadan sorun çözüldü."

Geçtiğimiz yıl farklı inanç temsilcileriyle hükümet arasında düzenlenen iftara Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın katıldığını aktaran Hatemi, Arınç'ın anlattığı olayı şöyle aktardı: "TBMM'de, cemaatler tartışması yapılırken Sayın Başbakan'ın şöyle bir konuşma yaparak grubumuzu etkilediğini söyleyeyim. Başbakanımız, 'Arkadaşlar, cemaatlerin vakıflarına haklarının iadesi söz konusu. Bu, gerçekten hakları değil mi?' diye sordu. Biz de hep beraber 'evet' dedik. Uzman arkadaşlarımız da 'evet haklarıdır' dedi. O zaman Başbakanımız, 'Hak, haklının en mukaddes malıdır. Bize düşen, onu yerine getirmektir. Bu insanlarımızın taleplerini mutlaka karşılayacağız' dedi." Hukuk Profesörü Dr. Hüseyin Hatemi de yayınlanan kararnamede ile ilk defa gayrimenkullere ilişkin tazminattan bahsedildiğini belirterek, "3. kişiye devredilmiş olsa da mal varlıkları için tazminat ödenecek. Bu da AİHM kararları beklenmeksizin hakkın teslimi anlamında olumlu bir gelişme. Hukukun gereği hukuk devleti tarafından gerçekleştiriyor" değerlendirmesi yaptı.

 

Azınlık vakıflarına ait olmalarına rağmen kamu adına tescili yapılan taşınmaz malların, söz konusu vakıflara iade edilmesine yönelik karar, azınlık cemaati temsilcilerinde büyük yankı uyandırdı.

Türkiye'deki 162 vakfın seçilmiş temsilcisi olan Azınlık Cemaat Vakıfları Temsilcisi Laki Vingas, "Taşınmazların iadesi Türkiye'nin cemaat vakıflarına hakkın iadesi olarak görülmelidir. Hak iadesi en güzel ve en şerefli duygulardan biridir" dedi.

AKP hükümetinin cemaat vakıflarının el konulan veya hazine adına tescil edilen mal varlıklarıyla ilgili kritik bir düzenleme yaptığı yönündeki haberler üzerine SABAH'a görüşlerini bildiren Vingas, "Gelişmenin temelinde Başbakan'ın, Başbakan Yardımcısı'nın değişim ve demokrasi mücadelelerindeki sevgi, hak ve adalet anlayışı yatıyor. Bu 3 anlayış olmasaydı, böyle bir değişim ve demokrasi mücadelesi verilemezdi" dedi. "Cemaatimizin çalışmalarının meyvelerini alıyoruz" diyen Vingas sözlerini şöyle sürdürdü: "Türkiye'de siyasi iradenin on yıllardır süren bir algısı vardı. O algıda cemaatler bu ülkenin unsurları değil, hep yama gibi duran insanlardı. Bize yabancı dediler, bu ülkeye zarar vereceğimizden korktular. Cemaat olarak hep savunmacı şekilde yaşadık. Bu algı artık değişiyor. Çocuklarımıza bizim yaşadığımız yükleri bırakmayacağımıza seviniyorum."

Yeni anayasadan da umutlu olduğunu dile getiren Vingas, sözlerini şöyle sürdürdü: "İnşallah yeni anayasada da bizleri kucaklayıcı maddeler çıkar. Vatandaşlığımızın algısı eşitlik çerçevesinde olur. Azınlıklar hak beyanatlarını önemsiyorlar. Yıllar boyunca kriz ortamında yaşadılar. Koca bir asrın yükü var. Bu yük artık azalıyor. Bütün vakıfların ufku açan kanunlar çıktı." Cumhuriyet tarihinde seçilen ilk vakıf temsilcisi olan ve 2008'den beri hükümetle yapılan görüşmelere katılan Laki Vingas, "Burada hakkın iadesi ve taşların yerine oturması söz konusudur. Bana göre bu bir iade-i hak, iade-i itibardır. Hak iadesi en güzel ve en şerefli duygulardan biridir" diye konuştu.

Sabah, Haber: Mehmet Nayır, 28.08.2011

 

******


370 PARÇA GAYRİMENKUL DEVREDİLECEK

 

Hükümet, azınlık (cemaat) vakıfları ile ilgili tarihi bir adım atarak 75 yıl önce el konulan veya Hazine adına tescil edilen mal varlıklarının asli sahiplerine iadesine imkan sağladı. 3'üncü kişilere devredilen mallar için de rayiç bedelden tazminat ödenecek. Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, bu tarihi adımın perde arkasını SABAH'a anlattı. Değişikliği, Erdoğan'ın, farklı inanç gruplarının temsilcileriyle buluştuğu dün akşamki iftar öncesine yetiştirdiklerini aktaran Ertem, ilk etapta 370 gayrimenkulün sahiplerine iade edileceğinin müjdesini verdi. Ertem, 2008'de çıkarılan Vakıflar Yasası'nda cemaat vakıflarının mallarının iadesi için yeni düzenlemeye ihtiyaç duyduklarını söyledi. Ertem şunları söyledi: "2008'de bin 410 müracaat yapıldı. Yasadaki eksiklik ve uygulamadaki sorun nedeniyle ancak 181 iade yapılabildi. Yeni düzenlemeyle ilk etapta 370 gayrimenkul devri gerçekleştirilecek." 3'üncü kişilere satılmış, devredilmiş gayrimenkuller için rayiç bedelden tazminat ödeneceğini hatırlatan Ertem, "Yeni uygulama ile devlet kazançlı çıkacak. Gayrimenkullerin değerinin ödeneceği rayiç bedel, AİHM'den gelen tazminatların 5'te biri oranında" dedi. Ertem, "Artık hakkının ihlal edildiğini savunanların AİHM'ye gidiş sebepleri de ortadan kalktı" diye konuştu. El konulan gayrimenkullere ödenecek tazminatları inceleyeceklerini aktaran Ertem, "Kamulaştırılmış veya takas yapılmış gayrimenkullere bedel ödenmeyecek" dedi.

Sabah, Haber: Mehmet Nayır, 29.08.2011

 

******


GM HAKLARINDA BÜYÜK ADIM, FAKAT...

 

 

AKP hükümetini gayrimüslim Türkiyeliler (GM’ler) açısından tebrik ederim. Onun iktidarında, bu insanlara ulus-devletin 1920’lerden beri yapageldiği mezalim epey azaldı. Son Kanun Hükmünde Kararname (KHK) bunun son örneği. Fakaaat, yine hemen söyleyeyim ki, bu öyle katiyen “Tek maddelik devrim” falan değil. Aşağıda maddeyi vereceğim ve sorunlu yerlerini “Sorun-1, 2, 3” vs. diye işaret ederek bilahare izah edeceğim. 

Madde metni
“Geçici Madde 11: Cemaat vakıflarının a) 1936 Beyannamesinde kayıtlı olup malik hanesi açık olan taşınmazları, b) 1936 Beyannamesinde kayıtlı olup kamulaştırma, satış ve trampa dışındaki nedenlerle [Sorun 1] Hazine, Vakıflar Genel Müdürlüğü (VGM), belediye ve il özel idaresi adına kayıtlı taşınmazları [Sorun 2], c) 1936 Beyannamesinde kayıtlı olup [Sorun 3] kamu kurumları adına tescilli olan mezarlıkları ve çeşmeleri [Sorun 4], tapu kayıtlarındaki hak ve mükellefiyetleri ile birlikte bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on iki ay içinde müracaat edilmesi halinde, Meclis’in (VGM Meclisi) olumlu kararından sonra [Sorun 5], ilgili tapu sicil müdürlüklerince cemaat vakıfları adına tescil edilir [Sorun 6].


Cemaat vakıfları tarafından satın alınmış veya cemaat vakıflarına vasiyet edildiği veya bağışlandığı halde, mal edinememe gerekçesiyle [Sorun 7] Hazine veya Genel Müdürlük adına tapuda kayıt edilen taşınmazlardan üçüncü şahıslar adına kayıtlı olanların Maliye Bakanlığınca tespit edilen rayiç değeri Hazine veya Genel Müdürlük tarafından ödenir. Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle düzenlenir.” 

Gelelim sorunlara
Sorun 1: Bir defa, “kamulaştırma”lar dışarıda bırakılamaz. Çünkü bunlar bir tür gasp biçiminde yapılmışlardır. Kamu ihtiyacı vs. katiyen gözetilmemiş, el konulmuş, sonra da kamulaştırma amacı dışında kamuya ve özele peşkeş çekilmiştir. Ör. Pangaltı Ermeni Mezarlığı (Surp Agop) üzerinde bugün TRT binası, Askeri Müze, Divan ve Hilton otelleri vs. yükseliyor. Bu mezarlık 1934’te mahkeme kararıyla belediyeye geçtiğinden, bir mal listesi olan 36 Beyannamesi’nde de yoktur ve bu maddeden yararlanamaz. İkincisi, “satış” dışarıda bırakılamaz, çünkü devlet bağırta bağırta el koyup eski malike bedavadan iade etmiş, o da yeniden satmıştır. Bunlar tescil falan edilmeyecektir.
Sorun 2: 36’da bulunan, ama mazbut (VGM’nin el koyduğu) bir vakıf adına tescil edilmiş mallar da bundan yararlanamaz, çünkü VGM Meclisi, “VGM değil, vakıf adına kayıtlıdır” diyecektir. Bunun engellenmesi için, tam buraya “…ve mazbut vakıflar adına kayıtlı bulunanlar” ibaresinin eklenmesi gerekirdi.
Sorun 3: “36 Beyannamesi’nde kayıtlı” ibaresi çok sorunlu, çünkü yukarıda geçen muazzam Pangaltı Mezarlığı 36’da kayıtlı falan değildir. Kayıtlı olmayan mallar için bu KHK çözüm getirmiyor.
Sorun 4: Mezarlıklar bazen “mal” kategorisinde mütalaa edilmemiş, vakıflarca kayda geçirilmemiştir. Bu kayıtsız mezarlıklar için de bu KHK’da çözüm yoktur. Kaldı ki, Lozan md. 42/3 şöyledir: “Türk hükümeti, gayrimüslim mezarlıklarına tam bir koruma sağlamayı yükümlenir.” 36’ya kayıtlı olsa da olmasa da, Lozan varken mezarlıkların zaten kılına dokunulamaz.
Sorun 5: Tescil için VGM Meclisi’nin devreden çıkartılması gerekir. Meclis’teki GM temsilcisi Laki Vingas, Meclis’in olumlu yönde gittiği kanısında. Fakat Yunanistan’la bir anlaşmazlık çıktığını düşünün, bu Meclis derhal terslenebilir. Kaldı ki, yakın geçmişteki performansı tam bir felaket idi.
Sorun 6: Görüştüğüm tecrübeli avukat Setrak Davuthan, tapu sicil müdürlüklerinin tescil için bir süredir sorun çıkarmadıklarını, yasa dışında ayrıca mahkeme kararı aramadan tescil yaptıklarını söylüyor. Bu, çok önemli bir gelişme. Fakat yarının ne olacağı bilinmez. Şimdi AB başkanlığında sıra Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’ne geldi, onun kimi taşkınlıkları Türkiye’deki havayı derhal değiştirebilir. Kaldı ki, tapu müdürlükleri daha düne kadar yasa falan dinlemiyor, malik değişikliği için ayrıca mahkeme kararı istiyorlardı.
Sorun 7: Bu “Mal edinememe gerekçesi” terimi çok sorunludur, çünkü şu durumlara çözüm getirmez: a) Mahkeme kararıyla eski malik adına kaydedilmiş mallar. Ör. canım ciğerim Hrant’ın yetiştiği Tuzla Kampı’na el konulunca devlet orayı eski malikine parasız iade etti, o kişi de yeniden sattı. Geçmiş olsun! b) Malın iade edildiği eski malikin “gaip” olması (kaybolması) durumunda kayyuma devredilen ve 10 yıl sonra da devlete geçen mallar. Geçmiş olsun! c) Mahkemece vasiyetin iptali sonucu vakfın elinden alınan mallar. Burada KHK çok muğlak ve yetersiz. Bazı durumlarda, vasiyet sonucu vakfa tescil edilen bir mala devlet dava açmakta ve “eski kaydın ihyası”nı (yani, vasiyet edene geri verilmesini) istemektedir. Mahkeme bu yönde karar alırsa, mal eski malike geri döner. Bu durumda tazminat hayal olabilir. d) Kurumun tüzel kişiliği olmadığı gerekçesiyle el konulan mallar. Ör. Katolik ve Süryani vakıf malları. Fener Patrikhanesi’ne ait olan ama Fener’in tüzel kişiliği olmadığı için bir vakfa yazılı olup da el konulan Büyükada Rum Erkek Yetimhanesi ancak AİHM kararıyla geri alınabilmiştir. 

Esas sorun, kanunda
KHK’yla getirilen bu Geçici Madde 11, 2008’de çıkarılan esas yasanın (no. 5737) sakatlıklarını düzeltebilmekten çok uzaktır.
a) Md. 5/1 “Yeni vakıflar Medeni Kanun (MK) hükümlerine göre kurulur” diyerek GM’lerin yeni cemaat vakfı kurmasını engelliyor, çünkü MK md. 101/4 şöyle: “Belli bir ırk ya da cemaat mensuplarını desteklemek için vakıf kurulamaz.” b) Md. 7/2, mazbut vakıflara yönetici seçimini yasaklıyor. Bugüne kadarki uygulama: VGM önce vakıf seçimlerini engelledi, sonra da seçim yapılmıyor diye vakfı mazbut ilan etti (el koydu).
c) Md. 25/1, uluslararası ilişki kurabilmesi için, bunun vakıf senedinde yazılı olmasını istiyor. GM vakıflarının senedi olmaz; fermanlarla kurulmuşlardır ve MK md. 101/4’e göre yeni vakıf kuramazlar.
d) Geçici Md. 7: Bir defa, buradaki “tasarrufları altındaki mallar” terimi çok sorunlu, çünkü 36’da yazılı olup da ellerinden alınan mallar halen tasarruflarında değil. İkincisi, “Mal edinememe gerekçesiyle” terimi çok sorunlu, çünkü mal doğrudan devlete geçmişse tazminat alınabilir, ama “eski kayıt ihyası” gibi gerekçelerle araya başka malik sokulmuşsa, alınamaz. (Ayrıntı için bkz. D. Kurban, TESEV için rapor, 2007). 

Sonuç
Tekrar söylüyorum, AKP’nin bu konudaki çabalarını kutlarım. Fakat Vakıflar Yasası 2002 ve 2003’te değiştirildi, 2008’de de yenisi yapıldı. Hepsi de derhal bürokrasinin, ardından da yargının “yorumuna” uğradığı için bu hale geldi. Şimdi 2008 metni de değiştirildi. Bu da muğlak, bu da siyasal konjonktürde “yorumlanmaya” müsait. Durun, bütün bu gasp yılları içindeki kira vs. gelirleri ne olacak, ona değinmedim bile.

Radikal İki, Yazı: Baskın Oran, 04.09.2011

SOLOİ POMPEİOPOLİS'TE HELLENİSTİK DÖNEM İZLERİ

 

Doğal haliyle ayakta kalan dünyadaki sayılı antik limanlardan Soloi Pompeiopolis antik kentinde bu yıl gerçekleştirilen kazılarda, Hellenistik Döneme ait çok sayıda eser bulunduğu bildirildi.

 

Dokuz Eylül Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi ve Kazı Başkanı Prof.Dr. Remzi Yağcı, Aa muhabirine yaptığı açıklamada, Mersin’in Mezitli İlçesi'ndeki antik kentte bu yıl 12′incisi gerçekleştirilen kazı çalışmalarının 1 Temmuz-4 Ağustos tarihleri arasında toplam 35 kişilik ekiple yapıldığını söyledi.

 

Antik kentteki ilk bilimsel çalışmaların 1999 yılında, ilk restorasyon çalışmalarının ise bu yıl başladığını belirten Yağcı, “Soli Höyük ve Sütunlu Cadde’de gerçekleştirilen kazılar restorasyon çalışmaları ile birlikte yürütüldü” dedi.

 

Kazılarda güneydeki Roma dükkanlarının devamı niteliğinde bir mekan açığa çıktığını ifade eden Yağcı, şöyle konuştu:

“Bu mekanın güneyinde Bizans Dönemi su kanalı, altında ise yaklaşık 3. 5 metre derine inen Roma Dönemi rögarı ile bu rögara bitişik bir ocağa rastlandı. Rögar Hellenistik çöplük olarak kullanılmış. Rögar ile ocağın bir dönem aynı anda kullanıldıkları, ocağın hem rögarı hem de Hellenistik tabakayı tahrip ettiği arkeolojik verilerden anlaşılmaktadır. Ocak çevresinde ve rögar içinde milattan önce 3-1. yüzyıla tarihlenen farklı tipte birçok mutfak malzemesi açığa çıkmıştır. Rögardan lagynos (tek kulplu şarap kabı), olpe (sürahi), megara kasesi, kandil, unguentarium (koku kabı) tipinde birçok kap ile ayrıca sikke, figürin (üzerinde bir çift amfora taşıyan katır-adak heykelciği), mortarium (havan) ile havan eli, dokuma ağırlıkları ve ağırşaklar bulundu. Bunlardan müzelik değerdeki 38 parça Mersin Müzesi’ne teslim edildi. Bu zengin Hellenistik kap repertuvarı, Soloi Pompeiopolis’teki Sütunlu Cadde’nin Roma Döneminden önceki kullanımına ilişkin kanıtları göstermesi bakımından önem taşıyor. Bu buluntular, Soloi Pompeiopolis’in Hellenistik Dönemde de etkin bir liman kenti olduğunu akla getirmektedir. ”

 

Yağcı, Mersin’in dip tarihini araştırdıkları Soli Höyük’teki kazıların ise Arkaik Teras çevresinde gerçekleştirildiğini söyledi.

 

Arkaik Teras mekanlarının doğuya bakan birbirine bitişik odalardan oluşan bir mimari kompleks olduğunu belirten Yağcı, şunları kaydetti.

“Bugüne kadar 15. yüzyıl Kizzuwatna sur duvarlarını açığa çıkararak koruma altına aldığımız Soli’de milattan önce 7. yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren Geç Arkaik Döneme kadar kesintisiz yerleşim söz konusudur. Soli’nin kolonizasyon dönemine (milattan önce 7 ve 6. yüzyıl) tarihlenen bu teras, arkeolojik olarak Soli’nin Doğu Grek ve Kıbrıs ile olan yakın ilişkilerin varlığını gösteriyor. Tarihsel olarak da Atinalı devlet adamı Solon’un kurucusu olduğu Soli’de görev yaptığı dönemi (MÖ 640-559) işaret etmektedir. Bu dönem buluntuları arasında fikellura stili krater parçaları, kabartmalı mimari terra cottalar, Fenike tipi lekythoslar önem taşıyor. Soli teras mekanları, Arkaik Dönemde mimari olarak şimdiye kadar Kilikya’da açığa çıkarılmış en belirgin akropol yapılarıdır. ”

 

Yağcı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Mersin Valiliği ve Mezitli Belediyesi’nin desteğiyle Sütunlu Cadde ve Soli Höyük’te sürdürülen çalışmaların yanı sıra pilot bölge olarak seçilen Sütunlu Cadde ile limanın birleştiği bölgede restorasyon çalışmalarına başlandığını anımsattı.

 

Sütunlu Cadde’nin güney ucunda başlatılan proje kapsamında karşılıklı 7′şer toplam 14 sütunun ayağa kaldırılacağını ifade eden Yağcı, “Sütunlu Cadde’deki 14 sütunun ayağa kaldırılması için başlatılan çalışmaların yıl sonunda tamamlanması hedefleniyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile yazışmalarımızda önerdiğimiz kamulaştırma projesi gerçekleştirilirse Sütunlu Cadde’nin batı ucundaki parseller kamulaştırılacak ve Sütunlu Cadde böylece restorasyona daha hazır hale gelecek. Böylelikle ilerleyen süreçte toplam 300 sütundan oluşan cadde görsel açıdan turizme kazandırılacak” diye konuştu.

haberler.com, 27.08.2011

DİYARBAKIR, SURLARIYLA MARKA OLMA YOLUNDA HIZLA İLERLİYOR

 

 

Kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemesine rağmen, MS 349 yılında Roma İmparatorlarından 2. Constantinus zamanında kentin etrafının surlarla çevrilerek kalenin güçlendirildiği bilinen ve yaklaşık 6 kilometre uzunluğundaki Diyarbakır Surları, bölge tarihinin surlar üzerindeki kitabelerden okunması özelliğiyle dünyada tek örnek olarak bulunuyor. Olağanüstü görkemiyle yakınından geçenlere, üzerindeki figürlerle adeta tarihin sırlarını fısıldayan surlar, son yıllarda sürdürülen hummalı çalışmalarla UNESCO'nun ''Dünya Kültür Mirası Listesi Adaylık Dosyası''nda yer almaya hazırlanıyor.

Surların ana kısmını oluşturan ve her dönem yönetim merkezi olmuş alanda yer alan MS 2. yüzyıla ait St. George Kilisesi, Artuklu Hanı ile Cumhuriyet ve Osmanlı döneminin mimari özelliklerini yansıtan yapılarıyla kentin turizmde marka şehir olmasına önemli bir katkı sağlayacak İçkale'deki restorasyon çalışması devam ederken, öte yandan İslam'ın ''Beşinci Harem-i Şerif''i olarak da nitelendirilen Ulu Cami, Diyarbakır'ın yetiştirdiği ünlü kişiliklerden Cahit Sıtkı Tarancı'nın doğup büyüdüğü müze ev, Diyarbakırlı Türk fikir adamı Ziya Gökalp'in doğduğu ev gibi bir çok tarihi yapıyı içinde barındıran Diyarbakır Surları adeta açık hava müzesi görünümde bulunuyor.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Diyarbakır gezisinde surlar ve İçkale'nin ''Cumhurbaşkanlığı himayesine'' aldığını ifade etmesinin ardından büyük ivme kazanan çalışmalar, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Müdürlüğü'nün UNESCO Dünya Kültür Mirası Geçici Listesi'ne eklenmesiyle de Diyarbakır Kalesi ve Surları'nın Dünya Mirası Listesi Adaylık Dosyasına yer alması için yapılan hazırlıklara yeni bir soluk getirdi.

Bu kapsamda bir yandan surların çekirdek kısmını oluşturan ve her dönem merkezi olmuş İçkale'deki restorasyon çalışması aralıksız devam ederken, diğer yandan da Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nden gelen uzmanlarca alan yönetimi ve alan sınırlarını belirleme çalışması yapıldı. Daha sonra ekibin yönetim planının uygunluğu konusunda ilgili kurumlardan görüşünü sorması üzerine sadece surların değil, Suriçi İlçesi'nin bütünü, Ongözlü Köprü, Hevsel bahçeleri ve Dicle Vadisi Kırklar Dağı gibi alanların dahil edilmesi kararı alınarak alan sınırı genişletme çalışması yapılacak. Alan yönetiminin belirlenmesinin ardından tarihi surlarla ilgili 5 yıl geçerli olacak bir eylem planı hazırlanacak ve bu plana göre tarihi Surlar korunacak.

İl Kültür ve Turizm Müdürü Teyfik Arıtürk AA muhabirine yaptığı açıklamada, tarihi Diyarbakır surlarının 5 bin 700 metre uzunluğuyla dünyanın muhteşem yapılarından biri olduğunu söyledi.

İlk kez 2000 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığınca UNESCO'ya Dünya Kültür Mirası Listesi için başvurulduğunu belirten Arıtürk, el birliğiyle çalışmalarının devam ettiğini vurguladı. Büyükşehir Belediyesince de koruma amaçlı imar planı hazırlandığını belirten Arıtürk, ''Bunlar tamamlandıktan sonra inşallah surlarımız hak ettiği değeri alarak Dünya Kültür Mirası Listesine girecek ve daha iyi tanıtımını sağlamış olacağız'' dedi.

Arıtürk, son 5 yılda bakanlıkça gönderilen yaklaşık 6 milyon liranın surların onarımı için harcandığını anlatarak, şöyle konuştu:

''Bunun yanında surların projelendirme çalışması yapılıyor. İçkale projemizde devam ediyor. İlk etapta içerdeki yapıların rölöve ve restorasyon projelerini hazırladık ve koruma kurulundan onaylattık. Eski binalar yıkılarak özgün dokuları ortaya çıkarıldı. 2 yüzyıla ait Saint George Kilisesi'nin restorasyonu tamamlandı. Kültürel dokusu en az bozulmuş, 11 yüzyıla ait cami, 19 ve 20. yüzyıldan kalma sivil mimari örnekleri ile görülmeye değer tarihi mekanımız İçkale için son 5 yıl içinde yaklaşık 11 milyon lira bakanlıkça gönderilen ödeneklerle restorasyonlarımız devam ediyor. 2013'te tamamlanmış olarak İçkale'yi hizmete açmayı hedefliyoruz.''

Arkeolojik park
Tevfik Arıtürk, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Diyarbakır ziyaretinde surları himayesine aldığını ifade etmesinin ardından çalışmaların daha da hızlandığını, surların sınır tespiti çalışmalarının diğer kamu kuruluşlarıyla devam ettiğini vurgulayarak, şu bilgileri verdi:

''Bu arada Valilik ve Büyükşehir Belediyesinin ortaklaşa başlattığı surların gecekondulardan temizlenmesini öngören Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamında TOKİ ile yapılan anlaşma gereği orada yaşayan vatandaşlarımız mağdur edilmemek koşuluyla ev ve para vererek boşaltılıyor.

Ayrıca İçkale'de bir tiyatronun ve bir Roma Hamamı'nın olduğu bilinmektedir. Bunun için bir kazı yapacağız. Daha sonra biz orayı Arkeolojik Park olarak planlıyoruz. Bütün bu çalışmalarımız 26 medeniyete ev sahiliği yapmış surlarımızla Dünya Kültür Mirası Listesine girerek, Diyarbakır'ın turizm destinasyonunu dünya çapında sağlamak. Aynı zamanda kentimizde inanç turizmi de çok önemlidir. Diyarbakır hem bölgemiz, hem ülkemiz hemde dünya turizmi açısından cazip kılıyor. Surlarımız bütün bu dokuları içinde barındırmasıyla da açık hava müzesi görünümündedir.''

Yapı, Fotoğraf: Ferit Ozonat /AA, 27.08.2011

ANTİK MISIR'DA YAĞDAN JÖLE VARDI

 

İngiltere'nin Manchester Üniversitesi arkeologları, Mısır mumyalarının saç örneklerini inceledi ve 3 bin 500 yıl önce de jöle ile saç maşası kullanıldığını tespit etti.

18 kadın ve erkek mumyanın saç numunelerini elektron mikroskobu ile inceleyen arkeologlar, Antik Çağ'daki Mısırlıların saçlarını şekillendirmek için hayvan yağlarından maddeler kullandığını saptadı.

Sabah, 27.08.2011

TÜRKİYE'NİN 'İLK KAZI DEMİRYOLU HATTI' HURDALIKTAN KURTARILDI

 

 

Alacahöyük Kazı Başkanı, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Aykut Çınaroğlu AA muhabirine yaptığı açıklamada, 1935 yılında Atatürk tarafından kazı alanlarından çıkarılan toprağı taşımak amacıyla Almanya'da bir firmaya yaptırılan ve uzun yıllar atıl vaziyette bulunan demir yolu hattının Alacahöyük ören yerinde sergilendiğini bildirdi.

Alacahöyük kazılarının bir asra yakındır devam ettiğine işaret eden Çınaroğlu, ilk olarak 1907'de yılında başlatılan kazıların sistematik olarak 1935'de hiç görmediği halde kendi hesabından 3 bin lira vererek Atatürk tarafından başlatıldığını vurguladı.

Kazı çalışmalarının ilk günlerinden itibaren başarılı sonuçlar alındığını ifade eden Prof.Dr. Çınaroğlu, kazıların 15'inci gününde ''Hitit Güneş Kursları''nın bulunduğunu, 1983'e kadar ödeneğin kesilmesinden dolayı kazıların aralıklarla devam ettiğini, 1996 yılından bu yana da kazı çalışmalarının aralıksız sürdüğünü bildirdi.

Atatürk'ün Alacahöyük kazılarına çok önem verdiğini dile getiren Prof.Dr. Aykut Çınaroğlu, şu bilgileri verdi:

''Arkeolojik kazılarda karşılaşılan en önemli sorunlardan birisi kazılan alanından çıkarılan toprağın uzaklaştırılmasıdır. Kazı toprağı ortaya çıkınca yüzde 10 kabarıyor, bu yüzden de çalışmaları engelliyor. Alacahöyük'teki kazılarda da aynı sorunlar yaşanıyor. O dönemlerde Yunanistan'da küçük demir yolu hattına döşenen vagonlarla toprağın kazı alanından uzaklaştırıldığı öğreniliyor. Zamanın Nafa Vekili (Kazı işleri) Başkanına ve Afet İnan'a bu vagonlardan söz ediliyor. Afet İnan da Atatürk'e kazı toprağının uzaklaştırılması konusunda sıkıntı yaşadıklarını anlatarak, Atatürk'ten 3 adet vagon alınması talebinde bulunuyor. Atatürk, 'Siz arkeolojik kazı mı yapıyorsunuz, oyun mu oynuyorsunuz. 3 tane aletle kazımı yapılır' diyor. Almanya'nın ünlü bir firmasına 30 adet vagon siparişi veriliyor. Bu sistem Türkiye kazılarında ilk defa kullanılıyor. Hatta yabancı kazılara da borç olarak vagonlardan veriliyor.''

Çınaroğlu, Kültepe ve Acemhöyük kazılarında da kullanılan bu vagonların zamanla unutulduğunu dile getirerek, ''Vagonlar Alaca'daki Eskiyapar kazı alanında hurdaya atılmıştı. Dönemin kaymakamıyla görüşerek bu vagonların önemini anlattık. Nasıl bağlanacaklarını bildiğim için 3 tanesini bağlayarak müze bahçesine kurduk. Atatürk'ün mirasını bu şekilde yaşatmaya çalıştık'' diye konuştu.

Prof.Dr. Aykut Çınaroğlu, 2009 yılına kadar hurdalıkta olan vagonlardan 3 tanesinin iki yıldır Alacahöyük Ören yerindeki müze bahçesinde sergilendiğini, diğer vagonların da Türk Tarih Kurumuna devredildiğini sözlerine ekledi.

Yapı, Fotoğraf: Esma Aygün/AA, 27.08.2011

"SARAYDAN TAHT KAÇIRMA DİYE BİR ŞEY YOK"

 

Topkapı Sarayı'ndaki taht olayı için "Bir tarihi eşyanın kullanılmak üzere lojmana taşınması iddiası kesinlikle doğru değil. Kaldı ki o taht III. Selim'e ait de değil, daha sonraki yıllarda temin edilmiş bir kanepe." diyen Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ekliyor: "Sarayda epey mesafe aldık, iki sene içinde her şey yerine oturacak."

 

Galata Mevlevihanesi Müzesi, Gaziantep Zeugma Mozaik Müzesi ve Topkapı Sarayı Silah Seksiyonu bitti. Gezdik, gördük, haber yaptık. Ama halka açılmadılar. Neden, ne zaman?

Resmi açılışların Sayın Başbakan tarafından yapılması gibi bir düşüncemiz var. O nedenle sürekli erteliyoruz. Zeugma için tarih belli: 9 Eylül. Galata Mevlevihanesi yakında... Silah Seksiyonu da zira... Umarım bir an önce açılır, çünkü gerçekten çok özel bir teşhir. Sadece Silahhane de değil Topkapı Sarayı 4. avludaki çeşitli yapılar da elden geçti. Bağdat Köşkü, Revan Köşkü, Lala Mustafa Paşa Köşkü, Sofa Camii... Mecidiye Kuleleri de yolda. Silahhane'yle birlikte onları da açacağız.

 

Topkapı Sarayı Müzesi'ndeki soruşturma sonuçlandı mı bu arada? Durum ne? Müze Müdürü Yusuf Benli Konya'ya gitti mi?

Evet, Yusuf Bey eski görev yeri Konya'ya döndü. Soruşturma sürüyor. Tespit edilen bazı özensizlikler söz konusu ama ortada basına yansıdığı gibi bir kasıt yok. Yani bir tarihi eşyanın kullanılmak üzere lojmana taşınması iddiası kesinlikle doğru değil. Sadece bir objeyi bir yerden bir yere taşırken talimatlandırma ve koruma konularında bazı özensizlikler yapılmış. 'Saraydan taht kaçırma' deyince obje sarayın dışında bir yere kaçırılıyormuş gibi algılanıyor. Halbuki eşya, sarayda aynı avlu içinde bir yapıdan öteki yapıya götürülüyor. Kaldı ki o taht da Necdet Sakaoğlu Hoca'nın bana söylediğine göre daha sonraki yıllarda temin edilmiş bir kanepe.

 

3. Selim'in tahtı değil mi yani?

Necdet Sakaoğlu'nun verdiği bilgiye göre hayır, 3. Selim'in tahtı değil. Yani haber -amacını bilmiyorum ama- gerçeği abarttı.

 

Haber nasıl ortaya çıktı?

Onu bilemem. Yalnız benim için zamanlaması çok üzücüydü. Göreve başladığımdan bu yana Topkapı Sarayı kapsamına katmaya çalıştığım birçok yapı vardı. En son, Milli Savunma Tedarik Komutanlığı'nın kullandığı depoları saraya dahil etmiştik. Taht haberinin basına çıkmasından birkaç gün önce de geniş bir basın topluluğuyla oraları gezdik. Ben bu yapıların saraya katıldığının haber olmasını beklerken... Topkapı Sarayı'ndaki bütün emeğimizi ve gayretimizi küçülten abartılı ve kasıtlı bir haberle karşılaştım. Doğrusu çok üzüldüm.

 

İlber Ortaylı tahtın 3. Selim'e ait olmadığını fark etmedi ,mi?

Etse bile... Yusuf Benli'yle aralarında talihsiz bir basın polemiği geçmiş, yetki sürtüşmesi basına taşınmıştı. Sanıyorum insanlar böyle durumlarda öfkelerini ve içlerindeki duyguları öne çıkarıyor.

 

Şimdi ne olacak? Saray yine müdürsüz mü kalacak?

Şimdilik bir arkadaşımız vekaleten bakıyor. Asaleten de bir arkadaşımız atanacak. Ama açıkçası Topkapı Sarayı'nda son zamanlarda Osmanlı'nın son dönemindeki gibi iş yapmaktan çok laf yapmaya yönelik bir eğilim söz konusu. Yine de, her şeye rağmen Topkapı Sarayı'nda epey mesafe aldık; artık yerimizi, yönümüzü biliyoruz. İki sene içinde her şey yerine oturacak. Şimdi biz İstanbul İl Özel İdaresi'yle birlikte yönümüzü Yıldız Sarayı'na çevirdik. Büyük Mabeyn restore edildi. Orayı devlet kabul salonu yapmaya çalışıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti cumhurbaşkanı ve başbakanı misafirlerini otellerde değil, Osmanlı'dan kalmış gösterişli bir yapıda kabul etsin diye... Sıra Küçük Mabeyn'de. Harem yapılarında da restorasyon başladı. Bir de orada küçük bir opera binası var, Sultan Abdülhamid'in Avrupa'daki en son sanat eserlerini getirtip dinlediği... Orası için de sponsor bulduk. Yıldız Sarayı, bahçesi dahil her şeyiyle ele alındı ve birkaç yıl içinde -birkaç yıl derken 4 yılı bulur- iddialı, güzel ve gezilebilir bir mekan olacak. Kısacası İstanbul, yepyeni bir Topkapı kazanacak. Bu yeni haber, kıymetini bilin!..

 

Geçtiğimiz aylarda, Topkapı'daki Zührevi Hastalıklar Hastanesi'ni koleksiyoner Öner Kocabeyoğlu'na müze açması için tahsis etmeyi teklif etmiştiniz. Bu konuda bir gelişme kaydedildi mi?

Zührevi Hastalıklar Hastanesi Sur-i Sultani sınırları içerisinde boşalttığımız yapılardan biri. Orada çağdaş bir müze açılsın istiyoruz. O zaman tarihi yarımadada tam bir bütünlük sağlanacak. Düşünün: İslam Eserleri Müzesi, Yerebatan Sarnıcı, Mozaik Müzesi, Topkapı Sarayı, Ayasofya... Bir de çağdaş bir müze... Bu isteğimizi Mimar Sinan Üniversitesi'ne de ilettik; bir proje geliştirin, beraber yapmaya çalışalım dedik. Ama yakın zamana kadar tatmin edici bir öneri gelmedi. Öner Bey'e de söyledim çünkü santralistanbul'daki sergisi çok zengindi. Böyle bir koleksiyonun birkaç ay görünüp sonra depoya kaldırılması İstanbul'a büyük haksızlık. Aslında bazı önemli koleksiyonerler konuyla ilgileniyor, haber gönderenler var. Haklı olarak. Benim elimde binlerce eserlik bir koleksiyon bulunsa ve İstanbul'un zenginlerinden olsam böyle bir yapıyı kaçırmam. Çünkü ticari fonksiyonların da önünü açıyoruz.

 

Koleksiyonu olan başvursun mu o zaman?

Evet, koleksiyonu olan gelsin. Biz yolunu açacağız. Orası hediyelik eşya, yeme içme ve periyodik sergi alanı gibi ticari fonksiyonlara da olanak sağlayacak bir yapı. Yatırımcılara çeşitli gelir kapıları açacak bir mekan. Bu konu eylül-ekim gündemimizde. Hatta bir ay içinde ilan verip başvuruları almaya başlayacağız. Zührevi Hastalıklar Hastanesi önümüzdeki süreçte bir kültür işletmesi, bir müze olarak hizmet vermeye başlayacak.

 

İhale gibi bir şey mi yapacaksınız?

Bir biçimde...

 

Sizin karşı taraftan beklentiniz ne?

Bize proje sunup o çerçevede restorasyona girişecekler ve orayı bir kültür sanat işletmesi haline getirecekler. Karşılığında kira da alacağız ama çok sembolik...

 

Bakanlığa bağlı özel müze statüsünde mi olacak?

Tabii, işin içine böyle bir kültür işletmesi girerse özel müze olur.

 

Yalnız koleksiyonerlerin bir derdi var. Hatta avukat ve koleksiyoner Haluk Perk uyarıyor: "Elinizdekiler arkeolojik eser değilse, yani kayıt ve tescil zorunluluğu yoksa müze ismini kullanın ama kesinlikle bakanlığa bağlı özel müze statüsüne geçmeyin." Gerekçesi de 2863 sayılı yasanın 26. maddesi...

Koç, Sabancı, Borusan... Hepsi bakanlığa bağlı müze statüsünde. Nedir bu maddenin meselesi?

26. madde eserleri devlet korumasına alıyor. El ve yer değiştirmede bildirme zorunluluğu yanı sıra satışta alma önceliği devlette...

 

Bir eser eğer müze koleksiyonuna girmişse devletin defterine de geçmiş olur ve her türlü alım satımının bildirilmesi gerekir. Ama müzecilik böyle bir şey. Hem müzeye koyacağım hem bakkal dükkanı gibi koyduğum her şeyi önüme gelene satacağım, olmaz ki... Kayıt altına almak müzeciliğin ana prensiplerinden biri. Ayrıca işin ne kadar ciddiye alındığını da gösteriyor. Türkiye'de kayıt dışı iş yapma geleneği çok yaygın, demek ki koleksiyonerde de öyle bir yönelim var. Bir de ticari amaçla koleksiyonculuk yapıyorsanız kaydettirmez; rahatça alır, satarsınız. Ama geleceğe kalsın diye koleksiyonculuk yapıyorsanız devletle işbirliği yapmanızda fayda var. Bir de özel müze belgesi almanın getirdiği pek çok kolaylık mevcut, onları da unutmayalım.

 

AKM için çok güzel haberler verdiniz. Hatta 2011-2012 sezonu dediniz. Bir aksilik olursa size olan güvenimiz sarsılabilir...

Niyet, niyet... Niyet o. Bazen haber algılanmak istendiği gibi algılanıyor. Elimden gelse AKM'yi bu yıl açarım ama... Ses düzeni, ışık düzeni, ısıtma düzeni... Bunlar ciddi tadilatlar gerektiriyor. Şu anda nerden baksanız 50 milyonun üzerinde kaynak gerekiyor. Bizim bütçemizde yatırım için ayrılan miktar yılda ortalama 100 milyon. Bunun yarısından fazlasını AKM'ye yatırırsak 2012'de Türkiye'de başka hiçbir iş yapmamamız gerekir. Onun için ciddi bir sponsora ihtiyacımız var. Önümüzdeki ay İstanbul'da, AKM'ye kaynak ayırabileceğini umduğum çevrelerle bir toplantı yapma düşüncesindeyim. Özellikle orkestrası olan ama binası olmayan büyük kuruluşlarla... Benim derdim AKM'nin haftanın 7 günü açık olması, mümkünse. Eskiden olduğu gibi haftanın 2-3 günü açık olsun, diğer günlerde prova bahanesiyle karanlığa gömülsün istemiyorum. Onun için; orkestrası bulunan ve etkinlikleri için düzenli bir sahneye gereksinim duyan kurumlarla işbirliği yapmak istiyorum. Bir miktar kaynak bulursak, bir kullanım protokolü yapar; geri kalanını da bütçemizden karşılar ve AKM'ye hemen gireriz. O zaman bir yılda bitirir ve 2012'nin sonuna yetiştiririz.

 

En kötü senaryosu nedir bu işin?

En kötü senaryo... Taksim'de trafik yer altına alınır ve büyük bir meydan yapılırsa... Çünkü Taksim Meydanı'yla bütünleşen büyük bir park ya da Taksim Kışlası'nın özgün yapısıyla ayağa kaldırılması gibi fikirler söz konusu. O çerçevede belediye arsaları da işin içine katılır ve AKM yeniden yapılır. Yıkmak tabirini kesinlikle kullanmıyorum, aman dikkat! O da tabii uzun sürer. Ben açıkçası İstanbul'da, Taksim'de böyle bir sahne yapısının bu kadar uzun bir geleceğe ertelenmesini çok doğru bulmuyorum. Uzaması gerçekten kötü bir senaryo olur.

Zaman, Haber: Jülide Karahan, 27.08.2011

105 YILDIR SÜREN KAZININ BU YILKİ ETABI TAMAMLANDI

 

Aydın'ın Didim İlçesi'nde bulunan Apollon Tapınağı çevresinde 105 yıldır sürdürülen kazı çalışmalarının bu yılki etabı tamamlandı. Hisar Mahallesi sınırları içerisinde yer alan tapınakta bu yıl yürütülen çalışmalarda, tiyatroyu andıran bir yapı bulundu. Milet Müzesi Müdürü Mehmet Bilici, gazetecilere yaptığı açıklamada, bulunan yapının Didim için önemli bir gelişme olduğunu ifade ederek, şunları söyledi: ''Apollon Tapınağı'nın yanında ikinci bir mimari eserin çıkması Didim için sevindirici. Mimari eserin ortaya çıkarılmasıyla burası Türk turizmine ve Didim'e büyük katkı sağlayacaktır. Buradaki kazılar uzun yıllar devam eder. Çalışmaların tamamlanmasıyla bakanlık karar verirse bu alan turizme açılabilecek.''

 

Kazı heyeti başkanı Almanya Halle Üniversitesinden Prof.Dr. Helga Bumke ise bu yılın kazı çalışmalarını Apollon Tapınağı'nda 15 kazı ekibi ve 12 işçi olmak üzere toplam 27 kişiyle gerçekleştirdiklerini belirtti. Geçen yıl kazı çalışmalarında 23 metre uzunluğunda, 20 metre genişliğinde büyük bir duvar yapısına ulaştıklarını hatırlatan Prof.Dr. Bumke, bu yılki çalışmalara da bu duvar yapısının çevresinden başladıklarını vurguladı.

 

Bumke, yürütülen kazı çalışmalarında tespit ettikleri ve teras duvarı olarak adlandırdıkları bu yapının dairesel şekilde devam ettiğini anladıklarını dile getirerek, şunları kaydetti: ''Bunun da bir tiyatro olabileceği veya ona benzer odeon tipi yapının olabileceğini düşünüyoruz. Tabi ki bunu tespit edebilmek için dairesel duvarın, çeşitli yerlerde sondaj yaparak takip edilmesi gerekir. Geçen yıl bulunan terasın ardından bu yıl da sondaj çalışması yaparak yeni bulgulara rastlandı.

 

Tapınakla ilgili çeşitli yazıtlarda Roma dönemine ait müzik ve tiyatro oyunlarından bahsediliyordu. Bugüne kadar da bu oyunların Miletos'ta gerçekleştiğini düşünülüyordu. Ancak, Apollon Tapınağı yanında bu şekilde devasa tiyatronun çıkması bize, bu yazıtlarda bahsedilen oyunların burada gerçekleştiğini gösteriyor.''

Yeni Asır, 27.08.2011

ÜÇ BİN YILLIK BATIK ŞAŞKINA ÇEVİRDİ

 

Nautilus gemisinin Ege ve Akdeniz'de MÖ 6'ncı yüzyıl ile MS 17'nci yüzyıl arasında toplam 38 batık tespit ettiği ortaya çıktı. Titanik kaşifi Dr. Robert Ballard başkanlığında dünyaca ünlü 63 metre uzunluğunda sekiz metre genişliğindeki araştırma gemisi Nautilus, ABD'nin Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone, ile Bodrum Limanı'ndan Ege'ye açıldı. Datça Knidos Burnu ve tarihi harabelerine 3 mil açıkta, 5 bin metre derinliğe kadar dalış yapan iki su altı robotu denize indirildi. Su altı robotlarının 490 metrede ilk kez bulduğu ve seksen yıllık olduğu tahmin edilen 41 metre uzunluğundaki ticaret gemisi ile henüz 6 ay önce battığı bilinen ve Sahil Güvenlik Komutanlığı tarafından aranılan ancak bulunamayan 16 metrelik yelkenli 'Miranda' yatının sapasağlam bulunması şaşırttı. Yaklaşık 5 saat boyunca su altı robotu ile Datça açıklarında araştırma yapan Naitulus'un bulduğu yaklaşık 3 bin yıllık eski batık ve anforalar da görenleri şaşkına çevirdi.

Hürriyet, Haber: Yaşar Anter - Nilüfer Kandırmış, 27.08.2011

KEÇECİZADE FUAD PAŞA TÜRBESİ ESKİ GÖRÜNÜMÜNE KAVUŞTU

 

 

İstanbul İl Özel İdaresi, Keçecizade Fuad Paşa Türbesi'ni restore ederek türbeye yeni bir çehre kazandırdı.

 

Mağrip mimarisinden örnekler de taşıyan ve Endülüs Elhamra Sarayı'nın bezemelerini andıran türbe, yeni görüntüsüyle artık ziyaretçileriyle buluşuyor.

19. yüzyıl Osmanlı mimarisinin ilginç örneklerinden Keçecizade Fuad Paşa Türbesi İstanbul İl Özel İdaresi'nin 2010 yılında y
aptığı restorasyon çalışmasıyla eski güzelliğine kavuştu.

İstanbul Eminönü İlçesi, Çemberlitaş, Binbirdirek Mahallesi, Peykhane Caddesi'nde bulunan türbenin yapım tarihi kesin olarak bilinmiyor. Fransa'da 1869 ylında ölen Keçecizade Fuad Paşa'nın ölmeden önce bu türbenin tasarımını yaptırdığı kaynaklarda yer alıyor.

Restorasyon çalışmalarında türbenin dış cephe temizliği yapıldı. Kubbenin kurşun kaplaması değiştirilirken kubbedeki kalem işlerinde eksiklikler tamamlandı.

Ahşap pencere doğramaları, demir pencere korkulukları, türbenin içi ve türbe giriş kapısı boyandı. Ahşap pencere kepenkleri ve niş kapakları onarıldı. Türbe içerisindeki halı yenilendi. Türbe, yeni görüntüsüyle artık ziyaretçileriyle buluşuyor.

Türbe, sekizgen planlı olup, dış cephesindeki mermer süslemeleri Endülüs mimarisinden etkilenmiş. At nalı şeklindeki kemerli pencereleri son derece özenli bir işçiliği yansıtıyor. Kademeli taş kaide üzerinde çokgen planlı türbenin üzeri kubbe ile örtülü durumda. Türbenin kapı ve pencerelerinde Mağrip üslubu kemerleri gotik silmelerle beraberlik sağlıyor. Köşe sütunları yine Mağrip mimarisinde karşılaşılan moresk başlıkları ile dikkati çekiyor. Pencere şebekelerindeki bezemeler Endülüs Elhamra Sarayı'nın bezemelerini andırıyor.

haberler.com, 26.08.2011

ANTALYA KIYILARI ARKEOLOJİK HAZİNE GİBİ

 

Antalya’da yapılan su altı arkeoloji çalışmasında Orta Çağ ya da 16. yüzyıl sonlarına ait olduğu sanılan bir savaş gemisi batığına ait bronz top ve güneş saati bulundu.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın izniyle Doğu Akdeniz ve Selçuk üniversitelerinin ortaklaşa yürüttüğü, “Antalya Kıyıları Antik Limanlar ve Demirleme Yerleri Çalışması” kapsamında, Antalya kıyılarında yapılan su altı faaliyetlerine devam edildi.

 

Doğu Akdeniz Üniversitesi Sualtı Görüntüleme ve Araştırma Merkezi Başkan Yardımcısı Hakan Öniz başkanlığındaki ekip, eski bir dalgıcın ihbarıyla Topçam açıklarında batık bir savaş gemisine ait olduğu belirlenen top ile güneş saatini su yüzüne çıkardı.

 

Su altı arkeoloğu Hakan Öniz, yaptığı açıklamada, batığın muhtemelen Orta Çağ veya 16. yüzyıl sonlarına ait olduğunu söyledi.

 

Güney Antalya Turizm Altyapı Geliştirme Birliğinin de (GATAB) desteğiyle batıktaki önemli malzemeleri çıkardıklarını belirten Öniz, buluntuların Antalya Müzesine götürüleceğini vurguladı.

Öniz, geminin gövdesine ait parçaların toprak altında olduğunun sanıldığına değinerek, “Su altından bir bronz top ve muhtemelen gemide bulunan bir güneş saatini çıkarttık. Geriye ekonomik değeri olmayan kalıntılar kaldı. Bu önemli kalıntılar Antalya Müzesi'nde tuzsal arındırma işlemine tabi tutulacak ve önümüzdeki ay müzenin uygun yerlerinde ziyarete açılacak” dedi.

 

Akdeniz kıyılarında su altı robotları, detektör sistemi ve her türlü ileri teknolojiyle denizin altında tespit çalışmaları yürüttüklerini dile getiren Öniz, Alanya, Gelidonya Burnu, Kemer ve Sıçan Adası bölgelerinde faaliyetlerini sürdürdüklerini bildirdi.

 

Öniz, Antalya kıyılarının, “Arkeolojik bir hazine” olduğuna işaret ederek, “Bizim çalışma iznimiz arkeolojik tespit amaçlı. Limanlar, antik demirleme yerleri ve bunların arasında deniz yoluyla kurulmuş ilişkiler çalışma alanlarımız. Çalışmalarımız Antalya Müzesi'nden arkeologlar tarafından denetleniyor” dedi.

 

Su altı arkeolojik belirleme çalışmalarında 3 yöntem kullandıklarını vurgulayan Öniz, dipleri manyetik ya da ses sinyalleri ile taradıklarını, bir kaptan gözüyle antik limanlar, akıntılı bölgeler ve gemilerin çarpıp batabileceği burunlarda daldıklarını ve bölgenin tecrübeli dalgıçlarıyla, yaşlılarıyla, liman kahvelerindeki insanlarla görüşerek tespit yaptıklarını söyledi.

 

Bronz top ve güneş saatinin de Antalya’nın en eski dalgıçlarından Mustafa Mural’ın verdiği bilgi doğrultusunda ortaya çıkarıldığını dile getiren Öniz, buluntuların elde edildiği geminin büyük bir fırtına sırasında karaya oturarak parçalandığını sandıklarını bildirdi.

 

Öniz, buluntuların hangi ülkeye ait olduğunun mekanik temizleme sırasında ortaya çıkacağına dikkati çekerek, su altında 4 demir top daha bulunduğunu, bunların da gelecek haftalarda yapılacak çalışmayla çıkarılacağını kaydetti.

haberler.com, 25.08.2011



21 - 27 Ağustos 2011

TARİHİ BATIKLARA İLGİ PATLADI

 

Avrua’nın en iyi sekiz müzesi arasında yer alan Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’ni ağustos başına kadar 189 bin 868 kişi ziyaret etti. Hafta sonları ve yaz sezonunda ziyaretçi akının uğrayan müzeye özellikle Yunan adalarından feribotlarla turist taşınması, ziyaretçi sayısı arttırdı.

 

Cam Batığı Salonu, Tektaş Batığı Salonu, üç ay önce açılan Takı Salonu, Karyalı Prenses, İngiliz Kulesi, Tunç Çağı Batığı salonları ziyaretçi akınına uğradı. Müzeyi gezen yerli ve yabancı turistler, tarihi eserlerin önünde hatıra fotoğrafı çektirmeyi de ihmal etmedi.   

Milliyet Ege, Haber: Nilüfer Kandırmış, 26.08.2011



HALK PLAJINDA 5 TOP VE MERMER GÜNEŞ SAATİ BULUNDU

 

     

 

Antalya'nın Topçam Halk Plajı'nda, sahile çok yakın bir bölgede Ortaçağ dönemine ait olduğu belirlenen gemi batığında, biri bronz olmak üzere 5 top ile mermer güneş saati bulundu.


Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın izniyle Doğu Akdeniz ve Selçuk üniversitelerinin ortaklaşa yürüttüğü Antalya Kıyıları Antik Limanlar ve Demirleme Yerleri Çalışması kapsamında, Antalya kıyılarında yapılan su altı faaliyetlerine devam edildi. Konyaaltı İlçesi sınırlarındaki Topçam Halk Plajı ile Sıçan Adası arasında kıyıya çok yakın bir yerde deniz altında Ortaçağ'a ait bir gemi batığı bulundu. Doğu Akdeniz Üniversitesi Sualtı Görüntüleme ve Araştırma Merkezi Başkan Yardımcısı Hakan Öniz başkanlığındaki ekip tarafından tespit edilen savaş gemisi batığında 4'ü demir, biri bronz 5 top ile gemide kullanı ldığı düşünülen mermer güneş saati su yüzüne çıkarıldı.


Su altı arkeologu Hakan Öniz, batığın muhtemelen Orta Çağ veya 16. yüzyı l sonlarına ait olduğunu söyledi. Güney Antalya Turizm Altyapı Geliştirme Birliğinin de (GATAB) desteğiyle batıktaki önemli malzemeleri çıkardıklarını belirten Öniz, buluntuların Antalya Müzesine götürüleceğini belirterek, "geminin gövdesine ait parçaların toprak altında olduğunu tahmin ediyoruz. Su altından bir bronz top ve muhtemelen gemide bulunan bir güneş saatini çıkarttık. Geriye ekonomik değeri olmayan kalıntılar kaldı. Denizden çıkan eserleri Antalya Müzesi'ne teslim edeceğiz ve desenilasyon adını verdiğimiz tuzdan arındırma işlemine tabi tuttuktan sonra müzenin uygun yerinde sergilenecek. Batık savaş gemisinin büyük ihtimalle fırtına sırasında karaya oturmuş ve ardından parçalanmış olduğunu tahmin ediyoruz" dedi.

Türkiye Gazetesi, Haber: Hamit Hasan Ayar, 26.08.2011

SAGALASSOS ANTİK KENTİNDE ET-BALIK ÇARŞISI BULUNDU

 

 

Burdur'un Ağlasun İlçesi yakınlarında bulunan Sagalassos antik kentinde sürdürülen kazı çalışmalarının bu yılki bölümünün sona erdiği bildirildi.


Belçika'daki Leuven Katolik Üniversitesinden Prof.Dr. Marc Wealkens başkanlığında, 203 personel tarafından yürütülen bu yılki kazı çalışmalarında, kentin Yukarı Agora bölümünde Roma dönemine ait bir binanın içine inşaA edilmiş Osmanlı dönemine ait bir bina bulundu.
Alanda metal parçaları, terazi, soba kapağı gibi eserlere de ulaşıldı. Sagalassos'un kent konağı bölümündeki kazılarda ise 200 metrekarelik havuz gün yüzüne çıkarıldı.


Tamamının 525 metrekare olduğu tahmin edilen havuzun kalan kısmının gelecek kazı döneminde açılacağı öğrenildi.


Kent Konağı Kazı Sorumlusu Dr. Inge Uytterhoeven, AA muhabirine açıklamada bulunurken, Sagalassos antik kentindeki kazıların 2011 yılı için tasarlanan bölümünün sona erdiğini bildirdi.


Inge Uytterhoeven, bu yıl kent konağı, hamam, et-balık pazarı, Çömlekçiler Mahallesi, Çataloluk ve Düzentepe'de çalışma yapıldığını belirterek, "Yukarı Agora güneybatı istikametinde Roma İmparatoru Cladius ve Cermanicus kemeri inşa edildi. Antoninler Çeşmesi'nin doğu istikametinde olan büyük sütun restore edildi" dedi.


Uytterhoeven, Çömlekçiler Mahallesi'nde yapılan kazılarda çömlek atölyeleri ve birçok seramik bulunduğunu, et-balık pazarı kazısında ise küçük bir dükkanın gün ışığına çıkarıldığını ifade etti.


Dükkanda birçok sikke bulduklarını belirten Uytterhoeven, hamamda yapılan kazılarda ise Roma dönemine ait fırınlar bulunduğunu söyledi.

Türkiye Gazetesi, 26.08.2011

4 BİN YIL ÖNCEKİ İNSANLARIN BESLENME ALIŞKANLIKLARI

 

ABD'deki Las Vegas Üniversitesi Antropoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Levent Atıcı, National Geographic bursuyla Kayseri'deki Kültepe Kaniş/Karum Höyüğü'nde bulunan çöplükte, 4 bin yıl önce yaşayan insanların beslenme alışkanlıklarını araştırıyor.

 

Yrd. Doç.Dr. Levent Atıcı'nın National Geographic'ten aldığı araştırma bursuyla desteklediği, beslenme ve etnik kimlik arasındaki ilişkileri araştırdığı proje, Kayseri'deki Kültepe Kaniş/Karum Höyüğü'nde başladı. Proje, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu'nun başkanlığında 2006'da başlatılan yeni dönem arkeolojik kazılar çerçevesinde yürütülüyor.

 

Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Kaniş şehrinin hem ticaret kolonilerinin başkenti hem de Anadolu'da yazının ilk kez ortaya çıktığı yerleşim birimi olması bakımından önemli olduğunu söyledi.

 

Yrd. Doç.Dr. Levent Atıcı da Kaniş'te Akkadca'nın bir lehçesi olan Eski Asurca dilinde yazılmış 23 binden fazla kil tablet bulunduğunu belirtti.

 

Bu tabletlerin hem Anadolu'nun hem de Mezopotamya'nın o dönemdeki politik, sosyal, ekonomik ve hukuki yapısını, tarihini anlamaya yardımcı olduğunu kaydeden Atıcı, şöyle konuştu:

''Bunun yanı sıra günlük yaşama ilişkin son derece detaylı bilgiler vermekteler. Mezopotamya'nın farklı devletlerinden ve kentlerinden gelen, farklı etnik kimlikler taşıyan, farklı dini inanışlara sahip olan ve farklı dilleri konuşan birçok insanın Anadolu'ya gelerek Kaniş'e yerleştiğini ve buranın yerli halkıyla bir arada barış içinde yaşadıklarını tabletlerden öğrenmekteyiz. Bu bilgilerin ışığında ve Fransız gastronom Jean-Anthelme Brillat-Savarin'in ünlü deyimi 'ne yersen osun' ya da 'bana ne yediğini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim' cümlesinden yola çıkarak Kaniş şehrinin Karum alanında tüccarlar ve yerli halkın bir arada yaşadığı alanlarda etnisitenin izini sürme fırsatı bu projeyle hayata geçirilmiştir. Daha önceki dönemlerde yapılan kazılar bize Kaniş sakinlerinin yiyecek artıklarını ve çöplerini sokaklara attıklarını göstermişti. Bu nedenle Kaniş-Karum sokakları etnik kimlik arayışının en önemli hedefi haline gelmiştir.''      
       
Yrd. Doç.Dr. Atıcı, Türk ve yabancı uzmanlar ile öğrencilerden oluşan ekibiyle Karum sokaklarından ele geçen irili ufaklı hayvan kemiği parçalarının analizlerini yaparak Asurlular ve Anadolulu halkı arasındaki beslenme farklılıklarını saptamayı amaçladığını kaydetti.

 

Hayvansal besin elde etme, hazırlama ve tüketme yöntem ve tekniklerinde ulusal, yöresel ve geleneksel düzeylerde farklılıklar bulunabileceğine dikkati çeken Atıcı, şunları söyledi:

''Bu farklılıklar çevresel ve iklimsel koşullar gibi ekolojik değişkenlere bağlı olarak ortaya çıkabildiği gibi damak tadı ya da lezzet gibi basit fakat anlaşılması ve açıklanması zor tercihler tarafından belirlenebilir. Bazen de dinsel tabular ya da gelenekler gibi kompleks kültürel ya da sembolik etkenler toplumların yediği ya da yasakladığı besinleri belirler. Anadolu'nun birçok yöresinde koyun eti tercih edilmesine karşın Akdeniz bölgesi ve daha dağlık yörelerde keçinin tercih edilmesi ekolojik etkenlerin yeme alışkanlıklarına etkisine örnek olarak gösterilebilir. Müslümanlar ve Yahudiler'in domuzu yasaklaması da dini inancın beslenme üzerindeki etkisine güzel bir örnek oluşturmaktadır.

 

Besin olarak tüketilen hayvanların türlerinin saptanmasının yanı sıra bu hayvanların hangi vücut bölümlerinin tercih edildiği bize önemli ipuçları verebilir. Zira, daha çok deri ve tendonlardan oluşan tavuk ayakları Çin, Güney Afrika, Jamaika, Peru, Dominik ve Filipinler menülerinde yer alan ve zevkle tüketilen bir besinken birçok toplumda bunun düşüncesi bile insanların midesini kaldırmaya yetmektedir. Bugün için zaman makinesine atlayıp 4 bin yıl geriye gitme, Asurlu ve Anadolulu hanelere konuk olup akşam yemeğini dilini, dinini, kültürünü sadece tabletlerden bildiğimiz bu insanlarla yeme şansımız elbette yok. Ancak Kültepe Kaniş'in Karum alanında kazısını yaptığımız sokaklar ve burada bulunan hayvan kemiklerinin incelenmesi bize etnik kimlik ve beslenme tercihleri bakımından önemli ipuçları verecektir.''

 

Atıcı, bugün etin altın değerinde olduğunu, etnik kökenin ise hala kanayan bir yara, ciddi bir politik sorun olduğunu belirterek, ''Kim bilir, Anadolu'nun bağrında 4 bin yıl önce barış içinde yaşamış insanların sırrı belki de yedikleri ette yatmaktadır. Bunu anlamanın tek yolu ise Karum sokaklarındaki çöplerin incelenmesinden geçiyor'' dedi.

Akşam, 25.08.2011

SAHTE VİKİNG, ARTEMİS VE MERYEM ANA HEYKELLERİ İLE DOLANDIRDILAR

 

 

Tekirdağ'da bir küp içerisinde toprağa gömdükleri sahte Viking, Artemis ve Meryem Ana heykellerini tarihi eser diye bir kişiye 20 bin liraya satarak dolandıran 2 kişi jandarma tarafından yakalandı.

Tekirdağ'ın Ortaca Köyü'ne gelen A.K. ve A.A., burada tanıştıkları H.K. adlı kişiye "Biz yatırım yapmayı düşünüyoruz, çiftlik açacağız, bunun için arsa bakıyoruz" diye yardım istediler. Bu kişiyle bir süre birlikte arazi bakan ve vakit geçiren iki kişi, daha sonra "Aslında biz buradaki bir gömüyü bulmak için geldik. Sen de bize yardımcı ol, bu işi birlikte yapaılm, sana da pay veririz" dediler.

 

A.A. ve A.K., bir araziye daha önceden gömdükleri küp içindeki sahte Viking, Artemis ve Meryem Ana heykelciklerini topraktan çıkardı. H.K.'ya "Biz pasaport gibi işlemleri halledelim, sen bunun için bize biraz para bul" dediler. Bunun üzerine H.K. yakınlarından bulduğu yaklaşık 20 bin liralık altın bilezik, küpe, inci ve parayı iki kişiye teslim etti. İki kişi ortadan kaybolurken, H.K. ise elindeki altın olduğu öne sürülen heykelcikleri tanıdığı bir kuyumcuya gösterdi.

 

Kuyumcunun heykelciklerin sahte olduğunu söylemesi üzerine şok yaşayan H.K. hemen durumu jandarmaya bildirdi. Tekirdağ İl Jandarma Komutanlığı'na bağlı ekiplerinin gerçekleştirdiği operasyonla A.K. ve A.A., İstanbul Beylikdüzü'nde yakalanarak Tekirdağ'a götürüldü. Aldıkları para ve ziynet eşyalarını geri veren iki kişi, daha sonra sevk edildikleri mahkemede tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Habertürk, Haber: Göksel Gürsoy, 25.08.2011

TARLADAN TARİH FIŞKIRDI

 

İzmir'in Torbalı İlçesi'ndeki 2 bin 500 yıllık Metropolis antik kentinde 40 metre uzunluğunda mozaik zemine sahip imparatorluk salonu, çarşı olarak kullanıldığı sanılan odalar ve su kuyusu ortaya çıkarıldı.

 

Torbalı'nın Yeniköy ve Özbey köyleri arasındaki tepenin üzerinde kurulu bulunan ve Prof.Dr. Recep Meriç başkanlığındaki ekip tarafından 1989 yılında arkelojik kazılara başlanan tarihi 2 bin 500 yıl öncesine uzanan Metropolis antik kentinde, her yıl yaz aylarında vurulan her kazma, toprak altındaki tarihi gün ışığına çıkarıyor.

 

Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Serdar Aybek başkanlığında, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Sabancı Vakfı, Torbalı Belediyesince yaklaşık 300 bin TL'lik ödenekle yürütülen kazılarda, bu yıl ortaya çıkan yeni kalıntılar ve buluntular sayesinde 2 bin 500 öncesinin izleri sürülüyor.

 

Kazı başkanı Aybek, yaptığı açıklamada, Alman Erlengen Üniversitesi'nden epigrafik yazıt okuyan uzmanların da aralarında bulunduğu 8 Türk ve Alman akademisyenin öncülüğünde, arkeoloji öğrencileri ve işçilerden oluşan 49 kişilik ekibin yürüttüğü kazılarda, sportif ve kültürel etkinliklerin yapıldığı ''Palestra'' adı verilen bölümde imparatorluk salonunun ortaya çıkarıldığını söyledi.

 

Daha önce sütunları bulunan bölümün 1.5 metre derinine inildiğini ve kazılarda zeminde 40 metre uzunluğunda renkli geometrik şekillerin yer aldığı imparatorluk salonunun ortaya çıkarıldığını belirten Aybek, MS 2. yüzyılın sonlarına ait mozaiklerin, fazla tahrip olmamış şekilde gün yüzüne çıkarıldığını vurguladı.

 

Zengin geometrik şekilli mozaiklerin, Roma İmparatoru Antoninus Pius onuruna yaptırılan salonun dış mekan mozaiği olduğunu ve palestra alanının daha önce belirlenemeyen sınırlarının da eserle bu yıl ilk kez ortaya çıkarıldığını dile getiren Aybek, imparatorluk salonunda, dönemin imparatoru ve kentin ileri gelen yöneticilerinin özel konuklarının ağırlandığını, diğer günlerde de kültürel ve sportif gösteriler düzenlediği yönünde bulguların elde edildiğini anlattı.

 

Aybek, bu yılki kazılarla kentin yayıldığı alanın genişliğinin tespit edildiğine ve palestra alanının hemen yanında yaklaşık 3 metrelik derinlikte biçimli, eşit ölçülerde çok sayıda odanın da ortaya çıkarıldığına değinerek, şöyle devam etti:

“İmparatorluk salonu, muhtemelen imparatorun ziyaretinde, kentin yöneticilerinin toplandığı alan. Daha önce ortaya çıkarılan Roma hamamıyla birleşik olmasından ötürü burada bir takım sosyal, sportif faaliyetlerin yürüdüğünü düşünüyoruz. Palestra alanında eski uygarlıklarda insanların yaşantısını aydınlatan, dini inançlarını gösteren küçük heykelcikler bulundu. Aynı zamanda binanın hangi dönemlerde kullanıldığını gösteren bronz paralar da bulundu. Bloklarındaki yazıtlar yapının Roma imparatorlarından Antoninus Pius döneminde inşa edildiğini gösteriyor. Yapı tüm özellikleri, ölçüleriyle bizim şimdiye kadar alışık olduğumuz küçük yapıların özelliklerinden ayrılmaktadır.”

 

Çok zengin mozaikler ve mimariye sahip yapının, Roma döneminde kentin daha geniş alanlara yayıldığını gösterdiğini dile getiren Aybek, bulgulara göre çarşı olarak kullanıldıkları tahmin edilen odaların da toprak altından çıkarıldığını bildirdi.

 

Aybek, ''İmparatorluk salonunun bulunduğu böylesine resmi bir binanın yanında, sivil konutlar ve insanların yaşadığı evlerin olduğunu düşünmek zor. Bu nedenle odaların yer aldığı alanın da halka hizmet veren çarşı olduğu düşünülüyor'' dedi.

 

Yamaç üzerinde surlarla ortaya çıkan Metropolis antik kentinin alt kesiminde 2009 yılında ortaya çıkan ilk eserlerin ardından, yüzey araştırmaları ve sondaj çalışmalarıyla kentin yayıldığı diğer alanların da tespit edildiğini vurgulayan Serdar Aybek, Roma hamamının yanındaki antik alanların yer aldığı bir vatandaşa ait tarlanın Kültür ve Turizm Bakanlığının kamulaştırılmasıyla Hellenistik ve Roma döneminin önemli eserlerine uzanan tarihi ortaya çıkardığını vurguladı.

 

Aybek, tarihe ışık tutan kazılara verilen desteğin önemine dikkati çekerek, ''Kültür ve Turizm Bakanlığının sadece ucu görünen bir tarlanın bulunduğu 30 bin metre kare alanı kamulaştırmasıyla ortaya çıkardığımız antik alanda, 2 bin 500 yıl önce insanların yaşamını sürdürdüğü sosyal binalar var. Kazdıkça çıkıyor, destekler devam ettikçe daha da çıkacak. Bakanlığın desteği büyük önem taşıyor'' dedi.

 

Kazıların el aletleriyle yapılabildiğini, ortaya çıkan kalıntıların restorasyonunun titizlikle devam ettiğini belirten Aybek, çalışmaların ekim ayına kadar devam edeceğini söyledi.

Yenigün, 25.08.2011

"ÖZEN GÖSTERMEZSENİZ LİSTEDEN ÇIKARILABİLİRSİNİZ"

 

 

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı'nın (UNESCO) ''Dünya Kültür Mirası Listesi''nde bulunan Troya antik kentinin turizm açısından yeterince değerlendirilemediği ileri sürüldü.

 

Troya antik kenti Kazı Başkan Yardımcısı Doç.Dr. Rüstem Aslan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, antik kentin 1998'de ''Dünya Kültür Mirası Listesi''ne alındığını hatırlattı.

 

Doç.Dr. Aslan, listeye girme sürecinin başlamasının önemli etkenlerinden birisinin 1996'da Troya çevresinin, ''Troya Tarihi Milli Parkı'' ilan edilmesi olduğunu ifade etti.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın başvuruları ve o zamanki kazı başkanı merhum Prof.Dr. Manfred Osman Korfmann'ın girişimleriyle Troya antik kentinin bu listeye girdiğini bildiren Aslan, ''UNESCO size bir unvan, bir marka veriyor. Bunu kullanıp kullanmamak sizin elinizde'' dedi.

 

Aslan, bu markayı kullanmanın çok önemli olduğunu belirterek, şunları kaydetti:

''Birkaç yıl önce UNESCO Türkiye Komitesi, listedeki yerlerin sorunlarını
masaya yatırdı ve rapor hazırladı. Bu rapor UNESCO tarafından yayımlandı. Ana sorunlar neydi? O raporda da burada müzenin olmaması ana sorunlardan biri gibi gözüküyordu. Bu konuda olumlu gelişmeler var ama asıl önemli olan burası neden Dünya Kültür Mirası Listesi'nde? Bunun önemli birkaç nedeni var. Bir, İlyada Destanı gibi, evrensel bir kültür değerinin bin yıllardır dünya kültür tarihini etkileyen, şekillendiren ve biçimlendiren bir kültür değerinin çıkış noktası. İki, arkeolojinin bilim olduğu yer. Üç, günümüz dünya kültürüne her geçen gün yeni projelerde ilham veren bir obje. Bunlar, argümanlardan birkaç tanesi. Asıl çıkış noktası da bu. İlyada Destanı, Homeros'un destanında anlatılan olayların geçtiği yer olma özelliğidir, çıkış noktası. Sayılı yerler, bu tür özellikleri kazanıyor. Avrupa'daki benzeri yerlere bakıldığında bu yerlerin turizm ve kültür alanındaki kullanımı pek çok şey kazandırmıştır.''

 

Çanakkale'de, Troya'nın, Dünya Kültür Mirası Listesi'nde olduğu konusundaki farkındalığın çok gelişmediğini ileri süren Aslan, ''Turizmciler bunu kullanmasını beceremediler, kullanamıyorlar hala. Resmi kurumlar bunu kullanamıyorlar. Sanki var, yok arasında bir şey. UNESCO size çok önemli bir değer veriyor. Büyük bir marka veriyor. Bunu kullanıp kullanmamak sizin elinizde. Belki kültür turizmine dönüştürecek güce sahip olabilirsiniz'' diye konuştu.
                
Dünya Kültür Mirası Listesi'ne alınma sürecinin uzun olduğunu belirten Aslan, ''Fakat bu listede kalmanız, sizin o ören yerine gösterdiğiniz özenle eş değerdir. Gerekli özeni göstermezseniz kara listeye alınmanız, listeden çıkarılmanız gibi bir durum söz konusu'' dedi.

 

İstanbul'daki Tarihi Yarımada'yla ilgili böyle bir sürecin söz konusu olduğunu ancak şu anda atılan adımlarla bu sürecin durdurulduğunu hatırlatan Aslan, dünyanın başka yerlerinde de listede olduğu halde gerekli özen ve bakım.

 

Aslan, ''Listede kalıp kalmama sizin elinizde. Buraya gerekli özeni göstermezseniz UNESCO bize verdiği bu önemli markayı verdiği gibi geri de alabilir'' dedi.

 

Antik kentteki kazılara da değinen Aslan, temmuz ayında başlayan kazıların bu ayın  sonuna kadar devam edeceğini söyledi.

 

Önceki yıllarda aşağı kentte çalıştıklarını, bu yıl kalede tek alanda çalışma yaptıklarını ifade eden Aslan, Troya 2 Kalesi'nin mimarisiyle ilgili bazı sorunların açığa çıkarılması için çalışmaların devam ettiğini sözlerine ekledi.

Akşam, 25.08.2011

İLÇE TURİZMİNE KAZANDIRILACAK

 

 

Battalgazi İlçesi'nin Karahan Mahallesi'nde bulunan Kırkkardeşler Mezarlığı'nda arkeolojik çalışmalar başlatıldı. 
 
Çankırı Üniversitesi'nden Prof.Dr. Halit Çal'ın kazı başkanlığını yaptığı çalışmalara,  Gazi Üniversitesi'nden Yrd Doç.Dr. Filiz Canyurt, Fırat Üniversitesi'nden Yrd. Doç.Dr. İsmail Aytaç, KUDEP görevlisi Sanat Tarihçileri Kadir Atıcı,  Alev Oktay katılıyor. Kazı çalışmalarına Gazi Üniversitesi'nden dört öğrencide katılıyor. 
 
Şehit düşen kırk silah arkadaşına ait oldugu bilinen “Kırkkardeşler Şehitliği”nde yapılan kazı çalışmaları ile ilgili açıklama yapan Battalgazi Belediye Başkanı Selahattin Gürkan, "İlçemizdeki tüm tarihi eserler birer birer onarım gördü, ancak toprak altında daha nice tarihi eserler mevcut, bunlardan biri “Kırkkardeşler Şehitliği” Selçuklu ve Osmanlı dönemi yapı taşlarıyla donatılmış, desenli, bitkisel motifli mezar taşlarıyla muhteşem bir eser. Burada rivayete göre Battalgazi’nin kırk silah arkadaşı şehit düşmüş. İnanç turiziminde oldukça ziyaretcisi olan ve adaklar adanan bir yer. Alanı takriben 100 metrekare olan bu alanda Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait çeşitli mezar taşlarına rastlanmaktadır. uzun yıllar el atılmamış haldeydi. Arkeoloji ekibimiz mezar taşlarındaki yazı örneklerini inceleyerek projelendirecek, önce temizlik aşamasından geçtikten sonra, mezar seviyesine kadar inceleme kazısı devam edecek projelendirilerek tamamlanacak ve mezarlar yeni baştan yerli yerine konulacaktır. "dedi. 
 
Belediye Başkanı Gürkan. “Geçmişini bilmeyen geleceğine sahip olamaz” ilkesiyle hareket ederek, söz konusu yerin diğer eserler gibi ayağa kaldırarak ilçe turizmine kazandırılacaktır." ifadelerini kullandı. 

Malatya Haber, 25.08.2011

ANTALYA KENT MERKEZİ'NDEKİ SARNIÇLAR RESTORE EDİLİYOR

 

 

Kepez Belediyesi'nden yapılan yazılı açıklamaya göre, Antalya yörüklerinin yüzyıllar boyu, kışlık ve yazlıklarına göç ederken su ihtiyaçlarını karşıladığı, ancak ilgisizlikten ve bakımsızlıktan yok olma tehlikesiyle karşı karşı karşıya olan 9 sarnıç restore ediliyor.

Belediye, koruma amaçlı hazırladığı çevre düzenlemesi projesiyle, Antalya'nın göç ve ticaret yollarında inşa edilen sarnıçları koruma altına almak üzere çalışmalara başladı. Belediyenin hazırladığı proje, Antalya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından da onayladı. Belediyenin, koruma kurulunun kararıyla Akkuyu, Meydan Kuyusu, Hacı Mestan, Çift Sarnıçlar, Kırdı, Odabaşıoğlu, Zeytinli, Havz-ı Kebir ve Tek Sarnıç'ın restorasyonuna başladığı bildirildi.
    
Proje kapsamında ayrıca, sarnıçların çevresinin temizleneceği, etrafının çitle çevrileceği, projektörlerle aydınlatılacağı ve eserlere ahşaptan bilgilendirme levhaları konulacağı ifade edildi. Akkuyu Sarnıcı ve Hacı Mestan Sarnıcı'nda göç kültürünü yansıtan deve, yörük çadırı ve yörük kadını figürlerine de yer verileceği vurgulandı.

 

 

Kepez Belediye Başkanı Hakan Tütüncü de yaptığı açıklamada, sarnıçların yörük göç kültürünün en önemli tanıkları olduğuna dikkati çekti. Sarnıçların, restorasyonları ve çevre düzenlemeleri yapılarak gelecek kuşaklara aktarılacağını belirten Tütüncü, göçerliğin yeni terk edildiği Kepez bölgesinde, göç kültüründen kalan birikimleri korumayı hedeflediklerini vurguladı. Bu çalışmayla, sarnıçlarda göç kültürünü yeniden canlandırmak istediklerine değinen Tütüncü, şunları kaydetti:
 

''9 sarnıca biçim, görünüş ve dokusuyla ilgili hiçbir müdahale yapılmayacak. Sarnıçların çevresinin peyzajının düzenlenmesi ile tarihi doku ve estetik açıdan en iyi görselliği sağlamayı amaçlıyoruz. Tarihi mirasına sahip çıkamayanlar, tarihlerini bilmeyen, öğrenmeyen, öğretmeyenler asla gelecek inşa edemez. Bir yandan tarihi mirasımıza sahip çıkmak, onları yaşatmak, bir yandan da kültürümüzü çocuklarımıza aktarmakla yükümlüyüz.''

 

Yapı, 25.08.2011

TARİHİ SURLARDA ÇİRKİN GÖRÜNTÜ

 

 

Yaklaşık 2 bin metre yüksekliğindeki bir tepe üzerinde 5’inci yüzyılda Bizans İmparatoru Theodosius tarafından yaptırılan tarihi Erzurum Kalesi’nde, Kültür Müze Müdürlüğü ile Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğretim üyelerince yapılan kazı çalışmasında Çifte Minareli Medrese’ye 50 metre mesafede sur kalıntıları bulundu. Yaklaşık 5 yıl önce yapılan kazılar soruncu ortaya çıkarılan surlar, restore edilerek koruma altına alındı. Bizans, Roma ve Sasani egemenliğinden sonra 16’ncı yüzyılda Osmanlılar’ın egemenliğine giren kalenin yapılan restorasyon sonrası yarım kalan sur duvarında, inşaat demirlerinin ortada kalması çirkin bir görüntü oluşturuyor. Kalenin tarihini aydınlatmak için 2000 yılında başlatılan kazı çalışmalarında ortaya çıkarıldıktan sonra kaderine terk edilen sura Tebrizkapı çarşısı doğalgaz borusunun döşenmesi vatandaşların tepkisini çekiyor.

 

Cazibe merkezi projeleriyle tarihi eserlerin açıldığı günlerde kentin en eski tarihi yapılarından birinin hoyratça kullanıldığını kaydeden vatandaşlar, “Bir yandan milyonlarca lira harcanarak tarihi yapılar çirkin görüntüden kurtarılırken bir yandan Erzurum Kalesi’ne ait surlara yapılan bu davranışı anlamak mümkün değil. Tarihi surlarda restorasyon sonrası inşaat demirleri ortada bırakıldı. Demirler ve surların içerisinden çıkan borular çirkin bir görüntü oluşturuyor. Bütün bu yapılanlar yetmezmiş gibi Tebrizkapı çarşısında kullanılacak olan doğalgazın boruları sur kalıntılarına döşendi. Turizm merkezi olmaya çalışan kentte, tarihi eserlere karşı gösterilen bu vurdumduymazlığı anlamak mümkün değil” diye konuştu.

Erzurum Gazetesi, 25.08.2011

KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI

 

 

Malatya Arslantepe Höyüğü'nde yapılan kazı çalışmalarının bu yılki bölümü başladı. Türk- İtalyan işbirliği ile 50 yıldır yapılan kazılarda, dünyanın en eski saraylarından birinin kalıntıları ve en eski kılıçlardan biri  bulunmuştu. 
 
Prof.Dr. Marcella Frangıpane'nin başkanlığındaki Türk ve İtalyan kazı heyeti tarafından başlatılan bu yılki kazılar, yaklaşık 1 ay sürecek. Kazılarda çıkartılacak eserler tasnif yapıldıktan sonra Malatya Müzesi'nde sergilenecek. 
 
Arslantepe Höyüğü Açık Hava Müzesi ücretsiz olarak gezilebiliyor. Asılları Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde sergilenen Arslan ve Tarhunza heykelinin birebir örneği Arslantepe Höyüğü Açık Hava Müzesi'nde bulunuyor. Tunç, erken ve geç Hitit ile Roma ve Bizans dönemlerine ilişkin verileri bünyesinde bulunduran Arslantepe Açık Hava Müzesi'ne ayrıca Hitit Evi de yaptırıldı. İtalya Spainza Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Marcella Frangıpane son 30 yılı aşkın zamandır Arslantepe Höyüğü'nde kazı başkanlığını yapıyor.

Malatya Haber, 25.08.2011

MYRA ANTİK KENTİNDE YENİ ANIT BULUNDU

 

 

Antalya’nın Demre İlçesi’nde bulunan Myra antik kentindeki Myra Tiyatrosu’nun sahne binasında bu yıl başlayan kazılarda yeni bir anıt ve 20′ye yakın değişik tiyatro maskı bulundu.

 

Akdeniz Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nevzat Çevik başkanlığında yürütülen çalışmalarda, tiyatronun sahne binasının üstündeki moloz ve toprak atılarak sahne binası ortaya çıkartılmaya başladı. Kazı sezonun başından bugüne kadar 3072 büyük mimari taş çıkartılarak taşındı. Bu sırada 9. 5 metre derinlikte, sahne binasının duvarına dayalı bir onurlandırma anıtı bulundu. Anıtın ortaya çıkmasıyla birlikte kazı heyeti, tiyatronun avlusunda büyük bir meydan olduğu sonucuna ulaştı. Kazıda ayrıca kabartmalı filiz kuşakları ve diğer dekoratif tiyatro maskları da ortaya çıktı.

 

Kazılarak ortaya çıkartılan tiyatro binasının arkasında bir meydan olduğunu kaydeden Kazı Başkanı Prof.Dr. Nevzat Çevik, “Bizim beklediğimizin çok daha altında ve derinde çıktı. Bu derinlikte bir onurlandırma anıtı bulduk. Myralı Posesisi adından, Myralı soylu bir ailenin zengin bir kızı yaptırmış. Bütün ailenin heykellerini üstüne dizerek burada ailesini onurlandırmış. Babası ve bütün ailesi için yaptırdığı anıtta, babasının Likya Birliği’nin başrahibi olduğunu, Gymnasium ve Pyrtaneson görevlisi olduğunu yazıyor. Bu görevler o dönem için bize çok önemli ipuçları veriyor” diye konuştu.

haberler.com, 24.08.2011

AVRUPA'NIN EN SEÇKİN ARKEOPARKINA AZ KALDI

 

 

Bursa Büyükşehir Belediyesi öncülüğünde çalışmaları sürdürülen Türkiye’nin ilk arkeoloji parkı Arkeopark, tarihi ve turistik yapısıyla Avrupa’ya örnek olacak. Bugüne kadar 20’nin üzerinde yapı kalıntısının açığa çıkarıldığı Arkeopark, 2012 yılı ortalarında ziyarete açılacak.

 

İstanbul Üniversitesi tarafından 2004 yılından bu yana Akçalar Aktopraklık Mevkii’nde ’Güney Marmara Arkeoloji Projesi’ kapsamında yürütülen kazıların yapıldığı bölge, Bursa’nın geçmişine ışık tutacak. 8 yıl önce başlanan kazılara son 2 yıldır büyük destek veren Bursa Büyükşehir Belediyesi, Arkeopark’ta yapılacak müzeyle de kentin 8 bin 500 yıla uzanan tarihini geleceğe taşıyacak.
 

Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, Büyükşehir Belediyesi Tarihi ve Kültürel Miras Projeleri Koordinatörü, Arge Şube Müdürü Aziz Elbas ve Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Bayram Vardar ile birlikte Akçalar’da yaptığı incelemede devam eden kazı ve arkeopark çalışmaları ile ilgili olarak İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Kazı Başkanı Doç.Dr. Necmi Karul’dan bilgiler aldı.


Bursa’nın yaşayan canlı bir tarih şehri olması noktasında Türkiye’de bir ilke imza atacak olan Arkeopark’ın şehre değer katacağını söyleyen Altepe, "Büyükşehir Belediyesi olarak şehrin her köşesinde olduğu gibi Akçalar’daki tarihi ve kültürel mirasın gözler önüne serilebilmesi için çalışmaları sürdürüyoruz. Arkeopark, çalışmalar tamamlanıp ziyarete açıldığında Avrupa’nın en seçkin tarih öncesi parkı haline gelecek. Bursa’nın 8 bin 500 yıllık geçmişini geleceğe taşıyacak olan Akçalar’daki Arkeopark örnek bir tarihi ve turistik bir mekan olacak" diye konuştu.


Altepe, Büyükşehir Belediyesi’nin bölgeye bir müze kazandıracağına da işaret ederek, "Müze, sergi ve karşılama mekanlarının bulunduğu tek katlı bir yapı halinde planlanıyor. İnşaatına önümüzdeki günlerde başlanmasını hedeflediğimiz müze, doğal çevreye uyumlu bir mimari ve donanımlara sahip olacak" dedi.


Başkan Altepe, arkeoparkın gelecek yıl ortalarında ziyaretçilere ve etkinliklere açılmasının planlandığını da sözlerine ekledi.


Doç.Dr. Necmi Karul ise çalışmaların son durumuyla ilgili olarak yaptığı açıklamada, "Aktopraklık’daki kazı çalışmlarımız 8 yıldır devam ediyor. Bursa’nın tarihi geçmişini 8 bin 500 yıl öncesine taşıyan yerleşimde, bu yıl 7 bin 500-7 bin 800 tarihleri arasına tarihlenen katmanlarda çalışılıyor. Özellikle hendekle çevrili yerleşim biriminin planı büyük ölçüde açığa çıkarıldı.

Aktopraklık’ta yaşayan tarım topluluklarına ait köy 120 metre çapında bir hendekle çevrili bir alan içerisine kuruluydu" şeklinde konuştu.


Bugüne kadar sözkonusu yerleşime ait 20’nin üzerinde yapı kalıntısının açığa çıkarıldığını ifade eden Karul, hendekle çevrili yerleşim dokusunun daha eski bir geleneğe ait olduğunu ve buradaki yapıların oldukça iyi korunarak bugüne geldiğini belirtti.


Arkeopark alanındaki çalışmalar hakkında da Karul, "Eski Kızılelma Köyü’nden getirilen geleneksel ahşap yapıların inşası büyük ölçüde tamamlandı. Bu yapıların bulunduğu alan fırın, köprü, ahşap çit gibi eklemeleriyle şimdiden şirin bir köy görüntüsünü aldı" ifadelerini kullandı.


Tarih öncesi canlandırmaları ve geleneksel köy alanı büyük ölçüde tamamlanan Arkeopark sergi binası ve gezi yolları gibi düzenlemelerin ardından başta Bursalılar olmak üzere tüm ziyaretçilerine hizmet vermeye hazırlanıyor.

Bursa Olay, 24.08.2011

5 BİN YILLIK ANTİK LİMANA AİT KALINTILAR BULUNDU

 

 

Antalya'nın Alanya İlçesi'nde yapılan sualtı araştırmalarında, Syedra antik kentinin bilinmeyen 5 bin yıllık limanının yerinin tespit edildiği ve sualtı çalışmalarında Tunç Çağı'ndan kalma eserlere rastlandığı bildirildi.

 

Alanya Belediyesi'nin desteğinde, Doğu Akdeniz Üniversitesi Sualtı Görüntüleme ve Araştırma Merkezi ile Selçuk Üniversitesi Sualtı Arkeolojisi Bölümü tarafından sualtı çalışmaları yürütülüyor. Doğu Akdeniz Üniversitesi Sualtı Görüntüleme ve Araştırma Merkezi Başkan Yardımcısı Sualtı Arkeoloğu Hakan Öniz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Alanya'nın Seki Köyü yakınlarında yaptıkları dalışlar sırasında, Adataşı adı verilen ve kısmen doğal liman olan bölgede, Syedra antik kenti'ne ait 5 bin yıllık limanın yerinin tespit edildiğini kaydetti.

 

Araştırmalarda, kıyı ile yarım ada arasında, çoğunluğu Roma dönemine ait mimari parçaların varlığını belirlediklerini anlatan Hakan Öniz, şöyle konuştu:

''Tabii ki binlerce yıllık zaman içinde büyük dalgaların ve fırtınaların, belki de depremlerin hedefi olması nedeniyle mimari formun çoğunluğu yıkılmış şekilde denizin altında kısmen ayakta duruyor. Bir yerin liman olduğunu vurgulayabilmek için tek başına mendirek ve rıhtım yapılarını bulmak yeterli değil. Liman olduğunu düşündüğümüz bölgenin dibinde yaptığımız araştırmalarda Tunç Çağı'ndan itibaren kullanıldığını düşündüğümüz 11 taş çapa, 7 antik sütunu tespit ettik. BÖylelikle bugün de balıkçılar tarafından kullanılan bu liman, belki de 5 bin yıldır balıkçılar tarafından kullanılmakta. Bunun bir diğer ispatı da, balıkçıların eskiden kullandıkları taştan yapılmış ağ ağırlıkları olduğudur. Denizin altında 5 tane ağ ağırlığı tespit ettik. Böylelikle bölgede Tunç Çağı'ndan itibaren kesintisiz şekilde denizciliğin ve balıkçılığın yapıldığını görüyoruz.''

 

Hakan Öniz, sualtı araştırmalarının ay sonuna kadar devam edeceğin, araştırmalarda arkeolojik kalıntıların belirlenmesinde özel sonar cihazlarını da kullandıklarını anlattı. Türkiye kıyılarının yüzde 99'unda sistematik sualtı araştırması yapılmadığını vurgulayan Öniz, şöyle devam etti:

 

''Çalışmalarımız, Türkiye'de hiç yapılmamış sistematik sualtı araştırmaları şeklinde oluyor. Tespit ettiğimiz bölgede, o yerin kıyı boyunu tamamen tarıyoruz. Araştırmalarımızda, önceden belirlediğimiz arkeolojik kalıntıların yerini tespit ederek, bütün sualtı kalıntılarının envanterini çıkarıyoruz. Sualtı arkeolojisi dünyada da yeni bir alan. Dolayısıyla ülkemiz kıyılarının yüzde 99'unda sistematik şekilde sualtı araştırmasının yapılmadığını söylemek mümkün. Kültür varlıklarını korumak istiyorsak, nerede bir eser olduğunu tespit etmemiz ve bunları envantere geçirmemiz gerekiyor. Bizim amacımız doktora çalışmamızı yürütürken şimdilik Antalya kıyılarında, daha sonra da ülkemiz kıyılarının tamamında denizaltındaki her türlü tarihi eserimizi envantere geçirmektir.''

Akşam, 24.08.2011

HEYKEL YAPMAK SUÇ, YIKMAK SEVAP

 

 

Heykeltıraş Mehmet Aksoy, UPSD üyeleri ve çeşitli sanatçılar Can Yücel’in anıt mezarına yapılan balyozlu saldırı ile ilgili dün Taksim Hill Otelde bir basın toplantısı düzenlediler. Can Yücel’in saldırıya uğrayan anıt mezarını yapan heykeltıraş Mehmet Aksoy gazetemize yaptığı açıklamada “Artık heykel yapmak suç, yıkmak sevap oldu.” dedi. Kars’taki İnsanlık Anıtı Başbakanın isteği üzerine apar topar yıkılan dünyaca ünlü heykeltıraş, bir başka heykelinin, bu defa “sivil” saldırganlar tarafından yıkılmasının ardından şunları söylüyor; “Bizi insandan sanattan , güzelliklerden, özgür düşünceden, paylaşımdan, empatiden yoksun ve umutsuz, inançsız kılmak istiyorlar. Biz güzel üretmeye, sevgi buluşturmaya devam etmeliyiz. Daha güzel heykeller, resimler yapmalıyız. Şiirler yazmalı, daha güzel, daha etkili şarkılar söylemeliyiz.”

 

Aksoy, Can Yücel için hazırladığı Anıt Mezarı heykelini şu sözlerle anlatıyor; “O bir insanlık anıtıydı. O bir Can anıtıydı. Can Yücel’in Can taşı. Arkasında güneş vurduğunda Can evinin çemberinin ortasında ışıktan bir cenin belirirdi. Can Babanın içindeki ışıktan çocuğu, yaratı cevherini, görünür hale getirirdi güneş…  

 

Mehmet Aksoy mezarın yıkımının sorumluları hakkında ise şöyle konuştu; “Mezar taşında kendi sözleri olan ‘Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi’ yazılıydı. Yalan dolanla yaşayanlar, Allah’la kandıranlar, aldatanlar, Kabeleri para olanlar, onun bu özgür kişiliğinden, düşüncelerinden mezarında bile rahatsız oldular. Çeşitli bahanelerle asıl amaçları mezarı yıkmaktı ve yıktılar. Ama saldıranın suçu yok. Onu bulunduğu bilinç düzeyinde, cahiliye döneminde tutup oyunu sağanlarda suç.  Onlar ne mesaj vereceklerini çok iyi bilir.”

 

Ulusal Plastik Sanatçıları Derneği (UPSD) Başkanı Ressam Bedri Baykam, ‘Bu ülkenin aydın, yaratıcı vatandaşları ve sanatçıları olarak, kamuoyunun önüne sürekli olarak olumsuz olayları, saldırıları kınamak için çıkıyor olmaktan son derece rahatsızız. Türkiye ne yazık ki artık kanıksamış bir şekilde neredeyse her gün sanat eserlerine, sanatçılara, özgür düşünceye saldırılan bir ülke halini almıştır.’ dedi.  Baykam açıklamasının devamında ‘Tüm bu olayların ortak noktası, hükümetin yüksek sesle bir kınama yapmaması, adeta sessizliğiyle bu havayı beslemesidir.’ Baykam Türkiye’nin  sanat, edebiyat ve entelektüel ortamının, kimi yobazların acınası tavır ve eylemleriyle yaralanmayacağını belirtti.
 

Basın toplantısına katılan sanatçılardan biri de Rutkay Aziz’di. Aziz, “Ülkenin gidişatı hiç de iç açıcı değil. Gençlerin üzerine yüklenmeler, apar topar gözaltına alınmalar, sonradan toparlanan deliller vs. Ruhi Su Hoca’mızın mezarının defalarca kurşunlanması ve son olarak Can Baba’nın mezarına  vurulan darbeler. Can Yücel’in ne şiiri ne de ölümsüzlüğü darbe yiyor, darbeleri bu ülkenin kendisi yiyor. Bu da benim içimi acıtıyor, korkutuyor, ürkütüyor.’ diyerek düşüncelerini aktardı.

 

Ressam Mehmet Güleryüz, “Belli bir yaşı idrak edenler, dostlarıyla  maalesef cenazelerde görüştüklerinde birbirlerine biraz da acı bir gülüşle ‘bir dahaki cenazeye’ gibi bir tarif kullanırlar. Biz sanatçılar arasında yaptığımız toplantıları maalesef heykel yıkımları üzerine yapıyor olduk. Bu sefer mezar ve heykel bir araya geldi. Birinci kırılış hayatlaydı, hayata ve geleceğe umut veren bir heykelin ortadan kaldırılmasının şahidi olmaya gittik. Sonra da hiç hesapta olmayan Can Yücel dostumuzun, yıkılan mezarına. Bütün bunlar, ‘Ne söylenebilir ki’ dedirtiyor.  Can Yücel’i tekrar gündeme getirecek çalışmalar içerisindeyken bu saldırı oldu. ama Can’ın nerede olduğundan , nereye vardığından habersiz oldukları aşikar. Can bunları yaşasaydı çok büyük şiirler çıkarırdı” diye konuştu.

 

Eski Kültür Bakanı Ercan Karakaş, Can Yücel’in mezarına karşı yapılan bu saldırı için “İnsanlık dışı bir harekettir” dedi. Karataş, bu tip saldırıların arttığını ve “işaret fişeğinin daima iktidar partisinden” geldiğini vurguladı.

 

Tiyatro Sanatçısı Orhan Aydın, ‘Kars’ta anıt heykeli yıkan akılla, Can Baba’nın anıt mezarını yıkan akıl aynı akıldır. Bu akıl, Ruhi su’nun mezarına, Kemal Türkler’in mezarına, saldırdı. Bu akıl, Deniz’in, Yusuf’un, Hüseyin’in mezarına saldırdı.  Bu akıla karşı çıkış ortak bir akıldan, ülkeyi yeniden savunma aklından çıkmalıdır.” dedi.

Evrensel, 24.08.2011

SAGALASSOS'TA OSMANLI İZLERİNE RASTLANDI

 

 

Burdur'un Ağlasun İlçesi'nde bulunan Sagalassos antik kentinde yapılan kazılarda, Osmanlı dönemi izlerine rastlandığı bildirildi.

 

Burdur İl Kültür ve Turizm Müdürü Mehmet Tanır, yaptığı yazılı açıklamada, Sagalassos antik kentinde bu yıl yürütülen kazı çalışmalarında ilginç verilere ulaşıldığını vurguladı.

 

Antik kentte 1989 yılından beri yapılan kazılarda, klasik dönem, Bizans dönemi bina ve eserlere ulaşıldığına dikkati çeken Tanır, elde edilen veriler ışığında Sagalassos'un 13. yüzyıldan sonra terk edildiğinin düşünüldüğünü kaydetti.

 

Yukarı agoranın (Çarşı) Ağlasun İlçesi'ne bakan kısmında ve eskiden Ağlasun-Isparta yolunun geçtiği alanın üst tarafında yapılan kazılarda, galerilerin çöken çatılarının kaldırılması çalışmalarının sürdüğünü vurgulayan Tanır, açıklamasında şu ifadelere yer verdi:

''Bu kazı devam ederken Osmanlı dönemi yapılara, seramik ve metal eşyalara ulaşıldı. Bu veriler üzerinde çalışmalar kazı ekibi tarafından yürütülmektedir. Elde edilen buluntular, Sagalassos'ta Osmanlı döneminde de yerleşim olduğu, yaşamın sürdürüldüğü ve Sagalassos'ta 18. yüzyıla kadar yaşamın devam ettiğini ortaya çıkarmıştır. Dolayısıyla Sagalassos'un en son tarihinin 18. yüzyıla kadar geldiği tahmin edilmektedir. Ortaya çıkarılan veriler, Sagalassos tarihine yeni bir boyut kazandırmıştır.''

Akşam, 24.08.2011

EDİRNE MÜZESİ SANAL ORTAMA TAŞINDI

 

Edirne Arkeoloji ve Etnografya Müzesi sanal ortamda da ziyaretçilerine hizmet verecek.

 

Her yıl binlerce kişinin ziyaret ettiği müzeye gelemeyenleri hesaba katan yetkililer bir çalışma yaptı. Müzenin içini ve çevresini ayrıntılı bir şekilde gösteren görüntü resmi internet adresi olan www.edirnemuzesi.gov.tr adresine yüklendi. İnternet adresine girdikten sonra ziyaretçilerin karşısına Arkeoloji ve Etnografya Müzesi'ni gösteren sanal gezi penceresi çıkıyor. Buradan giriş yapan ziyaretçiler, eserleri ayrıntılı bir şekilde görme fırsatı buluyor.

Zaman, 24.08.2011

TARİHE IŞIK TUTACAK

 

 

Kurtuluş mücadelesine ışık tutacak kararların alındığı Sivas Kongresi'ne ev sahipliği yapan, günümüzde Atatürk Kongre ve Etnografya Müzesi olarak hizmet veren binanın tarihi belgelerine ulaşmak için çalışma yapılıyor.

 

Sivas İl Kültür ve Turizm Müdürü Kadir Pürlü AA muhabirine yaptığı açıklamada, TBMM'ye devredilen binanın restorasyonunun yapılacağını, peşinden de Sivas Kongresi'nin ruhunu yansıtan modern ve güzel bir müzeye dönüştürüleceğini söyledi.

 

Pürlü, yaptıkları çalışmayla binaya ait geçmişteki bütün belgeleri bir araya getirmeyi hedeflediklerini ifade ederek, ''Binamızın elde edilebilecek bütün görüntüleri, fotoğraflarıyla ilgili 6 aydır çalışma içindeyiz. Öncelikle binamızın daha arsasının temin kararıyla ilgili belgelere ve binanın daha sonra ödeneklerine ait belgelere ulaştık. Ve günümüze kadar birçok belge bize geldi'' diye konuştu.

 

Öncelikle binanın yapımına ait 150 civarında bir evraka ulaştıklarını belirten Pürlü, şu bilgileri verdi:

''Buradaki eğitim ve öğretim çalışmalarına yönelik bütün belgeler de toplandı. Binlerce belgenin taranması sonucunda şu anda elimizde 500 civarında belge var. Ayrıca binamızın eski fotoğraflarını da Yıldız Arşivi, Başbakanlık Osmanlı Arşivi ve TBMM'den bulabildiğimiz kadarıyla topladık. Bir de binamıza ait Kurtuluş Savaşı yıllarında çekilmiş kamera görüntüleri vardı. Onların da yerlerini tespit ettik. Yavaş yavaş onları da arşivimize kazandırmaya çalışıyoruz. Örneğin General Harbord'un ekibinin Sivas'ta yaptığı çekimler, yine Almanlar Sivas'ı kare kare fotoğraflamışlar ve 1. Dünya Savaşı'nda ciddi bir fotoğraflama çalışması yapmışlar, onları da elde etmeye çalışıyoruz. Ve TBMM'de Sivas ile ilgili görüşmeler, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün Sivas ziyaretlerine ait kamera görüntüleri, bunların birçok kısmını Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sinema Televizyon Merkezi'nden temin etmeye çalışıyoruz. Neler olduğu belli ancak bu filmlerin restorasyon çalışması devam ettiği için şu anda elimizde değil bunlar.''

 

Bu belgeleri sağlıklı bir dosya halinde restorasyon ekibine sunduklarında mimarın geçmişteki bütün projeleri inceleyerek sağlıklı bir karar alacağını belirten Pürlü, ''Fotoğraflardan hareketle daha sağlıklı bir restorasyon yapılabilecek. Ve biz teşhir tanzim için müzemizin iç kısmını oluşturacağımız zaman, ki buna müze uzmanları karar verecekler, sunmuş olduğumuz belgeler onlara ayrıca ışık olacak'' dedi.
        

Sivas Kongresi'nin TBMM'nin katkılarıyla restore edilip bittikten sonra sadece objelerin sergilendiği bir müze değil, bütün çağdaş teknolojinin getirdiği imkanlardan ve görsel sunumlardan da yararlanarak teşhir tanziminin yapılacağını anlatan Kadir Pürlü, ''Müzemizi ziyaret eden bir gencimiz gerçekten Sivas Kongresi'nin ruhunu almış, kavramış olarak kapıdan çıkacak'' diye konuştu.

 

Pürlü, bu çalışmalarında ilk kez ortaya çıkan, binanın inşasının yeni bittiği dönemdeki bir fotoğrafına da ulaştıklarını vurgulayarak, ''Binamızın henüz inşaatının yeni bittiği zamanki fotoğrafının son hali çekilmiş, padişaha bir rapor gönderilmiş. Deniliyor ki, binamız tamamlandı, bitti ancak kış mevsimi geldiği için toprak tesviyesini yapamadık diye rapor tutulup gönderilmiş. Böyle belgeler ve fotoğraflar var elimizde'' dedi.
                 
