Haberler logo Şubat '12 Arşivi


26 Şubat - 3 Mart 2012



Bruce Howe (1912-2012)











Berry Hill'de güneş batıyor...
BRUCE HOCA'YI KAYBETTİK…

20 Kasım 1912'de Washington DC'de doğan sevgili meslektaşımız Bruce Hoca (Bruce Howe), 29 Şubat 2012 Çarşamba günü, 99 yaşında, Amerika Birleşik Devletleri'nin Rhode Island eyaletinde (Bienheim-Newport) yaşama gözlerini yumdu.

Amerikalı besteci Mary Howe ve ünlü NewYork'lu uluslararası avukat Walter Bruce Howe'un oğlu olan Bruce Hoca, Yale Üniversitesi'ni bitirdikten sonra antropoloji doktorasını Harvard Üniversitesi'nde yaptı. 2. Dünya Savaşı sırasında 4 yıl boyunca Amerikan ordusunda görevli olan Bruce Hoca, daha sonra Harvard Üniversitesi, Amerikan Prehistorik Araştırmalar Okulu'nda çalışmalarını sürdürdü.

1947-75 yılları arasında prehistorik arkeoloji alanında, Amerikan Prehistorik Araştırmalar Okulu, Peabody Arkeoloji ve Etnoloji Müzesi (Harvard Üniversitesi) ile Howard Üniversitesi adına çeşitli kazılar ve araştarımalar yürüttü. Ardından Chicago Üniversitesi Oriental Institute çatısı altında, Irak Kürdistanı ve Türkiye'de çalıştı. Araştırmaları Peabody Museum ve Oriental Institute tarafından yayınlandı. Uzun yıllar İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Prehistorya Anabilim Dalı'nı araştırma ve kazı projelerinde yer aldı. 1963 yılında, İstanbul Üniversitesi Prehistorya Anabilim Dalı'ndan Prof. H. Çambel, Chicago Üniversitesi'nden Prof. R. Braidwood başkanlığında oluşturulan Güneydoğu Anadolu Tarihöncesi Araştırmaları Karma Projesi kapsamında Şanlıurfa ili sınırları içinde 22 buluntu yeri tespit edilmişti. Bunlardan Biris Mezarlığı ve Bozova Söğüt Tarlası yerleşmelerindeki araştırma ve kazı çalışmalarını Bruce Hoca yürüttü.

Bozova ilçe merkezinin yaklaşık 2 km güneybatısında yer alan Söğüt Tarlası mevkiindeki höyükte, Paleolitik Çağ malzemesi arama amacıyla, 1964 ilkbaharında arkeolojik kazılar yapıldı. Höyüğün ortasına yakın en yüksek yerinde, 20 gün kadar süren kazılarda, değişik derinliklerde, bazı taş kümelerine rastlanılmakla birlikte, yapı kalıntıları görülmedi. Ama 1.5 metre derinlikte rastlanan çanak-çömlek öncesi bazı minik aletleri de kapsayan, çakmaktaşı buluntular ele geçti.

Bozova ilçesinin Göller mevkiindeki Biris Mezarlığı'nda başlatılan ve 15 gün süren kazılarda ise tarihöncesi buluntuların tepeye yapılan yeni mezarlık yüzünden karmakarışık bir hale geldiği görüldü. Bruce Hoca, Biris'teki çakmaktaşı buluntuları, çok iyi bir cins çakmaktaşından yapılma, bol sayıda kalem ve kazıyıcı ile bazı minik taş aletleri kapsayan dilgi işçiliği olarak tanımlamıştır. Bu malzemenin Paleolitik Çağ sonlarına ait bir buluntu grubu olabileceği tahmin edilmiştir.

1960-1981 yılları arasında Newport Sanat Birliği Başkanlığı'nı yürüten Bruce Hoca, birçok genç ressama destek verdi ve yıllardır koleksiyonunu yaptığı sayısız resmi Rhode Island Müzesi'ne bağışladı. 1966 yılında Redwood Kütüphanesi Yönetim Kurulu'nda görev aldı ve yıllarca kütüphanenin sanat komitesinde çalıştı.

Sürekli ikametgahı olan, Berry Hill'deki aile yadigarı 90 dönümlük arazisindeki tarihi kalıntıları ve doğal hayatı korumuş ve yeğenlerine bırakmıştır.

Cenazesi 5 Mart 2012 Pazartesi günü, yerel saatle 11:00'de, St. Columba Berkeley Memorial Kilisesi'nden kaldırılacaktır.

Tüm ailesine, meslektaşlarına, dostlarına başsağlığı diliyoruz.

Güle güle sevgili Bruce Hoca...

TAYHaber, 1.3.2012

İSTANBUL'UN İLK CAMİSİ RESTORE EDİLİYOR

 

 

İstanbul'un fethi öncesi Fatih Sultan Mehmet'in emriyle yaptırılan ilk Türk camisi restore ediliyor. Kazlıçeşme meydanındaki cami yıllarca deri fabrikaları arasında kalmış. Kaçak kat çıkılmış, çokça eklemeler yapılmış. Fabrikalar yıkılınca ortaya çıkan cami şimdi Zeytinburnu Belediyesi tarafından orjinaline sadık kalınarak restore ediliyor.

 

Birkaç ay öncesine kadar Kazlıçeşme'de metruk bir halde duran İstanbul'un fetihten önce kurulan ilk Türk camisi Fatih Sultan Mehmet Camii restore ediliyor. Fetih törenlerinin yapıldığı Zeytinburnu 10. Yıl Caddesi'nin birkaç metre ötesindeki cami, Fatih Sultan Mehmet'in ordusunun konuşlandığı Kazlıçeşme çayırı üzerine kurulmuş. Geniş araziye adını veren çeşme savaş sırasında susuz kalan orduya su sağlayan kaynağın üzerine yapılmış. Kazların uğrak yeri olması sebebiyle çeşme, üzerine işlenen kaz figüründen dolayı bu adı almış. Cami ise 1453 yılında Osmanlı ordusu İstanbul'un surlarını dört bir taraftan kuşatmışken, Fatih Sultan Mehmet'in emriyle yapılmış. Fetihten önce yapılan ilk Türk camisi olarak nam salan Fatih Sultan Mehmet Camii, plansız şehirleşmenin kurbanı olmuş, deri fabrikalarının arasında kalmış.

 

Zeytinburnu Belediyesi, fabrikalar kaldırıldıktan sonra ortaya çıkan camiyi restore ettirmek için uzun ve meşakkatli bir izin süreci geçirmiş. Çok kez tamir edilen, eklemeler yapılan caminin en eski yapısı minaresi. Alışılanın aksine minare yapının sağında değil solunda. Minarenin temelinde kullanılan taşlar da 1450'li yıllardan kalma. Zeytinburnu Belediye Başkanı Murat Aydın, rivayetlerde İstanbul'un ilk Türk camisi olarak geçen bu küçük camiyi restore ettiriyor olmanın mutluluğunu yaşadıklarını söylüyor.

 

Kazlıçeşme'de daha sonraki yıllarda yaptırılan Merzifonlu Karamustafapaşa Camii de restore ediliyor. Aslında Zeytinburnu Belediyesi, sınırları içindeki tarihî yapıları restore etme seferberliği başlatmış. Merkez Efendi Külliyesi de restore ediliyor.

 

Zeytinburnu, Hatay gibi. Bütün dinler için önemli yapılar var burada. Sadece Kazlıçeşme çayırında iki küçük cami, bir küçük kilise var. Busarı eskiden Papaz Çayırı olarak bilinirmiş. Çünkü Kudüs'ten gelen papazların burada konakladığı biliniyor. Meydanın karşısında Erikli Baba Cemevi, az ötesinde Derya Ali Baba Türbesi, 7 Şehitler ve Balıklı Rum Hastanesi ve Ermeni Kilisesi var. Daha içeride ise Merkez Efendi Külliyesi, Mevlevihanesi ve hamamı var. Hamam, İstanbul'un ilk hamamlarından. Şu sıralar orijinaline sadık kalınarak restore ediliyor. İstanbul'a gelip de dinler tarihine ve kültürlere seyahat etmek isteyenlerin mutlaka Zeytinburnu'na ve Kazlıçeşme'ye uğraması gerekir. Hem bu tarihî yapıları hem de yanı başlarında yükselen İstanbul'un silüetini bozan gökdelenleri görüp düşünmek için.

Zaman Cuma (Kısaltarak), Haber: Gülizar Baki, 02.03.2012

VATİKAN GİZLİ BELGELERİ SERGİLEMEYE BAŞLADI

 


Vatikan belgeleri arasında 2'nci Viyana Kuşatması'na ilişken bir belge ve harita da bulunuyor

 

Yüzyıllardan bu yana merak uyandıran Vatikan’ın gizli arşivlerindeki 12 yüzyıla yayılan tarihi kapsayan 100 orijinal belge, ilk kez sergilenmeye başlandı. Sergide, Türk tarihini yakından ilgilendiren bazı belgeler de yer aldı.

Papa V. Paolo’nun 1612 yılında resmen kurduğu Vatikan Gizli Arşivleri, yıllarca ilgi odağı oldu. Arşivlerin kapısı ilk kez, "Belgeleri bilim insanlarına ve kamuoyuna açmaktan korkmuyoruz" diyen Papa XII. Leo’nun kararıyla, 1881 yılında bilim adamlarına aralandı. Şimdi ise kuruluşunun 400’üncü yılında halka açıldı.
Latince adı, ’Lux in Arcana’ olan ’Gizemler Üzerindeki Işık: Vatikan Gizli Arşivi Ortaya Çıkıyor’ sergisi, Roma’daki Museo Capitolini’de açıldı ve 9 Eylül’e kadar gezilebilecek. Sergi, 8 ile 20’nci yüzyıllar arasındaki süreyi kapsayan, tarihe ışık tutan 100 orijinal belgeyi gözler önüne seriyor.

TÜRK TEHDİDİNE KARŞI PAPA’DAN YARDIM
Vatikan, Türk tarihini yakından ilgilendiren bazı belgelere de sergide yer verdi. Serginin en çarpıcı ve ihtişamlı belgeleri arasında, Rus Çarı I. Aleksey Romanov’un, Papa X. Clement’e yazdığı mektup da yer alıyor. Çar mektubunda, Türk tehdidine karşı Avrupa kralları arasında birlik kurulması konusunda Papa’dan ruhani ağırlığını koymasını istiyor. Mektup, kraliyet mührü ve devasa boyutuyla serginin en ilgi çeken parçalarından biri oldu.

TÜRKLER’E KARŞI KUTSAL İTTİFAK ANLAŞMASI
Ayrıca Osmanlı Devleti ile Haçlı donanması arasında 7 Ekim 1571 tarihinde gerçekleşen İnebahtı Deniz Savaşı’na ilişkin önemli bir evrak da sergiye kondu. Evrak, Papa Pio V, İspanya Kralı 2. Felippe ile Venedik dukasının Osmanlılara karşı birleşerek, bunu 15 Mayıs 1571 ’de resmiyete kavuşturdukları ve Kutsal İttifak adı verilen anlaşmayı içeriyor.El yazması, defter şeklindeki anlaşmada savaşın detayları da anlatılıyor.

VİYANA GALİBİYETİNİ PAPA’YA MÜJDELİYOR
Türk tarihini ilgilendiren bir diğer belge ise 2’nci Viyana Kuşatması ile ilgili. Yaklaşık 2 ay kuşatma altında kalan Viyana’yı Osmanlılar’dan kurtaran Lehistan Kralı III. Jan Sobieski, Papa XI. Innocent’e yazdığı mektupla, galibiyetini ve şehrin kurtuluşunu müjdeliyor.
Belgeye ilişkin yazılan digital bilgi ekranında savaşın sonucuna ilişkin ise, "IV Mehmet emrindeki Kara Mustafa Paşa Belgrad’a geri döndü. Batı Avrupa 1918 yılına kadar stabil kaldı" notu düşüldüğü görüldü.

GALILEO DAVASI BELGELERİ
Dikkat çeken belgeler arasında, dünyanın yuvarlak olduğunu kanıtladığı için Engizisyon’un ömür boyu ev hapsine mahkum ettiği Galileo Galilei’nin yargılandığı davanın tutanakları oldu. Galileo’nun, yargılanma sonrasında iddialarını geri aldığı bir evrak da yer alıyor. İtalyan fizikçi, matematikçi, gökbilimci ve filozof Galileo, Katolik Kilisesi tarafından 2 kez yargılanmıştı. Vatikan ise geçtiğimiz yıllarda Galilei’den resmen ’özür’ dilemişti.

Sergide yer alan en eski belgeler arasında, VII. Yüzyıldan XI. Yüzyıla Gregorius’un papaların İmparator dahil tüm diğer yetkilerin üstünde olduğunu söylediği "Dictatus papae"si ve Ebû Hafs Ömer el-Murtaza’nın Papa’ya yazdığı mektup da bulunuyor.

HIRİSTİYAN OLAN ÇİN İMPARATORİÇESİ
1650 yılında ipek üzerine, o dönemki Papa’ya hitaben yazılan ve Hıristiyan olarak Helena adını alan Çin İmparatoriçesi Wang’ın mektubu, 2. Dünya Savaşı sırasında Yahudi soykırımına karşı sessiz kalmasından dolayı eleştirilen Papa 12. Pius’a ait evrakların yanı sıra İngiltere Kraliçesi 1. Elizabeth tarafından öldürülen İskoçlar’ın Katolik Kraliçesi Mary’den Papa’ya yazılan bir mektup ile İngiliz Parlamentosu’nun Kral 8. Henry ile Aragon Kraliçesi Catherine arasındaki evliliği onaylamamasına yönelik istek de sergilenenler arasında.

60 KİLOLUK KİTAP
Öte yandan, İtalya tarihinde önemli bir yer edinmiş olan Borghese Ailesi’ne ait 60 kilogram ağırlığındaki bir kitap, Fransız Tapınakçılar davasına ilişkin 60 metrelik parşömen, 2. Federick’in mührü, 8. Henry’nin evliliğiyle ilgili İngiliz Parlamentosu üyelerinin Papa VII Clement’e yazdığı mektup, Martin Luther’in aforoz edilmesi, Avusturya-Macaristan’ın tartışmalı Kraliçesi Sissi’nin el yazması belgeleri, Moğolca yazılmış en eski kağıt belge, Fransa Kraliçesi Maria Antoniette’nin kısa bir mektubu, Cristof Colomb’un yeni dünyayı keşfi ve 30 Yıl Savaşları’nın bitimini anlatan belgeler de sergileniyor.

DİRİ DİRİ YAKILAN FİLOZOF
Katolik Kilisesi tarihine kara bir leke olarak geçen Giordano Bruno davasının belgeleri de açığa kavuştu. Belge, Engizisyon mahkemesinde yargılanıp, sapkın ilan dilen ve Roma ’da diri diri yakılarak idam edilen, İtalyan filozof, rahip, gökbilimci ve okültist Giordano Bruno’nun nasıl yargılandığını anlatıyor. Bruno’nun heykeli, şu anda Roma’nın en gözde meydanlarından Campo dei Fiori’de bulunuyor.

Öte yandan az da olsa 2’nci Dünya Savaşı’ndan izler de sergide yer aldı. 1943 yılında Vatikan ve San Lorenzo’nun bombalanmasıyla ilgili belgeler ve Aziz Petrus Bazilikası yakınlarında bulunan bomba parçalarından örnekler de koyuldu.

85 KiLOMETRELİK ARŞİV
Vatikan’ın gizli arşivleri, özel havalandırma şartları bulunan bir bölmede saklanıyor. Arşivin bulunduğu rafların toplam uzunluğu 85 kilometreyi buluyor. Arşivler, özel izin çerçevesinde, inceleme yapmak isteyen akademisyen ve araştırmacılara ücretsiz açılıyor. Milyonlarca mektup, yazışma, el yazması kitap, parşömen, harita v.s. şimdi dijital laboratuarlarda bilgisayar ortamına aktarıyorlar.

Serginin, Museo Capitolini’deki basın tanıtımında konuşan Vatikan Gizli Arşivleri Başkanı Segio Pagano, hangi kriterlere dayanarak belgeleri seçtiklerini, "Öncelikle bütün belgeler titizlikle seçildi. Arşivlerde ne olduğunu halka göstermek için belgelerin tipolojilerine önem verdik. Kızılderililerin, Papa XVI. Leone’ye gönderdiği ağaç kabuğuna yazılmış mektuptan, çok eski parşömenlere, altın mühürlere, anlaşmalardan değerli eşya kutularına kadar her şey. Amacımız, uzun bir tarih boyunca var olan Kilise’nin yaşamını ve evrenselliğini dünyaya göstermek" diye anlattı. Sergio Pagano, daha önce yaptığı açıklamalarda, sözde Ermeni soykırımıyla ilgili arşivlerde çarpıcı belgeler olduğunu, gördükleri karşısında insanlığından utandığını söylemişti.

Radikal, Haber: Esma Çakır, 01.03.2012

TİTİAN'IN ESERLERİ İNGİLİZLERE EMANET

 

İngiltere'de Ulusal Galeri ile İskoçya Ulusal Galerileri, Rönesans dönemine ait bir başyapıtı satın almak için 72 milyon dolar (yaklaşık 125 milyon TL) topladı.

 

Sutherland Dükü, 2008'de galerilere İtalyan ressam Titian'ın 'Diana ve Callisto' adlı tablosunu satmak için teklifte bulunmuştu. Ulusal Galeri tabloyu satın almak için kampanya düzenledi ve parayı topladı. 'Diana ve Callisto' tablosu, galerilerin 2009'da aldığı yine Titian'a ait 'Diana ve Actaeon' tablosuyla birlikte sergilenecek. Tablolar, Titian'ın 16. yüzyılda İspanya Kralı II. Philip için yaptığı 6 büyük eserden ikisi.

Akşam, 01.03.2012

'YEDİ UYURLAR' ALTINLA HAYAT BULDU

 

 

Kahramanmaraş’ın Afşin İlçesi’nde, Kuran’da “Eshab-ı Kehf” olarak geçen “Yedi Uyurlar efsanesi” kahramanlarının isimleri, 2 yıl için de 57 bebeğe verildi. Eshab-ı Kehf Mağarası’nın Afşin’de olduğunu belirten ilçe belediye meclisinin çocuklarına Yedi Uyurlar’ın isimlerini koyanlara, altın hediye edileceği konusunda karar alması, vatandaşların ilgisini çekti ve 2 yıl için de toplam 57 bebeğe sözkonusu isimler verildi.

Eshab-ı Kehf efsanesi nedir?
Eshab-ı Kehf Kültür ve Koruma Derneği’nin internet sitesindeki bilgiye göre; Efsus ya da Yarpuz denilen bir şehirde Dakyanus (Dakyus) adındaki zalim hükümdar, halkı kendisine ve putlarına tapmaya zorlar. Allah’ın varlığına ve birliğine inanan birkaç genç ise Dakyanus’tan kaçar. Gençler, yolda kendileri gibi inançlı bir çobana rastlar. Çobanın bildiği ve yanında su olan bir mağaraya sığınan 7 kişi, burada 309 yıl süren derin bir uykuya dalar. Mağarada “Kıtmir” adlı köpekleriyle uykuya dalan Yedi Uyurlar’ın isimleri şöyle: Yemliha, Mekselina, Mislina, Mernuş, Debernuş, Şazenuş ve Kefeştatayyuş.

Habertürk, 01.03.2012

MÜZE HIRSIZLARI YAKALANDI

 

Mardin Müzesi'nden altın kemer ve sikke çaldıkları tespit edilen 3 kişi yakalandı.

 

Yaklaşık 20 gün önce Mardin Müzesinde altınların sergilendiği vitrinden iki altın kemer ve bir altın sikke çalındı. Güvenlik güçlerinin takibi sonucu Mardin ve İzmir'de farklı adrese operasyon düzenlendi. Operasyonlarda, 3 kişi yakalandı. Adli mercilere sevk edilen zanlılar, tutuklanarak cezaevine gönderildi.

Mardin Kent Haber, 29.02.2012

CENDERE KÖPRÜSÜ'NDEKİ MOLOZLAR TEMİZLENDİ

 

 

Kahta İlçesi'ndeki Tarihi Cendere Köprüsü'nün bitişiğinde bulunan molozlar AKP Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner'in girişimleri sonucunda kaldırıldı.

 
Cendere Köprüsünün bitişiğinde daha önce yıkılan yapıların molozlarının kaldırılmadığını Basından öğrenen Milletvekili Metiner, Şanlıurfa Çevre Orman Bölge Müdürlüğünü arayarak Müdür Yardımcısı Ziya Polat ile görüşüp Tarihi yapının bitişiğindeki molozların kaldırılmasını istedi. Metiner'in girişiminden sonra Kahta'ya gönderilen iş makinaları ile aynı gün içerisinde Cendere Köprüsündeki molozları kaldırıldı.

Konu ile ilgili bir açıklama yapan AKPli Metiner, " Kahta İlçemiz dünyada eşi benzeri bulunmayan tarihi değerlere sahiptir. Bu tarihi eserlere sahip çıkmak hepimizin görevidir. 2 bin yıllık tarihe sahip tarih hazinesi bir köprünün yakınında çirkin görünümlü molozların bulunması çok büyük bir ayıptır. Konuyu Basından öğrendim. İlgili Bölge Müdürlüğü yetkilileri ile görüşüp molozların hemen kaldırılmasını sağladık. 

Adıyaman Milletvekilleri olarak Tarihi eserlerimize sahip çıkıyoruz. Karakuş Tümülüsü, Cendere Köprüsü, Eskikahta Kalesi, Arsemia Kalesi, Nemrut Dağı ile ilçedeki tescil edilmemiş bütün tarihi değerlerimize sahip çıkacağız. Özellikle Kahta'da henüz tescil edilmemiş bir çok tarihi yerin turizme kazandırılmasına çalışacağız.

Kahta'da turizmi  canlandırmak için başlattığımız turizm seferberliği devam ediyor. Bu amaçla Nemrut Dağı'na 800 metre mesafede 2 Bin metrekare kapalı alana sahip bir Hizmet Evinin inşaatını geçen yıl başlattık. İnşaatın büyük bir kısmı  geçen yıl tamamlandı. Hizmet Evi bitince Nemrut Dağı'na gelecek olan yerli ve yabancı turistler için büyük bir rahatlık sağlanmış olacaktır. Hizmet Evi 500 kişiye hizmet verecek kapasiteye sahip olacaktır. Burada sergi salonu, Kommagene medeniyetinin arşivi, konferans salonu, dinlenme mekanı ve büyük bir otopark yer alacaktır. 

Bunun yanında Eski Kahta Kalesi'nin korunması amacı ile onarım çalışmaları geçen yıl başlatıldı. Hava muhalefeti nedeniyle çalışmalar durduruldu. Havaların düzelmesinden sonra çalışmalar devam edecek. Standartların altında hizmet veren Adıyaman Havalanının genişletme ve düzenleme çalışmaları da devam ediyor. Teknik binalar tamamlanıp hizmete girdi. Havaalanı pisti genişletildi. Daha önce tek uçak için yapılan park alanı genişletilerek 5 uçağın park edebileceği bir park alanı yapıldı. Gişelerin binan inşaatı yapımı da devam ediyor."diye açıkladı.

Adıyaman Haber, 29.02.2012

TARİHİ ESERLER ÇALINDI

 

Tarihi eser kaçakçılığından hükümlü Ayşegül Tecimer’in milyonlarca liralık tarihi eseri Perpa’daki bir depoda sakladığı ve eserlerden bazılarının çalındığı ortaya çıktı

Tarihi eser kaçakçığından hüküm giyen Ayşegül Tecimer’in, yurt dışına kaçmadan önce birçok tarihi eseri Perpa’da bulunan bir depoya sakladığı ancak deponun geçtiğimiz aylarda hırsızlar tarafından soyulduğu ortaya çıktı. İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’nca hazırlanan iddianameye göre, Ayşegül Tecimer’in Perpa Ticaret Merkezi’ndeki deposunda sakladığı tarihi eserler, bir süre önce çalındı. Tecimer’in değeri milyonlarla ölçülen tarihi eserleri arasında çalınan Osmanlı dönemi siyah üzerine yaldızlı hat eseri, Muharrem Sedat Sevinç ve Mustafa Mutlu adlı kişiler tarafından Teşvikiye’deki Asar’ı Antika adlı galeriye götürüldü. Galeri sahibi Ragıp Can Önen ile eseri getiren kişiler, eserin sıtışı sonrası yapılacak pay konusunda da anlaştı.

İddiaya göre eserin satışa çıktığını öğrenen Oğuz Yüksel’in başında olduğu bir başka grup, eseri ele geçirmek için plan yaptı. 17 Şubat’ta galeriye giden iki kişi, kendilerini Tecimer’in çalınan eserlerini bulumakla görevlendirildiğini söyleyip eseri istedi. Bunu reddeden galeri sahibi Önen’in polise haber vermesi üzerine Yüksel’in adamları yakalandı.

Doğan Söyler ve Timur Demir adlı şüpheliler savunmalarında Tecimer’in adamı olduklarını, Tecimer’in avukatı Fuat Topdemir’i de tanıdıklarını öne sürdüler. Ancak avukat bunu yalanladı. Topdemir’in müvekkili Ayşegül Tecimer ile yaptığı telefon görüşmesine göre Tecimer’in de şüphelileri tanımadığı da tespit edildi. İddianamede tutuklanan şüpheliler Oğuz Yüksel, Doğan Söyler ve Timur Demir’in “dolandırıcılığa teşebbüs ” suçundan 9 aydan 4 yıla kadar hapisleri istendi. Şüpheliler, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi’de yargılanacak.

Ayşegül Tecimer, 1994’te Çengelköy’deki yalısında Amasya Kütüphanesi nden çalınan paha biçilmez bir Kuran ile 335 parça tarihi eser çıkınca gözaltına alındı. Tutuksuz yargılanan Tecimer 13 Nisan 1997’de 4.5 yıla mahkum olduğu gün Miami’ye kaçtı. Hakkında kırmızı bülten çıkarıldı. 2001 de Fas’ta Türk polisinin de katıldığı Mumya Operasyonu’yla yakalandı. Faslılar, Türkiye’nin iade dosyasını yetersiz bulunca serbest bıraktı. 10 yıl yurt dışında kaçak hayatı yaşadıktan sonra cezasının zaman aşımından düşmesi üzerine Türkiye’ye döndü. Tecimer’in yurt dışında yaşadığı da iddialar arasında.

Vatan, Haber: Elif Altın, 29.02.2012

HZ. İSA'NIN KAYIP MEZARI BULUNDU MU?

 

 

Bilim insanları, Kudüs'te MS 1'inci yüzyılda inşa edilen bir mezar odasında Hristiyanlığa ait figürler içeren resim ve yazılar buldu.

 

Mezar odasındaki “kemik kutuları” üzerine işlenen tasvirlerin, Kudüs’te Hristiyanlığa ait en eski izler olduğu belirtildi. Arkeologlar, mezar odasını uzaktan kumandayla kontrol edilen robot kamerayla inceledi. Kireç taşından yapılma kutulardan bir tanesinin üzerinde, Yunanca “Tanrı’ya birisini kaldırması için çağrıda bulunan” bir yazı olduğu belirtildi. Bir diğer kutuda ise ağzında Yunus peygamberi tuttuğu düşünülen bir balık resmi görüldü. Balığa ve “Yunus’un işareti”ne yönelik göndermelerin, Kudüs’teki Yahudiler tarafından olmasa da, ilk Hristiyanlar tarafından yapıldığı biliniyor.

Kudüs’te beş yıl önce başka bir mezar odasında yapılan araştırmalarda, kemiklerin konması için hazırlanan kutuların üzerinde Hz. İsa ve aile üyelerinin isimlerinin yazılı olduğu öne sürülmüştü. Arkeologlar, en son yapılan keşifle bu iddialarını güçlendirdiklerine inanıyor. Bilim insanlarını, araştırmalarını, “The Jesus Book” adlı kitapta yayımlayacak.

Kudüs’ün eski Talpiot mahallesinde 1980’li yıllarda keşfedilen mezar odalarının birinde, üzerinde “İsa’nın oğlu Yehuda” yazan bir kutu bulunmuştu. Arkeologlar, ilk olarak Mart 2007’de, Kudüs’te keşfedilen ve ölülere ait kemiklerin saklandığı kutuları içeren 10 mezarlıktan birinde Hz. İsa ve ailesinin de kemiklerinin yer aldığını öne sürmüştü. O yıl Discovery Channel’da yayımlanan ve Oscar ödüllü yönetmen James Cameron’un yapımcıları arasında bulunduğu “İsa’nın Kayıp Mezarı” adlı belgesel yayınlanmıştı.

Kuzey Carolina Üniversitesi’nden James Tabor, “Yapılan son keşifle İsa’nın Mezarı hakkındaki tartışmalar yeniden başladı” dedi. DePaul Üniversitesi’nde Hritiyanlık tarihi uzmanı olan Dominic Crossan ise Hz. İsa’nın mezarı tartışmasının, yapılan keşiflerin üzerini örtmesinin “utanç verici olacağını” belirtti.

Tabor ve belgesel yapımcısı Simcha Jacobovici, incelenecek mezar odasını belirlemek için Hz. İsa ve ailesine ait isimleri taşıdığı öne sürülen kutuların bulunduğu mezarlık bölgesine gitti. Tabor ve meslektaşları, özellikle üzerinde “İsa’nın oğlu Yehuda” yazısı olan kutuya dikkat çekerek, “Ortaya atılan iddialar, İsa’nın çarmıha gerildikten sonra kanlı bir şekilde dirildiği ve evlenip çocuk sahibi olduğu inanışlarıyla çelişiyor... İlk Hristiyanlar İsa’nın fiziken dirildiğine değil ancak ruhen yeniden doğduğuna ve arkasında eski giysileri ve bedenini bıraktığına inanmış olabilir” açıklamasında bulundu.

“İsa’nın Kayıp Mezarı” belgeseli ve “İsa Ailesinin Mezarı” kitabı, büyük protestolara neden olmuş ve Tabor ve Jacobovici, kanıtlanması mümkün olmayan iddialar öne sürdükleri gerekçesiyle eleştirilmişti. Protestolara rağmen, arkeologlar araştırmalarına “Avlu Mezarlığı” adı verilen bir başka mezarda devam etti. Mezar adını, bir avlunun tam altında bulunması sebebiyle aldı.

İsrailli yetkililer ve Ortodoks Yahudiler, en son 1981’de açılan mezarlığın incelenmesine karşı çıktı. Çözüm, havalandırma ve sondaj deliklerinden içeri sokulacak ve en fazla 4,5 metre derine inecek robotik bir kamerayla geldi. Haziran 2010’da başlayan çalışmada, üzerine isim yazılı olan birçok kemik kutusu bulundu.

Kameranın çektiği görüntüleri inceleyen uzmanlar, Yunus ve balık resmini doğruladı. Dev bir balık tarafından yutulduğuna ve üç gün sonra canlı olarak kurtulduğuna inanılan Yunus’un hayata geri dönüşü, İsa’nın da üç gün sonra dirilmesiyle bağdaştığı için Hristiyan dünyasında büyük öneme sahip.

Balık resminin Yahudilere ait kemik kutularında kullanılmayan bir tasvir olduğunun bilinmesi, Tabor ve ekibinin Kudüs’te Hıristanlığa ait en eski izlere ulaştığı düşüncesini güçlendirdi. Balık resimli kutunun yanında duran ve üzerinde Yunanca, Tanrı’nın birini kaldırması için çağrıda bulunan dört satırlık yazı bulunan kutu, araştırmacıları daha da heyecanlandırdı. Uzmanlar, yazının “dirilmeyi çağrıştırdığını ve Yahova’nın dirimesi veya kutsal mekana yükselmesini belirttiğini” öne sürdü.

Tabor ve meslektaşları, üzerinde balık ve yazı bulunan kutuları içeren mezarın İsa’nın önde gelen destekçileri tarafından hazırlandığını düşünüyor. İsmi en öne çıkan kişi ise İsa’nın cenazesini düzenlediğine inanılan Aramatyalı Yusuf. Ayrıca, balık ile Yunanca yazının bulunduğu Avlu Mezarlığı ile Yehuda’nın adının geçtiği mezar (İsa ailesinin mezarı deniyor) arasında sadece 60 metre mesafe bulunuyor.

Tabor ve Jacobovici ortak açıklamalarında, “İsa’nın destekçilerinin, onun dirilişi ve ailesi hakkında bilinenler için ne düşündüklerini ortaya koyabilecek sonut delillere ilk kez ulaşmış oluyoruz” ifadesini kullandı.

DePaul Üniversitesi akademisyeni Crossan ise bu açıklamayı reddederek, “Avlu Mezarlığı ile Aramatyalı Yusuf’u ilişkili kılan hiçbir delil yok” dedi. Crossan, “Söyleyebileceğimiz tek şey, bu bölgenin mezarlarla dolu olduğu” yorumunu yaptı.

Asbury Theological Seminary İncil okulundan Ben Witherington, Crossan’ın görüşünü destekledi. Witherington, Tabor’un eski ve yeni teorilerinin, “sadece birbirlerinin üzerine yığılmış spekülasyonlar olduğunu” ifade etti.

Yine araştırmayı başarılı bulan ve balık sembolünden etkilendiğini belirten Witherington, “Balık sembolünün bulunduğu ve ikinci yüzyıla ait olduğu bilinen Hristiyanlara ait kemik kutuları var... Balık, ilk Hristiyanlara ait I-Ch-Th-Y-S (Hz. İsa, Tanrı’nın oğlu, Kurtarıcı) sembolü. Elimizde olmayan delil, bu sembolün Yahudi kemik kutularında bulunduğu” dedi. Witherington aynı zamanda Yunanca yazının “dirilişle ilgili olduğunu” söyledi.

Kudüs’teki mezar odalarında bulunan kemik kutularının, MS 70 yılında Roma askerlerinin yıkımından korunmaları için toprağın altına konduğu düşünülüyor. Bu düşünce doğruya, Avlu Mezarlığı’nda bulunan kemikler İsa’yla aynı dönemde yaşamış destekçilerine ait olabilir.

Crossan, araştırmada öne sürülen iddialara rağmen, MS 1’inci yüzyılda Kudüs’te dirilişe inanan tek topluluğun Hristiyanlar olmadığına dikkat çekti. Ferisiler ve Essenilerin de ölümden sonra dirilişe inandığını belirten Crossan, “Belki de ilk Hristiyanlar Yehuda’nın balığın ağzından çıktığı inanışını Yahudi geleneklerinden aldı” dedi.

Radikal, 29.02.2012

RÖNTGEN ÇEKİLDİ MÜZELERDE 'YEŞİL ENERJİ'YE GEÇİLECEK

 

 

Büyük müze ve ören yerlerinde çok fazla enerji tüketimi olduğunu tespit eden Kültür ve Turizm Bakanlığı, kendi bakanlık binaları da dahil olmak üzere “yeşil enerjiye” geçmek için çalışma başlattı.

 

İstanbul’daki büyük müzelerin çok fazla enerji gideri olduğunu belirleyen Bakanlık, bilimsel tedbirler almak amacıyla özel bir enerji firması ile anlaştı. Firma, Topkapı Sarayı, Ayasofya ve Türk İslam Eserleri müzelerinde enerji etüdü yaparak, elektrik sarfiyatı ve iklimlendirmeyi analiz etti.


Termal kameralarla binaların röntgen filmleri çekilerek, nerelerden ısı, nerelerde elektrik hattının kayba uğradığı rapor edildi. Raporlar sonucunda, “Kompanzasyon (voltaj ve akım sinyali arasındaki faz kaymasını sabit tutma işlemi) sistemlerinde sıkıntılar” tespit edildiğini belirten Kültür ve Turizm Bakanlığı Döner Sermaye İşletmesi ve Merkez Müdürü (DÖSİM) Murat Usta, aldıkları önlemleri ve Bakanlığın yeşil enerjiye geçiş sürecini şöyle anlattı:
Buralara yapılabilecek küçük yatırımla çok önemli tasarruflar elde edilebileceğini anladık. Biz bütün bu raporları Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne ilettik. Buna ilişkin olarak da Ayasofya’da, Topkapı Sarayı’nda bütün elektrik hatlarının kompanzasyon sistemlerinin yenilenmesini sağladık. Bunun geri dönüşü oldu. Çok ciddi yatırımlar yapmak lazım. Eski yapılarda alt yapı ile oynamak kolay değil. Eskiye oranla enerji sarfiyatında büyük bir fark oldu.
 

Enerji Bakanlığı’na yaptığımız müracaatla da serbest tüketici belgesi aldık. Bu belgeyle DÖSİM’in binalarında ihale yaptık. Elektriği ihale sonucu, en uygun elektrik satım ücreti teklifini verenden alıyoruz. Bakanlık binalarımızda olduğu gibi, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü de bütün müze ve ören yerlerinde çalışma yapılacak ve ihale sonucu en uygun elektrik sarfiyatı teklifini verenle anlaşacağız. Topkapı, Ayasofya, Efes başta müze ve ören yerlerinde yeşil enerji kullanılmaya başlanacak.

Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 29.02.2012

DOLMABAHÇE'NİN HASTA AĞAÇLARINA ÖTENAZİ

 

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Dolmabahçe Caddesinde 5 Mart itibarıyla hastalıklı ağaçların yerine sağlıklı ağaçların dikileceğini bildirdi.

 

Büyükşehir Belediyesinden, bazı basın yayın organlarında yer alan haberlere ilişkin yapılan yazılı açıklamada, ilgili birimlerle yapılan görüşmeler sonucunda, Dolmabahçe Caddesindeki hastalıklı ağaçların kaldırılıp, yerlerine 10 metre boyunda ağaç dikilmesinin uygun görüldüğü kaydedildi.

Çınar ağaçlarının, hastalık etmenleri sonucu kuruduğu vurgulanan açıklamada, çalışmalar, araştırmalar ve yapılan tüm faaliyetlerin amacının, hastalık etmeninin diğer sağlıklı ağaçlara yayılmaması, sağlıklı ağaçların korunması ve anıt ağaçların gelecek nesillere sağlıklı olarak aktarılması olduğu ifade edildi.

Açıklamada, “Dolayısıyla 5 Mart 2012 tarihi itibariyle yapılacak yeni ağaç dikim işlemi, kurul kararı ile hastalıklı ağaçların sağlıklı ağaçlarla yer değiştirmesinden ibarettir” denildi.

Radikal, 29.02.2012

KORUMA YÜKSEK KURULU ÖNEMLİ KARARLAR ALDI

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu; varlıkların depremden korunması ve doğal ortamında bulunmayan değerlerin müzelere nakledilmesi ilke kararlarını aldı.

Resmi Gazete’de yayımlanan kararlar şöyle:

 

I. ve II. derece arkeolojik sit alanları, örenyerleri ve münferit tescilli parseller dışındaki alanlarda bulunan, in-situ konumda olmayıp, yeri değiştirilmiş veya doğal ortamında bulunmayan 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 6. maddesinde belirtilen yapıların taşınabilir durumdaki mimari parçalarının; sütun, sütun başlığı vb., mesafe taşları, eski sınırları belirten delikli taşlar, dikili taşlar, sunaklar, sandukalar, lahitler, ostotek, çeşme ve sebiller, steller, mezar taşları, eski anıt ve duvar kalıntıları; freskler, kabartmalar ve benzeri taşınmazlar ile bunlara ait parçaların, korunmak üzere müzelere alınması hususunun, zamanında gerekli tedbirlerin alınmaması halinde telafisi güç veya imkansız sonuç doğurabileceği göz önünde bulundurularak;

Risk altında bulunanların, fotoğraflarının çekilmesi, harita üzerinde yerlerinin işaretlenmesi ve raporlarının hazırlanmasından sonra ilgili müze müdürlüklerince Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne bağlı müzelere nakledilmelerine,


Nakil işleminden sonra, ilgili Müze Müdürlüğünce, söz konusu mimari parçalara ilişkin gerekli araştırmaların yapılmasından sonra hazırlanacak tüm bilgi ve belgelerin ilgili Koruma Bölge Kuruluna iletilmesine karar verildi.


Ülkemizin önemli bir kesiminin deprem bölgesinde yer alması nedeniyle, sit alanlarındaki yapılar ile sit alanları dışındaki tescilli taşınmaz kültür varlıklarının depremlerde hasar gördüğü, yıkılarak can ve mal kaybına sebebiyet verdiği belirlenmiştir.

 

Bu nedenle;

Deprem sonucu hafif hasar gören, tescilli taşınmaz kültür varlığı yapılar ile sit alanında veya etkileşim-geçiş sahasında yer alan yapıların tadilat ve tamirat başvurularına ilişkin konuların ilgili Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü veya KUDEB tarafından öncelikle incelenerek gerekli işlemlerin yapılmasına,

 

Esaslı onarıma ihtiyaç duyulan tescilli taşınmaz kültür varlıkları için hazırlanacak rölöve, restitüsyon, restorasyon projeleri ve diğer belgelerin Koruma Bölge Kuruluna sunulmasına,

Koruma Bölge Kurulunun onayladığı proje ve koşullarda uygulamanın gerçekleştirilmesine,

 

Deprem nedeniyle ağır hasarlı olduğu ve yıkılma tehlikesi arz ettiği (mail-i inhidam) ilgili idareler tarafından belirlenen yukarıda bahsi geçen yapıların belediye veya valilik tarafından boşaltılmasına,

 

Gerekli fiziki ve güvenlik önlemlerinin ilgili valilik ve belediyesince alınmasından sonra, yapıya ilişkin elde edilebilecek belgelerle birlikte (statik rapor, fotoğraflar vs.) konunun Koruma Bölge Kuruluna iletilmesine ve kurulca öncelikle (gerekirse ek gündem oluşturulmak suretiyle) değerlendirilmesine,

 

Yapının mevcut fiziksel durumuna bağlı olarak yapıya uygulanacak müdahalenin biçimi ve niteliğinin Koruma Bölge Kurulunca belirlenmesine,

 

Deprem nedeniyle özellikleri yitirmiş olan tescilli yapıların tescillerinin, ilgili Koruma Bölge Kurullarınca kaldırılabileceğine karar verildi.

Turizm Gazetesi, 28.02.2012

THYATEİRA KAZISI

 

Geçen yıl Akhisar'da başlayan Thyateira arkeolojik kazısı, Anadolu tarihini aydınlatan 11 önemli kazı arasında gösterildi.

Kazı çalışmalarını sürdüren Adnan Menderes Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Engin Akdeniz, Akhisar'ın 5 bin yıllık bir tarihe sahip olduğunu, yapılacak arkeolojik çalışmaların ardından bir çok konuda bilgi sahibi olabileceklerini söyledi.

Thyateira'nın arkeolojik açıdan önemi hakkında bilgi veren Engin Akdeniz, şöyle konuştu: "Thyateira kazısının önemi antik dönemiyle ilişkili. Günümüzdeki tarımsal ve ticari öneminin bir benzeri antik devirlerde de söz konusu. Özellikle kuzey güney rotasında çok önemli bir merkezdi Thyateira. Ayrıca, bağlantı yollarıyla Kaikos (Bakırçay) havzası üzerinden Pergamon'a (Bergama), Gölmarmara üzerinden Sardeis'e uzanmaktaydı. Bu ticari merkezde oldukça gelişmiş tarımsal sanayiden söz etmek mümkün." Bazı esnaf örgütleri hakkında yazıtlar vasıtasıyla bilgi sahibi olduklarını anlatan Akdeniz, şunları söyledi: "Bu kentte Apollon ve Artemis kültünün önemi büyük. Hatta yerleri henüz bilinmeyen olası iki tapınak ya da kutsal alan söz konusu.Bunlar kentin merkezinde olabileceği gibi güneybatıdaki Dağdeviren ile güneydoğudaki Kennez (Pınarcık) höyüklerinin bulunduğu noktalar da bu açıdan araştırılmaya değer. Bazı araştırmacılar kentte bir Gladyatör okulundan söz etmektedir. Umarım kazılarımız sonucunda bu konularla ilişkili ayrıntılı bilgi sahibi olabiliriz."

Engin Akdeniz, ayrıca, ekibinin çalışmaları hakkında şu bilgileri verdi: "Adnan Menderes Üniversitesi, Manisa Valiliği ve Akhisar Belediye Başkanlığı arasında imzalanan 24 Aralık 2010 tarihli protokol kapsamında kazılara başlanmıştır. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından verilen izin sayesinde gerçekleştirdiğimiz ilk kazı sezonu olan 2011 yılında Tepe Mezarlığında, daha evvelki kazılardan kalan ya da zaman içerisinde çöken dolgunun kaldırılmasına çalışılmıştır. Ayrıca, bir arkeolojik kazı için çok önem taşıyan topografik planlama işlemlerine başlanmıştır. 2012 yılı için Bakanlığa başvuruda bulunulmuş olup sonuç beklenmektedir.

Tepe Mezarlığı'nın yanı sıra hastane höyüğünde de kazıların yapılması planlanmaktadır."

Haber Fx, 28.02.2012

HAYDARPAŞA OTEL Mİ OLACAK?

 

Tartışma yaratan Haydarpaşa Projesi ihalesini Özelleştirme İdaresi’nin gerçekleştireceğini belirten TCDD Genel Müdürü Karaman, “İşletme süresince her yıl kira alacağız. İsteyen herkes gidip, Haydarpaşa Garı’nın alt katında gezebilecek” dedi

Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı ile TCDD, yıllardır tartışmalarla yol alan Haydarpaşa Projesi’yle ilgili ilk kritik kararı aldı. Proje, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’na (ÖİB) emanet edilecek. İhale sürecini ÖİB yürütecek. Haydarpaşa Garı, 1 Şubat’ta hızlı tren hattı yapım çalışmaları nedeniyle 2 yıl süresince tren trafiğine kapatılmıştı. Projenin, ilk aşamada mühendislik mimarlık ihalesine çıkılacak. İhaleyle belirlenen mimarlık bürosu, projeyi çizecek. 2. aşamada yeni bir ihaleye çıkılacak. Bu ihalede de projenin yapım ve işletmesini üstlenecek yatırımcı belirlenecek. İhaleyi kazanan işletmeden, 5 farklı proje geliştirmesi ve ÖİB’ye sunması istenecek. ÖİB, 5 proje arasından Ulaştırma Bakanlığı ve TCDD’nin de ‘onay’ verdiği bir projeyi seçecek. Yapım ve işletmeyi üstlenen yüklenici, bu proje için inşaata geçecek. TCDD Genel Müdürü Süleyman Karaman, projenin yap-işlet-devret (YİD) modeliyle yapılacağını belirterek, “Projeyi yürütecek işletme, TCDD’ye önden belli bir bedel ödeyecek. Ardından da işletme süresince her yıl kira alacağız” dedi.

Karaman, Haydarpaşa’nın diğer katlarının otel olarak kullanıma açılmasının düşünülüp düşünülmediği konusunda henüz karar verilmediğini, hazırlanacak projelere göre adım atılacağını söyledi.

Habertürk, Haber: Olcay Aydilek, 28.02.2012

HOLLANDA İLE TİCARİ VE SANATSAL İLİŞKİLER

 

Hollanda ile Türkiye arasındaki ilişkilerin 400. yılı, iki ülke arasındaki çoklu ilişkiler konusunda sergiler açılmasını, kitaplar yazılmasını sağlıyor.

Pera Müzesi’nde açılan Sultanlar, Tüccarlar, Ressamlar sergisi, 400 yıllık tarih içinde Osmanlı İmparatorluğu ile başlayan ilişkilerin, siyasal, ticari serüvenini bize resimler aracılığıyla gösteriyor.
Hangi cins, hangi tür olursa olsun, sanata yansımayan bir tarih tamamlayıcı öğelerden yoksun oluyor.


Elçilerin önemi, temsilcilerin işlevinin belirleyiciliği yazılan tarihi zenginleştiriyor, belgesel yanını öne çıkarıyor.


Pera’daki sergi, elçilerin bu ilişkileri nasıl ve hangi temeller üzerine kurduğunu bize sunuyor.
Çok iyi hazırlanmış sergi kataloğunu da sergiyi gezenlerin almalarını salık veririm.


Oryantalist ressamların yaptıkları birçok tablo da, Pera Müzesi’nın Suna-İnan Kıraç Koleksiyonu’nda bulunmaktadır.


* * *


Suna, İnan ve İpek Kıraç, katalog sunuşunda sergiyi şöyle tanıtıyorlar:
“Sultanlar, Tüccarlar, Ressamlar sergisini gezen sanatseverler, o dönemin Osmanlılarıyla ve Hollandalılarıyla tanışma ve yine o dönemin İstanbulu’nda, Amsterdamı’nda ve özellikle de Lale Devri’nde keyifli bir yolculuk yapma olanağı bulacaklar. Büyük bir çoğunluğu Lale Devri’nin bir görgü tanığı olarak adlandırılan ve vakıf koleksiyonumuzda da seçkin eserleri bulunan usta Jean-Baptiste Vanmour ve okulu tarafından yapılan bu ilginç resimlerin sanatseverlerden ayrı bir ilgi göreceği düşüncesindeyiz.”


İlk elçi kimdi? Temsilciler nasıl örgütlendi ve Türkiye coğrafyasına yayıldı? Hollanda’nın, ticari açıdan yükselişinin Osmanlı İmparatorluğu’na yansıyışı ne kadar?


İlk elçi Cornelis Haga ne yaptı?


“İstanbul’daki Hollanda elçiliği, Türk kültürüne ilgi duyulmasını sağlamak ve Osmanlı egemenliğindeki ülkelerin ve tarihlerinin araştırılmasını teşvik etmek için sistematik adımlar attı. Lüks döşenmiş bir konutu olan Cornelis Haga, 1639’da ülkesine oldukça büyük bir hatıra eşyalar koleksiyonuyla döndü; ne yazık ki bu koleksiyon günümüzden çok önce satılıp dağılmıştır.”


Sergide ve sergi kataloğunda benim dikkatimi çeken, Büyükelçi Cornelis Calkoen’un (1696-1764) Türkiye Konulu Resimleri.


O resimler yazılı tarihin görsel malzemesini oluşturuyor. Sanatın tanıklığını, elçinin bu tavrını da anımsatmak gerekir:
“Hollanda elçisi Cornelis Calkoen, 14 Eylül 1727’de, Sultan III. Ahmed’in huzuruna çıkmak üzere Topkapı Sarayı’na ulaştığında, maiyetindeki kişiler arasında sanatçı Jean-Baptiste Vanmour (1671-1737) da vardı. Vanmour modern bir fotoğrafçının benzeri bir durumda yapacağı şeyi yapmış, o talihli günün önemli yönlerini üç tuvalden oluşan bir seri halinde kaydetmiştir. Calkoen İstanbul’a geldiğinde, Vanmour otuz yıldır burada çalışmaktaydı ve padişahın huzuruna çıkan birçok elçiye eşlik etmişti. Hollanda elçisi, Vanmour’a çok iyi para kazandıran hamilerden biri olacaktı...”


* * *


Pera Müzesi’ndeki sergi, Osmanlı ile Hollanda arasındaki ticari ilişkilerin doğrultusunda, resim sanatına yansıyışının da önemli yapıtlarını sunuyor.
Gezmeniz gereken bir sergi.

Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 28.02.2012

BATIK GEMİLER AMERİKALILARI CEZBETTİ

 

Arkeolog Ufuk Kocabaş’ın başkanlığında Marmaray ve metro projeleri kapsamında Yenikapı’da yapılan kazılarda ortaya çıkarılan ‘antik gemi mezarlığı”, Amerikalılardan büyük ilgi görüyor.

 

İstanbul Üniversitesi (İÜ) Edebiyat Fakültesi Sualtı Kültür Kalıntılarını Koruma Anabilim Dalı Başkanı ve İÜ Yenikapı Batıkları Projesi Başkanı Doç.Dr. Kocabaş, ABD’de yaklaşık 20 gün sürecek program kapsamında Yenikapı’da sürdürülen çalışmaları Amerikalılara anlatmaya ilk Washington’da başladı. Türkiye Büyükelçiliği’nde sunum yapan Kocabaş, salonda bulunan Amerikalıların gönlünü adeta ”fethetti”. Türkiye’nin Amerikalı Dostları (American Friends of Turkey-AFOT) adlı kuruluşun organizasyonuyla Kocabaş’ın Yenikapı’dan fotoğraflar ve görüntüler eşliğinde yaptığı sunumu büyük ilgi uyandırdı. Türkiye’ye geldiklerinde kazı alanını mutlaka ziyaret etmek istediklerini söyleyen konuklar bunun için Kocabaş’tan yardım ricasında bulundu.

 

Kocabaş bu ilgiyle ilgili şöyle bilgi verdi: ’2008′de National Geographic ile bir belgesel çalışması yaptık. Onun ardından Discovery iki kez Yenikapı’ya geldi. Hem işin mühendislik kısmını, hem de arkeolojiyle ilgili kısmını inceliyorlar. Son olarak da Alman Fransız ortak kanalı Arte ile bir belgesel gerçekleştirdik. Bu belgesel CBC televizyonunun da katkısıyla gerçekleşti. Kanada’da ve Almanya’da gösterildi, bundan sonra da değişik ülkelerde gösterileceğini tahmin ediyoruz. Onun dışında ulusal ve uluslararası pek çok röportaj verdik.”

 

Kocabaş, 2004′te başlayan Yenikapı’daki kurtarma kazılarında şu ana kadar ortaya çıkan 36 adet batık gemi kalıntısını, ”dünyanın en büyük batık gemi repertuvarı” olarak değerlendirebileceklerini söyledi. Bunun yanında on binlerce arkeolojik objeye ulaşıldığını, özellikle normal kara kazılarında hiç görülemeyecek türden organik eserlerin ortaya çıkarıldığını ifade eden Kocabaş, ”Bu da tabii Yenikapı kazılarının önemini ortaya koyuyor. 100 yılda bir olacak arkeoloji keşifleri” diye konuştu.

Akşam, 27.02.2012

PÜRTELAŞ SAKİNLERİ TARİHİ ALAN İÇİN AYAKTA

 

 

Beyoğlu Cihangir'de Pürtelaş Hasan Mahallesi sakinleri, Salı Pazarı Yokuşu'nda ortaya çıkan tarihi kalıntılar için harekete geçti. Geçtiğimiz Temmuz ayında İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'ne bağlı İstanbul Arkeoloji Müzeler Müdürlüğü'nün başlattığı kazı ile ortaya çıkan tarihi yapının belediyenin hazırladığı imar planında imara açık olduğunu öğrenen mahalle sakinleri, 17. Yüzyıldan kaldığı iddia edilen hamam ve köşkün bulunduğu alanla ilgili yürütmenin durdurulması ve iptali için İstanbul İdare Mahkemesi'ne dava açtı. Arsada daha önce sarnıcı andıran bir yapının dikkat çektiğini belirten mahalle sakinlerinden Çağla Ormanlar Ok "Tahminimizden çok daha önemli tarihi buluntular, tüm heybetiyle ortaya çıkınca çok etkilendik. Kalıntıların yok olmaması için harekete geçtik" dedi. Arsanın akıbetiyle ilgili araştırma yaptıklarında imara açık olduğunu öğrendiklerini anlatan Ok şunları anlattı:

"Bu parselde 12.5 metre yüksekliğinde bir yapı yapılabileceğine dair Anıtlar Kurulu kararını görünce çok üzüldük. İmar planında da tarihi buluntu olduğuna dair hiçbir harita işareti yok. Bugün yapı ruhsatı verilse oraya inşaat yapılabilir. Burayı pek çok tarihçi ve arkeologa gösterdik. Ortak kanıları ise buranın 17. yüzyıla ait önemli bir yapı olduğu. Bu döneme ait sarnıç ve hamam dikkat çekiyor. Uzmanlar hamamın üzerine inşa edilmiş müştemilatı da olan, şu anda mutfağı, banyosu sağlam durumdaki büyük bir köşk olduğunu düşünüyorlar." Bu yapının göz göre göre yok olmasına engel olunması için çağrı yapan Ok "Bu kalıntı özel mülkiyete geçmiş. Yapı sahibini de mağdur etmeden tazminatı ödenerek kamulaştırma yapılabilir. En büyük dileğimiz bu mülkün sahibinin tarihe sahip çıkıp burayı yıkmak yerine restore edip turizme açarak değerlendirmesi" diye konuştu.

Sabah, Haber: Nurdeniz Erken, 27.02.2012

DİYARBAKIR'DAKİ SULTAN SASA TÜRBESİ KADERİNE TERK EDİLDİ

 

 

Sahabeler diyarı Diyarbakır’da bulunan Sultan Sasa Türbesi, ilgisizlik ve bakımsızlıkla pençeleşiyor. Daha önce kilise raporu verilen, ardından da işyerine dönüştürülmesi planlanan türbeyle ilgili Prof.Dr. Kenan Haspolat, “Çöp yuvasına döndü. Yetkililer gereğini yapmalı.” diyor.

 

Diyarbakır’ın Hz. Ömer dönemindeki ilk valisi, Peygamber Efendimiz’in sahabelerinden Sultan Sasa’nın makamı ilgisizlikten çöplüğe dönüştü. Sultan Sasa’nın 1925 yılına kadar defnedildiği türbe için 3 yıl önce Diyarbakır Müze Müdürlüğü, ‘Roma dönemine ait kilise kalıntısı’ raporu düzenledi. Bunun üzerine vakıflar, sahabe makamı üzerine üç katlı bir iş merkezi yapmayı planladı. Halktan gelen tepkiler üzerine iş merkezi projesi iptal edildi; ancak sahabe makamı kaderine terk edildi. Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Kenan Haspolat, ‘Sultan Sasa’ türbesine ‘kilise kalıntısı’ raporu verilmesinin maksatlı olduğu görüşünde. Diyarbakır Vakıflar Bölge Müdürü Metin Evsen ise sahabe makamı ile ilgili bir çalışmalarının olduğunu ve bu çalışmanın Diyarbakır Tarihi ve Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’na sunma aşamasında olduğunu söyledi.

Diyarbakır’ı fethederek Anadolu’nun İslam’la tanışmasını sağlayan fetih ordusu, şehirden ayrılıp Garzan bölgesine doğru yol alırken geriye, şehri yönetecek sahabelerden Sultan Sasa’yı bıraktı. Sasa Hazretleri, Diyarbakır’da 6 ay valilik yaptıktan sonra vefat etti. Sasa’nın naaşı Sur İlçesi Gazi Caddesi üzerinde bulunan Ulucami’nin yanında, kendi adına yaptırılan mescidin bahçesine gömüldü. Yaklaşık bin 300 yıl burada kalan mezar, 1925′te yol çalışması gerekçesiyle Rızvanağa Mezarlığı’na taşındı. Yıkılan türbenin bir bölümü, İslam’ın ilk valisinin makamı olarak kaldı. Sultan Sasa Camii ise 1930 yılında yola engel olduğu gerekçesiyle yıktırıldı.

 

Diyarbakır’da 4 yıl önce Gazi Caddesi’nde uygulanan rehabilitasyon projesi kapsamında Sultan Sasa’nın makamının olduğu yerde kazı çalışması yapıldı. Diyarbakır Arkeoloji Müzesi’nin kazı ile ilgili düzenlediği raporda, makam yeri için ‘Roma dönemine ait bir kilisenin müştemilatının kalıntısı’ denildi. Bu rapor üzerine Sultan Sasa makamının üzerine 4 katlı bir iş merkezi inşa edilerek 49 yıllığına kiraya verilmesi planlandı. Diyarbakırlıların, Sultan Sasa’nın makamına yapılan vefasızlık nedeniyle yürüyüş düzenlemesi üzerine iş merkezi planı rafa kaldırıldı. Ancak aradan 2 yıl geçmesine rağmen, daha önce kazı yapılan makam yeri öylece bırakıldı. Etrafını seyyar satıcıların sardığı makam, çöp yuvasına döndü. Prof.Dr. Kenan Haspolat, “1925 öncesi fotoğrafları var. Mescit ve türbe gözüküyor. Kazı yapılan yerde sahabe valinin ruhu var, öyle kalması gerekir. Aradan 2-3 yıl geçti, sahabe makamının yeri çöp yuvasına döndü. Bu durum o sahabeyi çok incitmiştir. Yetkililer gereğini yapmalı.” dedi.

Zaman, 27.02.2012

NEMRUT DAĞI'NDAKİ TURİZM PLANLAMASI MAHKEMEYE TAŞINDI

 

 

UNESCO tarafından dünya kültür mirasları arasına alınan Nemrut Dağı'nın Malatya tarafında kalan bölümünde, turizm planlamasına izin verilme işlemi, Adıyaman Belediye Başkanı Necip Büyükaslan tarafından yüksek mahkemeye taşındı.

Büyükaslan, yaptığı yazılı açıklamada, Şanlıurfa Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun 26 Ekim 2011 tarih 44 sayılı karar ile Nemrut Dağı Tümülüsü'ne yönelik etkileşim geçiş sahası sınırlarını yeniden belirlediğini ve kurulun 7 Ekim 2011 tarih ve 26 sayılı kararının yasaya aykırı olduğunu savunarak, planın yürütülmesinin durdurulmasını talep ettiklerini ve konuyu Danıştaya taşıdıklarını belirtti.

Büyükaslan, şunları kaydetti:
''21 Aralık 2011 tarihinde onanarak yürürlüğe giren Nemrut Dağı Milli Parkı'na ait bir paftalık uzun devreli gelişme revizyon plan değişikliğinden ve Şanlıurfa Bölge Koruma Kurulu'nun 7 Ekim 2011 tarihli kararından, bazı yerel ve ulusal basında ve medyada çıkan haberlerden haberdar olduk. Planın uygulanması ileride telafisi imkansız zararların doğmasına, doğa ve çevre peyzajıyla birlikte değerlendirilerek dünya miras listesine giren Nemrut Dağı Milli Parkı'nın UNESCO'nun hazırladığı dünya miras listesinden çıkartılması veya çıkartılmasının tartışılması gibi sonuçlar doğuracaktır.

Bu da ülkemiz turizminin ciddi anlamda prestij ve gelir kaybına neden olacaktır. Ayrıca yürütmenin durdurulmaması aynı anlamda bölgede başka yapılaşmalarında yolunu açacaktır. Bu da milli parkın milli park olma özelliğini yitirmesine yol açabilecektir. Bu nedenle planın yürütmesinin durdurulmasını talep ettik.''

Nemrut'un Adıyaman için çok önemli olduğunu kaydeden Büyükaslan, açıklamasında şu ifadelere yer verdi:
''Adıyaman merkez ilçemiz ile Kahta İlçemiz başta olmak üzere, diğer ilçelerimizde çok sayıda turizm alanında faaliyet gösteren işletme bulunmaktadır. Nemrut Dağı Adıyamanımız için tarihi bir önem arz etmektedir. Halen tapusu Kahta İlçemiz sınırları içerisinde bulunan Nemrut Dağı Milli Parkı'nın yukarıda bahsi geçtiği şekilde yapılaşmaya açılması Adıyamanımıza gelen turist sayısını doğrudan doğruya olumsuz etkileyecektir. Adıyaman ve Kahta'daki turizm işletmeleri zarar görecektir. Adıyaman ile özdeşleşen Nemrut Dağı Milli Parkı'nın zarar görmesi bütün Adıyamanlı hemşehrilerimizi maddi ve manevi olumsuz yönde etkilemesine neden olacağından iş bu davayı açma gereğini duyduk, davamızın takipçisi olmaya devam edeceğiz.''

Yapı, 27.02.2012

REKOR: 1.700.000 TL.

 

İbrahim Çallı'nın 'Bostancı Sahili'nde Gezintiye Çıkan Kadınlar' isimli tablosu büyük çekişme sonucunda 1.7 milyon liraya satıldı.

 

Özbilenler Müzayede tarafından Conrad Otel'de düzenlenen 5. Geleneksel ve Çağdaş Sanat Eserleri Müzayedesi'nde, 1.150.000 TL muammen bedelle açık artırmaya çıkan İbrahim Çallı'nın 'Bostancı Sahili'nde Gezintiye Çıkan Kadınlar' isimli tablosu büyük çekişme sonucunda 1.7 milyon liraya satıldı. Müzayede sahibi Mehmet Özbilenler'in yönettiği açık artırmada, İbrahim Çallı'nın bü güne kadar yapmış olduğu en büyük ebatta resmi olma özelliğini taşıyan nadide eseri almak isteyen kolleksiyonerler açık artırma esnasında büyük bir çekişme sergilediler. Salonda yüksek heyecana neden olan artırmayı telefonla katılan bir sanat sever 1.7 milyon gibi büyük bir rakama satın aldı. Müzayede'de ayrıca Felix Ziem, Nazmi Ziya, Fabius Brest, Frederico Bartolini ve Burhan Doğançay gibi bir çok ünlü ressamın nadide eserleri yeni sahiplerini buldu.

Habertürk, Haber: Hakan Yağcı, 27.02.2012

"BOĞAZİÇİ'NİN 150 YILLIK ÖYKÜSÜ" PANELİ GERÇEKLEŞTİRİLDİ

 

 

Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi, ''Konstantiniyye'den İstanbul'a - 19. Yüzyıl Ortalarından 20. Yüzyıla Boğaziçi'nin Anadolu Yakası Fotoğrafları'' sergisi kapsamında ''Boğaziçi'nin 150 Yıllık Öyküsü'' başlıklı panel düzenledi.

Serginin küratörü Mimar Dr. M. Sinan Genim'in moderatörlüğünde gerçekleştirilen panelde konuşan fotoğraf tarihçisi Engin Özendes, fotoğrafın sanat olsun diye icat edilmediğini belirterek, fotoğraf makinesinin icat edilmesindeki amacın, düz yüzeye baskılı bir görüntü elde edebilmek olduğunu söyledi.

Fotoğrafın ilk zamanlarda belge amaçlı kullanıldığını kaydeden Özendes, ''O günün şartlarında çekimler dışarıda yapıldı. Turistler gittikleri ülkeleri belgelemek için fotoğraf çektirmeyi tercih etti. Böylece fotoğrafın ticari serüveni başladı. İlk sanatsal fotoğraf çalışmaları da stüdyoların açılmasıyla oluştu'' dedi.

Özendes, Fransız fotoğrafçıların 1840'ta Ortadoğu'yu fotoğraflamak için seyahate çıktığını, Türkiye'ye geldiklerinde ilk olarak İzmir'i çektiklerini anlattı.

Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı Prof.Dr. İlber Ortaylı da Boğaz'ın liman olmaktan çıkarılması gerektiğini vurgulayarak, ''Proje çılgın mılgın değil. Çılgınlık zaten var, bu proje İstanbul için zaruri. Yoksa ilerleyen yıllarda Boğaz'daki kazaların sonu gelmeyecek. Böyle bir trafikte, yıllar önce yapılan antrepolar olmaz. Bunların kaldırılması lazım'' diye konuştu.

İstanbul'un kendi fotoğrafçıları olmadığını ifade eden Ortaylı, ''İstanbul'u ya gezginler ya da buraya gelip yerleşenler çekti. Bunların fotoğraf çekerken neye dikkat ettiği bilinmiyor. İstanbul'un gerçek fotoğrafları 1950'lilerde çekilmeye başlandı. Bu yıllarda Ara Güler çok çalıştı. Bu dönemin fotoğraflarını değerlendirmek lazım. O dönem çekilen fotoğrafların çoğu matbuattan uzaktır. Bir kampanya yapılması lazım. Bunların bilinmesi lazım, biz bunları yaşadık. 1950, 1960, 1970 yıllarının fotoğraflarını derlememiz lazım'' dedi.

Tekrar söz alan Özendes, Ortaylı'nın aksine, Ara Güler'e kadar gelen süreçte Abdullah Biraderler gibi isimlerin İstanbul'u fotoğrafladığını söyledi.

Ortaylı da bunun üzerine, 1950 yılına kadar İstanbul'u çeken Türk fotoğrafçıları olduğunu, ancak bu isimlerin belge bırakmak yerine, sarayın da yardımıyla simge yerlerin fotoğraflarını çektiğini kaydetti.

Prof.Dr. Baha Tanman da Ortaylı'yı destekleyerek, eski fotoğraflarda tekrar olduğunu, Ayasofya, Sultanahmet gibi yerler dışındaki mimari yapıların, meydanların ve çeşmelerin fotoğraflanmadığını söyledi.

Yapı, Fotoğraf: Serkan Kara/AA, 27.02.0212

KAÇAK KAZIYA JANDARMA BASKINI

 

Çanakkale'nin Biga İlçesi'ne bağlı Kemer Köyü'nde izinsiz kazı yapan 6 kişi gözaltını alındı.

 

Edinilen bilgiye göre, Kemer Köyü Uzundere mevkiinde bazı kişilerin kaçak kazı yaptıkları ihbarını alan Çanakkale İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, bölgeye operasyon düzenledi.

 

Operasyonda Ş.S, H.Ç, İ.D, S.I., H.D ve H.G. isimli şahısları kaçak kazı yaparken suçüstü yakalayan ekipler, şüphelilerin üzerinde ve araçlarında yapılan aramada 1 adet projektör, 19 adet büyük el feneri pili, 1 adet şerit metre, 2 adet el feneri ampulü, 2 adet demir saplı metal arama şişi ve 1 adet dijital fotoğraf makinesi ele geçirdi.

 

Yapılan incelemede aracın bulunduğu yere 100 metre mesafede orman yolu üzerinde 2x3 metre ebadında, 3 metre derinliğinde kazılmış bir alan tespit eden ekipler, kazı bölgesinde yaptıkları kontrolde tarihi değeri olan herhangi bir malzeme bulamadı. Kazı alanına 3 metre mesafede çalıların arasına gizlenmiş vaziyette 4 adet kürek, 1 adet uzun demir şiş, 5 adet balta, 1 adet manivela taş kaldırma demiri ve 1 adet balyoz ele geçirildi. Olayda ele geçirilen malzemelere Biga Cumhuriyet Savcılığı'nca el konulurken, 6 şüpheli sevk edildikleri adli makamlarca ifadelerinin alınmasından sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. -

Çanakkale Kent Haber, 27.02.2012

TARİHİ ÇUKURBOSTAN'A DEV AÇIK HAVUZ

 

 

Bizans döneminde su sarnıcı olarak inşa edilen Fatih'teki Çukurbostan Parkı açık hava havuzuna dönüştürülüyor. Fatih Belediyesi tarafından yürütülen çalışma kapsamında, kültür ve spor amaçlı kullanılan tarihi Çukurbostan'da yapılacak 1000 metrekarelik açık havuz vatandaşların kullanımına sunulacak. Toplam 24 bin metrekarelik alana sahip parkta, her yaştan kullanıcıya hitap eden, içerisinde bulundurduğu kullanım alanlarıyla sosyal, kültürel ve sportif imkanlar için donanımlar da sunuluyor.

Yeni projelendirme ile toplam 9.456 m² lik yeşil alan planlanıyor. 2011 Mayıs ayı başında başlanan uygulama çalışmalarında kaba inşaat büyük ölçüde sonlandırılmış olup ince detay uygulamalarına ve peyzaj uygulamalarına geçildi. Parkın etrafı da taş duvarlarla çevriliyor. İstanbul'un en büyük sarnıçlarından biri olarak bilinen, İmparator Anastasius I (491-518) tarafından yaptırılan ve Hagios Mokios olarak bilinen bu sarnıç, Likos (Bayram Paşa Deresi), Kara ve Marmara surlarından meydana gelen üçgene hakim tepe üzerinde kurulu bulunuyor.

Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 27.02.2012

VADİ ZİYARETE KAPATILDI

 

 

Aksaray'da, dünyanın en büyük vadileri arasında gösterilen Ihlara Vadisi, kaya düşme tehlikesi nedeniyle ziyarete kapatıldı.

 

Kaya yıkılması tehdidi yer alan ve geçtiğimiz yıllarda da aynı sorun nedeniyle ziyarete kapatılan Ihlara Vadisi'nde incelemeler yapıldı. Hazırlanan rapor doğrultusunda Ihlara Vadisi ziyarete kapatıldı. Geniş çaplı inceleme sonrası yılda yaklaşık 300 bin yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği vadinin daha güvenli hale getirileceği bildirildi. Geçtiğimiz yılda bir kayanın düştüğü Ihlara Vadisi, yetkilileri tedirgin ederken, her hangi bir olumsuzluğun yaşanmaması için ziyarete kapatıldığı bildirildi.

 

Aksaray İl Kültür ve Turizm Müdür Vekili Mustafa Doğan, Ihlara Vadisi'nin ziyarete kapatıldığını belirterek, yapılacak çalışmalar hakkında bilgi verdi. Doğan, "Kapadokya bölgesi içerisinde yer alan şehrin en önemli ziyaret alanlarından birisi olan Ihlara Vadisi'nde bakanlığımız koordinasyonunda bir çalışma gerçekleştiriyoruz. Ihlara Vadisi'nin bir kısmında, turizmin ölü sezonu olan, ziyaretçi oranlarının en az seviyeye düştüğü bu anda turizme kapatıldı.

 

Bakanlığımız koordinasyonunda 3 tane profesörümüz ve uzmanlardan oluşan bir ekiple Ihlara Vadisi'ndeki tehlike  arz eden kayalarla ilgili çalışmalar yapıyoruz. Bu çalışmalar tamamlandıktan sonra Ihlara Vadisi daha güvenli bir şekilde yerli ve yabancı turistleri ağırlayacak. Bakanlığımız bu konuyla ilgili güzel ve ciddi çalışmalar ortaya koyuyor. Bölgede oluşabilecek herhangi bir anormal durumun önceden önüne geçmek adına turizmin hareketli olmadığı bir dönemde bu çalışmayı gerçekleştirecekler. Bu ay sonunda bölgeye gelecek uzmanlarımızla birlikte bu çalışma nihayete erdirilecek. Bu süre içerisinde de çalışmalar devam ederken kısa süreliğine belli bölgelerin ziyarete kapatılması uygun görüldü. Buna istinaden çalışmalarımızı Ihlara Vadisi'nde sürdürüyoruz. Bu çalışmalar bittikten sonra yılda yaklaşık 300 bin yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği Ihlara Vadisi'nin daha işlevsel hale gelmesi ve daha güvenli bir şekilde yerli ve yabancı turistlerimiz tarafından gezilmesi sağlanmış olacak" dedi.

 

IHLARA VADİSİ

Ihlara Vadisi, tektonik yükselmeler ve Hasan Dağı volkanının püskürmesinin ardından çöküntüye uğrayan alanda ilerleyen Melendiz Çayı'nın binlerce yılık aşındırması sonucu oluştu. Yer yer 120 metreye varan derinliği, 14 kilometrelik uzunluğu ve vadi boyunca sıralanmış kiliseleriyle dikkati çeken Ihlara Vadisi, yeşil bitki örtüsü, kilise ve şapelleriyle doğa, tarih ve sanat olgusunu buluşturuyor. Vadiyi her yıl ortalama 300 bin yerli ve yabancı turist geziyor.

Aksaray Kent Haber, 27.02.2012

GERÇEK BİR AÇIK HAVA MÜZESİ

 

 

Dünyada UNESCO tarafından belirlenen 28 doğal ve kültürel miras listesinde yer alan Kapadokya bölgesinin en büyük açık hava müzesi, Ürgüp İlçesi'ne bağlı Mustafapaşa beldesinde yerli ve yabancı turistlerin hizmetine kazandırılacak.

 

Mustafapaşa Belediye Başkanı Levent Ak, 10 bin yıllık köklü uygarlığa sahip Kapadokya bölgesinde 80 bin metrekarelik monolotik yapısı ile nadir alanlardan birine sahip Mustafapaşa Beldesi’nde kaya kiliseleri, yeraltı kent yerleşimleri, manastır ve kaya mezarları ile en büyük açık hava müzesinin oluşturulmasına yönelik çalışmaların tamamlanma aşamasına geldiğini belirtti. Kapadokya bölgesinin en büyük açık hava müzesinin Mayıs ayı sonlarında ziyarete açılacağını bildirdi.

Hürriyet, Haber: Ahmet Korkmazer, 26.02.20212

BİR PİRAMİTİN MALİYETİ 5 MİLYAR DOLAR

 

ABD merkezli lifeslittlemysteries.com adlı blog, günümüzde Mısır’daki gibi bir piramit inşa etmenin mümkün olup olmadığını araştırdı.

 

Bloga konuşan Fransız mimar Jean-Pierre Houdin modern piramidi inşa etmek için doğru yöntemi bulduğunu söyledi. Houdin’e göre modern piramidin inşası yapının içinden dışına doğru yükselen sarmal bir rampanın kullanılmasıyla mümkün olacak. Mimarın teorisine göre piramit Mısır’da da bu şekilde inşa edildi. Önce piramidin 3’te 2’si dışarıya kurulan bir rampayla tamamlandı. Daha sonra piramidin içine giren işçiler diğer son kısmı içeriye kurdukları sarmal rampayla bitirdi. İşçiler piramidin son kısmı için de dışarıya kurdukları rampanın malzemelerini kullandı. Houdin ayrıca modern piramidin bu şekilde inşasının 5 milyar doları bulacağını, 1500 ila 2000 işçi ile 5 yılda tamamlanacağını söylüyor. 146.5 metre boyundaki Keops piramidinin taban genişliği 230 metre. Keops piramidi 20 yılda inşa edilmişti.

Milliyet, 26.02.2012

KÖPRÜNÜN AYAKLARI DİKİLDİ, HALİÇ'İN SİLUETİ DEĞİŞECEK

 

 

İstanbul metrosunun önemli geçiş yerlerinden biri olan Haliç Metro Geçiş Köprüsü inşaatında hummalı bir çalışma var.

 

Karaköy ile Unkapanı'nı birbirine bağlayan köprünün şantiyesine giren Zaman, geçtiğimiz ay suya indirilen ayakların montajını yerinde izledi. Süleymaniye Camii'nin siluetini etkileyeceği gerekçesiyle, İstanbul'un Dünya Miras Listesi'nden çıkarılmasını gündeme getiren köprünün, 29 Ekim 2013'te tamamlanması planlanıyor. UNESCO'nun talep ettiği proje revizyonlarının yapılması ile birlikte yapımı sekteye uğrayan köprünün inşaat çalışmalarına yeniden başlandı. Köprünün iki şantiyesinde 217 kişi çalışıyor. Deniz geçişi için belirlenen iki güvenli yolda gün boyu motor seferleri sürüyor. Yalova'da imal edilen 380 ile 450 ton arasında değişen ağırlığa sahip köprü ayaklarının montajında milimetrik hesaplar yapılıyor. Köprü ayaklarının yerleştirilmesi için özel olarak vinç getirildi. 800 ton taşıma kapasitesine sahip olan vinç, ayakların tamamının yerleştirilmesinin ardından sökülecek. Deniz seviyesinin 3 metre altında kesilen kazıkların tepesine yerleştirilen köprü ayakları, su altında yapılan kuru havuzlardaki kazıklara kaynaklanıyor. Köprünün 5 ayağından ikisi yerleştirildi.

Zaman, Haber: Sevgi Korkut, 26.02.2012

"KIŞLADAN VAZGEÇİLİP, GEZİ RESTORE EDİLMELİ"

 

'Rölevesi bile olmayan Topçu Kışlası'nı yapmak anlamsız. Gezi Parkı önemli' diyen Yüksek Mimar Burak Boysan'a göre her yönetim Taksim'i mimari olarak değiştirip mesaj bırakmak istiyor

Kültürel Miras Yönetim Danışmanı Yüksek Mimar Burak Boysan, eski Taksim'le bugünkü Taksim projesini AKŞAM'a değerlendirdi: Mimar-yazar Aydın Boysan'ın oğlu mimar Boysan'ın verdiği çarpıcı yanıtlar şöyle:

l Eski Taksim'i anlatır mısınız?
Taksim,1900'lerde kışlaların, askeri hastanenin bulunduğu, üst bürokratların oturduğu bir bölge. Topçu, Gümüşsuyu Kışlası ve Taşkışla var. Şehir merkezi Karaköy-Eminönü-Sirkeci arası. 1928'da İtalyan heykeltıraş Canonica'ya Taksim Anıtı yaptırıldı. Bir heykelle bu meydan elde edildi.

l Taksim'in planını kim, nasıl yaptı?
'Her ilin planlanması' kanunu nedeniyle, 1935'te Fransız Henry Prost, Atatürk'ün talimatıyla İstanbul'a getiriliyor. Taksim Meydanı, Gezi Parkı ve çevresinin planlamasını da yapıyor. Gezi'nin devamındaki spor sergi sarayı, Açıkhava Tiyatrosu, hatta Dolmabahçe Stadı da bu projeye dahilÖ İstanbul'un tek planlanmış meydanı Taksim diyebiliriz. 1960-70'lere kadar 29 Ekim kutlama törenlerinin resmi geçitlerin yapıldığı bir alan. Ama 60'lardan itibaren burası siyasi bir meydan haline geliyor. Ecevit, Demirel, 1 Mayıs 77 mitingleriyle doruk noktasına ulaştı.

l AKM, The Marmara gibi Taksim Meydanı'nda önemli noktalarda ne vardı?
AKM'nin yerinde Ayazpaşa Müslüman Mezarlığıi AKM'nin bugünkü avlusunda Elektrik İdaresi'nin İngiliz Müdürlüğü lojmanı, The Marmara'nın yerinde Osmanlı Bankası Müdürünün konutu, kışlanın önünde bugünkü metro çıkışlarının bulunduğu alanda ise ahırlar, Maksim'in yanında Kristal Gazinosu, Ceylan Oteli'nin yerinde de belediye gazinosu vardı.

l Topçu Kışlası'nın yapımı tekrar gündemde?
Evet ama ellerinde yapının rölevesi bile yok. Neye göre yapacaklar. Ayrıca soğan kubbeleriyle Rus mimarisinden etkilenmiştir. Önünde beyaz betonlu yapısıyla Kremlin Meydanı'na benzeyen bir meydan olur. Gezi, kışladan daha önemli ama işletme sorunu var. 'Aileler giremiyor, tinerciler doldu' rivayetleri çıkıp yaygınlaşıyorsa bilin ki oradan imar geçecer. Tarlabaşı, Sulukule'de olduğu gibi.

l Peki Gezi nasıl restore edilir?
Çok kolay ve hızlı. Sadece mimari değil yönetim restorasyonundan da geçmesi lazım. Otoparkın olmaması, bekçilerinin olması lazım. Şehrin ortasında şahane bir parkımız var ama kullanamıyoruz.   

l Trafiğin yeraltına alınmasına ne diyorsunuz?
Bu projenin benzeri Menderes döneminde de var ancak 1958'deki devalüasyon nedeniyle yapılamıyor. Dalan döneminde de ada yok edilerek Tarlabaşı Bulvarı açıldı.

Her yönetim Taksim'e 'biz  de bunu yaptık' mesajı bırakmak istiyor. Burası mesaj panosu değil. Tahrir Meydanı gibi siyasi bir meydan, yılbaşı'ların kutlandığı, turistlerin geldiği nadir yerlerden biri.

l Anıtlar Kurulu'nun onayladığı proje var...
Trafiğin yeraltına alınmasıyla beton bir meydan olur. Otobüslerin ring yapması sağlanabilirdi. Sıraselviler, Cumhuriyet Caddesi'ne, Gümüşsuyu ile Mete Caddesi'nden tünellerle dalıyorsunuz. Sıraselviler yerine isnat duvarları olacak. 1 metrelik kaldırımlar. 'Meydana tek sıra çıkın' deniyor. Taksim'de o kadar trafik yok. Projeye göre, Bolu-Gerede karayolu kavşaklarından 4 tanesi şehrin en önemli meydanına koyulacak. Taksim'i E-5 üzerinde bir kavşak haline getirmeye hakkımız yok.

l Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'a bir çağrınız var mı?
Bir mimar olarak Kadir Bey'in, bu projeye bir kez daha özellikle de yere dalan 4 tünelleri gözden geçirmesini ve rölevesi bile olmayan, tasavvurla çizilebilecek olan, nasıl kullanılacağı da belli olmayan bir kışladansa Gezi'nin restore edilmesini altını çizerek rica ediyorum.

 

AKM, kent belliği açısından önemli bir bina. Dolmabahçe Stadı da, yıkılmadan restore edilebilir. Dünyanın emsalsiz olan stadı, mücevher gibi korunacak bir yer. Bu konuda Kültür Bakanı'yla aynı fikirdeyim. Kültür Bakanı'nın Taksim'e bakmasını, gözünü biraz Taksim Meydanı'na dikmesini rica ediyorum.

Akşam, Haber: Nebahat Koç, 26.02.2012

REMBRANDT'IN GÖLGESİNDE IŞIĞIN KARANLIKLA DANSI

 

 

Karanlığın içinde kendi ışığıyla buluşan yüzlere, ağaçlara, denize, hayvanlara bakarken görmenin ve 'görülebilir' olmanın bir an bile unutamadığımız kıymetini düşünüyordum.

 

Varlığın nimetini daha içerden hissedebilmemiz için ışığı bize bağışlayan Tanrı, zıttını kendi derinliğinde barındıran karanlığın manasını da gösteriyor. Nesnelerin, insanın, tabiatın ışıkla halelenen çerçevesinden yayılan koyuluk sadece sınırsız bir boşluğa işaret etmiyor çünkü. O büyük, tılsımlı buluşmada resmetmenin incelikleri de görünür hale geliyor.

 

Gerçeğin ateşten çemberine daha da yakınlaşmak için bakışlarını karanlığın ışığa kavuştuğu yere hapseden ressamların cür'eti ürpertici hakikaten. "Size öyle yanıltıcı bir gerçeklik hissi tattıracağım ki, o gerçeğin sadece bana ait olduğunu anlayacaksınız." dercesine resmettikleri 'varlık', kendisine bakanların benzersiz algılarıyla sonsuzlaşıyor. Resim sanatını ebedi kılan, anın durağanlıktan uzaklaşıp zamanın bütün katmanlarından süzülerek geleceğe doğru akabilmesi galiba.

 

Dört yüz yıl evvel stüdyosunda çalışan Rembrandt'ı hayal etmeye çalışın... Oval, simsiyah bir panonun üzerinde orta yaşlı bir kadın portresi çalışıyor. Kadın 17. yüzyıl başlarında adet olduğu üzere siyahlar giymiş, kolalı beyaz başlık ve kırmalı iri boyunluk takmış. Kalın kaşları, pembe yanakları, göz çevresindeki kırışıklıklar, alnının, burnunun ve çenesinin parlaklığı bir fotoğraf kadar gerçek. Rotterdam'lı zengin bir işadamının karısını resmediyor. Onu kaç neslin göreceğini, kaç asır yaşayacağını bilmiyor. Geniş pencerelerden süzülen ışık huzmeleri parkelerde, ressamın nasırlı parmaklarında, kadının siyah elbisesinde dolaşıyor. Sezgisel bir inançla karanlığın içine yerleştirdiği kadının bakışlarını hakiki kılmaya çalışıyor. Birlikte, ışıkla karanlığın uyumlu dansını seyrediyorlar. O resmi ölümsüz yapan sadece ressamın yeteneği değil, emsalsiz bir 'iç bakış'a sahip olması sanırım. Biz Rembrandt'ı, Vermeer'i, Van Gogh'u tanıyoruz. Belki günışığına çıkmadan kaybolmuş yüzlerce isimsiz 'göz' vardı. Kimileri sarayların görkemli odalarını, kimileri burjuvaların gösterişli evlerini süsledi. Belki bazıları balık pazarlarında, liman kahvehanelerinde, terzihane odalarında kaybolup gitti. Ama geriye kalanlar bile onlarca yıl savaşmış, küçük bir ülkenin tarihini, estetik değerlerini, kültürel iklimini, sosyal yaşamını, mimarisini, halkın sıradan alışkanlıklarını ve kendine has coğrafyasını anlatmaya yetiyor.

 

Sakıp Sabancı Müzesi'nde (SSM) açılan 'Rembrandt ve Çağdaşları' başlıklı sergide, Hollanda'nın 'altın çağına' ait 59 sanatçının 73 tablosu yer alıyor. 17. yy'da denizaşırı ticaretin getirdiği refahla Avrupa'nın gelişmiş ülkelerinden biri haline gelen Hollanda'nın, ihtişamı kadar kırsal ve kentsel yaşamını yansıtan tabloları bir arada görmek, dönemin ruhunu da izleyene yansıtıyor.

 

Eserlerin toplanabilmesi için verilen uğraş, 1800 yıllarında kurulmuş olan Rijksmuseum'un renovasyonu nedeniyle resimlerin başka ülkelerde de sergilenebilmesi, serginin eğitim ve konferanslarla desteklenecek olması gibi unsurlarının yanı sıra vurgulanması gereken önemli bir özelliği daha var: Türkiye'de daha evvel başka hiçbir müze ve sergide tanık olmadığım ışıklandırma tasarımı, sergileme yönteminin en az sergi hazırlamak kadar mühim bir iş olduğunu gösteriyor. Bir resmi 'görünür' kılan sadece çerçevesi değil, onu bakanın algısıyla uyumlu hale getirecek uygun ortamı hazırlamak.

 

Altın Çağ'da uzmanlaşmayı seçtikleri konularda üsluplarını geliştirenlerin tıpkı ustaları gibi hikayenin, nesnenin, tekniğin ötesinde 'ışık-gölge' oyunlarının gücünden beslendiği görülüyor. Aslında her birinin ışığı, görebildikleri dünyanın sınırları kadar genişliyordu. Rönesans gelişmelerinden etkilenenler, dini temaların etrafında dolaşanlar, manzara resmedenler, natürmort çalışanlar, her biri resimdeki ışık kullanımının farklı açılarını ders verir gibi gösteriyordu sanki. Resim sanatı bir dönemi, insanı, gerisindeki felsefeyi, estetik duygusunu resmin diliyle anlatırken, sanatçının esere bakan gözlerle buluşabildiği mucizevi anları da içeriyor haliyle. Dolayısıyla sergiyi gezerken sadece dört asır öncesine seyahat etmedim ben, daha tılsımlı bir 'uyanış' tecrübesi yaşadım.

 

Jan Steen'in 'fırıncı' resminde, karanlığın içinden kızarmış nar gibi gülümseyen ekmekler ve fırıncının tepsiyi tutan damarlarını belli eden iri kolu, hayatın sıradanlığıyla birlikte geçici olmaya meydan okuyor sanki. Sonra asırlardır aynı pencereden dünyayı seyreden 'hayalci' kız... (Penceredeki Genç Kız, 1655-60) Rembrandt'ın öğrencilerinden Nicolas Maes'in kızın düşünceleriyle, şeftali rengi yanaklarıyla buluşturduğu meyveler, hayaller ve insan arasındaki kaçınılmaz akrabalığı çıplak bırakmıştı. Adrien van der Werff'in otoportresindeki merhametli bakış onu hemen tanışıp sevmeye hazır dostlarımdan biri yaptı. Adrian Coorte'nin Kuşkonmazlar'ı (1697), gördüğüm hiçbir natürmorta benzemiyordu. Siyah bir fonun içinde mücevher gibi parıldayan bir sebze demetinin insanı böylesine acıtarak canlandıracağını düşünmemiştim doğrusu. Abraham Mignon'un çiçekleri, (Devrilmiş Buket 1660), kendi muhayyilesindeki gerçeği gösteriyordu. Aynı anda açmayan çiçekleri bir resimde kavuşturması imkansızlığın perdesini aralıyordu. Vermer'in 'Aşk Mektubu' farklı okumalar vaat ediyordu.

 

Velhasıl, 'Rembrandt ve Çağdaş-ları'nda sergilenen eserler, onlara 'iç gözle' bakanlara kendi anlam kapılarını aralatacak, karanlıkla ışığın muhteşem dansını izlettirecek. Daha ne olsun?

Zaman, Haber: A. Esra Yalazan, 26.02.2012

 

******


REMBRANDT SERGİSİNDE 'IŞIK VE GÖLGE'DEN BAŞKA KONU EDİLECEK HUSUS YOK MUDUR?

 

 

Çok sıkıcı. Rembrandt sergisini görüp de yazası gelenlerin hepsi söze ışık ve gölgeyle başlıyor.

(Zaten müzenin iletişim şirketinden gelen bütün bültenler de doğal olarak "ışık ve gölge"den söz ediyordu. Gez sergiyi, oku bülteni, döktür yazıyı yöntemi.)

 

Dutch School ressamları söz konusuysa, ışıktan söz edilmesi beklenir bir şey elbet; çünkü Rembrandt başta olmak üzere bu ekolün ressamları ışığı yeniden keşfetmişler adeta.

İnsan eliyle ışığı yeniden yaratmışlar.

 

Evet.. Rembrandt, ışığın içinde yürümüş bir ressamdır; karanlıkları terk ederek, yepyeni bir aydınlık titreşimi yaratarak adeta sanatıyla ışığı özgürleştirmiştir. Ve onun ışığı, göz alıcı hatta sert görünse bile; aslında insani, sıcak ve kadifemsidir bana göre. Gerçekliği olmayan bir ışıktır bu; sadece ve sadece bir "Rembrandt ışığı"dır.

 

Rembrandt ve çağdaşlarının eserlerindeki "ışık ve gölge" 350 yıldır konuşuluyor ve yazılıyor herhalde. Bugün artık bu konuda tek bir yazı okumak, üstüne bir de sergiyi gezmek, insana bir ömür yetebilir gibi geliyor.

 

Peki, Rembrandt ve çağdaşlarının tablolarında yok mudur başka özellikler "ışık ve gölge"den gayrı?

 

Olmaz mı hiç, bakmak isterseniz, görülür anında.

 

Işığın, karanlığın, rengin, kompozisyonun, mekanın ve detayın olağanüstü bir ustalıkla yansıtıldığı bu eserlerde insanın dikkatini daha çok portreler çekiyor.

 

Ve bu portrelerin pek çoğunda Hollanda'nın 17. yüzyılının insanları yer alıyor; ancak, bakarsanız, bu şahısların sosyal, sınıfsal konumları hayli üst düzey; tablolarda, o dönemin tüccarları, üst düzey komutanları, kilisenin ve toplumun yöneticileri, akademisyenler ve bunların aileleri betimlenmiş daha çok. Bu portreler o kadar güçlü ki, ifadelerinden, duruşlarından, kıyafetlerinden ve mücevherlerinden zenginlik, güç ve gurur fışkırıyor adeta.

 

Ama, yine bakarsanız:

Bu sınıfın dışında yer alan insanların, halkın ise (İstanbul'daki sergide de gözlemleneceği gibi) bu değerli ressamlar tarafından yapılmış portreleri yoktur pek; onlar –yani hizmet eden sınıf– daha çok işlerinin başında resmedilmişlerdir.

 

Hollanda sanatının altın çağı olarak adlandırılan bu dönemin resim sanatında sınıfsal fark oldukça nettir aslında bana göre. Yani bu altın çağ, o dönemin burjuvazisinin (ön burjuvazi demek daha doğru) altın çağıdır aslında. Fırın işçisi yine fırın işçisidir, balıkhanedeki balıkçı ve mekanındaki terzi de öyle, onlar öyle resmedilirler bu yüzden.. altın çağ onlara pek dokunmamıştır.

 

Rembrandt ve çağdaşları, Hollanda'nın ticaretinin, biliminin en zengin olduğu zamanda, resim sanatında bir devrim yaratmış oldular. Dünyanın zenginliklerini ele geçirmiş az sayıda ülkeden biriydi o zamanın Hollanda'sı. Egemen sınıfı (ön burjuvazi) eğitimli ve sanata düşkündü. Bu sınıf, bilime yaptığı yatırımın yanısıra, sanata da (özellikle resim sanatına) önemli bir destek verdi.

 

Rembrandt ve çağdaşları zamanında, Avrupa'nın sanatta gelişmiş diğer ülkelerinde Barok dönem yaşanıyordu. Ne var ki, Rembrandt ve diğer ressamlar (bazı görüşler, Barok'tan etkilendiklerini ileri sürse de), bu büyük dalgadan çok da fazla etkilenmemişler; Barok akımın, hayatı betimlerken oluşturduğu idealizasyona itibar etmeyerek, kendi coğrafyalarının realist geleneğini miras olarak kabul etmişler ve primitif Flaman sanatından yola çıkarak, kendilerine ait bir kültürel değeri referans almışlar bana göre.

 

Rembrandt'ın kompozisyonlarında yer alan kalabalık sahnelerde (örneğin en önemli eserlerinden biri sayılan Anatomi Dersi –gerçi sergide yok ya–) gerçeklik, son derece yoğun ve canlı bir betimlemeye sahiptir. Bu da Dutch resim ekolünün ne kadar gerçekçi olduğunu gösterir zaten.

 

Ayrıca Rembrandt'ın günlük hayatla ilgili resimlerini de hatırlayabiliriz bu anlamda. Ancak bu gerçekçilik, bu ekolün ifade biçimi içinde bir mana gizliliği saklar bana göre. Öyle ki, bu gizlilik, düşünceyle, hayal edilenin tam da sınırında yer alır; ikili bir durum söz konusudur anlayacağınız; görünenin yansımasıyla, görünmeyenin görüntülenmiş ifşası. Yani, o karmaşık iç dünyanın deşifrasyonu.

 

Rembrandt ve Çağdaşlarının resimlerindeki o eşsiz ışığa gelince...

 

Bu ressamlar ışığı nasıl yeniden yaratmışlar böyle?

 

İnsanın ruhuna gerçekten nüfuz edildiğinde, bu ruhun ışığı yakalanır ve sanat marifetiyle yeni bir ışık olarak örneğin tuvale yansıtılır. Artık sanatçının duygusundan ve becerisinden filtre edilmiş, öznel bir ışıktır bu; ancak esere dönüştüğünde ise artık estetik bir hal almıştır. Gerçekliği, resmedilen şahsın iç aleminin somutlaştırılarak (biçimlendirilerek) dışarı yansıtılmasıyla estetikleştirilmiş bir gerçekliktir. Bu da çok az sanatçıda ortaya çıkabilen yaratıcı ve derin bir deha ürünüdür.

 

Kuruluşunun 10. yılını kutlayan Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi'nin "Karanlıkla Işığın Buluştuğu Yerde... Rembrandt ve Çağdaşları - Hollanda Sanatının Altın Çağı" sergisinde (ki, Hollanda ve Türkiye arasındaki diplomatik ilişkilerin 400. yılı vesilesiyle hazırlanmıştır)Rembrandt'ın yanı sıra Johannes Vermeer, Frans Hals, Jan Steen, Jacob van Ruisdael gibi pek çok büyük ismin bulunduğu 59 ressama ait 73 tablo, 19 desen, 18 obje sergileniyor.

 

Rembrandt ve Çağdaşları Sergisi, 10 hazirana kadar Sakıp Sabancı Müzesi'nde. Rembrandt'ın –beklenen– o çok ünlü tabloları yok sergide ve Johannes Vermeer'den ise sadece Aşk Mektubu adlı o küçük muhteşem tablo var. Ki, bence sadece onu görmek için bile gitmeye değer bu sergiye.

Taraf, Haber: Telesiyej, 28.02.2012

"BALIKLIGÖL EFSANESİ PARA KAZANMAK İÇİN UYDURULDU"

 

Merkezi Adana’da olan Furkan Eğitim ve Hizmet Derneği tarafından Atatürk Spor Salonu’nda ’İbrahim’i mücadele’ isimli konferans düzenlendi.

İlk kez Şanlıurfa’ya konferans vermek için gelen Furkan Eğitim ve Hizmet Derneği kurucusu Alpaslan Kuytul, konuşmasında önemli inanç turizmi merkezlerinden birisi olan Şanlıurfa’da, Hz. İbrahim’in ateşe atılmasıyla oluştuğuna inanılan Balıklıgöl ile ilgili bilinenlerin yanlış olduğunu iddia etti.

Kuytul, şunları söyledi:
"Rivayete göre burası Hz. İbrahim’in ateşe atıldığında düştüğü yer. İlahi bir emirle ateş suya, odunlar da balığa dönüşmüş. Kendisini ateşe atan zalim hükümdar Nemrut’un kızı Zeliha da, Hz. İbrahim’e inandığından onun da sonu ateş olmuş. Zeliha’nın düştüğü yer ise Ayn-ı Zeliha gölüne dönüşmüş. Bu efsaneye inanan yöre halkı, balıkları kutsal kabul ettiğinden yenilmesini yasaklamıştır. Burada Balıklıgöl var diyeceksiniz? Olabilir ama Allah böyle bir bilgi vermiyor. Allah ateşe; ’İbrahim’e serin ve selamet ol’ diyor. O kadar; ne su var ortada, ne de balık. Eğer böyle bir şey olmuş olsa, Allah bize o bilgiyi de verirdi. Bunu söyleyenlerin, dayandıkları hiçbir delil yok. Ne Kuran’da, ne de hadislerde böyle bir şey geçmiyor. Böyle bir şeye de gerek yok, peygamberlerimizin mucizelerine bakın bu tarzda bir şey yoktur. Hz. Musa peygamberin asası ejderha olur, bunu Kuran bize anlatır. Ama o ejderha olarak kalmaz, tekrar asaya dönüşür. Burada bir balık olayı yoktur. Bunları söyleyenler bir takım başka maksatları için söylüyorlardır. Bu sayede para kazanıyorlar. Burada Hz. İbrahim’in mesajını anlamaya çalışmıyorlar, suyla balıkla uğraşıyorlar."

Radikal, Haber: Ali Leylak - Ömer Pınar, 26.02.2012

"KAMAN-KALEHÖYÜK KAZILARININ HER KATINDA BİR MEDENİYET VAR"

 

Hitit Üniversitesi Hitit Uygarlığı Uygulama ve Araştırma Merkezi tarafından “Çeyrek Yüzyıl Işığında Kaman-Kalehöyük Kazıları” konulu bir konferans düzenlendi.

 

Japon Anadolu Arkeoloji Enstitüsü Müdürü, Kaman-Kalehöyük Kazı Başkanı Dr. Sachihiro Omura’nın konuşmacı olarak katıldığı konferans, dün saat 15.00’de Anitta Otel’de gerçekleştirildi.

 

Konferansa; eski Çorum Valisi ve eski Anayasa Mahkemesi Üyesi Mustafa Yıldırım, Hitit Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof.Dr. Osman Eğri, İl Kültür ve Turizm Müdürü Ali Özüdoğru, Müze Müdürü Önder İpek, Hitit Üniversitesi Hitit Uygarlığı Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof.Dr. Ahmet Ünal, Çorum Haber Gazetesi Genel Müdürü Mehmet Yolyapar, bazı üniversite görevlileri, akademisyenler, öğrenciler ile kurum ve kuruluşlardan ilgililer katıldı.

Prof.Dr. Ahmet Ünal’ın açılış konuşmasıyla başlayan konferansta Japon Anadolu Arkeoloji Enstitüsü Müdürü, Kaman-Kalehöyük Kazı Başkanı Dr. Sachihiro Omura, Kaman-Kalehöhük kazıları, çıkan eserler, kazıların Türk tarihi açısından önemi, anıları ve beklentileri hakkında bilgiler aktardı.

 

Konuşmasını Türkçe olarak ve akıcı bir dille yapan Japon kazı başkanı Omura, zaman zaman katılımcıları güldürmeyi de başardı.

 

Dr. Omura, konuşmasına Prof.Dr. Tahsin Özgüç ile yaşadıklarını anlatarak başladı. Kaman-Kalehöyük kazılarına 28 yıldır devam ettiklerini belirten Omura, kazıların 70-80 yıl, hatta 100 yıl bile sürebileceğini, çok detaylı, titiz bir çalışma gerektirdiğini ifade etti. Omura, “Toplam kazılarda 3 bin 600 torba doküman bulduk. Bunun yüzde 10’unu tespit edebildik. 240 bin adet eser çıkarttık şu ana kadar. Yapılan kazılarda her katta farklı bir medeniyete ait izler var. Kazılardan elde ettiğimiz veriler neticesinde Roma, Bizans, Osmanlı’nın geçmiş dönem bulgularına rastladık. Araştırmalarımıza sürekli olarak aralıksız devam ettik. Bu bulguları çözmeye başladık. Bulgular neticesinde ise eserlerin Tunç devrine ait olduğu kanaatine vardık. Kazılarımıza devam ediyoruz ve bu kazılar daha 50 – 60 sene sürecektir” dedi.

Çorum Kent Haber, 25.02.2012

AMBARKÖY AÇIKHAVA MÜZESİ BU YIL AÇILACAK

 

Samsun Valisi Hüseyin Aksoy, Ladik İlçesi'nde oluşturulan ve çivisiz ahşap camii de bünyesinde bulunduran Ambarköy Açık Hava Müzesi'nin bu yıl tamamlanarak ziyarete açılacağını söyledi.

 

18. ve 19. Yüzyılda tarımda kullanılan ve kaybolmaya yüz tutmuş ahşap kültürünün gelecek nesillere aktarılmasını sağlamak amacıyla proje kapsamında uygulama aşamasında bulunan Ambarköy Açık Hava Müzesi’ndeki çalışmalara hızla devam ediyor. Ambarköy Açık Hava Müzesi’nde, 56 köydeki kaybolmaya yüz tutmuş ambarlar bir araya getirilerek, Akpınar Mahallesi sınırları içinde yer alan, çevre düzenlemesi yapılmış bir bölgede Ambarköy ismiyle açık ve fonksiyonel bir müze oluşturularak Ladik İlçesi'nde alternatif ve fonksiyonel bir turizm adası oluşturulması hedefleniyor.

 

Konuyla ilgili bilgi veren Samsun Valisi Hüseyin Aksoy, "Tarihi ve kültürel miraslarımıza sahip çıkılarak geçmişten geleceğe etkin bir miras olan ahşap kültürünü ön plana çıkararak ilçemizi, benzeri bulunmayan ve ülke çapında örneği olmayan Alternatif Turizm Merkezine dönüştürerek, yeni bir turizm modeli oluşturulması öngörülmüştür." dedi.

 

Turizm alt yapısına yönelik olarak ambarlamızda yöremize özgün el sanatları, yöresel yiyecekler ve içecekler ile yerli ve yabancı turistlere farklı bir kültür değişik yönleriyle sunacağını belirten vali Aksoy, “Bu nedenle sahillerden uzak doğayla iç içe gelişen alternatif turizmin ilçemizde, ilimizde hatta yurdumuzda ilk ve tek örnek bir model olacaktır’ diye ifade etti.

 

Açık Hava Müzesi’nde bulunan çivisiz tarihi camiyide gezerek incelemelerde bulunan Vali Aksoy şöyle devam etti: İlimizin sosyo-kültürel olarak farklı zenginliklerin bir arada olduğu Ladik’te bir değer olan Ambarköy, nesilden nesile kültürümüzün, gelenek ve göreneklerimizin aktarıldığı bir ayna olacaktır. Dünyada eşi bulunmayan proje bu yıl içerisinde tamamlanarak hizmete açılacak.

 

Ambarköy Açık Hava Müzesi'nde, 19 adet ambar, tarihi şadırvan, 3 adet ahşap köy evi, 4 adet su kuyusu, dere, göl, köy fırını, 4 adet sergen ve serender, su değirmeni, müze binası, kemer köprü, Ambarhan ve çocuk oyun parkı bulunmakta ve ilçenin merkezi ve köylerinde atıl duruma gelmiş dibek (soku) taşları, tarihi değeri olan sütun başlıkları ve benzer taş malzemeler, tarımda kullanılan metal malzemeler ve dokuma örnekleri sergilenecek.

Turizm Gazetesi, 25.02.2012

"BU ÇALIŞMA ADANA'NIN TARİHİ KİMLİĞİNİN ORTAYA ÇIKMASINDA MİLAT OLSUN"

 

Adana Valisi Hüseyin Avni Coş, 'Tepebağ Höyüğü ve Kentsel Sit Alanı Sağlıklaştırması Çalıştayı'nın Adana'nın tarihi kimliğinin ortaya çıkmasında milat olmasını diledi.

 

Adana Büyükşehir Belediyesi Koruma Uygulama ve Denetim Bürosu (KUDEB) Şube Müdürlüğü'nce düzenlenen 'Tepebağ Höyüğü ve Kentsel Sit Alanı Sağlıklaştırması Çalıştayı' Seyhan Oteli'nde yapıldı. Organizasyonun açılışında konuşan Adana Valisi Hüseyin Avni Coş, kültür ve sanat merkezi olması, tarihi kimliğinin ortaya çıkması konusundaki çalışmaların devam edeceğini söyledi. Çalıştayın kentin tarihi değerinin ortaya çıkarılması açısından önemli sonuçlar çıkaracağına inandığını ifade eden Coş, konuyla ilgili valilik, büyükşehir ve ilçe belediyeleri ile bütün duyarlı kuruluşların işbirliği halinde çalışmasını istedi. Bu çalışmaların aynı zamanda hızlı şekilde sürdürülmesi gerektiğinin altını çizen Coş, "Ama bu bazen arzu ettiğimiz şekilde yürümüyor. Bu toplantının bu anlamda milat olmasını diliyorum." dedi.

 

Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili Zihni Aldırmaz da Koruma Kurulu kararıyla çeşitli mahalleleri kapsayan 80 hektarlık sahanın sit alanı olarak kabul edildiğini kaydetti. Büyükşehir Belediyesi'nin, Adana'nın tarihi kimliğinin korunmasıyla ilgili yaptığı çalışmalar hakkında bilgi veren Aldırmaz, şunları söyledi: "Valilik ve Seyhan Belediyesi ile birlikte kentin kültürel dokusunu korumak ve Adana'yı müzeler kenti yapmak için br protokol yaptık. Adana Tarihi Kent Merkezi protokolü ile hız kazandı. 56 binanın bedelleri ödenerek geniş bir kazı alanı oluşturuldu. Biz de Büyükşehir Belediyesi olarak eski halkevi binası olan tarihi binamızı aslına uygun şekilde restore ettirdik. Bu binayı Büyükşehir Belediyesi ve Bilim ve Teknoloji Üniversitesi Rektörlüğü birlikte kullanıyor. Hepsinden önemlisi sanat ağırlıklı olarak senfoni, tiyatro ve sergi salonu olarak hizmet veriyor." Şıh Cemil Nardalı ve Şakirpaşa Konakları gibi tarihi binaları kamulaştırdıklarını hatırlatan Aldırmaz, kamulaştırdıkları 5 ayrı yapıyla ilgili çalışmaların sürdüğünü vurguladı. Sinema Müzesi yanındaki tarihi yapının da belediyeye kazandırıldığına dikkat çeken Aldırmaz, ilde 4 olan müze sayısını açılan kent müzeleri ile 11'e çıktığını anlattı. Aldırmaz, Sinema Müzesi'nin Anadolu'da tek olma özelliğini taşıdığına işaret etti. Bölgesel işbirliğinin önemi üzerinde de duran Aldırmaz, Adana, Osmaniye, Mersin, Gaziantep, Kahramanmaraş, Hatay illerinin birlikte hareket edip tarihsel mirasa sahip çıkması gerektiğini bildirdi. Bölgenin envanterinin çıkarıldığı 500 sayfalık ve içinde bin 500 fotoğrafın yer aldığı bir kitap hazırladıklarını açıklayan Aldırmaz, çalıştayın başarılı geçmesini diledi.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Müşaviri İsmail Salman ise bölgenin tarih ve kültür açısından büyük öneme sahip olduğunu hatırlattı. Geçmişte kendisinin de Adana Koruma Kurulu'nda görev yaptığını belirten Salman, Gaziantep, Hatay, Tarsus'un korumanın ruhuna ve özüne uygun olarak geliştiğini dile getirdi. Ülke genelinde şu anda 12 bin civarında Türkiye genelinde arkeolojik SİT'in varlığına işaret eden İsmail Salman, bunun yaklaşık bin 500 tanesi Adana Koruma Kurulu'nun altına imza attığı SİT'ler olduğunu ifade etti.

Zaman, Haber: Mehmet Şahin, 25.02.2012

KANALİZASYON SUYUNUN BOŞALTILDIĞI İNAĞZI MAĞARASI KURTARILMAYI BEKLİYOR

 

 

Zonguldak Valisi Erol Ayyıldız, İnağzı Mağarası'nı yerinde inceledi.

 

50 metrelik bölümüne giren Vali Ayyıldız, içine yıllardır kanalizasyon suyu akıtıldığı için turizme kazandırılamadığı belirtilen mağara hakkında bilgi aldı. Zonguldak'ta sahilden başlayıp Bağlık Mahallesi'ne kadar uzanan 793 metre uzunluğundaki İnağzı Mağarası, doğal güzelliği ile mağara turizmi açısından büyük önem taşıyor. Mağara, damlataş oluşumları açısından da son derece zengin bir doğal güzellik olarak değerlendiriliyor. Mağaraya kanalizasyon akıtıldığını ileri süren mahalle sakinleri ise yetkililerin duruma el koyarak mağarayı turizme açmasını istiyor.

 

İnağzı Camii Koruma ve Yaşatma Derneği Başkanı Ahmet Kurt'un daveti üzerine mahalleye gelen Ayyıldız, ilk olarak İnağzı Geçit mevkiindeki yaklaşık 50 bin metrekare olan boş araziyi gezdi. Beraberinde İl Milli Eğitim Şube Müdürü Kadri Arslan'la birlikte arazide inceleme yapan Vali Ayyıldız, Ahmet Kurt ile İnağzı Mahallesi Muhtarı Mustafa Hamzaçebi'den arazi hakkında bilgiler alarak, bu alanın eğitim kampüsü olarak değerlendirilebileceğini belirtti. Vali Ayyıldız daha sonra Sahil mevkiinde girişi bulunan İnağzı Mağarası'nı inceleyerek bu konuda bir karara varacaklarını kaydetti. Mağaranın içler acısı hali medyada yer alınca Karabük Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü olaya el atmıştı. Kurul'un 20 Ocak 2011 tarihli kararına göre; "Taşınmaz kültür varlığı olarak tescil edilen İnağzı Mağarası'nın yeraltındaki uzanımı ve söz konusu kanalizasyon uygulamasının, mağaranın fiziki ve doğal yapısına zarar verip vermediğinin tespiti için Zonguldak Belediye Başkanlığı tarafından Maden Tetkik Arama Genel Müdürlüğü'ne gerekli inceleme ve tespit çalışmasının yapılması." istenmişti.

Zaman, Haber: Abdullah Karabacak, 25.02.2012

NUESTRA SENORA DE LAS MERCEDES BATIĞI İSPANYA'YA DÖNÜYOR

 

     

 

ABD’li bir şirket tarafından, 1804’te batan bir İspanyol gemisinin enkazında bulunan tonlarca altın ve gümüş, anavatanına doğru yola çıktı.

 

Florida merkezli Odyssey Deniz Araştırma Şirketi ile Madrid hükümeti arasında “Nuestra Senora de las Mercedes” gemisinin batığında bulunan hazineyle ilgili hukuki savaş beş yılın ardından, dün hazinenin iki askeri uçağa yüklenip İspanya’ya doğru yola çıkmasıyla sona erdi.



 



Tarihteki en büyük batık hazine keşfi olarak nitelendirilen Nuestra Senora de las Mercedes’le ilgili olarak, İspanya Savunma Bakanlığı Sözcüsü Miguel Morer, AFP’ye yaptığı açıklamada, “Toplamda 22 tondan fazla altın ve gümüşten söz ediyoruz. Daha önce 17 ton zannediyorduk, çünkü şirketin ilk verdiği rakamlar doğru değildi” dedi.

 

Nuestra Senora de las Mercedes, Ekim 1804’te Santa Maria Burnu Savaşı sırasında Cebelitarık Boğazı açıklarında İngiliz savaş gemilerinin hedefi olmuş ve batmıştı.

 

Odyssey şirketi Mayıs 2007’de batığı keşfetmiş ve hükümet yetkililerini bilgilendirmeden hazineyi ABD’ye götürmüştü.

 

Yaklaşık değerinin 500 milyon dolar olduğu tahmin edilen hazine o günden bu yana Florida’nın Tampa şehrinde bulunan bir depoda tutuluyordu.



 



Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan gece yola Tampa’da bulunan MacDill Hava Kuvvetleri Üssü’nden yola çıkan iki İspanyol Hercules askeri nakliye uçağının, New Jersey ve Kanada’da yakıt ikmalleri yaptıktan sonra bugün öğlen saatlerinde İspanya’nın Torrejon Hava Üssü’ne ineceği bildirildi.

 

Morer, 595 bin gümüş ve altın sikkenin yanı sıra, dini resimler ve sandıklardan oluşan hazinenin dikkatle taşındığını belirterek, “Hazine çok kötü bir durumda çünkü 208 yıl boyunca su altında kalmış. Korumak için hala da su altında tutuluyor” diye konuştu.

Hürriyet, 25.02.2012

BOĞAZİÇİ'NE DE KENTSEL DÖNÜŞÜM GELİYOR


 

Afet riski altındaki alanlarda yapılacak kentsel dönüşümün kapsamına Boğaziçi’ndeki “geri görünüm ve etkilenme” alanları da eklendi. Beşiktaş, Sarıyer, Üsküdar ve Beykoz’un iç kesimlerindeki alanlarda Boğaziçi Kanunu’ndaki kısıtlayıcı hükümler dikkate alınmadan kentsel dönüşüm projeleri gerçekleştirilebilecek.

Değişiklik fet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Tasarısı’nın TBMM Bayındırlık Komisyonu’ndaki görüşmeleri sırasında kabul edilen önergeyle yapıldı. Tasarının “Geri görünüm ve etkilenme bölgeleri bakımından” başlıklı 9. maddesine Boğaziçi Kanunu da eklendi. Kabul edilen önergeye göre, Boğaziçi Kanunu kapsamında kalan geri görünüm ve etkilenme bölgelerinde kalan alanlarda Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile belediyeler yeni yerleşim alanları belirleyebilecek. Bu alanlarda konut, ticaret merkezi veya başka projeler yapılabilecek.

Bu alanlarda zeminin veya yapıların riskli olduğu tespit edilen yapılar yıkılarak yeşil alan olarak bırakılabileceği gibi depreme dayanıklı konut veya ticaret merkezi inşa edilebilecek. Bakanlığın riskli olarak tespit ettiği alanlar veya yeni yerleşim alanı olarak belirlediği yerlerde kentsel dönüşüm dışındaki her türlü imar ve yapılaşma işlemleri geçici olarak durdurulabilecek. Bakanlık veya belediyelerin talep etmesi halinde bu bölgelerde riskli olduğu tespit edilen yapılara elektrik, su ve doğalgaz hizmeti durdurulabilecek. CHP milletvekilleri Boğaziçi Kanunu’nun by-pass edildiğini belirterek düzenlemeye karşı çıktı. Boğaziçi Kanunu’na göre, halen Boğaziçi “geri görünüm” bölgelerinde maksimum 12.50 metre (4 kat) yükseklikte, “etkilenme” bölgelerinde ise 15.50 metre (5 kat) yükseklikte bina yapılabiliyor. Tasarıya göre, söz konusu bölgelerde kentsel dönüşüm projesi gerçekleştirilirken Boğaziçi Kanunu’nun kısıtlayıcı hükümleri dikkate alınmayacak. Ancak, “kanunun amaçlarını gözetmek” zorunlu olacak.

Boğaziçi “öngörünüm” bölgesinde ise halen olduğu gibi Boğaziçi Kanunu aynen uygulanmaya devam edecek.

Habertürk, 25.02.2012

O İNCİL'İN ALTINDAN SUSURLUK ÇIKTI

 

Ankara adliyesi deposunda bulunan tarihi İncil, KKTC’deki St. Barnabas Manastırı soygunu ve olayı araştıran Kıbrıs’lı gazeteci Kutlu Adalı cinayeti ile bağlantılı çıktı.

Ankara adliyesinin deposunda bulunan tarihi İncil, KKTC’deki St. Barnabas Manastırı soygunu ve bu olayı araştıran Kıbrıs’lı gazeteci Kutlu Adalı cinayetiyle bağlantılı çıktı.

Meclis Susurluk Komisyonu üyesi eski bakan Fikri Sağlar, ‘’1996 yılı Mart ayında, St. Barnabas Manastırı İkon ve Arkeoloji Müzesi soyuldu, Barnabas İncil’i de çalındı’’ dedi. Sağlar, Susurluk olayı ile bu soygun arasındaki bağlantıyı da Gazeteport’a şöyle anlattı:

‘’Soygunu araştıran Kıbrıslı gazeteci Kutlu Adalı, olay gecesi manastıra gelen araç plakalarından, derin çete bağlantılarına ulaştı. Sonra tehdit edilip, Uzi marka bir silahla öldürüldü. Biz Susurluk Komisyonunda, Adalı’nın öldürüldüğü 7 Temmuz 1996 günü, Abdullah Çatlı’nın da Kıbrıs’ta olduğunu ve Mehmet Özbay kimliğiyle adaya girdiğini belirledik. Kutlu Adalı’nın eşiyle de görüştüm, TBMM’ye önergeler verdim. Cinayetin faili bulunamadı ve Türkiye AİHM’de 95 bin Euro tazminata mahkum oldu. ’’

El yazması İncil’in, 2000 yılında KKTC’den gelen bir kişinin bavulunda bulunduğu ve 12 yıldır Ankara Adliyesi deposunda olduğu ortaya çıktı. Müzeler Genel Müdürlüğü Daire Başkanı Zülküf Yılmaz, Etnografya Müzesine teslim edilen eserin Barnabas İncili olma ihtimalinin yüksek bulunduğunu söyledi.

İsa’nın öğrencilerinden olan Barnabas tarafından yazılan İncil, İsa’nın ilahlığını kabul etmediği için Roma Katolik Kilisesince yasaklanmıştı. İncil, M.S. 325'e kadar İskenderiye kilisesinde sajkandı. Yasaklanınca, kopyaları yazıldı. Hem aslı, hem de el yazması kopyaları yıllarca elden ele dolaştı. Asıl adı Joseph olan ve Kıbrıs Salamis’te doğan Barnabas, ölümünden sonra adına yaptırılan Magosa’daki St. Barnabas Manastırına gömülmüştü.

Vatan, 25.02.2012

İŞADAMLARI TÜTÜN HAN İÇİN YARIŞACAK

 

 

Karaköy Bankalar Caddesi üzerinde bulunan ve şu anda ING Bank binası olarak kullanılan 150 yıllık tarihi Tütün Han satışa çıkarıldı. 25 milyon muhammen bedel biçilen bina, çarşamba günü Eskidji Müzayede tarafından açık artırmayla satılacak. Eskidji Müzayede Başkanı Dikran Masis, binaya çok sayıda yerli ve yabancının talip olduğunu belirterek yapının otel yatırımlarına uygun olduğunu söyledi. 66 odası bulunan binaya turizm yatırımcıları ve yabancı fonların talip olduğu öğrenildi. Toplam 3 bin 757 metrekarelik kullanım alanı bulunan bina için işadamları kıyasıya yarışacak.

1911'de yapılan Tütün Han binası bu satışın gerçekleşmesiyle birlikte beşinci kez el değiştirmiş olacak. 1934'te Türkiye Milli Bankası, daha sonra Türkiye İş Bankası'nın Galata şubesi olarak hizmet verdi. 1940'lı yıllarda Union Sigorta'nın ofis olarak kullandığı, Bankalar Caddesi'ndeki 'ilk ulusal mimari hareket'in öncülerinden olan binayı son olarak Tütün Bank satın aldı.

Bankalar Caddesi'nde geçen yıl Yılmaz Ulusoy eski Sümerbank binasını otele çevirmek için almış, Akfen'in Başkanı Hamdi Akın da Vakıflar'a ait Kozluca Han'ı 200 odalı otele çevirmek için anlaşmıştı. Cadde üzerindeki Generali Sigorta binasını Koçak Gold'un sahibi İsmet Koçak 30 milyon TL'ye satın almıştı. House Hotel grubu ise Büyük Balıklı Han'ı almak için görüşüyor.

Sabah, Haber: Dilek Taş, 25.02.20212

GUERNICA'YA SAĞLIK TARAMASI

 

  

 

Pablo Picasso'nun ünlü yapıtı "Guernica", 75. yaşında tam bir "sağlık taramasından" geçiriliyor.

Resmin uzmanlar tarafından incelenebilmesi için devasa bir robot, savaş karşıtı siyah-beyaz şaheserin onbinlerce mikroskobik fotoğrafını çekiyor.

Guernica'nın sergilendiği Madrid'deki Reina Sofia Müzesi, gelişmiş kızılötesi ve morötesi fotoğraf teknolojisi için İspanyol telekomünikasyon şirketi Telefonica ile işbirliğine gitti.

Yapıtın laboratuvar ortamına taşınması sırasındaki risklerin önlenebilmesi için araştırmada kullanılacak makine müzede kuruldu.
 

"Pablito" adı verilen ve 27 metrekarelik resmin 1 metre uzağına yerleştirilen robotik mekanizma, müzenin kapalı olduğu akşam saatleri ve Salı günleri çalışmaya başlayarak gece boyunca Guernica'yı tarayıp onun fotoğrafik DNA'sını kaydediyor.

Müzenin koruma kurulu başkanı Garcia Gomez-Tejedor, çok fazla taşınma geçiren ve müdahaleye uğrayan Guernica'nın, hassas bir durumda olduğunu, bu nedenle yerinden kaldırılmadığını, yapılacak işlemin çok geniş kapsamlı bir tıbbi "checkup"a benzetilebileceğini söyledi.






Teknik uzman Humberto Duran, Pablito'nun resim hakkında bilinmeyenleri ortaya çıkaracağını belirterek, Guernica'ya şu anda restorasyon gerekmediğini ekledi.

Guernica'ya "sağlık taraması" yapan makinenin maliyeti resmi olarak açıklanmasa da El Pais gazetesi robotun yaklaşık 400 bin dolara mal olduğunu yazdı.

Pablo Picasso, İspanya hükümetinin talebi üzerine Paris'teki 1937 Dünya Fuarı kapsamında sergilenmek üzere Guernica'yı resmetti. İspanya İç Savaşı sırasında Nazi Almanyası uçaklarının 26 Nisan 1937'de İspanya'nın Guernica kentini bombalamasını konu alan resim, yaklaşık 20 yıl boyunca çok sayıda ülkeyi dolaşarak sergilendi.

Tuval üzerine yağlıboya ile yapılan Guernica, Picasso tarafından "ülkesinde demokrasi kurulana kadar" emanet edildiği New York Modern Sanatlar Müzesi'nden 1981 yılında İspanya'ya taşındı.

Habertürk, 25.02.2012

2 BİN 500 YILLIK KİTABEYİ ÇALDILAR

 

 

Balıkesir’in Ayvalık İlçesi'nde, MÖ 330’lu yıllara ait olduğu tahmin edilen bir yaklaşık 2 bin 500 yıllık olduğu öne sürülen kitabe sır oldu.

 

İlçenin Lale Adası’nda bulunan Turizm Otelcilik, Ticaret Meslek Lisesi ile Denizcilik Meslek Lisesi’nin denize bakan kısmında bulunan Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca 2. derecede Antik Kent olduğu açıklanan kayalık alanda bulunan MÖ 330’lu yıllara ait olduğu savunulan tarihi bir kitabe kayıplara karıştı. Üzerinde Roma dönemine ait Latince harflerin bulunduğu yaklaşık 100X40 ebatlarındaki kitabenin kim ya da kimler tarafından yerinden söküldüğü ise öğrenilemedi.

 

Kitabenin bulunduğu kayalığın kenarlarının düzgün bir biçimde kesilmiş olduğu gözlenirken, yazıtın yeri de dikdörtgen bir boşluk kalmış durumda. Hiçbir korumanın olmadığı Lale Adası'ndaki tarihi kayalıkların üzerinde teneffüs saatlerinde her iki lisenin onlarca öğrencisinin neşe içinde gezindiği gözlenirken, bu öğrencilerden bazıları fotoğrafını gösterdiğimiz kitabenin birkaç ay öncesine kadar antik kayalıklarda olduğunu, ancak son birkaç aydır bu kitabenin yerinde yeller estiğini belirtmeleri dikkat çekiyor.

 

Bazı öğrenciler ise, yaklaşık 2 ay kadar önce kayalıkların bulunduğu alanda bir özel kamyonetle gelen 5-6 kişilik gurubun kayalıkları keski ve çekiçlerle kazdıklarını sınıflarının penceresinden gördüklerini ifade ediyor. Antik kentte; kitabenin dışında Doğu Roma İmparatorluğunun sembollerinden olan iki insan bebeği emziren kurt figürünün (Romus Romülüs) bulunduğu büyük kayanın ise çeşitli yerlerinden keski çekiç gibi aletlerle oyularak yerinden çıkarılmak istendiği ilk bakışta göze çarpıyor.


Yaklaşık iki yıl önce muhabirimizin keşfettiği ve o dönemler inşaat halindeki iki okulun inşaatına ait molozların döküldüğü antik kent ile ilgili haberlerin ülke genelinde yüzlerce yayın kuruluşu tarafından kamuoyuna duyurulmuştu.

Yayınların ardından dönemin CHP Balıkesir Milletvekili Hüseyin Pazarcı tarafından TBMM gündemine, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevaplandırması koşuluyla Ayvalık’taki antik kayalıklara moloz dökülmesinin nedeni ve bu kayalıkların akibetiyle ilgili yapılacak çalışmalar hakkında bir soru önergesi verilmişti.

Önergenin verilmesinden yaklaşık iki ay kadar sonra TBMM Genel Kurulunda, Bakan Ertuğrul Günay’da, Pazarcı’nın sürü önergesini cevaplandırarak, Ayvalık Lale Adasındaki kayalıkların Porsedene dönemine ait 2. derecede Antik Sit Alanı olduğunu doğrulamış ve ilgili kurumlara bakanlıkça yazılan yazılarla söz konusu alana moloz dökülmesini durdurmuş, daha önceden dökülen molozların kaldırılması talimatını verdiğini açıklayarak, söz konusu kayalıkların koruma altına alınacağını vurgulamıştı. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın bu açıklamalarının ardından, Lale Adasındaki molozlar kaldırılmış ancak, aradan geçen süre içinde halen daha antik kayalıklar koruma altına alınmadığı sık sık gelen iddialar arasındayken, Bursa Anıtlar Kurulunun da bölgenin korunmasında pasif kaldığı kaydediliyor.

Öte yandan, Lale Adası’ndaki sakinler ile antik kayalıklara sık sık gelen balıkçılar, bölgenin koruma altına alınması için yetkililere sözlü olarak serzenişlerde bulunduklarını ancak hiç kimsenin kendilerini dikkate almadığını kaydederken, “Böyle olacağı belliydi. Kayalık arazinin Bakan Ertuğrul Günay tarafından 2. derecede antik sit olduğu açıklanmasının ardından, özellikle define avcılarının akınına uğradığını gözlemliyorduk. Bu alanda kitabenin yanı sıra gülen insan figürü, Romus Romülüs, Hellenistik döneme ait olduğu varsayılan, korsan maskı, uçan ejder gibi figürlerin dışında sonradan balıkçılar tarafından çizilmiş yeni tarihli sembollerde vardı. Bu yüzden de söz konusu define avcıları bölgenin tarihi bir yer olmadığının yaygarasını çıkarmış ve bazı gazetelerde bu alanın Bakan Günay’ın açıklamalarına rağmen tarihi olmadığını yazmışlardı. Böylelikle hedef saptıran uyanık define avcıları, kamuoyunun dikkatinin kayalıklardan uzaklaşmasını sağlayarak, eski yunanca Latin harflerinin bulunduğu kitabeyi çalmış olmalılar. Yazık oldu. Eğer bu alanda ve Ayvalık’taki diğer antik bölgelerde tedbirler alınmazsa, bu gibi tarihi zenginlikler bir bir yitirilmeye devam edecektir. Bu yüzden de gereken önlemlerin bir an önce alınmasını istiyoruz” şeklinde konuşmaları dikkat çekti.

Haber Ekspres, 24.02.2012

POMPEİOPOLİS KAZILARI KÜ BÜNYESİNDE DEVAM EDECEK

 

 

Arkeoloji Bölümü’nün araştırma merkezinin halen Pompeipolis kazılarının devam ettiği Taşköprü İlçesi'nde bulunacağını dile getiren Kastamonu Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Seyit Aydın, kentin ihtiyacı olan yeni bölümler açmak için de girişimlerde bulunabileceklerini ve her zaman istihdam sağlayacak bölümler açmayı hedeflediklerini belirtti.

 

Kastamonu Üniversitesi bünyesinde açılacak olan Arkeoloji Bölümü ile Taşköprü’de devam eden Pompeipolis kazıları da yeni bir ivme kazanacak. Almanya Münih Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Latife Summerer’in de Kastamonu Üniversitesi kadrosuna dahil olması sonrası hız kazanan çalışmalar son aşamasına geldi. Nisan ayında Kastamonu Üniversitesi’nde göreve başlayacak olan Prof.Dr. Summerer, yeni açılacak olan Arkeoloji Bölümü’nün başına geçecek. Arkeoloji Bölümü’nün araştırma merkezinin halen Pompeipolis kazılarının devam ettiği Taşköprü İlçesi'nde bulunacağını dile getiren Kastamonu Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Seyit Aydın, kentin ihtiyacı olan yeni bölümler açmak için de girişimlerde bulunabileceklerini ve her zaman istihdam sağlayacak bölümler açmayı hedeflediklerini belirtti.

 

Geçtiğimiz gün İl Milli Eğitim Müdürü Bilal Yılmaz’ı ziyareti sonrası Arkeoloji bölümü ile ilgili gazetemizin sorularını yanıtlayan Rektör Aydın, “Arkeoloji Bölümü’nü bu yıl içerisinde faaliyete geçirmeyi planlıyoruz. Üç kişilik öğretim kadrosunu tamamlarsak öğrenci de alabiliriz” dedi.

 

“Eylül ayına kadar çalışmalarımızı tamamlamak hedefindeyiz” şeklinde açıklamada bulunan Aydın şunları söyledi; “Arkeoloji Bölümü’nü Fen-Edebiyat Fakültesi bünyesine dahil edeceğiz. Arkeoloji Bölümü’nün araştırma merkezi de Taşköprü’de olacak. Bölümde şu anda bir profesörümüzün işlemleri bitti.

 

Almanya Münih Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Latife Summerer artık üniversitemizin bünyesine katıldı. Nisan ayından itibaren göreve başlayacak. Almanya’daki işlemlerini tamamlayıp üniversitemizin eğitim kadrosundaki yerini alacak. Bu sezondan sonraki Pompeipolis kazısı üniversitemizin bünyesinde devam edecek. Memleketimizin ihtiyacı gözönüne alınarak fakülte ve bölüm açma teklifinde de bulunuruz. Her zaman istihdam yaratacak bölümler açmayı hedefliyoruz” dedi.

Kastamonu Postası, 24.02.2012

"BİR KAMUSAL MEKANIN ALTI VE ÜSTÜ AYRI AYRI ELE ALINMAZ"

 

 

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (MSGSÜ) Şehircilik Bölüm Başkanı Prof.Dr. Gülşen Özaydın, "Günümüzde projeler önümüze genellikle bittikten sonra sunuluyor ve onun üzerinden tartışmak zorunda kalıyoruz" diyerek, kentlilerin kullandığı kamusal mekanlar olan meydanlara müdahale biçiminin doğrudan kentlileri ilgilendirdiğini vurguluyor. Taksim’de yapılmak istenen müdahalenin, her ne kadar 'yayalaştırma projesi' olarak adlandırılsa da, dalış tünelleriyle taşıt yolunu yerin altına alarak ve yayanın mevcut durumda kullandığı alanları gasp ederek yayalaştırma yapılamayacağını kaydeden Özaydın; bir kamusal mekanın altının ve üstünün ayrı ayrı ele alınamayacağı gibi, ihya amaçlı bir rökonstrüksiyonla meydanın kullanım alışkanlıklarının da ortadan kaldırılamayacağını sözlerine ekliyor.

Gezi Parkı'nın 'korunması gereken kültür varlığı' olarak tescillenmesini talep eden akademisyenler adına 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’na verilen dilekçeyi kaleme alan üç isimden biri olan Özaydın (diğerleri ODTÜ Mimarlık Bölümü’nden Prof.Dr. Cana Bilsel ve YTÜ Şehircilik Bölümü’nden Prof.Dr. İclal Dinçer), Taksim Meydanı’nı sadece Taksim Meydanı olarak kendi sınırları içinde gören bir yaklaşımın da yanlış olacağı; kamusal mekan olarak meydanı hem kendi içindeki alt bileşenlerle birlikte düşünmek, hem de İstanbul için Taksim Meydanı’nın anlamı, önemi ve kent ölçeğinde kurduğu ilişkileri değerlendirerek yaklaşmak gerektiği görüşünde. Özaydın, bir kamusal mekana bir anda çok radikal müdahaleler yapmak yerine, başlangıçta çok daha basit müdahaleler düşünülebileceğine dikkat çekiyor.

Yapı, Haber: Mesut Tufan, 24.02.2012

 

******


TAKSİM'E İŞTE BÖYLE ÇIKILACAK

 

 

Kayıtdışı grubu altında toplanan mimarlık öğrencileri ve mimarlar, Taksim Meydanı’na çıkacak yollar yeraltına alınırsa kaldırımların ne kadar daralacağını anlatabilmek için yaratıcı bir eylem yaptı. Kartondan 1 metre genişliğinde bir ‘kapı’ yaparak Sıraselviler Caddesi’ne yerleştiren mimarlar, caddeden geçen yayaların dikkatini çekmeye çalıştı.


Mimarlar: “Artık kimse el ilanı, bildiri okumak istemiyor. Biz de derdimizi sokaktan geçen vatandaşa anlatabilmek için daha yaratıcı bir eylem düşündük. Herkes projenin adına bakıyor, ‘Ne güzel, Taksim yayalara açılacakmış’ diyor. Ama projeyi inceleyince, yayaların meydana çıkabilmek için 80 metre boyunca 1 metre genişliğinde bir kaldırımdan, yanlarından vızır vızır arabalar geçerken yürümek zorunda kalacağını görüyorsunuz. Bunun adı ‘yayalaştırmama’ projesi olmalı” diyor. 

Kayıtdışı grubu, 4 yıl önce Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nde okurken bir araya gelmiş, kendi deyimleriyle ‘formel eğitime alternatif’ çeşitli atölyeler düzenleyen ‘kentsel aktivistler’. Zamanla bir kısmı mezun olmuş, okuldan kopmuşlar. Artık işin uygulamasına geçmeye karar vermişler: Taksim’deki ilk eylemleri.


Eylem sırasında aldıkları tepkilerse daha çok ‘tepkisizlik’ olarak değerlendirilecek türden. Kapıdan geçenlerden neredeyse hiç kimse durup ‘nedir bu’ diye sormamış: “Kimi yazıları okuyup devam etti, kimi eliyle itip geçti. Lemings oyunundaki gibiydi insanlar, önüne ne koyarsan yürümeye devam ediyorlar.’’ 

Kapıdan geçenler nedir diye sormayınca üzerine bir ikinci plan geliştirmişler: Dev Google ‘harita çivileriyle’ meydanda dolaşarak dikkat çekip, yoldan geçenleri durdurup projeyi anlatmaya çalışmışlar. “İnsanları bir partiden olmadığımıza ikna etmek oldukça zor oldu. Herkes üzerimizde bayrak arıyordu’’ diyorlar.


Ama dertleri, iktidarı destekleyene de desteklemeyene de ulaşmak: “Burada bir şey yapılacak. Meydana müdahale edilecek ama size sorulmuyor” demek. Kamuya ait bir mekanın tasarlanırken kendilerine sorulması gerektiğinin bilincini oluşturmak.

Kayıtdışı grubu Londra’daki Trafalgar Meydanı’nı örnek gösteriyorlar. Halkın katılımıyla, gerçek kullanıcılarının fikirleri alınarak tasarlanan bir meydan burası.


Taksim için de benzer bir müzakere süreci talep ediyorlar. ‘Meydan iktidarın oyun alanı olmasın!’ diyorlar. Grup, eylemleri kameraya çekmiş, internete yüklemiş. (http://vimeo.com/37101230) Şimdiden binlerce kişi izlemiş. “Eylem gücünü yüzde 50 sokaktan, yüzde 50 de sosyal medya üzerinden alıyor’’ diyorlar. Her an karşınıza çıkabilirler!

Radikal, Haber: Elif İnce, 27.02.2012

KÜTÜPHANEDEN 13 BİN KİTAP ÇALDI

 

Almanya'da bir memur kütüphaneden kitap çalarken yakalandı. Asıl sürpriz ise evindeydi, polisin yaptığı aramada 13 binden fazla tarihi kitap bulundu.

 

Almanya Hessen Eyaleti Kültür Bakanlığı'nın bir çalışanı tarihi kitap merakının kurbanı oldu. Polis, memurun Darmstadt'taki evinde tüm ülkedeki kütüphanelerden çalınmış 13 binden fazla bilimsel yapıt buldu. Kassel Savcılığı, eserlerin önemli bir bölümünün 18'inci yüzyıldan kalma olduğunu, bir kısmının ise 17'inci yüzyılın son dönemlerinden olduğunu açıkladı. Kitapların değerinin milyonlarla ölçüldüğü tahmin ediliyor. Suçlamalara yönelik henüz bir açıklamada bulunmayan zanlı görevden alındı.

45 yaşındaki zanlı, Hessen eyaletinin kuzeyindeki Bad Arolsen kentinde bulunan Waldeck Saray Kütüphanesi'nde kitapların eksik olduğunun dikkat çekmesinin ardından fark edildi.

Kasım ayında kütüphanede yapılan sayımda eksiklerin göze çarpması, bir süre sonra tekrar bir sayım yapılması ve daha da fazla kitabın eksik çıkmasının üzerine, kütüphane yetkilileri, bu iki sayım arasında kütüphanede araştırma yapan tek kişi olan zanlıyı polise şikayet etti. Kitapların değerinin milyonlarla ölçüldüğü tahmin ediliyor.

Geçen salı günü ise, zanlı tekrar kütüphaneye geldi ve yerleştirilen video kamera ile kitapları çalışı görüntülendi. Daha sonra polis tarafından gözaltına alınan zanlının üzerinden 53 kitap çıktı. Mineraloji, jeofizik ve doğa bilimleri üzerine kitapların bazılarının değerinin 7 bin euroya kadar çıktığı bildirildi.

Zanlının evinde arama yaparak başka çalıntı kitaplar da bulmayı uman polis yetkililerinin, 13 binden fazla kitapla karşılaşması şaşkınlık yarattı. Kitapların güvenli bir yere götürüldüğü, çalındıkları kütüphanelere de haber verildiği bildiriliyor.

Birkaç yıl önce de Erlangen Üniversitesi'ndeki kütüphanenin hademesinin 20 yıldan uzun bir süre devamlı kitap çaldığı ve 400 bin eurodan fazla değeri olan bu kitapları sattığı ortaya çıkartılmıştı.

Habertürk, 24.02.2012

KIRKAĞAÇ'TA KAÇAK KAZI OPERASYONU

 

 

Manisa'nın Kırkağaç İlçesi'ne bağlı Yağmurlu Köyü yakınlarında operasyon düzenleyen jandarma, kaçak kazı yaptığı ileri sürülen 5 kişiyi yakaladı. Operasyonda, Lidya Uygarlığı dönemine ait lahit mezar ele geçirildi.

 

Manisa İl Jandarma Komutanlığı'na bağlı ekipler, Yağmurlu Köyü yakınlarında kaçak kazı yapıldığı ihbarı üzerine çalışma başlattı. Harekete geçen jandarma, köy yakınındaki kazı alanına operasyon düzenledi ve 5 kişiyi yakaladı. Şüphelilerin izinsiz kazı sırasında bulduğu Lidya Uygarlığı dönemine ait olduğu düşünülen MÖ 500- 300 yıllarından kalma lahit mezar, el konulup Manisa Müze Müdürlüğü yetkililerine teslim edildi. Gözaltına alınan 5 kişi, işlemlerinin ardından sevk edildikleri adliyede çıkarıldıkları mahkemece tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

 

Ayrıca söz konusu bölgede Manisa Müze Müdürlüğü yetkilileri tarafından kurtarma kazısının yapıldığı bildirildi

Manisa Kent Haber, 24.02.2012

GELİBOLU YARIMADASI'NDA 12 BİN YIL ÖNCESİNE AİT AYAK İZLERİ

 

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Onur Özbek başkanlığındaki ekip, 12 bin yıl önce Gelibolu Yarımadası’nda insanların yaşadığına dair bulgulara rastladı.

 

Doç.Dr. Özbek, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 12 bin yıl önce “Üst Paleolitik” denilen dönemde insanların taş, kemik ve ahşaptan yaptıkları aletlerle avlandığını ve hayatta kalmaya çalıştığını belirtti.

 

Söz konusu dönemde hiçbir mimari yapının bulunmadığını anlatan Özbek, tarih öncesi dönemde insanların, geniş alanlara kurdukları ilkel barınaklarda yaşadığını, av hayvanlarının bol olduğu yerlerde avlandıklarına işaret etti.

 

Özbek, Kültür ve Turizm Bakanlığının izniyle gerçekleştirdikleri araştırmada, Gelibolu Yarımadası’ndaki Anafarta Koyu ile Tuz Gölü yakınlarında buldukları kamp alanının yaklaşık 2,5 hektara yayıldığını belirterek, “Bu yerleşim yerinde tarih öncesi dönemde yaşayan insanların ürettikleri binden fazla yontma taş alet bulduk. Bu aletler üzerinde yapılan ilk tipolojik araştırmalar, bunların günümüzden en az 12 bin yıl öncesinde üretildiklerini göstermektedir. İnsanlara ait bu çok eski izlerin kesin tarihinin ortaya çıkartılabilmesi için burada sistematik bir bilimsel kazı yapılması gerekiyor” dedi.

 

Şimdiye kadar Gelibolu Yarımadası’nda bu kadar eski yerleşim ya da kamp alanı bulunmadığını dile getiren Onur Özbek, şu bilgileri verdi:

“Gerek Çanakkale bölgesinde, gerekse Trakya’nın güneyinde bu kadar geniş bir alana yayılmış ve binlerce yontma taş alet olan böyle bir arkeolojik alan ilk defa bulunmuştur. Çevrede bu döneme ait benzer bir yerleşim yeri, Yunanistan’ın Limni Adası’nda iki yıl önce keşfedilmişti. Günümüzden 8 ila 10 bin yıl öncesine ait Anadolu’nun, Ege kıyılarındaki tüm tarih öncesi yerleşmeler ise ayrı bir öneme sahiptir. Bunun nedeni, Neolitik dönem dediğimiz ‘tarıma ilk geçiş dönemi’nin Anadolu’dan Avrupa’ya yayılıp yayılmadığı tartışmasıdır. Bu, son 10 yıl içinde bilim adamlarının hakkında en çok bilimsel yazılar yazdığı konulardan biridir. Gelibolu Yarımadası’nda yapılan bu keşif, uluslararası bilim çevrelerinde en saygın bilimsel yayınlardan biri olan Quaternary International’da bu ay yayınlandı.”

 

Doç.Dr. Onur Özbek, Gelibolu Yarımadası’nda yaklaşık bin kilometrelik alanda bazen jeologlarla prehistorik insan tarafından kullanılma potansiyeli olan değişik kayaçları bulmaya çalıştıklarını söyledi.

 

Bölgede yapılan çalışmalarda en önemli buluntulardan birinin çakmak ya da çört taşına çok benzeyen ve kripto kristalin kuvartz olarak tanımlanabilecek bir kayacın doğal olarak yüzeylendiği bölgeyi tespit etmeleri olduğunu anlatan Özbek, “Bu kayacın yayılım alanının 6 kilometrelik olabileceğini varsaydık. Bu alanın çevresinde Paleolitik’ten Tunç Çağı’na kadar prehistorik insanın kayacı yoğun olarak kullandığını gözlemledik” dedi.

 

Özbek, yaptıkları çalışmalarla sadece yeni arkeolojik noktaları değil, aynı zamanda daha önceki araştırmacılarca tespit edilen, 1. derece koruma altına alınan sit alanlarının yok edildiğini gördüklerini ifade ederek, “Bunlar Değirmenlik, Akbaş Şehitliği, Ören mevkisi. Bu olay sadece Gelibolu Yarımadası’nda değil, aynı zamanda çok iyi korunduğunu sandığımız Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı’nda da benzer tahribatın gelecekte de tekrarlanacağını göstermektedir” diye konuştu.

 

Doç.Dr. Özbek, Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı sınırları içinde kalan tüm arkeolojik alanların en iyi biçimde korunması gerektiğini kaydetti.

haberler.com, 20.02.2012

HİTİTLERLE İLGİLİ İLGİNÇ BİR KEŞİF DAHA

 

Dünyanın en eski medeniyetlerinden birisi olan Hititlerin ilginç bir yönü daha keşfedildi. Hititlerin tanrılara yakın olmak ve günahlarından arınmak için kuşları yakarak kurban ettikleri ortaya çıktı. Şapinuva’da yapılan arkeolojik kazılar sonucu yanmış kuş kemiği bulunan çok sayıda kurban çukuru bulundu.

 

Şapinuva Kazı Başkanı Prof.Dr. Aygül Süel, Hitit uygarlığının gün ışığına çıktıkça, ilginç yönlerinin de ortaya çıkmaya devam ettiğini söyledi. Hitit kaynaklarında kuşların yakılmak suretiyle kurban edildiğini anlatan metinler bulunduğuna dikkat çeken Prof.Dr. Süel, bilim adamlarının bu metinlerde anlatılan törenlerin arkeolojik kanıtlarının bulunamayacağı yönünde düşünceye sahip olmalarına rağmen, Şapinuva’da yaptıkları arkeolojik kazılar sonucu ele geçen, içerisinde çok sayıda yanmış kuş kemiği bulunan kurban çukurları bulduklarını açıkladı.

 

Kutsal bir şehir olan Şapinuva’nın hem kendisi hem de sahip olduğu yönleriyle ön plana çıktığını dile getiren Prof.Dr. Süel, “Bu özelliklerin başında gelen bu şehrin sahip olduğu arındırma, insanları temizlenmiş bir ruha kavuşturma, tanrıları hoşnut etme özelliğidir. Şehrin sahip olduğu bu özellik o kadar kuvvetlidir ki buraya gelmeden, buradan sağlanan dua metinleri veya kutsanmış sularla uzakta da bu temizlik sağlanabilmektedir. Dolayısıyla Şapinuva’da yapılan törenlere çok önem verilmiş olmalıdır.

 

Ayrıca şunu belirtmek gerekir ki Ağılönü bu kutsal şehirde ayrı bir kutsal alandır ve burada çok daha önemli ritüeller yerine getirilmiş olmalıdır. Ortaköy tabletlerinde birçok Hurrice, kurban terimi içeren ritüeller bulunmaktadır. Bu ritüellerde kuş, koyun ve kuzunun, keçi, dağ keçisi gibi bir kısım hayvanların yakma ya da kanlarının akıtılması yoluyla kurban edildiği anlaşılmaktadır. Arınmak, iyilikler dilemek amacı ile yapılan bu ritüel törenlerde kuşlar özellikle yakma yoluyla tanrılara sunulmaktadır” dedi.

 

Ortaköy-Şapinuva’da açığa çıkarılan çok sayıda kurban çukuru ve ele geçen hayvan kemiklerinin özellikle de kuşlara ait tırnak, gaga ve kemik kalıntılarının ritüel metinlerin ele geçen arkeolojik delilleri olduğunu dile getiren Süel, “Buradaki en önemli husus, gün ışığına çıkarılan arkeolojik kalıntıların çivi yazılı metinlerle örtüşmesidir. Törenlerden sonra bu alanın üzerinin iyi sıkıştırılmış kalın bir kil tabakası ile örtüldüğünü görmekteyiz. Kullanıldığı andan itibaren kirlendiği kabul edilen bu çukurların tekrar kullanılmaması için yapılan bu kil örtü, çukurların bulunmasını da engellemektedir. Yakma işleminde tamamen yok olan kuşlarla birlikte, kuşlara yüklenen kirliliğinde yok olduğuna, geriye kalan küllerin de zaten kara toprağa karışıp zararsız hale geldiğine inanılıyor olabilir” ifadelerini kullandı.

 

Ağılönü kutsal alanında kurban çukurlarının çeşitli amaçlara göre değişik yapılarda (formlarda) karşılarına çıktığını dile getiren Süel, “Çok hafif bir derinlikte kare veya yuvarlak olarak açılan sığ çukurlarda yakma yoluyla kurban sunumu yapılmaktadır. Kurban çukurları tek olabildiği gibi böbrek şeklinde ikiz çukurlarda mevcuttur. Çivi yazılı metinlerden törenlerde hayvanın kurbandan evvel sersemletilmesi maksadıyla kafasına taş veya benzer bir aletle vurulduğu bilinmektedir. Araştırmalarımız sonucunda çukurların içinde ve üstünde hafifçe işlenmiş bazen de işlenmemiş olarak bol miktarda bu taşlara rastlanılmıştır. Çukurun içinde bir veya iki tane olabildiği gibi daha çok sayıda da taş olabilmektedir.

 

Bu bilgilerin Ortaköy arşivinde bulunan Hurrice tabletlerin incelenmesi ile elde edildiğini anlatan Prof.Dr. Aygül Süel, “Bu konu filojik çalışmaların arkeolojik çalışmalara ne derecede katkı bulunacağının göstergesi olarak, bizi her iki disiplinde de ilerleme kaydedecek sonuçlara ulaştırmıştır” şeklinde konuştu.

Haber 3, 20.02.2012

HASANKEYF KAZILARI 15 MART'TA

 

Tarihi antik kent Hasankeyf İlçesi'ndeki arkeolojik kazı çalışmaları 15 Mart'ta başlayacak. Mart ayında başlayacak olan kazı çalışmalarının büyük bir bölümü İç kale ve Büyük Saray'da yapılacak. Konuyla ilgili bilgi veren Hasankeyf kazı başkanı ve Batman Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Abdüsselam Uluçam, 2012 kazılarının 15 Mart tarihinde başlayacağını belirterek “Kazı çalışmaları için hazırda ödeneğimiz var. Bu yılki kazı çalışmaları ağırlıklı olarak İç kale ve Büyük sarayda devam edecek kazılar dışında da kazı evi deposunda  bulunan ve önceki yıllarda kazılarda  bulunan eserlerin tescil çalışmaları devam edecek, tescili bitirilen eserler Batman Müzesi'nde sergilenecek” dedi.

Batman Gazetesi, 31.01.2012



12 - 25 Şubat 2012

SATILIK FAZLA TARİHİ ESER

 

 
Evrensel, Karikatür: Sefer Selvi, 20.02.2012


Kültür Bakanlığı, müzelerde sergilenen ve benzerleri olan tarihi eserlerin satışına olanak sağlayan bir düzenleme yaptı. Bakanlığın bu düzenlemesine arkeoloji dünyası sert tepki gösterdi.

Kültür Bakanlığı, korunması gerekli taşınabilir kültür ve tabiat varlıklarının tasnifi, tescili ve müzelere alınmaları hakkında yönetmeliğin bazı maddelerinde değişiklik yaptı. Bu değişiklikleri içeren yönetmelik, 19 Ocak 2012 tarihli ve 28178 sayılı Resmi Gazete’de yayınlandı. Yeni düzenleme, tarihi eserlerin satışına olanak sağlıyor. Artık müzeler depolarında tutmaya gerek görmediği eserleri bir komisyon kurarak değer biçecek ve satacak. Yönetmeliğin 10. maddesindeki “Tasnif ve tescile tabi olup müzelere alınmasına gerek görülmeyen kültür ve tabiat varlıkları ile etütlük nitelikli kültür ve tabiat varlıkları” ile ilgili yapılan değişiklikte; “Müzeye getirilen ve bir yıl içinde sahiplerince geri alınmayan varlıklar devletçe satılabilir. Müzeye alınmasına gerek duyulmayan ve komiston tarafından etütlük eser olarak tasnif edilen taşınır varlıkların koleksiyonculara satışına izin verilir” deniyor.





Arkeologlar Derneği İstanbul Şube Başkanı Doç.Dr. Necmi Karul tarihi eserlerin satışına imkan tanıyan yönetmelik değişikliğine tepki gösterdi. Karul, şunları söyledi: “Biz öğrencilerimize ilk derste, ‘Geçmişten günümüze kalan her şeyin ortak kültür mirası olduğunu ve onları değerli kılanın içerdikleri bilgi olduğunu’ söyleriz. Arkeolojik bir buluntuya maddi değer biçilmesi ve satılabilmesi, bir bakıma geçmişimizi alınıp-satılabilir hale getirir. Depolardaki eserler değerlendirilmek isteniyorsa; belirli sürelerle özel müze, sergi salonu gibi uygun ortamlarda, herkesin erişimine açılması koşulu ile böyle bir hizmet vermek isteyenlerden gelir elde edilebilir. Bu yönetmelik koleksiyonere avantaj sağlıyor. Ayrıca müzelerde ihtiyaç duyulmuyorsa, üniversitelere ders malzemesi olarak verilebilirler ya da özel müzelere kiralayabilirler.” Karul, “Örneğin Selçuklulara, Osmanlı dönemine ait bir çok balta, kılıç gibi savaş aletleri, Hititlere ait tabletler, Roma Bizans dönemine ait amforalar, sikkeler var. Bunların fazlası nasıl belirlenecek? Bu yönetmelikle belki yurtdışına eser çıkmaz ama halka ait olan eserler sadece özel koleksiyonlara girer. Bir eserin alınıp satılabilmesi etik olarak yanlış” dedi.

Vatan, Haber: Burak Kara, 18.02.2012

 

******


SAHİBİNDEN SATILIK TARİHİ ESER!

 

 

Kültür ve tabiat varlıklarıyla ilgili yönetmelikte yapılan değişiklikle artık tarihi eserler satılabilecek. Uluslararası ve ulusal yasalarla da çelişen ifadeler içeren değişikliğe arkeologlar tepki gösterdi.

 

Sözkonusu değişiklik Korunması Gerekli Taşınır Kültür ve Tabiat Varlıklarının Tasnifi, Tescili ve Müzelere Alınmaları Hakkında Yönetmeliğin 10. maddesinde yapıldı ve 19 Ocak 2012’de 28178 sayılı Resmi Gazetede yayınlandı. 10. maddenin 4. fıkrasında şu ifadeye yer verildi: “Müzeye getirilen ve bir yıl içinde sahiplerince geri alınmayan varlıklar müzelerde korunabilir, durumlarına uygun olarak kayıt altına alınabilir veya usülüne uygun olarak Devletçe satılabilir”. 10. maddenin 5. fıkrasında ise “etütlük” olarak tasnif edilen ve müzeye alınması gerekmeyen eserlerin satılabileceği belirtiliyor.

 

Prof.Dr. Sevil Gülçur, kazıda çıkarılan eserlerin üç kategoride incelendiğini kaydetti. “Yönetmelikte etütlük eserlere atıf yapılıyor. Burada müzeye gelen ancak müzenin kabul etmediği eserlerin kastedildiğini düşünmek istiyorum. Kazıdan çıkan ve üzerinde çalışılacak olan etütlük eserlerin satışı mı söz konusu? Olabilecek şey değil. Ha kaçak kazılarla SİT alanlarını talan etmişsiniz, ha bilimsel yöntemlerle kazı yapmışsınız. Hiç farkı yok”. Arkeologların söz konusu yönetmeliğe tepki göstermesi gerektiğini bildiren Gülçur, “bu yönetmeliği hazırlayanların oturup ellerini şakaklarına koyarak düşünmeleri lazım. Bu yönetmeliği hoş gören meslektaşlarımı da kınıyorum” diye konuştu.

 

Emekli müzeci Dr. Şeniz Atik de, yönetmelikte geçen “etütlük eser” tanımının muğlak olduğuna dikkat çekti: “Örneğin, kazılardan müzeye getirilerek teslim edilen eserlerden müze envanterine alınmayıp etütlük olarak ayrılan eserlerin durumu nasıl değerlendirilecektir? Kazılardan gelen ve etütlük olarak ayrılan eserler, gözden çıkarılan eserler değildir, aksine bilimsel araştırmaların detaylandırılması ve uzun zaman içinde çalışmaların tamamlanması sırasında gerektiğinde tümlenerek, gerektiğinde analizler için kullanılabilecek nitelikteki eserlerdir.  Yani gözden çıkarılan ya da oraya etütlük olarak ayrıldığı için satılacak ve dağıtılacak rastgele bir malzeme değildir”.

 

Emekli müzeci Dr. Şeniz Atik, arkeolojik buluntuların koleksiyon yapmak ya da vitrin süslemek için toprak altından çıkarılmadığını da vurguladı. Atik, “arkeoloji, tarihi okuyan bir bilimdir ve kazı ile çıkarılan verilerinin de devlet güvencesinde korunması gerekir. Bunların evrensel bir boyutu da vardır, bu nedenle de sadece ulusal değil uluslararası yasalarla da korunurlar. Dolayısı ile çok sıradan bir iş gibi görünen bu durumun yeniden gözden geçirilerek, değerlendirilmesi ve bu maddede kastedilen etütlük ve satılabilecek nitelikteki objelerin neler olabileceğine açıklıkla belirtilmesinde ve tanımlanmasında yarar vardır. Bu haliyle bu madde her türlü yoruma ve istismara açık görünmektedir. Farkında olmadan da olsa bu değerlerin bir kez dağılmasına ve talanına izin verilirse  dönüşü olmayan bir hataya neden olunabilir.”

 

Prof.Dr. Mehmet Özdoğan ise eski eserlerin parayla ölçülmesinin yanlış olduğunu ve yönetmeliğin bu haliyle, eserleri piyasa açmaya olanak sağladığını belirtti. Eski eserlerin insanlığın ortak mirası olduğunu vurgulayan Özdoğan, “eski eserlerin dolaşımını dünyada bir önkoşulla yapabilirsiniz, eserin köken belgesi olması gerekir. Böylece eserin tahribi ve çalınması engellenir. Bu yapılmazsa eski eser kaçakçılığı ödüllendiriliyor demektir, bu köken belgesiyle desteklenmeli yoksa bundan Türkiye zarar görür” diye konuştu.

 

Yönetmeliğin “alel acele, iyi yazılmamış” olduğunu kaydeden Özdoğan, özel koleksiyonlarla ilgili bir düzenleme yapmak istendiğini ancak hata yapıldığını bildirdi.

Evrensel, Haber: Şiar Can Şener, 20.02.2012

 

******


BU YIL KAÇ PARALIK ESER TOPLADINIZ?

 

‘Korunması Gerekli Taşınır Kültür ve Tabiat Varlıkları’nın Tasnifi, Tescili ve Müzelere Alınmaları Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik’ yürürlüğe girdi. Ancak yönetmeliğin 5. maddesi büyük tartışmaya neden oldu. Arkeologlar ve müzeciler, müzelerden eser satılmasını gündeme getirebileceği söylenen maddenin değiştirilmesini istiyor: “Her yıl sonunda kazı başkanlarına şu soru yöneltilebilir: Bu yıl kaç paralık eser topladınız?”


19 Ocak günü Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren madde, müze dünyasında tartışma yarattı. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın “Her tür tarihi eser hareketi kayıt altına alınacak” diye savunduğu madde şöyle diyor:
“Madde Değerlendirme Komisyonu tarafından müzeye alınmasına gerek duyulmayan tescile tabi taşınır kültür ve tabiat varlıkları, envanter bilgileri çıkartılarak müze emanetinde alıkonulur. Bu şekilde değerlendirilen taşınır kültür ve tabiat varlıkları ile komisyon tarafından etütlük eser olarak tasnif edilen ve müzeye alınmasına gerek görülmeyen taşınır varlıkların bakanlık denetimindeki özel müze veya koleksiyoncuların envanterlerine kaydedilmek üzere satışına izin verilir. Bir yıl içerisinde özel müzelere veya koleksiyonculara devri gerçekleşmeyen bu taşınır kültür ve tabiat varlıkları durumlarına uygun olarak müzelerde kayıt altına alınır.”


Ancak müze ve arkeoloji dünyasından birçok isim maddeye tepkili. 

Arkeologlar Derneği’nden ismini açıklamak istemeyen bir üye:
”2863 sayılı yasa arkeolojik eserleri devlet güvencesi altına alır. Bu haliyle devlet geçmişe ait eserleri toplumun ortak mülkiyeti olarak görür ve bu doğru, çağdaş bir yaklaşımdır. Bilim insanları için ise eser sadece bilgi kaynağıdır. Depolardaki eserler değerlendirilmek isteniyorsa üniversitelere verilebilir ya da uygun ortam ve açık sergileme koşuluyla ödünç olarak verilebilir. Ayrıca yönetmelik akıl karıştırıcı; müze takdir komisyonunun uzmanlığından hangi eserlerin satılabileceğine ya da kimlerin bu ticareti yapabileceğine kadar birçok şeyin ucu açık bırakılmış. Böyle bir pazarın açılmasıyla ülkemiz uluslararası düzeyde olumsuz etkilenir. Müzeler kültür varlıklarını satarak para kazanan kurumlara dönüştürülmemeli. Müzeci ya da arkeologların ‘Bu yıl kaç liralık eser topladınız?’ sorusuyla karşılaşmamalarını umuyoruz.”


Arkeolog Şeniz Atik: “Kazılarda bulunan eserler önce kazı envanterine kaydedilir, kazı sezonu sonunda ise müzelere teslim edilir. Bunlar müzede yeniden değerlendirilerek, müze envanterine alınması gerekenler tespit edilir. Müze envanterine kaydedilecek nitelikte bulunmayanlar ise etütlük olarak ayrılıp listelenerek depolara yerleştirilir. Etütlük olarak ayrılanlar, satılacak, dağıtılacak eserler değildir. Aksine gerektiğinde kullanılabilecek nitelikteki eserlerdir. ” 

Eski Ayasofya Müzesi Müdürü Erdem Yücel: “Etüdlük tarifi çok iyi yapılmalı. Anadolu’da bir müzeye göre bir Kuran müzelik değerde. Ancak Topkapı Sarayı uzmanına göre bu İstanbul’da satılık olabiliyor. Çünkü İstanbul’da bu eserden çok var. Devlet müzesinin eser satması ne demek? Çok çirkin bir durum. Urartu dönemi bir matara kazıdan paramparça çıkar. Müzeye getirin o parçalara direk etüdlük der. Ancak restore edip piyasada satın. Yani bunun önünü alamazsınız.”


Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada düzenleme şöyle savunuldu: “Özel müze izni ya da koleksiyon izin belgesi iptal edilenlerin koleksiyonlarında bulunan eserlerin yanı sıra aralarında yapacakları eser hareketlerine ilişkin işlemler düzenlenmiştir. Devlet müzesine alınmasına gerek duyulmayan özel koleksiyon eserleri ile etütlük nitelikli eserlerin bakanlığımız denetimindeki diğer bir koleksiyoncu veya özel müzeye satılması yoluyla kültür varlığının kayıt altına alınması ve denetim amaçlanmıştır. Ayrıca özel müze ve koleksiyoncular tarafından satın alınması düşünülen eserlerin de mutlak surette önce bakanlık müzesine getirilerek belgelendirilmesi ve devletin rüçhan hakkını (öncellikli satın alma hakkı) kullanması daha anlaşılır hale getirilmiştir.”

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 22.02.2012

SULTANAHMET'TEKİ OTEL İNŞAATINA 51 İMZALI KINAMA

 

 

Sultanahmet'te tarihi kalıntılar üzerine süren otel inşaatının durdurulması için Bizans tarihi, sanatı, mimarlığı ve arkeolojisi uzmanı öğretim üyeleri 51 imzalı bir metin yayımladı. Sultanahmet'teki otel inşaatı sonucu tarihi duvarların yok olmasını protesto etmek amacıyla bir araya gelen 51 Türkiyeli Bizans uzmanı, yetkilileri ve kamuoyunu Tarihi Yarımada'ya sahip çıkmaya çağırdı. bianet.org'un haberine göre uzmanlar, Sultanahmet Mahallesi, Küçükayasofya Caddesi ve Şifa Hamamı Sokak'ın birleştiği yerdeki inşaat ile ilgili gelişmeleri kaygıyla karşıladıklarını belirtti.

Otelin kurulduğu yerin çevresindeki temel kazısında karşılaşılan Bizans ya da Bizans öncesi döneme ait tarihi duvarların yerle bir edildiğini ifade eden öğretim üyeleri, yıkımın raporla tespit edildiğini de kaydetti. Yıkımın, İstanbul Arkeoloji Müzeleri uzmanları tarafından 15 Aralık 2011'de yazılı raporla tespit edilmesine ve durumun gerekli mercilere iletilmesine rağmen Şubat 2012 başı itibarıyla, aynı bölgeye beş katlı yeni bir bina inşa edildiğini aktaran akademisyenler şunları vurguladı:

"Yıkımın 4 Numaralı Koruma Kurulu'nun 0gündemine 18 Ocak 2012 tarihinde, yani bir ay gibi çok geç bir tarihte alınması ve Fatih Belediyesi yetkililerinin iddia ettikleri gibi müteaddit kereler kontrol yapmalarına ve iki kez mühürlemelerine rağmen inşaatın beş katının da bitmiş olması açıklama gerektiren durumlardır."

"8 Şubat 2012 tarihinde Kültür Bakanlığı ve Fatih Belediyesi'nin yeni yapılan binayı yıkma yönünde karar almaları kendi içinde doğru bir karar olsa da yok edilen duvarları geri getirmeyecektir."

"Önce sorunun ortaya çıkmasına katkıda bulunup sonra onu çözmeye çalışmak yerine olası sorunların önlemini baştan almak ilerde başka tarihi eserlerin yok olmasını engelleyecektir."

Tarihi Yarımada, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemine tarihlenen yeraltı ve yerüstü kalıntıları ile Dünya Mirası Listesi'nde bulunuyor. Uzmanlar, Bizans ve Osmanlı İmparatorluklarının dini ve siyasi merkezini temsil eden yapıların bulunduğu Sultanahmet bölgesinin çok daha dikkatli bir şekilde korunması gerektiğini belirtiyor ve bölgede yapılacak her türlü inşaat faaliyetinin, yerel yönetimlerin, müzelerin, koruma kurulunun ve akademik çevrelerin çok daha etkin ve bilinçli işbirliği ile denetlenmesi gerektiğinin altını çiziyorlar.

İmzacılar

Ali Tirali, Doktora Öğr., EHESS-Boğaziçi Üniversitesi
Anestis Vasilakeris, Dr., Boğaziçi Üniversitesi
Ayça Tiryaki, Yard. Doç.Dr., İstanbul Üniversitesi
Aygül Ağır, Doç.Dr., İstanbul Teknik Üniversitesi Ayla Ödekan, Prof.Dr., İstanbul Teknik Üniversitesi
Ayşın Özügül, Yard. Doç.Dr., Uludağ Üniversitesi
Bedia Yelda Uçkan, Prof.Dr., Anadolu Üniversitesi
Birsel Küçüksipahioğlu, Doç.Dr., İstanbul Üniversitesi
Buket Coşkuner, Dr.
Buket Kitapçı Bayrı, Öğr. Gör. Dr., Bilgi Üniversitesi
Dirk Krausmüller, Yard. Doç.Dr.,  Mardin Artuklu Üniversitesi
Ebru Altan, Doç.Dr., İstanbul Üniversitesi
Ebru Parman, Prof.Dr., Anadolu Üniversitesi
Ece Turnator, Doktora Öğr., Harvard Üniversitesi
Elif Keser-Kayaalp, Yard. Doç.Dr.,  Mardin Artuklu Üniversitesi
Elmon Hançer, Dr.
Engin Akyürek, Prof.Dr., İstanbul Üniveritesi
Esra Güzel Erdoğan, Öğr. Gör. Dr., Marmara Üniversitesi
Fahriye Bayram, Doç.Dr., Pamukkale Üniversitesi
Ferda Barut, Öğr. Gör., Kapadokya Meslek Yüksek Okulu
Feride İmrana Altun, Doktora Öğr., Ege Üniversitesi
Feridun Özgümüş, Doç.Dr., İstanbul Üniversitesi
Filiz İnan, Öğr. Gör. Dr., Uludağ Üniversitesi
Gökçen Kurtuluş Öztaşkın, Öğr. Gör., Pamukkale Üniversitesi
Günder Varinlioğlu, Dr., Dumbarton Oaks Araştırma Kütüphanesi
Koray Durak, Yard. Doç.Dr., Boğaziçi Üniversitesi
Kutlu Akalın, Dr.
Lale Doğer, Yard. Doç.Dr., Ege Üniversitesi
Melda Ermiş, Ar. Gör. Dr., İstanbul Üniversitesi
Merih Danalı, Doktora Öğr., Harvard Üniversitesi
Meryem Acara Eser, Dr., Cumhuriyet Üniversitesi
Mete Mimiroğlu, Doktora Öğr., Selçuk Üniversitesi
Metin Ahunbay, Prof.Dr., İstanbul Teknik Üniversitesi
Mine Kadiroğlu-Leube, Prof.Dr. Anadolu ve Çevresinde ORTAÇAĞ'ın editörü
Muradiye Öztaşkın, Öğr. Gör., Pamukkale Üniversitesi
Mustafa Daş, Doç.Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi
Nevra Necipoğlu, Prof.Dr., Boğaziçi Üniversitesi
Nilgün Elam, Öğr. Gör. Dr., Anadolu Üniversitesi
Nilüfer Peker, Öğr. Gör. Dr., Başkent Üniversitesi
Nirva Yanıkbaca, Doktora Öğr., İstanbul Üniversitesi
Örgü Dalgıç, Dr., Amerikan Katolik Üniversitesi
Paul Magdalino, Prof.Dr., Koç Üniversitesi
Scott Redford, Prof.Dr., Koç Üniversitesi
Sema Doğan, Prof.Dr., Hacettepe Üniversitesi
Suna Çağaptay, Yard. Doç.Dr., Bahçeşehir Üniversitesi
Şahin Kılıç, Ar. Gör. Dr., Uludağ Üniversitesi
Turhan Kaçar, Prof.Dr., Pamukkale Üniversitesi
Yalçın Mergen, Öğr. Gör. Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi
Yaman Dalanay, Doktora Öğr., Oxford Üniversitesi
Yasemin Bağcı, Doktora Öğr., Amsterdam&Leiden Üniversitesi
Zeliha Demirel Gökalp, Yard. Doç.Dr., Anadolu Üniversitesi
Zeynep Ahunbay, Prof.Dr., İstanbul Teknik Üniversitesi

Yapı, 20.02.2012



******


BİZANS'I YIKARSAN 'FETİH'İ ANLAMAZSIN

 

Bizans tarihi, sanatı, mimarlığı ve arkeolojisi uzmanları nihayet patladı ve yetkilileri ve halkı “İstanbul Tarihi Yarımada’ya sahip çıkmaya” çağırdı... İstanbul, Sultanahmet, Küçükayasofya Caddesi ve Şifa Hamamı Sokak’ın birleştiği yerdeki inşaat ile ilgili gelişmeleri derin bir kaygı ile karşıladıklarını anlatan öğretim üyeleri, şöyle dediler:
 

“Sultanahmet, 98 ada, 22-32-33 parsellerdeki binalar son birkaç ay içinde yıkılmakla kalmamış, temel kazısında karşılaşılan Bizans ya da Bizans öncesi döneme ait tarihi duvarlar yerle bir edilmiştir. İstanbul Arkeoloji Müzeleri uzmanları tarafından bu yıkımın 15 Aralık 2011 tarihli bir raporla tespit edilmesine ve gerekli mercilere iletilmesine rağmen söz konusu yerde şubat ayının başı itibarıyla beş katlı yeni bir bina inşa edilmiştir. Yıkımın 4 Numaralı Koruma Kurulu’nun gündemine 18 Ocak 2012 tarihinde, yani bir ay gibi çok geç bir tarihte alınması ve Fatih Belediyesi yetkililerinin iddia ettikleri gibi müteaddit kereler kontrol yapmalarına ve iki kez mühürlemelerine rağmen inşaatın beş katının da bitmiş olması açıklama gerektiren durumlardır.
8 Şubat 2012 tarihinde Kültür Bakanlığı ve Fatih Belediyesi’nin yeni yapılan binayı yıkma yönünde karar almaları kendi içinde doğru bir karar olsa da yok edilen duvarları geri getirmeyecektir. Önce sorunun ortaya çıkmasına katkıda bulunup sonra onu çözmeye çalışmak yerine olası sorunların önlemini baştan almak ileride başka tarihi eserlerin yok olmasını engelleyecektir.


Tarihi Yarımada Roma, Bizans ve Osmanlı dönemine tarihlenen yeraltı ve yerüstü kalıntıları ile sadece Türkiye’nin değil, Dünya Mirası Listesi’nde olmasının da gösterdiği gibi, dünyanın gözbebeğidir. Bizans ve Osmanlı imparatorluklarının dini ve siyasi merkezini temsil eden yapılara ev sahipliği yapması sebebiyle özellikle Sultanahmet bölgesi çok daha dikkatli bir şekilde korunmalı, bu bölgede yapılacak her türlü inşaat faaliyeti, yerel yönetimlerin, müzelerin, koruma kurulunun ve akademik çevrelerin çok daha etkin ve bilinçli işbirliği ile denetlenmelidir. İstanbul’un tarihi mirası kurumların vurdumduymazlığına ve kişilerin açgözlülüğüne kurban edilmeyecek kadar değerlidir.”


Bildiriye imza atan 53 öğretim üyesi arasında Koç Üniversi-tesi’nden Prof.Dr. Paul Magdalino ve Prof.Dr. Scott Redford, Harvard Üniversitesi’nden doktora öğrencileri Merih Danalı ve Ece Turnator, Oxford Üniversite-si’nden Yaman Dalanay ve Amsterdam-Leiden Üniversitesi’nden Yasemin Bağcı da bulunuyor.

Hürriyet, Yazı: Yalçın Bayer, 22.02.2012

TARİHİ ESERLERİ KORUYAMAYAN GÜNAY MÜZE GELİRLERİNİ KATLAMIŞ!


Çemberlitaş'taki Birlik Vakfı'nda düzenlenen konferansa katılan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, konuşmasında tarihi eserler konusunda sahip oldukları "duyarlık"tan bahsetti. "Bizim işimiz, Anadolu toprağında ne varsa sahip çıkmaktır" diyen Günay şu şekilde konuştu:

"Bizim medeniyetimiz anıtları yıkmamış, sağlamlaştırıp teminat altına almış. Biz barış içinde yaşamayı başarmışız. Bizim işimiz, Anadolu toprağında ne varsa sahip çıkmaktır. Bir yandan Roma tapınağı, Selçuklu ve Osmanlı eserlerini korumaya çalışıyoruz. Türkiye'nin her metrekaresiyle ilgilenmeye çalışıyorum ama sevincim de hüznüm de bu tarihi yarımadadır. Dünyada, birçok uygarlığın izlerini bulunduran başka bir şehir yok. Kubbeler ve minareler bu şehrin başında bir taç gibidir. Dünyada, İstanbul gibi başında taç taşıyan başka bir şehir yok."

Tarih yok olurken artan müze gelirleri bakanı mutlu etmiş

Kültür alanları ve sanat mekanlarına çekidüzen verdiklerini iddia eden Günay'ın bu iddiasını 2007 yılında 70 milyon TL olan müze gelirlerini düzenlemeler sonrasında 254 milyon TL'ye çıkartmasına dayandırması dikkatleri çekti. Ülkenin dört bir yanında her geçen yıl onlarca tarihi eser tahrip olmaktayken bu durumun hesabını vermek yerine müze gelirlerinin artışından övünç duyan Günay, kendisinin ve partisinin kültür ve sanat alanındaki bakışını da ortaya koymuş oldu.

Günay, Hasankeyf'in sulara gömülmesi üzerine söylediği "Hasankeyf yok olsun istemiyorum ama hayat acımasız" sözleri ve Topkapı sarayında yaşanan taht skandalını teferruat olarak nitelemesiyle Kültür ve Turizm Bakanı olarak ne işe yaradığını sorgulatmıştı.

Günay'ın dün yapmış olduğu konuşma, son yıllarda tarihi eserler konusunda yaşanan skandal boyutundaki olayları bir kez daha akıllara getirdi.

Erdoğan'a göre kimi tarihi eserler "çanak çömlek" değerinde!

AKP'nin tarihi eserlere bakışını en güzel özetleyen konuşmalardan birisini Başbakan Recep Tayyip Erdoğan yapmıştı. "Çılgın proje"si Kanal İstanbul'u açıkladığı toplantıda Erdoğan, "kültür varlıklarımızı muhafaza etmek adına bu büyük adımlarımızı atıyoruz" sözlerini ettikten sonra Marmaray Projesi'ne karşı çıkanları şu sözlerle eleştirmişti:

"3. köprü dedik. Hemen 'karşıyız' dediler. Zaten sizden başka birşey beklenmez ki. Bu zihniyet 1., 2. köprüye ve Marmaray'a da karşıydı. Bize 4 yıl erteletti projeyi tamamlatmayı. Neymiş oradan tarihi çanak çömlek çıkmış."

Erdoğan'ın tarihi eserler konusundaki seçmece tavrını Milliyet Gazetesi yazarı Can Dündar şöyle değerlendirmişti:

Peki Boğaz'daki kültür varlıkları "ata yadigârı" da, Marmaray'ın altından çıkanlar niye "çanak çömlek"? Çünkü Başbakan, bu toprakların tarihini Türklük ve Müslümanlıkla başlatıyor. Öncesini "ata"dan saymıyor.

Hasankeyf tarih oluyor

AKP'nin on bin yılı aşkın tarihe sahip bulunan Hasankeyf'in üzerine baraj yapma ısrarı kamuoyundan gelen tüm tepkilere rağmen devam etmekte. Faaliyete geçirilecek Ilısu barajıyla birlikte küçük bir bölümü taşınacak olan tarihi eserler dışında Hasankeyf sular altında kalacak. AKP'nin şimdiki Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Hasankeyf'in katledilmesine ilişkin olarak "Hasankeyf yok olsun istemiyorum ama hayat acımasız" sözleriyle acizlik bildirirken önceki Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, "Hasankeyf'te kültürel varlığımız yok" şeklindeki sözleriyle AKP'nin tarihe olan bakışını daha net yansıtmıştı.

Günay'a göre Allianoi'nin su altında kalmasını istemeyenler abartıyor

Hasankeyf'in yanı sıra barajla sular altında kalacak bir diğer tarihi bölge de İzmir'in Bergama ilçesi sınırları içindeki Allianoi. Barajın faaliyete geçmesiyle tamamen sular altında kalacak Allianoi'de de tarihi eserlerin bir bölümünü taşıyarak kurtarma çabası mevcut. Allianoi Girişimi'nin kurtarmak için yürütmeyi durdurma davası açtığı tarihi bölge için Kültür ve Turizm Bakanı Günay şunları sözlemişti: "Anladığım kadarıyla Allianoi konusunda abartılı bir kamuoyu duyarlılığı geliştirildi. Atılan her adıma çevreden, yargıdan müdahale isteniyor"

AKP'nin ısrarla savunduğu Marmaray projesinin Erdoğan'ın ifadesiyle "çanak çömlek" tahrip etmenin ötesine gittiği görülmekte. 2010 yılı sonlarında yapılan Marmaray kazıları sırasında Topkapı Sarayı'nın surlarında çatlaklar oluşmuştu.

Topkapı Sarayı Günay için teferruat

Müzelerin ve tarihi eserlerin ilgisizlik nedeniyle tahribata uğradıkları görülmekte. 2008 yılında Kültür Bakanlığı Teftiş Kurulu'nun yaptığı inceleme sonucunda, Topkapı Sarayı'nda yeniçeri kalkanlarından padişahların kullandıkları savaş malzemelerine kadar birçok eserin, "çürüdüğü için tarihi eser niteliğini kaybettiği" ortaya çıkmıştı. Ülkenin en göz önündeki tarihi eserlerinden birisi olan Topkapı Sarayı'nın içler acısı durumu diğer eserlerin durumu üzerine fikir vermekte.

Kültür ve Turizm Bakanı Günay'ın, Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Yusuf Benli'nin 3. Selim'in tahtını lojmanına taşıtması ve 14. Louis masasında kahvaltı yapmasıyla ilgili basında çıkan haberleri "teferruat" olarak niteleyerek tarihi eserlere karşı ilgi düzeyini ortaya koymuştu.

Tarihi duvar yıkıldı, yerine otel yapıldı

AKP döneminde tarihi eserlerin çeşitli hilelerle yıkılıp arsasının ticari amaçla değerlendirilmesi de söz konusu oldu. Sultanahmet'te 1. Derece Koruma Bölgesi içinde yer alan, kentsel ve arkeolojik sit alanı içindeki Bizans Büyük Saray'a ait olduğu düşünülen duvar kalıntıları ve tarihi yapı Fatih Belediyesi'nin "güçlendirme izniyle" yıkılıp, yerine 5 katlı otel dikilmişti. İstanbul 4 Numaralı Koruma Kurulu ise dalga geçercesine duvarın yıkılıp, otel inşaatı bitme noktasına geldiği zaman "durdurma kararı" çıkartmıştı!

Tarihi mezar taşları moloz oldu

Eserler konusundaki denetimsizlik en sıradan madencilik faaliyetlerinin bile tarihi eser katliamına dönüşmesine neden olmakta. Çok sayıda antik yerleşimin bulunduğu Antalya Çığlıkara'da taş ocağına ait iş makinelerinin Likya dönemine ait mezar taşlarını parçalanmış olarak ormana attığı ortaya çıkmıştı. Molozların döküldüğü alanda bulunan mezar taşlarının Milattan Sonra ikinci yüzyıla ait olduğu tahmin edilmekte.

Tarihi eser kaçakçıları işlerini rahat yapıyor!

Tarihi eserlerin devlet eliyle tahrip edildiği ülkemizde tarihi eser kaçakçılarının işlerini yaparken rahat çalıştıkları görülüyor! Burdur'un Gölhisar İlçesi'nde tarihi eser kaçakçılarının Kibyra Antik Kenti'ndeki toplu yeraltı oda mezarlarını dinamitle patlatarak mezarların içerisindeki tarihi eserleri çaldıkları ortaya çıkmıştı.

soL- Haber Merkezi, 12.02.2012

REMBRANDT TABLOLARI ÜÇ PARTİ HALİNDE GETİRİLDİ PAKETTE BİR GÜN DİNLENDİ

 

Sabancı Hoding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı, 2.5 yıl önce bazı iş görüşmeleri için Amsterdam’a gitti. Oradaki görüşmeleri tamamlanmadan Sakıp Sabancı Müzesi Müdürü Dr. Nazan Ölçer aradı:
 

- Güler Hanım, SSM’nin 10’uncu kuruluş yıldönümü için ses getirecek bir iş çıkarmamızı istiyordunuz...
- Evet...
- Vaktiniz varsa orada kalın. Biz de Sevil Hanım’la (Sabancı) birlikte gelelim. Rijkmuseum’un yetkilileriyle görüşelim. Rembrandt’ın tablolarını SSM’de 10’uncu yılımızı kutlayacağımız 2012’de sergilemeyi teklif edelim.
SSM’nin 10’uncu yıl kutlamalarıyla ilgili komitenin başında bulunan Sevil Sabancı ile Nazan Ölçer, Rijkmuseum’dan randevuyu alıp Amsterdam’a uçtu. Güler Sabancı’yla birlikte Rijkmuseum yönetimini ziyaret ettiler:
- Müzeniz bakımda olacak. Bu dönemde Rembrandt ve çağdaşlarının eserlerini SSM’de sergilemek istiyoruz. 2012, SSM’nin 10’uncu yılı. Böyle bir yılda önemli bir sergiye imza atmamıza destek verir misiniz?
Rijkmuseum yönetimi görüşme sırasında şu ayrıntıyı farketti:
- 2012, Türkiye-Hollanda ilişkilerinin 400’üncü yılına denk geliyor. Hollanda Dışişleri Bakanlığı bize bu konuda bir yazı göndermişti.
Güler Sabancı, salı akşamı Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, eşi Hayrünnisa Gül, AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış ve Hollanda Dışişleri Bakanı Uri Rosenthal’e sergiyi gezdirirken 2.5 yıl öncesine uzanan öyküyü de anlattı.
Ardından Rijkmuseum’un eserleri nasıl titizlikle koruduğuna örnek verdi:
- Sergide 110 parça eser var. Bunlar üç ayrı kargo trafiği ile geldi. Yani, hepsinin birarada gönderilmemesine özen gösterdiler. Ayrıca, tablolar SSM’ye ulaştıktan sonra ambalajında birer gün bekletildi.
- Neden?
- SSM’deki ortamın sıcaklığı Rijkmuseum uzmanlarının istediği noktaya getirildi. SSM Müdürümüz Nazan Ölçer, hepsini tek tek inceleyerek teslim aldı.
Güler Sabancı, serginin ana sponsorluğunu kendileriyle birlikte Hollanda merkezli ING Bank’ın üstlendiğini vurguladı.
Hollanda Dışişleri Bakanı Rosenthal de diğer sponsorları sıraladı:
- Shell, Philips, Unilever ve KLM de bu sergiye destek verdi.
Güler Sabancı’ya Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi’nin (AKM) onarımına verdikleri desteği anımsattım:
- Önce AKM’nin onarımına 30 milyon liralık desteğe imza attınız. Arkasından Rembrandt ve Çağdaşları Sergisi’ne imza attınız. Böyle mi planlamıştınız?
- Tümüyle tesadüf oldu. Rembrandt ve Çağdaşları Sergisi için ilk girişim 2.5 yıl önceye uzanıyor. AKM işi son anda gelişen bir konu...
Sabancı Grubu böylelikle Türkiye’nin kültür-sanat gündemine damgasını vurmuş oldu...

Hürriyet, Yazı: Vahap Munyar, 24.02.2012

POLİS EVDE TARİHİ ESER ARADI

 

Suşehri İlçesi'nde, ihbarı değerlendiren polis ekipleri, bir evde tarihi eser parçası aradı.


Suşehri Emniyeti'ne gelen ihbarı değerlendiren ekipler, Şebinkarahisar Emniyet Müdürlüğü'ne bağlı ekiplerle birlikte bir Taşköprü mahallesi Ebubekir sokakta, Y. T.'ye ait evde operasyon yaptı.
Suşehri Emniyet Müdürlüğü ekipleri Y. T. isimli şahsın tarihi eser kaçakçılığı yaptığı iddiasıyla evinde ve evinin etrafında tarihi eser parçaları aradı. Geniş kapsamlı yapılan aramada neticeye ulaşamayan emniyet ekipleri, Y. T. isimli şahsı ifadesi alınmak üzere Merkez Karakol Amirliği'ne götürdü.

Sivas Hürdoğan, 24.02.2012

BEYAZIT DEVLET KÜTÜPHANESİ YENİLENİYOR

 

 

İstanbul İl Özel İdaresi'nin, geçtiğimiz yıl 125. yılını kutlayan Beyazıt Devlet Kütüphanesi'nde 2009 yılında başlattığı restorasyon çalışmaları devam ediyor. Söz konusu restorasyon çalışmalarının devamı niteliğindeki 'İstanbul Beyazıt Devlet Kütüphanesi İmaret Binası Restorasyonu ve Teşhir Tanzimi Yapılması İşi'ne, Kasım 2011’de başlanmıştı. 4 milyon 234 bin 040 TL bedelle sözleşmeye bağlanan işin, Ağustos 2012’de sonlandırılması planlanıyor.

 

 

Bugüne kadar yapılan çalışmalarla atıl durumundan arındırılan yapının iç mekanlarında tesisat düzenlemelerine başlandı. Binanın fonksiyonuna ilişkin elektrik ve mekanik tesisatıyla ilgili uygulamalar devam ediyor. Kütüphane ana mekanı olan okuma salonunda da, kubbelerdeki kalemişi çalışmaları sürdürülüyor. Bu çalışmalarla birlikte, Türkiye’nin ilk devlet kütüphanesi olan Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nin bahçesinin ve meydanın kullanım alanı, bulunduğu bölge göz önüne alınarak yeniden düzenleniyor.

 

 

Çalışmalar kapsamında, 1980’lerde ana yapıdan ayrı olarak bahçeye inşa edilen ve yemekhane olarak kullanılan bina yıkıldı ve depolama fonksiyonları ana bina içine kaydırıldı. Özgün avlu yapısı, okuma avlusu olarak projesine göre yeniden düzenlenecek. Daha önce imarethane kısmı restore edilen kütüphanede, kitap sergileme üniteleri, okuma salonu ve sergileme holleri ile özgün yapı değiştirilmeden yeniden düzenlenecek ve nadir eserler, iklimlendirilmiş vitrinlerin teşhir ve tanzimi ile korumaya alınarak sergilenecek.

Yapı,23.02.2012

TOPKAPI SARAYI'NDAKİ SALDIRIYA TAKİPSİZLİK

 

Topkapı Sarayı'nda Libya uyruklu bir saldırganın gerçekleştirdiği silahlı eyleme ilişkin soruşturmada takipsizlik kararı verildi.

 

Savcılık kararında, eylemcinin hayatını kaybettiği, bireysel bir eylem olduğu ve başka şüphelinin de bulunmadığı belirtildi.

 

Topkapı Sarayı'nda 30 Kasım 2011 tarihinde meydana gelen olayla ilgili soruşturma tamamlandı. Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Rasim Işıkaltın tarafından yürütülen soruşturmada takipsizlik kararı çıktı. Libya uyruklu 1975 doğumlu Samir Selam Ali Elmadhavri, Sultanahmet Meydanı'nda etrafa ateş açarak, elindeki iki adet pompalı tüfekle Topkapı Sarayı'na girmişti. Saray önündeki güvenlik görevlilerine açtığı ateş sonucunda 1 asker ve 1 otopark görevlisini yaralayan saldırgana yönelik operasyon düzenlenmişti. 'Teslim ol' çağrılarına silahla karşılık veren saldırganla güvenlik birimleri arasındaki çatışma yaklaşık bir buçuk saat sürmüştü. Eylemci, ölü olarak ele geçirilmişti. Çatışmada saldırganın açtığı ilk ateş sonucu güvenlik görevlisi Mehmet Ballıcı ve asker Şerafettin Eray Topçu yaralanmıştı.

Zaman, Haber: Osman Arslan, 23.02.2012

BAKAN KILIÇ MÜJDEYİ VERDİ

 

Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç, BJK İnönü Stadı’nın bulunduğu yerde yeniden yapılacağını müjdeledi.

 

Bu konudaki kararlı tutumlarını koruduklarına dikkat çeken Bakan Kılıç, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın hassasiyetlerini dikkate alan bir çalışma yürüttüklerini belirterek, “Stadyum projesinde otel ve alışveriş merkezi olmayacak. Bölgenin kültürel dokusuna zarar vermeden stadyum inşasına başlansın diye düşünüyoruz” dedi.

 
Suat Kılıç, stadın yapımıyla ilgili UEFA kriterlerinin gözetileceğini de vurgulayarak, “Olimpiyatlara giden yolda Şükrü Saracoğlu ve Türk Telekom Arena’dan sonra Beşiktaş stadyumunun inşası da Türk sporuna ve olimpiyat sürecine önemli bir tesisleşme katkısı verecek” ifadelerini kullandı.

Milliyet, 23.02.2012

ESRARENGİZ İNCİL ANKARA'DA

 

Bugün gazetesinin haberine göre, Ankara Adliyesi Adli Emaneti’nde 1500 yıllık bir İncil bulundu. Hz. İsa’nın ilk öğütlerini verdiği Aramice dili ve Süryani alfabesiyle yazılı tarihi İncil, polis nezaretinde Ankara Etnografya Müzesi’ne devredildi. 8 yıldır adli emanette bekletildiği ortaya çıkan İncil’in değerinin 40 milyon lira olduğu tahmin edilirken Papalık, İncil üzerinde inceleme ve araştırma talebinde bulundu.

Ankara Adalet Sarayı’nda değeri 40 milyon lira olduğu iddia edilen 1500 yıldan fazla tarihe sahip İncil olduğu iddia edidi. Sekiz yıldır adli emanette tutulduğu belirlenen İncilmahkeme kararıyla polis eşliğinde vemakam otosuyla Etnografya Müzesi’ne eslim edildi. İlk incelemelerde Süryanilere ait olduğu belirlenen İncil’in Aramice diliyle Süryanice alfabeyle yazıldığı öğrenildi. Deri üzerine yazılmış, deri kaplamalı İncil’in kültür varlığı olduğu ve müzelik değeri olduğu için koruma altına alındığı kaydedildi.


Kaçakçılık operasyonu kapsamında Akdeniz bölgesinde bir çeteden 2000 yılında ele geçirilen İncil’in tarihi dokusunu koruduğu ve döneme ait birçok iz taşıdığı anlaşıldı. Polis, İncil’in kopyasının alınıp alınmadığına ilişkin inceleme başlatırken İncil’in fotokopisinin dahi 3 ila 4 milyon lira değerinde alıcı bulabileceği bildirildi. Çete üyelerinin yerel mahkeme tarafından yargılandığı, mahkemenin verdiği cezaların ise Yargıtay tarafından onaylandığı belirtildi. Çeteden ele geçirilen parçalar ise adli emanete teslim edildi. Bu çerçevede İncil de sahipsiz olduğu gerekçesiyle adli emanete intikal etti.

Tarihi İnciller konusunda hassas olan Vatikan’ın, ele geçirilen İncil’le ilgili inceleme talebi olduğu belirtildi. İncil’in Arami dilinde ve Süryanice alfabeyle yazılmış olması ilgi çekiyor. Çünkü Aramice Hz. İsa’nın konuştuğu dil olarak kabul ediliyor. Günümüz dünyasında Aramice sadece Suriye’de Şam yakınlarında bir köyde konuşuluyor.

İçinde Hz.Muhammed’i haber veren ayetler olduğu için Müslümanların büyük ilgi gösterdiği Barnaba İncili’nin bugün basılı 2 nüshasının olduğu biliniyor. Hıristiyan kiliselerinin “apokrif” yani varlığını kabul ettiği ama içindeki bilgileri reddettiği Barnaba İncili, 1979’da önce Pakistan’da İngilizce olarak yayımlandı. Daha sonra İngilizce’den tercüme edilerek Türkçe basıldı.

Barnaba İncili’ni 1980’lerin ilk çeyreğinde Zafer dergisi gündeme getirmiş, Türkiye günlerce bu İncil’i konuşmuştu. Pakistan’da basılan Barnaba İncili, Avusturya’daki nüshadan yapılan bir baskının Amerikan Kongre Kütüphanesi’ndeki nüshasından tercüme edilmişti. Dünya bu İncil’in varlığından, ABD’deki nüshadan alınan mikrofilmlerle Pakistan’da yapılan baskıdan sonra haberdar olmuştu

Tarihi İncil’in adli emanette ortaya çıkması akıllara Türkiye’de daha önceki yıllarda yakalanan tarihi İncil’leri getirdi. Bunlar içerisinde hiç şüphesiz en önemlisi 1980’de Hakkari’de bir mağarada bulunan İncil’di. Bu İncil yakalandıktan sonra bir daha hiç ortaya çıkmadı. İncil’in Hz. İsa’nın havarisi Barnabas tarafından yazıldığı, tarihi önemine binaen Genelkurmay Başkanlığı Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda saklandığı bilgisi zaman zaman basına yansıdı. Konuyla ilgili yazar Aydoğan Vatandaş da “Barnaba’nın Sırrı” isimli bir roman yazdı.Hakkari’de yakalanan İncil üzerine yapılan spekülasyonlar hiç bitmedi. Bu İncil’in ortaya çıkması durumunda Hıristiyanlık tarihinin yeniden yazılacağı ileri sürüldü. İncil’in ilk sayfasının fotokopisi dönemin askeri yetkilileri tarafından İstanbul’a gönderilmişti. İncil’in Arami dilinde kaleme alındığı böylece ortaya çıkmıştı. Ancak İncil’in tamamını görmek ve incelemek hiçbir bilim insanına nasip olmadı. 

Radikal, 23.02.2012

 

******


"O İNCİL'İ VATİKAN'A VERMEYİZ"

 



Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, adli emanette 9 yıl boyunca unutulan ve 1500 yıllık olduğu belirtilen İncil'in bir süre önce envantere girdiğini belirterek, bakımı ve onarımını yapıldıktan sonra sergileneceğini söyledi. Ankara Adalet Sarayındaki adli emanette bulunan İncille ilgili gazetecilerin sorularını cevaplayan Günay, "Papa, İncil'i incelemek için haber göndermiş. Ne söyleyeceksiniz?" sorusu üzerine, haberin gerçeği yansıtmadığını açıkladı.

 

Günay, adli emanette bulunan İncil'in rivayetlere göre 1500 yıl öncesine dayandığını belirterek, şunları kaydetti:

"En eski İncillerden biri. Hz. İsa'nın konuştuğu dilde Aramice yazılmış tespitlerimize göre. İncil'in, Ankara Adliyesi'nden bir operasyon sırasında müzeye aktarılması gerektiği anlaşılmış ve bize gelmiş. Bize geleli çok kısa bir süre geçti. Şu anda Ankara'da fotoğraf çekimi için basın mensuplarının görmesine açtık, ama birkaç gün sonra vitrinden alıp rehabilite etme ihtiyacımız var. Bakım onarım gerektiriyor. İncil'in başka bir ülkeye, başka bir topluluğa nakledilmesi konusunda şu ana kadar bize ulaşmış bir talep yok. Böyle bir talep olsa bile hemen götürüp verecek halimiz yok.

 

Şu anda İncil bizim kayıtlarımızdadır, envanterimizdedir, Etnografya Müzesi'ndedir. Bakımı ve onarımını yaptıktan sonra kutsal emanet olarak gereken saygıyı, sevgiyi ve ilgiyi göstererek, bunu dünyanın görmesini sağlamaya çalışacağız."

 

Kültür Varlıkları Genel Müdürlüğü Müzeler Dairesi Başkanı Zülküf Yılmaz, Etnografya Müzesi'nde yer alan el yazması İncil'in bulunduğu yerde gazetecilerin sorularını cevapladı. 'Barnabas İncili' iddialarla ilgili olarak 'Biz de basında gördük. İnşallah öyledir' diyen Yılmaz, İncilin Arami dilinde, Süryanice yazıldığı yönünde bilgiler intikal ettiğini ancak dilinin ve yaşına yönelik gerçek bilginin araştırma sonunda belli olacağını söyledi.

Yeni Şafak, Haber: Şamil Kucur, 23.02.2012

TARİHİ CAMİ YENİLENDİ

 

 

Çorum'un Kargı İlçesi'nde bulunan Sultan 4. Murad'ın hanımı Mihri Hatun tarafından yaptırılan Mihri Hatun Cami tadilattan geçirildi.

 

Kargı'da bulunan cami, 1943 yılındaki büyük depremle yıkılmış ve yerine bugünkü cami yaptırılmıştı. Mihri Hatun Camii yapılışından bugüne en son 1989 yılında bakım ve tadilattan geçirilmişti.

 

Kargı Müftüsü Bayram Çelik konuyla ilgili yaptığı açıklamada, kültürel bir miras olan Mihri Hatun Cami'ye 23 yıldan beri bakım ve onarım yapılmadığını belirterek, ilçe halkının desteği ile Müftülüğü olarak caminin başta kubbe kaplamaları olmak üzere, tavan kısmında bulunan işlemeleri (tezyinat), pencereleri ve caminin tüm halılarının tamamını yenilediklerini söyledi.

 

Yapılan tadilat çalışmasında caminin kültürel dokusunun bozulmamasına özen gösterdiklerini belirten Çelik, tadilatın toplam maliyetinin 114 bin TL olduğunu belirtti.

Çorum Kent Haber, 22.02.2012

ÇİNGENE KIZI ÜÇ BOYUTLU GÖRÜLEBİLECEK

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Türkiye'deki önemli müzeleri daha ilgi çekici hale getirmeyi amaçlıyor.

 

Bunun için günümüz teknolojisinden faydalanarak müzelerdeki eserlerin daha farklı çerçevelerden görülmesi yöntemini kullanan Bakanlık, ilk kez Gaziantep Zeugma Müzesi'nin 3 boyutlu görülebilmesi için sistem kuruyor. Bakanlık, 3 boyutlu simülasyon gözlüklerinin alımı ve kullanımı için ihaleye çıkıyor. Çalışma tamamlandığında, Türkiye'nin tüm tanıtım filmlerinde yer alarak dünya çapında bilinen ve 'Çingene Kızı' olarak ünlenen mozaik ile birlikte müzedeki tüm eserler 3 boyutlu görülebilecek. Bakanlık, Nevşehir Hacı Bektaş Müzesi, İstanbul Galata Mevlevihanesi ile yine Gaziantep Zeugma Müzesi'ne de ziyaretçilerin kullanımı için elektronik rehber sistemi satın alacak.

Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 23.02.2012

NEMRUT İÇİN TARTIŞTILAR

 

Yıllardır Adıyaman ve Malatya vekilleri arasında devam eden “Nemrut kimin” tartışması TBMM’ye taşındı.

 

Yıllardır Adıyaman ve Malatya vekilleri arasında devam eden “Nemrut kimin” tartışması TBMM’ye taşındı. “Malatya gözünü Nemrut’a dikmiş diyor ki Nemrut’u bize zimmetleyin” diyen BDP’li Sırrı Süreyya Önder şöyle devam etti: “ Olmaz. Siz önce bu anlayışı terkedin. Medeni ölçüleri siz içselleştirin, ondan sonra size Nemrut’u kumuyla, taşıyla, harcıyla veririz, alın hayrını görün ama bu anlayışla zor. Siz onu alır, evlerin temellerine yada değirmen taşı olarak o heykelleri kulanır bu anlayış.” Oturuma başkanlık eden Meral Akşener ise vekillerin söz istemesi üzerine“ Malatya’yı koruyacaksınız tabii sonra şehre sokmazlar adamı” yorumu yaptı.

Habertürk, 23.02.2012

HAYDARPAŞA'NIN AVRUPA'DAKİ ÇAĞDAŞLARI



 

Haydarpaşa Tren İstasyonu'nun işlevinin ne olacağı tartışmaları sürerken, sadece görülmesi gereken yerlere giderken uğranan bir nokta değil, kendileri de bir o kadar görülmeye değer olan Avrupa'daki tarihi tren istasyonlarına göz atmaya ne dersiniz?
 

Avrupa'nın tarihi tren istasyonlarının günümüzde işlevi sürdüren ve değişim geçiren örnekleri, Haydarpaşa'nın çağdaşlarının her birisi yapıldığı dönemin mimari üsluplarını yansıtıyor.

 

Gar d'Orsay-Orleans

 

 

Fransız Hükümeti 1900 Dünya Fuarı'nın öncesinde, daha merkezi bir alanda bir gar binası inşa etmek için 1897 senesinde Lucien Magne, Emile Benard ve Victor Laloux isimli mimarları görevlendirdiler. 1900 senesinde açılışı yapılan Gar d'Orsay, 1939 yılına kadar güneybatı Fransız demiryolu ağının ana noktası oldu. Ancak bu tarihten itibaren istasyon sadece banliyölere hizmet ederken, modern trenler ve ray sistemi için platformları çok dar kaldı. İkinci Dünya Savaşı'nda ise gar binası posta merkezi olarak kullanıldı. Sonrasında ise Orson Welles'in "The Trial" başlıklı filmi gibi birçok seti ağırladı. 1973 senesinde otel binası kapatıldı. 1975'te Müze garın müzeye çevrilmesi gündeme geldi ve karar resmi olarak 1977 senesinde alındı. 1978 senesinde tarihi yapı olarak tescillenen istasyon, 1986 yılında renovasyonu yapılarak 19. yüzyılın son yarısının sanat geçmişi barındıran bir müze olarak kamuya sunuldu.

 

St Pancras International, Londra

 

 

İster adaya gelmek için Eurostar ile yolculuk yapmış olun, ister barda bir bardak şampanya ile kendinizi şımartacak olun, restore edilmiş, parlak St Pancras, Londra'nın görülmesi gereken yerlerinden biri. Bir zamanlar dünyanın en büyük kapalı alanı olan, günümüzde ise dudak uçuklatan tren istasyonu Barlow Tren Hangarı'nı, dolaşmak için istediğiniz zaman ziyaret edin.

 

Gare de Lyon, Paris

 

 

Gare de Lyon istasyonu belle époque mimarinin günümüze ulaşan en muhteşem örneklerinden. Ayrıca şaşılacak derecede çok bezemeli Le Train Bleu de şüphesiz dünyadaki istasyonlarda yer alan en iyi restoran. Cephede asılı olan denizcilik, buhar, elektrik ve mekaniği sembolize eden çıplak heykelleri de incelemeyi ihmal etmeyin.

 

Centraal, Antwerp

 

 

Brüksel'in Midi Station'ını mütevaziliğine kanmayın, Belçikalılar da diğer Avrupa ülkeleri gibi büyük terminallar inşa ediyorlar. Bunların en önemlisi ise mermer ve camdan inşa edilmiş, son zamanlarda restore edilen, Demiryolu Katedrali olarak da tanınan Centraal İstasyonu. Burada nereye bakacağınızı şaşırıyorsunuz, devasal kubbeye mi, tonozlu tavana mı yoksa çarpıcı şekilde geniş bir alanı kaplayan merdivenlere mi? Burası aynı zamanda 30 dükkanıyla bir elmas galerisine de ev sahipliği yapıyor ve şehrin mücevher ticareti mirasına da göz kırpıyor.

 

Santa Lucia, Venedik

 

 

Venedik'i ilk görüşteki etki gibi bu istasyondan çıkan ziyaretçiler de (ben de dahil olmak üzere) tekrar tekrar bu 1950'lerin istasyon binasına girip sonrasında güneş ışığına çıkıp etrafta dolanıyorlar. Mucize bir anda gerçekleşiyor. Venedik araba sesinin olmadığı, kayıkların motorlarının sesinin yer aldığı ve kanalların yanlarındaki tur gruplarının bağırtılarıyla aniden gerçekliğe bürünüyor. Yazları sıcak ve yapış yapış, aynı zamanda da kalabalık olan istasyon dünyanın harikalarına açılan bri kapı. Her ne kadar 1950'lerin salonlarının ve platformlarının yenilenmesi gerekse de, burası trenle geçilen kıtanın en güzel yerlerinden birisi.

 

Hlavni, Prag

 

 

1990'larda Prag'a demir perde arkasından dramatik giriş gezginlerin nefesini kesen şeylerden biriydi. Hlavní nádraží'nin ihtişamı her ne kadar şehirden bir anayol ile kapansa da, yapı şehrin art nouveau hazinelerinden birisi. İstasyonun zengin dekore edilmiş lobisi ve süslü bezemeli tavanları muhteşem bir ilk ve son izlenim yaratıyor. Gar yapısı ise büyük bir yenileme çalışmasının arkasından yavaşça ortaya çıkıyor.

 

Keleti, Budapeşte

 

 

İngiliz mühendisliğinin altın çağına meraklı olanlar (kim değildir ki?) Budapeşte'nin sarayvari Keleti İstasyonu'nun çevresinde gezinmeli ve James Watt ve George Stephenson'ın heykellerini ziyaret etmeli. Bu çalışkan kaşifler demiryolunun altın çağında buhar teknolojsini sadeleştirip mükkemmeliyete kavuşturdular.

 

Santa Maria Novella, Floransa

 

 

Hiçbir zaman gelmeyecek birini bekleyeceğiniz türden bir yer olan Floransa'nın Santa Maria Novella'sı tüm zamanlara yayılan Floransa'nın sanat, mimarlık ve yemeklerinin birkaç günlüğüne keyfini sürecek ziyaretçiler için biraz sürreal bir ilk tanıtım oluyor. Bu Mussolini'nin onayıyla yapılan faşist döneme ait bir yapı. İşaret kutularından istasyon saatlerine kadar modernist. Platform yanında yer alan Yahudilerin kamplara yerleştirilmek için sevkiyatı adına yapılan anıt ise İtalya'daki faşist dönemin bir hatırası.

 

Rautatieasema, Helsinki

 

 

Eğer bir istasyonun devlet başkanına ait ayrı bir süiti varsa, bilirsiniz ki bu bina özeldir. Fin granitiyle kaplanmış olan yapının ön cephesinde ikonik bir heykel yer alıyor. Helsinki'nin bu ana tren istasyonuna 2000 senesinde cam bir çatı eklenerek aydınlatılması sağlandı.

 

Porte Dauphine, Paris

 

 

Paris'in Gare du Nord'daki War of Worlds art nouveau üslubundaki metro istasyon girişlerini gördüğünüzde bu üslubu etkileyici istasyonlar listenizden silmeyi düşünebilirsiniz. Tekrar düşünün. Porte Dauphine'e gidin ve Hector Guimard'ın rüya gibi tasarımlarını gerçeğe dönüştürdüğünü görün. Metro ağında bu girişlerden sadece iki tanesi ayakta kalabildi. Diğeri de en az bu giriş kadar görmeye değer olan Montmartre'deki Abbesses.



São Bento, Porto





Portekiz'e gelen ziyaretçiler, çoğunlukla Porto'daki São Bento İstasyonu'nun beklenmedik, başlı başına turistler için çekici unsurlar olan muhteşem freskleri ve duvar sergileriyle şaşkınlık geçirirler. Jorge Colaço'nun duvarları kaplayan eseri Portekiz tarihinden sahneler sergiliyor.

Arkitera, Kaynak: Lonely Planet, Derleme: Tom Hall, 22.02.2012

ADIYAMAN POLİSİ 150 PARÇA TARİHİ ESER YAKALADI

 

 

Adıyaman Polisi düzenlediği bir operasyonla Roma, Hellenistik ve Bizans Dönemlerine ait 150 parça tarihi eser yakaladı.    

 

Edinilen bilgilere göre Kahta’dan Adıyaman’a gitmekte olan şüpheli bir otomobil polis tarafından duruduruldu.otomobilin içerisinde arama yapan polis bağajda bulunan tarihi eserlere el koydu. Otomobilde bulunan M.A 150 parça tarihi eser ile birlikte gözaltına alındı.

 

Yapılan tespitlerde Hellenistik Roma ve Bizans dönemlerine ait olduğu öğrenilen 23 parça çanak (gözyaşı çanağı), 16 parça küp şeklinde testi, 9 kase, 6 parça kupa, 4 parça metal kap, 3 parça bilezik, 1 parça zürafa başı, 88 adit sikkeden oluşan 150 parça tarihi eser ile 1 hesap makinesi, 1 mercek ve 1Hassas terazi ele geçti. Otomobilde bulunan ve kazı yaptıkları tahmin edilen A.T. İ.T ie sürücü M.A tarihi eser kaçakçılığı iddiasıyla gözaltına alındı. Olayla ilgili olarak gözaltına alınan 3 şüpheli emniyetteki ifadelerinden sonra serbest bırakıldı.
 
Adıyaman Valisi Ramazan Sodan yaptığı açıklamada polis ekiplerini tebrik etti. Gazetecilere bilgi veren Sodan Ocak ve Şubat Aylarında yapılan operasyonları şöyle değerlendirdi.

 

” Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Müdürlüğü ekiplerimizin yaptığı uygulamada Roma ve Bizans dönemine ait olduğu öğrenilen toplam 150 parça tarihi eser ele geçti. Yine 2011 yılında ilimizde 316 kaçakçılığa konu olay meydana gelmiş, olaylarda 807 şüpheli şahıs yakalanmış ve haklarında işlem yapılmış, bunlardan 123 kişi adli makamlarca tutuklanmıştır. Olaylarda, 212 kilo 215 gram esrar maddesi, 82 uyuşturucu hap, 297 kök kenevir bitkisi, 11 tabanca, 182 tabanca mermisi, 389 bin 504 paket gümrük kaçağı sigara, 32 bin 520 litre kaçak akaryakıt, 123 sahte para, 306 klonlu kaçak cep telefonu, sahte rapor ve ilaç operasyonunda bin 69 kutu solüsyon mama, 287 hasta sağlık raporu, ilaç kupürleri ve sağlık karneleri ele geçirilmiştir. 2012 yılı Ocak ve Şubat ayında 61 kaçakçılık olayı meydana gelmiştir. Bu olaylarda; 253 kaçak cep telefonu, 17 sahte para, 10 kilogram esrar maddesi, 3 bin 120 kilogram sahte gümrük kaçağı bal, 8 bin 70 adet gümrük kaçağı cinsel içerikli hap ele geçirilmiş ve olayla ilgi yakalanan şüphelilerden 20 kişi tutuklanmıştır” dedi.

Adıyaman Haber, 22.02.2012

İSTANBUL'A DAİR HER ŞEY BU KÜTÜPHANEDE

 

 

Çelik Gülersoy Vakfı tarafından 1990 yılında Sultanahmet'te açılan İstanbul Kitaplığı, 10 bin eserle ''şehrin belleği'' niteliğini taşıyor.

 

Kütüphane Müdürü Neslihan Yalav, yaptığı açıklamada, merhum Çelik Gülersoy'un İstanbul ve Türkiye'de çok tanınan bir isim olduğunu ve kente önemli eserler kazandırdığını kaydetti.

 

Gülersoy'un İstanbul aşığı bir insan olduğu için şehre ait kitaplardan oluşan büyük bir kitaplığının bulunduğunu, bu kitapları yıllarca toplandığını anlatan Yalav, sonuçta bu kütüphanenin oluştuğunu belirtti. Yalav, dünyanın en güzel ve gözde kentinin tarih boyunca düşünülmemiş bir kitaplığa sahip olduğunu, imparatorluklara başkentlik yapan İstanbul hakkında sayısız denebilecek yayınlar hazırlandığını bildirdi. Kütüphanenin 1990 yılında 6 bin kitapla kurulduğunu, ancak şu anda 10 bin civarında kitabın bulunduğunu aktaran Yalav, ''Kendisinden bahseden bütün eserlerin toplandığı bir kitaplık, bir arşivdir'' dedi.

Çeşitli dillerde İstanbul ile ilgili yazılmış kitapların da bulunduğunu ifade eden Yalav, şunları söyledi:
''İngilizce, Almanca, Osmanlıca, Yunanca yazılan kitaplar var. Sadece İstanbul'u ilgilendiren kitapların bulunduğu bir kütüphane olması açısından önemli bir yer. İstanbul ile ilgili her şeyi, her bilgiyi burada bulmak mümkün. Konusu İstanbul ile sınırlı olunca, İstanbul ile ilgilenenlerin geldiği bir iktisat kütüphanesi. Dönem dönem öğrencilerin ödevleriyle bağlantılı olarak daha çok talep oluyor. Dönem dönem araştırmacıların kısa süreli gelip çalıştığı bir kütüphane. 1990 yılından beri varlığımızı sürdürüyoruz. Japonya'dan okuyucu gelip burayı bulabiliyorsa, İspanya'dan gelen akademisyen burada doktora tezi hazırlayabiliyorsa, kitaplığımızın önemli bir arşiv olduğunu gösteriyor. Özellikle turistlerin büyük bir ilgisi var.''

Kütüphaneyi, 20 yılı aşkın bir süredir hizmet vermesine rağmen yeni öğrenen insanların da bulunduğu dile getiren Yalav, sözlerine şöyle devam etti:

''Çelik beyin kendi kurduğu vakfın, işleyen tek organı İstanbul kitaplığı. Çelik beyin açtığı dönemde konusu sadece İstanbul ile sınırlı olarak belirlendiği için bu alanda belki de tek kitaplıktı. O dönem ilk ve tek kütüphane olduğunu tahmin ediyoruz. Onun üzerine şimdi İstanbul Araştırmaları Enstitüsü var. Çelik bey burayı İstanbul'un belleği olarak nitelendirmiş. İstanbul'u ilgilendiren kitaplar yayınlandıkça satın alıyoruz ya da bağış yoluyla o kitaplar geliyor. Geçen sene İstanbul Avrupa Kültür Başkenti olduğu için pek çok yayın hazırlandı. Yayınların hepsine yetişmek çok mümkün değil. Bir kısmını talep ediyoruz ya da bağışlayan bağışlıyor. Kitaplığı her fırsatta zenginleştirmeye çalışıyoruz.''

Kitaplığın klasik kütüphane ortamından farklı olduğunu aktaran Yalav, ''Sıcak, güzel bir ortam. İki katlı binanın zemin katı, dergiler, fazla eserlere ayrılmıştır. Üst katı nadide eserlerin yer aldığı zengin koleksiyon ve okuma katıdır. Kitaplığın camlarından nefes kesen bir tablo olarak Ayasofya görülüyor.

Kitaplıkta, Roma ve Bizans, Osmanlı tarih, seyahatnameler, sefaretnameler, hatıralar, güzel sanatlar, biyografi, İstanbul'la ilgili şahsiyetler ve onların diğer eserleri, edebiyat eserleri, şehircilik ve belediye sorunları, kuruluşlar, İstanbul rehberleri ve dergiler de yer alıyor'' diye konuştu.

Habertürk, 22.02.2012

BURASI BATTAL GAZİ EVİ

 

 

Malatya Valiliği'nin geçen yıl temizlik kazısı yaparak gün ışığına çıkardığı Seyyid Battal Gazi'nin doğduğu evin, aslına uygun bir şekilde yapılacak onarım çalışmasının ardından ziyarete açılması planlanıyor. 
     
Malatya Valiliği Koruma Uygulama ve Denetim Bürosu (KUDEB) Başkan Yardımcısı Birol Bayram Güngör, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Vali Ulvi Saran'ın talimatlarıyla geçen yıl nisan, mayıs, haziran aylarında Battalgazi İlçesinin güneyindeki Battal Gazi Evi'nde yaptıkları temizlik kazısı sonucunda yapının temel kalıntıları ve yüzeyde toprak altında kalmış kısımlarını ortaya çıkardıklarını anımsattı. 
     
Temizlik kazısının ardından Battal Gazi evinin ihya edilmesi için restorasyon projesinin çizilmesi aşamasına geldiklerini anlatan Güngör, ''Battal Gazi evi, Evliya Çelebi'nin seyahatnamesinde ve tarihi kayıtlarda da var olduğu bilinen ünlü İslam komutanı Battal Gazi'nin doğduğu yer makam haline dönüşmüş. 17. yüzyılda Osmanlı Veziri Melek Ahmet Paşa tarafından restorasyonu yapılmış, yanına binalar eklenmiş. Evliya Çelebi'nin tarifi ile 4 tarafında binalarla yüksek kubbeli bir yapı'' diye konuştu. 
     
Yaptıkları kazılarda türbe kalıntısı ve etrafındaki imar temellerine ulaştıklarını bildiren Bayram Güngör, ''Burası Evliya Çelebi'nin belirtmesine göre, zamanında yağmur dualarının yapıldığı, Battal Gazi makamı olduğu için insanların hürmet ettiği ve mutlaka buraya gidip dua edenlerin dualarının makbul olduğuna inanılan bir yer'' dedi. 
     
Güngör, Battal Gazi Evi'nin Osmanlı döneminde çok ziyaret edilen bir yer olduğuna dikkat çekerek, bu evin onarımıyla turizm cazibesi ve tarihi eserin ayağa kaldırılması noktasında önemli bir hizmet yapılmış olacağını vurguladı. 
     
Battal Gazi Evi'nin Osmanlı dönemindeki restorasyondan sonra Bektaşi Tekkesi haline geldiğinin seyahatnamede anlatıldığını ifade eden Güngör, daha sonraki dönemlerde yıkılan ve harabeye dönen yapının onarımı için restorasyon projesinin ihale aşamasında olduğunu aktardı. 
     
Yapının temizlik kazısından elde edilen buluntular değerlendirilerek ve tarihi kaynaklardaki veriler ışığında aslına en uygun şekilde restore edileceğini kaydeden Güngör, ''Projenin çizilmesinin ardından Sivas Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'ndan onay alınması beklenecek. Daha sonra restorasyon ihalesi yapılacak'' ifadelerini kullandı. 
     
Güngör, Evliya Çelebi'nin Seyahatname'de Battal Gazi evine 5 yerde değindiğini belirterek, ''Evliya Çelebi yapının imar edilmesinden sonra birkaç kere daha uğrayıp ziyaret etme fırsatı yakaladığını da anlatıyor'' dedi. 
     
Restorasyondan sonra tarihi yapının ziyaretçilere açılmasını beklediklerini söyleyen Güngör, ''Bunun için yapının bulunduğu bahçelikte bir çevre düzenlemesi yapılacak. Şu anda buraya giden bir yol yok. Yapı iki dere yatağı arasında izbe bir noktada. Bir yol ve derenin üzerine uygun bir köprü yapılacak. Restorasyondan sonra ise yapı insanların gezip görebileceği şekilde düzenlemeler yapıldıktan sonra ziyarete açılacak'' diye konuştu.
        
8. yüzyılda Malatya'da doğduğu ve Emeviler döneminde İstanbul'un kuşatılmasına katıldığı belirtilen Battal Gazi'nin ocağı olarak bilinen yapının ''Battal Gazi Evi'' adıyla tescili yapıldı. Uzun yıllar halka yemek dağıtılan hayrat yeri olarak kullanılan yapı, üç Selçuklu kümbetinden oluşuyor. 
     
Evliya Çelebi'nin seyahatnamesinde ''Seyyid Battal Cafer Gazi'nin anadan doğduğu evi içinde olan türlü türlü güzel kokular, varan ziyaretçilerin beyinlerini kokulandırır'' ve ''dua kabul olunan eski bir mabet'' diye bahsettiği yapının restorasyonuyla Malatya'da inanç turizminin gelişmesi hedefleniyor. 

Malatya Haber, 22.02.2012

1100 YILLIK MEZAR ORTAYA ÇIKARILDI

 

 

Krallar Vadisi’nde kazı yapan arkeologlar tesadüf eseri bir kadın şarkıcının 1100 yıllık mezarını ortaya çıkardı. Yetkililer, Krallar Vadisi'nde şimdiye kadar ilk kez hanedanlar ve aileleri ile herhangi bir akrabalık bağı bulunmayan bir kadının mezarının bulunduğunu açıkladı.

 

Arkeologlar, Krallar Vadisi’nde sürdürdükleri çalışmalar sırasında Mısırlı bir şarkıcının 1100 yıllık mezarını yeryüzüne çıkardılar. Nehmes Bastet isimli şarkıcının, isminden dolayı kedi tanrısı “Bastet” tarafından korunduğuna inanılıyordu. Mezarın bugüne kadar herhangi bir zarar görmeden kalabilmesi de arkeologların dikkatini çekti.

 

İsviçre Basel Üniversitesi tarafından Krallar Vadisi’nde yürütülen kazı çalışmalarının saha direktörü Eline Paulin-Grothe, mezarın şans eseri bulunduğunu belirtirken “Yeni mezarlar aramıyorduk. 100 yıl önce keşfedilen bir mezar yerinin yakınında bulunuyordu” dedi. Ayrıca mezarın özel olarak şarkıcı için yapılmadığını fakat ilk yapılışından 400 yıl sonra şarkıcı için tekrar kullanıldığını sözlerine ekledi. Arkeologlar, mezarın ilk olarak kimin için yapıldığını bilmiyorlar.

 

Arkeologların kazı çalışmalarında buldukları kalıntılardan, şarkıcının Faranoik dönemin en önemli açık hava alanlarından biri olan Karnak Tapınağı’nda şarkı söylediği sonucuna ulaşıldı. Bu kazıyla birlikte Krallar Vadisi’ndeki 64.mezar keşfedilmiş oldu. 1922 yılında, arkeologlar aynı bölgede 19 yaşında hayatını kaybeden genç Kral Tutankhamun’un altın cenaze maskesini mezarında bulmuştu.

 

Mısır Türkiye Turizm Konsolosu Nehad Gamal Eldin, “Krallar Vadisi’nde keşfedilen 64. mezarla birlikte, Mısır bir kez daha medeniyetin başladığı yer olduğunu kanıtlamış oldu. Mısır’ın bu eşsiz sanat eserini görmek isteyen dünyanın dört bir yanındaki tarih aşıklarının ilgisini çekeceğine inanıyorum” dedi.

Cnn Türk, 22.02.2012

ZİNCİRLİ HAN RESTORE EDİLİYOR

 

 

Aydın'da tarihi İpek Yolu'nun üzerinde bulunan, Nasuh Paşa tarafından 18. yüzyılın başında yaptırılan Zincirli Han restore ediliyor.

 

Aydın Vakıflar Bölge Müdürü Ali Zengin, Hindistan'dan İspanya'ya uzanan tarihi İpek Yolu güzergahında bulunan Zincirli Han'ın birçok kervana ev sahipliği yaptığını söyledi.

Nasuh Paşa tarafından 18. yüzyılın başlarında yaptırılan Nasuhpaşa Külliyesi'nin bir parçası olan Zincirli Han'ı aslına uygun restore edeceklerini belirten Zengin, burayı konaklama amaçlı ve sosyal tesis olarak kullanmayı düşündüklerini kaydetti.

Restorasyon çalışmalarının gelecek yılın nisan ayında tamamlanmasını öngördüklerini söyleyen Zengin, ödenek konusunda sıkıntıları olmadığını ifade etti.

Son birkaç yıldır kültürel mirası korumak için simgesel olarak Vakıflar Haftası'nda kervan yürüttüklerini belirten Zengin, ''Bu sene de temsili olarak Zincirli Han'a kervan yürüteceğiz'' dedi.

ZİNCİRLİ HAN
18. yüzyılın başında inşa edilen Zincirli Han, Paşa Hamamı, Osman Ağa Medresesi ve mescitten oluşuyor. 1708'de Nasuh Paşa tarafından yaptırılan Zincirli Han'ın girişinin bulunduğu güney cephesindeki dükkanlar sokağa açılmaktadır. Çapraz tonozla örtülü giriş mekanının kuzeyinden sivri kemerli avluya girilmektedir. 23x28 metre boyutlarındaki avluya zemin katta 18, birinci katta 26 oda açılmaktadır. Pencereler düz, kapılar sivri kemerlidir. Odaların yan duvarlarında konsol taş üzerine oturmuş, tuğla kemer alınlıklı, yanında niş olan ocak bulunmaktadır.

Habertürk, 22.02.2012

BİR MİLYON DOLARLIK ESER YOK PAHASINA SATILDI

 

ABD’deki Berkeley Üniversitesi bir sanat skandalına imza attı. Üniversitenin deposunda tutulan 1 milyon dolar değerindeki bir rölyef 150 dolara satıldı. ABD'li usta heykeltraş Sargent Johnson, 7 metrelik ahşap rölyefi, Berkeley’deki bir sağır ve kör okulu için yaptı. Okul 1980 yılında kapanana kadar rölyef duvarda asılı kaldı. Daha sonra Berkeley Üniversitesi rölyefi alarak bir depoya sakladı. 2009’da depo boşaltıldığında eserin değeri unutulduğu için sanat eseri koleksiyonu yapan Greg Favors’un rölyefi satın alma teklifi geri çevrilmedi. Favors, vergiler dahil 164.63 dolara aldığı rölyefi bir uzmana gösterdi.

 

Bu şekilde eserin değeri anlaşıldı. New York’ta bir galeri sahibi olan Michael Rosenfeld rölyefi Favors’dan 225 bin dolara aldı. Ancak eserin varlığı bu kez müze ve araştırma merkezi Huntington Kütüphanesi tarafından duyuldu. Değeri 1 milyon dolara kadar çıkan rölyef müze tarafından Rosenfeld’den satın alındı. Müzenin Rosenfeld’e ödediği miktar ise açıklanmadı. Üniversite yetkililerinden Andrew Goldblatt eserin 150 dolara satılmasıyla ilgili, “Pişmanız” açıklamasını yaptı. 1888-1967 yılları arasında yaşayan Johnson dönemin en ünlü heykeltraşlarından olarak biliniyor.

Milliyet, 22.02.2012

İŞTE MONA LİSA'NIN KOPYASI

 

 

Dünyanın en ünlü sanat eserlerinden biri olarak bilinen Leonardo da Vinci'nin ''Mona Lisa'' tablosunun kopyası Madrid'deki Prado Ulusal Müzesi'nde sergileniyor.

 

Böylelikle usta ressamın stüdyosunda ve onun bir öğrencisi tarafından yapıldığı ortaya çıkarılan tablo ilk defa halkın karşısına çıkartılmış oldu. Tablo, 13 Mart'a kadar Prado'da sergilendikten sonra, 29 Mart-25 Haziran arasında ''Leonardo da Vinci'nin son eseri Azize Ana'' adlı sergi kapsamında Fransa'daki Louvre Müzesi'ne taşınacak. İtalyan ressamın ünlü tablosunun kopyası 14 yıldır Prado Müzesi'nin duvarlarında olmasına rağmen bu zamana kadar sıradan bir kopya olarak biliniyordu. Louvre Müzesi'nde açılacak Leonardo da Vinci ile ilgili sergi dolayısıyla 2 yıl önce araştırma yapan teknik bir heyet, kopya tablonun arkasındaki siyah fonun altındaki peyzajın farkına varınca yapılan restorasyon çalışmalarıyla kopyanın orijinali ortaya çıkarıldı.

Zaman, 22.02.2012

'ÇIĞLIK' SATIŞA ÇIKIYOR

 

NorveçLi ekspresyonist ressam Edvard Munch’un “Çığlık” adlı serisinin bir şahsa ait koleksiyonda yer alan tek versiyonu Sotheby’s Müzayede evi tarafından ABD’nin New York kentinde, 2 Mayıs’ta satışa sunulacak.

 

Ünlü ressamın komşusu ve arkadaşı Thomas Olsen’in işadamı oğlu Petter Olsen’in koleksiyonunda yer alan yapıtın 80 milyon doları (140 milyon TL) aşkın bir fiyata alıcı bulacağı tahmin ediliyor.

Sotheby’s Müzayede Evi’nden Simon Shaw, “Bu tablo bir şahsa ait koleksiyonda bulunan en değerli yapıtlardan biri, değer biçmek zor. Ama tahminimize göre 80 milyonun üzerinde fiyata satılır” dedi. Norveçli işadamı Petter Olsen ise tablodan elde edilen gelirle bir müze, sanat merkezi açmak istiyor.

Habertürk, 22.02.2012

TARİHİ MEZARI BÖYLE SOYDULAR

 

 

Denizli'nin Acıpayam İlçesi'ne bağlı Dodurgalar Beldesi'ndeki Alacahöyük Tülümüsü kimliği belirsiz kişiler tarafından iş makineleriyle kazılıp soyuldu.

 

Denizli'nin Acıpayam İlçesi'ne bağlı Dodurgalar Beldesi'nde yıllardır gün yüzüne çıkarılması beklenen, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın 2012 kazı programına aldığı Alacahöyük Tülümüsü kimliği belirsiz kişiler tarafından iş makineleriyle kazılıp soyuldu. Jandarma, Tunç Çağı döneminde yaşayan bir krala ait olduğu düşünülen mezarı soyanların yakalanması için çalışma başlattı.

 

Acıpayam İlçesi'ne bağlı Dodurgalar Beldesi'nde yıllardır gün ışığına çıkartılmayı bekleyen Tunç Çağı'na ait Alacahöyük Tümülüsü, bölgedeki yerel yöneticilerin talebi üzerine Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 2012 kazı programına alındı. İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü kazı için bahar dönemini beklerken, geçen hafta sonu bölgeden gelen bir haber, yetkilileri şoke etti. Bölgede Tunç Çağı döneminde yaşayan bir krala ait mezarın olduğu düşünülen tümülüsün bulunduğu araziye gidenler, dev bir çukurla karşılaştı. Görenleri hayrete düşüren çukuru, define avcılarının höyüğü soymak için iş makineleriyle açtığı ortaya çıktı.

 

İhbar üzerine olay yerine gelen jandarma ekipleri, soruşturma başlattı.

Denizli Kent Haber, 21.02.2012

OTOBÜSÜN BAGAJINDAN TARİHİ ESER ÇIKTI

 

 

Gaziantep'in Nizip İlçesi'nde düzenlenen operasyonda bir yolcu otobüsünde 647 sikke ile 179 adet obje ele geçirildi. Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele ekipleri, bir ihbar üzerine Gaziantep-Şanlıurfa Karayolu üzeri Nizip İlçe girişi yakınlarında Şanlıurfa'dan İzmir'e gittiği öğrenilen bir yolcu otobüsünü durdurarak arama yaptı. Otobüsün bagaj kısmında yapılan aramada bez parçalarına sarılmış halde Osmanlı, Roma ve Hellenistik dönemlere ait olduğu tahmin edilen 647 adet sikke ile 179 adet değişik objeler ele geçirildi. Tarihi eser ve objelerin kime ait olduğunu tespit etmek için çalışma başlatan polis, otobüste bulunan yolcuların kimlik ve bilet bilgilerini aldı. Ancak yolculara ait olmadığı anlaşılan tarihi eserlerin otobüs ile emanet olarak Şanlıurfa'dan İzmir'e gönderildiği tespit edildi. Tarihi eserler müzeye gönderilirken olayla ilgili soruşturma başlatıldı.

Hürriyet, Haber: Metin İliksoy, Fotoğraf: Haber 7, 21.02.2012

BEYAZIT MEYDANI NE OLACAK HAKİKATEN?

 

Taksim Meydanı’na kışla inşa edene kadar şu Beyazıt Meydanı’nın yarım yamalak halini düzenleyin bir zahmet. Temel ihtiyacı giderelim, sonra lüks tüketime bakarız...
 

Mimarlık Tarihi Profesörü Uğur Tanyeli, Milliyet Pazar’dan Miraç Zeynep Özkartal’a verdiği röportajda kültürel mirasımızı nasıl nedensiz yere tahrip ettiğimizi kusursuz bir şekilde özetlemiş. Tanyeli, Topçu Kışlası’nın yeniden inşasını “çocuksu bir inat” olarak nitelendirmiş. İlla bir rekonstrüksiyon yapılacaksa Beyazıt Meydanı’nın Turgut Cansever tarafından yapılıp yarım kalmış, sonraki dönemde de ciddi şekilde tahrip edilmiş projesini tamamlamanın çok daha akıllıca olacağını söylemiş.


Hakikaten... Bir ara bu ülkede meydanların yeniden inşası Turgut Cansever gibi bu toprakların yetiştirdiği en önemli adamlardan birine emanet ediliyordu. Şimdi bu Taksim Meydanı düzenlemesi kimin elinden çıkıyor, biliyor muyuz?


O kışlanın estetik düzeyinden kaçımız umutlu? Ben değilim şahsen.


Cansever’in en büyük üzüntüsü yeteneksiz, basiretsiz insanların Türkiye’nin geleceği hakkında söz sahibi olmasıydı. Herhalde şimdi mezarında dört dönüyordur.


Cansever meydanları şu sözlerle anlatırdı: “Birbirinden ayrı kişileri bir araya getirmek, her kişi kendi ayrı yolundan bile gelse, yalnızca kendi gayelerine doğru yönelmiş bile olsa, onları bir arada tutmak, toplum hayatının doğuşunu sağlamaktır. Dolayısıyla meydan, insanların karşılaştığı yer olarak toplumun ve şehrin çekirdeği ve kaçınılmaz temeli ve en ferdiyetçi bir anlayış içinde bile hayatımız için kaçınılmaz bir çerçevedir.”


Meydanı doğru idrakı bile Beyazıt Meydanı’nın kendisine emanet edilmesi için yeterli bir sebep.


Peki ne oldu Beyazıt Meydanı’na?


4. yüzyılda, Bizans döneminde I. Theodosius buraya Tauri Forumu’nu yaptırdı. Deprem ve yangın nedeniyle defalarca tahrip oldu. 15. yüzyılda İstanbul’un fethiyle beraber Eski Saray’ın kurulmasıyla bir saray meydana dönüştü.


Esas şeklini ise II. Bayezid’in saltanatı sırasında aldı. 19. yüzyılın ikinci yarısında art arda değişiklikler ve düzenleme çalışmaları yapıldı.


Meydanın kuzeyindeki Seraskerlik Dairesi olarak kullanılan Eski Saray binaları yıkıldı, yerlerine Harbiye Nezareti binası yapıldı. Her gelen padişah burayı biraz daha tahrip etti.
Cumhuriyet’le de değişen bir şey olmadı. 1923-24 yıllarında Belediye Başkanı Haydar Bey yüksek mimar Asım Kömürcüoğlu’nu meydanı yeniden düzenlemesi için görevlendirdi.

Meydanın ortasına çift fıskiyeli bir havuz konduruldu. 1956’da Ordu Caddesi’ni genişletmek için tarihi Simkeşhane ve Hasan Paşa Hanı’nın meydana bakan cepheleri ile kuzey bölümleri yıkıldı.


Sonra belediye Sedad H. Eldem’e bir proje hazırlattı, onu değiştirdi ve havuzu yok etti. Ne yapsalar olmadı.


27 Mayıs ihtilali’nden sonra büyük tartışmalar arasında meydanın yaya bölgesine dönüştürülmesi için Turgut Cansever’in projesi seçildi.


Tartışmalar büyüdü ve sivil yönetim söz sahibi olunca Cansever’in görevine son verildi. Beyazıt Meydanı da 30 yıldır kötü kaderiyle baş başa bırakıldı. Belki aynı kötü kader şimdi de Taksim Meydanı’nı bekliyor? Sahi, Topçu Kışlaşı neden yeniden yapılıyor? Açıkladılar da biz mi kaçırdık? Her yönetimin kendi imzasını atmak istediği Beyazıt Meydanı’ndan sonra, kendi kendini tatmin etme yeri olarak sırada Taksim Meydanı mı var?


Ve neden Emek için kopan kıyametin 10’da birini Taksim Meydanı’nın yeniden düzenlemesinde göremiyoruz? Meraktayım.

Hürriyet, Yazı: Melis Alphan, 21.02.2012

300 MİLYON YILLIK ORMAN BULUNDU

 

Çin'in kuzeyinde, kül tabakasının altında korunmuş 300 milyon yıllık orman bulundu.

Araştırmacılar, Wuda bölgesinde bulunan bin metre karelik ormanda ağaçlar ile bitkilerin dağılımını belirlediklerini açıkladı.

''Proceedings of the National Academy of Sciences'' dergisinde yayımlanan keşif, bilim dünyasında büyük heyecan yarattı.

Bir metre külün altında kalan geniş bir alanda yapılan kazılar sırasında ortaya çıkarılan ormanda bazı bitkilerin bozulmadan kaldığını belirleyen araştırmacılar, birkaç gün süren kül yağmurunun bazı ağaçları devirdiğini, diğerlerine ise zarar vermeden koruduğunu tahmin ediyor.

Araştırmayı yöneten ABD'nin Pennsylvania Üniversitesinden Hermann Pfefferkorn, bazı ağaçların yapraklarının bile bozulmadan kaldığını söyledi.

Ormandaki ağaçları altı gruba ayıran araştırmacılar, bunlar arasında ağaçsı eğrelti otları ile artık türü tükenmiş 25 metrelik Sigillaria, Cordaites ve Noeggerathiales ağaçları bulunduğunu kaydetti.
Araştırmacılar, kül tabakası kaplamadan önce ormanın nasıl göründüğünü belirlemek için bir ressam ile de işbirliği yaptı.

Pfefferkorn, ormanın M.S. 79'da Vezüv Yanardağı'nın patlaması sonucu yok olan antik Roma kenti Pompeii'ye benzediğini belirtti.

Pompeii'de kül ve lav karışımı insanların ve eşyalarının üzerini bir örtü gibi kaplamış ve oksijenle ilişkilerini keserek kalıntıların günümüze kadar bozulmadan gelmesine yol açmıştı.

Sabah, 21.02.2012

OYNARKEN DEFİNE BULDULAR

 

 

Tekirdağ’ın Çerkezköy İlçesi’ne bağlı Veliköy Beldesi’nde oyun oynayan 2 kardeş, bir küp içerisinde 4 bin 973 sikke buldu.

Çerkezköy’e bağlı Veliköy Beldesi’nde çoban olan babaları B.D. ile birlikte Bahçedere Mevkii’ndeki merada hayvan otlatmaya giden 11 yaşındaki M.A.D. ve 12 yaşındaki Y.E.D., oyun oynadıkları sırada bir kısmı toprak üzerine çıkmış küp gördü. Ardından baba B.D., küpü topraktan çıkartıp içindeki sikkeleri görünce Veliköy Belediye Başkanı Hanifi Belindir’i aradı. Başkan Belindir de jandarmaya haber verdi. Jandarmanın yaptığı incelemenin ardından 20 kilo 540 gram ağırlığındaki üzerlerinde Latince ve Arapça yazılar bulunan 4 bin 41 büyük ve orta boy, 932 de küçük boy sikke Tekirdağ Müze Müdürlüğü’ne teslim edildi. Sikkelerin hangi döneme ait olduğu inceleniyor.

Vatan, Haber: Şaban Kardeş, 21.02.2012

FETHİYE KALESİ AÇIK HAVA MÜZESİ OLUYOR

 

 

Hristiyanlığın Aziz Paul'dan sonra en önemli ikinci ismi olan Aziz John'un şövalyelerine ait Fethiye Kalesi için Kültür ve Turizm Bakanlığı devreye giriyor.

 

Bakanlık bakımsızlık ve terk edilmişlik yüzünden surlarının büyük bölümü yıkılan Fethiye Kalesi'ni müze haline getirecek. Antik çağlardaki Likya dilinde ışık ülkesi anlamına gelen Telmessos adını taşıyan Fethiye, turizm ve tarımdan sonra kültür turizmiyle de anılacak. Çok sayıda medeniyete ev sahipliği yapan ilçedeki tarihi mekanlar, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın desteği ile yeniden gün yüzüne çıkartılıyor. Telmessos Antik Tiyatrosu'nun 2013 yazında kültürel etkinliklere hazır olacak şekilde restore edeceğini açıklayan bakanlık, tarihi Fethiye Kalesi için de yeni bir proje geliştiriyor. Şehrin güneyinde yükselen ve Hristiyanların en önemli ikinci ismi Aziz John'un şövalyelerine ait olduğu sanılan Fethiye Kalesi, müze haline getirilecek. Duvarlara oyulmuş birkaç yazı, tarihi belirsiz bir sarnıç dışında, tepenin doğu yüzünde küçük ve basit iki kaya mezarı bulunan kale için plan ve proje çalışmalarının başladığı bildirildi. Fethiye Belediyesi'nin de desteği ile kaledeki proje çalışmalarının önümüzdeki günlerde hız kazanacağı ve 2013 ortalarına doğru açık hava müzesi yolunda önemli adımlar atılacağı öğrenildi.

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Fethiye ziyaretinde müze çalışmaları ile ilgili ilk sinyalleri vermişti. Günay, burasının doğal yapısı korunarak açık hava müzesi haline getirileceğini ve Fethiye Müzesi deposunda bulunan bazı eserlerin burada sergilenerek kalenin turizme kazandırılacağını açıklamıştı.

Fethiye'de şehrin güneyindeki tepe üzerine kurulu Fethiye Kalesi'nin Aziz John Şovalyeleri'ne ait olduğu rivayet ediliyor. Harabeye dönmüş haldeki kalenin ayakta kalabilen kuzey kısmındaki surlarının temel hizasındaki taşlardan bazılarının Hellenistik, bazılarının da Roma dönemine ait olduğu görülüyor. Günümüze kadar kalabilmeyi başaran kalede belli belirsiz birkaç yazı ile hangi tarihte yapıldığı belli olmayan birde sarnıç bulunuyor. Her yıl yüz binlerce yerli ve yabancı turistin geldiği Fethiye'de neredeyse hiç kimsenin uğramadığı Fethiye Kalesi şimdilerde sadece akşamcılara ev sahipliği yapıyor.

Habertürk, 21.02.2012

TOPÇU KIŞLASI'NDA MİMAR KRİZİ

 

Taksim Meydanı'nı yayalaştırma projesiyle birlikte açıklanan Taksim Gezi Parkı'na Topçu Kışlası projesinde mimar krizi yaşanıyor.
 

1939 yılında yıkılan Topçu Kışlası'nın bir repkilasını inşa etmek isteyen İstanbul Büyükşehir Belediyesi İstanbul'da tanınmış mimarların kapısını çaldı. Ancak olumlu cevap alamadı. Taksim'de yapılması planlanan Topçu Kışlası ve yayalaştırma projesiyle ilgili tepkiler sürerken şimdi de kışlayla ilgili mimar krizi çıktı. Kışlanın planlarının çizilmesi için İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından görevlendirilen Yüksek Mimar Halil Onur'la birlikte çalışması için mimar arayışına başlandı. İstanbul'un tanınmış mimarlık ofislerinin kapısını çalan Büyükşehir Belediyesi ret cevabı aldı.

 

Edinilen bilgilere göre Büyükşehir Belediyesi önce Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölüm Başkanı Prof.Dr. Aykut Karaman'la anlaşmak istedi.

Karaman'ın Büyükşehir Belediyesi'ne söz konusu işi yapamayacağını bildiren bir yazı yazdığı öğrenildi.

 

Atatürk Kültür Merkezi restorasyon projesinde danışman olarak görev alan Tabanlıoğlu Mimarlık'la da görüşen Büyükşehir Belediyesi buradan da olumsuz cevap aldı. Edinilen bilgilere göre, Tabanlıoğlu Mimarlık'tan projeyi ancak mimarlıkla ilgili karar yetkisinin kendilerinde olması koşuluyla üstlenebilecekleri, Topçu Kışlası'nın taklidini inşa etmek istemedikleri bildirildi. Büyükşehir Belediyesi'nin son olarak İlke Planlama'nın kurucularından Özcan Biçer'le görüştüğü ancak buradan olumsuz cevap aldığı gelen bilgiler arasında.

Taraf, Haber: Ertan Altan, 21.02.2012

KUTLAMALAR BÜYÜK SERGİLER İSTER

 

 

Osmanlı ile Hollanda ilişkilerinin 400. yılı mı müze ve sanat kurumlarına yarıyor yoksa müze ve sanat kurumları mı 400. yıla?

 

Hem o hem öbürü. 400. yıl olduğu için bize sergiler geliyor. İstanbul Modern'e, Pera'ya, Sabancı'ya... Bizden de Hollanda'ya gidecek tiyatrolar, konserler, gösteriler, çağdaş sanat sergileri var. Çünkü Hollanda'da hatırı sayılır bir Türk nüfusu yaşıyor. Hem Türkiye hem Hollanda vatandaşı; ikinci, üçüncü nesil... O nüfus Hollanda için önemli. O yüzden Hollanda'da oradaki Türklerin varlığına odaklı bir sürü faaliyet planlanıyor. İki ülkenin dışişleri bakanlıklarında birer hazırlık komitesi var; bu işlerin takibi için...

 

Siz, 2 yıl önce serginin hazırlıklarına başladığınızda 400. yılı göz önünde bulundurmuş muydunuz?

400. yıldan haberimiz vardı. Kutlama yılları böyle büyük sergiler için iyi birer fırsat. Çünkü devlet de işin içinde ve bu durum eserlerin alınacağı yerler için kolaylık sağlıyor. Normal bir zamanda daha küçük düşünülürken 400. yıl kutlanıyor dediğimizde, ona göre hareket ediliyor. Çünkü düşünün, Hollanda gibi küçük ve istilalardan yeni kurtulmuş bir ülke, 400 yıl önce güçlü bir imparatorlukla ilişki kurmuş. Bu durum onlar için gurur kaynağı. Ayrıca siyasi ilişkilerle birlikte iki ülkenin sanatçıları, gezginleri ve tüccarları arasında geliş gidişler başlıyor. Birtakım ürünler gelip gidiyor, o ürünlerle birlikte bir Osmanlı modası yaşanıyor. Bu modanın rüzgarını Rembrandt ve Vermeer'in resimlerinde de görüyoruz. İki taraf için de su yüzüne çıkmamış, diplerde kalan kültür kökleri söz konusu.

 

Serginin; su yüzüne çıkmamış, diplerde kalmış bu kökleri yüzeye çıkarma gibi bir iddiası da var; değil mi?

Tabii ki... Galeriyle müzenin farkı burada ortaya çıkıyor. Bir müze, hele hele üniversiteyle ilişkisi olan bir müze, bir sergiyi kurgularken eserlerin oluşum sürecini ve geri plan bilgilerini sunmak durumunda. Biz de sergiyi bir dizi konferans ve sempozyumla destekliyoruz. Bir de serginin ismi, 'Rembrandt ve Çağdaşları: Hollanda Sanatının Altın Çağı'... Neden? Çünkü Avrupa'nın her tarafında imparatorluklar ve krallıklar varken ve kilise çok güçlüyken Hollanda şehir meclisleriyle yönetiliyor. Bu kadar sanatçı ve ressam, kısacık bir yüzyılda, yüzyıl bile değil, 80 yılda yetişiyor. Çünkü onları besleyen bir refah, eser sipariş eden sanatsever bir kitle var ve o kitle sadece kilise ve saray çevresi değil; sıradan vatandaşlar, tüccarlar... Eserler sadece kilise ve saray tarafından sipariş edilseydi dini tasvirler, portreler ve kahramanlık sahnelerinden ibaret olurdu. Ama sıradan vatandaşların siparişlerinde çiçekler, günlük yaşam sahneleri, ev içleri, ticaret sahneleri, ekmekçiler ve kasaplar var. Resimler bize o dönemin sosyal yaşamı hakkında bilgiler sunuyor. Sergiyi ziyaret edenlerin bunları da düşünmesini istiyorum.

 

Eserleri görmek elde bir; ama sergi ya da 400. yıl sona erdiğinde; kültürel, ticari, hatta siyasi anlamda bir hareketlilik olabilecek mi iki ülke arasında?

Tabii ki. Türkiye, Avrupalı mı değil mi diye bir sürü sorunun sorulduğu bir dönemde 400 yıla ulaşan köklü bir geçmişi masaya yatırıyoruz. Türklerin Avrupalılarla olan sıkı ilişkilerini gösteren... Ayrıca her kutlama, her sergi belli bir potansiyeli de beraberinde getirir, bir şeylere vesile olur. Örneğin... Böyle büyük sergiler sırasında çağdaş Türk yazarların kitapları ilgili ülkenin kitapçılarında başköşeleri tutar, çeviriler artar. Hatıra dükkanlarında Türkiye ile ilgili ürünler öne çıkar; lokumlar, tatlılar... Sergiler aynı geçmişteki büyük panayırlar gibi çok ayaklıdır aslında. Sadece ticari alışverişi değil, insanların ufkunu da açan ilişkiler tomarını da beraberinde getirir.

 

Osmanlı-Hollanda ilişkilerinin 400. yılını bir kenara bırakıp Sakıp Sabancı Müzesi-sanatsever ilişkisinin 10. yılına bakalım... Bu konuda ne gibi planlarınız var?

Kutlama mayıs başında başlıyor; sürpriz çok. Alt kattaki aile salonlarını, sanki Sabancı ailesi kapıyı yeni kapatıp gitmiş gibi ziyarete açacağız. Sakıp Bey'in anı odası dahil... Sonra Osmanlı hat sanatı koleksiyonumuzu Türkiye'de hiç yapılmamış bir anlayışla sergileyeceğiz. Ziyaretçiler eski harflerle oynayacak, yazılar yazacak, kompozisyonlar oluşturacak; hatta sergiyi tabletlerle gezecek. Bu sergileniş biçimi hat sanatını herkese sevdirecek; eski yazı bilsin, bilmesin... Hatta belki öğrenme isteği uyandıracak.

Zaman, Haber: Jülide Karahan, 21.02.2012

"2100 YILLIK YOLUN ÜZERİNE PAZAR KURULMAZ"

 

 

İzmir'de, Roma döneminde yaptırılan ve bugüne ulaşan önemli tarihi yapılardan olan Roma yolunun, Eşrefpaşa semti için yıllardır pazar yeri olarak kullanılması arkeologların tepkisine neden oldu.

 

Tarihi Roma yolunun bulunduğu alanı da kapsayan Konak bölgesindeki kazılardan sorumlu Smyrna Antik Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy, yolun İzmir kent tarihi açısından tartışmasız öneme sahip olduğunu ifade etti.

Ersoy, bugün Bayramyeri mevkisindeki kalıntıları üzerinde, Eşrefpaşa semtinin pazar yeri bulunan yolun, MÖ 1. yüzyılda yapıldığını tahmin ettiklerini belirtti. Yoldaki her andezitin belli bir hesap içinde yerleştirilmiş olduğunu bildiren Ersoy, yolun döneminin önemli yapıları arasında yer aldığına işaret etti.

Sit alanı olarak kabul edilen yolun bugün görünen kısmının 100 metre uzunluğunda olduğunu ifade eden Ersoy, "İzmir'in tarih ve arkeolojisine ulaşılabilen 3 nokta var. Bunlar Kadifekale, Smyrna Agorası'nın bulunduğu nokta ve bu yol. Yani burasını arkeolojik kazılara açabilirsek, Kadifakele ve Smyrna'da olduğu gibi İzmir'in tarih ve arkeolojisi hakkında çok daha fazla bilgiye sahip olacağız" dedi.

Bu alanı korumakta güçlük çektiklerini anlatan Ersoy, şöyle konuştu:
"Bu taşlar sıradan taşlar gibi gözükse de üzerlerinde o döneme ait izler olabilir. Araç izlerinden o dönemin kültürü, geleneğine ilişkin bilgilere kadar. Başka ören yerlerinden taş üzerinde oynanan dama gibi oyunları biliyoruz. Burada da bilmediğimiz bir oyun bulabiliriz. O dönemden araç izleri var. Bunlar da yolun ruhunu taşıyor. Onları da saklamamız gerekir. Yolun korunma altına alınması ve buradaki hazinenin açığa çıkarılması, çevre düzenlemesi yapılması gerekiyor."

Ersoy, yolun ihtiyaçtan dolayı uzun yıllardır pazar yeri olarak kullanıldığını ancak bunun sakıncalı olduğuna dikkati çekerek, şunları kaydetti:
"Pazar yeri ihtiyacının yanında burada bir de tarih var. İkisi arasında bir tercih yapmamız gerek. Önceliği tarihe vermeliyiz. Pazarı her yerde kurabilirsiniz ama tarihi her yerde bulamazsınız. Pazarın acilen kaldırılması lazım. Burada bir aracın patinaj yapması taş dokusu üzerindeki, taşın orijinal ruhuna zarar verdiği gibi aynı zamanda fiziksel yıpranmasına neden oluyor. Bir arkeolojik izin, yazıtın, figürün silinmesine neden olur. Bu da bizim buradan edineceğimiz bilgiyi engeller."

İzmir Büyükşehir Belediyesinden konuya ilişkin yapılan açıklamada, Kadifekale, Roma Yolu ve Kemeraltı'nı da kapsayan 270 hektarlık alanın turizm bölgesi olarak gelişmesi için projelerin hayata geçirildiği belirtildi.

Açıklamada, bu amaç doğrultusunda atılan en büyük adımın ise Konak'tan başlayarak Kadifekale'ye kadar uzan Kemeraltı ve çevresinin, 2007 yılında Bakanlar Kurulu kararı ile "yenileme alanı" ilan edilmesi olduğu bildirildi.

Projelerin birbirini tamamlayıcı nitelikte olduğu ifade edilen açıklamada, şöyle denildi:
"Bayramyeri'ndeki tarihi Roma yolunun bulunduğu alan için proje hazırlandı. Rekreasyon ve düzenleme projesi İzmir Röleve ve Anıtlar Müdürlüğüne gönderildi. Müdürlük tarafından hazırlanan rapor ise onay alınması için Kültür ve Turizm Bakanlığına gönderildi. Buradan gelecek yanıta göre bölgede proje uygulamasına başlanması planlanıyor."

Cnn Türk, 20.02.2012

TEKEL'İN TARİHİ BİNASI BUTİK OTEL OLACAK

 

 

TEKEL’in satılmasının ardından ülkenin pek çok noktasında bulunan tarihi TEKEL binaları da satışa çıkarıldı. Son olarak İzmir Pasaport’ta bulunan tarihi TEKEL binası butik otel yapılmak üzere satıldı.

 

İzmir’de bulunan TEKEL’in tarihi başmüdürlük binası, butik otel yapılmak üzere bir işadamına satıldı.

 

TEKEL’in Pasaport’ta bulunan tarihi binası, Özelleştirme Yüksek Kurulu tarafından 20 milyon TL’ye Terhan Demir'in sahibi Özcan Terhan'a satıldı. Özcan Terhan tarihi binanın yerine 30 ya da 33 odalı butik otel yapacağını açıkladı.

 

Bilindiği gibi, İstanbul Cevizli'deki TEKEL arazisi AKP'ye yakınlığı herkesin malumu olan Özel İstanbul Şehir Üniversitesi'ne, Unkapanı'ndaki TEKEL binası ise Özel Medipol Hastanesi'ne satılmıştı.

Haber Sol, 20.02.2012

TAKSİM'DEN SONRA SIRA ÜSKÜDAR MEYDANI'NDA MI?

 

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin, meydan tasarımı deyince son dönemde aklına taşıt trafiğini yerin altına alıp, meydanı yayalara bırakmak geliyor. Bu anlayışın bir başka ürünü de Üsküdar Meydanı'nın yeni tasarımı.

Projede özetle, meydanda trafik yeraltına alınırken trafiği rahatlatmak için devasa boyutta bir otopark yapılacak, yaya alanları düzenlenecek ve Marmaray ile yaya entegrasyonu sağlanacak.

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin web sitesinde anlatılan şekliyle projenin detayları:

 

"Ünlü şair Yahya Kemal'in 'İstanbul'un fethini gören şehir' diye adlandırdığı Üsküdar, kötü yapılaşmadan ve görüntü kirliliğinden kurtulacak. İstanbul'un en önemli transfer merkezi Üsküdar Meydanı için hazırlanan proje, İstanbul'un gözde semtinin çehresini değiştirecek.

 

Anadolu ve Avrupa yakasını deniz yolu ile birleşmesini sağlayan önemli bir ulaşım noktası olan Üsküdar İlçesinin meydanında; deniz otobüsü, şehir hatları ve motor iskeleleri bulunuyor. Ayrıca minibüs, otobüs ve taksi durakları yer alıyor. Bu nedenlerle Üsküdar Meydanı, yayalar için önemli bir düğüm noktasını oluşturuyor. Ancak ne yazık ki yaya ve taşıt trafiği birbirinden düzenli bir şekilde ayrılmadığı için trafik bir keşmekeşe dönüşüyor.

 

İstanbul'un tarihi geçmişi zengin ilçelerinden biri olan Üsküdar, 'Üsküdar Meydanı ve Çevresi Raylı Sistemler ile Karayolu Entegrasyonları ile Kentsel Tasarım Uygulaması Projesi' kapsamında Üsküdar İlçesi sınırları yeniden düzenleniyor.

 

Üsküdar Meydanı ve çevresini kötü yapılaşmadan arındırmayı da hedefleyen proje, tarihi semtin hem çehresini hem de kaderini değiştirecek. Trafik tamamen yerin altına alınırken, devasa bir otopark Üsküdar'ın trafiğine soluk aldıracak. Üsküdar için yaya alanları düzenlenerek, Üsküdar- Ümraniye Metro Hattı ve Marmaray Hattı'nın Üsküdar İstasyonu'nda yaya entegrasyonu sağlanacak. Üsküdar için hazırlanan proje, şu hedefleri öngörüyor:

 

• Üsküdar Meydanı için; transfer merkezi kapsamında, raylı sistem ile karayolu sisteminin entegrasyonunu sağlayan otopark alanları tasarlandı. Oluşturulacak otopark alanları; özellikle deniz yolu, demir yolu ve karayolu ulaşım sistemlerini kullanan yolcularca kullanılacak.

 

• Üsküdar Meydanı'nın daha çok yaya kullanımına açılmasını sağlamak amacıyla, Selman-ı Pak Caddesi ile Paşalimanı Caddesi arasındaki bağlantı karayolu alt geçitle gerçekleştirilecek.

 

• Proje kapsamında yaya alanları düzenlenecek. Üsküdar – Ümraniye metro hattı ve Marmaray hattının Üsküdar istasyonunda, yaya entegrasyonunun sağlanması amacıyla, yaya çıkışları için yer altı meydanı oluşturulacak.

 

• Hakimiyeti Milliye Caddesi'nin yayalaştırılması ile Üsküdar Meydanı'nda bulunan ticaretin kuvvetlendirilmesi sağlanacak.

 

• Proje kapsamında; Üsküdar'ın mevcut dokusu ile uyumlu ticaret alanları tasarlandı. Ticaret alanları içerisinde sokak ve meydana açılan kafeterya ve oturma alanları tasarlanarak, günün her saatinde yaşayabilen canlı kentsel mekanlar oluşturulacak.

 

• Üsküdar – Ümraniye metro hattı ve Marmaray projesinin çıkışları, proje kapsamında bir bütün olarak değerlendirilerek tasarlanacak. Marmaray projesine ait şaftların oluşturduğu görüntü kirliliğini ortadan kaldırmak amacıyla meydanda simgesel elemanlar tasarlandı. Meydan tasarlanırken amaç; Üsküdar meydanını deniz ile bütünleştirebilen özgün tasarımlar oluşturmak...

 

• Projeye göre; güneyde Ahmediye Meydanı ile başlayan yaya aksı, Hakimiyeti Milliye Caddesi ile meydana açılacak. Ayrıca Aziz Mahmut Hüdayi Vakfı ve Kara Davut Cami önünde iki farklı aktivite alanı oluşturulacak.

 

• Üsküdar Meydanına yaya olarak geçişi sağlayan üç farklı noktada ve aynı karakterde üç adet karşılama meydanı tasarlandı. Söz konusu karşılama meydanları; Şemsi Paşa Cami, Yeni Valide Cami ve Mihrimah Sultan Cami olacak.

 

• Yeni Valide Cami önünde yer alan karşılama meydanı, Üsküdar meydanına merdivenle bağlanacak. Üsküdar meydanına bağlandığı noktada, meydanda yer alan eski dokuyu canlandıracak 'Nostalji Sokağı' tasarlandı. Nostalji Sokağı üzerinde Üsküdar'ın tarihini ve önemli yapılarını anlatan simgesel ve fonksiyonel kent mobilyaları oluşturulacak. Ahşap veya çelik strüktürden oluşan kent mobilyaları, Üsküdar kent dokusuna ait bir sokağı temsil ediyor.

 

• Valide Sultan Cami ve Mihrimah Sultan Cami gibi geleneksel karşılama meydanları ile sınırlanan meydan, Valide Sultan Cami'ne paralel ve İstanbul Boğazı'na yönelecek şekilde tasarlandı.

 

• Marmaray Projesi'ne ait yaya çıkışları; yer altı meydanı ve meydan beraber düşünülerek yeniden düzenlenecek. Bu kapsamda meydanda farklı yönlerde yaya sirkülasyonu sağlayan 7 farklı çıkış yer alacak.

 

• Üsküdar Meydanı'nda; Üsküdar – Ümraniye metro hattı ve Marmaray projesine ait yaya çıkışları, birbiri ile uyum sağlayacak şekilde malzeme seçimi yapılacak ve tasarımları oluşturulacak.

 

• Üsküdar Meydanı'nda, Harem yönünden gelen taşıt yolu ile ulaşılan yer altı katlı otoparkı bulunacak. Günübirlik ticaret alanları, performans alanları vb. fonksiyonlara sahip olacak şekilde tasarlanan yer altı meydanı; istasyon yapısına kuzey ve güney yönlerden bağlanacak şekilde oluşturulacak.

 

• Üsküdar Meydanı Şemsi Paşa Cami ile çevrelenen bölgede; yine karşılama meydanı, oturma alanları ve asma germe sistemi ile örtülen kafeteryalar bulunacak. Bu alan, meydanın diğer bölümlerine göre sirkülasyon alanından çok dinlenme ve oturma alanı olarak tasarlandı. Bu bölgeden yer altı katlı otoparkına ve Marmaray istasyonuna giriş sağlanabilecek.

 

• Kara Davut Cami ve Mimar Sinan Cami ile çevrelenen, Üsküdar Belediyesi ve katlı otoparkının kaldırılmasıyla oluşan bölgede, Üsküdar'daki ticari faaliyetleri güçlendirecek ve devamlılığını sağlayacak çarşı tasarlandı. Bu kapsamda ana sirkülasyon aksı ile bağlantılı, kendi içerisinde meydan ve oturma alanlarına sahip bir bölge oluşturulacak.

 

• Kara Davut Cami ve Mimar Sinan Çarşısı önünde, söz konusu tescilli kültür varlıkları ile çevrelenen, anıtsal ağaçların gölgesinde oluşan oturma alanları oluşturulacak. Oturma ve dinlenme alanları ve kafeteryalar, çarşı içerisindeki meydanlara açılacak.

 

• Ayrıca katlı otoparkının kaldırıldığı bölgede, yer altı katlı otoparkı tasarlandı. Buna göre; yer altı katlı otoparkına iki farklı yönden, iki giriş ve çıkış sağlanacak. Yer altı katlı otoparkı, işletme maliyeti ve inşaat maliyetleri değerlendirilerek, iki farklı boyutta planlanacak. Yer altı katlı otoparkından çarşı içine giriş ve çıkışlar sağlanacak.

 

• Kara Davut Cami meydanı önünde bununla beraber, Hakimiyeti Milliye Caddesi'nin giriş kısmında sergileme alanları oluşturulacak. Sergileme alanları, meydanı sürekli değişen aktivite alanlarına dönüştürecek şekilde tasarlanacak.

 

• Kara Davut Cami meydanı içerisinde yer alan bir meydanda görsel zenginlik yaratmak amacıyla fıskiyeli kuru havuzlar yapılacak.

 

• Meydan çevresinde yer alan yapılar tek ve iki katlı olarak tasarlandı. Ticaret alanları; üstü açık, üstü kapalı ve yarı açık olacak şekilde farklı özelliklerde oluşturulacak. Cephe kaplaması olarak taş, ahşap ve cam malzemeler seçilecek. Meydanda zemin kaplaması olarak granit, granit küptaş ve tuğla kaplama malzemeleri tercih edilecek. Meydan üzerinde yer alan yapılar, farklı metrekarelerde ve farklı yönlendirmelere sahip olacak şekilde alternatifli olarak inşa edilecek.

 

• 2. bölgede ayrıca Aziz Mahmut Hüdayi Vakfına yönlenen sokak yayalaştırılacak ve bu aks üzerinde yer alan yapılara yeni alternatifler önerilecek."

Arkitera, 20.02.2012

SİT ALANI MAĞDURU KÖY NİHAYET TAŞINIYOR

 

 

Arkeolojik kazılarda, Frig uygarlığının üstüne kurulduğu anlaşılan Eskişehir'in Ballıhisar Köyü nihayet taşınıyor.

 

Karar, sit alanı içinde kalan evlerine çivi çaktıkları için ağır cezada yargılanan köylüyü de sıkıntıdan kurtaracak.

 

Eskişehir İl Genel Meclisi, tarihi Pessinus'un bulunduğu Ballıhisar Köyü'nün 1. derece sit alanı içinde yer alması nedeniyle başka bir alana taşınmasına karar verdi. Mecliste kabul edilen koruma amaçlı imar ve belirlenen yer planı, Kültür ve Turizm, Çevre ve Şehircilik bakanlıklarına iletildi. Ballıhisar, kamulaştırma ve köylüyle yapılacak mutabakat sonrası yeni yerine taşınacak.

 

Tarihi MÖ 750 yıllarına dayanan Frig uygarlığının önemli yerleşim yerlerinden olan Ballıhisar'ın (Pessinus) gün yüzüne çıkarılması için yapılan kazı çalışmaları köylü ile devleti karşı karşıya getirdi. 1968 yılında Belçika Üniversitesi tarafından başlatılan kazı çalışmaları yaz aylarında devam ediyor. Kazılarda Friglerin yerleşim yerinin Ballıhisar Köyü'nün altında kaldığı tespit edilince köyün taşınması gündeme geldi. Ancak bunun için çalışma yapılmadı. Sit alanında kalan evini tamir eden, samanlığını onaran köylüler devletle mahkemelik oldu. 150 kişilik köyde, 50 kişi 'Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'na aykırı hareket etmek' suçlamasıyla ağır cezada yargılanmaya başladı. Bu nedenle köylüler evlerine bir çivi bile çakamadı. Ballıhisar köylülerinin bu mağduriyeti Eskişehir İl Genel Meclisi'nin çalışmalarıyla yıllar sonra olumlu sonuç verdi.

 

Eskişehir İl Genel Meclisi Başkanı Ahmet Yapıcı, Ballıhisar Köyü'nün taşınmasında mutlu sona gelindiğini söyledi. Ballıhisar'ın tarihi yere 5 kilometre uzaklıktaki iki ayrı noktadan birine taşınacağını belirten Yapıcı, "Konuyla ilgili dosya Ankara'ya gitti. Kültür ve Turizm Bakanlığı kamulaştırma yapacak. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı köy halkı ile taşınılacak yeri belirleyecek. Altyapı, ulaşım çalışmaları bitince Ballıhisar yeni yerine taşınacak." diye konuştu.

Zaman, Haber: Mehmet Kuru, 20.02.2012

DİYARBAKIR KALESİ'NDE KİTABE BULUNDU

 

 

Diyarbakır Kalesi'ndeki Ben-ü Sen Burcu'nun istinat duvarında Artuklu dönemine ait kitabe ve kabartmalar ortaya çıkarıldı.

 

Diyarbakır Müze Müdürü Nevin Soyukaya, Ben-ü Sen Burcu'nun Diyarbakır Kalesi'nin güneydoğu köşesinde yer aldığını belirterek, bu burcun kalenin en görkemli burcu olduğunu söyledi.

Burcun istinat duvarının üzerinde yarısı toprağa gömülü, yarısı toprak üzerinde bazı kitabeler bulunduğunu ifade eden Soyukaya, kitabeleri tam olarak tespit etmek için kazı yaptıklarını bildirdi.





Soyukaya, kazıda Artuklu dönemine ait istinat duvarının üzerinde belli kabartmaların varlığını tespit ettiklerini ifade ederek, şöyle konuştu:
''Burcun bezemesinin, görkeminin ve sanatsal verilerinin sadece üst kısmında olmadığını, alttaki istinat duvarında dahi o görkemli kabartmaların ve bezemelerin devamını tespit ettik. Artuklu dönemine ait kitabeler ve kabartmalar açığa çıkarıldı. Bizim için güzel bir sürpriz oldu. Gün ışığına çıkarılan madalyon şeklindeki kabartmalarda bağdaş kurmuş insan ile dönemin özelliğini yansıtan figürler bulunuyor. Bu kitabelerin çevirisini yapacağız. Valiliğimizce yapılacak Cazibe Merkezleri Projesi kapsamında Ben-ü Sen Burcu projeye dahil edildi. Ben-ü Sen ve Yedi Kardeş gibi önemli burçlar öncelikle projelendirilecek. Daha sonra restorasyonu yapılacak. Bunlar birinci derecede tescilli anıtsal yapılar. Bunun için de yapılacak her türlü koruma veya restorasyon çalışmasından önce projelerinin çizilmesi gerekiyor.''

Mimarisi, plastik süslemeleri ve yazıtlarının bolluğuyla çok önemli bir eser olan Diyarbakır Kalesi, çeşitli medeniyetlere ait kitabeleriyle ilgi çekiyor. Kale surlarının üzerinde yazıtlar, meyve ve tahıl motifleri, silah şekilleri, güneş ve yıldız sembolleri, gamalı haç, kaplan, boğa, çift başlı kartal, akrep ve at başı gibi kabartmalar yer alıyor.

Habertürk, 20.02.2012

TÜRK RESSAMDAN BİR İLK

 

 

Ressam Burhan Doğançay'ın ''Ribbon Mania'' isimli eseri, New York'taki Metropolitan Museum of Art tarafından daimi koleksiyonlarına alındı.

Doğançay Müzesi'nden yapılan açıklamaya göre, Burhan Doğançay, ''Ribbon Mania'' isimli eserinin New York'taki Metropolitan Museum of Art tarafından daimi koleksiyonlarına alınmasıyla bir ilke imza attı. Böylece, Burhan Doğançay, Metropolitan Museum of Art'ın daimi koleksiyonunda yer alan ilk Türk sanatçı oldu.

Burhan Doğançay'ın eserleri, Boston'daki Museum of Fine Arts, Londra'daki Victoria & Albert Museum, Paris'teki Pompidou Center, Londra'daki The British Museum, Münih'teki The Pinakothek der Moderne, Stokholm'deki Moderna Museet, New York'taki Guggenheim Museum gibi 70 müzede bulunuyor.

Açıklamada, Metropolitan Museum of Art'ın küratörü Dr. Sheila R. Canby'ın, ''Türkiye'nin en önemli ressamının ikonik bir çalışmasının, müze koleksiyonuna çok büyük değer kattığı'' şeklindeki sözlerine de yer verildi.

Habertürk, 20.02.2012

MUSTA'SIMİ'NİN HAT ESERİ 550 BİN TL

 

Osmanlı dönemine ait 384 parça eser, düzenlenen müzayedede satışa sunuldu.

 

Asar-ı Atika Sanat Eserleri Müzayedesi'nde, 'hattatların kıblesi' kabul edilen, Yakut İbn-i Abdü'l Musta'sımi'nin Kitabı Usbiyye/Yedi Gün Duası adlı hat eserinin yeni bulunan 7. nüshası 550 bin TL'den alıcı buldu. Osmanlı ressamları içinde empresyonizmin önemli temsilcilerinden olan, renk ve ışık ustası Nazmi Ziya'nın Langa Bostanı isimli yağlıboya tablosu ise 650 bin TL'ye satıldı. Conrad Otel'de düzenlenen müzayedede, Osmanlı dönemine ait 384 parça eser satışa sunuldu. Satışa sunulan 18. yüzyıla ait Tombak mangal ise 260 bin TL'den alıcı buldu.

Habertürk, 20.02.2012

DİVRİĞİ ULU CAMİSİ VE DARÜŞŞİFASI ÇEVRESİNDEKİ KAMULAŞTIRMA ÇALIŞMALARI DEVAM EDİYOR

 

Divriği Ulu Camisi ve Darüşşifası'nın ikinci etap çevre düzenleme çalışmaları kapsamında kamulaştırılan binalarda oturan vatandaşlara 15 gün içerisinde evleri boşaltmaları amacıyla elden tebligat yapıldı. Sivas İl Özel İdaresi İmar Kentsel Şube Müdürlüğü Koruma Uygulama Denetim Bürosu (KUDEB) koordinatörü arkeolog Erdal Çetindağ başkanlığında oluşan ekip, evleri tek tek gezerek tebligat yaptı.

Bu duruma tepki göstererek mahallede toplanan bazı vatandaşlar, kendilerine haziran ayına kadar süre verildiğini, yapılan tebligat işlemine anlam veremediklerini ifade etti. Mahallelilerin toplanması üzerine olay yerine güvenlik güçleri geldi. Divriği İlçe Emniyet Müdürü Ahmet Şaşmaz, vatandaşların sorunlarını dinledi. Kaymakam Salih Ayhan'ı arayan Şaşmaz, konuyla ilgili mahalle sakinlerine bilgi verdi. Mahalleliler, Şaşmaz'ın konuşmasının ardından olaysız dağıldı.

Divriği Kaymakamı Salih Ayhan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, yapılan bu tebligat işleminin bazı vatandaşların kamulaştırma çalışmalarını suistimal etmesinden kaynaklandığını ifade etti.

Kamulaştırma çalışmaları biten ev sahiplerine mağdur olmamaları amacıyla bir süre evlerinde kalmalarına izin verildiğini anlatan Ayhan, ''Ancak bazı vatandaşlarımızın evlerinin kendilerine ait olduğunu iddia ederek kiracı tutup kira almak istemesi bizleri zor duruma soktu. Mahkemeye intikal etmesi nedeniyle biz bazı yasal prosedürleri yerine getirmeye çalışıyoruz. Yapılan bu tebligat işlemi vatandaşlara 'hemen çıkın yoksa yıkarız' anlamında değildir'' dedi.

Bu yıl eser etrafında yoğun bir çalışma dönemi olacağını belirten Ayhan, bu yüzden vatandaşların kendilerine yardımcı olmasını isteyerek, ''Nisan-mayıs gibi boşaltılan evleri yıkmaya başlayacağız. Bu dönemde halen kamulaştırılan evlerde kalan vatandaşlarımızdan da destek bekliyoruz. Biz kimseyi mağdur etmeden, sağduyu göstererek bir an önce tahliyelerin gerçekleşmesini istiyoruz. Yaz dönemi yoğun bir çalışma dönemi olacağı için bir an önce o bölgedeki vatandaşların şimdiden hazırlıklara başlamasını arzu ediyoruz'' ifadelerini kullandı.

Birinci etap çevre düzenlemesi çalışmaları 2010 yılında yapılan tarihi yapının etrafındaki toplam 67 dönümlük alanda 51 ev ve 69 parselin kamulaştırmasına çalışmalarına başlanmış, 47 parsel sahibi ile anlaşma sağlanmış, ancak 22 parsel sahibiyle anlaşma sağlanamadığından konu mahkemeye taşınmıştı. Anlaşma sağlanan diğer 47 parsel üzerinde bulunan ev ve eklentileri ise tapu işlemlerinin ardından İl Özel İdare ekipleri tarafından yıkılmıştı.

Geçen yıl yapılan ikinci etap çalışmaları kapsamında kamulaştırılacak 135 parselin sahibiyle görüşme yapıldığı, 105 parsel sahibiyle anlaşma sağlandığı ve tapu işlemlerinin gerçekleştirilerek ücretlerin hak sahiplerine ödendiği belirtildi. Kalan 30 parselle ilgili olarak ise kıymet bedelinin tespiti amacıyla İl Özel İdare Genel Sekreterliği tarafından Divriği Asliye Hukuk Mahkemesine dava açıldığı ifade edildi.

Yapı, 20.02.2012

İÇİŞLERİ BAKANI'NIN RESTORE ETTİRDİĞİ EV YANDI

 

 

Ordu’nun Ünye İlçesi’nde İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin tarafından satın alınıp restore ettirilen 2 katlı tarihi ahşap evde yangın çıktı. Yangın, itfaiye ekipleri tarafından kısa sürede söndürüldü.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından ’Sokak Sağlıklaştırma’ projesine destek olmak amacıyla, bazı işadamları kentteki tarihi binaları restore ettirmek için satın aldı. İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin de 2 ay önce memleketi Ünye’de, Kaledere Mahallesi Kadılar Yokuşu’nda bulunan yaklaşık 150 yıllık 2 katlı ahşap evi, 195 bin TL’ye satın aldı. Restorasyon çalışmaları devam ederken, bugün öğle saatlerinde evin ikinci katında yangın çıktı.

Çevre sakinlerinin iddialarına göre madde bağımlısı kişilerin ve sigara içen gençlerin zaman zaman girdiği evde çıkan yangına itfaiye ekipleri kısa sürede müdahale etti. Alevler, fazla büyümeden söndürüldü.

Söndürme çalışmalarını, Ünye Kaymakamı Mustafa Demir ve Belediye Başkanı Ahmet Arpacıoğlu da izledi. Kaymakam ve Belediye Başkanı daha sonra evi gezerek inceleme yaptı.

Ünye İtfaiye Müdürü Fahri Yüksel, yangının kesin çıkış sebebinin araştırıldığını belirterek, "Ev boş ve elektrik yok. Mahallenin çocukları orada oynadıkları sırada böyle bir şey meydana gelmiş de olabilir. Ancak araştırmalarımız devam ediyor" diye konuştu. Konuyla ilgili soruşturma başlatıldı.

Bakan Şahin, geçen Ocak ayında ilçeye yaptığı ziyarette satın aldığı bu evi gezip, çalışmalar hakkında bilgi almıştı.

Habertürk, 20.02.2012

TAKSİM İÇİN ÜNLÜ MİMARLARA ÇAĞRI

 

Acaba İngilizcesini yazsam daha mı etkili olur? Mesela “Turkish architects, would you please stand up?”  (Türk mimarlar, lütfen ayağa kalkınız) desem, anlarlar mı?


Uluslararası ödüller almış, Türkiye’nin yeni mimarisini şekillendiren, en büyük firmalarla çalışan saygıdeğer mimarlarımız , acaba Taksim’in “yayalaştırma projesi” hakkındaki değerli görüşlerini, kamuoyuyla paylaşır mı?


Yoksa, göz göre göre İstanbul’un, belki de Türkiye’nin en önemli kamusal alanının kuru bir taş yığınına dönüştürülmesini, Topçu Kışlası’nın diriltilişini seyretmekle mi yetenecekler?
Tam bir şehircilik felaketi anlamına gelen “Taksim projesi”ne ses çıkarmayarak, onaylamış mı olmuyorlar mı? Mesleklerini icra ederken tek dertleri, nasıl para kazanacakları veya hangi yarışmada ödül alacakları mı?

Terbiye aracı “imar”
Haftasonu iki önemli mimarın Taksim projesiyle ilgili düşüncelerini okuyunca aklıma bu sorular üşüştü...
Milliyet Pazar ekinde Miraç Zeynep Özkartal, mimarlık tarihi profesörü Uğur Tanyeli ile konuşmuş. Tanyeli, “Taksim’de yapılacak çok iş var. En azından otobüs duraklarının pejmürdeliği giderilebilir. Ama radikal bir değişikliğe Taksim’in ihtiyacı yok. (...) 1930’larda ortadan kaldırılmış Topçu Kışlası’nı ille yeniden yapacağım demek, çocuksu bir inat. Reel bir talep yok. Gezi Parkı, Kışla’dan mimari anlam bağlamında daha önemli” diyor.


Prof. Tanyeli, Taksim ve Beyoğlu’nun dönüştürme çabasını bir “terbiye aracı”  olarak değerlendiriyor.

Ne uğruna?
Bilgi Üniversitesi Mimarlık fakültesinden Prof.Dr. İhsan Bilgin, Taraf gazetesinde yayımlanan yazısında şöyle demiş: “İstanbul’un vizyon sözcüğü ile paketlenmiş büyük, rüküş, israfkar ve görgüsüz projelere ihtiyacı yok. Marmaray ile birlikte İstanbul, zaten tarihinin en dönüştürücü projesine kavuşacak.”


Bilgin yazısında, “trafik rahatlasın” bahanesinin, Topçu Kışlası’nın yeniden filizlendirilmesinin anlamsızlığına ve projenin sosyal belleğimizde yaratacağı zararlara değinmiş bu güzel yazısında. Sonunda “Ne uğruna?” diye soruyor.


Bence Türkiye’de kendine “mimar” diyen herkes, mesleğine biraz saygısı varsa, bu soruyu önce kendine, sonra yetkililere sormalı.
Milliyet, Yazı: Mehveş Evin, 20.02.2012

TROÇKİ'NİN KÖŞKÜ KONUT OLUYOR

 

 

Sovyet devriminin önemli isimlerinden Leo Troçki'nin 4.5 yıl yaşadığı Büyükada'daki tarihi köşk, konut olarak kullanılacak. Müze olarak değerlendirilmesi öngörülerek kültürel tesis alanına alınan tarihi yapının sahibi tarafından yapılan başvuruyu değerlendiren Büyükşehir Belediye Meclisi, konut olarak kullanılmasına ilişkin plan değişikliğini onayladı. Rusya'da 1917 yılındaki Bolşevik ihtilalinin önderlerinden Troçki'nin devrim sonrasında 4.5 yıl yaşadığı köşk, müze haline getirilmesi için, 2011 yılında Adalar Nazım İmar Planı'na, "kültürel tesis alanı" olarak işlenmişti. Ancak tarihi yapıyı konut olarak kullanmak isteyen sahibi, belediye imar komisyonuna başvurarak, I. sınıf korunması gerekli kültür varlığı olarak tescil edilen yapının konut dışında başka amaçla kullanılmasının mümkün olmadığını belirterek "Konut Alanı"na alınmasını talep etti.

Başvuruyu değerlendiren İmar ve Bayındırlık Komisyonu, Adalar'a gelen turistlerin de ilgisini çeken 130 ada 3 parsel'deki tarihi yapının konut alanına alınmasını onayladı. Belediye meclisinin onayına sunulan karar kabul edildi.

LEON TROÇKİ KİMDİR?
Troçki, 1924'te Lenin'in ölümünden sonra Stalin'le giriştiği iktidar mücadelesini kaybetti. 1928'de Alma Ata'ya, bir yıl sonra da Türkiye'ye sürüldü. Troçki'nin 1933'e kadar 4.5 yıl yaşadığı Arap İzzet Paşa Köşkü olarak da anılan ev, 1931'de çıkan yangında harabeye döndü. 1937'de Mexico City'ye yerleşen Troçki 1940'ta bir İspanyol komünisti olan Ramon Mercader tarafından öldürüldü.

Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 19.02.2012

KİM "DUR" DİYECEK?

 

Yazar ve Turizmci Sevan Nişanyan, İzmir'in Selçuk İlçesi'ne bağlı Şirince Köyü'nde 3 yıldır inşaatını sürdürdüğü Dalyan'daki kaya mezarlarının benzerinin açılışını yaklaşık 200 kişinin katıldığı bir törenle yaptı. 20 yıllık hayalini gerçekleştirdiğini belirten Nişanyan, bürokrasiyi yendim diyerek "parmak işareti" yaptı ve 'çakma' kaya mezarlarının önünde çalışanlarla birlikte poz verdi. Sert ifadeler kullanan Nişanyan, "Bana iki kez hapis cezası verdiler. Buna k.çımla gülüyorum. K.çlarını yırttılar ama bir şey yapamadılar. Bundan gurur duyuyorum" dedi. Yazar Nişanyan, öldükten sonra da bu mezara gömülmeyi düşündüğünü açıkladı.

Dostlarıyla birlikte sınırsız şarap, helva ve çay eşliğinde açılış yapan Nişanyan, 60 bin liraya mal olan kaya mezarlarının yapımı sırasında tehditler aldığını ve büyük zorluklar yaşadığını söyledi. Açılışı bürokrasiye karşı kazandığı bir galibiyet olarak niteleyen Nişanyan, "Günümüzde insanlar geleceğe yönelik eserler bırakmıyor. Her yer gecekondu, taklit. 2 bin yıl sonraya kalacak bir eser ortaya çıkardım. Bu dağlarda 5 tane daha kaya mezarı görüyorum. Seri imalata geçeceğim" dedi. Nişanyan, devletin gücünü temsil ettiğini söyleyen bürokratların gazabına uğradığını da belirtirken, "İki kez beş aylık hapis cezası aldım, bir tane daha açıyorlar. Ondan da 2 sene isterler. Fakat k.çımla gülüyorum. Bunu yazabilecek misiniz?" diye konuştu.

Açılışı 21 Aralık 2012'de yapmak istediğini ancak sabırsızlığına yenildiğini kaydeden Nişanyan, "Dünyanın son günü denilen 21 Aralık 2012'de açılış yapacaktım. O gün aynı zamanda doğum günüm. Bir de Kültür Bakanlığı gibi bir takım zevzek insanlar gereğini yapacaklarmış. 'Sen nasıl devletten izin almadan böyle şey yaparsın, canına okuruz' dediler. Bu adamlar bir şey yapmadan açılışını yapalım dedim. İçimden geldiği için yaptım, yapılabileceğini göstermek için, güzel bir şey olduğu için yaptım" dedi.


Nişanyan, kaya mezarlarının üzerine eski Yunan tanrısı Medusa'nın kabartmasını yaptırdı. Ayrıca eski Yunanca ve Ermenice olarak, "Nişanyan burada yaşadı" ve Ermenice bir küfür yazdırdığını belirtti.

Yeni Asır, Haber: Fatih Abacıoğlu, 19.02.2012



******


"ÖLECEKSEM BARİ ŞANIMLA ÖLEYİM"

 

Daha önce de yazdım.
Benim için o tam anlamıyla bir ‘deli dahi.’
Bu ülkenin yetiştirdiği en parlak beyinlerden…
Son icraatı Şirince’ye yaptırdığı ‘anıt mezar.’
Pazar günü ‘şarap, helva ve çay ikramı’ eşliğinde açılışını yaptı.
Amerikan filmlerine özenip ‘orta parmağı havada’ poz vermeyi de ihmal etmedi!
Kimeydi o hareketi?
Bir insan yaşarken kendi adına neden kayaları oydurup ‘anıt mezar’ yaptırır?
Bir ego patlaması mı yaşıyor Sevan Nişanyan?
Nerden çıktı bu anıt mezar?
Tüm bu sorulara istedim ki birinci ağızdan o cevap versin…
Buyurun ‘öleceksem bari şanımla öleyim’ diyen Sevan Nişanyan… 

***

Suikast telefonu
2008’in mayıs ayında emniyet ve jandarmadan ayrı ayrı aradılar, bana suikast düzenleneceğine dair duyum alındığını bildirdiler. Durum son derece kritikmiş. Korumasız bir yere kıpırdamamam gerekiyormuş. Evimin etrafındaki tepelere jandarma erleri mevzilendi. İlçe pazarına domates almaya inerken önden iki jandarma aracı, arkadan iki sivil polis aracı bana eşlik etmeye başladı. İstanbul’da ders verdiğim üniversiteyi polisler sardı. Bir yandan emniyetten telefonlar geliyor, ‘Aman bizden habersiz bir yere gitmeyin, jandarmaya da sakın güvenmeyin’ diye. Bu hadise, bir buçuk yıl kadar sonra ‘Balyoz Harekat Planı’ adı verilen dava çerçevesinde mahkemeye intikal etti. 2011’in başlarında basına da yansıdı. Orgeneral rütbesi taşıyan birtakım şahısların, benim de aralarında bulunduğum birkaç kişi hakkında suikast planları yaptığı anlaşıldı. Ekip görevlendirmişler, gözetleme yapmışlar. 

Kahredici kampanya
Planlarını neden gerçekleştirmediklerini bilmiyorum. Belki engellendiler. Belki de yöntem değiştirdiler. 2008 Haziran’ında, eşimle aramda geçen bir olayı bahane ederek, aleyhime basın yoluyla kahredici bir karalama kampanyası açtılar. Bilfiil vurmaktansa karakter cinayetinin daha ucuza mal olacağını hesapladılar. 

Bunlar mı beni koruyacak?
Dönelim 2008’e. Etrafım silahlı adamlarla sarıldığında durup düşündüm. Bunlar mı beni koruyacak? Güleyim bari! Vurmak istedikten sonra vururlar, engel olmak için hiçbir şey yapamam. Kendimi korumaya çalışarak hayatımı zehir etmenin de anlamı yok. Tam bunların istediği tuzağa düşmek olur. 

Kuş olsam devekuşu olurdum
Üzüldüm mü? Vurulmadıktan sonra üzülmenin manası yok. Vurulduktan sonra da zaten üzülmeye gerek kalmaz. Yeterince dolu dolu yaşamışım zaten. Güvercin tedirginliğiyle yaşamak benim yapabileceğim şey değil. Kuş olsam, ben devekuşu olurdum – hem dik kafalı hem meraklı hem de biraz şaşkın. Kaya mezarı projesi işte o günlerde doğdu. ‘Öleceksem bari şanımla öleyim’ dedim. 

Peki, ya o el hareketi?
Amerikan filmlerinde gördüğümüz şık bir el hareketi vardır, orta parmağı kaldırmak suretiyle yapılır. O el hareketinin kalıcı ve güzel bir örneğini yapmaya karar verdim. Tek motivasyon bu değildi şüphesiz. O sırada Matematik Köyü’ne bir anıt yaptırma projesi var. Heykeltıraşlar gelip gidiyor, soyut şeyler, modern şeyler tasarlanıyor. Oysa anıt dediğin, bugün gelip yarın geçecek modalara kulak asmamalı. Bugün ne ifade ediyorsa bin sene sonra da aynı şeyi ifade etmeli. Otuz senede çürüyecek bir şey değil, bin sene kalacak bir şey olmalı. Misal: Antik Anadolu kültürlerinden kalan mezar anıtları! 

Çıkarsız bir jest mümkün
İşin bir de felsefi yönü var. Herhangi bir çıkara veya küçük hesaba dayanmayan bir jest yapmak şu dünyada mümkün müdür? Ne zamandan beri aklımı kurcalayan bir konuydu bu. Gerçek özgürlük– eğer özgürlük diye bir şey varsa – budur: seni esir alan nefsini, köle kılan çıkarını ve sosyal mecburiyetleri hepten bir kenara itip bir şeyi sadece ‘güzel’ olduğu için yapabiliyor musun? “Güzellik, her türlü çıkar hesabının üstünde olan şeydir” demiş Kant, ne güzel demiş. 

Allah büyük deyip başladık
1989’da Likya hakkında bir rehber kitap yazmıştım. O dönemde yüze yakın kaya mezarını ziyaret etmiş, hepsini fotoğraflamış, detaylarını incelemiştim. Ustalarımı yanıma alıp birkaçını yeniden görmeye gittim. “Yapabilir miyiz?” diye kendimize sorduk. Pek inanmadık ama “Allah büyük” deyip işe başladık. 15 Nisan 2009’da kayaya ilk çekici vurduk. Üç yıldan iki ay eksik süreyle çalıştık. Çekiç, keski ve spiral kesici gücüyle yaklaşık elli metreküp kaya oyduk. Şantiyeye traktör girmediğinden, iki eşek satın alıp çıkan molozu onlara taşıttık. Sütunları kesmekte çok zorlandık. İnce işlerden tam ümidimizi kesmişken, alaylı heykeltıraş Kamil usta ile oğlu Fatih’i bulduk. Enfes bir Medusa başı ile sütun başlıklarını çıkardılar. Görenler bile tam inanmadığı için tekrar belirtmekte yarar var. Her şeyi yekpare yerli kayadan oyduk. Herhangi bir parça getirip oraya takmadık. Kayanın içinde o tapınak zaten vardı. Biz taşın fazlasını kesip, içindeki cevheri ortaya çıkardık. 

Her şey çürük! Binalar, fikirler, kurumlar
Bundan iki bin sene sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin şu ilk evresinden geriye pek bir iz kalacağını tahmin etmiyorum. Etrafımızda gördüğümüz her şey köksüz, her şey temelsiz, her şey çürük. Yalnız binalar değil, kurumlar ve fikirler de öyle. Ufak bir depremde moloz yığınına dönüşecek şeyler hepsi.Belki Şirince kaya mezarı kalır. “O karanlık devirde bile güzeli arayan insanlar varmış demek” diye hatırlarlar. Kültür ve Turizm Bakanlığı memurları “inceleme sonucunda gereği yapılacaktır” deyip yıkmazlarsa tabii.


*Sevan Nişanyan’ın kaya mezarı İzmir’in Selçuk İlçesi'ndeki Şirince Köyü’nde. Günün her saatinde görülebilir. Ücretsiz. İçine girme imkanı yok.

Radikal, Yaz: Eyüp Can, 21.02.2012

"TAKSİM'DEN ÖNCE BEYAZIT MEYDANI'NIN YARIM KALAN PROJESİNİ TAMAMLAYIN"


 


Yeni kitabında kentsel dönüşümü ele alan mimarlık tarihi profesörü Uğur Tanyeli: “Türkiye’de kentsel mekanlar bir tür terbiye etme aracı gibi kullanılıyor”

 

Kentsel dönüşüm soğuk, uzak bir kavram. Gayet kitabi bir terim. Ama çare yok; İstanbul’da yaşıyorsanız her gün karşınıza çıkıyor. Sofralarda, arabalarda, sokaklarda konu dönüp dolaşıp şehirde “değiştirilecek/ dönüştürülecek” alanlara geliyor. İstanbullular kendi hayatlarını konuştukları kadar şunları da tartışıyorlar: Tarlabaşı, Taksim, Sulukule ne olacak? Haydarpaşa Garı, AKM, Emek yıkılacak mı? Yerlerine alışveriş merkezleri mi yapılacak? Taksim Meydanı yeniden düzenlenip, Topçu Kışlası Gezi Parkı’nın yerine dikilecek mi? Bunlar olsun mu, olmasın mı? İstanbul dokunulmaz mı, yoksa dönüşmesi şart mı?


Bu soruları sorduğumuz isim Uğur Tanyeli, mimarlık tarihi profesörü... Mimari eleştiri metinlerinden oluşan yeni kitabı “Rüya, İnşa, İtiraz” kısa süre önce yayımlandı. Kitapta Tanyeli’nin bu sorunlara karşı tutumu çok açık. Değişime karşı değil. Ancak Türkiye’de çok geniş bir mimari mirasın hiçbir ekonomik zorunluluk olmadan tahrip edildiği tespitini yapıyor. Son aylarda tartıştığımız projeler için de şunu söylüyor: “Bu, kent tasarımı ve mimarlık kavgası değil”.


Uğur Tanyeli ile İstanbul için tasarlanan projeleri, en yenisi ve belki de en tartışmalısından başlayarak konuştuk.

 

* Sizce, bir mimar gözüyle Taksim yeniden düzenlenmeye muhtaç mı?
Bu, Taksim’i düzenlemekten ne anladığınıza bağlı. Taksim’de yapılacak çok iş var; en azından otobüs duraklarındaki o pejmürdelik giderilebilir. Ama radikal bir değişikliğe Taksim’in ihtiyacı yok. Hele hele otoları yere gömmeye hiç gerek yok. Üstelik alt geçit girişlerinin ne kadar kötü olacağını hesap edersek, Taksim’i düzenlememek sonucuna varacağını söyleyebilirim. Sonunda Aksaray’a benzeyen bir yere dönüşebileceği riskini herkes dikkate almalıdır.

* O halde bu ısrar neden?
İmar konuları Türkiye’de bir inatlaşmaya dönüşmüş gibi gözüküyor. Bence AKM’nin iki yıldır kapalı kalması da bir tür inatlaşma... Türkiye’de kentsel mekanlar bir tür terbiye etme aracı gibi kullanılıyor. 200 yıldır süren bir alışkanlık. Bu iktidar yalnızca son halkası. II. Mahmud döneminde başlar bu alışkanlık.

* Amaç kimi terbiye etmek?
Kimin kendisiyle aynı fikri paylaşmadığını düşünüyorsa. Tahmin edeceğiniz gibi terbiye edilmek istenen kitle, hiçbir dönemde sabit kalmıyor. Taksim’deki değişime itiraz eden hiç kimsenin derdinin iktidarla itişmek olduğu kanısında değilim. Ama Türkiye’de kamusal alanda yapılan bir şeye itirazınız varsa, iktidarlar bunu asla o mekana ilişkin bir itiraz olarak algılamaz. Kendi varlığına yönelik bir itiraz olarak değerlendirir ve onun tepkilerini üretir.

* Taksim için hazırlanan projeyle bu bölgede terbiye edilmek istenenler kim?
Bir kere Gezi Parkı’nı kullananların aşağılandığını söyleyebilirim. “Orada travestiler, eşcinseller toplanıyor” cümlesi sıklıkla dile getirilir. Bu proje onları oradan uzaklaştırmayı, halının altına süpürmeyi içeriyor mu? İçeriyor. Sadece bu da değil bana kalırsa... Genel olarak siyasal anlamda muhalif olarak nitelendirilenlerin hedef alındığını söyleyebilirim. “Taksim böyle dönüştürülmesin” diyen herkes hedefte.

* Kentsel dönüşüm tartışmalarına konu olan alanların çoğunun Beyoğlu sınırları içinde olması tesadüf değil herhalde...
Değil tabii. Beyoğlu’nun dönüştürme çabası Erken Cumhuriyet’ten beri çok cazip. O dönemdeki temel amacın ne olduğunu hepimiz biliyoruz. Burası büyük ölçüde gayrimüslimlerin yaşadığı bir yerdi. Ulus devlet kurarken kenti homojenleştirme iradesi kullanmak isteyenler, kenti tabii ki Beyoğlu’ndan başlayarak dönüştürmeyi düşünmüşlerdir. Bugün gayrimüslimler yok. Ama iktidarlar her dönemde istenmeyenler üretmeyi başarır. Sözgelimi Tarlabaşı’ndaki dönüşümün gerekçesi lumpen denebilecek gruplar. Yoksullar, mülksüzler... Bu marjinal grupların oradan deyim yerindeyse temizlenmek istendiğini biliyoruz.

* Kullanılan tanımlamalardan biri de “mutenalaştırma”...
Mutenalaştırmanın taşıdığı imanın kötülüğüne dikkat çekmek isterim. Mutena olmayan, demek ki itina gösterilmemiş bir yer. “Burada olmamaları gerekenler var” diye düşünürseniz, temizlemeye başlarsınız. Sulukule’de de aynı şey yaşandı. Orayı bozduğu düşünülen bir grup vardı orada, Romanlar... Onları ‘temizlemek’ti amaç. Bugünün dünyasında böyle kentsel politikaların savunulacak tarafı yok. Açık bir insan hakları ihlali.

* Taksim için hazırlanan projeyi ‘çocuksu araçlarla verilen siyasal kavga’ olarak değerlendiriyorsunuz. Çocuksu bulduğunuz nedir?
O sözü Topçu Kışlası bağlamında kullanıyorum. 1930’larda ortadan kaldırılmış bir kışla binası. “İlle de ben bunu yeniden yapacağım” demek çocuksu bir inat. Reel bir talep, yeniden yapılmasını gerektiren hiçbir neden yok. Kışla çoktan yok edilmiş, yerine Erken Cumhuriyet’in en önemli kentsel düzenlemelerinden biri gerçekleştirilmiş.


O park, yerinde konumlandığı eski Topçu Kışlası’ndan mimari anlam bağlamında daha önemli. İlla bir rekonstrüksiyon yapılacaksa İstanbul için başka öneriler olabilir.

* Sizin önerileriniz ne?
Beyazıt Meydanı’nın Turgut Cansever tarafından yapılıp yarım kalmış, sonraki dönemde de ciddi şekilde tahrip edilmiş projesini tamamlamak çok daha akıllıca olur. Daha iddialı örnek istenirse, Simkeşhane’nin önünde Theodosius Zafer Takı çok önemli bir yapı. Bu kadar önemli bir tarihsel yapıta sahip çıkmıyoruz, onun yanında devede kulak diyeceğimiz bir şeyi tarihimize sahip çıkma adına yeniden yapacağımızı söylüyoruz. Hiç inandırıcı bir gerekçe değil.

* Şöyle bir tespitiniz var: “İstanbul’da, hangi siyasal görüşte olursa olsun,  çoğunlukça beğenilmiş ve benimsenmiş bir modern dönem kentsel mekanı yoktur”.
Mutabakat aramaksızın bu kadar büyük dönüşümlere kalkıştığınızda birilerinin canını acıtırsınız. Beyazıt Meydanı işte böyle tahrip edildi. Ve benim çocukluğumdan başlayarak o meydanın mahvedildiğine dair konsensus oluştu. İyi niyetli dönüştürüldü oysa ki, kimse oturup “Bu meydanı yok edeyim” demedi. Eğer mutabakat yoksa, yaptığınız her ne olursa olsun problemli hale geliyor.

* Bu kadar kalabalık bir şehirde, herkesin apayrı hikayesi olan Taksim için mutabakat ne oranda mümkün?
Zaten üzerinde herkesin anısı olan bir yeri kolay kolay dönüştürmezsiniz. Paris’te “Sorunlar saptadım, Concorde Meydanı’nı yeniden düzenleyeceğim” diyen var mı? Orası da problemli, sürekli trafik tıkanıyor orada. Açıkçası, kenti dönüştürmek için biraz daha sakin davranılabilir. “Hemen şimdi eylemde bulunacağım ve şahane bir sonuç çıkacak” biçimdeki beklenti, imkansız bir beklenti.

* Kitabınızda İstanbul’da yaşayanların kentin aktörleri değil de, ‘sakin’leri olduğuna dair bir eleştiriniz var. Dönüşüm projelerine karşı İstanbulluların tutumunu nasıl buluyorsunuz?
Çoğunluk kentin sakinleri; sakin sakin izliyorlar olup biteni. Ama bugün geç Osmanlı döneminden de, erken Cumhuriyetten de çok daha aktif bir sivil toplum var Türkiye’de. Yine de orta sınıflar aktif olarak sokağa çıkmıyor. Hayır demiyorlar. Ancak her şey yapılıp bittikten sonra bir vızıldanma hali oluşuyor.

 

AKM

AKM’nin mimari kalitelerini tartışmak artık anlamlı değil. Böyle bir opera binası yapmışsanız artık onu korursunuz. Dünyanın hiçbir yerinde opera binaları “Artık böyle bir sahne düzeni yok” veya “Eskidi” diyerek yeniden yapılmazlar. Anıları var bu yapıların... Ayrıca çok da pahalı yapılardır bunlar. AKM kendi dönemi bağlamında ciddiye alınabilir bir yapıdır. Bir başyapıt olduğu söylenemez ama korumak için başyapıt olması da gerekmez. İşe yarıyor mu? Yarıyor. Hem yerine yapacağımızın daha iyi olacağının garantisi var mı? Hayır. Belki daha kötüsünü yapacağız. Zaten bana kalırsa kenti tarihsel planda düşünmenin argümanı bu olmalı: Yıktığımız her şeyin yerine daha iyisini yapacağımıza emin miyiz? Cevap her seferinde “Hayır” olmalı. Gelin görün ki kamu otoritesini temsil eden hiç kimsenin kendi yapacağının daha iyi olacağından en ufak kuşkusu yok. Bu nasıl bir özgüvendir anlamakta zorlanıyorum.

 

HAYDARPAŞA

Benim Haydarpaşa’nın artık gar olarak kullanılmamasına temel bir itirazım yok. Yetmiyor o yapı çağdaş bir gar işlevi için. Gar olarak kullanmak için bile radikal bir biçimde dönüştürmek gerekir. Orada bir liman alanı vardı ve artık liman olarak kullanılamayacağı besbelli. Bir biçimde değerlendirilmesi gerek.


Haydarpaşa’yı, kamu otoritesiyle toplumsal beklentinin uzlaşacağı bir formülle ticari işlevlere açmak mümkündür. Garı başka bir işleve tahsis etmek mümkün, çok da yapılabilir bir öneri. Artık Demiryolları’nın binası olarak kullanamıyorsanız, otele dönüştürmenizin ne mahsuru olabilir? Oradaki dönüşüme Taksim’deki ya da Tarlabaşı’ndaki gibi bakmak zorunda değiliz. Tarlabaşı’nın sorunu o dönüştürme dediğiniz şeyin insani maliyetinin çok büyük olması.

 

EMEK SİNEMASI

Hiç tereddütsüz söyleyeyim, büyük bir kayıp. Gözüktüğünden daha büyük bir kayıp.  Türkiye’de öyle kayıplar üretiyoruz ki, sonunda elimizde pek az tarihsel ürün kalıyor. Bugün 1930’lardan kalma bir tane sinema binamız yok. Emek de o yıllardan kalmış değil. Bina çok daha eski, ama 1960’larda dönüştürüldü. Bugün korumak istediğimiz şey, 60’ların yapısı. Bu kadar savurgan olma hakkına sahip miyiz? Elimizde sonsuz büyüklükte bir tarihi stok varmış gibi davranıyoruz ki yok öyle bir stok.


Emek 60’lardan kalma, ama içindeki anılar çok daha eskilere giden bir yapı. Yeni AVM’de üst katta adı Emek olan bir sinema yapınca o Emek olmayacak ki. Bunun “Süleymaniye’yi de yıkalım, yan tarafa çağdaş bir Süleymaniye yapalım” demekten hiçbir farkı yok. Kuşkusuz Süleymaniye daha önemli bir yapı, ama mantık bu. Buna hakkımız yok. Sadece başyapıtlar korunmaz; kentler aslında ikinci derecede önemli yapılardan oluşur. Onlara sahip çıkmak çoğu zaman daha bile önemlidir.


Kamunun en azından zarar etmediği bir alanı, tarihsel dokuya sadık kalarak koruyabilecekken onu alt üst etmesinin hangimize yararı olabilir, anlamıyorum. Bu kadar muhtaç değiliz. Daha da önemlisi, kamu otoritesi olağan bir tüccarmış gibi davranamaz.

Milliyet Pazar, Haber: Miraç Zeynep Özkartal, 19.02.2012

SU ÇEKİLDİ, TARİH ORTAYA ÇIKTI

 

Sinop’ta rüzgar ve gelgitin etkisiyle Gelincik Mahallesi Kumkapı sahilinde tarihi lahit kapakları su yüzüne çıktı.

 

Kültür ve Turizm İl Müdürü Hikmet Tosun, kapakların Roma dönemine ait olduğunu söyledi. Sinop Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi öğretim üyesi Prof.Dr. Levent Bat ise “Bu durum, çok sert esen poyraz rüzgarlarının etkisi ile yılda bir kez olabiliyor” dedi. Karadeniz gibi iç denizlerde gelgitin 30-80 cm aralığında olabileceğini belirten Prof. Bat, “Halk bunun farkına bile varmaz” dedi.

Milliyet, Haber: Kenan Türkseven, 19.02.2012

TARİHİ KÖPRÜ SANATIN MERKEZİ OLDU

 

 

Dünya’da eşinden sadece 3 tane bulunan 600 yıllık Irgandı Köprüsü, geleneksel el sanatlarının merkezi oldu. Eşsiz manzarası ile dikkat çeken tarihi köprü üzerinde açılan Irgandı Sanat Galerisi sanatçıları ve sanat severleri yoğun ilgisine sahne oluyor.

 

Çarşılı köprü olarak adlandırılan ve dünyada az rastlanılan bir yapıya sahip 600 yıllık Irgandı Köprüsü’nün adı son yıllarda sanatla anılıyor. Dünya’da çarşılı köprü olarak bilinen Bulgaristan’ın Lofça kentindeki Osma Köprüsü, İtalya’nın Floransa kentinde bulunan Ponte Vecciho Köprüsü ve Venedik’teki Rialto Köprüsü gibi 1442 yılında Hacı Müslihiddin tarafından inşa edilen Irgandı Köprüsü üzerinde bulunan küçük sanat atölyeleriyle adeta tarihe meydan okuyor. Bursa’nın simgelerinden biri haline gelen Irgandı Köprüsü üzerinde açılan Irgandı Sanat Galerisi ise sanatçı ve sanatseverlerin yoğun ilgisine sahne oluyor.

 

Sanatçı Eyüp Eyüpoğlu tarafından açılan Irgandı Sanat Galerisi, 4 ressamın eşsiz eserlerine ev sahipliği yapıyor. Yaşar Büyük, Yaşar Kutlu, Ertuğrul Topsakal ve Rafet Öztan isimli ressamların bir araya gelerek eserlerini sergilediği sanat galerisinde 40 adet tablo sergileniyor. Çeşitli sanat dallarından eserlerin de sergileneceği sanat galerisi sahibi Eyüp Eyüpoğlu, Tarihi Irgandı Köprüsü’nün sanatın adreslerinden biri olduğuna dikkati çekerek, "Sanat evrensele ulaşmak için yerel limanlardan harekete geçen gemicilerin uğraşıdır. Sergi salonları ve galeriler de sanatçıların limanıdır. Sergiler, çığlıkların ve bin bir duygunun insanlarla paylaşıldığı mekanlardır. Irgandı Sanat Galerisi de bunlardan sadece birisi. Bu limanı sevecek birçok sanatçı dostumuzla beraber paylaşmanın hazzını yaşamak en büyük mutluluğum olacak. Bu tarihi köprüde, eşsiz manzaranın içinde sessizliği, sesi ve bakışlarımızı paylaşmak üzere sanat severlerle birlikte olacağız" dedi.

 

Sanat galerisinde resimlerini sergileyen ressam Yaşar Kutlu, tarihi köprünün sanatçıların mekanı haline geldiğini ifade ederek, "Meşakkatli bir sanat dalıyla uğraşıyoruz. İyiki bu güzel mekanda resimlerimiz sergileme fırsatı bulduk. Resimlerimizi sanat galerisi sayesinde gün yüzüne çıkarıyoruz. İnsanlar sanatçıların emeğini görsün istiyoruz. Sanat sevgisine sahip olan insanlar gelip sergimizi gezsin isteriz" diye konuştu.

 

Irgandı Sanat Galerisinde resimlerini sergileyen ressamlardan Ertuğrul Topsakal ve Rafet Öztan emek vererek hazırladıkları resimleri ziyarete gelen konuklara anlattı. Resim sergisinin 2 hafta daha ziyarete açık olduğu öğrenilirken, yıl boyunca düzenlenecek etkinliklerle sanat severler bir araya gelecek.

Bursa Olay, 19.02.2012

TAHTA PERDELERİN SIRRI

 

 

Sultanahmet. Yüzyıllardır insan yaşamının devam ettiği tarihi semt. Neolotik döneme kadar uzanan bir geçmişiyle adeta doğal arkeolojik alan. Sadece Bizans Büyük Saray’ın boyutları bile Topkapı Sarayı’nın giriş kapısının önünden başlayıp tüm sahil boyunca ve meydan dahil Küçük Ayasofya’ya kadar uzanıyor.

 

Sultanahmet’te Bizans sarayının kalıntıları üzerine yapılan ve Radikal gazetesinde haberi yayınlandıktan sonra belediye ekipleri tarafından yıkımına başlanan otel sonrasında Sultanahmet’tle ilgili gazetemize çok sayıda benzer yapı ihbarı geldi. Tarihi semtte yaptığımız gezide gördük ki bu ihbarlar çok da haksız değil. Her sokakta etrafı tahta paravanlarla kapatılmış evler görünüyor. İçinde tescilli tarihi binaların bulunduğu, bu tahta örmeler zaman zaman binanın şeklini alarak binayı dış dünyaya tamamen kapatılıyor. Tahtaların aralarından içerisinin görünmemesi için tahtalar izolasyon köpük sıkılarak kapatılmış. 

Onarım için ne zaman izin alınmış, sahibi kim, kurul kararı tarihi, proje onay tarihi gibi bilgilerin yer aldığı bilgilendirme tabelaları da asılı değil. Semtin kaderi gibi duran bu kapalı kutuların ardında neler olduğunu bilmek ise şimdilik imkansız. Fatih Belediyesi’ne göre bu uygulama metruk binaların çevreye zarar vermemesi için yapılıyor. Ancak hem Arkeoloji Müzesi’ne hem de arkeologlara gelen şikayetler çok ciddi bir iddiayı içeriyor: Etrafı örülen yerlerin içinde define aranıyor.

Arkeolog Nezih Başgelen, Sultanahmet’te yaşananları şöyle yorumluyor: ‘Eğer metruk diyerek binaları koruma çemberi içine alacaksanız bile yurtdışı örneklerinde olduğu gibi bir izleme penceresi oluşturulmalı. Mutlaka binaların dışında bilgilendirme tabelaları asılmalı. Kim nedir, ne yapıyor ve yasal izinleri varmı görülmeli.

Kadırga Liman Cad.
Kadırga Liman Caddesi 24 numaraki bu tarihi binanın etrafına örülen tahtaların arasından içeriyi görmek imkansız. Ne bir tabela var ne de içeride ne olduğuna dair bir iz.

Çayıroğlu Sokak
Çayıroğlu Sokak’ta 34 numaradaki bu yapının önüne siyah branda çekilmiş. Tıpkı tahta zırhlılar gibi bunun da içini görmek mümkün değil.

K. Ayasofya Sokak
Küçükayasofya Sokak 35 numarada bulunan bu yapının da akibeti bilinmiyor. Bilgilendirme tabelası yok ancak reklam panoları var.

Biri bunu açıklasın
Sultanahmet’te yaşananlarla ilgili iddialar yenilir yutur cinsten değil. Bölgede beş yıldır kafe işleten bir işletmeci başı belaya girmesin diye ismini gizli tutuyor. Bakın neler söylüyor: "Bu binaların ağzı olsa da konuşsa keşke. Buradaki tarihi binaları satın alıyorlar sonra etrafını görünmeyecek şekilde kapatıp binanın dibini kazmaya başlıyorlar. İçerden ne tarihi eserler çıkıyor. İçerde ne oluyor ne bitiyor kimsenin haberi yok."

 

Gazetemize gelen ihbarlar üzerine çıktığımız Sultanahmet turunda ilk adresimiz Küçük Ayasofya caddesi oluyor. Etrafı suntalarla kapatılmış iki tane bina gözümüze çarpıyor. Binalarda hiçbir bilgi levhası yok. Bir binadaki suntalama çalışmasında evin cumbaları bile kapatılmış haldi. 

Tak tuk sesi geliyor ama 
Kapalı olan binaların akıbetini soruyoruz, çevredekilerden “Binaların etrafı yaklaşık üç yıl önce kapatıldı. Görünürde faaliyet yok ama ‘tak tuk’ sesleri geliyor. Bina sahipleri sürekli el değiştiriyor” cevabı geliyor. Çevredeki esnaf olanın bitenin farkında. Yine ismini gizleyen bir esnaf, yetkililerin de bu konuda gizemli davrdandığını belirtelerek, şunları söylüyor: ‘‘Geçen belediyeden birileri geldi. İçeri girdiler. Bir saat sonra çıktığında ‘İçerde ne yapılıyor’ diye sordum. Görevli bana ‘Tadilat var’ dedi. Ben de ‘Peki yasak değil mi, izinli mi’ diye karşılık verdim. Bunun üzerine bana, ‘Sen işine bak kardeşim, ruhsatın iptal olsun mu istiyorsun’’ diyerek tehdit edip gitti.” 

Bir bakıyorsun otel olmuş 
Etrafı tahta paravan yapılan binanın bitişiğindeki bakkalın sahibi ise bize şu bilgiyi veriyor: ‘‘Burada eskiden aileler yaşardı. Çocuklar parklarda oyun oynardı. Ama şimdi burayı sadece ticaret alanına çevirmek istiyorlar. Binaların etrafını kapatıp sonra da inşaata başlıyorlar. Bir de bakıyorsun bir otel yapmışlar. Gidip otellerini Avcılarda yapsınlar başka yer mi yok ?’

Sarayı da saklamışlardı
Sultanahmet’i saran ‘tahta perdeli binaların’ birinin sırrını Radikal ortaya çıkarmıştı. 5 Şubat 2012 tarihli Radikal’de Bizans Sarayı kalıntıları üzerine inşa edilen ve dört tarafı tahtalarla örülen otelin inşaatı haberleştirilmişti. Radikal’in haberinin ardından da inşaat durdurulmuştu.

 

Tarihteyse Sultanahmet çevresinde ilk resmi kazılar Sultan Abdulaziz zamanında Rumeli Demiryolu hattı yapılırken ortaya çıkmıştı. Bu dönemde birçok eser zarar görmüştü. 1943’te adliye sarayı yapılırken, daha yakın tarihte Four Seosans Oteli’nin kazısında çıkanlar bu bölgenin ne derece zengin bir arkeoloji bahçesi olduğunu ispat etmeye yetiyor.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 19.02.2012

TARİHE SU SIKTILAR

 

 

Alman imparatoru II. Wilhelm tarafından İstanbul'a hediye edilen tarihi Alman Çeşmesi, ihmalin kurbanı oldu. Çeşmenin tavanları tazyikli su ile yıkanınca hat yazıları ile altın varak mozaikleri döküldü. Yapının hangi kurumun sorumluluğunda olduğunun uzun süre belirlenememesi de işe tuz biber ekti.

 

Sultanahmet'teki Alman Çeşmesi bakımsızlıktan perişan halde. Çeşmenin niçin tahrip olduğu, 06.01.2011 tarihinde sorulan bir soru üzerine İstanbul İl Genel Meclisi Kültür ve Sanat Komisyonu'nun 11 Ocak 2011 tarihinde tamamladığı raporla gün yüzüne çıktı. Raporda, tarihi yarımadanın yayalaştırılma çalışmaları sırasında, Alman Çeşmesi'nin bakım ve onarımı yapılırken basınçlı su ile yıkandığının belirlendiği kaydedildi. Raporu hazırlayan uzmanlar tarafından yerinde yapılan tespite göre; basınçlı su sıkılması derz dokularının ve bazı altın varak mozaiklerin dökülmesine neden oldu. Boşalan derz araları da tahta çıtalar ile kapatıldı. Raporda, kültürümüzün önemli eserlerinin bakım ve temizliği yapılırken bu işlemin, eser kıymetini bilen yetkili uzmanların denetiminde dikkatlice olması gerektiği kaydedildi. Rapora göre tazyikli su sıkılması eserin tahrip olmasının başlıca nedenlerinden biri.

 

Bu tespitten sonra eserin kimin sorumluluğunda olduğu ve kimin tarafından restore edilmesi gerektiği konusunda aylar süren kurumlar arası yazışmalar sonunda, çeşmenin Fatih Belediye Başkanlığı tarafından restore edilmesine karar verildi. Aradan geçen bir yıl içinde ise tarihi çeşmenin kubbesindeki altın varak mozaikleri düştü, çatlaklar genişledi, Osmanlıca hat örnekleri tahrip oldu, mermer bölümlerinde kararmalar meydana geldi. Çeşmenin su sızdıran muslukları çıkartılarak yerine muşambalar bağlandı ya da tahtalar tıkandı. İhmalin sonucunda çeşme zeminindeki mermerlerin kırıldığı, tavanın döküldüğü, naylon poşetlerin tıpa haline getirilip musluklardan akan suyun durdurulmaya çalışıldığı kötü görüntüler ortaya çıktı.

 

İmparatordan İstanbul'a hediye

Alman İmparatoru II. Wilhelm'in 1898'de İstanbul'a ikinci kez gelişinin anısına ithaf edilen Alman Çeşmesi'nin planlarını Kaiser'in özel danışmanı Mimar Spitta çizmiş, yapımını Mimar Schoele üstlenmişti. Alman hükümeti önce hipodrom alanını düzenlemiş, meydanın ağaçlandırılması yapıldıktan sonra Almanya'da hazırlanan çeşme buradaki temeller üzerine oturtulmuştu. Mermerleri ile değerli taşları Almanya'da işlenmiş ve parçalar halinde gemi ile İstanbul'a getirilmişti. Yapımına 1899'da başlanan çeşmenin 1 Eylül 1900'de, Sultan II. Abdülhamit'in 25. cülüs törenine yetiştirilmesi planlanmıştı. Ancak çeşmenin inşası bu tarihe yetişmeyince. II. Wilhelm'in doğum günü olan 27 Ocak 1901'de görkemli bir tören ile gerçekleşmişti.

 

Fatih Belediyesi onaracak

Çeşme ile ilgili gelişmeleri sorduğumuz Fatih Belediyesi'nce gazetemize gönderilen yazılı cevapta, Alman Çeşmesi'nin projelerini hazırlatabilmek amacıyla, 2011 yılı Ocak ayında İstanbul İl Özel İdaresi'nden ödenek temin edildiği belirtildi. Belediye açıklamasında ayrıca, projelerin onay işlemleri biter bitmez, tekrar İl Özel İdaresi'nden ödenek temin edilerek restorasyon yapım çalışmalarına başlanacağını ifade etti.

Yeni Şafak, Haber: Şamil Kucur, 19.02.2012

KORUMA(MA) KURULU'NA BERAAT

 

 

Tuzla’da, üzerinde yüzlerce yıllık  tescilli ağaçların bulunduğu Bizanslılardan kalma tarihi Ayazma’ya ‘Belediye Nikah Salonu’ yapılması iznini veren 5 no’lu Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu  üyelerinin yargılandığı dava sonuçlandı. İstanbul 10. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen davada  yargılanan 8 kişi beraat etti. Mahkeme hakimi Telat Aydın, kararını “sanıkların tutarlı ifadelerine ve kamunun zarar görmemesi sonucu oluşan vicdani kanaat”e dayandırdı.


Kurulun projeyi onaylamasının ardından Tuzla Belediyesi tarafından müteahhite verilen inşaat durdurulduğunda temeller açılmış ve birinci kat betonu atılmıştı. Daha sonra seçilen yeni belediye başkanı ise Ayazma’yı yeniden toparlamak için, betonları kırdırttı, çevre düzenlemesi yaptı. Bu süreçteki giderlerin belediye bütçesinden karşılandığı açıkken kamunun zarar görmediği kanaatine nasıl varıldığıysa anlaşılamadı. Anlaşılamayan bir başka şey de; aynı suçu birlikte işledikleri iddiasıyla yargılanan  kurul üyeleri için “tüm sanıkların, soruşturma ifade ve yazılı savunması ile mahkemedeki sorgularında ve yazılı savunmalarında birbiriyle uygun ifadeler vermeleri”nin, beraat gerekçelerinden biri olarak gösterilmesiydi.


Oysa ki, dava dosyasında bulunan raporlar “kanaat”e  ve sanıkların “birbirleriyle uyumlu ifade vermelerine” yer bırakmayacak kadar somut. Kültür Bakanlığı Başmüfettişi Necdet Yılmaz’ın hazırladığı ön inceleme raporu ve Yüksek Mimar F. Deniz Gündoğdu ile Müzeler Genel Müdürlüğü Uzmanı Şule Kılıç tarafından tarafından hazırlanan rapor  inşaat nedeniyle asırlık tescilli ağaçların bir bölümünün kesildiğini, bir bölümünün zarar gördüğünü, ayrıca alanda tarihi kalıntılar olduğu için inşaatın yapılamayacağını ortaya koydu.

Her Şey, Tuzla’da Bizanslılardan kalma içinde yüzlerce yıllık tescilli ağaçların bulunduğu ve Tuzlalılar tarafından kuşaklardır çay bahçesi olarak kullanılan tarihi Ayazma’ya “nikah salonu” yapmak için, belediyenin iş makinelerini sokmasıyla başlamıştı. Tuzlalılar  birkaç gün içinde 7000 imza toplayarak Kültür Bakanlığı’na şikayette bulunmuştu.


Bakanlık da şikayeti yerinde bularak inşaatı durdurmuştu. Süreç devam ederken kurulun aynı oturumda iki farklı karar aldığı ortaya çıkmıştı. Bunun üzerine  başta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, dönemin Tuzla Belediye Başkanı Mehmet Demirci ve 5 No’lu Koruma Kurulu başkanı Zinnur Büyükgöz olmak üzere sorumlular hakkında suç duyurusunda bulunulmuştu. İçişleri Bakanlığı Büyükşehir ve Tuzla Belediye Başkanları için soruşturma izni vermezken kamu adına hareket eden Tuzla Cumhuriyet Savcısı Ersel Ertürk , bu karara itiraz etmeyeceğini yazılı olarak  İstanbul Valiliği’ne bildirmişti. Böylece başkanlar için yargı yolu kapanmıştı. Ayazma’da yaşananlar basında geniş bir şekilde yer bulunca kurul üyelerinden İTÜ Öğretim Üyesi Prof.Dr. Fulin Bölen görevinden istifa etmişti. Tuzlaların konuyu ısrarla takip etmeleri sonucu yeni seçilen Tuzla Belediye Başkanı nikah salonu projesini iptal etmişti.

Bianet, 18.02.2012

PAHA BİÇİLEMEYEN MÜZE SOYGUNU

 

Yunanistan’daki ünlü Olimpia Müzesi soyuldu. Olimpia Arkeoloji Müzesi’ne giren iki hırsız 60 ila 70 arasında tarihi eseri çalarak kaçtı.

 

Maskeli hırsızlar Mora Yarımadası’ndaki müzeye yerel saat ile 07.30 sularında girdi. Alarmı kapattıktan sonra içeride bulunan kadın güvenlik görevlisini bağlayarak etkisiz hale getirdiler. Eserlerin bulunduğu bölmelerin camlarını çekiçle kıran hırsızlar 60 ila 70 arasında eseri çaldı. Çalınan eserler arasında heykelcikler, eski paralar ve çok sayıda mücevher bulunduğu açıklandı.
Polisin geniş çaplı operasyon başlattığı hırsızlığı gerçekleştirilenlerin kimlikleri ise henüz belirlenemedi. Polis, “Hırsızların aldıkları eserler arasında altın bir yüzük de bulunuyordu. Çalınan eserlerin değerleri ölçülemeyecek kadar fazla” dedi. Kültür ve Turizm Bakanı Pavlos Gerulanos da olay üzerine istifasını sundu ancak başbakan istifayı henüz değerlendirmedi. Geçen ay da Yunanistan’ın başkenti Atina’daki Ulusal Resim Müzesi’nde Picasso’nun ‘Kadın başı’ adlı tablosu çalınmıştı.

Milliyet, 18.02.2012

MEZAR KALINTILARI KORUMA ALTINDA

 

Ladik Kasabası’nda ortaya çıkan mezar stellerinin bulunduğu Nekropol alan, Konya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun kararı ile 3. dereceden sit alanı olarak ilan edildi.

 

Ladik Kasabası’na bağlı Küçük Mahalle’de kanalizasyon çalışmaları sırasında ortaya çıkan mezar stellerinin bulunduğu Nekropol Alanının gerekli özellikleri göstermesi nedeniyle, 3. Derece Arkeolojik Sit Alanı olarak tescil edildi. Sit fişlerinin onaylanmasına, sit sınırlarının ekli 1/2000 ölçekli haritada işaretlendiği şekilde belirlenmesine ve bu alanda Koruma Amaçlı İmar Planı yapılmasına kadar, geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma şartlarının uygulanmasına karar verildi.

 

Geçiş dönemi korumasında ise belirlenen alanda her türlü altyapı uygulamaları için Konya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’ndan izin alınması gerekiyor. Yani belirlenen alanda Ladik Belediyesi’nce inşaat izni verilmeden önce ilgili Müze Müdürlüğü uzmanları tarafından sondaj kazısı gerçekleştirilecek. İnşaat izni, sondaj kazı sonucuna ilişkin bilgi ve belgeler Müze Müdürlüğü’nce Koruma Bölge Kurulu’na iletildikten sonra, kuruldan izin çıkarsa verilebilecek.

Saray Medya, 18.02.2012

TABLETLER 4 BİN YIL ÖNCE KULLANILMIŞ

 

 

Milli Eğitim Bakanlığı tarafından okullarda dağıtımına başlanan tablet bilgisayarların benzerini, günümüzden 4 bin yıl önce Sümerler’in eğitim amacıyla kilden yapılmış çivi yazılı tablet olarak kullandıkları belirtildi.

 

Kayseri yakınlarındaki Asur ticaret kolonosi Kültepe-Kaniş höyüğünde uzun bir süreden bu yana kazı çalışmalarına başkanlık eden Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi öğretim üyesi Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, günümüzde elektronik bir ürün olarak kullanılan ve Türkiye’de orta ögretimde ikinci yarıda yaygın olarak kullanılmaya başlanan tabletlerin ilk örneklerinin, 4 bin yıl önce Mezepotamya bölgesinde Sümerliler tarafından kullanıldığını ve çivi yazılı tabletlerin daha sonra ticari amaçlarla Anadolu’ya yayıldığını ifade etti. Kil üzerine metal bir kalemle yazılan çivi yazılı tabletlerin, eğitimde de kullanıldığını belirten Prof.Dr. Kulakoğlu, DHA muhabirine şu bilgileri verdi:

”Sümerler, çivi yazılı tabletleri resmi, ticari ve siyasi yazışmaların dışında, eğitim amacıyla da kullanmışlardır. O dönemde okur-yazar sayısı çok az olduğu için ’Katip’ denilen kişilerin yetişmesi için okullar kurulmuştur. Kültepe Höyüğü’nde de bu amaçla kurulmuş bir okul varmış. Katip yetiştiren okullarda öğrencilere, kilden yapılan tabletlerde önce tıpkı bizim alfabedeki ’Ali okula koş’ gibi basit cümle, işaret, harf ve rakamlar öğretilmiş. Bu tabletler eğitim için kullanıldığı için pişirilip sabitlenmemiş. Çamur tablet üzerinde okuma yazma eğitimi yapılıp, daha sonra bu tablet yaz-boz hamuru gibi yeniden kullanılmış. Irak’ta bulunan Ur şehrinde de çivi yazılı tabletlerle eğitim verilen, hatta sıraları bile bulunan bir okul, arkeolojik kazılar sonucu ortaya çıkarıldı.”


Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, Asurlu tüccarların Anadolu’da yaşadığı Kültepe’de de katip yetiştirmek için bir okul bulunduğunu da belirterek, şöyle konuştu:
”Kayseri’ye 20 kilometre uzaklıktaki Asur ticaret kolonisi Kültepe’de de katipler için bir okul kurulmuş. Burada eğitimde kullanılan tabletler pişirilmemiş ama çıkan bir yangında kendiliğinden pişerek günümüze kadar gelmiş.”

Kültepe’de bulunan tabletleri inceleyen ve okuyup tercüme eden Ankara Dil Tarih ve Cografya Fakültesi Sümerolog Hakan Erol da yapılan kazılarda eğitim amaçlı hazırlanmış 10 tablet bulunduğunu anlattı. Erol, şöyle dedi:
”Katip yetiştiren okullarda, eğitim amaçlı kullanılan tabletler pişirilmiyordu. Bu tabletlerin üzerine, öğrenciler için basit harfler yazılıyordu. Kültepe’de bu amaçla hazırlanmış 10 tablet bulundu.”

Kültepe’de 1948 yılında Prof.Dr. Tahsin Özgüç tarafından başlatılan ve halen devam eden kazılarda bulunan 30 bin dolayındaki çivi yazılı tablet, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi ile Kayseri Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor.Tabletlerde ticari anlaşmalar, evlilik anlaşmaları (nikah), borç senetleri, fiyat listeleri, getirilen malların listeleri, siyasi ve askeri anlaşmalar, tüccarların anıları, gelin-kaynana anlaşmazlığı gibi yazılı metinler yer alıyor

Hürriyet, Haber: Vedat Doğan, 18.02.2012

AVUSTRALYA'DA İSLAM MÜZESİ KURULUYOR

 

 

Avustralya'nın Melbourne şehrinde 8 milyon dolara malolacak İslam Müzesi'nin temeli atıldı.

 

İslam Müzesi'nin temel atma törenine, İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu, Viktorya Başbakanı Ted Baillieu, Federal Bakan Simon Crean, Viktorya Çok kültürlülük Bakanı Nicholas Kotsiras, Türkiye Cumhuriyeti Melbourne Başkonsolosu Serdar Cengiz, siyasetçiler, sivil toplum kuruluşu yöneticileri ve davetliler katıldı.

İhsanoğlu, tarihi bir gün olduğunu ve böyle bir müessesenin kurulmasının burada yaşayan Müslüman toplumu için ne kadar önemliyse, diğer Avustralya toplumu için de aynı önemi arz ettiğini belirtti. İhsanoğlu, bunun, İslamiyetin, güzellik tarafını, sanat tarafını eğitici bir şekilde sunacağını ve Avustralya'yı oluşturan milletler arasında bir anlayış köprüsü vazifesi üstleneceğini ayrıca İslamiyet üzerinde oluşan basma kalıp düşünceleri de yıkacağını aktardı.

İhsanoğlu ayrıca, teşkilatın kuruluşundan bu yana 42 yıldır Avustralya'ya genel sekreterlik düzeyinde yapılan ilk ziyaret olduğunu, bu vesile ile bakanlar ve başbakan ile görüşmelerinin çok faydalı geçtiğini ve gündemdeki Suriye ve Filistin konularında görüş alışverişi yaparak bir işbirliği anlaşmasının imzalandığını ve bu işbirliğinin artarak devam edeceğini dile getirdi.

İslam Müzesinin yapımını üstlenen Fahour ailesini temsilen açıklamalarda bulunan Mustafa Fahour, dünyadaki bir çok müze ile işbirliği içinde olduklarını ve Türkiye'nin de birçok kültürel merkezleri ve müzelerinin olduğunu, ayrıca Katar'daki İslam Müzesi ile işbirliği içinde olduklarını belirtti. Mustafa Fahour, diğer İslam müzelerinden farklı olarak Avustralya'ya özgü bir şekilde tasarımların oluştuğunu, buna örnek olarak müzenin ön kısmının kırmızı çöl kumlarıyla kaplanacağını aktardı. Ayrıca İhsanoğlu'nun müzeye hediye olarak getirdiği Çininin kendileri için çok güzel bir hediye olduğunu dile getirdi.

Viktorya Çok Kültürlülük Bakanı Nicholas Kotsiras ise Avustralya'da Çin, Helenik, İtalyan ve Yahudi müzelerinin olduğunu, çok önemli olan İslam Müzesi'nin yer aldığını ve bu projenin Avustralya'nın kültürüyle kaynaşması ve çok farklı olması açılarından önemli olduğunu, bu sebeple Avustralya eyalet hükümetinin projeye 500 bin dolarlık bir katkıda bulunduğunu aktardı.

Federal Bakan Simon Crean da müzenin sadece İslami kesimi temsil eden bir simge olmadığını aksine Avustralya'nın tamamını kapsadığını belirtti.

Türkiye Cumhuriyeti Melbourne Başkonsolosu Serdar Cengiz ise kurulacak olan müzenin bir ihtiyaç olduğunu ve diğer toplum ve din mensuplarının ayrı ayrı müzelerinin olduğunu belirterek İslam müzesinin kuruluyor olmasından duyduğu memnuniyeti bildirdi.

Viktorya İslam Konseyi Başkanı Nail Aykan ise projenin Fahour ailesi tarafından yönetildiğini ve amacının İslam tarihinin, kültürünün ve medeniyetlerin Avustralya'da tanıtılması olduğunu ve gerekli görüşmelerin ardından müzede bir Türk köşesi de düşünüldüğünü belitti.

Habertürk, 18.02.2012

BU MÜZEYİ GEZMEK 'ÖZEL' İZNE TABİ

 

 

Makine Kimya Endüstrisi (MKE) Kırıkkale Hafif Silahlar Fabrikası'ndaki ''Silah Müzesi''nde sergilenen Osmanlı döneminde kullanılan silah, miğfer ve çelik yelekler göz kamaştırıyor.

 

MKE Kırıkkale Hafif Silahlar Fabrikası Eğitim-Organizasyon Şefi ve Silah Müzesi sorumlusu Dursun Aydın, müze hakkında bilgi verdi. Aydın, 15 Temmuz 1990 tarihinde ziyarete açılan müzede, 14'üncü yüzyıldan 20'inci yüzyıla kadar Osmanlı askerlerinin yanı sıra Avrupa ülkelerinde de askeri malzeme olarak kullanılan eserlerin sergilediğini söyledi.

Aydın, sergilenen eserlerin, Kurtuluş Savaşı sonrasında İstanbul ve Anadolu halkından toplanan malzemeler olduğunu ifade ederek, şunları söyledi:
''Halktan toplanan bu eserler, bir süre Makine Kimya Genel Müdürlüğünde depolandı. Daha sonra da 1930-1935 yıllarında MKE Kırıkkale Hafif Silahlar Fabrikası'nda kurulan bu müzeye getirildi. 1987 yılında Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğüyle yapılan yazışmalar sonucunda burası ilk özel silah müzesi unvanını aldı. 1990 yılından itibaren de sadece Müzeler Haftası'nda halkımızın ziyaretine açılıyor.''

Müzede paha biçilemeyen eserlerin yanı sıra fabrikada da üretilen modern silahlarda dahil 472 eserin bulunduğunu kaydeden Aydın, şunları söyledi:
''Paha biçilemeyen eserler arasında en dikkati çekicisi 14'üncü yüzyıla ait ok ile kılıç gibi silahlara karşı korunmak amacıyla yapılan bir zırh gömleği ve miğfer var. Zırhın üzerinde o dönemin şartlarında kullanılan kalite kontrol damgası da bulunuyor. Zırhın ağırlığı 28 kilo.

Müzemizde bir de paha biçilemeyen silahların yanında manevi yanları çok kıymetli olan eser yer alıyor. Bunlardan bir tanesi de 17. yüzyıllara ait ok hedefi. Bu ok hedefinin de güzel bir hikayesi var. Bu hikayeye göre, düzlük bir meydanda bir şölen kurulur ve bu şölende de orada bulunan gençler ok atarlar hedef tutturmaya çalışırlar. Bunu gören yaşı geçkin olan Topçu Mustafa Ağa denilen eski bir savaşçı da ok atma yarışına katılır. Mustafa Ağa'yı gören gençler dalga geçmeye başlarlar. Bunun üzerine Topçu Mustafa Ağa, hedef olarak kullanılan kütüğe nişan alır ve okunu fırlatır. Ok, günümüz şartlarında teknolojik silahların bile delemediği 32 santim uzunluğundaki bu hedefi delip geçer. Şimdi bu kütükteki iki ok o zamandan kalmıştır. Mustafa Ağa da kütüğün üzerine, 'Allah'ıma hamdolsun, bu iki oku size hediye ediyorum. Topçu Mustafa Ağa' diye yazıp hedefi gençlere hediye etmiştir.''

Müzede, Osmanlıların ilk kullandığı ateşli silahların da olduğunu anlatan Aydın, ''Sergilenen ürünler arasında sadece kılıç, ok, topuz yok. Osmanlı'nın ilk kullandığı ateşli silahlar da bulunuyor. Ayrıca batı ülkelerinde 15. ve 16. yüzyıllarda kullanılan silahlar ve çeşitli savaş aletleri de bulunuyor'' dedi.

Kırıkkale İl Kültür ve Turizm Müdürü Yahya Kemal Er ise silah müzesinin MKE bünyesinde olduğu ve Kırıkkale için büyük önem arz ettiğini söyledi.

''İlimizde başka müze olmadığı için silah müzesi özel müze statüsüyle yer almakta'' diyen Er, silah müzesinin gezilmesinin özel izine tabi olduğunu ve hafta içerisinde belirli saatler dışında gezilemediğini belirtti.

Er, ''Silah Müzesi'ni gezmek isteyenler Makine Kimya Endüstrisi'nden izin almak zorunda. Özellikle cumartesi ve pazar günleri müze kapalı olduğu için vatandaşlarımız tarafından gezilemiyor. Onun için müzenin daha merkezi bir yerde alınması halinde vatandaşlarımızın müzeyi daha kolay ziyaret edeceğini düşünüyoruz'' dedi.

Habertürk, 18.02.2012

KARUN HAZİNELERİ AB PROJESİYLE DÜNYAYA TANITILACAK

 

Uşak Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen Karun Hazineleri’nin fotoğrafları, AB-Türkiye Kültürlerarası Diyalog Bileşeni Programı kapsamında hazırlanan Karun, Barış ve İşbirliği Yolu Projesi ile İtalya ve Yunanistan’da sergilenecek.

 

Uşak Kültür ve Turizm İl Müdürü Şerif Arıtürk, Arkeoloji Müzesi Müdürü Sabiha Pazarcı proje ortağı İtalya Prato Tekstil Müzesi Müdürü Filippo Guarini, Yunanistan Tragilos Müzesi Uzmanı Apostolina Tsaltampası Oskar Pastanesi’nde düzenlenen basın toplantısında proje hakkında bilgi verdi.

 

Uşak Arkeoloji Müzesi Müdürü Sabiha Pazarcı, AB Türkiye İş Geliştirme Merkezi’nin (ABİGEM) desteğiyle hazırlanan projenin AB fonlarından 116 bin 874 euro hibe desteği kazandığını bildirdi.

AB’deki uygulamalar hakkında bilgi edindiklerini ve ülkeler arası diyalog ile uzun vadeli işbirliği hedeflediklerini ifade eden Pazarcı, şunları kaydetti:

“Karun Hazineleri’nin en değerli 50 parçasının 45-55 ebadında fotoğraflarını hazırlayarak İtalya Prato ve Yunanistan Tragilos Müzesi’nde sergileyeceğiz. Proje çerçevesinde modern müzeciliği ve ülkeler arası müzelerin işbirliğini geliştirerek, kültürlerin kaynaşmasını sağlamayı amaçlıyoruz. Müzeler dünyanın ortak kültürünü barındıran alanlardır. İtalya ve Yunanistan’daki müzelere giderek incelemelerde bulunacağız. Engellilerin ve çocuklarımızın da müzeye ilgisini de çekeceğiz.”

haberle.com, 18.02.2012

TARİHİ ÇEŞMELER BAKIMSIZLIK YÜZÜNDEN YOK OLMAK ÜZERE

 

İstanbul'un tarihi meydanları ve sokaklarını süsleyen Osmanlı yadigarı çeşmelerin bakımsız hali yürek burkuyor. İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Emre Bilgili, tarihi çeşmelerin restorasyonu ile ilgili çalışma başlatacaklarını söyledi. Bilgili, çeşmelerden su ve geleneksel şerbetlerin akacağı işletmecilik modelini hayata geçireceklerini kaydetti.

 

Çeşmeler ve su sebilleri Osmanlı medeniyetinin en önemli hayrat unsurlarından olduğu gibi sanatsal açıdan da birbirinden nadide örneklerin sergilendiği mimari eserler arasında yer alıyor. Osmanlı Devleti'nin inşa ettirdiği bu eserler, insanların su ihtiyaçlarını karşılamasının yanı sıra mimari olarak da çok önemli değere sahip. Ancak bu çeşme ve sebillerin önemli bölümünden bugün su akmıyor. Harabe haline gelen bu yapılar, bakımsızlıktan yok olmak üzere. Her gün binlerce yerli ve yabancı turistin gezdiği Tarihi Yarımada'daki tarihi çeşmelerin hali ise içler acısı. Gülhane Parkı'ndan Sultanahmet Meydanı'na doğru giden yol üzerinde yer alan çeşmelerin musluklarından yıllardır su akmıyor. Özellikle yabancı turistler, bir yandan bu anıtları incelerken bir yandan da susuz çeşmelerin fotoğraflarını çekiyor. Çeşmelerin üzerine çeşitli renklerde yazılar yazılması ve her biri sanat eseri niteliğindeki musluklarının sökülmesi sebebiyle bugün çoğu çeşme kendi haline terk edilmiş durumda. Hemen hemen her çeşmenin alınlığını ve kitabelerini hat sanatının en güzel örnekleriyle ayetlerin süslemesi ise ayrıca dikkat çekiyor. "Rableri onlara tertemiz içecekler içirir." (İnsan Suresi, 21) gibi ayetlerin yer aldığı ata yadigarı tarihi eserler, muslukları kırılmış, mermerleri kırılmış, üzerlerine yazılar yazılmış bir halde kurtarılmayı bekliyor.

 

İstanbul İl Kültür Turizm Müdürü Ahmet Emre Bilgili, konu ile ilgili olarak çalışma başlatacaklarını söylüyor. Sokakta veya meydanlarda olan küçük çaptaki çeşmelerden yerel yönetimlerin sorumlu olduğunu hatırlatan Bilgili, tarihi çeşmelerin ciddi restorasyonlara tabi tutulması gerektiğini vurguluyor. Anıt eser niteliğindeki çeşmeleri korumakta ve temiz tutmakta güçlük çekildiğini kaydeden Bilgili, çözüm ile ilgili şu bilgileri veriyor:

"Düşüncemiz, bu tür çeşmelerin su ve geleneksel şerbetlerin aktığı, bir bedel ödeyerek herkesin yararlanabildiği işletmeler haline getirilmesidir. Bu işletmelere bu eserlerin koruma konusundaki sorumluluğu da verilebilir. Bu tür bir işletmecilik aynı zamanda turizme de hizmet eder."

 

İstanbul kültürü üzerine yaptığı araştırmalarla tanınan şehir tarihçisi Süleyman Faruk Göncüoğlu da, Türk mimarisinin en güzel örneklerinden olan tarihi çeşmelerden su akmamasının kabul edilemez olduğunu söylüyor. Bu çeşmelerin yok olmak üzere olduğuna dikkat çeken Göncüoğlu, "Dünyanın en kadim ve uzun su sistemine sahip olmamızla övünüp, ciltler dolusu kitaplar yayınlarken, bugün tarihi meydanları süsleyen anıtsal çeşmeleri bile susuz bırakmamız bir tezat oluşturmaktadır." diyor.

 

Osmanlı çeşmelerinin şiirlere, gravürlere, resimlere, minyatürlere esin kaynağı olduğunu hatırlatan Göncüoğlu, bugün bu eserlerin ilgisizliğe terk edildiğini kaydediyor. "Tarihimizle övünürken onları bugün fonksiyonel olarak görebilmek toplum mirası hakkımız değil mi?" diye soran Göncüoğlu, tarihi mirasa sahip çıkan belediyelerin daha duyarlı olmaları gerektiğini belirtiyor. Göncüoğlu, durumun vahameti ile ilgili şu sözleri sarf ediyor: "Bugün Tarihi Yarımada'nın, İstanbul silüetinin oluşumunu gerçekleştiren Mimar Sinan'ın türbesinin çeşmeleri bile musluksuz ve susuz bırakılmıştır."

 

Araştırmacı-yazar Can Alpgüvenç ise turizmin en gözde mekanlarından biri olan Tarihi Yarımada'daki çeşmelerden su akmamasının üzüntü verici olduğunu belirtiyor. Bu eserlerin gerçek hüviyetlerine kavuşturulması gerektiğini dile getiren Alpgüvenç, tarihi çeşmelerin bir an önce ihya edilmesi gerektiğini kaydediyor. Alpgüvenç'e göre, bu halin asıl sorumlusu yönetimler değil, İstanbul'da yaşayan duyarsız vatandaşlar. Osmanlı Devleti'nin şehirleri zarif çeşmelerle donattığını hatırlatan Alpgüvenç, sözlerine şöyle devam ediyor: "Vakıflar ve belediyeler tarafından 'Tarihi Çeşmeler Haftası ya da Günleri' gibi özel zamanlar tespit edilmeli. O tarihlerde bu konuda konferans, seminer ve çeşitli aktivitelerde bulunarak çeşmelerimiz halkımıza sevdirilmelidir."

Zaman, 17.02.2012

TARİHİ HAMAM İÇİN KURTARMA KAZISI BAŞLATILACAK

 

Amasya Müze Müdürü Celal Özdemir, “Toprak altındaki Antik Roma Dönemi’ne ait hamamı gün yüzüne çıkararak turizme kazandıracağız”dedi.

 

Özdemir, AA muhabirine yaptığı açıklamada, merkez Terziköy Köyü'nde toprak altında bulunan 2 bin yıllık geçmişe sahip antik hamamın gün yüzüne çıkarılması için yürütülen hazırlık çalışmalarında sona yaklaşıldığını söyledi.

 

Amasya Müze Müdürlüğü başkanlığında gerçekleştirilecek kurtarma kazısı öncesi Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nden gerekli izinlerin alındığını anımsatan Özdemir, “Söz konusu çalışma ile kentin en eski hamamını yeniden gün yüzüne çıkartacağız. Kazı öncesi yürütülen hazırlık çalışmalarının sonuna gelindi. Önümüzdeki bir kaç ay içinde bölgede kazı çalışmalarına başlayacağız” dedi.

 

Yaklaşık 500 metrekarelik bir alanda yürütülecek çalışmada, antik hamam ve eklentilerinin gün yüzüne çıkarılmasının planlandığını vurgulayan Özdemir, şöyle devam etti:

“Yapılan jeofizik çalışmalarına göre hamam ve kalıntılarının ayakta olduğu tespit edildi. Toprak altındaki Antik Roma Dönemi’ne ait hamamı gün yüzüne çıkararak turizme kazandıracağız. Bu çalışma hem Termal hem de kültür turizmi için çok önemli. Hamamın Antik Roma Dönemi’nde 300 yıl ayakta kaldığı biliniyor. Yaklaşık 500 metrekarelik bir alanda gerçekleşecek kazı çalışmaları sonunda büyük bir kısmı ayakta olan hamamı koruma altına alacağız. Gerekli restorasyon çalışmaları sonunda da bölgeyi turizme kazandırmış olacağız.”

 

Özdemir, söz konusu kurtarma kazısının yaklaşık 60 bin lira bütçeyle gerçekleştirileceğini de sözlerine ekledi.

haberler.com, 17.02.2012

EN ÇOK AYASOFYA ZİYARET EDİLDİ

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Türkiye'de geçen yıl en fazla ziyaret edilen müzenin Ayasofya olduğunu söyledi.

 

Geçen yıl müze ve örenyeri ziyaretçi sayısının 28 milyon 462 bin 893'e yükseldiğini belirten Günay, “Artış oranı, geçen seneye göre yüzde 13. 170 milyon TL olan gelirler, bu yıl 253 milyon 892 bin 756 TL’ye çıktı” dedi. Bakan Günay, geçen yıl en çok ziyaret edilen müzeler arasında Ayasofya Müzesi’nin, Topkapı Sarayı Müzesi’ni geçtiğini belirterek bunda 10 yılı aşkın süredir içeride bulunan iskelelerin kaldırılarak mekanın iyileştirilmesi ile 50 yıldır kapalı bulunan 2. Selim, 3. Mehmet ve 3. Murat türbelerinin açılmasının etkili olduğunu kaydetti.

 

Bakan Günay, 2002’de bakanlığın 42 kültür merkezi yaptığını, 2011'de bu sayının 84'e ulaştığını söyledi. Günay, yıl sonuna kadar 19 yeni kültür merkezi daha açılarak toplam sayının 103'e ulaşacağını belirtti. Özel tiyatrolara verilen desteklerin ise kaldırılmadığını aksine arttığını vurgulayan Günay, “Devlet tiyatroları temsil sayısı 4 binden 5 bin 785'e yükselirken, yurtiçi opera ve bale turne sayısı 98'den 2011'de 478'e çıktı. 2011'de özel tiyatrolara 3.5 milyon lira destek verildi” dedi.

 

2002'de arkeolojik kazı ve araştırmalara 1.9 milyon lira ödenek ayrıldığını hatırlatan Günay, bu rakamın 2011'de 25 kattan fazla artarak 48.1 milyon liraya ulaştığını kaydetti. Yerli arkeolojik kazı sayısı 2002'de 57 iken, 2011'de 123'e çıktı.

Sabah, 17.02.2012

MEVLEVİHANENİN İSTİNAT DUVARININ BİR KISMI YIKILDI

 

 

Çanakkale'nin Gelibolu İlçesi'ndeki tarihi Mevlevihane'nin istinat duvarının bir kısmı son yağışlar sonrası yıkıldı.

 

İlçede, 1621 yılında Azade Mehmet Dede ve dervişleri tarafından inşa edilen Yazıcızade Mahallesi Hamzakoy mevkisinde yer alan Mevlevihane'nin istinat duvarının bir bölümü yağışlar sonrası zarar gördü. Türkiye'de alan olarak en büyük Mevlevihaneler arasında yer alan tarihi binanın yıkılan duvarının çevresi şeritle çevrilerek güvenlik önlemi alındı. Gelibolu Kaymakamı Namık Kemal Nazlı, Mevlevihane'nin vakıf eseri olduğu için duruma doğrudan müdahale etme şanslarının bulunmadığını söyledi. Nazlı, bölgede can ve mal güvenliği açısından gerekli tedbirleri aldıklarını belirterek, "Yıkılan yeri fotoğrafladık ve durumu resmi yazıyla Balıkesir Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne bildirdik." dedi.

Zaman, 17.02.2012

SANATA BÜYÜK SAYGISIZLIK

 

 

Kayseri'de Cumhuriyet Meydanı'nda bulunan ve 10 heykeltıraş tarafından yapılan 'Kalpten Çıkan Kayakçı' heykeline yapılanlar tepki çekiyor.

 

Önceki gün Cumhuriyet Meydanı'nda, Büyükşehir Belediyesi tarafından organize edilen Uluslar Arası Kış Festivali kapsamında 5 yabancı ve 5 yerli heykeltıraş Cumhuriyet Meydanı'nda hünerlerini göstermişti.

 

Heykeltıraşlar tarafından 27 metreküplük kar kullanılarak yaklaşık 4 saatte tamamlanan 'Kalpten Çıkan Kayakçı' heykeline iki günde yapılanlar büyük tepki çekiyor.

 

Güvenlik şeridini bile hiçe sayanlar, sprey boya yaptığı saygısızlığın yanında isimlerini de yazarak sanata yaptıkları saygısızlığın altına imzalarını da atmış oldu.

Kayseri Kent Haber, 16.02.2012

BACON'IN BİR TABLOSU 25.4 MİLYON EURO

 

İngiliz ressam Francis Bacon’ın, “Henrietta Moraes’in Portresi” adlı tablosu açık artırmada 25.4 milyon euroya satıldı. Bacon’ın 1963’de yaptığı tablonun, açık artırmaya telefonla katılan ancak kimliği açıklanmayan bir alıcı tarafından satın alındığı belirtildi. Francis Bacon (1909-1992) “figüratif ekspresyonizm”in en önemli temsilcileri arasında sayılıyor.

Türkiye Gazetesi, 16.02.2012

11 BİN YILDIR TLOS'TA YAŞIYORLAR

 

 

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütünün (UNESCO) Dünya Mirası Geçici Listesi'nde yer alan Muğla'nın Fethiye İlçesi'ndeki Tlos antik kentinde

Akdeniz Üniversitesi (AÜ) Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Tlos Antik Kenti Kazı Başkanı Prof.Dr. Taner Korkut, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Fethiye'ye yaklaşık 40 kilometre uzaklıktaki Yaka Köyü sınırları içerisinde kalan Tlos antik kentinin UNESCO'nun Dünya Mirası Geçici Listesi'nde yer aldığını söyledi.

Prof.Dr. Korkut, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile AÜ'nün desteğiyle 7 yıldır sürdürülen kazı çalışmalarına 22 kişilik bilim ekibinin ve ortalama 50 işçinin katıldığını belirterek, çalışmaların kentin anıtsal yapıları olan tiyatro, büyük hamam, Kronos Tapınağı, kent bazilikası, stadyum ve akropol kaya mezarlarında sürdürüldüğünü bildirdi.

Likya Bölgesi'nin batı ucunda yer alan Tlos üzerinde Yaka Köyü ile bölgede yaşamın 11 bin yıldır sürdüğünü ifade eden Korkut, ''Tlos'ta modern yaşamın 11 bin yıl önce başladığını ve bugüne kadar kesintisiz sürdürüldüğünü arkeolojik buluntularla belgeledik'' dedi.

Antik kentin üzerinde kurulan Yaka Köyü'nde yaklaşık 4 bin kişinin yaşadığını, her yıl 50 köylünün 3 ay boyunca kazı çalışması yaptığını kaydeden Korkut, ''Yaka Köyü, kısmen birinci ve ikinci derece doğal sit alanında bulunuyor. Örneğin, vatandaşın birisinin evi, yıllardır bir lahdin üzerinde bulunuyor. Köyde yaşayanların çoğu turizmle uğraşıyor. Antik kent, köye ciddi bir turizm girdisi sağlıyor'' diye konuştu.


Tlos'taki Hitit dönemi yerleşiminin antik kentte ele geçirilen arkeolojik buluntularla da desteklendiğini belirten Korkut, ayrıca kent merkezinde Klasik Çağ'dan 19. yüzyıl Osmanlı dönemine kadar kalıntılara rastlandığını bildirdi.

Korkut, şöyle konuştu:
''Geçen yılki kazı çalışmalarında tüm Likya bölgesinin tarihini yeniden yazdıracak buluntulara ulaşılmıştır. 2010 yılı Tlos kazı etkinliklerine kadar kıyı Likya Bölgesi'nin prehistorik çağlardaki varlığı tartışma konusuydu. Ancak 2010 yılı Tlos Kent Merkezi, Girmeler Höyük Yerleşimi ve Tavabaşı Mağarası buluntuları bu bölgede yaşayan modern insanların tarihini şimdilik günümüzden 11 bin yıl öncesine geri götürdü.''

Muğla Kültür ve Turizm Müdürü Kamil Özer ise Yaka Köyü'nün Tlos antik kentindeki birinci ve ikinci derece doğal sit alanlarında yer aldığını belirterek, şunları kaydetti:
''Bu antik kentin üzerindeki yerleşim alanları bölge birinci ve ikinci derece doğal sit alanı ilan edilmeden kurulmuş. Bölge birinci derece sit alanı ilan edildikten sonra yapılaşmaya izin verilmedi. İkinci derece doğal sit alanı ilan edilen bölgelerdeki yerleşim alanlarında ise Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun izniyle sadece yapıların onarımına izin veriliyor.''

Sabah, 16.02.2012

140 BİN YAPIT ARASINDAN SEÇİLDİ, İSTANBUL MODERN'E GELDİ

 

 

1849 yılında kurulan Hollanda’nın dünyaca tanınmış müzesi Boijmans Van Beuningen’in koleksiyonunda dile kolay, 140 binin üzerinde yapıt var. İstanbul Modern, Hollanda-Türkiye ilişkilerinin 400. yılı vesilesiyle işte bu müzenin dev koleksiyonundan özel bir seçkiyi Türkiye’ye getiriyor.


Bugün ziyarete açılan ‘La La La İnsan Adımları: Boijmans Van Beuningen Müzesi Koleksiyonundan Bir Seçki’ başlıklı sergi, ağırlıklı olarak çağdaş dönemi kapsıyor. Sergide aralarında Bruce Nauman, Vito Acconci, Cindy Sherman, Yang Fudong, Aernout Mik, Inez Van Lamsweerde gibi önemli isimlerin de olduğu farklı coğrafyalardan 28 sanatçının resim, çizim, yerleştirme, baskı, fotoğraf ve videolarından oluşan 53 çalışma yer alıyor.


Serginin basın toplantısında konuşan Boijmans Van Beuningen Müzesi’nin direktörü Sjarel Ex; “La La La İnsan Adımları, insan ilişkileri, insanlar arasındaki çatışmalar, arzu, başarısızlık, umutsuzluk ve zaaf hakkında bir sergi. Bunu biraz daha kişisel bir vurguyla ifade etmek için, Kanadalı dans kumpanyası La La La Human Steps’in bir performansını sergiye dahil ettim. Özel bir hayranlık beslediği ‘Amelia’ başlıklı performans, bir tür mutlu yaşam rehberi ve iyimser bir gerçeklik olarak değerlendirilebilir” diye konuştu.


‘La La La İnsan Adımları’ sergisine paralel olarak düzenlenen etkinlikler kapsamında bugün saat 18.00’de, İstanbul Modern sinema salonunda düzenlenecek panelde, Boijmans Van Beuningen Müzesi’nin iki asırdır süren koleksiyon geleneğini, müzenin direktörü Sjarel Ex anlatacak.
6 Mayıs’a kadar açık kalacak ‘La La La İnsan Adımları’yla başlayan İstanbul Modern-Boijmans Van Beuningen Müzesi işbirliği, Avrupalı izleyiciyle Türkiye çağdaş sanatının önemli örneklerini buluşturmayı hedefleyen ‘İstanbul Modern-Rotterdam’ başlıklı sergiyle sürecek. Sergi 10 Mart’ta açılacak.
Radikal, Haber: Elif Ekinci, 16.02.2012

TARİHÇİDEN UYARI

 

Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof.Dr. Hamza Gündoğdu, tarihi eserlerin iklim şartları nedeniyle tehlikede olduğunu söyledi. Gündoğdu, mevsimsel ısı farklılıkların çeşitli şekilde tarihi eserlerde tahribatlara yol açtığını, karın erimesiyle birlikte gece gündüz arasındaki ısı değişiminin eserlerdeki taş aralarında genişlemeye neden olduğunu söyledi. Gündoğdu, “İlimiz havasındaki nitrik ve sülfürik asitler, tarihi eserlerdeki kalkerli taşları deforme ediyor. Taşların kimyasal yapısının bozulmasına neden oluyor. Özellikle kışın hava kirliliğinin yoğun olduğu bölgelerde yaşanan asit yağmurları, tarihi eserlere büyük zarar veriyor.” diye konuştu

Erzurum’da kış aylarında artan hava kirliliğinin tarihi eserler için ayrı bir tehlike olduğunu söyleyen Gündoğdu, “İnsan sağlığı açısından tehlikeli olan hava kirliliği benzer bir zararı tarihi eserlere vermekte. Bu zarar, havadaki asit yağmurlarından kaynaklanıyor. Sülfür ve egzoz gazından oluşan nitrik asitler kalkerli taşların deforme olarak, kimyasal yapılarının bozulmalarına yol açıyor.” dedi

Gündoğdu, karbondioksit ve partiküler madde yoğunluğunun tarihi yapılar üzerine çökmesiyle birlikte,  taşların renklerinin değiştiği ve dokularının kirlendiğini vurgulayarak tarihi eserlerin temizliğinin titizlikle ve kapalı ortamda yapılması gerektiğine işaret etti..

Gündoğdu, “Şehrimizdeki Tarihi eserlerimizin her temizlenme sırasında yapı taşlarında tahribat meydana geliyor. Belirttiğimiz nedenlerde zarar gören tarihi eserler, kireçleme, taraklama ve kağıtlama yöntemiyle temizlenmeli.” şeklinde konuştu.

Erzurum Gazetesi, 16.02.2012

TOPKAPI SARAYI'NDA SEKS REZALETİ

Geçtiğimiz aylarda önce Libyalı bir meczubun silahlı saldırısı, ardından bir güvenlik görevlisinin intiharı ile sarsılan Topkapı Sarayı'nda bir başka şoke eden olay yaşandı. Sabah'ın haberine göre: Topkapı Sarayı'nın bazı çalışanlarının kutsal emanetler ve harem odasının bulunduğu 3'üncü avluda cinsel ilişki yaşadıkları iddiasıyla soruşturma başlatıldı.

 

T.A. isimli saray personeli, 26 yaşındaki bir temizlik işçisi kadınla harem dairesinin yanı başında bulunan bir odada uygunsuz halde görüldüğü iddiasıyla saray yönetimine şikayet edildi. Aynı kadının sarayda görevli başka bir personel ile de benzer ilişki yaşadığı iddia edilince Topkapı Sarayı Müdürü Ayşe Erdoğdu konu ile ilgili soruşturma başlattı.

Yazılı ifadesi alınan T.A. isimli personelin görev yeri değiştirildi. 2 personelin ifadesi alındı. Olaya adı karışan kadın işçinin görevine son verildi. Saray yönetimi her yanı kameralar ile gözetlenen sarayda yaşanan olaya ilişkin güvenlik kamerası görüntülerini incelemeye aldı. Topkapı Sarayı yöneticileri yaşananları doğrularken olayın detayı ile ilgili bilgi vermek istemedi. Olayın yaşandığı 3'üncü avluda bulunan Hırka-i Saadet Bölümü'nde 24 saat Kuranı Kerim okutuluyor.

Habertürk, 16.02.2012

 

 

 

GÜNAY'DAN TOPKAPI AÇIKLAMASI

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Topkapı Sarayı'nda bir personel ve kadın temizlik işçisinin birlikte yakalandığına ilişkin SABAH'ın "Harem'de skandal" haberi üzerine açıklama yaptı. Günay, "Kutsal Emanetler bölümüyle ilgisi yok, aynı avlu içinde bile değil" dedi. "Türkiye'de Kültür ve Turizm Verileri 2002- 2011" kitabının tanıtımında gazetecilerin sorularını yanıtlayan Günay, Topkapı Sarayı'nda Kutsal Emanetler odası ve Harem girişinin de olduğu 3'üncü avludaki bir odada bir personel ve kadın temizlik işçisinin uygunsuz yakalandığına ilişkin haber konusunda şunları söyledi: "Kutsal Emanetler bölümüyle ilgisi yok, aynı avlu içinde bile değil. Bu yaklaşık 1.5 ay önce bize gelen bir ihbar. Yazıldığı gibi açık da değil. Şüphe sadece, somut bir olay yok. Ama şüphe üzerine bundan 1.5 ay önce gereken önlemler alınmış. Birisi temizlik işçisi bir şirket elemanı ve şirketine iade edilmiş, diğerinin de yeri değiştirilmiş, Topkapı'dan çıkarılmış. Katiyen Kutsal Emanetler bölümüyle aynı avlu içinde bile değil."

Sabah, 17.02.2012

ANTALYA'NIN SİMGESİ KESİK MİNARE RESTORE EDİLECEK

 

 

Antalya'nın simgelerinden ''Kesik Minare'' olarak da bilinen Korkut Camisi'nin restore edileceği bildirildi.

 

Antalya'nın dünyaca ünlü Kaleiçi bölgesinde MS 2. yüzyılda pagan tapınağı olarak yapılan ve 1846 yılında çıkan yangında kurşun ya da tahta olduğu tahmin edilen külahının yanması sonucu ''Kesik Minare'' ismini alan Korkut Camisi'nin, Antalya Valisi Ahmet Altıparmak'ın talimatıyla yeniden restore edilmesine karar verildi.

 

Kesik Minare'nin, Hazine ve Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından mülkiyetinin devredildiği İl Özel İdaresinin Koruma Uygulama ve Denetim Bürosu'nun (KUDEP) yaptığı incelemenin ardından, restorasyon projesi hazırlandı. Yaklaşık 1 milyon liraya mal olması beklenen projeyle Kesik Minare'nin külahının da yapılması planlandı.

 

Antalya Valisi Ahmet Altıparmak, AA muhabirine yaptığı açıklamada, bölgenin restore edilmemesi halinde camideki son kalıntıların da zamanla yok olacağını söyledi. Güçlendirme projesinin Koruma Kurulundan çıktığını ve çalışmalara başlayacaklarını kaydeden Altıparmak, ''Kamuoyunda 'burası ihmal edildi, atıl kaldı, kimse ilgilenmiyor'' havası var. Bölgeyi, bu havadan kurtarmak istiyoruz'' dedi.

 

Bu şekildeki eserler için geçen yıl KUDEP'in kurulduğunu belirten Altıparmak, güçlendirme çalışmaları yaparken buraya nasıl bir fonksiyon yükleneceğine de Anıtlar Kurulu ile tartışarak karar vereceklerini dile getirdi.

 

Güçlendirme çalışmalarının ardından restorasyona başlanılacağını ifade eden Altıparmak,  ''Burası bizim kültürümüzün, atalarımızın namaz kıldığı, ibadet ettiği bir yer. Buraya ören yeri gibi bakmamak lazım. Buraya kendi başına bir fonksiyon kazandırmak bir iştir. Fonksiyon olarak ne yükleyeceğimizi bilmiyorum. Ama bir köşesinde küçük bir mescit olabilir. Diğer tarafları bir bütün olarak cami yapma şansınız yok'' diye konuştu.
        
-Kesik Minare-        
MS 2. yüzyılda pagan tapınağı olarak yapılan Korkut Camisi, MS 6.yüzyılda büyük bir kilise olarak yeniden düzenlendi. MS 7. yüzyılda gerçekleşen Arap akınları sırasında tahrip edilen kilise, 9'uncu yüzyılda bazı ilave takviyelerle yenilendi. Selçuklular'ın Antalya'yı almasıyla camiye çevrilen yapı, 1361 yılında tekrar kiliseye dönüştürüldü. Sultan 2. Beyazıt zamanında yeniden cami olarak kullanılmaya başlanılan ve 1846 yılına kadar ibadete açık olan Korkut Camisi, aynı yılda çıkan büyük bir yangın sonucunda kullanılamaz hale geldi.

 

Cami, yangında minaresinin ''kurşun'' ya da ''tahta'' olduğu tahmin edilen külahının yanması sonucu ''Kesik Minare'' ismini aldı.

Akşam, 15.02.2012

2 BİN YILLIK VEFA

 

Sinop'ta yaklaşık 2 bin yıl önce ölen bir aile reisi için dikilen stel, Sinop Arkeoloji Müzesi'nde sergileniyor.

 

Yaklaşık 2 metre boyunda ki steldeki yazı ve semboller de daha yapıldığı ilk günlerdeki görünümünü koruyor. 70 yaşında hayatını kaybeden Gaius Terentius Macrus adında ki bir kişi için eşi ve çocukları tarafından dikilen stelin yapım tarihi ise tam olarak bilinmiyor. Stelde kabartma olarak işlenen yazının tercümesinde ise şöyle deniliyor: "Eşi Trebatia Paulina, oğulları Terentius Basila ve Terentius Julianus ile kızı Terentia Juliane 70 yaşında ölen Gaius Terentius Macrus için bu steli diktirdi."

Sinop Müzesi'nin Türkiye'nin en önemli müzeleri arasında yer aldığını belirten İl Kültür ve Turizm Müdürü Hikmet Tosun, müzede çok önemli eserlerin sergilendiğini söyledi. Tosun, "Sinop Arkeoloji Müzesi'nde 3 bin civarında arkeolojik eser, bin 700 etnografik eser, 5 bin 340 adet sikke olmak üzere toplam 10 bin 500'e yakın tarihi eser bulunuyor. Tüm vatandaşlarımızı müzemizi gezmeye ve görmeye davet ediyoruz" dedi.

Sabah, 15.02.2012

ANTİK MISIR'IN KEDİLERİ ANKARA'DA YAKALANDI

 

 

Ankara İl Jandarma Komutanlığı ekiplerinin yaptıkları çalışmalarda bazı kişilerin illegal yollardan temin ettikleri tarihi eserleri Ankara'ya araç ile getirerek satmak istedikleri belirlendi. Yapılan çalışmaların ardından şüpheliler takibe alındı.

Zanlıların Yenimahalle İlçesi Hurdacılar sitesi bölgesine gelmeleri, satılan tarihi eserleri pazarlık ve keşif maksadıyla getirmeleri üzerine jandarma ekipleri operasyon düzenledi.

Operasyonda şüpheli A.Ç.K. ve M.K.'nın bulunduğu otomobilde yapılan aramada Mısır dönemine ait tarihi eser olduğu değerlendirilen 3 adet mumyalanmış vaşak olduğu değerlendirilen hayvan fosili, M.S.K. isimli şahıs üzerinde ise 630 sayfa dış kabı ceylan derisi ile kaplı olan Arapça el yazması Kuran-ı Kerim kitabı ele geçirildi.

Zanlılar A.Ç.K., M.K. ve M.S.K. gözaltına alınırken ele geçirilen hayvan fosilleri ile el yazması Kuran-ı Kerim Müze Müdürlüğü yetkililerine teslim edildi.

Sabah, 15.02.2012

AKM'Yİ SABANCI HOLDİNG RESTORE EDECEK

 

 

Atatürk Kültür Merkezi (AKM) Sabancı grubunun 30 milyon TL desteği ile baştan sona yenilenecek. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, yeni AKM'yi 2013 yılı Cumhuriyet Bayramı'na yetiştirmeyi hedeflediklerini söyledi.

 

Bakan Günay kültür merkezinin isminin değişmeyeceğini sadece içerideki senfoni salonuna Sabancı isminin verileceğini belirtti.

 

AKM'nin restorasyonu ile ilgili protokol Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı ile Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay arasında imzalandı. Kültür Turizm İl Müdürlüğü'nde düzenlenen törende konuşan Bakan Ertuğrul Günay, geçen yıldan bu yana yeni bir yargı kararına uğramayacak bir başka proje çalışması yaptıklarını söyledi. Kararın kuruldan geçtiğini hatırlatan Günay, "Bu yapının basit bir tamiratla yetinmeden köklü bir şekilde yenilenmesi bütün deprem yönetmeliği ve yangın yönetmeliği koşullarına uyulması aydınlatma ısıtma, ses sistemlerinin yenilenmesi, İstanbul'un bu önemli meydanın da, ki Taksim Meydanı'nın yayalaştırılması da söz konusu, işleyen bir kültür merkezi bu yayalaştırmayı anlamlı hale getirir, bu açından çok daha önemli hale gelmişti. Bizim işi hızlandırmak için bir destek arayışımız vardı, bir sponsor arayışımız vardı. O çerçevede Güler Sabancı hanımefendiye başvurduk." diye konuştu.

 

Binanın önemli bir geçmişi olduğuna vurgu yapan Güler Sabancı ise, "Sayın bakanımızdan böyle bir teklif gelince bu kadar önemli bir teklif ile ilgilenmeden duramazdık. Başta Erol Sabancı olmak üzere Sabancı topluluğu bunu destekledi. Atatürk Kültür Merkezi'nin hepimizin hayatında önemli yeri olan ama en önemlisi Cumhuriyet tarihimizin sanat ve kültür olaylarında yeri olan ülkemizin göz bebeği bir yeri Taksim'deki bu binanın yeni teknolojilerle donatılarak ses ve ışık düzeni ile eskisine sadık kalarak İstanbul ve Türkiye'nin sanatseverleri ile buluşması konusunda katkımız olacağı için grup adına mutluluk duyuyoruz." ifadelerini kullandı.

 

Protokol imza töreninin ardından basın mensuplarının restorasyona ilişkin sorularını yanıtlayan Bakan Günay, AKM'nin bir kısmının alışveriş merkezi olacağı yönündeki soruya, "O tartışmalar geride kaldı" diye cevap verdi. Bu ay içinde ihale hazırlıkları yaptıklarını dile getiren Bakan Günay, "Bu binanın çok önemli ve anlamlı bir geçmişi var. Bu ay içinde ihale hazırlıkları yapıyoruz. Bu ay sonunda ihale ilanına çıkacağız. 24 ay öngördük ama biz yapımcılara süreyi öne çekme konusunda telkinde bulunuyoruz. Hedefimiz 2013 yılının Cumhuriyet bayramında açılışını yapmak. Bir gecikme olursa 2013 yılının sanat mevsimi bitmeden açılışını yapmayı düşünüyoruz. Bizim bakanlık kaynağından ayırdığımız önemli bir kaynak var bu iş için. Yapının güçlendirme sorunu var. Isıtması, aydınlatması, ses düzeni bütün bunlar geçmiş yılların tekniği ile yapıldığı için iflas etmiş durumdaydı. Mekan kullanımları bir miktar verimsizdi. Bütün teknik detayı ile hareketli objeleri ile yenilenmiş pırıl pırıl İstanbul'a yakışan bir sanat merkezine kavuşmuş olacağız." şeklinde konuştu.

 

Yapının restorasyonunu Sabancı grubu olarak desteklediklerini ifade eden Güler Sabancı ise "Bizim desteğimiz 30 milyon TL olacaktır." dedi. Bakan Ertuğrul Günay, AKM'nin isminin değişmeyeceğini içerideki senfoni salonuna Sabancı'nın isminin verileceğini belirterek sözlerini tamamladı.

Yeni Şafak, 15.02.2012

YENİKAPI KAZI GÜNLÜĞÜ BÜYÜLEDİ

 

 

İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü Yenikapı’da sürdürdüğü kazıları ‘Fotoğraflarla Kazı Günlüğü’ ismiyle kitaplaştırdı. 2004 yılından bu yana süren kazılar sırasında çekilen fotoğrafların yayımlandığı kitapta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün kazı defterine yazdıklarına da yer verildi. Gül ‘‘İstanbul’un muhteşem tarihini bir kez daha göz önüne çıkartan bu eserlerin insanlığın çeşitli dönemlerine ait çok önemli ipuçları vereceği ve bilim insanlarına ışık tutacağı muhakkaktır’’ şeklinde yazmış. 8 yıldır süren kazılarla ilgili bilgilerin açıklandığı kitapta, çok çarpıcı fotoğraflar yer alıyor. Kar ve yağmur gibi zorlu hava şartlarında, gece gündüz sürdürülen zorlu kazı çalışmalarında mola sırasında işçilerin kazı alanında namaz kılarkenki fotoğrafları kitapta yer aldı.
Yenikapı’da 58 bin metrekare alanda deniz seviyesinin 3 metre üzerinde başlayan arkeolojik kazılar sırasında +3 metre ile -1 metre arasında Geç Osmanlı Dönemine ait kültür dolgusunda 19. yüzyıla tarihlendirilen küçük imalathaneler ve işliklere ait mimari kalıntılar ile sokak dokusu ortaya çıkarıldı. İstanbul tarihinin en kapsamlı arkeolojik kazılarına dönüşen bu çalışmalar sırasında, merkezi bir istasyonun kurulacağı Yenikapı’da -1 metre ile -6,30 metre arasında, Erken Bizans Dönemi’nin en büyük liman olan Theodosius Limanı bulundu.


Roma İmparatorluğu’nun büyüyen yeni başkentinin ihtiyaçlarını karşılamak üzere Marmara Denizi kıyısına I. Theodosius (379-395) tarafından Lykos (Bayrampaşa) Deresi’nin ağzına yaptırılan Theodosius Limanı’nın, Lykos Deresi’nin taşıdığı miller sonucu işlevinin önemli bir bölümünü yitirmiş olmasına rağmen, küçük gemi ve teknelerin barındığı bir liman olarak 11. yüzyıla kadar kullanılmaya devam edildiği tespit edildi. 3 ayrı bölgede sürdürülen kazılarda Marmaray kazı alanında 13, metro kazı alanında 22 olmak üzere değişik ölçü ve tipte 5-11. yüzyıllara tarihlendirilen 35 tekne kalıntısı gün ışığına çıkarıldı. Yenikapı batıkları, Bizans Dönemi gemi tipolojisi, gemi yapım teknolojileri ve bu teknolojinin gelişimine ilişkin önemli bilgiler kazandırdı. 

35 bin eser belgelendi
Marmaray ve Metro Projeleri kapsamında yürütülen Yenikapı kazılarında Neolitik Dönem’den başlayıp, kesintisiz olarak günümüze 35 bin eser belgelenerek bilimin hizmetine sunuldu. İstanbul’un 8500 yıllık süreç içinde geçirdiği kültürel, sanatsal ve jeolojik değişimi, gemi teknolojisi, kent arkeolojisi, arkeo-botanik, sanat tarihi, deniz ticareti, filoloji ve dendrokronoloji konularında önemli belgelere ulaşıldı.

8500 yıllık İstanbullular
Theodosius Liman tabanı dolgusu altında deniz seviyesinin yaklaşık 6.30 metre altında Neolitik Döneme ait basit taş temelli dal örgü mimari kalıntılar ile urne tipi mezarlar bulundu. İstanbul tarihini 8500 yıl geriye götüren mezar tipinin yakın benzeri bu coğrafyada bilinmiyordu.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 15.02.2012

BİZ BİRBİRİMİZİN KUYUSUNU KAZARKEN BAKIN URFA'DA ALMANLAR NE KAZIYOR?

 

Şu çıldırtıcı gündeme bakıp;

Halk arasında;

“Birileri, diğerlerinin kuyusunu kazıyor” söylentisinin yayıldığı bir dönemde;

Ben gözlerden uzak süren, bambaşka bir kazıya gidiyorum.

Urfa Göbeklitepe’ye...

Şöyle de diyebilirim;

Biz birbirimizin kuyusunu kazarken;

Alman arkeologlar, Urfa’da dünyanın en eski yerleşim bölgesini kazıyorlar. 

12 bin yıl öncesinin ilk yerleşim bölgesi. Tam dört yıldır kazılıyor.

Ama biz bilmiyoruz. Farkında değiliz. Yazmıyoruz, konuşmuyoruz. Şaşırmıyoruz. 

Çünkü kendi kuyularımızı kazmaktan, insanlık tarihinin en büyük keşfinin;

Yani Urfa’daki kazının farkında değiliz.

İnanç tarihinin ilk tapınakları çıkartılıyor.

Kazının olduğu yer, İrem bahçeleri diye bilinen dört nehrin ortası olarak kabul ediliyor.

Dicle, Fırat, Asi ile Aras nehirlerinin ortası.

Karbon testlerinden anlaşılıyor ki;

Bu kazı insanlık tarihinin bilinen en eski yerleşim bölgesidir.

Bunun anlamı büyüktür.

Kültür Bakanlığı ne yapıyor bilmiyorum.

Ama bu tapınaklar, insanlığın inanç tarihi için çok belirleyici olacak.

Tanık duvarlarındaki o figürler, kuş resimleri, dizinler;

Belki de tarihin karanlık yüzündeki sırların aydınlanması için;

12 bin yıl öncesinden gelen birer işaret fişeği olacak! 

Kuyu kazmakla meşgul olanlara duyurulur.

Hürriyet, Yazı: Fatih Çekirge, 14.02.2012



******


DİNLERİN BAŞLANGICINDA ONLAR KAZAR BİZ BAKARIZ

 

Belki de daha o zaman okyanuslar birbirinden ayrılmamıştı.

Mısır kurulmamıştı. 

Firavunlar doğmamıştı.

Piramitler yoktu. 

Ve tarih kitaplarında en eski uygarlık diye bilinen İnkalar ve lamaları da yoktu.

Avrupa yerinde değildi. Amerika doğmamıştı. Kölelik başlamamıştı. Afrika işgal edilmemişti.

Meteorlar yağmamıştı. Dinozor çağı bitmemişti.

Çoktanrılı dinler ilan edilmemişti. 

Musa daha Kızıldeniz’i bölmemişti.

İsa çarmıha gerilmemişti.

Kuran’ı Kerim inmemişti.

Ve tekerlek henüz icat edilmemişti. 

Yani bizler;

Birer insanoğlu olarak;

Takvimsiz ve saatsiz;

Zamanın olmadığı bir yerde;

Mevsimlere bile adını vermemiştik.

Dil, gırtlağımızdaki sese henüz dönüşüyordu.

Harf yoktu. Sayı başlamamıştı. Yalnızca şekil vardı.

Yani insanlığın bilinen inanç tarihinin en dibindeydik;

Ve onlar;

İşte öyle bir zamansızlıkta;

Yani, tekerleğin olmadığı bir çağda;

15 tonluk kayaları yüzlerce metre taşıyıp (T) halinde dikiyorlardı.

Ve o kayalardan insanlığın bilinen en eski tapınaklarını yapıyorlardı.

Nerede mi?

Urfa’da.

Kazı yapan Almanlardan anlıyoruz ki;

Göbeklitepe’de insanlık tarihinin “inanç miladı” yatıyor.

Belli ki, ilk inanç o tapınaklarda filizlenmiş.

Bu yüzden National Geographic kapak yaptı:

Başlık:

“Dinlerin Doğuşu”...

Peki biz ne yaptık?

İnsanlığın 11 bin 600 yıl öncesinden bize bıraktığı mirası;

Korumak için bir bekçi bile koymadık.

Dünyanın en eski tapınaklarının bulunduğu kazıda üç köylü bekçilik yapıyor.

Muhtemelen köylülerin maaşını da Almanlar veriyor.

Ne garip;

Bu devlet koruculara milyonlarca lira maaş verirken, insanlık tarihi için bir korucu ayıramıyor.

Heykelin birisi çalınmış bile.

Duyduk mu bunu?

Anladık mı?

İçimize sindirebildik mi?

Sonra kızmayalım;

Tarihi eserlerimiz başka ülkelerin müzelerinden çıkıyor diye.

Niye kızıyorsun arkadaş.

Urfa’ya peygamberler şehri demeyi biliyorsun.

Ama inanç tarihinin en önemli mirasını koruyamıyorsun.

Ne üzücüdür ki, Urfa Belediye Başkanı elinden geleni yapıyor. Ama o da çaresiz.

Zaten işte bu yüzden;

Soruşturma ve araştırmayı yalnızca suça ayarlı polisiye bir iş olarak anladığımız için;

Mesela arkeologların da bir araştırma yapabileceklerini düşünemez hale geldik.

Sorun bakalım;

Sorun ve kendi vicdanınıza doğru bir kazı başlatın.

Yıllar önce Efes’te, Bergama’da gösterdiğimiz bu pervasızlık;

Urfa Göbeklitepe’de nasıl ve neden yakamızı bırakmıyor. Bu vurdumduymazlık  nereden geliyor?

Bir önceki yazıda dedim ki:

“Biz bu topraklarda birbirimizin kuyusunu kazarken;

Bakın Almanlar Urfa’da ne kazıyor?”

Ve şimdi devam ediyorum:  

“Ne ağır bir çelişkidir ki;

Arap Yarımadası’ndan Kuzey Afrika’ya ve oradan Ortadoğu’ya kadar;

Türk’üyle, Kürt’üyle, Arap’ıyla;

Birbirimize olan inancımızı kaybedip;

İnançsızlıktan kan döktüğümüz bu topraklarda;

İnsanoğlu, inancın ilk temellerini atmış.”

Ve işte şimdi o topraklarda;

Hiç haberimiz olmadan;

İnsanlık tarihinin en eski “inanç haritası” çıkartılıyor. 

Bilmem; anladık mı? ,Hürriyet, Yazı: Fatih Çekirge, 18.02.2012

 

******


11 BİN YIL ÖNCESİNDEN GELEN HEYKEL NEREYE UÇTU?

 

Toprağın altı;
Yalnızca ölülerimizi gömdüğümüz bir yer midir?

Yoksa;

Aynı zamanda ölümlerimize kadar kurduğumuz yaşamları da biriktirdiğimiz bir zenginlik midir?

 

Urfa Göbeklitepe’de 11 bin 600 yıl önce;

İnsanlığın ilk inanç taşlarını dikenler için soruyorum bu soruyu..

İnancın ilk tapınağa dönüştüğü çağdan alıyorum bu soruyu.

 

Aslında daha keskin sorularım da var.

 

Ama önce bu toprakları tarihin sırlarına bağlayan bütün kazılar için;

Bana destek gönderen herkese buradan “sağolun” diyorum...

İyi ki varsınız!

 

Şimdi iki gündür yazdığım Göbeklitepe’de ne oluyor ona bakalım:

 

Dün Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay aradı.

Bakan çok keskin uyarılar yaptı.

 

Satır başlarıyla şöyle:

- Fatih Bey, sizin aracılığınızla son kez uyarıyorum. Kazı bölgelerinde yıllarca kazıyormuş gibi yapanlara artık izin vermeyeceğiz. Gerekirse kazıları ellerinden alacağız. Zaten almaya da başladık.

 

- Göbeklitepe’deki kazı yıllardır sürüyor. Biz oraya o izni bakanlar kurulu kararıyla verirken, tüm masrafların kazıyı yapan enstitü tarafından karşılanacağı şartını koşmuştuk. Ama şimdi oradaki bekçi masraflarını biz ödemiyormuşuz gibi bir hava yaratılıyor. Sorumluluk onlarda.

Ve eğer karşılamazlarsa kazıyı alırız.

 

- Göbeklitepe’de ilk heykel bulundu. Baktık 3 gün sonra çalındı dediler. Gittim dedim ki; eğer o heykeli bulunduğunuzu bilseydim, geceleri üzerinde yatardım siz nasıl çaldırdınız?

 

- Bazı yerlerde kazılar 15-20 yıldır ite-kaka sürüyor. Biz o yabancılardan alıyoruz. Bizim üniversitelerimiz, belediyelerimiz sponsor oluyor. Ama burada haklarını yemeyelim, çok iyi kazı yapan yapancı kurumlar da var.

 

Günay’la yaptığım sohbetten anladığım şudur:

- Bakan bu konuda çok hassas bir noktaya gelmiş. Türkiye’de yıllardır kazı yapan kuruluşlardan “kazıyı savsaklayanlar” ve yeterli önlemi almayanlardan o kazılar alınacak. Yeni bir düzen getiriliyor.

 

ŞİMDİ SORULAR

Dünyanın en zengin tarihi dekorunun üzerinde yaşıyoruz.

Anadolu’daki kazıların sayısı, Türkiye’yi dünyada ilk üç sıraya oturtuyor.

Böyle bir zenginlik düşünün.

Ve insanlık mirasının üzerinde yaşayan bizler;

Hala yeterince sormuyoruz:

 

- Neden tarihin sırlarını aydınlatan, değer veren bir kültür yapısı siyasetimizin konusu değildir?

- Neden bu konuda özel sektörü özendirecek teşvikler verilmiyor?

- Neden tarih denilince okullarda yalnızca, meydan savaşları ve fetihler okutulur.

- Neden topraklarımızın altındaki insanlık tarihi ilk öğretimin konusu değildir.

 

SİZDE CEVABI VAR MI?

Şimdi daha pratik sorular:

 

- Göbeklitepe’de bulunan 11 bin 600 yıl öncesine ait heykel nasıl çalındı?

 

- O heykelin varlığını kim biliyordu? Oradaki köylülere (al bu heykeli) deseniz kime satacaklarını bilemezler.

 

- Heykelin çalındığı neden üç gün sonra anlaşıldı?

 

- Çalınan heykel için Alman heyeti 150 bin lira tazminat ödemiş. 11 bin 600 yıl önce yapılmış olan bu heykelin değeri nasıl ölçülebilir?

 

- Anadolu’da kazı yapan yabancı heyetlerin Türkiye’ye giriş çıkışları VIP yoluyla mı oluyor. Diplomatik pasaport mu kullanıyorlar? Giriş çıkış sırasında aranıyorlar mı?

 

Ve son bir soru:

- National Geographic Göbeklitepe kazısını, bütün dünyada “Dinlerin başlangıcı” kapağıyla duyurdu. O gün bir tek Türkiye’de o kapak yoktu. Onun yerine “Çocuk gelinler” vardı. Neden?

 

Bu sorularla, Türkiye’de kazı yapan uluslararası çapta değerli bilim adamlarını suçlamak istemiyorum. Ama bir sistemi sorgulamak gerektiğine inanıyorum.

Çünkü vatanseverlik bu vatan için kan dökmekten ibaret değildir.

Vatanseverlik, insanlığın ortak değerlerine, tarihine sahip çıkmaktan geçmelidir.

Yoksa insanlık tarihinin talan edildiği bu topraklarda geçmişin sırlarını nasıl anlayacağız.

 

Ya da;

Binlerce yıl öncesinden insanoğlunun bize bıraktıklarını nasıl yorumlayacağız?

Aslında biz bu soruların cevaplarının üzerinde oturuyoruz. Üzerine gecekondular yapıyoruz. Barajlar kuruyoruz.

Oysa çok iyi biliyorum ki;

Geleceğin ufuklarını, ancak geçmişin sırlarını çözerek aydınlatabiliriz...

Bu yüzden bu soruların cevaplarını mutlaka bulmalıyız.

Hürriyet, Yazı: Fatih Çekirge, 20.02.2012

 

******


ÇALINMIŞ BİR TARİH İÇİN BİR BELEDİYE BAŞKANI'NIN ÇIĞLIĞI

 

“Devam et!” diyorsunuz.

“Peşini bırakma!” diye yazıyorsunuz.

“Sakın unutma, iki kere yazıp bırakma. Bizi haberdar et” diyorsunuz.

Ben de devam ediyorum işte.

 

Ve bu defa da; bir Belediye Başkanı’nın çığlığını yazıyorum.

Tarihi çalınan toprakların Belediye Başkanı Ahmet Fakıbaba...

 

Yalnızca binaların, yolların, kaldırımların değil, insanların başkanı olarak bildiğim;

Ve kalbiyle çalışan Urfa belediye Başkanı, dün diyor ki;

“Fatih Bey, içimiz yanıyor. Nasıl çaldırdık o heykeli. İnsanlığın bize verdiği bir nimettir Göbeklitepe.. Allah’ın bir lütfudur. Ama kıymetini bilemiyoruz.  Oradaki köylü kardeşlerimiz nasıl korusunlar. Benim elimden bir şey gelmiyor. Çok üzülüyorum. İçime ateş düşüyor.”

 

Göbeklitepe, insanlığın inanç tarihinde bir milattır.

O yüzden peşini bırakmıyorum. Yalnız Göbeklitepe  mi?

Anadolu’nun her yerinde insanlık tarihinin en önemli kazıları yapılıyor.

Ama özellikle yabancıların yürüttüğü bazı kazılar savsaklanıyor. Başıboş bırakılıyor. 

Bunu dün Kültür Bakanı Ertuğrul Günay da doğruladı.

Göbeklitepe’de ise daha acı bir durum var.  Kazıyı yapan heyet yeterli önlem almıyor.

Basit bir dükkanın bile kameralarla gözlendiği Türkiye’de;

İnsanlık tarihinin en değerli kazısı için tek bir koruma önlemi bile yok.

 

Ve işte;

Değeri ölçülemeyen bir heykel daha gitti. Üstelik sadaka verir gibi 150 bin lira tazminat ödediler.

 

Oysa orada;

11 bin 600 yıl önce madenler henüz kullanılamadığı için çakıl taşlarıyla yapılan heykeller, duvarlara kazınan hayvan figürleri bize nereden geldiğimizi fısıldıyor, haykırıyor...

 

Ama biz kulaklarımızı ve gözlerimizi kapatmış, tam bir körlük halindeyiz.

Çaldırıyoruz, talan ettiriyoruz. Sonra falanca ülkenin falanca müzesinde görünce bağırmaya başlıyoruz.

 

Göbeklitepe’de bu olmasın diye yazıyorum. Uyarıyorum.

 

Belediye Başkanı çığlık atıyor. Siz yazıyorsunuz. Arkeologlar, tarihin değerini bilen herkes yazıyor. Ve bekliyoruz.

 

İngiltere’de Göbeklitepe’den 7 yaş daha genç olan taş yapılar için yılda 3 milyon turist geliyor.

Ama Urfa’daki bu zenginliği dünyaya duyuramıyoruz.

Niye?

Çünkü biz duymuyoruz... Biz sağırız. Biz körüz.

 

İnsanlık tarihinde varsayılan doğruları kökten değiştirmesi beklenen Göbeklitepe, “inanç tarihi” için de bir ilktir.

Bu yüzden susmuyorum. Yazmaya devam ediyorum...

Peşini bırakmıyorum...

Hatta Fakıbaba’nın çığlığına kendiminkini de ekleyerek haykırıyorum:

“Ey ahali! Uyanın ve çaldırtmayın artık bu toprakların tarihini...”

Hürriyet, Yazı: Fatih Çekirge, 21.02.2012

 

******


GÖBEKLİTEPE'DE KAMERALI ÖNLEM

 

 

Göbeklitepe’deki kazılarda bulunduktan bir gün sonra çalınan 11 bin yıllık heykel başı ile ilgili tartışmalar sürüyor.

 

Bulunduktan hemen sonra fotoğrafının çekildiği ortaya çıkan heykelin çalındığı kazı alanına önlem olarak güvenlik kameraları yerleştirildi, üç bekçi görevlendirildi.

Şanlıurfa’da, bulunan Neolitik döneme ait 11 bin 500 yıllık geçmişe sahip olan ve dünyanın en eski tapınağı olarak bilinen Göbeklitepe’de, bulunduktan bir gün sonra çalınan heykel, aradan geçen 17 aya rağmen bulunamadı. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile güvenlik güçlerince yürütülen çalışmalarda şu ana kadar sonuca ulaşılamazken, Göbeklitepe hırsızlık olaylarına karşı 3 güvenlik kamerası ve köylülerden oluşan 3 bekçi ile önlem alındı.

Hz. Adem ile Hz. Havva’nın yaşadığı yer olarak gündeme gelen Göbeklitepe’de, 1995 yılında Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden (DAI) Prof.Dr. Klaus Schmidt başkanlığında kazılara başlandı. Şanlıurfa’ya 18 kilometre uzaklıktaki Örencik Köyü yakınlarındaki Göbeklitepe’de yapılan kazılarda, üzerinde hayvan ve insan figürlerinin bulunduğu ’T’ biçimli dikili taşların yanı sıra çapları 15 metreye varan daire ve dikdörtgen biçimli tapınak kalıntıları bulundu.

 

 

Her gün onlarca yerli ve yabancı turistin de ziyaret ettiği Göbeklitepe’de, 2010 yılı 2’nci kazı dönemi içerisinde 26 Eylül günü yapılan çalışmalarda 40 santim boyunda Neolitik Dönem’e ait olduğu tahmin edilen taştan yapılmış insan başı üzerinde ayaklı hayvan figürlü heykel bulundu. Arkeologları heyecanlandıran 11 bin 500 yıllık heykelin, 1 gün sonra çalındığı ortaya çıktı. Kazı ekibini şok eden hırsızlık olayı güvenlik güçlerine bildirildi.

Soruşturma kapsamında güvenlik güçleri kazı ekibinde yer alan arkeolog ve işçiler ile Göbeklitepe’nin yakınındaki Örencik Köyü sakinlerinin ifadesine başvurdu. Ziyaretçi yasağı da getirilen Göbeklitepe’de 15 gün boyunca neredeyse herkesin ifadesine başvurulmasına rağmen güvenlik güçleri hırsızlık olayına ilişkin sonuca ulaşamadı. Kültür ve Turizm Bakanlığı da, hırsızlık olayının araştırılması için kente müfettiş gönderdi. Ancak müfettişlerce; güvenlik zafiyetine vurgu yapılan soruşturmadan da sonuç çıkmadı.

Hırsızlık olayı ardından; Göbeklitepe’nin korunması için güvenlik önlemleri artırıldı. Bu kapsamda ilk olarak 2 olan güvenlik görevlisi sayısı 3’e çıkarıldı. Ayrıca kazı alanının etrafı tel örgüler ile çevrilip, ziyaretçilerin yeni yapılan tahta köprü üzerinden ilerleyerek eserlere dokunması ve yaklaşması engellendi. Köy sakinlerinin güvenliğini sağladığı Göbeklitepe ayrıca, geçen yıl Temmuz ayında kurulan güvenlik kamerası sistemi ile de 24 saat izlenmeye başlandı. Gündüz 1, geceleri ise 2 bekçinin görev yaptığı 3 güvenlik kamerası ile izlenen Göbeklitepe’de; yeni bir hırsızlık olayı görülmedi.

Bölgede 1995 yılından itibaren sürdürülen kazı çalışmalarında tüm sorumluluğu Bakanlık protokolü kapsamında Alman Arkeoloji Enstitüsü’ne devredildiği bildirildi. Bakanlığın kazı dönemlerinde Alman ekibe sadece Kazı Komiseri olarak bir arkeolog görevlendirerek gelişmeleri takip ettiği bildirildi.

Şanlıurfa İl Kültür ve Turizm Müdürü Selami Yıldız, Göbeklitepe’deki hırsızlık olayının aydınlatılamadığını, sorumluluğun kazıyı yürüten ekibe ait olduğunu söyledi. Kazı yapılan bölgede güvenliğin özel eğitimli kişiler tarafından değil, kazı ekibinin tercihiyle alanın bulunduğu köy sakinlerince yapıldığını ifade eden Yıldız, şöyle dedi:

 

 

"Hırsızlık olayının ardından bekçi sayısı 3’e çıkarıldı. Bunlar köylü vatandaşlar ve herhangi bir silahlı güvenlik eğitimi almamış kişiler. Hırsızlık sonrası alanın etrafı tel örgüler ile çevrilip, güvenlik kamera sistemi kuruldu. Eskiden kazı alanına büyükbaş hayvanlar bile giriyordu. Hem güvenlik güçleri hem de Bakanlık müfettişleri tarafından yapılan çalışmalara rağmen heykel bir türlü bulunamadı."



Habertürk, 22.02.2012

ESKİ İNSANLAR UZUN ÖMÜRLÜ DEĞİLMİŞ

 

 

Bursa'da 8 bin 500 yıllık tarihe sahip olduğu belirtilen Akçalar mevkisindeki ''Aktopraklık Höyüğü''nde yapılan kazılarda çıkarılan iskeletlere göre, 6-7 bin yıl önce ortalama insan ömrünün 25-35 yıl olduğu belirlendi.

 

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Prehistorya Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi ve Aktopraklık kazılarını yürüten ekibin başkanı Doç.Dr. Necmi Karul, AA muhabirine yaptığı açıklamada, yaklaşık 8 yıl önce başlayan kazılarda önemli bulgulara ulaştıklarını söyledi.

 

Bu bulguların Aktopraklık'ta çiftçilik yapıldığını ortaya koyan, özellikle Avrupa insanının Aktopraklık'tan gittiğini gösteren bilgiler sunduğunu ifade eden Karul, binlerce yıl önce bölgede yaşayan topluluğun, organize ve ileri düzeyde tarımla ilgilendiğini söyledi.

 

Kazılarda, çıkarılan silahlar, süs eşyaları, yemek yapımında kullanılan malzemeler kadar iskeletleri de incelediklerini belirten Karul, yurt dışındaki birçok üniversitenin de yakından takip ettiği kazıların ve çıkarılan iskeletlerin binlerce yıl öncesine dair önemli bilgiler sunduğunu anlattı.

Aktopraklık'ta bugüne kadar 6-7 bin yıl öncesine dayanan 70'in üzerinde iskelet çıkarıldığını anlatan Karul, şöyle devam etti:

''İncelemelerde, eski insanların uzun yaşamadığı görüldü. 25-35 yıl arası ömürlerinin olduğunu belirledik. Çok istisnai durumlarda 50'nin üzerinde iskelet var ama ortalamayı etkilemiyor. Sadece Aktopraklık'ta değil benzer binlerce yıllık kazıların yapıldığı alanlarda da yakın sonuçlar alınıyor. Eski insanların çok yaşadığı kavramı, yakın zamanla ilgili. Anadolu'daki tarih öncesi insanların ömürleri 25-35 yıl arası. Yakın zamanda insanların fazla yaşaması tamamen doğal beslenmeyle ilgili.''

 

Binlerce yıl önce insan ömrünün ortalama 25-35 yıl arasında kalmasının olmasının, sağlıksız beslenme ve sağlık sorunlarını giderememeyle ilgili olduğunu belirten Karul, ''Akla bile gelmeyecek nedenler, dişten kaynaklanan bir hastalık bile ölümle sonuçlanabiliyor. Bugün vücudun adapte olduğu hastalıklar, o dönemde ölüme yol açabiliyor. Bugün tıptaki gelişmeler, hastalıklarla mücadelede alınan yollar var. Binlerce yıl önce ne tıp ne de ilaç vardı'' dedi.
        
-Aktopraklık'ta savaş da yok-
        
Necmi Karul, Aktopraklık insanların toplu halde kavga ettiklerine, savaş yaptıklarına dair bir bulguya da ulaşmadıklarını vurgulayarak, şunları kaydetti:

''Bunun için silah kullandıklarını gösteren bulgu da yok. Bulduğumuz silahlar, av aletleri. Savaşın tarihi de insanlık tarihinin küçük bir dilimini oluşturuyor. İlk insan 2,5 milyon yıl önce alet yapmaya başlıyor. MÖ 4 binlerde ilk devlet oluşumunun başladığı süreçte, artı ürünün oluştuğu ve bu ürünün depolandığı, bunları koruyacak sınıfın ilk temellerinin atıldığı dönemde organize kavganın, savaşın başladığı görülüyor. Aktopraklık'ta kavgaya yol açacak, çıkar amaçlı savaşı gösterecek bulguya ulaşılamadı. Savaşın insanlık tarihinde ne kadar yeni olduğu da buradan görülüyor. İlk depolananlar, gıda ürünleri. Bu ürünlerin depolandığı yerin kontrolüne ihtiyaç duyuluyor. Sonra yönetici ortaya çıkıyor. Artı ürünlerle yöneticiler, belki ilahlaştırılıyor. Bunları koruyacak askeri bir düzen ortaya çıkıyor. Bunlar bir araya gelince da savaş ortaya çıkıyor.''

Akşam, 13.02.2012

"İSTANBUL SANATTA PATLAMA YAŞIYOR"

 

ABD'nin saygın gazetelerinden New York Times (NYT), 'İstanbul'un sanatta patlama yaşadığını' yazdı.

 

Gazetenin haftasonu yayımlanan dergisinde, İstanbul'daki sanat faaliyetlerine ilişkin bir yazıya fotoğraflarla birlikte toplam 6 sayfa ayrıldı.

 

İstanbul'da yaşayan yazar Suzy Hansen tarafından kaleme alınan ve fotoğraf sanatçısı Ahmet Polat'ın İstanbul fotoğraflarının kullanıldığı yazıda, 'Eski Osmanlı İmparatorluğunun başkenti İstanbul'da' sanatın büyük yükselişte olduğu belirtilirken son dönemde pek çok yeni sanat mekanının açıldığı İstanbul'un adeta 'yeniden doğduğu' yorumu yapıldı. 

 

Çeşitli sanat direktörlerinin yorumlarına da yer verilen yazıda, bunlar arasında 'New York'un size sanatta en iyi yılları geride kaldığı hissini verirken İstanbul'un en iyi yılların henüz gelmediği hissini verdiği', 'İstanbul'un dünyada sanat alanında şu an için en gözde şehir olduğu', 'Türkiye'nin ve İstanbul'un genç olmasının insan üzerinde olumlu ve verimli bir etki bıraktığı' gibi yorumlar dikkati çekti.

 

Yazıda bir zamanlar İstanbul'u bırakıp giden Türk sanatçıların yeniden şehre döndükleri, İstanbul'da sanat camiasının son derece zenginleştiği yorumu da yapıldı.

Yeni Şafak, 13.02.2012

MUHTEŞEM SÜLEYMAN'IN SAVAŞ TOPLARI ORTADA KALDI

 

 

"Muhteşem Süleyman" olarak bilinen Kanuni Sultan Süleyman döneminden kalma iki savaş topunun Marmaris Kalesi önündeki sokakta sergilenmesi tartışma konusu oldu. Tarih araştırmacısı Erol Uysal, "Tarihi eserlerimize böyle sahip çıkamayız. Savşa topları ya kalenin içine alınsın ya da korunaklı bir yere götürülsün" derken, Müze Müdürü Esengül Öztekin ise, "Toplar turistlerin müzeye olan ilgisini artırıyor. Topları sokakta görüp, kaleyi ziyaret eden turistler oluyor" diye konuştu.

Aynı zamanda müze olarak da hizmet veren, Kanuni Sultan Süleyman'ın Rodos seferi öncesinde kullandığı Marmaris Kalesi'nin önündeki sokakta sergilenen iki savaş topu çürümeye yüz tuttu. Oldukça yıprandıkları ve oyuklarına sigara izmaritlerinin sıkıştırıldığı gözlenen tarihi toplar, geçtiğimiz günlerde yapılan Kent Konseyi toplantısında gündeme geldi. Tercüman, rehber ve tarih araştırmacısı yazar Erol Uysal, tarihi iki savaş topunu Marmaris Kalesi'nin önündeki sokakta sergilenmesine tepki gösterdi. Uysal, "Ecdadımızdan kalma tarihi eserlerimize böyle sahip çıkamayız. Topların manevi değeri çok yüksek. Bu yüzden paha biçilemez. Kanuni Sultan Süleyman döneminde, Fatih Sultan Mehmet ve II. Bayezıt'ın inşa ettirdiği İstanbul'daki Tophane-i Amire'ye ait bütün binalar yıkılarak, yerlerine yeni ve daha büyük bir tophane yapılmıştır. Burada üretilen toplar, Kanuni'nin 1522'deki Rodos seferi sırasında kullanılmıştır. İşte bugün Marmaris Kalesi önündeki sokakta bulunan toplar da muhtemelen onlardan ikisidir" dedi.

Topların asıl yerinin kalenin içi ya da burçlar olması gerektiğini belirten Uysal, "Bu durumu ne aklım ne vicdanım alıyor. Her ne kadar çok ağır oldukları için çalınamasalar da zarar görebilirler. İnsanlar zarar verebilir. Yağmurdan oksitlenebilir, güneşten çürüyebilirler. Yetkililerin durumu ele alıp gerekeni yapacaklarına inanıyorum" diye konuştu. Erol Uysal'a cevap veren Marmaris Müzesi Müdürü Esengül Öztekin, "Osmanlı Dönemi'nden kalma bu toplar 1991'de Bodrum Müzesi'nden getirilmiş ve şimdi bulundukları yere konulmuş. Ben göreve başladığımda da buradaydılar. Ayrıca, turistlerin de müzeye olan ilgisini artırıyor. Topları görüp, kaleyi ziyaret eden turistler oluyor" diye konuştu.

Marmaris'te sokakta bırakılan tarihi topların kopyası Macaristan'da müzede sergileniyor. Osmanlı İmparatorluğu'nun 150 yıl süren Macaristan hakimiyeti döneminin en önemli kalelerinden biri olarak gösterilen Eger şehrindeki kalede, 16. yüzyıla ait orijinal Osmanlı topunun kopyası hazırlanarak Şubat 2011'de ziyarete açıldı. Eger Macar-Türk Dostluk Derneği ve Eger (Egri) Kalesi Müzesi'nce yapılan çalışmayla aslına uygun olarak döktürülen topun 25 bin dolara mal olduğu açıklanmıştı. Topu döken Macar ustası Jozsef Prokk ve Jozsef Pohardi'nin İstanbul'a giderek top hakkında detaylı bilgileri topladığını söyleyen Dernek Başkanı Tamas Sos, topun üstünde Sultan III. Mehmed'in tuğrasının bulunduğunu, 1596'da Osmanlı'nın Eger Kalesi'ni bu topun orijinaliyle fethettiğini belirtmişti.

Yeni Asır, Haber: Adem Ülker, 12.02.2012

TARİHİN ŞAHİDİ ODALAR

 

     

 

19. yüzyıl saraylarının tarihe geçmiş hangi olaylara şahitlik ettiğini öğrenmek artık çok kolay. 1954 yılında Haluk Şehsuvaroğlu tarafından hazırlanan 'Tarihi Odalar' kitabı Milli Saraylar Daire Başkanlığı tarafından yeniden yayımlandı.

 

Söz konusu tarihse eğer yazılmış ya da yazılacak kitaplar, tarihi şahsiyetler, devlet adamları, sosyal ve siyasal olaylar üzerine olur genellikle. Fakat, 1954'te Haluk Şehsuvaroğlu tarafından hazırlanan 'Tarihi Odalar' kitabı başka... Yazar kitapta, İlber Ortaylı' nın Osmanlı İmparatorluğu'nun en uzun yüzyılı olarak tasvir ettiği 19. yüzyıl'a, yaşanan hadiseler üzerinden değil de; bu hadiselere şahitlik eden odaların gözünden bakıyor.

 

19. yüzyıl hadiselerinin hangi duvarlar arasında vuku bulduğunu anlatıyor. Görsellerle desteklenmiş kitapta, Meşrutiyet kararının alındığı, Sultan II. Abdülahmit'in tahta davet edildiği ve tahttan indirildiği, Sultan Abdülaziz'in cesedinin bulunduğu odaların hangileri olduğunu öğrenmek mümkün.

 

Sultan Abdülaziz, en hazin hika-yeye sahip Osmanlı padişahı. 30 Mayıs 1876'da Midhat Paşa'nın darbesiyle tahttan indirilmiş ve acınacak durumda, bir kayıkla Dolmabahçe Sarayı'ndan Topkapı Sarayı'na naklolunmuş, amcası Sultan Selim'in şehit edildiği odaya yerleştirilmişti. Ancak, Sultan Abdülaziz o odada kalmak istememiş ve yerine geçen biraderzadesi V. Murat'a Ortaköy'de kendi yaptırdığı Feriye Sarayı'na taşınmak istediğini söylemişti. Bunun üzerine derhal, oraya yerleştirildi. İntihar ettiği iddia edilen oda da bu saraydaki yatak odasıydı.





Sultan Abdülaziz'in şahidi Kabataş Erkek Lisesi

Sultan Abdülaziz'in ölümüne, sadece yatak odası değil, Feriye Sarayı'nın orta katında denizi gören bir başka oda daha şahit olmuştu. Hekimler ve şer'iye memurları eski padişahın cesedini orada muayene etmişlerdi. İşte bu saray, bugün Kabataş Erkek Lisesi olarak kullanılan bina. Sultan Abdülaziz'den sonra oğlu Abdülmecit burada ikamet etmiş.

 

Sultan II. Abdülhamit, tahta çıkma davetini Tarabya üstlerinde şehzadeliğini geçirdiği Maslak Kasrı'nın üst katındaki büyük salonda alıyor. Sadrazam Rüşdü Paşa ve Midhat Paşa, V. Murat'ın sıhhatinin iyi olmadığını, devletin müşkül durumlarla karşı karşıya olduğunu anlatır ve Sultan Abdülhamit'le yönetimin geleceğini konuşurlar.

 

II. Abdülhamit o gün paşalarla yaptığı görüşmeyi şöyle anlatıyor: "Midhat Paşa ile Mehmet Rüşdü Paşa, biraderin hastalığı üzerine bana geldiler, ilk onlarla orada mülaki oldum. Orada benden şekli hükumetten 'Meşrutiyet'i mi, yoksa 'İstibdad'ı mı, hangisini tercih edersin diye sordular... Ben de cevaben, bir gemi kaptanı gemiyi kumanda ettiği zaman nasıl ki icab eden hale göre kumanda ederse, ben de kumandan mevkisine gelince selamet-i memleket hangi surei idarede olduğuna kanaat gelirse ve hayırlı görülürse onu ihtiyar ederim, dedim..." İşte bu tarihi ana şahitlik eden oda, Abdülhamit'in zevkine göre döşenmiş ve padişahlığında da aynen muhafaza edilmiş.

 

Yıldız Sarayı, Osmanlı'nın son dönemine siyasetine olduğu gibi Mustafa Kemal ve Sultan V. Mehmet Vahideddin görüşmesine de şahit. Saraydaki Küçük Mabeyn Dairesi, Sultan Abdülhamit'ten sonra Sultan Vahideddin tarafından da çalışma odası olarak kullanılmış. Ve Sultan Vahideddin mütareke devrinde burada çok devlet ricaliyle ve kumandanlarla mülakatta bulunmuş.

 

Sultan Vahideddin ile Mustafa Kemal diz dize!

Bu odaya davet edilen kumandanlardan biri de Mustafa Kemal. Samsun'a gitmeden evvel 15 Mayıs 1919 günü padişahla buluşmasını Mustafa Kemal şöyle tasvir ediyor: "Yıldız Sarayı'nın ufak bir salonunda Vahideddin ile adeta diz dize denecek kadar yakın oturuyorduk... Hiç unutmayacağım şu sözlerle konuşmaya başladı, 'Paşa, paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunların hepsi bir kitaba girmiştir. Bunları unutun.' dedi. 'Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir, Paşa Paşa devleti kurtarabilirsin.' dedi." Burası, Abdülhamit'in hal edildiğini öğrendiği yer olması bakımından da tarihi bir öneme sahip.

 

Son halifeye hilafetin kaldırıldığı nerede söylendi?

Hilafetin kaldırılmasına, Son Halife Abdülmecid'e bu kararın bildirilmesine şahit olan oda ise Dolmabahçe Sarayı'nda kütüphane haline getirilen Veliahd Dairesidir. Abdülmecid Efendi, bu kararın tebliği üzerine 4 saat içinde hazırlanarak ailesi erkanı ve maiyetine aldığı bazı kimselerle beraber memleketi terk etmek üzere Dolmabahçe Sarayı'ndan ayrılmıştır.

 

Hangi krallar misafir olmadı ki?

20. yüzyıl başlarında İstanbul'a gelen dünya liderleri, hükümdarlar Dolmabahçe Sarayı'nın Harem Dairesi'nde ikinci sofada koridorun başında, cephesi İstanbul Boğazı'nı gören oda da misafir edilmiş. Özellikle şark hükümdarlarının ağırlandığı bu odada, Afgan Kralı Amanullah kalmış. Amanullah'ın bu odada kalması, haremde ağırlanan ilk yabancı erkek olması bakımından önemli. Onun dışında, Atatürk'ü ziyarete gelen Irak Kralı Faysal, İran Şahı Rıza Han Pehlevi, Ürdün Kralı Abdullah da bu odada misafir edilenler arasında... Odanın son misafiri ise, Yunan Kralı ile Türkiye'ye gelen Saray Nazırı Levidis. 20. yüzyıl öncesinde ise bu oda II. Abdülhamit'in kızı Naime Sultan'ın dünyaya geldiği oda olarak anılabilir.

Zaman Pazar, Haber: Sevim Şentürk, 12.02.2012

SANAT DEĞİL, TEKNOLOJİ SERGİSİ: VAN GOGH

 

     

 

Grande Exhibitions Avustralya tarafından tasarlanan ve Abdi İbrahim'in katkılarıyla Singapur'un ardından İstanbul'a gelen 'Van GoghAlive Dijital Sanat Sergisi' 10 Şubat'ta açıldı. Sanat, bilim ve teknolojiyi harmanlayarak iddiasını ortaya koyan sergi, 15 mayısa kadar İstanbul'da olacak.

 

Ressam Van Gogh'un yağlıboya, suluboya, karakalem ve mektup dahil 1.000 kadar eserini 3.000'in üzerinde dijital imajla çerçevenin dışına çıkaran 'Van GoghAlive'; sergiden ziyade bir ışık, renk ve ses gösterisi. Ressamın 'Çalışan Adam', 'Çiçek Açmış Erik Ağacı', 'Gri Şapkalı Otoportre', 'Vazoda 12 Ayçiçeği', 'Vincent'ın Yatak Odası', 'Teras Kafe', 'Ren Nehrinde Yıldızlı Bir Gece', 'Kırmızı Üzüm Bağı' ve 'Sargılı Kulaklı Otoportre' gibi yapıtlarını yüksek çözünürlüklü 40 projektör aracılığıyla duvarlar, kolonlar, zemin ve hatta tavanda görürken güçlü bir klasik müzikle çevreleniyoruz. Van Gogh'un hayat hikayesini anlatmak için seçilen müzikler arasında Handel-Sarabande, Barber-Bubamara (Vivaldi versiyonu), Arvo Part-Fratres For Cello And Piano, Carl Nielsen-String Quartet in D minor 1883 ve geleneksel Japon klasik koto müziği bulunuyor.

Detayları Abdi İbrahim Başkanı Nezih Barut anlattı.

 

Siz mi projeyi buldunuz, proje mi sizi?

Biz projeyi bulduk. İlk defa Singapur'da sergilendi, ardından İstanbul'da. 3 aylığına Amerika'ya gidecek. Sonra tekrar Türkiye'ye, Ankara'ya gelecek.





Neden Van Gogh ve niye bu şekilde?

Biz 100. yılımızla ilgili önemli bir etkinlik yapmak istedik. Ne yapsak diye uzun uzun düşündük ve 'Van GoghAlive'da karar kıldık. Van Gogh'un orijinal resimlerini de getirebilirdik. Ama getirmedik, bu sergiyi tercih ettik. Çünkü burada çok yüksek bir teknoloji var. Biz Abdi İbrahim olarak hem Ar-Ge merkezimizde, hem üretim tesislerimizde hem de tüm faaliyetlerimizde çok ileri teknoloji kullanıyoruz. Her yıl ciromuzun %5'ini Ar-Ge'ye ayırıyoruz. Bu sergi, kullandığı ileri teknoloji sebebiyle bizim bakış açımızla çok örtüşüyor.

 

Gerçekten orijinal eserleri getirebilir miydiniz?

Getirebilirdik ama biz orijinal Van Gogh ile değil, bu teknolojiyle ilgilendik. Başka sefer getiririz. Burada resmin içine giriyorsunuz, öbür tarafta resme bakıyorsunuz. Bizim için önemli olan ileri teknoloji. Biz müze değiliz, bir ilaç firmasıyız.

 

Sakıp Sabancı Müzesi 2014 yılında bir Van Gogh sergisi açmayı planlıyor. Haberiniz var mıydı?

Evet, evet... Anlaşmayı yaptıktan sonra duyduk. Ama dediğim gibi, biz hiçbir zaman resimlerini getirmeyi düşünmedik. Amacımız sanat, bilim ve teknolojiyi birleştirmek. Bu soruların geleceğini de biliyorduk. Ama derdimiz başka. Biz müze değiliz.

 

Koleksiyonunuzu düşünürsek; belki ileride müze olabilir misiniz?

Hiç düşünmüyoruz. Biz sanatı seviyoruz. Müzecilik bizim işimiz değil.





Dijital bir sergide telif meseleleri nasıl işliyor?

Sergiyi yapan şirket Grande Exhibitions. Biz projeyi 6 aylığına onlardan kiraladık. Tüm telif meseleleri şirketle vakıf arasında. Yani bizim hiçbir telif işlemiyle ilgimiz yok. Şirket, hakları bize belli bir süre için kiraladı. 3 ay İstanbul, 3 ay Ankara için... Çok ayrıntılı, 35-40 sayfalık dev bir sözleşme söz konusu elbette.

 

Sergideki 3.000 görüntüyü görmek ne kadar vakit alıyor? Yani sergi ne kadar sürede gezilebiliyor?

Tam tur 25-30 dakika sürüyor.

 

Siz kişisel olarak en çok hangi eseri seviyorsunuz?

Gri Şapkalı Otoportre... En çok onu seviyorum. Van Gogh'un iki dönemi var. Biri Hollanda'daki kasvetli dönemi... Diğeri Fransa'daki renkli... Ben daha çok ikinci dönemi seviyorum.

 

Vincent Willem Van Gogh

Resim kariyerine 1880'den sonra başlayan Van Gogh, başlangıçta koyu ve kasvetli renklerle çalışmış; Paris'te tanıştığı izlenimcilik ve yeni izlenimcilik akımlarının etkisiyle canlı renklere geçmiştir. Güney Fransa'da geçirdiği süre zarfında da bugün yaygın olarak tanınan kendine özgü resim tarzını geliştirmiştir. Van Gogh, ömrünün son 10 yılı boyunca yaklaşık 900 suluboya/yağlıboya resim ve 1.100 karakalem çalışma üretmiş, en meşhur eserlerini ise son iki yılında yapmıştır. 1888'de ressam Paul Gauguin ile arkadaşlığının bozulması üzerine sol kulağının bir kısmını kesmiş, giderek kötüleşen ruhsal hastalığı sonucunda kendini göğsünden vurarak intihar etmiştir. 30 Mart 1853-29 Temmuz 1890 tarihleri arasında yaşamış Hollandalı ressamın bazı resim ve eskizleri, dünyanın en tanınmış ve en pahalı eserleri arasında bulunmaktadır.

Zaman, Haber: Jülide Karahan, 12.02.2012

ÇİFTE KAVAL ANADOLU ÇALGISIYMIŞ

 

Anadolu Üniversitesinde (AÜ) yapılan “Eski Anadolu’da Müzik Aletleri” adlı bilimsel araştırma projesi ile Yunan kültürüne ait olduğu sanılan, Batı ülkelerinde “aulos” olarak bilinen çalgının, Frig kültürüne ait Orta Anadolu çalgısı “çifte kaval” olduğu tespit edildi.

 

AÜ Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Taciser Sivas, AA muhabirine yaptığı açıklamada, antik kaynaklarda Friglerin müzik aletleri konusunda üstün başarı gösterdiğinin ifade edildiği belirterek, birçok müzik aletinin Frigler tarafından icat edildiğinin bilindiğini belirtti.

 

Sakarya Nehri ile Porsuk Çayı’nın birleştiği noktada bulunan Friglerin başkenti Gordion’da yapılan kazılarda aynı alanda iki kemik kaval bulunduğunu ifade eden Prof.Dr. Sivas, şöyle konuştu:

“Boğazköy’de bulunun Ana Tanrıça Kibele’nin müzisyenleriyle birlikte bulunduğu grubunda da müzik aletleri karşımıza çıkıyor. Çifte flüt olarak adlandırılan ve Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde bulunan heykel grubunda Kibele, çifti kaval ve lir çalan iki müzisyen arasında betimlenmiştir. Bu betimlemeler de çifte kavalın antik kaynaklardaki anlatımlarının somut örneklerindendir. Frigler, Anadolu uygarlıkları içinde önemli bir uygarlıktır. Eşek kulaklı Midas öyküsünde de Friglerin müzik aletleri üzerindeki başarısı anlatılmaktadır. AÜ Devlet Konservatuvarı Müdürü Prof.Dr. Ahmet Bülent Alaner ile Friglerin müzik kültürü ve çifte kaval üzerine AÜ olarak bir bilimsel araştırma projesi hazırladık. Proje istediğimiz sonuçları ortaya çıkarttı ve görüşlerimizi destekledi.”

 

Prof.Dr. Alaner de 2011 yılında “Eski Anadolu’daki Müzik Enstrümanları” konulu projeyi yaşama geçirdikleri ifade etti. Devam eden proje kapsamında önemli bulgular elde ettiklerini anlatan Prof.Dr. Alaner, şunları kaydetti:

“Çifte kavalın Anadolu’ya Eskişehir’e ve Frigya’ya ait bir enstrüman olduğunu ortaya koyduk. Çifte kaval, yan yana bağırsak iplerle bağlanmış iki kavaldan oluşan ve ikisinin aynı anda çalınmasıyla ortaya çıkan bir Anadolu çalgısıdır. Çifti kaval, 50 yıl öncesine kadar Orta Anadolu’da kullanılıyordu. Bugün çifte kaval Yunan kültüründen ‘aulos’ diye adlandırılıyor. Ancak çifte kaval bir Orta Anadolu çalgısıdır.”

 

Prof.Dr. Alaner, Gordion’da yapılan kazılarda çıkan ve kayıtlara “düdük” diye geçen çalgının çifte kaval olduğunun saptandığını belirterek, “Bu çalgıyı yeniden inşa ettik ve çaldık. ‘Frigyen modu’ denilen Frigya makamının var olduğunu gördük. Bu makamın bugün Eskişehir’deki, Kütahya’daki ve Bilecik’teki halk türkülerinde yaşadığını gözlemliyoruz. Batı ülkeleri, ‘aulos’ ismini verdiği çifte kavala ‘double pipe’ demelidir. Bu değiştirilmelidir. Müzik bilimcilere yönelik çifte kavalın Anadolulu olduğu üzerinden çalışmalar yapılmalıdır” diye konuştu.

haberler.com, 11.02.2012

BİZANS'TAN SONRA OSMANLI KATLİAMI

 

 

Çatalca'da Bizans Mezarlığı'ndan sonra İhsaniye Köyü'ndeki Osmanlığı Mezarlığı'nın da defineci talanına uğradığı tespit edildi. Ormanlık arazideki mezarlardan 4'ü metrelerce oyularak tahrip edildi. Çatalca Kültür ve Turizm Derneği tahribatı fotoğraflayıp Çatalca Kaymakamlığı'na ihbarda bulundu. Kaymakam Nevzat Taşdan alınan önlemleri şöyle açıkladı: 'Göreve ilk geldiğimizde harabeye dönmüş İnceğiz Mağaraları'nda düzenleme yaptık. Artık defineciler bölgeye gelemeyecek. Üst kısımdaki Bizans Mezarlığı'na bir bekçi alacağız. Sürekli bölgede devriye yapacak. Definecileri jandarmaya ihbarda bulunacak. Osmanlı Mezarlığı civarında da köylülerimizle çalışacağız.'
 

Saldırıyı ortaya çıkartan Çatalca Kültür ve Turizm Derneği Başkanı Ahmet Rasim Yücel ise, 'Burası açık hava müzesi gibi. Böyle bir hazine gözü dönmüş hırsızlarca yok ediliyor. Hangi akılla Müslüman mezarlarında define arıyorlar. Gerekirse bekçi görevlendirilsin. Defineciler için ancak bu şekilde önlem alınmış olur' dedi.

Akşam, Haber: Ercan Öztürk, 11.02.2012

BEYAZIT CAMİSİ RESTORE EDİLİYOR

 

 

Sultan 2. Bayezid tarafından 1506 yılında yaptırılan Beyazıt Camisi, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce restore edilecek. Vakıflar Genel Müdürlüğü (VGM) geçen yıl şubat ayında çıkan yangından Hünkar Kasrı kısmı kullanılamaz hale gelen 506 yıllık Beyazıt Camisi'nin restorasyonu için harekete geçti. 1999 Marmara Depremi sonrasında kubbe kısımlarında çatlaklar oluşan tarihi caminin restorasyon projeleri Koruma Kurulu tarafından onaylandı. VGM İstanbul 1. Bölge Müdürlüğü, caminin restorasyonu için 20 Şubat'ta ihale düzenleyecek. İhalede restorasyon için 650 günlük süre belirlendi. Mimarının kim olduğu kesin olarak bilinmeyen caminin, Mimar Hayrettin, Mimar Kemaleddin veya Yakupşah bin Sultanşah tarafından yapıldığı tahmin ediliyor. İstanbul'da orijinalliğini koruyan en eski selatin camisi olarak kabul ediliyor. Cümle kapısında Şeyh Hamdullah'ın yazdığı kitabeye göre 1501- 1506 yılları arasında yapıldı. Evliya Çelebi'nin aktardığına göre caminin açılış günü ilk namazı padişahın kendisi kıldırdı. 1509'da meydana gelen ve "Küçük Kıyamet" diye anılan depremden zarar gördü. Kısmen onarılan caminin onarımını daha sonraki yıllarda tamamlayıp güçlendiren Mimar Sinan oldu. 1683 yılındaki yangında minare külahları tutuşarak zarar gördü; 1743'te ise minarelerden birisine yıldırım isabet etmesi sonucu külahı yandı. 2. Bayezid'in mezarı, caminin haziresinde bulunuyor.

Sabah, Haber: Hasan Ay, 11.02.2012

OTEL ODASINA TARİHİ ESER OPERASYONU

 

 

İstanbul'da, tarihi eser kaçakçılığına karşı bir otel odasında yapılan aramada Roma dönemine ait tarihi değeri paha biçilmez olarak kabul edilen 360 obje ele geçirildi.

 

Objeler arasında üzerinde mitolojik kahramanlar Kraliçe Athena ile Herakles figürlerinin de bulunduğu çok değerli sikkeler de yer aldı.

 

Anadolu'nun birçok yerinde yapılan kaçak kazılarla çıkarılan tarihi eserlerin yasa dışı yollarla satılması ya da yurt dışına çıkarılmasına karşı yürütülen soruşturmada Fatih Sirkeci'de bir adrese operasyon yapıldı. Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü Tarihi Eser Kaçakçılığı Masası tarafından yürütülen operasyonda, otelde kalan şüpheli ile birlikte tarihi eserler bulunduğu belirlendi. Eserlere incelenmek üzere el koyan polis, uzmanların yardımıyla eserlerin en az 2 bin 500 yıllık ve Roma dönemine ait olduğunu belirledi. Polisin yaptığı incelemede, ele geçirilen eserler arasında Roma ve Eski Yunan dönemine ait 305 adet metal sikke, 9 adet gözyaşı şişesi olarak eşya, 11 adet altın sikke, 8 adet metal küpe, 6 adet farklı ebatlarda haç, bir adet Kur'an-ı Kerim, 4 adet mühür ile 16 adet metal eşya (ok ucu, hayvan figürü) bulunduğu belirtildi. Emniyette sorgusu tamamlanan Mehmet A. sevk edildiği adliyede tutuklanarak cezaevine gönderildi.

Zaman, Haber: Fazlı Mert, 11.02.2012

TARİHİ BAYBURT-SÜRMENE KERVAN YOLU TURİZME KAZANDIRILACAK

 

Dede Korkut Masalları'na ve Evliya Çelebi Seyahatnamesi'ne konu olmuş tarihi Bayburt-Sürmene Kervan Yolu, Köprübaşı Kaymakamlığı'nca hazırlanan 'Kervan Yolu' projesi ile yeniden canlandırılacak.

 

Trabzon'un Sümela ve Uzungöl havzalarının dışında üçüncü ve en önemli eko-turizm havzası olan Sürmene-Köprübaşı- Madur Dağı aksında gerçekleştirilecek olan projeyle, havzanın zengin doğal, tarihi ve kültürel değerleri bütüncül planlama, tematik haritalama, kitap ve web sayfası, tanıtım filmleri, alanda kuş gözlem ve seyir terasları, karavan konaklama alanları hazırlanarak tarihi kervan yolu eko-turizme kazandırılacak.

 

Köprübaşı Kaymakamı Erdinç Dolu, konuyla ilgili yaptığı açıklamada, projeyle tarihi kervan yolunun bölge ve ülke turizmine kazandırılacağını söyledi. Kaymakamlıklarınca hazırlanan projenin Trabzon İl Kültür Müdürlüğü, Sürmene Kaymakamlığı, Sürmene Belediyesi, Doğal ve Tarihi Değerleri Koruma Derneği tarafından da desteklediğine değinen Kaymakam Erdinç Dolu, projenin amacıyla ilgili şunları söyledi: "Sürmene-Köprübaşı ile Bayburt arasında var olan ve başta Evliya Çelebi Seyahatnamesi olmak üzere tarihi kayıtlarda adı geçen antik kervan yolunun Sürmene -Ağaçbaşı- Seslikaya - Taşlı yaylası hattında yer alan doğal, tarihi ve kültürel değerlerin tanıtılması için altyapı sağlanması, Trabzon'da var olan Uzungöl ve Sümela turizm akslarına alternatif yeni bir turizm aksının tanınır kılınarak canlandırılması amaçlanmaktadır. Doğa turizmi Türkiye'nin en önemli yüksek rakım turba bataklığı olan Ağaçbaşı Yaylası'na dönük eko-turizm, kuş gözlem, endemik bitki gözlem ve doğa fotoğrafçılığı, karavan turizmi, kültür turizmi yayla şenlikleri için gerekli tanıtım ve kısmi altyapının iyileştirilmesi hedeflenmektedir."

Zaman, Haber: Hasan Demir, 11.02.2012

"YILDIZ SARAYI'NIN MABEYN KÖŞKÜ'NÜ DEVLETİN KABUL MEKANI YAPMAYI PLANLIYORUZ"

 

Çemberlitaş'taki Birlik Vakfında düzenlenen konferansta konuşan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, 1 Eylül 2007'den bu yana Kültür ve Turizm Bakanlığı yaptığını belirterek, ''turizm ve kültür bir arada olur mu?'' diye eleştiriler olduğunu, ancak kıyı turizmiyle yetinilemeyeceğini kaydetti.

''Sivil mimarlık örnekleri, arkeolojik eserleri, minareleri, camileri, folkloru, türküler işin içine girmezse, sadece kıyı turizmi yaparız'' diyen Günay, kültür ve turizmi iç içe düşünmek gerektiğini ve bunun da bereketini görmeye başladıklarını söyledi.

Günay, 2009'dan bu yana dünyada turizmin geri gitmeye başladığını anlatarak, ''Biz 2009'da dünya turizmine göre gelişme sağladık. 2010 ve 2011'de turist sayısında artışımız sürdü. AKP  kurulduğunda Türkiye'ye gelen turist sayısı 13 milyondu, bu yıl 31 milyon 500 bin yabancı pasaportlu ziyaretçi girişi oldu. Gelirimizi de 10 milyar dolar seviyesinden bu yıl asgari ölçülerle 23 milyar dolar seviyesine çıkardık. Kıymetli eşya alışverişini kattığımızda bu rakam 30 milyar dolar seviyelerine ulaşıyor'' dedi.

Kültür alanları ve sanat mekanlarına çekidüzen verildiğini aktaran Günay, 2007'de müzelerden elde edilen gelirin 70 milyon TL olduğunu, müze mağazalarının ve gişelerin iyileştirilmesinin ardından bu rakamın 254 milyon TL'ye çıktığını kaydetti.

Günay, Türkiye'nin kültür altyapısını her alanda iyileştirmeye çalıştıklarını belirterek, şunları söyledi:
''Bizim işimiz, Anadolu toprağında ne varsa sahip çıkmaktır. Bir yandan Roma tapınağı, Selçuklu ve Osmanlı eserlerini korumaya çalışıyoruz. Türkiye'nin her metrekaresiyle ilgilenmeye çalışıyorum ama sevincim de hüznüm de bu tarihi yarımadadır. Dünyada, birçok uygarlığın izlerini bulunduran başka bir şehir yok. Kubbeler ve minareler bu şehrin başında bir taç gibidir. Dünyada, İstanbul gibi başında taç taşıyan başka bir şehir yok.''

Günay, Türkiye'nin her yerinde gezilecek birçok tarihi eser bulunduğunu ifade ederek, ''Anadolu topraklarının bir tek barışa ihtiyacı var. Denizli Pamukkale nasıl turist alıyorsa, Van da, Diyarbakır da o kadar turist alacak, gidilip görülecek'' dedi.

Edirne Yeni Sarayı da ihya ettiklerini anlatan Günay, ''Topkapı Sarayı bizim için çok önemlidir. 5 yıl önce vahim durumdaydı. Sarayın avlusunda 5 tane gecekondu vardı. Otoparkı, hastanesi, Savunma Bakanlığının deposu... Ya, dünyaya hükmetmiş bir imparatorluğun sarayı tutanın elinde kalır mı? Gidin diğer ülkelerin saraylarına bakın. Saraysa, bütünün bir plan çerçevesinde yönetilmesi lazım. Saray içinde hemen hemen işgal kalmadı'' diye konuştu.

Yıldız Sarayı'nın Mabeyn Köşkü'nü devletin kabul mekanı yapmayı planladıklarını aktaran Günay, İstanbul'daki kütüphanelerin de ihya edileceğini, Süleymaniye'nin, yazma eserlerin merkezi olacağını söyledi.

Yapı, 11.02.2012

GORDİON'A 6. YÜZYILIN TÜRK ŞEHRİ KURULACAK

 

 

Ankara Polatlı Belediyesi’nin, Yassıhöyük Gordion’da yapacağı koruma amaçlı imar planı onaylandı. Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu, belediyenin 3 yıl önce başvurduğu Gordion koruma amaçlı imar planına onay verdi.

 

Belediye, Gordion’da 3 bin yıllık tarih ve termal turizmi birleştirerek, 16’ncı yüzyılın Türk şehrini kuracak. Frig uygarlığının başkenti olan Gordion’da 100’ü aşkın höyük, Kral Midas’ın tümülüsü ve antik kentin bulunduğu Gordion’da, belediye üç yıl önce koruma amaçlı imar planı çalışması başlattı.

 

Tabiat varlıklarının korunmasını ve uluslararası tarih turizminin etkin hale getirilmesini, bu nedenle bölgede gelişigüzel köysel yapılara izin verilmemesini amaçlayan koruma amaçlı imar planı 500 dönümlük alanı kapsıyor.

 

Belediye Başkanı Yakup Çelik, Gordion’da 20 dönümlük bir alanda 16. yüzyıl Türk şehri kurmayı planladıklarını söyledi. Çelik, bölgedeki antik çağ eserlerinin daha iyi sergilenmesi ve turistlerin barınmasını sağlayacak tesislerin yapılmasını öngören çalışmalar başlatacaklarını belirtti. Çelik ayrıca, aynı bölgede termal tesis kuracaklarını vurguladı.

 

Gordion’a 16 kilometre mesafede bulunan Çağlayık bölgesinde, 42 derece sıcaklığındaki termal suyu, Gordion’da yapacakları termal tatil köyüne getireceklerini anlatan Belediye Başkanı Yakup Çelik, “Gordion bölgesinde termal turizmi olacak, 16. yüzyıl Türk şehri ile bize ait bir turizm mekanı olacak ve en önemlisi Frigya uygarlığının varlıkları korunmuş olacak. Ayrıca, buradaki turizmin daha etkin hale getirilmesini sağlayacak, daha çok turistin gelmesine neden olacak yeni yapılanmalar söz konusu olacak.” diye konuştu.

Mynet Haber, 10.02.2012

MALATYA'DAKİ TARİHİ ERMENİ KİLİSELERİ RESTORE EDİLECEK

 

Malatya Valiliği, Çavuşoğlu Mahallesi'ndeki Ermeni Taşhoron Kilisesi ile merkeze bağlı Venk Köyü'ndeki Venk Kilisesi'nin restorasyonu için girişimlere başladı.

 

Hrant Dink'in doğduğu evin de bulunduğu mahallede bulunan 250 yıllık Taşhoron Kilisesi ve Venk Kilisesi için hazırlanan restorasyon projesi tamamlanarak, Sivas Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun onayına sunuldu. Malatya Valisi Ulvi Saran, kentin tarihi ve kültürel dokusunun korunmasına özel önem verdiklerini belirtti. Çavuşoğlu Mahallesi'ndeki Taşhoron Kilisesi ile merkeze bağlı Venk Köyü'ndeki Venk Kilisesi'nin restorasyonu için girişimler başlatıldığını ifade eden Saran, bir yılı aşkın süredir yürütülen çalışmalar neticesinde kiliselerin yenileme projelerinin tamamlanarak, Sivas Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun onayına sunulduğunu anlattı.

 

Malatya'nın birçok farklı uygarlığın merkezi ve binlerce yıllık kültürel mirasın sahibi olduğunu bildiren Saran, açıklamasında şu ifadelere yer verdi: "Malatya Valiliği olarak kentin tarihi ve kültürel dokusunun korunmasına özel önem veriyoruz. Tarihi değer taşıyan mekanların özgün yapısını değiştirmeden yeniden düzenlemek suretiyle mekan-insan münasebetini güçlendirme çalışmalarını sürdürüyoruz. Bu düşüncelerin ışığında Malatya'daki tarihi mekanların bir bölümünün aslına uygun olarak restorasyonunu gerçekleştirdik. Bir bölümünün ise restorasyon çalışmaları devam ediyor.

 

Çavuşoğlu mahallesinde bulunan Taşhoron Kilisesi ve il merkezine bağlı Venk Köyü içerisinde yer alan Venk Kilisesi büyük oranda ayakta olan yapılardır.Bir yıllık çalışma sonucunda Valiliğe bağlı Koruma Uygulama ve Denetim Bürosu (KUDEB) tarafından röleve, yeniden tasarımlama ve restorasyon projeleri yaptırılan yapıların Sivas Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun onayı ile kış aylarının geçmesinin ardından restorasyonuna başlayacağız."

Zaman, Haber: Eşref Akgün, 10.02.2012

MİRO'NUN TABLOSU REKOR KIRARAK GİTTİ

İspanyol ressam Joan Miro'nun 1925 yılında yaptığı "Painting-Poem" adlı eseri, İngiltere'nin başkenti Londra'da düzenlenen bir açık artırmada rekor fiyata alıcı buldu.

 

Christie's müzayede evinde satışa çıkarılan tablo için adı açıklanmayan bir kişi 27 milyon dolar ödedi.

 

Açık artırmada İngiliz heykeltıraş Henry Moore'un 2951 tarihli bronz heykeli ise 30 milyon dolara alıcı buldu.

Yeni Şafak, 10.02.2012

KULA'DAKİ BÖRTLÜCE MAĞARASI TURİZME KAZANDIRILIYOR

 

Manisa'nın Kula İlçesi'nde doğal envanterin çıkarılması çalışmaları kapsamında tespit edilen Börtlüce Köyü'ndeki mağarada jeolojik incelemeler tamamlandı.

 

Turizme kazandırılması için Manisa Çevre Şehir İmar ve İskan Kooperatifi Şube Müdürlüğü'nden bir ekip mağarayı inceledi. İncelemeye jeoloji mühendisleri Yalçın Esen ve Ali Moral, Manisa Belediyesi'nden sanat tarihçisi Jale Esen, arkeolog Ali Uçan ve Kula Belediyesi'nden jeoloji mühendisi Nuran Sevimli Akkoç katıldı.

 

Jeoloji mühendisi Esen, Börtlüce Mağarası'nın turizme kazandırılması için gerekli incelemelerin yapıldığını, hazırlanan raporun Denizli Tabiat Varlıklarını Koruma Şube Müdürlüğü'ne teslim edilerek tescil işlemlerinin başlatılacağını söyledi. Jeoloji mühendisi Akkoç ise MTA Jeoloji Etütleri Dairesi Mağara Araştırmaları Birimi'nce hazırlanan raporda, Börtlüce Mağarası'nın uzunluğunun 575 metre ve en derin noktasının 30 metre olarak belirtildiğini kaydetti. Akkoç, "Temmuz 2011'de MTA ile çalışmalara başladık. Doğal yollarla aşınan mermerler, mağaranın görünüşünün güzelliğini arttırmaktadır. Börtlüce, hidrolojik aktivitesini tamamen kaybetmiş, fosil özellikte bir mağara. Görülmesi gereken bir jeolojik miras." dedi. Bölgede inceleme yürüten Kültür ve Turizm Bakanlığı jeologlarının, mağaranın haritasını çıkardığı ve ilgili dökümanlar hazırladığını belirtildi.

Zaman, Haber: Hasan Tolun, 10.02.2012

TARİHİ MAĞARADA 'MUHTEŞEM' TALAN

 

Tarih öncesi insanların yaşadığı ender buluntulardan olduğu için koruma altında bulunan istanbul’daki Yarımburgaz Mağaraları’nın, Muhteşem Yüzyıl dizisinin seti olarak kullanıldığı iddia edildi.

 

Mahsun Kırmızıgül’ün ilk dizisi ‘Hayat Devam Ediyor’un Kapadokya’da yapılan çekimlerinde tarihi bir Rum evinin yakılması büyük tepki toplamışken, dizi sektörünün tarihteki talanına bir yenisi daha eklendi. İstanbul’un 22 km. kuzeybatısında, Küçükçekmece Gölü’ne komşu olan tarih öncesi insanların yerleşim alanlarından olduğu ispat edilen Yarımburgaz Mağaraları, reyting sevdasına kurban gitti.

 

İstanbul Üniversitesi öğretim görevlilerinden aldığımız bilgiye göre, ‘vezirin mağarada tedavi edildiği’ sahne için Türkiye’nin sahip olduğu ender tarihi değerlerden olan mağaraları seçen dizi ekibi , yine iddiaya göre mağaraya girebilmek için demir kapıdaki kilidi kırdı.

 

Değeri gereğince Kültür Bakanlığı himayesinde olması gereken mağaraya girmek için dizi ekibinin ilginç bir şekilde Başakşehir Belediyesi’nden izin aldığı öğrenilirken, Kültür Bakanlığı’nın konuyu soruşturup soruşturmayacağı büyük bir soru işareti olarak kaldı.

 

Daha önce de definecilerin gazabına uğrayan ve devletçe bir türlü korunmayan Yarımburgaz Mağaraları’nın, dizi ekibinin ziyaretinin ardından ne durumda olduğuysa bilinmiyor.

 

NEDEN ÖNEMLİ?

1838′den günümüze dek birçok jeolog ve antropolog tarafından yapılan incelemeler sonucu, Yarımburgaz Mağaralarında tarih öncesi insanların yaşadıkları ortaya çıkarıldı. Yakındoğu ve Avrupa’nın da en eski buluntu yerlerinden olan mağara,Türkiye’de insanla ilgili en eski buluntuları tabakalaşmış olarak vermesi bakımından önemli. Veriler Yarımburgaz Mağarası’nın Ota Pleistones diye adlandırılan ve günümüz öncesi 730,000 ile 130,000 yılları arasını kapsayan dönemin ikinci yarısında,o dönem insanlarının burayı belirli bir süre barınak olarak kullandıklarını gösteriyor.

Birgün, 02.02.2012



5 - 11 Şubat 2012

TARİH TANIMAZLIK DEDİĞİN BÖYLE OLUR

 

 

Sultanahmet’te 1. derece koruma bölgesi içinde Bizans Büyük Saray’a ait olduğu düşünülen tarihi kalıntılar üstündeki ‘kılıflı inşaat’a, yeni bir ‘kılıf çabası’ geldi. Fatih Belediyesi’nden yapılan açıklamada, iş makinelerini tarihi yok ederken gösteren fotoğrafların başka yerde çekildiği ileri sürülerek, İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin 14 Aralık 2011 tarihli raporu görmezden gelindi.

Sultanahmet’te tescilli tarihi binalar yıkılmış, altından çıkan Bizans Büyük Saray’a ait kalıntılar da iş makineleriyle yerle bir edilmişti. Kalıntıların üzerine de bir ay içinde beş katlı yeni bir bina yapılmıştı. Radikal, 5 Şubat’ta manşetten yayımladığı bu haberi İstanbul Arkeoloji Müzesi uzmanlarının, 4 Numaralı Koruma Kurulu’na yolladığı 14 Aralık 2011 tarihli rapora dayandırmıştı. Belediyeye de yollanan raporda, iş makinelerini gösteren fotoğrafların müze uzmanlarınca inceleme sırasında çekildiği vurgulanmıştı.


Fatih Belediyesi kentsel ve arkeolojik sit alanı içinde bulunan tarihi yapının iş makineleriyle yerle bir edilmesi ve üzerine jet hızıyla inşaat yapılmasına ilişkin suskunluğunu bozarak açıklama yaptı. Ancak belediyenin açıklamasında adeta bir örtbas gayreti var. Şimdi Fatih Belediyesi’nin açıklamalarını maddeler halinde sıralayalım.


Belediye açıklaması: “Fatih Belediyesi sınırlarında boş ve metruk olan ve bu haliyle görüntü kirliliği oluşturan, güvenlik açısından tehlike arzeden yapılar herkes tarafından bilinmekte ve bu konuda çok sayıda şikayet olmaktadır. Etraflarının kapatılarak çevre can ve mal emniyetinin alınması 3194 sayılı İmar Kanunu gereğidir.”


Metruk binaların etrafı çevreye verdiği zarardan dolayı değil, binayı yıkarken ve yenisini yaparken kimsenin görmemesi için kapatıldı.


Belediye açıklaması: “İlgilisince etrafı kapatılan alanda kazı yapıldığının bildirildiği ve Koruma Kurulu’na dağıtımlı olarak yazılan İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü yazısına istinaden etrafı içi görünmeyecek şekilde tamamen kapalı olan mahal tetkik edilmiş ancak bir ilgilinin veya çalışanın bulunmaması nedeniyle kazı veya inşai faaliyette bulunulmaması için tahta perde girişinden mühür altına alınmıştır. Müteaddit kereler yapılan kontrollerde faaliyete rastlanmamıştır. Ancak 31.01.2012 tarihinde yapılan kontrolde tahta perde girişinin açık olduğu ve içerde bir inşai faaliyetin olduğu görülmüş, yapı tatil tutanağı düzenlenmiş ve mahal tekrar mühürlenerek tüm faaliyetler durdurulmuştur. Yine aynı tarihte mühür fek edilerek (kaldırılarak) inşai faaliyette bulunulması nedeniyle başsavcılığna suç duyurusunda bulunulmuş ve 3194 sayılı İmar Kanunu gereği belediye encümenince karar alınmak üzere ivedi olarak sevk edilmiştir. Gerekli yasal işlemler yapılmış olup yasal işlem süreci devam etmektedir.”


Açıklamadan anlaşılacağı üzere belediye yetkilileri şikayetten haberdar. İnşaata defalarca gitmişler. Ancak çalışan kimseyi görmemişler. Çalışan olmamasına rağmen inşaat bir ay içinde nasıl beş kat yükselmiş, cevabını kimse bilmiyor.


Belediyeden yapılan açıklamanın en can alıcı yanı ise şöyle: “Basında yıkıldığı iddia edilerek gösterilen saray ve sur kalıntılarının bahse konu alanla bir ilgisi bulunmayıp ekteki eski fotoğraflardan da anlaşılacağı üzere söz konusu yerde eski ve metruk binaların bulunduğu görülmektedir. Görüntülerdeki kalıntılar, sözkonusu yerle alakası olmayan tarihi yarımadanın değişik yerlerinde mevcut saray ve sur kalıntılarıdır.”


Anlaşılan belediye yetkilileri metruk binaları saray kalıntısı olarak gösterdiğimizi zannetmiş. Oysa o metruk binalar Koruma Kurulu’nca tarihi eser olarak tescil edilmiş yapılar. Saray kalıntıları ise bu metruk binalar yıkıldıktan sonra yerin 10 metre altına inildikten sonra temel kazıları sırasında ortaya çıktı. Üstelik bu tespit, İstanbul Arkeoloji Müzesi arkeologlarınca 14 Aralık günü yerinde yapılan incelemede gerçekleşti. Fotoğraflar da müze uzmanlarınca çekildi.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 07.02.2012

 

******


'YOK' DENİLEN BİZANS SARAYI 'TEMEL' OLDU

 

 

Sultanahmet’te 1. Derece Koruma Bölgesi içinde yer alan ve Bizans Büyük Saray’a ait olduğu düşünülen tarihi yapının iş makineleriyle yıkılması ve üzerine 5 katlı otel yapılmasıyla ilgili tartışmalar büyüyor.


Fatih Belediye Başkanlığı önceki gün fotoğrafların bahsedilen inşaata ait olmadığını savunmuştu. İstanbul Arkeoloji Müzesi bu açıklama üzerine Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bir rapor sundu. Raporda tonozların iş makineleriyle yıkılmasının yanı sıra yeni görüntüler de yer aldı. Yeni fotoğraflarda Bizans Büyük Saray’a ait kapı geçişlerinin dimdik ayakta olduğu gözlenirken alandaki tahribat iyice gözler önüne seriliyor. Bizans Büyük Saray’a ait mekanlar arası geçiş kapısı artık yeni yapılan inşaatın temel kolonları arasında sıkışmış. Fotoğrafları gören arkeologlar, ‘‘Bizans Sarayı’na ait çok önemli bir yapı maalesef elimizden uçup gitti. Bunu yapanlara ve sorumlulara mutlaka 2863 sayılı yasanın öngördüğü ceza uygulanmalı’’ dedi.


14 Aralık’ta İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne gelen ihbar üzerine olay yerine giden müze arkeoloğu, yaşananı “Çok yüksek uzun ve geniş bir tuğla duvarın, ucunda kırıcı bulunan iş makinesiyle kırıldığı görülmüş, yetkililere derhal çalışmanın durdurulması söylenip kırma çalışması durdurulmuştur. Yukarıdan yapılan ilk incelemeye göre Horasan harç bağlayıcılı taş ve tuğladan yapılmış büyük bir duvarın tahrip edildiği görülmüştür. Duvarın çevresinde de amfora ve çanak parçalarının olduğu görülmüştür’’ diye anlattı.

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 08.02.2012

 

******


O OTEL YIKILIYOR

 

 

Sultanahmet’te, 1. Derece Koruma Bölgesi içinde yer alan, kentsel ve arkeolojik sit alanı içinde bulunan ve Bizans Büyük Saray’a ait olduğu düşünülen tarihi yapının iş makineleri ile yıkıldığını RADİKAL 4 Şubat günü manşetten duyurmuştu.


Kaçak yapılan inşaat için Fatih Belediyesi yıkım kararı aldı. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay binanın yıkılacağını açıkladı.


Bakan Günay şöyle konuştu: ‘‘İstanbul Arkeoloji Müzesi, gelen ihbarı aynı gün değerlendirerek yerinde inceleme yapmış ve aynı gün rapor tutulmuştur. Bu rapor hem ilgili belediyeye hem de 4 Numaralı Koruma Kurulu’na gönderilmiş. Müze üzerine düşeni yerine getirmiş, olayın da takipçisi olmuş. Koruma Kurulu da suçlanmamalı. Koruma Kurulu da gündemden önce Fatih Belediyesi’ne durumu bildirmiş. Belediye Başkanı da biz inşaatı mühürlemiştik diyor. Mühürü kırıp inşaata devam etmişler. Şimdi inşaat yıkılacak. Hatta başkan ‘Yıkıma başladık’ dedi. Bu tür olaylara Tarihi Yarımada içinde asla izin vermeyiz.’’ 

Fatih Belediyesi, Radikal’in Bizans Büyük Saray’ın kalıntılarının hunharca iş makineleriyle yıkılmasıyla ilgili manşet haberinden sonra bir açıklama yapmış ve İstanbul Arkeoloji Müzesi arkeologlarınca çekilen yıkım fotoğraflarının Tarihi Yarımada’nın başka yerinden çekilmiş sur duvarları olduğunu iddia etmişti. Belediye ayrıca “Metruk binanın da Bizans Sarayı ile alakası yok’’ diyerek Radikal’in haberini yalanlamıştı.


Ancak Fatih Belediyesi bu açıklamadan sadece 1 gün sonra kaçak otel inşaatını yıkma kararı aldı. Dün binanın önce tahta paravanları söküldü. Binanın üst kattan itibaren yıkım işlemi inşaatın kendi çalışanlarınca yapılıyor. En üst katın tavanından yıkıma başlandı.


Fatih Belediyesi yetkilileri inşaatın temele kadar yıkılacağını söylerken, 4 Numaralı Koruma Kurulu yetkilileri de inşaat ile ilgili İstanbul Arkeoloji Müzesi’nce arkeolojik kazı çalışmaları yapılması yönünde karar alınacağını, tescilli binanın rölevesi çıkartıldıktan sonra tarihi binanın benzerinin yapılmasının isteneceğini söyledi. 

Fatih Belediye Başkanlığı’ndan şu açıklama yapıldı:
‘‘Sultanahmet bölgesinde ruhsatsız ve izinsiz olarak inşai faaliyette bulunulan yer hakkında kurumumuzun herhangi bir izni bulunmayıp; mühürlü olduğu halde yapılan kontrollerde mührün fek edilerek (kırılarak) inşai faaliyetin devam etmesi nedeniyle 3194 Sayılı İmar Kanunu gereği yapı tatil tutanağı düzenlenerek suç duyurusunda bulunulmuştur. Ayrıca Fatih Belediye Encümeni’nce alınan kararlar üzerine kaba haldeki inşaatta yıkım işlemine başlanmış ve yıkım işlemi devam etmektedir. Bu konuda sorumluluğu bulunan tüm kurumlara yazılar yazılarak gerekli bilgilendirmeler yapılmıştır. Sonuç olarak anılan yer ile ilgili belediyemizi ilgilendiren hususlarda gerekli tüm yasal işlemler birimlerimizce yapılmış olup; yasal işlem süreci halen devam etmektedir.’’


Arkeolog Nezih Başgelen, gelinen noktayı ‘kırılma noktası’ olarak nitelendirdi: ‘‘Sultanahmet’teki yaşadışı otel inşaatında, yapanın yanına kar kalacağı bir göz yumma hem İstanbul’da hem de tüm ülke çapında tarihi eserlerimizin, arkeolojik sitlerin korunmasında geri dönülmez ihlallere yol açacaktır. Kültür ve Turizm Bakanımızın yaklaşımı çok önemli. İnşaatın yasadışı işlemlerinin cezasının örnek olacak şekilde bir an önce uygulanması gerekmektedir. Önemli bir kırılma noktasındayız. Bu olayda aklıselim bir çözümün ivedilikle hayata geçirilmesi kültürel mirasını geleceği açısından büyük önem taşımaktadır.’’

Radikal, Haber: Ömer Erbil, 09.02.2012

KOCAOĞLU'NDAN TARİHİ MEKANLARI ALIN ÇAĞRISI

 

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, Tarihi Havagazı Fabrikası Kültür Merkezi'nde gerçekleştirilen İzmir Ekonomik Kalkınma Koordinasyon Kurulu toplantısında Kemeraltı Çarşısı ve Basmane civarında bulunan ve turizme kazandırılması gereken tarihi mekanların restore edilmesi için İzmir iş dünyasına çağrıda bulundu.


Tarihi mekanlar için 'Alın, restore edin, kente kazandırın, siz de kazanın' diyen Kocaoğlu, bu bölgedeki 15-20 binanın harekete geçmesi halinde bunun arkasının katlanarak geleceğini kaydetti. İzmir'in Brooking Enstitüsü tarafından dünyada büyüyen 4'ncü kent olarak değerlendirildiğini vurgulayan Kocaoğlu, "İzmir'de ciddi bir sıçrama söz konusu. Bunu sürdürmek için bu masada bulunan İzmirli kanaat önderlerine çok büyük görev düşüyor. Önemli olan bu başarının kalıcı olması ve sürdürülmesidir. Türkiye, turizmde yüzde 9.5, İzmir yüzde 20 büyüdü. Ama İzmir turizm ve hizmet sektöründe daha hızlı büyüme potansiyeline sahip. İzmir'de şehir üniversitesi kurulması çalışmaları sürdürülüyor. Belediye olarak da bu sene itibariyle hazine borçlarımızı sıfırlıyoruz. Diğer projelerimiz de sürüyor. Burada herkesin emeği var. Kentte bundan sonraki en önemli işimizin yine hep birlikte hareket ederek, bir hedefe kilitlenerek, hedef birliği yaparak kentin büyümesini, gelişmesini sürdürmek için çaba göstermektir" dedi.

Kocaoğlu şöyle konuştu: "Siz değerli İzmirli hemşerilerimizin buralardan mülk edinerek restorasyon çalışmalarına katkıda bulunmasını istiyoruz. İkiçeşmelik'in doğusunda ve güneyinde tarihi evler, konaklar, köşkler gibi çok sayıda tescilli bina var. Biz belediye olarak gerçekten para harcamaya hazırız. 15-20 binayı harekete geçirdiğimizde bu katlanarak gidecektir. Burası bir mücevher ama parlatılamak, işlenmek istiyor, bakım istiyor. Değerleri şu anda çok düşük ama restore edildiğinde bakıldığında gayrimenkul yatırımı olarak çok hızlı bir şekilde artacak. Buraları restore edip kentin kalkınmasına ve tarihi mekanların ayağa kalkmasına katkıda bulunmanızı diliyorum. Alın, restore edin, kente kazandırın, siz de kazanın."

Yeni Asır, Haber: Murat Şahin, 09.02.2012

GÜNAY'DAN SİLUET UYARISI

 
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Vakıfbank’ın hazırladığı “Dünya Mirası İstanbul” kitabının tanıtım toplantısında rant açgözlülüğünün İstanbul’u bir ahtapot gibi sarmaya başladığını belirterek “İstanbul siluetini kaybettikçe ağıtlar yakmak zorunda kalacağız” dedi.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, rant açgözlülüğünün İstanbul’u bir ahtapot gibi sarmaya başladığını belirterek, “İstanbul ile ilgili eskiden beri kasideler ve şiirler yazıyoruz, güzellemeler yapıyoruz. Ancak İstanbul siluetini kaybettikçe, elimizden kaydıkça korkarım destanlar, ağıtlar yazmak zorunda kalacağız” dedi. İstanbul’un bir Manhattan olmadığını, 2 bin yıllık tarihi geçmişi bulunduğunu hatırlatan Günay, rant açgözlülüğü içindeki lobilere karşı daha fazla kamuoyu baskısına ihtiyacı olduğunu söyledi.

Vakıfbank’ın genel müdürlüğünü İstanbul’a taşıması şerefine tanınmış akademisyen ve yazarların desteğiyle hazırladığı “Dünya Mirası İstanbul” kitabının tanıtım toplantısına katılan Bakan Günay, “Şehirdeki bazı alanlardaki değişim iyiye gitmekle beraber esas korunması gereken tarihi İstanbul’un kötü örnekler ve büyük ihmallerle zedelenmiş olduğunu itiraf etmek istiyorum” dedi. Göreve geldiğinde İstanbul’un tarihi mekanlarında üzüntü ve kaygı verici manzaralar olduğunu belirten Günay, “Topkapı Sarayı’nın içinden Aya İrini’nin ve eski karakol binasının arkasından gecekondu çıkardım. İçinde Sağlık, Milli Eğitim, Milli Savunma Bakanlıkları, Zührevi Hastalıklar Hastanesi gibi aklınıza gelebilecek her kurumun elini uzattığı, bir köşesinden işgal ettiği, gelişigüzel kullandığı bir imparatorluk sarayı vardı. Geride bıraktığımız 4.5 yıl bunları temizleme çalışmasıyla geçti” diye konuştu.

Yıldız Sarayı’nda da benzer bir durumun olduğunu belirten Günay, “Semavi Eyice hocamızın deyişiyle ‘İstanbul’un taçları’ diyebileceğimiz bu kubbelerin ve minarelerin yaratmış olduğu bir İstanbul silueti var. Ancak artık bu minareler, kubbeler görünmüyor; arka taraftaki rant açgözlülüğünün alıp başını yükselttiği ve İstanbul’un bir anlamda siluetini baskı altına aldığı yeni çağdaş yapılar görünüyor. Bu yapılar elbette yapılabilir ama İstanbul’un silueti ile yarışmamalıdır” dedi. Kimsenin bu silueti yok etmek gibi bir hakkı olmadığını belirten Günay yanlışlığın “zapt olunmaz bir biçimde sürüp gittiğini” ifade etti.

UZMANLAR İSTANBUL’U YAZDI
Yayın danışmanlığını Prof.Dr. Zeynep Ahunbay’ın yaptığı kitapta “Ayasofya” Prof.Dr. Semavi Eyice; “Topkapı Sarayı ve Çevresi” Prof.Dr. İlber Ortaylı; “Sultanahmet Camii ve Çevresi” Prof.Dr. Zeynep Ahunbay; “Zeyrek ve Çevresi” Doç.Dr. Ferudun Özgümüş, Yrd. Doç.Dr. Ahmet Vefa Çobanoğlu ve Hayri Fehmi Yılmaz; “İstanbul Kara Surları ve Çevresi” Yrd. Doç.Dr. Ersoy Soydan; “Süleymaniye Camii ve Çevresi” Prof.Dr. Selçuk Mülayim; “Bozdoğan Kemeri” Prof.Dr. Sabri Sürgevil; “Haliç ve Çevresi” Özge Öztürk ve Sıdıka Tunç; “Üsküdar ve Çevresi” Beşir Ayvazoğlu; “İstanbul Boğazı ve Çevresi” Murat Belge tarafından kaleme alındı.

Habertürk, Haber: Serkan Akkoç, 09.02.2012

RODOS'A SAHİP ÇIKIYORUZ

 

Adadaki Osmanlı eserlerinin restorasyonu için Yunanistan’a maddi katkı sağlanacak.

 

Rodos Başkonsolosu Aydın İlhan Durusoy, Yunanistan’la ileri düzeyde işbirliğine hazır olduklarını söyledi. Yunanistan Kültür ve Turizm Bakanlığı işbirliğiyle proje geliştirip Osmanlı eserlerini Rodos’a kazandırılmasını amaçladıklarını belirten Durusoy, yakınlaşmayı sağlayacak ortak faaliyetlerin de organizasyonunu planladıklarını vurguladı. 

Milliyet Ege, Haber: Fulya Omaç, 09.02.2012

"PAMUKKALE İKİ YIL SONRA EFES'İ GEÇER"

 

Denizli İl Genel Meclisi Başkanı Hüseyin Gürlesin, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından açıklanan 2011 yılı ören yeri ziyaretçi sayılarına göre Pamukkale-Hierapolis'in, Efes'ten sonra Türkiye'de en çok ziyaret edilen ikinci ören yeri olduğunu söyledi. İl Özel İdaresi olarak Pamukkale'nin güzelliğine güzellik katmak için çalışmalar yaptıklarını, daha çok yerli ve yabancı turist ağırlamak için tanıtım atağı içinde olduklarını belirten Gürlesin, amaçlarının Efes'i geçmek olduğunu söyledi.

Gürlesin, "Kültür Bakanlığı verilerine göre geçtiğimiz yıl Efes'i 1 milyon 999 bin 959 yerli ve yabancı turist ziyaret etmiş. İkinci sırada ise Pamukkale ve Hierapolis'i 1 milyon 713 bin 695 yerli ve yabancı turist ziyaret etti. İki ören yeri arasındaki ziyaretçi sayısı arasındaki fark birbirine çok yakın. Özel İdare olarak önümüzdeki iki yıl içinde ziyaretçi sayısı bakımından Pamukkale'nin, Efes'i geçmesini hedefledik" diye konuştu.

Pamukkale'yi geçen ay önceki yıla nazaran yüzde 10'luk artışla 42 bin 185 yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiğini vurgulayan Gürlesin, 2012 yılı sonu itibariyle 2 milyon turist hedefine ulaşmak istediklerini söyledi. Gürlesin, "Ayırdığımız 15 bin liralık bütçe ile kuzey kapı girişinde yapılması planlanan yeni ziyaretçi karşılama merkezi projesi kapsamında mevcut uzay çatı kaldırıldı. Antik Havuz çevresinde yıl boyunca deforme olan ahşap ve mermer kaplama malzemelerinden zarar görenler değiştirilerek yeni sezona hazırlık yapıldı. Pamukkale'deki ağaçların ve su kanallarının temizliği yapıldı. Pamukkale'nin doğal güzelliklerini sanatsal fotoğraflarla gözler önüne seren bin adet 'Fotoğraflarla Pamukkale' isimli tanıtım kitapçığı bastırıldı. Ayrıca Pamukkale'nin en güzel fotoğraflarının yer aldığı 2012 takvimi bastırıldı" diye konuştu.

Pamukkale'nin Güney Kapısı'nda bulunan turnikelerdeki termal bilet okuyucularının, daha hızlılarıyla değiştirildiğini, ören yerine monte edilen iki kamera sayesinde daha geniş bir alanın kayıt altına alınmasının sağlandığını anlatan Gürlesin, "2007 yılında yaptırılan tanıtım ve yönlendirme panoları da yenilendi. Eski panoların yerine bölgeye Türkçe-İngilizce 46 adet bilgilendirme, 60 adet yönlendirme tabelası ve 3 adet tanıtım panosu monte edildi" dedi.

Yeni Asır, Haber: Hasan Durna, 09.02.2012

TAYLOR'IN ÜÇ TABLOSU 38.7 MİLYON LİRA

 

Mart 2011'de hayatını kaybeden menekşe gözlü oyuncu Elizabeth Taylor'ın resim koleksiyonundan üç tablo, 38.7 milyon liraya Londra'da satıldı.

Hayattayken çok iyi bir koleksiyoner olduğu bilinen Taylor'a ait Van Gogh, Degas ve Pissarro tablolarının Christie's Müzayede Evi'nde tahminlerin çok üzerinde satıldığı bildirildi.

Christie's yetkilileri Van Gogh tablosunun, ünlü Hollywood ikonunun sanat koleksiyoneri olan babası tarafından 1963'te kızı adına satın alındığını söyledi.

Sabah, 09.02.2012

YAVUZ'UN "ÜZERİME ÖRTÜN" DEDİĞİ KAFTAN 4 YILDIR DEPODA

 

 

Osmanlı sultanlarının 9'uncusu Yavuz Sultan Selim'in vasiyeti-ne sahip çıkılmadı. Selim'in 'Mezarımın üstüne örtün' dediği kaftan, bakımdan sonra 2008'de Türbeler ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün deposuna kaldırıldı. Neden hala yerine konulmadığı ise bilinmiyor.

 

Yavuz Sultan Selim'in "Mezarımın üzerine örtün" diyerek vasiyette bulunduğu kaftanı 4 yıldır depoda bekletiliyor. Daha önce padişahın kabrinin üzerinde serili olan kaftan, bakım için yetkililer tarafından 2006'da alınmış. Bakım yapıldıktan sonra 2008'de Türbeler ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün deposuna kaldırılmış. Kaftan, o tarihten bu yana depoda bekletiliyor. Kaftanın bu zaman zarfı içerisinde neden tekrar yerine konulmadığı ise tam olarak bilinmiyor. Yetkililer, daha iyi korunabilmesi için kaftanı cam bir fanusun içerisine koymayı planlıyor. Türbedeki görevliler, cam fanusun 60 bin TL değerinde olduğunu söylüyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı bütçesinden çıkması beklenen ödenek geciktiği için kaftan bir türlü eski yerine konulamıyor. Ayrıca, kaftanın sağlıklı bir şekilde gelecek nesillere miras bırakılabilmesi için türbe içerisindeki rutubetin de ayarlanması gerekiyor. Muhtemel bir hırsızlık ihtimali de yetkilileri kaygılandıran diğer bir nokta.

 

İstanbul Türbeler Müze Müdürü Hayrullah Cengiz, Yavuz Sultan Selim'e ait olan kaftanın 2006'da bakımı yapıldıktan sonra depoya kaldırıldığını söylüyor. Kaftanın 60 bin TL bulunamadığı için yerine konulamadığı iddiasına ise "Önemli olan para değil. Şu an bu cam fanusu yaptırmak için en az üç gönüllü var." diyerek cevap veriyor. Yavuz Sultan Selim'e ait olan kaftanın ilginç bir de hikayesi var. Bu hikaye, Osmanlı padişahlarının ilme verdiği değeri de gösteriyor. Yavuz Sultan Selim, Mısır Seferi'nden dönerken İbni Kemal isimli bir alimin atının ayağından sıçrayan çamurlar Yavuz Sultan Selim'in kaftanına gelir. İbni Kemal, çok mahcup olur. Yavuz Sultan Selim ise şöyle der: "Üzülmeyiniz, alimlerin atının ayağından sıçrayan çamur bizim için süstür, şereftir. Vasiyet ediyorum, bu çamurlu kaftan, ben vefat ettikten sonra kabrimin üzerine örtülsün."

Zaman, Haber: Bünyamin Köseli, 09.02.2012

 

******


"YAVUZ SELİM'İN KAFTANINI EN KISA SÜREDE YERİNE KOYACAĞIZ"

 

Yavuz Sultan Selim'in vasiyet ederek, "Öldükten sonra üzerime örtün" dediği kaftanının yıllardır depoda tutulması, Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkililerini harekete geçirdi.

 

Bakanlığın basın müşavirliğinden yapılan açıklamaya göre, kaftan birkaç ay içerisinde padişahın mezarının üzerine konulacak. Kültür ve Turizm Bakanlığı Basın Müşaviri Süha Bacanakgil, "Şu an kaftanın bakım çalışmaları devam ediyor. Kaftan organik bir kumaştan imal edildiği için bakımı çok zor. Ayrıca çok nadide bir parça. Bu yüzden kılı kırk yararcasına hareket ediyoruz. Kaftanın ömrünü uzatmak, bizim birinci önceliğimiz. Türbe içerisinde yapacağımız yeni düzenlemeyle birlikte bir cam fanus yapacağız. Birkaç ay içerisinde cam fanusu tamamlayıp en kısa sürede kaftanı tekrar sergilemek istiyoruz. Yalnız gecikmenin para ya da bütçe ile hiçbir ilgisi yok." dedi.

Bu arada kaftanın yerine konulmasının gecikmesindeki bir diğer sebep ise türbenin Yavuz Sultan Selim Camii ile birlikte 2008 yılında restorasyona girmesiymiş. Cami ve türbedeki yenileme çalışmaları 2010 yılına kadar sürmüş. Bu esnada Topkapı ve İslam Eserleri Müzesi uzmanları kaftanı inceleyerek, "Düz bir zeminde katlanmadan sergilenmeli" şeklinde bir rapor vermiş. Bu raporun üzerine İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü'ne mezara uygun bir cam fanusun yapılması için talimat verilmiş. Şimdi cam fanusun bir an önce yapılıp mezarın üzerine konularak Sultan Selim'e ait olan kaftanın sergilenmesi bekleniyor.

Zaman, Haber: Bünyamin Köseli, 10.02.2012

MİRO'NUN TABLOSUNA
REKOR FİYAT

 

İspanyol ressam Joan Miro'nun Christie's müzayede evinde dün satışa çıkarılan tablosu için adı açıklanmayan bir kişi 27 milyon dolar ödedi.

Açık artırmada İngiliz heykeltıraş Henry Moore'un 2951 tarihli bronz heykeli ise 30 milyon dolara alıcı buldu.

Habertürk, 09.02.2012

GLADYATÖRLER MÜZEYE DÖNDÜ

 

Geçen hafta Denizli'nin Honaz İlçesine gezi düzenleyen Denizli Doğa Sevenler Derneği (DOSEV) Başkanı Ümit Şıracı ve dernek üyeleri, Hisar mahallesi Gülistan sokakta bir istinat duvarında tarihi eser olduğunu fark etmişti. Toprak kaymasını önlemek için yapılan istinat duvarında kullanılan kabartmanın Roma dönemine ait olduğu öğrenilirken, Şıracı fotoğrafladığı manzarayı sosyal iletişim ağı facebook'ta paylaşmıştı.

Olayın basında yer alması üzerine Denizli Müze Müdürlüğü ekiplerinin başlattığı inceleme sonuçlandı. İlçeye giden arkeologlar 2 bin yıllık olduğu tahmin edilen gladyatör kabartmasını söktü. Eserin müzeye konulacağı ifade edildi. Geçtiğimiz pazartesi günü ortaya çıkan gladyatör kabartmasının ilçenin yakınındaki Colossae Antik Kenti'nden getirilmiş olabileceği ifade edilmişti.

Yeni Asır, Haber: Ufuk Soyhan, 09.02.20212

BÖRTLÜCE MAĞARASI TURİZME KAZANDIRILACAK

 

 

Manisa'nın Kula İlçesi'ndeki doğal envanterin çıkarılması çalışmaları kapsamında, Börtlüce Köyünde tespit edilen mağarada jeolojik incelemeler tamamlandı.

 

Kula Belediye Başkanı Selim Aşkın, yaptığı açıklamada, mağaranın turizme kazandırılması için çalışmaların sürdüğünü, jeoloji mühendislerinin mağarada incelemeler yaptığını belirtti.

 

Aşkın, ''Bölgede inceleme yapan Kültür ve Turizm Bakanlığı jeologları mağaranın haritasını çıkardı. Görsel dokümanlar hazırladı. İncelemeyi yapan jeologlar özgün dikit ve sarkıtlara sahip mağaranın ''Gezilip görülecek yer'' niteliğini taşıdığını belirttiler. Mağara tescil işlemlerinin ardından koruma altına alınarak yatırım planıyla turizme kazandırılacak'' diye konuştu.

 

Jeoloji Mühendisi Yalçın Esen ise Börtlüce Mağarası'nın turizme kazandırılması için gerekli olan incelemelerin yapıldığını, hazırlanan raporun Denizli Tabiat Varlıklarını Koruma Şube Müdürlüğü'ne teslim edileceğini ve bunun ardından mağaranın tescil işlemlerinin başlayacağını kaydetti.

Yenigün Ege, 09.02.2012

ABD ÜNİVERSİTESİ'NDE ÇIKTI

 

  

 

ABD’nin Kentucky eyaletindeki Bowling Green Üniversitesi’nin Wolfe Sanat Merkezi’nde 47 yıldır sergilenen 12 Anadolu mozaiği ile ilgili şok bir iddia ortaya atıldı. Ağustos ayında üniversitede göreve başlayan antik sanat tarihi uzmanı Doktor Stephanie Hooper, mozaiklerin Zeugma’dan çalınmış olabileceği ihtimalini gündeme getirdi. Antioch kentinde yerinden sökülen 300 mozaiğin görüntülerinin yer aldığı kataloğu inceleyen Hooper, üniversitedeki mozaikleri burada bulamadı.  Bunun üzerine Zeugma antik kentinden 1960’dan bu yana çıkarılan mozaiklerin yer aldığı başka bir kataloğu inceledi. Buradaki mozaiklerin, üniversitedekilerle birbirlerini şekil, boyut, yapı ve renk açısından tamamladığı fark etti. Mozaiklerin üniversiteye gelişine dair belgeleri incelemek istediğinde ise daha büyük bir skandalla karşılaştı. Normalde bu eserlerin tarihini anlatan belgelerin bulunması gereken dosyada sadece birkaç mektup yer alıyordu. Sanat fakültesi öğretim üyesi H. Broadley ile okulun rektörü William Jerome arasında yapılan bu yazışmalarda, mozaiklerin New York’ta galeri sahibi Peter Marks isimli bir adamdan 35 bin dolara 1965’te alındığı belirtiliyordu. Mozaiklerin çalındığı şüphesi doğunca hem FBI ile hem de Türkiye ile temasa geçildi.

Mozaikler iade edilecek mi?
Üniversite sözcüsü Dave Kielmeyer ise okulun FBI ile temas kurduğunu ve incelemenin sonucunu beklediğini belirterek, “Mozaiklerin geri gönderilip gönderilmeyeceğini söylemek için henüz erken. Ancak üniversite antik eserler satın almaz” dedi. Rektör Mary Ellen Mazey de, “Biz bu mozaiklere, okul tarihimizin yarısında ev sahipliği yaptık. Doğru olanı yapacağımıza emin olabilirsiniz” ifadelerini kullandı.

Vatan, Haber: Özer Özbayraktar, 08.02.2012




ERMENİ BENZERLİĞİ HEYKEL KALDIRTTI

 

 

Kütahya Dumlupınar Üniversitesi kampüsünde bulunan aslan ve kartal figürlü heykel, Ermenistan Cumhuriyeti armasına benzediği iddiasıyla kaldırıldı.

 

Gazi Üniversitesi Öğretim Görevlisi heykeltraş Atanas Karaçoban kararı şaşkınlıkla karşıladı. Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Öğretim Görevlisi Atanas Karaçoban'ın, Dumlupınar Üniversitesi'ne yaptığı heykel, Ermenistan Cumhuriyeti armasına benzetildiği için Üniversite Yönetim Kurulu kararıyla kaldırıldı.

Kütahya Dumlupınar Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Ahmet Karaaslan, Ermenistan'ın devlet armasına benzediği ileri sürülen "Aslan ve Kartal" heykelinin yerinden sökülüp depoya kaldırıldığını söyledi.

Rektör Karaaslan, "Üniversitemizin giriş kapısındaki 2 heykel estetik olarak da şık değildi. Bu heykellerin Ermenistan'ın devlet armasına benzediği yönünde çok sayıda şikayet aldık. Üniversitemizin danışma kurulu, şikayetler üzerine söz konusu heykellerin kaldırılması yönünde bir karar verdi. Heykeller depoya kaldırıldı" dedi.

Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Öğretim Görevlisi Atanas Karaçoban ise duruma tepki gösterdi.

Kendisine danışılmadan böyle bir uygulama yapılmasından büyük üzüntü duyduğunu ve derinden yaralandığını belirten Karaçoban, "Keşke önce bana bir sorsalardı. Heykelimin, uzaktan yakından öyle bir armayla alakası yok. Ben Türk'üm ve Atatürk milliyetçisi bir insanım" diye konuştu.

Ermenistan Cumhuriyeti armasında yer alan simgelerden bazılarının Selçuklu simgeleri olduğunu belirten Karaçoban armada yer alan Ağrı dağına da vurgu yaparak, "Ben armadan esinlenmedim. Aslan ve kartal Türklerin simgesi ve isimleridir" şeklinde konuştu.

Yaşanan olaylar karşısında çok üzgün olduğunu belirten Karaçoban, "Heykeli yaparken beni alkışlayan yönetim bugün heykeli kaldırdı. Heykeli kaldıran yönetim kurulu üyelerinin soyadları arasında Erarslan, Karaarslan ve Arslan ismine sahip olanlar var. Olayı ironik buluyorum" açıklamalarında bulundu.

Radikal, 08.02.20212

İSTANBUL'UN FETHİNDE KULLANILAN BELGELER BULUNDU

 




Harita mühendisi emekli Tümgeneral Cevat Ülkekul'un Topkapı Sarayı'ndaki arşivlerde bulunan haritalarda yaptığı çalışmalar sonucu, İstanbul'un fethi sırasında Haliç'e indirilen gemilerin kullandığı güzergahlardan biri olarak kabul edilen Dolmabahçe-Kağıthane bölgesine ilişkin belgeler ilk defa ortaya çıktı.

 

İstanbul Kültür AŞ'nin yayınladığı ''1453'' dergisinde, Ülkekul imzalı ''Fatih Sultan Mehmed'in Donanma Gemilerini Karadan Denize İndirmesi Üzerine bir Araştırma'' başlıklı makalede, bu bilginin gerçekliğini kanıtlamak için yapmış olduğu teknik çalışmalar detaylı bir şekilde anlatılıyor.

Makalede, İstanbul'un kuşatılması sırasında Fatih Sultan Mehmed'in donanma gemilerini karadan yürüterek Haliç'e indirmesi, kuşatmanın ve tarihinin en ilginç olaylarından biri olarak tanımlanıyor. Olayın Türk gemilerinin karadan yürütülmelerinin ilk değil, ikinci harekat olduğu belirtilen makalede, her ne kadar Fatih Sultan Mehmet'in yaptığı savaş stratejisiyle, arazi durumu ve gemi sayısıyla mukayese edildiğinde oldukça küçük çapta bir harekat olarak değerlendirilebilirse de, Gazi Umur Reis'in Türklerde gemileri karadan yürüten ilk komutan olduğu kaydedildi.

 

Gemilerin karadan yürütülmesinin Fatih Sultan Mehmet'ten sonra da sürdürüldüğü ve küçük çapta benzer bir harekatın 1565 yılındaki Malta kuşatması sırasında da sandallarla da yapıldığı bildirilen makalede, daha önce yapılan tüm girişimlere rağmen, Fatih'in gemilerini karadan yürütüp denize indirmesi harekatının, arazi yapısı, savaş durumu ve gemilerin yapısı ve büyüklüğü dikkate alındığında günümüzde bile bugüne kadar yapılmış en cüretkar ve dahiyane bir hareket olarak değerlendiriliyor.








GEMİLER DENİZE NASIL İNDİRİLDİ?
İstanbul'un kuşatılması sırasında Osmanlı donanmasına mensup gemilerin, 22 Nisan 1453'te sabah vakti, Kasımpaşa limanındaki dere yatağı ağzında belirdiği, bu gelişme karşısında pek çok Bizanslı'nın şaşkınlık ve umutsuzluk içerisinde kaldığı belirtilen makalede, ''Bu gemiler buraya nasıl gelmişlerdi? Çünkü Haliç'in çıkışı noktası olan Karaköy-Eminönü bölgesi gerilmiş zincirlerle kapatılmıştı. Üstelik bu zincirler çözülmemiş ve yerinde duruyordu. Haliç'in diğer tarafı da Kağıthane ve Alibeyköy derelerinin suyunu ve toprağını taşıyan bir alandı. Peki Osmanlı gemileri Kasımpaşa önlerine nasıl gelmişti?'' ifadelerine yer verildi.

Makalede, Fatih'in kuşatma sırasında gemilerin karadan denize indirilmesinde izlenilen güzergaha ilişkin iki görüş bulunduğu anlatılarak, birinci görüşe göre, ''Gemiler, İstanbul Boğazı'nın Avrupa yakası kıyılarından hareketle Kasımpaşa üzerinden Haliç'e indirilmiştir'' deniliyor. İkinci görüşe göre ise ''Gemiler, Okmeydanı veya civarından denize indirildi'' denilen makalede, bu söz konusu iki görüşün ortak noktası Osmanlı gemilerinin Kasımpaşa önlerinde Haliç'te konuşlanmış olduğu hususu olduğuna dikkat çekilerek, şu bilgilere yer veriliyor:

''Ancak gemi sayısı kadar, hatta ondan da önemli olarak gemilerin hangi güzergah izleyerek karadan götürüldükleri konusunda hale bir fikir birliği bulunmamaktadır. Gemilerin büyük olasılıkla Dolmabahçe bölgesinden veya Tophane limanı civarından yukarı çıkılarak, bugünkü Kumbaracı yokuşunu takiben, Asmalı Mescit'ten Tepebaşı yolu ile Kasımpaşa'ya indirildiği genel kabul görmektedir. Hangi görüş ortaya çıkarsa çıksın ortada iki gerçek bulunmaktadır. Birincisi, Fatih'in donanma gemilerini karadan ayırarak Haliç'e indirmiştir. İkincisi ise gemilerin karadan aşırıldığı güzergah zamanla kaybolmuş ve artık bilinmemektedir. Bu nedenle değişik görüşler bulunmaktadır.''








HARİTALAR İLK DEFA ORTAYA ÇIKTI
Türk denizciliği ve haritalar üzerinde araştırmalar yapan Ülkekul, konuya ilişkin AA muhabirine yaptığı açıklamada, Fatih'in gemilerin Haliç'e indirdiği güzergah ile ilgili fikir birliğinin bulunmadığını, bazılarını ise gemilerin karadan Haliç'e indirmediği yönünde olduğunu dile getirdi.

Ülkekul, Topkapı Sarayı Müzesi arşivinde çalıştığı sırada ''Sultan Mehmet'in İstanbul muhasarasında ordularını yürüttüğü yolların haritası'' adı altında bir dosya bulduğunu anlattı.

Ülkekul, ''Büyük olasılıkla 2. Mahmud, ecdadı Fatih'in dahiyane düşüncesi ve girişiminin canlı tanığı olabilecek, 'donanma gemilerini karadan aşırıp denize indirdiği yolun' giderek kaybolduğunu görmüş, yolun izlerinin büsbütün silinmeden kayıt altına alınabilmesi için söz konusu haritaları yaptırmış olabilir'' diye konuştu.

Ülkekul, Topkapı Sarayı'nda bulunmuş olmaları, kapsadığı alan ve içerikleri birlikte ele alındığında söz konusu haritaların veya en azından bazılarının İstanbul'un fethine ilişkin bilgi vermek üzere özel olarak yaptırıldığı sorusunu akla getirdiğini söyledi. Haritaların büyük ölçekli olmaları ve kapsadığı alanlar incelendiğinde, kara harekatıyla ilgili olmadığının görüldüğünü belirten Ülkekul, ancak deniz harekatıyla ilgili olabilecek haritaların, içerdikleri arazi dikkate alındığında ilk akla gelenin Fatih'in İstanbul'u kuşattığında donanma gemilerini karadan yürütüp, denize indirdiği ve yolu belirlemek üzere 1870'li yıllarda özel olarak yaptırılmış olabileceğini ifade etti.

Dosyadakinin bir güzergah haritası olduğunu fark ettiğini ifade eden Ülkekul, haritanın üzerindeki yazılar ve resimlerin izinden giderek bilgisayardan İstanbul'un uydu görüntülerini incelediğini ve 9 pafta haritaya eşleştirdiğini kaydetti. 2 yıllık bir inceleme sonunda birinci paftanın Dolmabahçe'den başladığını, son paftanın ise Kağıthane deresinde bittiğini belirten Ülkekul, ''Bu ilk belirlemeye göre güzergah bazı araştırmacıların yazmış olduğu gibi Dolmabahçe bölgesinden başlayıp Kağıthane deresinde son buluyordu. Haritalardan çıkardığım, Fatih'in fetih sırasında gemilerini Dolmabahçe-Kağıthane güzergahından geçirmiş olabileceği tezidir. Bu güzergah zaten araştırmacılar tarafından ortaya atılan güzergahlardan biri. Benim buna getirdiğim yenilik ise bu güzergaha yönelik haritaların ilk defa benim tarafından ortaya çıkarılması. Bu haritaları da bu şekilde yorumluyorum'' şeklinde konuştu.

Habertürk, 08.02.2012

110 YILLIK BİNA BETONA MI DÖNÜŞÜYOR?

 

 

Geçtiğimiz günlerde İstanbul'da tarihi yapıya ait yaşananların benzeri Erzurum'da gerçekleşiyor. Şehrin göbeğinde dış cephesi brandayla kapatılan tarihi Erzurum Valilik Konağı, orijinalliğinden uzaklaştırılıyor. 110 yıllık bina betona dönüştürülürken vatandaşlar yetkilileri göreve çağırıyor.

1904 yılında yapılan Vali Konağı olarak hizmet veren 3 katlı bina bir süre İdare Mahkemesi ve Ağır Ceza mahkemesi olarak hizmet vermişti. 3 yıldan fazla bir süredir restorasyon adıyla çeşitli tahribata uğratılan 100 yıllık binada kıyım brandadan dışarı taşmaya başladı. Güçlendirme adıyla ağır tonajlı kepçelerin bina içerisine sokularak çalışma yapılmasının ardından, beton marifetiyle içeriden dışarıya doğru güçlendirme yapıldı. Dış cephesi brandayla kapatılarak gözden kaçırılmak istenen binaya özelliğini veren taşlar, kompresör ve işçi gücüyle yıkıldı. Bina duvarlarının köstebek oyuğuna döndürülmesinin ardından dışarıdan da fark edilen beton marifetiyle sözde güçlendirmeler yapıldı. Binanın tarihi dokusu korunuyor görüntüsü vermek adıyla ise pencere kenarlarına siyah ahlat taşı yapıldı. Ahlat ve çevresi dışında hemen hemen hiç kullanılmayan ahlat taşının Erzurum'da tarihi kıyımı örtmek için kullanılması ise manidar karşılandı.

ESKİ VALİLİK KONAĞININ TARİHÇESİ

Binanın yapım tarihi ve yaptıranını bildiren bir kayıt yoktur. Erzurum’un eski müftülerinden Dursun Ahmet Natiki tarafından yazılan divanda ilk binanın yapılış tarihi olarak 1243 H. Ve 1824 miladi verilmektedir. Bu bina ihtiyaçlara cevap vermeyince 1904 yılında yıktırılmış, yerine gönümüzdeki bina inşa edilmiştir.Plan ve Mimari Özellikleri: Kuzey-Güney doğrultulu olan yapı 3 katlıdır. Binaya batı cephesinin ortasında bulunan üç ayrı kapı ile girilmektedir.

Doğu ve Batı cepheleri simetrik düzenlenmiş olup, köşeler ve batı cephede girişlerin bulunduğu orta blok dışarı taşıntı yapmaktadır. Kuzey ve güney cephelerde ortada bir yanlarda üçer olmak üzere simetrik düzenlenmiş üç kat pencere mevcuttur.

Erzurum Gazetesi, 08.02.2012

BAŞKAN TOPBAŞ'TAN HAYDARPAŞA VE TAKSİM AÇIKLAMASI

 

 

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Selin Ongun’un konuğu olarak A Haber’e konuk oldu. 'Bi Sormak Lazım' programına katılan Başkan Kadir Topbaş, Taksim'i yayalaştırma projesinin ayrıntılarını açıkladı. Taksim Topçu Kışlası'nın yerine bir AVM yapılacağı iddialarının asla gerçeği yansıtmadığını vurgulayan Kadir Topbaş, “Taksim’de AVM yok. AKM’nin yıkımı konusunda da bize, ‘AKM yerine cami mi otel mi yapacaksınız?’ diye sordular. Herkes kendi endişelerini veya hayallerini konuşuyor. Yok böyle bir şey. Birileri kendince evhama kapılıyor. Böyleymiş gibi konuşarak o konuyu gündemde tutuyorlar. Asla böyle bir şey yok” dedi.

“Taksim Kışlası 1939’da niye yıkıldı diye bir sormak lazım” diyen Kadir Topbaş, “Maalesef İstanbul’da savaş sonrası büyük caddeler açmak adına birçok eserler yok edildi, dozerlerle yıkıldı. Tophane Kemeraltı Caddesi’nde ne eserler yıkıldı? Bunların detaylarına girmek istemiyorum. Onların detaylarına girilirse çok şeylerden bahsetmek lazım” şeklinde konuştu. Taksim Kışlası’nın da böyle önemli bir tarihi eser olduğunun altını çizen Başkan Topbaş, şöyle devam etti:

“Bu eserin yerine konulmasının takdir edilmesi lazım. Yerine konuluyorsa, 'doğru bir şey yapılıyor' demek lazım. 'Taksim Kışlası’nın fonksiyonu ne olacak' diye sorarsanız; oranın alt katında kafeleriyle, sanat galerileriyle çok önemli bir kültür sanat merkezi haline getirileceğini düşünürseniz konu daha iyi anlaşılır. Tekrar net olarak söylüyorum; orada AVM yok”.

Taksim yayalaştırma projesini ihale sürecinin ardından 1,5 yıl içinde tamamlamayı hedeflediklerini kaydeden Başkan Kadir Topbaş, “Şu anda ihale çalışması devam ediyor. 2 yıla varmadan, yani 2013 sonuna bitirmeyi hedefliyoruz. Ona göre bir adım atıyoruz” dedi. Projenin tamamlanmasının ardından Taksim'de yayaların trafik görmeden birçok yere rahatlıkla ulaşabileceğini ifade eden Kadir Topbaş, “AKM'ye yürüyerek geçeceksiniz ve hiç bir trafik görmeyeceksiniz. Oradan yürüyerek İstiklal Caddesi'ne, yine AKM'den yürüyerek oteller bölgesine hiç bir trafik görmeden gidebileceksiniz” diye konuştu.

Programda Haydarpaşa ve Sirkeci garlarının geleceği hakkında bilgiler de veren Kadir Topbaş, bu garların alt katının yine gar olarak kalacağını, üstünün ise kültür tesisi olacağını söyledi. Yenileme çalışmaları başlayana kadar banliyölerin çalıştığını ve trenlerin seferlerinin yapıldığını hatırlatan Başkan Topbaş, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Ancak Marmaray tamamlandığında Pekin’den Londra’ya kesintisiz bir demiryolu hattınız olacak. Trene bu hat üzerindeki istasyonların herhangi birinden binebilecekseniz, o zaman Sirkeci ve Haydarpaşa garları gibi bir merkeze ihtiyacınız olmuyor. Buralar, ancak belki nostalji boyutunda, belki çok az seferle çalışacak. Sirkeci Garı farklı fonksiyonlar yüklenerek belki sanat galerilerinin ve kültürel aktivitelerin olduğu bir yer olacak”.

“Haydarpaşa Garı da aynı tarzda olacak; çünkü çok yoğun hareketlilik olmayacak” diyen Topbaş, “Ancak nostalji tarzında ya da çok az sayıda seferler yapılacaktır. Bu fonksiyonlar olmayacağı için Haydarpaşa bölgesinin tamamına yönelik koruma amaçlı imar planları yapıldı. Ulaştırma Bakanlığı tarafından planları bizzat bizim hazırlamamız istendi. Koruma Kurulu’ndan gelen son kararda Haydarpaşa Garı’nın altı gar olarak kalacak. Ama bu gar ne kadar işlerse, belki altında yine sergiler yapabilirsiniz. Üst katların da idari bina ve kültürel tesis olarak değerlendirileceği lejantı var” şeklinde konuştu.

Yapı, 08.02.2012

ALANYA KALESİ'NE TELEFERİK PROJESİ

 

 

Alanya Belediye Başkanı Hasan Sipahioğlu'nun başkanlık ettiği meclis toplantısında Alanya Kalesi'ne teleferik yapılması ile teleferik hattını destekleyecek ve verimli kullanılmasını sağlayacak ulaşım alternatiflerinin oluşturulduğu rapor ele alındı. Sipahioğlu, yaptığı konuşmada, projenin tahmini olarak 7-8 milyon liraya mal olacağını söyledi. Projeyi tek başına hayata geçirmeye Alanya Belediyesinin gücünün yetmeyeceğini anlatan Sipahioğlu, yap-işlet-devret modeliyle projeyi hayata geçirmek için talipli firmalar olduğunu söyledi. Teleferik projesinin, ilçe turizmine önemli fayda sağlayacağının altını çizen Sipahioğlu, ''Çünkü Alanya Kalesi'ne otobüslerle turist getiren firmalar, turistlere 30 dakika süre veriyor, sonra da turistleri alıp şehirden götürüyor. Bu proje ile turistleri kentle bütünleştireceğiz'' dedi.
    
AKP Grup Başkanı Mustafa Berberoğlu, Alanya Kalesi'nin, ilçenin en önemli tanıtım aracı olduğunu, İmar Komisyonu'nda Kültür ve Turizm Bakanlığı, Mimarlar Odası ve Kent Konseyi'nin de bu konudaki görüşlerinin alınması hususunda şerh koyduklarını söyledi. Teorik olarak Alanya Kalesi'nin tek sahibinin Kültür ve Turizm Bakanlığı olduğuna değinen Berberoğlu, ''Bu nedenle görüşünün en başta alınması gereken kurumun Kültür ve Turizm Bakanlığı olduğunu düşünüyorum. Biz bu projeye karşı değiliz. Böyle bir algı oluşmasın. Ama sivil toplum kuruluşlarının da görüşünün alınarak projeye herkesin dahil edilmesini istiyoruz'' diye konuştu.
    
CHP'li Meclis Üyesi Levent Benal de Alanya Kalesi'ne otobüslerle taşımacılık yapılmasının büyük sorun yarattığını, bu nedenle teleferik projesinin bölgeye büyük artı değer kazandıracağına inandığını ifade etti. Projeyle ilgili Çevre ve Şehircilik Bakanlığının da görüşlerinin alınması gerektiğini ifade eden Benal, ''Ayrıca ihale aşamasında bu işin yapımını üstlenecek firmalara engelliler için de rahatça inilip binilecek rampalar yapmaları talep edilsin'' ifadesini kullandı.
    
CHP'li üye Nilüfer Sadullahoğlu Zavlak, projeyle ilgili tek endişesinin Alanya Kalesi'nin siluetinin bozulması olduğunu belirterek, buna dikkat edilmesi gerektiğini kaydetti.

MHP'li Meclis Üyesi İbrahim Görüş, projenin Alanya için önemine değinerek ''Ama her adımın da iyi düşünülmesi gerek. Simülasyonları yapılıp bizlere ve kamuoyuna gösterilse proje daha iyi anlaşılır diye düşünüyorum'' dedi.

Konuşmaların ardından, ''Yürüyen bant ve teleferik güzergahının Alanya Kalesi Koruma Amaçlı İmar Planı'na işlenmesi'' talebini içeren teleferik hattını destekleyecek ve verimli kullanılmasını sağlayacak ulaşım alternatiflerinin oluşturulduğu rapor, oy birliği ile kabul edildi.

Yapı, 08.02.2012

DOLMABAHÇE ÇINARLARI ÇÜRÜYOR

 

Dolmabahçe Sarayı'nın yan tarafındaki asırlık anıt ağaçların uzun süredir hastalıktan dolayı gövdelerinde meydana gelen oyuklar nedeniyle yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya. Ağaçların "stain canker" olarak adlandırılan "doku bozuklaşması" hastalığına yakalandığı belirtildi. Uzmanlar, hastalıklı ağaçların kesilmemesi halinde diğer ağaçlara da hastalık bulaştıracağını kaydediyor. Koruma Kurulu da ağaçların kesilmesi kararını verdi. Büyükşehir Belediye yetkilileri anıt ağaçların kesilmesinin ardından yerlerine yenilerinin dikileceğini söyledi.

Sabah, Haber: Mustafa Kaya, 08.02.2012

BİNALARIN İNŞASINDA ANTİK KENTİN KALINTILARINI KULLANMIŞLAR

 

Kastamonu’nun Taşköprü İlçesi'nde, 1927′de çıkan büyük yangının ardından inşa edilen çok sayıda evin ve kamu binasının yapımında Pompeiopolis antik kentinin kalıntılarının kullanıldığı bildirildi.

 

AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, Roma İmparatorluğu döneminde MÖ 64 yılında kurulan Paflagonya’nın eyalet merkezi olarak Taşköprü’nün kuzeyine inşa edilen Pompeiopolis kentinin kalıntıları, ilçede 1927′de yaşanan büyük yangından sonra yeni yapılan binalarda kullanılmış.

 

Yangında binaların yüzde 80′inin kullanılamaz hale geldiği bildirilen Taşköprü’de yapılan inşaatlarda, antik kentteki sütun ve mozaiklerden faydalanılmış.

 

Taşköprü Belediye Başkanı Hüseyin Arslan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, uzmanlar tarafından Zeugma ve Efes kadar önemli olduğu vurgulanan Pompeiopolis antik kentinin kalıntılarının 1927′deki yangının ardından birçok ev ve kamu binasının yeniden inşasında kullanıldığını söyledi.

 

İlçedeki ziyaretçilerin evlerin temel kısımlarının yanı sıra duvarlarında antik kalıntıları hemen fark ettiğini anlatan Arslan, “Büyük yangınla sarsılan ilçe halkı, yarasını sararken yanı başında bulunan ve asırlara meydan okuyan Pompeiopolis antik kentinin kalıntılarına sarılmış. İlçenin yüzde 80′inin kül olduğu yangından sonra vatandaşlar çareyi antik kentin kalıntılarını kullanmakta bulmuş” dedi.

 

Arslan, Pompeiopolis antik kentinde Kültür ve Turizm Bakanlığı desteğiyle 6 yıldır uluslararası kazıların sürdürüldüğüne dikkati çekerek, şunları söyledi:

“Geçmişten ders alarak, çalışmalarımıza devam ediyoruz. Antik kent artık güvende. Almanya Münih Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Latife Summerer başkanlığında yürütülen çalışmalar sonucu tarihi hamam, tapınak, antik tiyatro, Roma dönemine ait villalar, pazar yeri, çok sayıda mozaik ve sikke ile çeşitli eserlere ulaşıldı. Bu yönüyle de Pompeiopolis kısa sürede Karadeniz’in simgesi olacak. Burayı Efes’ten farklı kılan en büyük özellik Romalılar tarafından sıfırdan inşa edilmiş olmasıdır. Bir açık hava müzesini andıran Taşköprü’de arkeoloji ve kent tarihi müzesi yapma çalışmalarımız da devam etmektedir.”

haberler.com, 07.02.2012

GALATA RUM İLKOKULU VAKFA İADE EDİLDİ

 

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü, Galata Rum İlkokulu Vakfı'na ait okul binasının vakfa iadesini kararlaştırdı. Vakıflar Meclisi toplantısında, Galata Rum İlkokulu Vakfı'nın İstanbul'daki okul binasının iadesi için yaptığı başvuru değerlendirildi.

Vakfın ibraz ettiği, Galata'daki Rum İlkokulu'nun kendilerine ait olduğunu gösteren belgeleri inceleyen Vakıflar Meclisi, Vakıflar Kanunu'na 28 Ağustos 2011'de eklenen geçici 11. madde çerçevesinde kararını verdi. Vakıflar Meclisi, okul binasının vakfa iadesinin yapılabileceğini kararlaştırdı.

Galata'daki ilkokul binasının, 1936 yılında verilen beyannamede, vakfın mülkleri arasında gösterildiği ve 1974 yılından sonra hazineye geçtiği öğrenildi.

Vakıf yetkilileri, okul binasının iade işlemlerinin 2 ay içerisinde tamamlanacağını bildirdi.

Galata Rum İlkokulu Vakfının başvurusunun, azınlık mallarının iadesine yönelik yapılan ilk başvuru olduğu belirtildi.

Bu arada, mallarının iadesi için 13 azınlık vakfının Vakıflar Genel Müdürlüğüne başvurduğu öğrenildi.

Radikal, 07.02.2012

 

******


RUM OKULU KÜLTÜR MERKEZİ OLUYOR

 

İstanbul Karaköy'deki Galata Rum İlkokulu'nun iade kararı Rum cemaatinde sevinçle karşılandı. Yurtdışında yaşayan okulun eski mezunları vakıf başkanına ağlayarak telefon edip sevinçlerini anlattı. Vakıf, 2 ay sonra tapu tescilinin yapılmasının ardından 127 yıllık tarihi binayı kültür merkezi haline getirmek için çalışmalara başlayacak. Cemaat vakıflarının temsilcisi Laki Vingas, "Çok hayırlı bir karar. Çok beklediğimiz bir karardı. İstanbulluların da faydalanacağı bir kültür merkezi haline getirmek istiyoruz" dedi. Galata Rum İlkokulu Vakfı Başkanı Meri Komorosano da, "Kararı duyduğumda kulaklarıma inanamadım. 'Ciddi misiniz' diye sordum. Çok sevindik. Okulumuza kavuştuk" şeklinde konuştu.

Sabah, Haber: Hasan Ay, 09.02.2012

İSPANYOL RESSAM VE HEYKELTRAŞ TAPIES ÖLDÜ

 

 

Çağdaş sanatın önemli isimlerinden İspanyol ressam ve heykeltraş Antoni Tapies 88 yaşında hayatını kaybetti.


Tapies'in doğduğu yer olan Katalonya bölgesi hükümetinden yapılan açıklamada, ünlü ressamın dün akşam Barselona kentinde öldüğü belirtilerek, Tapies'in 2007'den beri sağlık durumunun iyi olmadığı kaydedildi.

Tapise, İspanya'da 20. yüzyılın ikinci yarısında soyut ve avant-garde sanatın önemli temsilcilerinden biriydi.

13 Aralık 1923'te Barselona'da doğan Katalan ressam, heykeltraş ve sanat kuramcısı Tapies, 1943'te Barselona Üniversitesi'nde hukuk öğrenimine başladı.

Ancak üç yıl sonra bütün zamanını resme ayırabilmek için okulu bıraktı. Sanatçı olarak kendi kendini yetiştirdi ve 1948'de Barselona'da gerçeküstücü sanatçı ve yazarların katıldığı ve şair Joan Brossa'nın kurucusu ve lideri olduğu Dau al Set (Yedili Zar) adlı gerçeküstücü ve dadaist grubun kuruluşuna katıldı, 1950'de Barselona'da ilk kişisel sergisini açtı.

1950'lerin başlarında Paris'ta yaşayan Tapies, burada Max Ernst'in Doğal Tarih adını taşıyan frotaj serisine karşılık aynı adı taşıyan ama sosyal içeriğe sahip bir resim serisi düzenledi.

Tapies, daha sonra Fransız resminin etkisiyle soyut sanata yöneldi. Zamanla gerçeküstücü imgelerden uzaklaştı ve 1955'te kalın bir boya hamuruyla (impasto) çalışmaya başladı.

Soyut dışavurumucu resimleri anımsatan bu yapıtlarıyla ünü ülkesinin dışına da yayıldı. Sonraki yapıtlarında kova, ayna ve ipek çorap gibi gerçek nesnelerle çalışma masası gibi daha büyük nesneleri bir araya getirmeye başladı.

"Samanlı Masa" adlı yapıtında gerçek bir masayı tual olarak kullandı. 1990'da Barselona'da 2 bin kadar sanatçının yapıtının bulunduğu Antoni Tapies Vakfı açıldı. Tapies'in hayatına ve çalışmalarına adanan vakıf, sanatta modernizmin anlaşılması ve yeni sanatçıların yetişmesi için örnek oldu.

Cnn Türk, 07.02.2012

ROMA SÜTUNLARINDAN
MUSALLA TAŞI

 

  

 

Denizli Doğa Sevenler Derneği (DOSEV) Başkanı Ümit Şıracı, Honaz İlçesi'ne yaptığı bir doğa gezisinde, Roma Dönemi'ne ait 3 gladyatörün kabartmalarının bulunduğu taşın istinat duvarı yapımında, 2 sütun başının da bir caminin musalla taşına ayak olarak kullanıldığını görünce fotoğraflarını çekip internette paylaştı.

Çok sayıda antik kentin bulunduğu Denizli'de başka tarihi eserlerin de müzelere teslim etmek yerine, bu şekilde farklı işlerde kullanılmış olabileceğine dikkat çeken DOSEV Başkanı Ümit Şıracı Şıracı, "Tarihi eserlerin kullanıldıkları yerleri görünce gözlerime inanamadım.


Hemen fotoğraflarını çekip internette paylaştım. Onların yeri müze olmalıydı" dedi.

Laodikya Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek de Denizli'de bu tür ilginç manzaralarla karşılaşmanın mümkün olduğunu belirterek, her 3 tarihi eserin hemen koruma altına alınıp envantere işlenmesi ve müzede sergilenmesi gerektiğini söyledi.

Radikal, Haber: Ramazan Çetin, 07.02.2012



"HAYDARPAŞA AYNEN KORUNACAK"

 

Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım Basın Kulübü programında gazeteciler, Belkıs Kılıçkaya, Ceyda Karan, Nihal Bengisu Karaca ve Selçuk Tepeli'nin sorularını yanıtladı.

Kamuoyunda akıbeti merak edilen tarihi Haydarpaşa Garı için "garanti" veren Bakan Yıldırım, "Projede ne olursa olsun yapılaşmanın hiçbiri Haydarpaşa'nın silüetini bastırmayacak. Her halükarda gar binası aynı şekilde muhafaza edilecek" dedi.

KANAL İSTANBUL
Başbakan Erdoğan'ın "çılgın proje" olarak takdim ettiği Kanal İstanbul projesi hakkında da bilgiler veren Yıldırım, "Kanal İstanbul dediğimiz proje 23 milyon metreküp kazı demek. 40 kilometre uzunluğunda en az 300 metre genişliğinde ve 70 metre derinliğinde kanal demek. En az iki sene proje etüt çalışması gerekiyor. Dünyanın en büyük projelerinden birini yapıyoruz" dedi.

Projenin Başbakan Erdoğan'ın taahhüdü olduğunu ve çalışmaların fiilen başladığını kaydeden Yıldırım, "Kazılarda toplanan toprak ile 6 kilometrekarelik bir ada yapabiliyorsunuz. Bunu üçüncü havaalanının dolgu alanında kullanacağız ya da kömür ocakları var Kilyos'tan Terkos'a kadar o çukurları dolduracağız" diye konuştu.
Habertük (kısaltarak), 07.02.2012

EDİRNE'DE SEL ALARMI!

 

 

Bulgaristan'ın Harmanlı bölgesindeki çöken İvonova barajından gelen suların karıştığı Tunca ve Meriç nehirlerinin debileri dün sabahtan itibaren artışa geçerek, yer yer taşkınlara neden olmuştu. Tunca Nehri, Sarayiçi mevkinde yatağından çıkması sonucu Tarihi Kırkpınar Yağlı Güreşleri'nin yapıldığı Er Meydanı, Balkan Şehitliği ve Adalet Kasrı'nı sular altında bırakmıştı. Sabaha karşı da Tunca Nehri, iki köprü arası mevkinde bazı alanlarda taşkına neden oldu.

 

Tunca Nehri'nin debisinin tavan yaptığı 213 metreküp/saniye seviyesinden düşüşe geçtiği öğrenildi. Son ölçümlerde Tunca Nehri'nin debisi 200 metreküp/saniyeye düştüğü belirlendi.

 

Tunca'nın debisinin düşmesinin aksine Meriç Nehri'nin debisindeki yükseliş devam ediyor. Meriç Nehri'ndeki debi yükselişi nehir kenarında çay bahçelerinden net olarak gözlenebiliyor.

Nehir suları yaklaşık 1 buçuk metre yüksekliğindeki aydınlatma lambalarının neredeyse üzerine kadar çıktı. Son ölçümlere göre Meriç Nehri'nin debisi 1269 metreküp/saniyeden, 1291 metreküp/saniye seviyelerine çıktı.

Habertürk, 07.02.2012

KORUMA KURULU KARARI KALDIRILAN BİNANIN YIKIMINA BAŞLANDI





Zonguldak'ta, Karabük Kültür ve Tabiat Varlıkları'nı Koruma Kurulu'nca koruma kararı kaldırılarak yıkım kararı alınan kentin en merkezi yerindeki Türkiye Taşkömürü Kurumu'na (TKK) ait tarihi kömür yıkama tesisi (lavuar alanı) binasının yıkımına başlandı.

1957'den itibaren TTK'da üretilen kömürlerin yıkandığı 141 bin metrekare alana sahip Terakki Mahallesi'ndeki kömür yıkama tesisi, 2006'da ekonomik ömrünü tamamladığı gerekçesiyle devre dışı bırakıldı. Karabük Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, Mimarlar Odası Zonguldak Şubesi'nin başvurusu üzerine kömür yıkama tesisini, 'Endüstri mirası' olarak tescilleyerek koruma altına aldı. Harabe halindeki bir bina ile 3 kuleden oluşan tesisin bulunduğu alan, geçen sürede çöplüğe döndü.

Karabük Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, Zonguldak Belediyesi'nin başvurusu üzerine geçen Kasım ayında tesiste yeniden inceleme yaptı. İnceleme sonunda alandaki harabe binanın koruma kararı kaldırıldı. Kulelerin ise korunmasına devam edildi. Zonguldak Valiliği'nin aldığı yıkım kararıyla da bugün binanın yıkım çalışmasına başlandı.

İş makineleri, yıkıma çatıdan başlayabilmek için binanın yanına hafriyat yığarken, vatandaşlar çıkan demirleri toplamaya çalıştı. Çoğunluğu Romanlar'dan oluşan vatandaşlar, tehlikeye aldırmadan, iş makinelerinin hafriyat aldığı yerlerden çıkan demir, kablo gibi hurdaları topladı. Vatandaşlar, topladıkları hurdaları satarak aile bütçelerine katkı sağlayacaklarını söyledi.

Zonguldak Belediye Başkanı CHP'li Muharrem Akdemir, binanın yıkılmasının ardından, lavuar alanı için daha önce uygulanması planlanan sosyal yaşam projesini hayata geçirmek istediklerini söyledi. Arazinin TTK'ya ait olduğunu hatırlatan Başkan Akdemir, "Benim gönlüm, daha önce belediyenin açtığı proje yarışmasında 1'inci olan projenin burada uygulanması. Bunun için devlet yetkilileriyle görüşeceğiz. Bu alanın, insanların çocuklarıyla gezebileceği, çay içebileceği, güzel vakit geçirebileceği bir yer olmasını istiyorum" diye konuştu.

haberler.com, 06.02.2012

SEVAN NİŞANYAN'A HAPİS CEZASI

 

İzmir'in Selçuk İlçesi’ne bağlı Şirince Köyü’ne, Dalyan’daki kaya mezarların benzerini yaptıran turizmci ve yazar Sevan Nişanyan, 5 ay hapis cezasına çarptırıldı. Mahkeme kararına göre Nişanyan’ın aldığı ceza ertelenmeyecek, paraya çevrilmeyecek. Temyize gideceklerini söyleyen Sevan Nişanyan, kendisine bir dava daha açılması halinde, ikinci kaya mezarını inşa edeceğini söyledi.

Türkiye’nin en tanınmış turistik köylerinden olan Şirince’de yaptırdığı binalar yüzünden gündeme gelen, son olarak da köy yakınlarına yaptırdığı kaya mezarı ve kule nedeniyle devletin birimleriyle girdiği tartışma ile anılan yazar Sevan Nişanyan, bir kez daha hapis cezası ile karşı karşıya kaldı. Yasalara aykırı olarak yaptırdığı binalar yüzünden 2001 yılında 10 ay hapis yatan Nişanyan, bu kez de köy yakınlarındaki Kayzerdağı’nda inşasına başladığı, Muğla’nın Dalyan Beldesi’ndeki kaya mezarlarının taklidine, İzmir İl Özel İdaresi tarafından vurulan mührü bozup inşaata devam ettiği suçlamasıyla 5 ay hapis cezasına çarptırıldı.

OLAYIN GELİŞİMİ
Şirince’de restore ettirdiği evlerde otelcilik yapan Nişanyan, Muğla’nın Dalyan Beldesi’nde bulunan ünlü kaya mezarlarının bir benzerini 3 işçi tutarak köyün yakınlarında bulunan Kayzerdağı’nda inşa ettirmeye başladı. Nişanyan’ın ’kaya mezarı’nı ilk olarak 29 Haziran 2009 tarihinde İzmir İl Özel İdaresi görevlileri imara uygun olmadığı gerekçesiyle mühürledi. İnşaata devam edilmesi üzerine 27 Temmuz 2009 günü yapı bir kez daha mühürlendi. Şikayet üzerine Nişanyan hakkında ’mühür bozma’ suçundan dava açıldı.

Bu arada alanın orman sınırları içerisinde olması nedeniyle Selçuk Orman İşletme Şefliği de ayrıca savcılığa suç duyurusunda bulundu.

SUÇ İŞLEMEYE EĞİLİMLİ
İzmir İl Özel İdaresi tarafından yapılan işlemle ilgili mührün bozularak inşaatın devam etmesiyle ilgili olarak Selçuk Asliye Ceza Mahkemesi’nde süren dava, geçtiğimiz günlerde sonuçlandı. Mahkeme, Nişanyan’ı ’mühür bozarak inşaatı sürdürmek’ suçundan 5 ay hapis cezasına çarptırdı. Karar metninde ayrıca Nişanyan’ın halen aynı mahkemede ’SİT alanına fiziki ve inşai müdahalede bulunmak’ suçundan Yargıtay aşamasında olan 7 davası bulunduğu belirtilerek, "Yargılama aşamasında duyduğu pişmanlığın dosyamıza yansımamasına, suç işleme hususundaki eğilimine göre ileride bir daha suç işlemeyeceği hususunda mahkememize olumlu nitelikte bir kanaat gelmediğinden, hükmün açıklanmasının geri bırakılması, erteleme ve paraya çevirmeye ilişkin hükümler, sanık lehine kullanılmamıştır" denildi.

Mahkeme, Nişanyan ile birlikte yargılanan üç inşaat işçisinin ise ’onun sözüyle hareket ettikleri’ gerekçesiyle beraatlerine karar verdi.

Karar uyarınca ceza paraya çevrilemeyecek, ertelenmeyecek ve Nişanyan hükümlülük süresi bitimine kadar, suçu kasten işlediği için velayet, süreli ya da geçici kamu görevlerinden, seçme ve seçilme ehliyetinden, tüzel kişilik yöneticiliklerinden, kamu kurumlarının iznine tabi mesleği icra etme haklarından yoksun kalacak.

BİR MEZAR DAHA YAPACAK
Selçuk Asliye Ceza Mahkemesi’nin verdiği karar için temyize gideceklerini söyleyen Sevan Nişanyan, kendisine bir dava daha açılması halinde ikinci kaya mezarını inşa edeceğini söyledi. Nişanyan, "Daha önce de ormana zarar verdiğim için 5 ay hapis cezası almıştım. Umrumda bile değil. Davalar devam ediyor, sayısını bile unuttum. Mahkemelerden gelen celpleri okumadan çöpe atıyorum. Yanlış hatırlamıyorsam 7 tane mahkumiyetim var. Arkadaşlar eğlensinler. Kaya mezarının iskelelerini önümüzdeki hafta indireceğim. Eğer Anıtlar Kurulu bana bir dava daha açarsa kurul üyeleri için ikinci kaya mezarını yapacağım" dedi.

Habertürk, 06.02.2012

MÜZELİK BİR DURUMUMUZ VAR! MÜZECİLİĞİMİZ MÜZELİK OLMUŞ!

 

Bu da dünyada bir ilk olsa gerek!

Müzeciliğimiz zamana ayak uyduramayınca, müzelik olmuş!

O kadar söylemiş Batılı müzeci abiler.. ama nafile.. bizde tık olmamış.

Ve zaman geçmiş tik tak!

 

Uluslararası Müzeler Komisyonu'nun (International Council of Museums) sabrı taşmış nihayetinde..Türkiye'yi üyelikten sepetlemiş!

 

Türkiye müzeciliği yerinde saymak bir yana, zaman içinde gerileye gerileye toprağa gömülmüş çünkü!

 

Şimdi müzeciliğimizin kazısını yapma zamanı. Hiç olmazsa algımızda.

Ama şunu bilelim önce...

 

Geçtiğimiz yıl Türkiye'nin resmi kültür harcamalarına, Gayrı Safi Milli Hasıla'ya göre oran olarak 0,00015 bir pay ayrılmış (şaka gibi).

 

Oysa aynı dönemde bazı Avrupa ülkelerinin kültürel harcamalara yaptıkları yatırım, Gayrı Safi Milli Hasıla'larına göre şu oranlardaymış; Estonya 1,9, Belçika 1, Danimarka 0,9, Avusturya 0,9, Macaristan 0,9, İtalya 0,6, İngiltere 0,6, Almanya 0,4.

 

UNESCO'nun desteklediği Uluslararası Müzeler Komisyonu'nun, Kültür Bakanlığı'nın desteklediği Türkiye Milli Komitesi'nin akreditasyonunu feshetme gerekçesini, Genel Müdür Julien Arfurns şöyle açıklamış: "2010 yılından bu yana süren tartışmalara rağmen, hala zamana ayak uyduramadılar." Bildiride ayrıca, Türkiye'nin 2011 yılında 8,2 oranında büyümesine karşılık, bütçesinde kültüre ayırdığı payın sadece yüzde 0,04 arttığı açıklanmış. Bu durumda Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın bütçesi, şaşırtıcı derecede düşük kalıyormuş.

 

Ne kadar zenginleşirsek, müzeciliğimiz o kadar fakirleşiyor anlayacağınız!

 

Şimdi gelelim Vehbi'nin kerrakesine:

Anadolu, kültür varlıkları açısından dünya coğrafyası içindeki en velut bölge; toprağın neresine bir kazma vursak, uygarlık fışkırıyor. Tesbit edilmiş, ama henüz kazılmamış üç bin ören yeri var –şimdilik–.

 

Uzun lafın kısası; Türkiye, bütünüyle bir müze adeta.

Dünyanın hiçbir yerinde 12 bin yıllık sistemli bir uygarlık manzarası yok!

İnsanın içinden, Türkiye Cumhuriyeti Bütçesi'nin büyük bir bölümünün bu uygarlıkların eserlerinin ortaya çıkarılması, müzelerde korunması ve sergilenmesi için tahsis edilmesi geliyor neredeyse!

O derece kıymetli ve özel bir durum var yani!

Günümüzde, gelişmiş ülkelerin müzecilik anlayışında yaşayan müzecilik var; müzelerin her biri birer kültür ve yaşam merkezi artık.

 

Müzeler, insanların bütün bir gününü geçirebileceği, eserleri seyretme dışında; çeşitli atölye çalışmalarına katılabileceği, filmler seyredebileceği, okuma salonlarından yararlanabileceği, zengin bookshop'larından kitap alabileceği, kaliteli lokanta ve kafelerinde oturabileceği, konferans ve seminerlere katılabileceği, müzik dinleyebileceği çağdaş uygarlık merkezleri gibi artık.

 

Türkiye'de ise, etrafı dikenli telle çevrilmiş, sözüm ona koruma olarak başına en yakın köyden usulen bir bekçi dikilmiş onlarca, belki de yüzlerce ören yeri var. Kapısı yıllardır kilitli müzelerimiz var. Depolara tıkılmış, teşhir edilmeyen sayılamayacak kadar çok antik eser var ayrıca.

 

Türkler bin yıl kadar önce bu topraklara girdiğinde, Anadolu boş değildi malumunuz. Onlarca asal uygarlık, yüzlerce tali uygarlık ve bunların eserleri, kültürleri vardı.

 

Türkiye, sahip olduğu kadim uygarlıklardan ve bunların eserlerinden korkmamalı!

 

Cumhuriyet'in kuruluş döneminde Türkiye'de, uygarlık ve kültürel varlıklarla ilgili büyük bir hamle yapılmıştı oysa; Cumhuriyet'in kurucuları, Türkiye'nin neredeyse her ilinde müzeler kurup; içlerini, sağda solda sürünen ve yeni kazılardan elde edilen eserlerle doldurmuşlardı. O zaman, bütün bu uygarlıkların ve eserlerin sahiplerinin hepsinin Türk kökenli olduğuna inanılıyordu çünkü! Bu hususta –sonradan geri çekilen– şahane bir bilimsel atılım da yapılmıştı: Güneş Dil Teorisi!

Sonra ne oldu da, müzeciliğimiz bugünkü –müzelik– durumuna düştü peki?

 

Güneş Dil Teorisi çökünce, bütün o uygarlıkların ve eserlerin Türk kökenli insanlarla aslında bir ilgisinin olmadığı –bilimin reddiyesiyle– netleşince, müzecilik müzelik olma yolunda emin adımlarla ilerlemeye başladı.

 

Yasak savma kabilinden bir bütçelemeyle, (ki, bütçenin önemli bir bölümü de turistik değeri olan noktalara kaydırılmıştır ya..) dünya bizi çalışıyor görsün kabilinden, pek de kıymeti harbiyesi olmayan harcamalar yapılıyor bugün.

 

Müzecilik alanında insan yetiştirmeye gelince.. bu uygarlıkların ve bu eserlerin hacmi düşünüldüğünde; insana yatırım da yasak savma kabilinden görünüyor ne yazık ki.

 

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın 2012 bütçesinin 3.891.000 TL, Kültür Bakanlığı'nın 2012 toplam bütçesinin ise 1.705.076 TL olduğu düşünülünce müzeciliğin neden müzelik olduğu da anlaşılıyor zaten.

 

Bu arada, Uluslararası Müzeler Komisyonu, çareyi Türkiye'de bir bağımsız komite kurmakta bulmuş. Julien Arfurns da, kanayan yaraya parmak basıyor sanki: "Yeni komite kesinlikle siyasallaştırılmayacak" diyor.

 

Umarım öyle olur...

Taraf, Yazı: Telesiyej, 06.02.2012

BEYOĞLU'NDA TARİHİ BİNA ÇÖKTÜ

Beyoğlu'nda iki katlı kullanılmayan tarihi bina çöktü. Tarlabaşı Şehit Muhtar Mahallesi Fındık Sokak üzerinde bulunan iki katlı tarihi bina, saat 22.00 sıralarında çöktü. Sokakta kimsenin bulunmadığı için olayda ölen ya da yaralanan olmadı. 

Sokağa dökülen vatandaşlar durumu polis ve itfaiye ekiplerine haber verdi. İnceleme yapan itfaiye ekipleri, enkazın altında kimsenin bulunmadığını tespit etti. Yıkılan binanın tarihi olduğunu belirten mahalle sakinleri, enkazın altında kimsenin kalmamasını büyük bir şans olduğunu söyledi.

 

Yetkilileri uyardıklarını belirten mahalle sakinleri, bina tarihi olduğu için müdahale edilmediğini ileri sürdü.

Habertürk, 06.02.2012

İSTANBUL'UN GEÇMİŞİ SU YÜZÜNE ÇIKIYOR

 

 

Bin 600 yıl boyunca yedi tepeli bu şehir, birbiri ardına inşa edilip yıkıldı. Her yıkımdan sonra bir sonraki nesil eskisinin üstüne inşa etti. Bugünlerde 13 milyonluk nüfusuyla İstanbul, bu yedi tepeyi çoktan aştı. Arkeologlar bu tarihi şehrin 20 kilometre batısındaki Küçükçekmece Gölü kıyısındaki yarımadada inanılmaz bir keşif gerçekleştirdi. Milattan Önce 2'nci yüzyıla kadar giden yıkıntılar, antik bir liman kenti olan Bathonea'ya aitti. 2007 yılında yaşanan bir kuraklığın, gölün su seviyesini azaltmasıyla ortaya çıkan kent, 4 ila 6'ncı yüzyıldan kalma kalıntıları gün yüzüne çıkardı. Bu dönem, eski ismi Konstantinopolis olan İstanbul'un yükselmesinin ilk zamanlarına denk geliyor.

Sırayla Doğu Roma (Bizans) ve Osmanlı imparatorluklarının başkenti olan İstanbul'un o dönemi hakkında tarihi belgeler olsa da, somut eserlerin sayısı çok az. Bu zaten İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin İstanbul bölümündeki eser sayısının azlığı ile de ortaya çıkıyor. Aynı müzede Anadolu, Mezopotamya ve Lübnan'a ait tarihi eserler sayı ve nitelik olarak çok daha zengin. Liman kentini ilk keşfeden arkeolog Şengül Aydıngün, bu yüzden Bathonea'nın şehrin o dönemine ayna tuttuğunu söylüyor. Kuraklık yaklaşık dört kilometre uzunluğunda iyi korunmuş bir deniz duvarını ortaya çıkarınca, Aydıngün ve ekibi antik limana bağlı muhtemelen dördüncü yüzyıldan kalma iskeleler, binalar ve bir rıhtım keşfetti. Bunları başka keşifler takip etti. Arkeologlar geçen yıl yapılan çalışmalarda liman duvarları, özenle inşa edilmiş binalar, dev bir sarnıç ve bir Bizans kilisesi buldu. Buluntular bu liman kentinin yaklaşık bin yıl boyunca insanlara ev sahipliği yaptığını gösteriyor.

İki kazı sezonu boyunca Bathonea'yı inceleyen İngiltere'deki Bristol Üniversitesi'nden arkeolog Volker Heyd, "Şengül son birkaç yıldır muhteşem bir saha çalışması yürütüyor. Keşifler tarihi Konstantinopolis'in geniş kentsel alanına dair yeni bir bakış açısı sağlıyor. İnanılmaz bir hikaye ortaya çıkıyor" diyor. Aydıngün'ün ekibi ve sekiz yabancı üniversiteden araşt ırmacılar, yarımadanın doğu kesiminde daha eski, ikinci bir liman keşfetti. Taşıdığı Yunan etkileri, limanın MÖ 2'nci yüzyıldan kaldığını gösteriyor. Yakınlarda, bir Yunan tapınağının çember şeklindeki temelinin üzerinde, beşinci veya altıncı yüzyıldan kalma bir Bizans kilisesi ve mezarlığı ile taştan yapılmış, büyük bir Bizans haçı rölyefi bulundu.

 

 

Bathonea en az beş kilometrekarelik bir alana yayılıyordu. Bölge, zengin avlanma alanları ve şehre en yakın tatlı su kaynağı olan Küçükçekmece Gölü yüzünden, Konstantinopolis'in zenginlerinin dinlenmek için kaçtıkları bir yerdi. Kazı alanı, 14'üncü yüzyıl gibi yakın bir döneme ait Bizans camları ve kaliteli çömleklerle doluydu. Kilisenin ve en az bir binanın duvarları ve zemini, türkuaz renkli muhteşem bir mermerle döşeliydi. Keşfedilenler arasında 5'inci yüzyılın başlarında Konstantinopolis'te üretilmiş, üzerinde "Konstans" yazan tuğlalar da vardı. Bathonea'nın dış dünyayla bağlantısı da son derece gelişmişti. Bazı çömlekler, ithal mallara erişimi olan yerlerde görüldüğü üzere, Filistin ve Suriye gibi uzak bölgelerde yapılmıştı. Kentin geniş taş yolları vardı.

Ancak Bathonea'nın Konstantinopolis'le ne tür bir bağı olduğu henüz kesinlik kazanmadı. New York Devlet Üniversitesi'nden arkeolog Bradley A. Ault, "Bathonea belki de büyük bir şehrin uydu kentiydi" diyor. Sonarla yapılan inceleme, kıyıya yakın bir yerde kuma gömülmüş altı Bizans çapası olduğunu gösterdi. Kazı alanında genelde gemi yapımında kullanılan çiviler bulundu. Bathonea'da tek bir gemi enkazına bile rastlanmadı. Doğu Akdeniz Üniversitesi'nden sualtı arkeologu Hakan Öniz, yakın gelecekte bu tür bir keşif olmasını da beklemiyor. Göl, endüstriyel atıklar yüzünden o kadar kirlenmiş durumda ki, dalmak son derece tehlikeli. Yeni bir su arıtma tesisi, yeni keşifleri birkaç yıl içinde mümkün kılabilir. Radarla yapılan incelemeler, henüz gün yüzüne çıkarılacak birçok başka yapının da olduğunu gösteriyor. Çiftçi lerin sabanları toprağa giremediği için sakındıkları, daha iç kısımlardaki ağaçlık bölgede ise henüz bir çalışma yapılmadı. Aydıngün, "Bence bulduğumuz yapılar, iç kısımlara kadar devam ediyor. Gözünüzün önüne getirebiliyor musunuz?" diye soruyor.

Sabah, Kaynak: New York Times, Haber: Jennifer Pinkowski, Fotoğraf: Haldun Aydıngün,  06.02.2012

KABRİ BULUNURSA TÜRKİYE ANIT YAPTIRACAK

 

 

Türkiye, Büyük Selçuklu Hükümdarı Sultan Alparslan’ın mezarının bulunması için Türkmenistan ile temasa geçti.

 

Kabrin bulunması halinde Alparslan için anıt mezar yapılacak. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Alparslan’ın Merv’de olduğu tahmin edilen mezar yerinin bulunması ve üzerine bir anıt yapılması amacıyla 2009’da çalışma başlattı. Dönemin Türk Tarih Kurumu Başkanı ve ilgili kurum temsilcileri bu kapsamda Türkmenistan’a giderek incelemelerde bulundu.
 

Alparslan’ın mezar yeriyle ilgili temaslar Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın Türkmenistan ziyareti kapsamında yeniden gündeme geldi. Çağlayan, Türkmenistan Cumhurbaşkanı Gurbangulu Berdimuhammedov’dan Alparslan’ın Merv’de olduğu tahmin edilen mezar yerinin araştırılmasını istedi. Çağlayan’ın isteğini kırmayan Berdimuhammedov da araştırma yapılması için talimat verdi. Çağlayan, “Türkiye olarak buraya güzel bir anıt dikmek istediğimizi söyledik. Böyle bir talimat bugüne kadar olmamıştı. Sultan Alparslan’ın kabrinin olduğu yer süratle tespit edilir inşallah. Oraya güzel bir anıt yapılması tarihimiz, köklerimiz açısından son derece önemli. Onların olumlu tutumuna karşılık biz de Dikmen Vadisi’nin 3’üncü etabında Mahdum Kulu için bir anıt park yaptıracağız. Kısa süre içinde açılacak parka dikilecek büst, Türkmenistan’da yapılıp Ankara’ya gönderilecek. Ben de konunun yakın takipçisi olacağım” dedi.

Hürriyet, Haber: Erdinç Çelikkan, 06.02.2012

TARİHİ BİNASI OLANLARA RESTORASYON KREDİSİ

 

 

TOKİ'nin 2012 yılı restorasyon kredisi başvuruları yarın başlıyor. Başvurular 2 Mart'a kadar kabul edilecek.

Tescilli taşınmaz kültür varlıklarının restorasyonuna katkı amacıyla 2005 yılında ''restorasyon kredisi'' uygulaması başlatan TOKİ, 2005 yılından bu yana 371 kültür varlığına kredi desteği verdi. Başlatılan restorasyon projelerinden 220'si tamamlanarak Türkiye'nin kültür değerleri arasındaki yerini perçinledi.

Şimdiye kadar 28,6 milyon lira restorasyon kredisi veren TOKİ, 2010 yılında 49 restorasyon projesi için 3,9 milyon lira, 2011'de 73 restorasyon projesi için 6,4 milyon lira kredi verdi. İdare, yıkılma ve yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalan değerler için 2005 yılından bu yana 28,6 milyon liralık destek sağladı.

TOKİ'nin 2005 ve 2006 yıllarında kredi üst limiti 75 bin lirayken, 2010 yılına kadar kredi üst limiti 80 bin liraya, 2011'de ise 90 bin liraya çıkarıldı. 2012 yılıyla birlikte restorasyon kredilerinde miktar arttırılarak 105 bin lira oldu.

 

TOKİ, 2012 yılı restorasyon kredisi başvurularının yarından itibaren 2 Mart'a kadar kabul edileceğini açıkladı. Herbir proje için, keşif özetinin yüzde 70'ine kadar ve en fazla 105 bin lira olmak üzere kredi kullandırılabilecek.

Restorasyon kredisi başvurusunda ''Eserin, Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları Bölge Kurulu'nun onaylanmış rölöve ve restorasyon projeleriyle restorasyon raporu, onaylı projeye göre düzenlenmiş keşif raporu, arsanın ve binanın durumunu gösteren tapu örneği'' gibi belgeler isteniyor. Kullandırılan kredinin faizi yıllık yüzde 4, vadesi ise 10 yıl olacak. Geri ödemeler aylık sabit taksitler halinde tahsil edilecek.

Kredilerde özelikle tarihi kent dokularını sağlıklaştırılmasına yönelik olan ve yerel yönetimlerin öncülüğündeki projelere öncelik verilecek. Bakım, onarım ve restorasyon işlemleri yapılacak taşınmaz kültür varlığının; mimari ve kültürel değeri, fiziki durumu, bulunduğu çevrenin özellikleri, kullanım amacı gözönünde bulundurulacak. Taşınmaz kültür varlığının bakımı, onarımı ve restorasyonu için yapılacak işlemlerin; yapının kültür varlığı niteliğinin devamını sağlaması, gerekirse sağlıklaştırılması ve işlev kazandırılması amacına yönelik olması zorunlu.

Ankara Beypazarı Evleri, Karabük Safranbolu Evleri, Ankara Vilayet Konağı, Adıyaman Samsat Sahabe Safvan Bin Muattal Türbesi, Elazığ Çarşı Mahallesi eski Hükümet Konağı, Gaziantep Şahinbey Bayaz Han Kültür Merkezi, İstanbul Üsküdar Fatih mahkeme binası ve İstanbul Denizcilik Müsteşarlığı Bölge Müdürlüğü hizmet binası, TOKİ'nin kredisi ile yeniden hayat bulan yıkılma ve yok olma tehlikesi içindeki tarihi değerler arasında yer alıyor.

Restorasyon kapsamında, İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Eskişehir, Gaziantep, Hatay, Amasya, Bartın, Çanakkale, Muğla, Uşak, Kastamonu, Tokat, Trabzon, Giresun, Edirne, Şanlıurfa ve Artvin illeri Safranbolu, Kalecik, Bergama, Ürgüp, Taraklı, Bolaman, Bandırma, Ayvalık, Milas, Foça, İnegöl, Mudanya, İnebolu, Alanya, Akçaabat, Osmaneli, Mudurnu, Kemaliye, Göynük, Taraklı, İncesu, Zile ve Dalay ilçeleri ile Mustafapaşa, İbrahimpaşa, Kalkan, Uzungöl ve Daday beldelerindeki birçok proje için de kredi imkanı sağlandı.

Habertürk, 05.02.2012

YARIM MİLYARLIK 'İSKAMBİL OYUNU'

 

 

Katar Emirliği’nin Cezanne’ın “İskambil Oyuncuları” tablosuna rekor bir fiyat olan 440 milyon lira ödediği ortaya çıktı.

 

Vanity Fair Dergisi’ne göre Katar Kraliyet Ailesi bir süredir ressam Paul Cezanne’ın 1893 tarihli “İskambil Oyuncuları” tablosunun peşindeydi. Bu nedenle ABD’nin en etkin iki sanat simsarını devreye sokarak bir Yunan armatör ailesinin koleksiyonunda bulunan tabloyu satın almaya çalıştı. Geçen yıl Yunan armatör Yorgo Embirikos’un ölümü üzerine El Thani ailesi bir kez daha devreye girdi ve sonunda tabloyu satın aldı.
 

El Thani ailesinin tabloya 250 milyon dolar (yaklaşık 440 milyon lira) ödemesinin ardından “İskambil Oyuncuları” en pahalı sanat eseri rekorunu kırmış oldu. Daha önce bu rekor, 2006 yılında 89 milyon Sterlin (yaklaşık 248 milyon lira) ile Jackson Pollock’ın 1948 tarihli No.5 tablosuna aitti.

 

‘İskambil Oyuncuları’ isimli tablo Paul Cezanne’ın 1893 tarihinde iskambil oynayan işçileri konu alan beş eserinden biri. Post-empresyonist dönemin en önemli eserlerinden sayılan tablodaki insanların hala yaşıyor hissi verdiği söyleniyor.

Hürriyet, 05.02.2012

28 BİN ESERE ÖZEL KORUMA

 

 

Yazıldığı döneme ait temel bilgileri barındıran el yazması eserler, Milli Kütüphane’nin deposunda çok özel yöntemlerle saklanıyor. Kuruluş çalışmaları 15 Nisan 1946’da Milli Eğitim Bakanlığı Yayımlar Müdürlüğü’nde küçük bir büroda başlatılan Milli Kütüphane, bugün deposunda yaklaşık 28 bin adet paha biçilemeyen el yazması eseri barındırıyor. Eserler, ilk günkü halleriyle gelecek nesillere aktarılmaya çalışılıyor.


Milli Kütüphane Başkanı Tuncel Acar, en eskisi 10. yüzyıla kadar tarihlendirilebilen eserlerin, yaklaşık 900 yıllık bir tarihin sayfalarını gözler önüne serdiğini söyledi. Eserlerin papirüs, deri, pamuk levha ve kağıt gibi materyallere yazıldığını belirten Acar, hiçbir yazma eserin, basma eser gibi birbirinin aynısı olmadığını, bunun da eserin değerini belirlemede çok önemli olduğunu vurguladı. Acar, eserlerin nasıl korunduğunu şöyle anlattı:

 

“Depolar, yağışlı ve rutubetli olmayan havalarda pencereler açılarak sık sık havalandırılıyor. Kitapların, özellikle Arap harfli basma ve yazmaların bulunduğu depoların rutubet ve sıcaklık derecelerinin kitap sağlığı bakımından elverişli olması gerekiyor. Güneş ışınlarının kitaplara doğrudan gelmesi sakıncalı. Kitap böcekleri, havasız, tozlu ve rutubetli yerlerde bulunan yazmalarda üreyip çoğaldıkları için kitap temizliğine çok önem veriliyor. Kitaplar her yıl havadar ve güneşsiz yerlerde dikkatle temizleniyor.”


Kitapların aslına uygun bir ortamda korunup tadilatının yapılabilmesi amacıyla “Patoloji ve Restorasyon Merkezi” kurduklarını kaydeden Acar, burada el yazması eserlerin ıslak-kuru temizleme, asitten arındırma, dezenfeksiyon, leke çıkarma, pigment sabitleme, yıkama, sağlamlaştırma, tamamlama gibi restorasyon işlemlerinin yapıldığını vurguladı.


Depoda saklanan eserler arasından seçilen yaklaşık 30 kadar Kur’an-ı Kerim ve el yazması kitap, El Yazması Eserler Müzesi’nde sergileniyor. Örneğin, II. Murat için yazılan ve ilk Türk ansiklopedisi olarak kabul edilen “Muradname”de satranç ayrıntılarıyla tarif ediliyor, bu eser tıptan musikiye birçok konuyu ele alıyor. Milli Kütüphane, Avrupa Birliği’nin dijital kütüphanesi Europeana’ya Türkiye’den giren ilk kurum...

Milliyet, 05.02.2012

PICASSO, CHAGAL İSTEYEN ONA GİDİYOR

 

 

Sanat konusunda birçok etkinliğe ev sahipliği yapan Türkiye'de müzecilikte gelişiyor. Frida Kahlo, Salvador Dali, Picasso gibi dünyanın en önemli sanatçılarının eserleri artık sık sık sergi amaçlı ülkemize geliyor. Hatta sanatın büyük ustalarının eserleri sadece sergilenmiyor, aynı zamanda Türk koleksiyonerlerin beğenisine de sunuluyor. Bu hafta koleksiyonerlerin dünyaca ünlü ressamların eserlerini satın alabileceği konsept bir galeriyi gezdik. Mim Art&Antiques isimli galeri avukat Ali Hatemi ile 25 yıldır antikacılıkla uğraşan Hikmet Mizanoğlu'nun ortaklığında açılmış. Aslında Picasso, Renoir, Monet gibi büyük ustaların eserlerinin ülkemizde satılması yeni değil. Daha önce Portakal Sanat Evi'nin Yönetim Kurulu Başkanı Raffi Portakal da hem müzayede hem de sergi yoluyla Monet'ten Picasso'ya Batı'nın büyük ustalarının resimlerini Türkiye'de satmıştı. Ama Mim Art&Antiques'ı diğerlerinden farklı kılan özelliği bu eserlerin sürekli olarak bulabileceğiniz özel bir galeri olması.

Galerinin ortaklarından Ali Hatemi, pek çok önemli davanın da avukatlığını üstlenen Kezban Hatemi'nin oğlu. Ali Bey, şimdilik hukuk mesleğine ara vermiş ve hobisi olan koleksiyonerliği meslek edinmiş. Onun için resim bir yatırım enstrümanı değil bir tutku. Kendisinin daha çok Fransız modern, empresyonist ve çağdaş ressamların eserlerinden oluşan bir koleksiyonu var. Ali Hatemi ile Nişantaşı Mim Kemal Öke'de açtıkları Mim Art&Antiques'deki sohbetimizde burayı 'galeri' olarak tanımlamak istemediğini söyledi. Haksız da sayılmaz. Alışık olduğumuz galerilerden çok farklı. İçeride farklı konseptlerde odalar bulunuyor. Bir odanın kapsından içeri giriyorsunuz Amedeo Preziosi gibi ressamlara ait oryantalist tablolar karşınıza çıkıyor. Hemen karşısındaki oda ise empresyonist ressamlara ayrılmış. Picasso, Renoir, Monet gibi ressamlara ait eserler bu odada da sergilenecek ve satılacak.

Başka bir odada ise eserler hakkında ansiklopedik bilgilere ulaşabileceğiniz kütüphane bölümü var. Kitapların arasında Picasso ve Salvador Dali imzalı yapıtlar da yer alıyor. Hatemi, Yüksel Arslan eserleri dışında bu odadaki her şeyin satılık olduğunu söylüyor. Bu odanın özelliği Picasso eserini incelerken konu hakkında ansiklopedik bilgileri hemen yanında bulabilmeniz.

Sabah, Haber: Burcu Aldinç, 05.02.2012

HAYDARPAŞA, ASIL ŞİMDİ DAHA GÜZELLEŞECEK

 

Her yeni fikre, her yeni projeye mutlaka “HAYIR” demek zorunda mıyız? Haydarpaşa konusunda yine aynı kavga başladı. Ortada daha proje yok, “OLMAZ” diye bağırıyoruz. Oranın aynen kalmasını istiyoruz. HAYIR, güzel bir proje ile Haydarpaşa bölgesi bugünkünden çok daha güzel ve kullanışlı bir konuma sokulabilir. Ben “EVET”çiler arasındayım...

Haydarpaşa Garı hayatımın en önemli yerlerinden biridir. Kadıköy İskelesi’nin yanından, karşıya geçip trene kayıkla geçildiği dönemlerden bugünlere, İstanbul’un en güzel simgelerinden biri olarak geldi.
 
Aradan geçen yıllarda ne yazık ki İstanbul nasıl devleştiyse, Haydarpaşa  ve etrafı da aynı oranda berbatlaştı. Yanıbaşına, gemilerin yüklerini boşalttıkları koca vinçlerin çalıştığı, Ro-Ro'ların gelip konteynerleri alıp gittiği, gürültülü, çirkin bir görüntü yerleşti.
 
Gar deseniz, o da artık eski işlevini kaybetti. Sorarım sizlere bütün o bölgeye bir defa gidebildiniz mi? Hayır gidemezsiniz, zira oralara girilemiyor, dolaşmak imkansız. Oysa, İstanbul' un en güzel manzaralı, en hoş bölgesidir.
 
Şimdi bir proje hazırlanıyor. Gar dahil olmak üzere tüm bölge, otel-turistik tesis-müze- konaklama-kültürel faaliyet mekanları ve parklarla kaplı bir alana dönüştürülecek .
 
Hemen “HAYIR” demeye başladık. "Oraya dokundurtmayız. Tarihi bina öyle kalmalı, İstanbul' un silueti bozulmamalı" diye kampanyalar açıyoruz.
 
Kusura bakmayın, ancak bu her yeni fikre, her yeniliğe karşı çıkma durumunu ben kabullenemiyorum. Ortada daha kesin bir proje bile yokken, “OLMAZ” demeyi anlayamıyorum.
 
Haydarpaşa'nın dışı olduğu gibi tutulacak. İçininse bir bölümü müze, diğer bölümü lüks bir otel, restoran ve eğlence merkezine dönüştürülse bunun ne zararı olabilir ki?
 
Haydarpaşa'nın etrafındaki binalar, Gar’ın siluetini ezmeyecek, genel manzarayı değiştirmeyecekse bundan daha güzel ne olabilir?
 
Işıl ışıl parklar, müzeler, oteller, kültür merkezleri, müzeler mi istersiniz? Yoksa bugünkü gibi kimselerin giremediği pis ve gürültülü bir liman mı?
 
Gelin bırakalım şu “Hayırcılığı” da, asıl planın üzerine titreyelim. Herşeyi engellemek yerine, en iyisinin yapılmasını isteyelim.
 
Dünya değiştiği gibi, İstanbul da değişiyor. Hiç değilse en güzel şekilde değişmesini sağlayalım...

Hürriyet, Yazı: Mehmet Ali Birand, 04.02.2012

 

******


HAYDARPAŞA NEDEN OTEL OLUYOR?

 

Neden illa üçüncü köprü yapılmak zorundaysa, neden 2B yasası illa çıktıysa, neden Taksim ve Beyoğlu illa değişmek zorundaysa, neden AKM yıkılmak zorundaysa işte o sebepten.

 

Diyeceğimi baştan diyeyim, rahat rahat konuşalım. Bizim ülkece ürettiğimiz dünyaya sattığımız ve geliriyle geçindiğimiz neredeyse hiçbir şey yok. Doğru dürüst bir gelirimiz yok bizim. Ürettiğimiz tek şey rant. Bir yerden yol geçecek orası değerlenecek ki para kazanalım çark dönsün. İşte onun için Haydarpaşa otel olacak, üstelik devamı da gelecek. Gerisi teferruat.


Biz Türkiye olarak araba üreten, araba markası bulunan bir ülke değiliz. Yeni çalışıyoruz, onu da İtalyanlar yapacak ama nasılsa yerli olacak falan filan.


Elektronik ürünlerimiz var mı? Yok (pardon Kamosonic var).


İstanbul değişiyor kabul de Londra, New York yerinde mi duruyor?


Türk malı dünya çapında isim yapmış bir hi-fi markası, bir multimedya ürünü var mı? Maalesef. Uluslararası bir spor markamız var mı? Yok. Bilgisayar teknolojisi üretiyor muyuz? Hayır. Software, yazılım alanlarında dişe dokunur dünya çapında bir firmamız var mı? Yok. Ülke olarak bu sektörlerden birinin lideri olma konumuna yakın bile değiliz. Uçak üretiyor muyuz? Motor üretiyor muyuz? Gemi üretiyor muyuz? Denizcilik sektörümüz ve dünya çapında kayda değer bir ticari gemi filomuz var mı? Hayır. Otomotiv var diyeceksiniz ama uygulamacıyız, yaratıcı değil.


Tasarım üretiyor muyuz? Fikir üretip satıyor muyuz? Hangi konuda dünyada söz sahibiyiz? Hangi sektörde lider konumdayız? Hiçbirinde.


Müzik ve kültür üretip ihraç ediyor muyuz? Neticede zengin bir kültüre sahibiz. Hayır. Yeni yeni çevreye dizi satmaya başladık. Umut verici ama hepsi bu. 300 bin nüfuslu İzlanda’dan çıkan müzisyen kadar müzisyenimiz dünyada adını duyuramıyor.


Futbol endüstrisi var ama bundan ülke olarak kazanç sağlıyor muyuz? Futbolcularımız dünyanın dört bir yanındaki takımlara transfer olarak ülkeye girdi falan sağlıyor mu? Hiç alakası yok.
Biz nasıl para kazanıyoruz peki? İnşaattan. Araziler değerlenecek, onlar satılacak, oralara birileri bir şeyler yapacak. Kazacak, oyacak, delecek, yıkacak ki istihdam olsun. Adam çalışsın. Niye her yıl kaldırımlar yenileniyor? Yenilenmezse işsizlik olur da ondan.


Ellerimizi ovuşturarak etrafta “Buradan çok güzel otel olur”, “Buraya şahane alışveriş merkezi yaparız”, “Bu caddeyi komple kapatıp mağazalar açalım”, “Burası ticaret merkezi olsun” diye dolaşmamızın nedeni bu.


Evet, İstanbul değişiyor, gelişiyor elbette ama dünyanın diğer şehirleri yerinde mi duruyor ki? Fransızlar Gare Du Nord’u, İngilizler King’s Cross’u, Amerikalılar Grand Central Station’ı otel yapmayı neden akıl edemiyor onlarda hiç mi kafa yok? Köprü yapılacak ki etraf değerlenecek. 2B çıkacak ki orman arazilerinden para gelecek, koylar satılacak ki birileri oralara otel yapacak, dereler kiralanacak ki birileri elektrik satsın, yollar, siteler, merkezler yapılacak ki büyük firmalar iş yapsın...


Yoksa siz AKM yıkılsın yıkılmasın tartışmasını opera izleyeceğimiz daha iyi bi yer olsun diye yaptığımızı mı sanıyorsunuz? Emek’i kurtarmak için mi bütün bu tantana?


İstediğiniz kadar 2023 hedefleri koyun, en büyük projeniz yeni boğaz açmak, ormanın içinden yol açıp köprü yapmak, şehrin yanına yeni şehir inşa etmek.


Son ağaç kesilene, son dere kuruyana, son koy çöplüğe dönene, şehirlerde bir ağaç gölgesi, ayak basacak bir toprak parçası kalmayana kadar böyle gider bu iş. Hiç şaşırmayın.


Ne alaka şimdi iki haftadır Taksim, Haydarpaşa yazıyorsun diyeceksiniz. E gündem öyle ne yapalım, denk geldi...

Milliyet, Yazı: Mehmet Tez, 05.02.2012

DOLMABAHÇE'DE ÇAY KEYFİNE SON

 

 

Dolmabahçe'de otopark ve çay bahçesi olarak kullanılan 4 bin metrekarelik alanı aylık 2 bin 500 liraya işleten şirket düşük kira bedeli ödediği gerekçesiyle tartışma konusu olmuştu.

Şirketin sözleşmesi 31 Aralık'ta sona erdi. Ancak bahçe ve otoparkı işleten işletmecinin devre yanaşmaması üzerine Vakıflar Genel Müdürlüğü, Beşiktaş Kaymakamlığı'na başvurarak polis zoruyla boşaltılmasını istedi.

Öğle saatlerinde çay bahçesine giden zabıta ekipleri, çay bahçesindeki masa ve sandalyeleri kamyonlara yükleyerek götürdü. Çay bahçesi ve otoparkın boşaltılmasının ardından işletme hakkı Milli Saraylar Daire Başkanlığı'na geçti.

Sabah, 04.02.2011 

 

******


ÇAY BAHÇESİNDE YIKIMA DEVAM

 

 

Dolmabahçe Sarayı'nın yakınında bulunan 25 yıllık çay bahçesinin boşaltılmasının ardından dün de çay ocağı ve kamelyası yıkıldı. Yıkım polis eşliğinde sarayın işçileri tarafından gerçekleştirildi. Ellerinde yıkımın durdurulması için mahkeme kararının olduğunnu belirten şirketin avukatı Ahmet Ören, yıkımın kanunsuz yapıldığını iddia etti.

Sabah, 08.02.2012

DİYARBAKIR'DA TARİHİ ALAN ÇÖKTÜ

 

 

Merkez Sur İlçesi Lalebey Mahallesi Poşucu Sokak'ta bulunan ve sahipleri tarafından terk edildiği için bakımsızlıktan harabe haline dönen tarihi evin duvarı çöktü. Sokaktan geçtiği sırada çöken duvarın altında kalan Ali Hamza Çetinkaya (2), Meryem Çetinkaya (3) ile ismi belirlenemeyen bir kişi vatandaşlar tarafından enkaz altından çıkarıldı.

Yaralılar Diyarbakır Devlet Hastanesi'ne kaldırılırken, 2 yaşındaki Ali Hamza Çetinkaya'nın durumun ağır olduğu öğrenildi. Çöken duvarın altında çocukların olabileceği ihtimali üzerine sivil savunma, itfaiye ve belediye ekipleri enkaz kaldırma çalışması yaptı.

Ziya Gökalp Mahalle Muhtarı Muhsin Sanay, mahallede bu türde çok sayıda yapı olduğunu, fakat yaptıkları tüm çağrılara rağmen hiç bir yetkilinin tarihi yapıların onarılması için çalışma yapmadığını söyledi. Muhtar Sanay, oyun alanları olmadığı için çocukların buralarda oynadığını ve çocukların büyük tehlike altında olduğunu ifade etti.

Sur Belediye Başkan Vekili Nakşi Sayar ise, bölgede bulunan tarihi harabelerin hepsinden haberdar olduklarını ancak, tarihi yapılara tek bir çivi bile çakamadıklarını, onarımların kendi ellerinde olmadığından dolayı yıkılan duvarda sorumluluklarının bulunmadığını kaydetti. Sivil savunma, belediye ve itfaiye ekipleri çalışmalarına devam ederken olayla ilgili soruşturma başlatıldığı öğrenildi.

Sabah, 04.02.2012

AYASOFYA'YA AFFLECK AYARI

 

  

 

Hollywood’un ünlü yıldızlarından Ben Affleck, son filmi Argo’nun bazı sahnelerini çekmek için geçtiğimiz aylarda İstanbul’a geldi. Ayasofya Müzesi’nde yapacağı çekimlerde aydınlatmayı beğenmeyen Affleck’in, müze yönetiminin de izniyle Ayasofya’nın aydınlatmasını değiştirdiği ortaya çıktı. İran’da 1979 yılında yaşanan bir rehine krizini konu alan ve yapımcılığını George Clooney’nin yaptığı Argo filminin yönetmeni ve oyuncusu Ben Affleck, filmdeki birçok sahnenin çekimi için İstanbul’u seçmişti. Ekibiyle birlikte defalarca İstanbul’a gelerekmekan araştırması yapan Affleck’in filminde, İran sokaklarına benzettiği Beyoğlu, Fatih ve Eminönü’ndeki tarihi semtler doğal plato olarak kullanılmıştı.





Çekimlerde Kapalıçarşı, Sultanahmet Camii, Süleymaniye Camii gibi tarihi ve dinimekanları da kullanan Affleck, bazı sahneleri de AyasofyaMüzesi içinde çekti. Ayasofya’daki çekimler için hazırlıklara başlayan Affleck ve ekibi, Ayasofya’nın ana kubbesinden sarkan dev avizelerdeki led ampullerin yaydığı beyaz ışığı beğenmedi. Kandilliklerin içinde bulunan beyaz ampullerin hemestetik görünmediğini hemde yaydığı güçlü beyaz ışığınmekanın ruhuyla uyuşmadığını belirten Affleck ve ekibi,müze yönetimine avizelerdeki ampulleri değiştirme talebinde bulundu. Konuyu değerlendiren müze yönetimi, ampullerin değiştirilmesine izin verdi.

 

Bunun üzerine Ayasofya’nın ana salonunu aydınlatan, üzerinde 150’ye yakın lamba olan merkezdeki büyük avizeyle, her birinde 48’er tane lamba bulunan 30 kadar avizedeki yaklaşık 2 bin led ampul, 7.5 watt’lık zayıf bir sarı ışık veren yeni ampullerle değiştirildi. Alınan yeni ampullerin ücreti de filmin yapımbütçesinden karşılandı. Ayasofya’nın yıllardır bakım görmeyen ve yıpranan pirinçten avizeleri, elektrik ve aydınlatma sistemi de restorasyon sürecinde yenilenmişti. O süreçte avizelere takılan beyaz ışıklı led ampullerle ilgilimüze ziyaretçileri ve yönetimi de zaman zamanmemnuniyetsizliğini dile getiriyordu. Ayasofya’nın ana kubbesi altında, zemine yakın bölgede güçlü ve keskin bir ışık oluşturan aydınlatma,mekanın mistik havasıyla uyumsağlamıyor, ziyaretçilerin görüşünü de engelliyordu.

Habertürk, Haber: Serkan Akkoç, 04.02.2012

"KAYAKÖY'DEKİ KAÇAK YAPILARLA İLGİLİ YIKIM KARARI ALINMIŞSA GEREĞİNİ YAPALIM"

 
Muğla'nın Fethiye İlçesi'ndeki tarihi Kayaköy yerleşim alanını ziyaret eden Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, bölgede yaşayan köylülerle görüştü. Kayaköy'deki 2 tarihi kilisede incelemelerde bulunan Günay, Mimarlar Odası temsilcileri ile görüşerek, bölgeyle ilgili projeleri hakkında bilgi aldı.

Günay'la Kayaköy yerleşim alanında kaçak yapılaşma olduğunu iddia eden köylüler adına konuşan Fethiye Ticaret ve Sanayi Odası Yönetim Kurulu Üyesi Burhanettin Tuna, ''Kayaköy'de çok sayıda kaçak yapı var. Kayaköy'de yaşayanlara kurul izin vermiyor ama bölgede buna rağmen köyde yaşayanların dışında yaptığı kaçak yapılar bulunuyor. Bunların büyük bir bölümü 1990 ile 2000 yılları arasında yapılmış. Bu yapılarla ilgili alınan yıkım kararları bile uygulanmıyor'' iddiasında bulundu.
    
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Murat Süslü ile Muğla Anıtlar Yüksek Kurulu temsilcilerinden Kayaköy'deki kaçak binalarla ilgili yıkım kararı alındığını ve bir kısmının yargıda olduğunu öğrenen Bakan Günay, ''Madem Kayaköy'deki kaçak yapılarla ilgili yıkım kararı çıkartılmış, o zaman gereğini yapalım. Bunların hangi dönemlerde yapıldıklarını da bana bir rapor olarak verin. Ben dönemimde böyle bir şeye izin vermedim ve vermem. Köylülerin sit ile ilgili şikayetlerini de dinleyelim'' dedi.

 
Günay, Kayaköy'de öncelikle bir çevre temizliği yapılması gerektiğine işaret ederek, ''Bizim ekiplerimiz ile köylüler bu işi birlikte yapacaklar. Kayaköy'ü 35 yıl önce görmüştüm. 35 yıl önce gördüğüm Kayaköy'den şimdi gördüğüm Kayaköy daha kötü. Böyle giderse bir 10 yıl sonra daha da kötü olacak. O yüzden burayı, gelen insanları rahat bir şekilde ziyaret edip, dinlenebileceği bir yer haline getirmeliyiz. Birkaç küçük konaklama tesisi olabilir. Kayaköy'deki büyük yapılardan bazıları sanat merkezi veya sergi merkezi haline getirilebilir'' diye konuştu.


Kayaköy'de yapılacak bu çalışmalar sonrasında burada belirli periyotlarda konserler verilebileceğini anlatan Günay, şunları söyledi:     
''Muğla'da iki gündür önemli tarihi mekanları ziyaret ettik. Milas'taki Beçin Kalesi, Selçuklu ve Menteşe dönemine ait önemli bir yer. Kayaköy, mübadeleden beri bakımsız kalmış bir yerleşim yeri. 90 yıldır içinde yaşanmamasına rağmen yapılar çok sağlam. Kayaköy ve Beçin'i Anadolu'daki eski yerleşimin izleri olarak ayağa kaldırmamız önemli. Bu çalışmalar daha önce yaptığımız Roma ve daha önceki dönemlere ait çalışmalardan farklı. Bu projeler hayata geçerse, kültür turizmi açısından çok büyük artılar ortaya çıkar.''
    
Günay, Beçin ve Kayaköy'de yapılacak olan çalışmalara 2012 yılında başlanacağını da söyledi.

Yapı, Fotoğraf: Kenan Gürbüz / AA, 03.02.2012

MYRA ANTİK KENTİ RESTORE EDİLİYOR

 

 

Antalya’nın Demre İlçesi'ndeki Myra antik kentinde yer alan, Roma döneminden kalma antik tiyatronun sahne binasının ön restorasyon çalışmalarına başlandığı bildirildi.

 

Likya Uygarlığı’nın önemli kentlerinden Myra’daki restorasyon çalışmaları devam ediyor. Myra-Andriake Kazıları Başkanı, Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nevzat Çevik, gazetecilere yaptığı açıklamada, antik kent içindeki Roma döneminden kalma antik tiyatronun sahne binasının ön restorasyon çalışmalarına başladıklarını ifade etti.

 

Tiyatronun 108 metre çapında olduğunu anlatan Çevik, 35 oturma sırası ile tiyatronun 11 bin kişi kapasiteli olduğuna dikkati çekti. Çevik, kazılarda 14 ton ağırlığında ve 6 metre boyunda granit sütunlar ve 3 tonluk işlenmiş sütun başlarının ortaya çıkarıldığını belirtti. Prof.Dr. Çevik, sütun ve sütun başlarının birleştirilerek orijinal haline getirildiğini ve tiyatro sahnesine yerleştirilceğini ifade etti.

 

Myra-Andriake kazılarının aralıksız devam ettiğini bildiren Çevik, şöyle konuştu.

”Kış boyunca Myra antik tiyatrosunun taş restorasyonunu yapacağız. Tiyatroya ait taşlar tespit edilip, yerleri bulunup, birleştirilmekte, sağlamlaştırılmakta ve 2 yıl sonra yapacağımız tümül restorasyona bir altyapı oluşturulmakta. Bu arada bazı provalar gerçekleştirmekteyiz. Amacımız tiyatronun tümül restorasyon projesi için şimdiden malzeme sağlamlaştırması yaparak, zaman kazanmak, restorasyonu zamanında bitirmek.”

Tgrt Haber, 03.02.2012

800 YILLIK HAT ESERE PAHA BİÇİLEMİYOR

 

 

''Hattatların kıblesi'' olarak kabul edilen Yakut İbn-i Abdü'l Musta'sımi'nin ''Kitab-ı Usbiyye/Yedi Gün Duası'' adlı hat eserinin yeni bulunan 7. nüshası, Asar-ı Atika Antika Sanat Galerisi'nin 18 Şubat'ta düzenlenecek müzayedesinde teklifle satışa sunulacak.

Osmanlı saray eserleri ile klasik ve çağdaş tablolardan oluşan son 10 yılın en büyük ''Osmanlı Şaheserleri Müzayedesi'', 18 Şubat'ta Conrad Oteli'nde gerçekleştirilecek.

Sanat Galerisi sahibi Can Önen, 382 eserin satışa sunulacağı müzayede hakkında aptığı açıklamada, müzayedenin en önemli parçasının ''Hattatların kıblesi'' olarak kabul edilen Yakut İbn-i Abdü'l Musta'sımi'nin ''Kitab-ı Usbiyye/Yedi Gün Duası'' adlı hat eseri olduğunu belirtti.

Bugüne kadar 3'ü Türkiye'de, 3'ü de başka ülkelerde olmak üzere 6 nüshası olduğu bilinen eserin yeni bulunan nüshasının müzayedede satışa sunulacağını bildiren Önen, ''Eser, bugüne kadar dünyada ilk kez satışa çıkıyor. Yakut İbn-i Abdü'l Musta'sımi, hat sanatının kurucusu ve Türk hat sanatına yön veren bir hattat. Şeyh Hamdullah, Musta'sımi'nin kitaplarına bakarak, ekolünü oluşturuyor ve Türk hat sanatı dünyada zirveye çıkıyor. Bu nedenle de bu kitap çok önemli. Kitap, yaklaşık 750-800 yaşında'' dedi.

''Eserin ne kadara satılacağını tahmin ediyorsunuz?'' sorusu üzerine Önen, eserin müzayedede teklifle satışa sunulacağını, bu eser için katalogda bir değer belirtmediklerini söyledi.

Paha biçilemeyen eserin çok yüksek bir fiyata satılacağını tahmin ettiğini belirten Önen, ''Dünyada bugüne kadar Yakut İbn-i Abdü'l Musta'sımi'nin sadece kendi el yazısıyla yazdığı Kur'an-ı Kerim'in 4 sayfası satışa sunuldu. Bu 4 sayfa da 1 milyon 700 bin pounda alıcı buldu'' diye konuştu.

Can Önen, ''Eser, elinize nasıl geçti?'' sorusuna, ''Bu eser çok çok önemli. Osmanlı'ya, Bursa'ya 1200-1300'lü yıllarda gelen din bilgin ve alimlerle geçiyor. O günden beri bir ailede korunuyor ve müzayedeye satılmak üzere geliyor'' cevabını verdi.

YAKUT İBN-İ ABDÜ'L MUSTA'SIMİ KİMDİR?
Bu arada, son Abbasi Halifesi Musta'sım Billah'ın terbiyesinde yetiştiği için ''Musta'sımi'' diye meşhur olan Yakut İbn-i Abdü'l Musta'sımi, Amasya'da yetişti ve hat sanatında çığır açtı.

Musta'sımi'nin günümüze kadar gelen eserlerinin çoğu Kur'an-ı Kerim yazmasıyken, ketebeli 18 sayfa, aharlı kağıt üzerine, is mürekkebi ile sülüs, nesih ve celi sülüs tarzıyla yazılan ''Kitab-ı Usbiyye/Yedi Gün Duası'' adlı hat eseri bir şaheser olarak nitelendiriliyor.

''Yedi Gün Duası''nın, her gün okunan bir dua olduğu ifade ediliyor.

II. MUSTAFA'NIN 2 HAT LEVHASINDAN BİRİ DE SATIŞA SUNULACAK
Müzayedede satışa sunulacak diğer eserler hakkında da bilgi veren Önen, Osmanlı padişahlarının her birinin bir sanat üzerine yetiştirildiğini hatırlatarak, şu bilgileri verdi:

''Örneğin Abdülhamit 'marangoz', Abdülmecit 'hattat' padişah diye bilinir. Ama Osmanlı sultanlarının en önemli hattatı, Sultan II. Mustafa'dır. Sultan II. Mustafa çok mütevazi bir padişah, aynı zamanda da bir derviş. II. Mustafa, hat sanatı derslerini dünyanın en ünlü hattatlarından Hafız Osman'dan alıyor ve onun öğrencisi olarak hat eserleri veriyor. Sultan II. Mustafa'ya ait bugüne kadar dünyada 2 tane hat levha bulundu. Şu anda birisi bir müzede sergileniyor. İkinci eser ise müzayedede satılacak olan celi sülüs hat levhası. Üzerinde 'Ben fakir derviş Mustafa'yım Osmanlı ailesinden' şeklinde bir yazısı var. Eser, 150 bin liradan satışa sunulacak. Ama çok çok yüksek bir değere satılacağını düşünüyorum.''

İLHAMİ HÜSEYİN PAŞA KOLEKSİYONU DİKKAT ÇEKİYOR
Müzayedede İlhami Hüseyin Paşa Koleksiyonu'ndan da eserler yer aldığını belirten Önen, II. Abdülhamit'in yeğeni olan İlhami Hüseyin Paşa'nın 1992 yılında Fransa'nın Nice kentinde vefat ettiğini söyledi. Önen, ''İlhami Hüseyin Paşa'nın koleksiyonu, Fransa'da Monaco ile Cap Ferrat'ta açık artırma yoluyla satıldı. Açık arttırmanın ilk 3 gününe 1200 meraklı katıldı ve satışlar 53 milyon franga ulaştı. Firmanın 5 yıldır süregelen satışlarındaki durgunluğu son buldu ve müzayede firması bu satış sonrasında iflastan kurtuldu'' diye konuştu.

İlhami Hüseyin Paşa'nın bazı mücevherli eserlerinin, bağışladığı Topkapı Sarayı Müzesi'nde sergilendiğini ifade eden Önen, müzayedede, Fransa'da gerçekleştirilen açık arttırmada alınan eserlerin bazılarının satışa sunulacağını kaydetti.

Bunların içinde Hazreti Hüseyin'in Irak'taki türbesinde bulunan ve her sene veya bir kaç senede bir Osmanlı sultanları tarafından değiştirilen, tamamen yazılı bir duvar örtüsü ile o türbenin anahtarının saklandığı bir türbe anahtar kılıfının yer aldığını bildiren Önen, ''Tahminen 200-250 yıllık bu eserler, dünyada ilk kez bu müzayedede satışa çıkacak ve manevi açıdan çok önemli eserler'' dedi.

Öte yandan, kırmızı ipek kese üzeri gümüş sırma tel ile ''Allah'ı seven Hüseyin'i över. Hz. Peygamber buyuruyor ki: Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin'denim'' yazısının yer aldığı ''Hz. Hüseyin Türbe Anahtar Kılıfı'' 75 bin liradan satışa sunulacak.

Kırmızı atlas kumaş üzerine 10 kilogram has gümüş telle işlenen bitkisel dekorlu, orta kısmındaki dairesel kartuşlar içinde celi sülüs hatla ''Hasan ve Hüseyin ehli beytimdir, onları seven Allah'ı sever'' Hadis-i Şerifi'nin yazılı olduğu ve dört köşesinde Allah'ın isimlerinin yer aldığı 18. yüzyıla ait türbe örtüsü de 125 bin liradan satışa çıkacak.

İlhami Hüseyin Paşa Koleksiyonu'ndan gelen ve II. Abdülaziz'e ait altın sırmalı seccade de 15 bin liradan satışa sunulacak.

"LANGA BOSTANI" 900 BİN LİRADAN SATIŞA SUNULACAK
Can Önen, Osmanlı ressamları içinde empresyonizmin en önemli temsilcilerinden olan, renk ve ışık ustası Nazmi Ziya'nın ''Langa Bostanı'' isimli yağlı boya tablosunun da 900 bin liradan satışa çıkacağını bildirdi.

Müzayedede Şevket Dağ, İbrahim Çallı, Ömer Adil, Devrim Erbil, Zeki Ormancı, Selim Turan, Burhan Uygur, Nejad Melih Devrim ve Nuri İyem'in de aralarında bulunduğu ressamların tabloları da alıcısını bekleyecek.

Habertürk 03.02.2012

BAKAN GÜNAY'DAN MÜJDE!

Bir dizi incelemelerde bulunmak üzere Muğla'nın Fethiye İlçesi'nde bulunan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, ilçedeki ziyaretleri kapsamında Fethiye Belediyesi'ne geldi. Burada Fethiye Belediye Bandosu ve Başkan Behçet Saatcı tarafından törenle karşılanan Günay, Fethiye'deki belde belediye başkanları ile bir araya geldi. Belde belediye başkanlarının sorunlarını dinleyen ve taleplerini yazılı olarak alan Ertuğrul Günay, Muğla'nın turizm potansiyelinin geliştirilmesi için başkanlardan destek istedi.

 

Geçmiş yıllarda yapılan betonlaşma yanlışlarını yapmadan bu rakamın yukarıya çekilmesi gerektiğine değinen Günay, "Bazı bölgeleri ama arazideki yapılaşmayı doğaya aykırı tutmadan turizme açmanın yollarını bulmamız gerekiyor. Burada bizim dışımızda kırsal kesimde sit alanlarıyla ilgili çok büyük sorunlar yaşandığını biliyorum. Tabiat sitleri şimdi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na geçti. Burada belediyemiz, valiliğimiz bazı çalışmalar yapacaklar. Yeni bir sit nitelemesi olacak. Hem arkeolojik açıdan hem de tabiat varlıkları açısından. Buna ihtiyacımız var." diye konuştu.


Sit alanlarının üzerinde yaşayan insanın nefes almasına engel olmaması aksine o insanlar için berekete dönüşmesi gerektiğine işaret eden Bakan Günay, şunları kaydetti: "Turizm ve kültür açısından bir zenginlik kaynağı olmalıdır. Üzerinde yaşayan insanın yoksullaşmasına sebep oluyorsa orada ciddi bir koruma kullanma yanlışı vardır. Geçmiş yıllarda bu tür yanlışlar ve ihmaller yapılmış. Biz bu sınırları elbette gelişi güzel düzeltmeyeceğiz ama yeniden irdeleyeceğiz. Vatandaşımızı da o bölgedeki kültür zenginliğinden yararlanmasının yollarını bulmaya çalışacağız." açıklamasını yaptı.

Habertürk (Kısaltarak), 03.02.2012

ÜSTÜ BİNA ALTI MEZAR

 

 

Osmanlı yeniçeri ağalarından Mehmet Paşa'ya ait olduğu öne sürülen mezar üzerine, apartman dikilince, mezar binanın bodrum katında kaldı.

 

Mehmet Paşa'ya ait olduğu öne sürülen mezarda incelemelerde bulunan Tekirdağ Müftüsü Mahmut Gürlen, basın mensuplarına yaptığı açıklamada durumun üzüntü verici olduğunu söyledi.Kabirdeki kitabeden mezarın Mehmet Paşa'ya ait olduğunun anlaşıldığını ifade eden Müftü Gürlen, şunları kaydetti: ''Mehmet Paşa'nın kabri bir apartmanın altında bulunmakta. Ecdadın mezarının bir binanın altında kalması üzüntü verici. Mezarda, gerekli incelemeleri yaptık. Kitabesini okuduk. Daha fazla bilgi için diğer kurumların da araştırması gerekiyor. Kitabeden okuduğumuza göre, kabrin Mehmet Paşa'ya ait olduğunu, Hicri 1091 (1680) yılında vefat ettiğini öğrenmiş bulunuyoruz. Bu apartmanın altında olması da düşündürücü.''
        
Mezar üzerindeki kitabenin tahrip olmayan kısımlarında, ''Bu geçici dünyada kimse ebedi kalamaz. Sonunda herkes toprağın altına girer ve ahirete göç eder. Ey Mehmet Paşa, senin de mekanın Adn cenneti olsun'' yazdığını ifade eden Gürlen, sahip çıkılmayan eserlerin ve kabirlerin bir kısmının kaybolmaya yüz tuttuğunu belirtti.        
              
Tekirdağ Müze Müdürlüğü yetkilileri ise mezarın bodrum katında muhafaza edilmesi kaydıyla binanın yapılmasına izin verildiğin belirtti.Tekirdağ Belediyesi İmar ve Şehircilik Müdürlüğü yetkilileri, de binanın yapılmadan önce Anıtlar Kurulu'ndan izin alınıp ruhsat verildiğini bildirdi.Binanın yanında esnaflık yapan vatandaşlardan Halil Mutlu, daha önceden mezarın üstünün boş olduğunu, zamanla kat çıkılarak mezarın bodrum katta kaldığını anlattı.Apartmandaki bir dairede oturan Hamit Keskin de, çocukluklarında,  müstakil bir evin bahçesinde kabir bulunduğunu hatırladığını, fakat zamanla apartman haline geldiğini söyledi.
        
Tarihçi-yazar Mehmet Serez, Yeniçeri Ağası Hamami Mehmet Paşa'nın 17 yüzyılda Tekirdağ'da yaşadığını ve Evliya Çelebi'yi Tekirdağ'ı ziyaretinde, kendi tekkesinde ağırladığını belirtti.Yeniçeri Ağası Hamami Mehmet Paşa'nın bir apartmanın bodrum katında bulunan kabrini ziyaret etmek isteyenler, apartmanın bodrum katına inerek ziyaretlerini gerçekleştiriyorlar.

Akşam, 03.02.2012

TARİHİ CAMİ 350 YIL SONRA BULUNDU

 

 

Erzincan’a 50 kilometre uzaklıktaki Kemah İlçesi yakınlarında başlatılan arkeoloji kazısında ünlü seyyah Evliya Çelebi’nin Sehayatnamesi’nde zikrettiği Bey Cami 350 yıl sonra gün yüzüne çıkarıldı.

 

Caminin temel seviyesinde duvarlarına ve mihrabına ulaştıklarını belirten kazı başkanı Doç.Dr. Hüseyin Yurttaş, “Eski Kemah’ta üç metrelik bir taş yığını vardı. Bu taşı incelerken Seyahatname’yi okuduk. Kazıya başladık ve Çelebi’nin ‘taş minareli’ dediği Bey Cami olduğunu anladık” dedi.

 

Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Hüseyin Yurttaş, Erzincan’ın Kemah İlçesi'nde arkeoloji kazısı yapmak için 2010 yılında Erzincan Valiliği aracılığıyla Kültür ve Turizm Bakanlığı’na müracaat etti. Aynı yıl Bakanlar Kurulu kararıyla kazı izni çıkarken, Doç.Dr. Yurttaş başkanlığında toplanan ekip kazı çalışmalarına geçen yıl Haziran ayında başladı. Prof.Dr. Haldun Özkan, Doç.Dr. Süleyman Çiğdem, Yrd. Doç.Dr. Zerrin Köşklü, araştırma görevlileri Muhammet Kındığılı ve Sahure Çınar’dan oluşan ekip öncülüğünde kazı alanına Arkeoloji, Sanat Tarihi ve Tarih bölümü öğrencileri de götürüldü.

 

Kazıya kale yolundan başladıklarını belirten kazı başkanı Doç.Dr. Hüseyin Yurttaş, ilk olarak kale kapılarını bulduklarını söyledi. Kale kapısının çevresini temizlediklerini anlatan Doç.Dr. Yurttaş, kale kapısının arka kısmında iki tane oda ortaya çıkardıklarını ancak bunların yıkık vaziyette olduğunu bildirdi.

 

Kazı alanında daha önce buldukları yaklaşık üç metre uzunluğundaki taş yığınını incelerken Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’ni okuduklarını kaydeden Doç.Dr. Yurttaş, edindikleri bilgiler ışığında kalenin girişinin hemen yanında Seyahatname’de zikredilen Bey Cami’sini ortaya çıkardıklarını dile getirdi. Doç.Dr. Yurttaş, “Evliya Çelebi Kemah’ı anlatırken Kemah kalesinin içinde 11 tane caminin mihrabın bulunduğunu bunlardan üçünün taş minareye sahip olduğunu, diğerlerinin de ahşap olduğunu bildirmiş. Bu taş minarelerden birinin kalıntıları kalede mevcuttu. Yaklaşık 3 metre uzunluğunda bir taş yığını vardı. Biz o taş yığınının Sehayatname’de zikredilen Bey Cami olduğunu düşündük ve o alanda kazıya başladık. Yaklaşık 200 metrekarelik alan temizlendi ve caminin temel seviyesinde duvarlarına ve mihrabına ulaştık. Bu yıl kısmet olursa camideki kazı kısmını bitireceğiz. O bölgede bir de hamam var ona devam edeceğiz” dedi.

 

Bey Cami’sinin Evliya Çelebi’nin anlatımından 350 yıl sonra ortaya çıktığını dile getiren Doç.Dr. Yurttaş, “Bu da gösteriyor Evliya Çelebi’nin bilgilerinin doğru olduğunu gösteriyor. Zaman zaman Çelebi’nin mübalağa yaptığı ya da yanlış bilgiler verdiği öne sürülüyor. Ancak Kemah’ta nokta atışı yaptık. Çelebi Seyahatname’de diyor ki, ‘Kale girişinin hemen yakınında…’ Biz de tam orada bulduk. 220 dönümlük bir alanda kazı yapıyoruz. Burada bir şehir var. Belki önümüzdeki dönemde Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde bahsettiği diğer camilere de ulaşabiliriz” diye konuştu.

Star, 02.02.2012

VAN GOGH'UN ESERLERİNE GİRECEKSİNİZ

 

 

10 Şubat-15 Mayıs tarihleri arasında İstanbul Karaköy Antrepo 3’te, 15 Ekim-30 Aralık tarihleri arasında da Ankara Cer Modern’de sanatseverlerle buluşacak olan sergide, Vincent Van Gogh’un en ünlü eserleri, izleyiciyi ışık, renk ve ses senfonisinin içine alacak.

 

Türk ilaç sektörünün lideri Abdi İbrahim, 100’üncü kuruluş yıldönümünü dünyanın en büyük ressamlarından biri olarak kabul edilen Van Gogh’un eserlerini bugüne kadar hiç deneyimlenmemiş yepyeni bir formatta sunan etkileyici bir sergiyle kutluyor.

 

Sanat, bilim ve teknolojiyi yenilikçi bir şekilde harmanlayan ve bu özelliğiyle Abdi İbrahim’in 100 yıllık bakış açısını yansıtan sergi, izleyiciyi alışılageldik müze kavramının ötesine geçirerek, resmin hikayesinin içinde bir yolculuğa çıkarıyor.   

 
3.000’in üzerinde digital imajın tek bir hikaye anlattığı çarpıcı bir sanat ve teknoloji füzyonu olan Van GoghAlive, geleneksel sanat, multi medya görüntü teknolojisi ve sinematografik yönetmenliğin eşsiz bir birleşimiyle; cezbeden, eğiten ve eğlendiren alternatifsiz bir deneyim sunuyor.
 

Grande Exhibitions Avustralya tarafından tasarlanan ve Singapur’daki dünya prömiyerinin hemen ardından İstanbul ardından da Ankara’da sanatseverlerle buluşacak olan sergi, 2012 yılı boyunca sanat dünyasının ilgisini Türkiye’ye çekecek.

 

Van GoghAlive Digital Sanat Sergisi’nde, SENSORY4 teknolojisiyle donatılmış yüksek çözünürlüklü 40 projektör aracılığıyla, çok kanallı animasyonlar ve sinema kalitesindeki surround ses sistemi birleştirilerek; dünyada en çok ilgi çeken eşsiz bir görüntü kullanılıyor. Dokunmak isteyeceğiniz kadar gerçek, dev boyutlardaki kristal netliğindeki görüntüler, İstanbul Karaköy Antrepo ve Ankara Cer Modern için özel olarak tasarlanan çok çeşitli ekranları ve yüzeyleri aydınlatıyor.

3,000’in üzerinde dijital imaj ile Van Gogh’un en ünlü eserleri, projektörlerden aynı anda akıp zengin surround ses sistemi ile güçlü bir klasik müzik eşliğinde senkronize olarak, ziyaretçinin etrafını saran bir gösteri ziyafeti sunuyor.

 

Çerçevesi olmayan sergide, ünlü sanatçının 1880-1890 yılları arasındaki çalışmaları ve hayat deneyimlerinden oluşan coşkulu ve canlı detaylara sahip yapıtları; dev ekranlara, duvarlara, kolonlara, zemine, hatta tavana yansıtılıyor.

 

Sanatı deneyimlemek için yeni bir yol Van Gogh Alive, önceden benimsediğiniz tüm geleneksel müze ziyareti fikirlerinizden vazgeçiriyor, içerikle etkileşim kurma şeklinizi değiştiriyor, duyularınızı uyararak bir ‘sergi’nin nasıl olması gerektiği ile ilgili inançlarınızı sınıyor. Ziyaretçilerin “unutulmaz bir deneyim” diye tanımladıkları canlı bir ışık, renk ve ses senfonisine kendinizi hazırlayın, Van GoghAlive, ışık, renk ve seslerin etkileyici uyumunu kullanarak duyuları uyarıyor ve bir serginin nasıl olabileceğine dair oluşan tüm düşüncelere meydan okuyor.

 

Van Gogh Alive’da, ziyaretçilere bu dahi ressamın fırtınalı hayatını kronolojik olarak göstermek için güçlü bir klasik müzik kullanılıyor. Bu harekete geçiren müzik, Van Gogh’un hikayesinin duygusal yönlerini yansıtarak, muhteşem kariyeri boyunca hem sanatı hem de ruh halinin zengin deneyimini ziyaretçilere sunma olanağı sağlıyor.

 

Sergide, ünlü ressamın ‘Teras Kafe’, ‘Kırmızı Üzüm Bağı’, ‘Sandalye ve Pipo’, ‘Kulağı Sargılı Otoportre’, ‘Vazoda 12 Ay Çiçeği’, ‘Ren Nehri’nde Yıldızlı Bir Gece’, ‘Buğday Tarlası ve Kargalar’, ‘Doktor Gachet’in Portresi’ gibi bir döneme damgasını vuran en önemli eserleri yer alıyor.
 

Van Gogh’un hikayesini anlatmak için seçilen müzik eserlerinden bazıları ise; Handel – Sarabande, Edouard Lalo – Piano Concerto 1. Movement I, Gus Viseur – Coeur Vagabond, Barber – Bubamara (Vivaldi versiyonu), Arvo Part – Fratres For Cello And Piano, Carl Nielsen – String Quartet in D minor 1883, Sakura “Cherry Blossoms”, Geleneksel Japon Klasik Koto Müziği, John Zorn – Kiev 3 (çello), Camille Saint ‘dan oluşuyor.

Hürriyet, 31.01.2012

LİKYA DÖNEMİNDEN KALAN MEZAR KORUNACAK

 

Antalya’nın Kaş İlçesi'nde Antiphellos antik kentindeki Likya döneminden kalma mezarın koruma altına alınacağı bildirildi.

 

Antalya Müze Müdürü Mustafa Demirel ile Antalya Rölöve ve Anıtlar Müdürü Mehmet Ali Özgün, Antiphellos antik kentinde incelemelerde bulundu.

 

Antik mezarın Yunanistan’ın Meis Adası’nın karşısında, Likya yöresinin bir kayadan üç boyutlu biçimde oyulmuş tek lahidi olduğunu belirten Demirel, zamanla tahrip edilen mezarı Kaş Belediyesi ile ortak bir çalışmayla koruma altına alacaklarını belirtti.

 

Demirel, “Antik mezarın öncelikle giriş kapısını kapatacağız. Etrafını düzenleyerek, yaya ulaşımı kolaylaştıracağız. Antik mezarı Kaş’ın önemli simgelerinden biri haline getireceğiz” dedi.

MÖ 4. yüzyıldan kalma, kayalar oyularak ve kesilerek yapılan ev tipi anıt mezar, Antiphellos Tiyatrosu’nun kuzeyindeki tepede yer alıyor. Kare biçimindeki mezar, 4,5 metrekare genişliğinde. Mezarda, üzerinde dans eden 21 figürün bulunduğu kayadan oyulmuş iki sedir, giriş kapısının karşısındaki duvarda ise el ele tutuşarak dans eden figürlerler bulunuyor.

 

İşlemelerinden dolayı anıt mezar, halk tarafından “Dansözler mezarı” olarak adlandırılıyor.

haberler.com, 31.01.2012

 

******


DANSÖZLER'E GİTTİ

 
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Kasım 2011’de bazı düzenlemeler yapılmasını önerdiği Antalya’nın Kaş İlçesi'ndeki Hellenistik Mabet, restore edilen Kaş Antik Tiyatrosu ve Dansözler Mezarı olarak bilinen Akdam’ı gezdi.

 

Hellenistik Mabet’teki çalıların temizlenmesini isteyen Günay, İzmir’den başlayarak Kayra ve Likya bölgelerindeki ören yerlerini gezdiğini söyledi. Ören yerlerinde güzel çalışmalar yapıldığını anlatan Günay, “Kazılara ayırdığımız kaynağı artırdık. Herkes 2012 yılında ödenek sıkıntısı çekmeksizin çalışmalarına başlayabilecek” dedi. Günay, bir soru önergesine verdiği yanıtta Hatay’ın Samandağ İlçesi Yoğunoluk Köyündeki tarihi Ermeni Kilisesi’nin üzerine yapılan caminin yıkılacağını söyledi.

Hürriyet, 07.02.2012

TAKSİM'İ ÇOKTAN KAYBETTİK

 

“Göbeğini kaşıyan adamlar geldi, eskiden Taksim ne güzeldi” falan demeye çalışmıyorum. Oradan vurmaya hazırlananlar sopaları bir indirsin. Derdim başka...

 

Taksim’i çoktan kaybettik. Çünkü Taksim kaybedilen ve kazanılan bir yer. Tarihte de böyle olmuş. Bazen nezih eğlencenin merkezi olmuş, bazen rezilliğin ve sefaletin. Bazen
pavyonlar, batakhaneler ele geçirmiş, bazen 30 TL’ye kaşarlı tost satan “seviyeli” kafeler, bazen rock’çıların ve bu kültürün mekanı olmuş, bazen kapitalist zincirlerin istilasına uğramış, çevresiyle birlikte dev bir alışveriş merkezi haline gelmiş.


Taksim hep değişiyor, hep farklılaşıyor ve hafızasını her seferinde başa sarıyor. Her 10 yılda bir önceki 10 yılda yaşananlar çöpe gidiyor, unutuluyor, izler siliniyor, kaldırımların kırılıp habire yeniden yapılması gibi Taksim de hep baştan aşağı “yenileniyor”.


Taksim meydanına ne yapılacağı konuşuluyor. Siyasetçiler oradaki dev parayı ve rantı gördükleri için rahat duramıyorlar. Muhakkak bir şeyler yapmak, bir dokunmak, ucundan bir yerini değiştirmek, her şeyden de önemlisi yıkıp baştan yapmak istiyorlar. Bizim kültürümüzde tamir etmek, onarmak vardır aslında. O şeyden umut kolay kesilmez; o şey neyse tamir edilir ve kullanılır. Sökük dikilir, yırtık yamanır, radyo kurcalanır tamir edilir. Ama yeni Türk kültürü her şeyi çöpe atıp yenisini yapmaya meraklı. Bunu adı Türk usulü modernlik.

Türk tipi modernlik: “Yık, yenisini yap”
Şimdi “Taksim elden gidiyor” diye telaşlanıyoruz ya (yani ben telaşlanıyorum), biz Taksim’i aslında 10 yıl önce kaybettik. Taksim önce Galatasaray’a taşındı. Ardından da Asmalımescit’e. Şimdi Şişhane’ye ve Karaköy’e iniyor. Yaşarsak karşıya geçtiğini ya da Haliç kıyısından Kasımpaşa’ya Sütlüce’ye doğru ilerlediğini de görürüz belki.


Ama onun yerine yeni bir Taksim geldi ve geliyor. Ve bu değişimi kontrol etmek hiç kolay değil. Ve açıkçası o “arkadan gelen Taksim” pek de iç açıcı görünmüyor.


Her tarafı kazılmış, sağından solundan otoban gibi yollar geçen, yeşil alanın olmadığı, her santiminin Türk usulü bir modernlik ölçüsü olarak beton olacağı bir Taksim. Barok, rokoko, neogotik tarzı önyüzleri duran ama içi plaza olmuş dev gökdelenlerin olduğu bir Taksim.

Meydanında yayalar yürüsün diye trafikten arındırılan ama oraya insanların yol bulup da gelemeyeceği paketlenmiş, çevrelenmiş, etrafında çit çekilmiş bir Taksim. Yaşayan değil, ölü bir Taksim.


Eskilerde en ufak bir iz ve anı kalmaması için özenle darmadağın, dümdüz edilen ve yeniden cillop gibi betondan inşa edilecek bir Taksim.


“Taksim’e gidiyorum” diyemeyeceğiniz, çünkü aslında Taksim’de artık Taksim’i göremeyeceğiniz, Hıncal Uluç gibi bit kadar sinema salonlarında patlamış mısır yiyerek film izleyeceğiniz, ardından bir-iki fast food’cuda tıkınıp mutlu mutlu evinize döneceğiniz bir Taksim. Tabii arada gömlek, tişört pantolon falan da alırsanız iyi olur.


Kaybettik dedim ya. Biz dediğim, bizim kuşak. 70’ler ve 80’lerde doğanlar... Biz orayı bir alternatif kültür dünyası olarak gördük. Orayı öyle dönüştürdük. Bilinçli değil. Biz o dönem belli sebeplerden oradaydık. Hepsi bu. Şimdi geriye bakıp onu korumak istiyoruz ama öyle bir Taksim artık zaten yok. Taksim kaçtı gitti ve emin olun bu siyasetçi/müteahhit el ele “Yenisini yaparız, daha hesaplı olur” ekibi Taksim’in peşini bırakmayacak. Beton arabası ve kazma küreklerle dalacaklar nerde bulurlarsa.


Taksim meydanında ya da Beyoğlu’nda olan biten budur.


Dokunmayın, imar etmeyin kardeşim, böyle dağınık kalsın, kendi kendine değişsin diyeceğim ama eşyanın tabiatına ters. “E yıkmayacaksak, yenisini yapmayacaksak, para kazanmayacaksak niye seçildik o zaman?” der adam. Haklı.

Milliyet, Yaz: Mehmet Tez, 28.01.2012

 

******


İŞTE YENİ TAKSİM

 

     

 

Taksim Meydanı'nı yayalaştırma projesinin detayları belli oldu. Belediye Meclisi'nin oybirliği ile kabul ettiği ve Anıtlar Kurulu'nun onayladığı projeye göre Tarlabaşı Bulvarı ve Talimhane, Taksim Meydanı ile birleştirilecek.

 

Başbakan Tayyip Erdoğan'ın İstanbul'a ilişkin prestij projeleri arasında açıkladığı Taksim Meydanı düzenlemesi Belediye Meclisi'nde oybirliği ile onaylanırken Anıtlar Kurulu tarafından da onaylandı.

Projeye göre Tarlabaşı Bulvarı, yayalaştırılan Talimhane ve Taksim Meydanı’yla birleştirilecek.

Meydandaki otobüs durakları, otobüs bekleme peronları ve yanındaki yol kaldırılacak. Mc Donald’s önündeki otobüs durakları da yer altına alınıp, alt geçitten meydana yaya çıkışları verilecek. Metro çıkışları ise İstiklal Caddesi kenarlarına çekilecek. Bölgedeki binalar da aslına uygun restore edilecek.

 

Hürriyet gazetesinin haberine göre, Taksim Topçu Kışlası oturum alanı, Cumhuriyet Caddesi tarafında 153, Tak-i Zafer Caddesi tarafında 188, Metehan Caddesi tarafında 152, Asker Ocağı Caddesi tarafında ise 189 metre olacak. Yeşil alan dahil olmak üzere 28 bin 900 metrekarelik bir alanı bulunan kışla 3 katlı projelendirilecek.

Taksim Topçu Kışlası 1806’da III’üncü Selim döneminde inşa edilip, 1939’da İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı Lütfi Kırdar tarafından yıktırılmıştı. Rus-Hint tarzı karışımı kışla, kültür merkezi ve sanat galerisi olarak hizmet verecek. Kışlanın, yıkılmadan önce içinde futbol maçları yapılan ve İnönü Stadı yapıldıktan sonra, Taksim Gezi Parkı olarak düzenlenen bahçesi yeşil alan olarak korunacak. Yeşil alanın altında ise birkaç katlı otopark yer alacak.
Habertürk 04.02.2012

 

******


TAKSİM'DEKİ CİNAYETİ KÖR BİR BALIKÇI BİLE GÖRMÜYOR!

 

Taksim’de yıllar önce yıkılan bir topçu kışlasını neden yeniden yapıyoruz? Aramızda bu soruya mantıklı cevap verebilecek kimse var mı? Asırlık ağaçları keserek yani şehrin ortasındaki tek yeşil alanı da yok ederek taş yığını bir kışlayı getirip şehrin ortasına kondurmanın tek bir nedeni olabilir: RANT. Birileri Topçu Kışlası adı altında Taksim’in ortasına alışveriş merkezi dikecek. Güya içine galeri yapılacakmış. Duyan da Taksim Meydanı’nda tek eksiğimiz galeri zanneder! Bir alışveriş merkezi işte böyle pazarlanıyor. İstanbul’un nasıl bir şehir olduğunu anlamak için Atatürk Havalimanı’na inişe geçen bir uçağın penceresinden bakmanız yeterli. Binalar, binalar, binalar... Bir avuç yeşil alan bile yok. Gezi Parkı, Taksim’in ortasında pek de iyi kullanılamayan tek yeşil alan. Burayı daha da yeşertip ağaç dikeceklerine, şu günlerde ağaçları işaretlemişler kesmeye hazırlanıyorlar. Taksim Meydanı’nın yeni siluetine dair fotoğraflar yayımlandı. Sadece yayalara ayrılacağı söylenen Taksim Meydanı’nın bu yeni halini gördünüz mü? Tam bir beton dünyası. Tek bir ağaç bile yok. Taş deyip geçmeyelim! İsterseniz bir İstiklal Caddesi’ne çıkıp yürümeyi deneyin, daha bir iki yıl önce yenilenen kaldırım taşlarına ayağınız takılmadan bakalım kaç adım atabileceksiniz? Taksim’de trafiğin yeraltına indirilmesi, otobüslerin son duraklarının kaldırılması ne kadar iyiyse meydana yapılacak ‘Topçu Kışlası Alışveriş Merkezi’ fikri de o kadar kötü. Fikir demeyelim, bunun adı düpedüz bir şehircilik cinayeti. Hepimizin gözleri önünde işlenecek bir cinayet! 
Radikal, Yazı: Cüneyt Özdemir, 05.02.2012

 

******


TAKSİM PROJESİ'NE ONAY ÇIKTI

 

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın İstanbul’a ilişkin prestij projeleri arasında açıkladığı yeni Taksim Meydanı hayata geçmeye hazırlanıyor.

 

16 Eylül 2011’de İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclisi’nde oybirliğiyle kabul edilen plan 4 Ocak 2012’de Anıtlar Kurulu tarafından aynen onaylandı. Tarlabaşı Bulvarı, yayalaştırılan Talimhane ve Taksim Meydanı’yla birleştirilecek. Meydandaki otobüs durakları, otobüs bekleme peronları ve yanındaki yol kaldırılacak. Mc Donald’s önündeki otobüs durakları da yer altına alınıp, alt geçitten meydana yaya çıkışları verilecek. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Taksim Meydanı’na işlev kazandırıp, İstanbullular’a “meydan keyfi” yaşatacaklarını söyledi.

Milliyet, 05.02.2012

 

******


MİMARLAR VE ŞEHİR PLANCILARI GEZİ PARKI İÇİN HAREKETE GEÇTİ

 

 

Mimarlar ve şehir plancıları, Taksim Meydanı’ndaki trafiğin yeraltına alınarak Topçu Kışlası’nın yeniden yapılması için yasal zemin oluşturulması üzerine hareketlendi.


Gözler geçen yıl kışlayı ‘korunması gereken kültür varlığı’ ilan eden, geçen ay da meydan trafiğinin yeraltına alınmasını onaylayan 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nda.

Mimarlar ve şehir plancıları, parkın kurul tarafından tescili için cuma günü başvuruda bulundu.


Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Şehircilik Bölümü’nden Prof.Dr. Gülşen Özaydın, ODTÜ Mimarlık Bölümü’nden Prof.Dr. Cana Bilsel ve YTÜ Şehircilik Bölümü’nden Prof.Dr. İclal Dinçer’in hazırlayarak koruma kuruluna gönderdiği dilekçede “İstanbul’un kentsel kimliğinde ve kentlilerin belleğinde önemli bir yeri olan ve günümüzde kentsel açık yeşil alan niteliğiyle yoğun bir biçimde kullanılmayı sürdüren bir kamusal alan olan Taksim Gezi Parkı bir kültür varlığı olarak özgün değerleriyle tescil edilmeli” yazılı.


Dilekçeyi, Mimar Sinan, Yıldız Teknik, İTÜ, Galatasaray Üniversitesi, ODTÜ ve Gazi Üniversitesi’nden 200’ün üzerinde şehircilik ve koruma uzmanı öğretim görevlisinin yanında birçok mahalle derneği ve sivil toplum kuruluşu da imzalayarak koruma kuruluna gönderiyor. 

‘Kentlilere soran yok’
Taksim Platformu “Tüm projeleri, ödediği vergilerle finanse eden biz kentlilere sorulmadı, anlatılmadı” diyerek dilekçeye imza attı.


Taksim Platformu’ndan mimar Korhan Gümüş, “Biz meydan böyle kalsın demiyoruz, sürecin müzakereye açılması gerektiğini savunuyoruz. Medeni ülkelerde, böylesine önemli bir kamusal alan yeniden planlanacaksa önce bir ihtiyaç analizi yapılır, yönetim planı oluşturulur. Sonra da uluslararası bir mimari yarışmaya açılır ve önceden belirlenen ihtiyaçlara göre bağımsız seçici kurul tarafından değerlendirilir. Burada süreç ters işliyor: ‘Ben binayı yapayım, sonra nasıl kullanılacağına bakarız’ deniyor” diye konuştu.

‘Fikir babası değilim’
Tepkileri konuşmak için aradığımız 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Başkanı Mete Tapan, kışlayı tescil etmelerinin projenin yeniden yapılacağı anlamına gelmediğini söyleyerek kurulun daha önce Galata’da Menderes zamanında yıkılan bir camiyi tescil etmesini örnek gösterdi. Tapan, var olmayan bir yapı tescil edilirken Gezi Parkı neden tescil edilmiyor sorusuna “Tespiti bakanlık yapar. Bizim görevimiz önümüze geleni değerlendirmek” cevabını verdi. Tapan, kışlanın yeniden yapılmasının çok tepki uyandırdığının bilincinde olduğunu belirterek “Ben bu projenin fikir babası değilim. Bu proje neden yapılıyor onu da bilmiyorum. Herkes arayıp soruyor, ‘AVM, otel, cami mi yapılacak’ deniyor, mesele spekülasyona açık… Ortada bir sorun var, bu da projenin kamuya açık bir şekilde tartışılmamasından kaynaklanıyor. Ama ‘amaç bir kültür varlığını kurtarmak’ deyip iyi niyetle de bakabilirsiniz” dedi.


Tapan, dilekçeyi bir sonraki toplantılarında değerlendirmeye alacaklarını belirtirken “Ağustosta çıkan kararnameyle doğal sit alanları ve tabiat varlıkları Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na geçti, dolayısıyla bizim parktaki ağaçlarla ilgili karar verme yetkimiz kalmadı. Buna göre tek başımıza parkı tescil etme şansımız olmayabilir” dedi.

Radikal, Haber: Elif İnce, 06.02.2012





.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi