28 Ekim - 3 Kasım 2012
|
TARİHİN EN PAHALI
SERGİSİ

Türk çağdaş sanatı hızlı adımlarla ilerlemeye devam
ediyor. Son 10 yılda çağdaş sanata olan ilginin
artması koleksiyoner, galeri ve sergi sayılarını da
olumlu etkiledi. Üstelik bu trend sadece nicelik
olarak değil, nitelik anlamında da sektörü
geliştiriyor. Gelecek hafta kapılarını açacak olan
Ahmet Güneştekin'in "Yüzleşme" isimli sergisi bunun
en önemli örneği. 6 Kasım'da başlayacak kişisel
sergi, başta İstanbul Bienali olmak üzere bugüne
kadar uluslararası birçok önemli projeye ev
sahipliği yapan 4 bin metrekarelik alana sahip
Antrepo No 3'te gerçekleşecek. 2 milyon dolarlık
bütçesiyle de dikkatleri üzerine çeken sergi Galeri
Baraz, Galeri Artist, ArtCollection ve Mim
Art&Antique gibi Türk sanat dünyasının saygın
kurumlarının işbirliğiyle yapılıyor. Bu bağlamda,
Türkiye'de ilk defa dört galeri bir sanatçı için
aynı projede ortak bir çalışma yürütmüş olacak.
Henüz hazırlık aşamasında olan sergiyi dört
galerinin sahibi Yahşi Baraz, Dağhan Özil, Mithat
Köksal ve Ali Hatemi ile birlikte gezdim. Yahşi
Baraz'ın "150 yıllık Türk resim tarihi için bir
mihenk taşı" olarak nitelendirdiği sergi hakkında
dört galericinin de yorumu aynıydı: "Bugüne kadar
Türkiye'de gerçekleşen en büyük ve en kapsamlı
kişisel sergi."
Labirent şeklinde hazırlanan sergiyi gezmeye
başladığınızda bitirmeden çıkamıyorsunuz. Tamamını
gezdiğinizde ise yaklaşık bin 500 metrekarelik bir
alanı yürümüş oluyorsunuz. Sergide Ahmet
Güneştekin'in Yüzleşme, Kabe'nin Bekçileri, Paradoks
ve Kutsal Yüzleşme serisinden eserler ile İnkar,
Bellek, Pervane adlı video çalışmaları ilk defa
izleyiciyle buluşacak.
Dağhan Özil:
Dünya sanat
piyasasının gözü Türkiye'de
Serginin Türk çağdaş sanat piyasası için
çıtayı yükselttiği bir gerçek. Uluslararası arenada
Türk sanatının duyulması için önemli bir sergi.
Mutlaka yabancı basın yayın organlarında bu denli
büyük bir sergiye yer verecektir. Dünya sanat
piyasası bundan sonra "Türkiye'de neler oluyor?"
diye gözünü ülkemize çevirecek.
Mithat Köksal:
Sergi çıtayı
yükseltecek
Bu serginin çıtayı yükselterek çağdaş
sanatımızın yükselişte olduğunu herkesin anlamasını
sağlayacağı görüşündeyim. Ayrıca başka değerli
sanatçılarımıza da örnek olacağı kanaatindeyim.
İstanbul Modern'in hemen yanında olması sinerji
yaratacak ve daha fazla yabancının çağdaş
sanatımızın boyutunu görmesini sağlayacaktır.
Ahmet Güneştekin
Dünyaya açılıyor
Güneştekin'in 30 Aralık'a kadar İstanbul'da
gezilebilecek olan sergisi, 2013 Nisan'ında Erbil,
haziranda Venedik Bienali süresince Venedik'te ve
ardından da Berlin'de devam edecek. 2014'te de
Fransa'nın beş farklı bölgesindeki önemli müzelerde
gerçekleştirilecek.
Yahşi Baraz:
Holdingler bile
yapamadı
Türkiye'de hiçbir kuruluş bu büyüklükte
kişisel sergi düzenlemedi. Ne şahıs ne de holding
olarak böyle bir yatırım yapıldı. Bu hareketin tek
sebebi Ahmet Güneştekin'in kişiliğiyle ilgili.
Birincisi sanatçının otodidakt yanı, yani kendi
kendini yetiştirmiş olması. O, sanatçılara,
eleştirmenlere hatta koleksiyonerlere karşı mücadele
veren bir sanatçı.
Ali Hatemi:
Sponsorluklar
daha da artmalı
4 bin metrekarelik bir alanda, müze sergisi
gezer gibi kişisel bir sergi gezebileceğiz. Bu,
Türkiye'de bir ilk. Maliyetinin yüksekliği birçok
sanatçının bu kapsamda sergi yapmasına engeldi. Ama
Güneştekin'den sonra ülkemizde bu sergilerin
fazlalaşacağını ve kurumların sponsorluklara daha
fazla bütçe ayıracaklarını düşünüyorum.
Çoğunluğu Güneştekin'in 2007'den bu yana yaptığı
eserlerden oluşan sergide özel koleksiyonlarda yer
alan Saf Adalet, Güneş'e Açılan Kapılar, Ölümsüzlük
Kapısı, Cennet Kapısı, Truva Kapısı, Kainatın Yedi
Sırrı gibi büyük ebatlı eserleriyle Adem'in
Kaburgaları, Saf Adalet ve Güneş Patlamaları
serisinden heykeller de yer alacak. Sanatçının
2010'da 1.5 milyon dolara satılan ve özel
koleksiyonda olan Çağ Tufanı da görücüye çıkacak.
Serginin girişinde 100 metrekarelik bir hediyelik
eşya dükkanı bulunacak. Burada Ahmet Güneştekin'in
Apple için tasarladığı farklı aksesuvarlar da ilk
kez satışa sunulacak. Öztiryakiler ise VIP alanına
kuracakları lounge bölümüyle sergiye katkıda
bulunacak.
Philips, UB Holding, Nanda Yapı, Stepevi, Boogy,
Met-Gün, Kalebodur, Öztiryakiler, Net Mühendislik,
Dost İnşaat ve Best FM, 'Yüzleşme' sergisine destek
veren kurumlar. Ayrıca mimar Dara Kırmızıtoprak,
sergi mekanının mimari tasarımlarını üstlenmiş.
Almanya sanat dünyasının etkin sanat tarihçilerinden
biri olan Dr. Johannes Odenthal ise Ahmet
Güneştekin'i takibe aldığı 4 yıllık gözlemlerini
içeren Soyutlama ve Mitos başlıklı makalesinin yer
aldığı 300 sayfalık kitapla sergide yer alıyor.
İki ay boyunca sürecek olan sergiye giriş ücretsiz
olacak. Güneştekin, iki ay süresince sergiyi
yaklaşık 100 bin kişinin ziyaret etmesini
öngördüklerini söylüyor.
Sabah, Haber: Burcu
Aldinç, 02.11.2012
|
|
AVRUPA'NIN EN ESKİ
YERLEŞİM YERİ BULUNDU
Bulgaristan'ın doğusundaki kazı çalışmalarında gün ışığına çıkarılan tarih öncesi kalıntıların, Avrupa'da bulunan en eski yerleşim yerine ait olduğu belirtildi.
Ulusal Arkeoloji Enstitüsü'nden Prof. Vasil Nikolov, Provadia şehri yakınlarında ekibi tarafından yapılan kazı çalışmasında MÖ 4700-4300 arasında inşa edildiğini tahmin ettikleri taş duvar kalıntılarının bulunduğunu açıkladı. Nikilov, 3 metre uzunluğunda ve 2 metre kalınlığındaki duvarların, Avrupa'nın ilk ve en görkemli tahkimatı olduğunu söyledi.
Sabah, 02.11.2012
|
AİGAİ ANTİK KENTİNDEKİ
KAZI ÇALIŞMALARI
Manisa'ya yaklaşık 49
kilometre mesafedeki Köseler Köyü yakınında bulunan
ve tarihi MÖ 8. yüzyıla kadar inen Aigai antik
kentinde bu yıl
yapılan kazılarda, hamam, tuvalet, kanalizasyon
sistemi ile çok sayıda heykel ve sikke bulundu.
Aigai Antik Kenti Kazı
Heyeti Başkan Yardımcısı Doç.Dr. Yusuf Sezgin, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Herodot'a göre bu
yerleşim yerinin, Batı Anadolu'ya Yunanistan'ın
kuzeyinden göç ederek yerleşen Aioller tarafından
kurulan 12 kentten biri olduğunu anlattı.
Bölgede 9
yıl önce başlatılan kazı çalışmalarının bu
yılki bölümünde kentin ana girişlerinden olan
"Tiberius Kapısı" yakınlarında yoğunlaştıklarını
belirten Sezgin, "Kazılar kentin sivil ve
sosyal yaşamı hakkınde bizlere
bilgi
veriyor" dedi.
Kazılarda, soyunma
odası, yıkanma ve dinlenme yerlerinden oluşan bir
hamam ile tuvalet ve kanalizasyon sistemini gün
yüzüne çıkardıklarını ifade
eden Sezgin şöyle konuştu:
"Tuvalete ait atık
suların ana caddenin altından geçen
büyük bir kanala aktarıldığını
tespit ettik. Bu kanalizasyon sistemi,
günümüzde bile takdir edilecek bir mühendislik
harikası. MÖ 1. yüzyıldan itibaren var olduğu
düşünülen kanalizasyon sisteminin 300
yıl öncesine kadar kullanıldığını tahmin
ediyoruz. Antik dönemin mühendisliğine hayranlık
duymamak elde değil. Aigai gibi dağlık bir kentte,
sadece sarnıç suları ile işletilen bu kadar
büyük bir hamamın ortaya çıkartılması da oldukça
ilginçtir."
Doç.Dr. Yusuf Sezgin,
sarnıçlarda yaptıkları kazılarda ise MS 3. yüzyılın
ikinci yarısına ait çok sayıda
günlük kullanım
kabı, 70 adet bronz
sikke, 2 adet Hermes başı ve yaklaşık 50 santim
yüksekliğinde mermer Afrodit heykeli bulduklarını
dile getirdi.
Antik kentin rahatlıkla
gezilebilmesi
için bir yürüyüş güzergahı oluşturduklarını
ifade eden Sezgin, bölgenin
yabancı ziyaretçi potansiyeline sahip bir
yer olduğunu kaydetti.
Mynet Haber, Haber:
Mustafa Yıldırım - Ramazan Ercan, 01.11.2012
|
TRANSİLVANYA'DA VAMPİR
FOSİLİ
Romanya'nın Transilvanya
bölgesinde 70 milyon önce yaşamış, kan kırmızı
dişlere sahip bir memelinin kafatası ve dişleri
bulundu. 'New Scientist' bilim dergisinde yer alan
makalede, "Barbatodon transylvanicus" adı verilen
memeli türüne ait fosilin, Eflak Beyliği'nin
prensliğini yapan, düşmanlarını kazığa oturtup,
işkenceyle öldürdüğü içi, “Kazıklı Voyvoda” olarak
bilinen 3. Vlad'ın kalesinin yaklaşık 200 kilometre
ilerisinde bulunduğu bildirildi.
Brüksel'deki
Belçika Kraliyet
Doğal Bilimler Enstitüsü'nden Thierry Smith ve
fosili bulan Romanya Babes-Bolyai Üniversitesi'nden
Vlad Codrea, memelinin diş minesinde muhtemelen
aşınmalara karşı daha dayanaklı olmasını sağlayan
yüzde 3 oranında demir bulunduğunu söyledi.
Memelihih bir sıçan büyüklüğünde olduğunu belirten
uzmanlar, dinozorların yok olmasından sonra hayatta
kalan memelinin 35 milyon yıl önce nesli tükenmiş,
az bilinen "multituberculate" türüne ait olduğunu
açıklandı. Uzmanlar, dişlerinin günümüzdeki kır
farelerine benzemesinden dolayı memelinin böceklerle
beslendiğinin sanıldığını söyledi. III. Vlad'in
kurbanlarını canice öldürmesinden esinlenen yazar
Bram Stoker'ın yazdığı "Kont Drakula" romanı,
popülaritesini artırmış, filmi çekilmiş ve
kültleşmişti.
Radikal, 01.11.2012
|
TARİHİ ESERLERİ
JANDARMAYA SATMAYA ÇALIŞTILAR
Bursa'nın Mudanya
İlçesine bağlı Zeytinbağı beldesinde, ellerindeki
tarihi eserleri güvenlik güçlerine satmaya çalışan 5
kişi gözaltına alındı.
Jandarma ekipleri,
tarihi eser satılacağı istihbaratı üzerine harekete
geçerek, Y.A., Ş.A., Z.D., M.T. ve E.S. adlı
kişilerle temasa geçti. Pazarlık sonunda güvenlik
güçlerine bir adet 105 santim boyunda ve 70-80 kilo
ağırlığında kadın heykeli ile 17X25 santim ebadında
taş oyma tableti satmak isteyen zanlılar suçüstü
yakalandı. Ele geçirilen ve tarihi eser olduğu
tahmin edilen 2 parça müzeye teslim edildi.
İfadeleri alınan 5 kişi savcılığa sevk edildi.
Bursa Hakimiyet,
01.11.2012
|
KARİYE MÜZESİ SANAL
ORTAMDA GEZİLEBİLECEK
Doğu Roma Medeniyeti'nin
dünya çapındaki en önemli kültür miraslarından biri
olan Kariye Müzesi, sanal ortamda
gezilebilecek.
Konuya ilişkin yapılan
açıklamaya göre, yazılım şirketi izzApps, Kültür ve
Turizm Bakanlığı'nın
katkılarıyla ''Kariye Sanal Müze''
uygulamasını
hayata geçirdi.
Apple Store'da
satışa sunulan
uygulamayla, Kariye
Müzesi'ni dünyaya açarak Türkiye'nin tanıtımına
önemli katkı sağlaması
hedefleniyor.
Uygulamada, müzenin tüm yönleriyle doğru
anlatılması ve tüm ayrıntılarıyla izlenebilmesi için
gerekli çalışma titizlikle yapıldı.
''Son Yargı'' freskinin
renovasyonu da uygulama
kapsamına alınarak, eserin sadece bugüne ulaşan
değil, orijinal halinin de hayal edilmesi sağlandı.
Oyun
teknolojisiyle
hazırlanan uygulamadaki
''Retina Display (RD)'' özelliği, görsellerin
maksimum kalitede
izlenebilmesini sağlıyor.
Sanal ziyaretçisine 3D
serbest tur ile müzeyi en ince ayrıntılarına kadar
inceleme olanağı veren uygulama,
her bir detayın yanı başında açılan bilgi
pencereleriyle doyurucu bir belgesele dönüşüyor.
Cumhuriyet (Kısaltarak),
01.11.2012
|
ERZURUM'DA TARİHİ
ESERLER GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR
Erzurum'da
yürütülen "Üç Kümbetler Cazibe Merkezi Projesi"
kapsamında kentte bulunan tarihi eserlerin etrafı
açılarak, turizme kazandırılacak.
Yakutiye Belediyesi
tarafından hayata geçirilen projeyle, tarihi
eserlerin yoğun şekilde bulunduğu Sultanmelik
Mahallesi Üç Kümbetler Sokak'ta kamulaştırması
tamamlanan binaların yıkımına başlandı.
İlk yıkımı kendisi yapan
Yakutiye
Belediye
Başkanı Ali Korkut, basın mensuplarına yaptığı
açıklamada, Üç Kümbetler Cazibe Merkezi Projesi
kapsamında kamulaştırma çalışmalarının büyük bir
bölümünün sonuçlanacağını söyledi.
Korkut, 1. etapta 330
civarında binanın kamulaştırmasının tamamlandığını
belirterek, "Kamulaştırma çalışmalarının
tamamlanmasıyla yıkım çalışmalarına başladık. Şu
anda bazı binaların hukuki problemleri devam ediyor.
Bu hukuki problemler bittikten sonra 1. etap
kamulaştırmayı tamamlamış olacağız. Kış sezonunda
ise 2. etap kamulaştırma çalışmalarına başlanacak"
dedi.
Hedeflerinin 1. etap
yıkım çalışmalarının ardından bölgede yapım
çalışmalarına başlamak olduğunu vurgulayan Korkut,
şu ana kadar bin 600'ün üzerinde binanın
istimlakinin gerçekleştirilerek yıkım çalışmalarının
tamamlandığını, bu yılki hedeflerinin ise 600
civarında binanın yıkımını gerçekleştirmek olduğunu
ifade etti.
Korkut, "Şu ana kadar
belediye bütçesinden harcanan miktar 80 trilyon
civarında. Şehir ekonomisine kazandırılmış durumda.
Yapılan kamulaştırmada vatandaşımızın hiçbirini
mağdur etmeden, hakkının fazlasını vermek kaydıyla,
vatandaşımız niteliksiz yapı gruplarından modern
yapılara taşındı" diye konuştu.
Yıkım çalışmalarını
Kasım ayı itibarıyla bitirmeyi hedeflediklerini
ifade eden Korkut, çalışmaların tamamlanmasıyla Üç
Kümbetler ve diğer sivil mimari örneklerinin ortaya
çıkacağını belirtti.
Yakutiye Medresesi ile
Lalapaşa Camisi yanında peyzaj düzenlemesi
yaptıklarını anımsatan Korkut, şöyle devam etti:
"Bundaki amacımız nadide
iki eserin ortaya çıkarılmasıydı ve peyzaj
çalışmasıyla güzel bir kent merkezi oluşturduk.
Şehrimizde 300'ün üzerinde tarihi eserimiz var.
Bunların büyük bir bölümünü sivil mimari örnekleri
oluşturuyor. Erzurum'un önemli bir artısı, MÖ önce 3
bin yıllarına varan bir kalemiz var. Urartular
dönemine ait bir kale. Bununla beraber İlhanlı,
Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi yapıları var.
Bunlar şehrin merkezinde, Yakutiye bölgesinde yer
alıyor. Bu eserleri gün yüzüne çıkarıp, güzel bir
peyzaj çalışmasıyla, diğer yapılarla birlikte güzel
bir ortam oluşturabiliriz."
Üç Kümbetlerin Saltuklu
dönemine ait eserler olduğunu hatırlatan Korkut, "Üç
Kümbetlerin Türkiye'de bir benzeri yok. Amacımız bu
eserleri gün yüzüne çıkarmak, Çifte Minareli Medrese
ve Ulu Camiyle buluşturmak. Projeyi tamamladığımız
zaman şehrin silüeti çok ciddi manada değişecek"
dedi.
Erzurum'da kış
turizminin önemli bir yere sahip olduğuna da değinen
Korkut, şunları kaydetti:
"Kente gelen turistler
sadece kayak yapsın istemiyoruz. Bunun yanında güzel
eserleri gezme imkanına sahip olsunlar. Yurt dışında
tarihi mekanlara ilişkin farklı anlatımlar oluyor
ama eserin yanına gittiğimiz zaman hayal kırıklığı
yaşıyoruz. Ciddi bir pazarlama yapıyorlar. Biz de bu
eserlerin gerçekleri var. Kente gelen misafirlere
biz bu eserleri çok iyi bir şekilde sunabilirsek,
kültürel turizmi desteklemiş olacağız. Bu bölgede
termal turizme de ağır verilecek."
Mynet Haber: Haber: Ayşe
Yıldız, 01.11.2012
|
TARİHİ KENTLERİMİZ
KAPANMASIN
Çoğu
Osmanlı zamanında kurulmuş en eski belediyelerimiz
bile mahalleye dönüşecek!
Büyükşehirleri il
düzeyinde yetkilendirerek çoğaltan yasa
eleştiriliyor; tarihleri bin yıllara uzanan, hatta
Osmanlı’nın kurduğu belediyelerimizin bile
kapatılması ise “infial” yaratıyor.
Yasa, uygarlık
değerlerimizle birlikte ve demokrasiye de darbe
indirecek; çünkü çağdaş demokrasi kültürünün temel
göstergesi -örneğin Fransa’da 35 bini aşan- belediye
sayısı... Bizde ise ancak 3 bini bulabilen
belediyeleri bile yarıya indirmek, asla
“demokratikleşme” olamayacağı gibi, “dünya mirası”
yerleşimleri belediyesiz bırakmak ise yasadaki
“kültür yoksunluğu”nun kanıtı...
TKB
Üyeleri
Kapatılacak belediyeler
arasında Tarihi Kentler Birliği (TKB) üyeleri de
var… Bunun anlamı, 2000’deki kuruluşundan bugüne üye
sayısı 50’den 350’ye çıkan birliğe “üyelik
koşulları”ndan anlaşılabilir. TKB’ye ancak;
“yerleşme dokusunun önemli ve etkin bir kesimi
kentsel, arkeolojik, tarihsel ve/ya doğal sit olarak
tescil edilmiş; güçlü ve önemli anıtsal yapıları
bulunan, özellikle bu yapılarıyla tanınan; bir ya da
birkaç antik kentle üst üste ve iç içe yaşayan;
diğer ülkelerdeki tarihi kentlerle ‘kardeş şehir’
ilişkisi kurmuş; önemli tarihsel olayların cereyan
ettiği; geçmiş uygarlıklara başkentlik yapan ve
UNESCO’nun Dünya Mirası listesine girmiş kültür
değerlerinin bulunduğu kentler”imiz üye olabiliyor.
İşte bu nitelikleri bile
gözetmeyen talihsiz yasanın kurbanı olacak sadece
TKB üyesi belediyelerden bazıları:
Antalya-Korkuteli’nin
Büyükköy’ü; Manavgat’ın adı binlerce yıldır
değişmeyen ve antik kentle iç içe yaşayan Side’si;
Kaş’taki tarihsel liman Kalkan ile Kemer’in
Tekirova’sı; Akseki’nin Süleymaniye, Kuyucak ve
1933’teki 10. Yıl kutlaması yangınından sonra
Atatürk’ün bağışları ve kendi çizerek önerdiği imar
düzeniyle yeniden inşa edilen Cevizli’si; Alanya’nın
Türkler’i; Demre’nin antik Likya yolu
merkezlerinden, kalesiyle ünlü Beymelek’i...
Aydın’da Kuşadası’na
bağlı Davutlar...
Balıkesir-Edremit’in Kaz
Dağı yerleşimlerinden Zeytinli’si; sit alanlarıyla
bezeli Altınoluk’u, tarihle iç içe Güre’si...
Bursa’da, Osmanlı’dan bu
yana belediye olan Tirilye... Hatay’da yaşam merkezi
Harbiye, İskenderun’un Arsuz’u, Dörtyol’un
Payas’ı...
İzmir’de Dikili’nin
güzelleri Çandarlı ve Bademli; Ödemiş’e bağlı
Konaklı; orman, dağ ve gölün buluştuğu Bozdağ ve
İmam Birgivi’nin kutsal kenti Birgi; Çeşme’ye bağlı
Alaçatı, Aliağa’nın Yenişakran’ı...
Kayseri’de Mimar
Sinan’ın doğup büyüdüğü efsane kent Ağırnas;
Bünyan’ın destansı Koyunabdal’ı; Akkışla’ya bağlı
Kululu...
Kocaeli’de kayak merkezi
Kartepe; Konya’da İmrenler...
Malatya’da Darende’nin
masalsı güzeli Balaban...
Manisa’da Gördes’in
Kayacık’ı; Salihli’deki Kral Karun’un zengin kenti,
arkeoloji merkezi Sart; Mersin’de Ataşehir ve
Uzuncaburç...
Muğla’da Milas’ın tarihi
kalesiyle ünlü Beçin’i, antik Ceramos’u barındıran
Ören’i ve tarihi limanı Güllük; Yatağan’daki eski
yerleşimlerden Turgut ile kentsel ve doğal sit
niteliğindeki Bozüyük; Ortaca’da Köyceğiz Gölü ile
Ege’nin buluştuğu kanallardaki antik Caunos’la
bütünleşmiş doğal cennet Dalyan; Bodrum’a bağlı
kimlikli Gümüşlük; Ula’nın Gökova Körfezi güzeli ve
Nail Çakırhan mimarisiyle bezeli Akyaka’sı ve
Marmaris’in orman güzeli Beldibi...
Şanlıurfa’da
Viranşehir’e bağlı Eyyüpnebi...
Listede, büyükşehirlere
bağlı olmayan, nüfusu 2 binden az olduğu için
kapatılacak belediyelerimiz yok. Onlar arasında da
nice tarih ve turizm merkezlerinin bulunduğunu
düşünürseniz, yasanın ne denli “uygarlık düşmanı”
olduğunu daha fazla anlatmaya gerek var mı?
Başta Başbakan Erdoğan
ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ile eğer
gerekirse Cumhurbaşkanı Gül bu katliamı mutlaka
durdurmalılar. Yasanın, kültür odağı
belediyelerimizi gözetmesi için çözüm önerimiz ise
gelecek yazıda..
Cumhuriyet Bilim Teknik,
Yazı: Oktay Ekinci, 01.11.2012
|
BİN YILLIK TARİHİ MARDİN
SURLARI RESTORE EDİLDİ

Yedi bin yıllık tarihi
geçmişi ile farklı din ve dilleri ile hoşgörü kenti
olan
Mardin'in bin
yıllık tarihi surları restore edildi. Geçtiğimiz yıl
yoğun yağışlar nedeniyle yıkılan tarihi surlar
Mardin Belediyesi
bünyesinde kurulu olan, Koruma Denetleme Bürosu
(KUDEB) tarafından yeniden restore edilerek turizme
kazandırıldı.Tarihi kenti
Unesco'ya
hazırlamak için 2009 yılında valilik ve belediye
tarafından hazırlanan Kentsel Dönüşüm Projesi
kapsamına alınan tarihi surların restorasyon
çalışması 2 ayda tamamlandı. Surların aslına göre
restorasyonu yapılması için inşaatta uzman ekipler
görev aldı.
Savurkapı Mahallesi'nde
sadece 220 metrelik kısmı ayakta kalan bedenin
restorasyonu için KUDEP tarafından özel bir çalışma
yapıldı. Uzmanlar tarafından bedenin daha fazla
yıpranmaması ve yıkılmaması amacıyla iki ay gibi
kısa bir sürede beden duvarlarının derz aralıklarını
boşaltıp, yabani bitki ve ağaçlardan arındırdı.
Bilimsel teknik yöntem ve malzemeyle restorasyonu
tamamlanan surlar eski görünümünü kazandı. Yedi bin
yıllık tarihi kentin simgesi olan bin yıllık tarihi
bulunan surları restore ettiklerini belirten
Mardin Belediye
başkanı
Beşir Ayanoğlu,
"Yeni yol boyunca şehrin etrafını saran eski surları
ortaya çıkarmak istedik. Surların üzerinde kurulan
beton binalar yıkıldıktan sonra surlar ortaya
çıkacak. Surların tarihi kimliği var. Bu kimliği
korumak istiyoruz." dedi
Kentsel Dönüşüm projesi
kapsamında başlatılan çalışmalar kapsamında
Mardin Belediyesi'nin
üzerine düşen görevi yerine getirmeye çalıştığını
anlatan Başkan Ayanoğlu, "Surların restorasyonu
tamamlandıktan sonra, surların yamacında bulunan
çalılıklar, otlar ve evsel atıklar toplanarak, yeni
bir peyzaj çalışması ile görüntü kirliliği ortadan
kaldırıldı. Bu çalışmalar bitirildikten sonra şehrin
güneyinden görünecek şekilde ışıklandırma
çalışmaları yapılarak, şehrin görünümüne daha da bir
estetik katkı sağlandı. Savur kapı Mahallesi'nde
bulunan evleri ayakta tutan ve istinat duvarı görevi
gören Yeni yol surları i, şehrin güneyinden yani
Diyarbakır kapı Mahallesi'nden başlayıp, Savur kapı
mahallesine kadar uzanmaktaydı. Ancak 18. ve 19.
yüzyıllardaki nüfus artışından kaynaklanan çarpık
yapılaşmayla Şehidiye Mahallesi'nde 180 metre,
Savurkapı Mahallesi Babussor Park'ının üst kısmında
ise ancak 220 metrelik kısmı ayakta kalabildi. Sit
alanında bulunan tarihi eserleri korumak ve kaçak
yapılaşmanın önüne geçmek için
Mardin Belediyesi
bünyesinde kurulan Koruma Uygulama Denetleme Bürosu
(KUDEB), çalışmalarına aralıksız devam ediyor. Proje
kapsamında kentin 2007 yılında tarihi evlerin röleve
çalışmalarını başlattık. Çalışmalar hala devam
ediyor. Açık hava müzesi olan ilimizin bu
zenginliğinin
Unesco'ya adaylığı
için yapmış olduğumuz çalışmaların turizm için bir
fırsat olduğu bilinci ile çalışmalarımızı
sürdürmekteyiz. Bu tarihi kentimizin gelecek
nesillere aktarmak için birey olarak değil, toplum
olarak bunu geleceğe taşıyacağımıza inanıyorum."
şeklinde konuştu
haberler.com, 01.11.2012
|
MICHELANGELO'NUN
FRESKLERİ 500 YAŞINDA

Rönesans ustası
Michelangelo bundan yüzyıllar önce Vatikan'da Sistin
Şapeli'nin tavanını süsleyen o freskleri yarattı.
"Adem'in Yaratılışı"ndan, "Kıyamet Günü" tablosuna
kadar pek çok fresk o dönem de yüzyıllar sonra da
çok tartışıldı. Şapelin tavanını süsleyen o freskler
bugün tam 500 yaşında...
İtalyan ünlü
ressam-heykeltraş ve mimarı Michelangelo
Buonarroti'nin 1508 yılında başlayıp, 31 Ekim
1512'de tamamladığı ve aralarında "Kıyamet Günü"
ve "Yaratılış" gibi eserlerinin bulunduğu dünyaca
ünlü Sistine Şapeli'nin bu fresklerle açılışının
500. yıldönümü, Vatikan Devlet Başkanı ve
Katoliklerin Ruhani Lideri Papa 16. Benedikt'in de
katıldığı özel bir törenle kutlandı.
Papa 16. Benedikt'in isteğiyle dönemin Papa'sı II.
Giulio'nun yaptığı açılış töreninin bir tekrarı
şeklinde gerçekleştirilen törende, eserlerin
halen güzelliklerini koruduğunu söyleyen Papa
Benedikt, "Sistine Şapeli, tanrının insanla
ilişkisini, kurtuluşu, özgürlüğü ve ışığın
hikayesini anlatır" dedi.
Vatikan'a yakın basın kaynaklarına yansıyan
haberlerde, her yıl milyonlarca
turist tarafından
ziyaret edilen şapelin çok fazla toz, kir ve
ısı değişimine maruz kaldığını belirten Vatikan
Müzeleri Müdürü Prof. Antonio Paolucci, ziyaretçi
sayısının çokluğunun yol açtığı bu zararın bir
şekilde önlenmesi gerektiğini ancak bunun ziyaretçi
sayısına sınır koyarak yapmayı düşünmediklerini
söyledi. Vatikan Müzeleri'nin bir parçası olan
Sistine Şapeli, bu müzelere çektiği turist
ile Vatikan'ın önemli gelir kaynaklarından.
Cnn Türk, 01.11.2012
|
KANALİZASYONDAN TARİH
ÇIKTI

Milas
İlçesi'nde yapılan
kanalizasyon çalışması sırasında
Geç Roma dönemine
ait bir tarihi mezar ortaya çıktı.
Milas'a bağlı Beçin
beldesinde belediyesi tarafından Cumhuriyet
Mahallesi Kepez mevkisinde
Milas Müze
Müdürlüğü nezaretinde sürdürülen kanalizasyon
çalışmaları sırasında tarihi kalıntılara rastlandı.
Bunun üzerine kanalizasyon çalışması durduruldu.
Milas Müze
Müdürlüğü yetkilileri tarafından rastlanılan tarihi
eseri kurtarma kazısı başlatıldı.
Milas Müze Müdürü
Sinan Özbey, gazetecilere yaptığı açıklamada,
Beçin Belediyesi
tarafından hazırlanan altyapı projesinin Anıtlar
Kurulu'nda onaylandıktan sonra
Milas Müze
Müdürlüğü denetiminde çalışmalara başlandığını
söyledi.
Bölgenin 3. derece arkeolojik sit alanında olması
nedeniyle kazı çalışmaları için personel
görevlendirdiklerini belirten Özbey, ''Çalışmaların
bir kısmında mezar yapısına rastlandı. Bunun üzerine
emniyet yetkililerince gerekli güvenlik tedbirleri
alındı'' dedi.
Çalışmalar sırasında tek gömütlü
Geç Roma dönemine
ait bir mezar ortaya çıktığını bildiren Özbey
''Kurtarma kazılarına bu sabah başladık.
Çalışmalarımız devam ediyor, belediyeden de ekip
desteğini aldık'' diye konuştu.
Beçin Belediye Başkanı Mehmet Balcı ise bölgede
ikinci etap altyapı çalışmalarını sürdürdüklerini
anlatarak, ''Çalışmalarımız müze müdürlüğü
yetkilileri nezaretinde devam ediyordu. Dün akşam
tarihi mezarın köşesine rastlanıldı. Bilgi verdik ve
kurtarma kazısı başlatıldı. Çalışmaların bugün
tamamlanmasını bekliyoruz'' dedi.
Habertürk, 01.11.2012
|
PEYGAMBERİN TORUNUNUN TÜRBESİNE MOTO-BOMBA
Suriye’deki savaş Hz. Muhammed’in torunu Seyyide Zeynep’in adını taşıyan ve Şiiler için kutsal sayılan türbeyi bile hedef aldı.
Suriye devlet televizyonunun haberine göre başkent Şam yakınlarındaki kutsal Seyyide Zeynep Türbesi yakınlarında meyydana gelen patlamada 6 kişi öldü, 13 kişi yaralandı.Şiiler için kutsal olarak görülen ve İranlı 48 hacının da kaçırıldığı yer olan Seyyide Zeynep semtinde geçen haziran ayında meydana gelen patlamada ise 14 kişi yaralanmıştı. Muhalif Suriye İnsan Hakları Gözlemevi ise patlamanın motosiklete iliştirilen bir bomba ile gerçekleştirildiğini belirtirken, ölü sayısını 8 olarak açıkladı. Seyyide Zeynep Türbesi, Hz. Muhammed’in Hz. Ali’den olan torununun defnedildiği yer olarak biliniyor. İran, Irak ve Lübnan gibi ülkelerde yaşayan Şiiler tarafından yoğun olarak ziyaret ediliyor.
Hürriyet, 01.11.2012
|
 |
BULGAR EKSARHLIĞI'NA ALİ SAMİ YEN YANINDA ARAZİ
Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne 100’den fazla cemaat
vakfı, bin 500 civarında taşınmaz için başvurdu.
Değerlendirmeler devam ederken, Kandilli
Metemorfosis Hz. İsa Rum Ortadoks Kilisesi Vakfı’na,
İstanbul Beykoz Anadolu Hisarı’nda bulunan 98
dönümlük bir yer iadesi yapıldı. Verilen en büyük
arazi olan bu iadenin ardından ise cemaat vakıfları
adına tescil ettirilen en büyük ikinci arazi de
belli oldu. Bulgar Egzarhlığı Vakfı’na verilen 59
dönümlük yer yıkılan Ali Sami Yen Stadı’nın hemen
yakınında.Cemaat Vakıflarının taşınmaz tescil
talepleri için öngörülen bir senelik süre 27 Ağustos
2012’de doldu. Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne 100’den
fazla cemaat vakfı bin 500 civarında taşınmazın
vakıflar adına tescili için başvuruda bulundu.
Vakıflar Meclisi’nde şimdiye kadar 165 taşınmaza
ilişkin başvuru talebi değerlendirildi. Buna göre 69
taşınmazın vakfı adına tesciline, 8 taşınmazın
bedelinin vakfına ödenmesine ve 88 taşınmazın tescil
talebinin ise reddine
karar verildi.
Şimdiye kadar Vakıflar Meclisinde
değerlendirilerek sonuca bağlanan taşınmaz tescil
talepleri arasında iade edilen en büyük taşınmaz
İstanbul Beykoz Anadolu Hisarı’nda bulunan ve
Kandilli Metemorfosis Hz. İsa Rum Ortadoks Kilisesi
Vakfı’na verilen 98 dönümlük taşınmaz olmuştu.
Büyüklük bakımından iade edilen taşınmazlardan
ikincisini İstanbul Şişli Kaptanpaşa Mahallesi’nde
bulunan 59 dönümlük arazi oluşturuyor. Bulgar
Eksarhlığı Vakfı adına tescil edilen arazi eski Ali
Sami Yen Stadının yakınında bulunuyor.
100 Cemaat Vakıfın’dan bu güne kadar İstanbul,
Diyarbakır, Bursa Hatay Balıkesir, Edirne ve
İzmir Bölge Müdürlükleri’ne 1500 civarında
başvuru geldi. 1000 civarında taşınmaz İstanbul’da
bulunuyor. Cemaat vakıflarının tescil taleplerinde
büyük çoğunluğu mezarlıklar ve küçük arsalar
oluşturuyor.
Hürriyet, 01.11.2012
|
MÜZE OLACAKTI, İCRA GELDİ
Erdal İnönü’nün “Benden
sonra müze olsun” dediği yalısına icra geldi.
Tasfiye Kurulu, kefil olduğu kredi borcu yüzünden
Sevinç İnönü’nün malvarlığına el koydu. Yalının da
tahliyesini istedi.
İnönü’nün ardından, çalıştığı
enstitüdeki odası boşaltıldı, kurduğu TÜBA
lağvedildi. Arşivi koliler içinde depoya kaldırıldı.
Sevinç İnönü’yü ziyarete gittim
geçenlerde...
Erdal İnönü’yle yapılmış son
söyleşi olan “Anka
Kuşu” kitabının Can Yayınları’ndan çıkan yeni
baskısını götürdüm.
Sevindi, ama mutsuz görünüyordu.
Anadoluhisarı’ndaki emektar yalının bahçesinde
oturduk.
Yalı hayli bakımsızdı. Dış cephesinin boyaları
dökülmüş, iskelesinin taşları kırılmıştı.
Yalının hikayesini, daha önce aynı bahçede Erdal
Bey’den dinlemiştim. İsmet Paşa, öğrenciliği boyunca
çocukları için para biriktirmiş. Erdal Bey, o
paralarla
Ankara’da bir ev almış. Sonra o evi ve
İstanbul’daki iki
kooperatif dairesini satıp bu yalıyı almış.
Ancak 20 yılda oturulur hale getirebilmişler.
“Mal mülk sevmediğim ve eşimden önce öleceğimi
bildiğim için yalıyı tapuda eşimin üzerine
yaptırdım” demişti.
Çocukları olmadığı için bu yalının kendilerinden
sonra bir araştırma merkezi ve müze olmasını arzu
etmişlerdi. Bu amaçla da bir vakıf kurup yalıyı
vakfa devretmişlerdi.
O sohbette öğrendim ki, yalıya icra gelmiş. Ve
Tasfiye Kurulu, Sevinç İnönü’ye yalıdan çıkmasını
söylemiş.
“Çok huzursuzum” dedi Sevinç Hanım:
“Bu karar başımın üstünde Demokles’in Kılıcı gibi
sallanıyor. Kimse de yardım etmiyor.”
Yalıya el kondu
Konuyu özetleyeyim:
Sevinç İnönü’nün armatör olan küçük kardeşinin
şirketine Erdal-Sevinç İnönü de küçük hisseyle ortak
olmuşlardı. Yıllar önce bu şirket, gemi alımı için
kredi çekmişti. Bu alımda da Sevinç İnönü (kendi
deyimiyle “maalesef”) kefil olmuştu. Kredi geri
ödenemeyince Sevinç Hanım’a ait gayrimenkule el
kondu. Tarihi yalı da el konulan gayrimenkul arasına
girdi.
Oysa İnönüler, kredi alınmadan önce yalıyı Vakfa
devretmişlerdi. Banka bu devri “muvazaalı” saydı.
Hatta Erdal Bey, son yıllarında
parti kurmaya kalkıştığında karşısına bu dosya
çıkarılmıştı. Sonrasını Sevinç İnönü anlattı:
Erdal aklında bununla vefat etti
“Erdal da çok üzülüyordu buna... Aklında bu konu
olduğu halde vefat etti. Çok huzursuzdu. Bana bir
şey söylemedi, ama biliyorum öyle olduğunu...
“Erdal’ın vefatından sonra bankanın açtığı ‘muvazaa’
davasını kaybettik. 13 yıl içinde
Beykoz’daki yerel mahkeme kararı üç kez bozdu,
ama her seferinde
Yargıtay aleyhimize karar verdi. Son olarak da
icraya verdiler. Yalının icrada satış tarihi bile
ilan edildi. Çok komik bir bedel koydular. Yine
itiraz ettik. Şimdi son karar bekleniyor.”
Sevinç İnönü, hem bu dava yüzünden hem de maddi
yetersizlikten yalıya dokunamıyormuş. Şimdi bir
grup avukatla hukuk mücadelesi veriyor.
Çıkarılacak mı?
Kaybederse, yalıdan çıkarılacak mı?
“Hayır” diyor:
“Çıkmaya niyetli değilim. İntifa hakkım var. Burası
satılsa bile ben burada oturacağım. ’İntifa hakkını
da kaldırırız’ diye de tehdit ettiler. Kanunen buna
yetkileri yok, ama biliyorsunuz bankaların gözü
kara... ‘Biz alacağımızı alalım da sonrası tufan’
diyorlar. Bir uzlaşma arıyoruz, ama sonuç çıkmıyor.
Bankanın tehdidi sürüyor.”
Bir kurtarıcı çıkar mı?
Kişisel bir dava gibi görünüyor, ama orası
Türkiye’nin tarihsel, bilimsel, siyasal tarihine
damga vurmuş Erdal İnönü’nün, “Benden sonra müze
olsun” dediği mekan...
Şimdi bir uzlaşma sağlanamaması, eşinin bu
mücadelede yalnız bırakılması, destek verebilecek
olanların telefonlara çıkmaması gerçekten üzücü...
Bir üniversite ya da bilime, kültüre duyarlı bir
işadamı, yalıyı sahiplenip orayı İnönü’nün
vasiyetine uygun şekilde değerlendiremez mi? Bu
miras, müzeye çevrilemez mi?
Unutturma
kampanyası
Vefatından sonraki 5 yıla bakıldığında, “yalı
davası”nın tek örnek olmadığını, Erdal İnönü adının
pek çok alanda ihmal edildiğini, adeta unutturulmak
istendiğini görüyoruz.
Kurucusu olduğu özerk Türkiye Bilimler Akademisi
(TÜBA), geçen yıl bir kararname ile Hükümet
kontrolüne alındı. Akademisyenler, bu müdahaleye
isyan edip ayrıldı. Sevinç Hanım’ın tabiriyle “Erdal
İnönü’nün bilimsel mirası” da elden gitti. Erdal
Bey’in son çalışması, Cumhuriyet döneminde 6 temel
bilimde yapılan araştırmaları tanıtan 6 ciltlik
bibliyografyaydı. 2 cildi yayımlandı, 4 cilt, bir
türlü güncellenip basılamadı.
En son çalışmalarını yaptığı Feza Gürsey Enstitüsü,
Gebze’de ilgisiz bir enstitüye bağlanarak
kapatıldı. Oradaki ekip dağıldı. Sevinç İnönü,
eşinin odasını gidip bizzat topladı, kitaplarını,
notlarını, plaketlerini kolilere doldurup eve
taşıdı.
Bunlarla birlikte Erdal Bey’in arşivini,
Sabancı Üniversitesi’ne bağışladı. Üniversite,
bunlar içinden bazı kitapları kütüphanesine kattı.
Gerisini olduğu gibi Sevinç İnönü’ye iade etti. O
arşivi gördüm:
Erdal Bey’in kitapları, mektupları, notları,
defterleri, kutular içinde tasnif bekliyordu.
Özellikle temel bilimlerden bir akademisyenin
yapabileceği bir çalışmaydı. Sevinç Hanım, evdeki
deponun su basma tehlikesi ve yer sıkıntısı
nedeniyle bu arşivi kolilere koyup
Maltepe’de kiraladığı bir depoya kaldırdı. Arşiv
şimdi orada, vakit ayırıp ilgilenecek bir gönüllü
bekliyor.
Ya rektörlüğünü yaptığı
Ortadoğu Teknik Üniversitesi?
Yıllarını verdiği
Boğaziçi Üniversitesi?
“Beni en çok onlar hayal kırıklığına uğrattı” diyor
Sevinç İnönü; “Bu iki üniversitede de Erdal’ın çok
emeği var. Özellikle
ODTÜ’nün kuruluşunda, temel bilimlerin altın
çağını yaşamasında, Erdal’la arkadaşlarının büyük
katkısı oldu.
İlk yıl bir anma yaptılar, ondan sonra
ilgilenmediler, vefasız davrandılar maalesef. Ama
bu, o kurumlara özgü değil. Maalesef Türkiye
genelinde bir hafıza kaybı ve vefasızlık var.”
“Bu manzara karşısında kırgın mısınız” diye sordum:
“Kimseye kırgın değilim” dedi Sevinç Hanım:
“Erdal’la çok yakın çalıştıkları halde ölümünden
sonra hiç aramayan, onu unutmuş görünen arkadaşları
var, ama çok yakından ilgilenenler de var. Hepsine
benden selam olsun.”
Milliyet, Yazı: Can Dündar, 01.11.2012
|
HZ.MUHAMMED'E ÇOK BÜYÜK SAYGISIZLIK

Suudi Arabistan dünyanın en önemli
İslam miraslarından
Hz. Muhammed’in kabrinin de bulunduğu
Mescid-i Nebevi’ye buldozer sokmaya hazırlanıyor
Suudi Arabistan’ın, kutsal kent Medine’de
Hz. Muhammed’in kabrinin de içinde bulunduğu
Mescid-i Nebevi’yi yıkarak, yeniden inşa edeceği
ileri sürüldü. Rus televizyonu Russia Today’in
internet sayfasındaki habere göre,
Mescid-i Nebevi’yi genişletme çalışmalarına hac
ziyaretlerinin bittiği kasım sonunda başlanacak.
Uzmanlar,
Mescid-i Nebevi’yi genişletme çalışmaları
sırasında
Hz. Muhammed’in kabrine zarar verilmesinden
endişe ediyor.
Hicretten sonra Medine’de
Hz. Muhammed ve ashabı tarafından inşa edilen,
Peygamber Mescidi olarak da bilinen
Mescid-i Nebevi, Mekke’de bulunan Mescid-i
Haram’dan sonra,
İslam dünyasının ikinci en kutsal mescidi kabul
ediliyor. Suudiler, her yıl ziyaretçi akınına
uğrayan kutsal mekanın genişletilmeye ihtiyacının
olduğunu söyleyerek projeyi savunuyor, ama inşaat
çalışmalarının caminin çevresine ve en eskisi 7’nci
yüzyıldan kalma tarihi yapılara etkisinin ne olacağı
hakkında bir açıklama yapılmıyor. Buna karşın,
Müslüman aleminden henüz bir tepki gelmiş değil.
Hz. Muhammed’in kabrinin de bulunduğu Mescid-i
Nebevi’nin yerine yapılacak dev cami için 6 milyar
dolar harcanacak. İnşası tamamlandıktan sonra 1.6
milyon kişiyi alma kapasitesine sahip olacak dev
cami beraberinde bir tartışma da getirdi. Washington
merkezli düşünce kuruluşu Gulf Institute ise, Mekke
ve Medine ile ilgili ilginç bir veri ortaya koydu.
Gulf Institute araştırmasına göre, son 20 yıl
içerisinde Mekke ve Medine’deki tarihi eserlerin
yüzde 95’i yıkılarak, yerine yeni binalar yapıldı.
Suudiler, 2002 yılında Osmanlı döneminde Kabe'yi
korumak amacıyla inşa edilen Ecyad Kalesi'ni de
yıkarak, yerine lüks oteller inşa etmişti.
Prof . Dr. Nevzat Yalçıntaş, Hz. Muhammed’in
kabrinin bulunduğu Mescidi Nebevi’nin genişletilmesi
ve yıkılmak istenmesinin 1926’da da gündeme
geldiğini, Atatürk’ün Suudi Kralı’na telgraf çekerek
“Vahhabiler Peygamberimizin mezarının tek bir taşına
dokunurlarsa bütün orduyu güneye yığarım’’ yazdığını
söyledi. Yalçıntaş, “1981’de o telgrafı ben gördüm.
Dönemin Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı, telgrafın
bulunduğu yere konmasını ve bir daha da dışarıya
çıkarılmamasını istemiş” dedi. Ancak bu iddia
doğrulanmadı. Habertürk Yayın Danışmanı Murat
Bardakçı da Atatürk’ün böyle bir mektubu hakkında
bilgisi olmadığını söyledi.
Habertürk, Haber: Ayhan Yıldız, 01.11.2012
|
TARİHİ EVLER YIKILIYOR

Kars Kalesi eteğindeki
tarihi Kars Evleri ile Taş Köprü'nün sağında ve
solunda bulunan tarihi hamamlar sahipsizlikten
yıkılarak yavaş yavaş kayboluyor.
Tevfik Paşa Konağı
olarak bilinen ve yıllarca Kars'a gelen yerli ve
yabancı turistlerin ilgisini çeken, konak ve
hamamlar her geçen gün biraz daha yıkılıyor.
Turistlerin ilgi odağı olan tarihi ever ve tarihi
hamamlar şimdi kimliği belirsiz kişi veya kişilerin
barınağı haline gelmiş durumda bulunuyor.
Kapı, pencereleri ve
duvarları yıkılan evler ve hamamlar kısa sürede
önlem alınmadığı takdirde yıkılarak tarihin
karanlığına gömülecek.
Tarihi bina ve
hamamların içkicilerin, balicilerin meskeni haline
geldiğine dikkat çeken vatandaşlar; "Bu tarihi
evlerin ve hamamların her gün bir yerleri kimliği
belirsiz kişiler tarafından yıkılıyor. Bu şekilde
devam ederse bu evler ve hamamlardan eser
kalmayacak. Yetkililerden bir an evvel bu tarihi ev
ve hamamlara önlem almalarını bekliyoruz" dediler.
Kars Kent Haber,
31.10.2012
|
'DÜNYANIN 8. HARİKASI'
HADRİAN TAPINAĞI

Erdek’teki yaklaşık 3
bin yıllık Kyzikos antik kentinde yapılan kazı
çalışmaları 2006′dan bu yana sürerken, çalışmalar
kapsamında dünyanın en büyük tapınakları arasında
yer aldığı belirtilen, bazı araştırmacılarca
“dünyanın 8. harikası” olarak gösterilen Hadrian
Tapınağı, gün yüzüne çıkarılıyor.
Atatürk Üniversitesi
Öğretim Üyesi ve kazı başkan yardımcısı Yrd. Doç.Dr.
Korkmaz Meral, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
Kyzikos antik kentindeki ilk kazıların 1989 yılında
başladığını ancak bazı nedenlerle 1997′de
sonlandırıldığını söyledi.
Çalışmaların, Kültür ve
Turizm Bakanlığı’nın desteğiyle, 2006′da Atatürk
Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Nurettin
Koçhan başkanlığında tekrar başladığını ifade eden
Meral, burada dünyanın en büyük tapınakları arasında
gösterilen Hadrian Tapınağı bulunduğunu anlattı.
Hadrian Tapınağı’nın 1.
yüzyılda yapıldığını ifade eden Meral, “117 yılında
deprem oluyor. Roma İmparatoru Hadrian, 124 yılında
Kyzikos’a gelince, üzülüyor. Yardım ediyor. Büyük
çapta destekte bulunduğu için bölge halkı da ona
karşı vefa borcunu ödemek için tapınağın adını
Hadrian koyuyor” dedi.
Meral, tapınağın
boyutlarıyla önem taşıdığını dile getirerek, şöyle
devam etti: “Efes’te Artemis Tapınağı var. 110
metrenin üzerinde uzunluğa sahip. 4-5 parça sütun
tamburu kalmış. 115 metrelik Apollon Tapınağı var.
Kyzikos’taki 117 metre uzunluğa sahip. Bu boyutlar
ve kapladığı alan itibarıyla, kendi alanında
Anadolu’nun en büyük tapınağı. Şu anda kazılara
devam ediyoruz. Çok aşırı derecede zarar görmüş.
Depremlerde, kaçak kazılarda ve kireç ocağı olarak
kullanıldığı Bizans döneminde büyük hasar oluşmuş.
İstanbul’un çok yakınında olması parçalarının
taşınması açısından dezavantaj oluşturmuş.”
Tapınağı ayağa
kaldırmaya çalıştıklarını vurgulayan Meral,
“Tapınağı tamamen açarak, en azından görseli ortaya
koyabiliriz. Uzun yıllar devam edecek buradaki
çalışmalar. Devlet, kazılara destek veriyor. Sponsor
desteğinin de bulunması kazıların hızını
artıracaktır. Çok büyük boyutlu eserler var. Destek
olsa, 10-15 yılda tamamını açabiliriz. Şu anda
yarısı açılmış durumda” diye konuştu.
Kazı Başkanı Yard. Doç.
Nurettin Koçhan’ın yazdığı “Kyzikos” adlı kitapta,
yapılan kazı çalışmalarıyla tapınağın güneydoğu
kısmının büyük ölçüde ortaya çıkarıldığı
belirtiliyor.
Antik araştırmacıların
birçoğunun yayınlarında Kyzikos ve Hadrian
Tapınağı’na yer verdiği ifade edilen kitapta, “Bazı
araştırmacılar, dünyanın 8. harikası, bazıları da
dünyanın 7 harikasından biri olarak kabul eder”
deniliyor.
Kazılarda sadece tapınak
değil, o döneme ait su sistemleri, tiyatro, mezarlar
ve bazı eserler de ortaya çıkarılıyor.
Turizm Habercisi,
31.10.2012
|
250 MİLYON YILLIK UÇAN BALIK FOSİLİ BULUNDU
Çin'in güneyindeki kazı çalışmalarında gün ışığına
çıkarılan fosiller, "uçan balıkların" sanılandan
milyonlarca yıl önce yaşadığı ortaya çıktı.
"New Scientist" bilim dergisinde yer alan makalede
kanatlı balık fosillerinin, tarih öncesi çağların
anlaşılmasına yardımcı olacağı belirtildi. Başkent
Pekin'deki Çin Bilim Akademisi'nden Guang-Hui Xu ve
ekibi, fosillerin 247 milyon yıl önce başlayan Orta
Triyasik döneminden, daha önce bilinmeyen bir uçan
balık türüne ait olduğunu söyledi.
Daha önce Avusturya ve İtalya'da bulunan uçan balık fosillerinin 230 milyon yıl önce başlayan Geç Triyasik döneme ait olduğu belirlenmişti. Genellikle avlarını okyanusun yüzeyine doğru kovalayıp yakalamaya çalışan deniz yırtıcılarına karşı bir kaçış stratejisi geliştiren uçan balıkların, suyun dışına hep birlikte sıçrayarak peşlerindeki avcılardan kurtulduğu sanılıyor. Günümüz uçan balıkları ise sahip oldukları kanada benzer 2 ya da 4 sert yüzgeç sayesinde süzülerek gidebiliyor ve böylece peşlerindeki yırtıcılardan kurtulmak için farklı yetenekler geliştirebiliyor. Çin'de kalıntıları bulunan uçan balıkların 4 kanatlı olduğuna işaret eden bilim adamları, balıkların uzun mesafeleri süzülerek gitmeleri ve karmaşık hava manevraları yapmaları için evrime uğradıklarını ileri sürüyor.
Türkiye
Türkiye Gazetesi, 31.10.2012
|
ŞEMSİ PAŞA HALK KÜTÜPHANESİ RESTORE EDİLİYOR

Mimar Sinan'ın son
dönem eserleri arasında yer alan ve Halk Kütüphanesi
olarak hizmet veren
Üsküdar'daki Şemsi Paşa Külliyesi, İstanbul İl
Özel İdaresi tarafından yenileniyor. Yenileme
çalışması kapsamında yapının zemininde araştırma
kazısı da yapılıyor.
Geçen Temmuz ayında başlatılan ve 2013 yılı içinde
tamamlanması öngörülen yenileme çalışması, 611 bin
liraya mal olacak.
Külliyenin dış cephe duvarları, kubbelerindeki
çatlaklar, çatısının ve revakları, yapının özgün
harcına uygun malzemeyle tamir edilecek.
Osmanlı klasik mimarisinin örneği niteliğindeki
külliye, Sultan 2. Selim ile 3.Murad'ın veziri Şemsi
Ahmet Paşa tarafından yaptırıldı.
Kesme taşlarla çevrili külliyede müstakil bir cami,
türbe ve hazire de yer alıyor. Külliye medresesi de
'L' şeklinde dizilmiş 12 oda ve bir okuma salonundan
oluşuyor.
Külliye, Mimar Sinan'ın bu türdeki en küçük eseri
olma özelliğini taşıyor.
Habertürk, 31.10.2012
|
|
TRİPOLİS PAZARI 2 BİN YIL SONRA CANLANACAK
Denizli’nin Buldan İlçesi yakınlarındaki antik Tripolis kentinde Pamukkale Üniversitesi tarafından sürdürülen kazı çalışmalarında ortaya çıkarılan antik pazaryeri, 2013 yılında ziyarete açılacak.
Kazı çalışmalarının başkanı Yrd.Doç.Dr. Bahadır Duman, Tripolis’in, bölgenin en önemli antik kentlerinden biri olduğunu dile getirdi. Duman,“Tarihi eserler, bölgede aralıksız kazı çalışması yapılsa, gün yüzüne ancak 300-400 yılda çıkabilir. Yeraltı taramasında ortaya çıkartılan antik pazaryerinin temizliği yıl sonuna kadar tamamlanacak” dedi.
Radikal, 31.10.2012
|
BOĞAZ'IN YANAN İNCİSİNİ GÜN YÜZÜNE ÇIKARACAK

1846’da yapıldığı tahmin edilen Sipahiler Ağası
Mehmet Emin Ağa Yalısı, 1905’teki yangınla kül oldu.
Keten İnşaat, şimdilerde otopark olarak kullanılan
yalıyı aslına uygun olarak yeniden yapacak
Dünyanın en değerli konutlarına ev sahipliği
yapan Boğaz’daki yalılardan biri olan Sipahiler
Ağası Mehmet Emin Ağa Yalısı uzun uğraşlar sonunda
gün yüzüne çıkacak. Boğazın en eski yalılarından
olan Mehmet Emin Ağa Yalısı’nı aslına uygun olarak
yeniden inşa edecek olan Kenet İnşaat A.Ş. Yönetim
Kurulu Başkanı Ferhat Keten, Boğaz’da yok olmuş
birçok yalı olduğunu belirterek, “2 yıllık
çalışmanın ardından Mehmet Emin Ağa Yalısı’nı
yeniden
İstanbul’a kazandıracağız” dedi.
Keten, Boğaz’da özellikle Kuruçeşme’de birçok
yalının yok olduğunu belirterek, Mehmet Emin Ağa
Yalısı’nın ise kanlıca Körfez’de yer aldığını
söyledi. Yalıya ilişkin ulaşabildikleri en eski
belgelerin 1846 yılına ait olduğunu ifade eden
Keten, “Yalının ne zaman yapıldığı tam olarak
bilinmiyor. 1846 yılına ait dokümanlara ulaştık.
Fakat 1905 yılında çıkan yangın yüzünden yalı
tamamen yanmış ve bir daha da inşa edilmemiş” diye
konuştu.
Keten, yalının şu anda otopark olarak kullanıldığını
ve önünde teknelerin bağlı olduğunu anlatarak,
“Yalı 700 metrekarelik arsa üzerinde yapılacak.
Üzerinde 2 bina varmış. Biz ilk olarak 750
metrekarelik toplam alana sahip ilk binayı
yapacağız. Yalının önünde kayıkhanesi de var.
Arkasında ise 250 metrekarelik ikinci binası
bulunuyor” dedi.
Yalıyı yeniden yapmak için kat karşılığı
anlaştıklarını açıklayan Keten, şu bilgileri verdi:
“Restorasyon işlerini ortağım Emre Ünlü ile birlikte
yapıyoruz. O bu işin uzmanı. Yalı için kat karşılığı
anlaştık. Şu anda üzeri boş olduğu için detaylı bir
arşiv taraması yaptık. Eski Osmanlı kayıtlarını
inceledik. Almanların 1936 yılına, Amerikalıların
ise 1940’lı yıllarına ait fotoğraflarına ulaştık.
Yalıyı direk gören 3
fotoğraf elimizde mevcut. Çok sayıda da hava
fotoğrafı var. Ayrıca arazide
arkeolojik kazı yaptık. Tüm bu çalışmalar 2 yıl
sürdü ve Anıtlar Kurulu’ndan yalıyı eskisine uygun
olarak yapmak için izin de aldık. Şu anda ruhsat
aşamasındayız.
2013 yılında inşaata başlamayı ve 6 ayda yalıyı
aslına uygun olarak tamamlamayı planlıyoruz.”
Keten, bu şekilde ortadan kaybolan yalıları yeniden
yapmanın büyük uğraşlar gerektirdiğini anlatarak,
“Bu tür binalara izin ve ruhsat almak çok zor. Biz
bunu başardık. Yanlış hatırlamıyorsam Anıtlar
Kurulu’ndan
Anadolu yakasından izin alan tek yalı projesi bu
oldu” diye konuştu. Keten, Mehmet Emin Ağa Yalısı’nı
yeniden inşa ettikten sonra satışa çıkaracaklarını
belirterek, “Bittiğinde satmayı planlıyoruz. Tahmini
değeri 20 milyon doları bulacak” dedi.
Milliyet (Kısaltarak), Haber: Yavuz Karaman,
31.10.2012
|
80 YIL SONRA ORTAYA ÇIKTI, ŞİMDİ SATILIYOR
İbrahim Çallı'nın terk edilmiş bir evde uzun
yıllar rulo halinde tutulan en büyük ve mitolojik
tablosu ''Kayalıklarda
Yıkanan Çıplaklar''eseri , 80. yılın ardından
gün yüzüne çıktı.
Anadolu yakasının ilk müzayedesi, 4 Kasım'da
Bağlarbaşı'ndaki Internetional Art Center (IAC)
İstanbul'da yapılacak.
Antik eşya, obje, eski dönem tablolar ve yerli
yabancı günümüz çağdaş ressamlarını bir araya
getirecek ''Karşı Müzayede'', müzayedelerin Avrupa
yakasında yapılma geleneğini de yıkacak.
Eser, müzayedede 400 bin liradan satışa sunulacak.
Habertürk, 31.10.2012
|
|
SİT ALANLARI KONUSNDA İKİ BAKAN EL SIKIŞTI

Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay ile
Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar,
sit alanları ile ilgili centilmenlik protokolü
imzaladı. Tabiat varlıkları ile kültür varlıklarının
çakıştığı sit alanlarında hangi koruma kurulunun
karar vereceği tartışma konusuydu. Bu protokole göre
kültür ve tabiat varlıklarının çakıştığı alanlarda
kültür varlığı açısından bölge koruma kurullarının
görüşü alındıktan sonra son söz Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı’nda kaldı.
Kültür varlığının
restorasyon , restitüsyon, rölövesi ile ilgili
kararlar ise Koruma Kurulu’nca alınacak. İki bakan
arasındaki 11 maddeden oluşan sözleşme tüm koruma
kurulu üyeleri ile bölge komisyon üyelerine
gönderildi.
Topkapı Sarayı’nda son söz kimin?
Yaklaşık 1 yıl önce kültür ve tabiat varlıkları
koruma kurulları ikiye ayrıldı. Doğal sit alanları
ile tescilli tabiat varlıklarının bulunduğu
alanlarda imar, çevre düzenlemesi, yenileme gibi
değişikliklere bakmak üzere tabiat varlıklarını
koruma bölge komisyonları kuruldu. Kültür
varlıkları, arkeolojik, tarihsel ve kentsel sitlere
bakmak üzere ise kültür varlıkları bölge koruma
kurulları oluşturuldu. Ancak hem doğal hem
arkeolojik sit alanlarında kararı kimin vereceği
belirlenmemişti.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca
hazırlanan bir genelge ile sit alanlarının çakıştığı
noktalarda kararı tabiat varlıkları komisyonunun
vereceği ilan edildi.
Bunun anlamı şuydu; Topkapı Sarayı’nda bir
restorasyon yapılacak olsa bahçesinde anıt ağaçlar
bulunduğundan kararı kültür varlıkları değil tabiat
varlıkları kurulu verecekti. Bunun en somut örneği
Şişli Likör Fabrikası’nda yaşandı. Bina tarihiydi
ama bahçesinde de anıt ağaçlar vardı. 2. No’lu
Kültür Varlıkları Koruma Kurulu tarihi binanın
yıkılmasına izin vermiyordu. Yıllarca kurul
direnmişti ama iki sit alanı çakıştığı için yetki
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na bağlı
İstanbul Tabiat Varlıkları Komisyonu’na geçince
tarihi fabrikanın yıkımına izin veren karar 1 ay
içinde çıkmıştı.
Protokol deklare edildi
Çiftbaşlılık yaşanması, kültür varlıkları koruma
kurullarının pek çok alanda sıkıntı yaşaması üzerine
Kültür ve Turizm Bakanı Günay ile Çevre ve
Şehircilik Bakanı Bayraktar bir araya
geldi ve ortak protokol imzaladı.
11 maddeli protokol iki bakanlıkça kurul üyelerine
deklare edildi.
İşte o protokol:
Çakışan alanlara ilişkin başvurular
öncelikle kültürel değerler yönünden ilgili koruma
bölge kurulunca değerlendirilir. Kültürel açıdan
alınan karar ile birlikte doğal değerler açısından
da değerlendirme yapılarak koruma bölge komisyonunca
nihai karar alınır.
Doğal sit alanında veya tabiat varlığı parselinde
bulunan tescilli kültür varlığının rölöve,
restitüsyon, restorasyon, rekonstrüksiyon projeleri,
onarımı, tescil, tescil kaydının irdelenmesi vb.
gibi doğal değerleri etkilemeyecek şekilde yapının
kültür varlığı niteliğinden kaynaklanan müdahalelere
yönelik işlemler için nihai karar ilgili koruma
bölge kurulunca alınır.
Çakışan alanlarda kazı, sondaj ve
temizlik çalışmalarına yönelik ilgili koruma
kurulunca alınacak karar,
Kültür ve Turizm Bakanlığı ’nca verilecek izin
doğrultusunda gerçekleştirilir.
Ören yerleri hariç çakışan alanlarda 2863 sayılı
kanunun 13. ve 14. maddeleri kapsamında satış,
kiralama, tahsis, devir, intifa hakkı gibi konularda
görüş; kültürel değerler açısından Kültür ve Turizm,
doğal değerler açısından Çevre Bakanlığı’nca
mülkiyet sahibi kuruma iletilir.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 31.10.2012
|
7. CONTEMPORARY İSTANBUL BAŞLIYOR

Türkiye'nin en kapsamlı
uluslararası çağdaş sanat fuarı, Lütfi Kırdar
Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı ile İstanbul
Kongre Merkezi'nde 22-25 Kasım tarihlerinde
düzenlenecek.
''Contemporary
İstanbul'', dünyanın en önemli uluslararası sanat
galerilerini, koleksiyonerleri ve sanatseverleri
yedinci kez İstanbul'da bir araya getirecek.
Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı
ile
İstanbul Kongre Merkezi'nde 16 bin metrekarelik
alanda gerçekleşecek fuara, 55'i yurt dışı, 45'i
yurt içinden olmak üzere 100 çağdaş sanat galerisi
ve 600 sanatçı katılacak.
Ana sponsorluğunu
Akbank Private Banking, ortak sponsorluğunu
Zorlu Center ve Yıldız Holding'in üstlendiği fuarda,
dünyanın en önemli galerilerinden biri olarak kabul
edilen ''Marlborough
Gallery'' de yer alacak.
Londra'da 1946 yılında kurulan ''Marlborough
Gallery'', 1963'te New York'ta ilk sanat
galerisini açtı. 49 yıllık çağdaş sanat galerisi,
modernden çağdaş sanata uzanan bir çerçevede
Magdalena Abakanowicz, Fernando Botero, Claudio
Bravo, Richard Estes, Red Grooms, Tom Otterness,
Arnaldo Pomodoro, Manolo Valdes, Zao Wou-Ki, Frank
Auerbach, Paula Rego ve Antonio Lopez Garcia gibi
dünyanın en önemli sanatçılarını temsil ediyor.
''Marlborough
Gallery''nin yanı sıra dünyanın en önemli
galerileri arasında sayılan ''Haunch of Venison'',
''Opera Gallery'', ''Galerie Michael Schultz'',
''MaM-Mario Mauroner
Contemporary Art'' diğer katılımcı galeriler
arasında yer alacak.
Birçok önemli çağdaş sanat eseri ve sanatçının ilk
defa izleneceği ''Contemporary
İstanbul''da ''CI Dialogues'' konferans serisi ve
''Video Cube'' video seçkisinin yanı sıra özel
davetler, açılış ve kapanış partileri gibi yan
etkinlikler de sanatseverlere eş zamanlı olarak
sunulacak. ''CI Dialogues'' konferans serisi ile
çağdaş sanatın bugünü ve yarını tartışılacak.
Habertürk, 31.10.2012
|
TAKSİM'İ YOK ETME PROJESİNDE İLK ÇALIŞMALAR SESSİZ
SEDASIZ BAŞLATILDI

Taksim Projesi'nin askıya alındığı,
projenin tamamının iptal edilmesinin gündeme geldiği
haberlerinin yayıldığı bugünlerde Taksim Projesi,
altyapı çalışmaları bahane edilerek başlatıldı.
Zambak Sokak'ta 29 Ekim 2012 günü başlatılan
çalışmaların Beyoğlu esnafı tarafından Taksim
Projesi'ne karşı çıkan çeşitli platformlara haber
verilmesi üzerine çalışmaların yapıldığı sokağa
yerinde gözlem yapmak ve kamuoyunu bilgilendirmek
amacıyla giden Toplumcu Mühendisler ve Mimarlar
Meclisi ile İmece-Toplumun Şehircilik Hareketi
üyeleri çalışmalar hakkında aşağıdaki açıklamaları
yaptı.
Toplumcu Mühendisler ve Mimarlar Meclisi:
Taksim Projesi çalışmaları, alışılanın aksine AKP
tarafından siyasi bir gösteriye çevrilmeden
başlatıldı. Çalışmalarının sessiz sedasız
başlatılmasında kamuoyu baskısının etkili olduğunu
düşünüyoruz. AKP üzerindeki kamuoyu baskısı oldukça
önemli. Zira İBB Başkanı Kadir Topbaş tarafından
yapılan çeşitli açıklamalarda, Taksim Projesi'nin
belirli kısımlarının (Sıraselviler ve Gümüşsuyu
Cad.) rafa kaldırılma ihtimali olduğunu söylerek
geçtiğimiz haftalarda kamuoyunu rahatlatmaya
çalıştı. Topbaş'ın bu açıklamayı yaptığı anda, bunun
Taksim Projesinin rafa kaldırılması anlamına
gelmediğini, AKP'nin Taksim'i dönüştürmekte kararlı
olduğunu belirtmiştik. Haklı çıktık.Çalışmalar
Zambak Sokak'ta bugün başlatıldı. Aylar önce
sokaklarından masaları kaldırılan Beyoğlu'lunun
sokaklarına sessiz sedasız dev iş makinalarını
sokmaya başladılar. Bugün, gördüğümüz tablo Taksim'i
yok etme projesinin başlangıcının verilmesidir. Buna
seyirci kalmayacağız. Taksim'i AKP'ye bırakmamakta
kararlıyız. Bu süreci durdurmak için kalbi toplumdan
yana atan tüm meslektaşlarımızı ve halkımızı
Taksim'e sahip çıkmaya çağırıyoruz.
İmece-Toplumun Şehircilik Hareketi:
Beyoğlu'nda İstiklal Caddesi' nin hemen yakınında
bulunan Zambak Sokakta altyapı çalışması adı altında
Taksim Projesi kapsamında tünel yapılacak bölgenin
(Tarlabaşı- Harbiye Hattı) doğalgaz, elektrik ve
kanalizasyon hatlarını taşımak üzere bugün
çalışmaların başlatıldığını görmüş olduk. Taksim
Projesi bugün bu şekilde sessiz sedasız başlatılmış
oldu...

Sol Haber, 30.10.2012
|
BU YIL ASLANTEPE
HÖYÜĞÜ'NDE 17 ARKEOLOJİK ESER ORTAYA ÇIKARILDI

Malatya Aslantepe
Höyüğü'ndeki bu yılki kazılarda, 17 arkeolojik
eserin gün ışığına çıkarıldığı bildirildi.
Kültür ve Turizm
İl Müdürü Derviş Özbay konuyla ilgili olarak yaptığı
açıklamada, bu yılki kazı çalışmalarının 10
Ağustos’ta başlayıp 9 Ekim’de sona erdiğini
hatırlatarak, "17 heyet üyesi, 42 işçi ile
sürdürülen çalışmalarda 14 açma üzerinde kazılar
yapılmıştır. Kazı evi ve
depolarda
restorasyon, arkeobotanik analizler, topoğrafik
çizimler ve ayrıca analiz çalışmaları yapılmıştır.
Milattan önce (MÖ) 3300-2800 yıllarına tarihlenen
evlerde çalışmalar
gerçekleştirildi. Eski Tunç, Geç Kalkolitik dönemi
kapsayan kazı sezonunda; 2 mızrak ucu, 2 çivili
halka, madalyon, 1 yontma kalemi, 1 topuzlu iğne,
iğne, bıçak, 2 lapis boncuk, küp, çanak, kase,
çanak, küçük kase ve küp olmak üzere toplam 17
arkeolojik eser gün ışığına çıkarılmıştır" dedi.
Aslantepe'de bu yıl kazı faaliyetleri dışında, kazı
yeri ve kazı evi
depolarında
konservasyon, restorasyon, botanik analizler,
fotoğraflama, çizim,
jeoformolojik ile antropolojik analizler de
gerçekleştirildiğini belirten Özbay, "Kazı sezonu
boyunca envanterlik niteliğinde olan 17
adet arkeolojik eser ile
23 adet etütlük
mahiyetteki buluntu tespit edilmiştir" dedi.
Bu yılki kazılarda MÖ 2900-2800 yıllarına tarihlenen
bitişik nizam örülmüş kerpiç örgü duvarları, kerpiç
örgünün alt kısmındaki moloz taş duvar örgüsünün
kaldırıldığını kaydeden Özbay, aynı
kültür seviyesine ait
takanın kaldırılmasının ise sezonunda planlandığını
aktardı.
İki katlı odada yapılan kazılarda, burada yangın
olduğunun görüldüğünü söyleyen Özbay, burada
Mezopotamya Urduk seramiğine de rastlandığını
bildirdi. Bu seramiklerin her iki
kültür
arasında ticari ilişkilerin bulunduğunu gösterdiğini
belirten Özbay, bu alanda yangın olduğunu, tabana
düşen yanmış eşyalardan anlaşıldığını vurguladı.
İtalya Roma La Sapienza Üniversitesi Arkeoloji
Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Marcella Frangıpane
başkanlığında yapılan kazıların, Kültür ve Turizm
Bakanlığı Temsilcisi Arkeolog Ziya Kılınç ve Malatya
Müze Müdürü Sanat Tarihçisi Meryem Günhan
koordinesinde gerçekleştirildiği kaydedildi.
Malatya Güncel,
30.10.2012
|
ÇİN'DE NEOLİTİK DÖNEME AİT KENT BULUNDU
Çin'in
kuzeybatısındaki Şaanşi şehrinde, Neolitik döneme ait
4 kilometrekareye yayılmış şehir kalıntıları
bulundu.
Keşfin, Şınmu kasabasındaki 4 bin yıllık Şımao
kalıntılarını araştıran 40 arkeolog tarafından
bulunduğu belirtilirken, keşif sırasında çok sayıda
işlenmiş yeşim taşına da ulaşıldığı bildirildi.
Şımao kalıntıları ilk olarak 1976'da bulunmuş,
arkeologlar geçen yıl bölgede daha kapsamlı
araştırmalara başlamıştı.
Cnn Türk, 30.10.2012
|
MARDİN MÜZESİ İÇİN 5 BİN ESER RESTORE EDİLDİ
Mardin'de yapılan kazı çalışmalarında bugüne kadar
ortaya çıkan 5 bin eserin müze bünyesinde kurulan
laboratuvarlarda restorasyonu yapıldıktan sonra
teşhir edildiği açıklandı. Kültür ve Turizm İl
Müdürü Davut Beliktay "5 binden fazla eserin
restorasyon ve konservasyon işlemlerinin
tamamlandığı laboratuvarda, teknolojik donanım ve
yeni sistemler takip edilerek çalışmalar bu yönde
sürdürülmektedir" dedi. Restorasyonu yapılanlar
arasında altın, gümüş, tunç, demir ve bronzdan
eserler bulunuyor.
Sabah, 30.10.2012
|
|
İNCİLİ HANIM TÜRBESİ
SAHİP BEKLİYOR
Sivas merkezinde Rahmi Günay Caddesi üzerinde
bulunan İl Sağlık Müdürlüğü bahçesi içerisinde
bulunan İncili Hanım Türbesi sahip bekliyor.
Türbe, gerek çevre düzenlemesi gerekse yıkılmaya yüz
tutmuş durumu ile ilgi bekliyor.
Çevrede ki vatandaşlar türbe hakkın da gerekli
mercileri göreve çağırırken, “yıllardır bu türbe bu
haliyle duruyor, bu bahçe içerisinde olduğu için
kimse ilgilenmiyor, tarihe saygımız olması lazım,
bahçede olması bir şey ifade etmiyor, en azından bir
restorasyona ihtiyacı var bu türbenin yakında
yıkılacak diye korkuyoruz” ifadelerini kullandılar.
İncili Hanım Türbesini kimin sahipleneceği, bakım ve
onarımını kimin yapacağı konusunda ise şimdilik ses
çıkmıyor.
Sivas Hürdoğan,
30.10.2012
|
SAGALASSOS'A TAŞ OCAĞI BAŞVURUSU!

Burdur'un Ağlasun
İlçesi'ndeki Sagalassos
antik kenti yakınlarında yaklaşık 100 hektarlık
alanda taş ocağı açmak için ruhsat başvurusu
yapıldı. Başvuru sahasına ilişkin Antalya Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun Kasım ayında
gerçekleştirilecek toplantıda konuyu görüşeceği
öğrenildi.
Burdur'un Ağlasun
İlçesi'ndeki Sagalassos antik
kenti yakınlarında yaklaşık 100 hektarlık alanda taş
ocağı açmak için ruhsat başvurusu yapılması, bu
kadar da olmaz dedirtiyor. 1990'dan beri kazıları
sürdürülen antik kentin etki alanı içerisinde olduğu
belirtilen başvuru sahasına ilişkin Antalya Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'na bir dosya
iletileceği, kurulun da Kasım ayında
gerçekleştirilecek toplantıda konuyu görüşeceği
öğrenildi. CHP Antalya Milletvekili Gürkut Acar ise
Sagalassos'taki başvuruyu da içeren bir önerge
hazırlayarak TBMM'nde taş ocakları hakkında meclis
araştırması açılması için girişimde bulundu.
Başvuru koruma kurulunda ele alınacak
Konuyla ilgili sorularımızı yanıtlayan yetkililer,
bin 700 metre yükseklikte bulunan Sagalassos antik
kenti yakınındaki taş ocağı başvurusuna henüz izin
verilmediğini belirtiyor. Durum hakkındaki
çekinceleri içeren bir rapor hazırlandığını dile
getiren yetkililer, konunun Antalya Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'na iletildiğini
belirterek kurulun Kasım ayında gerçekleştireceği
toplantıda ele alınacağı bilgisini verdi.
Geçmişte Gölcük kraterinin patlaması, erozyon ve
depremlerin etkisiyle toprağa gömülen Sagalassos
yakınında taş ocağı açılması durumunda burada
yapılacak çalışmaların antik kentte büyük çabalarla
yeniden ayağa kaldırılan yapılara zarar vereceğinden
endişe ediliyor.
Burdur'da 90 firma çalışıyor
Burdur ve çevresinde tepkilere neden olan taş
ocaklarının istihdam ve katma değer yarattığı
gerekçesiyle ihracat kalemi olarak değerlendirenler
de var. Burdur Valiliği'ne göre ilin en önemli
ihracat sektörü olarak anılan mermercilik alanında
il genelinde 90 firmanın çalışma yürüttüğü
belirtiliyor. Burdur ve çevresinden çıkartılan
mermer, ham madde olarak ABD, Rusya, Hindistan ve
Körfez ülkelerine ihraç ediliyor.
Sagalassos Türkiye'ye örnek oldu
1990 yılından bu yana Belçikalı Prof.Dr. Marc
Welkens başkanlığında yürütülen kazı çalışmalarıyla
Sagalassos'ta ortaya çıkarılan eserler Londra ve
Belçika'da açılan sergiler aracılığyla yüzbinlerce
insana ulaştı. Türkiye'nin örnek kazılarından biri
olarak gösterilen ve farklı disiplinlerden gelen
uzmanlarca yürütülen Sagalassos kazılarında yaklaşık
180 kişilik bir ekip çalışıyor.
Öte yandan Akdeniz bölgesinde yıllardır tepkilere
neden olan taş ocakları hakkında meclis araştırması
yapılması için önerge verildi. CHP Antalya
Milletvekili Gürkut Acar'ın TBMM Başkanlığı'na
verdiği önergede, madencilik mevzuatında AKP
döneminde yapılan değişikliklerin ardından maden
arama ve işletme ruhsatlarının sayısında ciddi
artışların yaşandığı belirtilerek, Türkiye'nin
yüzölçümünün dörtte birinin madencilik faaliyetine
açıldığı kaydedildi.
'Sagalassos'a mermer ocağı açmak
cinayetten farksız'
Türkiye genelinde yaşanan artışın Antalya ve Akdeniz
Bölgesi'nde de etkili olduğu kaydedilen önergede,
Sagalassos antik kenti çevresinde yapılan taş ocağı
başvurusuna da değinildi.
Türkiye'nin geleceği
açısından paha biçilemez değer taşıdığı vurgulanan
Sagalassos yakınlarında mermer ocağı açılmasının
cinayetten farksız olduğu görüşünün savunulduğu
önergede, "dünyanın hiç bir ülkesinde böyle bir izin
verilmez, verilemez" ifadelerine yer verildi.
'Tarihi yapıların yakınında kaç ruhsat
verildi?'
Tarihi ve kültürel yapıların 10 kilometrelik
yakınına ülke genelinde kaç adet maden ve taş ocağı
ruhsatı verildiğinin belirlenmesi için meclis
araştırması açılması talep edilen önergede ayrıca
taş ocaklarının su kaynakları, ormanlar ve iklime
olan etkilerinin ortaya çıkarılması istendi.
Önergeye, CHP Burdur Milletvekili Ramazan Kerim
Özkan ve CHP Isparta Milletvekili Ali Haydar Öner'in
yanısıra Tolga Çandar, İhsan Özkes, Ali Haydar Öner,
Aytun Çıray, Umut Oran ve Sezgin Tanrıkulu'nun da
aralarında bulunduğu çok sayıda CHP'li vekil imza
koydu.
Sol Haber, Haber: Yusuf Yavuz, 30.10.2012
|
12 BİN YILLIK MAĞARA ZİYARETÇİLERİNİ BEKLİYOR
Muğla'nın Marmaris
İlçesi'nde MÖ 10 bin yılına
ait kalıntıların bulunduğu ve Roma döneminde tapınak
olarak kullanıldığı bilinen Nimara mağarasına gelen
ziyaretçilerin ulaşımını kolaylaştırmak için
Marmaris Müze Müdürlüğü tarafından Marmaris anayol
girişinden mağaranın girişine kadar yönlendirme
tabelaları yerleştirildi. Marmaris Müze Müdürü
Esengül Yıldız Öztekin Doğa ve tarih sever
ziyaretçilerin Nimara mağarasına ulaşımlarını
kolaylaştırmak için Cennet Adası'nda bulunan Nimara
Mağarasına kadar yönlendirme tabelalarını
yerleştirdiklerini bildirdi.
Antik dönemde Karia'nın liman kenti olarak gelişim
gösteren ve eski adı Physkos olan Marmaris'e bağlı
Cennet adasında bulunan Nimara Mağarası hakkında
Marmaris Müze Müdürü Esengül Yıldız Öztekin
mağaranın tarihini ve mağarada yapılan kurtarma
çalışmaları hakkında bilgi verdi.
Mağaranın antik
çağlarda tapınak ve adak yeri olduğunu, Roma
döneminde de kullanıldığını belirten Öztekin,
"Marmaris’in antik adı Physkos’dur ve Karia’nın
liman kenti olarak gelişim göstermiştir. 1999
yılında Cennet adasında bulunan Nimara mağarasında
iki adet kabartma heykel bulunduğunun Marmaris
Müzesine ihbar edilmesi üzerine Nimara Mağarasına
kolluk kuvvetleri ile gelinerek burada bulunan
heykeller Marmaris Müze müdürlüğüne nakledilmiştir.
O tarihte mağarada yapılan incelemeler neticesinde
söz konusu mağara içinde yükseklikleri 2.5-3 metre
yüksekliğe ulaşan sarkıtlar ve dikitlerin varlığı
tespit edilmiştir. Ayrıca mağara içinde çok sayıda
antik döneme ait pişmiş toprak günlük kullanım kap
parçalarına rastlanmıştır. Mağarada yapılan
tespitler neticesinde Mağara1999 yılında arkeolojik
ve doğal sit alanı ilanı olarak tescil edilmiştir.
Mağarada 2007 yılında Marmaris Belediyesinin Maddi
Destekleri ve Muğla Üniversitesinin Bilimsel
danışmanlığında kurtarma kazısı yapılmıştır.
Çalışmalarda çok sayıda adak boncukları, Küçük
pişmiş toprak adak heykelcikleri, sikkeler, 2 adet
obsidyen keski, delgiler ve kemikten yapılmış delici
alet uçu olabilecek malzemeler bulundu. Obsidyen
aletler eğer burada kullanılmış ise malzemenin
MÖ 10 bin yıla dayandığını, yani 12 bin yıl önce
insanların mağarayı mesken edindiğini
düşünebiliriz.Bazı aletler Mağara tabanında bulunan
açmalardaki kalker tabakası içinde ele geçmiştir.
Mağarada Helenistik dönemden başlayarak, Roma
dönemine, MÖ 4.yüzyıl ve MS 1.yüzyıla devam eden
dönemlere ait seramikler çıktı. 3 metreye ulaşan
sayısız sarkıt ve dikitlerin jeolojik evriminden
yola çıkan araştırmacılar mağaranın 100 bin yıllık
bir geçmişe sahip olduğunu belirtmişlerdir.dedi.
Mağaranın antik çağlarda tapınak ve adak yeri
olduğunu, Roma döneminde de kullanıldığını belirten
Öztekin, “ortaya çıkarılan iki taş terastan,
mağaranın antik çağlarda tapınak ve adak yeri olarak
kullanıldığı anlaşılıyor. Yüzlerce kap parçası,
pişmiş topraktan yapılmış adak heykelcikleri, adak
boncukları ve bulunan sikkelerden Roma döneminde de
mağarada insanların yaşadığını ortaya koyuyor.”
dedi.
Nimara Mağarası'nın çevre düzenlemesi ise 2008
yılında tamamlanmış ve ziyarete açılmıştır. Tüm doğa
ve tarih sever ziyaretçilerini beklemektedir dedi.
Çağdaş Marmaris, 29.10.2012
|
DARÜŞŞİFA'NIN KALINTILARI BULUNDU, BİNALAR İMARA
KAPATILDI
İstanbul'un ilk Türk hastanesi olarak
Fatih Külliyesi'nin içerisinde inşa edilen
Darüşşifa'nın kalıntılarının bulunması nedeniyle
arsa üzerindeki binalar imara kapatıldı. Fatih
Sultan Mehmet tarafından 1470 yılında yaptırılan
hastane, önce deprem daha sonra da yangın nedeniyle
yıkıldı.
Gelir getirici olması dolayısıyla satılan
hastane arsasının üzerinde evler inşa edildi.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 2011
yılında hazırlanan Tarihi Yarımada İmar Planları'nda
Darüşşifa'nın olduğu alan sosyal ve kültürel tesis
alanı ilan edilerek imar durduruldu. Vatandaşlar
imar hakları kaybolduğu gerekçesiyle Büyükşehir
Belediye Meclisi'ne itiraz etti. Yeniden konut
alanına dönüştürülmesini isteyen talebi inceleyen
Belediye Meclisi, itirazları reddetti. Buna göre,
arsa üzerindeki Darüşşifa binasının bulunduğu yerle
ilgili arkeolojik çalışma yapılarak imar
kısıtlamasına gidilecek.
Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 29.10.2012
|
TARİHİ CAMİDE YUNAN İŞGALİ

Bursa'daki 600 yıllık Muradiye Camisi'nin son
cemaat mahallinde, 1920-1922'deki Yunan işgalinin
izlerine rastlandı.
Sultan 2. Murad tarafından 1426'da Bursa'da inşa
ettirilen Muradiye Camisi'nin son cemaat mahallinde,
1920-1922'deki Yunan işgali sırasında yapıldığı
anlaşılan Yunan bayrağı, ordu flaması ve taçtan
oluşan ''üçlü kompozisyon'' tespit edildi.
Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce yürütülen ''2012-2013
Yılları Restorasyon İşi'' kapsamında, Osmangazi
İlçesi'ndeki tarihi Muradiye Camisi'nin son cemaat
yerinde raspa (törpü, kazıma) ve kalem işi
araştırmaları gerçekleştirildi. Araştırmalar
sonucunda çeşitli desen ve filetolar (Üst üste
yapıştırılan ahşap ve ona uygun malzemelerin
yanlamasına kesilmesiyle elde edilen bir süsleme
unsuru) ortaya çıkarıldı.
Son cemaat mahallinin güney duvarında, sıva altında
koyu kırmızı renkte, kalın bordür şeklinde ele
alınmış ''1'inci dönem'' (ilk inşa edildiği dönem)
mihrabiye süslemeleri bulundu. ''2'nci dönem''de
(Yunan işgali dönemi) ise, sülyen boya ile aynı
motiflerin üzerinden geçildiği tespit edildi. Yine
aynı yüzeyde, sıva üzerinde, 1920-1922 yıllarında
Yunan işgalcilerince yapıldığı anlaşılan Yunan
bayrağı ve ordu flaması ile taçtan oluşan ''üçlü
kompozisyon'' tespit edildi. Stampa üslubunda (Ağaç,
metal vb. üzerine oyulduktan sonra bir yere basılan
biçim) yapılan ve dört adet pencere kalınlığında yer
alan bu motiflerin, işgal sonrasında badana ile
örtüldüğü belirlendi.
Akşam, 29.10.2012
|
NURİ PAŞA'YA VEFA
Azerbaycan'da Kafkas İslam Ordusu komutanı Nuri Paşa'nın (Killigil) 1918'de Kurban Bayramı'nda halka hitap ettiği minber, Türk askerine şükran misali olarak bir emanet gibi korunuyor. Başkent Bakü'de bulunan Tezepir Camisi'ndeki eski minber, "Nuri Paşa minberi" diye anılıyor. 15 Ekim 1918'de Nuri Paşa komutasındaki Kafkas İslam Ordusu, uzun bir sefer ve zorlu savaşların ardından Bakü'ye girmeyi başarmış ve burayı Ermeni ve Bolşevik çetelerinden temizlemişti. 16 Ekim'de, Tezepir Camisi imamı Ahunt Ağa Alizade, Nuri Paşa'yı camiye davet etmiş, ünlü komutan camiye gelerek buradaki minberden halka hitap etmişti.
Sabah, 29.10.2012
|

|
TROİA GİZEMİNİ KORUYOR

Çanakkale’ye bağlı Tevfikiye Köyü sınırları
içerisindeki 5 bin yıllık medeniyete ev sahipliği
yapan Troia antik kenti, 150 yıldır kazılmasına
rağmen Nekropol’e halen ulaşılamaması nedeniyle
gizemini konuyor. Doç.Dr. Rüstem Aslan, mezarlığın
bulunmasıyla birlikte Troia’nın tüm gizeminin
çözülebileceğini söyledi.
Troia antik kentinde, arkeolojik kazıların 150’nci
yılına girildi. Ancak, Troialılar’ın Nekropol’ü
halen bulunamadı. Antik kent Troia’da 150 yılda 5
ayrı arkeolog kazı yaptı. İlk olarak 1863 yılında
Frank Calvert, Hisarlık Tepe’yi arkeolojik olarak
keşfetti. 1870-90 yılları arasında yaptığı kazılarla
Heinrich Schliemann Hisarlık Tepeyi Troia’ya
dönüştürdü. 1983-94 yıllarında ise Wilhelm Dörpfeld
yaptığı çalışmalarla Troia’nın 9 kentini saptadı.
1932-38 yıllarında ise, Carl William Blegen yaptığı
çalışmalarla Troia’yı Ege Arkeolojinin merkezine
yerleştirdi. 1988-2005 yılları arasındaki yeni dönem
kazılarını gerçekleştiren Manfred Osman Korfmann
ise, Troia’yı arkeolojik anlamda Anadolu’ya geri
verdi.
Troia antik kentindeki kazılarda 25 yıldır görev
alan Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Fen
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi
Doç.Dr. Rüstem Aslan, kazıların 150’nci yılına
ulaşmasına rağmen Troia’nın çözülememiş gizemleri ve
yanıt verilemeyen sorular bulunduğunu söyledi.
Yanıtı verilemeyen sorulardan en önemlisinin MÖ
3’ncü binden, yani Troia I’den son Tunç Çağına, yani
Homeros Troia’sı olarak tanımlanan Troia VI ve VII
dönemine kadar var olduğu bilinen fakat
keşfedilemeyen Nekropol olduğunu ifade eden Doç.Dr.
Aslan, şöyle devam etti:
"Şimdi sorulması gereken soru; 150 yıldır devam eden
bu kazıların ardından Troia bazı sırlarını ortaya
koyuyor mu, koymuyor mu? Bugüne kadar pek çok
tartışma oldu. Ama hala Troia’nın çözülememiş
gizemleri ve cevapları verilememiş sorular var.
Troia zenginliğini yüksek surlar ve güçlü kulelerle
korumaya çalışıyordu. Tabii 150 yıllık arkeolojik
kazılar sonrasında bu zenginliğin en iyi
görülebileceği yerler mezarlıklar. Bugüne kadar ki
tüm arkeolojik çabalar, Troia I’den yani MÖ 3’üncü
binden, yani günümüzden 5 bin yıl öncesinden
başlayıp Troia Savaşı’nın yaşandığı Troia VI ve
VII’ye kadar, yani MÖ 1200’lere kadar olan döneme
ait mezarlığı keşfetmeye yönelik olmuştu. Fakat
bugüne kadar hiçbir arkeolog bu sorunun cevabını
bulabilmiş değildir. Mezarlık bulunduğunda bütün bu
döneme ait gömü hediyesi olarak mezarlara konan
silahlar, takılar ve diğerleri korunmuş bir şekilde
gün ışığına çıkartılabilecek. Troialıların 5 bin yıl
öncesinden, Troia savaşına kadar ne tür silah ve
takı kullandıklarını daha detaylı bir şekilde
saptayabileceğiz. Şu anda Troia’nın nüfus tahminini,
yerleşim alanının büyüklüğüyle yapabiliyoruz. Fakat
mezarlığı bulduğumuzda gömü sayısıyla beraber
nüfusun biraz daha gerçekçi şekilde tahmin edilmesi
söz konusu olacak. Mezarlık buluntuları ile bu
insanların nasıl beslendiklerini, ne tür hastalıklar
geçirdiklerini, nasıl öldüklerini bütün hayatlarının
nasıl geçtiğini daha somut şekilde ortaya
koyabileceğiz."
Bundan sonraki dönemde Troia çalışmalarının
odaklanması gereken noktasının mezarlık çalışmaları
olacağını belirten Doç.Dr. Rüstem Aslan, sözlerini
şöyle sürdürdü:
"Korfmann, kendisinden sonraki kuşağın ana amacının
mezarlığı aramak, bulmak ve kazmak olduğunu
söylüyordu. Biz de bu doğrultuda önümüzdeki dönemde
Troia’nın Nekropolü’nü bulmaya yönelik
çalışmalarımızı yoğunlaştıracağız. Troia’ya
zenginliği rüzgar getirdi. Troia’nın zengin bir kent
olmasındaki en önemli faktörlerden birisi Çanakkale
Boğazı’nın rüzgarlı olmasıydı. Tunç Çağı boyunca,
yani MÖ 3’ncü binden, 1200’lere kadar buradan
geçmek isteyen gemilerin kontrolü Troia’da oluyordu.
Troia, gemi seyrüseferini ve ticaretini kontrol eden
zengin bir kentti. Troia, arkeolojinin bilime
dönüştüğü yer. Troia’daki kazı çalışmaları 150
yıldır devam ediyor. Ancak Troia’daki nekropolün
MÖ 3 binden 1200’lere kadar olan, yani 2500 yıllık
bir zamana ait mezarlıklarının nerede olduğunu
bilemiyoruz. 1983’ten itibaren bütün araştırmacılar
mezarlığı bulmak için farklı yöntemler denemiş. Ama
bulamamış. Bazı araştırmacılar mezarlığın
yerleşmenin dışında olduğunu tahmin ediyor. Ancak
Troia’nin liman olan çevresi Kara Menderes Nehrinin
Kazdağlarından getirdiği alüvyonlarla dolmuş. Şu
anda ovanın alüvyon dolgunluğu 20 metreyi buluyor.
Mezarlığın bu alüvyon dolgunun altında olabileceği
düşünülüyor. Gelecekteki Troia çalışmalarının bu
alanda yoğunlaştırılmasının önemli olduğunu söylemek
istiyorum."
Vatan, Haber: Burak Gezen - Ertan Küçükkuru,
29.10.2012
******
TROİA'DAN ÖLÜM BİLE AYIRMADI

Troia
antik kentinde
1863 ve 1865 yıllarında ilk kazıyı yapan Frank
Calvert, ölümünün ardından çok sevdiği Çanakkale'de
defnedilmiş.
Troia Kazı Başkan Yardımcısı
Doç.Dr. Rüstem
Aslan yaptığı açıklamada, pek çok kişinin hala
varlığını bile bilmediği Calvert'in, İsmetpaşa
Mahallesi'ndeki özel bir mezarlıkta yattığını
söyledi. Aslan, Malta kökenli olan Calvert
ailesinin, Çanakkale'ye geldiğinde ticaret
yaparak zenginleştiğini, Frank Calvert'in
enteresan bir kişiliğinin olduğunu söyledi.
Çanakkale 1845 yılında, 16 yaşında gelen Frank
Calvert'in tarihe ve arkeolojiye oldukça ilgili
olduğuna işaret eden Aslan; “Calvert ailesinin
yaptığı ticaret nedeniyle aldığı gayrimenkuller,
araziler var. Şu anda kentin içinde Halk Bahçesi
olarak tanımlanan bahçe, Calvert ailesinin
konağının bahçesi. Mezarlığı da İsmetpaşa
Mahallesi'nde yer alıyor” dedi.
Aslan, Troia araştırmalarının, özellikle Anadolu
prehistoryasının (tarih öncesi çağlar) çıkış
noktasının Frank Calvert ve Calvert ailesine
bağlı olduğunu ifade ederek, şu bilgileri verdi:
“Frank Calvert, Troia araştırmalarında bilinçli
olarak ilk kazıyı 1863 ve 1865 yılında yapmış.
Fakat o zamanki ekonomik şartlarla bu kazıları
ilerletemediği, büyük ve geniş kazılara
dönüştüremediği için kazılar kesintiye uğramış.
Bu dönemlerde elinde İlyada, cebinde para ile
Heinrich Schliemann bölgeye geliyor. Troia
olduğuna inandığı Pınarbaşı Köyü yakınlarındaki
Ballıdağ'da birkaç gün kazı yapıyor. Kazıdan
çıkan sonuçlar onu ikna etmiyor. Gemiyle
Çanakkale'den İstanbul'a gidecek. Ancak bineceği
gemiyi kaçırdığı için 2 gün Çanakkale'de
kalıyor. Bu olay 1868 yılının ağustos ayında
oluyor. Bu sırada Frank Calvert, Schliemann'a
gerçek Troia'nın Hisarlık bölgesinde
olabileceğini, kendisinin burada kazı yaptığını
söylüyor. Aslında Schliemann'ın zamanı olmadığı
için Hisarlık bölgesine gidemediğini biliyoruz.
Fakat yazışmalarda tespit ettiğimize göre,
Schliemann gerçekten Troia'nın Hisarlık'ta
olabileceğine inanıyor.”
Calvert'in 1863 ve 1865 yıllarındaki kazılarını
kısmen raporlar şeklinde yayımladığını belirten
Aslan, ''Fakat asıl Troia çalışmalarındaki
sansasyonel buluntu 1873'te oluyor. Arkeoloji
literatüründe 'Priamos Hazinesi' olarak
tanımladığımız hazineler 1873 yılında Schliemann
tarafından kaçırılıyor. Burada Frank Calvert'in
ağabeyi Frederick Calvert'in de Schliemann'a
yardımları var. Fakat Frank Calvert ile
Schliemann'ın ilişkisi bu olaydan sonra
kesintiye uğruyor, kopuyor. Frank Calvert bu
durumu çok fazla onaylamıyor. Çünkü Calvert,
Çanakkale'yi seviyor ve Çanakkale'de ömrünün
sonuna kadar yaşamayı planlamış biri'' diye
konuştu.
Aslan, şöyle devam etti: “Calvert başından
itibaren Schliemann'ın bulduğu hazineleri yanlış
tarihlediğini, 1000 yıllık bir hatanın olduğunu
söylüyor. Troia'da, prehistorik arkeolojideki
ilk tabakalama tespitini yapan kişi Calvert.
Arkeoloji eğitimi yok, kendi kendini
yetiştiriyor. Calvert, bu nedenle arkeoloji
tarihi, Anadolu arkeolojisi ve Troia için çok
önemli. Schliemann gibi Osmanlı topraklarında
çıkardığı kültür buluntularına, arkeolojik
eserlere Avrupa merkezci gözle bakmamaya
çalışıyor ve ailesi 1950'lilerden sonra ülkeyi
terk ediyor. Giderken de koleksiyoner olarak
topladıkları eserlerin büyük bir kısmını
Çanakkale'de bırakıyor. Calvert ise yaşamının
sonuna kadar Çanakkale'yi terk etmiyor ve 1908
yılında öldüğünde buraya gömülüyor.”
Çanakkale Olay,
30.10.2012
|
 |
KİLİSE RESTORASYONU BAŞLADI
Malatya’daki Taşhoron Kilisesi’nin restorasyon çalışmalarına başlanıldığı bildirildi.
Çavuşoğlu Mahallesi’nde bulunan Taşhoron Kilisesi’nin röleve, restitüsyon ve restorasyon projeleri Malatya Valiliği KUDEB birimi tarafından yaptırılırken, restorasyon için Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından ödenek ayrılmıştı.
Sivas Kültür Varlıkları Koruma Kurulunun onayından sonra restorasyon çalışmaları kapsamında yüklenici firma kilisenin iç kısmını temizleyerek, iç kısımda iskele kurmaya başladı.
Malatya Valiliği, restorasyon için, Taşhoron Kilisesi'nin bulunduğu belediyeye ait arsa payını 20 bin TL ile İl Özel İdaresi bütçesinden satın almıştı.
Malatya Haber, 28.10.2012
|
HZ. MUHAMMET'İN İLK KABİR FOTOĞRAFI MI?

Suudi devletinin yasağı nedeniyle
Hz.Muhammed’in kabrinin dünyada bilinen hiçbir
fotoğrafı bulunmuyor. Bir İran haber ajansı çeken
kişinin kimliğini gizli tutarak tarihte ilk kez ‘Hz.
Muhammed’in kabrinin fotoğrafı’ olduğunu iddia
ettiği görüntüleri yayınladı.
2001 yılında dünyaca ünlü İngiliz müzayede evi
Sotheby’s ‘Dünya üzerinde Hz.Muhammed’in kabrine ait
tek fotoğraf’ tanıtımıyla 19’uncu yüzyılda Medine
Camii’nde görevli üst düzey bir görevli tarafından
çekildiği iddia edilen kareyi açık arttırmaya
çıkardı. Açılış fiyatı 132 bin dolar olarak
belirlenen fotoğraf bomba etkisi yarattı. Çünkü daha
önce bu tür bir kare hiçbir zaman çekilmemiş ve
yayınlanmamıştı. Ancak Türk tarihçiler ve
ilahiyatçılar fotoğrafı incelediklerinde bir
gariplik sezdi. Fotoğraf hiç tartışılmayacak şekilde
Osmanlı devletinin kurucusu Osman Bey’in Bursa’nın
Tophane semtinde bulunan kabir fotoğrafıyla büyük
benzerlik arz ediyordu. Sotheby’s uzmanları iki
fotoğrafı karşılaştırdıklarında büyük bir
aldatmacaya kurban gittiklerini anladı ve özür
dileyerek fotoğrafı müzayededen çekmek zorunda
kaldı. Dönemin Diyanet İşleri Bakanı M. Nuri Yılmaz
da ‘Peygamberimizin kabri bugüne kadar
görüntülenememiştir. Herhangi bir bilinen fotoğrafı
yoktur’ açıklamasını yaparak tartışmaya nokta koydu.
Çiniler Osmanlı işi mi?
Aradan 11 yıl geçti ve Türkçe de yayın yapan İran
merkezli Şii Haber Ajansı Shafaqna (Şafak),
‘Peygamber efendimizin kabrine ait dünyada
yayınlanan ilk fotoğraflar’ başlığı altında 4 kare
görüntü yayınladı. Fotoğrafları çeken kişinin adı
gizlendi ancak güvenilir kaynaklardan bu
görüntülerin teyid edildiği belirtildi.
Görüntülerde, Osmanlı’nın Medine’yi kontrolü
sırasında restorasyondan geçirdiği Hz.Muhammed’in
kabrinin bulunduğu Mescid-i Nebevi’nin iç bölümü
görülüyor. İçeride yeşil bir perde ve arkasında
Hz.Muhammed’in mukaddes sandukası bulunuyor.
Perdenin hemen yanında ise İznik çinilerini andıran
çiniler göze çarpıyor. Suudiler’in Vahabi inancında
Hz.Muhammed’in kabrine yönelik ziyaretler ‘şirk
(Allah’a ortak koşma) korkusu’ nedeniyle hoş
karşılanmadığı için daha önce iç kısmı hiç
görülmeyen Mescid-i Nebevi’nin oldukça sade bir
yapıya sahip olduğu da dikkat çekiyor. Fotoğrafların
gerçek olup olmadığına yönelik referans alınabilecek
tek kaynak ise Topkapı Sarayı’ndaki Kutsal Emanetler
arasında yer alan Mescid-i Nebevi’ye ait orjinal
planlar ve maket.
‘Yeşil perde’ benzerliği
Topkapı Sarayı Hırka-i Saadet Dairesi’nde muhafaza
edilen ve halen TSM 11/16 envanter numarası ile
kayıtlı Mescid-i Nebevi maketine göre Kabr-i
Nebevi’nin bulunduğu odanın dışı yerden tavana kadar
üzeri yazılarla işli yeşil bir perde ile kaplı.
Mekanın üzerinde ise yeşil kubbe yükseliyor.
Medine’ye giden ziyaretçiler Hz.Muhammed’in kabrini
ancak parmaklıkların önünden ziyaret edebiliyor.
Kabri ziyaret etme şerefine ulaşan Evliya Çelebi de
hatıralarında sadece tavandan aşağıya kadar sarkan
yeşil perdenin önüne girebildiğini anlatıyor. Kabrin
bulunduğu en iç kısımla ilgili bilgiler ise hep
rivayetlerden aktarılıyor. Üç kabrin sıralanışı
hakkında ise Hz.Muhammed’in kabrinin önde, Hz.
Ebubekir’in kabrinin onun arkasında ve Hz Ömer’in de
en arkada ve Hz.Muhammed’in ayak hizasında
defnedildiği belirtiliyor. Bu sıralamanın 14 asır
boyunca hiç değişmediği vurgulanıyor.
UZMANLAR NE DEDİ?
- Diyanet İşleri eski Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz:
Hz. Muhammed’in türbesinin olduğu yeri Türkiye’den
gören tek kişi eski Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’dır.
Burada fotoğraf çekilmesine izin verilmiyor. Ben de
dışarıdan görme imkanı bulmuştum. Sandukaya benzer
bir görüntü perdenin arkasından belli oluyor. Bazen
perde açıldığında sandukanın görüldüğünü iddia
edenler de var. Perde ise yeşil. Bu anlatım ile söz
konusu fotoğraflar birbirine uyuyor.
- Dokuz Eylül Üniversitesi İslam Tarihi Bölüm
Başkanı Prof.Dr. Hakkı Önkal: Hz Peygamber,
vasiyeti üzerine Hz Ayşe’nin kullandığı odaya
defnedilmiştir. Daha sonra Hz Ebubekir vefat edince,
O da Hz Muhammed’in yanına defnedildi. Son olarak da
Hz Ömer defnediliyor. Üç mezar aynı odada. Şimdi
fotoğrafa baktığımda sütünları görüyorum. Eğer bu
sütünlar sonradan eklenmediyse benim kafamdaki
fotoğrafa uymuyor. Çünkü bir odada 3 mezar
bulunuyorsa, bunların sıkış sıkış olması gerekir.
Oysa fotoğrafta büyük bir alan görünüyor.
Vatan, Haber: Uğur Koçbaş, 28.10.2012
|
MARDİN'DE 300 YILLIK ERMENİ KONAĞI BUTİK OTEL OLDU
Mardin’de yaklaşık 300 yıllık Ermeni Konağı butik otele çevrildi.
Bir dönem yetiştirme yurdu olarak kullanılan ancak daha sonra terk edildiği için harabeye dönen 5 katlı ve 32 odalı konağı satın alan Mardinli işadamı Fırat İrmak, İtalyan ortakları ile birlikte 22 milyon liralık harcamayla konağı restore ederek otele çevirdi.
'Maridin Otel' adı verilen butik otelde devlet başkanları için tasarlanmış kral dairesi de bulunuyor.
Turizm Gazetesi, 28.10.2012
|

|
5 BİN YILLIK HÖYÜK PARK OLDU

Konya merkez Karatay Belediyesi, Fevzi Çakmak
Mahallesi'ndeki 5 bin yıl öncesine tarihlenen Tunç
Çağı yerleşim bölgesi Aşkar Höyüğü'nde 24 bin 215
metrekarelik sosyal donatı projesi hazırladı.
"Aşkar Höyüğü Park ve Sosyal Donatı Alanı" adlı
proje için bölge 1'inci derece sit alanı olduğundan,
Konya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu'ndan izin istendi.
Kurul, 18 Kasim 2011 tarihli 161 sayılı kararında,
höyükteki dokuya zarar vermeyecek şekilde, toprak
üzerine Arnavut kaldırım taşı kullanılarak patika
yürüyüş yolları yapma izni verdi.
Karatay Belediyesi höyükte sosyal donatı alanının
temelinin atılacağını ilan etti, halkı da törene
çağırdı. Aşkar Höyüğü üzerinde yapılacak parkın
temeli, 21 Mayıs günü AKP Konya milletvekilleri
Hüseyin Üzülmez, Mustafa Baloğlu ve Mustafa Kabakçı
ile halkın da katılımıyla gerçekleştirildi.
Ardından kepçe ve kamyonlar höyüğe girerek kazı ve
hafriyata başladı. Arnavut kaldırım döşenmesi için
kepçe tarafından höyüğün üzerinde patika yollar
açıldı. Açılan bu yolların üzerine de beton döküldü.
Ayrıca höyüğün etrafında bulunan bölümlere de
kafeterya ve büfe yapılması için temel atıldı.
Höyüğün en üst bölümüne de ışıklandırma için
yaklaşık 5 metre boyunda demir bir direk dikildi.
Beton duvar ve demir parmaklıklarla çevrili bölümün
kenarlarına da ağaçlar dikildi.
Aşkar Höyüğü üzerine beton dökülmesiyle medyada
gündeme gelirken, yapılan inceleme sonucu höyüğün en
tepesine dikilen yaklaşık 5 metre uzunluğundaki
demir aydınlatma direği söküldü.
Aradan geçen 5 aylık süre içerisinde çalışmalara
devam edilirken, çimlerle yeşillendirilen Aşkar
Höyüğü'nün etrafına ağaçlar dikildi ve tepenin
üzerine kamelyalar yerleştirildi ve yeni fidanlar
dikildi.
Etrafına da kafeterya ile birlikte spor alanları,
çocuk oyun grupları, kamelyalar ve süs havuzları
yapıldı.
5 bin yıllık Aşkar Höyüğü, AKP Konya
Milletvekili Mustafa Kabakçı, Karatay Belediye
Başkanı Mehmet Hançerli, İl Müftüsü Şükrü Özbuğday,
AKP Yönetim Kurulu üyeleri, öğrenciler ve çok
sayıda vatandaşın katılımı ile 22 ekim tarihinde
açıldı.
AKP'li Karatay Belediye Başkanı Mehmet Hançerli,
açılışta yaptığı konuşmada, 24 bin 500 metrekarelik
Aşkar Höyüğü Sosyal Donatı ve Park Alanının
tamamlanarak hizmete açtıklarını söyledi.
İçerisinde çeşitli sosyal aktiviteler, gençler için
spor alanları, çocuk oyun grupları, kamelyalar ve
süs havuzlarının yer aldığını dile getiren Hançerli,
Aşkar Höyüğü alanının Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kurulu onayı ile oluşturulduğunu ve projenin
gereğine göre hareket ettiklerini vurgularken,
"Birinci derece sit alanı olan yerlerde çalı
bitkileri dikilerek yürüyüş alanları oluşturuldu.
Sit alanı dışında kalan kısımlarda ise sosyal
alanlara ağırlık verdik" dedi.
Konya Müzeler Müdürü Yusuf Benli de, Aşkar Höyüğü
üzerine beton döküldüğü ile ilgili bilginin o
dönemde kendilerine ulaşmasının ardından uzman
ekiplerin bölgeye gönderildiğini belirtti.
Benli, "Uzman ekipler bölgede inceleme yaptı.
Yapılan inceleme ardından projeye uygun olmayan
höyüğün tepesindeki aydınlatma direği kaldırıldı.
Sonraki aşamalarda ise yine ekiplerimiz yapılan
işleri sürekli takip ederek Koruma Kurulu'na
bildirdi. Müdürlüğümüze bağlı ekiplerin takibi ile
proje tamamlandı" dedi.
Cnn Türk, 28.10.2012
|
GÜL FRESKLİ SÜMELA MANASTIRI

Türkiye’nin çok bilinmeyenli şizofrenik
gündemine nur topu gibi bir bilinmeyen daha oturdu:
Trabzon’daki Sumela Manastırı’ndaki bir fresk,
Cumhurbaşkanı Gül’e benziyor mu, benzemiyor mu?
2009’da, Sumela Manastırı’nı ziyaret eden AB
büyükelçileri, “Şu freske bakın, ne kadar da
Abdullah Gül’e benziyor” deyip gülüp
geçtiklerinde, elbette durumdan vazife çıkarmak için
siperde heyecanla bekleyen Türk halkından
bihaberdiler… Nitekim beklenen hamleyi bir vatandaş
yaptı ve Cumhurbaşkanı’na bir maruzatını anlattığı
mektubun sonuna, “Sumela Manastırı’nda, suretinizin
bir havaride kullanıldığını gördük” notunu
iliştiriverdi.
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği inceleme istedi.
Yüce makamlar bunu inceleyedursun, gelin biz de
biraz zihin egzersizi yapalım.
Bir kere önce şurada anlaşalım: Cumhurbaşkanı Gül’ün
benzetildiği figür, bahsedildiği gibi İsa’nın 12
havarisinden biri değil, minik bir melek figürü.
Peki o melek figürü yıllardır orada mı? Cevabı,
manastırdaki freskleri konu alan ‘Sumela’ kitabının
yazarı Mehmet Havuş versin: “O fresk kaya
kilisesinin tavanında. Birinin oraya bir şey
çizebilmesi için iskele kurması gerekir! Evet oraya
bir iskele kuruldu. O da Kültür Bakanlığı’nın
kontrolünde restorasyonu yapan şirketti. Fresklerin
üzerinde yeniden boyayla canlandırma yapıldı. O
sıradaki renk tonlamaları böyle bir benzetmeye neden
olabilir. Benim 2006’da çektiğim fotoğraflarda yine
aynı figür var ama daha silik olduğu için o
benzerliğe uzak.”
Zurnanın zırt dediği yer, işte tam da Mehmet
Havuş’un bahsettiği ‘restorasyon’ kelimesinde saklı.
Sumela Manastırı’nda neredeyse 20 yıldır süren
restorasyonda neler yapılmış, bilim kurulunun
raporundan öğrenelim:
Manastırın zemininde çimleri ortadan kaldırarak
zemin beton yapıp orijinalliği bozdular. Duvarları
çimentoyla ördüler, bölge taşı yerine başka
şehirlerden beyaz taş getirip, dokuyu bozdular....
Sümela’da restorasyon değil, inşaat yaptılar!
2010’da, 88 yıl sonra manastırda yapılacak ilk ayini
gazeteci olarak izlemek için giden bir Trabzonlu
olarak gözümle gördüğüm şu tabela bilim kurulunun
raporunu teyit ediyordu herhalde: “İnşaat alanı
girilmez!”
Komplo teorisyenlerinin gözlerinin parlamasına neden
olacak bu benzerlik, kesinlikle ilahi bir mesaj
taşıyor! 1600 yıllık manastır, kendisine yapılan
restorasyon işkencesinden kurtulmak için
cumhurbaşkanının suretine bürünüp, el aman diliyor!
Hürriyet Pazar, Haber: Şermin Terzi, 28.10.2012
******
SÜMELA'DAKİ FRESK ALGI YANILMASI ÇIKTI

Sümela Manastırı ’nda bulunan bir freskteki
havarinin, Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül ’e benzediğinin ileri sürülmesi
üzerine başlatılan inceleme tamamlandı.
Arkeologların yaptığı incelemede, fresklere 17’nci
yüzyıldan bu yana dokunulmadığı belirlendi.
Bir süre önce Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e mektup
yazan, yazının altına da eşiyle
birlikte çıktığı Karadeniz gezisi sırasında Sümela
Manastırı’na gittiklerini anlatan Fatih Doğan,
manastırda Hazreti İsa ve havarilerinin fresklerinin
bulunduğunu hatırlattı. Doğan, “Bir havari figürü
eşimin dikkatini çekti. Bu havaride suretinizin
kullanıldığını gördük” iddiasında bulundu. Bu iddia
üzerine Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği,
Kültür ve Turizm Bakanlığı ’ndan konunun
incelenmesini istedi. Bakanlık, Trabzon Rölöve ve
Anıtlar Müdürlüğü’ne yazı yazarak, inceleme ve
sonucun hazırlanacak raporla bildirilmesi talimatını
verdi.
17’nci yüzyıldan bu yana dokunulmadı
Konuyla ilgili çalışma yapan ve Sümela
Manastırı’ndaki freskler üzerinde incelemelerde
bulunan arkeologlar, 9’uncu yüzyıldan 17’nci yüzyıla
kadar yapıldığı belirlenen fresklere, hiçbir
müdahalede bulunulmadığını tespit etti. Uzmanlar
raporda, bir havari freskinin Cumhurbaşkanı Abdullah
Gül’e benzetilmesinin ‘algı yanılması’ olduğunu
ifade etti.
Avrupa Birliği İş Geliştirme Merkezi’nin
(ABİGEM) açılış töreni için 2009 yılı Ekim ayında
Trabzon’a gelen heyetin Sümela Manastırı ziyareti
sırasında AB büyükelçileri, manastırın duvarında
gördükleri bir freski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e
benzetince şaşkınlık yaşamışlardı.
Radikal, 31.10.2012
|
MICHELANGELO'NUN GALATA PROJESİ
Leonardo da Vinci, 1452'de İtalya'da Pisa ile
Floransa arasında bir kasaba olan Vinci'de doğdu.
Dükün emriyle Milano'da 1495 ile 1497 yılları
arasında Santa Maria dele Grazie Manastırı'nın
duvarlarına yaptığı "Son Yemek" tablosu ile şöhret
buldu. Da Vinci'nin 1503 ile 1506 yılları arasında
yaptığı "Mona Lisa" tablosu sanatkarın ikinci önemli
eseriydi.
Ünlü ressamın Rönesans resmine damgasını vurduğu
"Mona Lisa" tablosu ve "Son Yemek" freski, bugün
hemen hemen herkes tarafından bilinir. Ancak
Vinci'nin çok bilinmeyen yönü bir zamanlar Osmanlı
hizmetine girmeyi düşünmesiydi.
Fatih Sultan Mehmed yalnız doğunun değil batının da
alim ve sanatkarlarına sahip çıkan bir hükümdardı.
Hristiyan bilim adamlarını ve sanatkarlarını
sarayına davet etmiş, onlara iltifat ve ikramlarda
bulunmuş, birikimlerinden istifade etmişti.
Fatih'in oğlu II. Bayezid, Cem Sultan meselesi
yüzünden İtalya'daki devletlerle iyi ilişkiler
kurmuştu. Avrupalı sanatkarlar, Fatih zamanında
birçok sanatçının Osmanlı Devleti'nde faaliyet
göstermiş olması ve İkinci Bayezid'in da Batı'yla bu
kadar ilgilenmesinden dolayı araştırmalarına maddi
destek sağlamak için sultanla temas kurmaya
çalıştılar. Sanat tarihçiliğinin en önemli ismi
Prof.Dr. Semavi Eyice'nin Belgelerle Türk Tarihi
Dergisi'nde 1969'da yazdığı "II. Bayezid Zamanında
Davet Edilen Batılılar" isimli makalesi,
Leonardo da Vinci ve
Michelangelo'nun Osmanlı İmparatorluğu'yla olan
ilişkilerini ortaya çıkarmıştır. Ayrıca Zeynep
Dramalı'nın, "Tarihi Tersten Okumak" isimli
kitabında da Rönesans sanatçılarının Osmanlı
İmparatorluğu'na gelme düşünceleri anlatılır.
Boğaz Köprüsü
Leonardo da Vinci, 16. yüzyılın başlarında yapmayı
tasarladığı işleri bir mektupla Sultan İkinci
Bayezid'e bildirdi. Da Vinci, mektubunda gemilerdeki
suyu çekmek için şimdiye kadar yapılmamış bir pompa
ve sadece rüzgarla çalışan yeni bir değirmen
yapabileceğini söylüyordu. Sanatkarın asıl önemli
teklifi, Haliç üzerine Eminönü ile Galata arasına
yapacağı bir köprüydü. Rönesans sanatçısı, sultanın
Haliç üzerinde bir köprü yaptırmak istediğini ancak
bunu becerebilecek bir mimar bulamadığını duyduğunu,
emredilirse köprüyü kendisinin yapacağını
söylüyordu.
Leonardo da Vinci'nin yapacağı köprü, tek gözlü
ve gemilerin geçebilmesi için çok yüksek olacaktı.
İtalyan sanatkarın sultana gönderdiği mektuptaki en
çarpıcı tasarısı ise bizim 38 yıl önce
gerçekleştirebildiğimiz Boğaz Köprüsü idi.
Leonardo da Vinci, talep edildiği takdirde
İstanbul Boğazı'nın iki yakası arasında ulaşımı
sağlayabilecek bir köprü bile yapabileceğini
söylüyordu. Ancak
Leonardo da Vinci'nin bu tekliflerine ne cevap
verildiğine dair elimizde bir bilgi yok.
Michelangelo'nun Osmanlı macerası
Leonardo da Vinci kadar ünlü bir diğer Rönesans
sanatkarı olan
Michelangelo da II. Bayezid zamanında Osmanlı
İmparatorluğu'na gelmek için harekete geçmişti.
6 Mart 1475'te İtalya'da Caprese'de doğan
Michelangelo, ressam, heykeltıraş, mimar, bilgin
ve şairdi. 1501 ile 1505 arasında Floransa Akademisi
için kendisine büyük şöhret sağlayacak olan Davud
heykelini yaptı. Yedi metre yüksekliğindeki heykel
Rönesans sanatının en önemli sembollerindendir.
Michelangelo, 1513'te ünlü "Musa" heykelini
yaptı. Heykel o kadar canlıydı ki, sanatkar
karşısına geçip, Musa heykelinin dizine vurarak
"Konuş" diye haykırmıştı.
Michelangelo, 16. yüzyılın başlarında Papa ile arası
açılınca Roma'dan kaçmış ve Papa'nın ulaşamayacağı
tek yer olan Osmanlı İmparatorluğu'na sığınmayı
düşünmüştü.
Michelangelo da,
Leonardo da Vinci gibi, Galata Köprüsü'nü
yapmaya talipti. Ancak
Michelangelo'nun dostları, Papa7yla arasını
bulunca, ünlü sanatkar İstanbul'a gitmekten
vazgeçti.
Michelangelo'ya bu olaydan yıllar sonra, Osmanlı
İmparatorluğu'na gelmesi için bir çağrı yapıldı.
İtalyan tüccar Tommasodi Zolfo, Yavuz Sultan Selim
zamanında 1519'da,
Michelangelo'ya bir mektup yazarak, "Osmanlı
topraklarına gelme konusunda eski fikri devam
ediyorsa, Ragüza'dan yola çıkmasını, Türkler
tarafından iyi karşılanacağını ve kazançlı
çıkacağını" söylemişti. Tommasodi Zolfo, padişahın
sıradan bir heykeli beğenmesi üzerine
Michelangelo gibi büyük bir sanatkarı Osmanlı
ülkesine getirtirse, Yavuz Sultan Selim'in gözüne
gireceğini düşünmüştü. İtalyan tüccar, sultanın
fikrini onaylaması üzerine daha önce Floransa'da
birkaç kez görüştüğü
Michelangelo'ya bu mektubu yazmıştı. Ancak artık
İtalya'da el üstünde tutulan ünlü sanatkar Osmanlı
ülkesine gelmedi.
Mathias Enard ise ''Savaşları, Kralları ve Filleri
Anlat Onlara" isimli romanında
Michelangelo'yu İstanbul'a getirtir ve burada
kaldığı günlerin onu etkilediğini hikaye eder.
Romana göre San Pietro'nun kubbesi Ayasofya ve
Beyazıt Camii'nden, Medici Kütüphanesi ise Beyazıt
Kütüphanesi'nden etkilenerek yapılmıştır.
Köprü nereye yapılacak?
Leonardo da Vinci, köprüyü Eminönü ile Galata
arasına yapmayı düşünmüştü. Ancak buraya 19.
yüzyılın ortalarında köprü yapıldı. Köprü tahrip
olunca da Cumhuriyet döneminde yenisi inşa edildi.
Bu yüzden İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin
köprüyü, ünlü sanatkarın düşündüğü yere, yani
Eminönü ile Galata arasına yapma ihtimali zor
gözüküyor. Bundan birkaç yıl önce de gündeme gelen
köprünün Sütlüce ile Eyüp arasında inşa edileceği
yazılıp çizilmişti. Eğer öyle olursa köprü
Leonardo da Vinci'nin tasarladığı yere değil
başka bir yere yapılmış olacak.
Rönesans insanı
Leonardo da Vinci, Avrupa kültüründe "Rönesans
insanı" yani her işi yapabilen evrensel insandı. Da
Vinci, heykeltıraş, ressam, bilim adamı, mimar ve
mühendisti.
Leonardo da Vinci, resimleri ve projeleri ile tarih
boyunca hep gündemde kalmıştır. Son birkaç yıldır
ise önce Dan Brawn'ın "Da Vinci'nin Şifresi" isimli
romanı, ardından da romanın filmiyle
Leonardo da Vinci sürekli gündemdeydi.
Bugün, 28.12.2012
|
BURSA'DAKİ TARİHİ
ESERLER BİR BİR RESTORE EDİLİYOR

Kanuni Sultan Süleyman
döneminde İstanbul Müftülüğü yapan Şeyh Müftü'nün
Mustafakemalpaşa'daki türbesi ve ismini taşıyan
caminin restorasyonunda sona gelindi. akıflar Bölge
Müdürü Mürsel Sarı,"Bu yapıyı da tekrar onararak
Mustafakemalpaşa'ya kazandırmak istiyoruz" dedi.
Kanuni
Sultan Süleyman döneminde İstanbul
Müftülüğü yapan Şeyh Müftü'nün
Mustafakemalpaşa'daki türbesi ve
ismini taşıyan caminin
restorasyonunda sona yaklaşıldı.
Vakıflar Genel Müdürlüğü, ata
yadigarı vakıf eserlerini bir bir
restore ederek eski ihtişamına
kavuştururken, 2010 yılında
projeleri hazırlanan
Mustafakemalpaşa İlçesi'ndeki Şeyh
Paşa Camii ve türbesi de, baştan
aşağıya yeniliyor. Şehir merkezinde
bulunan cami ve kuzey batısındaki
türbenin restorasyonu hızla
sürerken, vatandaşlar da restorasyon
çalışmalarından memnun olduklarını
söyledi. Tarihi yapıların şehre
değer kattığını dile getiren
vatandaşlar, zamanın yıprattığı
tarihi yapıların eski görünümüne
kavuştuğunu kaydetti.
Mustafakemalpaşalı, asıl ismi
Abdülkerim-ül Kadiri olan Şeyh
Müftü, Kanuni Sultan Süleyman
döneminde İstanbul müftüsü olarak
görev yaptı. 1894-1895 yılında Naip
Şefik Bey'in, Kaymakam Haydar Bey'in
ve ismi belli olmayan bir hakimin
yardımları ile yaptırdığı cami ve
türbedeki restorasyon çalışmalarını
yerinde inceleyen Vakıflar Bölge
Müdürü Mürsel Sarı, "Şu anda
onarımında sona geldiğimiz
Mustafakemalpaşa Şeyh Müftü Camii,
1895 yılında Şefik Bey tarafından
inşa edildi. Caminin onarım ihtiyacı
doğduğunda 2010 yılında projeleri
hazırlandı. Proje hazırlığına
müteakip yer teslimi yapılarak
çalışmalara başlandı. Yaklaşık 826
bin TL bedelle ihale edildi. Onarım
normal seyrinde devam ederken, 2012
yılı Ağustos ayında bitmesi
gerekiyordu. Fakat yeni bir takım
durumların ortaya çıkması sebebiyle
yeniden proje tadilatına gittik.
Kurulla ilgili safhası başladı"
dedi. Cami ve türbedeki restorasyon
çalışmalarının 1,5-2 ay içinde
tamamlanacağını ifade eden Sarı,
"Kültür olarak geniş, ferah ve güzel
bir üslubu var. İnşallah bu yapıyı
da tekrar onararak
Mustafakemalpaşa'ya kazandırmak
istiyoruz" diye konuştu.
Bahçesinde 550 yıllık bir çınar
ağacının bulunduğu camide,
restorasyon çalışmaları tüm hızıyla
sürüyor.
haberler.com,
28.10..2012
|
HEPSİ BİZİM!

Fransa ’daki Louvre Müzesi
İslam Sanatları Galerisi’nde geçen ay açılan bir
sergideki çinilerin tamamı,
Türkiye ’den gitmiş.
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından sergiye
gizlice gönderilen iki memur ajanın çektiği
fotoğrafta Piyale Paşa Camii’nden 19. yüzyılın
sonunda çalınmış alınlıklar tespit edildi.
Radikal , aynı fotoğraftaki diğer çinilerin de
izini sürdü ve hangi mimari yapılardan
kaçırıldıklarını tek tek saptadı. Sergideki eşsiz
çini karolar geçmişte 2. Selim, 3. Murat,
Eyüp Sultan türbeleri ile 1. Mahmud Kütüphanesi
ve Piyale Paşa Camii’nden kaçırılmış eserler.
Camiden Paris’e
İstanbul ’da Kasımpaşa semtinde bulunan ve
Sultan II. Selim’in damatlarından Kaptan-ı Derya
Piyale Paşa tarafından 1573 yılında adına yaptırılan
cami, döneminin en güzel İznik çinileriyle süslüydü.
Çiniler özellikle caminin mihrap ve mihrap duvarının
alt sıra pencerelerinin üst bölümünde bulunuyordu.
Mihrabın üstünde ikinci ve üçüncü sıra
pencerelerinin arasında geçen bir çinili yazı kuşağı
da vardı. Ancak mihrabın bulunduğu alandaki
çinilerin tamamı ve pencere içlerindeki panolar
bugün yok. 22 Eylül 2012’de açılışı yapılan Louvre
Müzesi İslam Sanatları Galerisi’nde camiye ait tam
üç çini panonun sergilendiği görüldü. Ancak Louvre,
bu eserlerin Piyale Paşa’ya ait olduğunu inkar
ediyor.
Louvre Müzesi bünyesinde yeni bir İslam Sanatları
Galerisi açılması yönündeki ilk adım 14 Ekim 2002’de
atılmıştı. Maliyetinin yarısından fazlası Müslüman
ülkeler tarafından karşılandı. Suudi Arabistan 22
milyon dolar,
Fas , Kuveyt, Amman,
Azerbaycan 33 milyon dolar bağışladı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı serginin açılışından
sonra hangi eserlerin ülkemize ait olduğunu tespit
için iki memur görevlendirdi. Eserlerin fotoğrafları
ve menşei kaydedilerek Bakan
Ertuğrul Günay ’a rapor edildi. Raporda, Louvre
Müzesi’nin Visconti avlusunda, 2 bin 800
metrekarelik bir alanda inşa edilen galeride, Louvre
Müzesi’ne ait 15 bin eserlik koleksiyon içinden 3
bin parça ile Musee des Arts Decoratifs (Dekoratif
Sanatlar Müzesi) koleksiyonundan 3 bin 400 parça
eserin sergilendiği, 7 ve 19. yüzyıllar arasındaki
İslam medeniyeti dönemini yansıtan seramik, cam,
minyatür, mimari gibi sanatlardan örnekler yer
aldığı belirtilerek ülkemizden de çok sayıda eserin
bulunduğu kaydedildi. Yine sergide çekilen bir
fotoğrafta üç çini alınlığın Piyale Paşa Camii’ne
ait olduğu belirtilerek şu bilgilere yer verildi:
“Söz konusu caminin bugün kayıp olan altı sıra
pencerelerinin üstündeki sivri kemerli panolar
hakkında yapılan yayınlarda; panolardan birinin
Berlin Staatliches Museum (Berlin Devlet Müzesi,
diğer birinin Portekiz Clouste Gulbenkian Vakfı
Koleksiyonu’nda, diğer üç tanesinin Paris Louvre
Müzesi ile Paris Musee des Arts Decoratifs’te,
birinin Boston Güzel Sanatlar Müzesi’nde ve altıncı
panonun Viyana’daki bir müzede olduğu ifade
edilmektedir. Ancak diğer iki panonun olup olmadığı,
varsa nerede olduğu bilinmemektedir. Söz konusu
panoların birinin tıpatıp aynısı olduğu
bilinmektedir ve tarafımızca yapılan araştırmada
Louvre Müzesi’nde açılan İslam bölümünde söz konusu
müzede bulunan Piyale Paşa Camii’ne ait iki tane
çini alınlığının yanına Paris Musee des Arts
Decoratifs’teki bahse konu caminin çini panosunun
oraya taşındığı ve yeni sergide üçüncü bir panonun
da sergilendiği tespit edilmiştir. Paris’te bulunan
bir adet alınlık dışında Victoria & Albert
Müzesi’nde Piyale Paşa Camii’nin bir çini panosunun
sergilendiği anlaşılmıştır.”
Louvre kabul etmiyor
Louvre
kataloğunda Piyale Paşa Camii alınlıkları ile ilgili
şu bilgilere yer veriliyor:
“İstanbul’a seyahat için gelen sanat tarihçi Germain
Bapst tarafından 13 Mayıs 1899 yılında müzeye hediye
edilmiştir. Çini panoların uzun yıllar Piyale Paşa
Camii’ne ait olduğu düşünülmüştür. Camide yapılan
son restorasyonda duvarda bu panoların konulmasına
uygun yer olmadığı ortaya çıkmıştır. Çinilerin bu
camiden geldiği yolundaki söylentiler acaba bir
efsane midir?”
Kültür ve Turizm Bakanlığı’na göre ise çiniler
kesinlikle Piyale Paşa Camii’ne ait. Bu konuda
bilimsel çalışmalar da başlatıldı. Çinilerin
çalındığı yerler, kalemişi çizimler yapılarak
doldurulmuş durumda.
Göreve başladığından beri yurtdışındaki eserlerin
iadesi için çaba sarf eden Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay şimdi bu çinilerin peşine düştü. Daha
önce Louvre Müzesi’nden Ayasofya Müzesi bahçesindeki
2. Selim Türbesi’ne ait çini pano istenmişti.
Restorasyon adı altında soygun
Louvre Müzesi’nde alınlıkların dışında yer alan
diğer çinilerin büyük bölümü Albert Sorlin Dorigny
tarafından kaçırıldı. 2. Selim, 3. Murat türbeleri
ile 1. Mahmud Kütüphanesi çinileri de aynı dönemde
Dorigny tarafından Fransa’ya gizlice götürüldü.
İstanbul’da diş doktorluğu yapan Dorigny 1894-1898
yıllarında türbe ve kütüphanede restorasyon adı
altında dört yıl çalıştı. Dorigny, Osmanlı’dan yüklü
bir restorasyon parası alırken bu arada yüzlerce
çiniyi de yurtdışına kaçırdı. Sergideki Eyüp Sultan
Türbesi’ne ait çiniler ise Fransız dişçi Jean Bari
tarafından 1919-1920 yıllarında yurtdışına
götürüldü.
Louvre’daki en radikal
tasarım
Bu arada İslam Eserleri Galerisi’ndeki proje
mimarlığını Mario Bellini ve Rudy Ricciotti yürüttü.
Yapı, I.M. Pei tarafından 1989’da inşa edilen
piramitten bu yana Louvre bünyesinde
gerçekleştirilen en radikal tasarım olarak
tanımlanıyor. Sergilenen eserlerin önemli bir kısmı
dini nitelik taşımasa da aralarında Hıristiyanlar ve
Yahudilerce yapılmış olanlar da var.
Sekiz alınlığın yerinde kalemişi var
Kasımpaşa’daki 1573 tarihli Piyale Paşa Camii’nin
her tarafı İznik çinileriyle süslüydü. Mihrap
duvarının alt sıra pencerelerinin üstü, ‘alınlık’
denilen çinilerle süslüydü. Bu alınlıklardan sekizi
çalınıp
ABD ve Avrupa müzelerine götürüldü. Üçü
Louvre’dan çıktı. Yerlerinde şimdi kalemişi
süslemeler yer alıyor. 2. Selim Türbesi’ndeki
çalıntı çini karolar da yine Louvre’daki galeride
sergileniyor.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 28.10.2012
******
"PEŞİNİ BIRAKMAYIZ"
Louvre Müzesi’nde açılan
İslam Sanatları Sergisi’nde yer alan çinileri
geri getirmek için çalışma başlattıklarını söyleyen
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay
Radikal ’in ‘Louvre’a suçüstü’ manşeti için
teşekkür etti.
Radikal dün
Fransa ’daki ünlü Louvre Müzesi’nde yeni açılan
İslam Sanatları Sergisi’nde yer alan çinilerin
tümünün
Türkiye ’ye ait olduğunu duyurmuştu.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ’ndan sergiye giden
iki ‘ajan memur’, çektikleri fotoğrafta üç çini
alınlığın 19. yüzyıl sonlarında Piyale Paşa
Camii’nden çalınan eserler olduğunu belgelemişti.
Radikal de fotoğraftaki diğer İznik çinilerinin
izini sürerek eserlerin geçmişte hangi mimari
yapılardan çalındığını tespit etmişti. İznik
sanatının en mükemmel örneklerinin yer aldığı
çinilerin Piyale Paşa Camii, 1. Mahmud Kütüphanesi,
3. Murat, 2. Selim ve
Eyüp Sultan türbelerinden kaçırılmış eserler
olduğu ortaya çıkmıştı.
Haberdeki tespitlerin yerinde ve doğru olduğunu
kaydeden Bakan Günay şöyle konuştu: ‘‘Uzman gönderip
incelettik. Ortaya bir rapor çıktı. Sayın
Başbakanımıza bu raporu da takdim edip desteğini
aldık. Lakin üzüntü verici olanı bu sergiye Suudi
Arabistan,
Azerbaycan gibi dost ülkelerin destek vermiş
olması. Çalıntı eserlerle dolu bir sergiye destek
vermeden önce keşke ülkemize danışsaydılar. Bu
sergide sadece Türkiye’den çalınmış eserler yer
almıyor. Bu ülkelerin de eserleri uzun yıllar
yağmalandı. O ülkelerden de eserler var. Ortaasya ve
Ortadoğu ülkeleri işbirliği içinde çalıntı
eserlerimize sahip çıkıp onların iadesini
istemeliyiz.”
Eserlerin peşini bırakmayacaklarının altını çizen
Günay şöyle devam etti:
“Piyale Paşa Camii, 1. Mahmud Kütüphanesi, 3. Murat
ve 2. Selim türbelerinden çalınan bu eşsiz
eserlerimizi yakın takibe aldık. Bunları sergileyen
ülkelerle temas halindeyiz. Eserlerimizin iadesi
için girişimlerimiz sürüyor. Louvre sergisinin
çalıntı eserlerle oluşturulduğunu tüm dünyaya
anlatacağız. Batı müzelerini araştırıp
Anadolu kökenli eserlerimizin takibine devam
ediyoruz.”
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 29.10.2012
|
TAŞINDAN TOPRAĞINDAN TARİH FIŞKIRAN ŞEHİR: MİLAS
Milas'ta tarihi eser kaçakçıları tarafından tahrip
edildikten sonra yapılan operasyon kapsamında ortaya
çıkartılan Karia Kralı Hekatomnos'a ait mezar ve
çevresinde elde edilen yeni buluntuların
yanı sıra kentte altyapı çalışmaları sırasında
bulunan pek çok tarihi eser gün yüzüne çıkartılıyor.

Türk ve yabancı bilim adamları tarafından kentte
bulunan birçok alanda kazı çalışmaları devam ediyor.
Özellikle
son aylarda altyapı ve temel kazma çalışmalarında
bulunan yeni eserlerin gün yüzüne çıkarılması için
Milas Müze Müdürlüğü ekipleri tarafından çalışma
yürütülüyor.
Milas Kaymakamı
Bahattin Atçı,
yaptığı açıklamada, Milas'ın 6 bin yıllık tarihi
geçmişi, sınırları içerisinde bulunan 27 antik kent
ve tarihi buluntular ile kültür
turizminin gözdesi olduğunu söyledi. Milas'ın
coğrafi konumu, sahip olduğu doğal
güzellikler ve turizm merkezlerine
yakınlığı ile bölgede aktif bir görev
üstlendiğini belirten Atçı, ''Büyük
medeniyetlerin yaşadığı Milas, bu uygarlıklara
başkentlik de yapmış. Karya döneminde başkent olmuş
Milas, Büyük İskender, Roma ve Bizans dönemlerinde
de yine önemli bir merkez konumundaydı. Dolayısıyla
bugün Milas'ta kazılan her yerde geçmiş çağlara ait
eserler ortaya çıkıyor'' dedi.
Kentte yapılan kazı çalışmalarında çok önemli
bulgulara ulaşıldığını anlatan Atçı, şöyle devam
etti: ''Bunların birçoğu daha yeni yeni
keşfediliyor. Burada her yerde tarih var. Adeta
taşından toprağından tarih fışkırıyor. Kazma vurulan
her yerden tarih çıkıyor.
Özellikle müze görevlileri gözetiminde
yapılan inşaat kazıları ile belediyenin altyapı
çalışmaları sırasında çok sayıda tarihi eser gün
yüzüne çıktı. geçtiğimiz ay yine iki mahallede temel
kazma sırasında önemli tarihi eserler ve mozaikler
gün yüzüne çıkarıldı.''
Dr. İsmail Hakkı Milaslı Caddesi'nde belediye
ekipleri tarafından yapılan kanalizasyon çalışması
sırasında tarihi kalıntılara rastlandığını
hatırlatan Atçı, Milas Arkeoloji Müzesi ekipleri
tarafından yapılan araştırmada,
bunların Roma dönemine ait mimari yapı kalıntısı
olduğunu belirlendiğini, kurtarma kazısının
tamamlanmasının ardından üst kurula rapor
hazırlanacağını ifade etti.
Atçı, Hacıilyas Mahallesi Ulusal Egemenlik
Caddesi'nde yapılması planlanan bina için Milas
Arkeoloji Müze Müdürlüğü kontrolünde yapılan kazı
çalışmasında mozaikler bulunduğunu anlatarak,
arkeologlar tarafından yapılan ilk inceleme
sonucunda tarihi mozaiklerin Roma dönemine ait bir
konutun taban mozaikleri olduğunun belirlendiğini
kaydetti.
Kaymakam Atçı, arkeoloji tarihi açısından son 100
yılın en önemli tarihi eserleri olarak gösterilen 2
bin 400 yıllık mezar odası ve lahitin bulunduğu
Uzunyuva alanının yerli ve yabancı bilim adamlarını
heyecanlandığına işaret ederek, şöyle dedi:
''Arkeoloji tarihi açısından son 100 yılda bulunan
en önemli tarihi eserler olarak gösterilen 2 bin 400
yıllık mezar odası ve lahitin bulunduğu alan,
arkeologları ve bölgeye gelen ziyaretçileri
heyecanlandırıyor. Kültür
Bakanlığı tarafından burada çok önemli çalışmalar
yapılıyor. Kültür
ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay bu alana büyük önem
veriyor ve sık sık ziyaret ediyor. Bu alanda ciddi
çalışmalar yapıldı, halen yapılıyor. Büyük bir
alanda kamulaştırmalar yapıldı. Bugünlerde alan
tamamen boşaltılıyor. Boşaltma çalışmaları sırasında
da yeni eserler çıkıyor. Tabi ki yeni eserler
çıktıkça yapılacak işin boyutları değişiyor.
Kamulaştırma çalışmalarının genişletilmesi ve
alanının tümünün ele alınıp bölgenin açık müze
haline getirilmesi projesi
var. Çalışmalar tamamlandığında ilçemiz
ziyaretçilerini heyecanladıracak muhteşem bir tarihi
varlığa kavuşacak.''
Milas'ta kazı alanlardaki çalışmaların titizlikle
yürütüldüğünü vurgulayan Atçı, şunları söyledi:
''Bu konuda belki art niyetli insanlar vardır, ama
ilçemizdeki vatandaşlar çalışmalarda ortaya
çıkarılan eserlerin müze müdürlüğü ekipleri
tarafından incelenmesini istiyor ve büyük duyarlılık
gösteriyor. İlçemizde güvenlik
güçlerimiz önemli çalışmalar yürütüyor. Tarihi eser
kaçakçılığı çok sıkı takip altında. Özellikle kötü
niyetli bazı insanların, define arayıcılarının
çalışmalarına asla taviz vermiyoruz. Hem jandarma
hem polisimiz bu konuda çok titiz çalışma
yürütüyor.''
Milas Arkeoloji Müze Müdürü
Ali Sinan Özbey
ise son aylarda tarihi esere rastlanan iki alanda
çalışma yürütüldüğünü söyledi. Bunlardan birinin
kurtarma kazısına çevrildiğini anlatan Özbey,
''Lojman binasında kanalizasyon çalışması yapıldığı
sırada ortaya çıkan Roma dönemine ait mekanın
çevresi çok tahrip edilmiş. Buranın Geç Roma
döneminde bir ticari işletme olarak kullanıldığını
ya da üretimlerin yapıldığı bir yer olduğu
kanaatindeyiz. İnşallah önümüzdeki dönemde yapılacak
kapsamlı bilimsel kazılarla bu mekanların
anlaşılması daha iyi sağlanacak'' diye
konuştu. Bir diğer kazıda ise Geç Roma dönemine ait
mozaiklerin tespit edildiğini kaydeden Özbey, fiziki
çalışmanın tamamlandığını, belgeleme çalışması
başladıklarını ifade etti.
Cumhuriyet, 27.10.2012
|
TARİHİ KİLİSE DOĞA TARİHİ MÜZESİ OLACAK

Burdur'da 19. yüzyılda yapılan
Kavaklı Rum Kilisesi'nin restorasyon ve dönüşüm
çalışmalarının ardından
Doğa Tarihi Müzesi olarak kullanılması için
çalışma yapılıyor.
İl Kültür ve Turizm
Müdürü Mehmet Tanır, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, 1850'li yıllarda yapılan
Kavaklı Rum Kilisesi'nin,
Doğa Tarihi Müzesi'ne dönüştürülmesi için 2010
yılında çalışma başlatıldığını söyledi.
Bu kapsamda Kültür ve
Turizm Bakanlığı tarafından bedeli 2 milyon
150 bin lira olan proje hazırlandığını ifade eden
Tanır, geçen yıl tarihi kilisede çalışmalara
başladıklarını kaydetti.
Yaklaşık 300 bin lira harcanarak kilisenin çatısının
onarıldığını belirten Tanır, ''Bu yıl kilisenin
içindeki duvarlarda güçlendirme yapılıyor. Kilisenin
direklerinde oluşan deformasyonlar gideriliyor.
Ayrıca kilise içinde bazı kaybolmuş figürlerin,
ikonların ortaya çıkarılması için restoratörler
çalışma yürütüyor'' dedi.
Restorasyon ve dönüştürme çalışmalarının 2014 yılına
kadar devam edeceğini bildiren Tanır, kilisede
ikmal, onarım, teşhir, tanzim çalışmaları
yapılacağını anlattı.
Tanır, kilisede açılacak Doğa Tarihi Müze'nin,
Antalya'daki
Tabiat Tarihi Müzesi'nden sonra ikinci müze
olacağını vurgulayarak, şunları söyledi:
''Burdur'un
Kemer İlçesi'nde önceki yıllarda fosil yatağı
alanında fillerin atası diye bilinen ve yaklaşık 10
milyon yıl önce yaşadıkları tahmin edilen
mastadonlara ait fosiller bulunmuştu. Müze
açıldıktan sonra özellikle bu fosilleri burada
sergileyeceğiz. Türkiye'de ve bölgedeki doğaya ait
fosilleri
Burdur'da sergileme imkanı sağlayacağız. Müzenin
açılması
Burdur'un ve bölgenin
turizm açısından gelişmesine katkı
sağlayacaktır. Özellikle
Burdur'daki Sagalassos ve Kibyra antik
kentlerine gelen ziyaretçilerin
Doğa Tarihi Müzesi'ni de görmelerini
sağlayacağız.''
Burdur'da 1850'li yıllarda yapılan
Kavaklı Rum Kilisesi, 1924 yılındaki nüfus
mübadelesine kadar ibadete açık kalmış, daha sonra
kapanmıştı. Kilise, Burdur'da yaşayan Ortodosks
Rumlar tarafından kullanılmıştı.
Kültür ve Turizm
Bakanlığı tarafından 1977 yılında ''kültür varlığı''
olarak tescillenen kilisenin, Doğa Tarihi Müzesi
olarak kullanılması için 2010 yılında çalışma
başlatılmıştı.
Kilise, toplam bin 670 metrekare alanda kurulu.
Habertürk, 27.10.2012
|
YARIN AÇILIYOR

ABD’nin simgelerinden Özgürlük Heykeli, 126.
yıldönümü olan yarın yeniden ziyarete açılacak. Taç
kısmına çıkış için bir aylık biletler tükendi.
New York’taki Liberty Adası’nda yer alan ve
ABD’ye deniz yoluyla gelen göçmenleri 126
yıldır büyüleyen heykel, geçen yıldan bu yana iç
restorasyon için kapalıydı. Yaklaşık 30 milyon
dolara mal olan restorasyon sırasında heykelin
merdivenleri de yenilendi. Ziyaretçiler, artık
heykelin tepesine 354 yerine 393 basamakla
çıkacak. Muhteşem bir Manhattan panoramasına
nazır taç kısmına her gün en fazla 315 ziyaretçi
alınacak. Gelecek bir ay için sunulan biletler
tükendi bile...
Sağ elinde bir meşale, sol elinde ise
yasaları sembolize eden bir tablet tutan kadın
figürünün başındaki tacın 7 sivri ucu, 7 kıtayı
simgeliyor. Kaidesiyle 93 metre yüksekliğindeki
heykel, 1984 yılından bu yana UNESCO’nun Dünya
Kültür Mirası Listesi’nde yer alıyor. Heykeli
her yıl yaklaşık 3.5 milyon turist ziyaret
ediyor.
Fransız heykeltıraş Frederic Auguste
Bartholdi’nin eseri olan heykeli, kuruluşunun
100. yıl dönümünde ABD’ye
Fransa halkı hediye etmişti. Açılış, 28 Ekim
1886 tarihinde binlerce izleyicinin önünde
yapılmıştı. Bartholdi, benzer bir projeyi ilk
olarak Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı Mısır
Hidivliği’ne 1860’ların sonunda sunmuş, fakat
Port Said limanı girişi için düşünülen heykele
Hidiv İsmail Paşa onay vermemişti. Türk
medyasında, heykelin masraflarının bir kısmının
Sultan Abdülaziz tarafından ödendiği iddiası da
yer almıştı.
Hürriyet, 27.10.2012
|
TBMM KİLİSE İHMALİNİN PEŞİNE DÜŞTÜ

Bitlis, Batman, Muş, Van, İstanbul ve diğer tüm
il, ilçe ve köyleri Ermenileri ve Sason İlçesi
Köyleri Ermenilerinin Sosyal Yardımlaşma Derneği
Başkanı Aziz Dağcı, TBMM Dilekçe Komisyonu’na
başvurarak Batman’ın Beşiri İlçesinin Yenipınar
Köyünde bulunan Ermenilere ait tarihi kilisenin
çöplük olarak kullanıldığını, kilisenin tarihi
kapısı ve değerli taşlarının çalındığını iddia etti.
Dilekçesinde, Lozan Antlaşması’nın azınlıkların
mal varlıkları ve korunmasıyla ilgili maddelerini
hatırlatan
Dağcı, kilise ve mezarlarının tahrip edilmesinin
yasa dışı olduğunu belirterek, bu durumun hem
Ermeni cemaatini hem tüm Türk toplumunu rencide
ettiğini kaydetti.
Dilekçe Komisyonu Başkanı Mehmet Daniş, başvuruyu
işleme alırken, Ermeni topluluğunun hassas talebi
karşısında harekete geçerek iddiaların doğru olup
olmadığının araştırılması için
Batman Valiliği ile temas kurdu.
Daniş, 02.07.2012
tarihinde Batman Valiliği’ne gönderdiği yazıda,
iddiaların araştırılması ve doğruluk payı bulunması
halinde sorumlular hakkında işlem başlatılmasını
istedi. Batman Valiliği, gönderdiği cevabi yazıda
Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma izni
kapsamında idari ve adli sürecin devam ettirildiği
bilgisini verdi. Beşiri Kaymakamı Üzeyir Yılmaz’ın
iddialarla alakalı bir kusuru olmadığı için
dosyasının ayrıldığı belirtilen Valilik yazısında,
savcılıkta yürütülen işlemlere esas olmak üzere bir
muhakkik görevlendirildiği ve hazırlanan ön inceleme
raporunun hazırlandığı dile getirildi.
Yazıdaki, “hazırlanan ön inceleme raporu sonucu
valilik makamınca soruşturma izni verilmemesine dair
karar verilmiştir” ifadesi
TBMM’de şaşkınlık yarattı. TBMM kararı Dağcı’ya
iletti. İddialarının doğruluğunda ısrarcı olan Dağcı
ise soruşturma izni verilmemesine isyan ederken,
davalarının peşini bırakmayacaklarını kaydetti.
Milliyet, Haber: Önder Yılmaz, 27.10.2012
|
EN ESKİSİ BULUNDU

Guatemala’nın güneyinde Kolomb-öncesi Amerika
uygarlıklarından Mayaların ilk yöneticilerinden
birine ait mezar bulundu.
Arkeologlar, Retalhuleu eyaletinde yer alan Tak’alik
Ab’aj bölgesinde yapılan kazılar sırasında gün
ışığına çıkarılan mezarda yeşim taşından çok sayıda
mücevherat bulunduğunu söyledi.
Arkeolog Miguel Orrego, karbon tarihleme testi
sonuçlarına göre mezarın MÖ 700 ve 400 yılları
arasında inşa edildiğini belirtti.
Mezarın 2200 yıllık geçmişe sahip Tak’alik Ab’aj
bölgesinde şimdiye kadar ortaya çıkarılan en eski
mezar olduğuna işaret eden Orrego, mezarda bulunan
akbaba kafalı insan figürleri taşıyan gerdanlığın,
mezarın sahibinin bir yönetici olduğunu gösterdiğini
söyledi.
Orrego, mezarın sahibine Maya dilinde "Ata Akbaba"
anlamına gelen "K’utz Chman" adını verdiklerini
sözlerine ekledi.
Mezarın Maya kültürünün kuruluş dönemine ışık
tutması bekleniyor.
MÖ 400’lü yıllarda büyüyüp gelişmeye başlayan Maya
uygarlığı, Meksika’nın güneydoğusundan, Honduras, El
Salvador ve Guatemala’ya kadar uzanan bir bölgede
hüküm sürmüştü. MÖ 600’de yükselişe geçen
uygarlık, MS 250-900 yıllarında altın çağını
yaşamış ve İspanyol işgaliyle de sona ermişti. Maya
kentlerinde yapılan araştırmalar, Mayaların
astronomi, matematik, mimari ve sanat gibi birçok
alanda çok ileri bir düzeye ulaştığını gösteriyor.
Vatan, 27.10.2012
|
2 BİN YILLIK SEVGİ MESAJI

1989'un sıcak mı sıcak bir temmuz ayıydı.
İstanbul ve Marmara Üniversiteleri'nden bir grup
akademisyenle öğrenci, Antalya yakınlarındaki tarihi
Pisidia bölgesinde, 2 bin 500 yıl öncesinden
kalıntılar bulunan Termessos antik kentine doğru
yola çıkmıştık. Bir aylık çalışmada, Termessos'ta
nekropol adı verilen mezar alanında, lahitler
üzerindeki yazıtları deşifre edecektik.
Antalya'nın
yaz sıcaklarını bilenler, ağustos böceklerinin
çınlamaları altında geçen saatlerini de tahmin eder.
Bir gün yine gölgede 40 derecede, kan ter içinde
çalışırken, küçük, abartısız bir lahit dikkatimizi
çekti. Çevredeki görkemli, büyük lahitler arasında,
öylece, kendi halinde bir köşede duruyordu. Tabii
önce hepimiz bir bebek lahdi olduğunu düşünerek
üzüldük ve "Acaba kimin çocuğuydu? Neden ölmüştü?"
diye fikir yürütmeye başladık. Sonra yavaş yavaş
üzerindeki yazıları okumaya başladıkça, ortaya çıkan
gerçek bizi o kadar şaşırttı ki, bugün bile o
şaşkınlığı hatırlıyorum.
Bu küçük lahit, bir köpeğe aitti. Sahibi,
çok sevdiği köpeği ölünce onun için yaptırtmış,
üzerine de ona olan sevgisini anlatan bir yazıt
ekletmişti. Aradan geçen yıllarda bu lahdi hiç
unutamadım. Kimdi bu hayvansever? Nasıl bir sevgiydi
köpeğiyle aralarındaki? Demek ki 2 bin yıl öncesinde
bile evcilleştirilen köpekler, çöplüğe atılmıyordu.
Beş yıl önce bir gezi sırasında yolum Antalya
Müzesi'ne düşünce, bütün bu soruların yanıtını
buldum. Müzenin Lahitler Salonu'nda dolaşırken
karşıma çıkan küçük bir lahdin üstünde aynen şunlar
yazıyordu: Köpek lahdi (MS. 3. yy'dan sonra).
Gözlerime inanamadım. Bizim yıllar önce Termessos'ta
bulduğumuz bu lahit, sonunda hak ettiği yeri
bulmuştu. Antik kentte kazı ve araştırmalar yapan
ekipler, onu müzeye kabul ettirmişti. Kim bilir,
belki de dünyada bir köpek için yapılan ve müzede
sergilenen tek lahitti bu. Meclis'in gündeminde olan
ve hayvanseverleri haftalardır sokaklarda eylem
yapmaya iten Hayvan Hakları Yasa Tasarısı'nın
tartışıldığı günlerde gidip bu lahti görmekte ve
üzerinde düşünmekte fayda var. Anadolu
topraklarında, binlerce yıl önce hayvanlara bu kadar
değer veriliyorsa, bunun bir anlamı olmalı. MS. 3.
yüzyılda bir Termessoslu kadın, çok sevdiği köpeği
için lahit yaptırırken. 21. yüzyılda sahipsiz
köpekleri ya ormana atıyoruz ya da öldürüyoruz.
Barınaklar yetersiz, pet-shoplar, hayvan pazarı
gibi.
Müzede sergilenen ve kireç taşından yapılmış köpek
lahdinin üzerinde 11 satırlık eski Yunanca bir yazıt
var. Uzmanlar yazıttan bu lahdin Rhodope adlı zengin
ve yalnız bir kadın tarafından, çok sevdiği köpeği
Stephanos için yaptırıldığının anlaşıldığını
belirtiyor. Rhodope ile köpeği arasındaki sevgi
bağını anlamanın en iyi yolu, yazıtı okumak. Lahit
üzerindeki yazıtın aşınmalar yüzünden artık okunması
kolay değil, ama yine de Türk epigraflar tarafından
yapılan uzun çalışmalar sonucu okunan yazıtta, bakın
neler yazılı: ".... Rhodepe(nin) mutluluğu(ydu
O)....... .....diye çağırırlardı sevimli Stephanos'u
onunla oynayanlar. Saklıyor içinde (bu mezar)
birdenbire ölümün alıp götürdüğünü. Kaybolup giden
köpek Stephanos'un mezarı bu. Ağladı ona Rhodope ve
bir insan gibi gömdü onu. Ben, köpek Stephanos
yaptırdı Rhodope mezarımı."
Sabah, Haber: Figen
Yanık, 27.10.2012
|
İSHAK PAŞA SARAYI'NIN RESTORASYONU "SORUNSUZ" DEVAM
EDİYOR

Doğubayazıt İlçesi'nde yapımı 99 yılda tamamlanan
tarihi İshak Paşa Sarayı'nda restorasyon çalışmaları
devam ediyor. Tarihi yapının restorasyonunun 2013
yılına kadar bitirilmesi planlanıyor.
Ağrı Kültür ve Turizm Müdürü
Muhsin Bulut
yaptığı açıklamada, tarihi
İshak Paşa Sarayı'nda
başlatılan restorasyon ve çevre düzenlemesi
çalışmalarının 2010 yılından itibaren devam ettiğini
belirtti. Çalışmaların program dahilinde yapıldığını
anlatan Bulut, tarihi yapının restorasyonunu 2013
yılına kadar bitirmeyi planladıklarını söyledi.
Bulut, şunları kaydetti:
''Kontrollük hizmetleri genel müdürlüğümüz Ankara,
İstanbul ve Van Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü
elamanlarınca yürütülmektedir. 2013 yılında İshak
Paşa Sarayı restorasyonu ve çevre düzenlenmesi işi
bitirilecektir. Restorasyon işimiz sorunsuz bir
şekilde devam ediyor. Yapılan tüm uygulamalar için
fotoğraflama çalışması yapılıyor. Yapının öncesi,
restorasyon aşaması ve sonrası şeklindedir. İshak
Paşa Sarayı, Kültür ve Turizm Bakanımız Ertuğrul
Günay beyin bizzat takip ettiği ve önemsediği bir
projedir. Dolaysıyla iş ve işlemlerimizde azami
hassasiyet gösteriliyor.''
Bulut, Eylül ayı itibarıyla İshak Paşa Sarayı'nı 124
bin kişinin ziyaret ettiğini belirterek, ''Gelecek
kuşaklara aktaracağımız tarihsel mirasın
restorasyonunda görev almak tüm çalışanlarımız ve
görev alanlar için onur vericidir. Azami
gayretlerimizle mimari şaheser İshak Paşa Sarayı'nı
korumak ve eksiklerini gidermeye gayret edeceğiz''
diye konuştu.
Doğubayazıt Sancak Beyi Çolak Abdi Paşa tarafından
1685 yılında ilçeye 5 kilometre uzaklıktaki sarp
kayalıklar üzerine inşa edilen ve 1784 yılında oğlu
İshak Paşa döneminde yapımı tamamlanan İshak Paşa
Sarayı, kartal yuvası görünümü, mimari ve tarihsel
özelliğiyle dikkati çekiyor.
Yapı, 26.10.2012
|
TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞINDAN YETKİLERİ ASKIYA ALINDI

Antalya 2'nci Ağır Ceza
Mahkemesi'nde tarihi eser kaçakçılığından yargılanan
İsviçre'nin Valais Kantonu Emniyet Müdürü Christian
Varone'un görevi askıya alındı.
Kanton yönetiminden yapılan açıklamaya göre,
Varone 23 Kasım tarihinden itibaren emniyet
müdürlüğü yetkilerini kullanamayacak.
Kanton yönetimi 23 Kasım tarihinde 2013 Mart
ayında yapılacak kanton yönetim kurulu seçimlerine
kadar Varon’un bütün resmi görevlerden geçici olarak
uzaklaştırıldığını açıkladı. Kanton yönetimi
tarafından yapılan açıklamada kararın karşılıklı
görüşme sonunda alındığını da belirtildi.
Christian Varone Valais Kanton’u yönetim kurulu
için (kanton bakanlar kurulu) Liberal Demokrat (FDP)
den aday olmuş ve adaylığı 6 Eylül’de tartışmalı
geçen Valais kantonu FDP genel kurulunca
onaylanmıştı. Siyasi çevreler Varone’un kanton FDP
parti başkanlığına da adaylığının düşünüldüğünü
iddia ettiler.
Varone’nin akibeti 2013 Mart ayındaki seçim
sonuncuna göre netleşecek. Varone’nin görevini 23
Kasım 2012 itibarıyla komiser Robert Steiner
üslenecek. Varone’un görevinin askıya alınmasında
Antalya ’da
Ağır Ceza Mahkemesi ’nde 25 Eylül’de başlayan ve
devam eden tarihi eser kaçakçılığı davasının etkili
olduğu iddia ediliyor. Varone’un davanın ikinci
duruşma günü olan 27 Kasım’dan sadece bir kaç gün
önce görevine geçici olarak veda edecek olması bu
görüşü kuvvetlendiriyor. Siyasi çevreler bunun
siyasi bir manevra olduğu görüşünde birleşiyor.
Tatile geldiği Antalya’dan 27 temmuz 2012
tarihinde ülkesine dönerken
Roma dönemine ait sütun parçası ile yakalanan
İsviçre ’nin Valais kantonu Emniyet Müdürü
Christian Varone’nin yargılanmasına Antalya 2. Ağır
Ceza Mahkemesi’nde devam ediliyor.
Radikal, Haber: Selma Güven Stroppel, 26.10.2012
|
LAODİKYA YUNAN KENTİ DEĞİLMİŞ!

Anadolu'da 7 bin 500 yıl önce kurulan
Laodikya'nın; bir Yunan kenti değil, MÖ 7.
yüzyıllar arasında Orta Anadolu'nun batısına egemen
olan Frigya medeniyetine ait olduğu ortaya çıktı.
Laodikya Kazı Heyeti Başkanı
Prof.Dr. Celal
Şimşek, Denizli'nin 6 kilometre doğusunda,
Eskihisar, Goncalı ve Bozburun köyleri sınırları
içinde kalan Çürüksu (Lykos) Vadisi'ndeki Laodikya,
İzmir'deki Efes'ten sonra Anadolu'nun en büyük ve
önemli antik şehrinin Frigyalılara ait olduğunu
tespit ettiklerini söyledi.
2008 yılında bu yana 12
ay aralıksız kazıların sürdüğü Laodikya antik
kentinde çalışmalar devam ediyor. Bu yıl özellikle
restorasyon çalışmalarına ağırlık verilen antik
kenti bu yıl 50 binin üzerinde
turist ziyaret etti. Cam seyir terasından antik
kenti ve kazı alanını izleyen yerli ve yabancı
turistler hatıra fotoğrafları çektiriyor.
Türkiye'de 12
ay üzerinden kazı ve restorasyon çalışmaları
yapan tek ekip olduklarını ifade eden Şimşek, "Biz
100 metrelik kuzey güney doğrultusunda ve 40
metrelik doğu batı arasında bir alanı açtık. Üç
metre derinliğe indik ve sadece bu alanda yaklaşık
20 bin ton toprak hafriyatı kazısı yapıldı.
Arkasından direk restorasyon ve kazı çalışmalarına
girdik ve burada biz antik dönemdeki gibi
restorasyon yapıyoruz. Tüm mimari bloklarda mermer
bloklarda çelik kullanıyoruz ve kurşun akıtarak
erittiğimiz kurşunu akıtarak yapıyoruz. Bu gerçekten
çok önemli yani bu alanın antik dönemde ayağa
kaldırılmasından sonra yapılan en önemli husus."
dedi.
Laodikya Kilisesi'nde restorasyon çalışmalarının
devam ettiğini belirten Şimşek, "Gerçekten iki bin
metrekarelik bir alanı kaplayan ve şu anda hemen
hemen en eski ve özgün kilise olma unvanını dünyada
koruyan bir yapı bu. Hristiyanlık alemi için çok
önemli. Burada hem mozaiklerin hem de mermer
kaplamaların hem de geometrik döşenmiş mermer
kaplamaların tabandaki restorasyonları devam ediyor
ve ayrıca duvar fresklerinin restorasyonları devam
ediyor." diye konuştu.
Laodikya'nın Denizli Ovası'ndaki en eski yerleşimi
olduğunu vurgulayan Şimşek, "Laodikya antik
kentinin günümüzden 7 bin 500 yıl öncelik bir
geçmişinin olduğunu ve lokal tipik bir Anadolu
kentinin olduğunu ve daha önce bilinenin aksine bir
Yunan kenti bir Grek yerleşim yeri olmadığını ve
Anadolu'nun kendi öz yerleşimi olduğunu tespit
ettik. Gerçekten bu arkeolojik veriler çok önemli."
şeklinde konuştu.
Türkiye'deki en büyük kazı çalışmasının Laodikya'da
olduğunu belirten Şimşek "300'e yakın bir ekiple
çalışıyoruz. Burada kendimizin yetiştirdiği
özellikle çekirdekten yetişen bir taş ustaları,
duvar ustaları, sıva ustaları, harç hazırlama
ustaları veya taş parçalarını birleştiren ustalar
gibi ustalar var. Bizim burada yetiştirdiğimiz. Şu
anda 10 restoratör çalışıyor alanda, 10- 18 arkeolog
çalışıyor." ifadelerini kullandı.
Laodikya'da yaşayan bir
arkeoloji park kurmak istediklerini anlatan
Şimşek, "Denizli halkının ve insanımızın geldiğinde
içinde bulabileceği, hissedebileceği ve
yaşayabileceği bir
arkeoloji parkı kurmak istiyoruz. Bu düşünceyle
özverili bir şekilde gece gündüz demeden, yağmur
güneş kış demeden yaz demeden çalışmalarımıza
devam ediyoruz" diye konuştu.
Cnn Türk, 26.10.2012
|
TARİHİN ÇAĞDAŞA DÖNÜŞÜMÜ
Rietveld Landscape ve Atelier de Lyon,
Hollanda'nın tarihi alanını yeniden şekillendirerek
askeri alanın açısal tepelerle sarılı bir
amfitiyatroya dönüşümünü sağladılar.
Lek Dyke, Yeni Hollanda Kıyı kesiminin bir parçası olup, 85 km'lik
kanal ve geçitlerden oluşan bir ring alanı. Askeri
duvar olarak inşa edilen arazi, hain istilalarda bir
geçiş mekanı sağlayarak, sel felakatine karşı
korunaklı bir alan olarak şekillendirilmiş. Su
baskınında bir kilit alanı olarak görev yapan bu
alan, 18. yüzyıldan kalma bir kale tarafından
korunuyor.

Çim yapı, yeni ve eski binalar çevresinde inşa
edildi. MONK Architecten, eğri büğrü tepeler
sayesinde barınaklar tasarlayarak amfitiyatronun
zirvesine ulaşan yeni bir "kale" inşa ettiler.
Patika yollar amfitiyatronun bir bölümünü
çevrelerken, beyaz basamaklar ise teras eğimleri
ayırıyor.
Alan bir kamusal mekan olarak şekillenmiş olup,
ziyaretçilerin Hollanda tarihini ellerinde
şezlonglarla çağdaş bir ortamda deneyimlemesi
sağlanıyor.
Arkitera, Kaynak:
frameweb.com, Derleyen: Derya Yazman, 24.10.2012
|
NTV'DEN LEONARDO DA VINCI'YE SANSÜR
NTV'de
yayınlanan Leonardo da Vinci belgeselinde, ünlü
ressamın "Vitruvius Adamı" olarak da bilinen resmi
sansürlendi.
NTV'de yayınlanan Leonardo da Vinci belgeselinde
ilginç bir olay yaşandı. Leonardo'nun "Vitruvius
Adamı" olarak bilinen ve "altın orana sahip insan"ı
resmettiği söylenen resimdeki adamın cinsel organı
sansürlendi.
O görüntü:

Vitruvius Adamı:

Haber Sol, 14.10.2012
|
21 - 27 Ekim 2012
|
SARMAŞIKLI EV'DE
RESTORASYON BAŞLADI

Tarihin eski
devirlerinden bu yana İzmir’in en önemli
bölgelerinden olan Basmane, son yıllarda unutulan
değerini Konak Belediyesi ile yeniden kazanıyor.
Altınpark Kazı Alanı’nda Konak Belediyesi desteğiyle
tamamlanan arkeolojik çalışmalar ve Kadın Müzesi
binası restorasyonunun ardından Basmane’nin tarihini
yansıtan Sarmaşıklı Ev’de de restorasyon başladı.
Basmane’nin yükselen bir
değer olarak insanıyla, tarihiyle, farklı
atmosferiyle yeniden İzmir’in gözbebeği olması için
çalıştıklarını söyleyen Konak Belediye Başkanı Hakan
Tartan şöyle konuştu:
“Yerel yönetimler
kentlerin altyapı hizmetleri ve genel işleyişi için
gereken çalışmayı elbette yapacak. Hiçbir belediye
‘ben yol yapmam, çöp toplamam’ diyebilir mi? Bunlar
zaten kentteki rutin işleyişin bir parçası. Eğer
kentin yöneticisi sizseniz her şeyden önce şehrin
insanını düşüneceksiniz. ‘Önce insan’ diyerek,
onların huzurunu, mutluluğunu, sosyal ve ekonomik
gelişimini hizmet anlayışınızın odağı yapacaksınız.
Biz Konak Belediyesi olarak her zaman ‘önce insan’
dedik. İçinde insan olmayan binalar sadece taş ve
duvardır. Kentin her noktasında restore ettiğimiz
tarihi binaları müze ve semt merkezi olarak
değerlendirdik.”
Duvarlarını kaplayan
sarmaşıkların oluşturduğu görüntü nedeniyle
Sarmaşıklı Ev olarak anılan tarihi binada Konak
Belediyesi’nin restorasyon çalışmaları sürüyor.
Altınpark tarihi kazı alanını manzara alan bahçesi,
piyano tarzı saçak deseni, Marsilya tipi kiremit
çatısı, tavan oymaları, mermer merdivenleriyle
dikkat çeken yapının her metrekaresi Konak
Belediyesi tarafından orijinaline uygun olarak
restore ediliyor.
Gazete Yenigün,
26.10.2012
|
MÜZEDE BEYİN FIRTINASINA
YOLCULUK!

Adıyaman Müzesi'nin bir
Arkeolojisi Müzesi olduğunu söyleyen Müze Müdürü
Fehmi Erarslan, müzede en çok fosillerin dikkat
çektiğini ifade etti.
Müzeyi ziyaret eden vatandaşların zaman tünelinde
yolculuk yaptığını belirten Müze Müdürü Fehmi
Erarslan, özellikle müzede bulunan fosilleri
görenlerin beyin fırtınası yaptığını vurguladı.
“Bizden önce yaşayan kavimlerin bırakmış olduğu
kültür varlıklarını müzemizde sergiliyoruz” diyerek
sözlerine devam eden Fehmi Erarslan şunları
kaydetti; “ Bu eserlerin yanında müzemizde tabiat
varlıklarına ait olan fosilleri sergiliyoruz. Bu
eselerden iki tanesi bizler için oldukça önemli. Bu
eserlerden bir tanesi amonit dediğimiz bir fosil. Bu
fosil 40 santimetre genişliğinde, 50 santimetre
uzunluğunda 60 milyon yıla ait salyangoz fosili.
Diğer fosilimiz ise tek hücreli hayvana ait bir
fosil. Bu fosilde 45 milyon yıla ait. Müzemize gelen
ziyaretçiler her iki fosile ilgi gösteriyorlar.
Amonit dediğimiz fosil Gölbaşı İlçesi'nden, diğer
fosil ise merkeze yakın bir yerden müzemize
getirildi. Bu eserlerin bu kadar yıl muhafaza
edilmesi bir mucizedir. Günümüzde bir eşyayı üç veya
beş gün koruyamazken, milyon yıldan kalan eserlerin
bugünlere kadar kalabilmiş olması bir şanstır.
Sadece müzeyi gezipte özellikle fosillere hayran
kalan kişilere rastladığımız oluyor. Müzemizi
ziyaret edenler beyin fırtınasıyla yolculuk
yapıyorlar. Bir eşyanın muhafazası zorken, 65 milyon
yıllık bir eserin müzemizde olması insanlar
hayretlere düşürüyor”
Adıyaman Haber,
26.10.2012
|
GÜVERCİNADA MÜZE OLACAK

Kuşadası’nın simgesi
haline gelen Güvercinada, Kuşadası Belediyesi
tarafından restore edilmeye başladı. Çalışmalar
kapsamında ışıklandırma yapılacak ve kale bölümü
müze haline dönüştürülecek.
Tarihi Güvercinada’da
restorasyon çalışması başladı. Mülkiyeti Kuşadası
Belediyesi’ne ait olan tarihi kalenin restorasyonuna
ilişkin olarak gerçekleştirilen ihalenin ardından
restorasyon hızla başladı. Aydın Kültür ve Tabiat
Varlıkları’nı Koruma Kurulu tarafından onaylanan
proje doğrultusunda Güvercinada surları ile iç kale
bölümü ve tarihi kalenin tümü restore edilecek.
Işıklandırma da yapılacak tarihi kalenin iç kale
bölümü ise uygulama sonunda müze haline
dönüştürülecek.
Daha önce restorasyon ve
restitüsyon projeleri onaylanan Güvercinada’da
eklentilerin yıkımı geçen yıl yapılmıştı. Aydın
Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından çevre
düzeni planı da onaylanan ve restorasyon ihalesi de
Kuşadası Belediyesi tarafından yapılan tarihi kalede
çalışmalar süratle başladı. Kuşadası Belediye
Başkanı M. Esat Altungün, Kuşadası’nın tarihi ve
kültürel değerlerini ortaya çıkarmak için büyük çaba
gösterdiklerini belirterek, “Güvercinada aynı
zamanda Kuşadası’nın simgesi. Güvercinada’da
onaylanan restorasyon projesini süratle uygulamaya
koyduk. Hedefimiz bu önemli varlığımızı, simgemizi
Kuşadası ile bütünleştirmek. Yıllardır ihmal edilen,
çeşitli ve yakışmayan amaçlar için kullanılan bu
önemli tarihi mirasımızı koruyarak, Kuşadası’nın
gelişmesine katkı sağlayacak hale getirmeyi
planlıyoruz. Restorasyon çalışmalarımız başladı.
Surlara iskeleler kuruldu. Onaylanan projemizin
uygulaması sırasında hem surlar, hem iç kale bölümü
hem de kalenin tümü restore edilecek. Ayrıca,
ışıklandırma ve peyzaj çalışması da yapılacak. Bu
çalışmalar sonunda Güvercinada’yı tüm
olumsuzluklardan temizleyerek, tüm Kuşadası’nın
gurur duyacağı aslına uygun bir hale getireceğiz.
Çalışmalarımıza katkı sağlayan Sayın Aydın Valimiz
ile İl Özel İdaresi’ne ve Aydın Kültür Varlıkları
Koruma Bölge Kurulu’na teşekkür ederim” dedi.
Ada’nın simgesi
Saint Jean Şövalyeleri
tarafından yapılan, 1834 yılında Osmanlılar
tarafından onarılan kaleyi çevreleyen 2,5 metre
yüksekliğindeki surların bazı bölümleri zamanla
yıkılma aşamasına geldi. Osmanlı döneminde Mora
ayaklanması sırasında adalardan gelebilecek
saldırılara karşı ileri bir karakol niteliğinde
yapılan kule ve surlar, Kuşadası’nın simgesi
konumunda. Her yıl yerli ve yabancı binlerce
turistin ziyaret ettiği adadaki surların
onarılmasıyla tarihi adanın tekrar eski görünümüne
kavuşması bekleniyor.
Gazete Yenigün,
26.10.2012
|
SURİÇİ'NDE BİNALAR BEŞ
KATI GEÇMEYECEK

Tarihi Yarımada'da yapılacak binalarda 5 kat
sınırlaması getirildi. İstanbul büyükşehir
Belediyesi tarafından hazırlanan Tarihi Yarımada
Planı'nda siluet ve Tarihi Sit Alanı'nın korunması
amacıyla bina yüksekliklerine sınırlamalar
getirildi. Şubat ayında askıya çıkarılan planların
itiraz süreleri de tamamlandı. Koruma Kurulu
tarafından onaylanan planlar yürürlüğe girdi.
1995 yılında sit alanı ilan edilerek koruma altına
alınan Tarihi Yarımada'nın imar planı 2005 yılında
tamamlandı. Ancak mahkeme kararıyla iptal edilmesi
nedeniyle yeniden hazırlanan imar planları 2010
yılında Koruma Kurulu'na gönderildi. Koruma Kurulu
tarafından onaylanan imar planı, İstanbul Büyükşehir
Belediyesi tarafından yürürlüğe konuldu. Plandaki
yapılaşma sınırlarını yeni düzenleyen prensiplere
göre, Tarihi Yarımada içindeki korunması için bina
yüksekliklerine sınırlamalar getirildi. Buna göre,
surların yakınındaki binalar en fazla 2 katlı
olabilecek. Bina yüksekliği 6 metre 50 santim'i
geçmeyecek. Tarihi Yarımada içerisinde rakım
yüksekliği 50 metreden yukarıda olan yerlerde 3
kattan fazla bina yapılamayacak. 40 ile 50 metre
arasında olan yerlerde 4 kattan fazla bina inşa
edilemeyecek.
Yükseklik sınırlamalarıyla ilgili notlar
içerisindeki en önemli kısımlardan biri de Tarihi
Yarımada içerisinde nerede olursa olsun 5 kattan
fazla yapılara izin verilmeyeceği oldu. Buna göre,
Tarihi Yarımada içerisinde yeni yapılacak tüm
binalar 5 katı geçemeyecek. Eski yapılar yeniden
inşa edilmek istendiğinde 5 katla sınırlanacak.
Ancak korunması gerekli kültür varlığı veya tescilli
eserler bu uygulamanın dışında tutulacak. Büyükşehir
Belediyesi tarafından 2012 yılında yürürlüğe konulan
plan Fatih İlçesinin tamamını kapsıyor.
Sabah, Haber: Zeynel
Yaman, 26.10.2012
|
7 KATLI TARİH
Kars Kültür ve Turizm Müdürü Hakan Doğanay, yedi kat
yerin altında bulunan Ani harabelerinde yapılacak
çalışmalarla, ören yerinin gün yüzüne çıkarılacağını
söyledi.
Doğanay’ın verdiği bilgiye göre ören yerinde halen 2
uygulama, 3 proje çalışması yürütülüyor. “ Türkiye
’de hali hazır haritası ve çevre düzenlemesi yapılan
ilk ören yeri Ani’dir” diyen Doğanay çalışmanın
2013’te bitirileceğini söyledi. Ani’nin bir ticaret
kenti olduğu için bir hat üzerinde 4 dinin motifi
olduğunu belirten Doğanay, “Her milletten, her
kültürden, her ırktan yaşayan insanlar olduğu için
Ani’ye biz dünya şehri diyoruz” diye konuştu.
Türkiye - Ermenistan sınırını ayıran Arpaçay
Nehri’nin batısında, 78 hektarlık alana yayılan
Ani’nin geçmişi 5 bin yıl öncesine uzanıyor.
Radikal, 25.10.2012
|
|
MARMARAY'DA TÜYLER ÜRPERTEN BULUŞ

Marmaray çalışmalarında gün ışığına çıkan 8 bin
yıllık ayak izleri, özel metal kasalarda
Yenikapı'dan Arkeoloji Müzesi'ne taşındı. İzler,
puzzle gibi bir araya getirilip sergilenecek.
İstanbul'da, Marmaray ve İstanbul metrosu kapsamında
yaklaşık 8 yıldır devam eden arkeolojik kazılarda
ortaya çıkarılan Neolitik çağa ait yaklaşık 8 bin
yıllık ayak izleri, metal kasalarla tek tek taşındı.
İstanbul Arkeoloji Müzesi'ndeki özel bir alanda
tutulan 2 bine yakın ayak izi, özel ilaçlarla nemi
alınarak kurutuluyor.
YAZ MEVSİMİNİ BEKLEDİLER
İstanbul Arkeoloji Müzesi denetiminde yapılan
kazılarda, geçen yıl deniz tabanının 8.2 metre
altında ayak izleri bulundu. Karbon 14 testi
sayesinde ayak izlerinin neolitik çağa ait ve 8 bin
yıllık olduğu tespit edildi. İlk etapta 390 ayak izi
bulundu. Her ayak izi ölçüldü, fotoğraflandı,
çizimleri yapıldı. Ayak izleri üzerinde yapılan
antropolojik çalışmanın ardından, taşınma işlemi
başladı. Ayak izlerinin bulunduğu toprak çeşitli
kimyasallarla sertleştirilerek üzerine silikon
döküldü. Sahada çalışan ekip, bu sırada yeni ayak
izlerine de ulaştı. Ayak izlerini konservasyon
(muhafaza) için taşımak amacıyla metal kasalar
hazırlandı. 2 bine yakın ayak izinin taşınması için
gece sıcaklığının 10 gün boyunca 10 derece üzerinde
olacağı yaz mevsimi beklendi. Bu dönemde tüm ayak
izleri, metal kasalarla tek tek Yenikapı'dan
Fatih'teki İstanbul Arkeoloji Müzesi'ne taşındı.
Arkeoloji Müzesi'nde görevli uzmanlar da ayak izleri
üzerinde konservasyon çalışmasına başladı.
ÖZEL İLAÇLA KORUMA...
Müzede oluşturulan özel bir alanda, belli
periyodlarla ayak izlerine ilaç veriliyor. Bu sayede
ayak izlerinin bulunduğu toprağın tamamen
sertleşmesi sağlanıyor. Yaklaşık 1 yıl boyunca bu
çalışmanın süreceği tahmin ediliyor. Bu çalışmayla
korunan ayak izleri, Yenikapı'da kurulması planlanan
müzede bir puzzle gibi tekrar bir araya getirilecek
ve sergilenecek.
AYAK İZLERİ NASIL OLUŞTU?
8 bin yıl önce insanların çamur üzerinde yürürken
bıraktıkları izler zamanla kurumuş ve kalıp haline
gelmiş. Bölgedeki dere yatağının taşması sonucu da
kurumuş ayak izlerinin üzeri sarı deniz kumuyla
örtülmüş. Ayak izlerinin bugüne kadar ulaşmasının
ana nedeni ise farklı içerikteki dere kumunun o
kalıbın içine dolması. Dere kumu dolunca iki farklı
malzeme oluyor. Dere kumu taşlı çakıllı, diğer kum
ise kil. Dolayısıyla bunlar birbirine yapışmıyor. Bu
sayede izler şeklini muhafaza ediyor.
Sabah, 25.10.2012
|
LÜTFEN HASANKEYF'E SİZ
SAHİP ÇIKIN
Yıkılma tehlikesi
nedeniyle turizme kapatılan Hasankeyf can çekişiyor.
Uzaktan seyretmekle yetinmeyen binlerce yeli ve
yabancı turist Hasankeyf’in kapatılmasına tepki
göstererek tarihi ilçeye gelmekten vazgeçtiler.

Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu ile İlçe
yetkililerinin “yıkılma tehlikesi var” gerekçesiyle
önlem amacıyla kapatılmasına karar verdikleri
Hasankeyf kalesi kaderine terk edilirken bu alan
tamamen turistlerden arındırıldı ve Kaleye
çıkılmasına yasak getirildi.
Birkaç yıl önce yıkılan kaya parçası nedeniyle aynı
yerin kapatıldığına dikkat çeken Hasankeyf halkı
“Yetkililer burayı kapatacaklarına önlem alsınlar.
Her defasında yıkılma olabileceği endişesiyle
yetkililer kolayı seçerek girişleri engelliyorlar.
Bizleri düşünen hiç kimse yok. Bizi koyun gibi gören
kurul ile Hasankeyf’ten sorumlu olanlar ellerini
taşın altına koysunlar. Kapadokya ile Hasankeyf’in
yapısı örtüşmektedir. Burada da zaman zaman çökme
tehlikeleri var. Burası hiçbir zaman kapanmazken
neden her tehlikede yetkililer Hasankeyf’in üstünü
çiziyorlar” dediler.

Vali Yılmaz Arslan’a güvendiklerini ve ondan yardım
beklediklerini söyleyen Hasankeyfliler, Vali’nin
girişimler başlatarak çökme riski olan yerler
dışındaki geniş alanı turizme açmasını ve bunun için
kurulla görüşmesini istediler.
Batman Gazetesi,
24.10.2012
|
GALATAPORT'UN İMAR DEĞİŞİKLİĞİNE ONAY GELDİ

ÖYK, Galataport olarak bilinen Türkiye Denizcilik
İşletmeleri A.Ş. Genel Müdürlüğü'ne ait Salıpazarı
Kruvaziyer Liman Alanına yönelik imar planı
değişikliğini onayladı.
Özelleştirme İdaresi Başkanlığının bugünkü Resmi
Gazetede yeralan kararına göre, İstanbul İli,
Beyoğlu İlçesi'nde, mülkiyeti Türkiye Denizcilik
İşletmeleri A.Ş. Genel Müdürlüğüne ait 112.147,33 m2
yüzölçümlü Salıpazarı Kruvaziyer Liman Alanına
yönelik “Kruvaziyer Liman Alanı”(E:1,50 hmax:12,50
15,50 18,50 m.), “Rekreasyon Alanı”, “Sosyo-Kültürel
Tesis Alanı”, “Yol” kararları getirilmesine ilişkin
Özelleştirme İdaresi Başkanlığınca hazırlanan 4
paftadan oluşan 1/1.000 ölçekli koruma amaçlı
uygulama imar planı ve 2 paftadan oluşan 1/5.000
ölçekli koruma amaçlı nazım imar planının
onaylanmasına karar verildi
Ayrıca, mülkiyeti Tütün, Tütün Mamulleri, Tuz ve
Alkol İşletmeleri A.Ş’ye (GAYRİMENKUL A.Ş.) ait
Hatay İli Altınözü veYayladağı taşınmazlarının imar
plan değişikliği onaylandı.
haberler.com, 24.10.2012
|
YETİMHANE'NİN KADERİNİ KENT DEĞİŞTİRECEK

Büyükada'nın 200 yıllık tarihi binası Rum
yetimhanesi yıkılmaktan kurtuluyor. Müjdeli haber
Coca-Cola'nın Türk CEO'su Muhtar Kent'ten... 2010'da
Fener Patrikhanesi'ne geçen yetimhaneye,
Yunanistan'ın krize girmesi nedeniyle bir çivi bile
çakılamamıştı. Kolları sıvayan Kent, onarım için
gereken 50 milyon dolarlık kaynağın peşinde.
İstanbul'un tarihi simgelerinden, Büyükada
sırtlarında ayakta durmaya çabalayan 200 yıllık Rum
yetimhanesinin yılan hikayesine dönen onarım ve
restorasyonu için aranan destek okyanus ötesinden
geldi. Ahşap yapının restorasyonu için Coca-Cola'nın
Türk CEO'su Muhtar Kent devreye girdi. Fener Rum
Patrikhanesi'nin tapusunu almak için yıllarca
mücadele ettiği 2 asırlık tarihi yetimhane, 2010'da
Patrikhane7ye geçmişti. Ancak aradan geçen yaklaşık
2 yıllık sürede tarihi binaya tek bir çivi bile
çakılamamış, proje Yunanistan'ın içine sürüklendiği
büyük ekonomik krize takılmıştı.
Coca-Cola'nın CEO'su Muhtar Kent'in devreye
girmesiyle yıllarca kaderine terk edilen Avrupa'nın
en büyük ahşap binasının daha uzun yıllar ayakta
kalma umudu doğdu. Kent'in, geçen haziran ayında bu
konuyla ilgili olarak Fener Rum Patriği Bartholomeos
ile bir araya geldiği öğrenildi. Patrikhane bu
konuda suskunluğunu korurken, patrikhaneye yakın
kaynaklar ise merkezi ABD'de bulunan bir küresel
danışmanlık şirketinin yetimhanenin onarımı için
hazırlık içinde olduğunu bildirdi. Muhtar Kent'inin
şirketin fizibilite çalışmasını ücretsiz olarak
üstlenmesini sağladığı, geçen ay İstanbul'a gelen
şirket temsilcilerinin patrikhane yetkilileriyle
görüşerek sunumlarını yaptığı ve görüşmelere Kent'in
de bizzat katıldığı öğrenildi. Türk CEO Muhtar Kent,
şimdi 50 milyon dolara malolması beklenen onarım
için kaynak bulmaya çalışıyor.
Patrikhane tapuyu aldıktan sonra binayı 'Dinlerarası
diyalog ve dini odaklı bir ekoloji merkezi' haline
dönüştürülmesini öngörmüştü. Ancak bunca yıldır
kaynak bulunamaması nedeniyle yetimhane atıl
durumdaydı. Şimdi Kent gerekli kaynağı bulur ve
onarım gerçekleşirse, 200 yıllık Rum yetimhanesi
İslam, Hıristiyanlık ve Musevi din adamlarının
birlikte çalıştığı bir merkez olacak.
YÜZ YILLARA MEYDAN OKUYOR
Avrupa'nın en büyük, dünyanın ise 2. en büyük çok
katlı ahşap binası 1898-1899 yılları arasında otel
olarak inşa edildi. Mimarlığını Alecandre
Vallaury'nin üstlendiği bu muhteşem binayı, 1902'de
bir Rum bankerin eşi olan Eleni Zarifi, 10 bin sarı
lira karşılığında satın aldı. Sultan Abdüllhamid'in
izniyle Rum yetimhanesine dönüştürüldü. 1964'te ise
bina boşaltıldı.
1964 yılında boşaltılan tarihi bina için Fener Rum
Patrikhanesi hukuk mücadelesine girişti. Türklerle
Rumlar arasında tam bir hukuk savaşına dönüşen bu
süreç, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin 2010
yılında binanın tapusunun patrikhaneye teslim
edilmesine karar vermesiyle son buldu.
Akşam, Haber: Bülent Şanlıkan, 24.10.2012
******
RUM YETİMHANESİ'NİN ONARIMI

Fener Rum Patrikhanesi , İstanbul 'un en önemli
mimari, tarihi ve kültür miraslarından olan Büyükada
'daki Rum Yetimhanesi'nin onarımı için büyük bir
bütçe gereksinimi bulunduğunu belirterek, proje
çerçevesinde bir çok din, bilim ve iş çevresinden
muhtelif kurum ve kişilerle görüşmeler yapıldığı,
Muhtar Kent'in de konuyla ilgili temas edilen ve
saygı duyulan başarılı bir yönetici olduğu
kaydedildi.
Fener Rum Patrikhanesi'nden yapılan açıklamada,
bugün bir gazetede yetimhane binası ile ilgili çıkan
haber üzerine açıklama yapılma gereği duyulduğu
belirtildi.
Açıklamada, 1964 yılında mülkiyetlerinden alınan ve
2010 yılında mahkeme yolu ile adlarına tescil edilen
tarihi Yetimhane Binası'nın, bu yıllar içinde büyük
zarar gördüğü anlatıldı.
İstanbul'un en önemli mimari, tarihi ve kültür
miraslarından olan bu eserin onarımı için büyük bir
bütçe gereksinimi bulunduğu vurgulanan açıklamada,
şöyle denildi:
“Patrikhanemiz yıllardan beri uluslararası düzeyde
çalıştığı çevre bilincini koruma, din-mezhep ve
çevre, kültürler arası diyalog gayretleri
çerçevesinde edindiği ekoloji misyonuna destek
verecek bir Uluslararası Çevre Merkezi Kurma
çalışmaları için gayret sarf etmekte ve bu tarihi
binamızı bu amaç için kullanma kararını vermiştir.
Bu proje çerçevesinde bugüne kadar bir çok din,
bilim ve iş çevresinden muhtelif kurum ve kişilerle
görüşmeler yapılmıştır. Muhtar Kent de konuyla
ilgili temas ettiğimiz ve saygı duyduğumuz başarılı
bir yöneticidir. Umarız ki bu çabalar yakın bir
gelecekte arzu edilen başarıya ulaşacaktır.”
Radikal, 24.10.2012
|
SULTANAHMET CUMA
ZİYARETİNE KAPATILABİLİR
İstanbul Müftüsü Doç.Dr. Rahmi Yaran,
Sultanahmet Camisi'nin temizlik yapılabilmesi için
Cuma günleri cuma namazından önce yerli ve yabancı
ziyaretçilere kapatılması için görüşmeler
yaptıklarını söyledi. Yaran, Rehberler Birliği ve
TÜRSAB'la da görüşerek konuyu sonuçlandıracaklarını
belirtti. Turist akınının yaşandığı Sultanahmet
Camisi'nin cumaları yarım günlüğüne temizlik amaçlı
kapatılmasının gündemde olduğunu belirten Yaran
"Cumadan önce buna ihtiyaç var" dedi.
Sabah, 24.10.2012
|
MURAD EFENDİ'NİN
KAYIP MEZARI BULUNDU

Avrupa'nın kültürel
mirası konusunda çalışmalar yapan "Europa
Nostra" adlı kuruluşun Türkiye-Hollanda
arasındaki diplomatik ilişkilerin 400'üncü
yıldönümü dolayısıyla yayımladığı özel dergide
yer alan araştırmada, Murad Efendi'nin mezarının
Lahey'de olduğu kaydedildi.
"Ortak Miras" adlı
dergide, Türkiye'nin, Lahey merkezli Hollanda,
Norveç ve İsveç büyükelçiliği görevlerini
üstlenen Murad Efendi'nin 1881 yılında
Hollanda'da vefat ettiği ve ardından Lahey'de
defnedildiğine yer verildi.
Araştırmacı Eray
Ergenç'in titiz bir çalışma sonunda ulaştığı
Murad Efendi'nin mezarını Türkiye'nin Lahey
Büyükelçisi Uğur Doğan da ziyaret etti. Lahey
Büyükelçiliği ayrıca, önümüzdeki günlerde
mezarlık yerine Murad Efendi adına bir anıt
yerleştirilmesi için çalışma başlattı.
Ergeç, 1836 yılında
Viyana'da doğan bu önemli şahsiyetin iyi bir
eğitimin ardından Osmanlı ordusuna katıldığını
ve bu dönemde Franz von Werner olan ismini Murad
Efendi olarak değiştirdiğini kaydetti.
Ergenç, Kırım ve
Karadağ'daki başarılarının ardından Sadrazam
Ethem Paşa'nın yardımcılığına getirilen Murad
Efendi'nin aynı zamanda iyi bir şair ve
edebiyatçı olduğuna dikkati çekti.
Timetürk, 24.10.2012
|

Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Mersin il Özel İdaresi
tarafından sağlanan 265 bin TL ödenek ile yaklaşık
iki aydır devam eden Silifke Kalesi'ndeki kazı
çalışması tamamlandı.
Silifke Kalesi'nde tamamlanan kazı çalışmalarında
ünlü gezgin Evliya Çelebi'nin Seyahatname'sinde
bahsedilen cami, yol ve değişik yaşam alanları gün
ışığına çıkartıldı. 24 Ağustos 2012 tarihinde
başlayan kazı çalışması Selçuk Üniversitesi Sanat
Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Ali Boran’ın
kazı başkanlığında ve yaklaşık 20 kişilik öğretim
görevlisi tarafından yapıldı.
Tarihi kale içinde 12 bin metrekarelik alanın dörtte
birinde yapılan kazı çalışması hakkında bilgi veren
ve kazının son durumunu yorumlayan kazı başkanı Dr.
Ali Boran, kale içinde bu yıl 3 bin metrekarelik
alanda bir kazı yaptıklarını, kazının sonunda
Osmanlı dönemine ait kent bulduklarını ve bu kentin
içinde iki ve üç odalı evlere rastlandığını söyledi.
İki ay süren kazının sonunda bölge ve Türkiye
turizmine önemli bulgular kazandırdığını belirten
Kazı Başkanı Boran, "MÖ 4. yüzyılda yapıldığı tahmin
edilen kale, Romalıların yanı sıra Bizanslılar
döneminde de kullanılmış ve tamir görmüştür.
Seyyahlar ve bazı tarihi kaynaklar kaleyi daha geç
dönemlerde Selçuklular, Karamanoğulları ve
Osmanlıların kullandığını belirtse de bugüne kadar
bu yönde somut bir ize rastlanmamıştı. Ancak
bölgenin yapısı ve konumu dikkate alındığında burada
bir Türk-İslam izinin bulunmamasının mümkün
olamayacağını düşündük. Kazı çalışmalarını bu yönde
sürdürmeye karar verdik. Tahminlerimizde de
yanılmadık. Şu ana kadar da kalenin 3 bin
metrekarelik bir alanının kazı çalışmasını
tamamladık. Ünlü gezgin Evliya Çelebi,
Seyahatnamesi'nde, 17. yüzyılda Silifke Kalesi'nin
23 burcu olduğu, içinde bir cami ve 60 ev
bulunduğunu yönünde bilgilerin yer alınmasının
üzerine yaptık çalışmalarımızı.” dedi.
Boran, “Bu yıl tüm İslam şehirleri için önemli olan
merkezde caminin oluştuğu ve merkezden dağılan
ticari mekanları, sokakları bulduk. Bu da Silifke
Kalesi'nin Türk İslam dönemi için özellikle
Karamanoğlu ve Osmanlı dönemindeki kullanımını
göstermekte."

"Silifke Kalesi’nin
özellikle Osmanlı dönemindeki şehirleşme ve
kentleşme açısından son derece önemli bir yere sahip
olduğunu gösteren camiye paralel sokaklar ve
sokakların da binleştiği evlerden müteşekkil olduğu
ortaya çıkmıştır. Önümüzdeki dönemde caminin doğusu
ve camiinin güneyinde kazılarımız devam edecektir.
Bu yıl toplam 3 bin metrekarelik alan kazılmıştır.
Önümüzdeki yıl hedefimiz ödenekler kapsamında 3 bin
yada 4 bin metrekarelik bir alana yaymaktır. Yani 12
bin metrekarelik kazılması gereken alanın dörtte
birini şuanda kazmış durumdayız. Önümüzdeki yıllarda
kazı aşamasını tamamlamayı düşünüyoruz. Silifke
Kalesi bölge ekonomisi, bölge turizmi ve ülke
turizmi açısından son derece önemlidir. Şuanda bile
her gün 200 -300 turist gelerek kaleyi ziyaret
etmektedir. Bu ziyaretçilerin önemli bir kısmını da
yabancı turistler oluşturmakta. Kazı sonrasında
bölge turizmine ve ülke turizmine önemli bir katkı
sağlayacağı aşikardır.” diye ifade etti.

Çalışmaları, bir kazı
başkan yardımcısı ve 8 öğretim üyesi ile 12
öğrenciden oluşan heyetle tamamladıklarının altını
çizen Boran, çalışmalar boyunca heyecanlandıklarını
ve bu heyecanı da çeşitli toplantılar yaparak gerek
Silifke’deki kurum müdürlerine gerekse halka
anlattıklarını söyledi.
Boran, böylelikle turizm için önem taşıyan Silifke
Kalesi'nin daha çok tanıtılmasına vesile olduklarını
söyledi.
Hatay Gündem, 24.10.2012
|
ASSOS'TA 2 BİN YILLIK OLTA İĞNESİ BULUNDU

Ayvacık İlçesi sınırları içinde yer alan Assos antik
kentinde bu yıl yapılan kazılarda, yaklaşık 2 bin
yıllık 5 santimetre büyüklüğünde bronz olta iğnesi
bulundu.
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Arkeoloji
Bölüm Başkanı ve Assos Antik Kenti Kazı Heyeti
Başkanı Prof.Dr. Nurettin Arslan, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, geçmiş yıllardan itibaren gerek
Agora'da (pazar yeri) gerekse kentin değişik
noktalarında zaman zaman bronzdan yapılmış olta
iğneleri bulduklarını, bunların uzunluğunun 1-2
santimetreyi geçmediğini belirtti.
Arslan, bu yıl Stoa'da (Antik Yunan mimarisinde bir
sokak ya da Agora'nın yanında yer alan, üstü kapalı,
sütunlu galerilere verilen ad) ele geçen olta
iğnesinin uzunluğunun ise yaklaşık 5 santimetre
olduğunu kaydederek, şu bilgileri verdi:
''Bu büyüklükteki oltayla Assos'ta büyük balıkların
avlandığını söylemek mümkün. Olta 2 bin yıllık.
Assos'ta bastırılan bazı sikkelerin üzerinde balık
betimlemeleri olduğunu görüyoruz. Bu da bize kentin
geçim ve gelir kaynaklarından birisinin balıkçılık
olduğunu gösteriyor. Antik dönemde ihraç ürünlerinin
ya da ticari malların arasında şarap, kuru üzüm,
zeytin, zeytinyağı gibi ürünler var. Tuzlanmış
balığın da amforalarla başka kentlere ihraç
edildiğini biliyoruz. Çünkü kent uzun bir sahil
şeridine sahip.''
Yöredeki balık avlama teknikleri konusunda da
görüşlerini aktaran Arslan, ''Bazı tasvirler
Assos'lu balıkçıların oltanın yanı sıra ağ da
kullandığını gösteriyor. Balıkçılar serpme ağı
kullandığında tekneyle denize açılıyordu. Oltayla
karadan av yapılıyordu. Oltalar genelde keten iplere
bağlanarak denize atılıyordu'' dedi.
Akşam, 23.10.2012
|
|
KADIKÖY'E 3 ÖDÜL BİRDEN!
Kadıköy Belediyesi, 48 belediyenin 34 proje ve 30
uygulama ile katıldığı “Tarihi Kentler Birliği
Tarihi ve Kültürel Mirası Koruma Proje ve
Uygulamalarını Özendirme Yarışması”nda 3 projesiyle
ödül kazandı.
Kadıköy Belediyesi, Tarihi Fransız Kilisesi’nden
Kültür Merkezi’ne Projesi, Tarihi Çeşmelerin
Restorasyon Projeleri ve Karikatür Evi Restorasyon
Projeleri ile ödüle layık görüldü. Ödüller,
Antalya’da yapılan Restorasyon, Renovasyon ve Kültür
Mirasının Korunması temalı YAPEX Fuarı’nda,
yarışmaya katılan bütün projelerin yer aldığı sergi
ve törende verildi.
Habertürk 23.10.2012
|
BU 'TAPU'NUN SAHİBİ KİM?

Sultanahmet’teki 104 yıllık tarihi Tapu Kadastro
binası, sahibini arıyor. Tapu Kadastro’nun ocağı
olarak bilinen bina şu anda İstanbul Tapu Kadastro
2. Bölge Müdürlüğü’ne ev sahipliği yapıyor.
Müdürlük, yakında binayı boşaltıp başka bir yere
taşınacak. Vakıflar Genel Müdürlüğü, otel yapılacağı
öne sürülen ve Hazine’ye ait binanın Vakıflar’a
devredilmesi için İstanbul 1. Asliye Hukuk
Mahkemesi’ne dava açtı. Vakıflar, mahkemeye sunduğu
dilekçede, “Mezkur taşınmaz vakıf yolu ile meydana
getirilmiş, korunması gerekli kültür varlığıdır.
‘Sultan Ahmet Hanı Salis Vakfı’ adına tescil
edilsin” dedi. Dava sürerken devreye Kültür ve
Turizm Bakanlığı girdi. Bakanlık, İbrahim Paşa
Sarayı kalıntılarının üzerine yapılan binayı, Türk
İslam Eserleri Müzesi bünyesine katmak için talip
oldu. Seyrantepe’ye yeni binasını yapacak olan
İstanbul Büyükşehir Belediyesi ’nin de binayı
başkanlık makamı yapmak istediği öne sürüldü.
Tapu Kadastro binasının 1908 yılında Maliye
tarafından yaptırıldığını ve Vakıflar Genel
Müdürlüğü’nün inşaatla bir ilgisinin olmadığını
belirten İstanbul Tapu Kadastrolular Dayanışma
Derneği ise İstanbul 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne
başvurarak, Vakıflar’ın açtığı davanın reddini
istedi. Şimdi mahkeme binanın sahibinin kim olduğu
ve nasıl değerlendirileceği yönünde karar verecek.
Binanın Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne geçmesi halinde
otel olacağını belirten dernek başkanı Metin Yeşil,
“Birileri para kazanacak diye neden tarihi binamız
elimizden gitsin? Müze yapılması için elimizde
yeterli kaynak ve doküman var. Otel olursa kamu bu
eserden yararlanamaz” diye konuştu.
Tapu Kadastro 2. Bölge Müdürlüğü binası, Türk İslam
Eserleri Müzesi’ne dönüştürülen İbrahim Paşa Sarayı
bahçesinde 1881’de inşa edilmiş. Dört katlı yapının
altında Bizans tonozlarının üstüne kurulmuş
sarnıçlar, ambarlar bulunuyor. Sultanahmet Camii ve
Ayasofya Müzesi manzaralı binada 120’ye yakın ofis
odası var.
Radikal, Haber: Ercan Sarıkaya, 23.10.2012
|
SUMELA'DA HAVARİ SORUŞTURMASI
İstanbul'da yaşayan Fatih Doğan, Karadeniz gezisinde Sümela Manastırı'nı ziyaret etti. Burada manastırın iç bölümündeki tavanda bulunan bir havari freskinin, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e benzediğini öne süren Doğan, Gül'e özel bir sorunuyla ilgili yazdığı mektubun son bölümüne şu paragrafı ekledi: "Havarinin figüründe sizin suretinizin kullanıldığını tespit ederek eşim bana gösterdi. Manastırın tavanında Hz. İsa ve havari figürleri var. Bu figürler arasında bir havarinin freski size benzetilmiş. Üzülerek ifade etmeliyim ki, bilerek ve istenerek böyle bir şey yapıldığı kanaati bende hasıl oldu." Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, mektuptaki bu ifadeler üzerine Kültür ve Turizm Bakanlığı'na konunun incelenmesi için yazı gönderdi. Bakanlığa bağlı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü ise, Trabzon Valiliği Kültür ve Turizm Müdürlüğü ile Trabzon Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü'ne yazı yazdı. Yazıda, konunun ivedilikle incelenmesi istendi. Trabzon'daki yetkililer, havari freskine sonradan bir müdahale olup olmadığını araştırıyor.
Sabah, Haber: Özgür Özdemir, 23.10.2012
|

|
'KARUN' MÜZELERİ BİRLEŞTİRDİ
Uşak Arkeoloji
Müzesi’nde 41 bin 600 tarihi eserden ancak 2 bini
sergilenen, bu nedenle de tam tanıtımı yapılamayan
Karun Hazineleri, AB-Türkiye Kültürlerarası Diyalog
bileşini programı doğrultusunda hazırlanan 'Karun,
Barış ve İşbirliği Yolu' projesi ile dünyaya açıldı.
İtalya Prato Tekstil Müzesi ve Yunanistan Tragilos
Müzesi’nin ortak olarak yer aldığı proje kapsamında
Karun Hazineleri’nin en önemli 50 parçasından oluşan
fotoğraflar dünya genelinde ziyaret edilen müzelerde
sergilendi.
AB tarafından hibe ile desteklenen, Türkiye,
Yunanistan ve İtalya tarafından bir yıl sürdürülen
'Karun Barış ve İşbirliği Yolu' projesi düzenlenen
kokteyl ile sonlandırıldı. Uşak’ta Atatürk Kültür
Merkezi’ndeki kokteylde, İtalya ve Yunanistan’da
binlerce kişiye ulaşan fotoğraflar sergilendi.
Kokteyle Uşak Vali Yardımcısı Ferhat Kurtoğlu,
Kültür ve Turizm İl Müdürü Şerif Arıtürk, Uşak
Arkeoloji Müzesi Müdürü Sabiha Pazarcı, İtalya Prato
Tekstil Müzesi Müdürü Filippo Guarini, Yunanistan
Tragilos Müzesi Uzmanı Apostolina Tsaltampası ve
davetliler katıldı.
Uşak Arkeoloji Müzesi Müdürü Sabiha Pazarcı, AB
Türkiye İş Geliştirme Merkezi’nin desteğiyle
kendilerin tarafından hazırlanan 'Karun Barış ve
İşbirliği Yolu' projesinin AB’den 116 bin 874 Euro
hibe desteği kazandığını hatırlattı. İtalyan Prato
Tekstil Müzesi ile Yunanistan’dan Tragilos
Müzesi’nin proje ortakları olduğunu kaydeden
Pazarcı, "Müzemizin kurumsal kapasitesini artırarak
işlevselliğini geliştirmek, AB’deki uygulamaları
öğrenerek ülkelerarası diyalogu ve uzun vadeli
işbirliğini sağlamak için hazırlanan proje
kapsamında Yunanistan ve İtalya’daki müzeler
gezildi, fikir alışverişinde bulunuldu. Ayrıca proje
ortağımız müzelerde Karun Hazineleri’nin
fotoğraflarından oluşan sergiler açılarak dünyaca
ünlü hazinemiz Avrupa’da yerli ve yabancı uzmanlar,
vatandaşlar ve öğrencilere tanıtıldı. Proje
kapsamında modern müzeciliği geliştirerek,
ülkelerarası müzelerin işbirliği ve kültürlerin
kaynaşması sağlandı" dedi.
KARUN KADAR ZENGİN
Halk arasında 'Karun kadar zengin' deyiminin
kullanılmasına neden olan Karun Hazineleri, MÖ
560-546 yılları arasında Lidya ülkesini yöneten
Krezüs (Karun) dönemine aittir. Hazineler, Uşak’ın
25 kilometre batısında ve İzmir Karayolu üzerinde
bulunan Güre Beldesi yakınlarındaki tümülüslerden
1960'lı yıllarda çıkarılarak yurt dışına kaçırıldı.
Karun Hazineleri 1993 yılında geri alınabildi. Bazı
kaynaklarda Lidya Hazinesi veya Lidya Hazineleri
olarak da anılır. Lidya döneminin en görkemli
eserleri arasında yer alan bu hazine, 1965-1968
yılları arasında üç ayrı soygunla kaçırıldı.
İlk soygun 1965 yılında Toptepe Tümülüsü’nde
yapıldı. 5 kişilik grup, tünel kazarak mezar odasına
ulaştı ve buldukları eserleri dönemin parasıyla 65
bin liraya sattı. Daha sonra, 1966'da İkiztepe
Tümülüsü 11 kişi tarafından soyuldu ve oda
içerisindeki 150 parça önce saklanıp daha sonra 160
bin liraya satıldı.
Güre Beldesi’nde üçüncü soygun 1968 yılında Aktepe
Tümülüsü’nde gerçekleşti. Bulunan resim ve
kabartmalar 40 bin liraya satıldı.
Hazinenin tamamı, New York’taki Metropoliten
Müzesi’nde 1985 yılında bir sergide gazeteci Özgen
Acar’ın görmesi ile bulundu. Dönemin Kültür
Bakanlığı’nın uyarılması sonucu müzenin depolarında
saklanan eserleri almak için 1987’de dava açıldı ve
yaklaşık 40 milyon dolarlık masrafa yol açan hukuki
süreçler sonunda eserler 1993 yılında Türkiye’ye
geri getirildi.
Gerçek Gündem, Haber: Yavuz Kuşdemir, 23.10.2012
|
ADIYAMAN İLİNDE TÜRK
İSLAM ESERLERİNİ ARAŞTIRDI
Adıyaman Üniversitesi
Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi (ADYÜBAP)
tarafından desteklenen “Adıyaman İlinde Türk İslam
Eserleri” başlıklı proje ile Adıyaman’da az bilinen
Türk İslam dönemi eserlerinin tespiti ve bugünkü
durumları hakkında önemli sonuçlara ulaşıldı.
Adıyaman Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim
Üyesi Yrd. Doç.Dr. Fuat Şancı’nın yürüttüğü proje
kapsamında Adıyaman ili ve ilçelerinde yer alan cami
ve mescitler, türbeler, hamamlar, köprüler, çeşmeler
ve kaleler gibi mimari yapılar incelendi ve
fotoğraflandı.
Yrd. Doç.Dr. Fuat Şancı, proje kapsamında yapılan
çalışmalar hakkında bilgi vererek; “Bu kapsamda
Adıyaman ili ve ilçelerinde yer alan eserler
incelenmiş ve fotoğraflanmıştır. Cami ve mescitler,
türbeler, hamamlar, köprüler, çeşmeler ve kaleler
gibi mimari yapılar incelenmiştir. Bunların yanı
sıra mezarlıklar da bu konu kapsamında
değerlendirmeye alınmıştır” dedi.
Şancı, çalışmada Adıyaman ve ilçelerinde; “üçü harap
olmuş, biri kullanılır durumda olan 4 hamam, 17 adet
cami ve mescit, çok sayıda türbe olup,
bunların çoğunluğu orijinalliğini kaybetmiş ve
yenilenmiş, güzergahların değişmesiyle kullanım dışı
kalan ve çoğunluğu harap olmuş değişik büyüklüklere
sahip 8 köprü, 3 kervansaray ve han ile 4 çeşme
tespit edilmiştir” şeklinde konuştu.
“Bölgesel Bir Mimari Üslup Oluşmuştur”
İncelemeler
neticesinde bölgede görülen mimari üslubun, bölgesel
bir üslup oluşturduğunun görüldüğünü kaydeden Yrd.
Doç.Dr. Fuat Şancı, “Adıyaman’da cami ve mescitlerde
mihraba paralel veya enine gelişen bir mekan
anlayışının hakim olduğu, özellikle minarelerde
Kahramanmaraş, Gaziantep’te yoğunlaşan Dulkadirli
Beyliği mimarisinin etkileri görülmektedir.
Merkezden uzak bu bölgede Osmanlı mimarisinin
etkilerinden ziyade mahalli bir üslubun meydana
getirildiği gözlemlenmiştir. Ayrıca Osmanlı
İmparatorluğunun son yıllarında yapılan onarımlarla
Osmanlı mimarisinde görülen Batı kaynaklı sanat
özellikleri taşıyan mihraplar da dikkat çekmektedir”
ifadelerini kullandı.

Bilinçsiz Tamiratlar Eserlere Zarar Vermiştir
Eserlerin günümüzdeki
durumu hakkında da bilgi veren Şancı şunları
söyledi:
“Anadolu Selçukluları devrinden kalma anıtsal
boyutlara yaklaşan Kerimüddin Kervansarayı dikkate
değer eserlerden olup bugün harap bir vaziyettedir.
Yazlık ve kışlık kısımlardan oluşan kervansaray
Anadolu Selçuklu kervansaraylarının özelliklerini
taşımaktadır. Kalelerden Eski Kahta ve Gerger kalesi
ise planları hakkında bilgi verecek bakiyeleri
olmakla birlikte harap bir vaziyette günümüze
ulaşmıştır.
Sosyal yaşamın içerisinde kalan yapılar bazı
değişikliklerle günümüze ulaşmışlardır. Ancak terk
edilen yerleşimlerde bulunan eserlerin bu şansı
yakalayamadığı tespit edilmiştir. Tespitlerimiz
arasında bilinçsiz tamiratlar ve yenilemelerle
Adıyaman’daki mimari eserlerin birçoğunun
orijinalliğini kaybettiği görülmekle beraber harap
durumdaki birçok eserin ise kurtarılma ümidinin
olduğu görülmüştür.”
Yrd. Doç.Dr. Fuat Şancı, eserlerin
restorasyonlarının yapılmasının önemine de
değinerek, “Bu harap yapılardan özellikle
kervansaray, han yapıları, kaleler ve hamamların
restorasyonlarla ayağa kaldırılmasıyla ilin ve
ülkenin turizmine katkı sağlaması yanında kültürel
mirasın gelecek nesillere aktarılma ihtimalinin
bulunması büyük bir şanstır” şeklinde konuştu.
Adıyaman Haber,
22.10.2012
|
YENİKAPI'YI DOLDURMAK İÇİN YOL BULUNDU

Yenikapı sahilini doldurarak dev bir miting alanı
yaratacak proje Koruma Kurulu'nun itirazlarına
rağmen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'ndan geçti.
Dolgu alanı denize yapılacağı için Tarihi
Yarımada'dan sorumlu kurul 'yetkisiz' kaldı. Odalar
dava açacak.
Yenikapı’da deniz doldurularak inşa edilecek 1
milyon 250 bin kişilik dev meydan için son hamle
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan geldi. Geçtiğimiz
hafta meydanın imar planlarını 3621 sayılı Kıyı
Kanunu’nu gerekçe göstererek onaylayan ve askıya
çıkartan bakanlık, Koruma Kurulu’nun ‘silüet ve
topoğrafyayı bozar, uluslararası sözleşmelere
aykırı’ itirazını dikkate almadı. Tarihi Yarımada’da
verilecek kararlardan sorumlu 1 Numaralı Yenileme
Alanları Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu ise
alınan kararla “yetkisiz” bırakıldı. Yetkisiz
bırakılma gerekçesi ise dolgunun ‘SİT alanına değil
denize’ yapılması olarak tanımlandı.
Meydan için Yenikapı İDO İskelesi’nden Samatya
Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin önüne kadar
yaklaşık 578 bin metrekarelik alanda denizin
doldurulması planlanıyor. Projenin ilk aşamasında
denizin içine 2 kilometrelik yol yapılacak. Ardından
da 1 milyon 250 bin kişilik miting alanı ve açık
otopark inşa edilecek. Kurulun olumsuz görüşüne
rağmen projenin ilk etap ihalesi geçen yılın aralık
ayında yapılmış, ihaleyi Nas-Nuh-Uğraş İnşaat
konsorsiyumu 31 milyon lira bedelle kazanmıştı.
Kazılarda tarihinin 8 bin 500 yıl öncesine uzandığı
ortaya çıkan, UNESCO’nun dünya mirası listesinde yer
alan, kentsel ve arkeolojik sit alanı olan
yarımadaya yapılan proje, Mimarlar ve Şehir
Plancıları Odası’ndan büyük tepki gördü. Odalar dava
açma hazırlığında.
Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube Başkanı Tayfun
Kahraman, “Burası 1. derece tarihi SİT alanı,
yapılacak her proje öncesinde Koruma Kurulu onayı
gerekir. Fakat dolgu alanı denize yapılacağı için
‘Burası sit değildir, kurul görüşüne gerek yoktur’
deniyor. Sit alanı önüne yapılan dolgu da sit haline
gelir. Hukuka aykırı bir işlem, dava konusu olacak”
dedi.
Mimarlar Odası Sözcüsü Mücella Yapıcı ise “Burası
çok önemli bir arkeolojik alan, böyle bir müdahale
asla yapılamaz. Kurulun kıyameti koparması lazım ama
artık yetkiler tamamen Çeve ve Şehircilik
Bakanlığı’nda toplandı. Kurul burada ya görevini
yapmıyor ya da yaptırılmıyor” diye konuştu.
Radikal, Haber: Elif İnce, 22.10.2012
******
DENİZDE 'TARİH'E KARŞI MİTİNG
Yenikapı sahilinin doldurulup miting ve gösteri
alanı olarak kullanılacağı meydanın inşasını öngören
proje, Koruma Kurulu'nun itirazlarına rağmen Çevre
ve Şehircilik Bakanlığı'ndan geçti.
Bakanlık, kararı denizin sit alanı içine girmemesi
nedeniyle kıyı kanununa (3621sayılı) istinaden
onayladı.
Şehir Plancısı Tayfun Kahraman, kurul kararına
rağmen alınan kararı hukuk dışı budu; mimar Korhan
Gümüş ise İstanbul'un Kültür Mirası listesinden
çıkarılacağını belirtti.
1 Numaralı Yenileme Alanları Kültür Varlıklarını
Koruma Bölge, meydanın tarihi yarımadanın silüetini
ve topoğrafyasını bozacağını ve arkeolojik mirası
etkileyeceğini belirtmişti.
Yenikapı İDO İskelesi'nden Samatya Eğitim ve
Araştırma Hastanesi'nin önüne kadar olan, yaklaşık
578 bin metrekarelik alanda denizin doldurulması
planlanıyor. 800 bin kişilik miting alanında iki
adet araç otopark alanı yapılacak. Meydana farklı
toplu ulaşım bağlantıları konacak. Meydanın altında,
atık suyunun arıtılacağı İleri Biyolojik Arıtma
Tesisi kurulacak.
Meydanın yapılacağı alanın yanında 8500 yıllık
UNESCO'nun dünya mirası listesinde yer alan, kentsel
ve arkeolojik sit alanı mevcut.

Projeye itiraz edeceklerini belirten Şehir
Plancıları Odası İstanbul Şube Başkanı Tayfun
Kahraman, denizin sit alanı sayılmamasını eleştirdi.
"Projenin yapılacağı sular sit alanın hemen yanı
başında ve denize dolgu yapıldığında o bölge
etkilenecek; ancak hukuki boşluktan dolayı burada
söz konusu deniz sit alanı içinde değil. Bakanlıkta
buna dayanarak bu kararı verdi. Oysa Koruma Kurulu
itirazlarında tarihi yarımadanın silüetinin ve
topoğrafyasının bozulacağını belirtmişti. Bakanlık
bunu dikkate almadı.
"2011 ve 2012'de yapılan imar planlarında da dolgu
projesi yer almıyordu. Tarihi yarımada gibi bir
alanda, marmara surlarının hemen önünde bu kadar çok
insanın geleceği bir projeye ihtiyaç var mı? Bunun
mantığı nedir?"
Mimar Korhan Gümüş, bu proje nedeniyle İstanbul'un
Kültür Miras listesinden artık kesin olarak
çıkarılacağını söyledi.
"Yenikapı Marmaray Projesi ile ulaşım transfer
merkezi yapılma aşamasında. Oysa tarihi yarımadanın
araçlardan arındırılması gerek. Turgut Cansever
zamanında yarımadaya metronun gelmesini bile
'cinayet' olarak nitelendirmişti. Yani yarımadaya
yoğun olarak insanların ayak bastığı bir transfer
merkezi yapılamaz. Bir de dolgu merkezi ekleyerek bu
tarihi bölgeyi tamamen yok ediyorlar."
"Taksim Meydanı'nı yok ederek Yenikapı'ya kapalı,
merkezden uzak, kontrollü bir miting alanı
yapacaklar. Bugüne kadar hep istenen şey miting
alanının kentle ilişkisini koparmaktı. Miting şehrin
sokaklara açılan meydanında olur. Herkes yürüyerek
alana ulaşır. Bu projede herkes toplu taşıma ile
miting alanına gelecek; kontrollü bir alanda
mitingini yapıp gidecek. Kimse görmeyecek,
duymayacak."
Bianet, 22.10.2012
|
|
TÜRKİYE 'ÖRNEK' ÜLKE
Türkiye tarihi eserlerine sahip çıkma bakımından
''örnek ülke'' gösterildi.
Türkiye'nin yurt dışına kaçırılan tarihi eserlerin
iadesi için gösterdiği çabanın, Güney Kore'nin
Başkenti Seul'de, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim
ve Kültür Örgütü (UNESCO) nezdinde düzenlenen
uzmanlar toplantısında, ''örnek ülke'' olarak
gösterilmesine neden olduğu bildirildi.
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Murat
Süslü, ''Yorgun Herakles Heykeli, Truva
Hazineleri'nin bir kısmı, Sinan Paşa Camisi'nden
kaçırılan İznik çinileri gibi zenginliklerin yer
aldığı 4 bine yakın tarihi eser son birkaç yılda
ülkemize iade edildi. Türkiye'nin kaçırılan tarihi
eserlere yönelik iade talebi sürecektir'' dedi.
Akşam, 22.10.2012
|
"MUHAFAZAKAR SANAT'TA KALİTE SORUNU VAR

Usta Ressam Mehmet Güleryüz, ‘Çizginin Ucunda’
sergisiyle kasım ayı sonuna kadar Tepe Prime’da yer
alan “m1886’da” galerisinde Ankara ’ya konuk oluyor.
Serginin açılışı için Ankara’ya gelen Güleryüz’e ilk
sorumuz “Ankara size ne anlatıyor” oldu. En son 2008
yılında başkente geldiğini belirten Güleryüz,
“1963-64’te Arena tiyatrosuyla birlikte geldim. İlk
sanatsal gelişimdi ve o zamanlar Ankara izleyicisi
bizler için ‘sınav’ niteliğinde olurdu” diyerek
sözlerine başladı. Ankara’nın bugün ise çok
büyüdüğünü ve yayıldığını anlatan Güleryüz, “
İstanbul , Ankara’dan çok göç aldı. Ama Ankara’ya bu
nitelikte bir göç olmadı. Ankara’ya gelenler, bir
başka deyişle yeni şehirliler yaşadıkları şehrin
kültür sanatına aynı enerjiyle katılmamaya
başladılar” diye konuştu.
Güleryüz’e son dönemde sıkça gündeme gelen
‘muhafazakar sanat’ tartışmalarıyla ilgili
görüşlerini de sorduk. Muhafazakarlığın geçmiş
değerleri koruma ve zamanın değerlerine
eklemlendirme olduğunu belirten Güleryüz, “Ama
üstüne çıkma değildir. Üstüne çıkarma gericiliktir”
değerlendirmesini yaptı. Bugün muhafazakarlık adına
mimaride, dekorasyonda ve diğer alanlarda
yapılanlarla geçmişte yapılanlar arasında topografya
farkı olduğunu belirten Güleryüz, “Muhafazakar
sanatı ortaya koyanlar, o sanatın ritmini, oluşunu,
felsefesini görebilir kalitede değiller. Çok ciddi
bir kalite sorunu var. Bugüne kadar olan örneklerden
de haberdar değiller. Bunu mesela mimaride çok açık
görüyoruz. Çok büyük minarelerle ecdatlarıyla
buluşacaklarını düşünüyorlar. Edep muhafazakarlıkta
çok önemli. Edep, izan sahibi değiller ki, bu
muhafazakarlığı da zederler” dedi ve
muhafazakarlıkla ilgili açıklamalarını “Ben
muhafazakar mıyım diye soruyorum kendime. Ben
onlardan çok daha muhafazakar olabilirim” sözleriyle
bitirdi.
Güleryüz, muhafazarlık tartışmalarına paralel olarak
resmi de günah haline getirmeye çalışan bir anlayış
olduğunu belirterek “Bu tezi savunanlar fotoğraf da
çektirmesinler, pasaport da çıkartmasınlar. Şimdi de
figüre karşılar. Soyut sanat gönüllerine yatıyor,
çünkü ‘figür günahtır’ inanışındalar. Bunu yapanlara
tutuculuğa karşı Osmanlı zamanlı en büyük karşıtın
Saray olduğunu anımsatmak isterim” diye konuştu.
Figüre karşı sansürün hep olduğunu söyleyen
Güleryüz, “Çünkü resimden her zaman korkulmuştur”
dedi.
Radikal, 22.10.2012
|
KAPADOKYA ÇİRKİN GÖRÜNTÜLERİN MERKEZİ OLUYOR
Doğal, kültürel ve tarihsel değerlere sahip
Kapadokya Bölgesi'ndeki güzelliği etkileyen
görüntüler, ziyaretçilerin tepkisini çekiyor.
Son yıllarda sayısı artan otellerin çevresinde ve
çatılarındaki görüntüler, peribacaları diyarında
olumsuz manzara olarak ortaya çıkıyor.
Kapadokya Bölgesi’nin en önemli merkezlerinden
Uçhisar Beldesi’nde, güneş enerjisinden sıcak su
olarak yararlanılan paneller de bu olumsuz
görüntüler arasında yer alıyor.
Otel yöneticileri ise, belde belediyesinden izin
aldıklarını, güneş panellerini çevreci olduğu için
tercih ettiklerini, şikayetlere bir anlam
veremediklerini ifade etti.
Radikal, 22.10.2012
|
|
HALİÇ'E BOĞAZ SUYU GELDİ, SIRA DA VİNCİ KÖPRÜSÜNDE
17 yılda 758 milyon dolar harcanarak temizlenen
Haliç ’te dün ‘tarihi’ bir gün yaşandı. Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan katıldığı törenle Haliç’e
İstanbul Boğazı’ndan su verilmeye başlandı. Sarıyer
Çayırbaşı Sahili’nden alınan deniz suyu, tüneller,
terfi istasyonları ve Kağıthane Deresi yatağı
üzerinden Haliç’e ulaştırıldı. Projeyle Haliç’in
suyu yılda 3 kez değişmiş olacak. Bu yolla Haliç’te
oksijen ve biyolojik çeşitliliğin artması
bekleniyor.
Başbakan Erdoğan, Kağıthane’de düzenlenen törende,
1995’te su derinliği 52 santimetreye inen Haliç’ten
pek çok kişinin umudunu kestiğini, ‘bu işi bildiğini
söyleyenler’in Haliç’i ‘toprakla doldurma’yı
önerdiğini hatırlattı.
Şu anda ise Haliç’te 48 çeşit balık bulunduğunu ve
bu sirkülasyon artıkça buradaki sürecin çok daha
farklı hale geleceğini söyleyen Erdoğan, “Neler neye
dönüşüyor. Mesele bir aşk, sevda meselesidir. Varsa
İstanbul’a sevdanız, varsa bu millete sevdanız,
aşkınız, bunların hepsi olur ve oluyor” dedi.
Yeni Haliç’te neler olacak?
Konuşmasında Haliç’teki adacıklara da değinen
Erdoğan, ‘Leonardo da Vinci’nin Haliç ile ilgili
tarihi köprü projesini de hayata geçireceklerini
açıkladı. Erdoğan köprü yapıldığı anda Haliç’in bir
tarafından diğer tarafına köprüden yaya olarak
geçilebileceğini belirtti. Haliç’e hakim Pierre Loti
Tepesi’nde de kamulaştırma için gecekondu
sahipleriyle pazarlıkları bitirdiklerini belirten
Başbakan Erdoğan, Haliç Tersanesi’nin ve Taşkızak
Tersanesi’nin müze haline geleceğini, Karadeniz
Sahra Demiryolu Hattı, Rami-Eyüp-Sütlüce Teleferiği
gibi projelerin Haliç’i dünya çapında bir kültür
bölgesi haline getireceğini söyledi.
Haliç yılda 3 kez yenilenecek
Proje için Ayazağa-Sarıyer Çayırbaşı arasında 5 km
uzunluğunda tünel yapıldı. Deniz suyu, 21 metre
derinlikten pompa ile aktarılacak ve günde 260 bin
metreküp boğaz suyu, Haliç’e akacak. Projeyle
Haliç’in suyunun yılda 3 kez yenilenmesi
hedefleniyor.
Haliç Çevre Koruma Projesi, 1995’te Başbakan
Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı
olduğu dönemde başladı. İlk olarak Haliç’in iki
yakasına atıksu toplama kolektörleri ve tünelleri
yapıldı. Kirli sular buradan Yenikapı ve Baltalimanı
arıtma tesislerine ulaştırılıp oradan Marmara’nın
açıklarına basıldı. Haliç temizlenmeye başladı.
Sanayi tesisleri kaldırıldı.
1995’te başlatılan projenin toplam maliyeti, 758
milyon doları buldu. Boğaz suyunun terfi
istasyonları ve Kağıthane Deresi aracılığıyla
Haliç’e basılmasını içeren son etabın maliyetiyse 44
milyon TL olarak açıklandı.
Radikal, 22.10.2012
******
BU KÖPRÜ, İSTANBUL'A ÜCRETSİZ MAL OLACAK

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan'ın katıldığı ''Haliç'e Boğaz'dan su
verme'' töreninde duyurduğu ''Leonardo Da Vinci
Köprüsü Projesi''nin, uluslararası bir gönüllü grubu
tarafından Büyükşehir Belediyesi'nin hiçbir bedel
ödemesine gerek kalmadan, ücretsiz olarak hayata
geçirileceğini belirtti.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nden yapılan yazılı
açıklamada, uluslararası bir kültür grubunca
Leonardo Da Vinci'nin tasarladığı Haliç Köprüsü
Projesi'nin, 21. yüzyıl teknolojisi ile
birleştirilerek İstanbul'a kazandırılacağı
bildirildi.
Köprü projesinin uluslararası bir gönüllü grubu
tarafından, Büyükşehir Belediyesi'nin hiçbir bedel
ödemesine gerek kalmadan hayata geçirileceği
vurgulanan açıklamada, Mimar Hakan Kıran'ın Haliç
Metro Geçiş Köprüsü Projesi'ne ilişkin, dünyanın
farklı yerlerindeki uzmanlarla yaptığı Haliç'in
tarihi ve kültürel analizi çalışmaları sırasında
ortaya çıkan ''Leonardo Da Vinci Köprüsü Projesi''ne
farklı ülkelerden çok sayıda önemli ismin gönüllü
katkı vereceği aktarıldı.
Açıklamada, şunlar kaydedildi:
''Leonardo Da Vinci'nin yaklaşık 500 yıl önce
tasarladığı eser için Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan'ın kararlı desteği ve İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın yönlendirmeleri ile
yürütülen çalışmalarda ortaya çıkan ilk eskizler
Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu'na sunuldu.
Kurulun görüşleri doğrultusunda projeye son şekli
verilecek. Norveçli heykeltraş ve ressam Vebjorn
Sand, ABD'de yaşayan nükleer fizik profesörü Bülent
Ataman, Hint asıllı opera yazarı Daniel Nazareth ve
uluslararası ilişkiler uzmanı Melinda Iverson ile
birlikte farklı ülkelerden çok sayıda önemli ismin
destek verdiği uluslararası gönüllüler grubunun 3
yıldır sürdürdüğü çalışmalar sonucunda, projenin
İstanbul Büyükşehir Belediyesi için hiçbir maliyet
oluşturmadan hayata geçirilebileceği ortaya çıktı.''
Amatör gönüllülerin öncülüğünde, ulusal ve
uluslararası sponsorların ''büyük'' desteği ve
ilgisi sayesinde yapılacak köprünün, 220 metre
açıklığa sahip, deniz üzerindeki en yüksek noktası
yaklaşık 25 metre olan ve 10 metre genişliğinde taş
bir yaya köprüsü olarak tasarlandığı belirtildi.
Habertürk 22.10.2012
******
DA VİNCİ KÖPRÜSÜ
Rönesans devrinin en büyük dahilerinden Leonardo Da
Vinci’nin Haliç için Sultan II. Beyazıt’a önerdiği
köprü projesi yeniden gündemde. Başbakan, Haliç’te
bu projenin inşa edileceğini açıkladı.
Güzelleşmekte olan Haliç, bu proje ile yeni bir
güzellik ve dünya çapında bir ilgi kazanacaktır. Da
Vinci gibi bütün insanlık tarihinin en büyük
dahilerinden birinin beş yüz yıl önce çizdiği
projenin hayata geçirilmesi elbette bütün dünyanın
ilgisini çekecektir. Şartnamesi, ihalesi, temel
atılması ve açılışı dünya çapında katılımlarla
düzenlenmelidir.
Şüphesiz İstanbul’un “marka değeri”ni artıracaktır.
Da Vinci’nin çizgileri
Leonardo Da Vinci’nin Sultan II. Beyazıt’a
gönderdiği ve İtalyanca’dan tercüme edilerek
Sultan’a arz edildiği anlaşılan “ariza” (sunuş) ve
çeşitli projeler Topkapı arşivinde E.6184 ve E.9480
numaralarında kayıtlıdır. Bu projelerden birini,
Sayın Haluk Dursun’a teşekkür ederek, buraya
alıyorum:
Da Vinci, Sultan’a sunuşunda şöyle diyor:
“Ben kulunuz, İstanbul’dan Galata’ya uzanan bir
köprü yapmak istediğinizi, yapabilecek birini
bulamadığınız için yapmadığınızı duydum. Ben kulunuz
nasıl yapılacağını biliyorum...”
Da Vinci, Boğaz üzerinde asma köprü, o çağda pek
bilinmeyen rüzgar değirmeni ve gemilerdeki suyu
boşaltmak için ‘otomatik’ dolap gibi projeleri de
Sultan’a teklif etmiş.
Sultan niye yapmamış? Bilmiyoruz tabii ama bir
dahinin çizimlerinin yanında bir de ‘iktisadilik’
faktörü olduğu akıldan çıkarılmamalı.
Rönesans ve Osmanlı
İstanbul’daki Sultan’ın köprü düşüncesini Cenova’da
Da Vinci’nin duyması ve projeler sunması Rönesans
döneminde İtalyan şehirleriyle imparatorluk
arasındaki yoğun ilişkilerin bir sonucudur.
Gerçekten Halil İnalcık ve İlber Ortaylı, Fatih’in
“Rönesans hükümdarı” olduğunu belirtirler. İtalyan
şehir devletlerinden İstanbul’a tüccarların
eşliğinde ressam, mimar ve sanatkar akımı olduğu
bilinmektedir. Fatih birden fazla kendi portresini
yaptırmıştır, bunlardan elde kalanı Bellini’nin
meşhur yağlıboya resmidir.
O çağlarda sanatçılar, kendilerini himaye edecek ve
değerli hediyelerle ödüllendirecek “patron”lar
arardı. Sanatlar bu sayede gelişirdi; Doğu’da da,
Batı’da da böyleydi... Rönesans sanatı da Akdeniz
ticaretiyle muazzam servetler kazanmış, İtalyan
ailelerin “patronaj” rekabetiyle gelişmişti zaten.
Tarihi projeler
Fatih’ten sonra Rönesans’a ilginin azalmış,
“patronaj”ın da her dinden Osmanlı ve Doğu
sanatçılarına yönelmiş olması bir gerçek.
Rönesans’ın niye İtalyan şehir devletlerinde ortaya
çıktığı, mesela o zaman İngiltere’de, Almanya’da
niye bir şey olmadığı, sonra niye bilim ve sanayi
devriminin İngiltere ve Almanya’da geliştiği, Avrupa
kıtasının bu temel dinamiklerinde Osmanlı’nın
yerinin ne olduğu gibi sorular, tarihin büyük
‘puzzel’ıdır.
Bu büyük değişimlerin temelinde Akdeniz ve sonra
Okyanus ticaretinin belirleyici olduğunu düşünürüm
ben.
Güncel açıdan şunu belirteyim: Mimar Sinan’a da
saygısızlık olacak bir beton yığınını Çamlıca’ya
‘cami’ diye kondurmak yerine böyle tarihi ve estetik
değeri yüksek projeler çok daha iyidir. Tarihi
projeler mimarlarımızın yaratıcılığında esin kaynağı
da olabilir. Hazine Yayınları’ndan çıkan
“Osmanlı’nın Çılgın Projeleri” adlı kitapta böyle
muhteşem projeler var, esin kaynağı olabilecek...
Niye Boğaz’a yapılacak üçüncü köprü için Abdülhamid
dönemindeki iki proje, modern mimariyle birlikte
esin kaynağı olmasın?
Hürriyet, Yazı: Taha Akyol, 23.10.2012
******
DA VİNCİ'NİN KEMİKLERİ SIZLAR

Haliç'e yapılacak Da Vinci Köprüsü projesini
üstlenen mimar Hakan Kıran'a mimarlardan çağrı:
Orijinaline sadık kalınmazsa Da Vinci'nin kemikleri
sızlar.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın duyurduğu Leonardo
Da Vinci Köprüsü Projesi'ni, tartışmalara neden olan
Haliç Metro Köprüsü'nü yapan Mimar Hakan Kıran
üstlendi. Köprü için uluslararası bir kültür
grubuyla beraber çalışacak Kıran'ın projesini
değerlendiren mimarlar, "Bir inşaat projesi olarak
düşünülürse Da Vinci'nin kemikleri sızlar" dedi.
Uluslararası katılım
Leonardo Da Vinci'nin tasarladığı Haliç Köprüsü
Projesi, Hakan Kıran'ın başında olduğu uluslararası
bir kültür grubu tarafından Haliç'teki Tavşan Adası
üzerine yapılacak. Projeye farklı ülkelerden çok
sayıda isim gönüllü katkı verecek. Ortaya çıkan ilk
çalışmalar, Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu'na
sunuldu. Kurulun görüşleri doğrultusunda projeye son
şekli verilecek.
Projeye, Norveçli heykeltraş ve ressam Vebjorn Sand,
Nükleer fizikçi Prof.Dr. Bülent Ataman, Hintli
opera yazarı Daniel Nazareth ve uluslararası
ilişkiler uzmanı Melinda Iverson ile farklı
ülkelerden çok sayıda önemli isim destek verecek.
Planlanan Da Vinci Köprüsü, 220 metre açıklığa
sahip. Deniz üzerindeki en yüksek noktası yaklaşık
25 metre olan ve 10 metre genişliğinde taş bir yaya
köprüsü olarak tasarlanıyor.

Bugünün ihtiyaçları farklı
Projeyi Taraf'a değerlendiren mimarlar, köprünün
orijinal çizimlerine bağlı kalınarak yapılması
gerektiğini söyledi. Mimarlar, Büyükşehir
Belediyesi'nin Haliç Metro Köprüsü, Taksim Topçu
Kışlası, Emek Sineması restorasyonu gibi birçok
tartışmalı projeyi verdiği Hakan Kıran ile kurduğu
ilişkiyi de eleştirdi.
Şehir Plancısı Erhan Demirdizen:
Hakan Kıran eğer bu projeyi yapacaksa Da Vinci'nin
orijinal çizimleri dışına çıkmamalı. Haliç Metro
Köprüsü nasıl Süleymaniye'nin siluetini bozuyorsa,
bir başka köprü de Eyüp Sultan'ın Piyerloti'nin
siluetini bozacaktır. 500 yıl önce çizilen bir köprü
bugünün ihtiyaçlarını karşılar mı onu da iyi edit
etmek lazım" dedi.
Mimar İhsan Bilgin:
Projenin kendisini mimarlık camiasında kanıtlamamış
bir kişinin eline bırakılmasını kesinlikle uygun
bulmuyorum.
Şehir Plancısı Erbatur Çavuşoğlu:
Hakan Kıran'ın daha önce çizdiği metro köprüsü
İstanbul'a bir ihanetti, bir cinayetti. Herhalde bu
projeyi bir günah çıkarma olarak görüyorlar. Biz
daha önce yaptık olmadı bu sefer bakın güzel bir şey
yapıyoruz diye. Projenin bir inşaat projesi olarak
yapılmasıyla ilgili kaygılarım var.
Mimar Korhan Gümüş:
Topbaş'ı tanıyor diye bir mimarın bu projeyi
üstlenmesi Leonardo'ya haksızlıktır. Yaratıcı bir
proje olduğu için projeyi yaratıcılığa açmak
gerekir. İstanbul'un geçmişte böyle bir ilgiye
mazhar olması kullanılması gereken bir hazinedir.
Bunu basit bir inşaat uğruna öldürmemek gerekir.
İnşaat projesi olarak düşünüldüğünde bu durum Da
Vinci'nin kemiklerini sızlatacaktır.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı daha önce dolgu alanı
olarak belirlediği Yenikapı Sahili'nde 600 bin metre
karelik alana dolgu yapacak. Proje, bölgenin SİT
alanı olmadığı gerekçesiyle Kıyı Kanunu kapsamında
onaylandı. Projeyle Yenikapı Sahili'ne 1 milyon 250
bin kişilik miting alanı yapılacak. Alanın
doldurulması için gerekli olan malzeme ise kentsel
dönüşüm alanlarından elde edilen hafriyat ve
molozlardan sağlanacak.
Kurul çekimser
Proje için bir ay boyunca itirazlar alınacak.
Projeyle ilgili I Numaralı Kültür Varlıklarını
Koruma Kurulu çekimser bir karar aldı. Kurul
kararında projenin "Tarihi Yarımada'ya olumsuz
etkileri olacak" denmesine rağmen bir yandan da
"burası SİT alanının dışında kalmaktadır" dendi.
Projeye karşı çıkan uzmanlar "Artık kesinlikle,
İstanbul Dünya Mirası Listesi'nden çıkarılır" diyor.
Taraf, Haber: Hüseyin İstemil, 23.12.2012
|
 |
VENK'TE RESTORASYON BAŞLADI
Malatya Valiliği İl Özel İdaresi Genel Sekreterliği tarafından restore edilen Venk Kilisesi’nde inşaat iskeleleri kurularak çalışmalara başlandı.
Malatyalı Hayırsever Ermeniler Derneği (HAYDER) Başkanı Hosrof Köletavitoğlu, yaptığı açıklamada, “Memleketimizin zenginliklerinin ortaya çıkarılması çok önemli. Malatya’da böyle restorasyon çalışmalarının yapılması, Malatya’nın eski hukukuna tekrar dönmesi demektir. Malatya bu tür çalışmalarla daha zengin olacak” dedi.
Bu arada, Venk Kilisesi’nin yanında yakın tarihte betondan yapılan ve türbe olarak gösterilen yapının restorasyon çalışmaları esnasında kaldırılacağı ifade edildi. Venk kilisesi ile ilgili eski fotoğraflarda, böyle bir türbeyi vurgulayacak bir yapının olmadığının belirlendiği kaydedildi. Halk arasında buranın Cercis Peygamberin türbesi olduğu şeklindeki algının ise tarihsel bilgi açısından yanlış olduğu belirtildi.
Malatya Haber, 21.10.2012
|
NASREDDİN HOCA'NIN KIZI MEZARINA KAVUŞACAK
Ünlü mizah ustası Nasreddin Hoca'nın kızı Fatma
Hatun için Sivrihisar İlçesi'nde anıt mezar
yapılıyor.
Nasreddin Hoca'nın kızı Fatma Hatun'un Sivrihisar
İlçesi'ndeki mezarı 14 yıl önce, Anadolu Üniversitesi
(AÜ) Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı
Prof.Dr. Erol Altınsapan başkanlığındaki bir heyet
tarafından bulunup, kemikleri anıt mezar yapılmak
üzere bir sandığa koyulmuştu.
Aradan uzun bir zaman geçmesine rağmen anıt mezar
yapılamadığından, Fatma Hatun'un kemikleri toprağa
hasret kalmıştı. Bunun üzerine AK Parti eski
Eskişehir Milletvekili ve iş adamı Fahri Keskin
tarafından anıt mezar proje hazırlattırıldı.
Fatma Hatun'un anıt mezarının inşaatı, Kurşunlu
Mahalle Kumluyol Mezarlığı'nın uç kısmında başladı.
Fatma Hatun'un Konya 'nın Akşehir İlçesi'nde bulanan
mezar taşı da getirilip, Nasreddin Hoca'nın oğlu
Şeyh Ömer'in mezar taşıyla birlikte anıt mezara
konulacağı bildirildi.
Radikal, 22.10.2012
|
|
KÜLTEPE'DE ANADOLU'NUN İLK SİLİNDİR MÜHÜR BASKISI
BULUNDU
Kültepe'de Haziran ayında başlayan 2012 yılı kazı
çalışmaları tamamlandı. Ankara Üniversitesi Dil ve
Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim
Üyesi Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu başkanlığında 60
kişilik uluslararası bir ekibin yürüttüğü çalışmalar
kapsamında yaklaşık 200 eser bulundu. Bulunan
eserler arasında en çok dikkati çeken parça
Anadolu'nun ilk silindir mühür baskıları oldu.
Kazı ekibi başkanı Prof.Dr. Kulakoğlu, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, bu yılki kazı
çalışmalarının Anadolu'nun en eski ve en büyük
yapısı içerisinde gerçekleştirildiğini söyledi.
İlk Tunç Çağı olarak adlandırılan ve günümüzden 5
bin yıl öncesine ait tabakada yoğunlaştıklarını
ifade eden Prof.Dr. Kulakoğlu, "Bu tabakalarda
çalışmamızın en büyük nedeni, Anadolu'nun
protohistorik denilen yazıdan önceki dönemine ait
bulgulara erişmekti. Çalışmalar kapsamında saray
diyebileceğimiz idari fonksiyonu olan yapılar,
uluslararası sistematik ilişkileri gösteren mühürler
ve Anadolu'ya gönderilmiş ilk silindir mühür
baskılarına ulaştık. Bu bulgular bize Anadolu'nun
yazıdan önceki dönemine ait bilgiler veriyor. Tabi
ki mimari kalıntılar da önemli yer tutuyor" şeklinde
konuştu.
Özellikle yazıdan önceki döneme ait verilerin büyük
önem arz ettiğini aktaran Prof.Dr. Kulakoğlu, şöyle
devam etti:
"Zira bu dönemdeki veriler, Anadolu'da Asur Ticaret
Kolonileri Çağı olarak adlandırılan dönemin öncüsü,
bu dönemde Kültepe önemli bir rol oynamakta.
Kültepe'de bu sene yaptığımız çalışmalar o döneme
yoğunlaşmıştı. Kazılar sırasında büyük ölçekli bir
yapıyla karşılaştık. Bu yapı içinde Anadolu tarihi
için ilginç ve önemli buluntulara ulaştık. Bu
buluntular arasında çok sayıda mühür baskıları yer
alıyor. Özellikle Anadolu'da o dönemde Mezepotamya
ve Suriye ile olan ticari ilişkilerini gösteren
verilerin bulunması çok önemli. Bu eserler sayesinde
uluslararası ilişkileri net görme imkanına sahip
olabiliyoruz. Kültepe Asur Ticareti Kolonileri Çağı
ile önemli. Anadolu'nun yazıyla tanıştığı dönemde,
Anadolu ve Asur arasında çok sistematik bir ticaret
ağı kurulmuştu. Buradaki çalışmalarla, bundan
yaklaşık 500 yıl önceki dönemde de Anadolu'da
kuvvetli bir ticaret ağını olduğunu görebiliyoruz.
Kazı çalışmasında bulunan yaklaşık 200 eser de
Kayseri Arkeoloji Müzesi'ne teslim edildi.
Önümüzdeki yılda da aynı alanda çalışma yapmayı
planlıyoruz."
Kazı çalışmalarının tamamlanmasıyla birlikte
restorasyon ve konservasyon (koruma önlemi)
çalışmalarının da gerçekleştirildiğini anlatan
Prof.Dr. Kulakoğlu, megaron adı verilen yaklaşık 500
metrekarelik yapının kalıntılarının korunması için
çalışmalar gerçekleştirildiğini söyledi.
Prof.Dr. Kulakoğlu, koruma altına alınan kazı
alanının kerpiçle sıvandıktan sonra jeotekstil
denilen maddeyle kapanarak dış etkenlere karşı
korunacağını vurguladı.
Mynet Haber, 21.10.2012
|
RESTORASYON KÖYÜ İLGİ GÖRDÜ

20’nci Yapex Yapı Fuarı ile eş zamanlı düzenlenen
“Restoran-Renovasyon ve Kültür Mirasını Koruma
Fuarı” kapsamında Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma
ve Tanıtma Vakfı (ÇEKÜL) tarafından organize edilen
“Restorasyon Köyü” ziyaretçi akınına uğradı.
Taş, ahşap ve toprağın dilinden anlayan ustaların
giderek azaldığı günümüzde, bu zanaatları devam
ettirecek yeni ustalar yetiştirmek amacıyla
Anadolu’nun çeşitli kentlerinde atölyeler kuran
Çekül Vakfı, usta çırak ilişkisini günümüze taşıyan
bu zengin kültürün örneklerini Restorasyon Köyü’nde
bir araya getirdi.
Gaziantep, Kastamonu, Mardin, Konya ve Malatya’dan
gelen, ahşap, taş ve çini ustalarının Restorasyon
Köyü’nde yaptıkları uygulamalı çalışmalar, geçmişten
miras zanaatların, ustaların hünerli elleriyle
uygulamalı gösterildiği bir karma atölyeye dönüştü.
Restorasyon Köyü’nde Anadolu ustalarının emek, bilgi
ve tecrübeleriyle gerçekleştirdikleri ahşap, taş,
kerpiç, bakır ve çini uygulamalarıyla zengin
mirasımız olan zanaatlar geleceğe taşınıyor.
Taş işçiliği
ÇEKÜL Vakfı’nın organize ettiği Restorasyon
Köyü’ndeki atölyede Anadolu mirası taş işçiliği
sanatını çekiç ve keski kullanarak uygulamalı
şekilde ziyaretçilere anlatan Mardin Midyat’lı taş
ustası Abdulvahap Çetin, Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nca Los Angeles’te düzenlenen bir sergiye
katıldığını anlatıyor. ÇEKÜL Vakfı’nın Anadolu kent
atölyelerinde yaklaşık 700 kişinin eğitim aldığını
belirten Abdulvahap Çetin buradan yetişecek
ustaların taş işçiliğini geleceğe taşıyacakların
emin olduğunu kaydetti. Bir başka taş işçisi
Gaziantepli Hanifi Aslan da baba mesleği taş
işçiliğini 50 yıldır yaptığını söyledi.
Çini işçiliği
Restorasyon Köyü’nde yer alan bir başka atölyede ise
Anadolu zanaatı el işi çini yapımı uygulamalı olarak
ziyaretçilere gösteriliyor. Konya Büyükşehir
Belediyesi’nce görevlendirilen 15 yıllık çini ustası
Nimet Çalık’ın çalışmaları da büyük beğeni topluyor.
Ahşap işçiliği
Restorasyon Köyü’nün ahşap işçilik atölyesinde
çalışan ahşap işleme ustası Ömer Konukçu da, 30
yıldır ahşap işçiliği yaptığını söylüyor. Cami
kapıları ile eski evlerin kapılarının el oyması ve
kakma tekniği ile süslenmesinin bir Anadolu mirası
zanaat olduğunu belirten Ömer Konukçu, Konya Hacıbey
ile Adana’daki Sabancı Camii’nin ahşap oyma işleri
yapımında çalıştığını söyledi.
Turizm Gazetesi, 21.10.2012
|
ÇATALHÖYÜK'ÜN YILDIZI YENİDEN PARLIYOR

Çatalhöyük Kazı Başkan Yardımcısı ve Ege
Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Serap
Özdöl, Konya'nın Çumra İlçesi'nde bulunan 9 bin yıl
önce 8 bin kişinin bir arada yaşadığı Çatalhöyük'ün,
dünyada insanoğlunun ilk yerleşim yerlerinden biri
olduğunu söyledi.
Stanford Üniversitesi'nden Arkeoloji Profesörü Ian
Hodder başkanlığında 20 yıldır kazı çalışmaları
yapılan Çatalhüyük'te 5 yıl daha kazı çalışmalarının
devam edeceğini anlatan Özdöl, ''Çatalhöyük, bu yıl
yaz aylarında UNESCO'nun Dünya Kültür Mirası
Listesi'ne alınmasıyla dünyada yeniden merak
uyandırmaya, yeniden yıldızı parlamaya başladı''
dedi.
Halen yaklaşık 15 bin kişinin ziyaret ettiği
Çatölhöyük'ün ziyaretçi sayısında UNESCO'nun bu
kararıyla birlikte hızlı bir artış beklediklerini
ifade eden Özdöl, şunları kaydetti:
''Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer alan yerleri
gezen özel turist gruplarının da bu yıldan itibaren
Çatalhöyük'e geleceğini öngörüyoruz. Tabii, artan
ziyaretçi sayısıyla birlikte kazı alanını yeniden
düzenlemek, turizme daha uygun hale getirmek
gerekiyor. Bunun için, buraya gelecek turistlerin
Çatalhöyük'ü daha iyi anlamalarını sağlayacak
deneysel evlerin yapılmasına karar verildi. 4 adet
yapılması planlanan bu deneysel evlerde, o dönemde
Anadolu'da yaşayan insanların dünyasında büyük yer
kaplayan leoparlar ve akbabalar gibi unsurlar ön
plana çıkartılacak. Çünkü, burada ortaya çıkan,
dünyanın ilk sanat eserleri arasında kabul edilen
duvar resimlerinde, leopar derileri insanların
üzerinde görülüyor. Aynı resimlerde akbaba
figürleri, güçlü boğalar da yoğun şekilde
kullanılmış. Belli ki leoparlar, boğalar ve
akbabalara Tanrısal güç ya da özellikler
atfediliyordu.''
Özdöl, yine Çatalhöyük kazı alanına, buradaki
araştırmaların kesintisiz şekilde sürdürülmesi için
bir araştırma enstitüsü veya araştırma merkezi
kurulacağını sözlerine ekledi.
-Çatalhöyük-
1960'lı yıllarda İngiliz Arkeolog James Mellaart ve
ekibi tarafından keşfedilen Çatalhöyük'te, 1993
yılında yine İngiliz Arkeolog Prof.Dr. Ian Hodder
başkanlığında kazılar yapılmaya başlandı.
Neolitik dönemde yaklaşık 8 bin kişinin yerleşik
hayata geçerek bir kent kurduğu tespit edilen
Çatalhöyük'te 9 bin yıl önce; üstten girilen,
birbirlerine bitişik kerpiç evlerde yaşayan
insanların sosyal yapısı, beslenme ve giyim
şekilleri gibi çeşitli konular araştırılıyor.
MErhaba Gazetesi, 21.10.2012
|
ROMA HEYKELİNİ SATARKEN YAKALANDI
İzmir Urla'da bahçesinden çıkardığı Roma dönemine
ait bir heykeli satmak için müşteri aradığı iddia
edilen H.D. (54) gözaltına alındı. Zanlı, 1.5
metrelik heykelin kendisine ait olmadığını öne
sürdü. Ancak fotoğraf makinesinde heykelin
fotoğrafları bulundu. H.D.'nin, internetten 200 bin
euro karşılığında heykeli satmak istediği öğrenildi.
Sabah, 21.10.2012
|
|
İKİ HAMAM RESTORE
EDİLECEK
Arapgir İlçesi'nde iki
tarihi hamam için restorasyon projesi hazırlanacak.
İstanbul Teknik
Üniversitesi (İTÜ) Mimarlık Fakültesi Mimarlık
Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof.Dr. Kemal Kutgün
Eyüpgiller başkanlığındaki ekip, 8 gün boyunca
ilçedeki tarihi Şerifağa Hamamı ve Osmanpaşa
Hamamı'nda rölöve çalışması yaptı.
Ekibin İstanbul'da bu
iki tarihi hamamın restorasyon projelerini
hazırlayacağı belirtildi.
Malatya Haber,
20.10.2012
|
KIYILARDA SİLUET İZNİ ARANACAK
Kıyılarda yapılacak inşaatlar ise estetik kuruldan “silüet izni” aldıktan sonra tamamlanacak. İmar Kanunu Taslağı kıyıların gerisinde deniz, nehir veya gölle bağlantılı kanal ve göletler yapılmasının önünü açıyor.
ÇEVRE ve Şehircilik Bakanlığı’nca hazırlanan İmar Kanunu Taslağı kıyıların gerisinde deniz, nehir veya gölle bağlantılı kanal ve göletler yapılmasının önünü açıyor. Kıyılarda yapılacak inşaatlar ise estetik kuruldan “silüet izni” aldıktan sonra tamamlanacak. Bakanlıkça hazırlanan ve önümüzdeki günlerde son şekli verilecek olan İmar Kanunu Taslağı kıyılara, askeri arazilere ve meralara şu önemli düzenlemeleri getiriyor: Etüt ve projelerin incelenmesi üzerine uygulama imar planına aykırılığın veya yapının taşıyıcı sisteminde mevzuata aykırılığın tespit edilmesi halinde verilen ruhsat iptal edilerek, inşaat durdurulacak. Ancak, taşıyıcı sistemi etkilemeyen, kat ve alan artırmayan hata veya eksiklik bulunması halinde ise bunlar giderilinceye kadar ruhsat iptal edilmeden inşaat durdurulacak.
Hürriyet(Kısaltılarak), Haber: Erdinç Çelikkan, 21.10.2012
|
 |
'ARCHEO DERGİSİ' TÜRKİYE'NİN TARİHİ ZENGİNLİKLERİNİ
OKUYUCULARLA PAYLAŞTI
İtalya'nın arkeoloji alanında önde gelen
dergilerinden Archeo, Eylül sayısında Türkiye'nin
tarihi zenginliklerinden esintileri okuyucularıyla
buluşturdu.
İtalya'nın arkeoloji alanında önde gelen
dergilerinden Archeo, eylül sayısında Türkiye'nin
tarihi zenginliklerinden esintileri okuyucularıyla
buluşturdu. Dergi kapağı ve başmakalenin yanı sıra
'Çatalhöyük' ve 'Anadolu' konulu iki ayrı makaleye
daha yer verilen derginin dörtte biri Türkiye'ye
ayrıldı. Çatalhöyük'e ilişkin bilgi ve fotoğrafların
16 sayfada derlendiği dergide, çıkarılan tarihi
eserlerin Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi ve
Konya Müzesi'nde sergilendiğinin altı çiziliyor.
'Anadolu-Kökler' başlıklı makalede de Asya ile
Avrupa arasında uzanan ve tarihin akışını değiştiren
toplumların yaşadığı bu topraklarda 450'den fazla
alanda tarih öncesi kalıntılar bulunduğuna dikkat
çekiliyor. Anadolu tarihçesinden kesitlere
fotoğraflarla birlikte 17 sayfalık bir makalede yer
veriliyor.
Avrupa'dan Asya'ya Afrika'ya kadar yerkürenin dört
bir tarafına uçan 27 büyük havayolu şirketlerini bir
araya getiren Star Alliance Grup üyesi ve dünyanın
en büyük havayolları listesinin başında yer alan
United'ın yolcuları için çıkardığı dergide
İstanbul'a geniş yer verildi.
'İstanbul'da Üç Mükemmel Gün' başlıklı makalede yedi
tepeli kentin tarihe yolculuk yapılacak, keyfi
sefası sürülecek ve gurmelere hitap eden
sofralarıyla buluşulacak mekanları bir bir
anlatılıyor. İstanbul'a dair, bilmeyenler için
gizemli bir yolculuk, bilenler için bir kez daha
yaşanması gereken bir masal diyarı izlenimi bırakan
yazı, birbirinden cazip görsellerle büyüleyici
anlatımını tamamlıyor.
haberler.com, 20.10.2012
|
301 TARİHİ ESER HAYATA DÖNDÜRÜLECEK

Bursa Valiliği, ilçe ve köylerinde bulunan başta
Osmanlı olmak üzere bütün geçmiş dönemlere ait bakım
ve onarıma ihtiyaç duyan cami, medrese, hamam ile
müze gibi toplam 301 tarihi eseri restore etmek için
çalışma başlattı.
Valilik kaymakamlıklara gönderdiği yazıyla, ilçe ve
köylerde toplam 301 eserin bakım ve onarıma ihtiyacı
olduğunu tespit etti. Bu kapsamda Vali Şahabettin
Harput, İl Özel İdaresi’ne bu eserlerin
restorasyonunun yapılması talimatını verdi.
Harput konuyla ilgili olarak yaptığı açıklamada,
Bursa’nın çok köklü bir zenginliğe sahip olup,
asırlar ötesinden gelen pek çok tarihi eseri
bünyesinde barındırdığını kaydetti.
Ancak Bursa’ya mührünü vuran başta Osmanlı olmak
üzere pek çok döneme ait tarihi eserin zaman
içerisinde yeterli ilgi gösterilmediği ve bakımı
yapılmadığından, ya yok olmuş ya da yok olmaya yüz
tutmuş bulunduğunu anlatan Harput, ’Bu ilin
yöneticileri olarak tarihe sahip çıkma
sorumluluğumuzu yerine getirerek, ecdat yadigarı bu
eserleri bizden sonraki nesillere bütün ihtişamıyla
ulaştırmak için çalışıyoruz’ ifadelerini kullandı.
Bursa Olay, 20.10.2012
|
HATTUŞA'DA 106 YIL

Hititlerin başkenti Hattuşa’da 1906’dan beri süren
Hitit kazılarının tarihine dair daha önce hiç
görülmemiş fotoğraflar Yapı Kredi Kültür Merkezi’nde
30 Kasım tarihine kadar sürecek olan ‘Hattuşa’da 106
Yıl’ sergisinde.
Sergide 1896’da ‘Müze-i Hümayun’ adıyla kurulan
İstanbul Arkeoloji Müdürü Osman Hamdi Bey’in kazı
alanında çekilmiş fotoğrafı bu. Hattuşa kazıları
ünlü ‘Kamplumbağa Terbiyecisi’ tablosunun da ressamı
olan Osman Hamdi Bey’in önayak oluşuyla başlıyor.
Onun talimatıyla Alman Assurolog Hugo Wincler ve
Müze-i Hümayun’un o dönemdeki küratörü Theodor
Makridi Boğazköy bölgesine bir ön inceleme için
gider. Buldukları tabletlerden umutlanan Winckler,
kazıları için sponsor arar. Almanya’daki Şark
Cemiyeti ve özel sponsorlardan sağlanan finansmanla
1906’da başlanır. İlk bulunanlar arasında çivi
yazılı tabletler vardır. Bunlar sayesinde uzun
soluklu kazıların temelleri atılır.
Hattuşa Yukarı Şehir’de güneybatı yönünden kente
giriş ‘Aslanlı Kapı’dan sağlanıyordu. Kapı, adını
dışa bakan yüzünde iki yanda bulunan ve kent
koruduğuna inanılan aslanlardan alıyordu. Sütünlar
binlerce yıl toprak altında kaldıklarından çok
tahribat almaksızın günümüze ulaşabilmiş.
1952 yılına ait fotoğrafta dönemin Cumnurbaşkanı
Celal Bayar, Hattuşa kazı alanını ziyaret edip,
dönemin kazı başkanı Alman arkeolog Kurt Bittel’den
bilgi alıyor. İkinci Dünya Savaşı nedeniyle ara
verilen kazılar 1952’de başlıyor. İlk yıl köyün ilk
okulu kazı kampı olarak kullanılıyor. Bu yıla
geldiğimizde Boğazköy adı Boğazkale’ye
değiştirilmiş. Bittel ve ekibi 1960’lara kadar Büyük
Kral Sarayı’nın kazımıyla ilgileniyor.
1906’dan 2012’ye kadar Hititler’in başkenti
Hattuşa’da yapılan arkeolojik kazıların farklı
dönemlerine göre adeta tarihsel, etnografik ve
sosyolojik bir fotoromanını ortaya koyma iddasındaki
sergi bütün dünyadaki Alman Arkeoloji Entitüsü ve
üniversite arşivlerinden toplanan bin 500 fotoğraf
ve filmin içinden seçilmiş 300 kadar orijinal
fotoğraftan oluşuyor.
Hürriyet, Haber: Tuba Parlak, 20.10.2012
|
2 BİN 500 YILLIK 'ÖLÜ YEMEĞİ'
Ayvacık İlçesi sınırları içinde yer alan Assos
antik kentinde, bir lahit içinde "ölü yemeği"
olarak sunulduğu belirlenen 2 bin 500 yıllık zeytin
çekirdekleri bulundu.
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Arkeoloji
Bölüm Başkanı ve Assos Antik Kenti Kazı Heyeti
Başkanı Prof.Dr. Nurettin Arslan, günümüzde bile
Assos yöresinde binlerce zeytin ağacı bulunduğunu
söyledi.
"Antik dönemde de bunun böyle olduğunu söylemek
yanlış olmaz" diyen Arslan, şu bilgileri verdi:
"O dönemin temel besin maddelerinin başında zeytin
ve zeytinyağı geliyor. Vazgeçilmez besin
maddelerinden bir tanesi zeytin. Assos’ta da zaman
zaman zeytinin pres edilip, yağının çıkarılmasında
kullanılan taş aletlere rastlıyoruz. Nekropolde
(mezarlık) yapılan kazılarda bir lahit içinde zeytin
çekirdeklerinin konulduğunu belirledik. Geçmiş
yıllarda yine bir mezarda incir bulmuştuk. Bu ’ölü
yemeği’ ile ilgili bir gelenek. Cenazenin
defnedilmesi sırasında mezarın başında tören yapılır
ve törende o dönem ki yiyecek maddeleri, ne varsa
mezara atılarak onu hediye ya da diğer yaşantısında
yemesi için sunuluyor. Bulunan zeytin çekirdekleri
Assos’ta antik dönemde zeytinciliğin var olduğunun
somut kanıtları."
Arslan, çekirdeklerin 2 bin 500 yıllık geçmişi
olduğunu belirterek, "O dönemde kentten diğer
kentlere zeytin ve zeytinyağı gönderilmiş.
Önümüzdeki yıllardaki kazılarda bu konuyla ilgili
daha fazla bilgi elde edebiliriz" dedi.
Bir vazoda zeytinleri sopayla toplayan insanların,
bir başka vazoda ise pres yapan, yağ sıkan kişinin
betimlendiğini dile getiren Arslan, "Zeytin
günümüzdeki gibi salamura yapılarak tüketilmiş, ama
aynı zamanda zeytinyağı da bolca kullanılmış. Zeytin
ve zeytinyağının yanında belki biraz peynir
yiyorlardı. Zeytin sadece yeme içmede değil,
gençlerin, sporcuların güneş altında yaptıkları
idmanlarda vücutlarına sürdükleri koruyucu bir güneş
kremi olarak da kullanılıyor" diye konuştu.
Posta, Haber: Mehmet Bayer, 20.10.2012
|

|
II. ABDÜLHAMİD'İN ODASI ZİYARETE AÇILDI
TBMM Milli Saraylar'a bağlı Beylerbeyi Sarayı'nda, Temmuz 2011'den bu yana yürütülen çalışmayla restorasyonu süren diğer bölümler de ziyarete açıldı.
Osmanlı Padişahı Abdülaziz Han tarafından 1861–1865 yılları arasında Ermeni mimar Sarkis Balyan'a yaptırılan saray, yabancı devlet liderlerinin karşılandığı ilk saray olması sebebiyle ayrı bir önem taşıyor.
Habertürk, 20.10.2012
|
ALACAHÖYÜK'ÜN TARİHİ 1500 YIL GERİYE GİTTİ

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi
Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi, Alacahöyük Kazı
Alanı Başkanı Prof.Dr. Aykut Çınaroğlu,
Alacahöyük'teki kazı çalışmalarında tarihe ışık
tutacak bir gelişme yaşandığını belirtti.
Çınaroğlu, bölgede yerleşimin bilinenden 1500 yıl
daha eskiden başladığını kanıtlayan üç ayrı seramik
kaba ait parçalar bulduklarını, bu bulguların
höyüğün geçmişinin Geç Neolitik Çağ'a kadar
dayandığını ortaya çıkardığını ifade etti.
Kazı çalışmalarıyla 2006'da Anadolu'nun bilinen en
eski sulama barajı ''Alacahöyük Hitit Barajı''nın
yeniden su tutmaya başlayarak, yöre halkının
tarımsal sulama amaçlı kullanımına açıldığını
hatırlatan Çınaroğlu, şunları kaydetti:
''Kazı çalışmaları sonucunda bölgedeki ilk
yerleşimin 7000-7500 yıl öncesine giden Kalkolitik
Çağ'a dayandığı biliniyordu. Bu yıl yapılan kazı
çalışmalarında bulunan üç yeni parçanın ise yapım
tekniği, kaba işçiliği, hamuruna iri kum
taneciklerinin karıştırılmış olması ve iyi
fırınlanmamış haliyle, günümüzden 8000-9000 yıl
öncesi Anadolu Neolitik Dönem seramik repertuvarı
özelliklerini yansıttığı anlaşıldı. Böylece
Alacahöyük'ün tarihi 1000-1500 yıl kadar geriye
taşındı.
Kazı çalışmalarımızda bulunan bu parçalar, Urfa
Göbeklitepe taş blokları üzerinde ve Burdur Kuruçay
Höyük'teki tam benzerleri gibi Neolitik Dönem
seramik repertuvarını yansıtmaktadır. Böylece
Alacahöyük'teki ilk iskanın, Geç Neolitik Çağ'a
kadar uzandığını anlamış olduk. Alacahöyük'ün
geçmişinin günümüzden 8000-9000 yıl önceye
dayandığının anlaşılması sadece bu bölge için değil,
Orta Anadolu'nun iskan tarihi açısından da son
derece önemlidir. Kazı çalışmalarında önümüzdeki
dönemlerde de Anadolu'nun eski tarihine yenilik
getirecek eserlerin bulunacağı kesin gözüküyor.''
Anadolu'nun bilinen en eski sulama barajı Alacahöyük
Hitit Barajı, MÖ 1249'da Anadolu'da yaşanan büyük
kuraklığın ardından Hitit Kralları tarafından
yaptırılan barajlardan biri.
Bu barajlardan Alacahöyük dışındakiler işlevini
yitirdi. Alacahöyük Hitit Barajı ise kaynak suyu
gövdesi içinden çıktığı için günümüze kadar akmaya
devam etti. Bu barajın, bulunan hiyeroglif kitabeden
Kral 3. Hattuşili'nin eşi Pudu-Hepa tarafından
Tanrıça Hepat'a atfen yaptırıldığı anlaşıldı.
Genişliği 15 metre, uzunluğu 135 metre olan barajın
gövdesindeki kaya dolgusunun kille kaplandığı, taş
dolgu seti inşaat tekniğinin ise bugünkü baraj
inşaat tekniğiyle aynı olduğu belirlendi. Ancak
Hititler'in çimento yerine kil kullandığı tespit
edildi. Baraj tam dolduğu zaman 15 bin metre küp su
aldığı tahmin ediliyor.
Ntvmsnc, 20.10.2012
|
PERAKENDECİ DEPOSUNDAN YENİ ZEUGMA ÇIKTI

İzmir’in Kemalpaşa İlçesi'nde bir perakende
şirketinin depo olarak kullanacağı alanda yapılan
sondaj kazısında MS 4’üncü yüzyıla ait
antik Roma kenti ortaya çıktı. Yapılan kurtarma
kazısı sonrasında “Batı’nın Zeugması” denebilecek
zenginlikte mozaikler bulunduğunu belirten Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Murat Süslü, "
Anadolu ’da kayıp kentlerin olduğu biliniyor.
Yapılacak bilimsel çalışmalar sonucu belki bu kentin
de hangi kayıp kent olduğu ortaya çıkacak" dedi.
Yeraltındaki pek çok tarih hazinesinin gün ışığına
çıkmayı beklediği Ege ’de rutin bir sondaj kazısı
sonrasında ortaya çıkan antik Roma kenti büyük
heyecan yarattı. Kanalizasyon sistemi ile bugünkü
teknolojilere bin 600 yıl öncesinden meydan okuyan
antik kentte bulunan 11 odalı villa kompleksinin 6
odasında mozaiğe rastlanınca çalışmalara hız
verildi. İzmir Müze Müdürlüğü tarafından yapılan
kurtarma kazılarında ortaya çıkan eserleri basına
sahada tanıtan Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel
Müdürü Osman Murat Süslü, eylül ayının ilk
günlerinde bir perakende firmasının depo olarak
kullanacağı alanın 3’üncü derece arkeolojik SİT
alanı olması nedeniyle yasal prosedür gereği yapılan
sondaj kazıları sonrasında yoğun arkeolojik izlere
rastlandığını kaydetti. Süslü, bunun üzerine Müze
Müdürlüğü’nün kurtarma kazısı başlattığını, bilimsel
kriterlere uygun bir çalışmanın sonucunda MS 4’üncü yüzyıla ait Geç Roma/ Doğu Roma/ Bizans
denilen döneme denk gelen kültür katmanına
rastlandığını kaydetti.
Burada 550 metrekarelik alan içinde bir villa
kompleksinin bulunduğunu, bunun da o dönemin modern
yapılarına işaret ettiğini aktaran Süslü, villanın
103-105 santimetre yüksekliğinde duvar boyutları
olduğunu, 11 odanın 6’sında da mozaiğe rastlandığını
kaydetti. Özellikle 57 metrekarelik mozaikte şu an
bölgede görülemeyecek pars, kaplan gibi hayvan
varlıklarının ve çok çeşitli bitkilerin
resmedildiğine de dikkat çeken Süslü,
renklendirmenin de doğal malzemelerle yapıldığını
tespit ettiklerini aktardı. Kemalpaşa’da böyle bir
alanın çıkmasından memnuniyet duyduklarını
vurgulayan Süslü, "Burada Batı’nın Zeugması’
denebilecek bir yapılaşma var. Alan sadece villadan
oluşmuyor. Sondaj kazılarıyla arazi genelinde
yapılara rastlamakla beraber zaman içinde zengin
verilere de rastlayacağımız aşikar" dedi.
Şu anda bölgede her yıl 22 kazının
gerçekleştirildiğini dile getiren Süslü,
vatandaşlara da tarihi eser kaçakçılığı ile ilgili
çağrıda bulundu. Burada en üzücü durumun kaçak
kazılar olduğunu dile getiren Süslü, yıllardır yurt
dışına kaçırılmış eserlerin iadesiyle uğraştıklarını
ve son yıllarda başarı elde ettiklerini kaydetti.
Kaçak kazı sonucunda çıkarılan eserlerin çok cüzi
miktarlarla satıldığını, bu sırada da bilimsel
kriterlerden uzak kazı yapıldığı için yoğun tahribat
yapıldığını anlatan Süslü, vatandaşlardan bu işle
uğraşanları yetkililere bildirmesini isterken, "Biz
zaten eser bulduğunu belirten vatandaşlarımıza
fazlasıyla ödeme yapıyoruz" diye konuştu.
ZEUGMA ANTİK KENTİ
Gaziantep ’in Nizip İlçesi’nde Belkıs Köyü sınırları
içinde kurulan Zeugma antik kenti de mozaik insan
portreleri ile büyük üne kavuştu. Yaklaşık 20 bin
dönümlük arazide kurulan antik kentin döneminde 80
bin nüfusa sahip olduğu tahmin ediliyor. Büyük
İskender’den Roma’ya bir çok uygarlığa ev sahipliği
yapan kent, yerli ve yabancı pek çok turistin uğrağı
konumunda.
Radikal, Haber: Burcu Taner, 20.10.2012
|
YILDIZ SARAYI'NIN TARİHİ TEKNOLOJİYLE BİRLEŞTİ

"Yıldız Sarayı Hazineleri Gün Yüzüne Çıkıyor"
projesinin tanıtımı ve Yıldız Sarayı Vakfı’nın
30'uncu yılı nedeniyle etkinlik düzenlendi. Vakfın
kendi kaynaklarıyla faaliyetlerini sürdürdüğünü
söyleyen Yıldız Sarayı Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi
Ali Serim, "Biz AB’den bir fon aldık. Bu fonla çok
özel bir internet sitesi yaptık. Bu sitede Yıldız
Sarayı’nı 360 derece turlarla gezebiliyorsunuz. Özel
video ve fotoğraf arşivimiz var. Sarayı
dijitalleştirdik diyebiliriz. Bu saraydaki tur
rehberleri artık digital rehberler. Bu Türkiye’deki
müzeler içinde de bir ilk" dedi.
Avrupa Birliği (AB) tarafından finanse edilen
"Yıldız Sarayı Hazineleri Gün Yüzüne Çıkıyor"
projesinin tanıtımı ve Yıldız Sarayı Vakfı 30’uncu
yıl kutlaması nedeniyle bir etkinlik düzenlendi.
Yıldız Sarayı Tiyatro Salonu’nda kokteyl ile
başlayan etkinliğe Yıldız Sarayı Vakfı Yönetim
Kurulu Başkan Vekili Dölen Eker, Yönetim Kurulu
Üyeleri Arzu Enver Erdoğan, Ali Serim, Yıldız Sarayı
Müzesi Müdürü Ali İlker Tepeköy, sinema eleştirmeni
yazar Atilla Dorsay, sinema oyuncusu Zerrin Arbaş’ın
da aralarında bulunduğu iş ve sanat dünyasından
birçok davetli katıldı.
Yıldız Sarayı Vakfı Yönetim Kurulu üyesi ve aynı
zamanda Sultan Abdülmecit’in 5’inci kuşaktan torunu
olan Arzu Enver Erdoğan, "Vakfın 30’uncu yılını
kutluyoruz. Vakfımız Türkiye’deki tek saray vakfı.
Saray vakfı olmak çok zor bir şey. Çok ağır
sorumlulukları var. Ama biz bu sorumlulukları
mutluluk ve şerefle taşıyoruz. Çok uzun bir geçmişi
var. Bir dönem faaliyetten elini ayağını çektiyse de
şu anda eski parlak günlerine yönetim kurulu üyesi
arkadaşım Ali Serim Bey ve benim gibi kişilerin
dahil olmasıyla ve benim ailemin bana verdiği
destekle biz bu yönetim kurulunda çok ciddi
çalışıyoruz. Yıldız Sarayı’nı eski parlak günlerine
getirmeye çalışıyoruz" dedi.
Vakfın yapısı ve çalışmalarıyla ilgili bilgi veren
Yıldız Sarayı Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Ali Serim
ise Vakfın kendi kaynaklarıyla faaliyetlerini
sürdürdüğünü ifade ederek, "Biz AB’den bir fon
aldık. Bu fonla çok özel bir İnternet sitesi yaptık.
Bu sitede Yıldız Sarayı’nı 360 derece turlarla
gezebiliyorsunuz. Özel video ve fotoğraf arşivimiz
var. Sami Güner’nin Kültür Bakanlığı’ndaki Yıldız
Sarayı arşivini bu siteye yükledik. Sitemize
girenler saray hakkında çok detaylı bilgileri ilk
defa online olarak alabilecekler. Bunun haricinde
kiokslar yerleştiriyoruz sarayın çeşitli
yerlerine.Bu sarayda canlı olarak görevliler
salonları anlatmıyorlar. Bilgisayar sistemiyle
çalışan kiokslardan gelenler dokunmatik ekranlardan
bilgi alabiliyorlar. Özellikle çocuklar için bu çok
önemli. Bu sene 50 bin öğrenciye burada misafir
ediyoruz. Çocuklar bu tip teknolojik kaynaklardan
bilgi edinmeyi çok sevdiği için çok faydalı
olacağını düşünüyoruz. AB’nin desteklediği projeyle
bugün itibariyle bu sistemin açılışını yapıyoruz.
Sarayı dijitalleştirdik diyebiliriz.Bu saraydaki tur
rehberleri artık digital rehberler.Bu Türkiye’deki
müzeler içinde de bir ilk. Yıldız Sarayı’nın
tarihiyle teknolojinin üstünlüğünü bu sarayla
birleştirdik. Bugünkü etkinlik bu sistemin
tanıtıldığı etkinlik 30 yıl kutlamamızı bu
faaliyetle birleştirdik" dedi.
Kokteylle başlayan etkinlikte kısa bir açılış
konuşması yapan Yıldız Sarayı Vakfı Yönetim Kurulu
Başkan Vekili Dölen Eker, "Yıldız Sarayı Hazineleri
Gün Yüzüne Çıkıyor" projesinin Kültür ve Turizm
Bakanlığı’na en başarılı proje olarak sunulduğu ve
bundan büyük gurur duyduğunu söyledi. Eker ayrıca
Ankara’daki yoğun programı nedeniyle davete
katılamayan Vakfın Başkanı Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay’ın telgrafını okudu.
Söz alan Yıldız Sarayı Müzesi Müdürü Ali İlker
Tepeköy ise, "AB projesiyle müzemize hem teknolojik
anlamda özellikle web sitesi, broşürleri ve
ziyaretçi sayısında artmasına yönelik yapılan
çeşitli etkinlikler, bu bağlamda hem müzenin
ziyaretçi sayının arttırılmasında hem müzenin
bilinirliğinin artırılmasında çok önemli bir yere
sahiptir. Şimdi bir kısmını kiokslarımızda
göreceksiniz onlar daha da geliştiriliyor. Sarayla
ilgili bilgilerimiz halkın ziyaretçilerin özellikle
öğrencilerin eğitilmesinde bir katkı olduğunu
düşünüyorum. Burada Yıldız Sarayı Vakfı’na teşekkür
etmek istiyorum" dedi. Yapılan konuşmaların ardından
kiokslar vakfın yönetim kurulu üyeleri tarafından
kullanılarak davetlilere tanıtıldı.
Osmanlı Devleti’nin inşa ettiği son saray olarak
bilinen ve 33 yıl boyunca II. Abdülhamit tarafından
devletin merkezi olarak kullanılan Yıldız Sarayı,
özel bölümlerini açarak eski günlerine geri
dönüyor.Türkiye’nin tek saray vakfı olan ve bu yıl
30. yılını kutlayacak olan Yıldız Sarayı Vakfı,
Avrupa Birliği destekli bir projeye imza attı.
AB-Türkiye Kültürlerarası Diyalog-Müzeler Hibe
Programı kapsamında hayata geçirilen proje, Yıldız
Sarayı Müzesi Müdürlüğünce de yürütülen yenileme
çalışmaları ile son sarayın daha görünür olmasına
katkı sunuyor. Sultan II. Abdülhamid’ ın 33 yıl
devleti yönettiği Yıldız sarayı için proje
hazırlanarak, sarayın ziyaretçi sayısını artırıp,
geniş kitleleri bu gizli hazineyle tanıştırmayı
hedefliyor. Önümüzdeki yıllarda enovasyon ve
restorasyon çalışmalarıyla daha çok kitleye ulaşması
düşünülüyor.
YILDIZ SARAYI TARİHÇESİ
Türk Osmanlı saray mimarisinin son örneği olan
Yıldız Sarayı, Beşiktaş semtinin Yıldız tepesinde
yer alır. Kanuni Sultan Süleyman döneminden (1520-
1566) itibaren padişahlar tarafından av sahası
olarak kullanılan ve Hazine-i Hassa’ya kayıtlı bu
araziye ilk kasrı Sultan I. Ahmed yaptırmıştır. 18.
yy sonunda Sultan III. Selim, validesi Mihrişah
Sultan için Yıldız Kasrı’nı, babası için de bir
çeşme yaptırmıştır. Genellikle yaz aylarında Yıldız
Köşkü’nde oturan Sultan Abdülaziz ise Büyük Mabeyn
Köşkü’nü inşa ettirmiş, daha sonra dış bahçeye Malta
ve Çadır Köşklerini, asıl kısmına da Çit Kasrı’nı
eklemiştir. Sarayda asıl yapılaşma Sultan II.
Abdülhamid döneminde (1876- 1909) başlamış ve buraya
Yıldız Saray-ı Hümayunu adı verilmiştir. Bu dönemde
saray, padişahın özel yaşamına ait mekanlarla
birlikte, resmi görevlilere tahsis edilen binaları,
tamirhane, marangozhane gibi atölyeleri ve tiyatro,
müze, kitaplık gibi kültür ve sanat yapılarını da
kapsamaktadır. Saray, Hasbahçe adıyla bilinen, doğal
nehir görünümünde bir de havuzu bulunan iç bahçeye
sahiptir. Bu bahçenin değişik yerlerinde birbirinden
bağımsız olarak inşa edilmiş küçük dinlenme köşkleri
bulunmaktadır.
Sultan Vahdettin’den sonra bir süre boş kalan saray
binaları, 1924 yılında Erkan-ı Harbiye Mektebi’ne
tahsis edilmiştir. 1946 yılında Harp Akademileri’ne
bırakılan saray, 1978 yılında Kültür Bakanlığına
devredilmiş, "Yıldız Sarayı Müzesi Müdürlüğüö adıyla
1993 yılından itibaren müzeleştirilmeye
başlanmıştır.
Hürriyet, Haber: Taner Yener, 20.10.2012
|
16 MİLYON YILLIK SİNEK BULUNDU

İngiltere'deki Manchester Üniversitesi'nden bilim
insanları, amber içerisinde günümüze kadar
bozulmadan kalmış 16 milyon yıllık mayıs sineği
fosili buldu.
Üniversite bünyesindeki Hayat Bilimleri Fakültesi ve
Materyaller Okulu'ndan doktor David Penney ile
beraberindekilerin yürüttüğü araştırmaya göre,
milyonlarca yıl önce yaşamış olan bu sinek,
günümüzdeki benzer organizmalarla aynı özelikleri
gösteriyor. Ancak ilk kez keşfedilen davranış
şekilleri de ortaya koyuyor.
Gelişmiş ve yüksek çözünürlüklü bir CT Tarayıcı
kullanan bilim insanları, 3 bin X-ray (ışını)
sayesinde 23 - 5.5 milyon yıl önceki zaman aralığı
Miyosen'den kalma olan birkaç milimetre
büyüklüğündeki bu fosilin 3 boyutlu modelini
oluşturdu. Elde edilen verilere göre, amberdeki
sinek, kendi türünün besin ortakçılığı yapabildiğini
gösteren ilk delil konumunda. Ayrıca kanatsız bir
böcek türü olan 'collembola'nın yayılmak için
kanatlı böcekleri kullanabildiğini gösteren ilk
örnek. Simbioz yaşamın bir formu olan besin
ortakçılığı, farklı türlere ait organizmalar
arasında gözlenen bir ilişki türü olarak biliniyor.
Araştırmayla ilgili bilgi veren David Penney, "Bu
görüntüler gerçekten etkileyici. Elde ettiğimiz öncü
niteliğindeki veriler, dünyanın en yaygın
organizmalarının fosillerine bakarak davranışlarını
anlamada bize yardımcı olacak" dedi.
İncelemenin detaylı sonuçları, bilim dergisi Plos
One'da yayınlandı. Geçtiğimiz Ağustos ayında da 230
milyon yıl öncesine ait böcek fosilleri bulunmuştu.
Bitkilerden salınan reçine veya çeşitli sıvıların
katılaşmış hali olan amberlerin içinde milyonlarca
yıl öncesine ait canlılar mükemmel bir şekilde
korunuyor.
Sabah, 20.10.2012
|
TAKSİM'E AKM AYARI
Taksim Meydanı'nı araç trafiğine kapatarak
yayalaştırılması için Büyükşehir Belediyesi
tarafından onaylanan proje nihai düzeltme ve onay
için Koruma Kurulu'na gönderildi. Gümüşsuyu'ndan
gelen yolun yeraltına alınmasına kuruldan itiraz
geldi. AKM'nin restorasyonu sonrasında kullanıma
açılmasıyla kültürel taleplerin artacağı
belirtilerek araç trafiğine kapatılmasının AKM'yi
olumsuz etkileyebileceği savunuldu. Karar haftaya
yapılacak toplantıya ertelendi.
Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 20.10.2012
|
|
 |
KUNSTHAL'DE KİLİT YOKMUŞ
Kunsthal’da gerçekleştirilen milyonlarca euroluk tablo soygunun faillerinin müzeye arka kapıdan girdikleri ve kapının gece kilitli olmadığı açıklandı. Polis soygunculara içeriden birinin yardım ettiğinden şüpheleniyor.
Metro gazetesinin güvenlik görevlileriyle yaptığı konuşmalara dayandırdığı haberinde, faillerin ‘flipper yöntemi’ denilen sert, bükülebilir bir plastik cisimle kapıyı açtıkları bildirildi. Haberde, faillerin kapıyı zorlamadan açtıkları ve hiçbir şeyi kırıp dökmeden 7 tabloyu kolayca çaldıkları yazıldı. Milyonluk soygun sırasında hiçbir güvenlik görevlisinin Kunsthal’da bulunmadığını doğrulayan Müze yönetimi, ‘‘Müze kamera sistemiyle korunuyordu ve herhangi bir güvenlik zaafı da yoktu’’ ifadesini kullandı.
Milliyet, Haber: Fuat Aslan, 20.10.2012
|
MARMARİS MÜZESİ
YENİLENECEK

Kanuni Sultan
Süleyman’ın Rodos Seferi sırasında yaptırdığı
yaklaşık 500 yıllık Marmaris Kalesi’nin restorasyonu
ve içinde bulunan müzenin yenilenmesi için
çalışmalar başladı.
Yılda yaklaşık 60 bin
kişinin ziyaret ettiği Marmaris Kalesi ve Marmaris
Müzesi’nde yapılacak çalışma için Kültür ve Turizm
Bakanlığı 300 bin lira ödenek ayırdı.
Marmaris Müze Müdürü
Esengül Yıldız Öztekin, gazetecilere yaptığı
açıklamada, müzenin kazılardan gelen, müsadere
yoluyla ve satın alınan eserlerle zengin bir
arkeolojik koleksiyona sahip olduğunu söyledi.
Mevcut teşhir düzeninin
çağdaşlık, bilimsellik ve ziyaretçilerini
aydınlatıcı özelliklerden uzak olduğuna işaret eden
Öztekin, “Müdürlüğümüz tarafından müze genelinde
proje geliştirilerek yeni bir teşhir düzenlemesi
yapılması gerektiğine karar verildi. Geçen yıl
başlayan proje çalışmaları tamamlandıktan sonra
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nce
onaylandı. Proje 2012 yatırım programına alındı”
dedi.
Projenin, tarihi bir
mekan olan kalenin özellikleri göz önüne alınarak
hazırlandığını ifade eden Öztekin, restorasyonun
yanı sıra teşhir ve tanzim çalışmasıyla deprem
riskine karşı eserlerin korunması için yeni depolar
da yapılacağını kaydetti.
Marmaris Müzesi’nin
çalışmalar nedeniyle Kültür Varlıkları ve Müzeler
Genel Müdürlüğü’nün aldığı kararla 18 Ekim 2012 ile
30 Nisan 2013 tarihleri arasında ziyarete
kapatıldığını bildiren Öztekin, “Amacımız
müzemizdeki eserleri daha uygun koşullarda
sergileyerek ziyaretçilerimizi çağdaş müzecilik
anlayışına yakışır bir teşhirle karşılamak” diye
konuştu.
Öztekin, yaklaşık 12 bin
eserin bulunduğu müzeye yenilenmesinin ardından
Marmaris Arkeoloji Müzesi adını vermeyi
planladıklarını kaydetti.
Bu arada, müze
projesinin hazırlanması için harcanan 40 bin lirayı
Marmaris Liman İşletmeciliği AŞ’nin karşıladığı
öğrenildi.
Turizm Habercisi,
19.10.2012
|
ARKEOPARKLI BİR TOKİ RÜYASI

TOKİ’nin konut yapmak düşüncesiyle Spradon antik
kentinde İstanbul Arkeoloji Müzesi uzmanlarına
başlattığı kazılardan çıkan buluntular, arkeoloji
dünyasında sevinçle karşılandı. TOKİ’nin bundan
sonra da kazıları devam ettirmesi isteniyor. TOKİ,
kazılara maddi desteğini sürdürürse hem ‘tarihi
binalara zarar verdiği gerekçesiyle’ kamuoyu
nezdinde bozulan imajını düzeltebilecek hem de
İstanbul kent bilincini geliştiren bir arkeoparka
kavuşacak.
Uzun yıllardır definecilerin uğrak yeri olan
Ispartakule’deki Spradon antik kentinde, 3. derece
sit alanı içinde kalan nekropol alanında geç Roma
dönemi 58 mezar buluntusu, sur duvarları, mimari
yapılar bulundu. Henüz 1. derece arkeolojik sit
alanında sondaj yapılmadı. Arazide çalışan uzmanlar
asıl buluntuların buradan geleceğini belirtiyor.
İkinci Yenikapı mı?
Marmaray için başlatılan Yenikapı kazılarında da
önce liman batıkları bulunmuş daha sonra alt
katmanlara inildikçe İstanbul’un şehir belleğini
oluşturan yeni bilimsel verilere ulaşılmıştı.
Uzmanlar Spradon antik kentinde de neolitik dönem
buluntularının çıkacağından neredeyse eminler. Hatta
Prof.Dr. Mehmet Özdoğan alanda paleolitik dönem
bile gelme ihtimalinden söz etti.
Kazılar durursa defineciler yeniden işbaşı yapar
İstanbul 1 No’lu Kültür Varlıklarını Koruma
Kurulu’nun bölgede konut yapımına izin vermeyeceği
kesin. Arkeoloji Müzesi tarafından devam eden
kazıların da maddi destekçisi TOKİ. Bu durumda
kazılar duracak mı sorusu akıllara geliyor. Kültür
ve Turizm Bakanlığı pek çok kazıya destek verdiği
için burada sürdürülen kazılara bütçe ayırması zor
görünüyor. Ancak müze kazıları kapatırsa bu kez de
defineci tehlikesi yeniden hortlayacak. Çünkü
oldukça geniş bir arazi ve burayı bir bekçinin
koruması ya da etrafının koruma altına alınması
oldukça zor.
İstanbul’da tarih bol ama kazılar çok az
Prof.Dr. Mehmet Özdoğan (Arkeolog): İstanbul’un
kültür tarihindeki önemini biliyoruz. Ancak toprak
üstü bulgular ve yazılı kaynaklardan öğrendiklerimiz
kadar bilgi sahibiyiz. Arkeolojik kazılar yetersiz.
Avrupa’nın pek çok şehrinde kent geçmişine yönelik
arkeolojik kazılar yapılmıştır. Yenikapı kazıları
İstanbul ile ilgili ne kadar az şey bildiğimizi
ortaya koydu. İstanbul’un geçmişi sadece sur içinden
ibaret sanılmamalı. Yeni buluntular bir fırsattır.
Kent arkeolojisi kentin orta yerinde bir yeri kazıp
öylece bırakmak değildir. Bulunan alanlar arkeolojik
park yapılarak kentin zenginleşmesine fırsat
tanınmalıdır. Yeni buluntular heyecan verici.
Yarımburgaz bölgenin çok yakınında. Neolitik dönem
de paleolitik dönem bulgularına da rastlanması
muhtemel.
TOKİ içinde bir arkeopark olabilir
Nezİh Başgelen (Arkeolog): Ispartakule’deki kurtarma
kazılarını yerinde görme ve vadiyi inceleme imkanım
oldu. Bulgular (MÖ 4- MS 11. yüzyıl) 1500 yıllık
bir yerleşim tarihini ortaya koymakta. Özellikle
pınar çevresi ve vadi tabanında yapılacak kazılarda
daha eskiye giden tabakalara da rastlanabilir. Şu
anda bulunanlarla bile İstanbul’un yakın çevresinin
arkeolojisi açısından önemli bir yerleşim yeri
olduğu anlaşılıyor. Buranın bir arkeopark olarak
yapılması düşünülen TOKİ yerleşimi içine entegre
edilmesi, örnek olması açısından üzerinde durulması
gereken bir husus. İstanbul’la her açıdan yakından
ilgilenen Sayın Başbakanımızın TOKİ’yi bu yönde bir
uygulama için görevlendirmesini dilerim.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 23.10.2012
|
İBRAHİM ÇALLI'NIN TABLOSU GÜN YÜZÜNE ÇIKTI
İbrahim Çallı'nın terk edilmiş bir evde uzun yıllar
rulo halinde tutulan en büyük ve mitolojik tablosu
''Kayalıklarda Yıkanan Çıplaklar'' eseri, 80 yılın
ardından gün yüzüne çıktı. Restore edilen tablo, 4
Kasım'da, Anadolu yakasının ilk müzayedesi ''Karşı
Müzayede''de satışa sunulacak.
Müzayedede İbrahim Çallı'nın 3 metre boyundaki ''en
büyük ve mitolojik'' tablosu olarak bilinen
''Kayalıklarda Yıkanan Çıplaklar'' eserinin de
satışa sunulacağı müzayedede, İbrahim Safi, Nazmi
Ziya, Sabri Berkel, Avni Arbaş, Nuri Abaç, Fikret
Mualla, Adnan Çoker, Abidin Dino ve Bedri Rahmi
Eyüboğlu gibi bir çok sanatçının özel
koleksiyonlarından toplanan eserler de yer alacak.
Çallı'nın bu eserinin ilk defa müzayedede gün yüzüne
çıkacağını ve müzayedenin başyapıtı olma özelliği
taşıdığını ifade eden Internetional Art Center (IAC)
İstanbul'un kurucusu Hafize Uncuoğlu, tablonun
hikayesini şöyle anlattı:
''Bu resmin özelliği gün yüzüne hiç çıkmamış ve
tamamen aileden bize gelen bir resim olması.
Hikayesi de bizi çok etkiledi. 1930'lu yıllarda
Mustafa Kemal Atatürk, İbrahim Çallı'ya Kaşık
Adası'nda çalışması için bir yer tahsis eder. O
yıllarda Burgazada'da İbrahim Çallı'nın doktoru
Mehmet Medeni Akman yaşamaktadır. Çallı ve Akman'ın
dostluğu, uzun yıllar devam eder. Çallı,
'Kayalıklarda Yıkanan Çıplaklar' adlı eserini Dr.
Mehmet Medeni Bey için yapar. O zaman bu kadar büyük
tuval olmadığı için 2 tuvali birleştirerek yaptığı
2.98 X 2.18 boyutlarında bir eser. Tablo, Medeni
Bey'in Burgazada'daki yalısında uzun yıllar asılı
kalır. Mehmet Medeni Bey'in ölümünden sonra resmin
boyutundan dolayı uzun süre bakımsız kalan tablo,
Bayram Karşıt'ın gözetimine geçerek restore edilir
ve İbrahim Çallı'ya ait olduğu belgelenir. Ayrıca
Bayram Karşıt tarafından sertifikası da verilir.
Ancak eser rulo şeklinde saklandığı için Çallı'nın
imzası dökülmüştür. Son olarak restorasyon işleri,
Prof.Dr. Süleyman Saim Tekcan tarafından denetlenir
ve korumaya alınır. Eserin, takriben 1930'lu
yıllarda yapıldığı tahmin ediliyor.''
Habertürk, 19.10.2012
|
DİNOZOR KAÇAKÇISINA EV HAPSİ CEZASI
ABD'de kendisini "ticari paleontolog" olarak
tanımlayan bir kişi, dinozor iskeleti parçalarının
yasadışı şekillerde ticaretini yapmaktan tutuklandı.
Florida bölgesindeki Gainesville kasabasında yaşayan
Eric Prokopi'nin, bu yıl müzayedede 1 milyon dolara
satılan, Tyrannosaurus Bataar türü 70 milyon yıllık
bir dinozor türünün tüm iskeletini neredeyse
tamamlayarak, kaçakçılığını yaptığı belirtildi.
Fosil parçalarını yasal izinler olmadan ülke dışına
çıkaran ve bu işin ticaretini yapan Prokopi, dün
çıktığı mahkemede 100 bin dolar para cezasına ve ev
hapsine çarptırıldı.
Sabah, 19.10.2012
|
|
EYÜP SULTAN CAMİSİ RESTORE EDİLECEK
Eyüp Belediye Başkanı İsmail Kavuncu, Mekke, Medine
ve Kudüs'ten sonra İslam coğrafyasında en fazla
ziyaretçi akınına uğrayan Eyüp Sultan Camisi'ndeki
rölöve çalışmalarının tamamlanmak üzere olduğunu
belirtti.
Rölöve çalışmalarının İstanbul Büyükşehir Belediyesi
iştiraklerinden Bimtaş AŞ'nin yürüttüğünü ifade eden
Kavuncu, rölöve çıkarılırken fotogrametri ve lazer
tarama yöntemlerinin kullanıldığını ifade etti.
Kavuncu, Eyüp Sultan Türbesi'nin restorasyonunun
tamamlanmasından sonra caminin restorasyonuna
başlanacağını kaydetti.
Habertürk, 19.10.2012
|
TAM 3 BİN YILLIK BULUNTULAR
Ilısu Barajı Projesi kapsamında yapılan arkeolojik
kurtarma kazılarında, Batman 'ın Beşiri İlçesine
bağlı Işıkveren Köyü'ndeki Gre Amer Höyüğü'nde 4
yıldır devam eden kazıların 4'üncü sezonunun sonunda
2 bin 500 ve 3 bin yıl öncesine dayanan Pers
dönemine ait buluntular çıktı.
Kazıların bilimsel başkanlığını yapan Koç
Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Gül Pulhan,
bu yıl yapılan kazılarda Pers dönemine ait çok
sayıda testiler bulduklarını belirterek, kazılarda
bulunan bronz ve kemik aletlerin de burada
dokumacılığın yapıldığını gösterdiğini söyledi.
Bu yıl yaklaşık 3,5 ay süren çalışmalarında,
MÖ 2 binlerde höyüğün çok daha geniş
alana yayıldığı sonucunu çıkardıklarını ifade eden
Kazı Başkanı Pulhan, Gre Amer'deki 3 tabakadaki
sonuçları şöyle anlattı:
“MÖ 2 binlerde büyük bir yerleşme var. Bu
bizim için ilginç bir sonuç. Üçüncü tabakada,
MÖ birinci bine ait buluntular çıkardık.
Bu tabakaya ait yine iki tane çok iyi korunmuş ev
kazdık. Bu evlerin içinde günlük yaşama ait kaplar,
testiler, büyük depo küpleri, özellikle
dokumacılıkta kullandıkları bronz ve kemik aletler
bulduk. Bu buluntulardan hareketle Gre Amer'de
dokumacılığın yapıldığını düşünüyoruz. Yerleşimdeki
ikinci tabakada da çok güzel bir mekan ortaya
çıkardık. Özellikle taş döşemeli odalar ve büyük
avlular var. Birinci tabakanın ise MÖ 5
ve 4. yüzyıldaki Pers dönemine ait olduğunu
düşünüyoruz.”
Kazıda, Pers dönemine ait bina ve çok tipik Pers
objeleri bulduklarına da işaret eden Gül Pulhan,
bronz sürme çubukları, çanak çömlek, küçük kaseler,
büyük depo kapları, tipik çift kulplu mataralar,
testiler ve küçük testicikleri hiç kırılmadan bugüne
kadar gelmiş halde odalarında orijinal durumda
bulduklarını kaydetti.
Yerleşimdeki evlerin tavanını tutturmak için sütun
kaidelerin kullanıldığını, üzerlerine ise ahşap
konularak yükseltildiği bilgisini veren Pulhan,
“Duvarların çoğu taştan örülmüş fakat üzerlerine
birkaç kerpiç koyduklarını da anlıyoruz. Odaların
kenarlarına taş dolap ceplik yapmışlar. Bunların
içinde ise kaplar var. Son olarak ortaya çıkan
testiler, MÖ 1. bine ait, demek ki
Pers dönemine ait bugünden 3 bin yıl öncesine
dayanan testiler” dedi.
Kazı alanında incelemelerde bulunan Batman Kültür
Turizm Müdürü Şehmus Kartal, kurtarma kazılarının,
barajda su tutulana kadar devam edeceğini belirtti.
Dicle Nehri, Batman ve Garzan çaylarının tarihte
yerleşimlerin yoğunlaştığı yerler olduğunu ve Batman
çevresinin bu nedenle tarihi bakımdan oldukça zengin
bir bölge olduğunu dile getiren Kartal, “Tarihi
kaynaklardan anlıyoruz ki, insanlar ilk
medeniyetlerini akarsular kıyısında kurmuşlar. O
anlamda olaya baktığımız zaman Batman'ın
çevresindeki bu akarsuların kıyısında çok zengin bir
tarihi doku mevcuttur” diye konuştu.
Radikal, 18.10.2012
|
ÇANAKKALE'YE İLK KÖPRÜ MİLATTAN ÖNCE YAPILMIŞ

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Fen
Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi
Doç.Dr. Reyhan Körpe, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
Eceabat İlçesi yakınlarındaki Akbaş mevkisinde yer
alan Sestos antik kentindeki yüzey araştırmalarının
bu yılki etabının tamamlandığını, Sestos'un antik
çağlarda Gelibolu Yarımadası'nın en önemli
kentlerinden birisi olduğunu söyledi.
Körpe, şu anda Akbaş Limanı'nın bulunduğu yerin
antik Sestos kentinin de limanı olduğuna işaret
ederek, ''Gelibolu Yarımadası ve Karadeniz'de
toplanan tahıllar, gemilerle bu limana getirtiliyor.
Tahıllar bu limandan Sestos'ta yer alan büyük
ambarlarda biriktiriliyor'' dedi.
Antik dönem filozoflarından Aristo'nun Sestos için
''antik çağın tahıl ambarı'' deyimini kullandığını
dile getiren Körpe, ''Sestos'un yalnızca Çanakkale
Boğazı'na bakan bölümü yok. Aynı zamanda Saros
Körfezi bölgesinde de limanı var. Kış aylarında
rüzgardan boğaza giriş mümkün olmadığı zamanlarda,
tahıllar Saros bölgesindeki limandan gönderilirdi''
diye konuştu.
Körpe, Çanakkale Boğazı'nın Anadolu yakasında yer
alan Nara Burnu'ndaki Abidos ile Avrupa yakasındaki
Sestos arasında ilişki olduğunu bildirdi.
Söz konusu bölgenin tarih içinde devamlı Çanakkale
Boğazı'ndan geçişlerin yaşandığı bir nokta olduğunu
değerlendiren Körpe, şöyle konuştu:
''İstanbul kurulana kadar bütün tarih öncesi
çağlarda (Prehistorik) Roma'ya kadar doğu ve batının
yolu burasıydı. MÖ 5. yüzyılın ortasında
Pers ordusunun bu bölgeden Avrupa'ya geçtiğini
biliyoruz. Persler, Abidos'tan Sestos'a yüzen
gemileri birbirine bağlayarak, Çanakkale Boğazı'nda
tarihteki ilk köprüyü kurmuş. Bu köprüden Pers
ordusu Avrupa'ya, Atina'ya geçmiş. MÖ 334
yılında Büyük İskender'in ordusunun da buradan
geçtiğini biliyoruz. İskender her ne kadar kendisi
buradan geçmediyse de ordusu buradan karşıya
geçiyor. Aynı şekilde Roma ordularının da batıdan
doğuya ve doğudan batıya buradan geçtiklerini
biliyoruz. Tarih içerisinde Asya ve Avrupa
arasındaki geçişlerin bu noktadan olduğunu
söyleyebiliriz.''
Doç.Dr. Reyhan Körpe, Sestos'un Osmanlı döneminde
önemli bir yer olduğunu bildirdi.
Sestos antik kenti ile ilgili şimdiye kadar herhangi
bir arkeolojik araştırma yapılmadığına değinen
Körpe, ''İlk defa bu yıl Kültür ve Turizm
Bakanlığı'ndan alınan izin ve Bakanlık temsilcisiyle
birlikte kentin arkeolojik tarihini araştırmak için
çalışmalara başladık'' dedi.
Körpe, araştırmada kentin sınırlarını tespit etmeye
çalıştıklarını ifade ederek, şu bilgileri verdi:
''Şu anda yüzeyde sur duvarlarından başka bir
kalıntı görünmüyor. Bu sur duvarları da Sestos
kentine ait değil. Bunlar erken Bizans döneminde,
Bizanslılar tarafından antik kent terk edildikten
sonra yapılmış bir kalenin surları. Bölge bugüne
kadar hiç kazılmamış. El değmemiş, bir şey alınıp
götürülmemiş bir antik kent burası. O yüzden
ayaklarımızın altında hiç dokunulmamış kalıntılar
bulunmakta. İleride bir kazı yapıldığında önemli
kalıntılar ortaya çıkabilecek.''
Araştırmalar sırasında Hellenistik döneme ait bir
kraterin ağız kenarına ait parçayı bulduklarını
anlatan Körpe, bunun kentin Hellenistik dönemde ne
kadar zengin olduğunu gösterdiğini, parçaların
incelenebilecek durumda olanlarını ise müzeye teslim
ettiklerini kaydetti.
Haber 7, 15.10.2012
|
DENİZLİ'DE GÖKTÜRK
YAZITI MI BULUNDU?

Doğa Sevenler Derneği
(DOSEV) Başkanı Ümit Şıracı, gazetecilere yaptığı
açıklamada, zaman zaman dernek üyeleriyle Denizli ve
çevresine doğa gezileri düzenlediklerini belirtti.
Geçen hafta, arkadaşlarıyla Bozkurt İlçesine bağlı
İnceler beldesine yaptıkları doğa gezisinde, bir
kayanın üzerinde ilginç işaretler gördüklerini ifade
eden Şıracı, ''Kayanın üzerindeki işaretler ilgimizi
çekti. Fotoğraflarını çekip konuyu ilgili
araştırmacılara incelettik. Biz de çok şaşırdık.
Bölgede böyle bir eserin korunması gerekiyor'' dedi.
Fotoğrafları inceleyen Araştırmacı Kürşad Baytok ise
işaretlerin Göktürk alfabesiyle yazıldığını ve
Göktürklere ait olduğunu iddia etti.
Kaya üzerinde yapılan incelemede, ''Üç Enenmiş At
Aldı''cümlesi ile karşılaştıklarını söyleyen Baytok,
şunları kaydetti:
''Bu yazıtlar 8'inci yüzyıla ait olabilir. Ortaya
çıkan bu önemli eser, kesinleştiği takdirde
Türklerin Batı Anadolu'ya 10'uncu yüzyıldan önce
geldiklerinin kanıtı olacak. Tarih yeniden
yazılabilir. Türklerin Anadolu'ya gelişi, kitaplarda
1071 Malazgirt Savaşı olarak yazıyor. Ancak bulunan
eserler, bunun daha eski olduğunu gösteriyor''
ifadelerini kulandı.
Pamukkale Üniversitesi Öğretim üyesi Doç.Dr. Turgut
Tok, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Denizli'de bu
tür yazıtların bulunduğunun altını çizerek,
''Denizli'de 'Ön Türk' damgaları bulunuyor. Bulunan
bu yazıt da bunlardan. Denizli'deki damgalarla
ilgili bilimsel çalışma yapılmasına ilişkin
hazırlıklar var'' diye konuştu.
Timetürk, 13.10.2012
|
EFES'İN EN ERKEN TARİHLİ İDOLLERİ ORTAYA ÇIKTI

Efes antik kenti yakınlarında bulunan ve 2007
yılından bu yana devam eden Çukuriçi Höyük
kazısında, şimdiye kadarki en erken tarihli
'anthropomorf' biçimli ve yüksek kalitede beyaz
mermerden yapılmış stilize iki idol ortaya çıktı.
Batı Anadolu‘daki benzer örnekler gibi Geç
Kalkolitik Çağa (MÖ 4000) tarihlenen kazı buluntusu
ilk idol, korunmuş durumdaki vücüdunun üst kısmı,
kolları ve bacakları ile bir kadın figürini olduğunu
belirten Avusturya Arkeoloji Enstitüsü Efes Kazıları
Başkanı Doç.Dr. Sabine Ladsteatter, MÖ 2900-2800
yıllarına tarihlenen ikinci idol‘in ise, Çukuriçi
Höyük‘ün Erken Bronz Çağına ait Oturma kompleksinde
bulunduğunu söyledi.
Bulunan idol’ün stilize usluplu olduğunu, baş ve
kollarının basitleştirilerek işlenmiş olduğunu
kaydeden Doç.Dr. Sabine Ladsteatter, şu bilgileri
verdi:
"Her iki idol de kültsel bir figür ve Efes’in
şimdiye kadar ki en erken tarihli heykeltıraşlığına
ve kütsel faaliyetlerine tanıklık etmektedir.
Efes’in en eski yerleşim yeri olan Çukuriçi
Höyük’teki kazılar 2007 yılından bu yana Dr. Barbara
HOREJS (Avusturya Arkeoloji Enstitüsü)
başkanlığındaki uluslar arası ve disiplinler arası
bir ekiple yürütülmektedir. Projenin finansmanı
Avrupa Araştırmalar konseyi tarafından
sağlanmaktadır. Çukuriçi Höyük‘teki yerleşim
kalıntıları Neolitik Çağ (7.bin), Kalkolitik Çağ (6.
ve 4. Bin) ve Erken Bronz Çağı’na (3. Bin)
tarihlenmektedir. Her iki idolde yerleşim alanındaki
metalurji merkezinde çok sayıda bakır işlikleri ile
birlikte bulunmuştur. Değiş tokuş amaçlı kullanılan
madenden giysi iğnesi, çeşitli maden aletlerin
üretildiği işlikler bulunmaktadır. Çok sayıdaki
ithal eserin gösterdiği gibi, Çukuriçi Höyük
sakinleri her dönemde diğer bölgelerle kültürel
ilişkiler içerisinde olmalıydı. Her iki idolde
bizlere Efes’in en erken sakinlerinin tarih öncesi
inançları konusunda bilgiler vermektedir."
Mynet Haber, 04.10.2012
|
14 - 20 Ekim 2012
|
TOKİ'NİN KONUT HAYALI SUYA DÜŞTÜ!

Yıllarca defineciler tarafından delik deşik edilen ve TOKİ’nin konut yapmak istediği Avcılar Tahtakale Mahallesi Ispartakule mevkiindeki araziden tarih fışkırdı. İstanbul Arkeoloji Müzesi arkeologları tarafından sürdürülen kazılarda her sondaj çukurunda, 5 ve 6. yüzyıla ait mezarlar ve eserlere rastlandı. İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin Spradon antik kenti olarak nitelendirdiği alan için TOKİ, kendi uzmanlarına, “Burada antik kent yok” yönünde rapor hazırlatmıştı.
Radikal ’in başlattığı kazı
Radikal 15 Nisan 2012’de “Defineci anladı TOKİ anlamadı” başlığıyla verdiği haberde, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın, Spradon antik kenti üzerine konut inşa etmek için baskı yaptığını duyurmuştu. TOKİ’nin, arazinin arkeolojik sit alanından çıkarılması yönünde hazırlattığı ve Prof. Dr. Sümer Atasoy, Y. Doç. Dr. Ahmet Vefa Çobanoğlu ile Hayri Fehmi Yılmaz’ın imzalarının bulunduğu raporda şöyle denilmişti:
“Antik kaynaklarda Spradon adlı bir yerleşimin bulunduğu öğrenilmekle birlikte bu alanda bulunan kalıntıların Spradon yerleşmesine ait olup olmadığı henüz kesinleşmemiştir. Ayrıca Spradon yerleşmesinin bir kent olup olmadığı da henüz tespit edilememiştir. Bu adla sikke darb eden bir kent olmadığı ve yerleşimin şehir olarak tanımlanmadığı bilinmektedir. Bölgedeki yerleşim izlerinin bir çiftliğe ait yapılar olma ihtimali yüksektir. Bölgedeki yerleşim izlerinin Bizans döneminde başlayan kalabalık bir nüfusu da barındırmadığı tahmin edilebilir.”
Raporda sit kararının gözden geçirilmesi istenmişti. İstanbul Arkeoloji Müzesi ise sit kararında direnirken definecilerin yaptığı kaçak kazılarda çıkan buluntuların bölgenin nekropol (mezarlık) olduğunu gösterdiğini belirtmişti. Daha önce bulunan bir lahit kapağının da delil sayılabileceği eklenmişti.
Radikal’in haberinden sonra müze arkeologlarınca alanda sondaj kazılarına başladı. Yaklaşık üç aydır sürdürülen kazılarda bulunan eserler müzeyi haklı çıkardı.
58 mezar bulundu
3. derece arkeolojik sit alanında yapılan sondaj çalışmalarında antik yol kalıntıları ile muhtemelen işlik olarak kullanılmış yapı kalıntılarına rastlandı. Mekanlardan oluşan yapıların geniş bir alana yayıldığı görülüyor. Mekanlardan birinde pişmiş toprak çanakların üretildiği bir fırın tespit edildi. Çıkan eserler arasında müzelik eserler var. Amfora, pitos, sikke, çanak gibi eserlerin büyük bir bölümü M.S.4-5. yüzyıl geç Roma dönemine tarihleniyor. Kazı alanı genişledikçe daha erken dönemlerin mezarları da çıkacak. Daha önce bulunan lahit Roma dönemine aitti. 1. derece sit alanına yakın yerlerde yapılan sondajlarda Hellenistik dönem buluntularına da rastlandı. Hellenistik ve Roma dönemi mezarları gelmeye başladığında çok sayıda mezar gömüsü hediyelerin çıkamsı bekleniyor. Nekrapol alanında 58 mezar bulundu.
Ara karar: Korunmalı Kazılarda çıkan buluntular üzerine İstanbul 1 Nolu Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu 11 Ekim 2012 tarihinde “Parsellerde ve kazı alanının tamamında ortaya çıkan yapı ve mezar kalıntılarının korunması için gerekli önlemlerin (koruyucu üst örtü, su drenejı vb) ivedilikle alınması gerektiği” yönünde ara karar aldı. Böylelikle Spradon antik kenti üzerine TOKİ’nin inşaat yapma hayalleri suya düştü. Gözler şimdi yerinde inceleme de yapan 1 No’lu Koruma Kurulu üylerinin vereceği nihai karara çevrildi.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 19.10.2012 |
TAKSİM PLATFORMUNDAN BELEDİYE BAŞKANIMIZ SAYIN KADİR TOPBAŞ'A SORULAR VE AÇIKLAMA…

Taksim'i yeraltı ve yerüstü diye ayıran, bir otoyol kavşağına çevirip insanlardan koparan proje tartışılamadan uygulama aşamasına geçilmek isteniyor.
Sayın Kadir Topbaş'ın, bedelleri hem kendisi hem de halk için ağır olacak bu proje ile ilgili tereddütleri olduğunu söylemesi umut vericiydi.
Ancak son konuşmasında şaşırtıcı ifadelere rastlıyoruz.
Sayın Topbaş, Taksim bir geçiş noktası diyor. Kendisi için gerçekten bir geçiş noktası olabilir. Ancak Taksim ve çevresinde 24 saat yaşayan, çalışan insanlar var.
Ayrıca Taksim milyonlarca insan için bireysel ya da kitlesel bir buluşma noktası, bir ifade alanı. Üstelik her kesimden, yaştan, düşünce ve inançtan insan için…
“İnşaatı gece gündüz çalışarak bitireceğiz” diyor. Yani gece gündüz yeraltına çakılacak 14 bin 315 fore kazıktan bahsediyor.
Acaba aylarca uyuyamayacak, inşaat tozu, dumanı, gürültüsüyle ruh sağlığı bozulacak olan bu insanlar zaten yılıp kaçarlar diye mi düşünülüyor?
Sayın Topbaş'ın konuşmasında gözden kaçmayan bir detay da, Koruma Kurulu'nun onayladığını açıkladığı dalış tüneli için ilk etap ifadesini kullanması.
Bu noktada TAKSİM PLATFORMU Sayın Topbaş'a soruyor:
1. Taksim için ŞU ANDA geçerli olan 1/ 5000 planında kaç tünel var?
2. Eğer 5 tünel varsa ve bazı tünellere hem kurul üyeleri hem de belediye ekibi karşıysa, neden yeniden plan tadilatı yapılmıyor?
3. UKOME Koruma Kurulu'na tek tünelli proje getirdiğinde 5 tünelden vazgeçtiklerini söylemiş. Doğru mu?
4. Kurulun Tarlabaşı tünelini onayladığını beyan ettiniz. Kurul diğer tüneller için ne dedi? Açıkladığınız Kurul kararının yazılı metnine nereden ulaşabiliriz?
Taksim ve çevresinde büyük inşaatlara, derin yarıklara, yıkımlara ve yeşil dokunun yok olmasına neden olacak böyle bir projeye gerçekten ihtiyaç var mı?
Buna konunun uzmanları, halkın ihtiyaçlarını anlayarak karar versin istiyoruz.
Halk oksijen kaynağı olan Gezi Parkı'ndaki dokunun yok edilip yerine devasa bir kışla yapılmasını istiyor mu, sorulmalı diyoruz.
Zira bir yıldır binlerce insanla konuştuk daha bir kişi bile Gezi Parkı yerine kışla yapılsın iyi olur demedi.
Farklı seslerin bir arada durduğu Taksim Platformu sadece uzmanların, şehir plancıların değil, öncelikle halkın sesi. Bünyesinde, Taksim ve çevresinde yaşayanlardan
oluşan semt dernekleri temsilcileri ve esnaflar da var.
Taksim Platformu başından beri, Taksim’in bir siyasal çekişme, iktidar gücü sergileme alanı olmaktan çıkarılmasını istiyor.
Sayın Topbaş'ın bizim sesimizi duyduğunu, ancak görmezden geldiğini düşünüyoruz. Geç olmadan ve geri dönüşü çok zor olan bu yola girilmeden
halkın ve uzmanların haklı uyarılarını dikkate almasını talep ediyoruz.
Sayın Topbaş’a projeyi etap etap uygulamak yerine hemen geri çekmesini ve uzmanların katılacağı bir danışma toplantısında tartışmaya açmasını öneriyoruz.
Bu konuda üzerimize düşeni yapmaya hazırız.
TAKSİM HEPİMİZİN!
Taksim Platformu, 17.10.2012 |
"TARİHİ EVLERİMİZ YOK
OLUYOR"

Tarih Alanya Kalesi
içinde yer alan
Tophane
Mahallesi'nde çoğu yıkık halde bulunan, ancak
restorasyon ve konstrüksiyonuna izin verilmeyen
tarihi yapıların restore edilmesine izin verilmesi
için girişimde bulunuldu.
Alanya
Belediye
Meclisi Üyesi Cemal
Palamutçu, yaptığı açıklamada, tarihi
Alanya
Kalesi'nin 1999
yılında
Antalya
Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu’nca 1.
derecede doğal, arkeolojik ve kentsel sit alanı ilan
edildiğini, daha sonra da Koruma Amaçlı İmar Planı
hazırlandığını belirtti.
Kaleiçi’nde bulunan
Tophane
Mahallesi'ndeki 30 civarındaki tarihi binada bu
nedenle hiçbir işlem yapılamadığını ifade eden
Palamutçu, geçen süreçte bu yapıların bazılarının
yıkıldığını, bazılarının da yıkılmak üzere olduğunu
kaydetti.
Alanya
Kalesi Koruma
Amaçlı İmar Planı'nın izin vermemesi nedeniyle
harabe haldeki yapılarda tapu sahiplerinin aslına
uygun olarak bile restorasyon yapamadığını
vurgulayan Palamutçu, sorunu çözebilmek için konuyu
Alanya
Belediye
Meclisi
toplantısında gündeme getirdiğini söyledi.
Atalarının yaşadığı evlerde yaşama haklarının
olduğunu dile getiren Palamutçu, “Evler harabe hale
geldi. Yıllardır atıl durumda duran bu evleri
restore ederek, insanların yaşamasına uygun hale
getirmek istiyoruz. Ancak mevcut plan nedeniyle bunu
yapamıyoruz. Evlerimiz, gözlerimizin önünde yok
oluyor” dedi.
Yapılarda
restorasyon yapmak isteyen bazı yapı
sahiplerinin mahkemeye giderek restorasyon yapma
hakkı kazandıklarını anlatan Palamutçu, şunları
kaydetti: Kiminin sadece temeli, kiminin
duvarları kalan tarihi yapıların tamamen yok
olmasını istemiyoruz. Mevcut mevzuatta tarihi
yapılara restore izni almak mümkün değil. Bu
nedenle konuyu
Alanya
Belediye
Meclisi’ne
taşıdım.
Meclis İmar
Komisyonu da
Alanya
Kalesi Koruma
Amaçlı İmar Planı nedeniyle oluşan
mağduriyetleri değerlendirerek, planda revizyon
yaptırılmasına karar verdi. Yapılacak
çalışmaların ardından konu,
Antalya
Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu'na
taşınacak. Buradan da olumlu bir kararın
çıkmasını umuyoruz.
Palamutçu, bazı
örneklerin de, olduğu gibi konuyu, mahkemeye
taşımanın da mümkün olduğunu, ancak bunu her
yapı sahibinin ayrı ayrı yapması gerektiğini
anlatarak, bu nedenle sorunu
Belediye
Meclisi
vasıtasıyla çözmeye çalışacaklarını ifade etti.
Bölgede 20
yıldan fazla süredir muhtarlık yapan Halit
Erdoğan ise çocukluğunun geçtiği tarihi evlerin
yok olmaya yüz tuttuğunu vurgulayarak,
“Geçmişimizi yaşatmak için bu evleri ayağa
kaldırmamız gerekiyor.
Tarihi evler
insanlarla hayat bulur. İnsan barındırmayan
evler ise yok olur” dedi.
Gazete Yenigün,
19.10.2012
|
YEŞİLOVA HÖYÜĞÜ'NÜ ARTIK
TÜM DÜNYA TANIYACAK
Bornova Belediyesi’nin projelerinden Yeşilova Höyüğü
Ziyaretçi Merkezi, Singapur’da düzenlenen Dünya
Mimarlık Festivali’nde ilk 10’a girdi.
İzmir’in tarihini 8 bin 500 yıl öncesine götüren
Yeşilova Höyüğü’nde yapılacak Ziyaretçi Merkezi
Projesi, dünyanın dikkatini çekti. Singapur’da
düzenlenen Dünya Mimarlık Festivali’ne katılan 501
başvuru arasında özgün mimari projesiyle yarışmaya
katılan tek yerel yönetim olan Bornova Belediyesi,
büyük ilgi topladı. Festivale davetli olarak katılan
Belediye Başkanı Kamil Okyay Sındır, dünya çapında
başarı yakalayan projenin tanıtımını yaptı.
Festival, 2011 yılında Barcelona’da yapılan
yarışmada birinci seçilen Moshe Safdie imzalı Marina
Bay Sands Oteli’nde yapıldı. Festivale dünya
genelinde 501 proje başvurdu. Bornova Belediyesi,
Future Project kategorisinde kültür dalında ilk 10’a
girdi. Dünya Mimarlık Festivali 2012 yılı birincilik
ödülünü ise 2011 yılının da birincisi olan Moshe
Safdie Gardens By The Bay projesiyle aldı.
Yaklaşık 4 bin 200 metrekarelik kapalı alana
kurulacak Ziyaretçi Merkezi’nde, arkeoloji araştırma
laboratuvarı, eğitim alanları, kafe restoran,
aktivite alanları, ofisler, sergi alanları,
konferans salonu teknik odalar, arkeologlar için
misafirhaneler yer alacak. Bornova Belediyesi’nin de
desteğiyle Ege Üniversitesi’nin yürüttüğü Zaman
Tüneli Projesi için de geniş bir alan bulunacak.
Projenin inşaatı 2013 yılı başında başlayacak.
Başkan Sındır, “Bornova, verimli toprakları
sayesinde tarih boyunca çeşitli medeniyetlere ait
yerleşimlerin merkezi olmuş. Bunu İzmir’in tarihini
8 bin 500 yıla kadar götüren buluntulardan
anlıyoruz. Bornova şimdi de sanatın, kültürün,
eğitimin, ekonominin merkezi konumunda. Biz de böyle
büyük bir ilçenin büyüklüğüne yakışır projelerle
dünya sahnesinde hakettiği yere gelmesi için
çalışıyoruz” dedi.
Gazete Yenigün,
19.10.2012
|
VAKFA VAR, BİREYE YOK

Hükümet geçtiğimiz
yıl azınlık vakıflarının çeşitli nedenlerle el
konulan mallarının iadesinin önünü açarken,
uygulamanın, 2001 yılında çıkarılan bir
kararnameyle, bireysel başvurularda terse işlediği
ortaya çıktı.
Hükümet, Vakıflar
Kanunu’na eklediği geçici bir maddeyle azınlık
vakıflarının 1936 yılındaki kayıtlarında yer alan
daha sonra çeşitli nedenlerle el konulan malların
iadesinin önünü açtı. Bir yıllık sürede başvuran
vakıflara malları iade edilmeye başlandı. Ancak
uygulamanın, 2001 yılında çıkartılan bir
kararnameyle, bireysel başvurularda terse işlediği
ortaya çıktı. 57’nci Hükümet’in Tapu Kadastrodan
Sorumlu Devlet Bakanı Şuayip Üşenmez’in imzasını
taşıyan ve halen yürürlükte olan kararnamede,
bireysel başvurularda azınlık mallarıyla ilgili hiç
kimseye bilgi verilmemesi, kimliklerinin
araştırılması ve
Ankara’ya
yönlendirilmeleri isteniyor.
Tehcir edilenlerden
kalan taşınmazlar, 6 Ağustos 1924’ten sonra devlet
hazinesi adına kaydedildi. Azınlık vakıflarının
malları ise 1936’da hazineye alındı. Hükümet
geçtiğimiz yıl çıkardığı kanun hükmünde bir
kararnameyle, bir yıllık süre içerisinde bulunan
cemaat vakıflarının mallarını iade kararı aldı.
Başvuruların değerlendirilmesinden sonra bazı
taşınmazlar iade edildi. Ancak kararnamede bireysel
başvurularla ilgili herhangi bir karar yoktu.
Bozcaada’daki Kimisis Teodoku Rum Kilisesi ve
mezarlığının kilise vakfına, Büyükada’daki Rum
Yetimhanesi’nin de Fener Rum Patrikhanesi Vakfı’na
iadesiyle ilgili AİHM’de görülen davalarda aktif rol
üstlenen Avukat Cem Murat Sofuoğlu, tehcir
edilenlerin mallarıyla ilgili bir davada tapu
kayıtlarına ulaşamadı. Araştırınca 2001 yılında
kayıtların gizlenmesine yönelik çıkartılan bir
genelgeyle karşılaştı. Başvuranların tapu
kayıtlarına neden ulaşılamadığı da ortaya çıkmış
oldu.
29 Eylül 2001 tarihli 4
maddelik genelgede, mübadil (değiştirilen),
mütegayyip (kaybolmuş), mufarakat (terkeden) ve
firari (kaçak) kişilerin taşınmaz mallarının Devlete
intikal ettiği, bu kayıtlar üzerinden herhangi bir
tapu işleminin yapılmaması ve hiçbir bilgi, belge ve
tapu kaydı verilmemesi gerektiği bildiriliyor.
Hiçbir tapu işlemi
kabul edilmeyecek
2001 yılında hazırlanıp
bu güne kadar gizlenen genelgede özetle şu ifadeler
yer alıyor: “Bahsedilen nitelikte kişilere ait
kayıtlar farklı tarihlerdeki kanun ve kararnameler
gereği işleme tabi kayıt niteliğini kaybetmiştir.
Tescil işlemleri tamamlanmamış olsa dahi tescilsiz
iktisap şeklinde Devletin uhdesine geçen bu
gayrimenkullerin eski malik ve mirasçıları Medeni
Kanunun 928 inci maddesine göre ilgili kişi
sayılamayacaklarından tapu kaydı verilmesi dahil,
hiçbir tapu işlem talebinin kabul edilmemesi
gerekir. Yabancı gerçek ve tüzel kişilerin 1924 yılı
ve öncesine ait kayıtlar ile ilgili herhangi bir
işlem talebinde bulunmaları halinde, öncelikle kayıt
maliklerinin mübadil, mufarakat, firari veya
mütegayyip olup olmadığı mahalli mülki amirliklere
başvurularak araştırılacaktır. Araştırma sonucunda
kayıt malikinin bu kişilerden olmadığının
anlaşılması halinde talep konusu Merkeze intikal
ettirilecek (Yabancı İşler D.Bşk.) ve talimata göre
işleme yön verilecektir. Gerçek veya tüzel kişilere,
mübadil, mütegayyip, firari ve mufarakat edenlere
ait tapu kayıtlarına ilişkin bilgi ve belge
verilmesi de dahil tapu işlem taleplerinin hiçbir
şekilde karşılanmaması, taleplerinin Genel Müdürlüğe
yönlendirmesi için bilgi vermekle yetinilmesi
gerekmektedir.”
Hürriyet, Haber: Eyüp
Serbest, 19.10.2012
|
BAYRAMDA MÜZELER AÇIK
MI?
25-28 2012 Ekim
tarihleri arasında kutlanacak Kurban Bayramı
süresince müze ve ören yerleri açık olacak. Topkapı
Sarayı, Ayasofya ve Arkeoloji Müzeleri bayramın ilk
günü 25 Ekim Perşemge günü saat 13.00′te kapılarını
açacak. Resmi tatil olan 29 Ekim Pazartesi günü de
müzeler açık, normal kapalı günü olan müzelerden
bazıları ise kapalı olacak.
İstanbul Rehberler
Odası’nın telefonla müezelerden aldığı bilgilere
göre, bayramda mesai saatleri şöyle olacak:
Topkapı Sarayı
Müzesi: (Tel: 0212 512 04 80)
Kurban Bayramı
Arife günü (24.10.2012
Çarşamba): Açık
Kurban Bayramı'nın
1.günü (25.10.2012 Perşembe): Saat:13.00’e kadar
kapalı.
Kurban Bayramı'nın
2.,3.,4. gunleri açık.
Cumhuriyet Bayramı
29 Ekim Pazartesi: Açık
Yaz saati uygulaması
devam ediyor.
Kış saati uygulaması: 1
Kasım 2012'de başlıyor.
Açılış: 09.00 Son Giriş:
16.00 Kapanış: 17.00 olacak.
Ayasofya Müzesi:
(Tel: 0212 522 09 89):
Kurban Bayramı
Arife günü (24.10.2012
Çarşamba) : Açık
Kurban Bayramı'nın
1.günü (25.10.2012 Perşembe) : Saat:13.00’e kadar
kapalı.
Kurban Bayramı'nın
2.,3.,4. gunleri açık.
Cumhuriyet Bayramı
29 Ekim Pazartesi: Henuz
belli değil, gitmeden önce telefonla bilgi
alınmasında fayda var.
Yaz saati uygulaması
devam ediyor.
Kış saati uygulaması: 01
Kasım 2012'de başlıyor.
Açılış: 9.00 Son Giriş:
16.00 Kapanış: 17.00 olacak.
Kariye Müzesi: (Tel:
0212 631 92 41)
Kurban Bayramı
Arife günü (24.10.2012
Çarşamba): Kapalı
Kurban Bayramı'nın
1.günü (25.10.2012 Perşembe): Saat:13.00’e kadar
kapalı.
Kurban Bayramı'nın
2.,3.,4. gunleri açık.
Cumhuriyet Bayramı
29 Ekim Pazartesi: Açık
Yaz saati uygulaması
devam ediyor.
Kış saati uygulaması: 1
Kasım 2012'de başlıyor.
Açılış: 09.00 Son Giriş:
16.30 Kapanış: 17.00 olacak.
Dolmabahce Sarayı:
(Tel: 0212 236 90 00-212.327 26 26)
Kurban Bayramı
Arife günü (24.10.2012
Çarşamba): Açık
Kurban Bayramı'nın
1.günü (25.10.2012 Perşembe): Kapalı
Kurban Bayramı'nın
2.,3.,4. gunleri açık.
Cumhuriyet Bayramı
29 Ekim Pazartesi: Açık
Uygulama farklılığı
kaldırılmış.
Açılış: 09.00 Son Giriş:
16.00 Kapanış: 17.30
İstanbul Arkeoloji Muzeleri: (Tel: 0212 520 77 40)
Kurban Bayramı
Arife günü (24.10.2012
Çarşamba): Açık
Kurban Bayramı'nın
1.günü (25.10.2012 Perşembe): Saat:13.00’e kadar
kapalı.
Kurban Bayramı'nın
2.,3.,4. gunleri açık.
Cumhuriyet Bayramı
29 Ekim Pazartesi:
Kapalı
Yaz saati uygulaması
devam ediyor.
Kış saati uygulama
yazısı gelmemiş.
Efes Müzesi: (Tel:
0232 892 60 10)
Kurban Bayramı
Arife günü (24.10.2012
Çarşamba): Açık
Kurban Bayramı'nın
1.günü (25.10.2012 Perşembe): Saat:13.00’e kadar
kapalı.
Kurban Bayramı'nın
2.,3.,4. gunleri açık.
Cumhuriyet Bayramı
29 Ekim Pazartesi: Açık
30 Ekim’e kadar ara
uygulama yapılıyor: Açılış: 08.00 Son Giriş: 17.30
Kapanış: 18.30
Kış saati uygulaması: 30
Ekim 2012'de başlıyor.
Açılış: 08.00 Son Giriş:
17.00 Kapanış: 18.00 olacak.
1 Kasım 2012 itibariyle
onarıma başlanıyor, yaklaşık 1 yıl boyunca kapalı.
Efes Örenyeri: (Tel:
0232 892 60 10)
Kurban Bayramı
Arife günü (24.10.2012
Çarşamba): Açık
Kurban Bayramı'nın
1.günü (25.10.2012 Perşembe): Saat:13.00’e kadar
kapalı.
Kurban Bayramı'nın
2.,3.,4. gunleri açık.
Cumhuriyet Bayramı
29 Ekim Pazartesi: Açık
30 Ekim’e kadar ara
uygulama yapılıyor: Açılış: 08.00 Son Giriş: 17.30
Kapanış: 18.30
Kış saati uygulaması: 30
Ekim 2012'de başlıyor.
Açılış: 08.00 Son Giriş:
17.00 Kapanış: 18.00 olacak.
Ankara Anadolu
Medeniyetleri Müzesi: (Tel: 0312 324 31 60-61)
Kurban Bayramı
Arife günü (24.10.2012
Çarşamba): Açık
Kurban Bayramı'nın
1.günü (25.10.2012 Perşembe): Saat:13.00’e kadar
kapalı.
Kurban Bayramı'nın
2.,3.,4. gunleri açık.
Cumhuriyet Bayramı
29 Ekim Pazartesi: Açık
Kış saati uygulaması
başladı.
Açılış: 08.30 Son Giriş:
16.45 Kapanış: 17.30
Antalya Müzesi: (Tel:
0242 238 56 88)
Kurban Bayramı
Arife günü (24.10.2012
Çarşamba): Açık
Kurban Bayramı'nın
1.günü (25.10.2012 Perşembe): Saat:13.00’e kadar
kapalı.
Kurban Bayramı'nın
2.,3.,4. gunleri açık.
Cumhuriyet Bayramı
29 Ekim Pazartesi: Açık
Yaz saati uygulaması
devam ediyor.
Kış saati uygulama
yazısı gelmemiş.
Göreme Açıkhava
Müzesi: (Tel: 0384 271 21 67)
Kurban Bayramı
Arife günü (24.10.2012
Çarşamba): Açık
Kurban Bayramı'nın
1.günü (25.10.2012 Perşembe): Saat:13.00’e kadar
kapalı.
Kurban Bayramı'nın
2.,3.,4. gunleri açık.
Cumhuriyet Bayramı
29 Ekim Pazartesi: Açık
Kış saati uygulaması
başladı.
Açılış: 08.30 Son Giriş:
16.15 Kapanış: 17.00
Tokali Kilise –
Kapadokya :
(Onarim bitti)
Kurban Bayramı
Arife günü (24.10.2012
Çarşamba) : Açık
Kurban Bayramı'nın
1.günü (25.10.2012 Perşembe) : Saat:13.00’e kadar
kapalı.
Kurban Bayramı'nın
2.,3.,4. gunleri : açık.
Cumhuriyet Bayramı
29 Ekim Pazartesi: Açık
Kış saati uygulaması
başladı.
Açılış: 8.30 Son Giriş:
16.15 Kapanış: 17.00
Troya Örenyeri :
(Tel: 0286 283 00 61)
Kurban Bayramı
Arife günü (24.10.2012
Çarşamba): Açık
Kurban Bayramı'nın
1.günü (25.10.2012 Perşembe): Saat:13.00’e kadar
kapalı.
Kurban Bayramı'nın
2.,3.,4. gunleri : açık.
Cumhuriyet Bayramı
29 Ekim Pazartesi: Açık
Kış saati uygulaması
başladı.
Açılış: 08.30 Son Giriş:
16.30 Kapanış: 17.00
Kapalıçarşı (Tel:
0212 522 31 73):
Kurban Bayramı
Arife günü (24.10.2012
Çarşamba): Açık
Kurban Bayramı'nın
1.,2.,3.,4. gunleri: Kapalı
Cumhuriyet Bayramı
29 Ekim Pazartesi:
Kapalı
Yaz saati uygulaması
devam ediyor.
Mısır Çarşısı: (Tel:
0212 522 55 92):
Kurban Bayramı
Arife günü (24.10.2012
Çarşamba): Açık
Kurban Bayramı'nın
1.,2.,3. gunleri: Kapalı
Kurban Bayramı'nın
4.günü: Açık
Cumhuriyet Bayramı
29 Ekim Pazartesi: Belli
değil.
Yaz saati uygulaması
devam ediyor.
Yerebatan Sarnıcı:
(Tel: 0212 512 15 70):
Kurban Bayramı
Arife günü (24.10.2012
Çarşamba) : Açık
Kurban Bayramı'nın
1.günü (25.10.2012 Perşembe): Saat:13.00’e kadar
kapalı.
Kurban Bayramı'nın
2.,3.,4. gunleri : açık.
Cumhuriyet Bayramı
29 Ekim Pazartesi: Açık
Yaz saati uygulaması
devam ediyor.
Kış saati uygulaması: 1
Kasım 2012'de başlıyor.
Açılış: 09.00 Son Giriş:
17.30 Kapanış:18.00 olacak.
Turizm Habercisi,
18.10.2012
|
KUMKALE'DE TARİH
FIŞKIRIYOR
Çanakkale Savaşları sırasında boğaz savunması için
merkeze bağlı Kumkale beldesi ile Halileli
köylerinde konuşlandırılan, yıllar sonra çeşitli
nedenlerle toprak altında kalan 9 topun dışında, 2
top daha bulundu.
Vali Güngör Azim Tuna,
Kumkale beldesi ile Halileli köylerinde
konuşlandırılan topların gün yüzüne çıkarılmasını
öngören proje çalışmalarını incelemek için Kumkale
beldesine gitti. Tuna, incelemelerinin ardından
yaptığı açıklamada, Kumkale beldesi ile Halileli
köylerinde konuşlandırılan topları gün yüzüne
çıkardıklarını, bölgede çevre düzenlemesi
çalışmalarının sürdüğünü söyledi. Bu işi mahalli
imkanlarla, kurum ve kuruluşların işbirliğinde
yapmaya çalıştıklarına işaret eden Tuna; “Mümkün
olduğu kadar en az masrafla çalışmalar sürüyor.
Amacımız gelecek yıl yapılacak 18 Mart Çanakkale
Deniz Zaferi törenlerine kadar ziyarete açılacak
birtakım mekanlar oluşturmak. Ama işimiz daha çok”
dedi. Tuna, söz konusu topların dışında, bir kısmı
denizin içinde bir kısmı ise karada olan 2 yeni
sağlam topun daha bulunduğunu ifade ederek, şöyle
konuştu: “Onların çıkarılması için çalışmalarımız
sürüyor. Burada şu anda 6 topun konuşlandırıldığı
yer var. 3 yer dolu, 3 yer ise boş. Boş olan yerlere
çevreden çıkartığımız topları getirip, burayı özel
bir alan olarak düzenlemek istiyoruz. Buralar şahıs
arazileri. Anlaşarak, rızayla insanlardan alıyoruz.
Çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Kumkale Belediyesi bu
konuda bize büyük destek veriyor. Topların
temizlenmesi ve sergilenebilir hale getirilmesi de
önemli bir aşama. Buradan çıkarılan toplardan
birisini kısmet olursa, Çanakkale Onsekiz Mart
Üniversitesi'nin (ÇOMÜ) giriş kapısındaki uygun bir
yere koyacağız. Üniversitemiz malum, Çanakkale
Savaşları'nın idare edildiği alan üzerinde kurulduğu
için sembolik anlamı var. Çanakkale Savaşları
süresinde burada kullanılan çok sayıda 'gazi'
topumuz var. Bunların bir kısmı parçalanmış ama
sağlam olanları hiç olmazsa çıkartıp, belki zamanı
geldi geçiyor, insanımızın ziyaretine açmaya
çalışıyoruz.”

Projenin koordinatörü
ÇOMÜ Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Burhan Sayılır,
Yeniköy ile Kumkale arasındaki Kızılbayır olarak
anılan bölgede, deniz ve toprak arasında, uçurumlu
bir arazide 2 topun daha bulunduğunu bildirdi. Bu
topları karadan almaya çalıştıklarını ancak başarılı
olamadıklarını belirten Sayılır; “Ya denizden
alacağız ya da belirli bir ulaşım noktası oluşturup
çıkardıktan sonra, topları buraya getirip sergilemek
istiyoruz. Burası Türk topçuluğu yönünden komple
açık hava müzesi haline gelecek. Orijinal bir yer
olacak. Şu andaki topların yerleri 1915'teki
orijinal bölgeler. Biz ayrı bir yer kazmadık ya da
yerleştirmedik” diye konuştu. Sayılır, son
buldukları topların daha küçük çapta kıyı topları
olduğunu ifade ederek; “Yaklaşık 4 ton ağırlığında.
Bulunduğumuz bölgedeki topların namluları ise 22
ton. Dolayısıyla 2 top yer değiştirebilir tipte.
Onları kolaylıkla taşıyabilir ve nakledebilirsiniz.
Bu toplar ya heyelan nedeniyle aşağıya inmiş ya da
özellikle bu bölgeye atılmış” dedi. Topların savaş
döneminde Bozcaada'dan çıkabilecek gemilere yönelik
yapılandırıldığını düşündüklerini dile getiren
Sayılır, Gelibolu Yarımadası ya da Gökçeada'ya
ulaşabilecek menzili bulunmadığını kaydetti. Kumkale
beldesi ile Halileli köylerinde konuşlandırılan
topların gün yüzüne çıkarılmasını öngören proje
çalışmaları, Valilik, Çanakkale Boğaz ve Garnizon
Komutanlığı, ÇOMÜ ile Kumkale Belediyesi'nce
yürütülüyor.
Çanakkale Olay,
18.10.2012
|
TAKSİM VE ERDEM

Beyazıt Meydanı'nı yok
edenler arasında çok sevip saydığım insanlar da
vardı, ama yıllar sonra bile o sonucun yaratılmasını
lanetliyorum. Taksim'i yok edenleri de aynı akıbet
bekliyor olabilir.
Taksim konusunda şunu
yapacağız, bunu yapacağız diyorsunuz. Nedenini
söylemiyorsunuz. Taksim'de sorun ne? Taksim'in
sorunu ne? Orada işlemeyen, yürümeyen ne? Sizi
rahatsız eden ne? Neden bunları konuşmuyorsunuz?
Bizim görebildiğimiz,
"yayalaştırma" diye çağdaş bir ilkeyi, zaten
yayaların rahatça dolaşabildiği bir yere, körü
körüne uygulama girişimidir. Bu, tam anlamı ile vur
deyince öldürme girişimi sanki.
Tarih boyunca örneği
çokça olmalı; "meydan değiştirme" girişimleri, gücü,
yapabilirliği, muktedir olmayı orada yaşayanlara,
onlara rağmen gösterilmesi arzusudur. Bütün otoriter
yönetimler "imar"cı olmayı ve meydanların bu iş için
hep çok elverişli olduğunu görmüşlerdir. Oysa
Başbakan, dün "demokrasilerin yolu halkın
iradesinden geçer" dedi. Bunu ana muhalefet lideri
de aynen tekrarladı.
Zaten insanlar yaya
olarak Taksim'de rahatça dolaşıyorlar, geliyorlar,
gidiyorlar. Bir sorun yok, yakınma yok. Neden, neden
onlar yer altına tıkılmaya çalışılsın ki? Bu telaş
niye? Durup düşünmek erdemdir. Durup düşünmeyen,
sonra düşünür durur, derler. Hatalı kararları
düzeltmek de erdemdir.
Süreç şöyle oluşmuştu ve
Sayın Topbaş'ın yerel seçimler öncesi yaptığı
konuşmalarda, İstanbul'un tüm meydanlarında trafiği
yer altına alıp, üstünü park yapacağım, şeklindeki
açıklamasıyla başlamıştı. Bunun sıradan bir seçim
vaadi olduğunu düşünmekle birlikte yine de
yaklaşımın yanlışlığını eleştirmiştik. Daha sonra,
sanıyorum konunun Başbakan'a aktarılmasıyla
birlikte, o da gerektiğinde kullanmak üzere, bunu
"çılgın projeler" serisine kattı. Çılgın, yani
akılcı değil. Bu diretme ileride lanetlenmeyi
kolaylaştırıcı olmamalı.
İlle sorun istiyorsanız,
işte alın size küçük bir örnek. Taksim metro giriş
çıkış merdiveni ki oradan gün boyu bir milyona yakın
insan geçiyor. Merdivendeki bir yönlendirme tabelası
metrodan çıkan ve metroya inen bu insanları
çaprazlama olarak birbirlerinin içinden geçmeye
zorluyor. İnsanlar da birbirlerine kah çarparak, kah
sıyırtarak yollarını buluyor ve tabelayı oraya koyan
iradenin gücünü her an bedenlerinde hissediyorlar.
Çözüm çok basit. Yönlendirme tabelasının yerini
değiştirmek yeter. Taksim'de, bize bir türlü
söylenmeyen, eğer bir sorun varsa çözümü çok kolay
olmalı. Durup düşünmek erdemdir, kararları düzeltmek
de...
Taraf, Yazı: Tan Oral,
18.10.2012
|
YILDIZ SARAYI'NDA
DİJİTAL DÖNEM

Yıldız Sarayı, ‘Yıldız
Sarayı Hazineleri gün yüzüne çıkıyor’ adlı AB
Projesi’yle teknolojik hale getirildi. Saray
gezisinde, rehber yerine odalardaki kiosklardan
bilgi edinilecek.
Yıldız Sarayı Vakfı, kuruluşunun 30. yılında
“Osmanlı İmparatorluğu Yıldız Sarayı Hazineleri’ni
gün yüzüne çıkarıyor” adlı AB Projesi’ni tamamladı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yürütülen
projenin tanıtımı bugün Yıldız Sarayı Tiyatrosu’nda
yapılacak. Vakıf Başkan Yardımcısı Ali Serim,
projeyle sarayın ziyaretçi sayısının arttırılıp,
sözkonusu hazinenin geniş kitlelere
tanıştırılmasının hedeflendiğini söyledi.
Serim, projenin ilk etabında, video ve fotoğrafların
yer aldığı, 360 derece sanal turların yapıldığı
kapsamlı internet sitesinin hazırlandığını, ikinci
etapla da müzenin dijital hale getirildiğini
belirterek, “Türkiye’de ilk defa bir müze kiosklarla
dijital hale getirildi. Müzemizde gerçek kişi olarak
bir rehber yok. Komplike bir bilgisayar sistemiyle,
sarayı gezenler bulundukları oda hakkında dokunmatik
ekranlı kiosklardan bilgi edinebilecek” dedi. “Bizim
sarayımız bugüne kadar unutulmuş bir müze olduğu
için Türk halkı, eserler hakkında da bilgi
edinebilecek” diyen Serim, sarayda dikkat çeken
eserlerden birkaçını, “Hollandalı tasarımcı Jean
Botter tarafından tasarlanıp, Terzi Parma tarafından
dikilen Abdülhamit’in kişisel üniforması, üzerinde
tüm Osmanlı padişahların portrelerinin bulunduğu çok
özel yıldız porselen kahve takımı ile Valide
Sultan’ın varak tahtı” şeklinde sıraladı.
Vatan, Haber: Nebahat
Koç, 18.10.2012
|
TAM 3 BİN YILLIK
BULUNTULAR
,
Ilısu Barajı Projesi
kapsamında yapılan arkeolojik kurtarma kazılarında,
Batman 'ın Beşiri
İlçesi'ne bağlı Işıkveren Köyü'ndeki Gre Amer
höyüğünde 4 yıldır devam eden kazıların 4'üncü
sezonunun sonunda 2 bin 500 ve 3 bin yıl öncesine
dayanan Pers dönemine ait buluntular çıktı.
Kazıların bilimsel
başkanlığını yapan Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi
Yrd. Doç.Dr. Gül Pulhan, bu yıl yapılan kazılarda
Pers dönemine ait çok sayıda testiler bulduklarını
belirterek, kazılarda bulunan bronz ve
kemik aletlerin de burada dokumacılığın
yapıldığını gösterdiğini söyledi.
Bu yıl yaklaşık 3,5 ay
süren çalışmalarında, milattan önce 2 binlerde
höyüğün çok daha geniş alana yayıldığı sonucunu
çıkardıklarını ifade eden Kazı Başkanı Pulhan, Gre
Amer'deki 3 tabakadaki sonuçları şöyle anlattı:
“MÖ 2 binlerde büyük bir
yerleşme var. Bu bizim için ilginç bir sonuç. Üçüncü
tabakada, milattan önce birinci bine ait buluntular
çıkardık. Bu tabakaya ait yine iki tane çok iyi
korunmuş ev kazdık. Bu evlerin içinde günlük yaşama
ait kaplar, testiler, büyük depo küpleri, özellikle
dokumacılıkta kullandıkları bronz ve kemik aletler
bulduk. Bu buluntulardan hareketle Gre Amer'de
dokumacılığın yapıldığını düşünüyoruz. Yerleşimdeki
ikinci tabakada da çok güzel bir mekan ortaya
çıkardık. Özellikle taş döşemeli odalar ve büyük
avlular var. Birinci tabakanın ise milattan önce 5
ve 4. yüzyıldaki Pers dönemine ait olduğunu
düşünüyoruz.”
Kazıda, Pers dönemine
ait bina ve çok tipik Pers objeleri bulduklarına da
işaret eden Gül Pulhan, bronz sürme çubukları, çanak
çömlek, küçük kaseler, büyük depo kapları, tipik
çift kulplu mataralar, testiler ve küçük
testicikleri hiç kırılmadan bugüne kadar gelmiş
halde odalarında orijinal durumda bulduklarını
kaydetti.
Yerleşimdeki evlerin tavanını tutturmak için sütun
kaidelerin kullanıldığını, üzerlerine ise ahşap
konularak yükseltildiği bilgisini veren Pulhan,
“Duvarların çoğu taştan örülmüş fakat üzerlerine
birkaç kerpiç koyduklarını da anlıyoruz. Odaların
kenarlarına taş dolap ceplik yapmışlar. Bunların
içinde ise kaplar var. Son olarak ortaya çıkan
testiler, milattan önce birinci bine ait, demek ki
Pers dönemine ait bugünden 3 bin yıl öncesine
dayanan testiler” dedi.
Kazı alanında incelemelerde bulunan Batman Kültür
Turizm Müdürü Şehmus Kartal, kurtarma kazılarının,
barajda su tutulana kadar devam edeceğini belirtti.
Dicle Nehri, Batman ve
Garzan çaylarının tarihte yerleşimlerin yoğunlaştığı
yerler olduğunu ve Batman çevresinin bu nedenle
tarihi bakımdan oldukça zengin bir bölge olduğunu
dile getiren Kartal, “Tarihi kaynaklardan anlıyoruz
ki, insanlar ilk medeniyetlerini akarsular kıyısında
kurmuşlar. O anlamda olaya baktığımız zaman
Batman'ın çevresindeki bu akarsuların kıyısında çok
zengin bir tarihi doku mevcuttur” diye konuştu.
Radikal, 18.10.2012
|
UNESCO, SELİMİYE MEYDAN PROJESİ'Nİ ONAYLADI
Dünya Kültür Mirası Listesi'ne alınan Selimiye Camisi ve Külliyesi'nin bulunduğu meydan yeniden düzenlenecek.
Birleşmiş Milletler (BM) Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO), Dünya Kültür Mirası Listesi'ne alınan Selimiye Camisi ve Külliyesi'nin bulunduğu alanı yeniden düzenlemeyi amaçlayan projeyi onayladı.
Mart ayında projenin ihalesini yapmayı düşündüklerini ifade eden Sedefçi, ''Proje, UNESCO tarafından olumlu bulunarak Türkiye'ye gönderildi. Kültür Bakanlığı kararıyla Edirne'ye gelecek, Anıtlar Kurulu'nda görüşülecek. Anıtlar Kurulu'nca uygun görülürse mart ayına kadar ihalesini yapacağız. Martta ilk kazmayı vuracağız. Eylül ayı sonuna kadar meydanı Selimiye Camisi'ne yaraşır hale getireceğiz'' dedi.
Osmanlı Padişahı 2. Selim tarafından Mimar Sinan'a inşa ettirilen Selimiye Camisi, Osmanlı mimarisinin en önemli yapıtları arasında yer alıyor. Edirne Selimiye Camisi ve Külliyesi, 28 Haziran 2011'de Paris'te yapılan UNESCO Dünya Mirası Komitesi toplantısında, Dünya Kültür Mirası Listesi'ne kabul edilmişti.
Akşam, 17.10.2012
|
 |

|
DAMIEN HIRST'TEN SANSASYONEL BİR İŞ DAHA
Sanat dünyasında kural tanımaz tavırlarıyla en yaramaz ve en çok tartışılan sanatçılarından olan İngiliz sanatçı Damien Hirst ses getirecek bir yapıta daha imza attı. 47 yaşındaki Hirst karnının bir kısmında ana rahmindeki bebeğin de görüldüğü, elinde kılıç tutan çıplak bir hamile heykeli yaptı. 20.5 metre yüksekliğindeki heykel, sanatçının evinin ve bir restoranının olduğu Devon'da, denize
bakan bir tepeye konuldu. Hirst'ün 20 yıllığında yerel yönetime verdiği "Verity" adlı bronz heykeli kimileri kamu içinde sergilenmek için uygunsuz buldu, kimileri ise "Güzel ama martıların hedefi olacağı kesin" dedi.
Belediyeye heykele karşı çıkan 100 kişi "itiraz mektubu" gönderildi. Yerel yöneticiler ise heykelin turizme katkısı olacağını düşündüklerini söyledi.
Habertürk, 17.10.2012
|
KAZI BAŞLIYOR: TAKSİM'E 14 BİN KAZIK

Tarlabaşı-Harbiye arasında yapılması planlanan
altgeçidin uygulama projesi de
İstanbul II Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıkları
Koruma Kurulu’ndan geçti.
İstanbul Büyükşehir Belediye
Başkanı
Kadir Topbaş , “Taksim Meydanı’nda
Tarlabaşı’ndan Osmanbey’e dönen ve trafiğin en yoğun
olduğu caddenin yeraltına alınması projesini Koruma
Kurulu onayladı, ihalesini de yaptık. Burayı bir
yıla varmadan ve gece gündüz demeden bitireceğiz”
dedi.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi ’nden daha önce
alınan bilgilere göre tünel, Tarlabaşı Bulvarı’nın
meydana çıkan kısmında bulunan otoparktan itibaren
yeraltına alınacak, Cumhuriyet Caddesi-Asker Ocağı
Caddesi kesişimine kadar devam edecek. Topbaş,
tartışmalı proje hakkında “Demokratik hak olan
itirazları dikkate alıyoruz, ancak politize olanları
alamıyoruz” diyerek tünelin yapılma gerekçesini
“oteller bölgesi olan Talimhane ile Taksim
Meydanı’nı yaya trafiği açısından bütünleştirmek”
olarak açıkladı.
Altgeçit inşaatını ihaleyi 51 milyon 555 bin 370
TL’lik teklifle alan Kalyon İnşaat yapacak, proje
kapsamında Taksim’e toplam 14 bin 315 fore kazık
çakılacak.
‘Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi’ne göre meydana
çıkan bütün yollar yeraltına alınacaktı. Fakat geçen
günlerde Topbaş’ın açıklamaları,
AKM ’nin önü ve Sıraselviler’de planlanan
tünellerle ilgili “Koruma Kurulu’nda tedirgin olunan
bazı noktalar” olduğunu gösterdi. Topbaş bu
tünellerin sonraki etaplarda değerlendirileceğini
belirtti. Kurula yakın çevreler ise diğer
tünellerden vazgeçilmiş gibi gösterilerek kamuoyunun
yanıltıldığı kanaatinde. Taksim Platformu, Kadir
Topbaş’a ulaşamadıklarını ve ‘müzakere’ taleplerinin
reddedildiğini belirtirken “Bazı tünellere hem kurul
üyeleri hem de Kadir Topbaş karşıysa, neden beş
tünelli plan değiştirilmiyor?” diyor.
Bu arada durumu henüz netleşmeyen Topçu Kışlası da
dün kurulun gündemindeydi ve tartışmalar yaşandı.
Radikal, Haber: Elif İnce, 17.10.2012
|
HOLLANDA'DA BÜYÜK SOYGUN

Hollanda’nın Rotterdam kentinde bulunan
Kuntsthal Müzesi’nde sergilenen Picasso’dan
Matisse’e, Monet’den Gaugin’e kadar ünlü ressamların
7 eseri çalındı. Müthiş hırsızlıkta çalınan
eserlerin değerinin yaklaşık 200 milyon euro (460
milyon lira) olduğu tahmin ediliyor. Soygun haberini
iş gezisinde bulunduğu Türkiye’de alan müze müdürü
apar topar ülkesine döndü.
Hollanda'nın Rotterdam kentindeki Kunsthal
müzesinde bulunan 7 başyapıt çalındı. Çalınan
eserler arasında Picasso, Matisse, Monet ve
Gauguin’in eserleri de bulunuyor. Soygun, son
yılların en büyük hırsızlığı olarak niteleniyor.
Zarar ise yaklaşık 200 milyon euro.
Olayın salı sabahı 03.00 sıralarında
gerçekleştiğini doğrulayan Rotterdam polisi sözcüsü
Patricia Wessels, “Ekipler görgü tanıklarının ve
şüphelilerin ifadelerini aldı. Ayrıca güvenlik
kameralarının görüntülerini inceliyor. Şimdiye kadar
yapılan incelemeler gösterdi ki soyguna çok iyi
hazırlanmışlar” dedi. Polisin açıklamasına göre,
alarm çalmaya başladığında ekipler derhal harekete
geçti fakat onlar olay yerine ulaşana dek hırsızlar
çoktan olay mahallini terk etmişti.
Yapılan
incelemede, ‘Tete d’Arlequin’ (Pablo Picasso), ‘La
Liseuse en Blanc et Jaune’ (Henri Matisse),
‘Waterloo Bridge, London’ (Claude Monet), ‘Charing
Cross Bridge, London’ (Claude Monet)’, ‘Femme Devant
une Fenetre Ouverte, dite La Fiancee’ (Paul
Gauguin), ‘Otoportre’ (Meyer de Haan), ‘Woman with
Eyes Closed’ (Lucian Freud) tablolarının çalındığı
belirlendi.
Geceleri pek kimsenin uğramadığı bir parkta
bulunan müze, dün gün boyu kapalıydı. Hollanda
devlet televizyonu, polisi dış kapıda parmak izi
incelemesi yaparken görüntülerini yayınladı.
İstanbul’da iş gezisinde olduğu öğrenilen
Kuntshal Müzesi Müdürü Emily Ansenk ise soygun
haberini aldıktan sonra ilk uçakla ülkesine döndü.
İnceleme yaptıktan sonra Ansenk basın toplantısı
düzenledi.
Polisin alarmın çalmasından 5 dakika sonra müzeye
geldiğini söyleyen, Ansenk, “Her müze için kabus
olan bir şeyi yaşıyoruz” dedi. 1991’de
Amsterdam’daki Van Gogh Müzesi’nden 20 tablo
çalındığından beri böylesine büyük bir soygun
meydana gelmemişti.

Tete d’Arlequin (Pablo Picasso)

La Liseuse en Blanc et Jaune (Henri Matisse)

Waterloo Bridge, London (Claude Monet)

Charing Cross Bridge, London (Claude Monet)

Femme Devant une Fenetre Ouverte, dite La Fiancee (Paul Gauguin)

Autoportrait (Meyer de Haan)

Woman with Eyes Closed (Lucian Freud)
Hürriyet, 17.10.2012
******
EN BÜYÜK MÜZE SOYGUNLARI
Hollanda’danın Rotterdam kentinde bulunan
Kuntsthal Müzesi’nde sergilenen Picasso’dan
Matisse’e, Monet’den Gaugin’e kadar ünlü ressamların
7 eseri 16 Ekim Salı günü çalındı. Müthiş
hırsızlıkta çalınan eserlerin değerinin yaklaşık 200
milyon euro (460 milyon lira) olduğu tahmin
ediliyor. Fakat bu hırsızlık ilk değildi. İşte,
bugüne kadar meydana gelen en büyük müze soygunları:
Leonardo Da Vinci’nin ikonlaşan tablosu Mona Lisa,
21 Ağustos 1911’de Louvre Müzesi’nden çalınmıştı.
Hırsızlığı müzede çalışan Vincenzo Peruggia’nın
gerçekleştirdiği ortaya çıkmış, Peruggia iki yıl
sonra tabloyla birlikte İtalya’da yakalanmıştı.

18 Mart 1990’da ABD’deki Isabella Stewart
Gardner Müzesi’ne polis kılığında giren hırsızlar
güvenlik görevlilerini kelepçeledikten sonra
duvardaki 13 tabloyu çalmıştı. Gelmiş geçmiş en
büyük hırsızlık olarak nitelenen bu soygun hala
çözülemedi. Çalınan tablolar arasında Vermeer’in
“Konser” (The Cöncert) adlı tablosunun yanı sıra üç
Rembrandt tablosu ve Edgar Degas’ın paha biçilemeyen
bazı çizimleri bulunuyordu.

Rembrandt’ın “Jacob de Gheyn III” adlı tablosu
bugüne kadar dört kez çalındı. Hatta bu sebeple
“paket servis Rembrandt” lakabıyla anılır oldu.
1981’de Dulwich Resim Galerisi’nden çalınan tablo,
kısa süre sonra aynı galeriye dönmüş fakat iki yıl
sonra bir hırsızlık olayı daha meydana gelmişti.
Almanya’da bir bavulda bulunana dek üç yıl boyunca
gözlerden ırak kalmıştı.Dulwich’ten iki kere daha
çalınan bu tabloya dadanan hırsızlardan hiçbiri
bugüne dek yakalanamadı.

Norveçli ünlü ressam Edvard Munch’un eserleri de
bugüne dek farklı galerilerden üç kez çalındı.
1994’te meydana gelen hırsızlık olayında Munch’un en
ünlü tablosu olan “Çığlık” hedefteydi. Oslo’daki
Ulusal Galeri’den çalınan eser, bir yıl sonra
bulundu. Ağustos 2004’te de Çığlık’ın farklı bir
versiyonu silahlı bir grup tarafından Oslo’daki
Munch Müzesi’nden çalındı. İki yıl sonra tablo
bulundu. Üç hırsız mahkum oldu fakat silahlı şüpheli
hala dışarılarda bir yerlerde. Mart 2005’te Munch’un
üç tablosu Norveç’teki bir otelden çalındı fakat
ertesi gün çalınan tabloların tamamı bulundu.

Monet’nin ünlü Vetheuil tablolarından biri Şubat
2008’de Zurich’teki Emile Bührle Vakfı’ndan kayak
kıyafetli hırsızlar tarafından çalındı. Edgar Degas,
Van Gogh ve Cezanne’nin birer eserini de çalan
hırsızların verdiği zarar 163 milyon dolar
civarındaydı. Monet’nin ve Van Gogh’un eserleri
vakfın yakınlarına park etmiş bir aracın bagajında
bulundu.

Silahlı üç adam levye yardımıyla Haziran 2008’de
girdikleri Sao Paulo’daki Pinacoteca do Estado
Müzesi’nden aralarında Pablo Picasso’nun paha
biçilemeyen iki eserinin de bulunduğu beş tabloyu
çaldı.

Jan ve Hubert Van Eyck’in tabloları 1934’te
çalındı. Panellerden en solda bulunan, eserleri
satmaya çalışan hırsız tarafından gönderildiği yerde
bulundu. Tablolar için fiyat almaya çalışan hırsız
zamansız ölünce, diğer parçaların yeri de
keşfedilemedi.

Kanada’daki Montreal Güzel Sanatlar Müzesi’ne
Eylül 1972’de giren hırsızlar toplam değeri 2 milyon
dolar olan 18 tabloyu, mücevherleri ve heykelleri
çalmıştı. Rembrandt, Delacroix ve Gainsborough’un
eserlerini de barındıran koleksiyon bugüne kadar
bulunamadı.

Sir Alfred Beit’e ait Russborough Evi, 1974’ten
bugüne kadar dört kez soyuldu ve milyonlarca sterlin
değerindeki eserlerden bir bölümü hala bulunamadı.
Hırsızların hiçbiri bugüne kadar hakim karşısına
çıkarılamadı. İlk soygünün maliyeti 8 milyon, ikinci
soygünün maliyeti 30 milyon sterlin idi. Çalınan
eserlerden 16’sı bulundu. Gainsborough’un,
Bellotto’nun eserleri 2001’de aynı galeriden bir kez
daha çalındı. Bu durum The Independent’ın bile
canına tak etmiş olmalı ki gazete “Umarım artık
güvenilir bir alarm sistemi edinmişlerdir” yazdı.

Hürriyet, 17.10.2012
|
DÜNYANIN EN GÜZEL YEDİNCİ POSTANESİ OTEL OLACAK

Mardin'de 125 yıllık tarihi PTT binası, Turizm
İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksek Okulu Uygulama
Oteli'ne dönüştürülüyor.
1890 yılında Ermeni mimarbaşı Sarkoz Lole tarafından
yapılan tarihi bina, uzun yıllar PTT binası olarak
hizmet verdi. 2010 yılında Artuklu Üniversitesi
bünyesinde açılan Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik
Yüksek Okulu Uygulama Oteli için PTT tarafından
üniversiteye 10 yıllığına kiralanan bina; 2011
yılında dünyada görülmesi gereken 10 postane
listesinde 7'nci sırada yer alıyor. Binada
restorasyon çalışmaları devam ediyor.
Artuklu Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Serdar Bedii
Omay, Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik
Yüksekokulu'na uygulama alanı olarak tahsis edilen
ve 1890 yılında Mimarbaşı Sarkoz Lole tarafından
yapılan tarihi binanın, PTT Genel Müdürlüğü'nden 10
yıllığına kiralandığını söyledi.
Tarihi binayı Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik
Yüksek Okulu Uygulama Oteli'ne dönüştürülmesi için
çalışmaların aralıksız devam ettiğini ifade eden
Omay, "Turizm ve eğitimin birleştirilerek, turizmin
sahip olduğu potansiyelin daha da gelişmesinde
üniversite olarak büyük katkı sunmayı hedefliyoruz.
Mardin; yeniden keşfedilmiş kadim bir kent. Geçmiş
medeniyetlerin sosyal, kültürel ve ekonomik
zenginlik ile ihya ettiği topraklar, şimdi turizm
sektörünün gelişimi ile daimi hoşgörünün merkezi
olmanın avantajını, yeniden kalkınmanın mihengine
çevirme çabasında" dedi.
Turizm merkezi olma gayretindeki bölgelerin sahip
olmayı düşledikleri en önemli avantajın insan
kaynağı olduğunu anlatan Omay konuşmasına şöyle
devam etti:
" Sürekli gelişen turizm sektörünün ihtiyaçları
doğrultusunda iyi eğitilmiş personel yetiştirmek
birinci hedefimiz olacak. Ancak bununla birlikte
turizmin etkilerini değerlendirirken sadece gelir
getirici özelliklerini değil, sosyal ve kültürel
açıdan meydana gelen etkilerin incelenmesine de
büyük önem veren bir anlayış içerisindeyiz.
Öğrencilerimizi de bu anlayış doğrultusunda
yetiştirirken, kapitalizmin sığ bakışı ile ortaya
çıkan 'müşteri' yerine 'misafir', ırkçı çağrışımları
yapan 'yabancı' tanımlamasından kurtulup, özgürlük,
eşitlik, kardeşlik yolunda verilmiş kadim söz üstüne
kurulan, daha naif bir bakış ortaya koyan 'turist'
kavramına uygun bir anlayışı eğitimimizde esas
alacağız. Öğrencilerimizi mesleki derslerin dışında;
tarih, sosyoloji, psikoloji, sanat ve kültür
ağırlıklı bir müfredat bekliyor. Bina 143 metrekare
kapalı ve 517 metrekare açık alana sahip. Butik otel
tarzında, öğrenciler için uygulama alanı olarak
faaliyete başlayacak olan bu tarihi yapıyla, şehrin
ayrılmaz bir parçası olan Artuklu Üniversitesi'nin
şehirle bütünleştiğinin de bir göstergesidir.
Önümüzdeki yıl içerisinde eğitime açmayı
hedefliyoruz."
Turizm Gazetesi, 17.10.2012
|
HABİB-İ NECCAR PROJESİ HAYATA GEÇİYOR
KADİM ve HEM kursları Teşhir ve Satış Merkezi’nin açılışında konuşan Adalet Bakanı Ergin, Kurban Bayramı’ndan sonra Habib-i Neccar Camisi’nin çevresinde, çevre düzenlemesi yapılacağını belirterek,”Habib-i Neccar Camisi’nin arkasındaki büyük konak kamulaştırıldı. Camii’nin çevre düzenlemesi ile beraber gelen misafirlerin dinlenebileceği yaşam alanı olarak hizmete girecek. Bizim bir hedefimiz vardı; her yıl asgari 2 milyon misafir ağırlayacağız demiştik. Bunu yapabilmek için altyapıyı kurmamız gerekiyor. Bu yöndeki çalışmalar da birlik ve beraberlik içinde devam ediyor” dedi.
Uzunçarşı sokak iyileştirme çalışmaları çerçevesinde restore çalışmaları için her şeyin tamamlandığı hatırlatan Bakan Ergin, ”Uzunçarşının ihalesi yapıldı, projeleri bitti. Restorasyon çalışmalarına Kurban bayramından sonra hemen başlanacak” açıklamasında bulundu.
Hatay Gündem, 17.10.2012
|
 |
TÜRK KIYILARINI YUNAN KADIN KORUYOR

Ranta kurban edilen Türkiye'nin cennet kıyıları
için gelinen nokta: Türk kıyılarını yağmaya karşı
Yunan kadın koruyor!
Antalya'nın Kaş
İlçesi'nde bulunan Patara antik
kenti yakınlarında inşa edilen villalar uluslararası
krize neden oldu. Üç ayrı koruma şemsiyesi altında
bulunan bölgenin koruma planı çerçevesinde
yapılaşmaya açılmasına tepki gösteren Uluslararası
Deniz Kaplumbağaları Koruma Birliği (MEDASSET),
Türkiye'nin de imza koyduğu BERN Sözleşmesi Daimi
Kurulu'na bir şikayet mektubu yazarak Patara'daki
yapılaşmanın durdurulmasını istedi.
Atatürk'le kurduğu samimi dostluk ile bilinen
dönemin Yunan Başbakanı Elefterios Venizelos'un
torunu olan Lily Venizelos, 1988 yılından buyana
başkanı olduğu MEDASSET aracılığıyla Patara'nın
korunması için uluslararası kampanyalar yürütüyor.
2008 yılında hazırlanan Patara Koruma Amaçlı İmar
Planı kapsamında bölgede yaklaşık 400 ila 750 yeni
konutun yapımına olanak sağlanacağı yönündeki
açıklamalar üzerine harekete geçen Venizelos, bu
kapsamda Ovagelemiş beldesi sınırlarında inşasına
başlanan 27 villa için Türk yetkililerle temasa
geçerek "Patara'ya kıymayın" çağrısında
bulunmuştu. Venizelos'un yazılı başvurusuna kapsamlı
bir yanıt veren Kültür ve Turizm Bakanlığı,
"endişeye gerek yok, her şey yasal" şeklinde
görüş bildirmişti.
Bunun üzerine Patara'daki yapılaşma ve planlama
çalışmaları hakkında kapsamlı bir rapor hazırlayan
MEDASSET, kısaca Avrupa Yaban Hayatını Koruma
Sözleşmesi'ne (BERN Convansiyonu) bir şikayet
mektubu yazarak hazırlanan raporla birlikte iletti.
Uzun süredir villa tartışmalarıyla gündemde olan
Patara'nın Akdeniz kıyılarında benzersiz bir
ekosisteme sahip olduğu belirtilen şikayet
mektubunda, Patara kumsalının da caretta caretta
türü deniz kaplumbağaları için en önemli 13 yuvalama
alanından biri olduğu kaydedildi. 2000 yılında aynı
bölgede nadir bulunan uzakdoğu kökenli yeşil
kaplumbağa türüne ait iki yuva alanı tespit edildiği
kaydedilen mektupta, Patara'nın nesli tehdit
altındaki Nil kaplumbağaları (Trionyx triunguis)
için de önemli bir yuva alanı olduğunun altı
çizildi.
Patara'yı tehdit eden sorunların ilk olarak 1988
yılında MEDASSET tarafından ortaya çıkarıldığı
vurgulanan şikayet mektubunda, bunun ardından Bern
Konseyi Daimi Kurulu toplantılarında bölgedeki
gelişmelerin düzenli olarak ele alındığı kaydedildi.
MEDASSET'in, Bern Sözleşmesi çalışmalarına paralel
olarak Patara'nın korunması için Türkiye'de ve
uluslararası düzeyde etkin kişilerle işbirliği
içinde uluslararası boyutta kampanya yürüttüğünün
altı çizilen mektupta, "2011 yılında farklı basın
kaynaklarında Gelemiş Köyü ve Patara antik şehrinin
yakınında 400 kadar villanın inşa edileceği
bildirilmiş ve bu bölgenin Patara Özel Çevre Koruma
Bölgesi ile Patara 3. Derece Arkeolojik Sit Alanı
içerisindeki kaplumbağaların yaşam alanı olan plaj
bölgesinin sadece 1 km. kuzeyinde yer aldığı
(bakanlık tarafından 2. 5 km uzaklıkta olduğu
söylenmekte) belirtilmiştir" denildi.
Mayıs 2011'de Türk makamlarından bu konuyla
ilgili detaylı bilgi istendiği kaydedilen mektupta,
"Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Antalya Kültür ve
Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu'ndan alınan cevabi
yazıda, konutların yapımına resmi olarak izin
verildiği doğrulanmış, Özel Koruma Alanı ve 3.
Derece Arkeolojik Sit Alanı olan bölgede inşaat
yapımına onay verilmesiyle sonuçlanan sürecin, 1978
yılında itibaren gelişimi resmi elden açıkça
sunulmuştur. Gönderilen raporda, MEDASSET'in
sorguladığı projenin çevresel etki
değerlendirmesinin ya da taşıma kapasitesi etüdünün
bulunup bulunmadığı yer almamıştır" bilgisine yer
verildi.
Koruma alanında inşaat izni verilmesiyle
sonuçlanan, Patara Özel Koruma Alanının imar ve
yönetim planına yönelik yapılan sayısız değişiklikle
ilgili zaman çizelgesinin bir değerlendirmesinin de
sunulduğu mektupta, "değerlendirmede, bir önceki T.C
Özel Çevre Koruma Alanları Kurumu tarafından
hazırlanan halihazırdaki yönetim planının, 1978'den
itbaren arkeologlar ve planlamacılar tarafından
hazırlanan raporlardaki uzman görüşünü dikkate
almadığı ve koruma alanında yoğunluklu olarak
betonerme yapılaşmayı yasal kıldığı göz önüne
alınarak açıkça konut kooperatifinin menfaatlerini
gözettiği delilleriyle ortaya konmuştur. Kar sağlama
amacı, bilimsel ve mantıksal değerlendirmeye üstün
kılınmıştır. Yapılanların aksine, 2000 yılında Dünya
Bankası fonları yardımıyla hazırlanan yönetim planı
uluslaraarası sözleşmeler, ulusal, çevresel ve
kültürel anlmada yasal yaptırımlarla uyumlu hale
getirilmiş ve Antalya Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu'nca onaylanmıştır. 2000 yılı
planı bölgede küçük köylerin yiyecek-içecek
ihtiyaçlarını karşılamacak için gerekli olan küçük
çaptaki yapılaşmanın dışında yeni yaratılacak daimi
yapılaşmaya izin vermemiş, minimum ölçüde etkinin
öngörüldüğü planla, ziyaretçiler için küçük çaptaki
turizm olanakları ile bölgesel, kültürel,tarihsel
arkeolojik ve doğal zenginliklerin korunması
amaçlanmıştır" görüşüne yer verildi.
MEDASSET'in bölgedeki villa inşaatlarına karşı
çıktığı ve yapılaşmanın durdurulmasını talep ettiği
vurgulanan mektupta, "kanımızca, bölgedeki konut
inşaası, koruma alanlarının, soyu tükenen türlerin,
uluslararası öneme sahip arkeolojik sit alanlarının
korunmasına yönelik günümüz uygulamalarıyla tezat
teşkil etmektedir. Bern Sözleşmesi Tavsiye
kararlarını ihlal etmekte, bölgeye Özel Koruma Alanı
statüsünü kazandıran Barcelona Sözleşmesi
protokollerine aykırı hareket edilmekte ve Türkiye
nin, Patara'nın Dünya Mirası Listesine alınması
yönündeki çabalarına zıtlık teşkil etmektedir.
Daimi Kurul tarafından, Patara Koruma Alanı
içerisindeki yazlık 400 konut inşasının Bern
Sözleşmesi tavsiye kararları ve Patara kumsalının
yönetimi kararlarıyla uyumlu olup olmadığının
değerlendirilmesini istiyoruz" denildi.
Bern Sözleşmesi Daimi Kurulunun sorunu acil
olarak ele alması talep edilen mektupta, "2001'de
dava dosyasının kapanmasından bu yana Patara'ya ait
alınan tavsiye kararlarının takip edilmiyor oluşu
ciddiyetle ele alınması gereken bir konudur"
ifadelerine yer verilerek şöyle denildi: "Koruma
alanında yazlık villaların inşa edilmesi benzersiz
nitelikte dünya mirası olan bölgedeki sit alanı ve
doğal pejzajın değerini düşürmekte, inşaat alanının
genişlemesi var olan canlıların yaşam alanlarını
daraltmakta ve bölgesel biyoçeşitliliği olumsuz
yönde etkilemektedir. Yazlık villalardan kumsala
geçişi sağlayacak yolların yapımı da aynı şekilde
bölgenin değerini düşürmekte ve hatta arkeolojik sit
alanı ve doğal çevreyi risk altında bırakmaktadır."
Odatv, Haber: Yusuf Yavuz, 16.10.2012
|
KAZI ÇALIŞMALARINI
DEĞERLENDİRDİ
Batman Üniversitesi
Rektörü Prof.Dr. Abdüsselam Uluçam, Hasankeyf kazı
ve üniversite çalışmaları hakkında açıklama yaptı.
Rektör Uluçam, 2012 yılı Hasankeyf arkeolojik kazı
çalışmalarına 1 Nisan'da başladıklarını ve şu anda
çalışmaların devam ettiğini belirterek “Eylül’de
fiili kazı çalışmamız sona erdi. Çünkü kazı
yapabileceğimiz alanda, kamu arazisi kalmadı. Şu
anda da kazılabilecek mahkemelik olan birkaç yer
var. İstimlak edildiği müddetçe kazılara devam
edeceğiz. İmam Abdullah zaviyesinde restorasyon
çalışmaları sürüyor” şeklinde konuştu.
Kazı çalışmalarında
önemli bulgulara ulaştıklarını söyleyen Rektör Prof.
Uluçam “Japon arkeoloji ekibiyle beraber höyüğü
kazıyoruz. Höyükten bundan on iki bin yıl önceye ait
neolitik dönemin pek çok bulgularına ulaştık. On iki
bin yıl önce Hasankeyf'in ormanlarla dolu olduğu
ortaya çıktı. Onların ceviz, fıstık ve badem
yetiştiricilikle uğraştıkları anlaşıldı. Sondaj
çalışmalarında, ilk defa bu şehirde kanalizasyon
sistemine ulaştık. Bu kanalizasyon sisteminin arıtma
sitemiyle 12. Yüzyılda Dicle nehrine döküldüğünü
bilgisine ulaştık” dedi.
Batman Gazetesi,
16.10.2012
|
REVAKLAR VE SON BAKIŞLAR

Mekke’de Kabe’yi Yenileme Projesi kapsamında
yükselen inşaatlar, hac mevsimine rağmen aralıksız
sürüyor. Hacı adayları, geçen yıl Cumhurbaşkanı Gül
ve Türk Dışişleri Bakanlığı’nın devreye girmesiyle
yıkımı ertelenen revaklara son kez bakıyor. Osmanlı
döneminde yapılan ecdat yadigarı revakların Konya’ya
taşınması için Kral Abdullah’tan izin bekleniyor.
Her yıl dünyanın dört bir yanından milyonlarca
Müslümanın hacı olmak için akın ettiği Mekke’de,
Kabe’yi Yenileme Projesi kapsamında yükselen
inşaatlar, hac mevsimine rağmen aralıksız sürüyor.
Hacı adayları her yıl yıkılacağı söylenen revaklara
son kez bakıyor. Revakların geçen yıl planlanan
yıkımı, Türk Dışişleri Bakanlığı’nın devreye
girmesiyle ertelenmişti. Bu arada, çalışmalar
nedeniyle Kabe’deki Say yerinin en üst katı şu anda
hacı adaylarına kapalı tutuluyor. İnşaatların
bitimiyle Manhattan görüntüsüne benzeyecek Mekke’ye,
Cidde Havalimanı’ndan 6 saat süren yol da elektrikli
trenin devreye girmesiyle 1 saate inecek.
Beton dökülerek yerleştirilen dünyanın en büyük 2
vincinden biri revakları taşımak için kullanılacak.
Kral Abdullah’ın Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül ve Dışişleri Bakanlığı’nın
revakları Konya’ya getirmeye yönelik girişimlerine,
izin vermesi bekleniyor.
Kabe’nin revaklar yıkılmadan genişletilmesi
konusunda alternatif projeler de tartışılıyor.
Alternatif projelerden biri ise hac dönemlerinde
kurulacak 2 katlı portatif bir platformla tavaf
yapılması.
Kabe’nin El Beyt Kuleleri’nin tam karşı
cephesinde kalan ve ana giriş kapısı bitmek üzere.
Kabe’nin Abdülaziz kapısının tam karşısındaki Kral
Abdülaziz Harem-i Şerif Vakfı’nın yaptırdığı,
“Gökdelenler evi” denilen El Beyt Kuleleri’nin
üzerindeki saat Kabe’nin her yanından görülüyor. 1
milyon 500 bin metrekarelik bir inşaat alanı olan
Safa, Merve, Zemzem, Makam, Hacer, Sara ve en yüksek
bina Beyt Otel’den oluşan 7 gökdelenle başlayan
değişim, Mekke, Medine ve Cidde’de sürüyor.
Kabe’nin bulunduğu alan, projenin tamamlanmasıyla
3’te 1 genişleyecek. Kabe’nin yanı başındaki Kral’ın
sarayı dahil Hilton’un tipik Mekke evleri
görüntüsünden oluşan ön bölümü ve Tevhit Otel olmak
üzere birçok bina yıkılacak. Yıkılan yerlerin büyük
bölümü Kabe’ye dahil edilip, geri alanda yeni
oteller yapılacak. El Beyt Kuleleri’nin arkasında 26
bin odalı 22 yeni gökdelen yapılacak. Oteller, 25
yıl sonra arazi sahibi emirlere devredilecek.
Hilton’un arkasında, Ömer Dağı indirilerek inşa
edilen yeni şehir Cebeli Ömer’de yükselen kuleler,
Kabe’den görülmeye başladı. Mekke’de yeni inşa
edilecek projeler arasında bir de Kral Abdülaziz’in
adını taşıyacak cami projesi yer alıyor.
Mekke dev vinçlerle yeniden inşa edilirken,
Kabe’yi genişletme projesi bu yıl hacı adaylarının
sayısına da yansıdı. Suudi hükümeti Türkiye için her
yıl 40-50 bin ek kontenjan açarken bu sayıyı
geçtiğimiz yıl 20 bin kişiye çekti. Bu yıl da ek
kontenjan için başvuruldu ancak Suudi hükümetinin
hacı sayısında getirdiği kısıtlama nedeniyle talep
geri çekildi.
Hürriyet, Haber: Fatma Aksu, 16.10.2012
|
TÜRK MUSEVİLERİ MÜZESİ
AÇILDI
500.Yıl Vakfı Türk
Musevileri Müzesi yeniden ziyaretçilere kapılarını
açtı.
Tadilattan geçen müzenin
açık olduğu gün ve saatler şöyle:
Pazartesiden Perşembeye
her gün: 10:00 – 16:00
Cuma günleri: 10:00 – 14:00
Pazar günleri:10:00 – 14:00
Cumartesi ve Özel Bayram günleri kapalı
Turizm Habercisi,
16.10.2012
|
|
DÜNYACA ÜNLÜ MOZAİKLER İHMAL KURBANI

Adana'nın Kozan
İlçesi'ndeki Anavarza antik kentinde, havuz tabanlarını oluşturan mozaiklerden,
deniz tanrıçası Thetis mozaikleri yağmur suları
nedeniyle zarar gördü. Tarihçi Cezmi Yurtsever,
mozaik üzerine 10 metrelik örtü yapılmadığı için bu
önemli eserin tahrip olduğunu söyledi.
Yurtsever, Kozan
İlçesi'ne bağlı Dilekkaya Köyü'ndeki Anavarza antik
kentine yaptığı ziyarette,
Hatun Dilci adlı köylünün evinin bahçesindeki Thetis
mozaiğinin yağmur sularının oluşturduğu nemden
dolayı patladığını gördü. Yurtsever, "Mozaikteki
tahribatlarla ilgili bilgisine başvurduğum Hatun
Dilci 'Mozaiklerin üzerindeki örtü yeterli gelmedi.
Yağan yağmur suları havuz içine doldu. Sular
çekildiğinde, mozaiklerde kendiliğinden sökülme
oldu. Sahip çıkılması için herkese
haber verdim’ dedi. Anavarza’ya suyun
getirildiği efsaneyi anlatan bu eserin korunamaması
ve duyarlılık göstermemesi çok acı" diye konuştu.
Yurtsever, Thetis mozaiğinin Anavarza tarihinin en
önemli eserleri arasında bulunduğuna dikkat çekerek,
şunları söyledi:
"Tarihi kente su getirilmesi ile ilgili olarak,
Kozan ve Yılankale kral oğulları arasında mücadeleyi
anlatan efsanenin doğmasına neden olan tarihi Thetis
mozaiğindeki şapkalı insan figürü, yağmur sularının
mozaik havuzuna dolmasıyla, aşırı nemden dolayı
kendiliğinden patlayarak mozaik taşları etrafa
dağılmış. MS 5’inci yüzyılda yapılan tarihi mozaik
önemli ölçüde tahrip olmuş, aynı zamanda Anavarza’ya
su getirilmesini anlatan efsane de yok olmuş.
Anavarza antik kentindeki Thetis mozaiğinin zarar
görmesinin nedeni, mozaik havuzunun üzerindeki
örtüye 10 metrekare ilave yapılmamış olmasıdır.
Kültür Bakanlığı ve ilgili kuruluşların
ihmallerinden dolayı böylesi bir tahribat
yaşanmıştır."
Anavarza’nın, Çukurova’ya hükmeden Romalılar
zamanında metropol kent olduğunu ve imparatorların
zafer alayları ile gösterişli zafer kapısından giriş
yaptığı, aynı anda 10 bin kişinin izlediği tiyatrosu
ve 100 bin kişinin
spor oyunlarını izlediği tarihi bir kent
olduğunu anlatan Yurtsever, "Thetis mozaiğindeki
tahribatın tespiti ve mümkünse onarımı için Adana
Valiliği ve Kültür Bakanlığını acil müdahale etmeye
davet ediyorum. Göz göre göre yapılan ihmaller devam
ederse Thetis mozaiğinin diğer parçaları da yok
olacaktır" dedi.
Hürriyet, Haber: Can Küçüközcan, 15.10.2012
|
EMEVİ CAMİSİ DE YANDI

Halep’in yüzlerce yıllık
kapalıçarşısının ardından tarihi Emevi Camii de
Suriye’deki iç savaşın kurbanı oldu.
AFP muhabiri, muhaliflerin caminin güney girişini
havaya uçurup içeri girdiğini, ordunun üs haline
getirdiği külliyedeki çatışmalar nedeniyle yangın
çıktığını bildirdi. A.A’ya konuşan muhalifler ise
askerlerin kaçarken tarihi camiyi ateşe verdiğini
öne sürdü.
Hürriyet, 15.10.2012
******
HALEP, BU NE HAL
Suriye'nin Halep kentinde rejim güçleri ile
muhalifler arasındaki çatışmalarda bu kez hedef 715
yılında inşa edilen ünlü Emevi Camisi oldu.
Muhaliflerin karargah olarak kullandığı camiyi ele
geçirmeye çalışan Suriye ordusunun açtığı ateş ve
düzenlediği bombardıman sonucu camide ciddi oranda
hasar meydana geldi. Yayımlanan video ve
fotoğraflar, tarihi mabedin iç kısmında ve avlusunda
büyük bir tahribatın yaşandığını ortaya koyuyor.
YENİDEN ORDU GÜÇLERİNDE
Suriye ordusundan yapılan resmi açıklamada, ordu
birliklerinin şiddetli çatışmaların ardından cami ve
çevresini yeniden muhaliflerin elinden aldığı
kaydedildi. Fransız haber ajansı AFP'ye konuşan bir
ordu yetkilisi "Ordu, silahlı grupları Emevi
Camisi'nden çıkardı" dedi. Merkezi Londra'da bulunan
Suriye İnsan Hakları İzleme Örgütü de bu gelişmeyi
doğrulayarak "Rejim güçleri caminin kontrolünü
yeniden ele almayı başardı. İki taraf arasındaki
şiddetli çatışmaların ardından, muhalif güçleri
camiden çekildi" açıklamasında bulundu. Muhaliflerin
caminin bir kısmını geçen cumartesi günü ele
geçirdiği ve bir günden daha fazla ellerinde tutmayı
başardığı açıklandı. AFP'ye açıklamalarda bulunan
Ebu Firas kod adlı bir muhalif komutan "Esad güçleri
yaz ortasından bu yana camiyi karargah olarak
kullanıyordu. Cami eski şehrin ortasında ve hayli
stratejik bir noktada bulunduğu için, çatışmalarda
bu konumu nedeniyle üstünlük simgesiydi" dedi. Ebu
Firas, rejim askerlerinin camide namaz kılınmasını
engellediğini kaydederek, Özgür Suriye Ordusu'nun
yine de caminin içine ateş açılmaması yönünde
emirleri bulunduğunu hatırlattı. Caminin tamamen
rejimin kontrolüne girmesinden sonra, Suriye Devlet
Başkanı Beşar Esad bir karar yayımlayarak, Emevi
Camisi'nin restorasyonuna hemen başlanacağını ve
çalışmaların 2013 sonunda bitirileceğini kaydetti.
Bu gelişme, caminin tümüyle rejimin elinde
bulunduğunun resmi teyidi olarak yorumlandı. Esad'ın
kararına göre, cami için kurulacak bir hasar tespit
komisyonu hemen çalışmalarına başlayacak.
HIRİSTİYANLAR İÇİN DE ÖNEMLİ
Halep Emevi Camisi'nin içinde Hıristiyanlık için de
saygın bir dini lider olan Hz. Yahya'nın babası Hz.
Zekeriya'nın da kabrinin bulunması, olayın bütün
dünyada tepkiyle karşılanmasına yol açtı. 1260'ta
Moğollar tarafından tahrip edilen Emevi Camisi,
sonra yeniden inşa edilmiş, en kapsamlı restorasyonu
ise 2003'te geçirmişti. Emevi Camisi, Halep'in
"İslam Kültür Başkenti" seçildiği 2006 başında
Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad tarafından ibadete
açılmıştı. Çatışmalar nedeniyle Halep'te yaşanan
tarih katliamı bundan ibaret değil. 29 Eylül günü
kentin 500 yıldan fazla bir maziye sahip ünlü kapalı
çarşısında yangın çıkmış, 500'den fazla dükkan
kullanılamaz hale gelmişti.
Sabah, 16.10.2012
|
URARTU KRALI 2. SARDURİ GELSE OKUYAMAZ
Dünyanın en eski yazılı
eserlerinden Urartu kitabeleri, 2 bin 700 yıla
dayansa da vandallar ve ilgisizliğe yenik düşmek
üzere. Kitabeler, üzerine yazılanlardan okunmaz
halde.
Van Kalesi’nde 1916 yılında Rus bilim
adamları I. A. Orbeli ve N.J. Marr
tarafından yapılan kazılarla gün yüzüne
çıkarılan 2 bin 700 yıllık Urartu kitabeleri
ilgisizlikten yok olmak üzere. Dünyanın en
eski yazılı eserleri arasında sayılan
kitabeler yalnızca zamanın izlerini
taşımıyor; vandalların yaptıkları yüzünden
de zarar görmüş durumdalar. Kitabelerin
üzerine sevgilisine ilan-ı aşk eden de var,
memleketinin adını kazıyan da.

Urartu Kralı II. Sarduri’ye ait yazıtlar
MÖ 765-735 yılları arasında çivi yazısıyla
yazılmış. Dünyada sadece birkaç bilim
adamının okuyabildiği yazıtlar Kral II.
Sarduri’nin
Anadolu ’ya yaptığı seferleri anlatıyor.
Ancak artık tamamen tarihe karışmak
üzereler. Van Kalesi’ndeki güvenlik zafiyeti
nedeniyle kesici aletlerle üzerlerine
çeşitli yazılar ve şekiller çizilen bu
kitabelerin onarılması için Van
Yüzüncü Yıl Üniversitesi harekete geçti.
Üniversite ilk aşamada
Ankara Üniversitesi’ndeki ilgili
bölümlere öğrenci yolladı.
Kopyaları konulacak
Projenin ikinci aşamasında ise kitabelerin
onarıldıktan sonra koruma amaçlı olarak
müzeye taşınması planı var. Daha sonra da
anıtların yerine kopya kitabeler dikilmesi
hedefleniyor. Üniversite, okunamayacak
derecede zarar gören yazıtların onarılması
için Urartu Kültürü Araştırma Merkezi kurma
kararı aldı. Aşırı derecede zarar gören
yazıtların doğru tekniklerle
onarılabileceğini belirten Van Yüzüncü Yıl
Üniversitesi Arkeoloji Anabilim Dalı Başkanı
Yrd. Doç.Dr. Rafet Çavuşoğlu konuyla ilgili
olarak şunları söyledi: “Van Kalesi’ndeki
Urartulara ait tarihi eserlerin zaman
içerisinde görmüş olduğu tahribat
tartışılmaz bir gerçektir. Bu kapsamda
Urartu kültürüne ait eserlerin incelenmesi
ve korunmasına yönelik olarak, Yüzüncü Yıl
Üniversitesi bünyesinde bir araştırma
merkezinin kurulması planlanıyor. Merkezin
adı ise ‘Urartu Kültürü Araştırma Merkezi’
olarak planlanmakta. Bu merkezin bir amacı
da eserlerin korunması ve incelenmesine
yönelik projeler hazırlamak olacak. Urartu
yazıtlarının kopyaları elimizde bulunuyor.
Bu kopyalar sayesinde yazıtları eski haline
getirmek mümkün. Ancak önemli olan nokta
yazıtların onarımdan sonra iyi bir şekilde
korunmasıdır. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi
olarak yazıtların onarıldıktan sonra müzeye
kaldırılmasını, yazıtların yeride
imitasyonlarının dikilmesini öneriyoruz.’’
Zarar verenlere soruşturma
Bu arada Urartu kitabelerine zarar verenler
hakkında tarihi eserlere zarar verme
suçundan soruşturma açıldı. Kitabelere zarar
veren kişiler tespit edilirse 5-10 yıl hapis
istemiyle dava açılacak.
Radikal, 15.10.2012
|

|
ZAHİRE AMBARLARI İLK KEZ ZİYARETE AÇILDI
Ağrı'nın Doğubayazıt İlçesi'ndeki kartal yuvası görünümüyle dikkati çeken İshak Paşa Sarayı'nın restorasyonu tamamlanan zahire ambarları ilk kez ziyarete açıldı.
1784'te İshak Paşa döneminde yapımı tamamlanan 116 odalı İshak Paşa Sarayı, Topkapı Sarayı'ndan sonra dönemin ikinci teşkilatlı sarayı olarak biliniyor. Ağrı Kültür ve Turizm Müdürü Muhsin Bulut, yıllardır kapalı olan zahire ambarlarında güçlendirme çalışması yapıldığını ifade ederek, "Zahire ambarlarının duvarları çelik gergilerle güçlendirildi" bilgisini verdi.
Sabah, 15.10.2012
|
ERMENİLERDEN İLK TAZMİNATA JET İTİRAZ
Cemaat vakıflarına mallarının iadesi sürecinde
Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi'ne ait apartman
için 147 bin 143 lira tazminat ödenmesi kararına
Ermenilerden jet itiraz geldi. İstanbul Vakıflar
1'inci Bölge Müdürlüğü üzerinden Maliye Bakanlığı'na
geçen hafta itirazı ileten vakıf, bedelin yeniden
saptanmasını istedi. Gedikpaşa Ermeni Protestan
Kilisesi Vakfı, itirazda bulunmadan önce iki
ekspertize de apartmanı inceletti. Uzmanlar yaptığı
incelemede, İstanbul Kumkapı'da bulunan ve zamanında
Ermeni kız çocuklarının yetimhanesi olarak
kullanılan 4 katlı apartmana "550 bin lira" ve "550
bin lira" olarak iki değer biçti. Kilise, itiraz
başvurusuna bu raporları da ekledi. Azınlık
vakıflarına mallarının iade edilmesine yönelik karar
çerçevesinde zamanında üçüncü kişilerin üzerine
geçirilen taşınmazlara tazminat ödenmesi hükmü
getirilmişti. Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi ve
Mektebi Vakfının 1980'de Hazineye geçen apartman
için yaptığı başvuruya Vakıflar Genel Müdürlüğü
tazminat ödenmesine karar vermişti. Bu Türkiye'de
bir azınlık cemaatine yönelik verilen "ilk ve tek"
tazminat kararı olma özelliğini taşırken, Maliye
Bakanlığı 147 bin 143 lira 80 kuruş tazminat
ödenmesi gerektiği kanaatine varmıştı.
Sabah, Haber: Burcu
Çalık, 15.10.2012
|
TRALLEIS'TE ANTİK YOLUN İZLERİ SÜRÜLÜYOR

Antik çağın Batı Anadolu'daki önemli kentlerinden
olan Tralleis'te, bu yıl yapılan kazılarda
Roma dönemine ait çok sayıda sütun, kompozit
başlık ve kemer gün yüzüne çıkarılarak dönemin kent
ulaşım güzergahının izine ulaşıldı.
Kazıların bilimsel danışmanı Adnan Menderes
Üniversitesi (ADÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Aslı Saraçoğlu, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Tralleis'te bu yıl
yürüttükleri kazı çalışmalarında,
Roma dönemine ait önemli mimari parçalara
ulaştıklarınısöyledi.
Ele geçen parçaların büyük bölümünün sütun
parçaları olduğunu belirten Saraçoğlu, ''Bu
sütunların en önemli özelliği çoğunun tamamlanabilir
nitelikte, bazılarının ise tamamen sağlam olması.
Sağlam olan örneklerden anlaşıldığı kadarıyla
sütunların yükseklikleri 4,80 metreyi buluyor.
Önümüzdeki kazı sezonunda
bu alandaki tüm mimari parçalara ulaşma imkanı elde
edeceğiz'' dedi.
Bu sezon
kazı çalışmalarını tamamladıklarını ve sütunların
ele geçtiği alanda başka arkeolojik yapıların da
olduğunu dile getiren Saraçoğlu, şunları kaydetti:
''Burada bir antik yol olduğuna dair güçlü
veriler var. Ancak konuyla ilgili daha detaylı bilgi
edinebilmek için önümüzdeki
sezonda
da kazı çalışmalarına devam etmemiz gerekiyor. Kazı
çalışmalarını tamamlayıp mevcut tüm buluntu ve
verilere ulaştıktan sonra, neredeyse tamamı
tamamlanabilir nitelikteki sütunları, başlık ve
kaideleri ile birlikte restore ederek ayağa
kaldırmayı hedefliyoruz.''
Akşam, 14.10.2012
|
KADINLAR ORTAYA ÇIKARIYOR
Tekirdağ merkeze bağlı Karaevli Köyü'ndeki
Heraion-Teikhos antik kentindeki kazı alanında
arkeologların en büyük yardımcısı, asgari ücret
karşılığında çalışan 20 kadın Kazılar da köylü
kadınların da çabalarıyla mezarlar ortaya çıkarıldı.
Tekirdağ'a 10 kilometre uzaklıktaki Karaevli
Köyü'nde 12 yıl önce başlatılan Heraion-Teikhos
antik kenti kazı çalışmaları, Namık Kemal
Üniversitesi Fen -Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
Başkanı Prof.Dr. Neşe Atik başkanlığında devam
ediyor. Kazı çalışmalarında tarih, asgari ücretle
çalışan 20 kadın, üniversitenin 10 öğrencisi ve
öğretim görevlilerinin yardımıyla gün yüzüne
çıkartılmaya çalışılıyor. Köylü kadınlar, tarihin
gün yüzüne çıkmasına faydaları olduğu için mutlu
olduklarını belirterek, "Hem tarihin ortaya
çıkmasına katkı sağlıyoruz. Hem de aile ekonomisine
destek oluyoruz" dedi.

Antik çağda bugünkü Trakya, Bulgaristan ve
Yunanistan'ın kuzeyinde yaşamış, MÖ 4'ncü
yüzyılda Büyük İskender'in topraklarını ele
geçirmesiyle asimile olmuş bir kavim olan
Traklar'ın, geçmişi gün yüzüne çıkartılmaya
çalışılıyor.
Kazı çalışmalarında MÖ 2'nci yüzyıla ait olduğu
öğrenilen Tümülüs mezarlar bulunduğunu belirten
Prof.Dr. Neşe Atik, "Kazı çalışmaları sırasında çok
ilginç bir mezar kalıntıları bulduk. Trak erkekleri
çok eşliydi ve bir Trak erkeği öldüğü zaman eşleri
bu erkekle beraber gömülmeyi arzu ederlerdi. Antik
yazarların anlattığına göre hangi eşin bu şerefe
nail olacağına ise ihtiyar heyeti karar verirdi ve o
şanslı kadın eşi ile beraber gömülürdü. Ancak
kadınların öldürülüp mü, yoksa canlı mı gömüldüğü
henüz açıklık kazanmış değil. Bizim şu anda
bulduğumuz bu mezar tipi,aynı anda iki kişinin yan
yana gömülmesini gerektiren bir tarzda olduğu için
bizi heyecanlandırmış bulunuyor. Bu durum belki buna
bir işaret,çünkü aynı alanda birden fazla mezar
olduğunu saptadık. Önümüzdeki senelerde yapılacak
çalışmalarda dilerimki buluntular bu konuyu
aydınlatması mümkün olacaktır" dedi.

Kazının, hava şartları elverdiği sürece bu yıl devam
edeceği,havanın soğumasının ardından çalışmaların
ilkbahar da tekrar başlayacağı öğrenildi.
DHA, Haber: Ruhan Yalçın, 14.10.2012
|
KAZI MERKEZİNİN YERİNE DOKUZ KATLI APARTMAN

Perge kazıları eski başkanı
Prof.Dr. Jale
İnan’ın
İstanbul Üniversitesi ’ne kazandırdığı
Antalya Konyaaltı’ndaki kazı evinin yerinde
yeller esiyor. İstanbul Üniversitesi yönetimi,
İnan’ın ölümünden sonra 2001 yılında binayı kat
karşılığı müteahhide verdi. 9 katlı 16 daire 2
dükkanlı bir apartman yapıldı. Ancak müteahhit
anlaşmaya uymadı ve üniversiteye daireleri vermedi.
Antalya’nın en pahalı semtindeki dairelerin fiyatı
500-750 bin lira arasında. Üniversite ile müteahhit
arasındaki kavganın 7 yıldır sürdüğünü belirten
apartman yöneticisi Muhammet Türk, 8 dairenin boş
olduğunu söylüyor.
1955’ten itibaren yıllarca Antalya bölgesindeki
kazıların merkezi olan binanın Prof.Dr. İnan’ın
ölümünden sonra, apar topar müteahhide verilmesi,
arkeoloji caimasında da tepki çekiyor. İÜ
arkeologları, eski rektör Kemal Alemdaroğlu ile
Perge kazıları başkanı Prof.Dr. Haluk Abbasoğlu’nu
suçluyor: ‘‘Jale Hanım tırnakları ile o merkezi
açmıştı. Hocanın o evde büyük emekleri var. Ne
zorluklar içinde sahip olundu. En azından adına bir
müze yapılabilirdi. Kazı merkezini kapatarak
üniversite bilim yuvasını kapatmış oldu. Üstelik de
üniversite zarar etti’’ diyor.
İÜ Rektörü Prof.Dr. Yunus Söylet ‘‘Zarar etmedik’’
dedi. “Kaç daire aldınız” sorumuza ise Prof. Söylet,
‘‘Müteahhitle davalık olduk, Yargıtay’da temyiz
aşamasında olduğundan konuşmam doğru değil. Kemal
Alemdaroğlu döneminde gayet karlı bir alışveriş
yapılmış ama müteahhit sözünü tutmamış’’ diye yanıt
verdi.
Radikal, Haber: Ömer Erbil, 14.10.2012
|
ÇAĞDAŞ TÜRK SANATI PARİS'TE

Paris’teki Louis Vuitton Champs Elysees
mağazasında yer alan sanat merkezi Espace
Culturel’de 11 çağdaş Türk sanatçının eserlerinden
oluşan “Yolculuklar: Günümüzün Türkiye’sinde
Gezintiye Çıkmak” sergisi açıldı. Bakın, 6 Ocak’a
kadar devam edecek sergide hangi sanatçılar ve
eserler yer alıyor
Paris’te önünde kuyruklar olan
Louis Vuitton Champs Elysees mağazasının önünde
iniyoruz arabadan. Zifiri karanlık bir asansörle,
çıt çıkarmadan en üst kattaki Espace Culturel’e
çıkıyoruz. Burası Paris’in önemli
sanat galerilerinden biri. LVMH Grubu’na ait ama
küratöryel bağımsızlığı var.
Asansörün karanlık ve
sessiz olmasının nedeni sizi kendinizle başbaşa
bırakmak istemesi. Ama bizim kendimizle başbaşa
kalacak halimiz yok, çok
heyecanlıyız
çünkü Espace Culturel’de çağdaş Türk sanatçıların
sergisi “Yolculuklar: Günümüzün
Türkiye’sinde gezintiye çıkmak“
9 Ekim itibariyle açıldı.
Şanslıyız, sergiyi küratör Herve Mikaeloff ile
birlikte geziyoruz. Bu
sergi iki yıllık bir çalışmanın sonucu.
Mikaeloff, sık sık
İstanbul’a gelmiş, sanatçıların atölyelerini
ziyaret etmiş, bütün sergileri takip etmiş ve
kendisine ilginç gelen 11 sanatçıyı seçmiş.
Türkiye’de bu 11 sanatçının bir araya geleceğini
kimse düşünmez. Ama yabancı bir küratör onları bir
araya getirmeyi başarmış.
Mikaeloff, hem Espace
Culturel’in ve sanatla yakından ilgilenen (bkz.
Sonsuz Kusama koleksiyonu) Louis Vuitton’un
küratörü, hem de bir sanat danışmanı. Dünyanın en
önemli koleksiyonerlerinden biri, LVMH Grubu’nun
sahibi Bernard Arnault’nun koleksiyonuna nelerin
ekleneceğini de Mikaeloff seçiyor.
Şimdi gelelim Mikaeloff’un çağdaş Türk sanatı
seçimlerine. Geleneksel ögeleri kullanan eserler de
seçmiş, Türkiye’nin çok kültürlülüğünü de
vurgulamış. Sırayla sergide yer alan sanatçılardan
söz edelim.
Sergi 6 Ocak’a kadar devam edecek. Yolunuz Paris’e
düşerse mutlaka uğrayın, sanatçılarımızla gurur
duyacaksınız.

Bu sergi
onun eseri sayesinde gerçekleşti
Murat Morova
Hasta olduğu için serginin açılışına katılamayan tek
sanatçı. Oysa bu serginin gerçekleşmesindeki en
önemli isimlerden biri. Çünkü reçineyle yaptığı bu
müthiş resmi gören Mikaeloff ilk görüşte “Bu sergiyi
yapmalıyız, bu
resim mutlaka sergilenmeli“ demiş ve böylece
serginin ilk eseri de seçilmiş. Oryantal ve modern
izler taşıyor. Türkiye’nin simgeleri resmedilmiş.

Dünya
tersine dönmüş
Hale Tenger
Favori sanatçılarımdan biri. Beyaz peluşlarla
simgelenen bulutlar içinden geçerek sanatçının
dünyayı uzaydan görme isteği gerçekleştiriliyor.
Yıldızlı kubbeden sallandırdığı yerküreleri
görüyoruz. Tepetaklak edilmiş ama yazılar ters
değil. İşte o yüzden İstanbul batıda değil, doğuda
yer alıyor. Müziğiyle, ışığıyla etkileyici bir
çalışma.
‘Çöpçüler
bile almadı’
Tayfun Serttaş
Tayfun Serttaş’ın Salt’ın açılışında sergilediği
dijital ‘Kelebek’ koleksiyonunun basılı halini
görüyoruz.
Beyoğlu’nda 1935-1985 yıllarında fotoğrafçılık
yapan Maryam Şahinyan’ın 50 yıllık arşivinden
kareler seçilmiş. “Aile, burjuva hobisi olarak
fotoğrafçılığa başlıyor ama sonra geçinmek için
çocuklar okulu bırakıp fotoğrafçılık yapmak zorunda
kalıyor” diye anlatıyor Serttaş. Maryam Şahinyan
1985’te stüdyosunu iki gence devrediyor, arşivini
kendisi de dahil kimse istemiyor. Hatta sokağa
atıyorlar ama çok ağır diye çöpçüler bile almıyor.
Sonunda bir yayıncı bu 200 bin karelik arşivi
alıyor, bir gün belki işine yarar diye. Sergide
200 parçası sergilenen fotoğraflarda kız çocukları
süslü elbiseleri ve başlarında kurdeleleriyle
neredeyse hep aynı pozu veriyor.
“Fotoğraflardaki
detaylarda dinsel, ekonomik, sosyolojik kodları
okuyabiliyorsunuz” diyor Serttaş. Ardından
‘Modernizme öykünme var çünkü çocuğu fotoğraflamak
da modern bir ritüel’ diye ekliyor. Serginin
açılışına Şahinyan’ın Paris’te yaşayan kuzenleri de
geliyor. Hatta sergiyi izleyenlerden biri kendi
çocukluk fotoğrafını buluyor burada. Beni en çok
etkileyen eserlerden biri bu oluyor.
27 dakikalık
ibret filmi
Canan
Canan Hanım ideolojik nedenlerden sergide soyadını
kullanmak istememiş, oysa 27 dakikalık filmi
“İbretnüma”nın sonunda Canan Şenol imzası var.
Canan, klasik Osmanlı minyatürlerini ve kaligrafi
ögelerini kullanarak kolaj tekniğiyle oluşturduğu
animasyon filminde günümüzün Türkiye’sine
göndermeler yaparak bir kadının video portresini
sunuyor.
Realist
fotoroman
Silva Bingaz
Yeşilköy’de çektiği son derece gerçekçi
fotoğrafları sergileniyor. Her şeyde
güzellik bulmuş diye anlatıyor Mikaleloff. Genç
bir kızın masumiyetini de kadınlığa geçişini de aynı
kareye yansıtmış.
Bingazi’nin ‘Insider’ isimli çalışması
sergileniyor.
Doğu-batı
ironisi
Halil Altındere
Video çalışmalarıyla tanıdığımız Altındere’nin çok
absürt, komik fotoğrafları da var. “Batı’daki kovboy
filmlerinden fırlamış gibi duran at üstünde bir
astronot var ve aslında Batı’da değil Doğu’da“
diye özetliyor Mikaeloff.
Vuitton
vitrininde
Ali Taptık
Daha binanın girişinde ve Champs Elysees Louis
Vuitton mağazasının vitrininde Ali Taptık’ın
Türkiye’den manzaraları anlatan fotoğrafları
sergileniyor. Özellikle en doğal kareler seçilmiş.
Seyahatten
geriye kalanlar
Gözde İlkin
Gözde İlkin, son zamanların parlak sanatçılarından.
Yedi sanatçı arkadaş uzun bir seyahate çıkıyorlar ve
o seyahatten kendilerinde iz bırakan şeyleri
sergiliyorlar. Bütün bir duvarı kaplayan, bol nakış
işlemeli etkileyici bir çalışma.
Küratör onu
Rotary sergisinde keşfetti
İhsan Oturmak
Adını daha önce hiç duymamıştık. Rotary’nin resim
yarışmasına katılıyor. Tesadüfen yarışmanın
sergisine küratör Mikaleoff gidiyor ve 25 yaşındaki
İhsan Oturmak’ı bir anda keşfediyor.
Küçükçekmece’de sergilenen ve daha önce kimsenin
haberinin olmadığı bu resimler şimdi Paris’te Louis
Vuitton’un sanat merkezinde. Umut verici bir başarı
hikayesi. Şansın başarıda ne kadar önemli olduğunun
bir kanıtı aslında.
İhsan Oturmak
‘Rejim Değişikliği’
adını verdiği resminde klasik Türk sınıflarını
anlatmış. Tek ayak üstünde cezalıları çizmiş.
Tahtaya
tebeşirle konuşanları yazmış, ‘Şişko Ahmet’ vs. gibi
detaylar var.
Resimlerindeki ışık oyunu etkileyici
Murat Akagündüz
Küratör Mikaleoff ile sergiyi gezerken Murat
Akagündüz de bize eşlik ediyor.
Anadolu gezilerini anlatıyor. Video
art’a
karşı önyargılı da olsanız bu odaya girince
etkileniyorsunuz. Fonda Fırat nehri var.
Yerleştirilmiş küçük televizyonlarda ise farklı
kuşlar sizi izliyor. Kafkas kökenli Akagündüz, kuş
gözlerini Anadolu insanının ruh haline benzetiyor.
Bir de reçine kullanarak yaptığı resimler
karşımızda. Malzeme olarak reçineyi seçmesinin
nedenini “Transparan, ışığa duyarlı, başkalaşan hali
yüzünden” diye anlatıyor. Resimlerde müthiş bir ışık
oyunu var.
Görüntü
naif, mesaj anlamlı
Ceren Oykut
Ceren Oykut modern minyatürler yapıyor. İlk bakışta
çok naif görünen resimler aslında çok anlamlı.
İpek-Shwan Taha koleksiyonunda yer alan ‘1
Mayıs’ resminde
Taksim Meydanı’nda
AKM yok, ama Simit Sarayı var.
Milliyet Pazar, Haber: Çağdaş Ertuna, 14.10.2012
|
PAMUKKALE ESKİ GÜNLERİNE DÖNÜYOR

Ucuz ve vizyonsuz turizm
politikaları yüzünden iyice gözden düştü Pamukkale.
Bembeyaz travertenler, otellerin suya ortak çıkması
yüzünden karardı. Ve tam da dünyanın en özel
bölgelerinden biri yok olmak üzereyken, son anda
yapılan müdahalelerle hayata tutundu.
Sadece
Türkiye ’nin değil, dünyanın en güzel
yerlerinden biridir Pamukkale. Yaşı otuzun üstünde
olanlar hatırlar;
TRT ’nin arıza durumlarında ‘necefli maşrapa’yla
birlikte en fazla ‘Pamukkale’görüntüsü belirirdi
ekranda. Zaten o kadar çok arıza olurdu ki, hemen
hemen her gün karşılaşırdık bu fotoğraflarla.
Rahmetli Sami Güner’in fotoğraflarının da
Ölüdeniz ’le birlikte vazgeçilmeziydi bu
kareler. Nerede bir Türkiye ilanı görseniz, mutlaka
bu iki yerin görselleriyle karşılaşırdınız. Gel
zaman git zaman önce Ölüdeniz’e otelleri diktik,
sonra da Pamukkale’ye… Ülkelerin uğrunda savaşa bile
girebileceği bu doğa harikalarını kısa sürede yok
olma seviyesine getirmeyi başardık.
Ucuz ve vizyonsuz turizm politikaları yüzünden iyice
gözden düştü Pamukkale. Bembeyaz travertenler,
otellerin suya ortak çıkması yüzünden karardı. Ve
tam da dünyanın en özel bölgelerinden biri yok olmak
üzereyken, son anda yapılan müdahalelerle hayata
tutundu Pamukkale.Önce oteller yıkıldı, ardından
bilimsel çalışmalarla ve doğru su taksimleriyle
beyaz traverten görüntüsüne döndü. Hala kısmen
kararmalar olsa da, doğa gücünü yeniden gösterdi ve
rüya gibi görüntüsüne tekrar kavuştu Pamukkale.
Darısı lagünü kirlilik belasıyla uğraşan Ölüdeniz’in
başına...
Aziz Philip’ten derman arayanlar
Pamukkale bu muhteşem görüntüsünü, suyunda bulunan
yoğun kalsiyum hidrokarbonatın oksijenle buluşmasına
borçlu. Bu buluşmadan ötürü meydana gelen
çökeltiler, bembeyaz bir dağ kütlesi yaratıyor. Bu
kütle de binlerce yıldır insanların ilgisini
çekiyor. Ve tam da bu yüzden Pamukkale’nin hemen
yanıbaşında, Türkiye’nin en büyük antik kentlerinden
biri olan ‘Hierapolis’ yükseliyor. Hierapolis, bu
termal su kaynağından (suyun ısısı 35 ila 100 derece
arası) doğuyor. Kentin ilk kurucuları Frigler;
kentin isim annesi ise Bergama Kralı Telephoss’un
güzel karısı Hiera. Ve ardından gelen
Roma hakimiyeti... Özellikle bu sebeple kentte
tüm bu geçmişin izlerini görmek mümkün.
Hierapolis, Hıristiyanlar için ayrı bir öneme sahip.
Hazreti İsa’nın 5. havarisi olan Aziz Philip, bu
zengin kente gelerek Hıristiyanlığı burada yaymaya
çalışmış. Ancak durumdan rahatsız olan kentin ileri
gelenleri, Aziz Philip’i burada öldürmüş. Yıllar
sonra öldürüldüğü ve gömüldüğü yere önce bir kilise,
sonra da anısına bir tapınak inşaa edilmiş.
Martyrion adı verilen bu anıtsal yapıya bir nevi
şehitlik de diyebiliriz.
Bilhassa Doğu Roma döneminde piskoposluk merkezi
ilan edilen şehir, Hıristiyanlar için bir hac yolu
oluyor. Bölge, antik dönemden bugüne Pamukkale’nin
şifalı sularından ve Aziz Philip’ten derman
arayanların akınına uğruyor.
Özellikle bir dönemin zenginleri, antik dünyanın
dört bir yanından buraya gelip yaşamlarının son
dönemlerini Hierapolis’te geçirmiş. Bu nedenle
şehrin nekropolü de oldukça görkemli anıt mezarlarla
dolu.
Hades’in ölüm kapısı
Apollon Tapınağı’nın hemen yanında bulunan Plutonion
(Cin Deliği), kentin bir diğer önemli bölümü. Diğer
adıyla yeraltı ve ölüm tanrısı Hades’in Kapısı. Bir
rivayete göre, Hades’in bu ölüm kapısından geçip de
sağ çıkan kişilerin suçları affolurmuş. Belgesel
yapımcısı Coşkun Aral’la birlikte yıllar önce
hazırladığımız bir belgeselde, bu kapıyı bilimsel
yönüyle incelemiştik. Maden Tetkik ve Arama Genel
Müdürlüğü’nden (MTA) bilim adamlarıyla ‘Hades’in
Ölüm Kapısı’na giren Coşkun Aral, içeride yeraltı
sularından kaynaklanan yoğun karbondioksit gazı
olduğunu bizzat belgelemişti. Gerçekten de içeri
girenlerin kısa sürede ölümüne yol açacak kadar
yoğun olan bu gazdan korunmak için bu kapı artık
kapalı. Fakat mitolojide geçen bir olayın
Anadolu ’da gerçekten karşımıza çıkması, bu
toprakların bize hoş bir sürprizi...
Hierapolis’in bir diğer özelliği de hiçbir yerde
bulunmayacak kadar çok anıtsal çeşmelerin (nymhaeum)
bulunması. Hele kentin girişindeki çeşmenin boyu,
tam 70 metre.
Kentin antik tiyatrosunun sahnesinin önemli kısmının
hala ayakta olması ise bir diğer önemli unsur.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ’nın bulduğu fonlarla
restorasyonu yapılan tiyatronun orijinali üç kat
olan sahnesinin bir katı yeniden hayat buluyor. Bu
sayede zaten çok ender görülen ‘sahnesi ayakta kalan
tiyatro’lar arasında benzersiz bir yere sahip olacak
burası.
Restorasyonu ilerletmek
Restorasyon diyince burada beni rahatsız eden bir
ayrıntıyı da paylaşmak istiyorum. Hierapolis’e
zenginliğini veren yeraltı kaynakları, aynı zamanda
buranın en büyük laneti de! 1. derece
deprem bölgesi olan bu alan, zaten depremler
yüzünden yerle bir oldu. Ancak buranın en büyük
şansı, devrilmiş durumda bulunan taşların yüzde 90’a
yakınının hala kentte mevcut olması. Doğru kazı ve
restorasyon çalışmalarıyla, bu yapılar neredeyse
antik dönemdeki gibi ayağa kalkabilir.
Ancak bu çalışmanın yapıldığını söylemek imkansız.
50 yıldır İtalyanlarca kazılan bu özel şehirde
nedense sadece kilise ve Martyrion’un kazısı ve
restorasyonu yapılmış. Elbette bu önemli alanda bu
kazının yapılması gerekiyor, ancak tüm kentin en
yeni yapısı dışında başka yerde neredeyse hiçbir
çalışmanın yapılmamış olması kafaları karıştırıyor.
Başarılı bilim adamlarımız dururken, 50 yıldır
İtalyan ekibin kazı yapması ya da yapmamasına daha
ne kadar tahamül edeceğiz? Kültür ve Turizm
Bakanımız
Ertuğrul Günay ’ın özel çabasıyla bulunan kaynak
olmasa, belki de dünyanın en iyi durumdaki antik
tiyatrosunda bile çalışma yapılmayacaktı. 70
metrelik çeşme, Hades’in Kapısı, Apollon Tapınağı...
Hepsi o kadar görkemli ki, özel ilgiyi hak
ediyorlar. Her yıl bölgeye gelen 1 milyon 700 bin
turisti de düşünürseniz, bu ayrıca ekonomik bir
gereksinim. Bu şekliyle bu kadar kişinin geldiği
yerin ayağa kalkmış halini hayal edebiliyor musunuz?
Türkiye’nin değil, dünyanın en görkemli antik kenti
olacağına şüphe yok!
Hierapolis ve Pamukkale, Türkiye’nin en özel
yerlerinden biri. Denizli’ye 20 km. uzaklıkta
bulunan ve ulaşımın çok kolay olduğu bu dünya
harikasına hala gitmediyseniz, çok şey
kaçırıyorsunuz. Eski görkemli günlerine dönmüş olan
Pamukkale, daha fazla ilgiyi hak ediyor.
Bir Hierapolis efsanesİ Günlerden bir gün bir
çoban kızı artık çirkinliğinden bıkar, canına kıymak
ister ve kendini Hierapolis’in sularına bırakır. O
sırada oradan geçen bir prens, kızı son anda ölümden
kurtarır. Hierapolis sularının şifalı olduğunu
bilmeyen çoban kızı, prense öfkelenir. Ancak prens,
‘bu kadar güzel bir kızın neden ölmek istediğini
anlamadığını’ söyler. Kız, şaşkınlık içinde sudaki
aksine bakar. Gerçekten de o çirkin kız gitmiş,
yerine dünyalar güzeli bir kız gelmiştir. Gerisi
malum: Mutlu son!
Radikal, 14.10.2012
|
TARİHİ BİNALAR SAHNE DEKORU OLUYOR

AB projesinde çalışan
restorasyon uzmanı Fener-Balat'taki yenileme
projesini inceledi: Proje kapsamında alınacak tarihi
binaların yalnız cephesi 'korunacak', altları oyulup
otopark yapılacak. Niyet restorasyon değil,
metrekare kazanmak.
UNESCO’nun tarih miras listesinde yer alan,
İstanbul ’un en eski yerleşim alanlarından
Fener-Balat’ta Fatih Belediyesi’nin GAP İnşaat’la
ortaklaşa yürüttüğü ‘yenileme projesi’ Haziran’da
mahkeme kararıyla iptal edilmişti. ‘’Hukuka, kamu
yararına, şehircilik ilkelerine ve planlama
esaslarına’’ uygun bulunmayarak iptal edilen proje
kapsamında kalan 20 ada geçtiğimiz pazar çıkan bir
kararla ‘acele kamulaştırıldı’.
İptal edilen projeyle aynı parsellerin acele
kamulaştırılması
Avrupa Birliği ’nin 7 milyon
euro hibelik rehabilitasyon projesinde çalışan
restoratörleri de isyan ettirdi. AB’nin restore
ettirdiği 30’un üzerinde tarihi bina proje
kapsamında ‘tiyatro dekoru’ haline geliyor.
AB projesinin
restorasyon uzmanı Yüksek Mimar Ali Emrah Ünlü,
renovasyon sırasında Fatih Belediyesi ile yakından
çalıştı. Geçtiğimiz aylarda yenileme projesi
kapsamında kalan binaları inceleyerek AB’ye bir
takip raporu hazırlayan Ünlü “Projelerden gördüğümüz
kadarıyla binaların içleri komple yıkılıyor ve ada
bazında birleştiriliyor. Cepheler iskambil kağıdı
gibi kalıyor. Bütün binaların altı oyularak otopark
yapılıyor.
Türkiye ’nin de taraf olduğu Venedik Tüzüğü’nün
ana ilkesi her binanın plan şemasıyla birlikte
bütüncül olarak korunmasıdır. Tarihi bir binanın
sadece cephesini korumak yıkımdır, restorasyon
değil. Restoratörün derdi ‘bu binayı nasıl
kurtarırım’ olmalıdır. Buradaysa niyet artı
metrekare kazanmak, projeyi çizen mimarlara ‘özgün
tasarım ’ yaptırmak. Biz burada 121 bina restore
ettik, tek bir bina yıkmadık. Artık dünya alem
biliyor buranın onarılabileceğini’’ diyor.
Projenin restorasyon koordinatörü Yüksek Mimar
Burçin Altınsay da “Bizim yaptığımız en önemli şey
bu binaların restore edilerek olduğu gibi
korunabileceğini kanıtlamak oldu. Şimdi bu binalarda
yaşayan insanların ‘evlerine iyi bakmadıkları’
söyleniyor ama bu proje tarihi dokuya çok daha fazla
zarar veriyor. Mahallenin ne tarihini, ne kültürünü,
ne de içindeki yaşantıyı önemsemiyorlar” diyor.
Balat Çarşısı ne olacak?
Lapçinler ve
Leblebiciler Sokakları boyunca sıralı tonozlu
dükkanlardan oluşan tarihi Balat Çarşısı’ndaki
birçok dükkan da proje kapsamında restore edilmişti.
Mimar Ali Emrah Ünlü, “Balat Çarşısı’nı yutacak
büyüklükte, çarşıyı hiçe sayarak, 2859 Ada’nın
içinde cam cepheli, metal konstrüksiyonlu bir otel
projesi yapılmak isteniyor’’ diyor. Yakup Hazan
Mimarlık’ın hazırladığı çizimlerde tarihi çarşının
izi kalmamış, yerin altından çıkacağı tahmin edilen
surlar ise ‘camdan yüzeyler’ altına alınarak
‘korunmuş’. Yakup Hazan bir röportajında projeyi
şöyle anlatıyor: “Binalar arasındaki artık alanı,
konaklama birimlerinin ortak mekanı, bir müze atrium
olarak kullandık. İçinden sur da geçiyor diye tahmin
ediyoruz. Surun üstünden geçen, camdan yüzeyler
oluşturmaya çalışacağız.’’
Hakkında
Bakanlar Kurulu kararıyla ‘acele kamulaştırma’
kararı çıkan Fener Balat’ta dün eylem vardı.
“Mahalle bizimdir, bizim kalacak” sloganları
eşliğinde sokakları turlayan Fener-Balatlılar
eylemin sonunda da oturma eylemi yaptı. Mahalle
sakinleri adına basın açıklamasını okuyan Çiğdem
Şahin, “Bir gün uyandık ki mahallemiz gasp edilmiş,
sanki savaş varmış da seferberlik olmuş gibi acele
kamulaştırma kararı ile devlet evlerimize el koymuş.
Yaşam alanımıza yönelik bu saldırının, talanın,
adaletsizliğin hedefi sadece Balat-Ayvansaray değil
bütün Türkiye’dir. Evlerimizin gasp edilmesini
yasalaştıran hukuk sistemi de, insanları bir eşya
gibi oradan oraya sürebilmeyi kendinde hak gören
yönetim anlayışı da ortak sorunumuzdur’’ dedi. Eylem
sırasında mülk sahiplerinden Mafız Kaçar da ‘’Eğer
yıkım olursa kendimi evimden aşağı atarım’’ diyerek
sinir krizi geçirdi.
MAHALLELİ NE DEDİ?
Kadri Gözaydın Balat-Fener Güzelleştirme Derneği’nin
kurucularından, doğma büyüme buralı. Gözaydın, “Şu
anda
Haliç ’e bakan eski surların üzerindeyiz.
Altından tarih çıkacak, bunu hangi belediye
yıkabilir? Beni binalardan çok insan ilgilendiriyor.
İnsansız restorasyon olur mu? Zenginler şehir
dışındaki korumalı şatolarından bıktı, şehrin
göbeğinde tarihi mekanlarda yaşamaya heves ettiler
diye bedelini biz marabalar ödüyoruz. AB’nin yaptığı
projenin devamı gelsin, parsel bazında restorasyon
yapılsın’’ diyor.
’Mahallenin teyzesi’ Neriman Yumurtacı restore
edilen tarihi bir binada oturuyor. Yumurtacı’nın da
projeye dair hiçbir bilgisi yok, bakkaldan elinde
alışveriş torbalarıyla dönerken, “Ne olacak,
yıkacaklar mı burayı da?’’ diye soruyor. AB’nin
restore ettiği tarihi bir binanın tüm katlarında
ailesiyle oturan Nuray Paça da “Eşimin babasının
annesi 70 sene önce Vezneciler’de iki katlı
konaklarını satmış öyle almış bu binayı. İki sokak
ötedeki 3 katlı bina 1 milyon 250 bin liraya
satıldı. Buralar çok değerli, üç kuruşa satmayız’’
diye konuşuyor.
Çarşı esnafı projeye tepkili. Sualp Tenker, eski
çarşıda restore edilen dükkanlardan birinde kiracı,
mimarlık ofisi var. Restorasyondan sonra binanın
içindeki yığma taş duvar açığa çıkmış, “Tarihin
içinde yaşıyoruz’’ diyor. O da çarşıdaki bütün
işyeri sahipleri gibi “Buraya otel yapılacakmış”
diyor, ama hiçbir detaydan haberi yok, “Yapılmak
istenen tek kelimeyle acı. Burada çok değerli bir
mimari yapı var, bunu farketmek için mimar olmak
gerekmez.’’
Radikal, 14.10.2012
|
KEFREN PİRAMİTİ KAPILARINI YENİDEN AÇTI
Mısır'ın sembollerinden Kefren Piramidi
restorasyon sonrası önceki gün ziyaretçilere
kapılarını açtı. Sfenks heykeli ile Vadi Tapınağı'nı
tehdit eden yeraltı suyu seviyesinin azaltılması,
elektrik tesisatı ile havalandırma sistemlerinin
değiştirilmesi, ziyaretçiler için geçit ve
bilgilendirme tabelalarının hazırlanmasının ardından
yapılan yapılan açılışta konuşan Tarihi Eserlerden
Sorumlu Devlet Bakanı Muhammed İbrahim, "Bu
restorasyon, tarihi korumak adına atacağımız
adımların başlangıcıdır" dedi.
Sabah, 14.10.2012
|
|
 |
ÖZTÜRK RESTORASYONU DENETLEDİ
Erzurum Valisi Sebahattin Öztürk Çifte Minareli Medreseyi gezerek burada yapılan restorasyon çalışmaları hakkında bilgi aldı.
Restorasyon çalışmaları ve aşamaları hakkında Vakıflar Bölge Müdürü Kenan Ungan ve yüklenici firma yetkililerinden detaylı bilgiler alan Vali Öztürk çalışma yapılan alanların tamamını gezdi.
Erzurum’da böyle bir eserin varlığının önemine değinen Öztürk yapılan çalışmalarla eserin yeniden ortaya çıkacağını söyledi. Çifte Minareli medresenin muhteşem bir eser olduğuna vurgu yapan Vali Öztürk insanların Erzurum’a gelmeleri için buranın tek başına bir sebep olduğuna dikkat çekti. Yapılan yüzey temizlemelerin ardındam yeniden ortaya çıkan motifleri ve işlemeleri hayranlıkla inceleyen Vali Öztürk yapılan çalışmada emeği olanlara teşekkür etti.
Erzurum Gazetesi, 14.10.2012
|
İŞTE TARİHİN EN ESKİ BEYNİ

Çin’in Yunnan eyaletinde yapılan kazılarda
bulunan
eklembacaklı
fosili, ilkel bir vücut yapısına ancak gelişmiş
bir beyne sahip olan, nesli tükenmiş Fuxianhuia
protensa türüne ait. Yaklaşık 7.5 santim
uzunluğundaki
fosil, kabuklulular,
eklembacaklılar ve böceklerin evrim süreci
hakkında bilinmeyenlerin aydınlatılması adına çok
önemli bir keşif olarak tanımlandı.
Keşfi yapan paleontologlar, karmaşık
beyinlerin nasıl evrim geçirdiği ve ne zaman bu
evrimin yaşandığı sorularına cevap bulabileceklerini
ifade etti.
Nature dergisinde yayımlanan araştırmada yer alan
ABD’nin Arizona Üniversitesi’nden Profesör Nicholas
Strausfeld, “Çok hücreli canlılarda bu kadar eski
zamanlarda bu denli gelişmiş bir
beyin olabileceğini kimse tahmin etmemişti”
yorumunda bulundu.
Strausfeld, “Branchiopod’larda,
her zaman iki görsel nöropil bulunur ve birbirlerine
çarpraz sinirlerle bağlı değillerdir... Prensipte,
Fuxianhuia protensa’nın sahip olduğu, antik bir
canlı için çok gelişmiş bir beyin. Fosilin bize
gösterdiği, temel olan bir beyin modeli oluştuktan
sonra bu beynin çok az değişim gösterdiği. Öte
yandan, eklembacaklının çevreyi algılamasını
sağlayan antenleri, gözleri ve diğer organları çok
gelişti ve çeşitlendi. Ancak bu organlar hep aynı
mekanizmaya bağlı kaldılar” dedi.
ABD’li araştırmacı, “Sinir sisteminin temel
yapısının yaklaşık 550 milyon yıl boyunca aynı
düzende kalması gerçekten şaşırtıcı. Bir zamanlar
koku algısını işleyen mekanizma, daha sonradan görme
ve mekanik duyumu işleyen temel sistemi oluşturdu”
dedi.
Habertürk, 14.10.2012
|
TARİHİ MEDRESE ESKİ İHTİŞAMIYLA YENİDEN AÇILDI
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç,
restorasyonu Fatih Belediyesi'nce yapılan Rüstempaşa
Medresesi'nin açılışını yaptı. Arınç törende yaptığı
konuşmada "Bizim gelirlerimizde bereket var. O
bereketin karşılığında eskiden 50 senede 50 taneyi
yapamazken, şimdi 10 senede 4 binini ayağa
kaldırıyoruz" dedi. Rüstempaşa Medresesi'nin
tarihteki ihtişamıyla yeniden hizmete açıldığını
belirten Arınç, , "Üzerinden 500 yıl gibi bir zaman
geçmiş. Gerçekten ihmal edilmiş, hatta mezbele
haline gelmiş yerlerdendi" dedi.
Sabah, 14.10.2012
|
TÜRKİYE'NİN DA VİNCİ'Sİ
Sanatın aslında bilimden bağımsız olamayacağını tüm
üretimlerinde ortaya koyan
İlhan Koman, yaşadığı dönemin çok ötesinde bir
duruş sergileyen usta bir sanatçı. 1986’da İsveç’te
yaşama veda eden Koman, “Türkiye’nin
Da Vinci’si” olarak da anılıyor. Malzemelerin
doğasını ve biçimin olasılıklarını araştıran
sanatçı, soyut heykellerini oluştururken, bilimsel
fikirlerden beslenip doğayla güçlü bir bağ kurmuş ve
bilinenin içindeki bilinmeyeni keşfetme arzusuyla
yola çıkmıştır.
KOMAN VE ‘AKDENİZ’ HEYKELİ
İlhan Koman, 1947-50 yılları arasında Fransa’da
Academie Julian ve
l’Ecole du Louvre’da çalışmalar yaptıktan sonra
ilk sergisini Paris’te açmış, 1958’e kadar
İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğretim
üyeliği yapmıştır. Ardından İsveç’e yerleşen Koman,
1967’de ise Stockholm Uygulamalı Sanatlar Yüksek
Okulu’na öğretim üyesi olarak kabul edilmiş. Bu
dönemde, yeni geometrik türevler ve yeldeğirmenleri
gibi bilimsel buluşları tescillenen sanatçı,
Anıtkabir’in büyük rölyeflerinden doğu kanadını
yapmış ve yaşamının büyük bir bölümünü atölye olarak
da kullandığı “Hulda” adlı teknesinde geçirmiştir.
Türkiye’nin belki de en bilinen heykellerinden
biri de Koman‘a aittir. “Akdeniz” adlı bu heykel
Halk Sigorta’nın isteği üzerine üretilmiş ve 1980’de
şirketin Zincirlikuyu’daki genel müdürlük binasının
önüne yerleştirilmiştir. 12 milimetre kalınlığında
112 metal levhanın yan yana getirilmesiyle
oluşturulan dört ton ağırlığındaki bu başyapıt,
1981’de Sedat Simavi Vakfı Görsel Sanatlar Ödülü’nü
kazanmıştır. Uzun yıllar konumlandırıldığı
Zincirlikuyu’nun ardından, “İlhan
Koman Retrospektif Sergisi” için Galatasaray
Meydanı’na taşınan Akdeniz’in yolculuğu, serginin
ardından Levent’teki Yapı Kredi Sigorta Genel
Müdürlüğü Binası’nın önünde sonlandı.

Şu günlerde ise
Karaköy’de konumlanan
Egeran Galeri, Koman‘ın 1970’lerin sonunda
geliştirdiği “Sonsuzluk-Eksi-Bir” serisinden dört
heykelini ağırlıyor. Sanatçının uçurtma
kuyruklarından esinlenerek, en basit yapısal fikrin
sonsuz olasılıklarını araştırdığı bu serisinden
heykelleri, İlhan Koman Vakfı’yla işbirliği içinde,
sanatçının orijinal prototiplerine göre ilk kez
gerçekleştirilmiş. Bu sergi için özel olarak
üretilen beş heykelden dördününün sergilendiği
galeride, Koman‘ın seksenlerin sonlarında malzeme
olarak titanyumu kullanmayı planladığı yapıtlarının,
çok uzun yıllar sonra hayat bulduklarına tanıklık
etmek mümkün oluyor. Bir yandan heykelleri izlerken
bir yandan da çağının çok ötesinde üretebilme
becerisine sahip bu dahinin, bugün hayatta olsaydı
neler üretebileceğini düşünmeden edemiyorsunuz.
Habertürk, Yazı: Pırıl Güleşçi Arıkonmaz,
13.10.2012
|
GLADYATÖRLERİN KENTİ STRATONİKEİA 'DÜNYA MİRASI
LİSTESİ'NE BAŞVURACAK

Muğla'nın Yatağan
İlçesi’ne bağlı
Eskihisar Köyü sınırları içinde yer alan 3 bin
500 yıllık, dünyanın en büyük mermer antik
kentleri arasında gösterilen Stratonikeia antik
kentinin, UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne
alınması için yeniden başvuru yapacak.
Stratonikeia Antik Kenti Kazı Başkanı Denizli Pamukkale Üniversitesi
öğretim üyesi Doç.Dr. Bilal Söğüt, geçen yıl
yapılan başvurunun, ‘eksik evrak’ nedeniyle
değerlendirilmediğini hatırlattı. Doç.Dr. Bilal
Söğüt, “Stratonikeia, antik kentler arasında çok
farklı bir konuma sahip. Çünkü hiçbir antik
kentte Osmanlı mimarisiyle, antik mimariyi yan
yana görmek mümkün değil. İçindeki spor
akademisinde yetişen gladyatörlerin şehri olarak
da bilinen Stratonikeia antik kenti, kesinlikle
UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer almalı.
Eksik evrakı tamamlar tamamlamaz kazı başkanlığı
olarak başvrumuzu yapacağız” dedi.
Star, 13.10.2012
******
SÜRPRİZ KEŞİF!
Muğla'nın Yatağan
İlçesi'ndeki
Stratonikeia antik
kentindeki kazı çalışmalarında 2 bin 300 yıllık
olduğu tahmin edilen ve o dönemdeki mitoloji
tanrılarının mermer bloklarına işlendiği
15 mask gün yüzüne çıkarıldı.
Stratonikeia Antik
Kenti Kazı Başkanı Doç.Dr. Bilal Söğüt, yaptığı
açıklamada, tiyatroların antik dönemin en önemli
eğitim ve kültür mekanları olduğunu söyledi.
Eski dönemlerde antik tiyatrolarda gösteriler
yapıldığını ve Stratonikeia'daki
antik tiyatroda bulunan yazıtlardan trajedi, komedi
gibi oyunların oynandığıyla ilgili bilgiler
aldıklarını anlatan Söğüt,
Stratonikeia antik kentindeki kazı
çalışmalarında 2 bin 300 yıllık olduğu tahmin edilen
ve o dönemdeki mitoloji tanrılarının mermer
bloklarına işlendiği
15 mask gün yüzüne çıkardıklarını kaydetti.
Buldukları masklarla yazılı belgeleri
desteklediklerini vurgulayan Söğüt, ''Maskların
yaklaşık 5 metrelik sütunların üzerinde görünen üst
yapıya ait elemanlar olduğunu tahmin ediyoruz.
Bunların özelliği, trajedi ve komediyle ilgili
farklı tanrı, tanrıça ve antik dönemin töresiyle
ilgili olmaları. Bulunan maskların arasında
Dionysos, tanrı Men, Apollon, Artemis ve Dionysos'un
alayında yer alan Satyr ve Silenos var'' dedi.

Masklarda farklı kültürlere ait betimlemelerin yer
aldığını anlatan Söğüt, ''O dönemde Anadolu'dan
tanrı Men ile ilgili oyun sergilenmek istenildiğinde
tanrı Men'in pişmiş topraktan yapılmış maskı
takılıyordu. Tanrı Dionysos'u canlandıran bir oyun
sergileneceği zaman ise Dionysos'un maskı
takılıyordu. Kazı çalışmalarımızda o dönemdeki
sosyal hayatın ve kültürel faaliyetin taşa yansıyan,
değişmeyen izlerini bulduk'' diye konuştu.
Bilal Söğüt, antik kentin sosyal yaşamı kadar mimari
özelliğinin de önemli olduğunu, bulunan eserler
sayesinde yaklaşık 2 bin 300 yıl önce bir mimarın
düzenlemesini de kesin olarak tespit ettiklerini
belirtti.
Önceki kazılarda maskların pişmiş topraktan yapılmış
küçük figürlerini bulduklarını anımsatan Söğüt,
şöyle devam etti:
''Onlar oyun sırasında kullanılan masklardı. Ama son
bulduğumuz bu masklar tiyatro gösterilerinde
kullanılan maskların kabartmaları. O dönemin heykel
sanatını, mimarisini ve kültürünü bize açık bir
şekilde gösteriyor. Bu eserler konservasyon ve
restorasyon süreçleri tamamlandıktan sonra
tiyatrodaki yerlerine konulacaklar. Bu uzun bir
süreç olduğu için antik kenti ziyarete gelen
vatandaşlarımıza bu maskları uygun bir yerde
gösteriyoruz.''

Stratonikeia'nın
diğer kentlerden farklı, yaşayan bir arkeoloji kenti
ve yerin altıyla üstünün barışık bir kent olduğunu
vurgulayan Söğüt, bu barışıklılığı devam ettirmek
istediklerini kaydetti.
Söğüt, antik tiyatronun basamaklarının geçmiş
yıllarda yaşanan depremler ve yağışlar nedeniyle
zamanla kaydığını da anlatarak, şöyle konuştu:
''Çok büyük depremler olmasa antik kentler çok hasar
görmez. Bu depremler sırasında oynamalar oluyor,
oynamalara bağlı olarak yağmur suları toprağı kaygan
hale getiriyor ve taşları yerinden oynatıyor. Biz de
burada kaygan toprakları düzenleyerek blokları vinç
yardımıyla yeniden yerlerine yerleştiriyoruz.''
Habertürk, 15.10.2012
|
DÜNYA TARİHİNİ YENİDEN YAZDIRACAK KEŞİF!

Üzerinde Göktürk alfabesiyle yazılan yazıların bulunduğu kayanın, Türkler'in Batı Anadolu'ya İslamiyet'ten
önce geldiklerini ortaya koyduğu ileri sürüldü.
Denizli'de Doğa Sevenler Derneği (DOSEV) Başkanı
Ümit Şıracı ve arkadaşlarının, Bozkurt İlçesi'ne
bağlı İnceler Beldesi'nde yaptıkları keşfin, tarih
kitaplarını değiştireceği iddia edildi.
DOSEV üyelerinin geçtiğimiz günlerde Bozkurt
İlçesi'nin İnceler Beldesi'ndeki bir doğa gezisi
sırasında gördükleri kaya, inanılmaz bir tarihi
gizemi ortaya çıkardı.
Bir mağarada kayanın üzerinde ilginç ve çok eski
işaretler gören DOSEV üyeleri, fotoğraflarını çekti.
Fotoğrafları inceleyen tarih araştırmacısı Kürşad
Baytok, işaretlerin Göktürk alfabesiyle yazıldığını
ve Göktürkler'e ait olduğunu iddia etti. İşaretlerin
çevirisini yapan araştırmacı Baytok, 'Üç Enenmiş At
Aldı' cümlesinin kayada yer aldığını ve 8'inci
yüzyıla ait olabileceğini ileri sürdü.
Eserin korunması ve kayda alınması gerektiğini
belirten araştırmacı Kürşad Baytok, "Ortaya çıkan bu
önemli eser, kesinleştiği takdirde Türkler'in Batı
Anadolu'ya İslamiyet'ten önce geldiklerinin kanıtı
olacak. Tarih yeniden yazılabilir. Türkler'in
Anadolu'ya gelişi kitaplarda 1071 Malazgirt Savaşı
olarak yazıyor. Ancak bulunan eserler, bunun daha
eski olduğunu gösteriyor" dedi.
Kayanın üzerindeki alfabenin 10'uncu yüzyılda
kullanımının bırakıldığını belirten Baytok, "Bu da
Göktürkler tarafından kullanılan alfabelerde yer
alan şekillerin 8'inci yüzyılda kullanılmış olma
ihtimalini ortaya çıkarıyor. Bu da Türkler'in bu
tarihlerde Anadolu'da özellikle de Batı Anadolu'da
bulunduğu anlamına geliyor" diye konuştu.
DOSEV Başkanı Ümit Şıracı, kayanın korunması
gerektiğini belirterek, "Doğa gezisi sırasında
işaretler ilgimizi çekti. Fotoğraflarını çekip
incelettik. Biz de çok şaşırdık. Bölgede böyle bir
eserin korunması gerekiyor.
Gerekli yerlere bildirdik" dedi.
Milliyet, 13.10.2012
|
TAM 9000 YILLIK!

Adana’nın merkez Yüreğir
İlçesi’nde 9 bin yıllık
geçmişe sahip Misis Antik Şehri’ni Kurtarma
Projesi’nde, Roma dönemine ait tapınak gün yüzüne
çıkarıldı.
Efsaneye göre bitkilerle konuşarak ölümsüzlük
iksirini bulan Lokman Hekim’in memleketi Misis’te,
Yüreğir Belediyesi koordinasyonunda bir ay önce
başlatılan arkeolojik kazılara başkanlık eden
İtalya’nın Pisa Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr.
Giovanni Salmeri, giriş kapısına ulaştıkları
tapınağın, Roma dönemine ait sağlık merkezi olduğunu
belirtti. Prof.Dr. Salmeri, MS 2’nci yüzyıldan
sonra başlayan Roma döneminde Mopsuestia adıyla
bilinen Misis’te buldukları tapınağın geçmişini kazı
ilerledikçe anlamayı umduklarını söyledi. Prof.Dr.
Salmeri, "Biz burada, değişik dönemden tarihin
parçalarını görebildiğimiz çok güzel bir deneyim
yaşıyoruz. Burası o yüzden bizim için çok önemli bir
alan. Misis’te MÖ 7000’lerdeki neolitik çağdan,
MÖ 5500’lerde ortaya çıkan kalkolitik döneme kadar
tarihlenebilecek kalıntılar bulunmuş. Çalışma
alanımızdan 300 metre kadar ileride neotik yerleşim
var. Tabi, burada daha bir çok katman olduğu için
ekibimizde, başka dönemlerle ilgili uzmanlık
alanları var. Herkes kendi çalıştığı dönemi bulmayı
umut ediyor. Ama kesinlikle çok önemli şeyler
bulacağımızı düşünüyoruz" dedi.
Kazı sırasında, ekipteki uzmanların kendi alanları
olan dönemlere ait çalışmalara yöneldiğini anlatan
Prof.Dr. Giovanni Salmeri, 9 bin yıllık geçmişi
olan Misis’te Roma, Hitit, Bizans ve Osmanlı
dönemine ait eserlerin varlığını saptadıklarını
söyledi. Kazı çalışmalarında güzel bir işbirliği
örneği yaşadıklarını vurgulayan Prof.Dr. Salmeri,
"İnsan yaşamının arkeolojisini incelediğimiz için
birçok şeyi aynı anda görebiliyoruz. Burada
Fransızlarla yapılan savaş sırasında kullanılan
mermileri bulduk. Diğer açmamızda, Abbasiler
dönemine ait İslami motifli bulunan dekoratif
eşyalar elde ettik. Burada tarihi değişik parçaları
görebiliyoruz. Bizim için çok önemli. Turizme de çok
büyük katkısı olacağını düşünüyoruz" diye konuştu.
Yüreğir Belediyesi’nin kazı çalışmalarının başlaması
ve devam etmesi aşamasında çok büyük destek
verdiğini belirten Prof.Dr. Salmeri, şöyle dedi:
"Yüreğir Belediyesi’ne olan memnuniyetimi dile
getirmek istiyorum. Bu kazının oluşma aşamasında
bizi çok iyi anladılar ve büyük destek verdiler.
Bunun haricinde, işbirliğini de burada çok iyi
örneklediğimizi düşünüyoruz. İtalya-Türkiye olaak
ortak bir çalışma düzenledik ve bu ortak çalışmanın,
işbirliğinin daha büyük düzeyde yapılmasını
gerektiğine inanıyoruz. Çünkü bu bölgede, turizme
kazandırılabilecek, kazısı halen devam etmekte olan
başka antik kentler de var."
Misis’in, Roma döneminde Küçük Asya olarak
adlandırılan bölgenin büyük antik kentlerinden biri
olduğuna dikkat çeken Prof.Dr. Giovanni Salmeri,
bölgede nasıl bir yaşam sürüldüğüne dair bulguları
ve tarihi bilgileri de şöyle anlattı:
"Entellektüel açıdan çok gelişmiş olan bu bölgede,
mimarlar, yazarlar, şairler yaşamış. Bunların
hepsini yazıtlarda bulabiliyoruz. Tiyatroda çok
güzel oyunlar sergilenmiş, bunlarla ilgili de
bilgilerimiz var. Ayrıca o dönemde sağlıkla ve
sağlık tanrıçasıyla ilgili bir tapınağımız var. Bu
tapınak çevredeki başka antik kentlerle de alakalı.
Çünkü o dönemde, buradaki antik kentten, başka
yerlere doktorların gönderildiğini biliyoruz. Misis,
o dönemin devasa sağlık merkezine sahipti. Ekibimiz
giriş kapısını bulduğu bu tapınağı ortaya çıkarmaya
çalışıyor. O zamanki sağlık tapınağını, Adana’da şu
anda bulunan büyük hastanelere benzetebiliriz. Roma
dönemindeki bu sağlık hizmeti, Bizans ve Osmanlı’dan
sonra günümüze kadar gelmiştir."
Kazı çalışmaları yapan ekibi ziyaret eden Yüreğir
Belediye Başkanı AKP’li Mahmut Çelikcan da
Misis antik kentinin gün yüzüne çıkarılması
çalışmalarıyla, tarihi yapıları dünya kültür
mirasına kazandıracaklarını söyledi. Misis antik
kenti çalışmalarının Adana turizmine de önemli katkı
sağlayacağını anlatan Çelikcan, şunları söyledi:
"Antik kentin gün yüzüne çıkarılması için Yüreğir
Belediyesi’nin koordinatörlüğünde başlatılan kazı
çalışmalarını yerinde izliyoruz. Misis Antik Şehri,
Roma döneminden günümüze kadar gelmiş bir antik
kent. Misis Köprüsü, rivayetlere göre Lokman
Hekim’in de ölümsüzlük reçetesini elinden düşürdüğü
yer olarak bilinir. Bu anlamda, biz bu antik şehrin
gün yüzüne çıkarılması ve dünya kültür mirasına
kazandırılması amacıyla bir çalışma başlattık. Ben
inanıyorum ki, bu ekip heyecanla, şevkle
çalışmalarını tamamlayacak ve dünya güzel bir antik
şehri de kazanmış olacak."
Vatan, 12.10.2012
|
ERDOĞAN'IN 'UCUBE' DEDİĞİ MİNARELER YENİLENİYOR

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın
2 yıl önce Erzurum'u ziyareti sırasında görüp
'Ucube' diye nitelendirdiği tarihi camilerdeki
teneke minareler, Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nce
başlatılan proje kapsamında yapıyla uyumlu olarak
yenileniyor.
Erzurum’a 13 Ağustos 2010 tarihinde gelen
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ’ın dikkatini
Tebrizkapı Semti’ndeki Emirşeyh Camii’nin teneke
olan minaresi çekti. Erdoğan, yanında bulunan Sağlık
Bakanı
Recep Akdağ , Vali Sebahattin Öztürk ve
Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Küçükler’e dönüp,
bunu "Ucube" diye nitelendirdi.
Başbakan Erdoğan ’ın teneke minarelerin
değiştirilmesi isteği üzerine Vakıflar Bölge
Müdürlüğü yetkilileri harekete geçti.
Erzurum’da 20 kadar cami ve mescide ait minarenin
teneke veya sacdan yapıldığını belirten Vakıflar
Bölge Müdürü Kenan Ungan, camilerin minarelerini 5
yıl içinde değiştirmek için proje yaptıklarını
bildirdi.
Başlatılan bu çalışmaların ilki olan merkez Yakutiye
İlçesi’nde, Gürcükapı Semti’ndeki İhmal Camii’nin
teneke minaresi, Osmanlı mimarisine uygun biçimde
tuğladan yeniden yaptırıldı.
Camideki onarım ve minare yapımının tamamlanarak
ibadete açılması nedeniyle düzenlenen törene, Vali
Sebahattin Öztürk, Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet
Küçükler, Yakutiye Kaymakamı Ahmet Katırcı, Yakutiye
Belediye Başkanı
AKP’li Ali Korkut, Vakıflar Genel
Müdürlüğü Strateji Daire Başkanı İbrahim Polat, İl
Müftüsü Yakup Arslan ile vatandaşlar katıldı.
Açılışta Vali Öztürk, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün
Erzurum’daki tarihi eserleri restore ettirdiğini
anımsattı. Bu konuda ciddi bir mesafe aldıklarını
anlatan Vali Öztürk, "Bugün burada İhmal camii diye
bilinen caminin restorasyonunun bitişini ve ibadete
açılışını yapıyoruz. Hakikaten çok güzel olmuş.
Böyle bir butik, küçük bir cami. 1700’lü yıllarda
yapılmış. Yaklaşık 400 bin liraya para harcanmış.
Erzurum’da ki tarihi cami, çeşme ve hamamların hepsi
inşallah teker teker yapılacak. Çifte Minareler’de
restorasyon devam ediyor" diye konuştu.
Büyükşehir Belediye Başkanı Küçükler ise kentin 10
ayrı noktasında
kentsel dönüşüm çalışmalarını sürdürdüklerini
bildirdi. tarihi dokuların yakınındaki eski ve
harabe evleri ortadan kaldırdıklarını vurgulayan
Küçükler, "Tarihi mekanlarımızın etrafı derme çatma
binalarla dolu. Bunların hepsini yıkacağız" dedi.
Kurdelenin kesilmesinin ardından açılışa katılanlar,
camide cuma namazı kıldı.
Radikal, 12.10.2012
|
HACILAR HÖYÜĞÜ'NDE YAPILAN KAZILAR
Burdur'daki
Hacılar Höyüğü'nde yapılan arkeolojik kazılarda,
kenti koruyan gelişmiş savunma sistemleri olduğu
sanılan yapılar bulundu.
Kazı Heyeti Başkanı ve
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Gülsün
Umurtak, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
Hacılar Höyüğü'nde bu yıl 40 kişilik ekiple kazı
çalışması yaptıklarını, kazıların bu yılki bölümünün
de tamamlandığını söyledi.
Büyük höyük kazılarının
çok verimli geçtiğini dile getiren Umurtak,
kazılarda özellikle büyük höyüğün batı yamacında İlk
Tunç Çağ dönemine ait alanda çalışma yapıldığını
bildirdi.
Umurtak, kazılarda kentin
savunma sistemine ait çok kalın duvarlar ve buna ait
bazı mekanlar ortaya çıkarıldığını anlatarak,
"Ortaya çıkardığımız savunma sistemindeki yapılar,
kentin en dış halkasını oluşturuyor. Bu yapılar
dönemine göre çok gelişmiş bir yerleşmenin, belki de
kasabanın savunma sistemidir. Bu savunma sisteminin
MÖ 3 binli yıllara ait olduğunu sanıyoruz. 5 metre
uzunluk ile genişliğe sahip yapılardan oluşuyor"
dedi.
Savunma sistemlerinin
kentin orta kısmında bulunan yapıları koruduğunu
kaydeden Umurtak, bunun dışında çok miktarda sağlam
çanak, çömlek, mühür gibi eşyalara rastladıklarını
söyledi.
İl Kültür ve Turizm Müdürü
Mehmet Tanır ise
Hacılar'daki kazıların 9 bin yıllık tarihi
geçmişiyle dikkati çektiğini anlattı.
Bu yıl yapılan kazılar
için
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 100 bin
lira ödenek ayrıldığını bildiren
Tanır, kazı ekibinde 7 akademisyen ve 10
öğrencinin de aralarında bulunduğu 40 kişinin yer
aldığını kaydetti.
Hacılar Höyüğü'ndeki ilk kazı çalışmaları,
1957-1961 yılları arasında İngiliz bilim adamı James
Mellaart tarafından başladı. 50 yıl ara verilen
kazılar, geçen yıl Prof.Dr. Gülsün Umurtak
başkanlığında tekrar başlamıştı.
haberler.com, Haber: Volkan Poliçe, 11.10.2012
|
MYRA ANDRIAKE KAZILARI BU YIL DA SONA ERDİ
Akdeniz Üniversitesi, Arkeoloji Bölümü Öğretim
Üyesi Prof.Dr. Nevzat Çevik başkanlığında 2009
yılından bu yana kazı çalışmaları sürdürülen Myra
Andriake antik kenti kazılarının altı ay süren bu
yılki bölümünün tamamlandığı bildirildi.
Demre İlçesi'nde bulunan ve yaklaşık 6 ay süren
Myra Andriake kazılarında, bu yıl 110 kişi görev
aldı. Myra Andriake antik kentinde kazı ve
restorasyon çalışmalarının yanı sıra, Myra'da
tiyatro ve şapelde, Andriake'de ise granarium önü
işlikleri, onurlandırma anıtları, B kilisesi ve doğu
hamamda kazılar gerçekleştirildi.
Myra Andriake Kazıları
Heyet Başkanı Prof.Dr. Nevzat Çevik, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, doğu hamamda dört ay süren
kazılar sonucunda ortaya çıkan duvar içi ısıtma
sistemleri ve diğer mimari detayları korumak üzere
konservasyon yapılıp üstünün de geçici çatıyla
örtüldüğünü söyledi.
Onurlandırma anıtlarının
restorasyon çalışmalarının ise iki ay içerisinde
tamamlanacağını ifade eden Çevik, B kilisesinin
avlusunda ortaya çıkan sütun ve başlıkların
tümlenerek yerlerinde ayağa kaldırılacağını
belirtti.
Tiyatroda ise büyük bir
ekiple altı aydır aralıksız süren çalışmalar
sonucunda sahne binasının yedi metre derinlikte
kazıldığını kaydeden Çevik, sezon boyunca sahne
binasından yaklaşık 4 bin mimari blok ve yapı
elemanlarının vinç halatlar yardımıyla düştükleri
yerlerden alınarak istif sahasına yerleştirildiğini
anlattı.
Kazılarda bezemeli friz
parçaları yanında çok sayıda sikke ve seramik
eserlere de ulaşıldığını kaydeden Çevik, şöyle dedi:
"Bu sezon kazılarımıza
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Döner Sermaye
İşletmesi'nin sağladığı 200 bin liranın yanı sıra
çok sayıda kişi ve kurumdan destek aldık. Bu sayede
2012 yılı kazı sezonu çok verimli geçti. Altı ayrı
çalışma alanında önceden planlanan programın önüne
geçtik. Kazılarımızın bu kadar başarılı geçmesinde
devlet, üniversite ve halk birlikteliğinin rolü
büyük. Kazılarımıza destek veren sayın bakanımız
Ertuğrul Günay başta olmak üzere herkese çok
teşekkür ediyorum."
haberler.com, Haber: Mehmet Çakmak, 11.10.2012
|
İSTANBUL'UN MUHTEŞEM MERMER KÖŞKÜ ZAMAN AŞIMINA
UĞRAYAMAZ

Çocukluk ve gençlik anılarımla dolu çok sevdiğim
Moda' ya klasik ziyaretlerimden birini
gerçekleştirirken eski adıyla okulum Kadıköy Kız
Lisesi’ nin ana giriş kapısının açık olduğunu fark
ederek, bahçesine bir anda dalıverdim ve okulun
bahçesinde dolaşırken tarihi bir seyahate başladım.
Okul zamanlarımda mimarisine hayran olduğum köşke
yeşilliklerin arasından hızla ulaştım. Bu mermer
bina okul kaydımı yaptırdığım, okulun otoritesini
hissettiğim, içimdeki aidiyet duygusunun gelişmesine
yardımcı olmuş simgesel bir yapıydı benim için. Bu
arada okulun diğer, sonradan eklenme, çağdaş
diyemeyeceğim yapısal olarak hiçbir dönemi veya
tarzı temsil etmeyen bloke binalardan pek bahsetmeyi
arzu etmiyorum ve resimlerini de yazıma eklemiyorum,
çünkü açıkçası böylesine mükemmel bir bahçeye ve
müstesna tarihi binaya yakışmayan bir tezatlıkla
inşa edilmişler döneminde. Dolayısı ile okulumu ben
tarihi mermer bina ile özdeştirmeyi yapısal ve hatta
duygusal olarak daha uygun görüyorum burada biraz
ayırımcılık yapmadan edemeyeceğim doğrusu.

Fakat gel gör ki o bizim yüksek tavanlı, sağlam,
idari bina bugün sanki bir hayalet köşk gibi camları
kırık, terkedilmiş, mermerleri çatlamış, yer yer
kırılmış, dökülmüş, siyahlaşmış hatta küflenmiş.
Okul görevlisinden aldığım bilgiye göre içi daha da
kötü durumdaymış. 1999 depreminden beri bir eğitim
merkezinin odağındaki bu bina zamanın eritici
etKışine adeta terkedilmiş, sessizce yok oluşuna her
gün seyirci toplamış. Nasıl ifade etsem gördüklerim
ve duyduklarımla orada yıkılıp gidenlerin sadece
tarihi bir binaya ait malzemeler değil, hafızamdaki
anılarımın parçaları olduğunu hissettim o an. Kalbim
kırıldı aniden… Nereden kaynaklanıyordu bizim
geçmişimize karşı bu özensizliğimiz? Neden mimari
hafızamız bizim bu kadar az? Neden çarpık
kentleşmeye modern yapılaşma demekle meşgulken
geçmişimize sahip çıkmak öncelik olamamış? Neden
okulumuzun güzel binası çürümeye bırakılmışta
çevresine sonradan eklenen kimliksiz bloklar tüm
tezatlığı ile ayakta ve hiçbir yenileme, gelişme
kaydetmemiş tüm bu zaman içinde?
Merak ettim bu güzel mermer konağın benden önceki
tarihini araştırdım. Bina Tanzimat sonrasında Türk
limanlarında ticaret yapan Levantanların en gözde
semtlerinden Moda’ da 1870 lerde Alfred Frederic
James Barker adında Fransız asıllı bir İngiliz
tarafından, şu anda ismi bilinmeyen İtalyan bir
mimara yaptırılmış. Barker 10 sene kadar bu binada
ailesi ile yaşadıktan sonra 1894 depremini takiben
binasını Dimitri Veldemi adında bir Rum’ a satmış.
Osmanlı sadrazamlarından Gazi Ahmet Muhtar Paşa’ nın
oğlu burayı almış ve Mısır Hidivi İsmail paşa nın
kızı Prenses Nimetullah hn. ile evlenerek konağa
yerleşmiş. O güne kadar sadece Levantanlar
tarafından yerleşim bölgesi olan Moda' ya Mahmut
Paşa ile Türk ailelerde yerleşmeye başlamış.

1897-1929 seneleri arasındaki aile köşkte yaşarken,
Gazi Muhtar Paşa köşkün ısıtma sistemini oluşturmuş
ve şebeke suyunu getirtmiş. Böylece _çok net
hatırladığım_üzerinde kabartma desenli büyük,
muhteşem döküm kaloriferlerle ısınma sistemini
çözmüş. 1908 yılında Anadolu yakasına henüz elektrik
gelmemişken, Mahmut Muhtar Paşa bahçesine bir makine
ve dinamo yerleştirerek köşke elektrik sağlamış.
1.Dünya savaşı sırasında İngilizlerin işgali
sırasında konağın haremlik kısmı 7 ay boyunca
İngiliz askerlerine tahsis edilmiş. 1952 sonrasında
Mısır da ki ihtilali takiben hanedan varlılarını
kaybedince aile İstanbul’ a köşke dönmüş. Mahmut
Muhtar Paşa’ nın devlete karşı kaybettiği bir dava
sonucunda borçlu çıkması ile aile bu sefer tüm
borçlarını ödeyebilmek için 9 dönümlük arazisi ile
beraber köşkü 1.5Milyon lira bedelle devlete
devretmiş ve Milli Eğitim Bakanlığına tahsis
edilerek kamusallaştırılmış. 1864' te Fransız
heykeltıraş Louis Domas tarafından yapılan bugün
Sabancı’nın atlı köşkünün önünde duran ünlü heykel
ve Türkiye’ nin ilk beş yıldızlı otellerinden Divan
otelinin simgesi haline gelen geyik heykelleri açık
artırmalar ile satılmış bu tarihi köşkün bahçesinden
sökülüp yeni sahiplerinin bahçelerine
yerleştirilmişler.

“Yüksek duvarlarla çevrili, amblemli demir bir
kapıdan girilen Mahmut Paşa Konağı(Mermerli Köşk),
dikdörtgen planlı, neoklasik üslupta, ihtişamlı yapı
Moda da ki tarihi binaların çoğunda olduğu gibi dış
cephesi taştan inşa edilmiş”. Bina Tanzimat sonrası
dönemi sembolize eden Doğu ve Batı kültürlerinin
karışımı etnik yapı kültürünü ve neoklasik tarzı
yansıtıyor. Bölgedeki diğer taş binalardan farklı
olarak yapı tamamı ile mermer.
“Bodrum, giriş, sofa ve bir cihannümadan oluşan
Mermer Köşk’ün, doğu, batı ve kuzeye bakan üç kapısı
bulunmakta. Doğu kapısı hareme açılan konağın,
kuzeye bakan, dört sütunlu ana giriş kapısı ise
selamlık bölümüne açılmaktadır. Giriş katında
birbiriyle karşılıklı, aynı plana sahip 6 misafir
odası bulunur. Konağın sofaya açılan 6 odası daha
vardır. Onlardan biri Prenses Nimetullah, diğerleri
de ailenin geri kalan bireylerine ayrılmış. Bu
odaların duvar bezemeleri ve pencereleri dikkat
çekicidir. Üçüncü kata ise hizmetçilerin kullandığı
merdivenden çıkılır. Bu merdiven, aynı zamanda
konağı, mutfak ve servis odasına bağlar. Üçüncü kat
ise hizmetçilere yatak odası olarak ayrılmıştır.
Binadaki ahşap işçiliği, 19.yüzyıl batı formundaki
tavan ve duvar süslemeleri, Morano vitraylı
pencereler, işlemeli mermer merdiven korkulukları,
porselen kapı tokmakları, her biri ince birer sanat
eseridir.”
50 yılı geçkin süre zarfında eğitim merkezi olarak
bugüne kadar birçok mezun veren okulun tarihi köşk
bölümünde eğitim gören ilk mezunlarının
anlattıklarına göre bina ilk zamanlarında itina ve
titizlikle kullanılırmış. Ahşap zemine zarar
vermemek için öğrenciler keten bez pabuçlar giyerek
sınıflıkları kullanırlarmış. Oysaki hatırlıyorum,
bizim dönemlerde binanın içinde bu tip gelenekler
yok olmuştu ve hatta bina içten içe eskimeye
yıpranmaya başlamıştı. Bununla beraber yüksek
tavanları, büyük camları, geniş odaları ile bina tek
kelimeyle muhteşem bir alan hissi yaratıyordu
insanda. Hafızamdaki yeriyle köşk duvarlarındaki
ince işleme freskleri, çinileri, ipek perdeleri,
vitraylı camları ile eski ama hala güzel adeta küçük
bir saray görünümündeydi. Şimdi ise 1999 senesindeki
deprem ile bina ciddi tahribat gördüğü için tehlike
arz ettiğinden binanın içine giriş yasaklanmış.
Bugün yıl 2012, ben okulumun önünde kırık camlarına
bakarak hazin terk edilmişlik hikayesini dinliyorum.
Öğrendiğim bilgilere göre şimdi bina Anıtlar
Kurulunda. İstanbul İl Özel idaresi İmar yatırım ve
İnşaat daire başkanlığınca restorasyon projesi
doğrultusunda köşkün özgün malzemeleriyle geleneksel
yapım teknikleri kullanılarak, onarılıp
sağlamlaştırılması ve yapıya işlevsellik katılması
planlanıyormuş. Umarım bu çalışmalar daha da
gecikmeden bir an önce hayata geçer, bende mekanı
yeniden ziyaret eder güzelce ve zevkle
fotoğraflarım, böylece kırık anılarımı da yeniden
inşa etmiş olurum.
Radikal, Yazı: Tijen Samuray Öztek, 11.10.2012
|
TAKSİM YAYALAŞTIRMA PROJESİ KORUMA KURULU'NU BÖLDÜ

Taksim'i yayalaştırma projesi Koruma Kurulu'nda
tartışmalara neden oldu. Kadir Topbaş ise Gümüşsuyu
ve Sıraselviler'de tünelden vazgeçilebileceğini
açıkladı.
Taksim Yayalaştırma Projesi'ni karara bağlamak için toplanan İstanbul
II Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma
Kurulu'nda tartışma çıktı. Kurula yakın çevreler,
üyelerin büyük bir kısmının projeye karşı çıktığını
ancak İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nden ve
hükümetten yoğun baskı yapıldığını söyledi.
Baskıların toplantı öncesi en üst seviyeye çıktığı,
bazı kurul üyelerinin görevden alınmasının gündeme
geldiği de gelen haberler arasında.
Bu arada toplantı öncesi açıklama yapan İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş da,
Taksim'i yayalaştırma projesinde Gümüşsuyu ve
Sıraselviler caddelerinde tünel açılmasından
vazgeçilebileceğini açıkladı. Ancak Gezi Parkı'na
yapılması planan Topçu Kışlası projesinin durumu
belirsizliğini koruyor.
Projeyle ilgili Koruma Kurulu toplantısı
öncesinde konuşan İstanbul Büyükşehir Belediye
Başkanı Kadir Topbaş, yayalaştırma projesinin
Gümüşsuyu yönüyle ilgili tedirgin olunan noktalar
olduğunu ifade etti. Topbaş, fiziki altyapı
yetersizlikleri nedeniyle projeden
vazgeçilebileceğini belirtti.
Topbaş şunları
söyledi: "Projede tedirgin olunan noktalardan biri,
Gümüşsuyu'ndan gelen İnönü Caddesi'nin Mete
Caddesi'ne geçiş noktasındaki yolun yeraltına
alınması yani AKM'nin önündeki yolun yeraltına
alınması konusu. Onunla ilgili çalışmalar sürmekte.
Koruma Kurulu'nda da endişeler var. Bizim
değerlendirmemiz de, 'Bu olmayabilir' diyoruz. Çünkü
ciddi yarıklar oluşacak, kurulun da bu konuda
endişeleri var." Sıraselviler'e yapılacak tünelin
daha geriye alınması ihtimali olduğunu söyleyen
Topbaş, Tarlabaşı-Harbiye tüneli için ilk kazmanın
bu hafta vurulabileceğini ancak Koruma Kurulu'nun
son onayının beklendiğini söyledi.
Mimarlık çevrelerinin verdiği bilgiye göre de
Topbaş, Taksim'le ilgili basına kapalı bir
toplantıda, Gümüşsuyu ve Sıraselviler caddelerinde
tünelden vazgeçebileceklerini söyledi. İddialara
göre Topbaş, Sıraselviler'de tünel kazılması
durumunda Taksim İlk Yardım ve Alman Hastanesi'nin
iki yıl kapalı kalması gerekeceğeğini, bu mümkün
olmadığı için Sıraselviler'in tünel kazılmadan
olduğu gibi yayalaştırılabileceğini ifade etti.
Gümüşsuyu Caddesi'nin de olduğu gibi
yayalaştırılması gündemde.
Şehir planlamacıları ve mimarlar arasında Taksim
Projesi ile ilgili konuşulan bir diğer konu ise,
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin, Koruma
Kurulu'nun uygulama projesine karşı çıkmasının
ardından kurula sunduğu tadilat projesi. Uzmanlara
göre kurul, tadilat projesini onaylarsa Büyükşehir
Belediyesi Taksim'le ilgili bütün süreci başa alarak
tek tünele uygun yeni bir uygulama projesi
hazırlamak zorunda.
Taraf, Haber: Hüseyin İstemil, 11.10.2012
|
VEZİRKÖPRÜ OYMAAĞAÇ KAZISI SONA ERDİ

Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim
Üyesi Yrd. Doç.Dr. Akın Temür'ün, 12
öğrencisiyle birlikte yer aldığı 74 kişilik
yerli ve yabancı ekipten oluşan Oymaağaç
Kazısı'nın 2012 yılı çalışmaları sona erdi.
Samsun'un Vezirköprü
İlçesi sınırları
içerisinde bulunan ve Freie Üniversitesi Öğretim
Üyelerinden Prof.Dr. Rainer Maria Czichon
başkanlığında yürütülen, Oymaağaç Höyüğü'nün
2012 yılı kazı çalışmalarında, Kültür Bakanlığı
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü
adına, Kazı Başkan Yardımcısı olarak
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Öğretim Üyesi
Yrd. Doç.Dr. Akın Temür ve Arkeoloji Bölümü'nün
ilk öğrencileri de yer aldı.
İki aşamada gerçekleştirilen kazı
çalışmalarında Arkeoloji Bölümü öğrencilerine
yönelik yoğun bir eğitim programı uygulandı.
Çalışmaların son günlerinde öğrenciler için
Çorum Müzesi ve Boğazköy, Amasya,
Tokat ve yakın çevresine geziler de
düzenlendi.
Kazının, restorasyon ve temizlik
çalışmalarından oluşan ikinci bölümünde, höyüğün
üzerindeki koruyucu örtü kaldırılıp höyüğün
yüzeyi temizlendi. Ayrıca; kazı alanının hava
fotoğrafları, planları, kesitleri alınarak,
topografik haritaları çıkarıldı. Kazı alanında
yapılan çalışmalar dışında, kazı evinde seramik
çizimleri ve fotoğraflama çalışmalarına devam
edildi. Bu yıla kadar çıkarılan iskeletlerin
temizlik ve analizleri de yapılarak yayına
hazırlandı.
Star Gündem, 10.10.2012
|
7 - 13 Ekim 2012
|
KAĞITHANE'NİN TARİHİ GEÇMİŞİ BU FOTOĞRAFLARDA

“Lale Devri” denilen dönemin merkezinde yer alan
ve eski İstanbul’un en önemli mesire yeri olan
Kağıthane’nin geçmişi “Kağıthane Tarih Envanteri”
isimli çalışmayla bir araya toplandı. Kağıthane
Belediyesi Basın Danışmanı Hüseyin Irmak tarafından
hazırlanan ve ilk defa gün yüzüne çıkan tarihi
fotoğrafları da içeren 784 sayfalık çalışma, iki
yılda kitaplaştırıldı.
“Kağıthane
Tarih Envanteri” adlı
kitap, yerin altında veya üstünde bulunan,
günümüze gelmiş ya da gelememiş 62 yapı noktasının
hikayelerini okuyucuya sunuyor. Vaktiyle
Kağıthane’de yer alan Osmanlı yazlık saraylarını, su
mimarisinin özgün örneklerini, köşk ve kasırları,
köprüleri, çeşmeleri, ayazmaları, köy hayatını,
mesire alanının ekolojik ve sosyal özelliklerini,
anıtsal ağaçları ve doğal yaşamı,
Bizans dönemi eserlerini, Silahtarağa Elektrik
Santrali ile buraya kömür getiren demiryolunu,
Kurtuluş Savaşı’na silah sağlayan baruthanenin
içler acısı halini, su yolları üzerinde bulunan
sanat yapılarının öyküsünü sunan kitap, son
yirmi yılın canlı tanıklığını da içeriyor.
Fetihte önemli rolü var
“Kağıthane Envanteri” adlı kitapta yer alan
bilgilere göre bölgede bulunan Semystra Mabedi ve
yerleşim yeri ile ilgili birçok mitolojik efsane
bulunuyor.
Roma ve Bizans dönemine de ait önemli
kalıntıların bulunduğu bölge Bizans kaynaklarında
şehrin mesire,
plaj ve eğlence yeri olarak gösteriliyor. Bizans
döneminde bölgedeki vadiye Sydarist, köyüne Pissa,
deresine Barbyzess deniliyor. Kitapta bölgenin
İstanbul’un fethindeki önemi ise şöyle
anlatılıyor:
“Fatih
Sultan Mehmet, Sydarist ormanlarını kullanarak
Barybyzess kıyısında savaş kayıkları imal eder.
Kağıthane’de üretilen filoyu
Haliç’ten
denize sokarak İstanbul’un meşhur fethini başlatır.
Bizans’ın kağıt ihtiyacını karşılayan dere kıyısına
kurulu olan kağıt imalathanelerinin varlığı ve
Osmanlı döneminde de üretimin aynen sürdürülmesi bu
bölgenin topyekün ‘Kağıthane’ ismiyle anılmasına
sebep olur.
Saray harası da burada
Fetih sırasında Sydarist vadisini tanıyan 2. Mehmet
fetih sonrası atlarını burada otlattırmaya başlar.
Şehre yakın, ortasından mineral zengini tatlı su
akan, hava koridoru üzerinde bulunmasından dolayı
havası temiz olan ve bereketli toprakları nedeniyle
tarım ve hayvancılıkta için son derece verimli olan
bu bölge Osmanlı döneminde önemli yapılara ev
sahipliği yapmıştır. Saray harası Haray-ı Hümayun
verimli topraklarından dolayı buraya kurulur. Bu
bölge kısa sürede has bahçeler içine alınır.
Köprüler, çeşmeler, mesire yerleri, saraylar ve
köşkler inşa edilir. Bu alana ilk camii 1722’de
Sadabad Sarayı ile birlikte yaptırılır.”

Sadabat Sarayı ve Kağıthane Mesiresi

Daye Hatun Sıbyan Mektebi
Milliyet, Haber: Ceren Büyüktetik, 11.10.2012
|
DAYE HATUN'UN İZLERİ
Bölgede “Muhteşem Yüzyıl”
dizisinde de adını çok sık duyduğumuz Şehzade
Mehmed’in süt annesi Daye Hatun tarafından
yaptırılan ve tarihte “Kağıthane Mescidi” olarak
bilinen Daye Hatun Camii, Sıbyan Mektebi ve Hamamı
bulunuyor.
Kağıthane Sarayı’nda üzüntüden vefat eden
Daye Hatun’un Daye Hatun Camii’ne gömüldüğü
söyleniyor. Cami ve Sıbyan Mektebi restore edilerek
koruma altına alınmış ancak ne yazık ki hamamın
yerinde artık bir iş merkezi bulunuyor.
Milliyet, 11.10.2012
|
|
|
OSMANLI CAMİSİNDEKİ
MEZARLAR TAHRİP EDİLDİ
Başkent Trablus'taki Şehitler Meydanı yakınlarında bulunan Osmanlı dönemine ait Karamanlı Ahmet Paşa Camisi'ndeki mezarlar, kimliği belirsiz kişilerce tahrip edildi. Meydanın yanındaki "Medine el-Kadime"de (Eski şehir) bulunan caminin türbedarı Mustafa İbrahim, 100'e yakın tarihi mezarın neredeyse tamamının tahrip edildiğini belirterek, "Sabah geldiğimizde türbenin ve mezarların olduğu kapı açıktı.
Girdiğimizde bu halde bulduk" dedi. İbrahim mezarların restorasyonunun güçlükle yapılabileceğini belirtti.
Sabah, 11.10.2012
|
110 MİLYON YILLIK SUÇÜSTÜ!
Oregan Devlet Üniversitesi'ndeki bilim insanları, yıllar yıllar öncesine ait bir eşek arısı ve örümcek fosili buldular. Tam avına saldırdığı esnada dondurulan örümcek 97 ile 110 milyon yıl öncesine, dinozorların halen yaşadığı zamanlara ait.
Üniversitenin Zooloji bölümünde öğretim görevlisi olan George Poinar, "Historical Biology" (Tarihsel Biyoloji) adlı bilimsel dergi için kaleme aldığı makalede fosille ilgili her türlü ayrıntıyı yazdı: "Bu yavru örümcek, eşek arısını kendisine av olarak belirlemiş ve onu yakalamaya çalışmış. Ama bunu başaramamış tabii. Eşek arısı erkek. Belli ki birden örümcek ağında bulmuş kendini. Bir eşek arısının en fena kabusudur bu."
Fosilde yapılan incelemelerden sonra örümcek ağında ikinci bir örümceğin daha olduğu anlaşıldı. Bu da eski zamanlardan bu yana eklembacaklılardan olan örümcekler arasında sosyalleşmenin olduğunu gösteriyor.
Fosildeki eşek arısının da örümceğin de nesli çoktan tükendi.
Habertürk, 10.10.2012
|
 |
ÖZHASEKİ: BİZDEKİ TABLETLERDEN DE TİCARET FIŞKIRIYOR
Antalya Sanayici ve İşadamları Derneği’nin (ANSİAD)
toplantısına konuşmacı olarak katılan Kayseri
Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki,
Türkiye’de yapılan tarihi kazılarda çanak, çömlek,
sanat eserleri ve heykeller çıkarken, Kayseri’de
tabletler üzerinde 6 bin yıl öncesine ait senetler
ve faturaların bulunduğunu söyledi.

Asurlular zamanından kalma bu borç senedi zarfın içindeki bir mektup şeklinde. İki yüzlü tabletin arka kısmındaki yazılardan üç tane şahidin huzurunda imzalandığı anlaşılan senette, borçlu olan kişi hayatını kaybettiğinde çocuklarının borçlarını ödemekle yükümlü olduğu şartı koşuluyor.
ANSİAD’ın Hill Side Su Otel’de düzenlenen 15’inci
olağan toplantısına katılan Kayseri Büyükşehir
Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki ’Kalkınmada Yerel
Yönetimlerin Rolü’ konulu bir konuşma yaptı.
Türkiye’de kalkınmanın sadece bakanlıklar düzeyinde
yapıldığına dair bir anlayış olduğunu söyleyen
Mehmet Özhaseki, günümüzde artık ülkelerin yarıştığı
kadar şehirlerin de birbirleriyle yarıştığını ifade
etti. Bu yarışta hiçbir şehrin geri kalmaması
gerektiğini vurgulayan Mehmet Özhaseki, "Hızla
değişen dünyada yerel yönetim anlayışları da
değişiyor. Zamanımıza damga vuran olgu değişim
olgusudur. Son 15-20 yıl geçtiğimiz yüzyıllara
bedel. Her alanda değişim var. Siz bunu doğru ve
zamanında algılayabiliyorsanız ayakta
kalabiliyorsunuz. Geç anlarsanız durumunuz gittikçe
kötüleşiyor. Yerel yönetim anlayışları da değişiyor"
dedi.
Türkiye’nin dünyadaki yerel yönetim örneklerine
bakıldığında 250 yıl geriden takip ettiğini kaydeden
Başkan Mehmet Özhaseki, bu açıkların kapatılması
için değişimlere hızlı şekilde ayak uydurulması
gerektiğini belirtti. Türkiye’de
İstanbul,
Ankara, İzmir ve Antalya gibi illerin dışında
kalan 25-30 kentin vilayet konumundan ilçe konumuna
düştüğünü anlatan Mehmet Özhaseki, "Bunların birçoğu
medeniyetlerin başkenti konumundaydı. Şimdi iyice
geride kalmış durumdalar. Bir 10-15 vilayet var ki,
gelişiyor, kalkınıyor. Bunlardan biri de Kayseri.
Kalkınan vilayetler ne olduğunu biliyorlar,
durumlarını tespit etmişler, avantaj ve
dezavantajlarını biliyorlar. Kayseri’nin teşebbüs
yapısı çok gelişmiş ama coğrafi özellikleri çok iyi
değil. Yapabileceği şey, Antalya ile yarışmak değil.
O açıdan kalkınan şehirler, genellikle kalkınmakta
olan şehirler kendi özelliklerini çok iyi
biliyorlar" diye konuştu.
Kayseri’nin coğrafi özelliklerine rağmen yaşadığı
gelişimden bahseden Mehmet Özhaseki, Kayseri’nin
binden fazla fabrikanın olduğu, 150’den fazla ülkeye
ihracat yapılabilen bir kent haline geldiğini
aktardı. Bunda kentte yaşayan insanların müteşebbis
ve gayretli olmasının yanında kentteki genetik
ticaret yapısının ve yerel yönetimlerin büyük payı
olduğuna değinen Mehmet Özhaseki, "Geleneksel olarak
bizde ticaret çok önemli. Bundan 6 bin yıl önce
yaşayan yerli kavimler bir ticaret kolonisi
kurmuşlar, Mezopotamya’dan gelenlerle mal
mübadelesine başlamışlar. Yapılan kazılarda her
taraftan çanak, çömlek, sanat eserleri, heykeller
çıkar. Bizdeki tabletler üzerinde senetler,
faturalar çıkıyor. Fışkırıyor adeta. 24 bin
civarında tablet çıktı ortaya. Üzerinde alışveriş
var, alım satım var,
faiz oranları var, kralların emirleri var ama
hep ticaret üzerine. Geçenlerde sadece farklı bir
şey çıktı. O da gelin kaynana kavgası. Kayseri’de
oturan bir gelin Mezopotamya’ya alışverişe giden
kocasına mektup yazıyor, ’çok acele gel bu annen
beni öldürecek’ diyor. Kayseri’de insanlar hep
tüccar işinde gücündeler. Bütün fıkralar sanki
ticaret ve alışveriş üzerine" ifadelerini kullandı.
Hürriyet (Kısaltarak), 10.10.2012
|
FENER İÇİN ACELE KAMULAŞTIRMA

Bakanlar Kurulu,
İstanbul ’un en eski yerleşim alanlarından
Fener-Balat-Ayvansaray sahilindeki dört mahallenin
Fatih Belediyesi’nin ‘kentsel yenileme projesi’ için
acele kamulaştırılmasına karar verdi. Pazar günü
Resmi Gazete’de yayımlanan kararda Kamulaştırma
Kanunu’nun ‘yurt savunması veya olağanüstü
durumlarda’ uygulanan 27. maddesi gerekçe
gösterildi.
Acele kamulaştırma kararı Tahta Minare (Balat
Mahallesi), Balat Karabaş, Molla Aşkı (Ayvansaray)
ve Atik Mustafa Paşa (Ayvansaray) mahallelerinde
toplam 437 parseli kapsıyor. Fener ve Balat
mahalleleri UNESCO’nun tarih miras listesinde yer
alıyor. Kamulaştırılan binalar arasında
Avrupa Birliği ’nin 7 milyon
euro hibe ile restore ettirdiği binalar da var.
Mahkeme iptal etmişti
Acele kamulaştırma izni çıkan parsellerin tamamı
Fatih Belediyesi’nin 2007’de GAP İnşaat’a ihale
ettiği ‘Fener-Balat-Ayvansaray yenileme projesi’
kapsamında. 278 bin metrekarelik alanda butik otel,
rezidans ve ofis yapılmasını öngören proje,
haziranda ‘hukuka, kamu yararına, şehircilik
ilkelerine ve planlama esaslarına’ uygun
bulunmayarak İstanbul 5. İdare Mahkemesi tarafından
iptal edilmişti.
Mahkeme, gerekçeli kararında proje kapsamında
‘kültür mirası niteliğinde bulunan tescilli
yapıların yıkılmak istendiğini, projenin ‘bölgede
geçerli olan mahalle kültürü’ ile ‘bölgenin tarihi
özelliğini bütünüyle değiştirdiğini’ belirtmişti.
Fatih Belediyesi’nin temyiz ederek Danıştay’a
taşıdığı dava devam ederken aniden çıkartılan acele
kamulaştırma kararı mahalle sakinlerini şoke etti.
‘Tanımadığımız kişiler eve girmeye
çalışıyor’
Dün akşam mahallede bir toplantı yapılarak karşı
dava açılması planlandı. Belediyenin tepkisinden
çekindiği için ismini vermeyen bir ev sahibi,
“Projeye baktık, 2. derece tarihi eser olan evimiz
ve yanındaki 7 bina birleştirilip butik otel olmuş.
2010’da dava açtık, bilirkişi ‘yıkılamaz’ diyerek
yürütmeyi durdurma kararı verdi. Proje iptal
edilince rahatlamıştık, şimdi de acele kamulaştırma
çıktı” dedi.
1998’den beri mahallede yaşayan Mehmet Bayramoğlu da
evini 250 bin dolara restore etmiş: “Benim gibi
birçok kişi harap haldeki tarihi binalar için büyük
paralar harcadı, şimdi yıkmaya çalışıyorlar” dedi.
Mahalle sakinleri ise tanımadıkları kimselerin
“Şirketin mimarlarıyız, ölçü alacağız” diyerek
ellerinde hiçbir belge olmadan zorla içeri girmeye
çalıştıklarını anlattı.
AB restore etti, belediye yıkıyor
Fatih Belediyesi’nin AB’nin 7 milyon euro hibesi ile
2003-2008 arasında restore ettiği bazı tarihi
binalar da yıkılacaklar arasında. Projede çalışan Y.
Mimar Ali Emrah Ünlü, 30’un üzerinde tarihi binanın
proje kapsamında kaldığını belirtti: “Avan projelere
göre, aynı Tarlabaşı’nda olduğu gibi bazı tarihi
binalar yıkılacak, bazılarının da sadece cepheleri
korunacak. Halihazırda restore edilmiş olan
yapıların dahi proje kapsamına alınması, yıpranan
tarihi yapıları ihya etmek amacı taşıyan 5366 sayılı
yasa ile ters düşüyor.”
Ünlü, AB fonları ile restore edilmiş olan binaların
yıkılması halinde hibenin geri alınmasının söz
konusu olabileceğini belirterek “Bu
Türkiye için büyük bir prestij kaybı olur.
AB’nin çalışmasında binaların rehabilitasyonu kadar
yoksul bölge sakinlerinin yaşam koşullarının
geliştirilmesi hedeflenmişti” dedi.
Sulukule ve Tarlabaşı’nda da ‘acele’ edilmişti
Bakanlar Kurulu Sulukule için Ekim, Tarlabaşı için
Temmuz 2006’da acele kamulaştırma kararı almıştı.
* Sulukule Derneği’nin avukatı Hilal Kuey, “Hiçbir
gerekçe gösterilmedi, hatta karar evsahiplerine
tebliğ bile edilmedi, tesadüfen fark ettik. Eğer
kamulaştırma söz konusuysa tapuya el koymak için
davanın bitmesi beklenir, acele kamulaştırmada ise
mahkemeye başvurarak mülke hemen el koyulabilir ve
yıkıma geçilebilir” dedi.
* Tarlabaşı Derneği’nin avukatı Barış Kaşka da
‘acele kamulaştırma’ kararının Tarlabaşı projesi
onaylanmadan 9 ay önce çıkarıldığını ama şu ana
kadar uygulanmadığını söyledi. Kaşka, “Acele
kamulaştırma kararı uygulanmadı, bu yetkiden güç
alan belediye, ‘Eğer bizimle anlaşmazsan seni hemen
tahliye ederiz’ diyerek vatandaşın üzerinde baskı
kurdu. Uygulama
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ’ne açıkça
aykırı” diye konuştu.
Radikal, Fotoğraf: İdris Emen, 10.10.2012
******
FENER-BALAT'TAKİ EVLERİ RAPOR KURTARACAK
Fatih
Belediyesi’nin hayata geçirmeye çalıştığı, tarihi
evlerin ön cephelerinin korunarak arka kısımlarına
yeni binalar yapılmasını öngören
Fener-Balat-Ayvansaray Projesi, mahallelinin
itirazları üzerine İstanbul 5’inci İdare Mahkemesi
tarafından ‘kamu yararına olmadığı’ gerekçesiyle
Haziran’da iptal edildi.
Belediye de kararı temyiz etti. Ancak beklenmeyen
hamle Bakanlar Kurulu’ndan geldi. Daha önce Sulukule
ve Tarlabaşı için çıkarılan acele kamulaştırma
kararı, Fatih’teki 4 mahalle için de çıkarıldı.
Fatih Belediyesi yeni hazırlayacağı projesini
İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nden
geçirirse, acele kamulaştırma kararı, semt
sakinleriyle yapacakları pazarlıkta ellerindeki en
güçlü koz olacak. Fatih Belediyesi’den yapılan
açıklamaya göre Tahta Minare, Balat Karabaş, Molla
Aşkı ve Atik Mustafa Paşa mahallelerini kapsayan
projenin detayları şöyle: Fener-Balat-Ayvansaray
Projesi 504 binayı kapsıyor. AB hibe kredileriyle
restore edilmiş toplam 120 binadan 20’si de projenin
sınırları içinde kalıyor. Bu binalardan 13’ünün tüm
statik hesaplamaları yapılmış. Yani depreme
dayanıklılar. 7’sinin ise statik raporu yok. Bu
binaların sahiplerinden statik rapor almaları
istenecek. Depreme dayanıklıysa binalarına
dokunulmayacak.
Hürriyet, Haber: Fatma Aksu, 11.10.2012
|
ST.PİERRE KİLİSESİ
KAPANDI

Hatay’da bulunan ve
Vatikan’dan sonra Hıristiyanların ikinci hac merkezi
olarak kabul edilen St. Pierre Kilisesi, restore
edilecek. Kilise, restorasyon süresince 22 Agustos
2013 tarihine kadar kapalı kalacak.
Antakya’ya bağlı
Küçükdalyan Beldesi’nde bulunan, doğal bir mağara
iken eklemelerle kiliseye dönüştürülen St.
Pierre’nin, eski tarihi dokusu içerisinde önemine
uygun bir çevre düzenlemesine kavuşması ve inanç
turizminin gelişmesine katkı sağlaması hedefleniyor.
İhalesi 27 Temmuz’da
yapılan projenin tamamlanmasıyla birlikte, tarihi ve
kültürel anlamda sayısız değerlere sahip Hatay’ın
turizm alanında önemli bir merkez olması bekleniyor.
Restorasyon çalışmaları
kapsamında, kilisenin mağaraya giriş tonozu
üzerindeki su ve nem sorunları ve statik problemleri
çözülecek, mağara içi ve civarında gerekli güvenlik
kamera sistemi kurulacak, mevcut giriş ünitelerinin
ve kilise civarı taş duvarların tamiratları
gerçekleştirilecek.
Çevre düzenleme projesi
ile de alana giriş-çıkış yolu, ana yol, otopark yolu
ve otopark alanı doğal taş ile kaplanacak. Ahşap
satış üniteleri ve oturma bankları yapılacak,
toplanma alanı ve seyir terası yapılacak, yeni
yapılacak karşılama ünitesi içerisinde; sinevizyon
merkezi, bilet satış, kafeterya, hediyelik eşya,
idari birimler, servis üniteleri, mutfak gibi
bölümler yer alacak, alanda gerekli tüm peyzaj,
aydınlatma ve çevre düzenleme çalışmaları yapılacak.
Ödenekleri Kültür ve
Turizm Bakanlığı tarafından karşılanacak olan ve 2
milyon 360 bin liraya mal olacak restorasyon
süresince Kilise, Hatay Kültür ve Turizm
Müdürlüğü’nden alınan bilgiye göre 22 Agustos 2013
tarihine kadar ziyarete kapatıldı.
Turizm Habercisi,
09.10.2012
|
MAYINLI ARAZİDEN ANTİK KENT ÇIKTI

Karkamış İlçesi'ndeki Karkamış
antik kentinde, mayın temizleme çalışması
sonrasında başlatılan kazılarda ortaya çıkarılan
buluntular basına tanıtıldı.
Müzeler Genel Müdürlüğü Kazılar ve Araştırma
Daire Başkanı Melik Ayaz, antik kentteki
buluntuların tanıtımı dolaylısıyla düzenlenen
törende, kazılarda çıkarılan eserlerin basınla
paylaşılmasının önemli olduğunu söyledi.
Bilimsel kazılar ve arkeolojik faaliyetlerin, bilim
adamları açısından son derece “Nankör” bir çalışma
olduğuna dikkati çeken Ayaz, şöyle konuştu:
“Çünkü kamuoyunun bu konuda bilinçlendirilmesi, bazı
kazıların kamuoyuna tanıtılması açısından son derece
büyük zorluklar vardır. Bu tür çalışmalarla toplumun
genel kültür bilincinin artırılmasının sağlanması ve
uluslararası eski eser kaçakçılığının önlenmesi,
ulusal ve uluslararası kültür varlığının bir ticari
meta değil, kamu malı, uluslararası bir miras
olduğunu anlatabiliriz. Kazılar sonucu çıkarılan
eserlerin basınla paylaşılması önemli.”
Ayaz, taşınır kültür varlıklarını,
Gaziantep 'teki Zeugma Müzesi örneğinde olduğu
gibi son derece çağdaş ve uluslararası çapta önem
taşıyan müzelerde sergileyerek, hem kamuoyu hem de
dünyayla paylaşmak istediklerini dile getiren Ayaz,
“Aksi takdirde kazı yapılıp, alanda eserler tahrip
altında kaldığı takdirde bir anlam ifade etmiyor”
dedi.
Her kazının, kendi çapında bilimsel açıdan
kurumsallaşmasını sağlamayı amaçladıklarına değinen
Ayaz, şöyle devam etti:
“Artık bir eseri Gaziantep'ten alınıp,
Ankara 'daki
Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nin laboratuvarına
götürüp koruma çalışmaları yapmak yerine,
mükemmelleşmiş, bilimsel yönden kurumsallaşmış kazı
evleri, kazı depoları, kazı laboratuvarlarında
konuyla ilgili bilim adamları ve uzmanların
katılımıyla yerinde her türlü tedbiri almak
istiyoruz. Bakanlığımız bunu önemsiyor. Bu konuda
mevzuat değişikliği yaptık. Artık Türk, yabancı
ayrımı yapmaksızın ülkemizde yapılan tüm kazılarda
eğer kazılar yoğun bir şekilde yapılıp, koruma
tedbirleri alınmamışsa bakanlıkça kazıları
dondurarak koruma çalışmasına ağırlık vermesini
sağlayacağız.”
SURİYE SINIRINDAKİ ANTİK KENT
Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Asım
Güzelbey de Karkamış'ın, Genç Hitit döneminin önemli
bir şehri olduğunu belirtti.
Karkamış'ın, “Dünyanın ilk yazılı anlaşmasının
imzalandığı yer” olduğunu vurgulayan Güzelbey, şöyle
konuştu:
“Bundan 3 bin yıl önce
Mısır Firavunu 2. Ramses ile Anadolu'da yaşayan
Hititlerin ünlü Kralı Hattuşili bir barış anlaşması
imzalıyor. Diyorlar ki, 'Artık bundan sonra
savaşmayalım, güçlerimizi ülkelerimizin gelişimi,
insanlarımızın refahı için kullanalım.' Bu anlaşma
işte bu topraklarda yapılıyor. Bu açıdan son derece
önemli. Burası stratejik öneme haiz bir yer,
buradaki imkanların seferber edilmesinde emeği olan
askeri yetkililere teşekkür borcumuz var. Onların
hoşgörüsüne minnettarız.”
Karkamış'taki kazı çalışmalarının hemen ötesinde,
“Bütün dünyanın gözünü diktiği Suriye toprakları”
olduğunu anımsatan Güzelbey, bu ülkede demokrasi ve
insan haklarının yok edildiğini, masum insanların
katledildiğini söyledi.
Birçok kişi Gaziantep'teki programını iptal ederken,
İtalya gibi bir ülkenin büyükelçisinin, 50 metre
ötede savaşın olduğu Karkamış'a gelmesinin kendileri
için çok önemli ve duygusal bir olay olduğunu dile
getiren Güzelbey, “Karkamış, değişen Gaziantep'in
çok önemli bir bölgesi oldu. Karkamış, hizmete
açıldıktan sonra Gaziantep'e çok şey katacak,
Türkiye 'ye çok şey katacaktır, dünyaya çok şey
katacaktır. Onun için bugünü hatıralarımıza
unutulmayacak bir gün olarak yazalım” diye konuştu.
İtalya'nın Ankara Büyükelçisi Gianpaolo Scarante de
“Karkamış gibi efsanevi, yakındoğu arkeolojik alanın
Türk-İtalyan işbirliğiyle gün yüzüne çıkmasından
dolayı gurur duyuyorum” dedi.
İtalya ve Türkiye arasındaki ilişkilerin son derece
“Mükemmel” gittiğini aktaran Scarante, iki ülkenin
ortak çıkarları doğrultusunda karşılıklı saygı
anlayışında arkeolojik kazıların geliştirilmesinin,
İtalya arkeolojisi adına büyük bir övgüye layık
olduğunu vurguladı.
Scarante, kazıda emeği geçenlere teşekkür etti.
Kazı Başkanı Doç.Dr. Nicolo Marchetti ise
Karkamış'ın 100 yıl sonra basınla ve vatandaşlarla
buluştuğunu ifade etti. Türk-İtalyan ortaklığında
yürütülen kazı çalışmalarıyla çok daha güzel işler
yapılacağını ifade eden Marchetti, “Burası klasik
kentlerden farklı, kendini çok fazla göstermiyor.
Yeni buluntular var. Bütün çağlardan kalıntılar var.
Burada sadece eski tarih yok, çağdaş tarih de var”
diye konuştu.
Konuşmaların ardından kazı alanında yapılan
çalışmalar ve gün yüzüne çıkarılan eserler
tanıtıldı.
Radikal, 09.10.2012
|
BİR KAZININ FOTOROMANI

Yapı Kredi Kültür Merkezi, 12 Ekim–30 Kasım 2012
tarihleri arasında Hitit kazılarının 100 yılı aşkın
öyküsüne ev sahipliği yapıyor. Hattuşa’da 106 Yıl
sergisi, 1906 yılından günümüze, Hititler'in
Başkenti Hattuşa’da yapılan arkeolojik kazıların şu
ana kadar yayımlanmamış fotoğraflarını görmek
isteyenleri bekliyor.
12 Ekim – 30 Kasım 2012 tarihleri arasında
Yapı Kredi Kültür Merkezi’nin
Galatasaray’daki binasında düzenlenecek olan
Hattuşa’da 106 Yıl sergisi, Hitit kazılarının 100
yılı aşkın öyküsünü fotoğraflar, yaşanmış olaylar ve
anılar eşliğinde ziyaretçilerine sunuyor.
Yaklaşık bir yıl önce Alman
Arkeoloji Enstitüsü arkeologlarının ve kazı
başkanlarının tüm dünyadaki arşiv taramasıyla
başlayan sergi, 1906’dan 2012 yılına kadar
Hititler’in başkenti Hattuşa’da yapılan arkeolojik
kazıların dönemlerine göre adeta tarihsel,
etnografik ve sosyolojik bir fotoromanını ortaya
koyuyor.
MÖ 2. bin yıllarında Orta Anadolu’da büyük bir
imparatorluk kuran Hititler’in adı ilk defa 1834
yılında Anadolu’ya gelen Fransız Charles Texier’in
1839 yılında yayımladığı araştırma ve gravürlerden
öğrenilmişti.
Daha sonra birçok gezgin ve bilim insanı bu bölgeye
gelerek araştırmalar yapmış ve bu araştırmalar
çeşitli kaynaklarda yayımlanmıştı.
Çivi yazıları sayesinde başkent ortaya çıktı
Bu araştırmalar sonucunda elde edilen buluntular, o
dönemde Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti
İstanbul’da yeni kurulan “Müze-i Hümayun” a
getiriliyordu. 1906 yılında Osman Hamdi Bey,
Theodora Makridi Bey ve Hugo Winckler tarafından
gerçekleştirilen kazılarda bulunan Akkadca çivi
yazılı belgeler sayesinde Hattuşa’nın Hitit
İmparatorluğu’nun başkenti olduğu anlaşılmıştı.
O dönemde Hattuşa yani Boğazköy veya şimdiki adıyla
Boğazkale’de yapılan kazılarda ele geçirilen
tabletler sayesinde bölgede daha sonra yapılacak
olan uzun soluklu kazıların temelleri atılmıştı.
Fotoğraflar büyük bir arşivden seçildi
Hattuşa’da 106 Yıl sergisi, 1906-1912 yılları
arasında çekilmiş, bütün dünyadaki Alman
Arkeoloji Entitüsü ve
üniversite arşivlerinden toplanan 1500 adet
fotoğraf ve filmin içinden seçilmiş 300 kadar
orijinal fotoğraftan oluşuyor.
Sergi fotoğrafları genelde daha önce kazı
raporlarında yayımlanmamış, köyün ve kazı ekibinin
ilişkilerini gösteren, sosyal hayatlarını
belgeleyenler arasından seçildi. Bu fotoğraflarda
Boğazköy’ün ve köylülerin tarihsel değişiminin
yanında, kazı alanının gelişimi ve buluntuların
çıkış evreleri de izlenebilmektedir.
Serginin bilimsel ve görsel danışmanlığı, Alman
Arkeoloji Enstitüsünden eski Boğazköy Kazı
Başkanı Jurgen Seeher ile Ayşe Baykal Seeher ve
Hattuşa’nın şimdiki Kazı Başkanı Andreas Schachner
tarafından yapıldı.
Sergi: Hattuşa’da 106 Yıl Sergisi
Tarih: 12 Ekim – 30 Kasım 2012
Yer:
Yapı Kredi Kültür Merkezi, Beyoğlu
Sergi ziyaret saatleri: Hafta içi:
10:00 – 19:00 C.tesi: 10:00 – 18.00 – Pazar: 12.00 –
18:00
Cnn Türk, 09.10.2012
|
İKİ BİN YIL ÖNCE JAKUZİ KEYFİ YAPMIŞLAR

Kocaeli’nin Gölcük
İlçesi'ndeki tarihi ılıcada
tesis inşaatı sırasında yapılan arkeolojik kazıda,
2. yüzyıla ait bir hamamın ısıtma sistemini
oluşturan yapı ve jakuzi tarzında masaj havuzu
ortaya çıkarıldı.
Kocaeli Valisi Ercan Topaca, Gölcük Kaymakamı
Adem Yazıcı ve Gölcük Belediye Başkanı Mehmet
Ellibeş, Yazlık Ilıcası inşaat alanını ziyaret
ederek, ortaya çıkarılan eserler hakkında
Kocaeli Müze Müdürü İlksen Özbay’dan bilgi aldı.
Topaca, burada yaptığı açıklamada, Yazlık
Ilıcası’nda yapılan işten kent adına
sevindiklerini belirterek, Yazlık Ilıcası’nın
Kocaeli’nin markalarından biri olduğunu söyledi.
Ilıcanın uzun süre atıl kaldığını hatırlatan
Topaca, sahipsiz kalmış, terk edilmiş, metruk
haldeki ılıcanın Valilik, İl Özel İdaresi ve
Gölcük Belediyesi’nce ortaklaşa yapılan çalışma
sonucu yalnızca bir tesis kazandırılmayacağını,
kentin tarihi ve kültürünün de ortaya
çıkarılacağını kaydetti.
Topaca, bu kentte her medeniyetin eseri ve
izinin bulunduğunu dile getirerek, şöyle
konuştu:
’Buralarda Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerinden
eserler, izler var. Gölcük ilçemizdeki eserlerin
en büyüğü de kaplıcamız, kaplıca alanımız,
tarihi hamamın olduğu alandır. İnsanlarımız
buradan şifa bulmaya devam edecekler. Bir
taraftan da bu tesis, kentin turizm altyapısını,
ekonomik altyapısını güçlendirecek,
çeşitlendirecek bir kimlik taşıyacaktır. Bu
kentin, Gölcük İlçemizin kültürel kimliğinin de
temel simgelerinden birisi olacaktır. Buradan
çıkan eserler, yine bu tesis içinde sergi alanı
oluşturmak suretiyle hem açık, hem de kapalı
alanda sergilenecek. Bir taraftan da kültür ve
tarih turizmi, kaplıca turizmiyle birlikte icra
edilecek. Bu özellik, tesisimizi ülkedeki diğer
tesislerden ayıran en büyük özellik olacak.’
Kocaeli Müze Müdürü İlksen Özbay da alanın Roma
hamamı ve kompleksi olduğunu belirterek, 2
dönemdir burada kazı yaptıklarını söyledi.
Geçmişte ılıcanın suyuyla bölgede çamaşır
yıkandığını dile getiren Özbay, Gölcük
Belediyesi’nin girişimiyle çalışma
başlatıldığını vurguladı.
Kazı sırasında ilk etapta yalnızca 108 metre
uzunluğundaki tarihi Roma yolunu ve bir takım
mimari temel kalıntılarını bulabildiklerini
hatırlatan Özbay, toprakla kaplı alanın
’Arkeopark’ olarak ilan edildiğini ifade etti.
Özbay, bölgede tesis inşaatı başlayıp kot
seviyesi düşünce su kanalına rastladıklarını
anlatarak, su kanalının ardından kazıyı
derinleştirerek bir hamam ve sağlık merkezini
ortaya çıkardıklarını dile getirdi.
Bu sağlık merkezinin kompleks olarak çok büyük
olduğunu vurgulayan Özbay, ’Roma hamamlarının,
sağlık merkezlerinin aynı zamanda sosyal işlevi
de var. Halka ait olan sağlık merkezlerini daha
çok imparatorlar ve aristokrat aileler yapımını
ve bakımını üstleniyorlar. Aynı zamanda politik
konuşmalarını, icraatlarını hamamlarda halkla
bütünleşerek yapıyorlar, böyle de bir önemi var’
dedi.
Özbay, yaptıkları bu çalışmalarla hamamın bir
bölümü olan yapısını gördüklerini ifade ederek,
burada ’hypocaust’ denilen bir sistemin
uygulandığını, bu sistemde de sütunlar üzerinde
oluşturulan ’terracota’ denilen pişmiş toprak ve
ısınma sisteminin alttan dolanması olduğunu
söyledi.
Çalışmalarda duvarlara monte edilen çivi
sistemlerini bulduklarına dikkati çeken Özbay,
’Burası terleme ve masaj alanları olarak
kullanılmış. Ortaya çıkan yapı yaklaşık 2 bin
yıllık jakuzi diyebileceğimiz bir masaj havuzu
da bulundu. Büyük bir ’cimnazyum’un da olacağı
düşünülen bir alanın ancak bir kısmını gördük.
Su kemerlerinin bina etrafında dolandığını
tespit ettik. Buraya ait sütunlar, sütun
başlıkları ve kupalar, künkler bulduk. Bunları
Müze Müdürlüğü’ne taşıdık, restore edilerek
burada sergilenecek.’
Gölcük Belediye Başkanı Mehmet Ellibeş de
projenin sorumlulukları altında devam ettiğini,
tamamlanma tarihinde bir sapma ön
görmediklerini, günü birlik kullanılabilecek
tesisin Şubat ayında tamamlanmasının
planlandığını bildirdi.
Ülkenin çeşitli yerlerinde kaplıcalar olduğunu
ancak tarihle bütünleşen bir başka ılıcanın
olmadığını belirten Ellibeş, ’Bölgenin farkı bu.
Kocaeli’ye, bölgemize yeni bir marka değeri
katacak proje olarak görüyoruz. En kısa zamanda
buraya sağlık ve şifa bulmak üzere geleceğiz’
diye konuştu.
Bursa Olay, 09.10.2012
|
ÇALINAN TABLO TUVALET KAPISINA ASILI BULUNDU

Van depremi sonrası hasar gören bir sanat
galerisinden yaklaşık 150 eser çalındı. Galeri
sahibi
Adnan Yıldırım, çalınan İranlı ressam
Muhammet Afşari'ye ait 'Ayrılık' isimli eseri,
gittiği lokantanın tuvaletinin kapısında asılı
olarak buldu. Lokanta sahibinin, 5 liraya satın
aldığı resmi, kadın ve erkek tuvaletlerini belirtmek
için kapıya astığını öğrenen Yıldırım şaşkına döndü.
Asıl işi imamlık olan
Adnan Yıldırım, 2001 yılında bir iş gezisi için
İran'a gitti. Gezdiği bir sanat galerisinden çok
etkilenen Yıldırım, Türkiye'ye döner dönmez ilk iş
olarak Van'ın ilk ve tek sanat galerisini açtı. Hat
çalışmaları da bulunan
Adnan Yıldırım, 10 yıllık süre içerisinde Van ve
Ankara Resim Heykel Müzesi'nde 11 tane uluslararası
resim sergisi açtı.
Tüm Türkiye'yi yasa boğan
Van depremi, 12. uluslararası resim sergisini
açmaya hazırlanan
Adnan Yıldırım'ın hayatını da etkiledi.
Yıldırım'a ait Van'ın ilk ve tek sanat galerisi
soyuldu. Olayda, Yıldırım'ın koleksiyonunda bulunan
çeşitli sanatçılara ait 150 tablo çalındı.
Hırsızlıkla ilgili polise müracaatta bulunan
Adnan Yıldırım, bir taraftan da kendi
imkanlarıyla hırsızı bulmaya çalıştı. Yıldırım, bir
gün yemek yemek için gittiği lokantada gördükleri
karşısında şaşkına döndü. Ellerini yıkamak için
lavaboya yönelen Yıldırım, koleksiyonundan çalınan
İranlı ressam
Muhammet Afşari'ye ait 'Ayrılık' adlı kara kalem
tablosunu kadınlar tuvaletinde asılı olarak gördü.
Başka bir eseri de erkekler tuvaletinin kapısına
asılı halde bulan Yıldırım, iş yeri sahibine bu
resimleri nereden bulduğunu sordu. Lokanta sahibi de
tabloların her birini 5 liraya satın aldığını, kadın
ve erkek tuvaletlerini belli etmek için de
kapılarına astığını söyledi.
'TABLOLARI ISINMAK İÇİN ÇADIRDA YAKTIM'
Bulduğu eserleri parasını vererek geri alan
Yıldırım, tabloları lokanta sahibine satan hırsızlık
şüphelisini de polise yakalattı. Mahkemeye sevk
edilen hırsızlık zanlısının eşinin ifadeleri ise
herkesi bir kez daha şaşkına çevirdi. Zanlının eşi,
diğer tabloların yerini soran hakime, ısınmak için
çadırdaki sobada yaktıklarını söyledi.
Deprem mağduru
Adnan Yıldırım, eşi ve çocuklarıyla birlikte
tayin olduğu İstanbul'a yerleşti. Bir taraftan
imamlık görevini yapan Yıldırım, diğer yandan da
sanat faaliyetlerini sürdürüyor.
Yıldırım'ın sahibi olduğu 'Meryem Afra Sanat
Galerisi' İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp
Fakültesi Tıp Tarihi Müzesi'nde 'Hat, Minyatür ve
Yağlı Boya Resim Sergisi' açtı. Açılışa İstanbul
Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dekanı
Prof.Dr. Özgür Enver, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa
Tıp Fakültesi Tıp Tarihi Müzesi Başkanı Prof.Dr.
Nil Sarı ve sanatseverler katıldı. Özgür Enver ve
Nil Sarı, sergilenen eserler hakkındaki beğenilerini
dile getirdi.
Amerika Birleşik Devleri'nde düzenlenen bir
yarışmada dünyanın en iyi kara kalem ressamı seçilen
İranlı
Muhammet Afşari'nin 'Ayrılık' isimli tablosunun
da aralarında bulunduğu ve onlarca eserin yer aldığı
sergi 31 Ekim 2012 gününe kadar gezilebilecek.
Habertürk, 09.10.2012
|

|
ROTHKO'NUN TABLOSU KARALANDI
Rus asıllı Amerikalı ressam Mark Rothko’nun Londra Tate Modern Müzesi’nde sergilenen tablosu bir ziyaretçi tarafından karalandı. Müze yetkilileri, ressamın 30 tablodan oluşan ünlü Seagram duvar resimleri serisinden bir tablonun, bir ziyaretçi tarafından fırçayla siyah boya sürülerek tahrif edildiğini duyurdu. Her yıl yaklaşık 5 milyon turistin ziyaret ettiği müzenin, olaydan sonra kısa süreliğine kapatıldığı belirtildi. Rothko’nun Seagram serisinden 14 tablo ilk kez Tate Modern’de bir arada sergilenmeye başlamıştı.
Resimler New York ’un ünlü Seagram binasında yer alan Four Seasons Oteli tarafından sipariş edilmiş ancak ressam daha sonra tablolarını otele vermekten vazgeçmişti.
Radikal, 09.10.2012
|
İSTİSNAİ BİR MONET SERGİSİ

Nilüferler, salkımsöğütler
avangartla nasıl kesişir? Cevap, Sakıp Sabancı
Müzesi'nin İstanbul'a getirdiği 38 Monet
başyapıtında. Sergi, zamanının tutucularının
hedefindeki ressamın moderne yolu nasıl açtığını da
gösteriyor.
İsim zaten yeterince yüklü. Ancak Sakıp Sabancı
Müzesi’nde bugün açılan ‘
Monet ’nin Bahçesi’, empresyonizmin öncülerinden
biri olan isim sahibinin arkasına saklanmaktan da
fazlasını yapıyor. Bir Monet eserini fırça
darbeleriyle, renk oyunlarıyla canlı kanlı
izleyiciye sunabilme başarısının da ötesinde onu
modernizme giden yol üzerinde konumlayan bir
sergilemeye ev sahipliği yapıyor.
‘Monet’nin Bahçesi’nde
Fransa ’da yüzyıl dönümünün önemli olaylarıyla
Monet’nin hayatındaki dönüm noktalarını bir araya
getiren kronolojik şema koridoru ve dev ekranlardan
gösterilen ‘Giverny Bahçesi’ videosuyla, zamanın
bohem yaşamında kilit isimlerden biri olan sanatçıya
dair daha da genel bir perspektif sağlıyor izleyene.
Ziyaretçilerini ‘Empresyonizmin yaratıcısı
İstanbul ’da’ ibaresiyle karşılayan sergi büyük
oranda, Fransız sanatçının Paris’e 80 km mesafede
Giverny Köyü’ndeki ünlü evi ve bahçesinden
esinlendiği resimlerden, doğa ve manzara
betimlemelerinden oluşuyor. Sanatçının 1883’te
kiracı olarak taşınıp 1890’da satın aldığı ve
bahçesini de kendisinin düzenlediği Giverny evi,
modern sanat tarihinde de miladi bir öneme sahip.
Monet’nin 15 sene içinde mükemmelleştirdiği bahçe,
onun dönemin kurumsal sanat anlayışına karşı
köktenci doğa görüşünü hayata geçirmek için
oluşturduğu bir eser aslında.
Doğaya ilk adım
Monet’nin insan figürünü çalıştığı ender tablolardan
olan çocukları ve ilk eşi,
Claude Monet ’nin portreleri ve çağdaşı Renoir
tarafından yapılmış bir Monet portresi de sergi
kapsamında. Monet’yle özdeşleştirilen ‘Nilüferler’,
‘Salkımsöğüt’ ve ‘Japon Köprüsü’ ve diğerleri ise
müzenin dört odasında izleyenleri bekliyor. Serginin
küratörü Marianne Matthieu, aynı zamanda dünyanın en
büyük Monet koleksiyonuna sahip Marmottan Monet
Müzesi’nin de küratörü. Matthieu, müze
koleksiyonunun neredeyse yarısının İstanbul’a
getirildiğini, dolayısıyla Sakıp Sabancı Müzesi’nin
Marmottan Monet harici en büyük Monet sergilerinden
birine ev sahipliği yaptığını söylüyor. Yani
‘Monet’nin Bahçesi’, sadece Sakıp Sabancı Müzesi’nin
10’uncu yılına esaslı bir giriş değil, aynı zamanda
dünya çapında da öneme sahip bir etkinlik.
İkinci odada, 1875 tarihli ‘Argenteuil Yakınlarında
Yürüyüş’le, Monet’nin doğasına ilk adımımızı
atıyoruz. Ressamın paleti, ‘çalışma gözlükleri’ ve
piposunun sergilendiği bir camekanın karşısına
yerleştirilmiş tablo, onun Paris’ten kırlara geçiş
yaptığı, Giverny öncesi yaşadığı Porte Saint –
Denis’teki Aubrey evinde geçirdiği zamanlardan.
Eserde (büyük ihtimalle) ona modellik yapan, o
dönemdeki sevgilisi Camille Doncieux ve oğulları
Jean, doğanın içine erir. La Grande Jatte Adası’nda
yaptığı 1878 tarihli ‘Dalların Arasından İlkbahar’da
da bu sefer kasabanın ana hatları doğanın
hareketiyle bütünleşir. Ressamın deniz tutkusunu ve
giderek yoğunluğunu hissettiren, ışığın su
üzerindeki etkisine yönelik ilgisini ise ‘Pourville
Kumsalı, Günbatımı’, ‘Yelkenli, Akşam Etkisi’,
favori temalarından falezleri yansıtan ‘Batı Falezi
ve Porte D’Amont’, ‘Porte Villez’de Sen Nehri, Pembe
Etki’, ‘Porte-Villez…Akşam Etkisi’ tablolarında
görmek mümkün. İsimlerdeki zaman vurgusundan da
anlaşılacağı üzere gökyüzünün günün farklı
saatlerinde değişen renkleri, bu tabloları
şekillendiren unsurlardan.
Monet, Giverny Bahçesi’nde botanikçilerin yardımıyla
bir çiçek ve bitki çeşitliliği yaratır, melez
türlere hayat verir ve bu düzenlemeleri tekrar
tuvale aktararak “iki kere eser ortaya çıkartır”.
Birinci Dünya Savaşı sırasında ısrarla çizdiği ama
duyarsızlığı değil “ölüm karşısında yaşam” arzusunu
tuvale aktardığı nilüfer, salkımsöğüt betimlemeleri,
‘Monet Bahçesi’nin en merakla beklenen unsurlarından
kuşkusuz. Sanatçının ‘Grande Decorations / Büyük
Dekorasyonlar’ olarak tanımladığı ve olgunluk
dönemine işaret eden, ‘Monet’nin Bahçesi’ için de
‘istisnai bir şekilde’
Türkiye ’ye getirilen büyük tabloları, onu
20’nci yüzyıl modernizmine bağlayan noktalardan
biri. Bu resimlerin merkezinde suya yansıyan ışık,
birebir tasvirdense anlık algıya odaklanmak var.
Monet’nin ‘Grande Decorations’ döneminin sonlarına
doğru etkisini gösteren katarakt hastalığı ise sanat
tarihinde bir başka ilgi çekici hikaye. Kataraktının
ilerlediği dönemlerde de algıladığını resmeden
Monet, ameliyat olup iyileştikten sonra da renklerin
birbirinin içine geçtiği bu tabloların otantik
yönlerini önemseyip elinde tutar. Beğenmediği
eserlerini yakmasıyla ünlü ressam için beklenmedik
bu davranış, katarakt dönemi eserlerinin 20’nci
yüzyılın ikinci yarısında tekrar keşfedilmesine ve
dönemin avangart sanatçılarına ilham vermesine
vesile olur. Bu dönemden önemli eserlerinin de yer
verildiği ‘Monet’nin Bahçesi’ sergisinde ressamın
bildik natürmort algısını altüst eden ‘çiçek
portreleri’, Japon sanatına ilgisini yansıtarak
Giverny Bahçesi’nde uzun uğraşlar sonucu hayata
geçirdiği Japon Köprüsü’nün odakta olduğu tabloları
da yer alıyor. Sanat tarihine yön veren isimlerden
birinin ayrıntılı bir dökümünü sunan ‘Monet’nin
Bahçesi’ 6 Ocak’a kadar Sakıp Sabancı Müzesi’nde.
Radikal, 09.10.2012
******
MONET NİLÜFERLERİNİ SABANCI'DA İZLEYİN

Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi
kuruluşunun onuncu yılını Monet sergisiyle kutluyor.
6 Ocak 2013’e dek izlenebilecek ‘Monet’nin
Bahçesi’ sergisi, izlenimciliğin isim babası
Monet’nin olgunluk döneminde Giverny’deki evinin
bahçesinde ürettiği doğa ve çiçek tablolarına
ağırlık veriyor.
Bu sene 10’uncu yılını kutlayan Sabancı Üniversitesi
Sakıp Sabancı Müzesi’nin (SSM) düzenlediği
‘Monet’nin Bahçesi’ sergisi bugün ziyarete açıldı.
Fransa’daki Marmottan Monet Müzesi’nin
koleksiyonundan yapılan 39 tabloluk seçkiyi sunan
sergi, Monet’nin ağırlıklı olarak çiçek ve doğa
temalı tablolarına yer veriyor. Çünkü, sergideki
tablolar “Belki de ressam olmayı çiçeklere
borçluyum” diyen Monet’nin olgunluk dönemindeki
sanatsal üretiminin ana temasını oluşturan Giverny
Bahçesi’ne odaklı. Monet’nin 1883 yılında ikinci eşi
ve çocuklarıyla birlikte yaşadığı Giverny’deki ev,
sanatçının sanatsal üretiminin de kaynağı haline
gelmişti. Evin dekorasyonu, eski meyve bahçesinin
bir çiçek bahçesine dönüştürülmesi ve daha sonra
buraya bir su bahçesinin eklenmesi, Monet’nin tam 15
yılını aldı. Sonrasında Giverny Bahçesi’nde
çiçeklerle sarılı bir hayat süren Monet,
tablolarında da hep onları resmetti. Öyle ki,
bahçedeki renkleri paletine göre oluşturuyor;
bahçeyi de bir sanat eseri gibi hayranlık yaratacak
şekilde tasarlıyordu.
Paleti ve piposu da sergileniyor
SSM’de açılan ‘Monet’nin Bahçesi’ sergisi;
empresyonizm, namı diğer izlenimcilik akımına adını
veren Monet’nin Giverny Bahçesi’ndeki evi, geç dönem
bahçe manzaraları, nilüferler ve ünlü Japon köprüsü
tablolarına yer veriyor. Bunların yanı sıra,
Monet’nin yakın arkadaşı ressam Auguste Renoir
imzalı Monet ve eşi Camille’in portreleri ve
fotoğraflarıyla, Monet’nin paleti, çalışma gözlüğü
ve piposu gibi kişisel eşyasını da sergide görmek
mümkün. Sanatçının bahçe tutkusunu ve büyük önem
verdiği aile yaşamını yansıtan ‘Monet’nin
Bahçesi’nde ressam, sanat yaşamında sergilediği
yenilikçi yaklaşımlar ve 1940 ile 50’lerin
geleneklere karşı gelen genç sanatçılarına ilham
veren kimliğiyle izleyiciye tanıtılıyor. Marmottan
Monet Müzesi Küratörü Marianne Mathieu tarafından
hazırlanan sergiyi, 6 Ocak 2013’e dek görmek mümkün.
Hürriyet, Haber: Ezgi Atabilen, 09.10.2012
|
KAYALIPINAR'DA KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI
Yıldızeli
İlçesi'ne bağlı Kayalıpınar Köyündeki Hitit şehri
Kayalıpınar Harabe Ören Yeri’nde kazı çalışmalarının
başladığı bildirildi.
Sivas Arkeoloji Müzesi Müdürü ve Kazı Başkanı
Ayşegül Canan Ortakçı, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, ödeneğin gelmesinin ardından kazı
çalışmalarının başladığını belirtti.
Kayalıpınar’da kurtarma kazısı ve gelecek yıl
yapılacak kazıya ön hazırlık yapılacağını ifade eden
Ortakçı, kazının yaklaşık 20 gün süreceğini
bildirdi.
Ortakçı, Arkeoloji Müzesi’ndeki eserlerin yüzde
80′ini Sarissa ve Kayalıpınar kazı alanlarından elde
edilen buluntuların oluşturduğunu dile getirerek,
Kayalıpınar’daki kazı çalışmalarında yine önemli
buluntuların çıkacağını umut ettiklerini sözlerine
ekledi.
haberler.com, 08.10.2012
|
BAYEZİD CAMİİ GÖZ GÖRE GÖRE ÇÜRÜYOR

500 yıllık
Beyazıt Camii, kelimenin tam anlamıyla
dökülüyor. 17 Ağustos depreminde kubbe kısımlarında
çatlaklar oluşan, geçtiğimiz yıl da “Hünkar” kısmı
yanan tarihi camideki hasar her geçen gün daha da
artıyor. Öyle ki, duvarlar rutubetten küflenmiş,
sararmış bir durumda. Sıva parçaları öbek öbek
dökülüyor. Çatıdan sızan yağmur suları yüzünden
kubbe kabarmış bir halde.
Avluya gelince... Taşlar kırılmış, parçalanmış,
kararmış... Uzun lafın kısası caminin hali hal
değil. Kentin en önemli kültür miraslarından, tarihi
eserlerinden biri göz göre göre çürüyor.
Diyeceksiniz ki ‘Bu kadar önemli bir eser neden
restorasyona alınmıyor...’ Aslında Vakıflar Genel
Müdürlüğü, Sultan 2. Bayezid tarafından 1506’da
yaptırılan caminin aslına uygun olarak yenilenmesi
için bir proje hazırlamıştı. Hatta ihaleye bile
çıkılmıştı. Ne var ki restorasyon süreci uzadıkça
uzadı. Çalışmalar bir türlü başlayamayınca da
İstanbullular, ‘Ne olacak bu caminin hali’ diye
isyan etti.
Bakın caminin içler acısı halini ayan beyan ortaya
koyan bu gördüğünüz fotoğrafları cami cemaati çekip
göndermiş. “Turistler caminin bu halini görünce
içimiz sızlıyor. Ayrıca, düşen sıva parçaları
nedeniyle ibadete gelen vatandaş da risk altında
kalıyor” demişler ve yetkililere sormuşlar. ‘Beyazıt
Camii ne zaman kurtulacak?’ diye...
Mimarının kim olduğu kesin olarak bilinmeyen cami,
İstanbul’da orijinalliğini koruyan en eski selatin
camisi olarak kabul ediliyor. Cümle kapısında Şeyh
Hamdullah’ın yazdığı kitabeye göre 1501-1506 yılları
arasında yapıldı. Evliya Çelebi’nin aktardığına göre
camide ilk namazı padişah kıldırdı. 1509’da ki
“Küçük Kıyamet” diye anılan depremden zarar gördü.
Habertürk, Haber: Esra Boğazlıyan, 08.10.2012
|
TARİHİ KONAK HAYATA DÖNÜYOR

Nişantaşı'nda yüksek apartmanların arasında
ayakta kalan birkaç taş konaktan biri olan İhsan
Raif Hanım konağının yeniden eski günlerine dönüyor.
Tarihi konağı hayata döndürmek için yıllardır uğraş
veren Şişli Kaymakamı Mehmet Öklü "1920'li yıllarda
Halide Edip, Şair Nigar, Falih Rıfkı Atay, Fazıl
Ahmet gibi dönemin entelektüel şair ve
edebiyatçıları bu konakta toplanıyordu. Yeniden bu
evde ayda bir edebiyatçılarımızla toplanacağız"
dedi.
Şişli Kaymakamı olarak göreve başladığı 2008'de
Nişantaşı'ndaki makamına gelen Mehmet Öklü,
apartmanlar arasında kalmış 120 yıllık taş konağın
döküntü ve harap halde olduğunu gördü. Öklü, 2010
Avrupa Kültür başkenti projesi kapsamında aldığı
destekle binayı yenileme çalışmaları başlattı. Öklü,
tarihi konağın yapılışı ve sakinleriyle ilgili de
araştırmalar yaptı, yakında yayınlanacak bir kitap
hazırladı. Konağın 1890'da dönemin Beyrut Valisi
Köse Mehmet Raif Paşa tarafından yaptırıldığını
belirten Öklü, "O dönemde burada 100'e yakın konak
var. Saray yavrusu denilebilecek konaklar. Bu
binalar 1860'tan itibaren burası Osmanlı burjuvazisi
ve entelektüellerin yerleştiği konaklar" dedi.
Yüksek mevkideki kamu görevlileri için inşa edilen
konağa daha sonra Şurayı Devlet Başkanlığı da yapan
Mehmet Raif Paşa'nın beş çocuğundan biri olan İhsan
Raif Hanım yerleşti. Aynı zamanda edebiyatçı ve şair
olan İhsan Raif Hanım'ın konağında Yahya Kemal,
Halide Edip, Şair Nigar, Falih Rıfkı Atay, Fazıl
Ahmet gibi dönemin entelektüel şair ve
edebiyatçıları sık sık bir araya geliyordu. İhsan
Raif Hanım 1926'da vefat etti. Konağa 1929'da halkla
ilişkiler duayeni Betül Mardin'in ailesi yerleşti.
Mardin'in dünyaca ünlü müzik yapımcısı kardeşi Arif
Mardin de burada doğdu. Sonraları halkevi yapılan
bina en son kaymakamlık olarak kullanıldı.
Kaymakam Mehmet Öklü'nün kitabında geniş yer
verdiği İhsan Raif Hanım ve konağın öyküsü, belgesel
film olarak da hazırlanacak. Kitabı için çok sayıda
kaynaktan araştırmalar yapan Mehmet Öklü, İhsan Raif
Hanım'ın edebiyatçı kocası Şehabettin Süleyman'a
dair iz bulmak için "Davos"a kadar gidip
mezarlıklarda iz sürmüş. Öklü, belgeselin ardından
konakta aylık kültür ve edebiyat sohbetlerini
başlatacaklarını belirtti.
Sabah,
08.10.2012
|
BİZİM İZLENİMCİLERİMİZ
Monet’nin ‘Empresyon:
Gündoğumu’ tablosu sergilenince ilk izlenimin
önemini benimseyen sanatçılar, ‘empresyonizm’
(izlenimcilik) akımının başlatıcısı oldular.
İzlenimcilik hakkında özet bilgiyi ve akımın
bizdeki temsilcilerini aşağıdaki yazıda
bulacaksınız:
“19. yy’ın ikinci yarısında Fransa’da oluşan
izlenimcilik akımı, görsel sanatların yanı sıra
edebiyat ve müzik dallarında da etkili olmuş; ayrıca
döneminde bir yaşam ve düşünce biçimi olarak
gelişmiş ve 20. yy sanat kuramlarıyla akımlarını
büyük ölçüde etkilemiştir. İzlenimcilik; Monet,
Renoir, Sisley, Bazille gibi sanatçıların 1860’larda
Akademilere karşı çıkarak, kendi aralarında bir grup
oluşturmalarıyla gelişmeye başlamıştır. Daha
sonraları C. Pissarro, Cezanne, Berthe Morisot,
Armand Guillaumin ve Degas’nın da katılmalarıyla
grup özel sergiler düzenlemeye başlamıştır. Grup,
adını ilk sergilerinde yer alan Monet’nin ‘İzlenim:
Gündoğumu’ (1872, Marmottan Müzesi, Paris) adlı
yapıtından almıştır. İzlenimciliğin Türkiye’ye
gelmesi 1910’lara rastlar. Ancak 1914 Kuşağı, Çallı
Kuşağı ya da Türk İzlenimcileri adlarıyla anılan bu
kuşağa öncülük eden Halil Paşa’dır. 1880-86 arasında
Paris’te bulunan sanatçının 1888’den sonra yaptığı
İstanbul manzaraları büyük ölçüde izlenimci öğeler
taşır.”
(Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi 2, Yem Yayın,
İzlenimcilik, s. 782)
Monet’nin evini ve bahçesini gezerken, bir
sanatçının yaşadığı ortamın bilinmesinin bir okur,
bir izleyici üzerindeki etkisini düşündüm.
Bizde hangi ressamların evleri bugün korunuyor?
Eskihisar’daki Osman Hamdi ile Şehzadebaşı’ndaki
Feyhaman Duran evlerini anımsadım. Onlar bize bu
izlenimi verecek nitelikte değil.
Yazar evleri var mı? Yazar müzeleri kurabildik mi?
Tevfik Fikret, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Sait Faik
Abasıyanık, Necati Cumalı...
Peki onların evlerini gezdiğinizde, nasıl bir
yargıya varabilirsiniz? Batıdaki evler kadar
ziyaretçide iz bırakan, onların kitaplarının
alınabileceği, hediyelik eşyanın bulunduğu yerler
mi?
Hayır.
İlle de bir yazarın yaşadığı evle eserleri arasında
bağ kurun, diyemeyiz. Çünkü Monet çok özel bir
örnektir.
Yine de ümit ederim ki, bizim resim dünyamız da
yavaş yavaş aynı kıymeti görmeye başlasın.
Monet'nin bahçesiyle birlikte resimlerini de
süsleyen nilüfer çok çağrışımlar yaratıyor
ziyaretçide.
Yazının tam da burasına Behçet Necatigil’in
‘Nilüfer’ şiirinden birkaç dize alacağım:
“Ben oraya koymuştum, almışlar
Arasına sıkışık saatlerin.
Çıkarır bakardım kimseler yokken:
Beni bana gösterecek aynamdı, almışlar.
Kışken ilkyaz, sularımda açardı;
Buzlu dağlar gerisine kaçıracak ne vardı?
Eski defterlerde sararırmış yaprak,
Beni bana gösterecek anlamdı, almışlar.
Bir ışıktı yanardı gecelerde;
Akşam, çiçekler uykuya yattı,
Sardı karşı kıyıları karanlık
Beni bana gösterecek lambamdı, almışlar.”
William Shakespeare’in ‘Hamlet’teki Ophelia’sını
mutlaka anımsarsınız. O zaman Cahit Külebi’nin
‘Kayıp Sevda’ şiirini de okumuşsunuzdur:
“Bir yandan türkü söyler
Bir yandan yürür ağlayarak,
Sevdası rüzgar gibi iter
Dere boyunca yalnayak.
Nilüferler gibi solgun Ophelia!
Yanaklarına yapışır saçları.
Açılır etekleri suyun yüzünde,
Seyrederdi söğüt ağaçları.
İnsan kalbi o zamanlar da vardı
Daha küçüktü, daha kırmızıydı ama şimdikinden
Kopardılar kalbini Ophelia’nın
Nilüferler gibi sarardı.
Şimdi de kızlar sokaklarda,
Minnacık eller, ayaklar, saçlar.
Ama nerde onlar, nerde Ophelia
Nerde evvel zaman içindeki aşklar.
Sevdamız kayboldu zamanlarda.
Dişi ceylanla erkek ceylan
Ayrı yönlere koşar gider.
Bir sevişmek kaldı romanlarda.”
Monet’nin bahçesinde gördüğüm nilüferlerin
edebiyattaki izdüşümleriydi
bu yazdıklarım.
Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 08.10.2012
|
SİDE'DEKİ TÜKE TAPINAĞI AYAĞA KALKTI
Anadolu Üniversitesi Arkeoloji
Bölümü, Antalya Side Antik Kent'te 2 yıldır
sürdürdüğü Tüke (Tykhe) Tapınağı'ndaki ayağa
kaldırma çalışmalarını tamamladı. Side Antik Kent'te
ticari agoranın içinde bulunan ve MS 2'nci yüzyılın
ikinci çeyreğine ait olan Tüke Tapınağı'nın
önümüzdeki günlerde Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay'ın Side'ye yapacağı ziyaretle açılarak, kültür
turizminin hizmetine sunulacağı belirtildi. Anadolu
Üniversitesi Arkeoloji Bölümü ve Side Kazı Başkanı
Doç.Dr. Hüseyin Alanyalı, tapınağın Side'nin
dünyada kültür turizminde daha etkin ve güçlü
olmasını sağlayacağını kaydetti. Alanyalı, "Tüke
Tapınağı'nı, Side Belediyesi'nin katkılarıyla ayağa
kaldırdık. Tapınak MS 2'nci yüzyıla ait. O dönemde,
bu tipteki tapınaklar şehrin yaşamasını sağlayan
tanrıçalara ithaf ediliyordu" diye konuştu.
Sabah, 08.10.2012
|
|
STRATONIKEIA'DA 10 GÜNDE 5 MEZAR BULUNDU

Yatağan İlçesi'nde bulanan ve 3 bin 500 yıllık
geçmişiyle birçok medeniyete ev sahipliği yapmış
Stratonikeia antik kentindeki kazı çalışmalarında,
10 günde aralarında yaklaşık 3 bin 200 yıllık olduğu
tahmin edilen 5 mezar bulundu.
Stratonikeia Antik Kenti Kazı Başkanı
Doç.Dr.
Bilal Söğüt, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
kentin batısındaki Erikli mevkisinde kazı
çalışmalarına devam ettiklerini söyledi.
Buradaki çalışmalarda Nekropol alanı olarak geçen
bölgede son 10 günde farklı dönemlere ait 5 mezar
bulduklarını belirten Söğüt,
''Bu mezarlar
bizim için çok önemli. Çünkü günümüzden 3 bin 500
yıl önce burada yaşamın var olduğunu gösteriyor.
Bulduğumuz bu mezarlar kentin diğer alanlarında
bulduğumuz eserleri destekler nitelikte''
dedi.
Söğüt, buldukları mezarların birisinin yaklaşık 3
bin 200 yıllık, diğerlerinin ise yaklaşık 2 bin yıl
öncesine ait olduğunu tahmin ettiklerini dile
getirdi.
Erikli mevkiindeki kazı çalışmalarında
buldukları mezarlardan birisinin bir aileye ait
olduğunu, farklı tarihlerde ölen 4 kişilik ailenin
aynı mezara gömüldüğünü tahmin ettiklerini ifade
eden Söğüt, ''Mezarda bize ilginç gelen şey,
o dönemde farklı bir yerde ölen aile ferdinin
yakılarak küllerinin pişmiş bir toprak kapta o
mezara gömülmesi. Muhtemelen o dönemde farklı bir
yerde ölen aile ferdi yakılarak külleri bir kaba
konulmuş ve aile mezarlığına gömülmüş''
diye konuştu.
Söğüt, günümüzden 2 bin yıl önce ölen kişilerin
mezarlarına hediye konulduğunu hatırlatarak, mezarın
içinde ölen kişilere hediye olarak gözyaşı şişeleri,
pişmiş topraktan yapılmış kap ve sikke bulduklarını
bildirdi.
Doç.Dr. Bilal Sögüt, Stratonikeia
antik kentinin antik dönem ile Osmanlı ve Cumhuriyet
dönemi kent dokusunun birlikte görülebileceği nadir
yerlerden birisi olduğunu kaydetti.
Cumhuriyet, 07.10.2012
|
'YAŞAM MERKEZİ' BEYOĞLU

İstanbul
’un tarihi küllerinden yeniden doğdu. Çok değil 10
yıl öncesine kadar kaderine terk edilmiş halde
evsizlere yuva olan Tünel-Galata sokakları,
şimdilerde bir dönem bölgeye ayak basmaya bile
çekinenlerin gözdesi. Bu ‘tarihi popülarite’
bölgenin eski emlak sahiplerini bir anda zengin
ederken, fiyatları da katladı. Tablo bu kadar çekici
olunca bu kez sahneye bölgede arsası olan ya da
eskileri satın alan yeni yatırımcılar girdi. Böylece
tarihi
Beyoğlu sokakları da ‘konut projesi’ kavramı ile
tanışmış oldu. Sıra ‘yaşam merkezi’ne gelirken
buyrun, siz de tanışın...
Bölgede fiyatlar katlandı
Beyoğlu’nda konut fiyatları son birkaç yılda
neredeyse katlandı. Özellikle iş ve sanat
dünyasından da birçok ünlü ismin ev sahibi olduğu
Galata hattında şu günlerde boş ev bulmak çok zor.
Emlakçılar özellikle manzaralı, tarihi binalara ilgi
olduğunu söylerken, bu ara çok talep olduğunu ancak
yetişemediklerini belirtiyor. Durum böyle olunca da
kiralar 2 bin TL’den başlıyor, 6 bin TL’ye kadar
çıkıyor. Satın almak isteyenler için ortalama 200
bin dolar alt limit, ucu milyon dolara kadar açık!
Bu da yeni yatırımcıları bölgedeki eski binalardan
ya da boş arsalardan konut projesi yaratmaya itiyor.
‘Dibek çıkmazı’na lüks daireler geldi
İnşaatına geçen yıl başlanan projenin sahibi
Özgür Tezel’in ortağı olduğu Karaköy Gayrimenkul.
Birkaç ay önce Şişhane’de
İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile ortaklaşa
otopark ve galeri projesi yapmak için anlaşan
şirket, Galata’da Dibek Sokak çıkmazında Dibek Park
21’i yapıyor. Önümüzdeki yıl tamamlanması planlanan
projenin mimarı da Şanal Mimarlık’tan Murat Şanal ve
ekibi. Konumu gereği boğaz manzarasına hakim olan
çıkmaz sokaktaki proje oldukça küçük. Bir tarafından
yeşilliklerin indiği ve bahçe görünümü veren bina,
özel
tasarım beş daireden oluşuyor.
Şimal Merdiveni ‘Belkıs’a çıkıyor
Pera’da tarihi Şimal Merdivenleri’nin yanına inşa
edilen Belkıs Apartımanı’nın sahibi Segment İnşaat.
Eski apartman kültürünü projelerine yansıtan Segment
İnşaat’ın yönetici ortağı Serdar Garan, projede bu
yıl başından itibaren yaşamın başladığını söylüyor.
Mimar Boran Ekinci tarafından tasarlanan ve 16
üniteden oluşan projede üst katlar konut, alt kat
ise galeri olarak hizmet verecek. Sadece üç ünite
dışında satılan Belkıs Apartımanı’nda fiyatlar
260-400 bin dolar arasında değişiyor. Projenin
yerinde eskiden tarihi eser olmayan bir binanın yer
aldığını belirten Serdar Garan, “Orayı yıkıp yeniden
yaptık. Proje 7 milyon dolara mal oldu. Bölgede
benzer projeler için
araştırma yapmaya devam ediyoruz”
diyor.
İpera Galata’yı tutturdu
Galata Tatar Beyi Sokak’ta 1970’lerde yapılmış
bir deponun arsasına inşa edilen İpera 25’te konut
ve ofis alanları yer alıyor. Gayrimenkul geliştirme
şirketi İpera’nın sahibi olduğu proje geçen ay
tamamlandı. Mimar Ahmet Alataş tarafından tasarlanan
binayı cam yüzeyler sarıyor. Şirket iç tasarım
tamamlanmadan satışa çıkmayı planlamıyor ancak
şimdiden yoğun ilgi olduğu belirtiliyor. Eski
depodan lüks bir binaya dönüşen projede fiyatlar 550
bin dolardan başlıyor. Şirketin Galata’da ‘tarihi ve
lüksü bir arada sunan’ iki projeleri daha bulunuyor.
Radikal, 07.10.2012
|
KARADENİZ'DEKİ KERVANSARAYLAR TURİZME KAZANDIRILACAK
Tarihi İpekyolu'nun geçiş yollarından olan
Sürmene-Köprübaşı Kahvedüzü-Harmantepe-Madur Dağı ve
Taşlı Yaylası güzergahının turizme kazandırılması
için çalışmalar sürüyor.
Trabzon Valisi Recep Kızılcık Köprübaşı Kaymakamlığı
Köylere Hizmet Götürme Birliği, Sürmene Belediyesi,
Trabzon İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ile Doğal ve
Tarihi Değerleri Koruma Derneği tarafından yürütülen
çalışmalar hakkında bilgi aldı.
Proje çalışmaları kapsamında Kervan yolu üzerinde
bulunan tarihi Karacakaya Köyü, Kahvedüzü, Madur
Dağı Harmantepe Şehitliği, Ağaçbaşı Turba Bataklığı,
Taşlı Yaylası ve güzergahta bulunan tarihi mekanlar
gezildi.
Vali Kızılcık, projeyle ilgili yaptığı
değerlendirmede, "Bu projemiz Sürmene ve Köprübaşı
İlçemizden başlayıp Taşlı yaylasına kadar devam
ediyor.Bir ticaret yolu olan bu hat üzerinde çok
güzel konaklar, evler ve hanlara rastladık. Bu
güzelliklerin insanımız tarafından görülmesi,
beğenilmesi ve yaşanılması arzusundayız. Yapılacak
proje ile buradaki doğal güzellikler ülke ve bölge
turizmine kazandırmış olacağız" dedi.
Turizm Gazetesi, 07.10.2012
|
1400 YIL ÖNCEKİ OLYMPOS'A DÖNÜŞ

Olimpos’ta Toroslar’ın arasında kalan vadiden
denize ulaşmaya çalışırken, sol taraftan genç bir
adamın sesi geliyor: “Vallahi Bizanslıların
yaptığından daha sağlam oldu...”
Aslında neden bahsettiğini tahmin etmek zor değil.
Olimpos’ta gözle görülür bir değişim var. Vadinin
ortasından geçen çayın karşı kıyısında artık tarihi
bir kentten kalan taş duvarlar görünüyor. Denize
giden yürüme yolunda da antik kentin kalıntıları
arasından geçiyorsunuz.
Olimpos’un belki de
popülerliğinin gölgesinde kalan tarihi, antik kente
girer girmez karşılıyor sizi. Buraya bir el değdiği
belli. Korsan yatağı diye bilinen, gece denize
girerken yüzlerce yıl önce kıyıya yanaşan korsan
gemilerin hayalinin kurulduğu Olimpos’un gerçek
tarihini ortaya çıkarmaya çalışan bir el.
O eli Olimpos ile Çıralı sahilinin tam ortasındaki
kazı evinde sıkıyoruz. Sıcak bir merhabadan sonra
Prof.Dr. Yelda Olcay Uçkan’ın 12 yıl önce başladığı
ve nisanda hızlanan proje artık gözle görülür hale
gelmiş.
Lazer tarayıcıyla çıkarıldı
Prof. Uçkan’ın verdiği bilgilere göre önce bölgede
yüzey temizliği yapılmış. Kent planına dair elde
edilen veriler, yeni bir arkeoloji teknolojisiyle
güncel hale getirilmiş. Prof.Dr. Uçkan, süreci
şöyle anlatıyor:
“Olimpos’taki mimari kalıntıların pek çoğu kalın
toprak örtüsüyle kaplanmamıştı. 3D lazer tarayıcıyla
yapılan ölçümlerle elde ettiğimiz verilerle kent
planını bilgisayara aktardık. Tarihi dokuyu ve
yapıları ortaya çıkarma şansımız oldu. Çalışmalara
kentin girişinden başlamamızın en önemli nedeni,
yürüyüş güzergahındaki antik kent algısını
güçlendirmek ve kente girişte karşılama merkezini
oluşturmak.”
Prof. Uçkan’la kentin kuzeyindeki kazı alanına
gidiyoruz. İlk aşamada yapıları örten bitkiler
temizlenmiş. İkinci aşamada yapıların
sağlamlaştırması var. Bunlar tamamlanınca da
restorasyona geçilecek.
Gezdiğimiz alandaki cadde ve sokaklar, yaklaşık 1400
yıl önceki dokuyu yansıtıyor. Sivil kullanıma
yönelik ve geçici konaklama işlevine de sahip
yapılar cadde boyunca belgeleniyor. Erken
Hıristiyanlığın kentteki izini takip edebildiğimiz
bu alanda ayrıca Piskoposluk Sarayı da yer alıyor.
Ayrıca şimdiye kadar bulunan örneklerinden çok
farklı ve ileri tekniklerle inşa edilmiş şifa havuzu
da alan içinde. Prof.Dr. Uçkan piskoposluk alanını
ziyaret etmek için gelenler ve deniz ticareti
nedeniyle bölgenin o zamanlarda bile oldukça
hareketli olduğunu anlatıyor. Kazı alanında en
dikkat çeken özellik bir kısmı yıllar içinde
yıkılmış yapıların yine de epeyce görünür olması.
Prof. Uçkan bu durumu bölgede daha sonra yerleşim
olmamasına bağlıyor. MS 7. yüzyıldan sonra Olimpos
terk edilmiş ve yakın zamana kadar yerleşim yeri
olarak kullanılmamış. Prof.Dr. Uçkan, yeterli
kaynak sağlanırsa antik kentteki çalışmaların kısa
sürede tamamlanabileceğini söylüyor. Bu da dağları,
güneşi, denizi ve deresiyle Olimpos’un 1400 yıl
önceki haline büyük oranda ulaşmak demek.
Kazayla ortaya çıkan yapılar turistleri de
etkilemiş. Pansiyonların bitiş noktasında bulunan
‘antik kente giriş’ gişelerinden denize kadar olan
yolda herkes yapıları inceliyor, bilgi tabelalarını
okuyor. Peki bu durum tatil yöresini nasıl
etkileyecek? Prof. Uçkan çalışmalar devam ederken,
Yazır sakinlerini kazı alanını gezdirerek
bilgilendirmiş. İnsanların yaşadıkları yerin
tarihine de sahip çıkması gerektiğini anlatmış.
Kazılarda ortaya çıkarılan eserler Hıristiyanlığın
ilk dönemine işaret ediyor ki, bu da yabancı
turistlerin daha fazla geleceğini gösteriyor. Ancak
bölge sakinleri tarafından üzerinde durulan nokta,
burasının doğal güzelliklerini bozacak girişimlere
izin verilmemesi.
Radikal, Haber: Demet Bilge Ergün, 07.10.2012
|
TAM 13 YIL SONRA FARKEDİLDİ
Kocaeli Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu (KTVKK),
Sakarya’nın Sapanca İlçesi'nde 1999 yılından beri
denetlemediği tarihi caminin yerinde olmadığını
görünce 13 yıl sonra sorumlular hakkında savcılığa
suç duyurusunda bulundu.
Edinilen bilgiye göre, Yanık
Köy’ünde bulunan
merkez camii 1999 depreminde ağır hasar aldı. Köylü,
3 yıl boyunca yarısı yıkılmış olarak duran caminin
yanına kurduğu çadırlarda namaz kılmaya devam etti.
Caminin bu şekilde durmasını istemeyen köylü,
depremde ağır hasar almış olan camiyi 2002 yılında
yıkarak yerine yenisi yapma kararı aldı. Cami
Yaptırma Derneği kurulmasının ardından yardımsever
vatandaşlardan ve kurumlardan toplanan bağışlarla
inşaata başlandı. Cami inşaat çalışmaları 5 yıl
sürdü ve 2007 yılında tamamlandı. Depremde ağır
hasar görmüş olan caminin yerine aynı güzellikte bir
başka cami yapıldı.
Sakarya Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü
yetkilileri depremden 13 yıl sonra Ocak
2012’de köye geldi. Köyde bulunan
tarihi eser ve anıtları inceleyen yetkililer son
olarak ise camiyi görmek istedi. Vatandaşların
caminin tarihi eser olmadığı ve yıkılarak yerine
yenisinin yapıldığını belirtmeleri üzerine tutanak
tutan yetkililer daha sonra köyden ayrıldı.
Kültür ve Turizm Müdürlüğü durumu anlatan bir yazıyı
11 Ocak 2012 tarihinde
Kocaeli KTVKK Müdürlüğüne gönderdi. Konuyu Mayıs
2012 yılında yaptığı 25 nolu toplantıda
değerlendiren Kocaeli KTVKK müdürlüğü, 19 pafta 815
parsel’de yer alan söz konusu yıkılan caminin
Bursa KTVKK tarafından 7 Aralık 1991 tarih ve
2164 sayı ile tarihi eser olarak tescillendiğini
belirtti ve depremde ağır hasar gören camiyi yıkan
ve yerine yenisini yapanlar hakkında savcılığa suç
duyurusunda bulundu.
Dönemin Azalarından Ahmet Beker sürece ilişkin
yaptığı açıklamada, “1999 depreminde camimiz ağır
hasar gördü. 3 yıl çadırda namaz kıldık. Bu dönem
içerisinde köylü ve vatandaş olarak, dışarıdan gelen
yardımlarla birlikte 2002 yılında yeni camimizin
inşaatına başladık. İnşaatı tamamladık. Aradan 13
yıl geçtikten sonra Anıtlar Yüksek Kurulu bizi bu
olaydan sorumlu tutmaya çalışıyor. Madem ki koruma
altında olan bir cami vardı 13 yıl süre zarfından
neden bir kez olsun gelmediler. Daha da önemlisi biz
bu caminin tarihi bir yapı olduğunu bilmiyorduk”
dedi.
Eğer bir suçlu varsa o suçlunun kurulun kendisi
olduğunu belirten dönemin bir diğer Azası ise “Deprem
sonrası hasar gören camimizi köy halkı ile gayret
ederek yıkıp tekrar yaptık. Madem bu yapı Anıtlar
Kurulu koruması altındaydı 13 senedir neredeydi
bunlar. Yıkımında gelip engel olmadılar, yapımında
olmadılar. Neden bunca zamandır bir şey
söylemediler. Eğer burada bir suçlu varsa o suçlu
kurulun kendisidir” diye konuştu.
Yıkılan caminin tarihi eser olarak korunduğunu, tüm
köylü gibi kendisinin de yeni öğrendiğini söyleyen
Yanık Köyü Muhtarı Sibel Baykal, “2009 yılından beri
bu köyün muhtarıyım. Ne ben nede diğer köylüler
depremde yıkılan caminin tarihi bir eser olduğu ve
koruma altında olduğu hakkında bir bilgiye sahip.
Şimdi duyduk ki yeni camiyi yapanlar hakkında yasal
işlem yapılacakmış. Caminin belki de yıkımı söz
konusu. Bu haberi aldıktan sonra
Tapu Kadastro Müdürlüğünde araştırma yaptım ve
1992 yılında Anıtlar Kurulunun bu cami için şer
koyduğunu gördüm. Bu durumdan o günden bu güne ne
köy muhtarının, ne azaların neden köy halkının
haberi var. O dönem ki muhtarımız Baki Kezer vefat
etti. O dönem azalarının hiçbirinin bundan haberi
yok. Mevzuatı tam bilmiyorum ama bu eserlerin
bildiğim kadar ile belli aralıklarla Anıtlar Kurulu
tarafından kontrol edilmesi gerekiyordu. 13 yıldır
bu cami ne olmuş, her hangi bir onarıma tadilata
ihtiyacı var mı diye düşünmeyen kurul, şuanda
ilgililer hakkında işlem istiyor. Burada suçlu köylü
mü. Anıtlar Kurulu mu, Mevzuat mı” dedi.
Yeni cami inşaatının başladığı ve devam ettiği
yıllarda görev yapan her iki muhtarında vefat
ettiğini de belirten Baykal, sözlerine şöyle devam
etti: “O dönem ki Muhtarımız Baki Kezer’in ardından
seçilen Muhtarımız Nezih Yılmaz’da vefat etti.Baki
bey zamanında başlayan inşaatı Nezih bey sürdürmüş.
Ondan sonra gelen muhtarımızda cami için yardımcı
olmuş bende bugün elimden ne geliyorsa cami için
yapmaya devam ediyorum. Ben bu köyde doğdum büyüdüm,
3 yıldır görevdeyim ve bu yıkılan caminin tarihi
eser olduğunu, 2012 yılı ocak ayında şehitlikleri ve
tarihi eserleri denetlemeye gelen yetkililerden tüm
köylü gibi ilk defa öğrendim”
Milliyet, 07.10.2012
|
KOMMAGENELERİN KUTSAL DAĞI NEMRUT

Uçsuz bucaksız sarı bozkır içerisinde kıvrıla
kıvrıla giden uzun yollar,
Nuri Bilge Ceylan filmlerinden bir sahnenin
içine alır adeta insanı. Hemen yakında diye
düşündüğünüz mesafeler uzar da uzar... Bu bozkırın
marifetidir. İnsanın algısını şaşırtan bu göz
yanılgıları, benim gibi bozkır aşıkları için sadece
keyiftir. Bozkırda zaman ve mesafe kavramını tahmin
edemezsiniz. Dinginlik ve huzur içinde hedefinize
varmaya çalışırsınız sadece... Hele yolun sonu
Nemrut Dağı’na varıyorsa, bozkırın güzelliğine
diyecek yok!
Paylaşılamayan bir dağ
Adıyaman ’ın Kahta
İlçesi'ne 53 km. uzaklıktaki
efsane dağa ulaşmak için iki yol var. Biri Adıyaman,
diğeri
Malatya üzerinden... Bu iki şehrin bir türlü
paylaşamadığı ve birçok tartışmaya yol açan Nemrut
Dağı,
Türkiye ’nin
kuşkusuz en iyi fotoğraf veren dağı. Artık sosyal
medyada neredeyse canlı fotoğraf yayını
yapılabilmesi ve bir
fotoğrafın anında binlerce kişiye ulaşabilmesi, bu
tarz yerlere ilgiyi de arttırdı. Bugün sadece
fotoğraf çekmek bile turizmin önemli bir parçası.
Bütün bunları hesaba kattığınızda, Nemrut’un artık
kendi tanıtımını yapabilecek seviyede olduğu ortada.
Nemrut için özellikle devletin yapabileceği tek şey,
doğru organizasyon ve güvenlik sağlamak.
Birçok yerde eleştirdiğimiz ‘kültürel miraslarımızın
korunamaması ve iyi sunulamaması’ durumu, sevinerek
söylüyorum ki, Nemrut Dağı’nda tam tersi... Doğaya
zarar verilmeden yapılmış, kararında genişlikte ve
pek az yerde bozuk olan yollar, rahat bir park
alanına ulaşmanızla sona eriyor. Arabadan iner inmez
karşınıza çıkan işletme, yaklaşık 400 metrelik
tırmanış öncesi soluklanabileceğiniz ve bol bol
bozkır fotoğrafı çekebileceğiniz keyifli bir alan.
Bu mola yerinde mutlak ihtiyaçlarınızı giderin, zira
yukarıda ne tuvalet var ne de su... Bu da bence
doğru bir tavır. Zira buraya gelenlerin aşağıda tüm
ihtiyaçlarını karşılayıp dağa tırmanmaları,
seyahatin bir parçası. Ayrıca dağa tırmanamayacak
olanlar için katır kiralama imkanı da var. Tırmanış
ise yaklaşık 20 dakika sürüyor.
Dağda üç teras mevcut: Doğu, Kuzey ve Batı
terasları. Tırmanış, Doğu ve Batı teraslarına
yapılıyor. Size tavsiyem, daha dik ama daha kısa
süren Doğu terasından tırmanmanız.
Kommagene ülkesinde güneşin doğuşunu ilk gören yer
olan Doğu terasına, sert kayalardan oyulmuş
merdivenli yoldan çıkılıyor. Doğu terası Tanrılar
galerisi, Atalar galerisi ve sunaktan oluşuyor.
Tanrılar galerisindeki dev Tanrı heykelleri, hemen
arkasındaki ‘Tümülüs anıt mezar’a sırtını dönmüş
biçimde sıralanmış.
Tanrıların yanında bir kral
Tümülüs, mıcır taşlarla örtülü dev bir anıt mezar.
Hala bir keşif kazısının yapılmamış olması ise
Nemrut’un en büyük eksikliği. Bu kazı yapıldığında,
tarihin en önemli arkeolojik olaylarından biri
gerçekleşecek. Bu özel anıtın kazısı, Türkiye için
önemli bir tanıtım aktivitesi olabilir. Kültür ve
Turizm Bakanımıza naçizane önerim, bu çalışmayı
bilhassa kendisinin denetlemesi ve her aşamasında
bizzat başında bulunması. Zira bu kazı, yüzlerce yıl
konuşulacak önemli bir arkeolojik keşif çalışması
olacaktır.
Doğu terasında bulunan Tanrılar galerisinin beş
heykelinden biri olan Kral Antiochos, güney uçta ilk
sırada yer alıyor. Kendisini Tanrılarla aynı
kategoride gören Kral 1. Antiochos, heykelini bu
sıralamaya dahil etmiş. Yani “Para benim, güç benim.
İstersem Tanrılarla eşit olurum!” demiş.
İkinci heykel, Latincede ‘şans, uğur, bereket’
anlamına gelen Kommagene-Fortuna. Buradaki
heykellerin en uzun olanı.
Üçüncü heykel Zeus-Oromasdes; Tanrılar Tanrısı
Kronos’un oğlu, baştanrı ve göklerin hakimi.
Dördüncü heykel Apollon-Mithras;
Anadolu mitolojisinde Zeus’un oğlu olan Işık ve
Güneş Tanrısı.
Beşinci heykel ise kuvvet ve kudretin sembolü olan
ve Anadolu’da Herkül adıyla anılan Herakles.
Burada Doğu’nun ve Batı’nın Tanrıları bir arada.
Çünkü Kommagene Krallığı, Batı ve Doğu kültürünün
harmanlandığı bir krallık.
Doğu ve Batı terasları arasında kalan Kuzey terası
ise aslında iki kutsal terası birbirine bağlayan,
100 metre uzunluğunda bir tören yolu. 80 metrelik
tamamlanmamış stel kaidelerle bezeli yolu
geçtiğinizde, muhteşem bir günbatımı manzarası
görebileceğiniz Batı terasına varılıyor.
Batı terasında bulunan Tanrılar galerisindeki heykel
sıralaması ve heykellerin arkasındaki kült yazısı,
bazı detaylar hariç aynı. Doğu terasından farklı
olarak, Tanrılar galerisinin kuzey ucunda, dördünde
Kral 1. Antiochos’un Tanrılarla selamlaşması,
diğerinde ise aslan figürü bulunan, kumtaşından
yapılmış beş kabartma (rölyef) var. ‘Aslan horoskop’
olarak bilinen kabartma, 25 bin yılda bir meydana
gelen astrolojik bir olayı sembolize ediyor. Bu,
tarihin bilinen ilk horoskobu. Şu anda ise korumaya
alınmış durumda.
Her gün yüzlerce kişi, bu rüya gibi günbatımını
izlemek için çıkıyor Nemrut’a. Ziyaretçilerinin yaş
ortalamasının yüksek olmasını ise anlamıyorum.
Mikonos’taki günbatımına koşa koşa giden
gençlerimiz, bir gün bu kadim günbatımını da
izlemeli.
Nemrut Dağı, tabiri caizse beni benden aldı. Ne
tırmanışın dikliği ne de sıcak, rüya gibi anları
bozabildi. İki gün art arda bu rüyayı görme şansım
olduğu için şükrettim açıkçası. Ve bir gün mutlaka
yine döneceğimi söyleyerek ayrıldım güzel Nemrut
Dağı’ndan...
Radikal, Yazı: Vedat Atasoy, 07.10.2012
|

|
RAFLARA ASILI HALDE 500 YILLIK 50 KAFATASI
Meksikalı arkeologlar, Aztek İmparatorluğu dönemine ait, 500 yıl öncesinden kalma 50 kafatası bulunduğunu açıkladı. Uzmanlar, kafataslarının Kolombiya uygarlığı öncesi Meksika'da Azteklerin en büyük tapınağı olan Templo Mayor'deki ritüellere ışık tutacağını ve bu döneme ait yeni bilgiler ortaya çıkaracağını bildirdi. Arkeologlar, insanların kurban edildikleri taşın altında raflara asılı halde buldukları kafataslarının her iki yanında delikler olduğunu belirtti. Templo Mayor, 1325-1521 yılları arasında İspanya'nın Meksika'yı fethine kadar Azteklerin en önemli ve büyük tapınağıydı.
Sabah, 07.10.2012
|
RUHBAN OKULU'NUN BİLİNMEYEN HAZİNESİ

Heybeliada'da 8'inci yüzyılda kurulan Aya Triada
manastırının bünyesindeki okulun bodrum katında yer
alan kütüphane, büyük bir kültürel hazineyi
barındırıyor.
Beş odadan oluşan ve gönüllülerin bugünlerde hummalı
bir tasnif çalışması sürdürdüğü kütüphanede, çok
sayıda dini, felsefi ve edebi eser yer alıyor.
Bir rafın sadece İncil ve Tevrat baskılarına
ayrıldığı kütüphanenin son salonunda, dünyanın en
eski matbu eserleri yer alıyor.
Yüzlerce yıllık kitapları haşerelere karşı, okulun
bahçesinden toplanan ve küçük bez torbalar halinde
raflara konan lavantalar koruyor.
Kütüphane sorumlusu Yannis Ananas, koleksiyonlarında
hemen hemen her dilden kitap bulunduğunu ancak
İngilizce, Fransızca, Latince ve Eski Yunanca'nın
ağırlıklı olduğunu söyledi.
Kütüphanede Türkçe eserin çok az olduğunu ancak
önemli miktarda Osmanlıca kitap ve dergi bulunduğunu
belirten Ananas, bunların tasnifinin sürdüğünü
kaydetti.
Ananas, kütüphanenin, içerdiği yazma eserler
dışında, en değerli parçasının dünyanın en eski
matbu kitapları arasında yer alan, Aristophanes'in
komedilerinin 1484'de basılmış bir nüshası olduğunu
ifade etti.
Yannis Ananas ayrıca ilk matbu İncil ve Tevrat
nüshalarından bazılarının da koleksiyonları içinde
önemli yer tuttuğunu vurguladı.

Fener Rum Patrikhanesi Bursa Metropoliti,
Heybeliada Aya Triada Manastrı'nın Başrahibi
Prof.Dr. Elpidophoros Lambriniadis de kütüphanelerinin
alanında dünyanın sayılı kütüphaneleri arasında yer
aldığını bildirdi.
Prof.Dr. Elpidophoros Lambriniadis, “Sadece bizim
kütüphanemizde bulunan, başka hiçbir yerde
bulunmayan kitaplar uzun bir liste oluşturuyor”
dedi.
Heybeliada Ruhban Okulu'nun bir ilahiyat fakültesi
niteliği taşıdığını vurgulayan Lambriniadis,
“Patrikhanemiz bu okulu 1844'te kurduğunda Ortodoks
dünyasında başka ilahiyat fakültesi yoktu. Okulumuz
bu alanda ilkti. Bu nedenle kütüphanemiz de değerli
kitaplarla ve el yazmalarıyla dolu” diye konuştu.
Heybeliada Ruhban Okulu'nun bir manastır bünyesinde
kurulduğunu hatırlatan Lambriniadis, “Manastır,
Patrik Fotius zamanında, 8'inci yüzyılda kuruldu.
Bütün manastırlarda olduğu gibi burada da çok önemli
bir kütüphane vardı. Aslında okulun bu manastırda
kurulmasının nedeni de bu zengin kütüphaneydi”
ifadesini kullandı.
EL YAZMALARI PATRİKHANE'DE
Manastır kütüphanesinin, okulun kurulmasıyla
birlikte daha da zenginleştiğine işaret eden
Lambriniadis, “İlahiyatla, din öğrenimiyle ilgili
dünyadaki en önemli ve kıymetli kitaplar buraya
gönderildi, burada saklandı. Burası gerektiği kadar
güvenli olmadığı için el yazmalarını patrikhanede
saklıyoruz” dedi.
KİTAPLARA PDF OLARAK İNTERNETTEN
ULAŞILABİLECEK
Geçen Eylül ayında manastırın başrahipliğine
atandığından bu yana birkaç depoda tasnif edilmemiş
kitaplar bulduğunu ifade eden Lambriniadis, Selanik
Üniversitesi'nden gelen gönüllü öğrencilerin bunları
tasnifte kendilerine yardım ettiğini söyledi.
Lambriniadis, kütüphanenin dijital hale
getirilmesini de planladıklarını belirterek, “Bütün
kütüphaneyi PDF formatında dijital hale getireceğiz.
Bu büyük bir proje, zamana ihtiyaç var. Sponsor da
bulundu. Henüz para akışı başlamadı ancak bir iki ay
içinde başlayacak. İnşallah en kısa zamanda
kütüphanemizi internet üzerinden herkese
sunabileceğiz” diye konuştu.
“KÜTÜPHANE
TÜRKİYE 'NİN DEĞERİ”
Kütüphanelerinin önemli bir el yazması kaynağına
sahip olduğunu ancak bunlardan yaklaşık 300
tanesinin bugüne gelebildiğini anlatan Lambriniadis,
şunları kaydetti:
“Kitaplarımızın çoğu 18'inci ve 19'uncu yüzyıla ait.
Fakat sadece bizim kütüphanemizde bulunan, dünyada
başka hiçbir kütüphanede bulunmayan kitaplar uzun
bir liste oluşturuyor. Bu değer, bu hazine, bu
kültür sadece bize ait değil, Türkiye'ye ait,
Türkiye'nin zenginliği, vatanımızın zenginliği. Bu
kütüphane hepimizin kütüphanesi, Türkiye'nin
kütüphanesi. Ancak keşke okulumuz açık olsaydı da bu
kütüphaneden Ruhban Okulu öğrencileri de
faydalanabilseydi.”
ARAŞTIRMACILARA VE ÖĞRENCİLERE AÇIK
Kütüphanenin araştırmacılara ve öğrencilere açık
olduğunu ifade eden Lambriniadis, “Bize başvurup
kütüphane sorumlularıyla görüşür, kataloğa bakarlar,
istedikleri kitap kendilerine getirilir” dedi.
Radikal, 07.10.2012
|
MAKTUM'UN HAZİNESİ İSTANBUL'DA
Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Kültür Günleri
kapsamında İstanbul'da hat ve tezhip sanatının
nadide örnekleri sergilenmeye başlandı. Dolmabahçe
Sarayı ve İstinye Park'ta eş zamanlı gerçekleşen iki
sergiden biri, Birleşik Arap Emirlikleri Devlet
Başkan Yardımcısı, Başbakanı ve Dubai Emiri Şeyh
Muhammed Bin Raşid Al Maktum'un özel koleksiyonunda
yer alan seçme örneklerden oluşuyor. Dünyada İslam
eserlerinin en iyi toplayıcıları arasında gösterilen
şeyhin koleksiyonundan 'Süvarinin Rüyası' ismini
verdiği bir bölüm, 10 Ekim'e kadar sanatseverlerin
beğenisine sunulacak. Sergide Maktum'un
koleksiyonundan seçme 23 eser yer alıyor.
Türkiye'nin en önemli çağdaş hat
koleksiyonerlerinden İstanbul Antik Sanat'ın sahibi
Mehmet Çebi'ye göre serginin değeri milyon dolarları
buluyor. Sergide Mehmed Özçay'ın sekiz hat eserinin
dışında Abdülkadir Al Rayyis'in suluboya eserleri ve
Hakim Gannam'ın kasideleri de yer alıyor.
Koleksiyonda Mehmed Özçay dışında başka Türkiyeli
hattatların da olduğu biliniyor.
Açılış için gelen Birleşik Arap Emirlikleri Kültür,
Gençlik ve Toplumsal Kalkınma Bakanı Abdurrahman El
Üveys, sergiyi İstanbul'da açma nedenlerini şu
sözlerle açıkladı: "Kur'anı Kerim Mekke'de nazil
oldu, İstanbul'da yazıldı, Kahire'de okundu. Bu bir
ger çek. Tüm dünyada hat sanatı İstanbul merkezli
gelişiyor. Türkiye'de çok başarılı hattatlar var.
Birleşik Arap Emirlikleri olarak sanata önem
veriyor, bu alanı sosyal ve sivil alanlara ulaşmanın
en etkili yolu olarak görüyoruz."
Birleşik Arap Emirlikleri Kültür,
Gençlik ve Toplumsal Kalkınma Bakanı Abdurrahman El
Üveys, "Şeyhimiz El Maktum başta olmak üzere bizler
de koleksiyonumuza Arap sanatçıların yanı sıra
Türkiyeli hattatları da dahil ediyoruz" dedi.
Birleşik Arap Emirlikleri Kültür, Gençlik ve
Toplumsal Kalkınma Bakanlığı'nın her yıl düzenlediği
El Bürde yarışmasında dereceye giren 70 eser ise
Dolmabahçe Sarayı'nda sergileniyor. Sergi 14 Ekim'e
kadar ziyarete açık olacak.
Yaşayan en pahalı çağdaş hattatlar arasında
gösterilen Mehmed Özçay'ın eserleri Şeyh Maktum
dışında BAE Meclis Başkanı'nın da koleksiyonunda
var. En çok Dubai'ye eser sattığını söyleyen Özçay,
zaman zaman Maktum'un siparişle özel eser istediğini
de söylüyor. Dubaili ve Türkiyeli çağdaş hat
koleksiyonerleri arasında ciddi bir yarış
yaşandığını belirten Özçay, şunları söyledi: "Hat
sanatı hem tarihi, hem piyasası gereği İstanbul
merkezli gelişiyor. Türk resmi bizim için önemli ama
batıda resim çok daha köklü, çok iyi ustalar var. Bu
topraklarda hattın en büyük ustaları yetişti.
Üstelik tüm dünyada trend resimden hat sanatına
yöneliyor. Yakın gelecekte bu sanata ilginin daha da
artacağını düşünüyorum."
Sabah, Haber: Bulcu
Aldinç, 07.10.2012
|
"TAKSİM'E BİR CAMİ YETMEZ"
Mimar
Semih Akşeker modern şehirlerin otoriterlerin şehri
olduğunu söylüyor. Kentsel dönüşümün halkı binlerce
dolar borçlandırmak olduğunu düşünen Akşeker,
Taksim’e cami yapılması konusunda ise net: ‘Bir adet
değil, daha çok cami lazım!’

Mimar
Semih Akşeker'in, tam da tarihi önemi haiz
kentsel dönüşüm dönemine denk gelen kitabının adı "Mutlu
Ev". Akşeker kitabında ayetler, hadisler ve
gelenekler ışığında mutlu olacağınız evin projesini
çiziyor. Evin temelini de adalet, tevazu, sadelik,
güzellik-estetik, fanilik şuuru, mahremiyet,
özgünlük, iktisat ve hüsn'ü muhafaza olmak üzere
Kuran'dan 9 ilke üzerine atıyor. Akşeker'e göre
korunaklı siteler, lüks mobilyalar, ünlü mimarların
dekorasyon önerileri hiçbirimizi mutlu etmeyecek!
"Bu yüksek binaların ve betonun önünde sonunda
fıtratımıza uygun olmadığını kavrayacağız" diyen
Akşeker'le İslami mimariyi, TOKİ'leri, Çamlıca'ya ve
Taksim'e yapılması planlanan
camileri konuştuk.
Apartmanlarla derdiniz ne?
Benim derdim modernizmle. Apartmanlar bir hayatı
dikte ediyor. 3 artı 1, 4 artı 1... Buna karşıyım.
Bu vahşet. İnsanlar yüzlerce yıldır apartmanlardan
daha kötü yerlerde yaşamamışlardır. Bunlar oturanı
değil yapanı mutlu eden yapılardır. Öyle apartmanlar
var ki bire 5 bire 7 kazandırıyor. Konut
politikalarını tespit edenlerin hukuksuzluğudur bu.
Türkiye bu haliyle Çin'e benziyor. Çin'de de 50
katlı apartmanlar yapılıyor, orada da kapitalizm
dehşetle yaşanıyor. Apartmanlar insan haklarına
aykırı.
Sizin öneriniz nedir?
İnsan fıtratına en uygun olan az katlı,
bahçeli, ağaçlı, müstakil ev tipini teklif ve
tavsiye ediyorum. Batı'da her yıl birçok eski
apartman yıkılmaktadır. Apartmanların yaygın olduğu
Rusya'da dahi halkın müstakil evlere yöneldiğine
şahit oldum. Apartmanda ısrar eden bir biz kaldık.
Modern şehir peşinde ya herkes, ondandır...
Şehirlerimizi birileri planlıyor. Ben
planlamacılığa karşıyım. Planlama modernlerin, yani
soyguncuların işidir. Bakın bizim İslam şehirlerinin
en önemli özelliği plansız olmasıdır. Halk kendi
evini kendi yapar, hiçbir dikte yoktur. Doğru olan
da budur. İslam şehrinde yöneten müdahale eder,
"Yolları çok daraltmayın" der mesela... Kimse
komşusunu üzecek bina yapmaz, adaletsiz davranmaz.
Kuran'da İslami mimarinin şartları var
mıdır?
Kuran ve hadis kaynaklarından mimari ve
şehircilik sahalarına işaret eden nass'ları tespit
etmeye çalıştım. 30'a yakın ayet, hadis var. Bir
hadiste "Komşunun manzarasını kapama, rüzgarını
kesme" diye bildirilir. Bir insanın sağlam ev
yapmayı temel fikir olarak belirlemesi de
sakıncalıdır. Yıkmayınca Yaratan yıkılmıyor. Evet
sağlam yapmaya çalışmak kulların tedbiridir, takdiri
ise Allah'a bırakalım.
Peki ya TOKİ'ler?
TOKİ, ilim, sanat ve fikrin emrinde değil,
siyasetin emrinde bir kurumdur. TOKİ'ye "Bu sene şu
kadar konut yapacaksın" diye emir verilir, TOKİ de
bu sayıyı tamamlamaya çalışır. Bu arada acele ve hız
yüzünden bir sürü yanlış yapar. Birinci sınıf tarım
arazilerine çok katlı apartmanlar yapılır, dere
kenarlarına devasa siteler yapılır, Akdeniz
bölgesinde yaptığı ev planını iklim koşullarını
dikkate almadan Doğu Anadolu'da da tekrar eder.
İstanbul'da söylediğiniz gibi yeni bir yaşam mümkün
mü?
İstanbul, Tekirdağ Ereğli'sinden başlayıp İzmit
Gebze'ye kadar kesintisiz 160 km uzunluğunda iki
otoban ve bu iki otobanın arası binalarla dolu bir
azman şehir oldu. Şehri terketmenin dahi 3 saati
aldığı şehir bu haliyle beni çok korkutuyor. Bu
şehirde beni ümitlendirecek ve yaşama azmi verecek
bir icraat göremiyorum. İstanbul deyince milyonlarca
apartman, binlerce kilometre asfalt yol, 3 milyon
otomobil, uzun araç kuyrukları, binlerce fabrika
akla geliyor. İstanbul bu kıyıma daha ne kadar
dayanacak bilemiyorum. İstanbul'da 1 milyon konut
fazlası var. Burası için mega kent deniyor, olsa
olsa vahşi kenttir.
Kentsel dönüşüm projesine nasıl yaklaşıyorsunuz?
Kentsel dönüşüm derdimize deva değildir.
Evet, çürük binaları temizleyelim ama bu işleri
ulusal ülke planlamasına göre yapalım. Şunu demek
istiyorum: Çok güzel bir şehir kurdunuz, fakat
insanlar için çalışma sahası yok. Peki bu şehir ne
işe yarar? Yıkılan yerlerin yerine daha parlak
yerler yapılacak. Halkımız binlerce dolar
borçlandırılacak...
Şehirdeki mezarlıkları beğeniyor musunuz? Bir
şehirde nasıl yaşandığının özeti gibi gelir bana
hep...
Modern şehirlerde mezarlıklar hep insanlardan
uzaklara kaçırılır, çünkü insanlara ölümü
hatırlatır. Mezarlar insanları rahatsız eder. Ölümü
unutsunlar, tüketmeye devam etsinler diye böyle
yapılıyor. Benim bir vasiyetim var, cüzdanımda
saklıyorum: Mezarımın üstüne beton dökmeyin! Ben
ömrüm boyunca betonla mücadele etmişim, toprağa
karışıp gideyim. Şu an Türkiye bütün milli servetini
mezarlıklara gömüyor. Bir mezarın etrafına konan
mermerlerin maliyeti nedir? 10 milyon mezarlık olsa,
hepsini 1 milyarla çarpsanız Türkiye'de fakirlik
kalmaz.
Mevcut
cami mimarisini nasıl buluyorsunuz?
Berbat. Cumhuriyet döneminde 75-80 bin arasında
cami yapıldı. Aralarından 10 özgün eser çıkmaz.
Hepsi birbirinin taklidi. Modern
camilerde ne ibadet olarak ne de görsel olarak
tatmin olmuyorum. Bunlara gitmiyorum.
Çamlıca'da bir
cami fikri nasıl geliyor?
Bugün İstanbul'da camiden çok yeşil alana,
rekreasyon alanına ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.
Halkın nefes alabileceği boşluk lazım. Dolayısıyla,
naçizane kanaatim, Çamlıca'nın rekreasyon alanı
olarak kalması gerektiğidir. Galiba cemaatsiz bir
cami tasarlanıyor orada, çünkü ulaşımı bir hayli
zor... Çamlıca'ya yapılacak cami İstanbul'un
siluetini de bambaşka bir çehreye dönüştürecek.
Üzerinde çalışılıyor, ne çıkacak bilmiyorum.
Taksim'e de cami yapılması planlanıyor.
Taksim'de benim bildiğim bir camii var. Bu
yetmiyor. İlla devasa bir cami mi gerekir onu
bilemiyorum ama camilerin cemaatin yürüme
mesafesinde olması lazım. Bu yüzden Taksim'e bir
değil birkaç tane cami yapılması gerektiğini
düşünüyorum.
Habertürk, Haber: Elif Key, 07.10.2012
|
SUALTI MÜZESİ DUMAN VE KARABAŞ'A EMANET
Bodrum Kalesi ve Sualtı Arkeoloji Müzesi'nde bulunan
Kangal cinsi 2 köpek, akşam saatlerinden sabahın ilk
ışıklarına kadar kale ve müzede bekçilerle nöbet
tutuyor. Müze Müdürü Yaşar Yıldız, 7 yaşındaki
"Karabaş" ve 11 yaşındaki "Duman" isimli 2 köpeğin
2000 yılından beri kale ve müzede görev yaptığını
söyledi. Kalede daha önce güvenlik için kurt
köpekleri bulunduğunu, ancak bu köpeklerin ölmesinin
ardından Kangal cinsi köpeklerin getirildiğini
anlatan Yıldız, "Köpekler oldukça sadık ve sadece
bekçileri tanıyor. Beni tanıdıkları için de bir
sıkıntı yaşamıyorum" dedi.
Sabah, 07.10.2012
|
|
"TAKSİM CAMİİ İÇİN 7 KAT YERALTINA İNECEĞİZ"

Taksim Cumhuriyet Camii Projesi'nin
sahibi kentbilimci ve yüksek mimar Prof.Dr. Ahmet
Vefik Alp, projesi hakkında Habertürk'e konuştu.
Prof.Dr.
Ahmet Vefik Alp, Caminin klasik yapıda değil
özgün nitelikte, modern mimariye sahip olacağını
belirterek, "Dünya Mimarlar Birliği tarafından ödül
alan özgün bir projeden bahsediyoruz. Taksim'e
yapılacak caminin klasik yapıda olmasını isteyenler
var. O klasik camiler yapıldıkları çağın en modern
eserleriydi. Eğer Mimar Sinan bu çağda yaşasaydı,
günümüzün imkanlarıyla yapılabilecek en özgün eseri
meydana getirirdi" dedi.
Başbakan klasik mimariden yana
Taksim'e cami yapılmasıyla ilgili İdare
Mahkemesi'nin onay vermesinin ardından Başbakan'a
sunulan proje hakkında Başbakan'ın temkinli olduğunu
söyleyen Alp "Başbakanımız klasik tasarımdan yana,
ancak kendilerini özgün mimari hususunda ikna
edeceğimizi umuyorum" dedi.
'Taksim Cumhuriyet Camii buzdağı gibi'
Ahmet Vefik Alp "Taksim Cumhuriyet Camii ve
Dinler Müzesi Projesi, Yeni Taksim Meydanı Projesine
uygun olarak yapılacak. Yeraltına 7 kat ineceğiz.
Projeyi bir buzdağı gibi düşünebilirsiniz." dedi.
Mimarının buzdağı olarak tanımladığı Cumhuriyet
Camii'nin, yeraltında 7 katı olacak. -6 ve -7.
katlar 120 araç kapasiteli otopark olarak
kullanılacak. Otopark giriş çıkışları Taksim Meydanı
yayalaştırılacağı için Tarlabaşı mevkiinden
yapılacak. Dinler Müzesi projesine uygun olarak -5.
katta Musevilik, -4. katta Hıristiyanlık, -3. katta
İslamiyet ile ilgili eserler yer alırken 3 semavi
dinin medeniyet ve kültürleri buluşturulmuş olacak.
-2. kat eğitim ve medya için ayrılırken, -1. kat
konferans salonu olarak kullanılacak.
'Cumhuriyete yakışan cami
Camiide 1450 kişi namaz kılabilecek. Proje'de
minareyi taçlandıran 4 küçük hilal 4 halifeyi, en
üstteki büyük hilal de İslam dinini simgeleyecek.
Ana kubbenin iç aydınlatması yıldızlarla bezenmiş
Allah'ın sonsuz mekanı gökkubbeyi andırırken, Taksim
Meydanı'ndan bakıldığında ise cami gündüzleri doğan
bir güneşi, geceleri ise doğan bir mehtabı
anımsatacak. Gökyüzünden bakıldığında ise ay yıldız
görülücek.
Caminin 3 farklı yerinde Allah adının gizlendiğini
söyleyen Alp, "Mimaride sembolik değerleri
kaybetmeden yaptığımız çağdaş yorumla Cumhuriyet
Türkiyesi'ne yakışan bir cami inşaa edeceğiz." dedi.
Habertürk, Haber: Ahmet Cirik, 07.10.2012
|

|
BİR SÜRAHİYE 1 MİLYON LİRA!
Osmanlı dönemine ait İznik çinisi sürahi, İngiltere’nin başkenti Londra’daki Christie’s Müzayede Evi’nde yapılan açık artırmada 373 bin 250 sterline (1 milyon 47 bin TL) alıcı buldu.
“Kütahyalı İbrahim” imzalı 1510 yılına ait 32 santimetre yüksekliğindeki sürahinin 200 bin sterline (582 bin TL) satılması bekleniyordu.
Osmanlı dönemine ait bir çocuk kılıcı da 880 bin TL’ye alıcı buldu.
Habertürk, 06.10.2012
|
124 YILLIK MÜZE ÖDENEK YOKLUĞUNDAN KAPANDI

Bosna-Hersek'in başkenti Saraybosna'da,
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu döneminde kurulan
ve 1992-1995 yıllarındaki savaş zamanında bile açık
tutulan Ulusal Müze
(Zemaljski Muzej), özellikle ülkedeki Sırpların
devlet kurumlarını bloke etmesi nedeniyle ödenek
yokluğundan kapandı.
Bosna-Hersek'in en önemli tarihi ve kültürel
değerleri arasında gösterilen 124 yıllık Saraybosna
Ulusal Müzesi'nin
kapısına bugün resmen kilit vuruldu. Saraybosna'da
1888 yılından bugüne işlevini sürdüren müzenin
kapısına, üzerinde "kapalı" ibaresi bulunan tahtalar
çakıldı. Böylece bir asırdan fazladır hizmet veren
müze kapanmış oldu.
Müzenin açık
kalmasını isteyen protestocular ise binanın
bulunduğu alana gelerek kapanışa engel olmaya
çalıştı. Saraybosna Ulusal
Müzesi'nin Bosna Savaşı dönemindeki müdürü Enver
İmamoviç ve şu andaki müdürü Adnan Busulaciç'in
isteği ile dağılan grup, müze kapısına sembolik
olarak "kapandı" ibaresinin çakılmasına izin verdi.

Yetkililer müze kapısına çakılan bu yazı ile Bosna
Savaşı zamanında dahi kapanmamış olan bu tarihi
müzenin içinde bulunduğu zor şartların dünyaya
duyurulmasının amaçlandığı belirtti.
Bosna-Hersek'te 1992-1995 yıllarında yaşanan
kanlı savaşı durduran Dayton Barış Antlaşması
gereğince, ülkede bir karar alınması için kurucu üç
milletin (Boşnak, Sırp ve Hırvat) uzlaşması
gerekiyor. Ülkenin bölünmesi konusunda her fırsatta
açıklamalarda bulunan Bosna Sırp Cumhuriyeti Başkanı
Milorad Dodik ve partisinin yetkilileri, "devlet
kurumlarını bloke ederek" bu düşüncelerini hayata
geçiriyor.
Habertürk, 06.10.2012
|
MONET'NİN YOLCULUĞU

Ünlü Fransız ressam Claude Monet’nin
eserlerinden oluşan ‘Monet’nin Bahçesi’ sergisi
Türkiye’ye geliyor. İşte bu büyük serginin Paris’te
başlayan ve İstanbul’da son bulan macerası...
‘Monet’nin Bahçesi’ sergisi Mermotam Monet Müzesi
ve Fransız Akademisi’nin yurtdışında açtıkları ilk
büyük sergi. 9 Ekim Salı günü Sabancı Müzesi’nde
başlıyor. Sergide izlenimcilik akımının kurucusu
Monet’nin özellikle hayatının son 30 yılını
geçirdiği Giverny’deki köy evinde yaptığı ve
Paris’teki Marmottan Monet Müzesi’nde bulunan
eserleri yer alıyor. Sergilenecek 40 parça esere yüz
milyonlarca dolar değer biçiliyor.
Claude Monet’nin geç dönem bahçe manzaraları,
nilüferler ve ünlü Japon köprüsü tablolarını
görebileceğimiz sergide ayrıca, Monet ve eşi
Camille’in, Auguste Renoir imzalı portreleri,
kişisel eşya ve fotoğrafları da sergilenecek.
Monet’nin en çok eseri ve eşyası Paris’teki
Marmottan Monet Müzesi’nde bulunuyor. Monet’nin oğlu
Michel Monet, 1966’da Giverny’deki evi Fransız Güzel
Sanatlar Akedemisi’ne, babasından kalan resimleriyse
Mermottan Monet Müzesi’ne bağışlamış. Michel
Monet’nin bu bağışının ardında yatan nedense,
babasının akıma adını veren ‘İzlenim: Gün Doğumu’
adlı tablosunun da burada olması.
Hürriyet Cumartesi, Haber: İhsan Yılmaz,
06.10.2012
|
AYASOFYA'NIN KAYIP SESİNİN PEŞİNDE

Amerikalı sanat
tarihçisi Bissera Pentcheva ve ses mühendisi
Jonathan Abel çılgınca bir işe soyundu ve “Bizans
döneminde Ayasofya’da söylenen bir ilahi nasıl
duyuluyordu?” sorusunun peşine düştü.
“Ayasofya Bizans İmparatorluğu’nun başkenti
Konstantinopolis’in kalbinde muhteşem mimarisiyle
bir inci gibiydi. Alınan nefes bile akıl almaz
akustik oyunlarla çığlığa dönüşüyordu. Bugün bu
güzelliklerin çoğu kaybolmuş durumda ama
Ayasofya’nın kayıp sesinin peşinden gitmek mümkün.”
Bu sözler
ABD’deki Stanford Üniversitesi’nde görev yapan
sanat tarihçisi Bissera Pentcheva’ya ait.
Pentcheva, kayıp sesin peşinden gitmeye karar
verdi ve ekibini topladı. Ekip, Ayasofya’nın bir
zamanlar nasıl bir akustik yapıya sahip olduğunu
ortaya çıkarmak için kolları sıvadı.
Antik dönemde Ayasofya’da deneyimlenen sesin
peşine düşen uzmanlar, işe bu sesi yeniden yaratmaya
çalışarak başladı. Ancak karşılarında büyük bir
engel vardı. Müzede dinsel olsun ya da olmasın
herhangi bir müzik parçası kaydetmeleri mümkün
değildi. Şişirdikleri bir balonu Ayasofya’da
patlatıp, bu sesi kaydettiler ve ülkelerine
götürdüler. Bilgisayarda bu sesin müzikal
karşılığını yarattılar. Sonra sıra, sesin koro
tarafından söylenmesine geldi. Mart 2011’de
Portlandlı müzik grubu Capella Romana’nın 13 üyesi,
bu sesin müzikal karşılığını tek tek seslendirdi.
Kayıtlar Ayasofya’nın bilgisayar tarafından
yaratılan sanal akustik ortamında gerçekleştirildi.
Sonuçlar beklenenden de şaşırtıcıydı. Modern bir
konser salonunda iki saniye ölçülen yankı süresi
Ayasofya’da 11 saniye gibi bir süreye ulaşıyordu.
Ayasofya’da sadece üç dizelik bir şarkıyı
seslendirmek bile üç dakika gerektiriyordu ve müzik
insanın içinde yankılanıyor hissi yaratıyordu. Şimdi
heyecanlı bir hazırlık süreci yaşanıyor. Çünkü
Şubat’ta tüm bu elde edilen verilerle Stanford’da
Ayasofya’nın sanal akustik ortamı yeniden
yaratılacak.
Hürriyet Cumartesi, Haber: Ceren Arseven,
06.10.2012
|
ARKEOLOJİ
ÇOCUK OYUNCAĞIYMIŞ!
Sibirya'da 11 yaşındaki bir çocuk, Buzul Çağı'ndan
kalma ve doğal koşulların oldukça iyi muhafaza
edilmesine yardımcı olduğu yetişkin bir mamut bedeni
buldu.
"Jenya" adı verilen mamutun bir insan ya da bir başka mamut tarafından öldürülmüş olabileceği kaydedildi.
16 yaşında öldüğü sanılan 2 metre boyunda ve 500 kilo ağırlığındaki "Jenya"nın doğa koşullarınca en iyi korunan mamut olduğu belirtildi.
Sabah, 06.10.2012
|
|
GATAB'IN SUALTI ARKEOLOJİSİ PROJESİ
Güney Antalya
Turizmi Geliştirme ve Altyapı İşletme Birliği
(GATAB), uygulanan su altı projesiyle Üç Adalar’ın
su altındaki arkeolojik envanterini çıkartıyor.
GATAB’tan yapılan yazılı açıklamada, Kemer’deki
farklılıkları, turizm çeşitliliklerini ve Kemer’in
güzelliklerini tanıtmak amacıyla çalışmalar yapan
GATAB’ın Kemer ve bölgesinin denizleri ve
denizlerindeki değerlerine de sahip çıkarak turizme
kazandırdığını belirtildi.
GATAB tarafından dört yıldır desteklenmekte olan
ve bu yıl temmuz ayında başlayan “Antalya Kıyıları
Arkeolojik Sualtı Araştırmaları Projesi” kapsamında
Kemer Üç Adalar bölgesinin deniz altı arkeolojik
envanterinin çıkartıldığı ifade edilen açıklamada,
Kültür ve Turizm Bakanlığı izniyle Dr. Hakan Öniz
başkanlığında 60 gün boyunca 15 kişilik özel bir
ekiple gerçekleşen proje kapsamında Antalya
kıyılarında bulunan arkeolojik kalıntılar ve gemi
batıklarının bilimsel tespitlerinin
gerçekleştirildiği kaydedildi.
Su altı robotları, sonar teknolojileri,
manyetometre gibi ileri su altı tespit cihazlarının
kullanılmasıyla tespit edilen eserlerin üzerine su
altı arkeologlarının dalış yaptığı anlatılan
açıklamada, tek tek fotoğraflanan ve çizilen
eserlere birer kimlik numarası verildiği,
koordinatlarının haritalara işaretlendiği
belirtildi.
GATAB desteğiyle yürütülen çalışmalar sayesinde
Üç Adalar bölgesinin uzun mesafe deniz
yolculuklarında gemiler için bir sığınma noktası
olduğunun ortaya çıkartıldığına dikkat çekilen
açıklamada, şu ifadelere yer verildi:
“Buna göre yaklaşık 5 bin yıldır Mersin ve Doğu
Antalya kıyıları ile Doğu Akdeniz bölgesinden Orta
ve Batı Akdeniz’e giden gemiler tarafından
fırtınalardan kaçmak için bu adaların kullanıldığı
öğrenildi. Bulunan Tunç Çağı üç delikli taş
çapasının dışında, Roma ve Bizans döneminden kalma
çapalar ile yine bu dönemlerden kalma üç gemi batığı
da kayda alındı. Bu çalışmalar sırasında bölgenin
‘multibeam sonar’ cihazıyla deniz dibi üç boyutlu
haritası da çıkartıldı.”
GATAB Başkanı ve Tekirova Belediye Başkanı Yusuf
Üras’ın görüşlerine de yer verilen açıklamada,
şunlar kaydedildi:
“Proje Türkiye’de uygulanan tek sistematik su
arkeoloji projesidir. Proje sayesinde Kemer’in
denizinin zenginlikleri gün yüzüne çıkartıldı. Bu da
turizm için son derece önemli. GATAB’ın misyonunda
tanıtım var. Bizim görevimiz Kemer’in tarihi ve
doğal güzelliklerini turizmle buluşturmak. Bu
nedenle Türkiye’de bir ilki yaptık ve bu projeyi
başlattık. Kültürel değerlerimize yapılan bu
çalışmanın bir parçası olmaktan dolayı GATAB adına
çok gururluyuz.”
Selçuk Üniversitesi ile İtalya Napoli
Üniversitesi’nin bilimsel destekleriyle yapılan
çalışmalarda 10′u arkeolog 15 araştırmacı görev
aldı. Bodrum Müze Müdürlüğü’nden Emre Savaş’ın da
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nı temsilen katıldığı
çalışmaların 5 yıl daha devam etmesi öngörülüyor.
haberler.com, Haber: Hızır Hacısalihoğlu,
05.10.2012
|
 |
MAYA KRALİÇESİNİN MEZARI BULUNDU
Maya kenti El Peru-Waka’da yapılan kazılar sırasında, 7. yüzyılda antik Maya kentinin askeri valisi olan Leydi K’abel’e ait olduğu sanılan bir mezar odası buldu.
Washington Üniversitesi'nden antropolog David Freidel liderliğindeki Amerikalı ve Guatemalalı arkeologlar, başkent Guatemala'nın 600 kilometre kuzeyindeki antik Maya kenti El Peru-Waka'da yaptıkları kazılar sırasında, 7. yüzyılda antik Maya kentinin askeri valisi olan Leydi K'abel'e ait olduğu sanılan bir mezar odası buldu.
43 yıldır Guatemala, Meksika ve Belize'deki antik Maya kentlerinde kazılara katılan Freidel, kraliçenin mezarının antik kentteki bir tapınakta, yerin 11 metre altında bulunduğunu söyledi.
Mezarda seramik kaplar, yeşim taşından mücevherler, volkanik kayalardan yontulmuş bıçaklar, deniz kabukları ve Leydi K'abel'in yaşamını tasvir eden oymaların bulunduğunu belirten Freidel, mezar odasını şimdiye kadar Mayalar ile ilgili yapılan en önemli keşif olarak niteledi.
Akşam, 05.10.2012
|
ZEUGMA MOZAİK MÜZESİ
MÜKEMMEL!
Gaziantep Zeugma Mozaik
Müzesi, milyonlarca ziyaretçisi bulunan
popüler internet sitesi Tripadvisor'un
yaptığı ankette 2012'nin mükemmellik ödülüne layık
görüldü.
Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nden edindiği
bilgiye göre, daha önce de Ekonomist Dergisi
tarafından ''Türkiye'nin En Başarılı Turizm
Yatırımları'' araştırması ''Kültür
Turizm Girişimleri'' kategorisinde 2011 ve 2012
yıllarında üst üste iki kez birinci olan müzeyi,
2011 yılı sonuna kadar olan altı aylık dönemde 71
bin 454 kişi, son üç ayda ise 125 bin 422 kişi
ziyaret etti.
Müzede 2 bin 448
metrekare mozaik, 140 metrekare duvar resmi, 4 adet
Roma dönemi çeşmesi, 24 adet sütun, 4 adet
heykel ve 1 adet tunç Mars heykeli sergilenmekte.
Akşam, 05.10.2012
|
|
BİSKÜVİ KUTUSUNDAN TARİH
ÇIKTI

Sivas'ın Gürün
İlçesi'nde jandarma ekiplerince bir kamyonette
yapılan aramada, bisküvi kutusu içerisinde poşetlere
sarılmış 145 yıllık el yazması eser ele geçirildi.
Gürün İlçesi'nde
jandarma ekiplerince bir kamyonette yapılan aramada,
bisküvi kutusu içerisinde poşetlere sarılmış 145
yıllık el yazması eser ele geçirildi.
Bir ihbarı değerlendiren Gürün İlçe Jandarma
Komutanlığına bağlı ekipler,
Malatya -Kayseri
karayolu üzerinde durdurdukları 44 NS 043 plakalı
kamyonette arama yaptı. Ekipler, aramalar sonucunda
bisküvi kutusu içerisinde poşetlere sarılmış el
yazması eser buldu.
Yapılan incelemede, eserin 1867 yılında tamamlandığı
tespit edildi. Dışı deri ciltle kaplı olan eserin,
bir hayli yıprandığı, iç sayfalarından bazılarının
yırtıldığı görüldü. Eserin herhangi bir kütüphaneye
ait olduğunu belirten bir ize de rastlanmadığı
bildirildi. El konulan eserde, Hazreti Muhammed'in
hayatını anlatan yazılar bulunduğu belirtildi.
Araçtaki 3 kişi, ifadelerinin ardından savcılık
talimatıyla serbest bırakıldı. Bu kişilerden A.İ'nin
(56) ifadesinde, kitabın 96 yaşında vefat eden
kayınvalidesinden kaldığını söylediği öğrenildi.
Adli makamlara teslim edilen el yazması eserin,
ilgili kurumlarca inceleneceği bildirildi.
Radikal, 05.10.2012
|
TÜRKİYE'NİN İLK GAYRI
RESMİ MADALYASI

Antalya'da bir
antikacıda tesadüfen bulunan ve Türkiye
Cumhuriyeti'nin ilk gayriresmi madalyası olduğu
öğrenilen pirinç madalya, bir müzayede şirketi
tarafından satışa sunuldu.
Özel bir müzayedecilik
şirketinin genel koordinatörü Samet Tekin, yaptığı
açıklamada, 30 Eylül'de karma eserler müzayedesiyle
sezonun açıldığını ve müzayedeye sanatseverlerin
yoğun ilgi gösterdiklerini ifade etti.
Tekin, 7 Ekim'de
yapılacak para, madalya, jeton ve rozet
müzayedesinde ise 4 bin ürünün meraklılarıyla
buluşacağını belirterek, saat 15.00'te İstanbul'daki
Pera Mezat Müzayede Salonu'nda yapılacak müzayedede
satışa sunulan en ilginç ürünlerinden birinin
Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan hemen sonra
bastırılan pirinç bir madalya olduğunu ifade ederek,
bu madalyanın bugüne kadar görülen ilk örnek
olduğuna dikkati çekti.
40 milimetre çapında ve
14 gram ağırlığındaki pirinç madalyanın ön yüzünde
Osmanlıca ''Zafer 1923'' ibaresinin yer aldığını
belirten Tekin, arka tarafında ise Türkiye
Cumhuriyeti arması ile ''Misak-ı Milli'' yazısının
bulunduğunu kaydetti.
Akşam, 05.10.2012
|
BERGAMA KAZILARIYLA
İLGİLİ KONFERANS
Bergama Kültür ve Sanat
Vakfı tarafından organize edilen, Alman Arkeoloji
Enstitüsü Müdürü Kazı Başkanı Prof.Dr. Felix Pirson
ve Başkan Yardımcısı Dr. Güler Ateş’in konuşmacı
olarak katıldığı bir konferans gerçekleştirildi.
Bergama ve çevresinde yapılan kazılar ile ilgili bilgiler verildi. Bergama Kaymakamı Ahmet Ertan Yücel, Belediye Başkanı Mehmet Gönenç, Göçbeyli Belediye Başkanı Esat Karacan’ın, sivil toplum kuruluşları temsilcilerinin, Bergama Meslek Yüksek Okulu Eser Koruma Bölümü öğrencilerinin ve çok sayıda katılımcının yer aldığı konferansa ilgi yoğun oldu.
Kazı Başkanı Prof.Dr.
Felix Pirson, Pergamon ve Liman Kenti Elaia’nın
Hellenistik Dönem Hükümdarlık Merkezi’nin kent alanı
ve çevresinin araştırılması ile ilgili bir sunum
yaparak, Bergama ve çevresinde gerçekleştirilen
kazılar ile ilgili bilgiler verdi.
Prof.Dr. Pirson
konferansta, Bergama İlçesi'nde yürütülen kazılar
esnasında bulunan Roma ve eski Mısır kültürünü
yansıtan Mısır Tanrıçası Sekhmet’in heykelinin
gerçekleştirilen çalışmalar sonucunda yeniden ayağa
kaldırıldığını ifade etti.
Pirson, Kızıl Avlu’yu
çevreleyen ve yanındaki salonların tavanını taşıyan,
savaş ve salgın hastalık tanrıçası olarak
betimlendiği düşünülen heykelin ziyaretçiler
tarafından da büyük ilgi göreceğinin altını çizdi.
Yaklaşık 8 metre yüksekliğindeki yüz ve kolları
siyah-gri mermerden, kafası aslan, bedeni insan
şeklindeki heykelin rekonstrüksiyonla tamamen ayağa
kaldırıldığını belirten Pirson, heykelin gelecek
yaza kadar tamamlanacak çalışmalar sonrasında
sergileneceğini ve Kültür ve Turizm Bakanlığı
seviyesinde tanıtılacağını söyledi.
Başkan Gönenç,
konferansın oldukça faydalı olduğunu söyleyerek,
Bergamalılar’ın yürütülen arkeolojik kazı
çalışmaları hakkında bilgi sahibi olmasının önemli
olduğunu dile getirdi. Başkan, bu tür bilgilendirme
konferanslarının belirli aralıklarla düzenlenmesi
gerektiğinin altını çizdi.
haberler.com, 05.10.2012
|
ANTİK KENTTE KAZILAR
SONA ERDİ

Antalya, Kumluca'da
bulunan Rhodiapolis antik kentinde kazılar sona
erdi. Kazı Heyeti Başkanı Yrd. Doç.Dr. İsa Kızgut:
"Rhodiapolis antik kentinde yedi yıldır
sürdürdüğümüz kazıların bu yılki bölümü, kent içinde
bulunan korunma duvarı ve anı mezarında yürütüldü"
dedi.
Kazı çalışmalarına 2006
yılında başlanan Rhodiapolis antik kentinde, 2012
yılı kazı çalışmaları sona erdi. Antik kentte bu yıl
yürütülen kazılar, Bizans döneminde kentin içinde
oluşturulan korunma duvarların ortaya çıkartılması
ve Helenistlik dönemden kalma olduğu tahmin edilen
anı mezarın çevresinde yürütüldü.
Rhodiapolis Antik Kenti Kazı Heyeti Başkanı ve
Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü
Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. İsa Kızgut, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, Temmuz ayı başında başlayan
Rhodiapolis Antik Kenti kazılarının bu yılki
bölümünün Eylül ayı sonu itibarıyla sona erdiğini
söyledi.
Yedi yıldır kazı çalışmaları yürütülen antik kentte,
daha önce amfi
tiyatro, Likya
Bölgesi'nin ilk hastanesi ve kentin stoasının ortaya
çıkartıldığını ifade eden Kızgut, bu yılki kazılarda
ise antik kentte Bizans döneminde yapılan koruma
duvarlarının etrafının temizlendiğini ve molozlardan
arındırıldığını kaydetti.
Bu yılki kazılarda Bizans döneminde kentin içinde
bir iç kale gibi inşa edilen korunma duvarlarının
etrafının temizlemeyi amaçladıklarını anlatan
Kızgut, "Çünkü bu yerler kentin içinde bir moloz
yığını olarak görünüyordu. Ayrıca Helenistlik
dönemde MÖ 2. yüzyıldan kalma bir anı mezar
yapımızın da iki cephesini tamamen ortaya çıkarttık"
dedi.
Kızgut, gelecek yıl yapılacak kazılarda anı mezarın
tamamının ortaya çıkartılmasına çalışacaklarını
belirterek, kazılarda korunma duvarının da tamamen
açılmasını sağlayarak, Rhodiapolis antik kentini
tertemiz hale getireceklerini vurguladı.
Cnn Türk, 04.10.2012
|