Dönemin Sivas Valisi Memduh Paşa tarafından 1892'de yaptırılan bina, 19. yüzyıl Geç Osmanlı Dönemi sivil mimarisinin güzel örneklerinden biri olarak gösteriliyor. Sivas Kongresi'nin 4-12 Eylül tarihlerinde burada toplanmasıyla tarihsel bir kimlik kazanan, milli kurtuluş mücadelesine ışık tutacak kararların alındığı ve 1981 yılına kadar lise olarak kullanılan bina, günümüzde Atatürk Kongre ve Etnografya Müzesi olarak hizmet veriyor.

 

Milli mücadele yıllarında Mustafa Kemal Atatürk ve Heyet-i Temsiliye tarafından ''Milli Mücadele Karargahı'' olarak kullanılan binada, o yıllara dair izler günümüze taşınıyor. Milli mücadele döneminde Atatürk'ün ''Cumhuriyet'in temelini burada attık'' sözünü söylediği binada, Atatürk'e ait çalışma ve dinlenme odası ile tarihi kongre salonu, kongrenin yapıldığı günlerdeki haliyle muhafaza ediliyor.

 

Tarihi bina bir süre önce imzalanan protokolle restorasyon yapılmak üzere TBMM'ye devredilmişti.

Akşam, 24.08.2011

HÜSEYİN AĞA CAMİİ KÜLLERİNDEN DOĞACAK

 

 

Beyoğlu'nun tarihi sembollerinden biri olan Hüseyin Ağa Camisi'nin, Demirören Alışveriş Merkezi inşaatı sırasında gördüğü hasarla ilgili rölöveleri onaylandı. Restitüsyon ile restorasyon projeleri ise kurul onayını bekliyor. Alışveriş merkezinin yapımı sırasında oluşan çatlaklarla ilgili devreye giren Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan'ın öncülüğünde Vakıflar Genel Müdürlüğü ile Taksim Gayrimenkul Yatırım Geliştirme ve İşletmecilik arasında bir protokol yapıldı. Bu protokolle birlikte sadece camide oluşan çatlaklar değil tarihi yapının tamamının restore edilmesi karara bağlandı.

Hüseyin Ağa Camisi'nin restorasyonu için belediye başkanlık binasında 26 Mart 2010'da sorunu çözmek için tarafları bir araya getirdiğini belirten Başkan Demircan şunları söyledi: "AVM'yi yapan firma tarihi camiyi onarmayacak, yeniden restore edecek. Bina tescilli olduğu için tüm prosedürleri 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu tarafından yerine getiriliyor. Kurul onayı olmadan hiç kimse bir şey yapamaz. Biz üzerimize düşün bütün sorumlulukları yerine getirip, tarafları bir araya getirdik. Hem vakıflar hem de yüklenici firma bu noktada iyi niyetle bir protokole imza attılar. Çatlaklar işin profesyonelleri tarafından takip ediliyor. Burada Beyoğlu Belediyesi tarafları bir araya getirerek tarihi camide oluşan zararların sponsor tarafından yapılmasını sağladı"

Çatlakları uzun süre takip ettiklerini belirten İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Feridun Çılı, görülen her çatlağın tarihi binaların yıkılmasına neden olacağı düşüncesinin doğru olmadığını söyledi. Ölçü aletleri konularak çatlakların her aşamasını takip ettiklerine dikkat çeken Çılı sözlerini şöyle sürdürdü: "Restitüsyon, restorasyon ve rölöveleri çıkarıldı. Koruma kurulunun onayı bekleniyor. Bu tür tarihi yapılarda her çatlağa anında müdahale edilmesi doğru değil. Çünkü o çatlağın canlı olma ihtimali var. Anında müdahale edilirse, güçlendirme yapılmaz. Görülen her çatlakta bina yıkılmaz."

Sabah, Haber: Erhan Öztürk, 24.08.2011

MUMYALARIN YERİ DEĞİŞİNCE ZİYARETÇİ SAYISI ARTTI

 

 

Amasya Müze Müdürü Celal Özdemir, müzenin bahçesinde sergilenen mumyaların müze içinde özel bir bölüme taşıdıklarını belirterek, ''Her mumya özel korumalı fanuslu iklimlendirmenin yapıldığı bir ortamda muhafaza ediliyor. yeni teşhir yöntemiyle müzemize ilgi yaklaşık yüzde 30 oranında arttı'' dedi.

 

Celal Özdemir, AA muhabirine yaptığı açıklamada, müze bahçesindeki Sultan I. Mesut Türbesi'nde 6 sandukada sergilenen 8 adet Selçuklu-İlhanlı dönemine ait mumyayı daha iyi şartlarda korunması için yaklaşık 4 ay önce müzenin ikinci katında iklimlendirme cihazları yerleştirilen ve kameralarla donatılan özel bölüme yerleştirdiklerini belirtti.

 

İlhanlı Dönemi şahsiyetlerinden 14. yüzyılda hüküm sürmüş Anadolu Nazırı Şehzade Cumudar, Amasya Emiri İşbuğa Noyin, İzzettin Mehmet Pervane Bey, hanımı, erkek ve kız çocuklarına ait mumyaların yeni yerlerinde turistlerden yoğun ilgi gördüğünü ifade eden Özdemir, şunları kaydetti:

''Mumyaları özel olarak hazırlanan modern müzenin mumyalar salonuna taşıdık. Her mumya özel korumalı fanuslu iklimlendirmenin yapıldığı bir ortamda muhafaza ediliyor. Yeni tanıtım çok büyük katkı sağladı, eserler ortaya çıktı. Turistler geziyorlardı, ne olduğunu anlamadan geçip gidiyorlardı. Önceden kısa sürede gezilirken şimdi süre uzadı. Yeni teşhir yöntemiyle müzemize ilgi yaklaşık yüzde 30 oranında arttı. Bu durum Amasya'nın tanıtımı için çok önemli. Yoğun ilgiden dolayı çok mutluyuz. İnşallah kazılarla müzemize olan ilgi daha da artacak.''

 

Özdemir, Amasya'da devam eden tarihi kazılarda bulunan eserlerle Amasya Müzesi'nin daha zenginleştiğini belirterek, bunun kentin turizmine olumlu katkı sağladığını sözlerine ekledi.
        

Özdemir, Anadolu Nazırı Şehzade Cumudar, Amasya Emiri İşbuğa Noyin, İzzettin Mehmet Pervane Bey, hanımı, erkek ve kız çocuklarına ait olan mumyaların ilk defa 1855'te Fethiye Camisi bodrumunda tesadüfen bulunduğunu ve buradan Burmalı Minare Camisi'ne götürüldüğünü söyledi.

 

Burada 1928'e kadar teşhir edilen mumyaların Sultan Bayezıd Cami Medresesi'nin müze olarak açılmasının ardından medresenin bir odasında sergilenmeye başlandığını kaydeden Özdemir, 1952'de Yeşilırmak'ın taşması sonucu sular altında kalan mumyaların ciddi zarar gördüğünü belirtti.

 

Özdemir, 1966'da müze olarak hizmet vermeye başlayan Gökmedrese Camisi'ne taşınan mumyaların 1980'de bugünkü modern müzenin inşa edilmesiyle Amasya Müzesi'ne getirilerek müzenin bodrum katında birkaç yıl teşhir edildiğini, daha sonra ise müze bahçesinde bulunan Sultan I. Mesut Türbesi'nde bugüne kadar sergilendiğini kaydetti.

Akşam, 24.08.2011

BATIK GEMİDEKİ CEVİZLER TAZE ÇIKTI

 

 

İstanbul'un tarihini 8 bin 500 yıl öncesine götüren Yenikapı Marmaray-Metro arkeoloji kazılarında bugüne kadar pek çok tarihi eser ve batık bulundu.

 

Geçen mayıs ayında kazı çalışmalarına başlanan yeni bir batık gemisi ise arkeoloji tarihi için bir ilk olma özelliğini taşıyor. Zira 4. yüzyıla ait olan ve sel sonucu battığı tahmin edilen gemiden, badem, ceviz, kiraz, vişne, fındık, kavun çekirdekleri, zeytin, şeftali, çam kozalakları sağlam olarak çıkarıldı. Yükü ve ahşap kalıntılarıyla dünyanın en sağlam batığı olan geminin amforalarının neredeyse tamamı sağlam. Arkeolog Songül Çoban, kaldırılması 2 ay sürecek olan batıkla ilgili "Dünyada hem geminin ahşapları hem de yüküyle sapasağlam bilinen başka bir örnek yok." yorumunu yapıyor. İlk önce geminin üzerindeki balçık seviyesini kaldırıp, batığın kırık amforalarını çıkardıklarını anlatan Çoban, çalışmalar bittikten sonra geminin İstanbul Üniversitesi'ne teslim edileceğini söylüyor.

 

Yenikapı'daki metro inşaat alanında devam eden arkeolojik kazılarda, bugüne kadar şapel kalıntıları, su kuyuları, ayak izlerinin yanı sıra 35 batık gemi bulundu. Geçtiğimiz mayıs ayında kazı çalışmalarına başlanan yeni bir batık gemi, önemli veriler barındırıyor. 15-16 metre boyunda, yaklaşık 6 metre enindeki batıkta onlarca amfora (antik dönemlere ait bir Yunan çömleği) çıktı. Batığın, limana yanaştığı esnada yaşanan sel sonucu balçığa gömüldüğü tahmin ediliyor. Balçık içinde oksijensiz ortamda kalan batığın içindeki malzemeler bu nedenle bozulmadan günümüze kadar gelmiş. Geminin deniz seviyesinden 4-5 metre aşağıda bulunduğunu belirten arkeolog Songül Çoban, günde 8 saat çalıştıklarını, ince ince kazı yapmanın yorucu olduğunu aktarıyor. Gemiyi dünyadaki emsallerinden ayıran ve ait olduğu yüzyıla dair ipuçları veren bir diğer unsur ise bronz çiviler. Geminin yapımında ahşap çivi ile birlikte kullanılan bronz çivilerin 4-5. yüzyılda kullanıldığı sanılıyor. Sel sonucu battığı düşünülen geminin hangi limandan geldiği ve nasıl bir rota izlediği buluntular sayesinde ortaya çıkarılacak.

 

Yenikapı Marmaray-Metro arkeoloji kazıları 2004 yılında başladı. Yedi yıldır süren 4. yüzyılda Theodosius Limanı kazılarında kazı envanterine alınmış eser sayısı yaklaşık 40 bin. Etüde alınmış eser sayısı yaklaşık 150 bin. Bugüne kadar kazılardan yaklaşık 1 milyon kasa çanak-çömlek çıktı. Bunlar tek tek tasnif edilerek tamamlanabilen parçalar yapıştırılıyor.

 

Kazıda 5 ve 11. yüzyıllar arasında muhtelif zamanlarda batmış 35 adet batık tespit edildi. Bunlardan 30 adedi yelkenli yük gemileriyken 5 tanesi kürekle çekilen ince uzun kadırgalar. Yenikapı kazıları karada yapılan kazılarda en çok batık çıkan kazı olma özelliği taşıyor. Kazı alanında halen 45 arkeolog, mimar, sanat tarihçisiyle 265 işçi harıl harıl çalışıyor.

Zaman, Haber: Sevgi Korkut, 24.08.2011

740 YILLIK ÇİNİLERİ ÇİMENTOYLA SIVAMIŞLAR

 

 

Sivas’ta bulunan Buruciye Medresesi, 1271 yılında Burucerdioğlu Muzaffer Bey tarafından yaptırılmış. Çocuklarıyla birlikte medrese binasına defnedilen Burucerdioğlu Muzaffer Bey’in türbesindeki 740 yıllık çinilerin üzerinin 2005 yılında yapılan restorasyonda çimento ile sıvandığı ortaya çıktı.

 

Ayrıca türbenin kubbe bölümünde bulunan bazı çinilerde çatıdan sızan tuzlu yağmur suyu nedeniyle zarar gördüğü ortaya çıktı. İl Özel İdaresi Koruma Uygulama Denetim Bürosu (KUDEP) gözetiminde tarihi Buruciye Medresesinde başlatılan yeni restorasyon çalışmasıyla ise eserin çatısındaki kurşun kaplamalar yeniden yapılıyor. Restorasyonla zarar gören bölümlerin tespit edilerek onarılacağı belirtiliyor.

 

Buruciye Medresesi'ni yaptıran ve çocuklarıyla birlikte medrese binasına defnedilen Burucerdioğlu Muzaffer Beyin türbesindeki 740 yıllık çiniler ve yapılması gereken çalışmalar için belgeleme yapılıyor. Çini onarım ekibinin şefi Mustafa Bakır, en uygun müdahale yönteminin belirlenmesi için dokümantasyon ve belgeleme çalışması yaptıklarını kaydetti.


Dokümantasyon ve belgeleme çalışmasıyla türbe içerisinde yer alan ve her birinin üzerinde değişik motifler bulunan çiniler tek tek kayıt altına alınmış olacak. Bu çalışmanın yaklaşık 4 ay sürmesi ön görülüyor. Türbede ne gibi bir çalışma yapılacağı ise dokümantasyon ve belgeleme çalışmasının tamamlanmasının ardından netlik kazanacak.

Evrensel, 23.08.2011

TOPRAĞI KAZDIKÇA BİR TARİH GÜN IŞIĞINA ÇIKIYOR

 

 

Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Nejat Bilgen, başkanlığını yürüttüğü Seyitömer Höyüğü kurtarma kazısında bu yıl geride kalan iki ayda, erken ve orta tunç çağları ile Akhamenit ve Roma dönemlerine ait hiç beklemedikleri, çok kaliteli ve değerli eserler bulduklarını söyledi.

 

Prof.Dr. Bilgen, AA muhabirine yaptığı açıklamada, il merkezine yaklaşık 25 kilometre uzaklıktaki höyüğü, 2006 yılından bu yana her yıl 6'şar aylık dönemlerde kazdıklarını hatırlattı.

 

Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) Genel Müdürlüğüne bağlı Seyitömer Linyitleri İşletmesi (SLİ) Müessesesi sahasındaki kurtarma kazısının, altındaki kömürün ekonomiye kazandırılacak olmasından dolayı tarihi ve akademik öneminin yanı sıra ekonomik boyutunun da bulunduğunu ifade eden Bilgen, 6'ncı sezon kazılarına 6 Haziran'da başladıklarını bildirdi.

 

Kazıda, öğretim elemanları, öğrenciler ve SLİ Müessesesince görevlendirilen işçilerden oluşan 250'yi aşkın kişinin görev yaptığını dile getiren Bilgen, bu yıl 6'ncı dönemini neredeyse yarıladıkları kazının verimli şekilde sürdüğünü belirtti.
              
Prof.Dr. Bilgen, çok fazla eser elde edip restore etme imkanı bulduklarını, depoları neredeyse dolduğu için iki ayda çıkarıp restore ettikleri envanterlik 612 eseri, ''Ara teslim'' olarak Kütahya Arkeoloji Müzesine teslim ettiklerini vurguladı.

 

Höyüğün merkezindeki Erken Tunç Çağı kalıntılarını gün ışığına çıkarıp, Orta Tunç Çağı döneminin tamamına yakınını kazdıklarına işaret eden Bilgen, Hellenistik suru kaldırmaya ve sonraki yıllar için bilgi vermesi bakımından Roma hamamına ait tabakaları açmaya başladıklarını dile getirdi.

 

Bilgen, bu kapsamda iki ayda çeşitli dönemlere ait çok sayıda tarihi eser bulduklarına değinerek, şöyle konuştu:

''İki ayda, İlk Tunç ve Orta Tunç çağları ile Akhamenit ve Roma dönemlerine ait hiç beklemediğimiz, çok kaliteli ve değerli eserler ele geçti. Bunlar arasında, Roma tabakasında 9 sikke, Orta Tunç Çağına ait seramiğin yanı sıra metal eserler, Akhamenit döneme ait bir kılıç, seramik üretiminin yaygın olarak yapıldığını belirlediğimiz Erken Tunç Çağından kalma bol miktarda pişmiş topraktan yapılma kap bulunuyor. Havanın müsait olduğu zamana kadar, belki aralık ayı olabilir, kazılarımız devam edecek.''
                
Kütahya Müze Müdürü Metin Türktüzün ise höyüğün yayılma alanının geniş olduğunu bildirdi.

Sistematik olarak sürdürülen arkeolojik kazılarda, höyüğün genelinde bulunan eserlere bakıldığında arkeoloji dünyası için çok önemli sonuçlar elde edildiğini gördüklerine işaret eden Türktüzün, ''Kütahya Arkeoloji Müzesi, Tunç dönemine ait önemli bilgi ve eserlerin olduğu bir müze haline geldi. Seyitömer kazılarının, bu bölgenin arkeolojisi açısından çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Çok sayıda eser çıkıyor ve höyüğün genel karakteriyle ilgili bilgiler elde ediyoruz. Bu eserleri bize sağladıkları için Prof.Dr. Nejat Bilgen'e teşekkür ederim'' ifadesini kullandı.
                
TKİ Genel Müdürlüğüne bağlı SLİ Müessesesi sınırları içinde yer alan höyükteki kazı çalışmaları, altındaki 12 milyon ton kömürün ekonomiye kazandırılması amacıyla 1989'da Eskişehir Müze Müdürlüğünce başlatıldı.

 

Afyonkarahisar Müze Müdürlüğü'nün 1990-1995 arasında yürüttüğü çalışmalar, 2006'dan itibaren DPÜ Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümünce ele alındı.

 

TKİ Genel Müdürlüğü ve DPÜ Rektörlüğü arasında imzalanan protokol gereğince her yıl 6'şar aylık dönemler halinde yürütülen kazı çalışmalarının tamamlanması ve höyüğün kaldırılmasının ardından değeri yaklaşık 500 milyon lira olarak tahmin edilen linyit kömürünün çıkarılmaya başlanması hedefleniyor.

 

Prof.Dr. Nejat Bilgen başkanlığındaki ekibin görev yaptığı höyükte, bu yıl 6 Haziran'da başlayan kazı çalışmalarının kış mevsimi başında tamamlanması ve en az iki yıl daha sürmesi planlanıyor.

Akşam, 23.08.2011

DEFİNECİLERİN KUYUSU

 

Sakarya Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında, bir hafta önce izinsiz kazı çalışması yaptıkları iddiasıyla gözaltına alınan şüphelilerin ifadeleri doğrultusunda bölgede inceleme başlatıldı.

Sakarya Üniversitesinde (SAÜ) görevli arkeologlar, Sakarya Büyükşehir Belediyesi Su ve Kanalizasyon İdaresi (SASKİ) yetkilileri, itfaiye ve polisten oluşan ekip, tarihi köprü yakınlarındaki bir evin bahçesinde defineciler tarafından açıldığı belirtilen kuyuda inceleme yaptı.

İtfaiyecilerin oksijen tüpleri ve merdiven yardımıyla girdikleri 10 metre derinliğindeki çukurda yapılan incelemede definecilere ait olduğu belirtilen bir adet gaz maskesi bulundu.

Fotoğraflama çalışmasının ardından, çukur SASKİ ekiplerince geçici olarak kapatıldı.

Çukurda tarihi bir yapıya rastlanmadığı belirtildi.

Yeni Sakarya, 23.08.2011

BAYRAMDA HANGİ MÜZELER KAPALI

 

Ayasofya Müzesi ve Dolmabahçe Sarayı arife günü, Topkapı Sarayı Müzesi bayramın birinci günü kapalı. Mısır Çarşısı ise bayram boyunca kapalı.

 

İstanbul Rehberler Odası’nın ülke genelinde en çok ziyaret edilen müze ve ören yerlerinden aldığı bilgilere göre önümüzdeki hafta kutlanacak Ramazan Bayramı’nda mesai saatleri şöyle olacak:
 

Topkapı Sarayı Müzesi: (Tel: 0212 512 04 80)

Arife : 09:00-19:00 arası açık, son giriş 18:00.

1. gün : Kapalı

2. gün 09:00-19:00 arası açık, son giriş 18:00.

3. gün 09:00-19:00 arası açık, son giriş 18:00.

 

Ayasofya Müzesi: (Tel: 0212 522 09 89):

Arife : Kapalı

1. gün öğleden sonra açık, açılış 13:00, son giriş 18:00, kapanış 19:00

2. gün , 09:00-19:00 arası açık, son giriş 18:00

3. gün, 09:00-19:00 arası açık, son giriş 18:00
 

Kariye Müzesi: (Tel: 0212 631 92 41):

1. gün öğleden sonra açık, açılış 13:00, son giriş 18:00, kapanış 19:00

2. gün kapalı

3. gün 09:00-19:00 arası açık, son giriş 18:00
 

Dolmabahçe Sarayı: (Tel: 0212 236 90 00):

Arife : Kapalı

1. gün kapalı.

2. gün 09:00-17 saatleri arasında açık, son giriş 16:20

3. gün 09:00-17 saatleri arasında açık, son giriş 16:20

 

İstanbul Arkeoloji Müzeleri: (Tel: 0212 520 77 40):

Arife : 09:00-19:00 arasi açık

1. gün öğleden sonra açık, açılış 13:00, kapanış 19:00, son giriş 18:00

2. gün 09:00-19:00 saatleri arasında açık, son giriş 18:00

3. gün 09:00-19:00 saatleri arasında açık, son giriş 18:00
 

Efes Müzesi: (Tel: 0232 892 60 10):

Arife : 08:30-19:00 arasi açık, son giriş 18:30. son giriş 18:30

1. gün öğleden sonra açık, açılış 13:00, kapanış 19:00, son giriş 18:30

2. gün 08:30-19:00 arası açık, son giriş 18:30

3. gün 08:30-19:00 arası açık, son giriş 18:30

 

Efes Örenyeri: (Tel: 0232 892 60 10):

Arife : 09.00-19:00 arası açık, son giriş 18:30

1. gün 09.00-19:00 arası açık, son giriş 18:30

2. gün 09.00-19:00 arası açık, son giriş 18:30

3. gün 09.00-19:00 arası açık, son giriş 18:30

 
Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi: (Tel: 0312 324 31 60-61):

Arife : 08:30-17:15 arası açık, son giriş 17:00

1. gün öğleden sonra açık, 13:00 açılış, kapanış saati 17.15, son giriş 17:00.

2. gün açık, 08:30-17:15 arası açık, son giriş 17:00

3. gün açık, 08:30-17:15 arası açık, son giriş 17:00
 

Antalya Müzesi: (Tel: 0242 238 56 88):

Arife : 09:00-19:00 arası açık, son giriş 18:00

1. gün öğleden sonra açık, 13:00-19:00 saatleri arasında açık, son giriş 18:00

2 gün açık, 09:00-19:00 arası açık, son giriş 18:00

3. gün açık 09:00-19:00 arası açık, son giriş 18:00
 

Göreme Açıkhava Müzesi: (Tel: 0384 271 21 67):

1. gün öğleden sonra açık, 13:00-19:00 arası açık, son giriş 18:15

2. gün açık, 08:00-19:00 arası açık, son giriş 18:15

3. gün açık , 08:00-19:00 arası açık, son giriş 18:15

 
Kapalıçarşı: (Tel: 0212 522 31 73):

Arife  günü açık, Bayramın 1.,2,.3. günü kapalı.

 

Mısır Çarşısı: (Tel: 0212 522 55 92):

Arife günü açık, Bayramın 1.,2,.3. günü  kapalı.
 

Yerebatan Sarnıcı: (Tel: 0212 512 15 70):

Arife : 09:00-19:00 saatleri arasında açık, son giriş 18:30

1. gün öğleden sonra açık; 13:00-19:00 arası açık, son giriş 18:30

2. gün 09:00-19:00 saatleri arasında açık, son giriş 18:30

3. gün 09:00-19:00 saatleri arasında açık, son giriş 18:30

Turizm Habercisi, 23.08.2011

FOÇA'NIN OSMANLI TARİHİ GÜN IŞIĞINA ÇIKIYOR

 

  

 

İzmir'in Foça İlçesi'ndeki Osmanlı Mezarlığı'ndaki çalışmalarla, kentin Osmanlı tarihi ortaya çıkartılıyor. Bir süre önce Foça Belediyesi tarafından çevre duvarları onarılan, ferforje demirle estetik ve korunaklı hale getirilen mezarlıkta hasar görmüş, yerinden sökülmüş, kırılmış taşlar tespit edilerek onarılıyor ve yerlerine konuluyor. Osmanlı dili ve tarihi konularında uzman olan Prof.Dr. Zeki Arıkan tarafından okunan yazılarla mezarın tarihçesi ve kime ait olduğu belirlenirken kentin tarihine de ışık tutuluyor. Projenin; Foça Kazı Kurulu Başkanı Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Böl ümü öğretim üyesi Prof.Dr. Ömer Özyiğit ile Pamukkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Başkanı Prof.Dr. Kadir Pektaş'ın ortak projesi olduğu belirtildi.


Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Zeki Arıkan da kitabelerin okunması konusunda yardımcı oluyor. Çalışmalar Pamukkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Araştırma Görevlisi Erbil Aktuğ ve yardımcıları aynı fakültenin yüksek lisans öğrencileri Seval Çalışkan ve Müge Şen'in kontrolün de devam ediyor.


Erbil Aktuğ, sanat tarihi ekibi olarak alanın Osmanlı Türkleri dönemindeki halini canlandırmaya çalıştıklarını, amaçlarının burayı bir Osmanlı Açı k Hava Müzesi haline getirmek olduğunu söyledi. Alan içinden geçen eski İzmir yolunun ortaya çıkarılarak çevresine oturma yerleri ve çevre düzenlemesinin yapılacağını ve ziyaretçilerin Foça'da Osmanlı havasını solumalarını sağlamak istediklerini belirten Erbil Aktuğ, "Mezarlık bile olsa bu havayı solumalarını, atalarının, dedelerinin mezar taşlarına bile ne kadar önem verdiklerini, özen gösterdiklerini ortaya koymak, buradaki ruhani atmosferi yaşatmak istiyoruz" dedi.

Türkiye Gazetesi, Haber: Hasan Eser, 23.08.2011




DÜNYA KÜLTÜR MİRASI LİSTESİ'NE HAZIRLANIYOR

 

 

UNESCO tarafından ''Dünya Kültür Mirası Geçici Listesi''ne alınan Ağrı'nın Doğubayazıt İlçesi'ndeki İshakpaşa Sarayı'nın, asıl listeye girebilmesi için çalışmalar devam ediyor.

 

Doğubayazıt sancak beyi Çolak Abdi Paşa tarafından 1685 yılında ilçeye 7 kilometre uzaklıktaki sarp kayalıklar üzerine inşa edilen ve 1784 yılında oğlu İshak Paşa döneminde yapımı tamamlanan 116 odalı İshakpaşa Sarayı, türbesi, camisi, surları, avluları, koğuşları, divan ve harem salonları ile her yıl çok sayıda yerli ve yabancı turisti ağırlıyor.

 

Dünyadaki ilk kalorifer tesisatının kurulu olduğu sarayın, bir süre önce Birleşmiş Milletler Bilim, Eğitim ve Kültür Teşkilatının (UNESCO) ''Dünya Kültür Mirası Geçici Listesi''ne alınmasının ardından, 2000 yılından bu yana devam eden restorasyon çalışmaları da hız kazandı.

 

İl Kültür ve Turizm Müdürü Muhsin Bulut, AA muhabirine yaptığı açıklamada, İshakpaşa Sarayı'nın UNESCO'nun geçici listesindeki en önemli eserlerden biri olduğunu belirterek, sarayın asıl listeye girebilecek tüm özelliklere sahip bulunduğunu söyledi.

 

Bakanlık tarafından sarayda 2000 yılından itibaren başlatılan restorasyon çalışmalarının 2012 yılına kadar devam edeceğini vurgulayan Bulut, ''Temel hedefimiz İshakpaşa Sarayı'nı şu haliyle gelecek kuşaklara aktarabilmektir'' dedi.

 

Bulut, İshakpaşa Sarayı'nın yalnızca Ağrı'nın ve Türkiye'nin değil tüm dünyanın ortak mirası olduğuna, Osmanlı, Fars ve Selçuklu uygarlıklarına ait mimarinin, geçmişle gelecek arasında köprü kurduğuna değinerek, şunları kaydetti:

''Bu saray tüm dünyanın ortak eseridir ve hepimiz için önemli bir kazançtır. Biz de bunu göz önünde bulundurarak sarayın işlevselliğinin artması ve yaşanabilir bir mekan haline gelmesi için çalışıyoruz. Sarayın gelecek kuşaklara sağlıklı bir şekilde aktarılması için ciddi restorasyonlar yaptık. Son 7 yılda bakanlık tarafından sarayın restorasyonuna 12 milyon 761 bin lira harcandı. Ayrıca sarayın tanıtımı için de çalışmalar yürütüyoruz. Yaptığımız tanıtım çalışmaları sayesinde 2011 yılının ilk 6 ayında sarayı 115 bin yerli ve yabancı turist ziyaret etti.''

Akşam, 23.08.2011

TARİHİ MALATYA KALESİ AYAĞA KALDIRILIYOR

 

 

Kent merkezinde ve ilçelerde bir çok tarihi evin restorasyonunu sürdüren Malatya Valiliği tarihi Malatya Kalesi'ni de ayağa kaldıracak. Vali Ulvi Saran, AA muhabirine yaptığı açıklamada, tarihin hangi döneminde olursa olsun var olan eserleri koruyup gün ışığına çıkarmak ve restore etmek gerektiğini söyledi. Roma döneminden kaldığı bilinen tarihi Malatya Kalesi'nin de restorasyonuna başladıklarını kaydeden Saran, kalenin ana giriş kapısının onarımının yapıldığını, şimdi sağ ve sol tarafa doğru kalan diğer bölümleri de restore edeceklerini dile getirdi.

İlk etapta kalenin belirlenen bölümlerini restore edeceklerini anlatan Saran, ''Toplam uzunluğu 2 bin 800 metre olan kaleyi ayağa kaldırmayı hedefliyoruz. Kalenin 800 metre gibi bir alanı dikkati çeker durumda. Gerisi tahrip edilmiş'' dedi.

Battalgazi İlçesi'ndeki Malatya Kalesi'nin yanı sıra ilçede başka mekanlar da çalışma yaptıklarını bildiren Saran, 8. yüzyılda Malatya'da yaşadığı bilinen Battal Gazi'nin evinin kazısını tamamladıklarını burayı da restore edeceklerini aktardı.

Aynı ilçede Poyraz Konağı'nın restorasyonuna başladıklarını ifade eden Vali Saran, şöyle konuştu:

''Merkez ilçedeki tarihi Malatya evlerinin yoğunlukta bulunduğu Sinema Caddesi'ndeki Lütfiye Sarıtaş Konağı'nın restorasyonuna başladık. Merkeze bağlı Erenli beldesindeki Bahri Camisi'nin de restorasyonuna başladık. Venk Şapeli ile Taşhoron Kilisesi'nin de restorasyonu yapılacak. Şu anda projeleri son aşamada.''

Yeşilyurt İlçesi'ndeki orijinal hali ile büyük ölçüde korunmuş bulunan tarihi Malatya evlerinin bulunduğu bir sokağın da sağlıklaştırmasını yaptıklarını kaydeden Saran, bu sokakta 40 civarında tarihi Malatya evinin cephelerini düzenlediklerini, çatıları yenilediklerini belirtti.

''Sokağa doğal taş döşeyeceğiz'' diyen Saran, ilçeye bağlı Gündüzbey beldesinde de 100'ün üzerinde tarihi ev olduğuna değindi. Gündüzbey beldesinde Cafer Ağa Sokağı'nda da tarihi evlerin olduğunu bildiren Saran, şöyle konuştu:

''O sokakta ve hemen bitişiğindeki sokakta 100 civarındaki yapıyı planlamaya aldık. İlk etapta 25'ini, daha sonra adım adım diğer bölümlerini yaparak o sokağı Safranbolu'da olduğu gibi insanların girip, doğal atmosferde dolaşabilecekleri bir yapıya büründürmek arzusundayız. Çalışmalar başladı.''

Aslantepe Höyüğü'ne giden kısa bir sokağı da sağlıklaştıracaklarını anlatan Saran, Darande'deki Yuvalı Sokağı sağlıklaştıracaklarını, aynı ilçeye bağlı Balaban beldesinde de bir sağlıklaştırma çalışması yaptıklarını aktardı.

Saran, Arapgir İlçesi'nde de sokak sağlıklaştırmasına başlayacaklarına değinerek, ''İlçede 12'ye yakın tarihi evin olduğu bir sokak var. Burada sağlıklaştırma yapacağız. Orada Kaşgaloğlu Konağı ile Cevat Çobanlı Paşa'nın konağını ele aldık. Cevat Çobanlı malum Çanakkale komutanı, ünlü bir şahsiyet'' dedi.

Yapı, Fotoğraf: Mehmet Göresiye/AA, 23.08.2011

ANADOLU'NUN DÜNYAYA ARMAĞANI: MERMER

 

 

Anadolu'nun dünyaya armağanı olan, tarih boyunca kurulan her uygarlık döneminde en sık kullanılan malzeme olan mermer, antik mimarinin de yapı taşlarını oluşturuyor.

 

Dünyanın en zengin doğal taş oluşumlarının bulunduğu Alp kuşağında yer alan Türkiye, çok çeşitli ve büyük miktarda mermer rezervine sahip. Türkiye, gelişmekte olan sanayi ve üretimde kullandığı teknolojiyle dünyanın en önemli doğal taş üreticileri arasında yer alıyor. Antik dünyanın unutulmaz kentlerinin her köşesinde, binlerce yıla meydan okuyan mermerin izlerini bulmak mümkün. Bu önemli tarihsel gelenek, Türk mermer üreticilerini geleceğe taşıyor. Anadolu'nun birçok yerinde bulunan mermer yataklarının binlerce yıldır işlendiği biliniyor.

 

Doğada bulunma sayısının diğer malzemelere göre fazla, taşıyıcı gücünün çok olması nedeniyle ağır hava koşullarına uzun süre dayanan mermer, dış görünüşüyle insanları geçmiş yıllardan beri cezbediyor. Mermeri tercih eden toplumların başında gelen Frigyalıların ardından, Romalılar mermercilikle en görkemli yıllarını yaşadı.
                
Mermer dayanıklılığı, zarafeti ve potansiyel zenginliğiyle asırlardan beri insanoğlunun vazgeçilmez sanat eseri malzemesi ve yapı elemanlarını oluşturuyor. Hititler, Eski Mısırlılar, Frigyalılar, Mezopotamya medeniyetleri, Persler, Lidyalılar, Eski Yunanlar, Romalılar, Selçuklular, Osmanlılar ve diğer birçok uygarlık, bugüne kadar gelen ve çağlarına ışık tutan heykellerinde ve yapılarında mermer kullandı.

 

Türkiye Mermer Doğaltaş ve Makineleri Üreticileri Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Selehattin Onur, AA muhabirine yaptığı açıklamada, insanoğlunun taş ile tanışmasının var olması ile birlikte başladığını söyledi.

 

İnsanlık tarihinin uzunca bir bölümünü kapsayan ilksel evrenin taş devri olarak anıldığını hatırlatan Onur, şöyle devam etti:

''İnsanoğlunun yaşamını sürdürmesinde önemli rol oynayan savunma ve avlanmada kullandığı basit el aletleri ve gelişmesinde çok önemli bir buluş olarak kabul edilen tekerlek de taş kullanılarak yapılmıştır. Arkeolojik bulgular sonrası taş devri, yontma ve cilalı devirler olarak tarih sayfalarında yerini almıştır. İnsanoğlunun taşla beraberliği daha sonra da devam etmiştir. Geçmişten bizlere insanlık mirası olarak nitelendirilen hayranlık uyandırıcı pek çok sanat eseri kalmıştır. Günümüze gelindiğinde bilim, sanayi, ticaret ve ileri iletişim teknikleri ile özellikle de gelişmiş bilgisayar teknolojilerinin her konuda olduğu gibi taş sektörü üzerinde de açık bir şekilde etkileri görülmektedir.''

 

Günümüzde mermer ve doğal taş kavramının ticari tanımla öne çıktığını belirten Onur, ekonomik olarak kabul edilebilen boyutlarda blok üretimine uygun, kesildiğinde düzgün kenar ve köşe verebilen, iyi cila alabilen her türden doğal taşın mermer olarak adlandırıldığını vurguladı.
                
Bu açıdan bakıldığında Türkiye'nin karmaşık jeolojik yapısı nedeniyle taş cinsi zengin bir ülke olduğuna işaret eden Onur, şunları söyledi:

''Ülkemizde büyük bir çoğunluğu dünya taş literatürüne girmiş 250 dolayında değerli mermer çeşidi bulunmaktadır. Ülkemiz sektör olarak, pek çok yönü ile dünyanın önde gelen ülkelerindendir. Doğal taş rezervimiz beş milyar metreküp dolayındadır. Bugün bu rezervler üzerinde her ölçekte sektör mensubumuz emek sarf ederek üretim yapmaktadır.''

 

Türkiye coğrafyası üzerinde bin 200 civarında mermer ocağı ve değişik ölçekte bin 500 fabrika, 7 bin 500 atölyenin faaliyet gösterdiğini ifade eden Onur, bu iş yerlerinin yaklaşık 250 bin dolayında çalışan istihdam ettiğini bildirdi.

 

Onur, dünyada ilk 10 ülkenin mermer üretimi ve sağladığı değerin yüzde 97'lik bölümünü karşılayıp, paylaştığına işaret ederek, şöyle konuştu:

''Ülkemiz kalabalık nüfusları sebebiyle Çin ve Hindistan'dan sonra İtalya, İspanya, İran, Brezilya, Mısır ile yarışmaktadır. Ülkemiz bu yarışta üretimde yüzde 10-12, değerde yüzde 10-15 civarında pay sahibidir. Ürün sunduğumuz ABD ve Çin ile İtalya, İspanya, Brezilya, Kuzey Afrika kuşağı, Arap ülkeleri ve Avrupa ülkelerinin tamamına mermer ve doğal taş ihracatı yapılmaktadır. Ayrıca, İstanbul Maden İhracatçı ve Ege Maden İhracatçı Birliklerimiz ciddi pazar araştırmaları yapmaktadır. 145 ülke hedef pazar olarak ihracatçı birliklerimiz tarafından mercek altına alınmıştır. Makine ekipmanı ve sarf malzemelerinde, üretim ve altyapı itibarıyla makine sanayimiz önemli bir atılım içerisindedir. Makine üreticilerimiz birçok konuda rakiplerini geride bırakmış, mermer ve doğal taş sektörünün başarılı gelişiminde önemli ölçüde söz sahibi olmuştur.''
                
Pamukkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve 3 bin yıllık mermer kenti Stratonikeia antik kentinde yürütülen kazı çalışmalarının başkanı Doç.Dr. Bilal Söğüt ise antik dönem boyunca mermerin çok önemli bir yere sahip olduğunu söyledi.

 

Mermerin en zengin şekilde kullanımının, bu doğal taşın en kolay elde edildiği dönemlerle ilişkili olduğuna dikkati çeken Söğüt, ''Bunun için kentin kurulduğu yerin yakınında bir mermer ocağının bulunması çok önemli. Stratonikeia antik kenti bu açıdan çok şanslı. Çünkü kendisinin mermer ocakları var. Yapıların tamamı mermer ve bir defa kullandıkları mermeri ikinci defa kullanmıyorlar. Bazı antik kentlerde mermerler dışarıdan getiriliyor. Öyle olduğu zaman mermeri birkaç defa kullanmak zorunda kalıyorlar. Anadolu, bu açıdan çok zengin'' dedi.

 

Mermer eserlerin daha önceleri taslak halinde ve bazıların da bitmiş olarak ırmaklar ve sular yoluyla denizlere, daha sonra da ülkelere taşındığını dile getiren Söğüt, şunları kaydetti:

''Roma'yı eser anlamında Roma yapan Anadolu'dur. Çünkü Roma için iki ülke önemlidir. Biri İspanya, diğeri Anadolu... Anadolu, mermeri ve mermer sanatçılarıyla ünlüdür. İspanya'daki tarımsal zenginliğin ötesinde pek çok yapının ustası Anadolu'dan gitmiştir. Mermer dayanıklılığının yanı sıra görsel güzelliği ve sağlamlığı ile binlerce yıldır ilgi odağı olmuştur. Mermerin kullanımı kentlerin ve yaşanılan alanların zenginliği ile de doğrudan ilişkilidir. Stratonikeia antik kentinde sur duvarları bile mermerden yapılmış. Çoğu antik kentte böyle bir şey yok. Ama burada sur duvarlarında kullanılan taşlar bile mermerden.''

Akşam, 23.08.2011

SAFRANBOLU VE BEYPAZARI'NA RAKİP GELİYOR

 

 

Kütahya'nın Gediz İlçesi'nin 1970 yılındaki depreme kadar merkezi olan, şimdi ''Eskigediz beldesi'' adıyla varlığını sürdüren 5500 yıllık yerleşim alanındaki tarihi binaların yok olmasını engellemek ve Safranbolu ile Beypazarı'ndaki gibi turizme kazandırmak amacıyla restorasyon çalışmaları başlatıldı.

Eskigediz Belediye Başkanı Feridun Altıntop, gazetecilere yaptığı açıklamada, köklü geçmişe sahip beldeyi tarihi zenginlikleriyle koruyarak turizm merkezi haline getirmekte kararlı olduklarını söyledi.

Kutsal Attis için ''Kadys'' adıyla kurulan ve 5500 yıllık geçmişe uzanan Eskigediz'in, Kimmerler, Persler, Büyük İskender İmparatorluğu, Btinya ve Bergama krallıkları, Roma ve Bizans imparatorluklarına yerleşim alanı ve piskoposluk merkezi olarak hizmet verdiğini belirten Altıntop, buranın 1313'te Umurbey tarafından fethedilerek Germiyanoğulları Beyliği'ne bağlandığını, 1390'da ise Osmanlı Devleti'ne katıldığını anımsattı.

Altıntop, Gazanferağa ve Sunullah Çelebi külliyeleri, Muratbey Zaviyesi ve İsabey Camisi gibi anıt yapılarla tarihi zenginliğini artıran Kadys'in önce ''Gedüs'', sonra ''Gediz'' olarak anılmaya başlandığını dile getirerek, şöyle devam etti:

''1670'li yıllarda 2 bin konutlu bir yerleşim bölgesi haline gelen kentte, 1866 yılında belediye kurulmuştur. Çeşitli yangınlar ve sel felaketleriyle boğuşan Gediz, 1944 depreminde 13 can vermiş, 1970 depreminde ise 1086 kişi ölmüş, binlerce konut yerle bir olmuştur. Yaşanan bu acı felaketin ardından Gediz ilçe merkezi, 6 kilometre güneybatıdaki alana nakledilmiş, eski yerleşim alanı ise 'Eskigediz' adıyla belde olarak kalmıştır.''

Altıntop, çeşitli medeniyetlere ve unutulmaz hatıralara ev sahipliği yapan 3 bin 261 nüfuslu Eskigediz'i tarihi zenginliklerinden hiçbir şey kaybettirmeden eski yapılarıyla koruyup Safranbolu ve Beypazarı gibi turizm merkezi haline getirmekte kararlı olduklarına değinerek, ''Başlattığımız restorasyon çalışmalarıyla yok olmakla karşı karşıya olan tarihi Eskigediz evlerinin geri kazanılması ve uzun zaman ayakta kalmasını sağlayacağız'' dedi.

Eskigediz Belediyesi Fen İşleri Müdürü Yüksel Ulu ise Tarihi Kentler Birliğine üye olan beldedeki arkeolojik, doğal ve kentsel sit alanlarının, Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunca 1992 yılında belirlendiğini söyledi.

Eskigediz'de 111 sivil mimarlık örneği, 33 anıtsal yapı ve 13 doğal anıtın bulunduğunu, tarihi dokunun canlandırılabilmesi için beldenin bu yıl ''turizm öncelikli belediyeler'' kapsamına dahil edildiğini bildiren Ulu, şunları kaydetti:

''Beldemizde bulunan tescilli sivil mimarlık örneği yapıların sahipleri, belediyemizin katkılarıyla 2007'den itibaren Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünden proje ve onarım yardımı almak için başvuru yapmaya başladı. Geçen yıl sonuna kadar 32 binanın projesi bakanlık tarafından çizilmiş ve koruma kurulu tarafından onaylanmıştır. Bu yıl Kütahya iline yapılan 15 proje yardımının 13'ü Eskigediz'e verilmiştir. 13 bina için 104 bin 731 lira ödenek ayrılmış olup, proje çizim çalışmaları üç mimar tarafından yapılmaktadır. Yine bu yıl Kütahya iline 15 uygulama yardımı yapılmış olup, 8'i Eskigediz'de bulunan tescilli binalara çıkmıştır. Uygulama yardımı için ise 8 kişiye ait binaya toplam 185 bin lira ödenek ayrılmıştır. Belediyemiz ve İzmir Rölöve Müdürlüğü kontrolünde bir inşaat firmasınca tarafından yapılan uygulamalar, ödeneğe göre devam edecektir.''

Ulu, gelecek yıl beldede onarıma ihtiyaç duyulan binalar için 26 uygulama ve 17 proje yardımı müracaatında bulunulacağını sözlerine ekledi.

Yapı, Fotoğraf: Mehmet Altıntaş/AA, 23.08.2011

KARADENİZ BÖLGESİ'NİN ZEUGMA'SINA ALMAN ARKEOLOG İLGİSİ

 

 

Karabük'ün Eskipazar İlçesi'nde, ''Karadeniz Bölgesi'nin Zeugma'sı'' olarak adlandırılan Hadrianaupolis antik kentinde, Almanya'dan gelecek arkeologların da katılacağı, 5 Eylülde başlayacak kazı çalışmaları kapsamında mozaikler temizlenecek.

 

MÖ 1. yüzyılda kurulduğu, MS 8. yüzyıla kadar yerleşim amacıyla kullanıldığı tahmin edilen Hadrianaupolis'te, Anadolu'da örnekleri hiç görülmeyen bazı zemin mozaiklerinin turizme kazandırılmasına yönelik kazılara 5 Eylülde başlanacak.

 

At, fil, panter, geyik ve grifon (sanat tarihinde karışık hayvana verilen isim) gibi birçok hayvan tasvir edilen mozaiklerin üzeri toprakla ötürlerek korunmaya çalışıldığı, antik kentteki Atatürk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Vedat Keleş başkanlığındaki çalışmalara Alman arkeologlar da katılacak.

 

Eskipazar Belediye Başkanı Dursun Baş, AA muhabirine yaptığı açıklamada, ilçenin yaklaşık 3 kilometre batısında bulunan Hadrianaupolis antik kentinde kazıların 2005'te başladığını, çalışmaların aralıklarla sürdüğünü söyledi.

 

Bu yıl yeniden tecrübeli bir ekip tarafından kazılara başlanacağını kaydeden Baş, şöyle konuştu:

''Çalışmalar da genellikle mozaiklerin temizliği şeklinde geçecek. Burada Geç Hellenistik, Roma ve Erken Bizans devirlerine ait olduğu anlaşılan 14 adet dağınık yapı tespit edildi. Kazılarda çok sayıda hayvanın tasvir edildiği mozaikler bulundu. Kazı çalışmaları hızlanarak devam edecek. Ortaya çıkan mozaikler yıpranıyor. Antik kentin müze haline getirilmesi için kazı başkanı ile Kültür ve Turizm Bakanlığından bir heyet incelemelerde bulundu. Karabük Valimiz bu konuda çok hassas. Ortaya çıkarılan eserlerin tahrip olmaması ve sergilenebilmesi için üzerinin kapatılmasıyla ilgili projeler çizildi. Çalışmalar bu yıl yetiştirilecek.''

Akşam, 23.08.2011

SELEUKEIA ANTİK KENTİNDE ORMAN YANGINI ÇIKTI

 

  

 

Antalya'nın Manavgat İlçesi'nde bulunan Seleukeia Antik Kent'i yakınlarında orman yangını çıktı. Edinilen bilgiye göre, Manavgat'a yaklaşık 15 kilometre mesafede bulunan Bucakşeyhler Köyü yakınlarındaki Büyük İskender'in haleflerinden Suriye Kralı I. Seleukos Nikator (MÖ 321-280) adına kurulmuş 9 kentten biri olan Seleukeia antik kenti çevresinde orman yangını çıktı. Yangına helikopter, uçak ve arazözlerle müdahale edildiği öğrenildi.
 

Seleukeia antik kenti buluntuları arasında en önemlisi hiç şüphesiz "Yedi Bilgeler Mozaiği" olarak adlandırılan ve yine Antalya Müzesi`nde sergilenen mozaiktir. Gerek işçilik ve renkliliği, gerekse Anaksagoras, Pythagoras, Demosthenes, Lykurgüs, Thukydides ve Salon gibi yedi ünlü düşünürün portlerini içermesiyle çok ayrıcalıklı bir öneme sahiptir.

Türkiye Gazetesi, 23.08.2011

EYÜP SULTAN TÜRBESİ YENİDEN RESTORE EDİLİYOR

 

 

Hicret sırasında Hz. Peygamber'i evinde misafir eden sahabe Ebu Eyyub el-Ensari'nin mezarının yer aldığı ve özellikle cuma günleri, kandil ve bayramlarda ziyaretçi akınına uğrayan Eyüp Sultan Türbesi'nin kapsamlı restorasyonun ardından gelecek yıl ramazan ayında yeniden ziyarete açılması bekleniyor. Konuyla ilgili AA muhabirine bilgi veren İstanbul Türbeler Müze Müdürü Hayrullah Cengiz, Ebu Eyyub el-Ensari'nin mezarının İstanbul'un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet'in hocası Akşemsettin tarafından keşfedildiğini ve üzerine türbe yapıldığını söyledi. Türbe yaptırıldıktan 5 yıl sonra 1458 yılında Fatih Sultan Mehmet'in inşa ettirdiği Eyüp Sultan Camisi'nin ibadete açıldığını anlatan Cengiz, türbe ve caminin 1766 yılında meydana gelen depremde büyük hasar gördüğünü kaydetti. Türbenin 1. Ahmed, 3. Selim ve 2. Mahmud dönemlerinde onarım gördüğünü aktaran Cengiz, "1925'te türbeler, tekkeler ve zaviyeler kapatıldıktan sonra Eyüp Sultan Türbesi de kapatılmış ve 1950'ye kadar kapalı kalmış. 1950'de Bakanlar Kurulu kararı ile açıldıktan sonra hem insanların türbeyi rahat bir şekilde ziyaret edebilmeleri için, hem de 25 yıllık bakımsızlığından dolayı dönemin hükümeti tarafından kısmı bir restorasyona tabi tutulmuş" diye konuştu.


Cengiz, türbenin yaklaşık 50 yıldır basit onarımlar haricinde ciddi bir restorasyona tabi tutulmadığını dile getirerek, 2005 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın izniyle Vakıflar Genel Müdürlüğü ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi arasında yapılan anlaşmayla İstanbul Türbeler Müze Müdürlüğüne ait türbelerin restorasyonunun İstanbul Büyükşehir Belediyesince yapılmasının kararlaştırıldığını, bu kapsamda Eyüp Sultan Türbesi'nin projelerinin tamamlandığını, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin de bu projenin ihalesini yaptığını kaydetti.

 

Türbenin restorasyonuna mayıs ayında başlandığını dile getiren Cengiz, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Bir türbeyi yeniden inşa etmek onu restore etmekten daha kolay. Restorasyon hem zahmetli, hem riskli, hem de zor bir olay. Burada da aynı olayla karşılaştık. Eskinin bazı bilgilerinden noksandık. Türbenin altında drenajlar, kanallar tespit edildi. Bu drenajlar açıldıktan sonra türbenin içindeki nemin azaldığını, hatta neredeyse yok olma düzeyine geldiğini gördük. Türbenin içinde aynı zamanda bir hava sirkülasyonu başladı ve bu türbeyi çok rahatlattı."


Cengiz, geçmişte sandukanın etrafına ince bir beton döküldüğünü aktararak, "Bu ince tabaka söküldü ve altından orijinal yapı, yani tuğla yapı çıktı. Bundan sonra yeni bir değerlendirme yapılarak restorasyonu yapılacak ve orijinal yapısıyla ortaya çıkacak" diye konuştu.


Türbenin kubbelerindeki kurşunların değiştirildiğini dile getiren Cengiz, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Bu değiştirme esnasında restorasyon firmasının bize verdiği bilgiye göre, kurşunun altında bulunan çamurun altında da ağırlıklı bir kireç tabakası bulundu. Buna ilk defa rastlanıldığı için bunun parçaları İstanbul Büyü kşehir Belediyesinin Koruma Uygulama ve Denetim Müdürlüğüne (KUDEB) gönderildi. Kurşun kaplanmadan önce de içinde nelerin olduğu tespit edilerek kireç olgusu tekrar oraya yerleştirildi ve üstüne kurşun geçirildi."


Cengiz, türbenin içinde tarihi bir kuyunun bulunduğuna işaret ederek, "Fazlalaşan kuyu suyu ve iç avludaki yağmur suyunun tahliyesi için bulunan tahliye kanalları zamanla dolmuş ve çökmüş. Firmanın yaptığı çalış mayla bunların yerleri tespit edildi. Bunların dışarıda bağlantıları vardı. Bu kanalların birçoğu tarihi kanal olduğu için yeni yapılan kanalizasyon çalışmalarında genelde ihmal edilmiş. Firma yetkilileri ile büyükşehir belediyesi arasında kurulan iletişim sonucunda buralarda bir iyileşmeye gidilmesi kararlaştırıldı ve bu yönde çalışmalar yapılıyor."

 

Türbenin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerektiği düşünü lerek daha sonra restorasyon çalışmalarına Beşir Ağa Türbesi, cüzhane ve sebilin de dahil edildiğini, bu yerlerin projelerinin yapıldığını anlatan Cengiz, bu nedenle onarım süresinin öngörülen 6 ayı geçeceğini söyledi.
Cengiz, türbede çeşitli dönemlere ait çinilerin bulunduğunu belirterek, "Bunlar 1950'li ya da 1960'lı yıllardaki restorasyon sırasında yanlış uygulamalara tabi tutulmuş. Beton kullanılmış, betonun da ortaya çıkardığı bir tuzlanma var. Türbe içindeki nem oranının fazla olması çinilerin alt tarafında kopmalara neden olmuş. Bunlar yeni sorunlar ortaya çıkardı. Burada ciddi bir çini restorasyonuna ihtiyaç duyulduğu anlaşıldı. Firma da bakanlığın ve büyükşehir belediyesinin ilgili birimleri ile iletişim içerisinde buraya yeni bir proje yapıyor. Gerekli süreç işledikten sonra çinilerin restorasyonuna başlanacak. Restorasyon çalışmaları bittikten sonra Eyüp Sultan Türbesi'nin uzun bir dönem restorasyona ihtiyacı olmayacak" şeklinde konuştu.


Türbenin restorasyon nedeniyle ziyarete kapalı olduğunu hatırlatan Cengiz, sandukanın görülebildiği "niyaz penceresi"ni açık bıraktıklarını, ziyaretçilerin de buradan dualarını ettiklerini sözlerine ekledi.
Daha önce Hırka-i Şerif'in sergilendiği bölümün restorasyonunu da yapan Hassa Mimarlık şirketinden Yüksek Mimar ve Restoratör M. Hilmi Şenalp, Eyüb Sultan Türbesi'ndeki restorasyon çalışmalarının en zorlu bölümünün, türbe duvarlarındaki yoğun rutubet nedeniyle çini onarımı olacağını söyledi.


Şenalp, restorasyon çalışmalarına kubbe ve çatılardaki kurşunların yenilenmesi, türbe taş duvarlarının ve ahşap kaplamalarının tamirinin de dahil olduğunu belirterek, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Türbedeki en mühim işimiz zemin suyu seviyesinin düşürülmesi. Bu maksatla türbenin ilk inşası sırasında yapılmış havalandırma kanalları ile orijinal drenaj kanallarını bulduk. Bunlar maalesef tamamen kapatılmıştı. Türbe restorasyonundan sonra problemin tekrarlanmaması için Büyükşehir Belediye Başkanımız Kadir Topbaş'a Eyüp semtinin, Haliç'in su seviyesi ile yağmur suyundan kaynaklanan genel su problemini aktardık. Onlar da özellikle tarihi cülus yolunda olan bu problem için İSKİ'yi harekete geçirdiler. Bu vesile ile tarihi cülus yolunun da ihya edilmesi talimatında bulundular. Su meselesini hallettikten sonra çini ile ilgili çalışmalara da başlayacağız. Koruma Kurulu, KUDEB ile Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü ile temas halinde restorasyonu doğru müdahalelerle kalıcı ve uzun ömürlü bir şekilde yapmaya çalışıyoruz."


Türbede 50 yıldan fazla bir süreden beri önemli bir onarımın yapılmadığını ifade eden Şenalp, "Zaman içinde türbede onarım adı altında bir takım yanlış uygulamalar, iyi niyetli, ancak neticesi yapıya zarar veren müdahaleler yapılmış. Örneğin türbenin içindeki 500 yıllık orijinal tuğla döşemenin üzerine şap dökülmüş. Türbenin iç kodu, ziyaret mahallinde 50 santimetre yükseltilmiş. Bu yanlış müdahalelerle kapilarite yoluyla zaten yüksek olan zemin suyu daha da yükselmiş. Bizim yaptığımız ilk iş onları kaldırmak oldu. Binanın adeta nefes aldığı hemen hissedildi" şeklinde konuştu.


Şenalp, restorasyon çalışmalarına mayıs ayında başladı klarını aktararak, "Restorasyon işi çok hassas bir konu. Yanlış yapma lüksümüz yok. Buraya senelerdir el atılmamış. Su problemi de çıktıktan sonra restorasyon öngörülen sürede bitmeyecek. İnşallah gelecek ramazan ayında Eyüp Sultan Türbesi, Beşir Ağa Tü rbesi kısmı, cüzhane ve sebildeki restorasyon çalışmalarının bitmesiyle yeniden ziyarete açılacak" diye konuştu.

-EYÜP SULTAN TÜRBESİ-
Duvarlarında Sultan 1. Ahmed Han, Sultan 1. Mahmud ve Sultan 3. Selim Han tarafından yazılmış, bu mekanın kutsallığına işaret eden manzum kitabelerin yer aldığı Eyüp Sultan Türbesi'nin içinde ayrıca padişahların bir çoğunun ve ünlü hattatların kaleminden çıkmış levhalar bulunuyor.


Sekizgen planlı kubbeli bir yapıda olan ve kesme küfeki taşından inşa edilen türbe, sagir ve kasnaksızdır.


Her cephesi, altta sivri boşaltma kemerli dikdörtgen biçimli, üstte ise sivri kemerli pencerelerle aydınlatılan türbenin içi ve dışı 16. ve 17. yüzyı lın en güzel çinileriyle süslü.


Ziyaret salonunda, Hz. Muhammed'in ayak izinin bulunduğu bir panonun da yer aldığı türbede, 1730 Patrona İsyanı'na kadar muhafaza edilen Sancak-ı Şerif, bu olayın ardından asilerin eline geçmemesi için saraya alınarak Hırka-ı Saadet Dairesi'ne konulduğundan burada yalnızca Sancak-ı Şerif'in kılıfları bulunuyor.


Sultan 3. Selim Han dönemine ait gümüş şebekenin etrafını çevirdiği sandukanın Sultan 2. Mahmud Han tarafından konulan örtüsünün üstündeki simle işlenen yazılar Mustafa Rakım Efendi'nin hattıyla yazıldı.


Sultan Abdülhamid Han'ın kapı ve pencere kanatlarını yenilettiği t ürbeye ayrıca tunç kapı kanatları önüne kendi eliyle yaptığı sedef kakmalı parmaklıklı kanatlar koydurdu.

Türkiye Gazetesi, 23.08.2011

YÜZLERCE ESERE ULAŞILDI

 

 

Denizli'nin Kale İlçesi'nde bulunan Tabae antik kentinde kazı işlemleri tamamlanan Roma sarnıcında küçük figürler haline yapılmış Afrodit başları başta olmak üzere tarihi kilitler, at nalları, çatal bıçaklar, tiyatro jetonları ve seramik kaplar ortaya çıkarıldı.

 

Tabae Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Bozkurt Ersoy, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Eski Tunç Çağı, Hititler, Frigya, Pers İmparatorluğu, Eski Yunanlar, Roma İmparatorluğu, Bizans İmparatorluğu ve Türk dönemlerinin izlerini taşıyan alanda sürdürülen 2 aylık çalışmalarda çok verimli bir dönem geçirdiklerini söyledi.

 

Orta Anadolu'da Hatti ve daha sonra da Hitit İmparatorluğu'nun kurulduğu dönemde, Batı Anadolu'da Ahhiyava ve Lukkalıların uygarlıklarının bulunduğunu anlatan Ersoy, şöyle dedi:

 

''Bu uygarlıklar Herodot tarihinde daha sonraları Likya, Karya ve İyonya uygarlıklarının kökeni olarak gösteriliyor. Likyalılar daha ziyade Gediz Nehri vadisinde, Karyalılar ise bugünkü Kale, Tavas, Karacasu ilçeleri ile Muğla'nın tamamını içine alacak şekilde Büyük Menderes Nehri'nin güneyinde yerleşmişlerdir. Menderes'in kuzeyi İyonya, İyonya'nın kuzeydoğusu ise Lidya bölgesidir. Karya'nın kuzeydoğusunda geniş bir sınırı olan Frigya bölgesi yer almış, Frigya'yı Karya'dan Babadağ ve Honaz Dağları ayırmıştır. Bugünkü Kale İlçesi'nin güney bitişiğinde bulunan ve günümüzde terk edilmiş durumdaki 'Eski Kale' adıyla anılan doğal kayalığın üzerinde kurulmuş olan yerin adına Tabae'dir.''
                
Tabae'nin ilk kuruluşu hakkında kesin belgeler bulunmamakla beraber, yüzeydeki kalıntılarla birlikte yöreyle ilgili çeşitli kaynakların, kentin Hellenistik dönemden önceki Karyalılar zamanından beri var olduğunu gösterdiğini ifade eden Ersoy, ''Bu yerleşim kesintisiz olarak Karya, Helen, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı şeklinde devam etmiştir. Pekçok gezgin, değişik zamanlarda yaptığı seyahatler sırasında 'Tabae' sözcüğünün antik dönemdeki benzer adlar ile olan bağını incelemişlerdir. Bölgenin kalkerli bir yapıya sahip olması dolayısıyla kaya anlamına gelen 'Tabae' isminin verildiği üzerinde duruluyor'' diye konuştu.

 

Ersoy, Tabae'nin, yüzeydeki kalıntılar ve sikkelerden anlaşıldığı kadarıyla, Büyük İskender'den sonra Anadolu'da kurulan antik kent olduğunu dile getirerek, şöyle devam etti:

''Tabae kentinde, Hellenistik dönemde sikke bastırılmış. Özellikle gümüş, bronz, bakır olarak bastırılan sikkeler kendine özgü tipleri ve stilleriyle diğer sikkelerden hemen ayırt edilebiliyor. Sikkelerin ön yüzünde tanrısal başlar, arka yüzünde Tabae kentine ait resim ve yazılar bulunuyor. Sikkenin basılışı MÖ 2'nci, 3. yüzyıllara tarihlendirilebilmekte.

 

Türklerin yöreye gelişi Büyük Selçuklu İmparatorluğu komutanlarından Afşin Bey'in Malazgirt Savaşı öncesindeki keşif harekatlarına uzanıyor. Bölge 1424 yılında 2. Murat tarafından tamamen Osmanlı Devleti'ne bağlandıktan sonra, yaşantısına sakin bir şekilde devam etmiş. 1702-1703 yıllarında meydana gelen depremlerde 12 bin kişi ölür ve şehir oturulamayacak hale gelir. Bundan sonra şehir daha yukarıya, şimdiki merkezine doğru çekilmiş.''
               
Ersoy, depremle kaybolan yapıların ortaya çıkarılması için 2 aylık bir süreçte gece gündüz çalıştıklarını belirterek, şöyle konuştu:

''Çalışmalar sırasında geçmişten bugüne kadar yüzlerce esere ulaştık. 500'ü aşkın sikke ve metal para var. Bronzlardan tutun da seramiklere kadar birçok buluntu söz konusu. Bunlardan bir kısmı envanter olarak müzeye teslim edilecek. Bir kısmı da bir dahaki sezon inceleme altına alınacak. Bu yılkiler sarnıçtan çıkan ürünler. Bir bölümü sağlam, bir kısmı ise parçalı olarak çıkmış seramikler.

 

Ortaya çıkarılan eserler onarılarak renklendiriliyor. Bu yıl ortaya çıkardığımız eserlerin en önemlileri bronz heykeller. Bunlar çöp olarak sarnıca atılmış muhtemelen. Yumruk, kafa, kol, el, elbise kıvrımları gibi çeşitli bronz parçaları, küçük figürler var. Bu figürler içerisinde Afrodit başları, insan vücudu, mask, yağ kandilleri var tam olarak ele geçen. Seramik jetonlar var, büyük ihtimalle bu jetonlar tiyatro gibi etkinliklerde kullanılıyordu. Jetonların üzerlerine insan portreleri işlenmiş. Osmanlıca yazılarla donatılmış, dönemin devlet büyüklerine ait metal mühürler bulunuyor. Ele geçen eserler milattan sonra 2. yüzyıl ila 3. yüzyıl arasına tarihlenen eserler. Hangi yüzyıla ait olduğu belli olmayan bir insan kafatası. Bunlar bir yerlerden getirilerek sarnıcın içerisine atılmış.''

 

Ersoy, birçok medeniyete ev sahipliği yaptığı için hangi kültüre ait olduğu anlaşılamayan, ince bir işçilikle üretilmiş eserlerin tarihlerinin önümüzdeki dönemlerde netlik kazanacağını sözlerine ekledi.

 

Tabae antik kentinde Roma dönemine ait olan sarnıç, kalın taş sütunlarla inşa edilip, dışarıya su sızdırmaması için tuğla tozuyla sıvanmış. Su alınan seramik kapların sarnıca düşmesi, bazı dönemlerde evlerden temizlenen kalıntıların da içerisine atılmasıyla kullanılmaz hale gelen sarnıç, iki aylık bir süreçte yapılan kazı çalışmalarıyla gün yüzüne çıkartıldı.

Akşam, 23.08.2011

EN ESKİ FOSİL

 

Avustralya’da yapılan bir araştırmada dünyanın en eski fosili bulundu.

 

Yaklaşık 3.4 milyar yıllık olduğu tespit edilen bakteri fosili, ülkenin batısındaki Pilbara bölgesinde keşfedildi. Batı Avustralya ve Oxford üniversiteleri tarafından yapılan keşif sonucu bulunan fosilin bir taş parçasının üzerinde yer aldığı açıklandı. İngiliz Oxford Üniversitesi’nden araştırmaya katılan bir profesör, “Bu keşifle birlikte dünyada bundan 3.4 milyar yıl önce yaşam olduğunu kanıtladık. ” dedi.

Milliyet, 23.08.2011

ECDAT MİRASINA SAHİP ÇIKAMADIK

 

Erzurum’da son bir asır içerisinde onlarca türbenin ve medresenin kaybolduğu bildirildi.

 

Anadolu’daki Türk - İslam medreselerinden birçoğunu bünyesinde barındıran kentte, eğitim ocaklarından çok azının günümüze ulaştığını belirten yetkililer, birçok türbenin ise çaprık yapılaşma ve ilgisizlik sonucu kaybolduğunu belirtti. Yaklaşık bir asır önce 307 camii, 129 medrese, 13'ü Hıristiyan 106'sı Müslüman olmak üzere 119 mektebin bulunduğunu anımsatan yetkililer, Lalapaşa, Caferzade, Çukur, Karakilise, Zeynel Dairesi, Eminkurbu, Namrevanlı ve Caferiye medreselerinin ise günümüze ulaşamadığını söyledi.

 

Kent merkezinde bulunan yaklaşık 30 mezar yerinin Asri Mezarlığa taşınması sırasında ulemaya ait mezarların kaybolduğunu ifade eden yetkililer, medreselerin yanı sıra Ab-ı güneş, Abulleys, Arap baba, Dabak baba ve Lal baba türbelerinin de çarpık yapılaşmaya kurban gittiğini aktardı.

Erzurum Gazetesi, 23.08.2011

500 YILDIR OKUYABİLEN ÇIKMADI

 

 

Kitaba kütüphanecilerin verdiği isim ‘MS 408.’ Yale Üniversitesi Beinecke Ender Kitaplar ve Belgeler Kütühanesi’nde bulunan ‘MS 408’in temel özelliği, yeryüzünde henüz hiç kimsenin anlayamadığı veya çözemedeği bir dilde yazılmış tek kitap olması.

 

Kitaplarla içli dışlı olan hemen herkes bilir ki, bazı kitapları okumak zordur hakikaten. Üslubun veya metaforların altından kalkamazsınız, olay örgüsünün ustalığı veya savrukluğu karşısında ne yapacağınızı kestiremezsiniz bir türlü. Dolayısıyla, ‘zor okunuyor’ anlaşılır bir niteleme olarak geçer kayıtlara. Oysa, herhangi bir kitabın neredeyse 500 yıldır okunamaması inanılır gibi değil. Hele dünyanın en önemli din bilginleri, büyücüleri ve kriptoloji uzmanları da işin içine dahil olduğu halde hala sırrrın çözülümemesi son derece çarpıcı.

Sezin Öney 18 Ağustos tarihli Taraf Gazetesi’ndeki köşesinde yazdı kitabın hikayesini. ‘MS 408’ ismiyle Yale Üniversitesi’nin Beinecke Ender Kitaplar ve Belgeler Kütüphanesi’nde sırrının çözülmesini bekleyen bu kitap, bugüne kadar okunamayan tek kitap olma gibi akıllara durgunluk veren bir özellik taşıyor. Kitabı kimin yazdığı, hangi amaçla yazdığı ve kullandığı dilin nasıl bir dil olduğu da bilinmiyor. Bilinen, MS 408’in ilk kez 15-16. yüzyılda ortaya çıktığı ve Bohemya Kralı İkinci Rudolf’un kitabın ilk sahibi olduğu.

Bu gizemli kitapla din adamlarından bilginlere, devlet adamlarından büyücülere kadar hemen herkes ilgileniyor ve sırrını çözebilmek için müthiş bir çaba sarfediyor ama nafile. Bugüne kadar tek bir sayfasını okuyup da anlamlı bir laf eden kimse çıkmıyor ortaya. Uzunca yıllar Avrupa’nın belli başlı saraylarını, görkemli konaklarını ve gizemli tapınaklarını gezinen kitap, sonunda Polonya asıllı kitapçı Wilfrid M. Voynich tarafından 1912 yılında Yale Üniversitesi’ne bağışlanıyor. Üniversite de, kitabın esrarını çözebilmek için uzun süre çalışıyor ama bir sonuca ulaşamıyor. Üstelik, İkinci Dünya Savaşı’nın o ünlü kriptoloji uzmanları da çıkamıyor işin içinden. 240 sayfalık bu kitap, Yale Üniversitesi Ender Kitaplar ve Belgeler Kütühanesi’nde sırrının çözüleceği günü bekliyor.

Hürriyet, Haber: Sefa Kaplan, 23.08.2011

ÇİNİ FIRINLARI ARAŞTIRILIYOR

 

 

İznik Çini Fırınları Kazısı’nın 2011 yılı çalışmaları, İstanbul Üniversitesi olmak üzere Macaristan’ın Pecs Üniversitesi’nden çeşitli uzman ve öğrencilerin oluşturduğu yaklaşık 20 kişilik bir ekiple Yrd. Doç.Dr. V. Belgin Demirsar Arlı başkanlığında devam ediyor.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İstanbul Üniversitesi adına Bakanlar Kurulu kararıyla yürütülen çalışmalarda çini ve seramik üretim teknolojilerini aydınlatılması hedefleniyor. Veri sağlama araştırmalarının Ağustos ayı sonuna kadar sürmesi planlanıyor.

Çalışmalar bu yıl da öncelikli olarak İznik II. Murat Hamamı’nın doğusunda yer alan BHD kodlu kamulaştırılmış alanda, XIV-XVII. yüzyıllar arası faaliyet gösterdiği tespit edilen çini fırınları ve atölyelerin bulunduğu kazı devam ediyor. İstanbul Üniversitesi’nin en uzun soluklu kazılarından biri olan İznik Kazıları, Kaymakamlık ve Belediyenin desteğiyle sürdürülüyor.

Bursa Olay, Haber: Hayri Şen, 23.08.2011

RESTORASYON CAMİYİ KİLİSEYEÇEVİRDİ

 

 

İzmir'in Çeşme İlçesi'ne bağlı Alaçatı beldesindeki tarihi Pazaryeri Camii, geçirdiği restorasyondan sonra, cemaati şaşkına çevirdi.

 

Kilise döneminden kalma tasvirler, figürler, heykelcikler ve altar (adak yeri) gibi eserler gün yüzüne çıkarılmış, ancak bir cami için vazgeçilmez olan minber, kürsü ve müezzin mahfili konulmamıştı. Ne musalla taşı ne de şadırvan vardı. İzmir Müftülüğü, camiyi inceleyip skandalı raporlaştırdı. İlçe müftülüğü de çareyi camiye geçici minber koymakta buldu. İl Özel İdaresi'nden sağladığı kaynakla restorasyonu yaptıran CHP'li Belediye Başkanı Muhittin Dalgıç ise "Art niyet yok. Eksikler giderilecek." diyor.

 

Beldedeki en eski tarihi yapı olan Alaçatı Pazaryeri Camii, 1874 yılında Yuhannis Halapas tarafından Ayios Konstantinos kilisesi olarak inşa edildi. Cumhuriyet'in kurulduğu yıllarda Atatürk tarafından camiye dönüştürüldü. Bakımsızlıktan harabeye dönen cami için Alaçatı Belediyesi 2009 yılı Eylül ayında restorasyon çalışması başlattı, ancak bu çalışma, cemaati memnun etmedi. Camide kilise döneminde yapılan mermer sütunlardaki tasvirler, figürler, heykelcikler ve altar (adak yeri) gibi eserler gün yüzüne çıkarılırken mihrap başta olmak üzere camiye ait kısımlar ihmal edildi.

 

Camide inceleme yaparak eksikleri tespit eden İzmir İl Müftülüğü, 29 Eylül 2010 tarihinde bir rapor hazırladı. Raporda, caminin durumu gözler önüne seriliyor. İzmir Valisi M. Cahit Kıraç'a da sunulan keşif raporunda şunlar kaydediliyor: "Restorasyondan önce var olan minber ve kürsünün, bir caminin iç mimarisinin esas unsurlarından olması hasebiyle yerine konulmaları talep edildi. Sol tarafta bulunan altarlar, camide bulunmaması gereken görüntülerdir. Mimari tarzına uygun olarak, estetik bir şekilde, ziyaretçiler geldiğinde otomatik olarak açılabilecek, sair zamanlarda kapatılacak bir sistem yapılmalı. Restorasyondan önce var olan abdest alma yerleri, cami avlusunda uygun bir yere yeniden yapılmalı."

 

Caminin mülkiyetinin Alaçatı Belediyesi'ne ait olduğunu belirten İlçe Müftüsü Yahya Akman, caminin dış çevresinin restorasyonundan memnun olduklarını ancak içindeki çalışmaların kendilerini rahatsız ettiğini söyledi. Namaz kıldırılan mihrabın hiçbir şekilde restorasyondan geçmediğini vurgulayan Müftü Akman, boyalarının döküldüğüne dikkat çekti. Akman, "Caminin her tarafı restore ediliyor ama mihraba bir fırça bile vurulmuyor. Restorasyondan önce kürsümüz, minberimiz, müezzinliğimiz, mahfilde düz bir namaz kılma yeri vardı. Kürsü ve minber çıkarıldı. 'Restorasyon projesinde bunlar yok.' diye tekrar yerlerine koyulmadı." dedi.

 

Alaçatı'nın 10 bin olan nüfusunun yazın 100 bine kadar yükseldiğine dikkat çeken AKP İl Genel Meclis Üyesi Arif Barata da mihrabın görüntüsünün içler acısı olduğunu kaydetti. İl Özel İdaresi'nden yaklaşık 2 milyon lira kaynak aktardıklarının altını çizen Barata, sağlıklı bir restorasyon yapılmamasını eleştirdi. Cami tarafında eksik kalan işler SİT gerekçesiyle yapılmamışsa kilise tarafında nasıl çalışma yapıldığının soru işaretleri oluşturduğunu kaydeden Barata, ortaya çıkan tablonun cemaati derinden yaraladığını söyledi. Caminin eksikliklerini tamamlayacaklarını açıklayan Alaçatı Belediye Başkanı Muhittin Dalgıç, "Art niyet yok. Eksiklerin giderilmesi için talimat verdim." şeklinde konuştu.

Zaman, Haber: Mustafa Yüksel, 23.08.2011

 

******


TARİHİ CAMİDE RESTORASYON SKANDALINA VALİ EL KOYDU: MİHRAP VE MİNBER YERİNE KONULUYOR

 

     

 

İzmir'in Çeşme İlçesi'ne bağlı Alaçatı beldesindeki tarihi Pazaryeri Camii'nin, restorasyon adı altında kiliseye çevrilmesine Vali Mustafa Cahit Kıraç el koydu.

 

Çeşme Kaymakamı Cafer Sarılı, Alaçatı Belediye Başkanı Muhittin Dalgıç, İl Müftü Vekili İlyas Öztürk ve AKP İl Genel Meclisi Üyesi Arif Barata ile toplantı yapan Vali Kıraç, caminin asli unsurları olan bütün eksikliklerinin giderilmesi talimatı verdi.





Mülkiyeti Alaçatı Belediyesi'ne ait olan caminin, gerekli olan eksiklerini tespit ettiklerini ifade eden Kıraç, "Eksikliklerin giderilmesi için belediye başkanına talimat verdim. Ödeneği de İl Özel İdare'den karşılayacağız." diye konuştu. İl Genel Meclis Üyesi Arif Barata ise daha önce caminin eksikliklerinin giderilmesini istediklerinde, 'projede yok' denilerek önlerine set çekildiğini söyledi. Caminin eski halinin kilise olduğunu kabul ettiklerini belirten Barata, "Restorasyonla camiyi değil, kiliseyi ön plana çıkarma gibi bir çalışma yapılmış. Caminin içinde, sol kısımdaki heykelcikler ve figürler açığa çıkarılmış. Camiye mi yoksa kiliseye mi geldiğiniz belli değil. Yeni gelen cemaat, kıbleyi karıştırıyor." şeklinde konuştu. Bir cami için vazgeçilmez olan minber, kürsü, müezzin mahfili, şadırvan ve musalla taşının en kısa sürede yerine konulacağını açıklayan Barata, kilise döneminden kalma tasvirler, figürler, heykelcikler ve altar (adak yeri) gibi eserlerin yer aldığı bölümün de perdeyle kapatılacağını ifade etti.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay da konuyla ilgili açıklamalarda bulundu. Ankara'nın Haymana İlçesi'nde bir açılışa katılan Günay, bir soru üzerine, "Orası benim gördüğüm tarihte bir branda ile kapatılmış vaziyetteydi. Bazı özel anlarda, özel ziyaretçiler geldiğinde o kısım kullanılıyor ve açılıyordu. Bunun dışında cami olarak görev yapıyor bildiğim kadarıyla. Bayramda İzmir'e gideceğim, yeniden konuyu incelerim.'' ifadelerini kullandı.

Zaman, Haber: Mustafa Yüksel, 25.08.2011

 

******


SKANDAL RESTORASYONU MÜFTÜLÜK RAPOR ETMİŞ

 

İzmir'in Çeşme İlçesi'ne bağlı Alaçatı beldesindeki Pazaryeri Camii'ni CHP'li belediyenin restorasyon adı altında kiliseye çevirmesine İzmir İl Müftülüğü'nün de rapor hazırlayarak karşı çıktığı ortaya çıktı.

 

Müftülük, raporunda, caminin içinde sol tarafta bulunan ve kilise döneminde yapılan mermer sütunlardaki tasvirler, figürler, heykelcikler ve altar (adak yeri) gibi eserleri, camilerde bulunmaması gereken görüntüler olarak nitelendirdi.

 

İzmir İl Müftülüğü Alaçatı beldesindeki Pazaryeri Camii'nde yaptığı incelemede, eksiklikleri tespit ederek, 29 Eylül 2010 tarihinde bir rapor hazırladı. İl Müftü Vekili Mehmet Gündoğdu, İl Müftü Yardımcısı İlyas Öztürk, Çeşme İlçe Müftüsü Yahya Akman, Pazaryeri Camii İmam Hatibi Davut Mercan ve müezzin Yaşar Aslan imzalı raporda, caminin restorasyondan sonraki durumu gözler önüne serildi. İzmir Valisi Cahit Kıraç'a sunulan raporda, 11 maddelik durum tespitiyle 6 maddelik sonuç ve teklifler bölümü bulunuyor.

 

Minber, kürsü, şadırvan, müezzinlik ve musalla taşının olmadığı vurgulanarak acilen temin edilmesi istenen raporda şunlar kaydediliyor: "Sol taraftaki altarlar camide bulunmaması gereken görüntülerdir. Halihazırda sol taraftaki altarı gizlemek için kullanılan perdeler, estetik bir görüntü vermemekte ve kullanışsız. Restorasyondan önce var olan abdest alma yerleri, cami avlusunda uygun bir yere yeniden yapılmalı. Musalla taşı, caminin batı yönünde, cenaze namazı kılınmasına uygun alana tekrar konulmalı."

Zaman, Haber: Mustafa Yüksel, 26.08.2011

BÖYLE SANSÜR GÖRÜLMEDİ

 

İtalya’da 13’üncü yüzyıldan kalma bereket ağacı freski, restorasyon yapan sanatçılar tarafından sansürlendi.

 

10 yıl önce Toscana’da bulunan freskte ağaçtan sarkan penis ve testislerin üzeri boyayla kapatıldı. Olayla ilgili soruşturma açıldı.

Milliyet Cadde, 23.08.2011

MÜZEDE 9 BİN ESER VAR

 

 

Doğu Karadeniz'de Trabzon, Giresun ve Rize illerindeki müzelerde arkeolojik ve etnografik eserler sergileniyor.

 

18. yüzyılın ortalarından kalma bir kilise olan Giresun Müzesi, 1924'e kadar faal kilise olarak kullanıldı.


Daha sonra boş bırakılan ve 1948-1968 yıllarında 20 yıl cezaevi olarak kullanılan yapı, 1982 yılında Kültür Bakanlığı bünyesine alınarak 1988'de restorasyonu bitirildi ve müze olarak faaliyete geçti.
Yaklaşık 9 bin eserin bulunduğu müzede, eserlerin çoğunluğunu eski tarihi sikke denilen paralar oluşturuyor.


Müze koleksiyonuna ait eserler, tarihi kilise binası ve mahzen bölümünde sergileniyor. Müzede Hellenistik, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait yöreye has arkeolojik, etnografik eserler yer alıyor. Bunların arasında pişmiş toprak heykelcikler ve kaplar, mimari parçalar, amphoralar, sikkeler, Erikliman kurtarma kazısına ait buluntular yer alıyor.


Müzenin etnografya koleksiyonu, 19. yüzyıla ait giyim, mutfak ve hamam eşyaları, silahlar, kilimler ve takılardan oluşuyor.

Giresun Haber, 22.08.2011

KADINLAR 8 BİN YIL ÖNCE DE TAKILARA MERAKLIYMIŞ

 

 

Kahramanmaraş'taki Domuztepe Höyüğü'nde yürütülen kazıda kadınların kullandığı 8 bin yıllık boncuk ve takılar bulundu.

 

Pazarcık İlçesi Kelibişler Köyü yakınındaki höyükte 1995'te başlatılan kazı çalışmalarına yeniden başlandı. Manchester Üniversitesi'nin yürüttüğü ve yaklaşık 15 yerli ve yabancı bilim adamının katıldığı arkeolojik kazılara British Museum da destek veriyor.

Kazı Başkan Yardımcısı ve Britisih Museum yetkilisi Dr. Alexandra Fletcher,  yaptığı açıklamada, geçen yıl kazı çalışmalarına ara verdiklerini ve Kahramanmaraş Müzesi'nde kendilerine ayrılan bölümde çalıştıklarını belirtti.


Domuztepe Höyüğü'nde Neolotik dönem ve Halaf kültürünün izlerinin bulunduğunu anlatan Fletcher, ‘Burası özellikle o dönemin en büyük yerleşim yerlerinde birisi. Dolayısıyla böylesi bir ortamda geçmişe ait izleri yavaş yavaş ta olsa ortaya çıkartacağımızı düşünüyoruz’ dedi.

Kazı çalışmalarına 19 Temmuzda başladıklarını ifade eden Fletcher, höyükteki kazının Eylül ayının ortasına kadar süreceğini belirtti.

Neolotik döneme ait bulguların ortaya çıkmaya başladığını ve bu evrenin höyükte ilk defa ortaya çıktığını kaydeden Fletcher şöyle konuştu:

‘Bunun yanında yeni evler ortaya çıkartıldı. Çok sayıda çanak çömlek buluyoruz. Kullandıkları taş aletleri var. Geçen senelerde taş temel üzerine hasır ve üzeri sıvanmış evler tespit ettik. Ama bu sene mimari değişmiş. Çamurdan duvarlarını yapmışlar. Evlerini böyle oluşturuyorlar. Tabi burası müthiş bir zenginlik onun için hala ana toprağa ulaşılamadı. Ne kadar olduğunu da bilmiyoruz. Bildiğimiz bir şey var o da Halaf kültürünün çok güçlü olduğu bir yer.’

Bu yılki kazılarda çok sayıda boncuk bulduklarını aktaran Fletcher, ‘Çeşitli takılar ve kolyeler buluyoruz. Bir çoğu kireç taşından yapılmış. Bu da bize o dönemde de yani 8 bin yıl önce de kadınların takıya, süse ve giyinmeye meraklı olduğunu gösteriyor’ dedi.

Yine kazılarda hayvan kemiklerinin ortaya çıktığını kaydeden Fletcher, bunun da o dönemde büyük baş hayvan tüketildiğini ve et ağırlıklı beslendiklerinin işareti olduğuna dikkati çekti.

Halaf kültürünün Suriye ve Irak'ta çıkmış bir kültür olduğunu ifade eden Fletcher, ‘Ama Domuztepe'deki kadar bir yerleşim yok. Yayıldığı en büyük höyük burası. Onun için burası çok önemli. Çalışmalarımızda mezar da buluyoruz. Örneğin geçtiğimiz günlerde iskelet bulduk ve karnı dizlerine çekilmiş durumdaydı. Hoker pozisyonunda olması bir gelenek ve Halaf kültürü. Genellikle yanına bir hediye bırakılıyor. Yine bulduğumuz bir iskeletin yanında ölü hediyesi olarak bıçak vardı’ şeklinde konuştu.

Fletcher, höyükte 2008 yılından beri Manchester Üniversitesi ve British Museum tarafından ortaklaşa kazı çalışması yürüttüklerini ve kazı çalışmaları en az 20 yıl daha sürebileceğini belirtti.

Fletcher, kazıda ortaya çıkan eserleri Kahramanmaraş Müze Müdürlüğüne teslim ettiklerini ve müzede Domuztepe Höyüğü'nden çıkarılan eserlerin sergilendiği bir bölüm oluşturulduğunu kaydetti.

Kazı çalışmaları hakkında bilgi alan İl Kültür ve Turizm Müdürü Seydi Küçükdağlı da, kazı çalışmalarına ilk 1995 yılında başlanan Domuztepe Höyüğü'nün Anadolu ve Mezopotamya'nın Halaf Kültürü'nü taşıyan en büyük höyüğü olarak kabul edildiğini hatırlattı.

Çalışmalarda ortaya çıkacak bulguların önemine işaret eden Küçükdağlı, müzede sergilenecek eserlerin kent turizmini canlandıracağına inandığını söyledi.

Radikal, 22.08.2011

"HAMAMIN ETNOGRAFYA MÜZESİ OLARAK HİZMET VERMESİN İSTİYORUZ"

 

 

Tarihte Aydınoğulları Beyliği'ne başkentlik yapan ve başta İmamı Birgi Türbesi, Çakırağa Konağı olmak üzere bir çok tarihi yapıyı bünyesinde bulunduran önemli kültür turizmi merkezlerinden İzmir'in Ödemiş İlçesi'ne bağlı Birgi beldesinde, 15. ve 17. yüzyıla ait iki önemli eserin restore edilmesi için çalışma başlatıldı.

 

Birgi Belediye Başkanı Muhittin Cumhur Şener, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Birgi'nin geleceğini turizme bağladığını, çok sayıda tescilli yapının emlak vergilerinden kesilen yüzde 10'luk payla restore edildiğini söyledi.

 

Belde merkezinde bulunan 1663 yılı yapımı Osmanlı eseri Dervişağa Camisi ve Medresesi ile 15. yüzyıl eserlerinden Şeyh Muhittin Hamamı'nın restorasyonu çalışmaları için 5 yıldır hazırlanıldığını belirten Şener, önce rölöve projelerinin tamamlandığını ifade etti.

 

İzmir 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan da onayların alındığını bildiren  Şener, şunları kaydetti:

''Tarihi eser ve tescilli yapıların bulunduğu Birgi'nin merkezinde yer alan beldenin simgelerinden Aydınoğlu Meydanı'na çıkan yolda bulunan iki önemli eserin restorasyonuna birkaç hafta önce aynı anda başlandı. Halk arasında Çukur medrese ve çukur hamam olarak bilinen yapılardan Dervişağa Camisi ve Medresesi 1663 yılında yapılmış. Şeyh Muhittin Hamamı da 7 odasıyla 15. yüzyılın önemli eserlerinden birisidir. Bu iki eserin ayağa kaldırılması ve turizm aksının zenginleştirilmesi için çalışıyoruz.''

 

Şener, Birgi'de çok sayıda tarihi eseri emlak vergilerinden kesilen yüzde 10'luk payla oluşturulan Kültür Varlıkları Fonu'ndan restore ettiklerini dile getirerek, ''2010 yılında projenin tahmini maliyetini hesapladıktan sonra tekrar fon yardımı için Valimiz Cahit Kıraç'tan destek istedik ve projenin yüzde 95'i kadar destek sağlandı'' dedi.

 

Her iki eserin restorasyonun 2012 yılının ilk yarısında bitirilmesinin planlandığını belirten Şener, şöyle devam etti:

''Hamamın 2012 yılı sonunda Etnografya Müzesi olarak hizmet vermesini istiyoruz. Büyükçe bir alan ortaya çıkacak, 7 odası var. Osmanlı'da hamam kültürünü gelecek kuşaklara aktarmak istiyoruz, ayrıca Birgi'den çıkarılan yakın tarihimizden örnek eserleri de sergilemek, bir gezi merkezi oluşturmak istiyoruz.

 

Hamamın hemen karşısında yer alan cami ve medresede ise yok olmaya yüz tutmuş el oymacılık, sayacılık gibi el sanatlarını, meslek guruplarını sergilemek istiyoruz. Ayrıca hediyelik eşya tasarımı ve satışını da düşünüyoruz. Gelen turistler hem dinlenme imkanı, hem de hediyelik eşya satın alma imkanı bulacaklar. Bu iki eserin hemen yanında daha önceden onarılmış bir kültür varlığımız var, onun da pansiyon olarak hizmet vermesini planlıyoruz. Bu alan turist güzergahı, çok sayıda eski eser var. Burada en kısa sürede Sokak Sağlıklaştırma Projesi'ni uygulamak istiyoruz.''

 

Şener, restorasyonu devam eden eserlerin hemen yanında çok az bir bölümü ayakta kalan değirmeni de restore edeceklerini söyledi.

 

Birgi'de Osmanlı döneminden kalan 28 değirmen olduğunu belirten Şener, eski eserlerin restorasyonlarının tamamlanmasıyla beldenin turizmden aldığı payın artacağını sözlerine ekledi.

Akşam, 22.08.2011

BİZANS DEFİNESİ BULUNDU

 

 

Milas Müzesi Başkanlığında sürdürülmekte olan Uzunyuva Anıtmezarı kurtarma ve koruma kazısında bir küpün içinde Bizans dönemine ait 2 bin 407 gümüş sikke bulundu.

 

Geçen yıl kaçak kazı yapılarak soyulduğu anlaşılan ve Karia Satrabı Maussollos’un babası Hekatomnos’a ait bir anıtmezar olduğu sanılan Uzunyuva’da Milas Müzesi tarafından sürdürülmekte olan kurtarma ve koruma kazıları sırasında bir seramik küp içinde 2 bin 407 tane gümüş sikke bulundu. Aralarında İslami sikkelerin de bulunduğu sikkelerden 366 tanesinin korozyon nedeniyle birbirine yapışık olduğu, diğer 2 bin 41 tanesinin ise ayrışık durumda olduğu belirlendi.

 

Geçen yıl 31 Temmuz’da Jandarmaya gelen bir ihbar sonucunda soyulduğu anlaşılan Milas şehir merkezindeki Uzunyuva arkeolojik sit alanının Perslerin Karia Satrabı (valisi) Maussollos’un babası Hekatomnos’a ait bir anıtmezar olabileceği belirlenmişti. Soyulan mezar odasında bulunan muhteşem bir işçilikle yapılmış olan ve üzerinde olağanüstü güzellikte kabartmaların bulunduğu mermer lahit ise uzmanlarca “arkeolojide yüzyılın buluşu” olarak değerlendirilmişti. Üzerinde leylek yuvası olan bir anıt sütunu nedeniyle halk arasında “Uzunyuva” adı verilen arkeolojik alanda kaçakçıların yaptığı soygunun ortaya çıkartılmasından sonra Milas Müzesi Müdürlüğü tarafından bir kurtarma kazısı ve koruma çalışmaları başlatılmıştı. Yoğun şekilde sürdürülen kazılar sırasında Bizans tabakasında bir seramik küp içersinde 2 bin 407 gümüş sikke bulundu. Sikkelerden 2 bin 41 tanesinin tek tek sikkeler halinde olduğu diğer 366 tanesinin ise korozyon nedeniyle birbirine yapışık olduğu belirlendi. Sikkelerin büyük çoğunluğunun Bizans dönemine ait olduğu ve içlerinde az sayıda sikkenin ise İslami sikke olduğu saptandı.

 

Uzunyuva arkeolojik sit alanında kurtarma kazısını sürdüren Milas Müze Müdürlüğü tarafından sikkeler Milas Müzesi’nde koruma altına alındı. Milas Müze Müdürü Ali Sinan Özbey “Uzunyuva’da sürdürülmekte olan kazılar sırasında dün Bizans tabakasında bir küp içinde gümüş sikkeler bulundu. Sikkelerden 2 bin 41 tanesi tek tek durumda. Diğer 366 tanesi ise korozyon nedeniyle birbirine yapışmış halde bulunuyor. Müzemizdeki restoratör arkadaşlarımız sikkelerin temizlenmesini yapacaklar. Temizlenen sikkelerin belgelemesi ve envanter çalışmasını yapacağız. Daha sonraki aşamada ise bunların sergilenmesi yapılacak” dedi.

Mynet Haber, 22.08.2011

EN ESKİ KARTONPİYER ECEABAT'TA BULUNDU

 

 

Çanakkale’nin Eceabat İlçesi’ndeki Maydos Kilise Tepesi Höyüğü ile Çamburnu Mevkisi’ndeki kazılarda, 3300 yıl öncesine ait, dünyada bilinen en eski kartonpiyer uygulamasının ortaya çıktığı bildirildi.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın izniyle Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇÖMÜ) Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Göksel Sazcı başkanlığındaki ekip tarafından sürdürülen kazıların bu yılki etabı tamamlandı.

 

Yrd. Doç.Dr. Sazcı, bu yılki asıl ulaştıklarının, Homeros’un Troya’sı ile çağdaş buluntular olduğunu ifade ederek, şöyle konuştu: “Troya’da yalnızca bir sur ve sur etrafında bir ya da iki ev planı vardır. Merkezdeki yapılar yoktur. Nedeni ise Athena Tapınağı yapılırken bu  merkezdeki idari binaların hepsinin antik bir teraslama yapılarak yıkılmasıdır. O yüzden Batı Anadolu’da asilerin, soyluların, din adamlarının, yöneticilerin yaşadığı idari binaların nasıl olduğunu bilmiyoruz. Maydos Kilise Tepesi Höyüğü’ndeki kazılarda çıkarılan yapılar bu boşluğu dolduracak. Bu yapıların süslendiği pişmiş tuğladan yapılmış spiral motifli kabartma bezemeli, üzerinde kırmızı ve beyaz renklerde boyamaların yapıldığı yüzlerce rölyef parçaları bulduk. 3300 yıl öncesine ait bu rölyefler yapıların kapı ve pencere sövelerinde kullanılıyordu. Kartonpiyer gibi tavanla duvarın birleştiği yere denk gelen bir bezeme. Bu bilinen en eski kartonpiyer uygulaması.”

Hürriyet Ege, Haber: Bülent Ersöz, 22.08.2011

ÇALINTI BİR PICASSO İLE NELER YAPABİLİSİNİZ?

 

 

Los Angeles’taki Saint Nicholas Protestan Kilisesi Papazı Mike Cooper, geçen pazartesi akşamı ofisine girdiğinde şaşırtıcı bir manzarayla karşılaştı: Odada oraya ait olmayan bir şey vardı. Papaz Cooper tam olarak neye baktığını o an bilmiyordu ama karşısındaki orijinal bir Rembrandt’tı. Siyah mürekkep ve tüy kalemle çizilmiş, 1655 yılına tarihlenen ‘Hüküm’ isimli eskiz... Polislerle irtibata geçilince parçalar yerine oturmaya başladı. Hollandalı efsanevi ressama ait eskiz daha iki gün evvel, kiliseye yarım saat uzaklıktaki Ritz-Carlton Oteli’nin sergi salonundan çalınmıştı. Üstelik polis kaşla göz arasında gerçekleştirilen soygunu “Mükemmel düşünülmüş ve mükemmel uygulanmış” diyerek tarif ediyordu. Anlaşılan, soygunun sonrası hırsız açısından mükemmel geçmemişti.

 

Herkesin aklına gelen ve polislerin de başvurduğu ilk açıklama standarttı: “Hırsız bu kadar tanınan bir eserle ne yapacağını bilememiştir.” Gerçekten öyle mi? Çok bilinen bir resmi çalmak beyhude bir çaba mı? Özellikle son yıllarda art arda gelen milyonlarca dolarlık sanat eseri hırsızlığına bakılırsa, bu cüretkar soyguncular sadece macera aramıyor; bildikleri başka yöntemler de var. Dile kolay, ‘Hüküm’ Rembrandt’ın bugüne kadar çalınan seksen ikinci eseri. Geçen yıl, Paris Modern Sanat Müzesi’nden içlerinde Picasso, Modigliani, Braque ve Matisse’in bulunduğu ve topyekun 125 milyon dolar paha biçilen bir dizi eser çalınmıştı. Bu eserler bulunamadı. Daha onlarca örnek bir kenara, müthiş bir suç operasyonuyla, Boston’daki Isabella Stewart Gardner Müzesi’nden 1990’da çalınan Vermeer, Rembrant, Degas tablolarının akıbetinden de hala haber yok. Toplu bir rakam verelim: İtalya merkezli Sanat Suçları Araştırma Kurumu’na (ARCA) göre, bu soygunlar yeraltı dünyasında yıllık 6-8 milyar dolarlık bir pazar oluşturuyor.


Pazar büyük, rakamlar iddialı. Peki pazarlık nasıl dönüyor? ARCA’nın yöneticilerinden, ABD’li sanat tarihi araştırmacısı Mark Durney, sorduğumuzda hemen birkaç yöntem sıralıyor: “Eserler için fidye istenebilir; üzerlerine ödül konmuşsa bir şekilde geri verilebilir. İllegal maddeler karşılığında takasa sokulabilir.”

 

Tövbekar hırsız anlatıyor 

Daha da net bir tarif duymak ister misiniz? O zaman piyasanın içindeki aktörleri dinlemelisiniz. Eski hırsızları, çalıntı malları değiş tokuşa sokanları, Picasso’lara Monet’lere yeniden değer biçen aracıları… Dinleyebilirsiniz; çünkü bazı tövbekarlar, sanat hırsızlığı pazarını gölgelerden çıkardı. En iyi örneklerden biri de, sadece lakabını kullanan, kimliğini tümüyle açıklamayan ‘Turbo Paul.’ Bir zamanlar bizzat içinde olduğundan, sanat hırsızlığı aleminin bütün girdi çıktısını bilen Turbo Paul, bir süredir ‘Art Hostage’ ve ‘Stolen Vermeer’ başlıkları altında iki ayrı blog yazıyor. Bu bloglarda çalıntı sanat eserlerinin izini sürüyor; dedektiflere bazen tavsiyede bulunuyor, bazen de sakarlıklarından ötürü fırça atıyor. Çalışkan bir devlet memuru gibi, büyük soygunlara dair her gelişmeyi kayda alıyor. Bir de yarı resmi bir uğraşı var: Çalınan bazı eserleri geri getirmek için polisle işbirliği yapıyor.

 

FBI’ın, Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın ve belli başlı tüm polis teşkilatlarının sürekli sitesine uğradığını söyleyen Turbo Paul’e göre, basının sıklıkla başvurduğu “Bu kadar ünlü bir eseri asla satamazlar” cümlesi hem yanıltıcı hem de çok safiyane. Çünkü bu pazarda her şey alınıp satılıyor. Belki tahmin edildiği kadar yüksek paralar kazanılmıyor; ama yine de el değiştirebiliyor. Şu cümleler bir süre önce Foreign Policy dergisine verdiği röportajdan: “Benim bir uyuşturucu taciri olduğumu düşünün, sizin de elinizde bir milyon dolar değerinde bir resim var. Size yüksek kalite uyuşturucu verip, resminizi alabilirim. Sonra da gider birisiyle bir borç için takas ederim ya da bu tür vakalarla ilgilenen bir risk sermayedarına satarım. O da resmin üzerine konulan ödülün peşine düşer. Hırsızlar, sanat eserleri vasıtasıyla adli birimlerle başka türlü pazarlıklara da girerler. Mesela diğer suçları için verilecek cezaların azaltılması kaydıyla eserleri geri vermeyi önerebilirler.”


Oliver Twist romanına hayranlığından dolayı oğluna Oliver ismine koyan Turbo Paul bu pazarlığı iyi biliyor; çünkü bizzat kendisi de icra etmiş. Örneğin, beş milyon dolar değerinde bir tabloyu 20 bin dolara alıp 100 bin dolara sattığını söylüyor. “Dürüst olmak gerekirse, bu Vermeer’ler falan baş ağrısından başka bir şey değil. 100 bin dolarlık bir gümüş takım ya da 20’şer binlik birkaç parçayla uğraşmayı yeğlerim.”

 

Picasso ve Rembrandt gözde...

Turbo Paul artık pazarın dışında ve bugünlerde sanat aleminin en esaslı soygununda çalınanları geri getirebilmek için uğraşıyor. Söz konusu olan, 1990’daki Isabella Stewart Gardner Müzesi soygunu. Bu olay, işin içindekiler açısından öyle bir travma yaratmış ki, ne tarafa baksanız, herkesin bir şekilde sözü oraya getirdiğini görüyorsunuz. Gerçekten de bu piyasadan bahsederken, hem yöntem açısından çok ilgi çeken (hırsızlar polis kılığındaydı), hem de sonuçları açısından yıkıcı bulunan (Rembrandt’ın tek deniz çalışması, Vermeer’in bilinen 34 eserinden biri, beş adet Degas ve daha birçok önemli eser hala kayıp) bu soygunu anmadan geçemiyorsunuz.
Aradan 22 yıl geçmesine rağmen, halen bu eserlerin peşinde olanlar var. Örneğin Boston’daki müzenin bugünkü güvenlik müdürü ve soyguna yönelik soruşturmayı kurumu adına yürüten Anthony Amore. Gazeteci Tom Mashberg ile birlikte yazdığı ‘Stolen Rembrandts – Çalıntı Rembrandtlar’ isimli araştırması yaz başında yayımlanan Amore, sanat hırsızlığı tarihinde özellikle Rembrandt’ların kadersiz olduğunu anlatıyor: “Bugüne kadar en çok Picasso çalındı. İkinci isim Rembrandt. Ama unutmayın, Rembrandt Picasso’dan çok daha az üretmişti.”

 

Banka soymaktan kolay 

Amore ve Mashberg’in kitabını okursanız, sanat hırsızlığına yeltenmeyi düşünebilirsiniz. Çünkü hırsızından güvenlikçisine kadar herkesin ortak görüşü şu: Müzeler ve galeriler yeterince korunmuyor. Kitapta eski hırsızlarla da görüşerek izi sürülen soygunlarda, genellikle, çaldıkları eserler hakkında bir fikri olmayan ikinci sınıf hırsızların yer aldığını görüyorsunuz. Amore’ye göre bir müze soymak, bir bankadan 1 milyon dolar kaldırmaktan çok daha kolay. Öyle çok büyük planlar yapmaya, müthiş bir ekip toplamaya gerek yok. Hırsızlar içeriye giriyor, çerçeveyi yükleniyor (bazen de resmi çerçevesinden söküp alıyor), sonra da yürüyüp gidiyor. Bu soygunlar kimi zaman gün ışığında, müzede onlarca ziyaretçi varken gerçekleşiyor; kimi zaman da geceleri, kırılan bir pencereden içeri süzülerek.


Bu denli cüretin elbette başka nedenleri de var. En önemli motivasyon cezaların düşüklüğü. Eski yeraltı simsarı yeni blog yazarı Turbo Paul, Foreign Policy röportajında hırsızların biraz da bu nedenle bu işi sevdiğini söylüyor: “Bir banka aracını soyarsanız; zor kaçarsınız; yakayı ele verdiğinizde de büyük ceza alırsınız. Ama eşdeğer bir sanat hırsızlığı yaparsanız, yakalansanız bile ciddi cezalar almıyorsunuz. Norveç’te Munch’un Çığlık’ını çalanları hatırlayın. Adamların biri altı, biri dört yıl yedi. Şimdi bu caydırıcı mı?”

 

Sadece 26 ay ceza  

 Cezalar ülkeye ve vakaya göre değişiyor. Çeşitli Avrupa ülkelerinden toplam 239 parça sanat eseri çalan Stephane Breitwieser, nihayet yakalandığında bir Fransız mahkemesi onu 26 ay hapse mahkum etmişti. Oğlunun arkasını kollamak niyetiyle bütün eserleri bir çekiçle parçalayan ve bir kanala atarak ortadan kaldıran annesi Mireille de 18 ay hapis cezası aldı. Stockholm Ulusal Müzesi’nden Renoir ve Rembrandt çalan iki kişi içinse altı yıllık hapis cezasıyla 30 milyon dolar tazminat uygun görülmüştü.


Bunlar yakayı ele verenler… Sanat Suçları Araştırma Kurumu’ndan Mark Durney’e göre yakalananlar aslında devede kulak. Sanat tarihçisi, ‘2000 ile 2009 yılları arasında çalınan sanat eserlerinin sadece yüzde 1,9’unun aynı dönem içinde yeniden ele geçirildiğini’ söylüyor.


Yani çoğunlukla giden geri gelmiyor. Kilisede ortaya çıkan eserde, hırsızın iyi bir soygun sonrası planı yoktu. Ama 1990’daki büyük Boston vurgununda plan tıkır tıkır işlemişti. Isabella Stewart Gardner Müzesi’nden çalınan Rembrandt, Vermeer ve diğerlerinden hala sesseda yok. Müzenin ‘Flaman Odası’nda bu resimlerin boş çerçeveleri yine de inatla sergileniyor. Daha hüzünlü bir sergi düşünülebilir mi?

 

YERALTI MÜZESİNİN NADİDE PARÇALARI

Bulunamayan yüzlerce çalıntı esere beş örnek:


Rembrandt van Rijn– Galilee Denizi’nde Fırtına. 1990’da Boston’da Isabella Stewart Gardner Müzesi’nden çalınan eserlerin arasındaydı. Sanatçının denizi resmettiği tek çalışması.


Johannes Vermeer – Konser. Aynı soygunda çalındı. Vermeer’in bilinen 34 eserinden biriydi.


Caravaggio – Çobanların Tapınması. 1969’dan beri kayıp. Sicilya mafyası tarafından çalındığı sanılıyor. Üç metrelik tablonun nasıl taşındığı soru işareti.


Lucian Freud – Francis Bacon’un Portresi – Geçen ay hayatını kaybeden İngiliz ressamın, dostu Bacon’ı resmettiği bu eser, Berlin’de bir sergiden çalındı. Hırsız içeri yürüyerek girdi ve sakin sakin çıktı.


Pablo Picasso – Bezelyeli Güvercin. 20 Mayıs 2010’da Modern Sanat Müzesi’nden çalındı. Tek bir kişi bir gecede beş ünlü tabloyu müzeden çıkardı.

Radikal, Haber: Yenal Bilgici, 22.08.2011

BU BİR BUZDOLABI!

 

İzmit Büyükşehir Belediyesi, Kapanca Sokak’ta bulunan 150-200 yıllık evlerin kurtarılması için ’Tarih Koridoru’ adı altında restorasyon çalışması başlattı.

 

Bir bine ise büyük ölçüde zarar gördüğünden aslına uygun yenisinin yapılması amacıyla yıkıldı. Çalışanlar toprağa gömülü bir küp buldu. Kocaeli Etnografya Müzesi Müdürlüğü’nden gelen ekiplerin gözetiminde üzerine açılan küpün içinde herhangi bir şey çıkmazken, bunun o dönemlerde buzdolabı olmadığı için başta su olmak üzere sıvı ve kuru gıdaların bozulmaması ve serin tutulması amacıyla kullanılan bir küp olduğu anlaşıldı. O dönemde evlerde gıdaların bozulmadan saklanması için toprağa gömülü bu küpler kullanılıyordu. Her evin alt katlarında bu amaçla kullanılan irili ufaklı toprağa gömülü birkaç küp bulunuyordu.

Milliyet, Haber: Ergün Ayaz, 22.08.2011

TARİHİ HAVUZU BİLE KURUTTUK

 

 

Ülkemizde maalesef kimi konularda sorun yaşanmadan ve can acıtmadan çözüme yönelinmiyor.

Esasen konunun uzmanı olan herkes biliyor ki, yer altı sularını böylesi kullanırsak ülke gelecekte çölleşecek.

 

Hatta sulama yapıyoruz diye yayma su ile toprağı da tüketeceğiz.

 

Yalnız yurdumuz değil dünya su krizi yaşamaya doğru gidiyor. Türkiye’nin avantajı yer altı sularının varlığı, ne var ki bu bağlamda en sona bırakmamız gereken bu kaynağı hızla tüketiyoruz.

 

Ömer Fethi Gürer olarak bu bağlamda yapabileceğim konuyu yetkililerin dikkatine sunmak oluyor. Bunu bugünde yapmıyorum uzun yıllar çalıştığım ambalajlı su sektöründe ikende birden çok basın açıklaması ve köşe yazısı ile de ilgililerin dikkatine sundum. Çevre örgütleri, uzmanlar konuyu bilenlerin yüzlerce makaleleri de bu bağlamda yayınlandı. Dünya Su Örgütü konunun önemini sık sık açıklıyor. Toplantılar yapılıyor. Durumun vahim olduğunu bilim adamları açıklıyor. Temiz ve kullanılabilir su kaynakları hızla tüketiliyor. Dünya önemli bölümü su olsa da bu suların içilebilir ya da kullanılabilir oranı çok düşük. Çoğu ülke yer altı sularını korumanın yolunu ararken kimi ülkelerde deniz suyunu arıtıp tüketmeye çalışıyorlar. Kısacası bu alanda sorun çok büyük. Dünyada büyük ülkemizde büyük ve Niğde içinde bu sorunun sinyalleri gelmeye başladı.

 

Bor Bahçeli Roma Havuzu iki bin yıldır kaynayan su birden çekildi. Havuz kurudu. Tuhaf bir durum ortaya çıktı. Havuza bir yerde anlam katan su olmayınca havuzunda hali tıraşlanmış başa döndü. Sonunda yetkililer duruma el koydu.

 

Kaynarca, Halaç, Bahçeli da açılan su kuyularının sorunu yarattığı anlaşıldı. Bu kuyuların bazıları kapanması ile su geldi ise de Köşk işletmecisi Uğur Kemer ile konuştuğumda suyun eskisi kadar gelmediğini ve sıkıntının devam edecek görüldüğünü söyledi. Şimdilerde su var gibi ama bu durum Niğde için riskin varlığına ciddi işaret ediyor. Oysa Bahçeli Köşk’te Uğur Kemer Ramazan boyunca olta ile balık tutarak orucunuzu serin ortamda tutun çağrısı yapmıştı. Oltaya gelecek balık yaşayacak su kalmayınca olta ile değil elle balık yakalanacak duruma geldi. Acı bir durum.

Kemerhisar İçmelerinin suyu da benzer nedenlerle çekildi. Orada gaz firmaları işin içinde olunca o yüz yıldır kullanılan içmeler için bahane ruhsat olarak açıklanıp içmeler kapatıldı. Koskoca şirketlerin gaz alıp satmalarına dur diyebilecek irade olmadığı için artık İçmeler susuz, Hort hasan diye bilinen çamur banyosu da kurumuştu. Çevre ve doğa aslında her konuda uyarıyor. Yapmayın, geleceğinizi yok etmeyin diyor ama bizim insanımız bunu pek anlamıyor algılamıyor. GİDİŞ İYİYE DOĞRU DEĞİLDİR.

 

Sorun İçme ve sulama suyunda giderek artmaktadır. Bu nüfusun içmesi, beslenmesi için tüketilen kaynakların sonu olduğu unutulmamalıdır. Çözüm öncelikle yer üstü su kaynaklarından yararlanmak ve özellikle sulama suyunun verimli kullanılmasını sağlamaktır. Ecemiş suyu Niğde bölgesi için bir şanstır. Bu suyun bir an önce Niğde ve Bor için gerek içme gerek sulama suyu olarak ele alınmasının zamanı geçmektedir.

 

Akkaya barajında sorunun aşılmasından yer altı sularının çekilmesinin sona ermesine değin Ecemiş suyu bölge için önemi artık anlaşılmalıdır. Konun ötelenecek durumu yoktur. Akdenize akan Ecemiş suları belli bir süreç yer altı sularının tüketilmesini yavaşlatacaktır. Bu çözüm dışında yol görülmemektedir. Bölgede tarım bağ bahçe olacağına göre suya gereksinim de vardır. Bunun yolu bölgeyi toptan tarım dışında almak olamayacağına göre yer üstü sularından doğru faydalanmasını bilmektir.

Nğde Kent Haber, 21.08.2011

OSMANLI'NIN KURULDUĞU KALE GÜN IŞIĞINA ÇIKIYOR

 

 

Türkiye, Ege ve Akdeniz’de binlerce yıllık Roma tarihini ortaya çıkarmak için kazılar yürütürken Osmanlı’nın kuruluşuna da ilgi gösterdi.

Osman Bey tarafından 1289’da Bizanslılardan fethedilen, 1299’da Osman Bey adına ilk hutbe okunarak Osmanlı Beyliği’nin kurulduğu Karacahisar Kalesi’nde kazı çalışmalarına başlandı. Kazı Başkanı Prof.Dr. Erol Altınsapan, Karacahisar Kalesi’nin ve yerleşiminin araştırılması fikrinin ilk kez 1999’da Prof.Dr. Halil İnalcık tarafından ortaya konulduğunu belirterek, kazıların Prof.Dr. İnalcık ve dönemin Prof.Dr. Ebru Parman tarafından başlatıldığını kaydetti.

Kazı çalışmalarının 2002-2004’te devam ettiğini ifade eden Prof.Dr. Altınsapan, şöyle konuştu: “Bu kazılara daha sonra ara verildi. 2009’da da benim bilimsel danışmanlığımda, Eskişehir Arkeoloji Müzesi sorumluluğunda, Müze Müdürü Dursun Çağlar’ın başkanlığında kazı yapıldı. 2009’un koşulları nedeniyle kazıya bir yıl ara verdik. 2010’da Kültür ve Turizm Bakanlığı ile yaptığımız yazışmalar sonrasında 2011’de Bakanlık ve AÜ adına kazı tekrar başladı. Kaleye bağlı yerleşim alanları yaklaşık 200 dönüme yayılıyor. Çalışmalar, 60 dönümü kapsayan kalenin yerleşim alanında sürdürülecek. Bu kazıda en büyük yol göstericimiz Prof.Dr. İnalcık’tır. 2009’da kazı yerini gezdi ve incelemelerde bulundu, bu yıl da gelmek istiyor.” Prof.Dr. Altınsapan, “Kale, 1289’da Osman Bey tarafından fethedildi. 1299’da da ilk hutbe okundu. Böylece Osmanlı Beyliğinin ilk kurulduğu yer olarak karşımıza çıkıyor. Kale, Anadolu’daki Türk ve Osmanlı tarihinden günümüze uzanan kültürel ve siyasal süreçte bir mihenk noktasıdır. Karacahisar Kalesi, batıya açılan Osmanlının ilk basamağı ve Osmanlı İmparatorluğu’nun ortaya çıkışının başlangıç noktasıdır. Kalenin fethedilmesi, Osmanlının Bizans’a büyük bir rakip olacağının göstergesi oldu.”

Vatan, 21.08.2011

HAMZABEY KÜLLİYESİ GÜN IŞIĞINA ÇIKIYOR

 

Bursa’nın tarihi cami ve türbelerinin bulunduğu Hamzabey Külliyesi, Bursa Valiliği Tarihi Eser Fonu’ndan sağlanan 733 bin liralık kaynak ile orjinaline uygun şekilde restore ediliyor.

 

Vakıflar Bursa Bölge Müdürlüğü’nün kontrolünde başlanan restorasyon ile, öncelikle 1440 yılında inşa edilen caminin son cemaat mahalli demir doğramalardan arındırılarak orjinal haline getirilecek. Kubbedeki yırtık kurşunlar değiştirilecek, caminin önündeki şadırvanda, diğer selatin camilerde olduğu gibi ahşap konstrüksiyonlu hale dönüştürülecek. Sultan Çelebi Mehmet Han’ın Vezirlerinden Hamzabey ve Ailelerinin bulunduğu iki ayrı türbe bina, Kara Mustafa Paşa’nın türbesi ile caminin dış ceplerindeki küfeki taşları komple temizlenerek, ilk günkü haline dönüştürülecek. Bahçedeki kötü çitler kaldırılarak yola cephedeki gibi küfeki taşlı ferforjeli, kibar bir görünüme kavuşturulacak. Caminin içerisindeki çimento derzler temizlenip, Horasan harcı ile duvarlar sağlamlaştırılacak. Bazı bölümlerdeki kırılan tuğlalar değiştirilecek, türbe ve caminin drenaj sistemi elden geçirilecek. Caminin iç mekanındaki yağlı boyalar sökülerek, geçmişe ait kalem izi araştırması yapılacak. Minarede bulunan iznik işi çinilerin benzerleri konularak orjinaline dönüş sağlanacak. Çevre düzenlemesi ile birlikte 1 yılda tamamlanması planlanan restorasyonu Usra İnşaat üstlendi. Dış cephe temizliği ile başlayacak restorasyon çalışmalarının hava şartlarına göre 9 ay gibi bir sürede bitirilmesi hedefleniyor. Tarihçi İsmail Yağcı’ya göre Hamzabey Kulliye’sinin büyükçe bir hamamı ve günde bin kişiye yemek çıkaran tarihi imareti de bulunuyordu. Ancak bugün bu tesisler bilinmiyor. Hamza Bey Mahallesi sakinleri, Valilik konağına en yakın cami olması sebebiyle özel ilgi gösteren Bursa Valisi Şahabettin Harput’a teşekkür ettiler.


Bursa’da 40 yaşlarında iken 1430 ile 40 yılları arasında camiyi inşa ettiren Gazi Hamza Bey’in Osmanlı İmparatorluğunda büyük görevleri vardı. Yıldırım Beyazıt Han’ın padişahlığı döneminde Şehzade Çelebi Mehmet Han’ın sırdaşlığı ve lalalığı vazifesine tayin edilen Gazi Hamzabey, Amasya’da görev yapan ve bir cami inşa ettiren Beyazıt Paşa’nın da kardeşiydi.


Fatih Sultan Mehmet Han’ın babası Muradiye Külliyesi’nde medfun bulunan 2. Murat Han’ın padişahlığı döneminde vezirlik görevinde bulunan Hamza Bey, Fatih Sultan Mehmet Han’a da Donanma Komutanlığı yaptı. Fatih’in İstanbul’un fethi sırasında Salı Pazarında 1552 metrelik yoldan 70 büyük gemiyi karadan yürütmesi sırasında görev yapan Gazi Hamza Bey, Bizans Donanması’nın Osmanlı gemilerine yaptığı saldırıyı savuşturan yiğitlerinde başında bulunuyordu. Bosna’da Eflak seferinde Kazıklı Voyvodo tarafından şehit edilen Gazi Hamza Bey’in naşı çocukları tarafından Bursa’ya getirilerek vasiyeti üzerine camisi yanında yaptırılan türbeye defnedildi. Cami yanındaki türbenin yanında ayrıca çocukları için bir türbe daha yaptırıldı. Hamza Bey külliyesinde ayrıca Hamzabey’in torunu Kara Mustafa Paşa’nın da türbesi bulunuyor. Kara Mustafa Paşa’da 2. Beyazıt’ın damadı olarak biliniyor. 2. Fetret Döneminde Cem Sultan’ın tarafını tutuyor diye çıkarılan dedikodu yüzünden Söğüt’te idam edilen bir damat ve paşa olarak anılıyor. Kara Mustafa Paşa Osmanlı’nın ilk Kara Mustafa Paşa’sı olarak da anılıyor.

Bursa Olay, 21.08.2011

2 BİN 300 YIL ÖNCE KANALİZASYON KURMUŞLAR

 

 

Muğla'nın Yatağan İlçesi'ndeki Stratonikeia antik kentinde 2 bin 300 yıl önce Hellenistik dönemde yapıldığı belirlenen kanalizasyon şebekesi ortaya çıkarıldı. 80 bin kişinin yaşadığı antik kentin ihtiyacına cevap verebilen kanalizasyon sistemi uzmanları bile hayrete düşürdü. Stratonikeia antik kenti kazı heyeti başkanı Doç.Dr. Bilal Söğüt, sistemin özellikle şehrin ana arterlerindeki kısımlarında bir insanın rahatlıkla yürüyebileceğini söyledi.

Antik kentte kazı çalışmalarının kuzey şehir kapısında, meclis binasında ve antik tiyatro kısmında devam ettiğini belirten kazı Başkanı Söğüt, "Kazı evimizde de çıkarttığımız eserlerin temizlik ve envanter çalışmalarını sürdürüyoruz. Öğrenciler ve akademisyenlerle birlikte 45 kişilik ekiple çalışma yapıyoruz. Antik tiyatronun sol girişinde teras bölümü bulduk. Şu anda çalışmalarımız burada yoğunlaştı. Kazı çalışmalarının tamamlanmasında gönderilen ödenek ve hava koşulları da etkili oluyor" dedi.


Doç.Dr. Bilal Söğüt, kanalizasyon sisteminin kuzey giriş kapısının bulunduğu bölümde ortaya çıkardıklarını söyledi. Kanalizasyon sisteminin rastgele değil, belirli bir teknoloji ile yapıldığını anlatan Söğüt, "2011 yılı kazı çalışmalarımızda kuzey şehir giriş kapısında 2 bin 300 yıllık kanalizasyon sistemini ortaya çıkardık. Şehrin ana arterlerinde ve caddelerinde de var. Kanalizasyon sistemi tamamen mermerden yapılmış. Kanalizasyon şebekesi, içerisinde bir kişinin rahatça yürüyebileceği şekilde düzenlenmiş. Tüm ayrıntılar en küçük detayına kadar düşünülmüş. 2 bin 300 yıl önce yapılan kanalizasyon sistemi şehrin ve arazinin yapısına göre hazırlanmış. Tıkanmalar olmayacak şekilde yapılmış. Yani şehrin belirli yerlerinde kot yüksekliği bile farklı şekillendirilmiş ve bu sistem o dönemde 80 bin kişinin ihtiyacına cevap vermiş. Şu anda sadece kuzey şehir giriş kapısında ortaya çıkardığımız kanalizasyonu tamamen açmadık. Çalışmalarımız sürüyor" dedi.

Yeni Asır, Haber: Osman Akça - Mustafa Suiçmez, 21.08.2011

YANGINDA İLK KURTARILACAKLAR

 

 

Üçüncü Dünya Savaşı çıksa ya da doğal bir afetten mustarip olsak hangi milli hazinelerimizi, sanat eserlerimizi kurtaracağız? Soru aslında basit ama cevabı bir o kadar zor. Hangisini söyleseniz, diğerinin hatırı kalacak cevaplar için, sanat tarihçilerinin kapısını çaldık. İşte, Türkiye’nin yangında ilk kurtarılacak hazineleri...

 

ABD’nin ünlü sanat müzesi National Gallery’nin yöneticileri, geçen günlerde müzenin küratörüne zor bir görev verdi: Üçüncü Dünya Savaşı çıksa neleri kurtarırsın?


Aslında bu sorunun kaynağı, II. Dünya Savaşı sırasında Nazilerin talan ettiği sanat eserleriydi.
O günden sonra, böyle bir felakete hazırlıklı olmak isteyen ülkeler kendi ‘Yangında ilk kurtarılacaklar’ listesini hazırladı. Peki, Türkiye’de neler kurtarılmalı? Aradığım bazı özel ve devlet müzelerinin yetkilileri bazı çalışmalar yaptıklarını, ancak bu bilgileri paylaşamayacaklarını, ayrıca listelerini açıklarlarsa diğer önemli eserlere haksızlık edeceklerini söyledi.

 

Bunun üzerine, Türkiye’de alanında uzmanlaşmış sanat tarihi profesörleri Prof.Dr. Nurhan Atasoy, Prof.Dr. Jale Erzen, Prof.Dr. Kaya Özsezgin, Prof.Dr. Gül İrepoğlu, Prof.Dr. Kıymet Giray, Doç.Dr. Ahmet Kamil Gören ve Sanat Tarihi Derneği Başkanı Nazan Atasoy’a objektif bir ‘Yangında Kurtarılacaklar’ listesi yapıp yapamayacaklarını sordum. Hepsinin istisnasız tek kaygısı vardı: Türkiye gibi kültürü geniş ve zengin bir ülkede, bu seçimi yapmanın dünyanın en zor işi olması... Hitit’ten söyleseniz, Perslerin, Bizans’tan söylesiniz Osmanlı’nın hatırı kalacaktı. Ama yine de, listeye bir yerlerden başlamak lazımdı. Bu mütevazı listeye giremeyen ama kıymeti paha biçilmez başka eserlere de selam göndererek, üzerlerinde mutabık kaldıkları bu eserler ortaya çıktı.


Hem kim bilir, bakarsınız bu liste, Kültür Bakanlığı tarafından oluşturulacak bir yüksek sanat kurulu tarafından, Türkiye’nin ‘kurtarılacak’ hazinelerinin sıralanması için kıvılcım olur.


FATİH SULTAN MEHMET PORTRESİ
15. yy’a ait Fatih Sultan Mehmet portresi, Osmanlı kültüründe padişah portreciliğinin başlangıcı sayıldığı için büyük önem taşıyor. Şiblizade Ahmed’e atfedilen portre, Topkapı Sarayı Müzesi’nde muhafaza ediliyor.


MATRAKÇI NASUH MENAZİLNAMESİ
Kanuni Sultan Süleyman’ın Doğu seferi sırasında geçtiği her menzil, Matrakçı Nasuh tarafından tüm coğrafi özellikleri ve belli başlı binalarıyla resmedilmiş ve bu eşsiz yazma ortaya çıkmış. 16. yy’a ait sanatsal ve belgesel değeri çok yüksek bu yazma, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde.


I. AHMED’İN TAHTI
Sultanahmet Camii mimarı Sedefkar Mehmet Ağa tarafından yapılan ahşap malzemeli taht, sedef, zümrüt, yeşim, elmas, firüze gibi değerli taşlarla, bağa (kaplumbağa kabuğu) ve kakma tekniğiyle işlenmiş. Osmanlı zevkini yansıtması açısından çok önemli bulunan 17. yy’a ait taht, Topkapı Sarayı Müzesi’nde sergileniyor.

 

HIRKA-İ ŞERİF
Hz. Muhammed’in miraca çıkarken üzerinde olduğu kabul edilen Hırka-i Şerif, kendisinin vasiyeti üzerine Hz. Ali ve Hz. Ömer tarafından Veysel Karani’ye hediye edilmiş. 1611 yılında, padişah I. Ahmed’in talimatıyla İstanbul’a getirilen ve İslam dünyasında eşsiz değerdeki hırka, Fatih’teki Hırka-i Şerif Camii’nde.


KADEŞ ANTLAŞMASI
MÖ 13. yüzyıl ortalarında, Hitit İmparatorluk dönemine ait, tarihteki ilk yazılı barış antlaşması olarak bilinen Kadeş Antlaşması, İstanbul Arkeoloji Müzesi kompleksindeki Eski Şark Eserleri Müzesi’nde sergileniyor.

 

ÇİN PORSELENLERİ
Topkapı Sarayı’ndaki 12 bin parçalık Çin porselenlerinin dünyada eşi yok. Bu porselenlerin saraya girişi, meraklısı olan Kanuni’nin sofrasıyla başladı. Müzede sergilenen nadide porselenlerin hepsi zamanında sarayda kullanılmış parçalar.

 

İSKENDER LAHDİ
MÖ 4. yy’a ait lahit, Lübnan’ın Sayda kentinde, Türk müzeciliğinin öncüsü Osman Hamdi tarafından bulundu. Her ne kadar İskender Lahdi olarak anılsa da, İskender’e değil, Sayda Kralı Abdalonymos’a ait olduğu düşünülüyor. İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen lahit, yüksek kabartma tekniği, boyalar ve eşsiz incelikteki süslemeler nedeniyle müzenin en önemli parçası.

 

İZNİK ÇİNİ KANDİL
16. yy’a ait kandil, İznik çiniciliğinin en parlak örneği olduğu ve aynı zamanda yaşam kültürü hakkında bilgi verdiği için büyük önem taşıyor. İstanbul Arkeoloji Müzesi, Çinili Köşk’te sergileniyor.


SURNAME-İ VEHBİ
Lale Devri’nin en önemli minyatürcülerinden Levni tarafından yapılan surnamede, Sultan
III. Ahmet’in şehzadelerinin sünnet düğünü müthiş bir görsellikle anlatılıyor. Aynı zamanda 18. yüzyılın tüm esnaf loncaları ve eğlencelerini de belgeliyor. Topkapı Sarayı’nda.

 

SELÇUKLU HALISI
13. yy Selçuklu halıları, dünya halı tarihinde çok önemli bir yere sahip. Kufi (Kur’an harfleri çevresinde oluşan güzel yazılar) harflerin de kullanıldığı yün halı, 1911 yılında Konya Alaaddin Keykubad Türbesi’nden, Türk İslam Eserleri Müzesi’ne getirildi.


KARAHİSARİ’NİN KUR’AN’I
Hattat Ahmed Karahisari tarafından, 16. yy’da yazılan Kur’an, hat sanatının eşsiz bir örneği olarak kabul ediliyor. Sultan I. Mahmud’un vakıf mührünü taşıyan Kur’an-Kerim, 1914 yılında Ayasofya I. Mahmud Kütüphanesi’nden, Türk İslam Eserleri Müzesi’ne getirildi. 


DİVANÜ LUGATİ’T TÜRK
Kaşgarlı Mahmud tarafından, Bağdat’ta 1072-1074 yılları arasında yazılan Türkçe-Arapça sözlük, Türkçe’nin bilinen en eski sözlüğü. Batı Asya yazı Türkçesi’nin, dünya üstündeki en önemli dil anıtı. İstanbul’daki Millet Kütüphanesi’nde korunuyor.


EFES ARTEMİS HEYKELİ
Tabiatın ve hayvanların tanrıçası, özellikle de genç kızların koruyucu anası olarak bilinen Efes Artemisi, MÖ 1. yy’a ait bir Roma eseri. Üzerindeki şekillerin bereketi, doğurganlığı ve gücü simgelediği heykel, Efes Müzesi’nde.


PİRİ REİS HARİTASI
1513’te Osmanlı amirali Piri Reis tarafından çizilen ve Avrupa ile Afrika’nın batı kıyıları ve Güney Amerika’nın doğu kıyılarını gösteren harita, dünya denizcilik tarihi açısından eşsiz bir eser. Parşömen üzerine çizilen, tek kopya olan harita Topkapı Sarayı Müzesi’nde. 

 

OSMAN HAMDİ’NİN KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ ABDÜLMECİD’İN HAREM’DE BEETHOVEN’I
Listede dünya sanatı açısından önemli eserlerin yanı sıra ulusal kültür değerleri de var. Türk resim sanatına dair Osman Hamdi Bey’in 1906’da yaptığı, önce ‘Kaplumbağalı Adam’, daha sonra ‘Kaplumbağa Terbiyecisi’ (yanda) olarak anılan resim bu değerlerden en önemlisi. Halen Pera Müzesi’nde sergileniyor. Halife Abdülmecid’in resimleri hem halife hem de şehzade olması sebebiyle önem taşıyor. Özellikle ‘Harem’de Beethoven’ resmi, sarayda batılı müzisyenlerin dinlendiğini de gösteriyor. Hüseyin Avni Lifij’in, ‘Kadehli Pipolu Otoportre’si, Fikret Mualla’nın tüm eserleri, Şeker Ahmet Ali Paşa’nın ‘Otoportre’si ve ‘Orman’ resmi, Burhan Uygur’un ‘Kapı’sı, Sabri Berkel’in soyut resimleri ve Süleyman Seyyit’in ‘Dilimlenmiş Portakal’ı önemli yer tutanlar arasında.

Hürriyet Pazar, Haber: Şermin Terzi, 21.08.2011

KORUMA KURULLARINA BAKANLIK AYARI

 

Türkiye genelinde bulunan 32 Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulları'na yeni düzenleme getirildi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün imzaladığı kararname ile kurul üyelerinin tamamını ilgili bakanlıklar belirleyecek. İkiye ayrılan kurullarla ilgili, doğal sit alanı olan bölgeler Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na bağlanırken diğer tarihi alanlar Kültür Bakanlığı'nda kaldı. 7 kişilik kurula 2 üye veren Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK), artık üye veremeyecek. 17 Ağustos'ta yayımlanan Kanun Hükmünde Kararname ile Özel Çevre Koruma Kurumu'nun görevleri ile devlet taşınmazlarına ilişkin imar yapma yetkisi yine Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na devredildi. Yeni dönem için bakanlığın alanında uzman kişilerden yeni kurul üyeliklerini belirlemesi bekleniyor.

İstanbul 3. Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu Başkanı Sinan Genim, Tabiat Koruma Alanları, Tabiat Anıtları, Tabiat Varlıkları, Doğal Sitler, Slak Alanlar ve Özel Çevre Koruma Bölgeleri'nin tespit, tescil ve ilanının tek elde toplanmasının doğru bir karar olduğunu belirtti. Genim, "Yapılan düzenleme ve ilgili bakanlıkların atayacağı kurul üyeleri dengeli belirlenirse sorun olmaz" diye konuştu.

Sabah, Haber: Erhan Öztürk, 21.08.2011

10 BİN YIL ÖNCE DIŞARDAN EVLİLİKLER YAPILIYORDU

 

 

Konya’nın Çumra İlçesi’nde yaklaşık 10 bin 500 yıllık geçmişe sahip yerleşim yeri olan Boncuklu Höyük’deki kazılardan çıkan insan kemikleri üzerinde yapılan incelemelerde ilginç sonuçlar ortaya çıktı. Kazı başkanı Liverpool Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Doç.Dr. Douglas Baird, o dönemde kadın ve erkeklerin beslendikleri gıda türüne göre, kadınların başka bölgelerden geldiklerininin anlaşıldığını, bunun da dışarından evlilikler yapıldığının bir göstergesi olduğunu söyledi.

 

Çumra İlçesi’ndeki yaklaşık 9 bin yıllık yerleşim yeri Çatalhöyük’den daha eski olan Boncuklu Höyük’deki kazı çalışmaları 2006 yılında başladı. Boncuklu Höyük’de, Çatalhöyük’deki insanların atalarının yaşadığını öne süren kazı başkanı Doç.Dr. Baird, “Boncukluhöyük, yakındoğu ve Türkiye’deki en erken yerleşme birimine işaret ediyor. Buradaki evlerin içinde bulduğumuz buluntular, Çatalhöyük’deki kültürün ilk başlangıcı olarak değerlendirmek mümkün” dedi.

 

10 bin 500 yıl önce insanların yaşadıkları evlerin yuvarlak olduğunu kaydeden Doç.Dr. Douglas Baird şunları söyledi:

“Boncuklu Höyük’te yaptığımız kazılarda yuvarlak planlı evler bulduk. Bunlar dünyadaki en erken evler olabilir. Boncuklu Höyük, Anadolu coğrafyasındaki ilk yerleşim bölgesidir. Burada çok küçük bir yerleşim var. Buradan bin yıl sonra daha büyük yerleşimler Çatalhöyük’te oluşmuş. Çatalhöyük’deki yerleşik düzenin nerede başladığını araştırmak istiyorduk. Yaptığımız çalışmalar bu yerleşimin yaklaşık 1000- 1500 yıl önce Boncuklu Höyük’te başladığını gösteriyor. Bu yerleşim bölgesinde 20 kadar evin olduğunu düşünüyoruz. Yerleşim bölgesinde 100 kadar kişi yaşamış. ”

 

Yaptıkları kazılarda ortaya çıkardıkları ev ve içerisinde bulunan malzemeleri anlatan Doç.Dr. Douglas Baird şöyle konuştu:

“Evin içerisinde küçük delikler tespit ettik. Bu delikler dokuma tezgahlarına ait. Bu, o dönemde yaşayan insanların hasır gibi dokumacılık işleriyle uğraştıklarını gösteriyor. Dünyadaki ilk duvara oturtulmuş hayvan başlarının duvarlara monte edildiğini tespit ettik. Bunları güç göstergesi olarak duvarlara monte ediyorlardı. ”

 

İnsan kemikleri üzerinde yaptıkları izotop çalışmasında insanların yoğun bir şekilde etle beslendiklerini saptadıklarını belirtti. Doç Dr. Douglas Baird açıklamasını şöyle sürdürdü:

“İzotop çalışmaları sonrası, burada yaşayan erkek ve kadınların farklı farklı yiyecek tarzında beslendikleri de ortaya çıktı. Bu da kadınların farklı alanlara gidip yiyecek topla dığını ve kadınların başka bölgelerden buraya geldiklerini gösteriyor. Bu ayrıca dışarıdan yapılan evliliklerin ilk izleri olabilir. Çünkü burada yaşayan erkeklerin aynı oranda beslendiğini, kadınların ise farklı bir beslenme düzeni olduğunu gösteriyor. Sağlıklı bir genetik havuz oluşturmak için dışardan evlilik yaptıklarını düşünüyoruz. Erkekler genellikle yabani büyükbaş hayvanının etiyle besleniyorlar ama kadınların daha çok ördek, kuş, balık, buğday, badem, fındık ve fıstığa benzer ürün ile meyve türünde yiyecekler yediği görülüyor. Çevre koşulları incelendiği zaman kadınların başka çevrelerden geldiğini söylemek mümkün oluyor. ”

haberler.com, 21.08.2011

AFRODİSİAS ANTİK KENTİ KAZILARI

 

Aydın’ın Karacasu İlçesi'ndeki Afrodisias antik kentindeki kazılarda Roma dönemine ait bir heykel ve kavşak noktası ortaya çıkarıldı.

 

Kazı Başkanı Roland Smith, Aa muhabirine yaptığı açıklamada, 1961′den beri New York Üniversitesince sürdürülen, bu yıl mayıs ayında başlayan Afrodisias antik kenti kazılarının devam ettiğini belirtti.

 

Afrodisias’ın Roma İmparatorluğu döneminde bir Yunan kenti olduğunu ve MÖ 2. yüzyıldan MS 6. yüzyıla kadar uzanan bir tarihi olduğunu ifade eden Smith, “Afrodisias, sanatın, tarihin ve doğanın güzel bir kombinasyonudur. Afrodisias diğer kentlere oranla çok iyi korunmuş durumda. Anıtlar, yazıtlar ve sanat eserleri mevcut. Bunların hepsini aynı kentte bulabiliyoruz” diye konuştu.

 

Bu yıl üç yerde kazı çalışması yaptıklarını bildiren Smith, şöyle devam etti:

“Kazı alanlarımızdan biri Tetrapylon caddesidir. Tetrapylon’dan gelip tiyatroya uzanan caddede üç adet kazı açma noktamız var. Bu cadde, kentin geç antik ve antik dönem sonrası yaşamı ile ilgili bilgiler veriyor. Örneğin dün Osmanlı dönemine ait bir katmandan MS 1. yüzyıldan Roma dönemine ait bir vatandaşa ait bir heykel bulduk. Bu heykel bir yerli vatandaşa ait. Kentin ileri gelenlerinden ya da sponsorlarından biri büyük ihtimalle. Sebasteion dediğimiz binanın giriş kapısından geldiğini düşünüyoruz. Aynı zamanda kentin kuzeyinde ızgara planının ne zaman kurulduğunu anlamak için kazılar yapıyoruz. Burada bir kavşak noktası ortaya çıkardık. Bu kavşak noktasında iki drenaj kanalı birbiriyle birleşiyor. Çok önemli bir kavşak olduğu görülüyor. Kazı yaptığımız üçüncü alan ise Hadrian hamamlarıdır. Hadrian hamamlarında konservasyon, restorasyon ve dokümantasyon projesiyle birlikte kazı çalışmalarını sürdürüyoruz. ”

 

Smith, Afrodisias’ın Unesco Dünya Mirası geçici listesinde yer aldığını hatırlatarak, kentin asil listeye girmeyi hak ettiğini söyledi.

 

Bu listeye Afrodisias’ın girmesi durumunda ziyaretçi sayısının artacağını kaydeden Smith, “Ayrıca Afrodisias’ın diğer kentler arasındaki konumunu sağlamlaştıracak ve diğerlerine göre avantaj sağlayacak” diye konuştu.

haberler.com, 21.08.2011

MAHARETLİ ELLER MEZAR TAŞLARINI TEMİZLİYOR



 

Bitlis'in Ahlat İlçesi'nde bulunan ve dünyanın en büyük Müslüman mezarlığı olarak bilinen Tarihi Selçuklu Meydan Mezarlığı 'nda, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Başkanı Prof.Dr. Recai Karahan başkanlığında sürdürülen "Eski Ahlat Şehri Kazıları" çerçevesinde, mezarlıktaki binlerce taş temizleniyor.


Kazı başkanlığı bünyesinde oluşturulan uzman ekip, mezar taşlar ını yosun, liken ve buna benzer yabancı maddelerden temizliyor.


Eski Ahlat Şehri Kazısı Başkanı Prof.Dr. Karahan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, bu yılki çalışmalar kapsamında, Selçuklu Meydan Mezarlığı'ndaki, "Kadılar Mezarlığı" etrafında ağırlıklı olarak çalıştıklarını söyledi.


Burada hem kazı çalışması hem de mezar taşlarının likenlerden temizlenme işlemlerini yaptıklarını belirterek, "Öncelikle mekanik temizleme yapıyoruz. Çeşitli koruyucularla da mezar taşlarını korumayı düşünüyoruz. Restoratörlerimiz bu işlerde mahir kişiler" dedi.


Kazı Başkan Yardımcısı, YYÜ Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Mehmet Top ise eski Ahlat şehri ve tarihi mezarlığıyla ilgili 2011 yılı kazı çalışmalarının, geniş kat ılımlı bir ekip tarafından sürdürüldüğünü vurguladı.





Yıllardan beri ihmal edilen bu tarihi mekanın ziyaretçilere kendini yeteri kadar gösteremediğini ifade eden Top, şöyle konuştu:
"Eski Ahlat şehri ve bu mezarlıklar UNESCO'nun Dünya Kültür Mirası Listesine aday. Bütün dünya tarafından bu tarihi mezarlık biliniyor ve insanlar buraya daha çok bu mezarlık için geliyor. Buradaki taşların bilinememesi hem de arazinin çeşitli şekilde ot, çöp gibi nedenlerden dolayı çok dikkat çekici olamaması, gerçekten Ahlatlıları, bilim insanlarını ve ziyaretçileri üzü yor. Bu kapsamda 2011 yılında çalışmalarımızı mezarlık alanında ağı rlıklı olarak sürdürüyoruz. Hem yüzeyde yoğun bir şekilde bulunan ot tabakasının temizli ğini yapıyoruz hem de kazı çalışmalarını sürdürüyoruz. Alanda sandukalı, şahideli mezar taşlarının ortaya çıkarılması noktasında, hızlı bir ş ekilde çalışmaya devam ediyoruz."


Ekipte konservasyon ve taş temizleme uzmanı olan elemanlar bulunduğunu, bu kişilerin mezar taşlarında yıllardan beri biriken, toz, toprak tabakasını, mezarlıkta yeşeren liken ve yosunları temizlediğini dile getiren Top, mezarlıkta mekanik temizleme çalışmalarının da devam ettiğini belirtti.


Top, Ahlat'taki kazıların uzun yıllardır devam ettiğine, ancak mezarlı k alanında bu denli kapsamlı bir çalışmanın yapılmadığına dikkati çekerek, "Çalışmaların hızlı bir şekilde sürmesi, ilerisi için umut veriyor. Çalışmalar gayet başarılı bir şekilde devam ediyor" diye konuştu.


Süleyman Demirel Üniversitesi Restorasyon ve Konservasyon Bölümünden mezun restoratör Şükran Çiftçi de alana restorasyon ve özellikle de konservasyon için geldiklerini, taşların üzerindeki liken ve yosunları temizlemeye başladıklarını söyledi.


Mekanik temizlikten sonra kimyasal temizliğe geçiş yapacaklarına değinen Çiftçi, şunları kaydetti:
"Bu işlemi yapmak zorundayız. Çünkü bu likenler zarar vererek zamanla taşı çürütüyor. Mekanik temizlikten sonra, kimyasal temizlik yapacağız. Korumayla ilgili araştırma ve çalışmalar da devam ediyor. Temizlik aşamasında Türkiye'nin her yerinde bizim yaptığımız işlem uygulanıyor. Kullanacağımız bütün kimyasallar Kültür ve Turizm Bakanlığı onaylıdır. Başka bir yöntem geliştirilene kadar, sistemimiz bu şekilde devam edecek. İki büyük yüzeyi bitirmek üzereyiz. Yan yüzeyler kaldı."

Türkiye Gazetesi, 21.08.2011

ÇEK BİR BUÇUK PORSİYON ALEXANDER!

 

 

Beş yıl önce Fatih Belediyesi'ne bakanlığın 'sergi alanı, müze deposu ve kültür merkezi' olarak kiraladığı alanda 'kebapçı' açıldı. Sultanahmet'teki sit alanına inşa edilen restoran için koruma kurulu 'yıkın' dedi, ancak belediye 'ikinci kata' da göz yumdu.

 

Sultanahmet’te Mozaik Müzesi’nin tam karşısında Bizans Saray kalıntılarının bulunduğu Hazine arazisini “Müze yapacağım” diye 49 yıllığına kiralayan Fatih Belediyesi, müze yerine restoran açtı. Sergi alanı, müze deposu, konferans salonu ve kültür merkezi yapılma sözü verilen araziden şimdi kebap kokuları yükseliyor. Oysa tahsis protokolünde restoran görünmüyordu, üstelik sit alanı içinde herhangi bir fiziki müdahale de yasaktı. Onayladığı avan projenin değiştiğini gören Koruma Kurulu Fatih Belediyesi’ne “Yıkın” talimatı gönderdi ve sorumlular hakkında suç duyurusunda bulundu. 

Sonuç: Fatih Belediyesi yıkım yapmadığı gibi, restoranın ikinci kata çıkmasına da göz yumdu.

 

Sultanahmet Mahallesi Torun Sokak’taki ‘kentsel ve arkeolojik sit’ alanı içinde Bizans Büyük Saray kalıntıları ile Baytar Mektebi kalıntılarının bulunduğu 2 bin 176 metrekarelik bir arazi yıllardır boş duruyordu. 

Arazi Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlıydı. Bakanlık 2006 yılında araziyi ‘kamu içerikli ve sosyal amaçlı kültür merkezi ile taş eserlerin sergileneceği açık sergi alanı’ olarak kullanılmak üzere o dönemin Eminönü Belediyesi’ne 49 yıllığına tahsis etti. Eski Bakan Atilla Koç ile eski Belediye Başkanı Nevzat Er’in imzaladığı protokol, arsanın nasıl kullanılacağını şöyle tarif ediyordu: 

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın ve Koruma Kurulu’nun uygun göreceği bir proje yapılacaktır. Belediye düzenleme projesi kapsamında taş eserlerin korunacağı açık sergi alanlarını ve arkeolojik eserlerin saklanmasına yönelik kapalı depo alanlarını Kültür ve Turizm Bakanlığı’na tahsis edecektir. Belediye ayda iki hafta sonu kültür merkezi ve konferans salonundan faydalanma hakkını Kültür ve Turizm Bakanlığı’na sağlayacaktır.” 

Belediye, ‘Taş Eserler Sergi Alanı’ ismiyle hazırladığı avan projeyi 2006 yılında İstanbul 4 Numaralı Koruma Kurulu’na gönderdi. Torun Sokak, 146 Pafta, 92 Ada’da yer alan arazi için hazırlanan avan projede; “2, 78 ve 81. parsellerde yeşil alan, 54 ve 69. parsellerde belediye kültür tesis alanı, 81. parselde kamu içerikli ve sosyal amaçlı kültür merkezi ile taş eserlerin sergileneceği açık sergi alanı yapılacağı” belirtiliyordu. 1 / 1000 ve 1/ 5000 ölçekli planlarla yapılması düşünülen tesisler tek tek plan üzerinde gösteriliyordu. Bu planlar içinde ‘kapalı ve iki katlı’ tek bir tesis görünmüyordu. Ancak geçen yıl nasıl olduysa müze alanında inşaat faaliyeti başladı. 

Belediye, bakanlıktan kiraladığı alanda bir özel şirkete ‘kebapçı açma’ izni verdi. Kurulun onayladığı projede ‘yeşil alan ve açık oturma dinlenme yeri’ olarak görünen alanda ‘Muradan Restoran’ tek katlı inşa edildi. Üstelik müze ve kültür merkezi de kağıt üzerinde kaldı. Koruma Kurulu’na yapılan şikayetler üzerine yerinde yapılan incelemelerde uygulamada her şeyin değiştiği ortaya çıktı. İstanbul 4 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu 02.06.2010’da ilke kararlarına aykırı inşa edilen yapının yıkılmasına karar verdi. 

Depoda eser yerine su 
Ancak aradan geçen sürede restoranın yıkılmadığı gibi bir de kat çıkıldığı tespit edildi. Kurulun 27.1.2011 tarihli raporu şöyle: 

“Kurulumuzun uygun bulduğu avan projeye göre taş eserler açık sergi alanı ve açık oturma - dinlenme alanı olarak düzenlenmesi öngörülen alanda şimdi zemin + teras katlı restoran yapısının inşa edildiği tespit edilmiştir. Ayrıca avan projede idari ofis ve müze deposu olarak düşünülen binada ise restorana yönelik su şişeleri ve kolilerin depolandığı tespit edilmiştir.” 

Bunun üzerine kurul nisan ayında yeni bir karar aldı. Kurul son kararında ‘inşa edilen restoranın belediye tarafından yıkılmasını’ isteyerek, ‘Söz konusu aykırı uygulamalar yapanlar hakkında da suç duyurusunda bulunulmasını ve tesisin 1006 yılında onaylanan avan projeye uygun hale getirilmesini’ istedi.


Ancak kaçak inşaatın yapılmasına izin veren de Fatih Belediyesi’ydi, yıkması istenen de. Yıkım uygulanmadığı gibi teras katı da hizmete açıldı.

Belediyenin kafası karışık
Fatih Belediyesi yaptığı açıklamada hem protokole uygun davranıldığını belirtiyor hem de “yıkım kararı aldık” diyor: 

“Protokolde ‘Belediye, düzenlenecek alanın içerisine proje bütünlüğünü bozmayan, ancak işletme masraflarını belli oranda karşılayacak durumda olan antik restoran, kafeterya gibi tesisleri koyabilecektir’ ifadesi yer almaktadır. Kurul tarafından onaylanmış avan projeye aykırı işlem yapılmamıştır. Avan projede yer alan ofis ve depo aynen muhafaza edilmektedir. Söz konusu yerin ilgilileri, proje bütünlüğünü bozmayan, ancak işletme masraflarını belli oranda karşılayacak durumda olan ahşap yapıyı yıkarak yeni bina inşa etmişlerdir. Kaçak yapı belediyemizce mühürlenmiş, kaçak inşaat zaptı tutulmuş ve encümene sevk edilmiştir. Encümence de para ve yıkım cezası verilmiştir. Yapıyla ilgili yasal süreç devam ediyor.”

Önce tarihi sit alanına tek katlı olarak inşa edilen ‘Muradan Restoran’ daha sonra çatıyı da teras katı halinde hizmete açtı. Bu arada şikayet üzerine Koruma Kurulu alanda inceleme yaptırdı. Projede olmayan binanın yıkım emri belediyeye gitse de restorana dokunulmadı.

Kültür ve Turizm Bakanlığı, araziyi bir protokolle belediyeye devrederken, tarihi alanın ünlülerin de uğrak yeri olan bir restorana dönüşeceği öngörülmemişti.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 21.08.2011

FETHİYE'DE BULUNAN HEYKELLER

 

Fethiye’deki Tlos antik kentindeki kazı çalışmalarında bulunan Roma imparatorları ve tanrıça heykelleri müzeye teslim edildi.

 

Yaka Köyü'nde Tlos antik kentindeki tiyatro sahnesinde bulunan ve MS 2. yüzyıla ait olduğu belirtilen Roma heykeller Fethiye Müze Müdürlüğü’ne teslim edildi. Kamyona konularak taşınan heykeller, bir vinç yardımıyla müzenin bahçesine indirildi.

 

Roma imparatorları Hadrian Antonius Pius, Mareus Aurellus, Tanrıça İsis ve İmparator Antonius Pius’un kızı Faustinaminor’un heykellerin müzeye tesliminde konuşan Tlos Kazı Başkanı Prof.Dr. Taner Korkut, “Çok önemli heykeller gün ışığına çıkmıştır. 5 heykel ve 3 heykel parçasını müze müdürlüğümüze teslim ediyoruz” dedi.

 

Fethiye Müze Müdürü İbrahim Malkoç ise, “Bu eserlerle müzemiz en önemli müze olma özelliğini kazanıyor. Bu yeni buluntuları müzede sergileyeceğiz. Turist sayısının artacağına inanıyoruz” diye konuştu.

haberler.com, 20.08.2011

BANKER HAN'I ZARA'NIN TEDARİKÇİSİ ALDI

 

 

İspanyol giyim markası Zara'nın en büyük tedarikçilerinden olan Papko Dış Ticaret'in sahipleri Banker Han'ı aldı. İstanbul'un yeni turizm merkezi olma hazırlığındaki Karaköy Bankalar Caddesi üzerindeki en eski binalardan olan Banker Han'ın 5 milyon 750 bin TL'ye satıldığı öğrenildi. Papko Dış Ticaret'in ortaklarından Önder Kocabeyoğlu ve babası tarafından satın alınan binanın restore edilerek butik otel ya da sanat galerisi olarak kullanılacağı öğrenildi. Kocabeyoğlu ailesi Türkiye'nin en büyük ve Paris ekolünün en büyük resim koleksiyonerleri arasında. Toplam 6 kattan oluşan binanın her katında 222 metrekarelik kullanım alanı bulunuyor. Han'ın sahibi sanayici Ali Tiltay, Han'ın Papko Dış Ticaret'in sahiplerine satıldığını doğruladı. Tiltay, "Binayı nasıl kullanacaklarını bilmiyorum ancak büyük ihtimalle butik otele dönüştürülebilir" diye konuştu.

 

Eski İstanbul'un finans merkezi olan Bankalar Caddesi, artık turizm merkezi olarak konumlandırılıyor. Cadde üzerinde ünlü işadamları tarihi binaları satın alarak butik otel yapıyor. Galataport projesinin gerçekleşmesi halinde buranın değer kazanacağını düşünen işadamları bölgedeki eski binaları satın alıyor.

Karaköy Bankalar Caddesi üzerinde Ulusoy Holding Yönetim Kurulu Başkanı Yılmaz Ulusoy, 7 milyon dolara eski Sümerbank binasını satın almıştı. Akfen Holding Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Akın Kozluca Han'ı, Koçak Gold'un sahibi İsmet Koçak ise Generali Sigorta binasını satın alarak bölgeye yatırım yapmışlardı. Bunun yanı sıra şu anda eski hanları ile dikkat çeken bölgenin yapısını değiştirecek projeler arasında Beyoğlu Güzelleştirme Derneği Başkanı da olan işadamı Nizam Hışım'ın 1.5 milyon dolara satın aldığı Bereket Han geliyor. Noa Group Yönetim Kurulu Başkanı İlhan Açıkgöz ise Bankalar Caddesi üzerindeki 200 yıllık bir işhanını restore ederek 118 odadan oluşacak iki butik otelin yapımına başlayacak.

Sabah, Haber: Dilek Taş, 20.08.2011

OSMANLI'NIN İLK KADIN SIĞINMA EVİ: KARILAR TEKKESİ

 

  

 

Sığınma evlerinin gündeme geldiği şu günlerde, yönümüzü tarihe çevirmeliyiz. Çünkü, Türkiye'deki ilk sığınma evi Osmanlı Devleti tarafından 18. yüzyılda İstanbul Eyüp'te açılmış. Adı Hatuniye Dergahı. Burada, şiddet gören ve zor durumda olan kadınlara zanaat öğretilip onların kendi ayakları üzerinde durmaları sağlanıyor, psikolojik rahatsızlıkları olanlarsa tedavi ediliyor.

 

Geçtiğimiz hafta, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin'in kadın sığınma evleri ile ilgili yaptığı açıklamalar hayli meşgul etti gündemi. Bakan Şahin, bu alanda yenilikler getireceğini söylemiş ve mağdur kadınlar için bir adım atmıştı. Bunlardan en çok konuşulanı, yasada yapılması düşünülen değişiklik oldu. Şahin; "50 binin üstünde nüfusu olan yerlerde sığınma evi açılabilir." ifadesinin 'açılır' olarak değiştirileceğini söyledi ve sığınma evi sayılarının artırılması konusunda bir açılım yaptı.

 

Kadına yapılan şiddetin azalmadığı, üstüne her geçen gün arttığı ülkemizde bu girişim önemli. Çünkü Türkiye'deki kadın sığınma evlerinin sayısı sadece 65. Yani, oldukça az. Modern bir çağda, bu konuya şimdiye kadar önem verilmemiş olması ise ülkemiz açısından olumsuz bir durum. Çünkü, Türkiye'nin mağdur kadınlar için açtığı ilk sığınma evinin tarihi hayli eskiye, 18. yüzyıla kadar uzanıyor. İlginç gelebilir ama Osmanlı Devleti'nde sığınma evlerinin açılış tarihini 300 yıl öncesine götürecek bir yapı mevcut: İstanbul'daki "Hatuniye Dergahı".

 

Mimar Fatma Sedes'in Tarihi Mirası Koruma Vakfı bünyesinde yaptığı çalışmalarla keşfettiği yapıyı bundan iki yıl önce Aktüel dergisinde Gökçen Beyinli Dinç'in hazırladığı bir dosyayla öğrenmiştik. O dönem yapı Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edilmişti. Şimdi ise, Fatma Şahin'in sığınma evleriyle ilgili yaptığı açıklamalar gözlerimizi, 2010 yılında atıl durumdan kurtarılmış yapıya, Osmanlı'nın sığınma evine çevirdi yeniden.





Eyüp'teki Hatuniye Dergahı, diğer adıyla "Karılar Tekkesi", 100 yıla yakın bir süre, zor duruma düşmüş, şiddet görmüş kadınlara çatı olmuş Osmanlı Devleti'nde. Kaynaklarda anlatıldığına göre, zor durumda olan, şiddet görmüş ve kimsesiz kadınlar buraya sığınıyor ve zanaat öğreniyorlardı. Psikolojik rahatsızlıkları olanlarsa tedavi edilip hayata alıştırılıyordu. Yaşlı kadınlar içinse bir huzurevi görevi görüyordu. Kapasitesi yüz kişilikti ve sadece 18- 80 yaşları arasındakiler kalabiliyordu.

 

Yapının, tam olarak hangi tarihlerde yapıldığı ise ihtilaflı. Çünkü Pier Loti'nin hemen altında 2000 metrekarelik bir alanda kurulu bu mekan, sığınma evi olmadan önce bir Mevlevi tekkesiymiş. Bir başka rivayete göreyse 16. yüzyılda Bektaşilerin kaldığı bir ibadethaneymiş. Ama bilgilerden en sağlıklı olanı 18. yüzyılın başlarında Hoca Hüsamettin tarafından yapıldığı ve bir süre sonra sığınma evi olarak kullanıldığı. Bu yüzden; İstanbul Büyükşehir Belediyesi, restorasyonu bitirince buraya Hoca Hüsamettin Tekkesi adını vermiş.

 

Kaynaklarda anlatıldığı üzere, Doğu'daki ilk sığınma evi Osmanlı'ya ait değil. Yazar Fatma Aliye'nin Hanımlara Mahsus gazete'de 1895 yılında yayımladığı "Meşahir-i Nisvan-ı İslamiyyeden biri: Fatma binti Abbas" adlı makalesi bu konuda bilgi veriyor. Makalede, Fatma binti Abbas'ın 13. yüzyılda Ribatü'l-Bağdadiye tekkesinin şeyhi olduğu ve tekkede kocasından boşanmış, kocası tarafından kovulan, aciz kalan kadınların korunduğu bildiriliyor.

 

Peki, dergah restorasyon öncesinde nasıldı, şimdi nasıl? Mahalle sakinlerinin söylediğine göre, burada sadece tarihi mezarlıklar, cami minaresi bir de harabe bir ev varmış ve defineciler tarafından kazılara maruz kalmış. 1990'larda ise tekkenin bulunduğu bahçe, gecekondularla dolmuş. 2008'de başlayan ve 2010'da biten restorasyondan sonra ise mezarlara bakım yapılmış, bahçeye peyzaj düzenlemesi getirilmiş ve kaynaklarda geçtiği üzere tekke ve tekkeye bağlı mescit yeniden inşa edilmiş. Şimdi Büyükşehir Belediyesi tarafından özel davet ve toplantılar için kullanılıyor. Etrafı setlerle çevrili ve oldukça bakımlı. Bahçesinde çeşit çeşit ağaçlar ve Osmanlı'da kadınlar için kullanılan çiçekli kırık mezar taşlarının sergilendiği bir alan dahi var.

Zaman Cumaertesi, Haber: Sevim Şentürk, 20.08.2011

ALAHAN MANASTIR TURİZME KAZANDIRILACAK

 



Evliya Çelebi'nin "Ustasının elinden yeni çıkmış gibi duruyor" diye tanımladığı Mersin'in Mut İlçesi'ndeki Göksu Vadisi'ne hakim dik bir yamaçta bulunan Alahan Manastırı, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından başlanılacak restorasyon çalışmalarıyla hem inanç, hem de doğa turizmine kazandırılacak.


BM Bilim, Eğitim ve Kültür Teşkilatı'nın (UNESCO), "Dünya Mirası Geçici Listesi"nde yer alan Mersin'in Mut İlçesi'ndeki Alahan Manastırı, tarihi dokusuyla özellikle yabancı turistlerin ilgisini çekiyor.


İlçe merkezine yaklaşık 20 kilometre uzaklıkta bulunan ve MS 440-442'de inşaa edildiği tahmin edilen manastır, bugün yıkılmış durumdaki batı kilisesi, manastır, doğu kilisesi, kayalara oyulmuş keşiş odaları ve çevredeki mezarlardan oluşuyor. Kilise binaları Ayasofya Müzesi ile ortak mimari özellikleri taşırken, süslemesinde ustalıklı taş oymacılığı göze çarpıyor.


Alahan Manastırı'nın, İsa Peygamberin havarilerinden St. Paul ve yine Tarsus'ta yaşamış Hristiyan öncülerinden Barnabas'ın Anadolu'da Hristiyanlığı yaymak için yaptığı yolculuklar sırasında konakladıkları yerlerde yapılan mabetlerden biri olduğu belirtiliyor.






Mut Kaymakamı Mustafa Şahin, AA muhabirine açıklamada bulunurken, Alahan Manastırı'nın dünyanın önde gelen manastırları arasında yer aldığını söyledi.

 
Gerçekleştirilecek restorasyon çalışmasıyla manastırın, hem inanç hem de doğa turizmi açısından bölgenin bir cazibe merkezi haline gelmesini sağlayacağını belirten Şahin, "Kültürel özellikleri bakımından dünyada başka bir benzeri bulunmayan Alahan Manastırı, hem yapı kompleksiyle hem de motif işlemeleri yönünden ayakta kalabilen en iyi manastırlardan birisidir" dedi.


Manastır yakınına kafeterya, bekçi kulübesi, otopark ve tuvalet gibi tesislerin inşaa edilmesi için Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü ile Kültür ve Turizm Bakanlığı Yatırım İşletmeleri Genel Müdürlüğü'nden onay alındığını vurgulayan Şahin, bu yıl içerisinde çalışmalara başlanacağını kaydetti.


UNESCO'nun "Dünya Mirası Geçici Listesi"nde de yer alan manastırın özellikle yabancı turistlerden ilgi gördüğüne işaret eden Şahin, restorasyon çalışmasının tamamlanmasının ardından seyahat acenteleriyle iletişime geçerek tarihi yapının inanç turizmine kazandırılacağını sözlerine ekledi.





ALAHAN MANASTIRI-
Toros Dağları eteğinde yaklaşık bin 200 metre rakımda bulunan ve Göksu Vadisi'ne hakim tepeden bakan Alahan Manastırı'nın duvarlarında, St. Paul, St. Pierre resimlerinden başka; kükreyen aslan, kartal ve öküz sembolleri, İncil'de geçen olaylardan tasvirler, üzüm salkımları, asma yaprakları ve balık motifleri yer alıyor.






Özenli bir işçilikle kesme taşlardan inşa edilen ve değişik yerleri kabartma süsler ile dekore edilen Doğu Kilisesi, İstanbul'daki Ayasofya Kilisesi ile ortak özellikler taşıyor.


Yapıda törenlerin yapıldığı, üstü kapalı, dar ve uzun bir geçit, 11 metre uzunluğunda kemerli ve sütunlu bir galeri yer alıyor. Galeride vaftizhane, haç biçimli havuz ve kaya mezarlar bulunuyor.

Türkiye Gazetesi, Haber: Ahmet Güler, 20.08.2011

MÜZELERDE TEMİZLİK DÖNEMİ

 

 

Köklü geçmişiyle bugünlere kadar gelen müzelerin etrafındaki hiçbir şeyin tarihi dokusuna zarar vermemesi planlanıyor. Bu kapsamda müzelerin bahçesinde mevcut bulunan reklamlı banklar, teker teker kaldırılıyor. Müzelerdeki lavabo ve tuvaletlerin temiz olması için de harekete geçildi.

 

Müze bahçelerinde ziyaretçilerin oturması için konulan reklamlı banklar, müzelerin tarihi havasını bozduğu gerekçesiyle kaldırılıyor. Bunun yerine müzenin tarihi yapısına göre işlenmiş yeni oturaklar getiriliyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü (DÖSİMM), müzeleri baştan aşağıya daha modern bir yapıya dönüştürüyor. Bunun için önemli müzelerin gişe, mağaza satış noktası ve kafeteryaların işletmesini devreden DÖSİMM, şimdi de müzelerin lavabo ve oturak sorunlarına el attı. Müzelerin bahçelerinde yer alan ve özellikle de üzerlerinde banka reklamı olan oturakların buralardan çıkarılacağını aktaran DÖSİM Müdürü Murat Usta, böylece ortamın müze ruhuna daha da uygun olmasını sağlayacaklarını ifade ediyor. İlk uygulamayı Topkapı Sarayı'nda başlattıklarını açıklayan Usta, "Topkapı, çok önemli bir müze. Ancak buranın bahçesinde hiç de uygun olmayan banklar bulunuyordu. Biz de Topkapı'nın ruhuna uygun yeni oturaklar yaptırdık." şeklinde konuşuyor. Topkapı'nın ardından Ankara'daki Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nin bahçesinden de reklamlı bankların kaldırıldığını ifade eden Murat Usta, sırada diğer müzelerin olduğunu dile getiriyor.

 

DÖSİM Müdürü Murat Usta, gelecek sene için en büyük hedeflerinin müzelerde bulunan lavabo ve tuvaletleri yeniden düzenlemek olduğunu söylüyor. Usta, Topkapı ve diğer büyük müzelerde önlemlerin alınarak buradaki lavabo ve tuvaletlerin hijyen ve temizlik malzemeleri açısından eksiklerinin giderildiğini belirtiyor.

Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 20.08.2011

MOĞOLİSTAN'DA ÇOK ÖNEMLİ İKİ SATIRLIK METİN BULUNDU

 

     

 

Moğolistan'da Uygurların kağanlık dönemine ait mezarların, yani kurganların bulunduğu ileri sürüldü.


Günümüzde Karabalgasun denilen Uygur Kağanlığının başkenti Ordubalık şehrinin güneyindeki Dörnbelgin bölgesinde 2006 yılından beri sürdürülen kazı çalışmalarında söz konusu mezarlarda Orhun abidelerinde kullanılan Göktürk harfleriyle yazılmış bir yazıt bulundu. Türk Dil Kurumu (TDK) Başkanı Prof.Dr. Şükrü Haluk Akalın "bu iki satırlık metin, Türk dili tarihi açısından son derece önemli bir buluş" dedi.


Prof.Dr. Akalın A.A.'ya verdiği demeçte, "Söz konusu yazıtın okunması çalışması sürmektedir. Yazıtın okunmasıyla Türk dili tarihi açısından önemli bilgiler elde edileceğine inanıyoruz" diye konuştu.


Prof.Dr. Akalın o zamanki adıyla Ötüken bölgesi denilen bu bölgede bulunan anıt mezarlarda kağanların, prenslerin ve şehzadelerin gömülü olduğunun düşünüldüğünü ifade etti.

Prof.Dr. Akalın kurganların bulunmasıyla ilgili bilgiyi Moğolistan;ın başkenti Ulanbator;da düzenlenen ''Türk Kültürünün Gelişme Çağları: Başlangıç ve Yazıtlar Çağı" temalı uluslararası toplantıda Moğol uzman Ankbayar Batsuuri;nin verdiğini aktardı.


Moğol uzman Ankbayar Batsuuri kazı yerinde A.A muhabirine söz konusu kazı çalışmasının Moğolistan ile Çin arasında imzalanan kültür anlaşması çerçevesinde yürütüldüğünü ve civarda 30 kadar benzer mezar bulunduğunu açıkladı.






Ankbayar Batsuuri türbelerde bulunan tuğla, kaplama ve taş gibi malzemeler ile işçiliğin Karabalgasun;dakilerle birebir aynı olduğunu vurguladı. Moğol uzman 2007 yılında buldukları bir oka yapıştırılmış kemik üzerinde şahıs adı yazılı olduğunu ve iki satırlık metni ise bu yaz bulduklarını anlattı.


Dörbelgin;in "dörtlü" anlamına geldiğine işaret eden Prof.Dr. Akalın halkın bölgeye bu adı verirken dört kurganı kastettiğini söyledi.

Prof.Dr. Akalın, burada yapılan kazıların Türk kültürü açısından en önemli özelliğinin Türklerin göçebe diye nitelendirilmesine karşın yerleşik bir medeniyet olduğunu ortaya koyması olduğu görüşünü dile getirdi.


Karabalsagun, yani Ordubalık şehrinde yerleşik bir medeniyet ortaya koyulduğunu gördüklerini kaydeden Prof.Dr. Akalın, "burada Türklerin kağanlık dönemine ait kale duvarlarıyla, şehirleriyle ve bu şehirde yaşayan insanların ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri her türlü mekanla başlı başına bir uygarlık olarak, Türk uygarlığı olarak karşılarına çıktıklarını" söyledi.


Göçebe teriminin ancak bir yaşam tarzı olarak bir diyardan başka diyara gidip yaşayan topluluklar için kullanılabileceğini savunan Prof.Dr. Akalın, ''Burada Türk uygarlığının yerleşik bir medeniyet kurduğunu açıkça görebiliyoruz" dedi.


Zamanında eni 25, uzunluğu ise 45 kilometre olan Karabalgasun yerleşim alanının kalıntıları 2004 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirasları Listesi'ne dahil edildi ve koruma altına alındı.

"Moğolistan;da toprağı kazdığımızda Türk dilinin ve uygarlığının izleri ortaya çıkıyor" diyen Prof.Dr. Akalın, şu anda Moğolistan'da Türkçe ile yazılmış 150 civarında yazıt, anıt ortaya çıkarılmış bulunduğunu belirtti.


"Bizim de burada kazı yapmamız gerekiyor. Yeni kazı yapma imkanlarını araştıracağız" diyen Prof.Dr. Akalın, Türkiye;nin yakın geçmişte önemli kazı çalışması yürüttüğünü, hükümetin Karakurum'dan Orhon Yazıtları'na giden Bilge Kağan Yolunu yaptığını ve TİKA'nın bu konuda deneyimi olduğunu hatırlattı.


Prof.Dr. Akalın, ''Bu deneyimlerden yararlanacağız. Bütün bunlar kökleri tarihten gelen Türk ve Moğol kardeşliğinin geleceğini sağlamlaştıran önemli atılımlardır" diye konuştu.

Trkiye Gazetesi, Haber: Kamil Erdoğdu, 20.08.2011

BURGAZADA'DA BİR YILAN HİKAYESİ

 

 

Burgazada'daki Sait Faik Müzesi birkaç ay değil, iki yıldan fazla zamandır kapalı. Sebebi tadilat ama bir o kadar zamandır binada tadilat olduğuna dair herhangi bir işaret yok. Adalılar; gelen ziyaretçiye müzenin kapalı olduğunu, tadilatın neden görünmediğini, evin içinde dolaşıp duran teyzelerin kim olduğunu anlatmaktan yorgun.

 

Bir blog yazarı, 1 Ağustos 2011 tarihli yazısında pek güzel anlatmış derdini: "Ah Sait abi ah... Gülsem mi, ağlasam mı bilemedim... Buruk bir gülümseyişle yazıyorum bu satırları... Burgazada'daki evine gelip, seninle; senden kalan eşyalarınla, geride bıraktığın izlerinle buluşabilmeyi ne kadar çok istediğimi biliyorsun... Sonunda bir deli cesareti geldi bana Sait abi... Bir İstanbul bileti aldım kendime. Tek kişilik! Otobüsle... On saat... Cam kenarı kalmamış, koridor kenarına düştük... Olsun... Geldiğimin ertesi günü sabah erkenden kalktım... Güzel bir kahvaltı... Yüzümde kocaman bir gülümseme... Tramvayla doğru Kabataş'a... Oradan da vapurla Burgazada'ya... Sana! Ve... Evinin önüne vardım... Siyah demir parmaklıklı kapının önünde durdum... Durdum... Öylece kalakaldım... Tam kapının yanında asılı duran tabelada yazanları algılamaya çalıştım. "SAYIN ZİYARETÇİLERİMİZİN DİKKATİNE! Sait Faik Müzesi tadilat çalışmalarının uzaması nedeniyle Mayıs 2012'ye kadar ziyarete kapalıdır. Anlayışınız için teşekkür ederiz." Nasıl anlatılır ki bu duygu?.. Tam ısırmak üzereyken çocuğun elinden al bakalım çikolatasını... Ne yapar?"

 

İki yıldan fazla zamandır bu böyle ve nice edebiyatsever, nice Sait Faik dostu; elinden çikolatası alınmış çocuk gibi. Bin bir hevesle yola çıkıyor, Burgazadası Çayır Sokak 15 numaradaki evin hemen giriş kapısında müzenin tadilatının 2012 Mayıs'ına kadar süreceğini okuyor; açık olan bahçe kapısından içeri girip Sait Faik heykeline, tarihi köşkün kenarına köşesine, pencerelerden içeriye bakıyor, bir iki fotoğraf çekiyor ve boynunu büküp yokuş aşağı iniyor.

 

Köşkte herhangi bir tadilat görünmüyor. Ama bazen bahçede çamaşırlara, içeride birtakım kadınlara rastlanıyor. Onlar ziyaretçileri hemen paylıyor: "Bina tadilatta, başınıza kiremit düşecek, hadi bakiim, hadi..." Ahşap binada kiremit tehlikesi, olmayan bir tadilat meselesi, kendi haline oto çöpe terk edilmiş bir bahçe.

 

Burgazada muhtarı Mustafa Biçer'e başvuruyoruz. Bildiklerini ve duyduklarını anlatıyor: "2008 sonbaharından beri kapalı galiba. Çünkü ben 2009'da göreve başladım, müzeyi açık göremedim. Tadilat var, tehlike altında diyorlar. Yıkık dökük de değil, sonuçta ahşap bina. Ne yapacaklar ki? Darüşşafaka Cemiyeti'ne bir dilekçe yazdım geçtiğimiz aylarda. Ne zaman bitecek bu tadilat diye... İzinler uzadı, 2012 Mayıs dediler. Bakalım. Acaba paraları mı yok, bilmiyorum ki... Yalnız bu müze, adamız için çok önemli. Görseniz, kapalı dediğimizde nasıl yıkılıyor insanlar."

 

Anlatılanlara göre fi tarihinde Adalar Belediyesi'nden, "restorasyon projesi için sponsor olan iki kurum maalesef aralarındaki sorunu çözemedikleri için hala bekletiliyor" şeklinde bir açıklama yapılmış. Olayın tek yetkilisi Darüşşafaka Cemiyeti'nin 21 Haziran 2010 tarihli ve 'Sait Faik Abasıyanık Müzesi Restorasyon Çalışmaları' başlıklı açıklamasında müzenin kuruluşu, tarihçesi ve içindeki eşyanın dökümü anlatıldıktan sonra özetle şöyle deniliyor: "Uzun yıllar boyunca pek çok ziyaretçiyi ağırlayan bu müze evde Ocak 2010 tarihinden itibaren restorasyon çalışmaları başlamıştır. Sait Faik Abasıyanık Müzesi 2011 yılında uluslararası müze standartlarına uygun, çağdaş ve pek çok etkinliğe ev sahipliği yapacak biçimde yeniden ziyarete açılacaktır."

 

Cemiyet, ısrarlı sorular üzerine 12 Kasım 2010'da müzenin 2009 yılından beri kapalı olduğunu, içerideki tüm eşyaların Haziran 2010'da Maslak Kampüsü'ne taşındığını ve Mayıs 2011'de tekrar ziyarete açılacağını bildirmişti. Şimdi verilen tüm tarihler geçti. Darüşşafaka Cemiyeti Yönetim Kurulu Başkanı Zekeriya Yıldırım'a soruyoruz: "Sait Faik Müzesi'nin giriş kapısında tadilatın 2012 Mayıs ayına kadar süreceği, o yüzden kapalı olduğu yazıyor. Fakat hiçbir tadilat söz konusu değil. Muhtarla konuştuk, o da hiçbir tadilata şahit olmadığını söyledi. Durum nedir? Tadilat olacak mı gerçekten? Ne zaman başlayıp ne zaman bitecek? Tam olarak neler yapılacak?" Cevap: "Orası eski eser ve aynı zamanda deprem bölgesinde. Bu yüzden yapılacak işler çeşitlendi. Anıtlar Kurulu'na sunduk. Onay bekliyoruz. Yenilenme diye yola çıktık ama binanın güçlenme ihtiyacı da var. Her şeyin 2012 Mayıs'ına kadar yetişeceğini umuyoruz. Hesapları yapıldı. Müzenin içi için de yeni konseptler araştırıyoruz."

Zaman, Haber: Jülide Karahan, 20.08.2011

AYASOFYA VE SULTANAHMET ARASINDA KİLİMLİ PİKNİK

 

Ramazan gelince Sultanahmet Meydanı dolup taşıyor. Eline yemek kaplarını alan, bölgede iftar yapmak üzere kendisini bir ağaç altına atıyor. Bu yıl, Fatih Belediyesi iftar için özel bir alan yaratmış. Tahta masalar yerleştirmiş. Derli toplu, küçük dükkanlardan oluşan rengarenk bir alışveriş sokağı yapmış. Ancak, ne yazık ki tüm bu düzenlemelere rağmen, yine de Ayasofya’nın önündeki yeşil alan, kilimli, dev pet şişeli, tencereli gruplar tarafından işgal ediliyor. Sultanahmet Camii’ni, Topkapı Sarayı’nı ve Ayasofya’yı gezmek için gelen turistlere aldırış edilmeden, yerlerde iftar yapılıyor, artıklar, çöpler çimler üzerine bırakılıyor. Parktaki yeşil çimlerin büyük bir bölümü kurumuş, sararmış ve tarihi mirasımızın en değerli alanlarından birisi Belgrad Ormanı’na benzemiş kimsenin umurunda değil.


Kültür ve Turizm Bakanımız Ertuğrul Günay’ı, Ramazan bitmeden önce, bir gece Sultanahmet’te dolaşmaya ve durumun vehametini bizzat görmeye davet ediyorum.

Milliyet, Yazı: Fatoş Karahasan, 20.08.2011

SERADAN ÇIKAN ROMA VİLLASI ARKEOLOGLARI HEYECANLANDIRDI

 

 

Zonguldak’ın Çaycuma İlçesi'ne bağlı Kadıoğlu Köyü'nde, sebze ekeceği serasını güçlendirmek için kazı yaptığı sırada mozaikler bulan kişinin bahçesindeki geç Roma dönemine ait villa ve mozaikler gün ışığına çıkıyor.

 

Kadıoğlu Köyü'nde yaşayan Nizamettin Oral’ın (66), evinin bahçesindeki serasını güçlendirmek için yaptığı kazı sırasında üzüm salkımlarının arasında, oturan kadın ile elinde hançerle onu öldürmek isteyen bir erkek figürünün yer aldığı tarihi mozaik bulmasının ardından bahçede Ereğli İlçe Müze Müdürlüğünce sürdürülen kazılar arkeologları heyecanlandırıyor.

 

MS 3-4. yüzyıla ait olduğu tahmin edilen villanın ortaya çıkarılan bazı odalarındaki taban mozaikleri, yansıttığı figürlerle Gaziantep’teki “Zeugma mozaikleri kadar güzel” olarak nitelendiriliyor.

 

Oral’ın tesadüf eseri bulduğu mozaiklerle başlayan kazılarda, önemli bir tarihi mirasın izlerinin gün ışığına çıkarılarak bölge turizmine de katkı sağlanması amaçlanıyor.

 

Kazı sezonunda 13 işçiyle gerçekleştirilen çalışmalarda, daha önce bir kısmı bulunan taban mozaiklerinin tamamının ortaya çıkarılmasıyla gelecek yıl villanın diğer bölümlerine de ulaşılması bekleniyor.

 

Arkeologlar tarihi eserleri bulmanın mutluluğunu yaşarken, arazinin sahibi ise tarlasını ekememekten dert yanıyor.

 

Ereğli Müze Müdürü Ahmet Mercan, yaptığı açıklamada, bu sezon tamamladıkları kazıların gelecek yıl devam edeceğini söyledi.

 

Köyde zengin bir tarihi mirasın izlerine rastlandığını anlatan Mercan, şöyle konuştu:

“Kazılarda asma bahçesi içerisinde Trakya kralının bir delilik anında şarap tanrısını hançerleme sahnesinin yer aldığı villanın taban mozaiği 2008′de bulundu. Geometrik desenli mozaikler ortaya çıkarıldı.

 

Geçen yıl bulunan ve bereket sembolü maskın boynuzları arasında domuz figürleri, yan bordürlerde aslan ve leoparın kavgası, aslanın geyiği avlaması ve su perisi gibi sahnelerin yer aldığı mozaiklerle ilgili çalışmaları bu sezon tamamladık. Şu anda kazı alanının üzerini kapattık. Gelecek yıl çalışmalara devam etmeyi düşünüyoruz. ”

 

Sebze ihtiyacını karşılamak için ektiği tarlasında kazı yapılan Nizamettin Oral da mozaiklere kimsenin zarar vermemesi için evinden ayrılmadığını, geceleri de temkinli davrandığını söyledi.

 

Tarlasındaki serası ve diğer bölümlerinde tarımla uğraştığını dile getiren Oral, şunları kaydetti:

“Kazılar 2 dönümü aşkın arazimin tamamında yapılıyor. Doğal olarak ben de bahçemden hiçbir şekilde faydalanamıyorum. Bizler köyde yaşıyoruz ve tarım yapmak en önemli işimiz. Evimin sebze ihtiyacını geçmişte tarlamdan karşılıyordum. Artık herhangi bir şey ekmem mümkün değil. Bir dönem arazimin kamulaştırılması gündeme geldi. Ancak şu ana kadar herhangi gelişme yok. Buradan faydalanamayacaksam kamulaştırılması daha yararlı olacaktır. ”

haberler.com, 19.08.2011

GÜNAY, LETOON'DAKİ KAZI ÇALIŞMALARINI BEĞENDİ

 

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Muğla'nın Fethiye İlçesi'ne bağlı Kumluova beldesi sınırları içinde bulunan ve UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'ne alınan Letoon antik kenti'ni inceledi. Günay, "Kazılar bu yaz ivme kazandı. Son bir buçuk aydır yapılan çalışmalarda bile gözle görülür bir fark yaratılmış" dedi.

Antalya'daki ziyaretlerinin ardından Fethiye Kumluova'ya geçen Bakan Günay, Belediye Başkanı Alim Karaca ve Letoon Kazı Başkanı Doç.Dr. Sema Atik Korkmaz ile birlikte Letoon Tapınağı'nı gezdi. Yürüyüş botları, şortu, kirli sakalı ve boynundaki yarabandı ile dikkat çeken Günay, çalışmalar hakkında bilgi aldı. Kazı çalışmalarını yürüten arkeologları 'yaşadığı toprakları derinlemesine seven insanlar' olarak tanımlayan Günay, "Arkeolojik çalışmalarımız son yıllarda hızlandı ve birbirinden güzel buluntular çıkıyor. Letoon'da yaklaşık yarım yüzyıldır Fransız Arkeolojisi Enstitüsü'nün çalışmaları vardı. Birkaç kez geldim, çalışmalar ilerlememişti. Biz de Fransız Arkeoloji Enstitüsü'nü uyardık ama beklediğimiz sonuçları alamadık. Artık burda Başkent Üniversitesi'nden arkadaşlarımız çalışıyor. Kazılar bu yaz ivme kazandı. Biz de elimizden geldiği kadar destek vermeye çalışacağız. Son bir buçuk aydır yapılan çalışmalarda bile gözle görülür bir fark yaratılmış" dedi. Kazı Başkanı Sema Atik Korkmaz ise, çalışmaların 15 Eylül'e kadar devam edeceğini söyledi.

Yeni Asır, Haber: Erdoğan Kambuş, 19.08.2011

"TARİHİ SELÇUKLU MEYDAN MEZARLIĞI'NDA BU SENE ÖNEMLİ ÇALIŞMA BAŞLATTIK"

 

 

Bitlis Valisi Nurettin Yılmaz, AKP milletvekilleri Vedat Demiröz ve Vahit Kiler, Ahlat'ta devam eden kazı çalışmalarını inceledi. Eski Ahlat Şehri Kazı Alanı'nda devam eden Selçuklu Meydan Mezarlığı'nda yürütülen çalışmalar hakkında, kazı ekibi başkanı Prof.Dr. Recai Karahan'dan bilgi alan Yılmaz, yaptıkları başarılı ve titiz çalışmadan dolayı Karahan'a teşekkür etti.

Vali Yılmaz, gazetecilere yaptığı açıklamada, mezarlıkla ilgili bu sene önemli bir çalışma başlattıklarını, mezarlığın çevre düzenleme işi için müteahhit firmaya yer teslimi yaptıklarını söyledi. Müteahhit firmanın, kamulaştırılan eski binaların yıkımına başlayacağını belirten Yılmaz, şöyle konuştu:

''Kısa sürede çevre ihata duvarı, çevre düzenleme işleri, yürüyüş yolları yapılacak. Ayrıca, kuruyan otlar nedeniyle mezarlıkta sık sık yangın çıkıyordu. Mezarlığa yangınları engelleyecek bir sistem kurulacak. Öte yandan, mezarlık alanında vatandaşın daha rahat görüntü ve fotoğraf çekmesini sağlamak için teraslar yapılacak. Alanda otopark ve peyzaj düzenlemesi gerçekleştirilecek. En önemlisi artık isteyen istediği yerden mezarlığa girip çıkamayacak. Yani güvenliği de sağlamış olacağız.''

Alanda müze ve karşılama merkezi inşaatının başladığını dile getiren Yılmaz, bu inşaatların yaklaşık 1.5 yıl içinde bitirileceğini, müteahhit firmanın hızlı bir çalışma sürdürdüğünü, kısa sürede bu inşaatların tamamlanacağını ifade etti.

Vali Yılmaz, ilçedeki müzede yeterince eser sergilenemediğini belirterek, ''Artık bir müze merkezimiz, sosyal tesisimiz, satış yerlerimiz olacak. Bir takım ihtiyaçların giderilebileceği mekanlarımız olacak. Müzeyi ziyarete gelenler, oradan mezarlığa girip buradaki diğer proje çerçevesinde yapılacak yürüyüş yollarından geçmek suretiyle, mezarlık ziyaretini tamamlamış olacak'' dedi.

Mezarlıkta devam eden kazı çalışmalarına da değinen Yılmaz, kazı işinin ilçe için büyük önem taşınığını vurguladı. Yılmaz, Ahlatlıların her sene bu kazıyı merak ettiklerine dikkati çekerek, şunları söyledi:

''Şimdi Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi bu işi üstlendi. Prof.Dr. Recai Karahan, ekibiyle burada kazıya başladı. Kazıyla birlikte, taşların temizliği de yapılıyor. Kendisi bir takım projeler hazırlayacak. Onları maddi olarak ortaya çıkardıktan sonra, ödenekle ilgili girişimlerde bulunacağız. Öyle zannediyorum ki ödenek konusunda sıkıntı çekmeyeceğiz. Bütün bu yapılan işler çerçevesinde, en ufak bir ödenek sıkıntımız yok. Hukuki bir sıkıntımız yok. Çalışmalar hızla ilerliyor. Yani Ahlat Mezarlığı şanına uygun, gelenlere övünerek ziyaret ettirebileceğimiz, güzel bir mekan haline gelecek. Tabii bunda Sayın Cumhurbaşkanımızın, burayla ilgili tasarrufu büyük rol oynadı. Burayı himayelerine almaları, işleri biraz daha hızlandırdı ve kolaylaştırdı. Kültür ve Turizm Bakanlığımız burada önemli destekte bulunuyor. Milletvekillerimiz de burayı destekliyor. İnşallah Ahlat, açık müze görünümüne kavuşacak.''

Yapı, Fotoğraf Oktay Bayar/AA, 19.08.2011

TOPRAK ALTINDAKİ HAZİNEMİZ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

 

 

Deniz, güneş ve kumun yanı sıra binlerce yıllık tarihi kentleriyle turistlerin büyük ilgisini çeken Antalya’da 135 ören yerinden 16′sında kazı yapılıyor, 10 yerde de yüzey araştırmaları sürdürülüyor.

 

Antalya’da bu yıl 14 antik kentte Türk, 2 antik kentte yabancı bilim adamlarının başkanlığında Bakanlar Kurulu kararıyla kazılara devam edilirken 8 yerde Türk, 2 yerde yabancı bilim adamları yüzey araştırması yapıyor.

 

Antalya’nın Demre İlçesi'nde, klasik dönemin en büyük Likya kenti Myra ve limanı Andriake Limanı’nda yıllar sonra kazı çalışması başladı. Kazı çalışmaları Akdeniz Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nevzat Çevik başkanlığında devam ediyor.

 

Tiyatroları, stadyumları, hamamları, su sarnıçları, kaya mezarları ve lahitleriyle dev bir açık hava müzesi olan Finike İlçesi'ndeki Arykanda antik kentindeki kazılar ise 1971′den bu yana devam ediyor. Finike kara yolunun 30. kilometresinde, Arif Köyüne yakın bir ören yeri olan Arykanda kazısı başkanı Prof.Dr. Vahit Macit Tekinalp. Antik kentte şu ana kadar 6-7 tapınak bulundu.

 

Elmalı Ovası’nın tek kazısı olması nedeniyle önem taşıyan Hacımusalar Höyüğü kazıları, 1994′ten bu yana Bilkent Üniversitesi'nden Doç.Dr. İlknur Özgen başkanlığında devam ediyor.

 

Prof.Dr. Kılıç Kökten tarafından 1946′dan 1973′e kadar çeşitli aralıklarla sürdürülen Karain Mağarası kazılarında mağaranın Paleolitik (Yontmataş Çağı), Neolitik, Kalkolitik ve İlk Tunç Çağı’nda sürekli iskan gördüğü anlaşıldı. Karain Mağarası tapınma ve odak yeri olarak kullanıldı.

Yontmataş Çağı yerleşimi ve kalıntılarıyla Anadolu ve dünyanın en önemli merkezi olan Karain’de dört zaman periyodunda bitki örtüsü, hayvan topluluğu görüldü. Karain çevresinde su aygırı, gergedan, fil gibi hayvanlara ait kalıntılar bulundu. Karain’deki çalışmalar, 1985′ten bu yana Ankara Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Işın Yalçınkaya başkanlığında yürütülüyor. 500 bin yıldır insan yaşamında yer alan Karain’deki eserler, Antalya Müzesi’nde ve Karain’de sergileniyor.

 

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Haluk Abbasoğlu tarafından yürütülen Perge kazıları ise klasik arkeoloji alanında Türkiye’nin yaptığı en uzun ve sürekli kazı özeliğini taşıyor. Abbasoğlu, kentin tarihinin, son çalışmalar ışığında MÖ 4200′e kadar uzandığının ortaya çıktığını vurgulayarak, Hellenistik ve Roma dönemlerinin Perge’nin en parlak dönemleri olduğunu, kentin mezarlığının son yıllarda ortaya çıktığını söyledi.

 

Demre İlçesi'ndeki Noel Baba Müzesi kazıları ise Hacettepe Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Yıldız Ötüken başkanlığında oluşturulan ekip tarafından sürdürülüyor.

 

Antalya’nın Kaş İlçesi'ne bağlı Kınık beldesi yakınlarındaki Xanthos Antik Kenti’nde de bu yılki kazı çalışmaları başladı. 1950′den bu yana Fransa’nın Bordeaux Üniversitesi ve Fransız Yüksek Arkeoloji Akademisi tarafından yürütülen kazı çalışmalarına Prof.Dr. Burhan Varkıvanç başkanlık ediyor.

 

Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Havva İşkan Işık başkanlığında sürdürülen Antalya’nın Kaş İlçesi'ne bağlı Patara Antik Kenti’nde bu yılki kazılara başlandı.

Dünyanın ilk demokratik parlamento binasının bulunduğu Patara’da kazı ve restorasyon çalışmaları sürüyor.

 

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Prof.Dr. Refik Duru başkanlığındaki Bademağacı Höyüğü kazısı ise geçen yıl sonlandırıldı.

 

Antalya’nın Kumluca İlçesi'nin 2,5 kilometre kuzeyinde tepe üzerinde ve eteklerinde kurulu Rhodiapolis kentindeki kazılar ise 2006′da Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Nevzat Çevik başkanlığındaki ekip tarafından başlatıldı. Kazı başkanlığını daha sonra aynı bölümden Doç.Dr. İsa Kızgut üstlendi. Şehirde tiyatro, hamam, Opramoas anıtı, kilise, nekropoller ve çok sayıda su sarnıcı bulunuyor.

 

Döşemealtı İlçesi Suluin Mağarası’ndaki kazılara Prof.Dr. Harun Taşkarın, Kumluca’daki kazılara Olympos Antik Kenti’nde Prof.Dr. Yelda Olcay Uçkan, Side antik kentindeki kazılara ise Doç.Dr. Hüseyin Sabri Alanyalı başkanlık ediyor.

 

Gazipaşa İlçesi'ndeki Antiocheia Ad Cragum Antik Kenti kazısı, Nebraska Üniversitesi Tarih Bölümünden Prof.Dr. Michael Hoff, Finike İlçesi Limyra ören yeri kazısı ise Avusturya Arkeoloji Enstitüsünden Dr. Martin Seyer başkanlığında sürdürülüyor.

 

-YÜZEY ARAŞTIRMALARI-

Antalya’da 2011 yılının Bakanlar Kurulu kararı ile Türk ve yabancı bilimadamları tarafından yapılan yüzey araştırmaları ve araştırmayı yürüten bilimadamları ise şunlar:

 

Beydağları yüzey araştırmaları-Yrd. Doç.Dr. İsa Kızgut, Serik İlçesi Silyon antik kenti ve çevresi-Doç.Dr. Elif Özer, Antalya ili ve ilçeleri yüzey araştırmaları-Prof.Dr. Sencer Şahin, Aspendos antik kenti-Doç.Dr. Veli Köse, Antalya ili ve ilçe sahilleri su altı araştırmaları ve Kaş İlçesi Patara antik kenti Limanı’nda su altı araştırmaları-Yrd. Doç.Dr. Harun Özdaş, Elmalı, Korkuteli, Kemer, Kumluca ve Finike ilçeleri epifraf tarihi (coğrafya konusunda) Prof.Dr. Bülent İplikçioğlu, Antalya ili ve ilçeleri arkeoloji yüzey araştırması Dr. Mehmet Özsait başkanlığında yapılıyor. Ayrıca, Serik İlçesi Pednelissos antik kenti’nde Dr. Lutgarde Vandeput, Gazipaşa İlçesi'nde ise Prof.Dr. Nicholas K. Rauf’un başkanlığında yüzey araştırmalarını sürdürülüyor.

 

Ören yeri kazıları için Kültür ve Bakanlığınca bu yıl 1 milyon 910 bin lira ödenek verildi. Ödenekler, işçi, yiyecek içecek ve diğer masraflar için kullanılıyor.

Star, 19.08.2011



14 - 20 Ağustos 2011

ALIŞVERİŞ MERKEZİ AĞA CAMİİ'Nİ ÇATLATTI

 

 

'nün yaptırdığı tespitlerde, 'nin İstiklal Caddesi'ndeki Demirören Alışveriş Merkezi'nin çok derine kazılan temeli nedeniyle tarihi caminin zarar gördüğü belirlendi. Mayıs 2010'da Koruma Kurulu tarafından yapılan incelemede caminin bahçe ve duvar kısmında yarılmalar belirlendi. Ocak 2011'de yapılan tespitlerde de caminin avlu, çatı ve duvarlarında derin çatlaklar oluştuğu ortaya çıkınca suç duyurusunda bulunuldu.

Tarihi caminin can güvenliğini tehdit edecek kadar hasar gördüğünün belirlenmesi üzerine, Koruma Kurulu'nun 08 Haziran 2011 tarihli kararıyla, "Can ve mal güvenliğinin sağlanması için caminin kullanımına devam edilmesinin sakıncalı olabileceği" bildirildi. Uyarıları dikkate alan İlçe Müftülüğü de caminin yanına üstü kapalı yeni bir ibadet alanı yaptırdı. Camide yarılmaların olduğu alanlara ise iskeleler kuruldu. Vatandaşlar demir iskelelerin altında ibadet etmeyi sürdürürken Kültür Bakanlığı ve Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün girişimleriyle restorasyon çalışmaları için proje hazırlıklarına da başlandı. Ayrıca Demirören Şirketler Grubu da tüm restorasyon masraflarını üstlenmeyi kabul etti.

Kültür ve Turizm Bakanı , camideki tahribatı yerinde inceledi ve restorasyon işlemlerinin hızlandırılarak bir an önce sonuçlandırılmasını istedi. Buna göre, bu ay sonuna kadar proje tamamlanarak nihai onay için Koruma Kurulu'na sunulacak. Koruma Kurulu'nun onayının ardından tarihi caminin restorasyon ve onarım çalışmaları başlayacak.

Marksist-Leninist bir dünya görüşüne sahip olan ve yaşamı boyunca sosyalist hareketin içinde yer alan Nazım Hikmet, şairliğinin pek az bilinen ilk döneminde, 'Ağa Camii'yi şu dizelerle anlatmış.

'AĞA CAMİİ'
Havsalam almıyordu bu hazin hali önce Ah, ey zavallı cami, seni böyle görünce Dertli bir çocuk gibi imanıma bağlandım; Allahımın ismini daha çok candan andım. Ne kadar yabancısın böyle sokaklarda sen! Böyle sokaklarda ki, anası can verirken, Işıklı kahvelerde kendi öz evladı var (...)
Nazım HİKMET-1921

Sabah, Haber: Zeymel Yaman, 19.08.2011

TABLO CANAVARI BU KEZ MATISSE'E SALDIRDI

 

Geçtiğimiz Nisan ayında Paul Gaugin’in ‘Tahitili Kadınlar’ adlı tablosuna saldıran Susan Burns, aynı eylemi bu kez Henri Matisse’in tablosu üzerinde gerçekleştirdi. 53 yaşındaki kadın, Washington’daki National Gallery müzesine girdi ve Fransız ressam Matisse’in ‘Kuş Tüylü Şapka’ adlı eserine saldırdı. 5 Ağustos’ta gerçekleştiği öğrenilen olay sırasında, Matisse’in 1919 tarihli tablosunu alıp duvara çarpmaya başlayan Burns’e güvenlik güçleri hemen müdahale etti ve sanat vandalı tutuklandı. Burns, 80 milyon dolar değerindeki ‘Tahitili Kadınlar’ tablosuna saldırı düzenledikten sonra tutuklanmış ancak daha sonra, müze ve sergilerden uzak durması kaydıyla serbest bırakılmıştı. Gaugin’in eserine ‘çıplaklık ve eşcinsellik vurgusu’ nedeniyle saldırdığını söyleyen Burns, daha sonra yaptığı açıklamada “Ben CIA ajanıyım” demişti.

Hürriyet, 19.08.2011

TARİH, KİRACIYA PEŞKEŞ ÇEKİLİYOR

 

İzmir’de, bir çok tarihi yapı ve ev, amaç dışı kullanım nedeniyle yok olup gidiyor. Bu tablonun en yoğun olduğu yerlerin başında, Basmane, Tilkilik, Mezarlıkbaşı semtleri geliyor. 18 ve 19’uncu yüzyıla ait bu ev ve yapıların ayakta kalan bir bölümü ise mülk sahipleri tarafından işyeri olarak kiraya veriliyor.

Bu evlerin büyük bölümü ruhsatsız atölye, otel, boş olanlar da depo olarak kullanılıyor. Çıkan yangınlarda, bunların birkaç tanesi kül oluyor, geriye ise enkaz kalıyor.

Milliyet, Haber: Mustafa Oğuz, 19.08.2011

ALLİANOİ ÖLDÜKTEN SONRA DAVASI GÖRÜLECEK

 

 

Bergama’da çevrecilerin bütün çabalarına rağmen Yortanlı Barajı’nın suları altında kalmaktan kurtarılamayan 2 bin yıllık Allianoi antik kenti’nin siltli kumla örtülmesi yönündeki İzmir 2 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun kararına karşı açılmış olan davanın duruşması, antik kent sular altında kaldıktan 7 ay sonra, İzmir 4’üncü İdare Mahkemesi’nde, önümüzdeki 30 Eylül’de görülecek.





Yortanlı Barajı’nın göl havzası içerisinde kalan Allianoi antik kenti’nin sular altında kalmasını önlemek amacıyla 2005 yılından bu yana, aralarında baraj aksının değiştirilmesi, antik kentin kumla kaplanması kararının iptal edilmesi, antik kentin çevresinin duvarla kaplanmasının önüne geçilmesi amacıyla davalar açıldı. Bu konuda 7’si doğrudan idari dava, 3’ü ise Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Yüksek Kurulu tarafından alınan ilke kararlarının iptal edilmesine yönelik olmak üzere toplam 10 dava açıldı. Açılan davalardan dördünde mahkemeler Allianoi’nin baraj suları altında kalmaması için iptal kararı verdi. Yortanlı Barajı’nda su tutulmasının iptali için açılan bir dava, baraj aksının değiştirilmesi için DSİ’ye yapılan başvurunun reddi üzerine açılan dava ile Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’nun son olarak aldığı 765 sayılı ilke kararının iptali için açılan davalar ise henüz yargının çeşitli aşamalarında sürüyor.

Açılan davaların büyük bölümü kazanıldığını belirten Avukat Arif Ali Cangı, şöyle dedi:
"30 Eylül 2011 günü görülecek dava, İzmir 2 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 28 Mayıs 2010 tarihinde Allianoi’nin siltli kumla kaplanmasını sağlayan kararının iptali içindi. Mahkeme bilirkişi tayin etti. Bilirkişi 2’ye 1 oyla kumla kapatmanın koruma olmadığı yönünde rapor vermiş olmasına rağmen İzmir 4’üncü İdare Mahkemesi oy çokluğu ile yürütmenin durdurulması istemini reddetti."





Yaklaşık 7 aydan bu yana baraj suları altında bulunan Allianoi için 30 Eylül günü yapılacak duruşmada mahkemenin davayı kabul edip etmeme kararı vereceğini belirten Cangı, şöyle konuştu:

"Mahkemenin davayı kabul etmesi durumunda Allianoi’yi kumla kapatanlar tarihsel bir utanç içerisinde olacaklar, çünkü artık bunun dönüşü yok. Sonuçta dava artık Allianoi’nin tarihinin yazılması davasına dönüştü. Suyun altında bırakılması aslında günümüzde halen insanlığın ortak kültürel mirasını koruma kültürünün oluşmadığını gösteren bir durum. Yöneticilerde bu bilinç hala yok. Bu da bizim daha fazla çalışmamız gerektiğini gösteriyor. İnsanlık tarihi çok eski, Allianoi’nin tarihi 2 bin yıllık, bizim ömrümüz bu sürelere bakıldığında çok kısa bir dönemi kapsıyor, ancak bu kısacık dönemde insanlık mirasını korumak için elimizden geleni yapmamız gerekiyor."

 

  

Radikal, Haber: Turan Gültekin, 18.08.2011

O MEZARIN SIRRI ÇÖZÜLDÜ

 

 

Çanakkale Gelibolu Yarımadası’nda, Kilitbahir Köyü yakınlarındaki, 18 Mart 1915’teki Deniz Zaferi kahramanlarının yattığı Mecidiye Şehitliği’ne bitişik mezarda, Osmanlı’nın ünlü matematikçi ve mühendisi Feyzullah Efendi’nin yattığı ortaya çıktı. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Tarih Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Burhan Sayılır, Çanakkale Boğazı ıslahında görevli Feyzullah Efendi’nin görevindeki başarısızlığı ve ihmalkarlığı üzerine 1808 yılında İngiliz Donanması’nın boğazı geçip İstanbul’a gitmesine neden olduğunu, bu gerekçeyle de dönemin padişahı Sultan 3. Selim’in emriyle idam edildiğini söyledi.

Yrd. Doç.Dr. Burhan Sayılır, 18 Mart 1915’te şehit olan askerlerin yattığı Mecidiye Şehitliği’ne bitişik olan ve mezar taşında Osmanlıca kitabe bulunan mezarın yaklaşık bir yıl boyunca izini sürdü. Mezar taşıyla ilgili bilgi ve belgelerin az olması nedeniyle araştırmasını yaparken zorlandığını dile getiren Yrd. Doç.Dr. Sayılır, kısa süre önce çalışmasını tamamladı.

Mezarın, Çanakkale Boğazı ıslahı için görevlendirilen ve zamanın ünlü mühendis ve matematikçisi Feyzullah Efendi’ye ait olduğunu belirledi. Boğazın kontrolü için topların yerleştirilmesinde ihmali olduğu ileri sürülen Feyzullah Efendi’nin 1 Şubat 1808’de karşı konulamayan İngiliz Donanması’nın boğazı geçip İstanbul’a gelmesine neden olduğu gerekçesiyle Sultan 3. Selim’in emriyle idam edildiğini belirten Yrd. Doç.Dr. Sayılır, "Şehitliğe bitişik mezarda yatan Feyzullah Efendi, bir dönem boğazı geçen İngiliz Donanması’na engel olmadığı için idam edilmiş. Mezarının bitişiğindeki şehitlikte yatan kahramanlar ise 18 Mart 1915’te Çanakkale’yi geçilmez kılan dedelerimiz" dedi.

Şehitlik bölgesinde Feyzullah Efendi’nin mezarına ilişkin açıklayıcı bir bilginin yer almaması ve ziyaretçilerin, mezar hakkında değişik söylentiler çıkartması üzerine mezarı araştırdığını dile getiren Yrd. Doç.Dr. Sayılır, "Mezar taşında Osmanlıca kitabe bulunuyor ve Türkçe bir açıklama yer almıyor. Ziyarete gelenlerin farklı söyletiler çıkartması üzerine yaptığım araştırmayı tamamladım ve önemli bulgular elde ettim" dedi. Ünlü matematikçinin yazdığı eserin İstanbul’da bulunduğu belirten Yrd. Doç.Dr. Sayılır, "Feyzullah Efendi’ye ait, denizcilerin, bulundukları yerin mevkiini anlayabilmeleri için güneşle ufuk düzlemi arasındaki açısal mesafeyi ölçen optik seyir cihazı olan ve John Handley tarafından yapılan ilk 45 derecelik oktantla modern sekstanttan yararlanarak havada yükseklik ölçümünün logaritma ile hesaplanmasını konu alan ’Muhazarat-ı Feyziye’ adındaki önemli bilgileri içeren bir yazma eser bulunuyor. Feyzullah Efendi’nin, 1804 yılında kaleme aldığı bu eserin birer kopyasının İstanbul Eyüp’teki Hüsrev Paşa Kütüphanesi ile Yıldız Sarayı Kütüphanesi’nde olduğunu belirledik. Kitabın ilk sayfasında Feyzullah Efendi’nin, renkli portre resmi mevcut olup, kitabın sonunda ise Osmanlı’da görevli İngiliz bir mühendisin Antuan Jojsheru’nun, eserin önemiyle ilgili yazmış olduğu bir övgü dolu yazısı vardır" diye konuştu.

ÇOMÜ öğretim görevlisi Yrd. Doç.Dr. Sayılır, Osmanlı’nın ünlü matematikçisi ve mühendisi Feyzullan Efendi’nin, idamından sonra gömüldüğü Kilitbahir Kalesi yakınlarındaki mezarının, 1980 yılında buradan alınıp, uğruna can verdiği Çanakkale Boğazı’nı en net gören, Işıldak Mevkii yakınındaki bölgeye, Mecidiye Şehitliği yakınına taşındığını kaydetti. Yrd. Doç.Dr. Sayılır, "Feyzullah Efendi, Peksimetçibaşı Ahmet Ağa’nın oğludur. Gençlik yıllarında görev yaptığı Muhasebe Kalemi Katipleri içerisinde güzel yüzlü Feyzi olarak bilinirdi. Önceki Defterdar Hasan Efendi’nin kardeşi Ahmet Efendi’nin himayesinde yetişmiş ve onun ölümünden sonra eğitimine devam edip önce Zimmet Halifesi ve Baş Muhasebe Kisedarı yani Vekilharçı daha sonra Ziya Paşa’nın Mısır’a gidişinde ordu Defterdarı ve orduyla Mısır’dan dönüşünden kısa süre sonra da İrad-ı Cedid Deftardarı oldu. Edirne Vakası üzerine diğer birçok devlet adamı gibi kendisi de azledildi. Feyzullah Efendi kendinden emin bir duruş ve tavra sahipti. Başını vakur bir şekilde yukarı kaldırarak gezme alışkanlığı vardı" dedi. Yrd. Doç.Dr. Sayılır sözlerine şöyle devam etti:

"O dönem, Yeniçeriler Nizam-ı Cedid fikrini savunanlara karşı öfke ve kin besliyorlardı. Ancak Feyzullah Efendi’nin kibirli tavrı kendisine yönelik nefretin bir derece daha artmasına neden olmuştu. Aslında düşük derecede bir katipken kısa sürede birden bire parlayıp İrad-ı Cedid Deftarlığı gibi bir göreve tayin edilerek yüksek kademeli devlet ricali arasına girmesi, birçok kıdemli devlet adamı arasında Feyzullah Efendi’ye karşı genel bir nefret uyanmasına neden olmuştu."

Yrd. Doç.Dr. Sayılır, yanlış anlaşılmaları önlemek için mezar taşıyla ilgili açıklayıcı bir yazı ekleneceğini söyledi.

Vatan, Haber: Erdem Sürek, 18.08.2011

KORUMA ALANLARI, TEK ELDEN İLAN EDİLECEK VE YÖNETİLECEK

 

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bünyesinde Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü kuruldu. Genel Müdürlük, tüm koruma alanlarını tek elden ilan edecek ve yönetecek.

 

Türkiye'de şu anda özel çevre koruma bölgeleri, doğal sit alanları, milli parklar, tabiat parkları, yaban hayatı koruma sahaları, sulak alanlar, tabiatı koruma alanları, tabiat varlıkları ve tabiat anıtları gibi resmi koruma statüsü taşıyan alanlar bulunuyor. Daha önce bu alanların her birinin tespit ve ilan süreçleri farklı işliyordu. Milli Parklar Bakanlık tarafından korunan alan olarak ilan edilirken, özel çevre koruma bölgeleri Bakanlar Kurulu kararıyla, doğal sit alanları ise yerel komisyonlarca ilan ediliyordu.

 

Artık Tabiat Varlıkları Koruma Genel Müdürlüğünün kurulmasıyla bütün koruma alanları tek bir genel müdürlüğün denetiminden geçecek.


Tüm koruma alanlarının ilanıyla ilgili usul ve esaslar belirlenecek. Hangi alanın hangi prosedüre göre tespit edileceği ve ilan edileceğine dair iş ve işlemleri Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü yapacak.


Tüm koruma alanları, yeni düzenlemeyle Türkiye'nin çevre düzeni planı veya üst ölçekli alan kullanım kararlarına entegre edilecek ve bütün ilan edilen sınırlar birbiriyle irtibatlandırılacak.

Daha önce Kültür ve Turizm Bakanlığının sorumluluğunda olan doğal sit alanları, yeni düzenlemeyle Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü tarafından yönetilecek.

Ayrıca, daha önce bakanlığa bağlı kurum niteliği taşıyan Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı lağvedilecek ve yetkileri Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğüne aktarılacak. Böylece, tüm koruma alanları artık tek elden ilan edilecek ve yönetilecek. Şu anda Türkiye'de yaklaşık bin 200 doğal sit alanı bulunuyor ve bunların mevcut durumlarına ilişkin kurumların elinde net bilgi bulunmuyor. Yeni yapılanmada bu doğal sit alanlarına ilişkin bir envanter çalışması yapılacak. Bu çalışma kapsamında sit alanlarının özellikleri, konumları, sahip olduğu biyolojik çeşitlilikleri, fiziksel özellikleri, arazi yapıları, habitat alanları, ekolojik nitelikleri ve alanın mevcut kullanımı tespit edilecek. Böylece Türkiye'nin doğal sit alanlarının haritası çıkarılacak. Ayrıca, doğal sit alanları için tehdit analizi oluşturulacak ve bu alanların hangilerinin öncelikli olarak korunması gerektiği tespit edilecek. Doğal sit alanlarına izinsiz müdahale suç olmaya devam edecek. Daha önce Özel Çevre Koruma bölgelerinde yoğun olarak yürütülen flora-fauna tespit ve koruma çalışmalarının yeni yapılanmayla tüm koruma bölgelerinde yaygınlaştırılması planlanıyor.

Turizm Gazetesi, 18.08.2011

ÇORUM'DAKİ ESKİYAPAR HÖYÜĞÜ'NDEKİ KAZILARDA HİTİT TABLETİ BULUNDU

 

Çorum’un Alaca İlçesi'ne bağlı Eskiyapar Höyüğü'nde yürütülen kazı çalışmalarında orta Hitit safhasına ait 3 bin 500 yıllık Hitit Çağına ait tablet bulundu.

 

Eskiyapar Höyüğü Kazı Başkanı Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Tunç Sipahi, Aa muhabirine yaptığı açıklamada, kazı çalışmaları sırasında Hitit tabakasında 3 bin 500 yıllık bir tablet bulunduğunu belirterek, “Orta Hitit safhasına ait olduğu tahmin edilen tabletin metninde en az iki kent adı ve bir şahıs ismi yer alıyor” dedi.

 

Filolojik çalışmaların sonunda tabletteki ayrıntıların ortaya çıkacağını belirten Sipahi, Hitit kültür katına ait ikinci seviye molozu içinden çıkan tabletin kırık olduğunu ve parçalarının arandığını, bu kapsamda bir arşivin bulunma olasılığının da güçlendiğini ve çalışmaların bu yönde devam ettiğini söyledi.

 

Eskiyapar Höyüğü'nün kuzeyindeki bu alanda 2010-2011 yılındaki çalışmalarda 7 kültür seviyesi belirlendiğini anlatan Sipahi, şu bilgileri verdi:

“Kazılarda yukardan aşağıya doğru Frig, Hitit ve İlk Tunç Çağına ait eserlere ulaşıldı. Önceki kazı dönemlerinde Eskiyapar Höyük’te İlk Tunç Çağı’ndan günümüze kadar kesintisiz bir yaşam devamlılığı belirlenmişti. Bunlardan İlk Tunç Çağı ve Hitit Çağına ait tabakalar buluntularıyla ön plana çıkmıştı. Eskiyapar çevresinin Hitit Çağı’nda Boğazköy ve Alacahöyük’le olan ekonomik, idari ve kültürel bağlantıları önemlidir. Üçüncü dönem Eskiyapar kazıları söz konusu iki merkeze arkeolojik ve filolojik yönden önemli ölçüde destek sağlayacaktır. ”

 

Eskiyapar Höyüğü'ndeki kazıların ilk olarak 1968 yılında Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi tarafından başlatıldığını, bu kazıların 80′li yıllara kadar devam ettiğini kaydeden Sipahi, Çorum Arkeoloji Müzesi’nin de 1991-1992 yıllarında burada kazı gerçekleştirdiğini hatırlattı.

Daha önce kazı çalışmalarının verilen uzun aralıklarla devam ettiğini belirten Sipahi, 2010 yılından itibaren kazıların sistemli olarak tekrar başlatıldığını bildirdi.

 

2010′dan itibaren höyüğün kuzey kesimindeki KD sektöründe kazılara devam ettiklerini vurgulayan Sipahi, şöyle devam etti:

“Bu yıl ki çalışmalarımızda Hitit ve daha önceki İlk Tunç Çağına ait tabakalar üzerinde yoğunlaştık. Özellikle ‘A açması’ diye adlandırılan alanda kazı çalışmaları devam ediyor. Bu alanın güneyinde sürdürülen kazılarda Hitit tabakalarına inilmesi planlanıyor. ”

 

Sipahi, 15 Temmuz’da başlayan Eskiyapar kazılarının eylül ayının ilk haftasına kadar devam edeceğini sözlerine ekledi.

haberler.com, 18.08.2011

MARDİN KÜLTÜREL PEYZAJ ALANINDAKİ RESTORASYON ÇALIŞMALARI SÜRÜYOR

 

Mardin'in bir süre önce Birleşmiş Milletler Bilim, Eğitim ve Kültür Teşkilatı'nın (UNESCO) 'Dünya Mirası Geçici Listesine' alınmasının ardından Mardin Kültürel Peyzaj Alanındaki çok sayıdaki tarihi mekanda 'Tarihi Dönüşüm Projesi' adı altında başlatılan restorasyon çalışmaları hızlandırıldı. Mardin'in 'turizm' ile kalkınmasını amaçladıklarını vurgulayan Mardin Valisi Turhan Ayvaz, ''Tüm kültürlere ait eserleri onarıyoruz. Mardin'in eski görünümüne kavuşmasını istiyoruz. Bu alanda görünümü bozan 700 bina yıkılacak. Tarihi Dönüşüm Projesi tamamlandığında Mardin, 100 yıl önceki görünüme kavuşacak. Bu sayede yıllık 1 milyon olan ziyaretçi sayısı 5 milyona yükselecek'' dedi.
    
Belediye Başkanı Mehmet Beşir Ayanoğlu ise Dicle ve Fırat nehirlerinin arasında yer alan Mardin'in doğal yapısı ile insan etkileşimi sonucu ortaya çıkan taş mimarisinin benzersiz olduğunu belirterek, Ortaçağ kenti görünümüyle Mardin Kültürel Peyzaj Alanının, UNESCO Dünya Miras Listesine önerileceğini söyledi. Mardin'in Dünya Mirası Listesine alınması durumunda sahip olduğu tarihi güzelliklerin korunacağını ve bunun sonucunda gelen turist sayısında çok büyük artış olacağını ifade eden Ayanoğlu, şöyle konuştu:
    
''UNESCO Dünya Mirası Listesine girmek uzun bir süreci kapsıyor. Bunun için bazı kriterlerin yerine getirilmesi gerekiyor. Yaklaşık 7 yıl önce Dünya Mirası Listesine girmek için bir başvuru yapılmıştı. Ancak eksiklikler nedeniyle talebin reddedilme ihtimali olması nedeniyle daha sonra bu başvuru geri çekildi. Şu anda o eksiklerin giderilmesi için büyük çaba gösteriyoruz.
    
Ayrıca tarihi kentin lazerli taramasını ve rölövesini çıkarılıyor. Bu çalışma 2012 yılı sonuna kadar tamamlanması hedeflendi. Bugüne kadar yüzde 40'tan fazla lazer taraması ve yüzde 30'dan fazla rölövesi çıkartıldı. Bu çalışma sayesinde şehir yıkılacak olsa dahi şehri yeniden olduğu gibi kurma şansınsa sahip olursunuz. 2012'nin sonuna kadar lazer taraması ve rölöve çalışması tamamlanacak. Kolay bir çalışma değil. Bu şehri UNESCO'ya taşımak gerekiyorsa şehrin alt yapısı bitmesi gerekiyor. Rölövenin ve imar planın tamamlanması gerekiyor. Amacımız hedefimiz Mardin'i UNESCO'nun Dünya Miras Listesine taşıyabilmektir. Bunu başaracağız. Mardin yakın bir tarihte bu listede yer alacaktır. Bundan kimsenin şüphesi olmasın.''

Yapı, 18.08.2011

KURŞUNLU MANASTIR ÇAM TEHDİDİ ALTINDA

 

Davutlar’daki  Samson Dağı’nda bulunan Kurşunlu Manastırı’nın yıkılabileceği uyarısı yapıldı.

 

Ekosistemi Koruma  Derneği  Başkanı Bahattin Sürücü, manastırın üzerinde büyüyen çam ağaçlarının yapıyı tehdit ettiğini belirtti.

Milliyet Ege, 18.08.2011

BİR VAKIF ESERİ DAHA HAYATA DÖNÜYOR

 

1794 yılında Fertellizade Mehmet ve Süleyman Ağa kardeşler tarafından yapılan Fertellizade Camii'nde başlatılan restorasyon çalışmaları tamamlanma aşamasına geldi.


Yaklaşık bir yıldır yürütülen çalışmaların ardından Sivas'ın önemli vakıf eserlerinden biri olan caminin Ramazan Bayramı namazı ile birlikte ibadete açılması bekleniyor.
Mülkiyeti Sivas Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne ait olan ve Yiğitler Mahallesinde bulunan tarihi Fertellizade Camii'de bir yıldır sürdürülen çalışmalar tamamlandı. Tarihi cami Vakıflar Bölge Müdürlüğünce hazırlatılan rölöve, restitüsyon ve restorasyon projeleri kapsamında onarıldı.

Caminin onarımı için 201 bin 608 lira harcandı. Vakıflar Bölge Müdürlüğü, rölöve, restitüsyon ve restorasyon projeleri tamamlanan Fertellizade Camii'ni Ramazan ayının sonunda bayram namazı ile birlikte ibadete açmayı planlıyor. Cami imam ataması yapılması için Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün İl Müftülüğü ile temasa geçtiği öğrenildi.

Sivas Hürdoğan, 18.08.2011

'DÜNYA MİRASI' SELİMİYE

 

UNESCO Dünya Mirası Komitesi'nin oybirliğiyle aldığı kararı ne zaman kutlayacağız?
 

Tarih, 27 Haziran 2011... Türkiye 12 Haziran genel seçimlerinin sonuçlarıyla meşgulken, Anadolu Ajansı bir haber geçti: "UNESCO Edirne'deki Selimiye Camisi'ni Dünya Mirası listesine ekledi."

 

Paris'te toplanan UNESCO Dünya Mirası Komitesi, Edirne Selimiye Cami ve Külliyesi'nin, "Dünya Mirası Listesi"ne girmesi için gerekli bütün özelliklere sahip olduğunu; "korunma"sı için de tüm önlemlerin alındığını belirtmişti. Türkiye 10'uncu kez dünya miras listesine girerken, dünyadan da 5 yeni bölge daha ekleniyordu...

 

Aynı günlerdeki gazete arşivlerine baktım. Bu "uluslararası başarı"mız ya arka sayfalarda ya da kısa haber sütunlarında "sıradan"mış gibi yer aldı. Buna karşın İstanbul'da Haliç üzerine kurulacak "metro köprüsü"yle ilgili yine UNESCO'nun adeta "bıktım sizden, ne yaparsanız yapın" gibilerden raporu, büyük manşetlerle verilmiş; hatta TV'lerde özel program konusu olmuştu. Neredeyse sekiz sütuna manşetlerin altında deniyordu ki; "UNESCO projeyi onayladı; İstanbul'un Dünya Mirası listesinden çıkartılması ertelendi."

 

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın şu anlama gelen sözlerini de günlerce okuduk, dinledik; "Sınıfı geçtik, İstanbul'u korumak için her şeyi yaptığımızı UNESCO'ya kabul ettirdik."

 

Böylece Türkiye'yi İstanbul'dan ibaret sanan sözde ulusal basınımız sayesinde, ülkede herkes Topbaş'a "aferin" derken, Edirne Belediye Başkanı Hamdi Sedefçi'nin Selimiye ile kazanılan "ulusal gurur" hakkındaki şu sözleri sadece "yerel basın"da yer alabildi:

 

"Edirne Belediyesi 6 yıldır Selimiye'nin UNESCO'nun Dünya Kültür Mirası Listesi'ne girmesi için büyük çaba sarf ediyor. Bu gurur listesine iki eseriyle birlikte giren ender illerden biri Edirne. Kırkpınar Yağlı Güreşleri de dünyanın en önemli ve tarihsel spor geleneklerinden biri.."

 

Selimiye'nin artık "dünyanın" mirası olduğunu belirten Sedefçi, önceki yıl düzenledikleri "Selimiye ve Çevresi Kentsel Tasarım Proje Yarışması"na da değinerek özetle diyordu ki; "Ödül alan projelerimizi, UNESCO'nun görüşlerini de alarak gerçekleştireceğiz."

 

İstanbul'daki Metro Köprüsü için de mimarlarımızın hünerlerini gösterecekleri bir yarışma düzenlenemez miydi? Böylece UNESCO'ya tek bir projeyle yalvar yakar olmak yerine, Edirne'nin yaptığı gibi ulusal mimarlık birikimlerimiz gösterilemez miydi?

 

90 yaşın ustalığı
Selimiye Camisi'nin Dünya Mirası sayılmasıyla, Başbakan'ın "ustalık dönemimiz başlıyor" demesi "eşzamanlı"... Çünkü Başbakan bu sözünde Sinan'dan esinlendi. Selimiye için de Koca Mimar "ustalığımın en iyi eseri" demişti..

 

Buna rağmen UNESCO'nun ülkemize bu armağanı hakkında ne Başbakan'dan, ne Cumhurbaşkanı'ndan, ne de temsilcilerinden şöyle yüksek sesle gür bir "teşekkür"ü hala duy(a)madık.

 

Oysa 2'nci Selim bu eseri Sinan'dan istediğinde, büyük ustamız tam 90 yaşındaydı. Yapımına 1568'de başlanmış, ancak tamamlanması 2'nci Selim'in ölümünden sonra, 1575'te gerçekleşmişti. UNESCO Komitesinin "oybirliği" ile aldığı karardaki gerekçede de Sinan'ın ilerlemiş yaşıyla gerçekleştirdiği bu eserdeki mimari zarafet, anıtsal nitelikler ve kent- le bütünleşen oranların mükemmelliği de vardı.

 

Uluslararası gurur
UNESCO'nun 1972 tarihli "Dünya Doğal ve Kültürel Mirasının Korunması Sözleşmesi"ne göre başlattığı ve dünyada "evrensel seçkin değer ölçütleri"ne uyan varlıkların "Dünya Mirası" sayılmasını öngören "insanlık mirası" listesi, her ülke için yüksek düzeyde bir prestij ve gurur belgesi... Bu nedenle tüm ülkeler, önemsedikleri eserlerinin bu listede yer alabilmesi için inanılmaz çaba içindeler... UNESCO komitesini ikna edebilmek için akla ne gelirse esirgemiyorlar. Başardıklarında ise adeta bayram yapıyor ve dünyaya övünçle duyuruyorlar.

 

Türkiye ise bayram yapmasa bile, Selimiye ile aynı listeye 10'uncu yapıtını kazandırmış oluyor. Bunda Edirnelilerin 6 yıllık çabaları ne kadar etkili ise Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi'nin (ICOMOS) desteği ve olumlu görüşlerinin de payı çok büyük.

 

Aynı ICOMOS'un Türkiye Milli Komisyonu'nca İstanbul'da süregelen "tarih tahribatı"na yönelik uyarılarının, ilgilileri hemen hiç etkilemediğini de ekleyelim..

 

Diğer 9 dünya mirasımız olan İstanbul'un Tarihi Alanları (Suriçi), Safranbolu, Hitit Başkenti Hattuşaş, Nemrut Dağı, Xanthos-Letoon antik kentleri, Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası, Troya, Pamukkale-Hierapolis ve Kapadokya'nın yaşatma ve koruma çabalarında ne durumda olduğumuz ise bir başka yazının konusu...

 

Edirne'yi yürekten ve candan kutluyoruz. Darısı yine yıllardır UNESCO gündemine alınmayı bekleyen Mardin, Ahlat, Cumalıkızık, Diyarbakır Surları, Afrodisias, Harran, Efes, Sümela, Antakya, Bergama ve diğer onur kaynaklarımızın başına...

Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 18.08.2011

MUĞLA'NIN SİT ALANLARI BİRLEŞİYOR

 

 

Muğla Belediyesi'nin başlattığı Asar Dağı, Mobolla Ören Yeri Yol Düzenleme" projesi devam ediyor. Mimarlar Ebru Soydaş Çakır ve Emre Batuhan Çakır'ın gönüllü hazırladıkları proje kapsamında Hisar Sokak'taki su deposunun bulunduğu yerden başlayan ve tepedeki Ortaçağ kalesine kadar devam eden 1 kilometrelik patikada, ahşap transferlerle basamaklar yapılıyor. Taş istinat duvarlarıyla güvenliği sağlanan patika boyunca, yönlendirme ve bilgilendirme tabelaları yerleştiriliyor. Projede belirlenen noktalarda da seyir terasları oluşturuluyor. Danışmanlıklarını Muğla Belediyesi Sanat Tarihi Uzmanı Esin Gençtürk Gümüş ve Muğla Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Adnan Diler'in yürüttüğü projenin, eylül tamamlanması hedefleniyor. Danışman Gümüş, ahşap basamakların büyük oranda bitirildiğini, istinat duvarlarının yapımına başlandığını ve seyir teraslarının yerlerinin belirlendiğini söyledi. Gümüş, "Projemiz tamamlandığında, travers merdivenler ve peyzaj düzenlemesiyle Muğla kültür turizmi adına önemli bir gelişme sağlanmış olacak. Proje, önümüzdeki aylarda başlayacak arkeolojik kazı çalışmalarını da güçlendirerek, Mobolla ören yerinin eski önemine kavuşmasını sağlayacak." dedi.


Belediye Başkanı Osman Gürün ise Muğla'nın çok özel ve önemli tarihi dokusuna değinerek şunları söyledi: "Proje tamamlandığında hem vatandaşlarımız hem de ziyaretçilerimiz, bu kent dokusu içinden geçerek evleri ve avluları görerek. Ev hanımlarımızın el emeklerini sunduğu küçük tezgahlardan alışveriş ederek, yürüme yolunun başlangıç noktasına gelecek ve buradan da arkeolojik sit alanına çıkacaklar. Bu esnada Muğla'nın panaromik görüntüsünü de rahatlıkla seyretme şansına sahipler. Dolayısıyla kültür turizminde hakettiği yere gelmek isteyen Muğla, iki önemli değerini, kentsel ve arkeolojik sit alanlarını birleştirmiş olacak." şeklinde konuştu.

Türkiye Gazetesi, 18.08.2011

192 YILLIK KIŞLA SARAY CAMİİ RESTORASYONUNDA SONA GELİNDİ

 

 

Mevlana Kültür Vadisi Projesi kapsamında birçok tarihi eserde restorasyon ve aslına uygun yeniden yapım çalışması yürüten Konya Büyükşehir Belediyesi, tarihi Kışla Saray Camii'ni restore ediyor.

Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek, tarihi eserlerin restorasyonu, korunması ve gelecek nesillere aktarılması konusunda Konya'da son yıllarda önemli çalışmalar yapıldığını belirterek, amaçlarının Konya'da tescilli olup kullanılamaz halde olan hiçbir eser bırakmamak olduğunu söyledi.

Bu kapsamda Kışla Saray Camii'nde başlattıkları restorasyon çalışmasının son aşamaya geldiğini ifade eden Başkan Akyürek, Büyükşehir Belediyesi Mevlana Kültür Merkezi yakınındaki tarihi camiinin restorasyonunun 500 bin TL'ye mal olduğunu vurguladı.

haberler.com, 17.08.2011

BÜYÜK İSKENDER HEYKELİ KRİZ YARATTI  

 

  

 

Yunanistan’ın kuzeyindeki eski Makedonya İmparatorluğu’nun başkenti Vergine kentinde, Kral II. Philippos'un tarihi sarayının çevresindeki kazı çalışmaları, ağustos sıcağına rağmen devam ediyor. Bu sarayın yakınlarındaki Pella kentinde bundan iki yıl önce, Kral II. Philippos’un oğlu ve dünya tarihinin en büyük komutanlarından biri olan Büyük İskender’in ana temasını oluşturduğu yeni bir müze inşa edildi.

 

Pella’nın kuzeyindeki yeni devlet Makedonya'nın başkenti Üsküp’te ise son yıllarda tarihi tarzda binalar, müzeler ve heykeller inşa edildi. Bu binaların ortasına da Büyük İskender’in 22 metre yüksekliğindeki bronz heykeli dikildi.

 

 

''Büyük İskender'' kimin atası?

Yunanistan ve sınır komşusu Makedonya arasında ‘’Büyük İskender’’in kimin atası olduğu, yıllardır büyük tartışma konusu. O nedenle Üsküp’ün merkezine dudak uçuklatan bir bütçe ile dikilen ‘’Büyük İskender’’ heykeli, Yunanları öfkelendirdi. Yunanlar, bu heykelle şu mesajın verilmek istendiğini belirtiyor: ‘’Büyük İskender’in torunları biziz, o bir Yunan değil bir Makedon’du.’’

 

1991 yılında Yugoslavya’nın dağılmasının ardından kurulan ve Yunanistan'da da Makedonya isimli bir bölge olması nedeniyle adı bir başka büyük tartışma konusu olan Makedonya devleti, o günden bu yana politika ve tarih kitaplarında bu tezi ispatlamaya çalışıyor. Yunanistan da buna karşılık olarak bir anlamda komşusunu cezalandırıyor ve Makedonya’nın NATO ve AB üyeliğine mani çıkarıyor.

 

Selanikli tarih profesörü Basil Gounaris, ‘’Her dikkatli öğrenci, tarih dersinde Büyük İskernder’in tıpkı Atina'daki Akropolis gibi Yunanistan’a ait olduğunu öğrenmiştir’’ diye konuşuyor. Gounaris, iki ülke arasında ‘’Büyük İskender’’ krizinin asla çözülmeyeceğini iddia ediyor. Üsküp yönetiminin heykel projesiyle milliyetçi duyguları kışkırttığını savunan Profesör Gounaris, Yunanistan’da hiçbir partinin olayları açıklığa kavuşturma riskini de göze alamayacağını belirtiyor. Gounaris, ‘'Çünkü Yunanları bir arada tutan bir tek şey antik tarihtir’’, diyor ve bu kadar büyük anlamı olan bir konuda Yunanların hiçbir taviz vermeyeceğini kaydediyor.

 

Heykel projesinin bütçesi

Yunanların öfkesine karşın Üsküp’te sessizlik hakim. Yetkililer, heykel projesi konusunda yabancı gazetecilere açıklama yapmayı reddediyorlar. Almanya’da yaşayan Makedon siyaset uzmanı Anastas Vangeli, tatilde ülkesine dönünce bir hayli şaşırdığını, zira Üsküplülerin büyük çoğunluğunun anketlerde heykel projesine karşı olduklarının ortaya çıktığını belirtiyor. Zira Vangeli’ye göre proje karşıtları, heykel için ayrılan astronomik bütçenin, sağlık projelerine ya da büyük ihtiyaç duyulan yeni konut inşaatına yatırılması gerektiğini savunuyor. Makedonya’da aylık ortalama gelir düzeyi 300 euro civarında. Vangeli, halkın yüzde 30’u işsizken, milyonlarca euronun ‘’Büyük İskender’’ heykeli için harcanmasının, ülkede büyük tepki çektiğini belirtiyor. Hükümet kaynaklarına göre proje 80 milyon euroya mal oldu. Analist Vangeli ise gerçek rakamın 200 milyon eurodan fazla olduğu görüşünde. Üsküp’teki muhalefet kaynakları ise heykel projesinin maliyetini 500 milyon euroya kadar çıkarıyor.

 

Paylaşılamayan kahraman

III. İskender ya da Makedonyalı İskender diye bilinen Büyük İskender, MÖ 336-323 yılları arasında Makedonya krallığı yapmış tarihin en büyük komutanlarından biri olarak kabul ediliyor. İskender, Pers İmparatorluğu’nu yıkarak Yunanistan’dan Hindistan’a kadar uzanan büyük bir imparatorluk kurmuş, çok kan dökme pahasına eski Yunan uygarlığının Doğu’ya yayılmasında etkili olmuş ve efsanevi bir kahramana dönüşmüştü.

Deutsche Welle, 17.08.2011

TBMM BİLİM KURULU KONGRE MÜZESİ'Nİ İNCELİYOR

 

 

10 Ocak 2011'de düzenlenen törenle Türkiye Büyük Millet Meclisi Milli Saraylar Daire Başkanlığı'na devredilen ve Cumhuriyet'in temellerinin atıldığı Sivas Kongre Müzesi'nin restorasyonu için gerekli  proje çalışmaları sürüyor.


Bağımsızlık mücadelesine damgasını vuran ve Türk milletinin önünde yeni ufuklar açan Sivas Kongresi'nde yapılacak olan onarımın içeriği yavaş yavaş belli oluyor. 


Sivas Kongre Müzesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na ait iken 10 Ocak 2011'de imzalanan protokol ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Milli Saraylar Daire Başkanlığı'na devredilmişti.


Ocak ayında Sivas Valisi Ali Kolat'ın da katılımı ile dönemin TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin arasında imzalanan protokolle birlikte onarıma alınması planlanan binada restorasyon öncesi incelemelerde devam ediyor.


TBMM Bilim Kurulu üyesi 2 kişinin Sivas'a gelerek Atatürk Kongre ve Etnografya Müzesi restorasyon projesini incelediği öğrenildi. Projede birkaç küçük değişiklik yaptığı öğrenilen Bilim Kurulu üyeleri daha sonra Ankara'ya döndü. Eylül ayında diğer kurul üyeleriyle birlikte projenin son halini ve müzeyi yerinde görmek için TBMM Bilim Kurulu üyelerinin tekrar Sivas'a gelmesi bekleniyor. Bu arada İl Özel İdaresi tarafından mühendislik firmasına yaptırılan restorasyon projesinin de Eylül ayına kadar tamamlanacağı ve kurula sunulacağı öğrenildi. TBMM Bilim Kurulu, projeyi onaylarsa İl Özel İdaresi bu kez Atatürk Kongre ve Etnografya Müzesi restorasyon ihalesini gerçekleştirecek.


1982 yılında Sivas Valisi Mazlum Paşazade Mehmet Memduh Bey tarafından Mülki İdadi Binası olarak yaptırılan ve 1990 yılından itibaren Atatürk Kongre ve Etnografya Müzesi olarak hizmet veren tarihi binada yapılacak olan restorasyonun 3 yıl sürmesi bekleniyor. Restorasyon kapsamında ahşap pencere kasaları yenilecek, yıpranan duvarlar tamir edilecek, müze içerisine engelli asansörü yapılacak, giriş kapısının yönü İsmet İnönü Bulvarı tarafına alınacak. Binanın çatısının bir bölümü uzay çatı olarak dizayn edilecek ayrıca ziyaretçilerin dinlenebileceği kafeterya da yapılacak. Restorasyon çalışmaları için yaklaşık 10 milyon TL harcanması ön görülüyor. Restorasyonun tamamlanmasının ardından Sivas Atatürk Kongre ve Etnografya Müzesi olan ismin Sivas 4 Eylül Kongre Binası olarak değiştirilmesi bekleniyor. Bu kapsamda halen müzede sergilenen etnografik tarihi eserler ise buradan alınarak arkeoloji müzesine taşınacak.

Sivas Hürdoğan, 17.08.2011

NADİR ESERLER MİLLİ KÜTÜPHANE MÜZESİ'NDE

 

 

Bünyesinde milyonlarca kitap ve süreli yayın bulunduran Milli Kütüphane, nadide eserlere de ev sahipliği yapıyor.

 

Kütüphanenin koleksiyonunda ''Nadir Eser'' kapsamına giren 27 bin 312 el yazması bulunuyor. Bu eserlerden özel olanları belirli sürelerle kütüphanenin içindeki müzede sergileniyor.

 

1427'de II. Murat için hazırlanan ''Murad-Name'', ünlü hattatların yazdığı Kur'an-ı Kerimler, Hacı Ali Turabi'nin Bektaşi Divanı ve İstanbul'un fethi sonrasında Ayasofya'da bulunan İncil de koleksiyonda yer alıyor.

 

AA muhabirinin sorularını yanıtlayan Milli Kütüphane Başkanı Tuncel Acar, kitap, basma kitap, eski harfli kitap, süreli yayın, nadide eser ve kitap dışı olmak üzere arşivlerinde 3 milyon materyal bulunduğunu söyledi.

 

Kütüphane koleksiyonundaki yazma eserlerin tümünün dijital ortama aktarıldığını anlatan Acar, 1928 öncesi gazetelerin de internet üzerinden araştırmacıların hizmetine sunulduğunu bildirdi.

 

El yazması nadide eserleri bibliyografik künye bazında bilgisayar ortamında sakladıklarını kaydeden Acar, ''Yazma eserlerimiz artık yurt dışına kaçırılsa bile müzayedelerde satılamaz. Hepsi kayıt altına alındı. Künyeleri mevcut ve görüntüleri internette. Satışa çıkarıldığı an biz onu ispat edebiliriz'' dedi.

 

Kendilerine intikal eden yazma eserleri gerekli görülürse onarımdan geçirdiklerini ve özel iklimlendirme yapılan depolarda sakladıklarını belirten Acar, nadide eserlerden bazılarını kütüphane içindeki müzede sergilediklerini söyledi.

 

Seçtikleri eserleri ''Nadide Eserler Müzesi''nde ilgiye sunduklarını dile getiren Acar, ''İnternet ortamında bu eserler sayfa sayfa mevcut. İsteyenler de orijinallerini bu müzede görebilir. Korumaya yönelik olarak insanların eline yazma eser vermiyoruz. Çok yıpranmış eserlerin onarımı çok zaman alıyor. Sadece bir kitap 3-5 ayda onarılıyor'' diye konuştu.

 

Koleksiyonda çok değerli el yazması Kur'an-ı Kerimlerin ve eserlerin yer aldığını anlatan Acar, şunları kaydetti:

''Kütüphanemiz ilk Türk ansiklopedisinden İstanbul'un fethi sırasında Ayasofya'da bulunan İncil'e kadar pek çok tarihi esere ve bir milyonun üzerinde kitaba da ev sahipliği yapıyor. II. Murat adına yazılan 'Murad-Name' bu eserlerden biri. Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethi sırasında ele geçirilen İncil de Milli Kütüphane koleksiyonunda yer alıyor.

 

Milli Kütüphane'de sadece İslam yazmaları değil, yabancı yazmaların da bulunuyor. Çok değerli el yazmalarımız var ve bu el yazmaları dönemin bilginlerinin tıp, matematik, astronomi gibi bilimler üzerine yazdığı eserleri de içeriyor.''

 

Acar, el yazması eserlerin bazılarını satın aldıklarını, bazılarının da bağış yoluyla kazanıldığını sözlerine ekledi.

Akşam, 17.08.2011

URARTU MEZARLARI KORUMA ALTINDA

 

     

 

Bitlis'in Tatvan İlçesi'nde belediye tarafından imara açılan alanda bulunan Urartu kral mezarları, Van Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından SİT alanı ilan edilerek koruma altına alındı.


Tatvan Feribot İşletmesi mevkiinde bulunan Urartu kral mezarlarının tarihinin MÖ 400'lü yıllara dayandığı bildirildi. Konuyla ilgili basında yer alan haberler ve Tatvan Kaymakamlığının başvurusu üzerine Van'da geçen ay yapılan Van Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu toplantısı sonucunda, belediye tarafından imara açılan kral mezarlarının bulunduğu bölge sit alanı ilan edilerek koruma altına alındı.


Urartu Kral mezarlarının bulunduğu alanın bir kısmının Tatvanlı bir vatandaşa, diğer bir kısmının ise belediyeye ait olduğunu belirten Tatvan Belediye Başkan Yardımcısı Necat Çinik, Kurul tarafından ilgili alanın incelenmesi için 2 arkeoloğun gönderildiğini söyledi. Arkeologların incelemeleri sonucunda alanda kral mezarlarının yanı sıra kral evlerine de rastlandığını kaydeden Çinik, SİTsit alanı dışında kalan diğ er bölgelerin tekrar imara açıldığını sözlerine ekledi.


Feribot Tepesi'nde kral mezarlarının yanı sıra bir de Urartu döneminden kalma bir kalenin olduğunu belirten Bitlis Eren Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Mehmet Demirtaş ise, bu alanda Urartu'ya ait bir tarihin yattığını ve bu tarihin gün yüzüne çıkarılması gerektiğini söyledi. Demirtaş, "Urartu kral mezarlarının bulunduğu tepe, Van Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından SİT alanı ilan edildi. Bu çok güzel bir gelişme. Buranın koruma altına alınmış olması tarihe verilen değerin ortaya çıkmasıdır. sit alanı ilan edilen bölgenin bugünden sonra koruma altında tutulabilmesi ve tahrip edilmemesi için daha kapsamlı önlemlerin alınması gerekiyor" dedi.

Türkiye Gazetesi, Haber: Hakan Okay, 17.08.2011

70 ADET SİKKE GÜN YÜZÜNE ÇIKARILDI

 

 

Muğla'nın Yatağan İlçesi Turgut beldesindeki üç bin yıllık Lagina antik kentinde yürütülen kazı çalışmalarında, Hekate tasvirli sikkelerin yanı sıra aralarında gümüş sikkelerinde bulunduğu 70 adet sikke gün yüzüne çıkarıldı.

 

Lagina Kazı Başkanı Prof.Dr. Ahmet Tırpan, gazetecilere yaptığı açıklamada, antik kentte yürütülen kazı çalışmalarının her geçen gün yeni eserlere ulaşmanın kendilerini mutlu ettiğini söyledi.

 

Tırpan, tapınak etrafında yoğunlaştırdıkları kazı çalışmalarında Ay Tanrıçası Hekate'nin heykelinden sonra, Tanrıça Hekate tasvirli sikkeler ile 70 adet gümüş sikkenin de kazı çalışmalarında bulunduğunu belirtti.

 

Son günlerde çeşitli uygarlıklara ait değerli eserleri gün yüzüne çıkardıklarını hatırlatan Tırpan, ''Lagina antik kenti Karya döneminde olduğu gibi daha sonraki dönemlerde de hiçbir zaman kutsallığını kaybetmemiş bir antik kent. Kent 2 bin 200 yıl boyunca bir çok medeniyete ev sahipliği yapmış ve şimdi bu medeniyetlerin izleri teker teker ortayı çıkıyor. Bu nedenle her devre ait bol miktarda sikke buluyoruz'' dedi.

Akşam, 17.08.2011

BİGA'DA BİNLERCE YILLIK ASLAN HEYKELİ BULUNDU

 

Çanakkale'nin Biga İlçesi'ne bağlı Kemer Köyü sınırları içerisindeki Parion antik kentinde yürütülen 2011 yılı arkeolojik kazılarında, binlerce yıl öncesine ait aslan heykeli bulundu.


Kazı başkanlığını yürüten Atatürk Üniversitesi Arkeoloji Böl ümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Cevat Başaran, Doç.Dr. Vedat Keleş tarafından çıkartılan aslan heykelinin büyük dikkat çektiğini belirterek, "Bu seneki kazıların en önemli buluntulardan bir tanesi bizim 'masa ayağı' dediğimiz mermer aslan heykeli oldu. İlginç olan, heykelin yarısının aslan, yarısının da keçi yüzüne benzemesidir. Antik çağda bu tür yaratık heykellerine rastlamak mümkün. Bunlar çeşitli amaçlarla yapılıyor. Aslan heykelleri, 'bulunduğu bölgeyi koruyan' anlamına geliyor" dedi.

Türkiye Gazetesi, Haber: Ayhan Akkaya, 17.08.2011

ANITTAKİ YAZITLAR GİZEMİNİ KORUYOR

 

 

Birçok dil bilimcinin uzun süredir üzerindeki yazıları çözmeye çalıştığı Frigler'e ait 2 bin 500 bin yıllık Midas Anıtı,yer sarsıntıları, kimyasal yağmurlar ve kuş pislikleri nedeniyle günden güne tahrip oluyor.

 

Tek parça kayaya oyulan 17 metre yüksekliğindeki, 2 bin 500 yıllık anıtın, Dünya Kültür Mirası Listesi'ne dahil edilmesi için UNESCO'ya 20 yıl önce yapılan başvuru, anıt korunamadığı için sonuçlanamıyor.

 

Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Taciser Sivas, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Frig uygarlığının MÖ 9. ile 7. yüzyıllar arasında Eskişehir, Afyonkarahisar, Kütahya ve Ankara illeri arasındaki bölgede hüküm sürdüğünü belirterek, günümüzde ''Frig Vadileri'' adıyla bilinen bölgenin, 19. yüzyıldan itibaren Avrupalı seyyahların, araştırmacıların ilgi odağı olduğunu söyledi.

 

Frig vadilerinin, her döneme ait kalıntılarıyla ''Kapadokya'' gibi yaz kış kültür turizmine hizmet edecek bir bölge olduğunu belirten Prof.Dr. Sivas, şöyle konuştu:

''Frig Vadisi'nde dinsel törenler için yapılmış 11 anıt bulunuyor. Bunların en önemlisi Yazılıkaya (Midas) Anıtı'dır. Tek parça bir kayaya oyulan 17 metre yüksekliğinde, 400 metrekarelik dikdörtgen Yazılıkaya Anıtı, Anadolu'nun en özgün, Friglerin en anıtsal yapısıdır. Han İlçesi'ne bağlı Yazılıkaya Köyü'ndeki anıt, açık hava tapınağıdır. Bilim adamları, Yazılıkaya Anıtı'nın MÖ 8. ile 6. yüzyıl arasında yapıldığını kabul ediyor. Yazılıkaya, Friglerin başkenti Gordion'da (Ankara'nın Polatlı İlçesi yakınlarındaki Yassıhöyük Köyü) yaşayan Kral Midas'ın emirleriyle yapılmış bir anıttır. Yazılıkaya kenti 'Mekke, Kudüs, Vatikan' gibi dinsel bir merkez. Friglerin en kutsal bölgesi. Yazılıkaya, Ana Tanrıça Matar'a yapılmış en büyük açık hava tapınağıdır.''
        
Prof.Dr. Sivas, Yazılıkaya Anıtı'nın üzerindeki yazılarda ''Midas'' ismi okunduğu için anıta ''Midas Anıtı'' da denildiğini belirterek, anıtın üzerindeki yazıların henüz çözülemediğini bildirdi.

 

Frigçe'nin Hint-Avrupa karakterli bir dil olduğunu ifade eden Prof.Dr. Sivas, şöyle devam etti:

''Frigçe henüz çözülebilmiş bir dil değil. Yazıtların sayısı çok az. Mevcut yazıtlarda da birbirini tekrar eden ifadeler olduğu için gramer yapısını bilmiyoruz. Hititler de olduğu gibi çivi yazılı tabletlere, arşivlere de ulaşılmış değil. Anıtın üzerindeki yazılarda eski Yunanca ile benzeyen kelimeler de var. Anıttaki yazılarda 'Kral Midas, Ates, Matar' gibi isimler okunuyor. Anıtın Kral Midas'a atfedilmiş bir anıt olduğu konusunda da bazı görüşler var. Dil bilimciler ve araştırmacılar, yazıyı tam olarak çözmüş değil. Dünyada Frigçe'yi çözmeye çalışan 3-5 kişi var. Fransız ve İtalyan dil bilimcileri yıllardır uğraşıyor. Yeni anıtlar, yazıtlar bulunmadığı, arşive ulaşılamadığı sürece Frigçe'nin yakın zamanda çözülmesi mümkün görünmüyor. Yazılar gizemini koruyor.''        
       
Sivas, Eskişehir Arkeoloji Müzesi'nin yaklaşık 20 yıl önce Yazılıkaya Anıtı'nın Dünya Kültür Mirası Listesi'ne dahil edilmesi için UNESCO'ya önerdiğini bildirdi.

 

Dünya Kültür Mirası Listesi'ne dahil olmanın kolay olmadığını anlatan Prof.Dr. Sivas, şunları kaydetti:

''Burada anıtın korunması, çevre düzenlemesi gibi birtakım projeleri de sunmak gerekiyor. Bir kere anıtın korunmasıyla ilgili ciddi anlamda bir şey yapılmadı. Dünya Kültür Mirası Listesi'ne dahil edebilmeniz için önce esere sahip çıktığınızı göstermeniz gerekiyor. Biz bu konuda çok yol katedemedik. Zaman zaman müze küçük temizlik çalışması yapıyor. Bazı projeler yapıldı, ama bunların hayata geçirilmesi gerekiyor.''        
       
Prof.Dr. Sivas, anıtın volkanik bir tüf kayaya oyulduğunu belirterek, şöyle konuştu:

''Volkanik tüf, doğa koşullarında en çabuk yıpranan kaya cinsi. Anıt, yaşam savaşı veriyor. Anıtın yüzeyindeki geometrik bezemeler, gündüz gece arasındaki ısı farkı ve mevsimsel farklılıklar nedeniyle patlayarak, kırılarak düşmeye başladı. Yazılar artık eskisi kadar güzel okunamıyor. Çünkü yüzeyde yosunlaşma başladı. Çatlaklar giderek derinleşti. Yer sarsıntıları, kimyasal yağmurlar ve kuş pislikleri anıtı giderek daha da tahrip etmeye başladı. İlk iş olarak anıtın kopmaya aday parçaları acilen sağlamlaştırılmalı. Eskişehir'de kışlar sert geçiyor. 2 yıl önce vinç yardımıyla anıtın üzerine çıktığımızda bazı parçaların 15-20 santimetre anıttan ayrıldığını gördük. Ayrılan parçalan yere düşerse parçalanacak. Bilim adamları depremde anıtın köyün üzerine düşeceğini ifade ediyor. Sadece Yazılıkaya değil bölgedeki 11 anıt da kurtarılmayı bekliyor.''

Akşam, 17.08.2011

KARAKÖY'Ü 'UÇURACAK' YEDİ PROJE

 

 

Son yıllarda, Karaköy’ün tarihi sokaklarında, caddelerinde peşi sıra açılan yeme-içme adresleri bölgedeki değişimin sinyallerini veren ‘öncü’lerden ibaretti. Milyon dolarlık otel projeleriyle bezeli büyük deprem etkisi yaratacak asıl değişiminse hazırlıkları başladı, dönüşüm önümüzdeki üç yıl içinde tamamlanacak. Karaköy’ün simgesi Bankalar Caddesi (Eski ve bugünkü resmi adıyla Voyvoda Caddesi) üzerindeki tarihi hanlar tek tek butik otele dönüşürken, semtin çehresini değiştirecek projeleri derledik. Karaköy’deki değişim işte bu binalardan başlayacak. 

SUMA HAN
1900’lü yıllarda rakı damıtım evi olarak kullanılan Suma Han’ın bilinirliği son yıllarda yaratıcı ajanslara ev sahipliği yapmasıyla, havalı partiler için kapısını açmasıyla arttı. Eylül ayı itibarıyla yenilenme çalışmalarına başlanacak Suma Han, yıl sonuna kadar Berlin ve Tokyo’da benzerleri olan bir ‘art/community house’a dönüşmüş olacak. Üst katlarında rezidans bölümü de bulunan Suma Han’ın, yeni oluşum sonrası farklı disiplinden yabancı sanatçılara ev sahipliği yapması, mekanda misafir sanatçı küratörlüğünde farklı panel, sergi ve davetler düzenlenmesi planlanıyor. ‘Yeni’ Suma Han’da kapalı partiler için kiralanan zemin katı, gece kulübü, sinema ve bara; rezidans sahiplerinin lounge olarak kullandığı üst katlar ise galeri ve etkinlik alanına dönüşecek. Binanın arka kısmında kalan Suma Cafe de yeni oluşumla eşzamanlı faaliyete geçecek. 

BEREKET HAN
Bankalar Caddesi’nin en ilginç geçmişe sahip binasının iddiasız ve yalın cephesinin arkasında 800 yıllık bir tarih var. Zemin ve birinci katlarda arka cephe duvarının tamamıyla yan duvarların bir kısmı, 1316 yılından kalma. 1880’lerde başlatılmış tramvay çalışmalarından itibaren herhangi bir değişikliğe uğramadan günümüze kadar gelebilmiş Bereket Han’ın yeni sahibi, aynı zamanda Beyoğlu Güzelleştirme Derneği Başkanı da olan işadamı Nizam Hışım. 1.5 milyon dolara satın aldığı hanı, 18 odalı butik otele dönüştürecek restorasyon projesine eylül ayında start verecek Hışım’ın, projeden ‘bereketli’ bir kar beklentisi yok: “Tarihi binalar ve Beyoğlu’na olan ilgim yatırım yapmamdaki en büyük neden” diyor. 

KOZLUCA HAN VE KARAKÖY BİNASI
Bankalar Caddesi’nin simge binalarından Kozluca Han, Novotel’in İstanbul’daki ikinci oteli olan Novotel Karaköy’e dönüşecek. Akfen Grup’un üzerine titrediği proje, Rıhtım Caddesi’nde Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün bulunduğu eski Karaköy Binası ve bitişiğindeki Kozluca Han üzerine inşa edilecek. Novotel Karaköy’ün 200 oda kapasiteli çizilen projesinde sanat galerisi, panel alanı gibi sanatsal etkinliklerin yapılacağı kullanım alanları da bulunuyor. Yıl sonuna kadar başlanması beklenen proje, 2014 yılında tamamlanacak. 

SÜMERBANK
1880’li yıllarda Anadolu Demiryolları Şirketi tarafından kullanılmaya başlanan, 1910 yılında Deutsche Bank’ın aynı binada faaliyet göstermesiyle değeri artan Sümerbawnk, Bankalar Caddesi’nin her daim en ihtişamlı yapılarından oldu. Bu iki kurumdan boşalan yeri 1933 yılında kurulan Sümerbank’ın doldurmasıyla bugünkü adını alan bina, işadamı Yılmaz Ulusoy tarafından 9 milyon dolara satın alındı. Butik otele dönüştürülecek binada restorasyon çalışmaları devam ediyor. 3 bin 200 metrekarelik tarihi binayı, dokuz katlı bir butik otele dönüştürecek görkemli proje 2012’de tamamlanacak. Projenin başındaki isim, bol ödüllü mimar Han Tümertekin. Yılmaz Ulusoy, Sümerbank’ın 5-6 değil, 7+1 yıldızlı bir otel olacağını, İstanbul’a ticari değil bir ‘sosyal sorumluluk’ projesi kazandıracağını belirtiyor. Ulusoy, Sümerbank’ın yanı sıra Beyoğlu ve Asmalımescit çevresindeki dört farklı noktada daha butik otel çalışmasına başlayacak. 

GENERALI SİGORTA
Eski Selanik Caddesi olarak da bilinen Generali Sigorta binasının hikayesi Selanikli tüccarlardan Alatini ailesinin İstanbul merkezli bir banka kurmasıyla başlıyor. 1880’le 1910 yılları arasında Selanik Bank, 1910-1968 yıllarında Uluslararası Endüstri Bankası olarak kullanılan bina, 1990’da Interbank olarak faaliyet göstermişti. Generali Sigorta olarak bilinen binanın yeni sahibi, İsmet Koçak. Altın sektörünün sayılı şirketlerinden Koçak Gold’un sahibi İsmet Koçak, burayı 30 milyon TL’ye satın alarak, butik otel için çalışmalara başladı. Projenin, lüks markalarla özel işbirliği sağlayarak butik otel konseptine daha lüks, daha kişisel bir tat katması planlanıyor. 

KARAKÖY ROOMS
Karaköy Rooms, bölgede uçuşan otel projeleri arasında yapımı tamamlanmış, şu an faaliyet gösteren tek otel. Son yıllarda popülaritesi iyice artan Kemankeş Caddesi’ndeki Karaköy Lokantası’nın üst katında açılan otel, lokantanın sahibi Oral Kurt’un yıllardır hayalini kurduğu bir proje. Deluxe, standart ve studio olmak üzere üç farklı oda seçeneğine sahip otele dair en şık detay, sardunyalarla dolu dar balkonları.
(Binaların tarihi hakkında kaynakça: ‘Bankalar Caddesi: Osmanlı’dan Günümüze Voyvoda Caddesi’ / Edhem Eldem, 2000)

Sıcak dedikodular
TÜRKBANK
Karaköy’deki bir diğer ‘butik’ haber de Tophane bölgesinden. Eski Amerikan Pazarı’nın karşısındaki TMSF’ye ait Türkbank binası, Torunlar Holding tarafından satın alındı. Otel çalışmalarına başlamak için Anıtlar Kurulu’ndan izin bekleniyor. 

KILIÇ ALİ PAŞA HAMAMI
İki yıl önce işadamı Ergin İren tarafından satın alınan Kılıç Ali Paşa Hamamı, restorasyon çalışmalarının tamamlanmasıyla beraber 2012’de hizmete girecek. 

NOA HOTEL
Noa Grup Yönetim Kurulu Başkanı İlhan Açıkgöz’ün açıklaması, Bankalar Caddesi üzerindeki tarihi bir hanın daha butik otele dönüşeceğinin habercisi: “Yakında Bankalar Caddesi üzerindeki 200 yıllık bir işhanını yıkmadan restore ederek, 118 oda ve 16 rezidans katından oluşacak iki butik otelin yapımına başlayacağız.” 

THE HOUSE HOTEL KARAKÖY
Galatasaray ve Nişantaşı’ndan sonra son olarak Ortaköy’de lüks butik otel açan The House grubunun da yeni hedefi Karaköy. Bölgede uygun bina arayışında olduklarını doğrulayan Genel Müdür Cenk Göktalay, restorasyon ve altyapı yatırımlarını karşılayacak bina sahipleriyle işbirliğine gitmek istediklerini belirtiyor.

Radikal, 17.08.2011

KIYIDAKİ CAMİ, 80 YILDA KARADA KAYBOLDU

 

Yerleşim merkezi olarak yaklaşık 3 bin yıllık geçmişi olan, bu süre içinde de en az 10 kez depremlerle yıkıldığı bilinen ve fay hattı da içinden geçen İzmit Körfezi, tüm bunlara rağmen sürekli dolduruluyor.

 

Bazı eski fotoğraflarla bugünkü görünümü karşılaştırıldığında bu acı gerçek ortaya çıkıyor. Yaklaşık 80-90 yıl önce çekildiği sanılan bir fotoğrafta, Mimar Sinan’ın eseri olan İzmit’teki tarihi Yeni Cuma Camii hemen denizin kıyısında görünüyor. Şimdi ise cami duvarının sağ ve sol istikametine göre sıralanan yüksek binalar, D-100 Karayolu, Vilayet Binası, Büyükşehir Başkanlık binası denizden doldurulmuş alanlarda kurulmuş.

Milliyet, Haber: Mustafa Bağdiken, 17.08.2011

İNSANLIK 1800 YIL ÖNCE DE EKONOMİK KRİZDEN ETKİLENMİŞ

 

     



Muğla'nın Milas İlçesi'nde bulunan ve Anadolu'nun en iyi korunmuş tapınaklarından birisi olan ''Zues Tapınağı''nın bulunduğu Euromos antik kenti'nde 36 yıl aradan sonra yapılan kazı çalışmalarında Zeus tapınağı, agora ve nekropol alanında tespit edilen yarım kalmış blokların o dönemde yaşanan parasal sıkıntılardan kaynaklanmış olabileceği belirtildi.

 

Muğla Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Kazı Başkanı Yard. Doç Dr. Abuzer Kızıl, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 36 yıl aradan sonra Euromos antik kentinde kazı çalışmalarına başladıklarını belirterek, ''Buradaki hedefimiz, antik kentte olup bizim göremediğimiz, gözlemleyemediğimiz kalıntıları gün ışığına çıkarmak. Aslında bu kalıntılar yüzeydeler ama zaman içerisinde ot ve bitkilerin kapatması sonucu eserler tamamen görünmez bir duruma gelmiş'' dedi.

 

Çalışmalar kapsamında antik kentin haritasının çıkarılarak Zeus Tapınağı'ndaki mimarileri belgelenmeyi hedeflediklerini ifade eden Kızıl, Euromos antik kenti denilince akıllara sadece ''Zues Tapınağı''nın geldiğini söyledi.





Kızıl, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Gelen ziyaretçiler sadece tapınağı görmeye gelip, hatta bazen hiç arabalarından inmeyip yol kenarından izledikten sonra bekçinin bileti uzatmasına bile gerek kalmadan kenti gezmeden gidiyorlardı. Bugün özellikle Agora ve Nekropol alanı ile tiyatroda yaptığımız çalışmalar sayesinde dikkatler tekrar bu alanlara da yöneldi. Nekropol alanı artık ziyaretçiler tarafından geziliyor. Bu çalışmalarla Nekropol'de kaç çeşit mezar olduğunu ve bu mezarların nasıl tahrip edildiğini de ortaya çıkarmış oluyoruz.''
               
Zeus Tapınağı'nın Anadolu'daki en iyi korunmuş tapınaklardan biri olduğuna dikkati çeken Kazı Başkanı Yard. Doç Dr. Abuzer Kızıl, ''Kent kalıntıları çok yıpranmış olmalarına rağmen en iyi korunmuş tapınaklardan biri de Euromos'daki Zeus Tapınağı. Tapınak MS 2. yüzyılda inşa edilmiş. 17 adet sütundan 16'sı üst kirişleriyle birlikte hala dimdik ayakta'' dedi.

 

Tapınakla ilgili çok önemli projeleri hayata geçirmeyi düşündüklerini anlatan Kızıl, pek çok mimari kalıntının yerinde durduğunu bildirdi.

 

Kalıntıların tek tek dokümantasyonunu yaptıktan sonra; hangi parçaların nerelere ait olduğunu tespit edeceklerini belirten Kızıl, ''Kenarda bulunan sütunları ve mimari blokları yapılacak olan bir proje kapsamında yerlerine koyacağız ve o zaman tapınak daha ihtişamlı olacak. Bu haliyle bile Anadolu'nun en ihtişamlı en iyi korunan bir kaç tapınağından bir tanesi'' diye konuştu.





Zeus Tapınağı'nda 1969-1975 yılları arasında Prof. Ümit Serdaroğlu tarafından restorasyon ve kısmen kazı çalışması yapıldığını hatırlatan Kızıl, bu tarihten sonra bölgede her hangi bir çalışma yapılmadığını dile getirdi.

 

Euromos'un, özellikle Hellenistik ve Roma dönemlerinde önem kazandığı bilgisini veren Kızıl, şunları ifade etti:

''1969 yılında Zeus Tapınağı'nda ve çevrede yapılan araştırma ve kazılarda bulunan hayvan, at arabaları, çiçek figürleri ile süs parçaları tapınağın olduğu noktada daha erken bir kutsal alanın varlığına işaret ediyor. Korint Sitilinde olan tapınak MS 2. yüzyıla tarihlenir. Tapınağın İmparator Hadrianus döneminde inşa edildiği sanılır.''
               
Antik kentin güney ve güneybatı kenarlarında yivleri hiç açılmamış üç sütunun yer aldığına işaret eden Kızıl, bunun tapınağın hiç bir zaman bitirilmemiş olduğuna kanıt olarak gösterilebileceğini kaydetti.

 

İnsanlık tarihinin her döneminde ekonomik sorunların yaşandığına dikkati çeken Abuzer Kızıl, ''Kentteki mimari bloklar taş ocağından kabaca şekillendirilmiş olarak kente getiriliyor ve burada son şekli veriliyor. Gerek agorada, gerek tapınakta, gerek Nekropol alanında bazen yarım kalmış işçiliklere sahip bloklar görüyoruz. Bu, büyük ihtimalle o dönemde yaşanan ekonomik durumla doğrudan ilgili. O dönemde de muhtemelen parasal sıkıntılar bazı çalışmaların yarım kalmasına sebep olmuş. Yani ekonomik krizler hemen hemen insanlık tarihinin her döneminde söz konusu. Bir şekilde insanlar bundan etkileniyor'' dedi.        
       
Tiyatro ile bugünkü karayolu arasında Stoa ve onun çevrelediği Agora'dan parçalar bulunduğunu söyleyen Kızıl, şöyle devam etti:

''Kentin Agora kısmında da önemli çalışmalar yürütüyoruz. Agora'da çok ciddi bir temizlik çalışması yaptık. Alanda bulunan mevcut mimari kalıntılar artık rahatlıkla algılanabiliyor. Biz artık Agora'nın hangi düzende olduğunu, sütun ve üst yapı elemanlarını tanımlayabiliyoruz. Bununla belki ileri ki yıllarda resipsiyon çalışması yapılabilir. Burada bulunan bazı sütunları rahatlıkla yerlerine koyabileceğiz. Bizim amacımız eserleri sadece ortaya çıkarıp bırakmak değil, elimizden geldiğince restorasyona yönelik orijinal konumlarını tespit ederek az bir müdahale ile eserleri bulunduğu yerde sergilemek. Tiyatroda sadece bir kaç basamağın ön yüzleri görülebiliyordu. Biz tiyatronun var olan basamaklarını ortaya çıkardık. Orkestra kısmını temizledik ve burada böyle bir tiyatro da varmış dedirtecek düzeye getirdik. İleri ki yıllarda orkestra alanında kazılar yapacağız. İnşallah sahne binası ve orkestra ile ilgili de önemli ip uçları ortaya çıkar.''





Euromos antik kentinin Topoğrafik Planı'nı çıkardıklarını da bildiren Kızıl, bölgede harita ekibinin çalıştığını kaydetti.

 

Bazı noktalarda jeofizik taramalar yapıldığını anlatan Kızıl, bu çalışmanın büyük önem taşıdığını söyledi.

Kızıl, ''Artık neyin nerede olduğunu harita üzerinde rahatlıkla görebileceğiz. Ayrıca kamulaştırma çalışmaları için de bu harita çok önemli. Yaptığımız çalışmalarda kentin ovada da geniş bir alana yayılmış olduğunu görüyoruz. Gerek yüzeydeki seramik parçalarından, gerek duvarlarda bulunan mimari parçalardan kentin görünenden daha geniş bir alana yayılmış olduğunu söyleyebiliriz. Surların dışına taşan bir kent söz konusu'' diye konuştu.

 

Muğla Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yard. Doç Dr. Abuzer Kızıl, çalışmaları 25 kişilik bir ekiple yürüttüklerini sözlerine ekledi.

Akşam, 17.08.2011

TLOS ANTİK KENTİNDEKİ KAZI ÇALIŞMALARI

 

Muğla’nın Fethiye İlçesi'ndeki Tlos antik kentinde yürütülen kazı çalışmalarında, sahneyi süsleyen alanda Roma imparatorları ve tanrıçaya ait heykellerin bulunduğu bildirildi.

 

Tlos antik kenti Kazı Başkanı Prof.Dr. Taner Korkut, gazetecilere yaptığı açıklamada, Likya uygarlığının yaşandığı Tlos antik kenti tiyatro sahnesinde yapılan kazı sırasında, Roma imparatorları ve tanrıça heykeller bulunduğunu söyledi.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümünden 40 kişilik ekip ve 36 işçi ile kazı çalışmalarını yürüttüklerini ifade eden Korkut, kazılar sırasında 10 bin 500 yıl öncesine kadar yaşam izlerine rastlandığını bildirdi. Korkut, kendisinin gözetiminde Tlos Tiyatrosu sahne bölümünde yapılan kazı sırasında, sahne binasını süsleyen Roma imparatorları Hadrian, Antonius Pius, Mareus Aurellus, Tanrıça İsis ve İmparator Antonius Pius’un kızı Faistinaminor’un heykellerinin bulunduğunu açıkladı.

 

Kazı süresince Girmeler Mağarası, Tavabaşı Mağarası, Tlos Kent Merkezi, Akropol kaya mezarları, stadyum alanı, Kronos Tapınağı, kent bazilikası ve tiyatro kale çalışmalarının yürütüldüğünü belirten Taner Korkut, şunları söyledi:

“Buluntular ile ilgili karbon testleri yaptırdık. Daha önce 2 bin 700 yıl öncesine kadar buluntular vardı. Son buluntular 10 bin 500 yıl öncesine kadar insan yaşamı hakkında bilgi veriyor. Eylül ve Ekim aylarında kent merkezi ve çevresinde yüzey araştırmaları yapılacak. Belgelenen tüm arkeolojik kalıntılar kent haritasına işlenecek. Yeni oluşturulan coğrafi bilgi sistemine aktarılacak. Böylece mevcut arkeolojik kalıntıların tüm bilimcilerle paylaşımı sağlanacak. ”

haberler.com, 17.08.2011

ZAMANDA 9 BİN YILLIK YOLCULUK

 

  

 

Efes antik kenti ve Meryemana Evi rotasını her yıl üç milyondan fazla yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği İzmir'in Selçuk İlçesi'nde, 2012 yılında ziyarete açılacak ikinci güzergah, bölgenin 9 bin yıldır önemli bir yerleşim merkezi olduğunu gözler önüneserecek.

 

Ziyaretçiler farklı zaman dilimlerine ve kültürlere ait yapıları ard arda görerek, adeta zamanda 9 bin yıllık yolculuk yapacak.

 

Ayasuluk Kalesi ve St. Jean kilisesinde Kültür ve Turizm Bakanlığının desteğiyle Pamukkale Üniversitesi ekibince 2007'de başlatılan çalışmaların planlandığı gibi ilerlediğini ifade eden Ayasuluk Kazıları Başkanı Mustafa Büyükkolancı, ikinci turizm rotasının pagan kültürünün en önemli eserlerinden, dünyanın 7 harikasından biri olan Artemis, uzun yıllar Hristiyanlığın hac merkezi olarak kabul edilen, Hz. İsa'nın genç havarisi adına yaptırılan St. Jean bazilikası ile Aydınoğulları döneminin görkemli yapısı İsabey Camisi, hamamı ve Ayasuluk kalesini kapsadığını söyledi.

 

Büyükkolancı, kendileri için öncelikli konunun Selçuk kalesini ziyaretçilere açmak olduğunu ve çalışmalarını bu konuda yoğunlaştırdıklarını belirterek, kalede sağlamlaştırma çalışmaları sürerken,  kazılarda İsabey Köşkü'nü ortaya çıkardıklarını, Efes kentinden gelen su kemerlerinin son noktasının bu bölge olduğunun anlaşıldığını, kemerlerin sonunda devasa bir sarnıç ve üzerine inşa edilen evlerin kalıntılarına ulaştıklarını vurguladı.

 

Kalede ve St. Jean bazilikası önündeki çalışmalarda gecikme olmadığını, 2007 yılında belirttikleri gibi 2012'de Selçuk'un yeni bir turizm rotasına kavuşacağını ifade eden Büyükkolancı, yeni güzergah hakkında şu bilgileri verdi:

 

''Pagan kültürünün en önemli eserlerinden, dünyanın 7 harikasından biri olan Artemis, Hristiyanlarca uzun yıllar hac merkezi olarak kabul edilen, İsa'nın genç havarisi St. Jean'ın mezarının da bulunduğu St. Jean kilisesi, Aydınoğulları döneminin en önemli yapısı İsabey Camisi kutsal bir noktada buluşuyor. Tepeye kurulan St. Jean kilisesi, paganizme adeta 'Ben senden daha yukarıdayım' mesajını vermek için inşa edilmişken, İsabey Camisi, Müslümanlığın tevazusuyla, halkın içinde olduğunu gösterircesine tepede değil, yerleşim yerinin, yani halkın içinde konumlanmış durumda. Bu üç yapı güzergahın önemli parçaları olacak. Ziyaretçiler, üç farklı inancın görkemli yapılarını aynı güzergahta görebilecek.''


  


Ziyaretçilerin Efes'te büyük çoğunlukla Roma dönemine ait yapı ve eserlerini gördüklerini ifade eden Büyükkolancı, yeni güzergahın Efes'in pek görülmeyen, çok az gezilen bir parçasını, burada milattan önce 7 binli yıllardan itibaren kesintisiz devam eden yaşamı ortaya koyacağını belirtti.

 

Efes'in dünya kültür mirası listesine dahil olmaya hazırlandığını da hatırlatan Büyükkolancı, şunları kaydetti:

''Kültür mirası demek, orada üstün evrensel değerlerin olması demek. Efes de bu değerlerin en önemlisi, kesintisiz devam eden 9 bin yıllık yaşam. Bir de kültür mirasına dahil olmak için anıt yapılar olmalı, 1375'te oldukça farklı bir mimariyle inşa edilen İsa Bey Camisi, önemli anıt yapılardan biri olarak karşımıza çıkıyor.

 

Yıllık 3 milyon ziyaretçiyi bir tek Efes-Meryemana rotası taşıyamaz, bu rotaya alternatif olarak düşünülmesin ama mutlaka bir ikinci rotayı oluşturmalıyız. 2012'de açılacak rotayla ziyaretçiler, bölgenin binlerce yıldır önemli bir merkez olduğunu daha iyi anlayabilecek. Bu noktanın, Efes'in dünya kültür mirası listesine girmesinde çok önemli olduğunu düşünüyorum.''

 

Büyükkolancı, ikinci rotanın ilçe ekonomisine de olumlu katkı sağlayacağına işaret ederek, her iki rotayı da gezmek isteyenlerin Selçuk'ta daha uzun zaman geçireceğini, hatta konaklamak isteyeceğini sözlerine ekledi.

Akşam, 17.08.2011

APOLLON'DAN TİYATRO ÇIKTI!

 

 

Didim’de devam eden Apollon Tapınağı kazı çalışmalarında, MS 2 veya 3 yüzyıla ait olduğu tahmin edilen odeon (küçük tiyatro) kalıntıları ortaya çıkarıldı.

 

Apollon Tapınağı’nda Alman Arkeoloji Enstitüsü tarafından 105 yıldır sürdürülen ve bu yıl 20 Temmuz’da başlayan kazı çalışmalarında yeni bulgulara rastlanıldı. Almanya’nın Halle Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nden Prof.Dr. Andreas Furtuaengler’in başkanlığında yürütülen kazı çalışmalarında 25 metre uzunluğundaki temel duvarlarının yanı sıra Antik Yunan’da konserlerin verildiği, şiirler okunduğu, oyunların oynandığı yer olarak bilinen odeon denilen küçük tiyatrolara ait buluntular ortaya çıkarıldı.

 

8 yıldır kazı çalışmalarına katılan Almanya Bonn Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Ulf Weber, kazı çalışmalarının bulunduğu alanda 3 ayrı açmalar yaptıklarını ve bu açmaların birinde odeon adı verilen küçük tiyatro olarak adlandırılan yapıya ait kalıntılara ulaştıklarını söyledi. Weber, “3 ayrı yerde açmalar yaptık. Bunların birinde 1,5 metrede Odeon denilen Küçük tiyatroyu andıran kalıntı bulundu. Odeon denilen bu yapılardan yazıtlarda bahsediliyor. Bu yazıtlarda Odeon denilen bu yerlerde konuşmaların yapıldığı bildiriliyor.

 

Yazıtlarda MS 2 ve 3. Yüzyıla bu kalıntılar anlatılıyor. Bu buluntular tesadüf eseri bulundu. Bu kalıntının 1 tane olduğunu düşünüyoruz. Şu an için duvar kalıntısı ve basamakları bulundu. Yaklaşın 3,5 metrede tam anlamıyla bunun ortaya çıkarılabileceğini düşünüyorum. Daha önce burada kazı çalışması yapanlar, böyle bir şeyin olduğunu dile getirmişler, bunun için de arama yapmışlar ama bulamamışlar. Bunu bulunması bize denk geldi” dedi.

 

Almanya Bonn Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Ulf Weber , odeon denilen yapının özelliğiyle ilgili de bilgiler vererek, Günümüzde Altınkum’da nasıl ki dans eden eğlenilen yerler varsa o dönemde de insanlar bu yerlerde bu tür etkinlikler düzenlerdi. Eski çağda Miletos’tan Yunanistan’dan gelen insanlar burada eğlenirdi, biz de bunu elimizdeki yazıtlarda biliyoruz. Bu yapı bizim için çok önemli. Zaten 100 yıllık kazı çalışmalarda büyük bir yapıya ilk kez bu yıl rastlanıldı. Ayrıca yine bu kazı çalışmalarında bir amaç da ikinci bir tapınak olması ihtimali. Biz bunun için de kazı çalışması yapıyoruz” diye konuştu.

 

20 Temmuz’da başlayan kazı çalışmalarının 27 Ağustos’ta sona ereceğini dile getiren Weber “Kazılar tamamlandığında kazı yapılan alanları yarısına kadar dolduracağız. 15 Eylül’de Alman Arkeoloji Enstitüsünden yetkililer gelip burada incelemelerde bulunacaklar. Bu heyetin görüşleri kazı için önemli. Yapılacak değerlendirmeye göre açılan yerlerin kapatılıp kapatılmayacağına karar verilecek. İncelemenin ardından da Kültür ve Turizm Bakanlığına bilgi verilecek” şeklinde konuştu.

 

Bilindiği gibi; bu yıl ki kazı çalışmalarında 25 metre uzunluğunda kalıntıya rastlanılmış, bu yapı kazı çalışmalarında 100 yıldan sonra bulunan ilk yapı olarak nitelendirilmişti. Kazı çalışmalarında ortaya çıkarılan odeon olarak adlandırılan yapı ise Antik Yunan’da, konserler verilen, şiirler okunan, oyunlar oynanan, genellikle dikdörtgen biçiminde, üzeri kapalı yapı olarak biliniyor.

Sabah, 17.08.2011

BALKANLAR'IN İNCİSİ SİNAN PAŞA CAMİİ

 

 

Kosova'da, Osmanlı döneminden kalma tarihi Sinan Paşa Camisi, muhteşem görünümü ve mimarıyla Balkanların parlayan incisi olarak nitelendiriliyor. Osmanlı ve İslam eserlerinin en önemli örneklerinden olarak gösterilen tarihi cami, özellikle ramazan ayı dolayısıyla Müslümanların akınına uğruyor.

 

AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, 1615 yılında dönemin Bosna Valisi Sinan Paşa tarafından Prizren'de inşa ettirilen tarihi cami, Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığınca (TİKA), eski ihtişamına kavuştu.

 

Bugüne kadar asıl kitabesi korunamayan, 1968 yılında ''Osmanlı El Yazmaları Müzesi''ne çevrilip, 1969 yılından bu yana Prizren İslami Birliği'nin mülkiyetine geçen cami, TİKA, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğünün desteğiyle, 2007'de başlattığı restorasyon çalışmaları sonucunda tekrar eski ihtişamına kavuşturuldu.

 

Bazı bilim adamları tarafından ''Tek kubbeli Hünkar Camileri'' arasında gösterilen camide başlatılan çalışmayla, önce yılların yol açtığı yıpranma durduruldu ardından mimari dokusu korunarak restore edildi.

 

Restorasyon kapsamında, beden duvarları güçlendirildi, tüm kurşunlar geleneksel detaylarla yenilendi, dış cephe temizliği yapıldı, şerefe altı ve korkuluğu ile minare basamaklarının ıslahı yapıldı.

 

Ahşap pencereleri yenilenen, demir korkulukları eski görünümüne kavuşturulan caminin mihrap ve minberi temizlendi, mahfil altı sütunların ve barok resim ile diğer süslemelerin iyileştirmesi gerçekleştirildi.

 

Ana kubbedeki yazı ve motiflerin ihyası tamamlanırken, ısıtma sistemleri ile elektrik tesisatı yenilenerek avizeleri takıldı ve Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ'ın katıldığı törenle geçtiğimiz temmuzda ibadete açıldı.

 

Türklerin, Arnavutların, Boşnakların ve diğer halkların ortak geleceğinin temelini oluşturan eser olarak tanımlanan cami, ibadete açıldığı günden bu yana özellikle ramazan ayında Müslümanların akınına uğruyor.

 

Prizrenlilerin yanı sıra, bölgeye diğer şehirlerden ve ülkelerden gelen Müslümanlar, muhteşem görünümü ve ihtişamıyla Balkanların incisi olarak nitelendirilen caminin tekrar ibadete açılması için yoğun çaba harcayan Türk hükümetine minnettar olduklarını ifade ediyor.        
      
Osmanlı ve İslam eserlerinin en önemli örneklerinden olarak gösterilen yaklaşık 400 yıllık tarihi cami, özellikleri, işçiliği ve kullanılan malzemeleriyle dikkati çekiyor.

 

Ana kubbe ve minaresi kurşun kaplı olan camiye iki kanatlı ahşap bir kapıdan giriliyor ve kapının söveleri (kapı ve pencerenin yerleştiği kasa, çerçeve) mermerden oluşuyor.

 

Tarihi caminin minberinin altındaki silmeli kemer ve yatık olan müstakil çerçeveler içinde altı adet sivri kemer bulunuyor. Kemer üstündeki üçgen alanda yine silmelerle bezeli üçgen çerçeve yer alıyor.

 

Çerçeve ve üçgen alanların gül ve yapraklı süslemelerle donatıldığı, dört cephesi titiz bir kesme taş işçiliğiyle yapılmış ahenkli ve anıtsal bir görünüme sahip olan yapının çok yüksek olan beden duvarlarında sivri kemerli dört dizi pencere bulunuyor.

Akşam, 16.08.2011

ÇİFTE MİNARELİ MEDRESE'DE RESTORASYON ÇALIŞMALARI BAŞLIYOR

 

Erzurum'un tarihi simge yapılarından Çifte Minareli Medrese'de restorasyon çalışmaları başlıyor.

Dün akşam saatlerinde restorasyonu üstlenen yüklenici firmaya törenle yer teslimi yapıldı.

 

Vakıflar Erzurum Bölge Müdürü Kenan Üngan, restorasyonun ardından Çifte Minareli Medrese'nin Vakıf Eserleri Müzesi olarak hizmete açılacağını söyledi. Üngan, 2008'de kapsamlı bir restorasyon için Çifte Minareli Medrese'nin Genel Müdürlükçe yatırım programına alındığını ifade etti. Medrese'nin onarım projelerinin, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nca onaylandığını dile getiren Kenan Üngan, "Restorasyon sürecinde medrese çeşitli bilimsel testlere tabi tutuldu. Uzunca bir süre monitoring yöntemiyle, medresenin taşıyıcı sisteminin yer hareketlerine karşı duyarlılığı izlendi. Malzeme analizleri yapıldı, medresedeki tüm çiniler tek tek sayıldı, envanter oluşturuldu. Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce proje aşamasının tamamlanmasıyla bugün (dün) de yüklenici firmaya restorasyon için yer teslimi yapılacak." dedi.

 

Üngan, restorasyon çalışması kapsamında temel taban kolunda çevre drenajı, zemin güçlendirme (enjeksiyon), yapı minarelerde güçlendirmelerin yapılacağına dikkat çekti. Zemin döşemelerinin orijinaline uygun olarak yontma taşı ile yenileneceğini anlatan Müdür Üngan, "Esaslı bir restorasyon gerçekleştirilecek. Çinilerde, eksiklikler tamamlanıp yenileme yapılacak, taş yüzeyler mikro kumlama ve kimyasal yöntemlerle temizlencek, beden duvarlarında yer alan taşlarda çürütme işlemi yapılacak. Ahşap kapılar ve pencerelerde özgün olanlar raspa yapılarak koruyucu sürülecek, özgün olmayanlar ise aynı ebat ve ölçüde yenisi yapılarak değiştirilecek. Medresenin bakır kaplama olan çatı örtüsü onarılacak, kümbetin çürüyen ve bozulan çatı tuğlaları değiştirilecek. Elektrik tesisatı yenilenecek, bay ve bayan tuvaletleri yapılacak. Tüm restorasyon çalışması bittikten sonra Çifte Minareli Medrese, Vakıf Eserleri Müzesi olarak hizmet verecek." şeklinde konuştu.

Zaman, Haber: Orhan Yıldırım, 16.08.2011

EFES'TE İSKELE KRİZİ ÇIKTI

 

 

Selçuk Belediyesi'nin antik Efes tekneleri ile Pamucak'ta nostaljik seferler başlatmak amacıyla aslına uygun olarak yaptırdığı tekneler, Küçük Menderes'te çalışmaya başladı. Ancak Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun izin vermemesi nedeniyle, belediyenin kendi yaptırdığı ahşap iskelelerin yıkılması, tekne işletmecilerinin tepkisine neden oldu.
Kültür ve Turizm Bakanı ve İzmir Milletvekili Ertuğrul Günay'dan destek isteyen tekne işletmecileri, "Sayın Bakanımızın Efes'e ve turizme ne kadar önem verdiğini çok iyi biliyoruz. Bizim derdimizden en iyi o anlar. Bölgemize geldiğinde sıkıntımızı kendisine ileteceğiz. Mutlaka bir formül bulacaktır" diye konuştular.

İşlerini ancak bu platformlar sayesinde yürüttüklerini kaydeden tekne sahipleri, kararın yeniden gözden geçirilmesini istediler. Tekne sahipleri dertlerini şu sözlerle dile getirdi: "Kararın sit alanı olduğu gerekçesiyle alındığı söyleniyor. Burada platformlar ahşaptan, beton değil. Belediye tarafından yapılan bu ahşap platform çevreye zarar vermiyor. Aksine bu çalışma yapıldıktan sonra bölgede çevre düzeni de sağlandı. Buraya bu platformlar yapılmadan önce bizler sığıntı gibi Kuşadası, Özdere, Ahmetbeyli'deki barınaklara gittik geldik. Yıkım kararının geri alınmasını istiyoruz. Sayın Kültür ve Turizm Bakanımız buraya geldiğinde derdimizi anlatmak isteriz."

Pamucak'taki ahşap iskeleleri Selçuk Belediye Başkanı Vefa Ülgür yaptırdı. Ancak Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu sökülebilir ahşap iskelenin sit yasakları kapsamına girdiğini belirterek yıkılmasını istedi. Başkan Ülgür de, "Bu iskele aslında sit yasakları kapsamına girmez. Ancak sorun yaratan bir belediye görüntüsü vermek istemiyoruz. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun isteğine uyarak iskeleyi kaldırıyoruz" dedi. İskele de belediyeye ait iş makineleriyle yıkıldı.

Yeni Asır, 16.08.2011

1800 YILLIK DOKTOR EVİ

 

 

Çanakkale'nin Ayvacık İlçesi'ne bağlı Gülpınar beldesinde bulunan antik Apollon Smintheus Tapınağı ve çevresinde yürütülen kazı çalışmalarında, yaklaşık bin 800 yıl öncesine ait, bir doktor tarafından kullanılan evin bir kısmı ve içinde tıp malzemeleri bulundu.

Prof.Dr. Coşkun Özgünel başkanlığında yapılan kazılarda ilginç bulgular elde edilmeye devam ediyor. Kazı ekibinden Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Davut Kaplan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, evin bulunduğu alanda uzun bir süre kazı yapmayı düşünmediklerini, amaçlarının doktorun evini bulmak olmadığını söyledi.

Çevrenin, antik yapılar üzerindeki tahribatını önlemek için yapılan kontrol çalışmasında kutsal alan için son derece önemli olan bilgilere ulaştıklarını, bölgenin kent değil, kutsal bir tapınma alanı olduğunu belirten Kaplan, “Burası dini bir alan olsa da, yaşayan belli bir nüfus ve çevreden tapınmak için gelen halk var. İnsanlar burayı kullanınca sağlık sorunları da ön plana çıkıyor ve tıp bilimi de kullanılıyor. Kutsal alanda Tanrı Apollon Smintheus adına şenlikler, festivaller ve kurban törenlerini içeren çeşitli sosyal aktiviteler düzenleniyor. Yine tanrı adına uluslararası üne sahip ve son iki yılda keşfettiğimiz Apollon Smintheia Pauleia Spor Oyunları düzenleniyor. Sporcu grupları arasında pankration (pankreas) gibi çok ağır bir spor dalında müsabakalar yapılıyor. Bu spor dalı yarı boks, yarı güreş şeklinde. Bazen bu sporlar ölümcül hale gelebiliyor. İster istemez de doktorların müdahalesi de şart oluyor” diye konuştu.

Kaplan, bu sporu yaparken yaralanan sporcular olduğu gibi, tapınma merkezine gelen hasta insanlar da bulunduğuna işaret ederek, şu bilgileri verdi:

“Tabi ister istemez bu sağlık sorunları baş gösterince bir de doktora ihtiyacınız var. Tesadüfen tapınağın hemen kuzeyindeki villalardan birinin kazılar sırasında doktora ait olduğunu tespit ettik. Binanın temellerine kadar ulaştık. Kazı sırasında buradaki malzemelerin hepsini eleyip, topladık. Malzemelerin içinde tıp aletleri ortaya çıktı. İlaç kaşıkları, ilaç ezme tablası ve bir çok tıp aleti var. İlaç alma kaşıkları bronz ve kemikten yapılmış. En önemlisi, insanların bu denli tıp tekniği ve bilgisine sahip olmasına karşın büyüden de medet ummalarıdır. Büyü kapsamında ise doğu dinlerinde sıkça görülen tanrı tasvirlerinden birine ait bir amulet (muska) ele geçti.”

Yapı ve malzemelerin geçmişinin yaklaşık bin 800 yıllık olduğunu anlatan Kaplan, “Tüm bu veriler villanın Roma döneminde yaşamış bir doktora ait olduğunu gösteriyor. Ayrıca bu evdeki kazılar sırasında bronz sikkelerden oluşan ve aynı döneme ait bir küçük define ele geçti. Bunlar ya doktorun para koleksiyonu ya da maaşı olmalıydı” dedi.

Radikal, 16.08.2011

ZEUGMA, DÜNYA BİRİNCİSİ OLMAYA ADAY

 

 

Gaziantep Zeugma Mozaik Müzesi’nde, önümüzdeki ay restorasyon çalışmalarının tamamlanmasıyla 2 bin 500 metrekare mozaik sergilenecek. Müze Müdür Vekili Ahmet Beyazlar, müzeye Gaziantep çevresinden getirilen mozaiklerin restorasyonunun sürdüğünü belirtti. Beyazlar, mozaiklerin restorasyonunun tamamlanmasıyla birlikte müzede 2 bin 500 metrekare mozaik sergileneceğini, böylelikle dünyanın en büyük mozaik teşhirinin yakalanacağını ifade etti.

“Mozaiklerde bir numara olduğu söylenen Tunus bir ülke. Gaziantep ise Türkiye’nin şehirlerinden biri” diyen Beyazlar, “Bu durumda bile Tunus’u yakaladık. Mozaik konusunda Gaziantep’i yakalayacak ikinci bir şehir söz konusu değil, bir arkeolog olarak gururla söylüyorum. Ziyaretçi sayımız günde ortalama 500. Bu dönem en sıcak ve ölü mevsim. Bu sayının gün geçtikçe artmasını bekliyoruz’’ dedi.

Habertürk, 16.08.2011

VALİ TARİHİ SAATİ GÖTÜRDÜ, KÖYLÜLER GERİ İSTİYOR

 

 

Burdur Valisi Süleyman Tapsız, geçen şubat ayında yaptığı köy ziyaretleri sırasında merkeze bağlı Günalan Köyü Camii’nde beğendiği tarihi saati "Sergileyeceğim" diyerek makam odasına yerleştirmişti. Aradan geçen 6 ayın ardından tarihi saat gelmeyince köylü ayaklandı. Saatin köye geri gönderilmesi için Valiliğe müracaat eden köylüler, saatin gönderilmemesine tepki gösterdi. Geçen hafta Burdur Valiliği’ne giderek saati isteyen köy halkı, olumlu bir cevap alamayınca çareyi Ankara’da aramaya kadar verdi. Burdur PTT Şubesi’nden Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’e mektup gönderen köylüler, antika saatlerinin kendilerine geri verilmesini istedi.

PTT şubesi önünde açıklama yapan köylülerden Ahmet Kandemir, "Burdur Valimiz köyümüzü ziyaret etmişti. Ziyarette camide gördüğü tarihi saati, ’Tamir ettirip sergileyeceğim’ diye aldı. Saatimiz bozuk değildi. Vali, saati makam odasına aksesuar diye koymuş. Saati almak için Valiliğe gittik, alamadık. Ardından muhtar ve aza gitti. Vali, saati vermeyeceğini, gerekirse kıracağını yine de vermeyeceğini söylemiş. Biz de saati geri istiyoruz. Saatimizi almak için Cumhurbaşkanı, Başbakan ve İçişleri Bakanı’na mektup gönderiyoruz. 200 yıllık saate 77 bin TL değer biçildi" diye konuştu.

Köylülerin, PTT’den gönderdiği mektupta şu ifadeler yer alıyor:

"Burdur Merkez Günalan Köyü sakinleri olarak bizler, köyümüz camisinde 200 yılı aşkın bir süredir anıt- hatıra olarak çalışır halde hizmet vermekte olan saatimizin Burdur Valisi Süleyman Tapsız tarafından görülmesi üzerine bakımının yapılarak iade edileceği, yazı ile bildirilerek camimizden alındı. Saatin Valilik makam odasına aksesuar olarak kullanıldığını basına yansıyan görüntülerden gördük. Köyümüz muhtarlığının yaptığı girişimlerden de sonuç alınamamıştır. Saatimiz sayın validen kurtarılamamıştır. Köyümüz için tarihi bir hatıraya sahip saatin valimizden alınarak ait olduğu Günalan Köyü Camii’ndeki yerine konulmasını arz ve talep ederiz."(DHA)

 

Burdur Valisi Süleyman Tapsız, merkeze bağlı Günalan Köyü Camii’nde alarak makam odasına koyduğu yaklaşık 200 yıllık tarihi saati, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün izniyle aldığını söyledi. Saatin 2’nci Abdülhamit zamanında gönderildiğini belirten Vali Tapsız, saatin Vakıflar Genel Müdürlüğü envanterine kayıtlı olduğunu söyledi. Köy ziyaretleri sırasında saati caminin bir köşesine atılmış halde gördüğünü belirten Vali Tapsız, şunları söyledi:

"Saat, 2’nci Abdülhamit döneminde Ulu Camii’ye gönderilmiş ve zamanla Günalan Köyü Camii’ne geçmiş. Ziyaret sırasında saati caminin bir köşesini atılmış halde, üzerinde örümcek ağları ve tozla kaplı halde gördüm. Mekanizması bozulan saatin bazı parçaları da telle bağlanmış vaziyetteydi. Ben de saati tamir etmek ve korumak için tutanak karşılığında teslim aldım.

Saatin Vakıflar Genel Müdürlüğü envanterine kayıtlı olduğunu öğrenince de gerekli yazışmaları yaparak, restorasyonunu yapacağımızı bildirdik. Gerekli izinler alındıktan sonra restorasyona başladık."

Saatin yaklaşık 8 aydır kendilerinde olduğunu belirten Vali Tapsız, saatin restorasyon çalışmalarının 3 ay sürdüğünü söyledi.

Restorasyon için 10 bin lira harcadıklarını da vurgulayan Vali Süleyman Tapsız, "Köylülerin saatle ilgili bir talebi gelmedi. Köy muhtarıyla bir kez görüştüm. İstiyorlarsa verebileceğimi ancak yapılan masraftan sonra hemen çalınacağını söyledim" dedi.

Saatin kendilerinde emanet olarak durduğunu da kaydeden Vali Tapsız, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün vereceği karar doğrultusunda saati müze ya da başka bir yere verebileceklerini vurguladı. Saatin kendilerinde ’korunma’ amaçlı durduğuna işaret eden Tapsız, "Burada teşhir ediliyor. Gelen herkes saati görüyor ve tarihi hakkında bilgi sahibi oluyor. Zorla alınmış ya da kaçırılmış değil. Ben sadece bir tarihi eseri koruyorum" dedi.

Radikal, 16.08.2011



******


ANTİKA SAAT KRİZİNE BAŞKAN AYARI

 

Burdur'daki antika saat krizinde son perde... Burdur Valisi Süleyman Tapsız'ın ziyaret için gittiği Günalan Köyü'ndeki camide görüp restore ettirdikten sonra vilayet makamına koyduğu antika saat ile ilgili tartışmaya Burdur Belediye Başkanı Sebahattin Akkaya da katıldı.

 

'Sayın Valimiz camide bir köşeye konulmuş olan tarihi saate sahip çıkmış, dış kabı yıpranmış olan saati restore ettirerek vilayet makamında sergilemiş ve kamuoyuna tanıtmıştır. Aslında yapılan iş bir kenara bırakılan tarihi değerin yeniden ortaya çıkarılmasıdır. Teşekkür edilmesi gerekirken ve tamamen iyi niyetten kaynaklanan basit bir olayın saptırılarak ortada sanki bir usulsüzlük varmış gibi takdim edilmesini hiç şık bulmuyorum' dedi. Köylülerin saati geri istemesi üzerine Burdur Valisi Tapsız, camide arızalı olan antika saati restore ettirdikten sonra korumak amacıyla makama koyduğunu açıklamıştı. 200 yıllık olduğu tahmin edilen saatin üzerinde Osmanlı  motifleri ile Türk bayrağı yer alıyor.

Akşam, Haber: Mustafa Kozak, 19.08.2011

BİGA'DAKİ TARİHİ TAŞA KÖYLÜLER SAHİP ÇIKTI

 

 

 

Çanakkale'nin Biga İlçesi'ne bağlı Kocagür Köyü nde 60 yıl önce temel kazısı sırasında bulunan tarihi taşI vatandaşlar koruma altına aldı.


Tarihi taşı kendilerin bulduğunu belirten köylüler, "Bu taş 60 yıl önce bir evin temel kazısı sırasında bulurdu. Bizde insanlar üstüne oturup dinlensinler diye buraya koyduk. Bu taşın bu kadar değerli olduğunu bilmiyorduk. Bugün de bu taşı alıp götürmeye geldiklerinde bütün komşular toplanıp vermedik. Bu taşın 2 bin 800 yıllık ve Lidyalılara ait olduğunu bugün öğrendik. Taşın bir eşini de Manisa bölgesinde bulmuşlar. Onu da Fransızlar kaçırıp kendi ülkelerinde sergiliyorlarmış. Taşın üstündeki yazıları da Fransa'da sadece bir kişi okuyabiliyormuş. Bizde bu taşın bu kadar değerli olduğunu öğrendikten sonra ona sahip çıkmaya karar verdik" dedi.

Türkiye Gazetesi, Haber: Ayhan Akkaya, 16.08.2011

'ÇILGIN PROJE' YENİ DÜNYANIN YEDİ HARİKALARI LİSTESİNDE

 

 

Gelecek yüzyılı biçimlendirecek inanılmaz projeler alt başlığı altında verilen haberlerde, Başbakan Erdoğan’ın Karadeniz ile Marmara Denizi arasında 45-50 km uzunluğundaki ‘Kanal İstanbul’ projesi yedinci sırada yer aldı.

Listede, birinci sırayı Suudi Arabistan’ın Cidde kentinde inşa edilmesi planlanan Kraliyet Kulesi, ikinci sırayı ABD’nin Güney Dakota eyaletinde inşaatı 1948 yılında başlayan ancak devlet yardımı almayı reddedip, inşaat giderlerini bağış ve hibelerden sürdürmeyi tercih eden ‘Çılgın At Anıtı’, üçüncü sırayı da 828 metre yüksekliğindeki, dünyanın en yüksek saat kulesini de bünyesinde barındıran Mekke Kraliyet Oteli aldı.

Listede, dördüncü sırada Danimarka ile Almanya’yı birbirine bağlayacak, yapımına 2014 yılında başlanması ve 2010 yılında bitirilmesi beklenen Femharn Tüneli, beşinci sırada , yapımına 2015 yılında başlanması beklenen Arizona Güneş Enerjisi Kulesi yer aldı. Söz konusu Güneş Enerjisi Kulesi ile, ABD’nin Arizona ve California eyaletlerinde, 150 bin konutun elektrik enerjisinin karşılanabileceği belirtildi. Listede, altıncı sırada tüm eğlence, yerleşim, konaklama etkinlileri ile Dubailand yer alırken, yedinci sırada da Başbakan Tayip Erdoğan’ın ‘İstanbul Kanalı’ projesi yer aldı.

ABD medyasında yapılan değerlendirmelerde, Çılgın Proje, 2023’te, Türkiye Cumhuriyeti’nin 100’üncü kuruluş yıldönümünde hazır olacak" görüşüne yer verildi.

Radikal, Haber: Nafiz Albayrak, 16.08.2011

GAZHANE, ŞANTİYE OLMASIN!

 

 

Kültürel tesis olması beklenen Hasanpaşa Gazhanesi şantiye oldu! Mülkiyeti İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na ait olan Gazhane, yine İBB’nin Kadıköy ve çevresindeki ana yollarda yürüttüğü yol çalışması nedeniyle şantiye alanı olarak kullanılıyor. Tarihi binaların içinde yer aldığı Gazhane ve çevresi, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından 25.10.1994 gün ve 3564 sayılı karar ile koruma altına alınmış olmasına rağmen, burada granit kırılıyor, taşlar yapılıyor. Gazhane alanında yaklaşık 3–4 aydır yürütülen faaliyetle, tescilli binalar ve arazisi büyük ölçüde zarar görürken, yaşam alanlarının ortasındaki bu şantiye ile çevre halkının sağlığı da tehlikeye giriyor.

Gazhane Çevre Kültür ve İşletme Kooperatifi, çevre halkı ve esnaftan gelen şikayetler doğrultusunda, İstanbul 5 Numaralı Kültür Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Müdürlüğü’ne bir dilekçe yazarak bu durumu şikayet etti ve gerekli işlemlerin yapılmasını istedi. Başkan Ferit Serkan Öngel imzalı dilekçede “Koruma kararında geçici kullanım getirilerek harap edilmemesi yönünde belirlemeniz olmasına rağmen, şu anda Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nca granit kırma ile ilgili şantiye olarak kullanılmaktadır. Gazhane alanında yapılan faaliyet ile tescilli binalar ve arazisi büyük ölçüde zarar görmekte ve çevre halkın tepkisini çekmektedir” denildi.

Gazhane Çevre Kültür ve İşletme Kooperatifi’nin 01.07.2011 tarihli dilekçesine Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’nün 12 Temmuz 2011 tarihli cevabında, Kurulun Büyükşehir Belediyesi’ne şantiye için izin vermediği ortaya çıktı. Koruma Kurulu’nun cevap yazısında, İBB’nin ‘Kadıköy-Hasanpaşa Minibüs Yolu Düzenleme İnşaatı’ için Gazhane’yi kullanma isteğine, “onaylı restorasyon projesinde ve vaziyet planında tescilli binaların haricindeki yerlerin kullanımına izin verildiğine” dikkat çekildi. Kurul Müdürü Dr. A. Metin Yıldırımlı imzalı yazıda, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı Koruma Uygulama ve Denetim Müdürlüğü’ne hitaben şu uyarıda bulunuldu:

“Söz konusu alanda bahsi geçen kurul kararları gereği, yasal olmayan her türlü inşai-fiziki uygulamalara ve kurulumuz izni alınmaksızın gerçekleştirilen şantiye vb. olarak geçici kullanımlara yönelik uygulamalara izin verilmemesi, gerekli işlem ve takibinin yapılarak yapılan işlem sonucundan müdürlüğümüze bilgi verilmesi hususunda gereğini bilgilerinize arz ederim.”

 



Şantiye olarak kullanılan Hasanpaşa Gazhanesi’nin çevresinde yaşayan halk da durumdan rahatsız. Aylardır devam eden çalışmalar nedeniyle her yer toz içinde. Çevreyi gezerken konuştuğumuz mahalleli ve esnaf, sabah erken saatlerden gece geç saatlere kadar devam eden granit kırma çalışmasından dolayı ortaya çıkan toz nedeniyle pencerelerini dahi açamadıklarından yakınıyorlar. Sürekli kamyonların içeri girip çıktığından bahseden çevre sakinleri, gürültüden de bıktıklarını belirtiyorlar.

Gazhane Çevre Kültür ve İşletme Kooperatifi’nin bir dönem başkanlığını da yapmış olan ve hala üyesi olarak faaliyet yürüten Nilgün Canbolat da şehrin merkezinin şantiyeye dönüştürüldüğüne dikkat çekiyor. “Sivil toplum örgütü olarak bir nevi Gazhane’nin bekçiliğini yapıyoruz” diyen Canbolat, kendilerine gelen şikayet sonucunda Yönetim Kurulu üyelerinin Gazhane’ye gittiklerini ve insanların bile üzerinde gezinmemesi gereken parke taşların üzerinden kamyonların geçtiğini gördüklerini belirtiyor.

 

Canbolat, bir sit alanının bu şekilde kullanılmasına sessiz kalamayacaklarını vurgulayarak “Daha önce kentsel dönüşüm kapsamında yıktıkları Sulukule’den gelen Romen vatandaşlar da Gazhane’ye yerleşmişlerdi. Bu insanlar kendilerine sağlıklı bir yaşam alanı yaratılmadığı için buraya sığındılar. Ancak hem bu insanlar için hem de tarihi Gazhane binaları ve çevresi için bu durum zarar vericiydi. Yoğun çalışmalar sonucu bu insanları buradan çıkardılar ancak yine onlara doğru dürüst bir yer verilmedi. Koruma Kurulu’nun kararıyla tescilli parselin koruma alanları belirlenerek kültürel tesis yapılmasına onay verildi ancak İstanbul 2010 Kültür Başkenti projeleri kapsamında yapımı gündeme gelen bu tesis de rafa kaldırıldı. Şimdi de bu sit alanı şantiyeye dönüştürülmüş durumda. Biz Kooperatif olarak, Gazhane’deki şantiyeye biran önce son verilmesini istiyoruz” diyor. Canbolat, granit taşlarından çıkan tozların çevre halkın sağlığını tehlikeye soktuğuna da dikkat çekiyor.

Hasanpaşa Gazhanesi Kültür Merkezi projesine ne oldu?
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti projeleri kapsamında Kadıköy’ü ilgilendiren en önemli proje Hasanpaşa Gazhanesi Kültür Merkezi projesiydi. Yürütücü 2010 AKB Ajansı’nın internet sitesinde projeyle ilgili şu bilgilere yer verilmişti:

“Bu proje ile Hasanpaşa Gazhanesi’nin yeniden işlevlendirilmesi hedefleniyor. Bu endüstriyel tesis içindeki işlevini yitiren mekanların, hazırlanan proje ile bir kültür merkezi olarak yeniden programlanması, kentin Anadolu yakasında ihtiyaç duyulan kültürel etkinliklere hizmet vermesi, proje yönetiminin ve işletme modelinin geliştirilmesine yönelik çalışmaların yapılması amaçlanıyor. 2010’un kalıcılaştıracağı önemli gelişmelerden biri de projenin uygulama aşamasında kurumsal yapısının da tanımlanmış olması. Böylece Hasanpaşa Gazhanesi kentin kültür altyapısındaki gelişmelere bir örnek olacak.”

Ancak yüklü bir bütçe ayrılmasına rağmen proje hayata geçirilemedi çünkü ajansın uygulamaya geçmesi için mülkiyet sahibi olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile protokol imzalaması gerekiyordu. İki yıl boyunca bu protokol imzalanmadığı için proje gerçekleştirilemedi. Gazhane Çevre Kültür ve İşletme Kooperatifi’nden Nilgün Canbolat, bir daha o bütçeyi oluşturmanın çok zor olduğuna dikkat çekerek “Tren kaçtı!” diyor.

118 yaşında bir endüstri mirası
1800'lü yıllarda Anadolu yakasında ortaya çıkan gaz talebini karşılamak üzere Hasanpaşa'da yeni bir gazhane daha yapılması kararlaştırıldı. Gazhanenin işletme imtiyazı, 1 Ağustos 1891'de 50 yıl için Parisli bir sanayici olan mühendis Charles George'a verildi. 1892'de hizmete giren Hasanpaşa Gazhanesi'nin işletme sözleşmesi 1924'te 50 yıl için yenilendi. Kadıköy-Üsküdar ve Anadolu Yakası Havagazı Şirketi, 1926'da Yedikule Gazhanesi'ni de satın aldı. Bu şirket daha sonra işletme imtiyazlarını ve tesislerini 21 Nisan 1931'de İstanbul Elektrik Şirketi'ne sattı. Ancak İstanbul Elektrik Şirketi'nin millileştirilmesinin ardından havagazı şirketi ayrılarak 31 Aralık 1937–01 Ekim 1944 arasında faaliyetlerine müstakil olarak devam etti. Ancak zarar eden bu şirket, devlet tarafından satın alındı ve 1 Temmuz 1945'te İstanbul Belediyesi Elektrik Tramvay Tünel İdaresi'ne (İETT) bağlandı. Gazhane'ye zaman içinde yeni fırınlar eklendi. Böylelikle o yıllar için Anadolu yakası gaz ihtiyacının üzerinde bir üretim rakamına ulaşıldı ve önemli bir kömür tasarrufu sağlandı. Ancak daha sonraları talep azalması nedeniyle gazhane 13 Haziran 1993'de faaliyetine son verdi. Türkiye’nin en önemli endüstriyel kültür miraslarından biri olan Hasanpaşa Gazhanesi, üretimin durmasıyla İstanbul’da türünün son örneği olarak kaderine terk edildi. Gazometreleri sökülüp satıldı, hurda deposu ve çöplük haline getirildi. Farklı dönemlerde kömür deposu, otobüs garajı, İETT deposu olarak kullanıldı.1994 yılında kalan parçaları da sökülmek üzereyken, SİT alanı ilan edilerek koruma altına alındı. 
Gazete Kadıköy, Haber: Semra Çelebi, Fotoğraflar: Eylem Başak Ş
entürk, 16.08.2011

SERGİDEN REMBRANDT TABLOSUNU ÇALDILAR

 

ABD’deki Los Angeles kenti yakınlarında gerçekleşen bir sergiden Hollandalı ünlü ressam Rembrandt’ın 250 bin dolar (444 bin TL) değerindeki bir tablosu çalındı.

 

Polis sözcüsü Steve Whitmore, California Oteli’nde gerçekleyen olay hakkında “Küratörün dikkati kısa süreliğine dağılmış. 15 dakika sonra döndüğünde tablo yok olmuş. Soyguna birden çok kişinin dahil olduğunu ve soygunun iyi planlamış bir eylem olabileceğini düşünüyoruz” Sanatçı “Yargı” (The Judgement) isimli 28’e 15 santimetre boyutlarındaki tabloda mürekkep kullanmıştı.

Milliyet, 16.08.2011

5 ASIRLIK ÇANAKLAR BULUNDU

 

 

Van Kalesi höyüğündeki kazı çalışmalarında, 15 ve 16. yüzyıllara ait çanaklar bulundu.

 

Kazı Heyeti Başkanı İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Erkan Konyar, gazetecilere yaptığı açıklamada, kazıların, Kültür ve Turizm Bakanlığının izniyle İstanbul Ünversitesince yapıldığını belirterek, bu yıl kazı çalışmalarının, ikinci sezonunu gerçekleştirdiklerini söyledi.

 

Konyar, yaklaşık 45 kişilik bilim heyeti ve 60 kişilik öğrenci grubuyla çalışmaları yürüttüklerini ifade etti.

 

Eski Van şehrini bir bütün olarak düşünmek gerektiğine işaret eden Konyar, kalenin güney kısmındaki kazıların, Van Müze Müdürlüğünce yürütüldüğünü anlattı. Van Valisi Münir Karaloğlu'nun kültürel yapının ayağa kaldırılması konusundaki gayretlerine dikkati çeken Konyar, ''Bu, Van için büyük bir şans''  dedi.

 

Kendi kazı ekibinin de kuzey bölümdeki höyükte çalışmalarını sürdürdüğünü dile getiren Konyar, şunları kaydetti:

''Bu yıl kazı yaptığımız bölgelerde, 15. ve 16. yüzyıla ait daha çok İran etkili kültürel yapılanmayla karşılaştık. Kalenin çevresindeki alanların, hizmet alanları olarak kullanıldığı anlaşılıyor. Birçok tandır ve bu tandırlarla ilişkili yemek yapılan mutfaklar ve bunlara ait donanımlar bulunuyor. 15. ve 16. yüzyıl dönemine ait oldukça nadide ve yine elit bir tabakaya ait çanak çömlekler bulduk. İran etkili çanak çömlek kültürüne ait özel parçaları tüm haliyle ortaya çıkardık.''

Akşam, 16.08.2011

ÖDENEK BİTTİ KAZILAR DURDU

 

 

Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubad'ın Beyşehir kıyısında bulunan yazlık sarayı Kubadabad'da bu yıl 31'incisi yapılan kazı çalışmaları sona erdi.  Kazı Başkanı Prof.Dr. Rüçhan Arık, Kazılar için ayrılan 50 bin liralık ödeneğin bitmesi üzerine çalışmaları sonlandırmak durumunda kaldıklarını ifade etti.

 

Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubad'ın Beyşehir kıyısında bulunan yazlık sarayı Kubadabad'da bu yıl 31'incisi yapılan kazı çalışmaları sona erdi.


Kazı Başkanı 18 Mart Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Rüçhan Arık, gazetecilere yaptığı açıklamada, Konya'nın Beyşehir İlçesi'ne bağlı Gölyaka beldesinde haziranda başlanan arkeolojik kazı çalışmalarının, bu yılki bölümünün tamamlandığını söyledi.

 

Kazılar için ayrılan 50 bin liralık ödeneğin bitmesi üzerine çalışmaları sonlandırmak durumunda kaldıklarını belirten Prof.Dr. Arık, tarihi Kubadabad Sarayları'nın ayağa kaldırılarak gün yüzüne çıkarılabilmesi için bölgeye verilen maddi desteğin daha da artırılması gerektiğine dikkat çekti. Bu yıl kazı çalışmaları esnasında 30 yıllık bir kazı evinin onarımını gerçekleştirdiklerini anlatan Arık, deponun ise baştan aşağı elden geçirildiğini, 30 yıllık malzemelerin ise çalışanlar tarafından tasnif edildiğini belirtti.

 

Çalışmalar esnasında 30 yılın sonunda çıkan parçalar içerisinde yapıştırılarak birleştirilmesi gerekenleri de birleştirdiklerini belirten Prof.Dr. Arık, bu sene müzeye 200'e yakın parça teslim ettiklerini belirterek, “Bu azımsanmayacak bir rakam. Özellikle çiniler çok güzel ve önemli parçalar. Onları verdik. Paramız az olmasına rağmen oldukça verimli bir yıl oldu, oldukça memnunuz” dedi. Bugüne kadar devam eden kazılar sırasında ne olduğunu bilemedikleri ama çok büyük bir anonim bir binanın ortaya çıkarıldığını, bunu bir köşk olarak tahmin ettiklerini de belirten Arık, çalışmaları da bu yapının güneyindeki alanda icra ettiklerini anlattı.

Manşet Gazetesi, 16.08.2011

TARİHİ EVLERİN YENİLENME ÇABALARI MEYVELERİNİ VERİYOR

 

 

Vali Dursun Ali Şahin’in, göreve geldiği günden beri önemle üzerinde durduğu Giresun’un eski evlerinin tarihi dokusunu koruyarak ön plana çıkarma ve il turizmine kazandırma çabaları meyvelerini vermeye başladı.

 

Bu kapsamda; Vali Şahin’in sıcak ilişkileri sonucu Kolin Şirketler Grubu 3 katlı bir evi satın alarak restore ettiriyor.

 

Yeşil Giresun İlköğretim Okulunun karşısında, yol kenarında vitrin durumunda bir yere sahip yıkılmaya yüz tutmuş, buna  rağmen suni tedbirlerle içerisinde oturulan 3 katlı ,arsası 186m2’lik Nermin Türker’e ait evin satışı Kolin Şirketler Grubuna  3 daire karşılığında gerçekleştirildi. Böylelikle hem aile güvenle yaşayabilecekleri bir eve kavuşacak, hem de evin  restorasyonu ile birlikte ilimize tarihi dokusu bozulmadan bir ev daha kazandırılmış olacak.

 

Vali Dursun Ali Şahin dün makamında eski ev karşılığı 3 daire alan Nermin Türker’e dairelerin tapularını verdi.

 

Bugüne kadar 17 kişiden ev alma sözü alan Vali Şahin’in, tarihi Giresun evlerinin yenilenmesi, yenilenirken de tarihi dokusunun korunması için çalışmaları hızla devam ediyor. 

 

İl merkezinde Kentsel Sit Alanı içerisinde bulunan Zeytinlik Mahallesi ve Hacıhüseyin Mahallesi'nde tarihi tescilli 86 evin 20’ye yakını Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler  Genel Müdürlüğünün katkılarıyla restore edilmişti.

Giresun Gazetesi, 16.08.2011

SURLARDA YENİ BURÇLAR BULUNDU

 

 

Büyükşehir Belediyesi’nin Tophane yamaçlarında yürüttüğü temizleme ve surları restore çalışmaları sırasında, ilk günkü sağlamlığında olan orijinal burçlar ortaya çıktı.

 

Bursa Müze Müdürlüğü ekiplerinin nezaretinde, surları restore eden müteahhit firma tarafından yapılan kazı çalışmalarında çok sağlam dış kale burçları ortaya çıktı. Osmangazi Müftülüğü’nün altında bulunan 2 ayrı burcun küfeki taşlarının ilk günkü sağlamlığında ve yüksek kondisyonda olması arkeologları sevindirdi. Çalışma halen faliyette bulunan tarihi müftülük binasının çökme riski sebebiyle durduruldu. Saltanat Kapı’nın güneyindeki burçun iç kalenin burçları olduğunu belirten arkeologlar, ’Bursa Kalesi’de çift duvardan oluşuyor. Müftülüğün altında yeni ortaya çıkan burçlar şehrin dış kalesindeki burçlardır. Tophane yolunun üstünde asırlardır görülen burç ise iç kalenin burcudur. Dış kaledeki burçların ortaya çıkması ile Bursa Kalesi’nin önemli bir eksikliği ortaya çıkartılmış olacaktır. Büyükşehir Belediyesi’nin çalışmalarının ne kadar yerinde olduğunu bulunan burçlarla daha iyi anlaşıldı. Yeni bulunan burçların sağlamlığı dikkat çekicidir. Bu sağlamlıkta kalenin burçlarının günümüze kadar kalması 2 bin yıldan eski olan Bursa surlarının ne kadar sağlam inşa edildiğine ortaya koymaktadır. Şu anda çalışmalar, müftülük binasının çökme tehlikesi olduğu için durduruldu. Bina boşaltıldıktan sonra çalışmalar sürdürülerek, daha aşağıya inilecek, başka burç kemerleri olup olmadığı etrafda detaylı olarak ortaya konulacaktır’ dediler.


Başkan Recep Altepe ve Genel Sekreter Yardımcısı Bayram Vardar ve Kültürel Miras Danışmanı Aziz Elbas yeni bulunan burçları incelediler. Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Korumu Kurulu yetkilileri ise, 2 ay sonra Kamberler Tarihi Parkı’ndaki yeni yerine taşınacak olan Osmangazi Müftülüğü’nün boşaltılmasından sonra çalışmaların devam edeceğine bildirdiler. Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne ait tarihi Osmangazi Müftülük binasındaki tescilin yer altındaki arkeolojik varlıklarını ortaya çıkartılması için kolayca kaldırılabileceğini ifade eden kurul yetkilileri, dış kale surlarının tam olarak ortaya çıkartılabilmesi için Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı Bursa Orduevi’nde de çalışma yapılması gerektiğini ifade ettiler.

 

Belediye yetkilileri ise, Genelkurmay Başkanlığı ile yazışmaların sürdürüldüğüne dikkat çektiler.

 

Dünya Kaleli Kentler Birliği’nin üyeliğinde bir yıl kaldıktan sonra geçen yıl yönetim kuruluna giren Bursa’nın 2012 yılında kentte yapılacak toplantısından sonra başkanlığa getirilmesi de bekleniyor. Sur restorasyon çalışmaları ile Bursa, dünyadaki en önemli yerel yönetimler arasına girmeyi de hak etti.

Bursa Olay, 15.08.2011

AKTOPRAKLIK HÖYÜĞÜ'NDEN TARİH FIŞKIRIYOR

 

 

Bursa’da 8 bin 500 yıllık tarihe sahip olduğu belirtilen Akçalar mevkisindeki ’Aktopraklık Höyüğü’nde yapılan kazıların bu yılki bölümünde, MÖ 5600 yıllarına ait köyün altında daha eski bir yerleşim birimine ulaşıldığı bildirildi.

 

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Prehistorya Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi ve Aktopraklık kazılarını yürüten ekibin başkanı Doç.Dr. Necmi Karul, yaptığı açıklamada, yaklaşık 8 yıl önce başlayan kazıların bu yılki bölümüne 10 Temmuz’dan bu yana devam ettiklerini söyledi.


Karul, 8 bin 500 yıllık tarihe ulaştıkları bölgede bu yıl da önemli bulgulara ulaştıklarını dile getirerek, MÖ kesintisiz bin yılın yaşandığı Aktopraklık’ta, birbirine geçmiş yerleşim birimleri bulunduğunu anlattı.


Bu yıl MÖ 5600 yıllarına tarihlenen tabakalarda çalışmalar yaptıklarını vurgulayan Karul, şöyle konuştu:

’Dairesel şekilde yerleşim düzeninden bahsediyorduk bunu teyit ettik. Tam bir dairesel şekilde yerleşim birimini ortaya çıkarmış olduk. Yeni veri olarak 5600 yıllara ait köyün, altında daha eski başka bir yerleşim alanı bulduk. Yani köyün altında başka bir köye ulaştık. Gömülerle karşılaştık. MÖ 6400 ile 5400 yılları arasındaki bin yıl sürekli yerleşildiği görülüyor. 8 köyün bu alanda kurulduğunu tespit ettik. Uzun süre terk ediliyor ve 4. yüzyılda, Roma döneminde tekrar yerleşim başlıyor.’


Karul, yüzeyden 4 metrelik derinlikte en az 4 kez alt alta köyün bulunduğunu belirterek, ’Bu köyler arasındaki zaman dilimi 100, 150 yılı bulabiliyor. Bu dönemlere ait dolgu kalınlığını kestirmek çok güç. Yüzey toprağından 4 metre altında da olabiliyor. Kiminin dolgu kalınlığı bir metrenin üzerinde, kimi daha az’ dedi.


Necmi Karul, Aktopraklık’ta çiftçilik yapıldığının bilindiğini belirterek, Avrupa insanının Aktopraklık’tan gittiğine dair kesin veriler ve bulgular bulunduğunu, bunların daha da kesinleştirmek için çalışmalarının sürdüğünü anlattı.

Bölgede özellikle çiftçilik yapıldığını gösteren tahıl kalıntılarına ulaştıklarını anlatan Karul, şunları kaydetti:
’O dönemde hangi tahılların yetiştirildiğini ve tüketildiğini tespit edebiliyoruz. Tamamen organize, ileri düzeyde tarım toplumu olduğunu biliyoruz. İlk tarımla tanıştıklarında deniz ürünleriyle beslenmişler. Ardından tarım ve hayvancılık gelişiyor. O dönemlerde, bugünkülerin yaklaşık iki katı büyüklüğünde yabani sığırların avlandığı ve ilerleyen dönemlerde hayvanların evcileştirildiği görülüyor. Buğday, arpa ve mercimek gibi ürünler ağırlıklı olmak üzere burada tahıl ürettiklerini biliyoruz.’


Karul, yapılan araştırma sonuçlarına göre Avrupalı çiftçilerin atasının Aktopraklık’tan gittiğinin söylenebileceğini ifade ederek, ’Avrupalı kökenini, Bursa’da aramaya başladı. Bilim adamları, televizyonlar Aktopraklık’a gelerek, araştırma yapıyorlar’ diye konuştu.


Bu yıl kazılara geçen yıllara göre daha az ödenek çıktığını dile getiren Karul, bu yüzden çalışmaların kısa süreceğini, kazıların bu yılki bölümünün ramazan bayramında biteceğini sözlerine ekledi.

Bursa Olay, 15.08.2011

BERGAMA KALICI OLMAK İÇİN ÇALIŞIYOR

 

Tarihi milattan önceye uzanan, hemen her alanda ilkleri başlatan Bergama Krallığına ev sahipliği yapan ve tarihsel dokusuyla UNESCO Dünya Kültür Mirası Geçici Aday Listesi'ne kabul edilen İzmir'in Bergama İlçesi, kalıcı miras listesine girmek için kolları sıvadı. Bergama Krallığı ile Hellenistik, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ev sahipliği yapan İzmir'in Bergama İlçesi'nde, tarihten kalan mirasın, dünya mirasına dönüştürülmesi amaçlanıyor.

 

Bergama, Lidya ve Pers egemenliğinden sonra MÖ 4. yüzyılda Büyük İskender'in tarafından fethedilen, MÖ 133'de de Roma Devleti sınırlarına geçen, MS 395'de Bizans egemenliğine, Türkler'in Anadolu'ya gelmesiyle de Türklerin hakimiyeti altına giren Bergama, antik tarihten günümüze kadar ulaşan eşsiz eserleri Akropol ve Asklepion, Kızıl Avlu olarak nitelenen kilise, Bergama Müzesi'nde sergilenen eşsiz tarihi eserlerle her yıl binlerce turisti misafir ediyor.

 

Sahip olduğu tarihi dokusuyla bu yıl Haziran ayında UNESCO Dünya Kültür Mirası Geçici Aday Listesi'ne kabul edilen Bergama'nın, kalıcı miras listesine alınması için Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Bergama Belediyesi öncülüğünde çalışmalar yürütülüyor. Bergama Belediye Başkanı Mehmet Gönenç, çalışmalara ve hedeflere ilişkin yaptığı açıklamada, kalıcı miras listesine hazırlık için öncelikle alan yönetim planlamasının gerekli olduğunu, yerel yönetim, bakanlık, üniversiteler ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinin katılacağı çalıştayla, alan planı hazırlanacağını bildirdi.

Kentin mimari, arkeolojik ve kültürel özelliklerinin belirleneceği alan planının, Efes antik kenti için yapılan ihale yoluyla ya da üniversitelerden danışmanlık hizmetiyle Bergama Belediyesince hazırlanabileceğini kaydeden Gönenç, planın bir yıl içerisinde tamamlanmasının hedeflendiğini söyledi.

 

Oluşturulan alan yönetim planının dosya halinde Kültür ve Turizm Bakanlığına iletileceğini, bakanlığın da UNESCO Dünya Kültür Mirası kalıcı listesine Bergama'nın alınması için adaylık başvurusunda bulunacağını kaydeden Gönenç, şöyle devam etti: ''Bizim öngörümüz dosyanın 2013 yılında görüşüleceği yönündedir. Oldukça uzun bir yol. Çalışmalara başladık. Belediyelerle paylaşım içindeyiz. Kalıcı miras listesine Türkiye'den Alanya, Edirne de girmek için aday olmuş durumda. Bu belediyeler tüm planlarını hazırladılar. Listede Türkiye'den halen 9 yer var, ancak 1998 yılından bu yana Türkiye'den kalıcı listeye giren yer yok. Çok önemli kentlerimiz olmasına rağmen, Türkiye olarak miras listesine girme konusunu ihmal etmiş durumdayız. Bergama'yı diğer adaylardan ayıran en önemli özellik ise tarihidir. Bölgenin çok artıları var. Bergama 2 bin 500 yıllık krallık. Bergama, UNESCO'ya göre, diğer yerlerden çok daha bilinen ve tanınan bir bölge.''

Bergama'nın kalıcı miras listesi için avantajının çok olmasına karşın, koruma alanlarındaki tahribat ile eski dokuyu bozan çok fazla yapılaşmanın olduğuna değinen Gönenç, UNESCO'nun miras listesine, antik alanların yanı sıra kent dokusunu yansıtan şehrin bir kısmının içinde olduğu alanları da kabul ettirmeyi istediklerini söyledi.

 

Bergama'nın yurt dışında bir marka olduğunu ve kentten yıllarca önce taşınan eserlerin sergilendiği Almanya'daki Bergama Müzesi'ni milyonlarca insanın ziyaret ettiğini dile getiren Gönenç, ''Bergama Müzesi'ni sadece bu yıl bin 800 bin ziyaretçi gezecek. Bergama'ya gelen ziyaretçi sayısı ise 400-420 bin kişidir. Bergama'dan götürülen Zeus Sunağı'nı da tamamen ilçe tarihinden kopuk bir eser olarak görüyor ve sergiliyorlar. Onun arkasındaki kenti, tarihi, yurt dışında bilmiyorlar'' dedi.

 

UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesine giren bölgelerde, miras kriterlerini korumanın önem taşıdığını, Bergama'nın geçici aday listesine alınmasının da bu yöndeki çalışmaları şevklendirdiğini anlatan Gönenç, sözlerini şöyle sürdürdü: ''UNESCO kriterlerini koruyabilmek önemli. İstanbul bu konuda sıkıntı yaşıyor. Geçici listeye girmek bizim için moral oldu. Alan yönetiminde temel kriter de şehirdeki bütün turizm olgusunu planlamaktır. Ziyaretçi yolları, oteller, otopark alanları, güzergahlar, yapılacak kentsel düzenlemeler, restorasyonlar ele alınacak. İmarla ilgili gereklilikler, konaklama tesisleri, ören yerlerinin gelirleri gibi turizmle ilgili tüm unsurlar planlı olarak ele alınacak. Bunlar, Kültür ve Turizm Bakanlığınca ortak çalışmayı gerektiren unsurlardır. Bakanlık, merkezi hükümet ve yerel yönetim tarafından çalışma yapılması gerekiyor. Bakanlık yetkilileriyle yeniden bir araya geleceğiz. Halen bölgeye gelen yıllık ziyaretçi sayısının yüzde 90'ı yabancıdır ve 400-420 bin kişi dolayındadır. UNESCO'nun kalıcı kültür mirası listesine girmemiz halinde, ziyaretçi sayısında çok büyük artış olacak.''

 

Tarımsal üretim de yaygın olan Bergama'da turizm olgusunun değişmesiyle kentin turizm gelirlerinden daha fazla yararlanması gerektiğini dile getiren Gönenç, UNESCO hedefinin kazandıracağı gelişmeleri şöyle sıraladı: ''Turizm olgusu ve elde edilen gelir sadece arkeolojik ören yerlerinin ziyaretiyle gerçekleşiyor. Gelen turistler 4-5 saat kalıyor. Butik otellerimin gelişmesi lazım. Konaklama yaratalım. Modern beş yıldızlı otellerin dışında kaliteli butik otellere daha fazla ihtiyacımız var. Ören yerleri dışında müzeler, kent dokusu olan alanlar da gezi güzergahları içerisine katılabilirse, turizmden kent de gelir elde edilebilecek. UNESCO süreci gerçekleşirse ciddi anlamda turizmden gelir elde edeceğiz. UNESCO'dan çıkacak sonuç önemli. 3-4 yıl içerisinde Bergama'nın miras listesine gireceğini düşünüyoruz. Bu işin peşini bırakmayacağız.''

 

Bergama Belediye Başkanı Mehmet Gönenç, miras listesi olmanın önemini vatandaşa da anlatacaklarını, turizm fuarlarında tanıtımı artıracaklarını da dile getirerek, belediyenin koruma çalışmaları kapsamında da eski yapılan restorasyon çalışmalarını da sürdürdüğünü vurguladı. Bergama Kaymakamı Ahmet Ertan Yücel de kültürel ve arkeolojik özelliklerini korumak için Bergama'da itina gerektiren bir çalışma yürütülmesi gerektiğini ifade ederek, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesine girebilmek için tüm imkanların ortaya konacağını vurguladı.

 

Bergama Ticaret Odası Başkanı Melih Kahraman, geçici adaylık sürecinde UNESCO heyetini ağırladıklarını, kalıcı listeye girme aşamasında da her türlü katkıya hazır olduklarını söyledi. Sit alanı engeli nedeniyle Bergama'da turizm ve işletmelere yönelik yatırımların yapılamadığını, belediye meclisinin bu yönde alacağı kararlarla bölgede turistlerin modern şartlarda konaklayabileceğini tesislerin yapılabileceğini dile getiren Kahraman, yatırımcıların beklentilerini de şöyle dile getirdi: ''Alan yönetiminde öncelikler bir araya getirilmelidir. Ortak aklı harekete geçirmek lazım. Sürece sivil toplum örgütlerini dahil etmek lazım. Bergama'nın çok fazla kültürel mirası var. Konaklama tesislerine yönelik çalışmalarımız devam edecek. Sit engeline takılıp kalıyoruz. Beş yıldızlı kompleks kazandırmak gerekiyor. Belediye meclisinin yönde karara varması lazım. Belediyemize görev düşüyor. İmar mevzuatında değişiklik yapılırsa talep edilen iki otel süratle yapılır. Bu tesisler, Bergama'nın marka imajını tasdikler. Bergama'ya tren ulaştırılırsa da turist sayısı 900 bine ulaşır. Toplu taşımaya ihtiyaç var. Turisti, tek başına kültürel miras artırmaz, destinasyonları artırmak lazım. Yatak kapasitemiz halen 1980'li yıllardan kalma. UNESCO listesine girmesi Bergama'nın turizm anlayışını tetikler. Yatırımlar ortaya çıkar.''

Yeni Asır, 15.08.2011

GÜMÜŞLÜK'TE DEV ANFİTİYATRO HEYECANI

 

 

Tavşan adasında MÖ 5 yüzyıla ait bir tapınağın kalıntıları ve MS 3 yüzyıla ait bir kilise ortaya çıkarıldı. Kazıları yapan Prof. Şahin’e göre bunun ötesinde toprağın altında dünyaya mal olacak büyüklükte bir medeniyet yatıyor. Jeosismik verilere göre Gümüşlük koyunda, Efes’ten daha büyük bir anfitiyatro yatıyor!

 

Gümüşlük, Bodrum’un bozulmamış tek yeri... Yarımadanın her santimetrekaresi kooperatif evlerle, gürültülu barlarla dolup taşarken, Gümüşlük, 2. derecede sit alanı ilan edildiğinden beri bozulma tehdidine karşı direniyor.


Tabii ki 70’lerin Gümüşlük’ü çok değişti. Eski bohem takılmaların, balıkçı  barınaklarının yerini havalı restoranlar, sıra sıra dizilen şezlonglar aldı. Ancak, buna rağmen bu güzelim koyun ruhu değişmedi. Hala yarımadanın en sakin, en mütevazı ve belki de en güzel yerleşim yeri... Gümüşlük’ü sonradan keşfedenler veya günübirlik ziyaret edenler, Limon Cafe’den veya Mimoza restoranından başka bir şey bilmez. Oysa antik dönemdeki ismiyle Myndos’un, Karia medeniyetinin en önemli dini merkezlerinden biri olduğuna dair çok önemli bulgular var.
Tavşan adası olarak bilinen Asar Adası’nda 2004’ten beri yapılan kazılar, medyaya yansıdı. Bir zamanlar sevimli tavşanların zıpladığı adada MÖ 5 yüzyıla ait bir tapınağın kalıntıları ve MS 3 yüzyılda yapılan bir kilise (basilica) ortaya çıkarıldı.

Tuhaftır, Kültür Bakanlığı başta bu kazıları desteklerken şimdi ödeneklerde sıkıntı yaşanıyor. Öyle acayip bir rakam da değil. Bu yılın kazı çalışması için 40 bin lira ayrılmış. Bu miktar henüz odenmediği halde adadaki kazılar arkeoloji öğrencileriyle devam ediyor. Kazıyı Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof. Mustafa Şahin yürütüyor.


Gümüşlük’te görüştüğüm Şahin, adada sürdürdüğü kazıdan ziyade başka heyecanların peşinde. Profesör, asıl medeniyetin anakarada olduğunu düşünüyor. Tavşan adasındaki buluşun çok daha ötesinde, dünyaya mal olacak büyüklükte bir medeniyet, toprağın altında yatıyor ona göre.
Amacı, Myndos’ta yaşayan Leleg uygarlığını ortaya çıkarmak.

Bu teoriyi destekleyecek bilimsel veriler de var. Ön araştırmaları, Hamburg Üniversitesi’nden gelen bir ekip yapmış. Jeosismik verilere göre Gümüşlük koyunda, Efes’ten daha büyük bir anfitiyatro yatıyor!


Bunun anlamı, sadece yöreyi veya Türkiye’ye değil, tüm dünyada yankı uyandıracak bir değerin ortaya çıkması.


Sadece turistik açıdan büyük bir kazanç kapısı değil, aynı zamanda müthiş bir kültürel hazine! Ne var ki bu noktada işler çetrefilleşiyor.


Zira anfitiyatro ve kent merkezinin bulunduğu yerler, şahıs malı. Şu anda kazı izni çıkmış değil. Devlete ait olan 2 hektarlık arazi, yani Tavşan Adası’nın dışında henüz bir girişimde bulunulamadı.

Prof. Şahin, şu anda sadece kendisine izin verilen yerde kazı yapabiliyor. Bahsettiği Leleg uygarlığı ise 7500 dönümlük bir alana yayılmış durumda.


Anlayacağınız, Gümüşlük’te mal mülk edinen veya edinmek isteyen, tepede güneşi batırmaya gelenlerin canını hayli sıkacak bu haber...


Şahin, ‘sermaye düşmanı biri değilim’ diyor. Limon’un bulunduğu yerde, Günbatımını seyrederek keyif yapmaya da karşı değil. Sadece, zenginleşirken kültürel emaneti gelecek nesillere aktarma kaygısını taşıyor.


Önümüzdeki günlerde bu konuya devam edeceğim...

 


Tavşan adasındaki kazıyı Uludag Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof. Mustafa Şahin yürütüyor. Prof. Şahin buluntular konusunda heyecanlı. 

 

Prof. Şahin’in söz ettiği Leleg uygarlığı 7500 dönümlük bir alana yayılmış durumda ve bu Tavşan adasının sınırlarını aşıyor.

 

-  Myndos, Leleglerin ilk ortaya çıktığı ve aralıksız yerleştiği tek kent. Yarımadada 8 kentin olduğu biliniyor.
-  Homeros, Leleglerin ayrı bir medeniyet olduğundan İlyada’da bahsetmiş.
-  Halikarnas’ta yaşayan vali Mozolos, stratejik nedenlerle 8 kentte yaşayanları zorunlu göç yöntemiyle 2 kentte toplamış: Batıda Myndos, en Doğu’da Keangela. 
-  Myndos, bugünkü adıyla Gümüşlük’te yerleşim 13. yüzyıla kadar devam ediyor. Güvenlik nedeniyle, korsan saldırılarına karşı korunmak için Karakaya’ya gittikleri sanılıyor.

Milliyet, Haber: Mehveş Evin, 15.08.2011

ŞİMDİ DE SIRA AYVANSARAY'DA

 

 

2000’li yılların ortalarından itibaren hızlı bir devinim içine giren ve sayıca artan, tarihi yarımadadaki kentsel dönüşüm projelerinin son perdesi geçtiğimiz Temmuz ayının son haftası, Fatih’in Ayvansaray semtinde açıldı. Bedrettin Dalan ve ANAP iktidarından bu yana süren neoliberal dinamikler eşliğinde İstanbul’u bir dünya ve finans kenti yapma fetişinin en önemli ayağını oluşturan bu projelerde, düşük gelirli, işçi ve yoksul mülk sahipleri ve onların meskenleri genellikle yüksek-orta gelirli “kentliler” ve onların yaşam alanlarıyla ikame edilmek isteniyor. Sosyoloji ve kent literatüründe “gentrifikasyon” ya da tam Türkçe karşılığı olmasa da “soylulaştırma” dediğimiz bu pratiğin sonuçlarını anlamak için Boğaziçi Sosyoloji bölümü öğretim üyeleri Ayfer Bartu Candan ve Biray Kolluoğlu’nun çalışmasına eğilmek gerek. 

Bezirganbahçe örneği
Bartu-Kolluoğlu’nun 2007’de yaptıkları, “İstanbul’un Yükselen Yeni Alanları” isimli kent çalışmasının bir ayağı da, Olimpiyat Köyü ve Stadı projesi kapsamında Ayazma ve Tepeüstü’nden sürülen ve Bezirganbahçe’deki TOKİ gettosuna yerleştirilen işçi ve göçmenlerin yaşadığı trajediye eğiliyor. Eski yaşam meskenlerinin bahçelerinde ekim biçim yaparak, elektrik, su ve çeşitli toplu yaşama aidatlarından sakınarak, çocuklarından gelen para veya bakkalın hesabına yazılan veresiye vb. hayatta kalma stratejileriyle yaşama tutunan, maaşı 350-1000 lira arasında değişen bu ailelerinin trajedisini 55 yaşındaki bir kadının cümleleri en iyi biçimde özetliyor: “Tepeüstü’nde bahçelerimiz vardı, orda bazı ihtiyaçlarımızı yetiştirebiliyorduk, meyve ağaçlarımız bile vardı. Şimdi gidebilirsek haftada bir süpermarkete gidiyoruz. Veresiye de olmadığı için burada bazen aç kaldığımızı da söyleyebilirim.” Ödenmesi gereken düzenli faturalar, bahçe bakımı ve apartman giderleri gibi aidatları ile daha çok “fakirleşen” yeni Bezirganbahçelilerin, ulaşım olanaklarının zorlukları ve pahalılığı nedeniyle de bulundukları alandan çıkıp şehre karışmaları ise çok az. Davutpaşa’da bir fabrikada 503 lira maaşla çalışan bir aile babası, çocuklarını deniz kıyısına götürmek için verdiği iki minibüs hattı parasından dem vururken, 36 yaşındaki kadın ancak iki ayda bir Çatalca’daki piknik yerine ve Bağcılar’daki akrabalarının yanına gidebildiğini söylüyor. 42 yaşındaki okuma yazma bilmeyen bir başka kadın ise kaybolma “korkusuna” işaret ediyor ve Ayazma’da yaşarken bahçede rahatça “havalandığını” ve komşularıyla daha rahat buluşabildiğini söylüyor. Araştırma, Bezirganbahçe halkının sosyalleşme ortamını kısıtlayanın sadece ulaşım ve yerleşim olanakları olmadığının da altını çiziyor. Bir özel mesken işletmesi olan Boğaziçi A.Ş. tarafından ev balkonu ve ortak bahçe kullanımı hususunda getirilen kısıtlamalar, modern yaşam prensiplerinin Bezirganbahçelilere nasıl zorla dikte edildiğini gözler önüne seriyor. Kolluoğlu-Bartu’nun deyişiyle, Bezirganbahçe kadınları “uygar” ve “modern” olma adına eskiden bahçelerde yapılan çay keyiflerini artık gerçekleştiremeyecek noktaya geliyorlar.


Araştırmanın en dikkat çeken sonucu ise etnik gerilim üstüne. Tepeüstü’nden gelen Kürt aileleri ve Ayazma’dan gelen diğer Türk ailelelerin gerilimleri, heterojen şekilde yerleştirilme planının yeni yaşamsal travmalarla birleştiğinde nasıl etnik çatışmalara gebe olabileceğine işaret ediyor. Özellikle bu yeni kent alanında, hareketi ve kamusal alanı kısıtlanmış, arkadaşlık ağları sekteye uğratılmış işsiz Kürt ve Türk gençlerin nasıl atomize olduklarına dair bulgular gerçekten korkutucu ve endişe verici. 

Ne ilk ne de son
Bartu-Kolluoğlu’nun çalışması, Temmuz ayının son haftasında Fatih Belediyesi’nin aldığı kesin boşaltma ve yıkım kararıyla yerlerinden zorla çıkarılmaya çalışılan Ayvansaraylıları nasıl bir gelecek beklediğini de gözler önüne seriyor. Yüzde 85’i aktif kullanımda olan 910 binası ve halkıyla bu meskenin sakinleri, TOKİ vaatleriyle şehrin çevresine itilmek isteniyor. Bölgedeki süreçten en çok zarar görecek olanlar ise 200-450 TL aylık ödeme yapan kiracılar. 60 yaşındaki kiracı Hürü Akdeniz, “Belediyeden toplantılara çağırdılar bizi. TOKİ’den size ev ayarlayacağız. Sizi el verdiğince mağdur bırakmayacağız dediler. Biz de inandık. Ama hiçbir şey söylemiyorlar. Ben bu yaşta nereye çıkayım? Maaşım yok, bir şeyim yok, konu komşu yardımıyla geçiniyorum” diyor. Öte yandan evini satmaya zorlanan ev sahipleri ve anlaşmazlığa düşen mülk ortaklarının yaşadıkları, olayın çok başka bir yüzüne ışık tutuyor. Evini 40 yıl önce temizlik işçiliği yaparak alan Şehriban İşbeceren, “Ya sat ya da 60 metrekare ev verelim diyorlar. Hem eve kıymetli diyorlar hem de bu kadar veriyorlar. Beş çocuğum var, hepsi kirada oturuyor. Ben evi nasıl bırakayım, gelip sıkıştırıyorlar sürekli” diyor. Ancak evini satmayanlar arasında en çarpıcı cümleler Yayla hanımdan geliyor. “Dört senedir şirketle mahkemeliğiz. Biz bu fiyata satmak istemiyoruz. Çok zor durumdayız, kiraya gitsek gidemeyiz, o parayla ev de satın alamayız. Erdoğan’a oy verdik, koydu bizi sokağa.” 

Zorunlu tutsaklık ve kapanma
Ayvansaraylılar konutlarına yerleştirilse bile, Kolluoğlu-Bartu’nun araştırmalarında belirtildiği gibi bölge halkını vahanın ortasında “mantar” gibi yükselen TOKİ gettolarında bir “sosyal tutsaklık” bekliyor. Kentin dışına zorunlu olarak itilecek halk kendini yeni modern konutlarında zorunlu bir “kapanma” devinimi içinde bulacak. Şehir kamusal alanlarına daha az erişme şansı ile kent yaşamının en temel prensibi olan farklı sosyo-kültürel tabakadan gruplar içinde “çözünme” şansından da yoksun kalacak. Kent dışına itilen bu yoksul kitlelerin ve özellikle genç grupların izole edilmiş bu alanlarda yalnızlaşarak atomize olacağına inanıyorum ve uzun süreçte suç oranlarının artışı ve şehir terörü gibi pratiklerin de bu sürece eşlik edeceğini düşünüyorum. 
Radikal İki, Yazı: Poyraz Kolluoğlu / Boğaziçi Üni., Atatürk Ens., 14.08.2011

BİR TARİH YOK OLUYOR

 

 

Mardin’in Savur İlçesi’ne bağlı Yeşilalan (Barman) Beldesi’nin eski yerleşik konumu Keleha Rêvi (Tilkinin Kalesi) adıyla anılıyordu. Yeni yerleşim yeri ise beldenin hemen güneyinde akan derenin kıyısında Barman adıyla kuruldu.

 

MÖ kurulan beldenin mimari ve kültür dokusu olağanüstü. Tipik Kürt mimarisine sahip olan beldede, evlerin hemen hemen tümü kesme taşlarla örülmüş. Siyasi baskılardan dolayı beldede yaşayan birçok kişi göç etmiş. Tarihi ev ve yapılar ise kaderine terk edilmiş. Yeşilalan Belde Belediye Başkanı Gülbeyaz Güneş, “Evler birer birer yıkılıyor. Evleri restore etmek, tarihimize sahip çıkmak istiyoruz. Ancak bunun için maddi imkanımız yok” diyerek, Kültür Bakanlığı’nın sorumluluğuna işaret ediyor.

Evrensel, 15.08.2011

ÖŞVANK KİLİSESİ RESTORE EDİLMEYİ BEKLİYOR

 

 

Erzurum Uzundere’ye bağlı Çamlıyamaç Köyü’ndeki tarihi Öşvank Kilisesi, restore edilmeyi bekliyor. Türkiye ile Gürcistan arasında yapılan anlaşmayla Gürcü Hükümet’in restore edeceği 11 asırlık kilise, yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyor.

 

Gürcü Kralı Kuropalat Adarnese’nin oğulları David ve Prens Bagralt tarafından 963 - 973 yılları arasında yaptırılan Öşvank Kilisesi, 1022’de Bizans İmparatorluğu denetimine geçti. Bizans İmparatoları 2’nci Basileos ve 8’inci Konstantin tarafından onartılan yıkılan kubbesi onartılan, bölgedeki piskoposluk merkezlerinden ve 11’inci yüzyılda elyazmalarıyla ünlü önemli bir kültür merkezi olan Öşvank Kilisesi, 19’uncu yüzyılın sonundan 1980’e kadar cami olarak kullanıldı. 1985’de Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca tescil edilerek korunması gereken taşınmaz kültür varlıkları arasına alınan ve 1.5 metre yüksekliğindeki sütunu 3 yıl önce çalının tarihi kilise, çökme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.

Türkiye ve Gürcistan arasında geçtiğimiz yıl yapılan anlaşmayla Gürcü hükümeti tarafından restore edilmesine karar verilen Öşvank Manastırdan günümüze kilise, üç şapel, yemekhane ve el yazmalarının kopya edildiği ve korunduğu kütüphane binası ulaşabildi. Her yıl yaklaşık 10 bin yabancı turistin ziyaret ettiği kilisenin bir an önce onarılmadığı takdirde yıkılmasının kaçınılmaz olduğunu belirten yetkililer, bu önemli tarihi yapının restore edilmesinin tarih ve inanç turizmi bakımından önemli olduğunu söyledi.

Turizm Gazetesi, 14.08.2011

BU MÜZEDE TARİHLE ARANIZDAKİ MESAFELER KALKACAK

 

 

Topkapı Sarayı Müzesi Silah Bölümü, revize edildi ve yeni, modern görünümüyle açılışını bekliyor. Silah Koleksiyonu'nun sergilendiği bölümde yapılan yenileme çalışmalarını, bu çalışmayı yapan Kült Art'ın yöneticisi Dündar Hızal anlattı.

 

Dan Brown'un kitabından sinemaya uyarlanan 'Da Vinci Şifresi', heyecanlı hikayesi kadar Louvre Müzesi'ne ait salonların ihtişamıyla da büyüledi izleyiciyi. Türkiye'de, eşine az rastlanır arkeolojik eserler olsa da sergilemek konusunda söz konusu filmde izlediğimiz salonların çok gerisinde olduğumuz bir gerçek. Türk arkeolojisinin ve çağdaş müzeciliğinin babası sayılan Osman Hamdi Bey'den bu yana hızlı ilerlediğimiz söylenemez. Son yıllarda bu konuda atılan iyi niyetli adımların çoğalması, sanat ve tarih severleri heyecanlandırıyor. Çoğu, depolarda kötü şartlarda beklemeye terk edilen ya da eski usulde sergilenen eserlerimiz böylece hak ettikleri değeri buluyor. Topkapı Sarayı'nda devam eden sergi alanlarının düzenlenmesi, çağdaşlaştırılması çalışmaları kapsamında üç yıldır süren Silah Seksiyonları'nın yenileme çalışmalarını Türkiye'de 'kültür yönetimi' alanında tek firma olan Kült Art yaptı. Bu çalışmanın ayrıntılarını ve neden müzelerimizin çağın gerisinde kaldığını Kült Art'ın yöneticisi Dündar Hızal'a sorduk.  

- Yenileme çalışmalarına   ne zaman başladınız ve neler yapıldı anlatır mısınız?
3 yıl önce başladı. Topkapı Saray'ın genelinde, 19. yüzyıl algısıyla sadece eseri kilit altında tutmak ve korumak mantığıyla hareket ediliyordu. Biraz mobilyacı, biraz da kasa mantığıyla bir müze oluşturulmuştu. Ama şimdi uluslararası müzecilik normlarına yükseltiliyor. 

- Siz, Silah Koleksiyonları için diğer yenileme çalışmalarından daha farklı ve çağdaş bir uygulama yapmışsınız. Farklı olarak neler yapıldı?
Görsel-işitsel uygulamalar yapıldı. Ekranlar, hologramlar ve projeksiyonlar var. Aynı zamanda mekanda kullananlar malzemeler ve o malzemelerin güvenliği en üst seviyede tasarlandı. Sadece minyatürler kullanarak Osmanlılar nasıl silah kullanır, savaşta nasıl bir düzenle savaşır onu anlattık ve böylelikle bu bölüme giren kişi, kendini tarihle iç içe buluyor. Normalde müzede, tarihle ziyaretçinin arasında hep bir mesafe var. Biz, teknolojiyi kullanarak bunu ortadan kaldırdık.

- Ziyaretçileri sergilenen eserlere nasıl yakınlaştırıyorsunuz?
Örneğin; müziği kullandık. Müzik çok önemli bir faktör. Tarkan Gözübüyük müzik direktörlüğünü yaptı. Cahit Berkay, Erkan Oğur gibi alanında çok iyi isimler ve Hayko Cepkin, Demir Demirkan, Şebnem Ferah, Sibel Tüzün gibi sanatçıların yanı sıra Gökhan Kırdar gibi sinema müziklerinde tecrübesi bulunan farklı yetenekteki isimleri bir araya topladı. Topkapı Sarayı'nda yaratmak istediğimiz atmosferin hikayesi anlatıldı onlara ve bu iş için bir şeyler bestelemeleri istendi. Hepsinin ürettikleri Tarkan Gözübüyük'ün düzenlemesiyle bir sonuca ulaştı. İçerik olarak yepyeni ve çok genç bir kompozisyon oluşturuldu. Bu çağda yaşayan birinin hemen kontak kurabileceği bir mehteran dinliyorsunuz. Gerçek insanların hologramlarını kullandık. Faruk Saraç bize Osmanlı kumaşları ve kıyafetleri konusundaki uzmanlığıyla yardımcı oldu, minyatürleri referans alarak kostümler diktirdik. Bu kostümleri giymiş ve aynı zamanda da ok atmasını bilen kişileri kullandık. Her şeyi bire bir gerçeğine uygun olarak düzenledik. 

- Bu eserler daha önce sergileniyor muydu?
Sergileniyordu, fakat bizim bu sergimiz devede kulak gibi kalır. 30 bin tane eser depoda bekliyor, çok az bir kısmını sergiliyoruz. 

- Müzenin diğer kısımlarında da değişim olacak mı?
Dünyada bu işin basit bir yöntemi var, müze kitabını açıp bir müzenin nasıl olması gerektiğine karar veriyorlar... Fakat Topkapı Sarayı Müzesi'nde 19. yüzyıl mantığıyla sergileniyor eserler. Müzenin geri kalanında da bu tür bir yenileme teşvik edilebilir. Mutlaka edilmeli de çünkü Türkiye artık 60'lardaki, 70'lerdeki 80'lerdeki ülke değil; tarihine de çok fazla değer veriyor. Ama kendi tecrübemden yola çıkarak söylüyorum bir şeyler yapmak zor...

 

- Zorluklarla karşılaştınız mı?
Muhteşem yüzyıl, serginin ana kavramlarından biriydi. Dolayısıyla biz de Piri Reis'in haritasını kullanmak istedik. Çok az kişinin bildiği Avrupa'yı, Anadolu'yu, Asya'yı, Kafkaslar'ı ve aşağı Akdeniz'i yani Osmanlı'nın yayıldığı yerleri gösteren bir haritası var.  Bu haritayı Topkapı Müzesi'nde bulamadık. İstanbul Üniversitesi'nde bir nüsha olduğu söylendi, bir sonuç alamadık. Sonra Amerika'da Baltimore'da Walter Art Museum'da, bir nüshasının olduğunu öğrendik. İletişime geçtik, 'Haritanın bir fotoğrafını çekmek ve 15 metrekarelik bir alanda uygulamak istiyoruz. Yüksek çözünürlüklü olarak bu haritaya ulaşmamız gerek' dedik. 5 dakika sonra bölümün direktörü Ruth Bowler bize bir mail attı ve 'Aşağıdaki linkten orijinal boyutunda ulaşabilirsiniz ve download edebilirsiniz, herhangi bir ücret ödemenize de gerek yok'' dedi. Türkiye'de Piri Reis'in haritasına ulaşmak için çırpındığınız ve birçok insana yalvarıyorsunuz. Amerika'da bir müzeyse 5 dakikada size bir kopyasını gönderiyor. Sadece bu olayda bile anlayış farkını çok rahat görüyorsunuz.

Akşam Pazar, Haber: Pınar Hiçdurmaz, 14.08.2011

İSTANBUL'UN TARİHİ CAMİLERİ ZAMANA MEYDAN OKUYOR

 

 

İstanbul'un tarihi yarımadası ve önemli semtlerindeki asırlık camiler, geçirdikleri restorasyonla daha uzun yıllar ibadet edenlere hizmet vermeye devam edecek. Nuruosmaniye, Ortaköy, Fatih ve Kılıç Ali Paşa camilerinin de aralarında bulunduğu İstanbul'un tarihi camilerinde restorasyon çalışmaları devam ediyor. Vakıflar İstanbul 1. Bölge Müdürü İbrahim Özekinci, "Vakıflar tarihindeki en büyük restorasyon çalışmalarımız bu dönemde yapılıyor." dedi.

 

Vakıflar İstanbul 1. Bölge Müdürü İbrahim Özekinci, genel müdürlük olarak eski eserleri kurtarma ve gelecek nesillere aktarma projesi çerçevesinde İstanbul'daki birçok eserin restorasyon kapsamına alındığını belirterek, "Vakıflar Genel Müdürlüğü tarihindeki en büyük restorasyon çalışmalarımız bu dönemde yapılıyor." dedi.

 

Kapalıçarşı girişinde yer alan Nuruosmaniye Camii'nin inşaatına 1748 yılında 1. Mahmut döneminde başlandığını, ancak 1. Mahmut'un ölümü üzerine kardeşi 3. Osman zamanında 1755 yılında tamamlandığını anlatan Özekinci, cami ile birlikte medrese, imarethane, kütüphane, türbe, çeşme ve sebilden oluşan bir külliyenin inşa edildiğini dile getirdi. Nuruosmaniye Camii'nin İstanbul'da inşa edilen ilk barok özellikli cami olduğunu ifade eden Özekinci, şunları kaydetti:

 

"Burada estetik, zarafet ve mimari yapı temayüz etmiş durumda. Bu camiyi, diğer camilerdeki klasik üsluptan sonra barok ve rokoko üsluba geçişin ilk temsilcisi olarak adlandırıyoruz. Cami içine de avluya da bakıldığı zaman kare planlı cami avlularının dışında oval, elips bir yapı görülüyor. Klasik Osmanlı mimarisinden sonra burada çok farklı bir yapı ve külliye topluluğu karşımıza çıkıyor. Bu cami sanat tarihçilerimizin de çok ilgisini çeken değerli bir eserimiz."

Özekinci, camide 1960, 1980 ve 2000'li yıllarda temizlik çalışmalarının yapıldığını anlatarak, şu bilgileri verdi: "En kapsamlı, en büyük restorasyon çalışması ise şu an yapılıyor. Camideki mermer ve taş işçiliği gerçekten çok güzel. Onların temizlik işleri ile başladık ve tamamladık. Ahşap işleriyle ilgili çalışmalarımız devam ediyor. Kısaca tepeden tırnağa elektrik, mekanik ve tesisat ile ilgili gereken bütün çalışmalar devam ediyor." Restorasyon için 5 milyon TL'lik bir bütçe ayrıldığını aktaran Özekinci, yaklaşık 6 aydır devam eden restorasyon çalışmalarının yıl sonuna kadar bitirilmesinin hedeflendiğini kaydetti. Özekinci, konumu itibarıyla cemaatin camiye yoğun ilgi gösterdiğini, turistlerin de camiyi merakla incelediklerini ifade ederek, "Restorasyon çalışmaları bittikten sonra binlerce insan burada birlikte ibadet edebilecek." dedi.

 

Kaptan-ı Derya Kılıç Ali'nin Mimar Sinan'a yaptırdığı ve kubbenin iki yanındaki yarım kubbeler, diğer iki yanındaki kemerler ve destek duvarlarıyla Ayasofya'nın küçük boyutta bir kopyası niteliğinde olan Tophane'deki Kılıç Ali Paşa Camii'nin kesme taş malzeme ile inşa edildiğini aktaran Özekinci, buradaki çalışmaların 2009 yılında onaylanan rölöve restitüsyon ve restorasyon projeleri doğrultusunda yürütüldüğünü kaydetti. Özekinci, camide namaz kılınmaya başlandığını ifade ederek, "Çevre düzenlemesi ve tuvalet çalışmalarımız olacak. Bunlarda da sona yaklaştık." dedi.

 

İbrahim Özekinci, yapılan restorasyon çalışmaları sonucu geçen yıl Kurban Bayramı'nda yeniden ibadete açılan Süleymaniye Camii'ndeki çevre düzenlemesi çalışmalarının da tamamlanmak üzere olduğunu aktararak, "Orada vatandaşlarımızın gerçekten en büyük sıkıntı çektiği konu tuvalet ve abdest alma mahalleriydi. Onları da ele aldık ve en kısa zamanda vatandaşlarımızın hizmetine sunacağız." diye konuştu.

 

İbrahim Özekinci, İstanbul'un fethinin sembollerinden sayılan Fatih Camii'nin 1999 Marmara depreminde hasar gördüğünü ve 2008 yılında restorasyon çalışmalarının başladığını dile getirerek, bu yüzden caminin kısmi olarak ibadete açık olduğunu söyledi. Camide güçlendirme çalışmalarının yanı sıra ibadete açık kalması için koruyucu platform yapılması, taş yüzeylerde mekanik ve kimyasal temizlik, üstü örtülü kurşunların değiştirilmesi, cami genelindeki tüm ahşap kapı, merdiven ve korkuluklarının bakımlarının yapılıp eksik kısımlarının tamamlanması gibi işlemlerin de yapıldığını anlatan Özekinci, camideki çalışmaların yıl sonuna kadar bitirileceğini belirtti.

 

İstanbul'da ilk ezan sesinin yükseldiği 717 yılında yapılan kentin ilk camii hüviyetini taşıyan Arap Camii'nde de restorasyon çalışmalarında sona yaklaşıldığını ifade eden Özekinci, çevre düzenlemesi çalışmalarının tamamlanmasıyla caminin yeniden ibadete açılacağını kaydetti. Özekinci, halk arasında Ortaköy Camii olarak bilinen Büyük Mecidiye Camisi'nin de bir süre önce restorasyona alındığını belirterek, kurşunlar üzerinde başlayan çalışmaların hızla devam ettiğini anlattı. Ekinci, Yahya Efendi Camii'nin onaylanan proje doğrultusunda restorasyon çalışmalarının devam edeceğini sözlerine ekledi.

Zaman, 14.08.2011

TARİHİ BURUCİYE MEDRESESİ'NDE RESTORASYON ÇALIŞMASI BAŞLATILDI

 

 

Sivas'taki tarihi Buruciye Medresesi'nde restorasyon çalışması başlatıldı.

 

Kentte 1271 yılında Anadolu Selçuklular döneminde yaptırılan ve 2005 yılında kapsamlı bir restorasyondan geçirilen tarihi Buruciye Medresesi, yeniden onarıma alındı. Çalışmalar kapsamında, ilk olarak 740 yıllık eserin çatısındaki kurşun kaplama yenilenecek.

 

Çalışmaları yürüten firmanın yetkilileri, çatının altında kalan toprak örtüsünün düzenlenmesinin ardından kurşun kaplama çalışmalarının yapılacağını belirtti. Yetkililer, kurşun kaplama çalışmalarının 45 gün süreceğini bildirdi.

 

Bu çalışmaların ardından tarihi yapının içerisindeki türbenin çinilerinin yenileneceği, ayrıca eserin bazı kısımlarının da güçlendirileceği öğrenildi.

 

2005'te restore edilerek klasik el sanatları merkezine dönüştürülen ve 2006'da dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç'un katıldığı törenle açılan Buruciye Medresesi'nde, el sanatlarının yapıldığı atölyeler ve eserlerin sergilendiği iş yerleri bulunuyor. Tarihi yapının avlusundaki çay bahçesi ise İl Özel İdaresine bağlı olarak hizmet veriyor.
        
TARİHİ BURUCİYE MEDRESESİ        
Kaynaklara göre, Buruciye Medresesi, 1271 yılında Anadolu Selçuklu Sultanlarından III. Gıyasettin Keyhüsrev zamanında Hibetullah Burucerdioğlu Muzaffer Bey tarafından yaptırılmıştır. Tarihi yapı, devrin pozitif ilimlerinin okutulduğu bina olarak uzun yıllar kullanılmıştır. Özellikle girişindeki işlemeli taç kapısıyla dikkati çeken medrese, devrin Selçuklu taş oymacılığının en güzel örneklerindendir.

 

Yapı kareye yakın dikdörtgen planlı olup, üzeri açık avlu etrafındaki sütunlu revaklar ve bunların gerisinde bulunan hücrelerden oluşmaktadır. Giriş kapısının sol yanında mavi ve siyah çinilerle süslü türbe hücrede, medrese binasını yaptıran Burucerdioğlu Muzaffer Bey'in ve çocuklarının mezarları bulunmaktadır. Vakfiyesinden binada bir de kütüphane bulunduğu anlaşılmaktadır.

Akşam, 14.08.2011

METRO KÖPRÜSÜ NASIL OLMALI?

 

 

Kentin hiç kuşkusuz en önemli yapılarından biri olan Haliç Metro Köprüsü için mimari tasarım hizmeti böyle bir yöntemle gerçekleşebilir mi?
 

Neredeyse on yıldır nasıl olacağına bir türlü karar verilemeyen Haliç'teki metro köprüsü kent hayatından hiç eksilmeyen ve bildiğimiz bir sorunu tekrar gündeme getirdi. Proje geliştirme meselesinin kamu sistemi içinde yerine oturmamış olması...

Haliç'teki metro köprüsünün tam on yıldır yerini, beş yıldır da mimari tasarımını tartışıyoruz. Görünüşte tartışmanın iki tarafı var: Birinci taraf karar vericiler. Büyükşehir Belediyesi bu projede köprüyü tasarladığı kabul edilen kişi tarafından temsil ediliyor. Diğer tarafta da itiraz edenler. UNESCO Dünya Miras Komitesi'nin bu iş için görevlendirdiği bazı uzmanlar, bilim çevreleri...

Bu iki taraf entelektüel dünyada bildiğimiz eski bir işbölümünü yansıtıyor: Eğer tarafların niteliklerini, yani konuya hangi sıfatla dahil olduklarını anlamaya çalışırsak, işbölümü şöyle açıklığa kavuşuyor: Birinci taraf hem tasarımcı, hem de siyasal iradeden güç alıyor. Dolayısı iki farklı şapkayı aynı anda giyme imkanına sahip.

İkinci tarafın ise meşruiyetini bilimden, kültürden aldığı söylenebilir. Bir de arka planda Türkiye'nin 1985 yılında UNESCO ile imzalamış olduğu uluslar arası bir sözleşme, Dünya Mirası Konvansiyonu ve onun karar ve uygulama prosedürleri var.

Şimdi gelelim konumuza: 
Gazetelerde de yer aldığı gibi, proje başlangıçta tek tarafta altın renkli boynuzları olan asma bir köprü olarak kamuoyuna tanıtıldı. Böylece kentin simgelerinden biri olacak mimari bir eserin İstanbul'a kazandırılacağı söylendi. Şöyle tanıtıldığını hatırlıyorum: "Haliç'e yapılacak bu köprü kente damgasını vuracak, turistler onu görmeye gelecek..." Anlaşılan bu "konsept" ile Avrupalı turistler hedeflenmişti, İstanbul'da Haliç'e "Altınboynuz" denmediğine göre. Ancak getirilen eleştiriler nedeniyle bu tasarım konsepti uzmanlar nezaretinde tekrar ele alındı. Geliştirilen yeni tasarımda bu fikirden vazgeçildi, başka yerlerde yapılan köprülere de bakıldı. Taşıyıcılar köprü platformunun ortasına alındı ve böylece köprü açıklığı üçe bölünerek boynuzların boyları kısaltıldı.

Kent yönetiminin ve mimarın "konsept"e yapılan bu müdahaleye karşı çıkacak, benim dediğim olacak diyecek halleri de yoktu. Gayet pragmatik bir şekilde, mesele fazla uzatılmadan köprü inşaatının ilerlemesini istiyorlardı. Bu yüzden kısaltılmış taşıyıcıları olan konsept uygulama projesine dönüştürüldü, inşaat başladı. Bu arada köprüye itiraz eden çevreleri susturmak için de bir çare bulundu. UNESCO uzmanları ile görüşmeler adeta "devlet sırrı" kapsamına alındı, daha önce UNESCO toplantılarına katılan uzmanlar devre dışı bırakıldı. Basın operasyonları yapıldı. Köprü tasarımını yaptığı söylenen mimar ortalığa çıkıp UNESCO'yu ikna ettiğini söyledi. Kent yönetimi adına eleştirileri göğüslemek de ona düştü. Yaptığı tasarımın "zararlı etkilerini azaltmak için" Süleymaniye'nin rengine uyumlu hale getirdiğini, altın renkten vazgeçtiğini söyledi.

Bu işte bir tuhaflık yok mu?

Kentin hiç kuşkusuz en önemli yapılarından biri olan Haliç Metro Köprüsü için mimari tasarım hizmeti böyle bir yöntemle gerçekleşebilir mi?

Adı üstünde, "altın boynuz" konsepti bir eğretileme (mecaz). Başka bir mimar da çevresiyle ilişkileri sorgulayarak, yukarıda dile getirmeye çalıştığım gibi zarif ayakları olan, yay gibi kıvrılan ama altın veya gri değil, "cart kırmızı" bir köprü de tasarlayabilir, örneğin.

Üstelik de bu fikrin daha çekici ve daha profesyonelce olduğunu da iddia edebilir. Bu durumda ne yapacağız? Mimara "aman sen köprüyü kırmızı renkli yapma, çok dikkat çekiyor. En iyisi mi sen bu köprüyü biraz daha kamufle et, gri falan yap" mı diyeceğiz? Korkarım proje yönetiminden anladığımız bu.

Bu yöntemle yapılacak bir tasarımın nasıl sonuçlanacağını tahmin edebiliyor muyuz? Bu tür bir muhalefetin sorunu görüntü düzeyine taşıyarak, iktidarın yarattığı krizi örtbas etme işlevi gördüğü belli değil mi? Asıl önemli olan başka bir düşüncenin de olabileceğine ihtimal verilmesi, hayat hakkı tanınması değil mi? Eleştirel düşünceden anonim doğruları ortaya koymak mı, yoksa mimari düşüncenin, ifadenin özgürleşmesini sağlayacak koşulları yaratılması mı anlaşılmalı? Tasarım fikirleri bilimsel bilgiler gibi doğrulama-yanlışlama yöntemi ile ele alınabilirler mi?

Korkarım bu iş böyle tartışıldığı sürece kamu yönetimlerinden profesyonellerin ifade özgürlüğünü geliştirmesini beklememiz bir hayal olacak.

Öyleyse hiç olmazsa bu sefer "zararın neresinden dönersek kardır" diyelim. Tasarım işini yönetecek bağımsız ve deneyimli bir heyet eşliğinde bu iş için profesyonel düşünceyi harekete geçirecek bir yöntem deneyelim.

Notlar:

1. Dünyanın eşsiz kültür mirası olan Süleymaniye Camisi'nin altındaki tüneller nasıl kazıldı? Tüneller plansız ve projesiz mi inşa edildi? Köstebekler (tünel kazan makine böyle adlandırılıyor) yerin altına salınıp, kendi kendilerine mi kazdılar? Yoksa metro vagonlarını geçirmek için feribot mu çalıştırılması öngörüldü? Bu tüneller kazılırken hangi kurumlar ve kişiler Büyükşehir Belediyesi'ne "danışmanlık" hizmeti verdiler?

2. Neden asma bir köprü tercih edildi? Çünkü taşıyıcıları suyun içinde olan bir köprü Haliç'i kirletirmiş. (Yahu çocuk mu kandırıyorsunuz?) Kültür varlığı olarak tescil edilen tarihi Galata Köprüsü'nü restore etmek yerine yeni köprü yapmanın gerekçesi de belki biliyorsunuz, dubalı olmasıydı. O zaman da Büyükşehir Belediye Başkanı Dalan Haliç'in temizliği için ayaklı köprünün gerekli olduğunu iddia etmişti.

3. Projenin konseptinin Kadir Topbaş'a ait olduğu iddia edildi. Ancak kimse neden bir yarışma açılmadı, ya da fikir projesi istenmedi diye sormadı. Peki bu proje için bugüne kadar ne kadar harcama yapıldı? Bütçesini biliyor muyuz?

4. Böylece projeler ilerledi ve uygulama safhasında tartışıldığı için iş geri dönülmez noktaya geldi. Kaynaklar çarçur edildi. Zaman kaybedildi. Üstelik bu tür bir müdahale biçimi zamanında müdahale etmeyi, süreci sorumluluk alarak dönüştürmeyi de içermedi. Çünkü ortaya yeni bir fikir attığınızda "tarihi çevreye uyumlu olmayan" bir iş yapmış oluyorsunuz ve eleştiriliyorsunuz. Hiçbir fikir içermeyen, ama reçeteye uygun olacağı varsayılan "korumacı" projeler yapmak serbest! Bu yüzden kentin tarihi bölgeleri kişiliksiz yapılarla doldu. Meslek alanına hakim olan bu tür bir "duyarlılık" yalnızca kritik olan tasarım düşüncesini, profesyonel öznelliği korunaklı av sahasının dışında tutma işlevi görüyor. Bu nedenle sormak istiyorum: 

Hiçbir sorgulayıcı enerji üretmeyen, "koruma" adına tarihin canına okuyan bu basmakalıp tavrı kültür mirasına sahip çıkmak olarak adlandırabilir miyiz?

5. Tarihi Yarımada için Yönetim Planı'nı hazırlayan uzmanlara bu sürece katılım nasıl olacak diye sorduğunuzda bir cevap alamıyorsunuz. Çünkü katılımdan yalnızca sınırlı bir topluluktan görüş almayı anlıyorlar. Ama defalarca toplantıya çağırılan, güya katılım sağlamak için günlerini burada harcayan kişilere lütfedip bir taslağını, özetini bile iletmediler. Oysa bilgilendirme yalnızca bir nezaket gereği değil, STK'ların ayrı bir taraf olarak sürece katılması ve izlemesi UNESCO uygulamalarında bir zorunluluk. Bu zorunluluğu yerine getirmek şöyle dursun, nezaket icabı adresleri kendilerinde bulunan insanlara bir bilgi vermeyi dahi önemsemediler.

6. Çok açık ki hem görev verilen uzmanlar, hem de iktidar çevreleri bağımsız kuruluşları, katılabilecek başka kişileri ya bir "dekor" ya da rakip olarak görüyorlar ve işe bulaştırmak istemiyorlar. Bu yüzden yarışmacı bir ortam oluşmuyor.

Bu sorunu hatırlattığınızda ise danışmanlık hizmeti veren uzmanlar "bunu biz söylersek doğru olmaz, ne de olsa biz yönetimin görev verdiği kişileriz, sonra taraf olduğumuz düşünülür" diyorlar. Çünkü onlar görevlerini sivil toplumla bir ara yüz oluşturmak olarak değil, kendi doğrularını temsil etmek olarak görüyorlar. Bu görevi siyasi otoriteye, daha doğrusu bürokratlara bırakıyorlar. Bürokratlar da kendilerini siyasetçileri bilgi açısından teçhiz eden teknokratlar olarak konumlandırıyorlar. Böylece yaratıcı bir iş olması gereken proje teknik şartnameleri kapalı uçlu süreçlerde hazırlanıyor ve göstermelik yöntemlerle ihale ediliyor. Sonuçta kendi kafalarına göre güya neyin nasıl yapılacağını bilenler, sivil toplumu yönetim planının öznesi olarak değil, nesnesi olarak görüyorlar. Yaratıcı enerjiyi harekete geçirecek yöntemleri tercih etmiyorlar.

Arkitera, 13.08.2011

İZMİR'İ FETHEDEN EMİR SULTAN'IN TÜRBESİ RESTORE EDİLİYOR

 

İzmir Büyükşehir Belediyesi, İzmir'i fetheden komutan Emir Sultan'ın türbesinde restorasyon ve düzenleme çalışmalarını başlattı.

 

Vakıflar Bölge Müdürlüğü'yle yapılan protokol kapsamındaki çalışmaların kış döneminde tamamlanmasıyla türbe ve çevresi adeta yeniden doğacak. Belediye tarafından hazırlanan projeler, İzmir 1 No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından onaylandı. Namazgah Mahallesi'nde bulunan, İzmir'i fethederken şehit düşen ve halk arasında 'Emir Sultan' adıyla bilinen Aydınoğulları Beyliği komutanlarından Seydi Mükeremeddin'in naaşının bulunduğu türbenin bahçesinde, Atatürk'ün eşi Latife Hanım'ın dedesi Uşakizade Sadık Bey ve eşi Makbule Hanım ile Aydın Valisi Ahmet Esat Paşa, Kestanepazarı Camisi kurucusu Mısırlı Hüseyin Nuri Efendi, İzmir Kadısı Şükrüzade Abdülkadir Paşa gibi devrinin önde gelen büyükleri de medfun.

 

Emir Sultan Türbesi'nin bulunduğu alanda, harabe halindeki aşhane, hamam ve dergah olarak kullanılmış üç bina kalıntısı bulunuyor. Restorasyondan sonra dergah, sosyal amaçlı hizmet verecek. Hamam, aslına sadık kalınarak yenilenecek. Aşhane buluntuları üzeri ise bir sundurmayla kapatılarak korunacak. Türbe binasının iç ve dış restorasyonu yapılacak. Hazireye ait mezar taşları tasnif edilerek yerinde korunacak. Bir sanat tarihçisinin çalışmalarıyla araştırma kazısı da yapılacak. Alanda ayrıca güvenlik binası inşa edilecek.

Zaman, Haber: Şerif Erdikici, 13.08.2011

VİLAYET KONAĞI ASLINA UYGUN YENİLENİYOR

 

İstanbul İl Özel İdaresi, İstanbul Valiliği'nin, devlet başkanlarını, yabancı işadamlarını ve büyükelçileri ağırladığı Vilayet Konağı'nı (Bab-ı Ali) aslına uygun olarak restore ettiriyor. Binanın çatı sistemindeki hasarların giderilmesi planlanıyor. Özellikle kabul salonundaki orta köbekte doğrusal bir çatlama olduğu tespit edilen yapıda iyileştirme çalışmaları yapılacak. Bazı odalarda tavan süslemeleri ihya edilecek binanın, yerinde tespit yapılan mekanlarında kapı kanatları, pencereler gibi genel üsluba uymayan niteliksiz bazı parçalarının değiştirilmesi öngörülüyor.

Yeni Şafak, 13.08.2011

KRAL MEZARI, METAL AKSAMLI BAKTERİ ÜRETMEYEN, ŞEFFAF KAPILARIN KULLANILDIĞI SİSTEMLE KORUNACAK

 

Muğla Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı ve Kazı Bilim Heyeti Üyesi Prof.Dr. Adnan Diler, Uzunyuva'daki çalışmaların yaklaşık bir yıldır büyük bir titizlikle sürdürüldüğünü söyledi. Milas'ta yürütülen tarihi eser kaçakçılığı operasyonu sonucu ortaya çıkarılan mezar odasının, Almanya'dan getirtilen özel ekipmanlarla 24 saat ısı, ışık ve nem oranlarının takip edildiğini ifade eden Diler, şöyle konuştu:
    
''Alanda özellikle duvar resimlerinin konservasyonu, kazı çalışmaları, tescilli yapıların yıkımı ve kamulaştırma çalışmaları yapıldı. Üç ayrı koldan çalışmalar devam etti. Burada duvar resimlerinin konservasyon çalışmaları çok önemliydi. Bu süreçte en önemlisi duvar resimlerinin korunmasıydı. Çünkü kaçak kazılar sırasında kaçak kazı yapanlar karot kullanmışlardı ve bu nedenle mezar içerisinde inanılmaz bir su birikintisi oluşmuştu. Burada su ve nem çok fazla miktardaydı. Duvar resimleri ve boyalara da sızan su içerisindeki zararlı olan tuzlar eriyik vaziyetteydi. Bunların hiç bir zaman kurumaması lazım.''
   
Mezar odası ve lahitin bulunduğu alandaki nemin korunmasının çok önemli olduğunu belirten Prof. Diler, nemin sadece bugün değil uzun soluklu olacak konservasyon çalışmaları sırasında da korunmasının gerektiğini kaydetti.


Bunun sağlanması için 'Hava İzole Kapısı Projesi' gerçekleştirildiğini dile getiren Diler, şunları kaydetti:
''Bunun için Almanya'dan iklimlendirme uzmanı Prof Dr. Herault Geretz bu işi üstlendi. Kendisi iklimlendirme alanında da dünyanın pek çok yerinde büyük projeler yapmış bir uzman. Hava İzole Kapısı aynı zamanda mezar içerisindeki nemi ve ısıyı kontrol amaçlı yapıldı. Buraya sadece bir kapı tasarlanmadı. Bu mezar anıtına özel yazılımlı bir kontrol sistemi hazırlandı. Yazılımın çalışma siteminde üst taraftaki mezar odasında bir bilgisayar var ve aşağı kısımda da sayısı 35'i bulan mezar odasının her yerinde, koridorda ve lahdin 4 tarafına yerleştirilmiş algılayıcılar var. Algılayıcıların her biri ana bilgisayara bağlandı. Bütün algılayıcıların topladığı veriler ana bilgisayara aktarılıyor. Bu bilgiler internet ağı yardımıyla eş zamanlı olarak Almanya'daki teknik üniversiteye ulaşıyor. Almanya'daki iklimleme uzmanımız verileri sürekli olarak takip ediyor. Böylece yıl boyunca içerideki klima kontrolünü kesintisiz olarak yapma fırsatı bulduk.''

Yapılan çalışmalar içerisinde alana 4 tane su düzenleyicisi alındığını kaydeden Diler, sistemin eylül ayı içerisinde bağlanarak içerideki bütün nemi ve ısıyı kontrol edebileceğini bu sayede duvar resimlerinin hiç bir şekilde bozulmadan korunma fırsatı olacağını söyledi.
    
Diler, mezar odasına ulaşılan koridorun üzerine, nemin ve hava sirkülasyonun dengede tutulması için Almanya'da bir firmaya kapı yaptırıldığını ifade etti. Bunun bir kontrol kapısı olduğunu anlatan Diler, şu bilgileri verdi:
    
''Kapı 6 bölümden oluşuyor. Bir tonoz yayına bağlanmış olan alüminyum borular ve bunların etrafında da duvara hiç müdahalede bulunulmaması için at kılı var. Yani duvara hiç müdahalede bulunulmadan iki kapı içerideki klimanın hem kontrolünü sağlayacak hem de bütün çalışmalarda artık bu kapı kullanılacak. Böylece kaçakçıların girdiği kapı da kapatılmış olacak. Metal aksamlı şeffaf kapılar, bakteri üretmeyen, ısıyı ve nemi en iyi şekilde koruyan bir sistemdir. Bunların hepsi şuan yerleştirildi ve sitem çalışıyor.''
Yapı, 13.08.2011

AHLAT'IN UNESCO LİSTESİ'NE ALINMASI İÇİN ÇALIŞMALAR SÜRÜYOR

 

Selçuklu döneminden kalan birçok tarihi eseri barındıran Bitlis'in Ahlat İlçesi'ndeki, 'Eski Yerleşim ve Selçuklu Mezar Taşları'nın, UNESCO Kültür Mirası Listesi'ne alınması için başlatılan çalışmalar devam ediyor.

 

Ahlat Belediye Başkanı A. Mümtaz Çoban, UNESCO'nun geçici listesinde yer alan Ahlat'ın, bir an önce asıl listeye alınması gerektiğini söyledi. Eski Ahlat şehri ve mezar taşlarının, UNESCO asıl listesine alınmasının sadece Ahlat değil, tüm dünya için önemli olduğunu belirten Çoban, "Ahlat'ın UNESCO'ya hazırlık sürecinin, özellikle de bölgedeki diğer yerlere kıyasla ciddi mesafe kat ettiğini düşünüyorum. Bu süreçte yapmamız gereken görevlerimiz var. Alan çalışması yapmamız lazım. Bu alanda mevcut kültürel dokunun tanımlanması gerekiyor. En büyük avantajımız Ahlat'ın tarihi değerlerinin çok fazla olması. Ahlat'ta adeta konuşan bir tarih yaşıyor." dedi.

 

Ahlat'taki Tarihi Selçuklu Meydan Mezarlığı'ndaki taşların özel bir konuma sahip olduğunu vurgulayan Çoban, taşların sadece tarihten kalan bir yazıt olarak tanımlanmayacağını kaydetti. Ahlat'taki mezar taşlarının Orhun Yenisey abideleriyle örtüşen bir nitelik arz ettiğini belirten Çoban, şunları ifade etti: "İlçemizde Orhun ve Yenisey'deki yazıtlardan daha zengin olan, daha özel olan bir tarafını da görüyoruz. Bu taşlarda 4 bin yıllık bir medeniyetin izleri var. Türk-İslam medeniyetinin ve İslam aleminin bütün öğeleri taşa işlenmiş. Motiflerin taşa işlendiğini görüyorsunuz. Yani halılara, kilimlere işlenen motiflerin tamamını Ahlat'taki Ahlat Selçuklu Meydan Mezarlığı'nda görme şansına sahipsiniz."

 

Bu projeyle UNESCO'nun, sadece Ah-lat'ı değil, Türk-İslam medeniyetinin hüküm sürdüğü 55-60 milyon metrekare toprağı sahiplenmiş olacağını söyleyen Çoban, UNESCO'nun böylesine büyük bir değeri kazanacağını ifade etti. Ahlatlıların da bu süreçten kazançlı çıkacağını belirten Çoban, şunları aktardı: "Ecdadımızın mirasını, bu zamana kadar, genel anlamda bir takım teknolojileri kullanarak değil, elimizdeki mevcut imkanlarla koruma yoluna gitmişiz. Bundan sonra bu mirasın korunması için, gerekli tüm teknolojiler kullanılacak. Mezarlık, insanlığın ortak mirasının, yeniden insanlığa sunulması için hazırlanacak. Bu noktada yürütülecek çalışmalarda, gerek Türkiye'nin gerekse UNESCO'nun ciddi derecede gayret göstermesi gerekiyor."

 

Çoban, "Bu süreçten Türk milleti, Türk dünyası, UNESCO ve dünya büyük kazanç sağlayacak. Ahlat bu eserlerle UNESCO'ya girerse, ülkemizde ve dünyada tarihe ilgi duyan insanların gözü ilçemize dönecek. Kültür ve Turizm Bakanlığımız'ın, Ahlat'ın adaylığı konusu üzerinde, ısrarla durması gerekiyor." diye konuştu.

Zaman, 13.08.2011

78 MİLYON YILLIK GEBE CANAVAR

 

ABD'nin Kentucky Eyaleti'nde bulunan bir gebe deniz canavarına ait 78 milyon yıllık fosil, 200 yıllık tartışmayı bitirdi. 4.6 m. boyundaki Plesiosaur'un 1.5 m. boyundaki fetüsünün, o zaman yaşayan dev deniz sürüngenlerinin canlı doğum yaptığını ispatladığı öne sürüldü.

 

Bilim adamları “Bu araştırma Plesiosaur'un canlı doğum yaptığını, yumurta bırakmak için karaya çıkmadığını gösteriyor” dediler.

Hürriyet, 13.08.2011

KAZILARA ASİSTAN OLARAK BAŞLADI, EMEKLİ PROFESÖR OLARAK SÜRDÜRÜYOR

 

Samsun'un Bafra İlçesi'nde 1974 yılında asistan olarak başladığı İkiztepe kazılarını aralıksız 37 yıldır sürdüren Prof.Dr. Önder Bilgi, emekli olmasına rağmen kazıdan vazgeçmedi.

 

Samsun yakınlarındaki Dündartepe'de 1940 yılında kazı yapan arkeologlar tarafından keşfedilen İkiztepe'de 1974 yılında başlatılan kazılara asistan olarak başlayan ve profesörlükten emekli olan İstanbul Üniversitesi (İÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Önder Bilgi, 37 yıldır aynı bölgede yaptığı kazı çalışması ile dikkat çekiyor.

 

İkiztepe'de bugüne kadar yapılan kazılarda bölgede Kalkolitik Döneme (MÖ 5000-4000) ait yerleşmelerin izine rastlanırken, MÖ 4300 ile MÖ 1700 yıllarına kadar da sürekli yerleşim yapıldığı anlaşıldı. Kazılarda Eski Tunç Çağı (MÖ 3000-2000) ve Erken Hitit (MÖ 1900-1800) dönemine ait çok sayıda eser ve kalıntı bulundu.

 

İkiztepe kazılarını 37 yıldır sürdüren Bilgi, yaptığı açıklamada, İkiztepe kazılarının geçmişle gelecek arasında köprü oluşturduğunu bu nedenle de bölgede kazı çalışmalarını aralıksız sürdürdüğünü söyledi.

 

Bütün meslek yaşantısındaki arkeolojik kazıları İkiztepe'de geçirdiğini belirten Bilgi, "Bütün meslek yaşantımı bu kazılara adadım, emekli olmama rağmen kazı çalışmalarım sürüyor.

Gelecek yıl İkiztepe kazıları ile arkeolojik kazı çalışmalarını tamamen bırakacağım'' diye konuştu.

Kazılar nedeni ile Bafra'nın ikinci memleketi olduğunu söyleyen Bilgi, şöyle devam etti: "Burası benim ikinci memleketim oldu. 1972 yılında doktora çalışmalarını tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Ön Asya Arkeolojisi Bölümü'ne asistan olarak katıldım. Benden önce İkiztepe kazılarının başkanı Prof.Dr. Bahadır Alkın'dı. Onun kazı çalışmalarına katılmak için Bafra'ya geldim. İlk defa 1973 yılında geldim. 1974 yılında da kazı çalışmalarına burada başladım."

 

İkiztepe kazılarında ortaya çıkartılan eserlerin araştırmalara ışık tuttuğunu ve oldukça iyi buluntularla karşılaştıklarını ifade eden Bilgi, ortaya çıkan esenlerin kendisini heyecanlandırdığını ve kazıya olan merakını canlı tuttuğunu kaydetti. İkiztepe ve çevresinde yaşayan insanların ilk defa MÖ 4300 yıllarında bölgeye yerleştiğini ve kesintisiz olarak 1700 yılına kadar burada yaşadıklarını belirlediklerini anlatan Bilgi, bunun çok heyecan verici olduğunu aktardı.

 

Bilgi, şöyle devam etti: "Bu süreç boyunca insanların burada ahşap evlerde yaşadıklarını gördük. Bunun dışında insanların yaşamını sürdürmek için avcılık, hayvancılık, balıkçılık yaptıklarını ele geçen kemiklerden ve kılçıklardan anladık. Ama esas faaliyetlerinin metalurji olduğunu gördük. Çok sayıda metal eser yani takı, alet, silah ve sembol gibi eserler ürettiklerini belirledik. Bunların sayısının oldukça çok olması bizim dikkatimizi çekti. Anadolu'nun metalurji merkezi olduğu ortaya çıktı. Gün yüzüne çıkan her eser bizi bir o kadar daha heyecanlandırdı ve bugünlere kadar getirdi. ''

Zaman, 13.08.2011

ÜRGÜP'TEKİ KAZIDA 10-12 MİLYON YIL ÖNCESİNE AİT KALINTILAR BULUNDU

 

 

Nevşehir'in Ürgüp İlçesi'ne bağlı Taşkınpaşa Köyü'nde Miyosen Jeolojik döneme, günümüzden 10-12 milyon yıl öncesine ait olduğu uzmanlarca belirtilen başta zürafa (giraffidae) olmak üzere çeşitli hayvanlara ait fosiller bulundu.

 

Gazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Paleontolog Doç.Dr. Okşan Başoğlu başkanlığında, Kültür ve Turizm Bakanlığının temsilcisi Asuman Alpagut, bölüm asistanı Simge Gökkoyun ile Yüksek Lisans öğrencileri Tuğçe Şener ve Çilem Sönmez'den oluşan bilimsel araştırma heyeti tarafından yapılan yüzey araştırmaları sırasında, Ürgüp İlçesi'ne bağlı, Taşkınpaşa Köyünün, Kızıl Asma mevkiinde, günümüzden 10-12 milyon yıl önce Üst Miosen dönemine ait olduğu belirlenen, başta zürafa,fil, öküz, koyun, keçi olarak adlandırılan (bovidae), at ve gergedan fosilleri bulundu. Kapadokya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından 2004 yılında bölgede ortaya çıkartılan fil, gergedan, at fosilleri nedeniyle koruma altına alınmıştı. Araştırma heyetinin, Kapadokya bölgesinin değişik merkezlerinde de araştırmalarda bulunacağı belirtildi.

Turizm Gazetesi, 13.08.2011

2 BİN 500 YILIK YAŞAM ÖLÜM OYUNU

Balıkesir’in Bandırma İlçesi’ne bağlı Ergili Köyü’nün Hisartepe mevkisinde yer alan Daskyleion ören yeri kazılarında, 2500 yıllık 'yaşam ile ölüm arasındaki seyahat'le ilgili bir oyunun buluntularına ulaşıldı. Muğla Üniversitesi öğretim üyesi ve kazı başkanı Doç.Dr. Kaan İren, Daskyleion’da yaşayanların oynadığı bu oyunun Mısır’da icat edilip bölgeye ulaştığını ifade etti.

 

İren, "Mısır’da icat edilip, oradan Ortadoğu, Kıbrıs ve Anadolu’ya yayılan bu oyun, ölüm ile yaşam arasındaki seyahatle ilgili. Daskyleion’da, Pers giriş yolunda, tahta üzerinde oynandığını belirlediğimiz bu oyunun, aşık kemiği ile 22 kare üzerinde oynandığı biliniyor" dedi.

Habertürk, 13.08.2011

TÜRBENİN ALTINA TÜNEL

 

Amasya'nın Gümüşhacıköy İlçesi'nde türbedeki mezar soymak için bitişikteki bahçe duvarının altından tünel açmaya çalışan 4 şahıs jandarma ekipleri tarafından suçüstü yakalandı.

 

Edinilen bilgiye göre, Amasya'nın Gümüşhacıköy İlçesi'ne bağlı Güblüce Köyü'nde bulunan Hasan Dede Türbesi'ni soymak için mezarın bitişiğindeki bahçe duvarının altından tünel açan V.Y, O.Ç, Y.B ve Y.K adlı şahıslar İlçe Jandarma Komutanlığı ekipleri tarafından kazı yaptıkları esnada suçüstü yakalandılar.

Şahısların gözaltına alınırken, 65 yıldır türbenin gönüllü olarak bakıcılığını yapan İsmail Köse, "Burada değerli bir şey yok. Neden böyle bir şey yaptılar anlamış değilim" diye konuştu.

Sabah, 13.08.2011

MİLLİ SARAYLAR'A YOĞUN İLGİ

 

TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı'na bağlı 9 tarihi mekanı, yılın ilk yarısında 657 bin yerli ve yabancı turist ziyaret etti.

 

Aynı mekanlar geçen yılın ilk yarısında 565 bin kişi tarafından ziyaret edilmişti. En fazla ziyaretçiyi 194 bini yerli, 252 bini yabancı olmak üzere toplam 446 bin ziyaretçi ile Dolmabahçe Sarayı ağırlarken, Beylerbeyi Sarayı'nı 67 bini yerli, 45 bini yabancı olmak üzere 113 bin turist gezdi.

Zaman, 13.08.2011

EDEBİYAT MÜZESİ AÇILIŞA HAZIR

 

 

Birinci Dünya Savaşı döneminde Yoncalık Mahallesi'ndeki askeri kışla içerisinde yer alan 1800’lü yıllardan kalma tarihi Askeriye Hamamı, 500 bin lira harcanarak 12 yılda restore edildi. Eksikleri giderilip doğalgaz bağlandıktan sonra Kültür ve Turizm Müdürlüğü'ne bağlı Resim, Heykel ve Sanat Galerisi olarak kullanılması kararlaştırılmış olmasına karşın tarihi binanın kapısı yaklaşık 2 yıldır kilitli.

Kış turizminde marka olabilmek için ciddi yatırımların yapıldığı kentte, bir takım tarihi eserlerin etrafı açılırken, bazı eserlerin görmezden gelindiğini söyleyen vatandaşlar, Edebiyat Müze Kütüphanesi olarak kullanılacağı açıklanan Askeriye Hamamı’nın çevresinin bakımsızlıktan otla kaplı olduğunu, bu konuda zaman geçirilmeden adım atılmasını istediler.


Öte yandan Askeriye Hamamı, Edebiyat Müzesi olmayı bekleyedursun, Erzurum’un 800 - 900 yıllık geçmişinde üretilen her türlü edebi eserin tıpkı basımlarıyla kütüphanede yer alacağını belirten yetkililer şu açıklamalarda bulundular: "Güncel edebiyatta Erzurum’un yetiştirdiği yazarların, şairlerin bütün eserleri burada sergilenecek. Estetik bakımından da insanların zevkle gidip gelebilecekleri, randevulaştıkları bir yer olacak. İçerisinde şık bir kafeterya olacak. İnsanlar, edebiyat eserlerini karıştırabilecek, edebi söyleşiler yapabilecek. Şairler, yazarlar getirilebilecek” diye konuştular.

Erzurum Gazetesi, 13.08.2011

ANİ HARABELERİNE BÜYÜK ONUR

 

 

Türkiye-Ermenistan sınırında yer alan Ani Harabeleri, UNESCO dünya kültür mirası listesine girmeye aday gösteriliyor.

 

Kars Kültür ve Turizm Müdürü Hakan Doğanay, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Kars'a 42 kilometre uzaklıktaki Ani Ören Yerinde Firikler, Urartular, Anadolu Selçukluları ve Osmanlıların yaşadığını söyledi.

Ani şehrinin eskiden bir ticaret merkezi olduğunu anlatan Doğanay, Ani'de ipek yolunun en canlı olduğu dönemde nüfusunun İstanbul ile aynı olduğunu belirterek, "Ani Anadolu'dan Kafkaslara geçişte son noktadır. Ani şehri önemini en son Ermenistan depreminden sonra zarar görerek yitirmiştir. İpek Yolu da önemini kaybetmeye başlayınca Ani önemini yitirmeye başlamıştır" dedi.

Ani şehrinin eski canlı dönemine kavuşması için Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın çalışmalarını planlı ve programlı şekilde sürdürerek bugüne kadar birçok restorasyon çalışması yapıldığını anlatan Doğanay, şunları kaydetti:

"Bunların içerisinde en önemlisi 1072 yılında temeli atılan Anadolu'daki ilk Türk camisi Ebul Menucehr'dir. Ani'de bulunan ve Hristiyanlar için önemli bir ibadet yeri sayılan Tigran Honents Kilisesi'ni koruma amaçlı restorasyonu yapılarak turizme açıldı. Ani'deki 4.5 kilometre uzunluğundaki surların bir kısmının da restorasyonu yapıldı. Ani'de yaptığımız en verimli ve gecikmiş çalışma ise Ani'nin haritasının yapılmasıdır. Türkiye'de ilk defa bir ören yerinin hali hazır haritası yapılıyor. Haritanın yapılması demek bundan sonra yapılacak olan çalışmaların o haritanın güdümünde sistemli bir şekilde yapılacak olması demektir."

Ani Harabelerinin 15 bin 747 metrekare alan içerisinde Türkiye'deki en büyük ören yerlerinden biri olduğuna dikkati çeken Doğanay, harabelerdeki ayakta duran 21 eserin tamamının gezilmesinin 5 saat sürdüğünü ifade etti.

Ani'de bulunan Polatoğlu Kilisesi'nin restorasyonu yapılarak yeniden turizme kazandırılması için ihalesinin yapıldığını vurgulayan Doğanay, Ani'yi eski önemine tekrar kavuşturabilmek için İpek Yolu güzergahında bulunan 24 ülkenin katılımıyla yapılan toplantılara Kars'ı temsilen kendisinin katıldığını belirtti.

Berlin fuarında Kars'ı, İpek Yolunun Kafkaslara açılan kapısı Ani'yi anlattıklarını anımsatan Doğanay, şöyle konuştu:
"Bugün Ani'ye gelen turist sayısında yüzde 27'lik bir artış var. Bu artışı biz buna bağlıyoruz. Ani'nin Dünya Kültür Mirası listesine girmesi için bakanlığın yaptığı çalışma önemlidir. Dünya Kültür Mirası listesine girmenin şartları vardır. Öncelikle turist güzergahında olacak, konaklaması ve yolları hazır olacak. Bunları tamamladıktan sonra Ani alan başkanı atanacak. Başkan atandıktan sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı Müzeler Genel Müdürlüğü Dünya Kültür Mirası Daire Başkanlığı şuanda bu konuyla ilgileniyor. Ani'yi adaylığa koydular ama henüz listeye girmedi. En kısa zamanda Dünya Kültür Mirası listesine girerse bundan sonra Ani Dünya Turizm Örgütünün tanıtım filmlerinin tamamında yer alacak.

Bu da Kars'ın turizmini çok olumlu etkileyecektir." Ani Harabelerinin bir dünya şehri olduğunun altını çizen Doğanay, "Ani'nin en büyük önemi dinler şehri olmasıdır. Ani'de 500 metre aralıklarla 3 dini mabedi görmek mümkündür. Cami, kilise ve katedral görmek mümkün. Onun için Ani'ye bin bir kiliseler şehri ve zenginler şehri de denilmiştir" şeklinde konuştu.

Ani'yi ilk 6 ay içerisinde 23 bin biletli kişinin gezdiğini belirten Doğanay, harabelere en çok Fransızlar, Japonlar ve İngilizlerin ilgi gösterdiğini vurguladı.

Cnn Türk, 13.08.2011

TARİHİ GÜLÜK CAMİİ ADETA DÖKÜLÜYOR

 

 

Tarihi Gülük Camii son zamanlarda bakımsızlıktan adeta dökülüyor. Eşi benzeri olmayan mihrabıyla Kayseri’de tarihi bir miras olan Gülük Cami cemaati yetkilileri göreve davet ediyor.Vakıflar?Bölge Müdürlüğü denetiminde olan caminin yapımı için müracat eden vatandaşlara izin çıkmazken, vakıflar yada anıtlar kurulu ise camiyi onarmak için bir girişimde bulunmuyor.

Gülük Mahallesi Muhtarı Hayrettin Öksüzkaya, Caminin çatısının aktığını ve yapıya zarar verir hale geldiğini belirterek, " Bir sürü dilekçe yazdık. Ama bir sonuç çıkmadı. Biz yaptıralım diyoruz tarihi eser diye izin vermiyorlar. Siz yapın diyoruz onada bir sürü prosedürle cevap verip yapmıyorlar. Yani ne yaptırıyorlar ne yapıyorlar. En son çaremiz artık. Bayramdan sonra Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül´e internet aracılığıyla yada bizzat randevu isteyerek mahalle halkı olarak kendisinin de mahallesi olan ve dedesininde imamlık yaptığı caminin halini anlatmak olacak" dedi.


Cami cemaatide muhtar Hayrettin Öksüzkaya´ya destek vererek, yetkililerin duyarsızlığından yakındılar. Caminin yanındaki tarihi hamamında kaderine terk edildiğini tinercilerin, alkoliklerin mekanı olduğunu kaydeden vatandaşlar, Cami tuvaletinin ise berbat olduğunu ifade ettiler.

KaYseri Gündem, 12.08.2011

BAŞKAN TEKİN, KİLİSE RESTORASYONUNU DEĞERLENDİRDİ

 

Samsun`un Tekkeköy İlçesi'ndeki 3 ayrı kilisenin onarılarak, kültür ve turizme kazandırılması çalışmalarına tepkiler sürerken, ilçe belediye başkanı eleştirilere tepki gösterdi.

Tekkeköy Belediye Başkanı Hayati Tekin, "72 milyon nüfus 6 milyon Rum`dan korkarak kendine emanet eseri yapmaktan aciz olamaz. Atakum İlçesi'nde Hıristiyan mı var ki kilise yapıyorlar. Oraya ne zihniyetle izin verildi de açıldı. Ben oraya karşıyım. Bizim oradaki kiliseler turizme kazandırılacak" dedi.

İl Özel İdaresi`nin yaptığı incelemenin ardından Tekkeköy Belediyesi`nin sözlü talebi üzerine ağustos ayı meclis toplantısında Tekkeköy İlçesi'ndeki Antyeri Köyü'ndeki 19 yy.da inşa edilen ağaç kilise, Ağşağıçinik Köyü'ndeki tarihi ağaç kilise, Altınkaya Mahallesi`ndeki taş kilisenin onarımı gündeme alındı. Kiliselerin onarımı için yapılan oylamada mecliste MHP, CHP ret oyu verirken, AKP üyelerinin oy çoğunluğuyla onarım kararına onay çıktı. Bu karar üzerine Samsun`da bazı siyasi parti ve sivil toplum kuruluşları tepki göstererek, kilise onarımına karşı çıktı.

Tepkiler sürerken, onarımları sözlü talep eden kiliselerin bulunduğu ilçenin belediye Başkanı Hayati Tekin, konuyla ilgili açıklamalarda bulundu.

Hayati Tekin, İl Genel Meclisi`ne kendilerinin sözlü talebi üzerine, bölgelerinde 3 kilisenin ayakta olduğu tarihi değer niteliğinde tescilli bulunduğunu, kendilerinin Özel İdare`den alacaklarının olduğunu, 3 kilise için onarım yapılarak kültür ve turizme kazandırılması gerektiğinin iletildiğini kaydetti.

Tekin, yaşadığı süreci şöyle anlattı: "Antyeri`ndeki ağaç kilisenin bakanlık izinlerinin alındığını, yaklaşık 5 yıl önce müracaat ettiklerini, Balkan Türkleri ve Mübadele Müzesi olarak kullanılacağını ilettik.

Daha sonra aynı şekilde Aşağıçinik Kilisesi`nin ahşap olduğunu, onun da tavanlarının çöktüğünü, olumsuz hava koşullarını ile ağaç kısımlarının temas kurduğunu, onun için çok hızlı çürüme sürecine girdiğini, acilen müdahale etmemiz gerektiğini, yıkmaya gerek olmadığını, zaten 1 yıl içerisinde yok olacağını dile getirdim.

Altınkaya`daki üçüncü kilise olan taş kilisenin çok güzel yapı olduğunu belirterek, kültür varlığı olarak kültür varlığına kazandırılmasını sözlü olarak talep ettim. İl Özel İdare bunlar için yerine gitti, baktı değerlendirdi, bu talepleri uygun görecek olacaklar ki kurula sunmuşlar, izah etmişler, sağ olsun kurul da kabul etmiş."

Onarımların kabul edilmesinin ardından gelen tepkileri doğal karşıladığını ifade eden Tekin, "Esas enteresan olan dikkat edilmesi gereken Rum eserlerinin onarılarak burada Pontus anlayışının canlandırılacağı endişesi var.

Tamam, burada bu olaylar yaşanmış. Rumların varlığı bir vaka. Bu eserler onlardan kalma. Bu bir gerçek. Cumhuriyet ile birlikte artık bu eserler bizim. Onlar bizim varlığımız. Bunlar Türk milletine emanet ve sorumluluğunda. 72 milyonu nüfus, 6 milyon Rum`dan korkuya bize artık artı olarak turizmimize dönecek olan bu varlığı gözümüzün önünde yıkacağız. 72 milyon nüfus 6 milyon Rum`dan korkarak kendine emanet eseri yapmaktan aciz olamaz.

Ben o korkuyu acizlik olarak görürüm. Maden bu zihniyetle bunları yıkalım mı, yapalım mı, ne yapacağız? Bu tarihi eser turizme kazandırılacağına, gözümüzün önünde yok olup gidiyor. Buranın ibadetle alakası yok. Şimdi Atakum`daki dernek kiliseyi anlıyorum, herkesten fazla ben karşıyım.

Ben aynı zamanda milliyetçi ve muhafazakar duygularını ağır bir şekilde yaşayan insanım. Atakum İlçesi'nde Hıristiyan mı var ki kilise yapıyorlar. Oraya ne zihniyetle izin verildi de açıldı. Ben oraya karşıyım. Bizim oradaki kiliseler turizme kazandırılacak. Bizim ülkemizin sorumluluğundaki tarihi eserler olarak bakıyoruz" dedi.

Antyeri`ndeki ağaç kilisenin ihale aşamasında olduğunu, bunun Balkan Türkleri ve Mübadele Müzesi, Aşağıçinik`teki kilisenin de eğitim ve kültür merkezi olarak hizmet göreceğini dile getiren Tekin, açıklamasını şöyle sürdürdü: "Bu kiliseler ibadete açılmayacak ki. Ne alakası var, neden endişe ediyoruz, korkuyoruz. Rumlarla da görüşmelerimde tabii ki içlerinde bir Pontus özleminin ve hayalinin anılarının olduğunu biliyorum.

Kendilerinin ağzından bunu dinledim ama o düşünce ile onların gözüne sokmak için Samsun-Ordu karayolundan geçtikleri için Türk milletinde sağduyuyu, duyarlılığı daha sıcak tutmak amacıyla `Atatürk Evi`ni bile insanların gözüne sokarcasına ana yol üzerine yaptım.

Rumlar daha önce Samsun-Ordu karayolunu takip ederek Sümele Manastırı`na ulaştıklarını biliyorum. Ben de Büyük Önder Atatürk`ün Selanik`te doğduğu evi anıt gibi heykel gibi ön plana çıkararak koydum. Bu tarihi eserleri turizme kazandırıp artıya çevireceğimize, bir tekme vurarak yok etmek çok mantıksız, anlamsız ve cahilce olacağına inanıyorum. Gözümün önünde yok olmasına izin veremezdim. Ben de bir mimarım, meslek olarak da buna izin veremem" şeklinde konuştu.


Tekin, projelerin heyecanla hayata geçirilmesini beklediklerini de sözlerine ekledi.

Samsun Haber, 12.08.2011

KÜLTÜR BAKANLIĞI'NA GEREK KALMAYACAK

 

 

Atatürk Kültür Merkezi, Emek Sineması, Hasankeyf, Allione, Galataport ve Haydarpaşaport ihaleleri, İnsanlık Anıtı’nın yıkımı ve ucube tartışmaları AKP’nin geride bıraktığı sekiz yılda tarih, kültür ve sanata yaklaşımını hatırlatabilecek küçük bir liste.  Kültür Bakanlığı yukarıdaki listeyi; içinde oteller, iş, kongre, alışveriş merkezleri bulunan başka bir liste haline getirmek istediği bir sır değil. Geçtiğimiz günlerde Radikal Gazetesine verdiği röportajda Kültür Bakanı Ertuğrul Günay bir adım daha atarak, devlete bağlı tiyatroların, balelerin, operaların, orkestraların özelleştirilmesi gerektiğini ve devletin sanat alanından tasfiye edilmesi gerektiğini bir kez daha savundu. Borusan, Doğuş, Akbank gibi sermaye kuruluşlarının sanatı daha iyi icra edeceğini düşünen Ertuğrul Günay, devletin bizzat yapan değil ama yapanı destekleyen pozisyonda olması gerektiğini söyledi. Devletin sanata müdahale etmemesi gerektiğini de söyleyen Günay, müdahale anlayışın 30’lu yıllara ait olduğunu savundu.

 

Devletin kültür sanat alından elini çekmesi gerektiği tartışmaları AKP’nin iktidara geldiği ilk yıllara kadar dayanıyor. 2002 yılında Türkiye İşverenler Sendikası Konfederasyonunun hazırlayıp hükümete sunduğu raporda  kamunun yeniden yapılandırılması çerçevesinde devletin kültür sanat alanından çekilmesi gerektiğini söylenmişti. Kültür Bakanı Günay, bu konuda kendinden önceki dönemden çalışmalar olduğunu verdiği röportajda da belirtiyor. Hükümetin seçim programında da Kültürü Yaygınlaştırma Projesi (KÜYAP) eliyle devlet kurumlarının yerel yönetimlere devriyle ilgili çalışmalar yapılacağı ifade edilmişti. Belediyelerin bütçeleri gereği istikrarlı bir çalışma yürütemezken devraldıkları devlet kurumlarını işletememeleri sonucunda özel sektöre “devretmek zorunda kalacakları”nı düşünmek için kahin olmaya gerek yok. Kültür Sanat Sen Genel Başkanı Yavuz Demirkaya, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü’nü Bakanın değindiği konularda açıklama yapmaya çağırıyor. Genel Müdürün her defasında “böyle bir çalışma yok” demesini eleştiren Demirkaya, “sendikanın eleştirileri göz ardı ediliyor” dedi.    

 

Bakan Günay’ın, röportajında değindiği bir diğer önemli konu; sanat üretiminde performans. Kültür sanat alanında memur zihniyetinin kalması gerektiğini söyleyen Günay, “performansa ve  üretkenliğe dayalı bir sistem” geliştireceklerini vurguluyor. Kültür Sanat Sen Genel Sekreteri Efser Akman, performans sisteminin hali hazırda uygulandığını ve çalışanların birçok mağduriyeti olduğunu dile getirdi.

 

AKM’deki son durumu da değerlendiren Günay, Kültür Merkezi’ni 2011-2012 sezonunda açmayı umut ettiklerini belirtiyor. Devlet bütçesiyle bu sorunun aşılamayacağını savunan Günay, AKM’nin açılmasını sponsor bulunması koşuluna bağlamaktan çekinmiyor. Bu durumun sorumlusu olarak Avrupa Kültür Başkenti Ajansını görüyor. Gazetemiz yazarı, tiyatro eleştirmeni Üstün Akmen, bir kez daha AKM’nin teknik sorunlarının çözülmesi için ajansa bakanlık tarafından aktarılan 70 milyon liranın ne olduğunu soruyor.

 

Sanatçıların sınırı aştıklarında, kendisinin hükümetle sanatçılar arasında köprü olduğundan bahseden Günay’ın sınırdan kastettiğinin ne olduğunu sorduğumuz, TOMEB Temsilcisi Orhan Kurtuldu’dan “sanat çevreleri hukuki olmayan yıkımlara tutum aldıkları için sınırı aştılar” yanıtını aldık.

 

Yavuz Demirkaya (Kültür-Sen Genel Başkanı)
8 Ağustos’ta  devlet tiyatroları koordinasyon toplantısına davet edildik. Bu toplantı tiyatro sezonu başlamadan önce  yapılır, meslek örgütleri ve sendikalar katılır. Devlet tiyatrolarının yerel yönetimlere devredilmesiyle ilgili “böyle bir şey olmayacak” deniyor. Genel müdürlüğü davet ediyorum. Bakanın dediği gibi değilse açıkla yada bu tip çalışmalar yürütüldüğünü itiraf et. Bununla ilgili açıklama yapılmıyor.  Sendikanın tutumları ve uyarıları göz ardı ediliyor. Devlet tiyatrolarına bildiri gönderdik. Eylemlerimiz ve tepkilerimiz sürecek.

 

Üstün Akmen (Tiyatro Eleştirmenleri Birliği Başkanı)
Ertuğrul Günay soru üzerine: “Emek Sineması hala yargıda. Yargı sonucu bekleniyor. Bizim dışımızda bir şey,” demiş ya, beni bir gülme aldı, bir gülme aldı, sormayın gitsin! Hani: “Ben bu filmi görmüştüm,” misali! “AKM ise geçen dönem gene bir yargı kararıyla durmuştu,” sözünü okuduğumdaysa, doğrusu hayli sinirlendim. Yahu Sayın Bakanım, yürütmeyi durdurma kararından sonra ajansla yeniden görüştüğünü ve yetkililere en azından binada gerekli ses, ısıtma düzeni gibi teknik onarımların yapılması, binanın en kısa sürede faaliyete geçmesi gerektiğini açıklayan sen değil miydin? Bunun için: “Teknik çalışmanın maliyeti 70 milyon TL civarında,” deyip 70 milyon Yeni Törkiş Lirasını Ajansa havale etmedin mi? Eee? Sonra? Ajans parayı deve yaptı, neden hesap sormadın?  


Neyse!


Bakan: “Ayazağa’da ilerledik” diyor ya, ona da inanmıyorum. Ayazağa, hani en geç 2011-2012 sezonunda açılamış olacaktı?  Sonra, kültür-sanat üretiminin önündeki engelleri kaldıracak olan bir yaygınlaştırma projesinden söz ediyor, iyi de Sayın Bakan “Özerk Sanat Konseyi Yasa Taslağı”na hiç değilse şöyle bir göz attın mı?


Neyse!


Sevgili Bakanım: “Devlet kültür dünyasında hiçbir ideolojik dayatma yapmamalıdır,” diyor. Yahu, bu söyleşi yapılırken Başbakan’ın ağzı sakızlı kerimesi uğruna Ankara Devlet Tiyatrosu oyuncusu Tolga Tuncer’e ceza kesiliyordu. Bu ne biçim lahana turşusu bre Bakan?


Ertuğrul Günay’ın Radikal’deki röportajında söylediği tek doğru, 2010 İstanbul Kültür Başkenti Ajansı’nın başarısızlığını kabul etmesi. “Gereksiz yere insanlara maaş ödedik,” demesi. Diğer taraftan, Bakanlığa bağlı orkestralar, tiyatrolar, korolardan söz ederken: “Bu kurumların hepsi Cumhuriyet’in ilk yıllarında devletin Batılı kültürü empoze etmesi amacıyla oluşmuş. Bunların aslında bir vadede sivil topluma devredilmesi lazım”, beyanındansa hicap duyuyorum. “Devlet bütün bu sanat etkinliklerini kendi öz kaynaklarıyla destekler; ama doğrusu devletin orkestrası, senfonisi, operası balesi, tiyatrosu olur mu,” diye de soruyor. Ben de inatla “olur” diye yanıtlıyorum. Ve ne yazık, korkarak algılıyorum ki, Devlet Baba yeni bir kültürel cinayete teşebbüs hazırlığı yapmakta, Bakan da bu hem zararlı, hem de fevkalade tehlikeli teşebbüse aracılık yapmakta. Başbakan’ın, Bakanların, devletlu zevatın onca “israf” harcamalarını kesin, nemalanmalarını da bu kesintilere ekleyin, tasarrufu kültüre kanalize edin, bakın bakalım devletin orkestrası da, senfonisi de, operası da, balesi de, tiyatrosu da göze batıyor mu!.Yani oluyor mu, olmuyor mu!

 

Efser Akman (Kültür-Sanat Sen Genel Sekreteri)
Ertuğrul Günay, devletin evrensel kültür sanat mirasına yaklaşımını bu şekilde telaffuzu acı ve manidardır. 2002 yılında Türkiye İşverenler Sendikası Konfederasyonu Hükümete sunduğu raporda; devlet tiyatroları opera, balesi ve orkestralarının devlet hazinesiyle ilişkisinin kesilmesi gerektiği söylenmişti. Bu alanlar kamunun yeniden yapılandırılması çerçevesinde özelleştirme sürecine tabi tutulacak. Devlet tiyatroları balesi operası ilk önce döner sermayeye bağlanacak, hazineyle ilişkileri kesilecek, rekabete açılıp özel kuruluşlar desteklenecek. Kültür Bakanlığına gerek kalmayacak. Performans sistemi uygulanıyordu zaten. Teşvik ikramiyeleri yılda iki defa verilir. Genellikle kolektif sanatlar olduğu için başarı ölçüsü kolektif uyumdur. Anayasal sağlık hakkının ihlaline kadar esniyor performans uygulamaları. Çalışma saatlerinde hastaneye gidilememe kararı alınmıştır. Bu keyfi bir uygulamadır. Disiplin cezaları veriliyor, biz buna karşı çıkıyoruz. Teftiş kurullarına gidiyoruz suç duyurularında bulunuyoruz. Şu anda bütün kadrolu işçilere hizmet sözleşmesi yapılıyor. Kanun ve yönetmelik hükmünde kullanıyor. Bunlarla ilgili davalar açtık. 

 

Savaş Aykılıç (İstanbul Devlet Tiyatrolarında sahne amiri)
AKM’nin tadilatı yapılmalı diyor ama ajans yapamadı denilerek AKM’yi kullanılmaz hale getirdiler. 3 yıldır evimizden ayrıyız. Neredeyse çadır hayatı sürüyoruz.  Şehir Tiyatrosunun bile gidemediği yerlerde sahne alıyoruz. AKM bizim merkezimizdir. Biz her şeyden önce yapıcı olmak istiyoruz. AKM kültür sanat ortamı olacaksa destekleriz. Sendikamızla diyaloga yanaşılmıyor. 2 tane koruma kurulu vardır. Taksim meydanı sit alanıdır. Yıkılan yer aynı şekilde yapılmak zorunda. Muhsin Ertuğrul sahnesine yapılan yapılmaya çalışılıyor AKM’ye.
Kendi içimizde opera, bale diye ayrılıklar çıkarılmaya çalışılıyor.
Çok amaçlı kültür merkezi “kazan kazan” mantığıdır. “Yarısı da bize kalsın” mantığıdır. Yapılan değişiklikleri sendikayı ve sivil toplumu karşılarına alarak  konuşmadan yapıyorlar.
Ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalışıyorlar. AKM’deki durum büyük başarısızlıktır, oysa hala diyalogla çözülebilir.

 

Orhan Alkaya (İstanbul Şehir Tiyatroları Eski Genel Sanat Yönetmeni, oyuncu, yönetmen)
Kamu sübvansiyonuyla tiyatrolar her yerde var. Artık söylemekten dilimizde tüy bitti. Müsteşarları bakanı bilgilendirmeli. Performansa dayalı sistem konuşulabilir.

 

Serpil Tamur (Devlet Tiyatrosu Oyuncusu)
Devletin mutlaka tiyatrosu olmalı. Kaldırılmasına yada devredilmesine karşıyım.

 

Orhan Kurtuldu (Tiyatro Oyuncuları Meslek Birliği-TOMEB İstanbul Temsilcisi)
Yapılmak istenenler cinayetten farksız değildir. 30’lu yıllarda sadece batının empozesi yoktu. Halkın aydınlanması da söz konusudur. Sanat  ve sanatçıyı susturmak istenmektedir.
Devletin operası, balesi, tiyatrosu, olmayacaksa okulları hastaneleri de olmasın hayat özelleşsin. Bunları kabul etmek mümkün değil.


Bakanlığa açık çağrı yapıyoruz. Karşılıklı  toplantıya çağırıyoruz. Belgelerle ispatlayacağız. Sanattan anlamadıkları görülüyor. Performansı neyle nasıl ölçecekler. Oyuncunun neye göre oynayacağını rejisör karar verir.


İdari mahkemelerle AKM’nin yıkımını durdurduğumuz için sınırı aştık. Bakan, başbakan, ajans sorumludur. AKM’yi para olmadığı için açamıyoruz diyor. Ajansın sorumlusunun verdiği röportajda faaliyetlerine son verdiklerini ve kalan paranın Bakanlığa iade edildiği söylenmişti. Kanuna uygun restore edilmediği için çalışma yapamadılar.

Evrensel, Haber: İsmail Afacan, 12.08.2011

GÖKÇEK, AOÇ'DEN YOL GEÇİRİYOR

 

 

Anakent Belediye Başkanı Melih Gökçek’in, ODTÜ’nün içinden geçmesini planladığı yolun bir benzerini, Yüce Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün mirası Atatürk Orman Çiftliği’nden (AOÇ) de geçirmek istediği ortaya çıktı. Gökçek’in son icraatı “başkentin batı koridorundaki trafik yükünü azaltacağı” gerekçesiyle yapacağı “Yeni Çiftlik Bulvarı”nın bağlantı geçitleri projesi.

Gökçek, Devlet Demiryolları’nın (DDY) geçen hafta banliyö tren hatlarını bakıma almasını fırsat bildi. Celal Bayar Bulvarı’ndan başlayarak Etimesgut’a kadar demiryoluna paralel uzanacak 8 şeritli bulvar üzerinde gerçekleştirilecek 6 büyük geçit için çalışmalara başladı. Gökçek, hafta başında yaptığı basın toplantısında projeyi anlatırken de, AOÇ içindeki hemzemin geçidin “Ankaralıları çileden çıkardığını ve geçidin bulunduğu yere yapılacak üstgeçit olacağını” söyledi.

Gökçek, Anakent Belediyesi tarafından daha önce plan çalışmaları yapılan ancak ilgili kamu kurum ve kuruluşlarıyla yapılacak protokol çalışmaları ve mahkeme sorunları nedeniyle yapımına başlanamayan “Yeni Çiftlik Bulvarı” bağlantı geçitlerinin yapımı için DDY ile imzaladığı protokolün ardından hemen çalışmaların başladığını dile getirdi.

Anakent Belediyesi ile AOÇ arasında varılan mutabakatın ardından açımına başlayacakları “Yeni Çiftlik Bulvarı” için TCDD tarafından yenilenen Yüksek Hızlı Tren (YHT) hattıyla ortak inşaat sahası oluşturulacak. “Yurttaşların mağduriyetinin en aza indirilmesi” gerekçesiyle amacıyla ortak protokol imzalandığını iddia eden Gökçek, İstanbul ve Eskişehir yollarındaki trafik yoğunluğunu gidereceğini ileri sürdü.

Yeni Çiftlik Bulvarı inşaat çalışmaları Celal Bayar Bulvarı’ndan başlayıp, banliyö tren hattına paralel olarak AOÇ arazisinden devam ederek, Etimesgut Zırhlı Birlikleri’nin önünde son bulacak. Gökçek, bu bulvar ve bağlantı geçitlerinin Ankara’nın batı ilçelerinin (Sincan, Etimesgut, Yenimahalle) merkeze ulaşımını kolaylıkla sağlayacağını ve trafiğini rahatlatacağını savundu.

Gökçek daha önce de Atatürk Bulvarı’nda yapılan Kuğulu Altgeçitleri’nin Ankara’nın trafiğini rahatlatacağını dile getirmişti. Ancak Kuğulu Altgeçitleri’nin tamamlanmasının ardından 3 yıl gibi bir süre geçti. Bu süre içinde Atatürk Bulvarı üzerindeki trafik yoğunluğu rahatlamadığı gibi, özellikle okulların açık olduğu dönemde, sabah ve akşam saatlerinde bulvarda trafik tam bir keşmekeş görüntü arz ediyor.

Proje neleri kapsıyor?
“Celal Bayar Bulvarı’nın bağlantısı için yapılacak altgeçit inşaatı: Altgeçit, Celal Bayar Bulvarı’ndaki trafiği Eti Köprüsü’nün altında açılacak ve demiryoluna paralel olarak Etimesgut’a kadar uzanacak.

AOÇ hemzemin geçişi için yapılacak olan üstgeçit inşaatı: Yapılacak bu üstgeçit, AOÇ içindeki hemzemin geçidin üstten geçmesini sağlayacak. Üstgeçit aynı zamanda yeni açılacak Yeni Çiftlik Bulvarı’nın yanı sıra şimdiki gibi İstanbul Yolu Çiftlik Kavşağı’na bağlantılı olacak.

Şaşmaz Sanayi’yi Eskişehir yolu ile zırhlı birliklere bağlayacak bulvarda üstgeçit inşaatı: Bulvarın demiryolu hattıyla kesiştiği noktada banliyö hatlarının yenilenmesi ve tren sefer sayılarının azaltılması nedeniyle bir üst geçit inşaatı gerçekleştirilecek.”

Projenin teknik detayları
Yeni Çiftlik Bulvarı’nın uzunluğu 12 kilometre olacak. 4’ü gidiş, 4’ü geliş olmak üzere toplam 8 şerit yol yapılacak. 3 büyük köprülü kavşak ve 10 adet yan yol bağlantısı, 23 adet yaya geçidi ve menfez ile tamamlanacak bu proje sayesinde, Şaşmaz Sanayi Sitesi’nin Eskişehir yolu ile bağlantısı sağlanacak. Proje kapsamında yaklaşık 1 milyon metreküp dolgu, 650 bin metreküp kazı yapılacak. Harcanacak sıcak karışım asfalt miktarı 300 bin tonu bulacak.

Cumhuriyet Ankara, 12.08.2011

YAZMA ESERLER MİLLİ KÜTÜPHANE KORUMASINDA

 

 

Milli Kütüphane Başkanlığı bünyesinde yaklaşık 5 yıldır faaliyet gösteren Patoloji ve Restorasyon Laboratuvarı yeni cihazlara kavuştu.


Dubai'deki bir vakıfla imzalanan işbirliği protokolü kapsamında hibe edilen cihazlar yazılı eserlerin onarımı için teknolojik imkanlar sunuyor.

Milli Kütüphane Başkanı Tuncel Acar AA muhabirine yaptığı açıklamada, derleme, satın alma, bağış veya değişim yoluyla sağladıkları materyalleri gerekli teknik hizmetleri tamamladıktan sonra araştırmacıların hizmetine sunduklarını söyledi.

Milli Kütüphanenin çeşitli materyal türlerinden oluşan 2 milyon 945 bin adetlik büyük bir koleksiyona sahip olduğunu anlatan Acar, bünyelerindeki el yazması eserlerin tümünün dijital ortama aktarıldığını, bu işlemin yaklaşık 4 yıl sürdüğünü, kendilerine yeni gelen eserlerin de aktarımını yaptıklarını bildirdi.

Koleksiyonlarındaki yazılı eserlerin korunmasına ve restorasyonuna büyük önem verdiklerini, gerekli koşullarda saklama yaptıklarını ifade eden Acar, Milli Kütüphane Başkanlığı bünyesinde 2006'dan bu yana çalışmalarını sürdüren Patoloji ve Restorasyon Laboratuvarının yeni cihazlarla donatıldığını belirtti.

El yazması ve nadir eserlerin korunması ve daha geniş kitlelere ulaştırılması amacıyla Birleşik Arap Emirlikleri Dubai Emirliği'nde bulunan Cuma El Macit Kültür ve Kültürel Miras Merkezi ile "Kültürel ve Bilimsel İşbirliği Protokolü" imzaladıklarını kaydeden Acar, "Protokol kapsamında tarafların elinde bulundurduğu el yazması eserlerin dijital kopyaları karşılıklı olarak değiştirilebilecek. Laboratuvardaki makinelerin tamamını bize bu vakıf hibe etti" dedi.

Acar, ekim ayında cihazların laboratuvara kazandırılması dolayısıyla bir açılış yapacaklarını belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Laboratuvar iki bölümden oluşuyor. Elle ve makinalar yardımıyla restorasyon yapılıyor. Elle onarımın yapıldığı bölümde arkadaşlarımız el yazması nadir eserleri inceliyorlar, sıkıntı nedir, kurt yeniği, mantar var mı belirliyorlar. Sayfa sayfa elle tamir yapıyorlar, oldukça emek ve özen isteyen bir iş yapıyorlar. Kağıtlarda yırtık olan yerler varsa tamir ediyorlar, takviye kağıtlarla yeniliyorlar. Cilt ve sayfalar ayrı ayrı ele alınıyor. El yazması bir eserin onarımı sayfasına göre 6 ay sürebiliyor.

Restorasyon için gerekli olan cihazlar laboratuvarda mevcut. Depodan çıkan eser buradaki aletlerle mantar, böcek ve tozlarından arındırılıyor. Konusunda uzman patolog, biyolog ve kimyager arkadaşlarımız burada görev yapıyor. Öte yandan yırtık olan gazete ve basma eserin onarımı da burada yapılıyor. Yırtık olan eser bir takım işlemlerden geçiriliyor. Buradaki amacımız Milli Kütüphane koleksiyonunu geleceğe taşımak ve araştırmacıların hizmetine sunmak."

Acar, eserlerin onarımı için teknolojinin imkanlarından yararlandıklarını ve korumanın sağlanması için tüm gayreti gösterdiklerini sözlerine ekledi.

Cnn Türk, 12.08.2011

VAKIFLAR'DAN RESTORASYON KARŞILIĞI KİRALIK KARGİR HAN

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü İstanbul 1.Bölge Müdürlüğü, Fatih (Eski Eminönü) İlçesi'ndeki 539 metrekare kargir hanı, 35 yıllığına restorasyon karşılığı kiraya vermek üzere ihale açtı. Buna göre Fatih İlçesi Çelebioğlu Mahallesi, Saka Mehmet Sokak, 39 parselde kayıtlı, eski eser tescilli altında iki mağazası olan kargir ikinci vakıf hanı ve baraka dükkan vasıflı taşınmaz, 35 yıllığına restorasyon karşılığı kiraya verilecek.
    
Restorasyon bedeli 2 milyar 277 milyon 232 bin lira olarak belirlenen ihalede katılımcılardan 68 milyon 316 bin lira tutarında geçici teminat, 227 bin 723 lira kesin teminat alınacak. İhale, 25 Ağustos 2011 tarihinde saat 10.00'da açık teklif usulü ile İstanbul- Vakıflar 1. Bölge Müdürlüğü'nde gerçekleştirilecek.
    
Söz konusu ihaleye katılmak isteyenler şartnameyi, Vakıflar 1.Bölge Müdürlüğü Sanat Eserleri ve Yapı İşleri Şube Müdürlüğünden satın alabilecek. Şartnameye göre hazırlanacak olan teklif mektupları ihale günü, ihale saatine kadar Sanat Eserleri ve Yapı İşleri Şube Müdürlüğüne verilecek.

Yapı, 11.08.2011

 

Her yıl binlerce yerli ve yabancı turisti ağırlayan Antik Likya'nın en önemli liman kentlerinden olan Olympos, korumaya alınıyor. Antalya Valiliği, Olympos'ta koruma amaçlı imar planı hazırlamak için Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan yetki istedi.

Olympos antik kenti kazı mimarı Erkan Uçkan, yaptığı açıklamada, Olympos'ta koruma amaçlı imar planı çalışmalarının hızlandığını bildirdi. Antalya Valiliği'nin Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan koruma amaçlı imar planı yapmak için yetki istediğini, Bakanlığın henüz yetkiyi vermediğini söyleyen Uçkan, ''Eğer Bakanlık yetkiyi verirse İl Özel İdare koruma amaçlı imar planını yapacak. Bölge ören yeri ve çevresiyle birlikte koruma altına alınacak'' dedi.
 

Olympos'ta kazıların devam ettiğini, gün yüzüne çıkan antik kente turistlerin ilgisinin her geçen gün arttığını belirten Erkan Uçkan, planlama yapılmadığı taktirde antik kentin çok büyük zarar göreceğini ifade etti. Sadece ören yerinin korunmasını değil, çevresiyle bütüncül bir korumayı esas aldıklarını anlatan Uçkan, ''Yapılan kazılar sonucunda bu antik kent, gün yüzüne çıkacak. Bu alanın restorasyonu için girişimimiz var. Ören yerinin çevresini kontrol altına alamazsak Side örneği ile karşılaşırız. Bölge zarar görmeden, bölgenin planlamasını yapmak istiyoruz'' ifadesini kullandı.
 

Olympos'un çevresindeki yapılaşmanın kontrolsüz olduğunu, bölgede otoparktan altyapıya kadar bir çok sorun bulunduğuna dikkati çeken Erkan Uçkan, ''Yapılacak planlama ile altyapı sorunu çözülmüş, ören yerine zarar vermeyen bir yapılaşma çıkacak. Bölgede kontrol edilebilir bir turizm hedefliyoruz. Bunun için tesis sahipleriyle, bölge halkıyla, sivil toplum örgütleriyle görüşüyoruz'' dedi.
 

Her gün üzerinden yaklaşık 10 bin kişinin geçtiği ören yerinin korunmasının önemini vurgulayan Erkan Uçkan, tarihi kentin bekçisinin olmadığına dikkati çekti. Yaptıkları girişimler sonucunda jandarmanın bölgede güvenliği sağladığını söyleyen Uçkan, ''Bütün ören yerlerinde bekçi var ama burada bekçi yok. 1,5 aylık kazı çalışmasını tamamladık, bölge şimdi Allah'a emanet'' dedi.
 

Yazır Köyü muhtarı Halil Karataş, bölgenin koruma altına alınması gerektiğini ifade ederken, ''En kötü plan plansızlıktan iyidir'' dedi.


Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Antalya Valiliği'ne yetkiyi vermesini beklediklerini söyleyen Karataş, ''Bu bölge korunacaksa yerli halkı ile birlikte korunmalı. Burası göç alan yer haline geldi. yerleşim alanları genişliyor, insanlar ciddi şekilde problem yaşıyor. bölgede yapılacak planlı bir çalışma turizm için iyi olur'' diye konuştu.

Kemer Gözcü, 07.08.2011


7 - 13 Ağustos 2011

TARİHİ ESER SATARKEN SUÇÜSTÜ

 

Aydın Emniyeti Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Müdürlüğü ekipleri, Didim’de H.A. (46) ile oğlu E.A.’nın (23) tarihi eser satmak için müşteri aradıklarını belirledi.

 

Bunun üzerine alıcı rolündeki polisler, baba oğulla bağlantı kurdu. Belirtilen adreste iki zanlı ile buluşan polisler, Roma Dönemi’ne ait olduğu belirlenen iki Meryemana heykeli için pazarlığa başladı. Pazarlığın ardından gerçek kimliğini açıklayan polisler, babayla oğlunu gözaltına aldı. Bir kucağından bebekle tasvir edilmiş, pişmiş topraktan yapılmış, 27 ve 17 santimetre boyundaki iki Meryemana heykeline el konuldu.

Hürriyet Ege, 12.08.2011

HOŞAP KALESİ'NE YENİ DÜZENLEME

 

  Van-Hakkari karayolu üzerindeki Güzelsu beldesinde dik bir kaya kütlesi üzerine kurulan kale, ihtişamıyla adeta ziyaretçilerini büyülüyor. Gözetleme kulesi, surları, burçları ve beden duvarları bulunan kalenin iç mekanlarındaki mescit, fırın, zindan, seyir köşkü ve harem odaları ise yapılan kazı çalışmaları sonucu gün yüzüne çıkarıldı. Her gün onlarca yerli ve yabancı turist tarafından ziyaret edilen kalenin etrafındaki sit alanı içerisinde kalan ev ve dükkanların kaldırılması için de çalışma başlatıldığı belirtildi.

 

Van’ın Gürpınar Kaymakamı Nurullah Kaya, sit alanı içerisinde kalan ev ve dükkanlar için çalışma başlattıklarını söyleyerek, “Van Valiliği, Gürpınar Kaymakamlığı ve İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü olarak ortak bir çalışmamız var. İlk etapta sit alanı içerisinde kalan 34 evin kamulaştırması için çalışıyoruz. Vatandaşlarımızın en az seviyede zarar görmesi için elimizden geleni yapıyoruz. Günbaşı yol ayrımı mevkisinde 70 dönümlük bir arazi var. Buradaki evleri oraya taşımak için çalışıyoruz. Kalenin etrafındaki dükkanlar için de çalışmalarımız var. Buradaki 20’ye yakın dükkanı tarihi yapıya uygun bir şekilde ya restore edeceğiz ya da kamulaştıracağız. Ayrıca kalenin çevre düzenlemesi için de Yüzüncü Yıl Üniversitesi ile ortaklaşa Doğu Anadolu Kalkınma Ajansı’na (DAKA) verilmek üzere bir proje yürütüyoruz. Bu çalışmalardaki tek amacımız tarihi yeniden canlandırmaktır” dedi.

Anayurt Gazetesi, 12.08.2011

ÖZGÜRLÜK ANITI BAKIMA ALINIYOR

 

New York'un simgesi Özgürlük Anıtı, bakım ve onarım için ziyaretçilere kapatılacak.

 

ABD İçişleri Bakanı Ken Salazar, yaptığı açıklamada, Özgürlük Anıtı'nın ekim ayı sonundan itibaren bir yıl süreyle kapatılacağını söyledi. Salazar, 27,25 milyon dolara mal olması beklenen yenilemeyle anıtın daha güvenli olacağını bildirdi. Bakım süresince Özgürlük Anıtı'nın bulunduğu ada ise ziyaret edilebilecek. Anıt 11 Eylül saldırılarından sonra güvenlik gerekçesiyle bir süre ziyarete kapatılmıştı.

Zaman, 12.08.2011

KAMU BİNALARI REZİDANSA, OTELE DÖNÜŞECEK

 

 

Teşkilat Kanunu’nda değişiklik yapan ve Vergi Denetim Kurulu Başkanlığı kurulmasına imkan veren kararnamenin içinde dikkatlerden kaçak bir madde yer aldı. Bu maddeye göre Maliye Bakanlığı Hazine arazileri üzerinde imar yetkisi aldı. Maliye devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan taşınmazları farklı projeler için değerlendirebilecek. Plan değişikliklerini belediyeler 3 ay içinde onaylamazsa planlar Milli Emlak tarafından re’sen onaylanacak.

Vatan Gazetesi'nde yer alan habere göre, bir Maliye yetkilisi değişikliğin nedenini şöyle izah etti: Bugün İstanbul’da Boğaz’a nazır bir çok kamu binası bulunuyor. Kamu kuruluşları, bu binalar yerine yine kent içinde farklı bir bölgede de faaliyetini sürdürebilir. Boğaz’a nazır kamu binalarının bulunduğu alanların bir bölümü, imar planı değişiklikleriyle otel alanına dönüştürülebilir. Bu şekilde satışa çıkarılabilir. Araziler çok daha yüksek bedelle ekonomiye kazandırılabilir.

Maliye Bakanlığı, Hazine arazilerini imar planı yaptırarak, otel, iş merkezi veya toplu konut alanı olarak satmaya hazırlanıyor.

Vergi Denetim Kurulu Başkanlığı’nın kurulmasını öngören teşkilat kanununda değişiklik yapan Maliye Bakanlığı Teşkilatı Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile Hazine arazileri üzerinde Bakanlar Kurulunun belirlediği projeler için imar yetkisi aldı.

İlgili düzenlemeye göre, Maliye Bakanlığı, Bakanlar Kurulu’nca uygulama usul ve esasları belirlenen projeler kapsamında, Hazine’nin özel mülkiyetinde ve devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan taşınmazların imar planlarını, çevre imar bütünlüğünü bozmayacak şekilde yapabilecek, yaptırabilecek, tadil edebilecek ve imar uygulamasını gerçekleştirebilecek.

Bu planlar, büyükşehir belediye sınırları içerisinde kalan alanlar için büyükşehir belediye meclisi tarafından, il ve ilçe belediye sınırları ile mücavir alan içindeki sahalar için ilgili belediye meclisleri tarafından, beldelerde ve diğer yerlerde ise ilgili valilik tarafından planların intikal ettiği tarihten itibaren 3 ay içinde aynen veya değiştirilerek onaylanacak.

Belediyeler ve valiliklerin 3 ay içinde onaylamadığı planlar ise Milli Emlak Genel Müdürlüğü’nce re’sen onaylanacak. İlgili belediye ve valilikler de, bu arsa ve arazilerin imar fonksiyonlarını 5 yıl süreyle değiştiremeyecek.

Maliye Bakanlığı, bu yetki çerçevesinde İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya gibi iller başta olmak üzere kent merkezlerindeki Hazine’ye ait arsa ve arazilerin değerini imar planı yaptırarak artıracak. Hazine taşınmazları imar planlı olarak daha yüksek bedellerle satışa sunulacak.

Aynı şekilde şehir merkezlerinde üzerlerinde kamu binalarının bulunduğu bazı alanlar da, yine imar planı değişikliği ile konumlarına göre önce otel alanı, iş merkezi ya da toplu konut alanına dönüştürülebilecek. Daha sonra da ihaleye çıkarılarak satılacak.

Alınan yetki çerçevesinde Maliye Bakanlığı, büyük şehirlerde rantı yüksek Hazine arazilerini Toplu Konut İdaresi’ne vermek yerine, imar planını yaparak veya yaptırarak, daha yüksek bedelle ekonomiye kazandıracak.

DEVLETİN 119 BİNASI VAR, KULELİ LİSESİ BİLE TANIŞABİLİR
Maliye Bakanlığı Milli Emlak Genel Müdürlüğü verilerine göre, 10 Ağustos itibarıyla devletin hüküm ve tasarrufu altında 118 bin 892 bina, 404 bin 709 arsa, 827 bin 457 arazi bulunuyor. Maliye Bakanlığı aldığı yetki çerçevesinde Çengelköy’deki Kuleli Askeri Lisesi’ni başka yere taşıyıp binayı da otele dönüştürebilecek.

UYGULAMA PLANINI ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANLIĞI YAPABİLİR
Maliye Bakanlığı’nın, yeni düzenleme kapsamındaki uygulama planı yapma yetkisinin bu alandaki donanım ve tecrübesi nedeniyle Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na bırakılması düşünülüyor.

Bu düşünce hayata geçirildiğinde, Maliye Bakanlığı, Kanun Hükmünde Kararnameye uygun şekilde Hazine’ye ait arsa ve araziler üzerinde projeler üreterek, yeni konsepti belirleyecek.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı da, bu konsepte uygun uygulama planı hazırlayacak. Arsa ve arazi daha sonra da satışa çıkarılacak.

BOŞ YERE ATIL DURACAĞINA EKONOMİYE KAZANDIRILIR
Maliye Bakanlığı’ndan bir üst düzey yetkili, büyük şehirlerde Hazine’ye ait binlerce bina, arsa ve arazi bulunduğuna dikkati çekerek kararnamenin amacını şöyle değerlendirdi:

“Bunların önemli sayılacak bir bölümü de, kent merkezlerinde yer alıyor. Bugün İstanbul’da Boğaz’a nazır bir çok kamu binası bulunuyor. Kamu kuruluşları, bu binalar yerine yine kent içinde farklı bir bölgede de faaliyetini sürdürebilir. İstanbul’da örneğin sürekli olarak otel ihtiyacı olduğu dile getiriliyor. Boğaz’a nazır kamu binalarının bulunduğu alanların bir bölümü, imar planı değişiklikleriyle otel alanına dönüştürülebilir. Bu şekilde satışa çıkarılabilir. Mevcut binalar, çevredeki dokuyu bozmayacak şekilde restore edilerek ya da duruma göre yenilenerek otel haline getirilebilir. Hazine de, bu şekilde hüküm ve tasarrufu altındaki bu arazileri çok daha yüksek bedelle ekonomiye kazandırabilir. Aynı şekilde kent merkezlerinde veya kent girişlerinde devlete ait çok sayıda boş arazi var. Bunlar da imar planlarıyla ticaret merkezi, alışveriş merkezi ya da toplu konut alanı olarak yeniden düzenlenir. Bu yerler de, atıl duracağına ekonomiye kazandırılmış olur. Bu yetki ile kentsel dönüşümler gerçekleştirilebilir. İmar planı yetkisiyle bunları yapmak istiyoruz.”

Habertürk, 12.08.2011

3800 YILLIK KÜP

 

Aksaray'da 3 bin 800 yıllık küp bulundu.

Yapılan arama sonucu Yeşilova beldesinde metruk bir evin kilerinde bir küp bulduklarını söyleyen Aksaray Müze Müdürü Yusuf Altın, 'Asur ticaret kolonileri çağından günümüze ulaşan 'Pithos' adı verilen pişmiş topraktan olan küp, zahire deposu olarak yapılmış.

140 santimetre yüksekliğinde ve ağız çapı 62 santimetre' diye konuştu.

Akşam, 12.08.2011

İSTANBUL'UN 400 YILI SAKLI ODALARDAN ÇIKTI

 

 

İstanbul'un antik bir şehir olduğuna dair en önemli kanıtlardan sayılan ve Bizans döneminde yapılmış bir sütunu anlatan gravür kitabının tek örneği, ilk defa sergileniyor. 1602 tarihli 'Description succinte de la colonne historiee de Constantinople' adlı gravür kitabında yer alan çizimler, Taksim'deki Atatürk Kitaplığı'nda açılan 'Şehirlerin Sultanı, Seyyahların Durağı İstanbul' başlıklı gravür ve seyahatname sergisiyle gün yüzüne çıktı. Kütüphanenin nadir eserler koleksiyonunda bulunan kitap, sadece bu sergi için koleksiyondan çıkarıldı.

Sabah'tan Fisun Yalçınkaya'nın haberine göre, araştırmacıların bile dijital ortamda görebildiği kitapta, Bizans'ın genç imparatoru Theodoses adına bugünkü Beyazıt Meydanı'na dikilmiş olan İstanbul'un tarihi bir sütununa ait açıklamalar ve resimler bulunuyor. Dönemi için oldukça önemli bir keşif olan kitabın dünyadaki tek örneği de Atatürk Kütüphanesi'nde bulunuyor.

 

Sergide 1600'lü yıllardan başlayan seyahatnamelerden nadir örnekler ile İstanbul kitapları da yer alıyor. İlk ve en ünlü İstanbul gravürlerini hazırlamasıyla tanınan Fransız seyyah, mimar ve ressam Antoine Ignace Melling'in 1819 tarihli İstanbul ve Boğaziçi'nde Seyahat kitabı da sergide bulunuyor. Tüm dünyada yalnızca 100 kopyası bulunan ve zarar görmemesi için kütüphanenin özel koleksiyon odalarında tutulan eser, İstanbul'un günlük hayatını, cenaze törenlerini, av gezilerini, pikniklerini resmetmesiyle, bu alandaki en yetkin eserlerden biri olarak nitelendiriliyor. Yaklaşık 40 kitabın bulunduğu sergide, ünlü seyyah Melling'in gravürleri duvarlarda sergileniyor. 28 Ağustos'a kadar açık kalacak serginin küratörlüğünü kütüphanenin nadir eserlerle ilgilenen uzmanı İrfan Dağdelen, metin kurgularını ise aynı bölümden Selçuk Aydın üstlenmiş.

Küratör Dağdelen sergiyi açmaktaki amaçlarının bu kitapların araştırmacılar tarafından tanınması ve eserlerin böylece günümüze çevrilmesini sağlamak olduğunu söylüyor: "Bu sergideki eserlerin çoğunun tercümeleri yok. Ünlü yazar Adolphe Thalasso'nun yazıp, Osmanlı Saray Ressamı Fausto Zonaro'nun resimlediği ve 1908 yılında Paris'te çok özel tekniklerle, 300 adet basılan Dersaadet / Saadet Kapısı İstanbul bu sergide bulunan eserlerden biri örneğin. Ancak çevirisi daha geçen sene yapıldı. Oysaki muhteşem bir eser. Bu serginin bu gibi çevirilere vesile olmasını istiyoruz."

 

Küratör Dağdelen, sergiye konu olan zaman aralığının 16, 17 ve 18. yüzyılı kapsamasının sebebini şöyle açıklıyor: "16. yüzyıl sosyal hayatta ve mimaride Osmanlı'nın çok parlak olduğu bir dönem. Biz, araştırmacılara sadece bunu değil, çökme dönemini ve bu çökmenin başlangıçlarını da göstermek istedik. Sergide 1901 tarihli kahvehane fotoğrafları da var," diyor. Dağdelen'e göre her seyyah İstanbul'u farklı anlatmış: "Kimi muhteşem bir Osmanlı anlatıyor, kimi önyargılı davranmış. Oryantalist gözle bakanlar da var yabancılara karşı nezaketten bahseden de. Her çeşit bakış açısı var."

Serginin bir özelliği de çağdaş sanatla tarihi buluşturması. Çağdaş sanatçı İnci Eviner'in yurt dışında da sergilenen ünlü eseri Harem için ilham aldığı Melling tarafından hazırlanmış orijinal çizim de sergilenen eserler arasında. Eviner bu eserinde Melling'in ünlü Harem gravürünü yeniden yorumlamıştı. Gravürdeki kadınlar, Eviner'in videosunda pijamalı kızlara dönüşüyordu. Yurt dışında beğeniyle karşılanan eser, 2009'da Londra'da Whitechapel Gallery'de ve Türkiye'de Galeri Nev'de sergilenmiş, 2010'da Berlin, Viyana ve Stockholm'de sergilere konuk olmuştu.

Habertürk, 11.08.2011

TABAE ANTİK KENTİ ORTAYA ÇIKTI

 

 

Denizli'nin Kale İlçesi'ndeki Tabae antik kentinin Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Bozkurt Ersoy, 2007 yılında kazısına başlanan Roma sarnıcındaki çalışmaları tamamladıklarını söyledi.

 

Ersoy, AA muhabirine yaptığı açıklamada, restorasyona hazır hale getirdikleri sarnıçta, Roma dönemine ait fikir verecek yüzlerce pişmiş toprak kap, bronz sikke ve heykel parçasına ulaştıklarını belirtti.

 

Roma sarnıcının, içerdiği buluntular kadar, mimari açıdan özellikler taşıdığını dile getiren Ersoy, şunları söyledi: ''Ortalama 3 metreyi aşkın dolgu içeren sarnıcın temizliği hayli zaman aldı. Ancak çalışmalar sonunda kentin Roma dönemi tarihi hakkında bilgi verecek çok sayıda buluntuya ulaştık. Sarnıçta MS 2 ve 3. yüzyıllara ait 50'yi aşkın pişmiş toprak kap bulundu. Beşik tonozla örtülü iki birimli yapının zemininde kullanılan tuğla kaplamalar büyük ölçüde sağlam olarak günümüze ulaşmış. Büyük ölçüde sağlam durumdaki sarnıcın restorasyonunun yapılarak teşhire açılması kent için önemli.''
               
Ersoy, Kale'nin güneybatısında bulunan, çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapmış, Kale-i Tavas olarak bilinen Tabae antik kentinin kuruluş tarihinin tam olarak bilinmediğini ifade ederek, şöyle devam etti:

''Büyük İskender'in Makedonya İmparatorluğu'ndan sonra kurulduğu tahmin edilen şehir, Karya, Helen, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı ve hatta Türkiye Cumhuriyeti döneminde 1954 yılına kadar yerleşim yeri olarak kullanılmış.

 

Daha sonra sık sık deprem olması sebebiyle afet bölgesi ilan edilmiş ve boşaltılmış. Taşınmak istemeyenler de şimdiki Kale İlçesi'ne yerleştirilmiş. Şehirde 1702 ile 1703 yıllarındaki depremlerde toplam 12 bin kişinin öldüğü biliniyor.''

 

Roma dönemine ait kayalara oyulmuş evlerin bulunduğu antik şehirde, toprak üstünde iki cami, bir hamam, bir çeşme ve bir sebilin günümüze kadar gelebildiğini belirten Ersoy, sözlerini şöyle sürdürdü:

''13. yüzyıla kadar Bizanslıların elinde bulunan Tabae, daha sonra Türklere geçti. İsmi de Kale-i Tavas oldu. Menteşe Beyliği'nin önemli şehirlerinden biri haline geldi ve önemini Osmanlı döneminde de korudu. Burayı 1330'lu yıllarda gören İbn-i Batuta, eserinde sadece kalesinden bahsediyor. Evliya Çelebi ise 1670'li yıllarda şehrin 50 ev ve bir cami içeren iç kaleyle 300 ev, beş mahalle, beş cami, bir han, bir hamam, üç mektep, üç sebil, iki tekke ve altı zaviyesi olan bir dış kaleden oluştuğunu anlatıyor.''

Akşam, 11.08.2011

PİRAMİTİN SIRRINI ROBOT ÇÖZECEK

 

 

Büyük Mısır Piramit’inde şimdiye kadar keşfedilmemiş bölümlerin gizemini çözmek için Djedi Robot Mission adlı bir proje konsorsiyumu oluşturuldu. Ürün yaşamdöngüsü yönetimi PLM ve 3D modelleme çözümleri üreten Dassault Systèmes, projeye ünlü robotuyla katılıyor. Scoutek ve Leeds Üniversitesi tarafından yürütülecek proje kapsamında çalışacak Djedi Robot, piramidin içinde gördüklerini herkesin anlayacağı şekilde 3 boyutlu deneyim olarak canlandıracak.

 

Dassault Systèmes, araştırma ve inceleme teknolojileri konusunda faaliyet gösteren İngiliz Scoutek şirketi ve İngiltere’nin Leeds Universitesi ortaklığıyla oluşturulan Djedi Robot Mission takımına destek vererek piramitlerdeki kuyuları keşfetmek için Djedi adını verdiği araştırma robotunu 4,500 yıldır gözlerden uzak olan kraliçenin odasına göndermek üzere tasarladı. Hala keşfedilmemiş odalar ve kapılar bulunan Büyük Piramit’de aynı zamanda gizli geçitler olduğu da iddia ediliyor.

 

3 boyutlu ortamda tasarlanan ve simülasyonları gerçekleştirilen Djedi robotu, piramitlerin içindeki çalışma alanında hata oluşmayacak şekilde tasarlandı. Robot Büyük Piramit’in içindeki küçük geçitlerden geçti ve bugüne kadar gün yüzüne çıkmamış kırmızı işaretler ve grafitilerin fotoğraflarını çekti.

 

DS’in Passion for Innovation (İnovasyon Tutkusu) projesi destekçisi ve Harvard Üniversitesi Eski Mısır Bilimcisi Peter Der Manuelian “Kırmızı boyalı işaretler, numaralar ve grafitiler Giza çevresinde oldukça yaygın. Bunlar genellikle masonların veya tutukluların işaretleri anlamına gelen rakamların, tarihlerin ve hatta çetelerin isimleri” diye konuştu. Uzmanlar, yeni keşfedilen sembollerin piramit içerisinde yer alan kuyuların anlaşılmasında rol oynayabileceğini düşünüyor.

 

Dassault Systèmes İnteraktif Strateji Direktörü Mehdi Tayoubi 3 boyutun sadece mühendisler için gerekli bir araç olmadığını, bu macerayı tam anlamıyla tecrübe etmenin en iyi yolunun 3 boyutlu deneyimlerden geçtiğini belirtiyor. Dassault Systèmes’in 3 boyutlu mühendislik deneyimleri ve en ileri 3D teknolojileri Djebi robotunun geçtiği kuyuları ve geçitleri 3 boyutlu olarak canlandırabiliyor.

 

Djedi Roboto Projesi ekibinin çalışmalarına 2011 yılı sonuna kadar devam etmesi ve 2012 yılı başında konuyla ilgili detaylı bir rapor yayınlaması bekleniyor. Elde edilen resimler ve proje raporları aynı zamanda Mısır Eski Yapıtları Yüksek Şurası’nın resmi yayın organı Annales du Service Des Antiquités de l’Egypte (ASAE)’in 84. sayısında da yayınlandı.

Ntvmsnbc, 11.08.2011

BU FOTOĞRAFLAR BERLİN BİT PAZARINDAN ÇIKTI

 

     

 

Nemrut Dağı'ndaki kazı çalışmalarına katılan alman araştırmacı Dr. Lothar Carlowitz'ın 1965 yılında çektiği Nemrut kazılarına ait görüntü ve fotoğraflar, Berlin’deki bir bit pazarında bulundu. Pazarda ayrıca aynı araştırmacının 1965'te İstanbul’un çeşitli bölgelerinden çekmiş olduğu fotoğraflarda bulundu.

 

Türk koleksiyoner Tuncay Demirtaş, Berlin'deki bir bit pazarında gezinti yaptığı sırada, üzerinde Türkiye yazan fotoğraf diaları ve 16 milimetre çapındaki filmlerin dikkatini çektiğini söyledi.





Filmleri ve diaları satın aldığını ifade eden Demirtaş, daha sonra baskısını yaptırdığı dialarda Nemrut Dağı'ndaki heykeller ve kazı çalışmalarına katılan köylülerin fotoğraflarının olduğunu gördüğünü anlattı.

 

Fotoğraflarda kazı çalışmalarına katılan köylüler ve kazı ekibinin görüldüğünü belirten Demirtaş, şöyle konuştu:

“Almanya'da Nemrut Dağı'nın kazı fotoğraflarını görünce çok şaşırdım. Bu fotoğrafları daha önce basılı olarak hiç görmemiştim. Dağda bulunan mezar alanları ve heykellerin ortaya çıkarılışlarını gösteren bu fotoğrafları çeken kişinin, kazılara katılan bir araştırmacı olan Dr. Lothar Carlowitz olduğunu belirledim. Filmlerde ayrıca Kahta İlçesi'ndeki tarihi yerlerin genel görüntüleri de yer alıyor. Satıcıdan filmleri çeken kişinin öldüğünü ve koleksiyonunun satıldığını öğrendim. Nemrut fotoğraf ve filmlerinin yanı sıra bu kişinin koleksiyonundan çıktığı belirlenen Kapadokya ve İstanbul ile ilgili çok ilginç fotoğraflar ve görüntüleri de bit pazarında buldum.”





Adıyaman'a bağlı Kahta İlçesi'nin kuzeydoğusunda, Karadut Köyü yakınlarında, Toros Dağları'nın tepelerinden biri olan Nemrut Dağı, 19. yüzyılda batılı seyyah ve araştırmacıların dikkatini çekmiş ve 1953 yılında Amerika Doğu Araştırmaları Enstitüsü'nden Theresa Goell tarafından yapılan yüzey araştırması ve kazılar sonucu bilim alemine tanıtılmıştı.

 

1950 yılında Profesör Karl Dörner başkanlığındaki Türk-Alman ekibi tarafından restorasyon çalışmaları yapılan Nemrut Dağı'nda, 1989 yılından itibaren Prof.Dr. Sencer Şahin kazı ve restorasyon çalışmaları yapmıştı.

Hürriyet, 11.08.2011

23 MİLYON YILLIK BÖCEK FOSİLLERİ BULUNDU

 

Perulu araştırmacılar, 23 milyon yıl öncesine ait böcek fosili ve kehribar içine sıkışmış ayçiçeği tohumları buldu. Miyosen çağına ait fosiller arasında, daha önce hiç bilinmeyen, kafası köpek kadar, ayakları vücudundan dört kat uzun bir hayvanın varlığı da tespit edildi. Fosiller, Peru ile Ekvator sınırındaki Santiago bölgesinde ormanlık alanda ağaç reçinesinin içinde bulundu. Araştırmacılardan Klaus Honninger fosillerin muhtemelen sert iklim değişikliği nedeniyle yok olduğunu belirtti.
Sabah, 11.08.2011

KORSAN KÖYÜ'NDE YAŞAM CANLANIYOR

 

Bodrum’un 800 yıllık tarihi geçmişe sahip Karakaya Köyü, restorasyon çalışmasıyla ayağa kaldırıldı. 60 evden 35’inin aslına uygun olarak yenilendiği köyde, son olarak Gümüşlük Belediyesi’nin katkılarıyla 300 yıllık Osmanlı mescidi ve bahçesindeki ev restore edildi.

14 ve 16. yüzyıllarda 450 metre rakımlı Peksimet Dağı’nın sarp kayalıkları içerisine gizlenmiş taş evlerden oluşan köy, dar patikaları, yamaçları, her mevsim rengarenk çiçekleriyle diktati çekiyor.

Milliyet Ege, Haber: Yaşar Anter, 11.08.2011




İSTANBUL 'SİT' FAKİRİ ÇIKTI

 

Osmanlı ve Bizans İmparatorluklarına yüzlerce yıl başkentlik yapmış İstanbul’un, yalnızca 176 sit alanına sahip olduğu ortaya çıktı.

Bu rakam Türkiye’deki toplam 11 bin 377 sit alanının yalnızca yüzde 1.5’ine karşılık geliyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Türkiye genelindeki sit alanlarına ilişkin ayrıntılı bir istatistik yayınladı.

Buna göre Türkiye’de 11 bin 377 sit alanı bulunuyor. En çok sit alanı İzmir’de, en azı ise Hakkari’de. İzmir’deki toplam 805 sit alanından 40’ı arkeolojik tarihi, 35’i kentsel, 295’i doğal, 29’u tarihi, 7’si kentsel arkeolojik alan.

Avrupa ve Asya’nın buluştuğu noktadaki İstanbul’a ilişkin rakamlar ise şaşırtıcı.

İstanbul, Türkiye’deki sit alanı sıralamasında 19. Dünyanın en çok turist çeken 34. kenti olan İstanbul’da ilan edilmiş sit alanının sayısı yalnızca 176.


Bunların 90’ı, jeolojik devirlerle tarih öncesi ve tarihi devirlere ait olup, ender bulunmaları nedeniyle korunması gereken yerler olarak bilinen doğal sit alanı. İnsanoğlunun bıraktığı tarihsel kanıt ise 45 rakamıyla sınırlı.

 

  

 

Sit alanları bölgesel olarak değerlendirildiğinde ise İç Anadolu Bölgesi öne çıkıyor. Türkiye’deki toplam sit alanlarının yaklaşık dörtte biri bu bölgede bulunuyor. 2 bin 896 sit alanına sahip bölgeyi, az bir farkla Ege izliyor.

Habertürk, 11.08.2011

SEYİT BATTAL GAZİ KÜLLİYESİ'NDE İNCELEME

 

Eskişehir Vali Vekili Ekrem Ballı, Vakıflar Bölge Müdürü Hasan Gök ile Eskişehir'in Seyitgazi İlçesi'nde 1207 yılında yaptırılan ve restorasyon çalışmaları tarihi dokuya uygun yapılmadığı iddia edilen Seyit Battalgazi Külliyesi'nde incelemelerde bulundu.

 

Ballı, incelemelerin ardından gazetecilere yaptığı açıklamada, elektrik borcu nedeniyle külliyenin aydınlatılamadığını, bu borcun, külliyenin eksikliklerini gidermesi gereken müteahhitten kaldığını kaydetti.

 

Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından, elektrik borcu bırakan müteahhide bunun ödenmesi konusunda talimat verildiğini bildiren Ballı, şöyle konuştu:

''Elektrik probleminin bir an evvel çözüme kavuşturulması gerekir. Burası uzun süredir işlevine uygun kullanılamıyor. Külliyenin kurum ya da kurumlar tarafından amacına uygun kullanılması gerekir. Seyitgazi Belediyesi ve Seyit Battalgazi Vakfının bugüne kadar çeşitli girişimleri oldu ama bazı sıkıntılardan dolayı bu durum aşılamadı. Ancak bu saydığım kurumların görüşleri doğrultusunda ya müşterek ya da talep eden kuruluşlardan birine tahsisi suretiyle buranın işlevine uygun olarak ziyarete açılması lazım. Anadolu Üniversitesi, Vakıflar Bölge Müdürlüğüne külliyenin işletimi konusunda çağrıda bulunmuş. Vakıflar Bölge Müdürlüğümüz bunun çalışmasını yapıp genel müdürlüğe sunacak. Ancak Seyitgazi Belediyesi, Seyitgazi Kaymakamlığı ve Seyit Battalgazi Vakfının görüşleri bizim için önemli. Eskişehir Valiliği olarak sorunların çözüme kavuşması için elimizden gelen gayreti sarf edeceğiz.''

 

Bir gazetecinin, ''Külliye, kısa süre önce restore edildi. Hatalı restorasyon var mı?'' sorusu üzerine Vakıflar Bölge Müdürü Hasan Gök, ''Külliye, Koruma Kurulunun verdiği onay doğrultusunda restore edildi. Eksiklikler giderildi. Restorasyonda hata söz konusu değildir'' dedi.

 

Öte yandan, külliyeyi ziyarete gelen bir grup vatandaş, elektriğin olmamasını Ballı'ya şikayet etti. Ballı da külliyenin en kısa zamanda aydınlatılacağını bildirdi.

 

Ziyarette, Seyitgazi Kaymakamı Ahmet İhsan Çiğil, Seyitgazi Belediye Başkanı Adnan Yalçınşen, Seyit Battalgazi Vakfı Başkanı Sırrı Kabadayı da hazır bulundu.

Akşam, 11.08.2011

KİLİSE RESTORASYONUNA MHP'DEN TEPKİ

 

Samsun İl Genel Meclisi'nin Tekkeköy İlçe Belediyesi'nin talebi üzerine, ilçedeki tarihi kiliselerin ortak çalışmayla restore edilmek istenmesine Milliyetçi Hareket Partisi'nden (MHP) tepki geldi.

İl Genel Meclisi ağustos ayı toplantısında, Tekkeköy Belediyesi'nin ilçe sınırları içerisindeki tarihi kiliselerin restore edilerek, kültür ve turizme kazandırılması istediğinin, ortak çalışma yapılarak hayata geçirilmesi yönünde talebi meclis gündemine alınarak oy çokluğuyla uygun görülüp karara bağlandı. Kiliselerin diğer tarihi eserlerle birlikte restore edilmek istenmesine bazı siyasi partiler gibi MHP'den de tepki geldi.

Açıklama yapan MHP Samsun İl Başkanı Abdullah Karapıçak, mecliste kendi partilerinin de itirazına rağmen AK Parti meclis üyelerinin çoğunluğu ile talebin onaylanarak kabul edilmesinin, 'milletin parası ile kiliselere yenileştirme için milyonlar harcanacak' anlamına geldiğini söyledi.

Vatandaşların vergilerinin okul, yol, su, sağlık hizmetleri için verildiğinin unutulmaması gerektiğini belirten Abdullah Karapıçak, Türk insanının vergileri ile kilise onarımı istemediklerini kaydetti.

Karapıçak, "Avrupa ülkeleri ve Ermenistan, Osmanlı'dan kalan cami ve minareleri yerle bir edip, ezanları susturduğu unutulmamalıdır. Atalarımızdan kalan binlerce tarihi eser kaderi ile baş başa bırakılırken, sadece Ermeni Akdamar Kilisesi kalıntıları için dört milyon, İzmir'in Çeşme İlçesi'ndeki Ayios Haralambos Kilisesi'nin restorasyonu için 5 milyon lira harcandı. Trabzon'daki Sümela Manastırı'nı, Van'da Akdamar Kilisesi'ni, Diyarbakır'daki Ermeni Kilisesi'ni, Tarsus'ta Aziz Paul Kilisesi gibi pek çok kiliseyi ayine açan iktidar ile karşı karşıyayız. Bu dönemde 742 kilise, 69 manastır, 63 şapel, 24 havra, 18 sinegog kalıntısı için yenileme çalışmaları başlatıldı. Heybeliada Papaz Okulu ve vakıf malları Fener Kilisesi'ne bağışlandı, Bursa'nın İznik İlçesi'nde bulunan Ayasofya Camii kiliseye çevrildi" dedi.

Kars Anı'daki Katedral Camii'nde bir cuma namazı kılan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve yönetiminin bu eyleminden rahatsız olanların aynı gün Van-Akdamar Kilisesi'ne yüz kiloluk haç dikerek ayin düzenlendiğini hatırlatan Karapıçak, Müslüman görünümlü bu Truva atlarının amacının bu topraklarda Bizans'ı yeniden ihya etmeye çalışmak olduğunu iddia etti.

Samsun Haber, 11.08.2011

ÇİNE'DE HİTİT İZLERİ

 

 

Aydın’ın Çine İlçesi’nde sürdürülen Tepecik Höyüğü kazılarında 4 bin 500 yıllık bir geyik fosili ile 5 bin yıl öncesine ait olduğu tahmin edilen vahşi köpek veya çakal iskeletine rastlandı. Kazı çalışmalarında ortaya çıkartılan Hitit dönemine ait mühürler ise Aydın Müze Müdürlüğü’ne teslim edildi.

 

Hacettepe Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Sevinç Günel başkanlığında sürdürülen Tepecik Höyüğü kazılarında, Hititlerin bölgede bulunduğuna dair önemli bulgulara ulaşılırken, günümüzden 7 bin yıl öncesinde bölgede yaşamın olduğu belgelendi. Hacettepe ve Trakya Üniversitesi Arkeoloji bölümlerinden 14 öğrenci ve 15 işçi ile sürdürülen kazı çalışmalarında bulunan kemik ve fosilleri inceleyen ODTÜ Yerleşim Arkeolojisi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Evangeila Pişkin, hayvan fosillerinin coğrafyadaki türlerin tespiti açısından önemli bulgular olduğunu söyledi. Yrd. Doç.Dr. Pişkin, “Bu yılki kazılarda gün ışığına çıkartılan ve 4 bin 500 yıl öncesine ait olduğu tahmin edilen yetişkin bir erkek geyiğe ait boynuz ve 5 bin yıl öncesine ait vahşi bir köpek ya da çakal kemikleri bulundu. Çıkartılan fosil ve kemikler koruma altına alınıp, inceleme ve tespitleri tamamlandıktan sonra Aydın Müze Müdürlüğü’ne teslim edilecek” dedi.

 

Kazı Başkanı Prof.Dr. Sevinç Günel de, 7 bin yıl öncesinde bölgede yaşamın bulunduğunu ortaya koyan Tepecik Höyüğü kazılarında elde edilen bulguların, geçmişte bölgenin kültürel ve ekonomik açıdan önemli bir merkez olduğunu gösterdiğini söyledi. Prof.Dr. Günel şöyle konuştu:

“Kazının en başından bu yana önemli bulgulara ulaştık. Son iki yılda elde ettiğimiz neticelerle bronz çağlarına ait kültür tabakalarının kronolojik gelişimini ortaya koyabildik. Ayrıca geç Tunç Çağı’na ait mevcut kalıntıları da elde ettik. Bu bulgular bize, Tepecik Merkezi’nin bu bölgede ekonomik anlamda güçlü olduğunu ve bölgeler arası önemli ticari ilişkilere sahip olduğunu gösterdi. ”

 

En önemli buluntular arasında Son Tunç Çağı’na ait iki mühür baskısı yer aldığını ifade eden Prof.Dr. Günel, “Bu bulguları önemli kılan, üzerinde Hitit hiyeroglif işaretinin yer alması. Böylece Tepecik’in Orta Anadolu Bölgesi’nde Hitit kültürü ile bağlantılarını ortaya koyduk. Aynı döneme tarihlendirilen, elde ettiğimiz Miken boya bezeli kaplar da Tepecik’in Miken kültürü ile olan ilişkilerine ışık tutmuştur” dedi.

 

Kazılarda elde ettikleri önemli bir buluntunun da erken Tunç Çağı’na ait mezarlar olduğunu kaydeden Prof.Dr. Günel, “Bu mezarlar, toprak ve pitos (küp) mezarlardır. Tanıdığımız ölü gömme geleneği ile benzerlik göstermektedir” diye konuştu. Prof.Dr. Günel, mezarlarda bulunan iskeletlerin Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü’nde, yontma taş devri obsidyen ve çakmak taşı aletlerin ise Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Prehistorya bölümünde incelendiğini kaydetti.

haberler.com, 10.08.2011

TEKKEKÖY MAĞARALARI KAMULAŞTIRILIYOR

 

 

Uygarlıklar beşiği Anadolu'nun en eski yerleşim yerlerinden biri olan ve uzun yıllardır turizme kazandırılmayı bekleyen Samsun'daki Tekkeköy Mağaraları için süreç devam ediyor. Yöre halkının 'Delikli kayalar' olarak adlandırdığı sit alanının 1. etap kamulaştırma alanı içinde kalan 19 parsellik özel mülkiyet kamulaştırıldı.

 

Tekkeköy Belediye Başkanı Hayati Tekin'in mağaraları turizme açmak amacıyla sürdürdüğü çalışmalar olumlu şekilde devam ediyor. Sahipsizlik sebebiyle definecilerin kaçak kazı mekanlarından biri olan milattan önce 600 bin yıl öncesine (Neolitik çağ) ait Tekkeköy İlçesi'nin 23 Nisan Mahallesi'ndeki mağaralar, çok sayıda uygarlığın izlerini taşıyor. Tunç devri ile Hitit, Frig, Pontus Rum, Roma, Bizans, Anadolu Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerine ev sahipliği yapan mağaralardan 1941 yılında buradaki mezarlarda yapılan arkeolojik kazılarda Anadolu'da bir benzeri daha olmayan çarkta çekilmiş deve tüyü, al renkli kiremitler olmak üzere çok sayıda kalıntı çıkarılmıştı.

 

Samsun İl Özel İdaresi ile Tekkeköy Belediyesi'nin 'Tekkeköy Mağaralarının Turizme Kazandırılması Projesi' kapsamında yürüttükleri çalışmalar hızlandı. Samsun Kültür Varlıkları ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu kararıyla 1. derece arkeolojik sit alanı ilan edilen mağaralar, çevresindeki yapıların yıkılıp, oluşturulacak doğal rekreasyon alanları ve müze ile doğa turizmi severlerin beğenisine sunulacak. Bu amaçla eserin çevresindeki 5'i ev 12 adet yerleşim yeri, mülkiyet sahipleriyle yapılan görüşmeler sonucunda kamulaştırılmaya başlandı.

25 bin 611 metrekarelik alanda yapılan kamulaştırmalara destek veren mülkiyet sahipleri, Tekkeköy Tapu Müdürlüğünde Tekkeköy Belediyesi Başkan Yardımcısı Hüseyin Şenel ile imzaları atarak yerlerini belediyeye devretti. Mülkiyet sahipleri, kamulaştırma bedeli olan 1 milyon liranın kendilerine ödenmesini bekliyor.

 

Evlerin yıkılmasının ardından 340 bin metrekarelik 1. derece sit alanında bilimsel kazılar yapılarak tarihi doku ortaya çıkarılacak. Mekanın ve çevresinin düzensizliği giderilecek, arazinin etrafı çevrilecek, kamera sistemleri kurulup, ışıklandırılacak. Ayrıca doğal yürüme alanları, yağmur barınakları, otopark ve uygun yerlerde ören yerleri yapılacak Giriş çıkışlar ise belirlenecek noktalardan kontrollü olarak yapılacak.

 

Çalışmalar hakkında bilgi veren Tekkeköy Belediye Başkanı Hayati Tekin, uğraşlarının meyvelerini vermeye başladığını söyledi. "Seçildiğim günden beri en büyük hayalim mağaraları turizme kazandırmaktı. Vatandaşlarımızın da desteği ile çalışmalarımız meyvelerini vermeye başladı." diyen Başkan Tekin, şunları söyledi: "Sit alanı içinde 5 tane ev, 6 -7 tanede bahçe ve hayvan barınağı vardı. Vatandaşlarla görüşerek biçilen değer karşılığında buraları kamulaştırıyoruz. Ödemelerini yapıp yıkımına başlayacağız. Bunlardan birinin Rumlar'dan kalması sebebiyle tarihi özelliği olması söz konusu. Onu yıkamazsak bir müzeye çevirip geçmiş çağlardan bu güne kadarki toplumların yaşantılarını göstereceğiz." Tekkeköy mağaralarının ilçenin çehresini değiştireceğini ifade eden Başkan Tekin, "Yapılacak kazı çalışmalarında elde edilen veriler gün yüzüne çıktıkça Tekkeköy mağaralarını herkes görmek isteyecek. İmkanlar ölçüsünde bu eseri dünyaya tanıtacağız. Zaman içinde de küçük mağara otellerle çok güzel dizayn edilmiş mekanlar meydana getireceğiz." ifadelerini kullandı.

Samsun Haber, 11.08.2011

ÇAYCUMA'DA  TÜMÜLÜS TESPİT EDİLDİ

 

Zonguldak’ın Çaycuma İlçesi'nde, Hellenistik ya da Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen 3 tümülüsten definecilerin zarar vermediği belirlenen birin de kazı çalışması yapılması hedefleniyor.

 

AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, Çaycuma İlçesi'ne bağlı Filyos beldesindeki Tieion antik kentinde süren kazı çalışmalarını yürüten Karabük Üniversitesi Arkeoloji Bölümü ve Kazı Ekibi Başkanı Prof.Dr. Sümer Atasoy, ilçe merkezindeki gezileri sırasında 3 tümülüs tespit etti.

 

Tümülüslerin çevresinde yaptığı araştırmada definecilerin mezarlara ulaşılabilmek için 2′sinde kazılar yaptığını gören Prof.Dr. Atasoy, zarar verilmeyen alanda kazı başlatılabilmesi için Çaycuma Belediye Başkanı Mithat Gülşen ile görüşme yaptı.

 

Prof.Dr. Atasoy, Aa muhabirine yaptığı açıklamada, ilçe merkezine yakın bölgede 3 tümülüse rastladıklarını, bunlardan 2′sinin çevresinde açılan çukurlardan defineciler tarafından hırsızlık yapıldığını tahmin ettiklerini söyledi.

 

Tümülüslerin kral ya da zengin bir aileye ait olduğunu düşündüklerini anlatan Prof.Dr. Atasoy, şunları kaydetti:

“Mezarların dönemini ve kime ait olduğunu kazmadan öğrenmek mümkün değil. Bunların Hellenistik ya da Roma dönemine ait olduğunu tahmin ediyoruz. Bu mezarlar, yerleşim alanları haricinde yapılıyor. Gelen geçen yolcuların görmesi amacıyla yol güzergahları ya da nehir kenarları ile yüksek tepelerde bulunuyorlar. Bunlara ‘anıt mezar’ diyoruz. Tümülüs zaten yığma tepe demek. Onun altında mutlaka bir mezar odası vardır. Önce mezar odasını yaparlar, ölüyü gömerler, onun üzerine anıtsal gözükmesi amacıyla üçgen yığma tepe oluştururlar. Bizim kazı yapmak istediğimiz 6-8 metre yüksekliğinde bir tepe. Tümülüslerden 2′si kurcalanmış. Ancak mezarı bulup bulmadıkları bilmiyoruz. Çünkü, mezar odası her zaman tam merkezde bulunmuyor. Hırsızların yerini tespit etmemesi için tepenin farklı bölgelerinde olabiliyor. Antik devirlerden itibaren bu mezarlar ne yazık ki soyuluyor. Kral ve zengin mezarları olduğu için tepeleri kazıyorlar. ”

 

Prof.Dr. Atasoy, mezarların çevresindeki çukurların ne zaman kazıldığına yönelik bilgi sahibi olmadıklarına işaret ederek, “Günümüze gelinceye kadar kim bilir kaç kez hırsızlık teşebbüsü yapılmıştır. Tümülüslerden birinde kurtarma kazısı yapmak istiyoruz. Belediye Başkanı Gülşen, ilgili müdürlüklerle izinler konusunda yazışmaları başlatacak. Kaynak da bulursak çalışmalara başlayacağız” dedi.

haberler.com, 10.08.2011

YETİMHANE YETİM KALDI

 

 

Türkiye ile Ortodoks Rum Patrikhanesi arasında 47 yıllık bir hukuk tartışmasına neden olan “Avrupa’nın en büyük ahşap yapısı” Büyükada’daki Rum Yetimhanesi, dünyadaki ekonomik kriz nedeniyle kaderiyle baş başa kaldı.

 

Restorasyon için maddi kaynak bulunamıyor. Ortodoks Rum Patrikhanesi, Büyükada Rum Yetimhanesi’yle ilgili olarak, Vakıflar Genel Müdürlüğü ile aralarında süren hukuk mücadelesinde, mahkemedeki savunmasını “Dünyanın en büyük ikinci ve Avrupa’ nın en büyük birinci ahşap yapısının çürümeye terk edilmesi” üzerine kurmuştu. Ancak şimdi dünyayı etkisi altına alan ekonomik kriz nedeniyle, 50 milyon dolara mal olması beklenen restorasyon için, Patrikhane de çaresiz kaldı. Rum Patrikhanesi’nin Sözcüsü ve Patrik Yardımcısı Peder Dositheos Anhagnotopulos, “Ekonomik krizden söz ederken yalnızca Yunanistan’dan devlet olarak söz etmiyorum. Dünyadaki diğer Ortodoks Hıristiyanlardan söz ediyorum.

Restorasyonla ilgili görevlendirilen bir kimse de yok. Patrikhanenin bir mimarı var, ancak bu durum nedeniyle o da bu konuyla uğraşamıyor” diye konuştu. Bu arada Türkiye’nin, yetimhane binasını, karşılıksız olarak restore etme teklifi götürdüğü de ortaya çıktı. Başbakanlık’a bağlı görev yapan üst düzey bir yönetici, “Patrikhaneye devlet adına ‘Burası bir dünya mirası. İzin verin, restorasyonu biz yapalım’ diye teklifi bizzat götürdüm. Kabul etmediler” dedi. ?

Habertürk, Haber: Sultan Uçar, 10.08.2011

MAHİDEVRAN'IN EMANETLERİ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

 

 

Sultan II. Murad ile, isimleri Muhteşem Yüzyıl dizisiyle gündeme gelen Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu Şehzade Mustafa ile annesi Mahidevran Sultan’ın da türbelerinin bulunduğu Muradiye Külliyesi’nde yok olmaya yüz tutan muhteşem hat ve tezyipler gün yüzüne çıkarılacak.

 

Türk İslam Dünyası’ndaki sayılı türbe topluluklarından olan Muradiye Külliyesi’ndeki çalışmalara hız veren Büyükşehir Belediyesi, Topkapı Sarayı’ndan tanınan mimar nakkaş Semih İrteş ile çalışacak


Bursa’da sultan külliyelerinin bakım, onarım ve güvenliğinin sağlanmasında tek yetkili kurum olan Büyükşehir Belediyesi, 12 türbeyi içinde barındıran ve Semerkant’taki Şah Zinde ve İstanbul’daki Eyüp Sultan ile birlikte Türk İslam dünyasının sayılı türbe topluluklarından biri olan Muradiye Külliyesi’ndeki çalışmalara hız verdi.


Büyükşehir Belediyesi, Bursa’da Osmanlı Sultanları tarafından yaptırılan son külliye olan ve Sultan II. Murad tarafından 1425-1426 yılları arasında yaptırılan Muradiye Külliyesi’ndeki geleneksel süsleme sanatlarının ortaya çıkarılması için çalışmalara başladı. Cami, hamam, medrese, imaret ve külliyenin bahçesine daha sonraki yıllarda yapılan 12 türbeyi bünyesinde barındıran külliyede güvenliğin sağlanması için gerekli personeli görevlendiren Büyükşehir Belediyesi, şimdi de bakım onarım çalışmalarını başlatıyor. Osmanlı’nın tezhip ve hat sanatının en güzel örneklerinin sergilendiği başta Cem Sultan’ın türbesi olmak üzere, tarihi mekanın iç cephe duvarlarında yer alan ancak zaman içinde önemli ölçüde yıpranan süslemeler, nakış gibi yeniden işlenerek aslına uygun olarak gelecek kuşaklara aktarılacak.


Bursa’yı geleceğe taşıyacak her projede alanında uzman isimlerle çalışan Büyükşehir Belediyesi, Sultan II. Murad ile şehzade Cem Sultan, Şehzade Mustafa ve Mahidevran Sultan ile çok sayıda şehzadenin türbelerinin bulunduğu Muradiye Külliyesi’nin sanatsal değerinin ortaya çıkarılacağı projede de tezhip sanatının Türkiye’deki en önde gelen isimlerinden Mimar Nakkaş Semih İrteş ile birlikte çalışıyor. Topkapı Sarayı Geleneksel Türk El Sanatları Kursunda öğrencilere geleneksel Türk el sanatlarının inceliklerini öğreten ekibin başında bulunan ve Topkapı Sarayı başta olmak üzere, yurt içinde ve yurt dışında birçok eserin süsleme projelerinde imzası bulunan Semih İrteş ile birlikte Muradiye Külliyesi’ni gezen Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, yapılması planlanan çalışmalar hakkında bilgi aldı. Beraberindeki Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Bayram Vardar ve Mimar Nakkaş Semih İrteş’le birlikte tüm türbeleri gezen Başkan Altepe özellikle Cem Sultan türbesinin iç cephesindeki süslemeleri dikkatle inceledi.


Türkiye’ye örnek çok sayıda projeyi hayata geçirdiklerini belirten Altepe, Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan sultan külliyeleri ile ilgili yetkiyi aldıktan sonra bu yöndeki çalışmalara hız verdiklerini söyledi. İlk etapta tüm sultan külliyelerinde gerekli güvenliğin sağlanması için ekipleri oluşturduklarını dile getiren Altepe, çevre düzenlemesi, drenaj kanallarının oluşturulması, statik destek gibi fiziki çalışmaları yaparken, türbelerin sanatsal değerini ortaya çıkarmak için de çalışma başlattıklarını söyledi. Bu konuda da alanında uzman bir isimle çalıştıklarını kaydeden Altepe, "Ecdadımızın 100’lerce yıllık göz nuru eserlerini görüyoruz. Geleneksel el sanatlarının, hat sanatı, nakış işlemeleri ve seslemelerin ne kadar özenle yapıldığını görüyoruz. Ancak bu çalışmalar zaman içinde tahribata uğramış ve korunamamış. Bu göz nuru eserlerin tüm ihtişamıyla ortaya çıkarılması için başta Semih İrteş olmak üzere, sanat tarihçileri, kurul üyeleri ve akademisyenlerle birlikte çalışıyoruz. Kısa zamanda ihaleye çıkıp, çalışmaları başlatacağız" diye konuştu.

Bursa Olay, 10.08.2011

GENELEVDE 7 BİNA YIKILDI, ARKEOLOJİK KAZI BAŞLIYOR

 

 

Ankara Büyükşehir Belediye ekipleri, Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamında belediye tarafından kamulaştırılan Ankara Genelevi'ne ait 7 evi yıktı.


Ankara'nın Altındağ İlçesi Bentderesi Caddesi üzerinde bulunan genelevde yıkım çalışmalarını başlatan ekipler, sabah saatlerinde buraya geldi. Ekipler öncelikle, belediye tarafından kamulaştırılan evleri belirledi, yıkılması planlanan evlerde bulunan eşyaları tek tek boşalttı.

Çalışmalar sırasında cadde üzerinde bulunan bir binanın ön cephesi kepçe ile yıkılıp, içinden eşyalar da kepçe ile taşındı.  Belirlenen 7 evdeki eşyaların dışarıya çıkarılmasının ardından, ekipler yıkım çalışmalarına devam etti. Yıkım esnasında herhangi bir gerginlik yaşanmazken, Çevik Kuvvet polisi muhtemel bir olaya karşı tebdir aldı.


Kültür ve Turizm Bakanlığı'na başvuran belediye, bölgenin birinci derece Arkeolojik Kazı Alanı olarak ilan edilmesinin ardından burada yıkım çalışması başlatmıştı. Bu kapsamda daha önce 19 ev yıkılırken, bugün 7 ev daha yıkıldı. Kalan evlerin de yakın zamanda yıkılacağı bildirildi.

Türkye Gazetesi, Haber: Ebubekir Atmaca, 10.08.2011

ANTİK ROMA TİYATROSU ERİYOR

 

 

Bursa’nın İznik İlçesi'nde dört medeniyete başkentlik yapan dünyaca ünlü beşik tonozlu Antik Roma Tiyatrosu, bakımsızlıktan günden güne çürüyor.

 

Yetkililerin dört medeniyetin başkenti İznik’i turizm kenti yapma sözüne rağmen dünyada sayılı olan beşik tonozlu Antik Roma tiyatrosu tinercilerin mekanı haline geldi. Bakımsızlık ve pislikten geçilmeyen Selçuk Mahallesi’ndeki antik tiyatronun içler acısı durumu görenlerin tepkisini çekiyor.

Sahipsizlik nedeniyle adeta çöplüğü andıran Roma tiyatrosu yerli ve yabancı turistler tarafından artık ziyaret edilmiyor. Roma döneminde önemli etkinliklerin yapıldığı 15 bin kişilik tiyatro otlarla kaplanırken, etrafında güvenlik önlemi de bulunmuyor. Tarihi taşların üzerine yazılan yazılar, yerlerde kırılmış içki şişeleri ve tiyatronun duvarlarındaki lekeler görenlerin tepkisini çekiyor.

Tinercilerin yuvası haline gelen tiyatroyu gören vatandaşlar, belediyeye tepki gösterirken, Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan da tiyatronun en kısa zamanda restore edilmesini istediler.

Bursa Olay, 10.08.2011

ÇİVİSİZ CAMİ 800 YILDIR CEMAATİNİ AĞIRLIYOR

 

 

Samsun'un Çarşamba İlçesi'nde, 1206 yılında çivi kullanılmadan yapıldığı belirtilen Göğceli Mezarlıkiçi Camisi, 800 yıldır cemaatini ağırlıyor.

 

Çay Mahallesi, Göğceli Mezarlığı içinde yer alan ancak kim tarafından inşa edildiği bilinmeyen çivisiz cami, Anadolu'nun ahşap mimarisinin en güzel örneklerinden birini oluşturuyor. Cami İmamı Hüseyin Özasma, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Göğceli Mezarlıkiçi Camisi'nin, hiç çivi kullanılmadan tek katlı inşa edildiğini, üst üste yığma tekniğiyle yapıları ise tek parça kalasların oluşturduğunu söyledi.Caminin yapımında karaağaç, dışbudak, kestane gibi ağaçların kullanıldığını ifade eden Özasma, şöyle dedi:

''Duvarlarda tek parça olarak kullanılan kalaslar 15-18 santimetre kalınlığında, 50-70 santimetre ve yaklaşık 12-20 metre uzunluğunda. Tek katlı ahşap yapı aynı zamanda taşınabilir özelliğe sahip. Caminin altındaki derinlik ise yapının hava almasını, nemi ve çürümeyi önlemek için açılmış. Dikdörtgen olan caminin üstü kırma çatılı ve kiremitle örtülü. Caminin duvarları ise kalın kestane ağaçlarından yapılmış. Köşelerdeki dikmeler birbirine geçme ile tutturulmuş.''
               
İmam Özasma, 800 yıldır ayakta duran çivisiz camide namaz kıldırmanın kendisine ayrı bir mutluluk verdiğini de ifade ederek, ramazan ayında cemaatin camiye daha çok ilgi gösterdiğini, gündüzleri mukabele yapılan camide akşamda teravih namazı kılındığını belirtti.

 

Tarihi camide teravih namazı kılanlardan Kasım Keskin ise, ''Böyle bir camide namaz kılmak insana huzur veriyor. Düşünün buraya kimler girmiş, kimler çıkmış? Tamamen tarih kokuyor, namaz kılarken insanı kendine çeken uhrevi bir havası var bu caminin. Ben 50 yıllık bir camide namaz kılmakla 800 yıllık bir camide namaz kılmak arasında manevi yönden bir atmosfer değişikliği var'' dedi.

 

Namaz kılarken tarihe yolculuk yaptığını ifade eden Necmettin Semizoğlu ise caminin mimarisi ve çekiciliğinin kendisini etkilediğini, şehir içinde olmasına rağmen her seferde namazlarını kılmaya Göğceli Mezarlıkiçi Camisi'ne gittiğini söyledi.

Akşam 10.08.2011

AY TANRIÇASI HEKATE BULUNDU

 

 

Muğla’nın Yatağan İlçesi’ne bağlı Turgut Beldesi’nde bulunan 2 bin 500 yıllık Lagina antik kentinde bu yıl Ağustos ayında başlayan kazı çalışmaları Selçuk Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Ahmet Tırpan başkanlığında sürdürülüyor. Çalışmalarda, antik kentin giriş alanında rahip Menestes’in evinin bulunduğu bölgede Ay Tanrıçası Hekate’nin kayık üzerindeki heykelciliği bulundu. Elindeki meşale kırbaç, anahtar ve üç başlı köpeği Kerbelos ile cennet ve cehennemin bekçiliğini yapan Tanrıça Hekate, ölülerin ruhlarını elindeki meşale ile öteki dünyaya Cehennem kayıkçısı Cheron ile taşır. Üç Başlı Ay tanrıçası olarak da anılan Hekate’nin, denizlerin, yeryüzünün ve cehennemin hakimi olduğuna inanılıyor. Roma döneminde de Hekate, cadıların önderi olarak kabul ediliyor.

Lagina Kazı Başkanı Prof.Dr. Ahmet Tırpan, bronz Hekate heykelciğin ekipte heyecan yarattığını belirtirken, 1993 yılından bu yana devam eden kazılarda ilk defa bu kadar değerli bir eserin ortaya çıkarıldığını söyledi. Prof.Dr. Tırpan, "Rahip Menestes, antik kent giriş alanı olan Propylios’u koruduğu için Hekate’nin bronz heykelciğinin ona hediye edildiğini düşünüyoruz. Hekate 2 bin 200 yıl önce elinde meşale ile ölülerin ruhlarını öteki dünyada taşıyarak, yer gösterir. Cehennem kayıkçısı Cheron ile ölülerin ruhları cennete taşınır. Hekate’yi diğer tanrılardan ayıran bir diğer özellik ise denizlerin, yeryüzünün ve cehennemin hakimi olan bir tanrıça olmasıdır. Lagina antik kenti de ay tanrıçası Hekate için yapılmıştır. Çünkü Türkiye’de Lagina, ayın en iyi doğduğu yerdir. Lagina’da en iyi şekilde ortaya çıkan dolunay ayrıca Hekate’nin doğum günüdür" dedi.

Radikal, Haber: Cavit Yıldırım, 10.08.2011

EFSANEVİ KORSANIN GEMİSİ BULUNDU

 

 

Alman Spiegel dergisinin haberine göre, Texas Üniversitesi arkeologlarının yürüttüğü araştırmada, Colon kenti açıklarındaki Lajas resifinde tespit edilen batığın, kaptan Morgan'ın beş gemilik filosuna ait olduğu tahmin ediliyor.

Amerikalı arkeologların bu keşfi, Panamalı yetkilileri harekete geçirdi. Hazine avcılarının, 340 yıl önce batan gemiyi yağmalamasından ve doğanın zarar görmesinden endişe eden yetkililer, arkeologların batığı inceleme izninin bulunmadığını belirtti.

Panama Ulusal Kültür Enstitüsü yetkilisi Liz Castillo, arkeologların geçen yıl bölgede araştırma yapmak için izin istediğini, ancak taleplerinin, bölgenin koruma altında olması nedeniyle reddedildiğini söyledi. Castillo, Amerikalı arkeologların izinsiz şekilde bir batıkta araştırma yaptıklarını belirtti.

Gallerli Karayip korsanı kaptan Morgan, 1671'de, İspanyol hakimiyetindeki Panama'yı ele geçirmiş ve yağmalamıştı.

Radikal, 10.08.2011

GİRESUN ADASI'NA KAZI İZNİ VERİLDİ

 

Giresun Adası'na yönelik planlanan arkeolojik kazı çalışması için Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Müdürlüğü’nden gerekli onay alındı.

 

Giresun Adası antik dönemden, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine kadar iskan görmüş, mitolojik hikayelere konu olmuş bir yer. Günümüzde de önemli bitki ve kuş türlerini barındırıyor ve 2. Derece Doğal ve Arkeolojik Sit Alanı ilan edilmiş durumda. Valilik Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü'nden yapılan açıklamaya göre, Giresun (Aretias) Adası'nın tarihi ve kültürel turizm potansiyelini ortaya çıkaracak arkeolojik kazılar yapmak üzere Konya Selçuk Üniversitesi'nden 16 kişilik bir ekip önümüzdeki günlerde Giresun'a gelerek çalışmalara başlayacak.

Turizm Gazetesi, 10.08.2011

KEÇİ BURCU'NDA KAÇAK KAZI İDDİASI

 

 

Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası'nca (DTSO) tarihi ''Keçi Burcu''nda ıslak zemin çalışması amacıyla bugün başlayan kazılar, kaçak olduğu gerekçesiyle Diyarbakır Müze Müdürlüğü ekiplerince durduruldu.

 

''Kültür Varlıklarının Kullandırılması Projesi'' kapsamında, DTSO'ya 10 yıllığına tahsis edilen ve bu yılın sonunda Kültür ve Sanat Merkezi olarak hizmete konulacak, Diyarbakır Surlarına ait 82 burçtan biri olan tarihi ''Keçi Burcu''nun ön kısmında, ıslak zemin çalışması için iş makineleriyle kazıya başlandı.

 

İhbar üzerine harekete geçen Diyarbakır Müze Müdürlüğü ekiplerinin kazı alanına giderek, ''Arkeolojik alanda iş makineleriyle kazının yapılamayacağını, tarihi dokuya zarar verilmesi ve muhtemel tarihi bir eserin çıkabilme ihtimaline karşı kazının el yöntemiyle yapılması gerektiğini'' kazıyı yürüten firma çalışanlarına ileterek kazının durdurulması uyarısında bulundukları bildirildi.

 

Uyarıya rağmen yaklaşık 20 metreye ulaşan kazının devam etmesi üzerine Müze Müdürlüğü ekipleri, Emniyet Müdürlüğü'ne haber vererek, kazıyı kaçak olduğu gerekçesiyle durdurdu. Bu arada Sur İlçe Belediyesi İmar Müdürlüğü ekiplerinin de kazı ruhsat başvurusu olmadığı gerekçesiyle tutanak tuttuğu ifade edildi.

 

Yetkililer, bir ihbar üzerine söz konusu alanda incelemede bulunduklarını belirterek, ''Müze denetiminde kazı yapmaları gerekiyordu. Haber vermeden ve ayrıca iş makineleriyle alanda ciddi tahribat yapıldığı tespit edilince kazı durduruldu'' dedi.

 

DTSO Genel Sekreteri Mehmet Aslan ise ıslak hacim çalışması için yapılan uygunsuz kazının hemen durdurulduğunu, en kısa zamanda Müze Müdürlüğü denetiminde prosedüre uygun yeniden kazının yapılacağını söyledi.

 

Konuyla ilgili yüklenici firma ile görüşüldüğünü ifade eden Aslan, ''İş makineleri çekildi. Onun yerine el ile kazı yapılacak. Arkeolog gözetiminde yapılması için Müze'ye yazı yazıldı. Bundan sonraki çalışma arkeolog gözetiminde gerçekleştirilecek. Tamamıyla koordinasyon kopukluğundan kaynaklandı. Tarihi dokuya zarar verme gibi bir düşüncemiz asla olamaz.  Arkeolog gözetiminde Pazartesi çalışmalara yeniden başlanacak'' dedi.
              
Sur İlçesi'ndeki Benu Sen Mahallesi'nde Doğu Roma döneminde 100 metre yüksekliğinde kaya kitlesinin üzerine tapınak olarak inşa edilen ve Şemsiler (güneşe tapanlar) tarafından kullanılan, Mervaniler döneminde ise Diyarbakır surlarına katılan Keçi Burcu, Kültür ve Turizm Bakanlığınca 2004 yılında restore edildi.

 

82 burç arasında bugüne ulaşabilen 76 burçtan biri olan Keçi Burcu, ''Kültür Varlıklarının Kullandırılması Projesi'' kapsamında TSO'ya 10 yıllığına tahsis edilmişti.

Akşam 10.08.2011

TARLABAŞI'NDAN ŞANZELİZE OLUR MU?

 

 

Tarlabaşı, 1500’lerden beri Pera’da yaşayan üst ve orta sınıfın evleri ve işyerlerinde çalışan, çoğunlukla gayrimüslim ailelerin yaşadığı bir bölgeydi. Mübadele ve 6-7 Eylül olaylarını takiben Beyoğlu’yla beraber boşalan Tarlabaşı, yoğun iç göç aldı. Bedrettin Dalan’ın Belediye Başkanı olduğu 1986’da çok tartışılan Tarlabaşı Bulvarı’nın açılmasıyla mahalle, Beyoğlu’ndan koparak daha da içine kapandı. Kapkaççıları, kavgalarıyla ün saldı.


Bölge, 20 Şubat 2006’da ‘yenileme alanı’ ilan edildi. 2004’te çıkarılan 5366 sayılı, nam-ı diğer ‘Beyoğlu Yasası’ kullanılarak Tarlabaşı’nın göbeğindeki 20 bin metrekarelik alan kamulaştırmaya açıldı. Proje, 210’u tarihi, 278 binayı kapsıyordu. 

2006-2007 arasında bölgedeki 444 tapu sahibine yenileme projesi anlatıldı. Belediye, binalarını yenilemek isteyenlere Dünya Bankası’ndan düşük faizlerle 10-20 yıl vadeli krediler verileceğini anlattı. Mülk sahipleri, teklife olumlu yaklaştılar. Fakat küçük parselli binalar yatırımcıların ilgisini çekmeyince belediye, binaların dış cephelerinin korunarak bloklar halinde birleştirilmesine karar verdi.


İhaleyi 16 Mart 2007’de Çalık Grubu’ndan GAP İnşaat aldı ve mülk sahiplerine teklif götürmeye başladı. Bina altlarına dört-beş katlı otoparklar açılacak, içlerinde alışveriş merkezleri, restoranlar, oteller yapılacaktı. Arka sokaklar da konut alanı olacaktı. Basına, “500 milyon dolarlık dev proje ile Tarlabaşı’nı Paris’teki Şanzelize’ye (Champs-Élysées) dönüştürmeyi hedefliyoruz” dendi.


2008’in şubat ayında mahalle sakinleri, ‘Tarlabaşı Mülk Sahipleri ve Kiracıları Kalkındırma ve Sosyal Yardımlaşma Derneği’ni kurdular. Derneğin kurucusu Ahmet Gün, belediyenin kendilerine “Mülklerinizi inşaat firmasına satmazsanız kanunun bize verdiği yetkiye dayanarak acele kamulaştırırız ve parasını da 5 yılda taksitle öderiz. Ama inşaat firmasına satarsanız paranızı peşin alırsınız” dediğini, sadece savaş halinde kullanılabilecek ‘Acil Kamulaştırma’ tehdidinden korkanların da binalarını sattığını söylüyor.


Belediye, GAP İnşaat’la anlaşamayanlara kamulaştırma tebligatı gönderdi. Bilirkişilerin belirlediği fiyatları çok düşük bulan mülk sahipleri, projeye ve kamulaştırmaya karşı dava açtılar. 444 tapu sahibinin yaklaşık dörtte birinin davası devam ediyor. 

Derneğin avukatlığını üstlenen Barış Kaşka, şu anda Danıştay’da görülen davalardan umutlu. Kaşka, “ Türkiye’de ilk kez ihale yöntemi ile vatandaşın tapulu mülkü üzerinden bir ticari şirket lehine kamulaştırma yapılıyor” diyor. “Kamulaştırma bedelleri vatandaşın vergilerinden ödeniyor ama tapular ticari şirkete geçiriliyor. İdarenin yaptığı işlemler sadece iç hukuka değil, Türkiye’nin taraf olduğu sözleşmelere ve evrensel hukuka da aykırı.”


Uluslararası Af Örgütü, temmuz ayında Tarlabaşı tahliyeleri için “acil eylem” çağrısı yaptı.

UNESCO da geçen yıl 5366 sayılı yasanın “tarihi mirası olumsuz etkileyeceğinden” endişelendiğini belirtti. Projenin iptalini İstanbul Mimarlar Odası da istiyor. Avukat Barış Kaşka, eğer Danıştay’dan da bir sonuç alınamazsa, projenin iptali için AİHM’ye bireysel başvuru yoluna gideceklerini söylüyor.

Belediye, gelişmelerle ilgili sorularımızı cevapladı: “Söz konusu proje, Tarlabaşı’nın en köhne, en yıpranmış bölgesinden seçildi. Anadolu’dan göç etmiş karışık grupların daha iyi olanakları sağlayıncaya dek kira, elektrik, su ücreti ödemeden barındıkları bölgede yaşayanların çoğu son 1-5 yıl içinde bu alana yerleşmiştir. Bu bölgeye dair bir aidiyetleri bulunmamaktadır. Zaten 278 binanın büyük bir bölümü boştu.


Bina parsellerinin küçüklüğü yatırım cazibesini çekmediği için mülk sahiplerinin kendi renovasyonlarını üzerlerine almaları yoluna gidilmedi. Büyük binalar yatırım için daha cazip göründü.


Uzlaşma sağlanan mülk sahiplerinin yüzde 30’u mülklerini satarak, kalan yüzde 70’lik kesim yeni projede de mülk sahibi olacak şekilde sözleşme yapmıştır.


Proje alanındaki kiracıların mağduriyetlerini gidermek için çeşitli modeller oluşturulmuştur. Tahliye taahhütnamesi veren kiracılardan, tahliye tarihlerine dek 1-2 yıl süreyle hiçbir şekilde kira bedeli tahsil edilmemiştir. Taşınma sırasında belediyenin işçi ve araçları ile nakliye sağlanmıştır. Kiracılar ve mağduriyetleri bilinen işgalcilere taşınma yardımları nakit olarak yapılmış, kiracı ve işgalcilerin TOKİ sosyal konutlarından düşük peşinatlarla ve kurasız faydalanmaları sağlanmıştır. TOKİ’den konut alan 47 mülk sahibi; 40 kiracı ve 10 işgalci vardır.


Tüm bu desteklere rağmen taşınma konusunda istekli olmayan kiracılara tahliye davaları açılmıştır. Davaların sonuçlanmasını ve kiracılara tebliğini takiben tahliyeler icra yoluyla yapılmaktadır. Şu ana kadar tescil kaydı olmayan dört bina yıkıldı. Kimi binalar restore edilecek, kimilerinin cepheleri askıya alınacak, kimileri özgün parçaları sökülerek saklanacak ve aslına uygun olarak inşa edilecektir. Projenin 2014’te tamamlanması hedeflenmektedir. 

Tarlabaşı Derneği’nin avukatı Barış Kaşka, idarenin açıklamalarını ‘gerçek dışı ve soyut’ buluyor: “Kentsel dönüşümde halkın sürece katılımı, bilgilendirilmesi ve şeffaflık esastır. Projenin açıklanmasının üzerinden üç yıl geçmesine karşın hala Beyoğlu Belediyesi ile GAP İnşaat arasında nasıl bir sözleşme imzalandığını, hak sahiplerinin kaçının şirkete ne bedel üzerinden mülklerini devrettiğini bilmiyoruz.”

Radikal, 10.08.2011

ÇİN'E KADAR YOLU YOKMUŞ

 

İtalyan gezgin Marco Polo'nun yaşamı boyunca hiç Çin'e gitmediği iddia edildi.

 

Ünlü gezginin Çin'e giderek, Uzakdoğu hakkında ilk gezi yazıları kaleme alan kişi olduğu biliniyordu. Ancak arkeologlar bunun tam tersini savunuyor. İtalyan tarih dergisi 'Focus Storia'daki makaleye göre, Polo, Karadeniz'e ve oradan da İran'a kadar yolculuk yaptı. Çin'le ilgili yazılarını ise, Karadeniz'de karşılaştığı Çinli, Japon ve Moğol tüccarlardan duyduklarından oluşturdu.

Akşam, 10.08.2011

SİLİFKE KALESİ'NDE KAZI ÇALIŞMASI BAŞLADI

 

 

Silifke Kalesinde Kültür ve Turizm Bakanlığının desteği ile kazı çalışması başlatıldı. Kazı, Selçuk Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Ali Boran’ın başkanlığındaki ekip tarafından yürütülüyor.

 

Ekip başkanı Doç.Dr. Ali Boran, Silifke Kalesinin biran önce turizme kazandırılması için halkın desteğine ihtiyaçlarının olduğunu söyledi. Kaymakam Fatih Damatlar, Belediye Başkanı Bayram Ali Öngel ve Müze Müdürü İlhame Öztürk ile kazı çalışmalarını yerinde inceledi. Kaymakam Damatlar, ünlü gezgin Evliya Çelebi'nin seyahatnamesinde, 17'nci yüzyılda 23 burcu bulunduğu belirtilen ancak aradan geçen yıllarda bunun 13'ünden eser kalmayan Mersin'in Silifke İlçesi'nin sembolü Silifke Kalesi'nde yapılan kazı çalışmaları hakkında Kazı Başkanı Boran'dan bilgi aldı.

Çalışmalar hakkında konuklara bilgi veren kazı başkanı Doç. Boran, kısa sürede yaptıkları çalışmalar ile büyük yol aldıklarını kaydetti.

 

Yapılacak maddi ve manevi destekle kazının ve restorasyonun 15 yılda tamamlanabileceğini ifade eden Boran, "Bakanlar kurulu kararıyla Silifke Kalesinde kazı ve restorasyon çalışması geçtiğimiz aylarda üniversitemize verildi. Benim başkanlığımdaki 5 öğretim görevlisi, yüksek lisans öğrencileri ve 25 işçiyle başlatılan çalışmalarımız hızla devam ediyor. İlk olarak Kültür ve Turizm Bakanlığından ayrılan 70 bin TL'lik ödenekle kazı çalışmamıza başladık. İlk kazı çalışmamızda önemli bulgulara ulaştık. Bunlardan biri de kalelerde ilk kez gördüğümüz 3 su sarnıcı arası su geçişini sağlayan su taksimi. Bu bulgu bölgenin tek örneğidir. Bunun yanı sıra kale içinde Osmanlı dönemine ait tek katlı üzeri ahşap kaplı evlere ulaştık. Bu bulgulardan Evliya Çelebi bir yazısında kale içinde 60 ev ve bir Beyazıt Camisi olduğundan bahsediyor. Bunların tamamını ortaya çıkarmaya çalışacağız" diye konuştu.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın yeniden 35 bin TL'lik bir ödenek aktardığını vurgulayan Boran, açıklamasının devamında şunları söyledi: "Bakanlığımızın ilk olarak gönderdiği 70 bin TL'lik ödeneği bitirmiştik ve kazı çalışmalarımız sonlandırmak zorunda kalıyorduk ama yeniden 35 bin TL'lik bir ödenek daha aktarıldı. Bu ödenekle de gelecek sene kazı çalışması yapacağımız alanı bu yıldan temizlemeyi hedefliyoruz. Kazı çalışmaları yapacağımız alanın yüzeyi tamamen taşlarla kaplı olduğu için çalışmalarımızı güçlükle sürdürüyoruz. Gelecek yıl bu sorunu yaşamamak için bu yıl çalışma alanını hazır hale getireceğiz. "

Turizm Gazetesi, 10.08.2011

TURİZMDE 3 MİLYON 609 BİN LİRA GELİR ELDE EDİLDİ

 

 

Antalya'daki müze ve ören yerlerini bu yılın 7 aylık döneminde 1 milyon 667 bin 196 kişinin ziyaret ettiği ve karşılığında 3 milyon 609 bin 558 TL gelir elde edildiği bildirildi.

 

Antalya Müze Müdür Vekili Mustafa Demirel, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Antalya genelinde 4'ü müze olmak üzere, 12 antik kent ve ören yerini, bu yılın 7 aylık döneminde 1 milyon 667 bin 196 kişinin ziyaret ettiğini söyledi.

 

Yerli ve yabancı turistlerin en çok ziyaret ettikleri bölgenin Noel Baba Müzesi olduğunu ifade eden Demirel, bu yıl 344 bin 774 kişinin müzeyi gezdiğini ve bu ziyaretlerden 276 bin 165 lira gelir elde edildiğini belirtti.

 

Demirel, Noel Baba Müzesi'ni 311 bin 271 kişiyle Myra antik kentinin takip ettiğini belirterek, antik kentten 288 bin 705 lira gelir elde edildiğini bildirdi. Demirel, Perge antik kentinin 254 bin 657 kişiyle üçüncü sırada yer aldığını, bu kentin ziyaretlerinden de 357 bin 595 lira gelir elde edildiğini açıkladı.

 

Mustafa Demirel antik kent ve ören yerleri arasında en çok ziyaret edilenler sıralamasında Aspendos Antik Tiyatrosu, Olympos Ören Yeri, Patara antik kenti, Phaselis antik kenti, Antalya Arkeoloji Müzesi, Atatürk Evi, Xanhos antik kenti, Termessos antik kenti, Simena antik kenti, Karain Mağarası, Elmalı Müzesi ve Arykanda antik kentinin geldiğini söyledi.

 

Geçen yılın aynı döneminde Antalya'daki müze ve ören yerlerini 1 milyon 317 bin 555 kişinin ziyaret ettiğini belirten Demirel, geçen yılın 7 aylık dönemindeki gelirin ise 2 milyon 652 bin 886 lira olduğunu kaydetti.

Akşam 10.08.2011

ANTİK MYNDOS KENTİNDE BULUŞ!

 

 

Muğla'nın Bodrum İlçesi'ne bağlı Gümüşlük beldesinde Antik Myndos kenti kazıları çerçevesinde Tavşan Adası'nda din adamları ve azizlerin ikamet ettiği kutsal tapınak ve tapınağa ait 12 su sarnıcına ulaşıldı.

 

Kazı Başkan Yardımcısı Doç.Dr. Durmuş Altan, "Geçtiğimiz yıl burada kafalarına çivi çakılmış dönemin ilk Hıristiyan din adamlarının ve 4 çocuğun kafataslarını bulduğumuzda tapınak olabileceği varsayımında bulunmuştuk. Şimdi burada 2 bin 400 yıllık tapınak ve tapınağa ait su sarnıçları ile din adamlarına ait mezarları gün ışığına çıkardık. Adadan kazdıkça tarih fışkırıyor" dedi.

Gümüşlük beldesinde Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Gümüşlük Belediyesi'nin katkılarıyla, Uludağ Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin başkanlığında yürütülen Antik Myndos Kentini Kurtarma Kazıları kapsamında sahilden 100 metre yürüyerek geçilen Tavşan Adası'nda (Asar Adası) kutsal tapınak, tapınağa ait su sarnıçları ve din adamlarının mezarlarına ulaşıldı.

Kazı başkan yardımcısı Doç.Dr. Durmuş Altan ile Uludağ, On Sekiz Mart ve Selçuk Üniversiteleri'nin arkeoloji bölümlerinden 22 öğrencinin katıldığı çalışmalarda, gün ışığına çıkarılan eserlerin 2 bin 400 yıllık olduğu, Antik Myndos kentinin kutsal alanı ve tapınağı olarak kullanıldığı saptandı. Çalışmalarda tapınağa ait sütunlar ve sunak ile 20-40 metreküp kapasiteli 12 adet su sarnıcı gün ışığına çıkarıldı. 2 bin 400 yıl önce Hellenistik dönemde kullanılan su sarnıçların temiz olması dikkat çekti.

Doç.Dr. Durmuş Altan, yaptığı açıklamada, çalışmaların sütunlar ve sunak çevresinde devam ettiğini söyledi. Durmuş, "Geçen yıl burada kafalarına çivi çakılmış dönemin ilk Hıristiyan din adamları ile 4 cocuğun kafataslarını bulduğumuzda tapınak olabileceği varsayımında bulunmuştuk. Şimdi burada 2 bin 400 yıllık tapınak ve tapınağa ait su sarnıçları ile din adamlarına ait mezarları gün ışığına çıkardık. Adadan kazdıkça tarih fışkırıyor. İlerleyen günlerde bölgeyi adeta bir açık hava müzesine çevirecek tarihi eserlerin gün ışığına çıkmasını bekliyoruz" dedi.

Kazı Başkanı Doç.Dr. Mustafa Şahin de, Tavşan Adası'nda geçen yıl Temmuz ayında yapılan kazılarda kafalarına 6-8 cm.lik çiviler çakılmış sekiz din adamı ve dört çocuğa ait kafatasları bulunduğunu ve görenleri dehşete düşürdüğünü hatırlattı.

Kafataslarının gövdelerinden ayrı olduğunu da kaydeden Şahin, kafataslarının ve yeni gün ışığına çıkarılan mezarların MS 4. yüzyılda Hıristiyanlığın yeni yayılmaya başladığını Geç Bizans dönemine ait olduklarının saptadığını anlattı.

Geç antik döneme ait olan kafataslarının antropolojik açıdan incelenmesi Burdur'a gönderildiğini ifade eden Doç.Dr. Mustafa Şahin, "Buradaki genel görüş, din adamları ve çocukların kafalarına çivi çakılmak suretiyle öldürüldükleri, daha sonra başlarının kesildiği ve ibreti alem olsun diye büyük bir olasılıkla halka gösterildiği, daha sonra da gelişigüzel gömüldüğü yolunda. Burada olduğu gibi kafatasına çivi çakıldıktan sonra başları vücutlarından ayrılan ve yaşları 4-40 arasında olan 12 kafatası bize bu bölgedeki en eski kilise ve Hıristiyanlığın yayılmaya başladığı merkezlerden biri olarak Myndos kentini gösteriyor Hıristiyanlık tarihini aydınlatacak daha detaylı bilgilere ulaşma fırsatını yakaladık. Bu nedenle Tavşan Adası turizme açıldığında muhtemelen önce Hıristiyanların büyük ilgisini çekecek ve yoğun bir şekilde dini ziyaretler başlayacaktır. Ada yabancı turist akınına uğrayacak" dedi.

Cnn Türk, 09.08.2011

TARİHİ ÇEYREKADA!

 

 

Haliç'in üstünden geçecek metro için inşa edilen köprü, ilk açıklandığı andan bu yana tartışma konusu... UNESCO, Tarihi Yarımada'ya zarar vereceği gerekçesiyle köprüye karşı çıkmış, uzun süren görüşmeler sonucunda ikna olmuştu... Ancak şimdi bambaşka bir endişe başgösterdi: Süleymaniye Camii başta olmak üzere Tarihi Yarımada'nın silüeti... Köprünün yapımına baştan beri karşı olan sivil toplum kuruluşu İstanbul SOS, bu projeyle silüetin büyük zarar göreceğini iddia ederek projenin değiştirilmesi için kampanya başlattı... Endişelerin merkezinde ise köprünün askıları var...

 

Köprünün askılı olmasıyla, aşağı doğru bağlanacak çelik halatlar bir perde oluşturacak... Böylece iç kesimlerden baktığınızda, açılarına göre Süleymaniye Camii başta, Beyazıt Kulesi, Sultanahmet Camii, Ayasofya, Topkapı Sarayı çelik halatlar arasından görülebilecek... En azından bazı bölümleri perdelenecek... Sonuçta şu anki silüet çok değişecek... Peki, toplu ulaşım açısından önemli olan metro köprüsünden vazgeçilemeyeceğine göre ne yapılmalı? Uzmanlar bunun için mevcut projeyi kolayca değiştirerek alternatif bir köprü öneriyor...

Tarihi eserleri perdeleyecek askılı köprü projesinin, yol yakınken değiştirilmesi isteniyor.

 

Mevcut proje eğik askılı köprü... Sağdaki temsili fotoğrafta da görüldüğü gibi ayaklardan köprü zeminine bağlanan çelik halatlar yer alıyor... İki ayak arasında 180 metre mesafe bulunuyor... Ayak yükseklikleri ise 55 metre... Uzmanlar bunun yerine alçak profilli düz köprü öneriyor... Çelik halatlar ve ayaklar olmayacak... Bunun yerine ayaklar arasındaki boşluğun ortasına yeni taşıyıcı kazık eklenerek köprü güçlendirilecek... Unkapanı ve Haliç köprülerine benzeyecek...

Habertürk, 09.08.2011

 

******


SİLUET KAYGISI

 

 

Dün manşetten duyurduğumuz bu konu için öncelikle projenin mimarı Hakan Kıran’a ulaştık...

Ancak kendisi kesinlikle yorum yapmayacağını söyledi... Görüşlerini aldığımız uzmanların hiçbiri projeye karşı çıkmadı... Ancak kaygıları ortak... Haliç Metro Köprüsü’nün, Süleymaniye Camii başta olmak üzere Tarihi Yarımada silüeti üzerinde olumsuz etki yapacağını belirtiyor... Bu yüzden askılı köprüden vazgeçilmesi isteniyor... Buyrun okuyun...

 

Prof.Dr. Ahmet Vefik Alp (Yüksek Mühendis, Mimar, Kentbilimci): Haliç’i katledecek metro hattı için köprü değil mümkünse Haliç altından geçen bir tünel olmasını tercih ederdim. Nitekim İstanbul Büyükşehir Başkan adaylıklarım sırasında kamuoyuna sunduğum “Müzekent İstanbul-Haliç Sualtı Otoparkı” projemde, metroyu Haliç’in altına tasarladığım büyük otoparkın içinden geçirdim ve otoparkın içine de bir metro durağı koydum. Böylece insanlar arabalarını Haliç’in altına bırakıp metroyu kullanabiliyorlardı. İki kıyıdaki arazi kotları nedeniyle su üstünden bir köprü yapılması kaçınılmaz ise alçak profilli, alttan taşınan bir köprü olması tercihim. Uygulanacak projede taşıyıcı ayaklar ve tabliyeyi taşıyacak askı kabloları belli açılardan Tarihi Yarımada ve muhteşem camilerimizin, tarihi eserlerimizin görüntüsünü yaralayacaktır.


Prof.Dr. Afife Batur (İTÜ Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi): Tarihi Yarımada’nın silüetini bozup bozmayacağı; köprünün biçimi ve boyutlarına bağlı. Köprü projesi çok güzel olabilir hatta köprü de kendi başına çok güzel olabilir ama konumlandığı yer ona uygun değilse sakıncalıdır. Orada aslolan Tarihi Yarımada’dır. Ne yazık ki, bu köprü de Tarihi Yarımada’nın silüetini unutturuyor. Onun önüne geçiyor. Benim de pekçok insan gibi kaygılarım var. Keşke o proje başka bir yerde olsa. Keşke Beyazıt Kulesi, Süleymaniye ve Sultanahmet camilerinin, Ayasofya’nın önüne geçmese...

 

 

Prof.Dr. Deniz İncedayı (Mimar Sinan Üniv. Mimarlık Bölümü Bşk.): Bu konu UNESCO 2011 raporunda da vurgulanıyor. Bu bir ulaşım projesi ama biz yarışma yöntemi ile yapılmasını destekliyoruz. Çünkü orada çok kritik bir tasarım konusu var. Süleymaniye silüetine -ki bu silüet evrensel bir değer- olumsuz etki yapmayacak bir tasarım geliştirilmeli. O nedenle mevcut projenin sakıncaları var. Biçimsel bazı önlemler alınarak olumsuz etki giderilmeye çalışılıyor ama temelden bir değişiklik lazım. Şu da unutulmamalı ki, evrensel bir miras değerine karşı sorumluluk taşıyoruz.

Habertürk, 10.08.2011

GÖBEKLİTEPE KAZILARINDA YENİ BULUNTU

Göbeklitepe Kazıları Başkanı Prof.Dr. Klaus Schmidt, kazı alanının kuzey batı cephesinde yeni eserlerin izlerine rastlandığını belirterek, “Yeni bir dikili taş bulduk. Burada toprak altındaki yapılar muhtemelen daha önce gün yüzüne çıkarılmış olan yapılardan daha büyük” dedi.

 

Bu bölgedeki kazı yerlerini daha da genişletmeyi düşündüklerini söyleyen Schmidt, “Tabii asıl hedef tamamen bütün alanın kazılması. Burada birçok kabartma ve heykeller var. Yeni kazılarla bu kabartma ve yeni heykellerin sayısının artacağını tahmin ediyoruz. Bu da resim repertuvarının genişlemesi demek, böylece o döneme ait sembol dünyasını daha güzel, daha rahat anlamlandıracağımızı düşünüyoruz” dedi.

 

Şanlıurfa’nın 18 kilometre kuzeydoğusundaki Göbeklitepe’de dünyanın en eski tapınak kalıntıları ile yaklaşık 12 bin yıl öncesine ait olduğu belirtilen 65 santimetre uzunluğunda insan heykeli gibi tarihi eserler bulunmuştu.

Habertürk, 09.08.2011

AKBIYIK CAMİİ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

 

 

Osmangazi Belediyesi, dini eserlere sahip çıkıyor. Akbıyık Mahallesi’nde yer alan 15’inci yüzyıldan kalma Akbıyık Camii’nin (Veled-i Hariri) harabe durumundaki çevresi Osmangazi Belediyesi’nce değerine yakışır bir görünüme kavuşturuluyor. Çevre düzenlemesi için camiinin bitişiğinde yer alan metruk yapılar kamulaştırılarak Osmangazi Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü ekiplerince yıkıldı. Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar, "Camilerimiz manevi zenginliğimizin en güzel göstergesi. Belediye olarak camilerimize sahip çıkıyor, geçmişten geleceğe bu kutsal mekanlarımızı layıkıyla emanet etmeye gayret ediyoruz" dedi.


Fatih Sultan Mehmet döneminde Akbıyık ismi ile tanınan İpekoğlu Hoca Dursun tarafından yaptırılan Akbıyık Camii’nin hak ettiği değere kavuşması için harekete geçtiklerini söyleyen Dündar, tarihi yapının çevresine yeşil alan düzenlemesi yapacaklarını belirtti. Manevi değeriyle büyük önem taşıyan camiinin yan tarafında yer alan metruk yapıların yıkılmasıyla birlikte bölgenin rahatladığını söyleyen Dündar, "Yerleşkenin yoğun olduğu bu bölgede bulunan camiimizin çevresine mahalle sakinlerinin de talebi üzerine ihtiyaç doğrultusunda yeşil alan, şadırvan ve çocuk oyun alanı gibi sosyal yaşam alanı kazandıracağız. Böylece maneviyatıyla büyük önem taşıyan camimiz, etrafıyla da zenginliğine zenginlik katacak" diye konuştu.


Bir bütün olarak camii çevresinde iyileştirmeye gittiklerine dikkati çeken Dündar, camiinin güneyinde yer alan ve bakımsızlıktan neredeyse varlığı unutulacak durumda olan hazirelerin bakımının ve onarımının da yapılacağını söyledi.

Bursa Olay, 09.08.2011

'TANRININ GÖZLERİ' BULUNDU!

 

 

Laodikya kazı heyeti başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, kilisenin girişinde yerde bulunan mozaiklerdeki ’tanrının gözleri’ deseninin kiliseye gelen insanları gözetleyip, koruduğuna inanılarak yapıldığını söyledi.

Pamukkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek başkanlığında Laodikya antik kentinde 8 yıldır yapılan kazı çalışmalarında önemli eserler ortaya çıkarıldı. İncil’de adı geçen 7 kutsal kiliseden birinin bulunduğu Laodikya antik kentinde bulunan 3 ayrı kilisede kazı ve restorasyon çalışmaları devam ediyor. Merkezi kilisede kazı, kutsal haç kilisesinde ise restorasyon çalışmaları yapılıyor.


Bu yıl ortaya çıkarılan en önemli eserler arasında ise kuzey tiyatro yanında bulunan kilise içindeki tanrının gözleri mozaikleri oldu. Kazı heyeti başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, tanrının gözlerinin kiliseye gelen insanları koruduğuna inanıldığını belirterek şunları söyledi:
"Kutsal kent Laodikya kiliseleri özelikle de MS 4. yüzyıl itibariyle erken kilise mimarisine yeni bir renk ve soluk katacak niteliktedir. Buradaki kilise yapısının Laodikya’ya özgü bir ev kompleksinin kutsal mekanı olarak düşünüyoruz. Kuzey tiyatrosuna ulaşımı sağlayan kilisede iç içe iki tane ön giriş holü yer almakta. Bu kilisenin önemli bir özelliği de var. MS 375 yılında Papalık bir düzenleme yapıyor. Kiliseler nizamnamesini yayınlıyor. Kiliseler belli bir yöne bakacak diye karar alınıyor. Buradaki kilise doğuya değil, Kudüs’e değil. Kuzey doğuya yani Hierapolis’e bakıyor. Bu nedenle önemli bir yapı, çünkü yönü farklı. Ancak bu kilisede öne çıkan husus giriş bölümünde, yerdeki mozaiklerde iç içe iki tane haç ve onun yanında iki tane göz var. Yani tanrının gözü olarak yorumlayabileceğim gözler yer almakta. Bu gözlerin kiliseye gelen insanları gözetlemesi ve koruması için yapıldığını düşünüyoruz."

Bugüne kadar böyle bir kilise yapısı ortaya çıkarılmadığını ve önemli bir yapı olduğunu belirten Şimşek, "Yön itibariyle ve özellikle kilisenin kutsallığını ön plana çıkaran tanrının gözü itibariyle değişik bir yapı. Gözün biri sağlam ama diğer göz tuğla döşemelerinin bir kısmının sökülmesi nedeniyle zarar görmüş. Ama yarısı yerinde bu sayede de iki tane tanrının gözünü burada görüyoruz. Bu yönüyle kiliseyi çok özel kılıyor" diye konuştu.

Radikal, Haber: Ramazan Çetin 09.08.2011

"MARDİN'İN GEÇMİŞİNİ GELECEĞİ ÜZERİNDE KURGULADIK"

 

 

Mardin Valisi Turhan Ayvaz, ''Tarihi Dönüşüm Projesi'' konusunda, ''Mardin'in geçmişini geleceği üzerinde kurguladık'' dedi. Vali Ayvaz yaptığı açıklamada, kent merkezinden geçen elektrik kablolarını, çirkin görüntü veren elektrik direklerini ve çanak antenleri uzun soluklu bir çalışma ile tarihi dokuya yakışır bir hale getirmeyi hedeflediklerini belirtti.

''Mardin'in geçmişinden hiç bir şey ayırmadık. Bu kentin geçmişini geleceği üzerinde kurguladık. Mardin geleceğini geçmişinde arıyor. Bu da projenin sloganı oldu" diyen Vali Ayvaz, çirkinliklerin ortadan kaldırılmasıyla, Mardin'in güzelliklerinin ön plana çıkacağını belitti. İnanç turizmi açısından önemli bir yere sahip Mardin'de tarihi mekanların restorasyon çalışmalarının aslına uygun yapılması durumunda kentin, kötü yapılaşmadan tamamen kurtulacağını ifade eden Ayvaz, "7 bin yıllık tarihi geçmişi olan bir uygarlık yeniden dirilecektir. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın sürdürdüğü restorasyon çalışmaları kapsamında Artuklular döneminden kalma 650 yıllık geçmişe sahip ve şehre gelen turistler tarafından en çok ziyaret edilen tarihi mekanlardan biri olan Kasım Paşa (Kasımiye) Medresesi'nin restorasyonu tamamlanmış durumda'' dedi.

Vali Ayvaz, Mardin Kalesi'nin turizme açılması için çalışmaları en kısa sürede bitirmeyi hedeflediklerini anlattı. Mardin Kalesi'nin restorasyon çalışmasının hızlandırılması için keşif bedeli hazırlandığını belirten Ayvaz, önümüzdeki aylarda restorasyon çalışmasının fiilen başlayacağını söyledi.

Kale restorasyonu projesinin özel ihtisas gerektirdiğini ifade eden Ayvaz, çalışmalarla ilgili şu bilgileri verdi:
''Milli Savunma Bakanlığı nezdinde kalenin boşaltılması konusunda girişimlerde bulunduk. Kalenin lazerle taramasını yaptırdık. Diyarbakır Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'ne gönderdik. Koruma kurulundan olumlu karar çıktı. Keşif bedeli çıkartıldı. Bir ay içinde restorasyon çalışmaları başlayacak. Başbakanımızın talimatıyla Milli Savunma Bakanlığı Hava Radar Tesisi oradan taşınmayı kabul etti. Bununla güçlendirme projelerinin ihalesi yapıldı. Geçtiğimiz günlerde sözleşmesi imzalandı. 2013 yılının sonunda 2014 yılının başında vatandaşlarımız, Mardin Kalesi'nde eski günlerini yad edebilecek.''
Yapı, 09.08.2011

KESTEL'DE 650 YILLIK TARİHİ CAMİ İHYA EDİLDİ

 

Bursa'nın Kestel İlçesi'ne bağlı Aksu Köyü'nde bulunan tarihi cami, hamam ve imam evi, Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından restore edilerek yeniden ihya edildi.

 

650 kişinin yaşadığı 120 haneli Osmanlı köyü Aksu'da, tarih bir kez daha canlanıyor. 1 yıl önce başlatılan çalışma ile 650 yıllık cami, hamam ve imam evi, Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün çalışmaları neticesinde eski görünümünü kazandı. Baştan aşağıya yenilenen tarihi yapıların açılış töreni, Bursa Valisi Şahabettin Harput, Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, Vakıflar Bölge Müdürü Mürsel Sarı ve Kestel Kaymakamı Erhan Özdemir'in katılımıyla yapıldı. Vali Şahabettin Harput, Osmanlı'nın kuruluşunda başkentlik yapan Bursa'da tarihi yapıların yerel yönetimler, kamu ve kurumlar tarafından bir bir ayağa kaldırıldığını belirtti.

 

Vali Harput, şu bilgileri verdi: "Dünyaya adaletin, faziletin, sevginin ve barışın tohumları Bursa'dan yayıldı. Zaman zaman yıkılmış ve virane olan bu yapıları ayağa kaldırmak önemli. Allah bize bunu nasip etti. Bu restorasyonu beraberce bir bayram gibi yaşıyoruz. Bu bizim görevimiz. Geçmişine sahip çıkmayan bir milletin gelecekte ayakta durması mümkün değildir."

 

Harput'un konuşmasının ardından protokol üyeleri cami, hamam ve imam evinin açılış kurdelesini kesti. Tarihi yapıları gezen protokol üyeleri, yetkililerden bilgi aldı. Vali Şahabettin Harput, daha sonra tarihi Osmanlı Köyü'nde ikamet eden kadınların kurduğu 'Aksu Köyü Kadınları Dayanışma Derneği'ni de ziyaret etti. Çevre ilçelerden gelen aileler ile sohbet ettikten sonra dernek yönetiminden son durumları hakkında bilgi alan Harput, yaptıkları hizmetten dolayı köylü kadınlara teşekkür etti.

Zaman, Haber: Ensar Tuna Alatürk, 09.08.2011

BABİL VE PERS MEDENİYETLERİ GÜN IŞIĞINA ÇIKIYOR

 
Güneydoğu'nun antik Efes'i olarak bilinen 10 bin yıllık Dara Harabeleri'nde ortaya çıkan Babil ve Pers imparatorluğuna ait tarihi kalıntılar gün ışığına çıkarılıyor. Mardin'e bağlı Oğuz Köyü'ndeki Dara harabelerinde geçen yıl yapılan kazı çalışmaları kapsamında ortaya çıkan ve tarihe önemli ışık tutacağı belirtilen MS 6. yüzyıla ait olduğu tahmin edilen şemsiye ve çeşitli hayvan figürlü mozaikler ile 3 bin yıllık insanlara ait kemiklerin ardından Babil ve Pers imparatorluğunun saklı kentin ortaya çıkarılması için de çalışma başlatıldı. Mardin Valiliği tarafından geçtiğimiz yıl başlatılan kazılarda Dara harabelerinde bulunan ve halk arasında zindan olarak bilinen 40 metre deriliğindeki mekan temizlendi, açık hava tiyatrosu ve kaya evlerin bulunduğu alanlarda gerçekleştirilen kazılarda ise Babil ve Pers imparatorluğuna ait askeri garnizon şehrinin erzak ve silah depoları ile kaya mezarlar gün yüzüne çıkartıldı. Ayrıca şehrin yerleşim alanı olan toprak altında kalan kayalara oyulmuş tarihi evler de bulunuyor.

Mardin Valisi Turhan Ayvaz, Dara harabelerinde ortaya çıkan 10 bin yıllık tarihi eserlerin ve mozaiklerin ortaya çıkartılması için gerekli bütün girişimleri yaptıklarını söyledi. Ayvaz, Mardin'de Babil ve Pers imparatorluğunun saklı kentini ortaya çıkardıklarını kaydetti. Romalılar tarafından askeri garnizon şehri olarak kullanılan Dara'nın, mevcut tarihi kalıntılara ve su sarnıçlarına bakıldığında 100 binin üzerinde bir nüfusa sahip olduğunu gösterdiğini belirten Vali Ayvaz, "Dara'nın Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin Aspendosu olacaktır. Her gün yeni bir tarihi doku gün yüzüne çıkarılıyor. Biz ortaya çıkan bu tarihi değerleri turizme kazandırmak, iyi bir tanıtımla turistleri buralara çekmek istiyoruz. Tarihe ve tarihi yapılara ilgi duyan herkesin Dara'yı görmesi gerektiğine inanıyorum. Mardin'in neresini kazarsanız kazın ortaya tarih çıkıyor. Bu tarihi değerlerin bir an önce ortaya çıkarılmasını istiyoruz." dedi. Mezopotamya'nın Efes'i olarak tanımlanan Dara antik kentinin gelecek yıl turizme açılmasıyla Mardin'in turizm potansiyelinin daha da artacağını vurgulayan Ayvaz, "Dara'nın kamulaştırma sorununun olmaması nedeniyle gelecek yıl turizme kazandırmayı planlıyoruz. Nekropol alanı ve 2 tane sarnıcımız, 2012 yılında turizme açık hale gelecek. Dara'daki kazı çalışmalarında geçen sene 200'ün üzerinde taşınabilir kültür varlığı bulundu. Bu ciddi bir turizm potansiyeli demek. Ayrıca burada at veya eşek turizmi de yapılabilir. Nasıl deve ile konuklar gezdiriliyorsa merkeplere bindirilerek de gezdirilebilir. Otantik bir potansiyel olabilir."

Antik Dara harabelerinde 1986 yılından beri kazı çalışmalarını sürdürdüklerini belirten Mardin Kültür ve Turizm Müdürü Davut Beliktay, Dara'da saklı bulunan kenti ortaya çıkarmak için mücadele ettiklerini söyledi. Beliktay, "Geçtiğimiz yıl kazıda sezon çalışması olarak amacımıza ulaştık. Dara 1,5 kilometrelik alan üzerinde kurulu. Etrafında kazı yapılması gereken alanlar var. Kazı uzun yıllar alacak. Son olarak 6. yüzyıla ait olduğunu tahmin ettiğimiz süslü bir mozaik, su sarnıçları, hamamlar, köprüler, su kanalları 3 bin yıllık tarihi geçmişi bulunan insan kemikleri, kayalara oyulmuş mezarları bulduk. Bu yılki kazı çok yönlü ve geniş alanı kapsayacak şekilde yapılacaktır." şeklinde konuştu.

Türkiye Gazetesi, 09.08.2011

MUĞLA'DA 1675 YILLIK KİLİSE BULUNDU

 

Dünyanın en büyük antik mermer kentlerinden biri olan Stratonikeia antik kentinde devam eden kazılarda 1675 yıllık kilise bulundu

 

Bir ay önce Pamukkale Üniversitesi Öğretim üyesi Doç.Dr. Bilal Söğüt başkanlığında başlayan kazı çalışmalarında önemli antik kalıntılara rastlandı. Bir aylık dönemde yarış arabaları figürü, antik kentler içindeki en yüksek sütundan sonra şimdi de MS 325 yıllarına ait olduğu öğrenilen kilise bulundu. Stratonikeia antik kentinin giriş kapısının hemen sağındaki kilise, kazı heyetini heyecanlandırdı. 1675 yıllık kilisenin Antik Dönem'in en eski kiliselerinden birisi olduğu tahmin ediliyor. Muğla Valisi Fatih Şahin, tarihi kilisenin gün ışığına çıkartılması üzerine antik kenti ziyaret etti. Kazı Başkanı Doç.Dr. Bilal Söğüt, Vali Şahin ve beraberindeki heyete kuzey giriş kapısı, 2 bin 500 yıllık kanalizasyon sistemi, meclis binası, kazı evi deposu, antik tiyatro ve 1675 yıllık kilisenin bulunduğu kazı alanı hakkında bilgiler verdi.

Milliyet, Haber: Cavit Yıldırım, 09.08.2011

KRAL MEZARI TARLA OLDU

 

Ankara’nın Polatlı İlçesi'nde bulunan Frigya uygarlığının başkenti Gordion’da 3 bin yıllık tarihin, tarıma kurban edildiği belirtildi.

 

Gordion’daki kazı çalışmalarına katılan Pensilvanya Üniversitesi Müzesi’nden Arkeolog Dr. Ayşe Gürsan Salzmann, “Gordion çevresinde 110 tümülüs bulunuyor. Ancak, bunlar çiftçiler tarafından tarla haline getirilmeye çalışılıyor. 1 teneke buğday uğruna 3 bin yıllık tarih yok ediliyor. 110 tümülüsün altında 110 krallık ve ailelerine ait mezar var. Maalesef mezarların olduğu yerlerin bir kısmı tarla haline getirilmiş” dedi. Bir yetkili de bölge halkının eğitileceğini söyledi.

Milliyet, 09.08.2011

"DEVLETİN SANAT KURUMLARININ SİVİ TOPLUMA DEVREDİLMESİ LAZIM"

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, "Bakanlığa bağlı kurumların hepsi Cumhuriyet'in ilk yıllarında devletin Batılı kültürü empoze etmesi amacıyla oluşmuş. Bunların bir vadede gönüllü kuruluşlara, özel idarelere, yerel yönetimlere devredilmesi lazım."

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, kabinenin farklı yüzlerinden biri. Kendinden önceki pek çok kültür bakanından farklı olarak, sanat çevreleriyle daha iyi diyalog kuran ortak dil geliştirebilen bir siyasetçi. Sık sık bunun siyasi bedelini de ödese bile... Medyada en çok görünen, sorumlu olduğu alanları en çok gezip dolaşan bakanlardan da biri. Belli ki bunların ve son seçimler sırasında İzmir’de gösterdiği performansın etkisiyle AKP’nin üçüncü döneminde de yerini korudu.
Kültür sanat dünyası yerine kültür endüstrisinden söz edilen bir dönem yaşıyoruz ve bu alandaki somut sorunlar, politikalar her zamankinden daha çok tartışılıyor. Yeni kabinede birinci ayını dolduran Bakan Günay’la, kültür politikalarını, önceki dönemden gelen sorunları ve yeni dönemde neler yapacağını konuştuk. 

Önce en eski ve tartışmalı konudan başlayalım. Atatürk Kültür Merkezi ve Emek Sineması… Bir gelişme var mı?
Emek Sineması hala yargıda. Yargı sonucu bekleniyor. Bizim dışımızda bir şey. AKM ise geçen dönem gene bir yargı kararıyla durmuştu. Orayı yargıya dokunmayacak bir biçimde bir iyileştirme projesiyle birleştirip tekrar açmak için daha sonra yeterli kaynağı bulamadık, ajanstan böyle destek alamadık. Şimdi ajans serüveni de bitti. Yeni dönem bir kaynak bularak hatta biraz sponsorluklar da bularak AKM’yi 2011-2012 sezonunda açmayı umut ediyorum. Ama zor bir süreç. Şu anda iyileştirmek için bile çok ciddi bir kaynak gerekiyor. Bizim kendi genel bütçe imkanlarımızla bunu yapmamız mümkün değil. 

Hala bakanlığın AKM’yi yenileyip açmak gibi bir iradesi var yani.
Evet, var. 

Bir de unutulmuş bir proje var: Ayazağa Kültür Merkezi, orada durum ne?
Ayazağa’da ilerledik. Eski kaba inşaat kaldırıldı. Orada ‘yap-işlet’ diye anlaşmıştık; bu firma yeni bir proje yaptı, proje kurullardan geçti ve yeni bir inşaat süreci başladı. Ekonomik nedenlerden dolayı bir yavaşlama var ama 2012 yılı sonunda bitebilir. Eğer ekonomik kriz olmazsa. Çünkü dünya çapında ilişkileri olan bir firma üstlendi projeyi. 

AKP’nin seçim beyannamesinde ilginç şeyler vardı. Bunlardan bir tanesi, Kültürü Yaygınlaştırma Projesi. Yıllardan beri beklediğimiz bağımsız kültür girişimlerine destek verecek bir fon acaba bu mudur diye kültür çevrelerinde konuşuluyor?
Bu kültür projesi henüz somutlaşmış bir hale gelmedi. Kültür-sanat kurumlarını biraz daha özerkleştirecek olan kültür-sanat üretiminin önündeki engelleri kaldıracak olan kültür-sanat ürünlerine yurttaşın da daha kolay ulaşmasını sağlayacak olan bir yaygınlaştırma projesi bu. 

Benzer bir beklenti İstanbul 2010 Ajansı için vardı, kültürü destekleyen bir kurum olarak çalışmaya devam etmesi de tartışıldı ama olmadı.
İstanbul 2010 Ajansı ne yazık ki, sivil toplumdan bizim ajansı kurarken umut ettiğimiz desteklerin hiçbirini toparlayamadı. Tamemen genel bütçeden kaynak ayırdık. Bu genel bütçedeki kaynağı kullanmak konusunda yeni bir bürokrasi oluştu. Üstelik gereksiz yere insanlara maaş ödedik. Bizim bakanlığın birimleri, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin ve özel idarenin görevlendireceği bazı sanat insanlarıyla çok daha ekonomik olarak o kaynağı kullanabilirdik. Eğer bir sivil toplum hareketi yaratabilse, kamunun verdiği kaynağın yarısı kadar zenginleştirebilseydi devam edebilirdi. O yüzden acilen tasfiyesi gerekiyordu. Ben de uzatma projelerine hiç sıcak bakmadım. 

Devletin kültür dünyasından tamamen çekilmesi de bu alanda çok tartışılan bir görüştür, siz ne düşünüyorsunuz?
Devlet kültür dünyasında hiçbir ideolojik dayatma yapmamalıdır. Bu açıdan devletin kültür politikası ancak şöyle olabilir: Türkiye’de var olan toplam yaşam kalitesini yukarı çekmeye çalışmak, güzel sanatlar alanında fiziki altyapıyı geliştirmek, herkesin kendi yaratıcılığının önündeki engelleri kaldırarak sınırsız yaratıcılık imkanlarını çoğaltmaya çalışmak. Biz fiziki imkanları oluştururuz, kültür merkezleri yaparız, sahne yaparız, sponsorluk yaparız, yurtdışı, yurtiçi etkinliklerde destek veririz. Ama şu sanat alanında çalışacaksın, şunu yaparsan ben seni desteklerim gibi bir dayatma kesinlikle olamaz. 

Peki bakanlığa bağlı orkestralar, tiyatrolar, korolar... Onlar bunun neresinde duruyor?
Bu kurumların hepsi Cumhuriyet’in ilk yıllarında devletin Batılı kültürü empoze etmesi amacıyla oluşmuş. Bunların aslında bir vadede sivil topluma devredilmesi lazım. Yani sivil topluma gönüllü kuruluşlara, özel idarelere, yerel yönetimlere devredilmesi lazım. Devlet bütün bu sanat etkinliklerini kendi özkaynaklarıyla destekler ama doğrusu devletin orkestrası, senfonisi, operası balesi, tiyatrosu olur mu? Devlet bunları destekler… Devlet bütün bu alanlarda topluma yaygınlaşmayı ve sanat üretiminin önündeki engellerin kaldırılmasını destekler. Bunların hepsi geçmişte devletin bir kültür dayatması çerçevesinde oluşmuştur. 

Sizin müzelerin, kütüphanelerin yerel yönetimlere bağlanması gibi bir uygulamanız var. Bu, merkezi kurumları devretmek konusunda atılmış bir adım mı?
Bizim bir yasa hazırlığımız var. Orada bir örgütlenme aşaması var. Ordu’nun bir Köyü'ndeki ya da Mersin’in Bayındır Köyü'ndeki bir kütüphaneyi ben neden Ankara’dan yöneteyim. Oradaki bir cam tamiri mevzuu ya da oradaki memurun izne çıkması halinde yerine kimin bakacağı neden bana kadar gelsin. Etnografya müzeleri, ilçe kütüphaneleri, okuma odaları yerel yönetimlere devredilebilir. Arkeoloji müzeleri, il halk kütüphaneleri, yazma eser kütüphaneleri hariç. Bunlar Kültür Bakanlığı’nın asli fonsiyonlarıdır. 

Öte yandan bakanlığa bağlı olan operaların, orkestralarının yenilenmesi, uluslararası standartlarda projeler yaparak rekabet edebilmesi ve bunun için de daha fazla kaynak kullanması gerekiyor. Onların durumu ne olacak?
Sanat kurumlarımızın işeyişiyle ilgili bir model üzerinde çalışıyoruz. İtiraf edeyim bu benden önce başlatılmış olan bir çalışma ve benim dönemimde de bitecek gibi gözükmüyor. Çünkü bir kurumsal tutuculuk var, herhangi bir düzenlemeyi kamuoyunda çok farklı biçimde sunma konusunda sanatçı arkadaşlar derhal bir PR çalışması yapabiliyorlar ve siz dünyada Fransa’da, İngiltere’de olan örnekleri Türkiye’ye taşımakta zorlanıyorsunuz. Bu konuda yine bizim bir çalışmamız var ama nasıl bir sonuç alırız bugünden söylemem zor. Performansa dayalı, üretime dayalı, üretkenliğe dayalı, niteliğe dayalı bir sistem oluşturmak istiyoruz. Şu anda böyle bir şey yok. Şu anda klasik devlet memuru anlayışı var. Yani belli bir yaşta bir sınavla girmişseniz 65 yaşına kadar çalışıp emekli oluyorsunuz. Çalışsanız da çalışmasanız da yetenekli olsanız da olmasanız da… Sanat kurumları böyle olmamalıdır. Ama yeni model konusunda da mutabık olmuş değiliz. 

Ben şunu soruyordum, mesela İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nın artık esamisi okunmuyor, çünkü yabancı solist getiremiyor iddialı konserler veremiyor.
Yabancı solist getiremiyor ama bu arada Borusan var, Doğuş var, Akbank’ın desteklediği gençlik orkestrası var... Dünyada da böyle. Bu işleri bu tür toplumsal kurumlar taşıyorlar. Sivil toplumda toplumsal örgütlenmeler var. Devletin bir senfonisi olacak, bütün sanat etkinliklerini o yürütecek. Bu cumhuriyetin 30’lu 40’lı yıllarının bir perspektifi. Türkiye bunları aşıyor. Aşması da gerekiyor. Biz bir kaynak arayışı içerisindeyiz. Başka destekler çoğalsa biz de kaynaklarımızı cari harcamalara, memur maaşlarına değil bu meselelere ayırırız. O zaman dünya çapında virtüöz de getiririz veya biz yetenekli insanlarımızı destekleriz, dünyaya çıkmalarını sağlarız, ki esas önemli olan bu. Bizden insanların dünyaya çıkmasını sağlamak. Biz cari meselelerimiz yüzünden ne önemli insanları getirebiliyoruz ne de kendi yeteneklerimizi dünyaya çıkarmak için yeterli kaynak arayabiliyoruz. Bu işi memur rutininden kurtarıp da yetenek kriterlerine dönüştürebilsek belki bunları başarabileceğiz.

Koruma kurumlarıyla ilgili yeni düzenlemeler olacağı söyleniyor. Bu doğru mu?
AB uyum yasaları çerçevesinde bizim tabiat ve doğal varlıkları Çevre Bakanlığı’na vermemiz gerekiyor. Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu, şimdi Kültür Varlıkları Koruma Kurulu olacak. Onlarla ilgili bir itiraz mercii kuracağız. Şu anda kurul kararını veriyor, sonra mahkemeye gidiyorsunuz. Bakanlık ve kurullar arasında bir üst itiraz mercii yok. Kurul elemanları ve bakanlıktan oluşan bir üst itiraz mercii kurmayı ve böylece bazı meseleleri yargıdan önce kendi içimizde çözmeyi tasarlıyoruz. 

Kurulların aldığı kararların imar hareketlerine engel olduğu iddiası ve bundan doğan rahatsızlıklar bu gelişmede etkili olmuş mudur?
Kurulların imar hareketlerine engel olmalarından şu ana kadar bana yansımış olan, aşmamız gereken hiçbir sorun yok. Hatta yanlış imar hareketlerine yeterince engel olamadıkları kanaatindeyim. 

Neden yeterince engel olamıyorlar?
Yerel yönetim baskıları, kamuoyu baskıları. Bu kurullar Türkiye’de günah keçisi haline gelmiş durumda. Herhangi bir yere rant üretmek isteyen dönüp dolaşıp kurulları suçluyor. Bu konuda da bilen bilmeyen herkes kurullar bir şey yapmaz diyor. Sanki Türkiye’de imar hareketlerinde her şey düzgün gidiyormuş da bozuk olan kurullarmış gibi bir fatura çıkarılıyor. Bir de kurullar olmasa Türkiye’de, tarih ve doğa ne hale gelebilir bunu düşünmek bile istemiyorum. 

Yabancı kazılar azaltıldı. Bu konuda bir tartışma yaşanıyor, ‘kazılarda bir millileştirme amaçlanıyor’ diye.
Yabancı kazılarda aradığımız verimi birçok yerde bulamıyoruz. Rutine bağlamışlar. İlk 15 gün gelip kazıyor gibi yapan kazı başkanları vardı. Hazırlık dönemi ve koruma dönemiyle bu işin 4 ay arazide fiili çalışma olması kuralını getirdim. Yaptıkları yayınların mutlaka Türkçe’ye de çevrilmesi kuralını getirdim ve doktora düzeyinde bir kazı başkan yardımcısının her şeyden haberdar olması gerektiğini söyledim. Çünkü yabancı kazılar Türkiye’de beklediğimiz verimde değil. Haksızlık yapmayayım ben geçen yıl iki yabancı kazı başkanına da ödül verdim. Ama bu arada bazı kazıları da feshettim.Ben kazı yerlerini bizzat evim gibi takip ediyorum, çalışanları alkışlıyor, iyi olanları ödüllendiriyorum. 

Peki kazı sayısını artırmak gerekmez mi?
Türkiye’de 151 tane yerli yabancı kazı var. Biz kazı sayısını artırdık zaten ama başladığımız kazıları da korumak zorundayız. Biz bu kadarıyla başa çıkabiliyoruz. Bazı yeri kazıyoruz, defineciyi çağırıyoruz. Adam bir ay çalışıyor arkasından on bir ay da defineci çalışıyor. Onun için kazmak kadar korumak da önemli. Kazıları yerlileştirmek gibi milliyetçi bir duygu içinde değiliz. Benim yerli kazı başkanını değiştirdim de oldu…

Bazen trafik iyi işlemiyor olabilir ama hükümetle sanat çevreleri arasında köprü kurmaya çalışıyorum.

Siz en çok haber olan bakanlardan birisiniz. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Bu konuda özel bir gayretimiz yok. Hem kültür hem turizm alanında olumlu olumsuz pek çok haber var. Size hemen bir mikrofon getiriyorlar, sizin de isminiz içinde geçiyor. Kültür çok derin. Arkeoloji var, güzel sanatlar var. Bütün bu alanlarda sizin adınız da geçiyor. Üstelik de ilgi arttı. Son yıllarda arkeolojiye, tarihe önem veriyoruz. Türkiye’nin bu alanlara verdiği önem dünyada hissedildiği için, UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne Selimiye Camii’ni sokmayı başardık 15 yıl aradan sonra. Boğazköy Sfenksi’ni de 95 yıl aradan sonra ülkemize getiriyoruz. Gaziantep’e, Eskişehir’e çok güzel müzeler yaptık. Topkapı’yı, Ayasofya’yı iyileştirmeye çalışıyoruz. Dünya da bunu görüyor. Müzekart diye bir şey var, 2 milyon 200 bin kişinin cebinde Müzekart bulunuyor. 2 milyon 200 bin kişi müzeyle ilgili bir kavramı kendisi kullanıyor ve konuşuyor. 

Bu arada birçok tartışma çıktı. Devlet Tiyatroları ile ilgili bir tartışma çıktı, Ucube Heykel tartışması çıktı. Bu tartışmalara girdiğiniz için sıkıldığınız, kendinize kızdığınız ya da pişman olduğunuz oluyor mu?
Bu tür tartışmalarla vakit kaybetmek benim hoşuma gitmiyor. Ben işimi yapmak istiyorum. Ama Türkiye’de işi polemik tarafından tutmaya hazır çevreler de var. Siz de bazen günlük rutin içinde bir iki cümleyi çok da kuyumcu dikkatiyle seçerek kullanmayabiliyorsunuz. Bu da çekiştirmelere sebep oluyor. Ben mümkün olduğunca çabuk sıyrılmaya, derdimi anlatmaya çalışıyorum. Bütün bu dönemi geride bıraktığım zaman geride somut ne bıraktım o anlaşılacak. 

AKP’yle, Başbakan’la kültür çevreleri arasında köprü olduğunuzu söyleyebilir miyiz?
Ben çalışıyorum. Zaman zaman trafik yeteri kadar iyi işlemiyor olabilir ama ben öyle bir köprü kurmaya çalışıyorum. Sanat kesimi duyarlı, genellikle protesttir. Sanatçının doğasında var, ben bunu anlıyorum. Ama zaman zaman onların sınırları çok zorladığı anlar oluyor. Benim dışımdaki siyasetçiler o kadar da tahammüllü davranmak ihtiyacı hissetmiyorlar. Bu alanlardan ben sorumluyum. Ben o tür durumlarda biraz işi sakinleştirmeye, gündemi iyileştirmeye çalışıyorum ama zararlı çıktığımız yerler de oluyor.

Radikal, Haber: Cem Erciyes, 09.08.2011

 

******


AKM'NİN KADERİ NE OLMUŞ?

 

Cem Erciyes’in dünkü Radikal’de Bakan Ertuğrul Günay’la yaptığı röportaj, “AKM’nin kaderi belli oldu” diye yankı buldu gün boyu...
 

Radikal de “AKM’yi 2012’de açacağız” başlığını birinci sayfasına taşımış.
İnternet sitelerinin başlık bile değiştirmeden birbirinden yaptığı alıntılara kanmayıp, Cem Erciyes’in röportajını okudum Radikal’de.
Kaderinin belli olduğu falan yok AKM’nin.
Bakan Günay şayet kaynak bulursa... Biraz da sponsor bulabilirse... 2011-2012 sezonunda açmayı umut ediyor AKM’yi... Sadece umut!
Dolayısıyla AKM’nin kaderinin belli olduğu falan yok.
Kaderine terk edilmişlik var.
Ben başından beri AKM’nin yıkılması gerektiğini savunanlardanım.
Taksim’in trafiğe kapatılmasını, yeniden düzenlenmesini, AKM’nin yerine modern bir opera binası yapılmasını da destekliyorum.
Başbakan Erdoğan’ın Taksim projesinde desteklemediğim tek şey var; Topçu Kışlası!
O da Taksim’in tek yeşil alanı olan Gezi Parkı’nın yerine yapılacağı için...

Hürriyet Kelebek, Yazı: Cengiz Semercioğlu, 10.08.2011

631 YILLIK HARABE CAMİ, TARİHİ ESER OLARAK YENİ TESCİLLENDİ

 

 

Sakarya'nın eski adıyla Büyük Tersiye yeni adıyla Büyük Esence Köyü'de bulunan 631 yıllık tarihi ahşap camii kaderine terk edilince yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya kaldı.

 

Daha önce Bursa Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu tarafından tescili yapılmayan Orhan Gazi Cami'nin 'tarihi yapı tescili' Kocaeli Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu tarafından yaklaşık 2 ay önce yapıldı.

 

Ahşap mimarisi ile dikkat çeken caminin, bölgenin Osmanlı egemenliğine girdiği 1330 yılında Orhan Gazi zamanında yapıldığı sanılıyor. Toprak zemin üzerine oturtulmuş büyük kazıklarla çakılan temel kirişler üzerine meşe kütükleri birbirine kertilerek yapılan dikdörtgen şeklindeki cami ender mimari eserler arasında yer alıyor. Vakıf kayıtlarına göre camii köy değil vakıf arazisi üzerinde bulunuyor ve eserden "Sapanca kazasına bağlı Tersiye-i Kebir karyesinde vaki merhum ve mağfiru'n-ileyh Sultan Orhan Cami-i Şerifleri" şeklinde söz ediliyor.

 

Köyden yaklaşık 1 kilometre uzaklıkta mezarlık içinde bulunan cami ahşap taşıyıcıların iyice yıpranması ile birlikte çökme tehlikesi yaşıyor. Bu sebeple 1990'dan beri ibadete kapalı bulunuyor. Cami yıllar içinde bakım ve onarım çalışmaları sebebiyle değişikliğe uğramış durumda. 1938-40'ta ciddi bir onarım gören cami, 1970'lerde yeniden bakıma alında ancak 1967'deki depremde minaresi yıkılmış. Saçtan basit bir minare yapılan caminin ayrıca yakın zamanda ön duvarına örülen tuğla ile örülmüş. Caminin kuzeyindeki sonradan eklenen son cemaat mahalli giriş kapısının önüne, iki ahşap direğin taşıdığı bir sundurma da caminin orijinal mimarisinden hemen ayrılıyor. Köy halkı bu gün yıkılmak üzere olan cami yerine yakınına inşa edilen ve aynı isim verilen yeni camide ibadetlerini yerine getiriyor.

 

Sakarya Kültür İl Müdürlüğü Sakarya Müze Müdürü Mürşit Yazıcı, tarihi caminin yaklaşık 2 ay önce tescillendiğini doğruluyor. Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun caminin aslının korunamadığı gerekçesiyle tescilini yapmadığını, ancak korunması yönünde kararı olduğunu belirten Yazıcı "1988 yılında Köy halkı eski camiyi yıkıp yerine yeni cami inşa etmek istemiş. Ancak Bursa Kültür ve Tabiat varlıklarını Koruma Kurulu, caminin korunması, yeni caminin başka bir yere yapılması gerektiğine karar vermiş. Ancak camiyi tescillememiş. Caminin tarihi eser tescilini bir vatandaşın başvurusu üzerine yaklaşık 2 ay önce Kocaeli Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu yaptı." bilgisini veriyor.

 

Sakarya Üniversitesi (SAÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Başkanı Yrd. Doç.Dr. Tülin Çoruhlu, çok kıymetli ve ender olan tarihi bir yapının yıkılmak üzere olmasından büyük üzüntü duyduğunu belirtiyor. Çoruhlu, caminin kendi girişimleri ile 'tarihi eser' olarak tescillendiğini ifade ederek, "Bu çok garip bir durum. Belki tarihi yapı olarak daha önce tescillenseydi sonradan eklemelerle caminin orijinal mimarisi bozulmadı ve daha iyi korunabilirdi. Neyse ki çok geçte olsa cami tarihi eser olarak tescillendi. Bir tarih yok olmaktan kurtuldu. Caminin onarımı için bir çalışma başlattık. Caminin onarılarak eski orijinal hale getirilmesi mümkün. Ancak destek bekliyoruz. Bu caminin bir benzeri Kaynarca İlçesi'nde bulunuyordu ve Şeyh Müslihiddin camiyi onarmayı ve ibadete açmayı başardık." diye konuşuyor.

Türkiye Gazetesi, 09.08.2011

AKDAMAR'DA İKİNCİ AYİN HAÇLI OLARAK YAPILACAK

 

 

Van'da 95 yıl aradan sonra ilk kez geçen yıl ''Kutsal Haç Yortusu''nda ibadete açılan Akdamar Kilisesi'nde bu yıl ayin, 11 Eylül'de yapılacak.

 

Türkiye Ermenileri Patrikliği Genel Vekili Başepiskopos Aram Ateşyan ile Türkiye Ermeniler Patrikliği Ruhani Kurul Başkanı Başrahip Tatul Anuşyan, Akdamar Kilisesi'nde bu yılki ayin hazırlıklarını incelemek üzere Van'a gitti. Van Valisi Münir Karaloğlu'nu makamında ziyaret ederek, bir süre görüşen Ateşyan ile Anuşyan, daha sonra Akdamar Adası'ndaki kiliseye geçti.

Geçen yıl yapılan ayine, yurtiçi ve yurtdışından yaklaşık 7 bin kişinin katıldığını söyleyen Ateşyan, şöyle konuştu: ''Kutsal haç yortusu, bu yıl 11 Eylül'e denk geliyor. Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da yurt içi ve yurt dışından binlerce Ermeni cemaatini bekliyoruz. Geçen yılki ayinde sadece haç eksikti. Ermenistan, Beyrut ve Kudüs merkezleri, haç takılmadığı için ayini protesto ettiler. Onlar kiliseye haç takılacağına inanmıyorlardı. Gördüğünüz gibi haç ayinden bir süre sonra takıldı. Onların protestolarının sebebi de kalmadı. Geçen yıl ilk ayin sebebiyle resmi davet yapmıştık. Bu yıl kendilerine bir resmi davet de yapmayacağız. Bu yıl normal ayin gününde isteyen gelir, burada ibadetimizi gerçekleştiririz.''

Akşam, 09.08.2011

ANTİK GEMİLER SUYA İNDİRİLDİ

 

  

 

Selçuk Belediyesi'nin "Efes Antik Limanı Canlandırma Projesi" kapsamında, 1700 yıl öncesinin gemi yapım tekniği kullanılarak inşa ettirdiği iki gemi, Pamucak sahiline dökülen kanalda suya indirildi.


Gemilerin suya indirilmesi nedeniyle düzenlenen törende konuşan Selçuk Belediye Başkanı Vefa Ülgür, İZKA'nın bu projeyi 450 bin lirayla desteklediğini ve oldukça başarılı bir çalışma yapıldığını, bu çalışmada emeği geçen herkese teşekkür ettiklerini belirtti.


Antik çağın en önemli liman kenti konumundayken zamanla Küçük Menderes Nehri'nin taşıdığı alüvyonlarla kapanan Efes Limanı'nı, çağımız insanıyla buluşturmak ve yeniden görünür hali getirmek istediklerini ifade eden Ülgür, gemilerinin indirildiği bölgenin de canlanacağını ifade etti.


Geminin suya indirilmeden önce son işlemlerinin yapıldığı iskelenin sit alanı üzerinde kurulması nedeniyle Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü'nün haklarında savcılığa suç duyurusunda bulunduğunu söyleyen Ülgür, bunun çok ü zücü olduğunu ifade etti.






İskelenin sit alanı ilan edilmeden çok önce doldurulan bir alanda kurulduğunu kaydeden Ülgür, şunları söyledi:
"Şirince'de Hodri Meydan Kulesi'ni yıkmaya gücü yetmeyenlerin burada iskele olarak kullanılan tahta platformların kaldırılmasına gücü yetti. Buradaki iskele bize göre bir yapı değil, ruhsat gerektirmiyor. Bu bölge sit alanı ilan edilmeden 50 yıl önce doldurulmuştur. Kıyı kenar çizgisini kontrol ettiğimizde içinde bulunduğumuz alan suda görünüyor. Yani 34 metre uzunluğunda masa gibi tahta platformun zemine müdahalesi yok. Bu konuda İzmir İl Kültür Müdürlüğünün kararının yerinde olmadığını düşünüyoruz.


Konu hakkında savcılık makamı bizden herhangi bir ifade ya da bilgi istemedi. Fakat biz yargının ve müdürlüğün işini kolaylaştırmak ve s ıkıntıya mahal vermemek için yaptığımız iskeleyi yıkıyoruz. Kanun dışı iş yapmak, yasaları hiçe saymak, Kültür Bakanlığını zarara sokmak gibi bir emelimiz olamaz. Burada tamamen kültüre ve doğaya yönelik bir çalışma yapıyorduk. Sahipsiz bir bölgeyi halkımız adına nezih bir bölge haline getirme çabası içindeydik."


Öte yandan suya indirilen savaş gemisine Mısır Kraliçesi Kleopatra'nın Efes'te zehirlenerek öldürüldüğü düşünülen kız kardeşi Arsinoe IV, ticaret gemisine de Artemis Ephesia (Efes'in Artemis'i) adlarının verildiği bildirildi.


Arsinoe IV savaş gemisi, 19 metre boyunda ve 20 kürekçili yelkenli olarak inşa edilirken, Efes'in simge tanrıçası Artemis'in adını taşıyan ticaret gemisi ise 9-11 ton yük kapasiteli olarak yapıldı.

Haber Jet, 09.08.2011

 

******


İSKELE 'SİT'E TAKILDI

 

Selçuk’ta, belediye tarafından hazırlanan İzmir Kalkınma Ajansı (İZKA) destekli ‘Efes Antik Limanı Canlandırma’ projesi çerçevesinde inşası devam eden iki gemi suya indirildi.

 

Sit alanına iskelelerin usulsüz yapıldığını ileri süren bazı vatandaşların koruma kuruluna şikayeti üzerine, yazılı emir geldiğini belirten yetkililer, bu nedenle gemilerin suda inşasına devam edileceğini ifade etti.


Temmuz ayında, zorlu yükleme ve nakil sonrası antik dönemin kopyası olan bir savaş, bir de ticaret gemisi Güzelbahçe’den Selçuk’a getirildi. Güzelbahçe İMKB Endüstri Meslek Lisesi’nin tersane olarak kullanılan bahçesinde yapımına başlanan son rötuşlarının ise Pamucak’ta süren gemilerin yapımının tamamlanmasının ardından hem Efes Limanı’nın görkemli zamanlarını günümüz insanına anlatması, hem de Selçuk için yeni bir turizm çekim merkezi yaratmasının hedeflendiği ifade edildi.  2 gemi antik limanda kurulan iskelelerden suya indirildi. Kültür ve Turizm Bakanlığı Koruma Kurulu’na bazı vatandaşların, iskelelerin sit alanına usulsüz yapıldığını ileri sürerek şikayet etmesi üzerine, geçen cuma günü yazılı emir geldiğini belirten yetkililer, bu nedenle gemilerin inşaasına suda devam edileceğini belirtti.

Milliyet Ege, Haber: Veysel Erol, 10.09.2011

GİŞELERE ANINDA TAKİP MÜZE GELİRLERİNİ ARTTIRDI

 

 

Türkiye'deki önemli 48 müze ve ören yerinin gişesi Ankara'da kurulan 'Gişe Takip Merkezi'nden izleniyor. Anlık olarak gelen görüntüler ve veriler üzerinden o dakika itibarı ile müzeye kaç kişinin girdiği, kaçının ücretsiz girdiği anında görülebiliyor. Alınan önlemlerle müzelerde yüzde 35 gelir, yüzde 24 ziyaretçi artışı yaşandı.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, çeşitli illerde bulunan 48 önemli müze ve ören yerinin gişelerini Ankara'da kurduğu 'Gişe İzleme Merkezi'nden takip ediyor. Gişelerde yaşanan her hareket yetkililerce izleniyor, olumsuz durumlara anında müdahale ediliyor, en önemlisi de kaçakların önüne rahatlıkla geçiliyor. Merkeze, görüntülerle birlikte müzenin o dakika itibarı ile ulaştığı ziyaretçi sayısı ve geliri ile ilgili bilgiler de geliyor. Alınan önlemlerle birlikte söz konusu müzelerde yüzde 35 gelir artışı ile yüzde 24 ziyaretçi artışı yaşandı.

 

Müzelerde yaşanan en büyük sıkıntılardan olan kaçak girişlerin önüne geçmek üzere önemli çalışmalar yapan Kültür ve Turizm Bakanlığı, ilk olarak önemli müze ve ören yerlerinin gişelerini, gişe güvenlik sistemleri ile birlikte özelleştirdi. Buralardaki gişelere elektronik takip sistemi yerleştirildi. Bakanlık daha sonra Ankara'ya 'Gişe İzleme Merkezi' kurdu. Gişe İzleme Merkezi'nin bağlı olduğu Kültür ve Turizm Bakanlığı DÖSİM Müdürü Murat Usta, müzelerden anlık olarak gelen görüntülerin 6 görevli tarafından sürekli olarak izlendiğini söylüyor. Usta'nın verdiği bilgilere göre veriler de görüntülerle birlikte sisteme düşüyor. 30 saniyede bir yenilenen veriler üzerinden o dakika itibarı ile müzeye kaç kişinin girdiği, girenlerin kaçının yerli kaçının yabancı olduğu, kaçının ücretsiz girdiği anında görülebiliyor. Murat Usta, sistemin doğru işlemesi sonucunda müzelerin ziyaretçi sayısı ve geliri ile ilgili de en doğru verileri aldıklarını, buralarda 2012'nin ilk döneminde yüzde 35 gelir artışı, yüzde 24 ziyaretçi artışı yaşandığını dile getiriyor.

 

Türkiye'de 315 müze bulunuyor. Bunların 100'ü ücretsiz geziliyor. 215 tanesi ise ücretli olarak ziyaret ediliyor. 215 müzeden 48'i Türkiye'nin müze gelirlerinin yüzde 90'ını oluşturuyor. Bu sebeple Ayasofya, Topkapı, Mevlana, Efes gibi mekanların da aralarında bulunduğu 48 müzenin gişesi özelleştirildi. Buralardan gelen gelirler bakanlığın hesabına geçiyor. Bakanlık anlaşma gereği, gelirin yüzde 10'luk kısmını özel şirkete veriyor. Murat Usta, geliri ve ziyaretçisi az olan diğer müzelerin de güvenlik sistemlerinin bulunduğunu ancak yakın dönemde onların da aynı standartlara kavuşturulacağını aktardı.

Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 09.08.2011

HEYKEL YENİDEN DİKİLECEK

 

 

Elazığ’ın kültürel simgelerinden biri olan ‘Çayda Çıra’ heykelinin, Elazığ Karayolları Bölge Müdürlüğü ve Elazığ Belediyesi tarafından ‘üst geçit yapılacak’ gerekçesiyle yıkılmasının ardından kent içinden ve dışından gelen yoğun tepkiler etkili oldu. Çayda Çıra heykelinin yeniden eski yerine dikilmesi planlanıyor.

 

Geçtiğimiz günlerde heykeli yapan Nurettin Orhan’ın oğlu heykeltraş Uygur Orhan’la Elazığ Belediye Başkanı Süleyman Selmanoğlu arasında geçen görüşmede, anıt heykelin tekrar Elazığ’a kazandırılması için yapılacak şeyler konuşuldu. Belediye başkanı Süleyman Selmanoğlu yapılacak tüm çalışmaları destekleyeceğini belirtti. Karayoları Bölge Müdürülüğü ile yapılan görüşmede ise kavşak inşaatının bitiminden sonra Çayda Çıra anıtının tekrar yerine konulacağı belirtildi. Bununla ilgili yazılı bir belge imzalandı.

 

Konu üzerine konuşuğumuz heykeltraş Uygur Orhan, babasının ince bir düşünüşün ürünü, bir aşk öyküsü olan Çayda Çıra anıtının yeniden yerine konulmasında Elazığ halkının gösterdiği duyarlılık ve tepkilerin büyük etkisi olduğunu söyledi. Geniş bir dayanışma örneği gösterip tepkilerini dile getiren yerel ve ulusal basına, kent içinden ve dışından mesajlar yayınlayan  sanat kuruluşlarına ve sendikacılara teşekkür eden Orhan, “ama Çayda Çıra anıtımızın tekrar yerine konulması için sadece bir söz aldık. Bu önemli bir gelişmedir. Yalnız işimiz halen bitmedi. Anıt gerçekten yerine dikilene kadar dayanışmamızı sürdürmemiz gerekir. Elazığ halkının ve duyarlı çevrelerin heykelin tekrar yerine dikilene kadar konun takipçisi olacağına inancım sonsuz” dedi.

 

Çayda Çıra anıtı geçtiğimiz ay kavşak inşaatı bahanesi ile Belediye Meclisi kararı beklenmeden ve sanatçı Nurettin Orhan’dan izin alınmadan yıkılmıştı. Kent içinde ve ülke genelinde geniş tepkilerin dile getirilmesine rağmen hiçbir kurumun açıkça sahiplenmediği yıkım kararı, kimi yerel basın sözcüleri tarafından haklı çıkarılmaya çalışılmıştı. 1980 yılında Elazığ’ın tanınmış Heykeltıraşı Nurettin Orhan ve oğlu Uygur Orhan tarafından yapılan heykel, Elazığ halkının belleğinde unutulmaz bir yere sahipti.

Evrensel, 09.08.2011

TESTİ  İÇİNDE GÖMÜLÜ İKİ ÇOCUK MEZARI BULUNDU

 

 

Türkiye'nin ilk ada müzesi olması beklenen Zeytinliada kazı alanında ''Urne'' diye adlandırılan testi içinde gömülü ''iki çocuk mezarı'' ile sit alanında ''demirci fırını'' gün ışığına çıkarıldı.

Erzurum Atatürk Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Nurettin Öztürk, Erdek Zeytinliada'da sürdürdükleri kazı çalışmalarında önemli yeni buluntulara ulaştıklarını açıkladı.

Çalışmalarının, adanın güneydoğu bölümünde sürdüğünü vurgulayan Öztürk, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kazılar sürdükçe tarihin tüm zenginlikleriyle karşılaştıklarını belirterek, ''Bu bölümde, 'Büyük Ayazma', ya da 'Sarnıç' olarak adlandırdığımız bölümün önünde, yüksek bir dolgunun tabanında, 2,5-3 metre derinlikte, 'Soğuk Demirci Fırını'nı ele geçirdik. Demir cüruflarıyla ve yanında sıcak demir soğutma bölümüyle birlikte gün ışığına çıkardığımız, Bizans döneminde de kullanılan bu fırın, Roma ve Bizans dönemlerinde yaşayanların, adadan hemen hemen hiç çıkmayarak, tüm sosyal yaşamları ve gereksinimlerini kendi bünyelerinde gerçekleştirdiklerini ortaya koyuyor'' diye konuştu.

Doç.Dr. Nurettin Öztürk, yine son günlerdeki kazı çalışmaları sırasında ''Urne'' ismi verilen iki çocuk mezarına rastladıklarını dile getirerek, şu açıklamayı yaptı:
''Roma ve Bizans dönemlerine ait olduğunu belirlediğimiz bu iki mezara, 'Büyük Mağara' dediğimiz buluntunun devamında, toprağın 2,5 metre derinliğinde ulaştık. Henüz 1 yaşını doldurmadıklarını tespit ettiğimiz çocuklardan birinin kafatası var, diğerinin ise yoktu. Bu çocuklar, küçük bir testiyi andıran Urne dediğimiz kaplarla toprağa gömülmüştü.''

Adanın 1/3'lük alanına yayılan çok sayıda mezarlardan çıkardıkları kafatasları, kemik parçaları ve iskeletleri, incelenmek üzere Sivas Üniversitesi Dekan Yardımcısı ve Fen-Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü Ana Bilim Dalı Başkanı Yrd. Doç. Fadime Suata Alpaslan'a göndereceklerini belirten Öztürk, devamında şunları söyledi:

''İnceleme sonunda, adadaki bu insanların yaşamlarını hastalıktan mı, savaş sırasında mı yitirdikleri, yoksa normal ölümlerden sonra vasiyetleri nedeniyle mi buraya gömüldükleri belirlenecek. Biz, bu adadaki ölümlerin büyük bölümünün, hastalık sonucu olduğunu tahmin ediyoruz ama son sözü bu konudaki araştırmalar ortaya çıkaracak.''

Ayrıca, adada 'Bothros' ismi verilen 'Kutsal çöplük'ten çıkan seramik parçalarını yıkadıklarını, önümüzdeki günlerde bunların çizimlerinin de yapılacağını vurgulayan Öztürk, ''Arkeopark projesi kapsamında Zeytinliada, ülkemizin ilk 'Ada Müzesi' konumuna gelecek. Adada, bir müze oluşturulması iznini de gerekli kurumlardan aldık. Bir süre sonra turizme açmayı planladığımız Zeytinliada'nın, önümüzdeki yıllarda din ve vicdan turizmi yönünden Erdek'e büyük katkılar sağlayacağına inanıyorum.'' dedi.

Öte yandan, 4 Temmuz'da başlayan Zeytinliada ören yerindeki kazılar, 25 öğrenciyle sürdürülüyor. Kazı ekibi başkanı Doç.Dr. Nurettin Öztürk, bu yılki kazıların 10 Eylül'de sona ereceğini sözlerine ekledi.

Türkiye Gazetesi, 09.08.2011

İSTANBUL'DA BİR SU MÜZESİ'NE DOĞRU

 

 

Faruk Şüyün'ün bu haftaki konuğu; Dr. Ercan Topçu

"Adell Armatür olarak diyoruz ki eğer yakın bir zamanda tarihi yarımadada bize bir yer tahsis edilirse elimizdeki koleksiyonu orada müze haline getirelim. Bu eserler, Türkiye Cumhuriyeti'nin olsun. Su medeniyetlerinin başkenti olarak kabul edilen İstanbul'a böylesi kapsamlı bir müzenin yakışacağı fikrindeyiz. Ve bu sevginin böyle bir müze yoluyla da 3. kuşaklara aşılanması lazım diye düşünüyoruz."

 

Su kültürümüzün seçkin örneklerini korumayı ve gelecek nesillere aktarmayı hedefleyen bir sosyal sorumluluk projesini konuşacağız bu haftaki konuklarımla... Adell Armatür ve Vana Fabrikaları A. Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Recep Ali Topçu ve Başkan Yardımcısı Dr. Ercan Topçu bir Su Kültürü Müzesi oluşturulmasına doğru çalışmalarını yoğun bir biçimde sürdürüyorlar... Koleksiyonlarındaki tarihi musluklar, ibrikler, maşrapalar, şifa tasları, mataralar, hamam kültürüne ilişkin eserler, işlemeli bezler, havlular, çeşme gravür ve kartpostalları, su konulu belgelerin sayısı binleri aşmış durumda... Koleksiyon bugün, ev tipi banyo ve mutfak musluk, bataryaları; su, doğalgaz ve ısıtmada kullanılan vana ve fittings üreten firmanın İkitelli Organize Sanayi Bölgesi'ndeki 20 bin metrekare kapalı alana sahip entegre tesislerinde sergileniyor... Ama hedef, belirttiğim gibi çağdaş bir müze...

 

Öncelikle sormak istiyorum bu koleksiyon merakı nasıl oluştu? Gerçi, koleksiyonunuz üretiminizle uyuşan nitelikte, ama ben başlangıç yıllarına gitmemizi rica edeceğim...

"Biz aile olarak Ardahan Posof'luyuz. Dört kuşaktan beri ailemizin günlük yaşamına ait eşyalar, belgeler bir şekilde korunmuş. Şu an onlar bizim elimizde. Dolayısıyla böyle bir saklama kültüründen gelen, ilkgençlik yıllarında o eşyalarla, belgelerle haşır neşir olan bizlerde koleksiyon merakı da doğal olarak gelişti."

 

Mesela ne gibi belgeler var ailenizden kalan?

"Dedemizin babasına ait eski yazılı nüfus cüzdanından tutun da - orası 40 yıl 93 harbinden sonra Rus işgalinde kalmış - Çarlık Rusya'sı amblemli dolaşım belgesine kadar. Amcamız Köy Enstitülerinin ilk mezunlarından... Onun mesela öğrenci gözlem defteri duruyor. Harf inkılabından sonra yeni yazıyı öğrenmek için Millet Mektepleri oluşturulmuş, babam oraya gitmiş onun da belgesi saklanmış. Ailenin soyadını taşıyan mührümüz var. Günümüz Türkçesiyle soyadımızın yazdığı bu bakır mühür de elimizde. Dedemizin saatidir, evdekilerin gümüş yüzükleridir hepsi mevcut."

 

Böyle olunca da koleksiyonculuk normal...

"Taa 80li yıllardan itibaren... O zamanlar biz Bursa'dayız. Babamız, dedemizin saatini ve o güne kadar sakladıklarını verdi, bizim muhafaza etmemizi istedi. Ve eski eşyalara karşı merak başladı..."

 

Şirketin temellerini atan babanız...

"Tabii, Bursa'da nalbur dükkanımız vardı. Oradan başladı. Bu arada musluktur, halıdır, hattır, berattır, fermandır ufak tefek şeyler alıyorduk. Bir taraftan da işlerimiz devam ediyordu. Sonra dedik ki bizde bu koleksiyon merakı var, işimiz ise suyla ilgili, banyo, mutfak bataryası üretiyoruz, çalışma alanımızla bunu buluşturalım... Ve suyla ilgili eserler toplamaya giriştik.

 

Önce musluklardan başladık. Buradaki espri neydi, eskiden bir çeşme kültürü var, su, çeşmeden alınıp eve getirilirdi. Buna aracılık eden suyla ilgili bütün bu nesneleri almaya başladık: Musluklar, testiler, ibrikler, maşrapalar, hamam kültürü malzemeleri? Bir taraftan bunları toplarken yavaş yavaş da bilgileniyorsunuz. 20 sene önce aldığınız eşyaları almıyorsunuz artık. Öğreniyorsunuz işte ibrikler eskiden şöyle olurmuş, aptes ibriği ayrıymış, hamama gitmenin bir seremonisi varmış gibi...

 

Zaman içerisinde daha bir konsantre olduk ve hiç ummadığımız bir şekilde 20 yıl öncesinde başlayan bir rüya bu noktaya geldi. Burada en önemli şey, bizim firmanın bu olaya bakışıydı. Bizim babamız nalburculuktan gelmedir. Biz sanayiciyiz şu anda; ticarette ikinci kuşağız, ama sanayici olarak birinci. Yani biz, nalburculuktan sonra toptancılık falan derken üretime mecburen girdik işlerimiz büyüyünce. Şimdi sanayiciyiz ve kendi sektörümüzde suyla ilgili bir şey yapmış olmak çok gurur verici."

 

Elinizdeki eserlerin tasnifi yapıldı mı?

"Zaman zaman yaptığımız sergilerde bunların tanımlamalarını yaptırdık, okuttuk. Hepsi özelliği olan parçalar. Üzerlerinde yazılar, tarihler, beyitler, dizeler var. Koleksiyon genelde madeni eserlerden oluşuyor, şu anda yaklaşık 2 bin civarında obje var. Bunların da büyük bir çoğunluğu Osmanlı dönemine ait olmakla birlikte erken Cumhuriyet, bir miktar Selçuk, geç Roma ve Yunan dönemleri eserleri de var. Çünkü, Anadolu su kültürü diyorsanız bu topraklarda yaşamış nefis uygarlıklar var, onların ürettiği eserler de olmalı. Onları almazsanız olmaz...

 

İşte burada Adell Armatür'ü devreye soktuk koleksiyonu ileride müzeye, vakfa dönüştürmek üzere? Koleksiyoner belgesi çıkardık, şirketin adına kayıtlı koleksiyon oldu... Şu anda müzeye kayıtlı en az yüz elli civarında eser var."

 

Peki, bunları fabrikada mı muhafaza ediyorsunuz?

"Şu anda fabrikadalar. Daimi sergi salonu şeklinde alanlar oluşturduk, vitrinler yaptırdık müze ortamındaki gibi."

 

Müze için bir hedef var mı?

"Şimdi artık düşünüyoruz ki bu bizi aştı. Yirmi beş yıldan beri topladıklarımız belli bir noktaya geldi. Önemli sergiler açtık. Mesela 'Ab-ı Hayat' ismiyle koleksiyonumuzun bir bölümü 2010 yılında İslam Eserleri Müzesi'nde sergilendi. Müze koleksiyonuyla ortak sergiydi. Bu, çok önemli bir olaydı. Yani böyle bir sergiye imza atmak hakikatten bizim için çok keyifli idi.

 

Bu arada o sergide göstermek üzere taş eserleri, anıtsal özelliği olan çeşmeleri restore ettirdik. Orada sergilendiler ve sonrasında da müzenin bahçesinde kaldılar."

 

Bir ihtisas fuarında da serginiz olmuştu...

"20-25 yıldan beri yapılan bu fuarlarda ilk defa geçtiğimiz senelerde sektör ile ilgili tarihi eserlerden oluşan seçkiler sergilendi. 2010 Buildist Yapıda Yenilikler Fuarı'nda 'Su Kültürü ve Musluklar,' 2011 Unicera Banyo Mutfak Fuarı'nda 'Türk Yıkanma Kültürü-Hamam', İstanbul Yapı Fuarı'nda 'Suyun Yarenleri', Su Forumu sırasında 'Kaynaktan Damacanaya' isimli sergiler açıldı...

 

Şimdi Adell Armatür olarak diyoruz ki eğer yakın tarihte tarihi yarımadada bir yer tahsis edilirse bu koleksiyonu orada müze haline getirelim. Bu eserler, Türkiye Cumhuriyeti'nin olsun. Su medeniyetlerinin başkenti olarak kabul edilen İstanbul'a böylesi kapsamlı bir müzenin yakışacağını düşünüyoruz. Ve bu sevginin 3. kuşaklara da aşılanması lazım."

 

Kesinlikle doğru... Koleksiyonunuzda yer alan musluk dışındaki eserlerden de söz eder misiniz?

"Dedik ki bu koleksiyon sadece bu objelerle olmaz. Bizim bunlara belge, kartpostal ve gravür de eklememiz gerek. İstanbul'daki en iyi çeşme kartpostalları koleksiyonu şu anda bizde. 1000'in üzerinde sadece çeşme kartpostalı var. Şu anda kaybolmuştur, bitmiştir, yok olmuştur veya ayakta duruyordur bu çeşmeler bilmiyorum, ama hepsi Osmanlı dönemine ait orijinal çeşme kartpostallarımız var.  Ve bunların hepsi dijital ortama da aktarıldı.

 

Özellikle su tarihimize ışık tutacak olan belgeleri de topluyoruz. Mesela eski su faturaları... Bu arada su mühürleri, suya ilişkin gravürler, kartpostallar, mesela İstanbul valisine kesilmiş fatura, Vehbi Koç'un kestiği fatura da dahil... Eski muslukçudur, yani nalburdur Vehbi Koç da. Onun mesela çeşme başında resmi vardır orijinal. Atatürk su içerken fotoğrafımız vardır, orijinal, Trakya manevralarında çekilmiş zamanında."

 

Bütün bu koleksiyonu kapsamlı bir katalog haline getirmeyi düşünüyor musunuz? Ab-ı Hayat sergisi için çok güzel bir katalog yayınlanmış, gördüm, ama o koleksiyonunuzun yalnızca bir kısmını barındırıyor...

"Bütün koleksiyonun kitaplaşmasını Adell Armatür Ab-ı Hayat Koleksiyonu diye yapabiliriz...

Mutlaka iki dilli olması lazım. Özellikle yabancılar daha çok ilgi gösteriyor bu tür çalışmalara."

 

Bu koleksiyon, kurumsal sosyal sorumluluk çalışmalarınızdan birisi... Koleksiyon merakınızı işinizle buluşturmanız çok güzel... Gördüğüm kadarıyla sevgiyle, zaman, maddi kaynak ayrılarak amatör ruhla oluşturulmuş, son derece önemli bir çalışma... Biz şimdi de sosyal sorumluluk çalışmalarınızdan, destek verdiğiniz diğer organizasyonlar ve etkinliklerden konuşsak...

"Biz, 'bir sanayiciden fazlası' olmayı ve bu bağlamda sanayicilik faaliyetleri dışında da değerler yaratarak sadece içinde bulunduğumuz toplum için değil, tüm insanlık için faydalı olmayı hedefliyoruz.

 

Bu nedenle de bir taraftan sağlıklı suyu insanımızla buluştururken diğer taraftan da topluma anlamlı katkılar sağlayacak ve faaliyette olduğumuz iş kollarıyla paralellik gösteren projeler geliştirip uyguluyoruz. Bu strateji doğrultusunda gerçekleştirilecek anlamlı projeleri ve kurumsal desteğe en çok ihtiyaç duyulan kültür, sanat, çevre ve eğitim alanlarını sahiplenmiş durumdayız.

 

İçinizde hissedemediğiniz yarayı saramazsınız. Adell Armatür, kurumsal vatandaş bilinci gönlünde hissettiği terennümleri pek çok sosyal sorumluluk projesine aktarmaya gayret ediyor. Belirttiğimiz gibi su kültürünün yanısıra çevre, tarih, sanat, eğitim, kültür, spor toplumsal yaşam alanlarına duyarlı olmayı, değerlerimize sahip çıkmayı, bunları toplum adına koruma altına alarak muhafaza etmeyi ve kalıcı hafıza oluşturarak sonraki nesillere taşımayı gelecek nesillere borcumuz olarak görüyoruz.

 

Bu yöndeki çalışmalar arasında eğitimi en önemlilerinden birisi olarak görüyoruz. Yıldızı parlayan bir toplum olarak her şeyden önce eğitim fazını tamamlamamız geriyor. Bu eğitime de daha okul öncesi çağda başlanmalıdır.

 

Medya da çok önemli, onun da bu konularda halkı doğru bir şekilde bilinçlendirmesi gerekiyor.

Ayrıca çevre çalışmalarını da destekliyoruz. Çevre dernekleri ve vakıfları ile çalışmalar sürdürüyoruz. Kamuoyunun aydınlatılması, fertlerin bilinç ve sahiplenme düzeylerinin yükseltilmesi, çevre duyarlılıklarının geliştirilmesine dair eğitimler veriyor, yayınlar yapıyoruz. Sergilere, ulusal ve uluslararası toplantılara katılıp bildiriler sunuyoruz. Üniversiteler ve ortaöğretim kurumları, STK'larla ilişki içindeyiz. Bu arada, çalışanlarımıza teknik eğitimler dışında sosyal ve kişisel içerikli eğitimler de veriyoruz.

 

Bu çalışmalarımız sonucunda geçtiğimiz yıllarda İSO 2009 Çevre Teşvik, GESİAD Türkiye'nin En Başarılı Sosyal Sorumluluk Projesi ödülleri aldık."

 

Su kaynaklarının gitgide azaldığı dünyamızda bunlar çok önemli, örnek farkındalıklar...

"Evet, koleksiyondaki amacımız da kalıcı bir hafıza, farkındalık oluşturmak. Su kullanma bilincini geliştirmek istiyoruz. Özellikle sanayicilerimizin kendi ana iş kollarının yanında buna paralel olarak kültürel, sanatsal faaliyetler içerisinde olmasını arzu ediyoruz. Yani işadamının tüm mesaisini sadece para kazanmaya indirgememesi, daha bütünsel yaklaşıp toplumun dertleriyle, sanatın gelişimiyle, dünyanın geleceği ile de ilgilenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü, gelecek nesillere güzel bir dünya bırakmamız gerekiyor. Bugün veya geçmişte yaşanan güzellikleri, kültürü, yaşama biçimlerini bir şekilde gelecek nesillere aktarmak gerekiyor. İşte bu eserlerle kalıcı bir hafıza oluşturarak gelecekteki nesillerle buluşturursak mutlu olacağız.

 

Şunu da arzu ediyoruz bu bir rolmodel olur, bir örnek olur tüm işadamı arkadaşlarımıza, sanayicilerimize. Kendi işiyle alakalı veya ilgi duydukları özel bir konuda olabilir kültürel eserleri biriktirip zayi olmamalarını sağlayabilirler.

 

Bir de şu var böyle hobiler insanı psikolojik olarak rahatlatıyor. Çünkü hep para, para, para diyorsunuz; bu, insanı bir noktada mutlu etmiyor. Gönül dünyamıza, ruh dünyamıza ait bazı şeyler de deşarj olmamızı, sıfırlamamızı ve daha dengeli, sağlıklı bir hayat kurgulamamızı sağlıyor.

 

Bu arada bir literatür değişikliğini arzu ediyoruz. Aslında 'su tüketimi' olarak kullanılıyor, ama doğru deyim, su tüketimi değil. Biz, bunu biraz daha değiştirerek 'su yönetimi,' suyun doğru kullanımı şeklinde bir literatür değişikliğine gitsek faydalı olacak diye düşünüyoruz."

 

Müzeyle birlikte bir Su Akademisi projeniz de var sanırım?

"Bu çalışmalarımızı önümüzdeki yıllarda Su Akademisi çatısı altında toplayarak daha bilimsel çalışmalar yapmak, yurtdışına taşımak, su kültürümüzü dünya insanlığına ulaştırmak istiyoruz. Çünkü güzel bir söz var diyor ki 'eğer bağrınızda, gönlünüzde sevgiyi barındırıyorsanız, tüm dünya insanlığı bir ailedir.' Bu ailenin ortak değerlerini onlarla buluşturmak, onlarla tanıştırmak ve gelecek adına oradan bir şeyler alabilmek, zenginleşmek adına önem arz ediyor.

 

Dolayısıyla bu su akademimiz bilimadamlarımızla, suya gönül veren insanlarla gönülden çalışmalar geliştirecek. Suyun biyolojik dünyamız ve ruh dünyamız için gerekliliğini ortaya koyan çalışmalar. Su, aynı zamanda toplumsal barış, toplumlar arası barış için aracı olarak kullanılmış geçmişte. Çünkü, insanı mutlu ediyor, gönül dünyasını arındırıyor. Üçte ikimiz su, dolayısıyla arınan su bizim düşüncemizi de arındırıyor, karşı tarafa hoşgörü olarak yansıyor ve insanın kendisiyle, toplumuyla daha uzlaşı içerisinde yaşamasını sağlıyor.

 

Bir diğer taraftan su, gitgide azalan bir nimet, çok yok. Özellikle ülkemizde 2030'lu yıllarda su sıkıntısının yaşanacağını, su fakiri bir ülke olacağımızı söylüyor bilimadamları. Bu açıdan da bir farkındalık yaratarak suyu doğru kullanmayı öğretmeyi de arzu ediyoruz: Eğitimler, seminerler vererek; fabrikalarda, okullarda kamuoyuna bu konuda bilgilendirme yaparak farkındalık düzeyini geliştirmeyi istiyoruz."

 

Yurdışında sizin su medeniyetlerine ilişkin objelerden oluşun bu koleksiyonunuz gibi başka koleksiyonlar var mı?

"Su kültürü yani temizlik kültürü diye bir kavram Avrupa'da son 150 - 200 yıla dayanıyor malumunuz. Bizde ise su kültürü çok eski bir gelenek. Yurtdışında çok fazla böyle bir kültür yok, ama mesela endüstriyelleşmeyle birlikte musluk topluyorlar veya son 100 yıllık hijyen kültürü oluşturuyorlar. Ama bizdeki gibi 700 sene öncesine, 2 bin sene öncesine giden bir gelenekleri yok. Roma'da hamam kültüründen bahsediyoruz, bu topraklarda yaşamış medeniyetlerden kaynaklanıyor bu kültür."

Dünya, 08.08.2011

ELHAÇ AHMET PAŞA SIBYAN MEKTEBİ RESTORE EDİLİYOR

 

 

İstanbul İl Özel İdaresi, Fatih-Kürkçübaşı'nda bulunan iki katlı tarihi Elhaç Ahmet Paşa Sıbyan Mektebi'nin kaybolmakta olan tarihi dokusunu canlandırıyor. Dikdörtgen şeklindeki tarihi mekanda 2010 yılında başlatılan restorasyon çalışmalarında sona gelindi.

Restorasyon çalışmasının Ekim ayında bitirilmesi planlanıyor. Tarihi yapıda Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından onaylı restorasyon projesine uygun olarak, 18. yüzyıl kalıntılarının korunması ve ikinci dönemde yapılmış ilavelerle bugünkü şeklini almış binanın restitüsyonu esas alınarak yenileme yapılıyor.

Restorasyon çalışmaları doğrultusunda, uygulama sırasında kagir duvarlar ve tonoz kalıntıları özgün haliyle korunarak, çürümüş olan ahşap döşemeler, pencereler, tavan kaplamaları ile çökmüş olan çatı, özgün detaylarına uygun olarak yenilendi. Raspa çalışmaları sırasında tespit edilen derin çatlaklar onarıldı. İç mekan duvarları, onarımdan ve temizlendikten sonra Horasan sıva ile sıvandı. Taş + tuğla almaşık yapım tekniğinde olan dış duvarlarda raspa, temizleme ve derzleme çalışmaları ise sürüyor.

Vakıfların kullanacağı bir merkez olarak planlanan tarihi binada, yeni işlevine uygun Bodrum katın arka tarafındaki tonozlu mekanında mutfak ve tuvalet birimleri yapılıyor. Bodrum ile zemin katın düşey bağlantısını sağlamak amacıyla Çelik merdiven ile asansör yapılıyor. Ana bina ile hazire duvarı arasında yer alan mekan, Yokuş Çeşme Sokak'tan arka bahçeye ve zemin kata geçiş mekanı olarak tasarlandı. Duvarları ve çatısında özgün malzemeye rastlanmayan bu mekanın giriş-çıkış kapılarında ve üst örtüsünde, modern malzemeler olan Çelik, alüminyum ve cam kullanılacak.

Tarihçesi;
Mektebin yapım tarihi giriş kapısının sağ yanında bulunan kitabeye göre H. 1153 / M.1740-41'dir. Mektebi yaptıran I. Mahmud, zamanında yaklaşık iki sene sadrazamlık yapan, Alanyalı Cafer Ağa'nın oğlu, Cidde valisi Alaiyeli Hacı Bekir Paşa'nın yeğeni Hacı Şehla Ahmed Paşa'dır ve mezarı mektebin yanındaki hazirede yer almaktadır.

haberler.com, 08.08.2011

ZEUGMA'NIN BİR BENZERİ

 

 

Uzmanlar ve arkeologlar tarafından Efes antik kentinin ve Gaziantep Zeugma'nın bir benzeri olarak nitelendirilen Pompeiopolis antik kentinin kazı başkanlığını Almanya Münih Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Latife Summermer yürütüyor. Pompeiopolis antik kenti Kazı Başkanı Prof.Dr. Latife Summerer, bu yılki kazılarda ilk defa sadece Pompeopolis şehir merkezinde değil şehrin dışında bulunan mezarlık alanında da bir belgeleme çalışması yapacaklarını kaydetti. Bu bağlamda mezarlığın ve nekropol alanlarının sınırlarını ortaya koymaya çalışacaklarını belirten Summerer, “Pompeiopolis, Paflagonya Bölgesi'nin iç bölgelerinde kurulmuş şehirlerden biri.

 

Bilindiği gibi daha önceki devirlerde iç kesimlerde hiçbir kentleşme yok. Yerleşmeler köylerden ve kalelerden ibaret. Karadeniz sahilinde şehirleşme var ama iç bölgelerden şehirleşmeden yoksun. İlk defa Roma generali Pompeus Magnus, Pontus ve Paflagonya Bölgesi'nde 7 şehir kurmuş ve burada kurduğu şehre kendi ismini vermiş ve buradaki kenti Roma standartlarında göre kurmuş. Bu kenti nasıl yaratmış hangi yapılara sahip etmiş, bunları araştırıyoruz” dedi.


Summerer ayrıca, “Pompeiopolis'in özelliği Paflagonya'da yegane Roma şehri olması. Yaptığımız kazının önemi ise Karadeniz Bölgesi'nde uzun soluklu bilimsel olarak yürütülen tek kazı olması. Burada dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen bilim adamları bu kent adına önemli bilgiler elde ettiler. Pompeiopolis'e nereden mozaik ve mermer ihraç edilmiş bunlar ortaya çıktı” diye konuştu.
Mermer Uzmanı Mathias Buruno da, yaptıkları inceleme sonucu buraya gelen mermerlerin ağırlık olarak Yunanistan'dan getirildiğini ve büyük bir olasılıkla İzmit'e kadar deniz yolunun oradan da karayoluyla buraya geldiğini belirtti. Çevre bölgelerden de kısıtlı sayıda mermer getirildiğine değinen Buruno, bu mermerlerin daha ziyade duvar kaplamasında kullanıldığını kaydetti. Taşköprü Belediye Başkanı Hüseyin Arslan da, 2011 kazılarının başlamış olmasından mutluluk duyduklarını kaydetti. Buranın binlerce yıl önceye dayanan bir tarihin yer altında kalmış önemli bir bölgesi olduğunu söyleyen Arslan, “Pompeopolis'in Karadeniz'in turizmi açısından önemini biliyoruz ve Pompeiopolis kazılarının devam etmesi için yerel yönetimler olarak elimizden geleni yapmaya hazırız” dedi.


Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan izinli olarak yapılan kazıların bakanlık temsilciğini ise Arkeolog Veysel Öztürk yürütüyor. Kazıların yaklaşık olarak 1 ay süreceği belirtildi.

Gaziantep 27 Gazetesi, 08.08.2011

KULELİ'NİN ESKİDEN ÜNLÜ KULELERİ YOKTU

 

 

İstanbul Boğazı’nın tarihi binalarından Kuleli Askeri Lisesi’nin meşhur kulelerinin sonradan yapıldığını ya da İstanbul’un işgal edildiği günlerde “Ermeni Yetimhanesi” olarak kullanıldığını...

Çok az kişinin bildiği Kuleli Askeri Lisesi hakkındaki tarihi gerçekler, Ermenistan’da basılan “Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermeni Sporcular” adlı kitapla tekrar gündeme geldi. Kitabın yazarı Erivan’daki Soykırım Müzesi Müdürü olan Hayk Demoyan. Oldukça kapsamlı hazırlanmış kitapta “Osmanlı İmparatorluğu döneminde yaşamış Ermeni sporcular”, “Ermeni futbolunun doğuşu”, “Ermeni kadını ve spor”, “Ermeni spor kulüpleri” gibi dikkat çekici başlıklar ve o döneme ait çarpıcı fotoğraflar var.

 

O fotoğraflardan biri ise Çengelköy ile Vaniköy arasında yıllardır Boğaz’ın incisi gibi duran Kuleli Askeri Lisesi’ne ait. Ancak bir farkla: Kuleli Askeri Lisesi’nin kuleleri kitaptaki fotoğrafta görülmüyor.

 

Konuyla ilgili olarak İstanbul Süper Amatör Ligi’nde mücadele eden köklü takımlardan Taksimspor’un kapısını çaldık. Fenerbahçe’nin efsanevi futbolcusu Lefter Küçükandonyadis’in sarı lacivertli takıma transfer olmadan önce formasını giydiği Taksimspor’un Başkanı Garo Hamamcıoğlu ile kulübün Genel Sekreteri Ramanos Cezveciyan, Doğu Ermenicesi ile kaleme alınan kitapta yazılanları anlamamıza yardımcı oldu. Kuleli Askeri Lisesi’nin Ermeni Yetimhanesi olmasıyla ilgil olarak kitapta şunlar yer alıyor:

“1915 olaylarından sonra Osmanlı İmparatorluğu’nda farklı grupların ve Ermeniler’in organizasyonları ile yüzlerce yetimhane açıldı. 1915 olaylarından sonra yetim kalan çocuklar tek tek bulunarak Beylerbeyi, Yedikule, Hasköy, Arnavutköy ve benzerleri gibi birçok yetimhaneye yerleştirildiler. (...) 1920 yılında İngiliz askeri ataşesinin organizasyonuyla da Kuleli Askeri Lisesi boşaltıldı ve binaya Ermeni yetimler yerleştirildi. (...) Kuleli Askeri Lisesi’nin Ermeni yetimhanesine dönüşmesi özellikle Türk milliyetçileri arasında infiale yol açtı. Yetimhaneye Ermeni bayrağı çekilmesi üzerine Türk milliyetçileri lise önünde gösteriler yaptı.’’

 

“Kuleli Askeri Lisesi’nin Tarihçesi’’ adlı kitabın yazarı Akdeniz Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. İsrafil Kurtcephe de şu bilgileri verdi:

“1853-1856 yılları arasındaki Kırım Savaşı’nda Kuleli Askeri Lisesi’nin olduğu yer kışlaydı. Osmanlı Devleti, Kuleli Kışlası’na Fransız ve İngiliz askerleri yerleştirmişti. Kırım Savaşı bittikten sonra ise müttefik askerleri, Kuleli Kışlası’nı boşaltacaktı. Ancak boşalttıkları sırada büyük bir yangın çıktı ve kışla tamamen yandı. 1856 yılında Kuleli’nin yeniden yapılması için ünlü Ermeni mimar Garabed Amira Balyan hazırladığı projeyi Padişah Abdülmecid’e sundu ve proje kabul edildi. 1856-58 yılları arasında yapılan yeni binada ise kuleler dikkat çekiyordu. Yani yangından önceki dönemde Kuleli Kışlası’nın kuleleri yoktu.’’

Habertürk, Haber: Bülent Günal, 08.08.2011

ROMA HAMAMI TEMİZLENİYOR

 

 

Binlerce yıllık geçmişi bulunan Tarsus’un antik kent dokusuna ait tarihi ve kültürel mirasın izlenebilir ender örneklerinden olan ve Tarsus Müze Müdürlüğümüzce 2004-2007 yılları arasında yapılan temizlik ve kazı çalışmalarında havuzu ile hipokaust sistemi ortaya çıkarılan Roma Hamamı’nda genel temizlik çalışmaları başlatıldı.

 

Tarsus Belediyesi’nin sponsorluğunda gerçekleştirilecek temizlik çalışmasını Kırşehir Üniversitesi Arkeoloji Bölümünde görevli bulunan Yrd. Doç.Dr. Işık Adak Adıbelli ve ekibi yapacak.

 

Tarsus’un kent merkezinde bulunan Donuktaş Tapınağı ile hemen hemen çağdaş olan Roma Hamamı, aynı teknikle inşa edilmiştir. Büyük bir kütleye sahip olması nedeniyle arka mahallelere ulaşımı kolaylaştırmak için açılan geçitleri halk bugün “Altından Geçme” ya da “Kemeraltı” olarak adlandırmakta. Çarşı merkezinde kaldığı için her devirde başka amaçlarla kullanılmış ve bu nedenle de Tarsus’ta en çok tahrip edilen kalıntılar arasındadır.

 

Bugün görünen kalıntılar iki ana bloktan oluşuyor. Doğu batı eksenli ve yine onu dik kesen güney kuzey eksenli iki duvar 3 m. kalınlığında ve yaklaşık 9 m. yüksekliğinde. Bu duvarların kesiştiği kuzey batı bölümde üzeri kubbe ile örtülmüş bir eyvan yer almaktadır. Yapı, moloz taşlarla Opus sementicum (Roma betonu) tekniğiyle yapılmış.

Tarsus Haber, 08.08.2011

URARTULAR SAVAŞ ARABALARI İHRAÇ ETMİŞ

 

 

Urartu Krallığı'nca 3 bin yıl önce ihraç edilmek için üretilen savaş arabalarının kalıpları, Anzaf ve Çavuştepe kalelerinin yamaçlarında bulundu.

 

Urartu medeniyetine asırlarca başkentlik yapan Van'da 2 yıldır kazı çalışmaları yürüten İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Erkan Konyar, gazetecilere yaptığı açıklamada, geçen yıl kalenin kayalık yamaçlarında etnoarkeolojik araştırma yaptıklarını söyledi.

 

Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde yapılan etnoarkeolojik çalışmaları göz önünde bulundurarak, kayalıklarda yer alan oyukların, Urartu savaş arabalarının aksamlarının yapımında kullanılan kalıplar olduğunu belirlediklerini anlatan Konyar, Urartular'ın savaş arabası, tekerlek ve araba aksamı ürettiğini tespit ettiklerini belirtti.

 

Konyar, kalıplarda yapılan inceleme ve ölçümler sonunda önemli bulgulara rastlandığına dikkati çekerek, ''Söz konusu kalıplar üzerinde yaptığımız çizim ve ölçümlerin ardından kayalıklarda bulunan kalıpların, Urartu ve yakın doğu medeniyetlerindeki tekerlek ölçüleriyle birebir örtüştüğünü tespit ettik. Urartu resim sanatında kullanılan araba tasvirleriyle bu işaretleri karşılaştırdığımızda da olumlu sonuç aldık'' dedi.        
 
Urartular'ın, tekerlekli araçları bölgede kullanan ilk topluluk olduğu yönünde çeşitli görüşler olduğunu vurgulayan Konyar, kendilerinin yaptığı araştırmalarda da Urartular'ın, iki tekerlekli ve atların çektiği savaş arabasını bölgede üreten ilk topluluk olduğunun tahmin edildiğini dile getirdi.

 

Konyar, eski çağlarda Van Gölü havzasının tekerlekli araç üretiminde önemli bir merkez olduğuna değinerek, şunları kaydetti: ''Bu araçların yapım tekniği ve aşamasıyla ilgili de elde ettiğimiz veriler çerçevesinde şöyle söyleyebiliriz. Uygun sertlikteki ağaçlar belli bir süre suda bekletildikten ve yumuşaklığını kazandıktan sonra kalenin kayalıklarındaki kalıplara çakılıyordu. Bunlar bir haftalık kuruma süresinden sonra kalıplardan sökülüp gerekli işlemler yapılarak son işlemi gerçekleştiriliyordu.''
               
Kalıpların, tekerleklerin aynı ebat ve boyutta olmasını sağladığını vurgulayan Konyar, ''Burada belki yüzlerce tekerlek ve araba aksamı üretiliyordu ve üretilen bu arabalar komşu ülkelere, uzak bölgelere ihraç ediliyordu. Buradan da Anadolu'nun araba üretim merkezinin, otomotiv sektörünün Van Gölü havzası olduğunu anlıyoruz'' görüşünü ifade etti.

 

Urartular'ın, demir henüz bulunmadığı için tekerleği ahşaptan yaptıklarına işaret eden Konyar, belli bir kalıp kullanılması nedeniyle seri üretim yapıldığını anlattı.

 

Kaya işçiliğinde büyük mesafe alan Urartular'ın, kayalıklarda oluşturulan kalıplarla endüstriyel bir aşamaya da geçtiğini anlatan Konyar, söz konusu kalıplardan yararlanarak, geleneksel yöntemle Van'da Urartu arabası üretmeyi planladıklarını sözlerine ekledi.

Akşam, 08.08.2011

TARİHİ KİTAPLIK HAYATA DÖNDÜRÜLDÜ

 

 

İzmir’in Bornova İlçesi’nde, rölöve ve restorasyon çalışması en son 1997 yılında yapılan ve Bornova Belediyesi Atatürk Kitaplığı olarak kullanılan Levanten Köşkü yeniden restorasyona girdi.

 

Köşkün rölöve ve restorasyonuna geçen mayıs ayında başlayan Bornova Belediyesi, 2011 yılı içinde çalışmaları bitirmeyi hedefliyor. Restorasyon ve rölöve çalışmaları bittiğinde ilçeye yeniden kütüphane olarak hizmet verecek olan köşkte iç ve dış sıva raspası, zemin kat döşemesi yenilenmiş olacak. Köşkün temel etekleri de izolasyon yapmak üzere açıldı.
 

Menemen’in Mermerli Mahallesi’nde bulunan Rum Kilisesi (Agios Konstatinos), İzmir İl Özel İdaresi katkılarıyla Menemen Belediyesi tarafından restore edildi. Mülkiyeti Menemen Belediyesi’ne ait olan ve uzun yıllar depo olarak kullanılan 250 metrekarelik kapalı alana sahip kilisenin çok yakında Kültür Evi olarak hizmete açılacağını belirten Menemen Belediye Başkanı Tahir Şahin, “Aslına uygun olarak profesyonel bir ekip tarafından yenilenen kültür mirasımızı halkımızın kullanımına açacağız. Bu hizmetlerimiz devam edecek” dedi. 

İzmir’in Alsancak semtinde, Gazi Kadınlar Sokağı’ndaki (1453 Sokak) İzmir Mülkiyeliler Binası, Konak Belediyesi tarafından yeniden düzenlenecek. Konak Belediyesi rölöve, restorasyon ve restitüsyon projelerinin hayata geçirilmesiyle Mülkiyeliler Birliği binası daha keyifli bir hale gelecek. Marsilya Kiremit çatı örtüsünün uygulanacağı çatıda orijinal kiremitler ise yeniden kullanılabilecek. Zemin katta doğal taş döşemeyle tarihi hava vurgulanacak. Antik görünümlü şömineler, baca onarımı ve temizlik çalışmalarıyla yeniden kullanılır duruma getirilecek.

Milliyet Ege, 08.08.2011

MAYINLARDAN TEMİZLENEN TARİH YENİDEN CANLANACAK

 

 

Gaziantep'in Suriye sınırındaki mayınlı saha içinde bulunan Karkamış antik kentindeki arkeolojik kazılar, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Bologna Üniversitesi adına Prof.Dr. Nicolo Marchetti başkanlığındaki ekip tarafından gerçekleştirilecek.

 

Tarihi MÖ 3 bin yıllarına dayanan Karmamış'taki 663 bin 800 metrekarelik alanda bulunan mayınların elle temizlenmesinin ardından Karkamış antik kentindeki kazı çalışmalarının Bakanlar Kurulu kararıyla, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Bologna Üniversitesi'nce yürütülmesine karar verildi.

 

Bölgedeki çalışmalarda 1200 mayının topraktan çıkarılarak imha edildiğini bildiren yetkililer, aynı alanda yürütülecek kazı çalışmalarını, bugüne kadar Gaziantep'te birçok kazı çalışması gerçekleştiren ve iyi derecede Türkçe bilen Prof.Dr. Nicolo Marchetti başkanlığında ekibin yürüteceğini bildirdi.

 

Kültür ve Turizm İl Müdürü Salih Efiloğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Gaziantep'in birçok medeniyetin beşiği olan, batı medeniyetine geçiş noktasında yer alan bir kent olduğunu söyledi.

 

Karkamış antik kentinin mayınlardan temizlendiğini, bölgenin tarihi sit alanı olduğunu ifade eden Efiloğlu, Karkamış antik kentinin uzun zamandır merak konusu olan bir alan olduğunu vurguladı.Karkamış'ın Suriye'ye komşu, İstanbul-Bağdat demiryolunun kavşağında, Fırat Nehri'nin süzülerek aktığı bir yer olduğunu, bölgede ender kuş türlerinin bulunduğunu ifade eden Efiloğlu, şöyle konuştu:

''Karkamış antik kenti, tarihi zenginliği açısından bütün dünyanın ilgisini çeken geç Hitit dönemi bilim ve sanat merkezi. Burayla ilgili büyük beklentilerimiz var. Birçok ülkeden bilim adamı, üniversiteler bununla ilgili kazı için müracaata bulundu. En çok Japonlar ve İtalyanlar üzerinde duruldu. Çünkü onlar Türkiye'ye yabancı değil. Bologno Üniversitesi ile Kültür ve Turizm Bakanlığı bir protokol yaptı. Protokol de Bakanlar Kurulu kararına bağlandı. Prof.Dr. Nicolo Marchetti, Gaziantep'te tanıdık bir sima. Türkçesi de iyi. Biz ona 'Antepli Nicola' diyoruz. Bizim için mutluluk verici, kendisi de Gaziantep'i seviyor. Üniversitesi de ciddi bir üniversite. Ben umuyor ve diliyorum ki, layıkıyla son derece güzel bir kazı yapılacak. Biz de tarihi tanıklık etmek için sabırsızlanıyoruz. Kazılara önümüzdeki aylarda başlanmış olacak.''

 

Efiloğlu, Marchetti'nin kazılara yönelik hazırlıklarına başladığını, kazının uzun soluklu bir bilimsel kazı olacağını ifade etti. Karkamış'a birçok yatırımın gelmesini istediklerini belirten Efiloğlu, bölge için bir master planı hazırlanması gerektiğini dile getirdi.
               
Karkamış antik kentindeki mayın temizleme çalışmalarının, Genelkurmay Başkanlığı, Milli Savunma Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Gaziantep Valiliği'nin 2 yıl önce imzaladığı ortak protokol gereği İl Özel İdaresi tarafından yürütülmesine karar verilmişti.

 

İhaleyi kazanan Nokta Yatırım Limited Şirketi toplam 663 bin 800 metrekarelik alanda mayınları elle temizlemiş, köpeklerin de kullanıldığı mayın temizleme çalışmaları sırasında çıkarılan 1200 mayın imha edilmişti.

 

Gerek mayın temizleme ve imha gerekse mayın temizleme sonrası kalite kontrol işi BM standartlarına yapılmıştı. Mayın temizlemesi sırasında sıkı bir denetim kontrol mekanizması kurulmuş ve kazı sırasında bulunan sikkeler ve tarihi değeri henüz belirlenemeyen bazı eserleri, Müze Müdürlüğüne teslim edilmişti.
        
KARKAMIŞ ANTİK KENTİ        
Karkamış antik kenti, Gaziantep'in Karkamış İlçesi yakınında, Fırat'ın batı kıyısında, Türkiye-Suriye sınır hattı üzerinde, Yakındoğu arkeolojisinin en önemli yerleşimlerinden birisi. Kent MÖ. 2. bin yılda, Anadolu'dan, Mezopotamya'ya ve Mısır'a uzanan yolların önemli bir kavşak noktasında yer alıyordu.

 

Karkamış krallarından söz eden ilk belgeler, MÖ 1700'e doğru ortaya çıkar. MÖ 1650'li yıllarda, Hitit Kralı Hattuşili I, Karkamış ve çevresindeki kentleri alarak, kuzey Suriye yolunun güvenliğini sağladı. Daha sonra, Mitanniler'in egemenliği altına giren kent, Şuppiluliuma I döneminde yeniden Hititlere bağlandı.

 

Karkamış çoğu büyük Hitit kralları soyundan gelen ve İmparatorluğun Suriye'deki topraklarını denetim altında tutan bağlı krallar tarafından yönetiliyordu. Hitit İmparatorluğu'nun MÖ 12. yüzyıl başlarında yıkılmasından sonra kent, yeni kurulan çok sayıda geç Hitit Krallığından birinin merkezioldu.

 

Asur Kralı Acurnasirpal II'nin Suriye seferi (MÖ 876-866) sırasında, haraca bağlanan Karkamış, MÖ 717'de Asur Kralı Sargon II tarafından yakılıp yıkılarak, Asur topraklarına katıldı.

 

George Smith'in (1876) Cerablus yakınındaki kalıntıların, Karkamış'a ait olduğunu bulmasından sonra, Hogarth, Lawrence, Campbell-Thompson ve Woolley, 1878-1881, 1911-1914 ve 1919-1920 yılları arasında kentte British Museum adına kazı çalışmaları yapmış. Kalenin bulunduğu tepede, tarih öncesi kalıntıların yanı sıra, erken ve geç Hitit dönemlerinden iki ana yerleşim yeri saptanmıştır. Dış kent, iç kent ve kale olmak üzere üç bölümden oluşan dikdörtgen planlı Karkamış'ta, yönetsel ve dinsel işlevli yapılar, kentin çekirdeğini oluşturmaktaydı.

 

Yapılar, Hitit-Asur üslubunda kabartmalarla kaplı siyah bazalt ve beyaz kireç taşı ortostatlarla süslüdür. Bulunan kabartmaların çoğunluğu, geç Hitit dönemine tarihlendirilmektedir. Bu kabartmalar, Tanrıça Kupapa ve onun adına yapılan tören alayındaki askerlerin, rahiplerin, çeşitli hayvanları taşıyan kişilerin, uzun ve düz kılıçlarla silahlanmış prenslerin, savaş arabalarının, karışık yaratıkların, koruyucu hayvanların yer aldığı tören alayı betimlemeleriyle MÖ 1. bin yıl başlarındaki yaşam biçimine, giysilerine ve kültürüne ışık tutmaktadır. Karkamış kabartmalarının, büyük çoğunluğu bugün Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde sergileniyor.

Akşam, 08.08.2011

BAKAN'DAN 'KONUŞAN' MÜZECİLERE SİTEM

 

Bakan Günay, “Müzelerde görevli arkadaşlarımız son zamanlarda bizimle konuşmak yerine basınla konuşmak gibi bir alışkanlık geliştirdiler. Bu kamu görevlileri için güzel değil” dedi.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, İstanbul Arkeoloji Müzesi yönetiminin, “tarihi eser kaçakçılığı kapsamında geçen yıl Türkiye genelinde yapılan operasyonlarda ele geçirilen 68 bin eserin, mahkeme süreci uzun sürdüğü için depolarda bekletildiği ve müzelerde yer kalmadığı için korunamadığı” yönündeki açıklamalarının hatırlatılması üzerine, gazetecilere, basına bilgi sızdıran müze çalışanlarından dert yandı.


Günay, “Müzelerde görevli arkadaşlarımız son zamanlarda bizimle konuşmak yerine, basınla konuşmak gibi bir alışkanlık geliştirdiler. Bunun kamu görevlileri için çok güzel bir alışkanlık olmadığını herkese duyurmak istiyorum” dedi.


Günay, dün Cer Modern Sanatlar Merkezi’nde gerçekleştirilen, “2011 Yılı Avrupalı Seçkin Destinasyonlar Yarışması Ödül Töreni”ne katıldı. Günay, İstanbul Arkeoloji Müzesi yönetiminin, tarihi eser kaçakçılığı kapsamında geçen yıl ele geçirilen 68 bin eserin, müzelerde yer kalmadığı için korunamadığı yönündeki açıklamalarını değerlendirdi.

Günay, şunları kaydetti: “Son zamanlarda müzelerde görevli arkadaşlarımız bizimle konuşmak yerine, basınla konuşmak gibi bir alışkanlık geliştirdiler. Bunun kamu görevlileri için çok güzel bir alışkanlık olmadığını herkese duyurmak istiyorum. Son yıllarda operasyonlarımız çoğaldı, eskisine göre çok daha fazla buluntu ortaya çıkıyor. Bundan da kimse şikayet etmesin. İstanbul Arkeoloji Müzesi’ni geliştirme konusunda da çok ciddi bir projemiz var. İstanbul Arkeoloji Müzesi ile aynı kodda olan Darphane’yi İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne tahsis ettik, ama Tarih Vakfı ile anlamsız bir ihtilaf var. Tarih Vakfı orayı kullanmamakla birlikte, Maliye’de gerekli işlemleri tamamlamadığı için ciddi olarak çalışmaya başlayamadık.”


Günay, ramazan ayında yapılan şaşalı iftarlara ilişkin soruyu ise şöyle yanıtladı: “Varlıklıların sürekli birbirleri ile yarış eden sofralarda birbirlerini ağırlamak yerine, imkanlarını yoksullar ile buluşturmaları gerekir. Ramazan, zenginlik gösterisi yapmanın vesilesi değildir. Ramazan ihtiyaç sahiplerine yardım etmenin adıdır.”

Milliyet, 08.08.2011

MÜZELERİ KAÇAK ESERLER DOLDURDU!

 

 

Tarihi eser baskınlarında ele geçirilen ‘müsadere altındaki’ eserler müzeleri doldurdu. Geçen yıl 68 bini aşkın eser ele geçirilirken bunların 25 bini İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde bekliyor.


Tarihi eser kaçakçılığı kapsamında geçen yıl Türkiye genelinde polis ve jandarma ekiplerinin yaptığı operasyonlarda 68 bin 12 tarihi eser ele geçirdi. Olaylarla ilgili 4 bin 998 kişi yakalandı. Ele geçirilen eserler yediemin olarak en yakın ilgili müzeye teslim edildi. Ancak bu eserler hakkındaki yasal sürecin devam etmesi nedeniyle İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde müsadere yoluyla gelmiş eserlerin sayısı 25 bini buldu. Müze yönetimi bu eserleri depo olmadığı için koruyamamaktan rahatsız. Tek çare mahkemelerin bir an önce sonuçlanması.

Polis ve jandarmanın tarihi eser operasyonlarında ele geçirilen eserler, olayın gerçekleştiği en yakın müze müdürlüğü uzmanlarınca incelendikten sonra 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında açılan adli soruşturma tamamlanıncaya kadar emanete alınıyor. Mahkemelerin verdiği karar doğrultusunda eserler bazen müzede kalıyor, bazen de koleksiyonerler ya da dava konusu kişilere iade ediliyor. Ancak yılda 68 bin eserin geldiği müzelerde ciddi yer sıkıntısı ortaya çıkıyor. İstanbul’da ele geçirilen arkeolojik değerdeki eserler Arkeoloji Müzeleri’ne teslim ediliyor. Müze bir yandan eserleri müsadere altında tutarken diğer yandan eserlerle ilgili mahkemeye bilirkişilik yapıyor. Şu an müzenin depolarında tam 25 bin eser müsadere altında tutuluyor.

Müzenin depoları kendi eserleri ile ağzına kadar doluyken bir de müsadere yoluyla gelen eserler için ayrıca bir yer ayrılması müze yönetimini zorluyor. Müze yetkilileri, “Mahkeme sonuçlarını bekliyoruz. Sonuçlananlardan müzelik değerde gördüklerimizi envantere geçiriyoruz. Ancak bir yandan da sürekli emniyet güçleri eser getiriyor. Depo sorununu çözmemiz gerek” diye dert yanıyor.

Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (KOM) Daire Başkanlığı’nın ‘2010 Yılında Gerçekleşen Mali Suçlar Raporu’nda, operasyonlarda ele geçirilen eserlerin müzelere kazandırılarak kültür varlıklarının uygun ortamda korunmasının sağlandığı ve müzelerin kültür envanterinin zenginleştiği kaydediliyor. Tarihi eser kaçakçılığının yöntem ve tekniklerinin profesyonelce ve uluslararası düzeyde yürütüldüğü belirtilen raporda, yurtdışına kaçırılan kültür varlıklarının Türkiye’ye iadesi için yasal yollardan her türlü hukuki girişimde bulunulduğu ve bunun için de çok yüksek meblağlarda ödeme yapıldığı belirtiliyor. Raporda, sadece Uşak-Karun Hazineleri ve Antalya-Elmalı Sikkeleri için ABD’ye yaklaşık 17 milyon dolar ödeme yapıldığı, tüm bu çalışmalara rağmen Anadolu kökenli eserlerin çoğunun halen yurtdışında bulunduğu kaydediliyor.

Raporda ayrıca “Tarihi eserler, çalınarak astronomik fiyatlarla satılıyor. İmitasyonları da yapılıyor. Bunun için teknolojiyi kullanan kaçakçılar, gerçeği ile ayırt etmenin çok güç olduğu taklitlerle dolandırıcılık yapıyorlar” bilgisi de yer alıyor.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 08.08.2011

ŞEHZADE MEDRESESİ YİNE EĞİTİM MERKEZİ OLACAK

 

Tarihi Şehzadebaşı Medresesi'ne ait bina, restorasyondan sonra yeniden eğitim amaçlı hizmet verecek. Mimar Sinan'ın çıraklık eseri olarak nitelediği Şehzadebaşı Camisi'nin medrese bölümü uzun bir süre restoran olarak kullanıldı. 563 yıllık tarihi bir geçmişe sahip medresenin 2012 sonunda restorasyonunun tamamlanması bekleniyor. Restorasyon 321 bin liraya mal olacak.

Sabah, 08.08.2011

TOPÇU KIŞLASI İÇİN PROJE BİLE YOK

 

 

II No.lu İstanbul Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun Taksim Topçu Kışlası’yla ilgili aldığı karar hakkında çıkan gazete haberleri üzerine, aşağıdaki açıklamayı yapmayı kurul adına görev bilmekteyim.


Büyükşehir Belediyesi’nin önerisi üzerine, Taksim Topçu Kışlası’nın eldeki dokümanlarına dayanarak 1/1000 koruma amaçlı imar planına, kışlanın konturlarının çizilmesi uygun bulunmuştur. Ayrıca yalnız Topçu Kışlası değil, bugün mevcut olmayan ancak rekonstrüksiyonları eldeki dokümanlar açısından gerçekleşme olasılığı olabilecek yapıların da konturları 1/1000 ölçekli plana işlenmesi yine kurul tarafından uygun görülmüştür.


Eski bir kültür varlığının konturlarının koruma amaçlı bir planda yer alması ihya amaçlı olsa da, muhakkak ihya edileceği anlamına gelmez. Bu yapıların ayrı bir kararla tesciline de gereksinim yok, çünkü 2863 sayılı yasa gereği 1900 evveli inşa edilmiş tüm yapılar kültür varlığı olarak kabul edilir. Konuyla ilgili haberlerden birinde (‘Varolmayanın Tescili’ adlı makale, Radikal 24 Temmuz 2011) ‘rekonstrüksiyonların dünyada 1930’lardan beri tarihi eser olarak tescil edilmedikleri’ dile getirilmekte. Rekonstrüksiyon, II No’lu kurulun keşfi değil. 2863 sayılı yasada rekonstrüksiyonun ne olduğu, nasıl yapılması gerektiği, ayrıntılı biçimde açıklanmıştır. Bu konuda en önemli unsur, yapının orijinal malzeme ve teknikle yeniden inşası, inşaat yerinin aynen muhafaza edilmesi ve plan şemasına uyulması gibi koşulların yerine getirilmesidir.


“1930’lardan beri dünyada böyle yapılmaktadır veya rekonstrüksiyon yapılar tescil edilmemektedir” söylemi, maalesef bugünkü dünyada pek de geçerli ve anlamlı değil. Ayrıca her şeyin dünyada doğru yapılıp yapılmadığını da bilimsel çalışmalarımıza, ülkemizin koşullarına, yasalarımıza göre değerlendirirsek daha ‘doğru’ olur. Taksim Kışlası’yla ilgili son karar, ancak kurulun önüne yasamıza ve koruma ilke kararlarımıza uygun bir rekonstrüksiyon projesi geldikten sonra verilecek. Kurulumuzun 1/1000 ölçekli koruma amaçlı imar planına Topçu Kışlası’nın konturlarının işlenmesiyle ilgili kararının, Radikal gazetesinde ifade edildiği gibi, “Var olan ideoloji için uygundur” değerlendirilmesi de kanımca ne nesnel ne de bilimseldir. Kurulumuz sürekli olarak kararlarında bilimsel olmayı amaçlamış ve bir ‘ideolojinin’ gölgesinde herhangi bir karar almamıştır. Özetle, bugüne dek Taksim Topçu Kışlası’yla ilgili bir rekonstrüksiyon projesinin kurulumuzca onaylandığı veya kışlanın ihyasına ilişkin bir kararın varlığı söz konusu değildir. 
Radikal, Yazı: Prof.Dr. Mete Tapan: İst.II.No’lu KTVK Kurulu Başkanı, 08.08.2011

YASAKLI KÖY: ILDIRI

 

Çeşme, turizm potansiyelini beldelerine ve köylerine taşırken ilçe ekonomik anlamda hızla büyümeye devam ediyor. Ancak bu güzide turizm merkezinin aynı güzellikteki köyü olan Ildırı, sit engelini aşamadığı için yerinde sayıyor. Sit ile yıllardır başı belada olan Ildırı'da sit nedeniyle tek bir çivi bile çakılamıyor.

Evinin çatısına kiremit koyan bazı köylülerin bile Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu ile mahkemelik durumda olduğu belirtiliyor. Ildırı Köyü'nde gerçekleşen ve 20 yılı aşkın bir süredir devam eden Erythrai antik kenti kazı çalışmaları nedeniyle turizm cenneti olan bu köy, ikinci derecede sit alanı olarak kabul ediliyor. Turizm yatırımları ya da yazlıklar yapılırken köyün mevcut 120 haneden ve 605 kişiden oluşan halkı, ne yıkılan duvarlarını onarabiliyor ne de çatısına kiremit aktarabiliyor. Bu durum karşısında çaresiz kalan köylüler, kendileri için köyün 2 kilometre dışındaki yeni yerleşim alanının imar ve altyapı çalışmalarının yıllardır tamamlanmasını bekliyor. Konuyla ilgili açıklama yapan Çeşme Belediye Başkanı Faik Tütüncüoğlu, çözüm için yeni bir yerleşim biriminin planlanması gerektiğini söyledi.


Evinin yanındaki evi onardığı için ceza alan ve Anıtlar Kurulu ile mahkemelik olan Ali Çetinkaya, "Evim yıkılmak üzere. Biz nizami olmayan bir şey istemiyoruz. Evimizin damı aksa, kiremit koymamız suç. Biz sadece sit'in ikinci dereceden üçüncü dereceye indirilmesini istiyoruz" dedi.
2006'daki depremde evi hasar gören ve oturulamaz raporu verilen Hasan Pamukçu ise, "Hasarlı evde 40 ay maddi sıkıntı nedeniyle oturduk. Daha sonra ise bahçedeki diğer eve geçtik. Bu yüzden para cezası verildi ve Anıtlar Kurulu ile mahkemelik duruma geldik. "Devlet 'deprem nedeniyle evde oturamazsın' diyor. Ben de diğer evimi onarıp oturmaya başlıyorum ve ceza kesilip bana dava açılıyor; mağdur oluyorum. Bu nasıl bir durum, anlamadım" dedi.

Sit alanının derecesi nasıl belirleniyor?
Korumaya yönelik bilimsel çalışmalar açısından aynen korunacak ve çivi bile çakılamayacak alanlar, 1. derece sit alanı olarak kabul edilirken, 2. derece sit alanları, yüksek hacim, malzeme kısıtlamaları ile eski ve yeni arasında bütünlük sağlamayı öngören alanlardır. 2. derece sit alanları korumaya yönelik bilimsel çalışmalar dışında aynen korunur.


3. derece sit alanları ise, doğal yapının korunması ve geliştirilmesi yolunda, yörenin potansiyeli ve kullanım özelliği de göz önünde tutularak ve izin alınarak konut kullanımına açılabilecek alanlardır.

Ildırı Köyü İhtiyar Heyeti Azası Sezai Karadiken, taleplerinin arkeolojik kazıların durdurulması olmadığına değinerek, "Ildırı'nın 2'nci derece sit'ten 3'üncü dereceye indirilmesini istiyoruz. Bugüne kadar bu kazılarda köyün turizmine katkı sağlayacak, somut nitelikte bir eser ortaya konamadı. Biz, tek bir çivi çakamazken kazı alanında çalışanlar için temelli evler inşa ediliyor. Bu mağduriyetimiz ortadan kaldırılmazsa, bu köy Türkiye'nin en batısındaki ölü yer olacak" dedi.

Çeşme Belediye Başkanı Faik Tütüncüoğlu, Ildırı'daki sorunun yıllardır devam ettiğini belirterek, "Ildırı Köyü arkeolojik sit ilan edilmiş bir bölge. Bu nedenle köyde hiçbir şeye izin verilmiyor. Köy sakinleri de yıllardır bu sorun yüzünden mağdur oluyor" dedi. Tütüncüoğlu, çözüm için yeni bir yerleşim biriminin planlanması gerektiğini söyledi. 6-7 yıl önce bu yönde çalışmaların olduğunu ancak planlanan yerin de sit olduğunun anlaşıldığını ifade eden Tütüncüoğlu, "Bu çalışmayı İl Özel İdaresi'nin yapması gerekiyor. İl İmar Kurulu yeni bir yer belirleyecek ve Ildırı köy sakinleri de bu alanda yeni evlerini kuracak. Yıllardır devam eden sorun ancak bu şekilde çözülür" dedi.

Yeni Asır (kısaltarak), Haber: Kahraman Durak, 08.08.2011

SELÇUK'TA KAÇAK KAZI YAPANLAR SUÇÜSTÜ YAKALANDI

 

 

Selçuk İlçesi Arvalya mevkiinde kaçak kazı yapan 5 kişi Selçuk Jandarma ekiplerince suçüstü yakalandılar.

 

Alınan bilgiye göre Selçuk İlçesi Arvalya mevkiinde kaçak kazı yaptıklarını tesbit eden Selçuk Jandarma ekipleri olay yerine operasyon düzenledi. Operasyonda kazı yapan İ.Y, E.Y, R.Y, H.K ve N.Ç suçüstü yakalandılar. Selçuk Jandarma Karakol Komutanlığı'nda işlemleri tamamlanan şahısların mahkemeye sevk edildiği, daha sonra mahkemece tutuklanarak cezaevine gönderildikleri bildirildi.

 

Bir süre önce aynı alanda başka kişiler tarafından yine kaçak kazı yapıldığı, kazı yapanların yakalandıkları öğrenildi.

Selçuk Bölge Haberleri, 08.08.2011

SİDE ANTİK KENTİNDE YAZ DÖNEMİ KAZILARI 15 EYLÜL'DE SONA ERECEK

 

 

Ünlü turizm şehrinde 64 yıl önce Prof.Dr. Arif Müfid Mansel tarafından başlatılan kazı çalışmaları Anadolu Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Doç.Dr. Hüseyin Sabri Alanyalı başkanlığında yürütülüyor. 50 kişi ile yapılan kazıda ekip çalışma başkanlığını Doç.Dr. Hüseyin Alanyalı'nın eşi Doç.Dr. Feriştah Alanyalı yürütüyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı adına kazı saha komiserliğini ise arkeolog Ferhan Büyükyörük yapıyor. Kazı başkanı Hüseyin Alanyalı, 15 Eylül'de bitecek olan yaz dönemi kazı çalışmalarına destek verecek olan kişi sayısının 100'e çıkacağını ifade ettti. Antik şehirde kazı çalışmalarına 3 yıl önce Side antik tiyatroda sondaj çalışması yaparak başladıklarını belirten Alanyalı, bu sene kazıların Kuzeydoğu Alanı, Dionysos Tapınağı, Doğu Kapısı, Tyche Tapınağı, Latrina, Tak ve çevresi ile tapınaklar bölgesinde yoğunlaşacağını söyledi.


Doç.Dr. Feriştah Alanyalı, kazıların, 2 yıl önce Dionysos Tapınağı'nın karşısında yaptıkları çalışmanın devamı niteliğinde olduğunu kaydetti. Side antik kentindeki yaz dönemi kazı çalışmalarına 15 haziranda başladıklarını belirten Alanyalı, çalışmaların 15 eylülde sona ereceğini ifade etti. Avusturya Graz Karl- Franzens Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Peter Scherrer ise 10 kişilik ekiple kazı çalışmalarına eşlik ediyor.

Side Belediye Başkanı Abdulkadir Uçar, turizm beldesindeki tarihi eserlerin gün yüzüne çıkması için Anadolu Üniversitesi'nin Side'de 3 yıl önce başlattığı kazı çalışmalarına tam destek verdiklerini söyledi. Side'yi Side yapan ana unsurun kültür, tarih, doğal güzelliği ve arkeolojik zenginliği olduğunu belirten Uçar, Pamfilya'nın başkenti Side'nin arkeolojik zenginliğini koruma ve gelecek nesillere bırakma adına her türlü özverili çalışmaya destek veremeye kararlı olduklarını kaydetti. Tüke Tapınağı'nın gün yüzüne çıkartılması ve ayağa kaldırılması için Side Belediyesi olarak Anadolu Üniversitesi'ne destek verdiklerini belirten Uçar, Tüke Tapınağı'nın bir yıl içinde ayağa kaldırarak ziyarete açılacağını söyledi. Uçar, sözlerini şöyle sürdürdü: "Side'de tarihin gün yüzüne çıkması için Anadolu Üniversitesi'ne desteğimiz tam. Türk turizminin dünyaya açılan penceresi Side'de kazılar 1947 yılından bu yana sürüyor. Tüke Tapınağı'nın ayağa kaldırılmasını sabırsızlıkla bekliyoruz."

Kanal Vip, 08.08.2011

HATİCE VE FEHİME SULTAN YALILARINDA 30 MİLYON LİRALIK OTOPARK SORUNU

 

 

Türk Hava Yolları'nın yüzde 50 ortak olduğu THY Do&Co'nun İstanbul İl Özel İdaresi'nden 25 yıllığına kiraladığı Ortaköy'deki Hatice Sultan ve Fehime Sultan yalılarını otele dönüştürme projesinde otopark sorunu çıktı. Büyükşehir Belediyesi, otelin otoparkının yer altında yapılmasını isteyince maliyetin 13,2 milyon Euro (yaklaşık 30 milyon TL) arttığını belirten firma, İl Özel İdaresi'nin bu tutarı karşılamasını veya işletme hakkının 10 yıl uzatılmasını talep etti. İstanbul İl Özel İdaresi, Ortaköy'deki Hatice Sultan ve Fehime Sultan yalılarını 2008 yılında restore ederek otele dönüştürülmesi için 25 yıllığına THY Do&Co firmasına kiraladı. Yalıların aylık kirası için ise aylık 450 bin TL bedel belirlendi. Yalıların kiralanmasının ardından firma, iki tarihi binayı birbirine entegre edecek bir restorasyon çalışmasını başlattı. Yalıların restorasyonu için 40 milyon dolarlık (68 milyon TL) bir yatırım öngörüldü. Bu sırada İstanbul Büyükşehir Belediyesi İmar Müdürlüğü, bölgedeki trafik yoğunluğuna dikkat çekerek, otopark ihtiyacının binaların bünyesinde karşılanmasını istedi. Belediyenin otopark ile ilgili talebi, firmanın bütün projesini değiştirdi.

Belediyenin talep ettiği otoparkın yer altına ve deniz seviyesi altına yapılabileceğini belirten firma, İstanbul İl Özel İdaresi'ne başvurarak, bu konuya bir çözüm bulunmasını istedi. Firma, arazinin deniz kenarında olmasına yer altı otopark inşaatının yapım tekniğinin zor olduğunu, bu inşaatın 13,2 milyon Euro yatırım maliyeti ortaya çıkaracağını söyledi. Otopark inşaatının proje ve inşaat süresini 2-3 yıl uzatabileceğini belirten firma, otopark yatırımının İl Özel İdaresi'nce karşılanmasını veya firmanın işletme süresinin 10 yıl daha uzatılmasını talep etti. Talep, önümüzdeki günlerde İl Genel Meclisi'nce karar bağlanacak. V. Murad'ın kızlarından Fehime ve Hatice Sultan'a ait yalılar, 19'uncu yüzyılın ikinci yarısında inşa edilmişti. Fehime Sultan Yalısı'nın, düğün hediyesi olduğu belirtiliyor. Hatice Sultan Yalısı ise amcası II. Abdülhamid tarafından düğün hediyesi olarak verildi.

Sabah, Haber: Hasan Ay, 07.08.2011

ANADOLU'DAKİ İLK TERMAL TEDAVİ MERKEZİ

 

Halk arasında ”Kral Kızı” olarak da bilinen Yozgat’ın Sarıkaya İlçesi'ndeki 3 bin yıllık geçmişe sahip, Anadolu’nun ilk termal tedavi merkezi ”Basilica Therma”, arkeolojik kazı çalışmalarıyla gün yüzüne çıkartılıyor.

 

Sarıkaya Belediye Başkan Yardımcısı Sadettin Öztürk, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Erken Roma dönemine ait ayakta kalabilen nadir eserlerinden biri olan Basilica Therma’nın Türkiye için önemli bir eser olduğunu söyledi. Tarihi eserin özel yapılar arasında yer aldığını ifade Öztürk, ”Basilica Therma, Roma İmparatorluğu döneminde bir termal merkez olarak kullanılmasının yanı sıra aynı zamanda ülkenin doğu kısmının da idare edildiği bir merkez olmuş. Söz konusu dönemde sefere giden Roma orduları da burayı dinleme amaçlı kullanmış” dedi. Bugüne kadar gün ışığına çıkarılmış Roma dönemi eserlerinin hiçbirinde olmayan ”dilini çıkarmış yılan” figürünün sadece Basilica Therma’da yer aldığını belirten Öztürk, bu figürün tıbbın ve sağlığın sembolü anlamına geldiğini ifade ederek, şöyle konuştu: ”Tam termal kaynağın üzerinde kurulmuş bir yapının üzerinde bu figürün bulunması buranın tedavi merkezi olarak da kullanıldığının ispatıdır. Burası Türkiye’nin belkide dünyanın ilk termal merkezidir diyebiliriz.

 

Sarıkaya’daki kaplıca sularının romatizmal ağrılara, böbrek taşlarının düşmesine, eklem kireçlenmelerine, bel fıtığına, karaciğer ve safra kesesi taşlarına ve cilt hastalıklarına iyi geldiği uzmanlar tarafından saptanmıştır.” Belediye olarak Roma Hamamı Basilica Therma’nın geçmişten bu yana çeşitli sel baskınları, hafriyat ve çöp atıklarından kurtarılarak, turizme kazandırılması için 3 yıldan bu yana çalışmalar sürdürdüklerini aktaran Öztürk, dünya mirasına sahip çıkmak için seferber olduklarını vurguladı. Basilica Therma’nın turizme açılmasının önündeki en büyük engelin sonradan bilinçsiz şekilde yapılan binalar olduğunu aktaran Öztürk, ”Bu binalar tarihi Roma Hamamı’nın görüntüsünü engelliyor. Mülkiyeti birkaç dükkan elde etmek için bazı kişilere verilmiş bu binaları kamulaştırılarak, bu sorunu ortadan kaldırmayı düşünüyoruz” dedi. Sarıkaya’nın tanıtımını yeterince yapamadıkları için turizmden hak etiği payı alamadığını dile getirten Öztürk, ”Biz Sarıkaya’nın tanıtımı için Kültür ve Turizm Bakanlığı ile irtibata geçtik. Onların da bize bu konuda yardımcı olacaklarını tahmin ediyoruz. El birliği ile daha büyük çalışmalara imza atabiliriz. Bizim yaptığımız çalışmalar kısıtlı oluyor. Uluslararası boyuta taşıyacak güçte değiliz” diye konuştu.

 

Basilica Therma’daki kazı çalışmalarını yürüten Yozgat Müze Müdürlüğü arkeologlarından Ömer Yıldız ise Sarıkaya Belediyesi tarafından temin edilen işçilerle alan üzerindeki temizlik çalışmalarını sürdürdüklerini belirterek, birinci ve ikinci etap çalışmalarını tamamladıklarını söyledi. Yıldız, tarihi Basilica Therma’da bugüne kadar yürütülen kazı çalışmaları hakkında şu bilgileri verdi: ”Roma Hamamı’nın ön cephesini oluşturan kemerlerin etrafında sonradan yapılan ve kemerlerin önünü tamamen kapatan beton blokları kaldırdık. Kuzey apsisi içindeki dolgu toprakları temizledik. Ancak burada su çıkması nedeniyle çalışmalarımızı durdurduk. Kemerlerin önündeki betonarme oluğu sökerek su seviyesini düşürdük, bütün paye ayaklarını temizleyerek açığa çıkardık. Kuzey apsis içinde bir oval duvar bloku, sökülen beton olukların altında ve güney apsis önünde çamura gömülü durumda bulunan, üçü arşitrava ait toplamda beş büyük mimari parçayı ortaya çıkardık. Hamamın iç kısmında üçlü kemer altındaki mermer döşemesi de böylece açığa çıkmış oldu. Betonarme deponun güneyinde ve doğu kemerlerine bitişik alanda 12 metre uzunluğunda beton blok temizlenerek, bu kısımdaki kemerleri beton bloklardan ayırdık.”

Samanyolu Haber, 07.08.2011

İLK ÖZEL İDARESİ BAB-I ALİ'Yİ RESTORE ETTİRİYOR

 

İstanbul İl Özel İdaresi, İstanbul Valiliği'nin, devlet başkanlarını, yabancı iş adamlarını ve büyükelçileri ağırladığı Cağaloğlu'ndaki Vilayet Konağı'nı (Bab-ı Ali) restore ettiriyor. Rölöve, Restitüsyon ve Restorasyon Projeleri hazırlanan binanın restorasyon çalışmaları, bölge koruma kurulu onayı sonrası başlayacak. Vilayet Konağı 1756 yılında Sultan III. Osman tarafından Bab-ı Ali olarak kullanılmaya başlandı. O dönemde Bab-ı Ali yani "Yüksek kapı", "Yüce kapı" olarak kullanılan bina, altı kez yanma tehlikesi geçirdi.

Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 07.08.2011

ENEZ'DE FATİH CAMİİ ONARILACAK

 

Edirne’nin Enez İlçesi'ndeki Fatih Camisi’nin (Ayasofya Kilisesi) restorasyonu için çalışma yapıldığı bildirildi.

 

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü emekli Öğretim Üyesi ve Enez Arkeolojik Kazı Başkanı Prof.Dr. Sait Başaran, 1456 yılında ilçenin fethedilmesinin ardından, tarihi kale içinde bulunan Ayasofya Kilise’nin sadece kapısının değiştirildiğini ve minber ilave edilerek camiye çevrildiğini belirtti.

 

Enez’de arkeolojik kazıların 40 yıldan bu yana sürdürüldüğünü vurgulayan Başaran, Fatih Camisi’nin Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından projelerinin hazırlandığını söyledi. Başaran, sözlerini şöyle sürdürdü. ”Enez’de kale içinde camiye çevrilen Ayasofya Kilisesi döneminin en önemli kiliseleri arasındaydı. İstanbul’da bulunan Zeyrek Camisi (Pantokrator manastırı Kilisesi) ile çağdaş ve aynı teknikle yapılmış. Vakıflar Bölge Müdürlüğü şimdi bu tarihi eseri ayağa kaldırmak için çalışma başlattı. Birkaç ay içinde Eski eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulundan geçerek, çalışmaların başlamasını bekliyoruz.”

 

Kilisenin yapım tarihi ile ilgili bir belge bulunmamaktadır. Ancak, mimari özelliklerinden Orta Bizans döneminde, XII. yüzyılda yapıldığı anlaşılmaktadır. İlk yapıldığında kapalı Yunan haçı şeklindeki kilise, 1456 yılından sonra Fatih Sultan Mehmet tarafından camiye çevrilmiştir.

 

XVIII. yüzyılda çok harap hale gelen cami, 1710 tarihli kayıta göre tamir geçirmiştir. Balkan Savaşları sırasında ve 1. Dünya Savaşında kale ile birlikte tahrip edilmiş ve minaresi pabuç kısmına kadar yıkılmıştır. 1956 yılındaki depremde de büyük hasar görmüş, 1962 yılından sonra cami terk edilmiştir.

Zaman 07.08.2011

HZ. ALİ'NİN AĞABEYİNİN KABRİ DİYARBAKIR'DA

 

 

Diyarbakır Valiliği'nin bastırdığı 'Osmanlı Belgelerinde Diyarbakır' isimli eserde İmam Ukayl'in Diyarbakır'da olduğunu gösteren iki yeni belgeye yer verildi. Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nden alınan belgelere göre; Hz. Ali'nin ağabeyi İmam Ukaly'in kabri Diyarbakır'da bulunuyor. Belgelere göre Osmanlı Devleti 1907 yılına kadar İmam Ukayl adıyla kurulan vakfa da kaynak aktarılması talimatını vermiş.

Diyarbakır' ın, manevi hazinesine yeni bir halka daha ekledi. Şehirde 6 peygamber kabri, 3 peygamber makamı ile 32 şehit sahabenin ismi ve yeri kesin olarak biliniyor. Diyarbakır'da Nebi Zülkifl (a.s.), Nebi Elyesa' (a.s.), Nebi Harun-ı Asafi (a.s.), Nebi Hallak (a.s.), Nebi Harut (a.s.), Nebi Enuş b. Şit aleyhissel'mın kabr-i şerifleri ile Nebi İly's (a.s.), Nebi Yunus (a.s.) ve Nebi Zülkifl (a.s.)'ın makamları yani bir süre ikamet ettikleri yerler bulunuyor. Hz. Ali'nin ağabeyi sahabe İmam Ukaly'in kabrinin de Diyarbakır'da olduğunu yıllardır araştıran Dicle Üniversitesi'nde öğretim üyeleri, önemli belgelere ulaştı. Prof.Dr. Kenan Haspolat'ın daha önce 10 yıllık bir araştırmanın ardından ulaştığı belgelere yenisi eklendi.

Dicle Üniversitesi'nde görevli öğretim üyelerinden Kenan Yakuboğlu, MSalih Erpolat ve Mustafa Sarıbıyık'ın hazırladığı Diyarbakır Valiliği'nin de baskısını yaptığı Osmanlı Belgeleri'nde Diyarbakır isimli kitapta İmam Ukaly'in türbesinin şehirde olduğu ihtimali neredeyse kesinlik kazandı. Başbakanlık Osmanlı Arşivleri'nde yıllarca yapılan araştırma sonucu ortaya çıkarılan belgeler, İmam Ukaly'in Diyarbakır'da yaşadığına ilişkin önemli bilgiler veriyor.

Kitapta yer alan BOA,İ.EV.446/6 a. Numaralı belgede "Hz. Peygamber (SAV)'in amcasının oğlu Akil (RA)'ın Diyarbekir vilayetinin Amid nahiyesinde bulunan mescidi ile türbesinin bağlı bulunduğu vakfın diğer vakıflar gibi müdahaleden istisna tutulması konusunda Maliye Nezareti tarafından Sadaretten izin talebini içeren" bilgiler yer alıyor. BOA,İ.EV.44/6 b. numaralı belgede ise 'Hz.Peygamber (SAV)'in amcasının oğlu Ukayl (Akil) (RA)'in Diyarbekir vilayetinin Amid nahiyesinde bulunan mescidi ile türbesinin bağlı bulunduğu vakfın gelirleri arasında Tilvelik ve Dolman köylerinin öşür hasılatından daha önceki senelerden bakiye kalan 1197 kuruşun ödenmesi konusunda Diyarbakır Defterdarlığı'nın gönderdiği yazı üzerine konunun sadrazam tarafından padişaha arz edildiği ve padişahın irade-i seniyyesini belirten baş kitabet dairesinin notu" yer alıyor.

Hz. Ali'nin ağabeyinin Diyarbakır'da olmasının inanç turizmi açısından çok önemli olduğunu söyleyen Profesör Haspolat, "İmam Ukayl türbesinin Medine'de de olduğu söyleniyor. Ama orada kendisinin değil, kopan parmağının olduğu yönündeki hüküm ağır basıyor. Her şey söylenir. Mühim olan belgelerdir. Elimizde Osmanlı belgeleri var. Belgeye itibar etmezsek neye itibar edeceğiz? Peygamberimizin amcasının oğlunu ziyaret etmek büyük ayrıcalık." diyor.

Belgeler Hz. Ukayl (RA)'ın Diyarbakır'da vakfı ve mescidi olduğuna işaret ediyor. Osmanlı belgelerinde Diyarbakır'ın Sur İlçesi'nde Pamukçular Çarşısı yakınlarında Ukayl Mescidi'nden ve Ukayl adıyla bir vakıf bulunduğundan bahsediliyor. Prof.Dr. Kenan Haspolat, 19. yüzyılda oldukça işlek olan mescit ile vakfın, 1915 yılında yanarak yok olduğunu söylüyor.

Akil Bin Ebu Talip, Hz. Ali'nin ağabeyidir. C'fer-i Tayyar hazretlerinden 10, Hz. Ali'den 20 yaş büyüktür ve üçünün de anneleri aynıdır. Künyesi Ebu Yezid'dir. Mil'di 580'de doğdu. Ens'b ve tarih bilgisiyle Kureyş kabilesi arasında önemli bir yere sahipti. Anlaşmazlıklarda hakemliğine başvurulan dört kişiden biriydi. Bedir Gazvesi'nde müşrikler safında yer aldı, esir düştü. Amcası Abbas b. Abdülmuttalib'in verdiği fidyeyle esaretten kurtuldu. Müslüman olduğu tarih ihtil'flıdır. Bazılarına göre Hudeybiye Antlaşması'ndan önce, bazılarına göre hemen sonra, bir kısmına göre ise Mekke'nin fethinden önce 630 yılı başlarında Müslüman olmuş ve Medine'ye gitmiştir. Kardeşi Ca'fer ile Mute Seferi'ne katıldı. Hastalığı sebebiyle sonraki savaşlarda bulunamadı. Ancak Huneyn Gazvesi'ne iştirak ettiği ve herkesin dağıldığı sırada Hz. Peygamber'in yanından ayrılmadığı rivayet edilir. Hz. Ömer devrinde divanın düzenlenmesinde görevlendirildi. Hz. Ali'nin halifeliği sırasında ödemek mecburiyetinde olduğu büyük bir borç meselesiyle uğraşıyordu. Hazreti Ali'den beklediği yardımı göremeyince, kendisine gerekli yardımı sağlayan Mu'viye'ye katıldı ve Sıffin'de kardeşine karşı savaştı. Daha sonra Cezire bölgesine geçtiği rivayet edilir. Peygamber Efendimiz hicret edince doğduğu evi Hazret-i Ali'nin kardeşi Hz. Ukayl'e hediye etmişti. Belagati ve hazırcevaplılığıyla da meşhur olan Hz. Ukayl, Mu'viye döneminde veya Yezid'in halifeliğinin ilk günlerinde vefat etti.

Sabah, 07.08.2011

RESTORASYON FACİALARI CENNETİ TÜRKİYE

 

 

Tarihi eserleri ve taşınmaz kültür mirası zenginliğiyle bilenen ülkemizde eserlerin korunması için yapılanlar dudak uçurtuyor. Vakıflar, Kültür Bakanılığı, belediyeler ellerindeki tescilli kültür varlıklarını restorasyon adı altında geri dönüşü olmayan tahribatlara neden oluyor. Rölöve, restutite projeleri yapılmadan gelişi güzel ehli olmayan şirketlere verilen ihaleler neticesinde pek çok tarihi bina eski halini aratır boyutlara geldi. Çünkü restorasyon konusunda kurumlar ihaleyi uzmanlıklarına göre değil en düşük rakama göre veriyor. İhalelere baraj inşaatı yapan şirketler bile girebiliyor. Mesela Ayasofya Müzesi’nin türbe restorasyonlarını asıl işi çanta imalatı olan bir şirket almıştı.

Türkiye’de, tarihi binalarda ‘koruma ve güçlendirme’ adı altında yapılan restorasyonlar sırasında tarih adeta başka formatta tekrar yazılıyor. İşte bu ‘restorasyon facialarına’ birkaç örnek.

Kapı bel verdi
UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde yer alan Sivas’taki Divriği Ulu Cami bugüne kadar yapılan hatalı restorasyonların kurbanı oldu. Taş işlemeciliğinin en harika örneği olan ‘Çarşı Kapı’ yıllar önce yapılan yanlış müdahaleler neticesinde çökme tehlikesi yaşıyor. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, “Arka tarafta camiyi baştan başa çevreleyen betondan bir kuşak yapılmış. Bu yanlış uygulama camiye çok büyük baskı yapıyor. Mimari yapı bel verdi. Yanlış müdahaleler maalesef eseri bu duruma getirdi” diyor.

40 yıllık Sümela işkencesi
Trabzon’un simgelerinden biri sayılan ‘Sümela Manastırı’nda 40 yıl süren ve 2007’de tamamlanan çalışmaların sonucunda manastırın duvarları betonla örüldü.


Onarım çalışmalarında yerli taş yerine, Bayburt’tan kamyonlarla getirilen yontulmuş taş kullanıldı. Pencere önleri çimentoyla kaplandı. Dönemin Maçka Belediye Başkanı Ertuğrul Genç, manastırdaki çalışmalarda içerde hiçbir sanat tarihçisinin bulunmadığı açıklamasını yapmıştı.

Külliye içi Amerikan mutfak
Eskişehir’in Seyitgazi İlçesi'ndeki Seyyid Battal Gazi Külliyesi, restorasyon sonrasında orijinal halinden çok farklı bir hale getirildi. Normalde mermer olan külliye sütunlarının yerine beton sütunlar inşa edildi. 1. Alaaddin Keykubat dönemine ait eserin içine, Amerikan tarzı mutfak ve modern tuvaletler yapıldı.

İznik’te beton kubbeler
Bursa Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nce 2007 yılında restorasyon kapsamına alınan İznik’teki Ayasofya Müzesi’nin restorasyon çalışmaları sırasında müzenin kubbelerinin onarımında harç kullanıldı ve eser üzerindeki tüm açıklıklara cam yerleştirildi. Vakıflar Müdürlüğü, yöneltilen sorulara “Evet betonla sıvandı ama üzeri horasan harçla derz yapılacak” cevabını vermişti.

Yenileme nasıl yapılmalı? Uzmanlar anlatıyor

Aslı Özbay (Mimar / Restorasyon Uzmanı): Türkiye’de mimarlık alanındaki birçok konu gibi, restorasyon konuları da gerektiği gibi algılanamıyor. Seyyid Battal Gazi Külliyesi’nin restorasyon projesinde mermer sütunların söküldüğü haberleri yanlış: O kolonlu bölüm asırlar önce, Yeniçeri İsyanları’ndan sonra yıktırılmış. Ama bu böyle diye, kolonları yeniden mermelerle yapma zorunluluğu yok! Burada temel sorun, ihale yöntemleri yüzünden, olması gerekenin çok altında fiyatlarla restore edilen yapıların, sonunda ‘ucuz etin yahnisi’ görüntüsüyle karşımıza çıkması... Restorasyon süreçlerinde kamu kurumları yapılanları gerektiği gibi denetleyemiyor. Projelerin mimarları, zaten bütünüyle uygulama sürecinin dışında tutuluyorlar ve hiç denetleyemiyorlar. Sonunda iş müteahhidin insafına kalıyor. Seyyid Gazi gibi birçok yapının başına bu geliyor.

Kerem Erginoğlu (yüksek mimar): Maalesef Türkiye’de bu konuda iyi yetişmiş eleman sayısı az. İyi bir restorasyon yapabilmek için, yapılmış olan yapıyı iyi analiz edebilmek gerekiyor. Yapının yapım tekniğini ya da yok olmuşsa yapılış tekniğini bilmek gerekiyor. Bu bilgi üzerine mimarın tasarımını oluşturması gerekir. Yapının bir müze yapı olması ya da aynı işlevini devam ettirmesi durumunda göz ardı edilemeyecek önemli bir konu yapının ayakta kalabilmesini sağlama sorumluluğu... Tıpkı Mimar Sinan’ın Ayasofya’ya eklemiş olduğu taş payandalar gibi... Şayet bu payandalar yapılmasaydı Ayasofya’yı bugün ayakta göremezdik.

Prof. Aykut Köksal (Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi): En büyük sorumluluk, Vakıflar’ın yönetimine ait. Bunun pek çok nedeni var: ‘Koruma’nın yanlış kavramsal tanımı, bilgi eksiklikleri, tümüyle ters çalışan yani önce yükleniciyi belirleyen, daha sonra da ona restorasyon projesi yaptıran prosedürler, restorasyon uzmanlık eğitimlerinin zayıflığı, uygulamaya ve denetime ilişkin temel etik sorunlar ve son olarak da eserden önce yükleniciyi korumaya odaklanmış çarpık bir sistem.

Ne var ki, bunlardan da önce, mevcut hakim zihniyet, doğru bir korumacılığın önündeki en büyük engel. Vakıflar’ın bir kurum olarak varoluşu, öncelikle ‘ihya’ etmeye odaklıdır, halbuki doğru bir restorasyon, çoğu kez ‘ihya’ taleplerinin sınırlanmasını gerekli kılar.


Tabii bütün bunlara bir de duyarsızlığı eklemek lazım. 1999 depreminden sonra Mimar Sinan’ın Fındıklı’daki Molla Çelebi Camii’nin minaresi sökülüp yeniden yapıldı. Sökülen minare hafif konik geometrisiyle zarif bir profile sahipti. Bunun yerine yapılan minare ise tüm oran ve ölçüleri bozulmuş olarak düz bir silindir gibi yükseliyor. İstanbul’un göbeğinde, Mimar Sinan’ın kendi adını taşıyan bir üniversitenin yanı başındaki camisinin başına bu geliyorsa, Seyitgazi’deki külliye ucuz kurtulmuş bile diyebiliriz.

Radikal, Haber: Seben Dayı - Sibel İzci, 07.08.2011

KAÇIRILAN TARİHİ ESERLER ARTIK EVİNE DÖNÜYOR

 
Anadolu'dan kaçırılan tarihi eserler geç de olsa 'eve' dönüyor. Yılın ilk yedi ayında 1883 tarihi eserin Türkiye'ye iadesini sağlayan Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın hedefinde 11 ülkeden 22 eser daha var.

 

Ne kadar kabullenmek istemesek de kadir kıymet bilmezliğimiz dillere destan. Hep tersini düşünür, savunuruz ama karşımıza çıkan yeni yeni bilgi ve belgeler her seferinde bizi şaşkınlıkla dolu bir mahcubiyete sürükler. Yaklaşık 10 asırdır bu hazinenin üstünde oturan bir millet olarak onları özellikle 'dış mihraklara' karşı koruma sicilimiz pek de iyi değil. Dünyanın pek çok önemli müzesinde, Anadolu'dan kaçırılmış tarihi eserler sergilenmeye devam ediyor.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın bu yılki çalışmalarıyla, Anadolu topraklarından kaçırılan 1883 tarihi eser, 'evlerine' döndü. Bakanlık, 2007-2011 yılları arasında 3 bin 610 adet tarihi eseri çıkarıldığı topraklara geri getirmişti. Bakanlık dün, tarihi eserlerin iadesiyle ilgili yazılı bir açıklama yaptı. Açıklamada, Almanya'dan iade edilen Boğazköy Sfenksi hariç getirilen eserlerin içeriğiyle ilgili bilgi verilmezken konu hakkında hayli ilginç veriler mevcut. Bu yılın ilk yedi ayı içinde, 1883 tarihi eserin geri getirilmesi, son 8 yılın en yüksek iade rakamına işaret ediyor. Hedefte ise aralarında Bergama-Zeus Sunağı, Aphrodisias-İhtiyar Balıkçı Heykeli, Hacı Bayram Veli Türbesi Sandukası, Konya Beyhekim Cami Mihrabı ve Troya kalıntılarına ait parçaların da yer aldığı toplam 7 eser var. 'Eve dönüş' yolundaki hedefler arasında, ilk kez 14 Temmuz 2003'te Zaman'ın gündeme getirdiği Fransa'daki Louvre Müzesi'nde bulunan Sultan II. Selim türbesine ait çini pano da yer alıyor.

 

Eserlerin iadesiyle ilgili çalışmalar sürerken tarihi eser kaçakçılığıyla mücadele de devam ediyor. Çalınan eserin fotoğraflı envanter bilgileri, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı tüm müze müdürlüklerine, özel müzelere, koleksiyonerlere gönderilirken; bu konuda bakanlık internet sitesinde de duyurular yapılıyor. Ayrıca yurtdışına çıkışlarının önlenmesi amacıyla fotoğraflı envanter bilgileri ilgili kurumlara gönderilerek tüm gümrük kapıları uyarılıyor. Kaçırılan eserlerin iadeleriyle ilgili çalışmalar, bilim adamları ve müze müdürlüklerince hazırlanan raporlar doğrultusunda, ilgili kurumlarla işbirliği sağlanarak sürdürülüyor. Eserlerin iadesinin ikili görüşmeler ve anlaşmalar kapsamında sağlanamaması durumunda, konsolosluklar ve elçilikler aracılığıyla hukuk bürolarıyla ilişkiye geçilerek hukuki süreç başlatılıyor.

 

Anadolu topraklarına tekrar kazandırılan tarihi eserler arasında İngiltere'den 17, Almanya'dan 1 eser de bulunuyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı, ABD'den 4, Danimarka'dan 4, Bulgaristan'dan 3, İngiltere'den 3, Fransa'dan 2, İrlanda'dan 1, Portekiz'den 1, İtalya'dan 1, İskoçya'dan 1, Rusya'dan 1 ve Ukrayna'dan da 1 tarihi eserin iadesi için çalışmalarını sürdürüyor.

Zaman Haber: Özge Yalın, 07.08.2011

ERMENİ VE RUM EVLERİN RESTORASYONUNA TEPKİ

 

 

Ordu İl Kültür ve Turizm Müdürü Erkan Gülderen’in yerel basında çıkan "Ordu’da Osmanlı, Rum ve Ermeni mimarisinin özelliklerini yansıtan tarihi evler restore edilecek" sözlerine Ordu Üniversitesi (ODÜ) Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı Doç.Dr. İsmail Doğan tepki gösterdi.

 

Doç.Dr. Doğan, "Erivan’daki Türk eserlerinin bir tanesini restore edin. Bu restorasyonu yaparken de Türk evini restore ediyoruz diye manşet atın. Buna müsade eder mi Ermenistan? Peki siz hangi akla hizmetle Ordu’da Ermeni ve Rum evlerini tadilat ediyoruz diyebiliyorsunuz?" diye konuştu.

ODÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı Doç.Dr. İsmail Doğan, geçtiğimiz günlerde Ordu İl Kültür ve Turizm Müdürü Erkan Gülderen’in basına verdiği, "Ordu’da Osmanlı, Rum ve Ermeni mimarisinin özelliklerini yansıtan tarihi evlerden 23 tanesi ilk etap çalışmaları kapsamında aslına uygun olarak yeniden restore edilecek. Tespit ettiğimiz tarihi binalar 150 ile 200 yıllık yapılar" açıklamasına tepki gösterdi. Doç.Dr.İsmail Doğan, şöyle konuştu:

"Vatandaş olarak, bir bilim adamı olarak itiraz ediyorum. Her gördüğü taş evi Ermeni evi zanneden, her gördüğü cumbalı evi Rum evi zanneden zihniyeti kınıyorum. Mimari, coğrafyaya bağladır. Anadolu’da kerpiç ev kullanırsın, taşlık bölgede taş ev kullanırsın, ağaçlık bölgede kagir ev yaparsın. Bu Karadeniz Bölgesi’ne yönelik mimaridir. Bunun adını Ermeni, Rum koymak yanlıştır. Evet tarihi eserlerin korunması, restore edilmesi lazım ama bunu yaparken de adını doğru koymak lazım."

Türkiye’de birçok kilise tadilatlarının yapıldığını söyleyen Doç.Dr. İsmail Doğan, Erivan’daki eserleri sormak gerektiğini kaydederek şöyle dedi:
"Erivan’da hanlıktan kalma bizim yüzlerce eserimiz var. Hanlar, saraylar, camiler var. Hiçbirisi yok. Ermeniler yerle bir etti. Hiçbir Türk izi bırakmadılar. Binlerce Türk, yer adı vardı. Hepsini değiştirdiler. Hadi buyrun, Erivan’daki Türk eserlerinin bir tanesini restore edin. Bu restorasyonu yaparken de ’Türk evini restore ediyoruz’ diye manşet atın. Buna müsade eder mi Ermenistan? Peki siz hangi akla hizmetle Ordu’da Ermeni ve Rum evlerini tadilat ediyoruz diyebiliyorsunuz? Bu deniyorsa yanlıştır, ayıptır."

ODÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı Doç.Dr. İsmail Doğan, "Bir de şunu merak ediyorum. Bu restore yapılırken bunun finansmanını kim sağlayacak? Ermeni diyasporası mı? Rum kaynakları mı? Yok efendim Kültür Bakanlığı veya devletimiz finanse edecek diyorsanız, ben o zaman rahatsızlık duyuyorum. Benim vergilerimle yeterince Ermeni kilisesi, Rum kilesise tadilat edildi. Benim toprağımda, kendi yurdumda, kendi vergimle ötekileştirilemem. Biraz da Türk eserleri restore görsün veya bunun adını ona göre koysunlar. Netice itibarıyla bu tadilat lazımdır, fakat adı yanlıştır. Bunun düzeltilmesi lazım. Bu haberle Ermenistan sevinmiş, Türkler ve Azeriler de üzülmüşlerdir" diye konuştu.

Hürriyet, Haber: Erol Küçükoğlu, 07.08.2011

76 YILLIK FOTOĞRAFLARLA, AİLE YADİGARI TABLONUN İZİNDE

 

  

 

Atlı Köşk’teki Sabancı Müzesi’nin koleksiyonunda yer alan, Abdülmecid’in ‘Genç Kız’ tablosunun çalıntı olduğunu ileri süren Gür Fuat Tanju isimli 80 yaşındaki vatandaş, çocukluk fotoğraflarını delil olarak mahkemeye sundu ve 94 yaşındaki teyzesinin tanık olarak dinlenmesini istedi.

 

Aile fotoğrafından yola çıkan Tanju, dedektif gibi iz sürerek tablonun Sabancı Müzesi’nde olduğunu tespit etti. Holding ve müze ile yaptığı görüşmelerden sonuç alamayınca dava açtı. Sabancı Holding ise tablonun koleksiyoner Mesut Hakgüden’den intikal ettiğini bildirdi.

 

Halife Abdülmecid’in Sakıp Sabancı Müzesi’nde sergilenen iki ayrı ‘Genç Kız’ tablosunun çalıntı olduğunu iddia ederek, 76 yıl önce çekilen bir fotoğrafla mahkemeye başvuran Gür Fuat Tanju, dedesinden miras tablonun kendisine iade edilmesi veya değerinin ödenmesini istiyor. Armatör dedesi Hayri Araboğlu’nun kucağında 76 yıl önce çekilen fotoğrafla İstanbul 4 Asliye Hukuk Mahkemesi’ne başvuran Tanju, tablonun ellerinden uçup gidişinin hikayesini şöyle anlattı: “Dedemden bize 6 tablo miras kalmıştı. Tablolardan ikisi babamın evindeydi. Babam ölünce annem evden taşındı. Taşınma esnasında bu iki tablo kaybolmuş. Dededen miras olduğu halde taşınırken kaybolan veya çalınan iki ayrı tabloyu, rahmetli Sakıp Sabancı’nın gazetelerde yayımlanan bir röportajında gördüm. Tablonun Abdülmecid’e ait olduğunu anlatıyordu. Annem, evi taşıyanları o dönem sorgulamış, peşlerine düşmüş ama tablonun o kadar değerli olduğunu bilmediği için hallerine acıyıp polise şikayet etmemiş.”





Çocukluğunu geçirdiği evin duvarlarını süsleyen tabloyu gazetede görünce çok şaşırdığını ve Sabancı Holding’e mail attığını söyleyen Tanju, “48 yıl önce gittiğim Amerika’da yaşıyorum. Dava için Türkiye’ye geldim. Mail yoluyla Sabancı Holding’e ulaştım. Yaptığım yazışmalara 1999’da yanıt geldi. Arkasında tablonun görüntüsü olan çocukluk fotoğraflarımı da gönderip hikayeyi anlattım ve tablonun tarafıma teslim edilmesini istedim. Müze müdürlüğü, ‘Tablonun Sakıp Sabancı tarafından hibe edildiğini’ bildirdi, Holding Yöneticisi Yeşim Arı Kaya da ‘tablonun rahmetli Mesut Hakgüden’den (koleksiyoner) Antika ve Sanatseverler Derneği Başkanı Sakıp Sabancı’ya intikal ettiğini’ bildirdi. Yazışmalardan sonuç alamayınca, noter yoluyla Aralık 1999’da ihtarname gönderdik. Ondan da sonuç alamayınca dava açtım” diye konuştu.

İstanbul 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülen dava, geçen yılın başında açıldı. Mahkeme, tablonun çalındığının tek canlı tanığı olan 94 yaşındaki teyze Bedriye Saylam’ın dinlenmesi talebini, ‘tablonun çalındığına dair belgenin kendilerine sunulması halinde kabul edeceklerini’ belirterek ertelemişti. Tanju’nun avukatı Tekin Arslanca, bu durumu hukuka aykırı bulmuş, tabloyu satın aldıklarına dair karşı tarafın belge sunmaması halinde tablonun müvekkiline ait olduğu anlamına geldiğini belirterek itiraz etmişti. Geçen celse duruşmaya katılan Sabancı ailesinin avukatı Turan Başman, iddianın haksız ve gerçekdışı olduğunu ileri sürerek, dilekçeyi inceledikten sonra yazılı beyanda bulunacaklarını belirtmişti. Dava devam ediyor.

Radikal, 07.08.2011

KUYRUKLU YILDIZ ALTINDA BİR EV

 

 

Osmanlı'nın son, Cumhuriyet'in ilk döneminde yaşamış  Hüseyin Rahmi Gürpınar, 80 yıllık hayatının son 30 yılını Heybeliada'da geçirmişti. 1944'te vefatının ardından, burada kendi imkanlarıyla yaptırdığı üç katlı evinin başına gelmedik talihsizlik kalmadı. Gürpınar'ın bütün bir edebiyat yaşamını, uğraşlarını, kişiliğini yansıtan ev, her nasılsa yağmaları, bakımsızlığı ve kurumdan kuruma devredilme perişanlıklarını atlatıp 2000'lere ulaşmayı başardı. O yıl Adalar Kaymakamlığı'nın girişimi ve Kültür Bakanlığı'nın desteğiyle restore edilip müze haline getirildi. Aradan geçen zamanda yıpranan evin, ekim ayında İstanbul İl Özel İdaresi'nce tekrar yenileneceği açıklandı. Önemli mimari problemleri bulunmamasına karşın evin özellikle iklimlendirme sorunu yaşadığı, restorasyonda bu durumun da giderileceği söyleniyor. 
 

Doğrusu yenileme çalışmalarının yapılacağını duyduğumuzda aklımıza düştü evi ziyaret etme fikri. Evi görmek için başka vesile arayanlara yazarın 1864'ün 17 Ağustos'unda doğduğunu hatırlatabiliriz; yani doğum gününün yaklaştığını. Yalnız hemen söyleyelim, Heybeli'ye vardıktan sonra eve ulaşmak için küçük bir zahmete katlanmanız gerekiyor. Zira Gürpınar kalabalıktan uzak kalmak için kıyıdan biraz uzağa kurmuş evini. Yaklaşık yarım saat yürüyüp yokuş çıkmalısınız. Fayton ya da bisiklet kiralamak işinizi kolaylaştırır. Yolda müzeyle ilgili bir tabela yok. Bir süre devam eden, daha sonra çatallanan yolun kafanızı karıştırmaması için Türk usulü tarif şöyle; askeriyeye kadar devam edip, soldaki yokuşu çıkan yolu takip edeceksiniz. Eğer asfalttan ayrılıp toprak yollara sapmadıysanız, oradan çam ağaçlarının içindeki eve ulaşmanız 10 dakika sürmeyecek. İşin bu kısmı yalnızca öğlen sıcağında eve giden bizim için değil, vaktiyle Gürpınar'ı ziyaret eden arkadaşları için de dertliymiş. Devrin önemli kadın şairlerinden Şükufe Nihal bir kez 'Buraya gelmek için tayyareye binmeli' şeklinde sitem ettiğinde 'Haklısınız' demiş Gürpınar; 'Benim evin yolu benden daha meşhurdur.'


Bahçe kapısının ziline bastığınızda sizi Nevin Hanım karşılıyor. Ailesi vaktiyle Karadeniz'den buraya göç etmiş, doğma büyüme adalı ve üç yıldır müze evin bekçiliğini yapıyor. Espriyle karışık 'Eve gelebilen oluyor mu?' diye sorduğumuzda, kışın kuş uçmaz kervan geçmez bir yer olduğunu ama havalar ısındığında çok sayıda ziyaretçi geldiğini söylüyor. Bizden önceki gün üç aile ziyaret etmiş örneğin.
 

İçeri adımınızı attığınızda ilk katta oturma odası biçiminde düzenlenmiş geniş bir salonla ve yazarın okuma odası olarak kullandığı küçük bir bölümle karşılaşıyorsunuz. Gayet sade bir havaya sahip ilk katta aslında epey eşya varmış vaktiyle. Fakat yağmalanmış. 'Yılan hikayesi'ni şöyle anlatalım; Gürpınar'ın ölümünün ardından ev yazarın mirasçısı, dayı kızı Emine Muzaffer'in yazlığına dönüşür. Muzaffer, evi 1964'te İl Özel İdaresi'ne müze yapılması için satar. Çalışmalar ancak 1983'te başlar; Kültür ve Turizm Bakanlığı'na devredilerek. 1987'de müzeye çevrilmesi için bu kez Adalar Belediyesi'ne verilir. Öncekilerin beceremediği işi belediye de beceremez. 1996'da adaya kaymakam atanan Mustafa Farsakoğlu (şimdiki belediye başkanı) tekrar ilgi gösterir, belediye ve bakanlıkla işbirliği yaparak 2000'de nihayet müzeye dönüşmesini sağlar. Bütün bu süre boyunca bekçiye rağmen engellenemeyen yağmalarda, envanterde görünen yazarın piyanosu, bisikleti, kemanı, yağlıboya tabloları, avizeleri, kristal likör takımları, antika halıları kaybolur. Yine önemli bir kısmı kaybolsa da, fareler ve böcekler dışında kitaplara dokunan pek olmaz.


Gürpınar'ın zevk sahibi biri olduğunu üst kata çıktığınızda görüyorsunuz. Burada çalışma odasıyla yazar hakkında ilginç bilgiler veren yemek ve yatak odaları var. Yemek odasındaki masa Gürpınar birazdan yemeğe gelecekmiş gibi kurulu. Antika mobilyalar, Fransız tarzı kristal içki ve porselen yemek takımları yazarın zevki hakkında ipuçları veriyor. Yatak odasında ilk anda dikkat çeken yatağın üzerindeki işlemeli pembe örtü. Özen gösterildiği belli olan ama zamana yenik düşüp bozulmuş bu işlemeler de, mutfaktaki masanın artık tozla kaplanmış örtüsündeki tığ işi motifler de bizzat yazarın kendisine ait. Sabah erken kalkıp İsveç usulü sporunu yaptıktan sonra öğlen ikiye kadar çalışma odasına kapanıp kitabını yazarmış Gürpınar. Günün geri kalanını da en büyük üç keyfine ayırırmış; kitap okumak, örgü örüp elişi yapmak ve yemek hazırlamak.


Gürpınar'ın örgü ve dantel merakı, babaannesinin ve teyzesinin yanında büyüdüğü çocukluk yıllarına kadar uzanıyor. İleriki yaşlarında yalnızlığını gidermek, sıkıntılarını unutmak için hobiye dönüşür bu merak. Yemek yapmakta da üstüne yoktur. Özellikle reçelleriyle dondurmaları arkadaşları ve ada halkı arasında ünlenir. Tarif almak için kapısını çalanlar çoktur.
 

Evin çatı katına çıktığınızda küçük bir bölümün, Gürpınar'ın kendisine ördüğü takkeler, vazo kılıfları gibi elişlerinin sergilenmesi için ayrıldığını görüyorsunuz. Adayı, denizi ve İstanbul'u gören geniş manzaraya sahip en güzel oda da yine çatı katında bulunuyor. Burası Gürpınar'ın gençlik yıllarından beri en yakın arkadaşı olan Miralay Hulusi Bey'e ayrılmış. İstanbul'dan neredeyse hiç ayrılmamasına karşın, Hulusi Bey 1933'te vefat edince sıkıntıdan ve kederden kaçmak için Mısır'a gitmesi arkadaşına duyduğu sevgiyi anlatmaya yetiyor. Kitaplarını ilk önce okuttuğu, her sabah birlikte yürüyüşe çıktığı Hulusi Bey dışında yalnızlığını kimseyle paylaşmadığını söylemek yanlış olmaz. 'Müzmin bekar'dır ve ömür boyu evlenmez. Aşk onun için cinselliğin öne çıktığı gelip geçici bir durumdur. Refik Ahmet Sevengil, Gürpınar'ı anlattığı bir yazısında şöyle diyor; 'Bir gün (bekarlığının) sebebini sorduğumda önce sıkıldı, kızardı, suali cevapsız bırakmamak için gülümsedi: Yattığım odada başka nefes istemem, sinirlenirim, bunun içindir ki misafirlikte de kalmam.' 


Vaktiyle Turing Vakfı'nın başkanlığını yürütmüş 'İstanbul aşığı' Çelik Gülersoy, her fırsatta dikkatleri yönlendirmeye çalıştığı evin, en nihayetinde müzeye dönüştürülmesine katkı sağlayanlardan biri. Gülersoy, yazarın romanlarında bizim insanlarımızı 'epeyce sevimli, çok renkli ama biraz da nemelazımcı, biraz eyyamcı, biraz yüze gülücü' bir karaktere büründürdüğüne dikkat çekip, evin talihsiz hikayesinin de pekala bu tespiti doğrulayan biçimde okunabileceğini söylüyor; 'Kuyruklu Yıldız Altında İzdivaç romanında'ta anlattığı gibi, Halley'in dünyaya çarpmasından korunmak üzere herkes evinin kapısını kapamayı yeğledi. Sevgili piyanosu, avizeleri, işlemeli koltukları birer birer götürülürken, kimse ne olduğunu sormadı.'

 

Romanlarında, öykülerinde ve tiyatro oyunlarında ironinin eksik olmadığı sıcak bir dille insanları ve kadın erkek ilişkilerini anlatan yazarın, evini insanlardan uzak bir yere kurmasının nedenini onun hikayesini öğrendiğinizde anlıyorsunuz. Kendisi henüz çevresini tanıyacak yaşa bile gelmemişken annesini veremden kaybeder, babası yeniden evlenip İstanbul'dan ayrılırken onu babaannesine bırakır. Mahmudiye Rüştiyesi'nin subay bölümünde okurken annesini teslim alan hastalık onu da yakalayınca okulu bırakıp yalıtılmış bir yaşama başlar. Zaten verem hastalığıyla tanışmış bir ailede büyümesi onu mikroptan korkan, aşırı titiz, eldivensiz gezmeyen, tokalaşmaktan kaçınan, başkasının dokunduğu yere elini sürmeyen bir 'hastalık hastası' yapmıştır. Romanlarında dönemin insanlarını ve daha çok da kadınları başarıyla anlatabilmesinin nedeni, kadınların arasında geçen çocukluğudur.


1900'lerin başlarından itibaren  10 yıl kadar, yaz günlerini Heybeliada'da kiraya çıkarak geçirir. 1888'de Tercüman-ı Hakikat gazetesinde tefrika edilmiş ilk romanı 'Şık' ona ün kazandırmış, ertesi yıl ilk kitabı olarak basılmıştır. Zamanının en çok satan ve kazanan yazarlarındandır. II. Abdülhamid'in bu başarısından dolayı kendisine verdiği beratı evinin duvarında asılı görebilirsiniz. 1911'de yayınlanan 'Şıpsevdi' romanından 700 altın lira gibi büyük bir kazanç sağlayan yazar ertesi yıl, adanın kıyıya  uzak yüksek yerindeki bir arsayı alıp evini yaptırmaya başlar.

Akşam Pazar, Haber: Eyüp Tatlıpınar, 07.08.2011

TARİHİ KÖŞK HARABEYE DÖNDÜ

 

 

Sarıkamış'ta 1896 yılında Rus Çarı II. Nikola tarafından tek çivi çakılmadan yaptırılan tarihi Katerine Köşkü vatandaşlar tarafından içerisine hayvanlar alınarak ahır olarak kullanılıyor.

 

Sarıkamış'ta bulunan ve yapım tekniği bakımından Dünya'da eşine ender rastlanan bir eser olan Katerine Köşkü bakımsızlık ve ilgisizlikten dolayı çürümeye terk edildi. Ağaçtan ve biri birine geçme metoduyla yapılan Katerine Köşkü'nün bir çok yerinde sökülmeler gözlenirken, binanın çürüyen ağaçları ise görenleri hayrete düşürüyor.

 

Osmanlı-Rus savaşından sonra Rus Çarı II. Nikola tarafından komutanlık binası olarak yaptırılan köşk, zaman zaman da av köşkü olarak kullanılmış. Yöre halkı tarafından 'Katerine Köşkü' olarak adlandırılan tarihi bina, bir 'ahşap harikası' olarak değerlendiriliyor. Buna rağmen yeterli ilgiyi göremeyen Katerine Köşkü' yavaş yavaş çürümeye yüz tutmuş.

 

Fırınlanmış çam ağaçlarının köşelerinin çentilmesiyle tek bir çivi bile kullanılmadan inşa edilen köşkte, duvarlarının içinden geçirilen borularla oluşturulan bir tür kalorifer sistemi bulunuyor. Köşkün içi ise 'Baltık tarzı' olarak isimlendirilen bir mimari tarzının özelliklerini taşıyor. Tarihi köşk, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından 1989 yılında tescil edilerek koruma altına alınmıştı.

 

KATERİNA KÖŞKÜ

19. yüzyıl sonunda Baltık mimari tarzında, Doğu-Batı istikametinde inşa edilen bina dikdörtgen planlı olup, üç bölümden oluşmaktadır. Kuzey cephedeki sütunlu giriş kapısının ana bölümü kesme taştan yapılmış olup, bu kısmın kuzeye ve güneye bakan giriş cepheleri yarım oval bir şekilde ahşaptan yapılmıştır.

 

Ana binanın sağında ve solunda bodrum katı ile birlikte iki katlı olan ve temel duvarları taştan, cephe duvarları ahşaptan yapılan ve yine giriş kapıları kuzeyden açılan iki bölüm daha mevcuttur. Bu iki bölümün cephe duvarları tamamen simetrik çam ağaçlarından birbirine geçmeli ikişer sıradan oluşmaktadır. Ahşap hatılların çapı hemen hemen aynı olup, üst üste ve yan yana geçme tekniği ile inşa edilmiştir.

 

Binanın kuzey ve güney cephesinde üzerleri üçgen yapılı 8 adet büyük 4 adet küçük pencere mevcuttur. Kuzey cephedeki sütunlu giriş kapısının kenarlarında birer sütun ve bu sütun kısmın üzerini oluşturan çatı kısmında yüksekçe bir kırma çatı bulunmaktadır. Kuzey cephedeki sütunlu kapıya ve yan bölümleri oluşturan ahşap binanın giriş kapılarına merdivenle ulaşılmaktadır. Binanın yan cephelerinde ayrıca 4 adet pencere bulunmaktadır.

Sabah, 06.08.2011

TUNÇ ÇAĞI'NA IŞIK TUTAN KAZI

 

Samsun’un Bafra İlçesi'nde 1974 yılında başlayan İkiztepe kazıları devam ediyor. Bugüne kadar 11 bin 700 civarında eser ve kalıntının ortaya çıkarıldığı kazının, gelecek yıl tamamlanması planlanıyor.

 

Samsun yakınlarındaki Dündartepe’de 1940 yılında kazı yapan arkeologlar tarafından Bafra İlçesi'nde keşfedilen İkiztepe’de, 1974 yılında başlatılan ve bugüne kadar süren kazıların bu yılki bölümü ”Tepe 3” olarak adlandırılan bölgede başladı.

 

İstanbul Üniversitesi (İÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü’nden emekli olan Prof.Dr. Önder Bilgi başkanlığında günümüze kadar sürdürülen kazılarda şimdiye kadar İlk Tunç ve Orta Tunç Çağı (MÖ 4300-1700) dönemine ait yaklaşık 11 bin 700 eser ve kalıntı bulunduğu belirtildi.

 

Kazı Başkanı Bilgi, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca desteklenen İkiztepe’de kazı çalışmalarının 37 yıldır devam ettiğini ve yöredeki kazı çalışmalarının sonuna gelindiğini söyledi.

 

İkiztepe kazılarında bulunan eserlerin bölgenin tarihini aydınlattığını söyleyen Bilgi, şu bilgileri verdi:

”İkiztepe’de bugüne kadar elde edilen buluntu sayısı 11 bin 700 dolayına ulaştı. Kültür ve Turizm Bakanlığı adına yürüttüğümüz kazıların bu yılki bölümü devam ediyor. Ortaya çıkartılan eserler büyük önem taşıyor. Eserler bölgenin tarihinin bilinmesi açısından bazı karanlık noktaları aydınlattı. Burada yaşayan insanların ilk defa MÖ 4300 yıllarında bölgeye yerleştiği, kesintisiz olarak MÖ 1700 yılına kadar burada yaşadıklarını belirledik. Bu zaman içinde insanlar burada ahşap evlerde yaşamış. Yaşamlarını sürdürmek için avcılık, hayvancılık, balıkçılık yapmışlar. Bunları bulduğumuz kemiklerinden ve balık kılçıklarından anladık. Ama esas faaliyetlerinin metalurji olduğunu gördük. Amasya’nın Merzifon İlçesi'nden elde ettikleri bakırı ve Sinop’un Durağan İlçesi'nden sağladıkları arseniği karıştırarak metal alaşım haline getirerek çok sayıda metal eser, silah, takı, alet ve sembol gibi eserler ürettiklerini gördük. Ayrıca çok sayıda dokuma tezgahı ile karşılaştık. Bütün bunları değerlendirdiğimizde basit bir yaşamları olan fakat sanayi bakımından çok yüksek bir teknolojiye sahip bir topluluğun İkiztepe’de yaşamış olduğunu anladık.”

 

Bilgi, burada yaşayan insanların Hint Avrupalı olduğunu, bu insanların Orta Anadolu’da İkiztepe sonrasında kurdukları siyasi birlikle üne kavuşan Hititler’in de atası olabileceklerini düşündüklerini kaydetti.

 

İkiztepe kazılarının 37 yıldır devam ettiğini ve gelecek yıl tamamen bitirileceğini ifade eden Bilgi, yapılan çalışmalarda elde edilen eserlerle ilgili olarak bugüne kadar 3 kitap yayımladıklarını ve elde edilen bütün bilgilerin tek bir kitap haline getirileceğini kaydetti.

 

İkiztepe ören yerinde bugüne kadar yapılan kazılarda, bölgede Kalkolitik döneme MÖ 5000-4000 ait yerleşmelerin izine rastlanırken, MÖ 4300 ile MÖ 1700 yıllarına kadar da sürekli yerleşim yapıldığı anlaşıldı. Kazılarda, İlk Tunç Çağı (MÖ 3000-2000) ve Erken Hitit (MÖ 1900-1800) dönemine ait çok sayıda eser ve kalıntı bulundu. Ayrıca Hellenistik döneme ait kesme taştan inşa edilmiş bir tümülüs anıt mezar ortaya çıkarıldı.

 

İkiztepe’deki kazılarda elde edilen arkeolojik parçalar arasında yer alan en ilginç buluntuları ise ameliyatlı kafatasları oluşturuyor. İkiztepe ören yerindeki en yüksek tepede MÖ 2300-2100 yıllarına ait mezarlıktan çıkarılan 690 iskeletin 8′inde bu döneme ait bilinçli ameliyatlar yapıldığına dair izlere rastlanmıştı.

 

Tıp kitaplarında yer alan Aztek ve Eski Mısır örneklerinden farklı olarak ”kapak açma” yöntemiyle gerçekleştirilen ameliyatların izini taşıyan buluntular, Anadolu’da rastlanan tek örnekler olması açısından da arkeolojik bir önem taşıyor.

 

Ayrıca bu eserlerin incelenmesi sonucunda burada yaşayan insanların, Akdeniz ırkının özelliklerini taşımadıkları ve Alacahöyük’te yaşayan Orta Anadolu ırkından farklı, Güney Rusya ile Bulgaristan’da yaşamış ırktan oldukları anlaşıldı.

 

Kazılarda bugüne kadar elde edilen buluntuların bir bölümü Samsun Arkeoloji ve Etnografya Müzesi’nde sergileniyor.

Zaman, 06.08.2011

RESTORASYONU MÜTEAHHİT YAPMAMALI

 

 

Sanat Tarihçi Prof.Dr. Haşim Karpuz, restorasyonun arkeolojik kazı gibi çok incelik gerektiren bir iş olduğunu belirterek, bu nedenle müteahhitlere restorasyon işinin verilmemesi gerektiğini söyledi.

 

Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanata Tarihi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Haşim Karpuz, Konya’nın restorasyon tarihine bakıldığında çok güzel işlerin yapıldığı gibi çok kötü, acemice restorasyonların da yapıldığını ifade etti.

 

Osmanlı döneminde Asar-ı Atika Nizamnamesine bağlı olarak Konya’da tarihi yapıların korunması ve restorasyonuna önem verildiğini ifade eden Prof.Dr. Haşim Karpuz, “Bazı fotoğraflarda bunu görüyoruz. 1905-1907 yıllarında Alaeddin Camii’nin minberinin, Sahip Ata Camii’nin mihrabının fotoğraf çekilmiş. Ve fotoğrafın arkasına imam dahil 3 kişi tutanak gibi imza atarak Asar-ı Atika’yı koruyacağım, yangın ve doğal felaketin dışındaki zararlardan sorumlu olacağım diye imama zimmetlemişler. Cumhuriyetin ilk yıllarında da korunma kararları alınmış. 1931 yılında Atatürk Konya Türk Ocağını ziyaret edince bir rapor vermişler. Gençler raporda, İnce Minare Medresesi, Karatay Medresesi, Mevlana Türbesi gibi birçok Selçuklu eserinin harap halde olduğunu ve bunların acilen restorasyonunun yapılmasını istemişler. Bunun üzerine Atatürk, İsmet Paşa’ya çok sayıda tarihi eserler var, yer üstünde ve yer altında zengin değerlerimiz var, bunların kazılıp restorasyonun yapılması için uzmanlara ihtiyaç var. Yurt dışına öğrenci gönderelim ve tarihi eser alanında mütehassıs yetiştirelim şeklinde telgraf çekmiştir” dedi.

 

Prof. Karpuz, gerek yurtdışına öğrenci gönderilmesi gerekse ülke içinde yetişen uzmanlarla 1950’li yıllarda İnce Minare, Karatay ev Sırçalı Medresesinin restorasyonları, o zamanın Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün tek restorasyon mimarı Mahmut Akok tarafından yapıldığına dikkat çekti. 1980’lere gelindiğinde Türkiye’nin ekonomik bakımdan güçlendiğini müzecilik, arkeoloji ve restorasyon alanında birçok uzmanın yetiştiğini dile getiren Prof. Karpuz, bu uzmanlarla Konya’da merkez ve ilçelerde birçok tarihi eserin onarıldığını belirtti.

 

“Restorasyonlarda işi alan müteahhit alanında uzmansa, iyi ustalar buluyorsa yapı aslına uygun olarak yapılıyor. Ancak bu işten anlamıyorsa yapının bütün özelliklerini yok ediyorlar” diyen Prof. Karpuz, şu değerlendirmelerde bulundu: “En kötü restore edilen tarihi eser Sahip Ata Hankahı’dır. Çünkü yapının restorasyonunu bu işten anlamıyan birine vermişler ve hankah içinde bulunan Büyük Selçuklu duvar çinilerini kırmıştı. Bu olay karşısında genel müdür bile gözyaşlarını tutamadı. Sonrasında genel müdürlük olaya el koydu çok iyi bir çini restorasyonu buldular. Restorasyonun ardından hankah eski haline getirildi ve çini müzesi yapıldı. Önceki adam hiç tarihi eser restorasyon etmemiş, cahil ama müteahhit ihaleye giriyor ve kazanıyor. İhale yoluyla restorasyon yapılamaz. Restorasyon arkeolojik kazı yapılır gibi yapılmalı. En iyi uzmanları bulacaksınız ve bulduğunuz uzmanlar projesini ve uygulamasını kendilerini yapacak. Eşrefoğlu Camii’ de aynı şekilde. Çini işlerini yapan ustalar iyi ama çinileri çok abartılı bir şekilde restore ettiler. Yrd. Doç.Dr. Yaşar Erdemir, doktora tezi yaptı. Tezinde caminin özgün renklerini ve motiflerin şekillerinin orijinalini belirtmişti. Ancak çok abartılı bir restorasyon yapıldığı için çinilerde özgün renkler yakalanamadı.”

 

Müze-i Hümayun’nun anaokulu olarak hizmet vermesini değerlendiren Prof.Dr. Haşim Karpuz, buranın tarihi özelliğinden dolayı kültür amaçlı kullanılmasının daha doğru olacağını kaydetti. Müze-i Hümayunda restorasyon değil rekonstrüksiyonun (bir eserin yeniden yapımı) yapıldığını aktaran Prof. Karpuz, “Dolayısıyla binanın orijinal bir tarafı yok. Sadece kapıya kitabesini koydular. Bu yapı mimarlık tarihi bakımından değeri yok ama tarih bakımından değeri var. Çünkü Konya’nın ilk müze binasını hatırlatması bakımından değeri var. Milli Eğitim mülkün olan tarihi binaları ihtiyaçları doğrultusunda değerlendiriyor. Ancak buranın ana okulu olarak yapılması yanlış. Kültür ve sanat amaçlı kullansalar daha doğru olurdu” diye konuştu.

 

Alaeddin Tepesi’ndeki II. Kılıçarslan Köşkü’nün yapım çalışmalarını da değerlendiren Prof. Karpuz, köşkün genel durumu hakkında tamamlayıcı bilgilere sahip olmadıklarını söyledi. Yapılması planlanan projede köşkün iki kulesi olan bir saray gibi gösterildiğini ifade eden Prof. Karpuz, şunları kaydetti: “Eski fotoğraflar da bugünkü kalan parçanın tam yıkılmadan önceki halini gösteriyor. Bir işe yaramıyor. Ne kadar tarihi canlandırıyoruz ya da sarayı eski şekline dönüştüreceğiz dense de çok fazla ilerleme kaydedilemeyecek. Sarayın seyir köşkünü yapabiliriz ancak çok fazla üst yapıya ait restorasyon da ortaya konamayacak. Devam eden kazılarda yeni bilgi ve bulgulara ulaşmayı bekliyoruz. Acaba iç kale çift surla mı çevriliydi? Buna bakıyoruz. Sarayın önünde bir çift izine rastlandı. Kazılarda sarayın önünde çift sur izine rastlandı. Bu surların saray kompleksini içene aldığını, İnce Minare’nin hizasına gitmeden köşe yapıp sarayı içine aldığını ve bütün tepeyi çevrelediğini ileri süren görüşler var. Kazılarda iç kale surlarının Selçuklular zamanında yapıldığını ve restorasyona uğradığını görüyoruz. Çünkü Selçuklular Konya’yı fethettiğinde şehir haraptı. Selçuklularda haçlılara karşı korunmak için iç kalelerini restore etmişler. Kazılarda çini, mimari parçalar, alçı süslemeler, kandiller, sikkeler gibi küçük parçalar da bulundu. Bunlar önemlidir.”

 

Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü'nün Alaeddin çevresinde aldığı kontrollü kazı çalışmalarında ise geç kalındığını anlatan Prof. Karpuz, “Selçuklu Konya’sının kent dokusunun korunması için çok geç kalındı. 1982’de Alaeddin Tepesi, Bedesten, Mevlana Müzesi’nin olduğu alan arkeolojik kentsel sit ilan edildi. Biz bunların birleştirilip surların geçtiği alanlarda kontrollü kazı yapılsın tavsiyesinde bulunduk. Şu anda kazı yapılan alanlarda sur çıkıyor ama anıtlar kurulu dış surlarının evin temelinde korumak şartıyla inşaata izin veriyor. Bu yanlıştır. Bugün dershane olarak kullanılan eski otel binasının altında tarihi su kalıntıları var. Doktorlar iş hanının altında dış kale surları var. Belediye Konya surlarının bir bölümünü koruyup sergilemesi lazım ama bu yapılmıyor” diye konuştu.

Konya Merhaba, 06.08.2011

NADİR ESERLER BU MERKEZDE GENÇLEŞİYOR

 

 

Çukurcuma'da beş yıl önce açılan Arte Su Arte'de aklınıza gelebilecek her türlü nadide eser restore ediliyor. HSBC Bank bombalandığında paramparça olan yağlıboya tablolardan bazıları da burada onarılmış.

 

Arte Su Arte, 2006 yılından beri Türkiye'nin ilk ve tek özel restorasyon merkezi. İlgilisi bilir. Türkiye'de restorasyon merkezlerinin sayısı oldukça azdır. Bu eksikliği kapatmaya çalışmasından ötürü önemli bir merkez olan Arte Su Arte'nin kuruluş nedenini merak edip düştük Çukurcuma'nın yokuş yollarına.

 

Arte Su Arte, Çukurcuma'da tarihi bir binanın alt katında hizmet veriyor. Solmuş, yırtılmış Osman Hamdi Bey tabloları, lime lime dağılmış Yavuz Selim, Kanuni kaftanları, Sultan Abdülaziz'in saltanat kayığının deri mataraları, Dolmabahçe Sarayı'nın porselenleri, Urartu'nun bronz eserleri, Roma'nın cam sürahileri, Bahriye Nezareti'nin haritaları gibi koleksiyonların güzide parçaları hassasiyetle yenileniyor. Bu merkeze gelince fark ettik ki her şey restore edilebiliyormuş.

 

Merkezin kurucusu mimar Naim Arnas aynı zamanda bir koleksiyoner. Yıllarca biriktirdiği eserlerin restorasyonunu yaptırmak için uğraşmış. Bir müddet Sultanahmet'te bir merkezde yaptırmış. Sonra oradan ayrılan restoratörlerle çalışmış. "Öncelikle arkeolojik eserler için bir restorasyon merkezine ihtiyaç vardı. Türkiye'de hiç restorasyon merkezi yok. Dolayısıyla piyasada çok iyi restoratörler de yok. Olanlar da tablo restorasyonu yapıyorlar." diyen Arnas, 2005'te hem kendi koleksiyonu için hem de dıştan gelecek eserler için kendi işini kendi görmeye karar vermiş.

 

Restorasyonun ne kadar uzun sürdüğünü ve masraflı olduğunu Arte Su Arte'ye gelince anlıyoruz. Masanın üzerindeki Osmanlı paşasının resmini bir esnaf getirmiş. "Restorasyonu 8 ay sürecek. Fiyatı da 7 bin dolar. Getirilen eserin gerçek ya da kopya olmasına göre fiyat belirleniyor." diyor Arnas ve diğer masanın üzerinde duran büyük siyah bir kamyonu göstererek devam ediyor: "El yapımı bir kamyon. Üzerinde 3 aydır uğraşıyoruz. Bitirirsek Bursa'daki oyuncak sergisine koyacağız. Kadir Has Müzesi'ne ait HSBC Bank'ta bombalanmış bir tablo vardı. Paramparça geldi. En tahrip olmuş eserimiz oydu. Restorasyonu tam 1 yıl sürdü. Restorasyon öyle özensiz yapılacak bir şey değil. Bir tablonun sadece temizliği 3-4 gün sürer. Üzerindeki patinayı almanız, altındaki katmanları kontrol etmeniz lazım. Kibrit çöpünden bina yapmak gibi bir şey."

 

Merkezde hemen hemen her tür restorasyon yapılıyor. Tablo, tekstil, hat ve levha, kağıt, deri eserler, seramik eserler, taş eserler, ahşap eserler, metal eserler ve mimari restorasyon... Eski oyuncakları dahi restore ediyorlar. Fakat onlar buna restore etmek değil, tamir etmek diyorlar.

Etraf, paşa tablolarıyla dolu. Tablo restorasyonu belli ki Arte Su Arte için daha önemli. Fakat Naim Arnas, tablo konusunda Türkiye'de yetişmiş restoratörlerin olmamasından şikayetçi. Bu yüzden merkezin başında 2006 yılından bu yıla kadar hep yabancılar olmuş. Önce bir Fransız, sonra bir İspanyol. Diğer elemanlar ise Bulgaristan ve Belçikalıymış. Ara ara Türkler de katılmış ancak hep sınırlı sayıda. Şimdi ise merkezin başında Bilge Su Şen bulunuyor. Ancak tablo işi geldiğinde hemen yurtdışından sürekli çalıştıkları elemanlar çağırılıyor. Naim Arnas, "Bu merkezi açtıktan sonra gördüğüm şu: Restorasyon konusunda Türkiye'de yetişmiş insan sayısı az. Olanlarsa dışarıda eğitim almışlar. Özellikle tablo konusunda... Uzun bir süre bu eksiği kapatmak için uğraştık. Restore edilmesi gereken şeylerin bazılarını burada restore ettik, bazılarını dışarıya gönderdik. Özellikle tekstil konusunda dışarıdan bir arkadaşla çalışıyoruz. Kağıt restorasyonu konusunu bazen bünyemizde hallediyoruz bazen dışarıdan part time çalışan arkadaşlarımıza başvuruyoruz. Ancak tekstilde, ahşapta, pişmiş toprakta yetişen arkadaşlarımız var." diyor.

 

 

Arte Su Arte, daha çok kendi koleksiyonlarını restore ediyor demek daha doğru olur. Müşteri sayısının az olduğunu söyleyen Naim Arnas, "2006'dan bu yana baktığımda çok büyük bir müşteri portföyümüz olmadı. Olamıyor da. İnsanlar eserlerini restore ederken para vermek istemiyorlar. Arkeolojik bir eser alırken çok ucuza alabilirsiniz. Diyelim ki 100 liraya aldınız. Bunun restorasyonu 150 liraysa yaptırmıyor. Çünkü maliyeti yüksek geliyor. Restorasyon zaman aldığı için ucuz bir şey değil. Ancak tablo konusunda Deniz Müzesi'nin ve Kadir Has Müzesi'nin eserlerinin restorasyonunu yaptık. Tablo konusunda uzman bir kadronuz varsa her zaman müşteriniz var demektir. İspanyol bir arkadaşımız var bizim, o bu işi çok iyi biliyor. Onun çalışkanlığını beğenen, becerisini takdir eden müşterilerimiz var. Diğer eserlerden de müşteri geliyor ama çok değil." diyor.

 

Arte Su Arte, geçtiğimiz aylarda açılan Hamam Kültürü Sergisi'ndeki eserlerin tamamını restore etmiş. Sergide yer alan tekstilden metale her tür malzeme ellerinden geçmiş. Hatta sabunlar bile... Yine mayıs ayında Bursa'da açılan oyuncak sergisindeki bütün eserlerin bakım ve onarımları da yine burada yapılmış.

Zaman Cumaertesi, Haber: Saliha Cüvelek, 06.08.2011

FATİH'İN DÖKÜMHANESİNİN DEMİR ÇARK DİŞLİSİ BULUNDU

 

     

 

Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethinde kullandığı top ve güllelerin yapıldığı Kırklareli'nin Demirköy İlçesi'ndeki dökümhanede devam eden kazı çalışmaları sırasında, demir çark dişlisi bulundu.


Kazı Başkanı, Mimar Sinan Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Nurcan Yazıcı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, İstanbul Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi ve Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi'nden öğretim üyeleri ve öğrencilerden oluşan 30 kişilik bir ekip ile 15 Temmuzda dökümhanede başladıkları kazı çalışmalarını sürdürdüklerini söyledi.






Yazıcı, Osmanlı döneminin önemli sanayi tesislerinden biri olan Demirkö y Dökümhanesi'nin döneminin en ileri teknolojisine sahip olduğunu bunun yaptıkları kazılarla daha iyi anlaşıldığını ifade etti. Yazıcı, 20. yüzyılın başlarına kadar hizmette olan dökümhanede bu yıl yaptıkları kazılarda çarkın parçası sanılan bir dişli ve bu dişlinin göbek mili sanılan demir aksamının ortaya çıkarıldığını belirtti.


Buldukları demir parçaları karşısında oldukça heyecanlandıklar ını anlatan Yazıcı, "Kazıların tadına daha yeni varmaya başladık. Gün yüzüne çıkardığımız her bir parça bizleri çok mutlu ediyor. Dökümhane'deki kazı çalışmalarının 3-4 yıl içinde tamamlanmasını hedefliyoruz. Yine dökümhane alanında bulunan mescidin restorasyonu yapılacak. Bölgeyi bir açık hava endüstri arkeoloji müzesi haline getirmeyi arzuluyoruz" dedi.





Tarihi Demirköy Dökümhanesi, Kırklareli'nin Demirköy İlçesi'ne 4 kilometre uzaklıkta bulunuyor. Fatih Sultan Mehmet Han'ın 1453 yılında İstanbul'un fethinde kullandığı topların güllelerini burada döktürdüğü belirtiliyor.


Dönemin en ileri teknolojisiyle döküm işinde kullanılan Demirköy Tophane-i Amiriye İşletmeleri olarak anılan Demirköy Dökümhanesi, 15. yüzyıl ortalarından 19. yüzyıl sonlarına kadar aralıksız çalışmış. Osmanlı dönemine ait dökümhanede enerji, suyla sağlanıyor.

Türkiye Gazetesi, 06.08.2011

MURAT MOROVA, BRITISH MUSEUM KOLEKSİYONUNDA

 

Daha önce Erol Akyavaş'ın 'Miraçname'sini koleksiyonuna katan British Museum bu kez de Morova'nın "Kıssadan Hisse" adlı dizisinden "Hz. Eyüp" temalı eseri satın aldı. Eser, geçtiğimiz yıl İstanbul Galeri Nev'de sergilenmişti. İşlerini genellikle geleneksel form/felsefe ile temellendiren sanatçı, el yapımı kağıt üzerine gerçekleştirdiği bu dizisinde 'kadim hikayeler' ile 'bugün' arasındaki mesafede 'tarih', 'tekerrür', 'tekamül' kavramları üzerinden bir okuma pratiği yapıyor. Daha önce açtığı sergilerine "Remz", "Nafile Yazılar", "Yalan Dünya", "Uryan", "Dem Bu Dem" gibi başlıklar koyan sanatçı bu dizide de geleneksel formları çağdaş sanatın öğeleriyle birleştiriyor.

Zaman, 06.08.2011

YUKARIKÖY BAŞTAN YARATILACAK

 

Narlıdere'nin en eski yapılarının bulunduğu Yukarıköy'deki 11 tarihi binanın restore edilmesi için İzmir İl Özel İdaresi bütçesinden 426 bin lira ayrıldığı açıklandı.

 

Belediye Başkanı Abdül Batur, Narlıdere'de modern bir köy yaratılacağını belirterek, "Yukarıköy baştan yaratılarak Narlıdere'nin çekim merkezi olacak" dedi. Narlıdere'nin kentsel sit alanı içerisinde bulunan ilk yerleşim bölgesi olan Yukarıköy'deki tarihi binaların, restorasyon projeleri, tabiat varlıkları kurulu tarafından onaylandı. İzmir İl Özel İdaresi, Yukarıköy'de bulunan 11 tarihi evin restorasyon çalışmaları için 426 bin lira bütçe ayırdı. Yukarıköy'ün, Narlıdere'nin Şirince'si olma yolunda hızla ilerlediğini söyleyen Batur, "Koruma altındaki köyü yaşatmak zorundayız. Narlıdere merak edilecek, tercih edilecek bir çekim merkezi haline gelecek. Yukarıköy, Narlıdere'nin tarihi değeri" dedi.

Yeni Asır, Haber: Fatih Abacıoğlu, 05.08.2011

YELKENLER YOROS'A

 

 

Kaleler genellikle şehirleri korumak için yapılır bildiğiniz gibi. Kale düştüğünde şehirler de düşer. Ülkemizdeki kalelerin de çoğu savaşlarda düşmüş, düştüğü gibi de kalmıştır. Bugün eski kaleleri ya tarihi filmlerde ya da kale alanında verilen konserlerde hatırlanır. Çoğu harabe durumda olan kaleler genellikle restore edilip manzarasından yararlanılan mekanlar haline getiriliyor. Kalenin tarihi, dönemindeki toplumsal yaşama katkısı, ansiklopedilerde yaşarken;   kalenin kendisi sadece çay-simit ya da rakı-balık manzarası olarak günlük yaşamımıza katkı sunar. Oysa kaleler de; geçmiş uygarlıklar hakkında ipucu toplamanın, bildiklerimizi derdest etmenin  bir alanı olabilir pekala. İstanbul’un tek antik kalesi Yoros (Hieron) da diğerleri gibi uzun yıllar kendi haline bırakıldı. Mesire ve ayyaş mekanı olarak hizmet veren Kale’nin tarihi arka planı iki senedir süren kazılarla ortaya çıkartılıyor. Bu iki yıllık süreçte azımsanmayacak gelişmeler kat edilmiş.

 

İstanbul’un antik dönemden kalan tek kalesi olan Yoros (Hieron) Kalesi’nde iki yıldır süren kazılar sonucunda Osmanlı dönemine ait bir çok eser bulundu. Kültür Bakanlığı ve İstanbul Üniversitesi tarafından yürütülen kazı aynı zamanda Bakanlar Kurulu önerili yapılıyor. İstanbul İl Kültür Müdürü Prof.Dr. Ahmet Emre Bilgili, Kazı Başkanı Prof.Dr. Asnu Bilban Yalçın ve Beykoz Belediye Başkanı Yücel Çelikbilek, Yoros’da (Hieron) yaptıkları basın açıklamasıyla kazı hakkında bilgi verdiler. Yoros Kalesi’nin tarihi açıdan çok önemli olduğunu vurgulayan Kazı Başkanı, kalenin konumu nedeniyle İstanbul’un Karadeniz’e açılan kapısı olduğunu, hatta Pers Kralı Darius’un da burada konakladığının düşünüldüğünü belirtti. Asnu Bilban, vakti zamanında kalenin eteklerinde 300 geminin demirleyebildiği bir liman bulunduğunu belitti.

 

Zeus ve 12 Yunan Tanrısı için yapılmış iki tapınak da olduğu bilinen alanda ilerleyen safhalarda bunlara da  ulaşılabileceği düşünülüyor. Dini önemi de bulunan kalede ilkçağ insanını Karadeniz’in bilinmezliği korkutmuş ve gemiciler Karadeniz’e açılmadan önce burada Zeus’a adak adarlarmış. Osmanlı döneminde yeniçeri garnizonu olarak kullanılan kalede ulaşılan materyaller genellikle gündelik yaşama dair.  Keramik kaplar, levazımlıklar, su ve yemek kapları, pipo lüleleri bulunanlar arasında. Genç bir kazı olduğunu vurgulayan Asnu Bilban, kazı çalışmaları ilerledikçe antik döneme ait bulgulara rastlanabileceğini ve bu bulguların Yunan Kolonizasyon devrini aydınlatabileceğini belirtti.

 

Yoros (Hieron) Kalesi'ndeki çalışmaların bir önemli diğer özelliği de bir kale kazısı yapılıyor olması. Ülkemizde genellikle kalelerle ilgili yapılan çalışmalar düzenleme ile geçiştirilir. Böylelikle Yoros kazısı, Kale kazıcılığının değerli bir örneğini de teşkil etmiş oluyor.

 

Bu alanda deniz savaşlarının yoğun olması su altı kazılarının da önemini arttırıyor. İlerleyen dönemlerde bu konuda da girişimlerin olacağı yapılan açıklamalardan anlaşılıyor.

 

Kale ve çevresindeki 1600 metre karelik bir alana kazı izni alınmış durumda. Arkeolog, sanat tarihçisi ve mimarlardan oluşan yirmi kişilik ekiple çalışmalar yürütülüyor. Kazı ekibinin ihtiyaçlarının karşılandığı, lojistik destek sağlandığı ve kısmi değerlendirmeyi yapıp ilgili müzeye götürecek bir kazı evinin kazı alanına yapılacağını söyleniyor. Geniş kapsamlı bir çalışmayla bölgenin ören yeri haline getirilmesi hedefleniyor.

 

KALENİN TARİHİ

Yoros Kalesi, İstanbul’da Anadolu Kavağı sırtlarındaki Doğu Roma döneminden kalma önemli bir kale. Yoros, imparatorluk zayıf düştükten sonra Cenevizlilerin eline geçmiş ve uzun süre onların elinde kalmış; bu yüzden bir Ceneviz Kalesi olduğu inancı doğmuş. Adının nereden geldiği kesin olarak bilinmemekle birlikte, “Kutsal yer” anlamına gelen Hieron’dan geldiği görüşü oldukça yaygın. Osmanlı Devletinde yeniçeri garnizonuna dönüştürülmüş. 1800’lerin başında ise 20 köyden oluşan bir garnizona dönüşmüş. Deniz ticareti için önemli olduğu kadar İstanbul’u, Karadeniz’den gelecek saldırılara karşı korumak için de kullanılmış.

Evrensel, Haber: İsmail Afacan, 05.08.2011

ANTİK KENTTE DİNAMİT TEHLİKESİ

 

 

Muğla’nın Milas İlçesi'nde yer alan Labranda antik kentinde kazı çalışmaları başladı. Kazı ekibi başkanı, maden ocaklarındaki çalışmalarda patlatılan dinamitlerin antik kentte hissedildiğini belirterek, yapıların zarar gördüğüne dikkat çekti.

 

Labranda antik kenti kazısında eşbaşkan olarak görev yapan Adnan Menderes Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Fatma Bağdatlı Çam, büyük bir ekiple çalıştıklarını restorasyon için çizimler yapıldığını, bunlar bittikten sonra restorasyon ve konservasyon çalışmalarına geçeceklerini söyledi.

 

Labranda’nın diğer antik kentlere göre daha şanslı olduğunu belirten Çam, “antik kentin taşları yerinden sökülerek başka alanlarda kullanılmamış. Ayakta kalan yapıların bir kısmı depremler ve doğal şartlardan dolayı zarar görmüş. Yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya. Onun için bu yıl özellikle restorasyon çalışmalarına ağırlık vererek, duvarların çizimlerinin yapılması, daha sonra restorasyon ve ardından da konservasyon çalışmalarının yapılması planlanmakta. Labranda antik kentinin yakınlarında bazı maden çalışmaları yapılıyor. Maden ocaklarındaki dinamit patlamaları buradan da hissediliyor. Bu patlamalar zor şartlarda ayakta duran yapıların daha çabuk zarar görmesini ve daha çabuk yıkılabilmesini sağlamakta. Kaymakamlığa ve ilgili makamlara maden ocaklarının Labranda antik kentine verdiği zararlar hakkında bilgi aktardık” dedi.

 

Labranda antik kenti, kutsal bir alan olarak kabul ediliyor. MÖ 4. yüzyılın ortalarında Hekatomnik krallığı tarafından kuruldu.Buradaki ilk inşaat çalışmaları Kral Mausoles tarafından MÖ 4. yüzyılın ortalarında başlatılmış. Daha sonra kardeşi İdrieus tarafından sürdürülmüş.Buradaki yapıların çoğu tapınak. Hekatomnos ailesiyle ilgili kutsal yapılar içermekte. Antik dönemde Labranda da yılda bir kere çok büyük bir festival düzenlenerek, tanrılara adaklar adanmaktaydı.Milas’tan buraya gelen 14 kilometre uzunluğunda 8 metre genişliğinde mermerden yapılmış bir antik yol vardı. Buradaki çalışmalar bu yol sayesinde yapılmış.Burada görev yapan rahiplerin evleri de bu alan içerisinde yer alıyordu. Labranda’da önemli su kaynağı var. Bu suyun bulunduğu kısımda büyük blok taşlardan yapılmış bir mezar yapısı var. Bu mezarın Hekatomnos ailesine ait kral veya yöneticiye ait olduğu düşünülmekte.

Cnn Türk, 05.08.2011

ÇEŞME'NİN TARİHİ 5 BİN YIL ÖNCESİNE GİTTİ

 

 

İzmir’in Çeşme İlçesi’nde Bağlararası Mevkii’nde bir tesadüf sonucu bulunan yerleşim birimi ile ilgili kazı çalışmaları sürdürülürken 3 bin 700 yıl önce meydana gelen büyük depremin izleri de araştırılıyor.

 

Çeşme’teki Bağlararası Mevkii’nde 2001 yılında tesadüf sonucu Çeşme Müzesi uzmanı Arkeolog Hüseyin Vural tarafından keşfedilen bronz çağına ait yerleşim merkezinde bugüne kadar yapılan kazı çalışmalarında Çeşme tarihinin günümüzden en az 5 bin yıl öncesine kadar gittiği tespit edildi. Ankara Üniversitesi Sualtı Arkeolojik Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin (ANKÜSAM), ‘İzmir Bölgesi Kazı ve Araştırmalar Projesi’ (IRERP) kapsamında yapılan arkeolojik kazılar Doç.Dr. Vasıf Şahoğlu başkanlığında sürdürülüyor.

 

Kazı Başkanı Doç.Dr. Vasıf Şahoğlu, bölgenin önemini ortaya koyarak, Çeşme’de binlerde yıldan bu yana devam eden gelenek ve yaşam biçimlerinin kökeninin incelenmesini hedeflediklerini söyledi. Doç.Dr. Şahoğlu, “Bölgenin özellikle MÖ 2 bin başlarındaki Girit-Minos deniz ticareti ile olan ilişkisi ve Çeşme Bağlararası’nın bu ticaret ağı içerisindeki rolü, cevap aranması gereken en önemli sorulardan bazıları. Batı Anadolu sahil kesiminin, İç Anadolu bölgesinde etkin olan Hititler ile olan sosyo-kültürel, siyasi ve ticari ilişkileri de yine araştırmalarımızın en önemli odak noktalarından birisini oluşturmakta” diye konuştu.

 

Bu yılki kazı çalışmalarının 19 Temmuz’da başladığını ve 15 Eylül’e kadar devam edeceğini kaydeden Doç.Dr. Vasıf Şahoğlu, şöyle dedi:

“Bu yılki kazı sezonunun ana hedefi, kazı yapılan alanlarda derinleşilerek daha erken dönemlerin araştırılması. Yaklaşık 25 kişilik bir ekiple sürdürdüğümüz çalışmalarımızda, Çeşme’de günümüzden 3 bin 700 yıl önce meydana gelmiş büyük depremin izlerini de araştıracağız. Geçen yıl iki farklı alanda kazı çalışması yaptık. Birinci kazı alanımız MÖ 3 bin ortalarına tarihlenen kısımdı. Bir diğer alan ise geçen yıl yeni kazmaya başladığımız MÖ 2 bin ortalarına tarihlenen yerleşmede yaptığımız kazılardı. Bu alanda gerçekleştirdiğimiz kazılarda MÖ 13-14. yüzyıllara tarihleyebileceğimiz Myken döneme ait bir çukur içerisinden Ege adalarına has boyalı seramik örnekleri ile çok iyi korunmuş 3 bin 300 yıllık bir bronz mızrak ucu bulmuştuk. Büyük ölçüde tahribata maruz kalmış bu mimari ögelerin kazısını bu yıl da sürdüreceğiz. Kazılarımız Çeşme tarihinin daha birçok bilinmeyenine ışık tutacak. ”

 

Doç.Dr. Vasıf Şahoğlu, bu yılki çalışmalarda şu ana kadar karşılarına çıkan en iyi korunmuş mimari öğelere rastladıklarını vurguladı. Yaklaşık 4 bin 500 yıl öncesine tarihlenen 2 metre yüksekliğindeki taş duvarları ortaya çıkardıklarını kaydeden Doç.Dr. Şahoğlu, bölgedeki bu taş mimarinin, günümüzde de süregelen taş mimari geleneği kökeninin binlerce yıl öncesine tarihlendiğini gösterdiğini ekledi.

haberler.com, 04.08.2011

ADIYAMAN'DAN NEMRUT DAVASI

 

 

Malatya Valiliği'nin internet sitesinde yer alan Nemrut figürü, Adıyaman Belediyesi'nin girişimiyle kaldırıldı. 
 
Ankara'da düzenlenen 'Malatya Günleri' organizasyonunda Nemrut figürlerinin kullanılması Adıyaman Belediyesi'ni harekete geçirmişti. Başkan Büyükaslan'ın talimatlarıyla girişimde bulunan belediyenin hukuk bürosu avukatları Şanlıurfa Bölge İdare Mahkemesi'ne dava açtı. Şanlıurfa Bölge İdare Mahkemesi davayı Malatya Bölge İdare Mahkemesi'ne sevk etti. Dava açılır açılmaz Malatya Valiliği internet sitesindeki Nemrut figürlerini kaldırdı. 
 
Konuyla ilgili açıklamada bulunan Başkan Büyükaslan, "Kanun önünde Adıyaman'a tescilli olan Nemrut dağına ait görüntü ve sembollerin Malatya tanıtım günlerinde ve web sitesinde Malatya iline ait gibi reklam edilmesinin ve gösterilmesinin engellenmesi, ayrıca Malatya tanıtım günlerinde kasten haksız ve yersiz olarak Nemrut dağına ait bilgi, belge ve resimleri kullandıkları için 5 Bin TL tazminat alacağımıza hükmedilmesine yönelik başvuruyu yapmıştır. Danıştay 8. Dairesi'nin Nemrut'un Adıyaman'a ait olduğuna dair dava sonuç belgesi de eklenmiştir" dedi. 

Malatya Haber, 04.08.2011

ASKER DENETİMİNDE TARİH TAHRİP EDİLİYOR

 

 

Van ve Hakkari başta olmak üzere bölgede bulunan ve tarihe ışık tutan kalelerin büyük bölümü yıllardır askeriyenin denetiminde tutuluyor. Halkın girişine izin verilmeyen tarihi kaleler, turizm açılmadığı gibi askeri nöbet kuleleri ve koruma duvarlarıyla tahrip ediliyor.

 

Van, Hakkari ve Ağrı’da bulunan tarihi kaleler yıllardır halka yasaklanmış durumda. Geçmiş tarihe ışık tutan ve turizm açısında önemli mekanlar olan kalelerde tarihi çalışmalar yapılması yerine büyük bölümü askerler için yapılan nöbet kuleleri ve koruma duvarlarıyla tahrip ediliyor. Başta Hakkari’de bulunan Hakkari ile Bay Kaleleri, Van’da bulunan Tilki Tepe, Toprak, Çatak ve Muradiye kaleleri, Patnos’ta bulunan Kot Tepesi Kalesi başta olmak üzere tarihi kalelerin tamamı askerlerin nöbet alanları olarak kullanılıyor. Kalelerde restorasyon yerine asker kulübeleri inşa ediliyor. İşte “güvenlik” bahane edilerek, halkın alınmadığı ve askeri alan ilan edilen tarihi kalelerin özellikleri:

 

CÖLEMERİK KALESİ

Hakkari İl merkezinde kuzey güney yönlerine uzanan, yüksekliği 100-200 metre olan bir tepe üzerinde kurulmuş olan tarihi kale, 1990’lı yılların başında beri askerler tarafından gözetleme kulesi ve güvenlik amaçlı olarak kullanılıyor. Kale, 1990 yılına kadar üst kısımlarında bulunan çay bahçeleriyle halkın en önemli dinlenme mekanı olarak kullanılıyordu.

 

BAY KALESİ

Şehrin güney tarafında ve merkeze yaklaşık 8 kilometre uzaklıkta bulunan kale, sarp ve kayalık bir tepe üzerinde yer alıyor. Kaleye hem kuzeyden hem de güney tarafından iki yol bulunuyor. Mimari dokusu büyük ölçüde tahrip olan kalenin en üst kesiminde moloz taşlar ve Horasan harcı ile tutturulmuş duvar izleri mevcut. Tarihi kaynaklarda Hakkari Beylerinden Malik Beyin’in hüküm sürdüğü belirtilen Kale, yıllardır askerlerin nöbet alanı olarak kullanılıyor.

 

TOPRAKKALE

Van’ın kuzeydoğu yönünde Van Ovası’nda bulunan ve Urartuların ikinci başkenti olarak bilinen yerleşme alanına yer alan Toprakkale Zimzim kayalıkları üzerine kurulmuştur. Urartu sulama tesislerinin en gelişmiş örneğini oluşturan ve Rusa Barajı olarak anılan barajın iki ayrı gövde duvarı vardır ve deniz seviyesinden 2 bin 544 metre yüksekliğindedir. Dönemin medeniyetlerine ev sahipliği yapmış olan Toprakkale, 1980 darbesinden sonra yasak bölge ilan edilerek, askeri alan yapıldı. Bir zamanlar işkencehane olarak kullanıldığı belirtilen Toprakkale’de son olarak Van Barosu’na yapılan bir başvuruda Kalede bulunan bir mağarada yüzlerce kişinin cenazelerin bulunduğu belirtilmişti.

 

TİLKİTEPE

Van’ın 8 kilometre güneyinde, Van Gölü’nün kıyısında yer alan Tilkitepe Höyüğü, ilk defa 1899 yılında İngiliz arkeolog Belck tarafından keşfedilmiştir. Yaklaşık olarak 45 metre çapında ve 10 metre yüksekliğindedir. Tilkitepe Doğu Anadolu’da keşfedilmiş ender höyüklerden birisidir. Bölgede bulunan höyük sayısının az olmasın en önemli nedeni olumsuz iklim koşullarıdır. Bölgede en önemli tarihi mekan olarak kabul edilen Tilki Tepe, yıllardır Özel Hareket timlerin eğitim alanı olarak kullanılıyor. Kazı çalışmaları yapmak isteyen arkeologlar bölgeye bile yaklaştırılmıyor.

 

AZİZ ETİENNE KİLİSESİ

Van’ın Çatak İlçe merkezinde bulunan tarihi Aziz Etienne Kilisesi’nin (Dera Heşet) etrafı, 1995 yılından bu yana İlçe Jandarma Karakolu tarafından tel örgülerle örülüp halka yasaklandı. Sayısız kilise, manastır ve tarihi yapının bulunduğu kentte, eserler; kimi zaman 9. yüzyıldan kaldığı belirtilen Hogecvank Manastırı (Der Meryem) ile 13. yüzyıldan kalma St. Bartholomeus Kilisesi gibi, operasyonlara çıkan askerlerin atış poligonu oluyor, kimi zaman ise 13. yüzyıldan kalma Ardzvaber Manastırı gibi askerler tarafından yıkılarak taşları yeni yapılacak karakollar için kullanılıyor. Hemen hemen her Köyü'nde bir kilisenin bulunduğu hatta bazı kiliselerin camiye çevrilip kullanılıyor. Halk arasındaki adıyla Dêra Hêşet Kilisesi askerlerin nöbet tuttuğu bir mekan haline geldi.

 

PATNOS KOT TEPESİ (AZNAVUR)

Ağrı’nın Patnos İlçesi’nde bulunan ve en eski uygarlık merkezi olarak bilinen Urartu döneminin en önemli mekanlarından olan Kot Tepesi (Aznavur ), tarıma yönelik sulama kanallarına sıkça rastlandığı tarihi bir mekan. Tarihi önem ve döneme sahip olan Kot Tepesi’nde şimdi ise askeriye ait bina ve askeri kuleler bulunuyor. Alana halkın yaklaşmasına dahi izin verilmiyor. Tarihi Aznavur Tepesi, 1965 yılından bu yana askeriyenin denetiminde bulunuyor. 46 yıl önce ilçeye yerleşen 34. Motorlu Tugay Piyade Komutanlığı’na bağlı askerlerin yerleşmesi üzerine tarihi bölge halka yurttaşlara yasaklanmıştır.

Evrensel, 01.08.2011





.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi