29 Ocak - 4 Şubat 2012
|
SARAYDA KEPÇEYLE YIKIM

Sarayda kepçeyle yıkım Sultanahmet'te Bizans Büyük Saray'a ait tarihi yapı iş makineleriyle yerle bir edilip yerine otel yapılırken kimsenin kılı kıpırdamadı.
Radikal'in haberine göre, Sultanahmet'te 1. Derece Koruma Bölgesi içinde yer alan, kentsel ve arkeolojik sit alanı içindeki Bizans Büyük Saray'a ait olduğu düşünülen tarihi yapıyı iş makinalarıyla yerle bir edip yıktılar. Yerine beş katlı otel diktiler. Bu sırada durumu fark eden uzmanların İstanbul 4 Numaralı Koruma Kurulu ile Fatih Belediyesi'ne yaptığı bilidirim sonuç vermedi.
Koruma Kurulu bir ay sonra inşaatın durdurulması yönünde karar aldı. Bir ay içinde inşaat beş kat yükseldi, çatı aşamasına geldi. Sultanahmet Mahallesi 98 ada 1,2,22 ve 33 parselde yer alan inşaat, arkeologlara göre Bizans Büyük Saray'ın üstüne yapıldı. İki parsel yanında, Sultanahmet Eresin Otel'in altında da benzer kalıntılar inşaat sırasında çıkmış, otel sahipleri bu kalıntıları koruma altına alarak müzeye çevirmişti. 'Güçlendirme' izniyle Sultanahmet Küçükayasofya Caddesi üzerinde 1 ve 2. parseli korunması gerekli kültür varlığı olarak tescil edilen, diğer parselleri de 2. derece korunması gerekli kültür varlığı olan yapılar bir gecede yıkıldı. Ancak yıkımdan önce Fatih Belediyesi'nden güçlendirme izni alındı.
İnşaat yapılacak alanın etrafı suntadan tahta paravanlarla kapatıldı. İçeride ne olup bittiğinin görünmemesi için küçük bir delik bile bırakılmadı. Ardından önce tarihi binalar yıkıldı. Temele kadar inildi. Altta Bizans Büyük Saray'a ait duvar kalıntıları ve tarihi yapılar çıktı. Bunlar da iş makineleri ile yıkıldı. Tüm bunlar olup biterken ne Büyükşehir ne de Fatih Belediyesi'nden bir yetkili uğradı. Temel betonlarının bir kısmı atılıp tarihi duvarların iş makineleri ile yıkıldığı sırada çevredeki işyeri sahiplerinden şikâyet geldi.
İstanbul Arkeoloji Müzesi uzmanları adrese gittiklerinde gördükleri manzara karşısında şaşkına döndü. Bizans Büyük Saray'a ait olduğunu düşündükleri 4 metre genişliğinde yaklaşık 10 metre yüksekliğindeki tarihi duvarlar yerle bir edilmişti. Uzmanlar, bunu yapmalarının yasak olduğunu ve inşaatı durdurmaları gerektiğini söyledi. ama gözlerinin önünde yıkım devam etti. 1 ay sonra karar alındı Geçen 15 Aralık günü tespit edilen bu durum, İstanbul 4 Numaralı Koruma Kurulu'na, Fatih Belediye Başkanlığı'na ivedilikle bildirildi. Koruma Kurulu bu şikâyeti tam 1 ay sonra gündeme aldı.
18 Ocak 2012 tarihli Koruma Kurulu kararında şöyle denildi:
"Açığa çıkan tarihi duvar kalıntılarının İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü'nce kalıntı rölevesinin ve niteliğini açıkça belirten raporun hazırlanarak kurulumuza iletilmesine, söz konusu alanda her türülü inşai faaliyetlerin ivedi olarak durdurulmasına, 1 ve 2 parsellere ait güncel röleve, restitüsyon ve restorasyon projelerinin kurulumuza iletilmesine karar verildi." 5 yıla kadar hapis Koruma Kurulu inşaatın durdurulmasını istemişti ama inşaatın 5 katı da bitmiş, çatısı yapılıyordu. Kurulun rölevesini istediği tarihi duvarlar da hafriyat oldu.
2863 sayılı yasanın 65. maddesi a fıkrasında şöyle diyor:
"Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının yıkılmasına, bozulmasına, tahribine, yok olmasına veya her ne suretle olursa olsun zarara uğramalarına kasten sebebiyet verenler iki yıldan beş yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adli para cezasıyla cezalandırılır."
Bir şeyler döndü ama ne!
Bir kurul yetkilisi şunları söyledi: "Tarihi yarımada bütününde yapılaşma ve araştırma için yapılacak temel kazıları müze denetiminde olmalıydı. Ancak belediye haber bile vermedi. Belli ki inşaatı yapanlara arka çıkılıyor. Kurulun gündemine geç alınması da şüpheli. Çünkü geçen yıl nisan ayında bir karar aldık. Bu tür acil durumlarda faksla ya da telefonla gelen ihbarlar karşısında kurul toplanana kadar inşaatın durdurulmasına karar vermiştik. Bir şeyler döndü ama ne olduğunu anlamış değilim. Belediye de kurul yöneticileri de bu durumdan mesuldür."
'Dehşete kapıldım, bu bir vandalizm'
Arkeologlar Derneği İstanbul Şube Başkanı Doç. Dr. Necmi Karul: "Dehşete kapıldım. Bu bir vandalizm. Belli ki bir yapı kompleksine ait duvar kalıntıları. Saraya ait bir yapı gibi görünüyor. Gözümüz gibi baktığımız tarihi yarımadada bu nasıl yapılır? Belediye nerde? Koruma Kurulu nerde? Hiç kimse görmemesi ilginç. Arkası oldukça sağlam biri olmalı. 2863 sayılı yasa hapis cezası öngörürken bu nasıl bir cüret? Ancak yasa var ama kâğıt üzerinde, uygulayacak yönetici yok! Fourseasons Otel daha önce Bizans Sarayı üzerine yapıldı. Buradan cesaret alıyorlar."
Vatan, 05.02.2012 |
ULUSLARARASI MÜZELER KONSEYİ - ICOM, TÜRKİYE'Yİ BİRLİKTEN ATTI!
Art Newspaper dergisinin internet sitesinde yer alan habere göre, müzeler ve kültürel varlıkların korunması konusunda dünya çapında önemli çalışmalara imza atan ICOM (International Council of Museums / Uluslararası Müzeler Konseyi), Kültür Bakanlığı tarafından desteklenen Türkiye Milli Komitesi'nin akreditasyonunu fesh etti. UNESCO'nun desteklediği ICOM'un Genel Müdürü Julien Arfurns, Art Newspaper'a yaptığı açıklamada karar yetkisi bulunan ve 1960'larda kurulan Türkiye Milli Komitesi'ni fesh etme nedenleriyle ilgili olarak "2010 yılından bu yana süren tartışmalara rağmen, hala zamana ayak uyduramadılar" dedi.
'Yeni komite siyasallaştırılmayacak'
Habere göre şu sıralar fesh edilen komite yerine ICOM Türkiye adıyla kurulacak bağımsız bir komitenin hazırlıkları sürüyor. Yeni komite, Türkiye'nin dört bir yanından müze profesyonellerinden oluşacak. Fesh edilen eski komite üyelerinden bazıları da yeni komitede yer alacak. Anforns, "Yeni komite kesinlikle siyasallaştırılmayacak" diye konuştu. ICOM'un yayımladığı bildiride 2011'in son üçte birlik döneminde Türkiye'nin ekonomisinin yüzde 8.2 oranında büyümesine rağmen, kültüre ayrılan bütçenin sadece yüzde 0.04 arttığı ifade edildi: "Devlet desteği ile kurulan müzelerin sayısı artarken, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın bütçesi şaşırtıcı şekilde düşük kalıyor. Görünen o ki, bakanlık bu müzeler için tek taşıyıcı güç olarak kalmayı sürdüremeyecek".
Elleri kolları bağlı
Bildiride, müzelerde özel sektör gibi başka finans yöntemlerinin aranması gerektiği ve Türkiye'de müze sektörünün elinin kolunun bağlı olduğu ima edildi: "Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndaki merkezi, bürokratik ve karmaşık sistem, devlet ile müzeler arasında bağlantı/iletişim sorununa neden oluyor. Kanunlarla düzenlenmiş bu sistemde, müze yönetimleri kendileri karar verme sistemlerini kurmak yerine bakanlıktan karar beklemek zorunda kalıyor".
Beyoğlu ve Galata Salt Galeri'nin Müdürü Vasıf Kortun da Art Newspaper'a konuyla ilgili açıklamada bulundu. Kortun, "Türkiye heyetinin Kültür ve Turizm Bakanlığı dışında olmasını tercih ederim. Ama ICOM'un çağdaş ve modern sanat müzeleriyle ilgili konulara dahil olmasıyla ilgili kafamda soru işaretleri var. Onlara bağlı komiteler ve birlikler var. Ki bunlar ulusal veya uluslararası olabiliyor. Mesela CIMAM müze pratiği ile ilgili çalışmalarda daha aktif" diye konuştu.
Kültür yatırımları için 271 milyon lira
Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan yapılan açıklamaya göre 2011 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı'na gelen bütçeden ayrılan pay binde 40'tı. Bu rakam 2012'de yüzde 25'lik bir artışla binde 50'ye çıkarıldı. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın kültür yatırımları için 2011 bütçesinden ayrılan kaynak 199 milyon 500 bin TL'ydi. 2012 bütçesinde ise kültür yatırımları için 271 milyon 350 bin TL ayrıldı. Bu da yüzde 36'lık artışa denk geliyor. Türkiye'nin 2011 yılı Gayrisafi Milli Hasılası 1,28 trilyon TL. Bu bilgiler doğrultusunda Türkiye'de 2011 yılı kültür harcamalarının Gayrisafi Milli Hasıla'ya oranı 0.00015.
Milliyet, 02.02.2012
******
ULUSLARARASI MÜZECİLİK KURULUŞU BAKANLIĞI GÖZDEN ÇIKARDI

ICOM un Türkiye temsilciliğini Suay Aksoy un başkanı olduğu Müzecilik Meslek Kuruluşu Derneği yürütecek.
Uluslararası müzeciler birliği ICOM, temsilciliğini Kültür Bakanlığı’ndan alıp, sivil topluma devretti. UNESCO’nun himayesinde bir kuruluş olan ICOM, Aralık ayında Türkiye’nin akreditasyonunun iptal etmişti. Geçtiğimiz günlerde bir mektupla, Türkiye temsilciğini Müzecilik Meslek Kuruluşu Derneği’nin sürdümesini istediklerini bildirdi.
International Council of Museums (ICOM), 1970 yılından bu yana Türkiye’de Milletlerarası Müzeler Konseyi (ICOM) Türkiye Milli Komitesi tarafından temsil ediliyordu. Kültür Bakanlığı’nın Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne bağlı olan milli komitenin ‘tabii üyeleri’ de genel müdürlük yöneticileriydi. Bakanlığa bağlı müzecilerin üye olduğu kurumun, sivil müzecilik uzmanları ve özel müze çalışanlarını üye yapmakta isteksiz davranması ICOM’un kararında etkili oldu.
Defalarca Milli Komite’ye başvurdukları halde üye kabul edilmeyenlerin şikayetlerini ICOM’a iletmesi sonuç verdi. ICOM merkezi, “Yeni üye kabul etmekten kaçındığı ve son yıllarda ICOM Genel Kurullarına katılmadığı” için Türkiye’nin akreditasyonunu kaldırdığını duyurdu. ICOM’un Türkiye temsilciliğini Suay Aksoy’un başkanı olduğu Müzecilik Meslek Kuruluşu Derneği yürütecek.
Radikal, 02.02.2012
|
AKM İHALESİ BU AY

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Taksim'deki AKM'nin
restorasyonu için ihale yapılmasına ilişkin gerekli
hazırlıkları tamamladı. AKM'nin
tadilat, tamirat ve depreme karşı
güçlendirilmesi için bu ay içinde ihaleye çıkılacak.
Tadilat, tamirat ve
güçlendirme, mevcut bina korunarak
gerçekleştirilecek, binada herhangi bir değişiklik
yapılmayacak. Kültür ve Turizm Bakanlığı, yakın bir
zamanda, sponsorla da protokol imzalayacak.
Tadilat, tamirat ve
güçlendirme çalışmalarının ekim ayında başlaması ve
en geç 2013 yılının 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'na
yetiştirilmesi öngörülüyor.
AKM'nin, dünya standartlarında bir kültür ve sanat
merkezine dönüştürülmesi için Kültür ve Turizm
Bakanlığı ile İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti
Ajansı arasında 8 Ekim 2008'de işbirliği protokolü
imzalandı. AKM'nin ilk mimarı Hayati Tabanlıoğlu'nun
oğlu mimar Murat Tabanlıoğlu'nunn hazırladığı proje
de 29 Mayıs 2009'da Koruma Kurulu'nca onaylandı. Bu
proje, 29 Haziran 2009 tarihinde ihale edildi. Ancak
bu sırada Kültür, Sanat ve Turizm Emekçileri
Sendikası (Kültür Sanat- Sen), Koruma Kurulu
kararının iptali için dava açtı. İstanbul 9. İdare
Mahkemesi yürütmeyi durdurma kararı aldı. Bunun
üzerine çalışmalar durdu. Avrupa Kültür Başkenti
Ajansı, itirazlara konu olan değişiklik taleplerini
görüşmek ve tarafları uzlaştırmak amacıyla Devlet
Tiyatroları Genel Müdürü, Devlet Opera Balesi Genel
Müdürü, yürütmeyi durdurma kararı aldıran Kültür,
Sanat ve Turizm Emekçileri Sendikası, ilgili meslek
örgütleri temsilcileri, projeyi hazırlayan mimari
büro temsilcilerini bir araya getirdi ve uzlaşma
sağlandı. Ancak sendika davayı geri çekmeyince
Koruma Kurulu projeyi değerlendirmeye almadı.
Mahkeme de Koruma Kurulu kararını iptal edince
onarıma ilişkin süreç kesin olarak durdu.
Sabah, 03.02.2012
|
ATLANTİK'TEN 30 KASA
DOLUSU HAZİNE ÇIKARDI

Amerikalı hazine
avcısı, Atlantik'in 213 metre dibinde II. Dünya
Savaşı'ndan kalma bir İngiliz gemisinde altın, elmas
ve platinden oluşan piyasa değeri 3 milyar dolar
olan 30 kasa dolusu hazine buldu.
Denizaltı araştırma
uzmanı Greg Brooks, BBC'ye yaptığı açıklamada, batık
bir İngiliz ticaret gemisini Atlantik sahillerinde
213 metre derinlerde keşfettiklerini aktardı. Alman
torpido tarafından 1942 yılında batırılan Port
Nicholson 4 yıl önce keşfedilmiş; ancak gemi
üzerindeki hakların müzakereleri nedeni ile
açıklamanın geciktiği kaydedildi. İddiaya göre;
gemide Sovyet dönemine ait 30 kasa değerli eşya
bulunuyor.
Altın, elmas ve
platinden oluşan kıymetli taşların değerinin toplam
3 milyar dolar civarında olduğu, Sovyetler
Birliği'nin ABD'den aldığı silahlara karşılık ödeme
için gönderildiği belirtiliyor. BBC'ye konuşan
Brooks, "Bir şekilde onu alacağım. Gemiyi tamamı ile
su yüzüne çıkarmak gerekse bile" dedi.
İngiltere hükümeti adına
avukat Anthony Shusta, geminin platin taşıdığı
konusunda kuşkuları olduğunu, kurtarma işlemlerinin
tamamlanmasının ardından İngiltere'nin gemi ile
ilgili hak iddia edebileceğini söyledi. Rusya
Bilimler Akademisi doğrudan olayla ilgili bilgileri
olmadığını; ancak II. Dünya Savaşı sırasında
ödemeler için platin türü metallerin kullanıldığını
doğruladı.
Geminin kurtarılması ile ilgili çalışmaların bu ay
sonuna kadar başlaması planlanıyor.
Yeni Şafak, 03.02.2012
|
"700 YILLIK ESER, AYAKLAR ALTINA ALINMAZ ANCAK BAŞTACI EDİLİR"
Geçtiğimiz günlerde Zaman Gazetesi'nin gündeme getirdiği Diyarbakır'da bulunan tarihi kitabenin içler acısı hali yankı uyandırdı.
Tarihçi-yazar Mustafa Armağan, gördüğü manzara karşısında büyük üzüntü duyduğunu belirterek, "700 yıllık bir sanat eseri ayaklar altına alınmaz, baş tacı edilir." dedi. Diyarbakır'ın yeniden bir barış adası olması gerektiğini ifade eden Armağan, Avrupa veya ABD'de olsa 700 yıllık bir sanat eserinin, üstelik bir kutsal metnin müzelerin baş tacı olacağını belirtti. Armağan, Diyarbakırlıların kitabenin başına herhangi bir iş gelmeden bir an önce koruma altına alınmasını istediklerini kaydederek, yetkililerden şehirlerinin manevi değerlerine sahip çıkmasını beklediklerini söyledi. Konu ile ilgili olarak hat sanatı tarihçisi Prof.Dr. Uğur Derman ile görüştüğünü dile getiren Armağan, "Uğur Derman hoca, durumdan son derece rahatsız. Bu feci hatanın bir an önce düzeltilmesini bekliyorlar." ifadelerini kullandı.
Zaman, 03.02.2012
|
AMASYA'DA DEFİNE KAZISI
SIRASINDA TARİHİ MEZAR ORTAYA ÇIKTI
Amasya’da Müze Müdürlüğü
başkanlığında gerçekleştirilen define kazısı
sırasında Roma dönemine ait bir mezarın ortaya
çıktığı bildirildi.
Amasya Müze
Müdürlüğü’nde Sanat Tarihçisi ve Araştırmacı olarak
görev yapan Muzaffer Doğanbaş, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, bir vatandaşın talebi doğrultusunda
Gökmedrese Mahallesi’nde define kazısı çalışmaları
gerçekleştirdiklerini söyledi.
Doğanbaş, ilgili
kurumların yetkilileri ile güvenlik güçleri
nezaretinde 70 metrekarelik bir arazide 6 kişilik
ekiple gerçekleştirilen kazı çalışmaları sırasında,
yaklaşık 2.5 metre yüksekliğinde kiremit kapaklı
Roma dönemine ait mezar çıktığını belirtti.
Bunun üzerine kazı
çalışmalarının durdurulduğunu ifade eden Doğanbaş,
”Define kazısında ilk bulgulara göre Roma dönemine
ait olduğunu düşündüğümüz mezarın ortaya çıkmasının
ardından kazı çalışmalarını durdurduk. Söz konusu
yerde kurtarma kazısı başlatmak için Ankara Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne yasal
izinler için başvurduk. Gerekli izinlerin ardından
bölgede kurtarma kazısı çalışmalarına başlanacak”
dedi.
Zaman, 02.02.2012
|
BAK ŞU 16-9'UN
YAPTIĞINA!

Zeytinburnu’na Astay
İnşaat tarafından yapılan 16-9 adlı proje ‘İstanbul
silueti bozuluyor’ tartışması yaratmıştı. Bu
projenin ardından İstanbul Büyükşehir Belediyesi
İmar ve Bayındırlık Komisyonu toplandı ve özellikle
tarihi yarımadanın siluetinin bozulmaması için 10
ilçede ve 100’e yakın mahallede yükseklik sınırı
getirdi. 16-9 neredeyse bitme aşamasına geldiği için
bu kuralın dışında kaldı ancak henüz inşaatına
başlanmamış onlarca proje bu sınıra takıldı. Temeli
atılmış, inşaatına başlanmış bazı projeler de bu
sınır yüzünden yeniden şekillenmek zorunda kalıyor.
Bugünlerde, İstanbul’da konut sahibi olma hayali
kuran ve satın aldığı projenin tamamlanmasını
bekleyen bazı vatandaşlara, satın alma işlemini
gerçekleştirdiği inşaat firmalarından mektup ya da
bilgilendirme mail’leri gidiyor.
Konut edinme hayali kuran vatandaşlarda şok etkisi
yaratan bu maillerde ve bilgilendirme mektuplarında
şu ortak ifadeler dikkat çekiyor:
“İstanbul’da Tarihi Yarımada’nın siluetinin
korunması amacıyla Büyükşehir Belediyesi İmar ve
Bayındırlık Komisyonu kararı ile bazı mahallelerde
yükseklik sınırı getirilmiştir. Dolayısıyla daha
önce 20 kat olarak projelendirdiğimiz inşaatı, yeni
sınırlamalar dikkate alarak 15 kata indirmek zorunda
kaldık. Üzgünüz ancak planda size ait görünen
18’inci kattaki daireniz fiilen ortadan kalkmıştır.
Yükseklik sınırlanmış ancak emsal değişmemiştir.
Proje imkanlar çerçevesinde yatay olarak büyütülecek
ve size veremediğimiz 18’inci kattaki daire yerine
alt katlardan başka bir daire verilecektir.”
Proje değiştirten karar
Söz konusu maillere İstanbul Büyükşehir Belediye
Meclisi’nin 13 Ocak 2012’de aldığı bir karar sebep
oluyor. Pek çok inşaat şirketini zor durumda
bırakan, daha önce yüzbinlerce dolar ödenerek
çizilmiş mimari projeleri bir anda çöpe attıran ve
yeni proje çizilmesini gerektiren karar İstanbul’un
siluetinin bozulması kaygısıyla alındı.
Bu tartışmalara neden olan yapı ise Zeytinburnu’nda
Astay İnşaat tarafından yapılan 16-9 projesi oldu.
İzinler alındıktan, inşaat tamamlandıktan sonra bu
projenin tarihi yarımadanın siluetini bozduğuna
yönelik tartışmalar başladı. Söz konusu yapının 5
katının traşlanması bile tartışıldı. Ancak
kazanılmış hakkın üstelik inşaat tamamlandıktan
sonra yatırımcının elinden alınması imkansızdı.
16-9’un inşaatı planlandığı gibi bitiriliyor ancak
onlarca yeni yapı siluet sınırlamasına takıldı.
Komisyon’un aldığı karara göre, tarihi kent
merkezinin siluetini batı ve kuzeybatı yönlerinde
etkileme potansiyeline sahip çeper bölgeler
belirlendi. Bu belirlemeler çerçevesinde
Zeytinburnu, Küçükçekmece, Bağcılar, Bahçelievler,
Esenler, Güngören, Bakırköy, Bayrampaşa, Eyüp ve
Gaziosmanpaşa ilçelerinde bazı mahallelerde
yapılacak yeni inşaatlara yükseklik sınırı
getirildi. Yükseklik sınırı getirilen mahallelerin
sayısı ise 100’ü buluyor. Örneğin Eyüp İlçesine
bağlı Topçular’da daha önce 60 metreye kadar
yüksekliğe izin verilirken Komisyon’un yeni kararı
ile bu yükseklik sınırı 35 metreye çekildi. Benzer
bir şekilde, Kazlıçeşme’de de yükseklik sınırı sıfır
kota göre 70 metre olarak belirlendi.
Daha önce planları çizilmiş imar izinleri ve
ruhsatları alınmış onlarca proje sözkonusu karardan
sonra sıkıntıya düştü. Bazı projelerde manevra
yapılarak binalar boyuna değil enine genişletilmeye
çalışılırken, enden genişleme imkanı olmayan küçük
parsellerde yapılan projelerde ise sıkıntı ortaya
çıktı.
Ruhsatını henüz alamayan firmaların elini kolunu
bağlayan, ruhsatı alarak inşaata başlayan firmaları
da mecburi olarak proje revizyonuna iten yükseklik
değişiklikleri, en çok satışı başlamış projeler için
sıkıntı yaratacak.
Satılmış projelerde revizyonun her zaman problem
olacağını ancak projenin yeni halinden memnun
olmayan mağdur müşterilerin haklarını
savunabileceklerini ifade eden Sinpaş GYO İcra
Kurulu Başkanı ve KONUTDER Başkanı Ömer Faruk Çelik,
“Müşteriler dilerlerse para iadelerini alıp
gidebilir. Tüketici kanununa göre, projenin
revizyondan sonraki haline göre aldığı evin değer
kaybına uğradığını tespit ettirirlerse, aldıkları
zamanki değeriyle oluşan fark kadar bedeli talep
etme hakkı da doğabilir” dedi.
TADEM Taşınmaz Değerleme Yönetim Kurulu Başkanı Ali
Çetin Önder ise müşterilerin bu değer farkını
mahkeme yoluyla direkt firmadan tazmin
edebileceğini, ilgili firmanınsa bunu gerek görürse
daha sonra belediyeden tazmin etme isteme yoluna
gideceğini söyledi.
Siluet tartışması yüzünden ruhsatı alınmış ve imar
planına göre inşa edilen binaların yüksekliklerini
değiştirmeyi ‘devam eden oyunun kurallarını
değiştirmek’ olarak tanımlayan Ömer Faruk Çelik,
“İmar planına uygun iş yapan bir projeye herhangi
bir gerekçeyle kamu yararı gözeterek de olsa ‘dur’
diyorsanız, burada yatırımcının da zararı tazmin
edilmeli. Örneğin ‘tıraşlayın’ deniliyorsa, 5 katı
kamulaştırıp burayı yık deniliyorsa, bunun
yatırımcıya reel zararı neyse ödenmeli” diye
konuşmuştu.
Sıfır kota göre yükseklikleri yeniden belirlenen
mahalle sayısı 100’ü buluyor
Zeytinburnu Maltepe 55 m - Zeytinburnu Seyitnizam 45
m - Zeytinburnu Gökalp 45 m - Zeytinburnu Kazlıçeşme
70 m - Zeytinburnu Yenidoğan 45 m - Zeytinburnu
Beştelsiz 45 m - Zeytinburnu Çırpıcı 45 m -
Zeytinburnu Maltepe 55 m - Zeytinburnu Merkezefendi
55 m - Zeytinburnu Nuripaşa 45 m - Zeytinburnu Sümer
45 m - Zeytinburnu Telsiz 45 m - Zeytinburnu
Veliefendi 45 m - Zeytinburnu Yeşiltepe 45 m -
Küçükçekmece Atakent 135 m - Küçükçekmece Halkalı
merkez 120 m - Küçükçekmece İstasyon 135 m -
Küçükçekmece Kanarya 135 m - Küçükçekmece
Yarımburgaz 135 m - Küçükçekmece Atatürk 120 m -
Küçükçekmece Mehmet Akif 115 m - Küçükçekmece Beşyol
55 m - Küçükçekmece Fatih 135 m - Küçükçekmece
Kartaltepe 120 m - Küçükçekmece İnönü 120 m -
Küçükçekmece Söğütlüçeşme 115 m -
Küçükçekmece Cennet 95 m - Küçükçekmece Cumhuriyet
135 m - Küçükçekmece Fevzi Çakmak 75 m -
Küçükçekmece Sultan Murat 75 m - Küçükçekmece
Yenimahalle 95 m - Küçükçekmece Yeşilova 75 m -
Küçükçekmece Gültepe 75 m - Küçükçekmece Kemalpaşa
75 m - Küçükçekmece Tevfikbey 120 m - Bağcılar
Esenler as. böl. 100 m - Bağcılar Göztepe 100 m -
Bağcılar Mahmutbey 120 m - Bağcılar 100. yıl 80 m -
Bağcılar Bağlar 120 m - Bağcılar Barbaros 100 m -
Bağcılar Çınar 80 m - Bağcılar Demirkapı 100 m -
Bağcılar Evren 120 m - Bağcılar Fatih 100 m -
Bağcılar Fevzi Çakmak 100 m - Bağcılar Güneşli 80 m
- Bağcılar Hürriyet 80 m -
Bağcılar İnönü 100 m - Bağcılar K. Karabekir 100 m -
Bağcılar Kemalpaşa 100 m - Bağcılar Kirazlı 100 m -
Bağcılar Merkez 80 m - Bağcılar Sancaktepe 80 m -
Bağcılar Yavuz Selim 100 m - Bağcılar Yenigün 90 m -
Bağcılar Yenimahalle 100 m - Bağcılar Yıldıztepe 100
m - Bayrampaşa Ortamahalle 55 m - Bayrampaşa
Yenidoğan 55 m - Bayrampaşa Muratpaşa 55 m -
Bayrampaşa Cevatpaşa 35 m - Bayrampaşa Muratpaşa 55
m - Bayrampaşa Yıldırım 55 m - Bayrampaşa Terazidere
75 m - Bayrampaşa Vatan 75 m - Bayrampaşa Altıntepsi
85 m - Bayrampaşa İsmetpaşa 55 m - Bayrampaşa
Kartaltepe 55 m - Bayrampaşa Kocatepe 85 m -
Bayrampaşa Askeri bölge 65 m - Bahçelievler
Bahçelievler 80 m - Bahçelievler Cumhuriyet 115 m -
Bahçelievler Çobançeşme 105 m - Bahçelievler Fevzi
Çakmak 105 - Bahçelievler Hürriyet 85 m -
Bahçelievler Siyavuşpaşa 100 m - Bahçelievler
Kocasinan mrkz 115 m - Bahçelievler Yenibosna mrkz
120 m - Bahçelievler Zafer 105 m - Bahçelievler
Soğanlı 115 m - Bahçelievler Şirinevler 85 m -
Esenler Oruçreis 65 m - Esenler Tuna 80 m - Esenler
Askeri Bölge 65 m - Esenler Birlik 80 m - Esenler
Çifte Havuzlar 75 m - Esenler Davutpaşa 80 m -
Esenler Fatih 80 m - Esenler Havaalanı 65 m -
Esenler Kazım Karabekir 80 m - Esenler Kemer 65 m -
Esenler Menderes 80 m - Esenler Mimar Sinan 80 m -
Esenler Namık Kemal 80 m - Esenler Nine Hatun 80 m -
Esenler Turgut Reis 80 m - Esenler Yavuz Selim 80 m
- Esenler Fevzi Çakmak 80 m - Esenler Kemer 65 m -
Esenler Rami Yeni 35 m - Güngören Gençosman 80 m -
Göngören Güneştepe 90 m - Güngören Mareşal Çakmak 80
m - Güngören Ab. Gürman 80 m - Güngören Güven 80 m -
Güngören Haznedar 80 m - Güngören M. Nesih Özmen 80
- Güngören Sanayi 80 m - Güngören Tozkoparan 65 m -
Güngören Akıncılar 80 m - Güngören Merkez 80 m -
Bakırköy Ataköy 1. kısım 70 m - Bakırköy Ataköy
7-8-9-10. kıs. 55 m - Bakırköy Yeşilköy 70 m -
Bakırköy Yeşilyurt 60 m - Bakırköy Kartaltepe 45 m -
Bakırköy Osmaniye 45 m - Bakırköy Zuhuratbaba 45 m -
Bakırköy Basınköy 65 m - Bakırköy Yenimahalle 70 m -
Bakırköy Ataköy 2-5-6. kısım 70 - Bakırköy Ataköy
3-4-11. kısım 55 m - Bakırköy Şenlikköy 65 m -
Bakırköy Sakızağacı 70 m - Eyüp Rami Cuma 35 m -
Eyüp Rami Yeni 35 m - Eyüp Nişanca 35 m - Eyüp
Topçular 35 m - Eyüp Defterdar 35 m - Eyüp
Düğmeciler 35 - G.O.Paşa Merkez 45
Vatan, 02.02.2012
|
TARİHİ BOSTANCI MEKTEBİ,
EĞİTİM YUVASI OLDU
Gaziantep'te 1950'li
yıllarda okul olarak kullanılan ve Şahinbey
Belediyesi tarafından restorasyonu
tamamlandıktan sonra kültürevi olarak hizmete
açılan tarihi Bostancı Mektebi, genç yaşlı
herkesin ilgi odağı oldu.
Sekiz ay gibi
kısa bir sürede restorasyonu tamamlanarak
açılışı yapılan Bostancı Mektebi
Kültürevi'nde her gün 189 kişi çeşitli
kurslara ve aktivitelere katılarak tesisten
faydalanıyor. Tarihi Bostancı Mektebi'nde
bilgisayar, İngilizce, sim sırma, mefruşat,
Antep işi, tel kırma, iğne oyası, Osmanlıca
ve okuma yazma üzerine kurslar veriliyor.
Kütüphanesi ve internetevi bulunan
kültürevinde aile eğitimi gibi dersler de
işleniyor.
Zaman, Haber: İlkay
Göçmen, 02.02.2012
|
6 ASIR SONRA İLK GÜNKÜ
İHTİŞAMIYLA KAPILARINI AÇIYOR

Tarihi Mahkeme
Hamamı, 591 yıl sonra yeniden eski ihtişamına
kavuşuyor. Hamam ve kültür merkezi olarak
restorasyonu yapılan tesis, yok olmaktan
kurtarıldı. Daha önce yapılan restorasyon
çalışmalarında 3 bin ton hatalı dolgu malzemesi
kullanıldığı ortaya çıkarılırken, tarihi esere
zarar veren duvarlardaki sıvalar da kazındı.
Bursa Büyükşehir
Belediyesi tarafından restorasyonu
tamamlanan Mahkeme Hamamı, 591 yıl sonra ilk
günkü ihtişamıyla açılacak. Tarihi yapı 4
Şubat Cumartesi günü hamam ve kültür merkezi
olarak hizmete girecek. Büyükşehir
Belediyesi'nin tarihi ve kültürel miras
çalışmalarının en önemli halkalardan biri
olarak görülen Mahkeme Hamamı'nda sürdürülen
restorasyon çalışmaları tamamlandı.
Büyükşehir Belediyesi'nin, Sosyal Hizmetler
Çocuk Esirgeme Kurumu'ndan takas yoluyla
aldığı hamamdaki çalışmalar ayrıca daha önce
bilinçsizce yapılan onarımların tarihi esere
ne kadar zarar verdiğini de gözler önüne
serdi. Yaklaşık 900 metrekare alana sahip
hamam üzerindeki 16 kubbe, tonozlar ve yan
duvarlarının üzerinden yaklaşık 3 bin ton
hatalı dolgu malzemesi çıkarıldı.
Çalışmalarla
yükten arınan tarihi yapının drenaj sistemi
de tamamen elden geçirildi. Yaklaşık 600
yıllık tarihe tanıklık eden duvarları
sıvalardan arındırılan çifte hamamın,
kadınlar hamamı olan bölümü orijinal
kimliğine kavuşurken, erkekler bölümü ise
kültür merkezi olarak bölgeye kazandırıldı.
Sergi ve toplantı gibi her türlü sosyal
etkinliğe ev sahipliği yapabilecek şekilde
dizayn edilen tarihi yapı, 4 Şubat Cumartesi
günü yapılacak açılışın ardından konuklarını
ağırlamaya başlayacak.
Büyükşehir
Belediye Başkanı Recep Altepe, Mahkeme
Hamamı'nın ilk günkü ihtişamıyla yeniden
bölgeye kazandırılmasıyla 'Açık Hava Müzesi
Bursa' hedefine bir adım daha
yaklaştıklarını aktardı. Recep Altepe, 1421
yılında Çandarlı İbrahim Paşa tarafından
yaptırılan ve 1490, 1953 yıllarında onarım
gören tarihi yapının artık kent silüetindeki
yerini aldığını söyledi. Bursa'ya
kazandırdıkları tüm tarihi yapıları aynı
zamanda yaşayan mekanlar haline
getirdiklerini hatırlatan Başkan Altepe, şu
bilgileri verdi:
"Kadınlar hamamı
bölümü de yine aslına uygun olarak hamam
olarak işlev görecek. Erkekler bölümü ise
bölgedeki ihtiyaçlar göz önünde
bulundurularak kültür merkezi olarak
işlevlendirildi. Bölgedeki okullar başta
olmak üzere, gerek sivil toplum örgütleri
gerekse vatandaşlarımız her türlü etkinlik
ve toplantısını bu tarihi kültür merkezinde
gerçekleştirebilecek."
Zaman, Haber: Ensar Tuna
Alatürk, 02.02.2012
|
EFES ALAN YÖNETİMİ
BAŞKANLIĞI'NA EFES MÜZE MÜDÜRÜ CENGİZ TOPAL
GETİRİLDİ

Efes antik kentinin
'UNESCO Dünya Miras
Listesi'ne girmesinin ana koşullarından biri
olan 'Alan yönetimi'
kurularak başkanlığına Efes Müze Müdürü
Cengiz Topal
getirildi. Selçuk
Belediyesi'nden yapılan yazılı açıklamaya
göre, Selçuk Belediye Başkanlığı ile Kültür ve
Turizm Bakanlığı arasında imzalanan protokol
gereğince, Efes Alan Yönetim Başkanı ve Danışma
Kurulu üyeleri belediye tarafından belirlenerek,
Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bildirildi.
Buna göre, Efes Alan Yönetim Başkanlığı görevine
Efes Müze Müdürü Cengiz Topal getirildi. Danışma
Kurulu ise şu isimlerden oluştu:
''Selçuk Belediye Başkanı Hüseyin Vefa Ülgür, Efes
Kazı Heyeti ve Avusturya Arkeoloji Enstitüsü Başkanı
Doç.Dr. Sabine Ladstatter, Ayasuluk Kalesi ve St.
Jean Kilisesi Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Mustafa
Büyükkolancı, Mimarlar Odası İzmir Şubesi Başkanı
Hasan Topal, Efes Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Yasemin
Pirinçcioğlu, ÇEKÜL Vakfı Batı Anadolu Koordinatörü
Emin Başaranbilek, YTÜ Mimarlık Fakültesi Şehir ve
Bölge Planlama Bölümü Öğretim Görevlisi Prof.Dr.
İclal Dinçer, İYTE Mimarlık Fakültesi Mimarlık
Bölümü Öğretim Görevlisi Yard. Doç.Dr. Zeynep
Aktüre, Ege Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
Coğrafya Bölümü Öğretim Görevlisi Prof.Dr. İlhan
Kayan, DEÜ Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü
Öğretim Görevlisi Yard. Doç.Dr. Akın Ersoy, Selçuk
Belediyesi Kültür ve Eğitim Müdürü Mimar Müge
Kılınç, Selçuk Belediyesi arkeologlarından Yusuf
Yavaş, DEÜ Mimarlık Fakültesi Şehir Bölge Planlama
Bölümü Öğretim Görevlisi Prof Dr. Emel Göksu ve Efes
Müzesi'nde görevli arkeolog Halil Bölge.''
Yapı, 02.02.2012
|
VAKIF MÜZELERİNE
ZİYARETÇİ AKINI
Türk-İslam sanatının
nadide eserlerine ev sahipliği yapan vakıf müzeleri
ziyaretçi akınına uğruyor.
Vakıflar Genel Müdürü
Adnan Ertem, ecdat
yadigarı binlerce esere sahip olduklarını, bu
eserleri korumak ve gelecek nesillere ulaşmalarını
sağlamak için müzeler kurduklarını belirtti.
Yurt genelinde, İstanbul Halı Müzesi, Kilim ve Düz
Dokuma Yaygılar Müzesi, Türk Vakıf Hat Sanatları
Müzesi, Türk İnşaat ve Sanat Eserleri Müzesi,
Akaretler Mustafa Kemal Müzesi, Edirne Selimiye
Vakıf Müzesi, Kastamonu Şeyh Şaban-ı Veli Müzesi,
Gaziantep Mevlevihanesi Müzesi ve Tokat Mevlevihane
Müzesinin yanı sıra Ankara Vakıf Eserleri Müzesi ile
Tacettin Dergahı ve
Mehmet Akif Ersoy
Kültür Merkezi olmak üzere 12 vakıf müzeye sahip
olduklarını ifade eden Ertem, bu müzeleri geçen yıl
656 bin kişinin ziyaret ettiğini bildirdi.
Ertem, Tacettin Dergahı ve
Mehmet Akif Ersoy
Kültür Merkezi en çok ziyaret edilen müze olurken,
bunu Edirne Selimiye Müzesi ile Konya Sahip Ata
Müzesinin takip ettiğini söyledi.
BİLMEYENLER İÇİN
VAKIF MÜZELERİ
Mimar Kemalettin tarafından Ulus'ta inşa edilen
ve
Vakıflar Genel Müdürlüğünce
restore ettirilen ''Hukuk Mektebi'' binasındaki
Vakıf Eserleri Müzesi, Ankara'nın gezilebilecek
mekanları arasında yer alıyor.
En eski eseri, 16. yüzyıla ait ejder desenli Kafkas
halısı olan müzede, Ladik ve Kula seccadesinden,
yıldızlı ve madalyonlu Uşak halılarına, Doğu Anadolu
yörük halılarından, çeşitli boy ve oymaklar
tarafından dokunan geleneksel kilimlere kadar
çeşitli yaygılar sergileniyor.
Birbirinden değerli şamdanlar, Kur'an-ı Kerimler,
padişah vakfiyeleri, saatler, hat levhaları, Kabe
örtüleri, para keseleri, çini panolar ile ahşap kapı
ve pencere kanatları, ahşap panolar ve kürsü gibi
Türk ahşap-oyma sanatının seçkin örnekleri de müzede
yer alıyor.
Tacettin Dergahı ve
Mehmet Akif Ersoy
Kültür Merkezi, Milli Şairimiz
Mehmet Akif Ersoy,
İstiklal Savaşı sırasında I. TBMM Burdur Mebusu
iken, kendisine büyük hayranlık duyan Tacettin Şeyhi
tarafından selamlık bölümü kendisine tahsis edilen
bu evde yaşamış ve İstiklal Marşı'nı bu evde
yazmıştır.
Bu ev 30 Ekim 1949 tarihinde Şehir Meclisi kararı
ile
Mehmet Akif Ersoy
Evi adını almış ve müzeye dönüştürülmüş ise de
bakımsız kalmış ve zamanla harap olmuştur.
Hacettepe Üniversitesi Merkez Kampüsü'nün kuruluşu
sırasında, Rektör Prof.Dr. İhsan Doğramacı yapının
eski durumuna sadık şekilde onarımını sağlamış ve
yapı ziyarete açılmıştır.
Yapının geçen yıllar içinde yıpranan kısımlarının
yeniden onarılması için Üniversite Rektörlüğünün
teşebbüsü ile 1982 yılında Kültür Bakanlığı,
Vakıflar Genel Müdürlüğü,
Türkiye Diyanet Vakfı ve bazı özel şahısların
katkıları ile bir fon oluşturulmuş ve binanın onarım
ve döşemesi tamamlanarak 27 Aralık 1984 günü yapılan
bir törenle yeniden ziyarete açılmıştır.
Müzede,
Mehmet Akif Ersoy'a
ait fotoğrafların yanı sıra Ersoy'un cep saati,
gözlük, tespih, tüfek ve büyük şairin yüzünün kalıbı
müzede teşhir edilen manevi değeri yüksek eserler
arasında yer alıyor.
PADİŞAH YAPIMI
RAHLELER
Padişahların yaptığı
rahleleri ve hat
eserlerini görmek isteyenler, İstanbul'da Beyazıt
Medresesi içinde yer alan Türk Vakıf Hat Sanatları
Müzesini ziyaret edebilir.
Müzede, Sultan II. Abdülhamid tarafından yapılan
ceviz ve gül ağacından
rahlelerle,
Vahdeddin Efendi, Sultan Abdülmecid, III. Ahmet ve
II. Mahmud'un hatları teşhir ediliyor.
Müzeyi ziyaret edenler, kutsal emanetler bölümünde
orijinal Kabe Kapısı örtüsü, Kabe iç örtüsü, Sakal-ı
Şerif, Hazreti Muhammed'in kabir toprağı ve Kuşağı
Şerifi'nin bir parçasını da görebiliyor.
Sultanahmet'teki Halı Müzesinde de Anadolu'nun en
nadir halıları ziyaretçilerin ilgisine sunuluyor.
Müzede, XIV. yüzyıldan günümüze gelen Anadolu
Beylikleri dönemine ait örnekler de bulunuyor.
Sultanahmet Camisi'nin altındaki fil ahırları
bölümünde yer alan Kilim ve Düz Yaygılar Müzesi'nde
de vakıf camilerinden seçilmiş kilim, sicim ve zili
dokumalarla Osmanlı saray ve çadır kilimleri üç ayrı
salonda sergileniyor.
MUSTAFA KEMAL MÜZESİ
İstanbul Beşiktaş Akaretler'de yer alan ve
Atatürk'ün annesi, kız kardeşi Makbule hanım ve
manevi oğlu Abdürrahim Tuncak'ın 1912-1919 yılları
arasında kaldığı ev, müzeye dönüştürülerek geçen yıl
açıldı.
Üç katlı evin, Atatürk'ün İstanbul'da kiraladığı ilk
ev olduğu ve Atatürk'ün Balkan ve I. Dünya savaşları
sırasında cephelerden ayrılıp İstanbul'a geldiği
günlerde bu evde kaldığı biliniyor.
Müzenin girişinde, Atatürk'ün vakıflar üzerine
söylemleri, Atatürk ve vakıflar, çocuk alanı,
Akaretlerin vakfiyesi, mimarı, inşası, kullananlar
ve ünlüleri anlatılıyor. Birinci katta, Balkan
Savaşları ve göç, Çanakkale'de Mustafa Kemal,
Mustafa Kemal'in çalışma odası canlandırmaları
bulunuyor. İkinci katta, Mustafa Kemal ve ailesi,
yazdığı mektuplar, İstanbul'daki son günleri
anlatılıyor.
ANADOLU'DAKİ VAKIF
MÜZELERİ
Edirne'deki Selimiye Camisi Külliyesi içinde
bulunan ve Mimar Sinan tarafından 1569-1575 yılları
arasında yapılan Dar'ül Kurra Medresesi, tarihi
yapısına uygun şekilde restore edildikten sonra müze
olarak hizmet veriyor.
Müzede, camilerde kullanılan çini, şamdan, alem,
sancak, saat,
rahle, ahşap kapı
kanadı, Kur'an muhafazası, mermer kitabe, hilye,
berat, hatlı levha ve el yazması gibi eserler
sergileniyor. Osmanlı döneminde medrese olarak
kullanılan müzenin bir bölümünde bir müderrisin
talebeleri ile ders verme durumu, mankenlerle
canlandırılıyor.
Gaziantep'te Türkmen ağalardan Mustafa Ağa
tarafından 1639 yılında yaptırılan Mevlevihane
restore edilerek, müze haline getirildi. Mevlevilik
kültürü ile Türk vakıf hat sanatlarından örneklerin
bulunduğu müzede, arakiyye, sikke, istiva, tennure,
hırka, kemer ve habbesi ile Mevlevi dervişlerinin
kıyafetlerinden örnekler sergileniyor. Mevlevi
dervişlerinin maketlerle canlandırıldığı müzede,
sazendelerin ney ve bendiri ile ruh kattığı bir sema
ayini tasvir ediliyor.
Konya'daki Sahip Ata Vakıf Müzesi, 13. yüzyılın
izlerini günümüze taşıyor. Selçuklu Veziri Ata
Fahrettin tarafından mescit, türbe, hanigah ve hamam
olarak yaptırılan külliye, geçirdiği restorasyonun
ardından, Konya'daki camilerde bulunan yaklaşık 200
bin halı, kilim, seccade, çini ve şamdan gibi
eserlere ev sahipliği yapıyor.
Restore edilerek vatandaşların ziyaretine açılan
Kastamonu'daki Şeyh Şaban-ı Veli Vakıf Müzesi'nde,
çevre illerdeki vakıf cami, medrese, han, türbe,
hamam ve külliyelerden toplanan halı, kilim,
Kur'an-ı Kerim, hat levha, kandil, mumluk, şamdan,
buhurdan, sadaka taşı gibi antik ve tarihi değer
taşıyan eşyalar sergileniyor.
Evliya Çelebi'nin seyahatnamesine de konu olan
Tokat'taki mevlevihane de yüzyıllar öncesinden
günümüze gelen ata mirasları arasında yer alıyor.
Habertürk 02.02.2012
|
TARİHİ YENİDEN YAPACAKLAR

Çengelköy'de bulunan ve 1955 ve 1984 yıllarında
alınan iki ayrı kararla 'restore edilmesi'
öngörülmesine rağmen, uzun yıllar ihmal edilerek
kendi haline terk edilen 'Vahdeddin Köşkleri'
"güçlendirme çalışmalarının ekonomik olmaması"
gerekçesiyle iki rapor ve iki onayla yıkıldı.
İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) ve özel bir
müşavirlik firması tarafından hazırlanan raporu
onaylayan İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ile 6
No.'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu tarihi köşklerin yıkılmasına olur verdi.
Köşklerin en büyüğü olan ve padişahın şehzade iken
ikamet olarak kullandığı Soğanbaşlı Sultan Vahdeddin
Köşkü'nün yer aldığı Köçeoğlu, Ağalar ve Kadınefendi
köşkleri 60 dönümlük koru içinde bulunuyordu.
Bir yangında harabeye dönen bu en büyük köşk,
merhum Özal döneminde Cumhurbaşkanlığı Konukevi
olmak üzere yeniden yapılmıştı. Kırım Harbi
sırasında İtalyan askerlerinin hastanesi olarak
kullanılan Köçeoğlu Köşkü ise, Cumhuriyet döneminde
Ağalar Köşkü ile birlikte yıktırılıp yeniden
yapılmıştı. Kagir bodrum katı üzerine 2 katlı bu
köşk yıkım öncesinde zaten harabe olarak bekliyordu.
İstanbul silueti için oldukça önemli olan bu 4
köşkün yıkılması için, "köşklerin deprem
güvenirliklerinin yetersiz olduğu, güçlendirme ya da
yenilenmelerinin gerektiği, yenilenmenin daha uygun
ve gerekli görüldüğüne" ilişkin İTÜ raporu ile özel
bir müşavirlik firması tarafından hazırlanan iki
rapor yetti.
6 No.'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu'nun kararı ve İBB Boğaziçi İmar
Müdürlüğü'nce düzenlenen yapı söküm belgesi ile
birlikte yıkılan tarihi köşklerin yeniden yapılması,
güçlendirilmesi ekonomik bulunmadığı gerekçesiyle
daha uygun bulundu. 4 köşk için aslında onarım
kararlarının ilki aslında 1955 yılında çıkmıştı.
1955 yılında alınan kurul kararı ile havuzu bulunan
Köçeoğlu Köşkü hariç, diğer 3 köşkün yıkılmasında
sakınca olmadığına karar verilmiş, Köçeoğlu
Köşkü'nün ise "Korunması Gerekli Kültür Varlığı"
olarak tesciline karar verilmişti. 1984 yılında
alınan kurul kararında ise diğer üç köşk için de
tescil kararı alınarak restorasyonunun yapılması
kararlaştırılmıştı. Ancak 80'li yıllarda yapılması
gereken onarım ve koruma çalışmalarının yıllarca
ihmal edilmesi yapıların bugüne kadar büyük hasar
almasına neden oldu. 1990'a gelindiğinde ise
köşkler, Diyanet Vakfı tarafından satın alınmıştı.
Köşkler, şimdi aslına uygun olarak yeniden
yapılacak.
Padişah Vahdeddin Han'ın daha şehzadeyken
yaşadığı köşk, Osmanlı hanedanının sürgüne
gönderildiği 1924 sonrası kalfalarından birinin
üzerine kaydedildi. Köşke hanedan mensupları ise
1952'den sonra geçebildi. Sonraki yıllarda parçalar
halinde satışa çıkarılan arazi birçok defa el
değiştirdi.
Yeni Şafak'a konuşan dönemin Anıtlar Kurulu üyesi
ve Türkiye'nin ünlü sanat tarihi uzmanı Prof.Dr.
Semavi Eyice, köşklerin Diyanet Vakfı'nca
kullanılmak üzere 1980'de restore edilmeye
başlandığını; ancak restorasyonun dönemin Başbakanı
Turgut Özal'ın eşi Semra Özal'ın isteği
doğrultusunda yarım kaldığını söyledi. Eyice, vakfın
yenileme çalışmasını yürütürken Semra Özal'ın köşkü
görüp çok beğendiğini söyleyerek, "Vahdeddin
Köşkleri, kamulaştırılarak Başbakanlık Konutu olarak
yapılmak istendi. Özal vefat edince yenileme
çalışmaları da durdu" dedi.
Yeni Şafak, Haber: Şamil Kucur, 02.02.2012
|
EMEK DAVASINDA BİLİRKİŞİ HAMLESİ

Mimarlar Odası Büyükkent Şubesi’nden
yapılan son açıklamaya göre Kamer İnşaat
yükleniciliğinde gerçekleşecek olan Emek
Sineması ve Serkildoryan (Cercle
d’Orient) binalarını kapsayan yenileme
projesinin görüldüğü İstanbul 9. İdare
Mahkemesi verdiği bir ara kararla,
bilirkişi raporunda olumsuz yönde imzası
olan akademisyenlerden birinin
tarafsızlığını sorguluyor.
İdare mahkemesinin aldığı karara göre, kendi
istekleriyle davalı Kültür Bakanlığı yanında
davaya müdahil olan Kamer İnşaat’ın avukatı,
mahkemeye sunduğu bir dilekçeyle, bilirkişi
Yrd. Doç.Dr. Özlem Eşsiz Eren’in konumunun
tarafsız değerlendirmede bulunmasına engel
olduğu iddia edildi. Eren, projeye dair
yürütümeyi durdurma kararının
kaldırılmasında temel alınan bilirkişiydi.
Dilekçede, Yrd. Doç.Dr. Özlem Eşsiz
Eren’in, davaya taraf olan Mimarlar Odası
Büyükkent Şubesi Başkanı Prof.Dr. Deniz
İncedayı’nın Mimar Sinan Üniversitesi
Mimarlık Bölümü’nde akademik görev yaptığı
ve bu nedenle tarafsız olamayacağı
savunuluyor. Bu itiraz doğrultusunda idare
mahkemesi, Mimarlar Odası ve Mimar Sinan
Üniversitesi’nden Prof.Dr. Deniz
İncedayı’nın idari görev durumuna ilişkin
resmi belge talep etti.
Davanın işleyişine göre, 30 Mayıs 2011
tarihinde havale edilen bilirkişi raporuna
dayanan yürütmeyi durdurma kararının
kaldırılması kararı 16 Kasım tarihinde, yani
altı ay sonra alınıyor ve 1 Aralık tarihinde
davacı Mimarlar Odası Büyükkent Şubesi’ne
tebliğ ediliyor. Habere konu olan kararın da
16 Kasım tarihinde alınmasına rağmen davacı
tarafa tebliğ tarihi 9 Ocak olarak
görünüyor.
Bilirkişi heyetinin belirlenmesinin
ardından, Kamer İnşaat’ın neden idari
yargılama usulünün belirlediği altı aylık
itiraz süresi içinde yasal haklarını aramak
yerine, 30 Mayıs havale tarihli bilirkişi
raporunun dosyaya sunulmasından üç gün önce,
yani 27 Mayıs’ta bu dilekçeyi sunduğu merak
konusu. Mimarlar Odası yetkilileri ise aynı
raporda olumlu yönde imza veren bilirkişi
Suat Çakır’ın da aynı bölümde görevli olduğu
halde neden aynı sorgulamaya tabi
tutulmamasına itiraz ediyor.
Anayasa’nın 135’inci maddesine göre,
Prof.Dr. Deniz İncedayı’nın aynı anda hem
idari-akademik görevini hem de oda
başkanlığı görevini yürütmesinin önünde
herhangi bir yasal engel bulunmuyor.
Hürriyet, Haber: Tuba Parlak, 02.02.2012
|
|
TARİHİ KİLİSEDE ZAMAN YOLCULUĞU
Kula’da, 1922
yılında Yunanistan ile yapılan nüfus mübadelesi
öncesi yörede yaşayan Ortadoks cemaatinden günümüze
ulaşabilen iki kilisenin biri olan Meryem Ana
Kilisesi’ nin kültür merkezi olarak kullanılmak
üzere yapılan restorasyonu devam ediyor.
Zaferiye Mahallesi’ndeki Meryem Ana Kilisesi,
Yunanistan ile 1922 yılında gerçekleşen
mübadelesinin ardından cemaatini kaybedince, 90 yıl
boyunca depo olarak kullanıldı.
Milliyet Ege, 02.02.2012
|
MONA LİSA'NIN KOPYASI BULUNDU
İspanya'nın Prado Müzesi'nde Leonardo da
Vinci'nin dünyaca ünlü Mona Lisa portresinin
aynı dönemde yapılmış bir benzeri bulundu.
Prado Müzesi uzmanlarının aylar süren
çalışmalar sonucunda ortaya çıkardığı
tabloyu, Da Vinci'nin öğrencilerinden Andrea
Salai veya Francesco Melzi'nin yaptığı
tahmin ediliyor. 1503-1506 tarihlerinde
yapılan portre, Floransalı kumaş tüccarı
Francesco del Giocondo'nun karısı Lisa
Gherar-dini'yi resmediyor.
Zaman, Haber: Atacan Cumayev, 02.02.2012
|
|
KALCIK'TA TARİH SULAR ALTINDA

Söke'ye bağlı Bağarası
beldesinin
köyü olan Kalcık, her kış olduğu gibi yine sular
altında kaldı.
Büyük
Menderes nehrinin taşması sonucu su baskınına
uğrayan 500 yıllık tarihe sahip ova köyünde her evin
bir sandalı var. Her yıl sular altında kalan köyün
sakinleri su baskınına alışkın olduklarını
söylerken, kış aylarının en önemli ulaşım aracı
traktör ve sandal oldu. Öte yandan,
Kalcık'ın mezarlığı da sular altında kalırken,
Kuşadası Ekosistemi Koruma ve Doğasevenler Derneği (EKODOSD)
Osmanlı mezar taşlarına sahip çıkılması
gerektiğini açıkladı. Kuşadası
EKODOSD Başkanı Bahattin Sürücü, kışın ölen
olduğunda gömecek yer bulamayan
Kalcık'ın mezar taşlarının da toprak altına
gömüldüğünü ve önemli bir kültür mirası olan
Osmanlı mezar taşlarına sahip çıkılması
gerektiğini açıkladı.
Kalcık, Büyük Menderes Nehri ile Beşparmak
Dağları'ndan gelen Sarıçay arasında, Söke Ovası'nın
ortasında kurulan bir ova köyüdür.
Kalcık Köyü'nde Büyük Menderes Nehrinde yaşanan
taşkınlarla birlikte araştırma yapan Ekosistemi
Koruma ve Doğasevenler Derneği (EKODOSD),
köyün tarihi konusunda da ilginç bilgiler edindi.
EKODOSD
Kalcık'ta bulunan mezar taşlarındaki bilgilere
göre, köyün tarihi tam 500 yıl öncesine kadar
gittiğini tespit etti.
Yapılan araştırmalarda edinilen bilgilere göre;
Kalcık'lıların daha önceki yerleşiminin Büyük
Menderes Nehrinin yanı başında kurulan Kadıköy
olduğu yöre insanları tarafından belirtilirken, su
taşkınları nedeniyle daha güneyde bulunan şimdiki
yerine taşındığı bilinmektedir.
Kalcık'a gelen Osmanlıca uzmanı birisi
tarafından okunan mezar taşlarında, döneminin
kaymakamı ve eşinin mezarlarının da köy mezarlığında
bulunduğu belirlenirken,
Kalcık'ın Osmanlı Dönemi'nde ilçe merkezi olduğu
ve günümüzde bir zamanlar kendisine bağlı bir köy
olan Bağarası Beldesi'ne bağlı bir köy haline
geldiği öğrenildi.
Bağarası Beldesi'ne yaklaşık 10 kilometre uzaktaki
Kalcık'ta yaşayan yöre sakinleri, menderes
taşkınlarının getirdiği olumsuz yaşam koşullarından
dolayı, beldedeki Hürriyet Mahallesi'ne
yerleşmişler. Her yıl kış aylarında kaderi pek fazla
değişmeyen
Kalcık, bu yıl yine sular altında kaldı.
Çağdaş yaşamın getirdiği olanaklardan yoksun bir
şekilde yaşayan Kalcıklılar, içme sularını
tankerlerle dışarıdan getirmekte kış aylarında en
önemli ulaşım aracı olarak yüksek tekerlekli
traktörleri kullanmaktalar. Ama ova köyünde kış
aylarında traktörden daha önemli olan ulaşım aracı
ise sandal. Çünkü köyde her evin bir sandalı
bulunuyor.
Camisinin minaresi yıkılan Kalcık'ta, merkezi
sistemle ezan okunuyor. Her yıl meydana gelen
taşkınlarla boğuşan Kalcık, çok önemli tarihsel
miraslara da ev sahipliği yapıyor. Birçok yerde
tahrip edildiği görülen ve yapılaşma nedeniyle yok
olan tarihi mezar taşlarının çok önemli örnekleri
Kalcık'ta sağlam olarak bulunuyor. Ancak yazın
sağlam şekilde duran mezar taşları, kış aylarında
yaşanan taşkınlarda köy ile birlikte sular altında
kalıyor.
Özellikle birçok yerde kırılan ve çalınan tarihi
Osmanlı Mezar Taşı başlıkların, Kalcık mezar
taşlarında büyük ölçüde sağlamlığını koruduğu
görülürken, her birinin formu birbirinden farklı
olan mezar taşlarının, uzman kişilerin
araştırmalarıyla buradaki kültürün ve tarihin
meydana çıkmasında önemli bir rol oynayacağı
belirtiliyor.
Genellikle mermerden yapılan bu tarihi mezar
taşlarının başlıkları sarıklı, üzerinde bitkisel
motifleri ve geometrik desenleri bulunan, Osmanlıca
yazıtlar bulunan farklı sarık ve işlemeleri olan
taşlardaki süslemelerin ve başlıkların türüne göre
ölen kişinin hayattayken sosyal statüsünü, kişi
hakkındaki bilgileri ve ölüm tarihlerini içerdiği
görülüyor. Hepsi birer sanat eseri olan Kalcık mezar
taşlarındaki estetik işçilikler, bir heykeltıraş
titizliğiyle çalışan mermer ustalarının, hattatların
ve nakkaşların emek verdiği nadide eserler olarak
dikkat çekiyor.
Bağarası Beldesi'ne bağlı olması nedeniyle
Kalcık'taki mezar taşları temiz görünsün diye beyaz
boyayla boyanırken, mezar taşlarına belki de iyi
niyetle yapılmış bu boyama işi, yapan kişinin
bilinçsizliği nedeniyle tarihi
Osmanlı mezar taşlarından çoğuna da uygulanmış.
Kalcık'lılar "Bugünlerde kimse ölmesin diye dua
ediyoruz, çünkü gömecek yerimiz yok, her taraf sular
altında. Bizlere kıymet vermiyorlar, bari
atalarımızdan kalan tarihimiz yok olmasın, onlarla
da ilgilenen yok" diyorlar. Soğuktan dudakları
moraran Kalcık'ın güzel kızı Hayriye, her türlü
olumsuz koşullara rağmen yüzündeki gülümsemeyi hiç
ihmal etmeden, "Bizim buralara kimse gelmiyor, hep
gelin siz. Ben sizlere ot kavururum, çay yaparım,
mezarlarımızdaki nergisleri gösteririm" diyerek
EKODOSD ekibine ilgi gösterdi.
Doğaya yapılan müdahalelerin acı faturasını
büyükleri gibi, doğduğu günden beri Küçük Hayriye de
çekiyor. Su baskınlarını normal olarak kabul eden
Hayriye, her taşkında ?geceleri sular altında kalır
mıyız?' diye korkarak uyurken, gündüz olduğunda yine
çocuk haliyle hayatla dalga geçiyor.
Kalcık'ta bulunan tarihi Osmanlı Mezar taşlarının
bir açık hava müzesi niteliğinde olduğunu açıklayan
EKODOSD Başkanı Bahattin Sürücü, Kalcık ziyaretiyle
ilgili açıklamasında; "Özellikle fotoğraf
meraklılarının harika kareler yakalayacağı Kalcık,
Söke Ovası'nın ortasında hindileri, koyunları,
inekleri, leylekleriyle, yanı başından geçen
azmaklarıyla, yıkık minareli camisi ve tarihin
izlerini taşıyan Osmanlı mezar taşlarıyla ziyaret
edilmeyi hak ediyor. İlgililerden bir an önce çare
bulunmasını, Kalcık'ın Venedik görünümünden
kurtarılmasını ümit ediyoruz. Kalcık mezar taşları
tamamen yok olmadan gelecek kuşaklara
aktarılabilmesi, gerekli koruma önlemlerinin
alınmasıyla gerçekleşecektir. Osmanlı döneminden
bize kalan tarihsel miraslarımızdan olan mezar
taşları, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kanunu'yla 'korunmaları gerekli kültür varlıkları'
olarak kabul edilmiştir. Taşkınların getirdiği
alüvyonlar tarihin izlerini her yıl biraz daha
kapatmakta, birçok tarihi mezar taşları toprak
altında kalmaktadır. Acil önlem alınmalı ve bu mezar
taşları bir an önce kurtarılmalıdır." dedi.
Habertürk, Haber: Zafer
Hacısalihoğlu, 01.02.2012
|
ÇERÇEVESİ OLMAYAN SERGİ VAN GOGH ALİVE!
100. yılında yenilikçi bir projeye
imza atan Abdi İbrahim geleneksel sanat ve modern
teknolojinin sentezlendiği Van Gogh Alive Dijital
Sanat Sergisi’ni Türk sanatseverleri için Türkiye’ye
getiriyor.
Yüksek
çözünürlüklü 40 projektörünün oluşturduğu dünyanın
en heyecan verici tek multi-projeksiyon sisteminin
elde edilmesiyle hazırlanan dijital sanat sergisi,
Van Gogh’un yaşamının son 10 yılında yarattığı
eserinden kristal netliğinde görseller elde
ediliyor, ziyaretçileri Van Gogh’un zihin ve duygu
haritasına derinliklerine sürüklüyor.

Dev ekranlar, duvarlar, kolonlar, zemin ve hatta
tavanı kaplayan 3000’den fazla dev boyuttaki Van
Gogh görseliyle, ziyaretçilerine geleneksel müze
ziyaretlerinde bildiklerini unutturan sergi, sanatla
olan bağı değiştiriyor. Sessiz sanat galerilerinde,
ayakucunda yürüyerek uzaktan izlediğimiz
başyapıtları unutturan
Van Gogh Alive, ışık, renk ve seslerin
etkileyici uyumunu kullanarak duyuları uyarıyor ve
bir serginin nasıl olabileceğine dair oluşan tüm
düşüncelere meydan okuyor.
Geleceğini, insan kaynağı, teknolojik alt yapısı,
yatırımları ve köklü geçmişinden aldığı güçle
şekillendiren Abdi İbrahim, 100. yılını da aynı
perspektiften bakarak bilim ve sanatı bir arada
sunan bir sergiyle kutluyor.

İzleyenlere unutamayacakları çok hisli bir senfoni
yaşatmaya hazırlanan Abdi İbrahim “Van
Gogh Alive”
Digital Sanat Sergisini, 10 Şubat – 15 Mayıs
2012’de İstanbul Karaköy, Antrepo 3 ve 15 Ekim – 30
Aralık tarihleri arasında ise Ankara Cer Modern’de
ziyaretçileriyle buluşturuyor.
Habertürk, 31.01.2012
|
İŞTE ÖZBEKLER'DEN ÇALINAN ESERLER
Kurtuluş Savaşı sırasında
Anadolu’ya geçerek Mustafa Kemal’in saflarına
katılmak isteyenlerin ilk durağı olan Üsküdar’daki
tarihi Özbekler Tekkesi’nden geçen yıl çalınan
eserlerin listesine Habertürk ulaştı.
Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu'ya geçmek
isteyenlerin ilk durağı olan Üsküdar'daki tarihi
Özbekler Tekkesi'nden geçtiğimiz yıl Ekim ayında
restorasyon çalışması sırasında çalınan ve halen
bulunamayan 22 parça tarihi eserin listesini
Habertürk ele geçirdi. Olayla ilgili operasyon
düzenleyen polis, tekkedeki hırsızlık olayına
karışan 5 kişiyi yakalayıp tutuklanmasını sağlarken,
çalınan 43 tarihi eserden 21'i de bulunmuştu. Ancak
birçoğu hat levha olan ve paha biçilemeyen 22 tarihi
eser ise henüz bulunamadı.
İstanbul Emniyet Müdürlüğü, 18. ve 19.
yüzyıldan kalan paha biçilmez eserlerin bulunması
için 80 ilin Emniyet Müdürlüğünü de uyardı. Polis
sınır kapılarına da yazı gönderdi.
İŞTE ARANAN PAHA BİÇİLEMEYEN O 22 ESER:
1-Hat levha: 19 yüzyıl, kağıt ve yaldız mürekkep
malzemeli, siyah renkli zemin üzerine, Celi sülüs
istifli hat ile "Fallahü hayrün hafizen..." ibareli
İzzet ketebeli hat levha.
2-Hat levha: 19.yüzyıl, kağıt ve altın mürekkebi
malzemeli, kırmızı renkli zemin üzerine, 4 satır
halinde talik hat ile zerendüd tekniğinde, Ali
Haydar ketebeli hat levhadır. Yazının etrafından
çividi mavi zemin üzerine yaldız kullanıralarak
rokoko bezemeler yapılmıştır.
3-Hat levha: 19.yy ait, mürekkep ve kağıt
malzemeli, 2 satır halinde "Muhammed..." olarak
başlayan muhakkak hat ile yazılmış, ketebesiz ve
tarihsiz hat levhası. Etrafında sarı cetveli
bulunur, cetvel dışı mavi renklidir.
4-Hat levha:18.yy, mürekkep, kağıt ve ahşap
malzemeli, ahşap üzerine yazılmış, muhammed ketebeli
hat levha
5-Hat levha: 18.yy, is mürekkebi ve kağıt malzemeli,
2 satır mukakkak hat ile "Habib Allah" diye başlayan
ketebesiz ve tarihsiz hat levha
6-19.yy, siyah kağıt ve altın mürekkep malzemeli,
siyah renk zemin üzerine, "Ya Hazreti...Geylani."
İbaresi, zerendüd tekniğinde, talik hatlı, "Ali
Haydar" ketebeli, hat levhası. Yazının zigzaglar
şeklinde dönen bezemeli cetveli vardır.
7-19.yy, siyah kağıt ve beyaz üstü beç mürekkebi
malzemeli, siyah rent zemin üzerine 2 satır halinde
beyaz üstü beç mürekkebi kullanılarak talik hat ile
yazılmış hat levhasıdır. Yazılar cetvel ile
birbirinden ayrılmıştır.
8-19.yy, beyaz kağıt ve is mürekkebi malzemeli,
beyaz renkli zemin üzerine, 2 satır halinde sülüs
hat ile siyah is mürekkebi kullanılarak yazılmış,
ketebesiz tarihsiz hat levhasıdır.
9-19.yy, beyaz kağıt ve is mürekkebi malzemeli,
beyaz renkli zemin üzerine 4 satır halinde talik hat
ile siyah is mürekkebi kullanılarak yazılmış,
ketebesiz hat levhasıdır.
10-18.yy, ahşap, kağıt ve is mürekkebi malzemeli,
ahşap zemin üzerine Tuğra istifli hat levhadır. Kurt
yenikli olduğundan tarihi ve ketebesi okunamamıştır.
Tuğranın solunda çelebi lalesi sağında açılmış ve
gonca gül minyatürleri yeralmaktadır.
11-Hicri 1296, beyaz renkli kumaş ve sarı iplik
malzemeli, beyaz renkil zemin üzerine sarı renkli
iplik ile sarma tekniğinde işleme olarak istifli
celi sülüs mihrap üstü ayeti yazılmıştır.
12-Hicri 1279 tarihli, kağıt ve is mürekkebi
malzemeli, krem renkli zemin üzerine siyah is
mürekkebi ile "En Mecati Fi Sıddık" ibaresi istifli
celi sülüs hat ile Şevki tarafından yazılmıştır.
13-Hicri 1323 tarihli, kağıt ve zırmık mürekkebi
malzemeli, siyah renkli zemin üzerine 4 satırlı
talik hatlı Muhammed aziz ketebeli hat levha
14-Hicri 1325 tarihli, kağıt ve siyah is mürekkebi,
hatip ebrusu, Nohudi renkli zemin üzerine tek satır
halinde talik hat ile yazılmış, Necmettin ketebeli
hat levhadır. Sarı cetvelin etrafında hatip ebrusu
vardır.
15-Hicri 1375 tarihli, mürekkep kağıt ebru, Sülüs
hat ile Allah (C.C.), Muhammed (A.S.) yazılı
ketebesi okunamayan hat levhası.
16-Hicri 1291 tarihli, siyah kağıt, altın mürekkep,
siyah zemin üzerine, talik hat ile zerendüd
tekniğinde istifli, "Ya Hazreti Pir...nakşibendi"
(K.S.) yazılı "Arif" ketebeli hat levhasıdır.
17-Hicri 1325 tarihli, cam ve altın mürekkepli,
kırmızı zemin üzerine, cam altı tekniği ile
"Rabbiyesir..."ibareli istifli sülüs hat ile
yazılmış, ketebesiz hat levhasıdır. Cetvelli olup
cetvel köşeleri baklava şeklinde düzenlenmiştir.
18-Hicri 1281 tarihli, mavi kağıt ve altın
mürekkepli, mavi renk zemin üzerine, zerendüd
tekniğinde istifli sülüs hat ile yazılmış, "Alimi"
ketebeli hat levhasıdır. Yazının üst kızmında sağ ve
sol köşelerde rokoko üslupta Türk buketleri, cetvel
dışında da geometrik ve bitkisel motifler
yapılmıştır.
19-Hicri 1273 tarihli, mavi kağıt ve altın
mürekkepli, mavi renkli zemin üzerine, zerendüd
tekniğinde 2 satır istifli sülüs hat ile yazılmış,
"Abdullah" ketebeli hat levhası, Hattat imzası sol
altta bulunup, ters lale formundadır. Satır araları
bezemeli cetvellerle ayrılmış olup en dışta ikinci
bir cetvel ile çevrilidir.
20-Hicri 1313 tarihli, beyaz renkli zemin üzerine 2
satır halinde is mürekkebi kullanılarak istifli
sülüs hat ile yazılmış hat levhasıdır. Sabri
ketebelidir.
21-Hicri 1309 tarihli, beyaz kağıt, kırmızı, altın
ve is mürekkebi kullanılmıştır. "el gazi" mahlaslı
tuğralı "mahmud saad" ketebeli hat levhasıdır.
22-Hicri 1314 tarihli, beyaz kağıt is mürekkebli
malzeme kullanılmıştır. Beyaz renkli zemin üzerine,
13 satır halinde talik hat ile siyah is mürekkebi
kullanılarak yazılmış, ketebesiz hat levhasıdır.at
ile yazılmış, ketebesiz hat levha.
Habertürk, Haber: Nihat
Uludağ, 31.01.2012
|
BİZ İSTANBUL'U YENEMEDİK AMA İSTANBUL HAYDARPAŞA'YI
YENDİ
Gurbet Kuşları
Yarından
itibaren Haydarpaşa Garı'nı atıl
hale getirecek sürecin önü açılıyor. İstanbul ile
Anadolu'yu bağlayan 'demir ağlar'
kopartılıyor. Oysa Yeşilçam filmlerinde
İstanbul hikayeleri hep oradan başlardı...
Halit Refiğ’in 1965 tarihli ‘Gurbet Kuşları’
filminde Bakırcıoğlu Ailesi
Haydarpaşa Garı’nda trenden indiğinde Baba Tahir
Efendi “Allah’ın izniyle ‘şah’ olacağız
İstanbul’a şah. Sırt sırta verdik mi, kolay.
Dağları bedesten ederiz, vallahi” diye umut verir
çocuklarına.
Yeşilçam filmlerine mal edilen “İstanbul,
ya sen beni yeneceksin ya da ben seni” repliği, bir
klişeden çok daha fazlasını ifade eder. Bu ifadeye
anlam katan şey,
Haydarpaşa Garı’nın önünden
İstanbul’a bakıp söylenmiş olmasıdır. Bugün
‘kaybolmakta’ olduğu ifade edilen ‘siluet’tir
Anadolu’dan kopup gelenlerin ilk gördüğü.
Haydarpaşa’dan bakan bu siluetin perdesinde
İstanbul’un karmaşasını, tarihini, korkulası ve
cezbedici yanlarını görür.
Haydarpaşa,
Anadolu’nun
İstanbul’a açılan yüzüdür. “İstanbul,
ya sen beni yeneceksin ya da ben seni” repliği bir
klişe değil gerçeğin ta kendisidir bu yüzden.
Bakırcıoğlu Ailesi,
Haydarpaşa’dan vapura binip karşıya geçerken
yüzlerinde fethetme korku aynı anda belirir.
Ama artık
Anadolu’dan gelen hiçbir yolcu valizini burada
indirmeyecek. Fethetme duygusuyla
İstanbul’un görüntüsüne bakıp iç geçirmeyecek,
vapura binip Şehr-i
İstanbul’u seyretmeyecek. Bütün bunları görmeden
yer altından karşıya geçecek, hızla otobüse,
taksiye, dolmuşa binip kalabalığa karışacak. Ve
muhtemelen kentin karmaşası içerisinde bir kez daha
durup
İstanbul üzerine düşünme fırsatı olmayacak.

Filmlere ev sahipliği yaptı
Agah Özgüç’ün Horizon Yayınları’ndan çıkan 2010
tarihli ‘Türk Sinemasında
İstanbul’ isimli kitabında ‘Haydarpaşa
Garı’ bölümünde anılan filmlerden bir tanesi de
Cengiz Tuncer’in ‘Sevmek Seni’ isimli filmidir.
Filmde ana mekan olarak hiç kullanılmayan tarihi gar
birçok kadrajın içinde bütün görkemiyle yer alır.
Semih Evin’in 1950 tarihli ‘Sihirli Define’ filminde
ise Safiye Ayla ve Sadi Işılay sazları eşliğinde
garın basamaklarında konser verir. Yavuz Özkan’ın
demiryolu işçilerin grevini anlatan ‘Demiryol’
filminde ise gar ‘siyasi’ anlam yüklenerek
tasarlanmıştır. Ziya Öztan’ın 1998 tarihli
‘Cumhuriyet’, Nejat Saydam’ın 1966 tarihli ‘Boğaziçi
Şarkısı’ filmlerine de ev sahipliği yapmıştır
Haydarpaşa Garı. Agah Özgüç’ün verdiği bilgiye
göre, Fransız yönetmen Philippe Venault’un çektiği
‘Avrenos’un Müşterileri’ filminin birçok sahnesi
burada çekilmişti.
Tarihi garı mekan olarak kullanan son dönem
filmlerinden birisi de Tayfun Pirselimoğlu’nun 2002
tarihli ‘Hiçbiryerde’si oldu. Filmin ana karakteri
Şükran, garın gişesinde çalışmaktadır. ‘Gurbet
Kuşları’ndan neredeyse 40 yıl sonra yol tersine
döner ve Şükran kaybolan oğlunu aramak için
Haydarpaşa’dan yola çıkarak
Anadolu’nun içlerine doğru yolculuk etmek
zorunda kalır.
Bir şehri fethetme hayali
Haydarpaşa’nın ev sahipliği yaptığı film ve
diziler bunlarla sınırlı değil hiç kuşku yok ki.
Amacımız hepsini birer birer ortaya koymak da değil.
Haydarpaşa’nın
İstanbul için, en önemlisi de İstanbullular için
taşıdığı anlamı bir kere daha hatırlatmak.
‘Gurbet Kuşları’nın finalinde Bakırcıoğlu Ailesi
Maraş’a dönmeye karar verir. Genç oğulları Kemal
durumu şu sözlerle özetler: “Bu şehri fethetmek
hayaline kapılmak hatanın başlangıcı. Sırt sırta
verip çalışacağımıza herkes kendi havasına daldı.
Kendimizden hiçbir şey katmadan bu şehrin
nimetlerinden istifadeye kalktık. İşte bunun için
başaramadık.”
Bu sözlerden bizler için de bir sonuç çıkmalı
mutlaka. Önce Haydarpaşalı filmlerinin mekanı Emek,
şimdi bu
İstanbul’un başladığı yer
Haydarpaşa atıl duruma düştü.
Gar’da veda yemeği
19 Ağustos 1908 tarihinde hizmete açılan
Haydarpaşa Garı’nın tüm dış hat bağlantıları
yarından itibaren kaldırılıyor. Gebze-Haydarpaşa
hattı, birkaç ay daha hizmet verecek.
Haydarpaşa esnafı bir süre daha orada. Haziranda
ise tüm tren seferlerinin durdurulması gündemde.
İki-üç yılı bulacak hızlı tren çalışmaları
tamamlandığında, son durağın Söğütlüçeşme olması
planlanıyor. Yani
Haydarpaşa, artık
İstanbul’a açılan kapı olma vasfını yitiriyor.
Ne olacağı ise şimdilik belirsiz. Gar çalışanları ve
yakınları bu akşam saat 20.00’de
Haydarpaşa Gar Restaurant’da veda yemeği
yiyecek.
Radkal, Haber: Şenay Aydemir, 31.01.2012
******
HAYDARPAŞA 'KÜLTÜREL TESİS
TURİZM VE KONAKLAMA
ALANI' OLACAK, TREN SEFERLERİ SÜRECEK
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde
onaylanan Haydarpaşa Gar, Liman ve Geri
Sahası Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı'na
göre yıllardır “Otel olacak mı olmayacak mı”
diye çok tartışılan tarihi gar binası
‘Kültürel Tesis, Turizm Konaklama’ alanı
olarak ayrıldı. Radikal Gazetesi'nden
Serkan Ocak'ın haberine göre,
plana uygun proje de hazırlandığında 1 milyon
metrekarelik ‘Haydarpaşa Port’ta
Harem Otogarı’ndan Kadıköy Moda’ya kadar olan kısım
dev bir turizm ve ticaret merkezi haline gelecek.
Haydarpaşa’ya yeni bir kruvaziyer limanın yanı sıra,
alan içerisine toplam 4 adet de dini tesis
yapılacak. 941 bin metrekarelik alanın 817 bin
metrekaresine inşaat yapma serbestliği getirildi.
8 yıl önce Haydarpaşa’ya 7 gökdelen yapılacak
söylentileriyle gündeme gelen ancak zaman içerisinde
çeşitli değişikliklere uğrayan ‘Haydarpaşa Port’
projesi tamamlandı. Projede son yapılan
değişikliklere göre mevcut gar binasının giriş katı,
demiryolu ulaşım hizmetleri vermeye devam edecek.
Ancak üst katlarda TCDD’nin kullandığı ofisler,
müze, konser, sergi ve kültürel tesis ve konaklama
olarak hizmet verecek.
Projede ‘konaklama’ diye geçen yerler ‘otel’ olacak.
Alanın çeşitli yerlerine 4 adet dini tesis
yapılacak. Bu tesislerin toplam alanı ise yaklaşık
15 bin metrekare. İdari bölümlerin toplam alanı 7
bin metrekare ile sınırlandırıldı. Kültür, turizm ve
konaklama için 30 bin metrekarelik alan ayrılırken,
5 adet ticaret alanı içinse 132 bin metrekarelik
alan öngörüldü. 145 bin metrekarelik 3 adet başka
bir yapıysa turizm ve ticaret merkezi olarak hizmet
verecek.
Kültür ve Tabiat Varlıkları, Koruma Kurulu, plan
düzenlemesinin Üsküdar ve Kadıköy olarak iki parça
halinde yapılmasına karar verdi. Projenin bir ucu
Harem Otogarı’ndan başlarken, diğer ucu Kadıköy’de
Moda sahiline kadar uzanıyor. Kurulun en önemli
değişikliklerinden biri de kazı çalışmalarıyla
ilgili oldu. Genel hükümler maddesine “İlgili müze
müdürlüğü kazı çalışması gerçekleştirecek” notu
eklendi. Gerekli görülen alanda müze müdürlüğü
denetiminde kazı yapılacak. Haydarpaşa alanında bazı
atıl halde bulunan binalar var. Bunlardan askeri
bina, muhacir misafirhanesi ve toprak Mahsulleri
Ofisi’nin bir binası ile elektrik santralı gibi
tarihi yapılar tescilli durumda. Koruma Kurulu bu
binaların yıkılmasına izin vermiyor.
Koruma Kurulu’nca onaylanan planda, kat
yükseklikleri 4 kat. Daha önce bu yükseklik, 5 kat
ve maksimum 27 metre olarak belirlenmişti. Yapılacak
yeni binalar Haydarpaşa Garı’ndan daha yüksek
olamayacak. Kültürel tesis alanlarında ticari merkez
alanlarının oranı ise yüzde 20 olarak sınırlanacak.
Planda ‘yolcu limanı’ olarak gösterilen bu bölge,
uluslararası turistik gezilerin yapıldığı kruvaziyer
liman olduğunda halkın kullanımına tamamen
kapatılacak.
Birleşik Taşımacılık Sendikası, Koruma Kurulu’na
Haydarpaşa Port ile ilgili olarak itiraz etti.
İtiraz gerekçeleri şöyle:
İşlevi, doğal ve tarihsel değerleriyle bağdaşmayan,
şehircilik ilkelerine, ulusal ve evrensel koruma
hukukuna açıkça aykırı.
Korumacı yaklaşım yerine ticari yaklaşım dikkate
alınarak turizm, konaklama ve ticaret vurgusunun öne
çıkarıldığı, bazı parsellerde emsal yapılaşma
oranının ucunun açık bırakıldığı görülüyor.
Ne TCDD’nin ne de planı hazırlayan İBB’nin bu bölge
için mevcut ve kayıp eserlere ilişkin bir kaydı
vardır. Yeniden yapım bir restorasyon yöntemi olarak
yer alır. Ancak bu yöntem, savaş, deprem gibi ani
bir felaket ile yıkılmış, toplumsal hafıza için
vazgeçilmez, ulusal kimliğin bir parçası olan
yapılar için söz konusu olabilir. Mostar Köprüsü
gibi.
Haydarpaşa Limanı kruvaziyer limana çevrilmektedir.
Bu kapsamda bir yapılaşma ve limana yanaşacak
gemiler Selimiye Kışlası ve Marmara Üniversitesi
siluetinin görünmesini engelleyeceklerdir.
Alanın yüzde 60’ının konaklamaya ayrılması, bu alanı
oteller bölgesine çeviriyor.
Haydarpaşa gar binası temeline ağaç kazıklar
çakılarak deniz üzerinde özel konumlandırılmış.
Yapımında kullanılan inşaat teknolojisi açısından
büyük değer taşımakta. Bu bina çevresinde
düzenlenecek konserlerdeki yüksek desibel ve sesin
oluşturacağı titreşimler binada tahribata neden
olacak.
26 Kasım 2010’da Haydarpaşa Tren Garı tarihinin en
ağır hasarlarından birini aldı. Garın çatısı
restorasyon sırasında tamamen yandı. Tam adı
‘Haydarpaşa Gar, Liman ve Geri Sahası Koruma Amaçlı
Nazım İmar Planı’ olan ölçekli plan da bu yangının
yıldönümünden tam bir gün önce, 25 Kasım 2011’de İBB
Meclisi tarafından onaylandı. Radikal’in detaylarına
ulaştığı plan henüz askıya çıkmadı. Başkan Topbaş’ın
imzasının ardından plan, 30 gün askıda kalacak.
Ardından projeler hazırlanacak. Bu süre zarfında da
plana itirazlar yapılabilecek. Birleşik Taşımacılık
Çalışanları Sendikası ve Mimarlar Odası ise askıya
çıkacak planla ilgili şimdiden dava hazırlığı
içerisinde.
Yapı, 01.02.2012
******
"İSTANBUL İÇİN KAYIP
OLUR"
Haydarpaşa’yı kapsayan imar planında tarihi
garın kültürel tesis, turizm ve konaklama alanı
olarak ayrılması tartışmaları da beraberinde
getirdi. Plan mevcut gar binasının giriş katının
demiryolu ulaşım hizmetleri vermesine devamını
öngörüyor. Ancak üst katlarda, TCDD’nin kullandığı
ofisler; müze, konser, sergi salonu, kültürel tesis
ve konaklama alanı olarak hizmet verecek.
Radikal’in detaylarına ulaştığı imar planı,
Belediye Meclisi’nde onaylandı. Şimdi askıya
çıkacak. Ardından bu imar planına uygun olarak
Haydarpaşa Projesi hazırlanacak.
Haydarpaşa Garı’nın işlevini yitireceği
konusunda hemfikir olan uzmanlar ise endişeli.
Cemal Gökçe/İnşaat Mühendisleri Odası
Başkanı
Birçok insanın
İstanbul’a ilk ayak basışına tanıklık eden
Haydarpaşa Garı’nın şanına ve tarihine uygun bir
şekilde değerlendirilmesi gerekir. Gara yeni ticari
fonksiyonlar yüklenmesini uygun bulmuyorum. Otel
olarak kullanılması garın tarihsel yapısına uygun
değildir. Yer mi kalmadı da
Haydarpaşa otel olarak düşünülüyor?
Bir sergi yeri, tarihsel yapıya uygun eserlerin
sergilendiği bir müze olarak kullanılmasınaysa hiç
itirazım olmaz. Gara ticari bir fonksiyon
yüklenmesini doğru bulmuyorum.
Eyüp Muhcu/Mimarlar Odası Başkanı
Haydarpaşa Garı bir kıyı ve liman alanı.
İstanbul’un en önemli kamusal alanlarından bir
tanesi. Tarihsel ve doğal özellikleriyle öne çıkan
bir bölge.
İstanbul’un siluet ve tarihsel değerleri
açısından son derece önemli bir yer ve toplum
belleğinde iz bırakan en önemli kent parçalarından
bir tanesi.
Bu özellikleri nedeniyle de geçmişte Koruma Kurulu
tarafından korunması gereken kentsel ve tarihsel sit
alanı olarak ilan edildi. 2003 yılından itibaren
bölgeye gökdelenlerin dikilmesi gündeme gelmiş fakat
kamuoyunun gösterdiği büyük tepki sonucunda bu
girişim engellenmişti.
Şimdiyse koruma amaçlı bir plan adı altında bölge
yeniden ticaret, turizm, otel ve benzeri
fonksiyonlar taşıyan bir yağma projesine kurban
edilmek isteniyor. Ne yazık ki Bölge Koruma Kurulu
ve
İstanbul Büyükşehir Belediyesi bu planı
onaylamak suretiyle kendi anayasal ve yasal
sorumluluklarını çiğneyerek bölgenin yağmalanmasına
onay verdi. Bir başka deyişle bağlı oldukları yasal
sorumlulukları yok saymak suretiyle suç işlediler.
Gar fonksiyonunun zeminde kalacak olması tamamen
toplumsal tepkileri bertaraf etmek ve bu yağma
projesini meşrulaştırmaya yönelik bir girişimdir.
Gara otel ve benzeri fonksiyonların yüklenecek
olması,
Haydarpaşa Garı’nın işlevinin değiştirilmesi
anlamına gelir. Bu girişim hem uluslararası hem de
ulusal koruma hukuku ilkelerine açıkça aykırıdır.
Onay sürecinin olması projenin mutlaka hayata
geçirileceği anlamına gelmez.
Haydarpaşa Dayanışması ve İstanbullular projenin
durdurulması için tüm demokratik ve yasal hakları
kullanacak.
Prof.Dr. Gül
Akdeniz/ Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim
Üyesi
Haydarpaşa Garı’nın ticari olarak ele alınması
doğru bir yaklaşım değil. Özgün durumuyla korunması
gerekir. Gar, o şekilde kurulmuş, kullanılmış,
varsın o şekilde devam etsin. Asıl yapılması gereken
garın güzelleştirilmesi, eğer oraya akan insan
sayısında problem varsa, yönetilmesidir.
Erhan Demirdizen/Kentbilimci
Meslek odaları, sivil toplum örgütleri ve
üniversitelerden gelen görüşler nedeniyle gar işlevi
buradan tamamen kaldırılmıyor. Sembolik olarak
kalmaya devam ediyor. Fakat günde birkaç trenin
yolcu indirme bindirme yaptığı bir gar,
Haydarpaşa’nın işlevine uygun değildir. Garın,
orada otelin kenarına iliştirilmiş, adeta bir peyzaj
unsuru olarak düşünülmesi doğru değildir. Kentin
stratejik ve sembolik tarihi yapılarına otel gibi
ticari fonksiyonların yüklenmesini doğru bulmuyorum.
Haydarpaşa gibi tarihi bir yapının esas işlevini
yitirmesi
İstanbul açısından büyük bir kayıp olur.
Radikal, Haber: Şükrü Oktay Kılıç, 02.02.2012
******
TOPBAŞ: HAYDARPAŞA
GAR FONKSİYONUNU BİR MİKTAR YİTİRECEK
"Almanya’nın
Ortasında Alman - Türk Başarı Öyküleri " kitabının
tanıtımı
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin
Saraçhane’deki binasında yapıldı. Törene
İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanı
Kadir Topbaş ve
Almanya’nın
Stutgart Belediye Başkanı Wolfgang Schuster katıldı.
Kitap tanıtımının ardından
Kadir Topbaş
gazetecilerin gündemle ilgili sorularını yanıtladı.
İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanı
Kadir Topbaş’a,
Haydarpaşa Garı’nda
son seferlerin yapıldığı hatırlatıldı.
Topbaş,
Haydarpaşa Garı’nın
yerine ne yapılacağı sorusuna, "Hızlı tren ve
hatların rehabilitasyonu için bir çalışma
başlatıldı. Bu tabii ki mevcut banliyö hatlarını da
etkiliyor ve
Haydarpaşa,
Marmaray’dan sonra gar fonksiyonunu bir miktar
yitirmiş oluyor. Artık trenler mevcut Marmaray’ı
kullanmak suretiyle kesintisiz geçecekler. Yani bir
gar ihtiyacı kalmayacak. İnsanlar istedikleri
herhangi bir istasyondan inip binebilecekler" dedi.
Topbaş, "İstanbul
için önemli bir eser kabul ettiğimiz önemli yapının
çevresiyle ilgili nazım plan çalışmaları yapıldı. Bu
çalışmalar belediye meclisimizden geçti. 1 /
5000’lik koruma amaçlı imar planı hazırlandı.
Haydarpaşa tren
garını burada verilen fonksiyon sanatsal kültürel
aktiviteler kısmen belki bir konaklama fırsatı
verebilecek şekilde değerlendirilebileceğiz.
İtirazlar olmazsa değişmezse ki itirazlara da
açıktır biliyorsunuz bu planlar, ona göre verilmiş
olan plan düzenine göre fonksiyonunu alacaktır. Daha
çok kültürel sanatsal aktiviteler merkezi ve
konaklama ihtiyacını karşılayacak bir değerlendirme
yapıldı" şeklinde konuştu.
Radikal, Haber: Pınar Çıtak Koygun - Özgür Arslan,
02.02.20212
******
TARİHİ GARLA BİRLİKTE
SİTESİ DE KAPATILDI
Yüksek Hızlı Trene
uygun ray döşemesi için 30 aylığına trenlerin
girişine kapatılan Tarihi Haydarpaşa Gar sessizliğe
büründü.
24 ayrı tren yolunun
birleştiği tarihi gara sadece bir banliyo treni
girerken rayları örten kar
Haydarpaşa’nın
sessizliğini artırdı.
TCDD’ye ait tarihi
garın
internet sitesinde
ise hemen kapatıldığı görüldü.
Ankara-İstanbul
arasında
Hızlı Tren Projesi
kapsamında yürütülen yol çalışmaları nedeniyle tüm
bölgesel ekspresler (Kocaeli, Adapazarı) ile uzun
yıllardır hizmet veren
Eskişehir, Başkent,
Sakarya,
Cumhuriyet, Anadolu, Ankara, Fatih, Meram, Doğu,
Güney/Kurtalan, Vangölü, Transasya, Boğaziçi
ve İçanadolu Mavi Ekspresleri iptal
edildi. 1908’de
II. Abdülhamit
tarafından Alman mimarisiyle yaptırılan Tarihi
Haydarpaşa Gar, böylece sadece
Gebze yönündeki
banliyo trenlerine hizmet veriyor. Toplumun her
kesiminden büyük tepkiler alan uygulamanın ardından
tarihi gara sadece Gebze yönüne gidip gelen banliyo
trenler giriş yapıyor. Bölgesel ekspreslerin ve ana
hat trenlerinin iptal edilmesinin ardından gara
giren tren yollarında sadece bir banliyo treni
görülüyor. Eski görüntülerinde ise rayların
üzerindeki lokomotif ve vagonların fazlalığı
nedeniyle boş yer bulunmayan gar sessizlik içinde.
TCDD Genel Müdürlüğü’ne
ait haydarpasagar.com adlı site de kapatıldı.
Sitenin girişinde Haydarpaşa’dan
Türkiye’nin
şehirlerine giden trenlerin gösterildiği haritada
kullanılamaz hale geldi.
Milliyet, Haber: Gökhan
Karakaş, 03.02.2012
|
KAYAKAPI KÜLTÜREL VE DOĞAL ÇEVRE KORUMA VE
CANLANDIRMA PROJESİ'YLE 27 BİN METREKARELİK ALAN
CANLANACAK

Türkiye'nin önemli turizm merkezlerinden Kapadokya
bölgesinde hayata geçirilecek Kayakapı Kültürel ve
Doğal Çevre Koruma ve Canlandırma Projesi'yle 27 bin
metrekarelik alandaki yüzlerce yıllık onlarca tarihi
eser restore edilerek turizme kazandırılacak.
Nevşehir'in Ürgüp İlçesi'nde Türkler ile Rumların
yıllarca birlikte yaşadığı, bin 215 kayadan oyma ev,
tarihi konaklar, kiliseler, camiler ve Aziz
Yuhannes'in evini barındıran tarihi Kayakapı
Mahallesi'nde hayata geçirilecek Kayakapı Kültürel
ve Doğal Çevre Koruma ve Canlandırma Projesi
kapsamında restorasyon yapılacak.
Ürgüp Belediye Başkanı Fahri Yıldız ile projenin
uygulayıcısı ve Kayakapı Turizm Yatırım AŞ Genel
Müdürü Mustafa Dinler, Kayakapı Mahallesi'ni basın
mensuplarına gezdirdi.
Gezinin ardından Ürgüp Dinler Otel'de düzenlenen
bilgilendirme toplantısında konuşan Dinler,
UNESCO'nun kültür mirası kapsamına alınan Göreme
Milli Parkı ve Kapadokya kayalık alanları
sınırlarına giren Kayakapı ile ilgili projenin Ürgüp
Belediyesince 2002'de hayata geçirilen bir proje
olduğunu, projenin gerek Ürgüp gerekse Kapadokya
için ''yüzyılın projesi'' olarak adlandırıldığını
söyledi.
Tamamı 27 bin metrekare olan, yaklaşık 212 parseli
içeren proje alanının önemli bir bölümünün yoğun
olarak yapılaşmış kentsel dokudan oluştuğunu
kaydeden Dinler, Kayakapı alanında Nevşehir Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunca belirlenip
tescillenmiş, aralarında kayadan oyma kilise,
camiler, çeşmeler ve tarihi Roma hamamlarının olduğu
yaklaşık 20 adet yapının da bulunduğunu projenin
tahmini bedelinin 30 milyon dolar olduğunu ifade
etti.

Projeyle tarihi mekanların müzeye dönüştürüleceğini
belirten Dinler, şöyle konuştu:
''Kayakapı'da yol ve alan içi temizliğimiz devam
ediyor. Temizlenen kısımlarda ise belgeleme
çalışmalarımız yapılmış ve yapılmaya devam
etmektedir. Belgelemesi tamamlanan kısımların
projeleri mimarlarımızca yapılarak etap etap
Nevşehir Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu'na onay
için sunulacaktır. Hedefimiz Mart 2012 itibarıyla
onayı alınan kısımlarda restorasyon çalışmalarına
başlamaktır. Ürgüp Belediyesi ile yapılan sözleşme
gereğince inşaat çalışmalarını 5 yılda
tamamlayacağız. Günübirlik alan, camiler, kaya
kiliseler, Aziz Yuhannes Evi Müzesi, el sanatları
merkezi, kafeler ve restoranlar ve Kayakapı
yamaçlarında bulunan tarım alanları tanzim edilerek
etap etap konaklama ünitelerimizle birlikte hizmete
girecek. Günübirlik alan halka açık olacak. Proje
hayata geçirildiğinde karlı bir turizm yatırımı
olmaktan öte başta Ürgüp olmak üzere Kapadokya'nın
sosyoekonomik ve kültürel yaşantısına yapacağı
katkıyı, bölgeye gelecek turist sayısında önemli
artış sağlayacağını ve istihdamı artıracağını da
unutmamak gerekir.''
Ürgüp Belediye Başkanı Fahri Yıldız da bölgenin
1970'li yıllarda afet bölgesi ilan edilmesiyle
kaderine terk edildiğini kaydederek, ''Kayakapı
Mahallesi'nde bulunan büyük kaya kütlesinin düşme
tehlikesi olmasından dolayı 1970'li yıllarda alınan
kararla burası afet bölgesi ilan edildi. Bu bölgede
yaşayanlar, devletin 370 Evler Mahallesi'nde
yaptırdığı evlere taşındı. Taşınmadan sonra bu
tarihi mahalle kaderine terk edildi'' diye konuştu.
Söz konusu projeyi gerçekleştirilecek firmaya alanın
49 yıllığına kiralandığını ifade eden Yıldız,
''Burada sadece konaklama tesisleri olamayacak,
restore edilen camiler, kaya kiliseler, hamamlar,
müzeler de yer alacak ve halkın ziyaretine
açılacak'' dedi.
Yapı, Fotoğraflar: Murat Asıl /AA, 31.01.2012
|
 |
TAHA TOROS 100 YAŞINDA SESSİZ SEDASIZ VEFAT ETTİ
Tarihçi-yazar Taha Toros, 26 Ocak Perşembe günü Etiler'deki evinde 102 yaşında hayatını kaybetti.
Toros, cuma günü de Zincirlikuyu'da düzenlenen cenaze töreninin ardından sessiz sedasız toprağa verildi. Taha Toros'un oğlu Hilmi Toros, babasının cenazesinin sade bir törenle kaldırılması ve ilan verilmemesi için vasiyeti olduğunu söyledi. Hilmi Toros, babasının 100 yaşında olmasına rağmen her gün ofisine gidip okuduğunu, gündemi takip ettiğini, arşivci olduğu için gazetelerden kupürler kestiğini söyledi. 1912 yılında Adana'da doğan Taha Toros, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden 1933'te mezun oldu ve maliye teşkilatında çalışmaya başladı. 1937-1940 yılları arasında Adana Ticaret ve Sanayi Odası'nda genel sekreter olarak çalışırken Çukurova ve Toroslar'da folklor araştırmaları yaptı. 1941'de Ticaret Bakanlığı bünyesinde başmüfettiş olarak çalışmaya başladı. Görevi gereği birkaç kez gönderildiği Paris'te, Türk kültür tarihiyle ilgili araştırmalar yaptı. Vatikan arşivlerinde Osmanlı Devleti ile Papalık arasındaki ilişkileri inceledi. Polonya'da konferanslar verdi. Çok sayıda kitaba da imza atan Toros, 1975 yılında emekli olana kadar Türk kültür tarihiyle ilgili zengin bir arşive sahip oldu.
Zaman, 31.01.2012
|
TARİHİ KİTABE AYAKLAR ALTINDA
Türkiye'nin dört bir yanında Osmanlı ve Selçuklu'dan kalma kitabeleri görmek mümkün. Ne var ki İslam tarihinin paha biçilmez eserleri çoğu yerde çöplüğe dönüyor. Onlardan biri de Diyarbakır'da üzerine Ayet-el Kürsi'nin yazılı olduğu kitabe. Prof.Dr. Abdurrahman Acar, "Kitabelerin çöplük içinde olması utanç verici. Bunlar koruma altına alınmalı." diyor.
Birçok medeniyete ev sahipliği yapan Diyarbakır'daki Evlibeden Burcu'nun dışında kalan kitabe yok olmak üzere. Selçuklular tarafından küfi sanatıyla Ayet-el Kürsi'nin nakşedildiği kitabenin üzerinden her gün yüzlerce kişi geçiyor. Uzmanlar tarihi ve dini değeri yüksek kitabenin kurtarılması gerektiğini söylüyor. Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi ve Sanatları Ana Bilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Abdurrahman Acar, Diyarbakır'ın İslam tarihi ve sanatları açısından çok eskilere dayandığını hatırlatıyor. Kitabenin vatandaşların üzerinden geçtiği bir kaldırım taşı haline dönüştüğünü dile getiren Acar, kitabenin kaderine terk edildiğini söylüyor. Vatandaşların kitabenin yakınına çöp döktüğünü ifade eden Prof.Dr. Acar, "Bu manzara utanç verici." yorumu yapıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın konuyla ilgilenmesi gerektiğini belirten Acar, "Burada yer alan kitabe tarihi değerlerimizden birisidir. Müzede koruma altına alınması gerekiyor, imkan yoksa da yerinde korumamız gerekiyor." diyor.
Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Kenan Haspolat ise tarihi eserlerin çöp içinde olmasının kabul edilemeyeceğini ifade ediyor. Diyarbakır surları ve burçlar üzerindeki her yerde ecdadın mühürlerini görmenin mümkün olduğuna işaret eden Haspolat, bu mühürlerin manevi değer hükmünde olduğuna dikkat çekiyor. Haspolat, tarihe ait manevi unsurların bu şekilde bulunmasına tolerans gösterilmemesi gerektiğini vurguluyor.
Zaman, Haber: Mehmet Şükrü Ocak, 31.01.2012
|
 |
CEMAAT VE BÜROKRASİYE ÇAĞRI: HAYDİ HIZLANIN

Cemaat vakıflarına ait
gayrimenkullerin iadesine imkan sağlayan kanun
hükmünde kararnamenin devreye girmesinin üzerinden 5
ay geçmesine rağmen başvuruların az sayıda kaldığını
gören Vakıflar Genel Müdürlüğü (VGM), süreci
hızlandırmak için düğmeye bastı. Bölge
müdürlüklerine başvuruların hiç bekletilmeden
merkeze iletilmesi talimatı veren Vakıflar Genel
Müdürü Dr. Adnan Ertem, "Şubat ayı ikinci
toplantısında ilk değerlendirmeyi yapacağız.
Şartları taşıyanlarla ilgili olumlu kararımızı
vereceğiz. Şubat ayında ilk karar çıkabilir" dedi.
SABAH'a konuşan Ertem, 27 Ağustos 2011'de çıkartılan
kararnamenin üzerinden yaklaşık 5 ay geçtiğini
belirterek şu ana kadar 164 cemaat vakfından 14'ünün
35 gayrimenkulün iadesi için başvurduğunu söyledi.
130 cemaat vakfının, 500 gayrimenkul için başvuru
beklediklerini belirten Ertem, "Cemaat vakıfları son
günü bekleyecekler diye düşünüyorum. Temmuz, ağustos
aylarında yoğun bir müracaatın olacağını
düşünüyoruz. Bir önceki düzenlemede 18 aylık süre
vardı. VGM, 18 aylık süre bitmeden değerlendirme
yapmadı. Bütün müracaatları topladı. Ondan sonra
değerlendirme yaptı. Vakıflarda yine böyle olacağına
dair bir düşünce var. Bunu kırmaya çalışıyoruz. Bu
sefer beklemeyeceğiz. Hangi müracaat olursa olsun
Vakıflar Meclisi'ne alıp değerlendirmesini
yapacağız. Başvuruların hepsi nasıl olsa toplanacak,
şu an müracaat etmemizin bir anlamı yok gibi bir
algı var. Bu yüzden müracaatları geciktiriyorlar.
Biz de bilgilendirme atağı yaptık. Müracaatlar
gelecek. Hızlandıracağız ama temmuz ağustos ayında
yoğunluğu azaltmayacağız gibi geliyor" dedi.
Değerlendirme sürecinin hızlandırılması talimatını
verdiğini kaydeden Ertem, "Bölge müdürlükleri eksik
belge gerekçesiyle başvuruyu tutuyordu. Şimdi eksik
de olsa belgeleri bize gönderin talimatı verdik.
Eksik de olsa biz bakalım dedik. Eksikliğine biz
karar vereceğiz. Varsa eksik, tamamlanmasını biz
isteyeceğiz" diye konuştu. Ertem "Cemaat vakıfları
müsterih olsun. Yapılan müracaatlarla ilgili zamana
yayma, geciktirme veya göz ardı etme gibi bir durum
söz konusu değil. Yaptığımız düzenleme sıfır
problemli çözüm getirecek" dedi.
Süreci hızlandırmaya çalıştıklarını kaydeden Ertem,
"Müracaatlarınızı yapın, beklemeyin, biz
değerlendireceğiz diye bilgilendirmeler yapıyoruz.
35 dosya, Vakıflar Meclisi'nin şubat ayının ikinci
toplantısında ele alınacak. İlk değerlendirmeyi bu
toplantıda yapacağız. Karar da çıkabilir,
eksikliklerin giderilmesiyle ilgili dosya
bekletilebilir. Şartları taşıyanlarla ilgili olumlu
kararımızı vereceğiz. Şubat ayında ilk karar
çıkabilir" diye konuştu. Meclisten karar çıktığı
zaman sürecin de hızlanacağını belirten Ertem,
"Örnek olsun diye ilk etapta bir karar verelim diye
çaba sarf ediyorum, hızlandırmak istiyorum. Bunu
gören vakıflar bir an önce gayrimenkullerine
kavuşmak için zamana yayılan bu tembelliği
giderecektir" dedi.
Cemaat vakıflarının gayrimenkul sorununun çözülmesi
için çalışmaların 2002'de başladığını ve bugüne
kadar 2 kanun, 1 kanun hükmünde kararname
çıkartıldığını anlatan Ertem, "2013 şubat-mart
aylarında problemlerin yüzde 99'nun çözüleceğine
inanıyorum. Yüzde 1 ihtimalde şu anda göremediğimiz,
bilemediğimiz, belki süreç esnasında göreceğimiz
bazı problemler çıkabilir diye bir ihtimal
veriyorum. Ama evet problemleri çözülecek" diye
konuştu. Cemaat vakıflarının gayrimenkulleriyle
ilgili AİHM'de az sayıda dosya olduğunu kaydeden
Ertem, "Biz bu düzenlemeyi yaptıktan sonra var olan
bir, iki dosyanın da geri çekileceğin tahmin
ediyorum. İyi niyetle bakıldığı zaman bu
düzenlemelerin, isteklerinin çok çok ötesinde
ihtiyaçlarını karşıladığını düşünüyorum" dedi.
Sabah, Haber: Hasan Ay, 31.01.2012
|
AYNALI ÇARŞI'DA BİR TEK AYNA SATILMIYOR

"Çanakkale içinde Aynalı Çarşı, 'Ana ben gidiyom
düşmana karşı', Gençliğim eyvah" cümleleriyle
başlayan ve dilden dile dolaşan türkünün geçtiği
Aynalı Çarşı Çanakkale'nin en işlek caddesinde
bulunuyor.
Eskiden atlar için koşum ve süs eşyası yapan
dükkanlarda 'ayna' denilen at gözlükleri
satıldığı için bu adı alan çarşıda,
şimdilerde Çanakkale'nin simgeleri "Dur
Yolcu" yazısı, "Şehitler Anıtı" ve "Truva
Atı" gibi hediyelik eşyalar satılıyor.
Çarşıda satılmayan tek şey ise 'ayna'. 120
yıllık çarşının esnafı ise turistlerin ilgi
göstermemesinden şikayetçi. Aynalı Çarşı
Yönetim Kurulu Başkanı Hacı Ramazan Işıldak,
restore edilmeden önce kötü bir durumda
olduğunu, o dönemlerde çarşıyı görmek için
gelenlerin hayal kırıklığına uğradığını
söylüyor. Çanakkale Belediyesi'nce yapılan
restorasyonla çarşının bugünkü haline
geldiğini ifade eden Işıldak, "Çarşımız şu
anda iyi ama iş bakımından zayıf. Esnafın
sıkıntısı var. Çanakkale'ye gelen turlar ve
öğrencilerin yüzde 90'ı karşıya, Gelibolu
Yarımadası'na gidiyor. Oraya gelenlerin
ancak yüzde 5'i Çanakkale'ye geçiyor, Aynalı
Çarşı'yı görmek için. Rehberlerin,
turistleri çarşıya yönlendirmemesi de bunda
etkendir." diyor.
Çarşı, 1881 yılında Sultan 2. Abdülhamid
döneminde, Çanakkale'nin önde gelen Yahudi
ailelerinden İlya Halyo'ya yaptırılmış.
Çanakkale Savaşları sırasında bir
bombardımanda çıkan yangın sonucu tahrip
olmuş, 1918-1921 yılları arasında ise
İngilizler, Çanakkale'yi işgal edince burayı
ahır olarak kullanmış. Aynalı Çarşı, 1994
yılından sonra yapılan onarım çalışmasıyla
yeniden kullanılır hale getirilerek bugünkü
halini almış.
Zaman, Haber: Mehmet Güler, 31.01.2012
|
ANITKABİR = YUNAN
TAPINAĞI MIDIR?
İnternette gördüm. Yeni Akit gazetesi bir dernek
başkanının beyanatını baş tacı etmiş. Atatürk’ün
mozolesi, ‘’Anıtkabir’’, Yunan tapınağına
benziyormuş. Ziyaretçileri ‘’Sözde Atatürkçüler’’,
gidip gidip Kudüs’teki ‘’Ağlama Duvarı’’ gibi orada
ağlar ve dert yanarlarmış. Tez elden bu tapınağı (!)
yıkıp, onun yerine Selçuklu kümbet mimarisinde bir
mezar yapılmalı imiş. Bu zat yine insaflı davranmış;
bir de Anıtkabir’i - Mason mimarisi her ne ise -
Mason mabedine benzetenler var.‘’Ağlama Duvarı’’ ve
‘’Tapınak’’ ithamı, konumun dışında kalıyor.Aslında
bu ithama değer verip yanıtlamaya bile değmediği
kanısındayım. Ben konuya mimari açıdan yaklaşacağım.

Her halde Anıtkabir
mozole kitlesi dış cephelerinin, kolon ve
galerilerle çevrelenmiş olması, bazı kişilerde Yunan
mabetlerini çağrıştırıyor. Mimarlık, elbette ki
insanlığın geçmiş kültür ve sanatından ders alır. Ne
var ki geçmişi taklide kalkarsa gülünç duruma düşer.
Zira mimarlık, insan uygarlığından bu yana kültür ve
sanat birikimlerinin bileşkesi üzerine yeni bir
değer yaratabildiği oranda bir değer ifade eder.
Başka bir deyişle, günümüz mimarlığı, geçmiş kültür
birikimlerinden ve yerel öğelerden de
yararlanabilen, hepsinin üstünde çağdaşolabilen bir
sanattır. Tekrar ediyorum; mimarlık, geride kalmış
olanı tekrarlarsa ona sanat demek bile caiz
değildir.
Evet, sadece
Atina,Parthenon’da, Hepaistos mabedinde,
Anadolu’daki birçok İyon mabedinde ve Bodrum’daki
‘’Halikarnas Mozole’’de değil, Rönesans eseri Viyana
Parlamento binasında da, Avrupa’nın diğer Rönesans
yapılarında da, Amerika’da da çevre kolonlu ve
galerili anıtsal yapılara rastlayabilirsiniz. Ama bu
yapılara Yunan tapınağı diyemezsiniz.
Bu beyanatı veren
arkadaş her kimseonun milli gelenekten gelen mimari
anlayışı Selçuklu’da kalmış.Tamam da, Osmanlı bile
Selçuklu mimarisini devam ettirmedi de biz mi bu
yüzyılda devam ettireceğiz? Evet, Selçuklu
kümbetlerinin her biri birer mimari şaheserdir.
Beyanatı veren arkadaş, her halde Selçuklu
kümbetlerinin tepesindeki piramitlerin Ermeni ve
Gürcü mimarisinde kullanıldığını bilmek istemiyor.
Lütfen kümbetlerdeki piramidal örtü ile Ermeni ve
Gürcü kiliselerindeki piramidal örtüyü bir
karşılaştırsın. Bunda gocunacak bir şey yok. Her
dönem mimarisi, çevre mimarilerinden etkilenmiş ve o
mimarinin ustalarını kullanmıştır.

Ne olur artık bu
eserleri kendi dönemlerinde bırakalım;onları
dönemlerinin tanığı olarak takdir edelim ve de
dönemimize kopyalarını aktarıp onları
yozlaştırmayalım. Bu sözüm sadece beyanat veren zatı
değil, son günlerde mimariye kendi görüşleri
paralelinde hükmetmeye, eskiyi dirilmeye çalışan
politikacılarımızıda kapsamaktadır.
Anıtkabir projesi, Prof.
Emin Onat - Doç. Orhan Arda ile beraber Prof.
Kruegerve Prof. Feschini’nin, üç projenin birden
birincilik aldığı uluslararası bir yarışmadır.
Devlet, bu üç birinciden Türk mimarlarının projesini
tercih etmiştir. O zamanlar Türkiye, mimari açıdan
‘’İkinci Ulusalcılık’’ dönemini yaşıyor ve seçilen
proje, ‘’Türk Klasizmi’’ olarak nitelendiriliyordu.
Ne var ki projenin kitle izleniminde Selçuk ve
Osmanlı’yı ararsanız bulamazsınız. Zaten bulsaydınız
anıt, dönemlerini doldurmuş devletlerden sonra
kurulmuş bulunanTürkiye Cumhuriyetini ve
Cumhurbaşkanını temsil edemezdi. Anıtların, kunt bir
taş yapı olmaktan öte, temsil ettikleri ‘’idea’’yı
ifade edebilme ödevlerivardır. Yine de Anıtkabir,
kitlesi ile olmasa bile Selçuklu ve Osmanlı’ya
ayrıntılarında sahip çıkmıştır.
İki yanına Sfenks dizili
giriş allesi geleneği, Mısır uygarlığında,Karnak ve
Luxor tapınaklarında da vardır.Alle, ziyaretçiyi
yürüterek ulu kişinin huzuruna hazırlar.
Anıtkabir’de bu, Aslanlı Yol olarak yerini
almıştır.İki yana dizili 24 Hitit aslanı, 24 Oğuz
boyunu simgeler. Aslan, Hitit ve eski Türk
mitolojisinde kuvvet ve kudret timsali olup, hücumda
değil, oturur durumda olmaları barışseverliği
anlatır. Arası çimli aralıklı taş döşeme,yürüyenin
yere dikkat ederek başını öne eğmesini sağlar. İki
yana dikilen yüksek ağaçlar, ana kitleyi gizler ve
meydana ulaştığınızdasürpriz etkisi yaratır.
15 bin kişi alan ‘’Tören
alanı’’ zeminine renkli travertenlerle Anadolu halı
ve kilim desenleri işlenmiştir. Alanı çevreleyen
revaklar, Osmanlı dini mimarisini çağrıştırır.

Yontucu Hüseyin Anka
eseri, taş üzerine işlenmiş röliyefler (kabartma
heykeller), Kurtuluş Savaşınıve Atatürk’ün savaş
günlerini anlatır. Yeni Türkiye’nin benimsediği
evrensel sanatın bir nevi ifadesidir. Mozole ve
galeri tavanı düzdür. İlk projede iç mekanı kubbeli
bir taç kitlesi vardı. Ekonomik nedenlerle ve
inşaatın bitimini çabuklaştırmak amacıyla
kaldırıldı. Yapılsa idi Yunan tapınağı diyenlerin
sayısında önemli oranda azalma olurdu. Yine de Yunan
mabedinde görülen, beşikörtüsü meyilli çatınınön
görünümüne yansıyan üçgen alınlık
(fronton)Anıtkabirdeyoktur. Bu daana kitleyi
algılamada, Yunan mabedikitle algılamasını
çağrıştırmaz.Mozole kitlesinin döşeme ve tavan
süslemeleri, mimar Nezih Eldem eseri olup 15’inci ve
16’ncı yüzyıl Osmanlı halı ve kilim desenlerinden
alınan esinle işlenmiştir. Dış çevre kolonları Yunan
ve İyon tapınaklarında olduğu gibi daire kesitli,
ince ve konik değil, dikdörtgen kesitlidir. Açıklık
ve doluluk oranları farklıdır. Keza taban ve sütun
başlıkları ile antik silmeleri içermez. Cephe klasik
mimari oranlara göre düzenlenmiş olup Yunan
tapınaklarındaki cephe oranlarını burada
göremezsiniz.
Ata’nın İslami inançlar
paralelinde toprağa verildiği ‘’Mezar Odası’’Selçuk
kümbetlerindeki gibidir. Planı Selçuk kümbetlerinde
ve bazı Osmanlı türbelerinde olduğu gibi
sekizgendir. Keza piramidal tavanı, Selçuklu
kümbetlerini çağrıştırır.
‘’Anıtkabir’’in antik
Yunan mabetlerine olan farklılıklarını görebilmek
için bir nebze de olsa mimarlıknosyonu sahibi olmak
ve de mimarlık tarihini bilmek gerekmektedir.
Kent Haber, Yazı: Yılmaz
Ergüvenç, 30.01.2012
|
DİNSİZLEŞTİREN HEYKELE DEFALARCA SALDIRDILAR
Edirne’de muhafazakar çevreler, Türk Kadınlar
Birliği Edirne şubesi tarafından cumhuriyetin 80.
yılı anısına Fatih mahallesine yapılan “Özgür ve
Çağdaş Kadın” heykelinin kaldırılması için çalışma
başlattı. Milli Gazete’nin haberinde; “başörtüsünü
atan erotik” kadın heykeliyle çağdaşlık kisvesi
altında Türk halkının manevi değerleriyle alay
edildiği savunularak heykelin bir an önce
kaldırılması istendi. Ayrıca habere göre istenmediği
için halkın defalarca kırdığı ve yıktığı heykel,
birlik tarafından her seferinde yeniden yapılmış.

Milli Gazete’nin üst başlığında “Çağdaş
yobazlığı yansıtan bu heykel serhat şehri
Edirne’ye yakışmıyor” dediği
ve “Yobazlığın Heykeli”
başlıklı haberde şu ifadelere yer veriliyor:
"Bir toplumu dininden uzaklaştırırsan o toplumu
yok edebilirsin" diyerek tepki gösteren Milli Türk
Talebe Birliği Başkan Yardımcısı Yasin Sadıkoğlu:
"Sapkın zihniyetler bugün de Türk Kadınının çağdaş
oluşunu Edirne'de başörtüsünü çıkaran bir kadın
heykeli ile karşımıza çıkarıyorlar.
Amerika
Afganistan'a girdikten sonra da bir kadın
fotoğrafı yer almadı mı dünya basınında? Bir kadın
var eliyle başörtüsünü çıkarıyor. Neymiş efendim
Afganistan kadını özgürleşti. Allah'tan o kadının
bir gazetenin muhabiri olduğu ortaya çıktı da susmak
zorunda kaldılar. Türk basınında da manşetten
verilmedi mi bu haber? Hem de günlerce manşetlerde
yer almadı mı? Bakıldığı zaman Afganistan kadını
yiyecek ekmeğin sıkıntısının yaşarken başörtüsünü
çıkararak rahat bir nefes alıyor sanki. Bugüne kadar
hep kadının başörtüsüyle uğraşıldı. Nereye özgürlük
getirilecek dendiyse kadının başındaki eşarbı
çıkartıldı. Bunun bilerek ve isteyerek uygulanan bir
politika olduğu aşikardır. Dinsizleştirme
politikasıdır bu. Çünkü bir toplumu dininden
uzaklaştırırsan o toplumu yok edebilirsin" dedi.
Bu ahlaksız heykel
Müslüman- Türk Milletine hakarettir" diyerek
tepki gösteren
Alperen Ocakları Edirne İl Başkanı Alparslan
Cankanoğlu şunları söyledi: "Türk Kadınlar Birliği
Edirne Şubesi tarafından 2004 yılında
Türkiye Cumhuriyeti'nin 80'inci yıldönümü
anısına Fatih Mahallesi'ne dikilen "Özgür ve Çağdaş
Kadın" olarak isimlendirilen başörtüsünü atan çıplak
kadın heykeli bizi ziyadesiyle üzmektedir. Hele hele
bu heykelin başörtüsüne hakaret edercesine
başörtüsünü çıkarmış şekilde ve çıplak olarak
gösterilmesi Müslüman -Türk Milletine ağır hakaret
olarak görüyoruz".
Cankanoğlu, "Cumhuriyet demek çıplaklık demek
değildir, çıplaklık hiçbir zaman medeniyet ölçüsü
değildir. Bu durumu Milli şairimiz Mehmet Akif
Ersoy'un dediği gibi "Medeniyet dediğin eğer açmaksa
bedeni hayvanlar sizden daha medeni" olarak
özetliyor. Manevi değerlerimize aykırı olan milli
değerlerimizle bağdaşmayan bu heykelin
kaldırılmasını başta Edirne Belediyesi olmak üzere
diğer yetkililerden şiddetle istiyoruz" dedi.
Halkın tepkisine neden olan Başörtüsünü atan
erotik heykel Türk Kadınlar Birliği Edirne Şubesi
tarafından Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun
80'nci yıldönümü anısına yaptırılmıştı. 400
kilogramağırlığındaki bu bronz 'Özgür ve Çağdaş
Kadın Heykeli' halkın defalarca yerinden söküp
kırmasına rağmen Türk kadınlar Birliği tarafından
inatla tekrar yapılmıştı."
Milliyet, 30.01.2012
******
MİLLİ GAZETE'DEN
HEYKEL YOBAZLIĞI
Milli Gazete, özgür
kadın heykeli için 'sapkın ve erotik' dedi,
sansürledi...
Edirne'de muhafazakar
çevreler, Türk Kadınlar Birliği Edirne şubesi
tarafından cumhuriyetin 80. yılı anısına Fatih
mahallesine yapılan "Özgür ve Çağdaş Kadın"
heykelinin kaldırılması için çalışma başlattı.
Milli Gazete'nin
haberinde; "başörtüsünü atan, sapkın ve erotik"
kadın heykeliyle çağdaşlık kisvesi altında Türk
halkının manevi değerleriyle alay edildiği
savunularak heykelin bir an önce kaldırılması
istendi. Haberdeki görsellerde, çıplak olmamasına
rağmen kadın heykelinin fotoğrafı pikselleştirilerek
sansürlendi.
Ayrıca habere göre
istenmediği için halkın defalarca kırdığı ve yıktığı
heykel, birlik tarafından her seferinde yeniden
yapılmış.
Milli Gazete'nin üst
başlığında "Çağdaş yobazlığı yansıtan bu heykel
serhat şehri Edirne'ye yakışmıyor" dediği ve
"Yobazlığın Heykeli" başlıklı kışkırtıcı haber
şöyle:

"Osmanlı'ya 92 yıl
başkentlik yapmış olan serhat şehri Edirne'de
milletimizin manevi değerleriyle alay edercesine
Türk Kadınlar Birliği tarafından çağdaşlık kisvesi
altında 'Başörtüsünü atan erotik kadın heykeli'
dikildi. Sivil toplum kuruluşları ve vatandaşlar,
adeta Çağdaş Yobazlığın yansıması olan bu heykelin
Edirne'ye yakışmadığını ve derhal kaldırılmasını
istiyor.
Osmanlı'ya 92 yıl
Başkentlik etmiş serhat şehir Edirne'nin Fatih
Mahallesinde skandal yaratacak bir heykelin olduğu
ortaya çıktı. Türk Kadınlar Birliği Edirne Şubesi
tarafından 20 Ocak 2004 yılında yaptırılan
"başörtüsünü başından atan erotik" bir kadın
heykelinin olduğu görüldü. İlk görüşte insanlarımız
pek fark etmeseler de dikkatli bakınca insanları
şoka sokan bu heykel inançlı yaşayan insanların
tepkisini çekti. Başörtülü kadınları rencide etmek
amacıyla yapılan bu heykelin altına "Özgür ve Çağdaş
Kadın" yazılmıştı. Geçtiğimiz yıllarda kimliği
belirsiz bir vatandaş halat bağlayıp heykeli
yerinden sökmüştü. Daha sonra Türk Kadınlar birliği
tekrar o heykeli yaptırdı fakat tepkilerden dolayı
"Özgür ve Çağdaş Kadın" yazısını kaldırdıkları
öğrenildi. Edirne denilince akla Osmanlı ve Selimiye
başta olmak üzere önemli mimari özelliklere sahip
manevi mekanlar gelirken yapılan bu sapkın ve
ahlaksız erotik heykel insanları derinden yaralıyor.
Yapılan bu ahlaksız
faaliyetler "Cumhuriyeti böyle mi kurduk?" sorusunu
akla getiriyor. Sözde çağdaşlık kisvesi altında
yapılan bu bağnaz ve ahlaksız heykele inançlı
yaşayan insanlar, "Edirne'yi düşmanlardan
kurtaranlar, çağdaş ve çıplak kadınlar değildi,
Edirne'yi müdafaa edenler imanlı, inançlı ve ahlaklı
kadınlardı" diyerek tepki gösterdiler.
Heykelin Osmanlı'ya 92
yıl başkentlik yapmış bir şehre yakışmadığını dile
getiren Anadolu Gençlik Derneği Başkanı Abdülhamit
İriş: Anadolu Gençlik Derneği Başkanı Abdülhamit
İriş: "Osmanlıya 90 küsur yıl başkentlik yapmış bu
şehrimize böyle şeyler yakışmıyor. Ecdadımız 600 yıl
hiçbir insanının rencide edilmesine izin vermemiş.
Her kesime sonuna kadar hoşgörülü davranmıştır.
Gelin görün ki o ecdadın torunları kendi ülkesine
yabancı kalmış ve kendi insanını yok sayarak rencide
etmeye çalışıyor. Başörtülü, inancının gereğini
yerine getirerek yaşamaya çalışan insanlara
psikolojik bir baskı uygulamak için yapılan bu
sapkın çalışmalar Edirne'ye hiç yakışmıyor,
yakışmazda. Edirne'nin böyle anılmasını sebebiyet
verenler, bu durumu derhal düzeltmeliler." şeklinde
konuştu.
"Bir toplumu dininden
uzaklaştırırsan o toplumu yok edebilirsin" diyerek
tepki gösteren Milli Türk Talebe Birliği Başkan
Yardımcısı Yasin Sadıkoğlu: "Sapkın zihniyetler
bugün de Türk Kadınının çağdaş oluşunu Edirne'de
başörtüsünü çıkaran bir kadın heykeli ile karşımıza
çıkarıyorlar. Amerika Afganistan'a girdikten sonra
da bir kadın fotoğrafı yer almadı mı dünya
basınında? Bir kadın var eliyle başörtüsünü
çıkarıyor. Neymiş efendim Afganistan kadını
özgürleşti. Allah'tan o kadının bir gazetenin
muhabiri olduğu ortaya çıktı da susmak zorunda
kaldılar.
Türk basınında da
manşetten verilmedi mi bu haber? Hem de günlerce
manşetlerde yer almadı mı? Bakıldığı zaman
Afganistan kadını yiyecek ekmeğin sıkıntısının
yaşarken başörtüsünü çıkararak rahat bir nefes
alıyor sanki. Bugüne kadar hep kadının başörtüsüyle
uğraşıldı. Nereye özgürlük getirilecek dendiyse
kadının başındaki eşarbı çıkartıldı. Bunun bilerek
ve isteyerek uygulanan bir politika olduğu
aşikardır. Dinsizleştirme politikasıdır bu. Çünkü
bir toplumu dininden uzaklaştırırsan o toplumu yok
edebilirsin" dedi.
"Bu ahlaksız heykel Müslüman- Türk Milletine hakarettir" diyerek tepki gösteren Alpere Ocakları Edirne İl Başkanı Alparslan Cankanoğlu şunları söyledi: "Türk Kadınlar Birliği Edirne Şubesi tarafından 2004 yılında Türkiye Cumhuriyeti'nin 80'inci yıldönümü anısına Fatih Mahallesi'ne dikilen "Özgür ve Çağdaş Kadın" olarak isimlendirilen başörtüsünü atan çıplak kadın heykeli bizi ziyadesiyle üzmektedir. Hele hele bu heykelin başörtüsüne hakaret edercesine başörtüsünü çıkarmış şekilde ve çıplak olarak gösterilmesi Müslüman -Türk Milletine ağır hakaret olarak görüyoruz".
Cankanoğlu, "Cumhuriyet
demek çıplaklık demek değildir, çıplaklık hiçbir
zaman medeniyet ölçüsü değildir. Bu durumu Milli
şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un dediği gibi "Medeniyet
dediğin eğer açmaksa bedeni hayvanlar sizden daha
medeni" olarak özetliyor. Manevi değerlerimize
aykırı olan milli değerlerimizle bağdaşmayan bu
heykelin kaldırılmasını başta Edirne Belediyesi
olmak üzere diğer yetkililerden şiddetle istiyoruz"
dedi.
Halkın tepkisine neden
olan Başörtüsünü atan erotik heykel Türk Kadınlar
Birliği Edirne Şubesi tarafından Türkiye
Cumhuriyeti'nin kuruluşunun 80'nci yıldönümü anısına
yaptırılmıştı. 400 kilogramağırlığındaki bu bronz
'Özgür ve Çağdaş Kadın Heykeli' halkın defalarca
yerinden söküp kırmasına rağmen Türk kadınlar
Birliği tarafından inatla tekrar yapılmıştı.
Edirne Kent Haber,
30.01.2012
|
HIRSIZLAR EN ÇOK PICASSO SEVİYOR

İngiltere’de yapılan araştırmaya
göre hırsızlar en çok Picasso tablosu çalıyor.
Uzmanlar “Picasso’nun kayıp tablo sayısı 1147”
diyor.
Dünya sanat
piyasasının canlandığı son 20 yılda çok sayıda eser
hırsızların hedefi oldu. İngilteremerkezli, kayıp
sanat eserlerinin kaydını tutan Art Loss Register
kuruluşunun hazırladığı listeye göre hırsızlar en
çok İspanyol ressamPablo
Picasso’nun yapıtlarını çalıyor. Kuruluşun
yaptığı araştırmaya göre
Picasso’nun çalınan, kaybolan ve nerede olduğu
bilinmeyen 1147 tablosu bulunuyor.
Picasso’nun “Kadın
Başı” tablosu Atina’daki Ulusal Sanat
Galerisi’nden, “Güvercin ve Yeşil Bezelyeler” adlı
tablosu ise 2010’da Paris’teki
Modern Sanat Müzesi’nden çalınmıştı.
Picasso’yu kayıp 557 tablosuyla ABD’li
ressamNick Lawrence ve 516 tablosuylaMarc Chagall
izledi.
Uzmanlara göre çalınan yapıtların bazıları özel
koleksiyoncuların eline geçti, bir kısmı isemafya
çetelerinin elinde pazarlık malzemesi olarak
kullanıldı. Hırsızlıkların yüzde 40’ı İngiltere’de,
yüzde 16’sı ise ABD’de gerçekleşti.
Eserleri en çok çalınan 10 sanatçı
1. Pablo
Picasso - 1147
2. Nick Lawrence - 557
3. Marc Chagall - 516
4. Karel Appel - 505
5. Salvador Dali - 505
6. Joan Miro - 478
7. David Levine - 343
8. Andy Warhol - 343
9. Rembrandt - 337
10. Peter Reinicke - 336
Habertürk 30.01.2012
|
ANADOLU TARİHİNE HACILAR MÜHRÜ DAMGASINI VURACAK
Burdur'un Hacılar
Köyü'ndeki Büyük Höyük
kazısında bulunan damga mühürlerin insanlık
tarihi açısından önemli buluntulardan biri
olduğu belirtildi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı adına İstanbul
Üniversitesi ile birlikte Hacılar Büyük
Höyük'te yapılan kazılar hakkında Burdur İl
Kültür ve Turizm Müdürü Mehmet Tanır bilgi
verdi. Milattan Önce (MÖ) 3000 yılında
yapılan mühürler, Hacılar Büyük Höyük'te
yapılan kazılarda İlk Tunç Çağı
yerleşmelerinde çıktı. Mühürlerin üzerinde
yer alan şekillerin MÖ 3000 yılına ait
olduğu belirtildi. Bölgede yaşamış toplumlar
tarafından kullanılan mühürlerin, yazı
öncesi bir iletişim diline ait işaretler
olduğu aktarıldı.
Kazıda bulunan mühürlerin insanlık
tarihini aydınlatacağını söyleyen Kültür ve
Turizm Müdürü Mehmet Tanır, "Hacılar Büyük
Höyük kazıları, gelecekte tüm bölge için çok
önemli konulara ışık tutacağını
düşündürmektedir. Şu ana kadar bulunan en
eski mühürler ortaya çıkartıldı. Kazılarımız
bu yıl da devam edecek. Mülkiyeti temsil
eden bu mühür bölgedeki yerleşim yerleri
arasında sosyal ve ticari ilişkilerde bir
iletişim dilinin kullanılmış olabileceği
düşüncesini güçlendirmektedir. Batı
Anadolu'nun ve ilimizin en eski tarihi
yerleşim merkezi olan Hacılar'da ele geçen
bu mühürün bilim dünyasında heyecan
uyandıracağını düşünüyoruz." ifadelerini
kullandı.
Zaman, 30.01.2012
|
150 YIL SONRA YENİDEN HAYAT BULDU

Dantel gibi işlenen ahşap
merdivenleri, balkon korkulukları, gökyüzüne açılan
cihannüması ile Tanzimat dönemi mimarisinin nadide
örneklerinden biri olan 150 yıllık Mirgün Köşkü'nün
restorasyonu tamamlandı.
İstanbul İl Özel İdaresinin katkılarıyla restore
edilen köşk, sahibi İstanbul Üniversitesine
önümüzdeki günlerde teslim edilecek.
Adını 1900'lü yıllarda yaşayan ressam Ahmet
Mirgün'den alan Emirgan'daki ''Mirgün
Köşkü''nün ilk sahibinin, Hıdiv İsmail Paşa'nın
torunu Mehmet Tahir Paşa olduğu biliniyor.
Ressam Ahmet Mirgün, Boğaziçi'nin mimarisine şekil
veren Hıdiv Ailesi tarafından yaptırılan köşkü, 1985
yılında İstanbul Üniversitesine bağışladı.
İstanbul Üniversitesi (İÜ) Rektörü Prof.Dr. Yunus
Söylet, göreve geldikten sonra dantel gibi işlenen
ahşap merdivenleri, balkon korkulukları, gökyüzüne
açılan cihannüması ile Tanzimat dönemi mimarisinin
nadide örneklerinden biri olan
Mirgün Köşkü'nün restorasyonu için kolları
sıvadı.
İstanbul İl Özel İdaresinden restorasyon konusunda
destek alan Söylet, yıllar içinde harap hale gelen
tarihi köşkü eski görkemli günlerine dönmesi için
çalışmaları yakından takip etti.
Mirgün Köşkü'nün 2010 yılında başlayan
restorasyon tamamlandı. İstanbul İl Özel İdaresinin
katkılarıyla gerçekleştirilen restorasyonda köşkün
doğal yapısı korunarak birçok çalışma
gerçekleştirildi. Restorasyon sırasında zarar görmüş
parçalar özüne uygun olarak onarılırken, çürümüş
kısımlar yenileri ile değiştirildi.
İstanbul İl Özel İdaresi, kısa bir süre sonra
Mirgün Köşkü'nü İstanbul Üniversitesi'ne teslim
edecek.
İÜ Rektörü Prof.Dr. Yunus Söylet, yaptığı
açıklamada, göreve geldiğinde üniversitenin kültür
varlıklarını ve envanterini çıkarırken, o güne kadar
kimsenin gündeminde olmayan ve çok fazla
konuşulmayan
Mirgün Köşkü'ne de rastladıklarını belirterek,
''Üniversitenin Baltalimanı tesislerinin üst
tarafındaki köşkü hemen gidip gördüm. İl Özel
İdaresine çok teşekkür ediyorum, teklifimi hemen
kabul ettiler'' dedi.
Söylet, 4 katlı ahşap köşkün 1500 metrekare arsa
üzerinde, boğaz gören, Emirgan'ın tepesinde güzel
bir köşk olduğunu belirterek, şöyle konuştu:
''Köşkü, sosyal tesis olarak kullanmayı düşünüyorum.
Köşk, harap bir haldeydi, şimdi pırıl pırıl oldu.
Her katı yaklaşık 120 metrekare. En üst katını
prestijli konuklara misafirhane olarak düşündüm. En
alt kat, teknik işlerin, mutfak ve diğer hizmetlerin
kotarıldığı bir yer olacak. Bahçe yazın
değerlendirilebilecek, yarı açık, yarı kapalı bir
camlı bir kafe olabilir. Diğer iki kat da
toplantılar ve workshoplar için son derece uygun
olabilir.''
Köşkün yol tarifinin karışık olduğunu ve otopark
sorunu bulunduğunu ifade eden Söylet, özellikle
otopark konusundaki sıkıntının giderilmesi için
çözüm üretilmesi gerektiğini söyledi.
Bu arada, tarihi Mirgün Köşkü'nün belgeseli de
çekiliyor.
''Seracem''
adı verilecek belgesel, 4 bölüm ve 120 dakika
olacak. Proje kapsamında köşkün mimari özellikleri,
yapıldığı dönem itibariyle yaşamsal geçmişi ve
bölgedeki etkileşimler belgesele aktarılacak. Ayrıca
restorasyon süreci de safha safha çekilerek,
üniversitelerdeki ilgili bölümlerde öğrencilere
aktarılacak.
Habertürk, 30.01.2012
|
 |
KİLİSESİNDE HAZİNE ARAYAN RAHİBE BASKIN
Yunanistan’ın Fyska kasabasında ilginç bir hazine arama olayı yaşandı. Carkand adındaki rahip görevli olduğu kilisede bir polis komiseri ile hazine ararken yakalandı. Rum Politis gazetesinin haberine göre, rahip ve komiser “efsaneye göre kilisede gizlenmiş olan hazineyi bulmak için” kilisenin içinde arama çalışması başlattı. Bir ihbar üzerine kiliseye baskın yapan Yunan polisi kilisenin içinde rahip ve komiseri hazine ararken yakaladı. Yakalanan rahip, “Burada hazine arıyorduk” dedi. Bazı haber siteleri ve gazeteler, “Kutsal ve aziz ne? Bazı rahiplerin hiç bir korkusu yok” yorumlarını yaptı.
Polisler kilise içinde yaptıkları aramada, kilisenin içerisinde bulunan sunağın arkasında rahip ve komiserin hazine için iki metrelik delik açtığını belirledi. Hazine için delinen yerde; eldivenler, kürekler, kazmalar ve kum torbaları bulundu. Rahip ve komiser, “Kaçak kazı yapmak ve eski eserlere zarar vermek” suçlarından tutuklandı. Hazine aramasına 4 kişinin daha karıştığı ancak polisler gelmeden önce olay yerinden ayrıldığı belirtildi. Olayı savcılığa havale eden polis şimdi bu kişilerin peşinde.
Milliyet, 30.01.2012
|
HASANKEYF'E ÇILGIN PROJE!

Ilısu Barajı’nın yapımıyla Hasankeyf’in sular
altında kalması tartışmaları devam ederken, su
üstünde kalacak kısmın korunması amacıyla
Batman Üniversitesi Rektörü Abdüsselam Uluçam’ın
hazırladığı
proje şaşkınlık yarattı. Projeye
göre, Hasankeyf Kalesi’nin çevresi 250 metre
yüksekliğinde duvarla örülecek.
Batman Üniversitesi Rektörü’nün Hasankeyf
Kalesi’ni koruma amacıyla
Kültür ve Turizm Bakanlığı’na sunduğu proje
kafaları karıştırdı ve uzmanları şaşırttı. Hasankeyf
Kazı Çalışmaları Sorumlusu
Batman Üniversitesi Rektörü Abdüsselam Uluçam,
İçkale ile ilgili iyileştirme projelerinin olduğunu
belirtti. Uluçam bu projeyi şöyle anlattı: “Kalenin
korunması amacıyla baraj projesine dahil olmak üzere
kayalık kesimin korunması için duvar örülmesi
önerisinde bulunduk. Aşaması henüz yapılandırılmadı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı adına yapıyoruz.
Hasankeyf’in su üstünde kalacak kesiminin tamamını
kapsıyor proje.”
2014 yılından sonra Ilısu Barajı’nın tamamlanmasının
planlandığını belirten yetkililer ise, son durum ile
ilgili şu bilgileri verdi: “Baraj için tarih vermek
henüz erken. Yarın su tutulacakmış gibi de
çalışmalar sürdürülüyor. Yeni yerleşke alanında
resmi kurumlar ile Hasankeyflilere örnek evlerin
yapımı devam ediyor. Aşağı şehirdeki tarihi
eserlerin nasıl korunacağı konusunda henüz
çalışmalar kesinleşmiş değil. Ancak kaledeki tarihi
eserlerin restorasyon çalışmaları devam ediyor.
Büyük saray, paratoner, küçük sarayın bir bölümü ve
gezi parkurlarının restorasyon çalışmaları aralıksız
sürüyor. Baraj su tutsa da kaleye bir şey olmayacak.
DSİ’nin devasa beton duvarları bir yerde burayı
koruyacak.”
Batman Hasankeyfliler Derneği Başkanı Arif
Arslan, duvar inşa edilmesini komik bulduğunu
söyledi. Beton duvarın, Hasankeyf’in siluetini kötü
etkileyeceğini söyleyen Arslan, “Şehrin kale kesimi
dışındaki Zeynel türbesi, eski tarihi köprü, Koç
Camii, El-Rızk Minaresi ve eski çarşı nasıl sular
altından kurtulacak, bunlar bilinmiyor” dedi.
Arslan, kayalık ve mağaraların sudan zarar
göreceğini göz önünde bulunduran DSİ’nin kale
etrafına çekmek istediği devasa beton duvarın da
görüntü kirliliğine neden olacağını vurguladı.
Batman Belediye Başkan Vekili Serhat Temel ise
“Kalenin Dicle’den yüksekliği 150 ile 200 metre
arasında. Bu duvar ‘ucube’ olur” dedi.
Uzmanlar ne diyor?
Doğa Derneği Hasankeyf Kampanya Koordinatörü
Dicle Tuba Kılıç, Hasankeyf’e bütün olarak
bakmak gerektiğini vurguladı. Tuba Kılıç, ‘duvar
projesi’nin ise bilimdışı olduğunu söyledi. Kılıç,
öneriyi şöyle değerlendirdi:
“Kaleyi ve oradaki şehri koruduğunuzda Hasankeyf’i
korumayacaksınız. Fiziki olarak neye benzeyeceğini
hayal edemiyorum. Vadi eko-sistemin üzerine kurulmuş
kale mağaraları, kuyuları, gizli geçitleri olan bir
yer. Vadinin etrafı çevrilemez, yine bir şeylere
zarar verirsiniz. Kale altı ve üstü kireçten oluşan
bir yapı. Etrafını beton ile çevirseniz bile su
sızacaktır. Bunlar oyalama taktikleri. Ne bilimsel
ne de kültür varlıklarını koruma kanunumuza uygun.
Kurtarma projeleri de bu şekilde yapılmamalı.
Parçalı düşünülemez. Hasankeyf’te kaç tarihi eser
olduğu bile belli değil, hangisinin en önemli
olduğunu bilmeden en görünen yer kale diye etrafını
çevirmek kabul edilebilir değil. Gerçek değil.“
Arkeologlar Derneği
İstanbul Şube Başkanı Doç.Dr. Necmi Karul
ise rektörün önerisinin iyi niyetli bir çözüm
arayışı olsa da projeyi çok gerçekçi bulmadığını
vurguladı. Karul, “Buranın sular altında kalacak
olması sorun. Bunun çözümü tek bir baraj değil daha
fazla sayıda küçük ve kısa mesafelere dik alanları
sular altında bırakacak baraj göllerinin yapılması”
şeklinde konuştu.
İnşaat Mühendisleri Odası
İstanbul Şube Başkanı
Cemal Gökçe’ye göre ise 250 metre
yüksekliğindeki duvar projesi çok iddialı: “Oraya
yeniden bir kale yapmak gibi. Projeye bakmak lazım.
250 metrelik bir duvarın kalınlığı, temeli nasıl
olur, bunları da düşünmek lazım. Oturacağı yerle
birlikte düşünmek lazım.”
Radikal, Haber: Fatih Yağmur, 30.01.2012
******
ULUÇAM HASANKEYF DUVAR PROJESİ'NE AÇIKLIK GETİRDİ
Hasankeyf Kazı Başkanı ve Batman Üniversitesi
Rektörü Prof.Dr. Abdüsselam Uluçam, "Hasankeyf
için 250 metre yükseklikte bir duvar projemiz
yok.
Sadece su altında kalacak olan mağaraların
içine su girmemesi için duvar önerimiz
oldu." dedi. Hasankeyf'e çılgın proje
söylentisine açıklık getiren Uluçam, 250
metre yükseklikte bir duvarın söz konusu
olmadığını, ancak Ilısu Barajı suları
altında kalacak olan mağaralara su dolmaması
için iç kalede bulunan ve gezi güzergahı
olarak kullanılacak olan bölümdeki
mağaraların önüne duvar çekme önerileri
olduğunu söyledi. Uluçam, "Barajın bitimiyle
Hasankeyf'in tamamı değil, bir bölümü su
altında kalıyor. Hasankeyf'in kayalık
kısmında pek çok mağaralar var. Bu mağaralar
birbirine bağlı ve dış kısmı da açık su
geldiği zaman bu mağaraların içi su dolacak,
bu da mağaraya zarar verecek. Mağaraların
zarar görmemesi için DSİ'ye kayalık kısmının
tecrit edilmesi gerektiğini söyledik. DSİ de
önerimizi dikkate aldı. Orman ve Su İşleri
Bakanlığı da talimat vererek bu konuda bir
çalışma yapıyor. Bunun dışında, herhangi bir
şey söz konusu değil. Dicle Nehri'nin kıyı
kotundan paralel en fazla 90 metre
yüksekliği var. Amacımız, burada bulunan
mağaraları koruma altına almak için yığılan
bir proje önerisidir." diye konuştu.
Zaman, Haber: Medeni Akbaş, 31.01.2012
|
MUMYADA KANSER ÇIKTI
Araştırmacılar, 2 bin 200 yaşında bir mumyada
kanser buldu.
Kahire'deki Amerikan Üniversitesi profesörü
Selime İkram, ekibiyle birlikte 2 yıl
boyunca inceledikleri, 40'lı yaşlarında ölen
bir erkeğin mumyasında prostat kanseri
teşhis ettiklerini söyledi. İkram, bunun,
prostat kanseriyle ilgili bilinen en eski
ikinci vaka olduğunu ifade etti.
Zaman, 30.01.2012
|
|
KİMSE ONLARLA BAŞEDEMİYOR

Tarihe köstebek talanı… Çatalca’da kaderine terk
edilen İnceğiz Mağaraları ve Bizans mezarları
defineciler tarafından delik deşik edildi. Kaymakam
‘Baş edemiyoruz’ dedi.
Tarihe geçecek ihmal… Çatalca İnceğiz Mağaraları
ve İnceğiz Maltepe Nekropolü define avcılarının
saldırısına uğradı. 1994′te İstanbul 2 Numaralı
Kültür Varlıkları Koruma Kurulu tarafından birinci
derecede arkeolojik sit alanı olarak ilan edilen
bölge yıllardır oyuluyor.
1995′ten sonra kaderine terk edilen mezarlıklar Türkiye’nin dört bir yanından kazma kürekle gelen define avcılarının hedefi oldu. Sit alanı bölge adeta köstebek yuvasına döndü. Çatalca Kültür ve Turizm Derneği oluşan tahribat ile definecilerin fotoğraflarını Çatalca Kaymakamlığı’na sundu.
Dernek Başkanı Ahmet Rasim Yücel, şu bilgileri
verdi: ’1995′ten sonra nekropol alanında Arkeoloji
Müzesi tarafından kazı çalışmaları sonlandırılınca
mezar soyguncuları bölgeye akın etti. Kaçak kazılar,
taş kapaklar kırılıp açılarak kayaya oyulmuş
mezarların içersinde yapılıyor. Bir tarih yok
ediliyor. Kurtarma kazıları yapılmazsa tahribatın
telafisi olmaz. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay’dan mirasa sahip çıkmasını bekliyoruz.
Nekropol alanının koruma altına alınmış sınırları da
genişletilmeli.’
Çatalca Kaymakamı Nevzat Taşdan ‘İnceğiz
Mağaraları’nın bulunduğu yerde çevre düzenlemeleri
yaptık. Görevlilerimiz mevcut. Burayla ilgili gerek
sözlü gerekse de fotoğraflı ihbarlar yapıldı.
Jandarma sürekli devriye geziyor. Ama alan çok geniş
olduğu için yetişemiyor. Biz de tarihimize sahip
çıkmak istiyoruz. İmkanlarımız çok kısıtlı’ diye
dert yandı.
İnceğiz Maltepe Nekropolü’nde 1992′de başlatılan
ve üç yıl süren kazılarda 40 mezar açıldı. 500′e
yakın toprak çömlek, Aphrodite heykelcikleri,
kandiller, kaplar, tabaklar, güller, boğa başları,
sikkeler ve cam eserler bulundu. Bu eserler İstanbul
Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor.
Yöredeki İnceğiz Mağaralarında yapılan
araştırmalar antik çağlarda burada bir yerleşim
olduğunu gösteriyor. Metra ismi ile bilinen Çatalca,
Bizans döneminde önemli bir yerleşim yeri konumuna
geldi. Özellikle İnceğiz Mağaraları’nda Hıristiyan
keşişler yaşadı. Tarih boyunca çeşitli dönemlerde
saldırılara uğradı. MS.447′de Hunlar Çatalca
üzerinden Büyükçekmece’ye kadar geldiler. Ardından
616′da Avarlar, 813′te Bulgarlar, 1090′da Peçenekler
Çatalca’dan geçerek Büyükçekmece’ye indiler. Bu
nedenle Bizans İmparatoru Anastasius (507-511)
Karadeniz kıyılarında Evcik İskelesi’nden
Silivri’nin batısındaki Karınca Burnun’a kadar
uzanan surları yaptırdı.
Prof.Dr. Gülgün Köroğlu (MSÜ. Sanat Tarihi
Öğretim Üyesi): İnceğiz kalıntısının olduğu bölge,
Bizans döneminden kalan manastır ve mezarlıklara ait
bir alan. Uhrevi hayatın sürdüğü ve keşişlerin
yaşadığı bir alan olarak biliniyor. Buradaki yaşam
Roma dönemine kadar uzanıyor. Yani Roma ve Bizans’a
ev sahipliği yapmış bir bölge. Adeta definecilerin
uygulama alanı gibi. Daha sık önlemler almak lazım.
Çok yazık.
Prof.Dr. Semavi Eyice (Bizantolog Sanat
Tarihçisi): Definecilik, memlekette köylüden
kentliye, bürokratından tutun da sıradan insana
kadar herkesin yakalandığı bir hastalık. Nelerle
karşılaştık. Hatırlarsanız adamın biri Sirkeci
Garı’nın önünde ‘define var’ deyip orayı kazmaya
kalkışmıştı.
Milliyet, 30.01.2012
|
TAŞ DEVRİNDE YENİŞEHİR

Yenişehir’de Hollanda Araştırma Enstitüsü
tarafından 2007’den bu yana sürdürülen bilimsel
kazılarda önemli bulgular elde ediliyor.
Yenişehir’de 5. yılına giren arkeolojik kazılar,
kentin tarihine dair önemli bilgileri gözler önüne
seriyor. Hollanda Araştırma Enstitüsü tarafından
2007 yılında başlatılan çalışmada, daha önce,
yerleşim yerinin Batı Anadolu’da ilk süt üretim
merkezlerinden biri olduğu belirlenmişti.
Boğaziçi Üniversitesi Kimya Bölümü’nden Prf. Dr.
Hadi Özbal, Hollanda Araştırma Enstitüsü Müdürü Yrd.
Doç.Dr. Fokke Gerritsen ve Koç Üniversitesi
Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü Üyesi Yrd. Doç.Dr.
Rana Özbal’dan oluşan ekip tarafından yönetilen
Barcın Köyü yakınlarındaki kazılarda elde edilen
bulgular da paylaşıldı.
2011 sezonu kapsamında bir birlerine bitişik
toplam 8 farklı açmada kazı çalışmalarının
gerçekleştiğinin belirtildiği açıklamada, bu
kapsamda Bizans, Erken Tunç Çağı, Geç Kalkolitik ve
Geç Neolitik dolguların kazıldığı kaydedildi.
Tüm çalışmaların kronolojiyi sabitleştirmeye
yönelik olarak yapıldığının vurgulandığı açıklamada
şu bilgilere yer verildi:
‘Marmara Bölgesi’nin Neolitik Dönemi nispeten az
bilindiğinden Barcın Höyük’ün Neolitik Dönem gelişim
sürecini izleme fırsatı vermesi önemlidir. Bu
kapsamda kazı çalışmaları kronolojik sorulara
stratigrafik verileri incelemişlerdir. Çanak çömlek
analizi, hayvan kemikleri çalışmaları, küçük buluntu
morfolojisi ve benzeri çalışmalar da söz konusu 4
farklı evreyi ve evreler arasındaki farklılıkları
anlamaya yönelik ilerlemiştir. Dr. Laurens Thissen
2011 yılında Barcın Höyük kazılarında ele geçen
Neolitik çanak çömlekler üzerinde yaptığı derinlikli
çalışmayı sürdürmüştür.
Bu analizler sonucunda yeni bir kap tipi
tanımlanmıştır. Bu tip mallara henüz Doğu Marmara ya
da diğer bölgelerde rastlanmamıştır ve şimdiye kadar
bilinmeyen daha eski bir çanak çömlek geleneğini
temsil etmektedir. Daha sonraki geleneklerden açık
bir şekilde farklı olmakla beraber onların bir
öncülü gibi görünmekte ve zaman içinde Fikirtepe
kültüründe geliştiği görülebilen bir takım
özellikler sergilemektedir.
Koç Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü
Üyesi Yrd. Doç.Dr. Rana Özbal, günümüzden 8 bin 500
yıl öncesine ait Neolitik Çağ tabakasında, dal örgü
tekniğiyle yapılmış biri yanık toplam 7 yapı
kalıntısı, iyi korunmuş bir yapının tabanı, çok
sayıda fırın ve yetişkin ve çocuklara ait mezarlar
bulunduğunu anlattı. Yapıların oluşturulmasında
geçirilen evrelerin saptandığını söyleyen Özbal,
’’Dal örgü tekniğiyle yapılmış yapıların birinde,
kapıyı kapatmışlar, başka yerden yeni bir kapı
açmışlar. Bir avlunun tabanını başka bir yerden
getirdikleri dolgu toprağıyla doldurmuşlar. Ayrıca
çakıl taşları dökülmüş bir dış mekan da saptadık’’
dedi.
Ayrıca Boğaziçi Üniversitesi Arkeometri Uygulama
ve Araştırma Merkezi’nden Prf. Dr. Hadi Özbal ve Dr.
Ayla Türkekul lipit kanıtı programını
sürdürmüşlerdir. Elde edilen bulgular Marmara
Bölgesi’nin MÖ yedinci bin yılda süt üretiminin
başlangıcında önemli bir konumda olduğunda dair yeni
kanıtlar sunmuştur..’’
8 bin 500 yıl öncesinin Neolitik Çağ tabakasının
alt katmanlarına indikçe çanak çömlek pişirme
biçimlerinden değiştiğinin,aynı hayvanlara ait
kemiklerin yapısında da birtakım farklılıkların
görüldüğünü söyleyen Özbal sözlerini şöyle
tamamladı: ‘Neolitik Çağ’ın daha alt katmanlarına
inildikçe çanak çömleklerin biçimlerinde ve pişirme
sıcaklıklarında değişiklikler olduğu anlaşılıyor.
Alt katmanlardaki çanak çömleklerin üst katmanlarda
bulunan kemiklerin arasında çeşitli farklılıklar
olduğunu görüyoruz.’
2010’daki buluntuların analizlerinin süt
üretiminde bu bölgenin ve özellikle Barcın Höyük’ün
öneminin altını çizen Prf. Dr. Hadi Özbal ise çanak
çömleklerin kalan süt yağlarını araştırmaya devam
ettiğini belirtti. Bunun yanında tarımın Avrupa’ya
yayılışında Marmara Bölgesi’nin önemini kaydeden
Özbal, buluntuların İznik Müze Müdürlüğü’nden izin
alınarak analizlerinin ve radyokarbon testlerinin
yaptırılacağını kaydetti. Özbal, 2011 kazı sezonunun
sonunda çok sayıda kemik kaşık ve iğneler, taş
baltalar, öğütme taşları, topraktan yapılmış hayvan
heykelcikleri, sapan taşları, deniz kabuğundan ve
taştan yapılmış boncuklar ve kolye uçları ve çanak
çömlekten kap ve kaselerin gün ışığına çıkarıldığını
sözlerine ekledi.
Bursa Olay, 29.01.2012
|
HOLLANDA'NIN ALTIN ÇAĞI İSTANBUL'DA
Türkiye-Hollanda diplomatik ilişkilerinin
400'üncü yılı dolayısıyla Sakıp Sabancı
Müzesi'nde, Hollanda resim sanatının iki büyük
usta ismi Rembrant ve Vermeer'in eserlerinin
sergileneceği bir sergi açılıyor. Sergi, müzenin
10'uncu yılına denk gelmesi açısından önemli.
Bundan 400 yıl önce 1612'de İstanbul'da ilk
Hollanda elçiliği açılır.
Bu, Türkiye ile Hollanda arasındaki
diplomatik ilişkilerin resmi başlangıcı
olur. Elçiliğin açılmasıyla birlikte iki
ülke arasında kültürel ve ticari ilişkiler
de gelişir. Öyle ki 17. yüzyılın ikinci
yarısında Hollanda, Osmanlı İmparatorluğu
topraklarında İstanbul dışında da birçok
şehirde konsolosluklar ve ticaret evleri
kurar. Tüccar ve diplomatlarla birlikte
birçok sanatçı da ziyaret eder Osmanlı
coğrafyasını. Çünkü Osmanlı, Hollandalıların
gözünde egzotik bir ülkedir o zamanlar.
Uzak, merak edilen ve korkulan bir
imparatorluktur ve Hollandalılar Osmanlı
kültürünü ülkelerine taşımaya pek
heveslidir. Bu yüzden özellikle ressamlar
Türkiye'de bulunduğu süre zarfında dönemin
padişah, saray ve kıyafetlerini resmederler.
Tablolar, Amsterdam'daki Belediye
Sarayı'nda yer alan Levant Ticaret Odası'nın
duvarlarını süsler uzun süre. Bu 'Oda',
zamanla adeta Osmanlı İmparatorluğu üzerine
kurulu bir bilgi merkezi haline gelir.
Önemli toplantılarını bu odada yapan
tüccarlar, tablolar ile Osmanlı hakkında
bilgi sahibi olur. Fransız kuşatması sonrası
taşınan Levant Ticaret Odası'ndaki sanat
eserleri Amsterdam'daki Rijks (Raks)
Müzesi'ne ve farklı müzelere gönderilir.

Yüzyıllar sonra bir araya getirilen
eserler, Türkiye-Hollanda ilişkilerinin
400'üncü yılı kapsamında geçtiğimiz hafta
Pera Müzesi'nde sergilendi. Bir diğer büyük
etkinlik de Sakıp Sabancı Müzesi tarafından
gerçekleştirecek. İki yılı aşkın süredir bu
sergiye hazırlanan SSM, geçtiğimiz hafta
İstanbul'daki sergide yer alacak eserlerin
bulunduğu Hollanda'daki Rijks Müzesi'ne bir
basın gezisi düzenledi. Rijks Müzesi
direktörü Wim Pijbes tarafından tanıtılan
eserler arasında Hollanda'nın Altın Çağı
usta sanatçıları Rembrant'ın beş tablosu ve
Vermeer'in ünlü Aşk Mektubu da yer alıyor.
21 Şubat-10 Haziran tarihleri arasında
İstanbul SSM'de sergilenecek eserler Türkiye
ile Hollanda ilişkilerinin yeniden
canlanması adına büyük önem taşıyor.
Sergi, İstanbul'un enerjisini dünyaya
yayacak Rijks Müzesi Direktörü Wim Pijbes,
müzede yer alan Altın Çağı'na ait nadide
eserlerin İstanbul'da sergilenmesinden
mutluluk duyduğunu dile getiriyor. Ve
sözlerine söyle devam ediyor: "Bence sergi
herkese iki ülkenin hem kültürel anlamda hem
de pek çok farklı alanda yeniden birlikte
çalıştığını ispatlayacak. İstanbul'a son
gelişimde çok büyük değişimler geçirdiğini
fark ettim. Gelişimiyle dünyaya açıldı ve
şimdilerde hak ettiği noktaya ulaşıyor. Bu
şehirde sürekli hareket eden ve gelişen
müthiş bir enerji var. Umarım sergide
yayınlanacak eserlerimiz bu enerjinin
dünyaya yayılmasına hizmet eder."
Sakıp Sabancı Müzesi Direktörü Nazan
Ölçer de Rijks Müzesi'yle ortaklaşa
gerçekleştirdikleri bu serginin bu yıl
gerçekleşecek olmasından son derece memnun.
Çünkü sergide birçok önemli unsur aynı
döneme tevafuk ediyor. 2012, iki ülke
arasındaki ilişkilerin 400 yılı.

Ayrıca Sakıp Sabancı Müzesi'nin onuncu
yılı. Bu iki önemli tarih Hollanda'nın Altın
Çağı'na ait eserlerin sergilenmesiyle
kutlanacak.
Çünkü bu eserlerin ortaya konulma tarihi
de 17'nci yüzyıla yani bundan tam 400 yıl
öncesine denk geliyor. İki buçuk yıl önce
ilk görüşmeleri yapılan serginin
projelendirilmesi hiç de kolay olmamış.
Hollanda tarafı projeye olumlu yaklaşsa
da iki taraf için oldukça zor bir süreç
olmuş. Nazan Ölçer, bunu, önemi haiz
eserlerin koleksiyonu terk etmesinin hiçbir
müze tarafından arzu edilmemesine bağlıyor.
Ölçer, "Bu süreç bürokratik yazışmalar,
eserlerin seçimi ve sayılarının
belirlenmesi, katalog yazımı, sponsonrluk
gibi bir sürü başlığı içeriyor. İşin
mutfağında neler olup bittiğini ziyaretçi
bilemez. Onlar gelir, sergiyi gezer, beğenir
ve bundan sonra ne gelecek diye merak eder.
Oysa biz tıknefes olmuşuz, canımız çıkmış.
Sergiyi açtığımız an 'Bundan sonra ne
gelecek?' sorusunu pek sevmeyiz doğrusu."
diyor gülerek. Serginin maliyetinin oldukça
büyük olduğunu söylüyor Ölçer. Ancak yerli
yabancı birçok kurum sponsor olmuş sergiye.
Hollanda hükümeti 400'üncü yıl
kutlamaları adına üç yüz bin Euro
bağışlamış. Hollanda yazılı ve görsel basını
şimdiden duyurmuş sergiyi. Nazan Ölçer,
açılışa Hollanda basınının büyük ilgi
göstereceği duyumunu almış. Serginin iki
ülke arasındaki 400 yıllık tarihi geçmişi
canlandırmasına vesile olacağına inandığını
dile getiren Ölçer, "Hollanda'da
gerçekleştirilecek 'Batı'nın Gözüyle Osmanlı
Sergisi'nde sanırım lale, kahve, kumaş gibi
bizden kendilerine geçen bu unsurları
yansıtan sanat eserlerini sergileyecekler.
Rembrant'ın birkaç portresinde türban,
sarık, kaftan gibi objeleri görmek mümkün."
diyor.
Rijks Müzesi son kez turneye çıkıyor
Sakıp Sabancı Müzesi'nde sergilenecek
eserlerin birçoğu Hollanda'nın en gösterişli
müzelerinden Rijks Müzesi'nden. Hollan'da
resminin en büyük ressamları Rembrant ve
Vermeer'in yanı sıra Jan van Goyen, Jacob
van Ruisdael ve Aelbert Cuyp gibi
sanatçıların birçok başyapıtı gelecek. Rijks
Müzesi'nin şu sıralar restorasyonda.
Çalışmalar 2013'te sona erecek. Müze tekrar
açılmadan önce, İstanbul'daki sergiyle ünlü
ressamların tabloları son turnesine çıkmı
olacak.
Zaman Pazar, Haber: Reyhan Türk, 29.01.2012
|
 |
KUDÜS'ÜN İSLAMİ VE KÜLTÜR MİRASI KORUMA ALTINDA
İsrail'in Kudüs'te yaptığı kazılar, İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi'ni (IRCICA) harekete geçirdi.
Kurum, İsrail'in kentte İslami mirası yok etmeye yönelik yaptığı çalışmaların tehlikesini tüm dünyaya duyurmaya çalışıyor. Bu kapsamda IRCICA, Kudüs'ün İslam mirasının korunmasına yönelik 2006'da başlattığı "Kudüs 2015" uluslararası çalışmasına hız verdi. Proje kapsamında Kudüs'ün tarihi, kültürel ve mimari mirası araştırılarak yol haritası belirlenecek. Toplantıda konuşan IRCICA Genel Direktörü Dr. Halit Eren, "Projenin başlıca hedefi Kudüs'ün kent ve mimari mirasının kayda geçirilmesi, korunması, tanıtılması ve yaşatılması. Bu yolla Kudüs'ün Müslüman kimliği ve mirasının, şehrin fiziki dokusunun muhafazasını sağlamaktır." dedi. IRCICA, projeyle ilgili dün İstanbul Yıldız Sarayı'ndaki Çit Kasrı'nda iki gün sürecek toplantının açılışını yaptı. Toplantıda konuşan Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'ın danışmanı Rafik el Netşe, IRCICA'nın çalışmalarına destek vereceklerini dile getirdi.
Zaman, Haber: Derviş Genç, 29.01.2012
|
MAORİ KAFATASLARI 200 YIL SONRA İADE
Yeni Zelanda'nın savaşçı kabilelerinden Maoriler'e ait 20 kafatası 200 yıl sonra ülkelerine iade edildi. Dünya genelinde çalınan en ünlü vücut parçalarından biri olarak görülen dövmeli kafatasları Fransa'daki 9 üniversite ve bir müzeden toplandı. Maori geleneklerine göre, halk, atalarına ait kafataslarına dövme yapıyor ve bunlara "toi moko" adıyla biliniyor. Geçmiş yüzyıllarda kolonileşen adada kazançlı bir ticaret oluşmasına neden olan kafatasları, fırsatçılar tarafından 19'uncu yüzyılda Avrupa'ya götürülmeye başlandı. Ancak bu kafataslarının birçoğu Maori halkının atalarına değil, kölelere aitti.
Bugün Avrupa ve Amerika müzelerinde birçok kurutulmuş kafatası var. Avrupa'da 500'den fazla Maori kafatası müzelerde sergilendi. Ancak insan hakları örgütleri ve Yeni Zelanda hükümetinin çabaları sonucu bugüne dek yüzlercesi iade edildi. Profesör Pou Temara, şu ana kadar 130 "toi moko"nun Yeni Zelanda'ya döndüğünü söyledi.
Yeni Şafak, 28.01.2012
|
 |
TALAN EDİLEN KRAL MEZARI İÇİN ÇATI YARIŞMASI

Muğla'nın Milas
İlçesi'nde define
avcıları tarafından talan edildikten sonra
farkedilen Uzunyuva Anıtmezarı için mimarlık
öğrencilerine yönelik olarak çatı tasarım yarışması
düzenlendi.
Milas'taki Uzunyuva
Anıtmezarı için mimarlık öğrencilerine yönelik
koruyucu çatı yarışması düzenlendi. TMMOB- Mimarlar
Odası, İstanbul Büyükkent Şubesi'nin katkılarıyla
ÇATIDER - Çatı Sanayicileri Derneği tarafından
düzenlenen Ulusal Öğrenci Mimari Fikir Projesi
Yarışması'nın ana konu başlığı "Arkeolojik Alanda
Çatı" olarak belirlenirken yarışma başlığı ise
"Milas - Uzunyuva Anıtmezarı Arkeoparkı Koruyucu
Çatısı" olarak açıklandı. Yarışmaya katılan mimarlık
öğrencilerinin projelerini 27 Mart 2012 tarihine dek
teslim etmeleri gerekiyor.
30 Temmuz 2010'da Milas Jandarması'nın yaptığı bir
operasyonla defineciler tarafından kaçak kazı
yapıldığı ortaya çıkarılan Milas ilçe merkezindeki
sit alanındaki Uzunyuva Anıtmezarı'nda bulunan
lahit, arkeologlarca "yüzyılın arkeolojik buluşu"
olarak nitelendirilmişti. MÖ 4. yüzyıla tarihlenen
Uzunyuva Anıtmezarında başlatılan kurtarma kazısı
Milas Müzesi tarafından sürdürülürken Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın da büyük ilgi
gösterdiği bu alanın "arkeopark" olarak düzenlenmesi
kararlaştırılmıştı. Definecilerin, lahdin bulunduğu
mezar odasının tavanındaki 182 cm.lik mermeri delmek
amacıyla karot delgi aygıtı çalıştırırken
kullandıkları tonlarca su nedeniyle mezar odasındaki
altın varaklı duvar resimlerinin çok zarar gördüğü
belirlenmişti. Mezar odasında Alman arkeologların da
desteği ile nemin kurutulması amacıyla iklimlendirme
çalışmaları sürdürülürken aynı zamanda devam eden
kurtarma kazısı nedeniyle açılan çukurlara biriken
yağmur sularının da mezar odasına sızma veya nemi
arttırma olasılığı üzerine kazı alanının üzerinin
çatıyla kaplanması gündeme gelmişti. Bunun üzerine
İstanbul Mimarlar Odası Büyükkent Mimarlar Odası
Şubesinin de katkılarıyla Çatı Sanayicileri ve
İşadamları Derneği- ÇATIDER tarafından Uzunyuva'nın
çatıyla korunması amacıyla mimarlık öğrencilerine
yönelik olarak bir tasarım yarışması düzenlendi.
Yarışma duyurusunda yarışmanın hedefleri şöyle
açıklandı: "Ülkemizdeki zengin kültürel mirasın
korunmasına yönelik çalışmalara katkı sağlamak.
Toplumun arkeolojik alanlara erişebilirliğini
sağlayarak kültürel mirasa yönelik farkındalığı ve
duyarlığı arttırmak. Kültürel mirasın yerinde
korunarak sergilenmesi olanaklarını arttırmak.
Sektörünün bu alandaki araştırma ve geliştirme
çalışmalarına katkıda bulunmak. Öğrencilerin bu
korudaki farkındalıklarını ve duyarlıklarını
arttırarak sektörle tanıştırmak ve bu alandaki
çalışmaları desteklemek.
Yarışmanın danışman jüri üyeleri; Prof.Dr. Nihal
Arıoğlu (İTÜ), Prof.Dr. Nilüfer Akıncıtürk (UÜ),
Yard. Doç.Dr. Cem Altun (İTÜ), Yard. Doç.Dr. Erkan
Avlar (YTÜ), Atila Gürses (İTÜ)'ten oluşuyor. Asıl
jüride ise Doç.Dr. N.Oğuz Özer (MSGSÜ), Yard.
Doç.Dr. Yüksel Demir (İTÜ), Han Tümertekin (İTÜ), Nevzat
Sayın (EÜ), Zeki Şerifoğlu (YTÜ).
Habertürk, Haber: Mehmet Akdemr, 28.01.2012
|
"KİSEBÜKÜ'NÜ GAPTIRMİCEZ"

Bodrum İlçesi'nde 1'inci derece Doğal ve
Arkeolojik sit alanı Kisebükü Koyu'na tesis
yapılmasını engellemek için her türlü yasal ve
eylemsel mücadelenin verileceği açıklandı.
Muğla'nın
Bodrum İlçesi'nde Mazı
Köyü sınırları
içerisindeki kalan 1'inci derece Doğal ve Arkeolojik
sit alanı
Kisebükü Koyu'ndaki 230 dönümlük ormanlık
arazinin tahsis edilerek 2 bin 550 yataklı üç
turistik tesis yapılmak istenmesi, düzenlenen basın
toplantısıyla eleştirildi. Basın toplantısında, mavi
yolculuğun en önemli duraklarından biri olan koya
tesis yapılmaması ve bakir kalması için her türlü
yasal ve eylemsel mücadelenin verileceği açıklandı.
Kumbahçe semtindeki Mahfel Cafe'de bugün düzenlenen
'Kisebükü'nü Gaptırmıcez' konulu basın toplantısına
Mavi Yol Girişimi Sözcüsü Filiz Dizdar, Deniz
Ticaret Odası Meclis Üyesi Rüştü Tezcan,
Bodrum Denizciler Derneği Başkanı Mustafa
Demiröz, Deniz Ticaret Odası Meslek Komitesi Başkanı
Arif Yılmaz konuşmacı olarak katıldı.
Deniz Ticaret Odası Meclis Üyesi Rüştü Tezcan,
Kisebükü Koyu'nun ranta kurban gitmemesi için
yaklaşık 20 yıldır mücadele verdiklerini, 2005
yılında yapılan tahsislerle ilgili olarak Deniz
Ticaret Odası
Bodrum Şubesi tarafından açılan dava ile
yürütmeyi durdurma kararı aldıklarını hatırlattı. 15
Mayıs 2008 tarihli 5761 sayılı Turizmi Teşvik
Kanununda değişik yapan kanunun Resmi Gazete'de
yürürlüğe girmesi ile yeni bir durum ortaya
çıktığını ve tahsis edilen alanlara inşaat izninin
yeniden gündeme geldiğini kaydeden Tezcan, "Çünkü bu
yasa ile belirli turizm vasıflarına sahip arazilerin
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'ndan alınıp Kültür ve
Turizm Bakanlığı'na tahsis edilmesine karar verildi.
Böylece önceden yapılan tahsislere yeniden ışık
yakılmış oluyor" dedi. Yasa değişikliğinin orman
vasfını yitirmiş yerlerin kullanıma açılması, ölü
arazilerin cazibe merkezi haline getirilip turizme
kazandırılması için doğru ve geçerli olabileceğini
ifade eden Tezcan, "Ancak Kisebükü, Gökova'nın en
güzel. en önemli ormanlık alanlarındandır. Tescilli
anıt ağaçlar ve tarihi eserler vardır. Yıllardır
deniz turizmcileri-mavi yolcular olmak üzere
trekkingciler, cip safariciler ve yöre halkı
tarafından kullanılmaktadır" dedi. Yedi yıl önce ilk
tahsisler çıktığında 130 bin doğa ve denizsever imza
topladığını hatırlatan Tezcan, "20 yıldır
girişimciler, yatırımcılar burada yapılaşma çabası
içerisindedir. Bizler de 20 yıldır burayı korumaya
çalışıyoruz. Bu mücadele bitmeyecekmiş gibi duruyor.
Yatırımcılara, doğaya, tarihe, deniz turizmine zarar
vermeyecek başka yerler önermenize rağmen buradan
vazgeçmiyorlar ama biz de mücadelemizden
vazgeçmeyeceğiz" diye konuştu.
Mavi Yol Girişimi adına açıklama yapan Filiz Dizdar
da
Kisebükü koyu, tahsis alanları ve haritalarını
gösteren fotoğrafların önünde konuştu. Tahsislerin
yapıldığı koy içerisindeki Adalıyalı mevkisinin
rantın pençesine düştüğünü savunan Dizdar, "Bu koya
sadece teknelerin yakıştığını görüyor ve böyle
kalmasını istiyoruz. Bu nedenle mücadelemizi
sürdüreceğiz. Bu koy aynı şekilde kalacak" dedi.
Gökova'ya açılan pencere olan Kisebükü'nün,
sürdürülebilir deniz turizminin giriş kapısı
olduğunu ifade eden Dizdar, "Yaban hayatı, kültür,
tarih ve doğal doku niteliklerine sahiptir ve burası
teşvik edilecek bir alan olamaz. Tahsisi yapılan üç
turizm alanı 1'inci Derece Doğal ve Arkeolojik SİT
Alanı'dır. Bizans, Osmanlı ve Hellenistik döneme ait
eserler vardır. Bu tesisleri her yere yapabilirsiniz
ama Türkiye'de Kisebükü gibi bir koy daha
bulamazsınız. Bu nedenle Kisebükü'nü vermiyoruz,
vermeyeceğiz, vermemek için elimizden geleni
yapacağız" dedi.
Deniz Ticaret Odası Yönetim Kurulu Üyesi Arif Yılmaz
ise Turizm Teşvik Kanunu Yasası'nın cennet koyları
cehenneme çevireceğinin anlaşıldığını belirterek
Deniz Ticaret Odası
Bodrum Şubesi olarak dava açıldığını ve davanın
kazanılmasına rağmen tahsislerin yapıldığını ve
bunlara rağmen yasalarda yeni değişiklikler
yapılarak cennet koy üzerinden ranttan
vazgeçilmediğini söyledi.
Denizciler Derneği Başkanı Mustafa Demiröz de,
turizmin temelinde deniz ve denizcilik bulunduğunu
belirtti. Demiröz, "Deniz olmaz ise turizm
yapamazsınız, cennet koyları ormanlık alanları
yapılaşmaya açıp koyları teknelere kapatırsanız
turizmi öldürürsünüz. Eğer turizmden ekmek
yeniliyorsa deniz olduğu içindir, deniz yoksa
turizmden bahsedemezsiniz. Sıra mavi yolculukta
kullanılan bakir koylara mı geldi? Bu nedenle
Kisebükü halka açık kalmalı, vatandaş kullanmalı. TC
vatandaşının hakkı, dünya mirası olan bir koyun
birilerine rant amacıyla peşkeş çekilmesine
karşıyız. Bu tesisler yapılırsa kimseye bir faydası
olmayacak. Koyları yapılaşmaya açarak turizmin
geleceğinin karartıldığını Ankara çok iyi bilmeli"
dedi.
Habertürk, 28.01.2012
|
HAYDARPAŞA ÖLDÜ!

Mendil sallayan bir yakınımız... Camdan bakan
genç kız... Buharlı fotoğraflar... Birbirine koşan
sevgililer... Garın merdivenlerinden elindeki küçük
bavulla inen Muhterem Nur...Veya
Türkan Şoray... Gelip de dönemeylenler... Gidip
de gelmeyenler...
Artık hepsi kaybolan bir tarihin kahramanlarıdır...
Haydarpaşa Garı’ndan ay sonundan itibaren artık tren
kalkmayacak...
Gara yorgun ve bezgin gece trenleri gelmeyecek. Tren
öldü...
Köseköy-Gebze hattı hızlı tren yüzünden kapanıyor,
peşinden
Marmaray inşaatı başlıyor, derken Haydarpaşa’nın
Anadolu’yla bağı kopuyor. Daha sonra Marmaray
inşaatı başlıyor. Banliyö seferleri de 2013 yılı
ortasında bitiyor. Haydarpaşa sadece kartpostal
olarak kalıyor.
Birleşik Taşımacılık Sendikası hattın tamamen
kapatılmasına gerek olmadığını, iki hattan birini
kapatıp seferleri durdurmadan inşaatın
sağlanabileceğini bildiriyor.
Ne var ki,
TCDD yönetimi bu zahmete girmemiştir. Daha
doğrusu halk için girmemiştir. Ama iş adamları için
girmiştir. Köseköy ile Derince arasındaki iki hattan
biri, sanayi kuruluşlarının yüklerinin taşınması
için sürekli açık tutulacaktır.
Haydarpaşa-Adapazarı
arasında her gün 15 bin yolcu taşınıyor... Çoğu
öğrenci ve işçi...
Adapazarı-İstanbul
arası otobüs 15, tren ise 5 lira... Hattı kapatan
TCDD’nin otobüs kiralayıp hatta koyması gerekirdi ya
da otobüs firmalarını örgütlemesi ve ucuz
taşımacılığı sağlaması... Bu yönde bir girişimden
kimsenin haberi yok...
Haydarpaşa ile birlikte Sirkeci de ıssızlaşacak, her
iki tarihi tren garı, otel, alışveriş merkezi gibi
mekanlara dönüştürülecek... Kente ve tarihe karşı
hainlik değilse nedir bunun adı...
Milliyet, Yazı: Melih Aşık, 28.01.2012
|
İSTANBUL'UN HAMAMLARI PAZARLANACAK

İst'daki
tarihi hamamlar yenilenerek Türk turizminin
tanıtımında
yeni bir pazarlama unsuru
haline geldi. Tarihçilerin danışmanlığında yenilenen
İstanbul'un tarihi hamamlarında Osmanlı
hamam ritüelleri turistler için canlandırılıyor. Son
olarak Ayasofya Camii'nin hemen karşısında bulunan
ve Kanuni Sultan Süleyman
tarafından Hürrem Sultan adına Mimar Sinan'a
yaptırılan 450 yıllık Ayasofya Hamamı, yenilerek
turistlerin
hizmetine sunuldu.
Sultanahmet'te tarihi eserleri gezdikten sonra mola
vermek isteyen turistler 75 dolar
ila 165 dolar arasında
değişen "sultan sefası" yapıyor.
2010'da işadamı Ergin İnan tarafından alınan
Tophane'deki Kılıç Ali Paşa Hamamı'nın renovasyonu
da bu sene tamamlanıyor. Lüks hamama sadece
rezervasyonla giriş yapılacak. Ortaköy'de bulunan ve
Mimar Sinan'ın son eseri olarak bilinen Ortaköy
Hamamı da Delta Mimarlık'ın sahibi Adem Yılmaz
tarafından yenilendi. Yılmaz, 1.5 milyon dolara
renove ettiği eski hamamı tasarım merkezine
dönüştürdü. Renovasyonu iki yıl süren merkezin
açılışını ise nisanda ABD'li tasarımcı Vladimir
Kagan'ın yapması bekleniyor. The Marmara
Otelleri'nin de sahibi Kiska Holding ise 2010'da
Fatih'teki tarihi Çinili Hamam'ı satın almıştı.
Tarihi Beyazıt Hamamı'nda ise restorasyonun hala
devam ettiği biliniyor.
Yabancı turistler tarafından ilgi gören lüks
hamamlar otantik görünümüyle dünyaca ünlü markaların
da dikkatini çekiyor. Tarihi hamamlar son dönemde
moda çekimlerinin de merkezi durumuna geldi.
Geçtiğimiz haftalarda lüks moda markası Louis
Vuitton, 2012 yılı katalog çekimlerini Ayasofya
Hamamı'nda gerçekleştirdi. Yenilenen hamamlar son
yıllarda "gelin hamamı" geleneğini de canlandırarak
iç pazarda da bu anlamda yeni bir ekonominin
kapısını açtı. Gelin hamamlarında da fiyatlar kişi
başı 70 eurodan başlıyor.
Sabah, Haber: Dilek Taş, 28.01.2012
|
AGORADA TARİHİ İMZA

İzmir'de tarihin ortaya çıkması için ciddi
çalışmalar gerçekleştiren Büyükşehir Belediyesi,
tarihi Agora kazılarına maddi
destek
vermek için protokol imzaladı. Agora Ören Yeri'nde
imzalanan protokol ile İzmir Büyükşehir Belediyesi,
Agora kazılarına her ay 75 bin lira katkı
sağlayacak.
İzmir Büyükşehir Belediyesi, Smyrna Agorası
kazılarına destek vermek
için yıllık 900 bin TL
verecek. Büyükşehir Belediyesi'nin, Agora'ya daha
önce işçi ve malzeme desteği gibi ayni yardımlar
verdiğini söyleyen Başkan Aziz Kocaoğlu, yasal
düzenlemeler çerçevesinde artık nakdi yardım
vereceklerini ifade etti.
İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Kazı Başkanı Yrd.
Doç.Dr. Akın Ersoy arasında imzalanan protokole
göre, aylık 75 bin TL tutarındaki destek miktarı,
tarihin gün yüzüne çıkması için kazı başkanlığına
aktarılacak. Tarihi Agora ören yerinde gerçekleşen
protokol imza törenine Başkan Kocaoğlu ve Akın
Ersoy'un yanı sıra, Milletvekili Mustafa Moroğlu,
Narlıdere Belediye Başkanı Abdül Batur, Ticaret
Odası Meclis Başkanı Selami Özpoyraz, İzmir İl
Kültür ve Turizm Müdürü Abdülaziz Ediz, İzmir
Arkeoloji Müzesi Müdürü Mehmet Tuna, belediye
bürokratları ve basın temsilcileri katıldı.
İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin tarihi ayağa
kaldırmak için yaptığı çalışmalar hakkında bilgi
veren Başkan Aziz Kocaoğlu, Kadifekele- Kemeraltı-
Basmane arasında kalan 270 hektarlık tarihi bölgenin
"İzmir'in kalbi" olduğunu söyledi.
Anafartalar Caddesi'ndeki cephe düzenlemesi,
Kadifekale'deki kentsel dönüşüm çalışmaları ve Agora
kazılarına bugüne kadar toplam 250 milyon TL
üzerinde para harcandığı bilgisini veren Başkan
Kocaoğlu, "2014'e kadar hedefimiz kentin tüm altyapı
sorunlarını bitirmek, Körfez ve kıyı düzenlemeleri
başta olmak üzere üst düzenlemeleri yapmak ve
kentsel dönüşümü hayata geçirmek" dedi.
İzmir'in 2014 sonrasında iki ana önemli görevi
kalacağını söyleyen Başkan Kocaoğlu, "Bunlardan
birisi kent tarihinin gün yüzüne çıkması ve her
türlü restorasyon çalışmalarının tamamlanması,
diğeri ise kent dönüşümünü tamamlamak olacak.
Büyükşehir Belediyesi, 2014'ten itibaren bütçesinin
büyük bir bölümünü bu iki konuya ayırmak zorunda.
Biz de bugünden bu konuların altyapısını,
stratejisini oluşturuyoruz" dedi.
İzmirlilere ve işadamlarına çağrıda bulunan Başkan
Kocaoğlu, "Maddi durumu uygun olanlar
tescilli-tarihi yapılardan satın alarak restore
etsin. Bu yapıları hem kente kazandırırlar hem de
ilerleyen zamanda bu mekanların değeri daha da
artar" dedi.
Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy da
konuşmasında İzmir Büyükşehir Belediyesi'ne ve
destek veren herkese teşekkür ederek, "Büyükşehir
Belediyesi İzmir'de kültürün öncülüğünü yapıyor.
Kültür ve tarih için önemli bir duruş sergiliyor"
diye konuştu.
Yeni Asır, Haber: Ertan Gürcaner, 27.01.2012
|
ARKEOLOJİK ALANLARDA ÖNCELİKLİ ALANLAR BELİRLENDİ
Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürlüğü 2863 Sayılı Kanun’un 35.
maddesi kapsamında yapılacak arkeolojik kazılar için
öncelikli alanlar listesini belirledi.
Listede 28 arkeolojik alan
bulunuyor. Arkeolojik kazılar için öncelikli
alanlar, bulundukları il ve ilgili müzeler şöyle:
Anzavurtepe (Ağrı – Patnos),
Giriktepe Höyüğü (Ağrı-Patnos), Nysa Antik Kenti
(Aydın-Sultanhisar), Tralleis Antik Kenti
(Aydın-Merkez), Akropol (Bartın-Amasra), Bayburt
Kalesi (Bayburt – Merkez), Saka Köyü Ören Yeri
(Bitlis-Ahlat), Kef Kalesi (Bitlis-Adilcevaz),
Tripolis Antik Kenti (Denizli-Buldan), Satala Antik
Kenti (Gümüşhane-Kelkit), İssos (Epifonie) Antik
Kenti (Hatay-Erzin), Hipodrum, Tapınak, Saray, Hamam
(Hatay-Antakya), Hereke Kalesi (Kocaeli-Körfez),
Vasada Antik Kenti (Konya-Seydişehir), Dara Antik
Kenti (Mardin-Merkez), Knidos Antik Kenti
(Muğla-Datça), Dolabaş Höyüğü (Muş-Malazgirt),
Bostankale Höyüğü (Muş-Malazgirt), Konakkuran Höyüğü
(Muş-Malazgirt), Alyar Köyü Mezarlığı
(Muş-Malazgirt), Sobesos Antik Kenti (
Nevşehir-Ürgüp), Kurul Kayası (Ordu-Merkez),
Çarmelik Kervansarayı, Cami, Hamam, Su Sarnıcı
(Şanlıurfa-Bozova), Sebastopolis Antik Kenti
(Tokat-Sulusaray), Akçakale (Trabzon-Akçaabat), Eski
Van Şehri (Van Merkez), Aşağı ve Yukarı Anzaf Urartu
Kaleleri (Van-Merkez), Zaynel Höyüğü Tümülüsü
(Yozgat-Sorgun).
Turizm Gazetesi, 27.01.2012
|
İSMD: HALİÇ KÖPRÜSÜ YENİDEN PLANLANMALI

İstanbul SMD (İstanbul Serbest Mimarlar Derneği),
hakkında tartışmaların artarak sürdüğü, uygulama
aşamasındaki yeni Haliç köprüsü ile
ilgili olarak, daha önce çeşitli platformlarda dile
getirdiği görüşlerini bir bildiri halinde yayımladı.
Bildiride, “Haliç’te kent siluetini olumsuz
etkilemeyecek bir köprü yapmak mümkün, proje yeniden
tasarlanmalı” deniliyor.
İstanbulSMD Yönetim Kurulu Başkanı
Oğuz
Öztuzcu imzasıyla yayımlanan bildiri şöyle:
"İstanbul Serbest Mimarlar Derneği olarak,
kentimizin kesintisiz çalışan, yaşamı ve ulaşım
olanaklarını geliştiren bir metro ağı
oluşturulmasına ihtiyacı olduğuna kesinlikle
inanmakta ve bu konuda yapılan her türlü çalışmayı
şüphesiz desteklemekteyiz. Bununla birlikte,
yapılacak çalışmalarda sadece mühendislik
çözümlerinin değil aynı zamanda ve hatta öncelikle
tarihi doku ve yakın çevresiyle kurduğu ilişkinin de
düşünülmesi gerektiğine inanıyoruz. Kentte yapılacak
her türlü altyapı ve özellikle üstyapı faaliyeti,
tüm parametreler düşünülerek titizlikle
yapılmalıdır.
D100 karayolu bağlantısı köprüsü dışında, bugüne
kadar Haliç üzerinde yapılmış olan köprüler kent
siluetini bozmamıştır. Ancak yeni köprü, şu ana
kadar yayımlanan kaynaklardaki görsellerinden
anladığımız projeye göre uygulanırsa, İstanbul’un
tarihi kent silueti ve görünümünü çok büyük ölçüde
olumsuz yönde etkileyecektir. Çok yüksek pilonlar
ve perde şeklinde gergi kabloları gerektiren bu
köprü tipi çok yanlış bir seçimdir. Tasarlanan
köprünün, geçilen açıklık düşünüldüğünde bu derece
vurgulanmış ve dokuyu zedeleyen taşıyıcılara
ihtiyacı yoktur. Aynı verileri dikkate alan farklı
statik çözümlerle bu köprü tipolojisine mahkum
olmaktan kurtulabiliriz.
Öte yandan böylesine önemli bir proje için müellif
seçim yöntemi de ciddi soru işaretleri
içermektedir. Müellif mimar meslektaşımızın hangi
kriterlere göre proje için görevlendirildiği
yetkililerce açıklanması gereken bir husustur.
Konuyla ilgili olarak UNESCO gibi bir kuruluştan
çevreye yeterli duyarlılığın gösterilmediği
uyarısını almayı üzüntü verici buluyoruz. Proje
UNESCO’ya sunulmadan önce yetkililer gerekli
duyarlılığı göstermiş olsalardı böyle bir durum söz
konusu olmayacaktı.
Kendi kültürel mirasımızı koruyacak bilince ve
gelecek nesillere örnek tasarımlar bırakacak
tasarımcılara sahip olduğumuz konusuna inancımız
tamdır.
Özetle, İstanbul Serbest Mimarlar Derneği olarak, şu
andaki proje sahiplerinin iddialarının aksine,
olumlu etki yaratan bir köprü yapmanın mümkün
olduğunu düşünüyor, daha fazla geç kalmadan, kısıtlı
kaynaklarımızı doğru şekilde kullanarak
İstanbul’umuzu bu köprünün yaratacağı olumsuz
etkilerden kurtarmak amacıyla projenin yeniden
tasarlanması gerektiğine inanıyoruz".
Yapı, 27.01.2012
|
 |
İNŞAAT KAZISINDA DOĞU ROMA DÖNEMİNE AİT MEZAR BULUNDU
Balıkesir şehir merkezinde inşaat yapmak için yapılan kazıda, Doğu Roma İmparatorluğu dönemine ait mezar, seramik ve kandil bulundu. Tarihi eserler, Kuvayi Milliye Müzesi yetkilileri tarafından koruma altına alındı.
Paşaalanı Mahallesi’nde bir vatandaş, 3. derece sit alanındaki arsasına inşaat yapmak için müze yetkililerine başvurdu. Yetkililer, beş parselden oluşan toplam 750 metrekarelik arsada kontrollu yapılaşma için sondaj kazısı başlattı. 2011 Ekim ayında yapılan incelemede, Doğu Roma dönemine ait bir mezar bulundu. Müze yetkilileri, mezarın askıda kalması tehlikesi sebebiyle kazıyı durdurarak üstünü tekrar kapattı. Kazılarda ayrıca aynı döneme ait seramikler, bina kalıntıları, duvar ve parçalı bir kandile rastlandı. Kandil, restorasyon için Kuvayi Milliye Müzesi’ne götürüldü.
Bunun üzerine kazılara ara veren müze yetkilileri, durumu Bursa Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu’na bildirdi. Kurul, bölgenin haritasını isteyerek inceleme başlattı. Balıkesir Kültür ve Turizm İl Müdürü Mustafa Çaltı, sondaj kazılarında kültür varlığına rastlandığı belirterek, ortaya çıkan buluntuların fotoğraflarının çekildiğini söyledi. Müdür Çaltı, daha sonra ayrıntılı kazı çalışması yapılacağını bildirdi. Sit alanlarında arsası olan vatandaşların, kuruldan inşaat izni çıkmaması halinde bölgede sadece tarım yapılabileceği ifade edildi.
haberler.com, 27.01.2012
|
22 - 28 Ocak 2012
|

Samsun Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize
Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü Mali Şube Büro
Amirliği ekipleri, eski bir kuyumcunun evine yaptığı
baskında Roma dönemine ait çok sayıda tarihi eser
ele geçirdi.
Edinilen bilgiye göre, Kaçakçılık ve Organize
Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri alınan
istihbarat doğrultusunda İlkadım İlçesi Bahçelievler
Mahallesi`nde bulunan ve eski kuyumcu olduğu
öğrenilen A.A.`nın (66) evinde operasyon düzenledi.
Evde yapılan aramada 264 adet altın, gümüş ve metal
olan üzerinde çeşitli figürler bulunan sikke, 2 adet
metal mühür, 1 adet bakır haç, 1 adet cam gözyaşı
şişesi, 1 adet cam kapak, 2 adet pişmiş toprak
sikke, 10 adet metal obje, 1 adet işlemeli altın
para, 3 adet
metal bileklik, 1 adet göz bandı ve 4 parçası, 1
adet altın yüzük, 3 adet altın halka, 1 adet altın
yüzük parçası ve 2 adet heykelcik, 1 adet tabanca ve
50 adet mermi ele geçirildi. Ele geçen eserlerin
büyük bölümünün Roma dönemine ait olduğu ve
bulundurulması, satışı ve alımının yasak olduğu
öğrenildi.
Mali Büro Amirliği ekipleri tarafından gözaltına
alınan A.A.`nın, kendisinin kuyumculuk yaptığı
dönemlerde vatandaşları satmaya getirdiği ürünlere
değer vererek evinde merakından dolayı muhafaza
ettiğini belirttiği öğrenildi. Polisteki sorgusu
tamamlanan A.A., çıkarıldığı nöbetçi mahkeme
tarafından tutuksuz yargılanmak üzere serbest
bırakıldı. Ele geçen tarihi eserler ise Samsun Müze
Müdürlüğü`ne teslim edildi.
Samsun Haber, 27.01.2012
|
ALLİANOİ ALTIN ARAMA ŞİRKETLERİNE Mİ KURBAN EDİLDİ?
Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı’nın dün
İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı salonunda düzenlediği
etkinlikte ‘Allianoi’nin Ardından’ adlı bir
konferans verildi. Konuşmacı Dr. Ahmet Yaraş,
dünyada bir eşi daha olmayan 2 bin yıllık sağlık
merkezinin bütün ulusal ve uluslar arası çabaya
karşın neden baraj suyu altına gömüldüğünü bir türlü
anlayamadıklarını söyledi.
Böyle bir inatlaşmanın arkasında ne gibi nedenler
olabileceğini çok düşündüklerini vurgulayan Dr.
Yaraş, inşa edilen barajın gelecekte burada açılacak
altın madenlerinin su gereksinimini karşılamak için
inşa edildiğinin akla geldiğine işaret etti.
2001 yılında kurulan Kültür Bilincini Geliştirme
Vakfı bugüne kadar yurtdışından sağlanan fonlarla
çocuklar ve yetişkinler için birçok etkinlik ve
projeye imza attı. Son olarak 24 Ocak 2012 günü
İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın Şişhane’deki
binasında bulunan konferans salonunda Trakya
Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.
Doç.Dr. Ahmet Yaraş’ı konuk etti.
Farklı meslek gruplarından ve kuşaktan kalabalık
bir dinleyici topluluğuna ‘Allionoi’nin Ardından’
adlı bir konferans veren Dr. Yaraş, konuşmasına
Mustafa Kemal Atatürk’ün 1934 yılında Bergama’yı
ziyaretini ve buradaki Asklepion’un onarımı için
direktif verdiğini hatırlatarak başladı.
Dr. Yaraş
“Allianoi Kazıları süresince yaşananlar Türkiye’de
kültür politikaları bakımından nereden nereye
gelindiğini açıkça göstermektedir” dedi.
Allianoi’de yaptığı bilimsel kazılar nedeniyle
mahkemeye düştüğünü ve çalıştığı kurumda beş kez
soruşturma geçirdiğini söyleyen Dr. Yaraş,
gerekçelerin çok hızlı çalışmak, çok yer kazmak ve
doğa tahribatı olduğunu belirtti. Oysa gösterdiği
fotoğraflar örnek bir arkeoloji projesine ve inşa
edilen barajın su toplama alanında bütün ağaçların
katledildiğine tanıklık ediyordu.
Allianoi ile birlikte sadece bir sağlık
merkezinin su altında bırakılmadığını, 448 parçayla
dünyanın en zengin tıp aletleri koleksiyonunun
çıktığı bir ameliyathanenin sular altında
bırakıldığını söyleyen Dr. Yaraş, yok olan tarihsel
kalıntılar arasında dünyanın en uzun suyolunun üçte
birinin de artık yok olduğunu söyledi. Allianoi’de
ayrıca iki Roma köprüsü, bir kilise, bir sinagog,
bir hamam, bir çeşme yapısı, Anadolu’da hiç benzeri
olmayan bir kült yapısı, bir balık üretme havuzu,
çok sayıda konaklama yapısı ve yol döşemeleri
bulunuyordu.
Bugün Bergama Müzesi’nde Nyphe heykeli dışında,
sergilenmeyip depolara yerleştirilen, aralarında
tıbbın ve sağlığın tanrısı Asklapios’un başlarının
da bulunduğu 40 kadar heykeltıraşlık eseri, çok
sayıda tıp ve eczacılık aleti, 400 kadar kandil, bir
o kadar cam eser, 11 bin kadar eski para ve yüzlerce
seramik kap yer alıyor. Tüm bulgular bu yerin antik
kaynaklarda adı geçen Bergama yakınlarındaki
Allianoi adlı sağlık merkezi olduğunu kanıtlıyor.
Dr. Yaraş konferansında özetle şunları söyledi:
“1998 yılında başlatılan kazılar sırasında bu eşsiz
sağlık merkezini ziyaret etmek isteyenler için
hazırlanan yön tabelaları sürekli söküldü ya da
tahrip edildi. Hazırlanan çok sayıda yerli ve
yabancı gezi rehberinde yer alan Allianoi artık yok.
Başta DSİ olmak üzere bazı kurumlar böyle bir yeri
adeta yeryüzünden ve belleklerden silmek için
birbirleriyle yarıştı. Buna karşılık Türkiye’de
arkeolojik bir kazı alanı için ilk kez toplumsal bir
hareket oluştu; 45 bin imza toplandı, bazı
sendikaların ve siyasi partilerin desteği sağlandı,
Avrupa Birliği Allianoi’nin kurtarılması için karar
çıkardı, devlet yetkililerimize mektuplar yazıldı…
Ancak sonuç başarısız oldu, kazı bütçesinden
fazla bir ödenek harcanarak Antik kalıntıların üzeri
örtüldü ve Allianoi yok edildi. Üstelik kalıntıları
örtmek için kullanılan kum yakındaki bir birinci
derece sit alanından getirildi. 2006’dan itibaren
şahsen benim arkeolojik kazı alanına girmem
yasaklandı, buna karşın Allianoi’de her türlü
defineci kazısı yapıldı. Tarkan ve Sezen Aksu’nun da
aralarında bulunduğu çok sayıda sanatçı Allianoi’ye
destek verdi, Bakanlar Kurulu ikiye bölündü. Yine de
antik duvarların üzerine beton döküldü ve kazı
alanları kumla dolduruldu. Kazılar sırasında açılan
17 davayı kazandım, ancak bunlar da yapılan
itirazlar nedeniyle referandumdan sonraki süreçte
aleyhime dönmeye başladı.
Bugün Türkiye’de duble yollarla, barajlarla ve
HES’lerle ne gibi kültürel ve doğal varlık yok
edildi ve ediliyor bilemiyoruz. Ama Allianoi’nin
böyle bile isteye yok edilmesinin nedenleri üzerinde
çok düşündük. Sulama için yapıldığı söylenen barajın
başka amaçlara göre planlandığı anlaşılıyor. Zira
barajın sulama kanalları inşa edilmedi. Ayrıca
yeraltı suları çekildiğinden bölgede artık tarım
yapılamıyor. Çifti zor durumda bırakıldı. Biz bu
barajın önümüzdeki dönemde bölgede açılacak altın
madenlerinin su gereksinimini karşılamak amacıyla
inşa edildiğinden kuşkulanıyoruz.”
anabasis.com.tr, 26.01.2012
|
TEKEL BİNASI İÇİN TERHAN'A ONAY ÇIKTI
Özelleştirme Yüksek Kurulu, Pasaport'ta bulunan tarihi Tekel binasının 20 milyon 5 bin liraya Terhan Demir'in sahibi Özcan Terhan'a satışına onay verdi. Terhan'ın peşinatı ödememesi halinde ise binanın ihalede ikinci en yüksek teklifi veren Nail Özkardeş'e verilmesine karar verildi.
Geçtiğimiz ay yapılan ihaleyi kazanan Terhan, binayı butik otel yapacak. Özelleştirme Yüksek Kurulu, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı'nın 10.1.2012 tarihli ve 263 sayılı yazısına istinaden; mülkiyeti Tütün, Tütün Mamulleri, Tuz ve Alkol İşletmeleri A.Ş'ye ait 314.00 metrekare yüzölçümlü taşınmazın satış yöntemiyle özelleştirilmesi için 23 Aralık 2011'de yapılan ihaleyi onayladı. Dün Resmi Gazete'de yayınlanan ilanda, ihale konusu taşınmazın 20 milyon 5 bin lira bedelle en yüksek teklifi veren Özcan Terhan'a, ihale şartnamesi çerçevesinde satılmasına karar verdi.
ÖYK kararının kendileri için beklenen sonuç olduğunu belirten Özcan Terhan, "İhaleyi 27 Aralık'ta ÖİB Başkanımız onayladı. Ocak'ın ilk haftasında Maliye Bakanımızın ve Başbakanımızın imzalarından sonra dün itibariyle ÖYK kararı yayınlandı. 2 ay içinde ücreti yatırmak zorundayız. Hatta o zamanı beklemeden hepsini ödeyeceğiz. Buraya esasa uyarak 30 ya da 33 odalı butik otel yapacağız. İsim hakkı ile ilgili görüşmeler yapacağız. Daha zamanımız var" dedi.
Yeni Asır, Haber: Sinan Doğan, 26.01.2012
|
 |
BALAT'I BALTALASAK DA MI SAKLASAK?

Bugünlerde kentin bir yanı ışıl ışıl
parlatılırken, bir yanı da yıkım korkusu içinde
sırasını bekliyor. Tarihi kent merkezleri, gecekondu
mahalleleri...
İstanbul’un yoksulları derme çatma evlerinde
‘kentsel dönüşüm’ ile bir başka kabuğa bürünecekleri
günün endişesiyle yaşıyor. Usul usul kentin tarihine
kadar sokulan, sosyo-ekonomik yapıyı tersyüz ederek
kent içinde başka kentler yaratan bu dönüşümün
Tarlabaşı ve Sulukule’den sonra -temeli 2007’de
atılsa da- yeni durağı
Haliç kıyısı, ‘Fener Balat Yenileme Projesi’.
Her seferinde ‘Başka bir yolu yok mu?’ dedirten bu
süreç, yoluna kattığı her semti aynı görüntüler ile
yutuyor. Evini terk etmek istemeyen yoksullar,
sürece bir yerinden dahil olup, ‘kar’ derdine düşen
zenginler... Şimdilerde aynı senaryo UNESCO’nun
kültür mirası listesine de giren binlerce yıllık
tarihe sahip Balat’ta oynanıyor.
‘İşgalci değiliz, hak sahibiyiz!’
Balat halkı kendi deyişleriyle hızla yaklaşan
felaket için toplanmış, bir dernek kurmuş, mücadele
yollarını arıyor. Daha önce de ‘Evime Dokunma’
diyerek projeyi protesto eden derneğin adı da
FEBAYDER. Başında babasından kalma üç katlı evi
dernek işlerine ayıran İbrahim Güntekin var.
Güntekin, Balat’a duyulan bağlılığın altını çizerek
başlıyor söze: “Tarihi yok olacak. 8500 yıllık
tarihin üzeri betonla kaplanacak. Geriye dönüşü
yok.” Projenin şu anda ‘bir restorasyon çalışması’
gibi gösterilmeye çalışıldığını ileri süren
Güntekin, ilginç iddialarına şöyle devam ediyor:
“Bize gösterilen projeye karşı çıkmıştık. Ancak
bunun uygulama projesi olmadığını söylediler. Fakat
18.7.2007 tarihinde ihalesi yapılmış. Üstelik
ihaleden üç ay önce yani 30.4.2007 tarihinde ise
yüklenici firma ile sözleşme imzalanmış. Yani
ihaleden üç ay önce bunu hangi firmanın yapacağı
belliymiş. Bizi muhatap almıyorlar ama biz işgalci
değiliz, tapulu mülk sahibiyiz.”
Ya evini sat, ya beş katına borçlan!
İddialar yine ranta işaret ediyor. Buna göre,
belediye ilk olarak mülk sahibine gidiyor ve iki
seçenek sunuyor. Ya evini değerinden çok ucuza
satarak, ‘hak sahibi’ sıfatından çıkacak. Ya da
projede kalmak için arsasının ancak üçte birine razı
olacak. Tamamını istiyorsa da proje bitiminde
beş-altı katına alabilecek. Metrekaresi 1000-1500 TL
arasında alınan evlerin, daha sonra 5-6 bin liraya
satılacağı konuşuluyor.
Yabancılar da bölgede rant peşinde
Balat’da da daha şimdiden Sulukule’de yaşanan
‘hak sahibi’ karmaşası yaşanmaya başlamış. Çünkü
proje bitiminde kar etmek isteyenler şimdi ucuza
alıp, sonra birkaç katına satmak için bölgeye adeta
üşüşmüş. Yatırımcılar arasında İtalyan, İngiliz,
Alman ve Amerikalılar da var.
Balatlılar anlatıyor: Teklif onda biri
Ayvansaraylı Selahattin Güçlü belediyenin
teklifini şu şekilde anlatıyor: “İki seçenek var. Ya
değerinin onda biri 1 milyon TL’yi kabul edip, ‘hak
sahibi’ sıfatından çıkacağım. Ya da arsamın üçte
birine razı olacağım. Tamamını istersem de
borçlanacağım. Şu anda mahkemeliğiz.” Mehmet Tüfekçi
de, sunulan 180 bin TL’lik tekliften yakınıyor.
Radikal, Yazı: Nuriye Doğu, 26.01.2012
|
 |
137 YILLIK SIR FOTOMONTAJ
Mimar Sinan Genim, uzun bir çalışmanın ardından kişisel arşivinden derlediği 417 eski İstanbul fotoğrafını 2 cilt halinde bastırdı. “Konstantiniyye’den İstanbul’a 19.yüzyıl Ortalarından 20. Yüzyıla Boğaziçi’nin Anadolu Yakası Fotoğrafları” ismini taşıyan eserden seçilen 182 eski Boğaziçi fotoğrafı ise Pera Müzesi’nde sergilemeye başladı. Aralarında Caranza, Robertson, Pascal Sebah gibi fotoğraf sanatçılarının çektikleri fotoğraflar, İstanbul’un bir asır önceki fiziksel ve sosyo-kültürel yapısını gözler önüne seriyor. Mimar Sinan Genim sergide ilginç bir fotoğrafın hikayesini de anlatıyor: “Pascal Sebah’ın 1865’te Kız Kulesi önünde çektiği çok hoş bir sandal ve kayıkçılar fotoğrafı var. Fotoğrafta yer alan sandal ve kayıkçıların aynısı 1875’te fotoğrafçı Berggren’in Küçüksu Kasrı fotoğrafına montajlanarak yerleştiriliyor. Berggren sandalcıların görüntüsünü alıp kendi çektiği fotoğrafa kopyalıyor. Fotomontaj yapıyor. O tarihlerde bunu nasıl başardığını ise kimse bilmiyor.”
Vatan, Haber: Mert İnan, 26.01.2012
|
TOPKAPI SARAYI'NDA HASANKEYF EYLEMİ

Doğa Derneği üyeleri ve bir grup
Hasankeyfli baraj suları altında kalma tehlikesi ile
karşı karşıya olan Hasankeyf için Topkapı Sarayı'nda
eylem yaptı.
Saray
kapısında 'Unesco Dünya Kültür Mirasları Topkapı ve
Hasankeyf Taşınamaz' yazılı pankart açan
eylemciler,
Hasankeyf'in taşınmak istendiğini bu duruma
dikkat çekmek istediklerini belirtti. Eylemcilere
müdahale eden Saray görevlileri, açılan pankart ve
fotoğrafları toplamaya çalıştı. Bu sırada görevliler
ile eylemciler arasında kısa süreli arbede yaşandı.
Doğa Derneği üyeleri ve bir grup
Hasankeyfli,
Hasankeyf'in Ilısu barajının sularına gömülme
tehlikesi altında olduğunu belirterek,
Topkapı Sarayı'nda protesto eylemi yaptı.
Sarayın iç kapısına kadar yürüyen eylemci grup
burada pankart açarak saray girişini geçici bir süre
için ziyaretçi girişine kapattı. Görevliler,
eylemcilerin açtıkları pankartları ve fotoğrafları
toplamaları için uyarıda bulundu. Bu sırada
eylemciler ile görevliler arasında arbede ve sözlü
tartışmalar yaşandı. Sivil polislerin de gelmesi
üzerine eylemciler pankartı ve fotoğrafı topladı.
Eylem ile ilgili açıklama yapan Doğa Derneği Genel
Müdürü Engin Yılmaz, "Hasankeyf'in,
Dünya Kültür Mirası alanı olması için gerekli
girişimlerde bulunulmadı. Bu tarihi ve eşsiz mekan
Ilısu barajının suları altında kalacak. Kültürel
yaşam ve doğa yok olacak. Yetkililer burayı
taşıyacağız diyorlar. Biz bu saçmalığı göstermek
için burada bulunuyoruz. Nasıl ki Dünya Kültür Miras
Alanı olan
Topkapı Sarayı'na insanların girmesini
engelleyemezseniz,
Topkapı Sarayı'nı taşıyamazsanız, Hasankeyf'i de
taşıyamazsınız diyoruz." şeklinde konuştu.
Eylem için Hasankeyf'ten gelen emekli imam İsmail
Koçyiğit de tarihi Hasankeyf'in sular altında
kalmasını ya da taşınmasını istemediklerini
belirtti. Hasankeyf'ten eşi ve kızı ile birlikte
gelen Mehmet Şahin Öztekin ise "Hasankeyf'in
Kapadokya Dünya Kültür Mirası alanı olmasını
istiyoruz. Baraj suları altında kalmasın istiyoruz.
Turizme kazandırılsın. Gelir elde edilecekse bu
şekilde değerlendirilsin." diye konuştu.
Hasankeyf'te çalıştığını belirten bir arkeolog,
"Hasankeyf ve Dicle vadisi sular altında bırakılmak
istenmektedir. Hasankeyf Dünya Kültür Mirası olmak
için gerekli on şartın dokuzunu taşıyor. Ancak
Kültür ve Turizm Bakanlığı buranın kültür mirası
alanı olması için gerekli başvuruları yapmadı. Biz
burası sular altında kalmasın, taşınmasın ve yerinde
korunsun istiyoruz." ifadelerini kullandı. Yaşanan
arbede ve tartışmanın ardından eylemlerini sona
erdiren göstericiler, gişeden bilet alarak Topkapı
Sarayı'nı ziyaret etti.
Habertürk, 26.01.2012
|
TARİHİ KUTLUCA KÖPRÜSÜ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR
Kocaeli’de bulunan tarihi Kutluca Köprüsü, gün
yüzüne çıkarılıyor. Tarihi köprünün rölöve,
restitüsyon ve restorasyon projelerinin 2012′de
başlaması bekleniyor.
Tarihi ve turistik miras bakımında oldukça önemli bir yere sahip olan Kocaeli’nde tarihi eserler gün yüzüne çıkartılmaya devam ediliyor. Antik çağda İzmit ile İstanbul arasındaki bağlantıyı sağlayan tarihi Roma Yolu üzerindeki köprünün aslına uygun olarak yeniden inşa edilmesi için, projeler hazırlandı. Böylece Körfez İlçesi Kutluca Köyü çevresinde bulunan köprünün gelecek nesillere ulaşması için en önemli adım atılmış oldu.
1940 yılında Kocaeli’de araştırma yapan Alman
Karl Dörner Kutluca Köprüsü’nün mimari özelliklerine
bakarak köprünün İmparator Cladius döneminde inşa
edildiğini belirtiyor. 7 gözlü ve 5 kemerli olan
köprü yöresel kesme taş malzeme kullanılarak
yapılmış. Milattan sonra birinci yüzyılda inşa
edilmiş olan köprünün duvar işçiliği ve kemer
tekniği dikkat çekiyor. Köprünün bir benzeri ise
Amasra’da bulunuyor.
Roma dönemi köprülerinin özelliklerini üzerinde
barındıran ve Kocaeli’deki orjinalliğini yitirmemiş
nadir köprülerden olan Kutluca Köprüsü için rölöve,
restitüsyon ve restorasyon projeleri titizlikle
hazırlandı. Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi’nde de
aktif olarak kullanıldığı bilinen hasarlı köprünün
yeniden inşa edilmesi için projeler Büyükşehir
Belediyesi İmar Daire Başkanlığı Tarihi Mekanlar ve
Kent Estetiği Şube Müdürlüğü tarafından hazırlandı.
Restorasyon çalışmalarının ise Karayolları Genel
Müdürlüğü tarafından 2012 yılı içinde başlanması
planlanılıyor.
Zaman, 25.01.2012
|
AYDOS KALESİ'NDEKİ KAZI ÇALIŞMALARI BELGESEL OLDU

İstanbul'un fethine giden süreçte stratejik öneme
sahip Sultanbeyli'deki Aydos Kalesi'nde yapılan
arkeolojik kazı çalışmaları, belgesel oldu.
Danışmanlığını tarihçi
Prof.Dr. Halil
İnalcık'ın, yönetmenliğini ise Emine Çaykara'nın
yaptığı ''İstanbul'a açılan kapı: Aydos''
belgeselinin ilk gösterimi Sultanbeyli Kültür
Merkezi'nde yapıldı.
Belgeselin gösteriminden önce bir konuşma yapan
Sultanbeyli Belediye Başkanı Hüseyin Keskin,
belediye olarak İstanbul'da ilk fethedilen
kalelerden biri olan Aydos Kalesi'ni ilçe sınırları
içinde barındırmanın mutluluğunu yaşadıklarını
söyledi.
Yıllarca ağaçlar altında kalmış bu tarihi değeri,
son 2 yıldır yaptıkları çalışmalarla gün yüzüne
çıkardıklarını belirten Keskin, ''Şimdi belgesellere
tanık olacak değeri kazandırdık'' dedi.
Keskin, İstanbul'un fethine giden yolun
Sultanbeyli ile kesişmesi nedeniyle, İstanbul'un
fethinin Aydos'tan başladığı düşüncesinde
olduklarını ifade ederek, ''Bir kenarı kalmış Aydos
Kalesi, bu gün sempozyumlarla, konserlerle, canlı
yayınlarla fethin ruhunu yaşatıyor. Kalenin
fetihteki rolü bu gün kitaplara konu oluyor.
Belediye olarak geçmişi unutmamak,
ayakta
durmaktır anlayışı ile bu çalışmalar sonucunda
kalemizi herkese tanıtmayı amaçlamaktayız.
Belgeselle fethe giden sürecin uzun yılları
kapsadığını, yıllar evvelinden bu hazırlıkların
başladığını göreceğiz'' diye konuştu.
Kalede 2 yıldır süren kazılar sonucu ortaya
çıkarılan eserlerin kaleyle ilgili tüm
bilinmeyenleri gözler önüne sereceğini kaydeden
Keskin, ''Kalemizle ilgili yapılan araştırmalar,
anlatılan efsanevi hikayeler bu belgeselin
sürprizlerini barındırıyor''
şeklinde konuştu.
Belgesel filminin yönetmeni Emine Çaykara da,
kültür, tarih ve dilin sürekliliği olan algılar
olduğunu belirterek, ''O algılar kırılmaya uğrarsa,
taşınamazsa toplumlar ne gelişme gösterebilir, ne de
bireyler kendilerini bir topluma ait hissedebilir.
Aydos Kalesi gerçekten çok
etkileyici
bir kale ve kazandırılması, restorasyonu,
restitüsyonu yapılarak gelecek kuşaklara tarih
bilinciyle aktarılması önemli. Ancak bu şekilde
taşıyabilir ve gelişebiliriz'' dedi.
Belgeselin profesyonel
bir şekilde hazırlandığını dile getiren Çaykara,
belgeselde kalenin tarihi ile ilgili konuşmacıların
yer aldığını söyledi.
Konuşmaların ardından belgeselin 43 dakikalık
özel gösterimi yapıldı. Programa Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan
Yardımcısı Beşir Atalay, Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay
ve çok sayıda milletvekili de kutlama
telgrafı gönderdi.
Akşam, 25.01.2012
|
800 YILDA BİR MİLİMETRE DAHİ KAYMAMIŞ

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür
Kurumu'nun (UNESCO) “Dünya Kültür Mirası Listesinde”
yer alan Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası'ndaki
yapısal hareketin bilgisayar sisteminden izlenmesi
ve yapısının değerlendirilmesi projesi kapsamında
yapılan araştırmada, eserin yapıldığı tarihten bu
yana yapısında bir milimetre dahi kayma olmadığı
ortaya çıktı.
Divriği Kaymakamı Salih Ayhan, Divriği Ulu Camii ve
Darüşşifası'ndaki yapısal hareketin bilgisayar
sisteminden izlenmesi ve yapısının değerlendirilmesi
projesi kapsamında yapılan inceleme raporunun
sonucunun ellerine ulaştığını kaydetti.
2010 yılının ekim ayından bu yana devam eden izleme
projesinin sonucu konusunda tedirginlik
duyduklarını, ancak bu final raporuyla çok mutlu
oldukları bir netice aldıklarını ifade eden Ayhan,
şöyle konuştu:
“Belki kamuoyunun somut olarak gördüğü, izlediği bir
proje değildi, bilimsel bir ortamda sensörlerle
izlenen bir projeydi. Divriği Kaymakamlığı Köylere
Hizmet Götürme Birliği ile
Kültür ve Turizm Bakanlığı desteğiyle yapılan bu
projenin detaylı bilgileri elimize geldi. Bu
raporumuzda sevindiren husus ecdat yadigarı olan
eserde, 800 yıllık eserde bir milimetre dahi kayma
yoktur. Binde bir hassasiyetle yapılan, bu çok
yüksek teknolojik ekipmanlarla yapılan çalışmada 78
sensör kullanıldı. Bu sensörler duvarlardaki eğim,
nem ölçer, sıcak ölçer ve tüm duvar hasar ölçümleri
yaptı. Bu ölçümler sonucunda eserde zerre kadar
kayma olmadığı rapor edildi. Bu bizi hakikaten çok
mutlu etti.”
Projenin en ilgincinin eserin etrafına kazılan
kuyuların içerisine yerleştirilen sensörler
olduğunu, bunların yer altında su seviyesini
ölçtüğünü ifade eden Ayhan, şunları kaydetti:
“Bu cihazlarla su seviyesinin yoğunluğunun olup
olmadığı, binanın temeline zarar verip vermediği
incelendi ve raporumuzun neticesinde hiçbir olumsuz
sonuca rastlamadık. Binadaki kayma, göçme, renk
değişiminden kaynaklanan sorunların sadece halk
dilinde olduğunu öğrenmiş olduk ve eser sapasağlam
ayakta durmaktadır. Buradaki amaç 'Ulu Camii
yıkılıyor, elden gidiyor' gibi söylemleri bertaraf
etmek değildir. Bilinmesi gereken 800 yıl önce
yapılan bu eserin bugüne kadar muhteşem duruşu,
sağlamlığı bilimsel bir veriyle ispatlanmış oldu.”
Eser üzerinde 25 adet çatlak-ölçer cihazı
konulduğunu ve bu çatlakların çıkış nedeninin
araştırıldığını bildiren Ayhan, “Bu çatlaklar
arasına yerleştirilen cihazlarla eserin kaymasından
mı yoksa farklı bir sebepten mi olduğunu tespit
etmesine yönelik yerleştirilmişti. Raporumuzda
gördüğümüz kadarıyla kesinlikle kaymadan dolayı
değil, lokal, sıcaklık ve soğuktan kaynaklanan
mevsim faktöründen oluşan çatlaklar olduğunu gördük”
diye konuştu.
Yaşanan depremlerden eserin zarar görmediğini de
vurgulayan Ayhan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“En son iki adet
deprem kaydedilmiş, bu depremlerden bir tanesi
de Refahiye'de oluşan yerin 16 metre altındaki 4.3
civarındaki
deprem, bu depremin Ulu Camii'ye etkisi ne olur,
o da hesaplandı ve bu depremin Ulu Camii'ye hiçbir
etkisi olmadı. Raporun sonunu da çok güzel bir
noktayla bitirmişler arkadaşlarımız, bu raporu
hazırlayan
ODTÜ'deki hocalarımı, Kültür ve Turizm
Bakanlığındaki üst düzey bürokratlarımız ve SANGARİ
firmasının çok değerli yetkilileri, ben kendilerine
teşekkür ediyorum, 'anıta sahip olmak önemli değil,
önemli olan onu korumaktır' diye son noktayı
koymuşlar, biz de bu işin hassasiyetinde tüm
birimlerimizle Divriği Ulu Camii'ni en güzel şekilde
koruyup gelecek nesillere aktaracağız.”
Batı kapısının yatay olması nedeniyle ziyaretçilerin
en fazla tedirginlik duyduğu konu olduğunu bildiren
Ayhan, şunları söyledi:
“Binanın batıya doğru hafiften yatay olmasından dahi
ziyaretçilerin tedirginliği vardı. Bu raporda gördük
ki batıya doğru yatay olmasının, binanın
kuruluşundaki paralellikten kaynaklandığıdır. Bazı
bilim adamlarımızın burada bir kayma olduğu yönünde
bilgileri vardı. Bu bilimsel bir bilgi, biz bunu
sorgulayacak değiliz. Hocalarımızın,
akademisyenlerimizin üstün hassasiyetleri, bu
muhteşem esere, insanlık eserine olan
hürmetlerinden, saygılarındandır. Bu rapor,
kesinlikle onların fikirlerini, düşüncelerini,
hassasiyetlerini, kaygılarını bertaraf etmek için
değil, bundan sonra bu eser hakkında yapılacak
çalışmalara temel argüman oluşması için yapılmıştır.
Bu raporla 'artık Divriği Ulu Camii'ne hiçbir şey
olmuyor, bundan sonra bir şey olmaz, herhangi bir
şey yapılmayacak' diye bir algı da doğmasın, böyle
bir durum söz konusu değil. En azından şüpheler
ortadan kalktı.”
Proje kapsamında esere 2010 yılının ekim ayında çok
sayıda sensör takıldığı, eserin duvarlarına
yerleştirilen çatlak ölçerler, sıcaklık ölçerler ve
eğim ölçerlerin yanı sıra, eserin etrafına 7 adet
sondaj kuyusu kazılarak bu kuyulara da 3 adet
toprağın kayıp kaymadığını gösteren inclinometre, 2
tane eserin çöküp çökmediği, çöküyorsa hangi hızla
çöktüğünü gösteren extensometre, 2 adet ise yapının
altında bulunan yer altı sularının yukarıya nasıl
bir basınç yaptığını ve alttaki su basıncı
muhteviyatını gösteren basınç ölçer cihazları
yerleştirildiği belirtildi. Ayrıca darüşşifanın
merkez tavanına 360 derece görebilecek şekilde
kamera, eserin ön ve arka cephelerine bütün bölgeyi
izleyebilecek iki kamera yerleştirildiği kaydedildi.
Anadolu beyliklerinden Mengücekoğulları
döneminde hükümdar Süleyman Şah'ın oğlu Ahmed Şah
tarafından 1228 yılında yaptırılan Divriği Ulu Camii
bin 280 metrekare alana, caminin bitişiğinde Behram
Şah'ın kızı Melike Turan Melek'in de aynı yıl
yaptırdığı darüşşifa ise 768 metre kare alana sahip.
İnanç ve tarih turizmi açısından önemli bir eser
olarak gösterilen Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası,
mimari üslubuyla dikkati çekiyor. Avrupalı bilim
adamları tarafından “Anadolu'nun
El-Hamrası” olarak görülen tarihi yapı, mimari
yapısı ile başta sanat tarihçileri olmak üzere mimar
ve mühendisleri büyülüyor. Süsleme ve örtü
biçimlerinin dengeli ve uyumlu bir şekilde
ayarlanmasıyla başlı başına kendine özgü bir yapı
olan Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası'nda, ışık ve
gölge oyunları güçlü şekilde hissediliyor.
Evliya Çelebi'nin, “Üstad-ı mermer bu camiye öyle
emek sarf edip, kapı ve duvarları öyle nakış
bukalemun eylemiş ki, methinde diller kısır, kalem
kırıktır” ifadesini kullandığı, “Görmeden Ölmeyin”
sloganıyla tanıtılan ve 1985 yılında UNESCO'nun
“Dünya Kültür Mirası Listesi”ne alınan eseri, her
yıl çok sayıda turist ziyaret ediyor.
Ruh hastalarının musiki, su sesi ve Kur'an
dinletisiyle tedavi edildiği darüşşifada, hasta ve
tabip odaları bulunuyor. Darüşşifanın içerisinde
Ahmet Şah, eşi Turan Melek ve ailesinin türbeleri de
yer alıyor. İki kubbe ve 23 tonoz çatı ile örtülü
olan tarihi eserdeki mihrabın biçim ve bezemelerinin
Anadolu'da başka bir örneği bulunmuyor.
Mengücekoğulları'nın Divriği'ye kazandırdığı Divriği
Ulu Camii ve Darüşşifası'nın batı kapısında (taç
kapı) ikindi vakti görülen namaz kılan erkek
silueti, cennet kapısında saat 07.00 sıralarında
çıkan namaz kılan kadın silueti ve şah kapısında
saat 09.00 sıralarında oluşan ve eseri yaptıran
Ahmet Şah'ın başını temsil ettiğine inanılan erkek
silueti, görenleri adeta büyülüyor.
Radikal, 25.01.2012
|
SİDE'DE TARİHİ ESERLERİ AYAĞA KALDIRMA PROJELERİNE
DESTEK
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Antalya Side
Belediyesi'nin ören yerlerindeki tarihi eserleri
ayağa kaldırma çalışmalarına destek vereceğini
açıkladı.
Bakanlık, destek kapsamında Roma dönemine
ait Büyük Hamam, Liman Hamamı ile Athena ve
Apollon Tapınağı'nı Side Belediyesi'ne
tahsis etti. Belediye, 2012 yılı içinde
Anadolu Üniversitesi'nin tapınaklar
bölgesinde Athena ve Apollon tapınakları ile Side
antik tiyatrosu yanındaki ticari agoranın içinde
bulunan Tüke (Thyke) Tapınağı'nın kaldırılma
çalışmalarına da destek verileceğini
bildirdi.
Anadolu Üniversitesi ve Side
Belediyesi'nin desteği ile geçen yıl
başlatılan Tüke Tapınağı'nı ayağa kaldırma
çalışmaları ağustos ayı ortalarına doğru
sona erecek. Tahsisle birlikte tapınaklar
bölgesine girişler biletle olacak ve
belediye elde edilecek geliri, Side antik
kenti içinde bulunan tarihi eserlerin ayağa
kaldırılması ve onarımına harcayacak.
Kültür ve Turizm Bakanı Yardımcısı Dr.
Abdurrahman Arıcı, Side Belediyesi'nin ören
yerlerinde tarihi eserleri ayağa kaldırma
çalışmasına her zaman destek olacaklarını
söyledi. Side Belediyesi'nin 2 yıl önce
başlattığı Kentsel Dönüşüm Projesi ve Tarihi
Eserleri Ayağa Kaldırma ve Koruma
Projesi'nin turizm bölgelerine model
olduğunu belirten Arıcı, belediyenin Side
antik tiyatrosu, Athena, Tüke ve Apollon
Tapınağı'nı korumaya yönelik tüm
çalışmalarına destek olacaklarını kaydetti.
Side'nin sıradan bir turizm beldesi
olmadığını ifade eden Arıcı, şunları
söyledi: "Türk turizminin ilk dışa açılan
penceresi. Ülkemizde tarihi kazılar Efes'ten
sonra 1947 yılında Side'de yapılmaya
başladı. Side, deniz, kum ve güneş turizmi
yanı sıra kültür, tarih ve arkeoloji
turizminde model turizm beldesi. Hedefimiz,
Side'de tarihi eserleri kısa sürede ayağa
kaldırarak beldeye gelen turist sayısını 4
milyondan 8 milyona çıkarmak. Kültür
turizminin temeli arkeolojik
zenginliklerimizi korumadan geçiyor."
Zaman, Haber: Abdurrahman Büyükkeksin, 25.01.2012
|
BİN 800 YILLIK ESRARENGİZ YAPIYI KİM İNŞA ETTİ?

İngiltere’nin doğusundaki Norfolk bölgesinde,
Roma döneminden kaldığı anlaşılan esrarengiz bir
yapı keşfedildi. Arkeologlar, Roma mimarisinde bir
benzeri daha bulunmayan yapının hangi amaçla
yapılmış olduğunu anlamaya çalışıyor.
Yaklaşık bin 800 yıl önce yapıldığı
düşünülen gizemli yapı, antik Venta Icenorum
kentinin güneyinde kalıyor. Romalıların hiçbir
mimari eseriyle örtüşmeyen yapının merkezinde yatay
bir oda, bu odanın üzerinde de dikdörtgen şeklinde
ayrı bir oda bulunuyor. Merkezdeki odanın
kenarlarından kanat gibi uzanan diğer iki odaysa
yapıya üçgene benzeyen bir görünüm kazandırıyor.

Nottingham Üniversitesi’nden William
Bowden, Roma döneminden kalan ve bir benzeri daha
bulunmayan yapının, “dini ayinler için kullanılan
bir tapınak" olduğunu düşünüyor.

Bölgenin kuş bakışı fotoğrafı,
esrarengiz yapının civarında bir büyük villa, eve
benzeyen iki bina ve çok köşeli bir başka yapının da
bulunduğunu gösterdi.
Araştırmacılar, geçici olarak inşa
edildiği düşünülen yapının bir kez düzenlenen bir
etkinlik veya ayin için kullanıldığını tahmin
ediyor.
Esrarengiz yapının kanatlarını
oluşturan odaların ve dikdörtgen odanın temelinde,
balçık ve kireç taşı bulundu. Bowden, “Bu maddeler
yapının oldukça hafif olduğuna, muhtemelen balçık
duvarlardan ve samanla örtülmüş çatıdan oluştuğuna
işaret ediyor” dedi.
Bowden, yapının merkezindeki
odanınsa kireç harcı, balçık ve çakmak taşıyla tuğla
parçalarının karıştırılmasından oluşan daha sert bir
maddeyle yapıldığıı belirtti. Odanın çatısınınsa
kiremitlerden yapıldığı tahmin ediliyor.
Arkeologlar, araştırma alanında bazı
eşyalar bulsa da, eşyaların kanatlı yapıyla doğrudan
ilişkisini kuramadı. Bowden, kırsal alanda toprağın
sürülmesi, aynı zamanda metal detektörlerle hazine
avcılığı yapılmasının araziye zarar verdiğini
belirtti.
ICEI UYGARLIĞININ TOPRAKLARI

Roma İmparatorluğu’nun
fethetmesinden önce bölgede yaşayan uygarlık Iceni
halkı olarak biliniyordu. Kanatlı yapının
Iceni’lerin soyundan gelen insanlar tarafından
yapıldığı öne sürülse de, iki bulgu bu görüşle
çelişiyor.
Bowden, Iceni’lerin mimarisinin
basit yapılardan oluştuğunu ve kanatlı yapı kadar
özenli olmadığını belirtti. Yapının inşa edildiği
alan ise Roma öncesi eski uygarlıkların sahip olduğu
çok tanrılı inancı ortaya koyuyor. Bowden, “Iceni
tanrıları, nehirler, ağaçlar, kutsal korular gibi
yerlerle özdeşleştirilmişti” dedi.
Roma, İngiltere fethini İmparator
Cladius önderliğinde MS 43 yılında başlattığında,
Iceni halkının sert direnişiyle karşılaştı.
Liderleri Prasutagus MS 60 yıllarında öldüğünde,
Iceni halkı Roma’ya bağlı bir krallık haline geldi.
Prasutagus’un karısı Boudicea,
atalarından kalan kutsal topraklarına el konması ve
kızlarının işkenceden geçirilmesi üzerine ordu
kurarak ayaklandı. Yollarına çıkan Roma birliklerini
yenerek Londinium’u (bugünkü Londra) yağlamayan
Boudicea, Watling Savaşı’nda Roma ordusuna yenildi.
Eski çağların az bilinen savaşçı
kadın liderlerinden olan Boudicea’nın yenilgisiyle,
Iceni uygarlığı tarih sahnesinden silindi ve
topraklarına Venta Icenorum inşa edildi.
Hürriyet, 25.01.2012
|
İNÖNÜ STADI KAVGASI BİR DE TİYATRO DOĞURDU

“İnönü Stadı yıkılsın mı yıkılmasın mı”
tartışmaları sürerken 1945 yılında İnönü Stadı
yapılırken yol ve çevre düzenlemesine kurban giden
İstanbul’un ilk tiyatrosu da gündeme geldi.
TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı Dolmabahçe
Sarayı müştemilatından sayılan saray tiyatrosuna ait
binanın fotoğraflarına ve planlarına ulaştı. Şimdi
binanın yeniden yapılması gündemde.
İnönü Stadı yapılırken, 1863 yılındaki yangından
sonra uzun süre bakımsız kalan Dolmabahçe Saray
Tiyatrosu, tamamen yıkıldı. Binanın üzerinden yol
geçti. Geriye kalan bir müştemilatsa Gümüşsuyu Parkı
içinde, uzun yıllar umumi tuvalet olarak kullanıldı.
Milli Saraylar Daire Başkanlığı tuvaletin
kaldırılması için mücadele ettiyse de başarılı
olamadı.
Daha sonra Büyükşehir Belediyesi tuvaleti iptal
ederek müştemilatı sosyal tesise çevirdi.
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay ise son “İnönü Stadı yıkılsın mı”
tartışması sırasında, ‘‘Stadın altından Dolmabahçe
Sarayı’nın has ahırları çıkar, birileri de bunları
yeniden yapalım diyebilir. Ben de ona destek
veririm’’ demişti. Ancak bu tartışmada
İstanbul’un ilk tiyatrosu unutuldu.
Milli Saraylar Daire Başkanlığı yetkilileri şimdi
belediye uhdesindeki binayı alıp eski tiyatro
binasını yeniden canlandırmanın yollarını arıyor.
Önemli bir kısmı yola giden binanın tüm fotoğraf ve
planlarına ulaşıldı. Gümüşsuyu Parkı içinde
tiyatroyu yeniden hayata geçirmek mümkün olabilir.
Eğer bu mümkün olmazsa,
İstanbul’un ilk sinema sarayı Majik ve Emek
Sineması da yıkıldığında sanat dünyamızın ilkleri
tamamen yok olacak.
İstanbul’un ilk tiyatro binası, Sultan
Abdülmecid tarafından yaptırıldı. 12 Ocak 1859’da
Naum Tiyatrosu tarafından sergilenen Luigi Ricci’nin
‘Scaramuccia’ operasıyla açıldı. Mızıka-i Hümayun
Okulu’nun öğrencileri tarafından da kullanıldı. İlk
Türkçe oyun ‘Şair Evlenmesi’ de bu tiyatroda
oynanmak üzere ısmarlanmıştı.
Tiyatro binası, Dolmabahçe Sarayı ile Has Ahırların
(halen İnönü Stadı’nın olduğu bölge) arasında,
Gümüşsuyu’na çıkan yokuşun başındaydı.
300 seyirci kapasiteli tiyatronun zemin katında
parter ve localar, birinci katta yine localar,
ikinci katta ise saray kadınları için kafesli
localar vardı. Bu tiyatronun küçüğü daha sonra
Sultan II. Abdülhamid tarafından Yıldız Sarayı’na
yaptırıldı.
Mimar Sinan Genim, tiyatronun fotoğraflarını
‘Konstantiniyye’den
İstanbul’a’ isimli kitabında bastı. Bu bölgede
Koruma Kurulu Başkanlığı da yapan Genim tarihi
tiyatro için şunları söyledi:
‘‘Yazık olmuş işlerden bir tanesi. Lütfi Kırdar
döneminde Taksim’i Dolmabahçe-Beşiktaş
yoluna bağlamak için yıkılıyor. Çok hoş bir binaydı.
Restore edilebilirdi ama cumhuriyetin o sıradaki
öncelikleri farklı. Reddettikleri bir kültürün
yapılarını korumak öncelikli bir anlayış değildi.
Yol yapmak o dönemin insanları için herhalde daha
öncelikliydi.”
Genim, “1935-50 arasındaki bu yıkımlardan kimse
bahsetmek istemez ama Menderes’in Millet Caddesi,
Vatan Caddesi için yıktıkları hep gündeme gelir.
Anadolu sahilinde 1925’te Boğaz yolu yapılırken
Anadolu Hisarı’nı ortasından yarıp geçiyoruz ve
öyle yapıyoruz. O,
İstanbul’daki ilk Türklerin ilk yapısı. Yani
biraz sağından solundan geçirilebilirdi. Bizim
şehirlerimiz çağdaş ve modern olacak
deniliyordu....Tiyatro başka bir alanda yapılabilir
ama o bölgede çok zor. O parkın içinde olmaz. Yolun
üstünde kaldı, tüneller falan...Çok zor’’ dedi.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 25.01.2012
|
ÇIPLAK HEYKELE 'TEPKİ' SANSÜRÜ
Diyarbakır Cezaevi’nde 12 Eylül darbesinde yaşanan işkenceyi anlatmak için 78’liler Girişimi tarafından düzenlenen “Diyarbakır Hapishanesi Ne Yana Düşer?” adlı resim ve heykel sergisi, İstanbul ve Diyarbakır’ın ardından Şanlıurfa’da açıldı.
Sergide, 78’liler Girişimi üyeleri, kafes içerisinde işkence gören bir kişinin anlatıldığı heykeli, çıplak olduğu ve cinsel organı gözüktüğü için tepki çekebileceği endişesiyle sergilemedi. Heykel, sergi salonundaki merdiven altına konulup, üzeri de bez ile örtüldü.
Sergiyi gezmeye gelenleri bilgilendiren 78’liler Girişimi Meclis Üyesi Abdurrahman Pişkin, kendi istekleri ile heykeli sergilemediklerini belirterek, “Şanlıurfa’da toplumun yapısını göz önüne alarak, heykeli müstehcen olduğu gerekçesiyle tepki çekebileceğini düşünerek sergilemeyi uygun görmedik” dedi. Pişkin, Diyarbakır Cezaevi’ndeki olaylarla sanatla bakış açısıyla yüzleşilmesi için böyle bir sergi düzenlediklerini ifade etti. Sergiyi dolaşan vatandaşlar ise, yakından inceledikleri eserlerin bol bol fotoğrafını çekti.
Habertürk, 25.01.2012
|
 |
|
TARİHİ KÖŞK KENT MÜZESİ'NE DÖNÜŞÜYOR
Bornova
Belediyesi, restorasyonunu yaptığı Dramalılar
Köşkü’nü, önümüzdeki mayıs ayında ‘Bornova Kent
Müzesi’ olarak hizmete açacak.
Açılışa,
Yunanistan’ın Drama Kenti Belediye Başkanı
Kyriakos M. Charakidis de katılacak. Yunanistan’ın
Drama Kenti Belediye Başkanı Kyriakos M. Charakidis
Bornova Belediye Başkanı
Prof.Dr. Kamil Okyay
Sındır’ı ziyaret etti. Başkan Sındır ve Charakidis,
mayıs ayında yapılacak Dramalılar Köşkü açılışında
buluşmak üzere sözleşti.
Bornova Belediyesi’nin kent kültürüne
kazandırmak için restorasyon çalışmalarını
başlattığı Dramalılar Köşkü hem ‘Bornova Kent
Müzesi’ olarak hizmet verecek hem de iki kültürün
yakınlaşmasına katkıda bulunacak. Köşk Dramalı
ailelerin anılarını yaşatacak. Dramalılar Köşkü
ziyaret edip ailelerinin Bornova’daki yaşantılarıyla
ilgili fikir sahibi olabilecek.
Milliyet Ege, 25.01.2012
|
SAĞLIK MÜZESİ 94 YIL SONRA ASLINA DÖNÜYOR
Sultanahmet Divanyolu'nda 94 yıl önce 'halkı
salgın hastalıklardan korumak ve hijyen
kurallarını öğretmek' amacıyla kurulan ancak
1980'lerden sonra işlevini yitiren Sağlık Müzesi
restore ediliyor.
1988-89 yılları arasında onarıma giren ve
ardından Sağlık Grup Başkanlığı ve Kuduz
Merkezi olarak işlev gören yapı, 2002
yılında tekrar onarıma alındı. Bina, bu
tarihten itibaren İstanbul Sağlık Müdürlüğü
Ek Hizmet Binası olarak çeşitli birimleri
ile hizmet veriyor. İstanbul İl Özel
İdaresi, zamanın ve dış faktörlerin
etkisiyle yıpranmış olan yapıyı, özgün
malzemeler kullanarak yeniliyor. 2 milyon
230 bin lira harcanarak yapılması amaçlanan
yenileme çalışmalarının ekim ayında
tamamlanması planlanıyor. Yüz yıllık
binanın, restorasyonu tamamlandıktan sonra
yeniden 'Sağlık Müzesi' olarak kullanılması
düşünülüyor.
Zaman, 25.01.2012
|
REZİDANSA SİLUET FRENİ
Haliç'te bir firma, Edirnekapı'da Nef 2 Haliç isimli bir rezidans projesi başlattı. Üst Haliç'te, dört blok halinde yapımı düşünülen Nef 2 Haliç'te blokların biri ofis, diğer üçü konut bloku olarak tasarlandı. 25 Şubat 2011'de temeli atılan projenin 10 Mayıs 2013'te tamamlanacağı kamuoyuna duyuruldu. Eyüp Belediyesi, ruhsat için kendisine başvuran şirketin projesini İstanbul 2 Numaralı Koruma Kurulu'na gönderdi. Kurul projeye onay vermeyerek siluet çalışması kapsamında değerlendirilmek üzere Büyükşehir Belediyesi İmar ve Şehircilik Daire Başkanlığı'na göndermeye karar verdi. Kurul incelemesinde, 20 kat olarak planlanan blokların 60 metre yüksekliğe ulaşacağı, 90 metre zemin kotuna oturtulduğunda ise toplam yüksekliğinin 150 metreyi bulacağı belirlendi. Bu, tartışmalara neden olan 140 metre yüksekliğindeki 16/9 İstanbul projesinden bile yüksekti.
Büyükşehir Belediyesi'nin bina yüksekliklerine ilişkin çalışmasında ise Nef 2 Haliç projesinin yer aldığı Topçular Mahallesi'nde 90 metre kotta kalan binalara maksimum 35 metre yükseklik izni veriliyor. Firma yeni yükseklik değerlerine göre bir proje hazırlarsa dosya yeniden kurul gündemine gelebilecek. Koruma Kurulu Başkanı Mete Tapan, "Tarihi silueti korumak adına böyle bir hassasiyet gösterdik. Projenin yapılmak istendiği nokta çok yüksek bir noktaydı, silueti olumsuz etkileyeceğini düşündüğümüz için izin vermedik" dedi.
Sabah, Haber: Nazif Kahraman, 25.01.2012
|
 |
|
ZEYTİNBAĞI'NIN ADI TİRİLYE OLDU
Mudanya İlçesi'ne
bağlı Zeytinbağı beldesinin ismi ’Tirilye’ olarak
değiştirildi.
İçişleri Bakanlığı’nın ’Yer Adının
Değiştirilmesine Dair Kararı’ Resmi Gazete’nin
bugünkü sayısında yayımlandı.
1900’lü yılların başında Mahmut Şevket Paşa
kasabası olarak değiştirilen ancak Tirilye
olarak anılmaya devam eden belde, 1963 yılında
Zeytinbağı adını almıştı.
Bursa Olay, 25.01.2012
|
VAN GOGH TABLOSU
YENİ SAHİBİNİ ARIYOR
Hollandalı ressam
Vincent Van Gogh’un (1853-1890) “Saint-Remy
Şapeli” adlı tablosu İngiltere’nin başkenti Londra’daki Christie’s Müzayedeevi’nde 7 Şubat’ta yapılacak açık artırmada yeni sahibine kavuşacak.
6 ila 8.5 milyon Euro arasında bir fiyata satılması beklenen tablo, geçen yıl hayatını kaybeden Elizabeth Taylor’un koleksiyonunda yer alıyordu.
Taylor’ın babası Francis Taylor, tabloyu 1963’te Londra’da Sotheby’s Müzayedeevi’nden 257 bin 600
dolara kızı için satın almıştı.
Habertürk, 25.01.2012
|
|
HZ. SÜLEYMAN CAMİİ'NİN RESTORASYONU TAMAMLANDI

Anadolu'nun keşfedilmeyi bekleyen hazinelerden
biri olan Hz. Süleyman Camii'nin restorasyonu
tamamlandı.
Büyük İslam komutanı Halid bin Velid'in oğlu
Hz. Süleyman'ın da aralarında bulunduğu 27
sahabe kabrinin yer aldığı caminin
açılışını, Başbakan Yardımcısı Bülent
Arınç'ın yapması bekleniyor.
Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 2010
yılında restorasyona tabi tutulan camide
çalışmalar sona erdi. 1,5 yıldır ibadete ve
ziyarete kapatılan mabetteki çalışmalar,
mimarlar gözetiminde yapıldı. Nemden korumak
için taşların aralarına özel yöntemle
koruyucu sıvı enjekte edildi. Cami ve
minarenin derz işlemi de tamamlandı. Caminin
beton olan damına, bir daha akmaması için
kurşun dökülecek iç duvarlarındaki sıvalar
ahşapla kaplandı. Ancak caminin çevresindeki
gecekondular, valilik, büyükşehir
belediyesi, Sur Belediyesi ile TOKİ'nin
kentsel dönüşüm projesi kapsamında hala
yıkılmadı. TOKİ, gecekondu sahiplerine
belediye aracılığıyla nakit para ya da
Çölgüzeli bölgesinde yapılan konutları
veriyor. Bazı gecekondu sahipleri evlerini
boşaltırken, belediye ile özellikle para
konusunda anlaşamayan mülk sahipleri ise
evlerini boşaltmıyor.
Projenin bir ayağı olan İçkale'de
çalışmalar devam ederken, sahabelerin
yattığı caminin çevresinde çalışmalar yavaş
ilerliyor. Diyarbakır'ın fethi sırasında
şehit olan 27 sahabenin yan yana yattığı Hz.
Süleyman Camii'nin yanındaki gecekondu ve
ahırlar, aradan 3 yıl geçmesine rağmen
tamamen yıkılamadı. Çok sayıda gecekondunun
yıkıldığı bölgede, özellikle ziyaretçileri
rahatsız eden ahırlar hala ayakta.
Zaman, Haber: İsmal Avcı, 25.01.2012
|
"SIFIRDAN OLUŞTURACAĞIZ"

Malatya Valiliği tarafından başlatılan ''Malatya
Kültür Sokağı'' projesi ile kentin geçmişteki tüm
tarihi özelliklerini taşıyan kerpiç ve ahşap
malzemeden yapılacak tarihi Malatya evlerinden
kurulu bir mahalle oluşturulacak.
Malatya Valisi Ulvi Saran, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, şehirlerin mimari dokusunu hızla
kaybettiğini, geleneksel evlerin bulunduğu
bölgelerin de hızla tahrip edildiğini ve ortadan
kalktığını söyledi.
Malatya'nın sivil mimari örneklerini korumak adına
Valilik bünyesinde Koruma Uygulama Denetim Bürosunu
kurduklarını anımsatan Saran, bu kapsamda ayakta
kalan birçok tarihi Malatya evini restore
ettiklerini kaydetti.
Geleneksel Malatya evlerinin taş, kerpiç ve ahşaptan
oluştuğuna işaret eden Saran, bu evlerin ortadan
kalkmasının Malatya'nın bu özelliğinin kaybı
anlamına geldiğini ifade etti.
Elde kalan tarihi yapıların ne kadar onarılması için
çalışılsa da, mahalle dokusunu bir bütün olarak
gösterme şansını kaybettiklerini kaydeden Saran,
''Aralarına betonarme ev girmeyen, tamamen tarihi
Malatya evlerinden oluşan bir sokak elimizde yok.
Madem ki bir bütün olarak tarihi Malatya evlerinin
bulunduğu sokağı kaybettik, o zaman sıfırdan bir
Malatya sokağı oluşturalım dedik'' diye konuştu.
Çalışmasına başladıkları ''Malatya Kültür Sokağı''
adlı projeye değinen Saran, uygulamanın Türkiye'de
bir benzeri olmadığını belirterek, Yeni Kongre ve
Kültür Merkezi'nin yanında 17 tarihi Malatya evi
inşa edeceklerini, bu evlerin 4 sokağa yapılacağını,
bu sokakların da bir meydana açılacağını belirtti.
Bu evleri taş, kerpiç ve ahşaptan yapacaklarını
anlatan Saran, ''Küçük bir mahalle şeklinde inşa
edeceğiz. Tarihi Malatya evlerinin bulunduğu dönemin
mimari yapısıyla yapacağız'' dedi.
Kentte yürütülen kültür ve sanat faaliyetlerinin
tamamını bu mahallede toplayacaklarını bildiren
Saran, ''Çeşitli köşelerde, merdiven altlarında,
dairelerde sürdürülmeye çalışılan sanat
etkinliklerini bir araya toplayacağız'' ifadelerini
kullandı.
Saran, inşa edilecek 17 tarihi Malatya evinin alt
katlarının ressamların eserlerini satabilecekleri
resim evi, müzik yapan insanların çalışma
yapabilecekleri müzik evi, fotoğraf sanatçılarının
toplanacağı fotoğraf kulübü, insanların kitap
okuyabilecekleri kütüphane, kuru kayısının
satılabileceği bir dükkan, yerel yemeklerin
pişirildiği bir lokanta, insanların çay, kahve içip
sohbet edebileceği bir kıraathane olarak
değerlendireceklerini anlattı.
Yine bu evlerin alt katlarının çocukların geldiğinde
oynayabileceği bir oda, geleneksel el sanatlarının
üretildiği ve satıldığı bir yer ve etnografya müzesi
olarak değerlendirileceğini kaydeden Saran, evlerin
üst katlarının da Malatya'nın yetiştirdiği kültür,
sanat ve tasavvuf erbabının hayatlarına, ekollerine
ve sağladıkları katkılara dair hatıralarının ve
bilgilerin yer alacağı hatıra evlerine
dönüştürüleceğini belirtti.
Saran, bu evlerde 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal,
2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, ünlü mutasavvıf Niyazi
Mısri, sinema oyuncusu Kemal Sunal için hatıra evi
olacağını dile getirdi.
Bu evlerin üst katlarından birinin ise konuk
evi olacağını bildiren Saran, ''Mimari anlayış bir
yapının bundan daha önceki biçimiyle tekrar
üretilmesini doğru bulmuyor. Geçmişin birebir
üretimi çok benimsenen bir şey değil. Biz bunu bu
mahalleyi kaybettiğimiz için yapacağız'' diye
konuştu.
Malatya'nın muhtelif yerlerinde zamanında var
olup da yıkılan eski konaklardan ve evlerin
yıkıntılarından arta kalan kapı tokmağı, merdiven
tırabzanı, tavan göbeği, davlumbaz, dolap kapağı,
dolap, kapı gibi unsurları da bu evlerde
kullanacaklarını ve üzerine de hangi eşyanın hangi
evin yıkıntısından alındığını yazacaklarını aktaran
Saran, ''Bu nedenle bu evler geleneksel yapı
elemanlarının hayatiyet bulduğu bir müze gibi
olacak'' dedi.
Temeli taş, duvarları kerpiç ve diğer kısımları
ahşap olacak olan bu evlerin aynı zamanda bir film
platosu olarak da işlev göreceğini ifade eden Saran,
''Dönem filmi çevirmek isteyenler burayı
kullanabilecekler. Böylece film endüstrisini de
buraya çekeceğiz'' şeklinde konuştu.
Saran, bu evlerin inşası için Beylerderesi
mevkisinde kerpiç imalatına başladıklarını da
sözlerine ekledi.
Malatya Haber, 24.01.2012
|
BAKANLIKLAR, HALFETİ ULU CAMİİ'Nİ KURTARMAK İÇİN
PROTOKOL İMZALADI

1807 yılında bir Ermeni taş ustası tarafından
yapılan ve bölgede 'barışın sembolü' olarak
bilinen tarihi Halfeti Ulucamii'nin Birecik
Barajı'nın suları altında kalmaması için çaba
gösteren TBMM, ilgili kurumlara adım attırmayı
başardı.
Caminin 40 santimetre su altında kalması
üzerine, üç bakanlığa ültimatom gibi uyarı
gönderen TBMM Dilekçe Komisyonu, nihayet
istediği sonucu aldı. Daha önce "Sorumluluk
bizde değil" diyen ilgili kurumlar, TBMM'nin
'yasal süreç başlatılacağı' uyarısı üzerine
'çözüm protokolü' imzaladı. Gerekli teknik
incelemelerin ardından, caminin su altından
kurtarılmasına ilişkin çalışmalar
başlayacak.
Halfeti Ulucamii'nin kurtarılması için
gelen yoğun başvurular üzerine harekete
geçen TBMM Dilekçe Komisyonu, Kültür
Bakanlığı, Enerji Bakanlığı, Maliye
Bakanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne bir
süre önce 'camiyi kurtarın' içerikli yazı
göndermişti. Ancak söz konusu bakanlık ve
kurumlar çeşitli gerekçeler ileri sürerek
sorumluluğun kendilerinde olmadığını
savunmuştu. Dilekçe Komisyonu Başkanı ve AKP Çanakkale Milletvekili Mehmet Daniş,
bunun üzerine aynı makamlara Aralık 2011'de
bir uyarı yazısı gönderdi. Bu konuda görev
ve sorumluluklarını yerine getirmeyen kişi
ve kurumlarla ilgili yasal işlem
başlatılacağı vurgulandı.
Dilekçe Komisyonu'nun uyarısı üzerine
Kültür, Maliye, Enerji bakanlıkları ile
Vakıflar Genel Müdürlüğü yetkilileri 29
Aralık 2011 tarihinde bir araya geldi. 4
maddelik bir uzlaşma protokolünün
imzalandığı toplantıda, Halfeti Ulucamii'nin
Enerji İşleri Genel Müdürlüğü'ne tahsisinin
yapılarak kurtarılması kararlaştırıldı.
Bakanlıklar, varılan uzlaşmayı bir üst yazı
ile TBMM Dilekçe Komisyonu'na gönderdi.
Uzlaşma protokolünde şu kararlar yer aldı:
"Halfeti Ulucamii'nin tahsisi Maliye
Bakanlığı tarafından Enerji İşleri Genel
Müdürlüğü'ne yapılacak. Vakıflar Genel
Müdürlüğü kurtarma projesinde gereken her
türlü teknik desteği verecek. Enerji İşleri
Genel Müdürlüğü, caminin izlenmesi,
projelendirilmesi, proje doğrultusunda
uygulama yapılması ve kaynak sağlanmasını
üstlenecek. Kültür Varlıkları ve Müzeler
Genel Müdürlüğü'nce Bilim Komisyonu ve
Koruma Bölge Kurullarıyla ilgili gerekli
işlemler yürütülecek."
Zaman, Haber: Habib Güler, 24.01.2012
|
ADANA'DA YERALTI MEZARLARI BULUNDU
Adana'nın merkez Sarıçam
İlçesi'nde, 7 iskelet
bulunan yeraltı oda mezarı bulundu.
İlçeye bağlı Gökbuket Köyü'nde bir çiftçi,
Orman Bölge Müdürlüğü'nden kiraladığı
arazide iş makinesiyle çalışma yaparken,
yeraltında boşluklar ve kemik buldu.
Çiftçinin, durumu bildirmesi üzerine olay
yerine gelen jandarma ekiplerinin yaptığı
incelemede, 170 santimetre genişliğinde ve
110 santimetre yüksekliğinde 3 adet oda
mezar tespit edildi. Oda mezarlardan birinde
2, diğerinde 4 ve ötekinde ise 1 adet olmak
üzere 7 iskelet bulundu. İskeletlerin kime
ait olduğunun belirlenmesi için Adana Müze
Müdürlüğü'nden uzman ekip çağırıldı. Ekibin
yaptığı incelemede, iskeletlerin Roma veya
Bizans dönemine ait olabileceği belirtildi.
Altındaki alanın kireçlendiği belirlenen
iskeletler, Adana Müze Müdürlüğü'ne
götürülerek muhafaza altına alındı.
Zaman, Haber: Abdullah Özyurt, 24.01.2012
|

|
DÜNYANIN EN ESKİ DİNOZOR YUVASI BULUNDU
Dinozorlara ait en eski yuva, Güney Afrika’da Golden Gate Highlands Ulusal Parkı’nda bulundu.
Keşfi yapan araştırma ekibinde yer alan Toronto Üniversitesi'nden Robert Reisz, Discovery News'e buldukları dinozorların otçul olduğunu, çok küçük bir kafaya ve oldukça uzun bir boyna sahip olduklarını söyledi.
Hürriyet'in haberine göre; Massospondylus türünün bir araya getirilen kemiklerinin en fazla 6 metre olduğunu belirten Reisz, elde ettikleri bulgulardan bu canlıların aslında daha fazla büyüdüklerini düşündüklerini anlattı.
Araştırmacılar, dünyanın "en düzenli" yuvası olarak nitelendirdikleri alanı dinozorların çok uzun zaman boyunca yumurtalarını bırakmak için kullandığını ifade etti.
Akşam, 24.01.2012
|
IŞIK VE NEŞEDEN PARLAYAN RESİMLER

Rezan Has Müzesi, 'ışığın ressamı' olarak
bilinen Nazmi Ziya Güran'ı 75. ölüm yıldönümünde
anmaya hazırlanıyor. 'Işığın Ressamı: Nazmi Ziya
Güran' başlıklı sergi 18 Şubat'ta açılacak ve 17
Nisan'a dek görülebilecek. 60 eserin yer alacağı
serginin açılışını Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay yapacak. Güran, perspektif ve
biçim arayışlarının yanı sıra ışık ve renkle
değişik denemeler yapmasıyla tanınıyor.
Türkiye'nin ilk empresyonist ressamlarından
Nazmi Ziya Güran'ın (1881-1937) eserleriyle
epeydir -hele böyle toplu bir şekilde-
karşılaşmamıştık. Nurullah Berk'in 1974'te
kaleme aldığı bir yazıda ondan,
'Empresyonizmin Türkiye'deki tek
temsilcisidir' diye bahsetmesi boşuna değil.
Çünkü Güran'ın bütün yaşamı boyunca yılmadan
resimlediği Boğaz ve Haliç manzaralarındaki
resimsel üslup, kuşağı içinde belki de
Fransız izlenimcilerinin üslubuna en yakın
olanı. Aynı konuyu günün değişen ışık
ortamlarında tuvale aktarmayı bir alışkanlık
haline getiren Güran, perspektif ve biçim
arayışlarının yanı sıra ışık ve renkle
değişik denemeler yapmasıyla tanınıyor.
Işık ve neşeden parlayan eserlerinde en
çok güneşin bin bir pırıltısından etkilenen
ve tabiatın ona sunduklarını bir nimet
olarak benimseyen Güran'ın fırça
darbelerinde daima bir huzur ve mutluluk
duygusu dikkat çekiyor. 1914 kuşağı
ressamlarından olan Güran; Aksaray'da Horhor
Mahallesi'ndeki baba evinde, Çamlıca'da,
Süleymaniye'de ya da Fındıklı'daki geniş
camlı atölyesinde, Boğaziçi'nde, Haliç'te,
Üsküdar'da, deniz kıyılarında, kentin
tepelerinde, sokaklarında, kırlarında, işgal
yıllarında ya da Cumhuriyet coşkusunun en
yoğun olduğu dönemde her şeyiyle İstanbul'un
bir parçası, gözlemcisi, tanığı ve ressamı
olarak dikkat çekiyor. Fırçasını İstanbul'un
bahçe ve parklarında, ağaçlarında,
bostanlarında, kırlarında, sokak ve
mahallelerinde, köşk ve konaklarında, sahil
ve rıhtımlarında dolaştırırken; kentin
denizini, teknelerini, cami ve kiliselerini,
türbelerini, kahvelerini, çeşmelerini de
unutmuyor.
18 Şubat'ta açılacak 'Işığın Ressamı:
Nazmi Ziya Güran' isimli sergide çeşitli
koleksiyonerler yanı sıra İstanbul Resim ve
Heykel Müzesi'nden gelen eserler bulunuyor.
Ve onlar ressamın yaklaşımını genel
hatlarıyla fazlasıyla sunuyor.
Nazmi Ziya Güran, babasının ölümü üzerine
1902'de Sanayi-i Nefise Mektebi'ne kaydolur.
Eğitim kurallarına uymadığı için hocası
Valeri tarafında şikayet edilen ve 1907'de
resimleri Osman Hamdi Bey tarafından
beğenilmeyerek mezuniyeti bir yıl geciktiren
Güran, Paris'e gider. Burada kısa bir süre
Académie Julian'da Marcel Bachet ve Royer'in
atölyesinde çalıştıktan sonra, Ecole
Nationale Supérieure'da eğitimini sürdürür.
Hoca Ali Rıza'nın kimseden etkilenmemesi
yönündeki öğüdüne hayatı boyunca sadık kalan
Nazmi Ziya, yurda döndükten sonra Sanayi-i
Nefise Mektebi'ne müdür olur. 1937'de,
kişisel sergilerin son derece sınırlı olduğu
bir dönemde, Akademi'de kapsamlı bir sergi
düzenler. 300'e yakın resmin bulunduğu
sergi, onun 35 yıllık sanat hayatını ortaya
koyar. Ama ne yazık ki bu heyecan ve
yorgunlukla, sergi açıldıktan kısa bir süre
sonra kalp krizi sonucu vefat eder.
Zaman, 24.01.2012
|
ANKARA'DA 487 PARÇA TARİHİ ESER ELE GEÇİRİLDİ
Ankara'nın Kazan
İlçesi'nde, arama yapılan bir
araçta, Roma ve Osmanlı dönemlerine ait 487
parça eser ele geçirildi. Tarihi eserlerle
ilgili olarak 3 kişi gözaltına alındı.
Antalya'dan 3 kişinin yasa dışı yollardan
temin ettikleri tarihi eserleri, satmak
üzere Ankara'ya getirecekleri istihbaratı
üzerine Ankara İl Jandarma ve Kazan İlçe
Jandarma Komutanlığı ekipleri operasyon
düzenledi.
Operasyonda, Kazan
İlçesi TEM Otoyolu
Akıncılar gişelerinde durdurulan bir araçta
arama yapıldı. Aramada, Roma ve Osmanlı
dönemlerine ait olduğu değerlendirilen 435
sikke, 2 gözyaşı şişesi, 8 heykel, 2 yüzük,
28 cam obje, 1 haç ve çeşitli figürler olmak
üzere toplam 487 parça tarihi eser ele
geçirildi.
Araçta bulunan A.K, Ş.B.K. ve E.K.
gözaltına alınarak haklarında ''Kültür ve
Tabiat Varlıkları Kanunu''na muhalefet
suçlamasıyla işlem yapıldı.
Ele geçirilen tarihi eserler ise
incelenmek üzere müze Müdürlüğü'ne teslim
edildi.
Zaman, 23.01.2012
|
ARAPGİR KÜLTÜR ENVANTERİ YAPILACAK
Arapgir
İlçesi'ndeki tarihi eserlerin envanteri ile turizm
haritalarının yapılacağı bildirildi.
Alınan bilgiye göre, Arapgir Kaymakamı Ercan
Turan'ın başlattığı çalışmaya kapsamında, ilçedeki
eserlerin öncelikli olarak envanterleri
çıkartılacak. Çalışma kapsamında Arapgir İlçesinin
genel turizm haritası, ilçe merkezi turizm haritası
ve Eski Arapgir'in haritası çıkartılacak.
Çalışmaların 2012 yılında bitirilmesinin
hedeflendiği bildirildi.
Malatya Haber, 23.01.2012
|
|
 |
PULLUĞA TARİH TAKILDI
Traktörü ile tarlasını süren çiftçinin traktörü aniden durdu. Pulluğa takılan beton blok açılığında büyük bir delik ortaya çıktı...
Adana’da traktörle tarlasını süren çiftçi Ahlat Gezer, tarihi mezarı ortaya çıkardı. Traktörün pulluğuna takılan ve Bizans Döneminden kalma olduğu anlaşılan 3 odalı mezardan çıkan 7 insan iskeleti, Adana Arkeoloji Müzesi’ne götürüldü.
Merkez Sarıçam İlçesi’ne bağlı Gökbuket Köyü’nde Orman Bölge Müdürlüğü’nden kiraladığı tarlayı süren Ahlat Gezer’in traktörü, aniden durdu. Traktörü yeniden çalıştıran Gezer’in pulluğuna takılan beton blok hareket ettiğinde, büyük bir delik açıldı. Deliği merak edip kontrol eden Ahlat Gezer, insan iskeletleriyle karşılaştı. Gezer durumu jandarmaya bildirdi. Gezer’in ihbarı üzerine tarlaya gelen jandarma ekibi, yaptığı incelemede, 170 santimetrelik alanlarda 3 bölümden oluşan mezar olduğunu belirledi.
Adana Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü’nden çağrılan görevlilerce incelenen mezarın Roma-Bizans Dönemine ait olduğu saptandı. İskeletler, Müze Müdürlüğü görevlilerince koruma altına alınırken, mezar ve çevresinde kazı çalışması yapılabilmesi için girişimler başlatıldı.
Milliyet, 23.01.2012
|
"ARKEOLOJİK OLABİLİR"
Diyarbakır ve Şırnak’taki
kazıları yürüten Başsavcı Vekili Ahmet Karaca,
VATAN’a konuştu: “Bulunan kemik ve kafatasları
1990’lardan çok daha eski görünüyor. Bu muhtemelen
eski yaşama ait, arkeolojik kemikler gibi geliyor
bana”
Diyarbakır’da bir dönem JİTEM merkezi binasının
bulunduğu tarihi İç Kale’de yapılan kazı çalışmaları
devam ediyor. 11 Ocak’ta başlayan kazılarda bugüne
kadar
19 kişiye ait kafatası ve kemikler bulundu.
Diyarbakır İçkale ve Şırnak’taki Görümlü Jandarma
Tabur Komutanlığı yakınındaki kazıları yürüten
Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı Başsavcı Vekili
Ahmet Karaca VATAN’a açıklamalarda bulundu. Karaca,
“Mevcut kazılar devam ediyor, önce kazıların
bitmesini bekliyoruz. Ondan sonra başka kazı
alanlarının genişletilmesi gibi durumunu
değerlendireceğiz. Şırnak’taki kazılar bitti,
onların hedefleri belliydi hedef geçekleşti bitti.
Diyarbakır İç Kale devam edecek” dedi.
Kafatası ve kemiklerin bulunduğu, 1987 ila 2000’li
yıllara kadar, JİTEM’in İçkale’deki sorgu ve gözaltı
merkezinde görev yapan kişilerin başında dönemin
JİTEM kurucularından Arif Doğan, Cem Ersever, Albay
Aytekin Özen, Binbaşı Cahit Aydın, Albay Nurettin
Ata, Binbaşı Abdülkerim Kırca, Yüzbaşı Ali Yıldız,
Yüzbaşı Ersin Baçaksız, Astsubay Ali Kaya gibi
isimler vardı. Başsavcı Karaca, “Soruşturmayı
genişletmek için JİTEM merkezinde görev yapan
kişilerin ifadelerini alacak mısınız?” sorumuza, şu
yanıtı verdi: “JİTEM tabir edilen merkezle ilgili
elimizde faili meçhul tabir edilen zaten bir sürü
dosyamız var. Özel bir soruşturmamız yok.
O merkezde çalışanlar ya da isimlerle ilgili daha
önce çalışmalar yapılmış, sorguları zaten daha
önceden var. Bu kazılarda belki kaçırılan, sağ olup
olmadığı tespit edilemeyen, cesedine ulaşılamayan
insanlarla ait belki çıkabilir düşüncesiyle
çalışmalar var. Bu kemikler yakın zamana ait değil,
çok daha eski gibi görülüyor. 1990’lı yıllardan çok
daha eski gibi görülüyor. Kemik örneklerini Adli
Tıp’a gönderdik, raporu ne zaman bize gönderirse
açıklayacağız.”
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker Eker
kazı alanında yaptığı inceleme sonrası “Çok geniş
bir alan değil 4-5 metrekare diyebileceğimiz bir
alanda ilk 70-80 santim kazılırken kemikler ve
kafatasları bulunmuş. Sonra aşağı doğru inince biraz
daha fazla bulunmuş. Benim izlenimim, dini bir
gömülme tarzı pek görünmüyor, dolayısıyla lalettayin
atılmış gibi görünüyor” açıklamasına, Başsavcı
Vekili Karaca şu yorumu yaptı: “Düzenli bir mezar
bulamadık, hep böyle karışık şekilde atılmış gibi
cesetler. Bakan Eker’in de belirttiği düzenli bir
mezar gibi değil. Kemik ve kafatası bütünlüğü yok.
Teknik olarak toprak yapısı da etkiler bunu belki,
ama en doğru cevap adli tıp raporunu bekleyip görmek
lazım. Hassas olarak en yakın zamanda rapor
çıkacak.”
Karaca, arkeolojik alandaki bu kazılarda bulunan
kemik ve kafataslarının faili meçhul cinayetlerin en
yoğun olduğu 1990’lı yıllara ait değil, daha eski
dönemlere ait olabileceğini vurguluyor. Karaca,
“Bulunan kemik ve kafatasları 1990’lardan çok daha
eski görünüyor. Bu muhtemelen eski yaşama ait,
arkeolojik kemikler gibi geliyor bana. Ama hepsi
yorum bunların şimdi” dedi. İç Kale bölgesi
Diyarbakır geçimini de içinde barındıran bir alan.
Arkeologlar üzerinde bir Artuklu sarayının da
bulunduğu Virantepe Höyüğü’nü Diyarbakır’ın geçmişi
olarak görürler. Karaca, DNA testi yaptırmak için
savcılığa başvuran yakınlarını kaybeden ailelere de
şu mesajı veriyor: “Bekleyin dedik. Kemikler çok
daha eskiyse DNA testine gerek görmeyebiliriz dedik.
Zaten DNA testi çok masraflı iş. Bu nedenle adli tıp
raporu beklenmeli. Yeraltı arama radarı istendi diye
haberler var, bunlar inandırıcı değil. Madem böyle
bir şey vardı başka kazılarda neden kullanılmadı?
Ticari söylentiler gibi geliyor bana.”
Şırnak Güçlükonak İlçesi Özbaşoğlu Köyü'nde yapılan
kazılarda, 3 köylünün cesedine ulaşıldı. Öldürülen
ve cesetleri araziye gömülen köylülerin cesetleri 19
yıl sonra gün yüzüne çıkartıldı. Bu olayın tek sağ
kurtulan tanığı Ahmet Güler, katliam günü
yaşadıklarını anlattı. 1993’ün ilkbaharında PKK’ya
yardım ettiği iddiasıyla askerlerce gözaltına alınan
ve daha sonra ölüleri bulunarak, alelacele
defnedilen 5 kişiden üçünün cesetlerine ulaşıldı. Bu
olaydan sağ kurtulan Ahmet Güler hala korku içinde
yaşadığını belirterek şunları söyledi: “İki
arkadaşımızı köyde öldürdüler, sonra kamuflajlı
asker ve korucular benle birlikte 4 köylüyü dağlık
alana götürdü. Bize ‘örgüte yardım ediyorsunuz, her
şeyi biliyoruz’ diye bağırıyorlardı. Biz köylü
olduğumuzu söyledikçe onlar bize zulmetti. Bizi bir
kuyunun içine attılar. O sırada silahlar patladı.
Diğer köyülüler benim üstüme düştü. Bağırış çağırış
ortasında bir de bomba attılar. Üstüm cesetlerle
kaplanmıştı. Sonra içeriye bomba attılar. Ölüm
kuyusundan bir gün sonra sağ çıktım. Güç bela köye
gittim. Herkes korku içindeydi. Zaten olaydan sonra
köyümüzü boşalttık. 1993’te oldu olay, o zaman 28
yaşındaydım 47 yaşındayım şimdi. ‘Öldürün’ emrini
verenler askerlerdi, korucular da ateş açtı. Subay
ve asker üniforması vardı bizi alanlarda. Çok fazla
hatırlamak istemiyorum. Korkuyorum. Batman’a
yerleştik. 5 çocuğum var.”
Diyarbakır ve Şırnak’taki kazıları yürüten Başsavcı
Vekili Ahmet Karaca, VATAN’a konuştu: “Bulunan kemik
ve kafatasları 1990’lardan çok daha eski görünüyor.
Bu muhtemelen eski yaşama ait, arkeolojik kemikler
gibi geliyor bana”
Diyarbakır’da bir dönem JİTEM merkezi binasının
bulunduğu tarihi İç Kale’de yapılan kazı çalışmaları
devam ediyor. 11 Ocak’ta başlayan kazılarda bugüne
kadar
19 kişiye ait kafatası ve kemikler bulundu.
Diyarbakır İçkale ve Şırnak’taki Görümlü Jandarma
Tabur Komutanlığı yakınındaki kazıları yürüten
Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı Başsavcı Vekili
Ahmet Karaca VATAN’a açıklamalarda bulundu. Karaca,
“Mevcut kazılar devam ediyor, önce kazıların
bitmesini bekliyoruz. Ondan sonra başka kazı
alanlarının genişletilmesi gibi durumunu
değerlendireceğiz. Şırnak’taki kazılar bitti,
onların hedefleri belliydi hedef geçekleşti bitti.
Diyarbakır İç Kale devam edecek” dedi.
Vatan, Haber: Burak Kara, 23.01.2012
|
BİGA'DA 300 YILLIK CAMİ RESTORE EDİLECEK
Çanakkale'nin Biga İlçesi Gümüşçay beldesindeki yaklaşık 300 yıllık tarihi Nasuh Çelebi Camisi restore edilecek.
Gümaşçay Belediye Başkanı Adnan Pastırmacı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Sultan 1. Mahmud döneminde inşa edilen caminin restorasyonu için Balıkesir Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nce ihale yapıldığını söyledi.
Gelecek ay başlayacak çalışmalar kapsamında caminin aslına uygun restore edileceğini dile getiren Pastırmacı, ''Caminin hemen yanında bir mezarlık bulunuyor. Mezar taşlarının üzerindeki yazılardan mezarlığın Çelebizadeler'e ait olduğu belirlendi. Bu bilgilerle, beldenin Selçuklular tarafından Türk topraklarına katıldığı ve Karesioğlu Beyliği'nce Osmanlı'ya bağlandığı anlaşılıyor'' dedi.
Pastırmacı, ahşaptan yapılmış caminin muhteşem iç dizaynı, içinde barındırdığı tarihi buhurdanlık, avize ve el yazması Kur'an-ı Kerim ile görülmeye değer bir sanat eseri olduğunu kaydetti.
Akşam, 23.01.2012
|
 |
TARİHİ ERZURUM EVLERİ ARKEOLOJİK ÇALIŞMA HASSASİYETİ
İLE KURTARILIYOR
Yakutiye Belediyesi, Üç Kümbetler Cazibe Merkezi
Projesi kapsamında tarihi Erzurum Evleri'nin
korunması ve turizme kazandırılması için kolları
sıvadı.
Öncelikli olarak tarihi evlerin etrafına
yapılan çarpık yapıları temizleyen belediye
ekipleri, yıkım sırasında gösterdikleri
titizlikle adeta bir arkeolojik kazı havası
oluşturuyor. Belediye Başkanı Ali Korkut,
"Tescilli tarihi binalara yapışık halde
bulunan evleri yıkıyoruz. Bu çalışmalar
yapılırken tarihi evlerin zarar görmemesi
için titizlikle çalışıyoruz." dedi.
Üç Kümbetler çevresinde yer alan tescilli
tarihi konakların çevresinde hassas
çalışmalar yürütülüyor. Tescilli olan tarihi
Erzurum evlerine bitişik olarak yapılmış ve
alandan uzaklaştırılması gereken binalar
adeta iğneyle kuyu kazar gibi ince bir
çalışmayla yıkılıyor. İnsan gücüyle yapılan
çalışmalarda hilti, demir kesici, kazma,
kürek gibi insan gücüyle çalışan araçlar
kullanılıyor.
Başkan Ali Korkut, öncelikle alandan
uzaklaştırılması gereken binaların tescilli
evler ile ilişkisinin kesildiğini, ardından
yıkımın tescilli binalara zarar vermeden
gerçekleştirildiğini belirtti. Korkut,
"Tarihi Erzurum Evi, yanında betonarme bina.
Bunun önce tescilli evden ayrılması
gerekiyor.
Sonra siz tarihi olana zarar
vermeden o binayı kaldırabilesiniz. Bunun
için insan gücüyle ve adeta el ile yıkım
gerçekleştiriyoruz. Bitişik binanın tarihi
olan ile ilişkisini koparıp yıkıyoruz. Çok
zor ve dikkat gerektiren bir çalışma."
şeklinde konuştu.
Üç Kümbetler Projesi'nin Erzurum için çok
önemli olduğunu belirten Korkut, amaçlarının
Erzurum'un buram buram tarih kokan havasını
ortaya çıkarmak olduğunu ifade etti. Korkut,
tarihi yapıların onarılıp turizme
kazandırılmasının kentsel dönüşüm
çalışmaları kadar önemli olduğuna vurgu
yaptı. Korkut, 2013 yılında tamamlanması
planlanan projeyle Üç Kümbetler çevresinin
açık hava müzesi haline geleceğini aktardı.
Erzurum Gazetesi, Haber: Osman Yakut, 23.01.2012
|
KAYIP OSMANLI MÜZİKLERİ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR
İstanbul Üniversitesi Osmanlı dönemine ait müzikleri
ortaya çıkarmak için uygulama ve araştırma merkezi
kurdu.
İstanbul Üniversitesi
Osmanlı Dönemi Müziği Uygulama ve Araştırma Merkezi
kurulmasına ilişkin yönetmelik bugünkü Resmi
Gazete'de yayımlandı.
Merkez,
Osmanlı dönemine ait müzik eser birikimini
saptayarak, müzikoloji çalışmaları yoluyla Türk
musikisinin günümüzdeki standartlaşmış yazım ve icra
biçimlerine geçmişteki nüansları kazandırmaya
çalışacak. Farklı icra kanallarının ve müzik üretim
ortamlarının Osmanlı müzik dağarına yaptığı
katkıların izini sürmek ve bütün bu çalışmalar
doğrultusunda elde edilecek birikimle Osmanlı
kültür, sanat ve özellikle müzik tarihi için
güvenilir bir arşiv oluşturmak için yola çıkan
Merkez, araştırmacı, müzikolog ve sanatçıların
arşivden yararlanmasını sağlayacak.
Yirminci yüzyıla doğru başlatılan ve yoğunlukla bu
yüzyılın ilk çeyreğinde yazıya geçirilerek kalıcı
hale getirilen ve Darülelhan'a intikal etmiş
geleneksel Türk müziği malzemelerini, günümüzün
bilimsel kriterleri ile inceleyerek tasnif edecek
olan
İstanbul Üniversitesi
Osmanlı Dönemi Müziği Uygulama ve Araştırma Merkezi,
İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler
Kütüphanesi'nde bulunan nazariyat ve nota
külliyatını farklı malzemelerle genişletmek ve
çeşitli koleksiyonlardan derlenen ve farklı müzik
ortamlarından beslenerek gelen versiyonların edisyon
kritik çalışmalarını yapmayı da planlıyor.
Konservatuvarın geleneksel müzik ve diğer
bölümlerine çalışma ve faydalanma alanı açmak, bu
bağlamda eğitim ve uygulama sahalarına günümüzün
standartlaşmış teorik bilgi ve müzik eserlerinin
yanı sıra alternatif malzemeler üretmek isteyen
Merkez, Osmanlı kültürünün tarih içinde ulaştığı
coğrafyadaki müzik birikimine ait yazılı, görsel ve
sesli birincil ve ikincil kaynakları tarayarak bu
eserlerin bestecileri, güfteleri, türleri, formları,
makam ve usul yapıları, kaynakları gibi ayrıntılı
bilgileri içerecek envanter çalışmalarını da
yapacak.
Makam, form, usul gibi eserle ilgili; bestecinin
adı, dönemi, biyografisi gibi besteciyle ilgili;
güfteci/şair, güftenin farklı kaynaklardaki şekli
gibi güfteyle ilgili bilgileri; özgün kaynaklardan
elde edilen, farklı ustalardan gelen el yazması ve
basılı notaları, piyasa için basılmış veya modern
yorumlarla değiştirilmiş olan notaları; taş
plaklardan, radyo yayınlarından, özel meclislerden,
konserlerden elde edilecek icraları ve kaynakları
tarayarak hazırlanacak bilgi fişine sistemli olarak
girmek isteyen Merkez, müzikle ilgili el yazmaları,
eski ve yeni yazıyla basılı özgün yapıtlar, notalar
ve ses kayıtları gibi birinci dereceden kaynakların;
bir araştırmaya ve gözleme dayanan çalışmalar olan
ikincil kaynakların asıllarını veya birer kopyasını
da ekleyerek kapsamlı bir müzik kitaplığı
oluşturmayı hedefliyor.
Seslendirilmemiş veya kaydı olmayan eserlerin
seslendirilip kaydedilmesini sağlamak; bu amaçla
konservatuvarın Türk Musikisi İcra Heyeti ile
koordineli çalışmalar yapmayı planlayan İstanbul
Üniversitesi Osmanlı Dönemi Müziği Uygulama ve
Araştırma Merkezi, envanter ve diğer çalışmalara
ilişkin veri tabanı, internet sitesi ve yönetim
bilgi sistemleri oluşturmak ve işletmek için çalışma
yapmayı hedefliyor.
Habertürk, 23.01.2012
|
ÜÇBİNDEN FAZLA TÜRK ESERLERİN PEŞİNDE

Türk Tarih Kurumu (TTK) tarafından yurt
dışındaki tüm Türk mimari ve kültürel eserlerinin
tespiti yapılıyor. Tespit edilen yurt dışındaki
mimari eserlerden birçoğu TİKA tarafından ayağa
kaldırılıyor.
Tarihte oldukça geniş bir coğrafyada hakimiyet
kuran Türk milletinin yönettiği coğrafyalarda
geride kalan birçok eser bulunuyor. Bu eserlerin
büyük bir kısmı çeşitli sebeplerle tahrip
edilirken, bazı eserler de kaderine terk edilmiş
halde bekliyor.
Türk milletinin yüksek
kültürünü, ince zevkini yansıtan bu sanat
eserleri, TTK tarafından yürütülen “Yurt
dışındaki Tarihi Türk Eserlerinin Tespiti
Projesi” kapsamında kayıt altına alınıyor.
Proje kapsamında, şimdiye kadar Avrupa'dan
Balkanlar'a, Ortadoğu'dan Orta Asya'ya kadar
geniş bir yelpaze içinde yer alan 19 ülkede,
çeşme, cami, hamam ve medrese gibi 3 bin 991
tarihi Türk eseri belirlendi.
Kayıt altına alınan eserlere bakıldığında
tarihi Türk eserlerinin Makedonya, Bulgaristan,
Yunanistan, Azerbaycan, Macaristan, Mısır,
Ürdün ve Suriye'de yoğunlukta olduğu görülüyor.
Fotoğrafları çekilerek arşivlenen eserlerin
planları yapılıp, ölçüleri çizilerek kitap
haline getirilecek. Büyük ölçüde tamamlanan
projenin sona ermesiyle birlikte eser sayısının
daha da artacağı kaydediliyor.
Yurt dışında bulunan ve kaderine terk edilen
Türk mimari eserleri, son yıllarda TİKA
tarafından başlatılan restorasyon çalışmalarıyla
yeniden eski ihtişamlarına kavuşturuldu.
Bu çalışmaların en önemlileri arasında, 2006
başlatılan ve 5 yıl süren çalışmaların ardından
aslına uygun olarak restore edilen Makedonya'nın
başkenti Üsküp'teki tarihi Mustafa Paşa Camisi
ile Balkanlar'daki medeniyet abideleri arasında
kabul edilen Prizren Sinan Paşa Camisi yer
alıyor.
TİKA'nın, Balkanlar'ın yanı sıra
Ortadoğu'ya kadar geniş alanda restore ettirdiği
eserlerden bazıları da şöyle:
-
“Sudan/Suakin Adası'nda Osmanlı dönemine
ait Hanefi Camisi, Şafi Camii ve Gümrük
Binası.
-
Afganistan'da, Hoca Bahauddin Veled
Medresesi (Mevlana Evi)
-
Bosna-Hersek'te, Banja-Luca Ferhadiye
Camisi ve Maglay Kurşunlu Camisi.
-
Karadağ'da, Bar Osmanbaşiç Camisi
Restorasyonu ile Osmanlı Şehitliği.
-
Kosova'da, Priştine Fatih Camisi.
-
Sırbistan'da, Belgrat Şeyh Mustafa
Türbesi.
-
Filistin'de, El Aksa Sebilleri ve
Kubbet-us Sahra hilali,
-
Harem-i Şerif zincirli kubbesi.
-
Suriye'de, Şam Süleymaniye Külliyesi.”
Hürriyet, 23.01.2012
|
O DA ELDEN GİDERSE

Veliahd Dairesi'ndeki Resim ve Heykel Müzesi
güncel olanı yakalamak için değil, tam tersine bir
tarihi korumak, hatırlamak ve gerekirse müzenin
aracılığıyla bir dönemin eleştirisini yapmak için
gereklidir.
Türkiye’nin ilk modern sanat müzesi olan
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nin asıl mekanı
Dolmabahçe Sarayı’ndaki Veliahd Dairesi’nin
restorasyonu bitene kadar,
İstanbul Modern’in yan tarafındaki 5 numaralı
Antrepo’ya taşınacağı haberi, müzeyle ilgilenenleri
hayli şaşırtmıştı.
İstanbul’un kültürel dönüşüm anlamında gözde
alanlarından Antrepo’nun hızlı biçimde bir kamu
kurumuna verilmesi beklenmedik bir olaydı.
Atatürk’ün emriyle 1937’de müze olarak
kullanılmak üzere Güzel Sanatlar Akademisi’ne
devredilen Veliahd Dairesi’nin bu manevrayla
boşaltılıp farklı amaçlar için kullanılacağına dair
spekülasyonlar yapıldı. Ancak yetkili ağızlardan
üniversitenin bu mekanı vermek gibi bir niyetinin
olmadığı defalarca açıklandı. Restorasyon bittikten
sonra Resim ve Heykel Müzesi’nin 1950’lere kadar
erken dönem koleksiyonu Veliahd Dairesi’nde, daha
yakın dönem ise Antrepo’da sergilenmeye devam
edecekti.
Milliyet gazetesinde 07.01.2012 tarihinde yayımlanan
“Dolmabahçe’ye Meclis Baskını” başlıklı habere göre
korkulan oldu! Haberde Meclis Başkanlık Divanı’nın
geçtiğimiz hafta Veliahd Dairesi’ne bir baskın
yaparak gördükleri üzücü manzara karşısında mekanın
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’ne tahsis
kararını iptal ederek geri aldığı söyleniyordu.
Hatta “...Binanın mezbeleye döndüğünü gören
Başkanlık Divanı üyeleri, kendi aralarında ‘bekçi
polisler olmasa, şarapçıların mekanı olur’ şeklinde
yorum” yapmışlardı. “Tarihe zarar verenler hakkında
suç duyurusunda bulunmak” gibi sözlerle mangalda kül
bırakılmadan sonunda tarihe sahip çıkılmıştı. Emek
sinemasından tutun siluetine kadar bütün
İstanbul’un tarihi yerle birle olurken...
Sorular, sorular, sorular
Bari daha mantıklı bir bahane ve daha düzeyli bir
üslupla bu operasyon gerçekleşseydi. Meclis Divan
üyeleri Veliaht Dairesi’nin bakımının kendilerine
bağlı olan Milli Saraylar Daire Başkanlığı’nın
sorumluluğunda olduğundan hiç söz etmemiş. 2006’dan
beri bu mekanın aynı kurum tarafından restore
edildiği, ortada var olan şantiye görünümünün de
halen devam eden süreçten kaynaklanmış olabileceği
sorgulanmamış. Sözü edilen bu halin Milli Saraylar
ile üniversite arasında yıllardır devam eden
anlaşmazlığın bir sonucu olduğunu her iki taraf da
çok iyi bilmesine rağmen nedense bundan da söz
edilmemiş... Şimdi Resim ve Heykel Müzesi’nin
koleksiyonu buradan çıkarılacak, Veliahd Dairesi
hızla restore edilecek ve burada Milli Saraylar’a
ait koleksiyon sergilenecekmiş.
Madem böyle hızlı bir restorasyon olabiliyordu,
neden Resim ve Heykel Müzesi için yapılmadı? Devlet
ideal olarak her türlü kültürel mirasa sahip
çıkmakla sorumluysa, neden
Türkiye’de başka hiçbir kurumun elinde olmayan
müthiş bir modern sanat koleksiyonuna sahip, ulusal
nitelikte bir kamusal sanat müzesini kurulduğu
mekandan çıkarıp başka yer kalmamış gibi Milli
Saraylar koleksiyonuna yer bulma çabasına giriyor?
Türkiye’nin ilk modern sanat müzesi olarak paha
biçilmez bir koleksiyona sahip olan, neredeyse
ulusal sanat galerisi konumundaki bir kurum için
devletin bütün kademelerinin birleşerek çalışması
gerekmez miydi? Sonuçta ne
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi sıradan bir
sanat müzesi, ne de Veliahd Dairesi salt saraya ait
bir mekan... Pek çok yönüyle Fransız Devrimi’ni
örnek alan Cumhuriyet ideolojisi sanat söz konusu
olduğunda, diğer pek çok Avrupa devletleri gibi,
kraliyet koleksiyonlarını yurttaşına daha önce
aristokrasinin gezindiği saray koridorlarında
sergileyerek devreden devrimci devlet anlayışının
temsili olan Louvre Müzesi’ni izledi. Yeni
Türkiye Cumhuriyeti’nin Louvre’u da, yıkılan
Osmanlı İmparatorluğu’nun en can alıcı yerinde,
Padişah’ın veliahdının kaldığı dairede kuruldu.
Sanat tarihinin ulus tarihiyle örtüştüğü, modernizm
ile ulus devletin kamusal sanat müzesini ortaya
çıkardığı pratiğin sonucu olarak, bu ikili aslında
Türkiye’nin tarihidir. Müze, ancak o dönemin
ideolojisine göre dönüştürülmüş Veliahd Dairesi’nde
kendini tanımlayabilir, koleksiyonu mekanın taşıdığı
özgün “aura” ile beslenebilir. Veliahd Dairesi de
ancak
Türkiye’nin ilk kamusal sanat müzesinin
kurulduğu bir mekan olduğu sürece önemini
koruyabilir. Veliahd Dairesi’ndeki Resim ve Heykel
Müzesi güncel olanı yakalamak için değil, tam
tersine bir tarihi korumak, hatırlamak ve gerekirse
müzenin aracılığıyla bir dönemin eleştirisini yapmak
için gereklidir.
Bu durum asıl meselenin Veliahd Dairesi’nin uzun
zamandır öngörülen ve kimi yerde dillendirilen daha
geniş ve siyasi bir proje için kullanılma
olasılığını akla getiriyor. Sarayların birer birer
otel zincirlerine teslim edildiği ve kültürel
dönüşüm adı altında AVM’lerin tarihin yerini aldığı
bir dönemden söz ediyoruz. Veliahd Dairesi de,
Akaretlerin dönüştüğü ve iktidarın Saraylı olma
hevesiyle müzenin yanındaki alanı hükümet konağı
haline getirdiği bir alanın merkezinde. Bu yüzden
“Meclis baskınının” ardında ihmal edilen kültüre
sahip çıkma hizmetinin olduğuna inanmak pek kolay
değil.
Hala tepki yok
Bu hareketin müzeye yapılan operasyonun ilk adımı
olabileceğini düşünmek de artık o kadar spekülatif
değil! Asıl hedefin
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nin paraya,
politikaya, imaja dönüşebilecek o paha biçilmez
koleksiyonu olduğu söylense artık şaşırır mısınız?
Son derece basit bir üslupla apar topar Veliahd
Dairesi’nden çıkarılan Resim ve Heykel Müzesi’nin,
Galataport adı verilen bir kentsel dönüşüm
projesinin altında Antrepo’dan da aynı üslupla
atılmayacağının ve koleksiyona “aynı duyarlılıkla”
devlet tarafından el konmayacağının garantisini kim
verebilir?
Son olarak ilginç bir biçimde, Veliahd Dairesi’nin
Resim ve Heykel Müzesi’nden alınmasıyla ilgili
olarak, sanatın her alanına (özellikle sansüre!) bu
derece duyarlı basın ve sanat çevrelerinden halen
bir tepki gelmedi. Evet,
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi güncel sanat
kadar hayatımıza dokunmadı, ama mesele sadece tarihe
ve kente sahip çıkmaksa, bazen hiç dokunulmamış daha
çok korunmalı.
Radikal, Yazı: Ayşe H. Köksal, Dr., Sanat
Tarihçisi, 22.01.2012
|
2 BİN 300 YILLIK ŞARKIMIZI GERİ VERİN

Aydın Kültürel
Araştırmalar Yayıncılık Tiyatro Drama Derneği
(ARKARYAY), Aydın'daki Tralleis antik kentini
tanıtmak amacıyla her yıl yaptığı tiyatro şenliğinin
bu yıl 7'ncisini düzenledi. Şenlik kapsamında dernek
tarafından Aydın'da mezarı bulunan Seikilos'un 1966
yılında Danimarka'ya götürülen mezar taşını geri
getirmek için imza kampanyası
başlatıldı. ARKARYAY Başkanı Hüsnü Ertung, söz
konusu mezar taşının 1883 yılında Aydın-İzmir
demiryolunun inşaatları sırasında Tralleis'te
bulunduğunu anlatarak, "Önce İzmir-Buca'daki bir
villanın bahçesine götürülen mezartaşı, 1923
ayaklanmaları sırasında İzmir'den
İstanbul'a, daha sonra da
yurtdışına kaçırıldı. Mezartaşının bugün
Danimarka'nın Kopenhag Müzesi'nde sergilenmekte
olduğu, üstelik üzerinde bulunan notalardan
bestelenen şarkının da enstrüman ve solist ile
seslendirilerek CD haline getirildiği belirtiliyor"
dedi.
Ertung, 2300 yıl önce Aydın'da yaşamış olan
Seikilos'un mezartaşına kazınmış halde bulunan
notaların, tarihte bilinen ilk müzik parçasının
notaları olduğunu belirterek şunları söyledi:
"Tralleis'te bulunan bu mezartaşının üzerinde yer
alan notalardan bestelenen, orijinali Grekçe olan
şarkıda, 'Yaşadığın müddetçe dert tasa edinme ve
hiçbir şeyin seni üzmesine izin verme, hayat çok
kısa ve zaman her şeye gebedir' sözleri yer alıyor.
Bu kısacık şarkı 2300 yıl önce Aydın topraklarında
söylenmekteydi. Aydınlılar olarak kendi
toprağımızdan çıkan bu şarkıya sahip çıkmalıyız.
Seikilos'un mezarının bulunduğu şehir olan Aydın'a
getirilmesi için imza kampanyası başlattık.
Hedefimiz 200 bin imza. Ayrıca Aydınlılara dağıtmak
üzere bu şarkının bulunduğu 10 bin adet CD
bastırdık" diye konuştu.
Mezar taşı, sütun gövdesi şeklindeki bir kolonun
üzerine kazınmış ve iki bölümden oluşuyor. Antik
Grek müzik notalı lirik şiir/şarkı sözü notaları ve
mezar yazıtı alt alta yazılmış. Şiiri oluşturan
sözler, 6/8'lik nota ölçüleriyle ezgiye
dönüştürülmüş. Şu anda Batı dünyasında müzik
marketlerde, özgün antik müzik olarak müzikseverlere
sunuluyor.
Tralleis'te bulunan bu mezartaşının üzerinde yer
alan notalardan bestelenen, orijinali Grekçe olan
şarkının sözleri şöyle:
'Yaşadığın müddetçe dert tasa edinme
Ve hiçbirşeyin seni üzmesine izin verme
Hayat çok kısa
Ve zaman her şeye gebedir.'
Yeni Asır, Haber: Kazım Yörükce, 23.01.2012
******
SEİKİLOS DA GELİYOR

Aydın İl Kültür ve Turizm Müdürü
Nuri Aktakka, dünyada notaya dökülmüş en eski yazılı
kayıt kalıntısı olan ''Seikilos Mezar Yazıtı''nın,
çıkarıldığı Aydın'a geri getirilmesi için çalışma
başlattıklarını bildirdi.
1882-1883 yıllarında Aydın-İzmir demiryolu inşaatı
sırasında Tralleis Antik Kenti'nde bulunan ve MÖ 200
ile MS 100 tarihleri arasında yapıldığı tahmin
edilen ''Seikilos
Mezar Yazıtı''nın önce İzmir'e ardından yurt
dışına kaçırıldığını söyledi.
Yazıtın 1966 yılından bu yana Danimarka'nın
Kopenhang Müzesi'nde sergilendiğini ifade eden
Aktakka, şöyle konuştu:
''Aydın'da yurt dışına çıkarılmış olan tarihi
eserlerimizi araştırarak, bunlarla ilgili Kültür ve
Turizm Bakanlığımıza bilgi veriyoruz. Bunların
Aydın'a kazandırılmasını Bakanlığımızdan istiyoruz.
Seikilos Mezar Yazıtı için bakanlık nezdinde
girişimlerimize başladık. Bu yazıtın üzerindeki yazı
ve notalar, Aydın ve Tralleis Antik Kenti için
önemlidir. Yazıtın yeniden Aydın'a kazandırılması
için elimizden geleni yapacağız.''
SEİKİLOS MEZAR YAZITI
1882-1883 yıllarında Aydın-İzmir demir yolunun
inşaatları sırasında Tralleis'te bulunan
Seikilos Mezar Yazıtı, Seikilos adlı kişinin
karısı Euterpe'nin mezar taşına yazdırdığı sözlerden
oluşuyor.
Mezar taşı, sütun gövdesi şeklindeki bir kolonun
üzerine kazınmış, iki bölümden meydana geliyor.
Antik Grek müzik notalı lirik şiir, şarkı sözü
notaları ve mezar yazısı alt alta yazılmış
Seikilos Mezar Yazıtı tamamen müzik kompozisyonu
örneği olması yanında dünyada müzikal nota olarak
bilinen en eski yazılı kayıt kalıntısı.
Yazının transkripsiyonunda, müzik sözleri harflerle
sembolize edilerek kısa bir müzik notası ortaya
çıkarılmış. Müzik, MÖ 2. yüzyılda Phrygia'da bilinen
nota sistemine uygun yazılmış.
Şiiri oluşturan sözler, 6/8'lik nota ölçüleriyle
ezgiye dönüştürülerek batıda müzik marketlerde özgün
müzik olarak müzikseverlere sunuluyor.
Grekçe olan şiirin Türkçe sözlerini ise şöyle:
''Yaşadığın müddetçe dertsiz tasasız ol/Hiçbir şeyin
seni üzmesine izin verme/Hayat çok kısa/Ve zaman her
şeye gebedir.''
Habertürk, 25.01.2012
|
GERMENİCİA'DA KAMULAŞTIRMA ÇALIŞMALARI SÜRÜYOR

Kahramanmaraş’ta 2007 yılında kaçak kazılar
sonucu bulunan Germenicia antik kentinde
kamulaştırma çalışmalarının devam ettiği bildirildi.
Kahramanmaraş turizminin geleceği olarak
gösterilen Germenicia antik kentinde kazı ve
kamulaştırma çalışmaları devam ediyor. Roma
İmparatoru Kaligula’nın babası Germenicia’nın ismini
taşıyan antik kentin, 4 mahallenin altında olduğu ve
100′ün üzerinde yamaç villasının bulunduğu tahmin
ediliyor.
Çalışmalar kapsamında bu güne kadar çok sayıda
mozaik gün yüzüne çıkartılırken, İl Kültür ve Turizm
Müdürü Seydihan Küçükdağlı, 22 parsellik yeni bir
alanı kamulaştırmak için gayret gösterdiklerini
ifade etti. Geç Roma Dönemi, sosyal yaşamını anlatan
mozaiklerin bulunduğu kazılarla ilgili bilgiler
veren Küçükdağlı, kazıların tamamlanmasıyla birlikte
bin 500 yıllık bir tarihi zenginliğin gün yüzüne
çıkacağını söyledi. Bu çalışmaların çok uzun bir
süreç olduğuna işaret eden Küçükdağlı,
çıkartılacak eserlerin ise bulunduğu bölgede
kurulacak açık hava müzesinde sergileneceğini
kaydetti.
Bulunan eserlerde, o dönemde yaşayan Romalıların
giyim ve kuşamı, hangi hayvanların yaşadığı ve hangi
meyvelerin tüketildiğinin mozaiklere resmedildiğini
işaret eden Küçükdağlı, şöyle konuştu:
“Bu mozaikler bize sosyal yaşamı anlatıyor. Diğer
Zeugma mozaiklerinde, Efes Yamaç Villaları’nda hep
mitoloji anlatılır ama bizim bulduğumuz, ortaya
çıkardığımız bu mozaikte günlük yaşam, sosyal yaşam
anlatılıyor. Mozaiklere bakarak Germenicia
evlerinin, villalarının nasıl olduğunu, hangi
hayvanların o dönemde yaşadığını, hangi bitkilerin,
hangi meyvelerin yetiştiği, bir Romalının ne
giydiği, ayakkabısının nasıl olduğunu, avcılıkla
uğraştıklarını hepsini bu mozaiklere bakarak
anlayabiliyoruz.”
Mozaiklerin arkeoloji dünyası açısından da büyük
önem taşıdığını dile getiren Küçükdağlı,
Kahramanmaraş’ta düzenlenen Uluslar arası Türkiye
Mozaik Sempozyumu ile de bu eserlerin dünya
literatürüne girdiğini vurguladı. Küçükdağlı,
sözlerini şöyle tamamladı:
“Bu mozaikler sayesinde Maraş’ta kayıp bir kent
gün yüzüne çıkarıldı. Eserlere paha biçmekte mümkün
değil. Geçmişte bazı define avcıları bölgede kaçak
kazılar yapsa da bu kültürel mirasın geleceğe
taşınmasının bilincinde olan vatandaşlar kendi
rızalarıyla bize bilgi verdiler. Şimdi kazılarda
belli bir aşamaya geldik, 22 adet parselde
yapacağımız kamulaştırmanın ardından da bu kazılar
aralıksız devam edecek.”
haberler.com, 22.01.2012
|
KABE'DE YIKIM BAŞLIYOR

Her yıl yaklaşık 10 milyon
Müslümanın hac ve umre görevlerini yerine
getirebilmek için akın ettiği Mekke'de
Kabe'nin genişletilmesi
çalışmalarına hız verildi. Kabe'nin en işlek
yolu üzerindeki Gazze caddesinde yüzlerce
otel ve
iş yeri, evler
yıkılıyor.
Kabe'ye en yakın cadde olan ve peygamber efendimizin
hemen evinin bulunduğu cadde üzerindeki
oteller, iş
yerleri ve evler boşaltılarak, 24 saat aralıksız
çalışmalarla yıkımlar gerçekleştiriliyor. Aralarında
Türklere ait iş
yerlerinin de bulunduğu caddenin tamamen boş bir
alan haline getirilmesi sonrası Kabe'ye ulaşımın da
rahatlayacağı Suudi basınında
yer alıyor.
Bu arada Mekke Belediye Başkanı Osama Al Bar,
Kabe'nin genişletilmesi ve Kabe'ye giden yolların,
tünellerin daha hızlı bitirilmesi için 1,2 milyar
Riyal (320 milyon dolar) değerinde yeni projelerin
hayata geçirileceğini açıkladı.
Bu projeler içerisinde Diyanet İşleri başkanlığının
merkez binası ve Türklerin daha çok yerleştiği
otellerin bulunduğu Aziziye bölgesi ile şeytan
taşlama olarak bilinen Jamarat bölgesini bir tünel
ile buluşturmak da bulunuyor. Ayrıca Jamarat
bölgesinin genişletilmesi de bu projeler içerisinde
yer alıyor.
Mina'da hac döneminde 3 milyona yakın insan
çadırlarda hac görevlerini yerine getirmek için
özellikle yiyecek satın alımı ve restaurantlar
konusunda sıkıntı yaşarken, Belediye Başkanı Osama
Al Bar model restaurantların yer alacağı ciddi bir
projenin de hayata geçirileceğini bildirdi.
Mina'nın hac döneminde en büyük sorunu haline gelen
temizlik işlerinin yapılması konusunda da büyük bir
temizlik projesinin bulunduğunu açıklayan Al Bar,
"Hac döneminde Mina'da temizlik yapmak bizim için
çok ciddi bir sorun. Çünkü aynı anda bir bölgede 3
milyona yakın insan hac görevlerini yerine
getiriyor. Bu sorunu çözmek için de ciddi
projelerimiz var" dedi.
Sadece temizlik için 375 milyon dolarlık bir
bütçenin ayrıldığını açıklayan Belediye Başkanı Al
Bar, Mekke'de karşılaşılan tüm sorunların çözümü
için ciddi çalışmaların yapıldığını, büyük
bütçelerin ayrıldığını ifade etti.
Al Bar, Kabe etrafında yapılacak olan yeni otellerin
veya iş merkezlerinin yüksekliklerinin de çok fazla
olmayacağını kaydetti.
Öte yandan Mekke'deki genişletme projelerine bir çok
Türk firması teklif veriyor.
Bu şirketlerden birisi olan ve 8 yıldır bir çok
tünel, inşaat projelerine imza atan 12 tünelin de
yapımını gerçekleştiren Ekol ve Asdem Şirketi Genel
Müdür Yardımcısı Sami Açıksöz, AA'ya yaptığı
açıklamada, yeni genişletme planları çerçevesinde
yaklaşık 200 milyon dolar değerindeki bazı ihalelere
girdiklerini söyledi.
Sami Açıksöz, 1400 metre uzunluğundaki yeni proje
olan tünelin Kabe'nin elektrik ve servis
hizmetlerini rahatlatacağını dile getirdi.
Sabah, 22.01.2012
|
METRUK TARİH BİNA KENT MÜZESİ OLACAK
Çorlu'nun 1876 yılında inşa edilen tarihi
belediye binasında restorasyon işlemleri
başladı.
İhalesi 17 Ekim 2011 tarihinde yapılan
mekan, SNR Restorasyon ve İnşaat firması
tarafından aslına uygun olarak restore
edilecek. Bina yaklaşık 1,5 yıl sonra atıl
durumdan kurtarılarak kent müzesi haline
getirilecek. Çorlu'nun tarihi silüeti
içerisinde bulunan binanın sağ tarafında,
tarihi Fatih Camii ve çeşmesi bulunuyor.
Geçmişte Çorlu Belediyesi olarak kullanılan
tarihi bina, askeri karargah, üniversite
laboratuvarı ve son dönem sağlık grup
başkanlığı olarak hizmet verdi. Geçtiğimiz
yıllarda yangına maruz kalan bina son
zamanlarda tinercilerin ve kimsesizlerin
mekanı haline gelmişti. Vatandaşlar, tarihi
binaya sahip çıkılmasından dolayı
memnuniyetini dile getirdi.
Zaman, Haber: Ayhan Yetim, 22.01.2012
|
TÜRKİYE UYGARLIKLAR MÜZESİ KURULUYOR
Kültür Bakanlığı ile Ankara
Büyükşehlir Belediyesi, başkentte Türkiye
Uygarlıklar Müzesi kurulması için ilk adımı attı.
Kültür
ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, "Bugün 25 bin metrekare sergi
salonu ve 50 bin metrekareye kadar müze mekanı olan,
toplamda kapsadığı alan itibariyle 80 bin metrekare
kapalı alanı olan bir müze tasarısının altını
imzalayacağız" dedi.
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay ve Ankara Büyükşehir Belediye
Başkanı
Melih Gökçek, Atatürk Kültür Merkezi'nde (AKM)
yer alacak 'Türkiye
Uygarlıklar Müzesi'nin kompleksine ve 'Augustus
Tapınağı Koruma Projeleri' ve uygulamalarına ilişkin
protokolü, Cer Modern'de düzenlenen törenle
imzaladı. Günay, yaptığı konuşmada, "Büyükşehir
Belediye Başkanımız Sayın
Melih Gökçek arkadaşımızla birlikte uzun
zamandır birlikte değerlendirdiğimiz üzerinde
çalıştığımız projenin protokolünü imzalamak için
toplandık" dedi. Günay, dünyada bir bölge gücü
haline gelmiş bir ülkenin Başkentinin çok daha büyük
bir uygarlıklar müzesine ihtiyacı olduğunu
belirterek, Büyükşehir Belediyesi ile bir zamandır
bu proje üzerinde çalışıldığını kaydetti.
Uygarlıklar müzesi için en önemli yerin Başkent
olduğunu anlatan Günay, şu anda 100'den fazla
Bakanlığa bağlı müze olduğunu ve çok sayıda objenin
teşhir ve depolarda olduğunu söyledi. Günay, "Dünya
müzeleri bunların bir kısmının alabilmek için uzun
müzakere süreçlerini bizimle paylaşıyor. Biz
depolarımızdaki yeni kazılarımızdan ortaya çıkan bir
çok eseri burada sergileyebilir düşüncesindeyiz.
Bugün imzalayacağımız protokolle, 25 bin metrekare
sergi salonu ve 50 bin metrekareye kadar müze mekanı
olan toplamda kapsadığı alan itibariyle 80 bin
metrekare kapalı alanı olan bir müze tasarısının
altını imzalayacağız" diye konuştu.
"Hayalimiz, Dünyanın en büyük müzelerinden bir
tanesini Ankara'ya yapmak" diyen Günay, konuşmasını
şöyle sürdürdü: "Klasik tabirle Ortadoğu ve
Balkanların değil, dünyanın en büyük müzelerinden
bir tanesi. Topkapı Sarayı saray olarak büyük bir
müze onlar içinde sergiledikleriyle ve yapının
kendisiyle özgün müzeler. Ama biz doğrudan doğruya
müze olarak dünyada bu alandaki müzelerle yarışmak
ve dünyanın en büyük müzelerinden birisine Ankara'ya
kurmak istiyoruz." Günay, bu kararın yürürlüğe
girmesinin başka bir süreci de beraberinde
getirdiğini belirterek, "Bu alan 1980'den sonra
milli komite denilen Sayın Cumhurbaşkanlığının
başkanlığında toplanan kapsamlı bir devlet biriminin
bir ön karar almasını gerektiriyor. Bu karardan
sonra, bizim bugün attığımız protokol altındaki imza
yürürlük kazanacak" dedi. 'Augustus Tapınağı Koruma
Projesi' hakkında da bilgiler veren Günay, Augustus
Tapınağı'nın bir süre öncesinde sabitlendiğini ve
yıkılmasının önlendiğini şimdi ise projesinin
tamamlanacağını kaydetti. Günay, Kültür Bakanlığı
olarak 'Augustus Tapınağı Koruma Projesi'ni
üstlendiklerini söyleyerek, uygulamasının kuruldan
geçtikten Büyükşehir Belediyesi tarafından
yapılacağını anlattı.
Gökçek ise, "Roma tiyatrosu projesi çizildi, bir
sene içerisinde bitireceğiz. Roma tiyatrosu üzerine
yol yapılmış, kaleye çıkan yol aslından roma
tiyatrosunun bir kısmının üstüne oturuyor. Yarım bir
tiyatro olacak, netice itibariyle tarihi yeniden
canlandırması açısından son derece önemli. Şimdiye
kadar biterdi ama maalesef mahkeme kararları
dolayısıyla beklemek zorunda kalıyoruz. Mahkeme
kararları çıkar çıkmaz kale eteklerinde cami ve
kümbet hariç bütün binaların hepsi yıkılıyor,
onların hiçbir tarihi özelliği yok. Kale bütün
güzelliği ve çıplaklığıyla inşallah ortaya çıkacak.
Hacı Bayram'da da aynı temizlikleri yapıyoruz" diye
konuştu.
Gökçek, konuşmasında şunları kaydetti: "Sayın
Bakanımızla en büyük arzumuz, ulus tarihi kent
merkezindeki Ulus İşhanı, Anafartalar İşhanı,
Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü, Gümrük Bakanlığı ve
valiliğe ait Yüzüncü Yıl Çarşısı'nın tamamıyla
yıkılarak o kısmın ortaya çıkartılması ve tarihi bir
meydanın ortada olması. Bunu da gerçekleştireceğiz.
Ulus'taki Roma yolu üzerindeki bina da yıkılacak ve
kamulaştırılacak. Sümerbank'ın arkasındaki ek
binanın yıkılması da gündeme gelecek."
Habertürk, 21.01.2012
|
TELMESSOS ANTİK TİYATROSU TURİZM BAKANLIĞI'NIN
YATIRIM PROGRAMINDA
Denize en yakın antik tiyatro olma özelliği ile
benzerlerinden ayrılan Fethiye Telmessos antik
tiyatrosu, restore edileceği günü bekliyor.
1960'lı yıllarda sütunları liman dolgusu
olarak kullanılan, hatta üzerine müze
lojmanı dahi yapılan tiyatro için Turizm ve
Kültür Bakanlığı devreye girdi. Bakanlık,
modern bir görünümle turizme kazandırılmak
istenen ve Fethiye Belediyesi tarafından
mimari projesi hazırlanan tiyatroyu 2012
yatırım programına aldı. Belediyenin ihaleye
çıkarak hazırladığı projeye göre antik
tiyatronun önünden geçen yol deniz kenarına
alındı, mevcut park ise yenilenerek
tiyatroyla birleştiriliyor.
Ayrıca projede
tiyatronun sahne kısmı gerçeğine yakın
şekilde yeniden dizayn ediliyor.
Fethiye antik
tiyatrosunun restorasyonu
için Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın çalışma
yaptığını belirten Fethiye Belediyesi
mimarlarından Aylin Büber, burası ile ilgili
hazırlanan proje detaylarını anlattı.
Restorasyon projesinin hazırlanabilmesi için
Muğla İl Özel İdaresi'nden ödenek talebinde
bulunduklarını anlatan Büber, Taşınmaz
Varlıkların Korunmasına ait yönetmelik
çerçevesinde 90 bin TL katkı payı alındığını
belirtti. Bu ödenekle belediyenin
restorasyon projesini ihale ettiğine dikkat
çeken Aylin Büber, "Yapılan ihale ile
hazırlanan proje, Muğla Kültür Varlıklarını
Koruma Kurulu tarafından onaylandı. Röleve
ve restorasyon projeleri mevcut. Çalışmalar
bundan sonra bakanlık tarafından yürütülecek
Bakanlık maliyet hesabını çıkarıyor. Gerekli
hesaplamalar yapıldıktan sonra ihale
aşamasına gelinecek." dedi.
Fethiye Müze Müdürlüğü görevlilerinden
Kemal Dedeoğlu ise bakanlığın 2012 yatırım
bütçesine aldığı projede, tiyatronun sadece
alt kısımlarının onarılmasının gündemde
olduğunu açıkladı. Tiyatronun sütunlarının
liman dolgusunda kullanıldığı için deniz
altında bulunduğunu ifade eden Dedeoğlu,
bunları çıkartmanın veya aslına uygun
parçaları bulmanın zor olacağını söyledi.
FTSO Meclis Başkanı Mustafa Büyükteke de
antik tiyatronun tüm Fethiye'yi
ilgilendirdiğini belirterek, restorasyonun
hızlandırılması için bütün girişimlerde
bulunacaklarını açıkladı.
Telmessos'un
dünyada denize en yakın antik tiyatro olması
nedeniyle diğerlerinden çok farklı olduğuna
işaret eden Büyükteke, "Burası bir çekim
merkezi olabilir. Buranın yapımını
hızlandırmak için Ankara'ya gitmek gerekirse
gitmeliyiz. Gerekirse bakanlıkta nöbet
tutarız." dedi.
Zaman, Haber: Fatih Yılmaz, 21.01.2012
|

|
BÜYÜK BALIKLI HAN
OTEL OLUYOR
The House Hotel, Karaköy'de mülkü Balıklı Rum Vakfı'na ait olan Büyük Balıklı Han'ın işletmesini alıyor.
The House Cafe'nin de sahibi olan girişimci Ferit Baltacıoğlu'nun, 136 yıllık Büyük Balıklı Han'ı otel olarak işletmek için görüşmeler yaptığı öğrenildi.
Neo klasik mimariyle yapılan Han, renove edilerek 25 yıllığına otel olarak işletmeye açılacak.
Büyük Balıklı Han önce hastane ardından ise Mimar Ariditi Razi tarafından yenilenerek ticari hal olarak kullanılmıştı.
Sabah, 21.01.2012
|
DALİ ASLINDA NE SÖYLÜYOR?

20. yüzyılın en önemli
sanatçılarından Salvador Dali’in eserleri dört
haftadır İstanbul’da, Tophane-i Amire’de
sergileniyor. Ziyaretçi sayısı 21 bini geçti.
Sergi
çıkışı “Dali ne anlatmak istemiş” diye sorulsaydı
kaç kişi parmak kaldırırdı acaba? Fakat bunun
endişenecek bir durum olmadığını bizzat Dali
söylüyor:
“Düşmanlarımın, arkadaşlarımın ve halkın resimlerime
aktardığımimgelerin anlamını çözemediklerini
söylemeleri bence son derece anlaşılır bir durum.
Onları yapan kişi olarak ben bile anlayamazken,
başkaları nasıl olur da bu imgeleri anlamayı
umabilir.” Yine de biz şansımızı denemek istedik. Ve
serginin küratörü Dündar Hizal yardımıyla
İstanbul’da
Tophane-i Amire’de sergilenen Dali
eserlerindekimananın peşine düştük.
Eriyen saatler: İlk kez 1931’de
yaptığı “Belleğin
Israrı” adlı resimde kullanıyor. Dali, bir
akşamyemeğinde peynirin ağzında bıraktığı “yumuşak”
tatdan etkileniyor. Yatağına gitmeden önce resmin
önünden geçerken yediği peynirin de katkısıyla
“eriyen saatler” olgusu aklına geliyor. Ve resmi iki
saat içinde bitiriyor. Peki eriyen saatler bize ne
anlatıyor? Zaman akıp gidiyor. Tutamıyoruz. Ama
saatler zamanı kavramamızı sağlayan yegane öğe.
Krallığı simgeleyen imgeler:
Dali
bir Katalan ama İspanya’yı ve İspanya Kralı’nı çok
seviyor. Ölmeden önce son cümlesi “Yaşasın İsyanya,
yaşasın İspanya Kralı.”
Yumurta: Dali’nin en çok kullandığı
formlardan biri. Önemli birmetafor. İçinde hayat
var, kabuğu kırıp dışarı çıkmak doğmak anlamına
geliyor.
Gala: Dali’nin en büyük aşkı. Aynı
zamanda menajeri, finansörü. Aristokrat bir kadın.
Dali’nin elit kesimler tarafından tanınmasını
sağlıyor. Resimlerinde kutsal kadınları ve bütün
güzelleri Gala olarak resmediyor. Sevgilisinin
vücudunu gözler önüne seren eserleri de var.
Koltuk değnekleri: Freud’dan esinlenme söz
konusu. İnsanın ruhsal ve psikolojik olarak
desteksiz yaşayamayacağına dair bir gönderme.
Kelebek: Mutlak güzelliği ve yeniden doğuşu
temsil ediyor.
Yemek: Dali 6 yaşından beri aşçı olmak
isteyen biri. Gastronomiye büyük ilgi duyuyor.
Resimlerinde sıkça kullandığı yemek öğeleri kadının
ya da erkeğin cinsel olarak birbirlerine duydukları
isteğin, yemeği yemek gibi temel bir duyguyla
eşdeğer olduğununu savunan Freud düşüncesine bir
gönderme. Bu bağlamda ortaya koyduğu en büyük
eserlerinden biri Ben Gala’yı yerimadlı tablo. Yemek
yemek aynı zamanda yamyamlıkla ilişkilendiriliyor.
Leylek bacaklar: Dali’nin resimlerinde
filler çoğunlukla leylek bacaklıdır. Güçlü ve kalıcı
olanı işaret ederler.
Uyuyan kafa: Anlatmaya çalıştığı şey
uykunun, aslında rüyanın pek çok gerçeği içinde
barındırdığı...
Çıplak/ giyinik: Çıplaklık sıklıkla
sorunlaştırdığı ve resmetmeye çalıştığı bir durum.
Dali’nin en büyük aşklarından birimeşhur İspanyol
şair Lorka, sonra hayatına Gala giriyor. Yani önce
eşcinsel sonra biseksüel eğilimlere sahip.
İnsanın.....
İlahi Komedya:
1950’li yılların başlarında
dönemin İtalyan hükümetinin, Dante’nin 700’üncü
doğum günü şerefine Dali’den İlahi Komedya’yı
resimlemesini istemesi üzerine sanatçının ortaya
koyduğu eserler sergileniyor.
Gala ile Akşam Yemeği: 12 adet
renkli litografiden oluşuyor. Çocukluğundan beri
aşçı olmayı hedefleyen Dali, bu hayalini 68 yaşında,
sürrealist gastro-estetik hikayeleri bir araya
getirdiği bu seride gerçekleştirmiş. Bu bölümdeki
eserler açlıktan ölmek üzere olan sanatçıya vurgu
yapıyor. Sanatçı, yemek parası olmadığı için aç
kalan birisi olarak değil, tutkularıyla yanıp
tutuşan, sanatı, aynı yemek yer gibi hazla,
abartıyla ve gösterişle sindiren biri olarak
betimliyor. “Gala ile Akşam Yemeği tamamen haz
almaya adanmıştır ve diyet reçeteleri içermez” demiş
Salvador Dali.
Sürrealizmin İzleri: “Ben sürrealizmin
ta kendisiyim” diyen Dali’nin 9 adet renkli basım
litografilerini içeriyor.
Habertürk Cumartesi, Haber: Pınar
Erbaş, 21.01.2012
|
ATEŞLİER: KARYA'NIN GİZEMİNİ ÇÖZECEĞİZ

Anadolu’nun en önemli uygarlıklarından olan
Karya’nın Alabanda Antik Kenti’nin kazı
çalışmalarını yürüten ADÜ Fen Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Doç.Dr. Suat
Ateşlier, “Karya’nın gizemini çözeceğiz” dedi.
Ünlü filozoflar yetiştiren, şairlere ilham olan,
sanatçılarıyla gururlanan, savaşçıları ile cesaret
hikayeleri yazan Karya Bölgesinin gizemi çözülüyor.
Dilinin henüz anlaşılamaması ve dağlık bir bölge
üzerine kurulu olması nedeniyle gizemi bu güne kadar
çözülememiş bu muhteşem uygarlık, Aydın’ın
tanıtımına, turizmine, ekonomisine katkı sağlamak
üzere Adnan Menderes Üniversitesi (ADÜ) tarafından
gün yüzüne çıkartılıyor.
Karya uygarlığının en ünlü antik kentlerinden
olan ve bu uygarlığın adeta bir prototipi olarak
görülen Alabanda antik kentinde kazı çalışmalarına
start veren ADÜ, Hitit metinlerinde adı geçen, ünlü
tarihçi Herodot ve Cicero tarafından sık sık
isminden söz edilen bu kentin gizemini çözmeyi
hedefliyor. Hatip ve mimar yetiştiren kent olarak
bilinen ve bölgeye özgü gnays taşını sıva ile
kaplayarak mermer görünümü verdikleri muhteşem
mimari eserlerin ortaya konduğu Alabanda Antik Kenti
kazı çalışmaları nihayetlendiğinde sadece Aydın
turizmi değil Türkiye’nin tarih ve kültür turizminin
de büyük bir sıçrama yaşaması bekleniyor.
Bakanlar Kurulu onaylı ilk resmi kazısı olması
ile dikkat çeken Alabanda kazı çalışmaları Adnan
Menderes Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Doç.Dr. Suat
Ateşlier başkanlığında yürütülüyor.
Doç.Dr. Suat Ateşlier, Karya’nın gizemini
çözmeye kararlı olduklarını söyledi. Karya ve Ionya
Bölgesi hakkında geniş bilgiye sahip olan ve sadece
Türkiye’de değil dünyada da Karya bölgesi hakkında
sözü geçen bilim adamları arasında gösterilen
Doç.Dr. Suat Ateşlier, yurtdışından gelen bilim adamları
ile desteklediği kazı çalışmalarını emekli oluncaya
kadar sürdürmeye kararlı olduğunu vurguladı.
Türkiye’nin yurt dışına kaçırılan pek çok eserinin
Türkiye’ye geri döndürülmesi çalışmalarında görev
almış, Aydın’ın üzerine kurulduğu antik bölgede
defalarca yüzey araştırmaları ve kazı çalışmaları
yapmış aynı zamanda iyi bir arkeoloji fotoğrafçısı
olan Ateşlier, henüz çözülememiş bir dil olan Karca
üzerine dünyanın en önemli uzmanı olarak kabul
edilen Ignacio J. Adiego kazı ekibinin bir üyesi
olduğunu belirterek Alabanda’nın gelecekte Karca’nın
çözülmesine yardımcı olabileceğini belirtti.
Önümüzdeki yıllarda farklı ülkelerdeki
üniversitelerden öğrenci ve öğretim üyelerini kazıya
davet edeceklerini belirten Ateşlier, yapılan
anlaşmalar doğrultusunda kendi öğrencilerinin de
yurt dışındaki önemli kazı çalışmalarına
yollanacağını kaydetti. “Alabanda antik kenti ortaya
çıkıp, Karya’nın görünmeyen yüzü su yüzüne çıktıkça
Üniversitemizin tanınırlılığı daha da artacak” diyen
Ateşlier, “Alabanda’ya bir şeyler vermek, değerini
ortaya çıkarmak için yola çıkmış olsak da o bize,
ona verdiğimizden çok daha fazlasını verecek.” diye
konuştu.
Ateşlier Alabanda antik kentinin yönlendirme
levhaları, tabelalar, gişeler, otopark ve gezi
parkurları yaparak turistin başıboş ve bilinçsiz bir
şekilde antik kenti gezmesinin engelleneceğini de
kaydederek kısa, orta ve uzun gezi parkurları
yaparak her ilgi seviyesine hitap etmek
istediklerini belirtti. Suat Ateşlier sözlerini
şöyle sürdürdü: “Kısa parkur meclis binası, tiyatro
ve tapınağı kapsarken, orta parkur Zeus Tapınağını
ve nekropol alanlarını içine alacak. En uzun parkur
ise trekking tutkunlarına hitap edecek. Bu konuklar
tüm kenti gezebilecek. Gelecek yıl Güney Ege
Kalkınma Ajansı’na bununla ilgili bir proje sunarak
tüm bu amaçlarımıza ulaşacağız diye düşünüyorum”.
Mücadele, 20.01.2012
|
BİNLERCE TARİHİ ESER YURDA DÖNDÜ

5 bin yıldır birçok medeniyete ev
sahipliği yapan Anadolu'dan yasa dışı yollarla yurt
dışına kaçırılan eserlerden 3611'i, Türkiye'ye iade
edildi.
Son 5 yılda,
aralarında
Boğazköy Sfenksi ve
Herakles heykelinin de aralarında bulunduğu
eserler, Bulgaristan'dan 1865, Almanya'dan 1236,
Avusturya'dan 319, Hırvatistan'dan 133, Birleşik
Arap Emirlikleri'nden 23, İngiltere'den 20, ABD'den
14 ve İsviçre'den 1 tarihi eser Türkiye'ye
getirildi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürlüğü'nden , 5 bin yıldır üzerine
yerleşen medeniyetlerin, paha biçilmez eserlerini
barındıran Anadolu topraklarından yasa dışı yollarla
kaçırılan eserlerin iadesi için yürütülen çalışmalar
meyvelerini veriyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Dışişleri
Bakanlığı'nın yürüttüğü diplomasi, 2007 ile 2011
yılları arasında 3 bin 611 tarihi eserin ana yurduna
dönmesini sağladı.
Son 5 yılda Bulgaristan'dan 1865, Almanya'dan 1236,
Avusturya'dan 319, Hırvatistan'dan 133, Birleşik
Arap Emirlikleri'nden 23, İngiltere'den 20, ABD'den
14 ve İsviçre'den 1 tarihi eser Türkiye'ye
getirildi. Getirilen eserler ve öyküleri şöyle:
- Avusturya'da bir otoyolda 20 Şubat 2005'te ele
geçirilen 316 parça Anadolu kökenli eser, 11 Nisan
2007'de Türkiye'ye getirildi.
- İngiltere'de East Midland Havalimanı'ndan giriş
yapan bir yolcunun üzerinde bulunan ve Efes antik
kentinden götürülen Roma dönemine ait yüzük, 22
Haziran 2007'de Türkiye'ye teslim edildi.
-
Birleşik Arap Emirlikleri Şarika Eyaleti
Havaalanı'nda gümrük kontrolü sırasında 23 parça
Roma dönemine ait tarihi eserin, yasa dışı yollarla
Türkiye'den getirildiği tespit edildi. Eserler, 10
Temmuz 2007'de Ankara Anadolu Medeniyetleri
Müzesi'nde koruma altına alındı.
- Almanya'da biri Türk iki vatandaşın Münih
Başkonsolosluğu'na teslim ettiği 4 sikke, 25 Eylül
2007'de Ankara'ya getirildi.
- 12 Eylül 2007'de Almanya'nın Nürnberg kentinde ele
geçirilen iki stel parçası, 5 Ekim 2007'de
Türkiye'ye iade edildi.
- Denizli Laodikya antik kenti kazı deposundan 2
Mayıs 2005'te çalındığı tespit edilen Roma Dönemi'ne
ait bir bronz heykelin sağ eli, İsviçre'nin Basel
kentinde ele geçirildi. Girişimler sonucunda
iadesine karar verilen eser, 1 Kasım 2007'de Denizli
Müzesi Müdürlüğü'nde teslim edildi.
- İzmir Agora Örenyeri deposundan 16 Şubat 2004'te
çalınan heykel başı, 16 Haziran 2004'te Gorny &
Mosch Müzayede Evi'nde açık artırmaya sunulmak
üzereyken Almanya Interpolü tarafından ele
geçirildi. 1 Kasım 2007'de teslim edilen heykel
başı, İzmir Müzesi'nde sergileniyor.
- Balıkesir Marmara Saraylar Açıkhava Müzesi'nden 16
Ekim 2001'de çalınan zırhlı imparator heykelinin
başı, 27 Eylül'de 2005'te Almanya'nın Münih kentinde
ele geçirildi. Eser, 28 Aralık 2007'de teslim alındı
ve Balıkesir Müzesi'ne konuldu.
- Kocaeli Müzesi Müdürlüğü fuar alanında
sergilenirken, 19 Aralık 2001'de kırılarak çalınan
heykel başı, 16 Kasım 2004'te Interpol tarafından
Münih'te bulundu. Eser, 8 Mayıs 2008'de teslim
alındı ve Kocaeli Müzesi Müdürlüğü'ne verildi.
- Almanya'nın Bremen kentinde 29 Şubat 2002'de
Anadolu kökenli eserler ele geçirildi. Grek, Roma ve
Bizans dönemine ait 716 sikke ile 466 madeni süs
eşyaları, mücevher, haç ve mızrak uçları olmak üzere
toplam 1182 eser, dava açılmak suretiyle 17 Aralık
2008'de teslim alındı ve Ankara Anadolu
Medeniyetleri Müzesi Müdürlüğü'ne konuldu.
- Hırvatistan'ın Macelj uluslararası karayolunda
2007 yılında bir araçta yapılan aramada 115 sikke, 7
yüzük, 9 kurşun madde ve 2 ok ucundan oluşan toplam
133 parça kültür varlığı ele geçirildi. Araştırmalar
sonucunda şahsın yakalanmadan birkaç gün önce Edirne
Hamzabeyli Karayolu'ndan çıkış yaptığı saptandı.
2009 yılı Haziran ayında iadeleri sağlanan eserler,
Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde
sergileniyor.
- ABD'nin Arizona eyaleti Phoenix kentinde ikamet
eden R.V. Stephens, Sardes antik kentine ait
olduğunu belirttiği tıp aletleri koleksiyonunu 6
Ekim 2008'de Türkiye'ye yaptığı ziyaret sonrasında
bağışlamak istediğini belirtti. Eserler, 21 Temmuz
2009'da İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü'nde
düzenlenen bir törenle teslim alındı. İstanbul
Arkeoloji Müzesi uzmanları tarafından eserler
üzerinde yapılan inceleme sonucunda, eser grubunun
Roma Dönemi'ne ait 12 bronz cerrahi alet ile 1
sarkaçtan oluştuğu anlaşıldı.
- Alman vatandaşı Ilse Wigand Efes Müze Müdürlüğü'ne
bir dilekçe vererek, Efes kökenli steli iade etmek
istediğini belirtti. Eser, 3 Ekim 2009'da Efes
Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü'ne teslim edildi.
- Avusturya Innsbruck'daki “Tyrol Museum
Landesmuseum Ferdinandeum” isimli müzeye bir Türk
vatandaşı tarafından getirilen bir kandil ve bir
sikkeye Avusturyalı yetkililer tarafından el
konuldu. Araştırmalarda eserlerin Türkiye kökenli
olabileceği belirlendi ve iade çalışmalarına
başlandı. Bu eserlere ek olarak Nişan Bagos Aşçiyan
isimli bir vatandaş da el yazması Kur'an-ı Kerim
yapraklarını Türkiye'ye hediye etmek istedi. Her iki
grup eser, 3 Şubat 2009'da Türkiye'ye getirildi.
- Almanya'nın Münih Arkeoloji Müzesi'nde sergilenen
ve yaklaşık MÖ 453'e tarihlenen 4 boyalı ahşap kalas
üzerinde yapılan analiz sonucunda, ahşapların halen
Afyonkarahisar Müzesi Müdürlüğü'ndeki ahşap friz
parçalarıyla birleştiği ve Tatarlı Tümülüsü'nden
çalınan eserler olduğu tespit edildi. Almanya'daki
ahşapların muhtemelen 1969 yılında Tatarlı
Tümülüsü'nde yapılan kaçak kazılarda bulunarak, yurt
dışına kaçırıldığı düşünülüyor. Tatarlı Tümülüsü'ne
ait 4 kalas ve 38 ahşap parça, 2010 yılında
Türkiye'ye getirildi ve Afyonkarahisar Müzesi
Müdürlüğü'ne teslim edildi.
- Muğla'nın Datça İlçesi Knidos Antik Kenti'nden
1971'de alınarak İngiltere'ye götürülen bir seramik
parçası ve 1 kaba ait tıpa, Türkiye'nin Londra
Büyükelçiliğine teslim edildi. Klasik döneme
tarihlenen eserler, 8 Haziran 2010'da Ankara Anadolu
Medeniyetleri Müzesi Müdürlüğü'ne teslim edildi.
- Bulgaristan'dan yola çıkan Bulgar plakalı bir
otobüste 12 Aralık 2004'te Batrovci sınır kapısında
ele geçirilen eserlerin Anadolu kökenli
olabilecekleri belirlendi. Ortak bir mutabakat
sağlanması için 2009 yılında Sırbistan'a bir heyet
gönderildi. Tetkik ve müzakerelere ilişkin 16 Ekim
2009 tarihli raporda, söz konusu eserler arasındaki
objelerin büyük bir oranda Türkiye kökenli
olabileceği, Sırbistan ile gelişen kültürel dostluk
ilişkileri kapsamında eserlerin iadesinin gerektiği
belirtildi. İade çalışmaları olumlu sonuç verdi ve
1865 eser 25 Şubat 2011'de Anadolu Medeniyetleri
Müzesi Müdürlüğü'ne teslim edildi.
- Bir İngiliz vatandaşı, çeşitli dönemlere ait ve
çok iyi durumda olan eserleri, 30 Aralık 2010'da
Türkiye'ye iade etmek istedi. Milattan önce 3000'li
yıllara tarihlenen 2 altın diadem, 1 bronz boğa
sistrumu, 1 pişmiş toprak kaplumbağa ritonu, 1
pişmiş toprak depas, 2 pişmiş toprak tek kulplu
maşrapa, 3 pişmiş toprak ip delikli çömlek, 6 pişmiş
toprak çömlek ve 1 pişmiş toprak minyatür vazocuktan
oluşan 17 eser, 29 Mart 2011'de Türkiye'ye
getirildi. Eserler, Ankara Anadolu Medeniyetleri
Müzesi Müdürlüğü'nde sergileniyor.
- Boğazköy'de, 1906-1907 ve 1911-1912 yıllarında
Müze-i Hümayun başkanlığında ve Alman heyet
üyelerinin de katılımıyla yapılan kazılarda Hitit
Kraliyet Arşivi'ne ait 10 bin 400 civarında tablet
ve iki sfenks bulundu.
Yapılan anlaşma gereğince, 1915 ve 1917 tarihlerinde
tabletler ve sfenksler, temizleme, onarım ve yayın
çalışmaları için iade edilmek üzere Alman kazı ekibi
üyeleri tarafından Berlin'e götürüldü. Onarımları
tamamlanan 3 bin civarında tablet ile sfenkslerden
biri ve bu sfenkse ait kanat parçaları, 1924-1942
yılları arasında iade edildi. Almanya'da kalan
sfenksin iadesi için 1938 yılına kadar görüşmelere
devam edildi. Ancak II. Dünya Savaşı'nın başlaması
ve savaş sonrası Berlin müzelerinin Doğu Almanya'da
kalmasından dolayı ilişkiler, Türkiye'nin Doğu
Almanya'yı 1973 yılında resmi olarak tanıması ile
1974 yılında sfenksin iadesine ilişkin görüşmelere
yeniden başlandı.
Doğu Almanya ile geliştirilen iyi ilişkiler
neticesinde, 1987 yılında geriye kalan yaklaşık 7
bin 400 tabletin iadesi sağlandı ve Ankara Anadolu
Medeniyetleri Müzesi'nde koruma altına alındı. Aynı
yıl içinde sfenksin iadesi amacıyla UNESCO'ya
başvuru yapıldı. Birincisi, 18 Nisan 2011'de
Ankara'da, ikincisi, 13 Mayıs 2011'de Berlin'de
gerçekleştirilen toplantılar sonucunda, bir anlaşma
metni üzerinde mutabakata varıldı ve eserin iadesi
27 Temmuz 2011'de sağlandı.
MÖ 1300 yıllarına, Hitit İmparatorluk dönemine
tarihlendirilen
Boğazköy Sfenksi yaklaşık 3300 yıllık. Kireç
taşından yapılan, 258 santimetre boyunda, 175
santimetre eninde, 80 santimetre derinliğinde olan
eser, yaklaşık olarak 1700 kilogram ağırlığında.
İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü'nde restorasyon
çalışmaları tamamlanan eser, diğer eşiyle birlikte
Boğazköy Müzesi'ne taşındı.
- Almanya Münih'te bulunan Hitit dönemine ait 19
santimetre uzunluğunda bronz balta, 26 Ağustos
2011'de teslim alındı.
- Perge Örenyeri'nden 1980 yılında bilimsel kazılar
sonucu alt yarısı çıkarılan
Herakles Heykeli'nin, üst yarısının Boston Güzel
Sanatlar Müzesi'nde bulunduğu 1990 yılında tespit
edildi. İade girişimleri, Dışişleri Bakanlığı ile
koordineli olarak uzun yıllar devam etti. Özellikle
2011 yılında artan görüşmeler sonucunda, bakanlık
heyetinin 22-23 Eylül 2011 tarihleri arasında
Amerika'da Boston Güzel Sanatlar Müzesi yetkilileri
ile karşılıklı iyi niyet çerçevesinde
gerçekleştirdikleri müzakereler ve girişimler sonucu
bir mutabakat zaptı metninde anlaşıldı ve 22 Eylül
2011'de
Herakles Heykeli'nin üst yarısı teslim alındı.
Heykel 25 Eylül 2011'de Türkiye'ye getirildi ve
Antalya Müzesi Müdürlüğü'ne teslim edildi. Heykelin
alt kısmıyla üst bölümü birleştirildi ve 9 Ekim
2011'de sergilenmeye başlandı.
Habertürk, 20.01.2012
|
KIZ KULESİ EFSANELERİ ZİYARETÇİLERİ ETKİLİYOR

Efsanelere konu olan ve birçok
medeniyete tanıklık eden 2 bin 500 yıllık Kız
Kulesi'ni son 4 yılda 750 bin kişi ziyaret etti.
Kendine
özgü kimliğine, geleneksel mimariye bağlı kalınarak
2000 yılında restorasyonu tamamlandıktan sonra
kapılarını ziyaretçilere açan kule, kentin en gözde
mekanları arasında bulunuyor.
AA muhabirinin edindiği bilgiye göre, İstanbul'un
sembollerinden birisi olan ve tarih içinde karantina
odası, gözetleme kulesi,
deniz feneri olarak kullanılan Kız
Kulesi'ni sadece
geçen yıl 305 bin kişi ziyaret etti. Kuleyi son 4
yılda ise yaklaşık 750 bin kişi gezdi.
Ulaşımın teknelerle yapıldığı gizemli yapıda,
ziyaretçiler, İstanbul'un doyumsuz manzarasını
izleme imkanı buluyor. Üsküdar'da Bizans devrinden
kalan tek eser olan Karadeniz'in Marmara ile
birleştiği yerde küçük bir ada üzerinde kurulan
kule, şairlere, yazarlara, müzisyenlere,
yönetmenlere, fotoğrafçılara ilham kaynağı olmaya
devam ediyor.
İstanbul'un tarihine zenginlik kazandıran Kız
Kulesi,
Antik Çağ'da başlayan geçmişiyle, Eski Yunan,
Doğu Roma ve Osmanlı İmparatorluğu dönemlerine
tanıklık ederek günümüze kadar ulaştı.
İstanbullu bir Rum olan araştırmacı Evripidis'in
tezinde, önceleri Asya sahillerinin bir çıkıntısı
olan kara parçasının, zamanla sahilden koparak
kulenin üzerinde bulunduğu adacığı oluşturduğu
belirtiliyor.
OSMANLI DÖNEMİNDE
KIZ KULESİ
Atinalı komutan
Alkibiades, Boğaza girip çıkan gemileri
denetlemek ve vergi almak amacıyla bu küçük ada
üzerine MÖ 410 yılında bir kule inşa ettirdi.
Zaman zaman harap olan ve yeniden onarılan Kız
Kulesi, İstanbul'un
fethi sırasında Venedikliler tarafından üs olarak
kullanıldı.
Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u kuşattığı sırada
Bizans'a yardım etmek için Venedik'ten Gabriel
Treviziano komutasında gelen bir filo burada
üslendi.
İstanbul'un fethinden sonra
Fatih Sultan Mehmet, bu küçük kaleyi yıktırır ve
yerine taştan, etrafı mazgallarla çevrili küçük bir
kalecik yaptırdı ve buraya toplar yerleştirdi. Ancak
kule, Osmanlı döneminde savunma kalesi olmaktan çok
bir gösteri platformu olarak kullanıldı. Bugün
görülen kulenin temelleri ve alt katın önemli
kısımları Fatih devri yapısıdır. 1510 yılında
meydana gelen depremde İstanbul'daki pek çok yapı
gibi kule de büyük hasar gördü ve onarımı Yavuz
Sultan Selim döneminde yapıldı. Çevresinin sığ
olması sebebiyle 17. asırdan sonra kuleye bir de
fener konuldu. Bu tarihten itibaren kule, artık bir
kale değil bir deniz feneri olarak hizmet verdi.
KARANTİNA HASTANESİ
1719 yılında yağ kandilinin rüzgar etkisiyle etrafı
tutuşturması sonucu çıkan yangında, tamamen yanan
ahşap kulenin, 1725 yılında Nevşehirli Damat İbrahim
Paşa tarafından kapsamlı bir onarımdan geçirilmesi
sağlandı.
Kule, 1830-1831'de ise kolera salgınının şehre
yayılmaması için karantina hastanesine dönüştürüldü.
Daha sonra 1836-1837'de görülen ve 20-30 bin kişinin
öldüğü veba salgını sırasında hastaların bir kısmı
burada kurulan hastanede tecrit edildi. Kız
Kulesi'nde tesis
edilen hastanede uygulanan karantina ile salgının
yayılması önlendi.
Kız Kulesi'nin
Osmanlı dönemindeki son büyük onarımı II. Mahmud
döneminde yaptırıldı. Kulenin bugünkü şeklini veren
1832-33 yılındaki tadilat sonrasında, ünlü hattat
Rakım'ın yazısı ile kulenin kapısının üzerindeki
mermere Sultan II. Mahmut'un tuğrasını taşıyan bir
kitabe yerleştirdi. Bu restorasyonda kuleye dilimli
kubbe ve kubbe üzerinden yükselen bayrak direği
ilave edildi. Ayrıca, 1857 yılında kuleye yeni bir
fener yaptırıldı.
CUMHURİYET DÖNEMİNDE VE BUGÜN
KIZ KULESİ
İkinci Dünya Savaşı döneminde yenileme çalışması
yapılan kulenin çürüyen ahşap kısımları tamir edildi
ve bazı bölümleri yıkılarak betonarmeye çevrildi.
1943'de yeniden büyük bir onarım geçiren kulenin
çevresine büyük kayalar yerleştirilerek denize
kayması önlendi.
1959 yılında askeriyeye devredilen kule,
Deniz Kuvvetleri Komutanlığına bağlı olarak,
boğazın deniz ve hava trafiğinin denetlenmesini
sağlayan bir radar istasyonu olarak kullanıldı. 1983
yılında Denizcilik İşletmeleri'ne bırakılan kule,
1992 yılına kadar ara istasyon olarak kullanıldı.
Antik Çağ'da Arkla (küçük kale), Damialis (dana
yavrusu) ve Leandros'un
kulesi olarak anılan yapı, günümüzde ise Kız
Kulesi ismi ile
bütünleşti.
Bir şirket tarafından 1995 yılında işletmesinin
alınmasıyla Kız Kulesi'nin
tekrar restorasyonu yapıldı. Binlerce yıllık gizemli
bir tarihe sahip bu özel mekan, kendine özgü
kimliğine ve geleneksel mimarisine bağlı kalınarak
tamamlanan restorasyon çalışması sonrasında 2000
yılında kapılarını ziyaretçilere açtı.
YILANLI
EFSANE
Kız Kulesi hakkında
en çok bilinen
efsaneye göre, kızının doğum gününü bayram ilan
eden Bizans imparatoru, her yıl prensesin doğum
gününü görkemli bir şekilde kutlardı.
Bilginlerden, kızının tahta hazırlanması için
eğitilmesini isteyen imparatora, bilginlerin en
yaşlısı, kızının 18 yaşına basmadan bir yılan
tarafından sokularak öleceği kehanetini söyledi.
Bunun üzerine imparator, denizin ortasındaki küçük
bir adacık üzerinde yer alan kuleyi onararak kızını
buraya yerleştirdi.
Ancak kuleye gönderilen üzüm sepetinden çıkan bir
yılanın, kuledeki prensesin tenine süzülerek
zehirleyip ölümüne yol açtığına inanılıyor.
Habertürk, 20.01.2012
|
15 - 21 Ocak 2012
|
SHAKESPEARE'İN YÜZÜ İLK KEZ SERGİDE
Ünlü İngiliz şair ve oyun yazarı William Shakespeare'in ölümünün ardından yüzünden alınan kalıbı, ilk kez sergilenecek. 1616'da ölen yazarın yüz kalıbı, İngiltere Edinburgh'daki Anatomi Müzesi'nde ziyarete açılacak. Teviot Tıp Okulu içindeki Edinburgh Anatomi Müzesi'ni ziyaret edecek olan sanatseverler, Shakespeare'inki dışında ünlü fizikçi Isaac Newton ve İskoç yazar Walter Scott'un yüz kalıplarını da görebilecek. Ancak müze yetkilileri, Shakespeare kadar, ünlü seri katil Dr. William Burke'ün kafatası ve iskeletinin de büyük ilgi çekeceğini sanıyor. 1829'da ölen Dr. Burke, Edinburgh Tıp Okulu'nda kullanılması için 16 kadavra satmıştı. Ancak daha sonra bu kadavraların, Burke tarafından öldürülen kimsesizler olduğu ortaya çıkmıştı. İşlediği cinayetler ortaya çıkan Dr. William Burke idam edilmişti. 28 Ocak'tan itibaren ziyarete açılacak koleksiyonda 40'tan fazla yüz kalıbı ve maske yer alıyor. Uzmanlar, yüz kalıplarının insanların karakterlerini yansıttığını ve tarihi şahsiyetleri günümüz insanlarına yaklaştırdığını belirtiyor. Geçmişte ölülerin yüz kalıbı sadece hatıra amaçlı alınmıyor; kriminal vakalarda ve cinayet davalarında delil olarak da kullanılıyordu.
Sabah, 20.01.2012
|
|
 |
500 MİLYON YILLIK FOSİL BULUNDU
Toronto Üniversitesi Ekoloji ve Biyoloji Departmanı'ndan Lorna O'Brien ile Royal Ontario Müzesi'nden profesör Jean Bernard Caron'un birlikte yürüttüğü araştırmaya göre, 'Siphusauctum Gregarium' adlı lale çiçeği benzeri canlı yaklaşık 20 santimetre uzunluğunda. Orta Kambriyen döneminde yaşadığı belirtilen Siphusauctum'un eşsiz bir süzgeçli beslenme ve sindirim sistemi bulunuyor. Uzun bir gövde üzerindeki soğan benzeri yapısıyla dikkat çeken deniz canlısının, sudaki partikülleri süzgeçlerinden geçirerek küçük kanallar yardımıyla midesine pompaladığı düşünülüyor. Gövdesi, deniz tabanıyla birleşmesini sağlayan küçük bir diskle son bulan Siphusauctum'un kümeler halinde yaşadığı, 65'i aşkın türünün bulunduğu sanılıyor.
Araştırma sonuçlarının yayınlandığı bilim haberleri internet sitesi PLos ONE'a konuşan Lorna O'Brien, "İşin en ilginç tarafı, diğer hayvanlarda rastlanmayan eşsiz bir beslenme sistemine sahip olması. Yaşadığı dönemde bildiğimiz diğer canlıların hiçbirinde buna rastlamadık. Bu fosilin şeklinde ötürü, 1100 kadar başka fosil bulduğumuz bölgeye Lale Yatakları ismini verdik" dedi.
Keşiflerin yapıldığı Kanada Burgess Shale bölgesinde 505 milyon yıl önce yaşamış pek çok canlının fosili bulunmuştu.
Sabah, 20.01.2012
|
GÜNAY: CAMİ REHBERLİĞİ
MEVZUATA AYKIRI
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, tarihi camilerde uygulamaya
konulması planlanan ‘cami rehberliği’ konusunda
açıklamalarda bulundu. Günay, “Kokart sahibi bir
rehberin eşliğinde olmaksızın, sadece din
görevlilerimiz tarafından rutin bir uygulama olarak
yapılması mümkün değildir” dedi.
Bakan Günay camilerin
din adamları ile tanıtılmasının mevcut mevzuata
aykırı bir durum oluşturacağını belirterek,
“Bilgilendirmenin, kokart sahibi bir rehberin
eşliğinde olmaksızın, sadece din görevlilerimiz
tarafından rutin bir uygulama olarak yapılması
mümkün değildir” diye konuştu.
Bakan Günay
Turizmdebusabah’a konuyla ilgili şunları söyledi:
“Rehberlik hizmeti;
kokart olarak da adlandırabileceğimiz ‘profesyonel
turist rehberliği kimlik kartı’ olmadan verilemez.
Dolayısıyla, tarihi camilerin turist rehberleri
yerine din adamları tarafından tanıtılması düşüncesi
bu bağlamda, yasal mevzuata aykırı bir durum
oluşturmaktadır.
Elbetteki, cami ve diğer
kutsal mekanların gezilmesi sırasında görevliler o
mekanla ilgili bilgi ve birikimlerini o esnada orada
bulunan rehber aracılığıyla turistlerle
paylaşabilirler. Mamafih, bu bilgilendirmenin,
kokart sahibi bir rehberin eşliğinde olmaksızın,
sadece din görevlilerimiz tarafından rutin bir
uygulama olarak yapılması mümkün değildir.
Zaten Diyanet İşleri
Başkanlığı ile yaptığımız yazışmalarda da camilerde
görevlendirilecek rehberlere ilişkin olarak tahsis
edilen kadrolara atama yapıldığı takdirde,
Bakanlığımız ile işbirliğine gidilmesinin; atanacak
kişilerin görev, yetki ve sorumluluk alanlarının
yanlış anlamalara mahal vermeyecek şekilde
düzenlenmesinin ve de yetki karmaşasını önlemek
amacıyla sözkonusu kişilerin camileri ziyaret edecek
gruplara ve Bakanlığımdan belgeli rehberlere
yardımcı olmalarının sağlanması hususunda Bakanlığım
ile işbirliği yapılması gerektiğinin altı
çizilmiştir.”
Turizm Habercisi,
19.01.2012
|
TÜRBE ÇÖKMEK ÜZERE
Tefsir uleması Sinaneddin Yusuf Efendi'nin Amasya'da bulunan türbesi göçme tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyor.
1507-1591 yılları arasında yaşayan ve şehirdeki medreselerde müderrislik yapan Sinaneddin Yusuf Efendi'nin 1576'da müderrisliği terk edip hacca gittiğini ve ardından Mekke'ye yerleştiğini belirten araştırmacı-yazar Hüseyin Menç, "Sinaneddin Yusuf Efendi davranışlarındaki düzgünlük, her türlü kötülüklerden sakınan biri olarak tanındı. Harem-i Şerif'te dersler verdi. Hac mevsiminde her taraftan gelen Türklere vaaz ve nasihat etti.
Mekke'de yaşadığı dönemde Kur'an-ı Kerim'de haram kılınan şeylerin haramlığının nedenlerinden ve hikmetlerinden bahseden ayetleri toparlayıp, bunları 99 bölüme ayırarak 'Tebyinü'l-Maharim' adını verdiği büyük bir tefsir yazmıştır" dedi.
Sinaneddin Yusuf Efendi'nin yazdığı tefsirin diğer İslam ülkelerinin alimleri tarafından büyük ilgi gördüğünü anımsatan Menç, "1580'de 'Şeyhü'l-Harem' olup Mekke alimlerine reislik yaptı. Bu şöhretin de kendisine afet getireceğinden korktuğundan 1585'te Harem-i Şerif Şeyhliği'nden de vazgeçip Amasya'ya tekrar geri geldi. Halktan uzaklaşıp köşesine çekildi ve evinden dışarı çıkmadı. Kendisini tamamen ibadete verdiği bilinmektedir" diye konuştu.
Sinaneddin Yusuf Efendi'nin Amasya merkez Üçler Mahallesi'nde bulunan türbesinin bakımsız olduğunu ve acilen onarımdan geçmesi gerektiğini belirten Gümüşlü Mahallesi Muhtarı Asuman Topuz da türbeye zaman zaman kedilerin de sığındığı yönünde şikayetler aldıklarını kaydetti.
Amasya Kent Haber, 19.01.2012
|
 |
"ÇİNİLERİ BİZ
KAÇIRMADIK"
Fransa Kültür Bakanı
Frederic Mitterrand, Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay’a gönderdiği mektupta, Louvre
Müzesi’nde sergilenen İznik çinilerinden yapılmış
panonun Ayasofya’daki 2. Selim Türbesi’nden
kaçırılıp Fransa’ya getirildiği iddialarını
reddetti.
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay,
Fransa’da bulunan ve iadesi istenen tarihi eserlerle
ilgili, Fransa Kültür Bakanı
Frederic Mitterrand’dan
mektup aldı. Mektupta,
Ayasofya’daki 2.
Selim Türbesi’nden çinilerin kaçırılmadığı iddia
edildi. Bakan Günay ise “Mektubun gelmesini
önemsiyorum ancak içeriğini inandırıcı bulmuyorum”
dedi.
Yurtdışında bulunan eserlerin Türkiye’ye iadesi
konusunda yoğun bir çaba sarf eden Kültür ve Turizm
Bakanı
Ertuğrul Günay’a
gelen mektupta Fransa Kültür Bakanı
Frederic Mitterrand,
çinilerin Türkiye’den izinsiz çıkmadığı,
replikalarının izinle yapıldığını vurguladı.
Çinilerin restorasyonda çalışan uzman tarafından
İstanbul’un çeşitli bölgelerinden toplanarak
yurtdışına götürüldüğü belirtildi.
Ayasofya’daki 2.
Selim Türbesi’nden çalınıp Fransa Louvre Müzesi’nde
sergilenen çinilerle ilgili Bakan Günay ise şunları
söyledi:
“Mektubun gelmesini önemsiyorum ancak içeriğini
inandırıcı bulmuyorum. Kendisi ikna olduysa eğer,
konuyu benim kadar yüreğinde hissetmiyor demektir.
Konuyu irdelediğinizde ciddi bir sorun var. Fransa
ile yeteri kadar sorunumuz var, ben yeni bir sorun
ortaya çıkarmak istemiyorum. Bu konu iyi niyetle
çözülürse belki Fransa’nın tarihi olarak Türkiye’den
görmüş olduğu dostluğun bir karşılığı olabilir. Son
günlerde kötü karşılık görüyoruz. Yine de bakanın
uzun bir mektup yazmasına teşekkür ediyorum. Bakanın
konuya dikkatini önemsiyorum.”
Habertürk, Haber: Refika
Karabacak, 19.01.2012
|
 |
KEPÇEYLE KAZI YAPARKEN YAKALANDILAR
Bolu'nun Dörtdivan İlçesi'nde İl Jandarma Komutanlığı’na bağlı ekipler kaçak kazı yapan 5 kişiyi suç aletleriyle birlikte suçüstü yakaladı.
Olay, Dörtdivan İlçesi Çetikören Köyü Pelitcik Yaylası’nda meydana geldi. Jandarma ekipleri, kaçak kazı yapıldığı ihbarı üzerine Pelitcik Yaylası’na gitti. Ellerinde kazma kürekle define arayan 5 kafadar, jandarmanın operasyonu sonrası suçüstü yakalandı. 2863 sayılı “Kültür ve Tabiat Varlıları Koruma Kanunu”na muhalefet ederek izinsiz kazı yapan S.B, F.B, K.B, D.Ö. ve Ö.K. isimli şahıslar birlikte kazıda kullandıkları bir adet iş makinesi, bir adet jeneratör, iki adet hitli ve dört adet muhtelif kazı malzemeleriyle suçüstü ele geçirildi.
Yakalanan şahıslar Gerede Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talimatı doğrultusunda sertbest bırakılırken, ele geçirilen malzemeler ise muhafaza altına alındı.
Bolu'nun Sesi, 19.01.2012
|
TARİHİ DEĞİŞTİREN TÜRK
KIZI
İstanbul Teknik
Üniversitesi (İTÜ) Avrasya Yerbilimleri Enstitüsü
doktora öğrencisi Saniye Atayman, Güney Afrika’da
tez çalışmaları sırasında kıtanın en eski dinozor
devri öncesi fosilini buldu. Atayman sayesinde
geçmişin yeryüzü haritası yeniden şekillenecek
İstanbul Teknik Üniversitesi, Avrasya Yerbilimleri
Enstitüsü öğrencisi Saniye Atayman, Güney Amerika’da
yaptığı doktora çalışmaları sırasında da geçmişi
değiştirecek bir buluşa imza attı. Atayman, doktora
hocası Juan Carlos Cineros’un 2008’de Brezilya’nın
güneyindeki Rio Grande du Sul’da bulduğu bir
kafatası fosilinin, bu kıtada bulunan en eski fosil
olduğu ve dinozor devri öncesine ait olduğunu
kanıtladı. Doktora çalışmasını özellikle “Sinopsis”
denilen tarih öncesi memeliler üzerine yapan
Atayman, tarihin yeniden yazılmasını sağladı.
Taş devrine ait olan ve 250 ila 290 milyon yıl önce
yaşadığı tahmin edilen “Pampaphoneus” türü bu
hayvanlar memelilerin ilk ataları kabul ediliyor.
250 milyon yıl önce türlerde yaşanan çatallaşma ile
canlılar “diapsid” ve “sinopsit” olmak üzere iki
gruba ayrılmışlardı. Atayman, Brezilya’da bulunan 35
santimetrelik bu kafatasının etçil bir Sinopsit’e
ait olduğunu belirledi. Daha önce Pampaphoneus türü
fosillere sadece Rusya ve güney Afrika’da
rastlanmıştı. 250 milyon yıl önce dünya kıtalarının
birbirinden ayrılmadığı “Permiyen” döneminde yaşayan
bu türlerin Güney Amerika’ya coğrafi koşullardan
ötürü gidemediği sanılıyordu. Ancak bu buluş
sayesinde dinozor devri öncesinde yaşayan ve bir
leopar büyüklüğünde olduğu sanılan bu türlerin
kıtanın batı yönünde de yayıldıkları tespit edildi.
Böylece o tarihe ait olan haritalar şimdi yeniden
şekillenecek.
İstanbul Teknik Üniversitesi’ne (İTÜ), Prof.Dr.
Celal Şengör’ün devreye girmesiyle ancak kabul
edilen Saniye Atayman, hocası Şengör ile birlikte
“yok oluş” teorisini dünyaya kazandırmıştı.
Şengör’ün, Güney Amerika’ya gönderdiği Aytaman’la
ilgili olarak, “Permiyen yok oluş üzerine tez
çalışmasında Saniye sık sık bana karşı çıkarak
fikirlerimin değişmesine neden oldu. O olmasaydı yok
oluş teorisi olmazdı. Yine aynı şekilde Saniye
olmasaydı Brezilya’daki bu fosilin hangi döneme ait
olduğu da ortaya çıkmazdı” dedi.
Vatan, 19.01.2012
|
MEZAR TAŞLARI ŞEHRİN
TARİHİNİ AYDINLATACAK

Sivas Belediyesi'nce
başlatılan çalışmayla, Osmanlıca yazılmış mezar
taşlarının çözümü yapılarak şehrin tarihi hakkında
bilgi toplanıyor.
Sivas Belediye Başkanı
Doğan Ürgüp, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, eski
mezar taşlarını
okutma çalışması başlattıklarını belirterek,
''Osmanlıca yazılmış
mezar taşlarının
latin harfleriyle çözümünü yapıyoruz'' dedi.
Mezar taşlarının
okunmasıyla birlikte Sivas'ın geçmiş tarihiyle
ilgili daha detaylı bilgilere ulaşmak istediklerini
ifade eden Ürgüp, Halifelik Mezarlığı'ndaki birçok
mezar taşını okuttuklarını, Yukarı Tekke
Mezarlığı'ndaki
mezar taşlarının da
fotoğraf ve görüntüleri çekilerek okuma işleminin
gerçekleştirileceğini söyledi.
Yürütülen bir çalışma esnasında çıkan mezar taşını
da çözümünü yaptıktan sonra makam odasında
bulunduran Ürgüp, Halifelik Mezarlığı'nın Sivas
tarihi açısından çok önemli olduğunu belirterek,
şunları söyledi:
''Bu
mezar taşlarının
okunması benim bu konuya ilgimden kaynaklanıyor.
Sivas'ta Osmanlıca metinler okuyan birkaç kişiden
birisi olan İsmail Karadağ isimli bir hemşehrimizden
bu konuda yardım aldık.
Mezar taşlarının
fotoğraflarını çekip o arkadaşımıza verdik ve o da
bu
mezar taşlarını
okudu. Sıra Yukarı Tekke Mezarlığındaki taşlara
geldi. Onları da okutturacağız. Mevlana Caddesinde
bir mezarlık var. Nakşi şeyhlerinden birisi
Şeyhülislam Efendi'nin mezarı var, onları da
okutturarak tarihimize kazandıracağız. Bu bir
kültürel mücadeledir. Aynı zamanda inanç
mücadelesidir. Geçmişine sahip çıkmayanın geleceğini
oluşturması, organize etmesi mümkün değildir. Bu
mezar taşlarının
okunmasıyla birlikte Sivas'ın geçmiş tarihiyle
ilgili daha detaylı bilgilere ulaşabileceğimizi
düşünüyorum. Bunlar Sivas'ın geçmişiyle ilgili
bizlere mutlaka birtakım bilgiler, ipucları
verecektir. Sadece
mezar taşlarının
değil eski birtakım kitabeleri okutmak lazım.''
Şu ana kadar okutulan mezar taşları arasında 1323
yılına kadar gidebildiklerini ifade eden Ürgüp,
bunlar arasında 1323 yılına ait Abdurrahman Paşa'ya
ait bir mezar taşı, Hazreti Peygamber'in
torunlarından bir Seyyid'e ait mezar taşı çıktığını
söyledi.
Bu mezarların kendileri tarafından tespit edilenler
olduğunu belirten Ürgüp, ''Bunlar sadece kalanlar.
Bunların birçoğunu maalesef biz muhafaza edemedik.
Sivas eski belediye başkanları, valileri, Sivas
eşrafından birtakım veliyullahtan zatlar, Şakir
Baba, Aziz Baba, Törnük Hoca gibi bazı Sivas
evliyalarının kabir taşları var. Sivas'ın yerlisi
birçok insanın burada dedesi vardır'' dedi.
Okunan mezar taşlarının çözümünü de isteyen
vatandaşlara verdiklerini aktaran Ürgüp, Abdurrahman
Paşa'nın torunu olduğunu söyleyen bir vatandaşa
çözümlenen mezar taşının fotokopilerini
ilettiklerini anlattı.
Habertürk, 19.01.2012
|
ŞİFAHANEDE 'BEDDUA'
YAZILI KİTABE

Osmanlı Devleti'nin
sosyal devlet anlayışını en iyi yansıtan
örneklerinden Edirne'deki Sultan
II. Beyazid Külliyesi
Şifahanesi'ndeki
eczanenin kapısında bulanan ve üzerinde ''beddua''
yazılı kitabe görenlerin dikkatini çekiyor.
15. yüzyıl sonlarında Sultan II. Beyazid tarafından
dönemin sosyal devlet ve sağlık anlayışının bir
yansıması olarak Edirne'de yaptırılan
şifahane, batının
akıl hastalarını dışladığı dönemde Osmanlı'nın su,
müzik sesi ve güzel kokuyla ''akıl yoksunu kişileri
topluma kazandırma mücadelesinin de bir simgesi''
olarak değerlendiriliyor.
Tarihi kaynaklara göre,
şifahanede 10
kişiden oluşan sazende grubunun haftada 3 gün
verdiği konser, su sesi ve güzel koku, tedavi
araçlarının başında geliyor, ayrıca tedavinin
parasız olduğu
şifahanedeki
eczanede haftada 2 gün şehirdeki hastalara da
parasız ilaç dağıtılmış.
Şifahane
eczanesinden ihtiyacı olmadığı halde ilaç alanlar ya
da ihtiyacı fazlası ilaç isteyenler için yazılan ''beddualı''
uyarının yer aldığı kitabe ise Osmanlı Devleti'nin
insan haklarına ve adalete verdiği önemin bir
göstergesi olarak hala
şifahanedeki
eczanenin kapı üzerinde yer alıyor.
17. yüzyıl ortalarında Edirne'ye gelen ünlü seyyah
Evliya Çelebi'nin
de ilgisini çeken bu
beddua ifadesinin
yer aldığı kitabe, seyyahın ünlü eseri
Seyahatname'de de yer alıyor.
"FİRAVUN VE KARUN'UN
LANETİ ÜZERİNE OLA..."
Evliya Çelebi,
seyahatnamesinin Edirne gezilerine ayırdığı ve
kentteki
şifahaneyle ilgili
anekdotları aktardığı bölüme,
şifahanenin
güzelliğini aktarıyor.
Şifahanedeki
eczaneyi de anlatan
Evliya Çelebi,
kitabede yazan kısmına eserinde şöyle yer vermiş:
''...Libase, kebabe, kaküle, zencefil, emleç, kebed,
murabbanın ne kadar çok dağıtıldığının hesabını
Allah bilir. Ama şifa yurdunun üst eşiği üzerine
vakıf tarafından (sağlıklı olan adam bu ilaçlardan
bir kırat alırsa hastalanıp Firavun ve Karun'un
laneti üzerine ola) diye lanet yazısı yazılmıştır.
Yapan ve vakfedene Allah rahmet eyleye vesselam.''
Hala 3 boyutlu görseller ve mankenlerle dönemin
sağlık hizmetlerinin canlandırıldığı
şifahanenin, eczane
bölümünün kapısında yer alan kitabe, okuyanları o
döneme götürüyor.
"ŞİFAHANE
HEM MİMARİ HEM TIP TARİHİ AÇISINDAN ÖNEMLİ"
Sultan
II. Beyazid Külliyesi
Sağlık Müzesi Müdürü Enver Şengül, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, şifahanenin hem tıp hem de
mimari tarihinde önemli bir yeri olduğunu söyledi.
Müze Müdürü Şengül, şifahanenin tıp tarihindeki
önemini dönemine göre ileri tekniklerle tedavi
yöntemleri sunulması, mimarideki önemini de merkezi
planlı hastahanelerin ilk örneklerinden olması
olarak özetledi.
Şifahanede hem tedavinin hem de ilaçların ücretsiz
olduğunu aktaran Şengül, ''Evliya
Çelebi'nin notlarından ve tarihi
vesikalardan öğrendiğimiz kadarıyla haftada iki gün
açılan eczaneden, ücretsiz olarak ihtiyacı olan
halka ilaç dağıtılıyormuş. Tabii gelen hastalar
israf yapmasınlar diye atalarımız eczane kapısına
beddua ifadeli bir
kitabe asmışlar'' diye konuştu.
Şengül, Osmanlıca yazan kitabenin Türkçe'ye
çevirerek eczane bölümünün girişinde
sergilediklerini ve müzeyi gezenlerin de buna yoğun
ilgi gösterdiklerini kaydetti.
MÜZENİN
TARİHÇESİ
1488 yılında yapılan, hastaların dönemin
hekimlik bilgilerinin yanı sıra müzik ve su sesiyle
tedavi edildiği Sultan
II. Beyazid Külliyesi,
1900'lü yıllarla birlikte kaderine terk edildi. 1984
yılında Trakya Üniversitesi tarafından devralınan
külliye, restorasyondan geçirildikten sonra
üniversitenin bazı bölümlerinin uygulama alanı
olarak kullanıldı.
Daha sonra bu bölümler yeni yapılan binalarına
taşınınca, tarihi mekan 23 Nisan 1997 tarihinde
müzeye dönüştürüldü. Ruh Hastalarını Rehabilitasyon
Derneğinin katkılarıyla 30 Haziran 2000 tarihinde de
şifahane bölümü, psikiyatri tarihi bölümü olarak
düzenlendi. Sanat yönetmenliğini Türkan Kafadar'ın
yaptığı çalışmalarla düzenlenen, dönemin bütün
özelliklerini yansıtan kostüm ve aksesuarla
donatılan bu bölüme müzeyi gezenler büyük ilgi
gösteriyor.
2004 yılında Avrupa Konseyi'nce ''En iyi müze''
seçilen sağlık müzesi, 2007 yılında da Avrupa'nın en
köklü müzelerinin buluşmasında ''En İyi Sunum
Ödülü'' aldı.
Habertürk, 19.01.2012
|
İSTANBUL'UN KAYIP
KAPILARI

Edirnekapı
Bir zamanlar
çevresi surlarla çevrili olan
İstanbul'a giriş ve
çıkışların yapıldığı yaklaşık 60 kapının
bazıları, zaman içinde bulunduğu semte adını
verirken, birçoğu da sadece tarihin tozlu
sayfalarında kaldı. Bizans ve Osmanlı dönemlerinde
İstanbul'u çevreleyen
'Marmara',
'Haliç' ve
'kara' surlarındaki kapılar, sabah
saatlerinde açılır, akşam kapatılırdı. Kentte
yıllarca hizmet veren tarihi kapıların birçoğu
günümüze kadar ayakta kalamazken, bazıları bulunduğu
bölgeye verdiği isimle yaşamaya devam ediyor. Adı
yaşanan bir olay sonrasında oluşan ve bir dönem
yoğun olarak kullanılan, günümüzde ise sadece tarih
kitaplarında anılan kapılar, İstanbul'un görülmesi
gereken yerlerin de başında geliyor.
Bizans ve Osmanlı döneminde açılan Marmara surları
üzerindeki kapılar şöyle:
- Yedikule'de sahil yolu üzerindeki 'Mermerkule
Kapısı',
- Çevresindeki nar ağaçlarından adını alan 'Debbağ
Kapı' da denilen 'Narlı Kapı',
- Bizanslıların 'Porta Psamatia' dedikleri 'Samatya
Kapısı',
- 'Davutpaşa Kapısı',
- Bizans döneminde 'Blanga veya Vlanga Kapısı',
Osmanlı döneminde önce 'Yeni Langa Kapısı' denilen
'Yenikapı', - Piri Reis'in 'Bab-ı Kum' adını
verdiği, bir iskeleye ve kumluğa açılan ve günümüzde
olduğu gibi 18. yüzyılda da 'şen meyhaneler'in yer
aldığı 'Kumkapı',
- Küçük Ayasofya Kilisesi'ne gidenlerin kullandığı,
Osmanlı zamanında adı 'Kadırga Limanı Kapısı' olarak
değiştirilen 'Sofia Kapısı',
- Bizanslıların 'Porta Ferrata' ve 'Porta Marina'
dedikleri, Osmanlı dönemindeki adı 'Çatladısu
Kapısı' olan 'Çatladıkapı'. Osmanlı zamanında
kapının adı 1532 yılında yaşanan depremde
burçlarından birinin çatlaması üzerine 'Çatladıkapı'
olarak değiştirildi. Kapının önünde Türk cündileri
cirit oynar, halk da alanın çevresini hıncahınç
doldurup müsabakaları izlermiş. Evliya Çelebi'nin
seyahatnamesinde, Çatladıkapı civarında Bizanslılar
devrinde 4 köşe bir dev sureti olduğunu, Akdeniz'den
düşman gemileri göründüğü zaman bu dev suretinden
ateş çıktığını ve düşman gemilerini yaktığını
öğreniyoruz.
- Bizans Sarayı'na açılan 'Bukoleon Sarayı Kapısı',
- Topkapı Sarayı'nın ahırlarına açılan 'Ahırkapı'.
Burada ahırların bulunduğu kaynaklarda yer alsa da
kimi İstanbullulara göre bu kapının adı 'ahir (son)'
kelimesinden geliyor.
- 'Balıkhane Kapısı',
- Sepetçiler Kasrı'nın yanında olduğu var sayılan
'Hasırcılar Kapısı'. Kapının sur penceresinden
sarayda boğdurulanların cesetleri denize atılırmış.
- 'Ayia Maria Hodegetria Kapısı',
- Adını Bizans döneminin Mangana Sarayı'ndan alan ve
artık kapalı bulunan 'Mangana Kapısı',
- Adını Bizans'ın azizlerinden Ayios Yeoryios'ten
alan 'Aya Yorgi Kapısı',
- Osmanlı döneminde açılan 'Demirkapı',
- Osmanlı döneminde büyük olasılıkla değirmene
açılan 'Değirmen Kapısı',
- Topkapı Sarayı'nı korumak için yerleştirilen
toplardan adını alan 'Top Kapı'. Kapı, Fatih Sultan
Mehmet'in yaptırdığı 'Saray-ı Cedid-i Amire' adlı
saraya da ''Topkapı Sarayı'' olarak adını verdi.''

Edirnekapı Gravürü
Haliç kapıları
Marmara'dan Haliç'in içine doğru uzanan surlar
üzerinde bulunan ve çoğu günümüze ulaşamayan
kapıların isimleri de şunlar:
- (Eugenios Kapısı) ya da 'Kentenarios Kapısı',
- Osmanlı döneminde açılan 'Uğrakkapı',
- Fatih Sultan Mehmet'in açtırdığı ve bir zamanlar
kıyıdaki yalıya gidilen 'Yalı Köşkü Kapısı',
- Sirkeci'deki 'Porta Veteris Rectoris' ya da 'Porta
Bonu',
- Türklerin 'Bahçekapısı' veya 'Cıfıt/Cühut Kapısı'
da dedikleri 'Tersane Kapısı'. Bu kapı mezbahaların
bulunduğu alandaydı ve her gün burada yüzlerce
hayvan kesiliyordu. Bahçe Kapısı'nın 1850 yılında
yıktırıldığı rivayet edilir.
- 'Yeni Cami Kapısı',
- Mısır Çarşısı cümle kapısının tam karşısına düşen
'Balıkpazarı (Perama) Kapısı',
- Fetih'ten önceki adı 'Porta Saint Jean de
Cornibus' olan ve yanında borçlarını veremeyenlerin
hapsedildiği bir zindan bulunmasından adını alan
'Zindan Kapısı',
- Osmanlılardan önce işkence yapılan bölgede bulunan
'Odun Kapısı/Porta Droungarion Viglae',
- 'Ayazma (Agisma) Kapısı'. Eskiden, altından kentin
lağım suları Haliç'e aktığından buradaki iskele de
'Bokluk İskele' olarak adlandırıldı.
- Bizanslıların 'Porta Platea' dedikleri 'Unkapanı'
veya 'Dakik Kapanı' kapısından kente giren her türlü
zahirenin içerideki kapan denilen toptancı pazarına
taşındığı biliniyor.
- Osmanlılar zamanında açılan 'Yeni Cami Kapısı',
- 'Tüfenkhane Kapısı'. Evliya Çelebi, İstanbul'daki
5 baruthaneden birinin burada olduğunu yazmaktadır.
- 'Cibali Kapısı'. Mısır Sultanı Kladon'un şeyhi
olan ve at kılından bir cübbe giydiği için 'Cebe
Ali' olarak adlandırılan kişinin, İstanbul'a
saldırdığı kapıdır. Fatih Sultan Mehmet, ordusu ile
İstanbul surlarını sardığı zaman ekmekçi başı olan
ve askerlere ekmek yetiştiren Cebe Ali vefat
ettiğinde de kapı civarına gömülür.
- 'Porta İspigas',
- 'Aya Kapısı', şehrin fethi sırasında 'Ayadede'
namında birinin 300 Nakşibendi ile buradan kaleye
hücum ederken şehit düşmesi ve kapının civarına
gömülmesi nedeniyle bu adla anılır.
- 'Profitu Prodorumu Kilisesi Kapısı',
- Bizans döneminde olmayan, Kanuni Sultan
Süleyman'ın açtırdığı 'Ayakapı',
- Geride kapısı kalmasa da 'Porta Petrion', 'Porta
Sidera', 'Pili Petriou' adlarını bırakan 'Petri
Kapısı'ndan içeride eski zamanlarda Rum beyzadelerin
görkemli konakları bulunuyordu.
- 'Porta Faros' ve 'Porta Fenari' diye adlandırılan
'Fener Kapısı'. Kapının iç ve dış taraflarında Rum
evleri, patrikhanenin ve metropolitlerin
ikametgahları vardı.
- 'Diplofaros Kapısı',
- Bizans döneminden kalan ve 'İmparatorluk Kapısı'
da denilen 'Basileos Kapısı',
- Bizans dönemindeki adı 'Kinegion Kapısı' olan
'Küngoz Kapısı',
- Rumca saray anlamındaki 'palatiyon' kelimesinin
Türkçede 'Balat Kapusu'na dönüşmesinden oluşan
'Balat Kapısı', Blahernai Sarayı'na açılıyordu.
- Adını II. Beyazıt'ın sadrazamlarından olan ve
Yavuz Sultan Selim'in öldürttüğü Atik Mustafa
Paşa'dan alan 'Atik Mustafa Paşa Kapısı', Bizans
döneminde 'Ayia Anastasia Kapısı' olarak biliniyor.
- Adını 'Ayvan Saray'dan alan 'Ayvansaray Kapısı'.
Osmanlı döneminde Bizans surlarındaki mahzenlere
hayvan konulduğu ve bu yüzden semte 'Hayvan Sarayı'
denildiği söyleniyor. Osmanlı, buradaki Bizans
sarayına kemerli yüksek bina anlamında 'Eyvan'
denildiği için 'Eyvan Saray' adı ortaya atılıyor.
Kapının Bizans dönemindeki adı 'Kliomenes Kapısı'.
- 'Dideban Kapısı', Bizans dönemindeki 'Ksiloporta
Kapısı'. Haliç surlarının en uç noktasındaki bu kapı
bir ara 'Eyyub el-Ensari Kapısı' adıyla da anılıyor.
Osmanlı'nın Farsçadan aldığı dideban, nöbetçi
karakol, bekçi anlamına geliyor.''
Kara surlarındaki kapılar
İstanbul'un Haliç kıyısından Marmara kıyısına doğru
olan kara surlarındaki kapılar ise şöyle:
- 'Blahernai Kapısı',
- 'Porto Regia' veya 'Regia Kapısı',
- Adını eğriliğinden alan 'Eğri Kapı'dan Tekfur
Sarayı'na giriliyor. Eğrikapı ile ilgili olarak
tarihe geçen bir vaka da Topkapı Sarayı
hazinelerinin en değerli objelerinden olan Kaşıkçı
Elması'nın buradaki çöplükte bulunması.
- Eğrikapı ile Edirnekapı arasında 'Saray Kapısı' ve
'St. Callinique Poternası' adlı örülmüş ve gömülü
kalmış iki küçük kapı bulunuyor.
- Bizanslıların 'Pempton Kapısı' dedikleri 'Sulukule
Kapısı' adını mahallede sakalarla yapılan su
kavgalarından aldı.
- Bizans dönemindeki adı 'Rhesium Kapısı' olan
'Mevlevihane Kapısı', 'İçeri Yeni Kapı' veya 'Cibali
Yeni Kapısı', günümüzde 'Mevlana Kapı' olarak
biliniyor. Adı Osmanlı döneminde buradaki Mevlevi
tekkesinden gelen kapı, İstanbul'un fethinden sonra
açıldı.
- Bizansların 'Porta tou Kalagru' olarak
adlandırdıkları 'Kalagru Kapısı',
- 'Silivri Kapısı'na Bizans döneminde 'Pege Kapısı'
denilirdi. Kapının Grekçe kitabesinde 'Hayat verici
kaynağın tanrıca korunan bu kapısı, dindar imparator
İoannis ile İmparatoriçe Maria Paleologos'un ortak
hükümdarlıkları döneminde 1438 (veya 1433) yılının
Mayıs ayında Manuel Bryennios Leontari'nin emeği ve
harcamaları ile yapılmıştır' yazılı.
Balıklı Ayazması'nın karşısında bulunması
dolayısıyla Bizanslılar zamanında Silivrikapı'nın
ayrı bir önemi vardı. İmparator Mihail Paleologos'un
generali Alexios Stategopulos, 1261 yılında bu
kapıyı zorlayarak şehre girmiş ve Latin
İmparatorluğu'na son vermişti. 1422'de 2. Murat
İstanbul'u kuşattığı zaman çadırını bu kapının
karşısında, Balıklı Ayazması sahasına kurdu.
Fatih'in kuşatmasında da bu kapı karşısına 3 top
yerleştirildi. Silivrikapısı, 1509 depreminde zarar
görüp 2. Beyazıt tarafından onarıldı.
- Bizans döneminde 'Ksilokerkos Kapısı' olarak
bilinen 'Belgrad Kapısı',
- Bizanslıların 'Porta Auera/Güzel Kapı' dedikleri
'Yaldızlı Kapı' veya 'Altın Kapı' bugün Yedikule
Surları'nın içinde ve ayakta duruyor. 'Yaldızlı
Kapı', Bizans döneminde seferden dönen imparatorun
şehre büyük bir törenle giriş yaptığı kapı olarak
biliniyor.
İstanbul'un
fethindeki 2 önemli kapı
Osmanlı padişahı 2. Mehmet'in İstanbul'un fethi
sırasında ordularını konuşlandırdığı 'Topkapısı' ve
'Edirnekapısı', günümüzde de kentin önemli
merkezlerini oluşturuyor.
Bizans dönemindeki adıyla 'Porta Charsius' ve 'Porta
Myriandron/Mezarlık Kapısı' adlarıyla bilinen
'Edirnekapı', şehrin 7 tepesinin en yükseğinin (86
metre) üzerinde bulunuyor. Osmanlı zamanında Edirne
yönünden gelen sultan, Edirnekapı'dan içeri girer,
çarşı meydanından başlayan uluyol kentin en büyük
caddesi olarak Ayasofya Meydanı'na ve sarayın
''Bab-ı hümayun'' denilen kapısına ulaşırdı. Bizans
imparatorları gibi Osmanlı padişahları da sefere
çıkarken askeri ve dini törenlerde zafer alaylarında
daima bu yolu ve bu kapıyı kullanırdı. 2. Mehmet,
kuşatma sırasında karargahını Bizans'taki adı 'Ayios
Romanos Kapısı' olan 'Top Kapısı' önüne kurdu. En
ağır top atışları da buradan yapıldı.
'Topkapı' ve 'Edirnekapı', İstanbul'un fethinde
önemli rol oynadı. Yeniçeriler, şehre bu 2 kapı
arasında açılan gediklerden girdi. Fetih gününün
şiddetli savaşlarında Edirnekapı yakınındaki
Antemiyus surunun son kule kapısından geçen
yeniçeriler, iç surun üzerine çıktı. İç ve dış sur
arasındaki yeri müdafaa eden Bizans askerleri geriye
bakıp Türkleri görünce kaçmaya çalıştı, fakat
kalabalıktan Edirnekapı'dan içeriye
giremediklerinden birbirlerini çiğneyip ölü olarak
yığıldılar.
Son Bizans imparatoru Konstantin'in de Topkapı'nın
iç taraflarında yapılan çarpışmalarda öldüğü
biliniyor.
Bu arada, Galata'daki Azapkapı ve Üsküdar'daki
Paşakapısı da İstanbul'un kapılı semtleri olarak
hala varlıklarını koruyor.
Yapı, 19.01.2012
|
ALİNDA ANTİK KENTİ GÜN
YÜZÜNE ÇIKARILIYOR

Karpuzlu'da bulunan
ve Karya döneminin önemli merkezlerinden olan Alinda
antik kentinin gün yüzüne çıkarılması için başlatıan
çalışmalar devam ediyor.
Karpuzlu Belediye
Başkanı
Hilmi Dönmez,
Alinda antik kentinin
gün ışığına çıkmasıyla birlikte ilçelerine gelecek
turist sayısında büyük bir artış yaşanacağı için
Karpuzlu’nun
gelişeceğini söyledi. Başkan Dönmez, Alinda antik
kentindeki çalışmaların, Avusturya Bilimler
Akademisi'nden Arkeolog Dr.
Peter Ruggendorfer’ın
başkanlığında ve Kültür ve Turizm Bakanlığı
gözetiminde sürdürüldüğünü ifade etti.
Yüzey araştırmalarının yaklaşık olarak 3 yıl daha
süreceğini belirten Dönmez, “Alinda
antik kentinin gün yüzüne çıkarılması
çalışmaları çok gecikmesine rağmen başlamış olması
bile son derece sevindirici. Çalışmalar, Avusturya
Bilimler Akademisi'nden Arkeolog Dr.
Peter Ruggendorfer’ın
başkanlığında ve Kültür ve Turizm Bakanlığı
gözetiminde sürdürülüyor. Kazı heyetinden aldığım
bilgilere göre, kentin tamamen gün yüzüne çıkması
belki yüzyıllar alacak. Fakat kazı çalışmalarının
başlamasından itibaren kente ziyaret edecek turist
sayısında büyük artış olacağı kaçınılmaz. Alinda’yı
tanıtmak için iyi bir model oluşturulup, buraya
gelen turistlere kent hakkında detaylıca bilgiler
verildiği takdirde burada ziyaretçi sayısı büyük
oranda artacaktır. Bu ilçe açısından elde edilecek
kazanımlardan sadece bir tanesi. Bunun yanı sıra
dünya kamuoyunun dikkatini çekecek bir kent olduğu
için bilimsel açıdan çok konuşulan bir yer olacak
Alinda ve bu kenti içinde barındıran
Karpuzlu çok şeyler
kazanacak. Burada yapılacak her bir çalışmada
Karpuzlu kazanacak”
dedi.
Başkan Dönmez, Alinda antik kentinin gün ışığına
biran önce çıkartılması için belediye olarak
çalışmaları yakından takip ettiklerini ve bütün
imkanları ile tam destek verdiklerini ve vermeye de
devam edeceklerini sözlerine ekledi.
Habertürk, 19.01.2012
|
HAYDARPAŞA'DA FATURA 3 KİŞİYE KESİLDİ

Haydarpaşa Garı’nda çıkan yangına ilişkin
soruşturma tamamlanarak hazırlanan iddianamede,
garda çıkan yangında sabotaj ve kastın bulunmadığı
belirtildi.
İddianamede, garın çatısında izolasyon çalışması
yapan 2 işçi ve şirket sahibinin “taksirle yangına
sebebiyet vermek” suçundan 3 aydan 1 yıla kadar
hapis cezası ile cezalandırılması talep edildi.
Hazırlanan daha önce
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) İtfaiye
Müdürlüğü tarafından hazırlanan raporda, yangının
elektrik tesisatında meydana gelen kısa devreden
kaynaklandığı belirtilmiş ise de, bilirkişi
raporunda, yangının elektrik kontağından
kaynaklanmadığı tespiti yer alıyor. Yangının
çıkışının sabotaj ve kasıt sonucu olmadığı ifade
edilen iddianamede, bilirkişi raporuna göre, garın
çatısında izolasyon çalışması yapan 2 işçinin
dikkatsizlik ve tedbirsizlik sonucu yangını
çıkardığı anlatılıyor. İddianamede, bu nedenle 2
işçi ve izolasyon çalışmasını yürüten şirketin
sahibinin “taksirle yangına sebebiyet vermek”
suçundan 3 aydan 1 yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılmasını isteniyor.
Milliyet, 19.01.2012
******
HAYDARPAŞA'DAKİ
YANGINDA SABOTAJ YOK; AMA SÖNDÜRME SIRASINDA
'TAKSİR' VAR
Kadıköy Cumhuriyet
Savcısı Selahattin Aydoğdu, 28 Kasım 2011
tarihinde Haydarpaşa Garı'nda meydana gelen
yangına ilişkin soruşturmayı tamamlayarak
iddianameyi hazırladı.
İddianamede,
garda çıkan yangında sabotaj ve kastın
bulunmadığı belirtildi. İddianamede, garın
çatısında izolasyon çalışması yapan 2 işçi
ve şirket sahibinin 'taksirle yangına
sebebiyet vermek' suçundan 3 aydan 1 yıla
kadar hapis cezası ile cezalandırılması
talep edildi. İddianamede, daha önce
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) İtfaiye
Müdürlüğü tarafından hazırlanan raporda,
yangının elektrik tesisatında meydana gelen
kısa devreden kaynaklandığı belirtilmesine
rağmen, bilirkişi raporunda, yangının
elektrik kontağından kaynaklanmadığı tespiti
yer alıyor. Yangının çıkışının sabotaj ve
kasıt sonucu olmadığı da ifade edilen
iddianamede, bilirkişi raporuna göre, garın
çatısında izolasyon çalışması yapan 2
işçinin dikkatsizlik ve tedbirsizlik sonucu
yangını çıkardığı anlatılıyor. Bilirkişi
raporunda ise, TCDD yetkilileriyle, yangına
müdahale eden itfaiye ekibinin de kusurlu
olduğuna ilişkin görüş bildirildiği
öğrenildi. Bu kişilerin kamu görevlisi
olması ve haklarında soruşturma açılması
için izin alınması gerektiği, bu yüzden
dosyalarının ayrıldığı bildirildi.
Zaman, 19.01.2012
|
KİRALIK AKROPOL

İçinde bulunduğu derin borç krizinden bir türlü
çıkamayan
Yunanistan, tarihi eserlerini kiralamayı ele
aldı.
AFP haber ajansına göre,
Yunanistan Kültür Bakanlığı'ndan yapılan
açıklamada, ülkenin önde gelen arkeolojik sit
alanlarının reklam şirketlerine ve ilgilenen diğer
kuruluşlara kiralanabileceği duyuruldu.
Açıklamada, bu kararın ülkenin antik değerlerine
daha kolay ulaşılmasının sağlanması için alındığı ve
elde edilecek paranın arkeolojik alanların bakım ve
onarımı için kullanılacağı belirtildi. Bakanlık
açıklamasında, kiralama şartlarının çok sıkı
olacağının da altı çizildi.
Kiralanacak arkeolojik alanların başında, ünlü
Akropol bulunuyor.
Kültür Baknalığı ayrıca, Aralık ayı sonundan
itibaren firmaların profesyonel fotoğraf çekimi için
Akrapol'ü 1600 Euro'ya kiralayabildiğini de duyurdu.
Yunanistan'da arkeolojik alanlar, bugüne dek,
arkeolojik alanların kullanımında çok seçici
davranmasıyla tanınan, Arkeoloji Konseyi adlı
kurumun sorumluluğunda bulunuyordu. Geçmiş yıllarda
pek çok talep gelmesine rağmen
Yunanistan doğumlu Kanadalı film yapımcısı Nia
Vardalos ve ünlü yönetmen Francis Ford Coppola gibi
çok az kişi Akropol'ü kullanabilmek için izin
alabilmilşti. Pek çok film ve reklam çekimi
talepleri ise reddedilmişti.
Habertürk, 18.01.2012
|
DARWIN'E AİT KAYIP FOSİLLER 165 YIL SONRA BULUNDU
İngiliz paleontolog Dr. Howard Falcon-Lang, British
Geological Survey bilim merkezindeki çalışmaları
esnasında, eski ahşap bir dolabın içinde Charles
Darwin'e ait 165 yıllık fosilleri buldu.
Merkezin yıllardan beri el değmeyen
bölmelerindeki çekmecelerini gözden geçiren
Falcon-Lang, üzerine “C.Darwin Esq.” yazılı bir
numune buldu.
Falcon-Lang, ilk şaşkınlığın ardından, bulduğu
numunenin üzerindeki yazının evrim teorisinin sahibi
Charles Darwin’e ait olduğunu anladı.
Falcon-Lang, araştırdığı çekmecelerde ünlü bilim
insanı
ve onun yardımcılarına ait 314
parça fosil buldu.
Fosillerin ait olduğu diğer isimlerden ikisinin,
Darwin’le beraber çalışan botanikçi John Hooker ve
Darwin’in Cambridge’deki akıl hocası John Henslow
olduğu belirtildi.
Radikal, 18.01.2012
|
|
ARKEOLOJİ MÜZESİ GÜNLÜK 25 BİN, TOPKAPI SARAYI 20
BİN LİRA
Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2012’de
kültürel alanların kültür ve sanatsal faaliyetlerde
kullanımında tahsis edeceği fiyatları belirledi.
Topkapı Sarayı’nda haftasonunda
gerçekleştirilecek bir günlük etkinliğin maliyeti 20
bin lira olurken, Van Akdamar Kilisesi’nde ise bu
rakam 1000 lira olarak açıklandı. Döner Sermaye
İşletmesi Merkez Müdürlüğü (DÖSİM) Bakanlığa bağlı
müze, örenyeri, kültür merkezi salonlarını ve
galerileri kültürel, bilimsel, sanatsal ve diğer
etkinlikler için süreli kullanıma sunuyor. Her yıl
kullanım fiyatlarını güncelleyen Müdürlük, 2012
fiyat düzenlemesini de yaptı. En çok talep gören
tarihi yapılar arasında olan Aya İrini Müzesi’nin
sadece klasik müzik konserleri ve özel sergiler için
tahsis edilmesine karar verilirken, Ayasofya Müzesi
ile
Antalya Aspendos ve Side Antik Tiyatrosu da bu
yıl etkinliklere kapalı olacak.
Kültürel alanların süreli kullanımlarında
en pahalı yapı ise
İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin bahçeleri oldu.
Bahçelerin kullanımının günlük cuma günü ve
haftasonu bedeli 25 bin, diğer günler ise 20 bin
lira olarak belirlendi. Organizasyon şirketlerinin
büyük ilgi gösterdiği Topkapı Sarayı’nın ise sadece
Birinci Avlusu etkinliklere açık olacak. Avlunun da
kullanımının cuma günü ve haftasonu bedeli 20 bin,
diğer günler ise 15 bin lira. Bakanlığa bağlı bazı
önemli alanların kullanım ücretleri de şöyle oldu:
Yıldız Sarayı Müzesi cuma ve haftasonu 7 bin diğer
günler 5 bin, Yıldız Sarayı Hasbahçe günlük 10 bin,
Yıldız Sarayı Saray Tiyatrosu günlük 7 bin, Galata
Mevlevihanesi Müzesi cuma ve haftasonu 1000, diğer
günler 800, Rumeli Hisarı cuma ve haftasonu 15 bin,
diğer günler 12 bin,
İzmir Celcius Kütüphanesi cuma ve haftasonu 10
bin, diğer günler 8 bin, Efes Örenyeri Liman
Hamamları cuma ve haftasonu 8 bin, diğer günler 7
bin,
İzmir Odeon cuma ve haftasonu 10 bin, diğer
günler 8 bin, Bergama Asklepion cuma ve haftasonu 5
bin, diğer günler 4 bin, Bodrum Sualtı Arkeoloji
Müzesine Bağlı Antik Tiyatro cuma ve haftasonu 15
bin, diğer günler 12 bin, Ağrı İshakpaşa Sarayı cuma
ve haftasonu 4 bin, diğer günler 2 bin 500,
Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi cuma ve
haftasonu 2 bin 500, diğer günler 2 bin lira.
Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 18.01.2012
|
 |
İSTANBUL'UN GEÇMİŞ ASIRLARI PERA MÜZESİ'NDE
İstanbul'un geçmiş asırlarını bugüne taşıyan resimler ve fotoğraflar, Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi'nde 21 Ocak-1 Nisan arasında açılacak iki sergi ile görücüye çıkıyor.
Türk-Hollanda ilişkilerinin 400. yılı kapsamında, iki ülkenin 17. ve 18. yüzyıldaki kültürel, diplomatik ve ticari ilişkilerini anlatan "Sultanlar, Tüccarlar, Ressamlar: Türk-Hollanda İlişkilerinin Başlangıcı" sergisinde, yağlıboya ve suluboya resimler, gravür ve kitaplardan oluşan 81 eser yer alacak. Amsterdam Müzesi işbirliğiyle ve Rijksmuseum ile Hollanda Milli Arşivi katkılarıyla hazırlanan sergideki Osmanlı'nın Lale Devri'ne denk gelen dönem eserlerinin içinde usta ressam Jean-Baptiste Vanmour'un eserleri de bulunuyor. "Konstantiniyye'den İstanbul'a - 19. Yüzyıl Ortalarından 20. Yüzyıla Boğaziçi'nin Anadolu Yakası Fotoğrafları" sergisi ise Suna ve İnan Kıraç Fotoğraf Koleksiyonu ile bazı özel koleksiyonlardan derlenerek, bir devrin İstanbulu'nu kıyıları, çarpıcı yapıları, gündelik hayatı ve ilginç kişilikleriyle gözler önüne seriyor.
Zaman, 18.01.2012
|
SOLİ SÜTUNLARI AYAĞA KALKIYOR

Mersin merkez ilçe Mezitli Belediye Başkanı Uğur
Yıldırım, Soli Pompeiopolis antik kentindeki 200
sütunu ayağa kaldıracaklarını belirterek, “İlk
etapta Soli sütunlarından 14′ünü bu yıl ayağa
kaldırıyoruz” dedi.
Mezitli Belediye Başkanı Yıldırım, Soli sütunları ile ilgili çalışmaları İHA muhabirine anlattı. Soli Pompeiopolis antik kentinde bir taraftan kazı çalışmaları devam ederken, bir taraftan da uzun yıllardır yerde yatan sütunları ayağa kaldırmak ve bu eşi bulunmaz tarihi değeri ‘Güneş Kenti’ adına yakışır hale getirmek için 2010 yılında harekete geçtiklerini ifade eden Yıldırım, bu çerçevede proje hazırlamaya başladıklarını bildirdi. Proje çalışmalarının 2011 yılının Mayıs ayına kadar sürdüğünü dile getiren Başkan Yıldırım, bu kapsamda Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’ndan restorasyon onayı aldıklarını, Röleve Müdürlüğü’nün de yaklaşık maliyeti hesaplanmasının ardından işe koyulduklarını kaydetti. Soli Pompeiopolis antik kentinde toplam 200 sütun bulunduğunu ve bunlardan sadece 33′ünün
ayakta olduğunu aktaran Yıldırım, “Soli Pompeiopolis
antik kentimizin çarşısında güney ucundaki
karşılıklı 7′şer sütunun ayağa kaldırılabilmesi için
bir çalışma başlattık. İhalesini 2011 Mayıs’ta
yaptık, 2012 Mart sonuna kadar da tamamlanması
gerekiyor. Ancak ihaleyi alan firma, uzun süre o
sütunlara uygun taşı bulmak için zaman harcadı,
sonunda Taşucu’nda bulundu bu taş, şimdi oradan taş
getiriliyor. Böylece 14 sütunu ayağa kaldırmış
olacağız. Antik kentimizin çarşısı olan sütunlu
yolda önümüzdeki süreçte 200 sütunun da ayağa
kaldırılmasını hedefliyoruz ve bu yönde çalışmalar
gerçekleştireceğiz. Sadece bunların ayağa
kaldırılması da yetmiyor, limanla olan bağlantısının
da sağlanması gerekiyor. Bütün bu çalışmalar
tamamlandığında çok önemli bir tarihi kentimizi gün
ışığına çıkarmış olacağız” dedi.
Sütunlarla ilgili çalışmanın çok önemli bir proje
olduğunun altını çizen Yıldırım, projenin toplam
maliyetinin 800 bin lira olduğunu, gecikmelere
karşın karşılıklı 7′şer sütunu Mart ayında ayağa
kaldırmayı planladıklarını aktardı. Liman
bağlantısının sağlanması için de çalışma
yürüttüklerine işaret eden Yıldırım, Mersin Valisi
Hasan Basri Güzeloğlu’nun konuya son derece duyarlı
olduğunu vurgulayarak, “Eğer oradaki kamulaştırma
çalışmaları da hızlandırılarak tamamlanabilirse,
dünyanın her yerinden insanlar buraya antik
kentimizi görmek için koşarak geleceklerdir. Bizim
için de çok önemli bir turizm kaynağı olarak
karşımıza çıkacak” diye konuştu.
Başkan Yıldırım, Soli Pompeiopolis antik kenti
sütunlu yolunu aynı zamanda bir açıkhava müzesi
olarak düşündükleri bilgisini de verdi. Böylesine
önemli tarihi değerlerin yer aldığı, insanlık tarihi
açısından çok önemli bir merkezde kesinlikle bir
müzenin oluşturulmasına ihtiyaç olduğuna dikkat
çeken Yıldırım, şöyle devam etti: “Mersin Müzesi’nde
sergilenen çok önemli tarihi eserlerin büyük
bölümünün Soli Pompeiopolis antik kentinden
çıktığını biliyoruz. Ancak, çalışmalarımızla ilgili
olarak sevindirici bir yanını daha bugünlerde
öğrendik. Kültür Bakanlığı da 1. derecede SİT alanı
dediğimiz 300 dönümlük alanın bir bölümünü 2012
bütçesi içerisinde kamulaştırma kararı almıştı. Bir
süre önce bununla ilgili bilgi bize ulaştı. Bu
kamulaştırma çalışmaları sonlandırılabilirse, 12
yıldan bu yana en çok 40-45 günlük süreyle yapılan
kazıların çok daha geniş bir alan içerisinde
yapılabilmesini de sağlamış olacağız. Bir höyüğümüz
var, burada da son derece önemli kazılar yapılıyor.
Orada bir amfi tiyatro var. Ayrıca, İsa’dan 312 yıl
önce yaşamış bir şair olan Aratos’un mezarının orada
olduğu biliniyor ama şu anda onun çıkartılması söz
konusu olamıyor. Amerikalılar ayda buldukları son
kratere de yıldızlarla ilgili şiirler yazan
Aratos’un ismini vermişlerdi. Bu da bizim için son
derece önemli bir adlandırma.”
2011 yılında ikincisini yaptıkları Güneş
Festivali’ni de çok önemsediklerini belirten Mezitli
Belediye Başkanı Yıldırım, “Güneş Festivali hem
güneşin ön plana çıkartılması, güneş enerjisinden
yararlanabilmenin ne kadar önemli olduğunu
vurgulayabilmek anlamında bir bilinç oluşturabilmek
hem de Soli Pompeiopolis antik kentimizin ayağa
kaldırılmasında halkımızın duyarlığını artırmaya
yönelik bir çalışmadır. Dünya Güneş Günü olan 21
Haziran’ı içine alacak şekilde 3 gün yaptığımız
festivalimizi halkımız tarafından son derece
benimsenen ve bundan sonra da artık vazgeçilmez
diyebileceğimiz bir noktaya getirdik. Festivali
önümüzdeki yıl daha da etkili bir biçimde
gerçekleştirmeyi hedefliyoruz” ifadelerini kullandı.
haberler.com, 17.01.2012
|
EVRİME İNANAN VAR İNANMAYAN VAR DEMEK TÜBİTAK
BAŞKANINA MI DÜŞER?
TÜBİTAK, yani ülkemizin
üniversite dışı ve üstü bilimsel kurumunun yeni
Başkanı Yücel Altunbaşak haftasonu gazetelerin
Ankara temsilcileri ile biraraya gelmiş.
Kendince pek çok projesini anlatmış. Bu arada evrim
teorisiyle ilgili olarak sorulan bir soru üzerine
de, ‘Evrime inanan var inanmayan var’ deyivermiş.
Mesele ‘inanmak’ veya ‘inanmamak’sa eğer, evet
doğru, dünya üzerindeki türlerin, insan dahil,
evrimleşerek bugünkü hallerine geldiğini ve bu
evrimleşmenin halen de devam etmekte olduğunu
söyleyen ‘Evrim teorisi’ne inanan var, inanmayan
var.
Ama burada bir kahve sohbetinden veya bir
üniversitenin teoloji kürsüsünden söz etmiyoruz.
Burada, TÜBİTAK’tan ve onun başkanından söz
ediyoruz.
Normal şartlarda TÜBİTAK Başkanı’nın bilimin ne olup
ne olmadığı, bilimsel yöntemin ne olup ne olmadığı
konusunda en azından bilimi savunur tarzda
konuşmasını beklemek sanırım hakkımız. Çünkü o, din
veya kültür veya sosyal anlaşmalarımız konusundaki
bilgisi sebebiyle değil, bilim insanı kimliğiyle o
koltukta oturuyor. En azından öyle olmalı.
Bilim ve bilimsel düşünce açısından baktığınızda,
her gündeme geldiğinde siyaset ve sosyal alanlarda
kavgalara neden olan evrim teorisi bilimsel bir
teoridir.
Bilimle ilgili konular, bilimcilerin arasında
‘inanmak’ veya ‘inanmamak’ kelimeleriyle konuşulmaz.
‘Doğrulamak’ ve ‘yanlışlamak’tır kullanılan kelime.
Evrim, evet kimi parçaları hala tartışılmakla ve
eski bilgiler sürekli yenileriyle değiştirilmekle
birlikte kendi alanında rakipsiz bir teoridir,
bugüne kadar milyonlarca kez sınanmış ve her
seferinde genel teori bir kez daha kanıtlanmıştır.
Zaten, ‘Evrim teorisinin yanlışlanması’ diye bir şey
söylenecek olursa, o zaman bu teorinin yerine başka
bir teorinin konması gerekir. Ortada böyle bir
‘rakip teori’ de yok.
Hemen, ‘akıllı tasarım’cılar itiraz edecek ama
unutmamak gerek, canlı türlerinin tesadüfen
oluşamayacağını, onları bir ‘akıllı tasarımcı’nın
tasarladığını söyleyen bu akım, son kertede bir
inanç sistemidir, bilimselliğin taşıdığı en temel
özelliklerden birinden yoksundur: Akıllı tasarımcı
yanlışlanamaz bir aksiyomdur çünkü.
TÜBİTAK Başkanı, bilimsel düşünce sistematiğinin bu
en temel kuralından, yani yanlışlanabilirlik
ilkesinden kısmen haberdar anlaşılan.
Evrim teorisinin yanlışlanabilir olduğunu düşünmek
bilimsel düşüncedir; ama onu yanlışlayan ‘teori’nin
de yanlışlanabilir olduğunu kabul etmek gerekir.
Oysa inanç yanlışlanamaz.
TÜBİTAK’ın başında böyle birini görmek gerçekten çok
üzücü.
İnançla bilim
çatıştığında...
İtalya’nın başkenti Roma’da en sevdiğim meydanların
başında Campo de Fiori gelir. Meydanın adı ‘çiçek
tarlası’ veya ‘çiçek bahçesi’ olarak tercüme
edilebilir.
Meydanı sevme sebeplerimden biri, buradaki bir
heykel. Ortaçağın yakılarak idam edilen din
adamlarından biri, Giordano Bruno’nun heykeli var bu
meydanda. Tam da onun yakıldığı yerde.

Bruno, dini dogmaların yerine bilimsel düşünceyi
savunduğu için engizisyon tarafından yakılarak idam
edilmeye mahkum edilmiş. Onu mahkum edenlerin adını
bilen yok ama Bruno’nun heykeli orada duruyor işte.
Katolik kilisesi, İncil’e sadece bir kutsal kitap
değil aynı zamanda dünyayı ve evreni açıklayan
yegane kaynak olarak baktığı için zaman içinde
dogmalar geliştirmişti. Bu dogmalar arasında
dünyanın yaradılış anı da vardı, evrenin merkezinde
dünyanın yer alması da.
Hepimiz, Kepler’in dünya merkezli olmayan evren
teorisini açıklamakta ne kadar zorluk çektiğini,
aynı teoriyi gözlemleriyle kanıtlayan Gelileo’nun
engizisyonda yargılanıp kendi bulgularını redde
zorlandığını biliriz. Bunlar bize okullarımızda
‘Ortaçağ karanlığı’ olarak öğretilir.
Karanlıktır, çünkü inanca ait dogmaları aklın
karşısına koyar o çağ.
Astronomi söz konusu olduğunda okul kitaplarımıza
rahatça giren bilimsel düşünme yüceltmesi neden
Darwin ve evrim teorisinden esirgenir?
Sanmayın ki Türkiye bu konuda yalnız. Amerika’da da
durum bizden farklı değil.
Kıta Avrupasında evrim teorisi dışındaki sözde
teorilerin biyoloji ders kitaplarında anlatılması
yasaktır ama bizde ‘rakip teori’ adı altında,
Amerikalı evangelistlerin geliştirdiği ‘akıllı
tasarım’ biyoloji ders kitaplarına çoktan girdi.
Ve bakın şimdi TÜBİTAK Başkanı tarafından da dile
getirildi.
İncil’den feyz alan
İslamcılar
Eskive Yeni Ahit’te anlatılan ‘yaradılış’ öyküsünü
eğer kelime kelime okuyacak ve oradan hareketle bir
hesap yapacak olursanız, sadece dünyanın ne zaman
yaratıldığını değil ne zaman sona ereceğini de
hesaplayabilirsiniz.
Buna göre, dünya bugünden yaklaşık 7 bin yıl önce ve
tam da bugünkü haliyle yaratılmış olmalıdır.
Kutsal kitap böyle diyor ama fosil kanıtları bunun
tersini söylüyor. Milyonlarca yıl önceden kalma
dinozorlar, onbin yıldan daha geriye tarihlenen
insan yerleşimleri, yüzbinlerce yıllık insan ve
insansı fosilleri...
Tabii tutarlı olmak lazım. Hemen birileri çıkıyor,
‘Bu fosil kanıtları yalandır’ diyor, kendi fosil
kanıtlarını ortaya çıkarıyor, bilmem ne
kertenkelesinin hiç evrim geçirmediğini kanıtlamaya
çalışıyor vs.
Bana tuhaf geleni, ‘İslamcı’ olarak bilinen
Türkiyeli bir grubun da bu akıma katılması, köktenci
hristiyan inancından kaynaklanan bu propagandanın
tıpkısının aynısını burada da yapması, sözde
‘fosil’lerle gezici sergiler düzenlemesi, propaganda
yapması.
‘Müslüman mahallesinde salyangoz satma’ eylemi
nedense hiç yadırganmıyor.
Hürriyet, Yazı: İsmet Berkan, 17.01.2012
|
KUVAYI MİLLİYE MÜZESİ KEŞFEDİLMEYİ BEKLİYOR

Geyve'ye bağlı Alifuatpaşa beldesindeki Kuva-yı
Milliye Müzesi tarih meraklılarını bekliyor.
Kurtuluş Savaşı komutanlarından general Ali Fuat
Paşa'nın eşyalarının ve önemli notlarının da
sergilendiği müzede, savaş kronolojisi,
fotoğraflar, haritalar ve orijinal belgeler yer
alıyor. İki katlı müzede, döneme ait eşyalar,
kılıç, tabanca ve tüfekler de sergileniyor.
Sakarya'nın Geyve
İlçesi Alifuatpaşa
beldesinde bulunan Kuva-yı Milliye Müzesi,
keşfedilmeyi bekliyor. Müzede, Kurtuluş
Savaşı komutanlarından general Ali Fuat
Cebesoy'un Yunan ordusuna karşı kendi eliyle
çizdiği muharebe krokileri de sergileniyor.
Müzede dikkat çeken başka bir eser ise Milli
Mücadele döneminde Rumeli'den Müslüman bir
genç kızın ipek eşarbının bir kısmının
üzerine işlediği Türk bayrağı ve "Gayret et
namusumuzu ve bizi kurtar" feryadını yazdığı
Rumeli haritası. Bunun yanında 29 Ekim
1923'te Cumhuriyet'in ilan edildiği gün
Özbekler Tekkesi postnişini Ata Efendi'nin
eşi Fikriye Özbekler tarafından elle
yapılmış ve işlenmiş Türk bayrağı yer
alıyor. Müze, Sakarya Nehri kenarında,
Merkez Camii'nin hemen arkasında iki katlı
kargir bir yapıdan oluşuyor. 26 adet
etnografik eser ve 47 adet orijinal arşiv
vesikası bulunan müzenin mülkiyeti
Alifuatpaşa Belde Belediyesi'ne ait olmasına
rağmen 1989 yılında alınan Belediye Meclis
kararı ile kullanım hakkı Sakarya İl Özel
İdare Müdürlüğü'ne verilmiş. İl Özel İdaresi
Müdürlüğü tarafından yapılan düzenlemeler
sonrasında 30 Ekim 1989 tarihinde
Türkiye'nin Kuvay-ı Milliye Müzesi olarak
ziyarete açılmış. Müzede, Kuva-yı Milliye
döneminde görev almış şahsiyetlere ait
fotoğraflar, Amasya, Erzurum ve Sivas kongre
metinleri, Atatürk'ün el yazısı ile yazılmış
10. Yıl Nutku fotokopileri, Kuva-yı Milliye
dönemine ait kronoloji, fotoğraflar,
haritalar, duvarlara asılı olarak
sergileniyor.
Bu katta en çok dikkati çeken iki
orijinal eser bulunuyor. Bunlardan biri
Rumelili Müslüman bir genç kızın anlamlı el
emeği göz nuru eseri. Rivayete göre bu
eserin hikayesi de oldukça ilginç. Kurtuluş
Savaşı sırasında Anadolu'daki mücadeleye
destek olmak isteyen Rumelililer yardım
kampanyası başlatır. Bu yardım kampanyasına
Rumelili genç bir kız da katılır. Genç kız
ipek başörtüsünün bir kısmına Türk bayrağı
çizer, Osmanlıca yazıyla da "Gayret et
namusumuzu ve bizi kurtar" ifadelerini
yazar. Ayrıca eşarba Rumeli haritası
işlemesiyle de önemli başka bir mesaj daha
verir: Rumeli'nin Türk yurdunun bir parçası
olduğunu nakış nakış işler. Yardım
malzemelerinin içinden çıkan bu ipek eşarp
parçası müzenin nadide eserleri arasında
bulunuyor.
Müzenin ikinci katı da Alifuatpaşa
beldesinin ismini aldığı Ali Fuat Cebesoy'a
ayrılmış. Burada, Kuva-yı Milliye Genel
Komutanı ve düzenli ordunun Garb Cephesi
Komutanı Ali Fuat Cebesoy Paşa'dan kalan
fotoğraf, belge, hatıra eşya ile şahsi
eşyalar sergileniyor. Ali Fuat Cebesoy'un
Yunan ordusuna karşı kendi elleriyle çizdiği
muharebe krokileri ilgi görüyor. Ayrıca
Kırşehir Çelebisi Cemaleddin Efendi'nin Ali
Fuat Paşa'ya hitaben yazdığı ve Milli
Mücadele'de kendilerinin yanında olduklarını
bildiren mektup, yine aynı Cemaleddin
Çelebi'nin 'İngiliz Muhipler Cemiyeti
azasının menfi çalışmalarının önlenmesi için
Ali Fuat Paşa'ya hitaben yazdığı mektup'
dikkat çeken tarihi belgeler arasında
bulunuyor.
Zaman, Haber: Duran Savaş, 17.01.2012
|
TAYLOR'IN VAN GOGH'U SATILIYOR

Elizabeth Taylor'ın özel resim koleksiyonunda
yer alan Hollanda'nın izlenimci ressamı Vincent
van Gogh'un (1853-1890) eseri gelecek ay
Londra'da Christie's müzayede evinde satışa çıkacak.
ABD'de Hollywood sinemasının en parlak döneminin
yıldızı
Elizabeth Taylor'ın (1932-2011) koleksiyonundaki
38 önemli resim, Christie's açık artırmasına
çıkıyor.
Van Gogh'un sonbahar şaheserlerinden "Vue de
l'Asile et de la Chapelle de Saint-Remy" adlı eseri
11 milyon dolardan açılacak.
Edgar Degas, Camille Pissarro ve Auguste Renoir'nın
başyapıtlarından resimler de Christie's'e giren
örnekler içinde Taylor'ın koleksiyonunda bulunuyor.
Elizabeth Taylor'ın babası Francis Taylor,
Vincent
van Gogh'un bu eserini yine Londra'da 1963'te
Sotheby's müzayede evinden 257 bin 600 dolara kızı
için satın almıştı. Tablonun asıl sahibi hususunda
açılan dava 2007'de sonuçlandı. 1939 yılında Nazi
Almanyası'ndan kaçan Musevi kadının eskiden açtığı
dava, varisleri aleyhine 2007'de ABD Yüksek
Mahkemesi'nin kararıyla çözüldü. Eser, Taylor'ın
mülkiyetinde kaldı.
Taylor'ın iki kez evlendiği İngiliz sinema oyuncusu
ve tiyatrocusu Richard Burton'ın (1925-1984) ona
hediye ettiği 33,19 karatlık (6,7 gram) pırlanta
yüzük 8,8 milyon dolara satılmıştı.
Taylor Vakfı yararına, eşsiz koleksiyon parçası 2-7
Şubat'ta Christie's'in sergi salonunda
görülebilecek.
Habertürk, 17.01.2012
|
KORUMA ALTINDAKİ AHŞAP BİNA KÜL OLDU
İstanbul Kadıköy'de koruma altında bulunan tarihi ahşap bina, henüz belirlenemeyen bir nedenle çıkan yangında büyük zarar gördü. İtfaiye ve polis ekipleri kundaklama olasılığına karşı olay yerinde inceleme yaptı. Yangın dün sabah saatlerinde Rasimpaşa Mahallesi Feritbey Sokağı'nda bulunan 3 katlı ahşap binada çıktı. Sebebi belirlenemeyen yangın kısa sürede ahşap binayı sarınca Kadıköy ve Üsküdar itfaiye ekipleri olay yerine geldi. Sokakların dar olması ve kaldırıma park eden araçlar nedeniyle itfaiye ekipleri yangına müdahale etmekte güçlük çekti. Alevlerin birbirine yapışık diğer ahşap binalara sıçrama ihtimali üzerine vatandaşlar büyük panik yaşadı. Yangın yaklaşık 1 saat süren çalışmadan sonra kontrol altına alındı ancak ahşap bina tamamen kullanılamaz hale geldi. Binanın çökme ihtimaline karşı önlem alınırken; polis de kundaklama olasılığına karşı delil aradı. Olayla ilgili soruşturma başlatıldı.
Sabah, Haber: Erdoğan Yapık, 17.01.2012
|
 |
|
TARİHİ ÇEŞMENİN DOKUSU SIVAYLA YOKEDİLDİ
Çanakkale Savaşları’nın yapıldığı Gelibolu
Yarımadası’nda bulunan tarihi bir çeşmenin dokusu,
üstü sıvanarak yok edildi.
Savaş
sırasında askerlerin su içtiği, Eceabat İlçesi’yle
Şehitler Anıtı Yolu üzerinde bulunan Havuzlar
Şehitliği yanındaki çeşme, tamamen taşlardan
yapılmış. Üzerinde Osmanlıca yazılar bulunan çeşme,
zamanla yıpranınca aslına uygun olarak restore
edilmesi yerine üzeri sıvandı. Çeşmenin yazıların
bulunduğu taşlar ve kemeri dışındaki bütün yüzeyi
sıvayla kapatılarak tarihi doku yok edildi.
Habertürk, 17.01.2012
|
SELİMİYE CAMİİ'NDEKİ TERS LALE MOTİFİ KORUMAYA ALINACAK
UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'ndeki Selimiye Camii'nin müezzin mahfilinin mermer ayağında bulunan ters lale motifi gün geçtikçe kayboluyor.
Selimiye Camii'nin emekli imamı Nadi Ersoy, "Eskiden kabartma ters lale motifi, belirgin olarak görülebiliyordu. Ama artık zor görünür hale geldi. Şu anda ışık yardımıyla dahi zor görünüyor." dedi. Edirne Vakıflar Bölge Müdürü Hayati Binler, özellikle kadınların Selimiye Camii'ndeki ters lale motifinin başında dilek tuttuğunu ifade etti. Bu konuda ziyaretçileri bilinçlendirmeyi amaçladıklarını belirten Binler, "Ters lale motifine el temasını kesme düşüncemiz var. Oraya şeffaf plastik bir koruyucu yapmayı düşünüyoruz." diye konuştu. Yaygın bir rivayete göre ters lale, bu arazide lale yetiştiren arsa sahibinin cami yapımında çıkardığı ters tutumu sembolize ediyor. Bir başka rivayet ise Mimar Sinan'ın hastalanan torunu Fatma ile ilgilendiği günlerde kalfasının koydurduğu yönünde.
Zaman, 17.01.2012
|
 |
HAÇLI İMPARATORUNUN ANITI İÇİN YER BULMA TELAŞI
Silifke-Antalya karayolunun genişletilmesi nedeniyle
ana yoldan uzak kalan Alman İmparatoru Friedrich
1’in (Barbarossa) anıtının yeni bir yere taşınması
için çalışma başlatıldı. Barbarossa 1190’da
Filistin’e haçlı seferine giderken Göksu Nehri’nde
zırhları ağır geldiği için boğulmuştu.
Silifke-Mut karayolu üzerinde yapımı devam eden
duble yol çalışmaları sırasında ana yoldan uzak
kalan Germen İmparatoru Friedrich 1 (kızıl sakallı
olduğu için Barbarossa lakabıyla da anılıyor) anıtı,
Karayolları 51’inci Şube Şefliği ve Silifke
Belediyesi tarafından yürütülecek bir çalışmayla
tekrar ziyaretçilerin hizmetine açılacak. Silifke
Belediye Başkanı MHP’li Bayram Ali Öngel,
Karayolları 51’inci Şube Şefi Mustafa Ersöz, Trafik
Teknik Sorumlusu Volkan Yavuzyolcu, Silifke
Belediyesi Fen İşleri Müdürü Murat Ayaş ve Belediye
İnşaat Mühendisi Semih Yılmaz, Silifke- Konya
karayolu üzerindeki Germen İmparatoru Friedrich
Barbarossa’nın anıtının çevresinde ve Almanya
Federal Cumhuriyeti Ankara Büyükelçiliği’nde görevli
elçi Prof.Dr. Pascal Hector’un anıt için
belirlediği yeni yerde incelemelerde bulundu.
Başkan Öngel, incelemenin ardından yaptığı
açıklamada, yeni bir anıt yapmak üzere Almanya’daki
kardeş şehir Hassloch’tan bir heyet gönderilmesi
amacıyla resmi yazı yazıldığını söyledi. Anıtın
gerek kardeş şehirden gelecek olan heyetle gerekse
Silifke Belediyesi ve Karayolları 51’inci Şube
Şefliği işbirliğiyle yeniden yapılacağını ifade eden
Öngel, çalışmalara kısa bir süre sonra başlanarak
Göksu Nehri’nde boğulan Germen İmparatoru Friedrich
Barbarossa’nın anıtını tekrar turizme açacaklarını
belirtti.
Selçuklu Sultanı II’nci Kılıç Arslan ile barış
içinde serbest geçiş için bir anlaşma yapan
Barbarossa’nın, III’üncü Haçlı Seferi’nde Filistin’e
giderken, Göksu Nehri’nde boğulduğunu anlatan
Belediye Başkanı Bayram Ali Öngel şunları söyledi:
“3 bini tam zırhlı toplam 15 bin askeriyle
ülkesinden 11 Mayıs 1189’da çıkan Friedrich
Barbarossa, 10 Haziran 1190 tarihinde ulaştığı
Silifke’deki Göksu Nehri’ni geçerken üzerindeki
zırhların ağırlığı nedeniyle 67 yaşında boğulmuş. Bu
nedenle Alman vatandaşları halen Silifke bölgesine
geldiğinde, 1971 yılında Alman Büyükelçiliği
tarafından Silifke- Konya karayolunun 9’uncu
kilometresinde hemen yol kenarına yaptırılan
Barbarossa’nın anıtını mutlaka ziyaret ediyor. Ancak
Karayolları tarafından yapılan yol çalışması
nedeniyle anıt yoldan görülmez olmuş. Biz de bir
çalışma başlattık ve anıtı Alman Elçisi Pascal
Hector’un tespit ettiği yere daha güzel bir şekilde
yapacağız.”
Vatan, 16.01.2012
|

 |
DÜNYANIN
EN YAŞLI
SELVİ AĞAC YANDI
ABD'nin Florida eyaletindeki bir parkta bulunan ve "Senatör" adı verilen 36 metrelik selvi ağacı, sabah erken saatlerde alev aldı.
İtfaiye ekipleri, içten içe yanan ağacı kurtarmak için büyük çaba harcadı ancak ağacın önce 6 metrelik bir kısmı, sonra da tamamı devrildi.
Longwood kentindeki "Big Tree Park"ta yer alan ağaç, yaklaşık 3500 yaşındaydı.
Dünyanın en yaşlı beşinci ağacı olan Senatör'ün yüksekliği, 1925 yılındaki kasırgada tepe kısmı kopmadan önce 50 metreye erişmişti.
Radikal, 16.01.2012
|
TOPKAPI SARAYI'NDA DEPREM ALARMI
Kandilli
Rasathanesi olası İstanbul depremine karşı
Topkapı Sarayı Müzesi çalışanlarına
eğitime başladı. Müze Müdürü
İlber Ortaylı'nın
da katıldığı ilk seminerde Jeofizik Yüksek Mühendisi
Seyhun Püskülcü, toplam 120 müze
çalışanına 'ABCD Temel Afet Bilinci'
eğitimi verdi. Sabah Gazetesi'nde
yer alan habere göre, 10 Şubat'ta düzenlenecek
ikinci seminerde mimar Bilgen Sungay,
40 kişilik teknik personele
'Müze
Koleksiyonlarının Depreme Karşı Korunması ve Yapısal
Olmayan Tehlikelerin Azaltılması' eğitimi
verecek.
Topkapı Sarayı'nın sadece Türkiye için değil dünya
mirası için önemli bir eser olduğunu söyleyen
Seyhun Püskülcü, "Bu mirası korumak
ve geleceğe taşımak hepimizin tarihi sorumluluğudur.
Öncelikle müze personelinin başta kendini, daha
sonra müzedeki değerli koleksiyonları depreme karşı
nasıl koruyacağını bilmesi büyük önem teşkil ediyor.
Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem
Araştırma Enstitüsü olarak biz, üzerimize düşeni
yaptık ve müze personeline yönelik bir dizi eğitim
oluşturduk. İlk seminerde ABCD Temel Afet Bilinci
eğitimi kapsamında deprem öncesinde, sırasında ve
sonrasında ne yapması gerektiğini öğrenen müze
çalışanlarına ikinci seminerde 'Müze
Koleksiyonlarının Depreme Karşı Korunması ve Yapısal
Olmayan Tehlikelerin Azaltılması' konusunda bilgi
verilecek." dedi.
Yapı, 16.01.2012
|
RESİM VE HEYKEL MÜZESİ'Nİ TARİHİNDEN KOPARMA
DARBESİ, YA DA VELİAHT DAİRESİ'Nİ İŞGAL ET!
Yetmiş dört
yıldır İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’ne ait olan
Dolmabahçe Sarayı Veliaht Dairesi’nin bir türlü
bitmek bilmeyen restorasyonu bitene kadar, Müze’nin
geçici olarak İstanbul Modern’in yan tarafındaki 5
numaralı Antrepo’ya taşınacağı haberi yeni değil.
Şaşırtıcı olan, Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi yıllardan beri Veliaht Dairesi’nin
restorasyonu için uğraşırken, birdenbire,
İstanbul’un en gözde alanındaki bir antreponun
görülmemiş bir süratle müzeye verilmesi.
Dolayısıyla, Türkiye’de iyi bir şey olmayacağına
dair artık içimize yerleşmiş kötümserliğimiz bu
olumlu gelişmenin ardında da bir bit yeniği aradı
durdu. Atatürk’ün emriyle 1937 yılında, o dönemdeki
adıyla Güzel Sanatlar Akademisi’ne müze olarak
kullanılmak üzere devredilen Veliaht Dairesi’nin bu
manevrayla boşaltılacağına ve çeşitli amaçlar için
kullanılacağına dair pek çok spekülasyon yapıldı.
Ancak, yetkili ağızlardan Üniversite’nin bu mekanı
vermek gibi bir niyetinin olmadığı defalarca
açıklandı. Projeye göre restorasyon bittikten sonra
Resim ve Heykel Müzesi’nin 1950’lere kadar erken
dönem koleksiyonu Veliaht Dairesi’nde, daha yakın
dönem ise Antrepo’da sergilenmeye devam edecekti.
Acaba sadece siyasi erkin ve sermayenin
oportünizmine bağlı olarak yaşamın örgütlendiği bir
zamanda bu gerçekleşebilecek miydi?

Milliyet
gazetesinde 07 Ocak 2012 tarihinde yayınlanan
“Dolmabahçe’ye Meclis Baskını” başlıklı habere göre
“hayır, gerçekleşebilemezdi”. Çünkü haberde Meclis
Başkanlık Divanı’nın geçtiğimiz hafta Veliaht
Dairesi’ne bir baskın yaptığı ve gördükleri manzara
karşısında bu mekanın İstanbul Resim ve Heykel
Müzesi’ne tahsis kararını iptal ettiği ve mekanı
geri aldığı söyleniyordu. Hatta “...Binanın
mezbeleye döndüğünü gören Başkanlık Divanı üyeleri,
kendi aralarında –bekçi polisler olmasa,
şarapçıların mekanı olur– şeklinde yorum”
yapmışlardı. Haberi okuyunca, ister istemez en
azından daha mantıklı bir bahane ve daha düzeyli bir
üslupla bu operasyon gerçekleşseydi diye düşünüyor
insan. Anlaşılan Meclis Divan üyeleri gördükleri bu
mezbeleliğin müze ya da üniversiteyle ilgili değil,
kendilerine bağlı Milli Saraylar Daire
Başkanlığı’nın üstlendiği bir restorasyon sürecinin
sonucu olduğunu algılayamamış. Elbette ki, Veliaht
Dairesi şu anda bir şantiye alanı halinde. Öte
taraftan, yine habere göre Resim ve Heykel
Müzesi’nin koleksiyonu buradan çıkarılacak, Veliaht
Dairesi hızla restore edilecek ve burada Milli
Saraylar’a ait koleksiyon sergilenecekmiş. Pekala,
madem hızlı bir restorasyon olabiliyordu, bütçe
ayrılabiliyordu, bu neden Resim ve Heykel Müzesi
için yapılmadı? Devlet adı verilen sistem ideal
olarak her türlü kültürel mirasa sahip çıkıp
korumaktan sorumlu değil mi? O zaman neden Osmanlı
döneminden itibaren 1970’lere kadar Türkiye’nin en
kapsamlı modern sanat koleksiyonuna sahip bir müzeyi
kurulduğu mekandan çıkarıp, başka yer kalmamış gibi
Milli Saraylar koleksiyonuna yer bulma çabasına
giriyor? Bu durumda da ister istemez asıl meselenin
Veliaht Dairesi’nin uzun zamandır öngörülen ve kimi
yerde dillendirilen daha geniş ve siyasi bir proje
için kullanılma olasılığı akla geliyor...
Sarayların birer birer
otel zincirlerine teslim edildiği ve “kültürel
dönüşüm” adı altında AVM’lerin tarihin yerini aldığı
bir dönemden söz ediyoruz. Veliaht Dairesi de
iktidarın “Saraylı” olma hevesiyle Müze’nin
çevresini adeta bir hükümet konağı kompleksi haline
getirdiği bir alanın merkezinde. Bu yüzden “Meclis
baskınının” ardında ihmal edilen kültüre sahip çıkma
hizmetinin olduğuna inanmak pek kolay değil. Bir
ülkenin sanat tarihine vurulan bu darbenin altında
imzası bulunan kişiler için bu olay tarih önünde ne
büyük bir talihsizliktir...
İlginç bir biçimde,
Veliaht Dairesi’nin Resim ve Heykel Müzesi’nden
alındığına dair bu haberle ilgili olarak basın ve
sanat çevrelerinden halen bir tepki gelmedi. Emek
Sineması’nda olduğu gibi kültürel belleğine sahip
çıkan kitlelerin şu andaki sessizliğini anlamak
mümkün değil! İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nin
Veliaht Dairesi’nde kalmasının önemine dair bir
tartışma için belki de artık çok geç... Ama en
azından söz konusu karar ve gerekçeleri hakkında
sessizliği bozmak için bir çift laf etmenin tam
zamanıdır.
İstanbul Resim ve Heykel
Müzesi, Türkiye’nin ilk modern sanat müzesidir.
1970’lere kadar ülkenin tek sanat müzesi olduğu için
şu anda başka hiçbir kurumun sahip olmadığı müthiş
bir koleksiyonu vardır. Ve bu müze Veliaht
Dairesi’nde kurulmuştur. Bilindiği gibi, pek çok
yönüyle Fransız Devrimi’nden esinlenen Cumhuriyet
ideolojisi, sanat söz konusu olduğunda da kraliyet
koleksiyonlarını yurttaşına devreden ve bu kararını
da koleksiyonları daha önce aristokrasinin gezindiği
saray koridorlarında sergileyerek pekiştiren
devrimci devlet anlayışının temsili olan Louvre
Müzesi modelini izlemiştir. O dönemde bütün büyük
Avrupa şehirlerinin takip ettiği bu model
ulus-devlet, modernite ve kamusal sanat müzesinin
doğuşunun birbiri içine geçmiş ilişkilerinin bir
uzantısıdır. Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin Louvre’u
da, Atatürk’ün emriyle elbette yıkılan Osmanlı
İmparatorluğu’nun en can alıcı yerinde, Padişah’ın
veliahdının kaldığı dairede, yeni ulus-devletin
simgesi olarak kurulmuştur.
O nedenle ne Veliaht
Dairesi sadece Dolmabahçe Sarayı’na ait bir mekan,
ne de Resim ve Heykel Müzesi salt bir sanat
koleksiyonudur. Sanat tarihinin ulus tarihiyle
örtüştüğü bir sürecin sonucu olarak, bu ikili
birarada Türkiye’nin tarihinin bir parçasıdır.
Dolayısıyla müze, ancak o dönemin ideolojisine göre
dönüştürülmüş Veliaht Dairesi’nin içinde kendini
tanımlayabilir, koleksiyonu bu mekanın taşıdığı bu
özgün ve tarihsel “aura” ile beslenebilir. Veliaht
Dairesi de ancak Türkiye’nin ilk kamusal sanat
müzesinin kurulduğu bir mekan olduğu sürece önemini
koruyabilir. Bu ikisi, ancak birarada, eleştirilsin
eleştirilmesin Türkiye’nin geçirdiği önemli
dönüşümün görsel temsili olduğu sürece anlamını
devam ettirebilir. Tam da bu nedenle, Louvre Müzesi,
giderek büyüyen koleksiyonuna rağmen Louvre
Sarayı’ndan çıkıp modern ve büyük bir binaya geçmek
yerine, müzenin imajını çağdaşlaştıran mimar I. M.
Pei’in Piramid’ine milyonlarca avro harcamıştır.
Fransa Louvre Müzesi’yle sadece sanatına değil,
geçmişine sahip çıkmaktadır. Veliaht Dairesi’ndeki
Resim ve Heykel Müzesi güncel olmak için değil, bir
tarihi korumak, hatırlamak ve gerekirse müzenin
aracılığıyla bir dönemin eleştirisini yapmak için
vardır.
Esas olarak kamusal
müze, tarihyazımı, modernlik ve ulus-devlet
arasındaki bu ilişki, sanatın örgütlenmesi ve sanat
tarihinin yapılanmasını da ortaya çıkaran bir
mekanizma olduğuna göre, Resim ve Heykel Müzesi ile
Veliaht Dairesi arasındaki bu semiyolojik ilişkinin
bozulması, Türkiye’deki sanatı ve tarihini etkileyen
ciddi bir darbe olarak görülmeli. Ağırlıklı olarak
Veliaht Dairesi ile ilgili sorunlardan ötürü Resim
ve Heykel Müzesi’nin uzun dönem aralıklarıyla kapalı
kaldığı ve sanat ortamının işlevsiz bir müzeyle baş
başa kaldığı gerçeği yadsınamaz. Her şeye rağmen
Resim ve Heykel Müzesi, Akademi’nin yıllardır
sürdürdüğü çaba sayesinde yok olmamış, müzeolojik
bir tartışmayı canlı tutmuş, müzenin sanat
ortamındaki varlık ile yokluk arası konumu aslında
Türkiye’ye özgü bir sanat tarihi yaratmıştır. Bu
geçmiş, belki beş sene önce bu kadar önem
taşımıyordu. Ama sanatın finans dünyasıyla
eklemlendiği, özel müzelerin sanat tarihi yazmaya
başladığı, sanatın modernizmini tanıyamadan onun
ötesine geçtiği bir deneyimin yaşandığı bu dönemde
artık tarihe eskisinden daha fazla ihtiyacı var.
Giderek eksikliği daha fazla hissedilen, modernizmin
dinamikleriyle oluşmuş bir sanat tarihi Veliaht
Dairesi’nin tamamladığı bir Resim ve Heykel
Müzesi’nde yazılmalıdır ki, ondan sonra çoklu
anlatılarla beslenen alternatif sanat tarihleri de
yazılabilsin…
Ama kabul etmek gerekir
ki, İstanbul Resim ve Heykel Müzesi bu görünmez
haliyle, ne koleksiyonunu piyasanın baskısına karşı
koruyabilir, ne de Veliaht Dairesi’ni elinde
tutabilir. Açık ki yeni düzenin, Resim ve Heykel
Müzesi’nin sessiz sedasız bile olsa Veliaht
Dairesi’nde kalmasına tahammülü yok! Müze tamamen
yok olmamak için görünür olmak zorunda. Türkiye’de
artık kamuoyunun, en azından oy potansiyeli düşük
kesimin fikrinin hiçbir şeyi etkileyemeceğini kabul
etmiş durumdayız. Ancak, müzenin şu anda müthiş bir
gücü var: sanat... Paraya, politikaya, İstanbul’un
küresel imajına dönüşebilen sanat... Resim ve Heykel
Müzesi Antrepo’da elindeki koleksiyonun değerini
gürültülü, tantanalı bir biçimde göstermeyi
başarırsa, müzenin İstanbul’un küreselleşme projesi
için vazgeçilmez bir unsur olduğu konusunda karar
verici aktörleri ikna edebilir. Bu noktada, büyük
sermayelerin sahip olduğu sanat kurumları söz konusu
olduğunda sonsuz bir hoşgörü ve iyi niyetle
desteğini gösteren, ya da sadece güncel sanatla
ilgilenen artokratlar güruhunun da heyecan dolu
mesailerinin bir kısmını müzeye ayırmalarının
faydası olacaktır kuşkusuz. Böylelikle Veliaht
Dairesi’nin restorasyonu bittiğinde, Resim ve Heykel
Müzesi Antrepo’yu da içeren ikili bir sergileme
düzeniyle hem sanat tarihini hem de çağdaşa yakın
sanat üretimlerini birarada sunabilen güçlü bir
kamusal sanat müzesi olarak cümle alemin karşısına
çıkabilir. Yoksa ne tarihi, ne aurası dikkate
alınmadan, son derece basit bir üslupla apar topar
Veliaht Dairesi’nden çıkarılan Resim ve Heykel
Müzesi’nin, birkaç yıl içinde Galataport adı verilen
bir kentsel dönüşüm projesinin altında Antrepo’dan
da aynı üslupla atılmayacağının garantisini kim
verebilir? Belki müze hiçbirimizin hayatına Emek
Sineması ya da Beyoğlu kadar dokunamadı. Ama bazı
tarihi değerler vardır ki, bizimle hiç konuşmasalar
bile onları korumak kendimizi korumaktır. Müze
yıllardır bizden bir ses bekledi. Artık zamanıdır!
Bütün dünya “işgal et” (occupy)
furyasıyla sallanırken belki şimdi de bizim işgal
zamanımız gelmiştir! Sadece sanata değil, tarihe
sahip çıkmak için... Halen birilerinin
umurundaysa...
e-skop.com, 16.01.2012
|
JİTEM KAZISI ARKEOLOG DENETİMİNDE SÜRÜYOR

Diyarbakır'da 1993-1999 yılları
arasında JİTEM karargahı olarak kullanılan binanın
yan tarafında başlatılan ve şu ana kadar 11 kafatası
ile çok sayıda insan kemiği bulunan bölgede kazı
çalışmaları sürüyor.
Diyarbakır'da 1993-1999 yılları arasında
JİTEM karargahı olarak kullanılan binanın yan
tarafındaki kazı çalışması sürüyor. Son 4 gün içinde
bulunan 11 kafatası ve çok sayıda kemik adli tıpta
muhafaza altına alındı.
Faili meçhul cinayetlere ışık tutması beklenen
kemiklerin kimlere ait olduğu, yapılacak DNA testi
ardından netlik kazanacak.
Diyarbakır özel yetkili cumhuriyet savcıları
Osman Coşkun ve Mustafa Baklacı gözetiminde
gerçekleştirilen kazı çalışmaları büyük titizlik
içinde yapılıyor. Bölge sit alanı olduğu için iş
makineleri kullanılamıyor. Arkeologların
denetimindeki kazılar kazma ve küreklerle yapılıyor.
Polisin olağanüstü güvenlik önlemi aldığı bölgeye
basın mensupları dahil kimse yaklaştırılmıyor.
Kültür Bakanlığı tarafından restorasyon çalışmaları
sürdürülen
Diyarbakır'ın Suriçi semtindeki İç Kale
bölgesinde, doğalgaz boruları döşemek için Çarşamba
günü kazı yapılmıştı.
JİTEM Grup Komutanlığı'nın, 1999 yılına kadar
sorgu ve işkence üssü olarak kullandığı eski Merkez
Kapalı Cezaevi'nin yan tarafında yapılan kazıda
insanlara ait olduğu değerlendirilen 6 kafatası ve
çok sayıda kemik bulundu.
Hz. Süleyman Camii'nin arka tarafında eski
cezaevinin duvarının dibinde kafatası ve kemik
parçalarına rastlanınca durum polise ve savcıya
bildirildi. Olay yerine gelen savcı, bütün bölgenin
güvenlik çemberine alınmasını istedi. Genişletilen
kazı çalışmalarında 5 kafatasına daha ulaşıldı.
Güneydoğu'daki faili meçhuller sebebiyle isminden
sıkça söz edilen Sur İçi'ndeki
Jitem merkezinin bulunduğu bölgede çıkan
kemiklerin, faili meçhule kurban giden kişilere ait
olabileceği ihtimali üzerinde duruluyor.
Güneydoğu'da 1990'lı yıllarda işlenen
faili meçhul cinayetlere ilişkin olarak son 2
yılda 7 farklı ilde yapılan kazılarda 938 kemik
bulundu. Adli Tıp Kurumu, bunların 530 tanesinin
hayvanlara ait olduğunu açıkladı, diğer kemiklerle
ilgili DNA araştırması ise sürüyor.
Habertürk, 16.01.2012
******
KAFATASI 15'E ÇIKTI, BÜTÜN İÇKALE
KAZILACAK

Diyarbakır'da 'karanlık dönem' olarak bilinen
1990'lı yıllarda işlenen faili meçhul
cinayetlerle ilgili başlatılan kazı çalışmasında
sürpriz bir gelişme yaşandı.
Özel yetkili savcılar, bir dönem cezaevi ve
JİTEM Grup Komutanlığı olarak kullanılan
binaların da içerisinde yer aldığı tarihi
İçkale bölgesinin tamamını kazma kararı
aldı. Arkeologların gözetiminde yapılan
kazılarda dün çıkan 4 kafatasıyla birlikte
şu ana kadar 15 insana ait çok sayıda kemik
parçasına ulaşıldı.
Başvuruda kazıların kazma kürek yerine iş
makinelerinin yardımıyla daha dikkatli bir
şekilde yürütülmesi için izin istendi.
Kurulun vereceği karar doğrultusunda
çalışmalar yeniden şekillenecek. İş
makinesine izin verilmemesi halinde
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı kazı
çalışmasını yapan personel sayısını
artıracak. Kazı çalışmalarında çıkartılan
kafatası ve kemikler, Diyarbakır Adli Tıp'ta
muhafaza altında tutuluyor. Kazı
çalışmalarının bitmesinin ardından kemikler
İstanbul Adli Tıp Kurumu'na yüksek koruma
şartları altında gönderilerek DNA testine
tabi tutulacak. Adli tıp uzmanları
tarafından Diyarbakır'da uçağa en son kargo
olarak konulacak kemikler, İstanbul Atatürk
Havalimanı'nda herhangi bir karışıklığın
meydana gelmemesi için ilk kargo olarak
alınacak. Kafatası kemiklerinin bulunmasının
ardından, 1990'lı yıllarda yakınlarını
kaybedenler, özel yetkili savcılara
başvurdu. Kayıp yakınları, DNA için kan
verme talebinde bulundu. Ancak savcılar,
kemiklerin adli tıbba gönderilmesinin
ardından kan örneklerinin alınacağını
belirtti. İHD Diyarbakır Şube Sekreteri Raci
Bilici, JİTEM'in karargahı olarak kullanılan
bölgenin kazılması için geçmişte de
girişimleri olduğuna dikkat çekti. Bilici,
"Biz buranın açılması gerektiğini bir yıl
önce söyledik. Talepte bulunduk; ama
savcılık izin vermedi. Tesadüfle ortaya
çıktı." şeklinde konuştu.
Kültür Bakanlığı tarafından restorasyon
çalışmaları sürdürülen Diyarbakır'ın Suriçi
semtindeki İçkale bölgesinde, doğalgaz
borusu döşemek için geçtiğimiz çarşamba günü
kazı yapılmıştı. JİTEM Grup Komutanlığı'nın,
1999 yılına kadar sorgu ve işkence üssü
olarak kullandığı eski Merkez Kapalı
Cezaevi'nin yan tarafında yapılan kazıda
insanlara ait olduğu değerlendirilen 6
kafatası ve çok sayıda kemik bulundu. Olay
yerine gelen savcı, bütün bölgenin güvenlik
çemberine alınmasını istedi. Genişletilen
kazı çalışmalarında 5 kafatasına daha
ulaşıldı. Bölgede çalışmalar savcı
nezaretinde devam ediyor. Güneydoğu'da
1990'lı yıllarda işlenen faili meçhul
cinayetlere ilişkin olarak son 2 yılda 7
farklı ilde yapılan kazılarda 938 kemik
bulundu. Adli Tıp Kurumu, bunların 530
tanesinin hayvanlara ait olduğunu açıkladı,
diğer kemiklerle ilgili DNA araştırması ise
sürüyor. 1994 yılında gözaltına alındıktan
sonra kaybolan 6 kişinin kemikleri,
yakınlarından alınan DNA ile uyuşmuştu.
Zaman, Haber: İsmail Avcı, 18.01.2012
|
ÇİN'DE YENİ DİNOZOR TÜRÜ KEŞFEDİLDİ

Çin ve Japon bilimadamları, Çin’in doğusundaki
Cıciang eyaletinde yeni dinozor türü keşfedildiğini
duyurdu.
Ulusal basındaki haberlerde, yeni keşfedilen
türün Ornithischian türünde olan ve kuş kalçalı
dinozorlar olarak da adlandırılan bir dinozor
türünün iskeletlerinin incelenmesi sonucu ortaya
çıktığı kaydedildi.
Bilimadamlarının üç yıl boyunca iyi bir şekilde
muhafaza edilmiş iskeletleri incelemesinin ardından
bir hükme vardığı belirtilirken, yeni bulunan türe
"Yueosaurus Tiantaiensis" adı verildiği, Çince
olarak da "Tientay Yüe Dinozoru" dendiği kaydedildi.
Yeni türün bugünlerde Tientay olarak adlandırılan
kasabada bulunması ve eski dönemlerde 2 bin 500 yıl
evvel Yüe devletinin o bölgede yaşaması nedeniyle bu
ismin verildiği belirtildi.
Keşfedilen yeni türle ilgili çalışmanın bir İngiliz
dergisi olan Mesozoik Araştırmalar dergisinde
basıldığı ifade edildi.
Ornithischian türündeki Ornitopod ailesinden olan
dinozorun Asya’da nadir görülen bir tür olduğu, bu
türün otçul, hızlı koşabilen iki ayaklı küçük
dinozorlar olduğu kaydedildi.
Bu türler yoğun bir şekilde Kuzey Amerika’da
görülüyor ve Asya’da nadir olarak bulunduğu
belirtiliyor.
Çin’de bulunan yeni türün ise gagalı, otçul ve
1,5 metre boyunda olduğu, eyalette bulunan en küçük
dinozor türü olarak kayda geçtiği ifade edildi.
Cıciang eyaleti Çin’de dinozor ve dinozor
yumurtası fosilleri açısından zengin bir bölge
olarak biliniyor. Bu yeni türün keşfinden evvel yine
aynı bölgede 3 otçul ve bir etçil tür keşfedilmişti.
Akşam, 16.01.2012
|
İŞKENCELERİYLE ÜNLÜ SANSARYAN HAN PAYLAŞILAMIYOR
Ermeni Patrikliği’nin işkencehaneleriyle ünlü İstanbul Sirkeci’deki Sansaryan Han’ı geri almak için mahkemeye başvurması, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nü harekete geçirdi.
Habertürk’e konuşan Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, “Sansaryan Han 76 yıldır mazbut vakıf statüsünde. Hiçbir zaman cemaat vakfı olmadı” dedi. “Ermeni Patrikliği iyi niyetli davranmıyor” ifadesini kullanan Ertem “İyi niyetli olsalardı önce mazbut vakıf statüsünün kalkması için hukuki yollara başvururlardı. Ama bu duruma itiraz edemezler. Sansaryan Han’ın mazbut vakıf olmasının üzerinden 76 yıl geçmiş. İdari işleme itiraz 60 günle sınırlıdır. En önemlisi ise kanun hükmüyle mazbut vakıf statüsüne alınan bir gayrimenkulün geri verilmesi mümkün değil. Karara itiraz edeceğiz. Gerekli hazırlıkları yapıyoruz” ifadesini kullandı.
İstanbul 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin Sansaryan Han hakkında kendi görüşlerine başvurmadan tedbir kararı aldığını belirten Ertem, şöyle konuştu: “Basında çıkan bazı haberlerde tedbir kararından dolayı Vakıflar Genel Müdürlüğü olarak Sansaryan Han’ı kiralayamayacağımız yazıldı. Bu doğru değil. Tedbir kararı, satış ve el değiştirmeyle ilgili. Vakıflar olarak idare ettiğimiz hiçbir gayrimenkulü satma yoluna gitmediğimiz gibi Sansaryan Han’ı da satma gibi bir düşüncemiz zaten olamaz. O yüzden böyle bir kararın alınmasına gerek yok. Ancak satış hali dışında her türlü yatırım tasarrufunda bulunabiliriz.’’
Habertürk, Haber: Bülent Günal, 16.01.2012
|
 |
MOR LOOZOR'U DEFİNECİLERDEN KORUYAN YOK

Mor Lazoor daki rahip ve rahibelerin, üzerine çıkıp çile çektikleri İnziva Kulesi ayakta kalan son kule. Ama o da kazılarla yıkılmak üzere.
Mardin’in Midyat
İlçesi'ne bağlı Habsunnes
Köyü’ndeki Mor Lazoor Manastırı son yıllarda
definecilerin uğrak yeri haline geldi. Devlet,
2008’de manastırın yolunu ihale açıp sattı. Dünyaca
ünlü kanser uzmanı Prof.Dr. Fuat Oduncu, İsviçreli
dünya şampiyonu boksör Roberto Belge
ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in
büyükannesinin köyü olan Habsunnes’teki manastırın
en önemli özelliği, güneşe tapanlardan kalma bir
tapınağın üzerine inşa edilmiş olması.
Ne var ki son yıllara kadar sağlam olan tapınak
artık içler acısı halde. Manastır aynı zamanda
bölgede sağlam kalan son inziva kulesine de sahip.
Rahip ve rahibelerin yaz
kış üzerine çıkıp çile çektikleri
kule, temeline yapılan kazılar yüzünden yıkılma
tehlikesiyle karşı karşıya.
Mıhallemi Dinler Diller ve Medeniyetler Arası
Diyalog Derneği Başkanı Mehmet Ali Aslan ve Midyat
Süryani Derneği Başkanı Yuhanna Aktaş’ın umutları
tükeniyor.
2008’e kadar neredeyse hiç dokunulmayan manastırın,
bu tarihten sonra garip bir biçimde define
avcılarının hedefi haline geldiğini belirten Aktaş,
“2008’de şikayet ettik. Rapor tutuldu. O rapordan
sonra manastır daha fazla tahrip edildi” diyor.
Noel’de kaymakama sözlü olarak şikayetini ilettiğini
belirten Aktaş, “Gereğini yapacağız dedi.
1 hafta içinde daha fazla kazılmaya başladı.
Bilinçli bir tahrip var. Hem din düşmanlığı ve hem
definecilikten şüpheleniyorum” diyor. Aktaş’ın ‘aydın
ve sosyal demokrat’ olarak tanımladığı Kültür ve
Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay’a da bir mesajı var: “Yıkılan
yıkıldı, yakılan yakıldı. Camileştirilen
camileştirildi. Ortak miras olan bu yapıları bir
avuç insan koruyamıyoruz. Bari kalanları korumak
için yardım edin.”
Tapınağı korumak için 2008’de mücadeleye başlayan
Mehmet Ali Aslan ise kaymakamlık ve valiliğe 10’a
yakın başvuru yapıldığını anlatıyor. 2011
sonbaharında bir gece gördükleri ışık üzerine 3-4
köylüyle manastıra gittiklerini ve iki korucuyla
karşılaştıklarını anlatan Aslan, “Nöbet tuttuklarını
söylediler. Ama nöbet tutuluyorken bu yağma oluyorsa
daha feci” diyor.
Radikal, Haber: Enis Tayman, 16.01.2012
******
MANASTIRA İNSANSIZ HAVA ARAÇLI KORUMA TALEBİ
Mardin’in Midyat İlçesi Mercimekli
Köyü'nde
Süryanilere ait olan 3 bin yıllık tarihi Mor Loozor
Manastırı define avcıları ve tarihi eser yağmacıları
tarafından talan edildi.
Süryaniler manastırın korunma altına alınmasını
istedi. Mıhallemi Dinlerarası Diyalog Derneği
Başkanı Mehmet Ali Aslan, “Burası ciddi anlamda
korunana kadar geceleri insansız hava araçları
tarafından gözetlenmesini istiyoruz. Çünkü başka bir
çaremiz kalmadı” dedi. 1970’lere kadar içinde ibadet
edilen manastır,
Süryani vatandaşların köyden göç etmesiyle
sahipsiz kaldı. Yıllardır turizme kazandırılması
gündemde olan manastır, define arama kazıları
nedeniyle harabeye döndü.
Midyat Süryani Kültür Derneği Başkanı Yuhanna
Aktaş
ve Mıhallemi Dinler Arası Diyalog
Derneği Başkanı Mehmet Ali Aslan bu duruma tepki
gösterdi.
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay’dan yardım isteyen Dernek Başkanı
Yuhanna Aktaş, manastırın
koruma altına alınması talebinde
bulundu.
Milliyet, Haber: Mehmet Halis İş,
18.01.2012
|
BİN YILLIK TEKNE DENİZLE BULUŞACAK

Marmaray ve metro projeleri
kapsamında yürütülen arkeolojik kazılar sırasında
Yenikapı'da bulunan ve ''Dünyanın en büyük batık
gemi koleksiyonu'' olarak kabul edilen 36 eserden
''Yenikapı 12'' adlı teknenin replikasyonu
yapılacak. Orta çağ dönemine ait olduğu tahmin
edilen 9,64 metre uzunluğunda ve 2,60 metre
genişliğindeki teknenin kopyası, 2013 yılında denize
indirilecek.
İstanbul
Üniversitesi (İÜ) Taşınabilir Kültür Varlıklarını
Koruma ve Onarım Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr.
Işıl Kocabaş, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
Yenikapı'da 2004 yılında başlayan ve hala devam eden
kazılarda binlerce eserin yanında 36 adet ahşap
tekne ve gemi kalıntısının bulunduğunu belirtti.
MS 5 ve 10. yüzyıllar arasında inşa
edilen bu batıkların ''Dünyanın
en büyük batık gemi koleksiyonu'' olarak kabul
edildiğini aktaran Kocabaş, batık gemilerden 28'i
üzerinde bilimsel çalışmaların üniversitenin
Taşınabilir Kültür Varlıklarını Koruma ve Onarım
Bölümü (TKVKO) Sualtı Kültür Kalıntılarını Koruma
Anabilim Dalı uzmanları tarafından, bölüm ve proje
başkanı Ufuk Kocabaş'ın liderliğinde sürdürüldüğünü
hatırlattı.
Kocabaş, Yenikapı batıklarının çok az bilinen bir
dönemin teknolojisini temsil ettiğini, bir
arkeolojik sitede toplu halde bulunduğunu ve oldukça
sağlam durumda günümüze ulaştığını kaydetti.
Gemi yapım teknolojisinde erken ve Orta Bizans
döneminin, babadan oğula geçen geleneksel inşa
yönteminden, günümüzde hala kullanılmaya devam eden
yeni bir tarzın tasarlanmaya ve uygulanmaya
başlandığı dönem olarak bilindiğini aktaran Kocabaş,
şöyle konuştu:
''400 ile 600 yıllık bir periyotta batmış olan
Yenikapı tekne ve gemileri, bu teknoloji evriminin
izlerini ahşapları üzerinde günümüze taşımış. Bu
aşamalı geçişin en güzel örneklerinden biri
Yenikapı 12 batığı. Geleneksel yapım
felsefesinin karakteristik özelliklerine sahip olan
Yenikapı 12 batığı, bu yapım yönteminin MS 9.
yüzyıla kadar sürdüğünü kanıtlamakta; aynı zamanda
modern yönteme geçişte, ustasının yaptığı inşa
çözümlemelerini yansıtmaktadır. Tekne, amfora
yükünün yanı sıra gövde elemanlarının çoğunun
dağılmadan, orijinal yerlerinde günümüze ulaşmış
olması nedeniyle biçimi, tasarımı ve döneminin gemi
inşa teknolojisi hakkında eşsiz bilgileri
barındırmaktadır.''
"YENİ KAPI 12"NİN ÜZERİNE DOKTORA TAEZİ
Kocabaş, projenin birinci basamağını ''Yenikapı
12''nin yapım tekniği ve rekonstrüksiyonu
üzerine yapılan doktora tezinin oluşturulduğunu,
tezde ''Yenikapı
12'' batığının nasıl tasarlandığı, nasıl inşa
edildiği ve yapım tekniğinin Akdeniz gemi inşa
yöntemleri arasındaki yerinin araştırıldığını ve
tekne kalıntısının müzede yeniden kurulma ve replika
yapımı süreçlerinin yer aldığını belirtti.
Bu kapsamda kazı alanında ''Yenikapı
12'' gövdesinin kütlesinin 3 boyutlu olarak
kaydedildiğini, foto-mozaiklerinin yapıldığını
bildiren Kocabaş, ''Kazı laboratuvarında teknenin
tüm ahşap elemanları ayrı ayrı faroarm cihazı ile
gerçek boyutlarında çizilerek 3 boyutlu olarak
bilgisayar ortamında çizilmiştir. Ahşaplar
üzerindeki yapılan detaylı analizler sonucunda,
inşasında kullanılan standart birimler, yapım
ustasının işaretleri, kullandığı aletler, ahşap
elemanın bir ağacın neresinden elde edildiği gibi
pek çok bilgiye ulaşılmıştır. Üç yıl süren
değerlendirmeler sonucunda 'Yenikapı
12'nin boyutları, kaybolmuş kısımlarının biçimi
ve tasarım ilkeleri belirlenmiştir. Bu verilere göre
teknenin restitüsyon çizimleri yapılmıştır. Daha
sonra bu çizimler etlendirilerek teknenin deniz
üzerinde ve liman içindeki durumunu gösteren
illüstrasyon ve animasyonları hazırlanmıştır''
ifadelerini kullandı.
"YENİKAPI
12"NİN ÖZELLİKLERİ
Kocabaş, ''Yapılan araştırmaların sonuçlarına göre 'Yenikapı
12', MS 9. yüzyılda denizlerde seyir eden, tek
direkli ve Latin yelkenli küçük bir ticaret
teknesidir. Kapasitesi için tasarlanmış ve inşa
edilmiş olan teknenin gövdesi fazla yük alabilmek
için düz dipli ve kavisli bir karinaya sahiptir. Düz
dipli gövde yapısı, sığ limanlara ve koylara kolayca
girebilme; baş kısmının daha geniş inşa edilmesi,
teknenin güçlü dalgalarda kullanılma kabiliyetini
arttırmaktadır. 9,64 metre uzunluğunda ve 2,60 metre
genişliğindeki 'Yenikapı
12' teknesi, ambarında ortalama 180 adet şarap
dolu amfora taşımaktadır'' dedi.
''Yenikapı 12'' teknesinin bir replikasının
yapılmasına karar verildiğini dile getiren Kocabaş,
şunları kaydetti:
''Burada hedeflenen amaç, elde edilen teorik
bilgiler ışığında MS 9. yüzyıla ait bir Ortaçağ
teknesinin o zamanki şartlarıyla inşa edilerek
teknenin yapımı ve o sırada yaşananlar hakkında daha
fazla bilgiye ulaşmaktır. İnşasında kaç usta
çalışmış, malzemenin temini, gövde ahşaplarının
birbirine hizalanması, bunların monte edilmesi gibi
aşamalar ne kadar sürmüş, usta geleneksel yapım
tarzında ne gibi zorluklar yaşamış, iki farklı yapım
yöntemini nasıl bir araya getirmiş ve bunun gibi pek
çok merak edilen hatta akla gelmeyen soruya cevap
aramaktır. Deneysel arkeoloji konusuna giren bu
çalışmada 'Yenikapı 12', yapımında kullanılan
aletlerle, ustasının ağacı işlemesinden başlayarak,
tekneyi oluştururken izlediği kurulum sırası ve inşa
yöntemine sadık kalarak tekrardan inşa
edilecektir.''
Projenin hazırlıklarının devam ettiğini vurgulayan
Kocabaş, ''Başlangıç için belirlenen tarih 2012 yılı
yaz ayları. 2013 yılı ortalarında da geminin
tamamlanarak denize indirilmesi hedefleniyor. Ancak
başlama tarihini belirleyen en önemli faktör gerekli
olan finansmanın bulunması'' dedi.
"REPLİKA TAMAMLANDIKTAN SONRA DENİZE
İNDİRİLECEK"
''Yenikapı 12'' replikasının, İstanbul Arkeoloji
Müzeleri bahçesinde ya da İstanbul Üniversitesi
Rektörlüğünün Beyazıt'taki tarihi bahçesinde halka
açık olarak yapılmasının planlandığını belirten
Kocabaş, şunları kaydetti:
''Bu sayede müzeyi gezenler, aynı zamanda bu
çalışmaları seyretme ve o dönem gemi inşası hakkında
bilgi sahibi olma şansına ulaşacak. Ayrıca bu sürece
paralel olarak çeşitli etkinlikler ve konunun uzmanı
kişilerin verecekleri konferanslar da olacak. Tüm
sürecin bir belgesel olarak hazırlanması da proje
kapsamında gerçekleştirilecek. Replika
tamamlandıktan sonra denize indirilecek ve 'Yenikapı
12', müze ziyaretçilerine bir Orta Çağ teknesinde
muhteşem bir seyir tecrübesi yaşatarak, denizlerdeki
yarım kalan hayatına farklı bir amaçla devam
edecek.''
Habertürk, 16.01.2012
|
SGK ÜSTÜNE ALINMIYOR, KARAR MAHKEMENİN

Emek Sineması’nın geleceğine ilişkin tartışmalar
sürerken, Emekli Sandığı’ndan binanın satışıyla
ilgili yetkiyi ve işlemleri devralan Sosyal Güvenlik
Kurumu topu tamamen mahkemeye attı. Mahkeme, Koruma
Kurulu’nun verdiği onayın yürütmesini durduran idare
mahkemesinin kararını bozmazsa SGK restorasyon
sürecinin başlamasına itiraz etmeyecek.
Emek Sineması tartışmasında, Kamer İnşaat temsilcisi
Levent Eyüboğlu, Bakan
Ertuğrul Günay, Mimarlar Odası gibi ilgili
taraflar görüşlerini açıklamıştı. Kamer İnşaat,
Emekli Sandığı ile 1993’te yapılan, ancak
kiracıların tamamen boşaldığı tarih olan 2008’den
sonra geçerli olacak sözleşme gereği yapılacak
restorasyon projesinin Emek Sineması’nı ortadan
kaldırmayacağı görüşünde. Bakan Günay, Kamer
İnşaat’ın sinemayla ilgili taahhütlerinden ikna
olmuş görünüyor. Mimarlar Odası ise başlattıkları ve
ilk raundunu aldıkları hukuk mücadelesini sonuna dek
sürdürme kararlılığında. Ancak, binayı 1993’te 25
yıllığına Kamer İnşaat’a kiralayan Emekli Sandığı’nı
çatısı altına alan SGK, konuyla ilgili sessizliğini
koruyor.
Emek’le ilgili tartışmaları başından beri
sayfalarına taşıyan
Radikal, konuyla ilgili görüşlerini almak için
SGK Başkanı Fatih Acar’a başvurdu. Acar, konuyla
ilgili konuşmak yerine basın müşavirliği
aracılığıyla mesaj göndermeyi tercih etti:
“Sözleşme Emekli Sandığı döneminde imzalanmış. Uzun
süre binadaki kiracılar boşaltılamadığı için
sözleşme yükümlülükleri yerine getirilememiş. Bina
boşaldığında, kiracı şirketin projesi Anıtlar Yüksek
Kurulu tarafından onaylanmış. Ancak Mimarlar Odası
konuyu yargıya taşımış ve İdare Mahkemesi kurulun
kararının yürütmesini durdurmuş. Şimdi konu temyiz
aşamasında. Eğer Temyiz Mahkemesi Anıtlar Kurulu
kararını uygun bulursa, SGK sözleşme
yükümlülüklerine uygun davranacak. Mahkeme olumsuz
görüş bildirirse projenin başlaması mümkün
görünmüyor. Dolayısıyla mahkeme kararı çıkıncaya dek
Emek Sineması konusunda herhangi bir adım
atılmayacak.”
Radikal, 15.01.2012
******
ÜST KATA
TAŞINACAKMIŞ!
Emek Sineması'nda projenin mimarı Fatih Kesgün, Emek
Sineması'nın kapılarını basın mensuplarına açtı.
Tartışmalara neden
olan Cercle D'oirent ve
Emek Sineması projesini üstlenen Kamer İnşaat
yetkilileri ve projenin mimari Fatih Kesgün,
Emek Sineması'nın kapılarını basın mensuplarına
açtı.
Emek Sineması salonundan hiçbir parçanın
sökülmediğini, her bir metrekaresinin rölevesinin
yapıldığını belirterek
Emek Sineması'nın yıkılmayacağını birebir
haliyle projede üst kata taşınacağını tekrarladı.
Kesgün, "Proje tamamlandığında
Emek Sineması'nda şu an dokunduğunuz duvarlara
dokunacak, şu an durduğunuz tavanın altında
oturacaksınız" dedi.
Projenin Cercle D'orient (Serkıldoryan) binası,
Melek Apartmanı ve İsketinj Apartmanı olmak üzere üç
ayrı noktada gerçekleştirileceğini hatırlatan Mimar
Fatih Kesgün, geziye de İstiklal Caddesi'ne en uzun
cephesi olan 1884 Mimar Alexandre Vallaury yapımı
Cercle D'Orient binasından başladı. Binanın pasaj
girişine sonradan yapılan küçük dükkanların zamanla
yapıya izinsiz müdahalelerde bulunduğunu belirten
Kesgün, taşıyıcı duvarların yıkılmış olduğunu
söyledi. Bu dükkanların binanın ilk yapıldığı
günlerdeki haline dönüştürüleceğini belirten Kesgün,
binanın süslemelerinden yer döşemesine kadar en
özgün haliyle plan şeması değiştirilmeden
korunacağını belirtti. Kesgün, Cercle D'Orient
binasının otel yapılmasının sözkonusu olmadığını,
salonların ofis veya toplantı salonları olarak
kullanılabileceğini kaydetti.
1974 yılında çıkan yangından etkilenen ve
kullanılmaz hale gelen Cercle D'Orient, aradan geçen
38 yıla rağmen yangının izlerini taşıyor. 40 yıllık
zaman zarfında el değmediği ve kaderine terkedildiği
açıkça görülen bina projeye göre olduğu gibi
korunacak.
Projenin koruma kurulu tarafından 45 gün boyunca en
ince ayrıntısına kadar değerlendirildiğini söyleyen
Kesgün, İsketinj Apartmanı'nın da mimari özellikleri
nedeniyle kurul kararıyla olduğu gibi korunacağını
söyledi.
Kompleks içinde yer alan Melek Apartmanı'nın
cephesinin ve merdiven kovasının aynen korunacağını
ancak binanın iç kısmının yıkılarak projeye dahil
edileceğini söyleyen Kesgün, şöyle konuştu:
CEPHE DÜZENİ BOZULMUŞ
"Emek Sineması, özgün bir mekan değil. Bu sinemayı
yapabilmek için binanın taşıyıcı duvarları yıkılmış,
mevcut döşeme sistemi bilimsellikle uzaktan yakından
ilgisi olmayan bir yöntemle oluşturulmuş. Cephe
düzeni bozularak emek sinemasına giriş yapmışlar.
Defalarca tadilat görmüş. Emek Sineması'nı arkada
kalan diğer mekanlarla beraber kullanım
sağlanabilmesi için üst katlara taşınması
gerektiğine karar verdik. Ama bu bir firmanın, bir
mimarın inisiyatifine bırakılmış bir süreç değil.
Proje kurul tarafından değişikliğe de uğratıldı.
Artık 'Emek Sineması yıkılıyor, yıkılmıyor' yerine
artık 'Emek Sineması salonumuz aynı kotta mı kalsın,
üst kota mı taşınsın' konusunu tartışıyoruz. Yıkım
sözkonusu değil. Salonu nasıl bir yöntemle nakil
edeceğimizi ortaya koyduk. Şu an dokunduğunuz duvara
proje bittiğinde dokunamazsanız o zaman ben suç
işleyen bir mimar olurum."
GELİR KAMUYA AKACAK
Fuayenin ve salonun günümüz standartlarına da
uymadığını hatırlatan Kesgün, AVM olacağı
eleştirilerine de "Yüzdelik dilime göre projenin
yaklaşık 7 bin 500 metrekarelik kısmı sinemalar için
ayrılmış durumda. Bir alışveriş merkezi düşünün.
Hangi AVM'nin yüzde 40'ı sinemalara ayrılmıştır. Bu
bir yaşatma, birlikte yaşam senaryosunun ve daha
sonra da hiçbir vakfa veya kuruma ihtiyaç duymadan
kendi gelirleriyle bakımını onarımını
sürdürebileceği gelire sahip olmasıdır. Bu gelir
proje nezdinde süresi tamamlandığında bütünüyle kamu
mülkiyetine kalacaktır ve bu gelir kamuya akacaktır"
diye konuştu.
Kesgün, şu anda inşaat ruhsatı alımı için herhangi
bir engelleri olmadığını belirterek, kiracı tahliye
işlemleri tamamlandıktan sonra ruhsat buşvurusunda
bulunacaklarını belirtti.
Habertürk, Haber:
Serkan Akkoç, 17.01.2012
******
"EMEK SİNEMASI
BU HALİYLE KORUNABİLİR, FAKAT..."
Emek Sineması'nın kapıları uzun bir aradan sonra
tekrar açıldı. Başlıktaki 'eksik' cümle, tarihi
Serkil Doryan (Cercile D'Orient) binası ile Emek
Sineması'nın da içinde bulunduğu alanın yenileme
projesinin mimarı Fatih Kesgün'e ait.
Gazetecilerin önüne düşen Kesgün, geçtiğimiz
günlerde ilk kez basının karşısına çıkan
Kamer İnşaat adına Serkil Doryan, Emek
Sineması ve Melek Apartmanı'nı gezdirdi.
Ayrıntılara geçmeden önce, başlıktaki
cümleyi tamamlayalım: "Emek Sineması teknik
olarak bu haliyle korunabilir, fakat
yenileme projesi bunu öngörmüyor." Sonuç
olarak değişen bir şey yok aslında; Emek
Sineması, bulunduğu yerden yukarı taşınacak.
Kesgün'ün ifadesiyle "Her santimetre karesi
aynen korunacak." Tek bir farkla, alışveriş
merkezinin 4. katında, beraberindeki 10
sinema salonuyla birlikte!
SERKİL DORYAN YIKILMAK ÜZERE
Mimar Fatih Kesgün'ün proje tanıtım ve
'ikna' gezisi, 1884 yılında yapılan tarihi
Serkil Doryan binasından başladı. İki buçuk
saat süren gezinin ilk kısmına 'ikna'
olmamak mümkün değil. Zira Serkil Doryan
binası, salonlarında ve merdivenlerinde adım
atarken bile dikkat edilmesi gereken bir
harabeye dönmüş durumda. 1973 yılında arka
tarafındaki İpek Sineması'nda çıkan yangın,
Serkil Doryan'a da sıçramış ve şu anda bile
yangının binada açtığı hasar dehşet verici
boyutlarda. Duvar ve tavanlardaki işlemeler
ile kapılar yangının etkisiyle simsiyah
olmuş. Dört katlı binanın çoğu bölümü, göçme
tehlikesine karşı mayın tarlasında yürür
gibi gezildi. Bu anlarda, proje mimarı ile
basını buluşturan Yurdagül Erkoca'nın yüreği
ağzındaydı. Burada Kesgün, binanın orijinal
halinin aynen korunacağını, her bir odasının
ve salonunun ayrı işlemden geçirilip aslına
uygun olarak yeniden kullanıma açılacağını
söyledi: "Şu anki fotoğraflarını saklayın,
iki yıl sonra proje bittiği zamankilerle
karşılaştırın. Ahşap kaplamalarına kadar
aynısını yapacağız. Yıkım söz konusu değil."
Kesgün bir de teminat verdi: "Gazeteci
arkadaşlar, projenin başlangıcından
bitimine, istedikleri vakit, istedikleri
bölümün her kademesini görmek için
gelebilirler."
Gezinin ikinci ve en önemli kısmı olan
Emek Sineması için aynı derecede vahim bir
durumdan söz etmek ise mümkün değil. Yandaki
Melek Apartmanı'nın ikinci katından Emek
Sineması'nın makine dairesine giriş
yaptıktan sonra 'gizli' bir tünelden Emek'in
fuaye alanında bulduk kendimizi. 2009'daki
İstanbul Film Festivali'nin afişleri yerli
yerinde duruyor. 40 yıldır kaderine terk
edilmiş Serkil Doryan'ın içler acısı
halinden eser yok Emek Sineması'nda.
Tavandaki işlemelerinden koltuklarına,
kolonlarına kadar her şey yerli yerinde ve
sağlam. Bu durumu mimar Fatih Kesgün de
teyit ediyor. Kesgün, Emek Sineması
hakkındaki 'muhalefeti' üç grupta özetliyor:
"İlki ideolojik olarak burası kamunundur,
kamunun kalmalı diyenler. İkincisi olduğu
haliyle korunmalı, binanın üstüne ve geriye
kalan kısımlara ne yaparsanız yapın. Üçüncü
gruptakiler ise, hiçbir şeye dokunulmasını
istemiyor." 'Sizin projeniz neyi öngörüyor?'
sorusuna cevaben, "Proje, Emek'in olduğu
gibi üst katlara taşınmasını öneriyor. Bu
bizim kendi başımıza aldığımız bir karar
değil; koruma kurullarının teklifleriyle
vardığımız bir nokta." diyor. Dananın
kuyruğunun koptuğu nokta tam da burası. Emek
Sinemsı'nın bu haliyle korunması mümkün mü?
Kesgün'ün cevabı net: "Emek Sineması bu
haliyle korunabilir, fakat yenileme projesi
bunu öngörmüyor. Serkil Doryan ve Emek dahil
tüm alan yaklaşık 30 bin metrekare. Bu
alanın 7 bin 500 mektrekaresi 'yeni' Emek'in
de içinde bulunduğu sinema salonlarına
ayrılacak." 'Peki, Emek neden yerinde
korunmuyor?' sorusuna ise Kesgün, "O da bir
proje, ama bizim projemiz taşınmasını
öngörüyor." cevabını veriyor.
Toparlarsak, Serkil Doryan binasının
yenileme projesi Kesgün'ün anlattığı
şekliyle tamamlanırsa her türlü takdiri hak
ediyor. Çünkü 40 yıldır kaderine terk edilen
bina çökmek üzere. Fakat Emek Sineması için
aynı şeyi söylemek zor. Hatta gezi
sonrasında gazetecilerde oluşan kanaati
şöyle özetleyebiliriz: Projeyi üstlenenler,
Serkil Doryan'ın aslına uygun olarak
korunması için harcanacak devasa maliyeti,
dördüncü katında 'yeni' bir Emek
Sineması'nın yer alacağı alışveriş merkezi
ile geri kazanmanın hesabını yapıyor. Yeni
projede Emek'in bulunduğu katta değil de üst
katta yer alacak olmasının nedeni de bu;
alandan kazanıp mağazaları, restoranları ve
sinemaları aynı katta toplamak. Bunun ticari
literatürdeki karşılığı da 'sürdürülebilir
proje'.
Zaman, Haber: Ali Koca, 18.01.2012
******
İSTİKLAL'İN UNUTULMUŞ SARAYI

Önünden her gün iki milyon kişinin geçtiği
metruk Serkildoryan binası kırk yıl sonra kamuoyuna
açıldı. Binayı eski görkemine kavuşturacak proje, ne
yazık ki Emek'i yutmaktan vazgeçmiş değil.
Korkulukları yıkılıp gitmiş, havada uçar gibi
dönen geniş merdivenler bittiğinde terk edilmiş bir
saraya varıyorsunuz. İşlemeli tavanlar,
doğramasından kurtulup kaymış büyük kapılar, iç içe
geçen büyük salonlar... Hepsinde Serkildoryan
(Cercle d’Oryan) için zamanı durduran yangının
izleri var.
Emek Sineması’yla gündeme gelen Serkildoryan
projesi, öncelikle tam 40 yıldır terk edilmiş bu
yapının restorasyonunu kapsıyor. Bu vesileyle, belki
de yıllar sonra ilk defa, bu metruk yapı kapılarını
kamuoyuna açtı. 1884’te yapılan,
İstiklal Caddesi’nin en geniş cepheye sahip bu
binası, bir zamanlar bütün Osmanlı elitini bir araya
toplayan bir kulüptü. Yakın tarih kitaplarında
İngiliz, Rus elçilerinin ülkeyi yöneten Osmanlı
paşalarıyla oturup kağıt oynadıkları görkemli
günlerine dair çok şey vardır. Arkasındaki İpek
Sineması’nı mahveden yangında kullanılmaz hale
geldikten sonra terk edilen yapı, hala o eski
görkemini taşıyor. Asma katta, yakın zamana kadar
kafe olarak kullanılan bölümleri herkes bilir.
Birinci ve ikinci katlarda, üyelerin vakit geçirdiği
salonlar ya da konakladıkları odalar ise uzun
zamandır terkedilmiş durumda. Yine de zemindeki
özgün parkeler, duvarları kaplayan süslemeler,
görkemli doğramalardan bazıları duruyor. Bu haliyle
yok olup gitmiş şatafatlı bir geçmişin simgesi gibi
duran binanın aslına en uygun şekilde yenilenmesi
planlanıyor.
Tabii ki Büyük Kulüp olarak faaliyet göstermeyecek.
Muhtemelen o birbirine açılan salonların her biri
şık birer ofise, görkemli rezidanslara, davetler
verilen salon ya da iddialı restoranlara dönüşecek.
Ama vaadet tikleri gibi bugüne ulaşabilmiş her bir
tahta parçasını dahi koruyarak binayı hayata
döndüreceklerse, sorun yok.
Serkildoryan’ın arka cephesini 1920’lerden bu yana
kapatan iki sinema, İpek ve Emek ise yeni projede
yer almayacak. Proje bir yandan binanın arka
cephesini de görünür hale getirecek ama daha önce de
sıkça söylediğimiz gibi, Emek Sineması’nın da
bulunduğu alanı kapsayan yeni bir kütleyle
desteklenecek. Bu mekanın içinde de on yeni
sinemayla birlikte yukarıya ‘taşınacak’ Emek
Sineması, lokantalar, dükkanlar vs. olacak. Bu arada
Emek’in üzerinde yükselen Melek Apartmanı’nın da
sadece dış cephesi korunacak. O da yeni kütleye
dahil edilecek.
Festival afişleri duruyor
Serkildoryan’ın ardından içine girdiğimiz Emek
Sineması’nın fuayesinde üç yıl önceki Film
Festivali’nin afişleri duruyor. Kısa zamanda
hafiften metruk bir hal almış sinema. Projenin
mimarı Fatih Kesgün, binanın statik sorunları
olduğunu anlatıyor. Yapacakları işin ‘yıkım’ değil,
‘taşıma’ olduğunun altını çiziyor. Tamam biz de
‘taşıma’ diyelim, ama Mimar Kesgün de bu işlemin bir
zorunluluk olmadığını, sinemanın yerinde
korunabileceğini kabul ediyor. “Biz başka bir şey
öneriyoruz” diyor. Kesgün’e göre projenin
oluşmasında Koruma Kurulu’nun da katkısı büyük.
Kurulun da önerileriyle projenin bu halini aldığını
anlatıyor. Yani, kültürel değerleri koruması için
oluşturulan kurul, Emek’in korunmamasında bir beis
görmemiş; bu zaten verdikleri onaydan da belli.
Kesgün, sinemayı günümüz koşullarına uygun, daha
geniş, daha konforlu bir fuayeyle yukarıya
taşıyacaklarını anlatıyor, “Bittiğinde yine bu
duvarlara dokunacaksınız” diyor, ıssız sinema
salonunu gösterirken. Yaklaşık 30 bin metrekarelik
projenin 7-8 bin metrekarelik bölümü sinemalara
ayrılmış. Şimdi Emek Sineması’nın bulunduğu yer
alışveriş merkezi gibi kullanılacak alana dahil
edilecek. Yerin bir kat altına inilip ilk iki kat
dükkanlara ayrılacak. Bir üstünde yeme içme
alanları, en üstte de Emek Sineması’nın yeni
hali...
Bunlar son kareler mi?
Metruk yapılar arasındaki Kutsal Hazine Avcıları
turumuzu tamamladıktan sonra hala Emek konusundaki
fikrimiz değişmedi. Belli ki Melek Apartmanı’nın
yıkılması ve Emek’in ‘taşınması’, bu projenin daha
karlı olması için şart. Kamer İnşaat bunu
‘sürdürülebilirlik’le açıklıyor. Oysa Emek’in bir
kültür mirası olması, bulunduğu yerle çok ilgili.
Serkildoryan gibi bir mücevher değil sonuçta.
Günümüze kadar işlevini sürdürmüş olması, anılar
barındırması, sokaktan doğrudan girilebilmesi onu
değerli kılıyor. Yoksa asansörlerle çıkıp
dükkanların ve lokantaların arasından geçerek
ulaşılacak, adı ve tipi Emek’e benzeyen o planlanmış
salon, ‘soyut kültürel miras’ adına tüm anlamını
yitirdiği için Emek olmayacak.
Neyse, bunları bir kez de mimar Fatih Kesgün’e
anlattık. Hasret giderip Emek’le bol bol fotoğraf
çektirdik ve çıktık. ‘O hatıra fotoğrafları, oradaki
son görüntülerimiz olmasın’ dileğiyle.
Radikal, Haber: Cem Erciyes, 18.01.2012
******
EMEK SİNEMASI 4. KATA
TAŞINIR MI?
Geçenlerde Eczacıbaşı
Holding Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı’nın
başkanlığını yürüttüğü İstanbul Kültür Sanat
Vakfı’na (İKSV) uğradım.
Bülent Eczacıbaşı,
İKSV’deki en büyük destekçisi Borusan Holding
Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Kocabıyık’la o gün
İKSV’nin 2011 faaliyetlerini özetlemiş, 2012’ye
dönük planlarını anlatmıştı. Emek Sineması’yla
ilgili sorulara da şu yanıtı vermişti:
- İKSV olarak Emek Sineması, bulunduğu yerde ve
özgün haliyle korunmalı. Ticari kaygılar taşımayan,
kar odaklı olmayan bir proje geliştirilmeli. Biz
İKSV olarak buna talibiz.
Eczacıbaşı ve Kocabıyık’la toplantı sonrasında biraz
daha sohbet ettim. Eczacıbaşı’na sordum:
- Siz de İş Bankası’yla ortaklaşa eski holding
merkezinizin bulunduğu yere Kanyon Alışveriş
Merkezi’ni yaptınız. Emek Sineması’nı da kapsayan
proje bir işadamı olarak neden sizi rahatsız etti?
- Projenin ayrıntılarını bilmiyorum. Ancak, Emek
Sineması gibi mekanların aynen korunmasını
savunuyoruz. Emek Sineması’nın bulunduğu alan da
alışveriş merkezine dönüşmemeli.
Birkaç gün sonra Türkiye İhracatçılar Meclisi’nde
(TİM) Başkanvekili olan Özak Grubu Yönetim Kurulu
Başkanı Ahmet Akbalık’la karşılaştım. Emek
Sineması’nı da kapsayan projeyi yürüten Kamer
İnşaat’ta hissesi bulunan Özak Grubu Yönetim Kurulu
Başkanı Ahmet Akbalık’a sordum:
- Emek Sineması’nı da kapsayan projenize Bülent
Eczacıbaşı ve Ahmet Kocabıyık gibi sizi en kolay
anlaması beklenen işadamları bile karşı çıkıyor. Bu
durumda o projeyi nasıl yürütebileceksiniz?
- Birkaç gün içinde Kamer İnşaat’taki ortağımız
Levent Eyüboğlu projeyi anlatma turuna çıkacak.
Derken Multi Grubu ve Forum Alışveriş Merkezleri
projeleriyle tanıdığımız, şimdi Turkmall’la yoluna
devam eden, Kamer İnşaat’ın ortağı Levent Eyüboğlu
çıktığı tur kapsamında bana da uğradı:
- Emek Sineması projesine İKSV talip oldu.
Projeyi onlara bırakır mısınız?
- Neden bırakalım ki? Kaç yıldır Cercle
d’Orient, İsketinj Apartmanı, Melek Apartmanı, Rüya
Sineması ve İpek Sineması’nı kapsayan projeyle uzun
süredir uğraşıyoruz. Tam yargıdaki sorunlar çözülme
ve ruhsat aşamasına gelmişken neden projeyi
bırakalım.
- Tepkilere rağmen yapmakta kararlı mısınız?
- Tepki gösterenler, “Emek Sineması yok oluyor”
mesajlarıyla ortaya çıkıyor. Emek Sineması’nı niye
yok edelim ki? Ben Galatasaray Lisesi mezunuyum.
Öğrencilik yıllarım oralarda geçtiği için Emek
Sineması’nın değerini gayet iyi bilirim.
- Öyleyse neden orjinal haliyle korumayı
düşünmediniz?
- Emek Sineması, mevcut haliyle Melek Apartmanı’nın
alt bölümünde. Eğer 1 yıl daha oraya dokunulmazsa,
kendiliğinden yıkılacak. Biz projemizin önemli
parçalarından biri olan Emek Sineması’nı aynı binada
4’üncü kata taşıyacağız. Ana sinema salonumuz Emek
olacak. Binada 10 küçük sinema daha yapacağız. Yani
3-4 bin metrekarelik toplam sinema salonu alanı
olacak.
- Neden o kadar çok?
- Sinema işletmesinin ayakta kalması ancak bu
tür modellerle mümkün. Tek sinemayla işi döndürmek
mümkün değil.
- Ne kadarlık bir harcama söz konusu projenin
tümüne?
- 30 milyon Euro’yu aşabilir.
Tepkiler Emek Sineması özeline yöneliyor... Oysa
ortada başta Cercle d’Orient olmak üzere, 3-4
binanın elden geçmesini içeren 30 milyon Euro’luk
proje var...
Bu durumda iş, Kamer İnşaat’ın ortakları Levent
Eyüboğlu ve Ahmet Akbalık’a düşüyor...
“Emek Sineması yıkılmıyor” demek yetmiyor... Başta
Bülent Eczacıbaşı ve Ahmet Kocabıyık gibi konuya
İKSV penceresinden bakan işadamları olmak üzere,
kamuoyunu ikna etmeleri gerekiyor...
Beyoğlu zaten
alışveriş merkezi
Levent Eyüboğlu’na
projenin alışveriş merkezi yönünü sordum:
- Gerek Cercle d’Orient, gerekse Emek
Sineması’nın bulunduğu Melek Apartmanı alışveriş
merkezi mi olacak? Siz, Türkiye’de çok sayıda modern
alışveriş merkezi projesine imza attınız, burası da
onlar arasına mı girecek?
- Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, Beyoğlu’nun
kendisi tümüyle bir alışveriş merkezi. Kapalıçarşı,
Mısır Çarşısı da alışveriş merkezi örnekleri.
Beyoğlu, bizim modern alışveriş merkezi
yapabileceğimiz bir yer değil. Orada modern
alışveriş merkezi yapmak zaten ticari hata olur.
- Peki ne olacak?
- Beyoğlu’na uygun işler yapılacak.
Hürriyet, Yazı: Vahap
Munyar, 20.01.2012
|
CİHANGİR'DE 17. YÜZYILA AİT ARKEOLOJİK YAPI HALKI
AYAKLANDIRDI

Cihangir Salı Pazarı Yokuşu’nda 17’ci yüzyıldan
kalan zemininde paha biçilmeyecek mozaikler bulunan
arkeolojik yapı için semt halkı ayaklanınca Müzeler
Müdürlüğü araştırma yapmaya başladı. Ancak mahalleli
“Beyoğlu Belediyesi’nin hazırladığı imar planlarına
yıkılacak arkeolojik kalıntının yerine ise 12.5
metre yüksekliğinde inşaat yapılacak işi örtbas
etmeye çalışıyorlar” diyerek mahkemeye başvurdu.
Semt halkı “İstanbul’un her yanı tarih dolu. Onları
yıkıp yerinebeton binalar yapılırsa İstanbul’da
turizm adına gösterecek yerimiz kalmaz. Tarihi
değerleri betonlaşmaya kurban edemeyiz. Salı Pazarı
Yokuşu’ndaki tarihi eser kemerleri, süslemeleri,
yapılış şekli ile 17′ci yüzyıla ait bir yerleşim
modelidir. Başka ülkeler en küçük taş parçası için
yıllarca kazı yaparken biz hazinemizi yoketmeye
çalışıyoruz” dediler.
Beyoğlu’nda Cihangir’in arka tarafı olan Pürtelaş
Hasan Mahallesi Salı Pazar Yokuşu’nda bulunan
arkeolojik yapının yıkılacaklar arasında yer alması
mahalleliyi öfkelendirdi.
Yıkılacak arkeolojik kalıntının yerine ise 12.5
metre yüksekliğinde inşaat yapılabilecek. 2011
yılının başında, ‘Beyoğlu’nun gelecek planı hazır’
başlığıyla medyada yer alan Beyoğlu Belediyesi’nin
hazırladığı imar planlarına göre bir çok yer
yıkılıp, yeniden inşa ediliyordu.
17. yüzyıldan kaldığı, önceleri sarnıç ve su
haziresi gibi kullanımlar için inşa edildiği, ancak
daha sonra hamam olarak kullanıldığı arkeologlar
tarafından belirlenen yapı için mahalleli harekete
geçti.
Arkeolojik yapının toprak altında kalan kısmı bu
hareketlenme sayesinde açığa çıkarıldı. İl Kültür ve
Turizm Müdürlüğü’ne bağlı İstanbul Arkeoloji Müzeler
Müdürlüğü geçen Temmuz ayında yaptığı arkeolojik
kazı çalışmalarıyla tarihi yapının tamamını gün
yüzüne çıkardı.
Aralarında kamuoyunun yakından tanıdığı
Prof.Dr.
Gençay Gürsoy’un da aralarında bulunduğu bir grup
mahalleli de, TMMOB’nin daha önce iptali için
başvurduğu planın, tarihi kalıntıyla ilgili kısmının
yürütmesinin durdurulması ve iptali istemiyle
İstanbul İdare Mahkemesi’ne bir dava açtı. Gençay
Gürsoy, tarihi değeri olan bir yapının muhafaza
edilmesini istediklerini ve bu nedenle davayı
açtıklarını ifade etti.
Türkiye Turizm, 15.01.2012
|
KRALLAR VADİSİ'NDE BİR İLK

Mısır'ın ünlü Krallar Vadisi'nde kazı yapan
arkeologlar, bir kadın şarkıcının yaklaşık 1100
yıllık mezarını ortaya çıkararak nadir görülen bir
keşfe imza attı.
Eski Eserler Bakanlığından üst düzey bir yetkili,
Krallar Vadisi'nde şimdiye kadar ilk kez hanedanlar
ve aileleri ile herhangi bir akrabalık bağı
bulunmayan bir kadının mezarının bulunduğunu
açıkladı.
"Kedi tanrıça Bastet tarafından korunan" anlamına
gelen Nehmes Bastet adlı şarkıcının tabutunun, hafta
içinde açılması bekleniyor.
İsviçre'nin Basel Üniversitesi'nden
arkeologlarla işbirliği içinde yürütülen kazılara
başkanlık eden Elena Pauline-Grothe, şans eseri
ortaya çıkarılan mezarın yaklaşık 100 yıl önce
keşfedilen bir başka mezarın yakınlarında yer
aldığını açıkladı.
Pauline-Grothe, mezarın içinde bulunan eşyalardan
mezarın aslında şarkıcı için yapılmadığının,
şarkıcının mezarın ikinci sahibi olduğunun
anlaşıldığını söyledi. Şarkıcının mumyasının içine
konduğu tabutun ise 22. hanedanlık döneminden üst
düzey bir rahibin kızına ait olduğu belirlendi.
Arkeologlar, Nehmes Bastet'in firavunlar döneminin
en ünlü ve en büyük tapınaklarından biri olan Karnak
Tapınağı'nda şarkıcılık yaptığına inanıyor.
Nehmes Bastet'in öldüğü sırada
Mısır,
Libya kralları tarafından yönetiliyordu, ancak
Luksor kenti içinde yer alan Thebes'teki yüksek
rahipler bağımsızlıklarını korumuştu. Sahip olduğu
otorite, rahiplere hanedanlar ve aileleri için
yapılan mezar yerlerini kullanmaları için olanak
tanıyordu.
Şarkıcının mezarı, Krallar Vadisi'nde keşfedilen 64.
mezar oldu.
1922 yılında arkeologlar,
Mısır'ın en önemli turistik merkezlerinden
Luksor'daki Krallar Vadisi'nde yaklaşık 3 bin yıl
önce hüküm süren firavun Tutankhemon'un mezarını
ortaya çıkarmıştı. Mezarda firavunun
altın maskesi ve diğer eşyaları bulunmuştu.
Radikal, 15.01.2012
|
SAAT KULESİ 38 YIL SONRA 'ÇAN'LANACAK

İzmir'in
asırlık simgesi Konak Saat Kulesi'nin çanı yıllar
sonra yeniden çalacak. Saat kulesinin, 1974 yılında
meydana gelen 5.2 şiddetindeki depremden bu yana
çalışmayan çanı, artık İzmirlilere saat başlarını
haber verecek. 2. Abdülhamit'in tahta çıkışının 25.
yıldönümü nedeniyle 1901 yılında Sadrazam Mehmet
Sait Paşa tarafından Raymond Charles Pere'ye
yaptırılan ve zaman içinde İzmir'in simgesi haline
gelen Konak Meydanı'ndaki tarihi saat kulesinin tepe
kısmında her saat başı çalan çan, İzmir Büyükşehir
Belediyesi tarafından tamir edildi.
Geçtiğimiz hafta cuma günü sabah saatlerinde Konak
Meydanı'nda geçen vatandaşlar saat başlarında tarihi
saat kulesinden gelen çan sesleri ile şaşkınlık
yaşadı. İzmir Büyükşehir Belediyesi yetkilileri bir
vatandaşın başvurusu üzerine uzun zamandan bu yana
çalışmayan çanı gerekli bakım yapıldıktan sonra
aktif hale getirdiklerini söyledi.
Çan her saat başı çalacak şekilde ayarlanırken,
şimdilik sistem devre dışı bırakıldı. Belediye
yetkilileri çanın bağlı olduğu konstrüksiyonun saat
kulesinden bağımsız olduğunu söyledi.
Yetkililer,
"Proje müellifi ile görüşeceğiz. Çan her saat başı
çalacak" diye konuştu. Belediye yetkilileri
çalışmayı bir vatandaşın belediyeye yaptığı
dilekçeli başvuru üzerine yaptıklarını, vatandaşın
dilekçesinde bir zamanlar saat kulesinin tepesindeki
çanın her saat başı çaldığını söylediğini
belirterek, "Vatandaş yaptığı dilekçeli başvuruda
eski değerlerin günümüzde bir bir yok olduğuna
dikkat çekerek çanın aktif hale getirilmesini ve her
saat başı çalabilmesi için gerekli bakım onarım
çalışmasının yapılmasını, orijinal haline
getirilmesini talep etti. Biz de vatandaşın
başvurusu üzerine proje müellifi aracılığı ile
gerekli tamir işlerini gerçekleştirdik. Bundan böyle
her saat başı çan bir kez çalarak İzmirlilerin
dikkatini zamana ve saate çekmiş olacak" dedi.
Belediye yetkilileri, saat kulesinin içindeki
mekanik aksamın her ay periyodik olarak bakım ve
onarımının yapıldığını da sözlerine ekledi.
Yeni Asır, Haber: Ertan Gürcaner, 15.01.2012
|
ARKEOLOJİ MÜZESİ'NE TÜRSAB ÖPÜCÜĞÜ
Arkeoloji
Müzesi'ne TÜRSAB öpücüğü İstanbul'daki müzelerde
acayip bir modernleşme söz konusu. Modern gişeler,
sesli rehber cihazlar ve dahası... Bu çalışmanın
arkasında TÜRSAB'ın imzası var. Bu sayede müzelerden
elde edilen geliri de bir yılda yüzde 50'dan fazla
artırmışlar.
Uzun yıllar sonra kızıyla birlikte Avustralya’dan
ziyaretimize gelen kardeşimle günlerden beri
İstanbul sokaklarını geziyoruz. Galata Kulesi,
Topkapı Sarayı, Ayasofya, Arkeoloji Müzesi olmazsa
olmazlardan.
Ayasofya’dan, Arkeoloji’den ilk izlenim şu:
Gişeler acayip modernleşmiş durumda ve sesli rehber
cihaz kiralamak mümkün.
Müzelere değmiş bu sihirli değneği merak ettim.
Arkasından TÜRSAB-MTM ortaklığı çıktı.
Öğrenciliğimden beri İstanbul’da en sevdiğim
yerlerden Arkeoloji Müzesi’nde bir süredir yoğun bir
restorasyon çalışması vardı.
Bu çalışmanın arkasından da TÜRSAB (Türkiye
Seyahat Acenteleri Birliği) çıkınca, birlik
başkanlığını yıllardır kimselere kaptırmadığı için
zaman zaman 'atıştığımız' Başaran Ulusoy ile
Arkeoloji Müzesi’nde buluştuk.
TÜRSAB, MTM ortaklığıyla 48 müzenin gişe işletme
hakkını altı yıllığına devralmış. Gişelerin
modernizasyonu öncelikle kaçak girişleri önlemiş.
Dolayısıyla 2010 yılında müze girişlerinden 156
milyon lira kazanan Kültür ve Turizm Bakanlığı
2011'de 236 milyon lira elde etmiş.
HEDEF 2 MİLYON ZİYARETÇİ
Konuşurken Ulusoy elindeki kartı gösteriyor.
'Müze Kart Artı'nın bedeli 40 lira ve bununla
Sabancı, Koç, İstanbul Modern, Pera gibi müzeleri de
geziyorsunuz.
Ulusoy, “İnsanımızı müzelere alıştırmak için her
yolu deniyoruz” diyor. Nitekim Arkeoloji Müzesi’ne
2011'de yüzde 40 oranında ziyaretçi artışı
kaydedilmiş.
Buna karşılık 19. yüzyılın sonunda dünyadaki en
önemli 10 binadan biri olan bu müzeyi 2011'de
gezenlerin sayısı sadece 390 bin.
Başaran Ulusoy, “Restorasyon tamamlandığında
hedefimiz 2 milyon ziyaretçi” diyor. Tam adıyla
İstanbul Arkeoloji Müzeleri kompleksi için bu sayı
bile az.
Kompleksin içinde Eski Şark Müzeleri, Fatih
Sultan Mehmed’in İstanbul’da yaptırdığı ilk
binalardan Çinili Köşk ve Osman Hamdi’nin kapılarını
1891'de açtığı esas müze binası var.
Müzenin envanterinde 707 bin 121 eser kayıtlı ki
bunları 550 bini Bizans ve Osmanlı sikkeleri.
Bizim gezip görebildiğimiz eser sayısıysa sadece
9 bin. Yani sikkeler hariç depolardaki eserlerin
sergilenme oranı yüzde 6.
Şimdi gelelim restorasyon çalışmalarına.
DÜŞÜNEN ADAM POZUNDA
Müzenin restorasyonunu, Boğaziçi’ndeki Mısır
Başkonsolosluk Binası, Ortaköy Camii, Süleymaniye
Camii, Galata Mevlevihanesi gibi başarılı işlere
imza atmış Gürsoy Grubu üstlenmiş.
Müzenin sergileme alanları büyütülüyor ama en
önemlisi binalar depreme karşı güçlendiriliyor.
Deprem güçlendirme çalışmalarının sürdüğü
'Anadolu’da Antik Çağ Heykeltıraşlığı' bölümüne
girdik. Eserler buradan taşınmış. Duvarların,
sütunların 'kabukları' soyulmuş, hepsi çırılçıplak.
Şimdiye kadar Arkeoloji Müzesi için 3 milyon
dolar harcamış. Ulusoy 2016'ya kadar bu rakamın 15
milyon doları bulacağını söylüyor.
TÜRSAB, müzenin girişinin tam karşısına düşen
Darphane’yi de elden geçirecek. Yani nereden
bakarsanız uzun soluklu bir çalışmanın içersinde.
Bu yüzden fotoğrafından anlayacağınız gibi
Başaran Ulusoy, Arkeoloji Müzesi gibi bir 'dipsiz
kuyu'ya el attığı için hep 'Düşünen Adam' pozunda.
TÜRSAB’a kısa bir süre önce 'aday çıkmadığı' için
8'inci kez başkan seçilen Ulusoy 2013 seçimlerine
kesinlikle adaylığını koymayacağını söylüyor ama
bilinmez tabii ki...
GARİBALDİ BİNASI ÇELİK GÜLERSOY MÜZESİ
OLACAK
Başaran Ulusoy bir süreden beri Turing’in de
başkanı. Anladığım kadarıyla Çelik Gülersoy’un
ölümünden sonra toparlanamayan kurumu canlandırmayı
planlıyor. Umarım başarır ve Çelik Gülersoy’un
İstanbul’a kazandırdığı mekanlar eski güzel
günlerine döner.
Ulusoy’un Turing ile paylaştığı bilgilerden biri
Beyoğlu’ndaki ünlü Garibaldi binasıyla ilgili.
Bildiğim kadarıyla şimdi bu bina Dirimart tarafından
çağdaş sanat etkinliklerini için kullanılıyor.
Garibaldi’yi yıllar önce bir bienal sırasında
gezmiştim. İtalyan İşçi Yardımlaşma Derneği’ne ait
bina Beyoğlu’nun en tarihi yerlerinden biri.
Gülersoy bununla ilgili “İtalyanlardan aldık. Buraya
Çelik Gülersoy Müzesi yapacağız” diyor. Bakalım bu
açıklaması sanat çevreleri tarafından nasıl
karşılanacak?
Hürriyet, Yazı: Gila Benmayor,15.01.2012
|
 |
TARİHİ HAMAM RESTORE EDİLEREK HİZMETE GİRDİ
Bursa'nın İznik İlçesi'nde Mahmut Çelebi Mahallesi Maltepe Caddesi üzerinde bulunan 2. Murat Hamamı (Hacı Hamza Hamamı), 15 aylık bir restorasyondan sonra hizmete girdi. İlçedeki 2. Murat Hamamı'nı 1968 yılından bugüne kadar işleten Hamamcı Şükrü Talaş, 15 aylık aradan sonra hamamın yeni yüzüyle yeniden hizmet vermeye başladığını belirtti.
İşletmeci Şükrü Talaş, şu bilgileri verdi: "Haftanın her günü sabah 07.00 ile 24.00 saatleri arasında hizmet veriyoruz. Bayanlara perşembe günleri saat 13.00 ile 17.00 arasında hizmet vereceğiz. Ayrıca, 10 TL olan ücretlerde de herhangi bir artışa gidilmeyecek."
Hamamda keseci-masör (tellak) olarak hizmet vermekte olan İbrahim Er ise hamamın yeni yüzü ile müşterileri beklediklerini söyledi. 2. Murat Hamamı (Hacı Hamza-Belediye Hamamı), Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yapılan ihale sonucu 396 bin 820 TL'ye Akman İnşaat tarafından restore edildi. Kontrolörlüğü Bursa Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından yapılan restorasyon çalışmasında, erkek ve kadınlar bölümü dahil kapsamlı bir restorasyon yapıldı. Yaklaşık 15 ay süren çalışma sonrasında tarihi hamam tümüyle ortaya çıkarılarak halkın hizmetine sunuldu. Bütün kubbelerin yanı sıra hamam içinde bulunan mermerler ve dinlenme yerleri de tamamen elden geçirildi.
Zaman, Haber: Ensar Tuna Alatürk, 14.01.2012
|
REMBRANDT VE ÇAĞDAŞLARI SSM'DE
Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi (SSM),
Hollanda ve Türkiye arasındaki diplomatik
ilişkilerin 400. yıl dönümünün kutlanacağı 2012
yılında, Hollanda resimsanatının klasiklerini
kapsamlı bir sergiyle sanatseverlerle buluşturacak.
22
Şubat’ta açılacak sergide, Rijksmuseumile dünyanın
önde gelen özel koleksiyonlarına ait olan eserler,
Türkiye’de ilk kez izleyicilerle buluşacak.
“Karanlıkla Işığın Buluştuğu Yerde... Rembrandt ve
Çağdaşları” başlıklı sergide, Rembrandt’ın yanı
sıra; Hollanda resminin en önemli isimlerinin
bulunduğu 59 sanatçıya ait 74 tablo, 19 desen ve 18
obje yer alacak.
Habertürk, 14.01.2012
|
LOUVRE'A FUKUŞİMA ELEŞTİRİSİ
Dünyanın en çok ziyaret edilen müzesi olan Louvre Müzesi, geçen yıl mart ayında deprem ve tsunami felaketinin ardından nükleer bir facianın eşiğinden dönen Japonya’ya yapmayı düşündüğü jest nedeniyle sert eleştirilerin hedefi oldu.
Nükleer santralın sadece 65 kilometre uzaklığındaki Fukuşima kentinde sergilenmek üzere nisan ayında yaklaşık 20 sanat eserini Japonya’ya göndermeyi planlayan müze yönetimi, Fransa’nın sanat mirasını gereksiz yere riske atmakla suçlanıyor.
Habertürk, 14.01.2012
|

|
TATARLI HÖYÜK'TE 444 ESER BULUNDU

Adana’nın Ceyhan
İlçesi'nde Tatarlı Höyüğü’ndeki 3 bin 500 yıllık
Kizzuwatna Uygarlığı’na ait antik kentte yapılan
kazı çalışmalarında geçen yıl 444 esere ulaşıldığı
bildirildi.
Adana’nın Ceyhan
İlçesi'nde Çukurova tarihine ışık
tutan Tatarlı Höyüğü’ndeki 3 bin 500 yıllık
Kizzuwatna Uygarlığı’na ait antik kentte yapılan
kazı çalışmalarında geçen yıl 444 esere ulaşıldığı
bildirildi.
Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) Fen Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Serdar
Girginer, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Tatarlı
Höyüğü’nde geçen yıl beşincisini gerçekleştirdikleri
kazı çalışmalarını 35 kişilik bir ekiple
tamamladıklarını söyledi.
Girginer, kazı çalışmalarını Kültür ve Turizm
Bakanlığı, Çukurova Üniversitesi Rektörü Prof.Dr.
Alper Akınoğlu, Ceyhan Belediyesi, Türk Tarih Kurumu
ve Suna-İnan Kıraç Vakfı Akdeniz Medeniyetlerini
Araştırma Enstitüsü’nün katkıları ile
sürdürdüklerini belirterek, kazılarda Kizzuwatna
Uygarlığı’na ait kentin gün ışığına çıkarmaya
çalıştıklarını ifade etti.
2007 yılından bu yana Ceyhan
İlçesi sınırlarında
bulunan Tatarlı Köyü'nde yaklaşık 3 dönümlük bir
alanda çalışmalarını sürdürdüklerini anlatan
Girginer, 2011 yılı kazılarında taşınabilir
nitelikte envanterlik ve etütlük toplamda 444 esere
ulaşıldığını bildirdi.
”Hitit Dönemi Sur Sistemi”
Girginer, 5 yıldır kazılan Tatarlı Höyük’te,
sitadelin (yukarı şehrin) doğusunda yer alan ve Geç
Tunç Çağı’nda farklı evreleriyle kullanılmış bir
yapıya ait kalıntılara ulaşıldığını belirterek,
şunları kaydetti:
”Son veriler ışığında yapının bir ‘Sur Yapısı’
olması olasılığı kuvvetlenmektedir. Bu yapının
özellikle batısındaki çalışmalarda Geç Tunç Çağı’nın
(GTÇ) evrelerinde alanda farklı savunma
sistemlerinin varlığı, dönemin başlarına ait evrede
açık hava kutsal alanı olduğu gibi veriler 2011 yılı
kazılarının önemli sonuçları arasındadır. Bu kutsal
alan içindeki taş döşeme üzerinde bol sayıda dini
tören kapları (askoslar, halka biçimli sunu kabı,
riton vs.) bulunması yıllardır savunduğumuz gibi,
Tatarlı Höyüğün kutsal bir merkez olması ile ilgili
kanıtları arttırmıştır. Bu alanda ele geçirilen
kutsal sunu kapları Hatti dünyası, dolayısıyla
Hititlerle ilişkilidir. Bunların dışında özellikle
GTÇ Tatarlı Höyük yerleşimlerinin ana giriş kapıları
hakkında da verilere ulaşılması bu sezonun önemli
sonuçları arasındadır. Tatarlı Höyüğün özellikle GTÇ
Sitadel giriş kapılarıyla ilgili çalışmaların 2012
sezonunda da yapılması planlanmaktadır. Sitadelin
batısında birkaç yıldır izlenen yine aynı dönemin
şehir surlarının bir kısmı daha açığa
çıkartılmıştır. Bu savunma sisteminin A Yapısı ve
çevresindeki oluşumlardan farklı olması GTÇ’deki
Kizzuwatna savunma sistemleri konusundaki
bilgilerimizi çok artıracaktır.”
Girginer, höyüğün tarihsel önemine dikkati
çekerek, şöyle devam etti:
”Tatarlı Höyük, Hititlerle çağdaş dönemlerde uzun
bir süre bağımsız bir ülke olarak varlığını sürdüren
son dönemlerinde Hititlerin hakimiyetine giren,
ancak Hitit dünyası ile hiçbir zaman kültürel
bağlarını koparmayan Kizzuwatna’nın en önemli
yerleşmelerinden birisidir. Tatarlı Höyüğün
Kizzuwatna ülkesinin MÖ II. bin yıl yazılı
belgelerinde adı geçen önemli yerleşmelerinden
birisi olması gerekmektedir. Gerek MÖ. II. bin
yılda, gerek Demir çağında ve gerekse Hellenistik
dönemlerinde Tatarlı Höyük hep kutsal özellikler
sunmaktadır. Çalışmalarımız esnasında bulduğumuz
eserler ve bu eserlerin bize verdiği bilgiler hep bu
yöndedir.”
Girginer, höyükte her döneme ait çok fazla sayıda
ve çeşitli tiplerde tezgah ağırlıkları bulunduğunu
belirterek, ”Bu da bölgenin şimdilik en azından 2
bin 500 yıllık dokuma merkezi olduğunu
kanıtlamaktadır. Bu sene yapılan çalışmalarda bir
dokuma atölyesi bulunmuştur. İhtiyatlı olunmakla
birlikte, 5 yıllık kazılar sonucunda karşımıza çıkan
tüm veriler Tatarlı Höyüğün Hititlerin Kizzuwatna
ülkesinde yer alan önemli kutsal merkezi Lawazantiya
ile aynı olabileceğini düşündürmeye devam
etmektedir” dedi.
Girginer, bu yılki kazı çalışmalarına Haziran
ayında başlamayı planladıklarını sözlerine ekledi.
Sabah, 14.01.2012
|
DEFİNECİLER KÜLTÜR HAZİNESİ TEKKEKÖY MAĞARALARINI
DELİK DEŞİK EDİYOR
İnsanlığın Karadeniz’deki ilk
yerleşkesi olan ve 1. derece arkeolojik sit alanı
ilan edilen Tekkeköy mağaralarındaki kaçak kazılar
devam ediyor.
Yöre halkı tarafından ‘delikli kayalar’ olarak da
bilinen doğa harikası Tekkeköy mağaraları,
definecilerin hışmına uğradı. Turizme kazandırılma
çalışmalarının sürdüğü MÖ. 600 bin yıl öncesine ait
mağaralar, çok sayıda uygarlığın da izlerini
taşıyor.
Mağaraların bulunduğu 23 Nisan Mahallesi’ndeki 1.
derece arkeolojik sit alanının 1. etap
kamulaştırması yapılmıştı. 5′i ev 12 adet yerleşim
yeri, 25 bin 611 metrekarelik alan ile 19 parsellik
özel mülkiyet Tekkeköy Belediyesi tarafından
kamulaştırılmıştı. 2012 yılında Tekkeköy Belediyesi
tarafından yapılacak restorasyon ve çevre
düzenlemesi çalışmaları ile mağaralar ve üç müze
turizmin hizmetine sunulacak.
Tekkeköy Belediye Başkanı Hayati Tekin’in
mağaraları turizme açmak amacıyla sürdürdüğü
çalışmalar olumlu şekilde devam ediyor. Altın ve
tarihi eser bulmak için Tekkeköy mağaralarının
çevresinde ve içinde kaçak kazılar yapıldığına
dikkat çeken Tekkeköy Belediye Başkanı Hayati Tekin,
“Defineciler kaçak kazılarla tarihi mekanı tahrip
ediyorlar. Acilen bu bölgenin korumaya alınması,
ışıklandırılması gerekiyor. Böyle giderse insanlığın
kültür mirası olan bu mekan yerle bir olacak. Bu
biraz kanunların gevşekliğinden, bölgemizin
insanlarının bilinçsizliğinden ve sahipsizlikten de
kaynaklanıyor. Bu maalesef acı bir gerçek. Biz
bunları önleyeceğiz. Tarihi dokulara sahip
çıkıldıkça bu tür olayları önleyebilirsiniz.” diye
konuştu.
Zaman, 13.01.2012
|
OKMEYDANI TARİHİ SİT ALANI KORUMA PLANI DA KABUL
EDİLDİ

İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi,
Beyoğlu ve
Şişli
ilçelerini kapsayan Okmeydanı Tarihi
Sit
Alanı Koruma Planı'nı oy çokluğuyla kabul
etti.
İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi Ocak ayı 4.
birleşiminde gündeme alınan raporda verilen bilgiye
göre, 1961 yılında Gayrimenkul Eski Eserler
ve Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından inşaata
müsaade edilmeyecek alan ilan edilen bölge, 1976
yılında sit alanı olarak belirlenmiş; ayrıca, 1986
ve 1988 yıllarında yeşil alan olarak belirlenen
menzil taşlarıyla çevrili alanın hiçbir şekilde
iskana açılamayacağı ve açık hava müzesi olarak
korunması kararlaştırılmıştı.
Planlama Müdürlüğü,
Koruma
Kurulu'na 26 Ağustos 2010 tarihinde
gönderdiği yazıyla bölgede korunması gerekli
alanlara açıklık getirilerek belirlenmesi talebinde
bulundu. 2 Numaralı Kültür ve Tabiat
Varlıkları Koruma Kurulu da 175 hektar
alanı içeren Piyalepaşa,
Kaptanpaşa, Fethipaşa ve
Keçecipiri mahalleleri sınırları
içerisinde 14 bölge ve mezarlığın etrafı çevrili
kontrollü girişi olan açık hava müzesi kurulmasına
karar verdi.
Buna göre 14 bölge olarak belirlenen sit alanında
kalan sanat değeri açısından önemli nişan taşlarının
ve daha sonra yapılacak araştırmalar çalışmalarda
elde edilecek nişan taşlarının açık hava müzesine
taşınmasına, taşınan taşların yerine replikalarının
(tıpkı yapım) yerleştirilmesine, yerinde kalacak
taşlarla etraflarının birlikte düzenlenerek
parmaklıklar ile çevrilerek muhafaza edilmesine,
taşların rölöve, restitüsyon ve restorasyon
projelerinin en geç bir yıl içinde Kurula iletilmesi
şartıyla Büyükşehir Belediyesine gönderildi.
Raporda, Beyoğlu ve Şişli ilçelerinin mücavir
alanında kalan alanın planın hazırlık sürecinde,
ilçe sivil toplum kuruluşları ve belediyelerle ortak
toplantılar düzenlenerek fikir alındığı ifade
edildi. Bu kapsamda plan hazırlığıyla ilgili tüm
aşamaların tamamlandığı belirtilerek, gereğinin
yapılması için belediye meclisine havale edildi.
Komisyon tarafından değerlendirilen Tarihi Okmeydanı
Sit Alanı imar planı teklifi İstanbul Büyükşehir
Belediye Meclisi tarafından oy çokluğuyla kabul
edildi.
Yapı, Fotoğraf:
okmeydanininsesi.blogspot.com, 13.01.2012
|
TARİHE TANIKLIK EDEN OKULLAR
İstanbul Milli Eğitim Müdür Yardımcısı
Şerafettin Turan seyyah oldu, yollara düştü.
İstanbul'u köşe bucak dolaşıp tarihi eser
niteliği taşıyan 170 okulu tespit etti. Dört
yıllık çalışma sonucunda ortaya çıkan bilgi,
belge ve fotoğraflar "Tarihe Tanıklık Eden
Okullar" adlı iki ciltlik kitapta toplandı.
Çalışma meyvelerini verdi. Tarihi okulların
hepsi şu an koruma altında.
Medeniyetler beşiği, kültür başkenti, her
köşesi buram buram tarih kokan rüya şehir
İstanbul, yüzlerce cami, sinagog, kilise ve
müzenin yanı sıra tarihe tanıklık eden
birçok okulu da bünyesinde barındırıyor.
Osmanlı döneminde farklı amaçlarla
kullanılan, sonrasında okula dönüştürülen bu
binaların her biri tek başına bir kitap
olabilecek mimari güzellik, ihtişam ve
tarihi geçmişe sahip. Ancak kimi metruk,
kimi depremden zarar görmüş, kimi tamamen
yok olmuş, kimi yanmış, kimi kasten yakılmış
yüzü aşkın okul bulunuyor İstanbul'da.
İzinsiz çivi çakılamayacak
Tarihi eserlerin çalındığı, hatta gözler
önünde yok edildiği ve tüm bunların
kanıksandığı bir ülkede yaşıyoruz.
Sevindirici olan ise bu eserlere sahip
çıkmayı geçmişine sahip çıkmak olarak
görenlerin bulunması. İstanbul Milli Eğitim
Müdür Yardımcısı Şerafettin Turan bu
isimlerden biri.
Turan, Tarihi Eserler Koordinatörlüğü
biriminde görev yaparken İstanbul'da tarihi
değer taşıyan binaları araştırmaya başlar.
Milli Eğitim'de çalıştığı için özellikle
okul binalarına yönelir.
İstanbul'daki bütün
ilçeleri tek tek gezer. Yüz yetmişe yakın
tarihi okul tespit eder ve bu binalar
hakkında bilgi ve belge toplar. Mezun
dernekleriyle de görüşen Turan, kendi
çektiği fotoğraflarla okulların eski
fotoğraflarını karşılaştırır. Bu
karşılaştırma sırasında binalarda yer alan
birçok obje, heykel ve avizenin günümüzde
özellikle restorasyon çalışmaları sırasında
ortadan kaybolduğunu tespit eder. Acil
olarak bu okulları listeler ve
araştırmalarını tamamlar tamamlamaz edindiği
tüm bilgileri Anıtlar ve Koruma Kurulu'yla
paylaşır. Tescilli olmayan binalar için
tescil istenir. Çünkü binalar tescillendiği
andan itibaren koruma altına alınıyor.
Sonrasında hiç kimse restorasyon, rölöve ya
da restitüsyon projesi olmadan bu binalara
dokunamıyor, boya dahi yapamıyor.

Şerafettin Turan, şu anda binaların
birçoğunun rölöve projesinin yapıldığını
ifade ediyor. Milli Eğitim'deki işlerinden
kalan tüm vaktini bu çalışmaya adayan
Turan'ın yalnızca okulları gezmesi iki
yılını almış. İki yıl sonunda elinde eski
resimler, tarihçeler, eski tapu kayıtları,
okulların başından geçen restorasyon
çalışmalarını içeren çok ayrıntılı bilgi ve
belge arşivi oluşur.
Çalışmanın büyüklüğünü
görünce neden bir kitap hazırlamıyorum diye
düşünür. Böylelikle proje hem arşiv hem de
kitap çalışmasına dönüşür. Elindeki malzeme
kitaplaşma sürecine girdiğinden daha
profesyonel çalışmaya başlar. Bir
fotoğrafçıdan destek alır. Kitap dört yılın
sonunda "Tarihe Tanıklık Eden Okullar"
ismiyle iki cilt olarak yayımlanır. Arşiv
niteliği taşıyan ve yalnızca 2 bin adet
basılan kitap meraklılarını bekliyor.
Müdürlere eğitim veriliyor
Şerafettin Turan, kitabın araştırma
aşamasında ilginç olaylarla karşılaşır.
Okullardan birinin tavanını görünce şoke
olur. Bina mimari yapısı, obje ve
süslemeleriyle saray niteliği taşımaktadır.
Ancak okulun eski müdürlerinden biri sırf
aydınlık olsun diye ceylan derisinden barok
rokoko süslemeler bulunan tavanı komple
kestirip çöpe atmıştır. Bu duruma çok üzülen
Turan, koruma altına alınan okulların
müdürlerini bir araya getirir. İdareciler,
binaların nasıl korunması gerektiği ile
ilgili restoratör, mimar ve ustalar
tarafından verilen bir günlük eğitime tabi
tutulur, her birine sertifika verilir.
Turan, müdürleri bilinçlendirmekle öğretmen
ve öğrencilere de ulaşmayı hedeflediklerini
belirtiyor.
Çoğu okul olmaya müsait değil
İstanbul Milli Eğitim Müdür Yardımcısı
Şerafettin Turan: "Son dönemde tarihi
mekanların restorasyonuna ciddi bir bütçe
ayrılıyor. Hem Özel İdare Fonu hem de Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Fonu var.
Emlak vergilerinden ayrılan bir pay şehrin
tarihi alanlarını yenilemek için
kullanılıyor. Bütçe sıkıntımız yok. Yeter ki
bir irade ortaya konulabilsin. Restore
edilen binaları artık okul olarak
kullanmamaya çalışacağız. Çünkü okul planına
uygun değiller. Mesela Adile Sultan Sarayı
önceden Çamlıca Kız Lisesi'ydi. Saraya
dönüştürüldükten sonra kongre merkezi olarak
kullanıma uygun hale getirildi. Bahçesinde
yeni lise inşa edildi. Elde edilen gelirle
çevre okulların ihtiyaçları karşılanıyor."

Otopark yapmak için tarihi okulu
yaktılar
"Tarihi binalar ile ilgili, 'Uğraşmayın
bu eski püskü şeylerle. Yıkalım gitsin. Daha
az maliyetle yenisini yapalım' zihniyeti
mevcut maalesef. Bu binalar memleketimizin
tapu belgeleri. Onlara sahip çıkmamız
gerekiyor. Geçmişimizi, ruhumuzu yansıtıyor
hepsi. Onları yıkıp yerlerine kimliksiz,
ruhsuz binalar inşa ediliyor. Saray
niteliğinde olan mekanların gürgen veya meşe
ağacından yapılmış pencereleri sökülüp
yerine pimapen pencereler takılmış.
Okulların birçoğunda durum bu şekildeydi.
Bunu mimarlıktan mezun kişiler yapıyor. Bizi
Avrupa'dan üstün yapan şey bu eserler.
Bakıyorsunuz adamlar elli yıllık binaları
süsleyip, püsleyip karşımıza tarihi bina
diye çıkarıyor. Biz ne yapıyoruz?
Ortaköy'deki tarihi okulu, yerine otopark
yapabilmek için kasten yakıyoruz. Bu ihanet
değil de nedir?"
Zaman Cuma, Haber: Reyhan Gül, 13.01.2012
|
TARİHİ YARIMADA SİLUETİ KORUMA ALTINA ALINDI
İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi, Tarihi
Yarımada’nın siluetinin korunması amacıyla 10 ilçeye
inşa edilecek binaların yüksekliğini sınırlandırdı.
AKP Grup Başkan Vekili Ergün Turan, “Tarihi
Yarımada’nın arkasında kalan tüm silüeti etkileyecek
her bir noktada inceleme yapıldı ve planlarda
yüksekliklere kısıtlama getirildi” dedi.
İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi, Ocak ayı
toplantılarının 5. birleşiminde “Tarihi Kent Merkezi
Görünümünü (Silüetini) Etkileyen Alanlarda Olumsuz
Yapılaşma Koşullarının Engellenmesine Yönelik
1/5.000 Ölçekli NİP Plan Notu İlavesi”ni
oybirliğiyle kabul etti. 1/100 bin ölçekli Çevre
Düzeni İmar Planı'na eklenen düzenlemenin ardından
ilçeler bazında binaların yükseklik seviyeleri de
belirlendi.
Bu düzenlemeyle İstanbul'un siluetini
etkileyeceği düşünülen Bağcılar, Bahçelievler,
Bakırköy, Bayrampaşa, Esenler, Eyüp, Gaziosmanpaşa,
Güngören, Küçükçekmece ve Zeytinburnu'nda yapılan
tespitler uyarınca belirlenen yüksekliklerden fazla
inşaat yapılamayacak.
Raporda, Tarihi Yarımada siluetinin Haliç'in
karşı yamaçlarından, Beyoğlu-Galata kesimlerinden,
Üsküdar, Harem, Kadıköy kıyı ve yamaçlarından gören
kesimlerinde inceleme yapıldı. Silueti olumsuz
etkilenmelerin tekrar yaşanmaması için ''deniz
seviyesine ya da doğal zemin kotuna göre maksimum
saçak kotları ile ilgili plan notlarının eklenmesi''
talep edildi. Mahallelerde yapılan tespitlerde
ilçelerin yüksek mevkilerinde inşaat seviyeleri
düşük tutulurken, çukur ve kot farkı düşük
mevkilerde yüksek tutuldu.
Müdürlüğün teklifinde İstanbul'un özgün siluetini
oluşturan alanlar ile silueti etkileme potansiyeline
sahip çeper alanlarda siluetteki değişimi kontrol
etmek amacıyla imar planlarında verilen yapılaşma
haklarının yeniden ele alınması gerektiği
belirtildi. Komisyon tarafından değerlendirilen
teklif aynen kabul edilerek, ilçe belediyeleri
tarafından yapılacak uygulama planlarına da
işlenmesi notu ilave edildi.
Raporun oylanması öncesinde konuşan
AKP Grup
Başkanvekili Ergün Turan, İstanbul için önemli bir
karar alındığını belirterek, “Tarihi siluet uzun
yıllar boyunca korunmuş, ancak modern inşaat
tekniklerinin geldiği nokta bina yüksekliklerini
arttırdı. Tarihi Yarımadanın arkasında kalan tüm
bölgedeki silueti etkileyecek her bir noktada
inceleme yapıldı. Bundan sonra planlarda
yüksekliklere kısıtlama getirildi. Bu işe emek veren
arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum” diye konuştu.
CHP Grubu Meclis üyesi konuşan Mehmet Yıldız da
“Tarihi Yarımada için yapılan bu çalışmanın
İstanbul'un tamamı için de yapılmasını ümit
ediyorum” dedi. Has Parti Meclis Üyesi Ahmet
Sadıkoğlu ise, raporun tüm meclis üyelerince
saklanması gerektiğini ifade ederek, “Çok güzel bir
çalışma. Raporla İstanbul'da inşaat şirketlerinin
yapmak istediği çok büyük binaların da önüne
geçilmiş olacak” şeklinde konuştu. Rapor, daha sonra
İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi üyelerinin
oybirliğiyle kabul edildi.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 13.01.2012
******
HANGİ BİRİNİ YIKACAKSINIZ?

Şimdilerde 'Nasıl kurtarırız' diye planlar
yapılan asırlar önce seyyahların hayran olduğu
İstanbul siluetine bir de bu açıdan bakın! O tarihi
siluetin ardında artık neredeyse yıkımı imkansız
olan dev gökdelenler var.
Asırlar önce seyyahlar tarafından belirlenen
tarihi
İstanbul silueti geri dönülmez bir yola girmiş
durumda. Eski
İstanbul 3 No’lu Koruma Kurulu Başkanı Mimar
Sinan Genim’in Ayasofya
ve Sultanahmet camilerini
perspektifine oturtarak çektiği fotoğraf, Levent,
Mecidiyeköy, Taksim’deki gökdelenlerin tarihi
yapıların ardında dev gölgeler oluşturduğunu ortaya
koyuyor. Yani pek çok gezginin Marmara Denizi’nden
girerken hayran oldukları o
İstanbul siluetinin yerini şimdi
yeni bir görüntü almış durumda.
‘Tarihi Yarımada’ya Üsküdar Salacak sahilinden
baktığınızda sadece Zeytinburnu’nda yapılan ‘Onaltı
Dokuz’ gökdelenleri siluete giriyor. Dolmabahçe
Sarayı’nın üzerindeki gökdelen trafiği de önlenemez
bir noktaya gelmiş halde.
İnşaatı halen devam eden Zorlu Grubu’nun Karayolları
arazisine yaptığı gökdelenler hem Dolmabahçe
Sarayı’nın üzerinde hem de Tarihi Yarımada’ya deniz
tarafından baktığınızda heybetiyle mimari eserleri
bastırıyor. Bu yeni görüntünün gölgesi altında son
günlerde kentin siluetinin nasıl kurtulacağının
tartışması yapılıyor. Son olarak Kültür Bakanı
Ertuğrul günay,
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘silueti bozan
binaların yıkılması talimatı verdiğini’ açıklamıştı.
Fotoğrafları çeken mimar Sinan Genim ise ‘‘Hangisini
yıkacaksınız? Avrupalı seyyahlar denizden gördükleri
siluete hayran kalırlardı. 2007 yılından beri arada
çıkar bu resimleri çekerim. Her geçen gün daha
kötüye gidiyor” diyor. ‘İstanbul’un
en etkileyici olan silüetinin Marmara’dan tekneyle
gelirken görünen silueti’ olduğunu belirten Genim şu
bilgileri aktarıyor:
“Tüm Batılı yazarlar 16. 17. 18. 19. yüzyıllarda
istanbul’a tekneyle gelir. Oradan gördükleri
manzara Yedikule’den başlar, peşinden Sultanahmet,
Ayasofya, Topkapı Sarayı, hemen Burnu dönünce
Süleymaniye’nin
Haliç’e etkin silueti. Bütün bunları görür ve
yazarlar. Asıl etkileyici olan budur.” Genim
“Siluete nereden bakmalıyız” sorusunu ise şöyle
yanıtlıyor: “‘Sana bir tepeden baktım aziz
İstanbul gibi’... Herhangi bir tepeden
bakıyorsun deniz kıyısından bakıyorsun.”
İstanbul’da ilk gökdeleni olan Ceylan Otel’in
yapımına 1969 yılında başlandığını, 1971’de de
tamamlandığını söyleyen Genim, Hemen ardından
Harbiye Ordu Evi yapılıyor. Peşi sıra Odakule
yapılıyor. Hemen hemen aynı sıralarda Etap Tepebaşı
galiba şimdi Marmara Pera oldu. Taksim’de The
Marmara. O zaman kimse sesini çıkarmıyor. Şehirin bu
kadar merkezinde bu yükseltiler nedir diye? Herkesin
hoşuna gidiyor, sonra sağda solda herkes bina
çıkmaya başlıyor.
Çünkü arazi pahalı. İnşaat emsalleri böyle bir bölge
için yüksek. Ancak boş alanlara insanlar yüksek
binalar yapıyor, Bunları kamusallaştırmak yıkmak
falan
Türkiye Cumhuriyeti’nin bütçesini aşan
şeylerdir. Tüm dünyada da böyle bir gidiş var, tüm
şehirler yükseliyor böyle bir özlem var” diye
konuşuyor. “New York’ta da gökdelen var ama bunlar
arasında 100 metre 150 metre güneşin açısını dahi
gözönünde bulunduran hesaplar yapılıyor” diyen
Genim, şöyle devam ediyor: “Bizde bakıyorsun binalar
dip dibe.
İstanbul’un neresinden fotoğraf çekersen
arkasında mutlaka bir rezil yapı çıkıyor. Burada
kamunun devletin kabahati var.
Anadolu yakasında hiç yüksek yapı yoktu kamu
başlattı. Bir tanesi Siyami Hersek, diğeri de
Acıbadem’deki Telekom binası. Sen devlet olarak
yaparsan ben yaparım ama sen yapma diyemezsin. Yok
böyle bir şey biri başlarsa herkes yapar. “
Siluet Topkapı Sarayı’yla başlıyor
İstanbul’un ilk tepesinde Topkapı Sarayı
bulunuyor ve siluet buradan başlıyor. İkinci tepede
Ayasofya ve Sultanahmet yer alıyor. Aşağıdan
yukarıya doğru, Topkapı Sarayı, Aya İrini, Ayasofya
ve Sultanahmet Camisi yer alıyor.
Haliç’ten bakıldığında ise bu siluet içine
Sultanahmet Camii yerine Süleymaniye Camii giriyor.
Dördüncü tepede ise Fatih Camii bulunuyor. Siluete
Üsküdar sahilinden ve biraz yukarıları çıkıp
Salacak’tan baktığınızda ise yine aynı sıralamayla
karşılaşıyorsunuz. Ve bu kez Sultanahmet Camii yine
siluete dahil oluyor.
Seyyahları aşık ettirdi
Yanında taşıdığı defterlere gezdiği yerlerin görüntü
ve krokilerini çizen ünlü mimar Le Corbusier,
İstanbul’un silueti hakkındaki düşüncelerini de
defterine yazmış. Mimarın Topkapı Sarayı,
Sultanahmet Camii, Ayasofya ve surların belirlediği
silueti ana hatlarıyla gösteren bir krokisinin
altında şöyle bir not bulunuyor: “İşte sayın
şehirciler, defterlerinize not ediniz: Siluetler!”
Edmondo de Amicis ise
İstanbul’un kimseyi hayal kırıklığına
uğratmadığını söylüyor.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 15.01.2012
******
İSTANBUL
SİLUETİNE RADİKAL KORUMA
Radikal’in gündeme getirdiği siluet skandalının
ardından
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Tarihi
Yarımada’nın siluetini korumak için alınacak
önlemleri belirledi. Büyükşehir Belediyesi İmar
Komisyonu Başkanı Sefer Kocabaş, alınacak önlemleri
ve yapılan çalışmaların
detaylarını ilk kez
Radikal’e anlattı.
Kocabaş, Tarihi Yarımada’da lazerle yapılan
ölçümlerle yükseklik sınırının belirlendiğini ayrıca
Tarihi Yarımada’nın bir maketinin çıkarılması ve her
bir projenin
bu maket üzerinde de
değerlendirilmesine karar verildi.
Önce maket, sonra izin
Kocabaş, ‘‘Tarihi Yarımada’nın ve Tarihi Yarımada’ya
etki edecek alanların maketi çıkarılacak. Gökdelen
yapıldığında bu maket üzerine oturtulacak. Örneğin
siluete etkisi değerlendirildikten sonra imar izni
verilecek. Sadece siluet değil, kuşbakışı alana etki
edecek yapılar içinde çalışmalar yapıldı’’ dedi.
Zeytinburnu’nda yapımı devam eden ‘onaltıdokuz’
kulelerinin Tarihi Yarımada’nın siluetini bozmasının
tepkileri sürerken Büyükşehir Belediyesi geçtiğimiz
hafta Belediye Meclisi’nde aldığı kararla Tarihi
Yarımada’nın siluetine etki edecek alanlar için
yükseklik sınırı getiren projeyi kabul etmişti.
Ölçüm noktaları
Ölçümler ve yükseklik sınırları tarihi Yarımada
siluetinin görüldüğü şu noktalardan bakılarak
oluşturuldu:
Beyoğlu-Haliç
kıyılarından siluetin görülebildiği alanlar
Haliç kıyısından Boğaz kıyılarına kadar olan
alanlar
Üsküdar-Beylerbeyi ve Üsküdar-Harem arası
Bakırköy-Samatya tarafından
Anadolu yakasına bakılabilen alanlar.
Yükseklik sınırları tek tek belirlendi
Tarihi Yarımada’da silueti bozabilecek alanlar için
belirlenen yükseklik sınırları ise şöyle:
Zeytinburnu: Sahil şeridinde 70 metre, diğer
bölgelerde ise 35-55 metre.
Bakırköy: 60-70 metre.
Bayrampaşa, Güngören ve Esenler: Arazi yapısına göre
20-90 metre.
Bahçelievler: 60-120 metre.
Küçükçekmece: 80-135 metre.
Eyüp: 20-35 metre.
Radikal’in siluet haberi projeye vesile oldu
İmar Komisyonu tarafından gerçekleştirilen projede 6
üniversite ve çeşitli meslek odaları da yer aldı.
İstanbul’da bugüne kadar böyle bir çalışmanın
yapılmadığına değinen Sefer Kocabaş, siluetle ilgili
böyle bir durumun oluşmasının normal olduğuna
değinerek; ‘‘Bugüne kadar böyle bir çalışma
düşünülmedi. İşte ancak başına bir şey gelecek ki
önlem alabilesiniz. ‘Onaltıdokuz’ binası da bu
çalışmaya vesile oldu’’ dedi.
Kriter, uçaklardı
Siluete etki eden binalarla ilgili ise Kocabaş
şunları söyledi: ‘‘Dönüşüm alanları belirlendiğinde
Ataköy-Yedikule arası
Turizm Bakanlığı’nca turizm alanı
olarak planlanmıştı. Bu alanda yükseklik sınırı 117
metre olarak belirlenmişti. Bu da uçakların
iniş-kalkışlarına engel olmayacak sınır olduğu için
belirlendi. Eğer yapıların arka planda çıkacağı
bilinseydi izin verilmezdi.
İstanbul’un planı zamanında yapılsaydı bu
görüntüler oluşmazdı.’’
Radikal, 18.01.2012
|
GÖLMARMARA'DA BİR UYGARLIK ARANIYOR
İl Kültür ve
Turizm Müdürü Erdinç Karaköse, ABD Boston
Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Görevlisi Doç
Dr. Christopher H. Roosevelt ile birlikte Salihli,
Sart ve Gölmarmara Bölgesindeki Arkeolojik
çalışmalarla ilgili Vali Halil İbrahim Daşöz’e bilgi
verdi.Karaköse, Dr. Roosevelt’in Gölmarmara
çevresinde elde ettiği bulguların MÖ 2000′li
yıllardaki Tunç Çağı dönemindeki Seha Nehri
Ülkesi’ni işaret ettiğini düşündüklerini belirterek,
“Kendisi buralarının gün ışığına çıkarılması için
Arkeolojik kazı çalışması yürütmek istiyor. Bununla
ilgili Bakanlığımıza da başvurusunu yaptı” dedi.
ABD Boston Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim
Görevlisi Doç Dr. Christopher H. Roosevelt ile
birlikte yaptıkları ziyarette Vali Daşöz’e bilgi
veren İl Kültür ve Turizm Müdürü Erdinç Karaköse,
“Doç.Dr. Roosevelt, Manisa ve çevresinde özellikle
Salihli, Sart ve Gölmarmara’da arkeolojik
araştırmalarını 15 yıldır sürdürüyor. Özellikle 5-6
yıldır Bakanlığımızın izniyle yürüttüğü Gölmarmara
ve çevresi Arkeolojik yüzey araştırma çalışmalarında
değişik bulgulara ulaştılar. Çalışmalarda elde
ettikleri bulguların, MÖ 2000′li yıllardaki Hitit
Devleti bünyesindeki Arzava Krallığı’na bağlı
Pisidia şehirlerinden biri olan Seha Nehri Ülkesi
olduğunu düşünmekte. Hitit Uygarlığı dönemlerine ait
Tunç Çağı kalıntılarının varlığını tespit etmiş.
Buralarının yeniden Arkeolojik kazı olarak gün
ışığına çıkarılması ile ilgili kazı çalışması
yürütmek istiyor. Bununla ilgili Bakanlığımıza da
başvurusunu yaptı” dedi.
Karaköse, Gölmarmara gölü ve çevresinin kırsal
turizm bakımından zengin değerlere sahip olduğunu,
bir yandan Bintepeler Tümülüsü (Kral Mezarları),
diğer yandan altyapının geliştirilmesi ve kazı
çalışmalarıyla birleştirildiğinde yörenin turizm
çekim alanı haline geleceğini söyledi.
Gölmarmara Gölü etrafında 2005 yılında kazı
çalışmalarına başladıklarını belirten Doç.Dr. H.
Roosevelt ise “Kaymakçı Köyü Bölgesi'nde bulunan
kalıntılardan burada Tunç Çağa ait Seha Nehri
ülkesinin başkentinin bulunduğunu düşünüyoruz.
Bölgedeki kazı amacımız, bu uygarlığı, aynı zamanda
Lidyalıların ataları ve Hitit dönemine ait
uygarlıklara ait kalıntıları gün ışığına çıkarmak.
Doğal, kültürel ve kırsal turizm için Gölmarmara
Gölü etrafı çok güzel ve turizm potansiyeli çok
yüksek olan bir bölge. Kazı çalışmalarının
gerçekleştirilmesi ve hayata geçmesi sürecinde
desteklerinizi bekliyoruz” diye konuştu.
Vali Daşöz de ziyaretten duyduğu memnuniyeti
belirterek, “Bölgemizi turizm yönünden nasıl
geliştirebilirizin arayışı içerisindeyiz.
Çalışmalarınız arayışımıza büyük bir katkı olur. Bu
çalışmalar Manisa ve bölgemiz için çok müthiş.
Bundan heyecan duyarız” dedi.
Manisa Haber, 11.01.2012
|
8 - 14 Ocak 2012
|
MİLLİ REZALETİN
RESİMLERİDİR
Dolmabahçe Sarayı’ndaki
Veliaht Dairesi’ne el koyan TBMM Başkanlığı’nın bu
ani kararında tarihi yapının içler acısı hali etkili
oldu. Meclis Başkanı Çiçek’e sunulan fotoğraflardan
da görüldüğü gibi bina harap halde, kıymetli
tabloların akıbeti bilinmiyor.
İstanbul’da Dolmabahçe
Sarayı’nın yapılar topluluğu içinde bulunan 80 oda 9
salondan oluşan 2 katlı Veliaht Dairesi, Sultan
Abdülaziz’den beri sultanların veliahtlık
dönemlerini geçirdikleri mekan oldu. Resim Heykel
Müzesi olarak kullanılan bina, 1985’te Mimar Sinan
Üniversitesi’ne tahsis edilmişti. Tarihi daireyi
geçen hafta gezen
TBMM yönetimi,
tahsisi kaldırdı. Başkanlık Divanı’nın Milli
Saraylar Dairesi’ne bağlı binaya el koymasıyla
sonuçlanan süreçte
TBMM Başkanı
Cemil Çiçek’e
sunulan fotoğraflar etkili oldu.
TBMM Başkanlığı,
kayıtlara göre 200 kadar değerli tablonun ve tahsis
dönemindeki zararların tespit edilmesi için
mahkemeye başvurdu.
Başkanlık Divanı’nın
CHP’li üyesi Tanju
Özcan, tarihi binadaki gözlemlerini aktardı: “Sayın
Meclis Başkanı bu rezilliği görmemizi istedi, mekanı
gezerken korkunç bir manzarayla karşılaştık,
tüylerimiz diken diken oldu. 1800’lerden beri duran
taban döşemeleri son yıllarda mahvolmuş.”
Tarihi binada gözlemler yapan
CHP’li Tanju Özcan,
buradaki tablolarla ilgili de bilgi verdi:
“Kayıtlara göre 200 civarında, bazılarının değeri 10
milyon doları bulan tabloların bulunduğu bir bölüm
de var. O bölümü biz de gezemedik. Tabloların
gerçekten orada olup olmadığı veya orijinalliğini ne
ölçüde koruduğu konusunda kuşkuya kapıldım. Burada
bir mahkeme tespiti olacak. Kapalı kapılar ardında
ne var bakacağız.”
Hürriyet, Haber: Bülent
Sarıoğlu, 14.01.2012
|
İNGİLİZDEN TARİHİ ESER JESTİ
İngiliz
vatandaşı David Tombs'un
Türkiye'de bulunduğu
süre içinde edindiği tarihi
eserler
Türkiye'ye iade edildi.
Türkiye'nin Londra
Büyükelçiliği'nden yapılan açıklamada, "Orta Doğu
Teknik Üniversitesi'nde
1963-1970 yıllarında görev yapan Dr. David Tombs'un
oğlu Sebastian Tombs, babasının
Türkiye'de bulunduğu
yıllarda edindiği eserleri
ülkemize iade etmek üzere Büyükelçiliğimize
teslim etmiştir"
denildi.
Sabah, 14.01.2012
|
|

Andr Vincent in Üç Kişinin Portresi eseri.
|
LOUVRE'A 'JEST' ELEŞTİRİSİ
Paris’teki Louvre Müzesi, geçen yıl mart ayında deprem ve tsunami felaketinin ardından nükleer bir facianın eşiğinden dönen Japonya’ya yapmayı düşündüğü jest nedeniyle sert eleştirilerin hedefi oldu. Nükleer santralın sadece 65 kilometre uzaklığındaki Fukuşima kentinde sergilenmek üzere nisan ayında yaklaşık 20 sanat eserini Japonya’ya göndermeyi planlayan Louvre Müzesi yönetimi, eserleri gereksiz yere riske atmakla suçlanıyor. Japonya’da üç farklı kenti dolaşacak ‘Louvre Koleksiyonlarında Buluşma, Aşk, Arkadaşlık ve Dayanışma’ adlı sergide François Boucher’in ‘Eros’u Taşıyan Üç Güzel’, François-André Vincent’in ‘Üç Kişinin Portresi’ ve Antik Mısır’dan tanrıça İsis’in heykeli de yer alıyor.Louvre Müzesi yetkilileri, serginin yapılacağı müzelerin depremde hasar görmediğini belirterek eserlerin tehlike altında olmayacağını vurgulayarak, sanat uzmanları, Fransa’nın sanat mirasının gereksiz yere riske atıldığını iddia ediyor.
Radikal, 14.01.2012
|
BULGUR PALAS İLE İLGİLİ ÖNERİLERİNİ SERGİLEDİLER
İtalyan mimar Giulio
Mongeri tarafından 1912'de Cerrahpaşa'da inşa edilen
Bulgur Palas ile ilgili Yıldız Teknik
Üniversitesi'nden
yaklaşık 40 öğrenci
önerilerini sergiledi.
Öğrencilerin
bina ve çevresinin
fiziksel ve sosyolojik açıdan nasıl daha iyi
değerlendirilebileceği
konusunda yaptıkları
çalışma, Fatih Belediyesi
Sergi
Salonu'nda
sergilendi. Çalışmanın
ana fikri binanın
kültür ve sanat
etkinliklerinin bir
mekanı olması.
Sabah, 14.01.2012
|
ANTİK ÇIPALAR SERGİ BEKLİYOR
Ankara Üniversitesi Sualtı Arkeolojik Araştırma ve Uygulama Merkezi (ANKÜSAM) ile 360 Derece Tarih Araştırmaları Derneği’nin antik çıpalar konusundaki araştırmaları hızlandı.
Örneği olmayan çalışma hakkında bilgi veren Arkeolog Osman Erkurt, çalışmanın 4 bin senelik dönemi kapsadığını belirtti. Gemi çıpaları hakkında tipolojik bir çalışma yaptıklarını, bunun Oxford Üniversitesi ile beraber yürüttükleri tez çalışması olduğunu dile getiren Erkurt, “Şu an 27 çıpamız var. Deneysel arkeoloji adına şunu söylemek gerekir; bugüne kadar dünyada bunu denemiş olan kimse yok” dedi.
Milliyet Ege, 14.01.2012
|
|
ASKER KALEYİ BOŞALTACAK
Mardin’de Tarihi Dönüşüm
Projesi için düğmeye basıldı, Tarihi Mardin
Kalesi’ndeki Hava Kuvvetleri’ne ait radar mevzi
turizm için boşaltılacak.
Güneydoğu’nun
incisi
Mardin son 10 yılda
turizmde dev
adımlar atıyor. Çok yıldızlı oteller bir bir
Mardin’de boy
gösterirken
Mardin’e 10 yıl
önce gelen turist sayısı 150 binken bu rakam 2011’de
1 milyon 100 bine yükseldi.
Şiir gibi bir şehir
Mardin. Uçsuz
bucaksız Mezopotamya’ya yukarıdan bakışıyla, ışıl
ışıl gerdanlığıyla, mistik kokan taş binalarıyla
adeta zamanın durduğu bir kent.
Mardin, özellikle
turizm alanında
yaptığı hamlelerle adından söz ettiriyor. 10 yıl
içinde kente gelen turist sayısının 150 binden, 1
milyon 100 bine yükselmesi kentin gelişimini
gösterir nitelikte. Bacasız sanayi
Mardin’de tütmeye
başlayınca oteller de bir bir hizmete giriyor,
girmeye de devam ediyor.
Mardin Belediye
Başkanı Mehmet Beşir Ayanoğlu, kentin altyapı
sorununa el attıklarını söylerken, özellikle tarihi
mekânların yenilenmesi ve
turizme
kazandırılmasıyla ilgili yoğun bir çaba içine
girdiklerini gururla anlatıyor. Hava Kuvvetleri’ne
bağlı Radar Mevzi,
Mardin
Kalesi’ni
turizm amaçlı
boşaltmaya hazırlanıyor. Peki kentteki sanayi?
Kentin ekonomisinde söz sahibi olan isimler birkaç
yıl öncesine kadar
Mardin ve ihracat
kelimelerinin yan yana bile gelmediğini söylerken
son tabloyu umutla özetliyorlar: ‘’İhracatta artık
biz de varız. Hedef 500 milyon dolar!’’ Son 10
yıllık rakamlar gösteriyor ki
Mardin önümüzdeki
yıllarda adından daha çok söz ettirecek.
Mardin’in simgesi
olan ve kenti bir gerdanlık gibi süsleyen
Mardin
Kalesi, 50 yıl
aradan sonra dünya
turizmine açılmayı
bekliyor. 20 milyon TL’ye mal olacak restorasyon
çalışmalarının 2013 yılında bitmesi planlanıyor. 20
milyon TL’ye yenilenip 2013’te
turizme açılacak
Habertürk (kısaltarak), Haber: Bülent Günal,
13.01.2012
|
2023 YAŞINDA SATILIK
SARAY
 
 

Roma tarihte çok
önemli rol oynamış şehirlerden biridir ve tüm izleri
hala bünyesinde barındırır. Antik kalıntılar, taş
sokaklar, tiyatrolar, binalar tarihin görkemini ve
hikayelerini anlatmak üzere hala ayakta ve
kullanımdadır.
Roma'nın görkemli
tarihinin parçalarından biri olan
Palazzo Orsini
(Orsini
Sarayı) aynı
zamanda şehrin satıştaki en pahalı yapısı.
Bina milattan önce 13.
yılında
İmparator Augustus
tarafından başlatılmış. MÖ 11 yılında yapımı biten
tiyatro zaman içinde kullanım alanları değişse de
hep
Roma tarihinin
gözde yapılarından olmuş. 1600'lü yıllarda
Roma tarihinin en
önemli klanlarından Orsini ailesi tarafından;
saraya
dönüştürülmüş. İmparator tiyatroya
yeğeni Marcus Marcellus'a ithafen onun adını vermiş.
Mimari olarak ünlü arena/amfitiyatro
Kolezyum'a
(Colosseum) ilham veren bu yapı ondan 85 yıl eski.
Orijinal yapı 20 bin seyirci alacak şekilde inşa
edilmiş.
Sarayın içinde
yaşayan son sahibi Irıs Origo zengin bir Amerikalı
ailenin kızı. İtalyan bir aristokratla evlenerek
Roma'da yaşamaya
başlamış ve 1950'lerde
sarayı önce
kiralamış sonra da satın almış. 1984'te 85 yaşında
vefat eden
Iris Origo'nun
varisleri bilinmeyen bir sebeple
sarayı 40 milyon
dolardan satışa çıkardılar.
Sarayın balo odası,
kendine ait mini bir müzesi, açık hava müzesi
sınıfında görkemli bir bahçesi bulunuyor. Muhteşem
peyzaj mimarisine sahip bahçede pek çok antik
heykel, portakal ağaçları ve fıskiyeler var. Elbette
binayı çerçeveleyen antik tiyatronun mermer
sütunlarının görkemi
sarayın belki de en
önemli özelliği.
Habertürk, 13.01.2012
|
TARİHİ CAMİ KÜL OLDU
Gümüşhane'nin Kelkit
İlçesi'ne bağlı Sadak Köyü'nde bulunan 182 yıllık
tarihi cami, çıkan yangın sonucu kül oldu.
Dün gece saat 02.00
sıralarında elektrik kontağından çıktığı tahmin
edilen
yangına, ilk
müdahaleyi köylüler yaptı. Kelkit Belediyesi ve
Jandarma ekiplerinin de daha sonra söndürme
çalışmalarına katıldığı
yangın sabah
saatlerinde tamamen söndürüldü.

Ahşap işçiliğinin nadide
örneklerini taşıyan caminin çatısı
yangının ardından
tamamen çökerken, camiden geriye sadece yan
duvarları kaldı. Caminin karşısında ve yanında
bulunan evlerinde etkilendiği
yangının ardından
bölgeye giden
Gümüşhane Valisi
Dr. Yusuf Mayda, son durum hakkında bilgi aldı.
Köydeki tek cami olan
Sadak Köyü camisinin, 1830 yılında yapıldığını ve
yangının ardından
kullanılamaz hale geldiğini ifade eden Vali Mayda, "Yangının
elektrik kontağından çıktığını tahmin ediyoruz.
Tarihi bir camimiz idi. Tahkikat sonucuna göre
tekrar aslına uygun bir şekilde inşallah onarırız ve
vatandaşlarımızın hizmetine sunarız" dedi.

Köy muhtarı Ziver Nair, yangını caminin imamının
haber etmesiyle öğrendiklerini belirterek, "Yangını
öğrendikten sonra hemen ilgili ve yetkili mercileri
aradım ve muhtarlıktan köylüye anons yaptım.
Köylülerle birlikte ilk müdahaleyi biz yaptık.
Caminin çatısı hiç direksiz 130 metrekarelik bir
yapı idi. Yazık oldu" diye konuştu.
Öte yandan, yangın
sırasında amatör kameraya yansıyan görüntülerde,
alevlerin 35 metrelik minarenin neredeyse boyuna
kadar yükseldiği görüldü.
Habertürk, 13.01.2012
|
ST PETERSBURG VE KARS'TA
HEYKEL
Kars'ı bezeyen
heykellere saldırmak, ne kentin kültürel birikimleri
ne de herkesin imrendiği tarihsel kimliğine ve
çağdaşlığına yakışıyor.
2011'in sonlarına doğru
gazetelerdeki haber özetle şöyleydi: "Başbakan'ın
'ucube' demesiyle yıkılan 'İnsanlık Anıtı'ndan sonra
Gazi Ahmet Muhtar Paşa Konağı bahçesindeki 'Dört
Mevsim Heykeli' de tahrip edildi. Güzel Sanatlar
Galerisi olan binanın süs havuzuna konulan 4 kadın
heykelinden yaz mevsimini simgeleyeni 22 Aralık
gecesi yıktılar."
Habere göre parkları,
caddeleri, meydanları heykellerle donatan önceki
Başkan Naif Alibeyoğlu demiş ki: "100 yıllık bu
eseri 2003'te Belçika'dan getirtmiştik. Haydar
Aliyev Parkı'ndan çok sayıda kadın ve kaz heykeli de
depolara kaldırıldı. Heykellere soykırım
yapıyorlar."
Kars'ta İnönü
Caddesi'ndeki ozan heykellerine de saldırmışlar.
Ünlü halk ozanı ve Devlet Sanatçısı Şeref Taşlıova
heykelinin bile sazını kırmışlar. (25 Aralık
2011-ajanslar)
Bütün bu olanlara,
kentin heykellerini koruması ve sanatsal tarihi
mimarisine ne denli yakıştığını savunması gereken
Belediye Başkanı Nevzat Bozkuş üzülüyor mu; bilen
yok... ancak "heykelsi" Kars'ı heykellerle
yaşatmanın değerini bilenler çok üzülüyor.
Gerek Başkan Bozkuş'un,
gerekse Vali Ahmet Kara'nın bu inanılmaz "kültürel
soykırım"a karşı sessiz ve umarsız kalmaları ise
sanat ve kent kültürü adına duyulan kaygıları
arttırıyor.
'Kuzeyin Venedik'i'
Bu haberleri okudukça
aklıma hep, halkın ve yöneticilerin St.
Petersburg'un heykellerine nasıl sahip çıktıkları
geliyor.
Çünkü bugün Kars'ta
"kültür mirası" olarak koruduğumuz, Çarlık
Rusyası'nın işgali sırasında (1870-1910) yapılmış
olan anıtsal taş "Baltık Mimarisi" yapıların
başkenti, St. Petersburg'dur...
Rusya'nın, "Kuzeyin
Venedik'i" de denilen zarif kentine Sovyet döneminde
"Leningrad" adı verilmişti... 2003'te 300'üncü
yaşını kutlayan kentin, halkoylamasıyla yeniden
'tarihi adı'na kavuşması hakkında şunu yazmıştım:
"2. Dünya Savaşı'ndaki Alman kuşatmasında tümüyle
yıkılan Leningrad; 18 ve 19. yy mimarisi aynen
korunarak yeniden inşa edildiği için, aslında 'St.
Petersburg' olduğunu hiçbir zaman unutmadı."
(Cumhuriyet- 30 Mayıs 2003)
Tarih kitaplarımızda
"Deli Petro" olarak anılan, ancak Rusların "en
akıllı Çar" saydıkları ve sanatseverliğiyle tanınan
1. Peter, ülkesinin en güzel kentini Neva Irmağı'nın
Kuzey Denizi'ne kavuştuğu delta üzerinde İtalyan ve
Fransız mimar ve heykeltıraşlarıyla 1703'te
kurmuştu.
Kentin yaşgünü
kutlamalarına katılanlar, karşılarındaki "tarihi
kent dokusu"nun aslında 300 yıllık değil, sadece
"50-60 yıllık" olduğunu ise "Kahramanlık Müzesi"nde
fark edip savaş sonrası kentsel "yeniden
canlandırma"nın mimarlarını da geçmişi yarınlara
armağan ettikleri için şükranla anmışlardı...
Nitekim bu sayede eski
"ad"ına "geçmişiye birlikte" kavuşan St. Petersburg
için Putin konuklarına diyordu ki; "Rusya'da tarih
adına böylesi büyük bir proje yapılmamıştır."
Kent, 2. Dünya
Savaşı'nda tam 3 yıl Hitler ordusunun kuşatması ve
bomba yağmuru altında kaldı. Yaklaşık 2 milyon sivil
ve askerini yitirdi. Kuşatmada, hemen tüm yapıları
yerle bir olan Leningrad'ı yeniden "St. Petersburg
kimliği"yle imar etmek üzere harekete geçen
"sosyalist mimarlar", eski fotoğraflar ve hayatta
kalanların anılarından yararlanarak dünyanın en
büyük "kentsel restitüsyon"unu (yeniden eskisi gibi
inşaası) gerçekleştirdiler. Bunu, "tarihi mimariye
tam bir saygı içinde" başardıkları için de dönemin
en büyük onur belgesi olan "Lenin Nişanı" ile
ödüllendirildiler.
'Su Altında' Korundular
Yerle bir olan binalar
yeniden asıllarına sadık kalınarak yapılabilmişlerdi
ama kentte, her biri 200-300 yaşındaki "3 bin"
heykel de o bombalar altında mutlaka "parçalanmış"
olmalıydı. Peki, buna rağmen nasıl "ilk yapıldıkları
gibi" onarılabilmişlerdi?
Yanıt aslında kolaydı;
çünkü onca bomba yağmuruna rağmen heykeller aslında
"parçalanmamış"tı!
Gerisini St. Petersburg
Mimarlar Odası'nda fotoğraflarla sergilenen kentsel
restitüsyon belgelerinden özetleyelim:
"Alman bombardımanı
başlarken sirenlerin çalması üzerine harekete geçen
halk, sığınaklara girmeden önce belediye
görevlileriyle birlikte kentteki tüm heykelleri
kaidelerinden alarak kanalların içine attılar...
Böylece 3 yıl suyun altında kalarak bombalardan
korunan heykeller, savaştan sonra kanallardan
mancınıklarla çıkarılarak eski yerlerine hasarsız
dikilmiş oldular..."
Bugün St. Petersburg'da
gezinirken Baltık mimarisi yapılarla birlikte
hayranlıkla izlenen heykeller işte onlardır.
Ne dersiniz, aynı
mimarinin görkemli örnekleriyle gurur duyan Kars'ı
yönetenlerin ve Kars'taki kamuoyu önderlerinin de bu
destansı öykünün müzesini ve kentini, bombalardan
"kahramanca" korunmuş heykelleriyle birlikte gidip
görmelerinde yarar yok mu?
Cumhuriyet, Yazı: Oktay
Ekinci, 13.01.2012
|
DÖRT DUVAR ARASINDAN
SANAT GALERİSİNE
Bursa cezaevinde Nazım
Hikmet ile tanışması sonucu resim yapmaya merak
salan ve 70 yıldır elinden fırçayı bırakmayan
İbrahim Balaban'ın 140 eserinin yer aldığı
retrospektif niteliğindeki ''Balabanizm'' adlı
sergi, 14 Ocak'ta Üsküdar'daki International Art
Center'da açılacak.
Sergide, Balaban'ın ilk
hapishane duvarları arasındaki oto portresinden
Nazım Hikmet imzalı
Balaban'ın portresine, gün yüzüne çıkmamış çini,
desen, halı ve tuval çalışmalarına kadar birçok eser
görülebilecek.
AA muhabirine açıklama
yapan Balaban, Bursa'da doğduğu köyün 3 yıllık
okulunda eğitim gördüğünü, resme olan merakının
Bursa cezaevinde ''Şair Baba'' olarak tanımladığı
Nazım Hikmet ile
tanışmasıyla başladığını söyledi.
Balaban,
Nazım Hikmet'in
desteği ve ilgisi sayesinde resim yeteneğinin ortaya
çıktığını ve geliştiğini belirterek,
Nazım Hikmet ile 7
yıl süren bir birlikteliklerinin olduğunu aktardı.
İlk kişisel sergisini 1953 yılında İstanbul'da
açtığını dile getiren Balaban, sonraki yıllarda hem
Türkiye'de, hem de yurt dışında pek çok sergi
açtığını kaydetti.
Balaban, bir dönem tablolarından dolayı
yargılandığını, ancak aklandığını anlatarak,
Adana'daki bir sergide de eserlerinin saldırıya
uğradığını ifade etti.
Bugüne kadar 2 binden fazla tablo ve bunun birkaç
katı desen ürettiğini belirten Balaban, ayrıca
yayınlanmış 11 kitabının bulunduğunu söyledi.
Balaban, ''Konu bir özdür, her öz kendi kabuğunu
yapar'' düşüncesi ile yola çıktığını aktararak,
''Bir ressam için resim yapmak hava almak gibidir.
Eğer bir insan hava almazsa nefesi tıkanır. Resim
çizmek de ressamın birinci soluk alma unsurudur''
diye konuştu.

Nazım Hikmet'in ilk
sergisini kendisine adamasını istediğini anlatan
Balaban, şöyle devam etti:
''O dönemde sergiyi
Nazım Hikmet'e
adayamadım. 'Şair babanın' önerisi, aydınlığı
dahilinde ressam Balaban ortaya çıktı. Kendisi bana
'sen dünyanın en büyük ressamısın' dedi. Ben
dünyanın en büyük ressamı olduğumu biliyordum ama
bir de dünyanın en büyük şairi bunu tasdik etti.
Bütün dünyaya benim adımı yaydı. Ben bu sergiyi
'Şair Baba'
Nazım Hikmet'e
adıyorum.''
İbrahim Balaban,
sergide
Nazım Hikmet imzalı
portresinin de görücüye çıktığına işaret ederek,
konuşmasını şöyle sürdürdü:
''Cezaevindeyken
Nazım Hikmet'in
mahkumların resimlerini çizdiğini söylediler. Ben de
kendi resmimi çizdirdim. Bana resmi gösterip 'bitti'
dedi. Ben resmi beğenmedim, çünkü resimde üzerimdeki
kravat ve ceket yoktu. Kendisine bunu söyledim. O da
bana 'seni tahsildara benzetmemek için yapmadım'
dedi. 'Sen yapmasan ben yaparım' dedim ve aşağı
koğuşa inip 6 tane renkli kalem ısmarladım. Onları
zeytinyağına batırdım resme kravat ile gömleği
yaptım.''
Sergide, Nazım Hikmet'in şiirlerinden esinlenerek
yaptığı tabloların olduğunu aktaran, bunlardan
birinin ''Bugün Pazar'' isimli şiirden ilham alarak
geçen yıl yaptığı ''Mapushane Avlusu'' adlı resim
olduğunu anlatan Balaban, ''Bugün pazar/ bugün, beni
ilk defa güneşe çıkardılar/ ve ben, ömrümde ilk defa
gökyüzünün/ bu kadar benden uzak/ bu kadar mavi/ bu
kadar geniş olduğuna şaşarak/ kımıldamadan durdum/
sonra, saygıyla toprağa oturdum/ dayadım sırtımı
duvara/ bu anda ne düşmek dalgalara/ bu anda ne
kavga, ne hürriyet, ne karım/ toprak, güneş ve ben/
bahtiyarım...'' şeklindeki şiiri okudu.
Sergide, Nazım Hikmet'in eşi Piraye Hanım
koleksiyonunda yer alan ve ilk kez görücüye çıkan
Balaban'ın 1946 yılında İmralı Cezaevinde aynaya
bakarak yaptığı oto portresi ile ''Çeşme Başı''
isimli eserleri de görülebilecek.
Piraye Hanım'ın torunu Kenan Bengü de, Piraye
Hanım'ın Nazım Hikmet'le ilgili sakladığı pek çok
eser, resim ve mektup olduğunu söyledi.
Bengü, Balaban'a ait bu iki resmin de bunlara bir
örnek olduğunu belirterek, ''İbrahim
Balaban bu resimleri İmralı
Cezaevindeyken yapmış ve Bursa Cezaevinde bulunan
Nazım Hikmet'e göndermiş. Nazım Hikmet de belli bir
süre sonra bunları Piraye Hanım'a vermiş, oradan da
bugüne kadar gelmiş'' diye konuştu.
Ellerindeki arşivi 2000'li yıllardan sonra
değerlendirmeye başladıklarını ve eserleri ortaya
çıkarmak için çalışmalar yaptıklarını ifade eden
Bengü, şunları kaydetti:
''Yıllarca bu resimler tavan aralarında veya gizli
saklı köşelerde saklandı. Oto portrenin Balaban'a
ait olduğunu bilmiyordum. Bir ortak arkadaşımız
vasıtasıyla yaklaşık 15 gün önce İbrahim beyle bir
araya geldik ve bu resimleri ona gösterdim.
Resimleri görünce çok heyecanlandı. O da ilk yaptığı
çalışmalar arasında yer alan bu resimleri unutmuş.
Resimlerin bu sergide olmasını istedi, biz de
severek bu sergide bu resimlerin ortaya çıkmasını
sağladık.''
İbrahim Balaban da
oto portresini tekrar gördüğünde mutluluktan tabloyu
öptüğünü söyledi.
Sergi, 14 Şubat tarihine kadar ziyarete açık
kalacak.
Habertürk, 13.01.2012
|
500 YILLIK ŞAMDANI
ÇALDILAR
Şile'de Günani Camisi'ne 5
Aralık 2011'de akşam
namazı öncesinde kimliği belirsiz hırsız veya
hırsızlar girdi. Pencereden girdiği tahmin edilen
hırsızlar, 16 yıldır camide bulunan yaklaşık 500
yıllık pirinç şamdanı çaldı. Camiden 2001'de deHz.
Muhammed'in sakal-ı şerifi çalınmıştı.
Sabah, Haber: Hasan Ay,
13.01.2012
|
GÜNAY: İSTANBUL'UN
SİLUETİNİ BOZAN YAPILARA "YIK" EMRİ VAR
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, Başbakan’ın İstanbul’un siluetini
bozan yapıların gerekirse yıkılması için talimat
verdiğini açıkladı.
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın
İstanbul’un siluetini bozan yapılara ilişkin önemli
açıklamalarda bulundu. Günay, Başbakan'ın bu tür
yapıların gerekirse yıkılması için talimat verdiğini
açıkladı. Başbakan’ın bu konudaki talimatını ilk kez
dile getiren Günay, "Hepimizi rahatsız eden siluet
tartışmasıyla ilgili Sayın Başbakan belediyelere
yeni plan yapmaları, rahatsız edici görüntüleri
düzeltmeleri talimatını verdi. Mevcut yapılar
düzeltilecek.Tabiki yıkım da gündeme gelecek. Sözen
döneminde Park Otel’in birkaç katı yıkıldıysa,
İstanbul’da yıkılmayacak hiçbir yapı tanımıyorum.
Bundan sonra rahatsız edici yapılar katiyen
olmayacak." dedi.
Turizm Gazetesi,
13.01.2012
|

|
SARAY ÖNÜNDEKİ KULÜBE NÖBETİ YENİDEN BAŞLADI
Milli saraylarda askerlerin görevini polise devretmesininardından Dolmabahçe Sarayı'nın önünde boş kalan cam kulübede tekrar nöbete başlandı. Yerli ve yabancı turistlerin önlerinde fotoğraf çektirdiği Saltanat kapısındaki iki kulübenin boş durmaması ve tekrar polis tarafından nöbetlerin başlatılması için Başbakan tarafından talimat verildi. Bunun üzerine iki kulübede birer saat arayla 8 polis nöbete başladı.
Sabah, Haber: Mustafa Kaya, 13.01.2012
|
OLTU TARİHİNE DİKİLİTAŞ
DAMGASI

Oltu İlçesi'nde 5 metre uzunluğunda 2.7 metre
kalınlığındaki dikili taş, 25 Mart Gençlik Parkı'na
yerleştirildi.Oltu Belediye Başkanı İbrahim Ziyrek,
dikili taş ile ilgili yaptığı açıklamada, "Yıllar
önce Yolboyu Köyümüzün yakınlarında bir kazıda
ortaya çıkan milattan önce 9-10 yüzyıla ait olduğu
sanılan dikili taş Oltu Meslek Yüksek Okulu
bahçesine getirilerek konulmuştu. Okul şehrimizin
çıkışında oraya herkesin gidip görme imkanı olmuyor.
Biz de ilçemizin merkezinde bulunan parkımıza koyduk
insanlarımız taşa bakarak geçmişle ilgili fikir ve
değerlendirme yapsınlar. Ayrıca dikili taşın doğru
bilgilerinin tamamına ulaştığımızda yaşın yanına bir
kitabe yazdıracağız" dedi.
Yıllar önce Oltu'nun Yolboyu Köyü'nde
köylülerce kazı yapılırken bulunan taşın, geçtiğimiz
ay hayatını kaybeden Atatürk Üniversitesi Güzel
Sanatlar Fakültesi öğretim üyelerinden rahmetli
Doç.Dr. Tahsin Parlak'ın desteği ve gayretleri
sonucu Oltu Garnizon Komutanlığı'nın yardım ve
desteğiyle Oltu Meslek Yüksekokulu bahçesinde koruma
altına alarak bir süre burada tutulmuştu.
Oltu Belediye Başkanı İbrahim Ziyrek'in katkı ve
desteğiyle taş buradan alınarak Oltu merkezindeki 25
Mart Parkı'na yerleştirildi.
Atatürk Üniversitesi Oltu Meslek Yüksekokulu El
Sanatları Bölüm Başkanı Öğr. Gör. Mevlüt Kaplanoğlu,
"Üzerinde kabartma ve rölyefler işlenen 5 metre
boyundaki bu taşın dikili taş olduğu tahmin
edilerek, kısa zamanda rahmetli Doç.Dr. Tahsin
Parlak'ın sağlığında göremediği ve hayalinde hep var
olan düşünceyi gerçekleştirerek bir nebze de olsa
yüreğimizin acısını hafifletmek ve hocamızın
düşüncesini gerçekleştirmek adına güzel bir anı
olacağına kanaat ediyoruz. Dikili taşın üzerinde
bulunan kabartma ve rölyeflerin ilgili makam ve
üniversitelerin ilgili fakülte ve bölümlerle
görüşülüp bilgi ve görüşleri alınarak bir kitabe
hazırlatarak ziyaretçilerin bilgisine sunulacaktır"
dedi.
Erzurum Gazetesi, Haber:
Dursun Murat, 13.01.2012
|
BAŞBAKAN'IN EVİNİN
YAKININDA DEFİNE KAZISI

Üsküdar'da Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan'ın evine 900 metre mesafede
bulunan Nafız Paşa Konağı'nın yanında 2 metre çukur
kazan şüpheliler, suikastçı sanıldı ancak defineci
çıktı.
Üsküdar Kısıklı
Caddesi Neşet Bey Sokağı'nda 19. yüzyılda inşa
edilen II. Abdülhamid'insaray doktoru Nafiz Paşa'ya
ait konakta meydana gelen ilginç olay iddialara göre
şöyle gelişti: Belediye işçisi kılığındaki A.G.
(46), N.G. (36) ve İ.H. (31),
İstanbul Kültür
Mirası ve Kültür Ekonomisi Sivil Mimari Yapılar
envanterinde bulunan konağın Kısıklı Caddesi'ne
bakan tarafına yılbaşı gecesi bir konteyner koydu.
Şüpheliler, dikkat çekmemek için çevre sakinlerine
"Biz belediye çalışanıyız. Bu konteynerı soyunma
kabini olarak kullanacağız" dedi. Üzerinde "Türkiye"
yazan konteynera
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne
ait olduğunu gösteren bir tabela da asıldı.
Konteynera girerken işçi tulumu giyen şüpheliler,
ilerleyen günlerde konteynerın altını delerek, 2
metre derinliğinde çukur kazdı. Ancak şüphelilerin
konteynırı halatla kaldırırken düşürmesi üzerine
çevredeki güvenlik görevlileri durumu fark ederek
polise haber verdi. Olay yerine gelen polis
ekipleri, konteynerın alt kısmında bir delik
açıldığını ve bu delikten inen şüphelilerin yaklaşık
2 metre derinliğinde çukur kazdığını, toprağı da
konteynerın içinde gizlediğini belirledi.
Kazı alanının
Başbakan Erdoğan'ın
eski evine 250 metre, yeni evine ise 900 metre
mesafede bulunması nedeniyle
İstanbul İstihbarat
Şube Müdürlüğü, Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü,
Asayiş Şube Müdürlüğü ve Olay Yeri İnceleme Şube
Müdürlüğü ekipleri olay yerini inceledi. İlk olarak
muhtemel suikast girişimi üzerinde duran polis,
define arama ihtimalini de değerlendirdi.
İncelemenin ardından konteyner da Üsküdar'daki
yediemine götürüldü.
Polis ekiplerinin güvenlik kamera görüntülerini
incelemesi sonucu kısa sürede yakalanan şüpheliler,
A.G.'nin borçları yüzünden define aradıklarını iddia
etti. Emniyetteki ifadelerinin ardından Üsküdar
Adliyesi'ne sevk edilen şüpheliler, tutuksuz
yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
40 yıldır Üsküdarlı olduğunu söyleyen İbrahim
Kılıçaslan, "Burası tarihi bir yer. Namazgah
diyorlar. İki gün önce burada konteyner vardı.
Konteyner altını kazmışlar define aramışlar" dedi.
Radikal, 12.01.2012
|
ŞEHZADELERİN YAŞADIĞI
BEYAZ KÖŞK RESTORE EDİLDİ
İstanbul İl Özel
İdaresi, Yıldız Sarayı içerisinde yer alan ve
Osmanlı şehzadelerinin yaşadığı ''Beyaz Köşk''ü
restore ettirdi.
İstanbul İl Özel İdaresinden yapılan açıklamaya
göre, Yıldız Sarayı şehzade köşklerinden biri olan
''Beyaz
Köşk''ün restorasyonu, 1 milyon 234 bin
liraya mal oldu.

Dış renginin beyaz olmasından dolayı ''Beyaz
Köşk'' olarak adlandırılan yapı, 4 köşkün
içerisinde ilk sırada yer alıyor.
II. Abdülhamid
tarafından yaptırılan bina, bodrum, zemin ve birinci
kattan oluşuyor. İç mekanlardaki duvar ve tavan
resimleri ile oldukça dikkat çeken köşk, zaman
içinde duvarlara konan radyatörler, bunları
birbirine bağlayan borular ve klima sistemleri
yüzünden ciddi zararlar gördü. Yapıda
gerçekleştirilen restorasyon çalışmaları ağırlıklı
olarak iç mekanlardaki orijinal bezemelerin
konservasyonunu kapsadı.

Yapı içerisinde elektrik altyapısı tamamen
yenilendi. Ayrıca tarihi yapılarda yeni uygulanmaya
başlanan wireless anahtar uygulaması
gerçekleştirildi. Mekanik tesisat tümüyle
yenilenerek, tüm tesisat bakır olarak yeniden
döşendi.
Böylece duvar ve tavan resimleri 18. yüzyıl ikinci
yarısından itibaren süren bir geleneğin son
aşamasını yansıtan ''Beyaz
Köşk'', Türkiye'de tarihi yapılar
içerisinde gelenek ve teknolojinin buluştuğu nadir
örnekler arasına girdi.
Habertürk, 12.01.2012
|
İADE İÇİN BAŞVURDU
Ermeni Patrikliği
Patrik Genel Vekili Başepiskopos Aram Ateşyan,
işkencehaneleriyle Türkiye siyasi tarihine giren
Sansaryan Han’ı Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden geri
almak için mahkeme sürecini başlattı.
Nazım Hikmet, Vedat
Türkali, Ece Ayhan, Attila İlhan, Mihri Belli, Ahmet
Arif, Ruhi Su’nun yanı sıra 68 kuşağından Cihan
Alptekin, Ömer Ayna gibi pek çok ismin
tabutluklarından geçtiği Sansaryan Han için
mahkemenin ilk adımı, “Tedbir kararı” almak oldu.
Patrikliğin avukatı Ali Elbeyoğlu tarafından
İstanbul 13’üncü
Asliye Hukuk Mahkemesi’ne açılan ve geçen haftaki
duruşmada alınan tedbir kararı uyarınca Vakıflar,
hana yeni kiracı alamayacak. Ateşyan, “Tapunun
usulsüz ve hukuka aykırı işlemlerle önce İl Özel
İdaresi, daha sonra Vakıflar Genel Müdürlüğü adına
geçirilmesinin iptali için davamızı açtık” dedi.
Gerçek ismi “Sanasaryan Han” olan han,
İstanbul Emniyet
Müdürlüğü ve
İstanbul Adliyesi
olarak kullanılmıştı. Bir süredir de ağırlıklı
olarak avukatlık bürolarının bulunduğu han,
İstanbul
Adliyesi’nin Çağlayan’a taşınması sonrasında
boşalmaya başlamıştı. Ateşyan, “Bizim arzumuz
hükümetimizin ya da Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün bir
jest yapması. Nasıl ki Rum Patrikhanesi’ne
Yetimhane’yi verdiler bize de Sanasaryan’ı
verebilirler” değerlendirmesini yaptı.
Hürriyet, Haber: Okan
Konuralp, 12.01.2012
|
2 BİN YILLIK MİĞFER
İNGİLTERE'NİN KADERİNİ DEĞİŞTİREBİLİR

İngilizler, tarih
kitaplarından 2 bin yıl önce topraklarını işgal eden
Romalılara karşı atalarının kahramanca savaştığını
öğrense de 10 yıl önce bulunan bir miğfer bu gerçeği
tersine çevirebilir.
Sadece üst rütbeli askerlere verilen
gümüş kaplı süvari miğferi, İngiliz kabile
liderlerinin birinin mezarlığında bulundu. İngiliz
arkeologlara göre, göz alıcı el işlemelerine sahip
olan miğfer, tarihe bakış açısını önemli şekilde
değiştirebilir.
Leicestershire kentinin
eteklerinde bulunan ve parçaları 10 yıl süren ve 1
milyon dolara mal olan çalışmaların sonunda bir
araya getirilen miğfer, işgal yıllarında bazı
İngilizlerin Romalıların safında savaşmayı tercih
ettiğinin kanıtı olarak görüldü.
Miğferin sergilendiği İngiltere
Müzesi’nde yürütülen araştırmanın başkanı Dr. J.D
Hill, “Bu miğfer, İngilizlerle Romalılar arasındaki
ilişkiyi yeniden değerlendirmemiz gerektiğini
gösteren çok önemli bir keşif. Bundan sonra
Romalılarla ilgili tüm tarih kitaplarında bu
miğferden bahsedilecek” dedi.
ASLANLARIN EŞLİK ETTİĞİ TANRIÇA
Hallaton Miğferi olarak adlandırılan
kalıntı, MS 43 yılında İmparator Cladius’un
döneminde başlatılan sefer sırasında kullanılmış.
Miğferin üzerinde, aslanların eşlik ettiği bir Roma
tanrıçası ve barbarları ayaklarının altında çiğneyen
Roma İmparatoru tasviri bulunuyor.
Miğfer, 2000 yılında 400 dolarlık
bir metal detektörüyle hazine avına çıkan Ken
Wallace tarafından keşfedildi. Wallace, “O gün
şanslı günümdü. Miğfere rastlamadan önce 200 tane
metal para buldum… Sonra ilk gördüğüm şey gümüş bir
kulak oldu” dedi.
İngiltere Hazine Bakanlığı, bugün 71
yaşında olan Wallace ve arazi sahibine 230 bin dolar
para ödülü verdi.
Miğferin bulunduğu mezarlıkta ayrıca
5 bin 500 sikke bulundu. Arkeologlar, sikkelerin
İngiltere’de Demir Çağı’ndan kalan en büyük hazine
olduğunu belirtti.

Wallace ve 10 yıl önce bulduğu miğfer
Hürriyet, 12.01.2012
|
İSTİKLAL'İN 'TARİHİ
SANAT MERKEZİ' GARİBALDİ
Beyoğlu, değişimin eşiğinde. 2010'dan bu yana
'Yıkılacak mı yıkılmayacak mı?' tartışmaları süren
ve nasıl bir dönüşüm geçireceği konuşulan Emek
Sineması, yine yıkılması planlanan 97 yıllık Majik
Sineması'na karşın; olduğu haliyle korunan, üzerine
bir tek çivi çakılmasına izin verilmeyen öyle bir
örnek var ki, istenirse neler yapılabileceğini
anlamamızı sağlıyor: Garibaldi Binası.
Sanat
merkezi olarak işlev gören bina, diğer yapılara
örnek teşkil ediyor. Üstelik o da Emek Sineması'nın
binasını inşa eden, 19. yüzyılın ünlü mimarı Vallury
tarafından restore edilmiş. O dönemde kurulan bugün
hala faaliyetlerine devam eden İtalyan İşçi
Yardımlaşma Derneği'ne ait Garibaldi Binası'nı şimdi
İstanbul'un önemli galerilerinden Dirimart,
sanat merkezi olarak
kullanıyor. Binada haziran sonuna dek ücretsiz
film gösterimleri
yapılacak. Garibaldi Binası'nın ağırladığı ilk
sanat
etkinliği bu değil elbette. Bina 1860'ın başında
İtalyan hükümeti tarafından satın alınmış, adını da
İtalyan Birliği'nin kurucusu Giuseppe Garibaldi'den
alıyor. O günden bugüne de İtalyan işçilere destek
olmak amacıyla kurulan İtalyan İşçi ve Yardımlaşma
Derneği'ne ait. Kuruluşundan itibaren özellikle en
parlak dönemi olan 1920'lerde dernek lokalinde çok
sayıda konser, dans
hatta opera gibi etkinlik ağırlayan bina, 1960'larda
İstanbul'daki İtalyanların azalmasıyla bu işlevini
kaybetmiş. Bunun yerini ise belli aralıklarla
düzenlenen sergi, tiyatro gösterileri almış. 2005
yılında 9. İstanbul Bienali'nin ev sahiplerinden
biri olmuş.
Dirimart'ın sahibi Hazer Özil, burayı proje mekanı
yapmalarında, ABD'nin en önemli çağdaş
sanatçılarından
Sarah Morris'in projesine uygun yer aramalarının
etkili olduğunu söylüyor. İtalyan derneği başkanı
Enrico Boari ve yardımcısı Efi Özber de Garibaldi
Binası'nın çağdaş sanat
hayatının bir parçası olacak olmasından çok
etkilenmiş. Ancak Garibaldi'nin tarihi yapısı Özil'i
yeni çözümler üretmeye itmiş: "Tarihi bir bina
olduğundan çivi bile çakmamız mümkün değildi.
Gösterim için uygun bir alan elde etmek için salonda
çelik konstrüksüyonlarla yeni duvarlar inşa ettik."
Binayı kültür ve
sanat
etkinliği için kiralamak isteyenler, İtalyan İşçi
Yardımlaşma Derneği'ne başvuruyor. Eğer projeleri
kabul edilirse, burada yapılacak etkinlikler ve
kiralama için hiçbir ücret ödemiyorlar. Derneğin
başkan yardımcısı Efi Özber, "Ticari bir şey
yapmıyoruz. Kar amacı güdülmüyor. Tek isteğimiz,
Garibaldi'nin yaşatılması, buraya daha çok insanın
gelmesi," diyor.
-
Dirimart, Garibaldi Binası'nda altı ay boyunca altı
film gösterecek. Ancak bunlar sinemada izlemeye
alışık olduğumuz filmlerin aksine, sanatsal yönleri
öne çıkan çağdaş sanat filmleri.
-
Dirimart Garibaldi'de bu ay, Julian Rosefeldt'in
Asylum adlı filmi izleyici ile buluşacak. Filmde
Almanya'daki Pakistanlı, Afrikalı, Çinli ve Türk
göçmenler anlatılıyor.
-
Şubat ayında ise Garibaldi Binası'nda İngiliz
sanatçı Isaac Julien'in İtalya ve İtalyan sinemasına
saygı duruşunda bulunan, 2010 Venedik Bienali Film
Festivali'nde prömiyerini yapan filmi The Leopard
yer alıyor.
Sabah, Haber: Fisun
Yalçınkaya, 11.01.2012
|
TAKSİM MEYDANI'NDA
VAROLMAYAN BİR TESCİLLİ YAPI

Taksim Meydanı'nın
yayalaştırılmasını öngören proje, ulaşım, kamusal
alan ve Taksim Kışlası gibi konularla ilgili
kararlar içermekte.
Proje ne zaman
uygulamaya geçer tartışmaları sürerken, Büyükşehir
Belediyesi'nin 15 Aralık 2011 Perşembe günü saat
11:00'de brifing verdiği toplantıda henüz Koruma
Kurulu'nun meclis onayı yani bir nevi plan tadilatı
beklediği ima edilmişti.
Ve beklenen karar geldi.
İBB, İmar ve Bayındırlık Komisyonu'nun Taksim
Meydanı Yayalaştırma Projesine ilişkin 1/5000
ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Plan tadilatı ile
1/1000 ölçekli Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planı
tadilatı teklifini uygun gören raporunu kabul etti.
("...Şeklinde hazırlanan İmar ve Bayındırlık
Komisyonu raporu; İstanbul Büyükşehir Belediye
Meclisinin 6. Seçim Dönemi 3. Toplantı Yılı, Eylül
Ayı Toplantılarının 16 Eylül 2011 tarihli 5.
birleşiminde okunarak, müzakereye açıldı. Yapılan
müzakere ve işaretle oylama neticesinde raporun
aynen ve Oybirliği ile kabulü
kararlaştırılmıştır...")
Varolmayan Tescilli Bir
Yapı
Plan tadilatının
onaylanmasıyla yeniden gündeme gelen bir konu ise
1939 yılında Henri Prost'un planları dahilinde
yıkılan Taksim Kışlası'nın yeniden yapılması oldu.
Bir replikanın çok öznel
ve tartışmalı olduğu, Kışla'nın işlevinin ne olacağı
vb yönünde tartışmalar devam ederken, İBB meclisi
tarafından kabul edilen raporda yer alan "09.02.2011
gün ve 4225 sayılı İstanbul II Nolu K.ve T.V.K.B.
Kurulu Kararı ile korunması gerekli kültür varlığı
olarak tescil edilen "Taksim Kışlası" Kentsel
Tasarım Projesi ile bir bütünlük içerisinde
değerlendirilecektir." maddesi ile mevcut olmayan
bir yapının kültür varlığı olarak tescil edilip
edilemeyeceği sorusu bir tartışma konusu olarak
Taksim Kışlası ile ilgili gündemdeki yerini almış
oldu.
Var olmayan bir yapının
nasıl olup da tescillendiği ve koruma altına
alındığı sorusu özellikle konuyla ilgili uzmanların
ve akademisyenlerin en büyük tartışma konusu. Bazı
uzmanlar ise "Mevcut olmayan bir kültür varlığından
geriye birtakım izler kalmışsa, örneğin temel
buluntuları mevcutsa bunlar tescil edilebilir"
görüşünde. Ancak Gezi Parkı'nda herhangi bir kazı
çalışması yapılmadı.
Dolayısıyla yapılan bu
plan tadilatının projeyi meşru kılmak için yapıldığı
yönünde bir uzlaşma söz konusu. Uluslararası
Kültürel Varlıkları Koruma Araştırma Merkezi'nin
(ICCROM) eski genel müdürü Prof.Dr. Cevat Erder'in
sözleri dikkate değer: "Rekonstrüksiyon yapı bir
kopyadır; tarihi eser değildir. Dünya, 1930'lardan
beri tekrar inşa edilen yapıları tarihi eser olarak
tescillemiyor. Taksim Kışlası'nın yeniden inşasının
tarihi korumayla ilgili olduğunu sanmıyorum. Ama var
olan ideoloji için uygun görünüyor."
Yapılacak projenin
niteliği göz önüne alınırsa, Taksim Kışlası, Taksim
Yayalaştırma Projesi'nin en çok tartışılan
konularından biri olacak gibi gözüküyor.
Arkitera, 11.01.2012
|
BEYOĞLU'NDA HER ŞEY
SATILIK!

Emek Sineması'nın da
içerisinde bulunduğu Cercle D'Orient binasının
satışı ile gündeme gelen Beyoğlu'nda aslında tüm
ilçe satılığa çıkarılmış durumda. Tokatlıyan Han,
Danişment Geçidi, Alkazar Sineması, Elhamra...
Tarlabaşı...
Sanatçı ve soL yazarı
Orhan Aydın, İstanbul'un tarihi ve kültürel
zenginliği açısından en önemli ilçelerden biri olan
Beyoğlu'nun tamamen satılığa çıkartılması ile ilgili
dün önemli bir yazı kaleme aldı.
Misbah Emlak ve...
başlıklı yazısında Aydın, Beyoğlu'nda satılığa
çıkartılan tarihi yapılar konusunda önemli bilgiler
paylaştı.
Aydın, satılığa
çıkartılan yapıların fotoğraflarını da facebook
hesabında paylaştı.
Aydın'ın dünkü yazısını
paylaştığı fotoğraflar ile birlikte tekrar
yayınlıyoruz:
Misbah Emlak ve…
”Beyoğlu’nda yabancı
sermaye gruplarının olması gerekiyor. Buradan
alacakları ilhamla geleceği tasarlayanlar bu gruplar
olacaklardır.”
Bu sözler Belediye
Başkanı’na ait.
Adam oturtulmuş koltuğa,
tüm ilçeyi ‘babalar gibi’ satıyor.
Nasıl olsa Beyoğlu’nun,
taşı-toprağı altın.
Para eden ne varsa elden
çıkarmaya çalışıyor.
Bizler buz dağının
görülen yüzü (AKM, Emek) ilgilenirken, adam el
altından tüm ilçeyi pazarlıyor.
‘Beyoğlu’nu Koruma
Amaçlı İmar Planı’ adıyla yapılan ve yürürlüğe giren
düzenleme sayesinde, tutana aşk olsun!
Hanlar, apartmanlar,
okullar, kiliseler, sinemalar, tiyatrolar her şey
satılık!
Vakıflar Müdürlüğü’nün
malı olarak bilinen Mis Sokağı’nın köşesindeki Vakıf
Gökçek İş Hanı, Çalık Grubuna verilmiş!
Yıkıp yerine otel dikme
isteği olan Çalık, binada işlerini sürdüren esnafa
‘31 Aralık son gün’ diyerek ‘tahliye’ bildirimleri
yolladı. Açılan davalarla itiraz edildi ve
‘şimdilik’ işlem durduruldu. Ama kimselere sormadan
bu en merkezi yerdeki bina, Çalık’a peşkeş çekilmiş
oldu. Hukuk savaşını kimin kazanacağını tahmin
etmeye gerek bile yok!
İstiklal Caddesi’nin en
merkezi yerindeki Refia Övüç K.T.Ö Olgunlaşma
Enstitüsü ve yine Caddenin paralelindeki Taksim
Ticaret Lisesi de satılıklar listesinde!
Bu binaların ikisi de
kamu malları ve hizmetlerine devam ediyorlar.

Alkazar Sineması
Alkazar yıllardır
kapalı.
Sahipleri artık
yıldırılmış durumda. Kültür hayatımıza tiyatro ve
sinema salonu olarak hizmet vermiş bu bina yok
pahasına el değiştirmek üzere.
‘Alkazar Apart’ İstiklal
Caddesi’ne pek yakışacak!

Tokatlıyan Han
Tokatlıyan Han için
teklif üstüne teklif alınıyor. İçerde barınan esnaf,
yoğun kira baskısı ve yaptırımlarla yıldırılıp,
binanın boşaltılması için her tür madrabazlık
yapılıyor.
Bu bina bölgenin en
önemli tarihsel ve kültürel dokusu olarak bilinen
yapısıdır. Tokatlıyan’ın Pera Palas değerinde bir
otele dönüştürülmesi kimlerin çıkarına olacaktır?

Danişment Geçidi
Danişment Geçidinin
açıldığı avlu, bu avluyu çevreleyen tüm yapılar
projelendirildi. “Butik otelin çevrelediği küçük bir
alış-veriş alanı” diye tanımlanan yerin tahliye
edilmesi için bildirimlerin başlatılması yakındır.

Elhamra
Elhamra, bin yıllık bir
güzelliktir.
Yıllarca tiyatro ve
sinema salonu olarak kullanılan bu büyülü mekan
şimdilerde gece kulübü olarak çalışıyor.
Mekanın göğe doğru
uzanan bir ‘eğlence merkezi’ olması an meselesi.

Narmanlı Han
Tünel’de dillere destan
bir başka bina Narmanlı Han, ‘antik otel’ yapmak
için paketleniyor!
Bir zamanlar Galata
bankerlerine, Cumhuriyet sonrası yayıncılara, ressam
ve edebiyatçılara ev sahipliği yapan bu kültürel
kalıta değer biçmek bile olanaksız iken, şimdi
haraç-mezat satılacak.
Bu yapı, kültür ve sanat
alanı olarak ilan edilip, içinde atölyelerinin,
sergi salonlarının, kitapçıların, yayıncıların
olduğu bir alan olarak düzenlenmesi ve kamu yararına
kullanıma açılması gerekirken, ‘antik otel’ oluyor.
Oysa ‘göçmüş kediler
bahçesi’ gibi onlarca kediye ev sahipliği de yapan
ve şimdilerde noter olarak işlev gören avludaki o
şirin bina, olağanüstü bir oda tiyatrosu olabilirdi!
2007 yılında yıkıma ve
talana açtıkları Tarlabaşı’nda bu güne kadar onlarca
ev yerle bir edildi. Mahalleden iş makinaları
horultuları, yıkım sesleri ile toz-duman yükseliyor.
İnsanlar gerektiğinde
zorla ‘kapı dışarı’ ediliyorlar.
Bölgedeki tüm vakıf
malları, azınlıklara ait yapılar, üç kilise, yeşil
alanlar, parklar, çeşmeler, güzelim Levanten yapılar
şimdi Çalık Grubunun malı.
Bir butik otel ve AVM
çılgınlığıdır gidiyor.
Durdurabilen beri
gelsin!
Başkan, “Beyoğlu
turizmin atar damarı olacak” dedikçe satışlar
hızlanıyor, pazarlıklar çoğalıyor.
Bugün Beyoğlu’na gözünü
dikmeyen sermaye grubu yok gibi.
Tünel-Kuledibi ve
çevresinde, Cihangir-Çukurcuma bölgesinde eli
çantalı insanlar, koruma ordularıyla sokak sokak
‘mal alımı’ yapıyorlar.
Aynı çete kılıklı
yaratıkların geçtiğimiz aylarda Sütlüce ve Ok
Meydanı çevresini talan ettikleri, tarihsel dokuya
sahip onlarca binayı satın aldıkları biliniyor.
Bu insanların Belediye
ile mahalleler arasında mekik dokudukları
gözleniyor!
Bedrettin Mahallesi
dönüşüm projesi, Perşembe Pazarı, Tophane ve Şişhane
bölgesi yenileme projeleri, Galataport, Park Otel,
Gümüşsuyu yenileme projeleri ise iştah kabartıyor.
Anlayacağınız Belediye
Başkanlığı Emlak Ofisi gibi çalışıyor!
Masa-sandalye toplayarak
sermaye gruplarına yer açan A. Misbah Demircan,
elbette kendine verilen görevi yapıyor.
Başbakan ne derse o!
Taksim trafiğini yer
altına almaya hazırlanan Büyükşehir Belediyesi de
öyle.
Mahkeme kararı nedeniyle
yıkamadıkları AKM için yatıp-kalkıp bize küfür eden
bu akıl, Gezi Parkı’na AVM yapma hazırlığında.
Proje hazır.
CHP Büyükşehir Meclis
üyelerinin itirazlarına karşın, ‘Taksim Kışlasını
İhya Projesi’, ‘Meydanı Yayalaştırma’ projesinin
içine yedirilecek!
Oradaki güzelim ıhlamur
ağaçları kesilecek ve kışla görünümlü AVM Taksim’in
göbeğine dikilecek.
Meydan ölecek.
1 Mayıs Meydanı olarak
söke söke geri alınan Taksim Meydanı, tüm
etkinliklere kapatılacak.
Görüldüğü gibi 2.
Cumhuriyet, talan politikalarını en gözde alanlarda,
kültürel ve tarihsel dokuları tahrip ederek ve
varımızı yoğumuzu hiç kimseye danışmadan, yargı
kararlarına, koruma kurulları kararlarına, halkın
gösterdiği dirençlere inat; uluslararası sermaye
guruplarına güzelleyerek ‘babalar gibi’ satmaya
devam ediyor.
Sırada ormanlar,
sahiller, köyler, ovalar ve dağlar var.
Bakan açıkladı, “2B
yasası son halini aldı, ilgili komisyonda görüşülüp
karara bağlanacak.”
Talan, içimizdeki düşman
olarak büyüyüp hayatlarımızı kuşatmaya ve birarada
yaşama kültürü üstüne tuz-biber ekmeye son hızıyla
devam ediyor.
Ya biz, ne yapıyoruz?
Haber Sol, 11.01.2012
|
SSM, ÜNLÜ İSLAM SANATI
TARİHÇİSİ GRABAR'I ANDI
SSM, en büyük İslam
sanatı tarihçilerinden Prof.Dr. Oleg Grabar’ı anmak
üzere 8 Ocak'ta, Sabancı Üniversitesi Mütevelli
Heyeti Başkanı Güler Sabancı ve SSM Müdürü Dr. Nazan
Ölçer’in evsahipliğinde bir anma toplantısı ve
konferans dizisi düzenledi.
"Oleg Grabar'ın Türk
İslam Sanatı ve Mimari Tarihi Araştırmalarına
Katkıları" başlığını taşıyan konferas dizisinde,
kuruluş aşamasından itibaren Sakıp Sabancı
Müzesi'nin Danışma Kurulu'nda yer alan, İslam sanat
ve mimarlık tarihinin alanlarında dünyaca ünlü bu
değerli bilim adamının vefatının 1. yıldönümünde,
günümüzün seçkin akademisyenleri ve müzecileri olan
eski öğrencileri, Prof. Grabar'ı verdikleri
bildirilerle andılar.
Harvard
Üniversitesi'ndeki Ağa Han Kürsüsü'nü Grabar'ın
ardından devralan, ünlü profesörün öğrencisi ve
halefi olan Gülru Necipoğlu'nun "Oleg Grabar Anısına
(1929-2011)" başıklı konuşmasıyla açılan konferans,
Esin Atıl'ın "Oleg Grabar'a ithafım: Levni ve
Surname", Ülkü Ü. Bates'in "Hocam Oleg Grabar'dan
Öğrendiklerim" ve Ayda Arel'in "Hocam Oleg Grabar"
başlıklı konuşmalarıyla sürdü.
Konferansın ikinci
bölümündeyse Grabar'ın "torunlarım" diye andığı
ikinci kuşak öğrencilerinin sunumlarına yer verildi.
Bu bölümün açılışını Tülay Artan, "Osmanlı
Mimarisinde Anlam Üzerine Düşünceler" başlıklı
konuşmasıyla yaparken, Scott Redford "Oleg Grabar ve
Selçuklu Devri Sanat Tarihi", Oya Pancaroğlu "Oleg
Grabar'ın Objeler Üzerine Düşünceleri: Estetik
Zevkler ve Tarihsel Çerçeve", Çiğdem Kafesçioğlu
"Oleg Grabar'ın Çalışmalarında Şehirler ve
Şehirlerin Tarihi" ve Barry Wood "Süsleme Üzerine
Bir Grabar-Sonrası Yorum" konulu sunumlarını
gerçekleştirdi.
Grabar'ın hem insani,
hem de akademik yönleri üzerine uzun uzun konuşulan
anma toplantısı, ünlü bilim adamına yapılan ve tüm
katılımcıları derinden etkileyen duygu yüklü bir
saygı duruşu niteliğindeydi.
Yapı, 11.01.2011
|
ÜSKÜDAR'DA TARİHİ AHŞAP
BİNALAR ÜCRETSİZ YENİLENİYOR
Tarih boyunca "Altın
Şehir" diye anılan Üsküdar'da tarihi kentsel
dokunun korunarak gelecek kuşaklara aktarılması
için Üsküdar Belediyesi bünyesinde çalışmalar
yürüten Geleneksel Ahşap Eğitim Atölyesi, ilçe
genelindeki restorasyonlarına tüm hızıyla devam
ediyor.
8 aydır
yürütülen "Tarihi Evler Onarım Programı"
kapsamında, merhum mütefekkir Cemil Meriç'in
adını taşıyan sokak olmak üzere ilçe
genelinde, 8 tarihi bina restore edildi.
Binaların büyük bir kısmını içinde
oturanların maddi imkansızlıklar sebebiyle
yenileyemedikleri tarihi eserler
oluşturuyor.
Geleneksel Ahşap
Eğitim Atölyesi'nde; marangoz ustaları
arasında eski eser ahşap ustası olmak
isteyen kişilere ve meslek liseleri
öğrencilerine geleneksel ahşap yapım
sistemleri, ahşap dış cephe kaplamaları,
ahşap süsleme sanatları, ahşap işleyen el
aletlerinin kullanılması, kapı pencere
doğrama onarımı, ahşap profillerin
yapılması, ahşap elemanların kopyalanarak
yeniden üretilmesi vb. konularda uygulamalı
eğitimler veriliyor.
Üsküdar Belediye
Başkanı Mustafa Kara, projeyle ilgili olarak
yaptığı açıklamada, tarihi değeri yüksek
olan ahşap binaları vatandaşlardan ücret
almadan yenilediklerini, mülk sahibinin
onarımın her aşamasına şahitlik etmesine
imkan sağladıklarını kaydetti. Başkan Kara,
böylece vatandaşlarda tarihi eserleri koruma
bilinci oluşturulmasına katkıda
bulunduklarını ifade etti. Kara ayrıca,
yapılan çalışmayla geleneksel ahşap
işçiliğinin sürekliliğini sağladıklarını ve
kalifiye insan gücü oluşturduklarını da
belirtti.
Zaman, 11.01.2011
|
MÜZE VE ÖRENYERLERİ
2011'DE PARA BASTI, GELİRLER 3 MİLYON LİRA ARTTI
Antalya'da
turizmdeki iyimser tablo müze ve ören yerlerine
de yansıdı. 2010 yılında 3 milyon 3 bin 948
kişinin ziyaret ettiği müze ve ören yerlerini
2011 sonu itibarıyla 3 milyon 524 bin 783 kişi
gezdi.
2010'da
buralardan 7 milyon 505 bin 399 TL'lik gelir
2011'de 3 milyon TL artarak 10 milyon 500
bin TL'ye ulaştı.
Ören yerleri
ziyaretlerinde 2010'da olduğu gibi bu yılda
Demre İlçesi'ndeki Noel Baba Müzesi birinci
sırada yer aldı. Myra antik kenti ikinci,
Aspendos antik kenti de üçüncü sırada
ziyaret edilen yerler arasında. 2011 yılı
ziyaretlerinde 1 milyon 778 bin 160 TL ile
Alanya Kalesi, yine Alanya'da bulunan
Ehmedek Kalesi en az gelir getiren ören yeri
oldu. Müze ve ören yerlerindeki restorasyon
çalışmaları buralardaki ziyaretçi sayısına
olumlu yansıdı. Antalya Kültür ve Turizm İl
Müdürü İbrahim Acar, tarihi mekanlardaki
alanların kamulaştırılarak turizme
kazandırıldığını, ayrıca gerekli iyileştirme
ve itinalı çevre temizliğiyle ören
yerlerinin cazip hale getirildiğini ifade
etti. Ziyaretçi sayısının artmasındaki diğer
bir etkenin de Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay'ın Antalya'ya verdiği önem
olduğunu dile getiren Acar, "Başta Likya
bölgesi olmak üzere, Perge, Alanya
Kalesi'ndeki bitki ot temizliği ile başlayan
restorasyon çalışmalarıyla devam eden ve
ayrıca kamulaştırmalarla ziyaretçi artışları
sağlanmaya başlandı. Perge antik kentini
2010'da 290 bin kişi ziyaret etti. 2011'de
ise bu rakam 418 binlere çıktı." dedi.
2012'de gerek
ziyaretçi sayısı gerekse gelir bakımından
artışı sürdürmek istediklerini belirten
Acar, şunları söyledi: "2012 yılı
hedeflerinde müze ve ören yerlerimizi daha
da güzelleştirmek özellikle restorasyonlara
dikkat etmek istiyoruz. Kazı çalışmalarını
da uzatmak istiyoruz. Öngörümüz yine iyi bir
artış bekliyoruz. Bizim amacımız gelirin
yanı sıra tarihimizi ortaya çıkarmayı
düşünüyoruz."
Zaman Haber: Özkan
Mayda, 11.01.2011
|
İSTANBULKAPI'YA VEFA
YATIRIMI

Erzurum'un en önemli tarihi mekanlarından biri olan
İstanbul Kapı, sarhoşların mekanı olmaktan
kurtuluyor. Yıllardır gazetelerde “İstanbul Kapı
Sarhoşlara, tinercilere mekan oldu” şeklinde çıkan
haberlere duyarsızlık nihayet son buluyor. Yakutiye
Belediye Başkanı Ali Korkut İstanbul Kapı’nın
restore edileceğini ve kafeterya şeklinde işletmeye
dönüşeceğini açıkladı. Bu yıl itibariyle projenin
hayata geçeceğini dile getiren Korkut, İstanbul
Kapı’nın restore edilmesiyle, sarhoşların ve
tinercilerin mekanı olmaktan kurtulacağını
aktararak, tarihi bir kafeteryanın da halkın
hizmetine açılacağını bildirdi.
Fosfor Mustafa Paşa tarafından 1876–1877
yıllarında, şehrin güvenliği amacıyla yaptırılan
Osmanlı Eseri Tarihi İstanbul Kapı’nın içler acısı
görüntüsü karşısında vatandaşlar belediyeleri göreve
davet etmişlerdi. Kısa bir süre önce semt sakinleri
, " Böylesine ilkel görüntülerin yaşanmasına anlam
veremiyoruz. Tarihi mekanlar, olumsuz olayların
yaşandığı yerler olmamalıdır. Çevre sakinleri olarak
bizler bu konudan oldukça rahatsızız. Sorunun
aşılması noktasında duyarlılık bekliyoruz. Tarihi
mekanlar böylesine ilkelliklerin yaşandığı mekanlar
olmamalıdır. Belediyeler ve tarihi eserlerin
restorasyonu ile ilgili kurumlar bu konuda
duyarlılık göstermelidir. Ata yadigarı eserler,
böyle olumsuzluklarla gündeme gelmemelidir" şeklinde
açıklamalarda bulunmuşlardı.
Erzurum Gazetesi, Haber: Mahmut Akdağ,
11.01.2011
|
AYASULUK KALESİ AÇILIYOR
Selçuk’taki Ayasuluk
Kalesi’nin kazı ve onarım çalışmalarının
tamamlanmasıyla ekim ayında ziyarete açılmasının
hedeflendiği bildirildi.
Kalenin içinde bir de
müze oluşturulacağı belirtildi.
Pamukkale
Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü
Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Mustafa Büyükkolancı
başkanlığındaki bilim ekibi tarafından 2007 yılında
başlayan Ayasuluk Kalesi kazı ve onarım çalışmaları,
Selçuk Belediyesi’nin işçi, usta ve malzeme
desteğiyle 2011 yılında büyük ölçüde tamamlandı.
Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Mustafa Büyükkolancı
“Ayrıca kale içindeki caminin onarımını tamamlayıp
kazılarda bulunan objelerin sergileneceği bir müze
haline getirmek için de önemli çalışmalarımız var”
diye konuştu.
Milliyet Ege, Haber:
Veysel Erol, 11.01.2012
|
|
İSLAMİ ESER
KAÇAKÇILIĞININ KALBİ İSTANBUL
Uluslararası sanat
çevrelerinin İslami sanat eserlerine artan ilgisi
sebebiyle
İstanbul, çalıntı
sanat eseri ticaretinin merkezi haline geldi. Polis
raporlarına göre 2010 yılında ele geçirilen tarihi
eser sayısı 68 bin.
İstanbul’da yaşayan
bağımsız muhabir Dorian Jones, Eurasianet.org
sitesinde 6 Ocak tarihinde yayınlanan haberinde bu
konuya değindi.
YAKIN zamanda
restorasyonu tamamlanan Süleymaniye Camii güvenlik
önlemlerinin artırıldığı mekanların başında yer
alıyor. 16. yüzyılda yapılan cami onlarca güvenlik
kamerasıyla 24 saat izleniyor, hem kapalı hem de
açık alanları güvenlik görevlilerinin gözetimi
altında. Caminin imamı Ayhan Mansız alınan
önlemlerden memnun olduğunu ifade ediyor: “Güvenlik
görevlilerinin varlığı bizi güvende hissettiriyor.
Allah’a şükür bizim camide herhangi bir hırsızlık
yaşanmadı. Yenilenme çalışmaları sonrası her şey
kayıt altına alındı ve çok değerli eşyalar müzeye
kaldırıldı.”
Sayıları tam olarak belirlenemese de çalınan
kıymetli eşyaların arasında tarihi Kuran-ı
Kerim’ler, el işlemesi çiniler hatta ahşap duvar
paneller olduğu biliniyor.
Londra merkezli Christie’s Müzayede Evi’nde İslami
Sanatlar ve Halı Bölümü’nün başındaki isim William
Robinson son yıllarda İslami sanat eserlerine
duyulan ilginin arttığını doğruluyor: “1997 yılında
Katar piyasaya girdiğinden beri talep giderek
artıyor. Özellikle son üç senedir bu eserler çok
revaçta. Geçen yıldan bu yana talepte yüzde 30 ila
40 arasında bir artış gerçekleştiğini
söyleyebilirim.”
Türk yetkililer de bu artışın elbette farkında. 2011
yılına kadar
İstanbul Emniyet
Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele
bölümünün başında görev yapan İsmail Şahin, kaçak
İslami eser ticaretinin kalbinin attığı yerin Kapalı
Çarşı olduğunu belirtiyor ve sistemin nasıl
işlediğini anlatıyor: “Üç dört kişilik çeteler
tarihi eserleri müze ve camilerden çalıp
Kapalıçarşı’ya getiriyor. Burada eserler Avrupa’yla
bağlantıları olan aracıların eline geçiyor.
Arkeoloji eğitimine sahip olan Şahin, Kapalıçarşı’ya
pek çok baskın gerçekleştirmiş ve bu baskınlar
sırasında ele geçirilen eserler sebebiyle ticaretin
uluslararası bir yönü olduğunu ifade ediyor: “Çoğu
zaman Avrupa’dan özel siparişler geliyor. Bunun
üzerine aracı kişi çeteyi istenen eseri çalmak üzere
tutuyor. Camiler bir yana bazı müzelerin bile doğru
dürüst güvenliği yok. İşimiz çok zor.”
Güvenlik güçleri kaçakçılıkla mücadelede somut
adımların atıldığını söylüyor. 2010 yılında
kaçakçılık suçuyla yakalanan 5 bin kişiden toplam 68
bin tarihi eser ele geçirildi. Yakalanan kişi suçu
kanıtlanırsa 20 yıl hapis cezasına çarptırılıyor.
Kaçakçılığa karşı önlem alan tek merci güvenlik
güçleri değil. Geçen mayıs ayında sanat uzmanları,
müzayede evleri ve polis teşkilatının katılımıyla
Türkiye’nin tarihi eser kaçakçılığı hakkında ilk
uluslararası toplantısı gerçekleştirildi. Giderek
artan farkındalığa rağmen kafa yapısının
değişmesinin zaman alacağı uzlaşılan bir başka konu.
Hürriyet, Çeviren: Ceren
Arseven, 11.01.2012
|
|
TARİHİ DEĞİRMEN BUĞDAY
ÖĞÜTECEK
Foça’ya tepeden bakan
tarihi yel değirmenleri aslına uygun restore
edilerek kent yaşamına kazandırılıyor.
Değirmenlerden
birinde buğday öğütülerek un yapılacak. Tarihi
yel değirmenlerinin restorasyonu
İzmir
Büyükşehir Belediyesi, Foça Belediyesi ile
Kültür ve Turizm Bakanlığı
Foça Kazıları Başkanlığı tarafından
gerçekleştiriliyor.
Çalışmaları yerinde
inceleyen Büyükşehir Belediye Başkanı
Aziz Kocaoğlu,
yel değirmenlerinden birinin restorasyonunun
tamamlandığını müjdeledi. Aziz Kocaoğlu, üç adet
değirmenden bir tanesinde, orijinal yapısındaki
öğütme sisteminin aynısının kurulacağını
açıkladı. Kocaoğlu, buğday öğütecek olan
değirmenin 18. yüzyıla ait olduğunu söyledi.
Kutsal alanda yer
alıyorlar
Üç yel değirmeninin bulunduğu tepenin üzerinde,
antik çağda Ana Tanrıça’nın (Kybele) kutsal
alanı bulunmaktaydı. Bu alana, tepenin
güneybatısındaki kayalara oyulmuş merdivenlerle
ulaşılmaktaydı. Bu çevrede kayalara oyulmuş adak
nişleri bulunuyor. Bu nişlerin bazıları kabart-
malarıyla dikkat çekiyor.
Milliyet Ege, 10.01.2012
|
MÜZEDEN PICASSO ÇALDILAR
Yunanistan’ın
başkenti Atina’daki Ulusal Resim Müzesi’nde bulunan
Kübizm akımının öncülerinden ünlü ressam Pablo
Picasso’nun değerli bir tablosu çalındı.
Polis, dün saat 05.00 sıralarında müzenin arka
kısmındaki balkon kapısını kırarak içeri giren
hırsız ya da hırsızların
Picasso’nun “Kadın
Başı” isimli tablosuyla birlikte değerli bir
Mondrian tablosunu daha çalarak kaçtıklarını
açıkladı. Hırsızlık olayının, müzedeki alarm
sisteminin çalışması üzerine gelen müze yetkilileri
tarafından fark edildiği belirtildi. Polisin olayla
ilgili incelemelerinin sürdüğü kaydedildi. Çalınan
Picasso tablosunun
1934 yılında yapıldığı ve bir Fransız derneği
tarafından
Ulusal Resim Müzesi’ne
hediye edildiği belirtildi.
Habertürk, 10.01.2012
|
|
 |
FATURA 9 BİN LİRA
TBMM Başkanlığı’nın Dolmabahçe Sarayı’nda düzenlediği, “Vefatının 150’inci Yılında Abdülmecid ve Dönemi Sempozyumu, Son Dönem Osmanlı Paraları Sergisi, Sultan Abdülmecid ve Dönemi Sergisi” davetiyelerinin maliyetinin 9 bin Lira olduğu ortaya çıktı.
CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce, etkinlikle ilgili olarak TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in yanıtlaması istemiyle soru önergesi verdi. Meclis Başkanlığı, İnce’nin “Davetiyelerin nerede, kaç adet ve hangi matbaada basıldığını, giderlerin maliyetini ve ihale yapılıp yapılmadığı” sorularını şöyle yanıtladı: “Vefatının 150’inci Yılında Abdülmecid ve Dönemi Sempozyumu, Son Dönem Osmanlı Paraları Sergisi, Sultan Abdülmecid ve Dönemi Sergisi’için 1000’er adet ve Saray konserleri kapsamında düzenlenen Ahmet Özhan konseri için ise 800 adet davetiye bastırılmıştır. Söz konusu davetiyeler milletvekillerine, akademisyenlere, kültür-sanat çevrelerine ve protokole dağıtılmıştır. Adam İletişim tarafından hazırlanan ve basılan davetiyelerin tasarım, baskı ve dağıtım giderleri toplamı 9 bin TL’dir. Etkinlikle ilgili tüm harcamalar etkinlik sponsoru tarafından karşılanmış ve TBMM bütçesinden herhangi bir harcama yapılmamıştır.”
Hürriyet, 10.01.2012
|
HAVRA SOKAĞI 3 ASIR
SONRA ASLINA DÖNÜYOR

Tarihi Havra Sokağı'nın
Anafartalar Caddesi'ne çıkış noktasında yer alan
ancak bakımsızlıktan dolayı yıkılan 3 asırlık Küçük
Karaosmanoğlu Hanı, kervansaray olarak aslına benzer
şekilde yeniden inşa ediliyor.
Karaosmanzade Hacı Mustafa Ağa Vakfı, 1704 yılında
yapılan hanı aslına uygun olarak kente kazandıracak.
Vakıf Mütevellisi Mehmet T. Aykut, "200 bin liralık
harcamayla tarihi yapıyı kervansaray yapacağız.
Konak Belediyesi de etraftaki havraları restore
edecek. Bölge yeni görünümüyle
İzmir'in zengin
kentsel kimliğinin önemli bir bölümü hale gelecek"
dedi. Öte yandan mezbelelik haline gelen eski
binanın yıkılmasının ardından şu an Yeşildirek
Pasajı olarak faaliyet gösteren tarihi hamam da
ortaya çıktı.
Küçük Karaosmanoğlu Hanı'nın bakımsızlıktan dolayı
tamamen yıkıldığını belirten Aykut, Anıtlar
Kurulu'nun kendilerine eski yapıyı yıkıp yeniden
yapmaları önrerisinde bulunduğunu söyledi. Aykut,
"Müze müdürlüğü nezaretinde bölgede kazılar yapıldı.
Hazırlanan proje, koruma kurulundan onay aldı.
Tarihi yapı ilk önce kervansaray olarak yapılmış.
Daha sonra han olarak kullanılmış. Kervansarayın ilk
hali dikkate alınarak yeni bina da etrafı kapalı
kervansaray olarak yapılacak. Projeyi bir senede
bitereceğiz. Maliyetimiz 200 bin lira civarında.
Burada kiralık dükkanlar yer alacak. Konak
Belediyesi de imkanlarını seferber ederek sokağı ve
havraları restore etmeye çalışıyor" diye konuştu.
Karaosmanoğlu ailesinin tarihinin 500 yıl
önceye kadar uzandığını dile getiren Aykut,
Horasan'dan gelen ailenin Osmanlı döneminde Ege
Bölgesi'nde ayan (devlet adına
vergi
toplayan) olduğunu söyledi. Aykut, Karaosmanoğlu
Halit Paşa, yazar Yakup Kadri Karaosmanoğlu,
siyasetçiler Adnan Karaosmanoğlu ve Fevzi Lütfü
Karaosmanoğlu, Urla Belediye Başkanı Selçuk
Karaosmanoğlu gibi bir çok ünlü şahsiyetin
Karaosmanoğlu ailesine mensup olduğunu vurguladı.
Aykut, "Vakfın bende kayıtlı 103 evladı var" dedi.
Yeni Asır, Haber: Sinan
Doğan, 09.01.2012
|
JANDARMA 620 PARÇA
TARİHİ ESER ELE GEÇİRDİ
Adana'nın Kozan
İlçesi'nde, Jandarma ekiplerinin
gerçekleştirdiği tarihi eser operasyonunda, 620
parça çeşitli dönemlere ait tarihi eser ele
geçirildi, olayla ilgili 4 kişi gözaltına
alındı.
Kozan İlçe
Jandarma Komutanlığı ekipleri, Durmuşlu
Köyü'nde yaşayan Mehmet Ö'nün (70)elinde
bulunan çeşitli dönemlere ait tarihi
eserleri satmaya çalıştığı bilgisine ulaştı.
Alıcı gibi davranan Jandarma görevlisi ile
buluşan Mehmet Ö, Türkeli Mahallesi'ndeki
Memduh K'nın (68) evine gitti. Mehmet Ö.
ve Memduh K. burada 166 adet sikke ve 38
adet objeyi jandarma görevlilerine gösterdi.
Jandarma görevlileri, tarihi eserleri
alacaklarını ancak daha fazla sayıda eser
almak istediklerini belirtti. Bunun üzerine
Memduh K, Saim T. (56) ve Ahmet B. (29)'nin
elinde de çeşitli dönemlere ait tarihi
eserler olduğunu ve satmaları için
ikna edebileceğini söyledi. Alıcı gibi
davranan Jandarma ekipleri, yaptıkları
görüşmelerde Saim T'nin elinde, 257 adet
sikke, boğa ve deve figurlü 2 adet heykel,
23 adet obje ve 4 adet şamdan bulunduğunu,
Ahmet B'nin ise 103 adet sikke, 22 adet
obje, 2 adet toprak eser, el terazisi, kapı
çanı ve cam küp muhafaza ettiğini
belirledi. Operasyon başlatan ekipler,
Mehmet Ö, Memduh K, Saim T ve Ahmet
B'yi gözaltına aldı. Bu kişilerin satmak
istedikleri 526'sı sikke toplam 620
parça tarihi eser de ele geçirildi. Adana
Müze Müdürlüğü yetkililerine teslim edilen
tarihi eserlerin, uzmanların incelemesinin
ardından hangi dönemlere ait olduğunun
belirleneceği öğrenildi.
Zaman, 09.01.2012
|
ÜNÜ SINIRLARI AŞTI

Sergilenen
mozaikleriyle dünyaca da tanınmaya başlanan Zeugma
Mozaik Müzesi'ni 19 Temmuz-30 Aralık 2011 tarihleri
arasında 59 bin 610 kişi gezdi.
AA muhabirinin Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB)
GAP Bölgesel Yürütme Kurulu'ndan aldığı bilgiye
göre, 19 Temmuz 2011'de açılan ancak resmi açılışı
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından 9 Eylül
2011'de yapılan
Zeugma Mozaik
Müzesi'ne, yurt içinden ve yurt dışından büyük ilgi
gösteriliyor.
Zeugma Mozaik
Müzesi'nin daha etkin tanıtımı için yurt içinde ve
yurt dışında birçok etkinlik gerçekleştiriliyor.



Kültür ve Turizm İl Müdürü
Salih Efiloğlu, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, 2012'de özellikle yaz
döneminde
Zeugma Mozaik
Müzesi'nin ziyaretçi sayısının çok daha yüksek
rakamlara ulaşacağına inandığını söyledi.
Müzenin hem ulusal hem de uluslararası alanda etkin
bir şekilde tanıtımı için çalışmalar yapıldığını
belirten Efiloğlu, ''Müzeler Genel Müdürlüğü bu
konuda projeler geliştiriyor. Yerelde de yeni yeni
kampanyalar yapacağız.
Zeugma Mozaik
Müzesi bizim için prestij müzesi. Bu doğrultuda
tanıtım çalışmalarına ağırlık veriyoruz'' dedi.
Efiloğlu,
Zeugma Mozaik
Müzesi'nin sadece mozaiklerin sergilendiği bir müze
olmadığını, aynı zamanda içinde Mozaik Bilim Merkezi
ve Restorasyon Merkezi gibi unsurları da
barındırdığını ifade etti.
Bölgede sadece Gaziantep'te değil Hatay, Şanlıurfa
ve Kahramanmaraş'ın da mozaik açısından önemli
merkezler olduğunu, Gaziantep olarak yetişmiş insan
gücüyle bu kentlere ihtiyaç duyulduğunda destek
olacaklarını bildiren Efiloğlu, bölgede çağdaş
mozaik sanatının geliştirilmesine destek olduklarını
kaydetti.
Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB)
GAP Bölgesel Yürütme Kurulu Başkanı
Fikret Tural ise
Zeugma Mozaik
Müzesi'ni 19 Temmuz-30 Aralık 2011'de 59 bin 610
kişinin ziyaret ettiğini söyledi.
''Ziyaretçilerimiz yurt dışından genellikle İtalya,
Almanya, Fransa ve Japonya, yurt içinden ise
İstanbul, Ankara, İzmir ve Adana'dan geliyor'' diyen
Tural, daha etkin bir tanıtım için müzede dünya
çapında bir arkeoloji sempozyumu
düzenlenebileceğini, bunun büyük yankı uyandırarak
müzenin tanıtımı için önemli olacağını ifade etti.
Tural,
Zeugma Mozaik
Müzesi'nin dergilere konu edilebileceğini, dünyanın
büyük hava limanlarına müzeyle ilgili reklamlar
verilebileceğini, gezi programları ve yapılacak
etkinliklerle müzenin yerelde Gaziantep ekonomisine
ve tanıtımına, genelde ise Türkiye'nin tanıtımına
önemli katkı sağlayacağını kaydetti.
ZEUGMA MOZAİK
MÜZESİ
Gaziantep Mozaik Müzesi, Gaziantep Büyükşehir
Belediyesi tarafından eski Tekel içki fabrikasının
yerine yapıldı ve daha sonra Kültür ve Turizm
Bakanlığı'na devredildi.
Açılışı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından
gerçekleştirilen müze, sergilenen mozaikleri
açısından Tunus'taki Bardo Müzesi'nin ''dünyanın en
büyük mozaik müzesi'' unvanını elinden aldı.
7 bin metrekare kapalı sergi alanı ve 30 bin
metrekare kurulum alanına sahip müzede Zeugma antik
kenti'nden çıkarılan mozaikler ile ''Doğu Roma
Dönemi'' koleksiyonu sergileniyor.
Müzedeki eserlerin yerleştirilme şekli ve dizaynı da
dikkat çekiyor. Mozaikler müzeye yerleştirilirken
kronolojik sıraya ve coğrafi konumlarına göre
düzenleme yapıldı. Fırat Nehri'ne en yakın olan
mozaikler bodrum katta sergileniyor. Giriş katta ise
Fırat Nehri kenarında bulunan Poseidon ve Euphrates
villaları mozaikleri bulunuyor.
3. yüzyılın hemen sonrasında erken ''Doğu Roma
Dönemi'' mozaikleriyle mitolojik sahneler yerini,
geometri ve dinsel figürlere bırakıyor. Doğu Roma
mozaikleri, Gaziantep
Zeugma Mozaik Müzesi'nde
ilk defa sergileniyor.



Habertürk 09.01.2012
|
MÜZEKART BEREKETİ
Müzelere olan ilginin
artırılması için Kültür ve Turizm Bakanlığı
tarafından devreye sokulan müze kartlar Ege
Bölgesi’nde ziyaret sıçraması yarattı.
İzmir’e bağlı
müzelerin ziyaret şekilleri incelendiğinde, Müze
Kart uygulamasının ziyaretçi sayısına olumlu katkı
sağladığı görüldü.
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay’ın
da kullandığı ve 20 TL’ye satılan müzekartlar,
Ocak-Ekim dönemleri ele alındığında 2009 yılında 64
bin kişi tarafından kullanılırken 2010’da bu rakam
213 bin kişiye, 2011’de ise yaklaşık 300 bin kişiye
ulaştı.
Milliyet Ege, Haber:
Burcu Taner, 09.01.2012
|
|
 |
MÜZELERE
ZAM GELİYOR
Müze ve ören yeri gişe ücretlerine 15 Nisan 2012 tarihinden itibaren yaklaşık yüzde 25 oranında zam geliyor.
20 TL olan Ayasofya ve Topkapı ve Müzeleri ile Efes Ören Yeri giriş ücretleri 25 TL’ye yükseliyor.
İstanbul Arkeoloji Müzesi ise 10 TL’ye ziyaret edilebilecek. Bodrum Sualtı Müzesi ile Karyalı Prenses ve Cam Batığı giriş ücretlerinde ise tek bilet uygulamasına geçilecek.
Konuyla ilgili üyelerine duyuru yapan Türkiye Seyahat Acentaları Birliği hem ziyaretçi girişlerini hem de acente fiyatlarını yayınladı.
15 Nisan’dan itibaren geçerli olacak fiyatlar şöyle:
Turizm Habercisi, 09.01.2012
|
6 ASIRLIK TARİHİ KİLİSE
RESTORE EDİLİP AÇILDI

İstanbul'da ibadete açık en eski Ermeni kilisesi
olan Surp Krikor Lusavoric Ermeni Kilisesi, Şişli
Belediyesi tarafından 6 aydır devam eden restorasyon
sonrasında yeniden ibadete açıldı. Türkiye Ermeni
Patrik Vekili Başpiskopos Ateşyan, "Dostlukla
kucaklaşalım" çağrısında bulundu.
Restorasyon nedeniyle 6 aydır ibadete kapalı olan
Surp Krikor Lusavoric Ermeni Kilisesi dün düzenlenen
pazar ayini ile yeniden ibadete açıldı. Açılışa
Türkiye Ermeni Patrik Vekili Başepiskopos Aram
Ateşyan,
Almanya
Belediyeler Birliği Münih Belediye Başkanı ve
Bavyera Eyaleti Başbakan adayı Christian Ude, Şişli
Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül ve Liberal Demokrat
Parti Genel Başkanı Cem Toker'in yanı sıra Ermeni
cemaatinden çok sayıda kişi
katıldı. Başrahip Tatul Anuşyan tarafından
yönetilen ayin sonrasında ibadete gelenler kutsal
ekmekten dağıtıldı.
Dünyanın her yerinde dinler arası çatışmaların devam
ettiğini belirten Ateşyan, "Uzun senelerdir dinler
arası diyalog toplantılarına
katılıyorum. Din adamları ve
akademisyenlerin bu konu üzerinde tartışıyor. Elle
tutulur bir ilerleme yok. Bana göre dünyanın her
tarafında halen dinler arası çatışma var. Dinlere
karşı saygısızlık var. Karşı dine saygı o dine ait
ibadethanelerine gösterilen saygıdan geçer.
İbadethaneye yapılan saygı o halka gösterilen
saygıdır" dedi. Fransa meclisinin soykırımı inkara
ceza öngören tasarıyı kabul etmesi yönünde görüşleri
sorulan Ateşyan "Biz bu günleri Rab İsa Mesih'in
doğuş günü olarak kutluyoruz. Onu barış elçisi
olarak tanırız. Dua ediyoruz o barış, o huzur tüm
dünyaya yayılsın. Hepimizi din ırk mezhep ayrımı
yapmadan kardeşçe kucaklaşalım" diye
konuştu. Şişli Belediye
Başkanı Mustafa Sarıgül ise, "Din, dil, ırk ve
kültür ayrımı gözetmiyoruz. Buradan tüm dünyaya
barış, birlik ve beraberlik içerisinde günler
diliyoruz" diye konuştu.
Sabah, Haber: Aliye
Çetinkaya, 09.01.2012
|
HAYDARPAŞA GARI
YENİLENİYOR, RESTORASYON 2 YIL SÜRECEK

Hızlı tren
çalışmaları nedeniyle tüm tren ve banliyö
seferlerinin duracağı Haydarpaşa Tren Garı
yenileniyor. Ulaştırma Bakanlığı, tarihi tren
garını baştan aşağı restore edecek. İki yıl
sürecek çalışmalar sonunda, yanan ve geçici
olarak sacla kaplanan çatı katı kafeterya ve
gözlem evi olacak. Diğer katlar ise müze,
alışveriş merkezi ve gar şeklinde düzenlenecek.
İstanbul'un
sembol mekanlarından biri olan tarihi
Haydarpaşa Tren Garı, 2 yıllık bir dinlenme
dönemine giriyor. Ulaştırma Bakanlığı,
Ankara-İstanbul hızlı tren çalışması
nedeniyle önümüzdeki mart ayında geçici
olarak kapatacağı tren garını baştan aşağı
restore edecek. Bu süre içinde tüm seferler
duracak. Restorasyon bittiğinde, daha önce
yanan ve geçici olarak sacla kaplanan çatı
katı tamamen kafeterya ve gözlem evi olacak.
Diğer katlar ise müze, alışveriş merkezi ve
gar şeklinde düzenlenecek.
Haydarpaşa
Garı'nı yenileme projesinin en önemli
ayağını, mekanı halkın kullanımına açmak
oluşturuyor. Kültür merkezi modeliyle
yeniden düzenlenecek garın halkın daha çok
vakit geçireceği bir yer olarak hazırlanması
planlanıyor. Garın farklı katlarında
alışveriş merkezi, müze ve kafeler de
olacak. Gar içerisinde bulunan büfeler de
garın içerisine alınarak katlara dağıtılacak
ve buralara alışveriş yapılabilecek
dükkanlar açılacak. Garın bir katında
açılacak müzede gar ve Türkiye'nin tren
geçmişiyle ilgili materyaller sergilenecek.
Böylece işlemeleri ve tarihi ile Türkiye'nin
en ihtişamlı tren garlarından olan
Haydarpaşa Garı, Devlet Demiryolları'nın
hikayesini yansıtacak.
Haydarpaşa Gar
Müdürü Orhan Tatar, garın en üst katının
kafeterya ve gözlem terası olarak
düşünüldüğünü aktarıyor. Zaman zaman
kendilerinin de bu kata çıkıp İstanbul
silüetini izlediklerini belirten Tatar,
proje sonrası bu tarifsiz manzarayı herkesin
izleyebileceğini vurguluyor. Tatar, "Sıcak
bir çay eşliğinde insanlar sevdikleriyle
oturup İstanbul'u izleyebilecek. Ayrıca
Haydarpaşa'nın denize bakan cephesinde
bulunan kulelerin de gözlem terası olarak
düzenlenmesi düşünülüyor. Buralara asansörle
çıkılan seyir terası yapılması planlanıyor."
şeklinde konuşuyor. Garın tarihle
modernizmin bir yansıması olacağını
kaydediyor.
Tarihi yapıda,
ilk olarak ocak ayı sonunda Gebze-Köseköy
arası tren seferleri duracak. Bu süre
zarfında Gebze'den Haydarpaşa'ya banliyö
seferleri ise sürecek. Gar Müdürü Orhan
Tatar, projeye göre mart ayından sonra
banliyö seferlerinin de durdurulacağını
belirtiyor. Tatar, bu tarihten 2013 sonuna
kadar da garda restorasyon çalışmaları
yapılacağını ifade ediyor. Yenilenen garın
hızlı tren kapasitesini kaldırması
amaçlanıyor. 2. Abdülhamid'in döneminde
yapılan ve 1908 yılında hizmete açılan
Haydarpaşa Tren Garı geçtiğimiz yıl çıkan
yangınla yara almıştı. Yangın nedeniyle
çatısı çökmüş ve 4. katı kullanılamaz hale
gelmişti. Çatı geçici olarak sacla
kapatılmıştı.
Haydarpaşa
Garı'nın tarihi
Haydarpaşa Garı,
1908'de İstanbul-Bağdat Demiryolu hattının
başlangıç istasyonu olarak inşa edildi. Bir
rivayete göre binanın bulunduğu sahaya 3.
Selim'in paşalarından Haydar Paşa'nın adı
verildi. Gardan, Osmanlı'nın son
dönemlerinde Bağdat Demiryolu yanında Hicaz
Demiryolu seferleri de yapılmaya başlandı.
1. Dünya Savaşı sırasında gar deposunda
bulunan cephanelere yapılan sabotajla büyük
bir bölümü hasar gördü.
Zaman, Haber: Kazım
PInar, 09.01.2012
|
BATMAN NEDEN GAZİANTEP
OLMASIN?

Bakan Şimşek, teşvik
sisteminde yapılacak düzenlemelerle Hasankeyf'in
cazibe merkezi olacağını söyledi.
Özel uçakla
Batman'a gelen
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'i
Vali Ahmut Turhan ve diğer ilgililer karşıladı.
Buradan AKP
Batman merkez İlçe
Başkanlığı kongresine geçen Şimşek, kongrenin
açılışında, kongrelerin yenilenme süreci olduğunu
belirtti.
Şimşek, yakında
teşvik sistemini
değiştireceklerini ve buralara daha fazla
teşvik
vereceklerini, işadamlarının buradan yola çıkmaları
için birçok sebepleri olduğunu anlatarak, sözlerini
şöyle sürdürdü:
''Burada yetişmiş eleman, altyapı, havaalanı ve
demiryolu var. Karayolları iyileştiriliyor. Ortadoğu
pazarına yakınız. Burası niye bir Gaziantep olmasın?
Büyük düşünmek lazım. Olabilir, olması için iyi
kadrolar lazım
Batman için
çalışacak yürekleri atacak insanlar lazım. AKP
kadrolarında bunlar var. Başka ne lazım? Huzur ve
barış lazım. Tekstil çalışmaları seçim döneminde
başladı. Yakında tahsisleri yapılacak. 100 bin
metrekarelik alanda binlerce kardeşimiz çalışacak.
OSB'de biz gelmeden önce, sadece bir un fabrikası
vardı. Ama bugün 50'ye yakın fabrika var. Binin
üzerinde kardeşimiz çalışıyor. Buraya vereceğimiz
teşviklerle talep
artacak. İnanıyorum istikrarla, güvenle birlikte
yatırımlar artıyor. Yeter ki huzur olsun. OSB'yi
büyüterek, gelen işadamlarına bu bölgede bedava
tahsis edeceğiz. Yeter ki kardeşlerimize iş imkanı
yaratsınlar. Devlet olarak sizlerin belki bireysel
iş taleplerini teker teker karşılayamıyoruz. Ama,
devlet olarak hükümet olarak burada daha çok iş,
daha çok aş için ne gerekiyorsa yapıyoruz ve yapmaya
devam edeceğiz.''
Türkiye ekonomisi hakkında bir haber yapmak için CNN
Londra'dan gelen bir ekibe ''Batman'a
neden gitmediklerini'' sorduğunda, ekipten bir
kadının hamile olduğunu ve ''Batman
Türkiye'nin en ücra köşesi, orada hastane var mı?''
sorusunu yönelttiğini aktaran Şimşek, ''AKP'nin
hükümetin son 9 yılda yapmış olduğu değişim ve
dönüşümden haberiniz yok mu? dedim. Bırakın kamu
hastanesini, orada en az altı tane çok özel hastane
var dedim.
Hasankeyf'te yeni
bir şehir inşa ediliyor.
Hasankeyf bu
bölgenin mimarisine uygun olarak yeniden yapılacak.
Hasankeyf çok büyük
cazibe merkezi haline gelecek ve turizm potansiyeli
daha çok artacak. Çünkü orada üniversitemizin 4
yıllık turizm fakültesini açıyoruz. Biz eser
siyaseti yaptığımız için dedikodulara zamanımız yok.
Ama yaptıklarımız da anlatmamız lazım. Bu hepimizin
bir sorunudur'' dedi.
Daha yapacakları çok şey olduğunu aktaran Şimşek,
şunları söyledi:
''Bu ülkenin sorunları ne? İşsizlik. Peki AKP'nin bu
konuda performansına yakın, geçmişte bir dönem var
mı? ben görmedim. Enflasyon bu ülkede 30-40 yıl
yüzde 60'lar civarındaydı. Tek haneye biz düşürdük.
Geçici olarak şimdi yüzde 10'lara yaklaşmış 'vay
enflasyon' deniliyor. Enflasyon bu sene sonunda yine
tek haneye dönecek. Sizlerin verdiği destekle, bu
ülke ve Batman daha ileriye gidecektir. Mesele bir
parti meselesi değil, mesele bir hizmet
meselesidir.''
Şimşek, Batman'da 15 bin kişilik stat için yer
tespit çalışmalarının devam ettiğini, 3 bin kişilik
kapalı spor salonu yapacaklarını ve bu türden
etkinlikleri orada gerçekleştireceklerini de
sözlerine ekledi.
Habertürk, 08.01.2012
|
TOKİ'DEN TARİHİ YAPILARA REKOR KAYNAK
TOKİ, yok olma tehlikesi içindeki tarihsel değerleri gelecek nesillere kazandırmak için dev kaynak ayırdı.
Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı, özel hukuka tabi gerçek ve tüzel kişilerin mülkiyetinde bulunan korunması gerekli tescilli taşınmaz kültür varlıklarının bakımı, onarımı ve restorasyonu için bu yıl rekor miktarda kaynak ayırdı.
TOKİ, bu yıl tarihi yapılar için kredi üst limitini 105 bin liraya çıkardı.
Ankara Beypazarı Evleri, Karabük Safranbolu Evleri, Ankara Vilayet Konağı, Adıyaman Samsat Sahabe Safvan Bin Muattal Türbesi ve daha birçok yapı TOKİ'nin restorasyon kredisiyle hayat buldu.
Habertürk, 08.01.2011
|
 |
"SANAT ÜZERİNDEKİ
BASKILAR ARTTI"

İstanbul
Modern’in Bubi’nin oturaklı koltuğunu reddetmesiyle
patlak veren sansür tartışması çağdaş sanatçıları
cuma akşamı bir araya getirdi. Sanata uygulanan
sansür vakalarını araştıran SiyahBant Platformu,
Tütün Deposu’nda Mürüvvet Türkyılmaz’ın her ay
düzenlediği Açık Masa toplantılarının davetlisiydi.
Toplantıya katılan yüze yakın sanatçı arasında
İstanbul Modern’i
protesto etmek için ‘Hayal ve Hakikat’ sergisinden
işlerini çekmeye karar veren Selda Asal, Atılkunst,
İnci Furni, Leyla Gediz, Ceren Oykut, Neriman Polat,
Güneş Terkol da vardı.
Toplantıda söz alan sanatçılar, çağdaş sanat
piyasasının patlamasıyla sermayenin sanat üzerindeki
baskısının arttığını,
İçişleri Bakanı
İdris Naim Şahin’in sanatı hedef alan konuşmasıyla
“Devlet ve piyasa sansürünün bir araya geldiğini”
dile getirdiler. Sansürle aslında çok sık
karşılaştıklarını, ama genelde sessiz kaldıklarını
belirten bazı sanatçılar, “İstanbul
Modern vakası, bugüne kadar konuşulmayan birçok
konunun tartışılmasına vesile oldu” dedi.
Sanatçılar, galeriler ve kurumların kendilerine
dayattıkları sözleşmeleri de eleştirdi.
İstanbul Modern’den
eserini çekmeye çalışan sanatçılardan biri “Bir şey
imzalamışız haberimiz yok. Eserin kaldırılmaması
için her türlü koşul var sözleşmede” diye konuştu.
Sansürle mücadele etmek için nasıl bir yol
izlenebileceği tartışılırken, örgütlü hareket
etmenin ve sansür vakalarını yakından takip ederek
sosyal medya ve
basın yoluyla görünülür kılmanın önemine değinildi.
Radikal, Haber: Elf
İnce, 08.01.2011
|
İNÖNÜ STADINA İZİN YOK!

Beşiktaşlı yönetici
Orhan Saka’nın duyurduğu, Beşiktaşlıları
heyecanlandıran ‘İnönü Stad’ının yıkımına onay
çıktı’ haberi doğru çıkmadı. Stada onay verecek olan
İstanbul 3 No’lu
Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu Başkanı Doç.Dr.
Halil Onur, ortada henüz bir proje başvurusunun bile
olmadığını belirterek, “Yeni bir karar almadık, bu
haliyle de izin vermemiz mümkün değil’’ dedi.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi
Meclisi, İnönü Stadyumu için plan değişikliği
yapmış, bu planda açık ve kapalı spor tesisleri,
kültürel tesis, zemin altına katlı otopark, spor
faaliyetlerine yönelik konaklama tesisi, rezidans,
idari bürolar, restoran, alışveriş üniteleri,
cimnastik salonu, kapalı yüzme havuzu ve sauna
yapılabileceği ifadeleri yer almıştı. Plan
değişikliğine göre stadın yüksekliği artıyor, alan
da genişliyordu.
İstanbul 3 No’lu
Koruma Kurulu da bu plan değişikliğini, yeni
eklemeler ve değişiklikler yaparak onaylamıştı.
Ancak 1 Kasım’da Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek
Kurulu, İnönü Stadı’nın yıkılmasını ve
Beşiktaş Stadı
Kompleksi’nin neredeyse iki katına çıkarılmasını
öngören bu plan değişikliğine onay vermedi. Kültür
ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay da
tarihe Dolmabahçe’yi denize batıran bakan olarak
geçmek istemediğini söylemişti.
Neden böyle duyurdu?
Yüksek Kurul’un bu kararı ilgili kurumlara ve
belediyelere yeni ulaştı. Beşiktaşlı yönetici Orhan
Saka ise bu kararı basına aktarırken, Anıtlar Yüksek
Kurulu’nun 24 Kasım 2011 tarihi itibariyle stadın
yapılabileceğine dair izni verdiğini söyledi. Saka
söz konusu haberde “Kulübün yararına düşündüğümüz
konaklama tesisleri ve katlı otoparka onay çıkmadı.
Proje çalışmaları nedeniyle zannediyorum gecikmeler
oldu. Ancak, stat yapımı için çalışmaların sezon
sonunda başlayabileceğini tahmin ediyorum” diyordu.
Oysa Yüksek Kurul’un bu kararı biliniyordu ve yeni
bir gelişme değildi. Ancak Saka bunu yeni bir
kararmış gibi sununca, İnönü Stadı’nın yıkımına onay
verilmiş gibi kamuoyunda algı oluştu.
Proje yok ki karar
olsun!
Yeni projeye onay verecek olan 3 Nolu Koruma
Kurulu Başkanı Doç.Dr. Halil Onur, Beşiktaşlı
yöneticinin açıklamasına çok şaşırdığını belirtti:
‘‘Yeni kararmış gibi söylenince kurul müdürünü
aradım, acaba benim olmadığım bir toplantıda yeni
bir karar mı alındı diye. Yıkım söz konusu değil.
Asla izin verilmez. Henüz bize statla ilgili
restorasyon, restütisyon, röleve projeleri bile
gelmedi. . Önümüze bir proje bile gelmedi ki neye
izin vereceğiz?
Beşiktaş
yöneticileri hangi amaca hizmet bu açıklamayı
yaptılar bilemiyorum.”
Kültür ve Turizm Bakanlığı
yetkilileri de yeni bir karar alınmadığını,
Beşiktaş klubünün
kamuoyunu bilerek yanlış yönlendirdiğini öne sürdü.
Yüksek Kurulu’nun adını vermeyen bir üyesi de “Bakan
Günay’ın tavrı net. Yeni inşaat istemiyor. Bu talen
Yüksek Kurul’un kararında etkili oluyor’’ dedi.
Radikal, Haber: Ömer
Erbil, 08.01.2011
******
BIRAKINIZ YAPSINLAR O
ZAMAN!
İnsan yazdığına
yazacağına pişman oluyor. İnönü Stadını yenileme
diye çıkılan yolda, projeye avm, otopark ve otel
iliştiriliverince, karşı çıkan yazılar yazdım ve
Kültür ve Turizm Bakanı Günay'ın da görüşlerini
aktardım diye gelen taraftar tepkisi inanılmaz!
Beşiktaş taraftarının küfür ve hakaret dolu
mesajları beni gazetecilik mesleğinden soğuttu
adeta. Bir fikre fikirle karşılık verme, düzeyli bir
üslubu koruma diye bir anlayış yok hayatlarında ne
yazık ki. Tek bildikleri küfür!
"Burası bizim mabedimiz!" diye başlayan ve
sonrasında arka arkaya dizilen küfürler! Yazıklar
olsun. "İnönü'yü yıktırmayız!" iyi de biz neyi
savunuyoruz ki? Tabii ki yıkılmasın! Depreme karşı
güçlendirilsin, yenilensin ama büyütülmesin, devasa
bir rant yapısına dönüştürülmesin!
Şimdi anlıyorum, Beşiktaşlı erkek gazeteci
arkadaşlarımın, dostlarımın tek bir satır
yazamamalarının sebebini.
Kimse cesaret edemiyor. Bu fanatik taraftarın
karşısına geçip de, "Ya durun bakalım. Olayın bir de
bu tarafına bakalım" demiyor.
İstanbul eşsiz bir yer. Ne yazık ki çok büyük bir
hızla değişiyor. En azından bu değişimin, doğaya,
insana, tarihe saygılı olmasını sağlamaya çalışmak
herkesin görevi olmalı.
Yıkmak ve yeniden modern bir şekilde inşa etmek
istedikleri stadın deniz tarafındaki kale arkası,
"tescilli tarihi eser" Yani öyle istendiği gibi
yıkılıp yapılamaz. İkincisi de yıkmak istedikleri
stat Times Gazetesi tarafından 2009 'da dünyanın en
iyi dördönücü statı seçildi. Seçimde, "Stadın
bulunduğu yerin inanılmaz bir manzaraya sahip
olması" etkili oldu. Dünyanın neresinde bir
imparatorluk sarayının müştemilatının içinde stat
var? Bunun kıymetini bilip, koruyacaklarına dev bir
kompeks inşa etmek istiyorlar. Üçüncüsü de bu stadı
eşsiz yapan özelliklerden bir tanesi çevresiyle
uyumu. Orada 33 bin kişilik bir stat olduğu belli
olmuyor. Etrafını ezmiyor, dev statlar gibi buranın
tek hakimi benim demiyor.
Bakan Günay'ın, "Çok daha ileri giderlerse, buranın
eski orijinal haline, yani Dolmabahçe Sarayı'nın has
ahırlarına dönüştürülmesi projesini savunanlara
destek veririm" diyerek gösterdiği tepkiyi dahi,
"yarın burada ahır yapılacak!" diyerek gerçek sanan
zihniyetle savaşmak zor bunu biliyorum.
Ancak yine de İnönü Stadı'nın olduğu gibi depreme
karşı güçlendirilip, derme çatma oturma alanlarının
yenilenmesi fikrine sahip çıkmak için mücadeleden
vazgeçmeyelim diyorum. Hem bir bilene danıştım ve o
da bana dedi ki 'Gerçek Beşiktaş taraftarı zaten
burada sadece stat ister. Alışveriş merkezi gibi
projeye eklenen ünitelerin bir yozlaşma olduğunu
düşünür.' Peki o zaman bana küfürlü mesajları
gönderenler kim?
Bu arada yaptıkları eleştirileri çok saygılı bir
şekilde ifade eden Beşiktaş taraftarları da oldu. Ne
yazık ki onlar iki elin parmaklarını geçemedi. Ben
bu fanatik taraftarlık mevzusundan hakikaten çok
korktum!
Sabah, Yazı: Şelale
Kadak, 11.01.2012
******
İNÖNÜ'YE KILIÇ
DESTEĞİ
Gençlik ve Spor
Bakanı Suat Kılıç, yeni stadın bulunduğu yerde
yeniden yükselmesini istediğini söyledi, "Beşiktaş
olmadan BJK olmuyor. Dolayısı ile Beşiktaş’ı
Beşiktaş’tan ayırmamak için şartları sonuna kadar
zorlamak lazım" diye konuştu.
Gençlik
ve Spor Bakanı Suat Kılıç,
Beşiktaşlıların yüreğine su serpti,
FİYAPI
İnönü Stadı'nın
bulunduğu yerde yeniden yapılması gerektiğini ifade
etti.
Kılıç, "Beşiktaş
bir şehir değil, semt takımı. İsmiyle müsemma bir
takım. Yani Beşiktaş olmadan BJK olmuyor.
Dolayısı ile Beşiktaş’ı Beşiktaş’tan ayırmamak için
şartları sonuna kadar zorlamak lazım. Beşiktaşlı
olmasam da
bu konuda Beşiktaşlılar gibi düşünüyorum.
Türkiye’de bu sene
18 stadyum inşaatına başlamayı hedefliyoruz.
Tabi arzu ederiz ki Beşiktaş stadyumu da bizim
eserimiz olsun. Kim istemez eserleriyle anılmayı.
Sayın Başbakanımızdan aldığımız güç ve enerjiyle bu
büyük adımları atıyoruz. Sayın Başbakanımızın da
Beşiktaş Stadyumu'nu Beşiktaş’ta çözme yönünde
farklı bir düşüncesi olduğunu sanmıyorum" dedi.
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay'ın
yeni statla ilgili düşüncelerinin önemsenmesi
gerektiğini de dile getiren Bakan Kılıç sözlerini
şöyle sürdürdü:
"Elbette nihai kararı
kurul verecektir. Ancak inşaat teknolojisi de çok
gelişti. Seslendirilen kaygıları bertaraf ederek
akılcı çözümler üretmek mümkün. Mümkün olanı
imkansız kılmamak gerekir. Gayrimenkul Gençlik ve
Spor Bakanlığı’nın... Proje bizim onayımızı doğal
olarak ve zorunlu olarak alacak. Kimsenin
kaygılanmasına gerek yok. Ne tarih, ne de kültürel
miras hiçbirine en ufak bir zarar gelmeden
üretebilecek çözümler mutlaka vardır. Ayrıca
bazı proje detaylarından vazgeçilmesi de kaçınılmaz
olarak gerekli olacaktır. Ortak aklın eseri de,
herkesin katılacağı bir çözümle Beşiktaş
Stadyumu'nun bulunduğu yerde yeniden inşası şahsen
benim arzumdur."
Milliyet, 12.01.2012
******
3. İNÖNÜ SAVAŞLARI:
BEŞİKTAŞ TARAFTARI GÜNAY'I PROTESTO EDERKEN NE KADAR
HAKLI?
Geçen hafta
Beşiktaş Spor
Kulübü yöneticisi Orhan Saka’nın ‘‘Stat için izin
çıktı’’ açıklaması ile alevlenen tartışma
Beşiktaş taraftarı
ile Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay
arasında iyice büyüdü.
Sosyal medyada taraftarlar Günay ile ilgili şiddetli
eleştirilerde bulunuyor. İlk maçta da Bakan Günay’ı
protesto edeceklerini ve aleyhte tezahürat
yapacaklarını paylaşıyorlar.
Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu, bölge
kurulunun aldığı bir kararı kasım ayında iptal
ederek yeniden yapılmak istenen stada, 768 ada 13
parselin (İETT
Garajı) daha eklenmesine izin vermedi. Stadın altına
otopark yapılmasına karşı çıkan Yüksek Kurul,
“Bunlar sportif değil ticari” diyerek otel,
restoran, kafe gibi ek binalara da karşı çıktı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı
Koruma Kurulları Daire Başkanı Mehmet Gürkan da
“Bakanlık olarak biz stadın depreme karşı
güçlendirilmesine, yenilenmesine karşı değiliz.
Restorasyon projesi ile bunlar yapılabilir’’ dedi.
Ancak kasım ayında Yüksek Kurul’un aldığı karar
nedense ortada yeni bir karar yokken “Stada izni
çıktı” diye yansıtıldı. Bakan Günay bu haberler
üzerine sert bir açıklama yaptı.
Günay, ‘‘İleri giderlerse, burası kentsel sit
alanıdır, o zaman eski haline döndürülmelidir.
Vaktiyle burada Dolmabahçe’nin Has Ahırlar’ı vardı
diyenleri ben de kalkar desteklerim... Özgün haline
geriye çekerek, depreme karşı güçlendirip sonradan
ekledikleri şeyleri kaldırarak burayı butik bir
stadyuma dönüştürebilirler. Ama diğerleri olmaz.
Diğer takımlar niye böyle yapmadı? Hepsi gitti,
arazilerini verip şehrin uzağında inşaatlarını
yaptı.
Beşiktaş niye
yapmıyor?’’ dedi.
Beşiktaş Kulübü bu
açıklamaya sessiz kalırken sahnede “Stat yapmamıza
izin vermiyorlar” diye ayaklanan
Beşiktaş taraftarı
ile hedef tahtasına oturtulan Bakan
Ertuğrul Günay
kaldı.
Radikal, Haber: Ömer
Erbil, 13.01.2012
******
"BEŞİKTAŞ'TAN
BEŞİKTAŞ'I AYIRMAYIZ"
“Camia rahat olsun.
Beşiktaş, Beşiktaş’sız olmaz. Stadın bulunduğu yere
yapılması için mühendislik, fizik ve teknik ne
gerekiyorsa bütün çalışmalar ciddi bir şekilde
sürdürülecektir. Bunun için şartları sonuna kadar
zorlayacağız.”
Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’tan
Beşiktaşlılar’a müjdeli açıklama geldi. Beşiktaş
Başkanı Yıldırım Demirören’in makamında ziyaret
ettiği Kılıç, Beşiktaş’ın yeni stadının İnönü’nün
bulunduğu yerde yapılması için akıl ve mantık
çerçevesinde çözümler üretileceğini açıkladı. İkili
arasındaki görüşmenin ana ve tek gündem maddesi
Beşiktaş Stadyumu olurken Demirören, Kılıç’tan İnönü
Stadyumu’nun bulunduğu yerde yapılması için destek
istedi.
"Mahrum etmeyiz"
-Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a da konu hakkında
bilgi verdiklerini ifade eden Demirören, Bakan
Kılıç’tan Beşiktaş camiasını rahatlatacak adımları
sabırsızlıkla beklediklerini ifade etti. Camiasının
stadyumun başka bir yere yapılmasını razı olmadığını
ve huzursuzluk yaşadığını anlatan Demirören, Kültür
ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın da çekince ve
endişelerini de giderecek çözümler üretilmesini
istedi. Bakan Kılıç da bu talebe karşılık
“Türkiye’de şampiyonluk sevinci yaşamış
takımlarımızdan bir tek Beşiktaş’ı yeni stadyumuna
kavuşturmamak, bu haktan mahrum etmek doğru olmaz”
diyerek şu açıklamayı yaptı:
"Endişe gereksiz"
-Beşiktaş taraftarlarının stadyumun bulunduğu yeri
yapılması konusundaki arzu ve beklentilerinin
farkında olduklarının da altını çizen Bakan Kılıç,
“Beşiktaşlılar’ın içi rahat olsun. Beşiktaş stadının
bulunduğu yere yapılması için mühendislik, fizik ve
teknik ne gerekiyorsa bütün çalışmalar ciddi bir
şekilde sürdürülecektir. Beşiktaş bir şehir takımı
değil semt takımı. Yani Beşiktaş’sız Beşiktaş
olmuyor. Dolayısı ile Beşiktaş’ı Beşiktaş’tan
ayırmamak için şartları soruna kadar zorlayacağız.
Beşiktaşlı olmasam da bu konuda Beşiktaşlılar gibi
düşünüyorum. Beşiktaş Stadyumunun bulunduğu yerin
dışında bir yere yapılması camianın beklentilerine
cevap vermeyebilir. Beşiktaş camiası tedirgin
olmasına gerek yok. Beşiktaş camiası rahat ve
huzurlu olsun. Şundan emin olmalarını istiyorum ki,
kendilerinden farklı düşünmüyoruz. Bulunacak çözüm
ne olursa olsun biz kendilerinden farklı
düşünmüyoruz” şeklinde konuştu.
"Mümkün olan imkânsız kılınmamalı"
“Sayın Günay’ın kaygılarını anlayışla karşılıyorum.
İnşaat teknolojisi çok gelişmiş durumda. Ne tarih,
ne de kültürel miras hiçbirine en ufak bir zarar
gelmeden üretebilecek çözümler mutlaka vardır.”
-“Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın Beşiktaş
Stadyumunun bulunduğu yerin altında çıkabilecek
tarihi dokuya ilişkin kaygılarını da anlayışla
karşılıyorum. Çok beklenmedik bir engel ile
karşılaşılmayacağını umuyorum. Sayın Günay’ın
bakışını da önemsiyorum. Ama sorunun akıl ve mantık
çerçevesinde aşılmasını desteklemek lazım. İnşaat
teknolojisi çok gelişmiş durumda. Seslendirilen
kaygıları bertaraf edecek akılcı çözümler üretmek
mümkün. Mümkün olanı imkânsız kılmamak gerekir.
"Kaygıya gerek yok"
-Beşiktaş stadının bulunduğu gayrimenkul Gençlik ve
Spor Bakanlığı’na ait. Kimsenin kaygılanmasına gerek
yok. Ne tarih, ne de kültürel miras hiçbirine en
ufak bir zarar gelmeden üretebilecek çözümler
mutlaka vardır. Bu nedenle sorunu açık ve mantık
çerçevesinde çözümler üretebilmek mümkün. Beşiktaş
camiasının da bazı proje detaylarından vazgeçmesi
gerekli olabilir. Ortak aklın eseri de herkesin
katılacağı bir çözümle Beşiktaş stadının bulunduğu
yerde yeniden inşasıdır. Benim şahsi arzum da bu
yöndedir.”
"Başbakanımız da farklı düşünmüyor"
-Türkiye'de bu sene 18 stadyum inşaatına başlamayı
hedefliyoruz. Tabii arzu ederiz ki Beşiktaş stadyumu
da bizim eserimiz olsun. Sayın Başbakanımız’dan
aldığımız güç ve enerjiyle bu büyük adımları
atıyoruz. Sayın Başbakanımız’ın da Beşiktaş
Stadyumunu Beşiktaş’ta çözme yönünde farklı bir
düşüncesi olduğunu sanmıyorum.
Vatan, Haber: Lütfü
Özel, 14.01.2012
|
CEZAEVİ MÜZEYE
DÖNÜŞTÜRÜLECEK
Sivas Valisi Ali
Kolat, Açık Cezaevi'nin bulunduğu binayı etnografya
müzesine dönüştürmeyi planladıklarını belirterek,
''Sivas'ı müzeler kentine dönüştürmeyi düşünüyoruz''
dedi.
Vali
Ali Kolat, AA
muhabirine, geçen yıl Ankara'da imzalanan protokolle
TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığına devredilen
Atatürk Kongre ve Etnografya
Müzesi'nde yapılması planlanan
çalışmaları anlattı. 4 Eylül 1919'da
Sivas Kongresi'nin
gerçekleştirildiği tarihi binada yapılacak
çalışmaları anlatan Kolat, ''Kongre Müzesi ile
ilgili proje çalışmalarımız devam ediyor'' dedi.
Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk ve silah
arkadaşları tarafından ulusal kurtuluş mücadelesine
ışık tutan kararların alındığı ve Cumhuriyetin
temellerinin atıldığı tarihi binada yapılacak
çalışmalarla ilgili olarak, TBMM İnşaat Daire
Başkanlığı ve
Sivas İl Özel
İdaresi yetkililerinin görüşmeler yaptığını kaydeden
Kolat, ''İnşallah bu proje çalışmasından sonra esas
işlerinin yapımı ve restorasyonla ilgili çalışmalar
sürecek. İnşallah güzel bir çalışma olacak'' diye
konuştu.
Tarihi binanın iç dizaynıyla ve tefrişatıyla ilgili
çok kapsamlı bir proje gerektiğini ifade eden Kolat,
önemli bir çalışma olduğu için işi aceleye getirmek
istemediklerini belirterek, ''İleriye dönük güzel
bir çalışma olacak. Kaynak yönünden de bir
sıkıntımız olmayacak. Bu konuda Milli Saraylardaki
teknik personelin uzmanlıklarından da
yararlanıyoruz, onların da desteğini alıyoruz.
Burası tamamen Kongre Müzesi'ne dönüştürülecek.
Buradaki etnografik eserleri biz ayrı bir müzeye
taşımayı düşünüyoruz'' dedi.

Sivas E Tipi Kapalı
Cezaevi'nin yanında
açık
cezaevi inşaatının
devam ettiğini belirten Kolat, şimdiki açık
cezaevi binasını da
etnografya müzesine dönüştürmeyi,
Atatürk Kongre ve Etnografya
Müzesi'ndeki etnografik eserleri de bu
müzeye taşımayı planladıklarını söyledi.
Kolat,
Atatürk Kongre ve Etnografya
Müzesi'nin, etnografik eserlerin
taşınmasının ardından kongre müzesi olarak hizmet
vereceğini bildirdi. Açık
cezaevi binasının
etnografya müzesine dönüştürülmesinin ardından
kentteki müze sayısının 3'e çıkacağını ifade eden
Vali Kolat, arkeoloji müzesi ile etnografya
müzesinin aynı semtte karşı karşıya olacağını
belirterek, ''Sivas'ı
müzeler kentine dönüştürmeyi düşünüyoruz. Mesela
Gökmedrese'de de vakıf müzesi şeklinde bir düşünce
var. Şifahiye Medresesi ile ilgili de birtakım
çalışmalar var, gelişmelere göre hareket
edilecektir'' dedi.
Etnografik müzelerin önemine dikkati çeken Kolat,
oluşturulacak etnografya müzesinde şehrin kültürünü
yansıtan eserlerin yer alacağını, bu konuda güzel
bir çalışma yapacaklarını söyledi.
Müzelerin kalıcı eserler olduğunu ifade eden Kolat,
''Bunlar nesilden nesile aktarılacak eserler olduğu
için çok aceleye de getirmemek, yanlışlık yapmamak
lazım. Kalıcı olacak şekilde bir düzenleme yapmak
gerekiyor'' dedi.
Müzelerin birbirine yakın olmasının gezilebilirlik
açısından da avantaj sağlayacağını kaydeden Kolat,
bir müzeyi gezmeye gelen kişinin diğer müzeyi de
ziyaret edebileceğini söyledi.
Sivas'ın önemli tarihi eserlere sahip olduğuna
işaret eden Kolat, herkesi kültür, tarih ve turizm
kenti Sivas'ı gezmeye davet etti.
Habertürk, 08.01.2011
|
|
HIRSIZ ELİNDE KALAN
TABLOYU İADE ETTİ
Belçika’nın başkenti
Brüksel’in kuzeyindeki bir müzeden iki yıl önce
çalınan “Rene Magritte” imzalı tablo bulundu! Ancak
tabloyu müzeye polis değil, hırsızlar geri getirdi!
Tabloyu satacak kimseyi bulamayan hırsızlar, 4.3
milyon dolar (8 milyon TL) değerindeki yapıtı
müzenin kapısına bıraktı. Belçikalı sürrealistin
1948’de tamamladığı, karısı Georgette’i çıplak
olarak resmettiği “Olympia” adlı tablo, önümüzdeki
haftadan itibaren yeniden sergilenmeye başlanacak.
Habertürk, 08.01.2011
|
EN ÇOK DOLMABAHÇE SARAYI'NI GÖRMEK İSTEMİŞİZ
İstanbul'un en önemli tarihi mekanlarından biri olan Dolmabahçe Sarayı, geride bıraktığımız 2011 yılında yerli ve yabancı turistlerin en çok yoğun ilgi gösterdiği yer oldu.
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Milli Saraylar Daire Başkanlığı'na bağlı saray, köşk ve kasırları toplam 1 milyon 270 bin kişi ziyaret etti. Dolmabahçe Sarayı, 810 bin 285 kişiyi ağırlayarak öne çıktı. Beylerbeyi Sarayı'nı 102 bin 659'u yabancı ve 27 bin 85'i yerli olmak üzere toplam 129 bin 744 kişi gezerken, Yıldız Şale Kasrı, Küçüksu Kasrı, Maslak Kasrı, Aynalıkavak Kasrı, Ihlamur Kasrı ve Florya Atatürk Köşkü ise 2011 yılı genelinde toplamda 85 bin 276 yerli ve yabancı ziyaretçiye ev sahipliği yaptı. 413 bin 855 yerli, 663 bin 410'u yabancı ziyaretçinin ilgisini çeken milli saraylarda toplam 13 milyon 523 bin 844 lira gelir elde edildi. 2010 yılında ise milli saraylar toplamda 1 milyon 124 bin 503 ziyaretçi çekmiş ve bunun sonucu olarak 11 milyon 667 bin lira gelir kazanılmıştı.
Zaman, Haber: Uğur Öztürk, 08.01.2011
|
 |
"EMEK SİNEMASINI SİYASİ
RANTA ÇEVİRDİLER"
Emek Sineması'nı
nasıl bir gelecek bekliyor? Majik Sineması
yıkılacak mı? Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet
Misbah Demircan merak edilen soruları
cevaplıyor, Beyoğlu'nun değişen çehresini
anlatıyor.
Kültür sanat
dünyası Emek Sineması'nın geleceğini
tartışıyor. Bulunduğu sokakta galalar
yapılıyor, protestolar düzenleniyor, herkes
birbirine şu soruyu soruyor: "Emek yıkılacak
mı? Yıkılacaksa bu nasıl engellenir?" Bu
sorulara cevap ararken tarihi Majik
Sineması'nın yerine otel inşa edileceği
basına yansıdı. Sorunlar ve sorular artarken
Beyoğlu Belediyesi Başkanı Ahmet Misbah
Demircan'ın kapısını çaldık, olup biteni
anlamaya çalıştık.
Demircan, Emek
Sineması'ndan dolayı tartışmaların yanlış
platformda yapılmasından şikayetçi. Bu
süreçte bütün kararları Anıtlar Kurulu
vermesine rağmen eleştirilenin kendisi
olduğunu söylüyor. Yanlışı düzeltiyor:
"Normalde tarihi sit bölgelerinde bütün
binaların projelerini mal sahibi hazırlar,
Belediye'ye getirir. Biz kayıt tutup,
Anıtlar Kurulu'na sevk ederiz. Kararı onlar
alır, biz ruhsat veririz. Beyoğlu'nda
yapılan bir çeşme restorasyonunda bile
imzamız var. Ama bütün kararları biz
vermişiz gibi davranıyorlar. Bizlerin
projenin yanında veya karşısında olmamız söz
konusu değil. Bizler mekanların ihyasından
yanayız." Peki, bu süreçte belediye, ben bu
projeyi onaylamıyorum diyemez mi? Bu soruya
şu yanıtı veriyor: "Onlar tamam deyince, biz
de tamam demek zorundayız. Mahkemenin
verdiği bir kararı uygulamamak gibi bir
şansınız var mı? Hayır... Biz de sadece
gerekçesini öğrenebiliriz, onaylamamak gibi
bir seçeneğimiz olmaz. Onaylamasak proje
sahibi bizi mahkemeye verir, istediğini
alır." Demircan'ın cevabından şu anlam
çıkıyor, proje hayata geçecek, Emek yeni
binanın üst katına taşınacak.
'Yıkım'
kelimesini kabul etmiyor Demircan,
restorasyonu kullanıyor. Çünkü yıkımı hedef
saptıranların bilinçli olarak kullandığını
düşünüyor, 'Bir grup Emek yıkılıyor
kampanyası başlattı. Toplumsal algıyı başka
bir yere çekti. Belediye tarihi yıkıyor,
yerine AVM dikiyor, demeye getiriyorlar.
Temel hedef iktidar. AKP tarihi eserlere
karşı demek işlerine geliyor. Ama mahkemeye
gidince Anıtlar Kurulu'na dava açtılar. Bizi
neden dava etmiyorlar, çünkü sorumlu biz
değiliz.' diyor. Demircan tartışmaların
yapılmasını normal karşılıyor. Yeter ki
samimiyet olsun. Emek'in kabul edilen
projeyle hayata geçmesi başkanın içine
siniyor mu peki? Kişisel olarak bir yorum
yapmak istemiyor ama "Emek'in çökmesini
istemiyorum." cümlesinin altını sık sık
çiziyor. İster devlet yapsın, isterse özel
sektör. Önemli olan mekanın yeniden ayağa
kalkması, nice festivallere ev sahipliği
yapması. Burada önemli bir konuya dikkat
çekiyor, restorasyona: "Emek değil, eski
eserleri nasıl kullanarak koruyacağımız
tartışılıyor. Yaşatarak korumaya biri yıkım,
biri restorasyon diyor. Bu misyon Emek'in
sırtına yüklendi ve ağır geldi."
Bu tartışmalar
devam ededursun ilerleyen günlerde neler
olacağını öğrenelim. Mahkeme kararı
belediyeye ulaşmadığı için henüz ruhsat
çıkmamış. Projeyi uygun bulmayanlar yeniden
şikayet de edebilir, çözüm için bakanlığa
bağlı üst kurula gidilir. Bu arada bakanlık
ve kurul kararlarını gözden geçirir. Ya
proje geri gönderilir ya da onaylanır
kamuoyu ikna edilmeye çalışır. Ancak
Demircan inşaat safhasına gelmeden tarafları
bir araya getirmek istiyor. İki taraf ortak
noktada buluşsun, herkesin içi rahat olsun.
Majik
Sineması'nın kaderi Emek'le aynı
Emek kadar ses
getiren bir diğer konu Majik Sineması'nın
durumu. Ön cephesi korunarak yıkılıp yerine
17 katlı otel yapılacağı konuşuluyor. 97
yaşındaki sinemayı nasıl bir gelecek
bekliyor? Tarihi sinemanın kaderi Emek'le
aynı. Orası da projelendirilmiş, kurula
sunulmuş, aynı kurul tarafından onaylanmış.
Bugün yarın inşaat başlayabilir. Demircan
yarını anlatıyor: "Bir sıkıntı yok, süreç
devam ediyor. Onayı veren aynı kurul.
Muhatap da onlar. Metroya zarar verdiği
söylenir ama öyle bir durum yok. Olsa kurul
görürdü. Yarın gelecekler ruhsatlarını
alacaklar. Ben sahibine tavsiyede bulundum,
kamuoyunun önüne çık, projeni anlat, diye.
Biz yaşayan bir Beyoğlu istiyoruz, köhne bir
semt değil."
Demirören AVM
tıraşlanmayacak
Beyoğlu denince
akla gelen bir diğer sorun Demirören AVM'nin
çevresine verdiği zarar. Malum binanın iki
katının kaçak olduğu, sokağın silüetini
bozduğu gündeme geldi. Bina da bir tıraşa
gidilecek mi? Demircan, böyle bir durumun
gündemde olmadığını, belirlediği eksiklerin
giderildiğini söylüyor. Kanun dışı bir şey
yok, bina kaçak değil. Demirören AVM inşaat
sırasında camiye zarar vermesine rağmen
dışarıya "Demirören tarihine sahip çıkıyor,
restorasyonunu yapıyor" tabelalarını
asmasını nasıl değerlendiriyor? "1999
depreminde çatlaklar oluşmuş. Ama çökme
tehlikesi yoktu. İnşaat sürecinde çatlaklar
yeniden çıktı. Onarım ile geçiştirmek
istemedik. Normalde bu kadar büyük yarıklar
yok. Ölçümler yaptık, çatlaklar genişliyor
mu, diye baktık. Demirören de restorasyonunu
yaptı, ihya ediyorum tabelasını astı."
Zaman Pazar, Haber:
Ayhan Hülagü, 08.01.2011
******
BİR 'MUHTEŞEM SİTEM'
DAHA
Kariyerine Kars'taki
anıtın ardından Emek'in yıkımını da ekleyecek bir
kültür bakanını biz de affetmeyeceğiz, gelecek
nesiller de.
Dünkü Milliyet’ten bir
haber: Muhteşem sitem! Devamını okuyoruz: Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, ‘Muhteşem Yüzyıl’
dizisi için “Benim ‘Muhteşem Süleyman-Hürrem aşkı
üzerine bir hayalim var, onu karartmasınlar’
demiştim. Biraz korktuğuma benzer yere doğru gitti.”
Yayına girdiği ilk haftada Bülent Arınç’ın,
geçenlerde de Fethullah Gülen’in hışmına uğrayan
dizi, bu kez daha yumuşak çizgilerle Günay
tarafından eleştirilmiş. Lakin benim derdim diziye
yönelik eleştiriler değil; asıl meselem, ünlü siyahi
lider Martin Luther King’in “I have a dream” (Bir
hayalim var) sözünden yola çıkarak “Benim de bir
Kültür Bakanı hayalim vardı, biraz değil, çok çok
korktuğum, hatta utandığım yere doğru gitti” demek.
Malum Günay eski bir CHP’li. Yani kıyısından
köşesinden sola bulaşmış bir kişilik. Yazıp
çizmişliği de var. Sonuçta bir ‘kültür adamı’.
2007’den beri de bu ülkenin ‘Kültür Bakanı’. Lakin
Günay’ın Kültür Bakanı olduğu bu ülkede heykeller
‘ucube’ diye yıkılıyor, AKM gibi bir binanın
geleceği belirsiz, atıl bir biçimde duruyor ve en
önemlisi sinemaseverler için bir mabet ve mektep
niteliğindeki Emek Sineması, gözü dönmüş kapitalizme
yeni bir mönü olarak tarihe karışacağı günleri
bekler durumda. Doğrusu ben de Günay’dan, başta
sinemacılar olmak üzere tüm sanatçılara sahip çıkan,
her türlü aktivitenin içinde yer alan, yeri
geldiğinde bir kültür militaristi gibi davranan
zamanın Fransız Kültür Bakanı Jack Lang gibi
olmasını tabii ki beklemiyorum ama mesela son Emek
yürüyüşünde yanımızda olabilirdi diyorum. Peki
kendisi ne yapıyor, sürekli “Emek yıkılmayacak”
diyerek yüreğimize su serpecek türden açıklamalar
yaparken aslında koruma adına sinemayı beşinci kata
taşıyacak ‘Yeni bir ucube’nin savunuculuğuna
soyunuyor.
Neyse ben onu bunu bilmem. Daha önce de yazmıştım;
kariyerine Kars’taki anıtın ardından Emek’in
yıkımını da ekleyecek bir kültür bakanını biz de
affetmeyeceğiz, gelecek nesiller de (ki İçişleri
Bakanı İdris Naim Şahin’in ‘Sanat-terör teoremi’ne
dair ses çıkarmaması ayrı bir ayıp ama oraları
çoktan geçtik). Böylesi bir sicille tarihe mal
olmak, ‘Muhteşem Yüzyıl’dan beklediğini bulamamaktan
daha önemli değil mi?
Radikal, Yazı: Uğur Vardan, 09.01.2012
******
İŞTE YENİ EMEK
PROJESİ
Emek Sineması’yla
ilgili tartışmalar sürerken, yenileme projesini
yürüten Kamer İnşaat yetkilisi Levent Eyüboğlu’ndan
önemli açıklamalar geldi: “Emek yıkılmayacak, bire
bir olarak binanın dördüncü katına taşınacak.
Binanın sürdürülebilirliği için bu proje
kaçınılmaz”.
Yenileme projesi ilk kez 1993’te yapıldı ve yargıdan
döndü. 1993’te başlayan süreç 1996’da kurul kararına
bağlandı. Kurul kararına karşı açılan dava üzerine
yargı kararını verdi ve bu karar 2001’de kesinleşti.
Kararda ‘Projenin iptalinde kamu yararı var’
deniliyordu. 2001- 2009 arasında herhangi bir şey
yapılamadı. 2007’de çıkan 5366 sayılı Kanun ile
süreç yeniden başladı. Şimdi yürürlükte olan proje
ise bambaşka bir proje.
“Emek
Sineması yıkılacak yıkılmayacak”
tartışmaları sürerken
Emek Sineması’nın
da içinde bulunduğu yapı blokunu yenileme projesini
yürüten Kamer İnşaat’ın ortaklarından
Levent Eyüboğlu,
projeyle ilgili tüm detayları anlattı, merak edilen
soruları yanıtladı...
**Projeyi anlatır
mısınız?
Projemiz, Cercle d’Orient, İsketinj Apartmanı,
Melek Apartmanı, İpek Sineması ve Rüya Sineması’nı
kapsıyor. Projenin aslı, bugün bir çöküntü alanı
haline gelen binaların
Beyoğlu’nun ruhuna
ve ihtiyaçlarına hitap edecek şekilde yeniden
canlandırılmasıdır. Bu binaların içinde bulunduğu
yapı adası mağazaları, restoranları, kafeleri,
sinemaları, müzeleri, ofisleri, kültür ve eğlence
merkezleriyle desteklenerek
Beyoğlu’nun tarihi
ve kültürel dokusuna uygun biçimde geleceğe
taşınacak. Proje alanı içindeki binalar tarihi ve
kültürel özelliği olan binalar. Yapının tarihsel ve
kültürel dokusunu koruyan bir proje yapmak için yola
çıktık.
**Yapı blokunun son
durumu ne?
Bu yapı blokunda önce 1884’te Cercle d’Orient
binası, ardından Melek Apartmanı ve daha sonra da
İsketinj Apartmanı ile Yeşilçam Sokak’taki binalar
yapılmış. Cercle D’Orient binası tartışılmayacak bir
değere sahip. Ancak binanın statik yapısına çok
fazla müdahale olmuş. Bodrum katlarında daha fazla
kullanım alanı açmak için duvarlar yıkılmış, tahrip
edilmiş. Melek Apartmanı’nın arkasında kalan boşluğa
Emek Sineması’nın
salonu yapılmış. Sinemaya giriş-çıkış probleminin
çözümlenmesi için de Melek Apartmanı’nın zemin katı
tarihi uzun kullanılmaya karar verilmiş. Bu yüzden
taşıyıcı duvarların büyük bir bölümü kaldırılmış.
Binanın üst katlardan gelen yükü temellere iletecek
herhangi bir ilişki bırakılmamış. Tesisat ve
yetersiz olan tuvaletlerin artırılması için de,
kısmen bodrum kata girişler yapılmış. Öte yandan
İpek Sineması’ndaki büyük bir yangın sonrası hem
Cercle d’Orient binasının üst katlarındaki eşsiz
salonlar hem de kendisi kullanılamaz duruma gelmiş.
Güzelim bezemeler, tavanlar, kapılar hepsi tahrip
olmuş.
**Proje detaylarında
neler var?
Projenin merkezine Cercle d’Orient ve
Emek Sineması
yerleştirildi. Cercle d’Orient aslına uygun olarak
korunacak ve eski fonksiyonuna dönecek. Aynen bugün
olduğu gibi zemin katları dükkanlar, üst katları da
çeşitli amaçlarla kullanılan ofis katları olacak.
Mimarisi, motifleri, taşıyıcı sistemi tüm
özgünlüğüyle korunacak. Tahrip edilmiş dükkanlar
orijinal haline kavuşturulacak. Yıkılmış duvarlar,
kesilmiş temeller güçlendirilecek. Aynı plan
şemasını, aynı yapım tekniğini kullanarak bire bir
olarak yapacağız. İstiklal’in en özgün haliyle
korunmuş tek yapısı olacak. 1884 yılında ne ise
bugün o haline dönmüş olacak. Melek ve İsketinj
apartmanları da en özgün haliyle restore edilecek.
**Emek
Sineması’nı neden taşıyorsunuz?
Emek Sineması
muhalefeti aylardır “Emek Yıkılıyor” diye eylem
yapıyor. Emek yıkılmıyor.
Emek Sineması’nın
iç mekanı aslına uygun olarak olduğu gibi korunarak
yeni projede dördüncü kata taşınıyor. Ve Emek’e 10
sinema salonu daha eşlik ediyor. Projeyi aldığımızda
nasıl sürdürülebilir olabileceğini düşündük uzun
uzun. Buranın bir sinema kompleksi haline
getirilmesi gerekiyordu. Modern teknoloji ile
donatılmış bu sinema kompleksinin yaşaması için de
yeme-içme, dinlenme ve kültürel alışveriş üniteleri
ile desteklenmesi şart. Bu da Emek salonunu tüm
unsurlarıyla 20 metre daha yukarı taşımamızı
gerektiriyordu. ‘Emek
Sineması 100 yıl sonra da yaşasın’ diye
oluşturulmuş bir proje bu. Yerinde koruyamıyorsunuz.
Korursanız sürdürülebilirliğini sağlayamıyorsunuz.
Şu anda tartışma konusu olan yapı bloku zaten bir
alışveriş merkezi. Zaten
Beyoğlu’nun kendisi
bir alışveriş merkezi. Burası bir alışveriş merkezi
olmasın diyenler bunu söylerken neyi hayal
ediyorlar. Şu anda olandan tek farkı yaşanabilir ve
kullanılabilir olması olacak. Sanırım bir kepçe
girecek, her yeri dümdüz edecek ve buraya Akmerkez,
Forum İstanbul gibi Kanyon gibi bir şey yapılacak
sanıyorlar. Ben Türkiye’de modern anlamda alışveriş
merkezleri yapan ve yöneten bir insanım. Böyle bir
yer yapmak isteseydim inanın en son tercih edeceğim
yer
Beyoğlu olurdu. Bu
sürdürülebilirliği olmayan başarısız bir ticari
proje olurdu.
Levent Eyüboğlu:
“Sürdürülebilirliği sağlamak için gerekeni
yapmazsanız, buranın varlığını sürdürmesi için
gerekli yıllık 5 milyon TL’yi elde etmek için iki
yolunuz var. Biri kamu desteği. Yani kamunun
cebinden alacaksınız. Buna gönlünüz elvermiyorsa
hizmetlerin bedelini artıracak ve hizmetlerden
kısıtlı bir çevrenin yararlanmasına imkan
tanıyacaksınız. Cebinize 100 lira 200 lira koymadan
Emek’in kapısından giremeyeceksiniz. Biz günde 2
milyon kişinin geldiği bir ortamda sunacağımız
kültür hizmetlerinden herkes yararlansın istiyoruz.
Bizim yaratmayı planladığımız kültür kompleksi
cebine 10 lira koyup gelen genci de içermeli.”
Levent Eyüboğlu , “
İKSV’nin ‘Biz
koruruz’ çıkışını nasıl buluyorsunuz?” sorusunu
şöyle yanıtlıyor: “İKSV
kültür ve sanat hayatımızın çok önemli kurumlarından
biri. Eczacıbaşı ailesi de iş yaşamındaki başarıları
ve kültür ve sanata destekleriyle son derece saygı
duyduğumuz bir aile. Bülent Bey açıklamasında
projenin tam olarak bilinmediğini söylüyor. Bu bizim
de ihmalimiz olabilir. Bülent Bey, bunca bağır çağır
içinde söylediklerimizi duymamış olabilir. Şimdi
yapacağımız şey bu projeyi Bülent Bey’e de anlatmak.
‘Bu projeyi bize verin’ demek iş hayatında çok
geçerli bir biçim değil. Bütün bunları kendisiyle
konuşacağız.”
Habertürk, Haber: Serkan
Akkoç, 10.01.2012
******
EMEK İÇİN YENİ BİR
SÜREÇ BAŞLIYOR
Emek Sineması’nın
yıkımına ilişkin süreç yaklaşık iki yıldır devam
ediyor. Bu süre boyunca, sinema özel bir mücadele
alanı oldu. Projeyi yürütecek olan Kamer İnşaat
yetkilileri ise susmayı tercih etti. Yalnızca bir
kez, 14 Nisan 2010’da projenin mimarı Fatih Kesgün,
İKSV’deki
toplantıda projeyi kamuoyuyla paylaşmıştı. Kamer
İnşaat o gün bu gündür sessizliğini koruyordu. Bu
sessizlik geçen hafta bozuldu. Şirketin büyük
hissedarı ve yöneticisi Levent Eyüboğlu, geçen hafta
gazeteleri ziyaret ederek projelerini ve bundan
sonraki süreci anlattı.
Şimdiye kadar konuşmamalarının nedenini mahkeme
sürecinin devam etmesine bağlayan Eyüboğlu, gelen
tepkiler üzerine de sessiz kalmayı tercih
ettiklerini belirtiyor.
Galatasaray
Lisesi’nde okuduğunu ve gençliğinin
İstiklal Caddesi’nde
geçtiğini ifade eden Eyüboğlu, “Emek Sineması
yıkılıyor deseler, ben de o insanların arkasına
takılır yürüyüş yaparım. Projeyle Emek’i
koruduğumuzu, sürdürülebilir şekilde geleceğe
taşıdığımızı düşünüyoruz” diyor.
Eyüboğlu’nun verdiği bilgilere göre, Serkildoryan
binası yüzde 100 koruma altında. Yani bu binada
herhangi bir değişiklik olması söz konusu değil.
“Bizim hedefimiz bu binayı aynen korumak” diyen
Eyüboğlu şöyle devam ediyor: “Mahkeme bir karar
almış: ‘Serkildoryan binasının arkasında kaçak yapı
var. Onu yıkın, bu binanın orijinal hali ortaya
çıksın. Hem önden hem arkadan bu bina gözüksün’
diyor. Biz de binanın arkasındaki o avluyu açıyoruz.
Üstüne bir şey eklenmiyor, arkasına bir şey
takılmıyor.” Levent Eyüboğlu, bütün projenin en çok
tartışılan kısmı Emek Sineması’na ilişkin ise iki
yıl önceki projenin arkasında olduklarını ısrarla
vurguluyor. Yani sinemanın ‘aynen’ yukarıya
taşınması konusunda kararlılar.

“Emek tek başına yaşayamıyor. Orijinal haliyle orada
korusak bile yaşaması imkansız. Çünkü dağıtım
şirketleri 1-2 salonlu sinemalara izin vermiyor. Biz
diyoruz ki, 10 tane daha salon ekleyelim. Kendi
başına ayakta kalabilecek noktaya gelsin. Biz bu
salonu aynen koruyoruz. Ama yukarıya taşıyoruz. 11
salonlu bir yer oluyor. Önüne 700 metrekarelik bir
fuaye yapıyoruz. Kodak Tiyatrosu gibi olsun
istiyoruz. Festivaller, galalar yapılsın, sinemanın
kalbinin attığı yer olsun. Böyle bir hayalimiz var.”
Eyüboğlu, Madame Tussauds Müzesi’yle protokol
yaptıklarını ancak tepkiler nedeniyle vazgeçmesinden
çekindiklerini de belirtiyor. Hatta, bir sinema
müzesi projesi de yeni sinema kompleksinin içinde
düşünülüyor.
İKSV Başkanı Bülent
Eczacı-başı’nın “Bize 6 ay verin yeni proje yapalım”
çıkışını da değerlendiren Eyüboğlu “Bunu buraya
kadar getirmişiz, bütün izinleri almışız. Bugün
çıkıp da ‘Biz proje üretelim’ demek olmaz. Zaten
randevu istedik gidip anlatacağız. Eminim ki Bülent
Bey bizi duyduktan sonra, ‘İKSV
olarak biz bu projenin içinde nasıl yer alırız’ diye
zaten bizimle masaya oturacaktır” diyecek kadar
projeden emin. Emek Sineması için yapılan eylemlere
atıfta bulunarak “Hayatında hiç bu sinemaya gitmemiş
insanlara bile Emek Sineması’nı hatırlattık” diyen
Eyüboğlu’nun bir de iddiası var: “Eğer kısa sürede
bir şey yapılmasa, yıkıntılar üzerinde muhabbet
ediyor oluruz.”
Firma önümüzdeki günlerde inşaat ruhsatı için
Beyoğlu
Belediyesi’ne başvuracak ve Emek Sineması için yeni
bir süreç başlayacak.
Levent Eyüboğlu, çok
merak edilen Kamer İnşaat ile ilgili bilgiler de
verdi. Şirketin çoğunluk hisselerini 4-5 yıl kadar
önce almışlar. Yani 1993’te Emekli Sandığı ile kira
sözleşmesi imzalayan Kamer İnşaat’ın
yöneticilerinden hiçbiri şu anda bu şirkette
bulunmuyor. Eyüboğlu’da bunu doğrulayarak, “Şirketin
yapısı yüzde 99.9 oranında değişti” diyor. Peki,
Kamer İnşaat’ın hisselerinin alınmasında, bu kira
sözleşmesine sahip olmasının bir payı var mı?
Eyüboğlu’nun cevabı, “Evet”. Aynı zamanda AVM
inşaatlarıyla tanınan Turkmall’ın yüzde 50 ortağı
olan Eyüboğlu, amaçlarının kesinlikle AVM olmadığını
belirtiyor. Ama proje tamamlandığında ofisler ve
dükkanlar olacağını, bunların kiraya verileceğini,
zaten şimdiki durumun da farklı olmadığını
belirtiyor.
Eyüboğlu’nun verdiği dikkat çekici bilgilerden
birisi de şu: İlk anlaşma 1993 yılında yapıldığı
için 6 yıl sonra biteceğine ilişkin bir kanı var.
Eyüboğlu, sözleşme gereği kendilerinin henüz binayı
devralmadıklarını, ancak bütün kiracılar çıktıktan
sonra devralacaklarını ve 25 yıllık sürecin
başlayacağını aktarıyor.
Emek Sineması'nın bulunduğu alan Kamer İnşaat'ın
projesi hayata geçirilirse yukarıdaki gibi olacak.
Yeni binayı mimarlar değerlendirdi
Ömer Kanıpak/Mimar
Projenin plan ve kesitlerini detaylı incelesek
daha doğru bir yorum yapmak mümkün olabilirdi belki
ama sanırım daha proje ortalarda yok. Bu
gönderdiğiniz görseller az çok fikir veriyor. Şöyle
ki, Yeşilçam Sokak’ta Emek Sineması’nın girişinin
olduğu taraftaki binaların cepheleri korunarak arka
tarafında tamamen yeni bir yapı yükseliyor. Bu
yapının fonksiyonu belli değil ancak yükseklikten
göründüğü kadarı ile mevcut kullanım alanlarının en
az iki katına çıkartılması hedefleniyor. Metal ve
cam kaplı yeni yapının zemin kotuna ise sokaktaki
eski binaların bir, iki katlı cepheleri bir tiyatro
dekoru gibi korunmuş oluyor ve bu cephelerdeki
kapılardan arkada yeni binaya geçiyorsunuz. Sinema
salonu yerinde korunarak çevresindeki yapıların
farklı fonksiyonları barındıracak şekilde
iyileştirilmesi kısa vadede metrekare artışından
elde edilecek kardan çok daha fazla bir değer
yaratabilirdi.
Korhan Gümüş/ Mimar
Emek Sineması’nın yalnızca mimari projesini
tartışmak bence yeterli değil. Bir kamu yapısı olan
sinemanın dönüştürülmek amacıyla bir
yatırımcı-müteahhit kuruluşa devredilmesi kültür
yönetimi açısından tartışılması gereken bir sorun.
Bu tür projelerin piyasa ve kar odaklı olmayan
kuruluşlarla geliştirilmesi gerekir. Proje
hizmetleri uzman kuruluşlardan alınır. Sonra
müteahhitler veya hizmet için işletmeciler sürece
dahil olur. Emek’te tam tersi yapılıyor. Mimarlar,
projeyi geliştirenler müteahhitlere hizmet veriyor.
Elbette ki binada değişiklik yapılabilir, taşıyıcı
sisteme de müdahale edilebilir. Ama buradaki niyet
başka. Mevcut haliyle Emek Sineması
yatırımcı-müteahhidin ihtiyacını karşılamıyor. Yeni
katlarla ve hacimlerle kullanım alanını beş misli
arttırıyor. Sorun yatırımcının sinemaya yaklaşımında
değil, bu yaklaşımı aynen benimseyen kamunun
bakışında.
Radikal, 10.01.2012
******
SGK, EMEK İÇİN NEDEN
SUSUYOR?
Emek Sineması
ve Serkildoryan binasını içine alan
kompleksin dönüşümünü öngören projenin işletmecisi
Kamer İnşaat’ın sessizliğini bozması, birçok sorunun
yanıt bulmasını sağladığı gibi, yeni bazı soruların
da ortaya çıkmasına neden oldu.
Öncelikle, firmanın iki yıl önce kamuoyuna mal olan
ve Emek Sineması’nın yapılacak
yeni bir binanın dördüncü katına
taşınmasını öngören projeden firmanın vazgeçmediğini
öğrendik. Firmanın bu projeyi, sinemanın
korunmasında ‘biricik’ ve ‘tek’ yol olarak görmekte
ısrar ettiğini anladık. Kamer İnşaat yetkilileri,
haklı olarak gelir getirici bir projeyi hayata
geçirmek istiyorlar ve bunu yaparken de Emek
Sineması’nın aynen korunacağını iddia ediyorlar.
Farklı açıklamalar
kafa karıştırdı
Ama firma yetkililerinin medya turunda
anlattıklarının ardından bazı soru işaretleri de
ortaya çıktı. Örneğin, yetkililer SGK ile (o dönem
adı Emekli Sandığı idi) 1993 yılında imzalanan 25
yıl geçerli sözleşmenin yürürlüğe girme tarihi
konusunda farklı açıklamalar yaptı. Sabah
gazetesinde Olkan Özyurt’un yazdığına göre 2008
yılında bütün kiracılar çıktı ve kira sözleşmesi
yürürlüğü girdi. Oysa bizimle yapılan görüşmede,
kiracılar henüz çıkmadığı için sözleşmenin yürürlüğe
girmediği, var olan kiracılardan gelirlerin SGK
tarafından toplandığı ifade edildi.
Emek Sineması’nın yıkımına karşı yürütülen
mücadelede bugüne kadar Kültür Bakanlığı ve
Beyoğlu Belediye
Başkanlığı yoğun eleştiriler aldı. Bu eleştirilerin
hemen tamamı da haklıydı. Kamer İnşaat yetkilileri
ise bu hafta başına kadar susmayı tercih etmişlerdi.
Artık onlar da bu tartışmanın ortasındalar ve
önümüzdeki günlerde daha da çok gündeme gelecekler.
Ama bu süreçte bütün bu tartışmaların ortasında
olması gereken ama yıllardır sessizliğe gömülen bir
başka kurum daha var: Sosyal Güvenlik Kurumu.
Çünkü binanın mal sahibi bu kurum. Sosyal Güvenlik
Kurumu’nun bağlı bulunduğu Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, kurumun başkanı Fatih
Acar ya da her hangi bir yetkili henüz çıkıp tatmin
edici bir açıklama yapmadı.
SGK tatmin edici bir
açıklama yapmalı
Ama sorular yerinde duruyor. SGK’nın acilen
bir açıklama yaparak bu tartışmalara açıklık
getirmesi gerekiyor. Bugün geldiğimiz noktada, Emek
Sineması’nın statüsü yeniden tartışmaya açılmış
görünüyor. SGK, mal sahibi olduğu bu kompleksin
akıbeti hakkında bizi bilgilendirmeli. Sonuçta SGK
milyonlarca insanın şemsiyesi altında toplandığı ve
elindeki mülkleri onlar adına değerlendirmekle
yükümlü bir kurum. Ben en azından bu şemsiyenin
altındaki bir çalışan olarak SGK’nın bu soruların
yanıtlarını vermesi gerektiğini düşünüyorum.
Cevap bekleyen sorular
* Kamer İnşaat ile yapılan anlaşmanın içeriği nedir?
* Bu sözleşme hangi tarihte yürürlüğe girmiştir?
* Yürürlüğe girmemişse, nedeni nedir ve ne zaman
yürürlüğe girecektir?
* Sözleşmedeki kira bedeli ne kadardır?
* SGK, mülkiyeti kendinde olan ve sözleşme yürürlüğe
girdikten 25 yıl sonra geri devralacağı bu
kompleksin * geleceği konusunda endişe taşımakta
mıdır?
* Kamer İnşaat’ın kendi mülkleri üzerinde
gerçekleştireceği proje hakkında ne
düşünmektedirler?
* Sözleşmenin iptal edilip, bu kompleksin restore
edilip yeniden kamu yararı için kullanılmasının
olanakları ve koşulları nelerdir?
Radikal, Haber: Şenay
Aydemir, 11.01.2012
******
EMEK ÖZGÜN YAPISIYLA
KORUNMALI
İstanbul
Kültür ve Sanat Vakfı (İKSV),
Emek Sineması’nın bulunduğu yerde özgün
yapısı korunup yenilenerek bir sinema ve
kültür merkezi olarak hizmete açılması
gerektiğini belirtti.
Emek Sineması ile ilgili projeyi yürüten
Kamer İnşaat’ın medyada yer alan “İKSV’nin
projeyi bize verin demesi doğru değil.
Onları da bu projeye ikna edeceğiz”
şeklindeki açıklamaları üzerine
İKSV’den
dün bir yazılı açıklama yapıldı.
Açıklamada “Bu binayla ilgili yapılacak
herhangi bir projenin, kamuoyu ile
birlikte konunun tüm paydaşlarıyla
ayrıntılı biçimde tartışılması gerekir.
Kamuoyunda gelişen hassasiyetleri de göz
önünde bulundurarak, Emek’le birlikte üç
farklı salonun yer aldığı ve bir kamu
kurumuna ait olan Circle d’Orient
binasının, mevcut öneriden farklı bir
anlayışla, ticari kaygılar taşımayan,
kar odaklı olmayan bir projeyle
kullanıma açılmasının mümkün olduğuna
inanıyoruz” ifadelerine yer verildi.
Binanın,
İstanbul’da
yaşanan mekan sıkıntısına çözüm
olabilecek, daha fazla kişiyi nitelikli
kültür ve sanat etkinlikleriyle
buluşturacak, farklı sanat
disiplinlerinin ihtiyaçlarına cevap
verebilecek ve kendi ayakları üzerinde
durabilecek bir kültür merkezine
dönüştürülmesinin amaçlanmasının
gerektiği belirtilen açıklamada,
“Yenileme projesindeki temel yaklaşımın
tartışılmasının gerekli
olduğunu düşünüyoruz”
denildi.
Binanın kamuya kazandırılma projesinin,
kar amacı gütmeyen kültür kurumları ve
kültür çevreleri tarafından fizibilite
çalışmalarıyla şekillendirilmesi ve uzun
vadeli bir işletme planı hazırlandıktan
sonra projenin yürütülmesi gerektiğinin
altı çizilen açıklama , “Projenin
gerçekleştirilebilmesi için özel kesim
ve kamu hem yatırımda hem de işletme
sürecinde yükü paylaşmalıdırlar.
Projenin böyle bir yaklaşımla ele
alınabilmesi için önerimizi ilgili
bakanlıklarımıza iletmiş bulunuyoruz”
sözleriyle son buldu.
Radikal, 11.01.2012
******
"ÇİVİ BİLE ÇAKMADIK,
YALAN SÖYLÜYORLAR"
Emek Sineması’nın
tartışmalı projesini hazırlatan Kamer İnşaat’tan
Levent Eyüboğlu’nun dün Milliyet’te yer alan
iddialarına çeşitli kurumlar yanıt verdi.
Eyüboğlu’nun kolonları kesmekle suçladığı sinemanın
işletmecisi Hikmen Dikmen salona çivi bile
çakamadıklarını söyledi... İşte Kamer İnşaat’ın
iddiaları ve yanıtlar...
İDDİA: Alkazar’ın iki
tane salonu olduğu için kimse oraya film vermedi
Tunç Şahin (Bir Film, dağıtımcı): Alkazar’da
60-70 tane filmimiz oynadı. Alkazar da Emek de film
bulmakla ilgili bir sorun yaşayacağını sanmıyorum.
Öte yandan, seyirci tercihlerinin son on yılda
multiplexlere döndüğü doğru. Bugünün seyirci
alışkanlıkları ile tek perdeli salonlar, mevcut
düzende çok perdeli salonlarla ticari anlamda
rekabet edemiyor. Ancak sinema izleme
alışkanlıklarının sürekli olarak bir değişim
gösteriyor olması, tek perdeli salonların on yıl
sonra tekrar popüler olmayacağı anlamına gelmiyor.
Ben uzun vadede kendine özgü dokusu ve kimliği olan
sinema salonlarına doğru bir dönüş yaşanacağına
inanıyorum.
İDDİA:
İstanbul Kültür
Sanat Vakfı (İKSV) projeyi yapıp parayı devletten
isteyecek
İKSV: Neredeyse bir
asırdır
Beyoğlu’nda kültür
ve sanat hayatının önemli duraklarından biri olmuş
Emek Sineması’yla ilgili talebimiz, bulunduğu yerde,
özgün yapısı korunup yenilenerek bir sinema ve
kültür merkezi olarak hizmete açılmasıdır. Bu
binayla ilgili yapılacak herhangi bir projenin,
kamuoyu ile birlikte konunun tüm paydaşlarıyla
ayrıntılı biçimde tartışılması gerekir. Kamuoyunda
gelişen hassasiyetleri de göz önünde bulundurarak,
Emek’le birlikte üç farklı salonun yer aldığı ve bir
kamu kurumuna ait olan Circle d’Orient binasının,
mevcut öneriden farklı bir anlayışla, ticari
kaygılar taşımayan,
kar odaklı olmayan
bir projeyle kullanıma açılmasının mümkün olduğuna
inanıyoruz. Bizce doğru yöntem, binanın kamuya
kazandırılma projesinin, kar amacı gütmeyen
kültür kurumları tarafından fizibilite
çalışmalarıyla şekillendirilmesi ve uzun vadeli bir
işletme planı hazırlandıktan sonra projenin
yürütülmesidir. Projenin gerçekleştirilebilmesi için
özel kesim ve kamu, yatırım ve işletme sürecinde
yükü paylaşmalıdırlar.
İDDİA: Sinemanın
işletmecisi Hikmet Dikmen balkon kolonlarını kesti
Hikmet Dikmen (Emek Sineması’nın müdürü):
Kamer İnşaat yalan söylüyor. Balkonun kolonlarının
kesilmesine imkan yok. Biz son festivalde her seans
dolu insan aldık. Nasıl insan hayatıyla oynarız!
Kimin hakkı vardır ki! Nasıl keseriz kolonları.
Emekli Sandığı’na
bağlı olduğumuz için Emek Sineması’nda değil kolon
kesmek, bir çivi bile çakamazdık biz. Tuvaletleri
kötü durumdaydı. Onu bile yenileyemiyorduk, Emekli
Sandığı’ndan izin alıp. Ben 55 senemi geçirdim
orada. Koca bir ömür. En ufak olayını dahi
biliyorum.
İDDİA: ‘Orada derme
çatma bir şey var, bekleyecek vakit yok’
Mücella Yapıcı (Mimar): Korunacak bina olup
olmadığının kararını bir inşaat şirketi veremez.
Emek Sineması’nın mekanının ve bulunduğu yerin
değerini çok tartıştık. Emek’in kültür varlığı
olmasının sebebi salonla birlikte binanın da
kendisidir. Bina, uluslararası sivil mimarlık
kuruluşu Docomomo listelerinde yer almıştır, bu
erken dönem Osmanlı betonarmesi. Kirişleri,
kolonları, mimariyi oluşturan bütün değerleriyle
vardır o mekan. Bu nasıl tartışılıyor anlamış
değiliz biz. Binanın çökmek üzere olduğu gibi bir
durum yok.
İTÜ’nün raporun
binanın statik durumu hakkında da malumat veriyor.
Bina 1999 depreminden itibaren 2007’ye kadar bir
sürü festivale ev sahipliği yapmış bir bina.
Öyle bir durum varsa da, 2007’den bu yana nasıl bir
hasar görmüş olabilir, bunun da soruşturulması
gerekir. Bu konuda sorumlu olan kurum, Kültür
Bakanlığı’dır. Bu konuda söz söyleyecek olan
kurumlar, bilimsel ve teknik kurumlar olmalıdır.
İDDİA: Kimse Emek
yıkılıyor diyemez
Korhan Gümüş (Mimar): Bu proje baştan beri
bir absürt tiyatrosu. Bu bir replika inşa etme
projesidir. Kültür kurumları dururken bir
müteahhitin gelip kamuya ait kültür yapısını
projelendirme cesaretini göstermesi, ancak muz
cumhuriyetlerinde olabilir. Mesela
Topkapı Sarayı’na
benim bir proje hazırlamam ne kadar absürd ise bu
durum o kadar absürttür. Kültür kuruluşlarının
inisiyatifinde bir takım projeler geliştirilmesi
gerekir bu tür durumlarda. Emek Sineması’nda yaşanan
kuyruklu bir rezalettir. Kültür Bakanı’nın
aciliyetle bu rezalete bir son vermesi gerekiyor.
Müteahhitin anladığı iş, bina yıkıp yapmaktır.
Yaşananlar, bir kasaptan
hayvan hakları
konusunda duyarlılık beklemek gibi...
Milliyet, Haber: Nil
Kural, 11.01.2012
******
MUHATAP MÜTEAHHİT
DEĞİL, SAYIN 'KÜLTÜR' BAKANI
Projeyi kendi
amaçlarına göre hazırlatan yatırımcı-müteahhit
çıkıyor büyük bir pişkinlikle gazetelerde kendi
projesini anlatıyor. Biz de güya tartışmaya
çalışıyoruz! Böyle bir tuhaflık ancak muz
cumhuriyetlerinde falan olabilir. Sözkonusu olan
kültür mirası olan bir kamu yapısı ve siz bunu
devlet olarak bir müteahhite projelendirmesi için
veriyorsunuz.
Bu olacak şey mi? Müteahhit kültür yönetiminden,
kültür mirasının projelendirilmesinden ne anlar?
Onun amacı para kazanmak. Bu olan biten bir kültür
yönetimi skandalıdır. Skandal bile demek az gelir,
çünkü normal bir hukuk devletinde bu yapılan suç
teşkil eder.
Bütün fikirler tartışılabilir. Bu işi yapmaya
çalışanlar yalnızca kendi perspektiflerini halka
dayatmaya çalışıyorlar. Söylenenlerin hepsi taraflı.
Parayla alınmış bir rapordan söz ediliyorlar.
Daha önce de aynı müteahhit
Emek'in altına
dört kat otopark koymaya çalışmıştı, Koruma kurulu
bina yıkılmadan bu yapılamaz diye reddetti. Elbette
ki binada değişiklik yapılabilir, taşıyıcı sisteme
de müdahale edilebilir. Ama buradaki niyet başka.
Beyoğlu'nda bu
işi yapanlar burayı "Bülent Eczacıbaşı'na
yedirmeyiz" diyorlar. Çünkü onlar Emek'i yalnızca
kar edilecek bir yer olarak algılıyorlar. Bu
söyledikleri bile konuya nasıl yaklaştıkları
hakkında bir fikir veriyor.
Beyoğlu'nda kültür kuruluşları büyük bir dinamizm
gösteriyor. Bu müteahhit ve diğerleri de bu gidişi
baltalamaya, Beyoğlu'nu tüketmeye çalışıyorlar.
Bütün kültür kuruluşları bir araya gelerek burayı
şeffaf bir şekilde projelendirseler ve yönetseler
fena mı olur?
Mesele sürekli çarpıtılıyor. Kentin kültürel
etkinlikler için kullanılabilecek en önemli kamu
alanı Tepebaşı,
ofis ve otopark olarak kullanılıyor.
Emek Sineması'nın
yalnızca mimari projesini tartışmak bence yeterli
değil. Bir kamu yapısı olan sinemanın dönüştürülmek
amacıyla bir yatırımcı-müteahhit kuruluşa
devredilmesi kültür yönetimi açısından tartışılması
gereken bir sorun...
Bu projenin piyasa ve kar odaklı olmayan
kuruluşlarla geliştirilmesi gerekir.
Bu olay kamu açısından bir kötü yönetim örneğidir.
Taklit koruma
değildir
Projenin öznesi müteahhit olamaz. Proje hizmetleri
uzman kuruluşlardan alınır. Sonra müteahhitler veya
hizmet için işletmeciler sürece dahil olur. Çünkü ne
yapılacağına bürokratlar karar veremez.
Emek'te tam tersi yapılıyor. Mimarlar, projeyi
geliştirenler müteahhitlere hizmet veriyor.
Böylesine bir uygulama kabul edilebilir mi?
Mimari açıdan bir binanın taklidini yapmak onu
korumak değildir. Tek mimari seçenek de değildir.
Bir yapının restore edilmesi için, eğer bir kamu
yararı sözkonusu ise, yani yapı tescilli bir kültür
varlığı ise, kamunun bağımsız uzmanları ve
kuruluşları arayüz olarak işlevlendirmesi gerekir.
Çünkü restorasyon tıpkı sanat eseri üretmek gibi
yaratıcı bir iştir.
Nasıl bir heykeli kiloyla, resmi metrekareyle
sipariş edemezseniz, mimariyi de inşaat büyüklüğü
olarak sipariş veremezsiniz.
Bu nedenle önce projenin şeffaf bir biçimde
hazırlanması sonra uygulamanın bu projeye göre
mütahhitlere ihale edilmesi gerekir. Yoksa bu bir
kötü yönetim örneği olur.
Bakın Sütlüce'ye, Kongre Merkezi'ne... Kamu bu
projeleri ihale ile yaptırdı. Şimdi de Taksim'deki
kışlayı siparişle yaptırmaya çalışıyor.
Bu tür uygulamalara bütün profesyonellerin karşı
durması ve kamuya profesyonelliği öğretmesi lazım.
Yatırımcı-müteahhit kuruluş üzerinde bulunduğu
arsayı değerlendirmek için Emek Sineması'nı yıkmayı
uygun görüyor. Çünkü sinema binası yapılırken
kimsenin aklına altını yedi kat oymak, üstüne kat
çıkmak gelmemiş.
Mevcut haliyle Emek Sineması yatırımcı-müteahhitin
ihtiyacını karşılamıyor. Tıpkı bir köşkün yıkılıp,
apartman yapılması gibi, müteahhit hazırlattığı
projede yer üstünde ve yer altında inşa edilecek
yeni katlarla ve hacimlerle kullanım alanını beş
misli artırıyor. Bir de aklınca yeni binanın üst
kotuna da "hatırasını yaşatmak için" Emek
Sineması'nın bir taklidini inşa edeceğini söylüyor.
Böylece yatırımcı müteahhit kuruluş Emek
Sineması'nın yıkımına sinemaseverlerin göstereceği
tepkileri önlemeyi amaçlıyor. Yatırımcının yaptığı
kendi açısından anlaşılır bir şey.
Seyircinin ödediği
vergi
Sorun yatırımcının sinemaya yaklaşımında değil, bu
yaklaşımı aynen benimseyen kamunun bakışında.
Örneğin bir yatırımcı pekala
Topkapı Sarayı'nı
üzerinde bulunduğu mülkü, yani araziyi kendi
yaklaşımına göre değerlendirebilir ve bir otel
olmasının daha karlı olacağını iddia edebilir.
Bize çok aykırı gözükse de bunda bir tuhaflık yok.
Tuhaflık bu bakışın Kültür Bakanlığı tarafından da
benimsenmesinde.
Kimse bir tüccarı daha çok para kazanmak istediği
için suçlayamaz. Sonuçta karşımızdaki bir
hayırseverlik kuruluşu değil, işletmeci değil. Kar
amaçlı bir kuruluş.
Nereden baksanız bir yatırımcıdan beklenebilecek bir
proje. Yatırımcı karını maksimize etmeyi amaçlıyor.
Bir yatırımcı için sinema başka ne olabilir ki?
Nasıl inşaat metrekare ile ölçülen bir değer ise,
sinema da gişe hasılatı gelirlerine dayanan bir
ticari etkinlik olmalı. Zaten sinema izleyicileri
(tıpkı içki tüketicileri gibi) hayatları boyunca
sinema biletlerinin bedelinin neredeyse yarısını
vergi olarak ödemiyorlar mı?
Emek Sineması'ndaki asıl mesele yıllardır sinema
biletlerinden alınan vergileri ve diğer gelirleri
kullanıp da bu projeyi aynen yatırımcı ve müteahhit
kuruluşlar gibi algılayan ve değerlendiren Kültür
Bakanlığı ile belediyelerde.
Yıllardır kamu tarafı bu yaklaşımı benimsediği için
bakın yılların Yeşilçam'ından geriye ne kaldı?
Emek bir kamu mülkü
Öyleyse sormamız gereken şu: Emek Sineması'na ne
yapılacağına bir yatırımcının karar vermesi mümkün
mü?
Emek Sineması bir kamu mülkü. Kamu mülkiyetinde olan
tarihi bir kültür yapısının bir yatırımcı tarafından
projelendirilmesi hatalı.
Binada elbette ki mimari değişiklikler yapılabilir,
kültür yapısının kullanım performansının
geliştirilmesi için bazı mekanlar yeniden
tasarlanabilir ve işlevlendirilebilir. Ancak Emek
Sineması'nın ne olacağına bir yatırımcı karar
veremez.
Bu durumda kamunun görevini yapması gerekir. Kültür
Bakanlığı'nın önce kültür kuruluşları ile daha
katılımcı bir yönetim planı hazırlatması, sonra eğer
bu yönetim planına göre ihtiyaç duyuluyorsa mimari
hizmet alması gerekir.
İstanbul'da Emek Sineması'nı daha iyi yönetebilecek
bir dolu kültür kuruluşunun bulunduğunu söylemek
bile fazla. Böyle bir mekanda alışveriş merkezleri
yapmayı tahayyül eden ve para kazanmayı amaçlayan
bir kuruluşun yönetim tecrübesi, yaklaşımı doğru
olur mu?
Yapılan ihale kültür sanat yönetiminde geçerli olan
bütün yöntemlere aykırı bir uygulama. Kültür
Bakanı'nı yapılan yanlıştan dönmesi lazım.
Emek Sineması'nda para kazanmaktan başka amacı
olmayan bir kuruluşla işbirliği yapmak yerine kültür
kuruluşları ile işbirliği yapması gerekli.
Kültür Bakanı'na tekrar tekrar seslenmek lazım:
Görevini yap, kültür kuruluşları ile gelişmeleri
planla. Yoksa bir rezalete imza atmış olacaksın.
Bianet, Yazı: Korhan
Gümüş, 11.01.2011
******
"BİR KÜLTÜR YÖNETİMİ
SKANDALI"
Dün ilk kez açıklanan
Cercle d'Orient ve Emek Sineması projesine tepkiler
sert oldu.
Cumhuriyet-
Kamer İnşaat ortaklarından
Levent Eyüboğlu
ve mimar Fatih
Kesgün’ün
“Beyoğlu’nda
yapılacak en korumacı proje” diye
nitelediği proje uzmanların tepsiyle karşılaştı.
Oktay Ekinci
ve Nur Akın
bu tür projelerin rant amaçlı olmaması
gerektiğini vurgularken,
İclal Dinçer sürdürülebilir koruma
konusunda yeni ortaklıklar oluşturulması
gerektiğini söyledi.
Korhan Gümüş,
bu projeyle bir rezalete imza atılmış olacağını
belirtti. İKSV ise, projeyle ilgili önerilerini
ilgili bakanlıklara ilettiklerini bildirdi.
Emek Sineması’nın da içinde bulunduğu Cercle
d’Orient ve çevresini içeren projenin
ayrıntıları dün ilk kez kamuoyunda yer buldu.
Anladık ki Emek Sineması üzerinden tartışılan
projeyi tek başına değerlendirmek mümkün değil
artık. Çünkü bütün bu projeler
“Büyük Beyoğlu
Pojesi”nin bir parçası...
Biz de projenin ayrıntılarını aktardıktan sonra
şimdi de değerlendirmesini konunun uzmanlarından
dinledik. Başlıca sorumuz ise kamu mülkiyetinde
olan tarihi bir kültür yapısının bir yatırımcı
tarafından projelendirilmesinin ne kadar doğru
olduğu. Uzmanlar, proje yetkililerinin
“Beyoğlu’nda yapılacak en korumacı proje”
olarak nitelendirdikleri bu projenin gerçekten
“korumacı”
olabilmesi için mekanların sadece fiziki
görünüşlerinin ve diğer mimari öğelerinin
gözetilmesinin yetmeyeceğini belirtiyor,
“koruma”nın belge, anı, sosyal değer gibi
referanslarla çeşitlendiğini söylüyor.
Proje üretmeye talip olan
Bülent
Eczacıbaşı’nın Yönetim Kurulu Başkanı
olduğu İKSV’den ise konuyla ilgili bir açıklama
geldi. İKSV, projenin gerçekleştirilebilmesi
için özel kesim ve kamunun hem yatırımda hem de
işletme sürecinde yükü paylaşması gerektiğini
belirtiyor.
Nur Akın (ICOMOS -Uluslararası Anıtlar ve Sitler
Konseyi- Eski Türkiye Milli Komitesi Başkanı):
Emek, hiçbir şekilde yerinden oynatılmaması
gereken bir kültür merkezidir. Tarihi odak
noktaları, koruma ilkeleri açısından daima
yerinde korunmalıdır. Asansör ile yukarı
taşıyalım olmaz. O mekan kültür odağı, o önemli
imajı zedelememeli. Ayrıca onu taşıyalım, yerine
başka bir bina yapalım olmaz. Her şey maddiyatla
hesap edilmemeli. Bu yapılar İstanbul’un değeri.
Daha fazla kazanmak adına bu tür uygulamalar
yapılmamalı. Büyük ayıp. Bu tür uygulamalar geri
dönüşü olmayan kayıplardır.
Oktay Ekinci
(Cumhuriyet Gazetesi Yazarı):
Proje bütününü oluşturan yapı kompleksi bir
Beyoğlu klasiğidir. İstiklal Caddesi ve cephe
aldığı diğer sokaklarla işlevsel konumu hem
tarihsel hem de bulunduğu bölgenin kullanım
kültürü ile biçimlenmiştir. Bunu bozmak korumak
değil anıtsal bir yapının bölgenin kimliğine
tamamen ters, rant amaçlı mekanlarla pragmatik
bir anlayışla tahrip edilmesidir. Emek Sineması,
ayrıca, Münir Nurettin Selçuk kuşağının en
beğenilen ve kullanılan konser salonu özelliği
de taşımaktadır. Bu nedenle Yeşilçam Sokağı ile
düzayak ilişkisi asla bozulmamalıdır. Sinema ve
konser salonuna asansörle giriş onu kentten ve
sosyal yaşamdan fiziksel olarak koparmak
demektir.
Prof.Dr. İclal
Dinçer
(2007-2010 yıllarında İstanbul
Yenileme Alanları Kültür Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu üyeliği sırasında projeye karşı oy
kullanmıştı):
Elbette ki yatırımların ekonomik olması bir
kültür varlığı için de proje üretilirken
çözümlenmesi gereken konulardır. Korumanın
sürdürülebilir olmasının en önemli koşulu budur.
Fakat hem korunması gereken kültür varlığı olan
hem de kendisi kültür hizmeti üreten yapıların
korunmasının diğer tüm yapılardan daha farklı
olarak ele alınması gerekmektedir. Günümüzde
yerel yönetimler, çağdaş yönetim anlayışı içinde
bazı rollerini yeniden düşünmelidirler. Kültür
Bakanlığı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve
Beyoğlu Belediyesi 1994 yılı koşullarında
imzalanmış olan yap-işlet-devret uygulamasını
tekrar gözden geçirmeli ve sürdürülebilir koruma
konusunda yeni ortaklıklar kurmalıdır. Koruma
uygulamaları içinde artık güncelliğini yitiren
bir uygulama olan “taşıma” yaklaşımının bu durum
açısından tek çözüm olmadığıdır.
Korhan Gümüş
(Mimar):
Projeyi kendi amaçlarına göre hazırlatan
yatırımcı-müteahhit çıkıyor büyük bir
pişkinlikle kendi projesini anlatıyor. Söz
konusu kültür mirası olan bir kamu yapısı ve siz
bunu devlet olarak bir müteahhite
projelendirmesi için veriyorsunuz. Bu olacak şey
mi? Müteahhit kültür yönetiminden, kültür
mirasının projelendirilmesinden ne anlar? Onun
amacı para kazanmak. Bu projenin piyasa ve kar
odaklı olmayan kuruluşlarla geliştirilmesi
gerekir. Bu olan biten bir kültür yönetimi
skandalıdır. Buradaki niyet başka. Beyoğlu’nda
bu işi yapanlar burayı “Bülent Eczacıbaşı’na
yedirmeyiz” diyorlar. Çünkü onlar Emek’i
yalnızca kar edilecek bir yer olarak
algılıyorlar. Yatırımcı-müteahhit kuruluş
üzerinde bulunduğu arsayı değerlendirmek için
Emek Sineması’nı yıkmayı uygun görüyor. Kültür
Bakanı’na tekrar tekrar seslenmek lazım:
Görevini yap, kültür kuruluşları ile gelişmeleri
planla. Yoksa bir rezalete imza atmış olacaksın!
İstanbul Kültür
Sanat Vakfı (İKSV):
Neredeyse bir asırdır Beyoğlu’nda kültür ve
sanat hayatının önemli duraklarından biri olmuş
Emek Sineması’yla ilgili talebimiz, bulunduğu
yerde, özgün yapısı korunup yenilenerek bir
sinema ve kültür merkezi olarak hizmete
açılmasıdır. Bu binayla ilgili yapılacak
herhangi bir projenin, kamuoyu ile birlikte
konunun tüm paydaşlarıyla ayrıntılı biçimde
tartışılması gerekir. Bizce doğru yöntem,
binanın kamuya kazandırılma projesinin, kar
amacı gütmeyen kültür kurumları ve kültür
çevreleri tarafından fizibilite çalışmalarıyla
şekillendirilmesi ve uzun vadeli bir işletme
planı hazırlandıktan sonra projenin
yürütülmesidir. Projenin gerçekleştirilebilmesi
için özel kesim ve kamu hem yatırımda hem de
işletme sürecinde yükü paylaşmalıdır. Projenin
böyle bir yaklaşımla ele alınabilmesi için
önerimizi ilgili bakanlıklarımıza iletmiş
bulunuyoruz.
Cumhuriyet, Haber: Ceren
Çıplak, 11.01.2012
|

|
ÇİN'İN TARİHİ YENİDEN YAZILIYOR
Çin'in doğusunda Bronz Çağ'a ait olduğu düşünülen ve Şang hanedanlığı döneminden 708 parça tarihi eser gün yüzüne çıkartıldı.
Hangcou’da geçen yıl bulunan mezarlar civarında yapılan arkeolojik kazılarda 45 mezarda yüzlerce porselen ve çömleğe rastlanırken, bulunan eserlerin MÖ 1600 yıllarında hüküm sürmüş Şang Hanedanlığının cenaze gelenekleri ve yaşam biçimine dair birçok araştırmaya katkı sağlayacağı söyleniyor.
Habertürk, 08.01.2011
|
URFA'DA TARİH İMARA
AÇILDI!

Urfa’da AKP’li il genel
meclis üyeleri, tarihi bir höyüğün bulunduğu alanın
imara açılmasını oy birliği ile kabul etti.
Urfa’da Harran Üniversitesi kampusuna yakın 800
hektarlık arazinin imara açılması için AKP İl Genel
Meclisi harekete geçti. Göbeklitepe gibi höyük olan
yerde arkeolojik çalışma yapılmadan imara açılmasına
BDP’li grup karşı çıktı. Ancak oy çokluğuyla
meclisten geçen karara AKP’li İl Genel Meclis
üyelerinden de tepki geldi. İmara açılan arazinin
bulunduğu yerin tarım alanı olduğunu ifade eden
AKP’li eski İl Genel Meclis Başkanı Uğur Beyazgül,
tarihi alanın imara açılmasına “Vicdanım elvermiyor,
her ne kadar grubumuz tarafından rapor
hazırlanıyorsa da gözden geçirilmelidir” dedi.
Beyazgül’ün önerisine, AKP İl Genel Başkanı Mustafa
Yavuz tepki göstererek, BDP’li grup ile el
kaldırılmasını istemişti.
Göbekli Tepe benzeri höyüğün bulunduğu alanın imara
açılması kabul edilemez olduğunu ifade eden BDP Grup
Başkanı Halit Yıldıztekin, AKP grubunun oy
çoğunluğuyla raporu meclisten geçirdiğini söyledi.
Yıldıztekin, “Bahse konu olan alan için hazırlanan
projeye baktığımızda takdire şayan bir projedir.
Alan 7. sınıf tarım arazisidir. Ancak arazinin
tepelik kısmında tarihi bir alan olduğu da
dikkatimizden kaçmadı. Her yapılan kazı yeni bir
tarih yazımını da beraberinde getirmektedir. Göbekli
Tepe buluntuları tarihi yeniden yazılmasını da
beraberinde getirmiştir. Bu konuda hassasiyetimiz
vardır. Her ne kadar Tabiat Varlıklarını Koruma
Müdürlüğü bu konuda olumlu görüş belirtmişse de bu
konunun yeterince araştırılmadığı düşüncesi bizde
hakimdir” dedi.
Evrensel, Haber: Ferhat
Aslan - Ramazan Pekgöz, 08.01.2012
|
ARKEOLOJİ DENİNCE
Türkiye gibi yeraltı
varlıkları kadar yerüstü kültür kaynakları da zengin
olan bir ülkede, arkeolojinin önemini belirtmeye
gerek yok. Kendisi de bir arkeolog olan Nursel
Duruel, bu alanda çok önemli bir kitap hazırladı:
‘Cumhuriyetin Çocukları - Arkeolojinin Büyükleri:
Nimet Özgüç - Tahsin Özgüç’
Cumhuriyet kuşağının iki bilim insanının yaşamı,
yeni kurulan bir ülkenin, arkeolojiye verdiği önemi
gösteriyor. O dönemin üniversitesinde Hitler’den
kaçan birçok hoca geldiği için, dünyaca ünlü
profesörler ders verdi.
1945’te Tahsin Bey ile Nimet Hanım arasındaki okul
arkadaşlığı hayat arkadaşlığına dönüşür. Nimet
Hanım’ın hayatında acı bir olay yaşanır. Almanya’da
Dresden Teknik Okulu’nda öğrenim gören küçük kardeşi
Kemal, Amerikan bombardımanında hayatını kaybeder.
Bu iki önemli bilim insanı da yurtdışındaki
üniversitelerde ders verir. Meslektaşları Tahsin
Özgüç için 1989’da, Nimet Özgüç için de 1993’te
birer armağan kitap yayımlar.
Nursel Duruel, ‘Zamana Dokunmak’ yazısında; hem
Özgüçler’i hem arkeolojik kazıların koşullarını
belirtiyor... Tahsin Özgüç’ün ölümünden sonra da
Nimet Özgüç çalışmalarını sürdürür.
Arkeologların,
uzmanların, meraklıların en çok ilgi gösterecekleri
bölüm, ‘Kazılar’ başlığını taşıyor:
Anıtkabir Tümülüsleri / Topraktepe (Sivas Kalesi) /
Fraktin Kazısı ve Tetkik Gezisi / Elbistan Karahöyük
/ Kültepe / Horoztepe / Altıntepe / Acemhöyük
/ Maşathöyük / Samsat.
Sıradan okurun bile okuyacağı bölümlerden biri;
‘Yakınları, Dostları, Meslektaşları, Nimet ve Tahsin
Özgüç İçin Ne Dediler’ bölümü.
İki yazı, içtenliğiyle, sadeliğiyle beni çok
etkiledi:
Nimet Özgüç Tahsin Özgüç’ü anlatıyor ve Tahsin Özgüç
Nimet Özgüç’ü anlatıyor.
Aile yazıları içinde, benim en hoşuma giden oğulları
Bülent Özgüç’ün yazısı. Hafriyatta geçen bir
çocukluğu öylesine güzel anlatıyor ki, imrenmemek
mümkün değil.
Yazısının başlığı, her meslek sahibi için söylenecek
bir saptama: ‘Arkeoloji, Bir Yaşam Biçimi’...
Yarım yüzyıl öncesinin koşullarını da bu yazıda
bulacaksınız...
Arkeoloji çalışmalarının, ülkemizdeki durumu
hakkında, iki arkeologla ilgili bir kitap. Sadece bu
alanda çalışanların değil, hepimizin okuyabileceği
bir çalışma.
Nursel Duruel, çok gerekli, çok düzeyli bir çalışma
yapmış.
NİMET ÖZGÜÇ KİMDİR
15 Mart 1916’da
Adapazarı’nda ailesinin üçüncü çocuğu olarak doğdu.
Ankara’da Gazi İlkokulu ve Ankara Kız Lisesi’nde
okudu. 1936’da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin
ilk öğrencileri arasında yer aldı. 1940’ta eğitimini
tamamladı ve asistan oldu. 1943’te doktorasını
verdi, 1949’da doçentliğe, 1958’de de profesörlüğe
yükseldi. 1984’te Ankara Üniversitesi’ndeki
görevinden ayrıldıktan sonra da bilimsel
çalışmalarını sürdürdü. Arkeolog Tahsin Özgüç ile
evlendi.
1941’den sonra Samsun yöresindeki Dündartepe,
Kavak-Kaledoruğu, Tekkeköy kazılarına katıldı.
1947’de Elbistan yüzey araştırmasında ve Karahöyük
kazısında çalıştı. Sivas’ta Toprakkale ve Maltepe
kazılarında çalıştı. 1948’de başlayan ve günümüze
dek süren, Kültepe kazılarında önemli katkıları
bulundu. 1962’de Niğde’de Acemhöyük’te başlattığı
kazıyla önemli bir Hitit merkezini ortaya çıkardı.
1972-75 arasında Niğde yakınlarındaki Tepebağları
Höyüğü’nde de bir kurtarma kazısı yaparak demir
çağlardan bizans dönemine değin buluntular veren bir
yerleşim saptadı. 1978’de ODTÜ’deki Aşağı Fırat
Kurtarma Kazıları çerçevesinde Adıyaman Samsat
Höyük’te kazı çalışmalarını üstlendi.
TAHSİN ÖZGÜÇ KİMDİR
1916’da Kırcali’de
doğdu. 1940’ta Ankara Üniversitesi Dil ve
Tarih-Coğrafya Fakültesi’nden mezun oldu. Aynı
fakültede 1942’de doktor, 1945’te asistan, 1946’da
doçent, 1954’teyse profesör unvanını aldı. 1968-1969
arasında DTCF’nin dekanı, 1969-1980 arasında
Ankara Üniversitesi rektörü olarak görev yaptı.
1981’de emekliye ayrıldı. 1962-1964 arasında
Princeton Üniversitesi’ne bağlı The Institute for
Advanced Studies, 1964’te Almanya Saarland
Üniversitesi ve 1975-1976 arasında Münih
Üniversitesi’nde konuk profesörlük yaptı. Anadolu
tarihine yeni bir ışık getiren ve eşi Nimet Dinçer
Özgüç ile yaklaşık 50 yıl başkanlığını yaptığı
Kültepe-Kaniş kazısından başka, Karahöyük
(Elbistan), Horoztepe (Tokat), Altıntepe (Erzincan),
Maşathöyük, Kazankaya ve Kululu kazılarını da
yönetti. Yabancı bilim kurumları ve meslektaşlarıyla
sürdürdüğü işbirliği nedeniyle 1978’de Federal
Almanya Cumhuriyeti Büyük Haç Nişanı, 1990’da Doğan
Güneş Altın-Gümüş Nişanı, 1991’de Belçika Tacı
Ulusal Nişanı ve 1992’de Türk Tanıtma Vakfı Ödülü
ile onurlandırıldı. 2001’de Berlin Hür
Üniversitesi’nde düzenlenen bir törenle ‘Şeref
Doktoru’ unvanı aldı ve ‘Önasya Arkeolojisi’nin
Nestoru’ ilan edildi.
Hürriyet, Yazı Doğan
Hızlan, 07.01.2012
|
TUNCA NEHRİ TAŞMAYA
BAŞLADI
Edirne'den geçen
Tunca Nehri sabah saatlerinden itibaren taşmaya
başladı. Trakya ve Balkanlarda son günlerde
etkili olan yağmur nehirlerin su seviyesini
yükseltti. Yatağına sığmayan nehir suyu
Edirne'nin batı kesimlerinde taşmaya başladı.
Yükselen su
seviyesi, tarihi Kırkpınar Yağlı
Güreşleri'nin yapıldığı Sarayiçi Er Meydanı
civarını su altında bıraktı. Su taşkınları
sebebiyle Edirne Emniyet Müdürlüğü ekipleri
Fatih, Kanuni, Saraçhane, Yalnızgöz ve
Gazimihal köprülerinin bulunduğu alanda
güvenlik tedbiri aldı.

Sarayiçi'nde
bulunan vatandaşların ayrılması için de
polis megafonundan anonslar yapıldı. Burada
Tunca Nehri üzerinde bulunan Suakacağı ölçüm
istasyondan saat 08.00'de 172,1 olarak
ölçülen su seviyesi, saat 10.00'da 184
metreküp/saniye olarak kaydedildi.
Zaman, 07.01.2012
|
SİYASİ KRİZ YÜZÜNDEN
KÜLTÜREL MİRAS GİDİYOR

Bosna Hersek’in tarihi
ve en prestijli kültür kurumları, ödenek yokluğu ve
üç farklı etnik gruba mensup siyasetçiler arasındaki
anlaşmazlık yüzünden bir bir kapanıyor. Aralarında,
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu döneminde kurulan
125 yıllık Ulusal Müze’nin de bulunduğu 7 kurum
geçen yıl bütçeden fon alamayınca faturalarını bile
ödeyemeyecek duruma geldi. Yahudiler için büyük
önemi olan 600 yıllık ‘Saraybosna Haggadahı’ dahil
birçok değerli esere sahip Ulusal Müze’nin ödenmeyen
faturalar nedeniyle bölüm bölüm kapatılacağı
açıklandı. 109 sayfadan oluşan ve özgün biçimiyle
14. yüzyılda Barselonalı bir aile tarafından
kullanıldığı belirtilen ‘Haggadah’, piramit biçimli,
tahta ve camdan yapılmış bir korunağın içinde, diğer
dini eserlerin bulunduğu odada sergileniyor. Geçen
yıl kapısına kilit vuran Ulusal Galeri ve Tarih
Müzesi’nin ardından Ulusal Kütüphane de dün
kapatıldı. Ulusal Müze Müdürü Adnan Busulaciç,
“Kendimizi siyasi çekişmenin ortasında bulduk” dedi.
Busulaciç asıl korkusunun hırsızlar ve yağmacılar
olduğunu belirtti. Kültür kurumlarına sıçrayan
siyasi sorun Sırp, Hırvat ve Boşnak liderlerin
kültürel mirası nasıl paylaşacakları konusundaki
anlaşmazlıklardan kaynaklanıyor.
Kültür Bakanlığı
olmaması nedeniyle mevcut merkezi yönetimin ulusal
miraslara ödenek ayırma zorunluluğu yok. Bosna Sırp
Cumhuriyeti müzelere ayrılan ödeneğe karşı çıkarken,
Boşnaklar kültürel varlıkları ‘ülkenin bütünlüğünü
sağladığı’ düşüncesiyle sahiplenmek istiyor. Bosna
Hırvat Federasyonu Eğitim Bakanı Salmir Kaplan da
müzenin faturalarını ödeme sözü verirken ‘bunun
geçici çözüm’ olduğunu vurguladı. Son 10 yılda
ödenek merkez bütçe rezervlerinden sağlanıyordu.
Radikal, 07.01.2012
|
TARİHİ SARAYIN
BAHÇESİNDE KAFE İNŞAATI
Türkiye'nin en
önemli tarihi mekanlarından Dolmabahçe
Sarayı'nın bahçesinde kafe inşaatı yükseliyor.
Küçük bir dozerin de çalıştığı inşaat alanının
etrafının saray resimleriyle süslenmesi dikkat
çekiyor. Kafede tuvaletlerin de bulunacağı
belirten yetkililer, inşaata bilim kurulunun
karar verdiğini söyledi.
Her gün binlerce
turistin kapısında sıra beklediği, Osmanlı
yadigarı, Atatürk'ün son yıllarını geçirdiği
Dolmabahçe Sarayı'nın bahçesine kafe inşa
ediliyor. Tarihi yapının bahçesinde kaldırım
taşları küçük bir dozerle kaldırılıyor.
Eşilen toprak ise traktörle taşınıyor. Demir
kesme makinelerinin seslerinin yükseldiği
inşaat alanındaki çalışma tüm hızıyla devam
ediyor. Yerli ve yabancı binlerce turistin
gözleri önünde gerçekleşen inşaat
çalışmalarının etrafının saray resimleriyle
süslenmesi dikkatlerden kaçmıyor.

Milli Saraylar
Daire Başkanlığı yetkilileri, inşaata
Prof.Dr. İlber Ortaylı'nın başında bulunduğu
7 kişilik bilim kurulunun karar verdiğini
söyledi. Kafenin içerisinde tuvaletlerin de
bulunacağını belirten yetkililer, "Burada
eski küçük bir kafe vardı. İhtiyacı
karşılamıyordu. Şu an yapılan; buranın
büyütülmesi inşaatıdır. İhtiyaç üzerine
böyle bir proje hazırlandı ve eski yapı
yıkıldı. Yerine yenisi inşa edildi."
ifadelerini kullandı.
Zaman, 07.01.2012
|
ZİYARETÇİ REKORU LOUVRE
MÜZESİ'NİN
Fransa'nın başkenti
Paris'te bulunan Louvre Müzesi'ni geçen yıl 8
milyon 800 binden fazla kişi ziyaret etti.
Müze
yetkilileri, Batılı ülkelerin çoğunda
ekonomik kriz olmasına rağmen ziyaretçi
sayısında önceki yıla göre yüzde 5 artış
olduğunu ifade etti. Müzeyi ziyaret eden Rus
ve Çinli turistlerin sayısında ciddi artış
olduğunu söyleyen yetkililer, Amerikalıların
hala Louvre'u en fazla ziyaret eden
turistler olduğunu belirtti. Leonardo da
Vinci'nin Mona Lisa tablosu ile Milo
Venüs'ünün de bulunduğu efsane koleksiyon,
müzede en çok dikkat çeken eserler arasında.
Zaman,07.01.2012
|
|
 |
TARİHİ HARRAN KALESİ VE SURLARI ONARILIYOR
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın, 2012 yatırım programına aldığı alanlarda incelemede bulunan Vali Celalettin Güvenç, yapılacak çalışmalar sonucu gelecek tursitlere karşı mahcubiyet yaşanmayacağını söyledi.
Harran Kalesi, surları ve Ulucami minaresinin restorasyon çalışmalarına önümüzdeki günlerde başlanacağı belirtildi. Bakanlık yetkilileri restorasyonu başlayacak alanları inceledi. İncelemeye eşlik eden Şanlıurfa Valisi Celalettin Güvenç, onarılması gereken birçok tarihi yapı olduğunu hatırlatarak, bakanlık yetkililerinin restorasyon gereken diğer tarihi alanlara da göz atmasını istedi.
Harran Kalesi, surları, Ulucami ve ilk üniversite alanında incelemelerde bulunan Vali Güvenç, konik yapılı yöresel evleri gezdi. Yabancı dillerde tanıtım için tabelalar yapılması talimatını da veren Vali Güvenç, tarihi bölgenin yol ağının İl Özel İdaresi tarafından restorasyon çalışmalarının da Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yapılacağını kaydetti. Harran Belediye Başkanı Mehmet Özyavuz’dan, ilçenin altyapı sorunlarını dinleyen Vali Güvenç, “Yapılacak çalışmalarla birlikte Harran’a elimizin değdiği anlaşılacak. İnşallah gelen misafirlerimize mahcup olmayacağız.” dedi.
Bu arada, Vali Güvenç, Harran’daki tarihi yapılar dışında Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın, 2012 yatırım programına alınmasını istediği Bozova İlçesi'ne bağlı Çarmelik Kervansarayı ve Birecik Kalesi ile Halfeti’de sular altında bulunan Ulucami’nin de Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan gelen heyet tarafından incelenmesini istedi. Bunun üzerine heyet, bugün Vali Güvenç’in belirttiği Çarmelik Kervansarayı, Birecik Kalesi ve Halfeti Ulucamii’nde de incelemelerde bulundu.
Turizm Gazetesi, 07.01.2012
|
İZNİK'TE SUR DİBİ YOL
TRAFİĞE KAPATILDI
İznik’te Yenişehir Kapı
ile Lefke Kapı arasında bulunan Mahmut Çelebi,
Yenimahelle ve Yeşil Cami Mahallesi bölgesini
kapsayan sur dibindeki Sultan Orhan Caddesi’nin bir
kısmı, Müze Müdürlüğü’nün talebi üzerine araç
trafiğine kapatıldı.
Bölgede Kültür ve
Turizm Balkanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler
Genel Müdürlüğü 2009 Mali Yılı Yatırım Programı
kapsamında ’İznik surları Rölöve ve Restorasyon
Projesi Yapımı’ projesi hayata geçirilecek.
Tarihi surların bulunduğu Lefke Kapı ve
Yenişehir Kapı arasındaki alanda
kamulaştırmaların tamamlanmasının ardından
başlayacak proje çerçevesinde, söz konusu
alanın can ve mal güvenliği açısından trafiğe
kapatılması uygun görüldü. Belediye Encümeni
tarafından oybirliği ile alınan kararla Lefke
Kapı girişinden Maltepe Caddesi istikametine
doğru tek yön uygulamamasının devam ettiği,
ayrıca otogardan Adapazarı ve Osmaneli yönüne
giden yolcu otobüs- minibüslerinin Çelebi Sokak,
Karatekin Sokak, LefkeKapı istikametini
kullanmaları konusunda gerekli önlemlerin
alındığı bildirildi.
Bursa Olay, Haber:
Hayri Şen, 07.01.2012
|
|
TARİHİ MESCİD YENİDEN
İNŞA EDİLDİ
İstanbul'da tarihi
dokuyu ihya projeleri hayata geçirilmeye devam
ediyor. 1482 yılında Hızır Bey bin Abdullah
tarafından inşa edilen, ancak günümüze
ulaşamayan tarihi 'Altı Poğaça Mescidi ve
Haziresi' aslına uygun olarak yeniden inşa
edildi.
İstanbul
Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Kadir
Topbaş, Tarihi Yarımada'da bulunan tarihi
eserlerin tekrar ihyası için çalıştıklarını
belirterek, "Bu tür küçük eserler, çeşmeler,
hazireler o yerde yaşayanların kimliğini,
inancını yansıtıyor. Bu yapılar, halkın ne
olduğunu gösteriyor.'' diye konuştu.
İstanbul
Büyükşehir Belediyesi Yapı İşleri Müdürlüğü
tarafından tarihi özelliklerine göre yeniden
inşa edilen Fatih'teki Altı Poğaça
Mescidi'nin açılışı törenle
gerçekleştirildi. Törende konuşan Topbaş,
Fatih'in imar planını yaparken, daha önce
kayıt altına alınmadan yok olan 808 tane
tescilli ve kayıp olan eseri de tespit
ettiklerini ifade etti. Eski eserlerin
yeniden ihyası için toplam 140 milyon dolar
harcadıklarını anlatan Topbaş, "Bu mescit,
1482 tarihinde yapılmışsa o tarihten beri
burada Müslüman topluluğunun yaşadığının
tescilidir. Bu yapıların, çeşmelerin
korunmasını hep önemseriz.'' şeklinde
konuştu.
Zaman, Haber: Yusuf
Atlıhan, 07.01.2012
|
BAKANLIK APOLLON
TAPINAĞI'NI SİDE BELEDİYESİ'NE TAHSİS ETTİ
Antalya Side Belediye
Başkanı Abdulkadir Uçar, 2012′nin antik şehirde
tarihi eserleri ayağa kaldırma yılı olacağını
söyledi. Abdulkadir Uçar, yaptığı açıklamada, Kültür
ve Turizm Bakanlığı’nın tapınaklar bölgesinin
tahsisini kendilerine verdiğini belirtti.
Tahsisle birlikte Athena
ve Apollon Tapınağı’nı çevresini koruma altına
alacaklarını belirten Uçar, Side antik tiyatro
yanında ticari agorada bulunan Tüke Tapınağı’nın
ayağa kaldırma çalışmasının Anadolu Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü tarafından tamamlanacağını
kaydetti.
Tapınaklar bölgesinin
koruma altına alınması ile birlikte girişlerinin
ücretli olacağını belirten Uçar, buradan elde
edilecek gelirle Side antik kentinde tarihi
eserlerin onarım ve ayağa kaldırma çalışmalarına
harcanacağını ifade etti.
Uçar, “Side antik kenti
tarihi eserleri yeniden ayağa kaldırarak bölgeyi
UNESCO koruma altına alınması için uğraş veriyoruz.
Amacımız Antalya bölgesinde Xanthos’tan sonra UNESCO
koruması altına alınan ikinci antik kent olmak. 2012
yılında Side antik kentini Alan Yönetim Planı
çıkartarak 2013′de UNESCO’ya aday olmak. ” dedi.
Uçar, 2 yıl önce Kentsel
Dönüşüm Projesi kapsamında beldelerinde bulunan 96
Osmanlı dönemi cumbalı evi restore ettirerek
insanlık kültür mirasına dahil ettiklerini söyledi.
Uçar, Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın Side Belediyesi’nin restore ettiği 116
yıllık 96 ev çalışması diğer turizm yörelerine örnek
gösterdiğini kaydetti.
Mynet Haber, 06.01.2011
|
EGE MEDENİYETLERİ
MÜZESİ İÇİN YER TAHSİSİ BEKLENİYOR
Kültür ve Turizm Bakanlığı, yer sorunu
nedeniyle yapımına başlanamayan 'Ege Medeniyetleri
Müzesi' için yer tahsisini bekliyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı
Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Murat Süslü,
yerel yönetimlerin müze yerini belirlemesinin
ardından projeye başlanacağını söyledi. Süslü,
Agora-Kadifekale arasındaki bölgenin
kamulaştırılmasının beklendiğini, alternatif yer
arayışlarının da sürdüğünü, Sümerbank arazisinin de
bunların arasında olduğunu söyledi.
İzmir Valisi Cahit Kıraç, müzenin acil ihtiyaç
olduğunu kaydederek, "İlimizde 30'un üzerinde kazı
gerçekleştiriliyor. Eserlerin ortaya çıkarılmasını
sağlıyoruz. Depolarda 200 binin üzerinde bekleyen
eser var. Onların 10 bini tanesini
sergileyebiliyoruz. Acilen kapsamlı bir müzeye
ihtiyacımız var" dedi.
İzmir İl Kültür ve Turizm
Müdürü Abdülaziz Ediz, "İzmir'de yeni bir müzeyi
rahatlıkla donatacak kadar eserimiz var. İzmir,
kültürel miras yönü ile pek çok medeniyete
ev sahipliği yapmış önemli bir ildir. Bu kapsamda,
2011
yılı içinde 15'i Türk, 4'ü yabancı olmak üzere
toplam 19 bilimsel arkeolojik kazı ve toplam 7 yüzey
araştırması yapılmıştır" dedi.
Yeni Asır, Haber: Fatih
Abacıoğlu, 06.01.2012
|
TABLOLARI ELLERİYLE
GÖRECEKLER

Doğuştan görme
engelli bir çocuğun Osman Hamdi Bey'in ''Kaplumbağa
Terbiyecisi'' tablosunu merak etmesi üzerine
harekete geçen Akdeniz Üniversitesi Beden Eğitimi ve
Spor Yüksekokulu (BESYO) öğrencileri, ünlü
sanatçıların tablolarının rölyefini yapmaya
hazırlanıyor.
Akdeniz Üniversitesi Sağlık Kültür ve Spor Dairesi
Başkanlığı Engelli Öğrenci Destek Birimi'nde gönüllü
çalışan
BESYO öğrencileri,
doğuştan görmeyenlerin resim sanatı ile buluşmasını
sağlayacak bir projeye imza atıyor. Engellilerle
ilgili sivil toplum kuruluşlarının etkinliklerine de
katılan öğrenciler, görme engelli bir çocuğun
Osman Hamdi Bey'in
''Kaplumbağa
Terbiyecisi'' tablosunu merak etmesi
üzerine harekete geçerek, sosyal sorumluluk projesi
hazırladı. Öğrenciler, ünlü ressamların herkesçe
bilinen tablolarını yüzey üzerine yükseltme ya da
çökertme yöntemiyle (rölyef) yapacaklar.
Proje ile görme engelliler Edvard Munch'un
''Çığlık'',
Osman Hamdi Bey'in
''Kaplumbağa
Terbiyecisi'', Vincent Van Gogh'un
''Arles'teki Yatak Odası'', Michelangelo'nun
''Adem'in Yaratılışı'', Picasso'nun ''Avignonlu
Kadınlar'', Jan Vermeer'in ''İnci Küpeli Kız'' ve
Leonardo Da Vinci'nin ''Altın Oran'' adlı eserlerini
dokunarak hissedecekler.
BESYO
öğrencilerinden
Fatih Şimşek, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, 3 yıldır engelli
öğrenci destek biriminde gönüllü çalıştığını
söyledi. Antalya Büyükşehir Belediyesi Tekerlekli
Sandalye Basketbol Takımı'nda da oynayan sınıf
arkadaşı Önder Yurdakul'dan etkilenerek, engelliler
için gönüllü çalışmaya başladığını ifade eden
Şimşek, sivil toplum kuruluşlarının düzenlediği
etkinliklere de katıldığını ifade etti.
BESYO'daki 8
arkadaşı ile görme engellileri resim sanatıyla
tanıştıracak bir etkinliğe imza atmak istediklerini
belirten Şimşek, ''Bir etkinlikte çocuklardan biri
Kaplumbağa Terbiyecisi'ni
çok merak ettiğini söylemişti. Biz 8 arkadaş bundan
çok etkilenerek bu konuda ne yapabileceğimizi
araştırdık. Engelli Öğrenci Destek Birimi ile de
görüş alışverişinde bulunarak projemizi hazırladık''
dedi.
Şimşek, ünlü ressamlara ait tabloların rölyefleri
ile görme engellilerin merak ettikleri tabloları
dokunarak hissedeceklerini kaydetti.
Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümünden öğretim
elemanı Hanife Yüksel de kili şekillendirerek ünlü
tabloları sergilenmek üzere hazırlayacaklarını
kaydetti. Dünyaca ünlü 15-20 ressamın en bilinen
eserlerini belirlediklerini ifade eden Yüksel,
''Yüksek kabartma tekniğiyle görme engellilerin hep
duydukları ama vakıf olamadıkları sanat eserlerini
algılayabilecekleri biçime dönüştüreceğiz'' diye
konuştu.
Görme engellilerin renk kavramından yoksun olduğunu
hatırlatan Yüksel, ''Ünlü tabloların engellerini
ortadan kaldırarak, engellilerin dokunarak onları
hissetmesini sağlayacağız'' dedi.
Yüksel, tabloları orijinal boyutlarında yapmayı
hedeflediklerini de vurguladı.
HEM DOKUNUP HEM
DİNLEYECEKLER
Akdeniz Üniversitesi Sağlık Kültür ve Spor
Dairesi Başkanlığı Engelli Öğrenci Destek Birimi
Sorumlusu Fatma Ünlüsayın ise sanata meraklı
doğuştan görme engelli bireylerin ünlü eserleri
algılamalarına destek olacaklarını söyledi.
Engelliler konusunda toplumsal duyarlılığı artırmak
için sanatsal bir çalışmaya imza attıklarını
belirten Ünlüsayın, ''Kabartmalar farklı tekniklerle
yapılacak. Her tabloyla ilgili bilgiler ses kayıt
cihazlarına kayıt edilecek. Sergiyi gezen görme
engelliler hem esere dokunacak hem de dinleyecek.
Böylece zihninde daha net canlandıracak'' dedi.
Akdeniz Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof.Dr.
Meral Gültekin de projeyi ''heyecan verici'' olarak
nitelendirdi. Projeye her türlü desteği verdiklerini
belirten Gültekin, öğrencilere de toplumsal
duyarlılıklarından dolayı teşekkür etti. Gültekin,
projenin sanata meraklı görme engelliler için büyük
bir hizmet olacağını bildirdi.
Proje kapsamında ilk etapta 15 ya da 20 tablonun
yapılacağını belirten Gültekin, buna süreklilik
kazandırmayı amaçladıklarını ve sonraki yıllarda
başka ressamların tablolarının da rölyeflerinin
yapılması için gayret edeceklerini kaydetti.
Habertürk 06.01.2012
|
SÜLEYMANİYE CAMİSİ'NDE
1550 GÜN
 
 
 
 
 
 
Mimar Sinan Araştırma
Merkezi Seri Konferansları'nın dördüncüsünde
Süleymaniye Camisi'nin restorasyonu tartışıldı.
Konferans Rektör Yardımcısı Prof.Dr. Suphi Saatçi ve
Mimar Sinan Araştırma Merkezi Müdürü Prof.Dr. Demet
Binan'ın açılış konuşmalarıyla başladı. Sonrasında
söz alan Koruma Uzmanı Yüksek Mimar Nilgün Olgun
caminin 2007'den 2011'e kadar süren restorasyon
sürecini izleyenlere aktardı.
Mimar Sinan'ın eseri
olan Süleymaniye Camisi'nin mimari özelliklerine
değinmeyip restorasyonun şantiyecilik sürecini
açıklayacağını belirten Olgun, uygulamaya başlamadan
önce, bir sene sönmüş kireç gerekli olduğundan
sahada bir kireç kuyusu hazırladıklarını ve herşeyin
sahada olması gerekliliğinden dolayı alanda farklı
atölyeler kurduklarını belirtti. Sonrasında yapıyı
bütünüyle analiz ettiklerini, taşınabilir kültür
varlıklarını yapı içerisinden çıkardıklarını, iskele
kurulumuna dair detayları ve hat levhaları, minber,
mihrab gibi yapı öğelerini koruma altına aldıklarını
ve bu haliyle caminin bir kısmını turistler ve
cemaat için açık bıraktıklarını sözlerine ekledi.
Caminin 1950'li yılların
sonlarında ciddi bir onarımdan geçtiğini, sonrasında
mahalli onarımların gerçekleştirildiğini fakat belge
eksikliğinden dolayı dönemleri ve katmanları
kendilerinin analiz ettiklerini belirten konuşmacı,
sıva analizleri ile dönemlerin tespit edilmesinden
sonra mevcut bezemenin rölövesinin alınıp raspa
çalışmalarının başlatıldığını ifade etti. İleride
gerçekleşecek restorasyonlar için restorasyon öncesi
ve uygulama sırasında oldukça kapsamlı bir arşiv
tutmaya çalıştıklarını dile getiren Olgun, ilk
çalışmaların revaklı avluda başladığını belirtti.
Burada Cumhuriyet öncesi, genel bir yanlış olarak
Fossati onarımı olarak bilinen onarımdan 19. yüzyıla
ait bezeme programının görülebildiğini belirten
konuşmacı, bunun klasik düzendeki bezemeye zarar
vermeyip, bezme üzerine sıva uygulanarak
gerçekleştirildiğini ve alt kısımda klasik bezeme
programı bulunduğunu sözlerine ekledi.
Basının da oldukça
ilgisini çekmiş olan ana kubbe kalemişi restorasyonu
tartışan Olgun, özenli şekilde çalışılıp çeşitli
numuneler alarak kubbede tek kat sıva uygulandığını
gördüklerini, bir yerde farklı bir bezeme programına
rastladıklarını fakat devamının olmadığını böylece
bu kısmı yerinde bırakma ihtiyacı gördüklerini ve bu
alanda yeni bir kalemişi yapılmadığını ifade etti.
Yine bu alanda karşılaşılan çatlaklar üzerinde
araştırma ve koruma çalışmaları yaptıklarını
belirten konuşmacı, bazı yerlerde çatlakların devam
ettiğini, içteki çatlakların dışa yansımalarını
analiz ettiklerini fakat korkutucu çatlaklar
olmamasından dolayı ufak müdahalelerle güçlendirme
yapıldığını belirtti. Olgun ayrıca kasnak
bezemesinde araştırma raspası yaptıklarını ve
dördüncü katman altında bir bezeme programı
bulduklarını sözlerine ekledi.
Bunun yanı sıra yarım
kubbeler, tromplar, oldukça müdahale görmüş olan
tromp pencereleri, mümkün olduğunca tamamlanmadan
bırakılmaya çalışılmış hat levhaları, iki filayağı
üzerinde bulunan çiniler, bronz bilezik ve gergi
demirleri üzerindeki bezemeler üzerinde yapılan
çalışmaları, alanda bir yere toplanarak
restorasyonları gerçekleştirilen kapı ve kepenkler
gibi ahşap işleri, mozaik döşeme, devekuşu
yumurtaları, cami içi su kanalı, kapılar, revak ve
minare saçakları, mermer alemler, su terazisi, kuş
evleri, hasırlık üzerinde gerçekleştirilen
uygulamaları belirten Olgun, ayrıca taş
konservasyonu, temizlik yöntemleri, kurşunların
değişim ve bakımı üzerine teknik bilgilere yer
verdi. Son olarak peyzaj üzerine çalışmaları aktaran
konuşmacı, komplekse bir yeraltı tuvaleti
eklediklerini dile getirerek sözlerini noktaladı.
Arkitera, 06.01.2012
|
MYRA ANTİK KENTİ REKORA
KOŞTU

Antalya'nın Demre
İlçesi'nde bulunan Likya Uygarlığı'nın altı büyük
kentinden biri olan, tarihi MÖ 4 yüzyıla kadar
dayanan Myra antik kenti, 2011 yılında tarihi
rekorlara imza attı.
Antalya bölgesinin en çok ziyaretçi çeken ve gelir
getiren ikinci ören yeri oldu. Tarihinde ilk kez
Myra antik kentini
ziyaret edenlerin sayısı 500 bini aştı.
Myra antik kentini
2011 yılının on iki ayında 544. 728 kişi ziyaret
etti. Karşılığında 2 milyon 630 bin 570 lira gelir
elde edildi. Bu rakamlar,
Myra antik kentinin
tüm zamanların ziyaretçi sayısı ve gelir rekoru
oldu.
Myra antik kenti
2011 yılına kadar en çok ziyareçiyi 2008 yılında
488.082 kişi ile çekmişti. 2010 yılında
Myra antik kentini
423.553 kişi ziyaret etmiş ve karşılığında 2 milyon
171 bin 995 lira gelir elde edilmişti.
Myra antik kenti
2011 yılında, 2010 yılına göre 211.175 daha fazla
kişi tarafından ziyaret edildi. 2011 yılında bir yıl
öncesine göre, 458.575 lira daha fazla gelir
sağladı. Ocak ayı hariç, 2011 yılının tüm aylarında
2010 yılının tüm aylarına göre, daha fazla ziyaretçi
çekti. Daha fazla gelir sağladı.
2011 yılının Aralık ayında
Myra antik kentini
5.306 kişi ziyaret etti. Karşılığında 27.480 lira
gelir sağlandı. 2010 yılının Aralık ayında
Myra antik kentini
3.961 kişi ziyaret etmiş ve karşılığında 22.860 lira
gelir sağlanmıştı. Aylık bazda ise,
Myra antik kenti en
çok ziyaretçiyi 2011 yılının Mayıs ayında 79.288
kişi ile çekti.
Myra antik kentini
gezen Rus
Elana Pakhunakis;
Türkiye'ye ilk kez geldim. Çok mutluyum bu
tatil için. Noel Baba'yı ve Myra'yı gezdik. Muhteşem
tarihi yerler. Çok iyi korunmuşlar. Tüm dostlarıma
anlatacağım ve yine geleceğim dedi.
Ukraynalı
Andrew Koşin;
Myra antik kenti beni büyüledi. Bu kentteki
mimari zenginlik tüm zamanlara örnek olacak
nitelikte. Yüzyıllar geçmesine rağmen sapasağlam
ayakta. Günümüz mimarlarının alacağı dersler var
dedi.
Kazakistanlı
Zatov Aleksandr;
Myra antik kenti, tarihi bir hazine. Türkiye bu
tarihizenginliğe sahip çıkmış ve korumuş. Bugünlere
taşımış. Teşekkür etmek gerekir dedi.
Habertürk, 06.01.2012
|
KAMUSAL ALANDA SANAT
GERÇEK OLSUN
İKSV kamusal alanda
sanat uygulamaları için "İstanbul'da Kamusal Alanda
Sanat Uygulamaları İçin Öneriler" raporu hazırladı.
Vakıf bu raporla sanatın desteklenmesi için bir
kurul oluşturulmasını öneriyor.
Heykel mevzuu bizde çok
karışıktır, biliyorsunuz. Avrupa ülkelerinin birçok
yerinde heykel görebilirsiniz, bir nevi açık hava
müzesi gibi... Bizde heykellerin içine tükürülür,
ucube diye kaldırılır, yıkılır, çalınır, hurdacıya
satılır. Türkiye'nin kamusal alanda heykelle olan
tarihini oturup yazmaya kalksak nice trajikomik
olaylar okuyacağınıza emin olabilirsiniz. "Taş işte
yahu" diyenler mi, "putperest"likle suçlayanlar mı
dersiniz... Özgür ve Çağdaş Kadın Heykeli'nin vajina
bölgesinin kırmızıya boyanmasını hatırlayanlar olur.
Regl olan heykel daha sonra defalarca saldırıya
uğramıştı. Eski Yüksek Öğretim Kurumu Başkanı Yusuf
Ziya Özcan Gaziantep Üniversitesi'ndeki memeleri
açık kadın heykelini müstehcen bulduğunu
açıkladıktan kısa süre sonra heykelin kolu
kırılmıştı. Kol kırılır yen içinde kalır gibi soğuk
bir espri yapmayacağız elbette, ama tarih boyunca
heykellerle olan ilişkimiz öyle "tuhaf" ki insan zor
tutuyor kendini. Neyse, gelelim meseleye...
Kamusal alanda sanat
için öneriler
Geçtiğimiz hafta
İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) bir kitapçık
gönderdi. İKSV'nin kültür politikaları geliştirme
projeleri kapsamında hazırlanan "İstanbul'da Kamusal
Alanda Sanat Uygulamaları İçin Öneriler" başlıklı bu
kitapçıkta bir dizi öneri var. Öncelikli olarak
kamusal alanın tanımı iki yönüyle yapılıyor.
Birincisi; modern kamu hukukuyla tanımlanmış
mekanlar. Bu ne demek? Resmi daireler, okullar,
meydanlar, hastaneler, yani daha çok devlete ait
olan alanlar. İkincisi; toplumsal yaşantı içinde
fikirlerin, ifadelerin belirtildiği, üretildiği
alan. Daha net tanımlamak gerekirse; "ortak, aleni,
açık olan" anlamında. Burada Jürgen Habermas'a
başvurabiliriz. "Kamusal alan, modern toplum
kuramlarında, toplumun ortak yararını belirlemeye ve
gerçekleştirmeye yönelik düşünce, söylem ve
eylemlerin üretildiği ve geliştirildiği ortak
toplumsal etkinlik alanına işaret etmek için
kullanılan kavramdır" diyor Habermas. İKSV'nin
"İstanbul'da Kamusal Alanda Sanat Uygulamaları İçin
Öneriler" raporunda kamusal alanın, kent içinde
kamusal alanlar yaratmanın sembolik ve fiziksel
problemlere yönelik çözüm üretmeyi gerektirdiği
hatırlatılıyor ve bunun en etkili yolu elbette
"sanat" olarak açıklanıyor.
Kamusal Alanda Sanat
Kurulu
En önemli sorun elbette
kamusal alanda heykel... 2010 yılında anlı şanlı
Avrupa Kültür Başkenti olan İstanbul için hazırlanan
bu çalışma Türkiye'den ve Avrupa'dan konunun
uzmanlarına danışılarak hazırlanmış. Sözü fazla
uzatmadan asıl meseleye gelelim. İKSV Emek Sineması
için "Bir de bizi dinleyin" önerisinden sonra şimdi
de İstanbul Büyükşehir Belediyesi bünyesinde
çalışacak Kamusal Alanda Sanat Kurulu öneriyor.
Kentteki mekanlarda (yani kamusal alanda) plastik
sanat uygulamalarından sorumlu bir özerk kurul bu.
Bu kurulun benzerinden Amsterdam ve Londra gibi
kentlerde var. Yedi kişilik bir kurul bu. Yerel
yönetimi temsil eden ve belediyenin tayin edeceği
bir bilirkişinin yanısıra üniversitelerin ilgili
bölümlerinden, kent-kamu ve sanat konularıyla ilgili
mesleki örgütlenmelerinden oluşan bir kurul. Öneride
kurul; belediyenin kamusal alanda sanat politikasını
ve yönelimlerini belirleyecek... Diğer kuruluşlar
tarafından geliştirilen sanat projelerini
değerlendirecek, belediyenin politikalarıyla uyumunu
denetleyerek karar mercii olacak... Neden? İşte
İKSV'nin haklı çünküleri;
Kentin kamusal alandaki
kültür politikasına dair vizyon oluşturmak.
İstanbul'un uluslararası
düzeyde ilişkilerinin geliştirilmesi.
Sanatçıların ve kamusal
alanda sanat çalışmalarının desteklenmesi.
Kısa ve uzun vadeli
etkinliklerin planlanması.
İstanbul'da açık
alanlara bügüne dek yerleştirilmiş mevcut
heykellerin korunması ve bakımının üstlenilmesi.
Açık alandaki sanat
eserleri için karar ve onay vermek.
Öneriler nasıl
değerlendirilecek
İKSV haklı olarak mesele
edindiği kamusal alanda sanat uygulamaları için
"nedeni", "niçin"i olan bir dizi aklı başında öneri
getirmiş. Kültür Başkenti etiketinin de ötesinde
gerçekten kültür sanatın başkenti olma imkanına
sahip olan İstanbul'un bu uygulamalara ihtiyacı var.
Bakalım, bu öneriler İstanbul Büyükşehir Belediyesi
tarafından nasıl değerlendirilecek...
Taraf: Haber: Sibel
Oral, 06.01.2012
|
AKM NE ZAMAN AÇILACAK,
EMEK VE İNÖNÜ'NÜN HALİ NE OLACAK?
Habertürk'te Skala'ya
konuk olan Ertuğrul Günay, hem kültür sanat
gündemini, hem de siyasetin gündemini Bedia Ceylan
Güzelce'ye yorumladı.
Eski Genelkurmay Başkanı
İlker Başbuğ'un
tutuklanmasını "demokratik gelişme için önemli ve
olumlu bir adım" olarak yorumlayan Günay, sözlerini
şöyle sürdürdü:"Türkiye ilginç bir noktaya geldi.
1960'da dönemin Genelkurmay Başkanı darbecilerle
işbirliği yapmadığı için tutuklanmıştı. 2012'ye
geldiğimizde ise bir önceki Genelkurmay Başkanı,
darbe eğilimlerine yeşil ışık yaktığı için
tutuklanıyor. Bu tabi, hukuk devleti ve demokratik
gelişme açısından oldukça önemli ve olumlu bir adım.
Ama artık Türkiye bu darbe tartışmasından kurtulmak
istiyor."
"EMEK AYNEN
KORUNMALI"
Günay, 2011'in öne çıkan kültür sanat
tartışmalarını da değerlendirdi.
Emek Sineması'nın
olduğu gibi korunması gerektiğini söyledi ama Kültür
Bakanlığı'nın "restorasyondan" sorumlu olmadığını da
belirtti: "...Benim için
Emek Sineması,
yıkılmaz dokunulmaz bir yer. Ama bana teknik raporda
tam tersini söylüyorlar. Bugünkü
Emek Sineması'nı
aynen korursak deprem tehlikesinin ortaya çıkacağı
belirtiliyor.
Emek Sineması bizim
mülkümüz değil, Sosyal Güvenlik Kurumu'nun mülkü.
Ben salona girdiğim zaman nostaljiyi hissetmek
istiyorum.
Emek Sineması'nın
aynen korunmasından yanayım..."
"AKM
2013'TE AÇILACAK"
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay,
kapatılması büyük tartışmalara yol açan
AKM'nin açılış
tarihini de müjdeledi. Günay,
AKM'nin özü tamamen
korunarak en geç 29 Ekim 2013'te açılacağını
söyledi: "AKM
konusunda çok üzgün ve öfkeliyim. Açılma tarihi çok
ertelendi. Biz modern, gençlerin buluştuğu,
tepesinde güzel, panaromik restoranı olan bir proje
hazırlamıştık. Ama o proje olmayacak.
AKM, aynen
korunacak."
İNÖNÜ STADI
YIKILMIYOR
Günay, İnönü Stadı'nın yıkılıp, o bölgeye büyük
bir kültür sanat kompleksi yapılacağını ön gören
projeyi de değerlendirdi. Dün, bazı internet
sitelerinde çıkan "Proje için Anıtlar Kurulu'ndan
karar çıktı" haberlerini sert bir dille yalanladı:
"Haberlerin aslı astarı yoktur. Bazı rant çevreleri
projeyi kamuoyuna kabul ettirmeye çalışıyorlar.
İnönü Stadı'yla ilgili hiçbir şey yapılmayacak; özü
aynen korunacak"
Habertürk, 06.01.2012
|
DİYARBAKIR SURLARI
ANKARA'DA MASAYA YATIRILACAK

Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül'ün
himayesine aldığı
Diyarbakır Surları'yla
ilgili 12 Ocak'ta
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği
başkanlığında Ankara'da toplantı yapılacak.
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri
Abdullah Sevinç,
yaptığı açıklamada, daha önce Cumhurbaşkanı Gül'ün
Diyarbakır ziyaretinde tarihi surları himayelerine
aldığını açıkladığını hatırlatarak, bu kapsamda
Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir
başkanlığında, kendisinin yer aldığı heyetin Gül ile
görüştüğünü söyledi.
Toplantıda, surlarla ilgili neler yapılabilir,
önümüzdeki süreçte ne olması gerekiyor gibi konuları
görüştüklerini, kendi önerilerini de Cumhurbaşkanı
Gül'e aktardıklarını kaydeden Sevinç, öncelikle
surların genel durumunu ortaya koyduklarını, çok
acil müdahale edilmesi gereken burçların olduğunu
belirttiklerini anlattı.
Cumhurbaşkanı Gül ile görüşmenin olumlu ve güzel
geçtiğini ifade eden Sevinç, şunları kaydetti:
''Sayın Cumhurbaşkanımız, 'son gelişinde
Diyarbakır'ı gerçekten tanıma fırsatı bulduğunu, bu
kadar zengin yapısı olduğunu bilmediğini belirtti.
Surların gizemli, görkemli ve zengin bir yapısı
olduğunu fark ettiğini söyledi. Bu noktada, 'surları
dünya mirasına kazandırmamız lazım' dedi.
Cumhurbaşkanımız koordinesinde ilgili bakanlıklar,
yerel aktörler herkes bir araya gelecek ve en hızlı
çalışma nasıl yürütülür bunları görüşeceğiz. Zaten
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği başkanlığında
ayın 12'sinde tekrar Ankara'da bir toplantı
yapılacak. Bize gelen yazıda, 'Cumhurbaşkanımız Gül,
uygarlık için büyük bir kazanım olan Diyarbakır
surlarını himayelerine almışlardır. Bu çerçevede
alanda yapılacak çalışmalarla ilgili görüşmelerde
bulunmak üzere Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği
Başkanlığı'nda Cumhurbaşkanlığı Köşkünde bir
toplantı yapılacaktır'' denildi. Toplantıya, Kültür
ve Turizm Bakanlığı, Valilik, Büyükşehir Belediyesi,
Dicle Üniversitesi, Karacadağ Kalkınma Ajansı,
Vakıflar Genel Müdürlüğü, GAP İdaresi Başkanı ve
Diyarbakır Sur Belediyesi katılacak.''
Sevinç, toplantıda eylem planı ortaya konulacağını,
planla birlikte her kurumun ne yapacağının
belirleneceğini ifade ederek, eylem planının hayata
geçirileceğini, önümüzdeki süreçte de
Cumhurbaşkanının bu çalışmaları denetleyeceğini
kaydetti. Surları gelecek kuşaklara aktarılmasını
önemli olduğunu vurgulayan Sevinç, şöyle konuştu:
''Bu konuda en üst düzeyde çalışmaların koordinesi
sağlanacak. Valilik, belediyeler, özel idare,
kalkınma ajansı, Kültür Bakanlığı'nın birimleri
hızlı bir şekilde bu sürece dahil olacaklar.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül himayesinde bütün
kurumlar bir araya gelecek ve tarihi surlarla ilgili
çok ciddi çalışmalar yapılacak. Artık herkesin tek
amacı, oluşturulan projeler çerçevesinde kendisine
verilen görevi yapmak olacak. Bunun da yapılıp
yapılmadığı Cumhurbaşkanlığınca denetlenecek. Bu
gelişmeler çok sevindirici. Diyarbakır Surları artık
gerçek kimliğine kavuşacak ve dünya miras listesinde
yerini alacak.''
Yapı, 06.01.2012
|
'CAMİ REHBERLİĞİ'
İTİRAZLARI ANKARA'DA
Diyanet İşleri
Başkanlığı tarafından tarihi camilerde uygulamaya
konulması planlanan ‘cami rehberliği’ne ilişkin
Turist Rehberleri Birliği’nin (TUREB), itirazları
sürüyor. Geçtiğimiz iki gün boyunca Ankara’da başta
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay olmak üzere
bir dizi ziyarette bulunan TUREB üyesi kuruluşlar
ile diğer rehberlik meslek örgütlerinin
temsilcileri, konuya ilişkin görüşlerini ve
çekincelerini ilgili makamlarla paylaştı.
Kültür ve Turizm
Bakanlığı’na 5 Ocak’ta yapılan ziyarette başta Bakan
Ertuğrul Günay başta olmak üzere Bakan Yrd.
Abdurrahman Arıcı, Müsteşar Özgür Özaslan, Araştırma
ve Eğitim Genel Müdürü Doç.Dr Ahmet Arı, Genel Müdür
Yrd. Nusret Tutan, Tanıtma Genel Müdürü Cumhur Güven
Taşbaşı’na, cami rehberleri uygulamasına ilişkin
çekinceler ve bu uygulama gerçekleştirilirse
yaratacağı sakıncalar iletilerek kendilerinden bu
konuda gerekli adımların atılması talep edildi.
Sözkonusu ziyaretlere
İRO’dan Yönetim Kurulu Başkanı Şerif Yenen ve
Yönetim Kurulu Üyesi Serhan Güngör, ARO’dan Yönetim
Kurulu Başkanı Hasan Uysal, Başkan Yrd. A. Zeki
Apalı ve Yönetim Kurulu Üyesi Hayati Korucu,
İZRO’dan Yönetim Kurulu Başkanı Ayten Şenipek ve
Başkan Yrd. Kurtuluş Şahin, ARED’den Yönetim Kurulu
Başkanı Sibel Güven, Başkan Yrd. Suat Dingil ve
Genel Sekreter Semih Pala, BORED’den Genel Sekreter
Deniz Kılıç ve Muhasip Üye Erkan Taşkıran, ÇURED’den
Yönetim Kurulu Başkanı Kudret İdemci, Gaziantep’den
Yönetim Kurulu Başkanı Şerif Kurt, GÜMRED’den
Yönetim Kurulu Başkanı Uğur Çelikkol, KURED’den
Yönetim Kurulu Üyesi Gökhan Baydur, MARED’den
Yönetim Kurulu Başkan Yrd. Serdar Selçuk Işık,
SİRED’den Yönetim Kurulu Başkanı Ertan Sarı,
ALRED’den Yönetim Kurulu Başkan Yrd. Başak Şahin ve
ŞURED’den Yönetim Kurulu Başkanı Kamil Türkmen,
Başkan Yrd. Müslüm Çoban katıldı.
TUREB Başkanı Şerif
Yenen, bu hafta başından bu yana cami rehberliği
uygulamasının neden hayata geçemeyeceğine ilişkin
medyada açıklamalarda bulunmuş, rehberler adına
itirazlarını iletmişti. Demeçlerinde camilerimizi
turistlere anlatmak demenin sadece İslam dini
açısından anlatmak olmadığını vurgulayan Şerif
Yenen, profesyonel turist rehberlerinin dini
bilgilerle birlikte tarih, sanat tarihi, mimari,
arkeoloji, kültür ve yaşam bilgilerini de
harmanlayarak anlatım yaptıklarını; tarih ve kültürü
yorumladıklarını vurgulamıştı. Yenen, “Zaten 39
dilde, en az 5 bin kişilik aktif bir rehber kadromuz
var, sayıca sıkıntımız yok. Türk turizminde,
rehberlerin sahip olduğu engin bilgi birikimi ve
deneyimine sahip olmayan insanların rehberlik
yapmaya kalkması Türkiye için kayıp olur. Zaten
mevzuata da aykırıdır” demişti.
Turizm Habercisi,
06.01.2012
|
1 - 7 Ocak 2012
|
2011'DEN KALANLAR...
TAYHaber'de 2005 Nisan
ayından bu yana 20 binden fazla haber derledik. 2011
yılı için ise haber sayımız 3 bine yakın.
2011, Türkiye’de sanat,
kültür varlıkları ve korunmaları adına ne yazık ki
olumlu yönleri de olmasına rağmen çok talihsiz bir
yıldı. Geçmişten devam eden sorunlar hem çözülmedi,
hem de yenileri eklendi. Tüm bunları bu satırlara
sığdırmamız mümkün olamayacağı için gene bir derleme
yaptık.
Basına yansıyanlar
arasında derleme esnasında yakalayabildiğimiz kaçak
kazı rakamı bu yıl da aynı, 200 civarında. Bu yıl da
antik kentler, mezarlar, tümülüsler ve höyükler
kaçak kazıdan nasibini aldı. Amaçlarına ulaşmak için
ne dinamit kullanmaktan çekindiler ne de ölümden!
İstanbul’un Avrupa Kültür Başkent olması nedeniyle 2010 yılı çok hareketliydi. 2011 gelir gelmez CHP İstanbul İl Başkanı Berhan Şimşek, ''birilerini zengin etme projesi'' olarak nitelendirdiği İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Projesi'nin, Cumhuriyet tarihinin en büyük rezaletlerinden biri olduğunu ileri sürdü. Zaten başından beri konuşulan rakamlar, kafa karıştırıcı ve mide bulandırıcıydı, bu da tuz biber oldu. Bunlar yetmiyormuş gibi bir de İstanbul Kültür Başkenti olunca, kaynak yaratmak için 20 Haziran 2008'de benzinin litresine 1.5, motorinin litresine ise 1 kuruş ÖTV konuldu. 2010 bitti, vergi kalıcı oldu. Gelgelelim, 2010 yılına Avrupa Kültür Başkenti unvanıyla giren İstanbul'un ziyaretçi sayısında yüzde 6.8 oranında düşüş yaşandı. Bütün bunlar kime yaradı dersiniz?
2010 yılının sonlarında
kumla örtülen Allianoi hakkında İzmir 2 No.lu Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun, ağustosta
aldığı ve antik kentin üzerinin örtülmesi kararına
karşı Allianoi Girişim Grubu tarafından açılan
yürütmeyi durdurma davasında, İzmir 4'üncü İdare
Mahkemesi tarafından oluşturulan 3 kişilik bilirkişi
heyeti yılın başında keşfe geldi. Rapor beklenirken,
Çevre Bakanı Veysel Eroğlu, aslında Allianoi adında
bir yer olmadığını, baraj alanında bir takım
sütunlar, bir peri kızı heykeli, bir de mozaik
dışında birşey bulunmadığını belirterek "Bulan
biziz, koruyan biziz, masrafları yapan biziz, hedef
tahtası halinde olan da biziz. Bunu anlamakta
fevkalade zorlanıyorum" dedi. Bu sıralarda gölet
alanının tam ortasında bulunan, Bizans dönemine ait
kilisenin kumla kapatılmadığı belirlendi. Bu kilise
ve çevresindeki mezarların "kumla kapatılarak
korunması"(!)nın unutulduğunu ortaya çıkması
üzerine, yetkilerin apar topar çevredeki
zeytinliklerden kestikleri dallarla buluntuları
gizlemeye çalıştıkları, kilisenin fotoğraflarını
çekmeye giden gazeteciler tarafından fotoğraflandı.
Bilirkişi raporu henüz yayınlanmadan Allianoi sulara
gömüldü.
Orta Doğu Teknik
Üniversitesi (ODTÜ) İnşaat Fakültesi'nde hazırlanan
bir çalışma, Hasankeyf'in sular altında kalmadan
baraj yapılabileceğini ortaya koydu. Projeye göre,
50 yıldan fazla süredir tartışılan Ilısu Barajı'nın
yerine yapılacak beş baraj, Hasankeyf'deki tarihi
eserleri kurtarabilir. Üstelik yatırım maliyeti aynı
kalırken üretilen elektrik miktarı ise artar. En
önemlisi ise kamulaştırılacak alan yüzde 27 daha az
olur. Ancak, proje rağbet görmedi.
Maliyeti 1 milyar 850 milyon Avro olan Ilısu
Barajı‘na kredi sağlayacağını bildiren Avusturyalı,
Fransız ve Alman üç kredi kuruluşu Türkiye'nin 153
şartı yerine getirmediği gerekçesiyle çekildiğini
açıklamıştı. Bunun üzerine Çevre ve Orman Bakanı
Veysel Eroğlu, kredi vermekten çekilen kuruluşlar
için ‘kaypak' açıklaması yaptı. Kredinin iç
kaynaklardan sağlanacağını belirten Eroğlu, bu sefer
kredi sağlayacak kuruluşların adını açıklamadı.
Hasankeyf’te bir yandan TOKİ köyleri oluşturulur ve
halk yavaş yavaş taşınırken öte yandan Diyarbakır
İdare Mahkemesi; ‘Uyuşmazlığın teknik yönünü
saptamak' amacıyla 23 Mart'ta Hasankeyf'te keşif
yapılmasına karar verdi. Eserlerin taşınıp
taşınamayacağı konusunda yeni oluşturulan bilirkişi
raporunu tamamladı. Yeterli zaman verildiği takdirde
eserlerin taşınabilir olduğu belirtilen rapordaki
eser sayısı ve baraj konusundaki bilgiler
tartışmalara yol açtı. Raporun basına yansıyan
bölümlerinin eksik ve yanlı olması da yanlış
anlamalara neden oldu.
Yılın ilk krizi Topkapı Sarayı Müzesi’nde çıktı.
Topkapı Sarayı'na Müze Müdürü olarak atanan Yusuf
Benli, ilk demecinde Prof.Dr. İlber Ortaylı'nın
görevinin ‘misafirleri ağırlamak' olduğunu söyledi.
Artık bütün yetkilerin kendisinde olduğunu
vurgulayan Benli, Müze'nin iyi yönetilmediğini de
iddia etti. Prof. Ortaylı ise "Ben bu üslupla
konuşan birisi ile muhatap olmam" dedi ve
"Bilgisizlik ve hırsın yan yana gelmesi fevkalade
tehlikelidir" diye ekledi. Sular durulmadan taht
krizi orta çıktı. Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Yusuf
Benli'nin 3. Selim'in tahtını çekyat gibi
gelişigüzel bir biçimde lojmanına taşıtmasını haberi
üzerine Kültür ve Turizm Bakanlığı soruşturma
başlattı. Ancak soruşturmanın sonucu beklenmeden
Harem bölümünde sergilenen 3. Selim tahtını
lojmanına taşınması emrini veren ve 14. Louis
masasında kahvaltı eden müdüre değil, emri yerine
getiren 2 kadın uzmana ceza verildi, görev yerleri
değiştirildi, saraydan uzaklaştırıldılar. Sonuçta
Müze Müdürü Yusuf Benli görevinden alındı. Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay görevden alma kararının
altında Benli ve İlber Ortaylı arasındaki çekişme
olduğunu söyledi.
Asya ile Avrupa'yı ilk
defa denizaltından birbirine bağlayacak olan
Marmaray Projesi, Türkiye'nin en önemli arkeolojik
buluntularını ortaya çıkardı. Önemli çünkü
İstanbul'un ilk surları, ilk limanı, 5'i ilk kez gün
ışığına çıkan savaş gemisi olmak üzere çok sayıda
gemi ile İstanbul'un ilk sakinleri sayılan cilalı
taş devrinden bir köy ve iskeletler ortaya çıktı...
Bu köy kalıntılarının ortaya çıkarılmasıyla
anlaşıldı ki Karadeniz, Akdeniz ve Ege'nin henüz
birleşmediği, Marmara Denizi'nin bir göl olduğu
dönemde, bu göl etrafında neolitik dönem insanları
bir köy kurmuşlardı. Buluntular Roma, Bizans ve
Osmanlı İmparatorluğu gibi üç büyük medeniyete ev
sahipliği yapan İstanbul'un ilk sakinlerinin
sanıldığı gibi günümüzden 2 bin 700 yıl önce değil 8
bin 500 yıl önce yerleştiğini gösteriyor...
Ancak, bunlar Başbakan’ı sevindirmedi, aksine
İstanbul Boğazı Karayolu Tüp Geçiş Projesi’nin
Haydarpaşa Limanı'nda düzenlenen temel atma
töreninde konuşan Başbakan Erdoğan “Aslında Marmaray
29 Ekim 2013'e kalmayacaktı. 2010'e yetişebilirdi.
Bize gecikmek yakışmaz, ertelemek yakışmaz. Sürekli
yok arkeolojik şey, yok çömlek çıktı, yok şu çıktı,
yok bu çıktı ile önümüze engeller koydular. Bunlar
insandan çok daha mı önemliydi? Yok kuruluydu, yok
yargısıydı bunlara takılıp kaldık. 3 sene bizi
engellediler. Marmaray'ın işletmeye açıklaması değil
maddi kaybı da ciddi noktada. Bundan sonra engel
mengel tanımıyoruz, bedeli ne olursa olsun.” dedi.
Arkeologlar Derneği, konuyla ilgili yaptığı
açıklamada Yenikapı kazılarının kültür tarih
açısından önemini vurgulayarak Türkiye’nin altına
imza attığı uluslararası anlaşmalara uyması
gerektiğini belirtti.
Bilinmelidir ki; Yenikapı kazılarındaki bulgular
İstanbul'un bir dünya kenti olduğunu bir kez daha
kanıtladı. Kazılar sonucu ortaya çıkan kültür
varlıkları İstanbul'daki denizcilik, ticaret, günlük
yaşam ve topografyaya ilişkin çok yeni bilgiler
sunuyor. Ayrıca, Marmaray ve Metro projeleri
kapsamında yürütülen arkeolojik kazılarda dünyanın
en büyük batık gemi repertuvarına ulaşıldığı
belirtildi. Toplam gemi sayısı 36’ya ulaştı. Bütün
bunların sergilenmesi için müze konusu da gündeme
alındı.
Başbakan Marmaray
kazılarının gecikmesi konusunda serzenişte
bulunurken bir yandan da bir “Çılgın Proje” ortaya
çıktı. Projeye göre Karadeniz ile Marmara denizi
arasında yaklaşık 45 ile 50 kilometre arasında bir
kanal yapılacak ve İstanbul içinden iki deniz geçen
bir şehre dönüşecek. Bu projenin henüz bırakın
kamuoyuna, bilim çevrelerine bile sunulan bir
arkeolojik, ekolojik, sosyolojik çalışma raporu yok.
BM Bilim, Eğitim ve
Kültür Teşkilatı UNESCO'nun 'Dünya Kültür Mirası'nda
yer alan İstanbul'un “Tehlike Altındaki Alanlar”
listesine alınması konusu gene gündemi meşgul etti.
Doğal doku ve tarihi görüntüsünün bozulmamasını
isteyen ve bu amaçla kente gelerek bir dizi
araştırmalarda bulunan UNESCO heyeti, 50 metre
yapılması planlanan Haliç Metro Geçiş Köprüsü'nün
direklerinin 3-4 metre indirilmesini rapor etti.
Haziran ayında UNESCO, Haliç Metro Geçiş Köprüsü ile
ilgili olarak İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne
taslak karar metni gönderdi. Taslak metinde, "Eğer
plan değişiklikleri yapılmazsa İstanbul'un durumu
gelecek yıl tekrar ele alınabilir." deniyor.
Bu arada; Selimiye Camii
ve Külliyesi, UNESCO’nun 2011 toplantısında alınan
kararla ''Dünya Mirası Listesi''ne dahil oldu.
Böylece Türkiye’nin Dünya Miras Alanları Listesi’ne
alınan kültür varlığı sayısı 10’a çıktı. Geçici
Liste’de ise Türkiye’den 26 yer bulunmakta.
İstanbul bir yandan
düzelirken bir yandan bozulmaya devam etti.
Sultanahmet Meydanı’nın trafiğinin düzenlenmesiyle
Yerebatan Sarnıcı otobüslerin yükünden kurtuldu ama
Zeytinburnu'nda tarihi İstanbul surlarının yakınında
yapılan üç gökdelen, kentin Sultanahmet Camii ile
özdeşleşmiş tarihi siluetini boza boza yükseldi.
Adıyaman ile Malatya
arasında süregelen’ Nemrut Dağı kimin’ tartışması
2011’de de sürdü. Aşağıda da okuyacağınız gibi
konunun kazananı 2012'in ilk haftasında Malatya
oldu.
Dünyanın en büyük mozaik
müzesi konumunda olan Gaziantep Mozaik Müzesi yeni
yerinde açıldı. 2008 yılında temeli atılan ve bugün
itibariyle içerisinde konferans salonu ve müze
kısmıyla 30 bin metrekare kapalı alana sahip.
Yurt dışında bulunan
kültür varlıklarının iadesi için yapılan çalışmalar
2011’de de devam etti. Önce Hattuşa sfenksi, sonra
Yorgun Herakles Türkiye’ye geri döndü ve müzelerdeki
yerini aldı.
2011’in kabullenmesi en
zor olaylarından biri İnsanlık Anıtı’nın yıkılması
oldu. Kars Cumhuriyet meydanında yaklaşık 5 bin
kişiye hitap eden Erdoğan, Kars'ta önceki belediye
başkanı Naif Alibeyoğlu tarafından yaptırılan ama
yarım kalan 'İnsanlık Anıtı'nı ucubeye benzeterek
belediyenin burayı yıkacağını ve yerine de güzel bir
park yapacağını söyledi. Eserin yaratıcısı Mehmet
Aksoy ve meslektaşları yapıta hakaretin sanatçıya
hakaret olduğunu ifade ettiler. Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın
Kars'taki tamamlanmamış İnsanlık Anıtı heykeline
"ucube" dediği iddiasıyla başlayan tartışmada
buzları eritmeye niyetli. "Başbakan gecekondulardan
bahsetti" diyen Günay, "Biz hiç kimsenin emeğini
yıktırmayız" sözleriyle de heykeltıraş Mehmet
Aksoy'a destek verdi. Ancak, Başbakan Erdoğan'ın
‘ucube' lafının yanlış anlaşıldığını savunan Bakan
Günay'ın Başbakanın lafını toparlama çabası sonuçsuz
kaldı. Erdoğan ‘Ucube’yi heykel için söyledim'
diyerek söylediklerinin başka bir tarafa
çekilmemesini istedi. Sonunda ”İnsanlık Anıtı” da
Türkiye’nin heykellerinin bahtsızlığından nasibini
aldı, yıkıldı ve heykel sevmeyen ülkenin utanç
listesine eklendi.
Antalya'nın Kaş
İlçesi'ne bağlı Patara antik kentindeki ‘400 villa'
tartışması ortaya çıktı. Üç ayrı koruma statüsü
bulunan antik kentte, 2008 yılında hazırlanan koruma
amaçlı imar planında yapımına onay verilen 400
dolayındaki villaların bir kısmının inşaatı
sürerken, gelişmeye tepki gösteren sivil toplum
örgütleri Patara'da suç işlendiğini öne sürdü.
İstanbul 2010
Avrupa Kültür Başkenti Ajansı ile
Başbakanlık İstanbul Vakıflar Bölge
Müdürlüğü tarafından restorasyonu yapılan,
Tophane’deki tarihi Kılıç Ali Paşa Camii’nde 11 Şubat’ta yangın çıktı. Hemen ardından da Bayezid Camii'nin Hünkar Kasrı çıkan yangın sonucu alev alev yandı.
Yıllardır mezbelelik
halinde duran ve tinercilerin yuvası haline gelen
İznik Roma tiyatrosu yeniden restorasyona alınırken
Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, İznik'teki
Ayasofya’nın Diyanet'in "tekrar cami olarak ibadete
açılması" yönündeki talebini uygun görerek, eserin
ibadete açılmasına izin verdiklerini açıkladı. Orhan
Gazi Vakfı’na ait olan yapı bazı düzenlemeler
yapılarak Kurban Bayramı’nda cami olarak ibadete
açıldı.
Tarihi ve kültürel değeri düşünüldüğünde, sadece
Türkiye'nin değil, dünyanın en önemli birkaç sinema
salonundan biri Emek Sineması’nın yıkılmasına
ilişkin iddialar son haftalarda gündemdeydi. Mmalar
Odası’nın Kültür ve Turizm Bakanlığı'na açtığı dava
Aralık ayı başında sonuçlandı. Karar: Emek'in
yıkılmasına onay verildi. Kamuoyuna yansıyan avan
projeden bildiğimiz ve şirketin yaptığı açıklamaya
göre, Emek Sineması yapılacak yeni alışveriş
merkezinin üst katlarına taşınacak. Şirket, İstanbul
Teknik Üniversitesi'nden alınan bir rapora göre
Emek'in harap halinden ötürü yıkılmak üzere olduğunu
söylüyor. Projelerinde, Emek'i üst katlara taşıyarak
koruyacaklarını iddia ediyorlar. Bu ise Emek'in
yıkılması anlamına geliyor. Ama Kamer İnşaat bu
eylemin ısrarla yıkım olmadığını açıklıyor.
Emek Sineması’nın
yıkılmasını tartışılırken
İstanbul 2 No.lu Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’ndan sessiz
sedasız yeni bir proje daha geçti. 1914 yılında,
kentte sinema salonu olarak inşa edilen ilk bina
olan Majik ile arkasındaki Maksim Gazinosu yıkılıp
birleştirilerek otel ve ticaret merkezi yapılacak. İstanbul’da sinema binası olarak kullanılmak üzere inşa edilmiş ilk yapı olan Majistik’in mimarı İtalyan Giulio Mongeri, ilk sahibi ise Sarıcazade Ragıp Paşa’ydı.
Yılın önemli sergileri
arasında Sakıp Sabancı Müzesi’nde açılan ve beş bin
yıl önce Ege'nin iki yakasını buluşturan Kiklad
teknelerini konu alan “Karşı Karşıya”, İstanbul
Arkeoloji Müzeleri’nde “İmparatorlar”, Topkapı
Sarayı Has Ahırlar Sergi Salonu'nda "İstanbullu Rum
Ressamlar Topkapı Sarayı'nda", Suna ve İnan Kıraç
Vakfı Pera Müzesi’nde ‘Osman Hamdi Bey ve
Amerikalılar: Arkeoloji, Diplomasi, Sanat' ve yine
Sakıp Sabancı Müzesi’ndeki ilk kalıcı resim sergisi
olacak ‘Tanzimattan Cumhuriyete Türk Resmi’ var.
Ayrıca, Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü'ne bağlı
Ankara Resim ve Heykel Müzesi, gerçekleştirilen
bakım çalışması ve artırılan güvenliği ile yeniden
ziyarete hazır hale getirildi.
1997 yılında dönemin
hükümeti tarafından Anıtlar Kurulu üyeliği
Taksim'deki cami tartışmaniyle elinden alınan,
İstanbul'un hafızası, Bizans sanatı konusunda
dünanın en önemli isimlerinne biri olan Prof.Dr.
Semavi Eyice'ye Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat
Büyük Ödülü verildi.
2011’de kaybettiğimiz
değerli isimler arasında yaşayan en büyük İslam
sanatı tarihçisi olarak kabul edilen Prof.Dr. Oleg
Grabar, Trakya Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü öğretim üyelerinden Yrd.Doç.Dr.
İsmail Fazlıoğlu, Türkiye Cumhuriyeti'nin iz bırakan
Maliye Bakanlarından, Orta Doğu Teknik
Üniversitesi'nin kurucusu ve Yaşamı boyunca yüzlerce
arkeolojik eserin kurtarılmasına katkıda bulunan
Kemal Kurdaş, Türk resminin usta isimlerinden Nuri
İyem'in eşi, seramik sanatçısı Nasip İyem,
Hindistan'ın en ünlü sanatçısı ve ressamı Makbul
Fida Husain, Pop Sanat'ın öncü isimlerinden İngiliz
ressam ve kolaj sanatçısı Richard Hamilton ve Ağa
Han Mimarlık Ödülü sahibi 79 yaşındaki Veli Behruz
Çinici var.
2012'ye başlarken her
yılki dileklerimi tekrarlamak istemiyorum, ben
birşey dilemeyeyim bakalım ne olacak?
TAYHaber, Ayşe Didem Özger-Bayvas, 06.01.2012
|
BAKIM ÇALIŞMALARI TAMAMLANDI
Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı'nda 253 bin şehidin anısına 1954 yılında yapımına başlanan ve 1960 yılında ziyarete açılan Çanakkale Şehitler Abidesi'nde yaklaşık 8 ay süren bakım çalışmaları tamamlandı.
4 yıl önce yıkılma tehlikesi sebebiyle ayaklarında güçlendirme çalışması yapılan Şehitler Abidesi'nde 8 ay önce geniş kapsamlı bakım çalışmalarına başlandığını belirten yetkililer, "Çanakkale Boğazı girişinde Hisarlık tepesi üzerinde kurulan 41 metre yüksekliğindeki Şehitler Abidesi'nde bakım ve onarım çalışmaları 2011 yılı Aralık ayı sonu itibarıyla tamamlandı. Yapılan çalışmalarda Şehitler Abidesi'nin tavanındaki cam mozaiklerin sökümü, korozyon ve yapısal hasara uğramış malzeme tespiti, abidenin alt beton onarımları, düşük vizkoziteli yüksek aderanslı primer uygulaması, katodik koruma ile korozyona uğramış yüzeylerin onarımları, epoksi ile çinilerin yapıştırılması, abide üst alanının mevcut kaplamalardan arındırılması, abide üst alanının tamir harcı ile onarılması ve su izolasyonu yapılması ile abide üst alanına yeni kaplama gerçekleştirildi. 1 milyon 300 bin 498 TL'ye mal olan çalışmaların ardından geçici kabul işlemi yapıldı. Şimdi de çalışmalar sırasında kurulu bulunan iskelelerin sökümüne başlanacak" dedi.
Burası Çanakkale 06.01.2012
|
 |
2 BİN YILLIK SİKKE
ARKEOLOGLARI ŞAŞKINA ÇEVİRDİ

İngiltere’nin
başkenti Londra’yı ikiye bölen Thames Nehri’nde
bulunan Roma döneminden kalma sikke, arkeologları
şaşkına çevirdi.
Asıl
mesleği pastacılık olan amatör arkeolog Regis Cursan
tarafından bulunan sikkenin üzerinde, bir kadın ve
bir erkek arasındaki sevişme sahnesi tasvir
ediliyor.
Sikkenin, yaklaşık 2 bin yıl önce Londinium’daki
askerler tarafından geneleve girmek için kullanılan
bir jeton olduğuna inanılıyor.
Cursan,
günümüz madeni paralarına kıyasla oldukça küçük olan
bronz sikkeyi, bir metal detektörü
yardımıyla bulduğunu söyledi. Uzmanlar, paranın
üzerindeki 14 sayısının, jetonu alan askerin ödemiş
olduğu para miktarını gösterdiğini düşünüyor.
Bu da
birinci yüzyılda Romalı bir işçinin aldığı günlük
ücrete denk geliyor.
Londra
Müzesi’nde üç ay sergilenecek olan paranın,
İngiltere’de bugüne kadar bir benzeri bulunmadığı
ifade edildi.
Müze
yetkilisi Caroline McDonald, “Paranın üzerindeki
tasviri görünce güldük ancak genelevde çalıştırılan
kadınların seks kölesi olduğunu düşündüğümüzde üzücü
bir tarafı da var” dedi. McDonald, Londra’da
günümüzde bile seks ticaretinin yapıldığına dikkat
çekti.
Uzmanlar, paranın toprak altında
kaldığı için paslanmadığını belirtti.

Askerlerin jeton olarak kullandığı
paranın üzerindeki tasvir net olarak görülebiliyor.
Hürriyet, 06.01.2012
|
BİZANSLILAR DA AT ETİ
YERMİŞ

700 ü aşkın Bizans dönemi at başından oluşan koleksiyonun dünyada bir benzeri yok. Ancak depolardan taşan buluntular, derme çatma bir yapıda, ilkel koşullarda saklanıyor.
Marmaray için
başlatılan Yenikapı kazılarında yüzlerce yıl
öncesine ait tonlarca hayvan kemiği de bulundu.
Buluntulara göre Bizanslılar ayı oynatıp at eti
yiyordu. İstanbul çevresinde akbabalar yaşıyordu.
Yenikapı arkeolojik
kazılarından elde edilen at kalıntıları
İstanbul Üniversitesi
Veterinerlik Fakültesi’nde incelemeye alındı.
Yaklaşık 7 yıldır devam eden arkeolojik kazılarda
bulunan 700’den fazla at başıyla koleksiyon
oluşturuldu.
Ancak dünyanın tek Bizans atları koleksiyonu,
üniversitenin
Avcılar kampüsünde
derme çatma bir barakada korunuyor!
Yenikapı kazılarında farklı disiplinlerde çok sayıda
bilim adamı çalışıyor. Batıklar üzerinde deniz
bilimciler, ahşap uzmanları, botanik uzmanları,
numizmatikçiler görev yapıyor. Devam eden kazılar
sırasında çok sayıda hayvan kemikleri de bulundu. 55
farklı türden hayvan
İstanbul Üniversitesi
Veterinerlik Fakültesi uzmanlarınca inceleniyor. At,
eşek, katır, kedi, köpek gibi bilindik türlerin yanı
sıra caretta caretta, fil, ayı, akbaba, kılıçbalığı
gibi
İstanbul’a özgü
olmayan ya da nesli tükenmiş hayvan kalıntıları da
bilim adamlarına teslim edildi.
Yaklaşık 10 kamyondan fazla hayvan kemiği Yenikapı
kazı alanından üniversitenin
Avcılar kampüsüne
getirildi. Kazılarda 55 hayvan türüna ait
kalıntılara rastlanırken çarpıcı sonuçlara ulaşıldı.
Bizanslıların at eti yedikleri, ayı oynattıkları ve
bir zamanlar
İstanbul’da
akbabaların yaşadığı belirlendi.
Fakülte binasında kemikleri depolayacak alan
bulunamadı. Fakülte bahçesinde tüplerin depolandığı
küçük bir bina kullanım dışıydı. Önce 40
metrekarelik binanın içi temizlenerek kemik
sandıkları yerleştirildi. Ancak Yenikapı’dan kemik
buluntuları gelmeye devam edince depo alanı ağzına
kadar doldu.
Bunun üzerine projenin başkanı Prof.Dr. Vedat Onar
kendi çabalarıyla binanın etrafını demir - teneke
paravanlarla çevirip üstüne de bir sarkıtma çatı
yaptı. Gelen kemik buluntular sıcak-soğuk hava
akımlarına açık şekilde korumaya alındı.
Elektrik hattını bile kendi imkanlarıyla yaptığını
belirten Onar, çaresizlik içinde çözüm ürettiklerini
belirtiyor. 50 bin liralık bir yatırımla yeni bir
depo yapılabileceğini kaydeden Onar şunları söyledi:
‘‘Maalesef gücümüz buna yetti. Hayırsever bir
sponsor arıyoruz. Çok önemli koleksiyon, bu koruma
yöntemi ile yakında elimizden uçup gider. Kemiklerin
üzerinde korozyon oluşuyor. İklimlendirme ve sabit
sıcaklık ayarı için cihazların alınması gerek. Gelen
yabancı bilim adamları deponun bu haline bile hayran
oluyor. Ancak meslektaşlarıma daha iyi şartlarda bir
sergi mekanını göstermek isterim.’’
Bizans sokaklarında ayı oynatıldığı da bu
araştırmanın sonuçları arasında yer alıyor. Ayı
kalıntıları burunlarında delik, ayrıca eğitimleri
sırasında aldıkları yaraların izlerini taşıyor.
Diğer yandan
İstanbul’da o
tarihlerde akbabaların yaşadığını ortaya çıktı. Çok
sayıda akbaba kalıntılarına rastlandı. Araştırma da
bir başka şaşırtıcı sonuç da çok sayıda caretta
caretta kabuğu bulunması. Onar’a göre bunun iki
açıklaması olabilir. Ya Marmara’da o tarihlerde
caretta yaşıyordu ya da uzun deniz yolculukları
sırasında güçlü protein kaynağı olan kaplumbağalar
yiyecek olarak kullanılıyordu.
Araştırma sonuçlarını dünyadan
uzmanlarla paylaştıklarını belirten Prof.Dr. Vedat
Onar:
‘‘Bilim adamları ile verileri paylaşıyoruz. Aslan ve
kaplan haricinde çok farklı türlerde hayvan
kemiklerine rastladık. Fil ve yavrusu vardı.
Mutemelen limanda yük taşımak için kullanıldı ya da
çevrede bir sirk için getirildi. Filin kemiklerinde
de kasaplık izlerine rastladık. Ancak yediklerini
düşünmüyoum. Parçalayıp hayvanlara yedirmiş
olabilirler. “
“Diğer yandan bir maymun bulduk. O da sanırım liman
da bir kaptanın maymunuydu. Balık türleri çok fazla.
Palamut en çok. Kılıçbalığı, yunus, orkinos yoğun
şekilde görülüyor. Yunus balıklarını avlıyorlar.
Yağından ve etinden faydalanılıyor. Kedi, köpek
kültürü bu günkü gibi sokaklarda doğal yaşıyor.
Köpekler terier cinsi bekçi köpekleri. Hiç iri köpek
cinsine rastlamadık.’’

‘Prof.Dr. Vedat Onar:
Ölen at iskeletlerinde kasaplık izlere rastladık.
Yani kemiklerde satır izleri vardı. Bu, at eti
yediklerini gösteriyor. Atlar ortalama 30 sene
yaşarlar. Ancak burada bulduğumuz atların ortalama
yaşı 8 - 10 yıldı. Çok ilginç geldi. Sonradan
anladık ki yanlış gem vurmak atların damaklarını
deliyor ve oluşan hasar, hayvanların ömürlerini
kısaltıyor.
Radika, Haber: Ömer
Erbil, 06.01.2012
|
|
ZİGETVAR KALESİ
KURTULUYOR
Kanuni Sultan
Süleyman’ın önünde hayatını kaybettiği
Macaristan’daki Zigetvar Kalesi için kurtarma
çalışmaları başladı.
Zigetvar Kalesi’nin
etrafına 2008 yılından
bu yana çökme tehlikesi nedeniyle çekilen
güvenlik şeridi kaldırılıyor. Zigetvar Belediye
Başkanı Janos Kolovics, kalenin onarımına
başladıklarını, kalenin çökmek üzere olmasının
kendilerini ve Zigetvar halkını üzdüğünü, ancak
Macar devletinden gelen yaklaşık 1 milyon dolarlık
maddi kaynakla çalışmaların sürdüğünü kaydetti.
Zigetvar Belediyesi Genel Sekreteri Krisztian
Horvath ise, Zigetvar’ın kardeş şehri
Trabzon ile kale
içinde etkinlik düzenlemek ve kaleyi bir turizm
merkezi yapmak için ortak
proje üreteceklerini açıkladı.
Milliyet, 06.01.2012
|
MÜZELER SIKICI OLMAK
ZORUNDA MI?
Dünyada müzeler,
tarihin ve kültürün sergilendiği sıkıcı mekanlar
olmaktan çıktı. Birer yaşam merkezleri gibi
ziyaretçilerinin gezip, öğrenmenin yanında yemek
yiyebildiği, alışveriş yapabildiği, kültürel
aktivitelere katılabildiği yerler haline geldi.
Türkiye'de ise müzeler bu çizginin bir hayli
uzağında.
Dünyanın en çok
ziyaret edilen müzelerinden Louvre'a (Paris)
gidenler buradaki eşsiz tabloları, mumyaları
ve heykelleri görmenin dışında,
kafeteryalarında kahve içebiliyor,
restoranda yemek yiyip müze mağazalarında
alışveriş yapabiliyor. Müzede sergilenen
eserlerle ilgili envaiçeşit kitap
hazırlanmış. Her yaştan ve anlayıştan
insanın ilgisini çekecek nitelikte. Özel
tasarım hediyelik eşyalar ise fiyatı ne
olursa olsun ziyaretçiler tarafından keyifle
satın alınıyor. Hatta müzede gördükleri
heykelin birebir boyutundaki imitasyonunu da
bulabiliyor. Müze içinde yapılan kültürel ve
sanatsal aktivitelerine de katılabiliyorlar.
Eğitim çalışmalarına da.
Müzeyi
sıkıcılıktan çıkarmak için her türlü detay
düşünülmüş. Ziyaretçinin, tam da dolaşmaktan
yorgun düştüğünü hissettiği anda karşısına
hem de eşsiz bir tablonun veya heykelin
önünde, evindekiler kadar rahat bir kanepe
çıkıyor. 7 bölümden oluşan müzede belli
aralıklarda kafeteryalar konulmuş,
dikkatlerin dağıldığı, kan şekerinin düştüğü
yerde, ziyaretçilerin müze manzarasına karşı
kahve içip tatlı yiyebileceği kafeler. Tüm
bu ayrıntılar Louvre'u tarihin ve kültürün
sergilendiği bir müze olmanın ötesinde yaşam
ve kültür merkezi haline getiriyor. Bu
sebeple de Louvre'un heybetli taş binası
modern ve büyük alışveriş merkezlerini
aratmayacak bir hareketliliğe sahne oluyor.
Londra'da British Müzesi de aynı şekilde.
British'e giriş ücretsiz. Ama öyle sosyal ve
kültürel imkanlar sunuyor ki zaten para
harcamadan çıkmıyorsunuz.

Sıkıcı
müzelerin yerini yaşam ve kültür merkezi
müzeler aldı
Dünyada
müzecilik anlayışı, tarihi ve kültürel
eserlerin sergilenmesi konseptinin dışına
çıktı. Artık müzeler bir yaşam ve kültür
merkezi gibi işliyor. Türkiye'de ise bu
konseptten oldukça uzak yapıdalar. Özel
müzeler satış mağazaları ve kültürel
aktiviteleri ile bunu aşmaya çalışıyorlar
ama Topkapı Sarayı gibi kamu müzeleri için
bunu söylemek zor. Pera Müzesi Müdürü Özalp
Birol, Topkapı Sarayı'nı oluşturan yapıların
da birer müzelik eser olduğuna dikkat
çekerek, "Bakanlık ve Topkapı Sarayı
yönetimi ve çalışanları, koşulları çağdaş
müzeciliğe çok da uygun olmayan bir yapılar
bütünü içinde Türkiye'nin en büyük ve
görkemli müzesini ayakta tutmaya
çalışıyorlar. Bunu da, özel müzelere kıyasla
çok daha kısıtlı olanaklarla yapmaya
çalışıyorlar." diyor ve ekliyor: "Ama bu
konuda gelişmiş Batı ve Uzakdoğu ülkeleriyle
aramızda bir hayli fark var." Ve bu farkı
kapatmak için doğru insana, bilgiye ve
teknolojiye yatırım yapmak, yani yarının
donanımlı müze yöneticilerini yetiştirmek
gerekiyor. Birol, mevcut müzelerin çok
işlevli bir platform ya da çağdaş bir yaşam
merkezi haline getirmenin kolay iş
olmadığını düşünüyor. Çünkü öncelikle bina
ve koleksiyon sorunlarının çözülmesi
gerekiyor. Diğer taraftan, müzecilik ve müze
yönetimi, ülkemizde görece yeni olgular.
Sosyal
müzeler için para şart
Türkiye'de
müzelerin, çağdaş müzecilik anlayışına göre
revize edilmesinde özel sektör daha
avantajlı. Çok daha çabuk karar alabiliyor,
mali kaynak sorunu daha az ve özel müzelerin
büyük çoğunluğu daha uygun koşullarla
nitelikli eleman istihdam etme imkanına
sahip. Kısa sürede doğru stratejileri hayata
geçirerek yol alabiliyorlar. Kültür
Bakanlığı'nın son yıllarda müzecilik
anlamında ciddi bir atak yaptığını söyleyen
Birol, her şeye rağmen kamunun bu konuda
ciddi problemleri olduğuna dikkat çekiyor.
Aslında iş dönüp dolaşıp paraya geliyor.
Devletin bu alandaki bütçesini ve Birol'a
göre kamu kuruluşlarının özel sektörle
verimli işbirliği geliştirerek mali kaynak
yaratmayı öğrenmesi gerekiyor.
Sıkıcı
müzecilikten kurtulmak için zihniyet
değişimine ihtiyaç var
Uzun zaman müzik
müzesi kurmak için uğraş veren etnomüzikolog
(müzik tarihçisi ve arkeoloğu) Oğuz Erbaş,
Türkiye'de müze anlayışının dünya
standartlarının çok altında olduğunu
söylüyor. Ülkemizde müzecilik anlayışının
yeniden değerlendirilmesi gerektiğini
düşünen Erbaş'a göre en büyük problem de
anlayış ve bütçe eksikliği. Erbaş, müze
çalışanlarının ve yöneticilerinin dünya
standartlarından haberdar olmadığı
kanısında. Bu sebeple müzelerde çalışanların
dünyayı görmesi, müzecilik vizyonunu
geliştirmesi gerekiyor. Hatta belki de
kadroların yenilenmesi. Erbaş,
yönetmeliklerin ve yasanın da değişmesinden
yana. Müzelerin kültürel ve sosyal hayata
katkı sağlayacak bir merkez haline gelmesi
için zihniyet değişimine ihtiyaç olduğunu
düşünen Erbaş, müzik müzesi kurmak için epey
uğraş verdi. Fakat kuramadı. Sebebini
açıklarken söyledikleri Türkiye'deki
müzecilik anlayışının trajedisini ortaya
çıkarıyor: "Çok eskilerden kalma
yönetmeliklerle yürütülüyor her şey.
Bürokratik engeller çok fazla, bir sürü
prosedür var ve bunlarla hiçbir şey
yapamazsınız. Türkiye'de konsept müzesi
yapamazsınız mesela. Buna izin vermezler.
Ülkemizde müzelere giriş ayrı bir problem,
çıkış ayrı. Zaten girince hemen çıkın
istiyorlar. Değil müzede organizasyon
yapmak, müzeleri yaşam ve kültür merkezi
haline getirmek, gezmek bile çok görülüyor."
Zaman Cuma, Haber:
Gülizar Baki, 06.01.2012
|
TARİHİ MEDRESE 2013'DE
AÇILACAK
Vakıflar Bölge
Müdürü Kenan Ungan, geçtiğimiz yıl başlatılan Çifte
Minareli Medrese restorasyon çalışmalarının 2013
yılında sona ereceğini ifade etti.
Erzurum Vakıflar Bölge Müdürü Kenan Üngan 2011 yılı
içerisinde Alipaşa, Şenkaya Bardız Köyü'nde bulunan
Aslanpaşa Camii ve Uzundere Merkez caminin
tadilatlarının tamamlanıp hizmete açıldığını ifade
etti.
Şehir merkezinde yapımı süren Vakıflar İş
merkezinin inşaatının bitme aşamasında olduğunu
ifade eden Üngan merkezin bu yıl içerisinde hizmete
açılacağını belirterek, yakın zamanda kiralama
ihalelerinin yapılacağını ifade etti. Kiralama
konusunda çeşitli spekülasyonların yapıldığını
söyleyen Vakıflar Bölge Müdürü Kenan Üngan ihaleler
dışında hiçbir şekilde kiralama veya satışta bulunma
ihtimalinin söz konusu olmadığını belirtti.
Vakıflar Bölge Müdürü Kenan Üngan Tarihi Çifte
Minareli Medrese’nin tadilatı ile ilgili de bilgi
vererek projenin iki kez ihaleye sunulduğunu ve bu
sebeple zaman kaybına uğrandığını öne sürdü. Çifte
Minareli Medresenin 2011 yılının onuncu ayında
yapımına başlandığını ifade eden Üngan “Bu yıl
içerisinde büyük bir mesafe kat ederek 2013 yılı
içerisinde tamamen bitirmeyi planlıyoruz. Kış ayı
içerisinde projenin kaba taslak halinin tamamlayıp
yaz ayları içerisinde de tadilatın önemli bir
kısmını tamamlayıp 2013 yılı içerisinde tamamen
bitirmeyi hedefliyoruz” diye konuştu.
Erzurum Gazetesi, 06.01.2012
|
HEYKEL AÇIKLAMASI

Düzce Üniversitesi
yerleşkesinde bulunan ve basında 'Siyonist Simgeler'
taşıdıkları yönünde yer alan haberlerle ilgili
olarak yazılı bir açıklama yapıldı. Açıklamada
heykellerin isimleri ve anlamlarına ilişkin bilgiler
verildi.
Düzce Üniversitesi Rektörlüğü tarafından yapılan
açıklama şöyle: Üniversite Yerleşkemizi sanatın
farklı boyutlarıyla zenginleştirmek amacıyla 23
Ağustos – 5 Eylül 2010 tarihleri arasında
üniversitemiz Merkez Yerleşkesi’nde gerçekleştirilen
I. Taş Heykel Sempozyumu süresince heykel
sanatçıları tarafından ortaya çıkan eserler, merkez
yerleşkemizin çeşitli alanlarına
konumlandırılmıştır. Bir süredir basında bu
heykellerin siyonist simgeler taşıdıklarına ilişkin
haberler yayımlanmaktadır.
Heykel sempozyumu gerçekleşmeden ve heykeller
yapılmaya başlanmadan önce farklı heykeller
arasından seçim yapılması için birçok eskiz
üniversitemizin tüm akademik ve idari personeline
e-posta yoluyla gönderilmiş ve üniversite
personelimizin beğenisine sunulmuştur.
Personelimizden gelen geri bildirimler sonucunda
seçilen beş adet eser, konusunda uzman
heykeltıraşlar tarafından yapılarak tamamlanmıştır.
Bu süreçte eserlere ilişkin herhangi olumsuz bir
tepki olmamıştır.
Eserler yerleşkemizin çeşitli alanlarına
yerleştirildiğinde yerel basında çıkan benzer
iddialar sebebiyle eser sahiplerinden bilgi alınarak
24 Eylül 2010 tarihinde basın açıklaması
yapılmıştır. 24 Eylül 2010 tarihli basın
açıklamasında da belirtilen bu eserlerle ilgili
olarak sanatçıların yaptığı açıklamalar aşağıdadır.
Merkez Yerleşkede yer alan Heykeltıraş Ayhan
Yılmaz'a ait ‘Anadolu’ heykeli, Anadolu kültüründeki
inanışlarla ilgili kavramlara göndermelerde bulunan
bir çalışma olarak tasarlanmıştır. Anadolu Halk
sanatında yer alan el ve göz sembolü, aynı zamanda
nazara karşı etki gücünü ve derin anlamları ifade
etmektedir. Göz bilgiyi, enerjiyi, aydınlanmayı aynı
zamanda mistik ve ilahi olanı ortaya koymaktadır.
Gören göz ya da kalp gözü olarak nitelenen bu
sembolik anlayış, çağdaş bir heykel tasarımı olarak
somutlaşmaktadır.
Merkez Yerleşkede Ortak Yaşam Alanı içerisinde
konumlanan heykeltıraş Ferit Yazıcı'ya ait ‘Aklın
Yolculuğu’ adlı eserde küp, aklı; tekerlek ise
insanoğlunun en önemli icadını temsil etmektedir.
Formdaki denge unsuru ise barışın ne kadar hassas
bir dengede korunduğunu ifade etmektedir. Sadece
insanoğluna bahşedilen en önemli özellik olan aklın,
barışı sağlamak için dengeyi koruma çabası sembolize
edilmeye çalışılmıştır.
Merkez Yerleşkede Orman Fakültesi önünde yer alan
Heykeltıraş Okan Sabuncular'a ait ‘Sensin’ heykeli,
kadının özgürleşmesinin dinamik öğeler kullanılarak
tasvir edilmesidir.
Merkez Yerleşkede Mühendislik Fakültesi bahçesindeki
heykeltıraş Gönül Demirhan'a ait ‘Hayat Ağacı’
isimli heykel, gündoğumu, günbatımı ve içinde
bulunduğumuz anı, doğumun, ölümün, yaşamın
döngüsünün ve sürekliliğinin insan formuyla, insan
formunun ise ağaçla özdeşleştirilerek farklı
sembollerle ifade edilmesi anlamını taşımaktadır.
Son olarak Merkez Yerleşkede Merkezi Dersliklerin
önünde yer alan heykeltıraş Nesrin Karacan'a ait
‘Adını Sen Koy’ isimli heykel ise, yerleşkenin
dinamizmini yansıtmaktadır. Genç insanlar
bulundukları eğitim ve kültür ortamında daima bir
dinamizm meydana getirirler. Üniversitenin renkleri
ile gençliği temsil eden sıcak renkler yerleşkenin
dinamizminin doğru karşılıklarıdır.
Eserler hakkında sanatçıları tarafından yapılan bu
açıklamalar basında bir süredir yer alan haberler
nedeniyle kamuoyunun bilgisine tekrar sunulmaktadır”
denildi.
Düzce Damla, 05.01.2012
|
TÜRK PİRAMİTLERİ
EZBERLERİ BOZACAK

Çin'in orta kesimindeki
Şaanşi eyaletinin başkenti Şian şehrinin 100
kilometre yakınında bulunan Çin piramitleri hakkında
araştırmalarda bulunan ve piramitlerin içine giren
ilk Türk araştırmacı yazar Oktan Keleş,
piramitlerdeki materyallerin Türk
tarihi açısından büyük
önem arz ettiğini ve "bütün ezberleri bozacak kadar
dünya
tarihi açısından önemli
olduğunu" söyledi.

"Beyaz
piramitler" ya da "Türk piramidi" diye de anılan
piramitlere giren ve orada araştırmalarda bulunan
Keleş, "Buradaki materyaller konunun uzmanları
tarafından incelendiğinde şunu söyleyebiliriz:
Tarihin tekrar yazılması
gerekebilir" dedi ve piramitlerdeki materyallerin
Türk tarihi açısından
büyük önem arz ettiğini
belirtti.

Keleş, bölgeye daha önce
de araştırma yapmak için başkalarının gittiğini
ancak araştırmacıların görüntü almasına izin
verilmediğini ve şimdi yayımlanan
fotoğrafların, "şu ana
kadar yayımlananlar arasında bir ilk" olduğunu
vurguladı.

Yaşlı bir Çinli
rehberliğinde piramitlerin iç kısımlarına
girdiklerini belirten Keleş, piramitlerin içinde
Türklere ait olduğunu düşündükleri sembol,
heykel ve tabletler
olduğunu kaydetti.

Keleş, kendilerinin
ortaya koyduğu deliller karşısında Çinli
yetkililerin, "Eski dönemlerde Uygurlar, Çinliler
adına paralı asker
olarak görev yapıyorlardı. Buradaki semboller ve
işaretler onlardan kalma" dediğini aktardı ve "Bu
düşünce tabii kendilerine ait" diye
konuştu.

Piramitlere giderken ve
piramitlerin içinde yaşananları aktaran Oktan Keleş,
yaşlı bir Çinli rehber eşliğinde piramitlere yakın
bir yerden doğal bir
mağaranın içerisinde girdiklerini ve karanlıkta
40-50 metre kadar yürüdüklerini anlatarak, "Mağarada
3 kanallı bir girişe
geldik. Sonra dikey bir yerden 7-8 metre aşağı
kaydık. Geniş bir alana
geldiğimizde Çinli rehber bize 'Piramidin içindeyiz'
dedi" diye konuştu.

Keleş, piramidin tabii
bir oluşumun üzerine inşa edildiğini belirtti ve
Çinli rehber eşliğinde bir mezar odasına
ulaşıldığını aktardı.
Mezar odasında yerde
boyu 2 metreye yakın bir mumya olduğunu belirten
Keleş, mumyanın başında bulunan bir kayada çeşitli
işaret ve yazıların yanı sıra "ay yıldız, kurt
başları" gördüklerini söyledi. Keleş, alana ışık
tutulduğunda "şoke olduklarını" ve "3 metre
boylarında, muhtemelen granit taştan yapılma bir baş
heykeli" ile karşılaştıklarını kaydetti.
Keleş, heykelin üst
kısmında çift boynuza benzer bir objenin
bulunduğunu, kafasının ortasında da bir "ay-yıldız"
simgesinin göze çarptığını anlattı. Heykelin yanında
da kucağında çocuk olan başka bir kadın heykelinin
ve yerde bir mumyanın bulunduğunu belirten Keleş,
şöyle devam etti:

"İhtiyar Çinli,
dizlerinin üzerine çöküp bir şeyler mırıldanıyor.
Gördüğümüz mumya bir erkeğe ait. 30 sene kadar önce
yüzü daha net seçiliyormuş hatta ayaklarında çizmeye
benzer şeyler olduğunu söylüyor, yaşlı Çinli.
İçeride yaklaşık 7-8 dakika kadar kaldık ki, ihtiyar
Çinli acele çıkmamız gerektiğini işaret ediyor. Biz
biraz daha kalıp, etrafı iyice incelemek istiyoruz.
Yaşlı Çinli sertleşiyor, teklifimizi kabul etmiyor.
Aşağı doğru merdivenle inilen bir yer görüyoruz ve
oraya inmek istiyoruz. Yaşlı Çinli, 'oraya inişin
çok zor olduğunu, indikten sonra çıkışın daha da zor
olduğunu, buradan acele çıkmamız gerektiğini'
söylüyor. Çinli'nin bu kadar telaşlı olmasından ve
sinirlenmesinden dolayı aşağı inemedik. Ancak
fenerle şöyle etrafı bir taradığımızda, duvarlarda
yazılar ve şekillerle üst üste dizilmiş ve
birbirlerine yapışmış tabletleri gördük daha
fazlasını seçemedik."
Keleş, yaşlı Çinlinin
verdiği bilgiye göre, mumyanın yüzünün önceden daha
net olduğunu, ancak zaman içerisinde köylülerin
mumyanın bazı parçalarını koparması nedeniyle
bozulmaya başladığını söyledi.
Çift boynuzlu granit
taştan üç metrelik baş figürünü sorduklarında ise
şaşırtıcı bir cevap aldıklarını belirten Oktan
Keleş, Çinli'nin "O sizin atanız Oğuz Kağan'ın
temsili suretidir" dediğini nakletti.
Keleş, Çinli'nin
piramidin alt kısmında başka bir mumya olduğunu ve
onun hiç bozulmadığını ileri sürdüğünü, ayrıca var
olan binlerce tabletten bazılarının zaman içerisinde
aşınarak birbirine yapıştığını söylediğini aktardı.
Piramitlerin bulunduğu
bölgenin yasak olduğuna dair söylentilerin sorulması
üzerine Keleş, bölgenin tamamen yasaklanmış bir
bölge olmadığını, ancak içeride araştırma ve çekim
yapmak konusunda izin verilmediğini belirtti.
Keleş, özellikle Alman
bilim adamlarının yaptığı çalışmaların "oldukça
önemli" olduğunu, ellerinde bazı bilgiler olmakla
beraber görüntü olarak kanıt sunamadıklarını
vurgulayarak, "Bildiğimiz kadarıyla bizim
yayımladığımız görüntüler bu alanda en kapsamlı
görüntüler olma özelliğine sahiptir" diye konuştu.
Şian şehrinin 100
kilometre yakınında bulunan Çin piramitlerinin,
diğer adıyla "Türk piramitlerinin" keşfi konusunda
birçok iddia bulunuyor.

Bunların arasında en
yaygın olanı ise İkinci Dünya Savaşı sırasında
Amerikalı pilot James Gaussman'ın Hindistan'dan
Çin'e uçarken piramitleri gördüğüne dair iddialar
olmasına karşın, bu iddiaları doğrulayacak bir kanıt
bulunmuyor.
Gaussman'ın iddialarının
aslında Trans World Havayolları'nın Uzak Doğu
yöneticisi Binbaşı Maurice Shehan'a ait olduğu
düşünülüyor.

Keleş, Gaussman'ın
bölgedeki piramitleri görmesinin ardından Alman
araştırmacı yazar Hartwig HausDorf'un bölgeye
gittiğini ve piramitler hakkında birçok materyal
topladığını aktardı.
Keleş, Hausdorf'un bu
piramitlerde, ön Türklere ait "yazılar ve çok
değişik mumyalar olduğunu" söylediğini, ancak
bunları delillendiremediği için bilgilerinin
kuşkuyla karşılandığını belirtti.
Piramitlerin sayısının
irili ufaklı 100 civarında olduğu belirtilirken, söz
konusu piramitlerin kime ait olduğu ve içindekiler
hakkında kesin bilgi bulunmuyor.

Sabah, 05.01.2012
|
SÜLEYMAN'I AĞIRLAYAN
KONAK, SANATA HİZMET EDİYOR

Adana'da Kanuni
Sultan Süleyman ve 4. Murat'ın da misafir edildiği,
Topkapı Sarayı'ndan daha eski olan Ramazanoğlu
Konağı, bugün ÇÜ Kültür Merkezi olarak
konferanslara, sergilere ve konserlere evsahipliği
yapıyor.
Kanuni Sultan Süleyman
ve
4. Murat gibi ünlü
Osmanlı padişahlarını ağırlayan dünyanın en eski
sivil mimarlık örneklerinden birisi olarak
gösterilen Adana'daki
Ramazanoğlu Konağı,
Çukurova Üniversitesi
tarafından kültür merkezi haline getirilerek, kültür
ve sanatın hizmetine sunuldu.
Çukurova Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Türk İslam Sanatları Tarihi
Anabilim Dalı Başkanı,
Ramazanoğlu Konağı
Kültür Merkezi Müdürü Yrd. Doç.Dr. Gözde
Ramazanoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
Selçuklular'ın ardından beylikler döneminin
başladığını, Ramazanoğulları Beyliği'nin de Osmanlı
ile eş dönemli olarak kurulduğunu, Yavuz Sultan
Selim'in Mısır seferi dolayısı ile bölgeye gelmesi
üzerine biatla Osmanlı Devletine bağlandığını
anlattı.
Ramazanoğlu, Ramazanoğulları Beyliği'nin
Osmanlı İmparatorluğu'na
bağlanmasına rağmen, babadan oğula geçen beylik
unvanının uzun yıllar devam ettiğini, 1609'da ailede
yetişkin erkek olmadığı için merkezden vali tayin
edildiğini söyledi.
Beylik döneminde saray selamlığı olarak
Ramazanoğlu Konağı'nın
inşaa edildiğini ifade eden Ramazanoğlu, şunları
kaydetti:
''Beylik dönemi sarayının selamlık binası 1360-1390
yılları arasında inşa edilmiş. Saraylar iki bölümden
oluşuyor. Harem ailenin yaşadığı yer, selamlık da
resmi işlerin yapıldığı yer anlamına geliyor.
Üniversitemizin kültür merkezi olarak kullandığı bu
bina sarayın selamlık bölümü. Genellikle harem
olarak algılanıyor çünkü, yukarıda bir kafesli
odamız var, o padişahın aşağıdaki toplantıları
izlediği,
Topkapı Sarayı'nda
bulunan odanın bir benzeri. Kafesli oda olunca
haremmiş gibi algılanıyor ama aslında binamız
selamlık binası, resmi işlerin yapıldığı yer.
Ramazanoğlu Beyliği döneminin saray selamlığı olan
konak, 14. yüzyıldan kalma dünyadaki ender sivil
mimarlık örneklerinden biri, eğer bu bina batıda
başka bir Avrupa ülkesinde olsaydı buna şato
diyecektik. Şöyle bakmak lazım, mesela bir kilise ya
da cami hasar gördüğü zaman hemen onarılır. Fakat
evler, saraylar onarılmıyorlar. Yenisi yapılıyor
başka şekilde yaşanmaya başlanıyor. Bu nedenle bu
bina dünya mimarlık tarihi açısından da önemli.''
Ramazanoğlu, konağın
Topkapı Sarayı'ndan
daha eski bir geçmişe sahip olduğunu, Edirne'deki
ilk Osmanlı Sarayı'nın yıkılmış durumda olduğunu, bu
nedenle Türkiye'de de halen kullanılan, ayakta
duran, kullanılabilir durumda en eski ve tek örnek
olduğunu vurguladı.
Binanın çeşitli tarihlerde tamir ve restorasyonunun
yapıldığına dikkati çeken Ramazanoğlu, ''Bina
sürekli tamirlerle yaşıyor. Son olarak Vakıflar
tarafından restorasyonu yapıldı. Vakıflar Genel
Müdürlüğü ve Bölge Müdürlüğü tarafından 2008'in
sonunda restorasyonu tamamlandı, sonra da
Çukurova Üniversitesi
burayı kiraladı. Şimdi
Çukurova Üniversitesi'nin
kültür merkezi olarak Adanalılara ve ziyaret etmek
isteyen herkese hizmet veriyor'' dedi.
Ramazanoğlu, konakta
Kanuni Sultan Süleyman
ve
4. Murat'ın da
ağırlandığını yaptığını anlatarak, şöyle devam etti:
''Devlet başkanlarının sarayda ağırlanması geleneği
var, mesela şimdi Dolmabahçe Sarayı'nda resepsiyon
veriliyor. Cumhurbaşkanımız, İngiltere'ye gittiği
zaman Buckingham Sarayı'nda ağırlanıyor. Aynı
geleneğin devamı. Ramazanoğulları, Osmanlı'ya
bağlandıktan sonra burası yönetim merkezi olarak
kullanılıyor.
Kanuni Sultan Süleyman
Irak seferi dönüşü Matrakçı Nasuh ile birlikte 15,
16, 17 Aralık 1535'de bu binada misafir ediliyor.
Kanuni Sultan Süleyman'ın
kaldığı yer, bir başoda niteliğinde. Eski binalarda
ikinci katlarda hamam olmaz. Çünkü henüz motor
pompaları, elektrikli sistem olmadığı için ikinci
kata su çıkartmak bir sıkıntıdır. Burada ikinci
katta bir hamam var.
Kanuni Sultan Süleyman'ın
kaldığı odanın hemen yanında, özel tek kişilik
minicik bir Türk hamamı var.
Kanuni Sultan Süleyman
geleceği zaman onu daha iyi ağırlayabilmek için
yapılmış. Ayrıca, hem içeriye, divanhaneye hem
dışarıya penceresi olan meclis toplantılarının
izlenebildiği kafesli bir oda bulunuyor. Orayı şimdi
küçük bir müze gibi kullanıyoruz.
4. Murat da Bağdat
seferi dönüşünde burada misafir ediliyor.''
Son olarak Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve eşi
Hayrünnisa Gül'ün de konağı gezdiğini belirten
Ramazanoğlu, ''Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül
Adana'yı ziyarete geldiğinde devlet başkanlarını
sarayda karşılama geleneğine dayanarak,
üniversitemiz kendilerini burada ağırlamayı
başardı'' diye konuştu.
Ramazanoğlu, konakta rektörlük kabul salonu olarak
kullanılan odanın, ünlü şair ve Adana Valisi Ziya
Paşa tarafından da kullanıldığını belirterek, ''Ziya
Paşa'dan sonra Hacı Hasan Efendi vali oluyor. Onun
Valiliği döneminde de kabul salonu olarak
kullanılıyor. Hacı Hasan Efendi'nin eşi Emetullah
Hanım, Osmanlı'nın ilk hanım öğretmenlerinden
birisi. Onun yazmış olduğu hatıralar var, öğretmen
de olduğu için tabii bilinçli olarak yazılmış. Onun
hatıralarına göre bu oda mümkün olduğu kadar aslına
benzetilerek tekrar tefriş edildi. Odadaki bir perde
kornişimiz orijinal, 1800'lü yıllara dayanıyor''
dedi.
Gözde Ramazanoğlu, konağın bir külliye içinde yer
aldığını, çevresinde de halen ayakta duran tarihi
yapıların yer aldığını vurguladı.
Bu nedenle konağın ve çevresinin turistlerin de
ilgisini çektiğini belirten Ramazanoğlu, şunları
kaydetti:
''Konağın içinde bulunduğu külliyede Ulu Cami,
Süleymaniye Medresesi'nden sonra gelen Ramazanoğlu
Medresesi, tarihteki ilk darülaceze konumundaki
imaret, hastane konumundaki şifahane bulunuyor. Her
isteyene yemek verilen imaret bugün okul olarak
kullanılıyor. Piri Paşa'nın vakfiyesinde diyor ki;
'İmarette gelip buraya ihtiyacım var diyenlere git
denmesin.' Böylece imaretin bir kısmı tarihte ilk
darülacezeye dönüşmüş oluyor. Medrese 16. yüzyıldaki
en üst düzeydeki eğitim kurumlarından bir tanesi.
1540 yılında inşa edilen medrese, Süleymaniye
Medresesinden bir derece aşağıda sadece.
Cami dış kapıdaki tarihi kitabesine göre 1508'de
yapılıyor. Sonra ilavelerle devam ettiriliyor,
1541'e kadar yavaş yavaş eklemelerle diğer kapısı
tamamlanıyor. Ulucami eşsiz İznik çinileri ile
donatılıyor. Adeta çini müzesi görünümünde. Külliye
içinde darüşşifa yani hastane var. Tarihi 1541'e
kadar uzanıyor. Sarayın harem bölümü ise yıkılmış.
Temelleri medrese ile selamlık arasında bulundu.''
Gözde Ramazanoğlu, Çukurova Üniversitesi'nin
kiralamasından sonra konağın, Ramazanoğlu Konağı
Kültür Merkezi adıyla şehre hizmet veren bir yer
haline dönüştürüldüğünü söyledi.
Bütün külliye üzerinde alan yönetimi uygulandığını
belirten Ramazanoğlu, ''Binada her Cumartesi
konferanslar düzenleniyor. Ayrıca, klasik Türk Sanat
ve Batı Müziği konserleri oluyor. Adanalıların
önemli bir ihtiyacını karşılıyor'' dedi.
Ramazanoğlu, konağın, ''Hanımın Çiftliği'' adlı dizi
filmin bazı bölümlerinde de kullanıldığını söyledi.
Ramazanoğlu, ayrıca konağı gezip, tarihiyle ilgili
bilgi almak isteyenlere de yardımcı olduklarını
vurguladı.
Habertürk, 05.01.2012
|
KAYIP AFRODİT HEYKELİ BULUNDU
Yıllardır kayıp olan MÖ 5. yüzyıla ait Zeus'un kızı güzellik kraliçesi Afrodit'in heykeli, Kırşehir polisinin başarılı operasyonuyla ele geçirildi.
Kaçakçılık ve Organize Şube Müdürlüğü ekipleri, Ankara-Kayseri karayolunda şüphelendikleri 38 plakalı otomobili durdurdu. Kimlik kontrolü yapan ekipler, araç içerisinde poşete sarılmış bir şey olduğunu fark etti. Poşeti açan ekipler, içerisinde bir heykel buldu. Kültür ve Turizm Bakanlığı uzman ekipleri, heykelin yıllardır kayıp olan güzellik kraliçesi Afrodit'e ait olduğunu belirledi. Paha biçilemeyen heykel, müze müdürlüğüne götürüldü. Afrodit heykelini kaçırmaya çalıştıkları iddia edilen H.Ş. ve O.T., ifadesi alınmak üzere gözaltına alındı. Şahısların araçlarında yapılan aramada bir adet ruhsatsız tabanca bulundu. Konuyla ilgili soruşturma çok yönlü devam ediyor.
Zaman, Haber: Aykut Aktaş, 05.01.2011
|
 |
İSKİLİP'İN TARİHİ KAPILARI HARİTAYLA GEZİLECEK

Çorum'un İskilip
İlçesi'ndeki tarihi evler, doğal
yapısına uygun olarak restore edilerek, adeta
betonlaşmaya direniyor. Tarihi değerlerini
koruma altına almayı amaçlayan İskilip
Belediyesi'nin bunun yanı sıra bir de kapı
projesi var. Bu kapsamda evlerin kapıları
numaralandırılıp harita çıkarılacak. Böylece
İskilip'e gelenler, ellerindeki haritayla tarihi
kapıları bizzat yerinde görme imkanı bulacak.
Hayatın ve insanlığın içinden geçtiği
vazgeçilmez yapıdır kapılar. Geçmişin
izlerini günümüze taşıyan birçok tarihi
kapı, bulunduğu yörenin kültür mirasını da
sunuyor. Çorum'un İskilip İlçesi'ndeki
betonlaşmaya karşı direnen İskilip evlerinin
kapıları ve kapı tokmakları, Anadolu
insanının nezaketini yansıtıyor. İskilip
Belediyesi, bu tarihi değerleri koruma
altına alıyor. Kayıt altına alınarak
numaralandırılan kapı ve tokmaklar için
harita çıkartılacak. İskilip'i ziyaret
edenler, numaralandırılmış kapıların
haritasıyla tarihi kapıları bizzat yerinde
görme imkanı bulacak. Kapılardaki
tokmakların hikayesi ise Anadolu insanının
inceliğini gözler önüne seriyor. Kapılarda
kalın ve ince, iki tokmak bulunuyor. Kalın
tokmağın sesi tok çıkıyor, ince tokmak ise
tiz sesli. Tok sesli tokmakla kapı çalınırsa
ev sahibi bilir ki kapıdaki misafir erkektir
ve kapıyı erkek açar. İnce ses ise kapıyı
çalanın kadın olduğuna işaret eder ve kapıyı
evin hanımı açar. Yine kapıyı çalan akraba
veya aileye yakın biriyse ince sesli
tokmağı, yabancı ise kalın sesli tokmağı
çalar. Ev sahibi, evdeki durumu ona göre
belirler. İskilip Belediyesi, kapı ve kapı
tokmaklarıyla birlikte tarihi ahşap evleri
de korumaya alıyor. Bir yandan tarihi
evlerin doğal yapısına uygun restorasyonunu
yaparken diğer yandan 'Kapı Müzesi'
projesini hayata geçiriyor. Kapı tokmakları
ise restorasyonu tamamlanan ve Kültür Müzesi
olarak dizayn edilen İskilip evinde
sergilenecek.
Haziran ayında ise İskilip
Kültür Sanat Etkinlikleri çerçevesinde
'Kapıların Dili Sergisi' düzenlenecek.
İskilip Belediye Başkanı Numan Sezer, kapı
tokmağının İskilip'te hala devam eden
ataerkil yaşam tarzında önemli yer tuttuğunu
ve zamana göre beldedeki sosyal, kültürel
kimliği belirlediğini söylüyor.
Zaman, Haber: Ayşe Tosun, 05.01.2011
|
EROS BAŞI DA YOLDA

Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay,
yurt dışına kaçırılan tarihi eserlerle ilgili
takiplerinin bu yılki en önemli gündem maddelerinden
biri olduğunu belirterek, ''İngiltere'den gelecek
olan bir eser biliyorum. Bir
Eros başı konusunda
anlaştık. ABD'den gelebileceğini tahmin ettiğim bir
kaç eser var. Bu yıl içerisindeki en önemli gündem
maddelerimizden biri de bu İznik Çinileri'nin
ülkemize dönmesi olacak'' dedi.
Günay, Bakanlığının 2012 hedeflerine ilişkin, AA
muhabirlerinin sorularını yanıtladı.
"Yurt dışındaki tarihi eserlerin takibi konusunda
son yıllarda ciddi gelişmeler yaşandı. Yakın zamanda
ülkemize iadesi yapılacak bir eser var mı? Varsa
hangi ülkeden gelecek?" sorusuna:
"Bizim İngiltere'de, Fransa'da, Amerika'da, bazı
başka ülkelerde takip etmekte olduğumuz eserler var.
Burada şöyle bir ayrım yapmak isterim. Bizim
yakaladığımız ve tespit ettiğimiz, yargı yoluyla
almaya çalıştıklarımız var. Dışişleri ve Adalet
Bakanlıklarının katkısıyla ya da doğrudan doğruya
diplomatik yollarla almaya çalıştıklarımız var.
Şimdi söz ettiklerim; diplomatik yollarla almaya
çalıştıklarımız... Biz hem Yorgun Herkül Heykelinin
üst yarısını, hem de Boğazköy Sfenksi'ni diplomatik
yolla aldık. Bu şekilde ABD''de, İngiltere'de,
Fransa'da çeşitli objeler var. Bunları takip
ediyoruz ve bu eserlerle ilgili müzakere sürecimizi
kesintisiz biçimde sürdürmeye çalışıyoruz. Herhangi
bir müze, bizimle işbirliği yapmak istediğinde, o
müzenin envanterinde bizimle ilgili herhangi bir
kaçak eser varsa onu geri istiyoruz." diye yanıt
verdi.
"İngiltere'den gelecek olan bir eser biliyorum. Bir
Eros başı konusunda anlaştık. ABD'den gelebileceğini
tahmin ettiğim bir kaç eser var. Fransa'da beni çok
rahatsız eden bir konuyu çok kez dillendirdim. Bu
arada, Fransız mevkidaşımdan bir mektup geldi. 'Bu
uygun yollarla yurt dışına çıkmıştır, hukuk dışılık
yoktur'' şeklinde... Ama doğrusu üzülerek ve
nezaketi elden bırakmadan söylemek istiyorum ki çok
ikna olmuş değilim. Bu müzakereyi sürdüreceğiz.
İstanbul'da Ayasofya avlusundaki türbelerden
bazılarının kapısındaki İznik çini panoları alınmış
ve Fransa'daki müzelere götürülmüş. İznik
çinilerinin taklit ve replikaları bizim
türbelerimizin kapısında, aslında tersinin olması
gerekirdi. Suretinin bizde, aslının onlarda
olmasının herhangi bir izahı yok. Bu yıl
içerisindeki en önemli gündem maddelerimizden biri
de bu İznik Çinileri'nin ülkemize dönmesi olacak."
Habertürk, 05.01.2012
|
ÇORUM TOPRAKLARI
ÜZERİNDE 6 ARKEOLOJİK KAZI YAPILIYOR

Hitit Üniversitesi Uluslararası Kazı, Araştırma ve Arkeometri Sempozyumu'nun 34. süne hazırlanıyor. 28 Mayıs – 1 Haziran 2012 tarihleri arasında Çorum’da gerçekleştirilecek olan sempozyuma evsahipliği yapacak olan Hitit Üniversitesi’nden bir açıklama yapıldı. Açıklamada Çorum toprakları üzerinde 6 resmi kazı yapıldığı belirtilerek Çorum’un arkeolojik anlamdaki önemine işaret edildi. Açıklama şöyle: “Kültür ve tabiat varlıkları açısından son derece önemli olan ülkemiz, zengin ve büyük bir kültürel potansiyele sahiptir. Ülkemiz arkeolojik zenginliklerimiz açısından başka hiçbir ülkeyle kıyaslanamayacak kadar emsalsiz bir hazine niteliğindedir. Çorum sınırları içerisinde Hatti ve Hitit tarihinin araştırılmasına yönelik yapılan bilimsel kazı ve araştırmalar ise bünyesinde barındırdığı uygarlıkların sosyal ve ekonomik yapısı, yaşam felsefesi, estetik duyarlılığı gibi konularda önemli bilgi ve belgelerin ortaya çıkmasına imkan sağlamaktadır. İlimizde Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın izni ile Boğazköy-Hattuşa, Alacahöyük, Ortaköy-Şapinuva, Resuloğlu, Derekutuğun ve Eskiyapar ören yerlerinde kazı çalışmaları devam etmektedir. Yapılan arkeolojik kazılar bu toprakların kültürel açıdan ne kadar zengin olduğunu; çeşitli ulusları, dilleri ve dinleri bağrında nasıl besleyip çoğalttığını ortaya koymaktadır.
Yurdumuzdaki korunması
gerekli taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat
varlıklarının arkeolojik araştırma ve kazılarla
açığa çıkarılmasını, korunmasını,
değerlendirilmesini ve tanıtılmasını sağlamak her ne
kadar Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın görevleri
arasında yer alsa da bu konuda bilim insanları
tarafından yapılan çalışmaların geniş kitlelere
ulaştırılması aşamasında Üniversitelerin de üzerine
büyük görevler düştüğü inancındayız. Bu inançla her
yıl düzenli olarak gerçekleştirilen Türkiye’ deki,
hatta dünyadaki en önemli arkeoloji etkinliklerinin
başında gelen Uluslararası Kazı, Araştırma ve
Arkeometri Sempozyumunun 34. sü, 28 Mayıs – 1
Haziran 2012 tarihleri arasında kültürel açıdan
zengin olan Çorum’da gerçekleştirilecektir.
Sempozyumda Bakanlığın izni ile 2011 yılında
gerçekleştirilen ve yerli/yabancı bilim insanları
tarafından sürdürülen arkeolojik kazılar, yüzey
araştırmaları, müze araştırmaları ve bu çalışmalarda
ele geçen buluntular üzerindeki arkeobotanik,
arkeozoolojik, antropolojik ve arkeometrik
çalışmaların sonuçlarına ilişkin bilimsel bildiriler
sunulacaktır. Bu bildirilerin Türkiye’ de 2011
yılında yürütülen tüm arkeolojik araştırmaları
kapsaması nedeniyle, sempozyum Türkiye’ nin her
köşesinin kültürel değerlerinin sunulduğu önemli bir
bilgi şölenine dönüşecektir. Sempozyumun son günü
ise tüm katılımcıların ve izleyicilerin yer alacağı
Çorum’ un tarihi ve doğal güzelliklerini tanıtıcı
çevre gezisi düzenlenecektir.
Kültür ve Turizm
Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel
Müdürlüğü faaliyetlerinden olan Uluslararası Kazı,
Araştırma ve Arkeometri Sempozyumu 1979 yılından
beri kesintisiz her yıl yapılmaktadır. Konusunda
ülkemizde gerçekleştirilen en önemli bilimsel
faaliyettir. 1979–2003 yılları arasında Ankara
dışında İstanbul, İzmir, Çanakkale ve Malatya’ da
düzenlenen sempozyum, 2004 yılından itibaren
Üniversitelerle birlikte düzenlenmeye başlanmıştır.
Bu kapsamda sempozyum; 2004 yılında Selçuk
Üniversitesi/Konya, 2005 yılında Akdeniz
Üniversitesi/Antalya, 2006 yılında On Sekiz Mart
Üniversitesi/Çanakkale, 2007 yılında Kocaeli
Üniversitesi, 2008 yılında Ankara Üniversitesi Dil
Tarih Coğrafya Fakültesi ve 2009 yılında ise
Pamukkale Üniversitesi/Denizli’ de düzenlenmiştir.
2010 yılında ise Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri
çerçevesinde İstanbul’ da düzenlenmiştir. 2011
yılında İnönü Üniversitesi/Malatya sempozyuma ev
sahipliği yapmıştır. 2012 yılında ilimizde
düzenlenecek olan uluslararası boyutta bu sempozyum
ile arkeolojinin gelişmesi, bu konuda bilimsel
araştırmaların yapılması, bunların yayına
dönüştürülmesi, sergilenmesi ve herkesle
paylaşılması için Üniversite olarak ne gerekiyorsa
onu yapmaya çalışacağız. Ayrıca hem daha geniş
çevrelere ulaşarak Çorum bölgesinin kültürel
zenginliğini bilimsel gerçekliklerle ortaya
koyacağımıza ve hem de bu etkinliğin halkın
kültürünü geliştireceğine inanmaktayız.
İlimizin tanıtımı
açısından büyük önem arz eden ve Türkiye’ de kazı
yapan yerli ve yabancı çok sayıda bilim insanının
geniş çaplı katılımının olacağı düşünülen 34.
Uluslararası Kazı, Araştırma ve Arkeometri
Sempozyumu'nu, Başbakanlık Tanıtma Fonu Başkanlığı’
nın ve Çorum Valiliği’ nin katkıları ile Kültür ve
Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel
Müdürlüğü ile Hitit Üniversitesi ortaklaşa
düzenleyecektir. Yüz yılı aşkın bir süredir köklü
bir arkeoloji geleneğinin bulunduğu ülkemizin bu
konuda uluslararası platformda kazandığı
saygınlığını sürdürebilmesi için gerekli olan bu
sempozyumda katılımcı olarak hedeflenen kitle,
insanlığın kültürel geçmişini, kültürlerin
değişimini ve birbirleriyle ilişkilerini inceleyen,
araştıran ve tartışan tüm bilim insanları ve
arkeologlardır.
Dünyada ilk defa
Çorum’un ev sahipliğinde yapılan Uluslararası
Hititoloji Kongresi'ne paralel olarak ikinci bir
uluslararası kongreyi ilimize kazandırmayı
hedefleyen Üniversitemiz, insanlığın ortak mirası
denilen bilginin araştırılması amacıyla çıktığı bu
yolda konuyla ilgilenen herkesi sempozyuma davet
etmektedir.
Çorum Haber, 05.01.2012
|
TARİHİ ÇEŞMENİN ÜSTÜNE
KAÇAK KAT ÇIKTILAR
Fotoğraf sanatçısı
Muzaffer Alper, İstanbul'u yaya olarak baştan sona
arşınladı ve 22 bin tarihi çeşme, su terazisi,
sarnıç gezdi.
Alper'in 800 fotoğraf çekerek 20 yılda tamamladığı
araştırma, İstanbul'daki yüzlerce yıllık geçmişi
olan tarihi çeşmelerin; büfe, saksı ve çöp tenekesi
olarak kullanıldığını ortaya çıkardı. Alper'in
görüntüledikleri arasında üzerine kaçak kat
çıkarılarak elektrikçi dükkanı haline getirilen
çeşme dahi var.
Çeşmeler asfaltın
altında kaldı
Alper'in yaptığı araştırmaya göre 1950 yılına
kadar var olan 120 çeşmenin bugün izine dahi
rastlanamadı. Her yıl ortalama iki çeşme
belediyelerin yaptığı asfaltlama çalışmaları
sonucunda batık olarak yerin altına gömüldü.
Varlığını sürdürmeyi başaran çeşmelerinse başına
gelmeyen kalmadı. Sokullu Mehmet Paşa tarafından
yaptırılan Hazneli Çeşmesi, yan tarafından kapı
açılarak elektrikçi dükkanına dönüştürüldü. O da
yetmedi, çeşmenin üzerine bir de kaçak kat çıkıldı.
Bölgede yapılan inşaatta zarar görmemesi amacıyla
1905 yılında, dönemin şartlarıyla Gülhane Parkı'na
taşınan Birinci Abdülhamit Sebili büfeye çevrildi.
1875 yılında yapılan Sadrazam Koca Yusuf Sebili'yse
bir girişimciye kafe olarak kiralandı. Bunun yanı
sıra kimi çeşmelerin üzerine klima motoru kimineyse
trafik levhaları asıldı.
Resmi kurumlar gerekli
ilgiyi göstermeyince, çeşmeleri restore etme görevi
de vatandaşlara düştü. Kasımpaşa'daki Piyale Paşa
Çeşmesi bir vatandaş tarafından fayansla
kaplanırken, Hasköy'deki Hacı Şaban Camii
Çeşmesi'yse gençlerin üzerine yaptığı grafiti ile
yenilendi.
'Tahribattan herkes
sorumlu'
İstanbul'un en önemli tarihi mirasları arasında
yer alan çeşmelerin uğradığı tahribatta herkesin
sorumluluğu olduğunu söyleyen Alper, şöyle konuştu:
"Vatandaşlar suyu akan çeşmelere daha fazla sahip
çıkıyor. Suyu akmayanlarsa hızlı bir biçimde tahrip
oluyor. Çeşmelerin üzerlerindeki ayna taşı, kitabe
ve tuğra gibi kıymetli parçalar çalınıyor. Bunların
yanı sıra tabiat şartlarının verdiği zararlar da
var. Çeşmelerin içinde ot, ağaç yetişebiliyor.
Kökleri de çeşmeleri parçalayarak tahrip ediyor."
Taraf, Haber: Serkan
Ayazoğlu, 05.01.2012
|
1000 YAŞINDA BİR TÜRK
KIZI

İstanbul Üniversitesi
tarafından yürütülen kazılarda, İslami usullere göre
gömülmüş öncü göçebe Türklerin 10. veya 11. yüzyıla
ait sağlam durumdaki iskeletleri ortaya çıkarıldı.
Amasya kent merkezinin
25 km. güneybatısında, Çekerek Irmağı’nın 2 km.
kuzeyinde ve verimli Geldingen Ovası’nın batı
yakasındaki Oluz Höyük’te beşinci yılını tamamlayan
sistematik arkeolojik kazılar devam ediyor.
Bölgede, sayısı şu ana
dek 99’a ulaşan mezarın bulunduğu ve İslami
geleneklerle gömülmüş bireylerin oluşturduğu bir
mezarlık alanı saptandı. Hellenistik ve Pers
dönemleri kültür katlarını tahrip ederek yapılmış
gömülerin bulunduğu mezarlık alanı, henüz sınırları
ve kesin birey sayısı belirlenememiş olan üç
seviyeden oluşmaktadır.
Üçüncü seviye, yani en
alttaki mezarlarda ise hem çocuklar hem de yetişkin
bireyler bulunmaktadır. Üst seviye mezarları ile
bireylerin yatış yönü ve duruşu, İslami tarz gömü
geleneği ile benzerlik göstermektedir. Höyüğün en
ilgi çeken mezarı, 6 yaşındaki bir bireye ait
iskelet ile yanındaki buluntulardır. İslami tarzda
defnedilmiş bir kız çocuğuna ait iskeletin kulak
hizasında tunç küpeler, göğüs kısmının sağ tarafında
ise tunç fibula (çengelli iğne) bulunmuştur. Sol
kulak küpesi basit bir halka şeklindedir.
Sağ kulak küpesi ise
diğerine benzer bir halkaya takılmış muska
biçiminde, alt kısmında sarkaçları olan, ortası
delik ve içi boş bir gövdeden oluşmaktadır. Döküm
tekniğiyle yapılmış muska biçimli gövdenin yüzeyinde
8 formunda yuvarlak hatlı motiflerle bezemeler
vardır. İlk araştırmalar sonucu Anadolu’da bir
benzeri saptanamayan küpe, genel görünümüyle İslam
sanatı geleneklerinde üretilmiş bir takı izlenimi
vermektedir. Yaşanılan coğrafyadan miras alınan
Anadolu’nun Müslüman olmayan kentli ve taşralı
ögeleri ile ortak bir yaşam tarzının geliştirilmeye
çalışıldığı anlaşılmaktadır.
Bu durumu kiremitli
mezarlar örneklemektedir. Küpeleri ve fibulası ile
defnedilen kız çocuğu bu duruma çarpıcı bir
örnektir. Söz konusu buluntular bireyin İslami gömü
geleneği dahilinde uygulanmış eski geleneklerini
yansıtmaktadır. Dosyanın tamamı NTV Tarih’in Ocak
sayısında.
Mynet Haber, 04.01.2012
|
PROF. SEMAVİ EYİCE'YE 'HUZUR VERİCİ' ÖDÜL
Cumhurbaşkanlığı'nın "2011 Kültür ve Sanat Büyük
Ödülleri" toplumda sadece memnunluk değil, "huzur"
da yarattı.
Neden mi?
Sayın Cumhurbaşkanı, üniversite rektörleri,
yüksek yargı üyeleri gibi görevler için öyle
isimleri yeğliyor ki her atamasında "Bu denli
taraflı olunmaz ki" diyenler çoğalıyor. Tüm
"cumhur"u temsil eden yüce makamda sadece "belli bir
kesimin gözetildiği" kaygısı, zaten siyasi
çekişmelerle sürekli artan toplumsal huzursuzluğu
daha da körüklüyor.
İşte bu süreçte Cumhurbaşkanlığı ödüllerini
alanlar ulusun geniş bir kesimince saygınlıklarıyla
tanındıklarından, zaten gerilimlerle geçen 2011'i
huzur verici bir kararla yolcu ettiğimizi
söyleyebiliriz.
Hele ki Doğan Hızlan, Hasan Çelebi ve Sezai
Karakoç'la birlikte Semavi Eyice de bu listede yer
alıyorsa...
Çünkü Semavi Hoca, tarihe ve İstanbul'a adadığı
yaşamında belki de en çok sarsıldığı günleri 1997'de
yaşamıştı. Gerçi, Çankaya'daki ödül töreninde Türk
Tarih Kurumu üyeliğine nasıl son verildiğini
anlatmadan duramadı. Ancak daha ağır bir darbeyi,
yıllarını özveriyle adadığı İstanbul Koruma
Kurulu'ndan alınmasında yediğini, herhalde o bilinen
nezaketi içinde anımsatmayı uygun görmedi...
Ama biz unutmadık!..
Cumhuriyetle yaşıt
Cumhuriyet ilan edildiğinde İstanbul'da doğan;
Galatasaray Lisesi'ni bitirerek Viyana, Berlin ve
İstanbul Üniversitesi'nde sanat tarihi eğitimi
gören; Bizans uygarlığında uzmanlaşarak 1964'te
profesör olan Eyice'ye, Fransızlar "Legion d'Honneur
Nişanı" da vermişlerdi..
Belçika Kraliyet Akademisi üyesi, "Türkiye
Bilimler Akademisi Büyük Ödülü" sahibi Eyice, 97'de
"Taksim'de camiye onay vermediği için" Koruma
Kurulu'ndan alınmıştı. Çiller-Erbakan yönetimindeki
REFAHYOL hükümetinin RP'li Kültür Bakanı İsmail
Kahraman, hocanın uluslararası saygınlığına bile
aldırmadan diyordu ki: "O camiye imza atmadı; ben
kapının dışına konulmasına imza attım."
Kaldı ki Eyice, camiye değil, meydana adını da
veren tarihi Su Maksemi ve bitişiğindeki sit alanına
yapılmak istenmesine "hayır" dediğini sayısız kez
açıklamıştı... Ancak ne gözü dönmüş bakan, ne de
dinci-popülist iktidar buna aldırmıştı.
Hocamız işte böylesi bir bilim ve kültür yoksunu
anlayışla görevine son verilince, boşalan Koruma
Kurulu üyeliğine kim atanmıştı biliyor musunuz?
Kadir Topbaş...
Topbaş'ın mimar olarak Eyice'yi desteklemesi,
hatta onun yerine kurul üyesi olmayı reddetmesi
gerekirken "Taksim'e cami ihtiyaçtır; engel
olunmaması için bu görevi üstlendim" demesi ise
büyük talihsizlikti..
Sit olmasına rağmen cami yapılmak istenen şimdiki
Kasımpaşaspor Otoparkı'ndaki arkeolojik kazılar,
hocanın ne denli haklı olduğunu kanıtladı.
Mimar Sinan'ın kemerlerinden İstanbul'a taşınan
suların değişik semtlere "taksim" edildiği Osmanlı
altyapı tesisleri gün ışığına çıkartıldığında,
İsmail Kahraman ve yandaşlarının yüzleri kızarmış
mıydı anımsamıyorum; ancak Abdullah Gül de bu büyük
vefasızlığa imza atanlarla aynı partide siyaset
yapıyordu.
REFAHYOL'un ardından Kültür Bakanı olan İstemihan
Talay, Eyice'yi evinde ziyaret ederek "Devlet adına
özür diliyorum" dediğinde biraz olsun rahatlamıştık.
Şimdi de Cumhurbaşkanı Gül'ün vaktiyle kendi
partisinin saygısızca dışladığı Semavi Eyice'ye
ülkenin en büyük resmi ödülünü sunması "huzur
verici" değil midir?
Bu uygar devlet anlayışının diğer alanlarda da
artık Çankaya'ya egemen olmasını diliyorum...
Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 04.01.2011
|
 |
YORGUN HERKÜL TURİZMİ SIRTLAYACAK
Başbakan Erdoğan'ın uçağıyla yurda gelen Yorgun Herkül, Türkiye'nin 2012 yılı tanıtımında kullanılacak. Türkiye, bu yıl 5 farklı bölgede reklam kampanyası yürütecek.
Orta ve Güney Avrupa, Balkanlar, Ortadoğu ve Kuzey Afrika, Japonya ve Hindistan'ı kapsayan ilk bölgede Alanya, Sultanahmet Cami, Akdamar Kilisesi, Boğazköy Sfenksi, Altı Kanatlı Melek Sefarim, Yorgun Herkül heykelinin görselleri yer alacak.
ABD, Rusya ve Türk Cumhuriyetlerini kapsayan ikinci bölgede, sahillerimize vurgu yapılacak. Antalya, Kapadokya, Sümela Manastırının görsellerinin yer aldığı kampanyada Şanlıurfa'daki Göbeklitepe Tanrının İlk Evi sloganıyla tanıtılacak. Turist sayısının düştüğü Birleşik Krallık için özel kampanya düzenlendi. Birleşik Krallık için Bodrum, Abant, Efes, Ayasofya görselleri kullanıldı. Kuzey Avrupa'yı kapsayan dördünce bölge için lokumlu, Boğaz'lı, Mevlana'lı; Uzakdoğu'ya hitap eden son bölge içinse nazar boncuklu tanıtım yapılacak. Tanıtım için 7 reklam filmi çekilecek. Bakanlık 2012'de sosyal medya, online satış, kruvaziyer turizmi gibi trendlerin etkili olacağını da öngörüyor.
Akşam, 04.01.2011
|
AYASOFYA I. MAHMUT ŞADIRVANI YENİLENİYOR
Ayasofya Müzesi'nin kurşun örtüsünü, padişah
türbelerini ve batı cephesini aslına sadık kalarak
yenileyn İstanbul İl Özel İdaresi, restorasyon
çalışmalarına Ayasofya I. Mahmut Şadırvanı'nı da
ekledi. Şadırvan, yaklaşık 340 bin liraya aslına
uygun olarak yenilenecek.
İstanbul İl Özel
İdaresi,
Ayasofya Müzesinde bulunan
I. Mahmut Şadırvanı'nı da yeniliyor. Bu tarihi
mirasın tüm mimari özellikleri İl Özel İdaresi'nin
titiz çalışması ile yeniden göz kamaştıracak.
İstanbul İl Özel İdaresi, daha önce de
Ayasofya Müzesi'nin batı cephesinin sıvalı
yüzeylerinin raspa ve temizliğini yaparak, kurşun
örtüsünü, padişah türbelerini ve müdüriyet binasını
aslına sadık kalarak yenilemişti. Geçmişi I.Mahmut
zamanına dayanan şadırvan, bir Osmanlı şaheseri
olmasının yanında İstanbul'daki en büyük
şadırvanlardan biri olarak günümüze kadar geldi.
Özgünlüğünü kaybetmeden günümüze ulaşan yapının
proje çizimlerini gerçekleştiren İstanbul İl Özel
İdaresi, İstanbul Restorasyon ve Konservasyon
Laboratuar Müdürlüğü'nden gelecek analiz sonuçlarına
göre restorasyon sürecini de başlatacak. Şadırvanda
yenileme kapsamında; kurşun örtüsünün ve çatı
karkasının incelenerek gerekli görüldüğü takdirde
yenilenmesi, altın varak ve kalem işi konservasyonu,
mevcut şebekelerin temizlenerek konservasyonu,
mermer temizliği ve konservasyonu, metal elemanların
temizlenmesi ve konservasyonu işleri yapılacak.
339 bin 442 TL bedelle yenilenecek olan şadırvanda
çalışmaların 2012 Ağustos ayında tamamlanması
hedefleniyor.
Habertürk, 04.01.2011
|
ISMARLAMA SANAT ISMARLAMA HAYAT

Kağıttan uçağı kat yerlerinden açıyorum: Müze
sterildir, müze parfümdür, müze doğrudur minvalinde
kısa kısa onlarca cümle alt alta dizilmiş. Evet,
kağıda dizilmiş, sonra bu kağıt uçak yapılmış ve
Türkiye’nin modern müzesindeki bir konferans
salonunda süzdürülmüş. Süzdürenler sanatçı, alt alta
dizilen cümleler ise sarkastik. Müzenin steril bir
yer olduğunu sanıyorsanız alın size uçak diyorlar
bir yerde.
İstanbul Modern, eğitim programlarına katkı sağlamak
için sadece belli koleksiyonerlere açık bir gece
düzenledi birkaç hafta önce. Sanatçılardan bu geceye
özel işler üretmesini, daha doğrusu bağışlamasını
istedi. Eserler Gala Modern adlı gecede satılacak,
elde edilen gelir müzenin eğitim bölümünde
harcanacaktı. Lakin işler müze yönetiminin
hesapladığı gibi yürümedi. Sanatçılardan biri Bubi,
son anda bağışladığı eserine bir oturak eklemişti.
Oturak olmadı. Yani küratörlere göre gecenin
konseptine uymuyordu. Dolayısıyla Bubi’nin eseri
reddedildi.
Sanatçıların bu karara tepkisi uçak yapıp atmakla da
bitmedi. Örneğin Leyla Gediz, müzenin şef küratörü
Levent Çalıkoğlu’na bir mektup yazarak bu olaydan
sonra müzedeki Hayal ve Hakikat sergisinden eserini
çekme kararı aldı. Şöyle diyordu Gediz: “Sanatçı bir
marangoz ya da dekoratör değildir. Sanat eseri, bir
alım-satım nesnesi olmaktan önce, bir fikir
nesnesidir. Tam da bu sebepten, sanat eseri sipariş
edilemez. İspanya Kraliçesi de Goya’nın tablosunu
beğenmemişti! Ama ne gam! Tablo bugün hala Prado’da
haklı yerini korumaktadır. Bir eser sipariş
ettiğinizde, bunun tüm kriterlerinize uymayabileceği
riskini almalısınız.”
Müzenin küratörü Levent Çalıkoğlu ve Uluslararası
Plastik Sanatlar Derneği yaptıkları açıklamada,
eseri kabul etme veya etmeme hakkının küratöre ait
olduğunu söylüyordu. Hiç katılmıyorum. Diyelim ki
Bubi eserine son anda bir oturak yerleştirerek
‘burjuvaya sanat öğretmek’ gibi bir hesaba girişti.
Ne olacak yani? Müze bir devlet kurumu, sanatçılar
da memuriyet kanununa bağlı kimseler değil ki. Böyle
goller atarlar, çizgi dışına çıkarlar, kaos
yaratırlar, kafa karıştırırlar, zihin açarlar.
İşleri bu!
İstanbul Modern, çoğu haklı sebeplerle bugün tek ve
çok güçlü bir sanat iktidarı haline geldi. Ve bu
gücün sarhoşluğuyla, hayatına başladığı ilk
günlerdeki şiarlarından ödün vermeye, sanatçıları
kibar gibi görünen uyarılar ve kriterlerle dizayn
edebileceğini düşünmeye başladı. Bir sanat kurumu
böyle mi yapar? Bakın, burada başka çok mühim bir
mesele var: Küratörün hakkıymış, müzenin bağış
toplama geleneği Batı’da da varmış filan. Geçin
bunları. İstanbul Modern’de bu son yaşanan olay,
Türkiye’nin bugün geldiği noktayı net şekilde ortaya
koyuyor. Güç sahibi kurumlar kendi tayin ettikleri
sınırları norm haline getirip herkesin onlara
uymasını bekliyor. Demokratik bir düzlemde yeri
olmayacak bu tavır ‘yeni Türkiye’nin virüsü.
Başbakan Erdoğan’ın AKP grup toplantısında
yaptığı konuşmayı dinliyorum. Taraf gazetesini ve
yazarını yerden yere vuruyor. Çünkü ‘Devlet halkını
bombaladı’ manşetiyle bu kez, onun tayin ettiği
sınırları feci şekilde aşmıştı. Ahmet Şık’ın
kitabına bomba, Nuray Mert’e namert dediği gibi,
Hasan Cemal’in Kürtlerle ilgili yazdığı kitaplardan
rant sağladığını söyleyen kerih yoruma kafa
salladığı gibi... Ülkenin iktidar odakları ısmarlama
haber, ısmarlama kitap, ısmarlama sanat, yani
ısmarlama hayat istiyor. Uçak yapıp fırlatırım böyle
hayatı.
Radikal, Yazı: Ezgi Başran 04.01.2011
|
SANAT MÜZESİ'NDE KORSAN RESİM EYLEMİ
Polonya'nın en büyük müzesi Ulusal Müze, genç bir sanat öğrencisinin yaratıcı "korsan resim" eylemine sahne oldu.
Wroclaw'daki Ulusal Müze Yöneticisi Mariusz Hermansdorfer, genç öğrencinin kendi resmini gizlice galerilerden birine astığını ve bunun "çok akıllıca bir sanat eylemi" olduğunu söyledi.
Müze yönetimi uzun zaman sonra fark edilen ve "bir şaka olarak kabul ettikleri" olaya karşı herhangi bir girişimde bulunmadıklarını, genç sanatçının resminin müze kafesinde sergilenmesine karar verdiklerini aktardı.
Resmin, geliri bir hayır kurumuna bağışlanmak üzere satılması planlanıyor.
Wroclaw Güzel Sanatlar Akademisi öğrencisi Andrzej Sobiepan, oldukça küçük bir resmini gizlice müzedeki Polonya çağdaş sanat galerisine yerleştirmişti.
Ünlü İngiliz muhalif grafiti sanatçısı Banksy'den ilham aldığını belirten Sobiepan, bu eylemiyle galerilerden ve müzelerden kabul görmeyen genç sanatçılara dikkati çekmeyi amaçladığını söyledi.
Habertürk, 04.01.2011
|
 |
|
TURİSTİK KİLİSE ONAYA TAKILDI
Bodrum’un Kadıkalesi Köyü’nde bulunan 400 yıllık
tarihi geçmişe sahip
Rum
Ortodoks Kilisesi ile 200 metre uzağındaki,
Osmanlı Dönemi’nden kalma 190 yıllık Kadı Kalesi’nin
restore edilerek inanç ve kültür turizmine
kazandırılması Anıtlar Yüksek Kurulu’ndan izin
beklendiği açıklandı.
Turgutreis Belediye Başkanı Mehmet Dinçberk,
“Bodrum’da yaşayan yabancıların en büyük isteği
kilisenin ibadete açılması. Kilise ibadete açılacak
olursa yaz ve kış aylarında bölge turist akınına
uğrar” dedi. Turizmciler de Yunan adalarından gelen
konukların kiliseye ilgi gösterdiklerine dikkat
çekerek, ibadete açılmasının önemini vurguladılar.
Milliyet Ege, 04.01.2011
|
BELEŞBAHÇE POLİS ZORUYLA BOŞALTILACAK

Dolmabahçe Sarayı’nın yanındaki otopark ve çay
bahçesi olarak kullanılan 4 bin metrekarelik
‘Beleşbahçe’yi aylık 2 bin 500 liraya işleten özel
şirketin sözleşmesi 31 Aralık’ta sona erdi.
Ancak
bahçe ve otoparkı işleten işletmecinin devre
yanaşmaması üzerine Vakıflar Genel Müdürlüğü,
Beşiktaş Kaymakamlığı’na başvurarak polis
zoruyla boşaltılmasını istedi.
Boğaz’ın en güzel noktalarından birindeki 4 bin
metrekarelik ‘Beleşbahçe’nin aylık 2 bin 500 lira
gibi komik bir rakamla işletildiğini
Radikal, 14 Mayıs’ta manşetten duyurmuş ve
‘Beleşbahçe’ye Vakıflar Genel Müdürlüğü el koyarak
Milli Saraylar Daire Başkanlığı’na 7 kat artışla 17
bin 500 lira aylık kira ile devretmişti. Devir
işlemlerinin tamamlanması için Vakıflar Genel
Müdürlüğü ve işletmeci Kemal Ateş Gıda Turizm Petrol
Gaz Ltd. Şti. arasında imzalanan kira sözleşmesi
bitince çıkması gerekiyordu. Ancak kira süresi 31
Aralık 2011’de dolan işletmeci, ‘Beleşbahçe’yi
boşaltmadı. Bunun üzerine harekete geçen Vakıflar
Genel Müdürlüğü,
Beşiktaş Kaymakamlığı’na başvuruda bulunarak
bahçe ve otoparkın polis zoruyla boşaltılmasını
istedi. Bahçe ve otoparkın boşaltılmasının ardından
işletme hakkı Milli Saraylar Daire Başkanlığı’na
geçecek.
Radikal’in ‘Beleşbahçe’ manşetinde, bölgede
çalışan emlakçılar kiranın en az 15 ile 20 bin lira
arasında olması gerektiğine dikkat çekmişti. Daha
sonra
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Bezmi
Alem Valide
Sultan Camii’nde kıldığı bir cuma namazı sonrası
çevresindeki yetkililere çay bahçesini göstererek
“Burası hala duruyor mu?” diye sormuş ve bir an önce
çözüm bulunmasını istemişti.
Radikal, Haber: Fatih Yağmur, 04.01.2011
|
ANKARA HACI BAYRAM CAMİİ
AYNEN KALMALI İDİ
HACI BAYRAM-I VELİ
XV’inci yüzyılın ünlü ve
önemli sufilerinden Hacı Bayram-ı Veli, Ankara’da,
Zülfazıl (şimdiki Solfasol) Köyü'nde doğdu. Doğum
tarihi kesin bilinmemekle beraber 1350’ler olarak
kabul edilir. Doğumundaki adı Numan’dır. Hoca Şeyh
İzzeddin’in talebesi oldu. Ankara Kara Medresede
müderrislik yaptı; Arabi ve Farisi edebiyatı, hadis,
fıkıh, tefsir, riyaziye (matematik) dersleri verdi.
Halveti Şeyhi Ebu Hamideddin Aksarayi’nin
Kayseri’deki dergahına hizmet etti; Şeyhle beraber
hacca gitti; tasavvuf yolunda ilerledi, pişti.
Şeyhin vefatından sonra fikirleri ve yazılarıyla ünü
tüm Anadolu’ya yayıldı. Bir ara Osmanlı’ya ters
düştü; Edirne’ye sürdüler, zincire vurdular. II’nci
Murad’ın bağışlamasıyla Ankara’ya döndü; çevresini
irşada devam etti.
Kurduğu Bayramiye
tarikatı, tedris ettiği Halveti kuralları ile
Nakşibendi kurallarının kendi açısından bir nevi
yorumu oldu. Topluca yapılan ‘’la mevcudu illallah’’
avazeli ‘’zikir’’ törenlerinde Allahtan başka varlık
olmadığı telkin edilirdi. Mürid, vecde geldiği zikir
ve bellediği kurallar ve de eylemleriyle basamak
basamak yükselir; ‘’vahdet-i vücud’’a ulaşmaya
çalışırdı. (Tabii, bu iş, bu felsefe, burada ifade
edildiği kadar basit değil). Ne var ki Bayramiye
tarikatı, Hacı Bayram-ı Veli’nin 1429 veya 30’da
vefatından sonra gücünü kaybetti. Zikir eylemini
benimseyenler Akşemseddin Hazretleri’nin
‘’Şemsiye’’, benimsemeyenler Bursalı Ömer Dedenin
‘’Melamiye’’ kollarına bağlandılar.
HACIBAYRAM CAMİİ
Ankara, daha evvelki bir
yazımda söylediğim, ilkokullarda belletilen,
‘’Yoktan var edilmiş ilk şehir sensin’’ marşındaki
gibi yeni bir şehir değil, kadim kültürler şehridir.
Frig, Hitit, Helen, Roma, Selçuk, Ahi, Osmanlı ve
Türkiye Cumhuriyeti kente damgasını vurmuştur. Bu
günkü Ulus Meydanı civarında Roma dönemi eseri
Augustus (Ogüst) Mabedi kalıntısı vardır. Hacı
Bayram-ı Veli, Kayseri dönüşü, Bayrami tekkesini bu
mabedin kalıntılarına bitişik, belki de mabedin
temelleri üzerine kurdu. Yıl 1415 falan olmalı.
Bilirsiniz ki tekkeler, yemek, yatak, ibadet, zikir
ve tören mahallerini içeren yapılardır. Cami ve
türbe, bu mahalde, Hacı Bayram-ı Veli’nin vefatından
iki üç sene evvel, öğrencisi ve sonra damadı olan
Eşrefoğlu Rumi Hazretleri tarafından inşa ettirildi
ve 1427 yılında açıldı. Cami ve türbenin mimarı
Mehmed bin Ebubekir Hamdani’dir. Caminin ana mekanı
dikdörtgen planlı, kiremit örtülü ahşap tavanlı ve
iki şerefesi olan bir minarelidir. Zaten, bir
selatin camii olmadığına göre birden fazla
minaresinin bulunması olanaksızdı. Keza, dönemin
teknolojisinde böylesine geniş sayılabilecek
açıklığa kubbe yapabilecek usta yoktu; olsa da
nadirdi. Ancak ‘’ulucami tipi’’ dediğimiz, sütunlara
oturan küçük çaplı kubbeler dizgisi yapılabilirdi.
Cami, eski mabedin temelleri üzerinde ise bu da
yapılamazdı.
Yapının dış beden
duvarları, Ankara taşı ve tuğla dizilerinden oluşur.
Bu örgü stili döneminin karakteristiğidir. İbadet
mekanı, alt pencere sıralarına kadar mavi-beyaz
Kütahya çinileriyle kaplanmıştır. Camiye bitişik
türbede Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri yatmaktadır.
Türbe, pembe Ankara taşı duvar örgülü olup üzerinde
kagir kubbe vardır. Caminin XVI’ncı yüzyılda Mimar
Sinan kalfaları tarafından onarıldığı ve 1714
yılında Şeyh’in torunlarından Mehmed Baha Efendi
tarafından tamir ettirildiği, Nakkaş Mustafa’nın
yeni bezemeler yaptığı kitabesinde okunuyor.
Dönemimizde Ankara
Büyükşehir Belediyesi tarafından yaptırılan onarım,
tevsi ve çevre düzenine aşağıda değineceğim.
MİLLİ MÜCADELE
DÖNEMİNDE HACIBAYRAM CAMİİ
Şimdi Türkiye Büyük
Millet Meclisi’nin açılış arifesindeki günlere
dönelim. Mustafa Kemal Paşa, Samsun’dan Havza ve
Amasya’ya, Erzurum ve Sivas kongrelerinden sonra
Ankara’ya geliyor. Ankara halkı onu bağrına basıyor;
kurbanlar kesiliyor; Hacıbayram Camii minaresinden
sala sesleri yükseliyor. Mustafa Kemal Paşa,
öylesine ulu bir kişilik ki onun ‘’silk-i celil-i
askeriyeden’’ istifa etmiş ve sivil kıyafetle gelmiş
olması hiç önemsenmiyor.
Bu arada, İstanbul’un
işgali ile Meclis-i Mebusan dağıtılmış; bir kısım
mebuslar Malta’ya sürülmüş. Yeni meclis Ankara’da
açılacak. Anadolu’dan gelmiş halkın temsilcileri
yanında, mülga İstanbul Meclisi mebusları, İttihat
Terakki kalıntıları, her türlü adam bir araya
gelmiş, meclisi oluşturmuş. Artık, Türkiye Büyük
Millet Meclisi’nin 22 Nisan 1920 Perşembe günü
açılması mukarrer. Yok, olmaz; Meclis’in açılışı
Cuma’ya rastlamalı. 23 Nisan 1920 Cuma günü
Hacıbayram Camii minaresinden sala sesleri çevreye
yayılıyor; kılınan Cuma Namazını müteakip dualar
eşliğinde Meclis açılıyor. Mecliste ‘’Cenab-ı Hak ve
Resul-i Ekrem adına’’ yemin ediliyor. Ertesi gün
Meclis Reisi seçilecek. Mustafa Kemal bu karma
topluluk üzerinde henüz otoritesini tesis edememiş.
Yanında bir avuç idealist arkadaşı, bir de Rıfat
(Börekçi) Hoca gibi Ankaralılar var. Zor bir seçim
oluyor, mülga İstanbul Meclisi mebusları Celaleddin
Arif Bey için bastırıyor, Mustafa Kemal kıl payı
farkla seçiliyor. Ne mutlu bize ki Türkiye, bu
seçimle Osmanlı çıkmazından kurtuluyor. Cumhuriyetin
ve devrimlerin önü açılıyor.
HACIBAYRAM CAMİİ'NE
REVA GÖRÜLEN YENİ İNŞAAT
Şimdi günümüze, bu günün
Ankara’sına dönüyoruz. Hacıbayram Camii, geçmiş
yılların kültür birikimi, Milli Mücadele yıllarının
anılarıyla başlı başına bir tarihi belge ve başlı
başına bir müzedir. Bu müzeye çevresi de dahildir.
Yeni onarımda yapılması gereken, bu müze camii,
türbeyi ve çevresini geçmişindeki atmosferi içinde
korumak, aslındaki en ufak detayı dahi yıkmadan,
sökmeden restore etmek olmalı idi.
Peki, neler yapılmış
biliyor musunuz? Hacıbayram Camii'ni geçmişine ve
çevresine saygı duyarak restore etmek yerine,
Caminin bütün tarihi geçmişini ve çevresini inkar
ederek yepyeni bir cami kompleksi yaratılmış. Yapıya
yeni yeni hacimler yapıştırılmış, inşaat arabesk
motifler içinde boğulmuş. Caminin eski ile ilişkisi
kesilmiş. Öyle ki kadınlar mahfiline yürüyen
merdivenlerle çıkılıyor. Camiye mi geldiniz
alışveriş merkezine mi geldiniz, şaşırırsanız sizi
hiç ayıplamam.
Cami çevresine de
fıskiyeli, dairevi, modern havuzlar inşa edilmiş,
granit kaplamalı meydanlar açılmış; modern
ışıklandırmalar yapılmış; velhasıl çevrenin eski
atmosferi ile ilgisinin kesilmesi, çevrenin modern
görünüme kavuşması için ne gerekirse yapılmış. Sayın
Başkan, internetteki videoda eserine sahip çıkıyor,
röportaj yapan gazeteciye yapılanları ballandıra
ballandıra anlatıyor.
Be sevgili kardeşim;
Hacıbayram Cami, Türbe ve çevresini restorasyon
ilkeleri dahilinde restore edip, ister modern, ister
klasik, ister arabesk, nasıl istersen başka bir
yerde başka bir cami yapmak daha münasip olmaz mı
idi? Sayın Başkanın imar işlerinde şevkle
çalıştığını biliyoruz. Bir yönetici olarak eski eser
restorasyonu konusunda bilgisi olmaması normaldir.
Lakin benim hayret ettiğim, yanında çalışan
mimarlardan, kültür ve güzel sanatlar çevrelerinden
hiç mi ikaz eden olmadı; yoksa ben mi duymadım
acaba?
Kent Haber: Yazı: Yılmaz
Ergüvenç, 03.01.2012
|
KAHTA KALESİ DEŞİLDİKÇE TARİH FIŞKIRIYOR
Kocahisar (Eskikahta) Köyü'nde bulunan Yeni Kale deşildikçe yeni yerler ortaya çıkıyor.
Eskikahta Kalesi olarak bilinen “Yeni Kale” Kültür Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından Gaziantep Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü denetiminde koruma ve iyileştirme çalışmaları yapılıyor. Yıkılma tehlikesi olan yerlere öncelik verilerek güçlendirme çalışmaları yapılırken deşilen yerlerde yeni yapılar ortaya çıkıyor.
Restorasyon çalışmaları devam ederken kalenin orta yerinin batı kesiminde toprak boşaltma çalışmaları yapılırken yeni bir oda ortaya çıktı.
Arkeologlar, kalede bir çok odanın tabiat şartlarından etkilenerek toprakla dolup kaybolduğunu, buraların temizlenmesi durumunda çok sayıda odanın ortaya çıkacağını belirttiler.
Kale çevresinde ve içerisinde Kültür Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından Gaziantep Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü denetiminde koruma ve iyileştirme çalışmaları devam ediyor.
Adıyaman Haber, 03.01.2012
|
 |
ALABANDA ANTİK KENTİ TÜRK TURİZMİNİ CANLANDIRACAK

Karya uygarlığının en ünlü antik kentlerinden
olan Alabanda’da kazı çalışmalarını yürüten Adnan
Menderes Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Doç.Dr. Suat
Ateşlier, kazı çalışmaları bittiğinde sadece Aydın
turizminin değil, Türkiye’nin tarih ve kültür
turizminin büyük bir sıçrama yaşayacağını söyledi.
Doç.Dr. Suat Ateşlier, 2011 yılının Bakanlar Kurulu onaylı ilk resmi kazısı olması ile dikkat çeken Alabanda’nın hatip ve mimar yetiştiren bir kent olduğunu belirtti. Doç.Dr. Ateşlier, Batı Anadolu’da Karya ve İonya Bölgeleri üzerinde kurulu Aydın’ın verimli ovaları nedeniyle antik dönemde de çok yerleşim gören yerlerden biri olduğunu kaydetti. Doç.Dr. Ateşlier, “Karyalıların bölgede kurduğu önemli antik kentlerden biri de Alabanda’dır. Mısır’daki piramitlerin üzerinde gördüğümüz Karca yazıtlar bize buradan giden paralı askerlerin olduğunu ve bunların Sıla özlemi ile bu yazıları yazdığını göstermektedir. Hitit metinlerinde adı geçen bu kent, mimarlar yetiştirmiştir, hatta bu kentin yetiştirdiği bir mimar Tralleis’teki meclis binasını inşa etmiştir. Tarihçi Herodot’un, Ciçero’nun sık sık söz ettiği Alabanda, tüm genç kızların arp çaldığı, zengin ve kültür seviyesi yüksek bir kenttir” diye konuştu.
Doç.Dr. Ateşlier, Karya’nın halen gizemini
koruduğunu kaydetti. Doç.Dr. Ateşlier, “Henüz
çözülememiş bir dil olan Karca üzerine dünyanın en
önemli uzmanı olarak kabul edilen Ignacio J. Adiego
kazı ekibimizin bir üyesidir. Bu yılki
çalışmalarımızda bir seramik parçası üzerinde bulmuş
olduğumuz Karca yazı, Alabanda’nın gelecekte
Karca’nın çözülmesine yardımcı olabileceği
konusundaki umutlarımızı arttırmaktadır” dedi.
Doç.Dr. Suat Ateşlier, Alabanda’da kazı çalışmalarının
1900′lü yıllarda başladığına dikkat çekti.
Doç.Dr.
Ateşlier, “Yüzey araştırmaları ve kurtarma kazıları
yapılmış olsa da, günümüze kadar çok ciddi kazı
çalışmalarının yapılmamış olması, kentin bölgenin
kıyı kesiminde değil merkezinde kalması ve
büyüklüğünden kaynaklanmaktadır. Karya, tapınakları,
dağ kutsal alanları, gözlem karakolları ve dağlık
coğrafyasıyla gizemlerle dolu bir bölgedir. Bu giz
her zaman insanı buraya çeker” diye konuştu.
Doç.Dr. Ateşlier, Karya’nın gizinin çözülmesinin
bu alanda eğitim gören öğrencilere, akademisyenlere
ve bölgenin turizminin kalkınmasına faydalı
olacağını söyledi. Doç.Dr. Suat Ateşlier, şunları
kaydetti:
“Karya, gerek yurt dışında gerekse Türkiye’deki
bilim çevrelerince son derece merak edilen bir bölge
olduğu için kazı çalışmalarımızın başlaması büyük
yankı buldu. Pek çok televizyon programının teklifi
ile programlara çıkarak kazı çalışmalarını anlattık.
Milas’ta düzenlenen Karya Sempozyumu’nda Alabanda’yı
anlattım. 25 kişilik kazı ekibimizde Almanya, Fransa
ve İsveç’ten çok sayıda bilim adamı var. Dünya
çapında birçok arkeolog kazıya uğramıştır. Karya
dili üzerine dünyanın en önemli uzmanı İspanyol dil
bilimci Prof.Dr. Ignacio J. Adiego’nun,
Alabanda’nın Kar diline katkı yapacağı konusunda
güveni tamdır. Alabanda’da 1930′lu yıllarda görülmüş
ancak şimdi kayıp olan iki adet Karca yazıt
bulunmuştu. Bilim dünyası ile bu kaynaşmanın hem biz
bilim adamlarına, hem Üniversitemizin bilim
dünyasındaki saygınlığına, hem öğrencilerimizin
eğitimine hem de Aydın ilinin tanınması ve
turizminin gelişmesine büyük katkıları olacağı
aşikardır.”
Doç.Dr. Ateşlier, gelecek yıllarda farklı
ülkelerdeki üniversitelerden öğrenci ve öğretim
üyelerini de davet edeceklerini belirtti. Doç.Dr.
Ateşlier, “Yaptığımız anlaşmalar doğrultusunda kendi
öğrencilerimizi de yurt dışındaki önemli kazı
çalışmalarına yollayacağız. Özellikle yüksek lisans
ve doktora öğrencilerimizin Avrupa’nın en iyi
arkeoloji kütüphanelerinden birine sahip olan Bonn
Üniversitesine araştırma yapmak üzere yollanması
noktasında da çalışmalarımız olacak. Bu kazı
çalışmalarımız devam edip Alabanda antik kenti
ortaya çıkıp, Karya’nın görünmeyen yüzü su yüzüne
çıktıkça üniversitemizin tanınırlılığı daha da
artacak” diye konuştu.
Doç.Dr. Ateşlier, Aydın’daki antik kentlerin en
büyük eksikliğinin yönlendirme levhalarının
bulunmayışı olduğunu anlattı. Doç.Dr. Ateşlier,
“Bunlar olmadan turistin bilinçsiz bir şekilde antik
kenti gezmesini istemiyoruz. Gelecek yıl Güney Ege
Kalkınma Ajansı’na bununla ilgili bir proje sunarak
tüm bu amaçlarımıza ulaşacağız diye düşünüyorum”
dedi.
haberler.com, 03.01.2011
|
TARİHİ BATIKLAR JAPON BALIKLARINA EMANET

Marmaray kazılarında bulunan tarihi gemilerin
havuzlara konulan kalıntılarını kurtlanmaya karşı
Japon balıkları korunuyor.
Marmaray projesiyle birlikte bir rüya da gerçek
olurken bir taşla iki kuş da vuruldu. Bu proje
sayesinde İstanbul’un altındaki o gizli tarih de su
yüzüne çıktı.
Bu konuda İstanbul Üniversitesi Yenikapı
Batıkları Araştırma Merkezi’nde bugünlerde heyecan
dorukta… Marmaray kazılarında bulunan batık
gemilerin her parçasına büyük özen gösteren bilim
adamları, bir mucizeyi başarmak üzere… Bu çerçevede
1200 yıllık gemi, adeta küllerinden doğarak yeniden
inşa ediliyor.
Konuya ilişkin bilgi veren Marmaray Batıkları
Proje Başkanı Doç.Dr. Ufuk Kocabaş, “Gemileri parça
bazında işliyoruz. Bu müthiş bir çalışma ama
Yenikapı kazılarını düşündüğünüz zaman binlerce obje
var. Bunlar arasında 36 batık gemi de var. Neolotik
çağ insanından günümüze 8500 sene öncesinden ayak
izleri çıktı” dedi.
Kalıntılara İlginç Koruma
Bulunan kalıntılar arasında bulunan batık
gemilerin parçaları tek tek söküldü. Söz konusu
geminin parçaları oldukça ilginç bir yöntemle
korunuyor. Bu koruma için Japon balıkları
kullanılıyor. Söz konusu balıklar, gemi parçalarını
kurtçuklardan ve sivrisinek lavralarından koruyor.
Gemi Yeniden İnşa Edilip Denize İndirilecek
Marmaray Batıkları Proje Başkanı
Doç.Dr. Ufuk
Kocabaş, “Testereyle mi kesilmiş, baltayla mı
kesilmiş, bir keskiyle mi yapılmış, testereyle
kesilmişse testerenin dişlerinin arası ne kadar
usta, sağ elini mi kullanmış, sol elini mi kullanmış
bu detaylara kadar bunları çözümleyebiliyoruz. Bu
malzemeyle birlikte gemi tekrar inşa edilecek her
şey orijinal olacak” diye konuştu.
Elde edilen verilerle geminin üç boyutlu
görüntüsü de sağlandı. Geminin inşasında bundan
sonraki süreç adeta bir etkinliğe dönüşecek.
Doç.Dr. Ufuk Kocabaş, “Biz bu gemiyi İstanbul
Arkeoloji Müzeleriyle birlikte ya onların arkeoloji
müzesinin bahçesinde, İstanbul Üniversitesi’nin
bahçesinde hep birlikte inşa etmeyi düşünüyoruz. Bir
dizi aktiviteyle inşa etmek istiyoruz ve en sonunda
bunu 1200 yıl önce geldiği yere yani denize
indirmeyi düşünüyoruz” dedi.
Trt Avaz, 03.01.2011
|
ADIYAMAN NEMRUT'U MALATYA'YA KAPTIRDI

Adıyaman ile Malatya’nın yıllardır bir türlü
paylaşamadığı Nemrut Dağı, iki il arasında yine
çekişme konusu oldu. Orman ve Su İşleri Bakanlığı,
Nemrut’un Malatya tarafında kalan bölümünde turizm
planlamasına izin verdi. Karara Malatyalı vekiller
sevinirken, Adıyaman milletvekilleri karşı çıktı.
Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Adıyaman ile Malatya
arasında sürekli çekişme konusu olan Nemrut Dağı’nın
Malatya tarafında kalan bölümünde turizm merkezi
planlamasına izin verdi. Doğa Koruma ve Milli
Parklar Genel Müdür Vekili Ahmet Özyanık, kararın
geçen hafta alındığını belirterek, “Nemrut,
Adıyaman’la anılan bir yer. Marka olarak da
Adıyaman’la anılması daha güzel ama erişim açısından
da Malatya uygun. Malatya’dan gelecekler
Adıyaman’dan çıkacaklar. Şu anda yol problemi var.
Malatya’dan Nemrut Dağı’na kadar bir yol yapımı var;
fakat oradan Adıyaman’a bir iniş yok. Aradan bir yol
bağlantısı da yapılması gerekecek. Nemrut’un Malatya
sınırı ile Adıyaman’daki oteller bölgesine kadar
aradan bir yol yapılması gerekiyor. Önümüzdeki
dönemde onu da projelendirip yaparlar herhalde”
dedi.
Nemrut Dağı’nın Malatya tarafında kalan kısmında bir
turizm merkezi planlamasına izin verdiklerini
söyleyen Özyanık, şunları söyledi: “Orada turizm
merkezi oluşunca Malatya’dan daha rahat turist
gidebilecek. Yeni, lüks oteller yapılacak.
Havaalanından bir saatte gidilebilecek. Daha cazip
olacak. Yeni bir turizm merkezi oluşacak.
Adıyaman’da havaalanı var ama aktif değil.
Adıyaman’daki oteller bölgesinden Nemrut’a yaya
yürüyerek çıkılması gerekiyor. Oteller de eski
standartlarda. Gece sabaha doğru güneşin doğuşunu
seyretmek için de uzun bir mesafe kat edilmesi
gerekiyor. Malatyalılar bunu fark etti. Sırttan çok
yakın bir noktaya kadar, hızlı bir şekilde
çıkabilecekler. Oteller bölgesi ile zirve birbirine
çok yakın olduğu için çok daha fazla turist gelecek.
Malatya’nın turizmi canlanacak. Adıyaman’a da bir
çarpan etkisi oluşturacağı kanaatindeyim.”
Bakanlığın Malatya’ya verdiği Nemrut izni,
Malatyalıları sevindirirken, Adıyamanlıların
tepkisine yol açtı. CHP Adıyaman Milletvekili Salih
Fırat, “Malatya için böyle bir izin verilmesi yanlış
olmuştur, uygun da değildir. Bakanlığın buna engel
olması gerekirdi. Malatyalılar kendilerine turizm
geliri olsun diye bunu tabii ki isteyebilirler.
Ancak bunun Adıyaman’a zararı olur. Nemrut’a gitmek
isteyen Adıyaman üzerinden gider, Malatya’ya gerek
yok” dedi. CHP Malatya Milletvekili Veli Ağbaba ise
izni olumlu bulduğunu belirterek, “Nemrut
Adıyaman’ın değil, dünya insanlığının ortak malıdır.
Doğru değerlendirilirse iki ilin gelişimine de
katkısı olur. Malatya’da ulaşım daha rahat. Malatya
üzerinden Nemrut daha çok turist çeker. Bu,
Adıyaman’ın da yararına olur” diye konuştu.
Vatan, Haber: Levent İçgen, 03.01.2011
|
YANGINDA TARİHİ CAMİ KÜL OLDU
Yozgat'ın Aydıncık
İlçesi'ne bağlı Kazankaya
beldesinde elektrik kontağından çıktığı
belirtilen yangında tarihi cami yandı.
Beldenin Aydınlık Mahallesi'nde bulunan 500
kişilik tarihi Büyük Cami'de yatsı
namazından sonra çıkan yangın, caminin
içerisindeki ahşap doğramaların tutuşmasıyla
kısa sürede büyüdü ve caminin çatısını
sardı. Yangını fark eden mahalle sakinleri
durumu hemen itfaiyeye bildirdi.
Aydıncık ve Çekerek ilçelerinin yanı sıra
beldelerden gelen itfaiye ekiplerinin ve
belde halkının uzun uğraşları sonucu yangın
4 saatte güçlükle kontrol altına alınabildi.
Yangın nedeniyle büyük ölçüde zarar gören
camide 200 bin liralık masraf olduğu
belirtildi.
Aydıncık Kaymakamı Davut Bayraktar,
yangında camide büyük oranda maddi hasar
meydana geldiğini, can kaybının
yaşanmamasına sevindiklerini söyledi.
Bayraktar, "Camimiz tarihi cami olduğu için
içerisindeki ahşap doğramalar çabucak
tutuşması yangının kısa sürede büyümesine
neden oldu. İlçe ve beldelerimizden gelen
itfaiye ekiplerimiz, ilçe jandarma
komutanlığı ekiplerimiz ve mahalle
sakinlerimiz yangını söndürmek için büyük
uğraş verdi. Allah'a şükür can kaybının
yaşanmaması tek tesellimiz oldu." dedi.
Zaman, 03.01.2011
|
 |
NOEL BABA MÜZESİ'NİN ZİYARETÇİSİ ARTTI
Antalya'nın Demre İlçesi'ndeki Noel Baba Müzesi'nin ziyaretçi sayısı arttı.
AA muhabirinin müze yetkililerinden aldığı bilgiye göre, ören yerini geçen yıl çoğu Rus ve Alman olmak üzere 586 bin 590 kişi ziyaret etti. Müzeden elde edilen gelir ise 2 milyon 759 bin 340 lira oldu.
2010'da 442 bin 514 kişi tarafından ziyaret edilen ve 2 milyon 227 bin 935 lira gelir elde edilen Noel Baba Müzesi'ni gezen turistlerden Bulgar Juliana Balçova, müzenin son yıllarda gördüğü en iyi korunmuş ve gerçekçi yapı olduğunu söyledi. Balçova, müzede Noel Baba'nın yaşamının çok güzel anlatıldığını belirterek, ''Çok etkilendim'' dedi.
Rus turist Ekatarina Kuzlova ise Noel Baba Müzesi'nin kendisine pozitif enerji verdiğini ifade ederek, müzenin korunmasında emeği geçenlere teşekkür etti. Kuzlova, ''Bizim için kutsal bir yapı. Duvar resimleri çok etkileyici'' diye konuştu.
Habertürk, 03.01.2012
|
YENİKAPI'DA SÜREÇ NASIL DEVAM EDİYOR?

Yenikapı Transfer Noktası ve Arkeopark Alanı'na
yönelik düzenlenen "Uluslararası Mimari Avan Projesi
Davetli Hizmet Alımı"nda geçtiğimiz günlerde davetli
mimari ekipler belirlendi.
42 proje ekibinin başvurduğu hizmet alımında
değerlendirmeler sonucunda 7 yerine 9 proje ekibi ön
elemeleri geçerek finale kaldılar. Yabancı ve Türk
mimarlık ofislerinin iş birliği ile oluşan ekiplerin
de yer aldığı listede şu isimler yer alıyor:
-
Tabanlıoğlu Mimarlık / Murat Tabanlıoğlu,
- SelgasCano / Jose Selgas Rubio – Lucia Cano
Pintos,
- Terry Farrel & Partners / Sir Terry Farrel,
- EAA-Emre Arolat Architects / Emre Arolat,
- Eisenman Architects / Peter Eisenman + Aytaç
Architects /Alper Aytaç,
- Cafer Bozkurt Mimarlık / Cafer Bozkurt + MECANOO
ARC./FRANCINE Houben,
- Mimarlar Tasarım /Han Tümertekin + Hashim Sarkis
Studios/Hashim Sarkis,
- Atelye 70 / Prof. Hüseyin Kaptan+ Cellini
Francesco / Prof. Francesco Cellini + Insula
Architettura E Ingegneria,
- MVRDV / Winy Maas + ABOUTBLANK
Davetli mimarlar seçildi, peki yarışmanın süreci
nasıl devam ediyor? Geçtiğimiz günlerde, seçilen
ekiplerin katılımıyla yer görme aşaması tamamlandı
ve katılımcılara yarışmanın "design brief"i verildi.
Davetli mimari ekiplerden yarışmanın süreci ve
işleyişi hakkında bazı yorumlar aldık. Genel anlamda
zor bir süreç içerisinde olduklarını belirten
ekiplerden, "Bürokratik zorluklar bir kenara
bırakıldığında sürecin şimdilik rayında gittiği
söylenebilir" gibi yorumlarla birlikte, "Yarışmanın
konusu ve alanın doğası gereği zaten zor olan bir
süreçte yaşanan gecikmelerin doğal
karşılanabileceği" yönünde fikirler de edindik.
Ayrıca ekipler, verilen şartnamenin oldukça fazla
bilgi içerdiğini, fakat bu durum bir potansiyel
olarak gözükürken, aynı zamanda bir karmaşa da
yarattığını belirttiler.
Bir karmaşa ya da anlaşılmazlığa mahal vermemek
adına Yarışma Raportörlüğü tarafından, yarışma
süreci boyunca haftalık soru-cevap seanslarının
yapılacağı bilgisi de ekiplere verilmiş. Bu durum
ekipler tarafından olumlu karşılanıyor.
Ekiplerin projelerini teslim etmek için 6 Nisan
2012 tarihine kadar vakitleri var. Farklı meslek
gruplarından gelen uzmanlardan oluşan 9 ekibin,
alana yönelik birbirinden farklı ve önemli öneriler
getirecekleri kesin. Sonuçlar ise 9 Nisan'da belli
olacak.
Arkitera, 03.01.2012
|
HAYDARPAŞA'YA NE OLACAĞINI BİR TEK BİZ BİLMİYORUZ

Evet, Haydarpaşa artık Türkiye’nin
garı olmayacak. TCDD Genel Müdürü, bir ay sonra
tamamen kapatılacak Haydarpaşa’nın kaderinin yarışma
projesiyle belirleneceğini anlattı
Hattın diğer ucunda TCDD Genel Müdürü Süleyman
Karaman var. Dün Milliyet’te yazdığım yazı üzerine
hem sevinmiş, hem de son durum hakkında bilgi vermek
istiyor. Hatırlatayım; Haydarpaşa Garı, Şubat
itibarıyla kapılarını kapatacak... Hızlı tren
hattının yapımı için İzmit-İstanbul arasında iki yıl
süresince tren kullanılamayacak. Tabii bu durum,
aynı zamanda ‘Haydarpaşa’nın kaderi ne olacak?’
sorusunu beraberinde getiriyor. Çünkü rivayetler
muhtelif.
Karaman, işte bu yüzden biraz da ironik bir
ifadeyle “Haydarpaşa’ya ne olacağını bir tek biz
bilmiyoruz!” diyor. “Nasıl bilemezsiniz?” diye
soruyorum. Anlatmaya başlıyor: “Haydarpaşa için
Koruma Amaçlı İmar Planı çıkardık. Sadece gar için
değil. Çevresindeki tarihi yerler, Ermeni mezarlığı
için de. 1.5 milyon metrekarelik bir arazi söz
konusu. Tüm STK’lar, akademisyenler bir araya geldi.
Ve herkesin buradan İstanbul’u seyretme hakkı olduğu
konusunda birleştiler. Fakat ne yapılacağına burası
için düzenleyeceğimiz yarışma projesi sonunda karar
vereceğiz.”
Raylar kalacak ama...
TCDD Genel Müdürü, proje olursa ve ihaleye çıkarsa
trene de ihtiyaç olacağına inanıyor.
Haydarpaşa’daki rayların muhafaza edileceğini, ancak
bağlantı yolunun tamamlanmasıyla trenin
Haydarpaşa’ya uğramayacağını çünkü Marmaray’la
birlikte karşıya devam edeceğini belirtiyor.
Haydarpaşa’nın kaderine de Kadıköy, Kartal ve
Bakırköy halkı karar verecek. Nedir bu
alternatifler?
1- Haydarpaşa’da yerleşim alanları kurulacak fakat
tren yolu muhafaza edilecek. Yeme-içme mekanları
olacak.
2- Fuar alanları ve kültür merkezi yapılacak. Bir
kısmı yaşam alanı olarak kullanılacak.
“Otel, düşünülen son seçenek” diyen Karaman, bütün
bunlara şehir plancıları, sivil toplum ve mimarların
olduğu bir kurulla karar verileceğini söylüyor.
Berlin Meydanı’nın ve Hamburg Limanı’nın yeniden
düzenlenmesi projeleri üzerinde çalışıldığını... Ve
son kararın, halka danışarak verileceğini. İşte bu
yüzden o kinayeli, “Haydarpaşa’ya ne olacağını
bilmiyoruz” cümlesi...
Anlayacağınız Haydarpaşa
ayakta kalacak ama yıllardır kullandığımız biçimiyle
değil.
* TCDD Müdürü, “En çok biz üzülüyoruz
Haydarpaşa’nın kapanmasına. En sevdiğimiz gardır.
Benim de odam var, çok güzel!” diye neşesini
kaybetmeden sohbete devam ediyor.
* Sonra ciddileşiyor: “Bir yandan daha fazla insanın
trenden yararlanmasını istiyoruz. Çünkü İstanbul,
iki yıl sonra artık hızlı trene kavuşacak, insanlar
daha çok trene binecek. Eskiler İstanbul’a gelince
ilk adımını Haydarpaşa’dan atardı. Ama o zamanlar
karşıya geçme derdi yoktu.”
* Karaman’ın iyi niyetle anlattıkları, yine de
rahatlatmıyor beni... Berlin Meydanı gibi yenilenme
projeleri örnek veriliyor, çok güzel. Ancak her
şehrin eski bir garı vardır ve muhafaza edilir. New
York’da Union Station, Berlin’de Lehrter Bahnhof,
Londra’da Kings Cross, Leningrad Ten Garı böyle
yapılardır. Halen de şehrin ulaşım merkezi olarak
hizmet verir.
* Eskiden ‘dönüşüm, proje, yenilenme’ gibi sözler
duyunca unutmamıştım. Artık yerimden zıplıyorum...
Acaba Haydarpaşa’yı bir nostaljik süs gibi değil de
işlevini yitirmeden korumanın yolu yok mu?
* Raylı sistemin Harem’e kadar çekilmesi
sözkonusu. Boğazdan geçen bir tren hattı
düşünülüyor.
* Gebze-İstanbul arasında yoğun yapılaşmadan dolayı
istimlak yapılamamış. Aynı güzergahın üzerinde
çalışma yapılacak. Bu nedenle hat iki yıl iptal.
* AB, İstanbul tren hattının bir an evvel
yenilenmesi icin 200 milyon euro hibe etti.
* Söğütlüceşme viyadüğüne gar yapılacak. Ama burası
son durak değil. Üsküdar’a da tren istasyonu
geliyor.
* Marmaray bağlantısıyla tren hattı karşıya kadar
uzanacak.
Milliyet Cadde, Yazı: Mehveş Evin, 03.01.2012
|
TARİHİ SUYA GÖMMEYİN
Yapımına 1996 yılında başlanan Artvin Deriner
Barajı, Mart ayında su tutmaya başlayacak. Barajın
su altında bırakacağı yerler arasında ise
Karadeniz'in en önemli tarihi eserleri bulunuyor.
Bölgenin en eski yapısı olan Deriner Köprüsü'nün de
sular altında kalacağını belirten aktivistler, baraj
inşaatına karşı çıkmadıklarını belirterek, tarihi
eserlerin güvenli bir yere taşınmasını talep ediyor.
Konuyla ilgili olarak hazırlanan 13 maddelik
bilirkişi raporunda ise eserlerin maket yapımı ve
belgesel film çekimiyle korunabileceği savunuluyor.
Mart ayında elektrik üretmeye başlayacak Artvin
Deriner Barajı, Artvin merkeze bağlı 4 ayrı köydeki
tescilli kültür varlıklarını suya gömecek. Berta
Köyü'ndeki Selçuklu eseri Berta Köprüsü, Ferhatlı
Köyü'ndeki Selçuklu Ferhatlı Köprüsü, Zeytinlik
Köyü'ndeki tarihi Saltuklu, Aşağı Kümbet ve Yukarı
Kümbet ile Osmanlı dönemine ait 1857 yapımı
Zeytinlik Merkez Camii ve Oruçlu Köyü'nde bulunan
1907 yapımı Oruçlu Köyü Camii ile 1870'lerde
yapıldığı düşünülen tarihi gümrük binası su altında
kalacak yapılar arasında yer alıyor. Su altında
kalacak olan tescilli kültür varlıkları arasında bin
250 yıllık tarihi çınar da bulunuyor.
Kültür Bakanlığı kararıyla çeşitli üniversite ve
kuruluşlardan seçilen bilim adamlarından oluşan
'Bilim Komisyonu' kararı ise bölge halkını hayrete
düşürdü. Bölge halkı, tescilli eserlerin taşınarak
uygun bir yerde yeniden inşa edilmesini talep
ederken komisyonun, koruma amacıyla 'fotoğraf albümü
oluşturulması' kararı aldığını söyleyen aktivistler,
Bakan Günay'a seslenerek, en azından Berta
Köprüsünün fiziki olarak taşınmasını istedi.
Aralık 2010 tarihli 13 maddelik komisyon
kararlarına göre, bazı eserler için 'yeniden yapım'
tekniği uygun görülürken, Berta köprüsü için
belgesel ve maket önerildi. Raporda "Su altında
kalacak tarihi eserlerin nitelikli belgesel
filmlerinin yapılması, tescilli kültür varlıklarının
en az 1/20 oranında maketlerinin yapılması"
ifadeleri yer alıyor. Aktivistlerse bu eserin başka
bir bölgeye taşınması gerektiğini vurguluyor.
Dünyanın 3. büyüğü
Artvin'den geçen Çoruh Nehri üzerine inşaa edilen
ve 249 metre yüksekliği ile Türkiye'nin en büyük,
dünyanın 3. En büyük barajı olan Dernier Barajı'nın
yapımına 1988'de başlanmış ancak uzun yıllar inşaat
faaliyetinde mesafe alınamamıştı. 1996'dan itibaren
hızlanan inşaat, 2010'da ise yoğunlaştırılarak bitme
aşamasına getirildi. Artvin'de çekimler yapan
Discovery kanalı da barajı 'Mühendislik Harikası"
seçmiş ve aynı adlı programda yayınlanması için
çekimler yapmıştı.
Yeni Şafak, Haber: Orhan Turan, 03.01.2011
|
KADROLU CAMİ REHBERLERİ GELİYOR
Turist rehberi yerine cami rehberi geliyor. Kararı
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ açıkladı.
Sultanahmet, Süleymaniye, Fatih gibi tarihi
camilerde rehberler görev yapacak.
Başbakan Yardımcısı Bozdağ, Bu yıl Diyanet'ten
250 kadronun cami rehberliği için ayrılacağını
söyledi.
Buna göre, rehberler sanat tarihi, ilahiyat gibi
alanlarda yapılacak sınavla seçilecek.
Sınavı başarıyla geçenler, daha sonra hizmet içi
eğitime tabi tutulacak. Ardından da camilerde
istihdamı sağlanacak.
Cnn Türk, 03.01.2012
|
|
KÜLTÜR MİRASI SANAL DÜNYAYA TAŞINIYOR
Özyeğin
Üniversitesi, gönüllü ortaklarıyla Hatay Arkeoloji
Müzesi'ni sanal ortama taşıdı. IBM öncülüğünde
gerçekleşen örnek proje ile kültür mirasımızı
dünyaya açma yolunda önemli bir adım atıldı.
Özyeğin Üniversitesi, Index Grup, Marjinal Porter
Novelli, Kanguru Sanat, 32 Bit Bilgisayar Hizmetleri
ve önde gelen fotoğraf sanatçıları Fatih Demirhan ve
Sadık Üçok'un gönüllü destekleri; Kültür Bakanlığı,
Hatay Valiliği, Antakya Belediyesi, Hatay Arkeoloji
Müzesi, Antakya Ticaret ve Sanayi Odası işbirliğiyle
IBM öncülüğünde bir gönüllülük girişimi olarak
hayata geçirilen projeyle, dünyanın en zengin mozaik
koleksiyonlarından birine sahip Hatay Arkeoloji
Müzesi'ndeki eserler sanal ortama taşındı. Hatay
Sanal Arkeoloji Müzesi, 15 Aralık 2011 tarihinde
T.C. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın
katıldığı bir törenle ziyaretçilerin kullanımına
açıldı.
Proje kapsamında, Özyeğin Üniversitesi'nin de
desteğiyle şu ana kadar 72 mozaik, 18 adet heykel ve
Hatay'a ait 10 adet kültürel mirasın fotoğrafları ve
videoları çekilerek sanal müzeye aktarıldı. 360
derece görüntüleme seçeneği, bilgisayarlar için
flash ve mobil cihazlar için HTML versiyonlar,
tanıtım videoları ve fotoğrafları, kapsamlı envanter
bilgileri, Türkçe ve İngilizce dil seçenekleri gibi
özellikleriyle sanal müze projesi, tarihe damgasını
vuran eserleri web sitesi üzerinden ziyaretçilerin
kullanımına açtı.
Bu projenin Özyeğin Üniversitesi ayağını
kütüphane ekibinden Özlem Efe ile yürüten
Kütüphaneler Direktör Vekili İlkay Holt, bu gönüllü
ve örnek çalışmanın ortaya çıkış hikayesini, ekibin
kuruluşunu, gönüllü destek verenler arasındaki iş
bölümünü ve sürecin yönetilmesini şöyle anlattı:
"Aslında proje fikrinin ilk kıvılcımları Özyeğin
Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Hüsnü Özyeğin
ve Rektör Erhan Erkut'un IBM'in davetlisi olarak
gerçekleştirdikleri Hatay ziyaretleri sırasında
oluştu. Dünyadaki ikinci büyük mozaik koleksiyonuna
sahip arkeoloji müzesi olan Hatay'da gizli kalmış bu
kültürel mirasın dünyaya açılması gerektiği
fikrinden yola çıkılarak projenin ana hatları
çizildi ve 100. kuruluş yıldönümü nedeniyle bir
gönüllülük projesini hayata geçirmek isteyen IBM'le
konunun detayları görüşülmeye başlandı.
Özyeğin Üniversitesi olarak projenin "müze
standartlarına göre veri toplama ve girişi" ayağını
üstlendik. Bundan sonraki aşamalarda Avrupa'da
uygulanmakta olan dijital kültür mirası pojeleriyle
entegre olabilecek standarda sahip bir altyapı
oluşturma amacındaydık. Yazılım konusunda projenin
gönüllü ortaği 32 Bit Bilgisayar Hizmetleri oldu.
Eser girişleri için şablonları oluşturarak yazılımın
altyapısını oluşturduk. Kaç eserin tanıtımı
yapılacak, her bir eserin kaçar fotoğrafı çekilecek,
tanıtım metinlerinde hangi bilgiler kullanılacak,
tüm bu konular arkeologlarla da görüşülerek detaylı
bir şekilde planlandı.
Şu anda yalnızca 960 m2' lik mozaiğin
sergilenebildiği Hatay Arkeoloji Müzesi'nde, alan
yetersizliğinden dolayı sergilenemeyen yaklaşık 2000
m2'lik daha mozaik bulunuyor. Hatay'da tüm bu
mozaiklerin ve diğer kültür hazinelerinin
sergilenebilmesi için toplam 35 bin m2'lik yeni bir
müzenin 2013'de açılması planlanıyor. Daha sonra
uygulama alanı genişletilerek müzedeki diğer
eserlere ve daha sonra belki de Türkiye'deki tüm
müzelere uyarlanacak model bir çalışma olarak
planlanan sanal müze projesi, ilk etapta seçilen 100
eser ile sınırlandırıldı ve bu eserler planlandığı
şekilde bilgi ve fotoğraflarıyla sanal ortama
taşındı.
Bir araştırma üniversitesi olarak IBM
koordinatörlüğünde yürüyen çok güzel bir ekip
çalışması gerçekleştirdiğimize inanıyor, gizli
kalmış önemli bir kültür mirasının yurt içi ve
yurtdışından ulaşılabilir hale getirildiği örnek
teşkil edecek bir projede yer almış olmaktan
mutluluk duyuyoruz."
Özyeğin Üniversitesi Rektörü Prof. Erhan Erkut
ise projeyle ilgili olarak, "Geçen sene Temmuz
ayında IBM' in davetlisi olarak Hüsnü Bey ile
birlikte Hatay'ı ziyaretimiz sırasında Arkeoloji
Müzesini de görme şansı bulduk ve gördüklerimizden
çok etkilendik. Henüz gezimiz sürerken, bu dünya
kültürü harikalarını yurt içi ve yurtdışından daha
fazla insan ile paylaşabilmek için bir sanal müze
oluşturma fikri oluştu. IBM Türkiye Müdürü Michael
Charuk ve Hüsnü Bey ile paylaşılan ve onların hemen
destek verdiği bu fikrin kısa bir sürede hayata
geçirilmiş olması sevindirici. Bu projeyi, kamu,
özel sektör ve üniversite işbirliğinin de güzel bir
örneği olarak görüyor, üniversitemizden projeyi
destekleyen kütüphane ekibimize teşekkür ediyorum."
diye konuştu.
Hatay Sanal Arkeoloji Müzesi hakkında daha fazla
bilgi almak için http://www.hatayarkeolojimuzesi.gov.tr
sitesini ziyaret edebilirsiniz.
Arkitera, 02.01.2012
|
TARİHİ KÖPRÜ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

Düzce'nin Konuralp Beldesi Tabak
Deresi üzerine kurulu olan 3 kemerli Roma dönemine
ait köprü gün yüzüne çıkarılıyor.
Tarihi
Roma dönemi köprüsünün en önemli özelliği, harç
kullanılmadan mermer blokların bir araya getirilmesi
ile yapılmış olması.
Düzce'nin tarihinde önemli yeri olan Konuralp
beldesinde toprağı kazdıkça tarih fışkırıyor. 2 bin
yıllık bir tarihe sahip olduğu öğrenilen tarihi
eserlerden 3 kemerli köprünün kazı ve restorasyon
çalışmaları başladı.
Başlayan kazı çalışmalarında 2 bin yıllık tarihi
kemerli köprü koruma altına alındı. Konuralp'in
batısından geçip, Efteni Gölü'ne dökülen
Tabak Deresi üzerinde, Çilimli yol ayrımında yer
alan antik köprünün MS 1. yüzyılda yapıldığı tahmin
ediliyor. Köprünün en önemli özelliği hiç harç
kullanılmadan beyaz mermer blokların bir araya
getirilmesiyle inşa edilmiş olması. 5 metre
genişliğinde ve 30 metre uzunluğunda olan tarihi
köprü 3 kemerli bir yapı görünümünde.
Konuralp Müze Müdürü Yunus Taşçıoğlu köprünün batı
Karadeniz bölgesinde başka bir örneğinin
bulunmadığını söyledi.1960'lı yıllara kadar
kullanılır haldeki köprü, büyük bir selle beraber
tahribata uğramış 1975 yılında tescil olmuş 1987
yılında tescilin devamına karar verilmiş. Müze
Müdürü
Yunus Taşcıoğlu, "Otların arasında iken bu güzel
bir eserin ortaya çıkarılması restore edilebilmesi
için kazı çalışması müdürlüğümüzce Aralık Ayı
içersinde yapılmaya başlandı. Ancak bugüne kadar bu
yapı tam anlamıyla ortaya çıkarılamamış. Biz, bu
önemli eserin tamamını gün yüzüne çıkarmak, eksik
olan parçalarını bir araya getirmek ve gerekli
restorasyonu yapmak için bir çalışma yürütüyoruz."
diye konuştu.
Habertürk, 02.01.2012
|
DÜNYANIN İLK GÖKDELENLERİNDE YAŞAM DEVAM EDİYOR

Tarihi
kayıtlara göre ilk gökdelenler, bugünkü
Yemen'in kuzeyindeki
Hadramut
bölgesinde yaşamış Hadramilerin
çölden gelen saldırılardan korunmak amacıyla inşa
edilmiş. Demir kullanılmadan sadece çamurdan ve
kerpiçten yapılan bu ilginç evler, günümüzün çelik
konstrüksiyonlu yapılarla alay edercesine dimdik
ayakta durmaya devam ediyor.

Bu
başdöndürücü ve çarpıcı mimarinin en güzel
örneklerinden biri geçmişi 2 bin 500 yıl öncesine
kadar uzanan Yemen'in başkenti
Sana'da
bulunuyor. Dünyada bir benzeri olmayan bu yapıların
başkent Sana'da 6-7 katlılarına, Hadramut ve Şibam
bölgelerinde ise 10-12 katlılarına rastlamak mümkün.
Sana'nın 'Babül Yemen' olarak
adlandırılan surlarla çevrili bölgesi içinde
geleneksel mimaride inşa edilmiş, tarihi ve kültürel
değeri haiz 6 bin 500 kadar bina bulunuyor. Modern
hayatın ortasında sıkışıp kalan bu büyülü şehir
'Eski Sana' olarak biliniyor.

Yer yer taş
işçiliğinin enfes örneklerinin de görüldüğü Eski
Sana'da, genellikle birbirine bitişik tarzda inşa
edilen orijinal yapılar sabah ve akşam güneşini
alacak şekilde konumlandırılmış. Binalar, gecenin
soğuğundan ve günün kavurucu sıcağından sakinlerini
ustalıkla korunabiliyor. Üst katlar, alt katlara
oranla daha büyük pencereler kullanılırken;
duvarların içine yerleştirilmiş boşluk ve kanallar
yardımıyla alt katlar aydınlatılıyor ve
havalandırılması sağlanıyor. Pencereleri olağanüstü
vitray ve rengarenk camlarla bezenmiş binaların
bahçelerini selvi ağaçları, bahçe duvarlarını ise
sarmaşık ve begonviller süslüyor. Çamur ve ve taş
işçiliğinin zirveye çıktığı tarihi kentin siluetinde
yüksekliği 150 metreyi bulan minareler iz bırakıyor.

UNESCO'nun
Dünya Kültür
Mirası Listesinde yer alan dünyanın en eski
apartmanlarında bugün hayat devam ederken, yöre
halkı asırlar öncesinin inşaat teknikleriyle çok
katlı evler yapmaya devam ediyor.
Ülkenin sahip olduğu bu eşsiz kültür hazinelerini
görmek için her yıl yüz binlerce kişi Yemen'i
ziyaret ediyor.
 
Yapı, Fotoğraflar: Erkan Yiğitsözlü, 02.01.2012
|
170 YILLIK KİLİSE RESTORE EDİLİYOR

Muğla'nın Bodrum
İlçesi'ne bağlı
Turgutreis beldesinde, yıkılmak üzere olan ve sık
sık defineciler tarafından talan edilen 170 yıllık
Ortodoks kilisesi restore ediliyor.
Küçük kilise, restorasyonun ardından yılın belli
dönemlerinde Yunanistan'ın Oniki Adalar Valiliği ile
ortaklaşa düzenlenecek etkinliklerle hayat bulacak.
Muğla'da turizm sezonunu 12 aya yayma projeleri
arasında yer alan, kültür turizmine yönelik olarak
yöredeki tarihi yapıların restorasyon çalışmalarına
ağırlık veriliyor. Bu kapsamda Peksimet Köyü'ndeki
kilisenin restorasyonu için mimari projeler
hazırlandı. Tanzimat döneminde, 1840 yılında
yapıldığı tahmin edilen kilisenin restorasyon
projesi maliyetinin yüzde 70'i Muğla İl Özel
İdaresi, geri kalanı
Turgutreis Belediyesi tarafından karşılanacak.
İhale sonucu mimari projeler, Asar Restorasyon
Mimarlık Ltd.Şti. tarafından hazırlanarak Muğla
Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'na
sunulacak. Onaylanmasının ardından restorasyonun
yaklaşık maliyeti çıkarılarak çalışmalara
başlanacak. Restorasyon tamamlandıktan sonra kilise,
yörede yaşayanlarla yerli ve yabancı turistlere
çeşitli etkinliklerle hizmet verecek.
Restorasyon proje müellifi Yüksek Mimar
Meral Oğuz, kilisenin kesin yapılış tarihiyle
ilgili bilgi bulunmadığını belirterek, "1840'larda
yapıldığı tahmin edilmektedir. Dikdörtgen planlı,
tek sahınlı plan şemasına sahip, birisi güneybatı,
diğeri kuzeybatı cephesinde iki kapısı
bulunmaktadır. Yapının apsis bölümü, mekanın içinden
yaklaşık iki basamak seviyesinde yükseliyor. Apsis
karşısındaki kuzeybatı cephesindeki kapının
üzerinde, orta aksta mermer sütuna basan iki kemer
mevcut. Kemerlerin üzerinde bir adet taş söveli
yuvarlak pencere var. Yapı, iki çapraz kemerle
oluşturulmuş iki simetrik haçvari tonozla
örülmüştür. Tonozların üzeri bol miktarda tuğla tozu
ve pirinciyle taş tozu ve pirinci karışımını içeren
kireç esaslı harçla su geçirimsizliği sağlanarak
sıvanmıştır. Tonozlu üst örtüsünde ön cepheye de
yansıyan, boylu boyunca uzanan ciddi yapısal
çatlaklar bulunuyor. Müdahale tam zamanında
yapılıyor, biraz daha geç kalınsaydı basit
yöntemlerle halledilemeyecek hasarlar oluşabilirdi."
dedi. Bir yapının veya şehir dokusunun onarılıp
sağlıklılaştırılmasının, insan sıcaklığına
kavuşmasıyla mümkün olduğunu vurgulayan Oğuz,
"Doğal, kültürel ve tarihi zenginliklerle dolu
yöremizde turizm hareketlerinin çeşitlendirilmesi ve
sezonun 12 aya yayılması günümüzde önemli hale
gelmiştir. Bunun için modern yapılar yerine, yörenin
mimari, sanatsal ve estetik değerlerini üzerinde
barındıran, yaşadığı devrin sosyal, ekonomik, mimari
özelliklerini yansıtan, bilimsel ve kültürel açıdan
özgün değer taşıyan yapıların turizm amaçlı
değerlendirmesi ve çevresine de örnek olması
amaçlanmaktadır. Peksimet Köyü silueti içinde
çevresiyle birlikte korunmuş bir bütünlük arz eden
ve kente hakim bir konumda yer alan söz konusu yapı
için bu anlamda sosyal, kültürel ve turistik
fonksiyonlar öngörülmüş olup kültür nitelikli
turizme katkı vermesi hedeflenmektedir." şeklinde
konuştu.
Peksimet Köyü Muhtarı
Adnan Süzen de atıl durumdaki klisenin restore
edilmesinden çok memnun olduklarını belirterek,
kültür turizminde kullanılmasını istedi.
Habertürk, 02.01.2012
|
 |
GÜMÜŞLÜK'TEN TARİH FIŞKIRIYOR
Muğla’nın Bodrum İlçesi'ne bağlı Gümüşlük beldesindeki Antik Myndos kenti sınırları içinde Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’nin üç hafta önce başlattığı kurtarma kazıları tamamlandı.
Arkeolog Hande Savaş başkanlığında yürütülen çalışmalarda yaklaşık 30 dönüm arazi üzerinde bulunan Hellenistik Döneme ait 13 kaya mezarının, Antik Myndos kentinde yaşayan soylu bir aileye ait olduğu tespit edildi. Mezarlarda bulunan ve aralarında bir kadına ait olduğu belirlenen 2 bin 300 yıllık bakır bir ayna ile aynı döneme ait toprak kap, yüzük taşları, kandil ve sikkeler Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’nde koruma altına alındı. Bazı eserlerin konservasyonuna başlandı.
Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi Müdürü Yaşar Yıldız, “Sezar’ın katilleri Brütüs ve Casius’un saklandığı yer burası. Mezarların yanı sıra tiyatronun yerini de tespit ettik. Kamulaştırma çalışmalarından sonra bu dev tiyatroyu gün ışığına çıkartacağız” dedi.
Milliyet, Haber: Yaşar Anter, 02.01.2012
|
ÇİÇEK: MİLLİ SARAYLARIN NİTELİKLİ PERSONEL İHTİYACI
VAR
TBMM Başkanı Cemil Çiçek,
TBMM'ye personel alımlarıyla ilgili bazı yayın
organlarında çıkan haberler üzerine bir açıklama
yaptı.
Çiçek, milli varlıkların bakım, onarım ve
restorasyon hizmetlerini yürütmek için TBMM'nin
personel ihtiyacı olduğunu söyledi. TBMM Başkanı
Çiçek,
Milli Saraylar'da çalışacak personelin
gelişigüzel değil, nitelikleri doğrultusunda
seçilerek istihdam edildiğini belirtti.
TBMM Başkanı Çiçek, TBMM'ye personel alımlarıyla
ilgili bazı yayın organlarında çıkan haberler
üzerine bir açıklama yaparak, "Türkiye Büyük Millet
Meclisi, yasama ve denetim görevinin yanı sıra aynı
zamanda merkez teşkilatının ve
Milli Saraylara bağlı saray ve köşklerin fiziki
alanlarının bakım, onarım ve temizlik hizmetlerini
yapmakla yükümlüdür. TBMM'ye bağlı
Milli Saraylar Başkanlığı'nın görev ve
sorumluluk alanında başta Dolmabahçe ve Beylerbeyi
Sarayı olmak üzere 4 kasır (Aynalıkavak Kasrı,
Beykoz Kasrı, Ihlamur Kasrı, Küçüksu Kasrı), 3 köşk
(Florya Atatürk Köşkü, Yalova Atatürk Köşkü, Yıldız
Şale) ve Hereke Halı ve Dokuma Fabrikası ile Yıldız
Çini Fabrikası bulunmaktadır." dedi.
Tarihten günümüze intikal eden milli varlıkların
bakım, onarım ve restorasyon hizmetlerini yürütmek
için TBMM'nin personel ihtiyacı olduğunu hatırlatan
Çiçek, şunları söyledi:
"Aynı zamanda müzecilik hizmeti de verilen bu
mekanlar yılda on binlerce yerli ve yabancı turist
tarafından ziyaret edilmektedir. Bu tarihsel
varlıkların gelecek kuşaklara aktarılabilmesi için
ihtiyaçlar doğrultusunda rehber, dekoratör, mimar,
döşemeci, taş ustası, iskeleci, meydancı, perdeci,
saatçi ve bunlara benzer ustalık gerektiren sanatkar
personel çalıştırılmaktadır. Bu gibi personel
gelişigüzel değil, nitelikleri doğrultusunda
seçilerek istihdam edilmektedir."
Habertürk, 02.01.2012
|
İNŞAAT KAZISINDAN ROMA MEZARI ÇIKTI
Konya'nın merkez Selçuklu
İlçesi'nde inşaat için
temel kazısı sırasında Roma Dönemi'ne ait olduğu
tahmin edilen mezarlar çıktı.
Selçuklu İlçesi Ferhuniye Mahallesi Mümtaz Koru
Sokak'ta eski bir bina yıkılarak, yerine yeni bina
yapılması için çalışma başlatıldı. Temel kazısı
sırasında mezara benzeyen çukurlar ortaya çıktı.
Konya Müze Müdürlüğü yetkilileri, mezarların çıktığı
inşaata gelerek inceleme yaptı. Yapılan incelemede
mezarların Roma Dönemi'ne ait olma ihtimalinin
yüksek olduğu belirtildi. Mezarların birinden
gözyaşı şişesi çıkması yetkililerin tahminlerini
güçlendirirken, olay yerinde incelemelerin devam
ettiği bildirildi.
Habertürk, 02.01.2012
|
|
 |
'MYRA'LI YETİM ÇOCUK' EVİNE DÖNMEYİ BEKLİYOR
Yorgun Herakles (Herkül) heykelinin 31 yıl sonra ABD’den doğduğu topraklara getirilmesi, yurtdışında bulunan diğer tarihi eserlerin iadesi için de umut ışığı oldu. Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi ve Myra Kazıları Başkanı Prof.Dr. Nevzat Çevik, resimli kaya mezarından kesilerek kaçırılan ve Atina Müzesi’nde sergilenen ’çocuk kabartması’nın peşine düştü. Çevik, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’dan tam destek alırken, eserin iadesi için önümüzdeki günlerde Yunanistan’a resmi başvuru yapılacak.
Geçmişten günümüze taşınan eserlerin ’kültürel miras’ değil, ’kültürel emanet’ olduğunu vurgulayan Çevik, “Bize emanet edilen bu eserlere sahip çıkmamız gerekiyor. 1850’den sonra Avrupalı konsolosluk görevlileri, eski eser meraklısı zenginler ile yol yapımı ve demiryolu inşası için gelen mühendisler, Osmanlı topraklarında kazılar yaptı ve buldukları eserleri ülkelerine götürdü. Çalınan önemli eserlerden biri de Myralı çocuk kabartması. Ailesinden ve topraklarından koparılan bu ’yetim’, ait olmadığı Atina Müzesi’nde zorunlu bir tutukluluk dönemi yaşıyor. Myra antik kenti için çok önemli bir yeri olan bu çocuk, ailesine dönmeyi bekliyor. Myra kaya mezarındaki eksik kısmın tamamlanması, çocuk kabartmasının ait olduğu yerle bütünleştirilmesi bizim için evrensel bir görev olmalı” diye konuştu.
Milliyet, Haber: Ömer Erdem, 02.01.2012
|
2 BİN YILLIK KABARTMA BULUNDU

Muğla'nın Yatağan
İlçesi'ndeki
Stratonikeia antik kentindeki kazılarda, yaklaşık 2
bin yıllık olduğu tahmin edilen, üzerinde bir
tanrıça ve boğa figürleri bulunan kraliçe büstü
kabartması bulunduğu bildirildi.
Pamukkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve
Stratonikeia antik kenti Kazı Başkanı
Doç.Dr. Bilal Söğüt, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, antik kentte yaptıkları kazı çalışmaları
esnasında bir caddenin başlangıcını bulduklarını, bu
caddenin kapı ve sütunlarla başlayan bölümünde
çalışmalarını yoğunlaştırdıklarını anlattı.
Bu çalışmalar sırasında, Hellenistik döneme ait,
üzerinde boğa başları betimlemeleri ve bir tanrıça
figürü bulunan kraliçe büstü kabartmasına
ulaştıklarını belirten Söğüt, kabartmanın 1,5 metre
boyunda, yaklaşık 2 metre genişliğinde olduğunu
bildirdi.
Eserin yaklaşık 2 bin yıllık geçmişe sahip olduğunu
anlatan Söğüt, ''Eserde yer alan boğa başı
betimlemeleri zenginliği ve gücü temsil ediyor. Bu
kazının yapıldığı bölgede daha öncede yarış arabası
figürleri bulunmuştu. Aynı bölgede bulunan yaklaşık
bin 500 yıllık mozaikler de bizim için sevindirici
bir gelişmeydi'' dedi.
Doç.Dr. Söğüt, antik kentte yürütülen kazı
çalışmalarının önemli bir bölümünü sur duvarlarının
oluşturduğuna işaret ederek, şöyle konuştu:
''Bu kentin sur duvarları
Kral Maussollos tarafından yaklaşık 2 bin 400
yıl önce restore edilmiş. Antik kenti çevreleyen
yaklaşık 2 bin 400 yıllık surların ortaya
çıkartılması için kazı çalışmasına başladık.
Surların kazısı tamamlandığında restorasyon
çalışmasına başlayacağız. Antik kentin çevresinde
yaklaşık 3 bin 600 metre uzunluğunda bir sur
olduğunu düşünüyoruz. Yaklaşık 400 metre
uzunluğundaki bir sur duvarının günümüze kadar
korunmuş durumda olduğunu tespit ettik. Öncelikle,
bu bölümü açığa çıkartıp restore ettikten sonra
ziyarete açacağız.''
Antik kentte 2011 yılında yapılan ve 7 ay süren
kazıyı, öğretim üyeleri, öğrenciler ve işçilerden
oluşan yaklaşık 100 kişilik ekiple yaptıklarını
kaydeden Söğüt, bu çalışmalarda 460 eser
bulduklarını, envanter çalışması tamamlanan eserleri
Muğla Müzesi'ne teslim ettiklerini bildirdi.
Teslim edilen eserlerin, restorasyon ve
konservasyonunun yapıldığına değinen Bilal Söğüt, bu
eserlerin müzede hemen sergileneceğini belirterek,
''Eserlerin büyük bir bölümü Roma ve Bizans dönemine
ait. Kazı çalışmalarına bir süre ara vereceğiz ve
hava sıcaklıkları normale dönünce tekrar
başlayacağız'' dedi.
Doç.Dr. Söğüt, antik kenti ziyaret edenlerden ücret
alınmadığını da vurgulayarak, ''Bizim tespitlerimize
göre 2011 yılında antik kenti yaklaşık 10 bin kişi
ziyaret etti. 2 yıl önce antik kente gelen ziyaretçi
yoktu. Bugün geldiğimiz nokta çok sevindirici.
Ziyaretçinin olmadığı gün yok. Bölge halkı antik
kentte sahip çıktı'' diye konuştu.
Habertürk, 02.01.2012
|
GÜRÜN'DEN 'TOKMAKLARA SAHİP ÇIKALIM' UYARISI
Muğla
Belediye Başkanı Osman Gürün, özgün mimarileri ile
Muğla yapı kültüründe önemli bir yeri olan tarihi
evlerin kapılarındaki tokmakların sayısının giderek
azaldığın söyledi.
Muğla'nın kentsel sit alanı içinde olan ve 150 yıl
önce Rum ustalar tarafından yapılan 4 bin
civarındaki kapı tokmağından günümüze sadece 25-30
tanesinin ulaşabildiğini kaydeden Gürün, tarihi
evleri geleceğe aktarmak için çalışmalar
yaptıklarını ancak kapı tokmaklarının kapının
dışında olması sebebiyle sökülüp kolaylıkla
alındığını belirtti.
Başkan Gürün, "Restorasyon çalışmalarıyla geçmişteki
mimari özellikleri ve öğeleri aslına
uygun olarak geleceğe
taşımak istiyoruz. Onarımlarda çift uçlu çakma
çivileri bile aslına uygun
olarak yapıyoruz. Ancak kapı tokmakları dışarıda
olduğu için kolaylıkla sökülüp alınıyor. Bazı
restorasyonlarda kapı tokmakları yoktu. Bunları
aslına uygun olarak
dövme demirden yaptırdık ve yerine koyduk. Ancak
önemli olan bu bilinci oluşturmaktır. Bizim
dışımızda Valilik, kurum ve kuruluşlar ile şahıslar
da kentimizde birçok tarihi evi restore ettirdi"
dedi.
Kapı tokmaklarının kültürlerinde önemli bir yerinin
olduğunu kaydeden Muğlalılar da, "Ev
sahibi, kısa bir süre için bir yere gittiyse
tokmağın üzerine kısa, uzun
süre dönmeyecekse uzunca
bir ip asardı. Yatıya gittiyse, kalın bir ip asılır
ve büyük bir düğüm atılırdı. Gelen misafirler de ipe
bakarak ev sahibinin ne
zaman döneceği hakkında bilgi sahibi olurdu" diye
konuştular.
Muğlalılar, kapı tokmaklarının vuruş anlamları
konusunda şu bilgiyi verdiler: "Evin beyi geldiğinde
tokmak iki kez çalınırdı. Çocuklar hızlı ve sert
aralıklarla vurur, misafirler ise daha yavaş ve
aheste vurmayı tercih ederdi. Art niyetli birinin
geldiği ise kapı sesinin şiddetinden anlaşılırdı.
Hangi evin tokmağının çalındığı tınısından belli
olurdu. Tokmak, üç defa çalındığında gelen misafirin
erkek, iki defa çalındığında ise kadın olduğunu
haber verirdi.
Yeni Asır, Haber: Osman Akça, 01.01.2012
|
TOPKAPI SARAYI'NIN BİLİNMEYEN YÖNLERİ

Kaynak Yayınları
tarafından yayımlanan ve Salih Gülen’in hazırladığı
“Bilinmeyen Yönleriyle Topkapı Sarayı”, fotoğraflar
eşliğinde sarayla ilgili birbirinden ilginç
ayrıntılara yer veriyor
BAKLAVA ALAYI: Matbah-ı Amire
olarak bilinen mutfak ramazan ayında her zamankinden
daha yoğundur. Mutfak ahalisi iftar ve sahur
nedeniyle telaşlıdır. Ramazanda oruç tutan askerler
için padişah, ramazan ayının 15. günü baklava
dağıtır ve bu dağıtma törenine de baklava alayı
denirdi.
OSMANLI KIRMIZISI: Osmanlı’nın
kırmızı merakı malum... Saray’da Divahane’de
reisüküttabın oturduğu seki kırmızı olup yüksek
rütbeli görevliler de kırmızı tahta sekilere
otururdu. Divanhanenin demir kafesleri ve bütün
ahşap kısımları, günümüzde olmayan İkinci Avlu'daki
çimenliklerin etrafındaki tahta parmaklıklar,
revaklara asılı perdeler, yere döşenen halılar
sultan çadırına has hükümdarlık rengi olan
kırmızıdır.
Hazine sayım defterinde yer alan bir bilgi de Arz
Odası’nın perdelerinin kırmızı olduğunu gösterir.
Padişahın yatağının üstü kırmızı kadifeyle kaplanır
ve padişah Eyüp Sultan’da kılış kuşanmaya giderken
Şal Kapısı’ndan Valide Sultan Taşlığı’ndaki Taht
Kapısı’na kadar kırmızı şallar döşenirdi.
ÇEŞMEDEKİ SABUN:
Köprülü Mehmed
Paşa, Enderun’daki günlerinde Akağalar Çeşmesi’nde
elini yıkayacak sabun bulamaz. Yıllar sonra Sadrazam
olunca Enderun ocaklarına bin 700 okka yani 2 ton
179 kilo gram sabun bağışlar.
YAVUZ SULTAN SELİM’İN KİTAPLARI:
Sultan Selim’in kitaba olan merakı meşhur. Kardeşi
Şehzade Korkut’un
Manisa’daki kütüphanesini
İstanbul’a taşıtır,
İran ve
Mısır seferleri sırasında da saraydaki ve
kalelerdeki bazı şahsi kütüphanelerin sayımını
yaptırıp kitapların envanterini çıkarttırır. Padişah
kitaplarının kaybolmasına çok kızar. Özellikle Mısır
seferi sırasında kaybolan bir kitabı uzun uzun
aratması ise meşhurdur...
HAS BAHÇE’DEKİ BİTKİLER:
Dördüncü
Avlu’daki Has Bahçe, yetiştirilen meyve çeşitleriyle
ve çardaklarıyla meşhurdur. Pek çok meyvenin yanı
sıra özellikle her zaman Saray’da üzüm olmasına
dikkat edilir. Saray’daki üzümlerden yiyen
İngiltere’nin ünlü org ustası Thomas Dallam‘ın
bu durum ilgisini çeker. Dallam 1599’da kaleme
aldığı bir eserinde “Burada insan yılın her günü
üzüm toplayabilir” der ve kasım ayında dalından
koparılıp getirilen üzümlerden yediğini anlatır.
Ancak ne acıdır ki bahçedeki başta portakal, limon
olmak üzere hiçbir meyve ağacı günümüze ulaşmaz.
ASIRLARDIR AÇILMAYAN KAPI:
Sarayın
uzun yıllardan bu yana açılmadığı düşünülen bir
kapısı vardır. Bu kapı
Harem Hastanesi’nin hemen alt tarafındaki
gasilhanenin kapısıdır. Burada vefat eden
cariyelerin cenaze işlemleri yapılırdı. Gasilhanede
teneşir üzerinde yıkanan ve kefenlenen cenaze tabuta
yerleştirilerek gasilhane girişine göre sol tarafta
bulunan Meyyit kapısından dışarıdaki zülüflü
baltacılara teslim edilirdi. Asırlardır açılmadığı
tahmin edilen kapı ayrıca
Arkeoloji Müzesi’nin bahçesine doğru açılıyor.
Milliyet, Haber: Gülden Öktem, 01.01.2012
|
İSTANBUL'DA ÖYLE BİR GEÇER ZAMAN Kİ

Yüksek mimar Sinan Genim, 400 yıllık İstanbullu
bir aileye mensup. Gerçek bir İstanbul aşığı olan
Sinan Genim’in mesleki başarısının yanında bir diğer
özelliği ise büyük bir kolleksiyoner olması.
Genim’in elinde 10 binin üzerinde eski İstanbul
fotoğrafı bulunuyor. Yeni yılın ilk gününde
İstanbul’un silüetine ışık tutan Genim’le, şehrin
160 yıl önceki fotoğraflarında yolculuk yaptık. Ünlü
mimar İstanbul’la ilgili doğru bilinen yanlışları da
gün yüzüne çıkarttı.
“İstanbul’un, İstanbul oluşu Kanuni’den sonradır.
Şehri Fatih almıştır. Ancak yeni yapılanma ve mimari
1520’lerden sonra hız kazanmıştır. Şehrin silüetini
ilk değiştiren Kanuni’dir. Türkler fetihten 80-90
yıl sonra İstanbul’a alışmıştır. Cumhuriyet sonrası
özellikle 80’den sonra yapı stoğundan inanılmaz
patlama yaşanıyor.”
“Herkes eski İstanbul’a atıfta bulunur. Oysa eski
İstanbul bugünkü şehirden çok daha kötü durumdaydı.
Günümüz İstanbul’u son derece modern bir kent. Belki
nüfus fazla, trafik yoğun... Ancak 2012 İstanbul’u;
1852’den daha yeşil bir kent. Osmanlı’nın dağılma
sürecinde kent sıkıntılarla boğuştu. Yalılarda
yaşayan insanlar bile kışları mangalla ısınmaya
çalışıyordu. Bu şehir sanıldığı gibi ormanlık da
değil. Eski İstanbul şimdikinden daha çoraktı.
Şehrin her yanında dağ gibi odun yığınları
diziliydi.”
“Süleymaniye Cami’ni inşaa eden Sinan’a ‘şehrin
tepesine bu da yapılır mı’ diye soran olmadı.
Radikal bir kararla Süleymaniye inşaa edildi. Sinan
bugün yaşasa belki de Süleymaniye’yi yapmasına izin
verilmezdi. 8 bin 500 yıllık bir geçmişe sahip
İstanbul’un tarihi dokusu bozulmadan yenileme
çalışmaları yapılabilir.
Vatan, Haber: Mert İnan, 01.01.2012
|
HAT, SANAT SAYILSIN DİYE YILLARCA BEKLEDİK

Geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanlığı Kültür ve
Sanat Büyük Ödülü'nü alan hattat Hasan Çelebi,
ilerleyen yaşına rağmen hala 'meşk'e devam
ediyor. Çelebi, Cumhurbaşkanlığından gelen ödül
için gecikmiş diyemeyeceğini, sahip çıkılmasının
önemli olduğunu söylüyor. Çünkü o, hattın sanat
sayılması için yıllarca beklemiş bir hat üstadı.
"Hamid Aytaç'tan sonra bu işi devam
ettireceğim aklıma gelmemişti." Geçtiğimiz
hafta Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük
Ödülü'nü alan hattat Hasan Çelebi, artık pek
rastlamadığımız bir 'çelebi' üslubuyla
konuşuyor. Bu mütevazı cümlenin ardında
simurg hikayesi gizli adeta. Günümüzdeki
restorasyonları sorunlu bulan Çelebi, hat
sanatının yetişen ustalar ve halkın iltifatı
sayesinde artık geriye gitmeyeceğinden emin.
Sayısız talebesi olan, içlerinden 60'ına
icazet veren, hat sanatının yaşayan en büyük
üstadı Hasan Çelebi'yle söyleştik.
Dünyanın dört bir yanından
talebeleriniz var. Yıllarca hat sanatına
emek verdiniz. Cumhurbaşkanlığı Kültür ve
Sanat Büyük Ödülü için, gecikmiş bir ödül
diyebilir miyiz?
Gecikmiş diyemeyeceğim. Sahip çıkıldı
ya... Biz yıllarca bir dergide, radyoda,
yani medyada bu sanattan konuşulsun diye
bekledik. Kültür bakanlarına, müsteşarlara
hatırlattık. Şahsımla ilgili değil, hat
sanatının 'görülmesi'yle ilgili. Hat zayi
olmasın diye gayret ettik. 'Sanat' deyince
radyoya, televizyona kulak kesilirdik, belki
hattan bahsederler diye. Tiyatroyu, müziği,
resmi, hatta karikatürü bile sayarlardı ama
hattın adı geçmezdi. Kıvamına geldi,
zamanını buldu.
Geleneksel sanatların göz ardı
edilmesi son yıllarda bir nebze aşıldı. Bu
yönelişi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Evet, bir kısmı eski kıvamına ulaştı.
Mesela tezhip ve ebru, eskiyi bile geçti.
Şimdi Anadolu'nun çok yerinde ebru sanatçısı
var. Hat henüz o kıvama gelmiş
diyemeyeceğim. Fakat yolundadır, gelir diye
ümit ediyorum. Çünkü bunu yapan insandır, bu
insan unsuru da el'an mevcuttur.
Şu anda yetişen ustalar var. Onları
nasıl buluyorsunuz? Hat geleneği devam
edecek mi?
Bu sanat artık geriye gitmez. Gençler
hevesli ve sayıları çoğalıyor. Halkın
iltifatı olur, yapılan işler maddi yönden de
desteklenirse artık geriye gitmez. Herhangi
bir kanuni engel çıkmazsa.
Hat sanatında hoca-talebe ilişkisi ne
kadar önemli?
Çok önemli, olmazsa olmaz. Talebe kendi
kendine öğrenmeye çalışırsa yetişmez.
Muhakkak disiplini bozmadan bidayetten
hidayete hocanın gösterdiği yolda devam
etmeli. Onun da talebe yetiştirmesi lazım ki
öğrendikleri yerleşsin.
İlerleyen yaşınıza rağmen 'meşk'e
devam ediyor musunuz?
Bir hattat için yaşın ilerlemesi diye bir
şey yoktur. Ahir ömrüne kadar yapabildiği
kadar yapar. Bizim esas nefesimizdir hat.
İnsana nasıl hayat veren nefes ise bizim
için de odur. Sabah kalkınca kalemi elimize
almadan hayat bulamayız. En azından bir harf
meşk edeceğiz.
Yeni talebe almıyorsunuz bildiğim
kadarıyla?
Evet, yavaş yavaş bitirdim, artık yeni
talebe almıyorum. Fakat şimdi bile haftada
iki gün dersim var. Çarşamba günü bir dersim
var, bir de cumartesi günü kalan talebelerle
meşk ediyoruz, onların çalışmalarına
bakıyorum. Bir de dışarıdan gelenler var,
illa sizden bir şeyler öğrenelim diyorlar.
Onları da reddedemiyoruz.
Bugüne kadar kaç talebeye icazet
verdiniz?
Çetelesini tutmadım ama herhalde 60'ın
üstünde. Fakat bunların bir kısmını
saymıyorum. Çünkü onlarınki bir nevi şeref
madalyası. Kendi memleketlerinde icazet
almışlar; maksatları Osmanlı hat
silsilesinin içine dahil olmak. Bu ricayla
geldikleri için onlara verdiğim öyle bir
icazet o. Bir kısmı da yine kendi
memleketlerinde hattatlık yapıyor ama noksan
tarafları var.
Mescid-i Nebevi, Sultanahmet Camii
gibi çok önemli yerlerin restorasyonunda
görev aldınız. Son yıllarda yapılan
restorasyonlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ne diyeyim, nereden başlayayım? Evvela
restorasyonun aslına uygun yapılabilmesi
için işi sanatkara bırakacaksın. Ne
istiyorsa onu da vereceksin. Edirne Selimiye
Camii restore edilirken bana dediler ki,
kubbedeki yazıları yeniden yaz. Fakat o
kadar bozulmuş ki, yazılar elden çıkmış. Bir
fiyat verdik, fazla buldular. Vakıfların
verdiği fiyattan bir buçuk kat fazlaymış.
Peki vakıfların teklifi ne: Yazıları
yazdıracak, düzenlemeyi yapacak bir de
üstüne altın kaplama, yaldız da dahil! Böyle
restorasyon yaparsan, eline fırça alanı,
yaparım diyeni getirirsin, uymuş uymamış
üstüne düşmezsin. Bizde de öyle şimdi.
Hamid hocaya intisap ettik ama,
ümitsizce. Hani kıra bir ağaç dikersiniz,
gelenin gidenin ayağı altında ezilen, zaman
zaman hayvanların gelip tepesini kopardığı,
tutacak mı tutmayacak mı bilinmeyen bir
ağaç... Hoca da bize o gözle bakıyor,
öğretmesini ona göre yapıyordu. Ama ayet-i
kerimede dediği gibi "Allah dilerse ölüden
diriyi, diriden ölüyü çıkarır." Hocanın
vefatıyla, tamam dendi artık hat bitti. Ama
Cenab-ı Hak öyle şeyler halketti ki, hat
sanatı yeniden dirildi.
Hamid hoca, 1976'da bazı talebelerini
bana gönderdi "Alakadar olur musun?"
dedi. Ben bilmiyorum, gelene ne öğreteceğim?
O zaman şöyle düşündüm, evet ben bilmiyorum
ama gelen benim kadar da bilmiyor. Bildiğimi
ona bir öğreteyim, o zamana kadar bakalım ne
olur, İşin buralara geleceğini hiç
bilmiyordum.
Hamid hoca hastalanmış; içeri
girdim, kanepede yatıyor. Ter basmış, rengi
soluk, badana gibi. Üstadım ne halin var?
Dedi ki perişanım. Dedim seni götüreyim,
istersen hastaneye istersen bizim eve. Yok
dedi, beni İsmail Yazıcı'nın talebelerinin
yurduna götür. Daha evvel oraya götürmüşler,
bir hafta kalmış çok hoşuna gitmiş
hizmetleri. İsmail Yazıcı'yı aradık,
arabayla geldi. Fakat hocanın merdiven
basamağına ayağını atacak hali yok. Üstadım
sırtıma alayım dedim. Kabul etmiyor.
Uğraşıyor, adımını atamıyor basamağa. Ben de
artık hocaya hürmeti, saygıyı bir kenara
bıraktım. Tuttum kollarından, sırtıma aldım,
arabaya kadar götürdüm. Bu benim
unutamayacağım bir şeydi.
Zaman, Haber: Ali Koca, 01.01.2012
|
TARİHİ ÇEŞMEDEN SİLİNEN BESMELE VE TUĞRA, 43 YILDIR
ONARILMAYI BEKLİYOR

1960'lı yıllardaki öğrenci olaylarında
Kadıköy'deki tarihi çeşmeden silinen 3. Selim'e
ait Besmele ve tuğra, 43 yıldır iade-i itibar
bekliyor. İstanbul Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kurulu, 2007 yılında aldığı bir kararla
Kadıköy Belediyesi'nden çeşmenin aslına uygun
bir şekilde restore edilmesini istedi. Çeşme
restore edildi; ancak Kurul'un uyarılarına
rağmen Kadıköy Belediyesi, Besmele ve tuğrayı
koymaya yanaşmıyor. Belediye yetkilileri onarım
için ihale yapacaklarını kaydediyor.
İstanbul'da Osmanlı dönemine ait bir çeşme
43 yıldır iade-i itibar bekliyor. Kadıköy'de
1794'te 3. Selim'in Darüssade ağası
tarafından yaptırılan Halid Ağa Çeşmesi'nin
3. Selim'e ait Besmele-i Şerif ve Tuğrası
1968 yılında çıkan olaylar sırasında
siliniyor. İstanbul Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu, çeşmeye
itibarını kazandırmak için 2007 yılında
karar alarak çeşmenin mülkiyetine sahip olan
CHP'li Kadıköy Belediyesi'nden çeşmenin
projesine uygun bir şekilde restore
edilmesini istiyor. Tarihi çeşme, 2007
yılında belediye tarafından restore
ediliyor. Bu sırada bir gazetede CHP'li
belediyenin restorasyon sırasında 3.
Selim'in Besmelesi ve tuğrasını sildiği
iddiasıyla haber yayımlanıyor. İddiaları
inceleyen Kurul ise 2008'de, bu yazının
restorasyondan önce de kazınmış halde
olduğunu tespit ediyor. 2009'da yeniden
karar alan Kurul, uzman görüşleri, Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü ile
Topkapı Sarayı Müze Müdürlüğü'nün yazıları
çerçevesinde Besmele ve tuğranın aslına
uygun bir şekilde yerleştirilmesini Kadıköy
Belediyesi'nden istiyor. Uygulamanın
yapılabilmesi için de Kurul tarafından Halid
Ağa Çeşmesi ile ilgili hazırlanan rapor ve
fotoğraflar ile yerleştirilmesi gerekli
tuğra resimleri yazı ekinde Kadıköy
Belediyesi'ne sunuluyor.
Eylül 2009 yılındaki kararda şu ifadelere
yer veriliyor: "Kurulumuzun 31.01.2007 gün
ve 405 sayılı kararı ile onaylı restorasyon
projesi üzerinde işlenmiş olan 1 No'lu yere
3. Sultan Selim, 2 No'lu yere Sultan 2.
Mahmud, 3 No'lu yere Sultan Abdülaziz'in
tuğralarının aslına ve boyutuna uygun olarak
özgün yapı ve dokusuna zarar vermeyecek
şekilde, Halid Ağa Çeşmesi'nin üzerinde
uygulamasının Kadıköy Belediyesi tarafından
sağlanmasına oybirliğiyle karar verildi."
Tüm uyarı yazısı ve uzman görüşlerine
rağmen mülkiyeti Kadıköy Belediyesi'ne ait
olan Halid Ağa Çeşmesi'yle ilgili bugüne
kadar herhangi bir çalışma yapılmadı.
Belediye yetkilileri ise sorunun kısa
süre içerisinde çözüleceğini vaat etti.
2009'daki Koruma Kurulu kararında yetkili
olarak imzası bulunan Kadıköy Belediye
Başkan Yardımcısı Zekai Dede, ihalenin
yapılacağını dile getirdi. Dede "Kurul
raporu bize geldi. Arkadaşlar ihale
dosyasını hazırlıyorlar. Onaylanmış projeye
uygun olarak kabartmalar yapılacak. Bunu da
ihalenin ardından 2012'nin ilk üç ayı
içerisinde yaptırmayı planlıyoruz." dedi.
Çeşmenin üzerindeki Besmele ve tuğranın
ne zaman silindiğine yönelik çeşitli
iddialar olsa da, Kültür ve Turizm Bakanlığı
Koruma Kurulu yetkililerinden sözlü olarak
alınan bilgiye göre Besmele ve tuğra 1968
yılında doruğa ulaşan öğrenci olayları
sırasında silindi. Ülkeyi 12 Mart 1971
muhtırasına götüren süreçte bazı örgütler,
Besmele yazısına dahi tahammül edemedi.
Ancak o günden bugüne silinen Besmele ve
tuğra için zaman zaman dosyası açılsa da
herhangi bir girişimde bulunulmadı. Bir
yetkilinin "O dönemde bu saldırılar gelenek
halindeydi." sözü yaşanan süreci özetler
nitelikte bulunuyor.
Zaman, Haber: Hüseyin Keleş, 01.01.2012
|
1200 YIL SONRA HAYAT BULACAK
Marmaray projesi kapsamında kalıntıları bulunan ve bilgisayar ortamında canlandırılan batık gemi, yeniden inşa edilecek. Yenikapı'daki kazılarda ortaya çıkan 36 gemi batığından biri olan "Yenikapı 12", 2007'de deniz seviyesinden 1.30 metre aşağıda bulundu. Ahşaplardan alınan örnekler üzerinde yapılan karbon 14 testi sonucu ise batığın 8'inci yüzyıldan kalma olduğunu ortaya koydu. Öncelikle kazı alanında ve laboratuvarda çizim, fotoğraf, envanter ve katalog çalışmaları gerçekleştirildi. Teknenin 3 boyutlu maketi de yapıldı. Tekne üzerindeki çizim, inceleme, değerlendirme ve yorumlama çalışmaları 4 yıl sürdü. İstanbul Üniversitesi (İÜ) Taşınabilir Kültür Varlıklarını Koruma ve Onarım Bölümü Öğretim Üyesi Yar. Doç.Dr. Işıl Kocabaş, proje hazırlığının sürdüğünü belirterek "Arkeoloji Müzesi'nin bahçesinde, herkese açık bir şekilde yapmayı planlıyoruz. Sponsor yardımı alacağız" dedi.
Sabah, Haber: Hasan Ay, 01.01.2012
|
 |
İSLAM SANATI BATIDAN YÜKSELİYOR
Günümüz İslam sanatı artık dünyada ve Türkiye'de
yükselen bir değer. Eserlerinde İslam sanatına
has figürleri, desenleri ve formları kullanan
sanatçılar, dünyanın en prestijli sergilerinde
başköşelerde, bianellerden ödüller alıyor,
eserleri müzayedelerde şaşırtıcı fiyatlara
satılıyor.
Türkiye'de de yakın zamanlara kadar
görmezden gelinen bu sanatçıların atölyelerinden
küratörler çıkmaz oldu.
Bundan 7-8 yıl önce Devrim Erbil'in
Londra'da yaşayan kızı babası hakkında
yazılmış kitapları ve eserlerinden oluşan
bir katalogla birlikte dünyaca ünlü
Sotheby's müzayedesine gider. Babasının,
Türkiye'de tanınmış ve saygın bir ressam
olduğunu ve eserlerini göstermek istediğini
söyler. Kitaplara bile bakmadan, "Türk
ressamlarla ilgilenmiyoruz" derler. Gerisini
Erbil anlatıyor: "Geçen sene onlar gelip
beni buldular. Eserlerimi müzayedeye koymak
istediklerini söylediler. Kızımın
gittiğinden haberim yoktu. Böyle bir teklif
aldığımı öğrenince söyledi. Tam ve kesin bir
ön yargıyla yaklaşmışlar."
Söz konusu olay İslam coğrafyalarındaki
sanatçıların ve eserlerinin dünyada yükselen
bir değer olduğunun en bariz örneği. Sadece
Türk sanatçıları değil İran, Irak, Ürdün,
Mısır, Pakistan gibi İslam ülkelerinden
sanatçıların da dünya sanat çevrelerinde
itibarları yükseliyor. Bianellerin en
prestijli salonları onlara ayrılıyor.
Dünyaca ünlü koleksiyonerler eserlerini
alıyor. Mesela British Museum geçen aylarda
Murat Morova'nın bir çalışmasını
koleksiyonuna kattı.
Çağdaş resimler yapan Morova, eserlerinde
İslam ve Doğu mistisizmine ait desenler,
figürler kullanıyor. 25 yıllık sanat
hayatında hep bu tarzda çalışan Morova, son
yıllarda dünyada ve ülkemizde geleneksel
sanat formlarının çağdaş sanatçılar
tarafından kullanılmasının bir moda haline
geldiğini söylüyor. Haklılığını kanıtlayan
çok sayıda gelişme ve yayın var.
The Telegraph'da geçen yıl yayınlanan
makale gibi. Burada İslam sanatı formlarını
kullanarak çağdaş resimler yapan Türk
sanatçılarının büyük ilgi gördüğü ve
fiyatlarının milyon dolarlarla ifade
edildiği anlatılıyor ve "Türk ressamlara
ilgisi patlama yaşandı, ama bu durum çok
uzun ömürlü olmayabilir." tespitinde
bulunuluyor. Tam da burada Erbil'in, "hiçbir
yere çıkmadan birkaç yıl yalnızca resim
yapsam ancak taleplere yetişebilirim"
sözleri akıllara geliyor. İlginin geçici bir
moda mı yoksa kalıcı mı olduğu henüz belli
değil. Aslında Erbil'in dikkat çektiği bir
ayrıntı var ki buna kısmen cevap veriyor,
batı sanatı tıkandığı noktada hep başka
kültürlere bakar. Daha önce Afrika, Uzak
Doğu sanatlarına bakan Batı, İslam'a hep ön
yargıyla yaklaştı.
Erbil, "İslam sanatına bakmak işlerine
gelmemişti, çünkü ön yargılıydılar." diyor.
Aynı ön yargı Çağdaş Türk sanatçılarında da
vardı, ama Batı merkezli bu algı değişikliği
İslam sanatının Türkiye'deki itibarını da
yükseltti. İşte bu sebepledir ki sanat
çevrelerinde, pek itibar edilmeyen, işleri
ucuza satılan bu sanatçıların atölyelerinden
koleksiyonerler ve küratörler çıkmaz oldu.
Floransa bienalinde bu yılda ödül alan
tezhip sanatçısı Münevver Üçer dünyada
yaşanan bu değişim ve ilgiyi doğruluyor ve
çok sıkıntısını çektiği bir konuyu dile
getiriyor, "İlk önce kendimiz sanatımızı hor
görmekten vazgeçip, sahip çıkmalı ve
Osmanlının hamilik geleneğini sürdürmeliyiz.
Ressam Murat Morova, sanat ve kültür
işlerinin cumhuriyetle birlikte daha elitist
modern Türk denilen kesimin eline
bırakıldığını söyleyerek, "Bu yanlış bakış
sebebiyle uzun yıllar geleneksel sanatlar
reddedildi. Her fikir bastırıldığında daha
muhalif kimlikle yeniden çıkıyor.
Nihayetinde artık tartışma platformlarında
modernite kavramı yeniden sorgulanıyor. Batı
dışı moderniteler dünyada da tartışılıyor.
Modernizmin sadece batı referanslı olmadığı
fikri ortaya çıkıyor. Her kültür kendi
gerçekleriyle örtüşen bir takım yeni
hareketler çıkarabiliyor." diyor.
Morova bu yeni sanat anlayışını batı dışı
çağdaşlığın bir sonucu olarak görüyor. Ama
Morova, "çağdaş İslam sanatı" adlandırmasına
şiddetle karşı çıkıyor. Çünkü hatalı
buluyor. İslam sanatlarına haksızlık
edildiğini düşünüyor ve "O yüzden şöyle
tanımlamak doğru olabilir; işlerinde
geleneksel referansları kullanan bir sanat."
diyor.
Sakıp Sabancı Müzesi
Müdürü Nazan
Ölçer: "İslam sanatını oluşturan desen
repertuarı ve onun temeli olan yazı Batı'nın
çağdaş sanat alanında çok uzak olmayan bir
geçmişte keşfedildi. Bunda muhakkak yeni
arayışların, siyasi ve sosyal alanda İslam
ülkelerindeki gelişmelerin, özellikle Körfez
ülkelerindeki yeni oluşumların, sanat
fuarları ve açılan müzelerin de katkısı var.
Bu çerçevede çağdaş sanat platformları bu
ülkelerdeki çoğu yerel kalmış genç
sanatçılara da yeni bir alan sundu: İran,
Filistin ve de Türkiye'den bazı sanatçıların
tıpkı yakın tarihteki Çinli sanatçılar gibi
keşfedildiğini görmekteyiz. Günümüz için bir
isim vermek istemem. Ama bu alanın Erol
Akyavaş, Ergin İnan, Murat Morova gibi
öncüleri olduğunu unutmamak gerektiği
kanaatindeyim."

ANTİK AŞ. Müzayede'nin Yönetim Kurulu
Üyesi Olgaç Artam: "İslam dinini
çağrıştıran motiflerin eklendiği çağdaş
sanat eserlerine artan bir ilgi var. Bunun
ana nedeni olarak gelişmekte olan Ortadoğu
sanat pazarını gösterebiliriz. Uluslararası
alanda çalışan galeriler, sanat kurumları,
küratörler, banka fonları ve müzayede
şirketleri Türkiye'nin de aralarında
bulunduğu sanat pazarına yönelik girişimlere
başladılar. Özellikle hat ve tezhip
sanatlarının çağdaş yorumları büyük ilgi
gördü. Bu ilgi Ortadoğulu alıcılarla sınırlı
kalmadı, uluslararası alıcıların da
dikkatlerini çekti."
Önceki yıl Berlin'de düzenlenen ve
dünyada büyük ses getiren "Taswir:
Islamische Bildwelten und Moderne" /Tasvir:
İslami görüntü ve modernite" sergisinden
kısa bir süre sonra İstanbul Modern'de
Gelenekten Çağdaş'a sergisi düzenlendi. Bu
sergi 'çağdaş'cı Türklerin gelenekle barışma
anlaşması olarak görüldü. Her iki sergide de
yer alan Murat Morova'nın İstanbul
Modern'deki sergiye dair dikkat çekici bir
değerlendirmesi var: "Berlin'deki sergi için
Picasso'dan başlayarak dünyada Doğu
referanslı işler üreten bütün sanatçıları
topladılar. Türkiye'den de iki sanatçı davet
ettiler. Üç senelik bir emek. Çok büyük bir
küratöryal çalışma ve sergi büyük ses
getirdi. Batılı yazarlar çok güzel kritikler
yaptılar. Beş-altı ay geçti geçmedi,
İstanbul Modern'de "gelenekten çağdaşa"
sergisini yaptı. Aynı konseptte... Batı bir
şeye dikkat çekiyor, uğraş veriyor yapıyor
hemen ardından biz, "ay ne güzelmiş" deyip
yapıyoruz. İstanbul'daki sergiye mecbur
kaldım katılmaya ama benim kesinlikle
itirazlarım var. Çünkü eksikti, hatalıydı.
Gene, "sen ben bizim oğlan" halinde
oradaydık. Hiç mi farklı bakamazsınız,
unuttuğunuz isimler olamaz mı?" Morova,
geleneksel ve İslami sanatlardan etkilenen
çağdaş sanatçılar denince kendisinin de
aralarında bulunduğu üç-beş ismin sürekli
anılmasından, bir takımlarmış gibi
gösterilmesinden büyük rahatsızlık duyuyor.
Morova'ya, "Berlin'deki sergi yapılmasaydı
İstanbul Modern'de "Gelenekten çağdaşa"
sergisi olur muydu diye sorduk? Cevabı çok
net: "Yapmazdılar. Gittiler orda gördüler,
bayıldılar ve gelip yaptılar."
Zaman, Haber: Gülizar Baki, 01.01.2012
|
MEHMET AKİF MÜZESİ CAĞALOĞLU'NA YAKIŞIR

Mehmet Rüyan Soydan, bir Mehmet Akif
koleksiyoneri. Şaire ait pek çok bilgi, belge ve
fotoğraf bulunuyor elinde. Soydan,
koleksiyonunun tamamını bağışlamaya hazır. Ancak
bir şartı var: "Mehmet Akif Ersoy Müzesi,
Cağaoğlu civarında açılmalı. Mısır Apartmanı'na
yapılacak olan müzeye hiçbir şey vermem."
Mehmet Akif Ersoy Yılı'nı geride
bırakıyoruz. Yıl boyunca farklı
etkinliklerle anılan şairi daha yakından
tanımak için son bir fırsat var. Şairin
hayatına ışık tutan, 'Vefatının 75. Yılında
Mehmet Akif Ersoy Sergisi'ni gezmek için
bugün son gün. Şaire ait fotoğrafları,
mektupları ve özel eşyaları Fatih Ali Emiri
Efendi Sanat Galerisi'nde görebilirsiniz.
Sergilenen koleksiyonun bazıları Zaman Kitap
Editörü Yusuf Çağlar'a ait. Geri kalan
belgelerin büyük bir kısmı Mehmet Akif Ersoy
Koleksiyoneri Mehmet Rüyan Soydan'ın. O,
isminin öne çıkmasını pek istemiyor.
Kendisiyle görüşmek için Altunizade'deki
işyerine gittiğimizde fotoğrafının
çekilmesine dahi izin vermiyor. "Mehmet
Akif'e ait bütün belge ve özel eşyaları
sergilenmek üzere verebilirim ama ben ön
plana çıkmak istemiyorum." diyor.
Israrlarımız üzerine bir kare çekiyoruz.
Onun, Mehmet Akif Ersoy'a olan ilgisi
2003'te başlıyor. Bir Mısır ziyaretinde
arkadaşına konuk olan Soydan, evdeki eski
kitaplardan çok etkilenir. Türkiye'ye döner
dönmez bir sahafın yolunu tutar ve Mithat
Cemal'in Mehmet Akif kitabını alır. İşte bu
alışveriş, muazzam bir arşivin doğmasına
vesile olur. Dolaştığı her sahaftan birkaç
özel kitap satın alarak çıkar. Bu özverisi
yaklaşık 400 kitaplık bir Mehmet Akif Ersoy
kütüphanesi oluşmasını sağlar.
Mehmet Rüyan Soydan, adeta bir dedektif
gibi şairin fotoğraflarının peşine düşer.
Bulduğu her farklı fotoğraf, onu şaire biraz
daha yaklaştırır. Akif'e ait belgeleri satın
alırken pazarlık bile yapmaz. Şairin ruhunu
incitmekten korkar. Mehmet Akif'e ait kol
saatini Suat Hanım'ın kızlarının takdimiyle
koleksiyonuna eklediğinde mutluluktan havaya
uçar. Şaire ait bir mektuba ilk kez
dokunduğunda gözleri yaşarır. Mektupları
okumak için Osmanlıcasını geliştirir.
Akif'in kızı merhum Suat Hanım, bazı aile
mektuplarını yırtarak atmak ister. Kızları
Ferda ve Selma hanımlar bu duruma mani olur.
Yıllar sonra bu parçalanan mektuplar Mehmet
Rüyan Soydan'ın eline ulaşır. Soydan,
günlerce bu parçaları birleştirmek için
uğraşır.
Şaire ait mührü bulduğu gün, daha dün
gibi hatırında. Sekiz yıl önce Kadıköy'deki
Babil sahafı ziyaret eder. Amacı, her
zamanki gibi Akif'e ait küçük bir hatıra
bulabilmektir. Yüzlerce kitap arasından bir
tanesi dikkatini çeker. Adını tam olarak
koyamadığı duyguyla kitaba uzanır ve
karıştırmaya başlar. Baytarlıkla ilgili olan
bu Osmanlıca kitabın içerisinde Mehmed
Akif'in daha önce bilinmeyen mührünü görür.
O anda heyecandan ayakları titrer. Şairin
kullandığı kitabı sıkıca ellerinde tutar,
sayfaları dikkatle inceler ve hemen satın
alır.
Soydan'a göre Akif'in en çarpıcı özelliği
tam bir insan-ı kamil olması ve başkalarının
derdiyle dertlenmesi. "Siz, hayatınızda
Akif'i nereye koyuyorsunuz?" sorusuna,
"Yıllarca öksüz kaldı ve hakkıyla
tanınamadı. Oysa o, bir aile babasıydı,
veterinerdi, mebustu, hafızdı, vaizdi ve
büyük bir mütefekkirdi. Sahabe gibi bir
hayat yaşadı. Herkesle iyi geçinebilecek
yumuşak bir karaktere sahipti." şeklinde
cevap veriyor. Şairin hayatından izler
taşıyan bir müzenin açılması halinde bütün
koleksiyonunu bağışlayabileceğini ifade eden
Soydan'ın bir şartı var. Koleksiyonere göre
müze ancak Cağaloğlu ya da Ayasofya
civarında bir yerlere açılırsa bir anlam
ifade eder. Soydan, bu isteğini şu şekilde
açıklıyor: "Akif'in yayın dünyasıyla olan
ilişkisi hep bu mekanlarda geçti. Beyoğlu
Mısır Apartmanı'ndaki odası müze yapılabilir
ama ben buraya yapılacak müzeye
koleksiyonumun orijinalinden hiçbir belge
vermem."
Zaman, Haber: Bünyamin Köseli, 31.12.2011
|
İLK TUNÇ ÇAĞI'NA AİT MİMARİ YAPILAR BULUNDU
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Ankara’da
Çayyolu Höyük’teki yapılan çalışmalar sonucunda İlk Tunç Çağı’na ait mimari yapılar bulunduğunu söyledi.
Günay, mimari yapılar ile çok sayıda seramik ve
öğütme taşlarının bulunduğunu belirterek, söz konusu
alanda bir arkeopark veya bir arkeolojik eğitim
sahası oluşturulmasının düşünüldüğünü söyledi.
CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce’nin soru
önergesini yanıtlayan Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, Ankara’da Çayyolu’nda bulunan
Çayyolu Höyüğü'nde Ankara Anadolu Medeniyetleri
Müzesi Müdürlüğünce kazı çalışması yapılan arsanın
Yenimahalle Belediyesi ve Maliye Bakanlığı’yla
beraber birden fazla kişinin hisseli mülkü olduğunu
kaydetti.
Bakan Günay, şöyle dedi:
“Anadolu Medeniyetleri Müzesi Müdürlüğü
uzmanlarınca Çayyolu Höyük’te yapılan incelemeler
neticesinde höyüğün ileride daha fazla tahrip
olmasını, yerleşim alanı arasında sıkışıp kalan
höyüğün üzerinde herhangi bir inşaat yapılmasını
önlemek ve daha fazla kaçak kazıya maruz kalmaması
amacıyla üniversitelerin ilgili bölümleri tarafından
bilimsel arkeolojik kazılar yapılarak höyüğün
kurtarılmasının faydalı olacağı, ancak Çayyolu
Höyük’teki tahribatın yoğunluğu göz önüne
alındığında yapılması gereken çalışmaların Bakanlar
Kurulu kararlı kazı niteliği taşımadığı ve acilen
bir kurtarma kazısı yapılması gerektiğinden
çalışmalara başlanmıştır.”
Kültür Bakanı, 2011 yılı kazı programına alınan
höyükte kazı çalışmalarının 15 Eylül 2011 tarihinde
başladığını ve kazının kapatılma aşamasında olduğuna
dikkat çekti.
Bakan Günay, şöyle dedi:
“Yapılan çalışmalar sonucunda
İlk Tunç Çağı’na
ait mimari yapılar ile çok sayıda seramik ve öğütme
taşları bulunmuş böylece Ankara çevresindeki
Ahlatlıbel, Karaoğlan, Etiyokuşu, Koçumbeli ve
Külhöyük gibi önemli İlk Tunç Çağı yerleşmelerine
bir diğeri daha eklenmiştir. Bununla birlikte söz
konusu alanda kazıların sürmesi halinde Kalkolitik
döneme ait buluntular ortaya çıkacağı düşünülmekte
olup, bu durumda Çayyolu Höyüğü yerleşimi Ankara’nın
en eski yerleşim alanı olarak belirlenecektir. Söz
konusu alanda bir arkeopark veya bir arkeolojik
eğitim sahası oluşturulması da düşünülmektedir.”
Mynet Haber, 31.12.2011
|
 |
TARİHİ ROMA TİYATROSU GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR
İznik İlçesi'nde bulunan ve ayakta kalmış tiyatroların en önemlisi olan İznik Roma Tiyatrosu eski görüntüsüne kavuşuyor. Bursa Valisi Şahabettin Harput, tiyatro ile ilgili ciddi bir çalışma yaptıklarını söyledi. İznik İlçesinin binlerce yıl geçmişe uzanan muhteşem tarihi ile sadece Bursa’nın değil, Türkiye’nin müstesna ve muhteşem köşelerinden bir tanesi olduğunu belirten Harput, ”Böyle bir güzelliğin Bursa’mızda olması Bursa’mızın zenginliğine zenginlik kattı. Bizler Bursa’yı emanetinde bulunduran yöneticiler olarak Bursa’nın bütün imkanlarını en iyi şekilde değerlendirme adına her gece her gündüz daha neler yapmamız gerektiğinin bilinci içerisindeyiz. Bu süreçte İznik çok özel bir yer bizim için arz eder. Özellikle Bursa – Endülüs ya da İznik – Endülüs adıyla yürümekte olan proje zaten İznik’i dünyanın önemli merkezlerinden birisi yapma noktasında çok ciddi bir çalışmadır” dedi.
Son dönemde yaklaşık iki aydan beri İznik’te tarihi Roma Tiyatrosu üzerinde ciddi bir çalışma yaptıklarını kaydeden Harput, “İl Özel İdaremizin bütçesinden ayırdığı bu yıl için yaklaşık 220 bin liralık para ile orada hem çevre düzenlemesi hem de kazı faaliyetlerine başlanmış, tarihi Roma tiyatrosunun bir an önce restorasyonunun tamamlanarak onun sadece yerli ve yabancı insanların gezisine, ziyaretine açılması değil aynı zamanda orada sosyal, kültürel ve benzeri faaliyetler yapılmasına da imkan sağlamak üzere çalışmalarımız devam ediyor” diye konuştu.
Bursa Olay, 30.12.2011
|
ZEUGMA VE MOZAİKLER KONULU KONFERANS
Gaziantep
Üniversitesi (GAÜN) Kültür Müdürlüğü bünyesinde
faaliyet gösteren Arkeoloji Müzeler ve Yerel Tarih
Topluluğu’na üye öğrenciler tarafından Fen-Edebiyat
Fakültesi Ömer Asım Aksoy Konferans Salonu’nda,
Topluluk Akademik Danışmanı Yrd. Doç.Dr. Rıfat
Ergeç’in konuşmacı olarak katıldığı “Zeugma ve
Mozaikleri” konulu konferans düzenlendi.
Konferansta bir konuşma yapan Ergenç, Zeugma’nın
Gaziantep’in Nizip İlçesinin doğusunda bulunan
Belkıs adıyla anılan bir köy olduğunu, 1970′lere
kadar yeri bilinmeyen ancak ismi bilinen bir antik
kent olduğunu söyledi.
Ergeç, eski kayıtlarda Zeugma diye bilindiğinin
ancak yerinin neresi olduğunun bilinmediğini ifade
etti.
Ergeç, Zeugma’nın ilk defa bir doktora teziyle
1972′de gündeme geldiğini ifade ederek, şu bilgileri
verdi:
“Yine o olup olmadığı belli değildi. İnsanlar
buradan kaçak kazı yaparak eski eser çıkarıp
satıyorlardı. Gaziantep Müzesi 1987 yılında iki tane
mezar kazısı yapmıştı. Roma heykelleri çıkmıştı.
1989′da ben müze müdürü olarak burada göreve
başladığımda hiçbir şey görünmüyordu. Sonra bir
ihbar üzerine kazılara başladık. Bunun sonuncunda da
şimdi Gaziantep Mozaik Müzesindeki eserleri ortaya
çıkardık.
Zeugma, Mezopotamya’dan gelenler için adeta
Anadolu’nun giriş kapısıdır. Zeugma, Fırat’ın tarih
boyunca geçilebilen birkaç noktasında birisi. Bu
nedenle Zeugma çok önemli. Zeugma geçit yeri,
Köprübaşı anlamlarına geliyor. Büyük İskender’in
komutanlarından birisi buraya geldiğinde buranın
önemini anlayınca burada mevcut olan şehri büyütüp,
genişleterek bir şehir kurguluyor.”
Zeugma’nın önemine değinen Ergeç, şunları
kaydetti:
“Bu kent 11′inci yüzyılda terk edilmiş. Aradan
zamanlar geçmiş. 300 yıl kadar önce Horasan’dan,
Orta Asya’dan gelen Türk boyları buraya
yerleştiklerinde hiç karşılaşmadıkları bir mimariyle
karşılaşıyorlar. Büyük binaların olduğu çok
ihtişamlı bir kent olarak anlatılıyor. İlk
karşılaştıkları antik şehir burası. Zaten daha
doğuda düzgün bir antik şehir yok. Olsa olsa burası
Belkıs’ın şehridir diyorlar. Bu nedenle Belkıs
Harabeleri olarak kalıyor.”
Nizip Denge, 30.12.2011
|
TARİHİ YARIMADA SİLUETİNE HANGİ AÇIDAN BAKIYORSUNUZ?
2011'in en çok tartışılan konularından bir tanesi
Zeytinburnu sahilinde yapılan OnaltıDokuz
İstanbul'un kulelerinin Tarihi Yarımada silüetine
girerek Sultanahmet ve Ayasofya Camisi arasından
görünmesiydi.
Projenin yatırımcısı olan Astay Gayrimenkul
gönderdiği yeni yıl tebrik kartında kulelerin
göründüğü açıdan fakat farklı yükseklikten çekilmiş
bir fotoğrafa yer vermiş.
Karttan yeni yıl tebriği dışında farklı mesajlar
çok rahat çıkarılabilir.
Arkitera, 30.12.2011
|
|
 |
KÖYLÜLER HÖYÜKTE NÖBET TUTUYOR
Aksaray’ın Eskil İlçesi’ne bağlı Büğet Köyü’nde binlerce tarihi esere ev sahipliği yapan höyük ilgisizlik ve bakımsızlıktan kaderine terkedilmiş durumda. Kazı çalışmaları yapıldığı takdirde toprak altında kalan eski bir medeniyetin yer üstüne çıkmasına sebep olacak tarih hazinesi, çalışmaların yapılacağı günü dört gözle bekliyor. Yıllardan beri tek bir kazmanın bile vurulmadığı höyük, hazine avcılarının iştahını kabartmakla kalmayıp, köy halkının da uykularını kaçırmaya devam ediyor.
Höyükte hırsızlık olaylarının olduğunu belirten köy halkı, geceleri hırsızlık olmasın diye höyüğü nöbetleşe bekledikleri günler olduğunu söyledi. Yetkililerin höyükteki tarihi eserleri biran önce yer üstüne çıkarmaları halinde çok rahatlayacaklarını belirten köy halkı, “Bu höyüğün herkesin tarih hazinesi olduğunu belirten köy halkı, höyükte hırsızlar tarafından kazı çalışmalarının yapılmamasına bir türlü anlam veremediklerini söylediler. Yetkililere seslenen köy halkı, ”Tarihi eserler talan edildikten sonra mı çalışmalar başlayacak? Yetkililerden yardım bekliyoruz” diyerek taleplerini dile getirdiler.
Aksaray Egemen, 30.12.2011
|
SANAA'DAN LOUVRE-LENS PROJESİ
Japon tasarım grubu Sanaa, Kuzey Fransa'da yer alan Lens'teki eskiden bir kömür yatağı olan alana Louvre Müzesi'nin yeni birimini tasarlıyor.
2009'da inşaatı başlayan ve Aralık 2012'de tamamlanması beklenen kompleks, Sanaa'nın birçok tasarımında görüldüğü gibi ışık, şeffaflık gibi özellikleri içeriyor.
Kompleks 4 adet dörtgen ve bir tane duvarları hafifçe dalgalı büyük, kare formunda bina birimlerinden oluşuyor. Kompleks bir oditoryum, sergi salonu, yönetim ofisleri ve bir restorandan oluşuyor. Komplekste Louvre Müzesi koleksiyonundan eserler sergilenecek.
Kompleks, endüstri bölgesinin kendini yeniden keşfetmesi ve Louvre Müzesi için de Paris'teki binasından daha kolay ulaşılabilir bir alanda yer almasıyla bir fırsat niteliğinde. Proje Fransa Hükümeti'nin yanı sıra Musee du Louvre ve Lens'teki Nord-Pas de Calais Bölge Konseyi, Pas-de-Calais Departmanı, Lens Lievin Bölge Kent Komitesi ve Lens şehri gibi bölgesel otoriteler tarafından destekleniyor. Yapının senede 600-700 bin ziyaretçiyi ağırlaması bekleniyor.
Arkitera, Kaynak: Building Design, 30.12.2011
|
 |
BİR HEYKELİN YIKILDIĞI YILDI
Yeni bir yıl
yaklaşırken, geride bırakılmakta olan yıla ilişkin
herkesin kendine göre bir muhasebesi vardır.
Ben de 2011’e dönüp baktığımda pek çok olay gözümün
önünden geçiyor. Van depremi, seçim kampanyası, Kürt
sorununda yeniden güvenlik politikalarına dönüş,
uzun tutukluluk süreleriyle ilgili tartışmalar,
ifade özgürlüğünün karşılaştığı sorunlar, tutuklu
meslektaşlarımızın durumu gibi...
BİR İNSAN ORTADAN BÖLÜNÜR MÜ?
Bütün bu olayların dışında kalan ve nedense
yeterince üzerinde durulmayan çok önemli bir olay
daha meydana geldi 2011’de.
Yarın son gününü geçirecek olan 2011’i ileride hep
bu olayla hatırlayacağım. Konu, bir anıtın
yıkılması.
Kars’ta heykeltıraş Mehmet Aksoy tarafından yapılan
bu anıt, o topraklarda 20’nci yüzyılın başında
çekilen büyük acıların ardından 21’inci yüzyılda
dostluğun, kardeşliğin yüceltilmesi düşüncesiyle
tasarlanmıştı.
Anıt, eşit büyüklükte, birbirini cepheleyen iki
parçadan oluşuyordu. Birbirine yüzünü dönmüş iki
insanı çağrıştırıyordu ilk bakışta. Aksoy’un
belirttiğine göre, aslında bir insanın ortadan
bölünmüş haliydi. O parçalar birleştiğinde insan
yeniden kendisi olacaktı. “İnsanlık anıtı”, barışı
simgeliyordu.
SÜRATLE YERİNE GETİRİLEN GÖREV
Kentin kuzeyindeki Üçler Tepesi üzerinde yapılan 35
metre yükseklikteki anıt, doğudaki Ermenistan
sınırından da görülebilecekti.
Her şey, önce Azerbaycan’ın Kars Başkonsolosluğu’nun
girişimleri, ardından da MHP Kars il örgütünün anıta
karşı açtığı kampanyayla başladı.
Derken Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ocak ayının
başında ayak bastı Kars’a ve burada yaptığı
konuşmada “ucube” olarak nitelendirdiği heykele
savaş ilan etti. Kars’ta şöyle seslendi halka
Başbakan: “Belediye başkanımız görevini süratle
yerine getirecektir. Bunu süratle bekliyoruz.
İnşallah ilk gelişimizde bunu da göreceğiz.”
Görev süratle yerine getirildi. Başbakan’ın kentten
ayrılmasından bir süre sonra Kars belediyesi anıt
yıkım projesi için ihaleye çıktı. İhale, 272 bin
lira veren bir yıkım şirketine gitti.
Geçen mayıs ayında yolum Kars’a düştüğünde bizzat
tepeye çıkıp baktım. Heykelin yanındaki levhada
“İdarenin Adı: Kars Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü,
İşin Adı: İnsanlık Anıtının Kaldırılması, İşin
Bedeli: 272.000 TL” yazıyordu.
Heykelin üzeri, işaretlenerek 19 parçaya bölünmüş,
her parça numaralanmıştı. Yıkım faaliyeti belli bir
sıra içinde yukarıdan aşağı doğru parçalar halinde
iniyordu.
2011, bir insanlık anıtının kadavra gibi
işaretlendiği bir yıldı. Gözlerimle gördüm.
YIKILIŞI DA BİR SİMGE
Anıtın yıkılması talimatını veren Başbakan’dı.
Hepimiz biliyoruz ki, beğenmiş olsaydı, bugün o
heykel Üçler Tepesi’nde yerli yerinde duruyor
olacaktı.
Başbakan’ın beğenisinin farklı olabilecek diğer
bütün tercihlerin önüne geçtiği, bir sanat eserinin
akıbetiyle ilgili çok temel bir kararın bile
doğrudan Başbakan tarafından alınabildiği bir
ülkedir Türkiye.
Politikacıların iradesinin sanatçıların yaratma
özgürlüğünün üstüne çıktığı, siyasal iktidarın
beğenilmeyen sanat eserlerini ortadan kaldırma
yetkisini kendinde gördüğü bir ülkeden söz ediyoruz.
Bu haliyle o heykel, yükselirken hangi mesajı
taşımış olursa olsun, yıkılış öyküsüyle de
Türkiye’ye yerleşmekte olan bir tarzı, bir zihniyeti
simgeliyor aslında.
Keşke kesilen sadece heykelin kafası olsaydı.
İnsanlık anıtı parçalara bölünüp yıkılırken, çok az
insanın sesi çıkmıştı Türkiye’de.
Bir büyük suskunluğun bir örtü gibi Türkiye’nin
üzerini kapladığı bir yıldı 2011.
Sessizliği duymuştum.
Hürriyet, Yazı: Sedat Ergin, 30.12.2011
|
 |
KAPALIÇARŞI'DAKİ ÇÜRÜME TEHLİKE BOYUTLARINA ULAŞTI
Her yıl biraz daha çürüyen 550 yıllık Kapalıçarşı’yı yenileme projesi bir türlü hayata geçirilemiyor. Son yağmurların ardından çarşının durumunun daha da hale geldiği bildirildi. Çarşının kapsamlı bir restorasyonu için toplam 14 milyon 833 bin TL’lik proje hazırlanmıştı.
İstanbul’un en turistik yerlerinden biri olan Kapalıçarşı’nın her geçen gün çürüdüğü ve çarşının durumunun gittikçe kötüleştiği belirtiliyor. 550 yıllık Kapalıçarşı’nın aslına uygun olarak yenilenmesi, kapsamlı bir restorasyondan geçirilmesi için geçtiğimiz yıl bir proje hazırlanmıştı. Toplam 14 milyon 833 bin TL’lik projenin en kısa zamanda başlatılacağı, bakımsızlıktan dökülen çarşının ilk günkü görüntüsüne kavuşturulacağı açıklanmıştı. Aylar önce hazırlanan projenin ne zaman hayata geçirileceği ise belli değil.
Özellikle son zamanlardaki yağan yağışlardan olumsuz etkilenen çarşının kubbeleri destekleyen kolonların artık tamamen küfle kaplandığı belirtiliyor. Kubbelerdeki işlemeler döküldüğü, yağışlı günlerde ise çarşının içinin göle döndüğü kaydediliyor.
Habertürk, 29.12.2011
|
VİZE OPPİDUM VE
MEGALİTİK KUTSAL ALANLAR ARKEOPARK PROJESİ

Oldukça zengin bir
arkeolojik mirasın üzerinde oturan, yaşayan geçici
sakinleriz; hepimiz. Ülkemizin her bölgesi, kendine
has zenginlikte, önem ve değerde arkeolojik mirasa
ev sahipliği yapıyor. Biz onları medeniyetin,
insanlığın sahip olduğu ve bir yerlerde unuttuğu
bilginin, gelişimin, inançların izledikleri yolun
hafızasını, zamana direnen varlıklarında taşıdıkları
için gözümüz gibi korumak zorundayız! En çok da
nesiller değisse de insanlığın, geçmişle bağları
tümden kopmasın diye...
Tarih, hiç bir bir zaman
düz bir çizgi üzerinde ve daima yukarıya doğru bir
grafik çizecek şekilde ilerlemiyor. İnsanoğlu
bilgiyi ve medeniyeti bir buluyor; bir kaybediyor.
Tarih, yol boyunca insanlık adına iniş çıkışlar,
dönemler ve uzun devirlerden oluştuğu gibi; bugün
artık unuttuğumuz ve yeniden bulmaya çalıştığımız
sırlarla, bilgilerle de dolu...
Gerçekleştirilmesi planlanan proje, Kırklareli ili
sınırları içerisinde yer alan, tarihdeki adı "Bizye"
olan Vize'deki bir grup arkeolojik kalıntıyı
kapsıyor. Projenin tam adı " Istrancalar Bölgesi
Vize Oppidum (kutsal kale yerleşimi) ve Megalitik
Kutsal Alanlar Arkeopark Projesi". Bu projenin
anafikri, Arkeolog Ufuk Baş Arığ hanımefendiye ait.
Belediye başkanı Selçuk Yılmaz'ın da desteğini
arkasına alan proje, Vize ve Istrancalar bölgesinin
sahip olduğu doğa, kültür ve turizm potansiyelini
aktarmayı ve yaşama geçirmeyi amaçlıyor. Avrupa
Birliği destekli kimi fonlar ve sponsorların
katkısını da yanına alarak, yoluna devam etmeyi
planlayan proje, Oppidum (kutsal kale) ve 14
megalitik kutsal alanın bütünüyle ele alındığı bir
çalışmayı kapsıyor; temel olarak.
Bizye (Vize) yaklaşık 200 Klan ile adını ve
kültürünü paylaşmış Trak'ların, halen adlarını
taşıyan bu topraklardaki çok önemli merkezlerinden
biri. Oppidumlar, bulundukları bölgede Kutsal
alanları, kehanet merkezlerini, inanç merkezlerini
korumakla da görevli olan, din adamlarının,
savaşçıların, sanatçı ve zanaatkarların ve toprakla
uğraşan köylünün bir arada oturduğu özel ve özerk
kaleler idi. Vize Oppidum ise konumu itibariyle
geniş bir açıyla bölgedeki askeri, ticari vb.
hareketliliği netlikle izleyebiliyordu. Buradaki
Oppidum, bütün kutsal alanları kuş bakışı gördüğü
gibi onların korunması ve denetlenmesinden de
sorumlu idi. Aynı zamanda güvenlik açısından da
büyük önem arzetmekteydi.
Geçtiğimiz Ekim ayında sunumu yapılan projenin ilk
hedefi, Vize Oppidum'un Güney Oppidum'u üzerine,
dönemin ahşap konstrüksüyona sahip kalesini
canlandırmak. Ardından 14 ayrı Megalitik Kutsal
Alan'ın bulunduğu bölgeyi ARKEOPARK olarak koruma ve
değerlendirme kapsamına almak. Aynı zamanda, bu
bölgede sürdürülebilir uygulamalarla bir takım el
sanatları atölyeleri, bölgedeki köylülerin
üretecekleri el sanatları örneklerinin sergilenmesi
ve satışı, resim çalışmaları, konserler ve başka
çeşitli etkinlikler de planlanmakta. Kalıcı
festivaller de hedefleniyor; ileriki dönemler için.
Ve elbette konaklama, yeme-içme ünitelerinin de
uygun bir konuma yerleştirilmesine dair ayrıntılar
da proje kapsamında ele alınıyor.
Tamamlandığında, yerli ve yabancı ziyaretçilerini
bekliyor olacak; geçmişte kimi kutsal yürüyüşlere de
sahne olan bu özel bölge. İzleyecek her yıl için
festivaller, konserler, sergiler, folklor
şenlikleri, okçuluk şenlikleri, Balkan kültürünü
yansıtan yemek şenlikleri ve daha bir çok etkinlik
öngörülüyor. Evrensel bir etkileşim amaçlanıyor;
çeşitli ülkelere dağılmış,Trak kökenli halklar için
de bu bir yanıyla " Büyük Kutsal Merkezde Buluşma
Şenliği" de denilebilecek etkinlikler için. Tüm bu
proje ve kapsamındaki etkinliklerin yoğun bir
ziyaretçi akınına sahne olacağına inanılıyor.
Milliyet, Kaynak: (Proje yeri ve ayrıntıları için)
Vize Belediyesi ve Arkeolog Ufuk Baş Arığ,
11.12.2011
|